Ayşe Özdemi̇r İnsanlar Arasindaki̇ Eşi̇tsi̇zli̇ği̇n Temeli̇ Ve Kökenleri̇

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 11

İNSANLAR ARASINDAKİ EŞİTSİZLİĞİN TEMELİ VE

KÖKENLERİ

JEAN JACQUES ROUSSEAU

Doğa bizi asla aldatmaz; kendimizi aldatan biziz.

AYŞE ÖZDEMİR

AİLE FELSEFESİ

Kadın Aile Çalışmaları Tezsiz Yüksek Lisans


JEAN JACQUES ROUSSEAU KİMDİR?

Cenevreli filozof ve yazar Jean Jacques Rousseau'nun siyasi fikirleri, Fransız Devrimi'ni etkilemiştir.
Düşünceleri özellikle, Devrim'den sonra kurulan yeni devletin kalkınmasında, toplumun sosyal
yapısında ve eğitim sisteminde etkili olmuştur.

Jean Jacques Rousseau, 28 Haziran 1712 tarihinde Ceneviz'de dünyaya geldi. Annesi, doğum
sonrasında enfeksiyon kaptığı için, Rousseau dokuz günlükken hayatını kaybetmiştir. Babası ise, bir
dönem Topkapı Sarayı'nda da çalışmış bir saatçidir. Babası bir toprak sahibiyle kavga ettikten sonra
oğlunu kardeşine emanet ederek Nyon'a taşınmış ve bir daha oğlunu ziyaret etmemiştir.

Bir süre amcasıyla kaldıktan sonra Cenevre'yi terk eden Rousseau, 1728-38 yılları arasında çeşitli
meslekler yapmıştır.

Jean Jacques Rousseau’nun eserlerindeki karmaşıklık onun; doğal hukuk kuramcısı, doğal hakları
önemsemeyen biri, aydınlanmacı, aydınlanma ilkelerini yerle bir eden biri, demokrasinin inançlı
savunucusu, demokrasiyi ayaklar altına alan biri, burjuva liberal devriminin hazırlayıcısı, öte yandan
böyle bir devrimin olumsuzluklarını çok önceden gösteren, hatta reformculuğu bile benimseyen
biriymiş gibi birbiriyle çelişen ve çatışan çok karşıt düşüncelerle yorumlanmasına sebep olmuştur.

Bir süre İtalya ve Fransa'da çalışır. Fransa'da yazıları yasaklanınca daha sonra arasının açılacağı
arkadaşı David Hume'nin davetiyle İngiltere'ye geçer.

Bir ara tekrar Fransa'ya geçen yazar, 2 Temmuz 1778 tarihinde, 66 yaşındayken sabah yürüyüşü
sırasında düşerek yaralanır ve kan kaybından hayatını kaybeder.

Denemeler

(Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev). (1750)

(İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri) (1755)

(Politik Ekonomi Üstüne Söylev)]] (1755)

(Ahlak Prensipleri Mektupları) (1758)

(Etkinlikler Gösterileri Üstüne Mektup) (1758)

(Toplum Sözleşmesi) (1762)

(Emile ya da Eğitim Üzerine) (1762)

(Dağda Yazılmış Mektuplar) (1764)

(Korsika İçin Anayasa Projesi) (1765)

(Polonya Hükümeti Üstüne Düşünceler) (1771)

(Dillerin Kökeni Üstüne Deneme) (1781


JEAN JACQUES ROUSSEAU’YA GÖRE İNSANLAR ARASINDAKİ EŞİTSİZLİĞİN
KAYNAĞI

GİRİŞ

Bu ödev Aydınlanma düşüncesinin oluşumuna katkı sağlayan ve Fransız devriminin ideallerini felsefe
sisteminde yer veren ünlü filozof Jean Jacques Rousseau’nun doğa durumunda ve uygar toplumda
eşitlik ve özgürlük bakımından insanı nasıl bir konumda gördüğünü ve uygar topluma geçişin ne tür
sorunlara yol açtığını değerlendirmektir. Rousseau’nun eşitsizlik ve özgürlük sorununa ilişkin fikirlere
değinilmiştir.

Rousseau, doğuştan hiç kimsenin köle olmadığı halde uygar toplumla yeryüzünde tüm insanların
köleleştirildiğini söylemektedir. Onun amacı ise toplum sözleşmesine dayalı olarak herkesin eşit ve
özgür yaşadığı bir toplum düzeni oluşturmaktır.

İnsanlar doğa durumunda var olan hiçbir hak ve özgürlüğünden vazgeçmeden, toplum durumunda da
ideal bir yönetimle mutlu olacağını söyler. Kadın ve erkeğin aile kurarak çocuklarını en iyi ahlakı verme
görevleri olduğunu belirtir. Mutlu çocuk mutlu aileden gelir diye belirtir.

Kalvinist olarak doğmuş olan Rousseau genç bir adam olarak Katolikliğe dönmüş ve daha sonra da
doğanın mükemmel düzeni ve uyumunun farkına varmasına bağlı olarak Tanrı'nın varlığının kanıtı
olarak görmesinden dolayı “doğal din” taraftarı, vahye dayalı dini reddeden deist görüşleri
benimsemiştir.

DOĞA DURUMU

Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri adlı kitabında insanlık tarihini
inceleyerek doğa durumundan uygar duruma geçen insanın, değişimini, kavgalarını, korkularını ve
kendi kendine yaptığı zulmü anlatır.

Rousseau'ya göre doğa hali insanın vücudundaki tüm potansiyeli sonuna kadar kullanan idmanlı güçlü
bir yapısıyla doğadaki tüm vahşi hayata karşı kendini savunarak yaşama halidir. Bu savunmadan
kastımız doğanın çetin şartlarına karşı yaşam mücadelesidir, çünkü doğa, insanlar arasında özgürlük
ve eşitlik konusunda bütün canlılara eşit davranmıştır. İnsanın ihtiyacı olan tek şey bir eş ve yiyecektir.
Doğa yiyecek konusunda da cömerttir ve kendi kendine yeten insanın hiçbir şeyden korkusu yoktur.
Kendi doğalarıyla tam bir uyum içinde olup son derece mutlu ve kaygısızdırlar. Doğa halinde yaşayan
bu insanlar yaşamak için gereksinim duydukları her şeye iç güdülerinde sahiptirler. Balta girmemiş
ormanlarda hayvanları taklit ederek yaşayan insan, kendinden daha güçlü hayvanlarla ustalık
bakımında kendi gücünün farkına varmasıyla hayvanlardan da korkmamayı öğrenir. “İnsanın sahip
olduğu ustalıktan daha fazla güce sahip olan hayvanlar karşısında insan, daha zayıf ama gene de
yaşamaktan vazgeçmeyen türlerin durumundadır.”1

1
Jean Jacgues Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeller Üzerine Konuşma 93-179
Rousseau'ya göre doğa durumunda yaşayan insanın hayatı çok rahat iken toplumda yaşayan
insanların hayatı daha zordur. İnsanların korkunç düşmanları diye tarif ettiği doğal sakatlık, çocukluk
ihtiyarlık ve her türlü hastalıklardır. Doğal sakatlık durumunu ve çocukluk dönemini hayvanlarla
özdeşleştirirken ihtiyarlığı zor bir dönem olarak kabul eder. Hastalıkların pek çoğunu toplumsal
sorunlar sayesinde kendi kendimize oluşturduğumuzu ifade eder. Toplum içindeki insan oburluktan
hastalandığını doğa insanının hastalık kaynaklarının az olduğunu ifade eder. “Doğa halinde insan
kaynakları az olduğu için, o durumdaki insanın ilaçlara hele hekimlere hiç gereksinimi yoktur.”2
“Nihayet bizler arasında iyi uygulanmış tıp ne kadar yararlı olabilse de kendi haline bırakılmış hasta
vahşinin doğadan başka bir umudu olmayacağı kesindir ama kendi hastalığından başka da korkacağı
hiçbir şey yoktur; iş te bu onun bize üstünlüğüdür.”3

Rousseau'ya göre evcil hayvanların doğada ki hayvanlara göre daha zayıf kalması gibi,
toplumsallaşan insanda doğa durumdaki insana göre daha zayıf daha korkaktır. Doğa, insan ve
hayvana eşit olanaklar sunarken insanın kendin kendine sağladığı fazla rahatlık kendisini
soysuzlaştırdığını belirtiyor.

Hayvan içgüdüleriyle hareket ederken, insan zekâ ve duygularını kullanır. Hayvan türü bin yıl olsa da
aynı kalırken insanoğlu kocayarak tüm yetilerini kaybeder. Bu yeti denilen şey insanı insanlıktan
çıkaran, doğanın zorbası haline getiren şeydir.

Rousseau’ ya göre vahşi insan, anlık tutkularıyla yaşar. Tek istediği yemek, bir dişi ve dinlenmedir der.
Basit dürtüleriyle yaşayan insan ölümden korkmaz. Ölümden korkan insan hayvanlık durumdan
çıkmasıyla hissettiği duygudur.

“Rousseau, insanın tinsel yönüne ait olan isteme ve özgür olma bilinci dışında, onu hayvanlardan
tamamen farklı kılan bir başka şeyin de “yetkinleşmek” ve “olgunlaşmak” yetisine sahip olması
olduğunu düşünür. Ancak, Rousseau’ya göre yetkinleşmek ve olgunlaşmak kabiliyeti, insanın kendini
doğadan ayırmasını ve üstün bir varlık kılmasını sağladığı gibi, insanlığın maruz kaldığı tüm
musibetlere de kaynaklık etmiştir. Diğer bir deyişle, insani hataların, rezaletin, zorbalığın ve
erdemsizliğin temel nedeni bu yetilerdir.”4

2
Jean Jacgues Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeller Üzerine Konuşma 93-179
3
Jean Jacgues Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeller Üzerine Konuşma 93-179
4
Rousseau’da Doğa Durumundan Uygar Topluma Geçişin Yol Açtığı Sorunlar: Eşitsizliğin Kaynağı Ve Özgürlük Bekir Geçit
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Issn: 1308–9196 Yıl: 14 Sayı : 38 Ağustos 2021

“Sahibi olduğumuz para özgürlüğün; peşinden koştuğumuz para köleliğin


aracıdır.”
Dil Gelişimi

Rousseau dil gelişiminin insanın toplumsallaşmaya başlamasıyla olduğunu farklı dillerin insanların bir
araya gelmesiyle gelişen çığlık olarak görür. Ona göre doğa insanı yalnız yaşadığı için iletişime ihtiyaç
duymaz çünkü duygulara yer yoktur. Doğa durumunda, Rousseau’ya göre toplumu meydana getirmek
için bir sebep söz konusu değildir. “İnsanlar doğal gereksinimlerine göre yaşarlar ve doğal
gereksinimler, insanları bir araya getirmekten ziyade onları uzaklaştırır. Bu nedenle dil doğal
gereksinimlerden doğmaz, çünkü dil toplumsaldır, fakat doğa durumunda toplumsallık yoktur”. 5
“İnsanın kullandığı ilk dil, en evrensel en etkili dil, bir araya gelmiş insanları ikna etmek gerekmeden
önce de gereği duyulmuş olan biricik dil, doğanın çığlığıdır.” 6 Bu çığlık günlük yaşamda ki istekleri
değil hissettikleridir. “İnsan korktuğunda, yardım istediğinde ya da acı duyduğunda bunu anlatacak
herhangi bir işaret olmadığından kendini sesle, yani Rousseau’nun “doğanın çığlığı” dediği şey ile
ifade etti.”7

Toplumda bir arada yaşayan insan zorunluluk olarak hayatta kalmak isteyen insan için dil kaçınılmaz
olmuştur. “Mutlu yaşamayı düşünmekten önce yaşamayı düşünmek gerekiyordu. Karşılıklı gereksinim
insanları duygudan daha iyi bir biçimde bir araya getirirken toplum ancak insan becerisiyle oluştu;
sürekli yok olma tehlikesi jest diliyle sınırlanmaya izin vermiyordu, onlarda ilk söz de beni sevin değil
bana yardım edindi”8

Rosseau’ya göre, toplumsallaşmanın gereği olan dil, hayatta kalma mücadelesinin yani
kavramsallaştırdığı biçimiyle ben-sevgisinin sonucu olarak ortaya çıktı. Hisleri anlatan dil, merhametle
ortaya çıkar. Başka insanlara kendini anlatmaya çalışan insana karşı merhamet söz konusu olacaktır.
Ben-sevgisinden türeyen ve insanın kendi varlığını sürdürebilmesi için gerekli olan dil yetkinleşebilme
yetisine sıkı sıkıya bağlıdır. O, bu özelliğini ne kadar geliştirebilirse varlığını sürdürme hususunda da o
kadar başarılı olacaktır.

“Rousseau “gereklilik” kavramını içi boş bir biçimde kullanmaz, aksine gereklilik ben-sevgisi
kavramıyla ilişkilendirilir. Buna göre insanın ben-sevgisinden kaynaklı var olma güdüsü, varlığını tehdit
eden koşullar karşısında insanın yeni yollar bulması gerekliliğini doğurur. Bu gereklilik ise insanın
sahip olduğu yetkinleşebilme yetisi ile birlikte, insanın varlığını sürdürebilecek yetenekleri
geliştirebilmesini sağlar.”9

5
https://dergipark.org.tr/ Rousseau ve Dil Erhan ATAGÜN KAREFAD CİLT: 6, SAYI: 2, EKİM 2018, ss. 51-61
6
Jean Jacgues Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeller Üzerine Konuşma 93-179
7
https://dergipark.org.tr/ Rousseau ve Dil Erhan ATAGÜL KAREFAD CİLT: 6, SAYI: 2, EKİM 2018, ss. 51-61
8
https://dergipark.org.tr/ Rousseau ve Dil Erhan ATAGÜL KAREFAD CİLT: 6, SAYI: 2, EKİM 2018, ss. 51-6
9
Rousseau’da Doğa Durumundan Uygar Topluma Geçişin Yol Açtığı Sorunlar: Eşitsizliğin Kaynağı Ve Özgürlük Bekir Geçit

“Yasalar daha iyisini getirirler; kötü olanlarsa daha kötülerini.”


Düşünsel yetenekleri yeterince gelişmeyen vahşi insan, Rousseau’ya göre duygularını mantığının
önüne koyan ve “insanlık duygusuna” teslim olan biridir. İnsanların müşfik olmaları ve birbirlerine
şefkatle yaklaşmaları, doğaları gereği sahip oldukları bu insanlık duygusudur. Güçlü birinin hiçbir
menfaati olmadan zayıfların, düşkünlerin ve çocukların yardımına koşmasının nedeni, merhamet
denilen bu duyguya sahip olmasındandır. Çünkü “merhamet, doğal bir duygudur. Doğa durumunda
“kanunların, törelerin, erdemin yerini, tatlı ve yumuşak sesine herkesin boyun eğmesi üstünlüğüne de
sahip olarak bu duygu alır”10

Rousseau ya göre erdemli insan doğaya en az direnen insandır.

UYGAR TOPLUM

Özgürlük ve Eşitsizlik

Rousseau ya göre, toprağı işleyerek burası benim diyen insan yani özel mülkiyete geçerek, başına
gelecek kötülüklerin temelini atmıştır. Başlangıçta insanlar avcı ya da çobandı. Sadece hayvanları
vardı. Rousseau İnsanın doğa durumundan uygar duruma geçiş zorunluluk olarak görür. İnsanın
kendini tanımasıyla birlikte kendini korumaya, çevresiyle ilişkiler geliştirmeye başlamıştır. Diğer
insanlarla yaşamaya başlamak insanı duygusal ve düşünsel olarak kendini yetiştirmeye sevk etmiştir.
Düşünen insan diğer canlılardan ayrışmıştır. İnsanlarla birlikte yaşayan insan üretmeye başlamıştır.
Aile ortaya çıkmış ve böylece özel mülkiyetin temeli atılmıştır.Mülkiyetin ortaya çıkmasıyla daha çok
çalışan insan daha fazla şeye sahip olmak istemiştir. Daha çok şeye sahip olmak insanlar arasında
rekabeti doğurmuştur. Bu durum eşitsizliğe sebep olmuştur.

“Rousseau, özgür, mutlu ve kendi çevresiyle barış içinde yaşayan insanın doğal yaşamdan toplumsal
ve uygar yaşama geçerken kendi özgürlüğünü adım adım kaybedip giderek köleleştiğine inanır.
Kölelik ve bağımlılık ilişkileri özel mülkiyet aracılığıyla pekişmiş ve süreç içinde kurumlaşmıştır.
Rousseau, insanı uygarlaştıran, insan türünü yitiren, şaire göre altın ve gümüştür, fakat filozofa göre
demir ve buğdaydır diyerek insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağını özel mülkiyetin doğuşuna
bağlar”. “Rousseau’nun amacı tüm yurttaşların eşit ve mutlu olduğu yaşanabilir bir toplum
oluşturmaktır). Strauss, Rousseau’nun insanlar için yaşanabilir iyi bir hayatı, ancak “insanlığın doğa
durumuna mümkün mertebe yakın olduğu bir düzenin kurulmasıyla” mümkün gördüğünü söyler.”11

Rousseau’ gönül yüceliği merhamet zayıflara, güçsüzlere yani insan türüne karşı hissedilen acıma
duygusudur. İnsanın sıkıntı çekmemesini istemek, onun mutluluğunu istemek merhametin kendisidir.
Merhamet duygusu vahşi insanda daha güçlü iken, uygar insanda daha az gelişmiştir.

10
Https://Dergipark.Org.Tr/ Rousseau ve Dil Erhan Atagül Karefad Cilt: 6, Sayı: 2, Ekim 2018, Ss. 51-61
11
Rousseau’da Doğa Durumundan Uygar Topluma Geçişin Yol Açtığı Sorunlar: Eşitsizliğin Kaynağı ve Özgürlük Bekir Geçit
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Issn: 1308–9196 Yıl: 14 Sayı: 38 Ağustos
2021

“Hiçbir şey çıkar gruplarının etkisinden daha tehlikeli değildir.”


“Bu bağlamda “iyi düzenlenmiş bir devlet yönetiminde”, gerekçesi ne olursa olsun, hiçbir yurttaş
yasalardan muaf tutulamaz çünkü, her hükümetin ve yasaların amacı topluluk halinde yaşayan
insanların birliğini ve dirliğini sağlamaktır Doğal haklar ise, insan doğasına, yani insanın rasyonel bir
varlık oluşu düşüncesine dayanır. Bu nedenle, doğal haklar, her türlü siyasal ve sosyal düzenden
bağımsız haklar olarak kabul edilir. Nasıl ki, “yaşama hakkı” herkes için temel bir hak ise, doğal haklar
da tüm insanlar için geçerli olan devredilemez, sınırlandırılamaz ve vazgeçilmez haklar olarak
görülür.”12

“Rousseau'ya göre eşitsizlik çağlar ve devrimler boyunca ilerleyerek günümüze kadar ulaşmıştır. Bu
tarihsel süreç boyunca kanun ve mülkiyet hakkının oluşması eşitsizliğin ilk aşamasını; yüksek görev
makamlarının oluşması, ikinci aşamayı; meşru ve kanunlara uygun erkin keyfi erk haline gelmesi
eşitsizlikte son aşamayı teşkil eder. Bu üç aşamaya paralel olarak, zengin ve fakirin durumu birinci
dönem tarafından, güçlü ile zayıfın durumu ikinci dönem tarafından, efendi ile kölenin durumu da
üçüncü dönem tarafından yasal ve haklı kılınmıştır. Üçüncü dönemi eşitsizliğin son aşaması olarak
gören Rousseau'ya göre bu dönem kalıcı olmayacak; ya devrimler tarafından hükümet tamamen
ortadan kaldırılacak, ya da yasal ve meşru bir zemine seçilecektir.”13

Rousseau'ya göre özgürlük çok önemlidir. Eşitlik ve özgürlük Rousseau için birbirini tamamlayan iki
kavramdır. Özgürlük olmadan eşitlik, eşitlik sağlanmadan da özgürlük olamaz. Herkes buraya hemen
ulaşamaz. “Özgürlük her iklimde yetişen bir meyve değildir, onun için her ulus ulaşamaz ona.
Özgürlük, insan olarak yaşamının ve bu yaşamın olmazsa olmaz koşullarındandır”14.

Rousseau'ya göre özgürlük köleliğe baş kaldıran insanlar içindir der, özgürlüğü insan yeteneklerinin en
soylusu olarak görür. "Çünkü Özgürlük buna alışık olan sağlam, gürbüz huyları beslemek ve
güçlendirmek için uygun, ama yapısı böyle olmayan zayıfları, narinleri ezen, yıkan, sarhoş eden güçlü
ve lezzetli besin maddeleri ve iyi cins şaraplar gibidir. Efendiler tarafından yönetilmeye alışmış olan
insanlar, artık onlardan vazgeçmezler.”15

Rousseau için özgürlük hem insan hem de toplum için çok önemlidir, zayıflık ve tutsaklık”, yalnızca
kötü insanlar yaratır, insan doğa durumunda ya da uygar toplumda asla özgürlüğünden
vazgeçmemesi esastır. Nitekim Rousseau, bir ulus için özgürlüğün ne denli önemli olduğunu şu
şekilde ifade eder: “Ey özgür uluslar! Şu özdeyişi aklınızdan çıkarmayın: Özgürlük elde edilebilir ama,
kaybedildi mi, bir daha ele geçmez artık”16

12
Rousseau’da Doğa Durumundan Uygar Topluma Geçişin Yol Açtığı Sorunlar: Eşitsizliğin Kaynağı Ve Özgürlük Bekir Geçit
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Issn: 1308–9196 Yıl: 14 Sayı : 38 Ağustos 2021
13
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sistematik Felsefe ve Mantık Bilim Dah J.J. Rousseau'da Doğa
Durumu'Kavramı ve Hazırlayan: Abdullah Kıran
14
J.J.Rousseau, Toplum Sözleşmesi, s.92
15
Jean Jacgues Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeller Üzerine Konuşma 93-179
16
Jean Jacgues Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeller Üzerine Konuşma 93-179
Rousseau’ya göre iktidarda olanlar diğerlerini köleleştirmek ister; halkın bir kısmı köleliği seçerken,
özgür insanlar özgürlüğünden vazgeçmezler. Onlara kolay kolay kimse boyun eğdiremez. İktidar
sahipleri servetin büyük bölümünü ele geçirerek halkı sefalet içinde bırakır.

Rousseau’ya göre uygar toplumda insanlar özgürlükten çok köleliği seçerek hayatını yaşanmaz hale
getirmiştir.

AİLE

Doğal insan kendisi için yaşar; O birimdir, bütündür, bağımlıdır sadece kendisi ve benzerleri üzerinde.
Vatandaş sadece bir paydan başka bir şey değildir. Değeri paydasına bağlı olan kesir; Onun değeri
bağlıdır bütün, yani topluluk üzerinde.17

Rousseau Emile adlı kitabında düşsel olarak yarattığı Emile isimli erkek çocuğun bebeklik yıllarından
yetişkinliğine dek nasıl bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmesi, terbiye edilmesi gerektiğini anlatırken aile
üzerine de anektodlar verir.

Rousseau’ya mutlu bir çocuğun mutlu bir aile ortamında yetişir. “Mutlu olacağınız biriyle yapacağınız
evlilik, kötü ahlaka karşı tek koruyucudur.”18 Çocuk terbiyesinin önemli olduğunu belirten Rosseau
çocuğu yaşına uygun terbiye etmenin önemli olduğun çocuğa her şeyi vererek değil, yaşın uygun
olarak ihtiyaçlarına göre vererek sınırları iyi belirlenmiş özgürlük verilmesini gerektiğini belirtir.Her şeyi
çocuğun Çocuğu baskı altında tutan anne ve babalar ona kötü örnek olurlar “…Annesinin sokağa
çıkmasına izin vermediği bir çocuk, onun yokluğunda hemen sokağa fırlayacak ve özgür bırakılan
diğer çocuklar gibi evin önünde oynamak yerine uzaklara gitmek isteyecektir” 19. Fazla baskıyla
büyüyen çocuk sınırlarını bilemeyecektir. “İyi bir eğitimin etkisini yaşam boyu uzatırsanız çocuklukta
edinilen iyi alışkanlıkların ileriye taşınması gerekir.”20

Rousseau toplumsal insanın evlilik yapması gerektiğini belirtir. Kadın ve erkeğe çocuk yetiştirme
üzerine görevleri olduğunu belirtir.kadın ve erkeğin eğitimi ona göre aynı değildir. Kadın ve erkeğin
yaratılıştan farklılıkları sebebiyle görevleri de farklıdır.”Rousseau bu bölümde kadın ve erkeğin doğası
gereği birbirlerinden farklı yaradılışlara sahip olduklarını vurgular. Bu farklılığın tümüyle doğal
karşılanması gerektiğini hatırlatırken, biri için kusur sayılanın diğer cinsiyet için bir üstünlük olarak

"Ben daima insanın özgürlüğünün, istediği şeyi yapmakta değil, istemediği şeyi
yapmamakta yattığına inanmışımdır.”
17
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara Foxle
18
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara Foxle
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara foxle
19
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara foxle
20
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara foxle

“En mutlu kişi en az acı çekendir; en zavallı kişi ise en az mutluluk


hissedendir.”
algılanabileceğini ifade eder. Eşler arasındaki uyumun bu noktada ortaya çıktığını söyleyen
Rousseau, kadın ve erkeğin yaradılışları gereği birinin diğerinde eksik bulduğunun aslında uyumlu bir
birlikteliğin habercisi olduğunu belirtir.”21Rousseau ya göre kadın erkeğin kendisini sevmesi için çaba
gösterir. Kadının görev ve sorumlulukları ev içindedir.

“Kadınlar koşmak için yaratılmamıştı; Yakalanmak için kaçarlar.”22 Kadınları sadece fiziksel olarak
değil duygusal olarak ta küçümser. Erkek egemenliği üzerine kurulan toplumda kadın ikincildir.
“Rousseau kadını tek ve bağımsız bir birey olarak görmez. Bu yüzden nasıl bir eğitim ve terbiye
alması gerektiği de erkeğe göre belirlenmelidir. Bu da cinsiyet rollerine ilişkin kalıp yargılardan
kaynaklanır. Her toplum kendi değer yargılarına göre bu rolleri belirler, açık ya da örtülü biçimde
bireye aktarır. Kadın eğitimi için ayrı bir amaç belirleyen Rousseau, Sophie’nin eğitimini Emile’den
sonra yani kadın eğitimini erkeğin eğitiminden sonra düşünür. Kadını erkek karşısında daha güçsüz
gören Rousseau’ya göre kadının ayakta durabilmesi ve varlık gösterebilmesi için bir erkeğe
gereksinimi vardır”23.

“Kadınlar olmazsa biz erkekler yaşayabiliriz; ancak kadınlar aynı konumda değiller. Kendilerine
gerekeni elde etmek, hatta cinsiyetlerinin gerektirdiği konumda bulunabilmek için bizim yardımımıza
ihtiyaçları vardır”24

Rousseau kadınların erkeğin beğenisini kazanmak için çabaladığını söyler. Kadının görevinin ev içinde
kalması gerektiğini belirtir ve kadının tutkularının kamusal alana taşınmaması gerektiğini belirtir. bir
taraftan erkeğin arzularını umarken bir taraftan bu arzulara mukavemet eder.

Kadınların doğal erdem dediği evde çocuk eğitimi sebebiyle evde kalmalarını belirten Rousseau
erdemli yurttaş yetiştirmek kadının en önemli görevidir der.

Din

Rousseau’ya göre din ruhun derinliklerine kök salmıştır. Deizm anlayışıyla dine bakan Rousseau doğal
din anlayışı hakimdir.” Kurulu dinlerin metafizik sistemleri ve spesifik inançları karşısında eleştirel bir
tavır takınsa ve onların dogmatik kabullerini onaylamasa da doğrusu bu durumu kendisine bir sorun
edindiğini söylemek pek de mümkün değildir. O, dinlerin ilahi kaynağı ya da metafizik sistemleri ile
değil, daha çok toplumsal işlevi ile ilgilenmektedir. Bir başka deyişle, Rousseau’nun tasarladığı din,
insanları öte dünyada kurtuluşa erdirmeyi amaçlayan değil, bu dünyada mutlu ve huzurlu yaşamalarını
temin eden bir dindir.”25

21
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara foxle
22
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara foxle
23
Emile ya da Eğitim Üzerine Jean-Jacques Rousseau. 1. baskı: Say Yayınları, İstanbul, 2009
24
https://www.gutenberg.org EMILE Jean-Jacques Rousseau tarafından Çeviren: Barbara foxle
25
Jean Jacques Rousseau’da “Sivil Din” Tasarımı Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi Ferhat Akdemir

“İyi yönetilen bir devlette cezalar azdır. Bunun nedeni bağışlamaların çokluğu
değil, suçluların azlığıdır.”
Rousseau’ya göre, insanın, bireysel ve toplumsal varoluş için dine ihtiyacı vardır. “…ona göre,
bireysel planda ele alındığında insanın bir dine inanması gerekir; çünkü din hayatımızı kendisine göre
ve kendisi için yaşadığımız değerlerimizin kaynağı ve güvencesidir. Dolayısıyla din olmaksızın ne
ahlâktan ne de ahlâki bir yaşamdan söz edebiliriz. Ona göre, “dini unutmak insanın görevlerini
unutmasına yol açar”26

Dinin soyut kuralları, toplumsal kurallara dönüşerek toplum tarafından benimsenmesinin gerekliliğini
belirtir.”din yasalara otoritelerini ve zorlayıcı güçlerini kazandırır. Şöyle ki, ona göre “her türlü adâlet
Tanrı’dan gelir; adâletin kaynağı yalnızca odur. Ama biz adâleti bu kadar yüksekten almasını bilseydik
ne hükümete ihtiyacımız olurdu ne de yasalara”27

Rosseau’ nun dine baktığı nazar dinin toplumsal düzenin koruyucusu olarak görmesidir. Taraflar için
sözleşmeye uyacak üstün bir gücün din olduğunu belirtir. “Din ahlâkın olduğu kadar toplumsal
yaşamın ve düzenin de güvencesidir. Toplumsal yaşam ancak bir toplumsal sözleşme ile mümkün
olabilir. Toplumsal sözleşmenin güçlü ve geçerli olabilmesi için de onun dinsel bir temelinin bulunması
ve üyelerinin, deyim yerinde ise, ona bir kutsallık atfetmesi gerekir. Çünkü, Rousseau’ya göre,
“sözleşmenin taraflarının sözlerine bağlılıklarının kefili olabilecek ya da tarafları karşılıklı üstlenmelerini
yerine getirmeye zorlayacak hiçbir üstün güç” bulunmasaydı, bu durumda “taraflar kendi davalarının
biricik yargıçları olarak kalırlar ve bunlardan her biri, öteki tarafın sözleşmenin şartlarına uymadığını
görür görmez, ya da bu şartlar artık kendisine elvermemeye başlar başlamaz, sözleşmeden vazgeçme
hakkına daima sahip olurlardı. İşte bu nedenden ötürü ona göre, “hükümetlerin akıldan daha sağlam
bir temele” dayanması ve “egemen otoriteye… kutsal ve dokunulmaz bir nitelik vermek için Tanrı
iradesinin işe karışması, kamunun rahatlığı ve huzuru bakımından çok gereklidir”28

İlahi adâlet genel ve soyut bir ilke olduğu için onlar topluma doğrudan uygulanamazlar. Rousseau’nun
ifadeleriyle, “adâletin yasaları doğal yürütme güçleri olmadığından, insanlar arasında etkisizdir”.
Bundan dolayı, “hakları görevlerle uzlaştırmak ve adâleti kendi konusuna yöneltmek için sözleşmeler
ve yasalar gerekir” (Ancak bu sözleşmelerin ve yasaların toplum tarafından benimsenebilmesi ve
uygulanabilmesi için de onların ilâhi bir kaynaktan geldiğinin kabul edilmesi gerekir.

SONUÇ

Rousseau ya göre insanın doğa durumu vahşi yaşamı en mutlu olduğu, en özgür olduğu dilimdir. Bu
yaşamda adaletsizlik yoktur. Tek derdi karın doyurmak ve üremektir. Korkuların olmadığı bu yaşamda
insan gücünü en iyi şekilde kullanır. O kadar güçlüdür ki kendisinden daha güçlü hayvanlardan dahi
korkmaz. Rousseau’nun bu öykündüğü yaşam şekli ne kadar sürdürülebilir bu sorgulanması gerekir.

26
Jean Jacques Rousseau’da “Sivil Din” Tasarımı Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi Ferhat Akdemir
27
Jean Jacgues Rousseau İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeller Üzerine Konuşma
28
Jean Jacques Rousseau’da “Sivil Din” Tasarımı Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi Ferhat

“Her şeyi satın alabilirsin, sadece ahlak, satın alamazsın.”


Çünkü insan toplumsal bir varlıktır. Ve tek başına yaşayamaz. Özellikle çocuğun anneye olan
ihtiyacını düşündüğümüzde Rousseau’nun fikrine katılmak mümkün değildir.

Toplumsal hayata geçiş yani uygar toplum insanın özel mülke geçmesiyle başlamış aile olması ve dilin
gelişimi de bu süreçte gerçeklemiştir. Özel mülk edinen insan daha fazlasına sahip olmak isteyerek
eşitsizliğe ve adaletsizliğe yol açmıştır. İktidara sahip kişiler diğer kişileri köleleştirerek kendilerine
iman edilmesini istemişlerdir. Bu durum özgülüğü elinden alınan pek çok insanın mutsuz yaşamasın
sebep olmuş iktidar hırsları pek çok savaşa neden olmuştur. Toplumsal yaşam beraberinde kavgaları,
hırsları, hastalığı, mutsuzluğu beraberinde getirmiştir.

Uygar toplumlar bir arada yaşamak için devlet kurarlar ve sözleşme imzalarlar bu sözleşme dinin soyut
kavramları üzerine oturur ve insanlar arasında ki adaleti tesisi etmeyi hedefler.

Rousseau için özgürlük, asil bir yetenektir. İnsan olmanın en değerli vasfıdır. Bu nedenle, hiç kimse bir
zorlama olmaksızın, kendi rızasıyla özgürlüğünden asla vazgeçmez. Özgürlüğünü korumak, insanın
en temel görevidir der.

“Hiçbir zaman haklarını aşma, çünkü başkalarının sınırlarına saldırmış


olursun.”

You might also like