Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 326

Öncelikle fazlalıklardan kurtulmamız

gerekiyor. Fazlalıklardan kurtulmadıkça


istediğimiz sonuca erişemeyeceğiz. Bizim için
her soruna cevap üretmek değil önemli olan,
ürettiğimiz cevaplara uygun yöntemler
geliştirip bunları uygulayabilir olmak.
yöntemler geliştirip bunları uygulayabilir
olmak. İnsanoğlu her şeye bir soru sorarak bir
sonuca ulaştığını zanneder. Oysa ki sorular bizi
sadece bir kapıya yönlendirmek adındadır.
Herhangi bir kapı olmamalıdır bu. Gerçekten
arzuladığımız şey o kapının arkasında görmek
istediklerimizdir. Her şey böyle başlar. Ama
yolculukta kapının arkasında görmek
istediklerinizi göremediğiniz durumda dahi ne
yapmanız gerektiği işte tam da bu andan
itibaren başlıyor. Bu durumda ortaya konulmuş
olan bir soru işareti doğru bir soru olsa bile ve
doğru bir sonuca ulaşılsa bile ne yazık ki
uygulamadaki eksiklikler tarih boyunca önemli
olmaya gayret eden insanların önündeki en
büyük engeldir. Madem ki bir şey yapmak
istiyoruz o zaman en başta doğru bir kapıya
ulaşmamız lazım Bugünün konusu o doğru
kapıya ulaşmak değil Bugünün konusu o kapıya
ulaştığınızda elinizdeki anahtarın ne olduğuyla
alakalı İnsanlar ellerindeki kilitlere göre kapılar
aramaya çalıştıkları için Her seferinde yanlış bir
kapıda olmanın hezeyan ve üzüntüsünü
yaşarlar. İşte bu üzüntüye düşmemek için önce
kapıya ulaşmak gerekiyor. Ve bu kapıya
ulaştığınızda doğru anahtarla bunu açabilir
olmanız gerekiyor. Sonuç ise o kapıyı açtıktan
sonra başlıyor aslında. Sonuç ise o kapıyı
açtıktan sonra başlıyor aslında. Ama bütün
bunlar için yapmamız gereken ilk unsursa
fazlalıklar. Fazlalıklardan kurtulmak. Eğer
fazlalıklarımızdan kurtulamazsak bir inişin
ardından göreceğimiz kapılar ve bu kapılara
uygun olduğunu düşündüğümüz anahtarları
kilitlerine taktığımızda her seferinde yanlış bir
sonucu elde ettiğimizi zannedeceğiz. Halbuki
sonuçlarımız doğru olacak ama elimizdeki
anahtar yanlış olduğu için sonuç dediğimiz
şeye tam anlamıyla ulaşamıyor olacağız. Bu
yüzden derslerin birinci katmanına düşünce
teorisine giriş diyerek başlıyoruz. Giriş
dediğimiz konu bir hazırlık anlamını taşıyor. İlk
ders bölümümüzü içeriyor bu. Bundan sonra
ise çalışma bölümüne geçeceğiz ki o da
düşünce teorisi olarak karşınıza çıkacak. Tam
da düşünce anlamına geldiğimizde ise artık
sonuca ulaşabilir olmaya başlayacağız. Ama
bunlar da yetmeyecek elbette. Şunu
unutmamanız gerekiyor. Üç önemli kelimeden
oluşan bu ilk ders grubu aslında dünü, bugünü
ve yarını bir bütün olarak anlayabilme
yeteneğinizi geliştirecek. Dün bir oluştur artık
bitmiştir. Veya bugün olacak bir olayın bütün
sebeplerini oluşturmuştur. Yarın ise bugün
gerçekleşmiş olan bütün olayların birer olgu
olup yüzünüze çarpacağı ana götürür sizi.
Herkesin tökezlediği temel mesele de budur
zaten. Dünkü oluşları fark etmeyince, bugünkü
olaylara karşılık farklı tepkiler verince, yarın
karşımıza gelecek olguları aslında biz talep
etmiş oluruz. Dolayısıyla bu ders aynı zamanda
taleplerinizi de nasıl yerli yerine koymanız
gerektiğini öğrenmenizi sağlayacak. Elbette ki
düşünce teorisine girişte önce giriş
bölümünden kurtulup sonra teori kısmından
kurtulup sonra da sonuca ulaşmak babında
düşünce kısmına gelince yepyeni bir kapı
aralanacak bize. Bu yepyeni kapıda ise
deneyim, yönetim ve hikmet kısmını ele alıyor
olacağız. Deneyim bir şeyin içinde olabilmektir.
Düşünerek bulduklarınız eğer içinde değilseniz
doğru sonuçlarla istediklerinizi elde etmenize
engeldir. Aynı zamanda yönetmeniz gerekir. Bu
içinde olduğunuz şeye dahil olmak ve bu dahil
olduğunuz şeyi harekete geçirebilmektir. Bütün
bu söylediklerim lütfen kafanızı karıştırmasın.
Sessiz ve sakince birkaç defa daha
dinlediğinizde anlamaya başlayacaksınız ki her
yeni dersimizde yeni örneklemler size yeni
kapılar aralıyor olacak. Ama her ders
konusunun ilginin zor olduğunu unutmayın ne
olur. Hikmet konusu özellikle felsefe ve
düşünce dünyasının en önemli konusudur. Bilgi
erişiminin merkezinde etimoloji değerleriyle
kuşanmıştır. Ama biz size bunları çok basit
olarak anlatacağız ki basiret ve ferasetle bir
imkan olabilmek en önemlisidir hayatta.
hayatta. Basiret gerçek manada görebilmek,
feraset bu gördüklerinizle örtüşen değerleri bir
arada kullanabilmek yeteneğidir. Eğer her
ikisini başarabilirseniz buna imkan olabilmek
demektir. Deneyim insan hayatında sadece
geçmiş tecrübeleri değildir. Bu derslerden
sonra bir şeyi tecrübe etmeden de
deneyimleyebileceğinizi fark edeceksiniz.
Sonra yönetebilmenin merkezine ve hikmetin
kendisine erebilmek için bu felsefik anlayışı
geliştirmeye başlayacaksınız. Elbette ki her şey
bir hazırlık aşamasıyla başlayacak dedik.
Girizgahın beyanından sonra unutmamız
gereken konuya geldik. Mental bir inişten
bahsediyoruz. Dünya hayatı için söylemek
gerekirse henüz hiç kimse Bodrum katta
tanışmış değil. Bu yüzden genellikle
evlerimizden çıktığımızda birden fazla kat ya
da birden fazla basamaktan indikten sonra
çıkarız dışarıya. O zaman önce içinde
bulunduğumuz yüklerden kurtulabilmek için
bir giriş alanına ulaşmamız lazım. Bu giriş alanı
ve bu ilk ders madde ile mananın ayrımını ve
etkileşimini sizlere ifade ediyor olacak. İşte bu
noktada çok önemli bir değeri yerine
getirmemiz lazım. Bu da ayrım nedir ve
etkileşim nedir? Bunları doğru kavramamız
gerekiyor. Doğruya değil, anlama kavuşmak
için buna ihtiyacımız var. Çünkü bir şeyin
doğruluğundan haberdar olmanız onu tam
anlamıyla anladığınız anlamına gelmez. Örnek
vermek gerekirse bir insan için iyi ya da kötü
sıfatlarını kullanabilirsiniz. İnsan bu kelime
grubunda bir maddedir, öznedir ve aynı
zamanda her özne bir fiil özelliği de
taşımaktadır. İyi ve kötü ise bunun manasıdır.
ve aynı zamanda her özne bir fiil özelliği de
taşımaktadır. İyi ve kötü ise bunun manasıdır.
Edatlar, bağlaşlar ve bütün tanlamalar bu
manayı işaret eder. Eğer iyi ile kötü insan
kelimesinden ayırmadan bir bütün olarak
sürekli düşünürseniz, hayatınızdaki her şeye bir
sıfat takmaya kendinizi mecbur edersiniz. Oysa
ki bizler bu derslerden itibaren madde ile
manayı önce birbirinden ayırt edebilmeyi
öğreneceğiz. ayrı ayrı düşünmediğimiz sürece
ne yazık ki bu kategoriler kafamızda ve
beynimizde kalın bloklar haline gelmiş olacak
ki dinleyicilerimizinımızın çok da doğru
olduğunu biliyoruz. Geçmiş deneyim ve
tecrübelerin önyargıları oluştururken illaki art
niyetli olması da gerekmiyor. Ama doğru bir
mental hazırlık için şimdi bir ayrım yapmayı
öğreneceğiz. Yani kemiği kasından, kelimeleri
birbirinden, cümleyi parçalamanın inceliğinden
bahsedeceğiz. Mental hazırlık için tarih
boyunca insanlar zihinsel, ruhsal ve akli
konuların bir bütünü olarak ele almışlar. İşte
bilgi teorisini çözümleme derdine düşen
felsefenin bir tıkanma noktası tam da
burasıdır. Genel anlamda bir bütüncül bakış
sahibi olmamışlar. Bu yüzden kimi felsefeci
mental kelimesine zihin, kimisi ruh, kimisi de
akıl deyivermiş. Halbuki hepsinin bir bütün
olduğunu ve bütüncül bir kavram bilgisine
ihtiyacımız olduğunu unutmuşlar. Peki, madem
ki meselelere bu bütüncül kavram bilgisiyle
bakacağız, o zaman gelin bakalım bu
kavramları, biraz önce bahsettiğimiz kelime
gruplarını cümlelerin içinden nasıl
ayıklayabileceğiz ve bu ayıklama mental
düzeyimizde nasıl bir değişimi tetikliyor olacak.
Önce bütüncül kavram bilgisinin ne olduğunu
anlayalım. Bütüncül kelimesi bir birleşke ama
şimdi bu birleşkede kavram ve bilgiyi ayrı ayrı
ele alalım. Bilgi dediğimiz şey aslında sözlükte
dildeki anlam anlamına geliyor. Kavram ise
akıldaki anlam olarak karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla bir şey hakkında bilgi sahibi olmak
her zaman geçerli olmuyor. Kavram sahibi
olmaksa yeterli olmuyor. geçersiz ve yetersiz
iki konu birleştiğinde geçerli ve yeterli olmaya
hazırlık aşamasında mental düzeyimizin
gelişemediğini görüyoruz. Kafanızı
karıştırmadan bir örnek vereceğim. Konu daha
iyi anlaşılacak. Bir örnek verelim şimdi.
Adamın birisi karşımıza geçti ve şöyle bir cümle
kullandı. Para bir şeyi satın almak için
gereklidir. Bu cümle tam olarak geçersiz bir
cümle olarak adlandırılabilir. Çünkü burada
bilgiden bahseden paranın bir şeyin satın
alınmasında gerekliliğinden bahsedilmesi
halbuki paranın yetmeyebilir olması göz ardı
edilmiştir. Öyle ya bir şeyi satın almak için
gerekli olan para elinizde yoksa onu satın
alamazsınız. Bu durumda bu bilgi geçersizdir.
Peki bunun aklımızdaki karşılığına bir bakalım.
Hemen hemen pek çok insanın aklında gezen
paranın kavramsal bakış açısıyla
değerlendirilip. Bu durumda bir kavram
cümlesine ihtiyacımız var. Bu kavram cümlesi
de şu olabilir. Para bir araçtır. Bu da tam olarak
yeterli bir cümle değil. Çünkü araçların
içerisine amaçlar ve bu amaçlara hırslar ve
daha pek çok şey karışıyor olabilir. Gelin şimdi
hem bu kavramı hem de bu bilgiyi bir arada
kullanarak bir başka cümle kurabilir miyiz?
Ona bakalım. Bunları birleştirdiğimizde daha
net bir cümleye ulaştığımızı beraberce görüyor
olacağız. Para bir şeyi satın almak için gerekli
olan araçtır. İşte tam da burada bilgi ile kavram
bir araya gelmiştir. Bu bir araya gelme sürecini
yaşadığınız andan itibaren ise mental
hazırlığınız başlamış demektir. Bu mental
hazırlığı doğru bir şekilde atlatabilmek için
şimdi mental düzeyi anlatalım size. O zaman
bilgi ile kavramı bir araya getirmeye çalışınca
mental düzeyimizde adım adım gelişmeye
sağlayacakmışız. mental düzeyimizde adım
adım gelişmeye sağlayacakmışız. Peki tekrar
hatırlatalım. Bilgi, insan için sözlükteki
kelimenin karşılığıydı. Kavramsa, zihnimizde
oluşan bir anlamdı. Ve bu ikisi bir araya
gelmedikçe mental düzeyde bir gelişim
sağlanamazdı. Şimdi bir örnek verelim.
Örneğin sevgiden bahsedelim. Sevmek.
Sevmek bilgi anlamında ele alınsa tam da
sözlük karşılığı olarak okumam gerekse Türk Dil
Kurumu'na göre birine gönül vermek anlamına
geliyor. Kavramsa birisine değer vermek olarak
karşımıza çıkıyor. Yani bilgi olarak gönül,
kavram olarak değer karşımıza çıkıyor.
Dolayısıyla burada gönlün değeri ve gönülden
verilmiş olan bir değerle karşımıza yeni bir
düzey oluşturmamız gerekiyor. Yani ortak akıl,
aklı selim olmak bu mental hazırlığı
gerektirdiği daha net bir biçimde anlaşılıyor.
Mental düzey ilişkinin temelindeki cümleyi
kurgulayabildikçe daha da büyüyor. Şimdi biraz
önce sevgiyle alakalı verdiğimiz bilgi ve
kavramı bir araya getirmeye başlayalım. Yani
mental düzey gelişiminin örneklemini yapmış
olalım. Bilgide sevmek gönül, kav vermek,
sevmektir dersek, bilgiyle kavramı bir araya
getirip yeni bir mental düzeye ulaşacağız. İşte
bu düzey ortak akıl ya da aklı selim olabilmek
için gerekli temel kavram. Kişinin bu andan
itibaren bilinç yapısı değişmeye başlayacaktır.
Kavram düzeyinde ve bilgi düzeyinde eksik
olan ne varsa tamamlanır. Zira eğer sadece
bilgi mantığıyla bakacak olsak, birine gönül
vermeye sevgi diyecek olsak, bu dönümde
kişinin maddesel olanın dışında bir şeyi
sevmesi için temel mantık hiçbir zaman
çalışmaz. Eğer sadece kavramsal olarak
bakarak sevgiye sadece değer demiş olsak bu
durumda her şeyi ne kadar değerli olup
olmadığına bakmaya başlayacağız. Oysa ki
sevmek her zaman bir ölçüyle tartıya
konulamıyor. İşte her iki eksikliği bu cümleyle
tamamlayınca yani bir gönülle değer vermek
sevmektir deyince bilgiyle kavram bir araya
gelmeye başlar. Bu bir araya geliş tam
manasıyla insanoğlunda bir anda
oluşamayacak ama hem bu dersin sonunda
hem bundan sonraki derslerin sonunda
vereceğimiz ödevlerinizi bir sonraki derste ele
alırken çok daha net anlamaya başlayacaksınız.
Zorlanmayacaksınız. Yani başında
zorlanacaksınız ama bu zorlanma bile sizin
gelişiminizi sağlıyor olacak Bu durumda kişisel
bir mental hazırlık için bildiklerinizin en
azından eksik olabileceğinize inanmanız ve
kavramların hayatınızdaki yerlerine
odaklanmanız gerekiyor Bakın size bir örnek
daha verelim. Bugün dünyasının en çok
tartıştığı konulardan birisi mutlu olmak
kelimesinden bahsedelim. Mutlu olmanın bilgi
karşılığına bakarsanız yani cümlelerde,
kitaplarda, insanların ağzından dökülen
kelimelerle kıyas ederseniz bir şeyin istenildiği
şekilde sonuçlanmasıyla oluşan duygudur. Bir
maça çıktım, kazanmak istedim, kazandım,
istediğim sonuca ulaştım, bu yüzden
mutluyum. Bu bir bilgidir. Bu bir bilgidir.
Kavramsal olarak yaptığımın karşılığını
almaktır mutlu olmak. Yani maça çıktım,
yendim, yenince insanlar beni alkışladılar ve
ne kadar iyi top oynadığımı söylediler. Onların
bunu söylemesiyle mutlu oldum. Peki bu iki
kavrama, bu bilgi ve kavramın iki ayrı
fonksiyonuna sahip olan insanların hayat
biçimlerindeki eksikliği şöyle tamamlarsak
gerçek bir düşünce adamının temel mental
düzeyini düzeltebileceğiz. Yaptığım şeyin
istediğim karşılığı alması mutluluk olarak
adlandırılabilir. Dolayısıyla bu andan itibaren
cümlelerimizi önce parçalayıp sonra bilgi ve
kavramlarını ortaya koyup sonra bir araya
getirmeye başlayacağız. Peki bu yaptığımız şey
bir başka şeye sebep olacak mı? Elbette. Özün
ve sözün birleşmesini sağlıyor olacağız. Eğer bir
insanın özü yani kavramsal olarak aklındakileri
ve dilinde var olan sözü birse dürüst bir
adamdır. Eğer bir insanın özü ve sözü
çatışıyorsa bu adam sahtekardır. Eğer bu
adamın özü ve sözü birbirini tamamlıyorsa bu
adam için strateji ancak eksik söylem ve eksik
bilinçle hayata devam eden bir adam olduğu
söylenebilir. Ve eksik bilinçle hayata devam
eden bir adam olduğu söylenebilir. Dolayısıyla
bu mental hazırlık özün ve sözün birliğini
sağladığı gibi tam da yaşamak istediğiniz alanın
sizin için oluşmasını sağlar. Şimdi biraz sonra
dersin sonuna geldiğinizde bir daha dinleme
ihtiyacı hissedeceksiniz. Evet bir daha
dinleyeceksiniz. Bunu dinlerken birkaç örneği
birkaç üzerinden geçeceksiniz. Ve sonra linki
doldurmaya başlayacaksınız. Yani Google
Forms'lardan bir link elinize ulaşıyor olacak. O
linke tıkladığınız zaman orada 8 tane soru ve
pratikle karşılaşacaksınız. Merak etmeyin. Her
pratik sizi zorlarken sizi bu dersi öğrenmenize
vesile olacak. Ve bütün bu yaptıklarınızı bir
dahaki derste tekrar değerlendiriyor olacağız.
Bir dahaki derste görüşmek üzere. Özü ve sözü
bir olan insanlarla. Hadi kolay gelsin bakalım."}
Herkese hayırlı haftalar. Geçtiğimiz hafta
başladığımız birinci dersin ardından katıl
butonuna tıklayarak birinci dersimizden
itibaren bizimle yolculuğa çıkanların sayısı her
gün çen gün artıyor. Onlar arttığı için, onlarda
biraz ödevlerini yapmak için biraz daha zaman
istediklerini hem yorumlarından hem de
forumlara gelen cevaplardan anlayabiliyorum
açık bir şekilde. Tabii ki her şeyin başında ufak
tefek düzenlemelere ihtiyacımız var. O yüzden
bu hafta şöyle bir şey yapıyoruz. İkinci
dersimize başlıyoruz. İkinci dersimizin
ödevlerini de beyan ediyoruz. Ama hem birinci
dersiniz için haftaya cuma günü akşamına
kadar sizlere müsaade ediyor olacağız. Ve
cuma günü akşamına kadar sizlere müsaade
ediyor olacağız. Cumartesi günü
değerlendirmelerimizi bitirdiğimizde de pazar
günü başlayan üçüncü dersimizin öncesinde bu
edevlerinizin üzerinizden biraz geçiyor
olacağız. Kimi zaman yaptığınız ödevlerde
özene bezene bazı şeyleri yazıyor olmanız
bizim için ehemmiyetli ve kıymetli. Olmanız
bizim için ehemmiyetli ve kıymetli. Onlara
binaen bazen farklı şekillerde özel nitelikli
ödevlerimizde zaman içerisinde gelişim
gösterecek. Biraz sakinlik lazım çünkü daha
yeni başlıyoruz her şeye. Daha ikinci
dersimizdeyiz en az 4-5-6'yı bir devirmemiz
lazım mantığı kavrayabilmek için. Bugün
bambaşka bir mantık üzerinden değil. Aynı
şeylerin üzerine bir başka şeyi koyarak devam
ediyor olacağız. Geçtiğimiz haftada bitirdiğimiz
yerden devam ediyor gibi olacağız ama başlı
başına bir konu anlatacağız sizlere. Şimdi
geçtiğimiz hafta kavramdan ve bilgiden
bahsettik, biraz kafanızı karıştırdık. Bunun
sebebi ise bugünkü dersimizle alakalıydı.
Bugünkü dersimizde ilişki kurmanın esasını
anlamaya çalışacağız. Ama zannettiğiniz gibi
hemen ilişkinin temel niteliklerinden yola
çıkarak kim doğru kim yanlış söylüyor ya da bu
işin gerçeği nedir noktasına daha gelmiş
değiliz. Önce kendimizi tanımak zorundayız.
Sebep şu bugüne kadar birileri bize genellikle
uzaktaki bir cismi göstererek ayın güzelliğine
bir baksana dediler. Bazıları aya baktılar şiirler
şarkılar yazdılar. Bazıları aya baktılar mehtaba
karşı keyfe daldılar. Belki bazıları hüzünlü bir
anını anılısını hatırlayarak ağlayıverdiler. Ama
hakikat şuradan başlıyor. Kavram ve bilginin
nerede bir araya geldiği. Kavramla bilgi insan
vücudunda bir araya geliyor. İşte bu noktada
herkesin kaçırdığı en önemli şey insanın ta
kendisi. İlişki kurmanın formülü için muhteşem
iletişim kitaplarını okumadan evvel, iletişimde
beceri kazanmadan evvel önce ilişkinin
muhataplarını tanımak zorundasınız ve bir
ilişkinin en birinci muhatabı sizsiniz.
Çevrenizde var olan her şeyi anlayabilmek ve
kavrayabilmek uğrunda ömür tüketmiş
felsefecileri koyalım şimdi bir tarafa. Önce
kendimizi tanıyalım. Madem ki bilgi ve
kavramdan oluşan hayat biçimimiz en
nihayetinde iletişimimizi etkiliyor. Hayat
biçimimiz en nihayetinde iletişimimizi etkiliyor.
Yani iletişim temelinde var olan her şeyi bu
bilgi ve kavramla beraber ele alıyoruz. Bu
durumda birinci bölümde ifade ettiğim gibi
insanın önce kendisinden haberdar olması
gerekiyor. İnsanın kendisinden haberdar
olabilmesi için bugüne kadar verilmiş çabaların
pek çoğunda birinci bölümde söylediğim gibi
insanın kendisi hep ihmal edilmiş taraftadır.
Dolayısıyla bilgi ve kavramı bir araya
getirdikten sonra yaratılış ve varoluşun
yönünde hareket etmeye başlayan
insanoğlunun biyolojik mental hazırlığını
gerçekleştirmesi gerekiyor. İşte bu noktada
mental ile bizim vücudumuzu bir arada
değerlendirmeye başlayacağız. Her araç gibi
biyolojik yapımızın da yola göre hazır olması
gerekiyor ki hayatımız boyunca genel olarak
söylemek gerekirse yolu biz belirleyemiyoruz
ya da yolu belirlesek bile yolda karşımıza
çıkabilecek şeyleri biz belirleyemiyoruz.
Dolayısıyla tabloda görmüş olduğunuz hayatın
bütünü öncelikle şunu anlamamız gerekiyor.
Biz bir yolculuktayız. Bunun adı yaşam ve bu
yaşam yolculuğu üzerinde biz bir varlık olarak
bir araç halindeyiz. Bedenimiz bu aracın ta
kendisi. Ama bedenimizin içerisinde anlamı
meydana getiren yani kavramla bilgiyi bir
araya getiren, tecrübelerden yararlanan,
gördüğü göremediği, her şeyi hayal ederek
bütünleştiren, sonra da direksiyon başına
geçen adamın beyni nihayetinde genellikle bu
araçtan çok daha büyük bir şey ifade ediyor. O
yüzden beyni burada tamamen daha büyük
aracın içinde gibi ama aracın çok daha üstünde
bir kavram olarak görmemiz gerekiyor. Yol
boyunca hareket ederken karşımıza çıkan her
türlü tabela, ikaz aslında bizim savunma
sistemimizi tetekliyor. Genellikle insanlar ve
ülkeler her ne derseniz deyin karşılarına
herhangi bir ikaz çıkmadıkça bir problem
çıkmadıkça savunmaya geçmezler. Dolayısıyla
gördüğümüz bütün tabelalar, ingeler, yazılar,
hastalıklar geçirdiğimiz vücudumuzun tamamı
buna göre bir savunma mekanizması işletiyor.
işletiyor. Sonra bütün bunlar bir araya geliyor
ve insan zaman zaman varlığıyla, yaşamıyla,
anlamıyla, savunma tabelalarının etkileriyle
kah hızlıca, kah yavaş bir biçimde bazen tam
durmak üzereyken yeniden yola çıkmaya
başlıyor. Dolayısıyla biz de buna ilerleme tarafı
diyoruz. Şimdi tablonun tamamını iyiye
bakmanız lazım. Hatta videoyu doldurup şöyle
sakince bakmanız gerekiyor. Çünkü bundan
sonraki adımların tamamında anlamı, yaşamı,
varlığı, savunmayı ve ilerlemeyi dışarıda değil
kendi vücudumuzdaki karşılıklarıyla
ölçümlemeye başlayacağız. Kendi vücudumuzu
bakarken vücudumuzda aslında hayatın
bütününün var olduğunu hayatta hep dışarıya
bakarken en çok kendimize bakmayı
unuttuğumuzu göreceğiz. Dolayısıyla en
unuttuğumuz yerden en fazla golü yiyen
insanoğlunun mental hazırlığının biyoloji ile
birleşmediği sürece daha sonraki adımlara
sağlıklı bir biçimde geçemediklerini göreceğiz.
O yüzden vücudumuzu tanımak, aynı zamanda
hayatı tanımak, aynı zamanda yolu tanımak,
anlamı verebilmek, varlığımızın ne olduğunu
anlamak adına oldukça mühim. Ama bu
ehemmiyetin yanında bir şey daha lazım şimdi
bize. İyi de bunu yapmak ne işe yarayacak
sorusunun cevabını kısaca verelim ki sonraki
adımlara geçtiğinizde kafanıza bir soru işareti
takılmasın. Çünkü en büyük beynimiz
nihayetinde bir şey takıldığında ne yol görüyor,
ne varlığının farkında oluyor, ne tabelaları
görebiliyor, ne de hangi hız seviyesine
ulaştığını görebiliyor. Radara takılıp cezaya
girebiliyor. Kadim tıp bilgisinin geçmişten
bugüne kadar kalmış olan değerlerine bakılırsa
eğer, hakikat insanın düşünce sistemi, onun
sağlığını ve vücut yapısını baştan aşağıya
etkilemektedir. Tıp başta olmak üzere
yaşadığımız dünyada genel itibariyle ilaçlara,
aletlere, MR cihazlarına mecbur kalışımızdaki
mahiyetle beraber felsefe dünyasında sadece
insanın kendisinden hariç olana bakmaya olan
eğilimi bu noktada kısaca araya koymamız
gereken önemli bir anekdottur. Bu anekdot
aynı zamanda bu dersin ehemmiyetini biraz
daha iyi kavramanız için önemli. Zira insan
hayatında araçlarla amaçların yerleri
değişmeye başladığı andan itibaren
kendisinden hariç olanlarını görmeye
başlayarak gördüğüm zanneder. Ama insan
kendinde olanı görmedikçe hakikatle asla
karşılaşamayacak, düşünce dünyasını ve
düşünce teorisine giriş derslerinde göreceğiniz
üzere gerçek manada bir düşünce adamı
olabilmeyi asla başaramayacaktır. Bu noktada
bir sporcuyu örnek alabilirsiniz. Sporcular
vücutlarını neden geliştirirler? kalabilirsiniz.
Sporcular vücutlarını neden geliştirirler? Eğer
onların amaçları bir ödül almaksa nihayetinde
bu ödülü bir amaç haline getirip insanın
vücudunun kendisini bir araç haline getirdiğini
göreceksiniz. Bu süreç boyunca da vücudun
araç olmasıyla beraber onu haddinden fazla
yormaya çalışacak ve amacınıza ulaşana kadar
kendinizi perişan edeceksiniz. Elbette içinizden
bazıları o ödülü alacak. Yani amacına ulaşmış
olacak. Ama geri döndüğünde araç görmesi
gereken pek çok şeyi görmeyerek dikkat
tabelasının asılı durduğu en önemli hayat
konularını çoktan kaçırmış olacaktır. Ve bu
noktada onun önüne geçmek için, onu
diskalifiye etmek için çalışacak olan bir başka
sistematiği asla göremez. Devletler için de bu
geçerlidir, insanlar için de. Sonuçta her insan
bir devlettir aslında. İşte bu noktada amaçlarla
araçlarımızın bir yerini değiştiriverelim önce.
Amacımız gerçekten iyi bir sporcu olmaksa
bunun içerisinde ödüller sadece bir araçtır. Bu
iki kavram arası farklılığı doğru bir şekilde
yerine koymadığımız müddetçe ne için
yapıldığını bilmeden bir şeyler isteyen insanlar
haline dönüşürüz. bir kazanca adım atma
çabasının her birisi hem başarısızlıkla
sonuçlanacağı gibi hem de elde ettiğiniz tüm
başarıların başkalarının zararına olabilecek
şekilde şekillenmek zorunda kalacaktır.
Dolayısıyla bu dersin sonunda araçla amaçlar
arasındaki farklılığın daha vücudumuzdan
başlayan önemli bir ayrım gerektirdiğini de
göreceksiniz. Bu ayrımı yapmadıkça da doğru
bir düşünce mantığına ne yazık ki ulaşamıyor
olacağız. Şimdi tam da burada varlık sebebimiz
olan vücudumuzun iki temel sisteminden
bahsederken bir an önce bahsetmiş
olduğumuz araçlarla amaçlar eğer birbirine
girerse biyolojik olarak vücudunuzun da bunu
destekleyeceğini anlamanızı sağlamış olacağız
inşallah. Efendim hakikat şu varlığınızın devam
ettirebilmeniz için genellikle Allah korusun
eğer son nefesinizi veriyorsanız başucunuza
gelmiş olan doktor ya da hemşirenin kontrol
ettiği iki önemli şey var. Bunlardan biri
nabzınız, diğeri ise nefesiniz. Yani dolaşım
sisteminiz ve solunum sisteminiz vücudunuzun
varlık olarak devam edebilmesi için iki temel
ve ana gereklilik. Eğer buna amaç
diyebiliyorsanız bu amacın varlık amacınızın
içinde bu iki organımızın bize iki şey anlattığını
çok özetiyle beyan edeceğim. Siz elbette birkaç
kez daha dinleyerek düşünmeye
başlayacaksınız. Kalbimizden önce akciğerimize
bakalım. Akciğerimiz bir başkasının bizim
adımıza üretmiş olduğu oksijeni tüketen bir
yapıdadır. Kalbimiz ise aslında bir başkası için
atmak üzerine yaratılmış olan bir organımızdır.
Dolayısıyla başkasının bizim için yaptıklarıyla,
bizim başkaları için yaptıklarımız, varlık
amacımızı oluşturur. Eğer bu amacın böyle
değil de, bir başkası benim için değil, kendisi
için o oksijeni üretti zaten, kalbim de bir
başkası için değil değil kendi varlığım için
atıyor zaten derseniz bu durumda artık varlık
sizin aracınız haline gelecektir. Halbuki esas
olan varlık amacımızı öğrenebilmek ya da
varlık amacımız üzerine hareket edebilme
kabiliyetini sağlamaktır. Varlığı bir araç olarak
kullanan düşünce sistemi genel olarak bütün
düşmanı hem dışarıda aradığı gibi genellikle o
düşmanı alt edebilecek insan tipini
yetiştirememekte. Ama varlığı bir amaç olarak
edinip biraz önce saydığım şekliyle biyolojinizi
yeniden ele alırsanız eğer bu sefer yaşamın
araç formuna geçtiğimizde karşımızdaki
düşmana nasıl davranmamız dostumuzla nasıl
hareket etmemiz gerektiğini çok daha iyi
anlıyor olacağız. Kafanız karışmasın. En
sonunda hepsini bir araya getireceğiz. Geldik
yaşamsal fonksiyonlarımıza. Hayatımızı devam
ettirebilmek için yemek yiyoruz. Bu yemeği
yerken ağzımızdan başlayan süreç aslında bir
seçimle başlıyor. Hem midemiz hem
karaciğerimiz hem buna bağlı olan bütün
organlarımız biyolojik olarak bizim yaptığımız
seçimlere göre hormonlar, enzimler
salgılıyorlar. Onları öğütmeye çalışıyorlar.
Zehirse vücuttan atmaya çalışıyorlar. İnsan
hayatında ağzıyla bir seçim yaptığını
unutuyoruz. Öyle garip bir organ ki bu. Hem
söylediklerimizıyla bir seçim yaptığını
unutuyoruz. Öyle garip bir organ ki bu, hem
söylediklerimizle bir seçim yapıyoruz, hem de
seçtiklerimizi yedikçe vücudumuzun buna göre
refleksler vermesini, buna göre bir takım
enzimler ve hormonlar üretmesini bekliyoruz.
O zaman yaşam dediğimiz şey aslında bir
seçimler algoritması ile oluşuyor. Ama yine
biraz önce bahsettiğim gibi eğer yemek yemek
sizin için bir araç değil amaç olmaya başlarsa
bu durumda düşünce mantaliteniz baştan
aşağı değişip önünüze konulan her şeyi
yiyebilme potansiyeline erişiyorsunuz. İşte bu
durumda reklam yapan insanların
reklamcıların yaptıklarına kızmayın lütfen.
Çünkü onları siz seçiyorsunuz. Çünkü genel
itibariyle sizler ya da toplumların geneli diye
söyleyelim. İnşallah bu derslerin sonunda bu
mantıkayı değiştirmiş olacağız. Genellikle
amacımız yaşamak olunca araç olmaktan çıkan
bir unsur önümüze gelen her şeyin tadına
bakmayı tercih etmeye başlıyor. Eh, tattığımız
her şeyin de vücudumuza faydalı olduğunu
söyleyemeyiz elbette. Şimdi bu ikisini
birleştirmeye başlamak için anlam bölümüne
gideceğiz. Ama ufak bir ara vereceğiz. Çünkü
vücudumuzun savunma ve bu savunmanın bir
sonucu var. O ikisini de anlatalım. Son tabloda
hepsi birleşecek merak etmeyelim. Son
tabloda hepsi birleşecek merak etmeyelim.
Savunma sistematiğimiz işte tam da bu
anlamda bir şeyin farkında olabilmek anlamına
geliyor. Çünkü gerek böbrek üstü bezlerimiz
gerekse lenf düğünlerimiz gerekse bütün
vücudumuzun organlarında bu yabancı hücre
ve bakterileri her ne varsa tanıyabilmek adına
ciddi bir uğraş veriliyor. Bu uğraş karşısında
oluşturulan savaşçı hücrelerimiz kanımızla
beraber harekete geçirip savunmayı tetikliyor.
Vücut her an deyakkuzda olmakla beraber
genellikle gelmiş olan yabancı maddeyi
tanımlama için bir süre geçiriyor ve bu süreç
ancak farkında olabildikçe başarılı olabiliyor.
Bugünlerde üretilen aşı konusundan ötürü bu
konuda oldukça bilgi sahibi oldu herkes.
Vücudumuzun bir mikrobu tanımama halinde
ona karşı bir savunma gerçekleştirmesi
mümkün olamıyor. savunma gerçekleştirmesi
mümkün olamıyor. Bu durumda varlığımızı ve
bu varlıkla sonra devam eden yaşantımızı,
yaşam biçimimizin karşısında olacak her türlü
olaya karşı savunma mekanizması
gerçekleştirebilmek için biyolojik bu
yapılarımızla beraber her şeyin de farkında
olabilmemiz gerekiyor. Öyleyse yabancıyı ve
yabancı olmayanı birbirinden ayırt
edebilmemiz sadece geliştirdiğimiz savunma
taktikleriyle değil, işte bu ana gelene kadar
vücudumuzdaki dolaşım, solunum, sindirim,
iskelet ve kas sistemimiz ve boşaltım
sistemimize kadar bütün sistemlerin bir arada
doğru ve düzgün bir şekilde çalışmasını
gerektiriyor. Öyleyse savunma tek başına bir
düşman gördüğünüzde ona karşı saldırmanız
da nihayete eremiyor. Önce düşmanınızı
tanıyabilmeniz gerekiyor. Gelin şimdi bir örnek
vermeden evvel beraberce meseleyi biraz
toparlayalım. Daha iyi anlaşılabilir hale
getirmeye çalışalım. Şimdi en başta bir varlık
meselesinden bahsettik ve varlığımızın iki tür
olabileceğini söyledik. Birinci türde bir amaç
oluşumuz söz konusu, ikinci türde ise bir araç
oluşumuz söz konusu. Eğer varlığımızı araç
olarak seçersek yani bu durumda yaşamımız
bir amaç haline gelmeye başlarsa işte bu
durumda savunma mekanizmasındaki bütün
farkındalığımız yaşam fonksiyonlarımızı ayakta
tutan sindirim sistemi, iskelet sistemi, üreme
sistemi gibi konularda olacaktır. Ve buradaki
farkındalığımız genel anlamıyla bunların bizim
hayatımıza katacağı artı değerler üzerine
odaklanırız. Bu durumda şekerli şeyleri almayı
ister, cinsel içerikli ürünleri ya da görselleri
seyretmekten zevk alırız. Çünkü yaşam bizim
için bir amaç haline gelmiştir. Yaşamanın amaç
olduğu yerde anlamı oluşturan aklımız bu
andan itibaren toplumun bir önceki derste
anlattığımız gibi kavramla bilgi arasındaki
karmaşasına sebep olur. Ve artık ona verilen
bilgiyi direkt kavramsallaştırmaya başlar. artık
ona verilen bilgiyi direkt kavramsallaştırmaya
başlar ve onun için her gelen bilgi yaşamının
amacına vermiş olduğu destek kadar önemlidir
ve bu destek onu ilerletecektir ama bu
duraksamalı bir ilerlemedir öyle ki her nerede
yaşam amacına ters düşen bir şeyle karşılaşır
olsa bu durumda savunma farkındalığını bu
sefer savaşçı pozisyonuna çevirecektir.
Dünyanın isterseniz büyük devletlerini ele alın
ya da bir istihbarat konusunu veya bir
öğrencinin ders çalışma biçimini hiç fark
etmez. Onu dersten alıkoyacak olan ana unsur,
yaşamını amaç haline getirmesinden ötürü
oluşan, vücudunun istediği sindirim ve üreme
fonksiyonlarına destek sağlayacak konular
üzerine odaklandırılacaktır. İşte biz tam da
burada insan biyolojisini anlatarak, İşte biz tam
da burada insan biyolojisini anlatarak aslında
yaşamın bir araç, varlığın bir amaç olduğunu
anlatmaya gayret ettik. Varlık amaç olduğu
andan itibaren savunma sistematiğiniz,
varlığınızı ortadan kaldırabilecek olan ne varsa
buna karşı gelişecektir. Elbette ki varlığınızı
oluşturan ana amacınızda da önemli bir incelik
var. Kalbinizin başkası için atması veya
akciğerlerinize doğan nefesin bir başkası
tarafından sizin adınıza üretildiğine inanmak,
savunma biçiminden sonra oluşan anlamın sizi
daha ilerilere taşımanıza yardımcı olacaktır.
Buna nazaran hayır bir ağaç benim için oksijen
üretmez. Dolayısıyla ben de bir başkası için
yaşamak zorunda değilim. Evet varlığımı bir
amaç olarak ele alıyorum ama sizin gibi
düşünmüyorum derseniz. İşte bu durumda çok
hızlı ilerlemeler kaydedebilirsiniz. Ama günün
birinde tam da sizin gibi düşünen bir
başkasıyla karşılaşırsanız artık onun için
ortadan kaldırılması gereken birisi haline
dönüşürsünüz. Sadece canınıza
kastedeceklerini düşünmeyin. Tam da orada
sizin varlığınızın temel fonksiyonları nelerse
onları ortadan kaldırmak için ellerinden ne
geliyorsa yapacaklardır. Ben her zaman pozitif
ve anlamlı manasıyla ortaya koyayım bu
değerleri ve size küçük bir örnek daha
ekleyerek dersimizi tamamlamaya çalışıyor
olalım. Bir örnekle konuyu pekiştirmeye
çalışalım. Diyelim ki lise yıllarındasınız, biraz
göbeklisiniz ve spor faaliyetleri hususunda
ilerlemiş olan arkadaşlarınızın diğer insanlar
tarafından daha ilgi çekici olduğunu gördünüz.
Bu durumda siz de eğer spora başlarsanız
başkalarının sizi daha fazla ilgi göstereceğine
dair bir düşünceniz oluştu. Yani yaşamınızdaki
bir olgu oluşturmaya çalıştınız. Bunu
oluşturduğunuz andan itibaren bütün savunma
mekanizmanız bu tarzda futbol ya da
basketbol ya da diğer spor branşlarında
başarılı olan insanlara karşı kem gözle bakmak
üzerine gelişecek. Kem gözle bakmak ya da
onları kıskançlık dürtüsüyle oluşması ise
vücuttaki yağlarınızı uzaklaştırmakta
zorlanacağınız anlamına geliyor. Ve bu anlam
size gitgide kalıcı hale gelirken bir hırs
meydana gelmesine bu hırsında daha fazla
çalışarak daha iyi bir sporcu olacağınızı olan
inancınızı arttırır. Bu durumda da çevrenizde
mental olarak geliştirmeniz gereken alanların
gelişmesine engel olacaktır. Bu durumda şuna
bakmalısınız. Diğer insanlar bu sporcu
insanların hangi özelliklerine odaklanarak
onlara değer veriyorlar? ana odanda güç varsa,
varlık çerçevesinde vücudunuzun bir amaç
olduğu olgusuna ulaşabilmek için, yaşamdaki
güce erişebilmek anlamında sadece sporun
yeterli olmayacağını görmeye başlarsınız. Bu
durumda yanınızda taşıdığınız bir kitap ve bir
yürüyüş parkuru sizin için daha sakin ve dingin
bir süreci oluşturacaktır. Bu sükunet kendi
düşünce dünyanızı geliştirirçe savunma
mekanizmanızın daha dinç bir insan olabilme
ve bu dinçlikle gücünüzü ifadelendirme
konusunda size vücudunuz tarafından destek
olunmaya başlar ve LERV sistematiğiniz
diğerlerine nazaran daha yavaş geliştiği
zannedilen ama bir anda geliştireceğiniz vücut
formunuzun temellerini oluşturmaya başlar.
Bu noktadan itibaren hayata getirdiğiniz bu
yeni bakış açısıyla vücudunuzun alacağı bütün
tepkilere beyninizin katacağı anlam şudur. Güç
sadece vücutta değildir ama vücut bu işin bir
parçasıdır. Bu parçayı güçlendirebilmek aynı
zamanda derslerde de başarılı olmayı
gerektirir. Dersinde başarılı olan insanların da
ilgi çekici olduğunu görmeniz her ikisine aynı
anda yapabilir olmanız anlamına gelir. Karşı
taraf her ne kadar bir şampiyona kupasını
kaldırmaya çalışıyor olsa da bu yürüdüğünüz
yolculukta çok küçük bir şey olduğunu adım
adım görmeye başlarsınız. Onlar o kupayı
kaldırmak için günlerini saatlerini sadece spor
salonlarında harcarken siz spor faaliyetiyle
beraber geliştireceğiniz düşünce dünyanızda
çevrenizdeki insanlara fikrinizi beyan etmeye
başlarsınız. Bu durumda gittikçe zayıflayan
bünyenize nazaran gelişen düşünce biçiminiz
sizin güçlülük ve bu gücün yanında olma
talebinde olan insanlar için çok daha çekici bir
argüman haline gelecektir. Sakın ola bu
söylediklerimi kesinlikle yapılması gereken bir
süreç olarak anlamayın. Herkes daha kolay
anlasın diye sadece bir örnek verdim ki bu
örneğin bir benzerini sizde ödevlerinizde de
isteyeceğim. Geldik dersimizin sonuna. Elbette
ki her söylediğimiz sözün biraz daha üzerinde
düşünmeniz biraz vakit kalem oynatmanız
gerekecektir. Sonda verdiğim örnek en
basitinden anlaşılsın diye verdim. İçinde bir
takım eksiklikler olduğunu bilerek hem de. O
eksiklikleri yine ödev kısmında
karşılaşacaksınız. Bir oyun oynuyoruz karşılıklı
ama ben sizin rakibiniz değil, sizin yanınızda
olan taraftayım bunu unutmayın. Efendim
haftaya görüşmek üzere. Şimdilik kendinize iyi
bakın."}

Efendim herkese merhabalar. Üçüncü


dersimizde sosyal hazırlık bölümünde
beraberiz. Önceki derslerimizde verdiğimiz
ödevlerle ilgili olarak sonradan aramıza
katılacak olan arkadaşlarımızın bizlere nasıl bu
ödevlerden sonuçlar çıkaracağını soranlar
oluyor elbette. Bunun için en temelde şunu
söylemem lazım. Gittikçe değişen bir sınav
sistemi olacak. Yani sürekli ödevlerimiz
değişiyor olacak. Sonrasında da her ödevler
için ayrı birer video ekleniyor olacak. Aramıza
hala katılım sürekli ve yoğun bir şekilde
devamacak ve ben size ödevlerinizle ilgili
cevaplar verdiğimde ardımızdan gelen
arkadaşlarımız kardeşlerimiz o ödevlerde
yaptığımız tespitleri dinledikçe kendileri adına
çok rahat bir biçimde sonuçlar çıkarıyor
olacaklar. hem testler olduğu gibi hem klasik
sınavlar olduğu gibi bunların içerisinde
yapacağımız değerlendirme ve örneklemler
insanların kendi hata ve eksiklerini
görmelerine yardımcı olacak. Bu konuda lütfen
çok rahat olun. Bu arada hala da hazırlık
aşamasında olduğumuzu lütfen unutmayın.
Çünkü düşünce teorisine girişte henüz hazırlık
sınıfındayız. Bir düşünce adamı olmanın yolu
iyi bir hazırlıktan geçtiğinde unutmayın ve
bunun için sabırlı ve dersleri en az 3 defa
dinlemeye gayret ederek ödevlerinizi yapmaya
çalışın. Bu eğitim sistemi normal şartlarda
ilerleyen doğal bir akış üzerine kurgulanmıştır.
Yani insan gibidir. İnsanla uğraşıyorsanız eğer
klasik ortodoks eğitim sisteminin dışında
olmanız gerekir. Bu yüzden her seferinde farklı
bir konu mu görüyoruz biz acaba diyenler
elbette oluyordur. Ama hakikat şu, bütün
farklılıklarınızın birleşmeye başladığını
hissettiğiniz anda hazırlıklarımız tamamlanmış
olacak. Evet bugün sosyal hazırlığa geçiyoruz.
Hadi başlayalım. Hatırlayacaksınız birinci
bölümde bilgiden ve kavramdan bahsederek
bunun mental bir hazırlık olduğunu ifade
etmiştik. İkinci bölümde de amaçlar ve
araçlardan bahsederek biyolojik bir hazırlıktan
bahsetmiştik. Ne alaka diyenler olmuş olabilir.
Hadi birleştirelim şimdi. İnsan hem mental bir
varlıktır, düşünceleri vardır hem de vücudu
vardır. Peki bütün bu ikisi bir araya geldiği
zaman insanın sosyal bir kavramı ortaya
çıkmıyor mu? Yani bugün sosyal hazırlığımızı
nasıl yapacağız? Ondan bahsedeceğiz. Bu
noktada sosyologların yapmış oldukları toplum
bilim üzerindeki çalışmalar Sosyologların
yapmış oldukları toplum bilim üzerindeki
çalışmalar toplumu genel olarak ele alırken
insan ve insani yapıyı bir noktada bir başka
yere aldıkları için genellikle tutarsız sonuçlara
ulaşabilirler. Bu yüzden biz bugün insanın o
toplumun merkezinde olan esas olduğunun
bilinciyle hareket etmeye başlayacağız. Onu
öğreneceğiz. Peki sosyal insan dediğinizde hani
ne derler bugün o tarz bir insan için? Tanınmış
bir adam, sevilen bir adam, takip edilen bir
adam, aa önder, önümüzde yürüyen bir adam.
Ama sosyal insan asla ve katiyetle bunlar
anlamına gelmiyor. Sosyal insan bir topluluğun
içinde olduğu bilincine sahip olan insan tipidir.
Peki bir insan zaten bu topluluğun içinde
olduğunun farkında değil mi? Hepimiz bir
toplumda olduğumuzu bilmiyor muyuz? Ne
alaka demeyiniz? Biz bir bilinçten
bahsediyoruz. Böyle bir bilinç insanoğlunun
yaşadığı toplumla entegrasyonunu sağladığı
gibi o toplumun içerisinde veya toplumun
önderliğini yapacak bir düşünce adamı
olmasını istiyorsak ki biz kitapta yazmaz olarak
en önemli hedeflerimizden biri de bu o zaman
insanoğlunun toplumsal bir bilince ulaşması
gerekiyor. O zaman ve buna göre sosyal mecra,
sosyal ortam, sosyalleşmek sadece birer
jargondur. İnsan sosyalleşmek sadece birer
jargondur. Ve bu jargonlar kapsamında
bakarsanız hayata asla ve katiyetle bunlar
sosyal olduğunuz anlamına gelmez.
İnstagram'da sizi 100 bin kişinin takip etmesi,
YouTube'da milyonların sizi seyrediyor olması
sizin sosyal bir insan olduğunuzu anlamına
gelmiyor. Peki sosyal bir insan ne demek?
Gelin ona bakalım. Sosyal bir insanı
anlayabilmek için önemli bir kavram cümlesi
söyleyeceğim. Şimdi dikkatle ezberleyin bunu.
Neyin içinde olduğunu bilmeyen ne
yapabileceğini asla ve katiyetle bilemez. Zira
bilinç dediğimiz esas aslında bilgi değildir.
Bilinç ne yapabileceğimizi bilmektir. Nereden
gelip nereye doğru gittiğimizin farkında olmak
da yetmez buna. gittiğimizin farkında olmak da
yetmez buna. İçinde olduğumuz şeyi
bilebilirsek o içinde olduğumuz şey karşısında
ve içinde neler yapacağımızı anlarız. İşte temel
problem burada. Toplumun karşısında hiçbir
şey yapmak mümkün değildir. Doğanın
karşısında da duramazsınız. Dünyaya karşı kılıç
sallamaya da kalkarsanız ancak bir masal
kahramanı gibi belki bir ihtimal anılabilirsiniz.
Ama gerçekten sosyal bir insan olamazsınız.
Çünkü herkes içinde bulunduğu kaptan
etkilendiği gibi o kaba kurutmuş olduğu etkiler
dairesinde sosyal olabilir. Kulatmış Olduğu
Etkiler Dairesinde Sosyal Olabilir Ve Bu
Sosyalliktir İnsanı Gerçekten İnsani Özelliklerle
Buluşturup Kendi Hayatına Diğer Hayatlara
Birşeyler Katabilir Olmasına Gerçek Manada
Etkileyen Unsuru Bundan Bahsetmemiz
Dolayısıyla Peki Ne Yapacağınızı Bilmek
dediğimizde ne diyoruz aslında? Bunu bilince
yani bu bilince oluşunca ne olacak abi peki?
Yani içinde olduğumuzun farkında olunca ne
değişecek bizim hayatımızda? Şu değişecek.
Bunu bilince neyi nasıl düşünmemiz gerektiğini
fark etmeye başlayacağız. Çünkü bugün
özellikle sosyal mecrada sosyalleşiyorum diyen
herkese bir bakarsanız eğer, sonuçta hepimiz
video kapandığında şunu demiyor muyuz? Ne
yaptı şimdi bunlar? Onların ne yaptığı önemli
değil. Ama milyonlarca insan saatlerce onları
dinlemeye devam edebiliyor. Veya bir yazar
abuk sabuk bir şeyler yazabiliyor ama
okunabiliyor. Çünkü okuyucu neyin içinde
olduğunu bilmeyince nasıl düşünmesi
gerektiğini fark etmiyor. Bu arada
düşüncelerinizi yönlendirmek değil derdimiz.
Önce gerçekten düşünebilmeyi öğrenmek.
Yaşadığımız toplumda hemen herkes olaylar
karşısında bir yorum yapma gayreti içerisinde.
Kitapta yazmazda da siz bu yorumları
dinliyorsunuz. meclarda pek çok insan,
gazeteciler, yazarlar, politikacılar veya bir
öğrenciyseniz eğer öğretmeninizi, dersinizi,
okuduklarınızı, bir tarihçiyseniz tarihi, bir
marangozsanız sizden önce yapılmış olan bir
kapıyı, pencereyi değerlendirmeye
başlıyorsunuz. Bu değerlendirmeyi yapabilmek
için ağzın yeterli olduğunu zannediyorsunuz.
İşte bu noktada bütün ağızlar birleşince ve bir
araya gelince oluşan durum karşısında neler
olur konusunu inceleyen sosyoloji her ne kadar
toplum bilimi olarak ele alınsa da toplum
aslında katmanlardan değil katmanları
oluşturan insanlardan oluşuyor. Tahtaya
bakarken, olaya bakarken, arabaya bakarken,
herhangi alacağınız bir ürüne bile bakarken,
aslından başka bir şey var. Ürünün,
düşüncenin, fikrin, olayın, olgunun,
fraksiyonun, partinin her ne diyorsanız onun
arkasında bir insan var. O halde bugün toplum
incelemesine başlamak adına insanları
inceleyeceğiz. Ama ilk inceleyeceğimiz insan siz
olacaksınız. Çünkü sosyolojik olarak size en
yakın olan insan sizsiniz. Dolayısıyla önce sizi
inceleyeceksek bu inceleme metodunu
öğrenmek zorundayız. Ve bu metot ileride
bütün iletişim biçimleri içerisinde sizin etkin
bir biçimde işe yarayacak bir formda ifade
etmeye gayret ediyor olacağız. Hem kısa hem
öz. Ama en önemlisi şu. Şimdi bütün toplumu
bir kenara bırakın ve sadece kendiniz üzerine
odaklanın. Bu dersin en önemli özelliği şu,
sakın ola verilen hiçbir örnekte karınızı, eşinizi,
çocuğunuzu, sevgilinizi, bir parti ya da bir
topluluğu liderini düşünmeyin. Bugün sadece
sizin üzerinizde çalışıyor olacağız. Madem ki
sizden başlıyoruz o halde soralım. Siz nasıl
birisiniz? Genellikle davranışlarınızdan
hareketle kendinizi değerlendirmeye gayret
edersiniz. Ve yaptığınız davranışlar üzerinden
iyi, cömert, kıskanç, bazen öfkeli, stresli bir
adamım dersiniz. Ama bütün bunlar aslında bir
davranışınızın sonucu olarak beyan ettiğiniz
ifadeler. Peki şimdi biraz bunu bölmemiz lazım.
Yani gerçek manada sizin nasıl biri olduğunuzu
anlamamız, aynı zamanda sizin nasıl sosyal bir
insan olabilmenizi de öğrenmemize yardımcı
olacak. Çünkü bütün davranışlarımızın
kökeninde aslında bir duyum var. Bu duyumlar
insan vücudunda ki biyolojiyi bunun için
anlattık bir algı sürecinden geçiyor. Bütün algı
süreçlerimizin sonunda ise kararlar veriyoruz.
Bu kararları illaki başkalarının duyması da
gerekmiyor. Bu kararlarımız çerçevesinde ise
davranışlarımız yani biraz önce söylediğimiz
fiiller ve benzerleri ortaya çıkıyor. Bu
davranışlar aslında sonucu itibariyleleriyle
karşılaştırmayın. Çünkü iyi bir düşünce adamı
kıyasa girmeden bunu başarabilen kişidir.
Şimdi bunun sonucunda her ne olursa olsun
yani eylemleriniz sonucunda her ne olursa
olsun tüm bu beş ana unsur duyum, algı, karar,
davranışlarınız ve eylemleriniz. Belli bir ahenk
içinde olması gerekir. Dikkat edin, denge
demedim, ahenk dedim. Denge ve ahenk
arasındaki farklılık için biraz sabredin, dersin
sonuna doğru bu farklılığı izah etmeye
çalışacağız. Dersin sonuna doğru bu farklılığı
izah etmeye çalışacağız. Birinin diğerinden
daha fazla olması yani duyumun algıdan
kararlarınızın davranışlarınızdan daha güçlü ve
etkin olması aslında hiçbir şey ifade etmiyor.
Tüm bunları şimdi tek tek ele alacağız ve bu ele
aldığımız şeyleri nasıl bir ahenge getirebiliriz
ona bakacağız. Çünkü insanoğlu yaptığı bu beş
ana unsur üzerindeki sosyal insan olma
çabasında hepsini aynı seviyeye getiremez.
Eğer getirmiş olsa ne olur onun için de biraz
bekleyelim. Şimdi duyumdan başlıyoruz.
Duyum diyerek geçmeyin sosyal insanın her
şeyinin en temelini oluşturuyor. Algılarımızın
temeli. Bu algının temelindeki duyum
fonksiyonumuzuysa dört ana unsur
oluşturuyor. Biz bir şeyi görebiliriz veya
duyabiliriz. Birisi bize söyleyebilir ya da
televizyondan yahut işte görme dediğimiz bir
yerden bir yere hareket ederken bir film
izlerken görüyor olabiliriz. Bir diğer taraftansa
sezgilerimiz vardır. Ve bu sezgiler de aslında
duyumumuzun bir parçasıdır. Dört tane ana
önemli kıstastan bahsettik şimdi. Peki bu
kıstasların herhangi birisinde yaşanan problem
neye sebep olur? Doğal olarak
duyumlarınızdaki hatalarınıza sebep olur.
Gördüğ olarak duyumlarınızdaki hatalarınıza
sebep olur. Gördüğünüzü yanlış görmeniz,
duyduğunuzu eksik duymanız, okuduğunuzu
tam anlayamamanız ve sezgilerime
güveniyorum derken ne yazık ki çuvallamanıza
sebep olabilir. O zaman burada bir parantez
açalım. Duyum noktasında en ahenkli adam
olabilmek için bu dört unsuru nasıl
geliştirebiliriz? İyi bir görüntüye sahip olmak,
iyi bir görme yetisine sahip olmak için
resimdeki detayları görmeniz lazım. Yani bunu
geliştirmek için hani ilk okullarda ya da ilk okul
öncesi kitaplarda var olan genellikle eskiden
gazetelerin bir köşesinde resimdeki kediyi
bulabilir misiniz? Resimdeki çekici bulabilir
misiniz? Tarsındaki ifadeler var ya işte tam da
bundan bahsediyoruz. O resmin içinde
saklanmış olan öyle üç boyutlu fotoğraflar
değil şaşı bakıp da içindeki yunusları sayma
çabasından bahsetmiyoruz. O resmin içindeki
detayı görebiliyor musunuz? Ve bu görüntüyü
artık ne kadar hızla başarabiliyorsunuz?
Dolayısıyla burada sürekli olarak kendinize
haftada birkaç defa bu tarz resimleri
internetten bularak çalışmanızda üzerinizden
geçmesinde fayda var. Duymak için en önemli
şey ne mi? Duymanın en ön güzel geliştiren
unsuru duyduğunuz önemli şeyleri kalemle
yazıyor olmak. Kalemle yazıyor olmak. Çünkü
kulaklarımızın duyduklarını kalemle
yazabildiğiniz sürece gerçekten iyi duyum
sahibi olabilirsiniz. Gelelim okumaya.
Dünyanın en büyük israfı işinığınız şeyleri
okumanız esastır. bu. Kitabı çok beğendim. Bir
okusam ne olur ki? Ne kaybederim? Okumak
çok iyi bir şeydir demeyin. Gereksiz bir okumak
çok ciddi bir zaman israfıdır. Sezgilere gelince
bu iş biraz karışık ve uzun bir mesele.
Spiritualizme kadar uzanır. Tasavvufla da
alakası vardır. Ruhçulukla da alakası vardır.
Cinlerle de alakası vardır. Vardır oğlu vardır.
Ama sezgiler hayatımızası vardır. Ruhçulukla
da alakası vardır. Cinlerle de alakası vardır.
Vardır oğlu vardır. Ama sezgiler hayatımızda
vardır. Batı dünyası bunu altıncı his diyor.
Bundan öncekilere doğru olduğunu kabul
ediyorsanız, yani görüşünüz, duyumunuz,
okumayla elde ettiğiniz ilmi veriler, doğruysa
eğer sezgilerinizin üzerinden 3 gün ya da en az
3 saat geçtikten sonra hala aynı sezgiye sahip
olup olmadığınızı mutlaka ama mutlaka
kontrol edin. Eğer bir değişim varsa
sezgilerinizde büyük ihtimalle hatalar vardır.
Elbette başka sebepler de var ama dersimizin
ana konusu bu olmadığı için özetle böyle
beyan etmeye çalıştım. Bu aşamada ise yani
duyum konusunda ahengi yakalayacağız ya
şimdi bu 5 ana unsur üzerinden asla
yapmamanız gereken 3 tane ana unsur var.
Bakın daha karara falan geçmedik.
Duyumdayız. Duyduklarımızdayız. 1. Asla
şüpheci olmayacaksınız. 2. Duyum aşamasında
asla müdahaleci olmayacaksınız. Elbette bir
trafik kazasında vefat eden bir kişi koşmamak
anlamında demiyorum bunu. Gördüğünüz bir
olayı değerlendirme manasında söylüyorum.
Müdahaleci olmayın. Çünkü henüz duyum
aşamasındasınız. Gördüğünüzün kalan
kısmının kirlenmiş dogmatik önyargılığınızla
tamamlamaya kalkmayınız. Yani otobüsün
yarısını görüyorum. Diğer yarısını görmüyorum
ama kırmızı bir otobüsün devamının da
kesinlikle ve katiyetle kırmızı olması gerekir
şeklinde bir fikre sahip olmayın. Çünkü akılının
biri çıkıp otobüsün diğer yarısını toptan camla
kaplamış olabilir. Peki duyumdan kısaca
bahsettik, örnekler verdik, nasıl
geliştireceğimizi anladık. Ama şimdi algı
boyutuna geldik. Yani duyduğumuz bir olayın,
gördüğümüz bir olayın, duyum seviyesini
geçmiş bir olayın içselleştirme biçimine
geçiyoruz. Genellikle bu noktada kararla algıyı
bir arada değerlendirmeye kalkarlar veya
karıştırırlar. Kararlar içselleştirdiğimiz şeyin ne
olduğudur. Algı ise bu içselleştirme
sürecimizdir. Dolayısıyla bu süreçle alakalı
olarak işte daha iyi anlayabilmeniz için ikinci
dersimizde biyoloji ve insan vücudundan
bahsettik. Çünkü insan vücudu almış olduğu
bir yiyeceği karar verip şeker mi yapacak
vücudundan mı atacak veya neresinde
kullanacak bu kararı vermeden önce bir
algıdan geçiriyor, bir işlemden geçiriyor. O
zaman bu işlem yani içselleştirme dediğimiz
işlemi algı yönteminde nasıl yapıyoruz? Bu tür
vücut fonksiyon işlemidir. Dolayısıyla
anlattığım gibi. Dolayısıyla bir sonraki dersimiz
işte bu fonksiyon kelimesi yüzünden
matematikle devam ediyor olacak deyip
parantezi kapatıvereyim. Yani korkmayın zor
bir matematik değil parçaları birleştirmek için
ihtiyacımız olan matematik. Algı
içselleştirmede duyumun izlediği yol ise
şöyledir. Öncelikli olarak bu duyduklarımızın
bir akıl süzgecinden geçiriyoruz. Ve bu
aklımızdan geçirirken de bir cevap veriyoruz.
Kendi kendimize kimse duymadan. Ve bu
cevaplar algı sürecimizi belirliyor. Ve bu
cevaplar algı sürecimizi belirliyor. Dolayısıyla
şöyle bir örnekler yaparsak eğer otobüsü
görmüştük. Otobüsün ön kısmı kırmızıydı. Geri
kalanına bir bakalım dedik. Bir baktık arka
tarafı tamamen cam yapılmış. Arkası cam önü
kırmızı. Şimdi düşünüyoruz algılamaya
çalışıyoruz. Acaba bir adam neden böyle bir
otobüs yapmış olabilir? Duyumlar güzel ya da
algılamaya çalışacağız. İyi bir şey mi bu? Ne
için yapılmış olabilir? Şimdi bu noktada
insanların algı sürecinde kullandıkları 3 tane
temel özellik vardır. İstersen farkında olsunlar
ya da olmasınlar. Ya tecrübeleri vardır, ya
bilgileri vardır, ya da sezgileri vardır. İstersen
farkında olsunlar ya da olmasınlar. Ya
tecrübeleri vardır, ya bilgileri vardır, ya da
sezgileri vardır. Tecrübe daha önce ben böyle
bir şey görmüştüm demek. Bilgi bu manada
inceleme ve araştırmayla bunu desteklemektir.
Sezgilerse daha önce bahsettiğim gibi doğru ya
da yanlış olabilir. Şimdi tecrübe dediğimiz şey
aslında yaşla alakalı olan bir konu değil. Erbabı
olabilme meselesidir. Bilgi ise yanlı olmamalı,
yansız bir bilgiye sahip olmalısınız. bilgiye
sahip olmalısınız. Yani bu konuda doğal
düşünce biçiminiz, doğal hayatınız,
dindarlığınız veya dinsizliğiniz değil, olayın
kendisine odaklanmanız ve olayın kendisiyle
ilgili bilgiye odaklanmanız gerekir. Ve aynı
zamanda sezgilerin doğru ya da yanlış olması
söz konusu. Şimdi bu cevap oluşturuyoruz
kafamızda. Akılsız geçimden geçti cevabı
arıyoruz. Ve tam da o cevabı bulduğumuz anda
kalbimiz ve vicdanımız devreye giriyor. Bu
devreye girdikten sonra da algılama sürecinin
tabiri caizse paketi oluşuyor artık. Bu saatten
sonra bu algıyı kabul ediyoruz. Bu kabul ise iki
şeye sebep oluyor. Ya aksi ispat edilinceye
kadar bu kabulünüzü değişebilir olduğuna
inanıyorsunuz. Ya da aksi ispat edilse bile asla
bu fikrimden caymam şeklinde bir algıya
varıyorsunuz. Elbette bazen cevap
bulamadıklarınız da oluyor. Bu durumda
arayışa giriyorsunuz. Arayışta ise aklınızla
yaptığınız ama bulamadığınız sonuçları bu
sefer Tecrübeli, bilgili ya da sezgi sahibi olan
bir insandan bilgi alarak tamamlayıp varlık
alemine yani doğru ya da yanlışlığıyla değil
algılamanızın doğru olmasıyla ilgileniyoruz ya
şimdi bunun iyi bir şekilde algılanması için çok
önemli 5 tane formül var. Bunlardan bir tanesi
şu. İyi bir algınızın olması için tat duygunuzun
gelişmiş olması lazım. Acıyı sevmem demeyin.
En azından bir kez deneyin. Hayatımda hiç ekşi
sevmem demeyin. En azından bir kez deneyin
ve dil reseptörlerinizin ihtiyacı olan algınızı
geliştirecek diğer tatları denemekten
korkmayın. Bu sizin algılarınızı geliştirecek
diğer tatları denemekten korkmayın. Bu sizin
algılarınızı geliştirecek. İkinci konu kokuların
ayrımı. İnsan kokular arasında ayrım
yapabilme yeteneği geliştikçe algıları gelişiyor.
Desen ayrımı. Evet yanlış duymadınız. Bir
kumaşın dokusu, bir fotoğrafın dokusu,
pütürlü, kılçıklı, yollu, su yolu bu ve buna
benzer terimlerle desenlerin içerisindeki
ayrımları üzerine odaklanarak en az 3
dakikanızı geçirmeniz algılarınız için önemli bir
şey. Dördüncü önemli olan unsursa harmoni
yani farklı müzik dallarında özellikle büyük
orkestraların müziklerini mutlaka ve mutlaka
arada bir dinliyor olmak. Bir diğer taraftan
beşinci önemli mesele ise cinsellik. İnsan
hayatında her ne kadar büyük bir haz
tutkusuyla anlatılıyor olsa da iyi bir cinsel
hayat iyi bir algı demektir. Bu beş konuyu hafta
boyunca ömrünüz boyunca dönem dönem
hatırlayıp tekrar etmeniz algılarınızı
geliştirecektir. Öğrenciler için de oldukça
önemli belki bizi dinleyen büyüklerimiz
çocukları için Altyazı M.K. Bulunan cevabın
şimdiki gerçekleşeceği süreç geçeceği makine
karar makinesi. Bu bir manada kesinlikle
uygulanacak olan anlamına gelmiyor.
Uygulanması gerektiğine inandığınız şeye karar
diyoruz. Dolayısıyla hani bazen evde
babalarımız der ya ben karar verdim şöyle
şöyle şöyle. Aslında bir karar beyanıdır bu. İ bu
içinde beyan olduğu için bu bir davranıştır.
Bundan önce verilmiştir o karar ve algının bir
sonraki aşamasıdır. Kararın kabul etkisinden
hareketle yola çıkarsak eğer ya kararınız
doğrudur ya da yanlıştır. Eğer doğru bir kararsa
bu kesinlikle uygulanacağı anlamına gelmez.
Yanlışsa da değişmeyeceği anlamına gelmez.
Yani değişebilir veya kesin olmayabilir. Doğru
bir karar olabilmesi için önceki süreçler kadar
bundan sonra yapacaklarınız da oldukça
önemli. Zira aldığınız kararın davranış ve
eylemlerle olan ilişkisi, kararınızın tutarlılığı
konusunda önemli fikirler edinmenize yardımcı
olacak. İyi bir karar geliştirmeyi en sonunda
beyan edeceğim. Şimdi kararın ne olduğunu
anlamaya çalışıyoruz. Şimdi kararınızı aldığınız
gibi davranışın şekillenecek olması ve bu
davranış sürecine geçecek olması sebebiyle her
aşamanın takip edilmesi gerekiyor. Tamam ben
böyle bir karar verdim ama bu kararı hangi
davranışla karşı tarafa iletiyor olacağım? Şimdi
karar verirken bu manada yapacağınız önemli
argümanlar karar sonrası uygulayacağınız
davranışları etkileyecektir. Yani bir şey yapma
demek var, yapma demek var. Bir de yapma
demek var. Bunların hepsi aynı kelime ama
farklı davranışlar. Ve kararın kendisinin oluş
biçimini ve sonrasını etkiliyor. Bu durumda
şuna bakmamız lazım. Eğer verdiğimiz kararın
tam tersi doğru olacaksa ne olacak? Kararın
tam tersi doğru olacaksa ne olacak? Ya da
verdiğimiz karar yanlış bir durumda olursa ne
olacak? Öyle. Şimdi bir karar verdik. Dedik ki
biz bundan sonra evimizde yemek sofrasında
aynı anda buluşacağız. Yani herkes yemek
sofrasında olacak. Bu kararın doğru olması,
kendiında olacak. Bu kararın doğru olması
kendi verdiğiniz bu kararın doğru olması
durumunda bir olacaklar var. Veya bu bir yanlış
olabilir. Çocuğunuzun okul saati eşiniz
çalışıyorsa onun gelişi gidişi sizin acıkma
durumunuz hastalığınız şekeriniz başka şeyler
varsa verdiğiniz kararın yanlış ya da eksik olma
durumu söz konusu. Şimdi doğru bir karar
verip vermediğimizi henüz davranış aşamasına
geçmeden evvel tartıya koyabilmek için şöyle
bir yöntem uygulayacağız. Diyelim ki bir
müşteriyle karşı karşıya oturduğunuz ve bir
pazarlık aşamasındasınız. Tam da bu pazarlık
aşamasındayken duyum, algı sonucunda bir
karara varacaksınız. Ama bu kararda hani dedik
ya bir vicdani etki vardır. Ve bu vicdani etkiden
sonra da bir karar oluşur. Şimdi diyelim ki
karşımızdaki adamın kötü bir adam olduğuna
karar verdik. Yani bu adama bu indirim
yapmaya değmez. Malımızı kötü kullanır, kötü
yerde sergiler, sonuçta da iyi bir şey olmaz.
Yani adamın kendisi kötü değil de bu adama
indirim yapmak kötü bir fikir olduğunu
düşünelim. Şimdi, eğer biz bu kararın doğru
olduğuna inanıyorsak, yani bu adama mal
vermenin yanlış olduğuna inanıyorsak biz
kazanacağımız 5 TL'yi artık kazanamayız. bunu
başarabilecek biri ise bu durumda daha sonra
alışverişi devam edeceği için biz bundan sonra
kazanabileceğimiz 10 TL'yi kaybederiz. Şimdi
bu durumda şuna bakmamız gerekiyor. Eğer
kazanmayı vazgeçtiğiniz 5 TL'ye nispeten
kaybetmek söz konusu olan 10 TL'nin karşılaş
çok daha kıymetli olduğunu, çünkü marka
değeriniz ya da şirketiniz için ehemmiyetli
olduğuna inanıyorsanız, bu kararı uygulamaya
hazırlanabilir, davranış bölümüne, davranışın
eylem, davranış bölümüne geçebilirsiniz.
Ancak sizler bu saatten sonra 10 TL
kaybetmenin kötü bir şey olacağını kararınız
sonrasında meydana geleceğine inanıyorsanız
karardan vazgeçme durumuna hazırlanmanız
gerekiyor. Bunu birkaç defa birkaç örnekle
aklınızdan geçirirseniz anlayacaksınız. Peki bu
manada aslında ne söyledik? Şunu söylüyoruz.
Kararlarınızı geliştirmek için bir, en kötüsü
olduğunda ne olur? Hazır olun. En iyisi
olduğunda ne olur? Buna da hazır olun. İşte bu
noktada hazırlıksız bir yolcu olmamanın en
önemli alanını özetiyle beyan ettik. Peki iyi bir
kararı geliştirebilmek için duygularınızın
kullanmanın vakti olduğunu bilmeniz
gerektiğini ifade etmemiz lazım. Yani iyi bir
karar vericinin hangi özelliklerinin gelişmesi
gerekir? 1- Sakin olmanız lazım. 2- Sabırlı
olmanız lazım. 3- Dirayetli olabilmeniz lazım.
Sakin olmayı öğrenmenin yolu ya bir bebeğe
ya da bir yaşlıya en azından bir gün bakıyor
olmanızı gerektirir. gün bakıyor olmanızı
gerektirir. Sabırlı olmanın yolu mutlak surette
bir defa da olsa ya da birkaç defa da olsa
toprakla uğraşmanız gerekliliğini doğurur.
Dirayetli olmak ise kendinize her gün şunu 3
dakika boyunca yapacağım diyerek bunu en az
40 gün boyunca terk etmeden başarabilme
gerekliliğinize bağlıdır. Peki kararlar verildi. Bu
durumda artık bir davranış lazım. Bu kararın ya
uygulanması ya da uygulanmaması lazım.
Dolayısıyla davranışlar verdiğimiz kararların
uygulanıp uygulanmaması durumunda
değişkenlik gösteriyor. Eğer bu bir uygulama
ise davranışa dönüşecek dolayısıyla geleceğiz.
Ama önemli bir kısım var. Eğer kararımızı
uygulamayacaksak geri çekildiğimiz anlamına
geliyor. Peki geri çekilmek ne manaya gelir?
Birincisi şudur. Ya kişi aldığı kararın sonucunda
pozitif sebepler sebebiyle yani karşımdakini
seviyorum ben ya da bana gelen biraz önce
anlattığım müşterinin önemli dostumun
referansı var. Onu çok seviyorum. O zaman
verdiğim bu kararı unutacağım demesi söz
konusu. Veya eksi bir sebep olabilir. Bu
noktada da kararınızı uygulamayabilirsiniz.
Ama burada çok önemli bir mesele var. Eğer
kararınızdan geri çekilmeye karar verip bunu
unutma noktasında yaptıysanız ve bunu
gerçekten unutmazsanız bu büyük bir problem
oluşturur. Geri çekilmenin ikinci sebebi ise bu
kararınızı davranışa geçirme noktasında vaktini
beklemek zorunda olduğunu olan inancınızdır.
Yani ya stratejik ya taktiksel olarak ya da
sabredeceğim diyerek geri çekilmiş
olabilirsiniz. Şimdi bu noktada bu bir kararın
uygulamaya geçilirken insanın göstermiş
olduğu tavır onun davranışıdır. Şunu tekrardan
ifade etmekte fayda var. Bir şekilde geri
çekildiyseniz ya unutun ya da vaktini bekleyin.
Yoksa arada kalırsanız unuttuklarınızıar
sonrasında çok ama çok önemli.
Davranışlarınız ise iki türlü olacaktır. Bunlardan
birincisine pozitif davranış diyoruz. Açık kapı
diplomasisi kelimesiyle de siyaset biliminde
anlatılır. Yani kararınız karşı taraf tarafından
hoşuna gidilmeyecek bir şeydir ama
davranışınızı açık bir kapı bırakarak yaparsınız
veya negatif bir tavırla tamamen kapatırsınız
kapılarınızı. Dolayısıyla bunlar arasındaki
denge ve denges yaptığınız davranış karşı
tarafın istemediği bir şey dahi olsa açık kapı
bırakmaktan yani pozitif davranış biçimfta size
karşı büyük bir öfkenin oluşmasına sebep
olduğu gibi ilerleyen süreçte sizin düşünce
matematiğinizi de ciddi anlamda
zedeleyecektir. Peki biz bu davranışlarımızı
nasıl geliştirebiliriz? Sorusunun cevabı çok
uzun ama ben size çok kısa ve çok güzel bir hap
niyetinde iki tane önemli şey söyleyeceğim. 1.
İster sevin ister sevmeyin ama en azından bir
tane sevmediğiniz ya da görüşüne
katılmadığınız olsun. 3 tane biyografi
okumanızı istiyoruz. 2. Mutlaka tarihi
romanların içerisine bir takım abartmalar ya
da yanlışlar katılır. Ama sevmediğiniz bir tarihçi
ya da sevmediğiniz bir ülke ya da ismin ya da
bir olayın tarihi de olabilir. Sevmediğinizi de
içine katarak en az 3 tane tarihi roman
okumanızı istiyoruz. Bu noktada kararı size
bırakıyoruz. O zaman size şimdiden 6 tane
kitap okuma ödevi çıkmış oluyor ki
davranışlarınız daha iyi anlaşılabilir. En azından
sizin için daha iyi olabilsin. Bütün davranışlar
sonuçta bir eyleme dönüştüğü andan itibaren
iki durumla karşılaşıyoruz. Bunlardan bir tanesi
tepki, diğeri de etki. Tepki dediğimiz,
söylediğimiz, harekete geçtiğimiz
davranışımızın sonucunda eylemleştirdiğimiz
olay karşısında ya bir karşı görüşle
karşılaşacağız ya da aynı görüşe sahip
olacaklar. Dolayısıyla bu bir tepkime süreci.
Etki süreci ise sizin verdiğiniz kararın eylemini
ya yapıyor olacaklar ya da yapmıyor olacaklar.
Şimdi bu ikisinin ayrımını yapmazsanız eğer
davranışınızı yönetemezsiniz. Yapamazsanız
eğer davranışlarınızı yönetemezsiniz. Çünkü
tepkime sürecine girecekleriniz emir
verdikleriniz değil ya karşı görüşte sahip
olanlar ya da aynı görüşte sahip olanlarla
beraber bir iletişim sürecinin olumlama
tarafıdır. Etki ise emir verdiğiniz yapılmasını
istediğiniz kişilere karşı uyguladıklarınızdır.
Bunlar yapılır ya da yapılmayabilir. Dolayısıyla
burada şunu asla unutmamanız lazım. İster
tepkime sürecine ister etkileşim sürecine
girmek zorunda olduğunuz taraflar olsun her
iki tarafın da mutlak surette sizin isteklerinizi
yerine getirme mecburiyetinde olduklarından
vazgeçeceksiniz. Bu sözüm onların doğru bir
şey yaptıkları anlamına gelmiyor ya da sizin
yanlış yaptığınız anlamına gelmiyor ama
aklınızın bir köşesinde bu her zaman var olmalı
yoksa ani bir öfke patlaması yaşayabilirsiniz.
Durum her ne olursa olsun. İster iş ortaklarınız
dediğimiz o tepkileşim sürecinde olanlar ya da
çalışanlarınız. Bütün bu verdiğiniz kararın
eylem biçimine karşı yapıyorum ya da
yapmıyorum. Aynı görüşteyim ya da hayır size
katılmıyorum demeleri karşısında şimdi sizde
bir şey oluşacak. Sizde bir tepki oluşacak. Eğer
olumsuz bir şeyle karşılaşırsanız artık sizin de
bir tepkiniz olacaktır. Veya bir geri çekilme geri
adım atma süreciniz olacaktır. Bunlar en
baştan beri gerçekleşen ahenge ve dengeye
göre gelişir. Yani eylemlerinize göre değil. Bu
ana kadar ki duyum, algı, karar, davranışlarınız
eylemlerinizdeki ahenge ve dengeyi oluşturur.
dengeyi oluşturur. İyi bir eylemse yani
beklediğiniz sonucu almak istediğiniz bir
eylemi gerçekleştirmek istiyorsanız sonuç
getiren şey eylemin kendisi değildir. Sonuç
getiren şey tutarlı, ahenkli ve dirayetli
olmaktır. Bu yüzden ne yaptığınızda değil,
eylem içerisindeki tutarlılığınıza, ahenginize ve
dirayetinize bakmanız lazım. Ahenk ve
dengeden tekrar bahsedeceğimi söylemiştim.
Şimdi hem o farka gidelim, hem de bir
bakalım, bütün bunlar nasıl ahenkli olur,
olmazsa ne olur? Denge her şeyin tahterevalli
gibi iki tarafın ağırlıklarının aynı olması
anlamına geliyor. Ahengse ağırlıklar farklı olsa
bile ortaya koymuş olduğunuz makinenin
düzgün bir şekilde çalışabilmesi anlamına
geliyor. Dolayısıyla insan vücudu dengede
değildir. İnsan vücudu büyük bir ahenkle
çalışmaktadır. Zannedersem bu örnek konuyu
anlamanız için yeterli olur. Şimdi gelin şuna
bakın. İnsanın ahenkli bir sosyal canlı olması
için buraya kadar saydıklarımızın sonucunda
duyum, algı, karar, davranış ve eylemleri. Bir
alt alta yazalım. Bunları alt alta yazdıktan
sonra elbette sağ tarafa pozitif sol tarafa
negatif diyeceğiz. Çünkü hayatımızda iyi
insanlar da var, kötü insanlar da var. İyi ama
pozitif bir biçimde olan insanların da negatif
bir biçimde olan insanların da negatif bir
biçimde olan insanların da sosyal insanlar
olabileceklerini unutmayalım. Yani kötü bir
insanda iyi bir sosyal insan olabilir. İyi bir
insanda iyi bir sosyal insan olabilir. Şimdi
hepsini alt alta yazdık gördüğünüz gibi. Şimdi 1
ile 5 arasında puanlar vermeye başlayacağız
kendimize. Duyum konusunda anlattıklarımız,
algı konusunda anlattıklarımız, karar, davranış,
eylem hepsi için birden 5'e kadar puan
vereceğiz. Sonra o yapmanız gereken o bütün
pratikleri yaparken de bu puanları
değiştirmeye başlayacağız. Ama lütfen
acımasız olun. Kendinize kıyak geçmeyin.
Gerçekten bir puan verin. Kimse görmeyecek o
puanları. Sadece siz göreceksiniz. Ve en çok siz
lazımsınız size. Bunu da unutmayın. Şimdi
sonuçta bütün puanları yazdığınız zaman.
Şöyle bir cetvel elinize. 1 ile 5 cm arasında
verdiğiniz puanları ister ben iyi bir adam değil
pozitif taraftan çizin ister negatif taraftan çizin
fark etmez. Ortaya bir şekil çıkacak. Eğer bu
şekil düz bir modelse ı harfi gibiyse yani hepsi
2, 3, 3, 4 hepsi böyle aynı şeyin üzerindeyse bu
tıbbi bir problemdir. Ve çok nadir karşılaşırız.
Ancak iç bükey dediğimiz yani duyum ve
algının daha yüksek puanda olduğu, davranış
ve eylemin daha yüksek puanda olup karar algı
davranışın biraz daha düşük puanda olduğu
durumlara baktığımızda bu insanlar fiil ve
aksiyon adamlarıdır. Sürekli hareket halinde
olmalı ve bu hareketlerinde başarılı oldukları
görülür. Ama bu başarının devamı bu iç bükey
halin ahenkle devam ediyor olmasını gerektirir.
Bir de dış bükeler var. Evet duyum ve eylemleri
biraz daha zayıf. Algı karar ve davranışları biraz
daha ön plana çıkmış olanlar. Bunlar daha çok
stratejisyen ve düşünce adamı tarzındadırlar.
Sebeplerini şöyle izah etmemiz lazım. Az
duyarlar anlamına gelmez bu algı karar ve
davranışları daha gelişmiştir diğerlerine göre
çünkü 1 ile 5 arasında puanlar verirken
diğerleriyle karşılaştırmalı olarak bu puanı
veriyor olacaksınız yani duyumum algıya göre
kaç puan algım kararlarıma göre kaç puan
diyeceksiniz. Ha bir de en tehlikelisi var. Zikzak
modeli. Yani şekilsiz bir şey çıktıysa ortaya ki
genellikle ülkemizde böyle olur. İşte bunun
düzelmesi gerekiyor. Eğer bu düzelmezse ömür
boyu bir başarısızlık söz konusu olacaktır. İşte
bütün bu eksiklerimizi gidererek, isterseniz iç
bükey, isterseniz dış bükey, bu yaratılışımızla
alakalı başından takdir edilmiş bir hakikattir.
Başından gelir, fark etmez. Bizim işimiz bunu
ahenge kavuşturuyor olmak. Efendim geldik
son tarafa. Şimdi bugünkü dersimiz bitti. Ödev
kısmına geçiyor olacağız. oluşturuyor olmak.
Sorduğunuzu tuhaf bir şekilde dinliyor
olacaksınız. Dolayısıyla sorduğumuz sorular da
verdiğiniz cevaplar karşısında oluşturacağımız
o cevap videolarımız aynı zamanda sizin için
yeni bir eğitim anlamına da geliyor olacak.
Ama ben hala sabırlıyım. gelen kardeşlerim
için bekliyorum ve hafta içerisinde inşallah
birinci testimizden birinci ödevimizden
başlayarak yavaş yavaş diğerlerini
tamamlayacağız. Ama ne olur şu yanıt kısmını
kapatmadan sizler de yavaşça bunu bitirin. Her
ne kadar yanıtları kapatır olsan da sonraki
gelecek arkadaşlar için yeni test biçimlerini de
oluşturacağız ki inşallah sonsuza kıyamete
kadar kimler gelirse bu eğitimlerden faydalanır
olsunlar. Haftaya tekrar görüşeceğiz
matematikte. Ama sakın korkmayın olur mu?
Matematik dünyanın en zevkli uğraşlarından
biridir. Nasıl olduğunu beraberce göreceğiz.
Şimdilik kalın sağlıcakla."}
Efendim herkese merhabalar. Düşünce
teorisine girişin dördüncü dersine geldik.
Matematiksel hazırlıktan bahsediyor olacağız.
Herkesin okul hayatında genel itibariyle az
insanın sevdiği, genellikle pek çok çeşenin
çekinerek yaklaştığı bir ders konusudur
matematik. Ama bizim için düşünce teorisine
giriş noktasında kısaca değinmemiz gereken
önemli mevzulardan bir tanesi. Çünkü hepsini
bir araya getirdiğimizde yeni bir düşünce
mantığına geçmeye gayret ediyoruz ya. Mental
düzeyimizde varlığımızla ilgili konuşmuştuk.
Biyoloji alanında yaptığımız hazırlıkta
bedenimizin bizim düşüncelerimize
etkinliğinden bahsetmiştik. Sosyolojik olan
noktada ise yerimiz toplum içindeki noktamızı
anlatırken matematiğe geldiğimizde ise
problemlerimizden bahsediyor olacağız. Ama
problem dediğimiz şey aslında ne anlama
gelir? Bu noktadaki düşünce biçimimizi
değiştirmemiz gerekiyor. Bu kelime hakkında
birkaç şeyin altını çizmek lazım. Eğitim sistemi
bunu kafamıza korkunç bir şey olarak
yerleştirmiş olabilir. Havuz problemleri diye
genel itibariyle esprilere düşmüş olan problem
kelimesi bilinmeyeni bulmak, mücadele etmek,
üstesinden gelmek değildir. Bu yüzden dolayı
da problem çözücüler asıl itibariyle çok daha
zeki olduğunu düşündüğünüz insanlar da
değildir. Madem ki matematiği iyi o zaman
zekidir bu çocuk dememeli hiç kimse için.
Çünkü probleme böyle baktığımız için
çözümleme noktasına odaklanıyoruz. Halbuki
problem dediğimiz şey aslında şudur. Bir şey ya
da olayın oluşu için gerekli olan bir araçtır.
Dolayısıyla araç ve amaç konusundaki
dersimizi bu dersi anlamak için bir kez daha
dinlemenizde fayda olabilir. Peki ne demek
istiyoruz bunda? Gelin ona bakalım. Sadece
matematik kendi alanında değil fiziği de
konuşurken uyguladığımız bir hesaplama
yöntemlerinin bir araya geldiği bir bilim dalı.
Dolayısıyla örneğin fizik dersine girenler ya da
girmeseniz bile mutlaka duymuşsunuzdur. Bir
sürtünme kuvvetinden bahsedilir. Ve genellikle
fizik derslerinde çocuklar şimdi sürtünme
kuvvetini ihmal ediyoruz. Bunu nasıl
hesaplayacağız filan şimdilik dursun
üniversiteye gelince bir bakarsınız derler.
Halbuki başta söyledik ya problem yoksa oluş
yoktur. Dolayısıyla sürtünme kuvveti asıl
itibariyle bir maddenin yeryüzünde hareket
edebilmesi için gerekli olan bir ihtiyaçtır. İşte
bu noktada problemlere bakarken onların
üzerine basa basa bir yerden bir yere gitmek
için ihtiyacınız olan sürtünme kuvveti gibi bir
kuvvet olduğuna inanmanız lazım. Ve bu
noktanın oluş süreçlerini takip etmek üzere
matematiğe yeniden bakmak gerektiğini
anlamanız lazım. Oluş süreci içerisinde var olan
aksaklığı keşfetmek sizi çözüme taşıyacak olan
ana araçtır. Bugün sizlerle beraber bu
taşıyıcıları ve bu taşıyıcıların özelliklerinden
öğrenmeniz gerekenlere bakacağız. Çünkü
problem dediğiniz her ne varsa bir kez daha
ifade etmek istiyorum iyice kafaları kazınsın
diye üzerine basarak bir yerden bir yere
gitmenize yardımcı olan oluşun sürecidir. Ve bu
süreçteki bütün taşıyıcılar sizi bir yerden bir
yere götürür. Düşüncelerinizi bir yerden bir
yere taşırlar. Dolayısıyla problem aman
Allah'ım çözmem gerekiyor dediğiniz şey değil.
Harika. Madem ki problem var bu durumda
ben bir yerden bir yere yürümeye gitmeye
başlayacağım ya da bir şeyler olacak demeniz
gerekiyor. Matematikte özellikle herkesin en
korktuğu sembollerden bir tanesi eşitliktir.
Bilinmeyeni bulabilmek adına hep problem
diye problemi tanımlarken uyguladıkları yanlış
yönelim biçimiyle düşünce biçimimiz ne yazık
ki hep o problemi zor olarak görmüştür.
Matematikte ise bu gösterilen eşitlik kavramı
aslında denge değil bir hareket formudur.
Denge statiktir, hareket ise dinamiktir. Yani
şunu demek istiyoruz. Bir yerde bir eşitlik
gördünüz ve burada bir bilinmeyeni aramaya
gayret ediyorsanız bu eşitlik aslında her şeyin
bir şeye ulaşmak için gerekliliğine dair bir
işarettir. andan itibaren burada tekrardan yeni
bir şey başlıyor olacak. Bu hayatın tam da
kendisi yani döngü. Hayat bu döngü içinde
kaybolmak değildir. Bu döngü içerisinde bir
hayat olabilmektir. Bu yüzden eşitliğin her
neresinde olursanız olun durum değişmez. Yani
bilinmeyenler arasında kaybolmazsınız. Her
bilinmeyen sizi bir bilinene taşıyacaktır. Bugün
onu öğreneceğiz. Daha doğrusu onun girişini
yapıyoruz. Çünkü dersin adı düşünce teorisine
giriş. Hepsinden sıyrıldıkça bunları
detaylandırmaya başlayacağız dedik ya. O
yüzden matematiğe bir özümser bakış
yapıyoruz ve bu bakışla beraber düşünce
biçimimizi değiştirmek gerekliliğini ortaya
koymuş oluyoruz. Öyleyse bu gereklilikler
bizlere eşitlik kavramının aslında hareketli bir
hayat döngüsünde hayat olabilmek için
ihtiyacımız olan bir şey olduğunu gösteriyor.
Peki bu şey nasıl anlaşılmalı? Bakın olaya şöyle
başlayalım. En basiti ilkokula gidelim toplama
işleminden. 4 eşitliğin hemen sağında yer alan
4 hakkımına ulaşmak için 1 artı 3 de diyor
olabilirsiniz. 2 artı 2 de. Yani ihtimallerin sınırlı
olduğunu zannedersiniz. Bu hep böyle
öğretilmiştir ya bize. Oysa ki bu sınırlar
detaylar arttıkça genişlemektedir. arttıkça
genişlemektedir. Yani hemen bir alt tarafta
gördüğünüz üzere 1 bölü 2 artı 1 artı 1 bölü 2
artı 3 de 4 eder. Ve bu detaylar gittikçe artabilir
bir olay döngüsü içerisinde veya kendi
düşüncelerinizi bir yerlerde harekete geçirip
eşitlik sonrasına ulaşmak istiyorsanız. Burada
matematiğin en önemli kurallarından biri olan
detayları azaltmanın yolu için toparlamak
oldukça önemli. Matematik detayları bir araya
getirebilmektir. Yani olayları öncelikle bir araya
getirebilmek. İşte bu yüzden parantez kavramı
matematikte bu detayların bir arada
getirilmesini öğretir insanlara. İnsanların
yaptığı en büyük hataysa tüm problemlerdeki
rakamları bir araya getirmeden toplamaya
çalışmaktır. İşte bu yüzden hayatınızdaki
düşünce biçiminizde önce karşınızdaki
detayların benzer özelliklerini parantez
içerisinde bir araya getirmeniz gerekiyor.
Detaylar istediği kadar farklı olsun benzer
özellikleri sebebiyle bir araya getirilebilirler. Bir
araya getirme fonksiyonuna ne kadar çok
yaklaşırsanız sonuca ulaşmada harcayacağınız
vakit o kadar kısalacaktır. Örneğin iş yerinde
ciroların düşmesiyle beraber bir takım
düşüncelere daldınız ve önünüze onlarca detay
geldi. Hemen bu detayları parantez altına
almalısınız. Hemen bu detayları parantez altına
almalısınız. Yani personelle ilgili olan detaylar,
ürünle ilgili olan detaylar, mağazanın fiziksel
koşullaya çalışırken detaylar arasında
boğuldum ve mahvoldum demek zorunda
kalırsınız. İşte bu yüzden matematik sizlere
öncelikle derleyip toparlayabilme düşünce
sistemini öğretir. İyi ama böyle derleyip
toparlamaktan bahsediyorsunuz. Hadi bu kısmı
anladık da çözüm aşamasına nasıl gideceğiz
diyenlere giriş kısmında olduğumuzu
hatırlattığımız gibi her derste bir ipucu da
verdiğimi unutmamanızı istiyorum. Örnek
vermek gerekirse 1 artı x eşittir 4. Burada
hemen x rakamının kafadan 3 olduğunu
bulabilirsiniz. Bazen problemler detaylandıkça
bu x'e ulaşmak daha da zorlaşıyor. Beni izleyen
üniversiteyi bitirmiş hele matematik
istatistikçiler bu noktada bunun basit çok daha
zorları var diye olabilirler. Ama unuttuğumuz
bir şey var. Her neyin çözümünü arıyorsak
araralım. Çözümünü aradığımız her şey
probleme dahildir. Matematikte olan bu
kavram yeryüzünde var olan her şeyin
içindedir. Dolayısıyla eğer bir problemdeki
çözüm noktasını bulamıyorsanız, yaptığınız
bütün işlemlere rağmen bir türlü çözüm
bulunamıyorsa bu durumda bu eşitlikte hata
var demektir. O eşitliği kurabilmeniz için her ne
gerekiyorsa gereksin bilmeniz gereken bir
önceki örnekten hareket edersek eğer ciroların
düşüyor olması dünyanın fiziksel koşulları yani
kader konusunu bir noktada tutarsanız ki onun
da aslında matematiksel bir karşılığı var ama
şimdilik o kadar derine girmeyelim düşüncenin
kendisinde anlatacağız o kısmını çünkü
tamamen fiziksel koşullar içerisinde ciroların
düşmesinin probleminin çözümü
bulunduğunuz dükkanın dışında değildir. Eğer
detaylar arasında dükkanın dışı yoksa.
Dolayısıyla çözümü hep o yazdığımız problem
cümlesinin içinde arayacağız. Bulamıyor
muyuz? O zaman problem cümlesini yanlış
yazmışız demektir. Peki bir problemi çözmenin
en etkin yollarından en başında ne mi gelir?
Herkesin en zorlandığı şey doğru soru sormak.
Madem dükkandan başladık oradan devam
edelim. Çünkü en iyi ve en kolay anlayacağımız
çözümleme noktalarından bir tanesi olarak
akılda kalıyor bu ve bir düşünce adamının
şimdi en önemli özelliğine geleceğiz. Siz tabi şu
anda o en önemli özelliğin sadece soru sormak
olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Bakın bu bile
düşünce sistematiğimizin ne kadar ön
yargılarla dolu olduğunu gösteriyor. Sona
saklayayım sürpriz olsun bu. Şimdi dükkanın
ciroları neden düştü? Böyle bir soru yanlış bir
sorudur. Çünkü henüz elimizdeki etkenleri ve
bu etkenleri oluşturan eşitliği kurmuş değiliz.
Ben sadece bir örnek vereceğim ve çok basit
olacak tabii ki. Aklınızdan bir şeyler eklemeye
çalışmayın. Ürün olabilir, müşteri olabilir ve
çalışanlar olabilir ve bunların toplamından
oluşan eşitlik ciroların düşmesine sebep olmuş
olabilir. Bu durumda önce ürünü, müşteriyi ve
çalışanları gruplandırdım ve çalışanlar
konusundaki problemin daha yüksek seviyede
bir problem olduğunu gördüm. O zaman bu
noktadaki asıl sorum şu olmalı. Çalışanların
hangi hatası yüzünden cirolar düştü? Peki,
burada doğru soruyu bulmak yeterli mi? Hayır.
Doğru soruyu bulabilmek için en temel
yöntem, odak noktanızın en başından
belirlenmemiş olması gerekiyor. Dünyanın en
iyi düşünce adamları ve çözüm üretebilme
kabiliyetlerindeki üstünlüklerinin en temel
sebebi onların sorunlarla karşılaştıklarında
birinci kısımda anladığımız üzere sorunların
onları bir yere taşıyacaklarını bilmeleri. İki
sorunun içerisinde doğru soruyu sorabilmek
için asla ve katiyette bire şeye
odaklanmamaları. Yani eğer ürünlerden bir
tanesini hiç sevmiyorsanız ve bir ön yargınız
doğal olarak oluşmuşsa ürün odaklı
gitmemelisiniz. Eğer konu müşterilerle alakalı
ve onların memnuniyetiyle alakalı ancak
çalışanlarınızın işe geç geliyor olmalabilmenin
en önemli püf noktası asla ve katiyette bir
odak noktanız ve herhangi bir ön yargınız
olmamalı. Bir şeye inanıyor olabilirsiniz ama o
inandığınız şeye odak noktasına koyarsanız o
inandığınız şeyin doğrultusunda bile cevabı
bulmanız imkansıza yaklaşmaya başlar. Elbette
ki matematikteki işlemler silsilesi bu düşünce
biçimimizi biraz daha karmaşıklaştırmasına
sebep olacak. Ama ben karmaşıklaştırmadan
giriş seviyesinde önemli bir yere değinmem
gerektiğini görüyorum. Onlardan bir tanesi de
bu. Dört işlem diyerek geçtiğimiz herkesin çok
basit gördüğü şey aslında bizim düşünce
biçimimizin temelinde var olan beynimizin
çalışma algoritmasının da temelini oluşturuyor.
Arap dünyasının keşfetmiş olduğu bu dört
işlem aynı zamanda düşünce biçimimizdir. Bu
düşünce biçiminde toplama işlemi eklenen
yükler anlamına gelir. Çıkarma işlemi ise
eksilen değerler. Yani bir şeyler kaybolunca da
problem olabilir, bir şeyler üst üste gelince de
bir problem oluşabilir. Peki çarpma ve bölme
bu işin neresinde? Çarpma sürekli tekrar eden
çoklu tekrar sonucunda oluşan problemler ve
bunun eşitliğiyle alakalıdır. Bölme ise bir
parçalanma etkisidir. Dolayısıyla bir şey
parçalandıkça ortaya çıkan, bir şey bölündükçe
ortaya çıkan bir problem çeşididir. Peki bu dört
tane ayrı işlemin karşısında hayatımızda
karşılaştığımız problemleri çözerken onlar ne
ifade ediyorlar? Şimdi bu teoriden pratiğe
geçmeye çalışalım. Evet tabloda da
gördüğünüz gibi 4 rakamına ulaşmak için 4
işlemin 4 fonksiyonundan da
faydalanabilirsiniz. 2 kere 2 de 4 eder. 8'i 2'ye
böldüğünüzde de 4 olur. 6'dan 2'yi çıkarınca da
4. 1 ile 3'ü toplayınca da 4 olur. 6'dan 2'yi
çıkarınca da 4. 1 ile 3'ü toplayınca da 4 olur. Bu
basit usullerin her birisi aslında yeni bir
düşünce biçiminde bu işlemlerin esasını ortaya
koyar. Ben hemen bir örnek vererek
problemleri tek tek bize nereye taşır onu
çözdürmeye çalışacağım. Eğer bir yerde
çarpma varsa burada tekrarlı bir şartlı problem
vardır demiştik. Bu ne anlama geliyor? Örneğin
bir öğrencinin sürekli zaman kaybediyorum
demesi. Buradaki zaman çözmemiz gereken
yani bu zamanı tekrar nasıldan bölmeden
kaybetmeden çalışabiliriz sorusunu gündeme
getirecek. Bu durumda çarpmanın tersi olan
bölme işlemini uygulayacağız. Yani tekrarı
engelleyeceğiz ve böleceğiz. Nasıl olacak bu?
Zaman kaybettiğimiz konuların her birisini
günün içine yaymayı ve bu tekrarı bir bölme
işlemiyle engellemeyi seçiyor olacağız. Eğer bir
şeyde parçalanma etkisi varsa. Örneğin
çocuklarım hep oyun oynamak istiyorlar. Ve
ben de kitap oynayamıyorum. Bu durumda
sizin bölünen unsurunuz ne? Kitap okumanız
sürekli arada bir çocuk talebiyle bölünüyor bu
durum. Ve bunu sürekli kim tekrar ediyor?
Çocuklar. O zaman bu tekrar eden şeyi
çocuklar diye bulduysam ben bunun tersi olan
çarpma işlemini yapacağım. Yani çocukları bir
araya getireceğim. Çocukların oyun isteklerini
birleştirip o oyun istekleri için belli bir
zamanda bunu çoklaştırıp ve bunu sürekli
tekrarlayarak sizin kitap okumak için gerekli
zamanınızı zaman içerisinde oluşmasını
sağlamış olacağım. Örneğin öğrenci bir
arkadaşımın sürekli olarak futbol oynamaya
gitmek benden zamanımı çalıyor şeklinde ya
da oyun oynamak zamanımı çalıyor gibi bir
düşünceye sahipse eğer buradaki durum nasıl
bir durum? Çıkarma işlemi çünkü eksilen bir
değer var. Peki çıkartmanın tersine toplama.
Peki bu toplamada ana unsur neydi sizin?
Oyun değil. Bu ders sonucunda ne
kazanacaktınız? Üniversite. bu ders sonucunda
ne kazanacaktınız? Üniversite. Dolayısıyla bu
üniversiteyi kazanabilmeniz için sizden bu
eksilen değeri tekrar edebilmeniz için eğer
oyun oynamak sizin için çok kıymetli ve
buradan kopamıyorsanız bu durumda eklenen
bir yüke ihtiyacınız var. Yani daha az uyumak.
Daha az uyumayı beceremediğiniz günden
itibaren ise daha fazla oyun oynamaktan
vazgeçmek zorunda kalacaksınız. Örneğin işler
üst üste biniyor ve bu kadar üst üste binen iş
de benim sırtımda öyle bir yük meydana
getiriyor ki kaldıramıyorum diyenler için ana
işlem ne oldu? Toplama işlemi sürekli eklenen
bir yük var. Peki toplamanın tersine Toplama
işlemi. Sürekli eklenen bir yük var. Peki
toplamanın tersi ne? Çıkarma işlemi. Ama
hemen işlerden eksiltmeye çalışmayacaksınız.
ediyorsanız kazandığınız işe odaklanabilmek
sizin hangi işten vazgeçmeniz gerektiğini değil
hangi işe daha az zaman harcamak için hangi
işe daha çok zaman ayırmanız gerektiğini
gösterecektir. Dikkat ederseniz dört işlemin
hiçbirinde problem olarak gördüğünüz şeyi
ortadan kaldırmaya uğraşmadık. Problem
olarak gördüğünüz ne varsa onu sizin için bir
kaldıraç yapmaya çalıştık. Elbette bu bir anda
anlayacağımız bir şey değil. Hem ödev
kısmında hem de ilerleyen dönemlerde
yapacağımız karşılıklı çalışmalarda bu çok daha
netleşmeye başlayacak. Çalışmalarda bu çok
daha netleşmeye başlayacak. Bu arada gelecek
olan sorularınız mail olarak gelenlerine de ayrı
ayrı cevap vermek için bir çalışmam var ve
ödevler konusunda hala aramıza katılanların
varlığı size biraz daha vakit kazandırmış gibi
görünüyor. Ama sona geldiyse ki eğer son bir
cümle söylüyor olayım bir denklemde ne kadar
bilinmeyen varsa o kadar işlem vardır. Ve
taşıyor olma bilinciyle hareket etmeniz sizi çok
daha sıkı, çok daha hareketli ve çok daha
başarılı bir noktaya taşımak için düşünce
teorisine girişte önemli bir adım oluşturuyor
olacaktır. Efendim aşağıdaki linkten bir ödev
kısmı var ama yine bu ödev soru cevap
şeklinde olsa da sizin duygu dünyanızı
anlatmak için bize bir fırsat sunuyor olacak. O
fırsatın videolarını çekmeye henüz
başlamadım. Çünkü dediğim gibi hala aramıza
katılanlar var. İnşallah artık bu haftadan
itibaren şu bin rakamını yakalıyor oluruz. Çok
az kaldı. O zaman çok güzel cevap videoları
gelecek. Ve onlar size çok faydalı olacak. Arada
sorular var o gelen soruları mail olarak
atarsanız ben de size sesli olarak
yanıtlayabileceğim dosyalar göndererek
yardımcı olmaya çalışıyor olacağım. Efendim
yolculuğumuz devam ediyor. Her bir derse
vereceğiniz emek dersin haricinde vereceğiniz
şahsi emekleriniz bu düşünce teorisinin giriş
kısmında size yardımcı olacak. Bunu bilerek ve
özellikle yapıyoruz. Bakalım kim daha fazla
kendinin düşünce biçimini değiştirmeye hazır
ve nazırdır. Haftaya tekrardan görüşmek üzere.
Aşağıdaki linke tıklayıp gereğini yapmayı
unutmayınız. Bir de kitap tavsiyesi
bırakıyorum. Formun sonunda görürsünüz.
Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi'ne girişte dördüncü


dersimizdeyiz. Kelimelerin anlamlarından
sıyrılarak kavramların anlamlarını konuşuyor
olacağız. Aslında pediatrik bir hazırlık dersi bu
ama konunun detaylarının özünde kavramlar
var. Yani çocukluğumuzdan beri bizim
öğrendiğimiz, büyüdükçe çevremizde
gördüğümüz her türlü tecrübe sonucunda
kavramsallaştırdığımız kelimeler. Kelimelerle
kavramlar arasında çok ciddi bir fark ve önemli
bir etkileşim var. Birbirinden asla ayrılmaz bir
ekmeğin oluşum sürecindeki ihtiyaçlarınız
kelimeleri ekmeğin kendisi değil onu yerken
hissettikleriniz kavramı oluşturuyor. Bu yüzden
önce kafamızdaki kavramları birer birer
yıkmamız değil değiştirmemiz lazım. Kelimeler
tam anlamıyla bir şeyin ne anlama geldiğini
bize anlatır. Yani kelimeler nedir sorusunun
cevabını verir. Okul tarihimiz boyunca
görmüşüzdür bunu. Kavramlarsa bir şeyin nasıl
olduğunu anlatır bize. Yani nasıl yaşamamız
gerektiğini. Elbette bu konuda mahir bir
kavramsal düşünceye sahip olabilmek düşünce
teorisine giriş aşamasında çok kolay değil. Ama
şunu bilmek gerekiyor. Kelime dağarcınızın
genişliği bu konuda oldukça önemli. Ama
bunun yanında kavramlarınızın oturtturulması,
düşünme biçimini etkileyen en önemli
kavramları yeniden ele aldığımız bir ders
alacak bu. Yani bugün genel anlamda pek çok
kavramı değil, düşünce teorisinde çok ama çok
önemli olan kavramları konuşacağız. Bu
derslerimiz hafta hafta bitip ikinci bölüme
geçtiğimiz zaman yani bir sınıfa geçtiğimiz
zaman bunlar üzerinde detaylar başlıyor
olacak. Hadi başlayalım bakalım
düşüncelerimizi etkileyen bu kavramlarda ne
doğruymuş ne yanlış. Çocukluğumuzdan bu
yana öğretim hayatımızda özellikle bizlere en
çok bu kavram hakkında yanlış bir öğretim
biçimi uygulanmıştır. Zihnimiz sanki bir depo
ve bu deponun sürekli doldurulması gerektiği
öğretilmiştir. Bu kavramsal düşünce biçimi
yüzünden zihnimiz gittikçe stok üzerinde
çıktığını da zannettiğimiz acayip bir depo
halinde anlaşılmaktadır. Halbuki zihnimiz bir
düzenleme merkezidir. Bu yüzden zihninizi her
gördüğünüzde ve her gerekli olan şeyle
doldurmaya kalkmayacağız. Her şeyi
okumayacağız, her şeyi takip etmeyeceğiz ve
önümüze gelen her şeyi incelemeyeceğiz.
Şimdi hayattaki üç şey zihninizin temel gelişim
süreci için önemli olan gereklilik dir. Dolayısıyla
bu üç şey haricinde ne varsa onlarla ilgili olan
şeyleri okumaktan, takip etmekten ve
incelemekten bir süre boyunca uzak durmanızı
isteyeceğiz. Ve öyle bir süre ki tam bir düşünce
adamı olabilene kadar. Hayatınızın en önemli
üç şeyi vardır. Bunlardan birincisi inancınızdır.
Neye inandığınız değil fark etmez ama bir şeye
inanırsınız. İkinci hayat biçiminizin ihtiyacı olan
şey ise yaşantınızla alakalıdır bu mesleğiniz.
Yani icra ettiğiniz vazife, öğrencilik,
marangozluk veya doktorluk. Üçüncüsü ise
yaşantınızla ilgili olanlardır. Hobileriniz gibi
ama öyle şeyler olmalı ki bunlar basit hobiler
değil başkalarının hayatınaemmiyet taşıyan
yaşantınız haricinde Bundan sonra hiçbir şeyi
okumayıp hiçbir şeyi takip etmeyip hiçbir şeyi
incelemeyeceksiniz Yok ben böyle
yapmayacağım diyorsanız eğer zaten düşünce
teorisinin giriş kısmında kalıyor olacağız Ne
yazık ki böyle yapanlar için Çünkü zihni bir
depo kavramıyla kullanmaya devam edenler
boş konuşmaktan asla kendilerini
alamayacaklar. Çünkü bu kavram böyle
öğrenildiğinde bu hastalık peydah oluyor.
Düşünce teorisinin en önemli ikinci kavramı
aklımız. Aklımız bugüne kadar bize öğretildiği
gibi kavramsallaştırdığımız gibi diyelim daha
doğrusuyla dersimizin ana konusu olarak bir
çözüm merkezi değildir. Bir hareket merkezidir.
Dolayısıyla hayatınızın her anında sizler bir şey
çözmek için aklınıza ihtiyacınız olduğunu
kavramsallaştırmış ve inanmışsınızdır. Halbuki
aklınız ileriye, daha ileriye hareket etme
kabiliyeti için size gerekli olandır. Bu yüzden
akıllı insanlar aslında doğru çözümleri sürekli
bulabilen değil, hareket halindeyken
yaşadıkları problemleri çözmek zorunda kalıp
bu yetenekleri iyice gelişmiş olan insan
tipleridir. Bu yüzden ana hedef çözüm odaklı
olmak değil, hareket odaklı olmaktır. Harekete
dönüşmeyecek olan çözümler zaten akli
çözümler olamayacaklardır. Dolayısıyla böyle
bir düşünce biçimine böyle bir kavramsallığa
ulaşmadığınız andan itibaren ne yazık ki
buraya kadar da böyle geldiyseniz bu
söylediğim gibi değilse bu durum genel
itibariyle boşa zaman kaybedenlerden
olmuşsunuz demektir. Güç, düşünce adamı için
oldukça mahiyetli bir şeydir. Ama yanlış bir
kavram üzerine hareket edince, ülkemizde ve
dünyada gördüğümüz garabette karşılaşırız.
Güç, para, vücudunuzun gelişmişliği, imkanlar,
tanıdıklar amcalar dayılar, bir köşede
bulunanlar değildir. Güç, hiçbir şey
kalmadığında kabiliyetlerimizin bütünü ve
toplamıdır. Şimdi bir A4 kağıdı alıyoruz ve
bunu dörde bölüyoruz. Ve bu dörde
böldüğümüz yerde tüm maddi imkanlarımızı
yazıyoruz. Böyle kelli felli tanıdıklarımız,
paramız, yatımız, katımız, imkanlarımızı. Sonra
onun üzerinde şuna bakmaya başlıyoruz. Eğer
bunların hepsi iptal olsa elimde ne kalır?
Elinizde ne kalırsa onu sayfanın ardına
yazıyorsunuz. Ve o ardınıza yazdığınız neyse o
sizin gerçek gücünüz demektir. Ve bütün
kavramsal düzeninizi buna göre kurgulamaya
başlayacaksınız. Eğer böyle yaparsanız ne olur?
Böyle yapmazsanız kendinizi geliştirmeye
kapatmış olursunuz. Zaman hakkında çok şey
söyleyebiliriz ama kavramsal olarak gidelim.
Zaman bir vakit değildir. Zaman kavramsal
olarak üzerinizde yüzdüğünüz bir nehirdir. Bu
nehrin içinde yüzüp bir kıyıdan bir kıyıya ya da
bir baştan bir sona doğru gittiğinizi varsaymak
zorundasınız. Ve bu noktada elbette zaman
israfı konusu için hemen basit bir çözüm
önerisi ortaya koymam gerekiyor ki bu kavram
aynı zamanda sizin hayatınızda bir yer
edinebilsin. Tüm israf noktalarımızı önce tespit
edeceğiz. Örnek kahveye gitmek, oyun
oynamak gibi. Gerçi kahveye gitmeyi israftan
bile saymak bayağı hata olur ama neyse. Şimdi
bu noktada önce bunları kısmayacağız. Bunları
toptan iptal edeceğiz. Bir süre boyunca. Ne
kadar mı? Yaklaşık 40 gün boyunca hiç oyun
oynamamayı deneyeceğiz. Zorlayacağız
kendimizi. Önce 5, 6, 7 bazen aralarda kaçaklar
olacak. Bu kaçakları aldırmadan 40 günü
tamamlamak için dişimizi tırnağımızdan verip
tabiri caizse bunları iptal edeceğiz. Sonra mı?
En sonda ne kadarına ihtiyacınız olduğunu
anlamaya başlayacaksınız ve bu sürenin
itibariyle de gerçekten ne kadar zaman
ayırmanız gerektiğini anlayacaksınız oyun
oynamaya. Eğer bu kavramı böyle
anlamazsanız israfkar olursunuz ki bir düşünce
adamının en önemli maliyeti zamandır. Fikir
konusunda da binlerce şey söylenir. Ama fikir
asla ve katiyetle bilmek değildir. Bilmek hiçbir
işe yaramaz. Mesele üretmektir. Bu yüzden
fikrin kavramsal karşılığı üretimdir. Fikrin
üretimi ise birliktelikle ya da bilgiyle söz
konusu olmaz. Deneyimle gerçekleşir.
Deneyimle gerçekleşmemiş bir fikrin hiçbir
karşılığı olmadığı gibi acayip ve garayip bir
şeyin üretimine vesile olabilir. Bu da en çok
istemediğimiz şeydir. Peki bunu nasıl
düzelteceğiz? Yani bu kavram nasıl oturacak
beynimizde, aklımızda, bütün benliğimizde?
Hiç yapmadığınız bir işi yapmayı deneyin.
Örnek boyacılık. Eğer bunu denemezseniz ve
bu kavramı oturtturmazsanız ne yazık ki
gerçekten fikirleri değiştiremezsiniz.
Günümüzün pek çok konuşulan konularından
biridir öngörü. Aynı zamanda düşünce adamı
için oldukça önemli bir kavramdır. Ama öyle bir
kavramdır ki deneyimsel bir tecrübe değildir.
Tecrübelerle öngörüler oluşmaz. Hakikat ve
gerçek kavramsal karşılığı hem bir şeyin ardını
bilebilecek sabra ermektir. hem bir şeyin ardını
bilebilecek sabra ermektir. Sabırlı olmayan ve
bir şeyin ardını bilemeyen kişi asla ve katiyetle
öngörü sahibi olamaz. İşte bunun için elinize
küçük bir kağıt alacaksınız öyle büyük büyük
değil. A5 yani bir A4'ün yarısı kadar. Ve orada
sabrınızın zorlandığı anları yazmaya
başlayacaksınız. Birisi bana küfür etse, yolda
giderken bir araba önüme kırsa, karşımda birisi
şöyle şöyle yapsa işte o anda gerçekten
sabrımı zorluyor dediğiniz anlar. Sonra o anlara
muhatap olduğunuz zaman dilimlerinde
dişinizi sıkmaya başlayacaksınız. Bir süre sonra
değişebilir olduğunu görmeye başlayacaksınız.
Çünkü öngörüleri gelişmemiş bir düşünce
adamı en başta kendi adına değişemeyecektir.
Nereden çıktı şimdi bu demeyin. Sonda bazı
şeyleri anlatıyor olacağım ama karanlık
oldukça önemli bir şey. Karanlık kavramsal
açıdan bakıldığında genellikle aydınlığın
olmadığı yere denir diye kabul edilir. Yani ışık
yenmiyorsa karanlıktır diye. Halbuki aydınlık
olmadığında olabilen şeye karanlık denir. Yani
karanlık ayrı bir şeydir. Aydınlıksa ayrı bir
şeydir. Bu bir fiziksel kavramdır. Bunu daha iyi
anlayabilmek şimdilik biraz zor olabilir. Ama
bunu şunun için anlattım. Kendinize eğlenceli
bir fizik kitabı edinin ki ben aşağıda linkte
bunlardan bir tanesini veriyor olacağım. Bu
fizik kitabı bazı maddi kavramlara bakış açınızı
değiştirmeye vesile olacak. İnşallah. benzer
fiziksel konuların ana hatlarında doğru
kavramları anlamlandırıp oturtturamazsanız
gerçek manada bilemezsiniz. Gerçek manada
bilebilmek bir süreçtir. Ama en azından bir
başlangıç olsun. Evet geldik son kavramımıza
yaşamak. Yaşamak nefes almak değildir.
Yedim, içtim, oturdşamak nefes almak değildir.
Yedim, içtim, oturdum, nefes alıyorum,
yaşadım diyorsanız kavramsal manada bir
düşünce adamı olmak oldukça zor. Yaşamak
hala birilerinin hayatlarında olabilmektir. Yani
birilerinin hayatlarına dokunabilmektir. İşte
bunun çözümünün en temel başladığı yerse
mahalledir. Mahallenizden herhangi birisine
fiziksel olarak yardım edin. Poşetlerini
taşıyabilirsiniz. Bir hanımefendi ise yaşlı bir
çiftin evinde camlarını silebilirsiniz. Onlarla
yemek yapabilirsiniz. Hiç fark etmez. O gün
yaşamak kavramsal bir karşılık bulmaya başlar.
Bu kavram böyle oturtulmadığında ise çok
kaba bir tabir gibi gelebilir size ama işe
yaramazsınız. Efendim geldik sona. Şimdi her
bölümün sonunda vermiş olduğumuz ödevleri
öğrencilerimizin bir kısmı yapıyor bir kısmı
yapmıyor. Yakinen takip ediyorum. Maillerinize
de zaman buldukça cevap vermekte de devam
ediyorum. Ama aynı zamanda bazı seçimler
yapıp bazı öğrencilerimizi de yıldızlamaya
başladım. Bu arada her bir testte aslında garip
bir eğitim sistemini sürdürüyorum. Bugün size
sadece bunun ipucunu veriyorum. Gördüğünüz
şeylere, baktığınız şeylere daha önce baktığınız
gibi bakmayın. Yoksa o baktıklarınızda büyük
hatalar yapmaya devam edersiniz. Yani
sorularımız sadece sizi test etmek için değil.
Aynı zamanda sizi geliştirmek için. Ama bunu
çok sonra öğrenmeye başlayacağız. Bir oyun
oynuyoruz. Ama bu oyunda oyuncu sadece siz
değilsiniz. Kolay gelsin."}

Kitapta Yazmaz'dan herkese merhabalar.


Düşünce teorisine girişte bu hafta oldukça zor
ama hap haline getirmeye çalıştığımız
psikolojik hazırlık sürecinden bahsediyor
olacağız. çok basitleştirmeye gayret ettim.
Hem çok çabuk ve hızlı yol alabilelim hem de
sona doğru giderken bu hazırlıklar üzerinde
daha iyi düşünme imkanı bulabilirsiniz diye.
İnsanlık tarihinde insanın düşüncesini
engelleyen en temel unsur zihninde oluşan
duvarlardır. Bu duvarlar en nihayetinde insanı
mevcuda kabule zorlamaktadır. Dolayısıyla biz
bu duvarları nasıl aşabiliriz sorusundan çok bu
duvarları nasıl yok edebilir, ortadan
kaldırabiliriz ona odaklanmamız gerekiyor ama
çok dikkatli bir şekilde ve birkaç defa
dinlemelisiniz. En başında şunu söylememiz
lazım, insan düşüncesine engel oluşturan
duvarların tamamını özetlesek, 3 tane temel
problem sebebiyle bu duvarların oluştuğunu
görüyoruz. Bunlardan birincisi korku, ikincisi
menfaat ve üçüncüsü de ümitsizlik olarak
karşımıza çıkıyor. Elbette sizler şimdi hemen
bunlar nasıl oluşuyor, nasıl meydana geliyor
ona odaklanmış olmalısınız. Ama düşünce
adamının temelde uğraştığı şey oluşun
sebepleri ile alakalıdır. Dolayısıyla korku
menfaat ve ümitsizlik kavramlarına birazdan
geleceğiz. Burada biraz önce mevcudu
kabullenmekten bahsetmiştik. O duvarların
mevcudu kabulı kimin inşa ettiğini bilmemiz
gerekiyor. Bu duvar bir korku duvarı, bir
menfaat duvarı yahut bir ümitsizlik duvarı
olabilir. Ama önemli olan şey bu duvarı kimin
yaptığı. Bu duvarı üç şey, üç kişi ya da üç
anlayış meydana getirebilir. Bunlardan ilki
bizzat kendimiz olabiliriz. Kendi kendimize bir
korkuya, kendi kendimize bir menfaate, kendi
kendimize bir ümitsizliğe kapılmış olabiliriz. 2.
İkincisi ise bizim yanımızda, çevremizde en
yakın olandan hariç olan sistemsel anlayıştır.
Sözüne ehemmiyet vermemiz, verdiğimiz
ehemmiyet sonucunda boyun eğmemiz
gereken herhangi bir yapı olabilir. Dolayısıyla
biz burada bu duvarı oluşturan unsurlara ben,
sen hemen yakınımızda ve bizimle direkt
iletişimde olan, o ise biraz önce anlattığım
kavramlar içerisinde yer alanlardan herhangi
birisi. Şimdi dönelim en başta söylediğimiz
korku, menfaat ve ümitsizlik anlayış ve
kavramlarına. İnsan hayatı boyunca bir olaylar
silsilesi içerisinden geçer ve bu olayların her
birisinde ona düşünce biçimine engel olacak
korkularla karşılaşabilir. Dolayısıyla korku
herhangi bir şey olduğunda ya da olmadığında
yaşanılacak durumdur. Yani daha basit
söylemek gerekirse olaydır. Menfaat ise
olduğunda, gerçekleştiğinde ya da
gerçekleşemediğinde elde edeceğimiz
herhangi bir şeydir yani nesnedir, nesneldir.
Ümitsizlik ise bir şey olduğunda ya da
olmadığında ulaşılacak h, yani olgudur, yani
sonuç olarak diyebiliriz. İnsan doğduğu andan
itibaren çok çeşitli olaylar yaşar, bu olaylarda
bir takım nesneleri elde eder ya da kaybeder.
Sonuçta kazanç ve kayıplarıyla o sonuca
ulaşabileceğine inanır ya da inanmaktan
vazgeçer. Ve olay, nesne ve sonuç sürecinde
yaşanan bir hayat bizlere bu üç demel unsurla
duvarlar oluşturduğumuzu ortaya koyar. Yani
hayatımızda düşüncelerimizi doğru
düşünmemizi engelleyen üç çeşit duvarımız
var. Bir, korku duvarımız. İki, menfaat
duvarımız. Üç, ümitsizlik duvarımız. Üç,
ümitsizlik duvarımız. Her üçü kimita böyle bir
duvarlara sahiptir. Öyleyse gelin önce
kendimize doğru sorular sorarak o duvarlar ne
kadar var ve ne yükseklikte onu tespit etmeye
çalışalım. Birinci duvarımız korku demiştik.
Korkuya ait bir duvarımız var mı yok mu? Eğer
dışarıdan kaynaklanan bir korkumuz varsa
zaten elbette bunu söyleyebiliriz. Ailem beni
korkutuyor, okul beni korkutuyor diyebiliriz.
Veya gelecek beni korkutuyor diyemeyiz bu
ümitsizlik tarafına girer. Kendimize ait
korkularımız ise şöyle ele alınmalı hangi
durumu yaşadığınızda kendinizi
kaybedeceğinizi düşünürseniz yahut kendinize
ait olan bir şeyin kaybolacağına inanırsanız bu
sizin korkunuzdur. Örneğin insanların
içerisinde yaptığım konuşma olursa bu
konuşmada herhangi birisinin bana
gülmesinden çok korkarım diyorsanız bu sizin
duvarınızdır. Herhangi bir şeyin olmaması
durumunda çok üzülürüm, bunun için
yaşamaktayım, bunun olması gereki kariyer
içerisindeki size verilecek olan bir maaş miktarı
olabilir. Bu olmazsa ben hiçbir şekilde mutlu
olmam, mahvolurum diyorsanız bu sizin
menfaat duvarınızdır. Üçüncü duvarımızsa
ümitsizlik duvarı. Toplumda en fazla görüleni.
Şu yaşadığım hayattan lezzet alamıyorum. Bir
sonraki gün ne olacağı umurumda değil.
Gelecekte beni büyük tehlikelerin beklediğini
ya da umduklarıma ulaşamayacağımı
inanıyorum, inancımı kaybettim diyorsanız
sizin için bir ümitsizlik duvarı çoktan var
demektir. İnsanın bu duvarı tespit etmesi
yeterli değil. Bu duvarın varlığını kabul etmesi
gerekiyor. Yani geçiştirmemesi gerekiyor. Bu
duvarı net bir şekilde görüp çerçevesini çok net
çizmesi gerekiyor. Hatta yazabilir olsa ne kadar
güzel olur. İnsanoğlunun bu duvarları kabul
etmesinden sonra ise bu duvarları kaldırmaya
karar vermesi gerekiyor. Bazen
yanımızdakilerin, çevremizdekilerin başka bir
unsurun sebebiyle korku, menfaat, ümitsizliğe
düşmüş olabiliriz ve bu durumda bu duvarların
kaldırılamayacağına inanmış da olabiliriz.
Ancak bu duvarları kaldırmaya karar
vermedikçe gerçek ve istenilen bir düşünce
adamı olmak ne yazık ki mümkün
olmayacaktır. Bütün bu süreç geçince elbette
eylem süreci gelecek. Yani bir şeyler yapacağız
burada anlattığımız üzere. Ve sonrasıysa bunu
sürekli kontrol edeceğiz. Çünkü hayatımızda
oluşan bu duvarlar zannedildiği gibi bir defa
yıkınca kurtulabileceğimiz türden değildir. Her
an küçük bir taş daha gelebilir sonra onu
görmezden gelirseniz üst üste binip yeni bir
duvarın oluşması söz konusu olabilir. olabilir.
Geldik. Şimdi bu duvarları tespit edip kabul
edip karar verdikten sonra eylem aşamasına.
Tespit ettiğimiz bu duvarın korku duvarı
olduğunu görüp bunu kabul ettik ve yıkmaya
karar verdiysek şimdi duvarın cinsine
bakacağız. Eğer duvarda kendi fotoğrafımızı
görüyorsak o duvarın cinsine bakacağız. Eğer
duvarda kendi fotoğrafımızı görüyorsak o
duvarı oluşturan korku unsurunu kendi
zihnimizde defalarca yaşatıp her birisini
atlattığımızı düşünüp günün birinde karar
verdiğimizde ise eylemi tam anlamıyla
yaşamaya karar vereceğiz. Yani korktuğumuz
ne varsa onu birkaç defa kafamızda
döndüreceğiz. Yaşasam yaşasam böyle olsa
böyle olsa ve sonunda onu gidip yaşayacağız.
Peki duvarın üzerinde kendim değil benden
olmamış bir başkası yapmış. O bir başkası
varsa o bir başkasını hayatımızdan def
edeceğiz. Ya da o bir başkasına artık o duvarın
başında oturmaması gerektiğini yoksa o
duvarla beraber onu da reddedeceğimizi
söyleyeceğiz. korku duvarını oluşturmuş olan
bu ikisinin dışındaki o daha büyük kuvvet,
belki bir medya, belki bir bürokrasi, belki
çalıştığınız şirketin patronu, her neyse üçüncü
şahıslarsa işte bu durumda bulunduğunuz yeri
terk etmek. Bu elbette çok kolay bir şey
olmasa gerek. Ama şunu asla unutmayın. Bu
tarz üçüncü tekil şahıslarla ya da kurum
kuruluşlarla vereceğiniz hiçbir mücadele size
bir kazancı değil, büyük bir zaman kaybını
getirir. Biz ise çok hızlı yaşamak zorunda
olanlarız. çok hızlı yaşamak zorunda olanlarız.
Bu durumda yeri geldiğinde hakkımızı bile
bırakıp o korku duvarını yıkabilmek için bir
başka yere geçmemiz lazım. Ve şunu asla
unutmamamız gerekiyor. Duvarın ardı
önünden çok daha iyidir. İkinci duvarımız
menfaat duvarıydı. Yine başa dönüyoruz.
Menfaat duvarının üzerinde kendi fotoğrafımız
varsa o menfaat oluştuğunda elde
edeceğimorsak, o bir başka şeyin elinden
gelecek olan menfaatin eninde sonunda bize
zarar vereceğine inanmamız gerekiyor.
başından beri söylediğim gibi o anlayıştan
peyda olmuş da öyle bu duvar oluşmuşsa bu
durumda o ana kadar yaşadığınız her şeyi
tekrardan kafanızdan geçirip olayların böyle
sürmemesi gerektiği üzerinden yeni bir karar
ver içerisinde bu taraflara bu menfaatinizden
caydığınızı beyan etmeniz gerekiyor. Yani
üçüncü tekil çağısından bahsederken hep bir
caymaktan bahsediyoruz. Ama bu bir kaçış
değil, bunun bir tercih olduğuna inanmanız
gerekiyor. Geldik herkes için çok kolay
zannedilen ama en zor duvara. Ümitsizlik
duvarı. Ümitsizlik duvarını kırabilme yolunda
eğer kendi fotoğrafınızı görüyorsanız o duvarın
üzerinde, kendi hayatınızı kendi elinizle yok
etmek üzere olduğunuza inanmak
zorundasınız. Dolayısıyla bugün yani o anda
kendinizi ortadan kaldırabilecek, bu
düşüncenizi ortadan kaldırabilecek, yapıya
kavuşabilmek için bütün sonuçlardan
vazgeçiyor olmanız lazım. Bu sizin ümitsizlik
duvarınızı yıkmak adına en temel şarttır. Belki
kılığınız kıyafetiniz, yaşadığınız şehir ve daha
pek çoğu şeyi değiştirmek zorunda
kalabilirsiniz. Ama bu bir gereklilik. Eğer
ümitsizliğinize sürekli körükleyen, arttıran, bu
duvarı kurmuş olan sen diye tabir ettiğimiz o
ikinci şahısa hemen yanı başınızda olan ise, bu
durumda onunla yaşamış olduğunuz bütün
olayları tek tek hayal ederek bu olay silsilesini
unutmak, bunu da hayatınızdan çıkarmak
zorundasınız. Üçüncü durumda ise yine üçüncü
tek inşası geri döndük. İşte bu durumda da
nesneyi değiştirmek zorundasınız. Yani
ümitsizliğinize sebep olan her ne varsa onun
aslında olmaması gerektiğine inanmak
zorundasınız. Her üçünün dikkat ederseniz
ortak bir özelliği var. Yani bütün formülü
basitleştirirsek. Duvarı oluşturan sensen,
kendinsen, kendini mücadelenin merkezine
koyacağız. Kendin sen, kendini mücadelenin
merkezine koyacağız. Eğer bu duvarı hemen
yanı başımızdaki birisi oluşturduysa ondan
uzaklaşacağız ya da onu uzaklaştıracağız. Eğer
bu üçüncü bir varlık yani yaratıcının dışında ya
da inandığınız ana değerlerin dışında bir şeyse
ondan uzaklaşmak. Ve bütün bu uzaklaşma,
uzaklaştırma ve kendinle mücadelede olayları
zihninizden sürekli tekrar ederek her
tekrarınızda bunun olmadığına ve olmaması
gerektiğine sürekli bir telkin metoduyla devam
ettirmek. Aslında en sondaki atölye
çalışmalarımızda çok daha fazla gireceğiz
psikoloji alanına ama bugün sizi biraz
düşündürmek istedim. O düşündürme için de
dikkat ederseniz çok yavaş konuşarak ifade
etmeye çalıştım. Ve bu ifadelerin ardından yeni
bir testle karşılaşıyor olacaksınız. Her bir dersin
her şeyi farklı olduğu gibi bu da farklı.
Farklılıklara alışarak düşüncelerimizi
geliştirmeye çalışıyoruz. alışarak
düşüncelerimizi geliştirmeye çalışıyoruz.
Hakikat o ki duvar yıkıldıktan sonra geriye ne
kaldıysa onlarla yola çıkacağınızı asla
unutmamalısınız. Vazgeçmeniz gereken
nesneleri, değiştirmeniz gereken olayları,
unutmanız gereken sonuçları her birisini
yaptıktan sonra elinizde ne kaldıysa yol onunla
devam edecek. Ama unutmayın yolda hep yeni
duvarlar, yeni taşlar ve yeni engeller olacak.
Dolayısıyla bu bir dönüşüm ilkesini
oluşturacak. Dönüşüme devam ettikçe
alışkanlıklarınız gelişecek ve siz artık iyi bir
dulye çalışmalarının temeli mahiyetinde. Hep
diyoruz ya bunlar birer hazırlık aklınızda kalsın
diye şimdilik. Bugünlük bu kadar. Haftaya
tekrar görüşmek üzere. Kolay gelsin. Kalın
sağlıcakla."}
Atomlar, varlığımızın oluşabilmesinde sebep
olarak kılınmış, dünyanın peşinde koştuğu,
görmenin neredeyse mümkün olmadığı, hala
gelişen teknolojinin erişemediği bir bilgi
noktası. Bu nokta aynı zamanda kimyanın
temelini oluşturuyor. Peki düşünce ile ne
alakası var derseniz, insan fikrinin kimyasal
oluşumu ufuk açıcı kavramlarla genişliyor. Ufku
açmak bir düşünce adamı için oldukça önemli.
Ama ufuk kavramı insanın bulunduğu konuma
göre değişkenlik gösteriyor. Bu değişkenler
arasındaki ilişki aslında kimyanın düşünce
dünyamızdaki etkisini ortaya koyar. Ne demek
istediğimi dersin ilerleyen bölümünde biraz
daha anlayacağız. Çünkü bu derste kimyanın
en önemli konusu olan makro ve mikro alanları
konuşuyor olacağız. Makro kelimesi büyük
olan, üst seviyede, büyük düzeyde anlamlarını
taşımakta mikro ise küçük olan alt seviyede ve
küçük düzeyde anlamlarıyla açıklanıyor. Sözüm
ona zıtlık varlığın var olması için gerekli olan
bir unsur olarak karşımızdadır. Ancak sözüm
ona dememin temel sebebi bu zıtlıkların
aslında birbirlerinden bağımsız ve birbirleriyle
ilişkili ayrı ayrı yapılar olduğunu fark etme
gereğini doğurur. Anlayış dünyamızın
temelinde ise bu farklılıkların neler olduğunu
kavrayışımızla gelişmektedir. O zaman makro
ve mikro güncel hayatımızın karşılığıyla
anlatmaya, basitleştirmeye çalışalım. Madem
ki atom dedik, atomdan devam edelim. Bu
süreçte de mikro ile makro arasındaki ilişkinin
ne olduğunu çözmeye çalışacağız şimdi. Ve bu
ilişkide atom bizim baktığımız nokta itibariyle
bir mikrodur. Öyle çıplak gözle göremezsiniz.
Bu yüzden bakan kişi ben olunca atoma mikro
diyebilirim. Ancak atomun kendi iç dünyasına
girmeye kalksam, yani çekirdeğin alt
parçacıkları dedikleri noktalara ulaşıyor olsam,
alt parçacıkları dedikleri noktalara ulaşıyor
olsam herkes çok iyi bilir ki çekirdeğe en yakın
elektronun çekirdekle arasındaki vesafe hani
böyle top sahasının ortasına konulmuş olan bir
tenis topuyla seyirciler arasındaki mesafe veya
benzeri acayip kelimelerle ifade edilir. Bu
ifadeden anlıyoruz ki atoma nazaran atom altı
parçacıkları kendi içerisinde bir makrodur. Ayrı
bir dünyadır. İçinde kaybolup gider. Belki o
atomun elektronlarını bile bugün bizim ayı
gördüğümüz gibi, güneşi gördüğümüz gibi çok
ama çok uzaklarda bir şey zannederiz. Halbuki
atomuz atomun içindeysek eğer böyle farz
ederseniz büyük bir makroda zannederken
kendinizi bir mikroda olduğunuzu fark
etmezsiniz bile. O zaman şunu anlayalım
buradan. Bir mikronun içinde makro
saklanabiliyormuş. Bir diğer yandan alt
parçacıklardaki bozunum yani herhangi bir
değişme ana yapıyı da etkiliyormuş. Peki bu
etkileşim ne kadar olabiliyor? Elbette çok
büyük seviyede değil. O zaman şunu anlıyoruz.
Mikrodaki bir değişim makroyu birebir tam
anlamıyla etkilemiyor. Ama birbirlerinden
kopamıyorlardı. Peki mikroda makro var da
makroda mikro yok mu? Elbette var. Gelin bir
de ona bakalım. Şimdi gittikçe kolaylaşacak bir
döneme giriyoruz ya uzay yolculuğunda.
Atlayıp şöyle bir uzay aracına uzaya çıktığımızı
düşünelim. Bugünlerde YouTube'da buna
benzer çok video var. Dünyadan uzaklaşa
uzaklaşa Samanyolu galaksisinde bir nokta
kadar olmayan dünyayı gösteren şu enteresan
videolar. Bu noktada eğer uzayda olsaydık o
videoyu çeken adam biz olsaydık uzay bir
makro olacaktı. Ve bu uzay makrosu içinde
dünya ise bir mikro olacaktı. Dikkat ettiniz mi?
Dünyadaki atom bizim için mikro, dünyanın
kendisi makroyken uzaya vardığımızda uzay
makro olup dünya mikro oluverdi. Peki uzayda
olan şeyler dünyayı etkiliyor mu? Genellikle
haberimiz olmasa da gerek çekim gücü gerek
patlamalar güneşte meydana gelen değişimler
zaman zaman etkilediğini düşünüyoruz
elbette. zaman zaman etkilediğini
düşünüyoruz elbette. Ama direkt güncel
hayatımızı ya bugün uzayda ne olmuş deyip
takip etmiyoruz bile. Çok nadiren haberlere
düşüyor bu durumlar. Bu durumda uzayın
makronun içindeki mikronun da makrodan
direkt etkilenmediğini ama içinde ve iletişime
devam ettiğini görüyoruz. O zaman makro ile
mikro arasında akıl almaz bir denge var. Bu
denge nasıl bir denge? Ve aynı denge benim
beynimin içinde benim fikirlerimi oluşum
sürecinde nasıl bir durum arz ediyor yavaş
yavaş onu anlayacağız. Başa böyle biraz teorik
gelmiş olabilir size ama sona doğru daha iyi
anlayacağınıza eminim. O zaman ister
atomdan atom altı parçacıklarına ister uzaydan
dünyaya bakalım. Baktığımız yere göre ve
konuma göre mikro ve makro değişiyor. Ama
her ne kadar değişse de birbirlerini etkilemiyor
ancak fikir veriyor yani yönlendiriyor. Bu
durumda bizler olayların içinde durduğumuz
noktaya göre durduğumuz noktadan bakınca
mikro ve makro kavramlarına bakmak ve
aradaki ilişkiyi anlamaya çalışmak zorundayız.
Bu ilişkiyi anladığımızda mikrodaki makroyu
makrodaki mikroyu anlamaya başlayacağız.
Yani tabiri caizse şunu ifade etmeye
çalışıyorum. Bir sistemin oluşabilmesi, hareket
etmesi, bir şeye yaraması ya da yaramaması,
zarar vermesi için bu sistemde mutlak surette
mikro olmalı bir de makro olmalı. Bunlar
birbirleriyle iletişimde olmalı ama direkt olarak
etkilemek zorunda da olmamalı. Çok karışık
gibi geliyor olabilir size. O yüzden ben şu
andan itibaren olayı tamamen pratik bir hale
getireceğim. Bakın ne demek istediğimizi daha
iyi anlayacaksınız. Şimdi üniversite okumak
isteyen bir kardeşimizi ele alalım. Lise 1-2
olabilir. Şöyle bir cümle kurar. Üniversitede
okumak istiyorum. Bunu kuran öğrenci
kardeşimizin bakış noktasından hareket
edersek eğer, onun düşünce dünyasında
üniversite bir makrodur. İsteyen kendisidir.
Dolayısıyla kendi isteği mikroyu oluşturur.
Şimdi burada bir sistem arayışındayız biz değil
mi? Üniversitede okumak isteyen kardeşimiz
acaba gerçekten bu isteğinin sisteminde mi
değil mi? Bunun için önce neye bakacaktık?
Makroda mikro var mı? Makro neydi bu
cümlede? Üniversite. Peki o zaman şunu
soralım. Üniversite seni neden istesin? Öyle ya
atom, atom altı parçacıklarına muhtaçtır ama
bir şeyler eksildiğinde atom altı parçacıkları
bozuluma uğradığında atomun anayapısı öyle
bir anda pat diye bozulmaz. O zaman burada
bir sistem hatası var. Anlıyoruz. Çünkü makro
olan üniversite beni isteyip istemeyeceği belli
değil. Üniversiteyi kazanma isteği okumak
içinse bu istenin detaylandırılmaması ne yazık
ki insan kimyasında düşünce biçimini harekete
geçiremiyor. Dolayısıyla bakınız daha makroda
mikroyu oturtamadığımıza göre sistem yok
burada diyoruz. Bir şey eksik. Ne mi eksik? O
da şu. Neden istediğimizi beyan etmeyince
mikro anlamını bulunuyor. Peki bu cümleyi
şöyle yazsak daha doğru olur mu acaba?
Üniversiteyi para kazanmak için okumak
istiyorum. Kurmazsak eğer beynimiz makro ve
mikro arasında ilişki olmadığındanihninin ve
düşüncelerinin onu bu yönde motive etmesine
imkan tanımıyor. O zaman doğru bir sistem
cümlesi kurmamız lazım. O da şu makroda
mikro için. Ben üniversitede para kazanmak
için okumak istiyorum. Üniversitede para
kazanmak için okumak istiyorum. Bu durumda
para kazancıyla beraber oluşabilecek süreçte
üniversite sizi bu manasıyla neden isteyip
istemeyeceğini anlamaya başlar. Bu zihinsel bir
süreç elbette. bir süreç elbette. Şimdi makroda
mikroya baktıysak eğer dönüp bir de mikroda
makro var mı? Ona bakacağız birkaç sayfa önce
söylediğimiz üzere. Yani ben üniversitede para
kazanmak için okumak istiyorum diyen genç
kardeşimiz için hala üniversite makro bir değer.
Para kazanmak için okumak istemek mikro bir
değer. Peki para kazanmak için okumak
istemek mikrobe değer. Peki para kazanmak
için tüm üniversitelerin para kazanıyor
olduğuna inanıyor musun sorusu mikronun
temel yapısını oluşturacak. Eğer buna evet
diyorsanız ne yazık ki gözlem noktasında eksik
olduğunuzu göreceksiniz. Eğer hayır tabii ki
böyle olmaz diyorsanız sistemin yanlış
olduğunu görecek cümlenizi yeniden yazmak
isteyeceksiniz. Şimdi makro tarafta
üniversitede size şunu söyleyecektir bu
cümleyi kurunca. size şunu söyleyecektir bu
cümleyi kurunca. Para kazanmak için son çaren
ya da aklına üniversite dinlince ilk gelen şey bu
mu? Sevgili öğrenci diyecektir. O zaman da işte
mikroda da makronun olmadığını göreceğiz.
Yani en başında yanlış bir örnek verdim. Biraz
toparlamaya çalışayım derken daha da kötü bir
örnek verdim. Çünkü burada mikro ile makro
arasında sistem tasarımı olmayınca insanların
düşünce biçimlerinin neden onlara yardım
etmeyen bir zihni oluşturmaya çalıştığını
göstermeye gayret ettim. Büyük ihtimalle bu
bölümü dinledikten sonra bir öncekileri bir
daha dinleyeceksiniz. Çünkü her şey bir daha
anlam kazanacak. O da şöyle. Şimdi dedik ya
mikro ile makro arasında bir denge ise yani
denge oluşamıyorsa kimyasal olarak
vücudumuzun hormon salgıları değişmeye
başlıyor. Şunu şöyle ifade edeyim ben.
Öğrencilerden çıkalım bütün hepimize bir
bakalım. Ben dediğim unsur yaşadığım hayatın
merkezi ve bu merkezde benim yaşamım var.
Dolayısıyla ben kendi adıma baktığımda hayat
makro bir şey. Başlangıcı belli değil, bitişi belli
değil. Bana göre makro. Yaşamım yani şu anım
yerken, içerken, bir işe gidip gelirken, hayatın
içinde debelenip dururken bu benim mikro
hayatım. Bunların arasında denge olmayıp
birisi birinden daha öne çıkar ve birbirleriyle
olan ilişki bir türlü oturmazsa neler mi olur?
Şöyle ifade edeyim. Şayet mikro olarak
tanımladığımız hayatınız şu anki yaşamınızdan
çok daha uzak hedeflerle süslenmişse bu
durumda beyniniz otomatik olarak bu sisteme
acilen yetişmek için stres salgılarını
arttıracaktır. Dolayısıyla büyük hayatlar, küçük
yaşamlar karşısında uzaklaştıkça stres artar.
Eğer şu anki yaşamanızın önemi, hayatın
karşısında çok daha önemli ise, anı yaşamaya o
kadar odaklanmışsanız eğer, bu da sizde
tembelliği meydana getirir. Ama biz başından
itibaren mikro ile makro arasında bir denge
olması gerektiğini söyledik. Dengeli bir cümle.
Mikro ve makro yani şu an yaşadığınız hayatla,
yaşamla, totaldeki büyük hayatınız arasındaki
denge oturmuşsa eğer artık rahat çalışkanlık
söz konusu olur. Stres yerini rahatlığa bırakır,
tembellik yerini çalışkanlığa bırakır ve biz buna
rahat çalışkanlık diyoruz. çalışkanlığa bırakır ve
biz buna rahat çalışkanlık diyoruz. Bu da bir
düşünce adamının ayakta durmasını sağlayan
ana kimyadır. Bu ana kimyayı gelin bir başka
cümle ile ele alalım. Örneğin bir savaşta
taraflardan kim kazanacak? Savaş bu
cümledeki eylem. Taraflar unsurlar. Kimin
kazanacağı ise bir soru. E şimdi bir sistem
tasarladığımız lazım. İlk sorumuz şu olacak.
Bakan kim? Bu taraflardan hangisi bakacak bu
savaşın mikro makro dengesine? Bizim
durduğumuz yere göre değişiyordu ya. Ben mi
o mu? Ben ya da o fark etmez. Aslında ikimiz
de mikro oluruz savaşan taraflar için söylemek
gerekirse. Makro ise savaşın kendisi. Şimdi
gelin makrodaki mikroya bakalım. Makro
neydi? Savaş. Mikro neydi? Ben. Savaştaki
bene bakalım. Eğer savaştaki ben cesursa ikinci
kısma geçeceğiz. Bakalım mikroda makro var
mı? Yani cümlede kelimelerin yerini
değiştiriyoruz, bendeki savaşa bakıyoruz.
Kendi iç dünyamda bu savaşın ortasında ne
yaşanıyor? Kazanma arzusu mu? O zaman
cesaret ve kazanma arzusu birbirlerini destek
bir denge oluşturmaya çalışacaklar. Bu
durumda ise insan sürekli birbirini büyütecek
yeni bir duyguya götürmeye başlayacak
kendisini. Kazanma arzusu cesaretini cesareti
de kazanma arzusunu tetikliyor olacak. Eğer
savaştaki ben tedirgin olsaydı eğer bendeki
savaşta hemen bir an önce atlatıp
kurtuluversek şu durumdan diyor olacaktık. Bir
an önce atlatıp kurtuluversek şu durumdan
diyor olacaktık. Tedirginliğimizi atlatma
duygumuz, atlatma duygumuz da
tedirginliğimizi tetikliyor olacaktı. karşınızda
pratik bir çözüm ve vücut kimyanızın size nasıl
destek olabileceğini göstermek anlamında
kimyanın ufak bir nüvesi olduğu düşünce
teorisine giriş kısmında. Aklı karışanlar,
anlamayanlar, gelen mailler bana ders notlarını
soruyorlar. Ben her ne kadar yazım kötü de
olsa bu seferden itibaren o notları paylaşmaya
çalışıyor olacağım sizlere. Yazım için şimdiden
özür diliyorum ama dersin sonundaki ödev
kısmında sizi bir sürpriz bekliyor olacak. Orada
ders notlarının kabataslak halini görüyor
olacaksınız. İşinize yarayacağınızı umuyorum.
Haftaya tekrar görüşmek üzere. Kalın
sağlıcakla."}

Kitapta yazmazdan herkese merhabalar.


Asimetri ile simetri arasındaki ilişki, tarih
boyunca anlaşılması en zor konulardan bir
tanesi. Ama bu konu üzerinde yine basitleşmiş
ve hayatımızı bir an önce aksettirebileceğimiz
şekilde ifade etmeye çalışıyor olacağım. Ve
elbette her zaman olduğu gibi insani olarak
yaptığımız temel bir hatadan başlayacağız
konuya. Hayatımızın en büyük
problemlerinden bir tanesi hep dışarıya
bakıyor oluşumuz. Gayet doğal bu kafamızın
üzerindeki gözlerimiz dışarıyı görmek için değil
mi? Dış dünyayı seyretmek için değil midir
dersiniz? Peki kısaca bir gözlerimizin üzerinden
geçelim mi? Çünkü gözlerimizde hem simetri
hem de asimetri bir arada durmakta. asimetri
bir arada durmakta. Çevremizde var olan her
şeyin içerisinde görünen her noktada birazdan
ufak ufak detaylarına bakacağımız üzere
simetrik ve asimetrik unsurlar göreceğiz. Sizler
bu kelimeyi bazen asimetrik savaş gibi
kelimelerle hatırlıyor olabilirsiniz. Ama bu
konu hayatın tam da göbeğinde ve tamamen
bizimle alakalı olan bir mevzuat. Zira
hayatımızın ta kendisi simetrik asimetri
üzerinedir. Kendine bakınca ne görüyorsan
hayatta gördüğün her şey bir özet olarak
aklında şekillenir. Bu şekiller senin düşünce
biçimini geliştirir ve bu gelişim ya senin
depresif ya da manik diye tabir ettikleri, gerçi
bu ikisi de doğru değil ama ya içe kapanık ya
da düşe dönük biri olmanı sağlayabilir. Her
ikisinde de hatalar yapıyor olabilirsin ama bu
hataları tertemiz yapabilmek için önce dış
dünyayı seyretmekten bir müddet
vazgeçmelisin. Dış dünyanın seyrinden
vazgeçen bizler önce kısaca simetri kavramına
bakalım. Simetri konusundaki bir tanım
şöyledir hayatımızda ama yanlış bir tanımdır
bu. Simetri ilki belirsiz bir mükemmellik veya
güzelliği yansıtan bir muntazamlık veya estetik
olarak hoşa giden bir orantılılık ve denge
duygusu olarak. İkincisi kesin ve iyi
tanımlanmış biçimsel sisteminin kurallarına
göre gösterilebilen veya ispat edilen bir denge
ve orantılılık kavramı olarak ifade ediliyor.
Halbuki simetri gerçek manada insanın gözüne
hoş gelmiyor. Sanat alanında mücadele eden
herkes çok iyi bilir ki tam simetrik olan hiçbir
görsel tam bir beğeniye maruz kalmıyor.
Hakikat insanın gözünde var olan asimetri,
yani bir gözünün diğerinden biraz daha büyük,
birinin çapının birinden biraz daha farklı
olması, tam simetri bilgisinin yıkıldığı günlerde
asimetrinin ehemmiyeti ortaya çıkmıştı. Hatta
bu konuyla ilgili altın oran gibi çalışmalar da
var. Ama altın oran zannedildiği gibi doğanın
tek oranı değil. Ama girmeyeceğiz şimdi o
konuya. Simetri aslında bizim hayatımızda
biraz da beklentisel olarak tanımladığımız bir
ifade. Halbuki hayattan simetrik sonuçlar
beklenmez. Çünkü doğanın içinde simetrik
olan tek bir cisim dahi bulamazsınız. Hatta ben
size şöyle bir iddiayla başlayayım meseleye.
Eğer doğada bir deniz kenarında gezerken
gerçekten 3,14 küsur adına sahip olan pi
formunda ya da en basit tabiriyle gerçek bir
daire olan bir taş bulur ve bunu ortaya
koyarsanız dünyanın en pahalı ürününü
bulmuş olursunuz. Ama şimdiden söyleyeyim
boşunu aramayın çünkü doğada tam dairesel
hiçbir şey bulamazsınız. Hiçbir şey
bulamazsınız. Parçaları birleşeceğiz ama biraz
sabır. Önce bir daha asimetriye bakmamız
gerektiğini ifade etmem lazım. Çünkü asimetri
simetrinin olmaması ya da bozulması olarak
adlandırılıyor. Simetri hem fiziksel hem de
soyut sistemlerin önemli bir özelliği olarak
karşımızda beyan ediyor. Ancak düşünce
dünyasında hiç de böyle değil. Çünkü
hayatımız böyle değil. Sistemsel bir bütünün
en büyük parçaları her zaman asimetri olarak
karşımıza çıkıyor. Yani dengesiz, benzersiz
özelliklere sahip olan bütün maddelerin veya
bütün görkemli görüntülerin mesela bir uzay
fotoğrafını gözünüzün önüne getirirseniz bu
asimetrik düzen içerisinde simetrik unsurlar
barındırdığını ve çok geniş bir unsurdan
bakıldığında biraz uzaklaşıldığında aslında bir
sistemin parçalarının simetrik olsa bile
asimetrik sonuçlara mecbur edildiğini
görmekteyiz. Örneğin ders notlarında
göreceğiniz o meşhur isim Da Vinci'nin o
imzasına baktığınızda aynı asimetriyi fark
edeceksiniz. İnsan hayatına baktığımızda ise
simetrik unsurlarla asimetrik unsurların bir
arada hareket ettiğini göreceğiz. Ve bu
hareketin içinde bugün hepimiz beraberce
hayatımızın grafiğini çizeceğiz. Ve o grafiği
çizdiğimizde aslında hayatın hiç çekilmez bir
şey olmadığını, çok kolay bir deniz yolculuğu
olduğunu göreceğiz. E peki zor olan ne mi diye
soracaksınız. Zor olan denizde olduğunuzu
unutup bir geminin içinde her şeyin dengede
olmasını beklemenizden kaynaklanıyor. Biz bir
gemideyiz ve bu gemi bir zaman denizinde
yüzüyor. Ve bu geminin varacağı limana
bugüne kadar varamayan tek bir gemi dahi
olmadı. Bu ders çok kısa ama içinde bir sürü
önemli cümleler var. O yüzden bir iki defa
dinlemenizde fayda var. Şimdi geldik şu
konuya. Geçen ders hatırlayacaksınız. Mikroyla
makroyu konuşmuştuk. Bu derste simetriyle
asimetriyi konuşuyoruz. Peki bu ikisinin
arasında nasıl bir ilişki var? Geçen ders boşa mı
gitti demeyin. Eğer hala o dersi
dinlemediyseniz hadi bir geri dönüp dinleyin
önce makroyla mikro dersini. Tekrar buraya
dönersiniz. Şimdi hayatımızda dışarıdan
bakmaya başlayacağız. Bu mikro makro ve
diğer bütün dersleri dinlemiş kardeşlerim için
devam ediyorum yoluma. Bu bakış açımızda şu
hatayı yapıyoruz ki sorularımızda da bu hatayı
yaptılar. Atoma göre atom altı parçacıkları
mikrodur. İnsan bakınca atom mikrodur. Bu
bakana göre değişir demiştik. Zannedersem o
incelik gözlerinizden kaçıvermiş. Gözünüzden
bir şey kaçıyorsa kulaklarınız iyi dinleyemiyor
demektir. Dolayısıyla dikkat kulaktan başlar
gözden değil. Efendim şimdi şuradan bakacağız
meseleye. Eğer makro yani o asimetrik uzay
boşluğundan bakarsak. Ekiliptik düzlemde
dönen binlerce gezegen milyonlarca asteroid
milyonlarca boş gezdiğini düşündüğümüz
parçacıklar var. Ama her birisi belli bir formül
çerçevesinde yapıyorlar bunu. Ve ekiliptik yani
elipse benzer bir yapıda. Ve hatta tam
asimetrik. Bunun hemen bir altında ise makro
asimetriler var. Yine güneş sistemi gibi
samanyolu galaksisinde milyonlarca sistem var.
Ama bunlar da makro asimetrik. En küçüğe
geldiğimiz zamansa mikrosimetriklerle
karşılaşıyoruz. Örneğin dünya ile ay arasındaki
çekim gücünden doğan ilişki gibi. O zaman
acaba biz hayatımıza ben merkezine baktığımız
için bu halde olabilir miyiz? Gelin bugün
hayatınızı karşınıza koyalım. Tam karşıdan
seyredelim. Şöyle bir uzay fotoğrafı seyreder
gibi. Bakalım bizim hayatımızda simetri ve
asimetrik ilişki nasıl oluşuyor? Eğer bu
oluşumu doğru bir şekilde anlayabilirsek. Önce
kendi hayatımızı doğal olarak düşünce
yapımızı. Önce kendi hayatımızı doğal olarak
düşünce yapımızı ve hayatın içinde nasıl bir şey
yapacağımızı görmeye başlayabiliriz. Gelin
şimdi kocaman savaşları filan koyalım bir
tarafa kendi hayat mücadelemize bir bakalım.
Bu mücadelede genellikle söylenen
cümlelerden ben bir örnek alarak yola devam
edeceğim. Şimdi ortalama 30'lu yaşlarını
geçmiş ya da 20'li yaşlarını geçmiş insanların iş
hayatına başladıkları zaman kurdukları
genellikle bir cümle yapısı vardır. Okul hayatım
kötüydü, iş hayatım orta, kendi hayatım da çok
kötü bir halde. Dolayısıyla işin içinden çıkamaz
bir hale geldim. Halbuki bizler bilmediğimiz ve
farkında olmadığımız bu denizin içinde bize
denk gelen dalgaların her birisinde simetriyi
yaşarız. Totalde bir asimetrik sistemin içinde
hayatımızı devam ettiririz. Okul hayatınızı, iş
hayatınızı ve normalde şimdi başladığınız
dünya mücadelesindeki hayatınızı her birisi
birbirine etkilemiş olsa da birbirinden ayrı ve
birbirine iten birer güç olduğunu
unutuyorsunuz. Zira buradaki kötüye
odaklanıyor bir sonrakinin de bu yüzden
olduğunu zannediyorsunuz. Halbuki ders
notlarında da göreceğiniz üzere insan
hayatında keskin çizgilere sahip olan dik bir
yükseliş ya da dik bir çöküş hiçbir zaman ve
hiçbir insan için mümkün değil. İnsan doğada
olmayan bir şeyi kendi hayatında olduğuna
inanmaya başlar. Hani şu duvarlar meselesinde
kendi kendimize yaptığımız duvarlar cinsinden
sayabilirsiniz bunu. Zaten kötü olan bir şey
daha da kötüsüne sebep oldu. Hiçbir zaman
derleyip toparlayamam. bir şey daha da
kötüsüne sebep oldu. Hiçbir zaman derleyip
toparlayamam. Bu saatten sonra dönüş olmaz
da zaten yeniden ilkokula mı döneceğiz filan
demeye başlarsınız. Ama fark etmediğiniz
konuyu bugün gerçek bir grafikle ele alıyor
olacağız. İnandığınız şeyden vazgeçmeniz
gerektiğini göreceğiz. Vazgeçtiğiniz günse bu
denizin ne kadar rahat aşılabilir olduğunu
anlamaya başlayacaksınız. Hem buradaki ders
notunda göreceğiniz üzere hem de şu anki
görselde gözünüzün önüne tam olarak
çizilmemiş haliyle bile olsa bir eğri sistematiği
geliyor. Bu eğrinin başlangıçtan sona kadar
olan kısmı hayatımızın ta kendisi yani yaşam
süresi. Ve bu yaşam süresinin hangi
noktasındaysanız örneğin 20, 30, 40 hele ki 40
yaşında bu çok daha rahat yapılabilen bir
grafik haline gelmeye başlıyor. Ortasına çekmiş
olduğunuz bir çizgi kendisinden evveliyle
kendisinden sonrasına ait çok önemli bir ilişkiyi
anlatır bizlere. Her bir bileşkede her bir iniş
çıkış her bir olayı temsil eder ve aslında tek bir
dönemdir. Her bir dönemin içinde bu yapı
kendisini geliştirir ve bir sonraki gelişim için
aslında sizi hazırlamaktadır. Asıl önemli olansa
bu eğriyi çok daha yukarıya çıkartabilmek daha
doğrusu kavisi büyüme alanına doğru
genişletmektir. O yüzden ders notlarına
bakarak da bu bölümü biraz daha iyi
anlayacağınızı umuyorum. Buradaki simetrik
yapının nasıl aşılması gerektiğini ise şimdi
anlayacaksınız. Yani her bir dalgaya bir olay
diyeceğiz. Her bir olayın kendi simetrisi
olduğunu, birbirini takip ettiğini
düşündüğümüz bu olaylar silsilesinin asimetrik
bir sisteme vesile olduğunu göreceğiz. O
zaman bizim önce olaylara hani biraz önce
söyledim ya okul hayatım kötüydü iş hayatım o
yüzden orta oldu. E böyle olunca normal
hayatımda berbat durumda diyenler için
diyeceğiz ki bakın okul hayatınız aslında bir
tane dalgaydı. için diyeceğiz ki bakın okul
hayatınız aslında bir tane dalgaydı. Gelin o
dalganın içinde neye yanlış inandığınızı
görelim. Sonra bu inançlarınız bir araya
geldiğinde aslında asimetrik bir sistemde sizi
bir yere taşıdığını fark edelim. Peki şimdi ne
yapacağım ben sorusunu soruyorsunuz ya
cevabını şöyle vermem lazım. Birinci
meselemiz şu olayları tek tek ele almanız
lazım. Her bir olay dönemini kendi içinde
değerlendirmeniz lazım. Ve ikinci en önemli
kural şu her bir artı olay için her bir eksi olayın
varlığını fark etmeniz gerekiyor. Ve doğal
olarak her kötü olayın içindeki her kötü unsur
içinde her bir pozitifin var olduğunu anlamanız
gerekiyor. Çünkü eğer hep eşit olarak
alınmazsa bu artılar ve eksiler günün sonunda
eğri boyları asimetrik bir simetriye ulaşır. Bu
ise doğada mümkün değildir. Biraz önce dedim
ya tam bir daire taş bulamazsınız diye. Doğada
var olan her bitki her canlının bir avantajı bir
dezavantajı var. Ve bunlar bir simetriyi
oluşturuyorlar. Vücudunun asimetrisi ise o
simetrinin sonucunda doğanın içinde işe yarar
bir hale geliyorlar. E doğada en işe yarar
canlının insan olarak yaratıldığını biliyorsak
eğer, aynı şeyi burada uygulamış olacağız.
Burada üçüncü ve çok önemli bir madde daha
var ki burası da inanma boyutu. Neye inanmak
mı? Şöyle ifade edeyim. Eğer bu yapının
çapının ne kadar olduğuna ne kadar iyi bir
talebe olduğunuza odaklanırsanız ya da ne
kadar kötü olduğuna odaklanırsanız burada
kaybedersiniz. Asıl önemli olan bu çizeceğimiz
grafiğin tepe noktasının simetri yapısından
sonra bir zıplama yaşaması. O zıplamayı
yaşayabilmesi içinse bir sıçrama ve bir
değişime ihtiyacımız var. Yani iki durumda
gerçekleşasa kötü bir olay karşısında ani bir
çöküş veya hızlıca gelen bir para gibi ani bir
yükseliş söz konusu olabilir. Bu ikisini böyle
ifade ettim ki akılla kalsın. Normalde hayatımız
için asıl önemli olan iki şey değildi aslında.
Değişim ise işte tam da bizim yapmaya
çalıştığımız şey. Adım adım yavaş yavaş sakince
ama önce kendimize çok dışarıdan bakarak
başkalarına değil. Bu simetri ve asimetrik
olaylar arasında nasıl bir atılım yapabilirim
sorusunun cevabına ise şöyle bir örnek
vereceğim. Tekrar başa döneceğim. sorusunun
cevabı neyse şöyle bir örnek vereceğim. Tekrar
başa döneceğim. Okul hayatım kötüydü, iş
hayatım orta seviyede, hayatımda bu yüzden
bayağı bir kötü durumda diyenler için diyeceğiz
ki önce olayı ele alalım. Bu olayın içerisinde
örnek okul hayatınıza bir bakalım. Hani
demiştik ya aslında her bir olay hayatımıza yön
verdiğini düşündüğünüz ama aslında
hayatınızda olması gereken bir parçadır. Siz o
parçayı kötü bildikçe kendinizi beceriksiz
zannedersiniz. Şimdi ne demiştik bir kuralımız
vardı. En iyi olaydaki en büyük hatayı
bulacağız. Ve en kötü olaydaki en büyük
avantajı bulacağız. Şöyle bir örneklendirme ile
basitleştireceğim tekrar. Merak etmeyin.
Örneğin Boğaziçi'yi kazanmış olan bir
öğrencimiz. Aşağı yukarı bizim zamanımızdan
beri çoğu bölümler için çok avantajlı görünen
bir üniversiteydi. Diyelim ki sevgili kardeşim
Boğaziçi'yi kazandı. Ve onun için hayatındaki
en güzel anlardan bir tanesi. Ama bu en iyi
olarak tabir ettiğiniz olaydaki en büyük hata
ne? Şöyle diyebilirsiniz mesela. Daha iyi bir
bölüme girebilirdim. Boğaziçi'nin iktisadını
kazandım ama bana göre iktisattan daha iyi
olan şu bölüm vardı. Onu kazanabilirdim. Bu
benim örneğim. Siz bunu çeşitlendirebilirsiniz.
Peki bir başka şeyden ifade edelim. Örneğin
diyelim ki Boğaziçi'ni kazandı, bitirdi, iş
hayatına başladı. Ama iş hayatında çok kötü bir
yerden işe başladı. Ve şöyle bir cümle kuruyor.
Diyor ki ben kariyer serüvenime kötü bir
noktadan başlamış oldum. Yani şansım yaver
gitmedi gibi bir cümlesi oldu. Peki bu en kötü
olarak gördüğünüz olaydaki en büyük
avantajınızı neden görmezsiniz? Mutlaka
vardır. Sakın sakın yok demeyiniz. Çünkü bu
tamamen doğal bir süreç. Bakın bir örnek
vereyim. En kötü yerden başlamanız olmanız
tecrübenizi arttırmak manasına gelir. O zaman
tecrübeli olmuşsunuzdur. Şimdi birinci
bölümde en iyi olaydaki en büyük hatayı bulup
daha iyi bir bölüme girebilirdim dedik. Sonra iş
hayatındaki başlangıcı örnek verip en kötü
olaydaki en büyük avantaja odaklanıp tecrübe
sahibi oldun dedik. Peki şimdi bu ikisini
birleştirmemiz gerekiyor değil mi? Sıçrama
yapmak istiyoruz çünkü. O zaman daha iyi bir
bölüm için daha çok çalışmalıydın. Tecrübe
sahibi olabilmek için tecrübe sahiplerinden
yararlanmayı arttırmalısın. O zaman cümlemiz
şu olur. Daha çok çalış tecrübe sahiplerinden
yararlan. İşte senin simetrik olarak bundan
sonraki hayatında bir üst kademeye sıçramanın
temel formülü. Bak gördün mü? Senin içinde
saklı. Dersin sonuna geldik. Bir hikayeyle
bitirelim. Hani küçük bir masalımız olsun.
Masalın sonunda da bir sorumuz var. Sorunun
cevabını test aşamasında veriyor olacaksınız.
Ders notlarımızı da oradan göreceksiniz. Şimdi
düşünün ki bu masalda anlatacağım çocuk
bugünlerde 40'lı 45'li yaşlarında olsun ben size
onun çocukluk döneminden bir parçayı
anlatacağım. Köyden çıkmadan önceki
üniversiteyi kazanacağı ana kadar ki yaşanan
olaylardan birkaç tanesini. Bu olayların
sonucunda ortaya çektiğimiz çizgiden sonra
neler olabileceğini aşağı yukarı kestirebilir
durumda olduğumuzu görmeye başladık değil
mi? Bu simetri ve asimetri meselesini gündem
edince ani çöküşler ve hızlı yükselişler olsa
bile. Şimdi ani çöküş ve hızlı yükselişe koyalım
bir tarafa tam asimetrik ve simetrik bir
dönüşüm sürecinden bahsediyor olalım ve
çizginin sonunda ne olabileceğini soracağız size
nedenleriyle beraber. Şöyle olsun hikayemiz,
bir köy yerinde küçük bir çocuk, ilkokul 2. 3.
sınıfta iki tane kardeşi var. Arkadaşlarıyla
beraber okula gidip gelmekte. Günün birinde
arkadaşlarından bir tanesi bir tavuk kümesine
girerek birkaç yumurta çalar. Etrafta bunu
gören tavuk kümesinin sahibinin bağırmasıyla
çocukcağız da korkar koşmaya başlar.
Arkadaşıyla koşarken yanlışlıkla arkadaşına
çarpıp arkadaşının çaldığı yumurtaların elinden
düşüp kırılmasına sebep olur. Arkadaşı kırılan
yumurtaların bedelini isteyince bir anda şaşıp
kalır. Okula gelir, okulda öğretmeninden
derslerini alır, eve gidip tam ders çalışmak
isteyeceği anda ise aklına sürekli bu gelir.
Aklına gelmekle kalmaz. Arkadaşı her gün
bana yumurta almak zorundasın biliyor musun
deyiverir. Bu çocukcağız ise kardeşlerini
harekete geçirip beraberce pazarda annesinde
var olan yumurtaları satmak için izin ister.
Beraberce pazara giderler. Yumurtaları
satmaya başlarlar. Satılan her yumurtadan
babasının verdiği bahşişle 3 yumurta daha alır
arkadaşına hediye ediverir. Yıllar yılları kovalar
ve üniversite zamanı gelir üniversiteyi kazanır
ve üniversiteyi okumak üzere köyünü terk
eder. Peki bu hikayede yaşanmış olaylar birer
dalga olarak düşünsek ve ortaya bir çizgi
çizsek. Hikayenin sonunda şöyle 40-45'li yaşları
geldiğinde sizce bu çocuk bir hırsız mı olacak?
Bir profesör mü yoksa bir taksi şoförü mü? Ha
bir de şu var. Sizce verdiğiniz cevap neden
öyle? Onu da kısaca açıklarsanız o boş bölüme
çok sevineceğiz. O zaman çok rahat
değerlendirebileceğiz. Ki bütün
değerlendirmelerimizi 10. dersin sonunda
başlayacağımızı da unutmayın sakın olur mu?
Haftaya tekrar görüşmek üzere. Hayatının
masalını okuyamadıkça başka hayatlara
bulaşma. Kalın sağlıcakla."}

Bilinç genel olarak insanlar açısından


farkındalık, duygu, algı, bilginin merkezi olarak
kabul edilmiş. Bu kabulün içinde zihnin kendi
içeriklerinin farkında olduğu, kendi içinde
bilinenle anlamlandırılmış. Ama bu anlamın
güncel hayatımızda çok önemli karşılıkları var.
Yaşadığımız ama çok tarif edemediğimiz bu
duygunun kendi içsel ve psikolojik yollarına
gitmeyeceğiz. En önemli konu madem ki
girizgah noktasındayız o noktada güncel
problemlerimizin en temeline birkaç örnek
vereceğiz. O yüzden şimdi çok sakin bir şekilde
dinlemenizi istiyoruz sadece. Öyle dikkat
kesilmeye çalışmayın. Anlattığım her şeyde
sadece kendi yaşadıklarınızı getirin gözünüzün
önüne. En sona doğru giderken kendinizle
yüzleşebilirseniz eğer, sonda gelecek soruyu
kolaylıkla cevaplayacaksınız. Ve o cevabınız
sizinle beraber çıkacağımız yolculukta bir
dönemeç, bir durak daha olacak bizim için.
Burnumun ucunda olan olayları bir türlü
göremiyorum, gözümden kaçıveriyor, tam da
şuradaymış, arıyorum arıyorum bir türlü
göremiyorum diyenler derseniz eğer bilinç
dünyasının en önemli konularından birinde
eksiğimiz var demektir. Eksiğimiz var demektir.
Burnumuzun ucunda gören gözünüzün ne
gördüğünden habersiz olursunuz. İşte bunu
çözebilmenin en temel noktası sizin orada
olmanızı sağlayabilmektir. Bu durumsa önemli
olsun ya da olmasın konuştuğunuz ya da
dinlediğiniz ya da seyrettiğiniz ya da şimdi
olduğu gibi arka planda konuşan bir sesle
beraber olduğunuzu fark etmek zorundasınız.
Kiminle beraberseniz beraber olduğunuz kişiyi
dinlediğiniz kişiyi ona verdiğiniz önemi en
azından gösterebilmek adına oraya geri
dönmelisiniz. Peki bunu nasıl sağlayacaksınız?
Şöyle bu önemsiz gibi gelen bir konu olsa bile
aslında dinlediğiniz şahsın kendisine vermiş
olduğunuz ehemmiyeti ortaya koymalısınız.
Herkes bunun ucunu görür ama eğer oradaysa.
Anlatıyorlar anlatıyorlar ama bir türlü
duymuyorum. Aslında 10 defada tekrar
etmişler ama hatırlamıyorum anlattıklarını
diyenlerdenseniz yine toplumun ekseriği
kısmında sayılabilirsiniz. Zira toplumun önemli
bir kısmı anlatılanı duymadığını ifade eder her
seferinde. Anlamadım diyerek üstünü
örtüverir. Yani kendimizi bir önce söylediğim
gibi o mekanı getirmiş olmak geldiğimiz yerde
anlatılanları duyabileceğimiz anlamına gelmez.
Tam olarak duyabilmeniz için gördüğünüz her
ne varsa bunların hareketini takip etmeniz
gerekir. Yani kulaklarımızın duyum eşiği
gözümüzün takip hızıyla birebir aynıdır. Şayet
karşınızdaki insanı duymakta değil de
duyduğunuzu anlamakta zorlanıyorsanız, onun
el, kol, dudak, mimik hareketlerine
odaklanmalısınız. kol, dudak, mimik
hareketlerine odaklanmalısınız. Zihniniz bu
odak sürecince duyma organınızın kapasitesini
hızlı bir biçimde arttırır. Artan duyma
kapasiteniz siz istemeseniz bile anlatılanları
kafanıza kazınmasına vesile olur. Biz buna
hareket takibi diyoruz. Bu hareket takibiyle
kulağınız senkronize olduğu andan itibaren
ilerleyen derslerde göreceğiniz üzere yalan
söyleyenle doğru söyleyeni rahatça ayırt
etmeye de başlıyor olacaksınız. Geldim,
gördüm, duydum da ama anlatılan şeylerde
verilmeye çalışılan histen hiç etkilenmiyorum.
Bir film seyrediyoruz, millet içine kadar girip
gülüyor yahut bütün cidalarına kadar hissedip
ağlayıveriyor. Ya şu hissediniz nedir? Ben bir
türlü hissedemiyorum diyorsanız eğer burada
iki temel duyguda eksiklik olduğunu biliriz.
Bunlardan birincisi tat duygusu. Çünkü
özellikle ağzının tadı bozuk olan ya da birden
fazla çeşit yemeği yemeyen, birden fazla tada
karşı değil belli tatlara alışmış olan insanların
his dünyasında da eksiklikler olduğunu biliriz.
Tat duyusunun gelişiminin ise özellikle müzik
alanındaki dinleme konusundaki hızınızla da
yakinen ilişkili olduğunu biliriz. hızınızla da
yakinen ilişkili olduğunu biliriz. Dolayısıyla
illaki bir şeyi hissetmek demek o uğurda
anlamak demek de değildir. Ama özellikle
ilerleyen dönemde kendinizi başkasının yerine
koyma becerisi dediğimiz empati yöntemlerine
geçtiğimizde bunun önemli bir kavram
olduğunu göreceksiniz. İyi bir hissiyatınızın
olması için bunun gelişme alanında dilinizin ve
dokunma duyunuzun doğal olarak da müzik
hassasiyetinizin en azından çeşitlenmesi
gerekiyor. Bu manada farklı biçimlerdeki
müzikleri dinliyor olmanız lazım. Bu sizin
hissiyat dünyanızda adım adım bir gelişim
süreci sağlayacaktır. Bu yüzden birden fazla
müzik çeşidinden örneği dinlemenizi henüz hiç
tatmadığınız ve asla yemem dediğiniz bir
yemeği yemenize tavsiye ederiz. Sıklıkla
gerçekleştireceğiniz bu pratikler, his
dünyanızda önemli bir yerin açılımını
sağlayacak. Ama henüz yolun başında
olduğumuzu unutmayın olur mu? Bunlar daha
düşünce teorisine giriş bölümü. O yüzden kısa
ve küçük adımlar ifade ediyoruz. Gittikçe
detaylandıracağız elbet. Eğer bu yetenekleriniz
gelişirse bugüne kadar felsefecilerin anlattığı
şekliyle değil de pratik olarak bilinçli
hareketiniz mümkün olur. Bilinçli bir hareketin
örneğini birazdan veriyor olacağım. Ama en
başından şunu söylemem lazım. Bilinç sizin
neyin karşısında ne olduğunuzu gösterir.
Örneğin bilinci eksik olan, bilinç yapısı
gelişmemiş olan bir insan kendisini biraz daha
bilen karşısında ezik hissediverir. Bilinçli olan
bir insansa kendi bilgisinin azlığı karşısında
kendinde var olan başka yeteneklerle o bilgiye
ulaşabilmenin yollarını kovalamaya başlar.
Dolayısıyla bilinç en basit tabirle kendinize
olan öze güven gerekliliğinizi geri getirmenizde
temel bir yardımcıdır. Dolayısıyla bilinç
dediğimiz konu bir şeyin iç dünyasını kavramak
değil, öncelikle kendimizde var olanı bulabilme
adına geliştirilmesi gereken alanlardan biridir.
Bu alanın gelişebilmesi için ise sizlerin bu
farklılığı bir kez daha görebilmeniz için küçük
bir örnek veriyor olacağım. Bu örnek size
bilincin ne olduğunu anlamanızda biraz daha
yardımcı olacak ve geliştirmeniz için neler
yapmamız gerektiğine dair bir takım ipuçları
taşıyacak. O zaman şöyle bir toparlayıverelim.
Özellikle burada gördüğünüz kelimeler
arasında hem doğrusal bir iletişim hem de
apayrı bir anlam var. Bir şeyin önemli olmasını
tavukla ifade edelim mesela. Örneğin tavukta
çok önemli bir yiyecek kaynağımızdır sözü bir
bilgi olarak karşımızda olsun. sözü bir bilgi
olarak karşımızda olsun. Bilgiçler genellikle
hangi tür tavuk diyerek çıkarlar yola ve böyle
yola çıktıkları için bir türlü yemeği
beceremezler. Dolayısıyla genellikle aç kalırlar
ya da o bilgiçlik onları bir süre sonra kötü bir
tavuk etine mahkum edebilir. Bilint ise eline
alacağı tavuğu hemen nasıl yolması gerektiğini
burnunun ucunda görendir. Sonra o tavuğu
nasıl pişirmesine gerektiğine dair kendisine
ders vereni dinlemiştir. kendisine ders vereni
dinlemiştir. Hissiyatı ise yemek noktasında
alacağını bilerek öncesinde tavuk iyi miydi
kötü müydü tartışmasına girmez. Bilginler
elbette ki bilinç düzleminin bir üstüdür. Onlar
iyi bir tavuk için aynı zamanda iyi de bir horoz
gerekir derler. Ama asıl olan bilgeliktir. Bilge
tavuk olmasa da olur. Bir yumurta bir tavuk
eder diyerek yollarına devam ederler. Öyleyse
bilinç bizim için asgari bir şart. Olmazsa
olmazımız. Bizim için asgari bir şart, olmazsa
olmazımız, bilgiçlik yapmak yani bildiğini iddia
ediyor olmaksa hep yarı yolda kalmak
anlamına geliyor. Bilginlik, bunun olabilmesi
için gereken koşulları ararken bilge, çoktan
ulaşılmaz konuları daha ulaşılabilir hale
getirmiş olan insan çeşidine deniyor. O da
gerçek manada söylemek gerekirse düşünce
adamlarının geliştikçe ve geliştikçe ulaşacakları
önemli bir bakış açısıyla adlandırılabiliyor.
Parça parça anlattığım hikayeyi farkındayım.
Aynı zamanda bütüne ele aldığınız zaman bu
kısacık videoda baya bir düşünmek zorunda
olduğunuzun da farkındayım. Hakikat
istediğimiz bu zaten. Bir kez daha başa dönüp
şöyle bir kez daha dinliyor olmak. Peki şimdi
sorumuz şu. Bizler test bölümünde sizlere hep
bir boşluk vereceğiz. Bu boş paragraf
sorusunda sizlerin bilgi, bilgiç, bilinç, bilgin ve
bilge ile alakalı kısa bir anekdot yazmanızı
isteyeceğiz. Kısa bir anekdot yazmanızı
isteyeceğiz. Bu anekdoton içerisinde
vereceğiniz görebilme, duyabilme ve
hissedebilme yeteneklerinizle ilgili ise klasik
bir okuma sonrasında bir puan vereceğiz.
Bütün bu toplanan puanlar için 10. haftanın
sonunu bekleyeceksiniz sizler. Ben
maillerinizde kısa kısa cevap vermeye
çalışıyorum. Ama bütün hikayemiz 10. haftanın
sonunda aslında başlıyor olacak. Dolayısıyla
aramızda yeni katılacak arkadaşlar için hala bir
haftamız daha var. 10. haftadan sonra yine
gelenler olsa fark etmez ama bu avantajı biraz
ötenemiş olacaklar. Efendim hakikat haftaya
10. derste buluşacağız. Bu hafta kıssadan
özden. İçinde ufak incelikleriyle ufacık bir
deneme yoluna çıktık. Sizlere kolay gelsin
derken haftaya tekrar görüşmek üzere
diyorum. Hadi kalın sağlıcakla."}
Kitapta yazmazdan herkese merhabalar.
Geçtiğimiz haftalardan bu yana ki bu hafta
10.sunu gerçekleştirdiğimiz düşünce teorisine
girişte özellikle yorumlar arasında gelen
sorulara birkaç tane kısa cevap vermek
istiyorum en başta. Efendim bildiğiniz üzere
her bir dersimizin sonunda bir testimiz var. Ve
gittikçe bu testler puanlama ve klasik
okumalara dönük olarak değiştirilmeye
başlanıyor. 10. haftanın sonunda yani bu
dersten sonraki haftada bir dahaki pazara
bizler daha önce yapmış olduğumuz 10 tane
ayrı testin sorularını ve sorularının cevaplarına
ilişkin videoları veriyor olacağız. Yani hiçbir şey
için geç kalmadınız tam tersine 10 haftanın
hem bir değerlendirmesini yapıyor olacağız
hem de nerelerde neyi sormaya sorularımızla
size ne anlatmaya çalıştık onu ifade etmeye
çalışıyor olacağız. Bu yüzden yeni başlayan
kardeşlerim hiç geç kalmadılar. Tam tersine
özellikle bu önümüzdeki haftaya kadar bu 10
dersin testini bitirmenizi sizden rica ediyor
olacağız ki sizin için daha verimli olabilsin.
Sonrasında yani 11. bölümden itibaren ise
artık bir sıralamamız söz konusu olacak.
Derslerden alınmış olan notları yavaş yavaş
topluluk grubumuzda ilk 3'ü ya da ilk 5'i
yayınlıyor olacağız. Ve bu yavaş yavaş tatlı bir
rekabete dönüşmeye başlayacak. Ama bu
rekabet sizin daha iyi olmanız adına süreç
içerisinde ne anlama geldiğini de söyleyeceğiz.
Tabiri caizse devam eden haftalar boyunca bu
rekabetin size kattığı değerle rekabetin
olmadığını da öğreniyor olacaksınız. Beraberce
çıktığımız bu yolculuğun sonuna da gelsek
yeniden başlayanlar için fırsatlar asla bitmiyor
olacak çünkü eğitimlerimiz hep burada var
olacak ama ilk katılan dostlarımızın ilk yaptığı
testler silinip yerine puanlı testler
ekleneceğinden ötürü şu anda girmiş olan bu
aralar bizimle olan dostlarımız ilk olmanın
avantajını yaşıyor olacaklar. Sonrakiler aynı
eğitim almayı, aynı testleri yapmaya devam
etseler de onlar ellerindeki puanlara göre
hangi aşamada olduklarını görüyor olacaklar.
Bu yüzden az sabır diliyoruz sizlerden. Bu
haftaki konumuz metafor. Hadi başlayalım.
Metafor Yunanca'ya aslında yine Orta
Doğu'dan taşınmış bir kelime. Kendinden daha
öteye taşımak bir olguyu anlamına geliyor.
Daha fazlasını yüklemek. Kelimenin
etomolojisini yapanlara göre de metafor
kelimesi meta yani öte, frame yani taşımak,
yüklemek, yüklenmek anlamına geliyor. Yani
bir şeyi kendinden öteye taşımak çabası.
Kendimize ait sonraların tasavvurunu nasıl
yaptığımızı anlatır bizlere. Güncel
edebiyatımızda bakarsanız eğer bu benzetme
ve teşvihtir. Yani bizim edebiyatımızda, bizim
kültürümüzde teşbih olan sanat batı dünyasına
gittiğinizde metafor olarak anılır. Metafor
olarak adlandırıyor olmamızın sebebi
teşbihten daha güzel durduğu için değil.
Metafor kavramı teşbihten biraz daha teknik
bir isim olduğu için bunu kullanıyoruz. Yani
insanın kendini tanıma sürecinde kullandığı
kelimelerin ehemmiyeti ve kendisinde olmasını
istediklerini bir metafor halinde nasıl
kullandığını çözmeye çalışacağız. Yani hala
kendimizi öğrenmeye çalışıyoruz ki düşünce
teorisine girişin en temel yasası bu. Kendinizi
çözemedikçe başka bir şey üzerinden çalışma
şansınız yoktur. İnsan kendinde olanı metafor
olarak kullanır. O yüzden kendimizi tanımamız
için bakacağız ne var ne yok diye. Metaforlar
hem kullanımına göre tespitlerin yapılmasına
hem de metaforların kullanım şeklini
değiştirerek arttırarak düşünce yapınızın da
gelişmesine yardımcı olur. Yani bir yandan
yaptığımız metaforlarla kendimizi
değerlendirebiliriz. Bir yandan da nerede hata
yaptığımızı görerek hatalarımızı düzeltmek için
yeni kelimeleri nasıl kullanmamız lazım onu
öğrenebiliriz. Hep söylüyorum ya her şeyin
giriş aşamasındayız. O yüzden hap
mahiyetinde veriyoruz bütün derslerimizi.
İkinci ve üçüncü seviyeye geçtiğimizde her
birisinde büyük detaylarla uğraşıyor olacağız.
Ama bugünkü konumuzun hap konusu bu
kullandığımız metaforların kullanış biçimlerine
göre düşünce biçimimizi öğrenmek. Pek de
farkında değiliz ama bizler kullandığımız
kelimelerle ele veririz kendimizi. Ve
kelimelerimizin önüne kattığımız herhangi bir
teşbih, benzetme ya da bugünün dersi olduğu
gibi metaforlar, nesneler, özneler ve sıfatlarla
olan ilişkimizi yani hayatı olan bakış açımızı
gösterir bizlere. Örneğin ilkinden nesnel
metaforlardan başlayabiliriz. Nesneleri nasıl
metaforlaştırıyoruz? Eğer önümüzdeki bir
nesneyi bir başka nesneyle metafor halinde
kullanıyorsak bu birinci gruba giriyor. Nesnel
metafor diyoruz bunlara. Örnek demir gibi
sandalye. Sandalye bir nesne demir de bir
nesne. Sandalye bizim için bir ihtiyaç olduğunu
varsayalım. Buna karşılık söylediğimiz sıfat yani
benzetme ise demir. Dolayısıyla bir adam
dükkandan içeriye girdiğinde demir gibi bir
sandalye istiyorum dediğinde öncelikle onun
ihtiyacına binaen görünür bir güç peşinde
olduğunu anlamaya başlarız. Nesnel
metaforları hayatında çok kullanan insanlar
ihtiyaçlarını görünür güçle çözmek isteyen
tipteki insanlardır. Yani bir şeyi çözmek için
illaki bir nesneye ihtiyaç olduğunu görürüz o
insanlarda. Nesnelerle düşünüyor
olmalarından ötürü ise nesneler eksildiğinde
çözüm üretmede zorlanırlar. Bu yüzden sizin
hayatınızda da böyle bir unsur varsa bunun
yerine diğer metafor kavramlarını kullanmaya
başlamanız gerekecek. Bunu sonunda anlatıyor
olacağım. Geçtik ikinci metaforumuza.
Sıfatların metafor olarak kullanan insan
tiplemesi. Yine kapıdan içeri giren bir
müşterimiz olduğunu düşünelim ve içeri
girdiğinde sizden güçlü bir sandalye istediğini
söylesin. Yani yaşamlarında genellikle bir şeyin
oluşumunu diğer bir unsura bağlamış olan
insan tipleridir bunlar. Her şeyin olabilmesi için
bir başka şeyi beklerler. Eğer burada kapıdan
giren kişi güç yerine bir başka sıfatı kullanıyor
olsaydı veya size misafirliğe gelmiş bir adamın
yav tipsiz bir sandalye gibi yeni bir metafor
gerektiren benzetmeler kullanıyorsa eğer her
şeyi kendileri için isteyenilerine ait olanı ön
planda tuttukları durumda hasıl olur. Her şeyi
bir şeyle tamamlama istek ve talepleri ise
hayatları boyunca onları zorlayacaktır. Zira
hemen her şey her zaman diliminde hazır
olmaz bildiğiniz üzere. Nesne dedik sıfat dedik
sıra özneye geldi. Hala sandalyedeyiz çünkü
hepsini daha rahat hatırlayabiliriz böyle
olunca. Adam gibi sandalye dedi mesela birisi.
Sandalye yine bir ihtiyaç. Adam gibi kelimesi
ise bu ihtiyacın fonksiyonunu ortaya koyuyor.
Bu tip insanlar fonksiyonu en önde tutan insan
tipleri. Fonksiyonu odak noktalarına koymaları
sebebiyle ise farklı düşünce ve imkanların
varlığına kapalı insan tipleridir. Yani daha
dogmatik, daha köşeli ve kendilerine ait
kurallardan kolay kolay çıkmaz insan tipidir.
Halbuki bizler bu üç ayrı metaforu yerli yerince
ne kadar kullanabilirsek bunlardan oluşan her
türlü negatif unsuru da rahatlıkla ortadan
kaldırabilecek bir düşünce yapısına geçiş
yapabiliriz. Yani metafor kullanımı insan
düşünce yapısındaki değişime yardımcı
olmakta. Var olan eksiklikler ya da bunların az
kullanılıyor olması belli sebeplere ve belli
sebeplerden doğan sonuçlara götürür bizleri.
Şimdi o sebep ve sonuçlara bakalım biz
neresinden nasıl değiştireceğiz yavaş yavaş
oraya geçmiş olalım. Ben hayatımda pek
benzetme kullanmam bu yüzden dolayı bir
problem midir diye bu sual ederseniz eğer bu
esas anlamıyla bir problem değildir ama sizin
hayatınızdaki düşünce derinliğini oluşturur ki
ne yazık ki edebiyatımızda bu teşbihe ait olan
derinlemesine yazılar gittikçe uzaklaşmış
olmamızın temel sebepleri nedir diye
sorarsanız bunların başında elbette az okumak
geliyor. Özellikle geçmiş edebiyatımızın
klasiklerinden bahsediyoruz. Biraz daha teşbihi
fazla kullanmış olan. Az okuyoruz çünkü az
görmenin sonucunu yaşamak istiyoruz. Az
okuyanlar az görürler. Düşük bir izlem
sebebiyle de az metafor kullanıyor olabiliriz.
Etrafımızdaki olayları izlemek yerine hep
yorum yapma peşindeyiz. Ve bu yüzden de boş
konuşuyoruz. Halbuki hakikat iyi bir izleyici
etrafındaki olaylarda hep kendisini arayandır.
Buradaki hakikat başka hayatları görmemekle
adlandırılmalı. Bu da üçüncü sebep. Az
metafor kullanmamızda kullanılıp
söyleyebileceğimiz. Bizler başka hayatlardaki
sıkıntıları pek de göremiyoruz. Bu durumda da
bencillik hasıl oluyor. Peki bu metafor
kullanımını nasıl arttırabiliriz şimdi diye
soruyorsanız eğer özellikle çocuk yaştakiler için
ebeveynlere söyleyebileceğim unsur o
çocuklara kendi küçük çocuklarınıza
benzetmelerle konuşun. İnci gibi dişlerin var,
şeker gibi duruyorsun, çok tatlı gülüyorsun gibi
ifadeleri kullanmayı nesne, özne ve diğer
bütün unsurları bir arada kullanmaya çalışın.
Sıra gençlere geldiğinizde ise eğer pek
benzetme kullanmıyorsa onlara anlamadım
diyerek benzetme yapmaya zorlayın. Geldik
yetişkinlere. İşte o yetişkinlerde bu iş nasıl
oluyor? Gelin şimdi ona bakalım. Dersi
dinleyen yetişkin dostlar ve gençler
konusundaki esasi anlamda bu metafor
kullanımının değerlendirmesine gelince
durumu şöyle anlatalım. Kullandığınız
metaforlarda ilk örnekte verdiğimiz nesnel
metaforlarınız fazlaysa bu durumda kişisel
olarak gelişim noktasında eksiklikleriniz var
demektir. Ama buna rağmen bunun bir de
pozitif tarafı var. Bu daha rahat bir şeyleri
anlatabildiğiniz anlamına gelir. Eğer
kullandığınız metaforlarda pek de öznel
metaforlara yer vermiyorsanız hayattan
beklentileriniz normalin üzerinde demektir.
Ama bunun yine pozitif bir tarafı da var. İş
verildiğinde iyi bir iş yapar anlamına gelir. Ve
hayatımızın içerisinde olayların metaforlarına
yeteri kadar yer vermiyor olmak, yorgunluk ve
stresin fazlalığını gösterse de sistemsel bakış
açınızın geliştiğini göstermektedir bizlere.
Burada olay olarak belirlediğim aynı zamanda
sıfat kullanımları manasına geliyor. Şimdi
geldik biz nerede eksiğimiz var onu görmemiz
lazım. Yani bu avantajları hepsinin bir arada
olduğunu düşünürseniz eğer daha rahat bir
anlatım, Hepsinin bir arada olduğunu
düşünürseniz eğer daha rahat bir anlatım işi iyi
yapabilmek sistemsel bakış açısı hepsi bir
arada olduğunda bizler daha iyi düşünebilir
insanlar haline gelebiliriz. Bu durumda metafor
kullanımımızı hem arttırmak hem de
çeşitlendirmeye ihtiyacımız var. Bunun için de
bu haftanın klasik bir ödevi olacak. Nasıl
olduğunu anlatıvereyim sizlere. Efendim
güncel hayatınızda bir arkadaşınızla sohbet
ederken ya da anneniz, babanız, eşiniz,
çocuğunuz ya da iş hayatındaki herhangi bir
toplantı, kısa bir görüşme. Karşınızdakinden
izin alarak 5 dakika 10 dakikalık bir ses kaydı
yapmanızı isteyeceğiz sizden. Sonra kendi
kendinize bunu bir daha dinlemenizi
isteyeceğiz. Kaç tane metafor kullandığınızı
saymanızı isteyeceğiz. Dolayısıyla bu
metaforlarında hangilerinin eksik hangilerinin
fazla olduğuna bakmaya başlayacaksınız. Şimdi
bu konuşma alanındaki testiniz. Normalde
hayatınızın içinde yapacaksınız bunu. Geldik
bizim testimize. Bizim testimizin ilk bölümünde
ise kısacık bir yazı yazmanızı isteyeceğiz sizden.
Bir paragraflık, isterseniz iki paragraflık da
olabilir. Bir paragraflık isterseniz iki paragraflık
da olabilir. Sonra altına bunlar anekdot birer
hatıra bir fıkra olmasın ama özellikle kendinize
ait bir yazı olsun. Kendinize de anlatabilirsiniz
bir olayı da anlatabilirsiniz. Sonrasında ise
kendinize değerlendirmelisiniz sorusunu
soracağız. Elbette klasik olacak her iki
cevabınızda ve buna göre de bir puan
alacaksınız. Haftaya ise hem bu puanların her
birisini topikun sizlere göndermeye hem de
değerlendirmeler yapmaya başlayacağız. Belki
ilk hafta 5 dersimizi ikinci haftada 5 dersimizi
değerlendirerek şöyle 10. dersimizin sonunda
tabiri caizse bir durak duruşu yapacağız. Bir
değerlenip toparlanacağız. Kaç kişi kaldık? Kaç
kişi olmuşuz? Kimler bu işe sahip çıkmış?
Nerelere ulaşmışız? Ona bakacağız. Dersler
elbette ki hiç bitmeyecek. Ama maillerinize
cevap verdiğim yazdığım gibi. Kimileri yıldızlı
bölümde devam ediyor olacaklar. Kimileri de o
bölüme adım atabilmek için biraz daha gayret
sarf etmeleri gerekecek. Ama benim için değil.
Bunların hepsi sizin için. Kendinize iyi bakın.
Kolay gelsin."}
Düşünce teorisine girişten herkese merhabalar.
Herkese hayırlı haftalar. İlk 10 dersimizi
devirdik geçtik. Allah'a şükür. 11. dersimize
geliyoruz. Yavaş yavaş pratikler başlayacak.
Klasik ve test usulüyle puanlama tablomuza
başlıyoruz. Daha önceki 10 haftanın puanlama
tablosunu da sadece o 10 haftanın özel halini,
durumunu şöyle bir başlangıç manasıyla hafta
içinde topluluk bölümüne atacağımız bir
görselle duyuracağız. Ama sıfırdan başlıyoruz
şimdi. Puanlama aşamasına tabii ki. Ama hep
söyledim ya düşünce teorisine giriş dersinin
çözümlemelerinde de beyan ettiğim üzere yeni
başlayan tüm kardeşlerim elbette ki bu
derslerden gereken bütün bilgiyi almaya da
devam ediyor olacaklar. Bu hafta yavaş yavaş
işin çetrefilli bölümüne girmeye başlıyoruz. O
yüzden algoritmada düzlemsel algoritmayı
konuşacağız. Önce algoritmadan kısaca
bahsedelim. Algoritma belli bir problemi
çözebilmek ve bu problemde nihayete
ulaşabilmek adına yapılmış olan bir yol
çizelgesi. Bu yol çizelgesi bugün bilgisayar
dünyasında bütün robotların, bütün
sistemlerin çalışabilmesi için uygulanıyor. için
uygulanıyor. Aynı zamanda düşünce teorisinde
düşünce yapısını geliştirmek isteyen insanların
asla vazgeçemeyecekleri temel yöntemlerden
bir tanesi. Algoritmanın babası ise Ebu
Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi'dir.
Kendisini selam ile muhabbetle anmak gerekir.
Çünkü dünya düşünce tarihinde önemli bir
noktayı çözümlemiş, bunu şematize etmiş.
Daha doğrusu bugünkü bilgisayar dünyasının
bir şeyler yapabiliyor olması, onun hesabelce
bir ve el mukabela çalışmalarının kitaplara
dökülmüş haliyle mümkün olmuştur. Arap
sayılarını kullanarak aritmetik problemler
çözme kuralları manasında algorizma sözcüğü
algorizm Avrupa'ya geçiş yaparak bugün
dünyanın düşünce biçiminde kullandığı sizin de
zaman zaman mind map yani akıl
hesaplamasında bir çizgi yöntem olarak
gördüğünüz sistemdir. Kullandığınız bütün
yazılımlarda bu sisteme göre çalışmaktadır.
Sizin de görselde gördüğünüz gibi lamba
çalışmıyor. Bu bir sorundur. O zaman lambanın
fişi takılı mı? Hayırsa fişi tak. Evetse ampul
patlak mı? Ampul patlaksa ampulü değiştir.
Değilse yeni bir lamba al. Şeklinde
basitleştirilmiş bu akış şaması aslında kendi
düşünce dünyamızın şamatize edilmiş hali.
Bilgisayarlara da nasıl düşünmeleri gerektiğini
daha doğrusu nasıl harekete geçmelerine
gerektiğini öğrettiğimiz bir yöntem. Peki
bilgisayarla insan arasında bu kadar derin bir
farklılık var derken hakikaten var mı? Yok mu?
Biraz da böyle bir soruyla hafifçe kafa
karıştırarak başlayalım dersimize. Algoritma
başlığını attığımızda sizlere düzlemsel
algoritma diye ayrı bir kelime daha kullandım.
Düzlemsel kelimesi aslında olayı kavrayıp
kavrayamayışımız arasında bir dengeyi
anlatacak bizlere. Bunun için önemli. Düzlem
kişilerin öngörüleri ve tecrübeleriyle
oluşturdukları ana yapıdır. Yani şöyle tabir
edebiliriz bunu. Hamur yoğurmak için sizin bir
tezgaha ihtiyacınız var. Sonra bu tezgahta hem
tecrübeleriniz, geçmişiniz hem de
öngörüleriniz, yani geleceğe dair olan geçmişle
gelecek arasındaki bağ kurduğunuz yere
düzlemliyoruz. Dolayısıyla bugün şimdi düzlem
üzerinde bir algoritma denemesi yapacağız.
Bakalım o deneme nasıl devam edecek bizim
için. Madem ki böyle bir düzlem var ve bu
düzlem geçmiş ve gelecekten oluşuyor. Sizce
geçmiş ve gelecek bilgisi düşünmeye yeter mi?
Gelin şimdi buna birlikte bakalım. Şimdi size
bir hikaye anlatacağım ve bu hikayeden bir
algoritma düşünme biçimimizin ne kadar işine
yarayıp ne kadar yaramadığımızı görmemize
yardımcı olacak. Şimdi önemli bir hikayeyle
başlayacağız meseleye. Hikayemiz önemli ve
bir ölüm hikayesi. Eşini aldatan bir iş adamıyla
ilgili. Eşini aldatan bir iş adamının bir otel
odasında yanında bir kutu ilaç ve alkol şişesiyle
beraber ölü bulunduğu bir hikaye. Şimdi bu
hikayede düzlemsel bir algoritma yazalım
beraberce. Birinci meselemiz şu. Ortada bir iş
adamı var ve bu iş adamı için önemli olan ilk
soru intihar mı etti acaba sorusu olacak. Eğer
evetse zaten dosya kapanıverir. Ama hayırsa
bu sefer ikinci soru ortaya çıkacaktır. Odaya
biriyle mi gelmiş? Eğer hayırsa yani tek
gelmişse odaya bu bir intihardır. Dosya yine
kapanır. Eğer odaya biriyle gelmesine evet
diyorsak, Eğer odaya biriyle gelmesine evet
diyorsak, odaya onunla gelen kişi mi ona
hapları yuturmuş diye sormamız gerekir. Eğer
cevabımız hayırsa o zaman bu durumda bu
adamcağızın eşini aldatırken kullandığı bir ilaç
türüyle alkolün etkileşim süreciyle bir intihar
süreci yaşandığından bahsedebiliriz. Peki
odaya gelen kişi onunla beraber o kişiye
haplarını yutturduğun düşüncemiz evetse
durum şu. Katil acaba onu bu odaya getiren
kişi mi diye sorarız. Katil acaba onu bu odaya
getiren kişi mi diye sorarız. Eğer evetse bu
durumda güvenlik kameralarından veya diğer
bütün görgülü tanıklarını da ortaya koyarak
onunla beraber odaya giren kişinin katil
olduğunu anlar ve onu bulup tutuklarız. Eğer
hayır böyle değilse bu durumda bu olayı bir
azmettirici söz konusudur. Dolayısıyla bu
azmettiricinin kim olduğunu buluruz ve
sonuçta dosya kapanıverir. Efendim doğal
olarak sizler şimdi biraz önceki algoritmanın
sonucunda başka şeyler düşünmeye başlamış
olabilirsiniz. Ama biraz önce çizdiğimiz
algoritma baştan aşağı yanlıştı. Zira yine pek
çoğunuz nasıl yanlıştı sorusunu soruyor
kendine hemen. Ama asıl mesele düşünce
teorisine girişte bir şeyin nasıl olduğu değil. Ne
ile yanlış yapıldığını bulmak. Son 10 dersi iyi
dinleyenler nasıl sorusuna ve bir önceki
algoritmanın tongasına düşmemiş olmalılar.
Şimdi biz ne dedik düzlemsel algoritmayı
anlatırken? Düzlemsel algoritmada düzleme
oluşturan bir tecrübeler var, bir de gelecek var,
öngörüler var demiştik. Şimdi ben en başta
hikayeyi anlatırken şöyle bir cümle
kurmuştum. Eşini aldatan bir iş adamı bir otel
odasında yanında bir kutu ilaç ve alkol şişesiyle
ölü bulundu demiştim. Şimdi geçmiş
tecrübelerimiz bizlere doğal olarak bu
kurulmuş olan cümleden de yola çıkarak eşini
aldatan bir kişinin otele gidiyor olmasını gayet
doğal karşılar. Çünkü diziler, filmler, haberler
bunu gerektirir. bunu gerektirir. Gelecekle ilgili
düşüncelerimiz ise beraberinde olduğu kişiyle
beraber bu kişinin hap ve alkol aldığını bu da
bir nevi intihar yahut zehirlenmedir
düşüncesini doğal olarak doğurur. Halbuki
hakikat şudur efendim. Dersin en başında ben
size harizmiyi anlatırken düzlemden
bahsetmedim çünkü düzlemsel algoritmanın
kendisi yanlış. Zira düzlemden hariç olarak bir
de derinlik gerekir. İşte bizim de aradığımız
temel unsur budur. Eğer sadece geçmiş
tecrübeleriniz ve gelecek öngörülerinizle
hareket ederseniz, düzlemsel bir algoritma
yazarsınız ve bu sebeple hiçbir zaman doğru bir
düşünce ve bu düşüncenin sonucuyla doğru bir
yola revan olamazsınız. Düzemden hariç bir
derinliğe ulaşabilmemiz içinse, ön
yargılarınızdan kurtulmuş olmanız gerekiyor.
Tecrübeyle ön yargıyı da birbirine
karıştırmamalısınız. Şimdi bizim bir önceki
olayda, yani anlattığım hikayede, asıl
arattığımız şey neydi? Adamın neden öldüğü.
İşte bu durumda bizim eşini aldatan bir insan
tipiyle veya otel odasında alkol ve ilaç
konusuyla bunu birleştiriyor olmamız sizin
tecrübelerinizi tetiklemek ve öngörüllerinizi
hemen pat diye ortaya dökmeniz içindi.
Halbuki adam niye mi öldü? Bir bayir toplantısı
sonrası başı ağrıyan bir adama yanlış bir ilaç
verilmişti. Yanlış verilen ilaç sonucunda bu
adamcağız ölüvermişti. Peki doğru algoritmayı
yani düzlemsel olanı değil derinlikte olan
algoritmayı nasıl yazacağız? İşte bunun için
birinci maddemizin kuralı şu. Düzlemden
kesinlikle çıkmamız gerekiyor. Yani geçmiş
tecrübelerimiz elbette bir ihtiyaç. Gelecek
öngörülerimiz kesinlikle işe yarar. Ama
düzlemden önce bir çıkmamız lazım. Bu
düzlemden çıkabilmemiz için önce anlatılan
olaydaki tüm sıfat ve ön yargıları da siliyor
olmamız lazım. Ve dahi son kural önce neyi
bulmak istediğimizi belirlememiz gerekiyor ki
kritik olan soru bu. Ne sorusu. Dolayısıyla
genellikle iyi cinayet uzmanları bu konuda bir
soruşturma aşamasında eşini aldatan bir
erkeğin eşini aldatmasını önce ikinci plana
alırlar. Önce ikinci planı alırlar. Otelde ölü
bulunuyor olmasıyla hemen sizlerin yaptığını
düşünmüyorum ama toplumun %80'inin
yaptığı gibi fantastik düşünceler sonucu karara
ulaşmazlar. Öncelikle ne olduğunu ararlar.
Dolayısıyla sorunun birincisi bu olmalıydı. Ne
sorusu. Bu da bize düzemsel algoritmadan
kurtularak derinlemesine algoritmayı
kullanabilme imkanını sağlıyor olacaktı. Peki
bu manada doğru bir algoritmayı nasıl
kurabiliriz? Gelin güncel hayatımızdaki bir
örnekle bunu yapmaya çalışalım. Örneğin
şöyle bir soruyla başlayalım hayata. Diyelim ki
bizi dinleyen, bizi izleyen kardeşlerimizden
birisi olsun. Bu bir lise üniversite hazırlanırken
çok çalışıyorum ama başaramıyorum diye bir
cümle kurmuş olsun. Şimdi bir algoritma
yazacağız ve bu algoritmada bu arkadaşımızın
nerede yanlış yapıyorum sorusuna cevap
alacağız. Şimdi buradaki düzlem nedir? Yani
sadece geçmiş tecrübeler ve gelecekle alakalı
öngörüleri ortaya koyarsanız ve bunu en başta
yaptığımız düzlemsel algoritma gibi bir yanlışla
çözmeye kalkarsanız burada düzlem çok
çalışsam da olmayacak. Niye? Tecrübelerim
bana gösterdi ki çalışınca olmuyor.
Öngörüllerim bana gösteriyor ki ben
geometriden anlamıyorum ve bu iş olmayacak.
E önyargılarınız var doğal olarak ve bu ön yargı
başaramamanız üzerine. Ama biz neyi
arıyoruz? Ne sorusunu. Bu olayda çok
çalışıyorum ama başaramıyorum gibi bir
cümlede ne sorusunun cevabı başarı.
Aradığımız şey başarıya ulaşmak. Dolayısıyla
önce yanlış yaptığınız noktayı bulabilmek için
yanlışın merkezi olan sizin arayışınızın ilk
noktası olan başarıyla ilgileneceğiz. Oradan
yeni bir algoritma yazmaya çalışacağız. İyi bir
algoritma yazarı aynı zamanda sistemsel bir
bakış açısına sahip olabilme imkanına da
böylelikle kavuşmuş olacaktır elbet. Bu
noktada başarmam için yapmam gerekenleri
belirledim diye başlayalım algoritmamıza.
Neden? Çünkü başarıyı alıyoruz.
Başaramadığımız olaylar var. Başarmak için ne
yapmam lazım? Bu gerekleri arıyorum. yeni bir
yöntem bulmanız gerekir. Ama cevabınız evet
ise bu durumda ilk cümleyi kurmanızın sebebi
de ortaya çıkar ki artık yöntemi değiştirdikten
sonra bunu değiştirdiyseniz değişen yöntemleri
denedim ama başarılı oldum denedim ve
başarılı oldum sorusunun cevabı evetse sonuca
ulaşmış oluruz. Eğer bunun cevabı hayırsa işte
bu durumda algoritmanın temeli. Başa dönüp
işlemi bir daha bir daha ve bir daha yapmak
zorundayız. Dolayısıyla bu bizi düzlemsel
düşünce algoritmasından çıkarıp derinlikli
algoritmaya ve önyargı ve geçmiş ve gelecekle
alakalı tüm bildiklerimizi bir kenarda tutarak
işin özüne ulaşmamıza yardımcı olacaktır. İşin
özüne ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Eğer aynı
talebe arkadaşımla yanlış bir algoritma
yazsaydık şöyle bir düzlemsel algoritmamız
olurdu ki o da olayın anında başlardı. Çok
çalışsam da başaramadığımı buldum yazardı
bu genç kardeşimiz. yazardı bu genç
kardeşimiz. Eğer hayırsa cevabı bir daha ara
denirdi. Halbuki araymakla olmadığı zaten
sistemden belli. Eğer çok çalışsam da
başaramadığımı buldum. Evet sonucuna
ulaşıyorsanız bu sefer de asla ve katiyetle
gerçek bir başarıya ulaşamayacağınız ortaya
çıkar ki bu da ön yargılarınızın size yeni bir gol
attığını da göstermektedir. Efendim geldik
dersin sonuna. Yavaş yavaş tatlı hikayelere
doğru geçiyoruz. İşin zevkli taraflarına doğru
gideceğiz. Bu ilk düşünce teorisine giriş birinci
bölümün yarısından sonraki başlayan yeni
kuşaklar. Yavaş yavaş olay çözümlemelerine
doğru adım atmaya başlıyoruz. Bu yüzden
bunlara başlamadan önce bu algoritma ve
benzeri konuları iyi biliyor olmak ve üzerinde
biraz kafa yormak gerekiyor elbette. Efendim
testi lütfen doldurmayı unutmayın. Çünkü
önümüzdeki perşembeye kadar vaktiniz
olacak. Ve akşam perşembe akşamı testi
kapatmayacağım. Ama perşembe gecesine
kadar testi doldurmuş olanlar için cuma günü
bir değerlendirme vakti ayırıyor olacağım. Ve o
vakitte puanları belirleyeceğim. Ve o vakitte
puanları belirleyeceğim. Geçtiğimiz 10 haftayla
ilgili olan puanlama tablosu içinse baya bir hali
hazırda testleri yapan ve aramıza katılan baya
yeni dostlarımız var. O yüzden onlara bir 3-4
günlük daha fırsat tanımaya gayret ediyoruz.
Evet birinci bölümün bitmesine yarısı bitti.
Geriye bir yarısı daha var. Bu arada adedimiz
arttıkça mutlu oluyoruz. Çünkü elimizdeki
değerler artıyor ve atölye çalışmaları için biz de
sizden daha fazla heyecan duyuyoruz. Efendim
bu haftalık bu kadar. Testleri lütfen unutmayın.
Eski derslerinin kalan testleri varsa onları da
unutmayın. Haftaya tekrar görüşmek üzere. 12.
derste inşallah. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi'ne girişin 12. dersinden


herkese merhabalar, hayırlı haftalar olsun.
Hakikat şu ana kadar geldiğimiz noktanın
üzerine koya koya gitmeye devam ediyoruz.
Her birisinde küçük bir şey ekliyoruz ama
aslında büyük bir adım atıyoruz. Giriş kısmını
bitirmek üzerine. Bugün fonksiyonel düşünme
tekniğine girişten bahsedeceğiz. Çünkü
düşünce teorisine giriş bölümündeyiz.
Fonksiyonel bir düşünme biçiminin oluşum
sürecinde çok basit ve hap gibi ve hayatınızda
hemen uygulayabileceğiniz önemli bir
unsurdan bahsedeceğiz. Dolayısıyla dikkatle
dinlemenizi ve biraz daha derin düşünmeye
çalışmanızı sizden rica ediyoruz. Hadi
başlayalım. Fonksiyonun kelime manasıyla da
baktığınızda bir varlığın oluşum sebebi ve
bunun oluşturduğu işlevler silsilesi olarak
karşımıza çıkar. Matematiksel olarak ele
aldığınızda da bundan farklı değildir. Herhangi
bir şeyin bir başka şeyle olan ilişkisi önce
formülize edilir. Sonra bu formülde bilinenlerin
yerine farklı rakamlar koyabileceğiniz için
harfler yerleştirilir. X artı 2Y gibi. Bu artık bir
fonksiyona dönüşmüştür. Yani işlevi olan bir
anlama. Bu anlamada fonksiyon diyoruz. Sonra
bunun grafiğini oluşturuyoruz ve daha uzun
pek çok meselesi var. grafiğini oluşturuyoruz ve
daha uzun pek çok meselesi var. Ama dedik ya
düşünce teorisine girişte olduğumuz gibi
fonksiyonel düşüncenin giriş kısmındayız. Önce
fonksiyonu anlayacağız ama çok önemli bir iki
ipucu veriyor olmaya çalışacağım sizlere. Şimdi
hayatımızda gördüğümüz hiçbir şey ise
bildiğiniz üzere düzlemsel değil. Bakın bugüne
kadar işlediğimiz dersler matematiksel,
pediatrik, psikolojik, kimyasal hepsini bir araya
geldiğimizde aslında işlevsel bir şey yapmaya
çalışıyoruz. Düşünmeye çalışıyoruz. Aynı
zamanda yaşamsal fonksiyonumuzu beyan
etmiş oluyoruz böylece. Hani hastanede
söylerler ya yaşam fonksiyonunu kaybetmiş bu
adam diye. İçindeki vücudunun hücreleri
arasındaki iletişim çökmüş diye. Şimdi o
iletişimin varlığına dair olan fonksiyonun ne
olduğunu ifade ettik. Peki varlığın kendisi
madde atom tahta bıçak insan her neyse ve
her ne şekilde düşünülecekse düşüncede
sonuç itibariyle bugün artık maddesel bir
karşılığı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz
fiziğin geldiği bu aşamalardan ötürü. Bu halde
biz varlığın fonksiyonunu nasıl yazabiliriz? İşte
onu da kadim bir bilgiyle yapacağız şimdi.
Şimdi bir varlığı oluşturan temel ve kabaca bir
fonksiyon yazacağız. Ama altını çiziyorum çok
kabaca. Kabaca çünkü giriş bölümündeyiz.
Bunu her seferinde tekrar ediyorum. Çünkü bu
giriş bölümleri sonrasında çok başka yerlere
varacak. Şimdi kabaca dünyayı ele alırsanız,
dünyada bir varlıktır, atomda bir varlıktır,
birbirinden farklı değil, aynı kelimenin içinde
hapsolmuşuz. Şimdi, bir varlığın oluşum
sürecinde ortada gördüğümüz şey, aslında
varlığın illetiyle çarpımından, kusurların
kendisinden eksiltilmesiyle hasıl olmuştur. Bir
şey önce illetiyle bir çarpana girer, sonra ondan
kusurları düşününce ortaya bir varlık hasıl olur.
Düşünce de, insan da, insan hayatının tamamı
da böyledir. insan da insan hayatının tamamı
da böyledir. Varlığın kendisini salt olarak ele
almak ne yazık ki mümkün değildir. Çünkü o
salt ele aldığınız yerde salt bir yaşam gerektirir.
Tıpkı okulda okurken hani basıncı göz önünde
bulundurmayın, sürtünmeyi göz önünde
bulundurmayın derler ya ama sonra
üniversiteye geldiğinizde her birisinin mutlak
sureti hesaba katmanız gerektiği anlatılır
aynen öyle varlığın kendisi evet salt olarak bir
varlıktır ama o varlığın oluşum aşamasının ilk
adımından bugüne kadar illeti ve kusuru
kendinden hariç hiçbir zaman olmamıştır
varlığın kend kendisindedir. Varlığın varlık
fonksiyon elinize aldığınızda elinizde
tuttuğunuz şey illet çarpanıyla çarpılmış ve
kendisinden kusurları bilinen ve her bir
kusurunun kendi fonksiyonundan çıkarmaya,
eksiltmeye, çalışmasına yönelik ya da işlevine
hangi fonksiyonda varsa o onun tersine bir
işlev görmekte. Şimdi bir cümle kurduk baya
da bir anlattık. Peki illet nedir kusur nedir? İşte
bugünün temel meselesi bu olacak. O yüzden
belki illet ve kusuru dinledikten sonra bu
bölüme tekrardan dönebilirsiniz. Genellikle
illet ve kusur birbirine çok karıştırılır. Bizim
düşünce tarihimiz boyunca ise illet ve kusur
birbirinden ayrı öğretilir. Dolayısıyla bugünkü
dersimizde siz yavaş yavaş o kadim bilgiyle
tanışmaya başlıyorsunuz. İllet dediğimiz şey
varlığın kendisinden olandır. Ne demek
istiyorum? Şunu. Bir demir erittiniz ve bu
demire bir şekil verdiniz. Ne bileyim çekiç
yaptınız. Bir başka şey yaptınız. Bir maddeye
dönüştürdünüz bunu. Düşündünüz. Bu
demirden ne olabilir deniriz. Demirin illeti
biraz önce kurduğumuz cümle gelince
kendindendir. Peki demirin kendi en aklınıza
gelen, en çabuk aklınıza gelen özelliği nedir?
Sert olması. Öyle değil mi? Ondan çekiç
yapıyoruz, bir sandalye yapıyoruz, masa
yapıyoruz, masa ayağı yapıyoruz. Neden?
Çünkü serttir, sağlamdır, dirençlidir. Peki bu
kendisinde var olan özellik aslında kendisinin
de illetidir. Sebep günün birinde demirden bir
çubuğu eğmek istersiniz. Ya şunu biraz eğelim
bükelim yerine oturmadı dersiniz. O gün kendi
özelliği fonksiyonel varlık aşamasında yani siz
onu kullanırken o bir illet olduğu gözünüzün
önüne çıkar. Millet kimi zaman onun faydası,
kimi zaman ondan elde ettiğiniz şeyin durumu
ve yeri ve zamanı değiştiğinde kendisindeki
özelliği gösterirken size koymuş olduğu tabirca
ise dirençtir. Dolayısıyla mesela bir elektrik bir
kablodan akıp geliyor. Bir kablodan akıp
gelirken kablonun bir direnci var. Bu kablonun
illetinden dolayı biz elektrik akımını elde
edebiliyoruz. Onu evlerimize kadar
ulaştırabiliyoruz. Dolayısıyla düşünce
biçimimizde de nasıl düşünmemiz gerekir
derken buraya tekrar döneceğim. Ama önce
illeti çok iyi anlamanızı istiyorum. Çünkü
kusurla birbirine çok karıştırılır bu konu. İllet
maddenin, düşüncenin, insanın
kendisindendir. Kendisinden hariç olan şeylere
ne denir? Gelin bir de ona bakalım. Kusursa
maddenin fiziksel, kimyasal, biyolojik insanın
kendi düşüncesinin illetinden hariç olmak
üzere dışarıdan bir müdahale olduğunda işte
ufolar falan diye anlatıyorlar ya şimdi. Böyle
bir şey olduğunda aklınızda kalsın diye bunu
yaptık yanlış bir yere gitmesin ne olur. Hakikat
demir için düşündüğümüzde bu paslanma
olarak karşımıza çıkar. Demirin paslanabilmesi
neyle oluyor? Dışarıdan bir oksijen etkisiyle.
Dolayısıyla şunu diyemezsiniz. Paslanmak
demirin illetidir. Hayır o demirin kendi
özelliğinden değildir ki kendinden olsun o illet.
Bu demirin kusurudur. Oksijenle karşılaştığında
paslanmaya başlar. Bu demire kusurdur. İnsan
için ise veya bir başka canlı içinse ve düşünce
içinse bir sonraki slide ile geleceğim. Ama
illetle kusurun farkını iyi anlamalısınız ama bu
farklılığı kaçırdığınız yerde birini çarpan birini
çıkan hale çevirirsiniz. Dolayısıyla varlık çarpı
illet, eksi kusur formülünü asla unutmamanız
gerekiyor ki bir sonraki slide bunu daha rahat
anlamanızı sağlayacak. Peki biz insanlar bu
formüle göre nasıl düşüneceğiz? Bizim kadim
düşünce tarihimizde devlet adamları da
yetiştirilirken, önemli şahsiyetler de
yetiştirilirken her zaman şunun altı çizilmiştir.
Yeryüzünde illetsiz ve kusursuz hiçbir şey
bulamazsınız. Bir şeyin illeti hiçbir zaman bir
olmaz. Çünkü bir çarpı varlık tekrar bir
olacaktır. Her zaman 0,99 995 0,998 maddesine
göre durumuna göre değişmekle beraber
varlığın yani ne düşünecekseniz onun
kendisindendir. Öyleyse orada illet kısmına
dönüp bakacağız. Ama kusur kısmına
takılmayacağız. Bugün bütün düşünce
yapılarında özellikle batı düşüncesinde
kozmopolit yaşamın insanları tamamen
kapitalist harcama mantığını götürmek
istedikleri için sizi maddenin fonksiyonuna
değil her zaman maddenin kusuruna
yönlendirmek isterler. Bu da daha fazla satış
yapmalarına imkan tanır. Veya bir devleti
yönetirken bir başka devlete düşmanlık
yaparken onun kusurlarını birinci maddeye
yazarlar. Bizse bütün düşünce yapımızda ve
kurgularımızda kusurları önce bir tarafa
kaldırıp koyarız. Çünkü kusur dış dünyanın
etkileriyle artabilen ve azalabilen şeylerdir.
Odaklanacağımız yer kusur değildir.
Odaklanacağımız yer illet ve hakikat.
Maddenin, varlığın kendisidir. Örnek,
çocuğunuz ders çalışmıyor. Çocuğunuzun bir
kusuru var, bir de illeti var. Maddenin varlığın
kendisidir. Örnek çocuğunuz ders çalışmıyor. E
çocuğunuzun bir kusuru var. Bir de illeti var.
Örnek çok hareketli bir oğlum var. Yerinde
durmak bilmiyor. Bu kendi iş dünyasından
geliyor değil mi? Bu çocuğun nesi oldu? İlleti
oldu. Peki çocuğun kusuru nedir? Bu illet ne
zaman ki bir arkadaşıyla bir olayla bir başka
şeyle karşılaşıyor o zaman hengame kıyamet
kopuyor bir türlü dersini çalışıp kendine
dönmüyor. Peki illet madem ki maddenin
kendisindendir o halde o çocuğun hayatta
başarılı olabilmesi aynı zamanda kendi içindeki
bu illet kat sayısını bir basamak olarak
kullanınca mümkündür. Sizlerse veya bizlerse
onun yaramazlık yapmaması üzerine bir
mücadele verirsek onun kusuruna odaklanmış
veya kendiniz içinde düşünebilirsiniz bunu eğer
genç bir kardeşim dinliyorsa kusura
odaklanırsınız, varlığı ve illet çarpımını
kaybeder, çıkarma işlemine odaklandığınız için
o büyük faydayı kaçırırsınız. O zaman ondaki
hareket illetini, onun çalışabilme kademesini
arttırabilmek için kullanmak ve oraya
odaklanmak esastır. Düşüncelerimizi yazarken,
ileride kurgu düşünceler yazmaya başlayacağız.
Kurgu senaryolar yazmaya başlayacağız. İşte o
gün dönüp soracağız. Bu düşüncemizin illeti
nedir? Kusuru nedir? Tıpkı birazdan testimizde
göreceğiniz üzere bir örneklem yapmış
olacağız. O test de size bir şeyler anlatıyor
olacak. Haftaya görüşmeye üzere diyeceğim.
Ama hemen bir virgül koyayım. Tabelada
topluluk bölümünde ilk onu görmeye
başlıyorsunuz bu haftadan itibaren. Birkaç gün
içinde onları da yayınlamaya başlayacağız.
Tabelada kim birinci, kim ikinci onun takibine
çıkıyoruz. Haftaya tekrardan görüşmek üzere
efendim. Kartezyenlerden bahsedeceğiz. Ama
yine hap mahiyetinde çevrenizdekilere
hakikatle hikmette doğrusuyla eğrisiyle
kusurlardan arınmaya çalışarak değil illete
basamak edip varlığın kendisindeki o hakikate
ermek dileğiyle kendinize iyi bakın haftaya
görüşmek üzere kolay gelsin"}
Efendim düşünce teorisine giriş 13. ders
kitapta yazmazdan herkese hayırlı haftalar. 12.
dersimize ait olan testimizin gecikmesinden
özürü ötürü özür dileriz. Hakikat Ramazan
ayındayız bayrama doğru yolculuğumuz devam
ediyor. İzlediğiniz için teşekkürler. sizden
talebe olarak onları yapmanız iyi olacak. Çünkü
çarşamba günü artık tabelaya çıkıyoruz. İlk
10'u veya ilk 15'i açıklamaya çalışacağız. İlk 10
dersimizden bir grup var. Ama ondan hariç
olarak gelen sıralamayı da veriyor olacağız ki
15. 20. derse doğru giderken ve düşünce
teorisi girişin 2. bölümüne geçerken artık o
atölyevari çalışmaların temellerini atabilmek
uğruna gelen maillerinizi cevaplamaya devam
ediyorum. Ancak zaman zaman gecikmeler
gayet tabi olabiliyor. Çünkü baya fazla mailimiz
var ve her birisinin tek tek bir zatiyi ben
okuduğum için ve cevaplandırmaya gayret
ettiğim için biraz sabırlı olmanızı sizden
istirham ediyor olacağım. Ama hakikat
yazmaktan hiç çekinmeyin. Mutlak surette
cevap vermeye gayret edeceğim. Efendim,
kartezyen düşüncenin boyutlarındayız bu
hafta. Geçtiğimiz hafta fonksiyonlarla
ilgilenmiştik. Bu hafta kartezyenle
ilgileneceğiz. Ama kartezyen deyince aklı
elbette ilk gelen konulardan bir tanesi
Descartes ve kartezyen felsefesi. Halbuki
Descartes'le başladığı söylenemez bu sürecin.
Bundan evveli de var. Doğu düşüncesinde
bunlar çok daha temellendirilmiş şeylerdi.
Descartes tabiri caizse Avrupa'da yaşanan
Hristiyanlığın getirmiş olduğu hegemonyaya
karşı biraz daha mantıklı olamaz mıyız diyerek
bir arayışa girip hakikat düşünüyorum öyleyse
varım sözcüğünü söyleyebilme noktasına
gelmiş olduğu kartezyen felsefe ve kartezyen
matematik. Ancak bu düşünce biçiminde ciddi
bir hata var. Hem bu hatayı anlatacağız hem de
kartezyen düşüncenin boyutlarından
bahsediyor olacağız sizlere. Hayatımızda
bizlere eğitim sürecinde yapılan ciddi hataların
aslında bizim düşünce biçimimizin nasıl alt üst
ettiğini anlamaya çalışacağız. Elbette bunları
yaparken Descartes'in bugünleri düşünüp
bilinçli bir şey yaptığını söyleyemeyiz. Ama
şunu çok net söyleyebiliriz. Tarihte geçmişten
bugüne okuduğunuz teorilerin pek çoğunun
Hristiyanlık dünyasında Papa ve Papalığın
uygulamış olduğu ağır Engizisyon sistematiğine
karşı geliştirildiğini lütfen unutmayın.
Dolayısıyla Descartes'in şu ibarelerinden yola
çıkarak bir yenilenmeye de ihtiyacımız
olduğunu beyan etmemiz lazım. bir
yenilenmeye de ihtiyacımız olduğunu beyan
etmemiz lazım. 17. yüzyılda birlik ve kapalılığı
meydana getiren etken din değil matematik
oluşunun süreci bu. Bu dönemde filozoflar
felsefeyi matematikleştirmek istiyorlar. Ama
bunun temel sebebi ne? Çünkü doğuda bin
yıldır bu yapılmakta. Dolayısıyla bugün
düşünce teorisine giriş Avrupa'dan çok daha
önce oluşturulmuş olan doğu medeniyetinin ki
onun temelinde de İslam var elbet o hakikatin
beyanatı uğrunda verilen bir mücadelenin
insanın doğadaki varlığının gerçekliğini anlama
çabası olarak çıkar karşımıza. Astronomi
alanında yapılan tüm çalışmalar doğu
dünyasından doğduğu gibi bu söylediğimize de
delil teşkil etmektedir. Ancak felsefenin bitme
tükenmez huyudur ki kuşku felsefik düşüncede
merkeze oturmuş dolayısıyla matematik bu
kuşkucu yaklaşımla ciddi hataların imzasına
vesile olmuştur. Descartes bilgide şüphe
duyulamayacak bir temel aramaktadır.
Metodik şüphesini bu açıdan kendi bilgileri
üzerine dener ve Descartes bildiği ve
duyumsadığı her şeyden kuşku duyabileceğini
ancak son noktada kuşkudan ve kuşku
duymakta olan kendinden kuşku
duyamayacağını belirtir. Felsefenin ünlü
sözlerinden birini biraz önce söylediğim gibi
düşünüyorum o halde varım diyerek
anlamsızlığın anlamını arama çabasında
olduğunu beyan eder. Oysa ki bu düşünce
biçimi bizi her zaman zor olana
sürüklemektedir. Zira bizim için esas olan şey
şüphe duyacağımız şeylerin ne olduğunu
belirlemektir. Eğer bunu belirlemiyorsanız her
şeyden şüphe duymaya başlarsınız. Bu
durumda düşünce değil. Felsefe üretirsiniz.
Ürettiğiniz felsefe ne mi yapar? O da sizi
bilinçsiz ve anlamsız bir hayatın kucağına
oturttur verebilir. Şimdi dönelim matematiksel
olarak kartezyen aslında neydi? Bir de ona
bakalım. Sonra hepsini yine birleştiriyor
olacağız. Aslında lisede gördünüz bu dersi.
Ekseriyetiniz. Kartezyen matematikten
bahsediyoruz. Onun da bulucusu elbette
Descartes olarak gündeme geliyor. Bir
kartezyen çarpımından bahseder Descartes. Bu
da aslında felsefik çözümlemesini
matematiksel olarak ifadelendirme çabasıdır.
olarak ifadelendirme çabasıdır. Ama düşünce
teorisine, giriş dersinin, matematik bölümünü
yapmamızın sebebi de böylece daha iyi
anlaşılmıştır diye düşünüyorum. Ama hakikat
bildiğim bir şey var ki batıdan çok önce, bin yıl
kadar önce bizler bu sorunları çoktan
çözmüştük. Ama bu kartezen çarpımı bize
başka bir düşünce biçimine vesile olacaktı ama
hatırlamayanlar için ktezen çarpımını bir
hatırlatayım. Ortada iki tane ayrı küme var ve
bu kümelerin bileşkeleri var. Eğer bir kümenin
içerisinde yıldızlar, bir kümenin içerisinde de
bir başka şey varsa bunların bileşimi nasıl
olabilir diyerek bir listeleme yöntemi
oluşturuyor. Örneğin A kümesinde 1 ve 2 sayısı
B kümesinde 3 4 5 sayısı varsa kartezyen
çarpımı A çarpı B deniyor 1,3 1,4 1,5 2,3 2,4 2,5
bunları sıralıyor ve matematiksel olan bu
çıkarımın doğadaki düşünce sistematiğinde de
doğru olabilmesi için ancak bu kümelerin
varlığı gerekiyor. Zaten Descartes en büyük
hatayı burada yapıyor. fazla sayıda sistemler
kurgularken düşünce sistematiğinde A'nın bir
elemanı B'nin birden fazla elemanına eş değer
olabileceğini ne yazık ki pas geçiyor. Dolayısıyla
AB kümesinde bir kümede AB harfleri olsun.
Diğer kümede C ve D olsun. Öyleyse bu ikisi
ikili birbirine eşittir. O zaman A C'ye B de D'ye
eşittir diye veriyor. Aman kafanız karışmasın.
Ama ben şöyle bir özetiyle yaptım anlattım.
İsterseniz Youtube'da kartezyen matematiği ile
ilgili çok kısa lise videoları var. Onu da
izlerseniz ne demek istediğimi biraz daha iyi
anlayabilirsiniz. Çünkü ana konum kartezyen
çarpımı değil. Ama lisede öğretilen bu
kartezyen çarpımı bizi farkında olmadan ciddi
anlamda etkilemiştir. Nasıl mı etkilemiştir?
Örneklendirirsek daha iyi anlayacağız. Hadi bir
örneğe gidelim. Ne demişti Descartes? İki ayrı
küme var demişti. Bu kümeleri birbirine
çakıştıracağım, şüphe duyacağım. Ortaya yeni
bir liste çıkartacağım. Bu listenin içinden bir
seçim yapacağım ve büyük ihtimalle değil
neredeyse kesine yakın hakikatle diyor
Descartes düşündüğüm için bunları tek tek
listelediğim için matematiksel bir düşünce
kurgusu altında matematiksel bir çıkarıma
ulaşacağım. Yani şöyle ifade edelim. Diyelim ki
bir tane kümemiz olsun. Bu kümenin içinde
Orta Doğu'nun şekillenmesindeki ülke sayısını
yazalım. İşte bugün Orta Doğu'daki ülkeler ya
da Orta Doğu'nun dışında Orta Doğu'nun
şekillenmesi adına isimleri yazılmış olan
ülkelerden bahsedelim. Diyelim ki bunlar 5
tane olsun. Belki 25-30 tanedir ama hadi 5
tane sayalım biz. Peki bunlar karşısında
oluşabilecek durumlar nedir diyelim. Onlara da
3 diye verelim. Elbette 3 değil. Çok daha fazlası
var ama bir örnek yapıyoruz. Şimdi kartezyen
çarpımı yaptığınız zaman 5 çarpı 3'lük yani
toplamda 15 adetlik durum ortaya çıkar diyor
Descartes. Dolayısıyla kendi içinde ve dışında
iptal edilebilecek olan durumları ihmal ediyor.
Sadece olayı kendi yazdığı kümelere göre
teorinin içine yerleştiriyoruz. Halbuki bu
düşünce biçimi bizleri sisteme anlamaya değil
sisteme ayak uydurmaya mecbur etmiştir.
Hatırlıyor musunuz? Lise yıllarında kümelerin
hepsini kapsayan E diye tabir edilen yamuk
şeklinde çizilen bir uzay kümemiz vardı. Ve her
neyik mesela her seferinde bu uzay kümesi için
matematik hocalarımız literatürün getirdiği
sebeplerden ötürü bizlere bunu şimdi ihmal
edin ama bilin ki bütün kümeleri kapsayan bir
başka en büyük küme vardır diyordu. Ancak
kartezyen çarpımında bu en büyük kümenin
varlığı her zaman ihmal edilmişti. İşte bu ihmal
temel olarak bizlere sadece o iki kümeye
odaklanmamıza sebep oldu. Neden? Orta
Doğu'da oluşabilecek durumlara karşı etkinliği
olan ülkelerden yola çıkan bizler doğa
olaylarını, dünyada bir başka Allah korusun
pandemik süreci ya da Orta Doğu'daki o
yazdığımız ülkelerden birinin ortadan kalkma
durumunu yok sayıyor oluyoruz. Yani
yaptığımız listeleri her zaman belli bir anekdot
sistemin talebine göre beyan ediyoruz.
Dolayısıyla sistem bizden 5 çarpı 3, 5 ülke 3
farklı durumdan 15 çeşit şey çıkar zaten
diyerek 16.sı mı hiç düşünmeyin, hiç
uğraşmayın bile demeye getiriyor sözü. Peki
matematikte yapılan bu hata elbette
matematikçilerle oturduğumuzda detaylı
anlatırız. Bu Cartesian çarpımının ciddi
matematiksel hataları da var çünkü. Ama biz
nasıl düşünüyoruz ya da nasıl düşüneceğiz
peki? Bu yanlışın üzerine şimdi doğruyu beyan
etme zamanı. Ki kitapta yazmasında asıl farkı.
Mesele yanlışı bulmak değil ki. Onu herkes
bulabilir. Doğrusu ne peki? Nasıl düşünmek
zorundayız? Bu kartezyen matematik bize
böyle düşündürttü diye o kafada mı kalacağız?
Elbette hayır. Gelin bakalım biz nasıl
düşünüyoruz kartezyan gerçek düşünceyi. Hadi
bir ona bakalım. Bizim nasıl düşündüğümüz
elbette yine kümelerden yola çıkarak olacak.
Ama oluşturulmuş olan her iki küme ya da
karşılaştırmalı olarak bu ikiden fazla da olabilir.
İki küme ya da karşılaştırmalı olarak bu ikiden
fazla da olabilir. Kümelerin içine her ne
yazarsak yazalım değerlerin bir sınırı olması
gerekiyor. Yani Descartes'in göz önünde
bulundurduğu gibi olasılık dahilinde
olabileceğini düşündüğü her şeyi bütünüyle o
kümenin içine yazamayız. Zira her şeyin bir
sınırı vardır. o kümenin içine yazamayız. Zira
her şeyin bir sınırı vardır. Dolayısıyla bu sınırsal
bakış açısı olmazsa eğer kümenin içine
yazacağınız değerler binlerce çıkabilir. Birazdan
bir örneğe gireceğiz. Çalışan çocuk, çalışmayan
çocuk ve bunun karşısındaki başarı
fonksiyonundan filan bahsederken. Ama
düşünce teorisinin girişte kartezyen nedir?
Onu anlamaya çalışıyoruz şimdi. Düşünce
teorisinin giriş kısmını atıp en son düşünceye
geldiğimizde bütün bunlar ne olacak?
Harmanlanacak inşallah. Hakikat şu. Bizim
düşünce tarzımızda sayılar sonsuz değildir.
Belli bir kıstas içindedir. Ve sonsuz bir sayı
doğrultusu içinde değinilemez. Bu uzun bir
matematik konusu ispatlanmış olan bir
mevzudur ama şimdi oraya girmeyeceğim.
Sınırsızlık yoktur, sınırlar vardır ama biz o
sınırlara henüz ulaşamamış ya da
ulaşamayacak olabiliriz elbette. Ya da
ulaşamayacak olabiliriz elbette. Sayıların
sınırsız olmadığına dair en önemli delillerden
bir tanesi zaman eğrisinin eğilip bükülür
olmasıdır. Sona doğru giderken eğilim başa
dönüşe vesile olur. Dolayısıyla eğim dönüşüm
etkilisinin temelindedir. Bu matematiksel
değere çok kafayı takmayın şimdilik. Ama esas
olan bir şey var. Olayları ve bu olaylar
karşısında ne yapacağınızı hakkında bir
düşünce üretirken çok fazla şey bulmaya
çalışmayın. Sınırlar her zaman belli olsun.
Örneğin bir katili ararken istihbarat birimleri ya
da polisler o katilin olabilirliği için belli sınırlar
çizerler. Sınırların dışına çıkarsanız koskoca bir
ülkede 86 milyondan biri de katil olabilir
diyebilirsiniz. O yüzden Descartes'in düştüğü
önemli ama gizli hatalardan biri olarak her
zaman yazacağınız alt alta yazacağınız listelerin
bir sınırı olmalı. Belli sınırlar içerisine yazsanız
da tekrardan kontrol ederken o kümenin içine
yazdığınız listedeki olaylar gerçek mi değil mi
onu iyi araştırmalısınız. Ya şimdi yazalım
gerçekliğine sonradan bak, sonradan test
ederiz demeye kalkarsanız listeye eklediğiniz
her yeni unsurun başınıza yeni bir iş açacağını
ve düşüncelerinizin zamanını ve zeminini
uzatacağını hem israfa hem akıl karmaşasına
sebep olacağını asla unutmayın. Yani bu
gerçekten olabilir mi? Örnek işte uzayda var
olan bir gök cismi dünyaya düşebilir gibi bir şey
dünyada oluşabilecek felaketler listesinde
olmamalı. Neden? Çünkü milyonlarca yıl önce
dünya farklı bir biçimde olduğu için belki de
daha kolay olan bu unsur bu yakın dönemde o
kadar büyük ve o kadar etkin değil. Gerçi uzun
coğrafi bir konuya bir adım atmış oldum ama
neyse hakikat şu olması çok düşük bir ihtimal
olan gerçekleşmeyecek olan hayalleriniz de
dahil olmak üzere kümelerin içinde herhangi
birinde olmamalı asla. Tamam listeyi yaptık,
gerçekleri belirledik, sınırları da belirledik ama
bir başka şey de çok önemli düşünce dünyamız
açısından. Bu listede yazdığımız o
olabilirliklerin hangisi gerçekten güçlü? Yani
her birisinin gücü oldukça önemli. Çünkü
Cartesian çarpımında Descartes'in yaptığı en
önemli hatalardan bir tanesi bileşke gücünü
yok sayması. Daha doğrusu bu açıdan hiç ele
vermiyor olması. Anlayacağız ki biraz sonra
düşünmek değilmiş bizi güçlü kılan. Biraz sonra
düşünmek değilmiş bizi güçlü kılan.
Düşüncenin içinden doğup da o düşünceyi fiile
dönüştürebilen niyetmiş. Asıl olan fiiliyatın
olamayacağı bir düşünce biçimi sizin varlığınıza
delil değildir. Zaten düşünmek varlığa delil
değildir. O da ayrı bir meseledir ama. Şimdi
değerlerinin gücünü iyi belirlemiş olmanızda
önemli bir madde olarak yazmamız gerekiyor.
Döndük geldik son önemli maddemize o da dış
dünyanın etkisi. Çünkü biraz önce
belirlediğimiz ve ifade ettiğimiz gibi
matematikte sayılar sonsuz değildir. Bir sınırı
vardır o sınırı bilmiyoruz. sonsuz değildir. Bir
sınırı vardır o sınırı bilmiyoruz. Zamanın ve
uzayın eğilip bükülmesi gibi ve hatta tam
birebir eğme ve büküme haizdir sayılar.
Hakikat bu dış dünyada yani bütün yazdığımız
kümelerin dışında herhangi bir şeyin etkisinin
olabilirliğini bulmak zorundayız. Zaten
düşüncelerimizin en önemli taraflarından bir
tanesi de bu. İnsanoğlu buna biraz da Murphy
yasaları olarak adlandırmış ama Murphy
genellikle yine kümenin içinde olabileceği
şeylerden bahseder. Kümenin dışında
olabilecek bir şeyi asla bilemeyeceğimizin
altını çizerek bizi tabiri caizse bu kartezen
düşünceye de mahkum etmek ister. Hakikat,
düşünce bir mahkumiyet değil, bir hakikat
doğrultusunda yürüyüştür. O halde yürüyen
insan bu yürüyüşün içinde o ilgili konudaki
düşünce biçiminde dış dünyadan gelecek olan
etki nedir, ne olabilir, Onu tecrübeyle sabit
olacak şekle kadar belirlemesi, kendi düşünce
biçiminde en doğruya ulaşmasına vesile
olacaktır. Biraz karıştı mı? Hayır, umuyorum ki
karışmamıştır. Ama gelin şimdi bir örnek verip
hepsini bir toparlayıverelim. Şimdi genç bir
öğrenci kardeşim için ki ekseriyette
dinleyicilerimiz arasında ben severek sevinerek
mutlu olarak hem izliyorum hem de maillerini
okuyorum kıymetli kardeşlerimin. Bir öğrenci
düşünelim tekrardan. Diyelim ki bir çalışma
kümesi var bir de başarı kümesi var. Yani bir
çalışma durumu ve pozisyonu göre bir küme
oluşturalım bir de başarılar kümesi olsun.
Çalışma kümesinde çok çalışanlar, orta
çalışanlar ve az çalışanlar oluversin. Başarı
kümesinde ise doğal olarak başarılı olan
talebeler, vasat talebeler, hani 50-60'lar
civarında gezenler, bir de başarısızlar. Hani 50-
60'lar civarında gezenler. Bir de başarısızlar.
50'nin altı diye ifade ederler ama aslında 40'ın
altına başarısız demek daha doğru bir ifade
olurdu. Neyse. Şimdi burada ne yapacağız?
Önce birinci maddemiz şu. Sınırlarımızı
belirleyeceğiz. Burada sınırlar gerçekten
belirlenmiştir. Çünkü çalışma kümesinde çok
çok çok çalışanlar yani akıl üstü dahiler
yazmadık. Niye? Çünkü çok nadir bulunan bir
şey. Ya da çalışma kümesine hiç çalışmayanlar
yazmadık. Çünkü talebeyseniz talebeliğinizin
devam etmesi için çalışıyor olmanız lazım. Az
olsa bile. Başarı kümesinde ise başarılar yanına
bir de üstün başarılar yazmaya gerek var
mıydı? Elbette hayır. Peki gerçekliği bir
inceleyelim. Evet böyle çalışanlar var mı
hayatta? Var. Böyle başarılar var mı? Evet o da
var. Peki değerlerinin gücünü belirleyelim. Bu
güç biraz da insanın bakış açısıyla alakalı.
Başarılı olmaktan neyi anlıyoruz? Ona göre
değişkenlik gösterebilir ama kabaca üzerinden
geçerseniz bunların her birisinin genel olarak
güçlü olduğunu ama hepimizin peşinde
koştuğu orta bir çalışmayla başarılı olmak
yanında orta bir başarıyla vasat bir başarı elde
etmek ya da orta bir başarıyla başarıyı
yakalamak bizim için daha güçlü beklenti. Ama
daha çok yaşanılan şey nedir? Burada güç
neyden yanıdır? Orta vasattan yanıdır. Şimdi
geldik dış dünyaya. Dedik ya şimdi iki tane
küme var. Descartes'e kalırsa bu iki küme
arasında bir Cartesian çarpımı yapacaktı. Ama
hakikat böyle değil. Neden? Çünkü her ne
yaparsanız yapın birisi bilinçli olarak sınav
puanlarınızı kırabilir. Veya birisi veya herhangi
bir olay sizin sınava girmenize engel olabilir.
İşte bunlar E dediğimiz uzay düzlemidir. Hani
matematiksel olarak uzay kümesi. Yani
yazdıklarımızın dışında İslam literatüründe
kader olarak beyan edilen etkilenme ve etki
süreci. Bu süreçte mevcuttan etkilenir ve
mevcudu etkiler elbette. Öyleyse bizler bu
kartezen kümesinde çok başarılı, çok vasat, çok
başarısız, çok çalışarak başarısız şeklinde bir
şeyi yazmayacağız. Neden? Çünkü gücü zayıf.
bu güçlem etkisinin yanında da başarıya
ulaşabilmek için bu formülleri hazırlarken aynı
zamanda adilane bir hayatın içinde olup
olmadığımızı da kontrol etmek gerektiğini
anlayacağız. Bugün ben size kartezyen
düşünceye girişi anlattım. Yani böyle bir
düşünce biçimi var. Onu anlatmaya onu
öğretmeye çalıştım. Bütün bunlar nasıl
harmanlanacak? Her seferinde altını çizerek
söylüyorum. Şimdi kavramları öğreniyoruz.
Sonra hepsi birleşecek. Zaman zaman da
örneklendirerek sizlere yardımcı olmuş
oluyoruz efendim. Güzel etkiler, güzel sonuçlar.
Hayatı değişen genç kardeşlerimizin isimlerini
falan duydukça gayet mutlu oluyoruz. Kitapta
yazmaz ekibi olarak. Sayının artması bizi
memnun ediyor. Gittikçe de artıyor.
Memnuniyet bu bağına da arttığında anlamış
oluyoruz. İnşallah çok daha iyi sonuçlar elde
edebileceğimiz çalışmalar hatta birebir atölye
çalışmalarımıza doğru adım adım da
ilerliyoruz. Efendim bu hafta bayramı idrak
edeceğiz inşallah. Tüm İslam aleminin
Ramazan bayramının mübarek olması dileğiyle
testleri bir an önce yapmanız ve sevdiklerinize,
çevrenize bu derslerden de haberdar etmeniz
niyetiyle. Bir olursak, beraber olursak bayram
o zaman bayramdır. Kalın sağlıcakla."}

Kitapta Yazmaz Düşünce Teorisine Giriş


Tersinin 14. Bölümünden Herkese Selamlar.
Hayırlı Haftalar. Bir Hafta Test Sonuçlarını
Değerlendirdik. Bir Hafta Bir Ara Verdik. Ama
Şimdi Kaldığımız Yer yerden tam gaz devam
ediyoruz. Derslerimize yeni katılmış
kardeşlerimiz de birinci bölümden itibaren
tekrar alabilirler. İlk yedi bölümün şablonunun
ardından biliyorsunuz orada bazı değişimler
olacak yeni gelenler için bu. Aramıza daha
önce katılanlar için değil. Tabloya zaman
zaman girenlere bu puanlamalarda yavaş yavaş
yukarıya çıkıyor olacaklar. Peki bu hafta neyi
işliyoruz? Bu hafta sinir sistemi oyunlarına
girişten bahsedeceğiz. Oldukça önemli. Çünkü
düşünebilmek aynı zamanda sinirlerinize
hakim olabilmekle alakalı bir şey. Ancak sinir
sistemimizin bize oynadığı oyunlar var. Kah
farkında oluyoruz kah olmuyoruz. Konu
hakkında bir derleme toparlamaya ihtiyaç var.
Hadi hep beraber bakalım. Efendim elbette
şimdi göreceğiniz üzere 3 temel engelden
bahsedeceğiz. Hayatta sinir sistemimizin bize
uyguladığı 3 oyun elbette biz de bu oyuna
zaman zaman teşne oluyoruz. Hatta bizim
hassasiyetlerimiz, korkularımız, şüphelerimiz
bu desteği gittikçe artıyor. E tabi ki bunu pek
çok yerde duydunuz. Bunları kontrol etmeyi
öğrendiniz de işin incelikleri neler? Biz biraz
bundan değineceğiz bugün. Zira bir düşünce
adamının gerçek manada o düşüncenin
inceliklerine varabilmesi için öfke, şüphe ve
korkudan arınmış olması gerekiyor. Hayatta
bizim düşünmemize engel olan üç temel
konunun sinir sistemi üzerinde de bir etkisi
olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bunları elbette
şimdi tek tek farklı başlıklarla alacağız ve bir
araya geleceğiz ve düşünce zafiyetinin temel
sebeplerini anlamaya çalışacağız. Çünkü
bunların üçü aynı anda bir insanda bulunmaz
ama zaman zaman birbirini tetikleyen
durumlar olur. Bu tetikleme durumu eğer
birden fazlası yani örneğin şüpheyle korku
veya öfkeyle korku, öfkeyle şüphe bir arada
olduğu anda insan vücudundaki değişimler
olur. Bu değişimler elbette hormonlarımıza
etkiler, konuşmamıza yansır. Veya dinlediğiniz,
izlediğiniz bir kişinin ruh halini kavramakta size
önemli incelikler sunar. Ama düşünce teorisine
giriş dersinin en önemli kısmı önce sizin
yetişiyor olmanız. Daha önce dinlediğiniz
bütün dersler size başkalarını öğrenmek için
yapılmıştır. Örneğin belki bir kısmınız beden
dilini okuma derslerine gittiniz. Orada size
karşınızdakini okumayı öğretirler. Ama önemli
bir şeyi atlarlar. O da insan kendini
okumadıkça karşısındakini okuyabilme ihtimali
yoktur. Ve bu yüzden de bu tarz dersler
genellikle büyük oranda akılda kalan birkaç
cümlesi hariç silinip gider. İnsansa en çok ve en
önce kendini tanımaktan mükelleftir. Kendini
tanımayan bir kişi hatasını göremeyince ve
bunlar düzeltilmeyince kendi eliyle, kâh bir
başkasının eliyle kendi eliyle düzeltmesi bazen
zor olur büyük ihtimalle. Hakikat terzi kendi
sökünü dikemeyeceği gerçeği ortada. Bir
yardım da almak lazım. Belki bugün size o
yardımı ne oranda ve nasıl almanız gerektiğine
dair önemli bir ipucu da vermiş olacağız. Şimdi
gelin en önemli konulardan bu üç önemli
engelin ilki olan öfke kalıplarına, öfkenin sinir
sistemimizdeki etkilerine ve sonuçlarına
bakalım. Sonra hepsini bir araya getirip bir
derleme yapacağız. Bakalım ne haldeyiz.
Madem ki öfkeden başlıyoruz uzun
tanımlamalardan çok hızlıca bir şeyler yapalım.
Bakalım ne haldeyiz. Konunu sonradan siz
sordukça anlamaya başlarsınız. Zira
tanımlamalardan kaçmaya çalışırlar. Çünkü
korkularının temelinde var olan her ne ise bir
tanım yaptıklarında bunun ortaya çıkmasından
çok korkarlar. Çünkü öfkeyi temelde tetikleyen
bir korku da vardır ama bu gizli bir öfkedir. Bu
konulara yani işin inceliklerini biraz daha atar
ve çalışmalarını da ele veriyor olacağız, yer
veriyor olacağız. Şimdilerde hep bir hazırlık
içindeyiz. Şimdi bir hakikat daha var öfke
sahiplerinde. Sonucları hikayeleştirmek yerine
somut delillerle ortaya koymaya çabalanırlar.
Çünkü hedeflere sonuca ulaşmaktır. Sonuca
odaklı bir çalışma yaparlar. Yaptıkları bütün
adımlar o sonuç adınıdır. Bu yüzden bir zaman
diliminde bir masalla hikayeyle vakit
kaybetmek istemezler. Bu aslında biraz avantaj
gibi de durur. Yani sonuca odaklanması
gereken ve o sonuçla bir şeyler elde etmesi
gereken bir adam tipi oluyorsanız öfke sahibi
olan bir kişinin buna çok daha hızlı
erişebileceğini söyleyebiliriz. Çünkü aynı
zamanda hırs bu insanların hayatlarında
önemli bir sıfat olarak çıkar karşımıza. Ama bu
avantaj değil aman öfkeye kapılmayın. Veya
öfke sahibiyseniz bu özelliğinizden dolayı da
mutlu olmayın. Zira bu öfkenin meydana
getirmiş olduğu doğal gerginlik sinir
sistemimizde en başında akciğerimizi vurur. Bu
da düşük bir oksijen seviyesine ve yoğunlaşma
güçlüğüne sebep olacaktır. Öfke sahibi
insanların belli şeylere odaklanmakta çektiği
zorluk ya da spor aktivitelerini hep yarım
bırakmaları ya da tamamlamaları gereken
hedeflere ulaşamamaları bunlar adına
sayılmalı. Bunun üzerine gittiğiniz zaman
bocaladıklarını göreceksiniz. Çünkü onlar yeni
bir yöne doğru kendilerini çevirecekler. Yeni bir
yön elime geçecekler. Çünkü aslında öfke
duydukları şey ortadan kalkmasını arzu etseler
de öfkeden beslenme durumu da zaman içinde
meydana geliyor olacak. Peki nasıl atlatılabilir
bu? Kişi kendi kendine bunu yapamaz. Çünkü
bu aralar verilen bir takım derslerde öfke
kontrol edilmesi, öfke kontrolü gibi bir
saçmalıktan bahsediyorlar. Böyle bir şey yok.
Öfke kontrol edilebilir bir şey değildir. Öfke
duyan kişinin evvelen bizzat yenildiğini bilmesi
lazım. Yenilmeyi de öğrenmesi lazım. Ama bu
öğrenmesinin en başta olması lazım. Çünkü
yenilmeyi öğrenmeyen insanlar, yenilgiyi
tatmayan insanlar da bu öfke krizlerini ortadan
kaldırmak ne yazık ki mümkün olmuyor. Aynı
zamanda affetmeyi öğrenmesi lazım. İlla
hayatımızda her şeyin hakkının birebir
karşılığını alabilmek gibi bir imkanla
yaşamıyoruz ki, zaman zaman üstesinden
gelemeyeceğimiz kötülüklerle
karşılaştığımızda, bunu nefret ve öfkeye
dönüşüp en başta zihnimize, düşünce
yapımıza, sonra akşerimizden yola çıkarak
onun etkileyeceği böbreklerimizin bozulmasına
giden süreci niye tetikleyelim ki? Affedelim
gitsin. Eğer affetmek zor mu geliyor? Hayatta
affedilmeyecek bir şey, bir ihanet mi yaptı? O
zaman kabul etmek vakti. Düşünce adamını
diğerlerinden ayıran en önemli unsurlardan
birisi de işte burada başlıyor. Hem öfkesi
olmamalı hem de öfkesi varsa bunu
yenebilmek için vereceği mücadelede kabul
aşamalarını geçiyor olmalı. Kabul etmek
zorundayız. Bazı şeyleri değiştiremeyiz. Şüpheli
adamlar pek çekilir cins değil. Ama
hayatımızda zaman zaman biz de yaşıyoruz
bunları. Dolayısıyla bakalım yaşadıklarımızda
uyuyor mu şimdi söyleyeceklerimiz. Genellikle
şüpheli insanlar konuya düşünceleri ile
başlarlar. Ben şöyle düşünüyorum, böyle
olduğunu hissediyorum gibi cimrelere ağırlık
verirler. Düşünceleri onlar için çok önemli ve
hatta fikirleri herkesten daha önemli bir hale
gelebilir adım adım. Yargıları ve kaygıları
zaman zaman çatışır. Hem bir adamın kötülük
yapamayacağı yargısına sahip olabilirler. Hem
de yeri gelir o da bana kötülük yapabilir derler.
Dolayısıyla kaygıyla yargıların çatışma serüveni
içinde yaşarlar. Bu yüzden de mide
rahatsızlıkları bitmek tükenmek bilmez. Ya bir
yanma olur ya ilerleyen boyutta gastrit vs. pek
çok rahatsızlıkları bitmek tükenmek bilmez. Ya
bir yanma olur ya ilerleyen boyutta gastrittir
vesaire pek çok rahatsızlığa vesile olur. E
midesi rahatsız olan insanların da genel
itibariyle huzursuzlukları vardır. Bu aslında
şüphenin sonucudur. Sebebi değil. Noktada mı
işaretlerine ya çok dikkat ederler ya da hiç
umursamazlar. Hata bulurlar ve bu manada da
mahirdirler. Yani şüphe sahibi insanların
avantajlarından birisini bu olarak sayabiliriz.
Çabucak hata bulan adam tipi. Ama ne yazık ki
bu avantaj ilerleyen zamanda yukarıda
saydığımız negatif özelliklerle kötü sonuçlara
sebep olabilir. Bu insan tipinin yardımcı
konuları nefes egzersizleridir. Bu tarz insanları
hem tanıyabilmek hem de onların içlerinde var
olan şüpheyi giderebilmek istiyorsanız, onlarla
yürüyüş esasında konuşmanızı tavsiye ederiz.
Aynı zamanda sizde de varsa bol bol nefes
egzersizleri yapmanız ve özellikle deniz
kıyısında bunu yapmanızda fayda var. Kendine
güvenmesini sağlayacak uygulamaların da
desteklenmesi gerekiyor. Zira şüphe duyan
insanların en büyük problemleri aslında
kendilerine olan güvenlerini kaybetmelerinden
kaynaklanır. Kendine olan güven kayboldukça
şüphe artar. Şüphe arttıkça kendine olan güven
ortadan kalktığı için şüphelenme süreçleri
birbirlerini tetikleyecek bir zaman sonra septik
durumlara bile vesile olabilir. Korku bütün
bunlar arasında başa dert, düşünceye engel bir
başka problem. Yani öyle bir hal alır ki yanı
balışınızda yanan ateşten korkarken onu
söndürmek için ihtiyacınız olan itfaiye
hortumunu bulmakta zorlanabilirsiniz. Korku
bu yüzden biraz daha bağırsak merkezidir. Hem
vücudumuzun ikinci zihni diye tabir edilir.
Aslında her bir organımızın kendine ait bir
zihni vardır. Ama bu zihinsel yapı genellikle
korkuyla özleşik bağırsak sistemimize etkiler.
Dolayısıyla korku sahibi insanların bağırsak
formları oldukça bozuk olabilir. Zaman zaman
da bunlar çeşitlenebilir farklı rahatsızlıklarla.
Bu insan tipleri zamansızca ani tepkiler
verebilirler. Sesleri bazen yüksekten, bazen
alçaktan, bazen manik, bazen depresif olarak
hareket edebilir. Toplumda daha uzaktan
seyretmeye çalışır ve yakınlaşmak üzere de her
an her şeyden haberdardır. Hem uzakta durur
hem de yakında olmak ister. Konuşurken
vermiş olduğu ani tepkiler yanında bir dinleme
problemine de sahiptirler. Çünkü kendi
hayatlarındaki korkuya odaklanmışlardır. Bu üç
problem arasında en odaklanabileceğiniz
rahatsızlık türü korkulardır. Korku sahiplerinin
odak merkezleri oldukça gelişmiştir. Bu bir
avantaj gibi görülebilir. Ancak ilerleyen
boyutlarda çözümleme yetenekleri gittikçe
bozulmaya başlayacak ve bu durumda odak
noktaları artık kendi hayatları olacaktır.
Böylelikle başka insanların hayatlarında
meydana gelen her türlü etkiyi görmezden
gelerek kendi korkularını besleyecek unsurlara
odaklanırlar. Korkunun temelini bulmak bu işin
çözümünde ana etkendir. Bunun yerine
özdeşek çevre görevleri verilerek bunların
temellerden temizlenmesi mümkün olur. Yani
örneğin ateşten korkan bir çocuğun toprakla
uğraşması, onu sulaması yani ateşe yakın olan
bir başka unsur. Ateşi tamamlayan toprak ve su
ile ilgilenmesi bir süre sonra korku temelinin
yavaş yavaş değişmesine vesile olabilir. Dedim
ya atölye çalışmasında bu gizli bu en derinde
var olanlara inmeye başlayacağız. Temel
konuları anlamaya çalışıyoruz ki düşünce
teorisine girişten çıkıp düşünce teorisine
geldiğimizde bir daha bu temelleri anlatmak
zorunda kalmayalım. Örneklemler üzerinden
gidebilelim. Efendim geldik işin en önemli
tarafına toplumdaki yüzdeliklere bakacağız. Bu
elbette çok uzun bir çalışmanın özeti
mahiyetini anlatıyorum sizlere. Toplumun ne
halde olduğunu anlayabilmek, bizim de o
toplumun bir parçası olduğumuzu unutmamak
niyetiyle. Bugün itibariyle bu ü, öfke, korku ve
şüpheden oluşan 3 ana unsurun sosyolojik
manasında Türkiye coğrafyasındaki topluluklar
karşısı 7 tip insan patolojisini ortaya koymakta.
Yani toplumu bu manada 7 bölümde
incelemek mümkün. Bunun sonunda gelen 4,
5, 6 ve 7. kısımları bizim için çok aşırı derecede
önemli değil. Çünkü bunlar toplumun
genellikle %5'erlik kısımlarından toplamda
%20'lik kısmını oluşturuyorlar. Yani işin biraz
daha detay kısmı, atölye çalışmalarını
alacağımız kısım, yani spesifik isimler. Ama
yaşadığımız toprak, yaptığımız esnaflık,
öğrencilikten bahsediyorsak eğer, asıl
manasıyla ilk 3 tipiye bakmakta önem arz
ediyor. Çünkü toplumun neredeyse %40'ı tip 1
dediğimiz korku hareketli ve korkunun ağır
bastığı ve bu yüzden düşünce temelli yapısına,
bakış açısına engel olan özelliklere sahip insan
tipidir. Ve bu insanlar ani tepkilere çok
açıktırlar ve bunlar Türkiye coğrafyasında
yaşayan toplumun ne yazık ki %40'lık bir
yapısını oluşturuyor. Ama korkutularak bu hale
gelmiş değiller. Çünkü tip 1 aslında
kendisinden önce tip 2 ve ondan önce tip 3'ün
temeli üzerine hareket ederler. Yani daha önce
şüphe ve korkunun bir arada yaşayan insan
tipinde bir süre sonra şüphelerden arındırılır.
Tecrübeler onu kendi içerisinde kani olmasına
ben bunu anladım çözdüm şüphe duyacak bir
durum kalmadı. Gerçekten şunlar şunlar
doğrudur bunlar bunlar yanlıştır gibi doğru ya
da yanlış sonuçlara ulaştıktan sonra geriye bir
tek korkuları kaldığı için korku metaforuyla
hareket ederler. Tabi şimdi bir sonraki slide'da
inşallah şunu göreceğiz. Peki bunlar nasıl bu
haliyle yönetiliyorlar? Onu anlayacaksınız. O
yüzden bu kısım sadece biraz daha işin
istatistikler tarafı ve tipleri öğrenmeniz için
söylüyorum. Yani karşınıza gelecek insan tipleri
biz dahil bu şekildeyiz. Eksediyetle. Hepsinden
sıyrılabilense %1 civarında insanımız var.
Bunun da dünya ortalaması aşağı yukarı %1'ler
seviyesinde diyebiliriz. Yani öfkeden, şüpheden
ve korkudan kendini arındırabilmiş insan tipi
ya da arındırma yolculuğuna çıkabilmiş insan
tipi için %1'den bahsetmek iyimser, olumlu bir
tablo olarak söylenebilir. Yani azınlıkta
oluyorlar. Efendim ikinci tip %20'yi oluşturur
toplumun. İçlerinde şüphe vardır. Olumlu bir
tablo olarak söylenebilir. Yani azınlıkta
oluyorlar. Efendim ikinci tip %20'yi oluşturur
toplumun. İçlerinde şüphe vardır. İşlerinde
şüphe olması korkuyla beraber olsa da şüphe
bunlarda biraz daha ağır basmaktadır. İşte bu
yüzden kendi fikriyatlarının önemi herkesten
üstündür. Genellikle bizim Türk şirketlerindeki
yöneticilerin tip 2'de olduğunu söylemek
mümkün ama genellikle diyorum sakın yanlış
anlamayın. Tip 3 ise bizim en temel halimiz
öfke ve şüphenin bir arada olduğu. Tabi ki
öfkelenmeye sebep olan pek çok sebebimiz
var. üretinin yaklaşık 200 yıldır 250 yıldır
geçirdiği bütün evreler toplumun genetik
kodlarının köklerinde bir takım öfkeleri
oluşturması gayet tabii. Ama bunlardan
aramanın vakti geldi çünkü tip 1'in yüzdesi
gittikçe artıyor. Bu durumda ne mi oluyor şimdi
onu anlatacağım ki asıl problem de bu. Asıl
problem de bu. Yukarıda söylemiştik ya tip 4, 5
ve 6. kısımlar toplum içerisinde hem çok az
bulunmakla beraber hem süreç içerisinde ve
yaşları itibariyle tecrübe ve hayat yaşantı
itibariyle yavaş yavaş farklılıklara değişecekler.
Ama şimdi tip 1, tip 2 ve tip 3 için oturup bir
masaya bakmak lazım. Bu insanlara
enformasyon ve dezenformasyon nasıl yapılır?
Yani bu toplumun %40'unu oluşturan korku
üzerine, sadece korku üzerine ve toplumun
ikinci tipi %20 olan korku şüphe üzerine ve
toplumun üçüncü tipi olan şüphe ve öfke
üzerine yaşayanların zihinlerindeki bilgiyi ve
özü, düşünceyi nasıl bozuyorlar? 2. Bunlara
nasıl bir enformasyon yapılırsa onlar nasıl
doğruyu öğrenebilirler? Şimdi efendim, birinci
tipten başlamıştık ya, yine oraya gidelim.
Birinci tipin dezenformasyonu propagandadır.
Yani korku patojeni ile sadece hareket eden
insanlar ve bu insanların ağırlıklı olduğu
toplumlarda bir şeyi ne kadar çok tekrar
ederseniz insanlar ona inanırlar. Peki onları
inançlarından alıkoyacak ve yeniden doğru
bilgiyle birleştirecek olan şey nedir derseniz o
da hikayedir. Bugünlerde dizi filmlerinin
hikayelerine bakarsanız aslında
dezonformasyonu destekleyici enformasyon
yöntemi kullanıldığı için korkunun üzerine bir
korku daha koyuyor olabilirler. Ama yanlış
anlamayın. Bu korku imparatorluğu denilen
anlayış aslında bizim dezonformasyon
sürecimizde propaganda ile destekleniyor.
Toplumumuz kah bir futbol takımını kah bir
partiyi tutarken kendisine verilen
propagandaya iman ediyor gibi hareket ediyor
ve bu hikayelerle destek bulduğu anda
dezonformasyon içe katlanıyor ve bu inanç
kırılmaz bir hale geliyor. İkinci tip yani içinde
korkuyla beraber az da olsa ya da belli
oranlarda da olsa şüpheyi barındıran toplumun
%20'sini oluşturan kesim ise dezonformasyon
yani yeniden geriye dönüp toparlamak nasıl
mümkün olur? Hem bu insanı hem bu toplumu
toplumun bu kitlesini bu insanlarda güven
duygusunun oluşması gerekir. Üçüncü tip
dediğimiz öfke ve şüphenin en temelde var
olan o en eskiden gelen genetik kodumuza
bakarsanız eğer onlar çatışmadan beslenen
güçten hareket ederler. Dezonformasyonları
böyledir. Yani güçlünün yanında olmayı tercih
ederlerli çatışarak kazanamayacağımızı
öğretmek gerekir. Düşünmenin, okumanın
gerçekten en önemli unsur olduğunu, kalemin
kılıçtan keskin olduğunu bilmemiz gerekir.
Dezonformasyonla yönetilir toplumun bu
alanları ve enformasyonla bahsettiğimiz
enformasyon maddeleriyle değiştirilebilir.
Bunu hem kendinize algılayabilirsiniz hem de
toplumun ağırlıklı bir kesimini şöyle bir
seyredin. Uzun yıllar boyunca yapılmış
sosyolojik çalışmaların pek de ulaşmanız
mümkün olmayan tarafıyla böyle hap niyetini
de vermiş olduk sizlere. Ama bunların daha
nice detayları var. Geleceğiz elbet. Efendim
geldik işin sonuna. Özetiyle hap gibi verdik.
Birkaç defa dinlemenizi tavsiye ederim. Ondan
sonra test bölümüne geçersiniz. Haftaya
gelene kadar hafta içerisinde bir gün vakit
bulabilirsem eğer tabelamızı yenileyeceğiz.
Şöyle 8-10'lara doğru çıkmaya başlayacağız.
Sonra aramıza yeni katılan kardeşlerimizle
beraber yolculuğumuza devam edeceğiz.
Gittikçe yaklaşıyoruz atölye çalışmalarına.
Lütfen bitirelim ödevlerimizi. O çalışmalar
daha da zevkli bir hale verimli bir hale
gelebiliyor olsun. Kalın sağlıcakla."}

Efendim kitapta yazmazdan herkese hayırlı


haftalar. Bu hafta sizlerle beraber bir gün
gecikmeli de olsa hormonlarımızı konuşuyor
olacağız. Görmemizi, duymamızı, işitmemizi,
hayatın içindeki duruş yerimizi, bize söylenen
şeylerin ne manaya geldiğini, buna karşılık
nasıl bir tepki verilmesi gerektiğini bizden
habersiz olduğu iddia edildiği üzere yöneten
hormonlarımız. Bizden habersiz yapmıyorlar.
Hepsi bizim vücudumuzun birer parçası olarak
bizim yaşadığımız biçimin tepkisini bizlere geri
veriyorlar. Peki biz nerede hata yapıyoruz ki
onlar böyle tepki veriyorlar ve sonucunda
hormonlarımız, düşüncelerimizi ve
söylemlerimizi doğal olarak hayat biçimimizi
etkiliyor. Gelin beraberce bu hafta
hormonlarımızı gözden geçirelim. Bir şeyi
görebilmek ve gördüğümüz şeyi
değerlendirmek düşüncelerimizin en önemli
unsuru. Zira bir şeyi görüyor, gördüğümüzde
karar veriyoruz. Ve bu karar aşamasında tiroid
bezimiz her şeyden daha önemli bir özelliğe
sahip. Kalkan bezi olarak da anılan tiroid bezi
küre şeklinde foliküllerden oluşuyor. Detayları
girmek istemem ama pek çok sefer hastaneye
gitmiş olanlar bunu TSH olarak bilirler. Bu
dengesinin bozulmasıyla beraber özellikle
gözümüzün görme sinirlerinde belli kayıplara
vesile oluyor. Hatta ilerleyen daha da ilerleyen
boyutlarda Allah korusun göz büyümesi, göz
hastalıkları bununla beraber sıkıntılı durumlar
hasıl oluyor. Genellikle tiroid bezi bozuk
insanların olay akışlarını kaçırdıklarına şahit
oluruz. Bu akıştan kastettiğimiz unsur herhangi
bir olay olduğunda aradaki bütün değerleri
atarak başını bazen ortasını ve genellikle
sonunu hatırlamak ve detay konuları o detay
cümleleri dinlediği halde ortadan kalkması.
Aslında bu iot azlığının da bir belirgin
özelliğidir. Peki bunu elde edebilmek için ne
yapabiliriz? Özellikle deniz kenarında en az 1-
1.5 saatli yürüyüşler bizim için oldukça önemli.
Yani buna 15-20 gün boyunca yürüyüşlerinizi
şöyle bir deniz kenarında devam ettirmeniz bu
tiroid bezinin bozulumunu engellediği gibi
bozulmuş olanların toplanmasına, stresinizin
azalmasına ve gördüğünüz şeylerin detaylarını
daha iyi aklınızda tutabilmenizi sağlar. Ama
pek bilinmeyen başka bir formül daha
söyleyebilirim denize uzak olanlar için. Su
kullanımı, hayatımızda bir şeyin akışını doğru
bir şekilde gözlemleyebilmek ve bu gözlemden
hareketle doğru sonuçlar elde edebilmek adına
su kullanımında ne yazık ki dünya çapında çok
geride bir ülkeyiz. Günde en az 1,5 litrelik bir
su kullanımına ihtiyacımız var. Unutmayın ki su
hafızamızın da içinde olduğu vücudumuzun
tamamı için en önemli ihtiyaçlarımızın başında
geliyor. Öyle çayla kahveyle ya da bir karpuzun
içindeki suyla yetinmeyin su bambaşka bir şey.
Dolayısıyla her gün bir buçuk litre suyu
kullanmanız düşünce adama olmanız adına çok
mühimdir. Özellikle düşünce teorisini
geliştirdiğinizız düşünce adama olmanız adına
çok mühimdir. Özellikle düşünce teorisini
geliştirdiğiniz bir düşünce üzerinde çalıştığınız
anlarda bunu gerçekleştirdiğiniz süre içerisinde
su kullanımınız da çok önemli. Öncesinde hem
ortasında hem de sonunda mutlak surette su
kullanmalı. Masanızdan suyu eksik
etmemelisiniz. Geldik duyma konusuna.
Duyumumuzu etkileyen en önemli
hormonlardan bir tanesi tıbbiyenin vermiş
olduğu beyanatların biraz daha eklemsel
özelliğiyle ifade etmek gerekirse epifiz bezidir.
Özellikle melatonin ve DMT salgısında oldukça
önemli bir fonksiyon gütmektedir. Rüya
aleminin de merkezindedir. Aslında esası
duyma ile alakalı olan merkez. Zira söylemlerin
tamamı vücudumuzda belli alanlarda
depolandıktan sonra bu duyumlar belli
eşiklerde paketlenip rüya aleminde karşımıza
çıkarlar. DMT ile alakalı pek çok fikre sahip
olduğunuzu biliyorum ama bu düşünce
teorisinden sonra düşünce alanına
geldiğimizde daha derin işleyeceğimiz bir
mevzu. Epifiz bezindeyiz şimdi. Oldukça
önemli. Geçmişte işlemini yitirmiş bir organ
olarak düşünüyorlardı. Sonra yapılan
çalışmalarla beraber büyüme hormonlarımız
arasındaki söylem akışını da kaybetmemize
sebep oluyor. Yani birilerinin bizlere
söylediklerini bir anda dinleyemez hale
gelebiliyoruz. Bu aslında bir manada epifiz
bezimizin kontrol dışı hareketlenmesinden
sağlanır. İşte burada çok önemli olan mesele
şu. Uyku düzenimiz. Ama yanlış anlamayın.
Günde 8 saat uyku uyumak çok insansı bir şey
değildir. Bunun olabilirliği 4 ila 5 saat arasında
değişir. Aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya
alıştıktan belli bir müddet sonra artık
uykularınızı kontrol edebilecek seviyeye
gelirsiniz. Bununla beraber özellikle mevsimi
geldiğinde taze soğan tüketmeniz epifiz
bezindeki melatonin hormonunun
dengesizliğinde ortadan kaldırarak
duyduğunuz şeyleri yanlış duymamak ve
söylem akışını kontrol edebilme özelliğinize
vesile olur. Bu vesileyi eğer yerine
getirmezseniz insanlığının size söylemiş olduğu
sözler ya da televizyonlar, haberlerde vs. yol
boyunca radyoda dinlediğiniz şeylerin
içerisinde belli bir hayale doğru gidersiniz. Geri
geldiğinizde ise konunun çoktan başka bir yere
gittiğini görürsünüz. Geri geldiğinizde ise
konunun çoktan başka bir yere gittiğini
görürsünüz. Bu özellikle günümüz dünyasında
yeşillik kullanımının eksikliğinden
kaynaklanmakta. Vücudumuzun temel
ihtiyaçlarından bahsediyoruz. Bu ihtiyaçlar
yerine geldikçe sadece düşüncelerimiz değil
vücudumuzun da belli bir dengeye geleceğini
göreceksiniz. belli bir dengeye geleceğini
göreceksiniz. O yüzden bol bol yeşillik
tüketebilmek, aynı zamanda duyumsal
eşiklerinize de doğru bir seviyeye getirmenize
yardımcı olacaktır. Geldik hormonlardan
böbrek üstü bezlerimize. Tıpçılar bu alanda pek
çok söylemleri vardır. Ama düşünce ile
alakasından bahsediyoruz. Zer teverruzunu da
tekrar altına çiziyorum. O yüzden bizi dinleyen
doktorlarımız, bunların elbette ki tıbbi
taraflarını da biliyor ve beyan ediyorlardır ama
düşünce teorisi kısmında hakikatiyle bu
hormonların bir etkisi var ki bu noktada
böbrek üstü bezlerimiz konuşma yapımızla
birebir alakalı. Yani olayın akışını gördünüz.
Söylem akışını takip ettiniz, düşünce teorisinin
bu ve bundan önceki ve sonra gelecek olan
dersleriyle ve tecrübelerinizi harmanlayarak
karşı tarafa bir şey söyleyeceksiniz.
Söylemleriniz zaten düşüncelerinizin bir
sonucu olarak beyan edilecek. Dolayısıyla karşı
tarafın bunu çok iyi anlayabilir durumda
olması lazım. Bunları da ayrı ayrı derslerde
işleyeceğiz. Ama bu durumda kurgu akışının
sağlam olması gerekiyor. Elbette bunun için
pek çok pratik, pek çok okuma, pek çok
çalışmalar yapacağız. Ama bugün biraz kendi
vücudumuzu toparlamaya çalışıyoruz ya, işte
bu noktada böbrek üstü bezlerimizin
ehemmiyeti geliyor gündeme. Bu gündemde
ise iki tane önemli mesele var. Bunlardan
birincisi sahte şeker kullanmamak. Yani
günümüzün beyazlatılmış şekerini en az
kullanmak, pastalarda, börekçe, çörekte ve
özellikle çikolatalarda kullanılan hazır şekerden
oldukça uzak durabilmek ve buna nazaran ve
rağmen tuz kullanımını belli bir oranda
azaltmadan devam etmek. Uzun yıllar boyunca
dünyada tuz kullanımını azaltarak böbrek üstü
bezlerinin bozulma sebebiyle insanlarda
konuşma kıtlığı dolayısıyla düşünce kıtlığını
geliştirdiler. Neden mi? Çünkü bizim
hayatımızda bir denge var. Duyduklarımız,
gördüklerimiz ve konuştuklarımız arasında.
Eğer bunlar arasında dengesizlikler oluşursa o
dengesizlikler de doğal olarak düşüncelerimize
ve hayatımıza yansıyacak. Şimdi görme, duyma
ve konuşma ile ilgili olan hormonlarımızı üstü
kapalı basit bir şekilde ifade ettim. Peki
bunlardan hangisi bozulunca nasıl bir
dengesizlik oluşur? Hem kendimizi hem
karşımızdakileri anlamak adına gelin şimdi bir
de oraya bakalım. Hayatımızda dengeyi
kurmadan önce dengesizlik nedir onu bir
anlayalım. Hem çevremizdekilere hem de
çevremizde bize söylenen söylemlere karşı
ifadelerimiz var değil mi? Çok dengesiz bir
açıklama oldu. Dengesiz bir fikir, dengesiz bir
anlayış. Ne dengesiz adam deyip sıyrılırız işin
içinden de. Hem kendimiz hem de
karşımızdakinin doğru anlamak adına şöyle
bakalım. Hem görme hem duyma hem
konuşma alanındaydık. Duymanın ve
konuşmanın daha düzgün olduğu ama görme
bozukluğunun farzda derecede olduğu ve olay
akışını kaçıran tiplerde duygusal dengesizlikler
olur. Bu şu anlama geliyor. Ve duygusal
dengesizlikler olur. Bu şu anlama geliyor. Hani
demiştik ya görmenin bozukluğu tiroidin
bozukluğuna bir delildir bir işarettir. Aynı
zamanda bu insanlar olayların akışını kaçırırlar.
Dolayısıyla olayları anlatırken akış takip
etmeyen dur dur şimdi sana şunu anlatayım
buraya geri döneceğim. Buraya gelirken bir
yandan sinirlenen bir yandan hüzünlenen yani
olay anlatıyor adam. Aslında oldukça
sinirlendirici kızdırıcı bir olayın ortasında dur
diyor bir sağa çekelim. Orada size bir fıkra
anlatıp gülüp tekrardan geri gelip aynı sinire
kavuşmaya çalışıyorsa. Aynı siniri
tutturamıyorsa burada bir duygusal dengesizlik
vardır. Duygusal dengesizliklerin olduğu yerde
abartı vardır. Abartının olduğu yerde yeniden o
eski sinire dönebilmek için efektif
beklenmeyen hareketler vardır. Yani bir anda
böyle yerinden kalkma, hop hop oturma
masaya elini vurmak gibi. Bu insanların
duygusal bir dengesizlik içinde olduklarını da
görürüz. Ve temelde kaçırdıkları yer olayın
akışıdır. Olayı düz bir minvalden akıtmak
yerine oradan buradan develiye geveliye
getirmeye gayret ederler. Eğer kendimiz
arasından düşünürsek bunu bizde de varsa bu
haller bilmeliyiz ki hedefe ulaşmak hem çok
zaman alacaktır hem de başarılması gereken
zaman dilimi kaçırıldığı için insanda büyük bir
motivasyon bozukluğu meydana gelecektir.
Bunu yerine getirebilmek için denge kuramına
kadar az sabır tespitlerle bitirelim. Ondan
sonra denge kuramına geçeceğiz. İkinci önemli
dengesizlik kulaktan hareketle, duymadan
hareketle duygusal bir dengesizliktir.
Karşısındaki insanın ne söylediğine dikkat
etmeden sürekli dur bir dakika şimdi bir şey
söyleyeceğim şunu bitirmeme izin ver tarzında
söylemlere çok fazla yer verirler. Söylem
akışlarındaki bu sağa sola kaçışlarıyla beraber
oluşan bu dengesizlik doğal olarak insanları
dinlemekten biraz haz etmeyen bir yapıya
sahiptir. İyi bilen, iyi anlayan, iyi çözmüş,
başkasının fikirlerini pek önemsemeyen bir
tarzı vardır. Zaman zaman o söylenen şeyleri
geri dönüp de hatırlamaya çalışır elbette ama
bu seferki pişmanlığını söylemekten de
yatsınır. Dolayısıyla üzerlerine çok fazla
gitmemek, duygusal bu dengesizliği
çözebilmek için denge kuramına geldiğimiz
bölümdeki çalışmaları yapmak gerekir kendi
adımıza. kolay yalan söyleyebildikleri, kaçış
kapılarını çok hızlı kullandıkları ve bunu
anlayabilmek için de biraz pratik yapmak
gerektiğini söylemek gerekiyor. Ama birisi sizin
sözünüzü sürekli kesiyor ve sürekli bir dakika
bir dakika şimdi oraya gitme şimdi sana bir şey
söyleyeceğim tarzındaki kesiklere yer veriyorsa
bir yerlerde yalan söylemeye hazırlanıyor
diyebiliriz. Tabi ki bunlar genel ifadeler. Çok
özel çalışmalarda durumlar elbette değişebilir.
Onları da atölye çalışmasında yer vereceğiz.
Geldik sezgisel dengesizliğe. Konuşmayla
alakalı olan kısma işin enteresan tarafıysa bu
konuşmayı sevdiğini düşündüğünüz insanlar
aslında konuşmayarak da sizlere
düşünceleriniz hakkında ya da kendi
düşünceleri hakkında çok daha fazla bilgiler
verebilirler. Yani bir şey söylediğiniz zaman onu
yüz hareketiyle geçiştirmeye çalışma. Üzerinde
evet ya da hayır demeden havada askıda
bırakma. Daha önce söylenmiş bir söylemi
tekrar ifade etmekten imtina etme. Geride
durma. Zaten söylemiştim kavramından
hareketli değil bu. Yani o daha çok duygusal
dengesizlikle alakalı bir şey ama bu daha
ziyadesiyle biraz düşünmem lazım. Vakit
ayırmam lazım. Kurgulamam lazım. Henüz
kafamda oturtamadığım şeyler var. Söylemeni
yapamayarak da sizlere hareketleriyle ve
fiilleriyle bunları belirtmeye çalışanlar. Tehlikeli
bir grup. Zira içinde siz dahil pek çok şey için
belli kurguları çoktan oturtup kararlarını
çoktan vermiş ve size bu fikirlerini baya bir
saklıyor olabilir. Peki onu harekete
geçirebilmek için ne mi lazım? Eh şimdi oraya
geliyoruz. Denge kuramına. Efendim bilinenin
aksine bir şeyi dengeleyebilmek için az olanı
çoğaltmak değil, çok olanı da azaltmak değil,
her birisinin üzerinde aynı anda bir sistem
kapatmaya gitmek zorundayız. Yani şöyle,
bunu şimdi kendi açımızdan düşünelim. Bu
dersi dinledikten sonra kendi üzerimizde tiroid,
epifiz, böbrek üstü bezleri hormonlarımızda
belli bozukluklar olabileceğini hissettik.
Duyusal, duygusal ya da sezgisel dengesizliğe
eğilim gösterdiğimizi anladık. Yani direkt bu
dengesizlik patlayıp bir hastalık manasına
gelmiyor. İnsanların %90'ı belki daha fazlası bu
dengesizliklere belli oranlarda sahip zaten.
Yani bu dünyamızın doğal hali. Bu doğal hal
derken bu hale dönüşmüşüz. Ama bu
dengesizliklerin elbette seviyesi var. Kendi
adımıza ne yapacağız? Bu çünkü bir dengeye
gelmesi lazım. Hem duygusal hem duygusal
hem de sezgisel olarak eğer eşit olmazsak, su
gibi bir berraklığa kavuşmazsak düşünmekte
zorluk çekeceğiz. Bunları dengelemek için şunu
yapıyoruz. Eğer kendinizin duygusal bir
dengesizlik içerisinde olduğunu görüyorsanız
bunun olay akışıyla alakalı olduğunu
hatırlayacaksınız. Bu durumda kitap okumayı
seviyorsanız kitap okumayı, televizyon
seyretmeyi seviyorsanız televizyon seyretmeyi.
Yani bilgiyi aldığınız yer her neresiyse örneğin
bir YouTube kanalını bir kitapta yazması,
izlemeyi, seyretmeyi, okumayı en az 7-9 gün
boyunca terk edeceğiz. Eğer duygusal bir
bozukluktan bahsediyorsak kulaklarımızı
kapatacağız efendim. Evet dedikodudan başka
bir anlatımdan uzak durmaya çalışacağız.
Kulakları tatile çıkaracağız. Kulak orucu
tutacağız tabiri caizse. Eğer konuşmaktan
bahsediyorsak en zor tarafı da bu. Sezgisel
dengesizlikleri ortadan kaldırabilmek için
suskunluk orucu işin birebir çözümü. Yani en az
7 gün boyunca pek kimseyle iş, önemli bir
mesele haricinde konuşmamak. Hele bir
öğrenciyseniz, tek başınıza kalıyorsanız,
arkadaşlarınızdan uzak bir 7 gün geçirmek ve o
7 günde de konuşmamak. Bütün bunlar
vücudumuza bir reset atabilmenin önemli bir
formülü. Detayları ve kişiselleştirilmiş
uygulamaları elbette var. Ama denge kuramı
için buna ihtiyacımız var. Yeniden dengeye
gelebilmek için. Karşımızdaki böyle bir
dengesizliği görüyorsak eğer. Yani baktık
adamda duygusal bir dengesizlik var. Olayın
akışını kaçırıyor o zaman o kişiye bir altta olan
ya da diğer denge unsurunu getirebileceğimiz
yer anlatabilir misiniz demek lazım. Duyusal
dengesizlik içerisinde olan kişi ne demiştik?
Söylem akışında kaçırmalar vardır ağzından.
Bir dakika bir dakika dur şimdi bir şey
anlatıyorum tarzında der. Sen anlat ben
tekrardan oraya geri dönmek istiyorum diyerek
altını çizmekte fayda var. Doğru mu yanlış mı
söylüyor? Daha rahat görebileceğiz o zaman.
Sezgisel bir dengesizlik yani kurgu problemi ile
karşılaştığınızda ise bu kişiye isimleri solmak
çok önemli. Çünkü genellikle bu insanlar
isimleri birbirlerine karıştırırlar veya tarihleri
yahut günleri yani birkaç mihenk noktası.
Kontrol ettiğiniz anda hem düşüncesinin hem
söyleminin doğru mu değil mi, yalan mı, gerçek
mi olduğunu biraz daha iyi anlayabilirsiniz.
Efendim geldik dersimizin sonuna. Hap
mahiyetinde beyan ettik. Bu hap
mahiyetindeki beyanatın yine 2-3 sorulu kısa
bir testi var. Testi doldurduktan sonra aldığınız
puanlardan ötürü lütfen üzülmeyin. Çünkü
sonuçta kocaman bir aileyiz. Uzun bir
yolculuktayız. İnsanları birbirlerinden
ayırmayacağız. Yani düşük puanda kalanlar ne
yaparlarsa yapsınlar demeyeceğiz. İnanın bana
onların üzerinde de bir çalışma yapacağız. Ama
sabırla, sükunetle. Cevaplar yanlış mıydı?
Gözünüzden bir kaçmış demeyin ne olur.
Hakikat biraz zamana ihtiyacınız var. Daha
yolun başındayız. Hep söylediğim gibi. Haftaya
tekrar görüşürüz inşallah. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Töresine Giriş Tersinden Herkese


Hayırlı Haftalar Bu haftada sizlerle beraber
düşünce dünyamızı geliştirebilmek, iyi
düşünebilmek, kendi hayatımızdaki o düşünce
yapımızı doğru kurgulamak için parça parça
yolculuğumuza devam ediyoruz. Her bir
durakta bambaşka bir şey öğreniyoruz. Sonra
bütün öğrendiklerimizi bir araya getirmeye
çalışıyor olacağız. Bu hafta sizlerle beraber
dolaşım sistemini konuşacağız. Ya bu dolaşım
sistemiyle ne alakası var? Kalbimizdir,
kanımızdır, damarlarımızdır deyip durmayalım.
Hakikat şurası var. Kalbimizde dolaştırılan kan
ve kalbimizin kendisi. Duygularımızı ifade
ederken kalpten sözler veya kalpten kalbe
giden bir yoldan bahsedilir. Bu hakikat bizlere
hem biyolojik olarak hem de temel iç
yapımızda bazı şeyleri iyi anlamamız
gerektiğini anlatıyor. Düşünceleri
sistemleştirme sürecine girmiş oluyoruz
böylelikle. Sistem genel itibariyle bir parça
fonksiyonudur. Yani birden fazla sistem bir
araya geldiğinde daha büyük bir sistemi
oluşturur. Aynı zamanda sistemi oluşturan
parçalar da oldukça önemlidir. Bu parçalara
genel olarak bakarsak şunu görürüz. Bütünün
içinde bir bütün vardır. Dolayısıyla bugün
dolaşım sistemini konuşurken sistem kalp
damarlarımız ve kandan müteşekkil temeli
itibariyle. Atar damarlar toplar damarlar ves ve
kandan müteşekkil temeli itibariyle. Atar
damarlar, toplar damarlar vs. Ama bir hakikat
var. Aslında bu sistem ilerlerken birkaç özelliği
kullanabiliyor. Yani şöyle anlatmak lazım.
Birazdan detaylara gireceğiz. Sistemin parçaları
kendi aralarında uyumlu ya da uyumsuz
olabilir. Dengeli dengesiz bir yapıda olabilir.
Çatışan ya da harmanlayarak birbirinin eksini
kapatan bir tarzda da olabilir. Tez ve antitez
yöntemini de geliştirmiş olabilir. Ve en
sonuncusu bütüncül ya da parçacık ilişkisiyle
hareket ediyor olabilir. Bunlar aslında düşünce
biçimlerinde etkiliyor. Yani çok garip bir durum
var. Organlarımızın birbirleri arasında kurduğu
ilişkiden doğan sistemin tavrı bir sonuç. Ama
bu sonuç aynı zamanda bizim düşünce
biçimimizin temel yapı taşlarından birisi.
Elbette bundan hariç. Yaklaşık 6 tane daha
buna benzer fonksiyon var. Ama bunları atölye
çalışmalarına saklıyor olacağız. Dolayısıyla bu
hafta bir yandan dolaşım sistemimizin kendi
hayatımızdaki çalışma biçimini
değerlendirirken aynı zamanda dış dünyadaki
olan olayların da buna benzer şekillerde
meydana geldiğini göreceksiniz. Yani seyret
içindekini gör karşındakini. Keşfet kendi
içindeki düzeni o zaman anlayabilirsin
etrafında olup bitenleri. Elbette adım adım.
Hadi bir yerden başlayalım. Şu dolaşım
sistemini bir kez daha hatırlayalım hep
beraber. Şimdi kısaca bir dolaşım sisteminden
bahsedelim. Dolaşım sistemimiz asıl itibariyle
kendi üç dünyamızda meydana gelen bilincin
aktarım merkezi aynı zamanda bilginin de
özümsendiği bir yer. Yani sadece gıdalarımız
değil. Aynı zamanda kalbimiz düşüncelerimizin
vücudumuzun tamamında yaygınlaşmasında
bir vesile oluyor. Protein, protein kalıflarıyla
yakinen ilişkili bu detaylara girmeden
kabataslak ifade etmeye çalışıyoruz. Şimdi bu
tabi başkasına değil kendi içimizdeki bir süreç
ve organlarımızla da yakinen ilişkili. Çünkü
dolaşım sistemimiz kalp, damarlar ve bunların
içini dolduran kandan ulaşıyor. Etkileşimleri
var. Üreme sistemiyle, sindirim sistemiyle ve
sinir sistemiyle. Etkileşim geçirmiş olduğu bu
sistemler elbette ki eğer karmaşa olursa bizlere
aktarımını sağlıyor. Detayları da var. Organlarla
da yakinen ilişkili. ve kan arasındaki karamaşa
ya da birazdan bahsedeceğim üzere uyumlu
uyumsuz çalışma, dengeli dengesiz, çatışan
harmanlayan tez antitez ya da bütüncül
parçacık bakış açısıyla düşünüyorsak
bunlarımızın vücudumuzda bir karşılığı var
veya vücudumuzdaki bu haleti ruhiyenin
düşüncelerimizdeki bir karşılığı var. Evet
vücudumuzdaki bütün organlarımızın temel
yapıları aynı zamanda bizim düşünme
biçimimizi etkiliyor. Düşünce biçimimiz de bizi
bu sistemlerde gösterilen harmonik
bozukluklarla ele veriyor. Dış dünyayı
incelemeden önce kendi vücudumuzu iyi
anlayıp iyi tanımamız gerekiyor. Gelin şimdi bu
sistemin içinde kaç tür problem ya da kaç tür
çalışma biçimi var. Öyle bakalım olaya ve
bunların detaylarına girelim. Biraz biyolojiyi,
tıbbı biraz da düşünce dünyamızı konuşmuş
olalım. Şimdi gelin en başta söylemiş
olduğumuz söylemden uyumlu uyumsuz
dolaşım sistemi problemine ya da sistemin
böyle çalışması halinde neler olduğuna kısaca
bakalım. Yani önce sistemsel bir bakış
yapacağız sonra da bilinç düzeyinde bunun
karşılığını anlatacağız. Şimdi kalbimiz kanı
pompalayan bir fonksiyona sahip. En temel
işlevi bu. Kansa bu pompalama sürecinde
akciğerlerden aldığı oksijeni, diğer organlardan
aldığı portikülleri gitmesi gereken yere
taşıyorlar. Şayet kalp ile kan arasında belli bir
uyum varsa bu uyum birbirini destekler
mahiyettedir. Yani kan kalbi besler, kalp ise
kanın akışına yardımcı olur. Belli bir uyumla
çalışırlar. Birbirlerini tamamlamaya çalışırlar.
Veya uyumsuzlukla da yürütülebilir bu. Bazen
bakarsınız kişinin kalp hastalığı yoktur.
Herhangi bir problemi yoktur. Ama sürekli kan
değerlerinde bir oyumsuzluk vardır. Ve bu
uyumsuzluk geri dönüp kalp tarafından belli
problemlerin oluşmasında temel vazifeyi
bizlere gösterebilir. Herhangi böyle bir durum
için şunu söylemek mümkün. Sindirim
sisteminde bir fonksiyon bozukluğu vardır.
Yenilen içilenlere dikkat edilmesi gerekir
elbette. Şimdi atlayalım burayı. Yani şöyle
atlayalım. Uyumlu ve uyumsuz mantık açısı
düşünce dünyamızda neyi ifadelendiriyor? Bu
uyumlu çalışma biçimi aslında ortak noktayı
bulma derdi olarak karşımıza çıkar. Yani ne
olursa olsun ortak bir nokta vardır. Biz bu
düşüncelerimizi ortak bir noktada beyan
edebiliriz ibaresi yer alır. Veya uyumsuzluk
varsa kişiler düşüncelerini kendine çekebilmek
adına uyumsuzluk yapmaya çalışırlar. Yani
kendi düşüncelerini üst seviyeye çıkarıp kendi
düşüncelerini merkeze almak istedikleri yerde
uyumsuz çalışmaya çalışırlar. İşte bu da kafa
yapısını oluşturuyor. Yani kalbine damarlar
arasında uyum ve uyumsuzluk gibi bir ritimsel
fonksiyon varsa bu insanların düşünce dünyası
bu yapıda gerçekleşiyor. damarlar arasında
uyum ve uyumsuzluk gibi bir ritimsel fonksiyon
varsa, bu insanların düşünce dünyası bu yapıda
gerçekleşiyor. Elbette bunun bir avantajı var.
İşler tıkırında yürüyor uyum olduğu müddetçe.
Ancak bir dezavantajı da var. Olması
gerekenler çoğu zaman geç oluyor veya
sürüncemede kalıyor. Bunlar ilerleyen
zamanlarda vücudumuzda hazımsızlık,
düşünce dünyamızda da kabul edemezlik hali
oluşuyor. Yani bu tarz kişiler hayatının bir
bölümünde geri dönüp ya sürekli ben uyumlu
ya da ben uyumsuz olmak zorunda mıyım
diyerek kendi kabuklarına çekilmeye
çalışıyorlar. Peki bu tip en çok nerede
görülüyor? Akdeniz havzasında. Bu düşünme
biçimine Akdeniz düşünme biçimi diyoruz. Kalp
ve kan arasında uyum ya da uyumsuzluk
üzerine oluşmuş bir çalışma biçimi düşünce
dünyasında böyle bir karşılık oluşturuyor.
düşünce dünyasında böyle bir karşılık
oluşturuyor. Akdeniz hafızasındaki ülkelere bir
bakarsanız ortalama 20-30 yılda bir de
kabuklarına çekildiklerini görebilirsiniz. İkinci
biçim yani kalp ile damarlar arasında kan
arasında dengeli dengesiz bir çalışma biçimi de
olabilir. Yani kanımızda meydana gelen diğer
organlarımızdan ki özellikle pankreas ve
davakta yaşanan problemler sebebiyle kalp bir
yandan denge oluşturmaya çalışır kan bu
dengesiz tarafta yer alır. Dengeli ve dengesiz
bu tarafın yani iletişim biçiminde de bir
karşılığı var elbette. Yani genel itibariyle bu
insanların söylenceleri denge oluşturmak
adına veya dengesizlikten menfaat elde etmek
uğrunadır. Denge siyaseti de derler buna. Adı
üzerinde olduğu gibi Orta Doğu ülkelerinin
kendi içindeki düşünce biçimini ve Orta Doğu
düşünce biçimini ifade eder bizlere. Bir yandan
denge kurmaya çalışırlar, bir yandan da bir
takım dengesizlikler meydana getirerek kendi
menfaatlerini ortaya koymaya çalışırlar. Bir
avantajı var, bir önceki bölümde söylediğimiz
gibi her düşünce biçiminin, her vücudun, her
insanın hayatının bir avantajı, bir dezavantajı
olması gibi. Yani vücutla bilgiyi bir arada
değerlendirmeye çalışıyoruz. Hafif karışık
gelebilir ama alışacaksınız dinledikçe belki
birkaç sefer. Hakikat şu, dengeli bir yaşam yani
kalb ile organlar ve kalb ile kan arasındaki
denge metaforuyla çalışan sistemler ve bu
sistemlerden oluşan insanların ortaya koyduğu
düşünce biçimleri genellikle etliye sütliye
karışmama tavrındadır dengeli olunca. Ya bir
avantajı vardır en az zarar görebilirsiniz. olunca
ya bir avantajı vardır en az zarar görebilirsiniz.
Ama konu dengesizlik üzerinden bir
dezavantajı vardır ki tahterevalli yıkıldığında
mutlak sureti altında kalırsınız. Genellikle Orta
Doğu'daki pek çok ülkenin de böyle olduğunu
görebilirsiniz. Uzun bir dönem denge siyaseti
gütmeye çalışırlar ancak bir yer gelir ki denge
bozulur ve genellikle bu dengeyi kurmaya
çalışan ülkeler bundan en çok zararı
görebilirler. Vücudumuzdaki bu fonksiyonun
düşünce dünyasındaki karşılıkları ya da olması
gereken nedir sorusuysa elbette 5. sistemde
gelecek. Geldik dolaşım sistemimizin 3. çalışma
biçimine çatışan ya da harmanlayan biçim. Yani
ayrıştıran ve birleştiren çatışma biçimi. Bu
şöyle oluyor. Kalbimiz vücudumuzun
ihtiyacından çok daha fazla kan pompalamaya
ve tansiyonu yükseltmeye başlıyor. çok daha
fazla kan pompalamaya ve tansiyonu
yükseltmeye başlıyor. Buna nazaran kana
özellikle safra kesesinden yayılan hormonlarla
dinginlik verilmeye çalışılıyor. Yani kalp sistemi
çatıştırmaya buna karşılıksa kan harmonik bir
hale getirmeye uzlaşmaya getirmeye çalışıyor.
Yani çatışmayla birleştirme arasında bir denge
oluşturmaya çalışıyor vücut. İnsan hayatındaki
bu sistemin temel karşılığı genel olarak
böbrekler. Böbrekler üzerindeki bir dengesizlik
vücudumuzun dolaşım sisteminin böyle
çalışmasına vesile oluyor. Peki bu durumda ne
var? Eğer çatışmacı zemin dediğimiz yani
ayrıştıran zemin diyorsanız birbirinden ayrı
düşünce biçimlerini birbiri üzerine koyarak ve
çatıştırarak en iyi elde edebileceği düşünce
yapısını oluşturuyor. Genellikle kavgadan zevk
alıyor kavga ettirdiklerini de bir zaman sonra
barıştırmak istiyor. İster düşüncesinde ister
aksiyon alırken aynı tavrı sergiliyor. Bu tavırsa
Amerikan düşünce biçimi. Önce çatıştırmak
sonra çatıştırdıktan sonra niye var ki neden
kavga ediyorsunuz ki hadi gelin ben sizi
barıştırayım demek üzerine kurgulanıyor. Bir
avantajı var. Avantaj şu çatışan taraflar ya da
kendi iç dünyanızda yaşadığınız çatışmalar bir
anda kimsenin bulamayacağı efektif bir sonuç
elde edip ani bir değişimle daha değerli bir
kimliğe bürünebilirsiniz. Ama bir dezavantajı
var. Bu çatıştırmacı yapınız zamanla
etrafınızdaki insanlar tarafından keşfedilirse,
bu sefer yalnızlığa gidersiniz. ABD'nin uzun
döneminde de bakarsanız bunun karşılığını
görebileceksiniz. Bu devinim sürecinin aslında
bir temeli var. Tez, antitezle ilgili. Ama şimdi
oraya geldiğimizde onun da tam olarak iyi bir
düşünce olmadığını göreceğiz. Yani şu ana
kadar saydığımız 3 sistem çalışan bir sistem.
Ama avantaj ve dezavantajlarıyla ele
alındığında iyi bir düşünce adamı olmaya
yaramıyor. O yaramıyor. O yaramayanlardan
bir tanesinden daha bahsedelim. En sonda işe
yarayan ne, biz nasıl o hale geliriz onu ifade
edeceğiz. Çözümsüz problem anlatmak bir işe
yaramaz çünkü. Efendim geldik işin dördüncü
tarafına. Tez-antiitez Çalışması Zamanında
tepki vermemesi ya da haddinden fazla tepki
vermesi ile alakalı. Sonunda ise Allah korusun
genellikle kalp krizi ile neticeleniyor. Şimdi bu
insan vücudunda özellikle akciğer travması ile
alakalı bir durumdur. Yani nefes alışverişinde
ciddi sıkıntılar olan insanların vücutlarına
aldığı zararlı maddeler kanında bir antitezi
oluşturur. Kalbin buna karşı bir tez oluşturması
gerekir ve bu diğer organlardan özellikle
akciğerle ilişkili bir diğer taraftan dalağında
destek vermiş olduğu bir süreçtir.
Vücudumuzda bu tepkizme süreci oluşurken de
genel itibariyle harmonik bir sonuç beklenir.
Bir avantajı vardır. Gelen antiteze ya da teze
karşı bir antitez üretiyor olmak vücudun
kendini korumasını sağlar ve korumacı
düşünce biçimidir bu. Önce kendini sağlama
alma, kendisine herkesin seveceği bir adam
haline getirme. İkinci taraf ise şu. Elbette ki bu
süreçler bir süre sonra yıpranmaya başlıyor.
Çünkü sorunu çözmeyerek her sorunun
üzerinde bir örtü atmış oluyorsunuz aslında.
Yani teze karşı antites tabiri caizse kirli olan bir
şeyi halının altına itmek gibi. Bir dönem sonra
da kalp damarlarında tıkanıklık meydana
geliyor. Kalp zayıflıyor ve kriz doğuyor. Ve bu
kriz uzun zaman boyunca vücudu işlevsiz hale
getiriyor. Tam da Avrupa gibi. Avrupa düşünce
biçimi bu manada Hegel'in ortaya koyduğu tez
antitezle ilerlerken genel itibariyle sorunların
üstünü örtmeye odaklanmıştır. genel itibariyle
sorunların üstünü örtmeye odaklanmıştır. Yani
düşünce dünyası açısından ele alırsak sorunun
üstünü örtmeye çalışma, görmezden gelmeye
gayret etme, şişip de patlamak üzereyken
sistem değiştiriyorum diye ameliyata girme ve
düşünce dünyasının baremi itibariyle yani
düşünce adamının fikriyatı itibariyle bizim
hayatımızda teze karşı antitez üretmek sadece
sorunların üstünü kapatmak anlamına geliyor.
Tabi ki bunun teknoloji ve mühendislikte bazı
avantajları var ama düşünce dünyası açısından
düşünülse gerçek bir avantajdan
bahsedemeyeceğiz. Peki iyi bir düşünce adamı
nasıl bir vücudun sonucunda nasıl bir
düşünceye sahiptir? Gelin aslında şimdi ona
bakalım. Şimdi bütün problemleri saydık.
Uyumlu uyumsuz çalışmanın avantajı
dezavantajından başladık. Dengeli dengesiz,
çatışan, ayrıştıran ve harmanlayan birleştireni
ele aldık tez antitez dedik peki iyi bir fikir
adamı aynı zamanda iyi bir dolaşım sistemine
sahip olan bir insan nasıl düşünür? teorisi
üzerinedir. Zira hayatımızda yaptığımız her
küçük işin karşılığında küçük şeyler birleşip
bazen bütündeki büyük zararı ortadan
kaldırabilir. Yani bir duvar örüyorsunuz. Duvarı
örerken sizler küçük hatalardan duvarın
yıkılacağını hesap edersiniz. Doğru. Ama
düşünce dünyası ele alındığında hayatın mana
tarafında durum böyle değil. Bazen en kötü
duvara bile öyle bir yaslama taş koyarsınız ki
duvar yüzlerce yıl ayakta kalabilir. O zaman
hakikat şu vücudumuzun bir parçacık yapısı
var. Yani damarlarımız damarlarımızın
bölümleri. O bölümlerde meydana gelen
arızanın temelini bulup o arızayı gidermek.
Bütüne baktığınızda meydana gelmiş olan
büyük arızayı küçükte var olan bir hatayı
düzelterek yeniden toparlamasına yardımcı
olabilmek. İşte bu fikir adamının düşünce
biçimi. Vücudunda da şöyle ifade edebiliriz
bunu. Özellikle bağırsak florasında çok strese
sebep olur bu. Zira sürekli o parçalarla
uğraşmaktan kaynaklıdır. Yani küçücük
küçücük parçaları birleştirip büyüğün
karşısında ne anlama geldiğini bulmaya
çalışırsınız. Hakikatte budur aslında. Doğru
olan da bu. Çünkü küçükte saklıdır büyük,
büyükte saklıdır küçük. Mikro makro
arasındaki dengeyi anlatırken bu iyi dinlemiş
olanlar ne demek istediğimi şimdi anlamaya
başladılar. Bu tarz düşünce biçimi dünyanın
farklı ülkelerinde var. Çünkü artık bu insan
tipinde filtreler var. Ve bu filtreler kendi duygu,
düşünce ve inanç dünyasına göre şekillenebilir
ama nihayetinde yönlendirilmesi oldukça zor,
çoğu zaman da imkansızdır. Ve düşünceleri
değiştiren adam tiplemizdir. İster doğudan
ister batıdan çıkmış olsun. çıkmış olsun.
Hakikatsiz şuraya geleceğiz. Bütüncül bir
düşünce biçimine ulaşabilmek için küçük
parçalardaki arızalara çok dikkat etmek gerekir.
Ve orada yapacağımız her şeyin bütünü
oluşturduğunu değil, bütünde bir karşılığını
olduğunu ifade etmek gerekir. Yani bir
düşüncenin içindeki bir cümledeki bir
kelimenin sıfatı adama anlatabilir bize. Bu
uyumlu uyumsuz, dengeli dengesiz, çatışmacı
birleştirici, tez ve antitez düşünce biçiminde
yoktur. Bu tarz insanların her ne kadar stres
kaynaklı bağırsak floralarında sıkıntılar söz
konusu olsa da, Sıkıntılar söz konusu olsa da
hakikat hayatları boyunca o bütünü oluşturan
temel küçük parça üzerinde ömürlerini
harcarlar ama iş bittiğinde bütünün değiştiğini
görürler. Bugünün hız dolu dünyasında
düşüncelerimizin ne kadar zafiyete uğraması
söz konusu olduğunda bu ibareyle bir kez daha
öğrenmiş oluruz. Efendim bu ders ağır bir
derstir. Sebep bu dersi en iyi almış olan
insanlardan birisini de Kanuni Sultan Süleyman
devrinden bahsederken belki bir gün
anlatmaya çalışırız. Önemli bir dersti. Önemli
isimler yetişirken söz konusu edildi. Çok isimler
var da şimdi kafaları karıştırmak istemiyoruz.
Ama yine hap yapmaya çalıştım.
Basitleştirmeye çalıştım anlattım sizlere.
Efendim şimdi bu sesli yapmış olduğumuz
dersin sonucunda test bölümüne geldik. Bu
testi de yapın ve ardından orada birkaç kitap
tavsiyem var. Kitapları okumaya gayret
ederseniz sizin için iyi bir başlangıç olacaktır.
Artık düşünce teorisine girişin birinci
bölümünün önemli bir kısmını geride bırakmak
üzereyiz. Testlere biraz ağırlık vermenizde
okumalara gittikçe arttırmamızda artık fayda
var. Bu süreç içerisinde de yeni tabelamızı
yayınlamaya çalışıyor olacağız. Haftayı yeniden
bir aradayız. Çok enteresan bir bakış açısıyla
yine bir arada olmaya çalışacağız. Çünkü hayat
hiç de öyle kitaplarda yazdığı gibi değil.
Hayatın dört bir tarafında doğruyu yakalamış
insanların kullandığı teknikleri harmanlayınca
bu sonuçlara ulaşmak belki daha kolay
olacaktır. Haftaya tekrardan görüşmek üzere.
Kalın sağlıcakla."}

Efendim düşünce teorisine girişten herkese


hayırlı haftalar. Bu haftadan itibaren yavaş
yavaş son dönemece doğru gelmekteyiz. Bu
dönemecin son kıyısında yine vücudumuzu
öğrenmeye devam ediyoruz. Vücudumuzda
yaşanan her olayın hayatımızdaki düşünce
biçimimize etkisini öğrenmeye çalışıyoruz.
Bütün derslerimiz bitip düşünce teorisine
geçtiğimiz zaman yavaş yavaş dış dünyaya
bakmaya başlayacağız. bakmaya başlayacağız.
Üçüncü bölüme geldiğimizde yani oradaki
haftalarımız devam edip süreç sona erdiğinde
üçüncü bölümünde artık pratik hayatta pratik
düşüncelerle konuşmaya başlayacağız. Orası
tabiri caizse bizim atölyemiz olacak. Atölyeye
doğru yaklaşıyoruz. O yüzden sevgili
dostlarımıza testlerimizi unutmayalım. Hadi bir
an önce onları tamamlayalım demek istiyoruz.
Bu hafta sizlere boşaltım sisteminden
bahsedeceğiz. Ve ikinci bölümde o düşünce
teorisine geçerken iç dünyamızın önemli bir
fonksiyonunu ifade etmeye gayret ediyor
olacağız. Dolaşımda olan ne varsa, sonuçta
geçen hafta bunu işlemiştik ya, boşaltımla
ortaya dökülmüyor mu? Bizler boşaltım
üzerinden bir analiz yapabiliyoruz. Örneğin
hastaneye gittiğimizde herhangi bir
rahatsızlığınızın sonucunda vücudunuzda neler
fazladan üretilmiş neler yanlış gidiyor hangi
organlar rayında değil boşaltım sisteminin
sonuçlarıyla önce ele alıyoruz. Eğer o
sonuçlarda bir aksilik varsa sonra elbette diğer
tıbbi manyetik rezonanstır, röntgendir vs.
Ultrasondur bu tarz işlemlere gidiyoruz.
Dolayısıyla bizim hayatımızda boşaltım sistemi
bir sonuç fonksiyonu taşımakta. Fonksiyonu
taşımakta. Eğer insanda bu fonksiyonun temel
organı olan böbrek hani sadece sağlığınız için
değil düşünce yapınızı da etkileyecek şekilde
düzgün çalışmıyorsa düşüncelerimizin sonuca
ulaşmasına da engel olmakta. Yani geçen
haftaki dolaşım sistemi düşüncenin yoğrulma
biçimiydi. Bu artık sonuçlanma biçimi. Yani
fikrimizi anlatma alanımız. Kendimizi ifade
etme biçimimiz. Boşaltım biçimi işte bu
manada karşı tarafa bakarken de düşüncenin
sonuçlandırma gayreti olarak karşımıza çıkıyor.
Yani hem kendi düşüncelerimizi karşı tarafa
nasıl aktarabiliyoruz, hem de bize aktarılanlar
ne denli gerçek bir serüvene sahip. Dolayısıyla
vücudumuzun diğer organları gibi
böbreklerimizin sağlığı da en başta dersimizin
konusu olduğu için insan vücudunun sağlığı ve
kaliteli bir hayatın yanında kaliteli bir düşünce
yanında kaliteli bir düşünce sonlandırma için
çok önemli. Zira neyi ne kadar iyi
düşünüyorsanız düşünün sonuçta ağzınızdan
çıkanlara göre değerlendirecek insanlar sizleri.
Böyle düşünüyormuş böyle bakıyormuş
diyecekler sizle dönüp ya ne alakası var aslında
işte böyle düşünmüyordum hay Allah yanlış
anladınız filan diyecekler. Siz de dönüp ya ne
alakası var? Aslında işte böyle
düşünmüyordum. Hay Allah yanlış anladınız
filan diyeceksiniz. Yanlış anladın dememek,
demek durumuna düşmemek için gelin bir
böbreklerimize ve başaltım sistemimizin
düşünce dünyamızdaki karşılıklarına yine bir
hap mahiyetinde bakıverelim. Kendimizi bir
süzgeçten geçirelim. Hadi bakalım.
Böbreklerimizin genel çalışma prensipleri
itibariyle genel olarak 3 çalışma biçimi var.
Bunlardan bir tanesi hızlı çalışma biçimi, diğeri
normal çalışma biçimi ve diğeri de
yavaşlatılmış. Elbette ki vücudunuzdaki başka
rahatsızlıklar buna sebep oluyor olabilir.
Dipnotuyla bir genel tabir ifade etmeye gayret
edeceğim. Örneğin yemeğin hemen ardından
veya işte iki bardak su içsem hemen tuvaletim
gelir şeklinde bir ifadeniz varsa ama yine
parantez içinde belirtiyorum. Ayrıca ve bir
başka rahatsızlığınız yok ise çok genel bir
ifadeyle söylemek gerekirse bu böbreklerinizin
hızlı çalıştığını gösteriyor. Vücudunuz bir an
önce aldığını dışarıya bırakabiliyor. Diğeri ise
dediğimiz gibi normal çalışma biçimi. Ama bu
normal çalışma biçimi. Ama bu normal çalışma
biçiminde ise 3 tane tip var. Yani normali 3'e
ayırmamız lazım. Genç insanların normal
böbrek çalışma biçimi, yaşlı insanların ve olgun
insanların. Birazdan bunların detaylarına
geldiğimizde düşünme biçimimizi nasıl
etkilediğini daha detaylı ifade etmiş olacağız.
Bir de yavaş çalışma biçimi var. Ya o kadar su
içtim bir türlü tuvaletim gelmedi diyebilirsiniz.
Şimdi hayatımızda çok sık tuvalete gidenler için
şunu genel olarak söylememiz gerekiyor.
Vücudunuzda fazladan şeker var ve genel
itibariyle bu şeker hastası olduğunuz anlamına
gelmemekle beraber çok fazla şeker
tükettiğinizi gösteriyor. Fazla şeker tüketimi
düşünce adamı için tehlikeli bir durum. Elbette
normal insanlar için de. Özellikle paketli ve
hazır gıdalar. Bunu pek çok derste altın çizerek
ifade etmiştim. Fazladan ve kimyasal şeker
alarak bünyenin bunu sürekli atmaya olan
gayreti kaba tabirle söylüyorum her zamanki
gibi. Doktor bir dostumuz dinliyorsa sakın
yanlış anlamasın. Sonuç itibariyle bunu çok
tükettiğimizi gösteriyor ve düşünme biçimimizi
etkiliyor. Nasıl etkilediğini anlatacağım. O
yüzden çok hızlı böbreği çalışan insanların
başka bir rahatsızlığı yoksa daha az paketli ve
şekerli gıdalar kullanması gerekiyor. Yavaş
çalışanların ise az su tükettiklerini gösteriyor.
Düşünce adamı için yine tehlikeli bir durum. Su
hafıza demek. Hafıza düşünmenin temeli
demek. Egemen bir düşünce biçiminin olması
gerektiği haliyle beyan edilememesi demek. O
yüzden su tüketimi oldukça önemli. Şekerden
de uzak durmak gerekiyor ki böbreklerimiz
normal bir çalışma düzenine girsin ama
sonunda tekrar ifade ediyorum başka bir
rahatsızlığınız yoksa. Şimdi bahsettiğimiz bu 3
durumu elbette hayatımızda karşılaştıracağız.
Başka bir rahatsızlığınız yoksa. Böbrek üstü
bezlerimizin bizim hayatımızda pek çok ya da
fazlasıyla soğukkanlı olmamıza sebep oluyor.
Böbrek üstü bezelerimiz ise işte bu ürettiği
hormonlarla heyecanlılığı ve fazlasıyla
soğukkanlı olmayı ortaya koyunca düşünme
temelinin işaretlerini taşıyor bizlere. Gerek
bize söylenen sözleri tartıya koyabilmek, gerek
kendi söylemlerimizi karşı taraf için
anlaşılabilir kılmak adına böbreklerimizin iyi
çalışıyor olması lazım. Farkında mısınız?
Düşünmek aslında basit bir şey değil.
Vücudumuzun tamamıyla ilgili ve tamamını
ilgilendiren bizden hariç olanın bizimle ilgili
olan kararları vermesine vesile olan bir durum.
Bu yüzden vücudumuzun kendi iç yapısını iyi
tanımamız gerekiyor. Düşünce teorisine girişte
bu manada sizlere yol göstermeye gayret
ediyor. Hakikat bir düşüncede heyecanlı olmak
hoş bir şeydir. Ama bu heyecanın seviyesinin
artması karşı tarafın sizi bir propagandacı gibi
algılamasına vesile olur. Kimileri de fazlasıyla
soğukkanlı durur. Bu da karşı taraf için acaba
söylediklerinden emin değil mi düşüncesini
oluşturur. Tam da ortayı tutturabilmek,
sesinizin içindeki heyecanın anlaşılmasını
sağlamak ama düşüncelerinizin durağın
olmadan akıcı bir şekilde çok soğukkanlı bir
ibareyle ifadelendirmeden karşı tarafa
aksettirebilmek, aktarabilmek. Sonuçta ne
anlattığınız değil, nasıl anlattığınızın da büyük
bir önemi var. Şimdi gelelim bir önceki
bölümde söylediğimiz gibi bu yavaş, normal ve
normalin 3 kırılımı bir de hızlı çalışan
böbreklerimizin bizim düşünce biçimimizin
nasıl etkilediğini, doğal olarak nasıl bir avantaj
ya da dezavantaja dönüştüğünü anlamaya.
Hızlı çalışan böbrekten başlayalım öncelikle.
Bunlar için düşüncenin kelimesi buldum
üzerinedir. Bunlar için düşüncenin kelimesi
buldum üzerinedir. Yani ona anlatılmış bir şeyi
düşünür düşünür düşünür ve genellikle
konuşma biçimindeki sözcükleri buldum
şeklindedir. Onun için bulmak çok önemli bir
şeydir. Bulduğu anda rahatlayıverir. o anda
rahatlayıverir. Dolayısıyla düşünce
sonuçlandırma aşamasına geçtiğimizde
böbrekleri hızlı çalışan insanların aniden
çözümlemelerle kapınızı çaldığını görebilirsiniz.
Bir anda buldum, çözdüm, hallettim, şimdi
oldu şeklinde ifadeleri vardır. Elbette ki bunun
bir avantajı var. Hızlı olmak, bir an önce
çözüme ulaşmak güzel ama bir dezavantajı
vardır. Böbrekleri hızlı çalışan insanların
heyecan fonksiyonlarında fazla olması
sebebiyle ön yargıları diğer insanlara göre
daha gelişmiştir. Hızlı bulmak iyi bir şeydir ama
bu hızın içinde normalin daha iyi bir şey
olduğunu görünce buradaki dezavantaj sizin
hayatınızı söylemenizi ve düşünme biçiminizi
negatif etkilediğini görebilirsiniz. Zira
önyargılarımız buldum derken bulduğumuzun
bulunması gereken şey olmadığını anlamakla
Baya bir zaman kaybına sebep oluyor Hani ne
demişler acele işe şeytan karışırmış Efendim
bir de ne dedik böbreklerin yavaş çalışma
durumu E bu yavaş çalışan insanların da
genellikle kelimesi bilemiyorum üzerinedir
Yani birden fazla düşünce sonucuna birden
fazla şekilde ulaşayım. Bir de bunu düşüneyim.
Ya bir de bu mu vardı derken her seferinde
yani böyle düşünüyorum tabii ama yani
bilemiyorum şeklinde bir çekinceleri vardır. Bu
düşünce sonuçlandırma aşamasında tekrarlı
düşünceye sebep olur. Bir daha düşüneyim. Bir
daha ve bir daha. Bir avantajı vardır elbette. Bu
avantaj mantık eksenli olmasıdır. Yani mantığa
en yatkın olana ulaşmakta mahir bir avantaj
sunar bizlere. Ancak bir dezavantajı vardır ki
bu da detay karmaşasıdır. Gerektiğinden fazla
aynı şeyin üzerinde git gel yapmak ne yazık ki
düşüncenizde dezenformasyona sebep olur.
Evet bilgilerinizi karıştırmasına, tecrübelerin
üstüne bindirilmesine, hadi bir de karşı
taraftan gelecek tepkileri hesaba katmaya
kalkarsanız iş içinden çıkılmaz bir hale
dönüşebilir. Zaman zaman bu durumu
yaşayabilirsiniz. O dönemde de böbreklerinizi
kontrol edin. Biraz yavaş çalışını göreceksiniz.
Demek ki bu anlarda ne yapmak lazım? Biraz
daha su tüketimiyle biraz daha normal bir
böbreğe dönmeye çalışmak lazım. Sonuçta
böbrek üstü bezlerinizin ürettiği hormonlar
sizin temel düşünce biçiminizi çok
değiştirmeyecek. Ama çok küçük bir şey
değiştiğinde etrafınızdaki insanların maşallah
ya bundan önce çok böyle düşünmüyordu. Aklı
başında bir düşünce tarzına daha iyi bir fikir
biçimine ulaşmış diyebilirler. Onların demesi
de çok önemli değil. Ne düşünüyorsanız
düşünün sonuçta en güzeline ulaşmak değil mi
niyetimiz? O zaman bizim için en önemli olan
şey normal bir vücuda, normal böbreklere
sahip olmak. Ama onun da genci yaşlısı olgunu
var. Hadi şimdi onlara bakalım. Normal bir
böbrekten bahsediyoruz ama genç
yaşımızdaykenki halimizi düşünelim şimdi. Evet
her şey normal. Yediğimiz içtiğimiz normal
seviyede. Su seviyesi güzel. Şeker seviyesi
yeterince. Hatta en azını kullansanız ne güzel.
Yani tuzun fazlasından değil de şekerin
fazlasından korkmanızı tavsiye ederim. Hatta
hiç kullanmamaya gayret etmeniz en iyisidir
ama başka bir konu bu. Hakikat. Genç bir
normal böbrek erbabı bunu taşıyan kişi yani
24'lü yaşlarına kadar böbrekleri de normal bir
şekilde ise genellikle kelimesi gördüm
üzerinedir. halidir. Düşünce sonuçlandırması
açısından pratik bir sonuçtur ve düşünce
teorisine giriş dersini alan 15-24 yaş
aralığındaki genç kardeşlerimin yazım
dillerinde çok daha rahat görebileceğimiz
ifadeler bu minval üzerinedir. Etkinlik bir
avantajıdır. Zaten genç dünyanın dünyayı
değiştirme kapasitesinin tarih boyunca etkili
olma sebebi budur. Ama bir dezavantajı var. Bu
yüksek hormonal tetik fonksiyonu sebebiyle
çabuk bir çöküşe her an hazırdır. Bu yüzden
genç kardeşlerimizin bir düşünceyi beyan
ederken ya da bunun üzerinde çalışırken,
üniversitede bir makale ya da güncel tabiriyle
esay yazarken, sonucunda katlanacakları
durum karşısında bir anda duygusal çöküntüye
kapılmaları, ya bu nasıl olmaz, nasıl kabul
edilmez demeleri aslında biyolojik bir sonuç.
Konuya böyle bakarsanız yavaş yavaş
olgunlaştıkça durumunuzun değiştiğini
göreceksiniz. Yavaş yavaş olgunlaştıkça
durumunuzun değiştiğini göreceksiniz.
Gençliğin dışında olgun ve yaşlılık arasında
önemli bir fark var. Şimdi o farka geleceğiz.
Çünkü olgun olmak başka bir şey, yaşlı olmak
bambaşka bir şey. Efendim geldik yaşlı
böbreklere. Şimdi olgun böbrekle yaşlı böbrek
arasında nasıl bir fark diyenler için el cevap
şöyle ifade edelim. Dışarıdan soğuk algınlığını
çok fazla yaşamış olan ya da böbreklerini
korumayı çok becerememiş olan bu soğuk
algınlığı ve başka rahatsızlıklar sebebiyle
böbrek iç yapısında bozulumlara sahip olan
yani bütün organlarımız gibi böbreklerimizin
de hoyratça kullanılması sonucunda yani
mesela yine çok şeker tüketip ilerleyen
yaşlarda yine az su tüketip ilerleyen yaşlardaki
halimiz düşünce biçimimizde oldukça etkilidir.
Kelimemiz artık hatırladımdır. Hatırlıyor
musunuz? Hızlı bir böbreğin kelimesi buldum
idi. Yaşlı bir böbreğin yapısı ise bu kez
hatırladım şekline dönüşüyor. Çünkü
hatırlamakta zorlandığı bir dönem yaşayacak.
Böbreklerimizin sağlığı hatıralarımız ve
hatırlayacaklarımız için oldukça mühim.
Düşünce sonuçlandırma işte bu yüzden daha
çok didaktiktir. Yani çevresindekileri biraz daha
mana yüklü kelimelerle ikna etme gayreti
vardır. Bu iknanın elbette çok avantajlı bir
durumu var. Sonuç itibariyle tecrübe edilebilir
sözler söyler yaşlı büyüklerimiz. Onların
söylediği bu sözlerin tecrübe edilebilir olması
aslında çok iyi bir düşünce biçimine sahip
olduğunun değil ama işe yarayacak bir düşünce
biçimi olduğunu bizlere gösterir. Zaten
dezavantaj kısmında en önemli problem ise
zaman gerektiği üzerinedir. Evet zaman
gerektiren bir ibareyi bizlere söyleyeceklerdir.
Yani daha uzun bir aksiyon almamız
gerekecektir. Günümüz koşullarında çoğu
zaman işe yarayabilir. Ama bir başka zaman
diliminde ise acilen bir çözüm gerekebilir.
Böbreklerin bu yüzden sağlıkta tutulabilmesi
oldukça önemli. Çünkü yaşlanmış bir böbreği
geri döndürmek sinir hücresi tamir etmek
kadar zordur. Şimdi dönüp geleceğiz olgun yani
hakikaten düşünce adamında olması gereken
böbrek tipini ve bu tipe göre düşünme biçimini
algılamaya. Efendim düşünce adamında olması
beklenen olgun sağlıklı bir böbrek sahibinin
düşünce biçimi. Ulaşmak istediğimiz yer
söylemsel ve düşünsel açıdan olması gereken
orta nokta ifade edeceğiz şimdi. Bu orta
noktaya ulaşabilmek için baştan beri söyledim.
Şeker ve su tüketimiyle alakalı almamız
gereken önlemleri almamız lazım. Onu baştan
ifade edeyim ki düşünce adamının yiyemesi,
içmesi, hayat biçimi bunlar biraz daha ikinci
bölümde. Yani ikinci sınıfta anlatacağımız,
konuşacağımız meseleler olacak. Oranın
başında yapacağız bu çalışmaları hem de yavaş
yavaş atölye biçiminde inşallah. Şimdi olgun
böbrekten bahsediyoruz. Olgun bir böbreğin
düşünme biçimindeki kelimesi düşündüm
üzerinedir. Dolayısıyla içinde hatalar, doğrular,
eksikler, tamamlanması gereken yerler
olduğunu baştan kabul eden adama düşünce
adamı denmesinin sebebi de budur. Bitmiş bir
şey değil, bitmek üzere olan belki temel
hataları olmasa da sağında solunda
düzeltilmesi gereken şeyler olduğuna kani olan
adamdır. Bu yüzden düşünce sonuçlandırması
her zaman sistematiktir. Eksik alanları
görebilecek kadar gelişmiş olmak bu manada
önemlidir. En avantajlı tarafı ise hepsine
nazaran çok daha kalıcı bir düşünce sonucuna
ulaştırır bizleri. Bir dezavantajı var.
İnsanoğlunun sabırsızlığı karşısında uzun bir
planlama gerektirdiği. İşte bu da bizim
düşünce teorisine giriş bölümüne atladıktan
sonra geliştireceğimiz yöntemlerle
hızlandırmaya çalışacağımız ama çok da hızlı
olmaması gereken optimum seviyeleri
getirmeye çalışacağımız alanı oluşturuyor.
Efendim geldik işin sonuna. Bu haftaki dersimiz
de burada sona eriyor. Sona doğru giderken 3
haftamız kaldı. Kalan bu 3 haftayı iyi
değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü tabelaya
geldiğimizde tabelanın o yıldızlı insanlarıyla
daha özel çalışmalar yapmaya başlayacağız
ikinci sınıfta. İkinci sınıfa da işte bu 3 dersimiz
kalan 3 dersimiz de bittikten sonra
başlayacağız. Elbette sınavı geçen geçemeyen
değil. Herkes katılabiliyor olacak. Ama dediğim
gibi ne kadar çok o veriyi içinizde
harmanlayabilirseniz sonuçlarda çok daha
başarılı şeyler elde edebiliriz. Ve ben kişisel
gelişim noktasında yani kişilerle ilgili çalışmalar
atölye bölümüne geldiğimizde detayları ifade
ederken daha güzel sonuçlara ulaşmaya
çalışacağız. Bu arada bir dört not. Soruları,
cevapları yorumlayan dostlar, arkadaşlar
görüyorum. Bu arada bir dütnot. Bugünün
insanı için biraz ters bir şey söyledim
biliyorum. Ama ne olur. Ama gerçekten ama
hakikaten şu soru yanlış hocam.
Psikolojisinden artık sıyrılmanın vakti gelmiş
olsa gerek. Düşünce adamı olmanın birinci
kuralı. Düşünmek için düşmek. Herkese hayırlı
haftalar. Kanını sağlayacaklar."}

Düşünce Teorisine Giriş Dersimizden Herkese


Selamlar Hayırlı Haftalar Derslerin Birinci
Kısmının Sonuna Doğru Gelmek Üzeriyiz
Dolayısıyla Bu Bölümlerde Çok Dikkatli
Olmamız Gerekiyor En Problemli Alanlara
Doğru doğru yavaş yavaş geçerken ifadeleri,
ibareleri basitleştirmek takdir edersiniz ki biraz
zaman alıyor. Ama düşünce teorisine girişin,
giriş kısmından kurtulup düşünce teorisine
başladığımız zaman örneklemlerle ilgili
enteresan çalışmalar yapmaya başlayacağız.
Düşünce dünyamıza büyük bir adım atmaya
çalışıyoruz. Bu noktada iki haftamız kaldı. Bu
hafta 18 haftaya 19 ve sonra bir 20. haftamız
var. Tabelamız olacak ama tabelada herkes
sınıfta kalsın kalmasın diye bir şey yok.
Nihayetinde bir yolculuktayız. Aldığınız puanlar
aslında sizin kendinizi anlamanız için. Ama en
üst puan grubu alanlarla ikinci, üçüncü bölüm
ve farklı zamanlarda atölye çalışmaları
yapacağımızı söylemiştik. Bir arada bazen
sorular geliyor. Biz yeni başladık. Dolayısıyla
yaptığımız ödevlere, klasik sınavlara bakılıyor
mu şeklinde bir ifade var. Hiç merak etmeyin.
Aramıza katılan tüm dostlarımıza her zaman
diliminde ama vakit bulabildikçe hepsine
maillerine zaten dönüş yaptığım gibi tek tek
ödev kontrollerini daha bugün başlayanlar için
bile yeniden yapıyorum. Bu yüzden bu konuda
müstediye olabilirsiniz. Efendim kırılımlara
başlıyoruz. Ne demek bu? Şu demek. Şu ana
kadar yani geçmiş derslerimizde bundan
önceki 17 haftada sistemleri konuştuk. Aslında
kendimizi konuştuk. Hayata bakış açımızı
oradaki yanlışlıkları. Şimdi başlıyoruz yavaş
yavaş kırılım yapmaya. Ne demek kırılım
yapmak? Kırılım yapmaya. Ne demek kırılım
yapmak? Söylenceyi yani karşımızdaki
düşünceyi anlayabilmek için önce olay yeri
incelemeden hatırlayacağınız bir kelime olabilir
bu. Uçak düştükten sonra bir kırılım yaparlar.
Yani aslında ne oldu, nasıl oldu? Şunu adam
gibi bölmek nasıl mümkündür diye. Dolayısıyla
bu haftaki dersimizin konu kırılımsal
düşüncenin gelişimi üzerine. Elbette ki birinci
adım seviyesinde. Şimdi bize ulaşan bir
unsurun kırılımını yapmayı ve nereden
başlamamız gerektiğine bakacağız. Tabi buna
bakarken şunu çok iyi bilmemiz lazım. Önce bir
kırılım çeşitlerini göreceğiz. Yani tek başına tek
bir sistem yok. Bu sisteminde farklı şekillerde
usulleri var. Bu kırılımları eğer doğru
yapabilirseniz karşınızdaki bir düşüncenin,
okuduğunuz bir fikriyatın önce size ne
söylemek istediğini doğru bir şekilde
anlamamız gerekiyor. Dolayısıyla bunun için de
söylenceyi, sözü, kelimeyi, hareketi, fiili ya da
bir kitabı önce düzgün bir şekilde kırılım
yapmamız gerekiyor. Şimdi öncelikle kırılım
çeşitlerinden başlıyoruz. Bakalım kırılımlar
hangi çeşitlerde mümkündür, nelere dikkat
edilmeli. Doğaya baktığınız zaman olayların
çeşitleri aslında bize kırılım çeşitler de
mümkündür. Nelere dikkat edilmeli? Doğaya
baktığınız zaman olayların çeşitleri aslında bize
kırılım çeşitlerini anlamak adına önemli fikirler
veriyor. Doğada 3 çeşit hareket biçimi var.
Aslında bizim düşüncelerimiz de bir şeyin bir
yerden bir yere hareketinden pek de farklı
değil. Ama bunu ikinci sınıfta diyeyim artık
öyle sınıf diye ayıralım. İkinci sınıfta
detaylarına gireceğiz. Yani bizim söylediğimiz
her sözün kendi vücudumuzda doğada
karşımızdaki insanda koskocaman bir sistemde
bir karşılığı var elbette. O zaman doğadaki
kırılım biçimlerine yani doğanın birbiriyle olan
ilişkisine bakarsam bir düşüncenin kırılımını
yazarken ya da anlamaya çalışırken hangi
çeşitler karşıma çıkar onu anlayabilirim.
Doğada 3 tip kırılım var. Bunlardan birinci
kırılım biçimine doğrusal kırılım biçimi diyoruz.
Ama merak etmeyin bunları tek tek şimdi
detaylarıyla ve bir de örnekle açıklayacağım.
Doğrusal kırılım biçimi birbirini direkt
etkileyen ve bir başka etkine bağlı olmadan
gerçekleşen düşünce biçimi. Yani bir araç
hareket halindeyken diğerine çarptı. İkinci
olaysa yani ikinci kırılım çeşidi ise dairesel
kırılım çeşidi diyoruz. Yani bir araç hareket
halindeyken diğerine çarpmamak için
direksiyonu kırıp da Allah korusun bir pazar
yerine dalmasıyla beraber gerçekleşen olayın
kırılımı yapıldığında dairesel bir kırılım
biçimine ihtiyaç duyarsınız. Bir de sistemsel
kırılım çeşidimiz var. Yani olayı kavrayabilmek
adına bir araç diğerine çarparken direksiyonu
sola kırsın ya da kırmasın gerçekleşen olayda
zemine, lastiğe, aracın biçimine ve aracı
kullananlara bakarak sistemin nerede hata
yaptığını ya da sistemin bize ne söylemek
istediğini anlamak istediğimiz alan. Şimdi
kafaları karıştırmadan tek tek kırılım
çeşitlerine bakalım. Efendim geçelim olayları
nasıl böleceğiz, nasıl parçalayacağız. Kırılım
yapmak demek, söylenen sözü anlayabilmek
için verilen mücadele. En kaba tabiriyle bu.
Dolayısıyla kırılımdan bir sonuç çıkarmaya
çalışmayacağız. Sonucu çıkarabilmek için önce
elimizdeki sözü, kelimeyi adam gibi bölmemiz
lazım. Şimdi doğrusal kırılıma bakalım.
Doğrusal kırılımda temel mantık bir şeyin
olabilmesi için diğer şeyin varlığının gerçekliği.
Yani her şey kendinden önceki bir olayın
sonucu olarak değerlendirilmesi. Bir araba
hareket halindeydi. Bu araba yolun kayganlığı
karşısında frene bastı ve diğer arabaya çarptı.
Dolayısıyla doğrusal bir kırılımla olayı
dışarıdan seyreden bir kişi bu doğrusal kırılım
gözlüğüyle bakarsa olaya şunu diyecektir. Eğer
yerler kaygan olmasaydı, arkadaki araç da
frene basmasaydı, bu durumda araç diğer
araca arkadan çarpmayacaktı. Bu olayın
doğrusal kırılım tabiri. Ancak bu tam olarak
bizim istediğimiz sonuçları vermeyebilir.
Handikapları nelerdir? Avantaj ve
dezavantajları nasıl ele almalıyız geleceğiz.
Ama size önce doğrusal kırılım nedir onu
anlatmış oldum. Şimdi geçelim dairesel kırılım
ne demek bir de ona bakalım. Bir dairesel
kırılıma. Dairesel kırılım baktığımız noktadan
hareket ederek vereceğimiz kırılım kararlarına
bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Dolayısıyla
bu açıdan baktığımızda kelimesinin ta kendisi
dairesel kırılım olarak ifade edebiliriz. Burada
daha ziyadesiyle süreçten çok birbirleriyle olan
ilişki ve iletişiminden bahsediyoruz. Yani iki
arabanın birbirine çarpmasında birbirleriyle
olan zamansal ilişkiden bahsedilir.
Örneklendirmesini birazdan yapıyor olacağız.
Ama doğada birbiriyle olan ilişkilerinin zaman
içerisindeki değerlendirmesinden yola çıkarak
elde ediyor. Yani iki araç birbirine çarptığında
taraflardan biri bu kadar yakın mesafede
olmasaydı denilmesine yahut öndeki araç ani
fren yapmasaydı keşke denmesine sebep
olabiliyor. denmesine sebep olabiliyor. İkinci
ve son kırılım biçimi ise sistemsel kırılım diye
adlandırmış olduğumuz ve daha ziyadesiyle
kullanmaya gayret edeceğimiz ve daha anlayış
düzeyi yüksek bir sonuca ulaşabilmemiz için
daha objektif sonuçlar elde edebilmek için
sistemsel kırılım kullanıyoruz. Sistemsel
kırılımda araçların hızları veya kaza oluş
biçiminin etken faktörleri iki ayrı düzlemde ele
alınarak bunların etkisi ortaya konulmaya
çalışılıyor. düzlemde ele alınarak bunların
etkisi ortaya konulmaya çalışılıyor. Sonradan
bu etkilerin birbirleriyle oluşturmuş olduğu
harmonik yapı yani grafik üzerindeki karşılığı
bizlere bu olayın kırılım sürecini yani anlama
gayretinin hangi seviyede olması gerektiğini
beyan ediyor. Şimdi 3 tip kırılımdan bahsettik.
Ancak bu 3 tip kırılım şu ana kadar teorik ve
çok ama çok kısa olarak ifade ettim sizlere.
Hep giriş babında olduğumuzu unutmadan
ifade ediyorum bunları. Şimdi gelin birlikte bir
örnek yapalım ve örnekle beraber bu kırılım
biçimlerinin nasıl olduğunu anlamaya
çalışalım. Şimdi birlikte bir metin okuyacağız.
Bu metin kırılım yapacağımız metin. Yani
anlamaya çalışacağımız konu. Bir paragraf
halinde eğitim sisteminde okul aile ilişkisini
merkeze alan bir makaleden alıntı yaptım.
Beraberce okuyalım öncelikle. Bilgin 1990 yıllı
beyannamesiyle ifade edilmiş, okul ve aile
işbirliği ve sorunları konusunda yaptığı
araştırmada, öğretmenlerin okul aile ilişkilerini
geliştirmede başarılı çalışmalar yaptığı anne
babaların ise okul aile ilişkilerini geliştirmede
yetersizlikler gösterdikleri, anne baba
eğitiminin okul aile ilişkilerini düzene koymada
ve öğrencilerin okul başarısını olumlu yönde
etkilediği, çocuğu yanlış bir yönlendirmeden
korumak, öğretmen aile çelişkisini önlemek
amacıyla velilerin okul tarafından
eğitilmelerinin gerekli olduğu görüşünde
oldukları saptanmış. Oysa okulda yapılan evde
anne babalar tarafından da desteklenmediği
sürece okul eğitiminde başarıya ulaşmak olası
değildir demiş makaleyi yazan. Okul ve aile iki
farklı toplumsal kurumdur ve farklı beklentiler
etrafında şekillenmişlerdir. Bu iki farklı
kurumun çocukların eğitimleri konusunda çıkar
birliğine getirilmesi gereklidir. Sorun özellikle
okul eğitiminin başlangıcı olan ilk öğretim
birinci sınıflar için çok daha önemlidir. Çünkü
en temel çalışma ve öğrenme becerileri bu
yılda oluşturulmaktadır denmiş. Şimdi bizler
beraberce önce nedeni aramaya çalışacağız.
Yani şunu ifade etmeye çalışacağız. Böyle bir
yazılımı kırarken, parçalarken,
bölümlendirirken şuna dikkat etmemiz
gerekiyor. Nedeni ne olarak belirlemek
istiyoruz? Yani nereden bakmak istiyoruz
olaya? Olayın merkezinde bizce ne var? Yani
şimdi bu uzun paragrafta tabi bu bazen bir
kitap filan da olabilir. Bu paragrafta 3i bu bazen
bir kitap filan da olabilir. Bu paragrafta 3 tane 4
tane önemli figürden bahsediliyor. 1- Okuldan
bahsediliyor. 2- Bu okulda eğitim gören
çocuklardan bahsediliyor. 3- Aileden
bahsediliyor. 4- Eğitim sisteminden
bahsediliyor. Eğer paragrafta biz eğitim
sisteminin gelişimi adına ne yapmamız lazım,
nasıl olmalı diye gördüysek ki makalenin geneli
aslında merkeze eğitim sistemini almıştır.
Böyle görülüyor. Kırılımını eğitimsel olarak
kırılıma uğratacağız. Ve bu kırılımdan cümleler
oluşturmaya gayret edeceğiz. Oluşturduğumuz
cümlelerin birbirinden farklılıkları bu
kırılımların avantaj ve dezavantajlarını bizlere
gösterdiği gibi hayatımız içerisinde bu kırılımı
nasıl yapmamız gerektiğini de bizlere ifade
ediyor olacak. Çünkü karşımızda bize söylenen
sözün odağına ne koyduğumuz onu
anlayabilmek adına oldukça önemli. İfadeleri
doğru yerlerine koyabilmek bu ifadelerden
yola çıkarak karar vermek için oldukça önemli.
Düşüncenin en temeli esas itibariyle bir karar
verme süreci. Dolayısıyla bir manada bizler
bugün düşünce teorisine girişte
düşüncelerimizin temelini oluşturabilmek için
okuduğumuz, dinlediğimiz herhangi bir olay
karşısında bu olayı nasıl bir kırılıma
uğratacağız? Yani kaza raporunu nasıl
yazacağız? Yani kaza raporunu taahhüt ecaizse
nasıl yazacağız? Ona bakıyoruz. Şimdi
örneğimiz bu. Gelin bu örnekte bizler eğitim
odaklı bir süreci ele alalım. Yani eğitim
kelimesini ve eğitim sistemini hakkında bu
makalenin ne söylemek istediğini anlamaya
çalışalım. Ve bu anlayışta önce doğrusal bir
kırılım yapalım. Doğrusal kırılım için ve diğer
bütün kırılımlar için elbette 3 değil belki 33
tane madde yazabilirsiniz. Ancak şimdi ben
eğitim sistemini odağa alarak 3 tane ayrı
kırılım çıkartabildim bu paragraftan. Bunlardan
A için şunu söyleyebilirim. Okul aile ilişkisi
öğrencinin başarısını arttırıyor. Makalenin
genelinde böyle bir ifade var. İkinci süreç şu.
Yani şöyle söyleyeyim size bir özet çıkardığınızı
düşünelim. Ve bu özette birbirleriyle olan
ilişkisini gündeme getireceğiz. B noktası içinse
şunu söyleyebilirim. Bu özette birbirleriyle
olan ilişkisini gündeme getireceğiz. B noktası
içinse şunu söyleyebilirim. Bu ilişki yani okul
aile ilişkisi için ailenin yetiştirilmesi
gerektiğinden bizlere bahsediyor. C noktası
içinse ailenin yetişmesi için bunun faydalı
olduğunu ailelerin ikna edilmesi gerektiğinden
bahsediyor makale. Dolayısıyla önümde 3 tane
önemli done var. Birinci done okul aile ilişkisi
öğrenci başarısı için önemli. İkincisi bu ilişki
için ailenin yetişmesi lazım. Üç ailenin
yetişmesi için böyle bir yöntemin yani ailenin
yetiştirilmesinin faydalı olduğuna inanması
lazım. Şimdi gelin doğrusal kırılımın cümlesini
yazalım. Çünkü asıl olan bu. Yani doğrusal
kırılım bakış açısıyla eğer bu 3 söylediğim şeyi
yan yana koyup bir cümle yazsaydım ne
olurdu? O da yazdığım gibi olurdu. Çünkü zaten
A'yı B'yi C'yi biliyorum. Yan yana getirdiğimde
ise şu çıkıyor. A ile okul ile geliştireceği iyi
ilişkilerle eğitim sisteminin gelişimine destek
olabilir. Dikkat ederseniz bu bir süreç cümlesi.
Ve bu da doğrusal kırılımın temel avantajları.
Bizlere yol boyunca A'dan C'ye gidebilmek için
önce B'ye uğramak gerektiğini beyan eden bir
süreçten bahsediyor. Tabi süreçten bahsediyor
olması o sürecin içindeki değerlere artı ya da
eksi olarak bakış açımızı etkiliyor. Dolayısıyla
kurduğum cümle bu ana bütün makalenin
doğrusal kırılımıyla elde edilmiş olan bir
cümlesi. Bu özet cümle aslında bir süreci
bizlere gösteriyor ve şunu demiş oluyoruz. Aile
okulla geliştireceği iyi ilişkilerle eğitim
sisteminin gelişmesine destek olabilir. Bakın
merkeze eğitim sistemini almıştım ya o yüzden
burada eğitim sisteminden bahsetmeye
mecbur kaldım. Çünkü makaleye doğrusal
kırılımla baktığım zaman bu üç ayrı görüşün
tek bir paragraf boyunca, birkaç paragraf
boyunca bizlere gelişimini ama eğitim
sisteminin gelişimini merkeze aldığını gördüm.
Tabii nasıl gördüm? Doğrusal kırılım mantığıyla
bakınca. Ne, neye, ne kadar bağlı ve bir yerden
bir yere ulaşmak için diğer adımlar ne? Hepsini
bir araya getirdiğimde bana süreç yönetimini
anlatan doğrusal bir kırılım oluşmuş oluyor.
Ama benim için aslından sadece süreç değil ki
karşı tarafın bunu nasıl yapıyor olduğunu da
anlamak. O zaman bunun biraz daha gelişmişi
olan dairesel kırılıma geçmek gerekiyor.
Dairesel kırılım tanımını anlatırken de ifade
ettiğim üzere daha çok dengeyle alakalı bir
konu. Yani baktığınız noktaya göre değişiyor.
Dairesel kırılım bir denge odağı olduğu için
süreçler burada ihmal edilir genel itibariyle.
Daha ziyadesiyle olaylar arasındaki denge
merkeze alınır ve böyle bir sonuç çıkar. Yani
başta beyan ettiğimiz gibi A noktasında biz ne
demiştik? Okul aile yetişçisi öğrencinin
başarısını geliştirir. B ailenin yetişmesi lazım. C
ailenin yetişmesi için buna ikna olmak lazım.
Bakın biraz önce doğrusal bir kırılım yaptık.
Şimdi dönüyoruz dairesel bir kırılıma. Dairesel
bir kırılım yaptığımız zaman da denge
mantığıyla hayata bakmış oluyoruz. Olaya,
cümlelere, kitaba. O zaman şöyle bir cümle
çıkıyor ortaya okul aile ilişkisinin gelişim süreci
ailenin yetiştirilmesi ve bu sürece inanmasıyla
gerçekleşebilir. beraberce olması gerektiğini
söylüyor bizlere. Ama burada da bir handikap
var. Kimisinin diğerinden daha baskın olması,
kimisinin diğerinden daha göz ardı ediliyor
olması bu dengenin yatayda sanki olabilirliğini
bizlere gösterse de hakikatte olamayacağını
görüyoruz. Dolayısıyla dairesel kırılım bizlere
bir denge ana maddesini veriyor ama süreç
yönetiminde devam edilen hataları göz ardı
ederken bir diğer taraftan dairesel kırılımda da
bizlere zaman faktörü ve insanların söylemiş
olduğunuz bu söze karşılık hangi etkenlerle
cevap verebilir olduğu oldukça önemli. Yani
dairesel kırılımın dengesi eğer ABC şeklinde
beyan ettiğiniz 3 ya da daha fazla tanımsal
cümlenin eşit ağırlıkta olmasıyla mümkün.
Ancak ne yazık ki bu hayatımızda hep böyle
süre gelmiyor. İnsanlar genellikle bir olaya
farklı açılardan değerlendirip kendi hayatlarına
göre kararlar verebiliyorlar. Bu da
birbirimizden farklı bir yaşam biçimine sahip
olmamıza vesile oluyor. Dolayısıyla dairesel
kırılım da bana yeni bir bakış açısı sağladı mı?
Evet ama bu beni biraz daha tabiri caizse
polyanlacılığa doğru itti. Çünkü hepsinin eşit
olduğunu düşündüm. Peki her ikisini
birleştirmek mümkün mı? Hem dengesel
yaklaşım hem de süreç yaklaşımını bir araya
getirirsem. Süreç ve denge bir araya gelirse o
zaman sistemsel kırılım nasıl bir cümle ortaya
koyar ve bu ne kadar işime yarar? Gelin şimdi
ona bakalım. Sistemsel kırılımda ise iki tane
ana faktörümüz var. Oradan başlayarak
bakacağız. Çünkü bir X ve bir Y çubuğumuz var
aslında. Olaya bakarken iki farklı açıdan
bakmamız gerektiğini ama yine grafikte eğitim
sistemini görmeye çalıştığımızı merkeze
alacağız. Ve bu merkezde şunu göreceğiz.
Bizler yatay zeminde X'e okul Y'ye ise aile
demeyi tercih ediyoruz. Yine ABC ise aynı
süreçler. Yani A okul aile ilişkisinin öğrencinin
başarısını arttırdığına dair inancı, okulun
ehemmiyetinin çok yüksek ailenin
ehemmiyetinin diğer iki unsura göre daha
düşük olduğunda ulaştığımız nokta. B noktası
ailenin yetiştirilmesi gerektiğini böylece eğitim
sisteminin ayağa kalkacağını söylüyordu.
Öyleyse B okul faktörünün daha az aile
faktörünün daha yüksek olduğunu söylemişti
bize. Aile faktörünün daha yüksek olduğunu
söylemişti bize. C ise daha merkezi bir
konumda. Çünkü o ailenin yetiştirilmesi için
bunun faydasının bilinmesi gerektiğini ifade
ediyordu. Tabii karşımıza yeni bir çizgi formu
oluşuyor. Bu çizgi formundan doğan cümle ise
yeni bir denge ile süreci bir araya getirmemize
vesile oluyor. yeni bir denge ile süreci bir araya
getirmemize vesile oluyor. Sistemsel kırılım
sonrasında eğitim sistemini merkeze alarak
kuracağımız tabiri caizse özet cümle okul aile
ilişkisi, eğitim sisteminin gelişim sürecine
destek ve çocuğa faydalı olacak şekilde
geliştirilmelidir şeklinde ifade edilebilir.
Dolayısıyla dikkat ederseniz burada eğitim
sisteminin gelişim sürecini de ele aldık. Aynı
zamanda bir denge olabilmesi için çocuğa
faydalı olacak şekilde okul aile ilişkisinin
geliştiriliyor olmasından bahsettik. Şimdi
anlattığım biraz pratik etmeye çalıştığım şeyi
biraz daha derleyip toparlarsam şunu demeye
çalışıyoruz aslında. Yazılan bir makaleyi bir
kitaba okuduğunuz bir haberi düzgün bir
şekilde kırılımı uğratmak istiyorsanız bu hem
süreci hem de dengeyi bir arada
bağlamlandırmalı. Yani ikisi de bir arada
olmalı. Sistemsel bir bakış açısına sahip
olmalıyız. Daha objektif yaklaşabilmek için
olaylara. İkinci mesele, her zaman okuduğunuz
yazının, kitabın, makalenin, paragrafın ana
fikrini anlamaya çalışın. Bunlardan en az 2-3
tane de yan fikirleri mutlaka anlamaya çalışın.
Her üçünü bir araya getirdiğinizde karşınızdaki
düşüncenin size ne söylemek istediğini çok
daha iyi anlıyor olacaksınız. Kısa bir testimiz
var. Testlerde düşük puan almaktan dolayı
çekinmeyin, üzülmeyin. Yavaş yavaş
gelişeceğiz. Hafta hafta gelişeceğiz. Testi
doldurmayı, tamamlamayı dersi unutmayın.
Attığınız mailin her birisine tek tek cevap
verdiğim için bazen uzun zaman alabiliyor.
Ama siz mail atmaktan da, soru sormaktan da
çekinmeyin. Haftaya tekrar görüşmek üzere.
Kalın sağlıcakla."}
Efendim Düşünce Teorisi'ne giriş dergisinden
herkese hayırlı haftalar. Bu haftadan itibaren
19. bölümle beraber son bölüme doğru adım
adım gidiyoruz. Son bölüm yani ders
işleyeceğimiz 20. bölüme doğru gitmekteyiz.
Sonra pratikler bölümü ve ikinci sınıfa başlıyor
olacağız. Bu noktada geçen hafta fikri
kırılımlardan bahsetmiştik. Bir fikri kırmak,
bölmek, bölerek incelemek. Bir düşüncenin
toplumların tamamına hitap edebilme durumu
fikir olarak karşımızda. Dolayısıyla bizler fikri
kırılımların çoğulculuk üzerindeki etkisini
incelemek zorundayız. Yani bir şey fikirse
çoğaltıldığında ve farklı açılardan
büyütüldüğünde de hangi etkileri meydana
getirdiğini kavrayabilir olmak, o düşüncenin
çoğaltım aşamasındaki etkileriyle toplumsal
karşılıklarını görebilmek oldukça önemli. Eğer
bu düşüncenin toplumun tamamına hitap
edebilecek düzeyde olması halinde fikir
diyeceksek, düzeyde olması halinde fikir
diyeceksek bunun kabul görmesi halinde de bir
aksiyon alma durumundan bahsedebiliriz.
Aksiyon aslında bir fiille buluşma durumu yani
fikrin fiille buluşma hali. Eğer fiiliyata
dökülmemiş zihinlerde kalan bir düşünceden
bahsediyorsak eğer bu bir süre sonra bir
ideoloji haline dönüşecektir. Düşün bilimsel,
toplumsal ya da siyasal bir öğreti oluşturan,
ülke olarak da benimsenebilen, kişi ve
kurumların davranışlarına yön veren
düşüncelerin bütününe her ne kadar ideoloji
denilse de, Düşüncelerin bütününe her ne
kadar ideoloji denilse de bu ideoloji genel
itibariyle belli bir bölümü etkileyebilir, belli bir
kurumu etki altında bırakabilir. Ama fikir
dediğimiz düşünce tohumundan doğarak
toplumları aksiyonel fiiliyata dönüştürebilen
temel yapının ana özelliği toplum tarafından
kabule şayan bir halde olmasına bağlı.
Dolayısıyla bizler düşünce teorisine giriş
bölümünde artık yavaş yavaş o pratik edebilme
hayatına doğru dönüşmeye çalışacağız ki son
bölümde bu konuya değineceğim gelen çeşitli
soruların cevapları olacak. Şimdi bu hafta
geçen hafta yaptığımız kırılımın bir tersi gibi
düşünün. Bir de bir başka açıdan bakacağız.
Fikriyata oluşabilir mi, oluşamaz mı diyerek bir
çoğaltım yapacağız. Ama bu çoğaltımı neden
yapacağız? Gelin önce ona bakalım. Bir şeyi
çoğaltmanın temel sebebini önce anlamamız
lazım. Bu çoğaltmanın gereklerini
kavrayabilirsek çoğaltımın aşamalarını daha
rahat görebiliriz. Şimdi düşüncenin fikre
dönüşümünde bu fikrin başarılı olup
olamayacağını test etmek aslında mümkündür.
Eğer size tavsiye ettiğim Fuat Sezgin'in kitabını
okuduysanız eğer hocayla yapılan söyleşide
Biruni'nin çok güzel bir lafı var. Biruni
yeryüzündeki duyguların dahi belli bir
ölçümlemeye tabi tutulabileceğini beyan
ediyor ki hakikat böyle. tutulabileceğini beyan
ediyor ki hakikat böyle. Dolayısıyla aslında
senin fikrin benim fikrim bu sana göre bana
göre demekten çok bunu bir teraziye tabi
tutabilmek ve düşünce adamında olması
gereken filtrelerden geçirebiliyor olmak bunu
aynı zamanda test etmek anlamına da geliyor.
Eğer böyle bir test yapacaksak aradan da
çoğunluğa nasıl karşılık geldiğini
anlayabileceğimiz bir yapıyı oluşturmamız
lazım. Dolayısıyla geçen hafta yaptığımız
kırılım yerine bu hafta bir çoğaltım yapacağız.
Kırmak yerine o düşünceyi büyütmeye
çalışacağız. Şöyle düşünebilirsiniz. Elimizde
küçük bir madde var. Bu maddenin güneş
ışığını kestiğini düşünüyoruz. Gerçekten kesip
kesmediğini anlayabilmek biraz daha büyük bir
parçaya ihtiyacımızla beraber anlaşılabiliyor.
Bu parçayı büyüttüğümüzde eğer hakikaten bir
gölgelik sağlayabiliyorsa evet diyoruz bundan
bir gölgelik olabilir mi acaba? Elbette tabii ki
maddenin ağırlığı var ve diğer detayları var. O
zaman maddeyi sadece büyütmek yetmiyor bir
de o büyütmenin bir yöntemi var. O yöntemi
iyi bilmek gerekiyor. İşte bugün bir şeyi
çoğaltmanın daha doğrusu büyütmenin
yöntemini öğreneceğiz. Eğer gerçekten
büyüyüp büyümediğini anlayabilirsek bu
durumda bu fikrin düşüncenin fikre dönüşüp
dönüşemeyeceğini ölçümleyebildiğimizi
göreceğiz birlikte. O zaman gelin birlikte önce
çoğaltımın ne olduğunu bir bakalım. Şimdi bir
düşünce ilk başta paralel, uzlamsal yani
uzatarak veya derinlikli usulde genişletilerek
yapay ortamlarda etkinliğinin görülmesine
düşünce çoğaltımı diyoruz. Yani şöyle tabir
edeyim ben size. Belli bir laboratuvar
ortamınız var. Bu laboratuvar ortamında belli
bir bakteri türünün ya da virüsün ya da
mikrobun çoğalmasını genişlemesini
istiyorsunuz. Bu çoğaltımdan sonra bulunduğu
habitatta ne tarz etkiler meydana
getirebildiğini ölçüyorsunuz, biçiyorsunuz ve
sonra bunun toplum sağlığı karşısındaki
etkilerine bakıyorsunuz. Elbette bunu
yaparken farklı yöntemler deniyorsunuz. Bu
yöntemler aslında toplumda otomatik olarak
yapılıyor. Ama otomatik yapılan şeyin hangi
türde yapıldığını bilmek, kırılım bölümünde de
anlattığımız gibi avantaj ve dezavantajlarını
görebilmek adına oldukça önemli. Dolayısıyla 3
tip olan çoğaltma biçimi yani paralel çoğaltma,
uzlamsal çoğaltma ve derinlikli çoğaltmanın
öncelikle neler olduğunu görmeden evvel nasıl
yapacağız bunu, bir şeyi nasıl çoğaltabiliriz o
düşünceyi nasıl geniş bir alana yayabilir ve
yapay ortamda nasıl anlamaya çalışabiliriz bir
ona bakalım. en kaba tabirle ifade etmeye
çalışsak bir genelleme usulüdür. Yani bir
düşünce biçimini geneldeki etkisini ölçebilme
çabasıdır. Ve bu ölçümleme için çok önemli 4
tane madde var. Eğer bu 4 maddeyi iyi
anlayabilirsek sonraki 3 yöntemde kullanmaya
çalışacağımız dört ana aparatı görmüş olacağız.
Yani bu mikrobu, bu virüsü ya da bu iyi
bakteriyi her neyse genişlediğinde,
yayıldığında nasıl etkiler gösterebileceğini
anlamak için dört ana yapıya ihtiyacımız var.
Birincisi şu, bize söylenmiş olan düşüncenin
mecrasını kavramak zorundayız. Mecra
dediğimiz nedir? Söylenen birazdan tabii
sizlere örnekler verirken daha rahat
anlayacaksınız. Bu düşünce hangi alana ait
olduğunu bilmek, hangi alanı etkileyeceğini
bilmektir. Örneğin sizler sosyolojik bir konuda
bir fikir bir düşünce beyan ediyorsanız çünkü
fikirle düşüncenin birbirinden ayrımını biraz
önce bahsettim. Düşüncenin topluma hitap
edebilen şekline fikir aksiyon alabilir hale
gelmesine fikir diyorduk. Eğer aksiyon
alamayan bir fikirse ideoloji olup sadece belli
katman ve kurumlarda etkisini
gösterebiliyordu. O da devletlerin veya devlet
karşıtı olanlarının kullandığı bir yapı. Şimdi
mecra bu düşünce biçiminin etki alanını önce
sınırlarını belirlemekten geçiyor. İkincisi ise
düşüncedeki kelimeleri irdelemekten
bahsediyoruz. Dolayısıyla kitapta yazmaz
videoları çekerken kelimelerin
ehemmiyetinden bahsediyor olmamız tam da
bu sebeple. Eğer kelime dağarcığınız kısıtlıysa
düşüncelerinizin de kısıtlı olacağını lütfen
unutmayın. Üçüncü mesele ise bu mecra ve
kelimeleri birbirlerinin tamamlayacak şekilde
yeni kelimeler ekleyerek büyütmeye
çalışacağız. Ve dördüncüsünde de denemeler
yapıp ölçümler yapacağız. Şimdi beraberce
kaba taslak bunları ifade ettik. Gelin bir örnek
üzerinden harekete geçelim ve çoğaltım
türleriyle beraber bunları denemeye
başlayalım. Bakalım ne kadar etkili. Şimdi biraz
önce söylediğimiz konudan başlayalım önce
isterseniz. Gelin birlikte önce bir düşünce
cümlesi kuralım. Bu cümle elbette ki size
önerdiğim kitaplardan biri olan Farabi'nin
siyasete ilişkin yazdığı beyanatın içinde var.
Ben oradan bir cümle aldım. Farabi'ye ait olan
bu düşünceyi beraberce incelemeye
çalışacağız. Önce bunun bir düşünce olduğunu
varsayarak. Farabi şöyle diyor. Biz diyor
devlette hakimlere ve doktorlara karşı
saygısızlık ve hadsizliğe müsaade edildiğinde
devletin çöküşü yok oluşu yaklaşmış demektir.
Fakat hatırlarsınız herhangi bir doğruya benzer
onunla aynı açıya sahip olan bir başka doğru
daha çizilmiş haline tabii en klasik geometrik
tabiriyle sonsuzda kesişen iki doğru parçasına
biz paralel diyoruz. Şimdi bu paralelin ana
yapısını biraz daha genişletelim Bir kareye bir
kare daha oluşturmak. Biraz daha büyük bir
kare oluşturmaya çalışalım. Biraz önce ne
demiştik bizler sizlere? Önce mecrayı
bulmamız lazım. Farabi'nin söylemiş olduğu bu
sözün mecrası nedir? Farabi bu düşüncesinde
henüz fikir olup olmadığını bilmiyoruz. Çünkü
tartıya koymadık. Tartıya doğru götürmeye
çalışacağız çoğaltımı yaparak. Burada bir mecra
var. Farabi yıkılmış ya da yok oluşu hazır olan
bir devletten bahsediyor. O zaman bu
düşüncenin mecrası temelilen ana unsuru
devlet gibi bir kurumun çöküşünden
bahsediyor olması sebebiyle milletin yaşadığı
yer yani ülkenin sonunun geleceğine dair bir
beyanat devlet kelimesiyle işaret edilmektedir.
Asıl mecra burada devletten çok ülkenin adına
söylenmekte. Yani ülkenin eğer doktorlara ve
hakimlere saygısızlık ve hassizlik yapılması
durumunda devlet çöker. Yani o ülke ortadan
kalkar. Yıkılışı yaklaşmıştır anlamında
söyleniyor. Peki burada bazı kelimeler var.
Çünkü biz ikinci cümlemizde ne demiştik? Nasıl
şu altın yapacağımız dediğimizde bir kelimeleri
irdeleyin demiştik. Farabi burada neyden
bahsediyor? Bir hakimden bir de doktordan.
Bunlara saygılı olmak lazım. Bunlara gereken
ehemmiyeti vermek lazım diyordu. Aslında
hakimle söylemeye çalıştığı şey Farabi'nin tam
olarak bir adalet. Adaletin ehemmiyetinden
bahsediyor Farabi. Doktorla beraber de omeyi,
müsaade ise bir korumayı bahsediyor. O zaman
ilk etapta devlet kelimesinden yola çıktığımız o
çerçeveyi bir paralelini çizmeye kalkarsak ona
devletin yönetim biçimi demek zorundayız.
Çünkü devleti yönetenlerin o doktorlar ve
hakimleri koruma biçimi bu yapının ayakta
durmasına vesile olacaktır manası açıkça
çıkıyor. yönetimsel hatayı ortaya koyduğu için
şunu söylüyor aslında bir paralel çizgi daha
çizsek. Adalet ve sağlık önemli olmayan, önem
verilmeyen yerlerde yönetim zaafa uğrar. Yani
biraz önce Fahar abinin söylemiş olduğu temel
cümleyi aldık. Neydi o cümle? biz devlette, bir
devlette hakimlere ve doktorlara karşı
saygısızlık ve hadsizliğe müsaade edildiğinde
devletin çöküşü, yok oluşu yaklaşmış demektir.
Bunun paraleli kelimeler irdelenip yeni
kelimeler yerine konulduğunda mecrayı biraz
daha genişletip ülke manasında söylendiğinde
şunu söylemiş oluyor aslında Farabi paralel
mantıkta. Adalet ve sağlığa önem verilmeyen
yerlerde yönetim zaafı uğrar. Şimdi bu aslında
bir avantajı doğuruyor. Bir anda çok hızlı bir
çözümleme yapmış oluyorsunuz. Mecra
itibariyle baktığınız zaman diyorsunuz ki ha
tamam hakikaten bu söz bir fikirdir. Çünkü
yönetimsel açıya da aynısını içine koyduğum
zaman hakikaten toplumda bir karşılığı vardır.
O zaman bu düşünce gerçekten bir fikirdir. Ve
bu fikir doğruluğa yakın, doğruluğa yakındır
diyoruz. Ama burada bir dezavantajımız var.
Ama burada bir dezavantajımız var. Derinlikleri
beyan etmediğimiz için bu cümlenin içerisinde
beyan edilmiş asli problemleri göremiyoruz.
daha genişletildiğinde fikriyat manasında
olumlu taraflarını bizlere gösterir ve o
olumlama bu düşüncenin fikir olabildiğine dair
yeni bir ipucu sunar bizlere. Ama bizim
istediğimiz daha derinlikli bir şey. Dolayısıyla
toplumlarda bugün genellikle paralel bir
çoğaltım yapılmaktadır. Bunu şöyle bir örnekle
sunabilirim sizlere. İşte bir adam gelir size.
Merhaba efendim nasılsınız? Hoş geldiniz. Beş
gittiniz der. Yanınızdaki hemen bir paralel
çoğaltım yapar. Der ki ne kadar saygılı bir
adam. Evet yeni gelen bir insana takındığı tavır
sebebiyle söylenen bu cümle paralel bir
çoğaltımla hızlı bir sonuç almak adına ya da
insanın güven duygusu hissetmesi için ani
söylenen bir cümledir. Ama bu kişinin
gerçekten yaşadığı toplumda saygılı olup
olmadığını ölçmek için paralel çoğaltım biraz
önce yaptığımız gibi yeterli değil. Bunu biraz
daha değiştirmemiz lazım. Gelin bu sefer
uzlamsal bir dağıtım, çoğaltım yapmaya
çalışalım. Fotoğrafta da göreceğiniz üzere
paralel çoğaltımdan bir farklı olarak uzlamsal
çoğaltım, fikrin içinden bir başka fikir,
düşüncenin içinden daha geniş bir düşünce
çıkarma anlayışıdır. Yani paralel yapmak değil
de çerçeveyi genişletmek, biraz daha geniş
tutmak, bir benzerini oluşturmak değil. Biraz
önce paralel çoğaltım yaptığımızda düşüncenin
benzerini oluşturduk. Şimdi bu düşünceyi bir
sakız gibi düşünün biraz uzatmaya çalışacağız.
Bakalım nereye kadar uzuyor. Şimdi bir şeyi
uzatabilmeniz içinse ne gerekir? Bir tepki
gerekir. Çünkü sakızın uzayabilir olması sizin
ona uyguladığınız kuvvet karşılığında
esnekliğiyle muteberdir. O ne kadar esnek
olabilirse kopmadan o kadar uzayabilir. Peki
şimdi Farabi'nin cümlesini bir daha
hatırlayalım mı? Şöyle diyordu. Bir devlette
hakimlere ve doktorlara karşı saygısızlık ve
hadsizliğe müsaade edildiğinde devletin
çöküşü yok oluşu yaklaşmış demektir. Şimdi bu
durumda biraz daha tersini düşünelim. Şimdi
sakız gibi uzatmaya çalışıp bunu bir yapısal
manada bütün dünyayı kuşattığını düşünmeye
çalışalım. Ve Farabi'nin bu cümlesini biraz sakız
yapıp uzatalım. Kaba tabirle söylüyorum. O
zaman şöyle bir cümle kurabilirdik mesela.
Dünyada devletler adil ve insan sağlığına önem
vermedikçe zaman içerisinde çatışmaya sebep
olacak durumlar oluşur. Neden çatışma dedik?
Çünkü çöküş kelimesinin oluşabilmesi için
aslında bir çatışmanın olması lazım. Çünkü
devletler kendi kendilerine ya ben yeteri kadar
adil değilim ya da insan sağlığına yeterince
ehemmiyet vermiyorum. Bu yüzden
çökertiyorum kendilerini demezler. Ya içeriden
ya dışarıdan belli çatışma durumu söz konusu
olur. İçeriden belli çatışma durumu söz konusu
olur. Ya içeriden isyan edenlere adaletsizliğe ya
da insan sağlığına ehemmiyet
verilmemesinden dolayı veya dışarıdan gelecek
bir müdahale karşısında ülke kendisini
koruyamaz bir durumdadır. Tabii biz bunu
Farabi'nin cümlesini sakız gibi çekerek
yapmaya çalışıyoruz. Sakız gibi çekerken
aslında en tepede yaptığımız mecramız aynı.
Kelimelerimiz de aynı. Sadece burada uzlamsal
bir çoğaltımı yapabilmek için burada biraz
daha derin düşünüp ters bir cümle, olumsuz
bir cümle kurmaya çalıştık. Bakalım bu
düşünceye, söylediğimiz söze nasıl bir tepki
gösteriyor onu anlamaya çalışacağız. Şimdi
burada elbette kurduğumuz bu yeni cümlenin
artık bir avantajı var. Nasıl bir avantaj? Daha
geniş bir perspektif yüzünden hatta eksiklikleri
daha rahat görebilmemize sebep olmakta.
görebilmemize sebep olmakta. Mesela adil
yönetim için devletlerin insana bakış açısı da
önemlidir gibi bir sonuç da doğurabilir.
Farabi'nin bu cümlesinin uzamsal çoğaltımla
ele alındığında. Ama biraz daha dikkatli baksak
bir dezavantajla karşılaşacağız. Bütünün
içindeki detaylar gözden kaçabilir. Mesela
insan sağlığına önem verebilmek aynı zamanda
da ciddi bir bilgi birikimini de gerektirmektedir
dersek eğer Farabi'nin bu düşüncesinin sakız
gibi uzlamsal çoğaltımında bir dezavantaj olur.
Ben biraz önce verdiğim örneği de akılda
kalması için tekrardan da ele alayım. Yine
salona girmiş olan bir beyefendinin hoş
geldiniz, beşkettiniz diyerek sizi ilk defa
girdiğiniz mekanda size karşı çok saygılı
davranmasında bu kez uzlamsal bir çoğaltım
yapsak şöyle diyebiliriz. Yeni gelen insanlara
gösterdiği saygıyla anılmaya anılmak isteyen
bir adam bu diyebiliriz. Yeni gelen insanlara
gösterdiği saygıyla anılmaya anılmak isteyen
bir adam bu diyebiliriz. Burada hani bir avantaj
var. Bir geniş perspektif baktık. Dolayısıyla bize
yaklaşmakta olan adamın da kendi
menfaatleriyle bunu yapabileceğini ortaya
koyduk. Ama bir dezavantajımız var. Hakikaten
gerçekten biz oraya ne için geldik onu
görmeyebiliriz. Veya bize bu cümleyi kuran
adamın oradaki konumundan haberimiz
olmayabilir. Dolayısıyla uzamsal çoğaltımda bir
şeyin eksisini görmeye bize yardım ediyor.
Ancak detaylar istediğimiz zaman yeterli
olmuyor. Tam detay, adam gibi bir sonuç
istiyorsak işte tam da düşünce adamından
istediğimiz süreç için derinlikli bir çoğaltmaya
ihtiyacımız var ki genellikle toplumların sadece
düşünce adamlarında görülebilen özelliktir bu.
Şimdi gelin bir de onu değerlendirelim. Çünkü
uzamsal çoğaltım genellikle bilim adamlarında
görülür. Paralel çoğaltım halkta görülür. Ama
bizim istediğimiz halkın ve bilimin de ötesinde
düşüncen insan tipinin oluşmasına katkı
sunmak. O zaman gelin bir de derinlikli
çoğaltım nasıl olur ona bakalım. Geldik
derinlikli çoğaltıma. Şimdi burada geçmiş
derslerimizden harekete geçerek bir karar
vereceğiz. Bu yüzden zamanı, imkanı, makro ve
mikro etkileri ortaya koymaya çalışacağız.
Bunların devreye girdiği bir çoğaltım yapısını
oluşturmaya gayret edeceğiz. Daha derin
irdelemeye çalışacağız kelimeleri. Örneğin
hakim kelimesine artıp bir adalet demek
yerine iyi ilişkilere sahip olmak ya da ilişkilerin
iyi düzenlenmesi şeklinde diyeceğiz. Ya da
ilişkilerin iyi düzenlenmesi şeklinde diyeceğiz.
Çünkü adalet kavramı aslında bir manada
ilişkileri düzenlemek anlamına geliyor. Doktor
kelimesine yukarıdaki iki örnekte de sağlık
demiştik. Ama aslında sağlık iyi bir yaşama
sahip olmak anlamına da geliyor. Saygı için
önem vermek manasını kullanmıştık. Ama
saygı aynı zamanda biraz daha derin
düşünürsek bir şeye sahip çıkmak, sahip olma
duygusu olarak karşımızda. Yani sahip çıkma
duygusu olarak karşımızda. Hat dediğimiz şeye
sınır bilmek demiştik ama gelişimine engel
olanları da ortadan kaldırmak anlamına gelir.
Yani sizin bir çizginiz vardır ve bu çizgiyi
ortadan kaldırmak isteyenleri de devlet
nezdinde düşünürseniz eğer onları ortadan
kaldırmak isterseniz işte adaletin karşısına
çıkar yargılar bu engellemeye engel olursunuz.
Müsaade için bir korumadan bahsetmiştik ama
bu aynı zamanda bir geliştirme anlamına
geliyor. Oralara karşı saygısızlık ve hadsizliğe
müsaade edildiğinde devletin çöküşü, yok
oluşu, yaklaşmış demektir sözünü daha
derinlikli olan yapıyla çoğaltmaya çalışalım. Bu
yukarıdaki kelimeleri ortaya da koyarsak eğer
cümle aşağı yukarı şöyle bir şey olacaktır. Tabi
herkesin farklı olabilir ama temel mantığı
anlamışsınızdır artık. Tabi herkesin farklı
olabilir ama temel mantığı anlamışsınızdır
artık. Devlet ve devleti oluşturan unsurlar,
insanlar arasındaki ilişkiyi geliştirmek ve
iyileştirmek, insanın en iyi yaşam koşullarına
ulaşması için çalışmalığı, buna engel olabilecek
her şeyi ortadan kaldırmalıdır. Söylemini artık
söylüyor olmamız lazım. İşte düşünce
adamının asıl söyleyebilmesi gereken cümle
farabinin fikre dönüşüp dönüşmeyeceğini
ölçebileceğimiz yer burası. Çünkü paralel
çoğaltımda da uzlamsal çoğaltımda da gerçek
bir ölçümleme yapamazsınız. Zira ölçümleme
için derinlik gerekmekte. Düşünce
dünyasındaki derinlikse kelimelerin toplum
içerisindeki etkilerini bilmekle mümkün. Bir
avantaj ve en önemli avantaj derinlikli bir bakış
açısı sağlayan bu yeni çoğaltım tekniği yeni bir
düşüncenin oluşmasına da kapı araları elbette.
Bir dezavantajı daha var çünkü her şeyde
vardır böyle bir şey. Yapılması gerekenler ve
edinimler düzenlenemezse süreç çok daha
uzun sürebilir elbette. Bu uzunluk ve kısalık
arasındaki fark ise bir ölçümleme tekniği. Bunu
ölçebilmek mümkün demiştik en başta. Ama
nasıl ölçeceğimizi düşünce teorisi yani bu
bölümün bitişinin ardından yeni sınıfta
izleniyor olacağız. Efendim oldukça zevkli
mailler alıyoruz. Çalışmalardan dakli mailler
alıyoruz. Çalışmalardan da güzel sonuçlar
alıyoruz. Şimdi bazı sorular var. Kısaca onları
söyleyeyim. Her meslek grubundan her
kardeşimin mutlak surette katıldığında
hayatına bir katkı sunacağını düşündüğümüz
emek verilerek hazırlanan çok uzun bir sürecin
çok hap haline getirmiş özelliklerini beyan
etmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu manada
herkesin dinlemesi özellikle 14-15 yaşından
başlamak üzere yani istediğiniz yaşa kadar
herkesin içinde olabileceği bir eğitim sürecimiz
devam ediyor. 19. haftayı böylelikle bitirdik.
Haftayı kısmetse 20.yi bitiriyor olacağız. 20.
bölümü yapacağız. Ondan sonra ya 2 hafta ya
da 3 hafta boyunca bütün bu yaptıklarımızın
pratik çalışmasını yapacağız. Ama bunların her
birisi düşünce teorisine giriş bölümünün özü
hakkında olacak. Ondan sonra bir genel
değerlendirmede bittikten sonra belki 1
haftada biter, belki iki haftada biter
bilemiyorum. Ondan sonra ikinci sınıfa
başlayacağız. Orada düşünce teorisi diyeceğiz.
Giriş bölümüne atlayacağız. Ve 20 tane ders
daha yapacağız. Ve o 20 derste artık pratik
çalışmalara ehemmiyet vereceğiz. Sonra
üçüncü sınıfa geçtiğimizde, bu 20 bittikten
sonra üçüncü sınıfa geçtiğimizde
Eğitimlerimizde bu konuda da birçok konu var.
öğrenileceğimiz yeni bir anlayış oluşturmaya
çalışacağız. Test yapanlar ve yaptığı testleri
takip edenler, mail atanlar, yıldızlı bölümlü
alanlar elbette her zaman bir adım öndeler.
Ama sonradan başlayanlar hiçbir şey kaçırmış
değiller. Ve bu manada hafta içinde
yetiştirebilirsem yeni tabelamızı da sizlere
duyurmaya çalışıyor olacağız. Efendim haftaya
görüşmek üzere. Düşünce teorisi giriş 19.
derste bir düşüncenin büyüterek, çoğaltarak
bir fikir oluşturup oluşturamayacağını
anlamaya çalıştık. Ölçümleyebilmek ve test
edebilmekse sonraki sınıflara kalacak. Haftaya
tekrardan görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}

Efendim düşünce teorisine girişten herkese


hayırlı haftalar. Uzun bir aradan sonra yine
beraberiz. Düşünce teorisine girişin son
dersindeyiz. Bundan sonra düşünce teorisine
girişin ikinci bölümüne başlayacağız. Onun adı
da düşünce teorisi olacak. Onunla ilgili bilgileri
haftaya dinliyor olacaksınız. Son dersimizde
yani düşünce teorisine girişin son dersinde
birleştirelim diyerek eldeki düşünce
dünyamızın birleştirme usulünden
yararlanarak ne hale getirebiliriz ve biz nasıl
kendimizi de biraz değiştiririz onu anlamaya
çalıştıracağız. Önce şuradan başlayalım.
Birleştirmek nedir? Birleştirmek birden fazla
düşünceye vesile olabilecek düşünce yahut
unsurlarının bir araya getirilmesidir. Dolayısıyla
yeni bir şey meydana getirilir ancak mekanik
bir birleştirme usulü vardır burada yani
içerisinde birden farklı düşünceler harmonik
bir şekilde bir araya gelmelidir. Homojen
olmak zorunluluğu yoktur. Usulünü, esasını
nasıl yapacağımızı beyan edeceğiz. Özellikle
düşünceyi birleştirme manasıyla kullanmak
finans dünyası ve finansal düşünce yapıları için
oldukça önemli. Çünkü günümüz dünyasında
birden fazla metanın, birden fazla
değerlendirilme şekli var. Ekonomi düşünce
dünyamızın önemli fonksiyonlarından birisini
oluşturuyor. Daha doğru ifade etmek gerekirse
ekonomik alanda üretilmesi gereken düşünce
konularında birleştirme daha değerli bir
fonksiyon olarak kullanılabilir. Elbette bundan
önce de yer verdiğimiz 19 adetlik toplam o
düşünce boyutlarının temel unsurlarını da
kullanacağız. Ama onları kullanırken zaman
zaman da bu detaylı ve özel konulara doğru da
başlamadan önce tabiri caizse düşünce
teorisine girişin son bölümü 20. bölümünde
önemli ve bilinmesi gereken bir noktaya
ulaşıyoruz. Demiştik ya en başında düşünce
teorisine giriş dersinin bu 1. 20 derslik kısmı
önce konuları şöyle genel bir görebilmek
adına. Neden böyle yaptık? Nereye ulaşmak
istiyoruz? Onu haftaya dinliyor olacaksınız.
Gelin şimdi birlikte başlayalım. Düşüncede
birleştirme nedir, hangi usulde ve nasıl
uygulanır? Hayatımızda her ne yapıyorsak
yapalım. İstersek düşünce üretiminde, istersek
mobilya üretiminde fark etmez. Nedensellik
ilkesinden daha farklı olarak sebebin ne
olduğunu anlamak oldukça önemli. Neden
masa sorusu örneğin boşta bir sorudur. Ama
bu masayı bu şekliyle istemenizin sebebi nedir
dediğinizde hem kendinizin hem de karşı
tarafın ihtiyaçlarını anlamanıza dair bir
sorudur. Kelimede ufak bir değişim gibi
görebilirsiniz ama kendi zihninizin çalışma
prensiplerini de karşı tarafın sizde var olanı
bilmesi adına da önemli bir geçiş sürecidir.
Aslında burada düşünce teorisinin girişin
sonundan sonra başlayacağımız ikinci kısım
yani düşünce teorisinde daha böyle detaylı
işleyeceğimiz konularına dair önemli bir ipucu
vermiş oldum anlamışsınızdır. Peki o zaman
dönelim. Biz düşüncede birleştirme gücüyle
oluşmuş düşünceye ulaşmak. Çünkü
düşüncelerimiz ilk etapta daha zayıftır
genellikle söylemek gerekirse. Onları
kuvvetlendirebilmek birazdan söyleyeceğimiz
usullerle daha etkin bir hale getirebilmek
içindir ki bu da ikinci sebeptir. Çünkü bir şeyin
kuvvetli olması yetmez sadece. Aynı zamanda
etkin olması gerekir. Örneğin elinizde devasa
bir kuvvetli makine olabilir ama karşınızda
küçücük bir vida varsa eğer o devasa
makinenin ağzı oraya girmeyeceği için
etkinliğini gösteremez. Dolayısıyla kuvvetli ve
etkin bir düşünceye ulaşmamız lazım. Bir şey
daha var. İşte bu bir şeyi başka bir yerden pek
duyabileceğinizi zannetmiyorum. O da
yakınsak olmak. Bu da şu anlama geliyor.
Ürettiğiniz düşüncenin ya da ürünün fark
etmez. Anlama geliyor. Ürettiğiniz düşüncenin
ya da ürünün fark etmez insanlarla olan
ilişkisine ve bu ilişkiden doğabilecek sonuçlara
yakınlaşabiliyor olması. Yakınsaklık zaman
zaman ekonomik koşullar ele alındığında
maliyet bir başka yerlerde pazarlama bir başka
yerde ikna haline dönüşebilir. Ama işin esası
şudur. Kuvvetli bir şeyin etkin olmasının
yanında onu kullanabilecek, o makineyi
kullanabilecek insanlara doğru da yakınsak
özelliklere sahip olması lazım. Ne kadar
yaklaşabilirseniz o kadar güçlü, kuvvetli, etkin
bir düşünceye ulaşmış olursunuz. Dolayısıyla
ulaşmak istediğimiz birleştirme yöntemiyle
ulaşmak istediğimiz düşünce manası kuvvetli,
etkin ve yakınsak özellikleri taşıyor olmalı. Bu
yüzden yapıyoruz. Peki düşünceleri
birleştirerek biraz önce söylediğimiz sebepler
silsilesinden geçiriyor olacağız da bütün
bunları yapabilmemiz için bazı usullara
ihtiyacımız var. Yani elimizdeki malzeme ne?
Düşünceden hariç bu düşünceyi başka
düşüncelerle birleştirebilmek adına. Bu bazen
bir sözcük olabilir. Bazen bir söz de olabilir.
Bazen bir deyim ya da bir teoriük olabilir.
Bazen bir söz de olabilir. Bazen bir deyim ya da
bir teori de olabilir. Dolayısıyla ortaya
koyduğumuz düşüncenin yanlarında dolaşan o
usulü birazdan anlatıyor olacağız. Diğer
düşüncelerle birleştirmeye başlayıp kuvvetli,
etkin ve yakınsak bir noktaya taşırken
kullanacağımız önemli usullar düşüncemize
benzer ya da karşısında duran her ne düşünce
varsa onun içindeki sözü, sözcüğü, deyimi ve
teoriyi ve tecrübeyle kavramı bir arada
bulunduruyor olması lazım. Dolayısıyla o
kavram ve tecrübe tarafı biraz daha daha
sonraki derslerimizde işleyeceğimiz bir tarz
ama şimdilik bu bölümde kalsak yeterli.
Dolayısıyla kullanacağımız unsurlarda sözler,
sözcükler, deyimler ve teoriler çok önemli. Bu
durumda bizim daha iyi bir Türkçe konuşuyor
olmak ve daha geniş bilgi dağarcığına sahip
olmak, bunun üzerine de kavramsal açıdan da
doygunluk seviyesine gelmiş olmamız
gerekiyor. Birazdan yapacağımız örnekte
konuyu daha iyi anlayacaksınız ama mutluluk
adına bir teorinin düşünce boyutundaki
karşılığını oluşturma gayretindeyseniz, kah bir
öğretmen olarak, kah bir işveren olarak ya da
bir insan kaynakları müdürü olarak fark etmez.
Burada mutluluk kavramını iyi anlıyor olmanız
lazım ki oluşturduğunuz düşünce yola çıkan bir
insan gibi düşünürseniz eğer yarı yolda azıksız
kalmasın. azıksız kalmasın. Peki, düşüncemizi
bir başka benzer yakınımızda duran ya da
karşımızda durmakta olan düşünceyle
birleştireceğiz. Unsurları da öğrendik ama bu
unsurların bazı özelliklerine dikkat etmemiz
gerekiyor. Çünkü öyle hemen her şeyi bir araya
getirmek mümkün değil. Öyle ya, şöyle
düşünün kendinizi bir yemek yapmaktasınız ve
yapacağınız yemeği öğrendiğiniz, reçete
aldığınız yerden biraz daha farklılaştırmak
istiyorsunuz. Elbette yapacağınız şey
eklemeler. Yani özünde birleştirici unsurları
kullanmaya başlayacaksınız. Ama önünüze
gelen birleştirici unsurların tamamını
kullanmaya kalksanız işin sonunda bırakın
lezzeti ağza sokulmayacak bir şeyi üretmek
zorunda kalabilirsiniz. Bu durumda birleştirme
yaparken kullanacağınız unsurların temel
özellikleri olması gerektir. Bu temel özellikleri
biz bu bölümde 3 adet olarak belirliyoruz.
Bunlardan bir tanesi temiz olması. Yani
kullanacağınız hangi unsursa o unsurun temiz
olması lazım. Çünkü siz temiz bir düşünce
oluşturma niyetiyle buradasınız. O niyetle
yaşadığınızı varsayıyoruz. Bu durumda temiz
bir şey seçmelisiniz. Öyleyse bu unsur itibariyle
bir başka fikrin içinden seçeceğiniz sözcük,
teori, deyim ne varsa onun içeriğinin etrafında
var olan diğer her şeyi eskisinden daha iyi,
daha güzel ve daha kullanışlı hale getiriyor
olması gerekir. Düşünceleri birleştirirken temiz
olmayan bir şeyi seçmeniz sizin üreteceğiniz
düşüncenin de almış olduğu bu zehirle
zehirlenmesine ve zehirlemesine sebep
olabilir. İkincisi ise mutlak surette işlenmiş
olması. Yani düşüncenize ekleyeceğiniz, sizden
hariç bir kişi ya da kurumun ürettiği
düşünceden yapacağınız alıntının mutlak
surette hayalden öteye yaşanmış bir tecrübe
karşılığı olmalı. İşe yarar olduğu bilinmeli. Bu
işe yararlık üçüncü maddeyi doğurmakta. Yani
işe yaradığı da bilinse üçüncü temel özelliğe
sahip olmalı. Bu da kavramsal derinliğinin
olması anlamıyla ifade edeceğimiz unsuru
gerektiriyor. Yani birleştireceğiniz karşı taraftan
alacağınız o fikrin temiz, işlenmiş olmasının
yanında mutlak surette bir kavramsal derinliğe
sahip olmalı. İnsanı bir yerden bir yere taşıyor
olmalı. İyi bir fikir, iyi bir ürün, iyi bir satış eğer
düşünce adamı değilseniz kötü de olsa işe
yarayabilir. Örneğin kumarhane açmak da para
kazanmak için bir fikirdir ama bir düşünce
değildir. Bir fırsattır ama kavramsal bir derinliği
yoktur. Kavramsal bir derinlik insanları ortaya
koymuş olduğunuz değer ve düşünce
noktasında da bir yere taşıyor olması lazım. Bu
ürününüze, düşüncenize yaptığınız eklenti
neyse o eklenti de mutlak surette olması
gereken en temel 3 ana unsur olarak karşımıza
çıkmakta. Hatırlayacak olursanız daha önce de
çoğaltmadan bahsetmiştik bir düşüncenin
çoğaltım boyutundan. Ancak şimdi
birleştirmekten bahsediyoruz. Bu ikisi
arasındaki farkı biraz anlatmakta fayda var ki
birbirine karıştırmayalım. Çoğaltım daha
ziyadesiyle bir derinlik etkisini ölçmek
adındadır. Ortaya koymuş olduğumuz yeni
düşüncenin ne kadar derinliği var? Yani doğal
olarak insanların ruhuna, insanların zihninin en
alt tabakalarına kadar ne kadar işleyebilecek?
Birleştirmek ise toplumsal etkinin
ölçülebilmesi adınadır. Bazen ürettiğiniz
düşünce sadece belli bir fikre sahip, belli bir
meslek grubunda, belli düşünce angajmanına
sahip insan tiplerinde etkili olur. Eğer
toplumsal faydanın ön plana çıkması adına bir
şey yapıyorsanız, her ne kadar bu belli bir süre
sadece belli bir çevre tarafından kabul görüyor
da olsa bunun toplum tarafından kabul
edilebilirliğinin ölçümü her zaman kabul
edilecek manasına gelmiyor elbette ama
birleştirmekle mümkün. Ölçümleme formülü
ve o yaptığımız dersin işte o özet kısmı
ziyadesiyle başlangıçla alakalı bir şey. O
düşüncenin başlangıç aşamasına ait. Şimdi
yaptığımız birleştirme ise üretileceğimiz
düşüncenin ilerleyiş yolunu bizlere gösteriyor.
Yani bu ikisini bir araya geldiğimizde
düşüncenin gelişimini ölçümleyebilmek adına
önemli bir imkana kavuşuyor olacağız.
Birleştireceğimiz bu fikirlerin yayılabilmesi
daha doğru söylemek gerekirse söylediğimiz
insanın üzerinde ve en başta elbette ki
kendimizde bir şeyi değiştirebilir ve yeni bir
şeye vesile olabilmesi adına önce düşüncenin
başka düşüncelerle birleştiği noktalarda 3
kritik konuya dikkat etmemiz lazım. Çünkü bu
kritik noktalara dikkat edilmezse birleştirilme
sonrasında bu sizin düşünceniz bir çalıntıdır
diyebilirler. sizin düşünceniz bir çalıntıdır
diyebilirler. Dolayısıyla birleşmeli benzer ve
farklılıkları önceden ölçümleyebilmek adına bu
kritik noktaları bilmemiz lazım. Dolayısıyla yeni
söylencinin, sözümüzün, düşüncemizin
beyanatında daha önce bunu dinlemiştik
dememeleri adına bu üç kritik konuya dikkat
edeceğiz. Bu üç kritik konunun birincisi
benzerlik. Evet sözümüzün, düşüncemizin bir
başka şeyle benzerlikleri olabilir. Ama biraz
önce söylediğim gibi çalıntı denilmemesi adına
çok dikkatli olmamız gerekiyor. Birazdan bir
örnek verince daha iyi anlayacaksınız. İkincisi
ise farklılık. Diğer düşüncelerden olan
farklılıklarınızı bilmiyorsanız meyan ettiğiniz
düşüncenin uydurma olduğunu hemen
anlayacaklardır. Çünkü bir şeyin yeni olması
bazen sıfırdan olduğu gibi işte bazen bu
birleştirmeyle de mümkün olabiliyor.
Dolayısıyla benzerlikler kadar çalıntı olmaması
adına farklılıkları çok iyi bilmeniz lazım. Benim
düşüncem diğerlerinden şu konularda
farklılaşıyor. Bunu söyleyemezseniz karşı taraf
bunu beyan etmese ya da algılamadıklarını
zannetseniz bile otomatik olarak algılamakta.
Çünkü beynimiz yalana kapalı bir et parçasıdır.
Üçüncüsü ise kritik olarak etkin olması. olan
bir düşüncenin birleştirmeler usulüyle sizin
ürettiğiniz düşünce karşısında daha büyük bir
etkinliği varsa sizin düşünceniz henüz kabul
görmeyecektir veya rafa kaldırılacaktır.
Dolayısıyla düşüncenizin kendinizden önce
benzerlikler ve farklılıklar taşıması
kabiliyetince etkinliği önemli. Daha etkili bir
düşünceye sahip olmak zorundasınız. Elbette
biz ona uğraşıyoruz ama birleştirirken
dikkatlerimizi buraya çekmek adına yapıyoruz
bu dersi. Gelin şimdi beraberce bir
düşüncemizi söyleyelim ve bu düşüncenin şu
ana kadar bahsettiğimiz bu temel noktalardan
hareketle hangi fikirle birleşmiş ve hangi
unsurlara dikkat etmem gerekiyor onu bir
görelim. Örnek veriyoruz günümüz ekonomik
koşullarının bir getirisi olarak daha akılda
kalması adına insanların mutlulukları
kazançlarına bağlıdır. kalması adına insanların
mutlulukları kazançlarına bağlıdır. Diyelim ki
bu sizin düşünceniz olsun. Daha önce
duymuşsunuzdur mutlaka ama bu size ait yeni
geliştirdiğiniz bir düşünce olduğunu
varsayalım. Şimdi bu düşüncede en temel iki
tane kelimemiz var. Birisi mutluluk ve bir diğeri
de kazanç. Dolayısıyla önce kendi fikrimizdeki
o iki tane temeli bilmemiz lazım. Hangi
unsurlardan hareket ediyoruz? Çünkü karşı
taraftan da unsur kullanacağız. Söz, sözcük,
deyim, teori filan demiştik ya. İşte şimdi önce
kendi düşüncümüzdeki o sözcüklere bakalım.
İki tane temel sözcükten bahsetmişiz. Şu
cümlede insanların mutlulukları kazançlarına
bağlı deyince bir mutluluk bir de kazanç var. O
zaman şunu araştırmamız gerekiyor. Para
mutluluk getirmez ya da mutluluk bastığın
yerdedir gibi kendi düşüncemize karşı olan
diğer bilgileri elden bir geçirmemiz lazım ki bu
farklı unsurların söylemi karşısında kendi
özelliğimi ve kendi özgünlüğümün farkında
olayım. Yani düşüncemin karşıt görüşlerini de
araştırıyor ve o karşıt görüşlerinden bir
haberdar olmam gerekiyor. Ha şimdi ne
yapmam lazım? Bir de benzer görüşlere
bakmam lazım. Kendi düşüncemle. Onlarda
neler? Mesela şu düşünce vardır. Bu
düşüncenin sıfır olduğunu kabul ettiğimiz
andan evvel. İnsanların kazançları arttıkça
stresleri azalmaktadır. Veya gelir seviyesi
arttıkça suç oranları düşmektedir gibi iki
kelime söyleniyor. Şimdi dikkat. İkinci benzer
düşüncenin içinde suç oranıyla beraber ifade
edilen tarzda temiz olmayan bir ifade var.
Neden? Çünkü gelir seviyesi arttıkça suç
oranları düşmektedir beyanatı. Çok da temiz
bir beyanat değil. Artıkça suç oranları
düşmektedir beyanatı. Çok da temiz bir
beyanat değil. Bu sanki biraz daha para
kazandıkça insanların vicdanları kuvvetlenir
manasına geliyor ki öyle olmadığını artık
hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bu bir temiz
değil. Temiz bir ifade değil. Hani en başta
demiştim ya ben birleştirme yaparken karşı
taraftan gelecek seçeceğimiz unsurların temiz,
işlenmiş ve kavramsal derinliği olmalı diye. O
zaman benim düşüncemle benzer bir düşünce
olarak kabul etmeyeceğim. Bu düşünceyi es
geçeceğim. Çünkü temiz değil. Birleşmiş güçlü
bir düşünce oluşturabilmek için de şimdi her
ikisinin de test edilmesi belki bir kaldıraç
vazifesi görmesine vesile olabilecektir. Yani
kendi düşünceme şimdi bir başka düşünceyi
ekleyebilirim. Nasıl bir bir düşünceyi farklı
olanı gördüm. Karşıt bilgiyi o diyordu ki para
mutluluk getirmez. Ben de diyordum ki
insanların mutlulukları kazançlarına bağlıdır.
Karşımdaki bu görüşten farklılığımı artık
biliyorum. Benzer olan görüşü de duydum. O
cümlede şu insanların kazançları arttıkça
stresleri azalmaktadır. Şimdi bu benzer
düşünceden temiz ve dikkat ediyorum etkin ve
dikkat ediyorum işlenmiş olanı kavramsal bir
derinliği de var. Çünkü bunu stres gibi bir
kavramı önüme koyuyor. Daha derinliği var.
Şimdi birleştirelim bunları ve kaldıraç vazifesi
görülüp kendi düşüncemle birleştirdiğinde
daha etkili bir şey olabilecek mi ona bir
bakalım. O zaman şunu demem gerekiyor.
İnsanların artan kazançları streslerini azalttıkça
bulundukları yerin farkına varmalarını ve daha
mutlu olmalarını sağlar. Şimdi benzer
düşünceden de artık bir farkım var mı? Var.
Çünkü dedim ki evet benden önce söylenmiş
buna benzer bir söz var ama benim ondan bir
farklılığım var. O stres azaldığını söylüyor ama
neden olduğunu söylemiyor. Nedeni sadece
kazanca bağlıyor. Bense onun sadece kazanç
değil aynı zamanda bulundukları yerin farkına
varmalarının bu işte etkin olduğunu
düşünüyorum diyerek benzer fikri kendi
fikrimle birleştiriyor ve onun üzerine daha
etkin bir hale getirmiş oluyorum ki bu yeni
söyleyeceğim sözün kuvvetli, etkin ve yakınsak
yani insanlığın hemen hissedebileceği bir hale
bürünmesine vesile oluyor. oluyor. Basit bir
örnek verdim. Belki de çok kısa anlattım. İkinci
düşünce teorisinde çok farklı bir mecra
anlayışıyla bunu yapmaya çalışıyor olacağım
ama şimdilik anlatabileceğimiz kısmı temel
olarak böyle ifade etmekte fayda var. Elbette
bu faydayı arttırabilmek için o bölümü biraz
daha başa sarıp tekrar tekrar dinleyebilirsiniz.
Bazen bir şey yeniden söylemek eskisini tekrar
etmekten daha mühim olabilir. Dolayısıyla yeni
fikirler oluştururken birleştirmekten korkmayın
ama birleştirirken bu inceliklere dikkat edin
dedik. Dersler şu ana kadar daha kısa, daha
birleşmiş, daha kompozit bir haldeydi. Yavaş
yavaş açmaya başlayacağız. Haftaya pazar günü
birkaç sürprizim var sizlere. Onlardan bir tanesi
düşünce teorisine, düşünce teorisi dersi. Yani
düşünce teorisi giriş dersinin sonuna geldik.
Bitirdik. 20 dersimiz bitti. İkinci bölüm olan
düşünce teorisine geçeceğiz. O düşünce
teorisinde ne konuşacağız, nasıl yapacağız?
Testler vesaire nasıl olacak? Hepsi var. Gerçi bu
bölümünde testi var. Ama bütün sorularınızın
bu cevaplarını veriyor olacağım. Siz yine de
yorumlar kısmına sorularınızı yazarsanız ben
haftaya yapacağım o özel programın içerisinde
o yorumlarınıza da cevap vermeye gayret
ediyor olacağım. Bu haftalık bu kadar diyelim.
Haftaya tekrar görüşmek üzere diyelim.
Kendinize iyi bakın. Kanınıza alacaklar."}

Düşünce teorisine hoşgeldiniz. Düşünce


teorisine giriş dersini ardımızda bırakıyoruz
artık. Düşünce teorisine başlıyoruz. Giriş
bölümünden kurtuluyoruz. Eksi sıfırdayız. Ne
manaya geldiği ileride konuşuruz. Ama şimdi
önce düşünce teorisi yani bizim bu düşünce
adamı olma yolundaki birinci aşamadan sonra
ikinci aşamadan evvel bir geçiş videosu
çekelim istedik. Yani neler yapacağız ona
kısaca bilgilendirelim istedik. Çünkü bundan
sonraki bölüm biliyorsunuz ki bir üst
seviyedeki abonelerimize açık olacak.
Dolayısıyla sonunda tekrar edeceğim. Başta
tekrar hatırlatmış olayım. Aboneliğinizi bir tık
daha yükseltmeniz gerekiyor. Bu hafta
itibariyle özellikle düşünce teorisine girişte
başarılı olan ilk 20 ismi açıklayacağız. Bütün
notların ortalamasını alarak. Ama merak
etmeyin her seferinde söylüyoruz. Bu dersleri
yeni başlamış olan arkadaşlarımız için de en
son testimizde bir açıklama olacak. Bazı
testlerimiz değişiyor dolayısıyla son bir
haftanız var. Yani bu pazardan sonraki pazar ilk
başlayacak olan dersimize geldiğinizde inşallah
düşünce teorisine başladığınızda bu herkese
açık olan videodan sonra göreceksiniz onu. O
ilk dersimizden önce o 20 isim belirlenecek
ama sonra ardımızdan gelenler hangi puan
seviyesinde ne olmalı onların yorumlarını da
ayrı bir video ile görecekler. Şimdi düşünce
teorisine madem giriş kısmından kurtuluyoruz.
Önce bu giriş kısmından kurtulmak ne manaya
geliyor ona bakalım. Pratiklerle dolu
temellerdeki derinleşme üzerine çalışma
gruplarının da içinde yer alacağı yeni bir
macera yeni bir ders bölümüne başlıyoruz
diyebiliriz. Gelin önce bakalım bu giriş detayı
neymiş? Düşünce teorisine giriş kısmında var
olan giriş kelimesi asıl itibariyle ve genellikle
bir şeye ilgi duymak üzerinedir. Dolayısıyla
düşünceye ilgiyi arttırmak, düşünce adamı
olma yolundaki ilgi duyduğumuz noktaların
altını çizmek için giriş bölümüne ihtiyacımız
vardı. Şimdi eğer ikinci bölüme geçiyorsanız
bunun sizin için ilgiden daha öteye bir şey
olduğunu anlamaya başlıyoruz demektir.
Dolayısıyla artık ilgiden bilgi kısmına doğru
geçelim. Yani ilginizi arttıracak, tetikleyecek
konulara değindik haftalar boyunca test ettik
anlamaya çalıştık. Şimdi o girişten bir çıkalım
girelim orada içeriye. Girelim orada içeriye
çünkü iyi bir düşünce adamı olabilmek adına
geliştirmemiz ve bilgilenmemiz gereken alanlar
var şimdi ve bu alanların her birisinde güncel
hayatımızda yapmamız gerekenler,
yapmamamız gerekenler birçok şeyi de işin
içine dair etmek zorundayız. Çünkü genellikle
düşünce adamı ya da düşünce konulu
derslerde her zaman sizden hariç bir şeyler
konuşulur. Düşünecek olan sizseniz önce sizinle
alakalı bir takım unsurların iyi anlaşılabilir,
yaşamanızda belli kalitelerin değişebilir olması
gerekiyor. İyi bir düşünce adamı işte bu
manadan bakınca kendini kendinden ayırarak
hareket edebilmeyi gerektirmekte. Eğer
kendinizi kendinizden ayırmazsanız tabi bunu
dersler boyunca görüyor olacağız, bu durumda
ancak ve katiyetle propagandacı olursunuz,
tekrarcı olursunuz ve bu tekrarların içindeki
hataları görseniz de beyan edemez olursunuz.
Belki o değişimler sizin hayatınızda bir şeyleri
de değiştirir ama düşünce adamı dediğimiz
değiştiren adam olamazsınız ne yazık ki.
İdeolog olursunuz mesela yani bir ideolojiyi
tekrar eden onun altını çizen olabilirsiniz ama
bu ideolojinin içerisinde mutlak bir sertlik
gerektirir bir süre sonra propagandacı
olduğunuz için. Bu da gerçekten yaşamdan
kopuk ziyadesiyle mücadeleye götürür sizi.
Cedelleşmek zorunda kalırsınız. Kendinizle
cebelleşip de kendinizle uğraşmadığınız için.
Konuşursunuz hep ama yapamazsınız. Ve bu
bizim toplumumuzun dünyanın en önemli
problemlerinden birisi. Hakikatte sonuçta şuna
varırız. Yıkarsınız, yıkılırsınız ama inşa
olamazsınız, inşa edemezsiniz. Bu durumda
şimdi gelin düşünce teorisini neden dört
bölüme ayırdık ve bu dört bölümün her bir
kısmında kaç ders yapacağız ve burada nelere
dokunacağız da oradan düşünce teorisi yani
bilgi kısmını anlayacağız ve pratiğe dökmeye
başlayacağımız düşünce yani üçüncü sezona
tabiri caizse giderken neler olacak gelin bir de
ona bakalım. Birinci bölümümüz yani düşünce
teorisi dört ana bölümden oluşuyor. Birinci
bölümümüzde nedir ne değildir bunlara
bakacağız. Çünkü asıl itibariyle bizler bir şeyin
ne olup olmadığını anlayamadığımız için ve
onları gerçek manada anlamaya gayret
etmediğimiz için pek çok yerde hata yapıyoruz.
Dolayısıyla önce nedir, ne değildir bölümünde
bizler düşünce adamını diğerlerden, diğer
insanlardan ayıran nedir, ne değildir aslında
ona bakıyor olacağız. Bu noktada insanın
kişisel olarak kendisini beğendikçe kişisel
gelişim yolunda ilerleyeceğini iddia edenlerin
aksine bayağı kendimizi hırpalamaya
başlıyoruz beyefendi hanımefendiler.
Dolayısıyla bugüne kadar gördüğünüz kişisel
gelişim derslerinden duyduğunuz mutluluğu bu
arada duyacağınızı söyleyemem. Çünkü nedir
ne değildir bölümünde kendimizle alakalı
meselelere bakıyoruz. Kendimizi beğenmek,
kıskanmak, isyan etmek, yalan söylemek,
farkında olmamak, hırslanmak, öfkelenmek,
bir şeye şehvet duymak. Bütün bunlarla
kaybettiklerimiz, kazanabileceklerimiz
olmadığında ya da bunları pörsüyebilmek için
ya da bunları ortadan kaldırmak için yapmamız
gerekenler. Çünkü bir düşünce adamında bu
özelliklerin olması ki kişisel gelişimin en bela
kısmıdır. Bunların olması için gayret ederler
sizin üzerinizde. Bunların üzerinden birer
kalemle değil böyle çatır çatır kese kese
gitmezsek eğer ne yazık ki düşünce adamı
olamazsınız. Bu kesinlikle mümkün değil. Eğer
düşünce insanı olmak istiyorsanız bu
bölümdeki unsurların hep böyle yavaş yavaş
altından geçeceğiz. Sonra mı? Sonra bizim için
önemli olan bir şey var. Kavramlar. Ama
bildiğiniz klasik kavramlar değil. Bakın
nelerden bahsedeceğiz oraya geçelim.
Kavramlar önemlidir, insan hayatına yön verir.
Ne, ne değildir bölümünden sonra haftalar
boyunca kavramlar üzerinde dururken sizin
zannettiğiniz gibi öyle bugüne kadar
gördüğünüz kavramlardan başlamıyoruz önce
ölümden başlıyoruz sonra hayata geçiyoruz
sonra dost düşman bu kavramları inceliyoruz
pratikleriyle beraber doğru ve yanlış
kavramları inceliyoruz pratikleriyle beraber.
Doğru ve yanlış kavramını iyi anlamak
gerekiyor oraya gideceğiz. İyi ve kötüden
bahsedeceğiz. Zaman ve mekan ilişkisinde
koşul bölümüne geçeceğiz. Bütün bunlar
zihninizde baştan sona bir çalkantı meydana
getirecek. Çünkü bundan sonra kişisel gelişime
geçiyor olacağız. Yani ilk 6 dersimiz ne ne
değildir. Sonraki kavramsal gelişim 6 tane
pardon ne ne değildir 8 tane. Sonra 6 tane
kavramlar dünyası. Ve ardından da kişisel
gelişime geçiyoruz. Peki kişisel gelişim nasıl
başlıyor? Bizde çok farklı. Bizim kadim
bilgilerde oldukça farklı. Gelin bakın nasıl
başlıyor. Efendim kişisel gelişim dediğimiz
zaman bir basket topundan bahsedebiliriz
aslında. Yani aradaki görseller belki dikkatinizi
çekiyordur. Şimdi adamın kendini yetiştirmesi
lazım. Ama bu yetiştirebilmesi için de güzel
konuşmadan önce güzel dinleyebiliyor olması
lazım. İyi gözlem yapıyor olması lazım.
Detaylandırabiliyor olması lazım. Hissetmesi,
araştırmayı bilmesi. Ayrıştırmadan haberdar
olması. Düşünmenin kökenlerini ve bundan
sonra söz söyleyebilir olması lazım 8 hafta
sürecek bu kişisel gelişim yolu Ve bugüne
kadar gördüğünüz hiçbiriyle alakası olmayacak
Zaten düşünce teorisine giriş derslerini almış
kardeşlerimiz iyi bilirler Hayatlarındaki
değişimleri görmüş olanların bize atmış olduğu
mailler de bizim için bir mutluluk çabası.
Efendim bundan sonra ne lazım? Kişisel bir
gelişim adımlarını attıktan sonra elbette bir de
yaşadığımız toplumumuzu tanımak lazım. Çok
mu iyi tanıdığınızı düşünüyorsunuz? Gelin bir
de düşünce teorisi penceresinden bakalım.
Efendim yaşadığımız toplumu tanıyabilmek için
önce tarih bilincine ihtiyacımız var Tarih dersi
yapmayacağız Aman dikkat Tarih bilinciyle
alakalı bugüne kadar bilmediğiniz farklı bir
pencereye gidiyoruz Farklı bir eve hatta farklı
bir saraya farklı bir mahzene ne derseniz deyin
Hep farklı kelimesini söylüyorum
Mecburiyetten bugüne kadarkilerle kıyas
edemeyeceğiniz için. Sonra başka bilgilere
ihtiyacımız var bilimsel açıdan. Şimdilik sürpriz
olarak kalsın çünkü bugüne kadar
duymadığınız bilimsel gerçeklerle
karşılaşacaksınız orada. Bizi özel kaymasında
fayda var. Dedim ya bin kişilik bir aileden elli
kişilik gerçek bir düşünce adamı oluşturmak bu
okulun birinci hedefi. Bu hedef doğrultusunda
toplumu tanıyacağız sonraki 6 hafta boyunca.
En sona geldiğimizde ise bir proje takımları
oluşturmaya başlayacağız. Hedefimiz gayet
büyük. Ama şimdi burada söylemek
istemiyorum. Nazardan korunalım niyetiyle.
Hakikat kurduğumuz proje takımlarında bu
yaptığımız düşünce teorisi derslerinin
projelerini oluşturmaya başlayacağız. Ve o
projelerde gerçek manada bir düşünce biçimi
ortaya çıkıyor olacak. Bütün bunları siz
beraberce yapıyor olacağız, siz yapacaksınız.
Biz sadece ışık tutuyor, yolun farklı açılarını
sizlere söylüyor olacağız. Eğer bizimle beraber
düşünce teorisi yani düşünce okulunun ikinci
sınıfı olan düşünce teorisine devam etmeyi bu
videodan sonra karar verdiyseniz
aboneliğinizin bir üst bölümüne çıkartmak
zorundasınız ki orada devamınız olsun ve o
şekilde devam edelim. devam edelim.
Sebeplerini iyi biliyorsunuz. Konu parasal,
maddi duygusal değil. Konu bir arada olma
meselesi. Kimler geliyor, kimler gidiyor.
Başlıyoruz efendim. Haftaya beraber olmak
niyetiyle bu bir üst gruptaki aboneli olan
arkadaşlarımız ve kardeşlerimizle Düşünce
Teorisi Okulu'na kalın sağlıcakla."}

Yaklaşık iki haftalık aranın ardından yine


sizlerle beraberiz. Düşünce teorisinin ilk dersi
için geciktik YouTube'un tanı almış olduğumuz
ihtar gelince ama tüm derslerimize kaldığımız
yerden zaten yeni başladık düşünce teorisine
giriş kısmından çıkmıştık artık düşüncenin teori
kısmındayız ve bu teori kısmının ilk bölümünde
neler yapacağımızı ve nasıl devam edeceğimizi
beyan etmiştik sizlere. Bu noktada hafta içinde
de yeni bilgilendirmelerle inşallah karşınızda
olacağız. Neyin ne olduğunu anlamak teoriyi
geliştirip kendi iç dünyamızdaki karşılıklarını
kavramak için oldukça önemli. Ve buna ilk
başlayacağımız alansa hani bir bölümlendirme
yapmıştık ya düşünce teorisinde neyin ne
olduğunu anlamakla ilgili. Bunu anlamanın en
önemli yollarından bir tanesi tek tek üzerinden
gitmek ve düşüncemize engel olanları anlarken
onların aksi ya da benzer durumlar oluşturarak
daha iyi bir düşünce kapasitesine nasıl
ulaşabileceğimizi kavramaya gayret ediyor
olacağız. Bu kavrama düzeninin ilk adımı
beğenmekle ilgili. Zira insan olduğu için
oldukça kıymetli bir şeydir bu. Zaman zaman
bizim çektiğimiz videolarımızı da
beğenmeyenler var, beğenenler var. Yeni
alacağı bir üründen hoşnut olanlar ve
olmayanlar var. Baktığında aynı gibi görünen
ürünlere farklı tepkiler de söz konusu. Peki
beğenmek dediğimiz şey bir ortak ürün mü
yoksa bu kadar ayrışmasının temelinde başka
bir sebep mi var? Hani kimi zaman bir şeyler
yaptığınızda da ya da yeni bir düşünce, yeni bir
fikri beyan ettiğinizde de ne var ya bunu
beğenmeyecek, bunda da beğenilmeyecek, ne
buldunuz Allah aşkına dersiniz? Hepimizin
hayatında yaşanır bu. Kah ticarette, kah
öğrencilikte bizden istenmiş olan bir ödevi
hazır ettiğimizde. ödevi hazır ettiğimizde
nihayetinde beğendirmek zor iştir de
beğenmek konusunda bir yandan ürün, bir
yandan fikir, bir yandan düşünce derken işin
aslında zihnimizde neler oluyor beğenirken
onu biraz anlayabilirsek eğer bizler de bir
düşünceyi beğenmek, beğendirmek ve bütün
bunların arasında kendi iç dünyamızda
yaptığımız hataları çok daha net görebilme
imkanına sahibiz. Bu yüzden bugün sizlerle
beraber düşünce teorisinin ilk dersinde
beğeniyi ve beğenmeyi konuşacağız. Yani bunu
ders olarak işliyor olacağız. beğenmeyi
konuşacağız yani bunu ders olarak işliyor
olacağız Hadi bakalım nereden başlıyor bu
beğenmek ve işin Aslında bizim vücut
kimyamızda neler oluyor da bir şey beğenip
beğenmemeyi seçiyoruz ona bakalım Belli ki
de hiç şüphesiz ilk bakacağımız alanların
başında bir şeyi neden beğenmediğimizi
kavramak olmalı. Bunun da neden olduğunu
birazdan anlatacağım size. Baktığımız herhangi
bir şey, bir ürün, bir düşünce, nereden
tutarsanız tutun biraz daha kemikleştirelim
meseleyi, yeni bir ayakkabı almak istediğinizi
düşünelim ve kafanızda bir şekil şemal var. Bu
şekil ve şemal ekseriyette konunun
fonksiyonuyla alakalı. Yani bir dağda yürümek
için mi istiyorsunuz? Okula giderken
çocuğunuza mı alacaksınız? Efendim karda
kışta ayağımız sanmasın diye mi alıyorsunuz?
Yoksa bir yaz günü ayağınız ferah bir şekilde
olsun da biraz daha terlik görüntüsünde mi
olsun diyorsunuz. Her ne derseniz deyin
aslında bunu beğenmiyor oluşunuzun
temelinde istediğiniz fonksiyona uyumsuz
olması var. Birinci madde de bu. Yani yazlık bir
terlik ararken terlikler arasında size gösterilmiş
olanları beğenmemenizle birinci maddelerin
başında tabii pek çok madde var onlara
geleceğiz de şimdi ana maddeleri ortaya
koymaya çalışıyoruz. Fonksiyonu yani ben bu
terliği giyerim yaz günü güzel püfür püfür ama
şurası da gittikçe terleyen bir ayak yapım var
çabuk yırtılır. Bizim bölgeler işte biraz taşlıktır
zarar görür deridir bakımı zordur veyahut bir
başka şey ama fark etmez. En nihayetinde onu
beğenmiyor oluşumuzun temelinde ana
fonksiyonlarından bir tanesi fonksiyonunun
işimize gelmiyor oluşudur. İkinci beğenmiyor
oluşumuz da tabii ki çok klasik bir şekilde ve
net bir şekilde bunun görünüş bilgisidir. Yani
sizin hayatınız boyunca kendi adınıza ister
genetiğinizden gelen ister çevre koşulları yahut
kazancınızla beraber gelişen dünya görüşünüz
ve bugüne kadar gördüğünüz şeylerin de
etkisiyle aradığınız görüntünün onda olmayışı.
Dolayısıyla biz bir şeyini beğenmiyor
oluşumuzun temelinde iki ana yapı var. Bir,
bunun fonksiyonu benim istediğim
fonksiyonlara sahip değil. İkincisi ise
fonksiyonlar otursa bile tam da istediğim
özelliklere sahip olsa bile nihayetinde
giyeceğim bu ayakkabının veya terliğin bir
görünüşü var ve onun görünüşü ne yazık ki
benim aklımdaki görünüşe uymuyor. Peki bu
işin aslı sadece fonksiyon uyumsuzluğu ve
görünüş bilgisinde sizin kendinizde oluşturmuş
olduğunuz bilgideki eksikler sebebiyle mi?
Şimdi ona bakacağız. Nasıl olması gerekli ya da
ne hale gelmeli o tarafına ulaşmadık henüz.
Şimdi işin önemli bir tarafı. Madem bir şeyi
beğenmediğimiz bu halde, o halde biz bir şeyi
nasıl beğeniyoruz? Bu beğenimiz aslında
bildiklerimizle uyumlu olduğu için. Yani biz
hayatımızda herhangi bir şeye genel olarak
fonksiyonlar atıyoruz. O işe yararlı ile ilişkili
olarak. İkinci olarak hayatımızda giydiklerimiz
veya çevremizdeki diğer bütün koşullar bizlere
dayattığı demiyorum da ben kabul ettiği
tamam bu benim kıyafetim olabilir dediğiniz
ne varsa bunlar da bizim bir şeyi bildiğimiz
anlamına geliyor ve ona uyum sağlamasını
istiyoruz. Öyleyse bir şeyi beğeniyor olmamız
aslında giydiklerimizle ve çevremizle,
hayatımızla ve düşünme yapımızla oldukça
ilişkili. Eğer bunlara belirgin bir şekilde
yaklaşabiliyorsa bunu beğeniyoruz. Evet şimdi
peki bunda ne var diyeceksiniz. Bakın bunda
çok önemli bir şey var. Aslında bizler biraz önce
fonksiyonlar uyumsuz olunca ve görünüş bizim
bilgimize uymayınca beğenmiyoruz demiştik.
Şimdi beğenirken de dedik ki bildiklerimizde
uyumlu olduğu için. Ama aslında beğenmenin
başka bir koşulu var. Fonksiyonların arkasında
var olan temel nitelik o şeyin etkinliğidir. Ve
bütün görünüşlerin ardında var olan temel
istatistik o işin estetiğidir. Evet oraya geleceğiz.
Ama biz bugüne kadar bir düşünceye, bir fikre,
bir kitaba, bir filme bakarken onu fonksiyonel
ve ağırlıklı olarak gördüklerimiz ve bildiklerimiz
dairesinde oluşmuş görünüş ve görüntü
bilgileriyle ölçeklendiriyorduk. Tabii ki düşünce
adamı olmak için bunlardan ayrışmamız
gerekiyor. Ama toplumun ekseriyeti yani
nereden baksanız %90'ı civarı bununla ilişkili.
Gördüğü bir şeyde aradığı temel fonksiyonu
yakalayabiliyor ve bunun içinde kendi
hayatındaki görünüş bilgisini bulabiliyorsa
kesin ve katiyetle bu ürünü beğeniyor. Fiyatlar
ve o ürünün satış koşulları da aslında bunun
fonksiyonuyla alakalı. Yani hiçbir şekilde
bunların dışında bir başka üçüncü şıkkı
gidemiyoruz. Ama bu şıklar dikkat edin neyin
ne olduğunu bilmeden hayat sürmüş bir
düşünce yapısının ani karar verişleri. Fonksiyon
ve görüntü. Ama dedim ya işin arkasında asıl
olan ve düşünce adamı olarak aramak zorunda
olduğumuz iki şey var. Etkinlik ve estetik.
Arada geçmiş olan cümleyi biraz daha
netleştirip bir not düşelim. Eğer bir şeyin
neden olduğunu bulmakta zorlanıyorsanız
bizim biraz önce ders içerisinde yaptığımız gibi
önce neden olmadığına bakın. Zira bir şeyin
neden olduğuna bakarken, ulaşmak istediğiniz
her ne varsa onun için acele etmeye
başlarsınız. Bu aceliklik ise, olur sürecindeki
pek çok detaya yorumlama getirme gayretini
oluşturur. Bu gayret ise oluşturur. Bu gayret ise
sizi ulaşmak istediğiniz temel çözümlemeden
uzaklaştırabilir. O yüzden bu kapı neden
açılmıyor sorusu daha mühim ve önemlidir.
Nasıl açılır sorusundan önce sorabilirsiniz yani.
Bozuk bir kapı için söylüyoruz bunu.
Nihayetinde hayatımızdaki pek çok bilimsel ve
ilmi çalışmada da en temel düşünce ve
dokunuş onun nasıl olduğunu çözümlemeden
önce nasıl olamadığını kavramakla çözüme
ulaşmanıza destek olabilir. Bu noktada kısa bir
not verdik. Her bir dersimiz içerisinde böyle
ufak ufak noktada yer veriyor olacağız. Şimdi
dönüp bir bakalım. Estetikten bahsettik.
Etkinlikten bahsettik. Yani fonksiyon ve
görünüş bilgisinin yerinde olması
gerekenlerden gerçek bir düşünce adamı
olmak için bunlara dönüşmemiz, bunlarla
düşünmemiz gerektiğini söyledik. Şimdi onlara
bir bakalım. Etkinlik nedir? Estetik nedir?
Fonksiyonla etkinlik arasında nasıl bir farklılık
var onu dikkatinizi çekmek istiyorum.
Fonksiyonlar insanların bir şeyden
beklentisidir. Etkinlikse o şeyin gerçekten ne işi
yaradığıyla ilgilidir. Yani siz bir pense
fonksiyonundan sadece o penseyi düşünerek
elinizdeki kocaman bir kabloyu kesmesini
bekleyebilirsiniz. İşte bu fonksiyon
beklentisidir. bekleyebilirsiniz. İşte bu
fonksiyon beklentisidir. Oysa ki pensenin
etkinliği üzerinde ya da kenarında yazan
değerler kapsamında ne kadarlık bir kabloyu
kesebilir ya da ne kadar güç ve kuvveti
çekebilir kırılmadan onu yazmaktadır. Bizler
toplum olarak genellikle herhangi bir
penseden ondan çok daha fazlasını bekleriz
veya çok daha küçücük bir pense gerekirken
onun büyüğüyle konuyu çözebilmeyi düşleriz.
Elbette ki belli referans aralıkları gözetilerek
pek çok şeyi pek çok manada kullanmak
mümkündür. Günü kurtarmak için işe
yarayabilir, anı yakalamanıza yardımcı olabilir.
Ama konu bir düşünce ise fonksiyondan
ötesine ihtiyacımız var. Gerçek etkinliğini
bulmak zorundayız. Dolayısıyla
oluşturduğumuz düşüncelerin yahut bize
söylenmiş olan düşüncenin fonksiyonundan
çok etkinliğine odaklanmak zorundayız.
Etkinlik için tek bir cümle söylemek gerekse
onu şöyle ifade edebiliriz. Bir şey ne için
yapılmışsa o işe yarar. Fonksiyonsa bir şey
kendisinden ne bekleniyorsa o işe yaramaya
çalışır yahut siz onu zorlarsınız manasına
geliyor. Şimdi bir de estetik konusuna bakalım
sonra hepsini toparlayacağız. Geldik estetik
konusuna. Bu konuda elbette nice kitaplar
yazılmış, nice uzun değerlendirme ve analizler
yapılmıştır. Konu hakkında mimari alanda,
sanat dünyasında hatta edebiyatta matematik
inanılmaz derecede araştırmalar, çalışmalar
var elbette. Ama düşünce teorisinin temel
nitelikleri açısından baktığımızda bu
perspektifi değerlendirmeye gayret ettiğimizde
daha ziyadesiyle estetiği şöyle ifade edebiliriz.
Bu temel kavramın ne olduğunu anlamak için.
Bir şey yapılırken kendisine atfedilmiş olan bir
gaye vardır. Örneğin bir kapı. Bu kapının gayesi
oradan geçiş değildir sadece. Bazen o kapıyla
binanın haşmetinin altı çizilmek istenebilir.
Yahut o binanın daha böyle mazbut, daha
kendi iç dünyasında yaşayan insanların gelip
geçeceği bir yer gibi düşünülmüş olabilir. Veya
sadece gerçekten gel geç manasındadır. Ama
nihayetinde o kapının yapılışında bir gaye
vardır. Mimari tarafa söylenmiş olan bir söz ya
da mimarın seçmiş olduğu bir yöntem
demeyelim de bir görüntü beklentisi vardır.
İşte orada gaye neyse o şeyin üzerinde kendini
gösterebiliyorsa buna estetik denir. Bizler
birinci kısımda görünüş bilgisi demiştik. Bizler
o görünüşten bir beklentimiz var demiştik.
Öğrendiklerimiz var. Ama bir başka hakikatten
bahsediyoruz şimdi. Daha ziyadesiyle şunu
söylemiş oluyoruz. Gerçek manasıyla bir
estetik olgusu aslında onu yapan kişinin
kendisine atfettiği gaye ile ilgili. Dolayısıyla
bizler düşünce dünyasında asli gayeyi arayan
insanlarız. Eğer o gaye onun yapılışıyla birbir
ilişkili noktaya getirilmeye çok yaklaşmışsa bu
estetiktir. Ve bu estetiklik onun etkinliğiyle
birleşmişse bu durumda biz o düşünceyi
beğenmeye başlarız. Ama bu beğeni daha
önceki salt beğeninin üzerinde bu sefer
toplumun ya da içinde bizim niyetimizin
olduğu bir gerçeklik olgusu taşımaya başlar.
Yani daha üst düzey bir beğenme algısıdır bu.
beğenme algısıdır bu. Birinci beğenme ile ikinci
beğenme arasındaki en önemli fark, birinci
beğenme popülist bir beğenidir. Ani bir
söylemin karşısında toplumun evet ya tam da
bunu bekliyorduk, işte bunu söylemeliydi
demesini oluşturur. Gerçek beğeni ise, gerçek
bir estetik duygusuna yaklaşmış ve gerçek bir
etkinlik sahibi düşünceylidir. Daha derini
ilişkilidir, daha ileriyle ilişkilidir ve
popülizmden uzak klasiğin temelini
oluşturabilecek niteliktedir. Bu yüzden kimi
zaman pek çok düşünür için klasik bir şey
söyledi denir. Pek çok düşünür için klasik bir
şey söyledi denir. Ancak klasikler gerçeği
yakalayabilmek adına işte bu noktada temel
nitelikler gütmekte hayatımızda. Şimdi gerçek
beğeninin ne olduğunu konuşalım o zaman
biraz da. İsterseniz gerçek beğenilmesi gereken
şeyi siz oluşturmak istiyor olun. Gerçek
beğenilmesi gereken şeyi siz oluşturmak istiyor
olun. İsterseniz mevcuttaki bir fikri, düşünceyi
veya ürünü siz beğenecek olun. Durum
birbirinden çok fark etmiyor ama sonuçta
kendimize ait bir şeyleri de değiştirmeye
geleceğiz elbet. Ancak gerçek beğeni düşünce
teorisinin temellerinden hareket edildiğinde şu
manaya gelir. Yapıldığı işe yaradığını
gösterebilen gerçek maddi beğeniye en
yaklaştığımız an gerçek beğeniye yakalamaya
başladığımız andır. Elbette bu anı
yakalayabilmek için bir sürece ihtiyacımız var.
Olgunlaştırmaya ve dahi olgunlaşmaya. Çünkü
ne için yaptığımızı ve yaptığımız şeyin ne işe
yarayacağını bilmek önemli ve bunu
gösterebilmesi yani toplumda bir karşılığı
olması gerekli. Eğer bu karşılıklar yukarıda
beyan ettiğimiz etkinlik ve estetik duygularını
tam olarak karşılamaya yaklaşabiliyorsa hem
toplumda ve başta kendimizde gerçek bir beyni
algısını oluşturacaktır. düşünce değil. Onlar
anlık heveslerin doyurulması adına. Bizlerse
düşünce teorisinde anlık heveslerin değil,
süreç boyu devam eden ve nihayetinde
düşünce yapısıyla beraber topluma hizmet
noktasına gelebilmiş meselelerden
bahsediyoruz. Bu durumda gerçek beyninin
aksi durumu ne olur? Bir de ona bakmamız
lazım. Ona bakarken çünkü bir ayna tutacağız
yüzümüze, kendimize bakmayı seçeceğiz.
Efendim günün sonunda ve nihayetinde bir
şeyi beğenen sizlersiniz bizleriz. Beğendiğimiz
şeyi nasıl beğenmediğimizi ve nasıl
beğendiğimizi ve nasıl beğenmemiz gerektiğini
ifade etmeye çalıştık. Peki estetik ve etkinlik
meselesinin önünde var olan fonksiyonlar ve
görüntü bilgisiyle karar veriyor oluşumuzun
temelinde ne var? Oluşumuzun temelinde ne
var? Elbette burada popülist yaklaşımlar, tarih
konca aldığımız eğitim, bizlere pompalanmış
reklamlar filan derken yine kendimize
sıyırmamalıyız aradan. Düşünce teorisine
gelişte çok anlattık bunu. Biz bizden sıyrılarak
düşünce üretmemiz için önce bizdeki hataların
da düzeliyor olması lazım. Ve tarih konca en
önemli problemlerden biri çıkacak karşımıza.
Beğeniyle beraber hemen aklınıza geleceğinin
umduğum kibir kelimesiyle karşılaşacağız. Kibir
varsa bir adamda işte bu estetik ve etkinliği
gerçek manada görmekten yoksun bir hale
düşüyor. açık manada görmekten yoksun bir
hale düşüyor. Dolayısıyla her estetikte
kendisine ait bir parça, her etkinlikte kendi
dünya görüşüne ait bir görüş arıyor. Tam da
onun istediği gibi olması gerekiyor. Ki kelime
hep öyle bitiyor ya, tam da istediğim gibi
olmuş. Yani tam da olması gereken gibi
kelimesini kullanmaktan çok tam da istediğim
gibi olmuş kelimesini kullanmak işte genel
manada söylemek gerekirse istisnalar kaideyi
bozmasın kibirli olmak anlamına geliyor.
fonksiyonalite ve görüş bilgisi, görüntü bilgisi
ile beraber o popülist yaklaşımın bir parçası
olmanıza vesile oluyor. Kendiniz de o
popülistin yaklaşımı içinde popüler bir kimlik
olma arzusunda olabiliyorsunuz hatta. Klasik
bir düşünce bağlamını oluşturmak yahut o
düşünce bağlamının içerisinde bir parça
olmaktan adım adım uzaklaşıyorsunuz
böylece. Gerçek olana ulaşabilmek için önce o
sahteden sıyrılmak gerekiyor ki fonksiyonlar ve
görüntü bilgisi sahtenin daniskası. Arkasında
temelinde hem estetik hem de etkinlik
aradığımız temel nitelik. Bizler ise o temel
niteliklerimizden siyer alarak hem kendi
fonksiyonlarımızı ve kendi fonksiyonlarımıza
bağlı olarak kendi görüntümüzü ön planda
tutmak istiyoruz. Bu ön planda olma
duygusuyla beğenilmek kibir anlamına geliyor.
anlamına geliyor. Öyleyse bu kibir ne yazık ki
insanın düşünce biçimini de çok derinden ve
çok etkilediği gibi çok yüzeysel bir hale
getiriyor. Düşünce teorisinin bu bölümünün en
önemli konusu şu. Sakın bu dersi dinlerken
etrafınızdakileri, yöneticileri, şarkıcıları değil,
bizzat kendinizi düşünün. Son aldıklarınıza,
hayatınızda çok görüntüsüne, fonksiyonuna
önem verdiklerinize bir bakın ve şimdi de
estetik ve etkinlik duygusuyla bakmaya gayret
edin. Bu noktada karşılaşacağınız kendinizde
var olabilecek kibirle yüzleşin. Kibirli insanların
bu noktada düşünce yapısının olamayacağını
baştan söyleyebiliriz. Bu da sadece eksik
bulabilme niteliğini oluşturuyor. Aman
efendim insan elinden çıkmıştır, insan
kelamıdır, bir kitap yazıyor, yazarı kıymetlidir
ama eksik olamaz mı diyenlere cevap evet
eksik olabilir. Oysa ki bazen eksik estetik yahut
fonksiyon yahut her ikisi içinde bizim hayatımız
adına bir ihtiyaç tamamlıyor olabilir.
Dolayısıyla eksiklikler hep altı çizilmesi gereken
değil. Belki onunla beraber var olması
gerekenlerdir. Bu noktada insan kendi eksiğini,
o tamamlayıcı unsuru görmek adına kibriyle
yüzleşme gayretinde olmalı. O kibirden
sıyrılmak mı? O apayrı bir mevzu ama kibirli
insanların düşünce geliştiremedikleri gibi
kendilerini ifade edilmiş olan bir düşünceyi de
tam anlamıyla anlayıp kavrayabilmeleri kabul
yahut gerçek bir reddiye ile reddedebilmeleri
mümkün görünmüyor. Efendim dersin sonunda
testimizi tamamlamayı unutmayalım. Ne nedir
bölümü biterken yeni projelerle karşınızda
olacağız. Önceki bölümün hala devam eden
süreçleri var. Yani orada testleri doldurmaya
devam edenler var. O yüzden biraz bekliyorum.
Ama derslerimize tam kaldığımız yerden ve
aynı hararetle devam ediyorum. Bu arada
verdiğimiz adeste her cuma günü biraz
erkenden gelip gelen dostlarla muhabbet
etmekten de gayet zevk alıyorum. Hepinize
hayırlı diliyorum. Hepinize ve hepimize
kibirden ayıl arınmış gerçek bir etkinlik ve
estetik duygusu, hazzı, muhabbetiyle yaşamayı
diliyorum. Kalın sağlıcakla."}

Kitapta yazmaz düşünce teorisi derslerimizin


ikincisine uzun bir aradan sonra yeniden
başlıyoruz. Bu süreç içerisinde eski
videolarımızı dinlemişsinizdir. Ödevlerde
yetiştiremeyenler de yetiştirmiştir artık diye
düşünüyoruz. Adım adım ilerliyoruz ve bu
ilerleyişimizin önemli bir noktasına daha
geldik. Düşünürken önemli noktaları
görmemizi engelleyen bazı şeyleri ortadan
kaldırmamız lazım. Düşünce esasında insan bir
şeye odaklanır ve bu odaklandığı şeyde serbest
düşüncelerle hareket etmek zorundadır. Hem
odaklanma hem de serbestliğe hususunda
karşımızdaki en büyük engelse bir başkasının
fikri değil, o kişinin kendisidir. Zaman zaman
başkalarından duyduğumuz sözler,
başkalarının geliştirdiği yenilikler, onların
söylemleriyle beraber değişen dünyanın
önemli dinamiklerini kavrama çabası, içine
neyi koyarsak koyalım. Sonuç itibariyle kişilere
odaklanmak bizim için oldukça sıkıntılı bir
süreçtir. Burada temel olarak insan
düşüncesinin sorusu çok klasik olarak şöyle
başlar. Neden o buldu? Neden o buldu sorusu
genellikle insanın odaklanmasını ve serbest
düşünce fikrinin önünde önemli bir engeldir.
Öncelikle bu sorunun üzerinde durmamız
lazım. Bu sorunun ne anlama geldiğini
kavramamız lazım. Ardından ise doğru soruyu
sormayı öğrenmemiz ve hemen sonrasında da
doğru bir odaklanma ve serbest fikir için
gerekenleri bilmemiz lazım. Hadi başlayalım.
serbest fikir için gerekenleri bilmemiz lazım.
Hadi başlayalım. Aslında bu dersimizin bir
başka konusu ise kıskançlık. Çünkü neden o
bulduğu sorusunun temelinde insanın kendi
ulaşamadığı noktalara başkaları ulaştığı
zaman, kendi hayallerine başkaları ulaştığı
zaman duyduğu tuhaf duygudan bahsedeceğiz.
Bu duygu insan hayatını paramparça
edebilecek seviyelere kadar ulaşabilir. Hakikat
bir düşünce adamının önündeki en büyük
engeldir. Neden o buldu sorusu ve bir
kıskançlık teammülü olarak adlandırılmalıdır.
Önce bu sorudaki bütün hücreleri, nedeni, oyu
ve bulmayı tek tek birer hücre olarak düşünüp
bunların üzerinden bir yürümemiz, bir
gitmemiz lazım. Doğru soru sorabilmek için
buradaki kelimeleri de belki yerlerini bile
değiştiriyor olmak lazım. Neden sorusu
oldukça tehlikeli. Zira nedensellik ilkesi genel
anlamıyla kişiseldir. Yani kişilerin kendilerine
ait özelliklerle bütünleşmiştir. Şöyle
düşünebilirsiniz. Hidrojen ve oksijen neden bir
araya geldi? Bu neden sorusunu sormanız hem
anlamanızı zorlaştıracak hem de suyun tadını
kaçırmanıza vesile olacaktır. Ama hakikat şu
soru su nasıl oldu olsaydı eğer bu durumda
hidrojen ve oksijenin bir araya gelmesinden
oldu sorusu cevabı doğacaktı. Bu cevabın
arkasından nasıl bir araya geldiler sorusunu
sorduğunuzda ise karşınıza çıkacak olan
bilimsel cevapların tamamı sizi yeni bir
yolculuğa taşıyabilirdi. Nasıl olduğu ya da
olması gerektiği genel ve sistemseldir.
Dolayısıyla kişisel olan duygudan çıkıp önce
sistemsel ve genel olarak görebilmeyi
sağlamamız lazım. Düşüncelerimizi odaklanmış
ve serbest hale getirebilmek için. Bizi bir yere
kanalize etmek isteyenler genellikle önümüze
bir kişi koyarlar. Çünkü insanlar kurumlar ve
sistemler karşısında geniş düşünmekte
zorlanır. Ama kişilerle uğraşınca ise sistemi ve
ardında duran gerçekleri kaçırır. Dolayısıyla
tatlı bir manipülasyondan bahsediyoruz. Bu
soruyu bize sorduranlar neden neden neden
diyerek işin aslına ulaştırma hevesiyle olacak
nasıl sorusunu sordurmayarak sistemsel
düşüncemize engel oluyorlar. Öyleyse birinci
adım şu. Bunu sordurmayarak sistemsel
düşüncemize engel oluyorlar. Öyleyse birinci
adım şu. Neden sorusunu hayatımızdan
çıkartarak yerine nasıl kelimesini ekleyeceğiz?
Bu kelime hem düşüncemizin önündeki
engelleri kaldırdığı gibi bu manada hem de
bize geniş bir perspektifte sistemsel tasarımı
anlama ve kavrama imkanı verecek. Neden
kelimesini nasıl da değiştirdik? Bu değişim bize
bu farkındalığı meydana getirdi. Peki ondan
sonraki kelimemiz ne? O. O kelimesinin yerine
ne koyabiliriz? Gelin bir de ona bakalım. O
istiyor, o söylüyor, onlar biliyor. Şeklinde
başlayan o yani üçüncü tekil şahıs ya da
üçüncü çoğul şahısla kurulan bütün cümleler
sonucunda zihnimize uçuşan kelebeliyetlerle
hangi diyara çıkacağı belli olmayan fikriyata
doğru ileti verir. Fikir yolda eskir, çürür, zaten
asli unsurunu kaybetmiştir. Bu yüzden O'nun
yerine bu kadar uzak olan bir şeyin yerine bir
başka şeyi koymak lazım. Yani bir başkası yakın
olmayan anlamındaki O dönüşerek sen'e
gitmeli. Sen haline dönüştürülmeli. Sen
dediğimizde biraz daha yakındır bu bizim için.
Ama bu biraz daha tekniği öğrenmemizi sağlar.
Hakikat O'yu sen yaptığımız zaman işin
tekniğini öğrenmek daha da kolay olacaktır.
Yani önce senleştirmek soruyor. Nasıl sen
buldun? Sen bunu nasıl buldun? Şeklinde bir
ifademiz olabilir. Şimdi ikinci kelimeyi
değiştirince sen kelimesiyle artık bir tekniği
öğrenmeye yatkın hale gelebiliriz. Ama sen
kelimesinin içinde ben de var. Çünkü soruyu
soran benim. Karşımda durduğu için o kişiye
sen diyebiliyorum. O zaman sende var olanın
en az bir kısmını işe yemeye yarayacak olanları
bensi hale getirebilmek için tabiri caizse
bendeki bir karşılığını oluşturabilmek için bu
sefer seni ben yapmak isteyeceğiz. Tabi bu
süreçe şimdi ne yapacağız? Benzer bir teknik
uygulamak zorunda kalacağız. benzer bir
teknik uygulamak zorunda kalacağız.
Dolayısıyla fikri öne süren insanın fikriyatını,
düşüncesini gerçek manada kavrayabilmek
adına nasıl'a döndüğümüz gibi, o gibi uzaktaki
bir şeyi ortadan kaldırıp yakınlaştırabilmek,
sen diyebilmek, önce o kişiyi ya da o fikri
yakinen tanıma gerekliliği doğuruyor. fikri
yakinen tanıma gerekliliği doğuruyor. Yakinen
tanıyabilmek odaklanmanın yanı sıra serbest
düşüncede önemli bir argüman. Zira serbest
hareket edebilmeniz için çevrenizi tanımanız
gerekiyor. Bir kitabı okurken içindeki diğer
bütün diyaloglarla bir araya getirir şekilde
düşünebilmek ve diğer bütün unsurları bir
arada tutabilmek bu o kelimesinden
kurtulmakla mümkün. Daha işlevsel bir hale
gelmemize vesile oluyor yani. Şimdi o
kelimesini kaldırdık sen ve hatta bene getirdik.
Şimdi gelelim üçüncü kelimemize buldu
kelimesi. Şimdi madem ki nasıl ben kelimesine
döndük o zaman buldu kelimesinin yerine
başka bir şey koymamız lazım ki kendimizi
harekete geçirebilelim. Şimdi de üçüncü
kelimemize geçiyoruz buldu kelimesinin yerine
şimdi ne koyabiliriz ona bakalım. Buldu
kelimesinin yerine şimdi madem ki birinci tekil
şahısa geldik, bu durumda bulabilirimle
değiştirmemiz lazım. Yani ben nasıl
bulabilirim? Burada teknik unsurlardan bir
sonraki süreç artık varlığın kendisiyle ilgili. Var
olan varlık içindir. Varlık oldukça dili geçmiş
zaman hep bizi kitleyiverir. Dolayısıyla başkası
bunu nasıl yaptı demek yerine ben bunu nasıl
yapabilirim, ben bunu nasıl çözebilirim
sorusunu kendimize daha rahat sormamız
lazım. İnsan hayatındaki düşüncenin en
gelişme noktasına ulaşacağımız en önemli
tekniklerden bir tanesi soru sormayı iyi
bilmekten geçiyor. Soru sorabilmek ise içinde
pek çok problemli yapımızı çözmeye yardımcı
oluyor. Kıskançlıktan kurtulabilmek için ise
insan günün sonunda yeni bir şeye ulaşamaz.
En fazla ulaşabileceği şey başkasının yaptığı
yanlışlardır. Ama zaman zaman da bunun bize
doğru bir şey olduğunu ne yazık ki
öğretiverdiler. Başkalarının yaptığı hataları
bularak en doğrusuna ulaşmak. Hakikat varlık
dedik ya varlık içindir. Sizde var olan yeniliğin
bir başka varlığın hatalarını görerek ona
ulaşması tam da mümkün görünmüyor. Çünkü
kelebekler neden rüzgarda uçamıyor sorusuna
karşılık kuşlar meydana gelmemiştir. Her
birisinin ayrı özellikleri vardır. Ama hakikatte
ikisinin de kanadı olduğunu görüp ikisine de
uçuyor zaten diyebilirsiniz. Ne kuşun kelebekle
ne de kelebeğin rüzgarla bu noktada bir
kavgası yoktur. Yani kelebekler rüzgarlara
kuşların uçmasına benimse uçmamama vesile
oluyorsun demezler. Her birisi o varlığın
içerisindeki gereksinim koşullarını bulmaya
gayret ederler. O zaman doğru sorumuzu
bulduk. Hem kıskançlıktan kurtulabilmek
vesilesiyle hem de önümüze engel olabilecek,
bulunamayacak ya da bulunabilecek cevaplarla
önümüze yeni setler çekilmesini engellemek
niyetiyle. Gelin şimdi bu doğru soru tipine bir
bakalım ve o soru tipi bizde ne işe yarayacak
onu bir görelim. Doğru sorumuza ulaştık.
Neden o buldu sorusundan yola çıktık. Nasıl
bulabilirim sorusuna geliverdik. Şimdi bu
doğru bir soru tipi. Yola çıktık, nasıl bulabilirim
sorusuna geliverdik. Şimdi bu doğru bir soru
tipi. Bu saatten sonra neye odaklanmamız
gerektiğini iyi biliyoruz. Çünkü etrafımızda var
olan kişisel özelliklerden sıyrıldık, sistemsel
olarak bakmaya gayret ettik. Bir başka insanın
bunları bulurken kullandığı teknikleri
öğreniverdik. Yanlışlara takılmadık çünkü o
yanlışlar o tekniği doğurdu. Tekniğin içindeki
hatalar yeni bir tekniği doğurmaya ise vesile
olmayacağı bilinciyle en doğrusuna gitmeye
niyet ettik. Odaklanma ve serbestliğe
yönündeki ana engellerden biri olan kıskançlığı
da bertaraf ediverdik. Hayatımızın her
aşamasında bizlere doğru sorup sormadığımızı
netleştiren kalıp bu. Eğer bir şeye dönüp
neden sorusuyla sorarsanız, her seferinde bir
camın arkasına tıkarsınız kendinizi. Ama nasıl
sorusunu sorduğunuzda artık elinizde bir ayna
vardır ve aynada görünen kendiniz olabilirsiniz.
Kendi hatalarınızla uğraşır, kendi tekniğinizi
bulurken başka teknik sahiplerinden de
rahatça fikir alabilecek hale gelirsiniz. Dünya
tarihinde kıskanç olan hiçbir isim başarılı bir
düşünce adamı olamadı. Olamayacağı da
kesin. İşte bu noktada en önemli
argümanlardan birisi yaşam biçimindeki soru
tekniğini değiştirmekten geçiyor. Bu tekniği
geliştirdiğimizde iki önemli kazanım elde
edeceğimizden bahsetmiştim. Biri odaklanma,
diğeri ise serbest düşünce. Şimdi gelelim bu iki
kavramın nasıl uygulanacağına ve nasıl hayat
bulacağına. Şu ana kadar hem odaklanmanın
hem de serbest düşüncenin önündeki en
büyük engellerden biri olan kıskançlıktan
bahsettik. Kıskançlık duygusunun ortadan
kaldırılabilmesi için önce gereken doğru tip,
soru tipinden bahsettik. Bu soru tipinin insanın
düşünce ve hayat biçimini değiştirmesine
adına önemli bir adım atmış olduk. Hakikat,
odaklanma gözlerde sonuç bulan bir işlev.
Odaklanma aslında insanın öncelikle
zihnindeki duyulardan başlıyor. Bir şeyi doğru
duyabilmekle başlıyor her şey. İletişiminin de
ana noktasını aslında bu oluşturuyor. Bizler
odaklanma konusunda sıkıntılar yaşadığımızı
hep söyleriz ve hep duyarız. Çünkü
odaklanmayı gözler, gözlükler, camlar,
çerçevelerle ilişkili olduğunu zannederiz.
Hakikatse 5 ayrı duyumuzun en azından fiziksel
olarak bilinen bu duyularımızın sonucu olan
gözü en başa koyunca diğerleri hakkında
yapılmış olan ciddi hatalar bizleri odaklanma
konusunda gerçekten ne olması gerektiğinden
uzaklaştırıveriyor. Bir şeye odaklanabilmek için
önce ona dokunduğunuzda ne hissedeceğinizi
bilmeniz gerekir. O şeyin kokusunun ne
olduğunu düşünmeniz gerekir. Rengi aklınızda
canlandırmanız gerekir. Şayet o konuşsaydı, ses
verseydi, nasıl bir ses olurdu demelisiniz.
Aslında odaklanma, konuyu biraz daha
insanileştirmek üzerinedir. Örneğin, domates
hakkında bir fikir üretmeye çalışıyorsunuz.
Yahut yeni bir yazılım ya da çalıştığınız iş
yerinde yeni bir fikir üretme gayreti. Öncelikle
onu maddesel boyuta taşıyor olmanız lazım.
Şayet bu fikrim bir şeye benzeyecek olsaydı o
şey nasıl bir şey olurdu? Kübemi benzerdi,
rengini olurdu, kokusu, dokusu nasıl olurdu?
Fikrinizi böyle cisimleştirip aklınıza kazıdıktan
sonra, bazen bunu yapmak çok daha uzun
sürebilir, ama hakikat onun karakteri
bürümeden evvel gözlerinizle artık konunun
gerekliliğine odaklanmanız çok daha kolay
olacaktır. Odaklanma konusu bu noktada çok
basittir. Temel mesele hayal dünyanızla alakalı.
Bu hayal dünyasının önündeki en büyük
engelse bahsettiğimiz üzere kıskançlık. Odak
noktası artık karşınızda bir şahsiyete bürünmüş
olan bir fikir olduğu için masada karşınızda
yanınızda oturan biri haline dönüşür. Size bunu
doğru bunu yanlış yaptın demeye başlar. Bu
zaman zaman insanın zihninde o kadar kalıcı
bir hale gelir ki yazarılmış olmanız ve konuyu
tamamen karakterize etmeniz gereklidir.
Odaklanmanın yanında serbest fikriyat oldukça
önemli demiştik. Serbest fikriyat insan
hayatındaki önemli konulardan birisi. Zira
ürettiğimiz düşüncenin, ürünün ya da herhangi
bir şeyin çok daha farklı bir şekilde
olabileceğini düşünmek önce serbestliğe
alakalı. Serbestliğe ise bir ok atma olayında
yaşananlarla neredeyse birebir aynı
denilebilecek seviyede. Yay olabildiğince
gergin olmalı okun uzağa gidebilme
mesafesine göre. Ama hakikat ellerinize
sağlanan bu gerginlik yanında o oku bırakacak
olan yayı da rahatlıkla serbestçe bırakabilir
durumda olmalısınız. Serbestçe bırakabilmek
için önce serbestçe tutabiliyor olmanız lazım.
Önce serbestçe tutabiliyor olmanız lazım.
Herhangi birisi onu sizin elinizden almaya
kalksa gücünüzü ondan alamaz. Ama siz
onunla bir şey yapmak istediğinizde rahatça
elinizden atabilecek durumda olmalısınız. Buna
serbest fikriyat diyoruz. Kişinin kendine özgü
mutlak bir özelliği olduğunu keşfiyle beraber
gelişen bir durum bu. Kıskançlığın önündeki en
büyük engel olan başkasını da ortadan kaldıran
bir figür. Kendi iç dünyamızda var olan her
birimize ait ayrı bir özelliğin mutlak surette
olduğu bilinciyle hareketi gerektiriyor bu
serbestliğe. Ben nasıl yapabilirim sorusunun
içerisindeki benliğin gerçekten varlığın içindeki
gereksinimlerle karşılaştırıldığında daha da
netleşeceği bir durum bu. Kendinizi serbest
bırakabilmek, odaklanma esasında
kullandığınız bütün organlarınızın bu sefer
yerlerini değiştirmekte söz konusu. Yani biraz
önce karakterize ettiğiniz o şahsiyet var ya bu
sefer bu şahıs benim tasarladığım gibi ne
bileyim güzel kokan birisi değil de çirkin kokan
bir materyali olsa nasıl olurdu diyerek
başlamalıyız yolculuğa. Dolayısıyla
oluşturduğumuz fikrin yanılsamalarını
görebilmek adına serbestliğe oldukça önemli.
Serbest düşünebilmek, uçarı kaçarı konuşmak
ya da uçsuz bucek bunun antitezinin varlığını
daha oluşum esasında kendimizce oluşturma
gayretinden yola çıkıyoruz. Yani
odaklandığımız şeyin düşmanını da kendimiz
oluşturmalıyız. Onu ortadan kaldırabilecek fikir
ne olabilir? Onu netliğe kavuşturmak bu
serbest düşünceyle mümkün. Her ikisi bir
araya geldiğinde ki gelebilmesi için kıskançlığın
ortada kalmış olması gerekiyor, artık düşünce
dünyamızda daha net ve daha geniş bir
perspektifle odaklanmış ve serbest düşüncesi
belli olan bir fikriyatın temelleri atılmış oluyor.
hayatın temelleri atılmış oluyor. Hakikat o ki,
kıskançlık hem odaklanmamıza hem de
serbestçe düşünmecemize engel. Bir yandan
düşünce dünyamızdaki eksiklikler sebebiyle
kısmi körlükler yaşarken, bir yandan da bu
kıskançlığın getirdiği kötü haller sebebiyle
yarım bir bastonla yol aramaya değer mi?
İnsanoğlu düşünce dünyasında ilerlerken her
seferinde ahlakı sorguladı ve bu sorgu esasında
kıskançlığı her zaman kötü olarak bildi. Hakikat
bu noktadaki çözümler sadece bunlarla yeterli
değil. Daha fazlasına ihtiyaç var elbette. Ancak
bir de bu pencereden kendimize bir kez daha
bakmamız gerekliliğini söylemek zorundayız.
Düşünce teorisi işte bu manada kendimizi
seyretmek, kendimizi fark etmek için bir
gereklilik. Öncelikse hatalardan başlıyor.
Efendim söz burada bitti. Ödev linkte yer
alıyor. Yapmanız gerekiyor ödevinizi. İlerliyoruz
ve devam ediyoruz inşallah daha sağlıklı,
sıhhatli, daha iyi videolarda, daha iyi
içeriklerle, her hafta yeniden sizlerle bu
dersleri devam ettirmek niyetiyle. Maillerinizi
okuyorum merak etmeyin biraz geriden de
geliyor olsam hepsine tek tek bakmaktayım.
Haftaya inşallah görüşmek üzere. Bu haftalık
bu kadar. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce teorisine giriş geçtik. Düşünce teorisi


kitapta yazmaz derslerine tekrardan hoş
geldiniz. Uzun bir ara vermiştik. Bunun için
abonelerimizden özür dilemek zorundayım
tekrardan. Pek çok sebep var. Biliyorsunuz
sağlık şuydu buydu derken inşallah yeniden
başlıyoruz. Yüz yüze yapmakta biraz daha
fayda var. Yine aralarda söylediğim cümleleri
montajla vesaire araya koyacak kardeşlerimiz
arkadaşlarımız. Dolayısıyla oradan da takip
ediyor olacaksınız. Kaldığımız yerden devam
ediyoruz. İkinci kısma geçmiştik. Düşünce
teorisi bölümünün üçüncü dersindeyiz. Ve bu
dersimizde düşüncenin en önemli engellerini
konuşuyoruz ya. Engel kısımları aşmak için
isyandan bahsedeceğiz, isyan etmekten. En
başta şunu söylememde fayda var. Bir şeyi
kabullenmeyi ilke haline getiren herkes başka
bir şey yapmaya zaman bulamaz. İşte bu
yüzden isyan etmek bizi isyana götüren pek
çok sebep olmasına rağmen ve olabilirliği
hayatımız boyunca da olacakken her zaman
önümüze kendi kendimize koyduğumuz bir
engeldir. Tabi burada soru işareti şu. Abi bu
kadar başımıza gelen şeyler sonucunda hiç mi
isyan etmeyelim diyeceksiniz elbette. Ama bu
dersimizde o isyankar tavrımızın aslında
isyanla değil bir başka algılama biçimiyle
zihnimizle kalbimizle kuracağımız bir ilişkiyle
atlatabilmeyi öğrenmeye çalışacağız. Çünkü
isyan her ne kadar isyankarların iddia ettiği gibi
bağırmak, harekete geçmek, sokaklara
dökülmek veya oturduğunuz yerden klavyenin
üzerinde insanları bir sürü şeyler yazmak gibi
gelse de aslında zihnin alt tabanında
kabullenmeyi değil üstüne basıp geçmeyi
istememe halidir. Çünkü bütün isyan eden
insanların hayatlarına bir bakarsanız, onların
bir şeyi değiştirmek için verdiği çaba ve bu
çaba için harcadıkları zamanın aslında oldukça
uzun olduğunu ve bu süre boyunca da zihin
dünyalarını bir şeye odakladıkları için pek çok
şeyi kaçırdıklarını görürüz. Peki bu durumda
farklı bir ibare kullandığımız için isyanın
kavramsal olarak ne olduğunu ele alalım. İsyan
aslında bir şeyin önünde durmaktır. Bir şeyin
sizin önünüzde durup sizi engellemesi değildir.
Çünkü sizi isyana götüren her ne varsa ne
bileyim yeni çıkan bir kanun, yeni çıkan bir
mevzuat, okulunuzda yeni getirilmiş bir kural,
iş hayatında, spor hayatında her ne mesleği
yapıyorsanız önünüzde bir şey çıkar. Ama
birileri bunu aslında sizin önünüze çıkarmak
için yapmazlar. Siz onun önüne gelip orada
durduğunuzda bundan elbette çok mutlu
olurlar. Sonuçta bunu yapanlar gerçekten
bunun üstesinden gelmek isteyenleri
engellemek istiyorlarsa en çok istedikleri
şeylerden biri olur. Kurdukları duvarın arkasına
geçmeyip orada bekleyip hadi bu duvar yıkılsın
diye bağıran insanlardan da tabiri caizse haz
duyarlar. Çünkü isyan edenler genellikle
isyankar bir düşünce biçimine gittikçe sarılırlar.
Sonra yanlarına aynı isyan düşüncesinde diğer
insanlar gelir. Kol kola girerler ve bir duvara
karşı bağırmaya çarparlar. Evet içinizden
kimileri şunu diyebilir. Tarihte kimi isyanlar
vardır ki onların karşısında duvarlar, engeller
kalmamış, yıkıp parçalayıp geçmişlerdir. Ama
temel soru şudur. İyi bir düşünce adamı o
duvarı kırmaya mı uğraşır yoksa o duvarı
kullanmayı becerebilir mi? Evet tam da bundan
bahsetmek istiyoruz. istiyoruz. Önümüzde
çekilmiş olan bu setin önünde oturup bağırıp
çağırmaktansa bunun üstüne basıp geçmek
mümkün mü? Bunun için düşünce teorisinde 3
temel kuraldan bahsedebilirim. Bunlardan bir
tanesi adil olmak. Yani şu, karşımıza çıkartılmış
olan bu engel her neyse gerçekten olması
gereken bir engel miydi? Yoksa gerçekten
olması gerekeni engellemek için miydi? Bunu
belirledikten sonra ikinci adım şu. Kendi
hatalarını gözden geçiren bir adam olmak
oldukça önemli. gözden geçiren bir adam
olmak oldukça önemli. Çünkü kimi zaman
isyan eden insanlar bir müddet sonra kendi
hatalarını da ortaya koyarak isyana sebep olan
seti kuranın tam da istediği şeyi yapmaya
başlarlar. Yani kırıp parçalamaya. Halbuki
başka bir şeye zarar vermek bir suçtur ve
insanları isyana sevk edenler günün sonunda
bu suçun işlenmesini ya da insanları sinip o
istenilen şeyi yapabilir hale gelmesini isterler.
Dolayısıyla burada üçüncü kural devreye girer.
Nedensellikten vazgeçmek. Yani neden bu
kuralı koydunuz? Bizi bu isyanı neden
sürüklediniz diye bir soruyu sormak çok da
doğru bir şey değildir ve zaman kaybıdır. Oysa
ki tüm isyancılar en az isyan ettirenler kadar
günü geldiğinde kötülüğe bulaşabilirler ki bu
da istenen şeydir. O yüzden biz burada
bambaşka bir ki bu da istenen şeydir. O yüzden
biz burada bambaşka bir açıya götürmeye
çalışacağız sizi ve şöyle diyeceğiz. İsyancılardan
olmayın, değiştirenlerden olun. Çünkü
değiştirenler isyan etmezler ama dikkat
kabullenmezler de. Dikkat kabullenmezlerdi.
Yani bunu bu seti bu engeli kabul ettikleri için
isyandan vazgeçtikleri için sindirilmiş
toplumlar haline topluluklaryet ettikleri andan
itibaren bu engeli basamak haline
getirenlerdir. O zaman sorumuz şu olmalı. Bu
engeli nasıl olur da basamak haline
getirebilirse belki çok yüksek bir engelse.
Bunun için öncelikle yapmamız gereken şey
şöyle ifade edilebilir. basamak haline
getirebilirse belki çok yüksek bir engelse.
Bunun için öncelikle yapmamız gereken şey
şöyle ifade edilebilir. Bu engeli neden oraya
koyduklarına odaklanmamız lazım. Nasıl
koydukları önemli değil dedim ya. Nedensellik
önemli değildir ama önemli olan şey şudur. Bu
engeli neden oraya koydular? Ama önemli olan
şey şudur. Bu engeli neden oraya koydular? Bu
nedeni belirlediğimiz andan itibaren yola şöyle
devam edeceğiz. Zayıf bir noktamız var ve o
zayıf noktamızı hedef alıyorlar. Bu zayıf
noktamızı belirledikten sonra yapacağımız iş
ise iki kısımdır. Ya bu noktayı güçlendireceğiz
ya da bu noktayı önemsiz hale getireceğiz.
Şöyle bir örnekle konuyu anlamaya çalışalım.
Diyelim ki bir okulda okuyorsunuz, basketbol
oynamayı düşünce hayatınızda bir yere
koymuşsunuz ve gerçekten iyi bir basketbolcu
olmak istiyorsunuz. Ve günlerden bir gün okul
müdürünüz ya da öğretmeniniz oynamak
istediğiniz basketbol oyunundan ötürü tuttu o
spor salonunu kitleyiverdi. Bu kitlediği andan
itibaren siz de spor salonunun kapısına gidip
bağırmaya başlayabilirsiniz. Dilekçeler
yazmaya başlayabilirsiniz ve bunun karşılığında
her seferinde sizin önünüzdeki erkin kendinde
var olan mevzuat geri ya da başka bir sebeple
ortaya koyacağı her türlü done, her türlü
argüman sizin o kapıyı açtırmanıza daha da
engel olduğu gibi sizi daha da engel olduğu gibi
sizi daha da içinden çıkılmaz bir hale gelecektir.
O zaman şunu bir düşünelim. Bu müdür veya
bu öğretmen ne oldu da bizim basketbol
sahasında basket antrenmanı yapmamızı engel
oldu? Önce bunun bir nedenini bulalım.
Nedenler iki tane olabilir. Birinci neden sen
gerçekten iyi bir basketbolcu olamayacaksındır
veya çok iyi bir basketbolcu olup da matematik
gibi, fen gibi, kimya gibi diğer derslerine önem
vermeyeceğine inanmışlardır. Bu nedeni
belirledikten sonra şunu görmüş oluruz. Onlar
bizim şu zayıf noktamızı görmüşler. Basket
oynamamızı engelleyerek bizim diğer
derslerdeki başarımızın artacağına inanmışlar.
Bunu görmüşler. O zaman bu zayıf noktanın
önce güçlendirilmesini ortaya koymamız lazım.
Ama bir şey daha söyledik unutmayın. Bu
noktanın önce güçlendirilmesini ortaya
koymamız lazım. Ama bir şey daha söyledik
unutmayın. Bu noktayı önemsiz halede
getirmemiz lazım. O da nasıl olacak? Şöyle.
Bizler o andan itibaren fizik, kimya, matematik
ya da diğer hangi derslerimiz zayıfsa dönüp o
derslerde birer ikişer saat daha fazla ders
çalışmaya başlar. O çalıştığımız derslerdeki
puanlarımızı beşer onar arttırabilirsek ve aynı
zamanda çok önemli olarak gördüğümüz
antrenman sahamızı önemsiz hale getirip
basketbolu tam da okulumuzun karşısındaki
boş sahada oynamaya başlarsak pencereden
bakan öğretmenler isyan etmeyen ama
engelleri bir basamak olarak kullanabilecek bir
çocuğu seyredeceklerdir. Ve şöyle
göreceklerdir. Çocuğun basketbol sahasını
kapattık ama basketbol sahasının olmayışı onu
bu düşünceden alıkoymadı. Onun derslerinin
kötü olacağını düşündük ama dersleri kötü
olmadı. İşte güçlendirmeye başladığımız bu
nokta bu sefer karşımızdaki güvenliğin, erkin,
müdürün, öğretmenin şu sözü söylemesiyle
sonuçlanacaktır. Arkadaşlar mecburuz ya gidip
bu çocuğa basket sahasını açacağız ya da bu
çocuk karşı tarafa geçip bu basket sahasında
oyun oynarken hele ki başarısız olduğunu iddia
ettiğimiz noktalarda başarıyı da yakalamışsa
bu saatten sonra bu okulda daha fazla
basketbol oynayan çocuk gündeme gelecektir.
Hayatımızın her aşamasında bizden istenense
şudur. Kapının önünde dursun, her teneffüs
bağırmaya başlasın, dersleri daha kötü olsun ki
bizler öğrencilere şunu söyleyebilirim.
Çocuklar gördünüz mü? Hayatını sadece
basketbol oynamaya adamış insanlar onların
karşısına engelleri aşan düşünce adamları
arasındaki temel farklılık da budur. Düşünce
adamı sokaklarda değildir. Sokakları
ayaklarının altında birer gereklilik olarak
kullanabilen insan tipidir. Bir dahaki sefere bir
başka şeyi konuşmaya devam edeceğiz. Bizden
ayrılmayın. İyi düşünceler."}

Düşünce teorisini derslerinden dördüncüsüne


hoş geldiniz. Kaldığımız yerden devam
ediyoruz. Geçtiğimiz hafta sizlerle beraber
isyanı incelemiştik. Ve bu isyanın insan
hayatının düşünme biçimindeki etkilerinden
konuşmuştuk. Şimdi her şeyi üst üste koyarak
gidiyorsak madem isyan eden her adam tipi ya
da yapının günün sonunda bu manipülatif yapı
gereğince geldiği bir yer var. O da yalan. yalan.
Yani insanlar sürekli bir şeylere karşı
çıktıklarında ve bu karşı çıkış biçimlerini
hayatlarının merkezine koyduklarında ve artık
vazgeçilmez bir tutku haline dönüştüğünde bir
zaman sonra ufak ufak yalan söylemeye
başlarlar. Veya isyan etmiyor olsalar bile yalan
onların hayatlarında bir yere oturmuş olabilir.
Kimi zaman buna beyaz yalanlar, pembe
yalanlar, maviler, griler gibi renk isimleri
veriyorlar. Ama işin nihayetinde yalan gerçek
anlamda bizim hayatımızın kendi yaşam
biçimimizi zaten alt üst eden bir şey. Kendi
yaşam biçimimizi zaten alt üst eden bir şey.
Ama bir düşünce adamı için yalan söylemek
nedir? Ve yalan söyleyen bir insanın düşünce
yapısı nasıl değişir? Bugünkü dersimizde bunu
inceliyor olacağız. Şimdi şöyle ifade etmemde
fayda var en başta. Yalan düşüncenin en büyük
engellerinden biridir. Zaten düşünce teorisi
diyerek geçtiğimiz bu ikinci safhada özellikle
düşüncelerimizin önünde engel teşkil eden asli
problemlerimizden bahsediyoruz ki bunlardan
biri de yalan söylemek. Şimdi insanlar bir
şeyleri başarmak adına zaman zaman yalan
söyleyebilirler. Ama bu başarmak dediğimiz
şey bazen bir şeyi satmak için ya da bir şeyi
satın alırken daha ucuza satın alabilmek için,
başkalarını kandırıp kendini daha iyi
gösterebilmek adına başarı kelimesinin
karşılığında konulmuş bir şeyse, eski bir
yöntem olarak tarih boyunca uygulanmıştır.
Ama bu ziyadesiyle değişmek için gerekli olan
koşulları değiştirmek adına gerçekten işe yarıp
yaramadığı tartışmalı bir konudur. Çünkü
gerçekten düşünen bir adam kendisi
düşünerek değiştikçe değiştirendir. Ancak
başarıyı merkeze koymuş bir adamın
düşüncelerinden çok yalan söyleyerek
başkalarını kandırıyor olması eski bir yöntemin
hayatın içinde değişmek için karşısındakini
değiştirme çabasıdır. Yani örneğin bir şey
satıyorsunuz. İyi bir kalem olduğuna dair yalan
söylüyorsunuz. Kalemin gerçekten çok da
kaliteli olmadığını iyi biliyorsunuz. Ama yalan
söyleyerek onu satmanın başarı olduğunu
görüyorsunuz. Çünkü karşınızdakinin fikrini
değiştirmek istiyorsunuz. Adamı zaten böyle
bir kalemi satmaktansa kaliteli bir kalemi
satmak için uğraştığından önce daha ucuza mal
edebileceği daha kaliteli bir kalemi üretmeye
çalışıyor. Bu yüzden değiştikçe değişmiş oluyor.
O zaman bu örneklemle yalanın gerçekte ne
demek olduğunu iyice anlamamız lazım. Çünkü
gerçekten olmayan bir şeyin doğru ve gerçek
olduğuna inanmaya yalan söylemek yalan
diyoruz. Çünkü yalan söylemek şöyle bir
durum var. Bir şeyin yalan olmadığına
inanmadıkça gerçek bir yalancı olamıyorsunuz.
Burada hep bir paradokstan bahsedilir.
Hatırlarsınız iyi yalancı ne demektir diye.
Çünkü iyi yalancı dediğiniz şey yalanı ortaya
çıkmayan adamdır. Çıkmadıysa ona yalancı
denilemez diye bir tabir kullanılır. Ama burada
hep atladıkları bir şey var. DTG 1'in 1.
bölümlerinde ayrıştırmaları iyi hatırlarsanız
şuna dikkat etmemiz gerektiğini fark
edeceksiniz. O artık yalan söylediğine
inanmadığı için söylediklerini gerçeklik
aşamalarıyla ifade etmeye çalışıyor. O zaman
soru şu. Beynimizde yalan söylediğimizde neler
oluyor ve bu yalanına inanma süreci iyi
anlayabilirsek bir düşünce adamı olma yolunda
ilerlerken yalan söylemenin bize vereceği
zararı daha iyi kavramış olabiliriz. Şimdi bizim
beynimizde doğru olarak kodlanmış ve
desteklenmiş herhangi bir şeyin nöron yolu
vardır. Yani şöyle ifade edelim. Örneğin su.
Desteklenmiş herhangi bir şeyin nöron yolu
vardır. Yani şöyle ifade edelim. Örneğin su. Su
kaç derecede kaynadığını biliyoruz? 100
derecede. Ya da daha duygusal bir şeyden
bahsedebiliriz. Aile bireyi olmak, bir aile
bütünlüğü yaşamak güzel bir şeydir. Şimdi bu
bizim beynimizde doğru olarak kodlanmıştır.
Gerek içeriden zaten duygularımız anne
sevgisi, baba sevgisi, kardeş sevgisi
gelmektedir. Bir de etrafımızdan gelen bilgiler
aile birliğinin ne kadar güzel bir şey olduğunu
hep bize empoze ederler ya ki bugün günlerde
biraz durum değişiyor ama nihayetinde
içeriden ve dışarıdan birbiriyle çelişmeyen
bilgiler aklımızda, beynimizde doğru bir şekilde
kodlanarak bir nöron yolu oluşturuyor. Yani bir
akım tablosu. Baştan sona kadar bilgi doğru bir
şekilde akıyor. Eğer yalan söylemeye
başlarsanız tabi böyle adamlar yalan
söyleyemiyorlar çünkü o doğru akımları
kullanıyorlar ama eğer yeni bir şey söylemeye
kalkarsanız örneğin tekrar aynı yoldan çıkalım
dediniz ki aile bireyi olmak berbat bir şeydir.
Ne demek ya anne olmak baba olmak çocuk
olmak berbat bir şeydir. Ne demek ya? Anne
olmak, baba olmak, çocuk olmak berbat bir
şeydir. Annenizi unutmanız daha doğrudur.
Babanızdan nefret etmeniz harika bir şeydir.
Kendi bireysel yolculuğunuzda anne ve baba
en büyük engeldir. Şimdi burada karşımıza
şöyle bir beyin hareketi çıkıyor. Yeni bir sistem
kurmaya kalkıyorsunuz ve bu sistemde eğer
gerçek bir destek bulamazsanız içeriden ve
dışarıdan. Çünkü bir yol vardı, şimdi başka bir
nöron yolunu kullanır ya da bir başka nöron
yolu oluşturur. Yalan söylediğimiz her anda
yeni bir nöron yolu oluşturmaya beynimiz
muhtaçtır. Çünkü beyin kendi organı olarak
yalan söylemeyi becerebilecek bir yapısı
yoktur. Doğrular vardır ona göre. A
noktasından B noktasına iletim gidiyor. Bu
sefer birisi geldi kendi içinizden veya A
noktasından yola çıkıyorsunuz. Aileyi
konuşuyorsunuz ama C noktasına gitmek
istiyorsunuz. Ailenin kötü bir şey olduğunu
düşünüp bunu insanlara yaymak istiyorsunuz.
O zaman yalan söyleyeceksiniz. Bu yalan için
yeni bir hat kuruyorsunuz. Peki bu hat ne işe
yarıyor biliyor musunuz? nöron yolları
ekseriyetiyle gittikçe artmaya başlarsa beyinle
amigdala arasındaki denge bozulmaya başlıyor.
Bu dengenin bozulması ise şu anlama geliyor.
Bir ampule giden hatlardan farklı şekillerde
giden hatlar süreç içerisinde arttırılmaya
başladığında bir aptallaşma süreci başlıyoruz.
Bu aptallaşma süreci yalancı bir adamın günün
sonunda karşılaşacağı haldir. Çünkü bu
aptallaşmanın ardından dengesiz ve ani
kararlar almaya başlamaya mecbur kalırsınız.
Birisine yalan söylediniz döndünüz. Bir
başkasına yalan söylediniz onunla bunun
çelişmemesi gerekiyor. Bununla çelişmemesi
gerekiyor derken size bugüne kadar şöyle bir
şey söylenmiş olabilir. Sürekli yalan söyleyen
insanlar bunu sürekli kontrol ettikleri için çok
akıllı adamlar da diyebilirsiniz. Hayır. Bu
adamların amigdala ile beynin lopları
arasındaki orta lop ve ön lop arasındaki denge
bozulduğu için ne yazık ki bütün yalancıların IQ
seviyeleri düşüktür. Zaman içerisinde
gözlerinde dikkat dağınıklığı başlar.
Kulaklarında duydukları şeyleri net olarak
duyamamaya ya da duyduklarını
ayrıştıramamaya başlarlar. Burunlarında
gerçekten reseptör kayıpları ve hislerinde
büyük eksilmeler olur. Ekseriyetle çok fazla
yalan söyleyen insanların yemeklerden
aldıkları lezzetlerin düştüğünü artık bilim
adamları da söylemeye başladılar. Peki bu hep
böyle mi gidiyor? Hayır. Bazen yalancılara birisi
destek veriyor. Evet diyor adam doğru
söylüyor. Annenin ve babanın olmadığı bir
toplumda ya da anneden babadan biyolojik
olayda olsanız da bunun reddedildiği bir
toplumda yükselen bireylerle daha iyi bir yapı
kurabiliriz. Doğru söylüyor diyerek etraftan bir
destek almaya başladığınız zaman bu kez ise
insanda hipotalamus güçlenmeye başlıyor.
Hipotalamus güçlenmeye başladığı andainden
fazla büyüme eğilimi gösterdiği için
çocukluğumuza geri dönüyoruz. Yani dışarıdan
desteklenerek yalancılığına güçlü bir şekilde
devam eden insan tipi alkyol seviyesinden
büyük kayıplara uğramakta kalmıyor.
Çocukluğuna dönmeye başlayarak daha hırçın,
daha ağlak, daha kavgacı, daha tepkisel bir
hale dönüşebiliyor. Söylediğiniz en ufak yalan
için dahi bu durum değişmiyor. Yani beyninizde
ufak bir nöron başlangıcı, ufak bir dönüşüm
meydana geliyor. Bu doğrultuda devam eden
insanlar içinse tabii ki karşımızda baskıcı ve
garip tiplerin oluşması gayet mümkün ki çok
yüksek egolu insanların çok yalancı
olabileceklerini sakın aklınızdan çıkarmayın.
Çünkü yüksek ego gelişmiş bir hipotalamus
demektir. Haddinden fazla gelişmiş bir
hipotalamus çocuksu hareketlerde
gözlemleniyorsa bu adamın iyi bir yalancı
olduğu anlamına gelebilir. Yalancı olduğu
anlamına gelebilir. Peki ara sıra ya da
yanlışlıkla ya da unutarak farkında olmadan ya
da zaman zaman korkudan ötürü yalan
söyleyebilir mi insan? Evet. Peki bu durumda
düşünce adamı bu yalanlarını bu yanlış
nöronlarının yollarını ortadan kaldırabilir mi?
Evet. Bunun da reçetesi var. Çünkü reçetesi
olmayan hiçbir tespit biliyorsunuz işe yaramaz.
Yalan söylediğiniz kişiye gidip en başta bunu
itiraf etmelisiniz ki beyninizde bir şok olsun.
Evet, bir yalan söylemiştim. O gün sana
otobüsü kaçırdığım için geç kaldığımı
söylemiştim ama aslında otobüsü
kaçırmamıştım. O gün başka bir arkadaşımla
buluşmaya karar vermiştim demek
zorundasınız. Diyelim ki yalan söylediğiniz
kişiye artık ulaşacak durumda değilsiniz. Bu
durumda bunu bir kağıda yazmalı ve bunu
kendinize itiraf etmelisiniz. Diyelim ki
toplumlara bu noktada büyük yalanlar
söylediniz. Tabi bunu söyledim baya zor bir
şey. O toplumun önüne çıkarak doğrusunu
çokça anlatmaya başlamalısınız. Çünkü
düşünce adamının hayatında yalan zihinsel
olarak ve biyolojik olarak çok büyük bir
engeldir. Bugün bu engeli nasıl
atlatabileceğimizi ve sebeplerimizi
konuştuk.ihinsel olarak ve biyolojik olarak çok
büyük bir engeldir. Bugün bu engeli nasıl
atlatabileceğimizi ve sebeplerimizi konuştuk.
Yalan düşünmeyen aptalların en lezzetli
yiyeceğidir. Ancak yerler yerler doymak da
bilmezler. Günün birinde bir yerde
patlayıverirler. Sadece yatsıya kadar mum
yanmıyor. Aynı zamanda vücudun
fonksiyonları da bozulmaya başlıyor. Geçen
derste alakalı olarak testleri sormuşsunuz.
Hem o testlerimiz hem de bu derste ilgili olan
testlerimiz bu kez farklı bir platform üzerinden
size ulaşacağı ve farklı bir biçimde ulaşacağı
için onların hazırlıklarını tamamlamaya
çalışıyoruz. Yalansız, dolansız, iyi düşünen
adamlar olmak dileriyle. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce teorisinin 5. dersinden herkese
selamlar. Bu hafta önemsememek üzerindeki
düşünce ile alakalı konunun üzerinden gidiyor
olacağız. Çünkü bir düşünce uğrunda önemli
olan bir iş, görev yahut olayı neden
önemsemediğimiz oldukça önemli bir konudur.
Düşünce adamının yetişme biçiminde yaptığı
işe odaklanırken bunu önemli olarak kabul
etmesi oldukça nitelikli bir unsur. Zira biz
genellikle düşünce insanlarının yetişme
süreçlerinde kendilerine verilmiş bir iş ya da
kendi düşüncelerini geliştirirken bunları
oldukça önemsediklerini görüyoruz. Tarih
sahnesi boyunca insanların bu önemseme
konusundaki ilgi ve alakaları da zaman zaman
pek çok ilim dalında dikkat çekici bir unsur
olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi dolayısıyla önce
gençlerimizin de sıkça sorduğu bir soruyu
cevaplamış olalım. Bir diğer taraftan konudaki
önemsememenin nasıl oluştuğu sürecini
anlayarak bunu tersine çevirme gayretini nasıl
ortaya koyabiliriz ona bakalım. Önem nedir?
Önce buradan başlamakta fayda var. Önem,
öne alınması gereken yahut önünüze gelen bir
işin yapılması için gereken çabaya denir.
Dolayısıyla bazen bir şeyin öne alınması
gerektiğini siz belirlersiniz yahut yapılan
işlemler boyunca önünüze otomatik olarak bir
şey çıkmaktadır. Bu oluşan ya da gerekli olan
durum içindeki iş yapılmakla zorunlu olan bir
iştir. Dolayısıyla burada bir çaba göstermek
gerekiyor ya. İşte bu çabaya önem diyoruz.
Önem göstermek ise bundan biraz daha detaylı
bir ayrılma sahip. O da şu, eğer bir şeye önem
göstermiyorsanız gereken çabanın verilmemesi
ya da bu konudaki önemini ne olduğunu
bilmesi önemli bir şey. Bilmediği anda mı
bunlar oluyor şimdi ona bakalım. Çünkü bir
şeyi neden önemsemediğimiz önemli bir
kavramdır. Şimdi bir, önümüze çıkan bu konu
ya da önümüze çıkması gerektiğini istediğimiz
bu konuya önem vermeme sebebimiz önemli
olduğunu kabul etme işimizdendir. Çünkü
insanoğlunun zihni bir şeyi kabul etmediği
anda onu görmemeye ya da onunla çatışmaya
başlar. Dolayısıyla birinci maddeden şunu
söyleyebiliyoruz. onunla çatışmaya başlar.
Dolayısıyla birinci maddeden şunu
söyleyebiliyoruz. Bizim bir şeyi önemsememe
sebeplerimizin başında bu şeyin önemli
olduğunu kabul etmememiz gerekiyor. İki ise
gereken çabayı göstermek istemeyişimiz. Bu
biraz da tembellikle beraber izah
edebileceğimiz bir konudur. Ama bunun içinde
bu iki ayrı kavramı ayrı ayrı ele alırsak,
bunların sebeplerini anlarsak bir şeyi
önemsemenin nasıl olabileceğini daha iyi
kavrayabiliriz. İş, sonuç itibariyle bir sonraki işi
istesek de istemesek de engellediği gibi
düşünce dünyasının daralmasına sebep oluyor.
Açı için değil ama darlık ve genişlik için önem
vermek klasik önemli bir düşünce algoritması
olarak karşımıza çıkar. Şimdi ne dedik? Bir şeyi
niye önemsemiyormuşuz? Bir dedik, önemli
olduğunu kabul etmiyoruz. Peki, şayet kabul
etmiyorsak şunu söylememiz lazımdır. Biz işin
adımlarını başından itibaren yazmamışız
demektir. Çünkü düşünce adamı herhangi bir
konuda düşünce üretecekse üreteceği
düşüncenin niyetine giden yolların ana
kilometre taşlarını yazmakla mükelleftir. En
azından yazmıyorsa bile bunu kafada yere
dindirmesi gerekir. Ancak kalemle bunu
yapıyor olmanın incelikleri var. Bunu da bir
başka dersimizde ayrıca işleyeceğiz. O yüzden
kalemden ve kağıttan hayatınız boyunca
vazgeçmemenizi tavsiye ederiz. Eğer
yazmamışsanız bir yanlış yapmışsınızdır ve
yazılmamış her adım yapılamayacak adım
olarak kabul edilir. Zihnin kabulü budur.
Dolayısıyla hani dedik ya önemli olduğunu
kabul etme işimiz söz konusu. Bu yüzden önem
vermiyoruz. Önem vermiyoruz. Çünkü
yazmıyoruz. Adımları yazmayınca o bir iş
maddesi olarak karşımızda durmuyor.
Dolayısıyla bunun yazılmamış olmasından çok
yazarak devam etmeye önem göstermeliyiz.
İkinci mesele ise şu, çaba göstermemek. Bu da
önem vermemenin, önemsememenin bir
gereği olarak duruyor ya karşımızda. Bunu da
şöyle ifade etmemiz lazım. Şimdi bizler bir
yerden bir yere taşındığımızı düşünelim.
Eşyalarımızı taşıyoruz. Şimdi buradaki taşınma
esnasında bir şeyin kırılması ya da bozulması
söz konusu olacaktır. Değil mi? Böyle bir şey
mümkündür. Ama bunun temelde sebebi
nedir? Onun bir şekilde doğru bir şekilde
paketlenmemesidir. O paketlenmeyince
taşınma esasında bu kırılacağına dair izleri
zaten bize vermektedir. Bir yerden bir yere
taşınırken herhangi kırılacak bir malzemenin
bir paket altına alınması adım olarak
yazılmayınca önemini kaybeder ve tembellik
edip çaba göstermeyerek bunun
gereksinimlerinden vazgeçmişsek taşınırken
kırılacak bu vazodan zaten vazgeçtiğimiz
anlamını taşır. Ve önemli konu burada şöyle
izah etmekte fayda var ki tembeller neyden
vazgeçtiklerini bilmedikleri için tembeldirler
aslında. Zira tembellik bir şeyi yapmamak
değildir sadece. Neyi yapmadığının da farkında
olmamaktır. O yüzden tembel bir kişiye bunu
neden yapmadın diye sual ettiğinizde size çok
klasik olarak aa hiç aklıma gelmemişti şeklinde
bir cevap verecektir. Evet böyle bir
problemimiz var. Problemimizin de iki tane
temel konusu var, sebebi var. Öyle ifade
edelim. O zaman bunu nasıl düzelteceğiz?
Çünkü bu şeye önem vermeyince günün
sonunda kavanozun kırılıp parasının ödenip
geri alınmasından daha zor sorunlarla
karşılaştığımızda parasını ödediğimizde bile
işin içinden çıkamayacağımız durumlarla
karşılaşabiliriz. O zaman şuradan başlamakta
fayda var. Birinci madde, düşünce adımı her
zaman için ve mutlak surette adımları
yazmakla mükelleftir. Kâh üreteceği bir ürün
de olabilir, yapacağı bir iş de olabilir. Rutin
olmayan ve düşünce gerektiren her şey için bu
adımları yazmak birinci koşuldur. İkinci koşul
ise önüne çıkacak her şeyin önemli ya da
önemsiz oluşunun belirlenmesi gerekliliğidir.
Yani bir şeyi yapacağım, bu önüme gelecek, bu
düşünce sürecince. O önüme gelen şey çok mu
önemli, normal bir öneme mi sahip ya da
önemsiz mi diye yazmalıyım. Çünkü insanoğlu
bu önemlilik ve önemsizlik kavramını yazınca
da zihni ona ayrıca bir değer verir. Ya da
gerektiği kadar değer verir. Ya da değer
vermekten vazgeçebilir. Yazı önemlidir. Bütün
bunların karşılığında ne kadar yazarsak yazalım
bir diğer taraftan mutlaka yine de farklı bir
şeyler karşımıza çıkacaktır. Dolayısıyla bir işin
içindeyken bu işi önemli olduğunun farkına
varabilmek ve bir işin içinde bir şeyi önemli
yapan şeyin ne olduğunu bilmek için de şu iki
konuya iyice bir bakmak gerekiyor. Bunlardan
bir tanesi şudur. Yani bir şeyi önemli ya da
önemsiz kılan şeyler nedir? Dedik ya önemli
yazacağız, önemsiz yazacağız. Neye göre?
Birincisi şu. Bu şey işe dahil mi değil mi? İki,
işin sonucunu etkiliyor mu etkilemiyor mu?
Eğer yazdığımız bu adım hem yapacağımız işe,
üreteceğimiz düşünceye dahilse hem de
sonucu etkiliyorsa bu önemli bir şeydir. Ama
bir işe dahil olup işin sonucunu etkilemiyorsa
normal öneme sahip olan bir şeydir. Hem işe
dahil olmayan hem de işin sonucunu
etkilemeyen bir durumla karşı karşıyaysanız o
zaman bu süreçle hiçbir alakası yoktur. Zaten
önemsememe hakkına sahip olursunuz. Şimdi
işin sonunda ise şöyle bir gerçeği hatırlatmakta
fayda var. Eğer bunları yapmazsanız
nihayetinde başa dönmeye mecbur kalırsınız.
Ya da yapmak istediğiniz işi yapamayacak
duruma gelirsiniz. Bu alanda vakit
kaybetmekten işte bu yüzden korkmayınız.
Düşünce insanlarını diğerlerinden ayıran en
önemli konulardan biri de budur. Bir şeye
önem vermek. Ve o önem verdiğinin göstergesi
o şeyin üzerinde kağıt ve kalemle beraber
zaman harcamak. Önemlileri ve önemsizleri
birbirlerinden ayırt etmek. Sizler hayatınızda
özellikle cuma günleri bir sonraki haftayı
planlamayı kendinize hedef kabul ederseniz ve
bunları yazıya geçirirseniz ve bunları önemli ve
önemsiz olarak ayırmayı da öğrenip pratik
hayatınıza koyarsanız düşünce hayatında artık
bunları otomatikleştirmeye başlayabilirsiniz.
Haftayı yeniden görüşmek üzere. Kadın
sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi derslerinden herkese selamlar.
Bu hafta 6.sını gerçekleştirdiğimiz
dersimizdeyiz. Geçen hafta sizlerle beraber
önemsememekten bahsettik ve bu
önemsememenin sebeplerini nasıl
aşabileceğimizi ifade ettik. Bir düşünce adamı
için önemli problemleri ele alıyoruz.
önemsememenin sebeplerini nasıl
aşabileceğimizi ifade ettik. Bir düşünce adamı
için önemli problemleri ele alıyoruz. Bu
problemleri bir an önce üzerimizden atmak
niyetiyle. Çünkü bu problemler düşünce
dünyasındaki insanların ilerlemesinde oldukça
etkili problemler olarak karşımıza çıkıyor. Tarih
boyunca da bunlardan bir ya da birkaçını
üzerinde barındıran, kah bir yönetici olur, kah
bir başka isim olur fark etmez,
ilerleyemediklerine de şahidiz tarihin
gerçekliğiyle. Efendim bu hafta önemli
gördüğümüz bir konu ya da düşünce
hususunda gitmekten bahsederken hırstan
bahsedeceğiz. Çünkü hırs her an
bulabileceğiniz düşünceyi iteklemenize sebep
olan itici bir güç. Yani tabiri caizse elinizde bir
mıknatıs olduğunu düşünün ve bu mıknatısın
karşısındaki bütün pozitifleri iten bir pozitif,
bütün negatifleri iten bir negatif olduğunu
düşünebilirsiniz. Yani bir şey var üzerinizde ve
bu önünüzde özellikle düşünce dünyasında
hemen önünüze gelip alıp kullanabileceğiniz
imkanla mümkünü bir araya getirmeye vesile
olabilecek bir durumu ötelemenize sebep olur.
Dolayısıyla bu hafta sizlerle beraber hırsı ele
alıyoruz. Bu durumda önce bakalım hırs ne
demek? Hırs, sonu gelmeyen aşırı istek ve aşırı
tutku olarak karşımıza geliyor. Yani bir taraftan
istek var, bir taraftan da tutku var. Peki aşırı
istek neden olur dersek, Peki aşırı istek neden
olur dersek bunun en kaba tabirle
söyleyebileceğimiz doyumsuzluk ifadesiyle
karşılaşırız. Çünkü insanlar doyumsuz bir hale
gelmişlerse sürekli isteyen adam olurlar. Her
isteklerini de yerine getirmek için
doyacaklarını zannederler ancak hırsın
getirdiği etkiyle bir türlü doymak da bilmezler.
Tutku ise ziyadesiyle biraz daha derinlerde var
olan belki psikiyatrik problemlerin de bir
sonucu olarak ifade edebileceğimiz saplantılı
olma hali diye ifade edebiliriz. Çünkü hırslı
insanların iki temel özellikleri var. Birisi
doyumsuzluk, bir diğeri ise saplantılar. Tabi bu
saplantılar bazı insanlarda garip takıntılara,
garip düşünce biçimlerine de dönüşebilir.
Gerçek anlamını ise şöyle ifade etmek ve bu
ifadeyle biraz daha zihnimizi toparlamaya
ihtiyacımız var. Gerçek anlamını şöyle ifade
edelim bu yüzden. Saplantılı doyumsuzlukla
harekete geçip doyacağına inanma haline hırs
desek herhalde tam da yerine oturtmuş oluruz
meseleyi. Kavramsal olarak bakmak lazım bu
tanımın ardından. Bizim hayatımızdaki
etkileşimi nedir peki bunun daha iyi
anlayabilmek için. Şimdi düşüncenin kötülüğe
odaklanmadan evvel elde ettiği basamaklar
bütününe hırs diyebiliriz. kendisi için iyi
olduğunu zannetse bile düşüncelerinin bozuk,
saplantılı ve doyumsuz olması sebebiyle bir
başka şeye mutlak surete zarar verecektir. Bu
zararın karşılığı sadece doğu ya da batı ya da
dinler arasında ele alınacak bir problem de
değildir. Temel ahlaki bir problemdir ki hırslı
olmak dünyanın her yerinde sonuçları kötü
olarak ele alınsa da bugünün gençlerine biraz
hırslanın şeklinde ifade edilir. Halbuki
aradığımız şey tam olarak bir hırs olduğunu
söyleyemeyiz. Çünkü hırslanmakla azim
arasındaki farkı anlamadan hırsın iyi bir şey
olduğunu zannedebilirsiniz. Ama hırsın
gerçekten neden olduğunu anlarsak belki
hırsla azim arasındaki farklılıkları değinince
daha iyi kafamızda oturacak şeyler vardır.
Şimdi bir insan neden hırslanır? Peki bu hale
nasıl gelir? O problemi de ele alalım. Birincisi
öcalma duygusudur. Yani geçmişinizde yaşamış
olduğunuz bir problem o problemi
çözebilmenin sonuçları için değil onun
karşılığında bir öcalma duygusunu oluşturmuş
olabilir. öğretmeniniz ya da bir abiniz ya da
yolda yürüyen bir adam size kötü bir şey
yapmıştır ve bu sizde öcalma duygusunu
oluşturmuştur. Tarih boyunca bu hırsta
yaşayabilirsiniz. İkinci ve önemli bir sebebi var.
O da şöhret tutkusu. Yani insanların arasında
sizin söylemlerinizin değil, bizzat sizin ön
planda olma isteğinizle gittikçe gelişen bir
şehvet dalgası olarak adlandırmak lazım. Bu
dalgalar belli bir frekansa ulaştığında da hırs
olarak karşımıza gelir. Üçüncüsü ise bitmeyen
bir haz arzosu. Bitmeyen bir haz arzosu.
Halbuki bütün hazların bir sonu vardır ve
düşünce adamı için haz bitişinin farkında
olunan andır. Yemek yemek sadece bir ihtiyaç
değil. Bazen bir hazdır da lezzeti eldceğini
bilmiyorsanız bir tabak daha, bir tabak daha,
bir tabak daha derken mide fesadına varacak
olan bir sıkıntıyla karşılaşırsınız. Dolayısıyla
düşünce adamı hayatının hazlarının da
sınırlarını bilen adamdır. Üstüne çıktığı anda
hırs gibi bir bela ile karşılaşacağını fark eden
adamdır. Dördüncüsü içe dipte var olan bir
korkudur. Bütün hırslı insanların bir dip
korkusu vardır ki o da bir an olsun
adziyetlerinin ortaya çıkıp saçılmasından
duydukları korkudur. Halbuki hepimiz
hayatımızda aciz olduğumuz alanlar,
beceremediğimiz şeyler vardır ki orada da
birilerinin bize gülmesi ya da aşağılaması ya da
komiğine giden bir hal olması güleni
ilgilendirirken gülülen kişinin buna çok da
takılmaması gerekir. Peki bu dört tane sebebi
saydık. Peki bu dört tane sebebi saydık. Ölçü
alma duygusu, şöhret duygusu, bitmeyen bir
haz arzusu ve dip korkusuyla insan hırslanınca
ne oluverir? Bunlardan biriyle de olabilir bu,
hepsi bir arada da olabilir ki o zaman karşımıza
enteresan, bela bir şey çıkar. Şimdi insan önce
bir hız duygusuna kapılır hırslandıktan sonra.
Beyninde var olan hücreler özellikle
akciğerlerinde ve beyninde ganglionlar
büyümeye başlar. Bu da daha hızlı yaşama
ihtiyacı doğurur. Günüm yetişmiyor. Bir şey
daha yapmam lazım. Bunun da zevkini
çıkarmam lazım. Çalıştım şimdi eğlenmeye
gideyim. Eğlenceden geç döneyim. Az
uyuyayım. Sürekli bir hız tutkusu vardır. Ve tam
o hız tutkusunun gerçekleştiği anda büyüyen
ganglionlar şu sebebi doğurmaya başlar.
Ulaşacağınızı hissettiğiniz her anda içine
kapanan yeni bir hedef belirleyen adam haline
dönüşürsünüz. Yani insanın o
doyumsuzluğunun doyacağını hissettiği an
kendisinin yeni bir düşman, yeni bir hedef,
yeni bir başlangıç gerektirir. Dolayısıyla
çevremizde şu tarz insanlar görürsünüz. Her
yeni güne yeni bir proje ile başlayanlar. Eğer
her yeni günde geleceğin ümidine bağlı bir
projeniz var, ayakları yere basıyor ve her
projenizle bir şey elde etmek değil, bir şeye
hizmet etmekse mesele ne âlâ. Ama her yeni
günde söylediği projeyi akşam olduğunda sil
bakalım ne acayip bir şeymiş bu diyerek bütün
heyecanları bir tarafa atanlarsa ekseriyetle bu
hırslı tiplerdir. Ve içlerine kapanarak
kendilerine yeni bir hedef aramaya başlarlar.
yeni bir hedef aramaya başlarlar. Hırslı
insanların bu manardaki en büyük korkusu
aslında garip ama hedefe ulaşmaktır. Çünkü
hedefe ulaşırlarsa hırs tükenmesi gerekir ama
tükenmeyecek bir illet, zehirlenmiş bir vücutla
karşı karşıyasınız. Bu durumda karşımıza bir
problem daha çıkıyor. Bu durumda karşımıza
bir problem daha çıkıyor. Bütün hırsız insanlar
hem hırçındırlar hem de anlayışsızdırlar.
Hırçınlık sürekli mücadele etme arzusudur.
Hadi hadi sen de bir şey söyle bakalım
çatışalım anlayacak mısın anlamadın mı? Kavga
etmekten zevk alırlar. Şöyle bir kafamızı
dinleyelim demekten pek hoşlanmazlar.
Fikirlerini destekleyen insanlar kadar fikirlerine
karşı gelecek insanları arayıp onlarla
mücadeleye girişmeye bayılırlar. Yok yere
sorun çıkarırlar. Bir diğer taraftan da
anlayışsızdırlar. Yani anlamak istemedikleri için
anlayışsızdırlar. Yani anlamak istemedikleri için
anlayışsızdırlar. Çünkü hırslı insanların önemli
bir kısmının da zeki insanlar olduğunu
unutmayın. Hoş zeka hepimiz için ortaktır ama
kullanım biçimine göre kas gibi geliştirmeye
bağlıdır. Hırslı insanların zekaları kas gibi
düşünürseniz daha gelişmiştir. Hırsı insanların
zekaları kas gibi düşünürseniz daha gelişmiştir.
Yani bunu, bu hırsı bambaşka bir mimaride
kullanarak insanı gerçek bir düşünce makinesi
haline getirebilmek mümkündür.
Makinelaşmak tabi tabiri caizse söylüyoruz.
Dolayısıyla burada karşımıza ne çıkıyor? Hem
çok hırçın hem anlayışsız. Biz buna düşünce
teorisi ve düşünce adamlarının arasında sürekli
tırmanış sendromu diyoruz. Yani habire
tırmanmak isteyen adam tipi. Peki düşünce
adamını hırslı olmaktan alıkoyan ne olabilir?
Bizi hırslıdan alıkoyacak hangi ilaca ihtiyacımız
var? İki ilaçtan bahsedebiliriz bunun için. Bir,
bir şeyin tümünü yapacağınıza asla sadece
kendiniz yapacağınıza inanmayın. Çünkü
hayatımızda ortaya koyduğumuz bütün
projelerimizi tek başımıza gerçekleştiremeyiz.
Bu videoyu çekerken bu videoyu çekecek, bu
videoyu montajlayacak, bu videoyu aktaracak,
bu videoyu paylaşacak insanlara ihtiyacınız var.
O bilgiyi bir araya getirdiğinizde daha iyi ifade
etmek için bir ekibe ihtiyacınız var. Ve bu iş
bittiğinde yapan kişi kesinlikle ben
olmayacağım. Hepimiz olacağız. Sizler de dahil.
Sizler de dinleyip hayatınıza geçirirseniz bu
videonun bir anlamı olacak. Dolayısıyla bir
kere kendinizi yapılan işten bir sıyırmanız
gerekir. İkincisi her şey olduğunda bunu sizin
yaptığınızda sakın kanmayın. Çünkü her şey bir
başka şeylerin birleşimiyle hazır olur. Yani basit
bir somunla civatayla uğraşırken, bingiliz
anahtarını takıp sıkarken onu kendiniz
sıktığınıza inanmayın. Çünkü orada bir alet
kullanıyorsunuz. Hatta civatayı da
kullanıyorsunuz. Hatta civatanın yuvasını, onun
içindeki pası biraz paslanmışsa daha fazla yağı
kullanıyorsunuz. Daha birçok şeyi saymaya
kalkarsanız aslında civatayı sadece siz sıkmış ve
işi bitiren adam olmamış oluyorsunuz. Evet,
burada genç kardeşlerimizin sorusunu şimdi
biraz daha netleştirelim. Hırs ne? Azim ne? Hırs
bir başarma arzusudur. Azim ise bir çalışma
arzusudur. İşin içinde ben de olayım bir
yerinden ben de tutayım demektir. de olayım,
bir yerinden ben de tutayım demektir.
Başarma arzusu ise iş varken de, biterken de
yapan benim demektir. Hırslı adamların hepsi
bahane üretir. İş olmadığı anda ekibi tek tek
saydırmaya başlayabilir. Azimli insanlarsa
hiçbir zaman problemdeki bahaneye
odaklanmazlar. Sürekli çözüm ararlar. Çünkü
olan olmuştur. Neden? Nasıl? Niye? Belki
bunlar sorunu çözmek için aranabilir. Ama
hesap sormak için bir işe yaramayacaktır. Hırs
her zaman için kendine odaklı bir yaşamı
azimse işine odaklı bir gerekliliği doğurur. Peki
o zaman. Yanlış öğrendiğimiz hırslı çalışın,
hırslanın biraz cümlesi karşısında azmin
gerekliliğini ifade ettiysek eğer hırslı insanlar
varsa aramızda bu belaya, bu illete düşme
ihtimali şu saydıklarımız ortaya çıkıyorsa ben
hırstan azme nasıl geçerim sorusunun cevabını
şöyle ifade etmekte lazım. 1- Eğer hırstan
arınmak ve azimli bir düşünen adam olmak
istiyorsanız kendinize başarı şartı koymayın.
Kendinize başarı şartı koymayın. Örnek bu
video 1 milyon seyredilirse başarılı olacağız
diyemeyiz. Biz işimize odaklanmışız. Şartımız
düşünen bir gençliğin varlığı için mücadele
etmektir. Başarı benimle alakalı bir şey değil.
Bu onu dinleyen insanların buna inanıp
hayatlarını geçirmesidir. Ben sadece işimi
yapmaktan mükellefim. Başarı bana ait
değildir. İkincisi asla ve katiyetle düşmanlar ve
engeller aramayın. Yani bir şeylerine size
düşmanlık yapıp hep engel çıkardıklarını
oturup düşünmeye başlarsanız hırs faktörünüz
daha da artacaktır. Hakikat şudur. Yardımcı
bulun kendinize. Yardım edecek dostlar.
Engelleri ve düşmanları sayarak bana neler
yaptılar biliyor musun demeyin. Ben şunu
yapmaya niyet ettim. Var mısınız demeyi seçin.
Hiçbir zaman içinde olmayın. Her zaman
dışarıdan bakın. Mesela videoyu çektik.
İçindeyim şu anda. Ama dışarıdan bakmalıyım
sonra. Söylediklerimizin ne kadar
anlaşılabildiğini, ne kadar hayata geçirebilir
örneklerle ifade edebildiğimizi bir daha bir
daha bakmalıyım. bir örneklerle ifade
edebildiğimizi bir daha bir daha bakmalıyım.
Gelen tüm yorumları tekrar okuyup daha iyisi
ne olabilir diye bütün ekip arkadaşlarım ve siz
değerli düşünce teorisi talebeleriyle beraber
yeniden ele almalıyım. Çünkü başarmak
istediğimiz şey bu derslerin bitmesi değil. Bu
derslerden hasıl olacak düşünce insanlarının
bu vatana hizmet edebilir olması. Peki bu azim
geldi de kalıcı olması nasıl olur diye soracak
olursanız eğer kıymetli dostlar kendinize
zamana bağlı olmayan meşgaleler edinin. Bu
meşguliyetler işinizle alakalı olabilir yahut
kendinizle de alakalı olabilir, çevrenizle de
alakalı olabilir. Kendinize bir son nokta
koymayan, sürekli takip etmek zorunda
olduğunuz, çevrenize faydalı olabilecek bir işi
kendinize iş edinin. Yani başınıza bir iş açın. Bu
durumda hırslı olmaktan sizi engelleyecek çok
farklı şeylerle karşılaşıyor olacaksınız. Düşünce
teorisi bu yolla bugün hırsı ele aldı. Hırslı
insanların başımıza getirebileceği problemler
adamın kendisine vereceği zararlardan
bahsetti. Düşünen bir adam olabilmek azim
gerektirir. Hırs düşünen adamın zehridir. Bu
zehir hem düşünmekten eder adamı hem de
insanlıktan. İnsan gibi yaşamak, güzel
olabilmek için iyi düşünebilmek niyetiyle
hırstan arınmayı ortaya koymak lazım. Azimli
olmak lazım. Tekrardan görüşmek dileğiyle.
Kendinize iyi bakın. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi'nin 7. haftasına hoşgeldiniz.


Bu hafta sizlerle beraber öfke konusunu işliyor
olacağız. Geçtiğimiz hafta hırsı işlemiştik ya da
geçen ders diyelim daha doğru tabirle. Öfke ile
hırsın arasında ince bir bağlantı var. O
bağlantıyı takip ediyoruz insan hayatı boyunca.
Çünkü hayatımızda şu ana kadar geldiğimiz 6
konunun hepsi düşünce dünyamızı ördüğümüz
kabuklar, o kabukların altında yaralanmalar ve
iç kanamalara sebep olup gerçek düşünce
adamı olmaktan alıkoyuyor bizleri. Hırsla elde
edilemeyen ne varsa bunlar için başlayan derin
bir mücadele vardır. Bu mücadeleye öfke deriz.
Bir şeyi hırsla elde etmek isteriz veya elimizde
var olan bir şeyi bizden aldıklarında maddi ya
da manevi olabilir ya da bir haksıza maruz
kalındığında fark etmez bir hırs başlar ama
karşıl sonuçlar anlamsız bir çekişmenin
ortasında sizi kendinize mahkum eder. Bir
mahkumiyet ilkesidir. Bu insanın kendi içinde
kalmasına vesile olur ve sürekli bir döngü
başlar. O zaman başlayalım şimdi. Önce
öfkenin tanımını yapalım. Öfke nefretin
görünen halidir. Çünkü öfkelenmeden önce bir
şeylere nefret duyarız. İçeride bir şeyleri
besleriz. Ve bu beslediğimiz şeyler artık gün
gelip ortaya çıkacaktır. Bu ortaya çıkış anı ise
öfkedir. Öfke patlaması olarak ifade edilir. Bu
durumda bu nefretin ne olduğuna bir bakalım.
Çünkü görünen hali nefret dedik ya o zaman
bunun içeriğine girelim biraz adım adım.
İnsanın beklenmedik olaylar karşısında
geliştirdiği tepki birikimine nefret diyoruz.
Şimdi burada bir kelime kullandık.
Beklenmedik olaylar. Hayatın neredeyse
tamamı diyesek herhalde uçuk bir laf olmaz
bu. Çünkü hayatı beklentilerle geçen bir insan
olduğu için beklenmeyen olaylar aslında
hayatımızın daha çok bütünlüğü oluşturuyor.
Yolda bir şey almaya giderken trafiğin
sıkışması. Çok beklenmedik midir? Bilemem
ama genellikle önümüze çıkan engeller
silsilesidir. Ve biz onları aklımızda beklenmedik
olaylar diye tabir ederiz. Çünkü hayatın
bütününü beklenilebilir halde istiyoruz bizler.
Önceden versinler bize. Bir gün önceden yarın
başımıza ne gelecekse haberimiz olsun
istiyoruz. Ama hayatın tadı böyle çıkmıyor.
Çünkü hayatın tadı çok da tatlı bir şey değil.
Sürekli mücadele gerektiriyorsa eğer yarından
haberimizin olması bu tadı kaçıracaktır. O
zaman tatsız ve keyifsiz olan bu hayatın gerçek
tadını alabilmek için öfkelenmemek
gerekiyorsa eğer karşımızda bu beklentilerle
oluşturduğumuz, bu beklentilerin meydana
getirdiği olayları kendi beklentilerimizle
kurgulamamamız lazım. Çünkü en büyük
sıkıntılarımızdan bir tanesi bu. Sürekli kurgular
yapıyoruz. Beklediklerimizle alakalı. Şu parayı
kazanırsam şöyle bir ev yapacağım. Şu kariyeri
gerçekleştirirsem neler neler yapacağım diye
kurgular hazırlıyoruz. Ve asıl olan bir şeyi
kaçırıyoruz. Biz de bize karşı yapılan şeylerin
kurgu olduğunu farkında olamayabiliyoruz.
Halbuki bu kurgunun ne olduğunu bir anlasak
nerede ne zaman bu kurgunun ne olduğunu bir
anlasak, nerede ne zaman bu kurgunun içinde
olup olmayacağımızı fark edebiliriz. Peki
kurgunun ne olduğuna bakalım şimdi. Kurgu
birbirleriyle ilişkili ya da ilişkisiz olayların
birleşerek bir anlam oluşturmasıdır. Yani birisi
sizin hakkınızda bir yalan uydurmuş olabilir. Ve
bu sizin içinizde bir nefreti oluşturmuş. Bu
nefretle sizi beklenmedik bir olay ya bu. Hiç
beklemediğiniz bir adamdan beklemediğiniz
bir şey duyuyorsunuz. Ya da kariyer
yolculuğunuzu engelleyen bir olay meydana
geliyor. Beklenilenin dışında bir bakıyorsunuz
ortada bir kurgu var o zaman diyorsunuz ki ben
şimdi bu kurguyla ne yapacağım aşağı yukarı
yapabileceğiniz iki şey var ama biz gerçekten
düşünce adamı olacak her kişi için üçüncü bir
yolu tavsiye edeceğiz normal şartlarda
gündelik ihtiyaçlarına göre yaşayan her kişi
kurgunun hemen içine giriverir. Yani toplumun
nereden baksanız %100'e %70'e %75'ini
oluşturur bu. Adam niye bana hırsız dedi,
kariyerimi niye kesti, acaba bunun arkasında o
mu var, bu mu söylemiştir, o mu taşımıştır, o
mu fısıldamıştır diye başlarız. Ve gecemizi,
gündüzümüzü bu kurgu ile yoğurmaya başlarız.
Bu da aslında belki de adamın en mutlu olacak
halimizdir. Adamın kurduğu kurgunun içine pat
diye düşüvermek. İkinci bir yol daha var.
Kurguyu kurgulamak. Bu da güncel
ihtiraslarıyla hareket eden insan biçimidir.
Madem o bana bunu yaptı o zaman ben de
onun hakkında bildiğim şu sözleri, şu ifadeleri
şöyle kullanayım. Böyle mi etsem şöyle mi
etsem deyip siz bu sefer kurgu yapmaya
başlarsınız. Bunun üzerine de bir %20
eklerseniz etti mi size %90. Yani toplumun
ikinci kesimi kurguya karşı kurguyla cevap
verir. Peki bizim aradığımız ne? Kurgunun
üstünde bir kurgusu olan ve bunu yapan
adamdır ki onun için yarına ait niyetlere
ihtiyacımız vardır. hakkında söyledikleri,
önünüze koydukları engeller aşılması mecburi
olan değil, artık görülmeyen olanlar haline
geliverir. Şimdi bütün bunları bir derlersek,
toparlarsak şu, ne vardı en başta? Bütün bu
kurgular meydana geldi beklentilerimizden
ötürü. Beklendiğimiz hayatı yaşamayınca
nefret duyduk, nefret öfke olarak kendini
gösterdi. Ve zaman zaman öfke nöbetleri
yaşamaya başladınız. Çünkü bu öfke nöbetleri
artık kaçınılmaz olacaktır bahsettiğimiz
süreçten geliyorsanız. Zaman zaman olmaz
aslında öfke nöbetleri çünkü bunlara daha
ziyade ise kızgınlık denir. O yüzden öfke nöbeti
dediğimiz şey aslında bir kızgınlık nöbetidir.
Öfkenin gerçek hali ise gerçek manada büyük
bir hastalık, büyük bir sıkıntıdır. Çünkü
öfkelenen her birey sürekli aynı şeye
odaklanmaktan ötürü yeni olan hiçbir şey
göremez. Odaklanmaktan ötürü yeni olan
hiçbir şey göremez. Bütün duvarlara o
kendisine haksızlık yapan adam ya da
adamları, grup ya da grupları anlayışı neyi
varsa onu koymuştur. Ve duvarlarda hep bunu
seyretmektedir. Bu yüzden o duvarın arkasında
ne var göremeyecektir. Yeniyi göremedikçe de
bu sefer kendine odaklanmak isteyecektir. Ha
böyle duvarımı seyredeceğim, bana yaptıkları
kötülüklerimi yapacağım, onları düşünüp
hayatımı daha da mı berbat edeceğim der,
kendine odaklanmaya başlar. İşte bir başka
problem başlar burada. Kendinize
odaklandıkça düşünce çeperiniz küçülmeye
başlar. Düşünce çeperinin ne olduğunu
düşünce diye üçüncü ders sürecimizde
anlatıyor olacağız. Ve doğal olarak öfke en
büyük problemi zaman israfı olarak karşınıza
gelecektir. Peki öfkesiz bir yaşam mümkün
mü? Şimdi biraz kurgunun dışında kurgunuz
olsun dedik ama bizzat öfkeden kurtulmanın
basit bir reçetesini şöyle ifade edebiliriz.
Beklentileriniz dolayısıyla beklemediğiniz
olaylarla karşılaşıp bir kurgunun ötesine niyet
edebilmek için ve öfkelenmemek için karanlık
bir yere çekileceksiniz. Şöyle sakin, loş ışık da
değil, olabildiğince karanlık bir yere. Ve bu
yere geldiğinizde küçük bir oda olabilir burası.
O mekanın karanlığın içinde genişlediğini
düşünmeye başlayacaksınız. Genişleyen bir
karanlığın içinde karanlık olmamak için o
genişledikçe niyetinizi seyredeceksiniz. Ve o
karanlığın içinde kendinize bir stüdyo kurmuş
olacaksınız. Kendi düşünce mantığınızla. O
kadar hale gelecek ki sanki karanlık
aydınlanacak ve siz o büyük niyetin içindeki
vazifede olacaksınız ama siz değil. Hani ümit
konferansında anlatmıştık ya fotoğraftaki
adam siz olmayacaksınız. Sizden sonrakiler
olacak. bedensel, ruhsal ve zihinsel ve
nihayetinde düşüncelerinizi altüst edecek olan
hastalıktan kurtulmanıza vesile olacaktır diye
düşünüyorum. Bir dahaki programda
görüşmek üzere. Öfkesiz yaşamanız dileğiyle."}

Düşünce Teorisinin 8. Dersinden Herkese


Selamlar. Bu haftaya kadar 7 tane insani büyük
problemlerimizden bahsettik. Bu hafta 8.
problemden bahsediyoruz ki, bundan önceki 7
problemden çok daha büyük. Öyle büyük ki o 7
tane problem aslında bunun üzerine inşa
olmuyor da bu en görünmeyen tarafı, en zor
tarafı. Batı dillerinden ele alırsak,
Türkçeleştirmeyle ifadelendirirsek
doyumsuzluk adı altında ele alınıyor ama
bugün ele alacağımız konuyu tam olarak
karşılayan kelime aslında bu değil. O yüzden
Arapça bir kelimeye yine başvurmak
zorundayız. Hepiniz aşağı yukarı bildiğiniz
üzere şehvetle bir bütünleşik kelimeyi ele
almak zorundayız. Yani öfkeyle bulanmış olan
insan zihninin kısa diriliğe mahkum eden atak
yolculuğundan bahsedeceğiz. Büyük bir atak
bu. Bu atağın da farkında değiliz. Dolayısıyla
bizim için bu atakların sürekli tekrarı
doyumsuzluk dediğimiz anlamı taşıyor. Hakikat
bu dersimizde ele alacağımız konu tüm
kendimizi kötüleştiren, bizi düşünmekten
alıkoyan, hayatın içinde olmak istediğimiz
alandan bizi uzaklaştıran, her türlü duygunun
varlığını hissettirmeyen gizli gerçeğin farkında
olmak öyle basit bir şey değil. Önce o yüzden,
bu yüzden doyumun ne olduğuna bir bakalım.
Doymak nedir? Doyuma ulaşmak nedir
derseniz aslında elde ettiğimiz bir şeyin bize
kafi geldiğinin farkında olmaya doyumluyoruz.
Yemeğe oturdunuz, yemekler geldi, yemeğe
başlıyorsunuz ve bir süre sonra diyorsunuz ki
doydum. Yani bana kafi geldi artık tamam
vücudumun ihtiyacını karşıladım. Ama
bugünkü insanlar dikkat ederseniz çok da
bunun farkında değiliz. Yani genel itibariyle
hadi bir daha hadi bir daha diye yemeye
devam ediyoruz. Dolayısıyla sürekli olarak
devam eden bu süreçler hele duygular
kapsamına geldiğinde doyumsuzluk olarak ele
alınmalı. Peki doyumu böyle anlattıysak
doyumsuzluk ne ona bir bakalım. Elde edilenin
kafi gelmeyeceğine duyulan inanışlı
doyumsuzluk. Yani tam tersi değil. Doyumla
doyumsuzluk tam anlamıyla birbirinin zıttı
değil. O yüzden burada şehvet kelimesini
kullanmak zorunda kaldım. Çünkü insanoğlu
doymadığını fark etmez diyemeyiz. Bazen olur
doyduğunu fark eder ama şunu fark edemez.
Elde ettiğimiz o yiyeceğin kafi gelmeyeceğine
inanırız. Gittiğimiz bir yerden daha fazla almak
isteriz. Daha fazla saklamak isteriz. Daha fazla
bir araya getirip biriktirmek isteriz. Aman bir
zorluk olur, sıkıntı olur. Sokağa çıkamayız, kar
yağar, yağmur yağar ne derseniz deyin. Onun
daha fazla olması gerektiğine bir inanışımız
vardır. İşte buna tam manasıyla şehvet
diyebilmemiz için bir adım daha öteye
getirirsek daha net anlaşılacak. Elde edilenin
edildiğinin farkında olmama durumunda
şehvet denir. Yani size şöyle bir örnekle ifade
edelim. Zamanın birinde önde gelen de iş
adamlarıyla birinde oturuyorduk. Belli bir yaşa
almıştı tabi. Kendisine sordum yani bu iş yerine
sonunda işte fabrikalar şunlar bunlar bitti
vesaire sonra neyi hedefliyorsunuz? Yahu
demişti ben bir tane çiftliğim olsun içinde
hayvanlarım olsun torunlarım hafta sonu
gelsinler onlarla tepeleşeyim, oynaşayım. Bu
benim hayatımın sonu olacak. Bu benim
hayatımda elde etmek istediğim son duygu. İyi
ama dedim sizin zaten şu anda bir çiftliğiniz
var, içinde hayvanlar var, torunlarınız var ve
yanlış bilmiyorsam siz bu hafta sonu
torunlarınızla beraber bu çiftlikte tam da bu
ifade ettiğiniz şeyle karşılaşıyor olacaksınız.
Verdiği cevap hakikaten akıllara durgunluk
verecek seviyede şuydu. Sahiden dedi
yapmışım. Şehvet böyle bir şey. Yapmış
olduğunun farkına varamama hali. Yani
isterseniz buna koltuk şehveti deyin, isterseniz
araba deyin, isterseniz makam, mevki, para,
pul, kadın deyin ki genellikle şehveti kadınla
adlandırmak bu manada yetersizdir. Çünkü
neden kadınla adlandırılır? Ona bir parantez
ifade edelim. Bir eşli, tek eşli, evlendiğiniz
insanla hayatın devam edemeyeceğine
inanmaktan ötürü toplumda da ekseriyetle bu
göz önünde bulundurulduğu için ne yazık ki
şehvet kavramını hep kadınlarla, kadın erkek
ilişkileriyle adlandırırız. Ama şehvet işte böyle
bir şey değildir. Belli bir başarı elde edildikten
sonra onunla farkında olmadığınız bir haldir.
Şimdi bu şehvetle sinir sistemi arasında önemli
bir ilişki var. Çok basitçe şöyle anlatayım size.
Bizim sinir sistemimiz binlerce parçadan,
trilyonlarca parçadan oluşuyor. Yani
beynimizden tek bir kablo bu parmağımıza
gitmiyor. Trilyon kez bu parçalar arasında
boşluklara ileti geliyor, paketleniyor, buraya
atılıyor. Bu boşluktan geçti. Burada paket açılıp
devam ediyor yolculuğuna ve bu bir şeye
dokunduğunuzda en az 1,5 trilyon kez tekrar
ediliyor. Şehvetli insan tipinde ise bu paketler
bozunuma uğruyor. Yani insan gerçekten
dokunduğunu, ne olduğunu, düşündüğünün
nasıl bir şey olduğunu göremez hale geliyor.
Köşelerin, dikleşmelerin, zirvelerin,
alçalmaların ya da hayatında önüne çıkan
problemleri bile görmez hale geliyor. Şehvet
etrafınızda olanı görememenize, ailenizle
gerçek bağlar kuramamanıza, düşünce adamı
olarak ele alırsak eğer düşündüğünüz şeyler
için attığınız adımlarda başınıza gelen şeyleri
size göstermiyor. Çünkü bu bir sinir sistemi
problemi. attığınız adımlarda başınıza gelen
şeyleri size göstermiyor. Çünkü bu bir sinir
sistemi problemi. Ve sinir sistemi üzerindeki
etkisi düşüncelerimizde kalıplaşmış bağlar
kurmamıza sebep oluyor. Ve nihayetinde her
düşüncenin içinde kırılması, çatlatılması
gereken yerler geldiğinde aman
dokunmayayım demek hasıl oluyor. Peki soru
şu. Ben kendi adımıza söylemek gerekirse
hepimiz şehvetli olduğumuzu nasıl
anlayabiliriz? Burada aklımıza gelen bir örnekle
şöyle ifadelendirebilirim. Çocuğunuz varsa
eğer onu lunaparka getirdiğinizde enteresan
bir diyalog yaşanır. Bir kez dönme dolaba
binerim. Başlar çocuk dönmeye. Bir adrenalin
tutkusu, bir bağlantı organizasyonu hasıl olur.
Başlangıçta var olan o dönme ilkesinin
tutundurduğu zevkle bir kez dönüverirsiniz.
Sonra inersiniz. Çocuğunuz bir daha ister. Bir
daha binersiniz ve siz büyümüş bir adam
olarak yeter midem bulandı, başım döndü
dersiniz. Ama çocuğunuz her seferinde daha
fazla istemeye başlar. Döndükçe daha çok
mutlu olacağına inanır. İnsanoğlu ise
kendisinin lunapartlardan kurtulduğu andan
itibaren şehvet çocuksu bir şeydir. Ben
kurtuldum oralardan denmeye başlar. Ama bu
sefer zihninin dönme dolaplarında sürekli
gezinmek istediği alanların dışına çıkmak
istemez ki batı dünyası bugün bunu konfor
alanı olarak ilan ediyor. Ama çok da konforlu
olduğu söylenemez. Şehvetten tamamen
kurtuluştan bahsetmek içinse çok büyük bir
formülümüz yok. Çünkü insanın aynaya bakıp
bunu anlaması öyle kolay bir iş değil. İşte
burada düşünce adamının etrafındaki dostları,
arkadaşları ona yön verecek isimlerin önemi
ortaya çıkıyor. Çünkü dışarıdan bir bakan kişi
ancak size söyleyebiliyor. Çok yedin, fazla
yedin, abarttın, kendini aştın, farkında mısın,
ne kadar halden hale geçmektesin diyebilir. O
yüzden düşünce adamının hayatındaki en
önemli konulardan biridir. Aklı selim olmakla
beraber kalbi selim dostların ve kalbi selim
insanların önderliği ve öncülüğünde farkında
olabileceğiniz anlamı size söylemeleri gerekir.
Elbette bu söylenceler öyle bir dakikada
çözümlenecek bir iş değildir. 8 haftayı
tamamlamış olduk bu 8 haftada. 8. haftada en
önemli alanı kısaca ele aldıktan sonra artık
yavaş yavaş düşünce teorisinin düşünce
katmanlarını atmaya başlayacağız. Bu 8
problemin üzerine çözümleri beyan etmeye
çalıştık. Şimdi düşüncede kullanılacak adımları
geçmeden önceki kavramsal temelleri atıyor
olacağız ki bunlar da aşağı yukarı 10 hafta
civarında, 10-12 hafta civarında devam edecek.
Ondan sonra son bölüm gelecek Allah nasip
ederse. Orada da gerçekten düşünen
adamlarla beraber gerçek pratik düşüncelere
geçiyor olacağız. Bütün bu problemlerden bir
an önce kurtulmak ama her hastalandığımızda
yeniden kurtulabileceğimiz kabiliyetlere
kavuşabilmek niyetiyle diyelim. Haftaya
inşallah görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi 9. Dersimize Hoşgeldiniz.
Geçtiğimiz haftalarda 8 hafta boyunca insanın
kendi düşüncelerini nasıl yıprattığını,
kendisiyle alakalı yeni bir düşünce ya da
yapacağı işlerle ilgili düşünür olma yolunda en
büyük engel olan kendisini nasıl aşacağına
odaklanmıştık. Bu haftadan itibaren düşünce
teorisinde etrafımızda olan ilişkilerden
bahsedeceğiz. Çünkü bir düşünürün düşünce
üretirken kendisiyle çevresi arasındaki
ilişkilerde isimlendirmeleri var. Bunlar genel
olarak hayatımızda kavramlar olarak yer
buluyor. Ama bu kavramlar insanoğlunun
varlığı, süreci, bu süreçlerle olan ilişkisine
dayanıyor. Bu süreçlerle olan ilişkisine
dayanıyor. Dolayısıyla insanoğlu şimdi
önümüze gelecek olan parça parça gelecek
olan hafta hafta gelecek olan her bir madde
aslında düşünce dünyamızdaki ilişkileri
yeniden kurgulamak üzerindedir. Çünkü bizler
iyi bir düşünür olabilmek için bu ilişkileri bir
düşünür gibi anlamlandırmazsak tüm
düşüncelerimiz karışır ya da karmaşaya sebep
olur. Karışıklığı ortadan kaldırabilmek için
kendinizi bir yol üzerinde düşünürseniz eğer
bir şehir gibi düşünün zihninizi hareket
halindeyken trafik lambalarına ihtiyacınız var.
Levhalara ihtiyacınız var ve bu levhaların her
birinin bir anlamı var. Bu anlam adamına göre
değişmiyor. Adamına göre değişirse u
dönülmez yerden ben dönerim buradan diyen
bir adamcağıza trafiğin keşmekeşe dönmesi
hatta kazalara sebep olabiliyor. Elbette
düşünce dünyamızda her insanla aynı şeyi
düşünecek değiliz. Ama temel kavramlar var ki
insanın dış dünyayla olan ilişkisinde çok
kritiktir. Bu kritiklerin her birisini doğru bir
yere koymamız lazım. Evet, siz kendi düşünce
dünyanızda bir şehir olarak kurgularsanız her
şehrin kendine ait ufak tefek trafik kanunlarına
değişmeler oluyor. Mesela bazı şehirlerde sağ
şeritteyseniz sağa dönmeye izin veriliyor. Ama
İstanbul gibi metropollerde böyle izin
verilmiyor. Böyle küçük değişimler olabilir.
Ama genel hatları çok net bir şekilde ortaya
koymamız lazım. O zaman şunu söyleyebiliriz.
Var olma nedenimizle başlayacağız bugün
sizlerle. Hayat nedir ve ne değildir? Ona biraz
odaklanacağız çünkü var olma nedenini
tanımlayamayan bir insan nedensellik ilkesini
de kavrayamaz. Peki nedensellik nedir? Ve ne
işe yarar düşünce dünyamızda buna bir
bakalım. Ve ne işe yarar düşünce dünyamızda
buna bir bakalım. Şimdi herhangi bir şeyin
neden olduğunu, neden olmadığını, hangi
nedenle olması gerektiğini ya da olmaması
gerektiğini belirleyen koşulların bütününe
nedensellik diyoruz. Bizler bir şeyi düşünürken
mesela herhangi bir ağaçtan bir ürün
yapacaksınız. Düşünmeye başlıyorsunuz.
Düşündüklerinizle yaptıklarınız arasında ciddi
farklar oluşabiliyor veya beceriksizliğinizle de
ilişkili bir şey olabilir ama düşünce dünyasında
bakıyorsunuz diyorsunuz ki ya bu neden böyle
oldu? Neden olmadı? Ya da hangi nedenle
bunu yapmak zorundayım? Bu ağaçtan ben bir
kalem yapacağım. Hangi nedenle? Bütün
bunlar zihnimizde nedensellik ilkesiyle
çalışıyor. Zihnimiz her zaman bir şeyi neden
yaptığımızı biz farkında olmasak da
hücrelerimize ve sinir sistemimize soruyor.
Neden yürüyoruz? Neden yemek yiyoruz?
Neden konuşuyoruz? Neden yürüyoruz?
Neden yemek yiyoruz? Neden konuşuyoruz?
Neden böyle söylüyoruz? Gibi soruları sorup
aldığı veya alamadığı cevaplara göre hayatına
devam ediyor. İşte tam da bu kelimeden
bahsediyoruz. Hayat. Hayatın nedenselliğin
anlam bulduğu yer olarak adlandırmakta fayda
var. O zaman bizler bugün hayatı tanımlamakla
yolculuğumuza devam ediyor olacağız. Hayatı
tanımlayamazsanız nedenselliği
yakalayamazsınız. O zaman hayatı nasıl
tanımlayabiliriz? Çünkü çok klasik bir sözlük
tabiriyle hayat yaşam sürmek, var olmak, nefes
vermek gibi anlamlarda kullanılabilir. Ama
bizim nasıl ifade ettiğimiz ve bunu hayatımızın
yani yaşamımızın içine nasıl koyduğumuz çok
önemli bir şey. İşte bu yüzden bugün sadece
hayatın ne olduğunu düşünerek tanımlamaya
çalışacağız. Yapacağımız her bir tanımı ne
kadar derinleştirebilirsek zihnimizdeki bir
olayın nedensellikle olan ilişkilerinde artık
otomatik bir zihin çalışma yöntemine doğru
geçeceğiz ve kolaylıkla cevaplar üretebileceğiz.
Ürettiğimiz cevaplar da bir sonraki adıma
geçişimize yardımcı olacak. Peki o zaman şöyle
bakalım. Bizler önce şunu sormamız lazım.
Hayatı tanımlayabilmek için. Her birimizin
hayat tanımı farklı olabilir. Tanım derken tam
bir sözlük karşılığından bahsetmediğimizi
söyledim çünkü. Benim için hayat ne demek
diyorsak eğer iki şeye bakmamız lazım. Bir, ben
başka birisi için, başkaları için ne ifade
ediyorum? Çünkü hayatta olmak demek bir
varlık demek, bir varım ben. Bedenimle,
zihnimle, ruhumla, her şeyimle bir varlığım. Bu
varlığın önce başkaları için ne ifade ettiğine
bakmamız lazım. Bir başkası için ben neyim?
Bir baba mıyım? Bir öğretici miyim? Öğrenen
miyim? Neyim? Bir başkası için etrafımdaki
insanlar benim varlığımla ilgili ne
düşünüyorlardı diye insanın biraz zihinsel süreç
geçirmesi lazım. Mesela bir başkası için ne
ifade ediyorsun dediğinizde, evet bizim
etrafımızda var olan ne diyelim, mahir bir
esnaftır. Sözüne güvenilir bir adamdır dediler.
Böyle denildi. Senin hayattaki varlıkla ilişkin
örneğin dürüstlük üzerine kaim oldu. Böyle
anlaşıldı. Ya bu adam malını mülkünü düzgün
satar, düzgün yönetir, düzgün adamdır. Onun
bizim için hayattaki karşılığı düzgün adamdır
diyebilirler. İkinci mesele şudur. Kendi adına
neden varsın? Tamam başkaları sizi düşündü.
Bu adam bizim hayatımızdaki organik olarak
varlığının temel sebepleri bunlar dedi. Ama
ikinci mesele şu. Kendi adınıza neden var
olduğunuzu düşünmelisiniz. Ben neden varım?
Bunu sadece inanç manasıyla bakmayın. Aynı
zamanda dünyada yaptığınız iş, meslek, görev,
lokasyon neyse o varlığını sürekli motive eden
şey aynıysa birbiriyle paralellik arz edecektir.
Ama bunların arasında uçurum, tezat ya da
çekişmenin olmayacağı bir durumu arz etmeye
gayret ediyoruz. Çünkü bir insan herkes ona
dürüst derken şöyle bir hissiyatın içinde
olabilir. Hep ben mi dürüst olmak zorundayım?
Hep ben mi yalan söylemek zorundayım? Her
bir dürüstlüğüm, her yaptığım doğru bir adım
karşısında halbuki zarar çekiyorum. Ben dürüst
adam formatını, o dürüst adam kıyafetini
giyenlerden olmak istemiyorum diyebilir. Bu
durumda insanın kendi içindekiyle dışarıdan
görünen arasında bir uçurum, bir tezat ve bir
çekişme hasıl olur. İşte bunların her birisi insan
zihninde karmaşanın başladığı yerdir.
Dışarıdan size atfedilmiş olan hayatta olma
sebebinizle kendi içinizde belirlediğiniz hayatta
olma sebebiniz arasında uçurum varsa
birbirinden çok ayrılarsa onların zannettiği
kadar dürüst bir adam değilseniz hayatınızda
kendinize hayat anlamında yalan söylemeye
başlarsınız. Söylediğiniz her yalansa önünüze
çıkacak olan doğru güzellikleri görmenizi
engelleyen bir zihinsel örtüye dönüşür. Yani
tam da bir şeyi bulacakken, aa tam da
gözümün ucundaymış, göremedim ki
diyenlerden olursunuz. Diyelim ki bir tezat
olsun. Herkes sizi çok düzgün ve dürüst bir
adam bilirken siz ise aslında akşamları dükkanı
kapattıktan sonra arka tarafta herkesi kandıran
ilginç bir yöntem bulmuş. Ve insanlara aslında
kötülüklerine vesile olacak, kötü bir beslenme
biçimine vesile olacak bir ürün
geliştirmişsinizdir de insanlar bundan
habersizdir. Bir tezat vardır. İyi bir
kötüsünüzdür. Dışarıdan dürüst görünen,
içinde başka olan. İşte bu tezatlık her yeni
günde sizi artık bir süre sonra strese sokmaya
başlayacaktır. Ve bu stres zihinsel çakışmalara
vesile olup düşüncelerinizde doğru hareket
edebilme, sürekli hareket edebilmenize engel
olur. Hızınızı gittikçe düşürmeye başlarsınız.
Çünkü bir sonraki adım ve bir sonraki adımda
ne yapacağınızı bilemezsiniz. Nerede
yakalanacağım korkusuna kapılabilirsiniz. Bir
diğeri ise çekişme olmamalı. Korkusuna
kapılabilirsiniz. Bir diğeri ise çekişme olmamalı.
Çünkü bu çekişmelerin her birisi insan
zihninden başlayarak duyu kayıplarına da
vesile olmaktadır. Peki bu durumdan
çıkabilmek için yani dışarıdan görülen benim
adıma hayatta olma sebebim ne? Benim kendi
içinde oluşturduğum hayatta olma sebebinin
bir araya gelmesini nasıl sağlayabiliriz? Bunu
şöyle ifade etmek lazım. İnsanın hayat
boyunca kendi içinde var olan değerleriyle
daha üst bir misyona geçme çabası. Yani
insanlar sizi sadece dürüstlüğünüzle hayatta
bir karşılık verdiyse bunun bir üstünü misyon
olarak kendinize atfetmeniz gerekir.
Dürüstlüğü yayanlardan olmayı istiyorum
derseniz zihninizde yeni bir pencerenin
açıldığını da göreceksiniz elbette. Zira insan
zihni hiç de durağan değildir. Ciddi bir akıcılığa
sahiptir. İnsan hayattaki varlık sebebini
dışarıdan görünen ve içeriden hissedilenle
paralel hale getirip üzerine bir misyon daha
ekleyerek yoluna devam ettiğinde bu
akışkanlığı yakalamaya başlar. Ve akışkanlık
hayatın anlamıyla beraber hız kazanır. Yani
debisi artar. Düşüncelerinizin çok hızlı bir
şekilde üretilmeye başladığını görürsünüz. Bir
üst hayat fikrini eklemekten asla vazgeçmeyin.
Unutmayın hayat akıyor. Sizse durmaya
çalışanlardan olmayın sakın."}

Kitapta yazmaz düşünce teorisi 10. dersten


herkese selamlar. Düşünen adamın çevresiyle
olan ilişkisini ele almaya devam ediyoruz. Ve
bu ilişkinin düşüncelerimize katkıları,
zaaflarımızı arttırıyor mu arttırmıyor mu ne
tarz problemler meydana geliyor buna
odaklanmaya devam ediyoruz ve her bir adım
bu düşünce dünyasında bizleri bir adım daha
ileriye taşıdığına inanıyoruz. Geçen
dersimizden hatırlayacaksınız nedensellik ilkesi
çevresinde hayatımızı inceledik ve bu hayatın
nedenlerine odaklandık. Bu dersimizde ise
sonluluk kavramını ele alacağız. Çünkü
yaşantısında sonu yok sayarcasında yaşayan
herkes sonluluk ilkesini kaçırıyor. Sonluluğun
ilkeleri var ve insanoğlu bu dünya hayatında
yaşarken sanki iş hayatını bitmezcesine, ev
hayatını bitmezcesine, bir şeyi kurgularken o
da kaybolmazcasına, hep var olacakmışçasına
yaklaşır. Bu gayet tabi bir durum ama bu tabi
olan durumun hayatımızda olumsuz bir etkisi
var ki o da düşüncelerimize yansıyor. Bunu iyi
anlayabilmek için şuradan başlayabiliriz.
Aslında hiçbir şeyin kaybolmayıp sürekli
dönüştüğü bu aslında bir nevi bir fizik yasası.
Sürekli her şey birbirine dönüşerek varlık
kendisini teyakkuz halinde bize hizmet eder
halde yaşantısına devam ediyor. Ama şunu da
unutmamak gerekiyor. Bu bizim
düşüncelerimize yanlış bir kavrama dönüşüyor.
Her şey bir şeye dönüşüyorsa bir sonsuzluk var.
Zincirler hiç bitmeden devam ediyor gibi
gelmeye başlıyor bize. Hani oyun parkına giden
çocuğun jeton attığında oyun bahçesinde
dönmeye başladığında sanki o hiç
bitmeyecekmiş gibi davranması. Ama
bittiğinde hadi gidiyoruz denildiğinde de bir
anda cıyaklaması, kızması, sinirlenmesi.
Hakikat aslında anlamamız gereken yer tam da
şurası. Dönüşümün başladığı an dönüşen şeyin
aslında sonu gelmiştir. Yani burada bir kap
suyumuz var ve bunu ısıtmaya başlıyoruz. Ve
bir dönüşüm başlıyor. Hal dönüşümü diyebiliriz
ya buna. Su yavaş yavaş buharlaşıyor, odaya
karışıyor. Evet suyun kendisi kaybolmadı. Ama
dönüşüm oldu ve bu dönüşüm olduğu anda
artık o kaba koyduğumuz suyu göremeyeceğiz.
Artık o kapta su yok. Kaptaki suyun sonu geldi.
Yani bir zamanda, bir mekanda bir şey, bir
başka şey dönüşürken o mekan ve zamanda
var olacak şeyin varlığından artık
bahsedemiyoruz. O zaman dönüşüm dediğimiz
an sonunda başladığı an olarak kafamıza,
zihnimize koymak zorundayız. Dolayısıyla
insanların bir şeyin sonunu bir türlü akıllarına
getiremiyor olmaları da tam da bu sebeple
oluyor. Çünkü hep su zaten var, buharlaştı.
Birazdan yukarıda tavanda soğuk bir zeminle
karşılaşır, şıp ediverir, geri döner. Hep dönüşür
zihniyeti okul hayatımızda, güncel hayatımızda
sürekli bizim zihnimizin bir yerlerinde
alışkanlık haline gelmesine sebep oluyor. Bu
durumda sonluluk ilkesinde anlayamaz hale
geliyoruz veya unutuyoruz diyelim. Ama
hakikat sonluluk ilkesini anlamak zorundayız ki
düşüncelerimizi de uygulamaya hazır
tutabilmeli ve bu duruma da alışabilmeliyiz.
Önce şuradan başlamakta fayda var. Sonluluk
zihnimizde nasıl çalışıyor? Bir şeyin sonlu
olması zihnimizde nasıl bir ifadeyle
karşılaşmakta ona bakalım. Çünkü bunu
anlayabilmek önemli bunu anlayabilmek için
de sonsuzluk kavramına bir gidelim. Sonsuzluk
zihnimiz için ne anlama geliyor bir ona
bakalım. Zihin belli ama tamamından
faydalanamadığımız bir alan kendisine gelmiş
olan o mevcudi olan bilgiyi sürekli kullanabilir
bir kas gibi düşünebilirsiniz geliştirdikçe ardı
ardına gittikçe derinler diye tabir ettikleri ama
öyle değil ama hadi bizde öyle ifade edelim
arkasına doğru yürüyüşe devam ettikçe bilgiyi
daha rahat kullanabiliyoruz. Zihin aslında her
şeyin bir sonu olduğu koduyla yapılmış. Çünkü
her dönüşümün bir son olduğunu bilen bir
vücudumuz var bizim. Yemeği yiyoruz. Önce
ağzımızda var. Sonra ağzımızda bitiyor.
Murtlağımızdan aşağıya gidiyor, midemize
geliyor. Midemizde işlemden geçiyor,
dönüşüyor, midemizde bitiyor. Yani vücut
sürekli her şeyin bir başka yere giderken bir
yerdeki vazifesinin bittiğinden haberdar
olduğu gibi zihnimizde de aslında her şeyin
bitebilirliği kayıtlı bir form yani moleküler
biyolojinin ele almış olduğu her bir davranış
biçimi aslında bu prensipler çerçevesinde
çalışırken aksi bir düşünceyi öğretme çabası
ciddi anlamda probleme sebep oluyor.
Zihindeki sonsuzluğun ne anlama geldiğini
şöyle ifade edebilirim. Sonsuzluk düşüncesi
kayıp alan sendromunu başlatıyor. Evet bu bir
sendrom. Çünkü insan bir şeyin dönüşürken
sonunun geldiğini anlamaz. Hep sonsuzluk
içinde yaşadığı hissiyatını güçlendirirse zihin
diyor ki burada kayıp alanlar var. Çünkü benim
midem boşalmış olmalıydı. Karaciğerim
gereken vazifesini yaptı, vazifesinin sonu geldi
diyorsa aynı şey zihnimiz için geçerli.
Düşündüğümüz her şeyin bir sonu var diye
bakıyor. Bu olmadığı andan itibaren ise kayıp
sendromu başlıyor ki bunu aslında biraz önce
vermiş olduğum örnekte ifadelendirebilsem
eğer çocuklarda var. Yani çocukların önüne bir
oyuncak geldiğinde onunla oynamaya
başladıklarında sanki saatlerce belki gün
boyunca hatta hiç uyumadan onunla oynamak
isterler. Onu elinden aldığınızda kaybettim
derler kızmaya başlarlar. Aslında buna teknik
olarak kayıp sendromu diyoruz. Bir süre sonra
çocuk kendisine o verilene kadar ya da onun
muadili verilene kadar istemediği bir şeyi
yapmak arzusunda olmuyor. Bu yüzden
öfkeleniyor, nefret duyuyor, sinirlenmeye
başlıyor. Ve bu kendi iç dünyasında bir
çatışmaya gidiyor. Yani oyuncağı çocuğa
verirken bu oyunla ne kadar oynaması
gerektiği söylenmeyince bu işin uykuyla,
dinlenmeyle, bir başka yere gidilecek olmanın
gerekliliğiyle ifadelendirilip altı çizilmeyince
kaybettim oyuncağımı elimden aldılar
deyiveriyor. Aslında bu olgunlaştıkça
değişmiyor cümleler söylemler değişiyor olsa
da. Bir oyun hayatının içinde olup onun her
birisinin bir sonu olduğunu bilmeden
yaşayanlar da işte bu manasıyla kaybettikleri
sonluluk ilkesiyle ne yazık ki sonsuz olmayan
bir yapının içerisinde kendilerini daim
zannediyorlar ve günün sonu geldiğinde kayıp
sendromu başlıyor. Hayatı kaybettim, hayatı
kaçırdım, zamanı bir türlü tutamadım, kendimi
başaramadım şeklinde buluyoruz kendimizi. Ve
bu bir düşünce adamı için oldukça tehlikeli.
Çünkü bu süreç insanı sendrom yapısındaki bir
kayıp düşüncesiyle beraber bundan sonrakileri
de kazanamayacağım. Çünkü bundan
öncekileri kaybettim şeklinde kodlanıveriyor.
Peki, gelelim sonluluk ilkesinin sonluluk
ilkelerinin neler olduğuna. Çünkü bu ilkeleri
bildikten sonra bu ilkelerle nasıl düşüneceğiz
ona bakacağız. Sonluluğun aslında 3 tane ilkesi
var. Bunlardan birincisi her başlangıç bir sonun
gereğidir. Madem ki başlamıştır suyu ısıtmaya
başladık o zaman biliyoruz ki bu su
buharlaşacak. Sonu gelecek. Neyin? Bardaktaki
suyun sonu gelecek. Artık onu göremeyeceğiz.
İkinci ilke ise şu. Her süreç dönüşüm anında
son bulur. Yani su buharlaşmaya başlar. Azalır,
azalır, azalır, azalır. Bardakta 1 mm kalınlığında
su tabakası kalsa bile hala son gelmemiştir.
Bardağın içindeki bütün su buharlaştığında
artık son deriz. O zaman sonluluğa gidiş bir
dönüşüm sürecidir. Yavaş yavaş gerçekleşir.
Elbette ki bu zaman dilimi her şey, her zemin,
her düşünce, her metaller için farklı olacaktır.
Ve hatta neyle ısıttığınıza bile bağlıdır bu.
Hepsi birbirinden farklı. Üçüncü ilkemiz ise şu.
Her başlangıç ve son birbirine benzeştiği anda
dönüşüm başlıyor. Ne demek o? Suyu
başlangıçta koydum. Sonu neyle olacak
bunun? Ateşle, ısınmayla olacak. Buharlaşma
öyle gerçekleşecek. Bu ikisi beraber bir araya
geldiği andan itibaren başlayacak olan şey
benzeşim. Yani birbirine yaklaşma. Birbirleriyle
özdeşleşme. Ki bunu yapmasanız bile, yere su
bile dökseniz, ertesi gün geldiğinizde o suyun
oradan buharlaştığını görüyorsunuz. Suyun
buharlaşmasını nasıl engelleyebilirsiniz? Onu
ya ısınma ortamından tamamen
uzaklaştıracaksınız, yahut onun buharlaşmasını
engelleyecek bir kapakla kapatacaksınız. Yani
birbirleriyle benzeşmesine, özdeşleşmesine
engel olacaksınız. Ama bu engel hayatımız
boyunca pek çok alanda mümkün değil. Şimdi
geldik şuraya. Peki bu üç ülkeyi saydık. O
zaman bu üç ilkeyi kendi düşünce hayatımızda
nasıl konumlandıracağız ki düşüncelerimiz bu
sonluluk ilkesiyle daha verimli olabilsin. Eğer
yeni bir şey yapıyorsanız eski olanın size destek
vereceğini bilmelisiniz. Çünkü yapacağınız her
yenilik hangi alanda olursa olsun kendisinden
evvel ya bir fikri ya bir düşünceyi ya zihinsel bir
alt tipiyi gerektirmekte. İkincisi her yeni olan
ne varsa bir gün mutlak surette eskiyecektir.
Ben buldum ben yaptım daha iyisi olamaz
düşüncesiyle yaklaşacağınız her şey bu
manada tabiri caizse kimyaya fiziğe karşı bir
duruş sergileme tavrıdır. Zihniniz burada da
sizin önünüzü kesiverir. Yeninin eskiye
benzemesi yeni için zamanın geldiğini
göstermektedir. Çünkü bir fotoğraf makinesi,
bir saat, bir alet edevat keşfetmiş, onu eskinin
daha iyi sahneye getirmiş olabilirsiniz. Bir süre
sonra ona benzer bir başka ürün ç bir şekilde
sonluluğa doğru gitmektedir. Peki bizler bu
ilkeleri hayatımıza geçirmekte neden
zorlanırız? Oraya bakalım. Sonluluk ilkesiyle
düşünmenin önündeki en önemli engellerden
bir tanesi bir gün biteceğini, eskiyeceğini
düşünmemektir. Bunu düşünmüyorsanız ne
yazık ki yeniyi inşa etmeniz mümkün olmaz.
Yeniyi inşa etmenin yolundaki en önemli
gereklilik yapacağınız yeninin de bir gün
biteceğini bilmenizdir. Kendinizi tüm
koşullardan izole etmeye kalkmayın.
yapacağınız yeninin de bir gün biteceğini
bilmenizdir. Kendinizi tüm koşullardan izole
etmeye kalkmayın. Bulduğunuz bu düşüncenin
kimsenin aklına gelemeyeceğini, bu yüzden
herkesten farklı olduğunuzu sakın
düşünmeyin. Çünkü müthiş bir sistemin bir
parçasısınız farkında olmasanız bile. Tabi izole
etme kavramı sadece bununla beraber değil.
Kendi şahsınızın da ölmeyeceğini asla
düşünmeyin. Ölümün varlığından haberdar
olup bunu düşünüyor olmak sonluluk ilkesiyle
izolasyondan kendinizi kurtararak o ahengin
içinde var olma duygusunu size katar. Asla
başarısız olacağınızı düşünmeyin. Zaten böyle
başladığınız bir şeyde yeniye dair tek bir ipucu
bulabilmeniz kolay olmayacaktır.
Kaybedeceğinizi asla düşünmeyin. Çünkü böyle
bir düşünce sizin yeni adımlar atabilmeniz için
eskilerden vazgeçmenize engel olacaktır.
Üçüncü bir mesele var sonluluk ilkesiyle
düşünmenin önündeki engellerden ifade
edebileceğimiz. Her kaybın kendi cinsiyle
kazanca dönüşebileceğine dair esas. Yani sizler
bir işi kaybedebilirsiniz ama bu sizin için iyi bir
tecrübeye dönüşeileceğine dair esas. Yani
sizler bir işi kaybedebilirsiniz ama bu sizin için
iyi bir tecrübeye dönüşecektir. Yani bir şeyin
sonu gelmiştir, evet. Bir şey icat edersiniz,
sadece bir yıl boyunca insanların ilgisini
çekebilir ve ertesi yıl herkes onu kullanmakta,
uygulamayı ele almakta istemeyebilir. Ama bu
bir kayıt değildir. Bu başka bir şeye
dönüşmektir. Bu sizin için en ucuz diye tabir
edilen tecrübedir. Ama aslında bu hayatımızda
düşünce adamının en büyük tabiri caizse
hazinelerinden biridir. Bu durumda pratik
hayatımızda neler yapabiliriz önce ona
bakalım. Ve o noktadan işi daha da
netleştirelim. Tablonun netliğinde şunu
söyleyebilirim sevgili arkadaşlar. Kayıp kazanca
değil. Dönüşüme odaklanın. Çünkü bir şeyi
kazanacaksınız, kaybedeceksiniz.
Kaybedeceksiniz ve kazanacaksınız. Çünkü
doğayı izlemiyorsunuz. Doğayı izlediğinizde
kayıp ve kazanca odınız. Çünkü doğayı
izlemiyorsunuz. Doğayı izlediğinizde kayıp ve
kazanca odaklanmamış sürekli dönüşüme
odaklanmış bir yapıyı göreceksiniz. Ağaçlar
yapraklarını dökmeye başlayınca üzülmezler.
Hayvanlar kış uykusuna giderken yazın
getirmiş olduğu güzelliklerden ötürü artık
onlardan uzak kalacakları için ağlamazlar.
Doğaya bu kadar yakın yaşayan insanların
doğadan bu kadar kopuk bir düşünceye sahip
olmaların ne yazık ki bu sonluluk ilkelerinden
çıkıp sonsuzluk duygularıyla hareket
etmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Ve
sonuncusunda da şunu ifade edebilirim. Belki
bu ifade birilerine yatkın, birilerine değil
gelebilir ama insan için bu duyguların kaim ve
daim olmasında en büyük destekleyici
şeylerden birisi ölüm hatırasıdır. Ölümü
hatırlamak zihninizdeki sonluluk ilkeleriyle
geniş yeniliklere adım atmanıza yardımcı
olacaktır. Bir dahaki dersimizde görüşmek
üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi derslerinin 11.sindeyiz.
Herkese selamlar. Bu hafta sizlerle beraber
seçimliliği inceliyor olacağız. Bir önceki
dersimizde varolmanın nedensellikte olan
ilişkisine değinmiştik. Ve bu var olmanın bizim
hayatımızda düşüncelerimizi nasıl etkilediğini,
var olma duygusuyla nedensellik arasında nasıl
bir ilişki kurduğumuzu ve bu nedenleri nasıl
belirleyebileceğimizi ifade etmeye çalışmıştık.
Geçen dersimizde ise sonun varlığını ele aldık.
Varlığın ardından gelen mutlakiyet içeren bir
sonluluk ilkesi var. Bu sonluluk ilkesi olmadan
da düşüncelerimizi geliştirmenin mümkün
olmadığını ifade etmiştik ve yöntemlerini
belirlemiştik. Bu dersimizde ise düşünen bir
adamın seçim sürecini ele alıyor olacağız.
İnsanlar hayatları boyunca seçim yaparlar. Her
noktada böyledir. Bir şeyi düşünerek ya da
düşünmeden otomatik bir halde hiç fark
etmez. Sonuç itibariyle seçimler yaparak bir
hayat yolculuğundayız bizler. Bu seçimleri
yaparken de farklı yöntemler kullanıyoruz. Bu
yöntemler menfaat odaklı olabilir, gelecek
odaklı olabilir, geçmişin problemlerine
takılmışçasına verilen kararlar olabilir, inadan
seçimlerin nasıl yapıldığını bildiğim bilmeye
aynı zamanda nasıl seçimler yapmamız
gerektiğini de bilmemiz gerekir. Yapılan her
seçim bir sonraki süreci etkilemektedir. Bu
yüzden bizim söylememiz gereken önemli bir
tez var. O da şu. Karar vermek fiillerle ilgilidir.
Önümüze gelmiş var olan durumun seçimi sizin
elinizdedir. Seçimsiz kalmak da elbette bir
seçimdir ama her zaman mümkün değildir.
Seçimler düşüncelerinizi geliştiren ya da güdük
bırakmasına vesile olan bir şekil alabilir. Seçici
olan kişi bu seçimi keyfi olarak yapıyorsa keyfi
sonuçlarla karşılaşacaktır. Seçimlerinizi
nefretle yaparsanız nefretle yeni seçimler
yapmaya mecbur kalırsınız. seçimler yapmaya
mecbur kalırsınız. Seçimlerinizi menfaat ya da
gelecek odaklı yaparsanız, önünüze gelecek
her gelecek için önceden sürekli şüphe
duymak, kaygılanmak mecburiyetinde
kalabilirsiniz. Gelin öncelikle zihnimizin seçim
yaparken nasıl çalıştığına bakalım. Ondan
sonra daha iyi düşünebilmek için daha iyi
seçimler nasıl yapılır? Onun reçetesini
sunmaya çalışalım. Bakalım zihnimiz seçim
yaparken nasıl çalışıyor? Öncelikle şunu
bilmemiz lazım. Aslında seçimler yaklaşım
biçimine göre değişiklik gösteriyor. Yani insanın
ruh halinde diyebilirsiniz buna, psikolojisi de
diyebilirsiniz, o anki hengame ya da dinginlik
de diyebilirsiniz. Çünkü bir şeyi tam seçerken
insanlar üç türlü halde bunu yapıyorlar ve bu
yaklaşım biçimlerini oluşturuyor. Seçimleri
etkileyen ana unsurlar bu biçimleri
oluşturmakta. Dolayısıyla bizim bakmamız
gereken şey şurası. Biz hangi yaklaşımlarla
seçim yapıyoruz? Çünkü zihnimizin yaklaşım
biçimleri var hayata. Ve aşağı yukarı dallanıp
budaklandırırsanız 80'e yakın yaklaşım biçimi
olsa da bunları gruplandırdığımızda 3 ana
başlık halinde değerlendirebiliriz.
Toplandırdığımızda 3 ana başlık halinde
değerlendirebiliriz. İnsanlar seçimleri yaparken
zihinlerinde 3 yaklaşım biçimiyle hareket
edebilirler. Bunlardan bir tanesi refleks
seçimlerdir. Bir diğeri duygusal seçimlerdir. Bir
diğeri ise düşünce seçimleridir. Düşünsel
seçimlerdir. seçimlerdir, düşünsel seçimlerdir.
Dolayısıyla insanın bu seçim süreçlerini de
yaklaşım biçiminde geliştirmesi, onun düşünce
adamı olma yolculuğunda ona destekler
vermektedir. Çocukluk yaşlarımızda zihnimiz
çabuk hareket etmek üzerine
programlanmıştır. Bu çabukluk bir an önce
doymak, bir an önce oyun oynamak, bir an
önce istediğini almak üzerine olduğu için
refleks düşünce sistemi çocuklarda çok
gelişmiştir. Bu yüzden de 3 çeşit yapıyla bu
seçim yapısı hareket eder. Ya kaçar, ya yaklaşır,
ya da donup kalıverir. Bütün çocuklarda
gördüğümüz bir şeydir bu. Ama hayatı boyunca
bu çocuksu düşünceden çıkamayanlar 50-60
yaşına bile gelseler hala bir şey olduğunda
seçmek gerektiğinde ondan hemen kaçan, ona
hemen yaklaşan ya da donup kalıp fikrim yok
bir şey seçemiyorum diyen insan tipinin de
gittikçe arttığını görüyoruz. Bu aslında
toplumların olgunlaşma sürecinin hem
yavaşladığını hem de kaybolduğunu gösteren
ne yazık ki can yakıcı gerçeklerden birisi. Eğer
buradan bir sonrakine çıkarsanız ki nasıl
çıkacağınızı birazdan anlatıyor olacağım. Bu
sefer duygusal seçimleriniz vardır. Duygusal
seçimler aslında biraz daha ergenlik dönemi
seçim tarzıdır. Kaçmak yerine artık bırakmak
vardır. Çünkü bir şey benimdir diyen çocuk onu
bırakmaz ya. Bu sefer duygusal seçimlerle onu
bırakmaya seçimleme yöntemi ve yaklaşımı
gelişir. Yaklaşmanın yerine tutmak,
sahiplenmek, artık onunla beraber bir şeyler
yapmak arzusu vardır. Veya üçüncü şey, biraz
önce donmak ve donup kalmak dediğimiz
şeyin tam karşılığında dokunma vardır. Ona
dokunmak, onunla beraber bir yolculuğa
çıkmaya niyet etmek. Bunlar da duygusal
seçimler ki toplumun neredeyse %55-60
civarında böyle olduğunu söylemek lazım.
Toplumun da %25-30 civarında refleksle
hareket ettiğini düşünürseniz geriye kalan
düşünsel yaklaşımlar için yine bir 3 maddemiz
var. Ama bu 3 maddemizin ne yazık ki
özellikleri gittikçe azalıyor. Bunlardan bir tanesi
uzaklaşmak, diğeri yakınlaşmak ve diğeri de
bozmak. Yani düşünsel seçimler yapan insanlar
bir şeyden tamamen kaçmak ve bırakmak
yerine uzakta durmayı, bir şeyi tamamen ele
geçirme, benim demek yerine tutmak ve
yaklaşmak yerine yakınlaşmayı, kollektif bir
şey yapmayı yahut yanlış bir şey olduğunda
onu bozan adam olmayı seçerler. Bundan hariç
olanlarsa varsa hiçbir şey dokunmayan
tipolojidir diyebiliriz şimdi bu durumda
öğrendik ki üç çeşit seçim yaklaşımımız var
Refleks duygusal ve düşünsel Peki biz bu
süreçleri atlatamadı isek şimdiden sonra nasıl
atlatabiliriz? Şimdi hepsini kullanacağız ve
bunlar zaman zaman da işimize yarayacak. Yani
bir adam düşünsel düşünce biçimine geçmiş
olsa da hayatının belli anlarında refleksler
gösterebilir. Bir kaza anında direksiyonu
refleksle kırmak. Bundan bahsetmiyoruz.
Bunlar zaman zaman olacak. Duygusal
kararlarımız da olacak. Bunlar zaman zaman
olacak. Duygusal kararlarımız da olacak.
Normalde materyalist düşünseniz bir araya
gelmemeniz gereken insanlarla bir başka insanı
kırmamak adına bir araya gelmek zorunda
kalabileceksiniz. Bu durumları da kullanacağız
ama düşünce adamı olmak üçüncü. Düşünsel
seçimlerinizi daha fazla arttırmakla ilişkili.
Şimdi bizler bu refleks seçimlerden duygusal
seçimlere nasıl geçiş yapabiliriz? Bunun
reçetesini sunayım size. Bunlar için size
sunabileceğim 5 tane önemli madde var.
Bunlardan birincisi baktığınız gerçekten
reflekssel düşünceleriniz benim anlattığım gibi
fazla. Ve yavaş yavaş duygusal seçimlere
geçmek istiyorsunuz. Çünkü bir anda refleksten
düşünsel seçimlere geçemezsiniz. Her biri bir
basamaktır ve zihin gelişiminde ihtiyaçtır.
Çocukluk, ergenlik, olgunluk gibi. 1. Gecenin
bir bölümünde uykunuzdan vazgeçeceksiniz ve
neyi seviyorsanız onu yarım saat boyunca
düşüneceksiniz. Gecenin bir bölümünde
uykudan uyumanmak ve yarım saat boyunca
düşüneceksiniz. Gecenin bir bölümünde
uykudan uyumamak ve yarım saat boyunca bir
şeyi, sevdiğiniz bir şeyi düşünmek, tefekkür
etmekle ifade edebiliriz bunu. Çünkü çocuklar
gecenin bir yarısı uykularından uyandırılmak
istemezler. Zihnimize o anda sevdiğin bir şey
için o alanı ayırmak, zihninizi refleks
düşünceden çıkartmanıza yardımcı olur. İkinci
mesele. Şeker kullanmanızı dengede tutun
çünkü rafine şekerler insanların reflektif
düşünce biçimine yaklaştırırlar. Pankreas ve
dalakta üretilen insülin ve buna bağlı gelişen
direnç ne yazık ki refleks yönetimini daha ön
planda tutmaktadır. Üçüncü mesele ise basitçe
yaptığınız bir şeyi süreçlere bölün ve daha
basit süreçlerle yapmayı deneyin. Örneğin her
hafta pazara alışveriş yapmaya gidiyorsunuz.
Basit bir şey. Hatta çoğu zaman
düşünmüyorsunuz bile. Elinizde bir listeyle
gidiyorsunuz ya da aklınızda tutuyorsunuz.
Oturun şimdi bu süreçleri düşünün. Pazara
gitmeden önce nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz?
Pazar arabası o o o o o bir süreci yazdınız.
Şimdi şunu hesap edin. Ben bunlardan
hangisini iptal edersen bu süreç kısalabilir?
Yani belki de bugüne kadar refleks olarak
yaptığım ama yazmadığım için anlamsız bir
şekilde yaptığım şeyler var. Gittiğim yolu
kısaltabilirim, pazardaki süreyi kısaltabilirim,
aldığım ürünlerin çeşitlerinde bir oynama
yapabilirim gibi gibi gibi bir basitleştirme
formatına girmeniz reflektif düşünceden
çıkmanıza yardımcı olur. 4. Yediklerinizi içine
yiyin. İlginçtir ama artan mide asidi reflektif
düşünce biçimini gittikçe arttırmaktadır.
Çocuklar gibi ağzınıza, aklınıza yutmayın. Bu
reflektif düşünceyi hızlandırır. 5- Sizi
yavaşlatan süreçlerin neler olduğuna
odaklanın ve o yavaşlıktan çıkmak için
kendinizi zorlayın. Bu durumları sıklıkla
yaptığınızda duygusal seçimlere geçtiğinizi
görmeye başlayacaksınız. geçtiğinizi görmeye
başlayacaksınız Elbette ki sonuçta düşünen bir
adam tipi oluşturmaya gayret ediyorsak şimdi
de duygusal seçimlerden düşüncesel
sistemlere seçimlere nasıl geçebiliriz düşüncel
yaklaşımın nasıl ulaşabiliriz onu formülü
verelim bu sefer de yine beş tane maddemiz
var bunlardan Bunlardan bir tanesi günde en
az 5 dakika derin ve çok daha derin nefesler
alın. Olabildiğince derin alın bir sonrakinde
daha derin almaya çalışın. Ciğerlerin
genişlemesi düşünce boyutunun genişlemesine
katkı sağlar. İkincisi alışverişe gitmeden önce
alacaklarınızla ilgili olan bütün kriterlerinizi
belirleyin. Alışveriş güncel hayatımızda sıklıkla
yaptığımız bir şey olduğu için alışverişi beyan
ediyorum. Bunu hayatınızın ne kadar alanına
yayarsanız, bugün bir iş yapacağım kriterlerim
neler? Çabuk yapmak mı? Kaliteli yapmak mı?
Bir tane yapmak mı? Ne diyorsanız yapacağınız
şeyden önce yapacağınız şeyin kriterini
belirleyin. Bu sizi duygularla buluşturmaya
yardımcı olacak. 3. Hızlı hareket ettiğimiz
alanlar vardır. Hatta çevremizdekiler de bize
sıklıkla söylerler. Bunu çok hızlı yapıyorsun.
Yapma bak yanlış oluyor derler. İşte o dedikleri
yerleri yavaşlatmak için kendinizi zorlayın.
Çünkü gereğinden fazla hızlı hareket ettiğiniz
yerler reflektif hareketi tetikliyor. Yavaşlatarak
bunu duygusal süreçten düşünsel sürece
getirebilirsiniz. 4- Size korkutucu gelen mutlaka
bir şeyler olabilir. Fobileriniz de olabilir ama
korkmanın sebebiyle oluşan olumsuzlukları ve
bu olumsuzlukların meydana getirmiş olduğu
etkileri düşünün. Korkulardan çıkmaya
çalışmayın ama bu düşünce sizi düşünsel
boyuta yaklaştıracaktır. Beş ve en önemlisi. Bir
seçimlilik ilkesinde düşünsel boyuta
geçebilmek için en önemli olan şey zihninizde
dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanımlayın.
Hayatta sizin için dost ne demektir, düşman ne
demektir. Çünkü ancak düşünce adamlarının
kriterleri bu şekilde netleşerek zihinde çalışma
formatını arttırır. Bu duruma ulaştığınızda yani
refleksten duyguya, duygudan düşünsel
seçimleme yöntemlerine ve yaklaşımlarına
geçtiğinizde ne elde edersiniz? 3 önemli şey. 1-
Artık objektif düşünce sahibi olursunuz,
gerçekçi düşünce sahibi olursunuz ve inandırıcı
olmaya başlarsınız. Bu 3'ü bir düşüncenin
oluşması için de gereken ana katmanlar
olduğunu da söylememiz gerekir. Bir düşünce
bu üçüne sahip olmadıkça doğru seçimler
yapılamadığı için doğru düşünce sonuçları da
oluşmayacaktır. Bir şeyin objektif bir
düşünceye sahip olması yansız olduğu
anlamına gelmez. Ama olması gereken yerden
daha fazla ya da daha az olmayıp ahenkli bir
noktada durması demektir objektiflik. İkincisi
gerçekçi olması. Yani hayallerinize artık vakit
harcamaz gerçeklerle uğraşmaya başlarsınız.
Üçüncüsü artık inandırıcı olursunuz çünkü siz
de düşüncelerinize inanmaya başlarsınız. Hem
refleksleriyle düşünenler hem de duygularıyla
düşünenler kendi düşündüklerine
inanmadıkları için ve inanamayacakları için
başkalarını inandırmakta zorlanır, hep daha üst
perdeden bağırmaya çağırırlar veya başka bir
şeyler yapmaya çalışırlar. Düşünce adamı ise
bağıran değil. O söyleme ojektif, gerçekçi ve
inanarak yaşadığı için inandırıcı olabilme
niteliğine kavuşmuş olur. Böylelikle seçim
yapabilen bir düşünce adamının yolculuğu
daha kolay ve daha verimli olacaktır. Haftaya
12. dersimizde tekrardan görüşmek niyetiyle.
Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi'nden herkese iyi haftalar. Bu


hafta 12.sine ulaştığımız dersimizde bir önceki
dersimizde hatırlayacak olursanız sorumluluk
ilkesini ele almıştık ve sorumluluk çerçevemizi
nasıl oturtarak düşünce boyutunda bunu
hızlandırabiliriz ona bakmıştık. Son dersimizde
ise yaptığımız seçimlere odaklandık ve bu
seçimleri hayatımızı nasıl yönlendirebileceğini
ve bu yönlendirme açılarını nasıl daha
yetenekli hale getirebileceğimizi ele almıştık.
Bunların reçetelerini ifade etmiştik. Bu
dersimizde ise yine düşünürken çok aklımıza
gelmiyor ama hayatımızın çok merkezinde olan
belki adlandırmadığımız bir konudan
bahsedeceğiz. Çünkü düşünce üretirken en çok
dikkat kesildiğimiz doğru ve yanlış konusunu
ele alırken doğruculuk ifadesine biraz
odaklanmaya çalışacağız. Çünkü bizler bir
düşünce üretiriz ve ürettiğimiz düşünceler
doğru mu yanlış mı diye ya düşünürüz ya da
fikir isteriz karşımızdaki insanlardan.
Dolayısıyla ürettiğimiz bir düşüncenin doğru
olduğunu genel olarak bilmek isteriz. Doğru
olduğunu bazen kabul ederiz. Bakarız ki
aslında doğru değil ama onun başından
itibaren bir kabul edilmişliğimiz vardır. Ben
ürettiysem doğrudura kadar giden bir süreçtir.
Bu olumsuzluğu olmakla beraber. Veya bir yer
daha gelir. Doğru olarak kabul edilmesini de
isteriz. Yani illa ki bu benim doğrumdur. Bu
doğrudura evrilir ve herkesin bunu doğru
olarak kabul etmesini isteriz. Bazen de diktat
edebiliriz. Şimdi bir şeyi kabul olmasını
istemek ve bunu kabul etmek yeterli bir şey
değil. Çünkü kendi dünyamızda bir şeyi doğru
olarak kabul edişimiz, bir düşünce olarak eğer
bu başka bir insanın hayatına yönelik bir şeyi
etkileyecekse, bir ürüne, bir yazılıma, bir
işleyişe etki gösterecekse sadece bizim kabul
etmemiz yeterli değil. Bir diğer taraftan da
hayatımızın içinde hep şu vardır ya, herkesin
doğrusu kendine. Aslında bugünkü dersimizde
herkesin doğrusu kendine. Aslında bugünkü
dersimizde herkesin doğrusu kendine midir?
Biraz da ona bakıyor olacağız. Çünkü genel
itibariyle söylemek gerekirse mutlakiyet
doğrultusunda olan her şey doğrudur. Ve hiçbir
doğru diğerinden daha az doğru değildir. Biz
bazen bir doğruyu bulduğumuzda onun son
nokta, nihai nokta olduğunu düşünüyoruz ama
ondan daha doğrusu da olabiliyor. Yani biraz
daha anlamamız için söyleyeyim daha iyisi her
zaman vardır diye bir cümle vardır ya aslında
buna bir birebir yakınla örtüşüyor bu ifade. Ve
yanlış olarak adlandırdığımız şey içinse tam
olarak aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü hiçbir
yanlış diğerinden daha yanlış değildir. Zaten
bugünkü dersimizde aslında mutlakiyeti de
anlamaya çalışacağız. Mutlakiyeti anladığımız
zaman da doğruyu ve yanlışı çok daha ortaya
çıkacak. Bu ortaya çıktığı andan itibaren
göreceğiz ki doğrunun bir sonrası olabilir ama
yanlışın daha yanlışı olmaz. Doğru ve yanlış
mutlakiyet yönünde olma çabasının
referanslarıdır. Şimdi hep mutlakiyetten
bahsettik. Mutlakiyetten bahsettik. O zaman
doğru ve yanlışın ne olduğunu bahsetmeden
önce tez olarak sunduğum mutlakiyet
doğrultusunda olan her şey doğrudur
ifadesinin içindeki şu mutlak nedir ona bir
bakalım. Şimdi mutlak dediğimiz şey varlığı
ispata mecbur olmayan, varlığında var
olmasının gerektiğini taşıyan başlangıç ve
sondur. Bir şey varken o varlığın bir niteliği
vardır ve bu nitelik onun için mutlaktır.
Değişmez koşullar altında sürekli aynı karşılığı
bize verir. Bazen de varlık değildir bu, bir
düşüncedir veya bu bir düşüncenin gittiği
yerde o mutlakiyet olgusunun varlığına işaret
eder. Dolayısıyla bu işin mutlakı nedir diye bir
sual etmek gerekir. Bir örneği şöyle verebilirim.
Şimdi bizler su ile ilgili birçok çalışmalar
yapıldığını görüyoruz. Gerek sesle suyu
temizleme, gerek suyu ozonize etme, gerek
alkali su diyerek başka bir meca oluşturma.
Sürekli suyun üzerinde dünyanın dört bir
tarafında yapılan çalışmalar, yeni ürünler,
üretimler söz konusu. Şimdi burada bunun
mutlakiyetine baktığınız zaman şu örneği
verebiliriz. Su yaşam için gereklidir. Susuz bir
yaşam mümkün değildir. Bir adam su üzerine
çalışıyorsa suyun bu mutlakiyet esasından
hareket etmek zorunda. Çünkü susuz bir şeyin
olmadığında yaşamın ortadan kalktığı bir
gerçek artık mutlaki bir cümle kurmamızı bizi
mecbur eder. Dolayısıyla mutlak olanın değişip
değişmeyeceğine de bir bakmak lazım ki o
zaman anlayacağız herkesin doğrusu kendine
mi yoksa doğru dediğimiz şey aslında birbirini
takip eden bir doğrultunun içinde olan şeyler
mi? Mutlak olan değişirse varlık varlığının
özelliklerinin de değişmesi gerekir. Yani biraz
önce bir örnek verdik dedik ya su üzerinde bir
çalışma yapıyorsak suyun mutlak değeri nedir?
Yaşam için gerekli olmasıdır. Eğer günün
birinde bu mutlak doğru mutlak doğru değildir
derlerse o zaman bize varlığımızı devam
ettirmek, bütün dünyanın, bitkilerin, canlının
varlığını devam ettirmek için sudan hariç bir
şeyi de ortaya koymuş olmaları lazımdır. Ama o
lazım olanı ortaya koyduklarında artık o başka
bir maddedir. Dolayısıyla onun özellikleri
değişmiştir. Artık ona su denilemez. Yani
örneğin X diye bir sıvı buldular. Dediler ki su
dünyada tükendi, hoş tükenmeyecek. Diyelim
ki tükenecek diye insanları yutturdular. Dediler
ki biz X maddesini keşfettik. Bu maddeyi biz
üretebiliyoruz. Su kaygımız bitmiştir. Yaşam
bununla devam edecek. Ama artık bu bir X
maddesidir. Bu su değildir. Dolayısıyla suyun
mutlakiyeti değişmez. Su hala yaşam için
gerekli olandır. Ama bu sefer yaşam için gerekli
olan başka bir madde bulunmuştur. Farazi
ifadeyle beyan edeyim. O zaman gene şuradan
başlayalım. Bu mutlakiyete göre yanlış nedir?
Yanlış mutlaktan uzaklaştıran her şeydir.
İnsanoğlu genel itibariyle bu mutlak değerlere
bakmadan düşünce ürettiği için yanlışa
düşmesi oldukça hızlıdır. Dolayısıyla insanların
düşünce üretiminde neden yanlışa düştüklerini
anlamamız önemli. Mutlak olanı
belirlemedikleri için insanlar yanlışa düşerler.
Bazen yanlışlı olduklarının farkına bile
varmazlar. Bir örnek verelim tekrardan.
Diyelim ki bir bilgisayar üzerinde yazılımcılık
işiyle uğraşmaktasınız. Ve yapay zeka
yardımıyla bir ev robotu üretmek istiyorsunuz.
Evin temizliğini yapsın istiyorsunuz. Efendim
yemek yapsın istiyorsunuz. Efendim yemek
yapsın istiyorsunuz. Etrafı gerçekten iyi
temizlesin bir ev robotu. Şimdilerde de yavaş
yavaş görmeye başladığımız prototipleriyle
vesaire benzer özellikleriyle piyasaya yavaşça
çıkmaya başlayan bir şey bu. Şimdi önce benim
mutlak olanı bulmam lazım. Neden? Çünkü
robotlarla ilgileneceğim ve robotun bir ev
temizliğini yapmasını istiyorum. Şimdi burada
mutlak olanın ne olduğunu belirlemek pat diye
mümkün değil. Ve hatta mutlak olan her şeyin
türevleri de olabilir. Yani su yaşam için
gereklidir derken su normal şartlar altında 100
derecede kaynar. Eğer bir kimya çalışması
yapıyorsanız suyun bu cümlesi de mutlak
esastır. Yani yapacağımız işin hayatımızda
ortaya koyduğumuz fikrin, düşüncenin
mutlağını bulmaya çalışıyoruz ki onu referans
alarak ona doğru gidip gitmediğimizi kontrol
edelim. Peki burada mutlak cümlelerimizden
biri ne olabilir? İnsanlar her şeyi
kolaylaştırmak isterler. Çünkü ben ev robotu
yapıyorum. Neden yapıyorum? İnsanlar hayatı
kolaylaşsın diye. Peki insanlar her şeyin
kolaylaşmasını isterler mi? Evet, tarih boyunca
insanların teknolojik gelişimleri, adım atma
sebeplerinin en önemlilerinden biri hayatlarını
kolaylaştırmak içindir. O zaman bu mutlak
cümledir. Ve bu cümleyi siz kime söylerseniz
söyleyin buna itiraz etmez. Çünkü mutlaktır.
İnsan kolayı seçer, kolaylıkla bu işleri yapmayı
arzu eder. O zaman burada şimdi benim bir
cümlem var. Mutlak cümle. Bu mutlak
cümlenin altından başlayacağım çalışmaya. Ve
diyeceğim ki madem ki insanlar her şeyi
kolaylaştırmak istiyorlar o zaman
kolaylaştırmanın içinde hız da var, zaman
kazanma da var ve buna belki 20-30 madde
daha yazabilirsiniz. Şayet hız kolaylaştırıcı bir
eleman olarak kabul edildikten sonra ki öyledir
de bir şeyi daha hızlı yapmak kolaylaştırıcı bir
şeydir. İnsanlar eskiden at arabalarıyla
buğdaylarını, arpalarını bir yerden bir yere
taşıyorlardı. Vakit gerektiriyordu, zaman
kaybıydı. Kolaylaştırmak istediler ve
kolaylaştırmanın bir yolu hızdı ve insanlar
arabayı, tekerleği geliştirerek, motor da
ekleyerek şimdi çok daha hızlı bir ürün
karşılamayı, ürün göndermeyi becerebiliyorlar.
Eğer benim ürettiğim ürün kolaylaştırıcı
özelliklerden en önemlileri olarak da kabul
ettiğim hızı karşılama noktasında hatalar varsa
o zaman ben bir yanlış yapıyorum demektir.
Çünkü insanların hayatını kolaylaştırırken hız
ve zaman kazanma önemli bir başlangıç
noktasıdır. Şimdi bunu düşünürken doğru ve
yanlış aşamalarının her aşamada tekraren ve
tek ve tekrar kontrol edilmesi gerekiyor.
Yanlışa düzeltmeden bir sonraki aşamaya
geçmeniz ne yazık ki o doğrultudan şaşmanız
anlamına gelir. Yani şöyle tekrardan ifade
edeyim. Bir düşüncemiz var. Mutlak cümlemizi
kurduk. Artık mutlak cümle bizim oraya doğru
gidişimizin doğrultusudur. Bu doğrultu
üzerinde yapacağım her şey doğrudur. Bunun
dışında olan her şey benim yönümü
değiştirecektir. Mutlak olandan uzaklaştırdığı
için onlar yanlıştır. Dolayısıyla ben her
seferinde eğer bir yanlış yaptıysam yani örnek
gene ev robotundan gidersek insanların
hayatlarını konuşturmak için bir
hanımefendinin yaptığının eforundan onu
kurtarıyorum ama bir yandan da hızlı yapmak
lazım. Düşünsenize ev robotu yaptınız yemek
yapabiliyor ama sabah kahvaltısını saat 7'ye
yetiştirmesi söz konusu. 7'yi yetiştirdi ama
ondan sonra akşam yemeği eve geldiğinizde
yemeği yapamamış. Yani hızlı olmamış. Ya biz
bunu zaman içinde çözeriz diyerek bu yanlışı
örterseniz süreç birbirini takip edecek şekilde
yanlışlar silsilesi devamiyet getirir. Bir döngüye
sokar sizi. O yüzden yanlışı mutlaka düzeltmek
zorundasınız. Yanlışı düzeltmeden bir sonraki
aşamaya kesinlikle ve kesinlikle
geçmemelisiniz. Bu aslında hayatımızın da
merkezinde olan bir şeydir. Bir yanlışı
düzeltmeden yola devam ederseniz hep yol
hedeflediğiniz, niyet ettiğiniz yerden başka bir
mecraya doğru dönüşüverir. Yani kendinizi
Ankara'da bulmak isterken küçük bir açı
kayması deyip geçmeyin. Kendinizi Konya'da
bulabilirsiniz. Doğrunun daha iyisini yapma
çabası elbette iyi bir şeydir. Yani bütün
doğruları yan yana dizerek iyi bir ev robotu
yapmış olabilirsiniz. Ama daha doğrusu elbette
olacaktır. Ve bunu yaparken şunu
unutmamalısınız. Zaman mefhumu maliyet
olarak en büyük maliyettir. Dolayısıyla bizler
illa ki oraya ulaşmak noktasında bir mücadele
verirken aman bunun daha doğrusunu
yapayım diyerek zaman kaybetmemeliyiz.
Çünkü kaybettiğiniz her zamanın bir maliyeti
vardır ki geri dönüşsüzdür. Zamanın bir
maliyeti vardır ki geri dönüşsüzdür. Her şeyin
geri dönüşü vardır ama ne yazık ki zamanın
geri dönüşü yoktur. Ve genellikle maliyet
hesabına bu konulmaz. Konulmadığı için de
başarısızlık doğal olarak gelir. Ve siz bir
doğruyu daha doğru yapmaya çalışırken birileri
sizden daha geride bir doğruyu yaparak sizden
daha ileri bir noktaya ulaşabilirler. Şimdi
burada da işte şu nokta çok önemli. Mutlak
olana ulaşılamayacağını bileceksiniz. Yani ben
bir ev robotu yapacağım. Hayatı insanların ev
hayatını öyle bir kolaylaştıracak ki insanlar bir
daha başka hiçbir şeye dönüp bakmayacaklar
bile sakın demeyin. Bunu diyorsanız
yanlıştasınız. Hem de o yanlışı görmezlik
içindesiniz. Bir aymazlık halindesiniz. Bunu
hemen fark edin ve geri dönün. Çünkü her
zaman daha iyisini, daha doğrusunu insanlar
yapmaya devam edecekler. Sizler güneşten
daha iyi bir güneş yapamazsınız. Ama bir yapay
güneş üreteyim derseniz bunun çabasına
girersiniz. Mutlak cümlenin doğrultusunda
ilerlersiniz. Ama asla ve katiyetle güneşten
daha iyi bir güneş yapmayı
beceremeyeceksiniz. Hayatımızdaki doğruyu ve
yanlışı bu referanslar üzerine kurgularsak artık
kendimize göre, sana göre, bana göre değişen
bir doğru ve yanlış kavramı olmadığı gibi
düşüncelerimizi daha objektif üretim
süreçlerinden geçirmemiz mümkün olacaktır.
Haftayı yeniden görüşmek üzere. Kalın
sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi'nin 13. dersinden herkese iyi


haftalar. Bir önceki dersimizde seçimlerin,
düşüncelerimizi nasıl yönlendirdiğini, bu
yönelimlerin nasıl gerçekleştiğini incelemeye
çalışmıştık. Son dersimizde de geçtiğimiz hafta
doğuruculuğun ilkeleri, düşüncelerimizle olan
ilişkilerine odaklanmıştık. Bugünkü dersimizde
her düşünce yolculuğunun içinde karşımıza
çıkan iyi ve kötüyü incelemeye çalışacağız.
İyiyim ve kötünün ne olduğunu ve bütün
bunları toparlayan belirleyicilik unsurunu ele
almaya çalışacağız. Hayatımızın pek çok
döneminde ürettiğimiz düşünceler için veya
herhangi bir ürün, uygulama, ne derseniz
deyin aklınıza gelenler arasında iyi bir fikir ya
da kötü bir uygulama olmuş tarzında ifadelerle
karşılaşırsınız. Buna bazen siz karar
verebilirsiniz, bazen de karşınızdakiler. Bu
söylemler hayatınızı kuşatmıştır. Bildiğimiz bu
gerçek arasında ise genellikle söylenen bir söz
vardır. Sana göre iyi, bana göre kötü gibi. Ve bu
zaman içerisinde hem kendi düşüncelerinizi
rayına sokmaya çalışırken sizin aklınızı
karıştırır, hem de karşınızdaki insanlara bunu
ifade etmekte zorlanırsınız. Niye kötü diyorsun
ki gayet iyi olmuş deyiverirsiniz. Bugün biraz o
terazinin nasıl kurulabileceğini anlatmaya
çalışıyor olacağız. Düşünce adamı işte tam da
bu noktada belirleyici olan, iyi ve kötünün ne
olduğunu bilmeden yola çıkamayacak olan bir
adam tipidir. Yani hem iyiyi hem kötüyü
belirleyici taraf olabilmek mümkün mü değil
mi? Ona bakmamız lazım. Aslında üretilmiş her
düşünce belirleyicidir ya da belirlenmiş olan
bir şeyi geliştirmektedir. Çünkü bizler bir şeyin
belirlenmiş halini bilmeden ona iyi ya da kötü
demeyi diyemeyeceğimiz için, referansımız
olmadığı için genellikle kendi duygularımız ya
da tecrübelerimizle iyi ya da kötü olmuş
deyiveririz. Düşünce adamının işte tam da bu
noktada belirleyici olması önemli bir faktör.
Ürettiği düşünceyle, uygulamayla, bir yenilikle
ya da bir geliştirmeyle. Düşünce adamının bu
belirleyicinin oluşumlusu ise, belirtisi, iyi ve
kötü olanın farkını ifade edebilir olmasıdır.
Gelin, öncelikle birkaç defa üzerinden
telimelerle geçtiğimiz, iyi ve kötünün ne
olduğuna kısaca bir bakalım. Çünkü asıl
odaklanacağımız yer ne iyi ne kötüdür değil. İyi
ve kötüyü belirleyen adam olabilmek
mücadelesi. Düşünen adamı diğerlerinden
ayıran bu aslında. Bu iyidir diye lanse etmeye
çalışmak, kötü diye tukaka etmek değil. İyinin
ve kötünün belirleyici olması. Bunu belirleyen
tarafta olması. Peki bakalım iyi nedir, kötü
nedir dedim ya kısaca bakalım bunlara.
İnsanlar tarafından mutlak olarak kabul
edilmiş, yararı zararından çok daha fazla olan
şeye aslında iyi diyoruz bizler. Bir örnek
vermek gerekirse yardımseverlik. Dünyanın
neresine giderseniz gidin, başka insanlara
yardım etmenin iyi bir şey olduğunu söylerler.
Aralarda bazı insanlar da şunu diyebilirler
elbette, ya siz gidiyorsunuz, ihtiyacı olan bir
adama yardım edince onu çalışmaması
yönünde motive etmiş oluyorsunuz. Ona
yardımınızı maddi olarak yapmayın onu
çalışmaya yönlendirin diyen bir kitlede var.
Ama bu kitlenin dünya çapında insanları ele
alırsak az olduklarını bahsettikleri zararın da
sıklıkla görülmediğini ifade edebiliriz. İşte buna
genel olarak iyi diyoruz. Kötü ise bunun tam
tersi elbette. İnsanlar tarafından mutlak olarak
kabul edilmiş zararı fazla olan şeye de kötü
diyoruz. Bir örnek hırsızlık. Ama zaman zaman
Robin Hood mantığıyla bakanlarda olmuş
mudur? zararı fazla olan şeye de kötü diyoruz.
Bir örnek hırsızlık. Ama zaman zaman Robin
Hood mantığıyla bakanlarda olmuş mudur?
Evet ben zenginden çalıyorum fakire
veriyorum. Bu hırsızlık iyi bir şeydir diyenler de
olmuştur. Aa bu hırsızlığı herkes kötü biliyor o
zaman Robin Hood aslında hırsızlık yapmıyor
diyerek bu kötü duygudan da bunu sıyırmaya
çalışanlar vardır elbette. Ama hani çok meşhur
bir soruyla sormak gerekirse 10 kişiden 9'una
bu cevabı verecektir bize. Hırsızlık kötü bir
şeydir, yardımseverlik iyi bir şeydir. Düşünün
tam da burada belirleyici olabilmesi için
gereken adımları geçmeden önce Gelin
beraberce birkaç defa tekrar ettiğimiz
belirleyicilik nedir? Bunun türleri nedir? Ve
belirleyici olmak ne işe yarar? Buna bir
bakalım Şimdi belirleyicilik aslında var olanın
varlığını gösterme biçimidir Zaten vardır ama o
güne kadar bulamamış olabiliriz. Hemen bir
örnekle size ifade edeyim. Hepinizin liseden,
ortaokuldan hatırladığınız bir gerçek vardır.
Yoğunluk eşittir, kütle böyle hacim. Bu mutlak
bir doğrudur. Bu bulunana kadar da zaten
böyleydi. Ama bilim adamları üzerinde
çalıştılar ve baktılar ki kütle miktarını hacim
miktarına böldükleri zaman o maddenin
yoğunluğunu buluyorlar. Yani madde kendi
belirleyicisi olan yoğunluğunu gösterme
biçiminin birisi olarak bu maddeyi kullanıyor,
bu formülü kullanıyor, biz bunu böyle
adlandırıyoruz ve o maddenin belirleyici
özelliği oluyor. Aa bu demir suda batıyor.
Neden? Yoğunluğu sudan fazla çünkü mutlak
bir belirleyici var, yoğunluğu fazla olan şey,
yoğunluğu düşük olan bir sıvı da batışa geçiyor.
Bazı belirleyicilerin de insanlığa zarar vermesi
onların da belirleyici olmadığı anlamına
gelmiyor. Dolayısıyla belirleyiciliğin birkaç
çeşidi olduğunu da bilmek gerekiyor. Çünkü bu
noktadan bakarsak neye iyi neye kötü
diyeceğiz tam olarak kestiremeyiz.
Belirleyiciliğin aslında temel olarak 3 çeşidi var.
Bunlardan bir tanesi yapay belirleyiciler, bir
diğeri doğal belirleyiciler, bir diğeri de mutlak
belirleyiciler. Yapay belirleyiciler insanların
zaman içerisinde ortaya koyduğu kural,
intizam, yol, yöntem olarak adlandırılabilir. Bir
örnek vermek gerekirse, derste konuşmak
yasaktır. Bu yapay bir belirleyicidir. Ama bazı
yerlere gittiğinizde derste sizden daha çok
konuşmanız, derse daha çok katılmanız, derste
çok rahat olmanız isteyebilirler. Dolayısıyla
yapay belirleyiciler insanların elinden çıktığı
için farklı yerlerde farklı kültürlerde
değişkenlik gösterebilir O yüzden yapay
belirleyicinin koşullarına göre iyi ve kötü
değişir bu derste konuşulmaz denildikten
sonra o derste konuşan kişi kötü bir şey
yapmıştır. Ama bir başka ülkede, bir başka
eğitim sisteminde konuşmak serbest çocuklar
deseler, o derste de konuşan adam kötü bir şey
yapmamıştır. İkinci meselemiz ise belirleyicilik
çeşitlerinden ikincisi olarak doğal belirleyiciler
ifadesini kullanabiliriz. Bu da koşullar gereği
oluşan belirleyiciler ifadesini kullanabiliriz. Bu
da koşullar gereği oluşan belirleyicilerdir.
Örneğin bir dağa, yüksekçe bir dağa
çıkacaksanız yanınızda kendinizi soğuktan
koruyacağınız malzemeye ihtiyacınız vardır.
Çünkü dağ koşulu yükseldikçe düşen ısıyla
beraber orada üşümenizi engel teşkil etmesi
için sizi kalın kıyafetler ya da ihtiyacınız
olabilecek, kendi bedeninizi koruyabilecek
kıyafetler gerektirir. Dolayısıyla dağa
tırmanmakta olan bir insana dönüp yanlış
yapıyorsun, kötü hazırlanmışsın dersiniz. O da
size sorar neden? Çünkü yukarıda aşağıdan
daha soğuk. Aşağının 30-35 derece olması
kandırmasın seni. Yükseğe çıktıkça ısı düşecek.
Hele ki akşam vakitlerinde orada bulunacaksan
hasta olabilir. Hatta daha tehlikeli durumlarla
karşılaşabilirsin derler. Üçüncü bir durum var.
Biraz önce yoğunluktan bahsettim ya. Mutlak
belirleyiciler. Bunu kimse bu dünya yüzeyinde
değiştiremiyor. Yoğunluk eşittir. Kütle bölü,
hacim. Her birinin işe yararlılığı sebebiyle iyi ve
kötü bir sıfat olarak artık karşımıza çıkıyor. Yani
aslında bir şeyi iyi ya da kötü yapan önce iyi ya
da kötü dediğimiz şeyin belirleyicisi yapay mı,
doğal mı, mutlak mı? Bunu bulmakla alakalı.
İkincisi de yapay ve doğası genellikle buna
atfettiğimiz sıfatlar olarak önümüze çıkıyor.
Dolayısıyla iyi ve kötü aslında yapay
belirleyiciler ve doğal belirleyiciler açısından
ekseriyetiyle sıfat olarak karşımızdadır. Şimdi
bu bilinmediği için sürekli olarak da bir iyi ve
kötü kavgası ortaya çıkar. Peki belirleyiciler ne
işe yararlar? Neden bundan bahsediyoruz?
Şöyle ifade edelim. Şimdi yapay belirleyiciler,
doğal belirleyiciler ve mutlak belirleyiciler
üzerinde belirleyici düşünür olmak, ilk adımda
değişimi gerçekleştirebilmenizi sağlar. Bir şeyi
değiştirebilmek istiyorsanız yapay belirleyiciler
tarafından belirlenmiş bir şeyi değiştirebilmek
sizin belirleyici olmanızı gerektirir. Yani biraz
önce dedik ya derste konuşulmaz. Eğer siz bir
düşünce adamı olarak bu fikre katılmıyor bir
değişim yapmak istiyorsanız yapay
belirleyicinin karşısına yeni bir düşünceyle
çıkar, yeni belirleyicinizi ortaya koyarsınız. Eğer
bu kabul görürse o ülkenin eğitim sisteminde
bir başka bakış açısına doğru değişim
gerçekleşir. İkincisi ise eksiğinizi görürsünüz.
Yani doğal belirleyicilerden olan koşullara göre
değişen belirleyiciler karşısında kendinizin
dağa çıkarken nelere eksik yaptığını bilirsiniz.
Mutlak konuya geldiğinde mutlak
belirleyiciliğe geldiğinizde ise yaptığınızı
kontrol edebilmenizi sağlar. Yani demiri suya
atıyorum demeden önce bunun zaten
batacağını kontrol edebilirsiniz. O zaman bir
düşünen adamın hem değişimi
gerçekleştirmesi, hem eksiğini görebilmesi,
hem de yaptığını kontrol edebilmesi için
belirleyicilik kıstaslarına sahip olması lazım.
Peki, şimdi biz belirleyiciliğimizi nasıl
geliştireceğiz? Şimdi buna bakalım. Şimdi bu
sürecin her birisi aslında bir aşama
gerektiriyor. İnsan hayatı boyunca bir anda
belirleyici adam olamaz. Dolayısıyla
belirleyiciliğimize en başta yapaydan sonra
doğala sonra da mutlakiyete doğru geçeceğiz.
Yani bir yer gelecek evet dünyada yoğunluk
eşittir, kütle bölü hacim ama uzayda bu böyle
değil diyebileceğiz bir örnek. O zaman zaten
mutlak belirleyicilerden biri olacaksınız.
Diyebileceğiz bir örnek. O zaman zaten mutlak
belirleyicilerden biri olacaksınız. Daha doğrusu
mutlak belirleyiciliği bularak dünyaya yön
veren adam olabileceksiniz. Dolayısıyla buraya
gelene kadar önce birinci aşamamız o
hayatınızın mutlak belirleyicisini bulmakla
başlayacağız hayata. Çünkü kendimizin
yaptıklarının iyi ya da kötü olduğunun farkında
olabilmek için kendi hayatımızın mutlak
belirleyicisi ne? Onu bulmamız lazım. Bu
belirteç her zaman size ait olacak diye de bir
kayıt yok. Kendi mutlak belirleyicinizi kendiniz
kolay kolay bulamazsınız. Çünkü belirleyici
olduktan sonra farkına varabileceğiniz bir
süreç bu. Bu süreçle beraber siz o bulduğunuz
birazdan vereceğim örnekle tamamlayacağımız
üzere belirteçten o mutlak değerden uzaklaşıp
uzaklaşmadığınızı sürekli kontrol edeceksiniz.
Hayatımın mutlak belirleyicisi budur.
Uzaklaşıyor muyum? Uzaklaşmıyorum. İkinci
aşama ise şu. Doğal belirleyicilerin yaşamınıza
ne kattığını düşünmeniz gerekir. Doğal
belirleyicinin mutlak belirleyiciyle olmasına
dikkat etmek gerekiyor. Yani birbirini
bütünlemesi. Üçüncü aşamamız ise şu.
Kendinize yapay belirleyiciler bulun. Bir süre
sonra bu süreç hem başa dönecek ve ondan
sonra da sürekli bir değişimle beraber
belirleyicilik fonksiyonunuz hayatınıza
geçecektir. Şimdi bir örnek verelim, konu
toparlanmış olsun. Ne dedik? Birinci aşamamız
mutlak belirleyicimizi bulmak. Şöyle bir ifade
kullanabiliriz mesela. Ömür her birimiz için ayrı
ayrı zorlukları barındıran bir süreçtir. Şimdi bu
benim, bizim düşünen bir adamın ilk mutlak
belirleyicisi olabilir mi? Evet çünkü bu hayatın
bir gerçeği. Hepimiz ayrı ayrı zorlukları
barındıran bir süreçten geçiyoruz ve buna
ömür diyoruz. Daha iyi bir, şimdi bunu eğer
mutlak olarak kabul ettikten sonra bir adamın
seçeceği yollardan biri şu olabilir. Madem ki
ömür dediğimiz şey ayrı ayrı zorlukları içinde
barındıran bir süreç o zaman ben daha iyi bir
ömür için zorluklardan kaçayım. Güzel. Bir süre
sonra bu bizim hayatımızda farklı bir şekilde
karşımıza çıkabilir. Bunu mutlak belirleyici
olarak seçtiğimizde. Örneğin zamanın birinde
enerji konusunda kendinizi eğittiniz. Bir yerde
çalışmaya başladınız. Ve bir süre sonra bir pilin
ömrünü uzatmak üzere düşünmeye
başladığınızı varsayalım. Size vazife verdiler.
Otur düşün dediler. Bu pilin ömrünü uzatırlar.
Bu durumda zihnimiz en başından sonuna
doğru değil, sondan başa doğru hareket eden
bir düşünce yapımıza sahibiz biz. Zihnimiz en
başından sonuna doğru değil, sondan başa
doğru hareket eden bir düşünce yapımıza
sahibiz biz. Zihnimiz böyle çalışıyor. En kısadan,
en karmaşa doğru çalışır zihin. Kolay yolu
seçmeye yatkındır. Dolayısıyla ne demiştik biz?
Ömür her birimiz için ayrı ayrı zorlukları
barındıran bir süreç. Ve bu mutlakiyete bağlı
olarak da kendimize bir çıkarım yapmışız
diyelim. Daha iyi bir ömür için zorluklardan
kaç. Madem ki zorluklardan kaçacağım o
zaman bu pilin ömrünü uzatmak için basit bir
yöntem bulmalıyım der böyle düşünen birisi.
Ardından zorlukların olduğu bir süreç var ya
elbette, bulacağım yöntemin gerektirdiği
zorlukların pilin ömrünü uzatmaya yardım
etmeli demeliyim. Nihayetinde mutlak
belirleyiciden yola çıkarak her şeyin bir ömrü
vardır ifadesi çıkar karşıma. O zaman
zorlukların bir kısmını aşıp küçük bir fark
bulunca uzun ömürlü pili piyasaya sunmalıyım.
Deyiveririm. Şimdi mutlak belirleyiciye
bakarsanız bu çözüm iyi bir çözümdür. Yeni bir
RG stratejisi ortaya çıkmış olur. En iyisini
yapmayı beklemek yerine elde edilen sonuç iyi
olarak işini yapmaya başlamıştır artık. Böyle
bir kişi pil üretiminde devrim denilebilecek
değişimi gerçekleştirmemiş olsa da üretim
aşamalarında belirleyici olmayı başarmıştır.
Bulduğun her yeniliği küçük küçük ekleyerek
büyüme stratejisi. Eğer bunların çok ötesinde
devrim niteliğinde bir belirleyici olmak
istiyorsanız mutlak belirleyicinin ne olduğunu
sizin bulmanız gerekir. Yoğunluğu bulan adam
olmak gibi. Bunu keşfetme yolculuğunuzu 3.
sınıfta daha detaylı olarak ele alarak o devrim
niteliğindeki düşüncelere nasıl varırız onu
ayrıca inceliyor olacağız. Dolayısıyla bizler bu
dersimizde belirleyici olmanın ne olduğunu
mutlak belirleyici olarak seçtiğimiz ana
argümandan yola çıkınca düşüncelerimizin
nasıl şekillenebileceğini ele almış olduk.
Haftaya görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi'nin 14. Dersine Hoşgeldiniz.


Bir önceki ders doğru ve yanlış arasındaki
kavramsal düzlemde düşüncenin nasıl
ilerletilebileceğini ele aldık. Geçtiğimiz ders iyi
ve kötü arasındaki bağlama odaklandık. Bu
derste sizlerle beraber düşüncenin oluştuğu
alanların koşullarının ana temasını oluşturan
mekan, zaman ve koşulu inceleyeceğiz. Hakikat
her düşünce belli koşulların aslında meydana
gelmesiyle beraber şekilleniyor ve bu şekil
şemal oluşurken koşullardan kopuk olmuyor.
Dolayısıyla o koşul mekanizması içerisinde
bizlerulların önünde bir düşünceyi ifade
edebilelim. Koşulu oluşturanın ne olduğunu ve
nasıl davranmak gerektiği bilinirse bir şeyi
düşünmenin varlığa dönüşebildiği anın hazırlığı
mümkün olabilir. anın hazırlığı mümkün
olabilir. Öyleyse bir şeyi düşünüyoruz ve henüz
bu şey gerçekleşmemişse gerçekleşmeden
önce bunu ya teste tabi tutabilir ya
anlamlandırabiliriz. Dolayısıyla önceden
yapılabilecek bir simülasyon bu. Düşünce
masalarının çok önem verdiği yapılması en zor
ama yapıldığında gerçekten büyük
verimliliklere adım attığımız bir alan.
Dolayısıyla düşünce teorisine giriş artı düşünce
teorisinin ilk 13 dersi hesap edildiğinde
düşünceyi oluşturma aşamalarının önemli bir
kısmına gelmiş oluyoruz. Yani bu süreçten
sonra yavaş yavaş artık düşünceleri
kurgulamaya başlayacağız. Bugüne kadar
onlara hep bir temel, bir kiriş, bir sütün çevre
planlamasını yapmış olduk tabiri caizse.
Efendim anlatmaya çalıştığımız şeyi biraz şöyle
toparlamakta fayda var. Koşulların bir araya
geldiği an vardır. Bu anın kendini ifade
edebildiği bir mekan vardır. Ve zihinsel olguda
kullanılırsa koşulları koşulsuz olarak ele
alabilmemiz mümkündür. Öyleyse düşünce
gerçekleşmeden evvel bir simülasyona tabi
tutulabilir. Ne demektir düşünce simülasyonu?
Bunu kısaca ifade edeyim. Bizler merhaba
hangi bir aleti kullandığımızı düşünelim ve bu
aletin bir eksiğini fark edelim. Bu eksik bu
aletin bir koşulu halinde karşımıza çıkıyor.
Ardından biz bunun eksini tamamlamak
istiyoruz. Aslında bu eksiğini tamamlayıp
ürettiğimiz yeni alet bir önceki versiyonun
gelişmiş durumu oluyor. Ama düşünce
dediğimiz şey başından beri ifade ettiğimiz gibi
insanların henüz fark etmediği bir sahada ya
da oluşan bir şeyin derinliğini daha insanların
anlayamadığı bir durumda bir sonrakini
düşünen adam olmak ise eğer bazen o
düşündüğümüz şeyi geri dönüp bugün
yapabileceğimiz koşullar olmayabilir. Gerek
sosyal, gerek siyasal, gerek endüstriyel alanda
hiç fark etmez. Bugün onu yapabileceğim alet
yoktur elimde. O zaman ben düşünmekten vaz
mı geçeceğim? Hayır düşünebilirim. Ama
düşündüğüm şeyi yapmak istedikten sonraki
halini nasıl kurgulayacağım? Yani o alete
hakikaten bugün koşulları olsa o koşullar
altında bu alet nasıl çalışır? İnsanlara faydalı
olur mu? Ya da beni geliştirir mi? Ya da
yaşadığım herhangi bir ülkeyi de
düşünebilirsiniz, bir sistematiği de
düşünebilirsiniz. Ben bunu o anda yapsam bu
işe yarar mı? O zaman bunun simülasyonuna
ihtiyacımız var. Yani tabiri caizse bir pilotun
gerçek bir uçağı uçurmadan evvel gerçek bir
uçak gibi tasarlanmış bir uçak simülatörünü
bilip bu uçağa uçurması gibi düşünür bilirsiniz
bu durumu. Bir havalimanından kalkıp başka
bir havalimanına kadar bütün hava koşullarını
oluşturmuş. Uçağın başına gelebilecek pek çok
senaryo önceden belirlenmiş. başına
gelebilecek pek çok senaryo önceden
belirlenmiş. Bu senaryolar adım adım
uygulanıp bu platon uçağın simülasyonundaki
başarısını ölçebiliyoruz. Yani düşüncenin
simülasyonu tabiri caizse bizim geliştirdiğimiz
uçuş rotasında uçup uçamayacağımızı önceden
bir şeyi kırıp dökmeden ya da yapabileceğimiz
imkan oluşmadan onun üzerinden bir teker
atlatmak gibi düşünebilirsiniz. Peki bu tekeri
atlatabileceğimiz alanda başta söylediğim 3
önemli faktör var. Koşul, zaman ve mekan. Bir
simülasyon yapmam için bu 3 şeye ihtiyacım
var. O zaman önce gelin koşul nedir? Onu biraz
iyi anlayalım, biraz düşünmeye çalışalım
derinlikli bir şekilde. Bir şeyin olması için
gereken şeye koşul diyoruz. Bir örnek vermem
lazım. Yemek yapacağım. Bu yemeği yapmak
için ateş bir koşuldur. Ateşsiz yapılan yemekler
de var ama düşünün ki gerçekten akşamleyin
bir yemek pişirmek istiyorsunuz. O zaman ateş
yemek yapmanızın koşulu haline dönüşür.
Ancak her yemeğin tadını algılamak için bunu
yeniden pişirmeniz gerekmez. Tadını daha
önceden bildiğimiz bir şeydir bu. Neyi
koyduğumuzda tadının nasıl olacağını aslında
biliriz. Yani bazen yeni bir yemek yapmaya
niyet ettiğimizde ve diyelim ki o yemeğe
bilinmemiş ya da daha önce kullanılmamış ekşi
olduğunu, tadına ekşi olduğunu bildiğimiz bir
şey koyarken ne kadar koyacağımızı biliriz.
Çünkü zihnimiz daha önceden bu tadın hangi
anlamı ifade ettiğini bilmektedir. Yani bir
dahaki dersin konusu olan iletişimin temelidir
bu. Önceden tadını bildiğimiz şeyin yemeğin
içinde nasıl bir ifadeye dönüşeceğini biliriz ki
bu da hangi zaman diliminde neyi
üretebileceğimizi gösterir. Koşulların
oluşturulduğu anın içinde an dediğimiz
kelimenin olduğu yer zamandır. Zaman bir
şeyin oluşunun ölçüsüdür aslında. Bir yemek
kaç dakikada pişer? Bunu bilirsiniz. şüsüdür
aslında. Bir yemek kaç dakikada pişer? Bunu
bilirsiniz. Aşağı yukarı misafirinizin ne kadar
uzaklıktan geldiğini bilir. O tam geldiğinde ona
sıcak bir yemek servis etmek için yapacağınız
yemeğin kaç dakikada pişeceğini bildiğiniz
ölçüyle tam da gelişine yarım saat kaldı. Şimdi
fırına verebilirim. Bunu dersiniz. Yarım saat
kaldı, şimdi fırına verebilirim. Bunu dersiniz.
Dolayısıyla zaman, düşünce hayatımızdaki
karşılığı bir şeyin ölçüsüdür. Peki son
maddemiz ne? Mekan. Mekan, ölçünün
görüldüğü yerdir. Yani bu bir fırında olabilir,
tencerede olabilir, fark etmiyor. Sonuçta bu
yemek bir mekanda pişecek. Mutfak da bu
anlamda bir mekandır. Dolayısıyla o zamanın
harcandığı ölçünün görülebilir olduğu yere de
mekan diyoruz. Ne anlamıyla? Düşünce
boyutundan bakınca. Tabi ki zamanın mekanın
farklı ve çok derinlikli anlamları var. Ama
düşünce boyutundan baktığımızda bu manaya
geliyor. Şimdi bu durumda 3 şeyi bir araya
getireceğim. Yani koşu, zaman, mekan. Eğer bir
düşüncenin ölçüsünü belirleyebilirsem, zaman
tarafı, nerede olacağını bilebilirim. Zaman
tarafı. Nerede olacağını bilebilirim. Ve nerede
olacağını bildiğim andan itibaren de
simülasyon boyutuna artık geçebilirim. Peki
şimdi dedim ki zaman ölçüdür düşüncede. Bu
durumda bir düşüncenin ölçüsünü nasıl
oluşturacağım? O da şöyle. Bundan önceki 5
dersimizde işlediğimiz son 5 dersimizde 5 ana
konu vardı. Aslında bu 5 ana konu bir araya
geldiğinde düşüncenin ölçüsünü yani zamanını
belirliyor. Nedenselliği incelemiştik bundan
önceki 5. dersimizde. Bir şeyin neden var
olmalı sorusunun cevabıydı aslında bu.
İkincisinde ise sonluluk ilkesini anlatmıştık. Bu
da bir düşüncenin sonrasında ne olmalı veya o
düşünce bittiği anda ne başlar? O ürettiğim şey
tüketildiğinde ve artık kullanım ömrü
dolduğunda yeni bir teknoloji, yeni bir fabrika,
yeni bir endüstri, yeni bir akım geldiğinde neyi
başlatır onu bilmektir. Üçüncü dersimiz ise
bundan önceki seçimlilikti. Yani bu düşünceyi
insanlar neden seçerler? Dördüncüsü ise
doğruculuk. Yani yaptığım bu düşünce doğru
mu, yanlış mı? Ve dahi son dersimizde bu
geçen hafta işlediğimiz belirleyicilik. İyi mi,
kötü mü? Bu beş soruya cevap verdiğiniz anda
ve bu cevabı düzgün bir cümle haline
getirdiğinizde bu düşüncenin hangi zamanda
var olabileceğini görebilirsiniz. bu düşüncenin
hangi zamanda var olabileceğini görebilirsiniz.
Zamanı belli olmayan şeyin rengi, kılığı,
cismiyeti olmaz. Öyleyse zaman cevherin
özüdür. Düşünceyi bir cevher olarak
adlandırırsanız eğer İbni Sina'nın da bakış
açısıyla bunun özüne düşüncenin zamanı denir.
Şimdi bu ölçünün bir de boyutları olacak ki
mekansal koşulları olsun Bunun özüne
düşüncenin zamanı denir. Şimdi bu ölçünün bir
de boyutları olacak ki mekansal koşulları
olsun, düşünceyi ölçeklendirdikten sonraki
aşamaya geliyoruz. Peki bu ölçünün boyutları
ne olabilir? Geçmişe ilişkin olabilir, yakın
geçmiş, yakın gelecek ya da şimdiki alanda
olabilir ya da uzak bir gelecekte olabilir. Bu şu
anlama geliyor. Eğer çok geçmişe ait bir
mekansal koşul üzerinde, zamansal ölçü
içerisinde düşündüğümüz bir şey varsa, önceki
problemleri anlamamıza yarayacaktır. Eğer
yaşadığımız dönem yakın geçmiş ve yakın
gelecekte alakalıysa, zamanın aynı olduğu
dönemdir problemi belirleyebilirsiniz. Eğer
gelecekse problemi çözebilirsiniz. Dolayısıyla
geçmişte var olan problemi anlayabilmek,
problemi belirleyebilmek ya da problemi
çözebilmek. Üç ayrı mekanı kullanabilme
hakkım doğar bu zamanın ölçüsünde. Ya
geçmişte var olan bir problemi anlayabilirim ve
yeni bir düşünce geliştirebilirim. Ya bugün
yaşadığım problemi çözecek düşünceyi
üretebilirim. Ya da biraz önce anlattığım gibi
simülasyon boyutunda hepsini de
uygulayabilirim. Ama daha aktif, daha
beklediğimiz şey o ya, problemi çözen adam
olabilirim. Şimdi bu ölçüyü belirledikten sonra
mekan ya gerçektir, ya gerçekleşecektir ya da
tekrardan o gerçekliğin içinde var olacaktır. İşte
bu durumda simülasyona geçebiliriz. Peki,
simülasyon nasıl yapılıyor? Size şimdi bir örnek
vereyim. Bu örnekte daha iyi anlayacağımızı
düşünüyorum. Yürümekte zorluk çeken
insanlara, ziyafetli, zekalıya çalışan bir ayak
üretmeyi tasarladığımızı düşünelim. Yani
zaman zaman gerek askeri birliklerimizde
gazilerimizin yaşadığı problem ya da doğuştan
gelen, dizden aşağısı olmayan, kalçadan aşağısı
olmayan kardeşlerimiz, insanlarımız var ve
bunlara genellikle takma bacak uygulaması
gerçekleştiriyor. Allah kolaylık versin zor bir
aşama ama diyelim ki yeni bir şey yapmak
istiyoruz çünkü o sürekli bizim bacağımız gibi
olamaz elbette ama çok zorlayıcı bir süreç. Peki
yapay zeka ile çalışan, senin yürüme biçimini
öğrenip o biçime göre sana destek veren bir
ayak üretmeye kalksam. Bunu nasıl simüle
edeceğim? Şöyle, şimdi önce ne yapacağız? Biz
bunun bir ölçülüsünü belirleyeceğiz. Dedik ya
bu neden var olmalı? Böyle bir şey düşündüm
bir anda aklıma bir şey geldi. Neden var
olmalı? Böyle bir şey düşündüm bir anda
aklıma bir şey geldi. Neden var olmalı? İlk
sorun bu. Var olmalı çünkü insanlar takma
bacak kullandıklarında zorlanıyorlar. Peki
bunun sonrasında ne olabilir? Yapay zeka ile
üretilmiş bir takma bacak sonrası ne olabilir?
Yapay zekanın bir sonraki aşaması bunun artık
biyolojik entegrasyonu olup hissiyata
dönüşebilir. O zaman üreteceğim düşüncenin
zamanı ondan sonraki gelecek aşama için
hazırlıklarının işaretlerini verebilir olmalı ki
tam oraya entegre olabilsin. Peki neden
insanlar böyle bacağı seçsinler? Çünkü bu
bacağı kullandığınızda bu takma bacaktan
daha ileri bir şey. Koşabilecekler. Daha rahat
merdiven çıkabilecekler. Hayatları daha da
kolaylaşacak. Peki bu iş doğru mu yanlış mı?
Yaptığımız daha önceki dersimizin özeti
mahiyetinde söylersek doğru bir iş. Peki iyi mi
kötü mü? İyi bir iş. Tamam. O zaman şimdi
bunun ölçüsünü şöyle belirliyoruz bizler cümle
olarak. İnsanların hayatlarını kolaylaştırmak,
kendi yaşam biçimlerindeki hareketlerini
öğrenip o hareketlerde destekleyici, yapay
zeka destekli bir takma bacak yapacağım.
Güzel. Peki bu neyi çözüyor? Yeni bir fikir değil
bu. Çünkü takma bacaklar vardı. O zaman bir
problemi anladım. Güzel. Böyle bir problem
var. Problemi belirlememe gerek kalmadı.
Çünkü vardı zaten bu problem. Ve bu problem
çözülecek. Peki bu durumda bu gerçek bir şey
mi? Gerçekleşecek bir şey mi? Gerçek bir şey
mi? Böyle bir problemimiz var. O zaman şimdi
şu simülasyonu yapabiliyoruz. Hangi koşullar
altında yapabiliyoruz? Bu takma bacağı takmış
bir adamın bu nedensellik ilkesiyle beraber
hareket ettiğinde yakın bir zamanda hızlı bir
biçimde bunları kullanabilir olması için
gereken süreci artık simülasyona sokuyorum
ve şunu görebiliyorum. da güçlendirmesi
düşüncesiyle bunun bir tarafının sinir akson ve
dentritlerdeki iletimi anlayabilecek elektriksel
bir fonksiyona da sahip olmalı. Öyleyse içinde
bir çip olmalı. Madem ki bir çip olmalı o zaman
kendi kendini de sadece şarj edebilir olmaktan
çok kendi enerjisini de üretebilir olmalı. Bakın
gelişiyor simülasyon kendi içinde. Çünkü
koşulları belirledik. Mekan belli, koşul belli,
zaman belli. Ve şimdi bundan sonraki bir
aşamaya geçeceksem eğer, şimdi
simülasyonum şöyle şu hale dönüşebiliyor.
İleride et gibi hissedebileceğim bir bacak
yapabilir miyim? Evet ama şimdi simüle
ettiğimde bir bakıyorum ki elimdeki koşullar
ona uygun değil. Çünkü makine etler henüz
geliştirebilecek koşullara ulaşmadı. Onu şimdi
burada tutuyorum. Fikriyat olarak. Çünkü
yapay et yapma süreci başladı. Bunun o
versiyonu bir yerde bununla birleşir ama
şurada dursun bu. Şimdiki aciliyet bu
düşüncenin ihtiyacıyla bu prototiple
oluşturulabilir mi? Evet. Peki bunu takan adam
nasıl bir sıkıntı yaşabilir? Şimdi oraya geliyoruz.
O mekansal alet yapıldı, adamın bacağına
takıldı. İnsanlar bir anda kendilerinin o güne
kadar yapamadıkları bir şeyi yapmak
isteyebilirler. Yani örneğin takma bacakla zor
yürürken şimdi yapay zekayla geliştiyse bu.
Ben bununla dağ bayır ağaca tırmanacağım
derler. Peki benim yapacağım şeyle ağaca
tırmanabilirler mi? O simülasyonu artık
mekanik olarak düşünebilmem mümkün
olacaktır. Bu simülasyon bir filmi çekmek gibi.
Bunu verdiğim adam bunu kullanırken sanki
kendi bacağıma takılmış gibi düşünme
boyutunu oluşturacaktır. İnsanların bunu
simülasyon yapmasındaki zorluk yani
kabatağrıyla hayal etmesindeki zorluk
bahsettiğim koşullar üzerinde zaman
harcayamamalarından kaynaklı olup bir an
önce aa bu işte çok para var deyip
girmelerinden kaynaklanır. Düşünmek işte bu
manada bir fikir aklınıza geldiğinde onu simüle
etmeden evvel yapmaya kalkarsanız sizi yarı
yolda bırakabilecektir. Özüyle özetiyle böyle
anlattık. Daha derinlemesine doğru devam
ediyoruz. Düşünce yolculuğumuza. Haftaya
tekrardan görüşmek üzere inşallah. Kalın
sağlıcakla."}
Kitapta yazmaz düşünce teorisinin 15.
dersinden herkese selamlar efendim. Bir
önceki dersimizde belirleyicilik unsuru altında
iyi ve kötüyü incelemiştik. Bir önceki hafta son
dersimizde 14. dersimizde ise zaman ve mekan
ve koşul ibareleri altında düşüncenin
simülasyonu ve bu simülasyonu nasıl
yapabileceğimize dair ön izlenimleri beyan
etmeye çalışmıştık. Bugün yeni bir ders
grubuna başlıyoruz aslında. Özellikle
bugünlerde kişisel gelişim olarak önünüze
gelen ama bizim çok kişisel gelişim olarak ele
almak istemediğimiz ziyadesiyle düşünen
adamların, düşünmesi gereken insanların belli
koşulları yerine getirmesi, kendi adına
başkalarıyla olan ilgi, iletişim vs. konuları
geliştirmesi gerekliliğinden bahsedeceğiz. Bu
gerekliliğin en önemli birinci maddesi ise
iletişim kurmak. Tabi iletişim kurmak dediğimiz
zaman hepimizin aklında olan şey güzel
konuşmak, beden dilini doğru kullanmak,
doğru yerde durmak, doğru zamanda, doğru
mekanda doğru sözü söylemek gibi birçok şey
aklınıza geliyor olabilir. Ama iletişim kurmak
aslında bunlar sonuçları. İletişim kurmak
dediğimiz bundan çok daha derin bir şey.
İletişim kurmak düşünme yeteneğinin kurgu
kapasitesi için gereken temel koşul. Yani bir
insanın düşünebilmesi için zihninde bir
kurgulama yapması lazım. Düşünebilmesi için
zihninde bir kurgulama yapması lazım. İyi
iletişim becerisi olmayan insanların düşünce
kurgusu yapmakta zorlanacağını ifade
etmeliyiz. Peki düşüncelerimizi kurgulamakla
iletişimle arasında nasıl bir ilişki ve bağ
olabilir? Buna bakacağız. O zaman önce kurgu
nedir onu anlamamız lazım. Kurgu bir veri
işleme biçimidir aslında. Yani bu filmlerin
kurguları var ya, onlar da sizin izlediğiniz bir
sonuç. Aslında senarist önce zihninde bir kurgu
yapar. Bu kurgu eldeki verileri işlemenin
yöntemidir. Bazen içeriden ve bazen dışarıdan
gelen veriler vardır. Önce kendi dünyanızda,
kendi hayatınızda biriktirdiğiniz, bir de boş
gelmemiş, dolu olan hafızanızın ince
yerlerinden gelen veriler var. Bir de bu
verilerin dış dünyadaki karşılıkları var. Ve dış
dünyada yaşadığımız tecrübeler var. Her ikisini
topladık, masaya döktük. Şimdi bu masada
neyin nerede olması gerekliliğini
konuştuğumuz yer kurgudur. Girişi nasıl olacak,
gelişmesi nasıl olacak, sonucu nasıl olacak?
Ben bu süreci nasıl işleteceğim sorusunun
cevabı kurgunun birinci aşaması. O filmi
seyredip de bu ne güzel bir kurgu olmuş
dememizse o kurgunun sonucudur. Genellikle
kaçırdığımız yerlerden biridir bu. İletişim
konusu da böyle ne yazık ki. İletişim işte biraz
önce saydığım gibi. Güzel söz söylemek,
karşındakini ikna etmek, evet dedirtme sanatı
falan diye ele alıyorlar ya. Bunlar iletişime
sonuçları. Sonuçlardan yola çıkarak bir şeyi
öğrenmek zannedildiği kadar kolay değildir.
Önce işin teori kısmındaki formüllerin nasıl
oluştuğunu bilmezseniz günün birinde garip bir
soruyla karşılaştığınızda o kadar garip bir cevap
vermekte zorlanırsınız dolayısıyla düşünce
insanın hep de herkese garip gelen bakış
açısına sahip olup farklı bir kurgu yapması
gerekiyor ya işte tam da orada bu kurgunun da
diğerlerinden farklı olması lazım dolayısıyla
iletişim bu yüzden sadece dış dünyayla ilişki
kurduğumuz bir alan değildir. İletişim önce
insanın kendi iç dünyasında kendisiyle baş
başa kalma sürecinden geçer. O zaman gelin
şimdi gerçekten iletişim nedir ona bakalım.
İletişim bir bilginin işlenme sürecidir. Bu
işlenme süreci ise gerçek manada bir
sıralamayı bizlere gerektiriyor. Çünkü bizler bir
bilgiyi aldığımızda ya onu hemen kullanmak
istiyoruz ya unutuyoruz. Nereye koyacağımızı
bilemiyoruz ki düşünce teorisine girişte ve
düşünce teorisinin pek çok aşamasında işimize
yaramayan bilgiyi hep bir yere atmak, içeriye
almamaktan çok defa bahsetmiştik. Dolayısıyla
bir şey düşünüyorum. Düşündüğüm şeyin
iletişim kuramı içinde kurgulama yapabilmek
için önce ihtiyacım olan bilgiyi alır olam lazım.
Hem içeride var olan bilgiyle de zıtlaşsa bile
onun kapsamı içinde yer alıyor olması lazım ki
süreci doğru işletebilirim. Peki iletişimi böyle
ifade ettik. Bu iletişimin süreci nedir ona
bakalım. İletişimi böyle ifade ettik. Bu iletişimi
süreci nedir ona bakalım. Bu süreci başka
kitaplarda okuyamayacaksınız. Çünkü onlar
iletişimin sonuçları, teorisi değil. Teorik kısmını
belki bazı eski, kadim kitapların içinde
bulmanız mümkün. O da insanlara çok ağır
geldiği için pek izlenmiyor. Biz bu işi en basit
haliyle size vererek hemen çözüm üretmeye
gayret ettiğimiz için bir sükunet dairesinde ele
almayı çalışacağız. Şimdi iletişim süreci önce
bilgiyle başlıyor. Ama önce süreci ifade
edeyim. Bir bilgi var. Bu birinci aşama. İki, iç
veri araması süreci var. Ardından nöron
tutundurulması gerekiyor. Ve sonra yeni bir
akış başlıyor. Aslında sinir sistemimiz gibi bir
şey bu. Bir veri başlıyor. İç veriden geçiyor. İç
veriyle karşılaştırılıyor. Nöron bu bilgiyi
tutuyor. Sonra diğer sinir hücresine bunu
aktaracak. Tam orada yaşanan süreç aslında
iletişimin teorik olarak ta kendisi. Ama bu
teorinin pratik karşılığı var ve burada yapılan
hatalar, eksiklikler düşüncenin insanı olmaya
engel olduğu gibi bilgilerin doğru bir şekilde
işlenerek doğru bir kurgu yapılmasında da
zorluk çıkartıyor. Günümüz koşulları altında
söylemek gerekirse genellikle bir şey anlattın
ama bir başından bir sonundan anlamadın ki
ben bunu bir daha anlat diyorlar ya. İşte
arkada var olan iletişim teorisinin gereklerini
yerine getirmemenin bir sonucudur bu. Kimi
insanlar bunu doğal yollardan öğrenip beceri
olarak hasıl olduğundan iyi iletişim kuruyor
diyebiliriz. Ama bugün o insanları da incelesek,
bugün bahsedeceğimiz bu süreci farkında
olmadan yapıyor olduklarını göreceksiniz.
Farkında olsalar ne olur sizler gibi, bizler gibi?
O zaman buradaki süreçleri daha efektif
kullanıp belki kendisinden çok daha üst bir
sonuca erişebilirler. Çünkü iletişim, düşünceyi
kurgulamak için ihtiyacımız.
Kurgulayamayacağımız düşüncelerimiz sürekli
olarak yeni bir karmaşanın başlangıcı anlamına
gelir. Dönüp dönüp çok fazla hatayı düzeltmek
zorunda kalır. Kimi zaman da bu hataları
kendinize bile itiraf edemeyerek şimdilik böyle
kalsın demenize sebep olur. Elbette ki
mükemmelliyet mümkün değildir. Ama
mükemmelliyetçilik yolunda atılacak her
adımın hatasından kurtulabilmek için dahi iyi
bir kurgu yapmak gerekir. Şimdi bu süreçleri
tek tek ele alalım. Birinci maddede bilgi var
dedik. Bu bilgi içeriden yahut dışarıdan olacak.
Ne demek bu? Bizim vücudumuzda kendimize
verilmiş olan beynimiz sıfır kilometre gelmez.
Yürümeyi, konuşmayı, yemeği, içmeyi. Bir şeyi
kullanabilmeyi sıfırdan öğrenmiyoruz.
Hatıramızda var olan bir şeyin geri çağrışımını
kullanıyoruz. Ve güncel hayata ne kadar
odaklanmışsak bu çağrışımlar ön bölgede
yoğunlaşıyor. Bu yüzden derin düşüncelere
dalmakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla burada
dışarıdan gelen bilgiyi kullanarak içerideki
bilgiyi de nasıl hareketlendirebileceğimizi
birazdan daha iyi öğreneceğiz. Ki o da iletişim
sürecinin ikinci basamağını oluşturuyor. Biz
buraya iç veri araması diyoruz. Örneğin, Burayı
keserseniz. İç veri araması diyoruz. Tabi bu iç
veri aramasının nasıl olacağını şöyle ifade
etmekte fayda var. Karşımızdaki bize henüz
bilmediğimizi düşündüğümüz bir şey söyledi.
Aslında zihnimiz söylenen bu cümlenin
karşılığını zihnimizde aramaya çalışır. Her
zaman illaki orada duruyor anlamında değil.
bazen adam yanlış bir bilgi de verir. Ama beyin
bu kontrolü biz farkında olmadan yapar. Ama
bunu bulabilirse yeni bir düşüncenin üretimi
için ta hafızanın köklerinden gelen o yapısal
varlıkla karşılaşabilirse bu farkındalık düşünce
üretiminde çok yeni taze bir bilgiyi
kullanabilme imkanı doğurur. Adam yanlış bir
şey söylemişse ve bu yanlışlığa inanmışsanız
beyin bunun da doğru olmadığını siz farkında
olmadan dahi olsa bulmuşsa bu konuda
mutlakiyet bir başarısızlık gelecektir. Ama bu
başarısızlık siz yaşarken karşılaşmayacağınız bir
durum olabilir. Hakikatse söylenmiş doğru bir
bilgi, hafızamızda onunla ilişkili olan bir bilgiyi
ararken yeni bir üretim için gerekli bileşkeler
oluşur. Bu bileşke oluştuğu anda nöron
tutundurması dediğimiz bir aşama
gerçekleşiyor. Bu da şu anlama geliyor.
Dışarıdan aldığımız veriyi içeride bulduk ya da
bulamadık. Fark etmez. Bizler şimdi bu bilgiyi
aklımızda tutmak, kullanmak için kurguda bir
yere koymak istiyoruz ya. İşte burada en
önemli şeylerden bir tanesi koku, görsellik, ses,
tat ve genetimizde var olan o hafızadan gelen
bilgiyle ilişkili. Dolayısıyla bir bilgiyi
hatırlamakta zorlanıyorsak ya da o bilgiyi
kurgulamakta zorlanıyorsak o bilgiyi aldığımız
anın içindeki kokuya isim vermek, görselliği
hatırlamaya çalışmak, sesi unutmamaya gayret
etmek ve bunu geliştirmeye çalışmak ki
birazdan onların pratiklerini ifade ediyor
olacağım. Bunu tatlandırmak, kendi zihnimizde
illaki bize söylendiği anda çilek gibi konuştun
demeye gerek yok. Ama bu söz söylendiğinde
bu ahududu gibi kokuyor, portakal gibi bir tadı
var bu bilginin demek hafızamızın çok hızlı bir
nöron tutundurma aşamasını tetikliyor. Ve bu
da ta binler ve milyonlarca yıl önceden genetik
olarak hafızamıza kaydedilmiş olan yapıyla
karşılaşmamızı sağlıyor. olan yapıyla
karşılaşmamızı sağlıyor. Biz farkında
olmadığımız bu söylem bir anlama dönüşüyor
ve o gün kimsenin pek de farkında olmadığı
aman Allah'ım bir tek sen mi gördün bunu
sözünün altına çizilmesine vesile oluyor.
İletişim süreçlerinin özellikle düşünce
aşamasında başarılı olabilmek için şu
maddeleri dikkat etmek biraz önce söylediğim
bütün o süreci daha efektif kullanmanızı
sağlayacak. Yani bu teorik bilginin şimdi pratik
hayatımızdaki karşılıklarından 4-5 tanesini
vereceğim. Çünkü bu detaylar aşağı yukarı 30
maddede bitiyor. Ama bunların diğer kalan
kısmını 5 tanesini verdikten sonra o 26 tanesini
ta 3. dersimizin düşünce kısmında tekrardan
masaya yatırıyor olacağız. Dikkat ederseniz de
biz de bu iletişim yöntemini kurguluyoruz.
DTG'den bir şey alıyoruz. Düşünce teorisinden
bir şey koyuyoruz. En sonunda hepsini yeniden
bir araya getirerek bu terminasyonu
tamamlamaya çalışacağız. Efendim, düşünce
iletişim süreçlerinde başarılı olmak için birinci
en önemli maddemizi şöyle ifade edeyim.
Hafızanıza güvenmeyin ama hafızanızı
irdelemekten de vazgeçmeyin. Ben bunu iyi
biliyorum, unutmam bu böyledir demeyin
Önce bir irdelenin Peki hafıza nasıl irdelenir
Duyulan bilgiyle kökte var olan bilgi
Bulaştırmak için nasıl bir Süreç işletilebilir Bir
Bunu geliştirmenin en önemli yolu Belli
zamanlarda Belki haftada bir gün kendinize
şöyle bir 5-10 dakika Ayırıp şöyle diyebilirsiniz.
Hatırladığın en eski obje neydi? Yani bu
annenin sana uzattığı bir emzik de olabilir,
babanın sana getirdiği bir oyuncak da olabilir.
Daha eski, daha eski böyle ilk doğum anındaki
objeyi hatırlamaya çalış. Hayal değil, gerçekten
hatırladığın objeyi hatırlamaya çalış. Hayal
değil, gerçekten hatırladığın objeyi. Sonra en
son yakın günlerde gördüğün, ilgini çeken, ya
bunu da mı yapmışlar çok da güzel duruyor
dediğin herhangi bir objeyle yan yana getir. En
eski obje, en yeni obje. Hatıranda olan. 2.
Hayatında hatırladığın en eski kokuyu
hatırlamaya çalış. Ve en son aldığın ve
burnunda o sana iz bırakmış kokuyu hatırla.
Kötü bir koku da olabilir ne yazık ki ama iyi
olmasa ne güzel olurdu. Üçüncüsü ise
hatırladığın en eski ses. Bir şarkı da olabilir bu.
Kulağına fısıldanmış bir ninni de olabilir fark
etmez. Cam arasından gelen bir araba sesi de
olabilir. Bugün de en son aklında kalan ses.
Hep en eskiyle en yeninin arasında zamanı
aşan ilişkiyi kurmaya çalışın. Görsel, koku ve
ses alanında yaptığınızda zihninizde uzun
zamandır kullanmadığınız ve nasıl kullanırım
dediğiniz ve biraz önce süreçte bahsettiğimiz o
gelen bilgiyle kadim bilgi diye tabir edelim. Bu
bilgiyle birleştirme ve arasında tabiri caizse
elektriksel bir iletişim olmasına yardımcı
olacaksınız ki bu yardım sizin aynı zamanda
nöronların tutundurma sürecinde hızlandırıyor
olacak. İşte bundan sonra farklı disiplinler
arasındaki ilişkilerde kolay çalışabilme
yöntemine geçebileceksiniz. Matematikle
biyoloji, coğrafya ile geometri arasındaki
ilişkiyi kurmak artık daha kolay bir hale
gelecek ki düşünce dersi 3. sezonda bunun ne
kadar faydalı olduğunu göreceksiniz. O güne
kadar bu pratikleri yapmanız sizin için iyi olur.
2. İletişim aslında konuşmakla değil
dinlemekle başlar. Çünkü bütün iyi iletişimciler
en önce iyi dinleyicilerdir. İyi bir dinleyici
olmak, kulak kesilmek, dikkatli olmakla
başlamaz. İyi bir dinleyici olmak önce uzun
notlar tutmakla başlar. Yani düşünce teorisi
dersi dinliyorsunuz, lütfen ricamız uzun notlar
tutun. Belli zaman sonra uzun not tutmaya
eliniz alıştıktan sonra kısa notlar, şifreli
ibareler, işaretler gibi kendinize ait
geliştireceğimiz yöntemleri kullanacağız
elbette. Ama notlarınızla çalıştığınızda kısa
notların size gerçekten o konuşmayı, o söylemi
hatırlatıyorsa kısa nota geçebilirsiniz. Ama ya
ben bir not almışım, kısa notlar almışım adam
bunları söylemişti ama ben bu notu ne zaman
söylemişti ne demek istemişti hatırlamıyorum
diyorsanız hala uzun notlar üzerinden
çalışmaya zorunlu olduğunuzu bilin. Dolayısıyla
bu dersi bir uzun not tutmaya gayret edin. Kısa
not tutup aradan 2-3 gün geçtiğinde en az 72
saat sonra baktığınızda o notlar size bu dersi
hatırlatıyorsa amenna ama hatırlatmıyorsa
devam. İkinci madde şu eğer bu iletişimin
dinleme yoluyla başlangıcını hafızanızı da
güçlendirerek yapmak istiyorsanız bir double
diye tabir edelim çift dikiş yapmak istiyorsanız
hatıra kayda tutun. Yani yaşlılarınızın yanına
gidin. Dedeniz, anneanneniz, herhangi bir
yerde gördüğünüz, parkta oturan bir amca
gerçekten de onun konuşmaya ihtiyacı var.
Onun hatıralarını şöyle uzun uzun not tutun.
Ses kayda almaya alışmayın ve alıştırmayın
kendinizi. Çünkü kalem, zihin, kalp, ruh
arasında daha sayıcağın pek çok iletişim
kanalları var. Bu ancak kalemle oluyor.
Telefondan bir kez daha dinlemekle değil. Tabi
acil durumlar için ayrı konu. Üç, iletişimin
şimdi de anlama buluşması. Bakın söylem ve
anlama geçiyorduk ya o süreçte, bunun için de
okumanız gerekiyor. Okumayan adamlar iyi
iletişim kuramazlar. Bu yüzden mutlaka
haftada en az bir kitap okuyor olmalısınız. 4.
İletişim sadece insanlarla değil, aynı zamanda
iş derinliğiyle mecrasını bulan bir şeydir.
Dolayısıyla maddeyle iş yapan erbabı meslekte
tanışmalısınız. İyi bir marangozun yanında
birkaç saatinizi geçirin. İyi bir demirci, iyi bir
tarım işçisi nasıl ekmiş, nasıl biçmiş dinleyin
ondan. Çünkü bu iletişimin maddeyle olan
ilişkinizi sağlayacak. Yani o marangozun ahşaba
duyduğu sevgi, mesleğine duyduğu sevgi
ahşabın da iletişimde bir gereklilik olduğunu
size hatırlatacak. Maddeyle iletişime geçmeye
başladıktan sonra zihninizin logaritmik
fonksiyonlarının harekete geçtiğini
göreceksiniz. Ne demek o? Zaman konusunda
bu hangi zamanda gerçekleşmişti sorusu sizde
oluşmaya başlamışsa artık o madde ile
iletişiminizin farklı bir boyuta taşındığını size
işaret edecektir. Efendim bu bölümün beşinci
önermesinde şöyle ifade edip konuyu
bitirmeye çalışayım. Başladığınızı bitirmek
kadar onu az tutup sürekli tekrar etmek çok
önemli bir şeydir. Yani bugünü söylemeyle
ifade etmek istersek kendinize ait
ritüellerinizin olması. Ne demek bu? Ders
çalışmaya başlamadan önce ben oturur önce
iki sayfa kitap okurum. Bu 20 sayfa olmasın
ama bu iki sayfadan asla vazgeçilmesin.
İnsanlardan iyi düşünenlerin ritüelleri vardır.
Ve bu ritüeller çok kısa çok basittir. Yanlış
anlamayın öyle kurafeler falan anlamında
söylemiyorum bunu. Yani aman illa ders
çalışırken burada bir mum yanmalı şeklinde
ifade etmiyorum. Ama o ders çalışmanıza katkı
sağlıyorsa, o ders çalışmanızı derinleştiriyorsa,
sizi motive ediyorsa ve hurafelerden uzak bir
gerçeklik payı varsa hayatımızda, o zaman
bunu sürekli yapmaya az ama sürekli
yapmaktan asla vazgeçmeyin ve bu ritüeli
başkasından kopyalamayın. Çünkü hepimizin
kendine ait bir tecrübesi, kendimize ait dolu
gelmiş bir hafızası var. İçindeki en incelikleri
bulmak niyetinde oldukça da üretilebilecek
insanlık anlamına faydalı, kendimize faydalı,
etrafımıza, ailemize faydalı düşünceler var
onlar bizi bekliyorlar biz onları bulma yolunda
yürümeye mücadele etmeye devam ediyoruz
bir dahaki bölüm görüşmek üzere kalın
sağlıcakla"}

Düşünce Teorisi 16. Dersimize Hoşgeldiniz. Bu


hafta geçen haftanın devamında iletişimin
öneminden bahsettikten sonra sizlerle görsel
zekamızın ilk adımı olan gözlemlemeyi
öğreneceğiz. Efendim, gözlemleme deyince
herkesin aklında basit bir soru olarak veya
basit bir tanımlama olarak etrafındaki olayları
dikkatlice izlemek, izlediğim şeylerden feyiz
almak, bilgi almak, bir yerinden not
tutuşturmak gibi ibarelerle farklı bir şekillerde
anlamlandırabiliyoruz. Ama şunu bilmek
gerekiyor. Gözlemlemek de öğrenilmesi
gereken bir kabiliyet aslında. Ve geliştirmemiz
gereken bir kabiliyetimiz. Çünkü öğrenilmemiş
bir gözlem seyre dönüşüyor. Seyirle gözlem
arasında önemli bir fark var. Seyretmek
genellikle bilinç dışı gerçekleştirdiğimiz bir şey.
Bilincimize hareketi geçirdiğimiz anda da
olayın gerçeğini kaybetme ihtimalinin gittikçe
arttığı bir düzenek. Seyir genel itibariyle şunu
söylemek gerekirse duyu hafızasına aslında
körelten bir şey. Yani televizyonu seyretmek,
bir yerde oturup insanları seyretmek, bir yerde
oturup bir fotoğrafı seyretmek. Bütün bunlar
eğer gözlemlemeyi bir gereklilik ve kabiliyet
olarak ele alınmıyorsa seyir duyu hafızamızı
köreltiyor. Körelen her duyu hafızasıysa
düşüncelerinizin farklı açılardan ele almanıza
engel oluyor. O zaman öncelikle şunu bilmemiz
lazım. Duyu hafızası nasıl bir şeydir ve nasıl
çalışır? Beş duyu organımıza duyular diyoruz
biliyorsunuz. Elde edilmiş bilgi alanını
kapsayan her sinir hücre grubuna genel olarak
duyu hafızası denir. Ne demek istediğinizi biraz
açalım. Normal şartlarda bir bilgiyi
öğrendiğimizde veya hafızamızda var olan
otomatik bilgilerden birini geri çağırdığımızda.
Bunu bir kablo olarak düşünelim. Sinir hücresi
zaten elektrik kablolarına çok benziyorlar.
Küçük küçük parçalar bir araya gelmişler ya. Bu
parçaların sonuna doğru bilgimizin hafızada
tuttuğumuz alan yani elektromanyetik
fonksiyon hareketi var. Bu hareketin hemen
üzerinde ise bu bilgiye dair olan görüntü, koku,
tat duyusu, dokunma duyusu, hissiyat bütün
bunlar da arkasında bir kod olarak yer
almakta. Dolayısıyla koku hafızası, görsel
hafıza, işitsel hafıza, bütün bu hafızalarımız o
bilgiyi bulduğu anda bilginin bütünselliği
meydana geliyor. Eğer bu yönetilmezse yani
gözlem yapmak bilgiyle beraber yönetilmezse
bu durumda insan yeni bilgiler üretmeye
başlıyor. Çünkü sinir kablosu dediğimiz bu
kablo yapısı sondaki bilgiyi boş bırakmıyor.
Şöyle ifade etmemde fayda var. Örneğin
biyolojinin bir alanında bir çalışma yapıyoruz
veya bu konuda bir düşüncemiz var. O
düşünceyi geliştirmek istiyoruz. Ardından da
yorulduk ettik veya bir gözlem yapmamız lazım
ama gözlemden ziyade gözlemin bilgisini
bilmeden, nasıl yapıldığını bilmeden,
taktiklerini ve stratejisini bilmeden yola çıktık
gözlem yapıyoruz. Bir yerde bir şey gördük ve
gördüğümüz şey dikkatimizi çekti, onu özellikle
aman unutmayayım deyip bir yere koyduk.
Ama gözlemlemeyi yapmadan seyirle beraber
koyduk. Bir zaman sonra sinir hücresi bu
gördüğü görüntünün önündeki bilgiyi aramaya
başlıyor. Diyor ki bir şey gördün peki bunun
bilgisi nerede? Eğer bunun bilgisi yoksa
görüntüden yola çıkarak sanal bilgi üretmeye
başlıyor. Sanal bilgiden kastım şu. Bilgi
hafızamızda, dağarcımızda var olan
tecrübelerden birisini bir başka tecrübeyle
birleştiriyor. Ve onu görüntünün önüne
koyuyor. Yani bugünlerde yapay zeka üzerinde,
chat GPT üzerinde çalışma yapanlar zaman
zaman chat GPT'nin anlamsız cevaplar
verdiğini görünce ona nasıl ki yeniden bir
cümle kuruyoruz. Diyoruz ki bak bu böyle
değil. Öğren bunu. Git şuradan öğren. Ona
göre cevaplandı diyoruz ya. Aslında bu sinir
sistemimizin çalışma mekanizmasından
farkında olmadan kopyalanmış bir unsur.
Çünkü insan ya bilgisine göre gözlem yapmalı.
Bunu teknik açıdan ele alıyorum. Tabii ki
hayatımızın tamamını buna göre yapmak
zorunda değiliz. gerektiği anda bu dersin
içindeki tekniği bilmezse olay gözlemliği seyir
olduğu için gördüğü şeye göre bilgi üretmeye
başlıyor. Bu sefer tekrar masaya geldiği zaman
ya o gördüğü bilgiyi buraya yapıştırmaya
çalışıyor ve o çelişkiyi çözmekte zaman
kaybediyor yahut farklı açılardan bu
düşünceye bakmakta zorlanıyor. Vahut farklı
açılardan bu düşünceye bakmakta zorlanıyor.
Türetilen her bilgi bir zamanuç çıkaran insan
tipi oluşuyor. O da aslında bugün yaşadığımız
toplum. Adamın bir anda kıyafetiyle, adamın
bir andaki duruşuyla, bir söylemiyle, bir fiiliyle
bir anda bir tecrübeyi birleştirip işte bu budur.
Bu tıpkı da buna benziyor. Bu da bunlardandır.
Anladım anladım. Bu da onlar gibi birisi
dememize sebep oluyor. Bir süre sonra inanca
dönüşüyor. Söyleyen öyle inanıyor ki bu tezi
hayatı boyunca sürdürebiliyor. Şimdi gelelim
bu duyu hafızasının nasıl çalıştığını anladıktan
sonra görsel hafızanın ne olduğuna bir
bakalım. Sonra duyu hafızasıyla görsel hafızayı
bir araya getirip gözlemin ne olduğuna gelelim.
Şimdi görsel hafızamız bildiklerimizi
destekleyen bir görsel hafızamız vardır. Yani
bizler bir şeyi öğreniriz, bilmiş oluruz. Sonra o
bildiğimizi gözlerimizle görmek istediğimizde
yine biyoloji örneğinden yola çıkarak onu
görmek istemeye gideriz. Yani okuduk ki
biyolojide mantarlarla ilgili bir konu var. Bunu
görerek tecrübe etmek istiyoruz. O zaman
görsel hafızayı desteklemek üzerine yola
çıkıyoruz ve bakıyoruz ki evet bildiğimizde
gördüğümüz aynı şey. Bu kendimize tatmin
anlamına gelmiyor. Bu, bu saatten sonra sinir
hücresinin sonunda var olan elektromanyetik
bilginin arkasındaki duyu hafızasını motorize
ediyor. arkasındaki duyu hafızasını motorize
ediyor, öndeki çarkla arkadaki çark birbiriyle
bütünleşiyor ve bilgi fazlasını istemeye
başlıyor. Yani bilgi dağarcığında içe girmenin
bir yolu da görsel hafızadır. İkincisi olarak da
şunu söylemek lazım. Gördüklerine görüntülü
bilgi ekleyen hafızaya da görsel hafıza
diyebiliriz. Çünkü bir şey görürüz ama bu
gördüğümüz bize yetmez. Daha derinini
eklemek isteriz. Biraz daha fazlasını örneğin
mantarı alır. Bu sefer mikroskopla bakmak
isteriz. Bu sefer teste tabi tutmak isteriz.
Gözlerimizde en ince ayrıntısını görmek
istiyoruz deriz. Bu seferde ne olur? Bu
elektromanyetik alan yavaş yavaş büyümeye
başlar. Bu büyüdükçe çark daha hızlı işlemeye
başlar. Gözlerimiz bu anlamda ya arayandır, ya
tepki gösterendir, ya da atık hafızaları
kurguladığımız alanı oluşturur. Atık hafızadan
kastuladığımız alanı oluşturur. Atık hafızadan
kastımı biraz önce ifade ettim. Gördüğünün
bilgisi olmadığında görüntünün kendi sanal
bilgiyi oluşturma sürecidir. Şimdi görsel
hafızayı böyle ele aldıktan sonra gözlem
yapmayı bilmek görsel hafızanın
güçlendirilmesi için gereken temel koşullardan
biridir. Hele ki düşünce insanı olmak istiyorsak.
Öyleyse gözlem nedir? Gözlem düşündüğümüz
bilgiyi güçlendirme çabasıdır. Düşünmediğimiz
bir alanda gördüğümüz bir şeyden ilham alıp
onun önüne bilgi ekliyorsak buna da eyvallah.
Ama hiç düşünmediğimiz bir alanda ya da
düşündüğümüz alanın dışında tekniksiz bir
gözlem ne yazık ki düşündüğümüz bilgiyi
güçlendirmek yerine baştan beri ifade ettiğim
gibi karmaşaya ve farklı açılardan o düşünceyi
görememeye sebep olabilir. Peki o zaman
gelelim artık. Gözlem nasıl yapılır? Şimdi
öncelikle şunu belirlemem lazım.
Düşüncelerime paralellik gösteren ne var? Yine
biyolojide, yine bir mantar grubunu ele alıyor
olabilirim. Ama bu mantar grubunun nem
koşulları, bulunduğu coğrafyanın tabiat
koşulları, buradaki bitki çeşitliliğinin önemini
de görmek istiyorum ya, orada bitkileri de
gözlemleyebilirim. Dönüp mantarlarla ilgili
çalışma yapılmış bir belgeseli de televizyondan
izleyerek yapabilirim. Ancak burada önemli ve
farklılıktan bir şeyi ifade etmemde fayda var.
Doğada yaptığınız gözlemle televizyon
üzerinde yaptığınız ya da bilgisayar
monitöründen yaptığınız gözlem aynı değildir.
Zira monitör üzerinde sabit bir kare akışı vardır
ve bu sinir hücrelerimize göre yavaştır. Bu
yavaşlık aynı zamanda hafızayı da beklediğimiz
o elektromanyetik dönüşümünü yavaşlatır. O
yüzden birden fazla izlemeniz gerekebilir. Ama
doğa böyle değildir. Akışkan göz, akışkan renk
ve gerçeklerle karşı karşıya olduğunuz için
ürünle tepkime gerçekleşir. Çünkü göz sadece
ışık alan değil, bir de ışık saçma özelliğine
sahiptir. Dolayısıyla ekrana doğru saçılan ışık
sabite gösterir. Bu sabite de duyuların bir
kısmında körleşmeye de vesile olur. Dolayısıyla
zaman zaman belgeselleri seyrediyor olsak da
ekseriyette gerçekten çıplak gözle gözlem
yapmak çok daha üstün olduğunu beyan
etmek gerekir. Peki, düşüncelerimizle paralellik
oluşturabilmek için hangi yolu izleyebiliriz?
Şunu ifade etmek lazım. Bizler bir oluş, bir olgu
ya da bir olaylardan hangisine ihtiyacımız
olduğunu bilmeliyiz. Yani mantarların
oluşumunu gözlemlemeliyim, mantar olgusunu
mu gözlemlemeliyim yoksa mantarın
kendisinde var olan olayı mı? Üzerinde bakteri
var mı? Üzerinde mikrop var mı? Mantarların
birbiriyle olan iletişimi nasıl gerçekleşiyor?
Çünkü bitkiler arasında bir iletişim söz konusu
ve bu nasıl gerçekleşiyorsa önce bukiler
arasında bir iletişim söz konusu ve bu nasıl
gerçekleşiyorsa önce bu oluş mu, olay mı, olgu
mu bunu bilmem lazım. Eğer bu bir oluş
süreciyle alakalıysa oluşun içinde olmam lazım.
Olayla alakalıysa bununla ilgili geçmiş
tecrübelerden faydalanmaya gözlem yapmam
lazım. Belki de bunun için mantar konusundaki
uzman insanlarla görüşmeler yapıyor olmam
lazım veya onlarla ilgili belgeselleri seyrediyor
olmam lazım. Olay olgusal bir metaforu
içeriyorsa burada bir okumam yapmam lazım
ki kitap okurken de görsel hafızanın
kullanıldığını unutmamak gerekiyor ama bu
düşünce yani üçüncü dersimizde ele alacağımız
okumanın görsel hafızayla olan ilişkisi
kısmında ifade edeceğiz. Daha derin bir konu
olduğu için. Şimdi bu ihtiyacımıza göre bir
mecra belirlenmeli. Mantarlarla ilgileniyorsa
doğa bu mecranın kendisidir. Mecrada
geçireceğiniz vakti de mutlaka geniş tutmaya
dikkat edin. Yani herhangi bir konuda gerçek
manada bilginiz üzerine yöntemli bir gözlem
yapacaksanız vakit geniş tutulmalı. Belli bir
saat aralığı verilmemelidir. Çünkü gözlerimiz
bir aralık verildiğinde gözlem yapma niteliğini
önemli bir ölçüde kaybeder. Gözlem niteliği
biraz daha geniş ve rahatlık isteyen bir
organımız. İlk gözlemde ise karar vermemek bu
işin en önemli kriterlerinden biri olarak ifade
edilmeli. Takip ettiğimiz bu tekrarlı yöntemi ise
sürekli yapmak zorundayız. Yani her seferinde
ihtiyaca göre mecrayı belirleyeceğiz. Yani her
seferinde ihtiyaca göre mecrayı belirleyeceğiz.
Her mecrada geçireceğimiz vakti olabildiğince
geniş başlangıcı belli de sonu belli olmayacak
şekilde ele alıyor olacağız. Koşullara göre tabii
ki ve hiçbir zaman ilk gözlemde karar
vermeyeceğiz. Her seferinde bir kez daha su
100 derecede kaynadı bir daha seyredeyim
diyeceğiz. Aynı şeyi seyredeceğinizi bilseniz
bile bu öndeki bilgi çarkını çok daha hızlı
çevirecek büyük çarkı büyütmeye yardımcı
olacak. Ve en önemli koşul şu. Gözlemlerinizi
mutlaka not etmeniz gerekiyor. koşul şu.
Gözlemlerinizi mutlaka not etmeniz gerekiyor.
Unutmayın, genel bir bakış, haber arama vs.
bunlar biraz seyir değildir. Bunlar biraz gözlem
değildir. Bunlar biraz seyirdir. Yani bu olayla
ilgili bir haberlere bakayım, daha önce çıkmış
şeylere hele bir bakayım demek gerçek bir
gözlem olarak ele alınmaz. Farklı çıkan gözlem
sunuşlarının fark. Farklı çıkan gözlem
sonuçlarının farklılık sebeplerini bulmalısınız
ve bu farklılığa mutlaka odaklanmalısınız. Yani
bilginizle gözlem arasında bir farklılık çıktı
bunu birkaç kez tekrar ettiğiniz aynı farklılığı
elde alıyorsunuz farklılığın sebebini mutlaka
bulacaksınız ve oraya odaklanmanız gerekecek.
Sürekli aynı şekilde tekrar eden gözlem sonucu
varsa gözlem alanı, demografi ya da sosyal
etkenlerin farklılaştığı yere gidin yahut bu yeri
belirleyin. Gözlemleriniz için önce kısa notlar
alın Sonra bu kısa notlarınızı yan yana koyun
Farklı gözlemlerde kısa notlarınızı yan yana
koyun Ve bunları uzun ve ayrıca
değerlendirmelerinde yazın Sonra bunları bir
araya gelip birleştirip değerlendirin ve
derlemeye başlayın Eğer derleme sonucu aynı
çıkıyorsa analize geçin. Eğer aynı çıkmıyorsa
başa dönün. Tüm belgeleri gözünüzün
önünden kaldırın ve analizinizi
düşüncelerinizle karşılaştırmaya başlayın. Tezat
değilse düşüncelerinizi güçlendireceksiniz. Eğer
bir tezatlık varsa birkaç gözlem daha ele alarak
yeniden aynı yöntemi deneyin. Gözlem
sürecinde başarılı olabilmek için şu konulara
dikkat etmek gerekiyor. Uçları ve ortayı
gözlemlemeye dikkat edin. Bu noktada şunu
ifade etmem lazım. Düşüncemiz mantarlarsa
mantarlar konusundaki en uç gözlemi
yapabileceğim yere de gidin. Bir de ortalama
yere gidin. Vasattan uzak durun. Orada pek
mantar yetişmez deniliyorsa, orada vakit
harcamayın. Gözlemlerinizi güçlendirebilmek
için, kendinizden ve yaşantınızdan uzak
olanları seçmeye dikkat edin. Yani
yakınınızdaki doğa olaylarından daha uzağa
gitme gayretiniz zihninizdeki düşüncelerin
derinliğini arttıracaktır. Gözlem yaparken karar
vermeyin. Dediğim gibi not alın ve o anda
düşüncelerinizi değiştirmeye kalkmayın.
Dışarıdan seyretmeye çalışın. Ara sıra
gözlerinizi dinlendirmeyi unutmayın. Dikkat
edin gözler uykudan çok açıkken doğru bir
yöntemle dinlendirilebilir. Gözlerin
dinlendirilmesi göz kapaklarını kapatmakla
değildir. farklarını kapatmakla değildir.
Özellikle tek renk grubuna, içinizi açan ferah
bir yeşile, ferah bir maviliğe, uzun süre
bakmaya gayret edin. 4-5-10 dakikaya kadar.
Bir zaman içinde şunu söylememde fayda var.
Gece yatmadan evvel, özellikle Arap
dünyasının kullanmış olduğu sürmenin, göze
çok iyi gelip dinlendirdiğini ve görsel hafızaya
destek verdiğini de ifade etmeliyim. Manzara
ve doğa seyri de bu noktada gözlem
yeteneğinizi geliştirecek seyrin içindeki önemli
ilaçlardan birisi. Batan güneşi ise asla uzun
süre seyretmeyin. Mehtap'a karşı uzun süre
oturup Dolunay'a bakmayın. Bir dahaki hafta
yeni bir konuyla görüşmek üzere. Kalın
sağlıcakla."}

Son gelenlerden başlamak kaydıyla tabii


eskilerden bazı mailleri de cevaplandırdım. Bu
arada ödevlerle ilgili sorularınız var. Düşünce
teorisinin ikinci bölümü biterken bir proje
ödevimiz olacak. Bunu neden böyle yaptığımızı
şöyle ifade etmemde fayda var. Çünkü haftalık
ödevleri takip eden insan sayısı çok az. Bu da
ciddi anlamda bizim üzerimizde çalıştığımız
zaman açısından sıkıntı doğuruyor. bizim
üzerimizde çalıştığımız zaman açısından sıkıntı
doğuruyor. Ama düşünce teorisinin bütün
derslerini adam akıllı dinlemiş ve sonunda
bununla ilgili düşünce adamı olmak
kavramında gayret eden dostlarımızla daha
yakın çalışabilme imkanımızın olacağı üçüncü
kısma atlamadan önce bir proje ödevimiz
olacak. Ve o proje ödevi bizim masallarımızı
belirliyor olacak. O detayları sonra vereceğim.
Dolayısıyla bugün ödevler niye verilmiyor
sorusunun cevabı aslında bu. Bunu da ifade
ettikten sonra bu haftaki dersimize geçelim.
Yine sorularınız varsa yorum kısmına yazın.
Ben bir dahaki derste cevaplandırmaya
çalışayım. Bu hafta geçtiğimiz haftadan biraz
daha ilerleyen bir süreçteyiz. Detaylandırma
konusuna geçiyoruz. Hatırlayacak olursanız bir
önceki dersimize iletişim becerisinin, düşünce
adamı için gerekliliği ve kendi iç dünyasından
başlayan iletişim süreçlerinin, düşünce
adamının gelişim sürecinde nasıl fayda
sağlayacağını ifadelendirmiştik. En son
dersimizde ise gözlem yapmanın önemi, bunun
biçimi ve gerekliliği üzerinde durarak düşünce
insanlarının gözlemleri hangi teknikte
uygulaması gerekliliğine işaret etmiştik.
Reçetelerimizi sunmuştuk. Bu dersimiz ise
detaylandırmak üzerine, detaylı inceleme
yapmak üzerine. Çünkü bir şeyi detaylı
inceleyebilmek de bir teknik gerektiriyor.
üzerine. Çünkü bir şeyi detaylı inceleyebilmek
de bir teknik gerektiriyor. Düşünce insanlarının
nasılsa bu tekniği kullanmamaları durumunda
düşüncelerini birbirleriyle olan bağlantılarını
kurmada zorlayacaklarını ifade etmemiz
gerekir. Efendim şöyle ifade edip başlayalım
meseleye. Önce incelemenin ne demek
olduğunu iyice anlayalım. Çünkü detayları
gözden kaçırmadan geliştirilen, araştırma
yapmadan önceki sürece inceleme diyoruz.
Dolayısıyla inceleme ve araştırma diye bir tabir
vardır. Pek çok insanda bu tabir sanki birbirine
çok benziyor. Birbiri ardı ardı kullanılınca çok
da hoş duruyor bu ifade. İnceleme ve
araştırma devam ediyor gibi haberlerden size
ulaşan ifadelere kulak kesilmezsiniz ama şimdi
söyleyince hatırlarsınız. Bir şeyi araştırmadan
önce yaptığımız sürecin kendisine inceleme
diyoruz. Dolayısıyla incelemek detaylarla
beraber var olabilecek bir şey. Araştırma ise
bundan sonra geliyor. Zaten araştırma üzerine
başlı başına bir dersimiz var. Düşünce
insanlarının ve genel itibariyle bu coğrafyada
yaşayan insanların oldukça zorlandıkları bir
saha, hatta zorlandıklarının bile farkında
olmadıkları bir alan olduğunu ifade etmemde
fayda var. Detay bilgisi ve yöntemi olmadan bu
incelemenin iyi bir şekilde yapılması mümkün
değil. O yüzden araştırabilmenin bir önceki
süreci olan incelemenin temeli detaylardır.
Detaylar, inceleme ve araştırma. Dolayısıyla
detayın ne olduğunu iyi anlamamız lazım. O da
şöyle ifade edilmeli. Detay, araştırmaya değer
olan alanın farklılığını keşfetme yolculuğudur.
Herhangi bir konuda bir araştırma yapmak
istediğimizde önceden incelemelerde
bulunacağız. Ne için? Neyi araştıracağımıza
karar vermek için. Ne için? Neyi
araştıracağımıza karar vermek için.
İnceleyeceğimiz alanların neler olacağını geçen
haftaki gözlem yapma konusunda ufacık
detaylarla beyan etmeye çalışmıştım. İşte o
ufacık detayların ne olduğuna geldi sıra ki bu
farklılığı eğer dikkatli bir şekilde incelemezsek
detayın ne olduğunu göremeyiz. O zaman
detay birbirinden farklı olan inceleme
konularına verilebilecek isimdir. Biraz daha
mesleki anlamda ifade etmem gerekirse
meslek sözlüğü oluşturduğumuzu düşünürsek
eğer, düşünce dünyasının meslek sözlüğünde
detay kelimesinin karşılığını böyle ifade
edebilirim. Peki, şu soruyu kendimize
sormamız lazım. Ben bu inceleme öncesinde
detayları fark etmezsem, detayları
keşfedemezsem ne olur? Bir, farklılığı bulmanız
mümkün olmayacaktır. Farklılığı bulamadığınız
için de farklı seçenekleri düşünemeyeceksiniz.
Çünkü bir düşünce adamının diğerlerinden
ayıran önemli konulardan biri de farklı
seçenekler sunabilmesidir. Örneğin yaptığınız
bir yemeğin karşı tarafın ya da yiyecek
misafirleriniz tarafından beğenilmediğini
anladığınızda onlara hızlı bir şekilde farklı
seçenekler sunabilmek için düşünebilmeniz
gerekiyor. Bu düşüncenin temelinde araştırma
ardında inceleme temelinde detaylar var. İşte o
detaylar keşfedilmediğinde en sonda farklı
seçenekler sunabilme imkanına sahip
olamazsınız. sunabilme imkanına sahip
olamazsınız. Her bir farklı seçenek aynı
zamanda onu düşüncenize katacağınız
anlamına da gelmez ama sizi öğrendiğiniz
kalıpların dışına çıkmanıza yardımcı olur.
Bugüne kadar hayatımızda pek çok
öğrendiğimiz kalıplar var. Hatta öğrenmeyi
öğreneceğimiz süreci bile belli kalıpları almış
durumdayız. Örneğin sürekli tekrar ederek bir
şeyi ezberleyebilirsiniz veya çok okuyarak veya
uykudan önce veya uykudan sonra gibi belli
kalıplar vardır. Halbuki her insanın zihin
dünyasının çalışma biçimi birbiriyle benzerlik
gözetse bile 3. sınıfta ele alacağımız üzere
kendi aramızda birbirimizden bizi ayıran
detaylar var. O detayları bile keşfetme
yozluluğu için buna ihtiyacımız var. Kendi
vücudumuzda, kendi zihnimizde, kendi
düşünce dünyamızdaki detayların farklılığını
görmeden kendimizi diğerlerinden farklı
kılabileceğimiz özellikleri de bulmakta
zorlanırız. Dolayısıyla bugün yaşanan
dünyasında genç kardeşlerimizin üniversite
seçimi yaparken bu denli zorlanmasının
sebeplerinden birisi kendileriyle alakalı
detayları da görmekte zorlanmalarından
kaynaklanıyor olabilir. Hakikat üçüncü bir
problem daha var eğer detayları
keşfedemezsek. O da bildiğiniz öğeleri nasıl
bildiğinizi anlayamazsınız. Nasıl bildiğinizi
anlamak tarihsel genotiplerle ilişki kurmanızı
sağlayan en önemli araçlardan biridir.
genotoplar insan zihninde bizden önce gelmiş
olan memetik ilminin de bir nevi incelemiş
olduğu bizim de bu aralar üzerinde çalıştığımız
kitaplarda da beyan edildiği üzere hala kani
olmadıkları alanların varlığı ile izah edilse de
geçmişten bugüne genetik olarak aktarılmış
olan hafıza kayıtlarımız var. Boş gelmedi bu
kafa bu dünyaya ama neresi dolu ne kadar
dolu ve ne ile dolu olduğunu bilmek dahi bir
yolculuk gerektirir. İzahatıyla bunu biraz
ifadelendirebilirim. Eğer tarihsel
genotiplerinizde var olan bilgiyle
karşılaşamazsanız ve bu ilişkiyi kuramazsanız
nasıl bildiğinizi öğrenemezsiniz. Bunu şöyle
ifade etmekte de fayda var. Üçgenin üç açıları
toplamı 180 derecedir diye öğretmen bir şey
söyler. Zaman içerisinde eğitimciler, ya bunu
böyle ezberden yapmayalım, bu işin teorisini
çocuklar bilmeli diyerek teorem ispatlamaya
da gider. Ama teorem ispatları genellikle
öğrencilerin en sıkıldığı alanlardır. Çünkü adı
üzerinde teorik bir bilgidir. Ama teorem
ispatları genellikle öğrencilerin en sıkıldığı
alanlardır. Çünkü adı üzerinde teorik bir
bilgidir. Ama tam tersine birisi çıkıp hayatın
içinde çemberi merkeze aldığınızda, çemberin
içindeki bir üçgenle sizi bunu anlatmaya
başladığı anda, iki farklı geometrik şeklin
birbirinden doğmuş ilişkisini ifade ettiği için bu
ilginize çeker. Ve genellikle bu tarz geometri ve
matematik öğretmenlerini daha fazla sever,
daha fazla ilgi duyarsınız. Daha fazla
sevmenizin sebebi karşınızdaki öğretmenin
size teoremin daha da ilerisinde pratik
temelleri nasıl bilinebileceğini öğrettiği için
değil, sizin genotiplerinizle ilişki kurabildiği için
mümkündür. Çünkü üçgen bizim sonradan
oluşturduğumuz metalyerlerden biri gibi
görünse de aslında zihinsel genotiplerimizde
var olan ama çemberden doğmuş bir
geometrik şekildir. O zaman bu geometrik şekli
anlayabilmem için sadece bu üçgenle alakalı
teoriye değil, üçgenin doğum kaynağına gidip
bunun üçgen olduğunu nasıl bilebiliyoruz o
zaman demeye götürmeli bizleri ve o üçgenler
birleşirken çemberin içindeki haliyle zihnimizin
kıyas sürecinde yepyeni detaylara ulaşma
imkanı doğabilir. Ve hatta böyle anlatıldığında
geometri o pek çok ezberlemek zorunda
olduğunuz, pratik bile hayatta karşınıza
çıkmayacağını düşündüğünüz şeylerin hem
pratik hayattaki karşılıklarını fark etmeye
başlarsınız, diğer yandan teorisyenlik kısmının
temellerini öğrenmiş olursunuz. Peki, bu
ifadeleri beyan ettikten sonra gelelim
detaylandırma sürecinin nasıl işlediğine. Yani,
mademki detaylar önemlidir, o halde bu
önemini fark edebilmek için benim neler
yapmam lazım? Basit yöntemlerle bunu ifade
etmeye çalışıyorum. lazım. Basit yöntemlerle
bunu ifade etmeye çalışıyorum. Bütün bu
süreci en son projelendirme 3. kısımda
bambaşka bir şekilde ele alıyor olacağız. Hala
öğrenmeye devam ediyoruz desek yeridir. Bir,
bir şeyin detayını görmekte zorlanıyorum. Bu
anlattığınız şeklinde herhangi bir şeyi de detayı
kaçırmamak için neler yapmalıyım diyorsanız
eğer hani arada bir cümle kurduk ya bildiğimiz
öğeleri nasıl bilmemiz gerektiğini ve nasıl
bildiğimizi kavramamız lazım dedik ya. O
zaman buraya en kolay ve en hızlı tarihsel
genotipi kullanarak yapabiliriz. Bu da
kullandığımız dil. Yani ana dilimiz. Türkçe,
İngilizce, Arapça, Fransızca hangi dilde yaşadık,
doğduk, öyle büyüdüysek fark etmez. O
düşündüğümüz herhangi bir şeyi tek cümleyle
yazmaya çalışacağız. Düşündüğümüz şeyi tek
bir cümleyle yazmak oldukça önemlidir. Ve
dolaylamadan basit kısa bir cümleyle bunu
ifade etmeye çalışmak oldukça önemli.
Örneğin 3 boyutlu bir yazıcının farklı bir
biçimde çalışması için bir çalışmayı
yürütüyorum. Diyorum ki 3 boyutlu yazıcılarda
plastik yerine metal kullanabilir miyim? Bir
örnek verelim. Düşündüğüm şey şu. 3 boyutlu
yazıcının metal parçacıklarla çalışması üzerine
düşünüyorum. Bu cümleyi kurdum. üzerine
düşünüyorum. Bu cümleyi kurdum. Şimdi, bu
cümlede mutlaka fazlalıklar ya da ekler ya da
zarflar vardır. Bunların her birisini birden
çıkartıp cümleyi tabiri caizse tamamen o
üzerindeki aksesuarlardan bir soymamız lazım.
Biraz önce kurduğum cümleyi soyarsak eğer,
şöyle bir kelimeyi basitçe şöyle ifade
edebilirim. Metal parçacıkla çalışan 3 boyutlu
yazıcı. Bu kadar. Burada bir zarf yok, ekleme
yok, fazlalık yok. Çünkü metal parçacık
kullanmak istiyorum, plastik parçacık
kullanmak istemiyorum. 3 boyutlu yazıcı da
bunu yapmak istiyorum. Ve böylelikle metal
ürünler, 3 boyutlu metal ürünler elde etmek
istiyorum dedeyim. Şimdi bu kelimenin her
birini ayrı ayrı yazacağız. 1- 3 boyutlu bir
yazıcımız var. 2- Metal var ve üretmek
istediğimiz herhangi bir şey. Üretim yapmak
istiyoruz. Her bir kelimenin şimdi de zıttını ve
eş anlamlısını düşünmeye başlayacağım.
Çünkü şimdi 3 boyutlu yazıcının zıttı ne olur
diye düşünebilirsiniz ama 3 boyutlu yazıcıların
metallerle neden çalışmadığına dair araştırma
yaptığınızda detaylara ulaşacaksınız.
Araştırdığınız detaylar sizi 3 boyutlu yazıcının
farklı bir varyasyonuyla çalışmanız gerektiğine
dair bir işaret verecektir. Metal kelimesi ise
oldukça önemli. Metal ama nasıl bir metal? Eş
anlamları var. Bu metal nikel mi? Çelik mi?
Krom mu? Altın mı olacak? 2. A metaller
toprak grubundan mı olacak? Alkalilerle mi
çalışılacak? Bunlarla ilgili bir moleküler çalışma
mı yapılacak? Veya metal kesinlikle
olamayacağına dair 3 boyutlu yazıcıların
değiştirilmesi oldukça zor bir süreçle mi
karşılaştık? O zaman metal dünyasındaki
metale eşanlanılık taşıyan, plastikten
vazgeçmek istediğim, onun yumuşaklığından
kurtarmak istediğim başka bir şey deneyebilir
miyim? O kısma geçiyor olacağım. Her birisini
bu sefer yeni yerine koymaya çalışacağım. Ve
koyduğum şeyde yeni bir cümle kuracağım.
Yani 3 boyutlu değil bu sefer belki. 3D olarak
adlandırılamayacak. 3A. A metal yazıcı. Başka
bir cümle çıktı şimdi. Bu tüm yeni kelimelerin
etkin olabileceği anlamları dikkatli bir şekilde
incelemeye başlayacağım. Bu incelemenin
sonucunda ise ulaştığım bu yeni formasyon
bana detaylarla karşılaşma imkanını sunduğu
gibi aradan 24 saat geçtiğinde zihnimdeki
oluşumu test edebileceğimi sağlayacak. Çünkü
bu yazdığınız 3 kelimelik yeni cümleniz detay
araştırması yapılmış ve detayları fark edilmiş
yeni cümleniz. Bu cümleyi unutmaya
çalışacaksınız. 24 saat sonra geri geldiğinizde
inceleme sonuçlarından aklınızda kalanları
daha da detaylandırmaya başladığınızda eğer
aynı cümle sizin aklınıza gelebiliyorsa
zihninizde tarihsel genotip ilişkisi başladığına
dair önemli bir işarettir. Unutmayın, insanlık
tarih boyunca yepyeni ve kimsenin
bulamayacağı bir şeyi keşfedemez. Bulacağımız
her şey, önceden var olan bir şeyle aramızda
kuracağımız bir hattır. Hattın çapı değiştikçe
keşfin ehemmiyeti, keşfin insanları üzerindeki
etkisi, tarihsel sürecindeki etkileşime elbette
farklı olacaktır. Ama bizler her seferinde hiç
kimsenin aklına gelmeyeni değil, aklımızda var
olan ama aklımıza gelmeyen şeyi bulma
yolculuğundayız. Ve bunu geometrik bir
şekilde düşünmeye çalışıyoruz. Bu bulacağımız
yeni detaylar işimize yarayacak yeni alanlar
anlamına geliyor. Bir dahaki derste bu tarz
konularla devam ediyor olacağız ve inşallah
ikinci sınıfımızı bitirmemize aşağı yukarı 11
dersimiz kalmış olacak. Sorularınız varsa
mutlaka aşağıya yazmanızı sizden talep
ediyorum bir dahaki dersi cevaplandırmak
dileğiyle diyelim kalın sağlıcakla"}

Düşünce Teorisi 18. Dersten herkese selamlar.


Geçtiğimiz derslerde gözlemin bir teknik
olduğunu ve bu tekniği uygulama biçiminin
önemine işaret etmiştik. Bir önceki dersimizde
ise detaylandırmanın önemi araştırma
yaparken bu temel fonksiyondan nasıl
yararlanabileceğimizi ifade etmeye çalışmıştık.
Şimdi derslerimiz yavaş yavaş düşünce
boyutuna doğru geçerken yani 3. kısma
geçerken bu bölümü sonuna doğru gidiyoruz.
Meraklı sorular var. Ödevlerle ilgili toplu bir
ödev gelecek. Düşünce teorisi bittiğinde o
yüzden biraz daha sabır diyelim. Bu dersimizin
konusu hissetmek. Hayatla düşünce arasındaki
ahengin gizli silahı olarak beyan
edebileceğimiz hissetmekten bahsedeceğiz.
Efendim düşünmek aslına bakarsanız iki yönlü
etkiye açık olan dinamik bir süreç yönetimidir.
Ne demek istiyoruz iki yönlü olmasını ifade
etmek gerekirse bir tarafında kendi biyolojimiz
var, kendi zihnimiz var ve bu zihnin geçmişten
bugüne kayınmış olan bir hafıza kaydı var. Bir
de dış dünyada gelişen bir söylem, meydana
gelen bir bilgi yumağı var. Ve bununla arasında
bir ilişki var. Bu ilişki gerçek ve yalın halinde
adım adım yaklaşacağımız bir süreç yönetimi
olarak ele alınmalı. Dolayısıyla düşüncenin bir
süreç aşamasından geçilerek elde edilen bir
kabiliyet olduğunu da bilmek gerekiyor. Elbette
kabiliyet olması belli yeteneklerin olması
gerekmediği anlamına gelmez. Yeteneklerle
şekillenebilir ama her kabiliyet geliştirilebilir.
Bunu asla unutmamak lazım. Efendim elbette
ki bu dinamik süreç hele konu hissetmekten
bahsediyorsak eğer olumlu ya da olumsuz
yönde etkileyen önemli bir mesele var ki o da
hissetmektir. Zira bizler hislerimizle bazen
hareket ettiğimizi söylüyoruz, bazen
hislerimize uymadan hareket ettiğimizi
söylüyoruz ve bazen o hissetmenin gerçekten
ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini
bilmeyince hislerimiz düşüncelerimizin önüne
geçti veya düşünceler çok hissizleşti şeklinde
ifadelerde bulunuyoruz. Dolayısıyla bugün
biraz da hissetmenin gerçekten ne olduğunda
anlamamız gerektiği bir dersi işlemiş olacağız.
gerektiği bir dersi işlemiş olacağız. Zira
hissetmek gerçekle gerçek üstü arasında
kurulabilecek ilişkinin enerji fonksiyonu.
Hayatımızda bir gerçekler olarak
adlandırabileceğimiz, beş duy organıyla
gördüğümüzü, bildiğimizi, ulaşabilir
olduğumuz şeylere genel olarak gerçek
diyoruz. Tabii gerçek kelimesinin arkasında
fiziken, kimyayen, moleküler açıdan
bakıldığında çok farklı ifadeler olabilir.
Kuantum açısından değerlendirilir vs. Ama
kaba tabirle gerçek dediğimiz böyle bir şey.
Şimdi bir de gerçek üstü var. Yani gerçeğin
gerçekleşmesi için gereken süreçte bu gerçeğin
öncesinde var olan meta veri olarak ifade
edebileceğimiz büyük veri hazinesi. Bu hazine
zaman içinde insanların telefonu, televizyonu,
telgrafı düşünmeleri için gereken süreci de
bizlere izah ediyor. Hissetmeye farklı bir
pencereden bakmak üzere önce hissetmenin
ne olduğunu açıklamamız lazım. Hissetmek
öncelikle biyolojik olarak ele alırsak beş düğü
organından doğan bir etkidir. Yani hissetmeyi
bizler bir noktaya dokunduğumuzda, bir sesi
işittiğimizde, bir şeyi gördüğümüzde içimizde
oluşan bir his var. Bu his biyolojik olarak
meydana gelen bir etkinin karşılığı. Elbette bir
de kimyasal olanı var. O da moleküler transfer
süreci kötü hissetmeniz, iyi hissetmeniz, mutlu
hissetmeniz, öfkeli hissetmeniz, sinirli
hissetmeniz işin bir de kimyasal tarafı. Ancak
hissetmek sadece biyolojik ve kimyasal olarak
ele alınamayacak. Başka açıdan ve başka bir
pencereden de bakmamız gereken önemli bir
alana daha sahip. Biz bu alana metamanyetik
açıdan bakmak diyoruz. Önce metanın ve
manyetinin ne olduğunu kısaca ifade edeyim.
Meta, tabii klasik anlamda elin alınırsa büyük
anlamına geliyor ve arka planda var olan
büyüklük olarak kullanılması kavramsal açıdan
daha doğru bir şeydir. Manyetik ise bir bilginin
oluşmazdan evvel tabiri caizse havada
meydana getirmiş olduğu kütlesel çekim gücü.
Şimdi bunu en kaba tabirle şöyle ifade edelim.
Şimdi bunu en kaba tabirle şöyle ifade edelim.
Biliyorsunuz telefonun bulunma aşamasında
telefon fikrinin yeryüzünde en az 20 farklı
insan tarafından gündeme geldiğini, insanların
bunu düşünmeye başladığını ve bu düşünce
sürecine yaklaştığını görüyoruz. Bu artık
bilimsel olarak da ele alınan önemli
mevzulardan birisi de zira nasıl oluyor da farklı
coğrafyalarda insanlar belli zaman dilimlerinde
belli şeyleri düşünmeye başlıyorlar. Tarihsel
süreç açısından farklı yorumlara açık olmakla
beraber bir yerde demir çağının başlayıp
hemen ardından başka bir yerde de aynı
sürecin gelişmesini sadece insanlar arasındaki
iletişimle anlatamıyoruz. Biliyoruz ki
insanoğlunun zihinsel yapısı büyük bir
manyetik çekim gücüne sahip. İtim gücüne de
sahip ama bugün o çekim gücünden
bahsedeceğiz. Dolayısıyla dokunduğumuz
şeyin dokusundan hissettiklerimiz,
düşündüklerimizden hissettiklerimiz hariç
olmak üzere bilginin söylemsel açıya gelmeden
evvelki metamanyetik bir oluşum sürecine
dahil olması da hissiyatımızın önemli
kavramlarından biridir. Var olan sinir hücre
grubunun çekim gücünü oluşturarak yeni
protein bileşkeler oluşturması böyle mümkün
oluyor. böyle mümkün oluyor. Yani aynı anda
dünyanın farklı ülkelerindeki insanların benzer
şeyleri nasıl düşündüğünü anlatabilmenin
mutlak kimyasal ve biyolojik bir karşılığı olması
lazım. Eğer kimyadan bahsediyorsak
proteinden bahsedebileceğiz. Ve bugün
bildiğimiz önemli konulardan biri de
insanoğlunun dolaştığı, bulunduğu yerler
içerisinde elde etmiş olduğu, bazen frekans
diye anlatıyorlar ama tam olarak frekans değil
burası, manyetik bir meta verinin insan zihnini
etkilediğini, bu etkileşimin de insan zihninde
yeni protein kalıpları oluşturduğunu, oluşan
protein kalıplarının belli insanlar tarafından,
eğer aynı düzlemin içinde yer alıyorlarsa
düşünce açısından bundan
faydalanabildiklerini görüyoruz. Hatta
günümüz açısından ele alırsak buna ilham da
diyebilirsiniz. Ama bu ilhamın biyolojik ve
kimyasal karşılığı ele alındığındaki gerçeklik
hissetmek olarak ele alacağımız bir şey. Peki,
bu durumda benim incelemem gereken bir
başka konu doğuyor ki......manyetik his nasıl
oluşur? Yani bahsettiğimiz bu oluşum
sürecinde nasıl bir gerçekleşme var? Öncelikle
etrafımızda yakın sesler vardır. Bu yakın sesler
bazen farklı fabrikalardan üretilen, bitkilerin
üreme aşamasında, kuşlar uçarken doğadaki
doğal olan ancak bizim duyamadığımız düşük
sesler var. Bu sesler aslında belli bilgilerin de
yumak yumak kendi partizizasyonunu
gerçekleştirmiş olduğu alanlardan geçiyor.
Bunu biraz daha basitleştirerek şöyle ifade
edeyim. Bazı bilim adamları kendi
düşüncelerinde daha derine dalmak için doğa
yürüyüşüne çıkmışlar. Bazı bilim adamları hayır
ben doğada yürürken aklıma bir şey gelmiyor.
Tam da karmaşanın ortasında herkes birbirine
bağırır çağırırken tam orada köşede oturup
kahvemi içerken bana ilham geliyor demişler.
Şimdi doğanın kendine ait olan ses
fraksiyonunun oluşturmuş olduğu
metamanyetik alan, ait oluşturmuş olduğu
metamanyetik alan bu alana dair algıda
seçicilikle ilişkili ilham kaynağının çekim
gücünü birbiriyle örtüştürebiliyor. Yani insanın
zihinsel düşünce kurgu biçimi hangi meta
alanda çalışabileceğine dair de bizi
yönlendirebiliyor. Yakın duygularda bununla
alakalı bir şey sadece sessiz işin içinde bir de
yakın duygular var Bu ne anlama gelir şu
metamanyetik hisse ulaşmak için insanlar
kendi sevdikleri arkadaşlarıyla yakın olmak
isterler bu Aslında sadece anlaşabildikleri için
değil aynı niyetler üzerinde oldukları için aynı
hayat biçimine yakın görüşlere sahip oldukları
içindir. Ve bu insanlar konuşmadan da
anlaşırlar tabiri var ya, beraberce hareket etme
fiili henüz bir şey söylemeden gerçekleşir ya,
bu da aslında duyguların manyetik olarak
zihinden saçılımı, karşı zihin tarafından da
metamanyetik olarak kabulü ve protein
süreçlerinin birbiriyle örtüşmesiyle ilişkildir. Bir
diğer şey ise yakın düşünce. Dünyanın belli
coğrafyalarında belli düşünce biçimleri vardır.
Ahlakın ön planda olduğu, para kazanmanın ön
planda olduğu, şöhretin ön planda olduğu gibi
gibi düşünce akımları şehirlere, bölgelere,
ülkelere, kıtalara göre hatta denizde, adada
olmakla, denize yakın olmakla birbirinden
farklılıklar gösteriyor. Bu düşünce yapısı
aslında manyetik bir his oluşturuyor ve bir
bakıyorsunuz ki sadece ticari faaliyetlerle
ilişkili değil. Akdeniz insanının Akdeniz
düşünce tipi, Asya insanının Asya düşünce
tipinin oluşması kitaplarda onlara öğretilmiş
olan bir süreçle sadece izah edilemez. Bu aynı
zamanda aynı coğrafyanın içerisinde var olan
insanların birbirleriyle metamanyetik iletişim
kurduklarına dair de önemli işaretlerden
birisidir. Şimdi asıl sorulardan birisi şu olmalı.
Metamanyeti nasıl geliştireceğiz? Bu meta
veriden nasıl faydalanacağız? Bu ayrı bir yer
geliyoruz. Ama öncelikle bizler insan olarak
metamanyetik alandan tabiri caizse ilham,
feyiz ne diyorsanız onu almakta gittikçe kölleşir
bir hale gelmemizin sebebi nedir? Önce onu
bir ele almamız lazım. Yani önce olumsuz
tarafına bir bakalım. Çünkü daha önceki
insanların yaşamlarında problemlere çok daha
hızlı çözümler ürettiklerini bugün
konuşuyorsak eğer bugün insan zihninde
günden güne yapılmış bilimsel çalışmalarda da
zihinsel süreçlerde problemlerin arttığını
algılığın seviyesinin gittikçe düştüğünü konuşur
olmaya başladık. O zaman bunu sadece
yediğimiz, içtiğimiz, seyrettiklerimizle izah
ederken bunun arasında var olan
metamanyetik körelmeyi de izah etmemiz
lazım. Çünkü metamanyetik körelmenin
olduğu yerde insan zihnindeki protein
kalıplarının oluşturulma süreci engelleniyor. Bu
engellendiği için bu tarz ilhamlar gelse bile
ilham diye tırnak içinde akılda kalsın diye ifade
ediyorum. Bizler bir türlü onu kendi
düşüncelerimizle örtüştüremiyoruz. Aslında bu
düşünce teorisinin ilk haftalarında yapmış
olduğumuz derslerimizle çok yakından ilişkili ki
o derslerimizde kendini beğenmek, kıskanmak,
isyan etmek gibi ifadelerden bahsedip onları
nasıl toparlıyoruz da anlatmıştık ya o aslında
bu dersimizde yakinen ilişkide. Çünkü kendini
beğenen bir adam alan daraltması yaşıyor. Yani
zihninin çekim gücündeki alan düşmeye
başlıyor. Bu yüzden de her şeye olmaz diyen
adam tipi doğuyor. Yani dikkat ilk dersimizde
işlediğimiz düşünce teorisinin ilk dersinde
işlediğimiz kendini beğenen adam tipi
manyetik körelmeyi yaşıyor. Bunun sebebi alan
daralıyor. Çekim olacak alan daralıyor. Alıcının
kapasitesi küçülüyor ve bu aynı zamanda
söylem olarak da her şeye olmaz diyen adam
tipini oluşturuanız kendine dair, kendilerine
beğeni yönünde derece derece farklılık
göstermekle beraber bu kötü hisse, bu kötü
yaşam biçimine sahip olduğunu, kötü duyguya
sahip olduğunu göreceksiniz. Bunu anladıktan
sonra diğer bölümleri de kısaca izah edeyim.
Kıskanan her insan vücudunda protein
bileşkeler oluşamaz. Bunun pek çok zararı
olduğu gibi manyetik, metamanyetik
hissiyatını da düşürür. Çünkü metamanyetik
hissiyatın mutlak surette proteine dönüşmesi
lazım. Bu proteinin sinir hücrelerine titikleyip
yeni yumaklar kurması lazım. Ama bu mümkün
olmuyor. Peki bu insanların hayatta kurdukları
en fazla cümlelerden biri ne diye soracaksanız
cevap ben olmadan olmaz. Bütün
kıskançlığının ortak cümlelerinden biridir bu.
Farklı şekillerde ifade edebilirler. Halleri
tavırlarıyla bunu işaret buyurabilirler. Ama bir
işin hakikati var ki bu aynı zamanda zihinsel
süreçlerinde protein bileşiklerini
kuramayacaklarına dair de bir işarettir. Geldik
bir başka kölenme vesilesine. İsyan. O ilk dersi
bir daha dinleyin ya da hatırınızda kaldıysa onu
aklınıza getirin. Bu insanlara artık mRNA
desteği kesiliyor. Yani diyelim ki protein üretti.
Üretilen proteinin farklı sinir hücrelerinde,
farklı biçimlerde kurgulanarak düşüncenin alt
katmalarına yani bir outline yazıyorsanız iç
bölümlere doğru gitmenizi, alt kırılımlara
ulaşmanıza engel oluyor ki cümleleri şu.
Benimle olmaz. Ben olursam yapamazsınız,
beceremezsiniz. Tarzında bir söylem o isyanın
karşımızdaki cümlesidir. Kötü duygulardan
birisi, kötü fiillerden birisi, yalan söylemekten
bahsetmiştik. Bunlar mielin intikabını ortadan
kaldırıyor. Mielin intibakı ne demek? mielin
kılıflarımız gelen düşünce ve proteine göre
kalınlaşıp incelip hatta moleküler olarak da
birbirinden farklı endikasyon göstermeye
başlarlar. Uzun bir konudur ama hakikat bu da
bizim hayatımızda benden olmaz, benden
adam olmaz, benden doktor olmaz, benden
avukat olmaz, benden dava adamı olmaz diyen
insan tipidir. Tüm yalancıların ortak
söylemlerinden de gizli bir şifredir sizlere.
Efendim gaflet, gafleti uzun anlatmıştık. Bunun
metamanyetik kölelmenin karşısı ani kabul ve
fazla protein üretimidir. Yani o metamanyetik
veriden ne hissediyorsa hepsini çorba eder,
birbirine karıştırır. Saf ve temiz bir düşünceye
bir türlü ulaşamaz ki bu cümlede onlara ait her
şeye olabilir diyen adam tipi. O da olabilir, o da
olabilir, o da olabilir der. Bu da aslında onun
gafletine işaret eder. Çünkü hayatımızda her
şey olabilir demek de bir gaflettir. Hakikat. Hırs
reddeden bir etki meydana gelir. Bulsa da
bulduğunu reddeder. Cümlesi geliştirilemez bu.
Ulaşılamaz. Artık bu noktaya gelindi. Bundan
sonrası olmaz sözüdür. Ki genellikle tarihte pek
çok hırslı bilim adamının kendi buldukları şeye
son demelerine çokça şahit olmuşsunuzdur.
Okuduklarınızdan, seyrettiğiniz belgesellerden
veya gördüyseniz. Hakikat bir de öfke var. Öfke
hücrelerin içerisinde sıvı kaybına sebep olur.
Sıvı kaybı düşünce akışkanlığını bozar. Bizzat iyi
kendisi gibi onların cümlesi de şudur.
Yapılamaz. Efendim dünyanın bir ucunda şöyle
bir araştırma yapıyorlarmış. Yapılamaz canım.
Hemen her cümlesinin içinde mutlak surette
buna işaretler vardır. Bu da öfkenin var
olduğuna dair bir işaret, bir delil olarak bilinir.
Bilinmelidir ya da. Sonuncusu neydi? Düşünce
teorisini ilk derslerinin insani gelişiminde
düşünmemize engel olarak ifade ettiğimiz
alanda şehvet vardı. İşin enteresan
taraflarından işte bir tanesi bu. Beynimizin
sahte, vücudumuzun sahte proteinler üreterek
kandırıcı güç meydana getirdiği süreçtir bu.
Yani kimsenin düşünmediğini düşünen bazı
adamlar vardır ki eğer onlar şehvetliyseler
tarih boyunca tutmamış düşüncelere
sahiptirler. Çünkü sahte proteinler üretirler. Bir
süre sonra o sahte proteinler sebebi kendi
vücutlarında olduğundan öyle bir inanç
mekanizması geliştirirler ki adam çok inanıyor,
inanarak anlatıyor aslında deyiverirsiniz. Ki o
cevapta bulunamaz. Kelimesi bunlara aittir.
Bulan sadece hep kendisidir. Efendim elbette
körelten, eksilten nedir onu anlattık.
Metamanyetik düşüncenin ve verinin nasıl
oluşabileceğine dair çok çalışma yapacağız.
Üçüncü bölümde, düşünce bölümünde ama
şimdiden üç temel pratiği size izah edip bu ilk
üç adımda sonra geliştirmeden önce bir
başlangıç yapalım istiyoruz. Dolayısıyla bu
manyetik hisler nasıl geliştirilir? Üç tane basit
reçeteyi sunmaya çalışayım size. Bunlardan
birincisi gecenin gerçek karanlığı içinde ya bir
yürüyüş ya da bir durmak. Gecenin gerçek
karanlığı şehrin gerçekten biraz dışarı çıkması
gerektirir. Hatta ben hayatımda bu kadar çok
yıldız görmemiştim der hayatını şehirde
geçirenler. Çünkü şehir ışıkları o gökyüzünde
var olan karanlıkla aramızdaki ilişkiyi
koparmaktadır. Bu manyetik hissin
geliştirilmesi için zaman zaman yapmanız
gerekenlerden biridir. Sıfır ışık, hiç ışığın
olmadığı bir yer. Bu bazı zamanlarda daha
rahat uyumak için kullanılan perdeler var
evlerimizde. Bundan bahsetmiyoruz. Doğada
olmak ve gökyüzünü görmekten bahsediyoruz.
İkincisi sabahın gerçek aydınlığı. Tam da
güneşin doğmak üzere olduğu anda ozonun
maksim noktasına geldiği, en üst seviyeye
geldiği yerde durmak ve var olmak.
Bugünlerde hep güneşin doğuşuyla beraber
uyanıyor olmak manyetik his gelişimine ne
yazık ki olumsuz yönde etki ediyor. Geliştirmek
için bu gerekiyor. Üçüncüsü ise hiç şüphesiz
insan seçimi. Bizler arkadaşlık ilişkilerimizi
kendi seçimlerimizle yönetebilen canlılarız. Bu
yüzden etrafınızda var olan arkadaşlarınızın
sizinle aynı düşüncelere sahip olması gerekmez
ama aynı platformda var olmak ve o insanlarla
vakit geçirmek manyetik hislerinizi
geliştirmede size Şimdilik yardımcı olacak en
önemli üç temel konulardan bahsetmiş olduk
İnşallah düşünce dersine geldiğimiz zaman
bunu çok daha derin ve detaylı kısmına
varacağız Çünkü düşünmek uçsuz bucaksız bir
süreç yönetimi. Başlangıcından işaretlerle
üstüne koya koya devam etmeye çalışıyoruz.
Üstüne koymaya ve koydukça da daha iyi
düşünmeye niyet ediyoruz. Bir dahaki
bölümde görüşmek üzere diyelim. Şimdilik
kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi 19. haftadan 19. dersten
herkese merhabalar. Bir önceki ders
detaylarının düşünme sürecindeki
ehemmiyetini ifade etmeye çalışmıştık. Son
dersimizde de hislerimizle yapabileceklerimizin
kapsamını, hislerimizi körelten unsurların neler
olduğunu, bunun unsurların varlıklarına
denmiştik. Bugün ise düşünme hazırlığının
sonlarına doğru geliyoruz. İkinci önemli sınıfın
son derslerindeyiz. Hayatımızın en önemli
konularından biri olan araştırmanın
tekniklerini ele alıyor olacağız. Dolayısıyla
konumuz araştırmak. Efendim, araştırmak
düşünce faaliyetinin öncesinde ihtiyaç olan
gereçlerin elde edili sürecini içeren teknik bir
çalışma biçimidir. Araştırmak her şey lazım
olur. Zaman içinde gerekir. Hadi şuradan
buradan toparlayalım. Bir şekilde araştırı
buluruz. Ulaşırız. Google'a yazarız. Oradan
çıkar elbet bir sonuçlar diyerek
ilerleyebileceğimiz bir şey değil. Ciddi anlamda
bir teknik gerektiren ve bunların düşüncenin
gereçleri olduğu bilinciyle hareket etmeniz
gereken temel bir fonksiyon. Dolayısıyla
araştırmanın tekniğini iyi bilmek, düşünce
konusuna geldiğimizde parçaları
birleştirdiğimiz anda ne kadar ehemmiyetli
olduğunu bundan önceki diğer derslerimiz gibi
rahatlıkla anlayabileceksiniz. Teknik yöntemle
yapılmamış olan bir araştırmanın üç tane
büyük problemi doğurduğunda baştan
söylemekte fayda var bunlardan en kötüsü
bilindiği üzere zaman kaybıdır zira araştırma
bir süre sonra farklı dallara bizi yönlendirerek
gerçekten araştırmamız gereken alandan bizi
uzaklaştırabilir bu uzaklaştırma ikinci büyük
derdi ortaya çıkartır ki bu da süreci etkiler.
Çünkü düşünmenin kendisi bir süreçtir ve
temel aksandan çıktığınız anda süreciniz yani
düşünce biçiminiz olumsuz yönde
etkilenecektir. Ve üçüncüsü her ikisi bir araya
geldiğinde yön değişikliğine sebep olabilir,
harcadığın vakte değmedi, bir başka şey
düşüneyim, bir başka şey yapayım demek
zorunda kalabilirsiniz. Dolayısıyla araştırma
dediğimiz konu isterseniz yeni bir fikir
üzerinde, isterseniz var olan bir şey üzerinde
düşünecek olun veya bir ödevi bile yapmak için
gerekse yine de teknik gerektiren ciddi bir
süreç olduğunu baştan söylemekte fayda var.
Bu durumda öncelikle araştırmanın ne demek
olduğunu kısaca ifade edelim. Düşüneceğimiz
konunun tüm gereçleri ve bu gereçleri elde
etmek için gereken arayış ve gereçleri elde
etme, gereçlerden faydalanma sürecinin
bütününe araştırma diyoruz. O zaman bir
yandan düşünmeyi inşa edilen bir bina gibi
düşünürseniz, bu bina için ne gerekiyor bunu
bilmeniz lazım. Araştırmanın temel konusu. İki,
bu malzemeleri almak için elbette farklı
dükkanlar, farklı yerler, farklı alışveriş
yapabileceğiniz yerler olduğu gibi bu gereçleri
nereden elde edeceğinizi bilmek ve bunu da
araştırmak, araştırmaya dahil olan bir konudur.
Ve sonrasında elbette bunları elde etmek için
bir vakit harcayacaksınız ve bunlardan nasıl
faydalanacağınızı da belirleyeceksiniz. İşte
bütün bunları bir araya getirdiğimizde biz buna
araştırma diyoruz. Biraz tersten alalım konuyu
daha iyi öğrenebilmek için tersten konuyu ele
almak bazen daha etkili olabiliyor. Çünkü
araştırma düşünürken yapılmaz mı? Genellikle
yapılan hatalardan biri bu. Ben düşünmeye
başlarım, yapmaya başlarım. Yapmaya
başlayınca önüme engeller çıkar der ve bu
engelleri aşmak için araştırma yapmak zorunda
olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak bir binayı
tasarlarken nasıl başından itibaren araştırma
yapılmadan yola çıkıldığında maliyet, zaman,
süreç pek çok konuda birçok sorun yaşanıyor
ve günün sonunda elde edilen inşaatın sonucu
hiç kimseyi mutlu etmiyor ve birçok problemle
karşılaşıyorsanız aynı şey düşünme için geçerli
olduğunu söylememiz lazım. O yüzden
düşünürken yapılacak bir şey değildir
araştırmak. Düşüncenin öncesinde yapılmaya
mecbur olduğunuz teknik bir süreçtir. Bunu her
seferinde aklımıza kazınsın diye ifade etmeye
çalışıyorum. Peki düşündüğünüz alandan yeni
bir alana geçiyorsanız bunun yeni bir düşünce
olduğunu belan etmemiz lazım. Yani eğer
düşünürken araştırmaya başlarsanız, sizin
önünüze yeni bir biçim çıkabilir. Yeni çıkan
biçim de sizi yeni bir düşünceye geçirebilir.
Dolayısıyla insanlar burada aslında başından
beri aynı şeyi düşündüklerini zannediyor
olabilirler. Ama aslında araştırmayı
düşünürken yapmak onları yeni bir düşünceye
sürüklüyor olabilir. Biri bitmeden diğerine
başlamak zaman ve niyet kaybı olarak da
karşımıza çıkacaktır elbette. Niyet,
düşüncemizle ulaşmak istediğimiz sadece
hedefler değil, bunu kapsayan ve kuşatan
genel bir beyan olduğunda daha önceki
derslerimizde açıklamıştım. Şimdi şöyle bir
ifadeyle, bir örnekle konuyu daha iyi anlamaya
çalışalım. Örneğin araba, araç motorlarında
yeni bir yöntem üzerinde düşünüyorsunuz ve
araştırmayı bundan önce yapmadınız. Ve
başladığınız motordaki yeni yöntem üzerinde
çalışırken önünüze çıkan engeller üzerine veya
ya bunu öğrenmem lazım ve araştırmam lazım
dediniz ve araştırdınız. Bir baktınız ki motor
ömrüyle ilgili ilginç sonuçlar var. Çünkü bu tarz
yapılan araştırmalarda dallanıp budaklanmanız
mümkündür. Dolayısıyla bir anda motorun
ömrüyle ilgili konuları araştırmaya başladığınızı
görebilirsiniz. Bu anda motorun ömrü ile ilgili
konuları araştırmaya başladığınızı
görebilirsiniz. Bu durumda başlangıçta
motorun kendisi ile ilgili üretmek istediğiniz
yeni yöntem düşüncesinden artık çıkarsınız ve
motorun verimliliği ile ilgilenmeye başlarsınız
ki bu artık yeni bir motor olmaz. Yeni bir motor
düşüncesinden çıkılır, mevcut motorların
verimliliğini arttırmaya dönüşür. Dolayısıyla
baştan harcadığınız zaman boşa gidecektir.
Düşündüğünüz alandan kapsam doğru ifade
edilmemişse ki bu bölümün son dersidir, bu
durumda araştırmanız ciddi anlamda eksik
kalacaktır. Ciddi anlamda eksik kalan bir
araştırma düşünme esnasında yapmanız
gereken bütün süreçlerde aksaklığa sebep
olduğu gibi bu aksaklıklar bir araya geldiğinde
ya sizi düşünmekten vazgeçirecektir ya da
düşünce sonucunda üretilen her ne olursa
olsun bir fikir, bir ürün ya da bir yenilik ya da
mevcudun geliştirilmesi her seferinde nakıs
yani eksik, tamamlayamayan ve hatta
tamamlanamayan bir şey haline gelir ki masayı
bir anda dağıtmak zorunda kalabilirsiniz.
Genellikle bu alanda yapılan büyük hatalar
sebebiyle özellikle yaşadığımız coğrafyada
araştırma bilincinin bir teknik olarak ele
alınmaması ne yazık ki düşünce alanında uçarı
kaçarı fikirlerin bir tahta üzerinde sonra da
beyin fırtınası yapıyoruz denilerek üstü
kapanan bir süreç haline geldiğini
gözlemlemekteyiz. Peki bu durumda artık bu
tekniğin nasıl yapılacağına gelelim ve araştırma
tekniğinden bahsedelim. Efendim baştan bir
kabaca şöyle ifade edelim. Ondan sonra
detaylara geçelim isterseniz. Birincisi
araştırmanın kapsamı belirlemek zorundasınız.
Sonra kapsamın biçimi, sonra bu araştırmanın
hangi sürede yapılacağının tayin edilmesi,
sonra araştırmanın yapılması ve araştırmanın
kontrol edilmesi. Bu oldukça önemli. Ardından
not alma ve mutlak surette sonuç cümleleri.
Şimdi gelelim kapsama. Kapsamı bir ele
almamız lazım. Çünkü haritamızın başında
dedik ki araştırma tekniğinin birinci adımı
kapsamı belirlemektir. Kapsam dediğimiz şey
şudur. Düşündüğümüz şeyin mevcut hali ve
mevcudun bir üstü araştırmanın konusu
olabilir. Biraz önceki örnekten yola çıkarak
şöyle ifade edebiliriz. Ben yeni bir motor
tekniği üzerinde çalışacağım. O zaman temelde
araştırmam gereken şeyler yeni motor
teknolojileri ve mevcut motor teknolojileri.
Çünkü bir mevcudu bilmem lazım. Çok iyi
biliyor olabilirim ama belki son dönemde
üretilmiş ve denemleye başlanmış olan
motorların mevcut sorunları ve bu sorunları
getirdiği çözümlere bir bakmam lazım. Bir de
mevcut üstü. Yani henüz üretilmemiş ama
prototip aşamasında, düşünce aşamasında
veya makaleleştirilmiş veya üzerinde fantastik
alanda düşünce kuruluşlarının yaptığı değişik
çalışmalar sonucunda elde edilmiş veriler
olabilir. Dolayısıyla bir mevcutlu olanlara
bakmam lazım bir de mevcut üstü. Dolayısıyla
şu anda araştırmamın kapsamı belirlenmiş
oldu. Şimdi geleceğim bu kapsamın biçimine.
Ne demek istiyorum burada? Şunu ifade
etmeye çalışıyorum. Bu kapsama dahil olan
makaleler, kitaplar olabilir. Dolayısıyla bir
okuma süreci kapsamın biçimidir. İki, gözlem
de kapsamın biçimi içindedir. Yani gözlem
yapmaktan bahsetmiştik ne kadar önemli ve
nasıl bir teknikte yapılması gerektiğini. Şimdi o
bilgiyi buraya eklememiz lazım. Kapsamın
biçiminde gözlem. Detayı anlatmıyorum çünkü
geçen ders anlatmıştım. Üçüncüsü elbette ki
görüşmeler. Çünkü bazı yenilikler var ki bu
yenilik iddiasında bulunan insanlar henüz
bunu yazıya geçirmemiş olabilir. Farklı bir fikre
sahip olabilir. Bizim fikrimizle paralellik arz
ediyor olabilir. Ve hatta beraberce o düşünceyi
üretiminde beraber çalışmak gerekebilir. İşte
tam da beraber çalışmaya geldiğimizde
düşüncenin kendisinin dersini yaptığımızda
beraber düşünce üretmek üzerine de ayrı bir
ders yapacağız. Ama beraber yapmadığımızı
varsayalım şimdilik görüşmeler de kapsamın
biçiminde sayılır. Ve dördüncüsü günümüzde
artık oldukça önemli YouTube ve benzeri
mecralarda bu konuda yapılmış olan
araştırmalar veya bu konuda yapılmış olan
sunumlar, paneller, seminerler, konuşmalar
gibi unsurları izlemek. Bunların her birisi insan
hayatında araştırmanın, kapsamının biçimini
oluşturduğu gibi her birisinin de incelikleri
bulunmakta. Elbette mutlak surette bir süre
tayini yapmamız lazım. Neden?
Okuyacaklarımız belirlendi.
Gözlemleyeceklerimiz belirlendi. kimlerle
görüşeceğimiz belirlendi, neleri izleyeceğimiz
belirlendi. İzlemeden bunları sıraya koyuyoruz
ve mutlak surette bunları bir haritalamaya tabi
tutuyoruz. Yani hangi zaman diliminde kaç
kitap okuyacağım, hangi zaman diliminde kaç
gözlem yapacağım ve nerelere gitmem
gerekiyor. Dolayısıyla geliş gidişinde alacağı bir
vakit var. Bunları tayin etmeliyim. Ve bundan
sonra bu süreye bağlı olarak da bunları
yapmaya başlamalıyım. Elbette birebir
uyamayabilirim ama böyle bir planlama
araştırma tekniği açısından oldukça önemlidir.
Şimdi geldik işin en önemli taraflarından birine
ki bu da son aşamadaki kontrol. Zira hem
okuduklarımdan, hem gözlemlerimden, hem
görüşmelerimden ve hem de izlem
sonuçlarından mutlak suretle notlar almalıyım.
Ama bu notlar kesinlikle objektif olmalı. Yanlı
ya da onu izleyip okuduktan sonra aklımızda
oluşan düşünce değil. Bizzat adamın yazdığı
makaledeki cümleler, bizzat videoda söylenmiş
ifadeler, görüşmede karşımızdakinin ifadesi,
beyanı ya da izlediğimiz şeylerden aldığımız
notlar. Ve bu notların içinde hiçbir zaman
yorum bulundurmuyoruz. Her birisini
yaptığımız haritanın altında o kitapları
yazmıştık ya, o kitapların karşısındaki bölüme
tek tek istersek elimizle, istersek bugünkü
bilgisayar dünyasında kullanılan beyin
haritaları diye ifade eden fikir haritalarını
kullanarak da yapabiliriz bunları. Daha kolay,
daha paylaşılabilir imkanlar da artık var. En
sonda ise mutlak sürede bütün bunlar bir
araya gelene koskoca bir harita önünüze
çıkacak. Şimdi yavaş yavaş sonuç cümleleri
yazmamız lazım. Yani her bir kitaptan elde
ettiğim paragraflara alt alta geldiğimde bu
adam bir motorun yenilenmesi için ne
söylemiş? Diğeri ne söylemiş? Diğeri ne
söylemiş? Bu sonuç cümlenin birisi diğeriyle
çelişebilir. Birinin söylediği diğerine
tutmayabilir ama elimde şimdi birden fazla
onlarca cümleyi bir araya getirip yeni cümleler
yazıyor olmam lazım ve oraya ilişkili. Sonuç
cümleleri bir araya geldiğinde artık
araştırmamın sonucu belirlenmiş olur.
Sonuçların farklılığı ve tutarsızlığı daha net
görünür ve araştırmanın sonuçlarında artık
benim için net bir yol haritasına destek oluşur.
Bu düşüncemin temellerinde ihtiyaç
duyduğum bir algoritmadır. Elbette bunun için
birkaç inceliği de beyan etmekte fayda var.
Bunlardan bir tanesi de şu. Kontrol aşamasına
kadar yeni bir araştırma kapsamı veya biçimi
asla eklenmemelidir. Yani bir kitap
okuyorsunuz. Okuduğunuz kitapta bir başka
yazarın, bir başka kitabının bu fikirleri
geliştirmesini size yeni imkanlar doğuracağını
söylüyorsa bunu bir yere not edin. Belki bu
kapsam biçimine sonra tekrardan döneceksiniz
ama başta yaptığınız haritadan çıkmayın.
Çünkü bu olayı çok büyütecektir. Belki de
araştırmanın mevcut sonucu size zaten gerekli
olanları veriyorsa sonuçtan sonra onları
okumaktan vazgeçebilirsiniz. Zaman kaybınız
ortadan kalkar. Ve dahi gerçekten merak
edilen, gerçekten ihtiyacı olan bir şey ise başa
dönerek aynı süreci tekrar etmek daha doğru
olacaktır. Kontrol aşamasına geldiğinizde
kapsamın mevcut ve mevcut üstüne dahil
olabilecek yeni biçimler varsa eklerini
tekrardan ele almayı yine kapsam biçimine
ekleyebilirsiniz. Birbirleriyle çelişen sonuç
cümlelerinden bahsetmiştik yani biraz önce.
Bunlara odaklanın. Zira çelişen her sonuç
cümlesi düşüncelerinizin şekillenmesinde size
yardımcı olacaktır. Ki zor kısımda bunlardan
biridir. Düşünmenin zor alanlarından biridir. Bir
kitapta söylenenin diğer videoda söylenen
arasındaki çelişki. Bu çelişki cümlelerini ayrı bir
yere toplamanız lazım. Çünkü bu alan
düşünmeyi konuşurken ihtiyaç olacağımız
önemli hatta en önemli kalbur üstü bilgi olarak
ele alınmalı. Araştırma esnasında asla
düşünmeyin. Araştırmayı gerçekten o konuyu
bilmeyen, o konu hakkında gerçekten bilgi
sahibi olmak isteyen insan gibi yapın. Bildiği
yorum zaten diyerek geçmeyin. Bu araştırırken
çok önemli bir kelimeyi, kritik bir bilgiyi
kaçırmanıza sebep olabilir. Düşünürken de
mutlaka araştırmayın. Çünkü düşünmek ayrı
bir mutlaka araştırmayın. Çünkü düşünmek
ayrı bir iştir, araştırmak ayrı bir iştir.
Düşünürken yeniden araştırmanız gereken bir
kapsamla karşılaşacaksanız ki bu mümkün, o
zaman bu süreci baştan ilerletiyor olacağız.
Araştırmaya hazır bir şekilde mutlaka istifinizi
önceden yapın. Yani bu ayrıştırmayı mutlaka
yapın araştırmadan önce. Çünkü kitapları
sonradan belirlemek, süreci sonradan
belirlemek size ciddi anlamda zaman
kaybettirecek. Hatta araştırmanın tekniğine
çok ters ve zıt bir çalışma biçimidir. Elbette
şimdi bir şey ifade ettik. Dedik ki ayrıştırmak.
Ayrıştırmak nedir? Düşünmek için önemi
nedir? Bu ayrıştırmanın hayatımızda düşünce
kısmına olan etkisi nedir? Bir dahaki derste
buna bakıyor olacağız. Aslında bugüne kadar
anlattıklarımıza sizlere beynin çalışma biçimine
dair de önemli ipuçları vermiş olduk. Düşünce
alanına geldiğimizde de bunu ifade ediyor
olmaya gayret edeceğiz. Bir dahaki ders
görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi 20. Bölümden herkese


selamlar efendim. Önceki dersimizde
hatırlayacak olursanız hislerin
düşüncelerimizle olan ilişkisi ve hislerimizi
nasıl yönetmemiz gerektiği üzerine
odaklanmıştık. Son dersimizde ise araştırmanın
önemini ifade etmeye çalışmıştık. Ve
düşünceye süreç olarak yaklaştıkça bunların ne
kadar önemli mahiyetleri olduğunu da ifade
etmeye çalışmıştık. Bugünkü dersimiz ise
ayrıştırmak. Düşünme fiilinin hemen
öncesindeki detaylardan biri olan ayrıştırma
konusunu ele alıyor olacağız bu hafta sizlerle
beraber. Efendim düşüncenin tüm süreçleri
geçirdikten sonra en son ayrıştırmaya tabi
tutulmamış durumlarda menzil ve rüzgar gibi
dış etkenlerin hesaba katılmadığı bir atış
gerçekleştirilmiş olur tabiri caizse. Yani bizler
hedefe odaklanmış olabiliriz. Elimizde var olan
bütün düşünceler, araştırma, gözlem, bütün
kendimize ait o hisler bir araya geldi. Artık gez
göz arpacık tek noktada ve büyük bir sükunetle
tetiğe basılıyor. Beklenen merminin bir an
önce o hedefe ulaşması. Ancak dış etkenler
diye tabir ettiğimiz rüzgar, yağmur, kar, aklınıza
ne geliyorsa bütün bunlar mermiyi milimetrik
veya milimetrinin onda biri kadar yolundan
şaşırtsa nihayetinde o hedeflenen, niyetlenen
noktadan artık çok daha uzağa bu mermine
ulaşmasına biz sebep olmuş oluyoruz. Sebep o
ayrıştırma yapılmadığı için. O yüzden de bizler
bugünkü dersimizde tam da ayrıştırmayı
anlatıyor olacağız. Aslında düşünce teorisine
girişten sonra işlediğimiz düşünce teorisini bu
dersten sonra son iki haftamız kalıyor. Son
haftada çok enteresan bir ödevimiz olacak. O
ödevin ardından da düşünce dediğimiz son
basamağa ulaşacağız. Ve o basamakta çok
enteresan ve farklı bir sürece dahil olacağız. O
yüzden bu arada bir önceki dersleri
incelemenizi ve diğer taraftan da ödevin ne
olduğunu beklemenizi sizlerden rica ediyoruz.
Efendim öncelikle gelin beraberce düşüncede
gerekli olan son aşamalardan biri. Araç
ayrıştırmanın önemine dair gerekliliği
anlatabilmek için ayrıştırmazsak ne olur?
Kısaca ondan bahsedelim. Çünkü ayrıştırmanın
ne olduğunu anlayabilmek için zihin o
olmadığında aslında ne olduğunu bilmesi,
bilmeniz gereken süreç hasıl olduğunda ona ne
kadar sarılmanız gerektiğini size anlatır.
Hakikat. Hemen hemen tüm süreçlerde
ihtiyacımız olanlarla olmayanları ayırmadığımız
takdirde gerekliliğinin defaatle ifade ettiğimiz
üzere ne yazık ki bizler ihtiyacımız olmayan
şeylerle karşı karşıya kalabiliriz. Evet
araştırırken de zaten ihtiyaçlarımız odaklı
çalışıyoruz ama son bir defa bir ayrıştırma
yapacağız ki bunların sıralamasının ne
olacağını bilelim. Eğer insan düşünce
aşamasına geçmeden evvel yapması
gerekenlerden biri olan ayrıştırmayı teknik
olarak uygulamazsa daha kolay ve daha çabuk
olana meyleder. Yani bir an önce yapmam
gerekenler arasında hemen bunu kolayca
seçersem düşünmem gereken süreç içerisinde
biraz daha zorlu vakit gerektiren unsurlara
vakit ayırmayı meyil etmem. Bu da insanın
doğasında var olan bir şey. Ancak düşünce
süreçlerinde daha kolay ve daha çabuk olanı
her zaman seçmek doğru bir düşünce yöntemi
değildir. Dolayısıyla her zaman daha kolay ve
daha çabuk seçen bir düşünce algoritması
ayrıştırma yapılmamış süreçlerle başlamış
düşünce süreci ile karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıştırılmadan girişilen düşünce niyetimize
ulaşmaya büyük bir engel olarak karşımızdadır
ki bu engeller genellikle dış faktörlerdendir.
Genellikle dış faktörlerdendir. Kaldı ki bugün
dünya hayatında en çok insanların düşündüm,
eyleme geçtim, benim düşüncemle daha önce
de uygulamış hiç kimse yoktu, orijinal bir
fikirde ama diyerek başlayan bütün o cümlenin
her birisine dış etkenleri göreceksiniz. İşte dış
etkenlerin düşüncelerimize ne kadar etki
edebileceğinin farkında olabildiğiniz süreç
aslında ayrıştırmak. Yani simülasyon sürecinin
de bir nevi ona ait bir cüz gibi de
düşünebilirsiniz. Bir bölüm gibi düşünebilirsiniz
bunu. Peki, ayrıştırmazsanız ne olur? Onu
kısaca ifade etmeye çalıştım. O zaman
beraberce geçelim. Ayrıştırmak ne demektir?
Gözlem, detay ve araştırma sonuçlarına göre
düşünme sürecine göçmeden önce yapılan son
eleme sürecine biz ayrıştırmak diyoruz.
Ayrıştırmak karıştırılmamalı ki fazlalıklardan
kurtulmak anlamına gelmiyor. Hatırlıyorsanız
düşünce teorisine girişin ilk dersiydi
fazlalıklardan kurtulmak. Bu biraz daha farklı
bir yöntem. Ayrıştırmak zaten lazım olanların
düşünce süresi esnasında kullanım alanlarının
belirlenmesi ve kullanılamayacak olanların
düşünme sürecinden önce dışarıda bırakılması
anlamına geliyor. Yani ayrıştıracağımız şeylerin
her birisi zaten düşünce süreci içerisinde
kullanacağımız şeyler. Bunların hiçbiri fazlalık
değil. Hepsi lazım, gerekli artık son noktaya
gelmiş. Ama bunların içinde bir kısmı var ki
bunları hangi alanda kullanacağımı
ayrıştırmazsam birini önce birine sonra
alırsam, düşünceyi bir duvar örmek gibi
düşünürseniz küçük taşların olması gereken
yerde bir anda büyük taşın büyük taşların
olması gereken yerde bir anda küçük taşın
varlığıyla karşılaşırsınız ki bütün duvar ustaları
önce ne yaparlar? Taşları ayrıştırırlar.
Büyüklüğü, ağırlığı, cinsine göre yapacakları
duvarın büyüklüğü ve kalınlığına göre taşların
bir ayrıştırılması gerekir. Aslında anlatmak
istediğimiz tam olarak da bu. Peki bu dediğimiz
şeyi nasıl yapabiliriz? Ayrıştırmayı yapabilmek
için düşünce sürecinize katkı sağlayacak olan
her şeyi, inandığınız her şeyi önce zaten yazılı
halde olduğunu varsayıyoruz. Veya değilse
tekrardan yazılı hale getiriyoruz. Nelerdi onlar?
Hatırlayalım tekrardan. Bir,
anlamlandırdıklarınız. Anlamlandırmanın
öneminden bahsetmiştik.
Anlamlandırdıklarınız, anlamlandırmanın
öneminden bahsetmiştik. Düşünce teorisinin
3. bölümünde, insani problemlerin hemen
sonrasında iletişim kısmında ve orada insanın
iletişimin kendinden başladığını, iletişimin
kökeninde de anlamak olduğunu ifade etmiştik
ya, anlamlandırdığımız, bu düşünceyle ilgili
anlamlandırdığımız şeyler nedir yazdık.
Gözlemlerimiz nasıl yapılacaktı öğrettik.
Gözlemlerimiz de önümüzde. Masada duruyor.
Hislerimiz onları anlattık. Duruyor.
Araştırmalarımızın sonuçları var. Onlar da
masamızda. Ve bir diğer taraftan detayları nasıl
kullanacağımızı biliyorduk. Buna göre de
detaylandırılmış. Peki bütün bunlar artık
ortadaysa şimdi geleceğiz. Bir tablo
uygulayacağız. Bu tabloda insanoğlunun
zihninin çalışma metaforuyla ilişkili bir
yapılandırma var. İnsanoğlunun zihninde var
olan bu yapıdan size kısaca bahsettikten sonra
bu bilgi dağarcığını, önündeki bilgi sürecinin
tamamını bu tabloyu uyarlamaya çalışacağım.
Şimdi benim bu tablomda aslında karşımda var
olan her şey gerekli mi, yararlı mı? Çabuk mu,
geç mi? Kolay mı, zor mu diye ikişerli sorular
var. Bu soruların her birisiyle karşıma birer
cevap çıkacak. Yani üçlü bir soru var, üçlü bir
cevap verecek. Çünkü bizler hayatımızda,
zihnimizde herhangi bir şey düşünürken,
zihnimizin hangi yolu izlediğine takip edersek
aslında doğru düşünce yöntemine ulaşmış
oluyoruz. Bizim zihnimizde ise bir bilgiyi
edinirken aslında biz fark etmesek de o bilgi
için sorguladığı üç tane mevzu vardır.
Bunlardan birincisi şudur. Ya bu bilgi gereken
bir bilgi mi? Yararlı bir bilgi mi? Bu şu anlama
geliyor. Benim bugün okula gitmem gerekli
ama aynı zamanda yararlı diyebilirsiniz. Ama
bu süreci insan zihni nasıl kodluyorsa okula
bakış etse o şekildedir. Bazı insanlar her ikisi
de deseler de okula gerekli olduğu için
zorunluluk da bir gerekliliktir aslında. Mecbur
oldukları için giderler. Sonradan yararını
görebilirler. Bazıları da derler ki okul yararlı bir
şey. Çok seviyorum. Aynı zamanda gerekli bir
şey. Ama bizim zihnimiz bunlardan birisini her
zaman üste tutar. O bilginin yapılacak işin
gerekli mi yararlı mı olduğunu. Yemek yemek
de bunun içinde sayılabilir. Bir başka canlıya
yardım etmek de bunun içinde sayılabilir. Bir
başka canlıya yardım etmek de bunun içinde
sayılabilir. Yolda kalmış susuz kalmış bir
hayvana su vermek hem gereklidir hem de o
suyu vermiş olmanın getirdiği mutluluk
yararlıdır. Ama zihin önce onun gerekli mi
yararlı olduğundan bakar. Dolayısıyla o
gereklilik bizim zihin akışkanlığımızın birinci
sorusu. Bu cevabı arayacak. İki, çabuk mu
yoksa geç mi? Yani ben bir şey düşüneceğim,
bir şey yapacağım, bir fiil için hamleye
geçeceğim. Bunu çabuk mu gerçekleştirebilirim
yoksa bir zaman mı alır? Geç mi sürer? Uzun
mu sürer anlamında geç? Çünkü zihnimiz şöyle
çalışıyor kıymetli dostlar. Eğer yapılacak bir işi
gördünüz, kocaman bir iş var, iki günlük bir
hammaliye işi var veya üç günlük bir ödev var
veya en az bir ay sürecek olan bir doktora
tezinin yazım, test çalışması var. Şimdi zihin
eğer onun geç olduğunu bilirse, vücudunuzdaki
bütün ikmal istasyonlarını buna göre kurgular.
Hangi vitamin ne zaman lazım? Hangi hormon
ne zaman devreye girecek? Siz o işle olan
ilişkinizi sürdürdükçe o da süreci takip eder.
Eğer bir şeyin çabuk hemen yapılması
gerekiyorsa bunun içinde vücut ani bir enerji
üretimine geçer. Dolayısıyla zihnimizin
yaptığımız ve yapacağımız fiilleri düşünürken
daha vücudun nasıl kurgulaması için gerekli
emirleri vermek üzere veri topluyor biz de o
verileri kullanıyoruz şimdi. Üçüncü soru ise şu.
Kolay mı? Zor mu? Zihin bu soruyu neden
soracak? Şunun için çabuk da desen, geç de
desen ben buna göre enerjiyi üreteceğim.
Bütün organları buna göre hazırlayacağım,
tamamlayacağım. Ama bunu ben yapabilecek
miyim kolay yoldan yoksa biraz zorlanacak
mıyım? Ona göre de ben sana destek olmak
istiyorum der. Ona göre de ben sana destek
olmak istiyorum der. Dolayısıyla bizler insan
zihninin motivasyon kaynakları olan bu üç
temel soruya cevap verdikçe düşünce
gelişiminin de katkısını görmeye başlayacağız.
Dolayısıyla bizler gerekli olan, yararlı olandan
daha büyük bir veri akışı sağladığını biliyoruz.
Çabuk olanın geç olana göre akışkanlık
sağladığını ve insan zihninin hep öyle
olacakmış gibi çalıştığını da biliyoruz. Ve aynı
zamanda kolay olanın ve zorun içindeki akışlı
olanın kişinin elindeki bir kürek gibi zor kolay
da olsa kendini yönlendirmek için gerekli olan
bir akışkanlık süreci olduğunu görüyoruz. O
zaman şöyle bir tablo ortaya çıkacak. Bütün bu
elimizdeki yazılı evrakı şöyle bölmemiz lazım.
Önce gerekli olanlar ve yararlı olanlar. Yani
benim üreteceğim düşünce için bunlardan
hangisi gerekli, hangisi yararlı? Şimdi benim
birinci önceliğim gerekli olanlardan başlamak.
Çünkü vücudum gerekli olanlara karşı daha
büyük veri akışı sağlıyor. Diyor ki bu gerekli,
bunu yapman lazım. O zaman zihnin arka
bölümünden daha fazla meta veriyi çağırmaya
başlıyor. Ardındansa çabuk olanı geç olandan
daha hızlı bir şeyde harekete geçiriyor ya ve
düşünme motivasyonunda bir adam hemen
elindekine bir şeyi ekleyebiliyorsa ve hemen
düşünmesinin bir sonucunu alabiliyorsa daha
çok motive olabiliyor ya o zaman gerekli
olanların arasından bu sefer gerekli ve çabuk
olanı öne çekiyorum. Şimdi geldik üçüncü
meseleye. Zor ve kolay. Zihin zorlanmayı sever.
Kolay olandan kaçınır. İnsan kolay olana zihnini
zorlar. Aslında bu zihinde daha büyük bir
yorgunluğa sebep olur. Hayatınız boyunca şuna
dikkat edebilirsiniz. Zor olanlarla uğraşırken
verdiğiniz çabanın içinde zihninizin daha az
yorulduğunu, kolay olanla uğraştığınızda
başınızın daha çok ağrıdığını söyleyebiliriz. O
zaman tablomuz şuna dönüşüyor. Gerekli,
çabuk, yapılabilir ve zor olanla başla. Ardından
gerekli, çabuk ve kolay olana geç. Ardından
gerekli, geç yapılan kolay olanı seç. Ve
ardından gerekli, geç yapılabilir ve zor olanı
seç. Yani kombinasyonlardan bahsediyoruz.
Bunlardan bir kısmı masada hiç olmayabilir.
Yani gerekli, çabuk ve zor olanı seç. Yani
kombinasyonlardan bahsediyoruz. Bunlardan
bir kısmı masada hiç olmayabilir. Yani gerekli
çabuk ve zor var ama gerekli çabuk ve kolay
yok. Ondan sonrasında geçebilirsiniz.
Gerekliler bittikten sonra yararlı olanlara
geçiyoruz. Yararlı olanda da yararlı olan, geç
olan ve kolay olanı seçiyoruz. Ki vücut yararlı
ile kolay arasındaki ilişki dengesinden doğan
ahenkle bana motivasyon yardımcılığında
bulunsun ki onun yararını daha ileride
hissederek daha büyük bir aksiyon alabileyim.
Bunları düşünce boyutunda 3. dersimizde
enteresan detayları ulaştıracağız. Basit ve kaba
tabirlerle böyle ifade ediyorum. Yararlı olan,
daha geç olan ve kolay olanı şimdi sıraya
koyabilirsiniz. Ardından yararlı, geç ve zor olanı
seçersiniz. Ardından yararlı, çabuk, kolay,
yararlı, ç çabuk zorla konuyu kapatabilirsiniz.
Daha doğrusu düşünce sürecinde yapmanız
gerekenleri bu sıraya göre koyarsanız bundan
sonra işleyeceğimiz düşünce boyutuna
geldiğimizde işimiz çok daha rahat olabilecek
diyebilirim. Haftaya düşünme ile alakalı mevzu
ve ondan sonraki son süreci geçiyor olacağız.
Bütün bu dersleri birer defa daha
dinlemenizde fayda var diyebilirim. Haftaya
tekrardan görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'nin son dersi 21. dersten
herkese selamlar. Bundan sonra 1. sınıfa
geçiyoruz veya 1-2-3 dersek 3. sınıfa geçeceğiz.
Artık düşünmeye başlayacağız. Düşünce
teorisinin son dersi ve düşünce bölümünün ilk
dersinden önceki en önemli kısımda sizlere
sözden bahsedeceğiz. Bir önceki ders
araştırmanın ehemmiyetinden bahsettik ve bu
araştırmayı yaparken nelere dikkat
etmelisiniz? Bir düşünce insanının araştırma
yaparken önem vermesi gereken konular
nelerdir ve bu araştırmanın tekniği nedir? Onu
ifade etmeye çalışmıştık. Geçen derste ise
düşünce öncesi son defa yapmamız gereken bir
ayrıştırma sürecini ele almıştık ve bunun
önemini ve bunun gereğini ifade etmeye
çalışmıştık. bunun önemini ve bunun gereğini
ifade etmeye çalışmıştık. Bugün düşünme
fiilinin söylemini ifade ederek düşünce
teorisinin sonuna gelmiş oluyoruz. Efendim
bildiğiniz üzere her düşünce giriş bölümünden
beri ifade ettiğimiz üzere hazırlık sürecini
gerektiriyor, bir hazırlanma gerektiriyor ve
sadece zihinsel olarak değil bedeninizde,
hayatınızda, yaşam biçiminizde bunlarla
değişiklikler yapmalısınız. Her düşüncenin de
biçimlenebilmesi için teorik bir gelişim
gerekiyor ki düşünce teorisinin teori
bölümünde toplam 21 derste de bu önemli
noktalara, kritiklere yer verdik. Her düşünce
düşünülmeden evvel bir sözdür, bazen de bir
sözcüktür ve her sözcük doğru ifade edilmediği
andan itibaren düşünce başlayamaz. O zaman
düşünceye başlayabilmek için iyi bir söz sahibi
olmak gerekiyor. En iyi düşünürler
düşüncelerini kısaca ifade ederek yola çıkarlar.
Söz dediğimiz sormak ya da iddia etmek
değildir. Söz üzerinde düşünülerek, yeniliğin öz
biçimde ifade edilerek zihni doğrultusunda
getirme çabasıdır. Bu çabanın sonuç vermesi
için birkaç önemli hususa dikkat etmek
gerekiyor. Yani bir şeyi düşünmeden evvel
söylememiz gereken bir söz grubu var. Buna
tam olarak tez diyemeyiz. Çünkü tez en az
yarım sayfa bütün ifadelerinizin bir araya
getirilerek bunun beyan edilmesidir. Ki
Türkiye'de en çok insanların yaptığı hatalardan
biri de tez yazma sürecinde herhangi bir konu
hakkındaki tezini beyan ederken pek çok
problemimiz var. Ama bu problemleri düşünce
bölümünün içinde ele alıyor olsak da burada
şunu yapmaya çalışıyoruz. Düşünmeye
başlamadan evvel düşüneceğimiz şeyin
söyleminin ne olduğunu kısaca ifade etmeye
çalışacağız. Elbette bunun için bazı
prensiplerimiz var. Bu prensiplerden ilki içinde
hiçbir şekilde olumsuz bir beyana yer
vermemeliyiz. Örneğin arabanın yolda
kalmaması için veya arabanın yolda kalmaması
için yapılması gereken yeni bir alet buldum,
edevat buldum, motora bir parça buldum gibi
bir cümle kurmaya çalışmak doğru
olmayacaktır. Doğru bir söze ulaşabilmeniz için
arabanın yolda kalmasına engel olacak yeni bir
alet, edevat, yazılım, neyse onu geliştirmek
üzere yola çıkıyorum gibi bir ifade kullanmamız
gerekiyor. Zira düşüncelerimiz bir şeyi olumsuz
olarak ele aldığında her zaman işin negatif
yönüne odaklandığı için gelişim sürecinde
önümüze sürekli engeller çıkmasına sebep
olmaktadır. İkinci olarak söyleyeceğimiz sözün
yani düşüneceğimiz sözün kendimize de
söyleyebiliriz bunu elbette düşünce
aşamasında başka insanlarla paylaşırken bu
sözünüz de oldukça önemli. Ne düşünüyorsun
diye sorduklarında verdiğiniz cevabın
hassasiyetiyle bu prensiplere uymasına
hayatınız boyunca dikkat etmelisiniz. Yani
bazen düşünmüyor olsanız bile bir fikri beyan
ederken de bu prensiplere önem vermeniz
önemli ölçüde karşı tarafla anlaşabilmeniz için
sizin ihtiyacınız olan kısımlardır ikincisi ise şu
sözünüz net olmalı ve dolaysız olmamalı olmalı
yani yorgunluğu azalttığından dişliği arttırıcı bir
teknik düşünmeliyim şeklinde bir ifade oldukça
uzun, karmaşık ve birden fazla zarf ve edatı
içeriyor. Ama bütün zarflardan ve edatlardan
sıyrılmış bir biçimde kullanacağımız cümle şu
olmalı. Dinginliği arttıracak bir teknik üzerinde
çalışıyorum. Bu sözcük hem net hem anlaşılır
hem de dolaysız bir şekilde karşımızda
duruyor. Üçüncü önemli mesele ise
düşüncenin merkez noktasının belli olması
gerekiyor. Yani düşündüğümüz konunun ana
sözcüğü nedir? Bir önceki bölümde, bir önceki
ifadede yer yer verdim ya dinçliği arttıracak bir
teknik. O zaman üzerinde çalışacağım şey
teknikten çok dinçliktir. Dolayısıyla bu merkez
nokta oldukça önemli. Kuracağınız en az bir iki
cümlede merkeze aldığınız kelime neyse
zihniniz bu kelimeden itibaren yola çıkacaktır.
Bu kelimeler yola çıkacağız ki düşünce bölümü
yani en üst seviyede yapacağımız derslerde ele
alacağımız ilk bölümlerde sözcükleri bu yüzden
yer vereceğiz. Bugün yaşadığımız dünyada
insanların az kelime kullanarak konuşup
derdini anlatabilir olması kimilerine avantaj
gibi görünebilir. Ama işin gerçeğine bakarsanız,
zihniniz ne kadar az kelime kullanırsanız o
kadar az derinliğe gittiğinden dolayı sığ
düşünceye sahip olur. Derin, stratejik, gelişime
açık, yeniliğe açık olan bir düşünceye sahip
olabilmeniz için mutlak surette düşüncenin
merkezindeki kelimenin kelime grupları ile bir
araya geldiğinde yeni anlamlar ifade
edebilmesi, derinliğinin olması ve kavramsal
olarak da ele alınıp üzerinde tekrardan ve
tekrardan ve tekrardan düşünülebilir olması
oldukça önemli bir konudur. Örneğin dinçlik
kelimesiyle beraber zindelik kelimesini beraber
kullanabilir misiniz? İlk bakışta evet
diyebilirsiniz ama dinç dediğimiz şey biraz
daha bedensel bir şey ama bunun bir başka
versiyonu olan zindelik ise biraz daha zihinsel
bir süreç. Her ikisinin birbirinden önemli
farklılıkları var. Gündelik hayatımızda belki
bunları bir arada kullanıyor olabilirsiniz. Veya
bütün bunlardan sıyrılarak kendimi çok iyi
hissediyorum. İyi hissetmek için kelimesini de
kullanabilirsiniz. Bakın üçüncü bir kelime çıktı.
Ama bu düşünce derinliğinizin sığ kalmasını
sağlayacak bir şey. Zira iyi hissetmek için kimi
zaman vücudumuzda ağrıyan bir yerin
ağrısından kurtulmasının da yeterli derecede
bir iyilik olduğunu düşünebiliriz. Bu kelimelerle
uzun uzadıya çalışmaya devam edeceğiz. Ama
şimdi hepinizin beklediği ödev kısmına geldik
ve en önemli bölüme geldik Zira bu 21 bölüm
boyunca sizlere bir ödev formasyonu sunmadık
Çünkü temel amacımız düşünce teorisi dersi
boyunca bu 21 dersi gerçekten çok iyi
incelemiş iyi okumuş, notunu almış ve konuları
anlayıp hayatında geçirmiş olan kitleyle birebir
çalışmak istiyoruz. Bu birebir çalışma için
elbette bütün şartları yerine getirmeniz
gerekmiyor. Yine düşünce bölümüne yeni
abonelik kısmına abone olduktan sonra devam
edebilirsiniz. Yani aboneliğinizi bir seviye daha
yükseltmeniz gerekecek. Bu dersleri
dinleyebilir olacaksınız ama bir farklılık olacak.
Düşünce bölümünde işleyeceğimiz bütün
derslerde belli aralıklarda Zoom toplantıları
yapacağız. Ve bu toplantılarda gerçekten
düşünen insanlarla beraber işte uzun
zamandan beri size bahsettiğimiz ve bizim
çoktan çalışmasına başladığımız masalarımıza
yavaş yavaş sizlerin de katkılar sunabilmesine
ve bizim de sizin hayatınıza katkılar sunma
gayretinde bir arada çalışabilme imkanına
kavuşmuş olacağız. Şimdi bunun için birazdan
bu ders bitiminin sonunda bu sözü de işin içine
dahil ederek size bir form gönderiyoruz. Bu
formun içinde düşündüğünüz ya da düşünmek
istediğiniz şeyin bugüne kadar işlediğimiz 20
dersi göz önünde bulundurarak ve şu son
derste ifade ettiğimiz şekliyle beklediğimiz
düşüncenizi arzu ediyoruz. ifade ettiğimiz
şekliyle beklediğimiz düşüncenizi arzu
ediyoruz. Ve o düşüncenin içerisinde
bazılarınıza gelecek olan mailler, bundan
sonraki derslerde devam edebilecek, herkesten
farklı olarak bir başka Zoom toplantısına
gelebilme hakkını doğuracak. Böylelikle bizler,
sizlerle bazen birebir, bazen o Zoom
toplantısında olan arkadaşlarınızla beraber, bu
düşüncelerimize gelişiştirerek düşünce
yapılanmamız için de ihtiyacımız olan yerlerde
hem kendiniz hem yaşadığımız coğrafya için
daha güzel üretimler gerçekleştirmeye çalışıyor
olacağız. Bir dahaki ders bölümünde yani
düşüncenin ta kendisinde görüşmek üzere
diyelim. Yani düşüncenin ta kendisinde
görüşmek üzere diyelim. Formu doldurmayı
isterseniz yaparsınız, isterseniz yapmazsınız.
Ama dolduranlar için farklılığı böylece izah
etmiş oldum. Bir dahaki bölüm görüşmek
üzere. Formu dolduranlardan da bir hafta
içinde geri dönüş yapıyor olacağız. Bir dahaki
bölümde görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce Teorisi'ne girişle büyük bir hazırlık


yaptık. Ardından düşünce teorisiyle bu gelişim
sürecini bu hazırlık yapısının üzerine koyduk.
Nihayetinde sıra düşünmeye geldi. Bu kadar
zor olmamalı diyebilirsiniz ama düşünmek
ciddi bir süreç istiyor. Hem hazırlanmak hem
gelişmek gerekiyor. Şimdi ise düşünmeye
başlıyoruz. Sizden gelen o bütün yorumlar,
bütün söylemlerle beraber ardı sıra gelecek
olan masaları kurmadan önceki son düşünce
ders bölümüne geçiyoruz. Son sınıfa geçmek
için elbette bildiğiniz üzere bir üst abonelik
grubuna üye olmanız gerekiyor. Toplamda 20
dersle beraber artık zihnimizi düşünce
boyutunda ele alarak gerçek oluşturulabilir
düşüncelere doğru yol almaya başlayacağız.
yeni ürün kitlesi ve yeni yapılanma
oluşturabilmek, zihninde zaman ötesi
düşünebilmek, okurken düşünebilmek,
düşünceye form vermek, düşünceyi işlevsel
hale getirmek, düşünceyi kalpte aktivite
etmek, düşünürken planlamak, içsel düşünce
enerjisini kullanmak, yayvan elektron atımlı
düşünce metodunu geliştirmek, doğanın
ritminde derinleşmek, düşüncede yüzeysel
tarama yapabilmek, ileriden geriye doğru
düşünmek, düşünce metotlarında çıkarımlar
yapabilmek ve meta düşünce kimyasına
ulaşmak anlamında 20 ayrı ders yapıyor
olacağız. Ardından da gerçekten düşünen
insanlarla beraber pek çok zaman diliminde,
pek çok ülkede yaptığımız gibi bir düşünce
oluşumuna beraberce adım atıyor olacağız. Bir
dahaki bölüm görüşmeden önce bu kısa
hatırlatmayı ve yeni ders grubumuzun sizlere
neler olacağını ifade etmeye çalıştım. Bir
dahaki bölümde düşüncede görüşmek üzere.
Kanın sağlıcakla."}

Düşünceden herkese iyi haftalar. Geçtiğimiz


hafta düşüncenin ilk dersi olan görme
fonksiyonunun zihin üzerindeki etkisi ve
düşünceliştirildiği ve bu gelişimin
düşüncelerimize nasıl katkı sunabileceğimize
odaklanıyor olacağız. En başından şunu ifade
etmekte fayda var. Duymakla görmek birbirini
tamamlayan birkaç duyu organından biri
denilebilir. Dolayısıyla görmeyi tek başına,
duymayı tek başına ele alıyor olsak da,
gördüğümüz her şeyle duyduklarımız
arasındaki ilişkinin düşünen insanlar için
önemli bileşkeler olduğunu unutmamak
gerekiyor. Düşünmek kimyasal bir süreçtir. Bu
kimyanın önemli maddelerinden birine
duyulardan duyduklarımız olarak ifade etsek
yanlış bir şey söylemiş olmayız. Duyduklarımız
gördüklerimizi onaylıyorsa görmeye
başlamışsınız demektir. Zira bir şeyi görüyor
olmak duyduklarımızla kurduğumuz ilişkiyle
güçlendirilir. Birazdan bu gücün ne anlama
geldiğini ifade etmeye çalışıyor olacağız.
Gördükleriniz duyduklarınızı onaylamaya
başladıysa lazım olanı duymaya başlamışsınız
demektir ki düşünen adam için bu çok kıymetli
bir unsur. Duyuma aşamasında nelerin
gerçekleştiğini pek çok yerde okumuşsunuz
elbette. Hatırlarsanız, örs, üzengi ve çekeç
kemiklerinin birbirleriyle olan ilişkisinin
sonucunda kulağımıza gelen ses dalgalarının
sıvıyı hareketlendirmesiyle beraber zihnimizde
meydana gelen bir algı sürecinden
bahsediyoruz. Peki bu üç ayrı kemiğin varlığı
her birisi sadece aktarım için mi gerekli yoksa
bu kemiklerin her birisinin düşünce
hayatımızda bir karşılığı mı var? Evet,
vücudumuzda var olan, duyumumuzu
sağlayan, duyduğumuza anlam vermemiz için
bize yardımcı olan bu 3 küçük kemik parçası
aynı zamanda duyduklarımızı kontrol
etmemize sağlıyor. Zihnimiz bu 3 ayrı kemik
formatında moleküler düzeyde titreşimleri
kontrol ederek bazı şeyleri kontrol ediyor. Eğer
birazdan sayacağım kontrol sürecinden
geçerken aksaklıklar meydana gelirse düşünen
adam için duydukları ya ehemmiyetini yitiriyor
ya da düşünmeye başladığınız andan itibaren
duyduklarınızı hafızanızda tekrardan
gözünüzün önüne getiremiyorsunuz. Bu da
herhangi bir şeyi düşünürken anlamlandırma
çabasına girdiğinizde sizi çıkmaz bir sokağa
doğru sürükleyebiliyor. Kulağımız aslında
duyduğumuz şeyi üç noktadan yeniden kontrol
etmeye çalışıyor. Elbette bunu zihnimizle
beraber yapıyor. Bu üçü olmadığında da
dağıtım başlıyor. Bir şey, duyduğumuz şey
gerçek mi değil mi? İlk önce bunu kontrol
ediyor zihnimiz. İkinci kontrol ettiği şey ise
gerekli mi değil mi? Üçüncüsü ise etkili mi değil
mi? Bu üçü arasındaki dengeyle bizim
duyduklarımız zihnimizde bir yerde
depolanmaya başlıyor. Eğer bunlardan en az
bir tanesi varsa duyduklarınız içinde sizin bu
duyduğunuz şeyi hatırlamanızı sağlıyor. Bakın
tekrar sayalım. Duyduğunuz şey gerçek mi
değil mi? Gerekli mi değil mi? Etkili mi değil
mi? Yani bir şeyi doğru ya da yanlış duymak
önemli değil. Yalan ya da gerçekliği
karşılaştırmıyoruz bizler. Duyduğunuz sesin
gerçekliği. Buradan da şunu anlayabilirsiniz.
Yani bazen biliyorsunuz, bizi de siz
YouTube'dan izliyorsunuz. Aslında sesimiz
gerçekliğe çok yakın ama gerçek bir ses değil.
Beyin bunu algılayabiliyor. Algısını yitirmeye
başladığı andan itibaren de bunu gerçeklikle
birleştirmek istiyor. Eğer gerçek görüntüyle
birleştirebilirse daha hızlı bir öğrenme süreci
de bizi bekliyor. Eğer bir şey gerçek değilse
gerçek bir ses fonksiyonundan oluşmuyorsa ve
görsel olarak siz bunu gerçeklerle
bağdaştıramıyorsanız zihniniz için bu anlamsız
bir paket halinde dolaşmaya başlıyor. İkincisi
ise gereklilik. Bu yüzden eski insanlar kendileri
için gerekli olmayan bir şey duyduklarında
kulağımın üstüne yattım deyimini kullanıyorlar
ve onu duymak istemiyorlar. Buna dedikodu da
diyebilirsiniz. Malumat fıruç da diyebilirsiniz.
Yani sizi etkilemeyecek olan sizin ihtiyacınız
olmayan bir bilgiyi dinlemek sadece zihninizde
boş gezen moleküler yapılarının oluşmasını
sağlıyor. Sonrasıysa tıbbi durumlara sebep
olabilir elbette. Üçüncüsü ise etki. Çünkü
duyduğumuz bazı sesler bir bilgidir, bir
cümledir. Çok etkilemeyebilir sizi. Ama bir
yerden duyulan bir top sesi, bir grup insanın
bir şeye karşı duruşunun sesi. Bunlar etkileyici
sesler. Bu etkileşim kalıcı bir bilginin
oluşumuna vesile oluyor. Dedim ya bu
üçünden en az bir tanesi varsa duyduklarınız
içinde o zaman siz bu duyduğunuzu yeniden
hatırlayabilirsiniz. Eğer ikisi varsa bunu
anlamaya başlayabilirsiniz. Üçü varsa
düşünebilirsiniz. Öyleyse bir şeyi
anlayamıyoruz diyen insanlar için bunlardan
sadece bir tanesine sahip olduklarını
görüyoruz. Bir şeyi anlıyorum ama bu konu
üzerinde bir türlü düşünmeye geçemiyorum.
Duyduğum şeyi düşündüklerimle
bağdaştıramıyorum gibi ve benzeri cümleler
kuruyorsanız duyduğunuz şeylere böyle bir
filtre uygulamadığınız anlamına geliyor. O
halde bizler duyduklarımızın gerçek, gerekli ve
etkili olmasına ehemmiyet göstermeliyiz.
Elbette hayatımızın tamamını böyle kontrol
altında tutmak mümkün değil. Etkisiz
konuşuyorsun konuşma şimdi diyecek halimiz
yok. Ama düşündüğümüz bir konu hakkında
derinleşmek ve daha rafine bir düşünceye
ulaşmak istiyorsak dinleyeceklerimizi buna
göre seçebiliriz. Duyulan şey doğru
bildiğimizde çelişmemeli, yanlı ya da bunun
yanlış olduğu kodu baştan söylenmelidir.
Bunlar da düşünce adamının bir şey duyarken
mutlak surette uygulaması gereken
yöntemlerden birkaçı olarak ifade etmeliyim ki
bu dersimiz biraz daha anlamlı hale gelsin,
hayat pratiğiyle birleşiyor olsun. Çünkü
zihnimiz yalan nedir bilmez. Dolayısıyla bizler
bazen televizyonda bir şeyi seyrederken o
anlatan adamın yalancı olduğunu biliriz.
Bugünlerde Netanyahu'nun televizyona çıkıp
Gazze'ye demokrasi, Gazze'ye insanlık
getiriyorum demesi kadar sahtekarlığın
farkındayız. Ve bu sahtekar adamı dinlerken
yalan konuşuyor, bakalım bugün hangi yalanı
uyduracak diye dinlerseniz zihniniz için bir
problem yok. Ama doğru bildiğiniz bir şeyle
çelişen bir şeyi bakalım ne yalan konuşacak
diye değil, acaba doğru mu konuşuyor diye
bakmaya başladıysanız hem bilgi eksikliğinizin
altı çizilir hem de düşünce derinliğiniz bozguna
uğrar. Duyumu geliştirmek derin düşünce
adamlarının en başında uyguladıkları
yöntemlerden biridir ki bu noktada sessiz
ortamlarda daha fazla bulunmak elbette şehir
hayatında kolay değil ama en azından bir
odanızın sesten arındırılmış bir şeyin içinde
olması bizim için önemli. Sıfır sesi yakalamak
günümüz şartlarında hiç de kolay değil ama
sıfır ses ortamlarında yaşamaya çalışabilirsiniz.
Bu bir orman, bir göl kenarı, insanlardan uzak
bir dağ başı olabilir. Haftanın en az bir günü, en
azından bir saatinizi böyle sessiz bir mekanda
geçirmeniz, zihninizi yeniden kodlamanızı
yardımcı olacaktır. Yapay seslerden
olabildiğince uzak durmalısınız. Yani eskilerin
yüz yüze konuşması, şimdi Zoom üzerinden
toplantılar yapılması belki birçok şeyimizi
rahatlatıyor. Ama yine yüz yüze gelmekten
vazgeçmemelisiniz. Eğer müzik dinliyorsanız
dinlediğiniz müziğin içindeki yapay olan bütün
her şeyden arındırılmış müziklere de yer
vermelisiniz. Tek başına bir keman, tek başına
bir gitar ya da gerçekten var olan bir müzik
aletinin sesini YouTube'dan bile dinliyor olsanız
en azından zihniniz için gerçeklik olgusunu
tekrardan başa döndürmeniz sizin için faydalı
olacaktır. Gerçek seslerle vakit geçirmekten
kendinizi alıkoymayın. Telefonlar, Zoom'dan
görüşmeler, YouTube'dan bu videolar elbette
değerli, kıymetli. Ama dostlarınızla bir araya
gelip seslerini birebir duymak, bu seslerin
sadece ve sadece sizin için başka bir yüzeye
geçmenize vesile olacağını bilmek gerekiyor. Ve
en önemli konulardan birisi de şu.
Düşündüğünüzü görsel sesli olarak izleyiniz.
Yani örneğin bir motor fikri üzerinde
düşünüyorsunuz ya da bir belgesel. Bunun
görüntüleri üzerinde düşünürken aralara ses
katmanları koyun. Eğer bu hale çalışsaydı nasıl
bir ses çıkarırdı? Ya da ürettiğin bu düşünceden
birisi, bir çocuk bunu eline alsa onun
mutluluğunun çıkardığı sesler ne olurdu? Bu
hafta sizlerle o görsel düşüncenin üzerine
duyguların içindeki en önemli aksiyonlardan
biri olan duyumla ilgili olan bir filtreyi daha
etkili eklemiş olduk. Etkiye etkiye yolumuza
devam ediyor olacağız. 20 bölümde derin bir
düşünce adamı olmanın sonlarına doğru adım
atacağız. Sonrasında ise başka bir sürpriz
bekliyor hepimizi. Bir dahaki bölümde
görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce 3. Bölümden Herkese Hayırlı Haftalar.
Geçtiğimiz iki hafta boyunca düşünce
derinliklerine doğru yol alırken, duyularımızla
düşüncemiz arasındaki ilişki ve bu duyuları
düşüncelerimizi daha derinlemesine
kullanabilmek adına nasıl
yönlendirebileceğimizi ele alıyoruz. Bu hafta
ilginç bir konu var. Elimizdeki ve fikrimizdeki
her şeye daha derinlemesine gitmek adına bir
başka duyumuzu ele alacağız. Zihnimizle tadım
arasındaki farkı ve o birbiriyle olan bütünleşik
ilişkiyi ele almaya çalışacağız. Tadım dediğimiz
şeyi de sadece dil ile ele almamak gerektiğini
de ifade etmeye çalışacağız. Bildiklerimizle
bilmediklerimizden ayırmak adına tadın
seviyesinin gelişmiş olması gerekiyor. Dünya
hayatında insanoğlunun karşılaştığı en büyük
problemlerden bir tanesi neyi bilmediğini
bilmemesidir. İyi bir düşünce adamının en
büyük problemlerinden birisi ve hatta düşün
sonra eklenen yeni bilmediklerimizi artık bunu
sanki biliyormuşum gibi ifadelendirmeye
başladığımızda ya da o klasik tabiriyle
şehirdeki herkesin her şeyi bildiği bir durumla
karşılaştığınız anda o şehirdeki hemen
herkesin artık düşünmekten çok daha öteye
geçip düşünmeden bir yaşam sürdüklerini
anlamaya başlarsınız. O halde gelin sizlerle
beraber bu hafta dilimizle alakalı, dilimizle
düşüncelerimiz arasındaki ilişkiyi anlayalım ve
bu ilişkinin bilmediklerimizle bildiklerimize
ayırmada bize nasıl yardımcı olacağını
kavramaya çalışalım. Öncelikle tadımın ne
olduğunu anlayalım. yardımcı olacağını
kavramaya çalışalım. Öncelikle tadımın ne
olduğunu anlayalım. Çünkü reseptörlerimiz
koku yapısıyla tadı oluşturan moleküller
arasında eş düzey reaksiyon göstererek
oluşturdukları tepkime sürecine tadım diyoruz.
Yani bir şeyi tatmak sadece dildeki
reseptörlerle olmuyor. Tatmak üzere ağzımıza
yaklaştırdığımız her şeyden saçılan
moleküllerin her birisinin burun
reseptörlerimizdeki karşılığının dil ile
karşılaştırılması söz konusu ve her bir
karşılaştırma sonucunda beynimiz onun
tadının rengini beyan ediyor. Tabiri caizse
söylemeye çalışıyorum. Çünkü burnumuzun
nefes almadığı ya da burnumuzdan nefes
alamadığımız günlerde, grip olduğumuz
günlerde birçok şeyin tadının kaçmasının temel
sebeplerinden de biri bu aslında. Dilimizdeki
reseptörlerimiz koku reseptörlerimizle birebir
çalışıyor ve bu çalışma biçimi bizim bir şeyi bir
şeyle karşılaştırma imkanını doğuruyor. Peki
bunun düşüncelerimizle ne alakası var diye
sual edecek olursanız cevabı şu şekilde
verebilirim. Düşünürken bilmediklerimizi
belirlemek düşünce yolunun yönünü
belirlemektedir. Zira düşünürken birkaç hafta
sonra başlayacağımız üzere belli haritalama
metotları kullanacağız. Ve bu metotların her
birisinde şunu göreceksiniz. Bir yere geleceğiz,
geldiğimiz bir yerde elimize birkaç tane
alternatif çıkacak. Alternatiflerden bazıları
hakkında daha önce işlediğimiz üzere
araştırmalar yapmak zorunda kalacağız. İşte
tam o anda neyi bilmediğinizi ve şimdi neyi
bilmeniz gerektiğini anlamanız gerektiğinde
dilinizle koku alma duyunuz arasındaki
ilişkiden doğan zihinsel argümanlar sizi bu
yolları daha rahat kullanmanıza yardımcı
olacak. Çünkü nöronlar ekseriyette bilgi
eksenli akarlar. Yani insan bir an önce bildiğine
meyletmek ister. Eğer bilmediğini bilmiyorsan
bir süre sonra nöronların bilgi yönünde akması
sebebiyle uydurmalar başlar. Ne demek
istiyorum? Şöyle, düşünen bir adamın
yapmayacağı bir şeydir bu ve düşünmesine de
engel bir şeydir bu. Bir süre sonra
bildiklerinden akıcı hale gelmiş olan nöronlar
sürekli bildikleriyle konuşma ihtiyacından
ötürü artık uydurmaya başlar. Dolayısıyla
karşınızdaki adam akıcı bir şekilde bir konuyu
anlatır ama tıkandığı yerde insanlardan
korktuğu için ve hatta tat duyusu gelişmediği
için bunun önemli sebeplerinden bir tanesi
bilmediği yöne doğru değil bildikleri üzerine
gitmek isteyecektir. Ancak bildikleri konuyu
derinlemesine analiz etmesi için ya da yeni bir
düşünce oluşturmak için o ilk temelleri atmak
adına eksi değere sahip olduğundan ötürü yani
bilgiyi aktaramayacağından ötürü uydurmaya
başlar. Eğer uydurmak istemiyorsanız ve bunun
sonucunda da kendinizi kandırmamak
istiyorsanız tat duyularınızın gelişmiş olması
gerekir. Çünkü insanların bir kısmı var ki
düşüncelerini fikirlerini başkalarıyla
paylaşmıyorlar sıklıkla. Kendi hayatlarında
kendilerine ait düşüncelerini fikirlerini
başkalarıyla paylaşmıyorlar sıklıkla. Kendi
hayatlarında kendilerine ait düşünceler
üretmeye çalışıyorlar. Bir süre sonra bu
bahsettiğim problem o uydurma dilinden
çıkmasa bile adamın kendi kendini
kandırmasına vesile oluyor. Başarısız olan bir
kişinin belli başarılardan yola çıkarak ya da
başka referanslara bakır, sınıftaki diğer
öğrencilerin aldığı notlardan hareket ederek
kendini kandırması ya da sınavın öncesinde
hazırım zaten ben buna, yaparım ben bunu
demesi kullanan insanların yemek yemek
kültürlerinde çeşitlilikten uzak çok nadir tatları
özellikle seçerek özellikle sadece onları
yediğini göreceksiniz. Çünkü tat yelpazesi
gelişmiş olan insanlar kendilerini
kandırmaktan ve konuşurken bir şeyleri
uydurmaktan adım adım uzaklaşmaları daha
kolaydır. Çünkü nöronlarının akışkanlığı ve dur
deme imkanı oluşmaktadır. Zira tat alırken ki
reseptörlerimizin oluşturduğu moleküller
yabancı ve yalancı nöron akışlarını
kullanmanıza engel olmakta. Peki bunu nasıl
yapabiliriz? Yani tat duyumuzu nasıl
geliştirebiliriz? Elbette ki her şeyden oturayım
farklı biçimde yiyeyim diyerek bunlar mümkün
değil. Ama güzel bir testimiz var. Ekşi tatlardan
birini seçebilirsiniz. Bir nar ekşisi de olabilir. Bir
başka ekşi tat da olabilir bu. Öncelikle küçük
bir bardak alıyorsunuz. Bir çay bardağı. Bu çay
bardağının yarısına kadar da su
doldurabilirsiniz daha kolay olması açısından
veya tam bir bardakta doldurabilirsiniz ama
yarım çay bardağı suyu kâfi 5-6 tane yarım çay
bardağı suyu yan yana diziyoruz Öncelikle
yarım çay bardağı suya iki damla üç damla ekşi
tattan damlatıyoruz. Çünkü biliyorsunuz onlar
ekşileri hele ki doğal olanlarından
ulaşabilirseniz eğer oldukça yoğun bir kıvama
sahipler o suyun içinde yayılıyorlar. İkincisine 5
damla, üçüncüsüne 7 damla, dördüncüsüne 9
damla, beşincisine 11 damla damlatıyoruz.
Sonra her birisini sırayla tadıyoruz. 11 damla
damlatıyoruz. Sonra her birisini sırayla
tadıyoruz. Ve bu tadımların arasında dilimizi
suyla tekrardan temizlemeye de dikkat
ediyoruz veya ağzımızı çalkalamaya çalışıyoruz.
Sonra bizim görmeyeceğimiz bir şekilde bir
arkadaşımızdan yardım istiyoruz. Ve çay
bardaklarına farklı adetlerde damlalar
damlatarak kaç damla ekşi damlattığımızı
çözmeyi istiyoruz. Ve bir oyuna da
döndürebiliriz bunu. Ne mi olacak? Bir zaman
sonra gerçekten orada kaç damla ekşi
olduğunu anlamaya başlamanız sizin bir
kabiliyeti geliştirmenize yardımcı olacak.
Moleküller ve koklamayla tat arasındaki ilişkiyi
kavramaya başlayacaksınız. Bu nöron akışı
düşüncelerinizde artık neyi bilmediğinizin
farkındalığını arttıracak sizde. Düşünürken de
önemli birkaç mevzu var elbette. Ağzımızın
tadı kaçmasın diye. Düşünürken ağızda bir tat
olmamasına özen göstermelisiniz. Zira
ağzımızda yemek varken konuşamayız. Yemek
sofrasında konuşmak lezzetlidir, güzeldir,
hoştur ama bir şey yiyip içerken yeni bir şey
düşünemezsiniz. Var olanlar akıcı bir halde
karşı tarafa aktarılabilir ama bunlar genellikle
varsayımlar yönündedir. Hayır, öyle
düşünmüyorum, bence öyle değil, bence böyle
şeklinde ifadelerdir. Ama deninlemesi bir
düşünce istiyorsanız bu düşünce aşamasında
ağzınızda bir tat olmamasına dikkat etmelisiniz
ki nöronlarınızda ilginç bir şey tetiklenmesin.
Yemek sofrasındaki konuşmak gayet iyi ama
yemek yerken düşünmemek bu esasların
başında geliyor. Bugün sizlerle bilmediklerimizi
bildiklerimizden ayırmak için önemli olan tat
duyusunu ele aldık. Haftayı yeniden görüşmek
üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşüncenin 4. haftasına hoş geldiniz. Bu hafta
zihnimizle kokular arasındaki ilişkiyi ele almaya
çalışıyor olacağız. Zihnin zamanın her
formunda var olabileceğinin bir delili olan
koku zihnin zaman ötesine geçişine izin veren
ya da engelleyen potansiyel güç olduğunu
söylemek lazım. Yahut engelleyen potansiyel
bir güç. Bu potansiyel gücü anlayabilmek için
öncelikle gelin gerçekten kokunun ne
olduğunu anlamaya çalışalım. Zihin dünyamız
açısından bakınca kokuyla bizim zihnimiz
arasında nasıl bir ilişki var? Çünkü bugün zihin
dünyasını inceleyen bütün nörobiyoloji
alanında çalışanlar veya nörotransmitter
yapılar üzerinde çalışanlar her birisi şunu
söylemiştir. Koku hala tam olarak
keşfedemediğimiz zihnin büyük sırlarından
biri. Unutulmayan ve kaydı hiç
değiştirilemeyen bir unsur. O halde bu kaydı
değiştirilemeyen unsurun insan zihnindeki
yolculuğundan kısaca bahsetmekte fayda var.
İnsan zihninde var olan kısa derinlikli kod
yapısına uygun bağlaca koku diyoruz. Derinlikli
kod yapısına uygun bağlaca koku diyoruz. Bunu
düşüncenin zihin boyutunda ele aldığımızda
tanımlayabileceğimiz şekliyle ifade etmeye
çalışıyoruz. Biraz da şöyle ifade etmeye
çalışalım. Örneğin bir yemeği yerken ya da bir
tatlıyı, kokusu buram buram gelen bir meyveyi,
bir portakalı kestiniz. Ve bu portakaldan o
kesim esasında ayrışan moleküller var. Bu
moleküller reseptörlerle algılanıyor. Dil bu
reseptörlerle beraber bir kontrol aşamasına
giderken. Daha önce zihninizde kodlanmış olan
bir portakal unsuru var. Ve bu portakal unsuru
eğer o reseptörle uyuşuyorsa geçmiş zaman
diliminde hiç yememiş dahi olsanız o tadı
algılamaya başlıyorsunuz. Yani ilginç olan
mesele şu. Bugün bizi seyrettiğiniz ekranınızda
milyonlarca rengi seyredebiliyor oluşunuzun
sebebi o ekranın bu renklere uyumlu haliyle
üretilmesinden kaynaklanıyor. Eğer o ekranın
bilmediği bir rengi şimdi burada yayınlamaya
çalışsak ki bugünün teknolojisiyle olmaz bir şey
gibi geliyor siz o rengi göremeyeceksiniz ya da
olması gerektiği gibi göremeyeceksiniz. Ancak
koku zihin dünyamızda zaman metaforunun
ötesinde çalışıyor. Çünkü zihnimiz belli
tecrübelerin arkasına gelişebilmek için birçok
merhale atlatması gerekiyor. Çocukluk çağını
hatırlamak hatta anne karnındaki hayat
biçimini hatırlamak dahi bugün yapılan
parapsikoloji ya da psikolojik çalışmalarda
mümkün. Ancak bu psikolojik çalışmaların her
birisinde gidilebilir yerin bir arkasında
gelişmek için büyük unsurları yıkabilmeniz,
aşabilmeniz gerekiyor. Kokuda ise bu olmuyor.
Çünkü kokunun kullandığı kısa kodlar hızlı
öğrenmenizi, hızlı hatırayı geri çağırmanızı
sağlıyor. Ve burada gelen molekül kısa koda
ulaştıktan sonra sizi derine götürmeye
hazırlanıyor. O portakal kokusu geçmişte
yaşadığınız bir olayı çabucak hatırlatıveriyor
size. size. Herkesin görsel hafıza diye takıldığı
şu günlerde en önemli hafızanın hiç
unutulmayacak unsurun koku olması kokunun
zaman ilişkisinde zihni tarihsel bir sürece
çıkarabilme imkanından kaynaklanıyor. Evet
insanoğlu bir şeyi koklayarak tarihte zamanın
öncesine ya da kendinden çok sonrası
gitmesine imkan tanıyan önemli bir unsur.
Koku zihinsel yolculukta zamanın öncesinden
zamanın sonrasına, nöron bağlarının
oluşturduğu zincir boyunca ilerlememize
yardımcı olur. İşte bu yardımı zaman
metaforunda ele almak, düşünen kişinin
düşündüğü şeyin tarihte geçmişteki kullanım
sahasını algılayabilmesine, keşfedemese bile
ve tarihte bundan sonraki süreçte hangi
yapılarla karşımıza çıkıp düşündüğümüz şeyin
zamanın ötesine gidip gidemeyeceğine dair
önemli fikirler verebilir. Çünkü zihnimizdeki
nöronların yapısı yaşadığımız zaman dilimine
ait değildir sadece. Bu düşünen adamın
kokuları da kullanabilmesi gerektiğini ifade
etmek için önemli bir alt başlık içeriyor ki işin
önemli tarafı bu. Yani bir insan düşünürken o
zaman kokuyu nasıl kullanabilir? En başta şunu
söylememde fayda var. Eğer sıfırdan yeni bir
şey düşünüyorsanız olabildikçe kokusuz bir
ortamda olmanız önemlidir. Ancak başladığınız
ve devam ettiğiniz bir proje varsa, her projeye
uygun olarak bir koku geliştirebilirsiniz. Bu
koku esansiyel yağların suyla, bir başka şekilde
buhurdanlıklarla sizin koklayabileceğiniz, rahat
nefes alabileceğiniz bir ortamı da sizi
sağlayabilir. O zaman insanoğlunun ürettiği bir
şeyi kokuyla beraber kodlaması oldukça
önemli. Ya ben şimdi demirle, kitapla, kağıtla
bir başka şeyle uğraşıyorum. Yahut bir saat
tasarlıyorum. Bunun kokusu da ne olabilir ki
diye düşünüyorsanız şunu bilmelisiniz.
Yeryüzünde var olan her şeyin bir kokusu
vardır. Metalin kokusu hatta o metalin cinsinin
kokusu belki de o titanyumun çok olduğu bir
yerde biraz daha reseptörlerinizi zorlayarak o
kokuyu almaya çalışmanız o saat üzerinde
çalışırken hangi çarkın zaman ötesinde nasıl
kullanabileceğinize dair size bir anda zihninizin
yardımcı olmasını sağlayabilir. Yani koku
düşünce aşamasında sizin itici güç olarak
kullanabileceğiniz bir materyaldir. Bundan
önce ele aldığımız duyguların neredeyse
tamamı düşünme aşamasının içinde
düşünmenizi tamamlamaya yardımcı oluyordu.
Koku düşünme aşamasında size müthiş bir itici
güçtür. Çalışma hayatınızda düşündüğünüz
konunun derinliklerine varmaya gayret
ederken, özellikle sizi rahatlattığını
düşündüğünüz ama freş olduğu kadar belli
hatıra dönemlerinde içeren kokuları
kullanmalısınız. Her bir kokunun insan zihni ve
psikolojisinde nasıl etkiler meydana getirdiğine
dair pek çok mekale boyunuyor. Daha derin
düşünmek istediğiniz günlerde ak günlük
sakızı, enerjiye ihtiyacınız duyulduğu günlerde
greyfurt gibi kokuları kullanmanız biraz daha
bedensel. Ama zihin dünyasında ak günlük
sakızının, çamın veya ardıcın o keskin
kokusunu seyrelte seyrelte kullanabilirsiniz.
Her koku her insan için özeldir. Bu yüzden
kokular üzerinde biraz çaba sarf etmelisiniz.
Olabildiğince doğala yakın kullanmanız, zihin
dünyanızın kimyasallarla da etkilişime
girmesine engel olmanız elbette mühim. Ama
bugün üretilen esansiyellerin kimyasal olması
yanında kimyasal olmayan parfümlerin
fiyatlarının oldukça yüksek olması belki burada
ağaç kabuğu ve hatta yaprakları bile
kullanmanıza vesile olabilir. Bu belki de sizin
için yeni bir alan oluşturur. Bu alan hem
düşünmenize hem de yeni bir hobi edinmenize
ki hobi diye bir şey yok yanlış kullanmış oldum.
Yeni bir alanı öğrenmenize de vesile olacaktır.
Zihniniz kokuyla zamanın ötesine ve öncesine
ait duygularınızı, hatta bilgiyi perçinlemenize
ve onu ortaya çıkartmanıza yardımcı olur. Bir
dahaki bölümde görüşmek üzere. Kalın
sağlıcakla."}

Düşünce Derslerimizin 5. Haftasından Herkese


Selamlar Geçtiğimiz haftalar boyunca evvelen
zihnimizle tat duyumuz arasındaki ilişkiyi
ardından da zihnimizle koku dünyamız
arasındaki ilişkiyi incelemiştik. Zihnimizi
geliştirme yöntemlerinde hem tat duyusunun
hem de koku alma ve bu kokuları nasıl
kullanacağımızı ele almıştık. Bu haftadan
itibaren düşüncelerimizi geliştirmek üzere yeni
bölümlerin ilki olarak çoklu düşünceyi ele
alıyor olacağız. Var olan bir düşünceyi
geliştirmek, içinde bulunduğumuz koşulları
destekleyecek diğer bilim konularıyla
ilgilenmemizi gerektiriyor. Bizler güncel
hayatımızda belli bir düşünceye daldığımız
anda sadece o konu ve o konunun yakınında
olduğunu düşündüğümüz dallarla ilgileniyoruz.
Oysa ki hayatımız birden fazla unsurdan
etkileniyor. Bu etkileşim biçimlerini eğer
düşünce dünyamızda yer edindiremezsek
zihnimiz çoklu düşünceyi kullanamaz. Peki o
zaman çoklu düşüncenin ne olduğunu kısaca
ifade etmeye çalışalım. Zihnimiz çalışırken bir
konuya odakliliği arttırmanız gerektirir. Bu
verimliliği şöyle düşünebilirsiniz. Bir arabayı
meydana getiren şey ana unsuruyla motor,
direksiyon, tekerlek ya da vites ya da şanzıman
diyebilirsiniz. Ama bir aracı meydana getirirken
insanların konforu için ses sistemlerinden
tutun da aerodinamiğe kadar pek çok unsuru
farklı mühendislik dallarında bir araya
getirilerek bir araç meydana getiriliyor. Öyleyse
bir araç meydana getirilirken sadece motordan
anlayanlar, sadece lastikten anlayanlar
yetmiyor. Sonuçta insanların konforlu bir
şekilde bunu kullanabilmesi farklı bilim
dallarının bir arada çalıştırılmasını gerektiriyor.
Oysa ki biz tek başımıza düşünürken genellikle
onu kendimiz ürettiğimiz için tek minvalde
düşünceye dalıyoruz. Bu da elimize bir aracı
meydana getirirken diğer bütün unsurları
görmezden gelebilmek gibi önemli bir
problemle karşılaşmamızı sağlıyor. Yani
düşüncenizde hareket haline geçecek bir
mekanizmayı oluştururken bunun rüzgarla
karşılaştığında, farklı mevsimsel koşullarla
karşılaştığında başına neler gelebileceğini o an
için düşünemeyebiliyorsunuz. Çünkü
odaklandığınız yer sadece bir şeyin bir yerden
bir yere hareket etmesi olabiliyor. İşte çoklu
düşünce aslında basit olarak anlatmak
gerekirse kendi zihnimizi bir fabrika, bir araba
üreten fabrika gibi düşünürseniz farklı
mühendislik dallarını yardımcı olarak
kullanabilme kabiliyetini geliştirmek anlamına
geliyor. Bu kabiliyeti geliştirebilenler ürettikleri
düşüncenin farklı zeminlerde konforlu bir
biçimde kullanılmasına yardımcı oluyor. Yani
sizin düşüncenizi duyanlar ya da elde ettiğiniz
ürünü kullanmak isteyenler ya da üreteceğiniz
ürünü üretim aşamasına geçtiğinizde farklı
disiplinlere de bunları onların anlayacağı dille
anlatabilmeniz anlamına geliyor. Çoklu
düşünce üretiminde bir adam olduğunuzun
göstergesidir. Hem de her platformdan gelecek
geri dönüşlerle kendi düşüncelerinizi yeniden
besleyebilir hale gelirsiniz. Çünkü genellikle ilk
bulduğumuz düşünceyi paylaştığımız
platformlarda mutlak surette eksikler
bulunacak. Ve bu eksiklikleri adım adım
toparlayarak daha iyisine ulaşabilmek için
bizim de o çoklu düşünce mekanizmasına
sahip olmamız gerekiyor. Diğer yandan da
içinde yaşanacak her türlü probleme karşılık o
problemi anlayabilecek insana anlayabileceği
dilden anlattığınız için daha rahat geri dönüşler
alabiliyor olacaksınız. Yani ürettiğiniz bir
arabayı ya da üretmeyi planladığınız bir
arabayı bir son kullanıcının anlayacağı dilde
anlatmak var. Bir aerodinamikçinin anlaması
gereken şeyler var. Bir de onun ses sistemini
yapanların anlaması gerekenler var. Her
birisine aynı tanımlamaları yaparsanız o
insanların yeni düşüncelerle bu üretim
aşamasına katkıda bulunmasını
bekleyemezsiniz. Herkese anlayabileceği
dilden konuşabilme beceriniz çoklu düşünce
yöntemiyle mümkündür. Peki bunun nasıl
yapılacağını ifade edelim. Çünkü insanlar çoklu
düşünce deyince ben bu kadar bilim dalını
nasıl inceleyeceğim ki gibi bir fikre
kapılabilirler. Aslında konumuz çok basit.
Herhangi bir düşünceyi üretirken daha önceki
derslerimizde sizlere bir şeyin özetini yapmak,
bir şeyin en temel halini ifade etmenin
öneminden bahsetmiştik. O dersi bir daha
dinleyebilirsiniz. Yani o kısa özet, o kısa giriş,
kendinize anlattığınız o tez kısmı kendi
zihninizde dönerken mutlak surette farklı
kelimelerin bir araya gelip yeni bir dizilimiyle
size bir şeyler anlatıyor. İşte bu kelimelerin her
birisi size hangi alanda neleri incelemeniz
gerektiğine dair fikirler verecektir. Örneğin
ürettiğiniz düşüncenin içerisinde hareket ya da
harekete bağlı fonksiyonlar varsa bu
fonksiyonların ilişkili olduğu fizik konularını bir
kez daha gözden geçirmeniz bir fizikçi kadar
değil ama anlayabileceğiniz kadar okumanız
yeri geldiğinde bu hareketi hareketin içindeki
problemi çözmeniz için bir araya geleceğiz
diğer insanlarla konuşabilmeniz için bir
gerekliliktir. Eğer ürettiğiniz düşünce bir
oluşumu kapsıyorsa mutlaka bunun biyoloji
bilimiyle bir ilişkisi olacaktır. O zaman biyoloji
biliminden bu oluşumun içindeki incelikleri
okuyacağınız basit kolay anlaşılır makalelere
Hatta lise kitaplarına bile bakabilirsiniz Eğer
ürettiğiniz düşünce belli şeylerin birleşmesiyle
üst üste toparlanmasıyla meydana geliyorsa
matematik çoklu düşünce konusunda size
yardımcı olacaktır Eğer ürettiğiniz düşünce bir
düzlem ve düzlem üzerindeki bir yapıyı
meydana getirmekse o zaman geometri
alanında biraz zaman harcamaya değer. Şayet
üreteceğiniz düşünce bir şeyin bir şeye
değişimini içeriyorsa bu hepinizin biraz aklında
uyanacağı üzere kimya alanını ilgilendirmekte.
İşte tam da o anda bu konuyla ilişkili olabilecek
kimya konusunu incelemek, belki de bu
konuda hala göremediğiniz bir eksikliği fark
edip o çoklu düşünceyle yeni bir eklenti
yapmanıza ya da ürettiğiniz düşünceyi belli
hatalarını düzeltme imkanı sunacaktır size.
Tabiri caizse zihninizdeki mühendisleri
çalıştırmaya çalışıyoruz. Eğer ürettiğiniz
düşünce insanların etkileşimi ve insanların
birbirleriyle olan ilişkisini kapsıyorsa sosyoloji
sizin için kaçınılmaz bir bilim dalıdır. Şayet
ürettiğiniz düşüncelerin içinde kavramlar ve
süreçler varsa burada antropoloji ve hatta
teoloji yani din bilimleri devreye girer. Bir
başka konu ise elbette konum. Ürettiğiniz
düşünce, fikir ya da ürün eğer
konumlandırmaya bağlı olarak bir takım
nitelikleri kapsıyorsa bu konuda da coğrafya
size yardımcı olacak. Yani ürettiğiniz özetin
içindeki her bir kelime ilgilenmeniz gereken,
bir kez daha gözden geçirmeniz gereken o bilim
dallarının alt dalları hakkında size bir yöntem,
yol, yordam gösterecek. Bunları bir kez daha
okuyup sonra özetinize baktığınızda belki de
bu konuyu başka insanların önüne koymadan
önce bu çoklu düşüncenin farklı mühendislik
ve bilim dallarıyla yeniden yönlendirme,
yeniden düzenleme imkanına sahip
olabilirsiniz. Bu çoklu düşünceyi
başarabilmeniz sizin bundan sonraki
aşamalarda daha kapsamlı düşünce adamı
olmanıza yardımcı olacaktır. Bir sonraki ders
görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}

Düşünce derslerimizin altıncısından herkese


iyi haftalar diliyoruz. Geçtiğimiz hafta
hatırlayacak olursanız zihin ve künebilmenin
tekniklerine odaklanmaya çalıştık. Bugün
sizlerle beraber uyurken düşünmek konusunu
ele alıyor olacağız....nihilsel bir aktivasyon
olmakla beraber güncel hayatımızda uyku ile
sinir bilim arasındaki çalışmalarda......zihin
fonksiyonları daha ziyadesiyle lucid dream adı
altında değerlendiriliyor. Yani rüyaların
yönlendirilmesi, bir rüyanın içinde kendi
rüyanızı yönetmek olarak adlandırılıyor. Bütün
bunların yanı sıra uykunun, uyanıklığın tüm
aşamalarında var olan baskıların ortadan
kalkma süreci olduğu bilinerek yapılıyor.
Dolayısıyla bugün sizlerle lucid dream'i değil
ama uykunun içerisindeki düşünce
yeteneğimizi geliştirme ve uykudayken dahi
düşünebilme yeteneğimizi daha iyi hale
getirmeye çalışıyor olacağız. Çünkü yer
çekimsiz ortamda daha rahat hareket edebilen
cisimler gibi zihnimizin bütün baskılanmış
süreçlerden arındırılmış bir noktada tam da
bedenin bütün koşullarının ve zorluklarının bir
kenara konulduğu anda o dilimi daha verimli
nasıl kullanabiliriz ona bakacağız. Çünkü iyi
düşünce insanlarının uykudayken de
düşünceleriyle hemhal oldukları iyi bilinmekte.
Bugün sizlerle beraber uykunun içindeki bu
düşünme biçiminin daha rahat
gerçekleştirilebilmesi için birkaç tekniğe yer
veriyor olacağız. Rahat uykudan bahseder
herkes ancak rahat uyku yerine bilinçli bir
uykudan bahsediyor olacağız böylelikle. Uyku
kendinizi tamamen bırakıp her şeyi unutma
süreciniz olarak değil. Uyku sürecinde düşünüp
düşündüklerinizi derleme imkanını
kullanmanız için önemli bir zaman dilimi.
Günde ortalama 5 saat bir uyku için yeterli
olmakla beraber 6 bir ihtimal. 6 saatin
üzerinde her zaman vücuda zarar veren
özellikleri hasıl oluyor. Elbette bebeklerde ve
yaşlılarda 8 saate kadar bu uykunun uzaması
normaldir. Ama normal şartlarda 6 saatlik bir
uykunun bir beden için kâfi olduğunu, öğlen
uykusunun da zihin gelişimi için yarım saat
dahi olsa faydalı olduğunu söylemek de yine
gerekir. Ancak bu derleme nasıl oluyor? Gelin
biraz ona bakalım. Çünkü uyku bir bilinç kaybı
değildir. Uyku esasında bilincimiz topladığı
bütün verileri yeniden derlemeye, sıraya
koymaya, rafa kaldıracaklarını rafa kaldırmaya,
unutması gerekenlerini unutmaya çalışmaya,
daha doğrusu paketini daha sağlam hale
getirmeye ve bir sonraki gün için karaciğere,
mideye ne tür emirler verilecek, vücutta var
olan hastalıklarla nasıl mücadele edilecek
bunların hazırlıklarını yapma sürecini geçiriyor.
Uyku bu noktada bedenin bir dinlenme
sürecidir ama zihnimiz için aynı şeyleri
söylemek mümkün değil. Zihnimizin uyurken
rüya görebilir olması zihnin uyku esasında
bedenimizin diğer organlarına nazaran çok
daha aktif olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla tam
da bu esnada düşünmekten bahsediyorsak
eğer artık karşımızda yüksüz bir ortam var.
Uyku insanoğlunun yüksüz ortamıdır.
Dolayısıyla en hızlı derleme zamanıdır. Uykuda
düşünme bu yeteneği geliştirebilmek bu
anlamda önemlidir. Çünkü derlenmiş
düşüncelerle daha hızlı ve aktif bir biçimde
düşünce üretmeniz mümkün olacaktır. Zira
daha önceki derslerden hatırlarsanız
düşüncelerimize derlemenin önemi bunları
belli kalıplara ve sıraya koymanın değerinden
bahsetmiştik. Dolayısıyla bizim için bir
düşünceyi derlemek oldukça önemli bir
süreçtir. Zihnimize takılan bütün soru
işaretlerinin cevaplarını bulabilmiş olalım ya
da olmayalım, kafamıza bir soru işaretiyle
uyuyor olalım ya da olmayalım fark etmez.
Sonuçta zihnimiz gelen bütün bu veriyi bir
yerde depolayacak, bir sonraki zaman
diliminde yeniden düşünmeniz için daha hazır
ve kullanabilir hale getirecek. O zaman bunu
daha iyi kullanabilmek nasıl olur? Gelin biraz
ona bakalım. Çünkü bu işin bilimsel tarafı
yanında teknik biraz daha derste anlatılası bir
şey. Elbette öncelikle uyku öncesi hazırlıktan
bahsetmek lazım. Çünkü uyku madem ki
yüksüz bir ortamda düşüncelerimizi
derleyeceğimiz bir saha sunuyor bizlere o
zaman bu sahaya hazırlık gerekiyor. yüksüz bir
ortamda düşüncelerimizi derleyeceğimiz bir
saha sunuyor bizlere. O zaman bu sahaya
hazırlık gerekiyor. Bu hazırlık için birinci
maddeyi şöyle ifade etmekte fayda var.
Öncelikle yatmadan evvel yatağın baş ucunda
bir müddet oturmamızda fayda var. Çünkü
zihnimiz her zaman bir şeyi aniden yapınca
değil, yapmadan evvel şimdi ne yapacağımızı
ona anlattığımızda en doğru biçimde ve en
verimli biçimde ondan ne istiyorsak yerine
getirebilen bir organ olduğunu söylemeliyiz.
Yatağımıza geldik, oturduk. Elbette şunu
söylemekte fayda var. Uyku gelmeden yatağa
gitmek, sağa sola dönmek zararlı olduğu kadar
yatağın içerisinde sürekli güncel hayatı
konuşmak da sıkıntılı bir durumdur. Asıl
itibariyle yatak bizim uyku için ayırdığımız bir
bölümdür. Bu noktanın dışında sadece güncel
hayatı ya da dertlerimizi konuşacağımız,
oturup televizyon seyredeceğimiz, bilgisayar
başında, telefon başında vakit geçireceğimiz
bir saha değildir. Bu insan onun uyku düzenini
hem bozar hem de baş ucunuzda bir telefonla
uyumanın da elektromanyetik açıdan
düşünüldüğünde beyninize, zihninizle,
vücudunuza zarar verdiğini en azından
fazladan bir yük taşımak zorunda olduğunu da
söylemekte fayda var. Şimdi zihnimizi yavaş
yavaş hazırlayacağız ve o zaman birinci adım.
Yatağımıza oturduktan sonra zihnimizden şunu
geçirmemiz gerekiyor. Sınırsız bir uykuya değil,
kalkmanız gereken kurduğunuz saatin öncesine
odaklanmayla başlayalım önce. Çünkü zihnimiz
onu serbest bıraktığımızda, uyku uyuyabildiğin
kadar uyu tarzında bir şey yaptığımızda
hakikaten kalkmak bilmez. Her iki kalkmak
bilmezliğinin bir başka sonucu ne yazık ki
ayağa kaldıracak olan adrenalin hormonunun
salgılamasını baskılar. Bu baskı uykudan
uyandığınızda sizi yorgun bir halde
uyanmanıza, stresli ve kaygılı uyanmanıza da
yardımcı olur. O zaman sabah 8'de, 9'da, kaçta
kalkıyorsanız o saatten 10-15 dakika öncesine
zihninizi odaklamanız, zil çalmadan evvel
uyanabilme imkanınızı geliştirdiği gibi zihninizi
yatıyoruz ama kalkacağız dolayısıyla kısıtlı bir
zamanımız var demek için yardımcı oluyor. Bu
kısıtlı zaman sizin için kısa gibi görünebilir ama
zihin için oldukça uzun bir zaman dilimi
olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu onu
yaptıktan sonra ikinci adımda tüm problem ve
sıkıntorsa bu sefer gerçekten düşünmesi
gereken konuya odaklanamıyor. Aynı zamanda
bu uyku kalitesini bozuyor, aynı zamanda
karaciğer yağlanmasına da sebep oluyor. Pek
çok bağırsak fonksiyon bozukluklarından
sebeplerinden biri de bu olarak
görülebilir....çokluklarından sebeplerinden biri
de bu olarak görülebilir. Çünkü insanoğlu
düşünce esasında problemlerle uyumaya
başladığında......vücudun buna karşı tepkileme
süreci hızlanmaya başlıyor. Bu tepkileme süreci
de vücudun diğer organlarına zarar verebiliyor.
Vücudun diğer organları zarar görmemek
için......kendilerini yağlandırmaya başlıyorlar
desek......çok daha eksik bir cümle kurmuş
olmayız. O zaman o problemleri sabahleyin
çözülmek üzere bir kenara koyalım. Şimdi
düşünmek üzere kafamızda bütün günümüzü
harcadığımız ya da belli saatlerimizi ayırdığımız
ana düşüncemize odaklanalım. Ve şimdi en
önemlisi 3 defa derin nefes alalım. Bu derin
nefes akciğerlerden basınçla gelen kanın
fazladan oksijenlenmesine yardımcı olduğu
gibi zihninizin bu yeni düşünceye odaklanması
için kendisine bir alan açar. Tabiri caizse uçağın
kalkış pistine gelip o izni alıp motora açması
gibi bir andır bu an. Bu anı yakalamak oldukça
önemli ve bunu bir seferde yapamayacağınız
kesin. Ama defaatle tekrar etmeniz ve
söyleyeceğimiz tekniğe riayet etmeniz ilerleyen
süreçte düşüncelerinizi aktif bir şekilde
derlemenize yardımcı olacaktır. Şimdi ikinci
meseleye geldik. Şimdi yatağımızı yatıyoruz. Üç
defa derin nefes aldıktan sonra. Önemli olan
konulardan bir tanesi sağa doğru yatmak.
Elbette yatağın içerisinde farklı pozisyonlarda
dönebilirsiniz ama kalp ritminizin zihninizle
orantılı bir şekilde çalışabilmesi ve
vücudunuzdaki kan akışının en başından
itibaren bir denge gelmesi için kalbinizin baskı
altında olmaması gerekiyor. Bu da sağınıza
yatmanızda mümkün. İkincisi ise gözünüzü
iyice kapatmanız ve sevdiğiniz bir vadiden
yürüyerek düşündüğünüz şeyin içine girdiğinizi
hayal etmeye çalışın. Yani çok sevdiğiniz bir
orman olabilir, efendim kimileri ova sever ama
böyle hafif bir vadilik düşüncesi ve görüntüsü
insan zihninde bir yerden bir yere geçiş ve o
geçtiğimiz yerde bir şeyleri yapacak olduğumuz
duygusunu tetikleştirir. Dolayısıyla vadi
insanlarına da dikkat ederseniz daha ziyade
çözüm odaklı çalışmak zorunda olan insan
tipidir. Ovadakiler pek çözüm odaklı insanlar
değillerdir. Aşağı yukarı coğrafya onlar için pek
çok problemi çözmüş gibidir. Eğer suda varsa
gerekli iklim şartları da yeterliyse. Ama
vadideki insan için sürekli aşağıya inen su,
kayalar, toprak kayması, daha birçok problem,
hayvanları otlatmak gibi gibi nice problemlerle
mücadele etmek zorunda olduğu için her
mevsimi her zaman dilimine göre geliştirmesi
gereken düşünceler vardır. Yeni aksiyon
planları yapmak zorundadır vadi insanları. Bu
yüzden dolayı bu vadiyi düşünüyoruz ki
zihnimiz de şimdi çözüm odaklı bir derleme
sürecine girebilsin. Bu çok katmanlı yapıdan
yürüdükçe bu düşüncenin içinde yürüyüp bunu
görselleştirmeye çalışmanız bu uyku esasında
zihninizin çalışmasını sağlayacaktır. Özellikle ön
lobda var olan bu saha çalışması bir süre sonra
uykudayken gözünüzün zaman zaman
kırpışmasına dair sebep olabilir. Hatta bazen
gözünüz bir anda açılıp bir anda da
uyanabilirsiniz. Bunlar zihninizin o anda
düşünceye gerçekten daldığının birer kanıtıdır.
Şimdi bu tekniğin önemli bir kısmı var. O da
bunun tekrarlı bir halde yapılarak zihnimizin
bu süreci geçirmek için bir çaba sarf ettiğimizi
ona öğretmek zorundayız. Dolayısıyla ilk
yapacağımız şey bu söylediğim tekniği 4 gün
aralıksız yapmanız. Ardından 2 gün bu tekniği 4
gün aralıksız yapmanız. Ardından 2 gün bu
tekniği değil her zaman yaptığınız şekliyle
devam etmeniz, uykuya yatıyorsanız uykuya
nasıl yatıyorsanız aynı şekilde devam etmeniz.
Dolayısıyla zihninize arada bir farklılık
olduğunu hatırlatmamız lazım. 4 gün tekniği
uyguladık. 2 gün ara verdik. Ardından 3 gün bu
tekniği uyguluyor. 1 gün ara veriyoruz. Ve
ardından 2 gün yapıp 7 gün ara veriyoruz.
Şimdi bundan sonraki süreç toplamda 6, 4, 10,
19 gün sonra artık bu tekniği her gün
uygulamaya başlayabiliriz. Bu vücudumuzda
zihnimizin bu uygulamayı tekrardan isteme
dürtüsünü kullanarak bir bağımlılık oluşturmak
için vermiş olduğumuz bir çaba olarak
düşünebilirsiniz. Bu çabayı 4 artı 2, 3 artı 1,
daha hızlı düşünebildiğinizi gösterecek. Bu
tekniği üniversitede okuyan öğrenciler illa bir
şey düşünmek için değil, ders çalışırken de
mümkündür. Ders çalıştığınız konu hakkındaki
bilgilerinizi tazelemek için de
kullanabileceğiniz bir yöntemdir. Hafızanıza da
oldukça faydası olacağını söyleyebiliriz.
Efendim bir dahaki bölümde görüşmek üzere.
Düşünce yolculuğumuz devam ediyor. Kalın
sağlıcakla.

You might also like