istediğimiz sonuca erişemeyeceğiz. Bizim için her soruna cevap üretmek değil önemli olan, ürettiğimiz cevaplara uygun yöntemler geliştirip bunları uygulayabilir olmak. yöntemler geliştirip bunları uygulayabilir olmak. İnsanoğlu her şeye bir soru sorarak bir sonuca ulaştığını zanneder. Oysa ki sorular bizi sadece bir kapıya yönlendirmek adındadır. Herhangi bir kapı olmamalıdır bu. Gerçekten arzuladığımız şey o kapının arkasında görmek istediklerimizdir. Her şey böyle başlar. Ama yolculukta kapının arkasında görmek istediklerinizi göremediğiniz durumda dahi ne yapmanız gerektiği işte tam da bu andan itibaren başlıyor. Bu durumda ortaya konulmuş olan bir soru işareti doğru bir soru olsa bile ve doğru bir sonuca ulaşılsa bile ne yazık ki uygulamadaki eksiklikler tarih boyunca önemli olmaya gayret eden insanların önündeki en büyük engeldir. Madem ki bir şey yapmak istiyoruz o zaman en başta doğru bir kapıya ulaşmamız lazım Bugünün konusu o doğru kapıya ulaşmak değil Bugünün konusu o kapıya ulaştığınızda elinizdeki anahtarın ne olduğuyla alakalı İnsanlar ellerindeki kilitlere göre kapılar aramaya çalıştıkları için Her seferinde yanlış bir kapıda olmanın hezeyan ve üzüntüsünü yaşarlar. İşte bu üzüntüye düşmemek için önce kapıya ulaşmak gerekiyor. Ve bu kapıya ulaştığınızda doğru anahtarla bunu açabilir olmanız gerekiyor. Sonuç ise o kapıyı açtıktan sonra başlıyor aslında. Sonuç ise o kapıyı açtıktan sonra başlıyor aslında. Ama bütün bunlar için yapmamız gereken ilk unsursa fazlalıklar. Fazlalıklardan kurtulmak. Eğer fazlalıklarımızdan kurtulamazsak bir inişin ardından göreceğimiz kapılar ve bu kapılara uygun olduğunu düşündüğümüz anahtarları kilitlerine taktığımızda her seferinde yanlış bir sonucu elde ettiğimizi zannedeceğiz. Halbuki sonuçlarımız doğru olacak ama elimizdeki anahtar yanlış olduğu için sonuç dediğimiz şeye tam anlamıyla ulaşamıyor olacağız. Bu yüzden derslerin birinci katmanına düşünce teorisine giriş diyerek başlıyoruz. Giriş dediğimiz konu bir hazırlık anlamını taşıyor. İlk ders bölümümüzü içeriyor bu. Bundan sonra ise çalışma bölümüne geçeceğiz ki o da düşünce teorisi olarak karşınıza çıkacak. Tam da düşünce anlamına geldiğimizde ise artık sonuca ulaşabilir olmaya başlayacağız. Ama bunlar da yetmeyecek elbette. Şunu unutmamanız gerekiyor. Üç önemli kelimeden oluşan bu ilk ders grubu aslında dünü, bugünü ve yarını bir bütün olarak anlayabilme yeteneğinizi geliştirecek. Dün bir oluştur artık bitmiştir. Veya bugün olacak bir olayın bütün sebeplerini oluşturmuştur. Yarın ise bugün gerçekleşmiş olan bütün olayların birer olgu olup yüzünüze çarpacağı ana götürür sizi. Herkesin tökezlediği temel mesele de budur zaten. Dünkü oluşları fark etmeyince, bugünkü olaylara karşılık farklı tepkiler verince, yarın karşımıza gelecek olguları aslında biz talep etmiş oluruz. Dolayısıyla bu ders aynı zamanda taleplerinizi de nasıl yerli yerine koymanız gerektiğini öğrenmenizi sağlayacak. Elbette ki düşünce teorisine girişte önce giriş bölümünden kurtulup sonra teori kısmından kurtulup sonra da sonuca ulaşmak babında düşünce kısmına gelince yepyeni bir kapı aralanacak bize. Bu yepyeni kapıda ise deneyim, yönetim ve hikmet kısmını ele alıyor olacağız. Deneyim bir şeyin içinde olabilmektir. Düşünerek bulduklarınız eğer içinde değilseniz doğru sonuçlarla istediklerinizi elde etmenize engeldir. Aynı zamanda yönetmeniz gerekir. Bu içinde olduğunuz şeye dahil olmak ve bu dahil olduğunuz şeyi harekete geçirebilmektir. Bütün bu söylediklerim lütfen kafanızı karıştırmasın. Sessiz ve sakince birkaç defa daha dinlediğinizde anlamaya başlayacaksınız ki her yeni dersimizde yeni örneklemler size yeni kapılar aralıyor olacak. Ama her ders konusunun ilginin zor olduğunu unutmayın ne olur. Hikmet konusu özellikle felsefe ve düşünce dünyasının en önemli konusudur. Bilgi erişiminin merkezinde etimoloji değerleriyle kuşanmıştır. Ama biz size bunları çok basit olarak anlatacağız ki basiret ve ferasetle bir imkan olabilmek en önemlisidir hayatta. hayatta. Basiret gerçek manada görebilmek, feraset bu gördüklerinizle örtüşen değerleri bir arada kullanabilmek yeteneğidir. Eğer her ikisini başarabilirseniz buna imkan olabilmek demektir. Deneyim insan hayatında sadece geçmiş tecrübeleri değildir. Bu derslerden sonra bir şeyi tecrübe etmeden de deneyimleyebileceğinizi fark edeceksiniz. Sonra yönetebilmenin merkezine ve hikmetin kendisine erebilmek için bu felsefik anlayışı geliştirmeye başlayacaksınız. Elbette ki her şey bir hazırlık aşamasıyla başlayacak dedik. Girizgahın beyanından sonra unutmamız gereken konuya geldik. Mental bir inişten bahsediyoruz. Dünya hayatı için söylemek gerekirse henüz hiç kimse Bodrum katta tanışmış değil. Bu yüzden genellikle evlerimizden çıktığımızda birden fazla kat ya da birden fazla basamaktan indikten sonra çıkarız dışarıya. O zaman önce içinde bulunduğumuz yüklerden kurtulabilmek için bir giriş alanına ulaşmamız lazım. Bu giriş alanı ve bu ilk ders madde ile mananın ayrımını ve etkileşimini sizlere ifade ediyor olacak. İşte bu noktada çok önemli bir değeri yerine getirmemiz lazım. Bu da ayrım nedir ve etkileşim nedir? Bunları doğru kavramamız gerekiyor. Doğruya değil, anlama kavuşmak için buna ihtiyacımız var. Çünkü bir şeyin doğruluğundan haberdar olmanız onu tam anlamıyla anladığınız anlamına gelmez. Örnek vermek gerekirse bir insan için iyi ya da kötü sıfatlarını kullanabilirsiniz. İnsan bu kelime grubunda bir maddedir, öznedir ve aynı zamanda her özne bir fiil özelliği de taşımaktadır. İyi ve kötü ise bunun manasıdır. ve aynı zamanda her özne bir fiil özelliği de taşımaktadır. İyi ve kötü ise bunun manasıdır. Edatlar, bağlaşlar ve bütün tanlamalar bu manayı işaret eder. Eğer iyi ile kötü insan kelimesinden ayırmadan bir bütün olarak sürekli düşünürseniz, hayatınızdaki her şeye bir sıfat takmaya kendinizi mecbur edersiniz. Oysa ki bizler bu derslerden itibaren madde ile manayı önce birbirinden ayırt edebilmeyi öğreneceğiz. ayrı ayrı düşünmediğimiz sürece ne yazık ki bu kategoriler kafamızda ve beynimizde kalın bloklar haline gelmiş olacak ki dinleyicilerimizinımızın çok da doğru olduğunu biliyoruz. Geçmiş deneyim ve tecrübelerin önyargıları oluştururken illaki art niyetli olması da gerekmiyor. Ama doğru bir mental hazırlık için şimdi bir ayrım yapmayı öğreneceğiz. Yani kemiği kasından, kelimeleri birbirinden, cümleyi parçalamanın inceliğinden bahsedeceğiz. Mental hazırlık için tarih boyunca insanlar zihinsel, ruhsal ve akli konuların bir bütünü olarak ele almışlar. İşte bilgi teorisini çözümleme derdine düşen felsefenin bir tıkanma noktası tam da burasıdır. Genel anlamda bir bütüncül bakış sahibi olmamışlar. Bu yüzden kimi felsefeci mental kelimesine zihin, kimisi ruh, kimisi de akıl deyivermiş. Halbuki hepsinin bir bütün olduğunu ve bütüncül bir kavram bilgisine ihtiyacımız olduğunu unutmuşlar. Peki, madem ki meselelere bu bütüncül kavram bilgisiyle bakacağız, o zaman gelin bakalım bu kavramları, biraz önce bahsettiğimiz kelime gruplarını cümlelerin içinden nasıl ayıklayabileceğiz ve bu ayıklama mental düzeyimizde nasıl bir değişimi tetikliyor olacak. Önce bütüncül kavram bilgisinin ne olduğunu anlayalım. Bütüncül kelimesi bir birleşke ama şimdi bu birleşkede kavram ve bilgiyi ayrı ayrı ele alalım. Bilgi dediğimiz şey aslında sözlükte dildeki anlam anlamına geliyor. Kavram ise akıldaki anlam olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bir şey hakkında bilgi sahibi olmak her zaman geçerli olmuyor. Kavram sahibi olmaksa yeterli olmuyor. geçersiz ve yetersiz iki konu birleştiğinde geçerli ve yeterli olmaya hazırlık aşamasında mental düzeyimizin gelişemediğini görüyoruz. Kafanızı karıştırmadan bir örnek vereceğim. Konu daha iyi anlaşılacak. Bir örnek verelim şimdi. Adamın birisi karşımıza geçti ve şöyle bir cümle kullandı. Para bir şeyi satın almak için gereklidir. Bu cümle tam olarak geçersiz bir cümle olarak adlandırılabilir. Çünkü burada bilgiden bahseden paranın bir şeyin satın alınmasında gerekliliğinden bahsedilmesi halbuki paranın yetmeyebilir olması göz ardı edilmiştir. Öyle ya bir şeyi satın almak için gerekli olan para elinizde yoksa onu satın alamazsınız. Bu durumda bu bilgi geçersizdir. Peki bunun aklımızdaki karşılığına bir bakalım. Hemen hemen pek çok insanın aklında gezen paranın kavramsal bakış açısıyla değerlendirilip. Bu durumda bir kavram cümlesine ihtiyacımız var. Bu kavram cümlesi de şu olabilir. Para bir araçtır. Bu da tam olarak yeterli bir cümle değil. Çünkü araçların içerisine amaçlar ve bu amaçlara hırslar ve daha pek çok şey karışıyor olabilir. Gelin şimdi hem bu kavramı hem de bu bilgiyi bir arada kullanarak bir başka cümle kurabilir miyiz? Ona bakalım. Bunları birleştirdiğimizde daha net bir cümleye ulaştığımızı beraberce görüyor olacağız. Para bir şeyi satın almak için gerekli olan araçtır. İşte tam da burada bilgi ile kavram bir araya gelmiştir. Bu bir araya gelme sürecini yaşadığınız andan itibaren ise mental hazırlığınız başlamış demektir. Bu mental hazırlığı doğru bir şekilde atlatabilmek için şimdi mental düzeyi anlatalım size. O zaman bilgi ile kavramı bir araya getirmeye çalışınca mental düzeyimizde adım adım gelişmeye sağlayacakmışız. mental düzeyimizde adım adım gelişmeye sağlayacakmışız. Peki tekrar hatırlatalım. Bilgi, insan için sözlükteki kelimenin karşılığıydı. Kavramsa, zihnimizde oluşan bir anlamdı. Ve bu ikisi bir araya gelmedikçe mental düzeyde bir gelişim sağlanamazdı. Şimdi bir örnek verelim. Örneğin sevgiden bahsedelim. Sevmek. Sevmek bilgi anlamında ele alınsa tam da sözlük karşılığı olarak okumam gerekse Türk Dil Kurumu'na göre birine gönül vermek anlamına geliyor. Kavramsa birisine değer vermek olarak karşımıza çıkıyor. Yani bilgi olarak gönül, kavram olarak değer karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla burada gönlün değeri ve gönülden verilmiş olan bir değerle karşımıza yeni bir düzey oluşturmamız gerekiyor. Yani ortak akıl, aklı selim olmak bu mental hazırlığı gerektirdiği daha net bir biçimde anlaşılıyor. Mental düzey ilişkinin temelindeki cümleyi kurgulayabildikçe daha da büyüyor. Şimdi biraz önce sevgiyle alakalı verdiğimiz bilgi ve kavramı bir araya getirmeye başlayalım. Yani mental düzey gelişiminin örneklemini yapmış olalım. Bilgide sevmek gönül, kav vermek, sevmektir dersek, bilgiyle kavramı bir araya getirip yeni bir mental düzeye ulaşacağız. İşte bu düzey ortak akıl ya da aklı selim olabilmek için gerekli temel kavram. Kişinin bu andan itibaren bilinç yapısı değişmeye başlayacaktır. Kavram düzeyinde ve bilgi düzeyinde eksik olan ne varsa tamamlanır. Zira eğer sadece bilgi mantığıyla bakacak olsak, birine gönül vermeye sevgi diyecek olsak, bu dönümde kişinin maddesel olanın dışında bir şeyi sevmesi için temel mantık hiçbir zaman çalışmaz. Eğer sadece kavramsal olarak bakarak sevgiye sadece değer demiş olsak bu durumda her şeyi ne kadar değerli olup olmadığına bakmaya başlayacağız. Oysa ki sevmek her zaman bir ölçüyle tartıya konulamıyor. İşte her iki eksikliği bu cümleyle tamamlayınca yani bir gönülle değer vermek sevmektir deyince bilgiyle kavram bir araya gelmeye başlar. Bu bir araya geliş tam manasıyla insanoğlunda bir anda oluşamayacak ama hem bu dersin sonunda hem bundan sonraki derslerin sonunda vereceğimiz ödevlerinizi bir sonraki derste ele alırken çok daha net anlamaya başlayacaksınız. Zorlanmayacaksınız. Yani başında zorlanacaksınız ama bu zorlanma bile sizin gelişiminizi sağlıyor olacak Bu durumda kişisel bir mental hazırlık için bildiklerinizin en azından eksik olabileceğinize inanmanız ve kavramların hayatınızdaki yerlerine odaklanmanız gerekiyor Bakın size bir örnek daha verelim. Bugün dünyasının en çok tartıştığı konulardan birisi mutlu olmak kelimesinden bahsedelim. Mutlu olmanın bilgi karşılığına bakarsanız yani cümlelerde, kitaplarda, insanların ağzından dökülen kelimelerle kıyas ederseniz bir şeyin istenildiği şekilde sonuçlanmasıyla oluşan duygudur. Bir maça çıktım, kazanmak istedim, kazandım, istediğim sonuca ulaştım, bu yüzden mutluyum. Bu bir bilgidir. Bu bir bilgidir. Kavramsal olarak yaptığımın karşılığını almaktır mutlu olmak. Yani maça çıktım, yendim, yenince insanlar beni alkışladılar ve ne kadar iyi top oynadığımı söylediler. Onların bunu söylemesiyle mutlu oldum. Peki bu iki kavrama, bu bilgi ve kavramın iki ayrı fonksiyonuna sahip olan insanların hayat biçimlerindeki eksikliği şöyle tamamlarsak gerçek bir düşünce adamının temel mental düzeyini düzeltebileceğiz. Yaptığım şeyin istediğim karşılığı alması mutluluk olarak adlandırılabilir. Dolayısıyla bu andan itibaren cümlelerimizi önce parçalayıp sonra bilgi ve kavramlarını ortaya koyup sonra bir araya getirmeye başlayacağız. Peki bu yaptığımız şey bir başka şeye sebep olacak mı? Elbette. Özün ve sözün birleşmesini sağlıyor olacağız. Eğer bir insanın özü yani kavramsal olarak aklındakileri ve dilinde var olan sözü birse dürüst bir adamdır. Eğer bir insanın özü ve sözü çatışıyorsa bu adam sahtekardır. Eğer bu adamın özü ve sözü birbirini tamamlıyorsa bu adam için strateji ancak eksik söylem ve eksik bilinçle hayata devam eden bir adam olduğu söylenebilir. Ve eksik bilinçle hayata devam eden bir adam olduğu söylenebilir. Dolayısıyla bu mental hazırlık özün ve sözün birliğini sağladığı gibi tam da yaşamak istediğiniz alanın sizin için oluşmasını sağlar. Şimdi biraz sonra dersin sonuna geldiğinizde bir daha dinleme ihtiyacı hissedeceksiniz. Evet bir daha dinleyeceksiniz. Bunu dinlerken birkaç örneği birkaç üzerinden geçeceksiniz. Ve sonra linki doldurmaya başlayacaksınız. Yani Google Forms'lardan bir link elinize ulaşıyor olacak. O linke tıkladığınız zaman orada 8 tane soru ve pratikle karşılaşacaksınız. Merak etmeyin. Her pratik sizi zorlarken sizi bu dersi öğrenmenize vesile olacak. Ve bütün bu yaptıklarınızı bir dahaki derste tekrar değerlendiriyor olacağız. Bir dahaki derste görüşmek üzere. Özü ve sözü bir olan insanlarla. Hadi kolay gelsin bakalım."} Herkese hayırlı haftalar. Geçtiğimiz hafta başladığımız birinci dersin ardından katıl butonuna tıklayarak birinci dersimizden itibaren bizimle yolculuğa çıkanların sayısı her gün çen gün artıyor. Onlar arttığı için, onlarda biraz ödevlerini yapmak için biraz daha zaman istediklerini hem yorumlarından hem de forumlara gelen cevaplardan anlayabiliyorum açık bir şekilde. Tabii ki her şeyin başında ufak tefek düzenlemelere ihtiyacımız var. O yüzden bu hafta şöyle bir şey yapıyoruz. İkinci dersimize başlıyoruz. İkinci dersimizin ödevlerini de beyan ediyoruz. Ama hem birinci dersiniz için haftaya cuma günü akşamına kadar sizlere müsaade ediyor olacağız. Ve cuma günü akşamına kadar sizlere müsaade ediyor olacağız. Cumartesi günü değerlendirmelerimizi bitirdiğimizde de pazar günü başlayan üçüncü dersimizin öncesinde bu edevlerinizin üzerinizden biraz geçiyor olacağız. Kimi zaman yaptığınız ödevlerde özene bezene bazı şeyleri yazıyor olmanız bizim için ehemmiyetli ve kıymetli. Olmanız bizim için ehemmiyetli ve kıymetli. Onlara binaen bazen farklı şekillerde özel nitelikli ödevlerimizde zaman içerisinde gelişim gösterecek. Biraz sakinlik lazım çünkü daha yeni başlıyoruz her şeye. Daha ikinci dersimizdeyiz en az 4-5-6'yı bir devirmemiz lazım mantığı kavrayabilmek için. Bugün bambaşka bir mantık üzerinden değil. Aynı şeylerin üzerine bir başka şeyi koyarak devam ediyor olacağız. Geçtiğimiz haftada bitirdiğimiz yerden devam ediyor gibi olacağız ama başlı başına bir konu anlatacağız sizlere. Şimdi geçtiğimiz hafta kavramdan ve bilgiden bahsettik, biraz kafanızı karıştırdık. Bunun sebebi ise bugünkü dersimizle alakalıydı. Bugünkü dersimizde ilişki kurmanın esasını anlamaya çalışacağız. Ama zannettiğiniz gibi hemen ilişkinin temel niteliklerinden yola çıkarak kim doğru kim yanlış söylüyor ya da bu işin gerçeği nedir noktasına daha gelmiş değiliz. Önce kendimizi tanımak zorundayız. Sebep şu bugüne kadar birileri bize genellikle uzaktaki bir cismi göstererek ayın güzelliğine bir baksana dediler. Bazıları aya baktılar şiirler şarkılar yazdılar. Bazıları aya baktılar mehtaba karşı keyfe daldılar. Belki bazıları hüzünlü bir anını anılısını hatırlayarak ağlayıverdiler. Ama hakikat şuradan başlıyor. Kavram ve bilginin nerede bir araya geldiği. Kavramla bilgi insan vücudunda bir araya geliyor. İşte bu noktada herkesin kaçırdığı en önemli şey insanın ta kendisi. İlişki kurmanın formülü için muhteşem iletişim kitaplarını okumadan evvel, iletişimde beceri kazanmadan evvel önce ilişkinin muhataplarını tanımak zorundasınız ve bir ilişkinin en birinci muhatabı sizsiniz. Çevrenizde var olan her şeyi anlayabilmek ve kavrayabilmek uğrunda ömür tüketmiş felsefecileri koyalım şimdi bir tarafa. Önce kendimizi tanıyalım. Madem ki bilgi ve kavramdan oluşan hayat biçimimiz en nihayetinde iletişimimizi etkiliyor. Hayat biçimimiz en nihayetinde iletişimimizi etkiliyor. Yani iletişim temelinde var olan her şeyi bu bilgi ve kavramla beraber ele alıyoruz. Bu durumda birinci bölümde ifade ettiğim gibi insanın önce kendisinden haberdar olması gerekiyor. İnsanın kendisinden haberdar olabilmesi için bugüne kadar verilmiş çabaların pek çoğunda birinci bölümde söylediğim gibi insanın kendisi hep ihmal edilmiş taraftadır. Dolayısıyla bilgi ve kavramı bir araya getirdikten sonra yaratılış ve varoluşun yönünde hareket etmeye başlayan insanoğlunun biyolojik mental hazırlığını gerçekleştirmesi gerekiyor. İşte bu noktada mental ile bizim vücudumuzu bir arada değerlendirmeye başlayacağız. Her araç gibi biyolojik yapımızın da yola göre hazır olması gerekiyor ki hayatımız boyunca genel olarak söylemek gerekirse yolu biz belirleyemiyoruz ya da yolu belirlesek bile yolda karşımıza çıkabilecek şeyleri biz belirleyemiyoruz. Dolayısıyla tabloda görmüş olduğunuz hayatın bütünü öncelikle şunu anlamamız gerekiyor. Biz bir yolculuktayız. Bunun adı yaşam ve bu yaşam yolculuğu üzerinde biz bir varlık olarak bir araç halindeyiz. Bedenimiz bu aracın ta kendisi. Ama bedenimizin içerisinde anlamı meydana getiren yani kavramla bilgiyi bir araya getiren, tecrübelerden yararlanan, gördüğü göremediği, her şeyi hayal ederek bütünleştiren, sonra da direksiyon başına geçen adamın beyni nihayetinde genellikle bu araçtan çok daha büyük bir şey ifade ediyor. O yüzden beyni burada tamamen daha büyük aracın içinde gibi ama aracın çok daha üstünde bir kavram olarak görmemiz gerekiyor. Yol boyunca hareket ederken karşımıza çıkan her türlü tabela, ikaz aslında bizim savunma sistemimizi tetekliyor. Genellikle insanlar ve ülkeler her ne derseniz deyin karşılarına herhangi bir ikaz çıkmadıkça bir problem çıkmadıkça savunmaya geçmezler. Dolayısıyla gördüğümüz bütün tabelalar, ingeler, yazılar, hastalıklar geçirdiğimiz vücudumuzun tamamı buna göre bir savunma mekanizması işletiyor. işletiyor. Sonra bütün bunlar bir araya geliyor ve insan zaman zaman varlığıyla, yaşamıyla, anlamıyla, savunma tabelalarının etkileriyle kah hızlıca, kah yavaş bir biçimde bazen tam durmak üzereyken yeniden yola çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla biz de buna ilerleme tarafı diyoruz. Şimdi tablonun tamamını iyiye bakmanız lazım. Hatta videoyu doldurup şöyle sakince bakmanız gerekiyor. Çünkü bundan sonraki adımların tamamında anlamı, yaşamı, varlığı, savunmayı ve ilerlemeyi dışarıda değil kendi vücudumuzdaki karşılıklarıyla ölçümlemeye başlayacağız. Kendi vücudumuzu bakarken vücudumuzda aslında hayatın bütününün var olduğunu hayatta hep dışarıya bakarken en çok kendimize bakmayı unuttuğumuzu göreceğiz. Dolayısıyla en unuttuğumuz yerden en fazla golü yiyen insanoğlunun mental hazırlığının biyoloji ile birleşmediği sürece daha sonraki adımlara sağlıklı bir biçimde geçemediklerini göreceğiz. O yüzden vücudumuzu tanımak, aynı zamanda hayatı tanımak, aynı zamanda yolu tanımak, anlamı verebilmek, varlığımızın ne olduğunu anlamak adına oldukça mühim. Ama bu ehemmiyetin yanında bir şey daha lazım şimdi bize. İyi de bunu yapmak ne işe yarayacak sorusunun cevabını kısaca verelim ki sonraki adımlara geçtiğinizde kafanıza bir soru işareti takılmasın. Çünkü en büyük beynimiz nihayetinde bir şey takıldığında ne yol görüyor, ne varlığının farkında oluyor, ne tabelaları görebiliyor, ne de hangi hız seviyesine ulaştığını görebiliyor. Radara takılıp cezaya girebiliyor. Kadim tıp bilgisinin geçmişten bugüne kadar kalmış olan değerlerine bakılırsa eğer, hakikat insanın düşünce sistemi, onun sağlığını ve vücut yapısını baştan aşağıya etkilemektedir. Tıp başta olmak üzere yaşadığımız dünyada genel itibariyle ilaçlara, aletlere, MR cihazlarına mecbur kalışımızdaki mahiyetle beraber felsefe dünyasında sadece insanın kendisinden hariç olana bakmaya olan eğilimi bu noktada kısaca araya koymamız gereken önemli bir anekdottur. Bu anekdot aynı zamanda bu dersin ehemmiyetini biraz daha iyi kavramanız için önemli. Zira insan hayatında araçlarla amaçların yerleri değişmeye başladığı andan itibaren kendisinden hariç olanlarını görmeye başlayarak gördüğüm zanneder. Ama insan kendinde olanı görmedikçe hakikatle asla karşılaşamayacak, düşünce dünyasını ve düşünce teorisine giriş derslerinde göreceğiniz üzere gerçek manada bir düşünce adamı olabilmeyi asla başaramayacaktır. Bu noktada bir sporcuyu örnek alabilirsiniz. Sporcular vücutlarını neden geliştirirler? kalabilirsiniz. Sporcular vücutlarını neden geliştirirler? Eğer onların amaçları bir ödül almaksa nihayetinde bu ödülü bir amaç haline getirip insanın vücudunun kendisini bir araç haline getirdiğini göreceksiniz. Bu süreç boyunca da vücudun araç olmasıyla beraber onu haddinden fazla yormaya çalışacak ve amacınıza ulaşana kadar kendinizi perişan edeceksiniz. Elbette içinizden bazıları o ödülü alacak. Yani amacına ulaşmış olacak. Ama geri döndüğünde araç görmesi gereken pek çok şeyi görmeyerek dikkat tabelasının asılı durduğu en önemli hayat konularını çoktan kaçırmış olacaktır. Ve bu noktada onun önüne geçmek için, onu diskalifiye etmek için çalışacak olan bir başka sistematiği asla göremez. Devletler için de bu geçerlidir, insanlar için de. Sonuçta her insan bir devlettir aslında. İşte bu noktada amaçlarla araçlarımızın bir yerini değiştiriverelim önce. Amacımız gerçekten iyi bir sporcu olmaksa bunun içerisinde ödüller sadece bir araçtır. Bu iki kavram arası farklılığı doğru bir şekilde yerine koymadığımız müddetçe ne için yapıldığını bilmeden bir şeyler isteyen insanlar haline dönüşürüz. bir kazanca adım atma çabasının her birisi hem başarısızlıkla sonuçlanacağı gibi hem de elde ettiğiniz tüm başarıların başkalarının zararına olabilecek şekilde şekillenmek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla bu dersin sonunda araçla amaçlar arasındaki farklılığın daha vücudumuzdan başlayan önemli bir ayrım gerektirdiğini de göreceksiniz. Bu ayrımı yapmadıkça da doğru bir düşünce mantığına ne yazık ki ulaşamıyor olacağız. Şimdi tam da burada varlık sebebimiz olan vücudumuzun iki temel sisteminden bahsederken bir an önce bahsetmiş olduğumuz araçlarla amaçlar eğer birbirine girerse biyolojik olarak vücudunuzun da bunu destekleyeceğini anlamanızı sağlamış olacağız inşallah. Efendim hakikat şu varlığınızın devam ettirebilmeniz için genellikle Allah korusun eğer son nefesinizi veriyorsanız başucunuza gelmiş olan doktor ya da hemşirenin kontrol ettiği iki önemli şey var. Bunlardan biri nabzınız, diğeri ise nefesiniz. Yani dolaşım sisteminiz ve solunum sisteminiz vücudunuzun varlık olarak devam edebilmesi için iki temel ve ana gereklilik. Eğer buna amaç diyebiliyorsanız bu amacın varlık amacınızın içinde bu iki organımızın bize iki şey anlattığını çok özetiyle beyan edeceğim. Siz elbette birkaç kez daha dinleyerek düşünmeye başlayacaksınız. Kalbimizden önce akciğerimize bakalım. Akciğerimiz bir başkasının bizim adımıza üretmiş olduğu oksijeni tüketen bir yapıdadır. Kalbimiz ise aslında bir başkası için atmak üzerine yaratılmış olan bir organımızdır. Dolayısıyla başkasının bizim için yaptıklarıyla, bizim başkaları için yaptıklarımız, varlık amacımızı oluşturur. Eğer bu amacın böyle değil de, bir başkası benim için değil, kendisi için o oksijeni üretti zaten, kalbim de bir başkası için değil değil kendi varlığım için atıyor zaten derseniz bu durumda artık varlık sizin aracınız haline gelecektir. Halbuki esas olan varlık amacımızı öğrenebilmek ya da varlık amacımız üzerine hareket edebilme kabiliyetini sağlamaktır. Varlığı bir araç olarak kullanan düşünce sistemi genel olarak bütün düşmanı hem dışarıda aradığı gibi genellikle o düşmanı alt edebilecek insan tipini yetiştirememekte. Ama varlığı bir amaç olarak edinip biraz önce saydığım şekliyle biyolojinizi yeniden ele alırsanız eğer bu sefer yaşamın araç formuna geçtiğimizde karşımızdaki düşmana nasıl davranmamız dostumuzla nasıl hareket etmemiz gerektiğini çok daha iyi anlıyor olacağız. Kafanız karışmasın. En sonunda hepsini bir araya getireceğiz. Geldik yaşamsal fonksiyonlarımıza. Hayatımızı devam ettirebilmek için yemek yiyoruz. Bu yemeği yerken ağzımızdan başlayan süreç aslında bir seçimle başlıyor. Hem midemiz hem karaciğerimiz hem buna bağlı olan bütün organlarımız biyolojik olarak bizim yaptığımız seçimlere göre hormonlar, enzimler salgılıyorlar. Onları öğütmeye çalışıyorlar. Zehirse vücuttan atmaya çalışıyorlar. İnsan hayatında ağzıyla bir seçim yaptığını unutuyoruz. Öyle garip bir organ ki bu. Hem söylediklerimizıyla bir seçim yaptığını unutuyoruz. Öyle garip bir organ ki bu, hem söylediklerimizle bir seçim yapıyoruz, hem de seçtiklerimizi yedikçe vücudumuzun buna göre refleksler vermesini, buna göre bir takım enzimler ve hormonlar üretmesini bekliyoruz. O zaman yaşam dediğimiz şey aslında bir seçimler algoritması ile oluşuyor. Ama yine biraz önce bahsettiğim gibi eğer yemek yemek sizin için bir araç değil amaç olmaya başlarsa bu durumda düşünce mantaliteniz baştan aşağı değişip önünüze konulan her şeyi yiyebilme potansiyeline erişiyorsunuz. İşte bu durumda reklam yapan insanların reklamcıların yaptıklarına kızmayın lütfen. Çünkü onları siz seçiyorsunuz. Çünkü genel itibariyle sizler ya da toplumların geneli diye söyleyelim. İnşallah bu derslerin sonunda bu mantıkayı değiştirmiş olacağız. Genellikle amacımız yaşamak olunca araç olmaktan çıkan bir unsur önümüze gelen her şeyin tadına bakmayı tercih etmeye başlıyor. Eh, tattığımız her şeyin de vücudumuza faydalı olduğunu söyleyemeyiz elbette. Şimdi bu ikisini birleştirmeye başlamak için anlam bölümüne gideceğiz. Ama ufak bir ara vereceğiz. Çünkü vücudumuzun savunma ve bu savunmanın bir sonucu var. O ikisini de anlatalım. Son tabloda hepsi birleşecek merak etmeyelim. Son tabloda hepsi birleşecek merak etmeyelim. Savunma sistematiğimiz işte tam da bu anlamda bir şeyin farkında olabilmek anlamına geliyor. Çünkü gerek böbrek üstü bezlerimiz gerekse lenf düğünlerimiz gerekse bütün vücudumuzun organlarında bu yabancı hücre ve bakterileri her ne varsa tanıyabilmek adına ciddi bir uğraş veriliyor. Bu uğraş karşısında oluşturulan savaşçı hücrelerimiz kanımızla beraber harekete geçirip savunmayı tetikliyor. Vücut her an deyakkuzda olmakla beraber genellikle gelmiş olan yabancı maddeyi tanımlama için bir süre geçiriyor ve bu süreç ancak farkında olabildikçe başarılı olabiliyor. Bugünlerde üretilen aşı konusundan ötürü bu konuda oldukça bilgi sahibi oldu herkes. Vücudumuzun bir mikrobu tanımama halinde ona karşı bir savunma gerçekleştirmesi mümkün olamıyor. savunma gerçekleştirmesi mümkün olamıyor. Bu durumda varlığımızı ve bu varlıkla sonra devam eden yaşantımızı, yaşam biçimimizin karşısında olacak her türlü olaya karşı savunma mekanizması gerçekleştirebilmek için biyolojik bu yapılarımızla beraber her şeyin de farkında olabilmemiz gerekiyor. Öyleyse yabancıyı ve yabancı olmayanı birbirinden ayırt edebilmemiz sadece geliştirdiğimiz savunma taktikleriyle değil, işte bu ana gelene kadar vücudumuzdaki dolaşım, solunum, sindirim, iskelet ve kas sistemimiz ve boşaltım sistemimize kadar bütün sistemlerin bir arada doğru ve düzgün bir şekilde çalışmasını gerektiriyor. Öyleyse savunma tek başına bir düşman gördüğünüzde ona karşı saldırmanız da nihayete eremiyor. Önce düşmanınızı tanıyabilmeniz gerekiyor. Gelin şimdi bir örnek vermeden evvel beraberce meseleyi biraz toparlayalım. Daha iyi anlaşılabilir hale getirmeye çalışalım. Şimdi en başta bir varlık meselesinden bahsettik ve varlığımızın iki tür olabileceğini söyledik. Birinci türde bir amaç oluşumuz söz konusu, ikinci türde ise bir araç oluşumuz söz konusu. Eğer varlığımızı araç olarak seçersek yani bu durumda yaşamımız bir amaç haline gelmeye başlarsa işte bu durumda savunma mekanizmasındaki bütün farkındalığımız yaşam fonksiyonlarımızı ayakta tutan sindirim sistemi, iskelet sistemi, üreme sistemi gibi konularda olacaktır. Ve buradaki farkındalığımız genel anlamıyla bunların bizim hayatımıza katacağı artı değerler üzerine odaklanırız. Bu durumda şekerli şeyleri almayı ister, cinsel içerikli ürünleri ya da görselleri seyretmekten zevk alırız. Çünkü yaşam bizim için bir amaç haline gelmiştir. Yaşamanın amaç olduğu yerde anlamı oluşturan aklımız bu andan itibaren toplumun bir önceki derste anlattığımız gibi kavramla bilgi arasındaki karmaşasına sebep olur. Ve artık ona verilen bilgiyi direkt kavramsallaştırmaya başlar. artık ona verilen bilgiyi direkt kavramsallaştırmaya başlar ve onun için her gelen bilgi yaşamının amacına vermiş olduğu destek kadar önemlidir ve bu destek onu ilerletecektir ama bu duraksamalı bir ilerlemedir öyle ki her nerede yaşam amacına ters düşen bir şeyle karşılaşır olsa bu durumda savunma farkındalığını bu sefer savaşçı pozisyonuna çevirecektir. Dünyanın isterseniz büyük devletlerini ele alın ya da bir istihbarat konusunu veya bir öğrencinin ders çalışma biçimini hiç fark etmez. Onu dersten alıkoyacak olan ana unsur, yaşamını amaç haline getirmesinden ötürü oluşan, vücudunun istediği sindirim ve üreme fonksiyonlarına destek sağlayacak konular üzerine odaklandırılacaktır. İşte biz tam da burada insan biyolojisini anlatarak, İşte biz tam da burada insan biyolojisini anlatarak aslında yaşamın bir araç, varlığın bir amaç olduğunu anlatmaya gayret ettik. Varlık amaç olduğu andan itibaren savunma sistematiğiniz, varlığınızı ortadan kaldırabilecek olan ne varsa buna karşı gelişecektir. Elbette ki varlığınızı oluşturan ana amacınızda da önemli bir incelik var. Kalbinizin başkası için atması veya akciğerlerinize doğan nefesin bir başkası tarafından sizin adınıza üretildiğine inanmak, savunma biçiminden sonra oluşan anlamın sizi daha ilerilere taşımanıza yardımcı olacaktır. Buna nazaran hayır bir ağaç benim için oksijen üretmez. Dolayısıyla ben de bir başkası için yaşamak zorunda değilim. Evet varlığımı bir amaç olarak ele alıyorum ama sizin gibi düşünmüyorum derseniz. İşte bu durumda çok hızlı ilerlemeler kaydedebilirsiniz. Ama günün birinde tam da sizin gibi düşünen bir başkasıyla karşılaşırsanız artık onun için ortadan kaldırılması gereken birisi haline dönüşürsünüz. Sadece canınıza kastedeceklerini düşünmeyin. Tam da orada sizin varlığınızın temel fonksiyonları nelerse onları ortadan kaldırmak için ellerinden ne geliyorsa yapacaklardır. Ben her zaman pozitif ve anlamlı manasıyla ortaya koyayım bu değerleri ve size küçük bir örnek daha ekleyerek dersimizi tamamlamaya çalışıyor olalım. Bir örnekle konuyu pekiştirmeye çalışalım. Diyelim ki lise yıllarındasınız, biraz göbeklisiniz ve spor faaliyetleri hususunda ilerlemiş olan arkadaşlarınızın diğer insanlar tarafından daha ilgi çekici olduğunu gördünüz. Bu durumda siz de eğer spora başlarsanız başkalarının sizi daha fazla ilgi göstereceğine dair bir düşünceniz oluştu. Yani yaşamınızdaki bir olgu oluşturmaya çalıştınız. Bunu oluşturduğunuz andan itibaren bütün savunma mekanizmanız bu tarzda futbol ya da basketbol ya da diğer spor branşlarında başarılı olan insanlara karşı kem gözle bakmak üzerine gelişecek. Kem gözle bakmak ya da onları kıskançlık dürtüsüyle oluşması ise vücuttaki yağlarınızı uzaklaştırmakta zorlanacağınız anlamına geliyor. Ve bu anlam size gitgide kalıcı hale gelirken bir hırs meydana gelmesine bu hırsında daha fazla çalışarak daha iyi bir sporcu olacağınızı olan inancınızı arttırır. Bu durumda da çevrenizde mental olarak geliştirmeniz gereken alanların gelişmesine engel olacaktır. Bu durumda şuna bakmalısınız. Diğer insanlar bu sporcu insanların hangi özelliklerine odaklanarak onlara değer veriyorlar? ana odanda güç varsa, varlık çerçevesinde vücudunuzun bir amaç olduğu olgusuna ulaşabilmek için, yaşamdaki güce erişebilmek anlamında sadece sporun yeterli olmayacağını görmeye başlarsınız. Bu durumda yanınızda taşıdığınız bir kitap ve bir yürüyüş parkuru sizin için daha sakin ve dingin bir süreci oluşturacaktır. Bu sükunet kendi düşünce dünyanızı geliştirirçe savunma mekanizmanızın daha dinç bir insan olabilme ve bu dinçlikle gücünüzü ifadelendirme konusunda size vücudunuz tarafından destek olunmaya başlar ve LERV sistematiğiniz diğerlerine nazaran daha yavaş geliştiği zannedilen ama bir anda geliştireceğiniz vücut formunuzun temellerini oluşturmaya başlar. Bu noktadan itibaren hayata getirdiğiniz bu yeni bakış açısıyla vücudunuzun alacağı bütün tepkilere beyninizin katacağı anlam şudur. Güç sadece vücutta değildir ama vücut bu işin bir parçasıdır. Bu parçayı güçlendirebilmek aynı zamanda derslerde de başarılı olmayı gerektirir. Dersinde başarılı olan insanların da ilgi çekici olduğunu görmeniz her ikisine aynı anda yapabilir olmanız anlamına gelir. Karşı taraf her ne kadar bir şampiyona kupasını kaldırmaya çalışıyor olsa da bu yürüdüğünüz yolculukta çok küçük bir şey olduğunu adım adım görmeye başlarsınız. Onlar o kupayı kaldırmak için günlerini saatlerini sadece spor salonlarında harcarken siz spor faaliyetiyle beraber geliştireceğiniz düşünce dünyanızda çevrenizdeki insanlara fikrinizi beyan etmeye başlarsınız. Bu durumda gittikçe zayıflayan bünyenize nazaran gelişen düşünce biçiminiz sizin güçlülük ve bu gücün yanında olma talebinde olan insanlar için çok daha çekici bir argüman haline gelecektir. Sakın ola bu söylediklerimi kesinlikle yapılması gereken bir süreç olarak anlamayın. Herkes daha kolay anlasın diye sadece bir örnek verdim ki bu örneğin bir benzerini sizde ödevlerinizde de isteyeceğim. Geldik dersimizin sonuna. Elbette ki her söylediğimiz sözün biraz daha üzerinde düşünmeniz biraz vakit kalem oynatmanız gerekecektir. Sonda verdiğim örnek en basitinden anlaşılsın diye verdim. İçinde bir takım eksiklikler olduğunu bilerek hem de. O eksiklikleri yine ödev kısmında karşılaşacaksınız. Bir oyun oynuyoruz karşılıklı ama ben sizin rakibiniz değil, sizin yanınızda olan taraftayım bunu unutmayın. Efendim haftaya görüşmek üzere. Şimdilik kendinize iyi bakın."}
Efendim herkese merhabalar. Üçüncü
dersimizde sosyal hazırlık bölümünde beraberiz. Önceki derslerimizde verdiğimiz ödevlerle ilgili olarak sonradan aramıza katılacak olan arkadaşlarımızın bizlere nasıl bu ödevlerden sonuçlar çıkaracağını soranlar oluyor elbette. Bunun için en temelde şunu söylemem lazım. Gittikçe değişen bir sınav sistemi olacak. Yani sürekli ödevlerimiz değişiyor olacak. Sonrasında da her ödevler için ayrı birer video ekleniyor olacak. Aramıza hala katılım sürekli ve yoğun bir şekilde devamacak ve ben size ödevlerinizle ilgili cevaplar verdiğimde ardımızdan gelen arkadaşlarımız kardeşlerimiz o ödevlerde yaptığımız tespitleri dinledikçe kendileri adına çok rahat bir biçimde sonuçlar çıkarıyor olacaklar. hem testler olduğu gibi hem klasik sınavlar olduğu gibi bunların içerisinde yapacağımız değerlendirme ve örneklemler insanların kendi hata ve eksiklerini görmelerine yardımcı olacak. Bu konuda lütfen çok rahat olun. Bu arada hala da hazırlık aşamasında olduğumuzu lütfen unutmayın. Çünkü düşünce teorisine girişte henüz hazırlık sınıfındayız. Bir düşünce adamı olmanın yolu iyi bir hazırlıktan geçtiğinde unutmayın ve bunun için sabırlı ve dersleri en az 3 defa dinlemeye gayret ederek ödevlerinizi yapmaya çalışın. Bu eğitim sistemi normal şartlarda ilerleyen doğal bir akış üzerine kurgulanmıştır. Yani insan gibidir. İnsanla uğraşıyorsanız eğer klasik ortodoks eğitim sisteminin dışında olmanız gerekir. Bu yüzden her seferinde farklı bir konu mu görüyoruz biz acaba diyenler elbette oluyordur. Ama hakikat şu, bütün farklılıklarınızın birleşmeye başladığını hissettiğiniz anda hazırlıklarımız tamamlanmış olacak. Evet bugün sosyal hazırlığa geçiyoruz. Hadi başlayalım. Hatırlayacaksınız birinci bölümde bilgiden ve kavramdan bahsederek bunun mental bir hazırlık olduğunu ifade etmiştik. İkinci bölümde de amaçlar ve araçlardan bahsederek biyolojik bir hazırlıktan bahsetmiştik. Ne alaka diyenler olmuş olabilir. Hadi birleştirelim şimdi. İnsan hem mental bir varlıktır, düşünceleri vardır hem de vücudu vardır. Peki bütün bu ikisi bir araya geldiği zaman insanın sosyal bir kavramı ortaya çıkmıyor mu? Yani bugün sosyal hazırlığımızı nasıl yapacağız? Ondan bahsedeceğiz. Bu noktada sosyologların yapmış oldukları toplum bilim üzerindeki çalışmalar Sosyologların yapmış oldukları toplum bilim üzerindeki çalışmalar toplumu genel olarak ele alırken insan ve insani yapıyı bir noktada bir başka yere aldıkları için genellikle tutarsız sonuçlara ulaşabilirler. Bu yüzden biz bugün insanın o toplumun merkezinde olan esas olduğunun bilinciyle hareket etmeye başlayacağız. Onu öğreneceğiz. Peki sosyal insan dediğinizde hani ne derler bugün o tarz bir insan için? Tanınmış bir adam, sevilen bir adam, takip edilen bir adam, aa önder, önümüzde yürüyen bir adam. Ama sosyal insan asla ve katiyetle bunlar anlamına gelmiyor. Sosyal insan bir topluluğun içinde olduğu bilincine sahip olan insan tipidir. Peki bir insan zaten bu topluluğun içinde olduğunun farkında değil mi? Hepimiz bir toplumda olduğumuzu bilmiyor muyuz? Ne alaka demeyiniz? Biz bir bilinçten bahsediyoruz. Böyle bir bilinç insanoğlunun yaşadığı toplumla entegrasyonunu sağladığı gibi o toplumun içerisinde veya toplumun önderliğini yapacak bir düşünce adamı olmasını istiyorsak ki biz kitapta yazmaz olarak en önemli hedeflerimizden biri de bu o zaman insanoğlunun toplumsal bir bilince ulaşması gerekiyor. O zaman ve buna göre sosyal mecra, sosyal ortam, sosyalleşmek sadece birer jargondur. İnsan sosyalleşmek sadece birer jargondur. Ve bu jargonlar kapsamında bakarsanız hayata asla ve katiyetle bunlar sosyal olduğunuz anlamına gelmez. İnstagram'da sizi 100 bin kişinin takip etmesi, YouTube'da milyonların sizi seyrediyor olması sizin sosyal bir insan olduğunuzu anlamına gelmiyor. Peki sosyal bir insan ne demek? Gelin ona bakalım. Sosyal bir insanı anlayabilmek için önemli bir kavram cümlesi söyleyeceğim. Şimdi dikkatle ezberleyin bunu. Neyin içinde olduğunu bilmeyen ne yapabileceğini asla ve katiyetle bilemez. Zira bilinç dediğimiz esas aslında bilgi değildir. Bilinç ne yapabileceğimizi bilmektir. Nereden gelip nereye doğru gittiğimizin farkında olmak da yetmez buna. gittiğimizin farkında olmak da yetmez buna. İçinde olduğumuz şeyi bilebilirsek o içinde olduğumuz şey karşısında ve içinde neler yapacağımızı anlarız. İşte temel problem burada. Toplumun karşısında hiçbir şey yapmak mümkün değildir. Doğanın karşısında da duramazsınız. Dünyaya karşı kılıç sallamaya da kalkarsanız ancak bir masal kahramanı gibi belki bir ihtimal anılabilirsiniz. Ama gerçekten sosyal bir insan olamazsınız. Çünkü herkes içinde bulunduğu kaptan etkilendiği gibi o kaba kurutmuş olduğu etkiler dairesinde sosyal olabilir. Kulatmış Olduğu Etkiler Dairesinde Sosyal Olabilir Ve Bu Sosyalliktir İnsanı Gerçekten İnsani Özelliklerle Buluşturup Kendi Hayatına Diğer Hayatlara Birşeyler Katabilir Olmasına Gerçek Manada Etkileyen Unsuru Bundan Bahsetmemiz Dolayısıyla Peki Ne Yapacağınızı Bilmek dediğimizde ne diyoruz aslında? Bunu bilince yani bu bilince oluşunca ne olacak abi peki? Yani içinde olduğumuzun farkında olunca ne değişecek bizim hayatımızda? Şu değişecek. Bunu bilince neyi nasıl düşünmemiz gerektiğini fark etmeye başlayacağız. Çünkü bugün özellikle sosyal mecrada sosyalleşiyorum diyen herkese bir bakarsanız eğer, sonuçta hepimiz video kapandığında şunu demiyor muyuz? Ne yaptı şimdi bunlar? Onların ne yaptığı önemli değil. Ama milyonlarca insan saatlerce onları dinlemeye devam edebiliyor. Veya bir yazar abuk sabuk bir şeyler yazabiliyor ama okunabiliyor. Çünkü okuyucu neyin içinde olduğunu bilmeyince nasıl düşünmesi gerektiğini fark etmiyor. Bu arada düşüncelerinizi yönlendirmek değil derdimiz. Önce gerçekten düşünebilmeyi öğrenmek. Yaşadığımız toplumda hemen herkes olaylar karşısında bir yorum yapma gayreti içerisinde. Kitapta yazmazda da siz bu yorumları dinliyorsunuz. meclarda pek çok insan, gazeteciler, yazarlar, politikacılar veya bir öğrenciyseniz eğer öğretmeninizi, dersinizi, okuduklarınızı, bir tarihçiyseniz tarihi, bir marangozsanız sizden önce yapılmış olan bir kapıyı, pencereyi değerlendirmeye başlıyorsunuz. Bu değerlendirmeyi yapabilmek için ağzın yeterli olduğunu zannediyorsunuz. İşte bu noktada bütün ağızlar birleşince ve bir araya gelince oluşan durum karşısında neler olur konusunu inceleyen sosyoloji her ne kadar toplum bilimi olarak ele alınsa da toplum aslında katmanlardan değil katmanları oluşturan insanlardan oluşuyor. Tahtaya bakarken, olaya bakarken, arabaya bakarken, herhangi alacağınız bir ürüne bile bakarken, aslından başka bir şey var. Ürünün, düşüncenin, fikrin, olayın, olgunun, fraksiyonun, partinin her ne diyorsanız onun arkasında bir insan var. O halde bugün toplum incelemesine başlamak adına insanları inceleyeceğiz. Ama ilk inceleyeceğimiz insan siz olacaksınız. Çünkü sosyolojik olarak size en yakın olan insan sizsiniz. Dolayısıyla önce sizi inceleyeceksek bu inceleme metodunu öğrenmek zorundayız. Ve bu metot ileride bütün iletişim biçimleri içerisinde sizin etkin bir biçimde işe yarayacak bir formda ifade etmeye gayret ediyor olacağız. Hem kısa hem öz. Ama en önemlisi şu. Şimdi bütün toplumu bir kenara bırakın ve sadece kendiniz üzerine odaklanın. Bu dersin en önemli özelliği şu, sakın ola verilen hiçbir örnekte karınızı, eşinizi, çocuğunuzu, sevgilinizi, bir parti ya da bir topluluğu liderini düşünmeyin. Bugün sadece sizin üzerinizde çalışıyor olacağız. Madem ki sizden başlıyoruz o halde soralım. Siz nasıl birisiniz? Genellikle davranışlarınızdan hareketle kendinizi değerlendirmeye gayret edersiniz. Ve yaptığınız davranışlar üzerinden iyi, cömert, kıskanç, bazen öfkeli, stresli bir adamım dersiniz. Ama bütün bunlar aslında bir davranışınızın sonucu olarak beyan ettiğiniz ifadeler. Peki şimdi biraz bunu bölmemiz lazım. Yani gerçek manada sizin nasıl biri olduğunuzu anlamamız, aynı zamanda sizin nasıl sosyal bir insan olabilmenizi de öğrenmemize yardımcı olacak. Çünkü bütün davranışlarımızın kökeninde aslında bir duyum var. Bu duyumlar insan vücudunda ki biyolojiyi bunun için anlattık bir algı sürecinden geçiyor. Bütün algı süreçlerimizin sonunda ise kararlar veriyoruz. Bu kararları illaki başkalarının duyması da gerekmiyor. Bu kararlarımız çerçevesinde ise davranışlarımız yani biraz önce söylediğimiz fiiller ve benzerleri ortaya çıkıyor. Bu davranışlar aslında sonucu itibariyleleriyle karşılaştırmayın. Çünkü iyi bir düşünce adamı kıyasa girmeden bunu başarabilen kişidir. Şimdi bunun sonucunda her ne olursa olsun yani eylemleriniz sonucunda her ne olursa olsun tüm bu beş ana unsur duyum, algı, karar, davranışlarınız ve eylemleriniz. Belli bir ahenk içinde olması gerekir. Dikkat edin, denge demedim, ahenk dedim. Denge ve ahenk arasındaki farklılık için biraz sabredin, dersin sonuna doğru bu farklılığı izah etmeye çalışacağız. Dersin sonuna doğru bu farklılığı izah etmeye çalışacağız. Birinin diğerinden daha fazla olması yani duyumun algıdan kararlarınızın davranışlarınızdan daha güçlü ve etkin olması aslında hiçbir şey ifade etmiyor. Tüm bunları şimdi tek tek ele alacağız ve bu ele aldığımız şeyleri nasıl bir ahenge getirebiliriz ona bakacağız. Çünkü insanoğlu yaptığı bu beş ana unsur üzerindeki sosyal insan olma çabasında hepsini aynı seviyeye getiremez. Eğer getirmiş olsa ne olur onun için de biraz bekleyelim. Şimdi duyumdan başlıyoruz. Duyum diyerek geçmeyin sosyal insanın her şeyinin en temelini oluşturuyor. Algılarımızın temeli. Bu algının temelindeki duyum fonksiyonumuzuysa dört ana unsur oluşturuyor. Biz bir şeyi görebiliriz veya duyabiliriz. Birisi bize söyleyebilir ya da televizyondan yahut işte görme dediğimiz bir yerden bir yere hareket ederken bir film izlerken görüyor olabiliriz. Bir diğer taraftansa sezgilerimiz vardır. Ve bu sezgiler de aslında duyumumuzun bir parçasıdır. Dört tane ana önemli kıstastan bahsettik şimdi. Peki bu kıstasların herhangi birisinde yaşanan problem neye sebep olur? Doğal olarak duyumlarınızdaki hatalarınıza sebep olur. Gördüğ olarak duyumlarınızdaki hatalarınıza sebep olur. Gördüğünüzü yanlış görmeniz, duyduğunuzu eksik duymanız, okuduğunuzu tam anlayamamanız ve sezgilerime güveniyorum derken ne yazık ki çuvallamanıza sebep olabilir. O zaman burada bir parantez açalım. Duyum noktasında en ahenkli adam olabilmek için bu dört unsuru nasıl geliştirebiliriz? İyi bir görüntüye sahip olmak, iyi bir görme yetisine sahip olmak için resimdeki detayları görmeniz lazım. Yani bunu geliştirmek için hani ilk okullarda ya da ilk okul öncesi kitaplarda var olan genellikle eskiden gazetelerin bir köşesinde resimdeki kediyi bulabilir misiniz? Resimdeki çekici bulabilir misiniz? Tarsındaki ifadeler var ya işte tam da bundan bahsediyoruz. O resmin içinde saklanmış olan öyle üç boyutlu fotoğraflar değil şaşı bakıp da içindeki yunusları sayma çabasından bahsetmiyoruz. O resmin içindeki detayı görebiliyor musunuz? Ve bu görüntüyü artık ne kadar hızla başarabiliyorsunuz? Dolayısıyla burada sürekli olarak kendinize haftada birkaç defa bu tarz resimleri internetten bularak çalışmanızda üzerinizden geçmesinde fayda var. Duymak için en önemli şey ne mi? Duymanın en ön güzel geliştiren unsuru duyduğunuz önemli şeyleri kalemle yazıyor olmak. Kalemle yazıyor olmak. Çünkü kulaklarımızın duyduklarını kalemle yazabildiğiniz sürece gerçekten iyi duyum sahibi olabilirsiniz. Gelelim okumaya. Dünyanın en büyük israfı işinığınız şeyleri okumanız esastır. bu. Kitabı çok beğendim. Bir okusam ne olur ki? Ne kaybederim? Okumak çok iyi bir şeydir demeyin. Gereksiz bir okumak çok ciddi bir zaman israfıdır. Sezgilere gelince bu iş biraz karışık ve uzun bir mesele. Spiritualizme kadar uzanır. Tasavvufla da alakası vardır. Ruhçulukla da alakası vardır. Cinlerle de alakası vardır. Vardır oğlu vardır. Ama sezgiler hayatımızası vardır. Ruhçulukla da alakası vardır. Cinlerle de alakası vardır. Vardır oğlu vardır. Ama sezgiler hayatımızda vardır. Batı dünyası bunu altıncı his diyor. Bundan öncekilere doğru olduğunu kabul ediyorsanız, yani görüşünüz, duyumunuz, okumayla elde ettiğiniz ilmi veriler, doğruysa eğer sezgilerinizin üzerinden 3 gün ya da en az 3 saat geçtikten sonra hala aynı sezgiye sahip olup olmadığınızı mutlaka ama mutlaka kontrol edin. Eğer bir değişim varsa sezgilerinizde büyük ihtimalle hatalar vardır. Elbette başka sebepler de var ama dersimizin ana konusu bu olmadığı için özetle böyle beyan etmeye çalıştım. Bu aşamada ise yani duyum konusunda ahengi yakalayacağız ya şimdi bu 5 ana unsur üzerinden asla yapmamanız gereken 3 tane ana unsur var. Bakın daha karara falan geçmedik. Duyumdayız. Duyduklarımızdayız. 1. Asla şüpheci olmayacaksınız. 2. Duyum aşamasında asla müdahaleci olmayacaksınız. Elbette bir trafik kazasında vefat eden bir kişi koşmamak anlamında demiyorum bunu. Gördüğünüz bir olayı değerlendirme manasında söylüyorum. Müdahaleci olmayın. Çünkü henüz duyum aşamasındasınız. Gördüğünüzün kalan kısmının kirlenmiş dogmatik önyargılığınızla tamamlamaya kalkmayınız. Yani otobüsün yarısını görüyorum. Diğer yarısını görmüyorum ama kırmızı bir otobüsün devamının da kesinlikle ve katiyetle kırmızı olması gerekir şeklinde bir fikre sahip olmayın. Çünkü akılının biri çıkıp otobüsün diğer yarısını toptan camla kaplamış olabilir. Peki duyumdan kısaca bahsettik, örnekler verdik, nasıl geliştireceğimizi anladık. Ama şimdi algı boyutuna geldik. Yani duyduğumuz bir olayın, gördüğümüz bir olayın, duyum seviyesini geçmiş bir olayın içselleştirme biçimine geçiyoruz. Genellikle bu noktada kararla algıyı bir arada değerlendirmeye kalkarlar veya karıştırırlar. Kararlar içselleştirdiğimiz şeyin ne olduğudur. Algı ise bu içselleştirme sürecimizdir. Dolayısıyla bu süreçle alakalı olarak işte daha iyi anlayabilmeniz için ikinci dersimizde biyoloji ve insan vücudundan bahsettik. Çünkü insan vücudu almış olduğu bir yiyeceği karar verip şeker mi yapacak vücudundan mı atacak veya neresinde kullanacak bu kararı vermeden önce bir algıdan geçiriyor, bir işlemden geçiriyor. O zaman bu işlem yani içselleştirme dediğimiz işlemi algı yönteminde nasıl yapıyoruz? Bu tür vücut fonksiyon işlemidir. Dolayısıyla anlattığım gibi. Dolayısıyla bir sonraki dersimiz işte bu fonksiyon kelimesi yüzünden matematikle devam ediyor olacak deyip parantezi kapatıvereyim. Yani korkmayın zor bir matematik değil parçaları birleştirmek için ihtiyacımız olan matematik. Algı içselleştirmede duyumun izlediği yol ise şöyledir. Öncelikli olarak bu duyduklarımızın bir akıl süzgecinden geçiriyoruz. Ve bu aklımızdan geçirirken de bir cevap veriyoruz. Kendi kendimize kimse duymadan. Ve bu cevaplar algı sürecimizi belirliyor. Ve bu cevaplar algı sürecimizi belirliyor. Dolayısıyla şöyle bir örnekler yaparsak eğer otobüsü görmüştük. Otobüsün ön kısmı kırmızıydı. Geri kalanına bir bakalım dedik. Bir baktık arka tarafı tamamen cam yapılmış. Arkası cam önü kırmızı. Şimdi düşünüyoruz algılamaya çalışıyoruz. Acaba bir adam neden böyle bir otobüs yapmış olabilir? Duyumlar güzel ya da algılamaya çalışacağız. İyi bir şey mi bu? Ne için yapılmış olabilir? Şimdi bu noktada insanların algı sürecinde kullandıkları 3 tane temel özellik vardır. İstersen farkında olsunlar ya da olmasınlar. Ya tecrübeleri vardır, ya bilgileri vardır, ya da sezgileri vardır. İstersen farkında olsunlar ya da olmasınlar. Ya tecrübeleri vardır, ya bilgileri vardır, ya da sezgileri vardır. Tecrübe daha önce ben böyle bir şey görmüştüm demek. Bilgi bu manada inceleme ve araştırmayla bunu desteklemektir. Sezgilerse daha önce bahsettiğim gibi doğru ya da yanlış olabilir. Şimdi tecrübe dediğimiz şey aslında yaşla alakalı olan bir konu değil. Erbabı olabilme meselesidir. Bilgi ise yanlı olmamalı, yansız bir bilgiye sahip olmalısınız. bilgiye sahip olmalısınız. Yani bu konuda doğal düşünce biçiminiz, doğal hayatınız, dindarlığınız veya dinsizliğiniz değil, olayın kendisine odaklanmanız ve olayın kendisiyle ilgili bilgiye odaklanmanız gerekir. Ve aynı zamanda sezgilerin doğru ya da yanlış olması söz konusu. Şimdi bu cevap oluşturuyoruz kafamızda. Akılsız geçimden geçti cevabı arıyoruz. Ve tam da o cevabı bulduğumuz anda kalbimiz ve vicdanımız devreye giriyor. Bu devreye girdikten sonra da algılama sürecinin tabiri caizse paketi oluşuyor artık. Bu saatten sonra bu algıyı kabul ediyoruz. Bu kabul ise iki şeye sebep oluyor. Ya aksi ispat edilinceye kadar bu kabulünüzü değişebilir olduğuna inanıyorsunuz. Ya da aksi ispat edilse bile asla bu fikrimden caymam şeklinde bir algıya varıyorsunuz. Elbette bazen cevap bulamadıklarınız da oluyor. Bu durumda arayışa giriyorsunuz. Arayışta ise aklınızla yaptığınız ama bulamadığınız sonuçları bu sefer Tecrübeli, bilgili ya da sezgi sahibi olan bir insandan bilgi alarak tamamlayıp varlık alemine yani doğru ya da yanlışlığıyla değil algılamanızın doğru olmasıyla ilgileniyoruz ya şimdi bunun iyi bir şekilde algılanması için çok önemli 5 tane formül var. Bunlardan bir tanesi şu. İyi bir algınızın olması için tat duygunuzun gelişmiş olması lazım. Acıyı sevmem demeyin. En azından bir kez deneyin. Hayatımda hiç ekşi sevmem demeyin. En azından bir kez deneyin ve dil reseptörlerinizin ihtiyacı olan algınızı geliştirecek diğer tatları denemekten korkmayın. Bu sizin algılarınızı geliştirecek diğer tatları denemekten korkmayın. Bu sizin algılarınızı geliştirecek. İkinci konu kokuların ayrımı. İnsan kokular arasında ayrım yapabilme yeteneği geliştikçe algıları gelişiyor. Desen ayrımı. Evet yanlış duymadınız. Bir kumaşın dokusu, bir fotoğrafın dokusu, pütürlü, kılçıklı, yollu, su yolu bu ve buna benzer terimlerle desenlerin içerisindeki ayrımları üzerine odaklanarak en az 3 dakikanızı geçirmeniz algılarınız için önemli bir şey. Dördüncü önemli olan unsursa harmoni yani farklı müzik dallarında özellikle büyük orkestraların müziklerini mutlaka ve mutlaka arada bir dinliyor olmak. Bir diğer taraftan beşinci önemli mesele ise cinsellik. İnsan hayatında her ne kadar büyük bir haz tutkusuyla anlatılıyor olsa da iyi bir cinsel hayat iyi bir algı demektir. Bu beş konuyu hafta boyunca ömrünüz boyunca dönem dönem hatırlayıp tekrar etmeniz algılarınızı geliştirecektir. Öğrenciler için de oldukça önemli belki bizi dinleyen büyüklerimiz çocukları için Altyazı M.K. Bulunan cevabın şimdiki gerçekleşeceği süreç geçeceği makine karar makinesi. Bu bir manada kesinlikle uygulanacak olan anlamına gelmiyor. Uygulanması gerektiğine inandığınız şeye karar diyoruz. Dolayısıyla hani bazen evde babalarımız der ya ben karar verdim şöyle şöyle şöyle. Aslında bir karar beyanıdır bu. İ bu içinde beyan olduğu için bu bir davranıştır. Bundan önce verilmiştir o karar ve algının bir sonraki aşamasıdır. Kararın kabul etkisinden hareketle yola çıkarsak eğer ya kararınız doğrudur ya da yanlıştır. Eğer doğru bir kararsa bu kesinlikle uygulanacağı anlamına gelmez. Yanlışsa da değişmeyeceği anlamına gelmez. Yani değişebilir veya kesin olmayabilir. Doğru bir karar olabilmesi için önceki süreçler kadar bundan sonra yapacaklarınız da oldukça önemli. Zira aldığınız kararın davranış ve eylemlerle olan ilişkisi, kararınızın tutarlılığı konusunda önemli fikirler edinmenize yardımcı olacak. İyi bir karar geliştirmeyi en sonunda beyan edeceğim. Şimdi kararın ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Şimdi kararınızı aldığınız gibi davranışın şekillenecek olması ve bu davranış sürecine geçecek olması sebebiyle her aşamanın takip edilmesi gerekiyor. Tamam ben böyle bir karar verdim ama bu kararı hangi davranışla karşı tarafa iletiyor olacağım? Şimdi karar verirken bu manada yapacağınız önemli argümanlar karar sonrası uygulayacağınız davranışları etkileyecektir. Yani bir şey yapma demek var, yapma demek var. Bir de yapma demek var. Bunların hepsi aynı kelime ama farklı davranışlar. Ve kararın kendisinin oluş biçimini ve sonrasını etkiliyor. Bu durumda şuna bakmamız lazım. Eğer verdiğimiz kararın tam tersi doğru olacaksa ne olacak? Kararın tam tersi doğru olacaksa ne olacak? Ya da verdiğimiz karar yanlış bir durumda olursa ne olacak? Öyle. Şimdi bir karar verdik. Dedik ki biz bundan sonra evimizde yemek sofrasında aynı anda buluşacağız. Yani herkes yemek sofrasında olacak. Bu kararın doğru olması, kendiında olacak. Bu kararın doğru olması kendi verdiğiniz bu kararın doğru olması durumunda bir olacaklar var. Veya bu bir yanlış olabilir. Çocuğunuzun okul saati eşiniz çalışıyorsa onun gelişi gidişi sizin acıkma durumunuz hastalığınız şekeriniz başka şeyler varsa verdiğiniz kararın yanlış ya da eksik olma durumu söz konusu. Şimdi doğru bir karar verip vermediğimizi henüz davranış aşamasına geçmeden evvel tartıya koyabilmek için şöyle bir yöntem uygulayacağız. Diyelim ki bir müşteriyle karşı karşıya oturduğunuz ve bir pazarlık aşamasındasınız. Tam da bu pazarlık aşamasındayken duyum, algı sonucunda bir karara varacaksınız. Ama bu kararda hani dedik ya bir vicdani etki vardır. Ve bu vicdani etkiden sonra da bir karar oluşur. Şimdi diyelim ki karşımızdaki adamın kötü bir adam olduğuna karar verdik. Yani bu adama bu indirim yapmaya değmez. Malımızı kötü kullanır, kötü yerde sergiler, sonuçta da iyi bir şey olmaz. Yani adamın kendisi kötü değil de bu adama indirim yapmak kötü bir fikir olduğunu düşünelim. Şimdi, eğer biz bu kararın doğru olduğuna inanıyorsak, yani bu adama mal vermenin yanlış olduğuna inanıyorsak biz kazanacağımız 5 TL'yi artık kazanamayız. bunu başarabilecek biri ise bu durumda daha sonra alışverişi devam edeceği için biz bundan sonra kazanabileceğimiz 10 TL'yi kaybederiz. Şimdi bu durumda şuna bakmamız gerekiyor. Eğer kazanmayı vazgeçtiğiniz 5 TL'ye nispeten kaybetmek söz konusu olan 10 TL'nin karşılaş çok daha kıymetli olduğunu, çünkü marka değeriniz ya da şirketiniz için ehemmiyetli olduğuna inanıyorsanız, bu kararı uygulamaya hazırlanabilir, davranış bölümüne, davranışın eylem, davranış bölümüne geçebilirsiniz. Ancak sizler bu saatten sonra 10 TL kaybetmenin kötü bir şey olacağını kararınız sonrasında meydana geleceğine inanıyorsanız karardan vazgeçme durumuna hazırlanmanız gerekiyor. Bunu birkaç defa birkaç örnekle aklınızdan geçirirseniz anlayacaksınız. Peki bu manada aslında ne söyledik? Şunu söylüyoruz. Kararlarınızı geliştirmek için bir, en kötüsü olduğunda ne olur? Hazır olun. En iyisi olduğunda ne olur? Buna da hazır olun. İşte bu noktada hazırlıksız bir yolcu olmamanın en önemli alanını özetiyle beyan ettik. Peki iyi bir kararı geliştirebilmek için duygularınızın kullanmanın vakti olduğunu bilmeniz gerektiğini ifade etmemiz lazım. Yani iyi bir karar vericinin hangi özelliklerinin gelişmesi gerekir? 1- Sakin olmanız lazım. 2- Sabırlı olmanız lazım. 3- Dirayetli olabilmeniz lazım. Sakin olmayı öğrenmenin yolu ya bir bebeğe ya da bir yaşlıya en azından bir gün bakıyor olmanızı gerektirir. gün bakıyor olmanızı gerektirir. Sabırlı olmanın yolu mutlak surette bir defa da olsa ya da birkaç defa da olsa toprakla uğraşmanız gerekliliğini doğurur. Dirayetli olmak ise kendinize her gün şunu 3 dakika boyunca yapacağım diyerek bunu en az 40 gün boyunca terk etmeden başarabilme gerekliliğinize bağlıdır. Peki kararlar verildi. Bu durumda artık bir davranış lazım. Bu kararın ya uygulanması ya da uygulanmaması lazım. Dolayısıyla davranışlar verdiğimiz kararların uygulanıp uygulanmaması durumunda değişkenlik gösteriyor. Eğer bu bir uygulama ise davranışa dönüşecek dolayısıyla geleceğiz. Ama önemli bir kısım var. Eğer kararımızı uygulamayacaksak geri çekildiğimiz anlamına geliyor. Peki geri çekilmek ne manaya gelir? Birincisi şudur. Ya kişi aldığı kararın sonucunda pozitif sebepler sebebiyle yani karşımdakini seviyorum ben ya da bana gelen biraz önce anlattığım müşterinin önemli dostumun referansı var. Onu çok seviyorum. O zaman verdiğim bu kararı unutacağım demesi söz konusu. Veya eksi bir sebep olabilir. Bu noktada da kararınızı uygulamayabilirsiniz. Ama burada çok önemli bir mesele var. Eğer kararınızdan geri çekilmeye karar verip bunu unutma noktasında yaptıysanız ve bunu gerçekten unutmazsanız bu büyük bir problem oluşturur. Geri çekilmenin ikinci sebebi ise bu kararınızı davranışa geçirme noktasında vaktini beklemek zorunda olduğunu olan inancınızdır. Yani ya stratejik ya taktiksel olarak ya da sabredeceğim diyerek geri çekilmiş olabilirsiniz. Şimdi bu noktada bu bir kararın uygulamaya geçilirken insanın göstermiş olduğu tavır onun davranışıdır. Şunu tekrardan ifade etmekte fayda var. Bir şekilde geri çekildiyseniz ya unutun ya da vaktini bekleyin. Yoksa arada kalırsanız unuttuklarınızıar sonrasında çok ama çok önemli. Davranışlarınız ise iki türlü olacaktır. Bunlardan birincisine pozitif davranış diyoruz. Açık kapı diplomasisi kelimesiyle de siyaset biliminde anlatılır. Yani kararınız karşı taraf tarafından hoşuna gidilmeyecek bir şeydir ama davranışınızı açık bir kapı bırakarak yaparsınız veya negatif bir tavırla tamamen kapatırsınız kapılarınızı. Dolayısıyla bunlar arasındaki denge ve denges yaptığınız davranış karşı tarafın istemediği bir şey dahi olsa açık kapı bırakmaktan yani pozitif davranış biçimfta size karşı büyük bir öfkenin oluşmasına sebep olduğu gibi ilerleyen süreçte sizin düşünce matematiğinizi de ciddi anlamda zedeleyecektir. Peki biz bu davranışlarımızı nasıl geliştirebiliriz? Sorusunun cevabı çok uzun ama ben size çok kısa ve çok güzel bir hap niyetinde iki tane önemli şey söyleyeceğim. 1. İster sevin ister sevmeyin ama en azından bir tane sevmediğiniz ya da görüşüne katılmadığınız olsun. 3 tane biyografi okumanızı istiyoruz. 2. Mutlaka tarihi romanların içerisine bir takım abartmalar ya da yanlışlar katılır. Ama sevmediğiniz bir tarihçi ya da sevmediğiniz bir ülke ya da ismin ya da bir olayın tarihi de olabilir. Sevmediğinizi de içine katarak en az 3 tane tarihi roman okumanızı istiyoruz. Bu noktada kararı size bırakıyoruz. O zaman size şimdiden 6 tane kitap okuma ödevi çıkmış oluyor ki davranışlarınız daha iyi anlaşılabilir. En azından sizin için daha iyi olabilsin. Bütün davranışlar sonuçta bir eyleme dönüştüğü andan itibaren iki durumla karşılaşıyoruz. Bunlardan bir tanesi tepki, diğeri de etki. Tepki dediğimiz, söylediğimiz, harekete geçtiğimiz davranışımızın sonucunda eylemleştirdiğimiz olay karşısında ya bir karşı görüşle karşılaşacağız ya da aynı görüşe sahip olacaklar. Dolayısıyla bu bir tepkime süreci. Etki süreci ise sizin verdiğiniz kararın eylemini ya yapıyor olacaklar ya da yapmıyor olacaklar. Şimdi bu ikisinin ayrımını yapmazsanız eğer davranışınızı yönetemezsiniz. Yapamazsanız eğer davranışlarınızı yönetemezsiniz. Çünkü tepkime sürecine girecekleriniz emir verdikleriniz değil ya karşı görüşte sahip olanlar ya da aynı görüşte sahip olanlarla beraber bir iletişim sürecinin olumlama tarafıdır. Etki ise emir verdiğiniz yapılmasını istediğiniz kişilere karşı uyguladıklarınızdır. Bunlar yapılır ya da yapılmayabilir. Dolayısıyla burada şunu asla unutmamanız lazım. İster tepkime sürecine ister etkileşim sürecine girmek zorunda olduğunuz taraflar olsun her iki tarafın da mutlak surette sizin isteklerinizi yerine getirme mecburiyetinde olduklarından vazgeçeceksiniz. Bu sözüm onların doğru bir şey yaptıkları anlamına gelmiyor ya da sizin yanlış yaptığınız anlamına gelmiyor ama aklınızın bir köşesinde bu her zaman var olmalı yoksa ani bir öfke patlaması yaşayabilirsiniz. Durum her ne olursa olsun. İster iş ortaklarınız dediğimiz o tepkileşim sürecinde olanlar ya da çalışanlarınız. Bütün bu verdiğiniz kararın eylem biçimine karşı yapıyorum ya da yapmıyorum. Aynı görüşteyim ya da hayır size katılmıyorum demeleri karşısında şimdi sizde bir şey oluşacak. Sizde bir tepki oluşacak. Eğer olumsuz bir şeyle karşılaşırsanız artık sizin de bir tepkiniz olacaktır. Veya bir geri çekilme geri adım atma süreciniz olacaktır. Bunlar en baştan beri gerçekleşen ahenge ve dengeye göre gelişir. Yani eylemlerinize göre değil. Bu ana kadar ki duyum, algı, karar, davranışlarınız eylemlerinizdeki ahenge ve dengeyi oluşturur. dengeyi oluşturur. İyi bir eylemse yani beklediğiniz sonucu almak istediğiniz bir eylemi gerçekleştirmek istiyorsanız sonuç getiren şey eylemin kendisi değildir. Sonuç getiren şey tutarlı, ahenkli ve dirayetli olmaktır. Bu yüzden ne yaptığınızda değil, eylem içerisindeki tutarlılığınıza, ahenginize ve dirayetinize bakmanız lazım. Ahenk ve dengeden tekrar bahsedeceğimi söylemiştim. Şimdi hem o farka gidelim, hem de bir bakalım, bütün bunlar nasıl ahenkli olur, olmazsa ne olur? Denge her şeyin tahterevalli gibi iki tarafın ağırlıklarının aynı olması anlamına geliyor. Ahengse ağırlıklar farklı olsa bile ortaya koymuş olduğunuz makinenin düzgün bir şekilde çalışabilmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla insan vücudu dengede değildir. İnsan vücudu büyük bir ahenkle çalışmaktadır. Zannedersem bu örnek konuyu anlamanız için yeterli olur. Şimdi gelin şuna bakın. İnsanın ahenkli bir sosyal canlı olması için buraya kadar saydıklarımızın sonucunda duyum, algı, karar, davranış ve eylemleri. Bir alt alta yazalım. Bunları alt alta yazdıktan sonra elbette sağ tarafa pozitif sol tarafa negatif diyeceğiz. Çünkü hayatımızda iyi insanlar da var, kötü insanlar da var. İyi ama pozitif bir biçimde olan insanların da negatif bir biçimde olan insanların da negatif bir biçimde olan insanların da sosyal insanlar olabileceklerini unutmayalım. Yani kötü bir insanda iyi bir sosyal insan olabilir. İyi bir insanda iyi bir sosyal insan olabilir. Şimdi hepsini alt alta yazdık gördüğünüz gibi. Şimdi 1 ile 5 arasında puanlar vermeye başlayacağız kendimize. Duyum konusunda anlattıklarımız, algı konusunda anlattıklarımız, karar, davranış, eylem hepsi için birden 5'e kadar puan vereceğiz. Sonra o yapmanız gereken o bütün pratikleri yaparken de bu puanları değiştirmeye başlayacağız. Ama lütfen acımasız olun. Kendinize kıyak geçmeyin. Gerçekten bir puan verin. Kimse görmeyecek o puanları. Sadece siz göreceksiniz. Ve en çok siz lazımsınız size. Bunu da unutmayın. Şimdi sonuçta bütün puanları yazdığınız zaman. Şöyle bir cetvel elinize. 1 ile 5 cm arasında verdiğiniz puanları ister ben iyi bir adam değil pozitif taraftan çizin ister negatif taraftan çizin fark etmez. Ortaya bir şekil çıkacak. Eğer bu şekil düz bir modelse ı harfi gibiyse yani hepsi 2, 3, 3, 4 hepsi böyle aynı şeyin üzerindeyse bu tıbbi bir problemdir. Ve çok nadir karşılaşırız. Ancak iç bükey dediğimiz yani duyum ve algının daha yüksek puanda olduğu, davranış ve eylemin daha yüksek puanda olup karar algı davranışın biraz daha düşük puanda olduğu durumlara baktığımızda bu insanlar fiil ve aksiyon adamlarıdır. Sürekli hareket halinde olmalı ve bu hareketlerinde başarılı oldukları görülür. Ama bu başarının devamı bu iç bükey halin ahenkle devam ediyor olmasını gerektirir. Bir de dış bükeler var. Evet duyum ve eylemleri biraz daha zayıf. Algı karar ve davranışları biraz daha ön plana çıkmış olanlar. Bunlar daha çok stratejisyen ve düşünce adamı tarzındadırlar. Sebeplerini şöyle izah etmemiz lazım. Az duyarlar anlamına gelmez bu algı karar ve davranışları daha gelişmiştir diğerlerine göre çünkü 1 ile 5 arasında puanlar verirken diğerleriyle karşılaştırmalı olarak bu puanı veriyor olacaksınız yani duyumum algıya göre kaç puan algım kararlarıma göre kaç puan diyeceksiniz. Ha bir de en tehlikelisi var. Zikzak modeli. Yani şekilsiz bir şey çıktıysa ortaya ki genellikle ülkemizde böyle olur. İşte bunun düzelmesi gerekiyor. Eğer bu düzelmezse ömür boyu bir başarısızlık söz konusu olacaktır. İşte bütün bu eksiklerimizi gidererek, isterseniz iç bükey, isterseniz dış bükey, bu yaratılışımızla alakalı başından takdir edilmiş bir hakikattir. Başından gelir, fark etmez. Bizim işimiz bunu ahenge kavuşturuyor olmak. Efendim geldik son tarafa. Şimdi bugünkü dersimiz bitti. Ödev kısmına geçiyor olacağız. oluşturuyor olmak. Sorduğunuzu tuhaf bir şekilde dinliyor olacaksınız. Dolayısıyla sorduğumuz sorular da verdiğiniz cevaplar karşısında oluşturacağımız o cevap videolarımız aynı zamanda sizin için yeni bir eğitim anlamına da geliyor olacak. Ama ben hala sabırlıyım. gelen kardeşlerim için bekliyorum ve hafta içerisinde inşallah birinci testimizden birinci ödevimizden başlayarak yavaş yavaş diğerlerini tamamlayacağız. Ama ne olur şu yanıt kısmını kapatmadan sizler de yavaşça bunu bitirin. Her ne kadar yanıtları kapatır olsan da sonraki gelecek arkadaşlar için yeni test biçimlerini de oluşturacağız ki inşallah sonsuza kıyamete kadar kimler gelirse bu eğitimlerden faydalanır olsunlar. Haftaya tekrar görüşeceğiz matematikte. Ama sakın korkmayın olur mu? Matematik dünyanın en zevkli uğraşlarından biridir. Nasıl olduğunu beraberce göreceğiz. Şimdilik kalın sağlıcakla."} Efendim herkese merhabalar. Düşünce teorisine girişin dördüncü dersine geldik. Matematiksel hazırlıktan bahsediyor olacağız. Herkesin okul hayatında genel itibariyle az insanın sevdiği, genellikle pek çok çeşenin çekinerek yaklaştığı bir ders konusudur matematik. Ama bizim için düşünce teorisine giriş noktasında kısaca değinmemiz gereken önemli mevzulardan bir tanesi. Çünkü hepsini bir araya getirdiğimizde yeni bir düşünce mantığına geçmeye gayret ediyoruz ya. Mental düzeyimizde varlığımızla ilgili konuşmuştuk. Biyoloji alanında yaptığımız hazırlıkta bedenimizin bizim düşüncelerimize etkinliğinden bahsetmiştik. Sosyolojik olan noktada ise yerimiz toplum içindeki noktamızı anlatırken matematiğe geldiğimizde ise problemlerimizden bahsediyor olacağız. Ama problem dediğimiz şey aslında ne anlama gelir? Bu noktadaki düşünce biçimimizi değiştirmemiz gerekiyor. Bu kelime hakkında birkaç şeyin altını çizmek lazım. Eğitim sistemi bunu kafamıza korkunç bir şey olarak yerleştirmiş olabilir. Havuz problemleri diye genel itibariyle esprilere düşmüş olan problem kelimesi bilinmeyeni bulmak, mücadele etmek, üstesinden gelmek değildir. Bu yüzden dolayı da problem çözücüler asıl itibariyle çok daha zeki olduğunu düşündüğünüz insanlar da değildir. Madem ki matematiği iyi o zaman zekidir bu çocuk dememeli hiç kimse için. Çünkü probleme böyle baktığımız için çözümleme noktasına odaklanıyoruz. Halbuki problem dediğimiz şey aslında şudur. Bir şey ya da olayın oluşu için gerekli olan bir araçtır. Dolayısıyla araç ve amaç konusundaki dersimizi bu dersi anlamak için bir kez daha dinlemenizde fayda olabilir. Peki ne demek istiyoruz bunda? Gelin ona bakalım. Sadece matematik kendi alanında değil fiziği de konuşurken uyguladığımız bir hesaplama yöntemlerinin bir araya geldiği bir bilim dalı. Dolayısıyla örneğin fizik dersine girenler ya da girmeseniz bile mutlaka duymuşsunuzdur. Bir sürtünme kuvvetinden bahsedilir. Ve genellikle fizik derslerinde çocuklar şimdi sürtünme kuvvetini ihmal ediyoruz. Bunu nasıl hesaplayacağız filan şimdilik dursun üniversiteye gelince bir bakarsınız derler. Halbuki başta söyledik ya problem yoksa oluş yoktur. Dolayısıyla sürtünme kuvveti asıl itibariyle bir maddenin yeryüzünde hareket edebilmesi için gerekli olan bir ihtiyaçtır. İşte bu noktada problemlere bakarken onların üzerine basa basa bir yerden bir yere gitmek için ihtiyacınız olan sürtünme kuvveti gibi bir kuvvet olduğuna inanmanız lazım. Ve bu noktanın oluş süreçlerini takip etmek üzere matematiğe yeniden bakmak gerektiğini anlamanız lazım. Oluş süreci içerisinde var olan aksaklığı keşfetmek sizi çözüme taşıyacak olan ana araçtır. Bugün sizlerle beraber bu taşıyıcıları ve bu taşıyıcıların özelliklerinden öğrenmeniz gerekenlere bakacağız. Çünkü problem dediğiniz her ne varsa bir kez daha ifade etmek istiyorum iyice kafaları kazınsın diye üzerine basarak bir yerden bir yere gitmenize yardımcı olan oluşun sürecidir. Ve bu süreçteki bütün taşıyıcılar sizi bir yerden bir yere götürür. Düşüncelerinizi bir yerden bir yere taşırlar. Dolayısıyla problem aman Allah'ım çözmem gerekiyor dediğiniz şey değil. Harika. Madem ki problem var bu durumda ben bir yerden bir yere yürümeye gitmeye başlayacağım ya da bir şeyler olacak demeniz gerekiyor. Matematikte özellikle herkesin en korktuğu sembollerden bir tanesi eşitliktir. Bilinmeyeni bulabilmek adına hep problem diye problemi tanımlarken uyguladıkları yanlış yönelim biçimiyle düşünce biçimimiz ne yazık ki hep o problemi zor olarak görmüştür. Matematikte ise bu gösterilen eşitlik kavramı aslında denge değil bir hareket formudur. Denge statiktir, hareket ise dinamiktir. Yani şunu demek istiyoruz. Bir yerde bir eşitlik gördünüz ve burada bir bilinmeyeni aramaya gayret ediyorsanız bu eşitlik aslında her şeyin bir şeye ulaşmak için gerekliliğine dair bir işarettir. andan itibaren burada tekrardan yeni bir şey başlıyor olacak. Bu hayatın tam da kendisi yani döngü. Hayat bu döngü içinde kaybolmak değildir. Bu döngü içerisinde bir hayat olabilmektir. Bu yüzden eşitliğin her neresinde olursanız olun durum değişmez. Yani bilinmeyenler arasında kaybolmazsınız. Her bilinmeyen sizi bir bilinene taşıyacaktır. Bugün onu öğreneceğiz. Daha doğrusu onun girişini yapıyoruz. Çünkü dersin adı düşünce teorisine giriş. Hepsinden sıyrıldıkça bunları detaylandırmaya başlayacağız dedik ya. O yüzden matematiğe bir özümser bakış yapıyoruz ve bu bakışla beraber düşünce biçimimizi değiştirmek gerekliliğini ortaya koymuş oluyoruz. Öyleyse bu gereklilikler bizlere eşitlik kavramının aslında hareketli bir hayat döngüsünde hayat olabilmek için ihtiyacımız olan bir şey olduğunu gösteriyor. Peki bu şey nasıl anlaşılmalı? Bakın olaya şöyle başlayalım. En basiti ilkokula gidelim toplama işleminden. 4 eşitliğin hemen sağında yer alan 4 hakkımına ulaşmak için 1 artı 3 de diyor olabilirsiniz. 2 artı 2 de. Yani ihtimallerin sınırlı olduğunu zannedersiniz. Bu hep böyle öğretilmiştir ya bize. Oysa ki bu sınırlar detaylar arttıkça genişlemektedir. arttıkça genişlemektedir. Yani hemen bir alt tarafta gördüğünüz üzere 1 bölü 2 artı 1 artı 1 bölü 2 artı 3 de 4 eder. Ve bu detaylar gittikçe artabilir bir olay döngüsü içerisinde veya kendi düşüncelerinizi bir yerlerde harekete geçirip eşitlik sonrasına ulaşmak istiyorsanız. Burada matematiğin en önemli kurallarından biri olan detayları azaltmanın yolu için toparlamak oldukça önemli. Matematik detayları bir araya getirebilmektir. Yani olayları öncelikle bir araya getirebilmek. İşte bu yüzden parantez kavramı matematikte bu detayların bir arada getirilmesini öğretir insanlara. İnsanların yaptığı en büyük hataysa tüm problemlerdeki rakamları bir araya getirmeden toplamaya çalışmaktır. İşte bu yüzden hayatınızdaki düşünce biçiminizde önce karşınızdaki detayların benzer özelliklerini parantez içerisinde bir araya getirmeniz gerekiyor. Detaylar istediği kadar farklı olsun benzer özellikleri sebebiyle bir araya getirilebilirler. Bir araya getirme fonksiyonuna ne kadar çok yaklaşırsanız sonuca ulaşmada harcayacağınız vakit o kadar kısalacaktır. Örneğin iş yerinde ciroların düşmesiyle beraber bir takım düşüncelere daldınız ve önünüze onlarca detay geldi. Hemen bu detayları parantez altına almalısınız. Hemen bu detayları parantez altına almalısınız. Yani personelle ilgili olan detaylar, ürünle ilgili olan detaylar, mağazanın fiziksel koşullaya çalışırken detaylar arasında boğuldum ve mahvoldum demek zorunda kalırsınız. İşte bu yüzden matematik sizlere öncelikle derleyip toparlayabilme düşünce sistemini öğretir. İyi ama böyle derleyip toparlamaktan bahsediyorsunuz. Hadi bu kısmı anladık da çözüm aşamasına nasıl gideceğiz diyenlere giriş kısmında olduğumuzu hatırlattığımız gibi her derste bir ipucu da verdiğimi unutmamanızı istiyorum. Örnek vermek gerekirse 1 artı x eşittir 4. Burada hemen x rakamının kafadan 3 olduğunu bulabilirsiniz. Bazen problemler detaylandıkça bu x'e ulaşmak daha da zorlaşıyor. Beni izleyen üniversiteyi bitirmiş hele matematik istatistikçiler bu noktada bunun basit çok daha zorları var diye olabilirler. Ama unuttuğumuz bir şey var. Her neyin çözümünü arıyorsak araralım. Çözümünü aradığımız her şey probleme dahildir. Matematikte olan bu kavram yeryüzünde var olan her şeyin içindedir. Dolayısıyla eğer bir problemdeki çözüm noktasını bulamıyorsanız, yaptığınız bütün işlemlere rağmen bir türlü çözüm bulunamıyorsa bu durumda bu eşitlikte hata var demektir. O eşitliği kurabilmeniz için her ne gerekiyorsa gereksin bilmeniz gereken bir önceki örnekten hareket edersek eğer ciroların düşüyor olması dünyanın fiziksel koşulları yani kader konusunu bir noktada tutarsanız ki onun da aslında matematiksel bir karşılığı var ama şimdilik o kadar derine girmeyelim düşüncenin kendisinde anlatacağız o kısmını çünkü tamamen fiziksel koşullar içerisinde ciroların düşmesinin probleminin çözümü bulunduğunuz dükkanın dışında değildir. Eğer detaylar arasında dükkanın dışı yoksa. Dolayısıyla çözümü hep o yazdığımız problem cümlesinin içinde arayacağız. Bulamıyor muyuz? O zaman problem cümlesini yanlış yazmışız demektir. Peki bir problemi çözmenin en etkin yollarından en başında ne mi gelir? Herkesin en zorlandığı şey doğru soru sormak. Madem dükkandan başladık oradan devam edelim. Çünkü en iyi ve en kolay anlayacağımız çözümleme noktalarından bir tanesi olarak akılda kalıyor bu ve bir düşünce adamının şimdi en önemli özelliğine geleceğiz. Siz tabi şu anda o en önemli özelliğin sadece soru sormak olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Bakın bu bile düşünce sistematiğimizin ne kadar ön yargılarla dolu olduğunu gösteriyor. Sona saklayayım sürpriz olsun bu. Şimdi dükkanın ciroları neden düştü? Böyle bir soru yanlış bir sorudur. Çünkü henüz elimizdeki etkenleri ve bu etkenleri oluşturan eşitliği kurmuş değiliz. Ben sadece bir örnek vereceğim ve çok basit olacak tabii ki. Aklınızdan bir şeyler eklemeye çalışmayın. Ürün olabilir, müşteri olabilir ve çalışanlar olabilir ve bunların toplamından oluşan eşitlik ciroların düşmesine sebep olmuş olabilir. Bu durumda önce ürünü, müşteriyi ve çalışanları gruplandırdım ve çalışanlar konusundaki problemin daha yüksek seviyede bir problem olduğunu gördüm. O zaman bu noktadaki asıl sorum şu olmalı. Çalışanların hangi hatası yüzünden cirolar düştü? Peki, burada doğru soruyu bulmak yeterli mi? Hayır. Doğru soruyu bulabilmek için en temel yöntem, odak noktanızın en başından belirlenmemiş olması gerekiyor. Dünyanın en iyi düşünce adamları ve çözüm üretebilme kabiliyetlerindeki üstünlüklerinin en temel sebebi onların sorunlarla karşılaştıklarında birinci kısımda anladığımız üzere sorunların onları bir yere taşıyacaklarını bilmeleri. İki sorunun içerisinde doğru soruyu sorabilmek için asla ve katiyette bire şeye odaklanmamaları. Yani eğer ürünlerden bir tanesini hiç sevmiyorsanız ve bir ön yargınız doğal olarak oluşmuşsa ürün odaklı gitmemelisiniz. Eğer konu müşterilerle alakalı ve onların memnuniyetiyle alakalı ancak çalışanlarınızın işe geç geliyor olmalabilmenin en önemli püf noktası asla ve katiyette bir odak noktanız ve herhangi bir ön yargınız olmamalı. Bir şeye inanıyor olabilirsiniz ama o inandığınız şeye odak noktasına koyarsanız o inandığınız şeyin doğrultusunda bile cevabı bulmanız imkansıza yaklaşmaya başlar. Elbette ki matematikteki işlemler silsilesi bu düşünce biçimimizi biraz daha karmaşıklaştırmasına sebep olacak. Ama ben karmaşıklaştırmadan giriş seviyesinde önemli bir yere değinmem gerektiğini görüyorum. Onlardan bir tanesi de bu. Dört işlem diyerek geçtiğimiz herkesin çok basit gördüğü şey aslında bizim düşünce biçimimizin temelinde var olan beynimizin çalışma algoritmasının da temelini oluşturuyor. Arap dünyasının keşfetmiş olduğu bu dört işlem aynı zamanda düşünce biçimimizdir. Bu düşünce biçiminde toplama işlemi eklenen yükler anlamına gelir. Çıkarma işlemi ise eksilen değerler. Yani bir şeyler kaybolunca da problem olabilir, bir şeyler üst üste gelince de bir problem oluşabilir. Peki çarpma ve bölme bu işin neresinde? Çarpma sürekli tekrar eden çoklu tekrar sonucunda oluşan problemler ve bunun eşitliğiyle alakalıdır. Bölme ise bir parçalanma etkisidir. Dolayısıyla bir şey parçalandıkça ortaya çıkan, bir şey bölündükçe ortaya çıkan bir problem çeşididir. Peki bu dört tane ayrı işlemin karşısında hayatımızda karşılaştığımız problemleri çözerken onlar ne ifade ediyorlar? Şimdi bu teoriden pratiğe geçmeye çalışalım. Evet tabloda da gördüğünüz gibi 4 rakamına ulaşmak için 4 işlemin 4 fonksiyonundan da faydalanabilirsiniz. 2 kere 2 de 4 eder. 8'i 2'ye böldüğünüzde de 4 olur. 6'dan 2'yi çıkarınca da 4. 1 ile 3'ü toplayınca da 4 olur. 6'dan 2'yi çıkarınca da 4. 1 ile 3'ü toplayınca da 4 olur. Bu basit usullerin her birisi aslında yeni bir düşünce biçiminde bu işlemlerin esasını ortaya koyar. Ben hemen bir örnek vererek problemleri tek tek bize nereye taşır onu çözdürmeye çalışacağım. Eğer bir yerde çarpma varsa burada tekrarlı bir şartlı problem vardır demiştik. Bu ne anlama geliyor? Örneğin bir öğrencinin sürekli zaman kaybediyorum demesi. Buradaki zaman çözmemiz gereken yani bu zamanı tekrar nasıldan bölmeden kaybetmeden çalışabiliriz sorusunu gündeme getirecek. Bu durumda çarpmanın tersi olan bölme işlemini uygulayacağız. Yani tekrarı engelleyeceğiz ve böleceğiz. Nasıl olacak bu? Zaman kaybettiğimiz konuların her birisini günün içine yaymayı ve bu tekrarı bir bölme işlemiyle engellemeyi seçiyor olacağız. Eğer bir şeyde parçalanma etkisi varsa. Örneğin çocuklarım hep oyun oynamak istiyorlar. Ve ben de kitap oynayamıyorum. Bu durumda sizin bölünen unsurunuz ne? Kitap okumanız sürekli arada bir çocuk talebiyle bölünüyor bu durum. Ve bunu sürekli kim tekrar ediyor? Çocuklar. O zaman bu tekrar eden şeyi çocuklar diye bulduysam ben bunun tersi olan çarpma işlemini yapacağım. Yani çocukları bir araya getireceğim. Çocukların oyun isteklerini birleştirip o oyun istekleri için belli bir zamanda bunu çoklaştırıp ve bunu sürekli tekrarlayarak sizin kitap okumak için gerekli zamanınızı zaman içerisinde oluşmasını sağlamış olacağım. Örneğin öğrenci bir arkadaşımın sürekli olarak futbol oynamaya gitmek benden zamanımı çalıyor şeklinde ya da oyun oynamak zamanımı çalıyor gibi bir düşünceye sahipse eğer buradaki durum nasıl bir durum? Çıkarma işlemi çünkü eksilen bir değer var. Peki çıkartmanın tersine toplama. Peki bu toplamada ana unsur neydi sizin? Oyun değil. Bu ders sonucunda ne kazanacaktınız? Üniversite. bu ders sonucunda ne kazanacaktınız? Üniversite. Dolayısıyla bu üniversiteyi kazanabilmeniz için sizden bu eksilen değeri tekrar edebilmeniz için eğer oyun oynamak sizin için çok kıymetli ve buradan kopamıyorsanız bu durumda eklenen bir yüke ihtiyacınız var. Yani daha az uyumak. Daha az uyumayı beceremediğiniz günden itibaren ise daha fazla oyun oynamaktan vazgeçmek zorunda kalacaksınız. Örneğin işler üst üste biniyor ve bu kadar üst üste binen iş de benim sırtımda öyle bir yük meydana getiriyor ki kaldıramıyorum diyenler için ana işlem ne oldu? Toplama işlemi sürekli eklenen bir yük var. Peki toplamanın tersine Toplama işlemi. Sürekli eklenen bir yük var. Peki toplamanın tersi ne? Çıkarma işlemi. Ama hemen işlerden eksiltmeye çalışmayacaksınız. ediyorsanız kazandığınız işe odaklanabilmek sizin hangi işten vazgeçmeniz gerektiğini değil hangi işe daha az zaman harcamak için hangi işe daha çok zaman ayırmanız gerektiğini gösterecektir. Dikkat ederseniz dört işlemin hiçbirinde problem olarak gördüğünüz şeyi ortadan kaldırmaya uğraşmadık. Problem olarak gördüğünüz ne varsa onu sizin için bir kaldıraç yapmaya çalıştık. Elbette bu bir anda anlayacağımız bir şey değil. Hem ödev kısmında hem de ilerleyen dönemlerde yapacağımız karşılıklı çalışmalarda bu çok daha netleşmeye başlayacak. Çalışmalarda bu çok daha netleşmeye başlayacak. Bu arada gelecek olan sorularınız mail olarak gelenlerine de ayrı ayrı cevap vermek için bir çalışmam var ve ödevler konusunda hala aramıza katılanların varlığı size biraz daha vakit kazandırmış gibi görünüyor. Ama sona geldiyse ki eğer son bir cümle söylüyor olayım bir denklemde ne kadar bilinmeyen varsa o kadar işlem vardır. Ve taşıyor olma bilinciyle hareket etmeniz sizi çok daha sıkı, çok daha hareketli ve çok daha başarılı bir noktaya taşımak için düşünce teorisine girişte önemli bir adım oluşturuyor olacaktır. Efendim aşağıdaki linkten bir ödev kısmı var ama yine bu ödev soru cevap şeklinde olsa da sizin duygu dünyanızı anlatmak için bize bir fırsat sunuyor olacak. O fırsatın videolarını çekmeye henüz başlamadım. Çünkü dediğim gibi hala aramıza katılanlar var. İnşallah artık bu haftadan itibaren şu bin rakamını yakalıyor oluruz. Çok az kaldı. O zaman çok güzel cevap videoları gelecek. Ve onlar size çok faydalı olacak. Arada sorular var o gelen soruları mail olarak atarsanız ben de size sesli olarak yanıtlayabileceğim dosyalar göndererek yardımcı olmaya çalışıyor olacağım. Efendim yolculuğumuz devam ediyor. Her bir derse vereceğiniz emek dersin haricinde vereceğiniz şahsi emekleriniz bu düşünce teorisinin giriş kısmında size yardımcı olacak. Bunu bilerek ve özellikle yapıyoruz. Bakalım kim daha fazla kendinin düşünce biçimini değiştirmeye hazır ve nazırdır. Haftaya tekrardan görüşmek üzere. Aşağıdaki linke tıklayıp gereğini yapmayı unutmayınız. Bir de kitap tavsiyesi bırakıyorum. Formun sonunda görürsünüz. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'ne girişte dördüncü
dersimizdeyiz. Kelimelerin anlamlarından sıyrılarak kavramların anlamlarını konuşuyor olacağız. Aslında pediatrik bir hazırlık dersi bu ama konunun detaylarının özünde kavramlar var. Yani çocukluğumuzdan beri bizim öğrendiğimiz, büyüdükçe çevremizde gördüğümüz her türlü tecrübe sonucunda kavramsallaştırdığımız kelimeler. Kelimelerle kavramlar arasında çok ciddi bir fark ve önemli bir etkileşim var. Birbirinden asla ayrılmaz bir ekmeğin oluşum sürecindeki ihtiyaçlarınız kelimeleri ekmeğin kendisi değil onu yerken hissettikleriniz kavramı oluşturuyor. Bu yüzden önce kafamızdaki kavramları birer birer yıkmamız değil değiştirmemiz lazım. Kelimeler tam anlamıyla bir şeyin ne anlama geldiğini bize anlatır. Yani kelimeler nedir sorusunun cevabını verir. Okul tarihimiz boyunca görmüşüzdür bunu. Kavramlarsa bir şeyin nasıl olduğunu anlatır bize. Yani nasıl yaşamamız gerektiğini. Elbette bu konuda mahir bir kavramsal düşünceye sahip olabilmek düşünce teorisine giriş aşamasında çok kolay değil. Ama şunu bilmek gerekiyor. Kelime dağarcınızın genişliği bu konuda oldukça önemli. Ama bunun yanında kavramlarınızın oturtturulması, düşünme biçimini etkileyen en önemli kavramları yeniden ele aldığımız bir ders alacak bu. Yani bugün genel anlamda pek çok kavramı değil, düşünce teorisinde çok ama çok önemli olan kavramları konuşacağız. Bu derslerimiz hafta hafta bitip ikinci bölüme geçtiğimiz zaman yani bir sınıfa geçtiğimiz zaman bunlar üzerinde detaylar başlıyor olacak. Hadi başlayalım bakalım düşüncelerimizi etkileyen bu kavramlarda ne doğruymuş ne yanlış. Çocukluğumuzdan bu yana öğretim hayatımızda özellikle bizlere en çok bu kavram hakkında yanlış bir öğretim biçimi uygulanmıştır. Zihnimiz sanki bir depo ve bu deponun sürekli doldurulması gerektiği öğretilmiştir. Bu kavramsal düşünce biçimi yüzünden zihnimiz gittikçe stok üzerinde çıktığını da zannettiğimiz acayip bir depo halinde anlaşılmaktadır. Halbuki zihnimiz bir düzenleme merkezidir. Bu yüzden zihninizi her gördüğünüzde ve her gerekli olan şeyle doldurmaya kalkmayacağız. Her şeyi okumayacağız, her şeyi takip etmeyeceğiz ve önümüze gelen her şeyi incelemeyeceğiz. Şimdi hayattaki üç şey zihninizin temel gelişim süreci için önemli olan gereklilik dir. Dolayısıyla bu üç şey haricinde ne varsa onlarla ilgili olan şeyleri okumaktan, takip etmekten ve incelemekten bir süre boyunca uzak durmanızı isteyeceğiz. Ve öyle bir süre ki tam bir düşünce adamı olabilene kadar. Hayatınızın en önemli üç şeyi vardır. Bunlardan birincisi inancınızdır. Neye inandığınız değil fark etmez ama bir şeye inanırsınız. İkinci hayat biçiminizin ihtiyacı olan şey ise yaşantınızla alakalıdır bu mesleğiniz. Yani icra ettiğiniz vazife, öğrencilik, marangozluk veya doktorluk. Üçüncüsü ise yaşantınızla ilgili olanlardır. Hobileriniz gibi ama öyle şeyler olmalı ki bunlar basit hobiler değil başkalarının hayatınaemmiyet taşıyan yaşantınız haricinde Bundan sonra hiçbir şeyi okumayıp hiçbir şeyi takip etmeyip hiçbir şeyi incelemeyeceksiniz Yok ben böyle yapmayacağım diyorsanız eğer zaten düşünce teorisinin giriş kısmında kalıyor olacağız Ne yazık ki böyle yapanlar için Çünkü zihni bir depo kavramıyla kullanmaya devam edenler boş konuşmaktan asla kendilerini alamayacaklar. Çünkü bu kavram böyle öğrenildiğinde bu hastalık peydah oluyor. Düşünce teorisinin en önemli ikinci kavramı aklımız. Aklımız bugüne kadar bize öğretildiği gibi kavramsallaştırdığımız gibi diyelim daha doğrusuyla dersimizin ana konusu olarak bir çözüm merkezi değildir. Bir hareket merkezidir. Dolayısıyla hayatınızın her anında sizler bir şey çözmek için aklınıza ihtiyacınız olduğunu kavramsallaştırmış ve inanmışsınızdır. Halbuki aklınız ileriye, daha ileriye hareket etme kabiliyeti için size gerekli olandır. Bu yüzden akıllı insanlar aslında doğru çözümleri sürekli bulabilen değil, hareket halindeyken yaşadıkları problemleri çözmek zorunda kalıp bu yetenekleri iyice gelişmiş olan insan tipleridir. Bu yüzden ana hedef çözüm odaklı olmak değil, hareket odaklı olmaktır. Harekete dönüşmeyecek olan çözümler zaten akli çözümler olamayacaklardır. Dolayısıyla böyle bir düşünce biçimine böyle bir kavramsallığa ulaşmadığınız andan itibaren ne yazık ki buraya kadar da böyle geldiyseniz bu söylediğim gibi değilse bu durum genel itibariyle boşa zaman kaybedenlerden olmuşsunuz demektir. Güç, düşünce adamı için oldukça mahiyetli bir şeydir. Ama yanlış bir kavram üzerine hareket edince, ülkemizde ve dünyada gördüğümüz garabette karşılaşırız. Güç, para, vücudunuzun gelişmişliği, imkanlar, tanıdıklar amcalar dayılar, bir köşede bulunanlar değildir. Güç, hiçbir şey kalmadığında kabiliyetlerimizin bütünü ve toplamıdır. Şimdi bir A4 kağıdı alıyoruz ve bunu dörde bölüyoruz. Ve bu dörde böldüğümüz yerde tüm maddi imkanlarımızı yazıyoruz. Böyle kelli felli tanıdıklarımız, paramız, yatımız, katımız, imkanlarımızı. Sonra onun üzerinde şuna bakmaya başlıyoruz. Eğer bunların hepsi iptal olsa elimde ne kalır? Elinizde ne kalırsa onu sayfanın ardına yazıyorsunuz. Ve o ardınıza yazdığınız neyse o sizin gerçek gücünüz demektir. Ve bütün kavramsal düzeninizi buna göre kurgulamaya başlayacaksınız. Eğer böyle yaparsanız ne olur? Böyle yapmazsanız kendinizi geliştirmeye kapatmış olursunuz. Zaman hakkında çok şey söyleyebiliriz ama kavramsal olarak gidelim. Zaman bir vakit değildir. Zaman kavramsal olarak üzerinizde yüzdüğünüz bir nehirdir. Bu nehrin içinde yüzüp bir kıyıdan bir kıyıya ya da bir baştan bir sona doğru gittiğinizi varsaymak zorundasınız. Ve bu noktada elbette zaman israfı konusu için hemen basit bir çözüm önerisi ortaya koymam gerekiyor ki bu kavram aynı zamanda sizin hayatınızda bir yer edinebilsin. Tüm israf noktalarımızı önce tespit edeceğiz. Örnek kahveye gitmek, oyun oynamak gibi. Gerçi kahveye gitmeyi israftan bile saymak bayağı hata olur ama neyse. Şimdi bu noktada önce bunları kısmayacağız. Bunları toptan iptal edeceğiz. Bir süre boyunca. Ne kadar mı? Yaklaşık 40 gün boyunca hiç oyun oynamamayı deneyeceğiz. Zorlayacağız kendimizi. Önce 5, 6, 7 bazen aralarda kaçaklar olacak. Bu kaçakları aldırmadan 40 günü tamamlamak için dişimizi tırnağımızdan verip tabiri caizse bunları iptal edeceğiz. Sonra mı? En sonda ne kadarına ihtiyacınız olduğunu anlamaya başlayacaksınız ve bu sürenin itibariyle de gerçekten ne kadar zaman ayırmanız gerektiğini anlayacaksınız oyun oynamaya. Eğer bu kavramı böyle anlamazsanız israfkar olursunuz ki bir düşünce adamının en önemli maliyeti zamandır. Fikir konusunda da binlerce şey söylenir. Ama fikir asla ve katiyetle bilmek değildir. Bilmek hiçbir işe yaramaz. Mesele üretmektir. Bu yüzden fikrin kavramsal karşılığı üretimdir. Fikrin üretimi ise birliktelikle ya da bilgiyle söz konusu olmaz. Deneyimle gerçekleşir. Deneyimle gerçekleşmemiş bir fikrin hiçbir karşılığı olmadığı gibi acayip ve garayip bir şeyin üretimine vesile olabilir. Bu da en çok istemediğimiz şeydir. Peki bunu nasıl düzelteceğiz? Yani bu kavram nasıl oturacak beynimizde, aklımızda, bütün benliğimizde? Hiç yapmadığınız bir işi yapmayı deneyin. Örnek boyacılık. Eğer bunu denemezseniz ve bu kavramı oturtturmazsanız ne yazık ki gerçekten fikirleri değiştiremezsiniz. Günümüzün pek çok konuşulan konularından biridir öngörü. Aynı zamanda düşünce adamı için oldukça önemli bir kavramdır. Ama öyle bir kavramdır ki deneyimsel bir tecrübe değildir. Tecrübelerle öngörüler oluşmaz. Hakikat ve gerçek kavramsal karşılığı hem bir şeyin ardını bilebilecek sabra ermektir. hem bir şeyin ardını bilebilecek sabra ermektir. Sabırlı olmayan ve bir şeyin ardını bilemeyen kişi asla ve katiyetle öngörü sahibi olamaz. İşte bunun için elinize küçük bir kağıt alacaksınız öyle büyük büyük değil. A5 yani bir A4'ün yarısı kadar. Ve orada sabrınızın zorlandığı anları yazmaya başlayacaksınız. Birisi bana küfür etse, yolda giderken bir araba önüme kırsa, karşımda birisi şöyle şöyle yapsa işte o anda gerçekten sabrımı zorluyor dediğiniz anlar. Sonra o anlara muhatap olduğunuz zaman dilimlerinde dişinizi sıkmaya başlayacaksınız. Bir süre sonra değişebilir olduğunu görmeye başlayacaksınız. Çünkü öngörüleri gelişmemiş bir düşünce adamı en başta kendi adına değişemeyecektir. Nereden çıktı şimdi bu demeyin. Sonda bazı şeyleri anlatıyor olacağım ama karanlık oldukça önemli bir şey. Karanlık kavramsal açıdan bakıldığında genellikle aydınlığın olmadığı yere denir diye kabul edilir. Yani ışık yenmiyorsa karanlıktır diye. Halbuki aydınlık olmadığında olabilen şeye karanlık denir. Yani karanlık ayrı bir şeydir. Aydınlıksa ayrı bir şeydir. Bu bir fiziksel kavramdır. Bunu daha iyi anlayabilmek şimdilik biraz zor olabilir. Ama bunu şunun için anlattım. Kendinize eğlenceli bir fizik kitabı edinin ki ben aşağıda linkte bunlardan bir tanesini veriyor olacağım. Bu fizik kitabı bazı maddi kavramlara bakış açınızı değiştirmeye vesile olacak. İnşallah. benzer fiziksel konuların ana hatlarında doğru kavramları anlamlandırıp oturtturamazsanız gerçek manada bilemezsiniz. Gerçek manada bilebilmek bir süreçtir. Ama en azından bir başlangıç olsun. Evet geldik son kavramımıza yaşamak. Yaşamak nefes almak değildir. Yedim, içtim, oturdşamak nefes almak değildir. Yedim, içtim, oturdum, nefes alıyorum, yaşadım diyorsanız kavramsal manada bir düşünce adamı olmak oldukça zor. Yaşamak hala birilerinin hayatlarında olabilmektir. Yani birilerinin hayatlarına dokunabilmektir. İşte bunun çözümünün en temel başladığı yerse mahalledir. Mahallenizden herhangi birisine fiziksel olarak yardım edin. Poşetlerini taşıyabilirsiniz. Bir hanımefendi ise yaşlı bir çiftin evinde camlarını silebilirsiniz. Onlarla yemek yapabilirsiniz. Hiç fark etmez. O gün yaşamak kavramsal bir karşılık bulmaya başlar. Bu kavram böyle oturtulmadığında ise çok kaba bir tabir gibi gelebilir size ama işe yaramazsınız. Efendim geldik sona. Şimdi her bölümün sonunda vermiş olduğumuz ödevleri öğrencilerimizin bir kısmı yapıyor bir kısmı yapmıyor. Yakinen takip ediyorum. Maillerinize de zaman buldukça cevap vermekte de devam ediyorum. Ama aynı zamanda bazı seçimler yapıp bazı öğrencilerimizi de yıldızlamaya başladım. Bu arada her bir testte aslında garip bir eğitim sistemini sürdürüyorum. Bugün size sadece bunun ipucunu veriyorum. Gördüğünüz şeylere, baktığınız şeylere daha önce baktığınız gibi bakmayın. Yoksa o baktıklarınızda büyük hatalar yapmaya devam edersiniz. Yani sorularımız sadece sizi test etmek için değil. Aynı zamanda sizi geliştirmek için. Ama bunu çok sonra öğrenmeye başlayacağız. Bir oyun oynuyoruz. Ama bu oyunda oyuncu sadece siz değilsiniz. Kolay gelsin."}
Kitapta Yazmaz'dan herkese merhabalar.
Düşünce teorisine girişte bu hafta oldukça zor ama hap haline getirmeye çalıştığımız psikolojik hazırlık sürecinden bahsediyor olacağız. çok basitleştirmeye gayret ettim. Hem çok çabuk ve hızlı yol alabilelim hem de sona doğru giderken bu hazırlıklar üzerinde daha iyi düşünme imkanı bulabilirsiniz diye. İnsanlık tarihinde insanın düşüncesini engelleyen en temel unsur zihninde oluşan duvarlardır. Bu duvarlar en nihayetinde insanı mevcuda kabule zorlamaktadır. Dolayısıyla biz bu duvarları nasıl aşabiliriz sorusundan çok bu duvarları nasıl yok edebilir, ortadan kaldırabiliriz ona odaklanmamız gerekiyor ama çok dikkatli bir şekilde ve birkaç defa dinlemelisiniz. En başında şunu söylememiz lazım, insan düşüncesine engel oluşturan duvarların tamamını özetlesek, 3 tane temel problem sebebiyle bu duvarların oluştuğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi korku, ikincisi menfaat ve üçüncüsü de ümitsizlik olarak karşımıza çıkıyor. Elbette sizler şimdi hemen bunlar nasıl oluşuyor, nasıl meydana geliyor ona odaklanmış olmalısınız. Ama düşünce adamının temelde uğraştığı şey oluşun sebepleri ile alakalıdır. Dolayısıyla korku menfaat ve ümitsizlik kavramlarına birazdan geleceğiz. Burada biraz önce mevcudu kabullenmekten bahsetmiştik. O duvarların mevcudu kabulı kimin inşa ettiğini bilmemiz gerekiyor. Bu duvar bir korku duvarı, bir menfaat duvarı yahut bir ümitsizlik duvarı olabilir. Ama önemli olan şey bu duvarı kimin yaptığı. Bu duvarı üç şey, üç kişi ya da üç anlayış meydana getirebilir. Bunlardan ilki bizzat kendimiz olabiliriz. Kendi kendimize bir korkuya, kendi kendimize bir menfaate, kendi kendimize bir ümitsizliğe kapılmış olabiliriz. 2. İkincisi ise bizim yanımızda, çevremizde en yakın olandan hariç olan sistemsel anlayıştır. Sözüne ehemmiyet vermemiz, verdiğimiz ehemmiyet sonucunda boyun eğmemiz gereken herhangi bir yapı olabilir. Dolayısıyla biz burada bu duvarı oluşturan unsurlara ben, sen hemen yakınımızda ve bizimle direkt iletişimde olan, o ise biraz önce anlattığım kavramlar içerisinde yer alanlardan herhangi birisi. Şimdi dönelim en başta söylediğimiz korku, menfaat ve ümitsizlik anlayış ve kavramlarına. İnsan hayatı boyunca bir olaylar silsilesi içerisinden geçer ve bu olayların her birisinde ona düşünce biçimine engel olacak korkularla karşılaşabilir. Dolayısıyla korku herhangi bir şey olduğunda ya da olmadığında yaşanılacak durumdur. Yani daha basit söylemek gerekirse olaydır. Menfaat ise olduğunda, gerçekleştiğinde ya da gerçekleşemediğinde elde edeceğimiz herhangi bir şeydir yani nesnedir, nesneldir. Ümitsizlik ise bir şey olduğunda ya da olmadığında ulaşılacak h, yani olgudur, yani sonuç olarak diyebiliriz. İnsan doğduğu andan itibaren çok çeşitli olaylar yaşar, bu olaylarda bir takım nesneleri elde eder ya da kaybeder. Sonuçta kazanç ve kayıplarıyla o sonuca ulaşabileceğine inanır ya da inanmaktan vazgeçer. Ve olay, nesne ve sonuç sürecinde yaşanan bir hayat bizlere bu üç demel unsurla duvarlar oluşturduğumuzu ortaya koyar. Yani hayatımızda düşüncelerimizi doğru düşünmemizi engelleyen üç çeşit duvarımız var. Bir, korku duvarımız. İki, menfaat duvarımız. Üç, ümitsizlik duvarımız. Üç, ümitsizlik duvarımız. Her üçü kimita böyle bir duvarlara sahiptir. Öyleyse gelin önce kendimize doğru sorular sorarak o duvarlar ne kadar var ve ne yükseklikte onu tespit etmeye çalışalım. Birinci duvarımız korku demiştik. Korkuya ait bir duvarımız var mı yok mu? Eğer dışarıdan kaynaklanan bir korkumuz varsa zaten elbette bunu söyleyebiliriz. Ailem beni korkutuyor, okul beni korkutuyor diyebiliriz. Veya gelecek beni korkutuyor diyemeyiz bu ümitsizlik tarafına girer. Kendimize ait korkularımız ise şöyle ele alınmalı hangi durumu yaşadığınızda kendinizi kaybedeceğinizi düşünürseniz yahut kendinize ait olan bir şeyin kaybolacağına inanırsanız bu sizin korkunuzdur. Örneğin insanların içerisinde yaptığım konuşma olursa bu konuşmada herhangi birisinin bana gülmesinden çok korkarım diyorsanız bu sizin duvarınızdır. Herhangi bir şeyin olmaması durumunda çok üzülürüm, bunun için yaşamaktayım, bunun olması gereki kariyer içerisindeki size verilecek olan bir maaş miktarı olabilir. Bu olmazsa ben hiçbir şekilde mutlu olmam, mahvolurum diyorsanız bu sizin menfaat duvarınızdır. Üçüncü duvarımızsa ümitsizlik duvarı. Toplumda en fazla görüleni. Şu yaşadığım hayattan lezzet alamıyorum. Bir sonraki gün ne olacağı umurumda değil. Gelecekte beni büyük tehlikelerin beklediğini ya da umduklarıma ulaşamayacağımı inanıyorum, inancımı kaybettim diyorsanız sizin için bir ümitsizlik duvarı çoktan var demektir. İnsanın bu duvarı tespit etmesi yeterli değil. Bu duvarın varlığını kabul etmesi gerekiyor. Yani geçiştirmemesi gerekiyor. Bu duvarı net bir şekilde görüp çerçevesini çok net çizmesi gerekiyor. Hatta yazabilir olsa ne kadar güzel olur. İnsanoğlunun bu duvarları kabul etmesinden sonra ise bu duvarları kaldırmaya karar vermesi gerekiyor. Bazen yanımızdakilerin, çevremizdekilerin başka bir unsurun sebebiyle korku, menfaat, ümitsizliğe düşmüş olabiliriz ve bu durumda bu duvarların kaldırılamayacağına inanmış da olabiliriz. Ancak bu duvarları kaldırmaya karar vermedikçe gerçek ve istenilen bir düşünce adamı olmak ne yazık ki mümkün olmayacaktır. Bütün bu süreç geçince elbette eylem süreci gelecek. Yani bir şeyler yapacağız burada anlattığımız üzere. Ve sonrasıysa bunu sürekli kontrol edeceğiz. Çünkü hayatımızda oluşan bu duvarlar zannedildiği gibi bir defa yıkınca kurtulabileceğimiz türden değildir. Her an küçük bir taş daha gelebilir sonra onu görmezden gelirseniz üst üste binip yeni bir duvarın oluşması söz konusu olabilir. olabilir. Geldik. Şimdi bu duvarları tespit edip kabul edip karar verdikten sonra eylem aşamasına. Tespit ettiğimiz bu duvarın korku duvarı olduğunu görüp bunu kabul ettik ve yıkmaya karar verdiysek şimdi duvarın cinsine bakacağız. Eğer duvarda kendi fotoğrafımızı görüyorsak o duvarın cinsine bakacağız. Eğer duvarda kendi fotoğrafımızı görüyorsak o duvarı oluşturan korku unsurunu kendi zihnimizde defalarca yaşatıp her birisini atlattığımızı düşünüp günün birinde karar verdiğimizde ise eylemi tam anlamıyla yaşamaya karar vereceğiz. Yani korktuğumuz ne varsa onu birkaç defa kafamızda döndüreceğiz. Yaşasam yaşasam böyle olsa böyle olsa ve sonunda onu gidip yaşayacağız. Peki duvarın üzerinde kendim değil benden olmamış bir başkası yapmış. O bir başkası varsa o bir başkasını hayatımızdan def edeceğiz. Ya da o bir başkasına artık o duvarın başında oturmaması gerektiğini yoksa o duvarla beraber onu da reddedeceğimizi söyleyeceğiz. korku duvarını oluşturmuş olan bu ikisinin dışındaki o daha büyük kuvvet, belki bir medya, belki bir bürokrasi, belki çalıştığınız şirketin patronu, her neyse üçüncü şahıslarsa işte bu durumda bulunduğunuz yeri terk etmek. Bu elbette çok kolay bir şey olmasa gerek. Ama şunu asla unutmayın. Bu tarz üçüncü tekil şahıslarla ya da kurum kuruluşlarla vereceğiniz hiçbir mücadele size bir kazancı değil, büyük bir zaman kaybını getirir. Biz ise çok hızlı yaşamak zorunda olanlarız. çok hızlı yaşamak zorunda olanlarız. Bu durumda yeri geldiğinde hakkımızı bile bırakıp o korku duvarını yıkabilmek için bir başka yere geçmemiz lazım. Ve şunu asla unutmamamız gerekiyor. Duvarın ardı önünden çok daha iyidir. İkinci duvarımız menfaat duvarıydı. Yine başa dönüyoruz. Menfaat duvarının üzerinde kendi fotoğrafımız varsa o menfaat oluştuğunda elde edeceğimorsak, o bir başka şeyin elinden gelecek olan menfaatin eninde sonunda bize zarar vereceğine inanmamız gerekiyor. başından beri söylediğim gibi o anlayıştan peyda olmuş da öyle bu duvar oluşmuşsa bu durumda o ana kadar yaşadığınız her şeyi tekrardan kafanızdan geçirip olayların böyle sürmemesi gerektiği üzerinden yeni bir karar ver içerisinde bu taraflara bu menfaatinizden caydığınızı beyan etmeniz gerekiyor. Yani üçüncü tekil çağısından bahsederken hep bir caymaktan bahsediyoruz. Ama bu bir kaçış değil, bunun bir tercih olduğuna inanmanız gerekiyor. Geldik herkes için çok kolay zannedilen ama en zor duvara. Ümitsizlik duvarı. Ümitsizlik duvarını kırabilme yolunda eğer kendi fotoğrafınızı görüyorsanız o duvarın üzerinde, kendi hayatınızı kendi elinizle yok etmek üzere olduğunuza inanmak zorundasınız. Dolayısıyla bugün yani o anda kendinizi ortadan kaldırabilecek, bu düşüncenizi ortadan kaldırabilecek, yapıya kavuşabilmek için bütün sonuçlardan vazgeçiyor olmanız lazım. Bu sizin ümitsizlik duvarınızı yıkmak adına en temel şarttır. Belki kılığınız kıyafetiniz, yaşadığınız şehir ve daha pek çoğu şeyi değiştirmek zorunda kalabilirsiniz. Ama bu bir gereklilik. Eğer ümitsizliğinize sürekli körükleyen, arttıran, bu duvarı kurmuş olan sen diye tabir ettiğimiz o ikinci şahısa hemen yanı başınızda olan ise, bu durumda onunla yaşamış olduğunuz bütün olayları tek tek hayal ederek bu olay silsilesini unutmak, bunu da hayatınızdan çıkarmak zorundasınız. Üçüncü durumda ise yine üçüncü tek inşası geri döndük. İşte bu durumda da nesneyi değiştirmek zorundasınız. Yani ümitsizliğinize sebep olan her ne varsa onun aslında olmaması gerektiğine inanmak zorundasınız. Her üçünün dikkat ederseniz ortak bir özelliği var. Yani bütün formülü basitleştirirsek. Duvarı oluşturan sensen, kendinsen, kendini mücadelenin merkezine koyacağız. Kendin sen, kendini mücadelenin merkezine koyacağız. Eğer bu duvarı hemen yanı başımızdaki birisi oluşturduysa ondan uzaklaşacağız ya da onu uzaklaştıracağız. Eğer bu üçüncü bir varlık yani yaratıcının dışında ya da inandığınız ana değerlerin dışında bir şeyse ondan uzaklaşmak. Ve bütün bu uzaklaşma, uzaklaştırma ve kendinle mücadelede olayları zihninizden sürekli tekrar ederek her tekrarınızda bunun olmadığına ve olmaması gerektiğine sürekli bir telkin metoduyla devam ettirmek. Aslında en sondaki atölye çalışmalarımızda çok daha fazla gireceğiz psikoloji alanına ama bugün sizi biraz düşündürmek istedim. O düşündürme için de dikkat ederseniz çok yavaş konuşarak ifade etmeye çalıştım. Ve bu ifadelerin ardından yeni bir testle karşılaşıyor olacaksınız. Her bir dersin her şeyi farklı olduğu gibi bu da farklı. Farklılıklara alışarak düşüncelerimizi geliştirmeye çalışıyoruz. alışarak düşüncelerimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Hakikat o ki duvar yıkıldıktan sonra geriye ne kaldıysa onlarla yola çıkacağınızı asla unutmamalısınız. Vazgeçmeniz gereken nesneleri, değiştirmeniz gereken olayları, unutmanız gereken sonuçları her birisini yaptıktan sonra elinizde ne kaldıysa yol onunla devam edecek. Ama unutmayın yolda hep yeni duvarlar, yeni taşlar ve yeni engeller olacak. Dolayısıyla bu bir dönüşüm ilkesini oluşturacak. Dönüşüme devam ettikçe alışkanlıklarınız gelişecek ve siz artık iyi bir dulye çalışmalarının temeli mahiyetinde. Hep diyoruz ya bunlar birer hazırlık aklınızda kalsın diye şimdilik. Bugünlük bu kadar. Haftaya tekrar görüşmek üzere. Kolay gelsin. Kalın sağlıcakla."} Atomlar, varlığımızın oluşabilmesinde sebep olarak kılınmış, dünyanın peşinde koştuğu, görmenin neredeyse mümkün olmadığı, hala gelişen teknolojinin erişemediği bir bilgi noktası. Bu nokta aynı zamanda kimyanın temelini oluşturuyor. Peki düşünce ile ne alakası var derseniz, insan fikrinin kimyasal oluşumu ufuk açıcı kavramlarla genişliyor. Ufku açmak bir düşünce adamı için oldukça önemli. Ama ufuk kavramı insanın bulunduğu konuma göre değişkenlik gösteriyor. Bu değişkenler arasındaki ilişki aslında kimyanın düşünce dünyamızdaki etkisini ortaya koyar. Ne demek istediğimi dersin ilerleyen bölümünde biraz daha anlayacağız. Çünkü bu derste kimyanın en önemli konusu olan makro ve mikro alanları konuşuyor olacağız. Makro kelimesi büyük olan, üst seviyede, büyük düzeyde anlamlarını taşımakta mikro ise küçük olan alt seviyede ve küçük düzeyde anlamlarıyla açıklanıyor. Sözüm ona zıtlık varlığın var olması için gerekli olan bir unsur olarak karşımızdadır. Ancak sözüm ona dememin temel sebebi bu zıtlıkların aslında birbirlerinden bağımsız ve birbirleriyle ilişkili ayrı ayrı yapılar olduğunu fark etme gereğini doğurur. Anlayış dünyamızın temelinde ise bu farklılıkların neler olduğunu kavrayışımızla gelişmektedir. O zaman makro ve mikro güncel hayatımızın karşılığıyla anlatmaya, basitleştirmeye çalışalım. Madem ki atom dedik, atomdan devam edelim. Bu süreçte de mikro ile makro arasındaki ilişkinin ne olduğunu çözmeye çalışacağız şimdi. Ve bu ilişkide atom bizim baktığımız nokta itibariyle bir mikrodur. Öyle çıplak gözle göremezsiniz. Bu yüzden bakan kişi ben olunca atoma mikro diyebilirim. Ancak atomun kendi iç dünyasına girmeye kalksam, yani çekirdeğin alt parçacıkları dedikleri noktalara ulaşıyor olsam, alt parçacıkları dedikleri noktalara ulaşıyor olsam herkes çok iyi bilir ki çekirdeğe en yakın elektronun çekirdekle arasındaki vesafe hani böyle top sahasının ortasına konulmuş olan bir tenis topuyla seyirciler arasındaki mesafe veya benzeri acayip kelimelerle ifade edilir. Bu ifadeden anlıyoruz ki atoma nazaran atom altı parçacıkları kendi içerisinde bir makrodur. Ayrı bir dünyadır. İçinde kaybolup gider. Belki o atomun elektronlarını bile bugün bizim ayı gördüğümüz gibi, güneşi gördüğümüz gibi çok ama çok uzaklarda bir şey zannederiz. Halbuki atomuz atomun içindeysek eğer böyle farz ederseniz büyük bir makroda zannederken kendinizi bir mikroda olduğunuzu fark etmezsiniz bile. O zaman şunu anlayalım buradan. Bir mikronun içinde makro saklanabiliyormuş. Bir diğer yandan alt parçacıklardaki bozunum yani herhangi bir değişme ana yapıyı da etkiliyormuş. Peki bu etkileşim ne kadar olabiliyor? Elbette çok büyük seviyede değil. O zaman şunu anlıyoruz. Mikrodaki bir değişim makroyu birebir tam anlamıyla etkilemiyor. Ama birbirlerinden kopamıyorlardı. Peki mikroda makro var da makroda mikro yok mu? Elbette var. Gelin bir de ona bakalım. Şimdi gittikçe kolaylaşacak bir döneme giriyoruz ya uzay yolculuğunda. Atlayıp şöyle bir uzay aracına uzaya çıktığımızı düşünelim. Bugünlerde YouTube'da buna benzer çok video var. Dünyadan uzaklaşa uzaklaşa Samanyolu galaksisinde bir nokta kadar olmayan dünyayı gösteren şu enteresan videolar. Bu noktada eğer uzayda olsaydık o videoyu çeken adam biz olsaydık uzay bir makro olacaktı. Ve bu uzay makrosu içinde dünya ise bir mikro olacaktı. Dikkat ettiniz mi? Dünyadaki atom bizim için mikro, dünyanın kendisi makroyken uzaya vardığımızda uzay makro olup dünya mikro oluverdi. Peki uzayda olan şeyler dünyayı etkiliyor mu? Genellikle haberimiz olmasa da gerek çekim gücü gerek patlamalar güneşte meydana gelen değişimler zaman zaman etkilediğini düşünüyoruz elbette. zaman zaman etkilediğini düşünüyoruz elbette. Ama direkt güncel hayatımızı ya bugün uzayda ne olmuş deyip takip etmiyoruz bile. Çok nadiren haberlere düşüyor bu durumlar. Bu durumda uzayın makronun içindeki mikronun da makrodan direkt etkilenmediğini ama içinde ve iletişime devam ettiğini görüyoruz. O zaman makro ile mikro arasında akıl almaz bir denge var. Bu denge nasıl bir denge? Ve aynı denge benim beynimin içinde benim fikirlerimi oluşum sürecinde nasıl bir durum arz ediyor yavaş yavaş onu anlayacağız. Başa böyle biraz teorik gelmiş olabilir size ama sona doğru daha iyi anlayacağınıza eminim. O zaman ister atomdan atom altı parçacıklarına ister uzaydan dünyaya bakalım. Baktığımız yere göre ve konuma göre mikro ve makro değişiyor. Ama her ne kadar değişse de birbirlerini etkilemiyor ancak fikir veriyor yani yönlendiriyor. Bu durumda bizler olayların içinde durduğumuz noktaya göre durduğumuz noktadan bakınca mikro ve makro kavramlarına bakmak ve aradaki ilişkiyi anlamaya çalışmak zorundayız. Bu ilişkiyi anladığımızda mikrodaki makroyu makrodaki mikroyu anlamaya başlayacağız. Yani tabiri caizse şunu ifade etmeye çalışıyorum. Bir sistemin oluşabilmesi, hareket etmesi, bir şeye yaraması ya da yaramaması, zarar vermesi için bu sistemde mutlak surette mikro olmalı bir de makro olmalı. Bunlar birbirleriyle iletişimde olmalı ama direkt olarak etkilemek zorunda da olmamalı. Çok karışık gibi geliyor olabilir size. O yüzden ben şu andan itibaren olayı tamamen pratik bir hale getireceğim. Bakın ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaksınız. Şimdi üniversite okumak isteyen bir kardeşimizi ele alalım. Lise 1-2 olabilir. Şöyle bir cümle kurar. Üniversitede okumak istiyorum. Bunu kuran öğrenci kardeşimizin bakış noktasından hareket edersek eğer, onun düşünce dünyasında üniversite bir makrodur. İsteyen kendisidir. Dolayısıyla kendi isteği mikroyu oluşturur. Şimdi burada bir sistem arayışındayız biz değil mi? Üniversitede okumak isteyen kardeşimiz acaba gerçekten bu isteğinin sisteminde mi değil mi? Bunun için önce neye bakacaktık? Makroda mikro var mı? Makro neydi bu cümlede? Üniversite. Peki o zaman şunu soralım. Üniversite seni neden istesin? Öyle ya atom, atom altı parçacıklarına muhtaçtır ama bir şeyler eksildiğinde atom altı parçacıkları bozuluma uğradığında atomun anayapısı öyle bir anda pat diye bozulmaz. O zaman burada bir sistem hatası var. Anlıyoruz. Çünkü makro olan üniversite beni isteyip istemeyeceği belli değil. Üniversiteyi kazanma isteği okumak içinse bu istenin detaylandırılmaması ne yazık ki insan kimyasında düşünce biçimini harekete geçiremiyor. Dolayısıyla bakınız daha makroda mikroyu oturtamadığımıza göre sistem yok burada diyoruz. Bir şey eksik. Ne mi eksik? O da şu. Neden istediğimizi beyan etmeyince mikro anlamını bulunuyor. Peki bu cümleyi şöyle yazsak daha doğru olur mu acaba? Üniversiteyi para kazanmak için okumak istiyorum. Kurmazsak eğer beynimiz makro ve mikro arasında ilişki olmadığındanihninin ve düşüncelerinin onu bu yönde motive etmesine imkan tanımıyor. O zaman doğru bir sistem cümlesi kurmamız lazım. O da şu makroda mikro için. Ben üniversitede para kazanmak için okumak istiyorum. Üniversitede para kazanmak için okumak istiyorum. Bu durumda para kazancıyla beraber oluşabilecek süreçte üniversite sizi bu manasıyla neden isteyip istemeyeceğini anlamaya başlar. Bu zihinsel bir süreç elbette. bir süreç elbette. Şimdi makroda mikroya baktıysak eğer dönüp bir de mikroda makro var mı? Ona bakacağız birkaç sayfa önce söylediğimiz üzere. Yani ben üniversitede para kazanmak için okumak istiyorum diyen genç kardeşimiz için hala üniversite makro bir değer. Para kazanmak için okumak istemek mikro bir değer. Peki para kazanmak için okumak istemek mikrobe değer. Peki para kazanmak için tüm üniversitelerin para kazanıyor olduğuna inanıyor musun sorusu mikronun temel yapısını oluşturacak. Eğer buna evet diyorsanız ne yazık ki gözlem noktasında eksik olduğunuzu göreceksiniz. Eğer hayır tabii ki böyle olmaz diyorsanız sistemin yanlış olduğunu görecek cümlenizi yeniden yazmak isteyeceksiniz. Şimdi makro tarafta üniversitede size şunu söyleyecektir bu cümleyi kurunca. size şunu söyleyecektir bu cümleyi kurunca. Para kazanmak için son çaren ya da aklına üniversite dinlince ilk gelen şey bu mu? Sevgili öğrenci diyecektir. O zaman da işte mikroda da makronun olmadığını göreceğiz. Yani en başında yanlış bir örnek verdim. Biraz toparlamaya çalışayım derken daha da kötü bir örnek verdim. Çünkü burada mikro ile makro arasında sistem tasarımı olmayınca insanların düşünce biçimlerinin neden onlara yardım etmeyen bir zihni oluşturmaya çalıştığını göstermeye gayret ettim. Büyük ihtimalle bu bölümü dinledikten sonra bir öncekileri bir daha dinleyeceksiniz. Çünkü her şey bir daha anlam kazanacak. O da şöyle. Şimdi dedik ya mikro ile makro arasında bir denge ise yani denge oluşamıyorsa kimyasal olarak vücudumuzun hormon salgıları değişmeye başlıyor. Şunu şöyle ifade edeyim ben. Öğrencilerden çıkalım bütün hepimize bir bakalım. Ben dediğim unsur yaşadığım hayatın merkezi ve bu merkezde benim yaşamım var. Dolayısıyla ben kendi adıma baktığımda hayat makro bir şey. Başlangıcı belli değil, bitişi belli değil. Bana göre makro. Yaşamım yani şu anım yerken, içerken, bir işe gidip gelirken, hayatın içinde debelenip dururken bu benim mikro hayatım. Bunların arasında denge olmayıp birisi birinden daha öne çıkar ve birbirleriyle olan ilişki bir türlü oturmazsa neler mi olur? Şöyle ifade edeyim. Şayet mikro olarak tanımladığımız hayatınız şu anki yaşamınızdan çok daha uzak hedeflerle süslenmişse bu durumda beyniniz otomatik olarak bu sisteme acilen yetişmek için stres salgılarını arttıracaktır. Dolayısıyla büyük hayatlar, küçük yaşamlar karşısında uzaklaştıkça stres artar. Eğer şu anki yaşamanızın önemi, hayatın karşısında çok daha önemli ise, anı yaşamaya o kadar odaklanmışsanız eğer, bu da sizde tembelliği meydana getirir. Ama biz başından itibaren mikro ile makro arasında bir denge olması gerektiğini söyledik. Dengeli bir cümle. Mikro ve makro yani şu an yaşadığınız hayatla, yaşamla, totaldeki büyük hayatınız arasındaki denge oturmuşsa eğer artık rahat çalışkanlık söz konusu olur. Stres yerini rahatlığa bırakır, tembellik yerini çalışkanlığa bırakır ve biz buna rahat çalışkanlık diyoruz. çalışkanlığa bırakır ve biz buna rahat çalışkanlık diyoruz. Bu da bir düşünce adamının ayakta durmasını sağlayan ana kimyadır. Bu ana kimyayı gelin bir başka cümle ile ele alalım. Örneğin bir savaşta taraflardan kim kazanacak? Savaş bu cümledeki eylem. Taraflar unsurlar. Kimin kazanacağı ise bir soru. E şimdi bir sistem tasarladığımız lazım. İlk sorumuz şu olacak. Bakan kim? Bu taraflardan hangisi bakacak bu savaşın mikro makro dengesine? Bizim durduğumuz yere göre değişiyordu ya. Ben mi o mu? Ben ya da o fark etmez. Aslında ikimiz de mikro oluruz savaşan taraflar için söylemek gerekirse. Makro ise savaşın kendisi. Şimdi gelin makrodaki mikroya bakalım. Makro neydi? Savaş. Mikro neydi? Ben. Savaştaki bene bakalım. Eğer savaştaki ben cesursa ikinci kısma geçeceğiz. Bakalım mikroda makro var mı? Yani cümlede kelimelerin yerini değiştiriyoruz, bendeki savaşa bakıyoruz. Kendi iç dünyamda bu savaşın ortasında ne yaşanıyor? Kazanma arzusu mu? O zaman cesaret ve kazanma arzusu birbirlerini destek bir denge oluşturmaya çalışacaklar. Bu durumda ise insan sürekli birbirini büyütecek yeni bir duyguya götürmeye başlayacak kendisini. Kazanma arzusu cesaretini cesareti de kazanma arzusunu tetikliyor olacak. Eğer savaştaki ben tedirgin olsaydı eğer bendeki savaşta hemen bir an önce atlatıp kurtuluversek şu durumdan diyor olacaktık. Bir an önce atlatıp kurtuluversek şu durumdan diyor olacaktık. Tedirginliğimizi atlatma duygumuz, atlatma duygumuz da tedirginliğimizi tetikliyor olacaktı. karşınızda pratik bir çözüm ve vücut kimyanızın size nasıl destek olabileceğini göstermek anlamında kimyanın ufak bir nüvesi olduğu düşünce teorisine giriş kısmında. Aklı karışanlar, anlamayanlar, gelen mailler bana ders notlarını soruyorlar. Ben her ne kadar yazım kötü de olsa bu seferden itibaren o notları paylaşmaya çalışıyor olacağım sizlere. Yazım için şimdiden özür diliyorum ama dersin sonundaki ödev kısmında sizi bir sürpriz bekliyor olacak. Orada ders notlarının kabataslak halini görüyor olacaksınız. İşinize yarayacağınızı umuyorum. Haftaya tekrar görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Kitapta yazmazdan herkese merhabalar.
Asimetri ile simetri arasındaki ilişki, tarih boyunca anlaşılması en zor konulardan bir tanesi. Ama bu konu üzerinde yine basitleşmiş ve hayatımızı bir an önce aksettirebileceğimiz şekilde ifade etmeye çalışıyor olacağım. Ve elbette her zaman olduğu gibi insani olarak yaptığımız temel bir hatadan başlayacağız konuya. Hayatımızın en büyük problemlerinden bir tanesi hep dışarıya bakıyor oluşumuz. Gayet doğal bu kafamızın üzerindeki gözlerimiz dışarıyı görmek için değil mi? Dış dünyayı seyretmek için değil midir dersiniz? Peki kısaca bir gözlerimizin üzerinden geçelim mi? Çünkü gözlerimizde hem simetri hem de asimetri bir arada durmakta. asimetri bir arada durmakta. Çevremizde var olan her şeyin içerisinde görünen her noktada birazdan ufak ufak detaylarına bakacağımız üzere simetrik ve asimetrik unsurlar göreceğiz. Sizler bu kelimeyi bazen asimetrik savaş gibi kelimelerle hatırlıyor olabilirsiniz. Ama bu konu hayatın tam da göbeğinde ve tamamen bizimle alakalı olan bir mevzuat. Zira hayatımızın ta kendisi simetrik asimetri üzerinedir. Kendine bakınca ne görüyorsan hayatta gördüğün her şey bir özet olarak aklında şekillenir. Bu şekiller senin düşünce biçimini geliştirir ve bu gelişim ya senin depresif ya da manik diye tabir ettikleri, gerçi bu ikisi de doğru değil ama ya içe kapanık ya da düşe dönük biri olmanı sağlayabilir. Her ikisinde de hatalar yapıyor olabilirsin ama bu hataları tertemiz yapabilmek için önce dış dünyayı seyretmekten bir müddet vazgeçmelisin. Dış dünyanın seyrinden vazgeçen bizler önce kısaca simetri kavramına bakalım. Simetri konusundaki bir tanım şöyledir hayatımızda ama yanlış bir tanımdır bu. Simetri ilki belirsiz bir mükemmellik veya güzelliği yansıtan bir muntazamlık veya estetik olarak hoşa giden bir orantılılık ve denge duygusu olarak. İkincisi kesin ve iyi tanımlanmış biçimsel sisteminin kurallarına göre gösterilebilen veya ispat edilen bir denge ve orantılılık kavramı olarak ifade ediliyor. Halbuki simetri gerçek manada insanın gözüne hoş gelmiyor. Sanat alanında mücadele eden herkes çok iyi bilir ki tam simetrik olan hiçbir görsel tam bir beğeniye maruz kalmıyor. Hakikat insanın gözünde var olan asimetri, yani bir gözünün diğerinden biraz daha büyük, birinin çapının birinden biraz daha farklı olması, tam simetri bilgisinin yıkıldığı günlerde asimetrinin ehemmiyeti ortaya çıkmıştı. Hatta bu konuyla ilgili altın oran gibi çalışmalar da var. Ama altın oran zannedildiği gibi doğanın tek oranı değil. Ama girmeyeceğiz şimdi o konuya. Simetri aslında bizim hayatımızda biraz da beklentisel olarak tanımladığımız bir ifade. Halbuki hayattan simetrik sonuçlar beklenmez. Çünkü doğanın içinde simetrik olan tek bir cisim dahi bulamazsınız. Hatta ben size şöyle bir iddiayla başlayayım meseleye. Eğer doğada bir deniz kenarında gezerken gerçekten 3,14 küsur adına sahip olan pi formunda ya da en basit tabiriyle gerçek bir daire olan bir taş bulur ve bunu ortaya koyarsanız dünyanın en pahalı ürününü bulmuş olursunuz. Ama şimdiden söyleyeyim boşunu aramayın çünkü doğada tam dairesel hiçbir şey bulamazsınız. Hiçbir şey bulamazsınız. Parçaları birleşeceğiz ama biraz sabır. Önce bir daha asimetriye bakmamız gerektiğini ifade etmem lazım. Çünkü asimetri simetrinin olmaması ya da bozulması olarak adlandırılıyor. Simetri hem fiziksel hem de soyut sistemlerin önemli bir özelliği olarak karşımızda beyan ediyor. Ancak düşünce dünyasında hiç de böyle değil. Çünkü hayatımız böyle değil. Sistemsel bir bütünün en büyük parçaları her zaman asimetri olarak karşımıza çıkıyor. Yani dengesiz, benzersiz özelliklere sahip olan bütün maddelerin veya bütün görkemli görüntülerin mesela bir uzay fotoğrafını gözünüzün önüne getirirseniz bu asimetrik düzen içerisinde simetrik unsurlar barındırdığını ve çok geniş bir unsurdan bakıldığında biraz uzaklaşıldığında aslında bir sistemin parçalarının simetrik olsa bile asimetrik sonuçlara mecbur edildiğini görmekteyiz. Örneğin ders notlarında göreceğiniz o meşhur isim Da Vinci'nin o imzasına baktığınızda aynı asimetriyi fark edeceksiniz. İnsan hayatına baktığımızda ise simetrik unsurlarla asimetrik unsurların bir arada hareket ettiğini göreceğiz. Ve bu hareketin içinde bugün hepimiz beraberce hayatımızın grafiğini çizeceğiz. Ve o grafiği çizdiğimizde aslında hayatın hiç çekilmez bir şey olmadığını, çok kolay bir deniz yolculuğu olduğunu göreceğiz. E peki zor olan ne mi diye soracaksınız. Zor olan denizde olduğunuzu unutup bir geminin içinde her şeyin dengede olmasını beklemenizden kaynaklanıyor. Biz bir gemideyiz ve bu gemi bir zaman denizinde yüzüyor. Ve bu geminin varacağı limana bugüne kadar varamayan tek bir gemi dahi olmadı. Bu ders çok kısa ama içinde bir sürü önemli cümleler var. O yüzden bir iki defa dinlemenizde fayda var. Şimdi geldik şu konuya. Geçen ders hatırlayacaksınız. Mikroyla makroyu konuşmuştuk. Bu derste simetriyle asimetriyi konuşuyoruz. Peki bu ikisinin arasında nasıl bir ilişki var? Geçen ders boşa mı gitti demeyin. Eğer hala o dersi dinlemediyseniz hadi bir geri dönüp dinleyin önce makroyla mikro dersini. Tekrar buraya dönersiniz. Şimdi hayatımızda dışarıdan bakmaya başlayacağız. Bu mikro makro ve diğer bütün dersleri dinlemiş kardeşlerim için devam ediyorum yoluma. Bu bakış açımızda şu hatayı yapıyoruz ki sorularımızda da bu hatayı yaptılar. Atoma göre atom altı parçacıkları mikrodur. İnsan bakınca atom mikrodur. Bu bakana göre değişir demiştik. Zannedersem o incelik gözlerinizden kaçıvermiş. Gözünüzden bir şey kaçıyorsa kulaklarınız iyi dinleyemiyor demektir. Dolayısıyla dikkat kulaktan başlar gözden değil. Efendim şimdi şuradan bakacağız meseleye. Eğer makro yani o asimetrik uzay boşluğundan bakarsak. Ekiliptik düzlemde dönen binlerce gezegen milyonlarca asteroid milyonlarca boş gezdiğini düşündüğümüz parçacıklar var. Ama her birisi belli bir formül çerçevesinde yapıyorlar bunu. Ve ekiliptik yani elipse benzer bir yapıda. Ve hatta tam asimetrik. Bunun hemen bir altında ise makro asimetriler var. Yine güneş sistemi gibi samanyolu galaksisinde milyonlarca sistem var. Ama bunlar da makro asimetrik. En küçüğe geldiğimiz zamansa mikrosimetriklerle karşılaşıyoruz. Örneğin dünya ile ay arasındaki çekim gücünden doğan ilişki gibi. O zaman acaba biz hayatımıza ben merkezine baktığımız için bu halde olabilir miyiz? Gelin bugün hayatınızı karşınıza koyalım. Tam karşıdan seyredelim. Şöyle bir uzay fotoğrafı seyreder gibi. Bakalım bizim hayatımızda simetri ve asimetrik ilişki nasıl oluşuyor? Eğer bu oluşumu doğru bir şekilde anlayabilirsek. Önce kendi hayatımızı doğal olarak düşünce yapımızı. Önce kendi hayatımızı doğal olarak düşünce yapımızı ve hayatın içinde nasıl bir şey yapacağımızı görmeye başlayabiliriz. Gelin şimdi kocaman savaşları filan koyalım bir tarafa kendi hayat mücadelemize bir bakalım. Bu mücadelede genellikle söylenen cümlelerden ben bir örnek alarak yola devam edeceğim. Şimdi ortalama 30'lu yaşlarını geçmiş ya da 20'li yaşlarını geçmiş insanların iş hayatına başladıkları zaman kurdukları genellikle bir cümle yapısı vardır. Okul hayatım kötüydü, iş hayatım orta, kendi hayatım da çok kötü bir halde. Dolayısıyla işin içinden çıkamaz bir hale geldim. Halbuki bizler bilmediğimiz ve farkında olmadığımız bu denizin içinde bize denk gelen dalgaların her birisinde simetriyi yaşarız. Totalde bir asimetrik sistemin içinde hayatımızı devam ettiririz. Okul hayatınızı, iş hayatınızı ve normalde şimdi başladığınız dünya mücadelesindeki hayatınızı her birisi birbirine etkilemiş olsa da birbirinden ayrı ve birbirine iten birer güç olduğunu unutuyorsunuz. Zira buradaki kötüye odaklanıyor bir sonrakinin de bu yüzden olduğunu zannediyorsunuz. Halbuki ders notlarında da göreceğiniz üzere insan hayatında keskin çizgilere sahip olan dik bir yükseliş ya da dik bir çöküş hiçbir zaman ve hiçbir insan için mümkün değil. İnsan doğada olmayan bir şeyi kendi hayatında olduğuna inanmaya başlar. Hani şu duvarlar meselesinde kendi kendimize yaptığımız duvarlar cinsinden sayabilirsiniz bunu. Zaten kötü olan bir şey daha da kötüsüne sebep oldu. Hiçbir zaman derleyip toparlayamam. bir şey daha da kötüsüne sebep oldu. Hiçbir zaman derleyip toparlayamam. Bu saatten sonra dönüş olmaz da zaten yeniden ilkokula mı döneceğiz filan demeye başlarsınız. Ama fark etmediğiniz konuyu bugün gerçek bir grafikle ele alıyor olacağız. İnandığınız şeyden vazgeçmeniz gerektiğini göreceğiz. Vazgeçtiğiniz günse bu denizin ne kadar rahat aşılabilir olduğunu anlamaya başlayacaksınız. Hem buradaki ders notunda göreceğiniz üzere hem de şu anki görselde gözünüzün önüne tam olarak çizilmemiş haliyle bile olsa bir eğri sistematiği geliyor. Bu eğrinin başlangıçtan sona kadar olan kısmı hayatımızın ta kendisi yani yaşam süresi. Ve bu yaşam süresinin hangi noktasındaysanız örneğin 20, 30, 40 hele ki 40 yaşında bu çok daha rahat yapılabilen bir grafik haline gelmeye başlıyor. Ortasına çekmiş olduğunuz bir çizgi kendisinden evveliyle kendisinden sonrasına ait çok önemli bir ilişkiyi anlatır bizlere. Her bir bileşkede her bir iniş çıkış her bir olayı temsil eder ve aslında tek bir dönemdir. Her bir dönemin içinde bu yapı kendisini geliştirir ve bir sonraki gelişim için aslında sizi hazırlamaktadır. Asıl önemli olansa bu eğriyi çok daha yukarıya çıkartabilmek daha doğrusu kavisi büyüme alanına doğru genişletmektir. O yüzden ders notlarına bakarak da bu bölümü biraz daha iyi anlayacağınızı umuyorum. Buradaki simetrik yapının nasıl aşılması gerektiğini ise şimdi anlayacaksınız. Yani her bir dalgaya bir olay diyeceğiz. Her bir olayın kendi simetrisi olduğunu, birbirini takip ettiğini düşündüğümüz bu olaylar silsilesinin asimetrik bir sisteme vesile olduğunu göreceğiz. O zaman bizim önce olaylara hani biraz önce söyledim ya okul hayatım kötüydü iş hayatım o yüzden orta oldu. E böyle olunca normal hayatımda berbat durumda diyenler için diyeceğiz ki bakın okul hayatınız aslında bir tane dalgaydı. için diyeceğiz ki bakın okul hayatınız aslında bir tane dalgaydı. Gelin o dalganın içinde neye yanlış inandığınızı görelim. Sonra bu inançlarınız bir araya geldiğinde aslında asimetrik bir sistemde sizi bir yere taşıdığını fark edelim. Peki şimdi ne yapacağım ben sorusunu soruyorsunuz ya cevabını şöyle vermem lazım. Birinci meselemiz şu olayları tek tek ele almanız lazım. Her bir olay dönemini kendi içinde değerlendirmeniz lazım. Ve ikinci en önemli kural şu her bir artı olay için her bir eksi olayın varlığını fark etmeniz gerekiyor. Ve doğal olarak her kötü olayın içindeki her kötü unsur içinde her bir pozitifin var olduğunu anlamanız gerekiyor. Çünkü eğer hep eşit olarak alınmazsa bu artılar ve eksiler günün sonunda eğri boyları asimetrik bir simetriye ulaşır. Bu ise doğada mümkün değildir. Biraz önce dedim ya tam bir daire taş bulamazsınız diye. Doğada var olan her bitki her canlının bir avantajı bir dezavantajı var. Ve bunlar bir simetriyi oluşturuyorlar. Vücudunun asimetrisi ise o simetrinin sonucunda doğanın içinde işe yarar bir hale geliyorlar. E doğada en işe yarar canlının insan olarak yaratıldığını biliyorsak eğer, aynı şeyi burada uygulamış olacağız. Burada üçüncü ve çok önemli bir madde daha var ki burası da inanma boyutu. Neye inanmak mı? Şöyle ifade edeyim. Eğer bu yapının çapının ne kadar olduğuna ne kadar iyi bir talebe olduğunuza odaklanırsanız ya da ne kadar kötü olduğuna odaklanırsanız burada kaybedersiniz. Asıl önemli olan bu çizeceğimiz grafiğin tepe noktasının simetri yapısından sonra bir zıplama yaşaması. O zıplamayı yaşayabilmesi içinse bir sıçrama ve bir değişime ihtiyacımız var. Yani iki durumda gerçekleşasa kötü bir olay karşısında ani bir çöküş veya hızlıca gelen bir para gibi ani bir yükseliş söz konusu olabilir. Bu ikisini böyle ifade ettim ki akılla kalsın. Normalde hayatımız için asıl önemli olan iki şey değildi aslında. Değişim ise işte tam da bizim yapmaya çalıştığımız şey. Adım adım yavaş yavaş sakince ama önce kendimize çok dışarıdan bakarak başkalarına değil. Bu simetri ve asimetrik olaylar arasında nasıl bir atılım yapabilirim sorusunun cevabına ise şöyle bir örnek vereceğim. Tekrar başa döneceğim. sorusunun cevabı neyse şöyle bir örnek vereceğim. Tekrar başa döneceğim. Okul hayatım kötüydü, iş hayatım orta seviyede, hayatımda bu yüzden bayağı bir kötü durumda diyenler için diyeceğiz ki önce olayı ele alalım. Bu olayın içerisinde örnek okul hayatınıza bir bakalım. Hani demiştik ya aslında her bir olay hayatımıza yön verdiğini düşündüğünüz ama aslında hayatınızda olması gereken bir parçadır. Siz o parçayı kötü bildikçe kendinizi beceriksiz zannedersiniz. Şimdi ne demiştik bir kuralımız vardı. En iyi olaydaki en büyük hatayı bulacağız. Ve en kötü olaydaki en büyük avantajı bulacağız. Şöyle bir örneklendirme ile basitleştireceğim tekrar. Merak etmeyin. Örneğin Boğaziçi'yi kazanmış olan bir öğrencimiz. Aşağı yukarı bizim zamanımızdan beri çoğu bölümler için çok avantajlı görünen bir üniversiteydi. Diyelim ki sevgili kardeşim Boğaziçi'yi kazandı. Ve onun için hayatındaki en güzel anlardan bir tanesi. Ama bu en iyi olarak tabir ettiğiniz olaydaki en büyük hata ne? Şöyle diyebilirsiniz mesela. Daha iyi bir bölüme girebilirdim. Boğaziçi'nin iktisadını kazandım ama bana göre iktisattan daha iyi olan şu bölüm vardı. Onu kazanabilirdim. Bu benim örneğim. Siz bunu çeşitlendirebilirsiniz. Peki bir başka şeyden ifade edelim. Örneğin diyelim ki Boğaziçi'ni kazandı, bitirdi, iş hayatına başladı. Ama iş hayatında çok kötü bir yerden işe başladı. Ve şöyle bir cümle kuruyor. Diyor ki ben kariyer serüvenime kötü bir noktadan başlamış oldum. Yani şansım yaver gitmedi gibi bir cümlesi oldu. Peki bu en kötü olarak gördüğünüz olaydaki en büyük avantajınızı neden görmezsiniz? Mutlaka vardır. Sakın sakın yok demeyiniz. Çünkü bu tamamen doğal bir süreç. Bakın bir örnek vereyim. En kötü yerden başlamanız olmanız tecrübenizi arttırmak manasına gelir. O zaman tecrübeli olmuşsunuzdur. Şimdi birinci bölümde en iyi olaydaki en büyük hatayı bulup daha iyi bir bölüme girebilirdim dedik. Sonra iş hayatındaki başlangıcı örnek verip en kötü olaydaki en büyük avantaja odaklanıp tecrübe sahibi oldun dedik. Peki şimdi bu ikisini birleştirmemiz gerekiyor değil mi? Sıçrama yapmak istiyoruz çünkü. O zaman daha iyi bir bölüm için daha çok çalışmalıydın. Tecrübe sahibi olabilmek için tecrübe sahiplerinden yararlanmayı arttırmalısın. O zaman cümlemiz şu olur. Daha çok çalış tecrübe sahiplerinden yararlan. İşte senin simetrik olarak bundan sonraki hayatında bir üst kademeye sıçramanın temel formülü. Bak gördün mü? Senin içinde saklı. Dersin sonuna geldik. Bir hikayeyle bitirelim. Hani küçük bir masalımız olsun. Masalın sonunda da bir sorumuz var. Sorunun cevabını test aşamasında veriyor olacaksınız. Ders notlarımızı da oradan göreceksiniz. Şimdi düşünün ki bu masalda anlatacağım çocuk bugünlerde 40'lı 45'li yaşlarında olsun ben size onun çocukluk döneminden bir parçayı anlatacağım. Köyden çıkmadan önceki üniversiteyi kazanacağı ana kadar ki yaşanan olaylardan birkaç tanesini. Bu olayların sonucunda ortaya çektiğimiz çizgiden sonra neler olabileceğini aşağı yukarı kestirebilir durumda olduğumuzu görmeye başladık değil mi? Bu simetri ve asimetri meselesini gündem edince ani çöküşler ve hızlı yükselişler olsa bile. Şimdi ani çöküş ve hızlı yükselişe koyalım bir tarafa tam asimetrik ve simetrik bir dönüşüm sürecinden bahsediyor olalım ve çizginin sonunda ne olabileceğini soracağız size nedenleriyle beraber. Şöyle olsun hikayemiz, bir köy yerinde küçük bir çocuk, ilkokul 2. 3. sınıfta iki tane kardeşi var. Arkadaşlarıyla beraber okula gidip gelmekte. Günün birinde arkadaşlarından bir tanesi bir tavuk kümesine girerek birkaç yumurta çalar. Etrafta bunu gören tavuk kümesinin sahibinin bağırmasıyla çocukcağız da korkar koşmaya başlar. Arkadaşıyla koşarken yanlışlıkla arkadaşına çarpıp arkadaşının çaldığı yumurtaların elinden düşüp kırılmasına sebep olur. Arkadaşı kırılan yumurtaların bedelini isteyince bir anda şaşıp kalır. Okula gelir, okulda öğretmeninden derslerini alır, eve gidip tam ders çalışmak isteyeceği anda ise aklına sürekli bu gelir. Aklına gelmekle kalmaz. Arkadaşı her gün bana yumurta almak zorundasın biliyor musun deyiverir. Bu çocukcağız ise kardeşlerini harekete geçirip beraberce pazarda annesinde var olan yumurtaları satmak için izin ister. Beraberce pazara giderler. Yumurtaları satmaya başlarlar. Satılan her yumurtadan babasının verdiği bahşişle 3 yumurta daha alır arkadaşına hediye ediverir. Yıllar yılları kovalar ve üniversite zamanı gelir üniversiteyi kazanır ve üniversiteyi okumak üzere köyünü terk eder. Peki bu hikayede yaşanmış olaylar birer dalga olarak düşünsek ve ortaya bir çizgi çizsek. Hikayenin sonunda şöyle 40-45'li yaşları geldiğinde sizce bu çocuk bir hırsız mı olacak? Bir profesör mü yoksa bir taksi şoförü mü? Ha bir de şu var. Sizce verdiğiniz cevap neden öyle? Onu da kısaca açıklarsanız o boş bölüme çok sevineceğiz. O zaman çok rahat değerlendirebileceğiz. Ki bütün değerlendirmelerimizi 10. dersin sonunda başlayacağımızı da unutmayın sakın olur mu? Haftaya tekrar görüşmek üzere. Hayatının masalını okuyamadıkça başka hayatlara bulaşma. Kalın sağlıcakla."}
Bilinç genel olarak insanlar açısından
farkındalık, duygu, algı, bilginin merkezi olarak kabul edilmiş. Bu kabulün içinde zihnin kendi içeriklerinin farkında olduğu, kendi içinde bilinenle anlamlandırılmış. Ama bu anlamın güncel hayatımızda çok önemli karşılıkları var. Yaşadığımız ama çok tarif edemediğimiz bu duygunun kendi içsel ve psikolojik yollarına gitmeyeceğiz. En önemli konu madem ki girizgah noktasındayız o noktada güncel problemlerimizin en temeline birkaç örnek vereceğiz. O yüzden şimdi çok sakin bir şekilde dinlemenizi istiyoruz sadece. Öyle dikkat kesilmeye çalışmayın. Anlattığım her şeyde sadece kendi yaşadıklarınızı getirin gözünüzün önüne. En sona doğru giderken kendinizle yüzleşebilirseniz eğer, sonda gelecek soruyu kolaylıkla cevaplayacaksınız. Ve o cevabınız sizinle beraber çıkacağımız yolculukta bir dönemeç, bir durak daha olacak bizim için. Burnumun ucunda olan olayları bir türlü göremiyorum, gözümden kaçıveriyor, tam da şuradaymış, arıyorum arıyorum bir türlü göremiyorum diyenler derseniz eğer bilinç dünyasının en önemli konularından birinde eksiğimiz var demektir. Eksiğimiz var demektir. Burnumuzun ucunda gören gözünüzün ne gördüğünden habersiz olursunuz. İşte bunu çözebilmenin en temel noktası sizin orada olmanızı sağlayabilmektir. Bu durumsa önemli olsun ya da olmasın konuştuğunuz ya da dinlediğiniz ya da seyrettiğiniz ya da şimdi olduğu gibi arka planda konuşan bir sesle beraber olduğunuzu fark etmek zorundasınız. Kiminle beraberseniz beraber olduğunuz kişiyi dinlediğiniz kişiyi ona verdiğiniz önemi en azından gösterebilmek adına oraya geri dönmelisiniz. Peki bunu nasıl sağlayacaksınız? Şöyle bu önemsiz gibi gelen bir konu olsa bile aslında dinlediğiniz şahsın kendisine vermiş olduğunuz ehemmiyeti ortaya koymalısınız. Herkes bunun ucunu görür ama eğer oradaysa. Anlatıyorlar anlatıyorlar ama bir türlü duymuyorum. Aslında 10 defada tekrar etmişler ama hatırlamıyorum anlattıklarını diyenlerdenseniz yine toplumun ekseriği kısmında sayılabilirsiniz. Zira toplumun önemli bir kısmı anlatılanı duymadığını ifade eder her seferinde. Anlamadım diyerek üstünü örtüverir. Yani kendimizi bir önce söylediğim gibi o mekanı getirmiş olmak geldiğimiz yerde anlatılanları duyabileceğimiz anlamına gelmez. Tam olarak duyabilmeniz için gördüğünüz her ne varsa bunların hareketini takip etmeniz gerekir. Yani kulaklarımızın duyum eşiği gözümüzün takip hızıyla birebir aynıdır. Şayet karşınızdaki insanı duymakta değil de duyduğunuzu anlamakta zorlanıyorsanız, onun el, kol, dudak, mimik hareketlerine odaklanmalısınız. kol, dudak, mimik hareketlerine odaklanmalısınız. Zihniniz bu odak sürecince duyma organınızın kapasitesini hızlı bir biçimde arttırır. Artan duyma kapasiteniz siz istemeseniz bile anlatılanları kafanıza kazınmasına vesile olur. Biz buna hareket takibi diyoruz. Bu hareket takibiyle kulağınız senkronize olduğu andan itibaren ilerleyen derslerde göreceğiniz üzere yalan söyleyenle doğru söyleyeni rahatça ayırt etmeye de başlıyor olacaksınız. Geldim, gördüm, duydum da ama anlatılan şeylerde verilmeye çalışılan histen hiç etkilenmiyorum. Bir film seyrediyoruz, millet içine kadar girip gülüyor yahut bütün cidalarına kadar hissedip ağlayıveriyor. Ya şu hissediniz nedir? Ben bir türlü hissedemiyorum diyorsanız eğer burada iki temel duyguda eksiklik olduğunu biliriz. Bunlardan birincisi tat duygusu. Çünkü özellikle ağzının tadı bozuk olan ya da birden fazla çeşit yemeği yemeyen, birden fazla tada karşı değil belli tatlara alışmış olan insanların his dünyasında da eksiklikler olduğunu biliriz. Tat duyusunun gelişiminin ise özellikle müzik alanındaki dinleme konusundaki hızınızla da yakinen ilişkili olduğunu biliriz. hızınızla da yakinen ilişkili olduğunu biliriz. Dolayısıyla illaki bir şeyi hissetmek demek o uğurda anlamak demek de değildir. Ama özellikle ilerleyen dönemde kendinizi başkasının yerine koyma becerisi dediğimiz empati yöntemlerine geçtiğimizde bunun önemli bir kavram olduğunu göreceksiniz. İyi bir hissiyatınızın olması için bunun gelişme alanında dilinizin ve dokunma duyunuzun doğal olarak da müzik hassasiyetinizin en azından çeşitlenmesi gerekiyor. Bu manada farklı biçimlerdeki müzikleri dinliyor olmanız lazım. Bu sizin hissiyat dünyanızda adım adım bir gelişim süreci sağlayacaktır. Bu yüzden birden fazla müzik çeşidinden örneği dinlemenizi henüz hiç tatmadığınız ve asla yemem dediğiniz bir yemeği yemenize tavsiye ederiz. Sıklıkla gerçekleştireceğiniz bu pratikler, his dünyanızda önemli bir yerin açılımını sağlayacak. Ama henüz yolun başında olduğumuzu unutmayın olur mu? Bunlar daha düşünce teorisine giriş bölümü. O yüzden kısa ve küçük adımlar ifade ediyoruz. Gittikçe detaylandıracağız elbet. Eğer bu yetenekleriniz gelişirse bugüne kadar felsefecilerin anlattığı şekliyle değil de pratik olarak bilinçli hareketiniz mümkün olur. Bilinçli bir hareketin örneğini birazdan veriyor olacağım. Ama en başından şunu söylemem lazım. Bilinç sizin neyin karşısında ne olduğunuzu gösterir. Örneğin bilinci eksik olan, bilinç yapısı gelişmemiş olan bir insan kendisini biraz daha bilen karşısında ezik hissediverir. Bilinçli olan bir insansa kendi bilgisinin azlığı karşısında kendinde var olan başka yeteneklerle o bilgiye ulaşabilmenin yollarını kovalamaya başlar. Dolayısıyla bilinç en basit tabirle kendinize olan öze güven gerekliliğinizi geri getirmenizde temel bir yardımcıdır. Dolayısıyla bilinç dediğimiz konu bir şeyin iç dünyasını kavramak değil, öncelikle kendimizde var olanı bulabilme adına geliştirilmesi gereken alanlardan biridir. Bu alanın gelişebilmesi için ise sizlerin bu farklılığı bir kez daha görebilmeniz için küçük bir örnek veriyor olacağım. Bu örnek size bilincin ne olduğunu anlamanızda biraz daha yardımcı olacak ve geliştirmeniz için neler yapmamız gerektiğine dair bir takım ipuçları taşıyacak. O zaman şöyle bir toparlayıverelim. Özellikle burada gördüğünüz kelimeler arasında hem doğrusal bir iletişim hem de apayrı bir anlam var. Bir şeyin önemli olmasını tavukla ifade edelim mesela. Örneğin tavukta çok önemli bir yiyecek kaynağımızdır sözü bir bilgi olarak karşımızda olsun. sözü bir bilgi olarak karşımızda olsun. Bilgiçler genellikle hangi tür tavuk diyerek çıkarlar yola ve böyle yola çıktıkları için bir türlü yemeği beceremezler. Dolayısıyla genellikle aç kalırlar ya da o bilgiçlik onları bir süre sonra kötü bir tavuk etine mahkum edebilir. Bilint ise eline alacağı tavuğu hemen nasıl yolması gerektiğini burnunun ucunda görendir. Sonra o tavuğu nasıl pişirmesine gerektiğine dair kendisine ders vereni dinlemiştir. kendisine ders vereni dinlemiştir. Hissiyatı ise yemek noktasında alacağını bilerek öncesinde tavuk iyi miydi kötü müydü tartışmasına girmez. Bilginler elbette ki bilinç düzleminin bir üstüdür. Onlar iyi bir tavuk için aynı zamanda iyi de bir horoz gerekir derler. Ama asıl olan bilgeliktir. Bilge tavuk olmasa da olur. Bir yumurta bir tavuk eder diyerek yollarına devam ederler. Öyleyse bilinç bizim için asgari bir şart. Olmazsa olmazımız. Bizim için asgari bir şart, olmazsa olmazımız, bilgiçlik yapmak yani bildiğini iddia ediyor olmaksa hep yarı yolda kalmak anlamına geliyor. Bilginlik, bunun olabilmesi için gereken koşulları ararken bilge, çoktan ulaşılmaz konuları daha ulaşılabilir hale getirmiş olan insan çeşidine deniyor. O da gerçek manada söylemek gerekirse düşünce adamlarının geliştikçe ve geliştikçe ulaşacakları önemli bir bakış açısıyla adlandırılabiliyor. Parça parça anlattığım hikayeyi farkındayım. Aynı zamanda bütüne ele aldığınız zaman bu kısacık videoda baya bir düşünmek zorunda olduğunuzun da farkındayım. Hakikat istediğimiz bu zaten. Bir kez daha başa dönüp şöyle bir kez daha dinliyor olmak. Peki şimdi sorumuz şu. Bizler test bölümünde sizlere hep bir boşluk vereceğiz. Bu boş paragraf sorusunda sizlerin bilgi, bilgiç, bilinç, bilgin ve bilge ile alakalı kısa bir anekdot yazmanızı isteyeceğiz. Kısa bir anekdot yazmanızı isteyeceğiz. Bu anekdoton içerisinde vereceğiniz görebilme, duyabilme ve hissedebilme yeteneklerinizle ilgili ise klasik bir okuma sonrasında bir puan vereceğiz. Bütün bu toplanan puanlar için 10. haftanın sonunu bekleyeceksiniz sizler. Ben maillerinizde kısa kısa cevap vermeye çalışıyorum. Ama bütün hikayemiz 10. haftanın sonunda aslında başlıyor olacak. Dolayısıyla aramızda yeni katılacak arkadaşlar için hala bir haftamız daha var. 10. haftadan sonra yine gelenler olsa fark etmez ama bu avantajı biraz ötenemiş olacaklar. Efendim hakikat haftaya 10. derste buluşacağız. Bu hafta kıssadan özden. İçinde ufak incelikleriyle ufacık bir deneme yoluna çıktık. Sizlere kolay gelsin derken haftaya tekrar görüşmek üzere diyorum. Hadi kalın sağlıcakla."} Kitapta yazmazdan herkese merhabalar. Geçtiğimiz haftalardan bu yana ki bu hafta 10.sunu gerçekleştirdiğimiz düşünce teorisine girişte özellikle yorumlar arasında gelen sorulara birkaç tane kısa cevap vermek istiyorum en başta. Efendim bildiğiniz üzere her bir dersimizin sonunda bir testimiz var. Ve gittikçe bu testler puanlama ve klasik okumalara dönük olarak değiştirilmeye başlanıyor. 10. haftanın sonunda yani bu dersten sonraki haftada bir dahaki pazara bizler daha önce yapmış olduğumuz 10 tane ayrı testin sorularını ve sorularının cevaplarına ilişkin videoları veriyor olacağız. Yani hiçbir şey için geç kalmadınız tam tersine 10 haftanın hem bir değerlendirmesini yapıyor olacağız hem de nerelerde neyi sormaya sorularımızla size ne anlatmaya çalıştık onu ifade etmeye çalışıyor olacağız. Bu yüzden yeni başlayan kardeşlerim hiç geç kalmadılar. Tam tersine özellikle bu önümüzdeki haftaya kadar bu 10 dersin testini bitirmenizi sizden rica ediyor olacağız ki sizin için daha verimli olabilsin. Sonrasında yani 11. bölümden itibaren ise artık bir sıralamamız söz konusu olacak. Derslerden alınmış olan notları yavaş yavaş topluluk grubumuzda ilk 3'ü ya da ilk 5'i yayınlıyor olacağız. Ve bu yavaş yavaş tatlı bir rekabete dönüşmeye başlayacak. Ama bu rekabet sizin daha iyi olmanız adına süreç içerisinde ne anlama geldiğini de söyleyeceğiz. Tabiri caizse devam eden haftalar boyunca bu rekabetin size kattığı değerle rekabetin olmadığını da öğreniyor olacaksınız. Beraberce çıktığımız bu yolculuğun sonuna da gelsek yeniden başlayanlar için fırsatlar asla bitmiyor olacak çünkü eğitimlerimiz hep burada var olacak ama ilk katılan dostlarımızın ilk yaptığı testler silinip yerine puanlı testler ekleneceğinden ötürü şu anda girmiş olan bu aralar bizimle olan dostlarımız ilk olmanın avantajını yaşıyor olacaklar. Sonrakiler aynı eğitim almayı, aynı testleri yapmaya devam etseler de onlar ellerindeki puanlara göre hangi aşamada olduklarını görüyor olacaklar. Bu yüzden az sabır diliyoruz sizlerden. Bu haftaki konumuz metafor. Hadi başlayalım. Metafor Yunanca'ya aslında yine Orta Doğu'dan taşınmış bir kelime. Kendinden daha öteye taşımak bir olguyu anlamına geliyor. Daha fazlasını yüklemek. Kelimenin etomolojisini yapanlara göre de metafor kelimesi meta yani öte, frame yani taşımak, yüklemek, yüklenmek anlamına geliyor. Yani bir şeyi kendinden öteye taşımak çabası. Kendimize ait sonraların tasavvurunu nasıl yaptığımızı anlatır bizlere. Güncel edebiyatımızda bakarsanız eğer bu benzetme ve teşvihtir. Yani bizim edebiyatımızda, bizim kültürümüzde teşbih olan sanat batı dünyasına gittiğinizde metafor olarak anılır. Metafor olarak adlandırıyor olmamızın sebebi teşbihten daha güzel durduğu için değil. Metafor kavramı teşbihten biraz daha teknik bir isim olduğu için bunu kullanıyoruz. Yani insanın kendini tanıma sürecinde kullandığı kelimelerin ehemmiyeti ve kendisinde olmasını istediklerini bir metafor halinde nasıl kullandığını çözmeye çalışacağız. Yani hala kendimizi öğrenmeye çalışıyoruz ki düşünce teorisine girişin en temel yasası bu. Kendinizi çözemedikçe başka bir şey üzerinden çalışma şansınız yoktur. İnsan kendinde olanı metafor olarak kullanır. O yüzden kendimizi tanımamız için bakacağız ne var ne yok diye. Metaforlar hem kullanımına göre tespitlerin yapılmasına hem de metaforların kullanım şeklini değiştirerek arttırarak düşünce yapınızın da gelişmesine yardımcı olur. Yani bir yandan yaptığımız metaforlarla kendimizi değerlendirebiliriz. Bir yandan da nerede hata yaptığımızı görerek hatalarımızı düzeltmek için yeni kelimeleri nasıl kullanmamız lazım onu öğrenebiliriz. Hep söylüyorum ya her şeyin giriş aşamasındayız. O yüzden hap mahiyetinde veriyoruz bütün derslerimizi. İkinci ve üçüncü seviyeye geçtiğimizde her birisinde büyük detaylarla uğraşıyor olacağız. Ama bugünkü konumuzun hap konusu bu kullandığımız metaforların kullanış biçimlerine göre düşünce biçimimizi öğrenmek. Pek de farkında değiliz ama bizler kullandığımız kelimelerle ele veririz kendimizi. Ve kelimelerimizin önüne kattığımız herhangi bir teşbih, benzetme ya da bugünün dersi olduğu gibi metaforlar, nesneler, özneler ve sıfatlarla olan ilişkimizi yani hayatı olan bakış açımızı gösterir bizlere. Örneğin ilkinden nesnel metaforlardan başlayabiliriz. Nesneleri nasıl metaforlaştırıyoruz? Eğer önümüzdeki bir nesneyi bir başka nesneyle metafor halinde kullanıyorsak bu birinci gruba giriyor. Nesnel metafor diyoruz bunlara. Örnek demir gibi sandalye. Sandalye bir nesne demir de bir nesne. Sandalye bizim için bir ihtiyaç olduğunu varsayalım. Buna karşılık söylediğimiz sıfat yani benzetme ise demir. Dolayısıyla bir adam dükkandan içeriye girdiğinde demir gibi bir sandalye istiyorum dediğinde öncelikle onun ihtiyacına binaen görünür bir güç peşinde olduğunu anlamaya başlarız. Nesnel metaforları hayatında çok kullanan insanlar ihtiyaçlarını görünür güçle çözmek isteyen tipteki insanlardır. Yani bir şeyi çözmek için illaki bir nesneye ihtiyaç olduğunu görürüz o insanlarda. Nesnelerle düşünüyor olmalarından ötürü ise nesneler eksildiğinde çözüm üretmede zorlanırlar. Bu yüzden sizin hayatınızda da böyle bir unsur varsa bunun yerine diğer metafor kavramlarını kullanmaya başlamanız gerekecek. Bunu sonunda anlatıyor olacağım. Geçtik ikinci metaforumuza. Sıfatların metafor olarak kullanan insan tiplemesi. Yine kapıdan içeri giren bir müşterimiz olduğunu düşünelim ve içeri girdiğinde sizden güçlü bir sandalye istediğini söylesin. Yani yaşamlarında genellikle bir şeyin oluşumunu diğer bir unsura bağlamış olan insan tipleridir bunlar. Her şeyin olabilmesi için bir başka şeyi beklerler. Eğer burada kapıdan giren kişi güç yerine bir başka sıfatı kullanıyor olsaydı veya size misafirliğe gelmiş bir adamın yav tipsiz bir sandalye gibi yeni bir metafor gerektiren benzetmeler kullanıyorsa eğer her şeyi kendileri için isteyenilerine ait olanı ön planda tuttukları durumda hasıl olur. Her şeyi bir şeyle tamamlama istek ve talepleri ise hayatları boyunca onları zorlayacaktır. Zira hemen her şey her zaman diliminde hazır olmaz bildiğiniz üzere. Nesne dedik sıfat dedik sıra özneye geldi. Hala sandalyedeyiz çünkü hepsini daha rahat hatırlayabiliriz böyle olunca. Adam gibi sandalye dedi mesela birisi. Sandalye yine bir ihtiyaç. Adam gibi kelimesi ise bu ihtiyacın fonksiyonunu ortaya koyuyor. Bu tip insanlar fonksiyonu en önde tutan insan tipleri. Fonksiyonu odak noktalarına koymaları sebebiyle ise farklı düşünce ve imkanların varlığına kapalı insan tipleridir. Yani daha dogmatik, daha köşeli ve kendilerine ait kurallardan kolay kolay çıkmaz insan tipidir. Halbuki bizler bu üç ayrı metaforu yerli yerince ne kadar kullanabilirsek bunlardan oluşan her türlü negatif unsuru da rahatlıkla ortadan kaldırabilecek bir düşünce yapısına geçiş yapabiliriz. Yani metafor kullanımı insan düşünce yapısındaki değişime yardımcı olmakta. Var olan eksiklikler ya da bunların az kullanılıyor olması belli sebeplere ve belli sebeplerden doğan sonuçlara götürür bizleri. Şimdi o sebep ve sonuçlara bakalım biz neresinden nasıl değiştireceğiz yavaş yavaş oraya geçmiş olalım. Ben hayatımda pek benzetme kullanmam bu yüzden dolayı bir problem midir diye bu sual ederseniz eğer bu esas anlamıyla bir problem değildir ama sizin hayatınızdaki düşünce derinliğini oluşturur ki ne yazık ki edebiyatımızda bu teşbihe ait olan derinlemesine yazılar gittikçe uzaklaşmış olmamızın temel sebepleri nedir diye sorarsanız bunların başında elbette az okumak geliyor. Özellikle geçmiş edebiyatımızın klasiklerinden bahsediyoruz. Biraz daha teşbihi fazla kullanmış olan. Az okuyoruz çünkü az görmenin sonucunu yaşamak istiyoruz. Az okuyanlar az görürler. Düşük bir izlem sebebiyle de az metafor kullanıyor olabiliriz. Etrafımızdaki olayları izlemek yerine hep yorum yapma peşindeyiz. Ve bu yüzden de boş konuşuyoruz. Halbuki hakikat iyi bir izleyici etrafındaki olaylarda hep kendisini arayandır. Buradaki hakikat başka hayatları görmemekle adlandırılmalı. Bu da üçüncü sebep. Az metafor kullanmamızda kullanılıp söyleyebileceğimiz. Bizler başka hayatlardaki sıkıntıları pek de göremiyoruz. Bu durumda da bencillik hasıl oluyor. Peki bu metafor kullanımını nasıl arttırabiliriz şimdi diye soruyorsanız eğer özellikle çocuk yaştakiler için ebeveynlere söyleyebileceğim unsur o çocuklara kendi küçük çocuklarınıza benzetmelerle konuşun. İnci gibi dişlerin var, şeker gibi duruyorsun, çok tatlı gülüyorsun gibi ifadeleri kullanmayı nesne, özne ve diğer bütün unsurları bir arada kullanmaya çalışın. Sıra gençlere geldiğinizde ise eğer pek benzetme kullanmıyorsa onlara anlamadım diyerek benzetme yapmaya zorlayın. Geldik yetişkinlere. İşte o yetişkinlerde bu iş nasıl oluyor? Gelin şimdi ona bakalım. Dersi dinleyen yetişkin dostlar ve gençler konusundaki esasi anlamda bu metafor kullanımının değerlendirmesine gelince durumu şöyle anlatalım. Kullandığınız metaforlarda ilk örnekte verdiğimiz nesnel metaforlarınız fazlaysa bu durumda kişisel olarak gelişim noktasında eksiklikleriniz var demektir. Ama buna rağmen bunun bir de pozitif tarafı var. Bu daha rahat bir şeyleri anlatabildiğiniz anlamına gelir. Eğer kullandığınız metaforlarda pek de öznel metaforlara yer vermiyorsanız hayattan beklentileriniz normalin üzerinde demektir. Ama bunun yine pozitif bir tarafı da var. İş verildiğinde iyi bir iş yapar anlamına gelir. Ve hayatımızın içerisinde olayların metaforlarına yeteri kadar yer vermiyor olmak, yorgunluk ve stresin fazlalığını gösterse de sistemsel bakış açınızın geliştiğini göstermektedir bizlere. Burada olay olarak belirlediğim aynı zamanda sıfat kullanımları manasına geliyor. Şimdi geldik biz nerede eksiğimiz var onu görmemiz lazım. Yani bu avantajları hepsinin bir arada olduğunu düşünürseniz eğer daha rahat bir anlatım, Hepsinin bir arada olduğunu düşünürseniz eğer daha rahat bir anlatım işi iyi yapabilmek sistemsel bakış açısı hepsi bir arada olduğunda bizler daha iyi düşünebilir insanlar haline gelebiliriz. Bu durumda metafor kullanımımızı hem arttırmak hem de çeşitlendirmeye ihtiyacımız var. Bunun için de bu haftanın klasik bir ödevi olacak. Nasıl olduğunu anlatıvereyim sizlere. Efendim güncel hayatınızda bir arkadaşınızla sohbet ederken ya da anneniz, babanız, eşiniz, çocuğunuz ya da iş hayatındaki herhangi bir toplantı, kısa bir görüşme. Karşınızdakinden izin alarak 5 dakika 10 dakikalık bir ses kaydı yapmanızı isteyeceğiz sizden. Sonra kendi kendinize bunu bir daha dinlemenizi isteyeceğiz. Kaç tane metafor kullandığınızı saymanızı isteyeceğiz. Dolayısıyla bu metaforlarında hangilerinin eksik hangilerinin fazla olduğuna bakmaya başlayacaksınız. Şimdi bu konuşma alanındaki testiniz. Normalde hayatınızın içinde yapacaksınız bunu. Geldik bizim testimize. Bizim testimizin ilk bölümünde ise kısacık bir yazı yazmanızı isteyeceğiz sizden. Bir paragraflık, isterseniz iki paragraflık da olabilir. Bir paragraflık isterseniz iki paragraflık da olabilir. Sonra altına bunlar anekdot birer hatıra bir fıkra olmasın ama özellikle kendinize ait bir yazı olsun. Kendinize de anlatabilirsiniz bir olayı da anlatabilirsiniz. Sonrasında ise kendinize değerlendirmelisiniz sorusunu soracağız. Elbette klasik olacak her iki cevabınızda ve buna göre de bir puan alacaksınız. Haftaya ise hem bu puanların her birisini topikun sizlere göndermeye hem de değerlendirmeler yapmaya başlayacağız. Belki ilk hafta 5 dersimizi ikinci haftada 5 dersimizi değerlendirerek şöyle 10. dersimizin sonunda tabiri caizse bir durak duruşu yapacağız. Bir değerlenip toparlanacağız. Kaç kişi kaldık? Kaç kişi olmuşuz? Kimler bu işe sahip çıkmış? Nerelere ulaşmışız? Ona bakacağız. Dersler elbette ki hiç bitmeyecek. Ama maillerinize cevap verdiğim yazdığım gibi. Kimileri yıldızlı bölümde devam ediyor olacaklar. Kimileri de o bölüme adım atabilmek için biraz daha gayret sarf etmeleri gerekecek. Ama benim için değil. Bunların hepsi sizin için. Kendinize iyi bakın. Kolay gelsin."} Düşünce teorisine girişten herkese merhabalar. Herkese hayırlı haftalar. İlk 10 dersimizi devirdik geçtik. Allah'a şükür. 11. dersimize geliyoruz. Yavaş yavaş pratikler başlayacak. Klasik ve test usulüyle puanlama tablomuza başlıyoruz. Daha önceki 10 haftanın puanlama tablosunu da sadece o 10 haftanın özel halini, durumunu şöyle bir başlangıç manasıyla hafta içinde topluluk bölümüne atacağımız bir görselle duyuracağız. Ama sıfırdan başlıyoruz şimdi. Puanlama aşamasına tabii ki. Ama hep söyledim ya düşünce teorisine giriş dersinin çözümlemelerinde de beyan ettiğim üzere yeni başlayan tüm kardeşlerim elbette ki bu derslerden gereken bütün bilgiyi almaya da devam ediyor olacaklar. Bu hafta yavaş yavaş işin çetrefilli bölümüne girmeye başlıyoruz. O yüzden algoritmada düzlemsel algoritmayı konuşacağız. Önce algoritmadan kısaca bahsedelim. Algoritma belli bir problemi çözebilmek ve bu problemde nihayete ulaşabilmek adına yapılmış olan bir yol çizelgesi. Bu yol çizelgesi bugün bilgisayar dünyasında bütün robotların, bütün sistemlerin çalışabilmesi için uygulanıyor. için uygulanıyor. Aynı zamanda düşünce teorisinde düşünce yapısını geliştirmek isteyen insanların asla vazgeçemeyecekleri temel yöntemlerden bir tanesi. Algoritmanın babası ise Ebu Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi'dir. Kendisini selam ile muhabbetle anmak gerekir. Çünkü dünya düşünce tarihinde önemli bir noktayı çözümlemiş, bunu şematize etmiş. Daha doğrusu bugünkü bilgisayar dünyasının bir şeyler yapabiliyor olması, onun hesabelce bir ve el mukabela çalışmalarının kitaplara dökülmüş haliyle mümkün olmuştur. Arap sayılarını kullanarak aritmetik problemler çözme kuralları manasında algorizma sözcüğü algorizm Avrupa'ya geçiş yaparak bugün dünyanın düşünce biçiminde kullandığı sizin de zaman zaman mind map yani akıl hesaplamasında bir çizgi yöntem olarak gördüğünüz sistemdir. Kullandığınız bütün yazılımlarda bu sisteme göre çalışmaktadır. Sizin de görselde gördüğünüz gibi lamba çalışmıyor. Bu bir sorundur. O zaman lambanın fişi takılı mı? Hayırsa fişi tak. Evetse ampul patlak mı? Ampul patlaksa ampulü değiştir. Değilse yeni bir lamba al. Şeklinde basitleştirilmiş bu akış şaması aslında kendi düşünce dünyamızın şamatize edilmiş hali. Bilgisayarlara da nasıl düşünmeleri gerektiğini daha doğrusu nasıl harekete geçmelerine gerektiğini öğrettiğimiz bir yöntem. Peki bilgisayarla insan arasında bu kadar derin bir farklılık var derken hakikaten var mı? Yok mu? Biraz da böyle bir soruyla hafifçe kafa karıştırarak başlayalım dersimize. Algoritma başlığını attığımızda sizlere düzlemsel algoritma diye ayrı bir kelime daha kullandım. Düzlemsel kelimesi aslında olayı kavrayıp kavrayamayışımız arasında bir dengeyi anlatacak bizlere. Bunun için önemli. Düzlem kişilerin öngörüleri ve tecrübeleriyle oluşturdukları ana yapıdır. Yani şöyle tabir edebiliriz bunu. Hamur yoğurmak için sizin bir tezgaha ihtiyacınız var. Sonra bu tezgahta hem tecrübeleriniz, geçmişiniz hem de öngörüleriniz, yani geleceğe dair olan geçmişle gelecek arasındaki bağ kurduğunuz yere düzlemliyoruz. Dolayısıyla bugün şimdi düzlem üzerinde bir algoritma denemesi yapacağız. Bakalım o deneme nasıl devam edecek bizim için. Madem ki böyle bir düzlem var ve bu düzlem geçmiş ve gelecekten oluşuyor. Sizce geçmiş ve gelecek bilgisi düşünmeye yeter mi? Gelin şimdi buna birlikte bakalım. Şimdi size bir hikaye anlatacağım ve bu hikayeden bir algoritma düşünme biçimimizin ne kadar işine yarayıp ne kadar yaramadığımızı görmemize yardımcı olacak. Şimdi önemli bir hikayeyle başlayacağız meseleye. Hikayemiz önemli ve bir ölüm hikayesi. Eşini aldatan bir iş adamıyla ilgili. Eşini aldatan bir iş adamının bir otel odasında yanında bir kutu ilaç ve alkol şişesiyle beraber ölü bulunduğu bir hikaye. Şimdi bu hikayede düzlemsel bir algoritma yazalım beraberce. Birinci meselemiz şu. Ortada bir iş adamı var ve bu iş adamı için önemli olan ilk soru intihar mı etti acaba sorusu olacak. Eğer evetse zaten dosya kapanıverir. Ama hayırsa bu sefer ikinci soru ortaya çıkacaktır. Odaya biriyle mi gelmiş? Eğer hayırsa yani tek gelmişse odaya bu bir intihardır. Dosya yine kapanır. Eğer odaya biriyle gelmesine evet diyorsak, Eğer odaya biriyle gelmesine evet diyorsak, odaya onunla gelen kişi mi ona hapları yuturmuş diye sormamız gerekir. Eğer cevabımız hayırsa o zaman bu durumda bu adamcağızın eşini aldatırken kullandığı bir ilaç türüyle alkolün etkileşim süreciyle bir intihar süreci yaşandığından bahsedebiliriz. Peki odaya gelen kişi onunla beraber o kişiye haplarını yutturduğun düşüncemiz evetse durum şu. Katil acaba onu bu odaya getiren kişi mi diye sorarız. Katil acaba onu bu odaya getiren kişi mi diye sorarız. Eğer evetse bu durumda güvenlik kameralarından veya diğer bütün görgülü tanıklarını da ortaya koyarak onunla beraber odaya giren kişinin katil olduğunu anlar ve onu bulup tutuklarız. Eğer hayır böyle değilse bu durumda bu olayı bir azmettirici söz konusudur. Dolayısıyla bu azmettiricinin kim olduğunu buluruz ve sonuçta dosya kapanıverir. Efendim doğal olarak sizler şimdi biraz önceki algoritmanın sonucunda başka şeyler düşünmeye başlamış olabilirsiniz. Ama biraz önce çizdiğimiz algoritma baştan aşağı yanlıştı. Zira yine pek çoğunuz nasıl yanlıştı sorusunu soruyor kendine hemen. Ama asıl mesele düşünce teorisine girişte bir şeyin nasıl olduğu değil. Ne ile yanlış yapıldığını bulmak. Son 10 dersi iyi dinleyenler nasıl sorusuna ve bir önceki algoritmanın tongasına düşmemiş olmalılar. Şimdi biz ne dedik düzlemsel algoritmayı anlatırken? Düzlemsel algoritmada düzleme oluşturan bir tecrübeler var, bir de gelecek var, öngörüler var demiştik. Şimdi ben en başta hikayeyi anlatırken şöyle bir cümle kurmuştum. Eşini aldatan bir iş adamı bir otel odasında yanında bir kutu ilaç ve alkol şişesiyle ölü bulundu demiştim. Şimdi geçmiş tecrübelerimiz bizlere doğal olarak bu kurulmuş olan cümleden de yola çıkarak eşini aldatan bir kişinin otele gidiyor olmasını gayet doğal karşılar. Çünkü diziler, filmler, haberler bunu gerektirir. bunu gerektirir. Gelecekle ilgili düşüncelerimiz ise beraberinde olduğu kişiyle beraber bu kişinin hap ve alkol aldığını bu da bir nevi intihar yahut zehirlenmedir düşüncesini doğal olarak doğurur. Halbuki hakikat şudur efendim. Dersin en başında ben size harizmiyi anlatırken düzlemden bahsetmedim çünkü düzlemsel algoritmanın kendisi yanlış. Zira düzlemden hariç olarak bir de derinlik gerekir. İşte bizim de aradığımız temel unsur budur. Eğer sadece geçmiş tecrübeleriniz ve gelecek öngörülerinizle hareket ederseniz, düzlemsel bir algoritma yazarsınız ve bu sebeple hiçbir zaman doğru bir düşünce ve bu düşüncenin sonucuyla doğru bir yola revan olamazsınız. Düzemden hariç bir derinliğe ulaşabilmemiz içinse, ön yargılarınızdan kurtulmuş olmanız gerekiyor. Tecrübeyle ön yargıyı da birbirine karıştırmamalısınız. Şimdi bizim bir önceki olayda, yani anlattığım hikayede, asıl arattığımız şey neydi? Adamın neden öldüğü. İşte bu durumda bizim eşini aldatan bir insan tipiyle veya otel odasında alkol ve ilaç konusuyla bunu birleştiriyor olmamız sizin tecrübelerinizi tetiklemek ve öngörüllerinizi hemen pat diye ortaya dökmeniz içindi. Halbuki adam niye mi öldü? Bir bayir toplantısı sonrası başı ağrıyan bir adama yanlış bir ilaç verilmişti. Yanlış verilen ilaç sonucunda bu adamcağız ölüvermişti. Peki doğru algoritmayı yani düzlemsel olanı değil derinlikte olan algoritmayı nasıl yazacağız? İşte bunun için birinci maddemizin kuralı şu. Düzlemden kesinlikle çıkmamız gerekiyor. Yani geçmiş tecrübelerimiz elbette bir ihtiyaç. Gelecek öngörülerimiz kesinlikle işe yarar. Ama düzlemden önce bir çıkmamız lazım. Bu düzlemden çıkabilmemiz için önce anlatılan olaydaki tüm sıfat ve ön yargıları da siliyor olmamız lazım. Ve dahi son kural önce neyi bulmak istediğimizi belirlememiz gerekiyor ki kritik olan soru bu. Ne sorusu. Dolayısıyla genellikle iyi cinayet uzmanları bu konuda bir soruşturma aşamasında eşini aldatan bir erkeğin eşini aldatmasını önce ikinci plana alırlar. Önce ikinci planı alırlar. Otelde ölü bulunuyor olmasıyla hemen sizlerin yaptığını düşünmüyorum ama toplumun %80'inin yaptığı gibi fantastik düşünceler sonucu karara ulaşmazlar. Öncelikle ne olduğunu ararlar. Dolayısıyla sorunun birincisi bu olmalıydı. Ne sorusu. Bu da bize düzemsel algoritmadan kurtularak derinlemesine algoritmayı kullanabilme imkanını sağlıyor olacaktı. Peki bu manada doğru bir algoritmayı nasıl kurabiliriz? Gelin güncel hayatımızdaki bir örnekle bunu yapmaya çalışalım. Örneğin şöyle bir soruyla başlayalım hayata. Diyelim ki bizi dinleyen, bizi izleyen kardeşlerimizden birisi olsun. Bu bir lise üniversite hazırlanırken çok çalışıyorum ama başaramıyorum diye bir cümle kurmuş olsun. Şimdi bir algoritma yazacağız ve bu algoritmada bu arkadaşımızın nerede yanlış yapıyorum sorusuna cevap alacağız. Şimdi buradaki düzlem nedir? Yani sadece geçmiş tecrübeler ve gelecekle alakalı öngörüleri ortaya koyarsanız ve bunu en başta yaptığımız düzlemsel algoritma gibi bir yanlışla çözmeye kalkarsanız burada düzlem çok çalışsam da olmayacak. Niye? Tecrübelerim bana gösterdi ki çalışınca olmuyor. Öngörüllerim bana gösteriyor ki ben geometriden anlamıyorum ve bu iş olmayacak. E önyargılarınız var doğal olarak ve bu ön yargı başaramamanız üzerine. Ama biz neyi arıyoruz? Ne sorusunu. Bu olayda çok çalışıyorum ama başaramıyorum gibi bir cümlede ne sorusunun cevabı başarı. Aradığımız şey başarıya ulaşmak. Dolayısıyla önce yanlış yaptığınız noktayı bulabilmek için yanlışın merkezi olan sizin arayışınızın ilk noktası olan başarıyla ilgileneceğiz. Oradan yeni bir algoritma yazmaya çalışacağız. İyi bir algoritma yazarı aynı zamanda sistemsel bir bakış açısına sahip olabilme imkanına da böylelikle kavuşmuş olacaktır elbet. Bu noktada başarmam için yapmam gerekenleri belirledim diye başlayalım algoritmamıza. Neden? Çünkü başarıyı alıyoruz. Başaramadığımız olaylar var. Başarmak için ne yapmam lazım? Bu gerekleri arıyorum. yeni bir yöntem bulmanız gerekir. Ama cevabınız evet ise bu durumda ilk cümleyi kurmanızın sebebi de ortaya çıkar ki artık yöntemi değiştirdikten sonra bunu değiştirdiyseniz değişen yöntemleri denedim ama başarılı oldum denedim ve başarılı oldum sorusunun cevabı evetse sonuca ulaşmış oluruz. Eğer bunun cevabı hayırsa işte bu durumda algoritmanın temeli. Başa dönüp işlemi bir daha bir daha ve bir daha yapmak zorundayız. Dolayısıyla bu bizi düzlemsel düşünce algoritmasından çıkarıp derinlikli algoritmaya ve önyargı ve geçmiş ve gelecekle alakalı tüm bildiklerimizi bir kenarda tutarak işin özüne ulaşmamıza yardımcı olacaktır. İşin özüne ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Eğer aynı talebe arkadaşımla yanlış bir algoritma yazsaydık şöyle bir düzlemsel algoritmamız olurdu ki o da olayın anında başlardı. Çok çalışsam da başaramadığımı buldum yazardı bu genç kardeşimiz. yazardı bu genç kardeşimiz. Eğer hayırsa cevabı bir daha ara denirdi. Halbuki araymakla olmadığı zaten sistemden belli. Eğer çok çalışsam da başaramadığımı buldum. Evet sonucuna ulaşıyorsanız bu sefer de asla ve katiyetle gerçek bir başarıya ulaşamayacağınız ortaya çıkar ki bu da ön yargılarınızın size yeni bir gol attığını da göstermektedir. Efendim geldik dersin sonuna. Yavaş yavaş tatlı hikayelere doğru geçiyoruz. İşin zevkli taraflarına doğru gideceğiz. Bu ilk düşünce teorisine giriş birinci bölümün yarısından sonraki başlayan yeni kuşaklar. Yavaş yavaş olay çözümlemelerine doğru adım atmaya başlıyoruz. Bu yüzden bunlara başlamadan önce bu algoritma ve benzeri konuları iyi biliyor olmak ve üzerinde biraz kafa yormak gerekiyor elbette. Efendim testi lütfen doldurmayı unutmayın. Çünkü önümüzdeki perşembeye kadar vaktiniz olacak. Ve akşam perşembe akşamı testi kapatmayacağım. Ama perşembe gecesine kadar testi doldurmuş olanlar için cuma günü bir değerlendirme vakti ayırıyor olacağım. Ve o vakitte puanları belirleyeceğim. Ve o vakitte puanları belirleyeceğim. Geçtiğimiz 10 haftayla ilgili olan puanlama tablosu içinse baya bir hali hazırda testleri yapan ve aramıza katılan baya yeni dostlarımız var. O yüzden onlara bir 3-4 günlük daha fırsat tanımaya gayret ediyoruz. Evet birinci bölümün bitmesine yarısı bitti. Geriye bir yarısı daha var. Bu arada adedimiz arttıkça mutlu oluyoruz. Çünkü elimizdeki değerler artıyor ve atölye çalışmaları için biz de sizden daha fazla heyecan duyuyoruz. Efendim bu haftalık bu kadar. Testleri lütfen unutmayın. Eski derslerinin kalan testleri varsa onları da unutmayın. Haftaya tekrar görüşmek üzere. 12. derste inşallah. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'ne girişin 12. dersinden
herkese merhabalar, hayırlı haftalar olsun. Hakikat şu ana kadar geldiğimiz noktanın üzerine koya koya gitmeye devam ediyoruz. Her birisinde küçük bir şey ekliyoruz ama aslında büyük bir adım atıyoruz. Giriş kısmını bitirmek üzerine. Bugün fonksiyonel düşünme tekniğine girişten bahsedeceğiz. Çünkü düşünce teorisine giriş bölümündeyiz. Fonksiyonel bir düşünme biçiminin oluşum sürecinde çok basit ve hap gibi ve hayatınızda hemen uygulayabileceğiniz önemli bir unsurdan bahsedeceğiz. Dolayısıyla dikkatle dinlemenizi ve biraz daha derin düşünmeye çalışmanızı sizden rica ediyoruz. Hadi başlayalım. Fonksiyonun kelime manasıyla da baktığınızda bir varlığın oluşum sebebi ve bunun oluşturduğu işlevler silsilesi olarak karşımıza çıkar. Matematiksel olarak ele aldığınızda da bundan farklı değildir. Herhangi bir şeyin bir başka şeyle olan ilişkisi önce formülize edilir. Sonra bu formülde bilinenlerin yerine farklı rakamlar koyabileceğiniz için harfler yerleştirilir. X artı 2Y gibi. Bu artık bir fonksiyona dönüşmüştür. Yani işlevi olan bir anlama. Bu anlamada fonksiyon diyoruz. Sonra bunun grafiğini oluşturuyoruz ve daha uzun pek çok meselesi var. grafiğini oluşturuyoruz ve daha uzun pek çok meselesi var. Ama dedik ya düşünce teorisine girişte olduğumuz gibi fonksiyonel düşüncenin giriş kısmındayız. Önce fonksiyonu anlayacağız ama çok önemli bir iki ipucu veriyor olmaya çalışacağım sizlere. Şimdi hayatımızda gördüğümüz hiçbir şey ise bildiğiniz üzere düzlemsel değil. Bakın bugüne kadar işlediğimiz dersler matematiksel, pediatrik, psikolojik, kimyasal hepsini bir araya geldiğimizde aslında işlevsel bir şey yapmaya çalışıyoruz. Düşünmeye çalışıyoruz. Aynı zamanda yaşamsal fonksiyonumuzu beyan etmiş oluyoruz böylece. Hani hastanede söylerler ya yaşam fonksiyonunu kaybetmiş bu adam diye. İçindeki vücudunun hücreleri arasındaki iletişim çökmüş diye. Şimdi o iletişimin varlığına dair olan fonksiyonun ne olduğunu ifade ettik. Peki varlığın kendisi madde atom tahta bıçak insan her neyse ve her ne şekilde düşünülecekse düşüncede sonuç itibariyle bugün artık maddesel bir karşılığı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz fiziğin geldiği bu aşamalardan ötürü. Bu halde biz varlığın fonksiyonunu nasıl yazabiliriz? İşte onu da kadim bir bilgiyle yapacağız şimdi. Şimdi bir varlığı oluşturan temel ve kabaca bir fonksiyon yazacağız. Ama altını çiziyorum çok kabaca. Kabaca çünkü giriş bölümündeyiz. Bunu her seferinde tekrar ediyorum. Çünkü bu giriş bölümleri sonrasında çok başka yerlere varacak. Şimdi kabaca dünyayı ele alırsanız, dünyada bir varlıktır, atomda bir varlıktır, birbirinden farklı değil, aynı kelimenin içinde hapsolmuşuz. Şimdi, bir varlığın oluşum sürecinde ortada gördüğümüz şey, aslında varlığın illetiyle çarpımından, kusurların kendisinden eksiltilmesiyle hasıl olmuştur. Bir şey önce illetiyle bir çarpana girer, sonra ondan kusurları düşününce ortaya bir varlık hasıl olur. Düşünce de, insan da, insan hayatının tamamı da böyledir. insan da insan hayatının tamamı da böyledir. Varlığın kendisini salt olarak ele almak ne yazık ki mümkün değildir. Çünkü o salt ele aldığınız yerde salt bir yaşam gerektirir. Tıpkı okulda okurken hani basıncı göz önünde bulundurmayın, sürtünmeyi göz önünde bulundurmayın derler ya ama sonra üniversiteye geldiğinizde her birisinin mutlak sureti hesaba katmanız gerektiği anlatılır aynen öyle varlığın kendisi evet salt olarak bir varlıktır ama o varlığın oluşum aşamasının ilk adımından bugüne kadar illeti ve kusuru kendinden hariç hiçbir zaman olmamıştır varlığın kend kendisindedir. Varlığın varlık fonksiyon elinize aldığınızda elinizde tuttuğunuz şey illet çarpanıyla çarpılmış ve kendisinden kusurları bilinen ve her bir kusurunun kendi fonksiyonundan çıkarmaya, eksiltmeye, çalışmasına yönelik ya da işlevine hangi fonksiyonda varsa o onun tersine bir işlev görmekte. Şimdi bir cümle kurduk baya da bir anlattık. Peki illet nedir kusur nedir? İşte bugünün temel meselesi bu olacak. O yüzden belki illet ve kusuru dinledikten sonra bu bölüme tekrardan dönebilirsiniz. Genellikle illet ve kusur birbirine çok karıştırılır. Bizim düşünce tarihimiz boyunca ise illet ve kusur birbirinden ayrı öğretilir. Dolayısıyla bugünkü dersimizde siz yavaş yavaş o kadim bilgiyle tanışmaya başlıyorsunuz. İllet dediğimiz şey varlığın kendisinden olandır. Ne demek istiyorum? Şunu. Bir demir erittiniz ve bu demire bir şekil verdiniz. Ne bileyim çekiç yaptınız. Bir başka şey yaptınız. Bir maddeye dönüştürdünüz bunu. Düşündünüz. Bu demirden ne olabilir deniriz. Demirin illeti biraz önce kurduğumuz cümle gelince kendindendir. Peki demirin kendi en aklınıza gelen, en çabuk aklınıza gelen özelliği nedir? Sert olması. Öyle değil mi? Ondan çekiç yapıyoruz, bir sandalye yapıyoruz, masa yapıyoruz, masa ayağı yapıyoruz. Neden? Çünkü serttir, sağlamdır, dirençlidir. Peki bu kendisinde var olan özellik aslında kendisinin de illetidir. Sebep günün birinde demirden bir çubuğu eğmek istersiniz. Ya şunu biraz eğelim bükelim yerine oturmadı dersiniz. O gün kendi özelliği fonksiyonel varlık aşamasında yani siz onu kullanırken o bir illet olduğu gözünüzün önüne çıkar. Millet kimi zaman onun faydası, kimi zaman ondan elde ettiğiniz şeyin durumu ve yeri ve zamanı değiştiğinde kendisindeki özelliği gösterirken size koymuş olduğu tabirca ise dirençtir. Dolayısıyla mesela bir elektrik bir kablodan akıp geliyor. Bir kablodan akıp gelirken kablonun bir direnci var. Bu kablonun illetinden dolayı biz elektrik akımını elde edebiliyoruz. Onu evlerimize kadar ulaştırabiliyoruz. Dolayısıyla düşünce biçimimizde de nasıl düşünmemiz gerekir derken buraya tekrar döneceğim. Ama önce illeti çok iyi anlamanızı istiyorum. Çünkü kusurla birbirine çok karıştırılır bu konu. İllet maddenin, düşüncenin, insanın kendisindendir. Kendisinden hariç olan şeylere ne denir? Gelin bir de ona bakalım. Kusursa maddenin fiziksel, kimyasal, biyolojik insanın kendi düşüncesinin illetinden hariç olmak üzere dışarıdan bir müdahale olduğunda işte ufolar falan diye anlatıyorlar ya şimdi. Böyle bir şey olduğunda aklınızda kalsın diye bunu yaptık yanlış bir yere gitmesin ne olur. Hakikat demir için düşündüğümüzde bu paslanma olarak karşımıza çıkar. Demirin paslanabilmesi neyle oluyor? Dışarıdan bir oksijen etkisiyle. Dolayısıyla şunu diyemezsiniz. Paslanmak demirin illetidir. Hayır o demirin kendi özelliğinden değildir ki kendinden olsun o illet. Bu demirin kusurudur. Oksijenle karşılaştığında paslanmaya başlar. Bu demire kusurdur. İnsan için ise veya bir başka canlı içinse ve düşünce içinse bir sonraki slide ile geleceğim. Ama illetle kusurun farkını iyi anlamalısınız ama bu farklılığı kaçırdığınız yerde birini çarpan birini çıkan hale çevirirsiniz. Dolayısıyla varlık çarpı illet, eksi kusur formülünü asla unutmamanız gerekiyor ki bir sonraki slide bunu daha rahat anlamanızı sağlayacak. Peki biz insanlar bu formüle göre nasıl düşüneceğiz? Bizim kadim düşünce tarihimizde devlet adamları da yetiştirilirken, önemli şahsiyetler de yetiştirilirken her zaman şunun altı çizilmiştir. Yeryüzünde illetsiz ve kusursuz hiçbir şey bulamazsınız. Bir şeyin illeti hiçbir zaman bir olmaz. Çünkü bir çarpı varlık tekrar bir olacaktır. Her zaman 0,99 995 0,998 maddesine göre durumuna göre değişmekle beraber varlığın yani ne düşünecekseniz onun kendisindendir. Öyleyse orada illet kısmına dönüp bakacağız. Ama kusur kısmına takılmayacağız. Bugün bütün düşünce yapılarında özellikle batı düşüncesinde kozmopolit yaşamın insanları tamamen kapitalist harcama mantığını götürmek istedikleri için sizi maddenin fonksiyonuna değil her zaman maddenin kusuruna yönlendirmek isterler. Bu da daha fazla satış yapmalarına imkan tanır. Veya bir devleti yönetirken bir başka devlete düşmanlık yaparken onun kusurlarını birinci maddeye yazarlar. Bizse bütün düşünce yapımızda ve kurgularımızda kusurları önce bir tarafa kaldırıp koyarız. Çünkü kusur dış dünyanın etkileriyle artabilen ve azalabilen şeylerdir. Odaklanacağımız yer kusur değildir. Odaklanacağımız yer illet ve hakikat. Maddenin, varlığın kendisidir. Örnek, çocuğunuz ders çalışmıyor. Çocuğunuzun bir kusuru var, bir de illeti var. Maddenin varlığın kendisidir. Örnek çocuğunuz ders çalışmıyor. E çocuğunuzun bir kusuru var. Bir de illeti var. Örnek çok hareketli bir oğlum var. Yerinde durmak bilmiyor. Bu kendi iş dünyasından geliyor değil mi? Bu çocuğun nesi oldu? İlleti oldu. Peki çocuğun kusuru nedir? Bu illet ne zaman ki bir arkadaşıyla bir olayla bir başka şeyle karşılaşıyor o zaman hengame kıyamet kopuyor bir türlü dersini çalışıp kendine dönmüyor. Peki illet madem ki maddenin kendisindendir o halde o çocuğun hayatta başarılı olabilmesi aynı zamanda kendi içindeki bu illet kat sayısını bir basamak olarak kullanınca mümkündür. Sizlerse veya bizlerse onun yaramazlık yapmaması üzerine bir mücadele verirsek onun kusuruna odaklanmış veya kendiniz içinde düşünebilirsiniz bunu eğer genç bir kardeşim dinliyorsa kusura odaklanırsınız, varlığı ve illet çarpımını kaybeder, çıkarma işlemine odaklandığınız için o büyük faydayı kaçırırsınız. O zaman ondaki hareket illetini, onun çalışabilme kademesini arttırabilmek için kullanmak ve oraya odaklanmak esastır. Düşüncelerimizi yazarken, ileride kurgu düşünceler yazmaya başlayacağız. Kurgu senaryolar yazmaya başlayacağız. İşte o gün dönüp soracağız. Bu düşüncemizin illeti nedir? Kusuru nedir? Tıpkı birazdan testimizde göreceğiniz üzere bir örneklem yapmış olacağız. O test de size bir şeyler anlatıyor olacak. Haftaya görüşmeye üzere diyeceğim. Ama hemen bir virgül koyayım. Tabelada topluluk bölümünde ilk onu görmeye başlıyorsunuz bu haftadan itibaren. Birkaç gün içinde onları da yayınlamaya başlayacağız. Tabelada kim birinci, kim ikinci onun takibine çıkıyoruz. Haftaya tekrardan görüşmek üzere efendim. Kartezyenlerden bahsedeceğiz. Ama yine hap mahiyetinde çevrenizdekilere hakikatle hikmette doğrusuyla eğrisiyle kusurlardan arınmaya çalışarak değil illete basamak edip varlığın kendisindeki o hakikate ermek dileğiyle kendinize iyi bakın haftaya görüşmek üzere kolay gelsin"} Efendim düşünce teorisine giriş 13. ders kitapta yazmazdan herkese hayırlı haftalar. 12. dersimize ait olan testimizin gecikmesinden özürü ötürü özür dileriz. Hakikat Ramazan ayındayız bayrama doğru yolculuğumuz devam ediyor. İzlediğiniz için teşekkürler. sizden talebe olarak onları yapmanız iyi olacak. Çünkü çarşamba günü artık tabelaya çıkıyoruz. İlk 10'u veya ilk 15'i açıklamaya çalışacağız. İlk 10 dersimizden bir grup var. Ama ondan hariç olarak gelen sıralamayı da veriyor olacağız ki 15. 20. derse doğru giderken ve düşünce teorisi girişin 2. bölümüne geçerken artık o atölyevari çalışmaların temellerini atabilmek uğruna gelen maillerinizi cevaplamaya devam ediyorum. Ancak zaman zaman gecikmeler gayet tabi olabiliyor. Çünkü baya fazla mailimiz var ve her birisinin tek tek bir zatiyi ben okuduğum için ve cevaplandırmaya gayret ettiğim için biraz sabırlı olmanızı sizden istirham ediyor olacağım. Ama hakikat yazmaktan hiç çekinmeyin. Mutlak surette cevap vermeye gayret edeceğim. Efendim, kartezyen düşüncenin boyutlarındayız bu hafta. Geçtiğimiz hafta fonksiyonlarla ilgilenmiştik. Bu hafta kartezyenle ilgileneceğiz. Ama kartezyen deyince aklı elbette ilk gelen konulardan bir tanesi Descartes ve kartezyen felsefesi. Halbuki Descartes'le başladığı söylenemez bu sürecin. Bundan evveli de var. Doğu düşüncesinde bunlar çok daha temellendirilmiş şeylerdi. Descartes tabiri caizse Avrupa'da yaşanan Hristiyanlığın getirmiş olduğu hegemonyaya karşı biraz daha mantıklı olamaz mıyız diyerek bir arayışa girip hakikat düşünüyorum öyleyse varım sözcüğünü söyleyebilme noktasına gelmiş olduğu kartezyen felsefe ve kartezyen matematik. Ancak bu düşünce biçiminde ciddi bir hata var. Hem bu hatayı anlatacağız hem de kartezyen düşüncenin boyutlarından bahsediyor olacağız sizlere. Hayatımızda bizlere eğitim sürecinde yapılan ciddi hataların aslında bizim düşünce biçimimizin nasıl alt üst ettiğini anlamaya çalışacağız. Elbette bunları yaparken Descartes'in bugünleri düşünüp bilinçli bir şey yaptığını söyleyemeyiz. Ama şunu çok net söyleyebiliriz. Tarihte geçmişten bugüne okuduğunuz teorilerin pek çoğunun Hristiyanlık dünyasında Papa ve Papalığın uygulamış olduğu ağır Engizisyon sistematiğine karşı geliştirildiğini lütfen unutmayın. Dolayısıyla Descartes'in şu ibarelerinden yola çıkarak bir yenilenmeye de ihtiyacımız olduğunu beyan etmemiz lazım. bir yenilenmeye de ihtiyacımız olduğunu beyan etmemiz lazım. 17. yüzyılda birlik ve kapalılığı meydana getiren etken din değil matematik oluşunun süreci bu. Bu dönemde filozoflar felsefeyi matematikleştirmek istiyorlar. Ama bunun temel sebebi ne? Çünkü doğuda bin yıldır bu yapılmakta. Dolayısıyla bugün düşünce teorisine giriş Avrupa'dan çok daha önce oluşturulmuş olan doğu medeniyetinin ki onun temelinde de İslam var elbet o hakikatin beyanatı uğrunda verilen bir mücadelenin insanın doğadaki varlığının gerçekliğini anlama çabası olarak çıkar karşımıza. Astronomi alanında yapılan tüm çalışmalar doğu dünyasından doğduğu gibi bu söylediğimize de delil teşkil etmektedir. Ancak felsefenin bitme tükenmez huyudur ki kuşku felsefik düşüncede merkeze oturmuş dolayısıyla matematik bu kuşkucu yaklaşımla ciddi hataların imzasına vesile olmuştur. Descartes bilgide şüphe duyulamayacak bir temel aramaktadır. Metodik şüphesini bu açıdan kendi bilgileri üzerine dener ve Descartes bildiği ve duyumsadığı her şeyden kuşku duyabileceğini ancak son noktada kuşkudan ve kuşku duymakta olan kendinden kuşku duyamayacağını belirtir. Felsefenin ünlü sözlerinden birini biraz önce söylediğim gibi düşünüyorum o halde varım diyerek anlamsızlığın anlamını arama çabasında olduğunu beyan eder. Oysa ki bu düşünce biçimi bizi her zaman zor olana sürüklemektedir. Zira bizim için esas olan şey şüphe duyacağımız şeylerin ne olduğunu belirlemektir. Eğer bunu belirlemiyorsanız her şeyden şüphe duymaya başlarsınız. Bu durumda düşünce değil. Felsefe üretirsiniz. Ürettiğiniz felsefe ne mi yapar? O da sizi bilinçsiz ve anlamsız bir hayatın kucağına oturttur verebilir. Şimdi dönelim matematiksel olarak kartezyen aslında neydi? Bir de ona bakalım. Sonra hepsini yine birleştiriyor olacağız. Aslında lisede gördünüz bu dersi. Ekseriyetiniz. Kartezyen matematikten bahsediyoruz. Onun da bulucusu elbette Descartes olarak gündeme geliyor. Bir kartezyen çarpımından bahseder Descartes. Bu da aslında felsefik çözümlemesini matematiksel olarak ifadelendirme çabasıdır. olarak ifadelendirme çabasıdır. Ama düşünce teorisine, giriş dersinin, matematik bölümünü yapmamızın sebebi de böylece daha iyi anlaşılmıştır diye düşünüyorum. Ama hakikat bildiğim bir şey var ki batıdan çok önce, bin yıl kadar önce bizler bu sorunları çoktan çözmüştük. Ama bu kartezen çarpımı bize başka bir düşünce biçimine vesile olacaktı ama hatırlamayanlar için ktezen çarpımını bir hatırlatayım. Ortada iki tane ayrı küme var ve bu kümelerin bileşkeleri var. Eğer bir kümenin içerisinde yıldızlar, bir kümenin içerisinde de bir başka şey varsa bunların bileşimi nasıl olabilir diyerek bir listeleme yöntemi oluşturuyor. Örneğin A kümesinde 1 ve 2 sayısı B kümesinde 3 4 5 sayısı varsa kartezyen çarpımı A çarpı B deniyor 1,3 1,4 1,5 2,3 2,4 2,5 bunları sıralıyor ve matematiksel olan bu çıkarımın doğadaki düşünce sistematiğinde de doğru olabilmesi için ancak bu kümelerin varlığı gerekiyor. Zaten Descartes en büyük hatayı burada yapıyor. fazla sayıda sistemler kurgularken düşünce sistematiğinde A'nın bir elemanı B'nin birden fazla elemanına eş değer olabileceğini ne yazık ki pas geçiyor. Dolayısıyla AB kümesinde bir kümede AB harfleri olsun. Diğer kümede C ve D olsun. Öyleyse bu ikisi ikili birbirine eşittir. O zaman A C'ye B de D'ye eşittir diye veriyor. Aman kafanız karışmasın. Ama ben şöyle bir özetiyle yaptım anlattım. İsterseniz Youtube'da kartezyen matematiği ile ilgili çok kısa lise videoları var. Onu da izlerseniz ne demek istediğimi biraz daha iyi anlayabilirsiniz. Çünkü ana konum kartezyen çarpımı değil. Ama lisede öğretilen bu kartezyen çarpımı bizi farkında olmadan ciddi anlamda etkilemiştir. Nasıl mı etkilemiştir? Örneklendirirsek daha iyi anlayacağız. Hadi bir örneğe gidelim. Ne demişti Descartes? İki ayrı küme var demişti. Bu kümeleri birbirine çakıştıracağım, şüphe duyacağım. Ortaya yeni bir liste çıkartacağım. Bu listenin içinden bir seçim yapacağım ve büyük ihtimalle değil neredeyse kesine yakın hakikatle diyor Descartes düşündüğüm için bunları tek tek listelediğim için matematiksel bir düşünce kurgusu altında matematiksel bir çıkarıma ulaşacağım. Yani şöyle ifade edelim. Diyelim ki bir tane kümemiz olsun. Bu kümenin içinde Orta Doğu'nun şekillenmesindeki ülke sayısını yazalım. İşte bugün Orta Doğu'daki ülkeler ya da Orta Doğu'nun dışında Orta Doğu'nun şekillenmesi adına isimleri yazılmış olan ülkelerden bahsedelim. Diyelim ki bunlar 5 tane olsun. Belki 25-30 tanedir ama hadi 5 tane sayalım biz. Peki bunlar karşısında oluşabilecek durumlar nedir diyelim. Onlara da 3 diye verelim. Elbette 3 değil. Çok daha fazlası var ama bir örnek yapıyoruz. Şimdi kartezyen çarpımı yaptığınız zaman 5 çarpı 3'lük yani toplamda 15 adetlik durum ortaya çıkar diyor Descartes. Dolayısıyla kendi içinde ve dışında iptal edilebilecek olan durumları ihmal ediyor. Sadece olayı kendi yazdığı kümelere göre teorinin içine yerleştiriyoruz. Halbuki bu düşünce biçimi bizleri sisteme anlamaya değil sisteme ayak uydurmaya mecbur etmiştir. Hatırlıyor musunuz? Lise yıllarında kümelerin hepsini kapsayan E diye tabir edilen yamuk şeklinde çizilen bir uzay kümemiz vardı. Ve her neyik mesela her seferinde bu uzay kümesi için matematik hocalarımız literatürün getirdiği sebeplerden ötürü bizlere bunu şimdi ihmal edin ama bilin ki bütün kümeleri kapsayan bir başka en büyük küme vardır diyordu. Ancak kartezyen çarpımında bu en büyük kümenin varlığı her zaman ihmal edilmişti. İşte bu ihmal temel olarak bizlere sadece o iki kümeye odaklanmamıza sebep oldu. Neden? Orta Doğu'da oluşabilecek durumlara karşı etkinliği olan ülkelerden yola çıkan bizler doğa olaylarını, dünyada bir başka Allah korusun pandemik süreci ya da Orta Doğu'daki o yazdığımız ülkelerden birinin ortadan kalkma durumunu yok sayıyor oluyoruz. Yani yaptığımız listeleri her zaman belli bir anekdot sistemin talebine göre beyan ediyoruz. Dolayısıyla sistem bizden 5 çarpı 3, 5 ülke 3 farklı durumdan 15 çeşit şey çıkar zaten diyerek 16.sı mı hiç düşünmeyin, hiç uğraşmayın bile demeye getiriyor sözü. Peki matematikte yapılan bu hata elbette matematikçilerle oturduğumuzda detaylı anlatırız. Bu Cartesian çarpımının ciddi matematiksel hataları da var çünkü. Ama biz nasıl düşünüyoruz ya da nasıl düşüneceğiz peki? Bu yanlışın üzerine şimdi doğruyu beyan etme zamanı. Ki kitapta yazmasında asıl farkı. Mesele yanlışı bulmak değil ki. Onu herkes bulabilir. Doğrusu ne peki? Nasıl düşünmek zorundayız? Bu kartezyen matematik bize böyle düşündürttü diye o kafada mı kalacağız? Elbette hayır. Gelin bakalım biz nasıl düşünüyoruz kartezyan gerçek düşünceyi. Hadi bir ona bakalım. Bizim nasıl düşündüğümüz elbette yine kümelerden yola çıkarak olacak. Ama oluşturulmuş olan her iki küme ya da karşılaştırmalı olarak bu ikiden fazla da olabilir. İki küme ya da karşılaştırmalı olarak bu ikiden fazla da olabilir. Kümelerin içine her ne yazarsak yazalım değerlerin bir sınırı olması gerekiyor. Yani Descartes'in göz önünde bulundurduğu gibi olasılık dahilinde olabileceğini düşündüğü her şeyi bütünüyle o kümenin içine yazamayız. Zira her şeyin bir sınırı vardır. o kümenin içine yazamayız. Zira her şeyin bir sınırı vardır. Dolayısıyla bu sınırsal bakış açısı olmazsa eğer kümenin içine yazacağınız değerler binlerce çıkabilir. Birazdan bir örneğe gireceğiz. Çalışan çocuk, çalışmayan çocuk ve bunun karşısındaki başarı fonksiyonundan filan bahsederken. Ama düşünce teorisinin girişte kartezyen nedir? Onu anlamaya çalışıyoruz şimdi. Düşünce teorisinin giriş kısmını atıp en son düşünceye geldiğimizde bütün bunlar ne olacak? Harmanlanacak inşallah. Hakikat şu. Bizim düşünce tarzımızda sayılar sonsuz değildir. Belli bir kıstas içindedir. Ve sonsuz bir sayı doğrultusu içinde değinilemez. Bu uzun bir matematik konusu ispatlanmış olan bir mevzudur ama şimdi oraya girmeyeceğim. Sınırsızlık yoktur, sınırlar vardır ama biz o sınırlara henüz ulaşamamış ya da ulaşamayacak olabiliriz elbette. Ya da ulaşamayacak olabiliriz elbette. Sayıların sınırsız olmadığına dair en önemli delillerden bir tanesi zaman eğrisinin eğilip bükülür olmasıdır. Sona doğru giderken eğilim başa dönüşe vesile olur. Dolayısıyla eğim dönüşüm etkilisinin temelindedir. Bu matematiksel değere çok kafayı takmayın şimdilik. Ama esas olan bir şey var. Olayları ve bu olaylar karşısında ne yapacağınızı hakkında bir düşünce üretirken çok fazla şey bulmaya çalışmayın. Sınırlar her zaman belli olsun. Örneğin bir katili ararken istihbarat birimleri ya da polisler o katilin olabilirliği için belli sınırlar çizerler. Sınırların dışına çıkarsanız koskoca bir ülkede 86 milyondan biri de katil olabilir diyebilirsiniz. O yüzden Descartes'in düştüğü önemli ama gizli hatalardan biri olarak her zaman yazacağınız alt alta yazacağınız listelerin bir sınırı olmalı. Belli sınırlar içerisine yazsanız da tekrardan kontrol ederken o kümenin içine yazdığınız listedeki olaylar gerçek mi değil mi onu iyi araştırmalısınız. Ya şimdi yazalım gerçekliğine sonradan bak, sonradan test ederiz demeye kalkarsanız listeye eklediğiniz her yeni unsurun başınıza yeni bir iş açacağını ve düşüncelerinizin zamanını ve zeminini uzatacağını hem israfa hem akıl karmaşasına sebep olacağını asla unutmayın. Yani bu gerçekten olabilir mi? Örnek işte uzayda var olan bir gök cismi dünyaya düşebilir gibi bir şey dünyada oluşabilecek felaketler listesinde olmamalı. Neden? Çünkü milyonlarca yıl önce dünya farklı bir biçimde olduğu için belki de daha kolay olan bu unsur bu yakın dönemde o kadar büyük ve o kadar etkin değil. Gerçi uzun coğrafi bir konuya bir adım atmış oldum ama neyse hakikat şu olması çok düşük bir ihtimal olan gerçekleşmeyecek olan hayalleriniz de dahil olmak üzere kümelerin içinde herhangi birinde olmamalı asla. Tamam listeyi yaptık, gerçekleri belirledik, sınırları da belirledik ama bir başka şey de çok önemli düşünce dünyamız açısından. Bu listede yazdığımız o olabilirliklerin hangisi gerçekten güçlü? Yani her birisinin gücü oldukça önemli. Çünkü Cartesian çarpımında Descartes'in yaptığı en önemli hatalardan bir tanesi bileşke gücünü yok sayması. Daha doğrusu bu açıdan hiç ele vermiyor olması. Anlayacağız ki biraz sonra düşünmek değilmiş bizi güçlü kılan. Biraz sonra düşünmek değilmiş bizi güçlü kılan. Düşüncenin içinden doğup da o düşünceyi fiile dönüştürebilen niyetmiş. Asıl olan fiiliyatın olamayacağı bir düşünce biçimi sizin varlığınıza delil değildir. Zaten düşünmek varlığa delil değildir. O da ayrı bir meseledir ama. Şimdi değerlerinin gücünü iyi belirlemiş olmanızda önemli bir madde olarak yazmamız gerekiyor. Döndük geldik son önemli maddemize o da dış dünyanın etkisi. Çünkü biraz önce belirlediğimiz ve ifade ettiğimiz gibi matematikte sayılar sonsuz değildir. Bir sınırı vardır o sınırı bilmiyoruz. sonsuz değildir. Bir sınırı vardır o sınırı bilmiyoruz. Zamanın ve uzayın eğilip bükülmesi gibi ve hatta tam birebir eğme ve büküme haizdir sayılar. Hakikat bu dış dünyada yani bütün yazdığımız kümelerin dışında herhangi bir şeyin etkisinin olabilirliğini bulmak zorundayız. Zaten düşüncelerimizin en önemli taraflarından bir tanesi de bu. İnsanoğlu buna biraz da Murphy yasaları olarak adlandırmış ama Murphy genellikle yine kümenin içinde olabileceği şeylerden bahseder. Kümenin dışında olabilecek bir şeyi asla bilemeyeceğimizin altını çizerek bizi tabiri caizse bu kartezen düşünceye de mahkum etmek ister. Hakikat, düşünce bir mahkumiyet değil, bir hakikat doğrultusunda yürüyüştür. O halde yürüyen insan bu yürüyüşün içinde o ilgili konudaki düşünce biçiminde dış dünyadan gelecek olan etki nedir, ne olabilir, Onu tecrübeyle sabit olacak şekle kadar belirlemesi, kendi düşünce biçiminde en doğruya ulaşmasına vesile olacaktır. Biraz karıştı mı? Hayır, umuyorum ki karışmamıştır. Ama gelin şimdi bir örnek verip hepsini bir toparlayıverelim. Şimdi genç bir öğrenci kardeşim için ki ekseriyette dinleyicilerimiz arasında ben severek sevinerek mutlu olarak hem izliyorum hem de maillerini okuyorum kıymetli kardeşlerimin. Bir öğrenci düşünelim tekrardan. Diyelim ki bir çalışma kümesi var bir de başarı kümesi var. Yani bir çalışma durumu ve pozisyonu göre bir küme oluşturalım bir de başarılar kümesi olsun. Çalışma kümesinde çok çalışanlar, orta çalışanlar ve az çalışanlar oluversin. Başarı kümesinde ise doğal olarak başarılı olan talebeler, vasat talebeler, hani 50-60'lar civarında gezenler, bir de başarısızlar. Hani 50- 60'lar civarında gezenler. Bir de başarısızlar. 50'nin altı diye ifade ederler ama aslında 40'ın altına başarısız demek daha doğru bir ifade olurdu. Neyse. Şimdi burada ne yapacağız? Önce birinci maddemiz şu. Sınırlarımızı belirleyeceğiz. Burada sınırlar gerçekten belirlenmiştir. Çünkü çalışma kümesinde çok çok çok çalışanlar yani akıl üstü dahiler yazmadık. Niye? Çünkü çok nadir bulunan bir şey. Ya da çalışma kümesine hiç çalışmayanlar yazmadık. Çünkü talebeyseniz talebeliğinizin devam etmesi için çalışıyor olmanız lazım. Az olsa bile. Başarı kümesinde ise başarılar yanına bir de üstün başarılar yazmaya gerek var mıydı? Elbette hayır. Peki gerçekliği bir inceleyelim. Evet böyle çalışanlar var mı hayatta? Var. Böyle başarılar var mı? Evet o da var. Peki değerlerinin gücünü belirleyelim. Bu güç biraz da insanın bakış açısıyla alakalı. Başarılı olmaktan neyi anlıyoruz? Ona göre değişkenlik gösterebilir ama kabaca üzerinden geçerseniz bunların her birisinin genel olarak güçlü olduğunu ama hepimizin peşinde koştuğu orta bir çalışmayla başarılı olmak yanında orta bir başarıyla vasat bir başarı elde etmek ya da orta bir başarıyla başarıyı yakalamak bizim için daha güçlü beklenti. Ama daha çok yaşanılan şey nedir? Burada güç neyden yanıdır? Orta vasattan yanıdır. Şimdi geldik dış dünyaya. Dedik ya şimdi iki tane küme var. Descartes'e kalırsa bu iki küme arasında bir Cartesian çarpımı yapacaktı. Ama hakikat böyle değil. Neden? Çünkü her ne yaparsanız yapın birisi bilinçli olarak sınav puanlarınızı kırabilir. Veya birisi veya herhangi bir olay sizin sınava girmenize engel olabilir. İşte bunlar E dediğimiz uzay düzlemidir. Hani matematiksel olarak uzay kümesi. Yani yazdıklarımızın dışında İslam literatüründe kader olarak beyan edilen etkilenme ve etki süreci. Bu süreçte mevcuttan etkilenir ve mevcudu etkiler elbette. Öyleyse bizler bu kartezen kümesinde çok başarılı, çok vasat, çok başarısız, çok çalışarak başarısız şeklinde bir şeyi yazmayacağız. Neden? Çünkü gücü zayıf. bu güçlem etkisinin yanında da başarıya ulaşabilmek için bu formülleri hazırlarken aynı zamanda adilane bir hayatın içinde olup olmadığımızı da kontrol etmek gerektiğini anlayacağız. Bugün ben size kartezyen düşünceye girişi anlattım. Yani böyle bir düşünce biçimi var. Onu anlatmaya onu öğretmeye çalıştım. Bütün bunlar nasıl harmanlanacak? Her seferinde altını çizerek söylüyorum. Şimdi kavramları öğreniyoruz. Sonra hepsi birleşecek. Zaman zaman da örneklendirerek sizlere yardımcı olmuş oluyoruz efendim. Güzel etkiler, güzel sonuçlar. Hayatı değişen genç kardeşlerimizin isimlerini falan duydukça gayet mutlu oluyoruz. Kitapta yazmaz ekibi olarak. Sayının artması bizi memnun ediyor. Gittikçe de artıyor. Memnuniyet bu bağına da arttığında anlamış oluyoruz. İnşallah çok daha iyi sonuçlar elde edebileceğimiz çalışmalar hatta birebir atölye çalışmalarımıza doğru adım adım da ilerliyoruz. Efendim bu hafta bayramı idrak edeceğiz inşallah. Tüm İslam aleminin Ramazan bayramının mübarek olması dileğiyle testleri bir an önce yapmanız ve sevdiklerinize, çevrenize bu derslerden de haberdar etmeniz niyetiyle. Bir olursak, beraber olursak bayram o zaman bayramdır. Kalın sağlıcakla."}
Kitapta Yazmaz Düşünce Teorisine Giriş
Tersinin 14. Bölümünden Herkese Selamlar. Hayırlı Haftalar. Bir Hafta Test Sonuçlarını Değerlendirdik. Bir Hafta Bir Ara Verdik. Ama Şimdi Kaldığımız Yer yerden tam gaz devam ediyoruz. Derslerimize yeni katılmış kardeşlerimiz de birinci bölümden itibaren tekrar alabilirler. İlk yedi bölümün şablonunun ardından biliyorsunuz orada bazı değişimler olacak yeni gelenler için bu. Aramıza daha önce katılanlar için değil. Tabloya zaman zaman girenlere bu puanlamalarda yavaş yavaş yukarıya çıkıyor olacaklar. Peki bu hafta neyi işliyoruz? Bu hafta sinir sistemi oyunlarına girişten bahsedeceğiz. Oldukça önemli. Çünkü düşünebilmek aynı zamanda sinirlerinize hakim olabilmekle alakalı bir şey. Ancak sinir sistemimizin bize oynadığı oyunlar var. Kah farkında oluyoruz kah olmuyoruz. Konu hakkında bir derleme toparlamaya ihtiyaç var. Hadi hep beraber bakalım. Efendim elbette şimdi göreceğiniz üzere 3 temel engelden bahsedeceğiz. Hayatta sinir sistemimizin bize uyguladığı 3 oyun elbette biz de bu oyuna zaman zaman teşne oluyoruz. Hatta bizim hassasiyetlerimiz, korkularımız, şüphelerimiz bu desteği gittikçe artıyor. E tabi ki bunu pek çok yerde duydunuz. Bunları kontrol etmeyi öğrendiniz de işin incelikleri neler? Biz biraz bundan değineceğiz bugün. Zira bir düşünce adamının gerçek manada o düşüncenin inceliklerine varabilmesi için öfke, şüphe ve korkudan arınmış olması gerekiyor. Hayatta bizim düşünmemize engel olan üç temel konunun sinir sistemi üzerinde de bir etkisi olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bunları elbette şimdi tek tek farklı başlıklarla alacağız ve bir araya geleceğiz ve düşünce zafiyetinin temel sebeplerini anlamaya çalışacağız. Çünkü bunların üçü aynı anda bir insanda bulunmaz ama zaman zaman birbirini tetikleyen durumlar olur. Bu tetikleme durumu eğer birden fazlası yani örneğin şüpheyle korku veya öfkeyle korku, öfkeyle şüphe bir arada olduğu anda insan vücudundaki değişimler olur. Bu değişimler elbette hormonlarımıza etkiler, konuşmamıza yansır. Veya dinlediğiniz, izlediğiniz bir kişinin ruh halini kavramakta size önemli incelikler sunar. Ama düşünce teorisine giriş dersinin en önemli kısmı önce sizin yetişiyor olmanız. Daha önce dinlediğiniz bütün dersler size başkalarını öğrenmek için yapılmıştır. Örneğin belki bir kısmınız beden dilini okuma derslerine gittiniz. Orada size karşınızdakini okumayı öğretirler. Ama önemli bir şeyi atlarlar. O da insan kendini okumadıkça karşısındakini okuyabilme ihtimali yoktur. Ve bu yüzden de bu tarz dersler genellikle büyük oranda akılda kalan birkaç cümlesi hariç silinip gider. İnsansa en çok ve en önce kendini tanımaktan mükelleftir. Kendini tanımayan bir kişi hatasını göremeyince ve bunlar düzeltilmeyince kendi eliyle, kâh bir başkasının eliyle kendi eliyle düzeltmesi bazen zor olur büyük ihtimalle. Hakikat terzi kendi sökünü dikemeyeceği gerçeği ortada. Bir yardım da almak lazım. Belki bugün size o yardımı ne oranda ve nasıl almanız gerektiğine dair önemli bir ipucu da vermiş olacağız. Şimdi gelin en önemli konulardan bu üç önemli engelin ilki olan öfke kalıplarına, öfkenin sinir sistemimizdeki etkilerine ve sonuçlarına bakalım. Sonra hepsini bir araya getirip bir derleme yapacağız. Bakalım ne haldeyiz. Madem ki öfkeden başlıyoruz uzun tanımlamalardan çok hızlıca bir şeyler yapalım. Bakalım ne haldeyiz. Konunu sonradan siz sordukça anlamaya başlarsınız. Zira tanımlamalardan kaçmaya çalışırlar. Çünkü korkularının temelinde var olan her ne ise bir tanım yaptıklarında bunun ortaya çıkmasından çok korkarlar. Çünkü öfkeyi temelde tetikleyen bir korku da vardır ama bu gizli bir öfkedir. Bu konulara yani işin inceliklerini biraz daha atar ve çalışmalarını da ele veriyor olacağız, yer veriyor olacağız. Şimdilerde hep bir hazırlık içindeyiz. Şimdi bir hakikat daha var öfke sahiplerinde. Sonucları hikayeleştirmek yerine somut delillerle ortaya koymaya çabalanırlar. Çünkü hedeflere sonuca ulaşmaktır. Sonuca odaklı bir çalışma yaparlar. Yaptıkları bütün adımlar o sonuç adınıdır. Bu yüzden bir zaman diliminde bir masalla hikayeyle vakit kaybetmek istemezler. Bu aslında biraz avantaj gibi de durur. Yani sonuca odaklanması gereken ve o sonuçla bir şeyler elde etmesi gereken bir adam tipi oluyorsanız öfke sahibi olan bir kişinin buna çok daha hızlı erişebileceğini söyleyebiliriz. Çünkü aynı zamanda hırs bu insanların hayatlarında önemli bir sıfat olarak çıkar karşımıza. Ama bu avantaj değil aman öfkeye kapılmayın. Veya öfke sahibiyseniz bu özelliğinizden dolayı da mutlu olmayın. Zira bu öfkenin meydana getirmiş olduğu doğal gerginlik sinir sistemimizde en başında akciğerimizi vurur. Bu da düşük bir oksijen seviyesine ve yoğunlaşma güçlüğüne sebep olacaktır. Öfke sahibi insanların belli şeylere odaklanmakta çektiği zorluk ya da spor aktivitelerini hep yarım bırakmaları ya da tamamlamaları gereken hedeflere ulaşamamaları bunlar adına sayılmalı. Bunun üzerine gittiğiniz zaman bocaladıklarını göreceksiniz. Çünkü onlar yeni bir yöne doğru kendilerini çevirecekler. Yeni bir yön elime geçecekler. Çünkü aslında öfke duydukları şey ortadan kalkmasını arzu etseler de öfkeden beslenme durumu da zaman içinde meydana geliyor olacak. Peki nasıl atlatılabilir bu? Kişi kendi kendine bunu yapamaz. Çünkü bu aralar verilen bir takım derslerde öfke kontrol edilmesi, öfke kontrolü gibi bir saçmalıktan bahsediyorlar. Böyle bir şey yok. Öfke kontrol edilebilir bir şey değildir. Öfke duyan kişinin evvelen bizzat yenildiğini bilmesi lazım. Yenilmeyi de öğrenmesi lazım. Ama bu öğrenmesinin en başta olması lazım. Çünkü yenilmeyi öğrenmeyen insanlar, yenilgiyi tatmayan insanlar da bu öfke krizlerini ortadan kaldırmak ne yazık ki mümkün olmuyor. Aynı zamanda affetmeyi öğrenmesi lazım. İlla hayatımızda her şeyin hakkının birebir karşılığını alabilmek gibi bir imkanla yaşamıyoruz ki, zaman zaman üstesinden gelemeyeceğimiz kötülüklerle karşılaştığımızda, bunu nefret ve öfkeye dönüşüp en başta zihnimize, düşünce yapımıza, sonra akşerimizden yola çıkarak onun etkileyeceği böbreklerimizin bozulmasına giden süreci niye tetikleyelim ki? Affedelim gitsin. Eğer affetmek zor mu geliyor? Hayatta affedilmeyecek bir şey, bir ihanet mi yaptı? O zaman kabul etmek vakti. Düşünce adamını diğerlerinden ayıran en önemli unsurlardan birisi de işte burada başlıyor. Hem öfkesi olmamalı hem de öfkesi varsa bunu yenebilmek için vereceği mücadelede kabul aşamalarını geçiyor olmalı. Kabul etmek zorundayız. Bazı şeyleri değiştiremeyiz. Şüpheli adamlar pek çekilir cins değil. Ama hayatımızda zaman zaman biz de yaşıyoruz bunları. Dolayısıyla bakalım yaşadıklarımızda uyuyor mu şimdi söyleyeceklerimiz. Genellikle şüpheli insanlar konuya düşünceleri ile başlarlar. Ben şöyle düşünüyorum, böyle olduğunu hissediyorum gibi cimrelere ağırlık verirler. Düşünceleri onlar için çok önemli ve hatta fikirleri herkesten daha önemli bir hale gelebilir adım adım. Yargıları ve kaygıları zaman zaman çatışır. Hem bir adamın kötülük yapamayacağı yargısına sahip olabilirler. Hem de yeri gelir o da bana kötülük yapabilir derler. Dolayısıyla kaygıyla yargıların çatışma serüveni içinde yaşarlar. Bu yüzden de mide rahatsızlıkları bitmek tükenmek bilmez. Ya bir yanma olur ya ilerleyen boyutta gastrit vs. pek çok rahatsızlıkları bitmek tükenmek bilmez. Ya bir yanma olur ya ilerleyen boyutta gastrittir vesaire pek çok rahatsızlığa vesile olur. E midesi rahatsız olan insanların da genel itibariyle huzursuzlukları vardır. Bu aslında şüphenin sonucudur. Sebebi değil. Noktada mı işaretlerine ya çok dikkat ederler ya da hiç umursamazlar. Hata bulurlar ve bu manada da mahirdirler. Yani şüphe sahibi insanların avantajlarından birisini bu olarak sayabiliriz. Çabucak hata bulan adam tipi. Ama ne yazık ki bu avantaj ilerleyen zamanda yukarıda saydığımız negatif özelliklerle kötü sonuçlara sebep olabilir. Bu insan tipinin yardımcı konuları nefes egzersizleridir. Bu tarz insanları hem tanıyabilmek hem de onların içlerinde var olan şüpheyi giderebilmek istiyorsanız, onlarla yürüyüş esasında konuşmanızı tavsiye ederiz. Aynı zamanda sizde de varsa bol bol nefes egzersizleri yapmanız ve özellikle deniz kıyısında bunu yapmanızda fayda var. Kendine güvenmesini sağlayacak uygulamaların da desteklenmesi gerekiyor. Zira şüphe duyan insanların en büyük problemleri aslında kendilerine olan güvenlerini kaybetmelerinden kaynaklanır. Kendine olan güven kayboldukça şüphe artar. Şüphe arttıkça kendine olan güven ortadan kalktığı için şüphelenme süreçleri birbirlerini tetikleyecek bir zaman sonra septik durumlara bile vesile olabilir. Korku bütün bunlar arasında başa dert, düşünceye engel bir başka problem. Yani öyle bir hal alır ki yanı balışınızda yanan ateşten korkarken onu söndürmek için ihtiyacınız olan itfaiye hortumunu bulmakta zorlanabilirsiniz. Korku bu yüzden biraz daha bağırsak merkezidir. Hem vücudumuzun ikinci zihni diye tabir edilir. Aslında her bir organımızın kendine ait bir zihni vardır. Ama bu zihinsel yapı genellikle korkuyla özleşik bağırsak sistemimize etkiler. Dolayısıyla korku sahibi insanların bağırsak formları oldukça bozuk olabilir. Zaman zaman da bunlar çeşitlenebilir farklı rahatsızlıklarla. Bu insan tipleri zamansızca ani tepkiler verebilirler. Sesleri bazen yüksekten, bazen alçaktan, bazen manik, bazen depresif olarak hareket edebilir. Toplumda daha uzaktan seyretmeye çalışır ve yakınlaşmak üzere de her an her şeyden haberdardır. Hem uzakta durur hem de yakında olmak ister. Konuşurken vermiş olduğu ani tepkiler yanında bir dinleme problemine de sahiptirler. Çünkü kendi hayatlarındaki korkuya odaklanmışlardır. Bu üç problem arasında en odaklanabileceğiniz rahatsızlık türü korkulardır. Korku sahiplerinin odak merkezleri oldukça gelişmiştir. Bu bir avantaj gibi görülebilir. Ancak ilerleyen boyutlarda çözümleme yetenekleri gittikçe bozulmaya başlayacak ve bu durumda odak noktaları artık kendi hayatları olacaktır. Böylelikle başka insanların hayatlarında meydana gelen her türlü etkiyi görmezden gelerek kendi korkularını besleyecek unsurlara odaklanırlar. Korkunun temelini bulmak bu işin çözümünde ana etkendir. Bunun yerine özdeşek çevre görevleri verilerek bunların temellerden temizlenmesi mümkün olur. Yani örneğin ateşten korkan bir çocuğun toprakla uğraşması, onu sulaması yani ateşe yakın olan bir başka unsur. Ateşi tamamlayan toprak ve su ile ilgilenmesi bir süre sonra korku temelinin yavaş yavaş değişmesine vesile olabilir. Dedim ya atölye çalışmasında bu gizli bu en derinde var olanlara inmeye başlayacağız. Temel konuları anlamaya çalışıyoruz ki düşünce teorisine girişten çıkıp düşünce teorisine geldiğimizde bir daha bu temelleri anlatmak zorunda kalmayalım. Örneklemler üzerinden gidebilelim. Efendim geldik işin en önemli tarafına toplumdaki yüzdeliklere bakacağız. Bu elbette çok uzun bir çalışmanın özeti mahiyetini anlatıyorum sizlere. Toplumun ne halde olduğunu anlayabilmek, bizim de o toplumun bir parçası olduğumuzu unutmamak niyetiyle. Bugün itibariyle bu ü, öfke, korku ve şüpheden oluşan 3 ana unsurun sosyolojik manasında Türkiye coğrafyasındaki topluluklar karşısı 7 tip insan patolojisini ortaya koymakta. Yani toplumu bu manada 7 bölümde incelemek mümkün. Bunun sonunda gelen 4, 5, 6 ve 7. kısımları bizim için çok aşırı derecede önemli değil. Çünkü bunlar toplumun genellikle %5'erlik kısımlarından toplamda %20'lik kısmını oluşturuyorlar. Yani işin biraz daha detay kısmı, atölye çalışmalarını alacağımız kısım, yani spesifik isimler. Ama yaşadığımız toprak, yaptığımız esnaflık, öğrencilikten bahsediyorsak eğer, asıl manasıyla ilk 3 tipiye bakmakta önem arz ediyor. Çünkü toplumun neredeyse %40'ı tip 1 dediğimiz korku hareketli ve korkunun ağır bastığı ve bu yüzden düşünce temelli yapısına, bakış açısına engel olan özelliklere sahip insan tipidir. Ve bu insanlar ani tepkilere çok açıktırlar ve bunlar Türkiye coğrafyasında yaşayan toplumun ne yazık ki %40'lık bir yapısını oluşturuyor. Ama korkutularak bu hale gelmiş değiller. Çünkü tip 1 aslında kendisinden önce tip 2 ve ondan önce tip 3'ün temeli üzerine hareket ederler. Yani daha önce şüphe ve korkunun bir arada yaşayan insan tipinde bir süre sonra şüphelerden arındırılır. Tecrübeler onu kendi içerisinde kani olmasına ben bunu anladım çözdüm şüphe duyacak bir durum kalmadı. Gerçekten şunlar şunlar doğrudur bunlar bunlar yanlıştır gibi doğru ya da yanlış sonuçlara ulaştıktan sonra geriye bir tek korkuları kaldığı için korku metaforuyla hareket ederler. Tabi şimdi bir sonraki slide'da inşallah şunu göreceğiz. Peki bunlar nasıl bu haliyle yönetiliyorlar? Onu anlayacaksınız. O yüzden bu kısım sadece biraz daha işin istatistikler tarafı ve tipleri öğrenmeniz için söylüyorum. Yani karşınıza gelecek insan tipleri biz dahil bu şekildeyiz. Eksediyetle. Hepsinden sıyrılabilense %1 civarında insanımız var. Bunun da dünya ortalaması aşağı yukarı %1'ler seviyesinde diyebiliriz. Yani öfkeden, şüpheden ve korkudan kendini arındırabilmiş insan tipi ya da arındırma yolculuğuna çıkabilmiş insan tipi için %1'den bahsetmek iyimser, olumlu bir tablo olarak söylenebilir. Yani azınlıkta oluyorlar. Efendim ikinci tip %20'yi oluşturur toplumun. İçlerinde şüphe vardır. Olumlu bir tablo olarak söylenebilir. Yani azınlıkta oluyorlar. Efendim ikinci tip %20'yi oluşturur toplumun. İçlerinde şüphe vardır. İşlerinde şüphe olması korkuyla beraber olsa da şüphe bunlarda biraz daha ağır basmaktadır. İşte bu yüzden kendi fikriyatlarının önemi herkesten üstündür. Genellikle bizim Türk şirketlerindeki yöneticilerin tip 2'de olduğunu söylemek mümkün ama genellikle diyorum sakın yanlış anlamayın. Tip 3 ise bizim en temel halimiz öfke ve şüphenin bir arada olduğu. Tabi ki öfkelenmeye sebep olan pek çok sebebimiz var. üretinin yaklaşık 200 yıldır 250 yıldır geçirdiği bütün evreler toplumun genetik kodlarının köklerinde bir takım öfkeleri oluşturması gayet tabii. Ama bunlardan aramanın vakti geldi çünkü tip 1'in yüzdesi gittikçe artıyor. Bu durumda ne mi oluyor şimdi onu anlatacağım ki asıl problem de bu. Asıl problem de bu. Yukarıda söylemiştik ya tip 4, 5 ve 6. kısımlar toplum içerisinde hem çok az bulunmakla beraber hem süreç içerisinde ve yaşları itibariyle tecrübe ve hayat yaşantı itibariyle yavaş yavaş farklılıklara değişecekler. Ama şimdi tip 1, tip 2 ve tip 3 için oturup bir masaya bakmak lazım. Bu insanlara enformasyon ve dezenformasyon nasıl yapılır? Yani bu toplumun %40'unu oluşturan korku üzerine, sadece korku üzerine ve toplumun ikinci tipi %20 olan korku şüphe üzerine ve toplumun üçüncü tipi olan şüphe ve öfke üzerine yaşayanların zihinlerindeki bilgiyi ve özü, düşünceyi nasıl bozuyorlar? 2. Bunlara nasıl bir enformasyon yapılırsa onlar nasıl doğruyu öğrenebilirler? Şimdi efendim, birinci tipten başlamıştık ya, yine oraya gidelim. Birinci tipin dezenformasyonu propagandadır. Yani korku patojeni ile sadece hareket eden insanlar ve bu insanların ağırlıklı olduğu toplumlarda bir şeyi ne kadar çok tekrar ederseniz insanlar ona inanırlar. Peki onları inançlarından alıkoyacak ve yeniden doğru bilgiyle birleştirecek olan şey nedir derseniz o da hikayedir. Bugünlerde dizi filmlerinin hikayelerine bakarsanız aslında dezonformasyonu destekleyici enformasyon yöntemi kullanıldığı için korkunun üzerine bir korku daha koyuyor olabilirler. Ama yanlış anlamayın. Bu korku imparatorluğu denilen anlayış aslında bizim dezonformasyon sürecimizde propaganda ile destekleniyor. Toplumumuz kah bir futbol takımını kah bir partiyi tutarken kendisine verilen propagandaya iman ediyor gibi hareket ediyor ve bu hikayelerle destek bulduğu anda dezonformasyon içe katlanıyor ve bu inanç kırılmaz bir hale geliyor. İkinci tip yani içinde korkuyla beraber az da olsa ya da belli oranlarda da olsa şüpheyi barındıran toplumun %20'sini oluşturan kesim ise dezonformasyon yani yeniden geriye dönüp toparlamak nasıl mümkün olur? Hem bu insanı hem bu toplumu toplumun bu kitlesini bu insanlarda güven duygusunun oluşması gerekir. Üçüncü tip dediğimiz öfke ve şüphenin en temelde var olan o en eskiden gelen genetik kodumuza bakarsanız eğer onlar çatışmadan beslenen güçten hareket ederler. Dezonformasyonları böyledir. Yani güçlünün yanında olmayı tercih ederlerli çatışarak kazanamayacağımızı öğretmek gerekir. Düşünmenin, okumanın gerçekten en önemli unsur olduğunu, kalemin kılıçtan keskin olduğunu bilmemiz gerekir. Dezonformasyonla yönetilir toplumun bu alanları ve enformasyonla bahsettiğimiz enformasyon maddeleriyle değiştirilebilir. Bunu hem kendinize algılayabilirsiniz hem de toplumun ağırlıklı bir kesimini şöyle bir seyredin. Uzun yıllar boyunca yapılmış sosyolojik çalışmaların pek de ulaşmanız mümkün olmayan tarafıyla böyle hap niyetini de vermiş olduk sizlere. Ama bunların daha nice detayları var. Geleceğiz elbet. Efendim geldik işin sonuna. Özetiyle hap gibi verdik. Birkaç defa dinlemenizi tavsiye ederim. Ondan sonra test bölümüne geçersiniz. Haftaya gelene kadar hafta içerisinde bir gün vakit bulabilirsem eğer tabelamızı yenileyeceğiz. Şöyle 8-10'lara doğru çıkmaya başlayacağız. Sonra aramıza yeni katılan kardeşlerimizle beraber yolculuğumuza devam edeceğiz. Gittikçe yaklaşıyoruz atölye çalışmalarına. Lütfen bitirelim ödevlerimizi. O çalışmalar daha da zevkli bir hale verimli bir hale gelebiliyor olsun. Kalın sağlıcakla."}
Efendim kitapta yazmazdan herkese hayırlı
haftalar. Bu hafta sizlerle beraber bir gün gecikmeli de olsa hormonlarımızı konuşuyor olacağız. Görmemizi, duymamızı, işitmemizi, hayatın içindeki duruş yerimizi, bize söylenen şeylerin ne manaya geldiğini, buna karşılık nasıl bir tepki verilmesi gerektiğini bizden habersiz olduğu iddia edildiği üzere yöneten hormonlarımız. Bizden habersiz yapmıyorlar. Hepsi bizim vücudumuzun birer parçası olarak bizim yaşadığımız biçimin tepkisini bizlere geri veriyorlar. Peki biz nerede hata yapıyoruz ki onlar böyle tepki veriyorlar ve sonucunda hormonlarımız, düşüncelerimizi ve söylemlerimizi doğal olarak hayat biçimimizi etkiliyor. Gelin beraberce bu hafta hormonlarımızı gözden geçirelim. Bir şeyi görebilmek ve gördüğümüz şeyi değerlendirmek düşüncelerimizin en önemli unsuru. Zira bir şeyi görüyor, gördüğümüzde karar veriyoruz. Ve bu karar aşamasında tiroid bezimiz her şeyden daha önemli bir özelliğe sahip. Kalkan bezi olarak da anılan tiroid bezi küre şeklinde foliküllerden oluşuyor. Detayları girmek istemem ama pek çok sefer hastaneye gitmiş olanlar bunu TSH olarak bilirler. Bu dengesinin bozulmasıyla beraber özellikle gözümüzün görme sinirlerinde belli kayıplara vesile oluyor. Hatta ilerleyen daha da ilerleyen boyutlarda Allah korusun göz büyümesi, göz hastalıkları bununla beraber sıkıntılı durumlar hasıl oluyor. Genellikle tiroid bezi bozuk insanların olay akışlarını kaçırdıklarına şahit oluruz. Bu akıştan kastettiğimiz unsur herhangi bir olay olduğunda aradaki bütün değerleri atarak başını bazen ortasını ve genellikle sonunu hatırlamak ve detay konuları o detay cümleleri dinlediği halde ortadan kalkması. Aslında bu iot azlığının da bir belirgin özelliğidir. Peki bunu elde edebilmek için ne yapabiliriz? Özellikle deniz kenarında en az 1- 1.5 saatli yürüyüşler bizim için oldukça önemli. Yani buna 15-20 gün boyunca yürüyüşlerinizi şöyle bir deniz kenarında devam ettirmeniz bu tiroid bezinin bozulumunu engellediği gibi bozulmuş olanların toplanmasına, stresinizin azalmasına ve gördüğünüz şeylerin detaylarını daha iyi aklınızda tutabilmenizi sağlar. Ama pek bilinmeyen başka bir formül daha söyleyebilirim denize uzak olanlar için. Su kullanımı, hayatımızda bir şeyin akışını doğru bir şekilde gözlemleyebilmek ve bu gözlemden hareketle doğru sonuçlar elde edebilmek adına su kullanımında ne yazık ki dünya çapında çok geride bir ülkeyiz. Günde en az 1,5 litrelik bir su kullanımına ihtiyacımız var. Unutmayın ki su hafızamızın da içinde olduğu vücudumuzun tamamı için en önemli ihtiyaçlarımızın başında geliyor. Öyle çayla kahveyle ya da bir karpuzun içindeki suyla yetinmeyin su bambaşka bir şey. Dolayısıyla her gün bir buçuk litre suyu kullanmanız düşünce adama olmanız adına çok mühimdir. Özellikle düşünce teorisini geliştirdiğinizız düşünce adama olmanız adına çok mühimdir. Özellikle düşünce teorisini geliştirdiğiniz bir düşünce üzerinde çalıştığınız anlarda bunu gerçekleştirdiğiniz süre içerisinde su kullanımınız da çok önemli. Öncesinde hem ortasında hem de sonunda mutlak surette su kullanmalı. Masanızdan suyu eksik etmemelisiniz. Geldik duyma konusuna. Duyumumuzu etkileyen en önemli hormonlardan bir tanesi tıbbiyenin vermiş olduğu beyanatların biraz daha eklemsel özelliğiyle ifade etmek gerekirse epifiz bezidir. Özellikle melatonin ve DMT salgısında oldukça önemli bir fonksiyon gütmektedir. Rüya aleminin de merkezindedir. Aslında esası duyma ile alakalı olan merkez. Zira söylemlerin tamamı vücudumuzda belli alanlarda depolandıktan sonra bu duyumlar belli eşiklerde paketlenip rüya aleminde karşımıza çıkarlar. DMT ile alakalı pek çok fikre sahip olduğunuzu biliyorum ama bu düşünce teorisinden sonra düşünce alanına geldiğimizde daha derin işleyeceğimiz bir mevzu. Epifiz bezindeyiz şimdi. Oldukça önemli. Geçmişte işlemini yitirmiş bir organ olarak düşünüyorlardı. Sonra yapılan çalışmalarla beraber büyüme hormonlarımız arasındaki söylem akışını da kaybetmemize sebep oluyor. Yani birilerinin bizlere söylediklerini bir anda dinleyemez hale gelebiliyoruz. Bu aslında bir manada epifiz bezimizin kontrol dışı hareketlenmesinden sağlanır. İşte burada çok önemli olan mesele şu. Uyku düzenimiz. Ama yanlış anlamayın. Günde 8 saat uyku uyumak çok insansı bir şey değildir. Bunun olabilirliği 4 ila 5 saat arasında değişir. Aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya alıştıktan belli bir müddet sonra artık uykularınızı kontrol edebilecek seviyeye gelirsiniz. Bununla beraber özellikle mevsimi geldiğinde taze soğan tüketmeniz epifiz bezindeki melatonin hormonunun dengesizliğinde ortadan kaldırarak duyduğunuz şeyleri yanlış duymamak ve söylem akışını kontrol edebilme özelliğinize vesile olur. Bu vesileyi eğer yerine getirmezseniz insanlığının size söylemiş olduğu sözler ya da televizyonlar, haberlerde vs. yol boyunca radyoda dinlediğiniz şeylerin içerisinde belli bir hayale doğru gidersiniz. Geri geldiğinizde ise konunun çoktan başka bir yere gittiğini görürsünüz. Geri geldiğinizde ise konunun çoktan başka bir yere gittiğini görürsünüz. Bu özellikle günümüz dünyasında yeşillik kullanımının eksikliğinden kaynaklanmakta. Vücudumuzun temel ihtiyaçlarından bahsediyoruz. Bu ihtiyaçlar yerine geldikçe sadece düşüncelerimiz değil vücudumuzun da belli bir dengeye geleceğini göreceksiniz. belli bir dengeye geleceğini göreceksiniz. O yüzden bol bol yeşillik tüketebilmek, aynı zamanda duyumsal eşiklerinize de doğru bir seviyeye getirmenize yardımcı olacaktır. Geldik hormonlardan böbrek üstü bezlerimize. Tıpçılar bu alanda pek çok söylemleri vardır. Ama düşünce ile alakasından bahsediyoruz. Zer teverruzunu da tekrar altına çiziyorum. O yüzden bizi dinleyen doktorlarımız, bunların elbette ki tıbbi taraflarını da biliyor ve beyan ediyorlardır ama düşünce teorisi kısmında hakikatiyle bu hormonların bir etkisi var ki bu noktada böbrek üstü bezlerimiz konuşma yapımızla birebir alakalı. Yani olayın akışını gördünüz. Söylem akışını takip ettiniz, düşünce teorisinin bu ve bundan önceki ve sonra gelecek olan dersleriyle ve tecrübelerinizi harmanlayarak karşı tarafa bir şey söyleyeceksiniz. Söylemleriniz zaten düşüncelerinizin bir sonucu olarak beyan edilecek. Dolayısıyla karşı tarafın bunu çok iyi anlayabilir durumda olması lazım. Bunları da ayrı ayrı derslerde işleyeceğiz. Ama bu durumda kurgu akışının sağlam olması gerekiyor. Elbette bunun için pek çok pratik, pek çok okuma, pek çok çalışmalar yapacağız. Ama bugün biraz kendi vücudumuzu toparlamaya çalışıyoruz ya, işte bu noktada böbrek üstü bezlerimizin ehemmiyeti geliyor gündeme. Bu gündemde ise iki tane önemli mesele var. Bunlardan birincisi sahte şeker kullanmamak. Yani günümüzün beyazlatılmış şekerini en az kullanmak, pastalarda, börekçe, çörekte ve özellikle çikolatalarda kullanılan hazır şekerden oldukça uzak durabilmek ve buna nazaran ve rağmen tuz kullanımını belli bir oranda azaltmadan devam etmek. Uzun yıllar boyunca dünyada tuz kullanımını azaltarak böbrek üstü bezlerinin bozulma sebebiyle insanlarda konuşma kıtlığı dolayısıyla düşünce kıtlığını geliştirdiler. Neden mi? Çünkü bizim hayatımızda bir denge var. Duyduklarımız, gördüklerimiz ve konuştuklarımız arasında. Eğer bunlar arasında dengesizlikler oluşursa o dengesizlikler de doğal olarak düşüncelerimize ve hayatımıza yansıyacak. Şimdi görme, duyma ve konuşma ile ilgili olan hormonlarımızı üstü kapalı basit bir şekilde ifade ettim. Peki bunlardan hangisi bozulunca nasıl bir dengesizlik oluşur? Hem kendimizi hem karşımızdakileri anlamak adına gelin şimdi bir de oraya bakalım. Hayatımızda dengeyi kurmadan önce dengesizlik nedir onu bir anlayalım. Hem çevremizdekilere hem de çevremizde bize söylenen söylemlere karşı ifadelerimiz var değil mi? Çok dengesiz bir açıklama oldu. Dengesiz bir fikir, dengesiz bir anlayış. Ne dengesiz adam deyip sıyrılırız işin içinden de. Hem kendimiz hem de karşımızdakinin doğru anlamak adına şöyle bakalım. Hem görme hem duyma hem konuşma alanındaydık. Duymanın ve konuşmanın daha düzgün olduğu ama görme bozukluğunun farzda derecede olduğu ve olay akışını kaçıran tiplerde duygusal dengesizlikler olur. Bu şu anlama geliyor. Ve duygusal dengesizlikler olur. Bu şu anlama geliyor. Hani demiştik ya görmenin bozukluğu tiroidin bozukluğuna bir delildir bir işarettir. Aynı zamanda bu insanlar olayların akışını kaçırırlar. Dolayısıyla olayları anlatırken akış takip etmeyen dur dur şimdi sana şunu anlatayım buraya geri döneceğim. Buraya gelirken bir yandan sinirlenen bir yandan hüzünlenen yani olay anlatıyor adam. Aslında oldukça sinirlendirici kızdırıcı bir olayın ortasında dur diyor bir sağa çekelim. Orada size bir fıkra anlatıp gülüp tekrardan geri gelip aynı sinire kavuşmaya çalışıyorsa. Aynı siniri tutturamıyorsa burada bir duygusal dengesizlik vardır. Duygusal dengesizliklerin olduğu yerde abartı vardır. Abartının olduğu yerde yeniden o eski sinire dönebilmek için efektif beklenmeyen hareketler vardır. Yani bir anda böyle yerinden kalkma, hop hop oturma masaya elini vurmak gibi. Bu insanların duygusal bir dengesizlik içinde olduklarını da görürüz. Ve temelde kaçırdıkları yer olayın akışıdır. Olayı düz bir minvalden akıtmak yerine oradan buradan develiye geveliye getirmeye gayret ederler. Eğer kendimiz arasından düşünürsek bunu bizde de varsa bu haller bilmeliyiz ki hedefe ulaşmak hem çok zaman alacaktır hem de başarılması gereken zaman dilimi kaçırıldığı için insanda büyük bir motivasyon bozukluğu meydana gelecektir. Bunu yerine getirebilmek için denge kuramına kadar az sabır tespitlerle bitirelim. Ondan sonra denge kuramına geçeceğiz. İkinci önemli dengesizlik kulaktan hareketle, duymadan hareketle duygusal bir dengesizliktir. Karşısındaki insanın ne söylediğine dikkat etmeden sürekli dur bir dakika şimdi bir şey söyleyeceğim şunu bitirmeme izin ver tarzında söylemlere çok fazla yer verirler. Söylem akışlarındaki bu sağa sola kaçışlarıyla beraber oluşan bu dengesizlik doğal olarak insanları dinlemekten biraz haz etmeyen bir yapıya sahiptir. İyi bilen, iyi anlayan, iyi çözmüş, başkasının fikirlerini pek önemsemeyen bir tarzı vardır. Zaman zaman o söylenen şeyleri geri dönüp de hatırlamaya çalışır elbette ama bu seferki pişmanlığını söylemekten de yatsınır. Dolayısıyla üzerlerine çok fazla gitmemek, duygusal bu dengesizliği çözebilmek için denge kuramına geldiğimiz bölümdeki çalışmaları yapmak gerekir kendi adımıza. kolay yalan söyleyebildikleri, kaçış kapılarını çok hızlı kullandıkları ve bunu anlayabilmek için de biraz pratik yapmak gerektiğini söylemek gerekiyor. Ama birisi sizin sözünüzü sürekli kesiyor ve sürekli bir dakika bir dakika şimdi oraya gitme şimdi sana bir şey söyleyeceğim tarzındaki kesiklere yer veriyorsa bir yerlerde yalan söylemeye hazırlanıyor diyebiliriz. Tabi ki bunlar genel ifadeler. Çok özel çalışmalarda durumlar elbette değişebilir. Onları da atölye çalışmasında yer vereceğiz. Geldik sezgisel dengesizliğe. Konuşmayla alakalı olan kısma işin enteresan tarafıysa bu konuşmayı sevdiğini düşündüğünüz insanlar aslında konuşmayarak da sizlere düşünceleriniz hakkında ya da kendi düşünceleri hakkında çok daha fazla bilgiler verebilirler. Yani bir şey söylediğiniz zaman onu yüz hareketiyle geçiştirmeye çalışma. Üzerinde evet ya da hayır demeden havada askıda bırakma. Daha önce söylenmiş bir söylemi tekrar ifade etmekten imtina etme. Geride durma. Zaten söylemiştim kavramından hareketli değil bu. Yani o daha çok duygusal dengesizlikle alakalı bir şey ama bu daha ziyadesiyle biraz düşünmem lazım. Vakit ayırmam lazım. Kurgulamam lazım. Henüz kafamda oturtamadığım şeyler var. Söylemeni yapamayarak da sizlere hareketleriyle ve fiilleriyle bunları belirtmeye çalışanlar. Tehlikeli bir grup. Zira içinde siz dahil pek çok şey için belli kurguları çoktan oturtup kararlarını çoktan vermiş ve size bu fikirlerini baya bir saklıyor olabilir. Peki onu harekete geçirebilmek için ne mi lazım? Eh şimdi oraya geliyoruz. Denge kuramına. Efendim bilinenin aksine bir şeyi dengeleyebilmek için az olanı çoğaltmak değil, çok olanı da azaltmak değil, her birisinin üzerinde aynı anda bir sistem kapatmaya gitmek zorundayız. Yani şöyle, bunu şimdi kendi açımızdan düşünelim. Bu dersi dinledikten sonra kendi üzerimizde tiroid, epifiz, böbrek üstü bezleri hormonlarımızda belli bozukluklar olabileceğini hissettik. Duyusal, duygusal ya da sezgisel dengesizliğe eğilim gösterdiğimizi anladık. Yani direkt bu dengesizlik patlayıp bir hastalık manasına gelmiyor. İnsanların %90'ı belki daha fazlası bu dengesizliklere belli oranlarda sahip zaten. Yani bu dünyamızın doğal hali. Bu doğal hal derken bu hale dönüşmüşüz. Ama bu dengesizliklerin elbette seviyesi var. Kendi adımıza ne yapacağız? Bu çünkü bir dengeye gelmesi lazım. Hem duygusal hem duygusal hem de sezgisel olarak eğer eşit olmazsak, su gibi bir berraklığa kavuşmazsak düşünmekte zorluk çekeceğiz. Bunları dengelemek için şunu yapıyoruz. Eğer kendinizin duygusal bir dengesizlik içerisinde olduğunu görüyorsanız bunun olay akışıyla alakalı olduğunu hatırlayacaksınız. Bu durumda kitap okumayı seviyorsanız kitap okumayı, televizyon seyretmeyi seviyorsanız televizyon seyretmeyi. Yani bilgiyi aldığınız yer her neresiyse örneğin bir YouTube kanalını bir kitapta yazması, izlemeyi, seyretmeyi, okumayı en az 7-9 gün boyunca terk edeceğiz. Eğer duygusal bir bozukluktan bahsediyorsak kulaklarımızı kapatacağız efendim. Evet dedikodudan başka bir anlatımdan uzak durmaya çalışacağız. Kulakları tatile çıkaracağız. Kulak orucu tutacağız tabiri caizse. Eğer konuşmaktan bahsediyorsak en zor tarafı da bu. Sezgisel dengesizlikleri ortadan kaldırabilmek için suskunluk orucu işin birebir çözümü. Yani en az 7 gün boyunca pek kimseyle iş, önemli bir mesele haricinde konuşmamak. Hele bir öğrenciyseniz, tek başınıza kalıyorsanız, arkadaşlarınızdan uzak bir 7 gün geçirmek ve o 7 günde de konuşmamak. Bütün bunlar vücudumuza bir reset atabilmenin önemli bir formülü. Detayları ve kişiselleştirilmiş uygulamaları elbette var. Ama denge kuramı için buna ihtiyacımız var. Yeniden dengeye gelebilmek için. Karşımızdaki böyle bir dengesizliği görüyorsak eğer. Yani baktık adamda duygusal bir dengesizlik var. Olayın akışını kaçırıyor o zaman o kişiye bir altta olan ya da diğer denge unsurunu getirebileceğimiz yer anlatabilir misiniz demek lazım. Duyusal dengesizlik içerisinde olan kişi ne demiştik? Söylem akışında kaçırmalar vardır ağzından. Bir dakika bir dakika dur şimdi bir şey anlatıyorum tarzında der. Sen anlat ben tekrardan oraya geri dönmek istiyorum diyerek altını çizmekte fayda var. Doğru mu yanlış mı söylüyor? Daha rahat görebileceğiz o zaman. Sezgisel bir dengesizlik yani kurgu problemi ile karşılaştığınızda ise bu kişiye isimleri solmak çok önemli. Çünkü genellikle bu insanlar isimleri birbirlerine karıştırırlar veya tarihleri yahut günleri yani birkaç mihenk noktası. Kontrol ettiğiniz anda hem düşüncesinin hem söyleminin doğru mu değil mi, yalan mı, gerçek mi olduğunu biraz daha iyi anlayabilirsiniz. Efendim geldik dersimizin sonuna. Hap mahiyetinde beyan ettik. Bu hap mahiyetindeki beyanatın yine 2-3 sorulu kısa bir testi var. Testi doldurduktan sonra aldığınız puanlardan ötürü lütfen üzülmeyin. Çünkü sonuçta kocaman bir aileyiz. Uzun bir yolculuktayız. İnsanları birbirlerinden ayırmayacağız. Yani düşük puanda kalanlar ne yaparlarsa yapsınlar demeyeceğiz. İnanın bana onların üzerinde de bir çalışma yapacağız. Ama sabırla, sükunetle. Cevaplar yanlış mıydı? Gözünüzden bir kaçmış demeyin ne olur. Hakikat biraz zamana ihtiyacınız var. Daha yolun başındayız. Hep söylediğim gibi. Haftaya tekrar görüşürüz inşallah. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Töresine Giriş Tersinden Herkese
Hayırlı Haftalar Bu haftada sizlerle beraber düşünce dünyamızı geliştirebilmek, iyi düşünebilmek, kendi hayatımızdaki o düşünce yapımızı doğru kurgulamak için parça parça yolculuğumuza devam ediyoruz. Her bir durakta bambaşka bir şey öğreniyoruz. Sonra bütün öğrendiklerimizi bir araya getirmeye çalışıyor olacağız. Bu hafta sizlerle beraber dolaşım sistemini konuşacağız. Ya bu dolaşım sistemiyle ne alakası var? Kalbimizdir, kanımızdır, damarlarımızdır deyip durmayalım. Hakikat şurası var. Kalbimizde dolaştırılan kan ve kalbimizin kendisi. Duygularımızı ifade ederken kalpten sözler veya kalpten kalbe giden bir yoldan bahsedilir. Bu hakikat bizlere hem biyolojik olarak hem de temel iç yapımızda bazı şeyleri iyi anlamamız gerektiğini anlatıyor. Düşünceleri sistemleştirme sürecine girmiş oluyoruz böylelikle. Sistem genel itibariyle bir parça fonksiyonudur. Yani birden fazla sistem bir araya geldiğinde daha büyük bir sistemi oluşturur. Aynı zamanda sistemi oluşturan parçalar da oldukça önemlidir. Bu parçalara genel olarak bakarsak şunu görürüz. Bütünün içinde bir bütün vardır. Dolayısıyla bugün dolaşım sistemini konuşurken sistem kalp damarlarımız ve kandan müteşekkil temeli itibariyle. Atar damarlar toplar damarlar ves ve kandan müteşekkil temeli itibariyle. Atar damarlar, toplar damarlar vs. Ama bir hakikat var. Aslında bu sistem ilerlerken birkaç özelliği kullanabiliyor. Yani şöyle anlatmak lazım. Birazdan detaylara gireceğiz. Sistemin parçaları kendi aralarında uyumlu ya da uyumsuz olabilir. Dengeli dengesiz bir yapıda olabilir. Çatışan ya da harmanlayarak birbirinin eksini kapatan bir tarzda da olabilir. Tez ve antitez yöntemini de geliştirmiş olabilir. Ve en sonuncusu bütüncül ya da parçacık ilişkisiyle hareket ediyor olabilir. Bunlar aslında düşünce biçimlerinde etkiliyor. Yani çok garip bir durum var. Organlarımızın birbirleri arasında kurduğu ilişkiden doğan sistemin tavrı bir sonuç. Ama bu sonuç aynı zamanda bizim düşünce biçimimizin temel yapı taşlarından birisi. Elbette bundan hariç. Yaklaşık 6 tane daha buna benzer fonksiyon var. Ama bunları atölye çalışmalarına saklıyor olacağız. Dolayısıyla bu hafta bir yandan dolaşım sistemimizin kendi hayatımızdaki çalışma biçimini değerlendirirken aynı zamanda dış dünyadaki olan olayların da buna benzer şekillerde meydana geldiğini göreceksiniz. Yani seyret içindekini gör karşındakini. Keşfet kendi içindeki düzeni o zaman anlayabilirsin etrafında olup bitenleri. Elbette adım adım. Hadi bir yerden başlayalım. Şu dolaşım sistemini bir kez daha hatırlayalım hep beraber. Şimdi kısaca bir dolaşım sisteminden bahsedelim. Dolaşım sistemimiz asıl itibariyle kendi üç dünyamızda meydana gelen bilincin aktarım merkezi aynı zamanda bilginin de özümsendiği bir yer. Yani sadece gıdalarımız değil. Aynı zamanda kalbimiz düşüncelerimizin vücudumuzun tamamında yaygınlaşmasında bir vesile oluyor. Protein, protein kalıflarıyla yakinen ilişkili bu detaylara girmeden kabataslak ifade etmeye çalışıyoruz. Şimdi bu tabi başkasına değil kendi içimizdeki bir süreç ve organlarımızla da yakinen ilişkili. Çünkü dolaşım sistemimiz kalp, damarlar ve bunların içini dolduran kandan ulaşıyor. Etkileşimleri var. Üreme sistemiyle, sindirim sistemiyle ve sinir sistemiyle. Etkileşim geçirmiş olduğu bu sistemler elbette ki eğer karmaşa olursa bizlere aktarımını sağlıyor. Detayları da var. Organlarla da yakinen ilişkili. ve kan arasındaki karamaşa ya da birazdan bahsedeceğim üzere uyumlu uyumsuz çalışma, dengeli dengesiz, çatışan harmanlayan tez antitez ya da bütüncül parçacık bakış açısıyla düşünüyorsak bunlarımızın vücudumuzda bir karşılığı var veya vücudumuzdaki bu haleti ruhiyenin düşüncelerimizdeki bir karşılığı var. Evet vücudumuzdaki bütün organlarımızın temel yapıları aynı zamanda bizim düşünme biçimimizi etkiliyor. Düşünce biçimimiz de bizi bu sistemlerde gösterilen harmonik bozukluklarla ele veriyor. Dış dünyayı incelemeden önce kendi vücudumuzu iyi anlayıp iyi tanımamız gerekiyor. Gelin şimdi bu sistemin içinde kaç tür problem ya da kaç tür çalışma biçimi var. Öyle bakalım olaya ve bunların detaylarına girelim. Biraz biyolojiyi, tıbbı biraz da düşünce dünyamızı konuşmuş olalım. Şimdi gelin en başta söylemiş olduğumuz söylemden uyumlu uyumsuz dolaşım sistemi problemine ya da sistemin böyle çalışması halinde neler olduğuna kısaca bakalım. Yani önce sistemsel bir bakış yapacağız sonra da bilinç düzeyinde bunun karşılığını anlatacağız. Şimdi kalbimiz kanı pompalayan bir fonksiyona sahip. En temel işlevi bu. Kansa bu pompalama sürecinde akciğerlerden aldığı oksijeni, diğer organlardan aldığı portikülleri gitmesi gereken yere taşıyorlar. Şayet kalp ile kan arasında belli bir uyum varsa bu uyum birbirini destekler mahiyettedir. Yani kan kalbi besler, kalp ise kanın akışına yardımcı olur. Belli bir uyumla çalışırlar. Birbirlerini tamamlamaya çalışırlar. Veya uyumsuzlukla da yürütülebilir bu. Bazen bakarsınız kişinin kalp hastalığı yoktur. Herhangi bir problemi yoktur. Ama sürekli kan değerlerinde bir oyumsuzluk vardır. Ve bu uyumsuzluk geri dönüp kalp tarafından belli problemlerin oluşmasında temel vazifeyi bizlere gösterebilir. Herhangi böyle bir durum için şunu söylemek mümkün. Sindirim sisteminde bir fonksiyon bozukluğu vardır. Yenilen içilenlere dikkat edilmesi gerekir elbette. Şimdi atlayalım burayı. Yani şöyle atlayalım. Uyumlu ve uyumsuz mantık açısı düşünce dünyamızda neyi ifadelendiriyor? Bu uyumlu çalışma biçimi aslında ortak noktayı bulma derdi olarak karşımıza çıkar. Yani ne olursa olsun ortak bir nokta vardır. Biz bu düşüncelerimizi ortak bir noktada beyan edebiliriz ibaresi yer alır. Veya uyumsuzluk varsa kişiler düşüncelerini kendine çekebilmek adına uyumsuzluk yapmaya çalışırlar. Yani kendi düşüncelerini üst seviyeye çıkarıp kendi düşüncelerini merkeze almak istedikleri yerde uyumsuz çalışmaya çalışırlar. İşte bu da kafa yapısını oluşturuyor. Yani kalbine damarlar arasında uyum ve uyumsuzluk gibi bir ritimsel fonksiyon varsa bu insanların düşünce dünyası bu yapıda gerçekleşiyor. damarlar arasında uyum ve uyumsuzluk gibi bir ritimsel fonksiyon varsa, bu insanların düşünce dünyası bu yapıda gerçekleşiyor. Elbette bunun bir avantajı var. İşler tıkırında yürüyor uyum olduğu müddetçe. Ancak bir dezavantajı da var. Olması gerekenler çoğu zaman geç oluyor veya sürüncemede kalıyor. Bunlar ilerleyen zamanlarda vücudumuzda hazımsızlık, düşünce dünyamızda da kabul edemezlik hali oluşuyor. Yani bu tarz kişiler hayatının bir bölümünde geri dönüp ya sürekli ben uyumlu ya da ben uyumsuz olmak zorunda mıyım diyerek kendi kabuklarına çekilmeye çalışıyorlar. Peki bu tip en çok nerede görülüyor? Akdeniz havzasında. Bu düşünme biçimine Akdeniz düşünme biçimi diyoruz. Kalp ve kan arasında uyum ya da uyumsuzluk üzerine oluşmuş bir çalışma biçimi düşünce dünyasında böyle bir karşılık oluşturuyor. düşünce dünyasında böyle bir karşılık oluşturuyor. Akdeniz hafızasındaki ülkelere bir bakarsanız ortalama 20-30 yılda bir de kabuklarına çekildiklerini görebilirsiniz. İkinci biçim yani kalp ile damarlar arasında kan arasında dengeli dengesiz bir çalışma biçimi de olabilir. Yani kanımızda meydana gelen diğer organlarımızdan ki özellikle pankreas ve davakta yaşanan problemler sebebiyle kalp bir yandan denge oluşturmaya çalışır kan bu dengesiz tarafta yer alır. Dengeli ve dengesiz bu tarafın yani iletişim biçiminde de bir karşılığı var elbette. Yani genel itibariyle bu insanların söylenceleri denge oluşturmak adına veya dengesizlikten menfaat elde etmek uğrunadır. Denge siyaseti de derler buna. Adı üzerinde olduğu gibi Orta Doğu ülkelerinin kendi içindeki düşünce biçimini ve Orta Doğu düşünce biçimini ifade eder bizlere. Bir yandan denge kurmaya çalışırlar, bir yandan da bir takım dengesizlikler meydana getirerek kendi menfaatlerini ortaya koymaya çalışırlar. Bir avantajı var, bir önceki bölümde söylediğimiz gibi her düşünce biçiminin, her vücudun, her insanın hayatının bir avantajı, bir dezavantajı olması gibi. Yani vücutla bilgiyi bir arada değerlendirmeye çalışıyoruz. Hafif karışık gelebilir ama alışacaksınız dinledikçe belki birkaç sefer. Hakikat şu, dengeli bir yaşam yani kalb ile organlar ve kalb ile kan arasındaki denge metaforuyla çalışan sistemler ve bu sistemlerden oluşan insanların ortaya koyduğu düşünce biçimleri genellikle etliye sütliye karışmama tavrındadır dengeli olunca. Ya bir avantajı vardır en az zarar görebilirsiniz. olunca ya bir avantajı vardır en az zarar görebilirsiniz. Ama konu dengesizlik üzerinden bir dezavantajı vardır ki tahterevalli yıkıldığında mutlak sureti altında kalırsınız. Genellikle Orta Doğu'daki pek çok ülkenin de böyle olduğunu görebilirsiniz. Uzun bir dönem denge siyaseti gütmeye çalışırlar ancak bir yer gelir ki denge bozulur ve genellikle bu dengeyi kurmaya çalışan ülkeler bundan en çok zararı görebilirler. Vücudumuzdaki bu fonksiyonun düşünce dünyasındaki karşılıkları ya da olması gereken nedir sorusuysa elbette 5. sistemde gelecek. Geldik dolaşım sistemimizin 3. çalışma biçimine çatışan ya da harmanlayan biçim. Yani ayrıştıran ve birleştiren çatışma biçimi. Bu şöyle oluyor. Kalbimiz vücudumuzun ihtiyacından çok daha fazla kan pompalamaya ve tansiyonu yükseltmeye başlıyor. çok daha fazla kan pompalamaya ve tansiyonu yükseltmeye başlıyor. Buna nazaran kana özellikle safra kesesinden yayılan hormonlarla dinginlik verilmeye çalışılıyor. Yani kalp sistemi çatıştırmaya buna karşılıksa kan harmonik bir hale getirmeye uzlaşmaya getirmeye çalışıyor. Yani çatışmayla birleştirme arasında bir denge oluşturmaya çalışıyor vücut. İnsan hayatındaki bu sistemin temel karşılığı genel olarak böbrekler. Böbrekler üzerindeki bir dengesizlik vücudumuzun dolaşım sisteminin böyle çalışmasına vesile oluyor. Peki bu durumda ne var? Eğer çatışmacı zemin dediğimiz yani ayrıştıran zemin diyorsanız birbirinden ayrı düşünce biçimlerini birbiri üzerine koyarak ve çatıştırarak en iyi elde edebileceği düşünce yapısını oluşturuyor. Genellikle kavgadan zevk alıyor kavga ettirdiklerini de bir zaman sonra barıştırmak istiyor. İster düşüncesinde ister aksiyon alırken aynı tavrı sergiliyor. Bu tavırsa Amerikan düşünce biçimi. Önce çatıştırmak sonra çatıştırdıktan sonra niye var ki neden kavga ediyorsunuz ki hadi gelin ben sizi barıştırayım demek üzerine kurgulanıyor. Bir avantajı var. Avantaj şu çatışan taraflar ya da kendi iç dünyanızda yaşadığınız çatışmalar bir anda kimsenin bulamayacağı efektif bir sonuç elde edip ani bir değişimle daha değerli bir kimliğe bürünebilirsiniz. Ama bir dezavantajı var. Bu çatıştırmacı yapınız zamanla etrafınızdaki insanlar tarafından keşfedilirse, bu sefer yalnızlığa gidersiniz. ABD'nin uzun döneminde de bakarsanız bunun karşılığını görebileceksiniz. Bu devinim sürecinin aslında bir temeli var. Tez, antitezle ilgili. Ama şimdi oraya geldiğimizde onun da tam olarak iyi bir düşünce olmadığını göreceğiz. Yani şu ana kadar saydığımız 3 sistem çalışan bir sistem. Ama avantaj ve dezavantajlarıyla ele alındığında iyi bir düşünce adamı olmaya yaramıyor. O yaramıyor. O yaramayanlardan bir tanesinden daha bahsedelim. En sonda işe yarayan ne, biz nasıl o hale geliriz onu ifade edeceğiz. Çözümsüz problem anlatmak bir işe yaramaz çünkü. Efendim geldik işin dördüncü tarafına. Tez-antiitez Çalışması Zamanında tepki vermemesi ya da haddinden fazla tepki vermesi ile alakalı. Sonunda ise Allah korusun genellikle kalp krizi ile neticeleniyor. Şimdi bu insan vücudunda özellikle akciğer travması ile alakalı bir durumdur. Yani nefes alışverişinde ciddi sıkıntılar olan insanların vücutlarına aldığı zararlı maddeler kanında bir antitezi oluşturur. Kalbin buna karşı bir tez oluşturması gerekir ve bu diğer organlardan özellikle akciğerle ilişkili bir diğer taraftan dalağında destek vermiş olduğu bir süreçtir. Vücudumuzda bu tepkizme süreci oluşurken de genel itibariyle harmonik bir sonuç beklenir. Bir avantajı vardır. Gelen antiteze ya da teze karşı bir antitez üretiyor olmak vücudun kendini korumasını sağlar ve korumacı düşünce biçimidir bu. Önce kendini sağlama alma, kendisine herkesin seveceği bir adam haline getirme. İkinci taraf ise şu. Elbette ki bu süreçler bir süre sonra yıpranmaya başlıyor. Çünkü sorunu çözmeyerek her sorunun üzerinde bir örtü atmış oluyorsunuz aslında. Yani teze karşı antites tabiri caizse kirli olan bir şeyi halının altına itmek gibi. Bir dönem sonra da kalp damarlarında tıkanıklık meydana geliyor. Kalp zayıflıyor ve kriz doğuyor. Ve bu kriz uzun zaman boyunca vücudu işlevsiz hale getiriyor. Tam da Avrupa gibi. Avrupa düşünce biçimi bu manada Hegel'in ortaya koyduğu tez antitezle ilerlerken genel itibariyle sorunların üstünü örtmeye odaklanmıştır. genel itibariyle sorunların üstünü örtmeye odaklanmıştır. Yani düşünce dünyası açısından ele alırsak sorunun üstünü örtmeye çalışma, görmezden gelmeye gayret etme, şişip de patlamak üzereyken sistem değiştiriyorum diye ameliyata girme ve düşünce dünyasının baremi itibariyle yani düşünce adamının fikriyatı itibariyle bizim hayatımızda teze karşı antitez üretmek sadece sorunların üstünü kapatmak anlamına geliyor. Tabi ki bunun teknoloji ve mühendislikte bazı avantajları var ama düşünce dünyası açısından düşünülse gerçek bir avantajdan bahsedemeyeceğiz. Peki iyi bir düşünce adamı nasıl bir vücudun sonucunda nasıl bir düşünceye sahiptir? Gelin aslında şimdi ona bakalım. Şimdi bütün problemleri saydık. Uyumlu uyumsuz çalışmanın avantajı dezavantajından başladık. Dengeli dengesiz, çatışan, ayrıştıran ve harmanlayan birleştireni ele aldık tez antitez dedik peki iyi bir fikir adamı aynı zamanda iyi bir dolaşım sistemine sahip olan bir insan nasıl düşünür? teorisi üzerinedir. Zira hayatımızda yaptığımız her küçük işin karşılığında küçük şeyler birleşip bazen bütündeki büyük zararı ortadan kaldırabilir. Yani bir duvar örüyorsunuz. Duvarı örerken sizler küçük hatalardan duvarın yıkılacağını hesap edersiniz. Doğru. Ama düşünce dünyası ele alındığında hayatın mana tarafında durum böyle değil. Bazen en kötü duvara bile öyle bir yaslama taş koyarsınız ki duvar yüzlerce yıl ayakta kalabilir. O zaman hakikat şu vücudumuzun bir parçacık yapısı var. Yani damarlarımız damarlarımızın bölümleri. O bölümlerde meydana gelen arızanın temelini bulup o arızayı gidermek. Bütüne baktığınızda meydana gelmiş olan büyük arızayı küçükte var olan bir hatayı düzelterek yeniden toparlamasına yardımcı olabilmek. İşte bu fikir adamının düşünce biçimi. Vücudunda da şöyle ifade edebiliriz bunu. Özellikle bağırsak florasında çok strese sebep olur bu. Zira sürekli o parçalarla uğraşmaktan kaynaklıdır. Yani küçücük küçücük parçaları birleştirip büyüğün karşısında ne anlama geldiğini bulmaya çalışırsınız. Hakikatte budur aslında. Doğru olan da bu. Çünkü küçükte saklıdır büyük, büyükte saklıdır küçük. Mikro makro arasındaki dengeyi anlatırken bu iyi dinlemiş olanlar ne demek istediğimi şimdi anlamaya başladılar. Bu tarz düşünce biçimi dünyanın farklı ülkelerinde var. Çünkü artık bu insan tipinde filtreler var. Ve bu filtreler kendi duygu, düşünce ve inanç dünyasına göre şekillenebilir ama nihayetinde yönlendirilmesi oldukça zor, çoğu zaman da imkansızdır. Ve düşünceleri değiştiren adam tiplemizdir. İster doğudan ister batıdan çıkmış olsun. çıkmış olsun. Hakikatsiz şuraya geleceğiz. Bütüncül bir düşünce biçimine ulaşabilmek için küçük parçalardaki arızalara çok dikkat etmek gerekir. Ve orada yapacağımız her şeyin bütünü oluşturduğunu değil, bütünde bir karşılığını olduğunu ifade etmek gerekir. Yani bir düşüncenin içindeki bir cümledeki bir kelimenin sıfatı adama anlatabilir bize. Bu uyumlu uyumsuz, dengeli dengesiz, çatışmacı birleştirici, tez ve antitez düşünce biçiminde yoktur. Bu tarz insanların her ne kadar stres kaynaklı bağırsak floralarında sıkıntılar söz konusu olsa da, Sıkıntılar söz konusu olsa da hakikat hayatları boyunca o bütünü oluşturan temel küçük parça üzerinde ömürlerini harcarlar ama iş bittiğinde bütünün değiştiğini görürler. Bugünün hız dolu dünyasında düşüncelerimizin ne kadar zafiyete uğraması söz konusu olduğunda bu ibareyle bir kez daha öğrenmiş oluruz. Efendim bu ders ağır bir derstir. Sebep bu dersi en iyi almış olan insanlardan birisini de Kanuni Sultan Süleyman devrinden bahsederken belki bir gün anlatmaya çalışırız. Önemli bir dersti. Önemli isimler yetişirken söz konusu edildi. Çok isimler var da şimdi kafaları karıştırmak istemiyoruz. Ama yine hap yapmaya çalıştım. Basitleştirmeye çalıştım anlattım sizlere. Efendim şimdi bu sesli yapmış olduğumuz dersin sonucunda test bölümüne geldik. Bu testi de yapın ve ardından orada birkaç kitap tavsiyem var. Kitapları okumaya gayret ederseniz sizin için iyi bir başlangıç olacaktır. Artık düşünce teorisine girişin birinci bölümünün önemli bir kısmını geride bırakmak üzereyiz. Testlere biraz ağırlık vermenizde okumalara gittikçe arttırmamızda artık fayda var. Bu süreç içerisinde de yeni tabelamızı yayınlamaya çalışıyor olacağız. Haftayı yeniden bir aradayız. Çok enteresan bir bakış açısıyla yine bir arada olmaya çalışacağız. Çünkü hayat hiç de öyle kitaplarda yazdığı gibi değil. Hayatın dört bir tarafında doğruyu yakalamış insanların kullandığı teknikleri harmanlayınca bu sonuçlara ulaşmak belki daha kolay olacaktır. Haftaya tekrardan görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Efendim düşünce teorisine girişten herkese
hayırlı haftalar. Bu haftadan itibaren yavaş yavaş son dönemece doğru gelmekteyiz. Bu dönemecin son kıyısında yine vücudumuzu öğrenmeye devam ediyoruz. Vücudumuzda yaşanan her olayın hayatımızdaki düşünce biçimimize etkisini öğrenmeye çalışıyoruz. Bütün derslerimiz bitip düşünce teorisine geçtiğimiz zaman yavaş yavaş dış dünyaya bakmaya başlayacağız. bakmaya başlayacağız. Üçüncü bölüme geldiğimizde yani oradaki haftalarımız devam edip süreç sona erdiğinde üçüncü bölümünde artık pratik hayatta pratik düşüncelerle konuşmaya başlayacağız. Orası tabiri caizse bizim atölyemiz olacak. Atölyeye doğru yaklaşıyoruz. O yüzden sevgili dostlarımıza testlerimizi unutmayalım. Hadi bir an önce onları tamamlayalım demek istiyoruz. Bu hafta sizlere boşaltım sisteminden bahsedeceğiz. Ve ikinci bölümde o düşünce teorisine geçerken iç dünyamızın önemli bir fonksiyonunu ifade etmeye gayret ediyor olacağız. Dolaşımda olan ne varsa, sonuçta geçen hafta bunu işlemiştik ya, boşaltımla ortaya dökülmüyor mu? Bizler boşaltım üzerinden bir analiz yapabiliyoruz. Örneğin hastaneye gittiğimizde herhangi bir rahatsızlığınızın sonucunda vücudunuzda neler fazladan üretilmiş neler yanlış gidiyor hangi organlar rayında değil boşaltım sisteminin sonuçlarıyla önce ele alıyoruz. Eğer o sonuçlarda bir aksilik varsa sonra elbette diğer tıbbi manyetik rezonanstır, röntgendir vs. Ultrasondur bu tarz işlemlere gidiyoruz. Dolayısıyla bizim hayatımızda boşaltım sistemi bir sonuç fonksiyonu taşımakta. Fonksiyonu taşımakta. Eğer insanda bu fonksiyonun temel organı olan böbrek hani sadece sağlığınız için değil düşünce yapınızı da etkileyecek şekilde düzgün çalışmıyorsa düşüncelerimizin sonuca ulaşmasına da engel olmakta. Yani geçen haftaki dolaşım sistemi düşüncenin yoğrulma biçimiydi. Bu artık sonuçlanma biçimi. Yani fikrimizi anlatma alanımız. Kendimizi ifade etme biçimimiz. Boşaltım biçimi işte bu manada karşı tarafa bakarken de düşüncenin sonuçlandırma gayreti olarak karşımıza çıkıyor. Yani hem kendi düşüncelerimizi karşı tarafa nasıl aktarabiliyoruz, hem de bize aktarılanlar ne denli gerçek bir serüvene sahip. Dolayısıyla vücudumuzun diğer organları gibi böbreklerimizin sağlığı da en başta dersimizin konusu olduğu için insan vücudunun sağlığı ve kaliteli bir hayatın yanında kaliteli bir düşünce yanında kaliteli bir düşünce sonlandırma için çok önemli. Zira neyi ne kadar iyi düşünüyorsanız düşünün sonuçta ağzınızdan çıkanlara göre değerlendirecek insanlar sizleri. Böyle düşünüyormuş böyle bakıyormuş diyecekler sizle dönüp ya ne alakası var aslında işte böyle düşünmüyordum hay Allah yanlış anladınız filan diyecekler. Siz de dönüp ya ne alakası var? Aslında işte böyle düşünmüyordum. Hay Allah yanlış anladınız filan diyeceksiniz. Yanlış anladın dememek, demek durumuna düşmemek için gelin bir böbreklerimize ve başaltım sistemimizin düşünce dünyamızdaki karşılıklarına yine bir hap mahiyetinde bakıverelim. Kendimizi bir süzgeçten geçirelim. Hadi bakalım. Böbreklerimizin genel çalışma prensipleri itibariyle genel olarak 3 çalışma biçimi var. Bunlardan bir tanesi hızlı çalışma biçimi, diğeri normal çalışma biçimi ve diğeri de yavaşlatılmış. Elbette ki vücudunuzdaki başka rahatsızlıklar buna sebep oluyor olabilir. Dipnotuyla bir genel tabir ifade etmeye gayret edeceğim. Örneğin yemeğin hemen ardından veya işte iki bardak su içsem hemen tuvaletim gelir şeklinde bir ifadeniz varsa ama yine parantez içinde belirtiyorum. Ayrıca ve bir başka rahatsızlığınız yok ise çok genel bir ifadeyle söylemek gerekirse bu böbreklerinizin hızlı çalıştığını gösteriyor. Vücudunuz bir an önce aldığını dışarıya bırakabiliyor. Diğeri ise dediğimiz gibi normal çalışma biçimi. Ama bu normal çalışma biçimi. Ama bu normal çalışma biçiminde ise 3 tane tip var. Yani normali 3'e ayırmamız lazım. Genç insanların normal böbrek çalışma biçimi, yaşlı insanların ve olgun insanların. Birazdan bunların detaylarına geldiğimizde düşünme biçimimizi nasıl etkilediğini daha detaylı ifade etmiş olacağız. Bir de yavaş çalışma biçimi var. Ya o kadar su içtim bir türlü tuvaletim gelmedi diyebilirsiniz. Şimdi hayatımızda çok sık tuvalete gidenler için şunu genel olarak söylememiz gerekiyor. Vücudunuzda fazladan şeker var ve genel itibariyle bu şeker hastası olduğunuz anlamına gelmemekle beraber çok fazla şeker tükettiğinizi gösteriyor. Fazla şeker tüketimi düşünce adamı için tehlikeli bir durum. Elbette normal insanlar için de. Özellikle paketli ve hazır gıdalar. Bunu pek çok derste altın çizerek ifade etmiştim. Fazladan ve kimyasal şeker alarak bünyenin bunu sürekli atmaya olan gayreti kaba tabirle söylüyorum her zamanki gibi. Doktor bir dostumuz dinliyorsa sakın yanlış anlamasın. Sonuç itibariyle bunu çok tükettiğimizi gösteriyor ve düşünme biçimimizi etkiliyor. Nasıl etkilediğini anlatacağım. O yüzden çok hızlı böbreği çalışan insanların başka bir rahatsızlığı yoksa daha az paketli ve şekerli gıdalar kullanması gerekiyor. Yavaş çalışanların ise az su tükettiklerini gösteriyor. Düşünce adamı için yine tehlikeli bir durum. Su hafıza demek. Hafıza düşünmenin temeli demek. Egemen bir düşünce biçiminin olması gerektiği haliyle beyan edilememesi demek. O yüzden su tüketimi oldukça önemli. Şekerden de uzak durmak gerekiyor ki böbreklerimiz normal bir çalışma düzenine girsin ama sonunda tekrar ifade ediyorum başka bir rahatsızlığınız yoksa. Şimdi bahsettiğimiz bu 3 durumu elbette hayatımızda karşılaştıracağız. Başka bir rahatsızlığınız yoksa. Böbrek üstü bezlerimizin bizim hayatımızda pek çok ya da fazlasıyla soğukkanlı olmamıza sebep oluyor. Böbrek üstü bezelerimiz ise işte bu ürettiği hormonlarla heyecanlılığı ve fazlasıyla soğukkanlı olmayı ortaya koyunca düşünme temelinin işaretlerini taşıyor bizlere. Gerek bize söylenen sözleri tartıya koyabilmek, gerek kendi söylemlerimizi karşı taraf için anlaşılabilir kılmak adına böbreklerimizin iyi çalışıyor olması lazım. Farkında mısınız? Düşünmek aslında basit bir şey değil. Vücudumuzun tamamıyla ilgili ve tamamını ilgilendiren bizden hariç olanın bizimle ilgili olan kararları vermesine vesile olan bir durum. Bu yüzden vücudumuzun kendi iç yapısını iyi tanımamız gerekiyor. Düşünce teorisine girişte bu manada sizlere yol göstermeye gayret ediyor. Hakikat bir düşüncede heyecanlı olmak hoş bir şeydir. Ama bu heyecanın seviyesinin artması karşı tarafın sizi bir propagandacı gibi algılamasına vesile olur. Kimileri de fazlasıyla soğukkanlı durur. Bu da karşı taraf için acaba söylediklerinden emin değil mi düşüncesini oluşturur. Tam da ortayı tutturabilmek, sesinizin içindeki heyecanın anlaşılmasını sağlamak ama düşüncelerinizin durağın olmadan akıcı bir şekilde çok soğukkanlı bir ibareyle ifadelendirmeden karşı tarafa aksettirebilmek, aktarabilmek. Sonuçta ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınızın da büyük bir önemi var. Şimdi gelelim bir önceki bölümde söylediğimiz gibi bu yavaş, normal ve normalin 3 kırılımı bir de hızlı çalışan böbreklerimizin bizim düşünce biçimimizin nasıl etkilediğini, doğal olarak nasıl bir avantaj ya da dezavantaja dönüştüğünü anlamaya. Hızlı çalışan böbrekten başlayalım öncelikle. Bunlar için düşüncenin kelimesi buldum üzerinedir. Bunlar için düşüncenin kelimesi buldum üzerinedir. Yani ona anlatılmış bir şeyi düşünür düşünür düşünür ve genellikle konuşma biçimindeki sözcükleri buldum şeklindedir. Onun için bulmak çok önemli bir şeydir. Bulduğu anda rahatlayıverir. o anda rahatlayıverir. Dolayısıyla düşünce sonuçlandırma aşamasına geçtiğimizde böbrekleri hızlı çalışan insanların aniden çözümlemelerle kapınızı çaldığını görebilirsiniz. Bir anda buldum, çözdüm, hallettim, şimdi oldu şeklinde ifadeleri vardır. Elbette ki bunun bir avantajı var. Hızlı olmak, bir an önce çözüme ulaşmak güzel ama bir dezavantajı vardır. Böbrekleri hızlı çalışan insanların heyecan fonksiyonlarında fazla olması sebebiyle ön yargıları diğer insanlara göre daha gelişmiştir. Hızlı bulmak iyi bir şeydir ama bu hızın içinde normalin daha iyi bir şey olduğunu görünce buradaki dezavantaj sizin hayatınızı söylemenizi ve düşünme biçiminizi negatif etkilediğini görebilirsiniz. Zira önyargılarımız buldum derken bulduğumuzun bulunması gereken şey olmadığını anlamakla Baya bir zaman kaybına sebep oluyor Hani ne demişler acele işe şeytan karışırmış Efendim bir de ne dedik böbreklerin yavaş çalışma durumu E bu yavaş çalışan insanların da genellikle kelimesi bilemiyorum üzerinedir Yani birden fazla düşünce sonucuna birden fazla şekilde ulaşayım. Bir de bunu düşüneyim. Ya bir de bu mu vardı derken her seferinde yani böyle düşünüyorum tabii ama yani bilemiyorum şeklinde bir çekinceleri vardır. Bu düşünce sonuçlandırma aşamasında tekrarlı düşünceye sebep olur. Bir daha düşüneyim. Bir daha ve bir daha. Bir avantajı vardır elbette. Bu avantaj mantık eksenli olmasıdır. Yani mantığa en yatkın olana ulaşmakta mahir bir avantaj sunar bizlere. Ancak bir dezavantajı vardır ki bu da detay karmaşasıdır. Gerektiğinden fazla aynı şeyin üzerinde git gel yapmak ne yazık ki düşüncenizde dezenformasyona sebep olur. Evet bilgilerinizi karıştırmasına, tecrübelerin üstüne bindirilmesine, hadi bir de karşı taraftan gelecek tepkileri hesaba katmaya kalkarsanız iş içinden çıkılmaz bir hale dönüşebilir. Zaman zaman bu durumu yaşayabilirsiniz. O dönemde de böbreklerinizi kontrol edin. Biraz yavaş çalışını göreceksiniz. Demek ki bu anlarda ne yapmak lazım? Biraz daha su tüketimiyle biraz daha normal bir böbreğe dönmeye çalışmak lazım. Sonuçta böbrek üstü bezlerinizin ürettiği hormonlar sizin temel düşünce biçiminizi çok değiştirmeyecek. Ama çok küçük bir şey değiştiğinde etrafınızdaki insanların maşallah ya bundan önce çok böyle düşünmüyordu. Aklı başında bir düşünce tarzına daha iyi bir fikir biçimine ulaşmış diyebilirler. Onların demesi de çok önemli değil. Ne düşünüyorsanız düşünün sonuçta en güzeline ulaşmak değil mi niyetimiz? O zaman bizim için en önemli olan şey normal bir vücuda, normal böbreklere sahip olmak. Ama onun da genci yaşlısı olgunu var. Hadi şimdi onlara bakalım. Normal bir böbrekten bahsediyoruz ama genç yaşımızdaykenki halimizi düşünelim şimdi. Evet her şey normal. Yediğimiz içtiğimiz normal seviyede. Su seviyesi güzel. Şeker seviyesi yeterince. Hatta en azını kullansanız ne güzel. Yani tuzun fazlasından değil de şekerin fazlasından korkmanızı tavsiye ederim. Hatta hiç kullanmamaya gayret etmeniz en iyisidir ama başka bir konu bu. Hakikat. Genç bir normal böbrek erbabı bunu taşıyan kişi yani 24'lü yaşlarına kadar böbrekleri de normal bir şekilde ise genellikle kelimesi gördüm üzerinedir. halidir. Düşünce sonuçlandırması açısından pratik bir sonuçtur ve düşünce teorisine giriş dersini alan 15-24 yaş aralığındaki genç kardeşlerimin yazım dillerinde çok daha rahat görebileceğimiz ifadeler bu minval üzerinedir. Etkinlik bir avantajıdır. Zaten genç dünyanın dünyayı değiştirme kapasitesinin tarih boyunca etkili olma sebebi budur. Ama bir dezavantajı var. Bu yüksek hormonal tetik fonksiyonu sebebiyle çabuk bir çöküşe her an hazırdır. Bu yüzden genç kardeşlerimizin bir düşünceyi beyan ederken ya da bunun üzerinde çalışırken, üniversitede bir makale ya da güncel tabiriyle esay yazarken, sonucunda katlanacakları durum karşısında bir anda duygusal çöküntüye kapılmaları, ya bu nasıl olmaz, nasıl kabul edilmez demeleri aslında biyolojik bir sonuç. Konuya böyle bakarsanız yavaş yavaş olgunlaştıkça durumunuzun değiştiğini göreceksiniz. Yavaş yavaş olgunlaştıkça durumunuzun değiştiğini göreceksiniz. Gençliğin dışında olgun ve yaşlılık arasında önemli bir fark var. Şimdi o farka geleceğiz. Çünkü olgun olmak başka bir şey, yaşlı olmak bambaşka bir şey. Efendim geldik yaşlı böbreklere. Şimdi olgun böbrekle yaşlı böbrek arasında nasıl bir fark diyenler için el cevap şöyle ifade edelim. Dışarıdan soğuk algınlığını çok fazla yaşamış olan ya da böbreklerini korumayı çok becerememiş olan bu soğuk algınlığı ve başka rahatsızlıklar sebebiyle böbrek iç yapısında bozulumlara sahip olan yani bütün organlarımız gibi böbreklerimizin de hoyratça kullanılması sonucunda yani mesela yine çok şeker tüketip ilerleyen yaşlarda yine az su tüketip ilerleyen yaşlardaki halimiz düşünce biçimimizde oldukça etkilidir. Kelimemiz artık hatırladımdır. Hatırlıyor musunuz? Hızlı bir böbreğin kelimesi buldum idi. Yaşlı bir böbreğin yapısı ise bu kez hatırladım şekline dönüşüyor. Çünkü hatırlamakta zorlandığı bir dönem yaşayacak. Böbreklerimizin sağlığı hatıralarımız ve hatırlayacaklarımız için oldukça mühim. Düşünce sonuçlandırma işte bu yüzden daha çok didaktiktir. Yani çevresindekileri biraz daha mana yüklü kelimelerle ikna etme gayreti vardır. Bu iknanın elbette çok avantajlı bir durumu var. Sonuç itibariyle tecrübe edilebilir sözler söyler yaşlı büyüklerimiz. Onların söylediği bu sözlerin tecrübe edilebilir olması aslında çok iyi bir düşünce biçimine sahip olduğunun değil ama işe yarayacak bir düşünce biçimi olduğunu bizlere gösterir. Zaten dezavantaj kısmında en önemli problem ise zaman gerektiği üzerinedir. Evet zaman gerektiren bir ibareyi bizlere söyleyeceklerdir. Yani daha uzun bir aksiyon almamız gerekecektir. Günümüz koşullarında çoğu zaman işe yarayabilir. Ama bir başka zaman diliminde ise acilen bir çözüm gerekebilir. Böbreklerin bu yüzden sağlıkta tutulabilmesi oldukça önemli. Çünkü yaşlanmış bir böbreği geri döndürmek sinir hücresi tamir etmek kadar zordur. Şimdi dönüp geleceğiz olgun yani hakikaten düşünce adamında olması gereken böbrek tipini ve bu tipe göre düşünme biçimini algılamaya. Efendim düşünce adamında olması beklenen olgun sağlıklı bir böbrek sahibinin düşünce biçimi. Ulaşmak istediğimiz yer söylemsel ve düşünsel açıdan olması gereken orta nokta ifade edeceğiz şimdi. Bu orta noktaya ulaşabilmek için baştan beri söyledim. Şeker ve su tüketimiyle alakalı almamız gereken önlemleri almamız lazım. Onu baştan ifade edeyim ki düşünce adamının yiyemesi, içmesi, hayat biçimi bunlar biraz daha ikinci bölümde. Yani ikinci sınıfta anlatacağımız, konuşacağımız meseleler olacak. Oranın başında yapacağız bu çalışmaları hem de yavaş yavaş atölye biçiminde inşallah. Şimdi olgun böbrekten bahsediyoruz. Olgun bir böbreğin düşünme biçimindeki kelimesi düşündüm üzerinedir. Dolayısıyla içinde hatalar, doğrular, eksikler, tamamlanması gereken yerler olduğunu baştan kabul eden adama düşünce adamı denmesinin sebebi de budur. Bitmiş bir şey değil, bitmek üzere olan belki temel hataları olmasa da sağında solunda düzeltilmesi gereken şeyler olduğuna kani olan adamdır. Bu yüzden düşünce sonuçlandırması her zaman sistematiktir. Eksik alanları görebilecek kadar gelişmiş olmak bu manada önemlidir. En avantajlı tarafı ise hepsine nazaran çok daha kalıcı bir düşünce sonucuna ulaştırır bizleri. Bir dezavantajı var. İnsanoğlunun sabırsızlığı karşısında uzun bir planlama gerektirdiği. İşte bu da bizim düşünce teorisine giriş bölümüne atladıktan sonra geliştireceğimiz yöntemlerle hızlandırmaya çalışacağımız ama çok da hızlı olmaması gereken optimum seviyeleri getirmeye çalışacağımız alanı oluşturuyor. Efendim geldik işin sonuna. Bu haftaki dersimiz de burada sona eriyor. Sona doğru giderken 3 haftamız kaldı. Kalan bu 3 haftayı iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Çünkü tabelaya geldiğimizde tabelanın o yıldızlı insanlarıyla daha özel çalışmalar yapmaya başlayacağız ikinci sınıfta. İkinci sınıfa da işte bu 3 dersimiz kalan 3 dersimiz de bittikten sonra başlayacağız. Elbette sınavı geçen geçemeyen değil. Herkes katılabiliyor olacak. Ama dediğim gibi ne kadar çok o veriyi içinizde harmanlayabilirseniz sonuçlarda çok daha başarılı şeyler elde edebiliriz. Ve ben kişisel gelişim noktasında yani kişilerle ilgili çalışmalar atölye bölümüne geldiğimizde detayları ifade ederken daha güzel sonuçlara ulaşmaya çalışacağız. Bu arada bir dört not. Soruları, cevapları yorumlayan dostlar, arkadaşlar görüyorum. Bu arada bir dütnot. Bugünün insanı için biraz ters bir şey söyledim biliyorum. Ama ne olur. Ama gerçekten ama hakikaten şu soru yanlış hocam. Psikolojisinden artık sıyrılmanın vakti gelmiş olsa gerek. Düşünce adamı olmanın birinci kuralı. Düşünmek için düşmek. Herkese hayırlı haftalar. Kanını sağlayacaklar."}
Düşünce Teorisine Giriş Dersimizden Herkese
Selamlar Hayırlı Haftalar Derslerin Birinci Kısmının Sonuna Doğru Gelmek Üzeriyiz Dolayısıyla Bu Bölümlerde Çok Dikkatli Olmamız Gerekiyor En Problemli Alanlara Doğru doğru yavaş yavaş geçerken ifadeleri, ibareleri basitleştirmek takdir edersiniz ki biraz zaman alıyor. Ama düşünce teorisine girişin, giriş kısmından kurtulup düşünce teorisine başladığımız zaman örneklemlerle ilgili enteresan çalışmalar yapmaya başlayacağız. Düşünce dünyamıza büyük bir adım atmaya çalışıyoruz. Bu noktada iki haftamız kaldı. Bu hafta 18 haftaya 19 ve sonra bir 20. haftamız var. Tabelamız olacak ama tabelada herkes sınıfta kalsın kalmasın diye bir şey yok. Nihayetinde bir yolculuktayız. Aldığınız puanlar aslında sizin kendinizi anlamanız için. Ama en üst puan grubu alanlarla ikinci, üçüncü bölüm ve farklı zamanlarda atölye çalışmaları yapacağımızı söylemiştik. Bir arada bazen sorular geliyor. Biz yeni başladık. Dolayısıyla yaptığımız ödevlere, klasik sınavlara bakılıyor mu şeklinde bir ifade var. Hiç merak etmeyin. Aramıza katılan tüm dostlarımıza her zaman diliminde ama vakit bulabildikçe hepsine maillerine zaten dönüş yaptığım gibi tek tek ödev kontrollerini daha bugün başlayanlar için bile yeniden yapıyorum. Bu yüzden bu konuda müstediye olabilirsiniz. Efendim kırılımlara başlıyoruz. Ne demek bu? Şu demek. Şu ana kadar yani geçmiş derslerimizde bundan önceki 17 haftada sistemleri konuştuk. Aslında kendimizi konuştuk. Hayata bakış açımızı oradaki yanlışlıkları. Şimdi başlıyoruz yavaş yavaş kırılım yapmaya. Ne demek kırılım yapmak? Kırılım yapmaya. Ne demek kırılım yapmak? Söylenceyi yani karşımızdaki düşünceyi anlayabilmek için önce olay yeri incelemeden hatırlayacağınız bir kelime olabilir bu. Uçak düştükten sonra bir kırılım yaparlar. Yani aslında ne oldu, nasıl oldu? Şunu adam gibi bölmek nasıl mümkündür diye. Dolayısıyla bu haftaki dersimizin konu kırılımsal düşüncenin gelişimi üzerine. Elbette ki birinci adım seviyesinde. Şimdi bize ulaşan bir unsurun kırılımını yapmayı ve nereden başlamamız gerektiğine bakacağız. Tabi buna bakarken şunu çok iyi bilmemiz lazım. Önce bir kırılım çeşitlerini göreceğiz. Yani tek başına tek bir sistem yok. Bu sisteminde farklı şekillerde usulleri var. Bu kırılımları eğer doğru yapabilirseniz karşınızdaki bir düşüncenin, okuduğunuz bir fikriyatın önce size ne söylemek istediğini doğru bir şekilde anlamamız gerekiyor. Dolayısıyla bunun için de söylenceyi, sözü, kelimeyi, hareketi, fiili ya da bir kitabı önce düzgün bir şekilde kırılım yapmamız gerekiyor. Şimdi öncelikle kırılım çeşitlerinden başlıyoruz. Bakalım kırılımlar hangi çeşitlerde mümkündür, nelere dikkat edilmeli. Doğaya baktığınız zaman olayların çeşitleri aslında bize kırılım çeşitler de mümkündür. Nelere dikkat edilmeli? Doğaya baktığınız zaman olayların çeşitleri aslında bize kırılım çeşitlerini anlamak adına önemli fikirler veriyor. Doğada 3 çeşit hareket biçimi var. Aslında bizim düşüncelerimiz de bir şeyin bir yerden bir yere hareketinden pek de farklı değil. Ama bunu ikinci sınıfta diyeyim artık öyle sınıf diye ayıralım. İkinci sınıfta detaylarına gireceğiz. Yani bizim söylediğimiz her sözün kendi vücudumuzda doğada karşımızdaki insanda koskocaman bir sistemde bir karşılığı var elbette. O zaman doğadaki kırılım biçimlerine yani doğanın birbiriyle olan ilişkisine bakarsam bir düşüncenin kırılımını yazarken ya da anlamaya çalışırken hangi çeşitler karşıma çıkar onu anlayabilirim. Doğada 3 tip kırılım var. Bunlardan birinci kırılım biçimine doğrusal kırılım biçimi diyoruz. Ama merak etmeyin bunları tek tek şimdi detaylarıyla ve bir de örnekle açıklayacağım. Doğrusal kırılım biçimi birbirini direkt etkileyen ve bir başka etkine bağlı olmadan gerçekleşen düşünce biçimi. Yani bir araç hareket halindeyken diğerine çarptı. İkinci olaysa yani ikinci kırılım çeşidi ise dairesel kırılım çeşidi diyoruz. Yani bir araç hareket halindeyken diğerine çarpmamak için direksiyonu kırıp da Allah korusun bir pazar yerine dalmasıyla beraber gerçekleşen olayın kırılımı yapıldığında dairesel bir kırılım biçimine ihtiyaç duyarsınız. Bir de sistemsel kırılım çeşidimiz var. Yani olayı kavrayabilmek adına bir araç diğerine çarparken direksiyonu sola kırsın ya da kırmasın gerçekleşen olayda zemine, lastiğe, aracın biçimine ve aracı kullananlara bakarak sistemin nerede hata yaptığını ya da sistemin bize ne söylemek istediğini anlamak istediğimiz alan. Şimdi kafaları karıştırmadan tek tek kırılım çeşitlerine bakalım. Efendim geçelim olayları nasıl böleceğiz, nasıl parçalayacağız. Kırılım yapmak demek, söylenen sözü anlayabilmek için verilen mücadele. En kaba tabiriyle bu. Dolayısıyla kırılımdan bir sonuç çıkarmaya çalışmayacağız. Sonucu çıkarabilmek için önce elimizdeki sözü, kelimeyi adam gibi bölmemiz lazım. Şimdi doğrusal kırılıma bakalım. Doğrusal kırılımda temel mantık bir şeyin olabilmesi için diğer şeyin varlığının gerçekliği. Yani her şey kendinden önceki bir olayın sonucu olarak değerlendirilmesi. Bir araba hareket halindeydi. Bu araba yolun kayganlığı karşısında frene bastı ve diğer arabaya çarptı. Dolayısıyla doğrusal bir kırılımla olayı dışarıdan seyreden bir kişi bu doğrusal kırılım gözlüğüyle bakarsa olaya şunu diyecektir. Eğer yerler kaygan olmasaydı, arkadaki araç da frene basmasaydı, bu durumda araç diğer araca arkadan çarpmayacaktı. Bu olayın doğrusal kırılım tabiri. Ancak bu tam olarak bizim istediğimiz sonuçları vermeyebilir. Handikapları nelerdir? Avantaj ve dezavantajları nasıl ele almalıyız geleceğiz. Ama size önce doğrusal kırılım nedir onu anlatmış oldum. Şimdi geçelim dairesel kırılım ne demek bir de ona bakalım. Bir dairesel kırılıma. Dairesel kırılım baktığımız noktadan hareket ederek vereceğimiz kırılım kararlarına bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda kelimesinin ta kendisi dairesel kırılım olarak ifade edebiliriz. Burada daha ziyadesiyle süreçten çok birbirleriyle olan ilişki ve iletişiminden bahsediyoruz. Yani iki arabanın birbirine çarpmasında birbirleriyle olan zamansal ilişkiden bahsedilir. Örneklendirmesini birazdan yapıyor olacağız. Ama doğada birbiriyle olan ilişkilerinin zaman içerisindeki değerlendirmesinden yola çıkarak elde ediyor. Yani iki araç birbirine çarptığında taraflardan biri bu kadar yakın mesafede olmasaydı denilmesine yahut öndeki araç ani fren yapmasaydı keşke denmesine sebep olabiliyor. denmesine sebep olabiliyor. İkinci ve son kırılım biçimi ise sistemsel kırılım diye adlandırmış olduğumuz ve daha ziyadesiyle kullanmaya gayret edeceğimiz ve daha anlayış düzeyi yüksek bir sonuca ulaşabilmemiz için daha objektif sonuçlar elde edebilmek için sistemsel kırılım kullanıyoruz. Sistemsel kırılımda araçların hızları veya kaza oluş biçiminin etken faktörleri iki ayrı düzlemde ele alınarak bunların etkisi ortaya konulmaya çalışılıyor. düzlemde ele alınarak bunların etkisi ortaya konulmaya çalışılıyor. Sonradan bu etkilerin birbirleriyle oluşturmuş olduğu harmonik yapı yani grafik üzerindeki karşılığı bizlere bu olayın kırılım sürecini yani anlama gayretinin hangi seviyede olması gerektiğini beyan ediyor. Şimdi 3 tip kırılımdan bahsettik. Ancak bu 3 tip kırılım şu ana kadar teorik ve çok ama çok kısa olarak ifade ettim sizlere. Hep giriş babında olduğumuzu unutmadan ifade ediyorum bunları. Şimdi gelin birlikte bir örnek yapalım ve örnekle beraber bu kırılım biçimlerinin nasıl olduğunu anlamaya çalışalım. Şimdi birlikte bir metin okuyacağız. Bu metin kırılım yapacağımız metin. Yani anlamaya çalışacağımız konu. Bir paragraf halinde eğitim sisteminde okul aile ilişkisini merkeze alan bir makaleden alıntı yaptım. Beraberce okuyalım öncelikle. Bilgin 1990 yıllı beyannamesiyle ifade edilmiş, okul ve aile işbirliği ve sorunları konusunda yaptığı araştırmada, öğretmenlerin okul aile ilişkilerini geliştirmede başarılı çalışmalar yaptığı anne babaların ise okul aile ilişkilerini geliştirmede yetersizlikler gösterdikleri, anne baba eğitiminin okul aile ilişkilerini düzene koymada ve öğrencilerin okul başarısını olumlu yönde etkilediği, çocuğu yanlış bir yönlendirmeden korumak, öğretmen aile çelişkisini önlemek amacıyla velilerin okul tarafından eğitilmelerinin gerekli olduğu görüşünde oldukları saptanmış. Oysa okulda yapılan evde anne babalar tarafından da desteklenmediği sürece okul eğitiminde başarıya ulaşmak olası değildir demiş makaleyi yazan. Okul ve aile iki farklı toplumsal kurumdur ve farklı beklentiler etrafında şekillenmişlerdir. Bu iki farklı kurumun çocukların eğitimleri konusunda çıkar birliğine getirilmesi gereklidir. Sorun özellikle okul eğitiminin başlangıcı olan ilk öğretim birinci sınıflar için çok daha önemlidir. Çünkü en temel çalışma ve öğrenme becerileri bu yılda oluşturulmaktadır denmiş. Şimdi bizler beraberce önce nedeni aramaya çalışacağız. Yani şunu ifade etmeye çalışacağız. Böyle bir yazılımı kırarken, parçalarken, bölümlendirirken şuna dikkat etmemiz gerekiyor. Nedeni ne olarak belirlemek istiyoruz? Yani nereden bakmak istiyoruz olaya? Olayın merkezinde bizce ne var? Yani şimdi bu uzun paragrafta tabi bu bazen bir kitap filan da olabilir. Bu paragrafta 3i bu bazen bir kitap filan da olabilir. Bu paragrafta 3 tane 4 tane önemli figürden bahsediliyor. 1- Okuldan bahsediliyor. 2- Bu okulda eğitim gören çocuklardan bahsediliyor. 3- Aileden bahsediliyor. 4- Eğitim sisteminden bahsediliyor. Eğer paragrafta biz eğitim sisteminin gelişimi adına ne yapmamız lazım, nasıl olmalı diye gördüysek ki makalenin geneli aslında merkeze eğitim sistemini almıştır. Böyle görülüyor. Kırılımını eğitimsel olarak kırılıma uğratacağız. Ve bu kırılımdan cümleler oluşturmaya gayret edeceğiz. Oluşturduğumuz cümlelerin birbirinden farklılıkları bu kırılımların avantaj ve dezavantajlarını bizlere gösterdiği gibi hayatımız içerisinde bu kırılımı nasıl yapmamız gerektiğini de bizlere ifade ediyor olacak. Çünkü karşımızda bize söylenen sözün odağına ne koyduğumuz onu anlayabilmek adına oldukça önemli. İfadeleri doğru yerlerine koyabilmek bu ifadelerden yola çıkarak karar vermek için oldukça önemli. Düşüncenin en temeli esas itibariyle bir karar verme süreci. Dolayısıyla bir manada bizler bugün düşünce teorisine girişte düşüncelerimizin temelini oluşturabilmek için okuduğumuz, dinlediğimiz herhangi bir olay karşısında bu olayı nasıl bir kırılıma uğratacağız? Yani kaza raporunu nasıl yazacağız? Yani kaza raporunu taahhüt ecaizse nasıl yazacağız? Ona bakıyoruz. Şimdi örneğimiz bu. Gelin bu örnekte bizler eğitim odaklı bir süreci ele alalım. Yani eğitim kelimesini ve eğitim sistemini hakkında bu makalenin ne söylemek istediğini anlamaya çalışalım. Ve bu anlayışta önce doğrusal bir kırılım yapalım. Doğrusal kırılım için ve diğer bütün kırılımlar için elbette 3 değil belki 33 tane madde yazabilirsiniz. Ancak şimdi ben eğitim sistemini odağa alarak 3 tane ayrı kırılım çıkartabildim bu paragraftan. Bunlardan A için şunu söyleyebilirim. Okul aile ilişkisi öğrencinin başarısını arttırıyor. Makalenin genelinde böyle bir ifade var. İkinci süreç şu. Yani şöyle söyleyeyim size bir özet çıkardığınızı düşünelim. Ve bu özette birbirleriyle olan ilişkisini gündeme getireceğiz. B noktası içinse şunu söyleyebilirim. Bu özette birbirleriyle olan ilişkisini gündeme getireceğiz. B noktası içinse şunu söyleyebilirim. Bu ilişki yani okul aile ilişkisi için ailenin yetiştirilmesi gerektiğinden bizlere bahsediyor. C noktası içinse ailenin yetişmesi için bunun faydalı olduğunu ailelerin ikna edilmesi gerektiğinden bahsediyor makale. Dolayısıyla önümde 3 tane önemli done var. Birinci done okul aile ilişkisi öğrenci başarısı için önemli. İkincisi bu ilişki için ailenin yetişmesi lazım. Üç ailenin yetişmesi için böyle bir yöntemin yani ailenin yetiştirilmesinin faydalı olduğuna inanması lazım. Şimdi gelin doğrusal kırılımın cümlesini yazalım. Çünkü asıl olan bu. Yani doğrusal kırılım bakış açısıyla eğer bu 3 söylediğim şeyi yan yana koyup bir cümle yazsaydım ne olurdu? O da yazdığım gibi olurdu. Çünkü zaten A'yı B'yi C'yi biliyorum. Yan yana getirdiğimde ise şu çıkıyor. A ile okul ile geliştireceği iyi ilişkilerle eğitim sisteminin gelişimine destek olabilir. Dikkat ederseniz bu bir süreç cümlesi. Ve bu da doğrusal kırılımın temel avantajları. Bizlere yol boyunca A'dan C'ye gidebilmek için önce B'ye uğramak gerektiğini beyan eden bir süreçten bahsediyor. Tabi süreçten bahsediyor olması o sürecin içindeki değerlere artı ya da eksi olarak bakış açımızı etkiliyor. Dolayısıyla kurduğum cümle bu ana bütün makalenin doğrusal kırılımıyla elde edilmiş olan bir cümlesi. Bu özet cümle aslında bir süreci bizlere gösteriyor ve şunu demiş oluyoruz. Aile okulla geliştireceği iyi ilişkilerle eğitim sisteminin gelişmesine destek olabilir. Bakın merkeze eğitim sistemini almıştım ya o yüzden burada eğitim sisteminden bahsetmeye mecbur kaldım. Çünkü makaleye doğrusal kırılımla baktığım zaman bu üç ayrı görüşün tek bir paragraf boyunca, birkaç paragraf boyunca bizlere gelişimini ama eğitim sisteminin gelişimini merkeze aldığını gördüm. Tabii nasıl gördüm? Doğrusal kırılım mantığıyla bakınca. Ne, neye, ne kadar bağlı ve bir yerden bir yere ulaşmak için diğer adımlar ne? Hepsini bir araya getirdiğimde bana süreç yönetimini anlatan doğrusal bir kırılım oluşmuş oluyor. Ama benim için aslından sadece süreç değil ki karşı tarafın bunu nasıl yapıyor olduğunu da anlamak. O zaman bunun biraz daha gelişmişi olan dairesel kırılıma geçmek gerekiyor. Dairesel kırılım tanımını anlatırken de ifade ettiğim üzere daha çok dengeyle alakalı bir konu. Yani baktığınız noktaya göre değişiyor. Dairesel kırılım bir denge odağı olduğu için süreçler burada ihmal edilir genel itibariyle. Daha ziyadesiyle olaylar arasındaki denge merkeze alınır ve böyle bir sonuç çıkar. Yani başta beyan ettiğimiz gibi A noktasında biz ne demiştik? Okul aile yetişçisi öğrencinin başarısını geliştirir. B ailenin yetişmesi lazım. C ailenin yetişmesi için buna ikna olmak lazım. Bakın biraz önce doğrusal bir kırılım yaptık. Şimdi dönüyoruz dairesel bir kırılıma. Dairesel bir kırılım yaptığımız zaman da denge mantığıyla hayata bakmış oluyoruz. Olaya, cümlelere, kitaba. O zaman şöyle bir cümle çıkıyor ortaya okul aile ilişkisinin gelişim süreci ailenin yetiştirilmesi ve bu sürece inanmasıyla gerçekleşebilir. beraberce olması gerektiğini söylüyor bizlere. Ama burada da bir handikap var. Kimisinin diğerinden daha baskın olması, kimisinin diğerinden daha göz ardı ediliyor olması bu dengenin yatayda sanki olabilirliğini bizlere gösterse de hakikatte olamayacağını görüyoruz. Dolayısıyla dairesel kırılım bizlere bir denge ana maddesini veriyor ama süreç yönetiminde devam edilen hataları göz ardı ederken bir diğer taraftan dairesel kırılımda da bizlere zaman faktörü ve insanların söylemiş olduğunuz bu söze karşılık hangi etkenlerle cevap verebilir olduğu oldukça önemli. Yani dairesel kırılımın dengesi eğer ABC şeklinde beyan ettiğiniz 3 ya da daha fazla tanımsal cümlenin eşit ağırlıkta olmasıyla mümkün. Ancak ne yazık ki bu hayatımızda hep böyle süre gelmiyor. İnsanlar genellikle bir olaya farklı açılardan değerlendirip kendi hayatlarına göre kararlar verebiliyorlar. Bu da birbirimizden farklı bir yaşam biçimine sahip olmamıza vesile oluyor. Dolayısıyla dairesel kırılım da bana yeni bir bakış açısı sağladı mı? Evet ama bu beni biraz daha tabiri caizse polyanlacılığa doğru itti. Çünkü hepsinin eşit olduğunu düşündüm. Peki her ikisini birleştirmek mümkün mı? Hem dengesel yaklaşım hem de süreç yaklaşımını bir araya getirirsem. Süreç ve denge bir araya gelirse o zaman sistemsel kırılım nasıl bir cümle ortaya koyar ve bu ne kadar işime yarar? Gelin şimdi ona bakalım. Sistemsel kırılımda ise iki tane ana faktörümüz var. Oradan başlayarak bakacağız. Çünkü bir X ve bir Y çubuğumuz var aslında. Olaya bakarken iki farklı açıdan bakmamız gerektiğini ama yine grafikte eğitim sistemini görmeye çalıştığımızı merkeze alacağız. Ve bu merkezde şunu göreceğiz. Bizler yatay zeminde X'e okul Y'ye ise aile demeyi tercih ediyoruz. Yine ABC ise aynı süreçler. Yani A okul aile ilişkisinin öğrencinin başarısını arttırdığına dair inancı, okulun ehemmiyetinin çok yüksek ailenin ehemmiyetinin diğer iki unsura göre daha düşük olduğunda ulaştığımız nokta. B noktası ailenin yetiştirilmesi gerektiğini böylece eğitim sisteminin ayağa kalkacağını söylüyordu. Öyleyse B okul faktörünün daha az aile faktörünün daha yüksek olduğunu söylemişti bize. Aile faktörünün daha yüksek olduğunu söylemişti bize. C ise daha merkezi bir konumda. Çünkü o ailenin yetiştirilmesi için bunun faydasının bilinmesi gerektiğini ifade ediyordu. Tabii karşımıza yeni bir çizgi formu oluşuyor. Bu çizgi formundan doğan cümle ise yeni bir denge ile süreci bir araya getirmemize vesile oluyor. yeni bir denge ile süreci bir araya getirmemize vesile oluyor. Sistemsel kırılım sonrasında eğitim sistemini merkeze alarak kuracağımız tabiri caizse özet cümle okul aile ilişkisi, eğitim sisteminin gelişim sürecine destek ve çocuğa faydalı olacak şekilde geliştirilmelidir şeklinde ifade edilebilir. Dolayısıyla dikkat ederseniz burada eğitim sisteminin gelişim sürecini de ele aldık. Aynı zamanda bir denge olabilmesi için çocuğa faydalı olacak şekilde okul aile ilişkisinin geliştiriliyor olmasından bahsettik. Şimdi anlattığım biraz pratik etmeye çalıştığım şeyi biraz daha derleyip toparlarsam şunu demeye çalışıyoruz aslında. Yazılan bir makaleyi bir kitaba okuduğunuz bir haberi düzgün bir şekilde kırılımı uğratmak istiyorsanız bu hem süreci hem de dengeyi bir arada bağlamlandırmalı. Yani ikisi de bir arada olmalı. Sistemsel bir bakış açısına sahip olmalıyız. Daha objektif yaklaşabilmek için olaylara. İkinci mesele, her zaman okuduğunuz yazının, kitabın, makalenin, paragrafın ana fikrini anlamaya çalışın. Bunlardan en az 2-3 tane de yan fikirleri mutlaka anlamaya çalışın. Her üçünü bir araya getirdiğinizde karşınızdaki düşüncenin size ne söylemek istediğini çok daha iyi anlıyor olacaksınız. Kısa bir testimiz var. Testlerde düşük puan almaktan dolayı çekinmeyin, üzülmeyin. Yavaş yavaş gelişeceğiz. Hafta hafta gelişeceğiz. Testi doldurmayı, tamamlamayı dersi unutmayın. Attığınız mailin her birisine tek tek cevap verdiğim için bazen uzun zaman alabiliyor. Ama siz mail atmaktan da, soru sormaktan da çekinmeyin. Haftaya tekrar görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."} Efendim Düşünce Teorisi'ne giriş dergisinden herkese hayırlı haftalar. Bu haftadan itibaren 19. bölümle beraber son bölüme doğru adım adım gidiyoruz. Son bölüm yani ders işleyeceğimiz 20. bölüme doğru gitmekteyiz. Sonra pratikler bölümü ve ikinci sınıfa başlıyor olacağız. Bu noktada geçen hafta fikri kırılımlardan bahsetmiştik. Bir fikri kırmak, bölmek, bölerek incelemek. Bir düşüncenin toplumların tamamına hitap edebilme durumu fikir olarak karşımızda. Dolayısıyla bizler fikri kırılımların çoğulculuk üzerindeki etkisini incelemek zorundayız. Yani bir şey fikirse çoğaltıldığında ve farklı açılardan büyütüldüğünde de hangi etkileri meydana getirdiğini kavrayabilir olmak, o düşüncenin çoğaltım aşamasındaki etkileriyle toplumsal karşılıklarını görebilmek oldukça önemli. Eğer bu düşüncenin toplumun tamamına hitap edebilecek düzeyde olması halinde fikir diyeceksek, düzeyde olması halinde fikir diyeceksek bunun kabul görmesi halinde de bir aksiyon alma durumundan bahsedebiliriz. Aksiyon aslında bir fiille buluşma durumu yani fikrin fiille buluşma hali. Eğer fiiliyata dökülmemiş zihinlerde kalan bir düşünceden bahsediyorsak eğer bu bir süre sonra bir ideoloji haline dönüşecektir. Düşün bilimsel, toplumsal ya da siyasal bir öğreti oluşturan, ülke olarak da benimsenebilen, kişi ve kurumların davranışlarına yön veren düşüncelerin bütününe her ne kadar ideoloji denilse de, Düşüncelerin bütününe her ne kadar ideoloji denilse de bu ideoloji genel itibariyle belli bir bölümü etkileyebilir, belli bir kurumu etki altında bırakabilir. Ama fikir dediğimiz düşünce tohumundan doğarak toplumları aksiyonel fiiliyata dönüştürebilen temel yapının ana özelliği toplum tarafından kabule şayan bir halde olmasına bağlı. Dolayısıyla bizler düşünce teorisine giriş bölümünde artık yavaş yavaş o pratik edebilme hayatına doğru dönüşmeye çalışacağız ki son bölümde bu konuya değineceğim gelen çeşitli soruların cevapları olacak. Şimdi bu hafta geçen hafta yaptığımız kırılımın bir tersi gibi düşünün. Bir de bir başka açıdan bakacağız. Fikriyata oluşabilir mi, oluşamaz mı diyerek bir çoğaltım yapacağız. Ama bu çoğaltımı neden yapacağız? Gelin önce ona bakalım. Bir şeyi çoğaltmanın temel sebebini önce anlamamız lazım. Bu çoğaltmanın gereklerini kavrayabilirsek çoğaltımın aşamalarını daha rahat görebiliriz. Şimdi düşüncenin fikre dönüşümünde bu fikrin başarılı olup olamayacağını test etmek aslında mümkündür. Eğer size tavsiye ettiğim Fuat Sezgin'in kitabını okuduysanız eğer hocayla yapılan söyleşide Biruni'nin çok güzel bir lafı var. Biruni yeryüzündeki duyguların dahi belli bir ölçümlemeye tabi tutulabileceğini beyan ediyor ki hakikat böyle. tutulabileceğini beyan ediyor ki hakikat böyle. Dolayısıyla aslında senin fikrin benim fikrim bu sana göre bana göre demekten çok bunu bir teraziye tabi tutabilmek ve düşünce adamında olması gereken filtrelerden geçirebiliyor olmak bunu aynı zamanda test etmek anlamına da geliyor. Eğer böyle bir test yapacaksak aradan da çoğunluğa nasıl karşılık geldiğini anlayabileceğimiz bir yapıyı oluşturmamız lazım. Dolayısıyla geçen hafta yaptığımız kırılım yerine bu hafta bir çoğaltım yapacağız. Kırmak yerine o düşünceyi büyütmeye çalışacağız. Şöyle düşünebilirsiniz. Elimizde küçük bir madde var. Bu maddenin güneş ışığını kestiğini düşünüyoruz. Gerçekten kesip kesmediğini anlayabilmek biraz daha büyük bir parçaya ihtiyacımızla beraber anlaşılabiliyor. Bu parçayı büyüttüğümüzde eğer hakikaten bir gölgelik sağlayabiliyorsa evet diyoruz bundan bir gölgelik olabilir mi acaba? Elbette tabii ki maddenin ağırlığı var ve diğer detayları var. O zaman maddeyi sadece büyütmek yetmiyor bir de o büyütmenin bir yöntemi var. O yöntemi iyi bilmek gerekiyor. İşte bugün bir şeyi çoğaltmanın daha doğrusu büyütmenin yöntemini öğreneceğiz. Eğer gerçekten büyüyüp büyümediğini anlayabilirsek bu durumda bu fikrin düşüncenin fikre dönüşüp dönüşemeyeceğini ölçümleyebildiğimizi göreceğiz birlikte. O zaman gelin birlikte önce çoğaltımın ne olduğunu bir bakalım. Şimdi bir düşünce ilk başta paralel, uzlamsal yani uzatarak veya derinlikli usulde genişletilerek yapay ortamlarda etkinliğinin görülmesine düşünce çoğaltımı diyoruz. Yani şöyle tabir edeyim ben size. Belli bir laboratuvar ortamınız var. Bu laboratuvar ortamında belli bir bakteri türünün ya da virüsün ya da mikrobun çoğalmasını genişlemesini istiyorsunuz. Bu çoğaltımdan sonra bulunduğu habitatta ne tarz etkiler meydana getirebildiğini ölçüyorsunuz, biçiyorsunuz ve sonra bunun toplum sağlığı karşısındaki etkilerine bakıyorsunuz. Elbette bunu yaparken farklı yöntemler deniyorsunuz. Bu yöntemler aslında toplumda otomatik olarak yapılıyor. Ama otomatik yapılan şeyin hangi türde yapıldığını bilmek, kırılım bölümünde de anlattığımız gibi avantaj ve dezavantajlarını görebilmek adına oldukça önemli. Dolayısıyla 3 tip olan çoğaltma biçimi yani paralel çoğaltma, uzlamsal çoğaltma ve derinlikli çoğaltmanın öncelikle neler olduğunu görmeden evvel nasıl yapacağız bunu, bir şeyi nasıl çoğaltabiliriz o düşünceyi nasıl geniş bir alana yayabilir ve yapay ortamda nasıl anlamaya çalışabiliriz bir ona bakalım. en kaba tabirle ifade etmeye çalışsak bir genelleme usulüdür. Yani bir düşünce biçimini geneldeki etkisini ölçebilme çabasıdır. Ve bu ölçümleme için çok önemli 4 tane madde var. Eğer bu 4 maddeyi iyi anlayabilirsek sonraki 3 yöntemde kullanmaya çalışacağımız dört ana aparatı görmüş olacağız. Yani bu mikrobu, bu virüsü ya da bu iyi bakteriyi her neyse genişlediğinde, yayıldığında nasıl etkiler gösterebileceğini anlamak için dört ana yapıya ihtiyacımız var. Birincisi şu, bize söylenmiş olan düşüncenin mecrasını kavramak zorundayız. Mecra dediğimiz nedir? Söylenen birazdan tabii sizlere örnekler verirken daha rahat anlayacaksınız. Bu düşünce hangi alana ait olduğunu bilmek, hangi alanı etkileyeceğini bilmektir. Örneğin sizler sosyolojik bir konuda bir fikir bir düşünce beyan ediyorsanız çünkü fikirle düşüncenin birbirinden ayrımını biraz önce bahsettim. Düşüncenin topluma hitap edebilen şekline fikir aksiyon alabilir hale gelmesine fikir diyorduk. Eğer aksiyon alamayan bir fikirse ideoloji olup sadece belli katman ve kurumlarda etkisini gösterebiliyordu. O da devletlerin veya devlet karşıtı olanlarının kullandığı bir yapı. Şimdi mecra bu düşünce biçiminin etki alanını önce sınırlarını belirlemekten geçiyor. İkincisi ise düşüncedeki kelimeleri irdelemekten bahsediyoruz. Dolayısıyla kitapta yazmaz videoları çekerken kelimelerin ehemmiyetinden bahsediyor olmamız tam da bu sebeple. Eğer kelime dağarcığınız kısıtlıysa düşüncelerinizin de kısıtlı olacağını lütfen unutmayın. Üçüncü mesele ise bu mecra ve kelimeleri birbirlerinin tamamlayacak şekilde yeni kelimeler ekleyerek büyütmeye çalışacağız. Ve dördüncüsünde de denemeler yapıp ölçümler yapacağız. Şimdi beraberce kaba taslak bunları ifade ettik. Gelin bir örnek üzerinden harekete geçelim ve çoğaltım türleriyle beraber bunları denemeye başlayalım. Bakalım ne kadar etkili. Şimdi biraz önce söylediğimiz konudan başlayalım önce isterseniz. Gelin birlikte önce bir düşünce cümlesi kuralım. Bu cümle elbette ki size önerdiğim kitaplardan biri olan Farabi'nin siyasete ilişkin yazdığı beyanatın içinde var. Ben oradan bir cümle aldım. Farabi'ye ait olan bu düşünceyi beraberce incelemeye çalışacağız. Önce bunun bir düşünce olduğunu varsayarak. Farabi şöyle diyor. Biz diyor devlette hakimlere ve doktorlara karşı saygısızlık ve hadsizliğe müsaade edildiğinde devletin çöküşü yok oluşu yaklaşmış demektir. Fakat hatırlarsınız herhangi bir doğruya benzer onunla aynı açıya sahip olan bir başka doğru daha çizilmiş haline tabii en klasik geometrik tabiriyle sonsuzda kesişen iki doğru parçasına biz paralel diyoruz. Şimdi bu paralelin ana yapısını biraz daha genişletelim Bir kareye bir kare daha oluşturmak. Biraz daha büyük bir kare oluşturmaya çalışalım. Biraz önce ne demiştik bizler sizlere? Önce mecrayı bulmamız lazım. Farabi'nin söylemiş olduğu bu sözün mecrası nedir? Farabi bu düşüncesinde henüz fikir olup olmadığını bilmiyoruz. Çünkü tartıya koymadık. Tartıya doğru götürmeye çalışacağız çoğaltımı yaparak. Burada bir mecra var. Farabi yıkılmış ya da yok oluşu hazır olan bir devletten bahsediyor. O zaman bu düşüncenin mecrası temelilen ana unsuru devlet gibi bir kurumun çöküşünden bahsediyor olması sebebiyle milletin yaşadığı yer yani ülkenin sonunun geleceğine dair bir beyanat devlet kelimesiyle işaret edilmektedir. Asıl mecra burada devletten çok ülkenin adına söylenmekte. Yani ülkenin eğer doktorlara ve hakimlere saygısızlık ve hassizlik yapılması durumunda devlet çöker. Yani o ülke ortadan kalkar. Yıkılışı yaklaşmıştır anlamında söyleniyor. Peki burada bazı kelimeler var. Çünkü biz ikinci cümlemizde ne demiştik? Nasıl şu altın yapacağımız dediğimizde bir kelimeleri irdeleyin demiştik. Farabi burada neyden bahsediyor? Bir hakimden bir de doktordan. Bunlara saygılı olmak lazım. Bunlara gereken ehemmiyeti vermek lazım diyordu. Aslında hakimle söylemeye çalıştığı şey Farabi'nin tam olarak bir adalet. Adaletin ehemmiyetinden bahsediyor Farabi. Doktorla beraber de omeyi, müsaade ise bir korumayı bahsediyor. O zaman ilk etapta devlet kelimesinden yola çıktığımız o çerçeveyi bir paralelini çizmeye kalkarsak ona devletin yönetim biçimi demek zorundayız. Çünkü devleti yönetenlerin o doktorlar ve hakimleri koruma biçimi bu yapının ayakta durmasına vesile olacaktır manası açıkça çıkıyor. yönetimsel hatayı ortaya koyduğu için şunu söylüyor aslında bir paralel çizgi daha çizsek. Adalet ve sağlık önemli olmayan, önem verilmeyen yerlerde yönetim zaafa uğrar. Yani biraz önce Fahar abinin söylemiş olduğu temel cümleyi aldık. Neydi o cümle? biz devlette, bir devlette hakimlere ve doktorlara karşı saygısızlık ve hadsizliğe müsaade edildiğinde devletin çöküşü, yok oluşu yaklaşmış demektir. Bunun paraleli kelimeler irdelenip yeni kelimeler yerine konulduğunda mecrayı biraz daha genişletip ülke manasında söylendiğinde şunu söylemiş oluyor aslında Farabi paralel mantıkta. Adalet ve sağlığa önem verilmeyen yerlerde yönetim zaafı uğrar. Şimdi bu aslında bir avantajı doğuruyor. Bir anda çok hızlı bir çözümleme yapmış oluyorsunuz. Mecra itibariyle baktığınız zaman diyorsunuz ki ha tamam hakikaten bu söz bir fikirdir. Çünkü yönetimsel açıya da aynısını içine koyduğum zaman hakikaten toplumda bir karşılığı vardır. O zaman bu düşünce gerçekten bir fikirdir. Ve bu fikir doğruluğa yakın, doğruluğa yakındır diyoruz. Ama burada bir dezavantajımız var. Ama burada bir dezavantajımız var. Derinlikleri beyan etmediğimiz için bu cümlenin içerisinde beyan edilmiş asli problemleri göremiyoruz. daha genişletildiğinde fikriyat manasında olumlu taraflarını bizlere gösterir ve o olumlama bu düşüncenin fikir olabildiğine dair yeni bir ipucu sunar bizlere. Ama bizim istediğimiz daha derinlikli bir şey. Dolayısıyla toplumlarda bugün genellikle paralel bir çoğaltım yapılmaktadır. Bunu şöyle bir örnekle sunabilirim sizlere. İşte bir adam gelir size. Merhaba efendim nasılsınız? Hoş geldiniz. Beş gittiniz der. Yanınızdaki hemen bir paralel çoğaltım yapar. Der ki ne kadar saygılı bir adam. Evet yeni gelen bir insana takındığı tavır sebebiyle söylenen bu cümle paralel bir çoğaltımla hızlı bir sonuç almak adına ya da insanın güven duygusu hissetmesi için ani söylenen bir cümledir. Ama bu kişinin gerçekten yaşadığı toplumda saygılı olup olmadığını ölçmek için paralel çoğaltım biraz önce yaptığımız gibi yeterli değil. Bunu biraz daha değiştirmemiz lazım. Gelin bu sefer uzlamsal bir dağıtım, çoğaltım yapmaya çalışalım. Fotoğrafta da göreceğiniz üzere paralel çoğaltımdan bir farklı olarak uzlamsal çoğaltım, fikrin içinden bir başka fikir, düşüncenin içinden daha geniş bir düşünce çıkarma anlayışıdır. Yani paralel yapmak değil de çerçeveyi genişletmek, biraz daha geniş tutmak, bir benzerini oluşturmak değil. Biraz önce paralel çoğaltım yaptığımızda düşüncenin benzerini oluşturduk. Şimdi bu düşünceyi bir sakız gibi düşünün biraz uzatmaya çalışacağız. Bakalım nereye kadar uzuyor. Şimdi bir şeyi uzatabilmeniz içinse ne gerekir? Bir tepki gerekir. Çünkü sakızın uzayabilir olması sizin ona uyguladığınız kuvvet karşılığında esnekliğiyle muteberdir. O ne kadar esnek olabilirse kopmadan o kadar uzayabilir. Peki şimdi Farabi'nin cümlesini bir daha hatırlayalım mı? Şöyle diyordu. Bir devlette hakimlere ve doktorlara karşı saygısızlık ve hadsizliğe müsaade edildiğinde devletin çöküşü yok oluşu yaklaşmış demektir. Şimdi bu durumda biraz daha tersini düşünelim. Şimdi sakız gibi uzatmaya çalışıp bunu bir yapısal manada bütün dünyayı kuşattığını düşünmeye çalışalım. Ve Farabi'nin bu cümlesini biraz sakız yapıp uzatalım. Kaba tabirle söylüyorum. O zaman şöyle bir cümle kurabilirdik mesela. Dünyada devletler adil ve insan sağlığına önem vermedikçe zaman içerisinde çatışmaya sebep olacak durumlar oluşur. Neden çatışma dedik? Çünkü çöküş kelimesinin oluşabilmesi için aslında bir çatışmanın olması lazım. Çünkü devletler kendi kendilerine ya ben yeteri kadar adil değilim ya da insan sağlığına yeterince ehemmiyet vermiyorum. Bu yüzden çökertiyorum kendilerini demezler. Ya içeriden ya dışarıdan belli çatışma durumu söz konusu olur. İçeriden belli çatışma durumu söz konusu olur. Ya içeriden isyan edenlere adaletsizliğe ya da insan sağlığına ehemmiyet verilmemesinden dolayı veya dışarıdan gelecek bir müdahale karşısında ülke kendisini koruyamaz bir durumdadır. Tabii biz bunu Farabi'nin cümlesini sakız gibi çekerek yapmaya çalışıyoruz. Sakız gibi çekerken aslında en tepede yaptığımız mecramız aynı. Kelimelerimiz de aynı. Sadece burada uzlamsal bir çoğaltımı yapabilmek için burada biraz daha derin düşünüp ters bir cümle, olumsuz bir cümle kurmaya çalıştık. Bakalım bu düşünceye, söylediğimiz söze nasıl bir tepki gösteriyor onu anlamaya çalışacağız. Şimdi burada elbette kurduğumuz bu yeni cümlenin artık bir avantajı var. Nasıl bir avantaj? Daha geniş bir perspektif yüzünden hatta eksiklikleri daha rahat görebilmemize sebep olmakta. görebilmemize sebep olmakta. Mesela adil yönetim için devletlerin insana bakış açısı da önemlidir gibi bir sonuç da doğurabilir. Farabi'nin bu cümlesinin uzamsal çoğaltımla ele alındığında. Ama biraz daha dikkatli baksak bir dezavantajla karşılaşacağız. Bütünün içindeki detaylar gözden kaçabilir. Mesela insan sağlığına önem verebilmek aynı zamanda da ciddi bir bilgi birikimini de gerektirmektedir dersek eğer Farabi'nin bu düşüncesinin sakız gibi uzlamsal çoğaltımında bir dezavantaj olur. Ben biraz önce verdiğim örneği de akılda kalması için tekrardan da ele alayım. Yine salona girmiş olan bir beyefendinin hoş geldiniz, beşkettiniz diyerek sizi ilk defa girdiğiniz mekanda size karşı çok saygılı davranmasında bu kez uzlamsal bir çoğaltım yapsak şöyle diyebiliriz. Yeni gelen insanlara gösterdiği saygıyla anılmaya anılmak isteyen bir adam bu diyebiliriz. Yeni gelen insanlara gösterdiği saygıyla anılmaya anılmak isteyen bir adam bu diyebiliriz. Burada hani bir avantaj var. Bir geniş perspektif baktık. Dolayısıyla bize yaklaşmakta olan adamın da kendi menfaatleriyle bunu yapabileceğini ortaya koyduk. Ama bir dezavantajımız var. Hakikaten gerçekten biz oraya ne için geldik onu görmeyebiliriz. Veya bize bu cümleyi kuran adamın oradaki konumundan haberimiz olmayabilir. Dolayısıyla uzamsal çoğaltımda bir şeyin eksisini görmeye bize yardım ediyor. Ancak detaylar istediğimiz zaman yeterli olmuyor. Tam detay, adam gibi bir sonuç istiyorsak işte tam da düşünce adamından istediğimiz süreç için derinlikli bir çoğaltmaya ihtiyacımız var ki genellikle toplumların sadece düşünce adamlarında görülebilen özelliktir bu. Şimdi gelin bir de onu değerlendirelim. Çünkü uzamsal çoğaltım genellikle bilim adamlarında görülür. Paralel çoğaltım halkta görülür. Ama bizim istediğimiz halkın ve bilimin de ötesinde düşüncen insan tipinin oluşmasına katkı sunmak. O zaman gelin bir de derinlikli çoğaltım nasıl olur ona bakalım. Geldik derinlikli çoğaltıma. Şimdi burada geçmiş derslerimizden harekete geçerek bir karar vereceğiz. Bu yüzden zamanı, imkanı, makro ve mikro etkileri ortaya koymaya çalışacağız. Bunların devreye girdiği bir çoğaltım yapısını oluşturmaya gayret edeceğiz. Daha derin irdelemeye çalışacağız kelimeleri. Örneğin hakim kelimesine artıp bir adalet demek yerine iyi ilişkilere sahip olmak ya da ilişkilerin iyi düzenlenmesi şeklinde diyeceğiz. Ya da ilişkilerin iyi düzenlenmesi şeklinde diyeceğiz. Çünkü adalet kavramı aslında bir manada ilişkileri düzenlemek anlamına geliyor. Doktor kelimesine yukarıdaki iki örnekte de sağlık demiştik. Ama aslında sağlık iyi bir yaşama sahip olmak anlamına da geliyor. Saygı için önem vermek manasını kullanmıştık. Ama saygı aynı zamanda biraz daha derin düşünürsek bir şeye sahip çıkmak, sahip olma duygusu olarak karşımızda. Yani sahip çıkma duygusu olarak karşımızda. Hat dediğimiz şeye sınır bilmek demiştik ama gelişimine engel olanları da ortadan kaldırmak anlamına gelir. Yani sizin bir çizginiz vardır ve bu çizgiyi ortadan kaldırmak isteyenleri de devlet nezdinde düşünürseniz eğer onları ortadan kaldırmak isterseniz işte adaletin karşısına çıkar yargılar bu engellemeye engel olursunuz. Müsaade için bir korumadan bahsetmiştik ama bu aynı zamanda bir geliştirme anlamına geliyor. Oralara karşı saygısızlık ve hadsizliğe müsaade edildiğinde devletin çöküşü, yok oluşu, yaklaşmış demektir sözünü daha derinlikli olan yapıyla çoğaltmaya çalışalım. Bu yukarıdaki kelimeleri ortaya da koyarsak eğer cümle aşağı yukarı şöyle bir şey olacaktır. Tabi herkesin farklı olabilir ama temel mantığı anlamışsınızdır artık. Tabi herkesin farklı olabilir ama temel mantığı anlamışsınızdır artık. Devlet ve devleti oluşturan unsurlar, insanlar arasındaki ilişkiyi geliştirmek ve iyileştirmek, insanın en iyi yaşam koşullarına ulaşması için çalışmalığı, buna engel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmalıdır. Söylemini artık söylüyor olmamız lazım. İşte düşünce adamının asıl söyleyebilmesi gereken cümle farabinin fikre dönüşüp dönüşmeyeceğini ölçebileceğimiz yer burası. Çünkü paralel çoğaltımda da uzlamsal çoğaltımda da gerçek bir ölçümleme yapamazsınız. Zira ölçümleme için derinlik gerekmekte. Düşünce dünyasındaki derinlikse kelimelerin toplum içerisindeki etkilerini bilmekle mümkün. Bir avantaj ve en önemli avantaj derinlikli bir bakış açısı sağlayan bu yeni çoğaltım tekniği yeni bir düşüncenin oluşmasına da kapı araları elbette. Bir dezavantajı daha var çünkü her şeyde vardır böyle bir şey. Yapılması gerekenler ve edinimler düzenlenemezse süreç çok daha uzun sürebilir elbette. Bu uzunluk ve kısalık arasındaki fark ise bir ölçümleme tekniği. Bunu ölçebilmek mümkün demiştik en başta. Ama nasıl ölçeceğimizi düşünce teorisi yani bu bölümün bitişinin ardından yeni sınıfta izleniyor olacağız. Efendim oldukça zevkli mailler alıyoruz. Çalışmalardan dakli mailler alıyoruz. Çalışmalardan da güzel sonuçlar alıyoruz. Şimdi bazı sorular var. Kısaca onları söyleyeyim. Her meslek grubundan her kardeşimin mutlak surette katıldığında hayatına bir katkı sunacağını düşündüğümüz emek verilerek hazırlanan çok uzun bir sürecin çok hap haline getirmiş özelliklerini beyan etmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu manada herkesin dinlemesi özellikle 14-15 yaşından başlamak üzere yani istediğiniz yaşa kadar herkesin içinde olabileceği bir eğitim sürecimiz devam ediyor. 19. haftayı böylelikle bitirdik. Haftayı kısmetse 20.yi bitiriyor olacağız. 20. bölümü yapacağız. Ondan sonra ya 2 hafta ya da 3 hafta boyunca bütün bu yaptıklarımızın pratik çalışmasını yapacağız. Ama bunların her birisi düşünce teorisine giriş bölümünün özü hakkında olacak. Ondan sonra bir genel değerlendirmede bittikten sonra belki 1 haftada biter, belki iki haftada biter bilemiyorum. Ondan sonra ikinci sınıfa başlayacağız. Orada düşünce teorisi diyeceğiz. Giriş bölümüne atlayacağız. Ve 20 tane ders daha yapacağız. Ve o 20 derste artık pratik çalışmalara ehemmiyet vereceğiz. Sonra üçüncü sınıfa geçtiğimizde, bu 20 bittikten sonra üçüncü sınıfa geçtiğimizde Eğitimlerimizde bu konuda da birçok konu var. öğrenileceğimiz yeni bir anlayış oluşturmaya çalışacağız. Test yapanlar ve yaptığı testleri takip edenler, mail atanlar, yıldızlı bölümlü alanlar elbette her zaman bir adım öndeler. Ama sonradan başlayanlar hiçbir şey kaçırmış değiller. Ve bu manada hafta içinde yetiştirebilirsem yeni tabelamızı da sizlere duyurmaya çalışıyor olacağız. Efendim haftaya görüşmek üzere. Düşünce teorisi giriş 19. derste bir düşüncenin büyüterek, çoğaltarak bir fikir oluşturup oluşturamayacağını anlamaya çalıştık. Ölçümleyebilmek ve test edebilmekse sonraki sınıflara kalacak. Haftaya tekrardan görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Efendim düşünce teorisine girişten herkese
hayırlı haftalar. Uzun bir aradan sonra yine beraberiz. Düşünce teorisine girişin son dersindeyiz. Bundan sonra düşünce teorisine girişin ikinci bölümüne başlayacağız. Onun adı da düşünce teorisi olacak. Onunla ilgili bilgileri haftaya dinliyor olacaksınız. Son dersimizde yani düşünce teorisine girişin son dersinde birleştirelim diyerek eldeki düşünce dünyamızın birleştirme usulünden yararlanarak ne hale getirebiliriz ve biz nasıl kendimizi de biraz değiştiririz onu anlamaya çalıştıracağız. Önce şuradan başlayalım. Birleştirmek nedir? Birleştirmek birden fazla düşünceye vesile olabilecek düşünce yahut unsurlarının bir araya getirilmesidir. Dolayısıyla yeni bir şey meydana getirilir ancak mekanik bir birleştirme usulü vardır burada yani içerisinde birden farklı düşünceler harmonik bir şekilde bir araya gelmelidir. Homojen olmak zorunluluğu yoktur. Usulünü, esasını nasıl yapacağımızı beyan edeceğiz. Özellikle düşünceyi birleştirme manasıyla kullanmak finans dünyası ve finansal düşünce yapıları için oldukça önemli. Çünkü günümüz dünyasında birden fazla metanın, birden fazla değerlendirilme şekli var. Ekonomi düşünce dünyamızın önemli fonksiyonlarından birisini oluşturuyor. Daha doğru ifade etmek gerekirse ekonomik alanda üretilmesi gereken düşünce konularında birleştirme daha değerli bir fonksiyon olarak kullanılabilir. Elbette bundan önce de yer verdiğimiz 19 adetlik toplam o düşünce boyutlarının temel unsurlarını da kullanacağız. Ama onları kullanırken zaman zaman da bu detaylı ve özel konulara doğru da başlamadan önce tabiri caizse düşünce teorisine girişin son bölümü 20. bölümünde önemli ve bilinmesi gereken bir noktaya ulaşıyoruz. Demiştik ya en başında düşünce teorisine giriş dersinin bu 1. 20 derslik kısmı önce konuları şöyle genel bir görebilmek adına. Neden böyle yaptık? Nereye ulaşmak istiyoruz? Onu haftaya dinliyor olacaksınız. Gelin şimdi birlikte başlayalım. Düşüncede birleştirme nedir, hangi usulde ve nasıl uygulanır? Hayatımızda her ne yapıyorsak yapalım. İstersek düşünce üretiminde, istersek mobilya üretiminde fark etmez. Nedensellik ilkesinden daha farklı olarak sebebin ne olduğunu anlamak oldukça önemli. Neden masa sorusu örneğin boşta bir sorudur. Ama bu masayı bu şekliyle istemenizin sebebi nedir dediğinizde hem kendinizin hem de karşı tarafın ihtiyaçlarını anlamanıza dair bir sorudur. Kelimede ufak bir değişim gibi görebilirsiniz ama kendi zihninizin çalışma prensiplerini de karşı tarafın sizde var olanı bilmesi adına da önemli bir geçiş sürecidir. Aslında burada düşünce teorisinin girişin sonundan sonra başlayacağımız ikinci kısım yani düşünce teorisinde daha böyle detaylı işleyeceğimiz konularına dair önemli bir ipucu vermiş oldum anlamışsınızdır. Peki o zaman dönelim. Biz düşüncede birleştirme gücüyle oluşmuş düşünceye ulaşmak. Çünkü düşüncelerimiz ilk etapta daha zayıftır genellikle söylemek gerekirse. Onları kuvvetlendirebilmek birazdan söyleyeceğimiz usullerle daha etkin bir hale getirebilmek içindir ki bu da ikinci sebeptir. Çünkü bir şeyin kuvvetli olması yetmez sadece. Aynı zamanda etkin olması gerekir. Örneğin elinizde devasa bir kuvvetli makine olabilir ama karşınızda küçücük bir vida varsa eğer o devasa makinenin ağzı oraya girmeyeceği için etkinliğini gösteremez. Dolayısıyla kuvvetli ve etkin bir düşünceye ulaşmamız lazım. Bir şey daha var. İşte bu bir şeyi başka bir yerden pek duyabileceğinizi zannetmiyorum. O da yakınsak olmak. Bu da şu anlama geliyor. Ürettiğiniz düşüncenin ya da ürünün fark etmez. Anlama geliyor. Ürettiğiniz düşüncenin ya da ürünün fark etmez insanlarla olan ilişkisine ve bu ilişkiden doğabilecek sonuçlara yakınlaşabiliyor olması. Yakınsaklık zaman zaman ekonomik koşullar ele alındığında maliyet bir başka yerlerde pazarlama bir başka yerde ikna haline dönüşebilir. Ama işin esası şudur. Kuvvetli bir şeyin etkin olmasının yanında onu kullanabilecek, o makineyi kullanabilecek insanlara doğru da yakınsak özelliklere sahip olması lazım. Ne kadar yaklaşabilirseniz o kadar güçlü, kuvvetli, etkin bir düşünceye ulaşmış olursunuz. Dolayısıyla ulaşmak istediğimiz birleştirme yöntemiyle ulaşmak istediğimiz düşünce manası kuvvetli, etkin ve yakınsak özellikleri taşıyor olmalı. Bu yüzden yapıyoruz. Peki düşünceleri birleştirerek biraz önce söylediğimiz sebepler silsilesinden geçiriyor olacağız da bütün bunları yapabilmemiz için bazı usullara ihtiyacımız var. Yani elimizdeki malzeme ne? Düşünceden hariç bu düşünceyi başka düşüncelerle birleştirebilmek adına. Bu bazen bir sözcük olabilir. Bazen bir söz de olabilir. Bazen bir deyim ya da bir teoriük olabilir. Bazen bir söz de olabilir. Bazen bir deyim ya da bir teori de olabilir. Dolayısıyla ortaya koyduğumuz düşüncenin yanlarında dolaşan o usulü birazdan anlatıyor olacağız. Diğer düşüncelerle birleştirmeye başlayıp kuvvetli, etkin ve yakınsak bir noktaya taşırken kullanacağımız önemli usullar düşüncemize benzer ya da karşısında duran her ne düşünce varsa onun içindeki sözü, sözcüğü, deyimi ve teoriyi ve tecrübeyle kavramı bir arada bulunduruyor olması lazım. Dolayısıyla o kavram ve tecrübe tarafı biraz daha daha sonraki derslerimizde işleyeceğimiz bir tarz ama şimdilik bu bölümde kalsak yeterli. Dolayısıyla kullanacağımız unsurlarda sözler, sözcükler, deyimler ve teoriler çok önemli. Bu durumda bizim daha iyi bir Türkçe konuşuyor olmak ve daha geniş bilgi dağarcığına sahip olmak, bunun üzerine de kavramsal açıdan da doygunluk seviyesine gelmiş olmamız gerekiyor. Birazdan yapacağımız örnekte konuyu daha iyi anlayacaksınız ama mutluluk adına bir teorinin düşünce boyutundaki karşılığını oluşturma gayretindeyseniz, kah bir öğretmen olarak, kah bir işveren olarak ya da bir insan kaynakları müdürü olarak fark etmez. Burada mutluluk kavramını iyi anlıyor olmanız lazım ki oluşturduğunuz düşünce yola çıkan bir insan gibi düşünürseniz eğer yarı yolda azıksız kalmasın. azıksız kalmasın. Peki, düşüncemizi bir başka benzer yakınımızda duran ya da karşımızda durmakta olan düşünceyle birleştireceğiz. Unsurları da öğrendik ama bu unsurların bazı özelliklerine dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü öyle hemen her şeyi bir araya getirmek mümkün değil. Öyle ya, şöyle düşünün kendinizi bir yemek yapmaktasınız ve yapacağınız yemeği öğrendiğiniz, reçete aldığınız yerden biraz daha farklılaştırmak istiyorsunuz. Elbette yapacağınız şey eklemeler. Yani özünde birleştirici unsurları kullanmaya başlayacaksınız. Ama önünüze gelen birleştirici unsurların tamamını kullanmaya kalksanız işin sonunda bırakın lezzeti ağza sokulmayacak bir şeyi üretmek zorunda kalabilirsiniz. Bu durumda birleştirme yaparken kullanacağınız unsurların temel özellikleri olması gerektir. Bu temel özellikleri biz bu bölümde 3 adet olarak belirliyoruz. Bunlardan bir tanesi temiz olması. Yani kullanacağınız hangi unsursa o unsurun temiz olması lazım. Çünkü siz temiz bir düşünce oluşturma niyetiyle buradasınız. O niyetle yaşadığınızı varsayıyoruz. Bu durumda temiz bir şey seçmelisiniz. Öyleyse bu unsur itibariyle bir başka fikrin içinden seçeceğiniz sözcük, teori, deyim ne varsa onun içeriğinin etrafında var olan diğer her şeyi eskisinden daha iyi, daha güzel ve daha kullanışlı hale getiriyor olması gerekir. Düşünceleri birleştirirken temiz olmayan bir şeyi seçmeniz sizin üreteceğiniz düşüncenin de almış olduğu bu zehirle zehirlenmesine ve zehirlemesine sebep olabilir. İkincisi ise mutlak surette işlenmiş olması. Yani düşüncenize ekleyeceğiniz, sizden hariç bir kişi ya da kurumun ürettiği düşünceden yapacağınız alıntının mutlak surette hayalden öteye yaşanmış bir tecrübe karşılığı olmalı. İşe yarar olduğu bilinmeli. Bu işe yararlık üçüncü maddeyi doğurmakta. Yani işe yaradığı da bilinse üçüncü temel özelliğe sahip olmalı. Bu da kavramsal derinliğinin olması anlamıyla ifade edeceğimiz unsuru gerektiriyor. Yani birleştireceğiniz karşı taraftan alacağınız o fikrin temiz, işlenmiş olmasının yanında mutlak surette bir kavramsal derinliğe sahip olmalı. İnsanı bir yerden bir yere taşıyor olmalı. İyi bir fikir, iyi bir ürün, iyi bir satış eğer düşünce adamı değilseniz kötü de olsa işe yarayabilir. Örneğin kumarhane açmak da para kazanmak için bir fikirdir ama bir düşünce değildir. Bir fırsattır ama kavramsal bir derinliği yoktur. Kavramsal bir derinlik insanları ortaya koymuş olduğunuz değer ve düşünce noktasında da bir yere taşıyor olması lazım. Bu ürününüze, düşüncenize yaptığınız eklenti neyse o eklenti de mutlak surette olması gereken en temel 3 ana unsur olarak karşımıza çıkmakta. Hatırlayacak olursanız daha önce de çoğaltmadan bahsetmiştik bir düşüncenin çoğaltım boyutundan. Ancak şimdi birleştirmekten bahsediyoruz. Bu ikisi arasındaki farkı biraz anlatmakta fayda var ki birbirine karıştırmayalım. Çoğaltım daha ziyadesiyle bir derinlik etkisini ölçmek adındadır. Ortaya koymuş olduğumuz yeni düşüncenin ne kadar derinliği var? Yani doğal olarak insanların ruhuna, insanların zihninin en alt tabakalarına kadar ne kadar işleyebilecek? Birleştirmek ise toplumsal etkinin ölçülebilmesi adınadır. Bazen ürettiğiniz düşünce sadece belli bir fikre sahip, belli bir meslek grubunda, belli düşünce angajmanına sahip insan tiplerinde etkili olur. Eğer toplumsal faydanın ön plana çıkması adına bir şey yapıyorsanız, her ne kadar bu belli bir süre sadece belli bir çevre tarafından kabul görüyor da olsa bunun toplum tarafından kabul edilebilirliğinin ölçümü her zaman kabul edilecek manasına gelmiyor elbette ama birleştirmekle mümkün. Ölçümleme formülü ve o yaptığımız dersin işte o özet kısmı ziyadesiyle başlangıçla alakalı bir şey. O düşüncenin başlangıç aşamasına ait. Şimdi yaptığımız birleştirme ise üretileceğimiz düşüncenin ilerleyiş yolunu bizlere gösteriyor. Yani bu ikisini bir araya geldiğimizde düşüncenin gelişimini ölçümleyebilmek adına önemli bir imkana kavuşuyor olacağız. Birleştireceğimiz bu fikirlerin yayılabilmesi daha doğru söylemek gerekirse söylediğimiz insanın üzerinde ve en başta elbette ki kendimizde bir şeyi değiştirebilir ve yeni bir şeye vesile olabilmesi adına önce düşüncenin başka düşüncelerle birleştiği noktalarda 3 kritik konuya dikkat etmemiz lazım. Çünkü bu kritik noktalara dikkat edilmezse birleştirilme sonrasında bu sizin düşünceniz bir çalıntıdır diyebilirler. sizin düşünceniz bir çalıntıdır diyebilirler. Dolayısıyla birleşmeli benzer ve farklılıkları önceden ölçümleyebilmek adına bu kritik noktaları bilmemiz lazım. Dolayısıyla yeni söylencinin, sözümüzün, düşüncemizin beyanatında daha önce bunu dinlemiştik dememeleri adına bu üç kritik konuya dikkat edeceğiz. Bu üç kritik konunun birincisi benzerlik. Evet sözümüzün, düşüncemizin bir başka şeyle benzerlikleri olabilir. Ama biraz önce söylediğim gibi çalıntı denilmemesi adına çok dikkatli olmamız gerekiyor. Birazdan bir örnek verince daha iyi anlayacaksınız. İkincisi ise farklılık. Diğer düşüncelerden olan farklılıklarınızı bilmiyorsanız meyan ettiğiniz düşüncenin uydurma olduğunu hemen anlayacaklardır. Çünkü bir şeyin yeni olması bazen sıfırdan olduğu gibi işte bazen bu birleştirmeyle de mümkün olabiliyor. Dolayısıyla benzerlikler kadar çalıntı olmaması adına farklılıkları çok iyi bilmeniz lazım. Benim düşüncem diğerlerinden şu konularda farklılaşıyor. Bunu söyleyemezseniz karşı taraf bunu beyan etmese ya da algılamadıklarını zannetseniz bile otomatik olarak algılamakta. Çünkü beynimiz yalana kapalı bir et parçasıdır. Üçüncüsü ise kritik olarak etkin olması. olan bir düşüncenin birleştirmeler usulüyle sizin ürettiğiniz düşünce karşısında daha büyük bir etkinliği varsa sizin düşünceniz henüz kabul görmeyecektir veya rafa kaldırılacaktır. Dolayısıyla düşüncenizin kendinizden önce benzerlikler ve farklılıklar taşıması kabiliyetince etkinliği önemli. Daha etkili bir düşünceye sahip olmak zorundasınız. Elbette biz ona uğraşıyoruz ama birleştirirken dikkatlerimizi buraya çekmek adına yapıyoruz bu dersi. Gelin şimdi beraberce bir düşüncemizi söyleyelim ve bu düşüncenin şu ana kadar bahsettiğimiz bu temel noktalardan hareketle hangi fikirle birleşmiş ve hangi unsurlara dikkat etmem gerekiyor onu bir görelim. Örnek veriyoruz günümüz ekonomik koşullarının bir getirisi olarak daha akılda kalması adına insanların mutlulukları kazançlarına bağlıdır. kalması adına insanların mutlulukları kazançlarına bağlıdır. Diyelim ki bu sizin düşünceniz olsun. Daha önce duymuşsunuzdur mutlaka ama bu size ait yeni geliştirdiğiniz bir düşünce olduğunu varsayalım. Şimdi bu düşüncede en temel iki tane kelimemiz var. Birisi mutluluk ve bir diğeri de kazanç. Dolayısıyla önce kendi fikrimizdeki o iki tane temeli bilmemiz lazım. Hangi unsurlardan hareket ediyoruz? Çünkü karşı taraftan da unsur kullanacağız. Söz, sözcük, deyim, teori filan demiştik ya. İşte şimdi önce kendi düşüncümüzdeki o sözcüklere bakalım. İki tane temel sözcükten bahsetmişiz. Şu cümlede insanların mutlulukları kazançlarına bağlı deyince bir mutluluk bir de kazanç var. O zaman şunu araştırmamız gerekiyor. Para mutluluk getirmez ya da mutluluk bastığın yerdedir gibi kendi düşüncemize karşı olan diğer bilgileri elden bir geçirmemiz lazım ki bu farklı unsurların söylemi karşısında kendi özelliğimi ve kendi özgünlüğümün farkında olayım. Yani düşüncemin karşıt görüşlerini de araştırıyor ve o karşıt görüşlerinden bir haberdar olmam gerekiyor. Ha şimdi ne yapmam lazım? Bir de benzer görüşlere bakmam lazım. Kendi düşüncemle. Onlarda neler? Mesela şu düşünce vardır. Bu düşüncenin sıfır olduğunu kabul ettiğimiz andan evvel. İnsanların kazançları arttıkça stresleri azalmaktadır. Veya gelir seviyesi arttıkça suç oranları düşmektedir gibi iki kelime söyleniyor. Şimdi dikkat. İkinci benzer düşüncenin içinde suç oranıyla beraber ifade edilen tarzda temiz olmayan bir ifade var. Neden? Çünkü gelir seviyesi arttıkça suç oranları düşmektedir beyanatı. Çok da temiz bir beyanat değil. Artıkça suç oranları düşmektedir beyanatı. Çok da temiz bir beyanat değil. Bu sanki biraz daha para kazandıkça insanların vicdanları kuvvetlenir manasına geliyor ki öyle olmadığını artık hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla bu bir temiz değil. Temiz bir ifade değil. Hani en başta demiştim ya ben birleştirme yaparken karşı taraftan gelecek seçeceğimiz unsurların temiz, işlenmiş ve kavramsal derinliği olmalı diye. O zaman benim düşüncemle benzer bir düşünce olarak kabul etmeyeceğim. Bu düşünceyi es geçeceğim. Çünkü temiz değil. Birleşmiş güçlü bir düşünce oluşturabilmek için de şimdi her ikisinin de test edilmesi belki bir kaldıraç vazifesi görmesine vesile olabilecektir. Yani kendi düşünceme şimdi bir başka düşünceyi ekleyebilirim. Nasıl bir bir düşünceyi farklı olanı gördüm. Karşıt bilgiyi o diyordu ki para mutluluk getirmez. Ben de diyordum ki insanların mutlulukları kazançlarına bağlıdır. Karşımdaki bu görüşten farklılığımı artık biliyorum. Benzer olan görüşü de duydum. O cümlede şu insanların kazançları arttıkça stresleri azalmaktadır. Şimdi bu benzer düşünceden temiz ve dikkat ediyorum etkin ve dikkat ediyorum işlenmiş olanı kavramsal bir derinliği de var. Çünkü bunu stres gibi bir kavramı önüme koyuyor. Daha derinliği var. Şimdi birleştirelim bunları ve kaldıraç vazifesi görülüp kendi düşüncemle birleştirdiğinde daha etkili bir şey olabilecek mi ona bir bakalım. O zaman şunu demem gerekiyor. İnsanların artan kazançları streslerini azalttıkça bulundukları yerin farkına varmalarını ve daha mutlu olmalarını sağlar. Şimdi benzer düşünceden de artık bir farkım var mı? Var. Çünkü dedim ki evet benden önce söylenmiş buna benzer bir söz var ama benim ondan bir farklılığım var. O stres azaldığını söylüyor ama neden olduğunu söylemiyor. Nedeni sadece kazanca bağlıyor. Bense onun sadece kazanç değil aynı zamanda bulundukları yerin farkına varmalarının bu işte etkin olduğunu düşünüyorum diyerek benzer fikri kendi fikrimle birleştiriyor ve onun üzerine daha etkin bir hale getirmiş oluyorum ki bu yeni söyleyeceğim sözün kuvvetli, etkin ve yakınsak yani insanlığın hemen hissedebileceği bir hale bürünmesine vesile oluyor. oluyor. Basit bir örnek verdim. Belki de çok kısa anlattım. İkinci düşünce teorisinde çok farklı bir mecra anlayışıyla bunu yapmaya çalışıyor olacağım ama şimdilik anlatabileceğimiz kısmı temel olarak böyle ifade etmekte fayda var. Elbette bu faydayı arttırabilmek için o bölümü biraz daha başa sarıp tekrar tekrar dinleyebilirsiniz. Bazen bir şey yeniden söylemek eskisini tekrar etmekten daha mühim olabilir. Dolayısıyla yeni fikirler oluştururken birleştirmekten korkmayın ama birleştirirken bu inceliklere dikkat edin dedik. Dersler şu ana kadar daha kısa, daha birleşmiş, daha kompozit bir haldeydi. Yavaş yavaş açmaya başlayacağız. Haftaya pazar günü birkaç sürprizim var sizlere. Onlardan bir tanesi düşünce teorisine, düşünce teorisi dersi. Yani düşünce teorisi giriş dersinin sonuna geldik. Bitirdik. 20 dersimiz bitti. İkinci bölüm olan düşünce teorisine geçeceğiz. O düşünce teorisinde ne konuşacağız, nasıl yapacağız? Testler vesaire nasıl olacak? Hepsi var. Gerçi bu bölümünde testi var. Ama bütün sorularınızın bu cevaplarını veriyor olacağım. Siz yine de yorumlar kısmına sorularınızı yazarsanız ben haftaya yapacağım o özel programın içerisinde o yorumlarınıza da cevap vermeye gayret ediyor olacağım. Bu haftalık bu kadar diyelim. Haftaya tekrar görüşmek üzere diyelim. Kendinize iyi bakın. Kanınıza alacaklar."}
Düşünce teorisine hoşgeldiniz. Düşünce
teorisine giriş dersini ardımızda bırakıyoruz artık. Düşünce teorisine başlıyoruz. Giriş bölümünden kurtuluyoruz. Eksi sıfırdayız. Ne manaya geldiği ileride konuşuruz. Ama şimdi önce düşünce teorisi yani bizim bu düşünce adamı olma yolundaki birinci aşamadan sonra ikinci aşamadan evvel bir geçiş videosu çekelim istedik. Yani neler yapacağız ona kısaca bilgilendirelim istedik. Çünkü bundan sonraki bölüm biliyorsunuz ki bir üst seviyedeki abonelerimize açık olacak. Dolayısıyla sonunda tekrar edeceğim. Başta tekrar hatırlatmış olayım. Aboneliğinizi bir tık daha yükseltmeniz gerekiyor. Bu hafta itibariyle özellikle düşünce teorisine girişte başarılı olan ilk 20 ismi açıklayacağız. Bütün notların ortalamasını alarak. Ama merak etmeyin her seferinde söylüyoruz. Bu dersleri yeni başlamış olan arkadaşlarımız için de en son testimizde bir açıklama olacak. Bazı testlerimiz değişiyor dolayısıyla son bir haftanız var. Yani bu pazardan sonraki pazar ilk başlayacak olan dersimize geldiğinizde inşallah düşünce teorisine başladığınızda bu herkese açık olan videodan sonra göreceksiniz onu. O ilk dersimizden önce o 20 isim belirlenecek ama sonra ardımızdan gelenler hangi puan seviyesinde ne olmalı onların yorumlarını da ayrı bir video ile görecekler. Şimdi düşünce teorisine madem giriş kısmından kurtuluyoruz. Önce bu giriş kısmından kurtulmak ne manaya geliyor ona bakalım. Pratiklerle dolu temellerdeki derinleşme üzerine çalışma gruplarının da içinde yer alacağı yeni bir macera yeni bir ders bölümüne başlıyoruz diyebiliriz. Gelin önce bakalım bu giriş detayı neymiş? Düşünce teorisine giriş kısmında var olan giriş kelimesi asıl itibariyle ve genellikle bir şeye ilgi duymak üzerinedir. Dolayısıyla düşünceye ilgiyi arttırmak, düşünce adamı olma yolundaki ilgi duyduğumuz noktaların altını çizmek için giriş bölümüne ihtiyacımız vardı. Şimdi eğer ikinci bölüme geçiyorsanız bunun sizin için ilgiden daha öteye bir şey olduğunu anlamaya başlıyoruz demektir. Dolayısıyla artık ilgiden bilgi kısmına doğru geçelim. Yani ilginizi arttıracak, tetikleyecek konulara değindik haftalar boyunca test ettik anlamaya çalıştık. Şimdi o girişten bir çıkalım girelim orada içeriye. Girelim orada içeriye çünkü iyi bir düşünce adamı olabilmek adına geliştirmemiz ve bilgilenmemiz gereken alanlar var şimdi ve bu alanların her birisinde güncel hayatımızda yapmamız gerekenler, yapmamamız gerekenler birçok şeyi de işin içine dair etmek zorundayız. Çünkü genellikle düşünce adamı ya da düşünce konulu derslerde her zaman sizden hariç bir şeyler konuşulur. Düşünecek olan sizseniz önce sizinle alakalı bir takım unsurların iyi anlaşılabilir, yaşamanızda belli kalitelerin değişebilir olması gerekiyor. İyi bir düşünce adamı işte bu manadan bakınca kendini kendinden ayırarak hareket edebilmeyi gerektirmekte. Eğer kendinizi kendinizden ayırmazsanız tabi bunu dersler boyunca görüyor olacağız, bu durumda ancak ve katiyetle propagandacı olursunuz, tekrarcı olursunuz ve bu tekrarların içindeki hataları görseniz de beyan edemez olursunuz. Belki o değişimler sizin hayatınızda bir şeyleri de değiştirir ama düşünce adamı dediğimiz değiştiren adam olamazsınız ne yazık ki. İdeolog olursunuz mesela yani bir ideolojiyi tekrar eden onun altını çizen olabilirsiniz ama bu ideolojinin içerisinde mutlak bir sertlik gerektirir bir süre sonra propagandacı olduğunuz için. Bu da gerçekten yaşamdan kopuk ziyadesiyle mücadeleye götürür sizi. Cedelleşmek zorunda kalırsınız. Kendinizle cebelleşip de kendinizle uğraşmadığınız için. Konuşursunuz hep ama yapamazsınız. Ve bu bizim toplumumuzun dünyanın en önemli problemlerinden birisi. Hakikatte sonuçta şuna varırız. Yıkarsınız, yıkılırsınız ama inşa olamazsınız, inşa edemezsiniz. Bu durumda şimdi gelin düşünce teorisini neden dört bölüme ayırdık ve bu dört bölümün her bir kısmında kaç ders yapacağız ve burada nelere dokunacağız da oradan düşünce teorisi yani bilgi kısmını anlayacağız ve pratiğe dökmeye başlayacağımız düşünce yani üçüncü sezona tabiri caizse giderken neler olacak gelin bir de ona bakalım. Birinci bölümümüz yani düşünce teorisi dört ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümümüzde nedir ne değildir bunlara bakacağız. Çünkü asıl itibariyle bizler bir şeyin ne olup olmadığını anlayamadığımız için ve onları gerçek manada anlamaya gayret etmediğimiz için pek çok yerde hata yapıyoruz. Dolayısıyla önce nedir, ne değildir bölümünde bizler düşünce adamını diğerlerden, diğer insanlardan ayıran nedir, ne değildir aslında ona bakıyor olacağız. Bu noktada insanın kişisel olarak kendisini beğendikçe kişisel gelişim yolunda ilerleyeceğini iddia edenlerin aksine bayağı kendimizi hırpalamaya başlıyoruz beyefendi hanımefendiler. Dolayısıyla bugüne kadar gördüğünüz kişisel gelişim derslerinden duyduğunuz mutluluğu bu arada duyacağınızı söyleyemem. Çünkü nedir ne değildir bölümünde kendimizle alakalı meselelere bakıyoruz. Kendimizi beğenmek, kıskanmak, isyan etmek, yalan söylemek, farkında olmamak, hırslanmak, öfkelenmek, bir şeye şehvet duymak. Bütün bunlarla kaybettiklerimiz, kazanabileceklerimiz olmadığında ya da bunları pörsüyebilmek için ya da bunları ortadan kaldırmak için yapmamız gerekenler. Çünkü bir düşünce adamında bu özelliklerin olması ki kişisel gelişimin en bela kısmıdır. Bunların olması için gayret ederler sizin üzerinizde. Bunların üzerinden birer kalemle değil böyle çatır çatır kese kese gitmezsek eğer ne yazık ki düşünce adamı olamazsınız. Bu kesinlikle mümkün değil. Eğer düşünce insanı olmak istiyorsanız bu bölümdeki unsurların hep böyle yavaş yavaş altından geçeceğiz. Sonra mı? Sonra bizim için önemli olan bir şey var. Kavramlar. Ama bildiğiniz klasik kavramlar değil. Bakın nelerden bahsedeceğiz oraya geçelim. Kavramlar önemlidir, insan hayatına yön verir. Ne, ne değildir bölümünden sonra haftalar boyunca kavramlar üzerinde dururken sizin zannettiğiniz gibi öyle bugüne kadar gördüğünüz kavramlardan başlamıyoruz önce ölümden başlıyoruz sonra hayata geçiyoruz sonra dost düşman bu kavramları inceliyoruz pratikleriyle beraber doğru ve yanlış kavramları inceliyoruz pratikleriyle beraber. Doğru ve yanlış kavramını iyi anlamak gerekiyor oraya gideceğiz. İyi ve kötüden bahsedeceğiz. Zaman ve mekan ilişkisinde koşul bölümüne geçeceğiz. Bütün bunlar zihninizde baştan sona bir çalkantı meydana getirecek. Çünkü bundan sonra kişisel gelişime geçiyor olacağız. Yani ilk 6 dersimiz ne ne değildir. Sonraki kavramsal gelişim 6 tane pardon ne ne değildir 8 tane. Sonra 6 tane kavramlar dünyası. Ve ardından da kişisel gelişime geçiyoruz. Peki kişisel gelişim nasıl başlıyor? Bizde çok farklı. Bizim kadim bilgilerde oldukça farklı. Gelin bakın nasıl başlıyor. Efendim kişisel gelişim dediğimiz zaman bir basket topundan bahsedebiliriz aslında. Yani aradaki görseller belki dikkatinizi çekiyordur. Şimdi adamın kendini yetiştirmesi lazım. Ama bu yetiştirebilmesi için de güzel konuşmadan önce güzel dinleyebiliyor olması lazım. İyi gözlem yapıyor olması lazım. Detaylandırabiliyor olması lazım. Hissetmesi, araştırmayı bilmesi. Ayrıştırmadan haberdar olması. Düşünmenin kökenlerini ve bundan sonra söz söyleyebilir olması lazım 8 hafta sürecek bu kişisel gelişim yolu Ve bugüne kadar gördüğünüz hiçbiriyle alakası olmayacak Zaten düşünce teorisine giriş derslerini almış kardeşlerimiz iyi bilirler Hayatlarındaki değişimleri görmüş olanların bize atmış olduğu mailler de bizim için bir mutluluk çabası. Efendim bundan sonra ne lazım? Kişisel bir gelişim adımlarını attıktan sonra elbette bir de yaşadığımız toplumumuzu tanımak lazım. Çok mu iyi tanıdığınızı düşünüyorsunuz? Gelin bir de düşünce teorisi penceresinden bakalım. Efendim yaşadığımız toplumu tanıyabilmek için önce tarih bilincine ihtiyacımız var Tarih dersi yapmayacağız Aman dikkat Tarih bilinciyle alakalı bugüne kadar bilmediğiniz farklı bir pencereye gidiyoruz Farklı bir eve hatta farklı bir saraya farklı bir mahzene ne derseniz deyin Hep farklı kelimesini söylüyorum Mecburiyetten bugüne kadarkilerle kıyas edemeyeceğiniz için. Sonra başka bilgilere ihtiyacımız var bilimsel açıdan. Şimdilik sürpriz olarak kalsın çünkü bugüne kadar duymadığınız bilimsel gerçeklerle karşılaşacaksınız orada. Bizi özel kaymasında fayda var. Dedim ya bin kişilik bir aileden elli kişilik gerçek bir düşünce adamı oluşturmak bu okulun birinci hedefi. Bu hedef doğrultusunda toplumu tanıyacağız sonraki 6 hafta boyunca. En sona geldiğimizde ise bir proje takımları oluşturmaya başlayacağız. Hedefimiz gayet büyük. Ama şimdi burada söylemek istemiyorum. Nazardan korunalım niyetiyle. Hakikat kurduğumuz proje takımlarında bu yaptığımız düşünce teorisi derslerinin projelerini oluşturmaya başlayacağız. Ve o projelerde gerçek manada bir düşünce biçimi ortaya çıkıyor olacak. Bütün bunları siz beraberce yapıyor olacağız, siz yapacaksınız. Biz sadece ışık tutuyor, yolun farklı açılarını sizlere söylüyor olacağız. Eğer bizimle beraber düşünce teorisi yani düşünce okulunun ikinci sınıfı olan düşünce teorisine devam etmeyi bu videodan sonra karar verdiyseniz aboneliğinizin bir üst bölümüne çıkartmak zorundasınız ki orada devamınız olsun ve o şekilde devam edelim. devam edelim. Sebeplerini iyi biliyorsunuz. Konu parasal, maddi duygusal değil. Konu bir arada olma meselesi. Kimler geliyor, kimler gidiyor. Başlıyoruz efendim. Haftaya beraber olmak niyetiyle bu bir üst gruptaki aboneli olan arkadaşlarımız ve kardeşlerimizle Düşünce Teorisi Okulu'na kalın sağlıcakla."}
Yaklaşık iki haftalık aranın ardından yine
sizlerle beraberiz. Düşünce teorisinin ilk dersi için geciktik YouTube'un tanı almış olduğumuz ihtar gelince ama tüm derslerimize kaldığımız yerden zaten yeni başladık düşünce teorisine giriş kısmından çıkmıştık artık düşüncenin teori kısmındayız ve bu teori kısmının ilk bölümünde neler yapacağımızı ve nasıl devam edeceğimizi beyan etmiştik sizlere. Bu noktada hafta içinde de yeni bilgilendirmelerle inşallah karşınızda olacağız. Neyin ne olduğunu anlamak teoriyi geliştirip kendi iç dünyamızdaki karşılıklarını kavramak için oldukça önemli. Ve buna ilk başlayacağımız alansa hani bir bölümlendirme yapmıştık ya düşünce teorisinde neyin ne olduğunu anlamakla ilgili. Bunu anlamanın en önemli yollarından bir tanesi tek tek üzerinden gitmek ve düşüncemize engel olanları anlarken onların aksi ya da benzer durumlar oluşturarak daha iyi bir düşünce kapasitesine nasıl ulaşabileceğimizi kavramaya gayret ediyor olacağız. Bu kavrama düzeninin ilk adımı beğenmekle ilgili. Zira insan olduğu için oldukça kıymetli bir şeydir bu. Zaman zaman bizim çektiğimiz videolarımızı da beğenmeyenler var, beğenenler var. Yeni alacağı bir üründen hoşnut olanlar ve olmayanlar var. Baktığında aynı gibi görünen ürünlere farklı tepkiler de söz konusu. Peki beğenmek dediğimiz şey bir ortak ürün mü yoksa bu kadar ayrışmasının temelinde başka bir sebep mi var? Hani kimi zaman bir şeyler yaptığınızda da ya da yeni bir düşünce, yeni bir fikri beyan ettiğinizde de ne var ya bunu beğenmeyecek, bunda da beğenilmeyecek, ne buldunuz Allah aşkına dersiniz? Hepimizin hayatında yaşanır bu. Kah ticarette, kah öğrencilikte bizden istenmiş olan bir ödevi hazır ettiğimizde. ödevi hazır ettiğimizde nihayetinde beğendirmek zor iştir de beğenmek konusunda bir yandan ürün, bir yandan fikir, bir yandan düşünce derken işin aslında zihnimizde neler oluyor beğenirken onu biraz anlayabilirsek eğer bizler de bir düşünceyi beğenmek, beğendirmek ve bütün bunların arasında kendi iç dünyamızda yaptığımız hataları çok daha net görebilme imkanına sahibiz. Bu yüzden bugün sizlerle beraber düşünce teorisinin ilk dersinde beğeniyi ve beğenmeyi konuşacağız. Yani bunu ders olarak işliyor olacağız. beğenmeyi konuşacağız yani bunu ders olarak işliyor olacağız Hadi bakalım nereden başlıyor bu beğenmek ve işin Aslında bizim vücut kimyamızda neler oluyor da bir şey beğenip beğenmemeyi seçiyoruz ona bakalım Belli ki de hiç şüphesiz ilk bakacağımız alanların başında bir şeyi neden beğenmediğimizi kavramak olmalı. Bunun da neden olduğunu birazdan anlatacağım size. Baktığımız herhangi bir şey, bir ürün, bir düşünce, nereden tutarsanız tutun biraz daha kemikleştirelim meseleyi, yeni bir ayakkabı almak istediğinizi düşünelim ve kafanızda bir şekil şemal var. Bu şekil ve şemal ekseriyette konunun fonksiyonuyla alakalı. Yani bir dağda yürümek için mi istiyorsunuz? Okula giderken çocuğunuza mı alacaksınız? Efendim karda kışta ayağımız sanmasın diye mi alıyorsunuz? Yoksa bir yaz günü ayağınız ferah bir şekilde olsun da biraz daha terlik görüntüsünde mi olsun diyorsunuz. Her ne derseniz deyin aslında bunu beğenmiyor oluşunuzun temelinde istediğiniz fonksiyona uyumsuz olması var. Birinci madde de bu. Yani yazlık bir terlik ararken terlikler arasında size gösterilmiş olanları beğenmemenizle birinci maddelerin başında tabii pek çok madde var onlara geleceğiz de şimdi ana maddeleri ortaya koymaya çalışıyoruz. Fonksiyonu yani ben bu terliği giyerim yaz günü güzel püfür püfür ama şurası da gittikçe terleyen bir ayak yapım var çabuk yırtılır. Bizim bölgeler işte biraz taşlıktır zarar görür deridir bakımı zordur veyahut bir başka şey ama fark etmez. En nihayetinde onu beğenmiyor oluşumuzun temelinde ana fonksiyonlarından bir tanesi fonksiyonunun işimize gelmiyor oluşudur. İkinci beğenmiyor oluşumuz da tabii ki çok klasik bir şekilde ve net bir şekilde bunun görünüş bilgisidir. Yani sizin hayatınız boyunca kendi adınıza ister genetiğinizden gelen ister çevre koşulları yahut kazancınızla beraber gelişen dünya görüşünüz ve bugüne kadar gördüğünüz şeylerin de etkisiyle aradığınız görüntünün onda olmayışı. Dolayısıyla biz bir şeyini beğenmiyor oluşumuzun temelinde iki ana yapı var. Bir, bunun fonksiyonu benim istediğim fonksiyonlara sahip değil. İkincisi ise fonksiyonlar otursa bile tam da istediğim özelliklere sahip olsa bile nihayetinde giyeceğim bu ayakkabının veya terliğin bir görünüşü var ve onun görünüşü ne yazık ki benim aklımdaki görünüşe uymuyor. Peki bu işin aslı sadece fonksiyon uyumsuzluğu ve görünüş bilgisinde sizin kendinizde oluşturmuş olduğunuz bilgideki eksikler sebebiyle mi? Şimdi ona bakacağız. Nasıl olması gerekli ya da ne hale gelmeli o tarafına ulaşmadık henüz. Şimdi işin önemli bir tarafı. Madem bir şeyi beğenmediğimiz bu halde, o halde biz bir şeyi nasıl beğeniyoruz? Bu beğenimiz aslında bildiklerimizle uyumlu olduğu için. Yani biz hayatımızda herhangi bir şeye genel olarak fonksiyonlar atıyoruz. O işe yararlı ile ilişkili olarak. İkinci olarak hayatımızda giydiklerimiz veya çevremizdeki diğer bütün koşullar bizlere dayattığı demiyorum da ben kabul ettiği tamam bu benim kıyafetim olabilir dediğiniz ne varsa bunlar da bizim bir şeyi bildiğimiz anlamına geliyor ve ona uyum sağlamasını istiyoruz. Öyleyse bir şeyi beğeniyor olmamız aslında giydiklerimizle ve çevremizle, hayatımızla ve düşünme yapımızla oldukça ilişkili. Eğer bunlara belirgin bir şekilde yaklaşabiliyorsa bunu beğeniyoruz. Evet şimdi peki bunda ne var diyeceksiniz. Bakın bunda çok önemli bir şey var. Aslında bizler biraz önce fonksiyonlar uyumsuz olunca ve görünüş bizim bilgimize uymayınca beğenmiyoruz demiştik. Şimdi beğenirken de dedik ki bildiklerimizde uyumlu olduğu için. Ama aslında beğenmenin başka bir koşulu var. Fonksiyonların arkasında var olan temel nitelik o şeyin etkinliğidir. Ve bütün görünüşlerin ardında var olan temel istatistik o işin estetiğidir. Evet oraya geleceğiz. Ama biz bugüne kadar bir düşünceye, bir fikre, bir kitaba, bir filme bakarken onu fonksiyonel ve ağırlıklı olarak gördüklerimiz ve bildiklerimiz dairesinde oluşmuş görünüş ve görüntü bilgileriyle ölçeklendiriyorduk. Tabii ki düşünce adamı olmak için bunlardan ayrışmamız gerekiyor. Ama toplumun ekseriyeti yani nereden baksanız %90'ı civarı bununla ilişkili. Gördüğü bir şeyde aradığı temel fonksiyonu yakalayabiliyor ve bunun içinde kendi hayatındaki görünüş bilgisini bulabiliyorsa kesin ve katiyetle bu ürünü beğeniyor. Fiyatlar ve o ürünün satış koşulları da aslında bunun fonksiyonuyla alakalı. Yani hiçbir şekilde bunların dışında bir başka üçüncü şıkkı gidemiyoruz. Ama bu şıklar dikkat edin neyin ne olduğunu bilmeden hayat sürmüş bir düşünce yapısının ani karar verişleri. Fonksiyon ve görüntü. Ama dedim ya işin arkasında asıl olan ve düşünce adamı olarak aramak zorunda olduğumuz iki şey var. Etkinlik ve estetik. Arada geçmiş olan cümleyi biraz daha netleştirip bir not düşelim. Eğer bir şeyin neden olduğunu bulmakta zorlanıyorsanız bizim biraz önce ders içerisinde yaptığımız gibi önce neden olmadığına bakın. Zira bir şeyin neden olduğuna bakarken, ulaşmak istediğiniz her ne varsa onun için acele etmeye başlarsınız. Bu aceliklik ise, olur sürecindeki pek çok detaya yorumlama getirme gayretini oluşturur. Bu gayret ise oluşturur. Bu gayret ise sizi ulaşmak istediğiniz temel çözümlemeden uzaklaştırabilir. O yüzden bu kapı neden açılmıyor sorusu daha mühim ve önemlidir. Nasıl açılır sorusundan önce sorabilirsiniz yani. Bozuk bir kapı için söylüyoruz bunu. Nihayetinde hayatımızdaki pek çok bilimsel ve ilmi çalışmada da en temel düşünce ve dokunuş onun nasıl olduğunu çözümlemeden önce nasıl olamadığını kavramakla çözüme ulaşmanıza destek olabilir. Bu noktada kısa bir not verdik. Her bir dersimiz içerisinde böyle ufak ufak noktada yer veriyor olacağız. Şimdi dönüp bir bakalım. Estetikten bahsettik. Etkinlikten bahsettik. Yani fonksiyon ve görünüş bilgisinin yerinde olması gerekenlerden gerçek bir düşünce adamı olmak için bunlara dönüşmemiz, bunlarla düşünmemiz gerektiğini söyledik. Şimdi onlara bir bakalım. Etkinlik nedir? Estetik nedir? Fonksiyonla etkinlik arasında nasıl bir farklılık var onu dikkatinizi çekmek istiyorum. Fonksiyonlar insanların bir şeyden beklentisidir. Etkinlikse o şeyin gerçekten ne işi yaradığıyla ilgilidir. Yani siz bir pense fonksiyonundan sadece o penseyi düşünerek elinizdeki kocaman bir kabloyu kesmesini bekleyebilirsiniz. İşte bu fonksiyon beklentisidir. bekleyebilirsiniz. İşte bu fonksiyon beklentisidir. Oysa ki pensenin etkinliği üzerinde ya da kenarında yazan değerler kapsamında ne kadarlık bir kabloyu kesebilir ya da ne kadar güç ve kuvveti çekebilir kırılmadan onu yazmaktadır. Bizler toplum olarak genellikle herhangi bir penseden ondan çok daha fazlasını bekleriz veya çok daha küçücük bir pense gerekirken onun büyüğüyle konuyu çözebilmeyi düşleriz. Elbette ki belli referans aralıkları gözetilerek pek çok şeyi pek çok manada kullanmak mümkündür. Günü kurtarmak için işe yarayabilir, anı yakalamanıza yardımcı olabilir. Ama konu bir düşünce ise fonksiyondan ötesine ihtiyacımız var. Gerçek etkinliğini bulmak zorundayız. Dolayısıyla oluşturduğumuz düşüncelerin yahut bize söylenmiş olan düşüncenin fonksiyonundan çok etkinliğine odaklanmak zorundayız. Etkinlik için tek bir cümle söylemek gerekse onu şöyle ifade edebiliriz. Bir şey ne için yapılmışsa o işe yarar. Fonksiyonsa bir şey kendisinden ne bekleniyorsa o işe yaramaya çalışır yahut siz onu zorlarsınız manasına geliyor. Şimdi bir de estetik konusuna bakalım sonra hepsini toparlayacağız. Geldik estetik konusuna. Bu konuda elbette nice kitaplar yazılmış, nice uzun değerlendirme ve analizler yapılmıştır. Konu hakkında mimari alanda, sanat dünyasında hatta edebiyatta matematik inanılmaz derecede araştırmalar, çalışmalar var elbette. Ama düşünce teorisinin temel nitelikleri açısından baktığımızda bu perspektifi değerlendirmeye gayret ettiğimizde daha ziyadesiyle estetiği şöyle ifade edebiliriz. Bu temel kavramın ne olduğunu anlamak için. Bir şey yapılırken kendisine atfedilmiş olan bir gaye vardır. Örneğin bir kapı. Bu kapının gayesi oradan geçiş değildir sadece. Bazen o kapıyla binanın haşmetinin altı çizilmek istenebilir. Yahut o binanın daha böyle mazbut, daha kendi iç dünyasında yaşayan insanların gelip geçeceği bir yer gibi düşünülmüş olabilir. Veya sadece gerçekten gel geç manasındadır. Ama nihayetinde o kapının yapılışında bir gaye vardır. Mimari tarafa söylenmiş olan bir söz ya da mimarın seçmiş olduğu bir yöntem demeyelim de bir görüntü beklentisi vardır. İşte orada gaye neyse o şeyin üzerinde kendini gösterebiliyorsa buna estetik denir. Bizler birinci kısımda görünüş bilgisi demiştik. Bizler o görünüşten bir beklentimiz var demiştik. Öğrendiklerimiz var. Ama bir başka hakikatten bahsediyoruz şimdi. Daha ziyadesiyle şunu söylemiş oluyoruz. Gerçek manasıyla bir estetik olgusu aslında onu yapan kişinin kendisine atfettiği gaye ile ilgili. Dolayısıyla bizler düşünce dünyasında asli gayeyi arayan insanlarız. Eğer o gaye onun yapılışıyla birbir ilişkili noktaya getirilmeye çok yaklaşmışsa bu estetiktir. Ve bu estetiklik onun etkinliğiyle birleşmişse bu durumda biz o düşünceyi beğenmeye başlarız. Ama bu beğeni daha önceki salt beğeninin üzerinde bu sefer toplumun ya da içinde bizim niyetimizin olduğu bir gerçeklik olgusu taşımaya başlar. Yani daha üst düzey bir beğenme algısıdır bu. beğenme algısıdır bu. Birinci beğenme ile ikinci beğenme arasındaki en önemli fark, birinci beğenme popülist bir beğenidir. Ani bir söylemin karşısında toplumun evet ya tam da bunu bekliyorduk, işte bunu söylemeliydi demesini oluşturur. Gerçek beğeni ise, gerçek bir estetik duygusuna yaklaşmış ve gerçek bir etkinlik sahibi düşünceylidir. Daha derini ilişkilidir, daha ileriyle ilişkilidir ve popülizmden uzak klasiğin temelini oluşturabilecek niteliktedir. Bu yüzden kimi zaman pek çok düşünür için klasik bir şey söyledi denir. Pek çok düşünür için klasik bir şey söyledi denir. Ancak klasikler gerçeği yakalayabilmek adına işte bu noktada temel nitelikler gütmekte hayatımızda. Şimdi gerçek beğeninin ne olduğunu konuşalım o zaman biraz da. İsterseniz gerçek beğenilmesi gereken şeyi siz oluşturmak istiyor olun. Gerçek beğenilmesi gereken şeyi siz oluşturmak istiyor olun. İsterseniz mevcuttaki bir fikri, düşünceyi veya ürünü siz beğenecek olun. Durum birbirinden çok fark etmiyor ama sonuçta kendimize ait bir şeyleri de değiştirmeye geleceğiz elbet. Ancak gerçek beğeni düşünce teorisinin temellerinden hareket edildiğinde şu manaya gelir. Yapıldığı işe yaradığını gösterebilen gerçek maddi beğeniye en yaklaştığımız an gerçek beğeniye yakalamaya başladığımız andır. Elbette bu anı yakalayabilmek için bir sürece ihtiyacımız var. Olgunlaştırmaya ve dahi olgunlaşmaya. Çünkü ne için yaptığımızı ve yaptığımız şeyin ne işe yarayacağını bilmek önemli ve bunu gösterebilmesi yani toplumda bir karşılığı olması gerekli. Eğer bu karşılıklar yukarıda beyan ettiğimiz etkinlik ve estetik duygularını tam olarak karşılamaya yaklaşabiliyorsa hem toplumda ve başta kendimizde gerçek bir beyni algısını oluşturacaktır. düşünce değil. Onlar anlık heveslerin doyurulması adına. Bizlerse düşünce teorisinde anlık heveslerin değil, süreç boyu devam eden ve nihayetinde düşünce yapısıyla beraber topluma hizmet noktasına gelebilmiş meselelerden bahsediyoruz. Bu durumda gerçek beyninin aksi durumu ne olur? Bir de ona bakmamız lazım. Ona bakarken çünkü bir ayna tutacağız yüzümüze, kendimize bakmayı seçeceğiz. Efendim günün sonunda ve nihayetinde bir şeyi beğenen sizlersiniz bizleriz. Beğendiğimiz şeyi nasıl beğenmediğimizi ve nasıl beğendiğimizi ve nasıl beğenmemiz gerektiğini ifade etmeye çalıştık. Peki estetik ve etkinlik meselesinin önünde var olan fonksiyonlar ve görüntü bilgisiyle karar veriyor oluşumuzun temelinde ne var? Oluşumuzun temelinde ne var? Elbette burada popülist yaklaşımlar, tarih konca aldığımız eğitim, bizlere pompalanmış reklamlar filan derken yine kendimize sıyırmamalıyız aradan. Düşünce teorisine gelişte çok anlattık bunu. Biz bizden sıyrılarak düşünce üretmemiz için önce bizdeki hataların da düzeliyor olması lazım. Ve tarih konca en önemli problemlerden biri çıkacak karşımıza. Beğeniyle beraber hemen aklınıza geleceğinin umduğum kibir kelimesiyle karşılaşacağız. Kibir varsa bir adamda işte bu estetik ve etkinliği gerçek manada görmekten yoksun bir hale düşüyor. açık manada görmekten yoksun bir hale düşüyor. Dolayısıyla her estetikte kendisine ait bir parça, her etkinlikte kendi dünya görüşüne ait bir görüş arıyor. Tam da onun istediği gibi olması gerekiyor. Ki kelime hep öyle bitiyor ya, tam da istediğim gibi olmuş. Yani tam da olması gereken gibi kelimesini kullanmaktan çok tam da istediğim gibi olmuş kelimesini kullanmak işte genel manada söylemek gerekirse istisnalar kaideyi bozmasın kibirli olmak anlamına geliyor. fonksiyonalite ve görüş bilgisi, görüntü bilgisi ile beraber o popülist yaklaşımın bir parçası olmanıza vesile oluyor. Kendiniz de o popülistin yaklaşımı içinde popüler bir kimlik olma arzusunda olabiliyorsunuz hatta. Klasik bir düşünce bağlamını oluşturmak yahut o düşünce bağlamının içerisinde bir parça olmaktan adım adım uzaklaşıyorsunuz böylece. Gerçek olana ulaşabilmek için önce o sahteden sıyrılmak gerekiyor ki fonksiyonlar ve görüntü bilgisi sahtenin daniskası. Arkasında temelinde hem estetik hem de etkinlik aradığımız temel nitelik. Bizler ise o temel niteliklerimizden siyer alarak hem kendi fonksiyonlarımızı ve kendi fonksiyonlarımıza bağlı olarak kendi görüntümüzü ön planda tutmak istiyoruz. Bu ön planda olma duygusuyla beğenilmek kibir anlamına geliyor. anlamına geliyor. Öyleyse bu kibir ne yazık ki insanın düşünce biçimini de çok derinden ve çok etkilediği gibi çok yüzeysel bir hale getiriyor. Düşünce teorisinin bu bölümünün en önemli konusu şu. Sakın bu dersi dinlerken etrafınızdakileri, yöneticileri, şarkıcıları değil, bizzat kendinizi düşünün. Son aldıklarınıza, hayatınızda çok görüntüsüne, fonksiyonuna önem verdiklerinize bir bakın ve şimdi de estetik ve etkinlik duygusuyla bakmaya gayret edin. Bu noktada karşılaşacağınız kendinizde var olabilecek kibirle yüzleşin. Kibirli insanların bu noktada düşünce yapısının olamayacağını baştan söyleyebiliriz. Bu da sadece eksik bulabilme niteliğini oluşturuyor. Aman efendim insan elinden çıkmıştır, insan kelamıdır, bir kitap yazıyor, yazarı kıymetlidir ama eksik olamaz mı diyenlere cevap evet eksik olabilir. Oysa ki bazen eksik estetik yahut fonksiyon yahut her ikisi içinde bizim hayatımız adına bir ihtiyaç tamamlıyor olabilir. Dolayısıyla eksiklikler hep altı çizilmesi gereken değil. Belki onunla beraber var olması gerekenlerdir. Bu noktada insan kendi eksiğini, o tamamlayıcı unsuru görmek adına kibriyle yüzleşme gayretinde olmalı. O kibirden sıyrılmak mı? O apayrı bir mevzu ama kibirli insanların düşünce geliştiremedikleri gibi kendilerini ifade edilmiş olan bir düşünceyi de tam anlamıyla anlayıp kavrayabilmeleri kabul yahut gerçek bir reddiye ile reddedebilmeleri mümkün görünmüyor. Efendim dersin sonunda testimizi tamamlamayı unutmayalım. Ne nedir bölümü biterken yeni projelerle karşınızda olacağız. Önceki bölümün hala devam eden süreçleri var. Yani orada testleri doldurmaya devam edenler var. O yüzden biraz bekliyorum. Ama derslerimize tam kaldığımız yerden ve aynı hararetle devam ediyorum. Bu arada verdiğimiz adeste her cuma günü biraz erkenden gelip gelen dostlarla muhabbet etmekten de gayet zevk alıyorum. Hepinize hayırlı diliyorum. Hepinize ve hepimize kibirden ayıl arınmış gerçek bir etkinlik ve estetik duygusu, hazzı, muhabbetiyle yaşamayı diliyorum. Kalın sağlıcakla."}
Kitapta yazmaz düşünce teorisi derslerimizin
ikincisine uzun bir aradan sonra yeniden başlıyoruz. Bu süreç içerisinde eski videolarımızı dinlemişsinizdir. Ödevlerde yetiştiremeyenler de yetiştirmiştir artık diye düşünüyoruz. Adım adım ilerliyoruz ve bu ilerleyişimizin önemli bir noktasına daha geldik. Düşünürken önemli noktaları görmemizi engelleyen bazı şeyleri ortadan kaldırmamız lazım. Düşünce esasında insan bir şeye odaklanır ve bu odaklandığı şeyde serbest düşüncelerle hareket etmek zorundadır. Hem odaklanma hem de serbestliğe hususunda karşımızdaki en büyük engelse bir başkasının fikri değil, o kişinin kendisidir. Zaman zaman başkalarından duyduğumuz sözler, başkalarının geliştirdiği yenilikler, onların söylemleriyle beraber değişen dünyanın önemli dinamiklerini kavrama çabası, içine neyi koyarsak koyalım. Sonuç itibariyle kişilere odaklanmak bizim için oldukça sıkıntılı bir süreçtir. Burada temel olarak insan düşüncesinin sorusu çok klasik olarak şöyle başlar. Neden o buldu? Neden o buldu sorusu genellikle insanın odaklanmasını ve serbest düşünce fikrinin önünde önemli bir engeldir. Öncelikle bu sorunun üzerinde durmamız lazım. Bu sorunun ne anlama geldiğini kavramamız lazım. Ardından ise doğru soruyu sormayı öğrenmemiz ve hemen sonrasında da doğru bir odaklanma ve serbest fikir için gerekenleri bilmemiz lazım. Hadi başlayalım. serbest fikir için gerekenleri bilmemiz lazım. Hadi başlayalım. Aslında bu dersimizin bir başka konusu ise kıskançlık. Çünkü neden o bulduğu sorusunun temelinde insanın kendi ulaşamadığı noktalara başkaları ulaştığı zaman, kendi hayallerine başkaları ulaştığı zaman duyduğu tuhaf duygudan bahsedeceğiz. Bu duygu insan hayatını paramparça edebilecek seviyelere kadar ulaşabilir. Hakikat bir düşünce adamının önündeki en büyük engeldir. Neden o buldu sorusu ve bir kıskançlık teammülü olarak adlandırılmalıdır. Önce bu sorudaki bütün hücreleri, nedeni, oyu ve bulmayı tek tek birer hücre olarak düşünüp bunların üzerinden bir yürümemiz, bir gitmemiz lazım. Doğru soru sorabilmek için buradaki kelimeleri de belki yerlerini bile değiştiriyor olmak lazım. Neden sorusu oldukça tehlikeli. Zira nedensellik ilkesi genel anlamıyla kişiseldir. Yani kişilerin kendilerine ait özelliklerle bütünleşmiştir. Şöyle düşünebilirsiniz. Hidrojen ve oksijen neden bir araya geldi? Bu neden sorusunu sormanız hem anlamanızı zorlaştıracak hem de suyun tadını kaçırmanıza vesile olacaktır. Ama hakikat şu soru su nasıl oldu olsaydı eğer bu durumda hidrojen ve oksijenin bir araya gelmesinden oldu sorusu cevabı doğacaktı. Bu cevabın arkasından nasıl bir araya geldiler sorusunu sorduğunuzda ise karşınıza çıkacak olan bilimsel cevapların tamamı sizi yeni bir yolculuğa taşıyabilirdi. Nasıl olduğu ya da olması gerektiği genel ve sistemseldir. Dolayısıyla kişisel olan duygudan çıkıp önce sistemsel ve genel olarak görebilmeyi sağlamamız lazım. Düşüncelerimizi odaklanmış ve serbest hale getirebilmek için. Bizi bir yere kanalize etmek isteyenler genellikle önümüze bir kişi koyarlar. Çünkü insanlar kurumlar ve sistemler karşısında geniş düşünmekte zorlanır. Ama kişilerle uğraşınca ise sistemi ve ardında duran gerçekleri kaçırır. Dolayısıyla tatlı bir manipülasyondan bahsediyoruz. Bu soruyu bize sorduranlar neden neden neden diyerek işin aslına ulaştırma hevesiyle olacak nasıl sorusunu sordurmayarak sistemsel düşüncemize engel oluyorlar. Öyleyse birinci adım şu. Bunu sordurmayarak sistemsel düşüncemize engel oluyorlar. Öyleyse birinci adım şu. Neden sorusunu hayatımızdan çıkartarak yerine nasıl kelimesini ekleyeceğiz? Bu kelime hem düşüncemizin önündeki engelleri kaldırdığı gibi bu manada hem de bize geniş bir perspektifte sistemsel tasarımı anlama ve kavrama imkanı verecek. Neden kelimesini nasıl da değiştirdik? Bu değişim bize bu farkındalığı meydana getirdi. Peki ondan sonraki kelimemiz ne? O. O kelimesinin yerine ne koyabiliriz? Gelin bir de ona bakalım. O istiyor, o söylüyor, onlar biliyor. Şeklinde başlayan o yani üçüncü tekil şahıs ya da üçüncü çoğul şahısla kurulan bütün cümleler sonucunda zihnimize uçuşan kelebeliyetlerle hangi diyara çıkacağı belli olmayan fikriyata doğru ileti verir. Fikir yolda eskir, çürür, zaten asli unsurunu kaybetmiştir. Bu yüzden O'nun yerine bu kadar uzak olan bir şeyin yerine bir başka şeyi koymak lazım. Yani bir başkası yakın olmayan anlamındaki O dönüşerek sen'e gitmeli. Sen haline dönüştürülmeli. Sen dediğimizde biraz daha yakındır bu bizim için. Ama bu biraz daha tekniği öğrenmemizi sağlar. Hakikat O'yu sen yaptığımız zaman işin tekniğini öğrenmek daha da kolay olacaktır. Yani önce senleştirmek soruyor. Nasıl sen buldun? Sen bunu nasıl buldun? Şeklinde bir ifademiz olabilir. Şimdi ikinci kelimeyi değiştirince sen kelimesiyle artık bir tekniği öğrenmeye yatkın hale gelebiliriz. Ama sen kelimesinin içinde ben de var. Çünkü soruyu soran benim. Karşımda durduğu için o kişiye sen diyebiliyorum. O zaman sende var olanın en az bir kısmını işe yemeye yarayacak olanları bensi hale getirebilmek için tabiri caizse bendeki bir karşılığını oluşturabilmek için bu sefer seni ben yapmak isteyeceğiz. Tabi bu süreçe şimdi ne yapacağız? Benzer bir teknik uygulamak zorunda kalacağız. benzer bir teknik uygulamak zorunda kalacağız. Dolayısıyla fikri öne süren insanın fikriyatını, düşüncesini gerçek manada kavrayabilmek adına nasıl'a döndüğümüz gibi, o gibi uzaktaki bir şeyi ortadan kaldırıp yakınlaştırabilmek, sen diyebilmek, önce o kişiyi ya da o fikri yakinen tanıma gerekliliği doğuruyor. fikri yakinen tanıma gerekliliği doğuruyor. Yakinen tanıyabilmek odaklanmanın yanı sıra serbest düşüncede önemli bir argüman. Zira serbest hareket edebilmeniz için çevrenizi tanımanız gerekiyor. Bir kitabı okurken içindeki diğer bütün diyaloglarla bir araya getirir şekilde düşünebilmek ve diğer bütün unsurları bir arada tutabilmek bu o kelimesinden kurtulmakla mümkün. Daha işlevsel bir hale gelmemize vesile oluyor yani. Şimdi o kelimesini kaldırdık sen ve hatta bene getirdik. Şimdi gelelim üçüncü kelimemize buldu kelimesi. Şimdi madem ki nasıl ben kelimesine döndük o zaman buldu kelimesinin yerine başka bir şey koymamız lazım ki kendimizi harekete geçirebilelim. Şimdi de üçüncü kelimemize geçiyoruz buldu kelimesinin yerine şimdi ne koyabiliriz ona bakalım. Buldu kelimesinin yerine şimdi madem ki birinci tekil şahısa geldik, bu durumda bulabilirimle değiştirmemiz lazım. Yani ben nasıl bulabilirim? Burada teknik unsurlardan bir sonraki süreç artık varlığın kendisiyle ilgili. Var olan varlık içindir. Varlık oldukça dili geçmiş zaman hep bizi kitleyiverir. Dolayısıyla başkası bunu nasıl yaptı demek yerine ben bunu nasıl yapabilirim, ben bunu nasıl çözebilirim sorusunu kendimize daha rahat sormamız lazım. İnsan hayatındaki düşüncenin en gelişme noktasına ulaşacağımız en önemli tekniklerden bir tanesi soru sormayı iyi bilmekten geçiyor. Soru sorabilmek ise içinde pek çok problemli yapımızı çözmeye yardımcı oluyor. Kıskançlıktan kurtulabilmek için ise insan günün sonunda yeni bir şeye ulaşamaz. En fazla ulaşabileceği şey başkasının yaptığı yanlışlardır. Ama zaman zaman da bunun bize doğru bir şey olduğunu ne yazık ki öğretiverdiler. Başkalarının yaptığı hataları bularak en doğrusuna ulaşmak. Hakikat varlık dedik ya varlık içindir. Sizde var olan yeniliğin bir başka varlığın hatalarını görerek ona ulaşması tam da mümkün görünmüyor. Çünkü kelebekler neden rüzgarda uçamıyor sorusuna karşılık kuşlar meydana gelmemiştir. Her birisinin ayrı özellikleri vardır. Ama hakikatte ikisinin de kanadı olduğunu görüp ikisine de uçuyor zaten diyebilirsiniz. Ne kuşun kelebekle ne de kelebeğin rüzgarla bu noktada bir kavgası yoktur. Yani kelebekler rüzgarlara kuşların uçmasına benimse uçmamama vesile oluyorsun demezler. Her birisi o varlığın içerisindeki gereksinim koşullarını bulmaya gayret ederler. O zaman doğru sorumuzu bulduk. Hem kıskançlıktan kurtulabilmek vesilesiyle hem de önümüze engel olabilecek, bulunamayacak ya da bulunabilecek cevaplarla önümüze yeni setler çekilmesini engellemek niyetiyle. Gelin şimdi bu doğru soru tipine bir bakalım ve o soru tipi bizde ne işe yarayacak onu bir görelim. Doğru sorumuza ulaştık. Neden o buldu sorusundan yola çıktık. Nasıl bulabilirim sorusuna geliverdik. Şimdi bu doğru bir soru tipi. Yola çıktık, nasıl bulabilirim sorusuna geliverdik. Şimdi bu doğru bir soru tipi. Bu saatten sonra neye odaklanmamız gerektiğini iyi biliyoruz. Çünkü etrafımızda var olan kişisel özelliklerden sıyrıldık, sistemsel olarak bakmaya gayret ettik. Bir başka insanın bunları bulurken kullandığı teknikleri öğreniverdik. Yanlışlara takılmadık çünkü o yanlışlar o tekniği doğurdu. Tekniğin içindeki hatalar yeni bir tekniği doğurmaya ise vesile olmayacağı bilinciyle en doğrusuna gitmeye niyet ettik. Odaklanma ve serbestliğe yönündeki ana engellerden biri olan kıskançlığı da bertaraf ediverdik. Hayatımızın her aşamasında bizlere doğru sorup sormadığımızı netleştiren kalıp bu. Eğer bir şeye dönüp neden sorusuyla sorarsanız, her seferinde bir camın arkasına tıkarsınız kendinizi. Ama nasıl sorusunu sorduğunuzda artık elinizde bir ayna vardır ve aynada görünen kendiniz olabilirsiniz. Kendi hatalarınızla uğraşır, kendi tekniğinizi bulurken başka teknik sahiplerinden de rahatça fikir alabilecek hale gelirsiniz. Dünya tarihinde kıskanç olan hiçbir isim başarılı bir düşünce adamı olamadı. Olamayacağı da kesin. İşte bu noktada en önemli argümanlardan birisi yaşam biçimindeki soru tekniğini değiştirmekten geçiyor. Bu tekniği geliştirdiğimizde iki önemli kazanım elde edeceğimizden bahsetmiştim. Biri odaklanma, diğeri ise serbest düşünce. Şimdi gelelim bu iki kavramın nasıl uygulanacağına ve nasıl hayat bulacağına. Şu ana kadar hem odaklanmanın hem de serbest düşüncenin önündeki en büyük engellerden biri olan kıskançlıktan bahsettik. Kıskançlık duygusunun ortadan kaldırılabilmesi için önce gereken doğru tip, soru tipinden bahsettik. Bu soru tipinin insanın düşünce ve hayat biçimini değiştirmesine adına önemli bir adım atmış olduk. Hakikat, odaklanma gözlerde sonuç bulan bir işlev. Odaklanma aslında insanın öncelikle zihnindeki duyulardan başlıyor. Bir şeyi doğru duyabilmekle başlıyor her şey. İletişiminin de ana noktasını aslında bu oluşturuyor. Bizler odaklanma konusunda sıkıntılar yaşadığımızı hep söyleriz ve hep duyarız. Çünkü odaklanmayı gözler, gözlükler, camlar, çerçevelerle ilişkili olduğunu zannederiz. Hakikatse 5 ayrı duyumuzun en azından fiziksel olarak bilinen bu duyularımızın sonucu olan gözü en başa koyunca diğerleri hakkında yapılmış olan ciddi hatalar bizleri odaklanma konusunda gerçekten ne olması gerektiğinden uzaklaştırıveriyor. Bir şeye odaklanabilmek için önce ona dokunduğunuzda ne hissedeceğinizi bilmeniz gerekir. O şeyin kokusunun ne olduğunu düşünmeniz gerekir. Rengi aklınızda canlandırmanız gerekir. Şayet o konuşsaydı, ses verseydi, nasıl bir ses olurdu demelisiniz. Aslında odaklanma, konuyu biraz daha insanileştirmek üzerinedir. Örneğin, domates hakkında bir fikir üretmeye çalışıyorsunuz. Yahut yeni bir yazılım ya da çalıştığınız iş yerinde yeni bir fikir üretme gayreti. Öncelikle onu maddesel boyuta taşıyor olmanız lazım. Şayet bu fikrim bir şeye benzeyecek olsaydı o şey nasıl bir şey olurdu? Kübemi benzerdi, rengini olurdu, kokusu, dokusu nasıl olurdu? Fikrinizi böyle cisimleştirip aklınıza kazıdıktan sonra, bazen bunu yapmak çok daha uzun sürebilir, ama hakikat onun karakteri bürümeden evvel gözlerinizle artık konunun gerekliliğine odaklanmanız çok daha kolay olacaktır. Odaklanma konusu bu noktada çok basittir. Temel mesele hayal dünyanızla alakalı. Bu hayal dünyasının önündeki en büyük engelse bahsettiğimiz üzere kıskançlık. Odak noktası artık karşınızda bir şahsiyete bürünmüş olan bir fikir olduğu için masada karşınızda yanınızda oturan biri haline dönüşür. Size bunu doğru bunu yanlış yaptın demeye başlar. Bu zaman zaman insanın zihninde o kadar kalıcı bir hale gelir ki yazarılmış olmanız ve konuyu tamamen karakterize etmeniz gereklidir. Odaklanmanın yanında serbest fikriyat oldukça önemli demiştik. Serbest fikriyat insan hayatındaki önemli konulardan birisi. Zira ürettiğimiz düşüncenin, ürünün ya da herhangi bir şeyin çok daha farklı bir şekilde olabileceğini düşünmek önce serbestliğe alakalı. Serbestliğe ise bir ok atma olayında yaşananlarla neredeyse birebir aynı denilebilecek seviyede. Yay olabildiğince gergin olmalı okun uzağa gidebilme mesafesine göre. Ama hakikat ellerinize sağlanan bu gerginlik yanında o oku bırakacak olan yayı da rahatlıkla serbestçe bırakabilir durumda olmalısınız. Serbestçe bırakabilmek için önce serbestçe tutabiliyor olmanız lazım. Önce serbestçe tutabiliyor olmanız lazım. Herhangi birisi onu sizin elinizden almaya kalksa gücünüzü ondan alamaz. Ama siz onunla bir şey yapmak istediğinizde rahatça elinizden atabilecek durumda olmalısınız. Buna serbest fikriyat diyoruz. Kişinin kendine özgü mutlak bir özelliği olduğunu keşfiyle beraber gelişen bir durum bu. Kıskançlığın önündeki en büyük engel olan başkasını da ortadan kaldıran bir figür. Kendi iç dünyamızda var olan her birimize ait ayrı bir özelliğin mutlak surette olduğu bilinciyle hareketi gerektiriyor bu serbestliğe. Ben nasıl yapabilirim sorusunun içerisindeki benliğin gerçekten varlığın içindeki gereksinimlerle karşılaştırıldığında daha da netleşeceği bir durum bu. Kendinizi serbest bırakabilmek, odaklanma esasında kullandığınız bütün organlarınızın bu sefer yerlerini değiştirmekte söz konusu. Yani biraz önce karakterize ettiğiniz o şahsiyet var ya bu sefer bu şahıs benim tasarladığım gibi ne bileyim güzel kokan birisi değil de çirkin kokan bir materyali olsa nasıl olurdu diyerek başlamalıyız yolculuğa. Dolayısıyla oluşturduğumuz fikrin yanılsamalarını görebilmek adına serbestliğe oldukça önemli. Serbest düşünebilmek, uçarı kaçarı konuşmak ya da uçsuz bucek bunun antitezinin varlığını daha oluşum esasında kendimizce oluşturma gayretinden yola çıkıyoruz. Yani odaklandığımız şeyin düşmanını da kendimiz oluşturmalıyız. Onu ortadan kaldırabilecek fikir ne olabilir? Onu netliğe kavuşturmak bu serbest düşünceyle mümkün. Her ikisi bir araya geldiğinde ki gelebilmesi için kıskançlığın ortada kalmış olması gerekiyor, artık düşünce dünyamızda daha net ve daha geniş bir perspektifle odaklanmış ve serbest düşüncesi belli olan bir fikriyatın temelleri atılmış oluyor. hayatın temelleri atılmış oluyor. Hakikat o ki, kıskançlık hem odaklanmamıza hem de serbestçe düşünmecemize engel. Bir yandan düşünce dünyamızdaki eksiklikler sebebiyle kısmi körlükler yaşarken, bir yandan da bu kıskançlığın getirdiği kötü haller sebebiyle yarım bir bastonla yol aramaya değer mi? İnsanoğlu düşünce dünyasında ilerlerken her seferinde ahlakı sorguladı ve bu sorgu esasında kıskançlığı her zaman kötü olarak bildi. Hakikat bu noktadaki çözümler sadece bunlarla yeterli değil. Daha fazlasına ihtiyaç var elbette. Ancak bir de bu pencereden kendimize bir kez daha bakmamız gerekliliğini söylemek zorundayız. Düşünce teorisi işte bu manada kendimizi seyretmek, kendimizi fark etmek için bir gereklilik. Öncelikse hatalardan başlıyor. Efendim söz burada bitti. Ödev linkte yer alıyor. Yapmanız gerekiyor ödevinizi. İlerliyoruz ve devam ediyoruz inşallah daha sağlıklı, sıhhatli, daha iyi videolarda, daha iyi içeriklerle, her hafta yeniden sizlerle bu dersleri devam ettirmek niyetiyle. Maillerinizi okuyorum merak etmeyin biraz geriden de geliyor olsam hepsine tek tek bakmaktayım. Haftaya inşallah görüşmek üzere. Bu haftalık bu kadar. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce teorisine giriş geçtik. Düşünce teorisi
kitapta yazmaz derslerine tekrardan hoş geldiniz. Uzun bir ara vermiştik. Bunun için abonelerimizden özür dilemek zorundayım tekrardan. Pek çok sebep var. Biliyorsunuz sağlık şuydu buydu derken inşallah yeniden başlıyoruz. Yüz yüze yapmakta biraz daha fayda var. Yine aralarda söylediğim cümleleri montajla vesaire araya koyacak kardeşlerimiz arkadaşlarımız. Dolayısıyla oradan da takip ediyor olacaksınız. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. İkinci kısma geçmiştik. Düşünce teorisi bölümünün üçüncü dersindeyiz. Ve bu dersimizde düşüncenin en önemli engellerini konuşuyoruz ya. Engel kısımları aşmak için isyandan bahsedeceğiz, isyan etmekten. En başta şunu söylememde fayda var. Bir şeyi kabullenmeyi ilke haline getiren herkes başka bir şey yapmaya zaman bulamaz. İşte bu yüzden isyan etmek bizi isyana götüren pek çok sebep olmasına rağmen ve olabilirliği hayatımız boyunca da olacakken her zaman önümüze kendi kendimize koyduğumuz bir engeldir. Tabi burada soru işareti şu. Abi bu kadar başımıza gelen şeyler sonucunda hiç mi isyan etmeyelim diyeceksiniz elbette. Ama bu dersimizde o isyankar tavrımızın aslında isyanla değil bir başka algılama biçimiyle zihnimizle kalbimizle kuracağımız bir ilişkiyle atlatabilmeyi öğrenmeye çalışacağız. Çünkü isyan her ne kadar isyankarların iddia ettiği gibi bağırmak, harekete geçmek, sokaklara dökülmek veya oturduğunuz yerden klavyenin üzerinde insanları bir sürü şeyler yazmak gibi gelse de aslında zihnin alt tabanında kabullenmeyi değil üstüne basıp geçmeyi istememe halidir. Çünkü bütün isyan eden insanların hayatlarına bir bakarsanız, onların bir şeyi değiştirmek için verdiği çaba ve bu çaba için harcadıkları zamanın aslında oldukça uzun olduğunu ve bu süre boyunca da zihin dünyalarını bir şeye odakladıkları için pek çok şeyi kaçırdıklarını görürüz. Peki bu durumda farklı bir ibare kullandığımız için isyanın kavramsal olarak ne olduğunu ele alalım. İsyan aslında bir şeyin önünde durmaktır. Bir şeyin sizin önünüzde durup sizi engellemesi değildir. Çünkü sizi isyana götüren her ne varsa ne bileyim yeni çıkan bir kanun, yeni çıkan bir mevzuat, okulunuzda yeni getirilmiş bir kural, iş hayatında, spor hayatında her ne mesleği yapıyorsanız önünüzde bir şey çıkar. Ama birileri bunu aslında sizin önünüze çıkarmak için yapmazlar. Siz onun önüne gelip orada durduğunuzda bundan elbette çok mutlu olurlar. Sonuçta bunu yapanlar gerçekten bunun üstesinden gelmek isteyenleri engellemek istiyorlarsa en çok istedikleri şeylerden biri olur. Kurdukları duvarın arkasına geçmeyip orada bekleyip hadi bu duvar yıkılsın diye bağıran insanlardan da tabiri caizse haz duyarlar. Çünkü isyan edenler genellikle isyankar bir düşünce biçimine gittikçe sarılırlar. Sonra yanlarına aynı isyan düşüncesinde diğer insanlar gelir. Kol kola girerler ve bir duvara karşı bağırmaya çarparlar. Evet içinizden kimileri şunu diyebilir. Tarihte kimi isyanlar vardır ki onların karşısında duvarlar, engeller kalmamış, yıkıp parçalayıp geçmişlerdir. Ama temel soru şudur. İyi bir düşünce adamı o duvarı kırmaya mı uğraşır yoksa o duvarı kullanmayı becerebilir mi? Evet tam da bundan bahsetmek istiyoruz. istiyoruz. Önümüzde çekilmiş olan bu setin önünde oturup bağırıp çağırmaktansa bunun üstüne basıp geçmek mümkün mü? Bunun için düşünce teorisinde 3 temel kuraldan bahsedebilirim. Bunlardan bir tanesi adil olmak. Yani şu, karşımıza çıkartılmış olan bu engel her neyse gerçekten olması gereken bir engel miydi? Yoksa gerçekten olması gerekeni engellemek için miydi? Bunu belirledikten sonra ikinci adım şu. Kendi hatalarını gözden geçiren bir adam olmak oldukça önemli. gözden geçiren bir adam olmak oldukça önemli. Çünkü kimi zaman isyan eden insanlar bir müddet sonra kendi hatalarını da ortaya koyarak isyana sebep olan seti kuranın tam da istediği şeyi yapmaya başlarlar. Yani kırıp parçalamaya. Halbuki başka bir şeye zarar vermek bir suçtur ve insanları isyana sevk edenler günün sonunda bu suçun işlenmesini ya da insanları sinip o istenilen şeyi yapabilir hale gelmesini isterler. Dolayısıyla burada üçüncü kural devreye girer. Nedensellikten vazgeçmek. Yani neden bu kuralı koydunuz? Bizi bu isyanı neden sürüklediniz diye bir soruyu sormak çok da doğru bir şey değildir ve zaman kaybıdır. Oysa ki tüm isyancılar en az isyan ettirenler kadar günü geldiğinde kötülüğe bulaşabilirler ki bu da istenen şeydir. O yüzden biz burada bambaşka bir ki bu da istenen şeydir. O yüzden biz burada bambaşka bir açıya götürmeye çalışacağız sizi ve şöyle diyeceğiz. İsyancılardan olmayın, değiştirenlerden olun. Çünkü değiştirenler isyan etmezler ama dikkat kabullenmezler de. Dikkat kabullenmezlerdi. Yani bunu bu seti bu engeli kabul ettikleri için isyandan vazgeçtikleri için sindirilmiş toplumlar haline topluluklaryet ettikleri andan itibaren bu engeli basamak haline getirenlerdir. O zaman sorumuz şu olmalı. Bu engeli nasıl olur da basamak haline getirebilirse belki çok yüksek bir engelse. Bunun için öncelikle yapmamız gereken şey şöyle ifade edilebilir. basamak haline getirebilirse belki çok yüksek bir engelse. Bunun için öncelikle yapmamız gereken şey şöyle ifade edilebilir. Bu engeli neden oraya koyduklarına odaklanmamız lazım. Nasıl koydukları önemli değil dedim ya. Nedensellik önemli değildir ama önemli olan şey şudur. Bu engeli neden oraya koydular? Ama önemli olan şey şudur. Bu engeli neden oraya koydular? Bu nedeni belirlediğimiz andan itibaren yola şöyle devam edeceğiz. Zayıf bir noktamız var ve o zayıf noktamızı hedef alıyorlar. Bu zayıf noktamızı belirledikten sonra yapacağımız iş ise iki kısımdır. Ya bu noktayı güçlendireceğiz ya da bu noktayı önemsiz hale getireceğiz. Şöyle bir örnekle konuyu anlamaya çalışalım. Diyelim ki bir okulda okuyorsunuz, basketbol oynamayı düşünce hayatınızda bir yere koymuşsunuz ve gerçekten iyi bir basketbolcu olmak istiyorsunuz. Ve günlerden bir gün okul müdürünüz ya da öğretmeniniz oynamak istediğiniz basketbol oyunundan ötürü tuttu o spor salonunu kitleyiverdi. Bu kitlediği andan itibaren siz de spor salonunun kapısına gidip bağırmaya başlayabilirsiniz. Dilekçeler yazmaya başlayabilirsiniz ve bunun karşılığında her seferinde sizin önünüzdeki erkin kendinde var olan mevzuat geri ya da başka bir sebeple ortaya koyacağı her türlü done, her türlü argüman sizin o kapıyı açtırmanıza daha da engel olduğu gibi sizi daha da engel olduğu gibi sizi daha da içinden çıkılmaz bir hale gelecektir. O zaman şunu bir düşünelim. Bu müdür veya bu öğretmen ne oldu da bizim basketbol sahasında basket antrenmanı yapmamızı engel oldu? Önce bunun bir nedenini bulalım. Nedenler iki tane olabilir. Birinci neden sen gerçekten iyi bir basketbolcu olamayacaksındır veya çok iyi bir basketbolcu olup da matematik gibi, fen gibi, kimya gibi diğer derslerine önem vermeyeceğine inanmışlardır. Bu nedeni belirledikten sonra şunu görmüş oluruz. Onlar bizim şu zayıf noktamızı görmüşler. Basket oynamamızı engelleyerek bizim diğer derslerdeki başarımızın artacağına inanmışlar. Bunu görmüşler. O zaman bu zayıf noktanın önce güçlendirilmesini ortaya koymamız lazım. Ama bir şey daha söyledik unutmayın. Bu noktanın önce güçlendirilmesini ortaya koymamız lazım. Ama bir şey daha söyledik unutmayın. Bu noktayı önemsiz halede getirmemiz lazım. O da nasıl olacak? Şöyle. Bizler o andan itibaren fizik, kimya, matematik ya da diğer hangi derslerimiz zayıfsa dönüp o derslerde birer ikişer saat daha fazla ders çalışmaya başlar. O çalıştığımız derslerdeki puanlarımızı beşer onar arttırabilirsek ve aynı zamanda çok önemli olarak gördüğümüz antrenman sahamızı önemsiz hale getirip basketbolu tam da okulumuzun karşısındaki boş sahada oynamaya başlarsak pencereden bakan öğretmenler isyan etmeyen ama engelleri bir basamak olarak kullanabilecek bir çocuğu seyredeceklerdir. Ve şöyle göreceklerdir. Çocuğun basketbol sahasını kapattık ama basketbol sahasının olmayışı onu bu düşünceden alıkoymadı. Onun derslerinin kötü olacağını düşündük ama dersleri kötü olmadı. İşte güçlendirmeye başladığımız bu nokta bu sefer karşımızdaki güvenliğin, erkin, müdürün, öğretmenin şu sözü söylemesiyle sonuçlanacaktır. Arkadaşlar mecburuz ya gidip bu çocuğa basket sahasını açacağız ya da bu çocuk karşı tarafa geçip bu basket sahasında oyun oynarken hele ki başarısız olduğunu iddia ettiğimiz noktalarda başarıyı da yakalamışsa bu saatten sonra bu okulda daha fazla basketbol oynayan çocuk gündeme gelecektir. Hayatımızın her aşamasında bizden istenense şudur. Kapının önünde dursun, her teneffüs bağırmaya başlasın, dersleri daha kötü olsun ki bizler öğrencilere şunu söyleyebilirim. Çocuklar gördünüz mü? Hayatını sadece basketbol oynamaya adamış insanlar onların karşısına engelleri aşan düşünce adamları arasındaki temel farklılık da budur. Düşünce adamı sokaklarda değildir. Sokakları ayaklarının altında birer gereklilik olarak kullanabilen insan tipidir. Bir dahaki sefere bir başka şeyi konuşmaya devam edeceğiz. Bizden ayrılmayın. İyi düşünceler."}
Düşünce teorisini derslerinden dördüncüsüne
hoş geldiniz. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Geçtiğimiz hafta sizlerle beraber isyanı incelemiştik. Ve bu isyanın insan hayatının düşünme biçimindeki etkilerinden konuşmuştuk. Şimdi her şeyi üst üste koyarak gidiyorsak madem isyan eden her adam tipi ya da yapının günün sonunda bu manipülatif yapı gereğince geldiği bir yer var. O da yalan. yalan. Yani insanlar sürekli bir şeylere karşı çıktıklarında ve bu karşı çıkış biçimlerini hayatlarının merkezine koyduklarında ve artık vazgeçilmez bir tutku haline dönüştüğünde bir zaman sonra ufak ufak yalan söylemeye başlarlar. Veya isyan etmiyor olsalar bile yalan onların hayatlarında bir yere oturmuş olabilir. Kimi zaman buna beyaz yalanlar, pembe yalanlar, maviler, griler gibi renk isimleri veriyorlar. Ama işin nihayetinde yalan gerçek anlamda bizim hayatımızın kendi yaşam biçimimizi zaten alt üst eden bir şey. Kendi yaşam biçimimizi zaten alt üst eden bir şey. Ama bir düşünce adamı için yalan söylemek nedir? Ve yalan söyleyen bir insanın düşünce yapısı nasıl değişir? Bugünkü dersimizde bunu inceliyor olacağız. Şimdi şöyle ifade etmemde fayda var en başta. Yalan düşüncenin en büyük engellerinden biridir. Zaten düşünce teorisi diyerek geçtiğimiz bu ikinci safhada özellikle düşüncelerimizin önünde engel teşkil eden asli problemlerimizden bahsediyoruz ki bunlardan biri de yalan söylemek. Şimdi insanlar bir şeyleri başarmak adına zaman zaman yalan söyleyebilirler. Ama bu başarmak dediğimiz şey bazen bir şeyi satmak için ya da bir şeyi satın alırken daha ucuza satın alabilmek için, başkalarını kandırıp kendini daha iyi gösterebilmek adına başarı kelimesinin karşılığında konulmuş bir şeyse, eski bir yöntem olarak tarih boyunca uygulanmıştır. Ama bu ziyadesiyle değişmek için gerekli olan koşulları değiştirmek adına gerçekten işe yarıp yaramadığı tartışmalı bir konudur. Çünkü gerçekten düşünen bir adam kendisi düşünerek değiştikçe değiştirendir. Ancak başarıyı merkeze koymuş bir adamın düşüncelerinden çok yalan söyleyerek başkalarını kandırıyor olması eski bir yöntemin hayatın içinde değişmek için karşısındakini değiştirme çabasıdır. Yani örneğin bir şey satıyorsunuz. İyi bir kalem olduğuna dair yalan söylüyorsunuz. Kalemin gerçekten çok da kaliteli olmadığını iyi biliyorsunuz. Ama yalan söyleyerek onu satmanın başarı olduğunu görüyorsunuz. Çünkü karşınızdakinin fikrini değiştirmek istiyorsunuz. Adamı zaten böyle bir kalemi satmaktansa kaliteli bir kalemi satmak için uğraştığından önce daha ucuza mal edebileceği daha kaliteli bir kalemi üretmeye çalışıyor. Bu yüzden değiştikçe değişmiş oluyor. O zaman bu örneklemle yalanın gerçekte ne demek olduğunu iyice anlamamız lazım. Çünkü gerçekten olmayan bir şeyin doğru ve gerçek olduğuna inanmaya yalan söylemek yalan diyoruz. Çünkü yalan söylemek şöyle bir durum var. Bir şeyin yalan olmadığına inanmadıkça gerçek bir yalancı olamıyorsunuz. Burada hep bir paradokstan bahsedilir. Hatırlarsınız iyi yalancı ne demektir diye. Çünkü iyi yalancı dediğiniz şey yalanı ortaya çıkmayan adamdır. Çıkmadıysa ona yalancı denilemez diye bir tabir kullanılır. Ama burada hep atladıkları bir şey var. DTG 1'in 1. bölümlerinde ayrıştırmaları iyi hatırlarsanız şuna dikkat etmemiz gerektiğini fark edeceksiniz. O artık yalan söylediğine inanmadığı için söylediklerini gerçeklik aşamalarıyla ifade etmeye çalışıyor. O zaman soru şu. Beynimizde yalan söylediğimizde neler oluyor ve bu yalanına inanma süreci iyi anlayabilirsek bir düşünce adamı olma yolunda ilerlerken yalan söylemenin bize vereceği zararı daha iyi kavramış olabiliriz. Şimdi bizim beynimizde doğru olarak kodlanmış ve desteklenmiş herhangi bir şeyin nöron yolu vardır. Yani şöyle ifade edelim. Örneğin su. Desteklenmiş herhangi bir şeyin nöron yolu vardır. Yani şöyle ifade edelim. Örneğin su. Su kaç derecede kaynadığını biliyoruz? 100 derecede. Ya da daha duygusal bir şeyden bahsedebiliriz. Aile bireyi olmak, bir aile bütünlüğü yaşamak güzel bir şeydir. Şimdi bu bizim beynimizde doğru olarak kodlanmıştır. Gerek içeriden zaten duygularımız anne sevgisi, baba sevgisi, kardeş sevgisi gelmektedir. Bir de etrafımızdan gelen bilgiler aile birliğinin ne kadar güzel bir şey olduğunu hep bize empoze ederler ya ki bugün günlerde biraz durum değişiyor ama nihayetinde içeriden ve dışarıdan birbiriyle çelişmeyen bilgiler aklımızda, beynimizde doğru bir şekilde kodlanarak bir nöron yolu oluşturuyor. Yani bir akım tablosu. Baştan sona kadar bilgi doğru bir şekilde akıyor. Eğer yalan söylemeye başlarsanız tabi böyle adamlar yalan söyleyemiyorlar çünkü o doğru akımları kullanıyorlar ama eğer yeni bir şey söylemeye kalkarsanız örneğin tekrar aynı yoldan çıkalım dediniz ki aile bireyi olmak berbat bir şeydir. Ne demek ya anne olmak baba olmak çocuk olmak berbat bir şeydir. Ne demek ya? Anne olmak, baba olmak, çocuk olmak berbat bir şeydir. Annenizi unutmanız daha doğrudur. Babanızdan nefret etmeniz harika bir şeydir. Kendi bireysel yolculuğunuzda anne ve baba en büyük engeldir. Şimdi burada karşımıza şöyle bir beyin hareketi çıkıyor. Yeni bir sistem kurmaya kalkıyorsunuz ve bu sistemde eğer gerçek bir destek bulamazsanız içeriden ve dışarıdan. Çünkü bir yol vardı, şimdi başka bir nöron yolunu kullanır ya da bir başka nöron yolu oluşturur. Yalan söylediğimiz her anda yeni bir nöron yolu oluşturmaya beynimiz muhtaçtır. Çünkü beyin kendi organı olarak yalan söylemeyi becerebilecek bir yapısı yoktur. Doğrular vardır ona göre. A noktasından B noktasına iletim gidiyor. Bu sefer birisi geldi kendi içinizden veya A noktasından yola çıkıyorsunuz. Aileyi konuşuyorsunuz ama C noktasına gitmek istiyorsunuz. Ailenin kötü bir şey olduğunu düşünüp bunu insanlara yaymak istiyorsunuz. O zaman yalan söyleyeceksiniz. Bu yalan için yeni bir hat kuruyorsunuz. Peki bu hat ne işe yarıyor biliyor musunuz? nöron yolları ekseriyetiyle gittikçe artmaya başlarsa beyinle amigdala arasındaki denge bozulmaya başlıyor. Bu dengenin bozulması ise şu anlama geliyor. Bir ampule giden hatlardan farklı şekillerde giden hatlar süreç içerisinde arttırılmaya başladığında bir aptallaşma süreci başlıyoruz. Bu aptallaşma süreci yalancı bir adamın günün sonunda karşılaşacağı haldir. Çünkü bu aptallaşmanın ardından dengesiz ve ani kararlar almaya başlamaya mecbur kalırsınız. Birisine yalan söylediniz döndünüz. Bir başkasına yalan söylediniz onunla bunun çelişmemesi gerekiyor. Bununla çelişmemesi gerekiyor derken size bugüne kadar şöyle bir şey söylenmiş olabilir. Sürekli yalan söyleyen insanlar bunu sürekli kontrol ettikleri için çok akıllı adamlar da diyebilirsiniz. Hayır. Bu adamların amigdala ile beynin lopları arasındaki orta lop ve ön lop arasındaki denge bozulduğu için ne yazık ki bütün yalancıların IQ seviyeleri düşüktür. Zaman içerisinde gözlerinde dikkat dağınıklığı başlar. Kulaklarında duydukları şeyleri net olarak duyamamaya ya da duyduklarını ayrıştıramamaya başlarlar. Burunlarında gerçekten reseptör kayıpları ve hislerinde büyük eksilmeler olur. Ekseriyetle çok fazla yalan söyleyen insanların yemeklerden aldıkları lezzetlerin düştüğünü artık bilim adamları da söylemeye başladılar. Peki bu hep böyle mi gidiyor? Hayır. Bazen yalancılara birisi destek veriyor. Evet diyor adam doğru söylüyor. Annenin ve babanın olmadığı bir toplumda ya da anneden babadan biyolojik olayda olsanız da bunun reddedildiği bir toplumda yükselen bireylerle daha iyi bir yapı kurabiliriz. Doğru söylüyor diyerek etraftan bir destek almaya başladığınız zaman bu kez ise insanda hipotalamus güçlenmeye başlıyor. Hipotalamus güçlenmeye başladığı andainden fazla büyüme eğilimi gösterdiği için çocukluğumuza geri dönüyoruz. Yani dışarıdan desteklenerek yalancılığına güçlü bir şekilde devam eden insan tipi alkyol seviyesinden büyük kayıplara uğramakta kalmıyor. Çocukluğuna dönmeye başlayarak daha hırçın, daha ağlak, daha kavgacı, daha tepkisel bir hale dönüşebiliyor. Söylediğiniz en ufak yalan için dahi bu durum değişmiyor. Yani beyninizde ufak bir nöron başlangıcı, ufak bir dönüşüm meydana geliyor. Bu doğrultuda devam eden insanlar içinse tabii ki karşımızda baskıcı ve garip tiplerin oluşması gayet mümkün ki çok yüksek egolu insanların çok yalancı olabileceklerini sakın aklınızdan çıkarmayın. Çünkü yüksek ego gelişmiş bir hipotalamus demektir. Haddinden fazla gelişmiş bir hipotalamus çocuksu hareketlerde gözlemleniyorsa bu adamın iyi bir yalancı olduğu anlamına gelebilir. Yalancı olduğu anlamına gelebilir. Peki ara sıra ya da yanlışlıkla ya da unutarak farkında olmadan ya da zaman zaman korkudan ötürü yalan söyleyebilir mi insan? Evet. Peki bu durumda düşünce adamı bu yalanlarını bu yanlış nöronlarının yollarını ortadan kaldırabilir mi? Evet. Bunun da reçetesi var. Çünkü reçetesi olmayan hiçbir tespit biliyorsunuz işe yaramaz. Yalan söylediğiniz kişiye gidip en başta bunu itiraf etmelisiniz ki beyninizde bir şok olsun. Evet, bir yalan söylemiştim. O gün sana otobüsü kaçırdığım için geç kaldığımı söylemiştim ama aslında otobüsü kaçırmamıştım. O gün başka bir arkadaşımla buluşmaya karar vermiştim demek zorundasınız. Diyelim ki yalan söylediğiniz kişiye artık ulaşacak durumda değilsiniz. Bu durumda bunu bir kağıda yazmalı ve bunu kendinize itiraf etmelisiniz. Diyelim ki toplumlara bu noktada büyük yalanlar söylediniz. Tabi bunu söyledim baya zor bir şey. O toplumun önüne çıkarak doğrusunu çokça anlatmaya başlamalısınız. Çünkü düşünce adamının hayatında yalan zihinsel olarak ve biyolojik olarak çok büyük bir engeldir. Bugün bu engeli nasıl atlatabileceğimizi ve sebeplerimizi konuştuk.ihinsel olarak ve biyolojik olarak çok büyük bir engeldir. Bugün bu engeli nasıl atlatabileceğimizi ve sebeplerimizi konuştuk. Yalan düşünmeyen aptalların en lezzetli yiyeceğidir. Ancak yerler yerler doymak da bilmezler. Günün birinde bir yerde patlayıverirler. Sadece yatsıya kadar mum yanmıyor. Aynı zamanda vücudun fonksiyonları da bozulmaya başlıyor. Geçen derste alakalı olarak testleri sormuşsunuz. Hem o testlerimiz hem de bu derste ilgili olan testlerimiz bu kez farklı bir platform üzerinden size ulaşacağı ve farklı bir biçimde ulaşacağı için onların hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyoruz. Yalansız, dolansız, iyi düşünen adamlar olmak dileriyle. Kalın sağlıcakla."} Düşünce teorisinin 5. dersinden herkese selamlar. Bu hafta önemsememek üzerindeki düşünce ile alakalı konunun üzerinden gidiyor olacağız. Çünkü bir düşünce uğrunda önemli olan bir iş, görev yahut olayı neden önemsemediğimiz oldukça önemli bir konudur. Düşünce adamının yetişme biçiminde yaptığı işe odaklanırken bunu önemli olarak kabul etmesi oldukça nitelikli bir unsur. Zira biz genellikle düşünce insanlarının yetişme süreçlerinde kendilerine verilmiş bir iş ya da kendi düşüncelerini geliştirirken bunları oldukça önemsediklerini görüyoruz. Tarih sahnesi boyunca insanların bu önemseme konusundaki ilgi ve alakaları da zaman zaman pek çok ilim dalında dikkat çekici bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi dolayısıyla önce gençlerimizin de sıkça sorduğu bir soruyu cevaplamış olalım. Bir diğer taraftan konudaki önemsememenin nasıl oluştuğu sürecini anlayarak bunu tersine çevirme gayretini nasıl ortaya koyabiliriz ona bakalım. Önem nedir? Önce buradan başlamakta fayda var. Önem, öne alınması gereken yahut önünüze gelen bir işin yapılması için gereken çabaya denir. Dolayısıyla bazen bir şeyin öne alınması gerektiğini siz belirlersiniz yahut yapılan işlemler boyunca önünüze otomatik olarak bir şey çıkmaktadır. Bu oluşan ya da gerekli olan durum içindeki iş yapılmakla zorunlu olan bir iştir. Dolayısıyla burada bir çaba göstermek gerekiyor ya. İşte bu çabaya önem diyoruz. Önem göstermek ise bundan biraz daha detaylı bir ayrılma sahip. O da şu, eğer bir şeye önem göstermiyorsanız gereken çabanın verilmemesi ya da bu konudaki önemini ne olduğunu bilmesi önemli bir şey. Bilmediği anda mı bunlar oluyor şimdi ona bakalım. Çünkü bir şeyi neden önemsemediğimiz önemli bir kavramdır. Şimdi bir, önümüze çıkan bu konu ya da önümüze çıkması gerektiğini istediğimiz bu konuya önem vermeme sebebimiz önemli olduğunu kabul etme işimizdendir. Çünkü insanoğlunun zihni bir şeyi kabul etmediği anda onu görmemeye ya da onunla çatışmaya başlar. Dolayısıyla birinci maddeden şunu söyleyebiliyoruz. onunla çatışmaya başlar. Dolayısıyla birinci maddeden şunu söyleyebiliyoruz. Bizim bir şeyi önemsememe sebeplerimizin başında bu şeyin önemli olduğunu kabul etmememiz gerekiyor. İki ise gereken çabayı göstermek istemeyişimiz. Bu biraz da tembellikle beraber izah edebileceğimiz bir konudur. Ama bunun içinde bu iki ayrı kavramı ayrı ayrı ele alırsak, bunların sebeplerini anlarsak bir şeyi önemsemenin nasıl olabileceğini daha iyi kavrayabiliriz. İş, sonuç itibariyle bir sonraki işi istesek de istemesek de engellediği gibi düşünce dünyasının daralmasına sebep oluyor. Açı için değil ama darlık ve genişlik için önem vermek klasik önemli bir düşünce algoritması olarak karşımıza çıkar. Şimdi ne dedik? Bir şeyi niye önemsemiyormuşuz? Bir dedik, önemli olduğunu kabul etmiyoruz. Peki, şayet kabul etmiyorsak şunu söylememiz lazımdır. Biz işin adımlarını başından itibaren yazmamışız demektir. Çünkü düşünce adamı herhangi bir konuda düşünce üretecekse üreteceği düşüncenin niyetine giden yolların ana kilometre taşlarını yazmakla mükelleftir. En azından yazmıyorsa bile bunu kafada yere dindirmesi gerekir. Ancak kalemle bunu yapıyor olmanın incelikleri var. Bunu da bir başka dersimizde ayrıca işleyeceğiz. O yüzden kalemden ve kağıttan hayatınız boyunca vazgeçmemenizi tavsiye ederiz. Eğer yazmamışsanız bir yanlış yapmışsınızdır ve yazılmamış her adım yapılamayacak adım olarak kabul edilir. Zihnin kabulü budur. Dolayısıyla hani dedik ya önemli olduğunu kabul etme işimiz söz konusu. Bu yüzden önem vermiyoruz. Önem vermiyoruz. Çünkü yazmıyoruz. Adımları yazmayınca o bir iş maddesi olarak karşımızda durmuyor. Dolayısıyla bunun yazılmamış olmasından çok yazarak devam etmeye önem göstermeliyiz. İkinci mesele ise şu, çaba göstermemek. Bu da önem vermemenin, önemsememenin bir gereği olarak duruyor ya karşımızda. Bunu da şöyle ifade etmemiz lazım. Şimdi bizler bir yerden bir yere taşındığımızı düşünelim. Eşyalarımızı taşıyoruz. Şimdi buradaki taşınma esnasında bir şeyin kırılması ya da bozulması söz konusu olacaktır. Değil mi? Böyle bir şey mümkündür. Ama bunun temelde sebebi nedir? Onun bir şekilde doğru bir şekilde paketlenmemesidir. O paketlenmeyince taşınma esasında bu kırılacağına dair izleri zaten bize vermektedir. Bir yerden bir yere taşınırken herhangi kırılacak bir malzemenin bir paket altına alınması adım olarak yazılmayınca önemini kaybeder ve tembellik edip çaba göstermeyerek bunun gereksinimlerinden vazgeçmişsek taşınırken kırılacak bu vazodan zaten vazgeçtiğimiz anlamını taşır. Ve önemli konu burada şöyle izah etmekte fayda var ki tembeller neyden vazgeçtiklerini bilmedikleri için tembeldirler aslında. Zira tembellik bir şeyi yapmamak değildir sadece. Neyi yapmadığının da farkında olmamaktır. O yüzden tembel bir kişiye bunu neden yapmadın diye sual ettiğinizde size çok klasik olarak aa hiç aklıma gelmemişti şeklinde bir cevap verecektir. Evet böyle bir problemimiz var. Problemimizin de iki tane temel konusu var, sebebi var. Öyle ifade edelim. O zaman bunu nasıl düzelteceğiz? Çünkü bu şeye önem vermeyince günün sonunda kavanozun kırılıp parasının ödenip geri alınmasından daha zor sorunlarla karşılaştığımızda parasını ödediğimizde bile işin içinden çıkamayacağımız durumlarla karşılaşabiliriz. O zaman şuradan başlamakta fayda var. Birinci madde, düşünce adımı her zaman için ve mutlak surette adımları yazmakla mükelleftir. Kâh üreteceği bir ürün de olabilir, yapacağı bir iş de olabilir. Rutin olmayan ve düşünce gerektiren her şey için bu adımları yazmak birinci koşuldur. İkinci koşul ise önüne çıkacak her şeyin önemli ya da önemsiz oluşunun belirlenmesi gerekliliğidir. Yani bir şeyi yapacağım, bu önüme gelecek, bu düşünce sürecince. O önüme gelen şey çok mu önemli, normal bir öneme mi sahip ya da önemsiz mi diye yazmalıyım. Çünkü insanoğlu bu önemlilik ve önemsizlik kavramını yazınca da zihni ona ayrıca bir değer verir. Ya da gerektiği kadar değer verir. Ya da değer vermekten vazgeçebilir. Yazı önemlidir. Bütün bunların karşılığında ne kadar yazarsak yazalım bir diğer taraftan mutlaka yine de farklı bir şeyler karşımıza çıkacaktır. Dolayısıyla bir işin içindeyken bu işi önemli olduğunun farkına varabilmek ve bir işin içinde bir şeyi önemli yapan şeyin ne olduğunu bilmek için de şu iki konuya iyice bir bakmak gerekiyor. Bunlardan bir tanesi şudur. Yani bir şeyi önemli ya da önemsiz kılan şeyler nedir? Dedik ya önemli yazacağız, önemsiz yazacağız. Neye göre? Birincisi şu. Bu şey işe dahil mi değil mi? İki, işin sonucunu etkiliyor mu etkilemiyor mu? Eğer yazdığımız bu adım hem yapacağımız işe, üreteceğimiz düşünceye dahilse hem de sonucu etkiliyorsa bu önemli bir şeydir. Ama bir işe dahil olup işin sonucunu etkilemiyorsa normal öneme sahip olan bir şeydir. Hem işe dahil olmayan hem de işin sonucunu etkilemeyen bir durumla karşı karşıyaysanız o zaman bu süreçle hiçbir alakası yoktur. Zaten önemsememe hakkına sahip olursunuz. Şimdi işin sonunda ise şöyle bir gerçeği hatırlatmakta fayda var. Eğer bunları yapmazsanız nihayetinde başa dönmeye mecbur kalırsınız. Ya da yapmak istediğiniz işi yapamayacak duruma gelirsiniz. Bu alanda vakit kaybetmekten işte bu yüzden korkmayınız. Düşünce insanlarını diğerlerinden ayıran en önemli konulardan biri de budur. Bir şeye önem vermek. Ve o önem verdiğinin göstergesi o şeyin üzerinde kağıt ve kalemle beraber zaman harcamak. Önemlileri ve önemsizleri birbirlerinden ayırt etmek. Sizler hayatınızda özellikle cuma günleri bir sonraki haftayı planlamayı kendinize hedef kabul ederseniz ve bunları yazıya geçirirseniz ve bunları önemli ve önemsiz olarak ayırmayı da öğrenip pratik hayatınıza koyarsanız düşünce hayatında artık bunları otomatikleştirmeye başlayabilirsiniz. Haftayı yeniden görüşmek üzere. Kadın sağlıcakla."} Düşünce Teorisi derslerinden herkese selamlar. Bu hafta 6.sını gerçekleştirdiğimiz dersimizdeyiz. Geçen hafta sizlerle beraber önemsememekten bahsettik ve bu önemsememenin sebeplerini nasıl aşabileceğimizi ifade ettik. Bir düşünce adamı için önemli problemleri ele alıyoruz. önemsememenin sebeplerini nasıl aşabileceğimizi ifade ettik. Bir düşünce adamı için önemli problemleri ele alıyoruz. Bu problemleri bir an önce üzerimizden atmak niyetiyle. Çünkü bu problemler düşünce dünyasındaki insanların ilerlemesinde oldukça etkili problemler olarak karşımıza çıkıyor. Tarih boyunca da bunlardan bir ya da birkaçını üzerinde barındıran, kah bir yönetici olur, kah bir başka isim olur fark etmez, ilerleyemediklerine de şahidiz tarihin gerçekliğiyle. Efendim bu hafta önemli gördüğümüz bir konu ya da düşünce hususunda gitmekten bahsederken hırstan bahsedeceğiz. Çünkü hırs her an bulabileceğiniz düşünceyi iteklemenize sebep olan itici bir güç. Yani tabiri caizse elinizde bir mıknatıs olduğunu düşünün ve bu mıknatısın karşısındaki bütün pozitifleri iten bir pozitif, bütün negatifleri iten bir negatif olduğunu düşünebilirsiniz. Yani bir şey var üzerinizde ve bu önünüzde özellikle düşünce dünyasında hemen önünüze gelip alıp kullanabileceğiniz imkanla mümkünü bir araya getirmeye vesile olabilecek bir durumu ötelemenize sebep olur. Dolayısıyla bu hafta sizlerle beraber hırsı ele alıyoruz. Bu durumda önce bakalım hırs ne demek? Hırs, sonu gelmeyen aşırı istek ve aşırı tutku olarak karşımıza geliyor. Yani bir taraftan istek var, bir taraftan da tutku var. Peki aşırı istek neden olur dersek, Peki aşırı istek neden olur dersek bunun en kaba tabirle söyleyebileceğimiz doyumsuzluk ifadesiyle karşılaşırız. Çünkü insanlar doyumsuz bir hale gelmişlerse sürekli isteyen adam olurlar. Her isteklerini de yerine getirmek için doyacaklarını zannederler ancak hırsın getirdiği etkiyle bir türlü doymak da bilmezler. Tutku ise ziyadesiyle biraz daha derinlerde var olan belki psikiyatrik problemlerin de bir sonucu olarak ifade edebileceğimiz saplantılı olma hali diye ifade edebiliriz. Çünkü hırslı insanların iki temel özellikleri var. Birisi doyumsuzluk, bir diğeri ise saplantılar. Tabi bu saplantılar bazı insanlarda garip takıntılara, garip düşünce biçimlerine de dönüşebilir. Gerçek anlamını ise şöyle ifade etmek ve bu ifadeyle biraz daha zihnimizi toparlamaya ihtiyacımız var. Gerçek anlamını şöyle ifade edelim bu yüzden. Saplantılı doyumsuzlukla harekete geçip doyacağına inanma haline hırs desek herhalde tam da yerine oturtmuş oluruz meseleyi. Kavramsal olarak bakmak lazım bu tanımın ardından. Bizim hayatımızdaki etkileşimi nedir peki bunun daha iyi anlayabilmek için. Şimdi düşüncenin kötülüğe odaklanmadan evvel elde ettiği basamaklar bütününe hırs diyebiliriz. kendisi için iyi olduğunu zannetse bile düşüncelerinin bozuk, saplantılı ve doyumsuz olması sebebiyle bir başka şeye mutlak surete zarar verecektir. Bu zararın karşılığı sadece doğu ya da batı ya da dinler arasında ele alınacak bir problem de değildir. Temel ahlaki bir problemdir ki hırslı olmak dünyanın her yerinde sonuçları kötü olarak ele alınsa da bugünün gençlerine biraz hırslanın şeklinde ifade edilir. Halbuki aradığımız şey tam olarak bir hırs olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü hırslanmakla azim arasındaki farkı anlamadan hırsın iyi bir şey olduğunu zannedebilirsiniz. Ama hırsın gerçekten neden olduğunu anlarsak belki hırsla azim arasındaki farklılıkları değinince daha iyi kafamızda oturacak şeyler vardır. Şimdi bir insan neden hırslanır? Peki bu hale nasıl gelir? O problemi de ele alalım. Birincisi öcalma duygusudur. Yani geçmişinizde yaşamış olduğunuz bir problem o problemi çözebilmenin sonuçları için değil onun karşılığında bir öcalma duygusunu oluşturmuş olabilir. öğretmeniniz ya da bir abiniz ya da yolda yürüyen bir adam size kötü bir şey yapmıştır ve bu sizde öcalma duygusunu oluşturmuştur. Tarih boyunca bu hırsta yaşayabilirsiniz. İkinci ve önemli bir sebebi var. O da şöhret tutkusu. Yani insanların arasında sizin söylemlerinizin değil, bizzat sizin ön planda olma isteğinizle gittikçe gelişen bir şehvet dalgası olarak adlandırmak lazım. Bu dalgalar belli bir frekansa ulaştığında da hırs olarak karşımıza gelir. Üçüncüsü ise bitmeyen bir haz arzosu. Bitmeyen bir haz arzosu. Halbuki bütün hazların bir sonu vardır ve düşünce adamı için haz bitişinin farkında olunan andır. Yemek yemek sadece bir ihtiyaç değil. Bazen bir hazdır da lezzeti eldceğini bilmiyorsanız bir tabak daha, bir tabak daha, bir tabak daha derken mide fesadına varacak olan bir sıkıntıyla karşılaşırsınız. Dolayısıyla düşünce adamı hayatının hazlarının da sınırlarını bilen adamdır. Üstüne çıktığı anda hırs gibi bir bela ile karşılaşacağını fark eden adamdır. Dördüncüsü içe dipte var olan bir korkudur. Bütün hırslı insanların bir dip korkusu vardır ki o da bir an olsun adziyetlerinin ortaya çıkıp saçılmasından duydukları korkudur. Halbuki hepimiz hayatımızda aciz olduğumuz alanlar, beceremediğimiz şeyler vardır ki orada da birilerinin bize gülmesi ya da aşağılaması ya da komiğine giden bir hal olması güleni ilgilendirirken gülülen kişinin buna çok da takılmaması gerekir. Peki bu dört tane sebebi saydık. Peki bu dört tane sebebi saydık. Ölçü alma duygusu, şöhret duygusu, bitmeyen bir haz arzusu ve dip korkusuyla insan hırslanınca ne oluverir? Bunlardan biriyle de olabilir bu, hepsi bir arada da olabilir ki o zaman karşımıza enteresan, bela bir şey çıkar. Şimdi insan önce bir hız duygusuna kapılır hırslandıktan sonra. Beyninde var olan hücreler özellikle akciğerlerinde ve beyninde ganglionlar büyümeye başlar. Bu da daha hızlı yaşama ihtiyacı doğurur. Günüm yetişmiyor. Bir şey daha yapmam lazım. Bunun da zevkini çıkarmam lazım. Çalıştım şimdi eğlenmeye gideyim. Eğlenceden geç döneyim. Az uyuyayım. Sürekli bir hız tutkusu vardır. Ve tam o hız tutkusunun gerçekleştiği anda büyüyen ganglionlar şu sebebi doğurmaya başlar. Ulaşacağınızı hissettiğiniz her anda içine kapanan yeni bir hedef belirleyen adam haline dönüşürsünüz. Yani insanın o doyumsuzluğunun doyacağını hissettiği an kendisinin yeni bir düşman, yeni bir hedef, yeni bir başlangıç gerektirir. Dolayısıyla çevremizde şu tarz insanlar görürsünüz. Her yeni güne yeni bir proje ile başlayanlar. Eğer her yeni günde geleceğin ümidine bağlı bir projeniz var, ayakları yere basıyor ve her projenizle bir şey elde etmek değil, bir şeye hizmet etmekse mesele ne âlâ. Ama her yeni günde söylediği projeyi akşam olduğunda sil bakalım ne acayip bir şeymiş bu diyerek bütün heyecanları bir tarafa atanlarsa ekseriyetle bu hırslı tiplerdir. Ve içlerine kapanarak kendilerine yeni bir hedef aramaya başlarlar. yeni bir hedef aramaya başlarlar. Hırslı insanların bu manardaki en büyük korkusu aslında garip ama hedefe ulaşmaktır. Çünkü hedefe ulaşırlarsa hırs tükenmesi gerekir ama tükenmeyecek bir illet, zehirlenmiş bir vücutla karşı karşıyasınız. Bu durumda karşımıza bir problem daha çıkıyor. Bu durumda karşımıza bir problem daha çıkıyor. Bütün hırsız insanlar hem hırçındırlar hem de anlayışsızdırlar. Hırçınlık sürekli mücadele etme arzusudur. Hadi hadi sen de bir şey söyle bakalım çatışalım anlayacak mısın anlamadın mı? Kavga etmekten zevk alırlar. Şöyle bir kafamızı dinleyelim demekten pek hoşlanmazlar. Fikirlerini destekleyen insanlar kadar fikirlerine karşı gelecek insanları arayıp onlarla mücadeleye girişmeye bayılırlar. Yok yere sorun çıkarırlar. Bir diğer taraftan da anlayışsızdırlar. Yani anlamak istemedikleri için anlayışsızdırlar. Yani anlamak istemedikleri için anlayışsızdırlar. Çünkü hırslı insanların önemli bir kısmının da zeki insanlar olduğunu unutmayın. Hoş zeka hepimiz için ortaktır ama kullanım biçimine göre kas gibi geliştirmeye bağlıdır. Hırslı insanların zekaları kas gibi düşünürseniz daha gelişmiştir. Hırsı insanların zekaları kas gibi düşünürseniz daha gelişmiştir. Yani bunu, bu hırsı bambaşka bir mimaride kullanarak insanı gerçek bir düşünce makinesi haline getirebilmek mümkündür. Makinelaşmak tabi tabiri caizse söylüyoruz. Dolayısıyla burada karşımıza ne çıkıyor? Hem çok hırçın hem anlayışsız. Biz buna düşünce teorisi ve düşünce adamlarının arasında sürekli tırmanış sendromu diyoruz. Yani habire tırmanmak isteyen adam tipi. Peki düşünce adamını hırslı olmaktan alıkoyan ne olabilir? Bizi hırslıdan alıkoyacak hangi ilaca ihtiyacımız var? İki ilaçtan bahsedebiliriz bunun için. Bir, bir şeyin tümünü yapacağınıza asla sadece kendiniz yapacağınıza inanmayın. Çünkü hayatımızda ortaya koyduğumuz bütün projelerimizi tek başımıza gerçekleştiremeyiz. Bu videoyu çekerken bu videoyu çekecek, bu videoyu montajlayacak, bu videoyu aktaracak, bu videoyu paylaşacak insanlara ihtiyacınız var. O bilgiyi bir araya getirdiğinizde daha iyi ifade etmek için bir ekibe ihtiyacınız var. Ve bu iş bittiğinde yapan kişi kesinlikle ben olmayacağım. Hepimiz olacağız. Sizler de dahil. Sizler de dinleyip hayatınıza geçirirseniz bu videonun bir anlamı olacak. Dolayısıyla bir kere kendinizi yapılan işten bir sıyırmanız gerekir. İkincisi her şey olduğunda bunu sizin yaptığınızda sakın kanmayın. Çünkü her şey bir başka şeylerin birleşimiyle hazır olur. Yani basit bir somunla civatayla uğraşırken, bingiliz anahtarını takıp sıkarken onu kendiniz sıktığınıza inanmayın. Çünkü orada bir alet kullanıyorsunuz. Hatta civatayı da kullanıyorsunuz. Hatta civatanın yuvasını, onun içindeki pası biraz paslanmışsa daha fazla yağı kullanıyorsunuz. Daha birçok şeyi saymaya kalkarsanız aslında civatayı sadece siz sıkmış ve işi bitiren adam olmamış oluyorsunuz. Evet, burada genç kardeşlerimizin sorusunu şimdi biraz daha netleştirelim. Hırs ne? Azim ne? Hırs bir başarma arzusudur. Azim ise bir çalışma arzusudur. İşin içinde ben de olayım bir yerinden ben de tutayım demektir. de olayım, bir yerinden ben de tutayım demektir. Başarma arzusu ise iş varken de, biterken de yapan benim demektir. Hırslı adamların hepsi bahane üretir. İş olmadığı anda ekibi tek tek saydırmaya başlayabilir. Azimli insanlarsa hiçbir zaman problemdeki bahaneye odaklanmazlar. Sürekli çözüm ararlar. Çünkü olan olmuştur. Neden? Nasıl? Niye? Belki bunlar sorunu çözmek için aranabilir. Ama hesap sormak için bir işe yaramayacaktır. Hırs her zaman için kendine odaklı bir yaşamı azimse işine odaklı bir gerekliliği doğurur. Peki o zaman. Yanlış öğrendiğimiz hırslı çalışın, hırslanın biraz cümlesi karşısında azmin gerekliliğini ifade ettiysek eğer hırslı insanlar varsa aramızda bu belaya, bu illete düşme ihtimali şu saydıklarımız ortaya çıkıyorsa ben hırstan azme nasıl geçerim sorusunun cevabını şöyle ifade etmekte lazım. 1- Eğer hırstan arınmak ve azimli bir düşünen adam olmak istiyorsanız kendinize başarı şartı koymayın. Kendinize başarı şartı koymayın. Örnek bu video 1 milyon seyredilirse başarılı olacağız diyemeyiz. Biz işimize odaklanmışız. Şartımız düşünen bir gençliğin varlığı için mücadele etmektir. Başarı benimle alakalı bir şey değil. Bu onu dinleyen insanların buna inanıp hayatlarını geçirmesidir. Ben sadece işimi yapmaktan mükellefim. Başarı bana ait değildir. İkincisi asla ve katiyetle düşmanlar ve engeller aramayın. Yani bir şeylerine size düşmanlık yapıp hep engel çıkardıklarını oturup düşünmeye başlarsanız hırs faktörünüz daha da artacaktır. Hakikat şudur. Yardımcı bulun kendinize. Yardım edecek dostlar. Engelleri ve düşmanları sayarak bana neler yaptılar biliyor musun demeyin. Ben şunu yapmaya niyet ettim. Var mısınız demeyi seçin. Hiçbir zaman içinde olmayın. Her zaman dışarıdan bakın. Mesela videoyu çektik. İçindeyim şu anda. Ama dışarıdan bakmalıyım sonra. Söylediklerimizin ne kadar anlaşılabildiğini, ne kadar hayata geçirebilir örneklerle ifade edebildiğimizi bir daha bir daha bakmalıyım. bir örneklerle ifade edebildiğimizi bir daha bir daha bakmalıyım. Gelen tüm yorumları tekrar okuyup daha iyisi ne olabilir diye bütün ekip arkadaşlarım ve siz değerli düşünce teorisi talebeleriyle beraber yeniden ele almalıyım. Çünkü başarmak istediğimiz şey bu derslerin bitmesi değil. Bu derslerden hasıl olacak düşünce insanlarının bu vatana hizmet edebilir olması. Peki bu azim geldi de kalıcı olması nasıl olur diye soracak olursanız eğer kıymetli dostlar kendinize zamana bağlı olmayan meşgaleler edinin. Bu meşguliyetler işinizle alakalı olabilir yahut kendinizle de alakalı olabilir, çevrenizle de alakalı olabilir. Kendinize bir son nokta koymayan, sürekli takip etmek zorunda olduğunuz, çevrenize faydalı olabilecek bir işi kendinize iş edinin. Yani başınıza bir iş açın. Bu durumda hırslı olmaktan sizi engelleyecek çok farklı şeylerle karşılaşıyor olacaksınız. Düşünce teorisi bu yolla bugün hırsı ele aldı. Hırslı insanların başımıza getirebileceği problemler adamın kendisine vereceği zararlardan bahsetti. Düşünen bir adam olabilmek azim gerektirir. Hırs düşünen adamın zehridir. Bu zehir hem düşünmekten eder adamı hem de insanlıktan. İnsan gibi yaşamak, güzel olabilmek için iyi düşünebilmek niyetiyle hırstan arınmayı ortaya koymak lazım. Azimli olmak lazım. Tekrardan görüşmek dileğiyle. Kendinize iyi bakın. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'nin 7. haftasına hoşgeldiniz.
Bu hafta sizlerle beraber öfke konusunu işliyor olacağız. Geçtiğimiz hafta hırsı işlemiştik ya da geçen ders diyelim daha doğru tabirle. Öfke ile hırsın arasında ince bir bağlantı var. O bağlantıyı takip ediyoruz insan hayatı boyunca. Çünkü hayatımızda şu ana kadar geldiğimiz 6 konunun hepsi düşünce dünyamızı ördüğümüz kabuklar, o kabukların altında yaralanmalar ve iç kanamalara sebep olup gerçek düşünce adamı olmaktan alıkoyuyor bizleri. Hırsla elde edilemeyen ne varsa bunlar için başlayan derin bir mücadele vardır. Bu mücadeleye öfke deriz. Bir şeyi hırsla elde etmek isteriz veya elimizde var olan bir şeyi bizden aldıklarında maddi ya da manevi olabilir ya da bir haksıza maruz kalındığında fark etmez bir hırs başlar ama karşıl sonuçlar anlamsız bir çekişmenin ortasında sizi kendinize mahkum eder. Bir mahkumiyet ilkesidir. Bu insanın kendi içinde kalmasına vesile olur ve sürekli bir döngü başlar. O zaman başlayalım şimdi. Önce öfkenin tanımını yapalım. Öfke nefretin görünen halidir. Çünkü öfkelenmeden önce bir şeylere nefret duyarız. İçeride bir şeyleri besleriz. Ve bu beslediğimiz şeyler artık gün gelip ortaya çıkacaktır. Bu ortaya çıkış anı ise öfkedir. Öfke patlaması olarak ifade edilir. Bu durumda bu nefretin ne olduğuna bir bakalım. Çünkü görünen hali nefret dedik ya o zaman bunun içeriğine girelim biraz adım adım. İnsanın beklenmedik olaylar karşısında geliştirdiği tepki birikimine nefret diyoruz. Şimdi burada bir kelime kullandık. Beklenmedik olaylar. Hayatın neredeyse tamamı diyesek herhalde uçuk bir laf olmaz bu. Çünkü hayatı beklentilerle geçen bir insan olduğu için beklenmeyen olaylar aslında hayatımızın daha çok bütünlüğü oluşturuyor. Yolda bir şey almaya giderken trafiğin sıkışması. Çok beklenmedik midir? Bilemem ama genellikle önümüze çıkan engeller silsilesidir. Ve biz onları aklımızda beklenmedik olaylar diye tabir ederiz. Çünkü hayatın bütününü beklenilebilir halde istiyoruz bizler. Önceden versinler bize. Bir gün önceden yarın başımıza ne gelecekse haberimiz olsun istiyoruz. Ama hayatın tadı böyle çıkmıyor. Çünkü hayatın tadı çok da tatlı bir şey değil. Sürekli mücadele gerektiriyorsa eğer yarından haberimizin olması bu tadı kaçıracaktır. O zaman tatsız ve keyifsiz olan bu hayatın gerçek tadını alabilmek için öfkelenmemek gerekiyorsa eğer karşımızda bu beklentilerle oluşturduğumuz, bu beklentilerin meydana getirdiği olayları kendi beklentilerimizle kurgulamamamız lazım. Çünkü en büyük sıkıntılarımızdan bir tanesi bu. Sürekli kurgular yapıyoruz. Beklediklerimizle alakalı. Şu parayı kazanırsam şöyle bir ev yapacağım. Şu kariyeri gerçekleştirirsem neler neler yapacağım diye kurgular hazırlıyoruz. Ve asıl olan bir şeyi kaçırıyoruz. Biz de bize karşı yapılan şeylerin kurgu olduğunu farkında olamayabiliyoruz. Halbuki bu kurgunun ne olduğunu bir anlasak nerede ne zaman bu kurgunun ne olduğunu bir anlasak, nerede ne zaman bu kurgunun içinde olup olmayacağımızı fark edebiliriz. Peki kurgunun ne olduğuna bakalım şimdi. Kurgu birbirleriyle ilişkili ya da ilişkisiz olayların birleşerek bir anlam oluşturmasıdır. Yani birisi sizin hakkınızda bir yalan uydurmuş olabilir. Ve bu sizin içinizde bir nefreti oluşturmuş. Bu nefretle sizi beklenmedik bir olay ya bu. Hiç beklemediğiniz bir adamdan beklemediğiniz bir şey duyuyorsunuz. Ya da kariyer yolculuğunuzu engelleyen bir olay meydana geliyor. Beklenilenin dışında bir bakıyorsunuz ortada bir kurgu var o zaman diyorsunuz ki ben şimdi bu kurguyla ne yapacağım aşağı yukarı yapabileceğiniz iki şey var ama biz gerçekten düşünce adamı olacak her kişi için üçüncü bir yolu tavsiye edeceğiz normal şartlarda gündelik ihtiyaçlarına göre yaşayan her kişi kurgunun hemen içine giriverir. Yani toplumun nereden baksanız %100'e %70'e %75'ini oluşturur bu. Adam niye bana hırsız dedi, kariyerimi niye kesti, acaba bunun arkasında o mu var, bu mu söylemiştir, o mu taşımıştır, o mu fısıldamıştır diye başlarız. Ve gecemizi, gündüzümüzü bu kurgu ile yoğurmaya başlarız. Bu da aslında belki de adamın en mutlu olacak halimizdir. Adamın kurduğu kurgunun içine pat diye düşüvermek. İkinci bir yol daha var. Kurguyu kurgulamak. Bu da güncel ihtiraslarıyla hareket eden insan biçimidir. Madem o bana bunu yaptı o zaman ben de onun hakkında bildiğim şu sözleri, şu ifadeleri şöyle kullanayım. Böyle mi etsem şöyle mi etsem deyip siz bu sefer kurgu yapmaya başlarsınız. Bunun üzerine de bir %20 eklerseniz etti mi size %90. Yani toplumun ikinci kesimi kurguya karşı kurguyla cevap verir. Peki bizim aradığımız ne? Kurgunun üstünde bir kurgusu olan ve bunu yapan adamdır ki onun için yarına ait niyetlere ihtiyacımız vardır. hakkında söyledikleri, önünüze koydukları engeller aşılması mecburi olan değil, artık görülmeyen olanlar haline geliverir. Şimdi bütün bunları bir derlersek, toparlarsak şu, ne vardı en başta? Bütün bu kurgular meydana geldi beklentilerimizden ötürü. Beklendiğimiz hayatı yaşamayınca nefret duyduk, nefret öfke olarak kendini gösterdi. Ve zaman zaman öfke nöbetleri yaşamaya başladınız. Çünkü bu öfke nöbetleri artık kaçınılmaz olacaktır bahsettiğimiz süreçten geliyorsanız. Zaman zaman olmaz aslında öfke nöbetleri çünkü bunlara daha ziyade ise kızgınlık denir. O yüzden öfke nöbeti dediğimiz şey aslında bir kızgınlık nöbetidir. Öfkenin gerçek hali ise gerçek manada büyük bir hastalık, büyük bir sıkıntıdır. Çünkü öfkelenen her birey sürekli aynı şeye odaklanmaktan ötürü yeni olan hiçbir şey göremez. Odaklanmaktan ötürü yeni olan hiçbir şey göremez. Bütün duvarlara o kendisine haksızlık yapan adam ya da adamları, grup ya da grupları anlayışı neyi varsa onu koymuştur. Ve duvarlarda hep bunu seyretmektedir. Bu yüzden o duvarın arkasında ne var göremeyecektir. Yeniyi göremedikçe de bu sefer kendine odaklanmak isteyecektir. Ha böyle duvarımı seyredeceğim, bana yaptıkları kötülüklerimi yapacağım, onları düşünüp hayatımı daha da mı berbat edeceğim der, kendine odaklanmaya başlar. İşte bir başka problem başlar burada. Kendinize odaklandıkça düşünce çeperiniz küçülmeye başlar. Düşünce çeperinin ne olduğunu düşünce diye üçüncü ders sürecimizde anlatıyor olacağız. Ve doğal olarak öfke en büyük problemi zaman israfı olarak karşınıza gelecektir. Peki öfkesiz bir yaşam mümkün mü? Şimdi biraz kurgunun dışında kurgunuz olsun dedik ama bizzat öfkeden kurtulmanın basit bir reçetesini şöyle ifade edebiliriz. Beklentileriniz dolayısıyla beklemediğiniz olaylarla karşılaşıp bir kurgunun ötesine niyet edebilmek için ve öfkelenmemek için karanlık bir yere çekileceksiniz. Şöyle sakin, loş ışık da değil, olabildiğince karanlık bir yere. Ve bu yere geldiğinizde küçük bir oda olabilir burası. O mekanın karanlığın içinde genişlediğini düşünmeye başlayacaksınız. Genişleyen bir karanlığın içinde karanlık olmamak için o genişledikçe niyetinizi seyredeceksiniz. Ve o karanlığın içinde kendinize bir stüdyo kurmuş olacaksınız. Kendi düşünce mantığınızla. O kadar hale gelecek ki sanki karanlık aydınlanacak ve siz o büyük niyetin içindeki vazifede olacaksınız ama siz değil. Hani ümit konferansında anlatmıştık ya fotoğraftaki adam siz olmayacaksınız. Sizden sonrakiler olacak. bedensel, ruhsal ve zihinsel ve nihayetinde düşüncelerinizi altüst edecek olan hastalıktan kurtulmanıza vesile olacaktır diye düşünüyorum. Bir dahaki programda görüşmek üzere. Öfkesiz yaşamanız dileğiyle."}
Düşünce Teorisinin 8. Dersinden Herkese
Selamlar. Bu haftaya kadar 7 tane insani büyük problemlerimizden bahsettik. Bu hafta 8. problemden bahsediyoruz ki, bundan önceki 7 problemden çok daha büyük. Öyle büyük ki o 7 tane problem aslında bunun üzerine inşa olmuyor da bu en görünmeyen tarafı, en zor tarafı. Batı dillerinden ele alırsak, Türkçeleştirmeyle ifadelendirirsek doyumsuzluk adı altında ele alınıyor ama bugün ele alacağımız konuyu tam olarak karşılayan kelime aslında bu değil. O yüzden Arapça bir kelimeye yine başvurmak zorundayız. Hepiniz aşağı yukarı bildiğiniz üzere şehvetle bir bütünleşik kelimeyi ele almak zorundayız. Yani öfkeyle bulanmış olan insan zihninin kısa diriliğe mahkum eden atak yolculuğundan bahsedeceğiz. Büyük bir atak bu. Bu atağın da farkında değiliz. Dolayısıyla bizim için bu atakların sürekli tekrarı doyumsuzluk dediğimiz anlamı taşıyor. Hakikat bu dersimizde ele alacağımız konu tüm kendimizi kötüleştiren, bizi düşünmekten alıkoyan, hayatın içinde olmak istediğimiz alandan bizi uzaklaştıran, her türlü duygunun varlığını hissettirmeyen gizli gerçeğin farkında olmak öyle basit bir şey değil. Önce o yüzden, bu yüzden doyumun ne olduğuna bir bakalım. Doymak nedir? Doyuma ulaşmak nedir derseniz aslında elde ettiğimiz bir şeyin bize kafi geldiğinin farkında olmaya doyumluyoruz. Yemeğe oturdunuz, yemekler geldi, yemeğe başlıyorsunuz ve bir süre sonra diyorsunuz ki doydum. Yani bana kafi geldi artık tamam vücudumun ihtiyacını karşıladım. Ama bugünkü insanlar dikkat ederseniz çok da bunun farkında değiliz. Yani genel itibariyle hadi bir daha hadi bir daha diye yemeye devam ediyoruz. Dolayısıyla sürekli olarak devam eden bu süreçler hele duygular kapsamına geldiğinde doyumsuzluk olarak ele alınmalı. Peki doyumu böyle anlattıysak doyumsuzluk ne ona bir bakalım. Elde edilenin kafi gelmeyeceğine duyulan inanışlı doyumsuzluk. Yani tam tersi değil. Doyumla doyumsuzluk tam anlamıyla birbirinin zıttı değil. O yüzden burada şehvet kelimesini kullanmak zorunda kaldım. Çünkü insanoğlu doymadığını fark etmez diyemeyiz. Bazen olur doyduğunu fark eder ama şunu fark edemez. Elde ettiğimiz o yiyeceğin kafi gelmeyeceğine inanırız. Gittiğimiz bir yerden daha fazla almak isteriz. Daha fazla saklamak isteriz. Daha fazla bir araya getirip biriktirmek isteriz. Aman bir zorluk olur, sıkıntı olur. Sokağa çıkamayız, kar yağar, yağmur yağar ne derseniz deyin. Onun daha fazla olması gerektiğine bir inanışımız vardır. İşte buna tam manasıyla şehvet diyebilmemiz için bir adım daha öteye getirirsek daha net anlaşılacak. Elde edilenin edildiğinin farkında olmama durumunda şehvet denir. Yani size şöyle bir örnekle ifade edelim. Zamanın birinde önde gelen de iş adamlarıyla birinde oturuyorduk. Belli bir yaşa almıştı tabi. Kendisine sordum yani bu iş yerine sonunda işte fabrikalar şunlar bunlar bitti vesaire sonra neyi hedefliyorsunuz? Yahu demişti ben bir tane çiftliğim olsun içinde hayvanlarım olsun torunlarım hafta sonu gelsinler onlarla tepeleşeyim, oynaşayım. Bu benim hayatımın sonu olacak. Bu benim hayatımda elde etmek istediğim son duygu. İyi ama dedim sizin zaten şu anda bir çiftliğiniz var, içinde hayvanlar var, torunlarınız var ve yanlış bilmiyorsam siz bu hafta sonu torunlarınızla beraber bu çiftlikte tam da bu ifade ettiğiniz şeyle karşılaşıyor olacaksınız. Verdiği cevap hakikaten akıllara durgunluk verecek seviyede şuydu. Sahiden dedi yapmışım. Şehvet böyle bir şey. Yapmış olduğunun farkına varamama hali. Yani isterseniz buna koltuk şehveti deyin, isterseniz araba deyin, isterseniz makam, mevki, para, pul, kadın deyin ki genellikle şehveti kadınla adlandırmak bu manada yetersizdir. Çünkü neden kadınla adlandırılır? Ona bir parantez ifade edelim. Bir eşli, tek eşli, evlendiğiniz insanla hayatın devam edemeyeceğine inanmaktan ötürü toplumda da ekseriyetle bu göz önünde bulundurulduğu için ne yazık ki şehvet kavramını hep kadınlarla, kadın erkek ilişkileriyle adlandırırız. Ama şehvet işte böyle bir şey değildir. Belli bir başarı elde edildikten sonra onunla farkında olmadığınız bir haldir. Şimdi bu şehvetle sinir sistemi arasında önemli bir ilişki var. Çok basitçe şöyle anlatayım size. Bizim sinir sistemimiz binlerce parçadan, trilyonlarca parçadan oluşuyor. Yani beynimizden tek bir kablo bu parmağımıza gitmiyor. Trilyon kez bu parçalar arasında boşluklara ileti geliyor, paketleniyor, buraya atılıyor. Bu boşluktan geçti. Burada paket açılıp devam ediyor yolculuğuna ve bu bir şeye dokunduğunuzda en az 1,5 trilyon kez tekrar ediliyor. Şehvetli insan tipinde ise bu paketler bozunuma uğruyor. Yani insan gerçekten dokunduğunu, ne olduğunu, düşündüğünün nasıl bir şey olduğunu göremez hale geliyor. Köşelerin, dikleşmelerin, zirvelerin, alçalmaların ya da hayatında önüne çıkan problemleri bile görmez hale geliyor. Şehvet etrafınızda olanı görememenize, ailenizle gerçek bağlar kuramamanıza, düşünce adamı olarak ele alırsak eğer düşündüğünüz şeyler için attığınız adımlarda başınıza gelen şeyleri size göstermiyor. Çünkü bu bir sinir sistemi problemi. attığınız adımlarda başınıza gelen şeyleri size göstermiyor. Çünkü bu bir sinir sistemi problemi. Ve sinir sistemi üzerindeki etkisi düşüncelerimizde kalıplaşmış bağlar kurmamıza sebep oluyor. Ve nihayetinde her düşüncenin içinde kırılması, çatlatılması gereken yerler geldiğinde aman dokunmayayım demek hasıl oluyor. Peki soru şu. Ben kendi adımıza söylemek gerekirse hepimiz şehvetli olduğumuzu nasıl anlayabiliriz? Burada aklımıza gelen bir örnekle şöyle ifadelendirebilirim. Çocuğunuz varsa eğer onu lunaparka getirdiğinizde enteresan bir diyalog yaşanır. Bir kez dönme dolaba binerim. Başlar çocuk dönmeye. Bir adrenalin tutkusu, bir bağlantı organizasyonu hasıl olur. Başlangıçta var olan o dönme ilkesinin tutundurduğu zevkle bir kez dönüverirsiniz. Sonra inersiniz. Çocuğunuz bir daha ister. Bir daha binersiniz ve siz büyümüş bir adam olarak yeter midem bulandı, başım döndü dersiniz. Ama çocuğunuz her seferinde daha fazla istemeye başlar. Döndükçe daha çok mutlu olacağına inanır. İnsanoğlu ise kendisinin lunapartlardan kurtulduğu andan itibaren şehvet çocuksu bir şeydir. Ben kurtuldum oralardan denmeye başlar. Ama bu sefer zihninin dönme dolaplarında sürekli gezinmek istediği alanların dışına çıkmak istemez ki batı dünyası bugün bunu konfor alanı olarak ilan ediyor. Ama çok da konforlu olduğu söylenemez. Şehvetten tamamen kurtuluştan bahsetmek içinse çok büyük bir formülümüz yok. Çünkü insanın aynaya bakıp bunu anlaması öyle kolay bir iş değil. İşte burada düşünce adamının etrafındaki dostları, arkadaşları ona yön verecek isimlerin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü dışarıdan bir bakan kişi ancak size söyleyebiliyor. Çok yedin, fazla yedin, abarttın, kendini aştın, farkında mısın, ne kadar halden hale geçmektesin diyebilir. O yüzden düşünce adamının hayatındaki en önemli konulardan biridir. Aklı selim olmakla beraber kalbi selim dostların ve kalbi selim insanların önderliği ve öncülüğünde farkında olabileceğiniz anlamı size söylemeleri gerekir. Elbette bu söylenceler öyle bir dakikada çözümlenecek bir iş değildir. 8 haftayı tamamlamış olduk bu 8 haftada. 8. haftada en önemli alanı kısaca ele aldıktan sonra artık yavaş yavaş düşünce teorisinin düşünce katmanlarını atmaya başlayacağız. Bu 8 problemin üzerine çözümleri beyan etmeye çalıştık. Şimdi düşüncede kullanılacak adımları geçmeden önceki kavramsal temelleri atıyor olacağız ki bunlar da aşağı yukarı 10 hafta civarında, 10-12 hafta civarında devam edecek. Ondan sonra son bölüm gelecek Allah nasip ederse. Orada da gerçekten düşünen adamlarla beraber gerçek pratik düşüncelere geçiyor olacağız. Bütün bu problemlerden bir an önce kurtulmak ama her hastalandığımızda yeniden kurtulabileceğimiz kabiliyetlere kavuşabilmek niyetiyle diyelim. Haftaya inşallah görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."} Düşünce Teorisi 9. Dersimize Hoşgeldiniz. Geçtiğimiz haftalarda 8 hafta boyunca insanın kendi düşüncelerini nasıl yıprattığını, kendisiyle alakalı yeni bir düşünce ya da yapacağı işlerle ilgili düşünür olma yolunda en büyük engel olan kendisini nasıl aşacağına odaklanmıştık. Bu haftadan itibaren düşünce teorisinde etrafımızda olan ilişkilerden bahsedeceğiz. Çünkü bir düşünürün düşünce üretirken kendisiyle çevresi arasındaki ilişkilerde isimlendirmeleri var. Bunlar genel olarak hayatımızda kavramlar olarak yer buluyor. Ama bu kavramlar insanoğlunun varlığı, süreci, bu süreçlerle olan ilişkisine dayanıyor. Bu süreçlerle olan ilişkisine dayanıyor. Dolayısıyla insanoğlu şimdi önümüze gelecek olan parça parça gelecek olan hafta hafta gelecek olan her bir madde aslında düşünce dünyamızdaki ilişkileri yeniden kurgulamak üzerindedir. Çünkü bizler iyi bir düşünür olabilmek için bu ilişkileri bir düşünür gibi anlamlandırmazsak tüm düşüncelerimiz karışır ya da karmaşaya sebep olur. Karışıklığı ortadan kaldırabilmek için kendinizi bir yol üzerinde düşünürseniz eğer bir şehir gibi düşünün zihninizi hareket halindeyken trafik lambalarına ihtiyacınız var. Levhalara ihtiyacınız var ve bu levhaların her birinin bir anlamı var. Bu anlam adamına göre değişmiyor. Adamına göre değişirse u dönülmez yerden ben dönerim buradan diyen bir adamcağıza trafiğin keşmekeşe dönmesi hatta kazalara sebep olabiliyor. Elbette düşünce dünyamızda her insanla aynı şeyi düşünecek değiliz. Ama temel kavramlar var ki insanın dış dünyayla olan ilişkisinde çok kritiktir. Bu kritiklerin her birisini doğru bir yere koymamız lazım. Evet, siz kendi düşünce dünyanızda bir şehir olarak kurgularsanız her şehrin kendine ait ufak tefek trafik kanunlarına değişmeler oluyor. Mesela bazı şehirlerde sağ şeritteyseniz sağa dönmeye izin veriliyor. Ama İstanbul gibi metropollerde böyle izin verilmiyor. Böyle küçük değişimler olabilir. Ama genel hatları çok net bir şekilde ortaya koymamız lazım. O zaman şunu söyleyebiliriz. Var olma nedenimizle başlayacağız bugün sizlerle. Hayat nedir ve ne değildir? Ona biraz odaklanacağız çünkü var olma nedenini tanımlayamayan bir insan nedensellik ilkesini de kavrayamaz. Peki nedensellik nedir? Ve ne işe yarar düşünce dünyamızda buna bir bakalım. Ve ne işe yarar düşünce dünyamızda buna bir bakalım. Şimdi herhangi bir şeyin neden olduğunu, neden olmadığını, hangi nedenle olması gerektiğini ya da olmaması gerektiğini belirleyen koşulların bütününe nedensellik diyoruz. Bizler bir şeyi düşünürken mesela herhangi bir ağaçtan bir ürün yapacaksınız. Düşünmeye başlıyorsunuz. Düşündüklerinizle yaptıklarınız arasında ciddi farklar oluşabiliyor veya beceriksizliğinizle de ilişkili bir şey olabilir ama düşünce dünyasında bakıyorsunuz diyorsunuz ki ya bu neden böyle oldu? Neden olmadı? Ya da hangi nedenle bunu yapmak zorundayım? Bu ağaçtan ben bir kalem yapacağım. Hangi nedenle? Bütün bunlar zihnimizde nedensellik ilkesiyle çalışıyor. Zihnimiz her zaman bir şeyi neden yaptığımızı biz farkında olmasak da hücrelerimize ve sinir sistemimize soruyor. Neden yürüyoruz? Neden yemek yiyoruz? Neden konuşuyoruz? Neden yürüyoruz? Neden yemek yiyoruz? Neden konuşuyoruz? Neden böyle söylüyoruz? Gibi soruları sorup aldığı veya alamadığı cevaplara göre hayatına devam ediyor. İşte tam da bu kelimeden bahsediyoruz. Hayat. Hayatın nedenselliğin anlam bulduğu yer olarak adlandırmakta fayda var. O zaman bizler bugün hayatı tanımlamakla yolculuğumuza devam ediyor olacağız. Hayatı tanımlayamazsanız nedenselliği yakalayamazsınız. O zaman hayatı nasıl tanımlayabiliriz? Çünkü çok klasik bir sözlük tabiriyle hayat yaşam sürmek, var olmak, nefes vermek gibi anlamlarda kullanılabilir. Ama bizim nasıl ifade ettiğimiz ve bunu hayatımızın yani yaşamımızın içine nasıl koyduğumuz çok önemli bir şey. İşte bu yüzden bugün sadece hayatın ne olduğunu düşünerek tanımlamaya çalışacağız. Yapacağımız her bir tanımı ne kadar derinleştirebilirsek zihnimizdeki bir olayın nedensellikle olan ilişkilerinde artık otomatik bir zihin çalışma yöntemine doğru geçeceğiz ve kolaylıkla cevaplar üretebileceğiz. Ürettiğimiz cevaplar da bir sonraki adıma geçişimize yardımcı olacak. Peki o zaman şöyle bakalım. Bizler önce şunu sormamız lazım. Hayatı tanımlayabilmek için. Her birimizin hayat tanımı farklı olabilir. Tanım derken tam bir sözlük karşılığından bahsetmediğimizi söyledim çünkü. Benim için hayat ne demek diyorsak eğer iki şeye bakmamız lazım. Bir, ben başka birisi için, başkaları için ne ifade ediyorum? Çünkü hayatta olmak demek bir varlık demek, bir varım ben. Bedenimle, zihnimle, ruhumla, her şeyimle bir varlığım. Bu varlığın önce başkaları için ne ifade ettiğine bakmamız lazım. Bir başkası için ben neyim? Bir baba mıyım? Bir öğretici miyim? Öğrenen miyim? Neyim? Bir başkası için etrafımdaki insanlar benim varlığımla ilgili ne düşünüyorlardı diye insanın biraz zihinsel süreç geçirmesi lazım. Mesela bir başkası için ne ifade ediyorsun dediğinizde, evet bizim etrafımızda var olan ne diyelim, mahir bir esnaftır. Sözüne güvenilir bir adamdır dediler. Böyle denildi. Senin hayattaki varlıkla ilişkin örneğin dürüstlük üzerine kaim oldu. Böyle anlaşıldı. Ya bu adam malını mülkünü düzgün satar, düzgün yönetir, düzgün adamdır. Onun bizim için hayattaki karşılığı düzgün adamdır diyebilirler. İkinci mesele şudur. Kendi adına neden varsın? Tamam başkaları sizi düşündü. Bu adam bizim hayatımızdaki organik olarak varlığının temel sebepleri bunlar dedi. Ama ikinci mesele şu. Kendi adınıza neden var olduğunuzu düşünmelisiniz. Ben neden varım? Bunu sadece inanç manasıyla bakmayın. Aynı zamanda dünyada yaptığınız iş, meslek, görev, lokasyon neyse o varlığını sürekli motive eden şey aynıysa birbiriyle paralellik arz edecektir. Ama bunların arasında uçurum, tezat ya da çekişmenin olmayacağı bir durumu arz etmeye gayret ediyoruz. Çünkü bir insan herkes ona dürüst derken şöyle bir hissiyatın içinde olabilir. Hep ben mi dürüst olmak zorundayım? Hep ben mi yalan söylemek zorundayım? Her bir dürüstlüğüm, her yaptığım doğru bir adım karşısında halbuki zarar çekiyorum. Ben dürüst adam formatını, o dürüst adam kıyafetini giyenlerden olmak istemiyorum diyebilir. Bu durumda insanın kendi içindekiyle dışarıdan görünen arasında bir uçurum, bir tezat ve bir çekişme hasıl olur. İşte bunların her birisi insan zihninde karmaşanın başladığı yerdir. Dışarıdan size atfedilmiş olan hayatta olma sebebinizle kendi içinizde belirlediğiniz hayatta olma sebebiniz arasında uçurum varsa birbirinden çok ayrılarsa onların zannettiği kadar dürüst bir adam değilseniz hayatınızda kendinize hayat anlamında yalan söylemeye başlarsınız. Söylediğiniz her yalansa önünüze çıkacak olan doğru güzellikleri görmenizi engelleyen bir zihinsel örtüye dönüşür. Yani tam da bir şeyi bulacakken, aa tam da gözümün ucundaymış, göremedim ki diyenlerden olursunuz. Diyelim ki bir tezat olsun. Herkes sizi çok düzgün ve dürüst bir adam bilirken siz ise aslında akşamları dükkanı kapattıktan sonra arka tarafta herkesi kandıran ilginç bir yöntem bulmuş. Ve insanlara aslında kötülüklerine vesile olacak, kötü bir beslenme biçimine vesile olacak bir ürün geliştirmişsinizdir de insanlar bundan habersizdir. Bir tezat vardır. İyi bir kötüsünüzdür. Dışarıdan dürüst görünen, içinde başka olan. İşte bu tezatlık her yeni günde sizi artık bir süre sonra strese sokmaya başlayacaktır. Ve bu stres zihinsel çakışmalara vesile olup düşüncelerinizde doğru hareket edebilme, sürekli hareket edebilmenize engel olur. Hızınızı gittikçe düşürmeye başlarsınız. Çünkü bir sonraki adım ve bir sonraki adımda ne yapacağınızı bilemezsiniz. Nerede yakalanacağım korkusuna kapılabilirsiniz. Bir diğeri ise çekişme olmamalı. Korkusuna kapılabilirsiniz. Bir diğeri ise çekişme olmamalı. Çünkü bu çekişmelerin her birisi insan zihninden başlayarak duyu kayıplarına da vesile olmaktadır. Peki bu durumdan çıkabilmek için yani dışarıdan görülen benim adıma hayatta olma sebebim ne? Benim kendi içinde oluşturduğum hayatta olma sebebinin bir araya gelmesini nasıl sağlayabiliriz? Bunu şöyle ifade etmek lazım. İnsanın hayat boyunca kendi içinde var olan değerleriyle daha üst bir misyona geçme çabası. Yani insanlar sizi sadece dürüstlüğünüzle hayatta bir karşılık verdiyse bunun bir üstünü misyon olarak kendinize atfetmeniz gerekir. Dürüstlüğü yayanlardan olmayı istiyorum derseniz zihninizde yeni bir pencerenin açıldığını da göreceksiniz elbette. Zira insan zihni hiç de durağan değildir. Ciddi bir akıcılığa sahiptir. İnsan hayattaki varlık sebebini dışarıdan görünen ve içeriden hissedilenle paralel hale getirip üzerine bir misyon daha ekleyerek yoluna devam ettiğinde bu akışkanlığı yakalamaya başlar. Ve akışkanlık hayatın anlamıyla beraber hız kazanır. Yani debisi artar. Düşüncelerinizin çok hızlı bir şekilde üretilmeye başladığını görürsünüz. Bir üst hayat fikrini eklemekten asla vazgeçmeyin. Unutmayın hayat akıyor. Sizse durmaya çalışanlardan olmayın sakın."}
Kitapta yazmaz düşünce teorisi 10. dersten
herkese selamlar. Düşünen adamın çevresiyle olan ilişkisini ele almaya devam ediyoruz. Ve bu ilişkinin düşüncelerimize katkıları, zaaflarımızı arttırıyor mu arttırmıyor mu ne tarz problemler meydana geliyor buna odaklanmaya devam ediyoruz ve her bir adım bu düşünce dünyasında bizleri bir adım daha ileriye taşıdığına inanıyoruz. Geçen dersimizden hatırlayacaksınız nedensellik ilkesi çevresinde hayatımızı inceledik ve bu hayatın nedenlerine odaklandık. Bu dersimizde ise sonluluk kavramını ele alacağız. Çünkü yaşantısında sonu yok sayarcasında yaşayan herkes sonluluk ilkesini kaçırıyor. Sonluluğun ilkeleri var ve insanoğlu bu dünya hayatında yaşarken sanki iş hayatını bitmezcesine, ev hayatını bitmezcesine, bir şeyi kurgularken o da kaybolmazcasına, hep var olacakmışçasına yaklaşır. Bu gayet tabi bir durum ama bu tabi olan durumun hayatımızda olumsuz bir etkisi var ki o da düşüncelerimize yansıyor. Bunu iyi anlayabilmek için şuradan başlayabiliriz. Aslında hiçbir şeyin kaybolmayıp sürekli dönüştüğü bu aslında bir nevi bir fizik yasası. Sürekli her şey birbirine dönüşerek varlık kendisini teyakkuz halinde bize hizmet eder halde yaşantısına devam ediyor. Ama şunu da unutmamak gerekiyor. Bu bizim düşüncelerimize yanlış bir kavrama dönüşüyor. Her şey bir şeye dönüşüyorsa bir sonsuzluk var. Zincirler hiç bitmeden devam ediyor gibi gelmeye başlıyor bize. Hani oyun parkına giden çocuğun jeton attığında oyun bahçesinde dönmeye başladığında sanki o hiç bitmeyecekmiş gibi davranması. Ama bittiğinde hadi gidiyoruz denildiğinde de bir anda cıyaklaması, kızması, sinirlenmesi. Hakikat aslında anlamamız gereken yer tam da şurası. Dönüşümün başladığı an dönüşen şeyin aslında sonu gelmiştir. Yani burada bir kap suyumuz var ve bunu ısıtmaya başlıyoruz. Ve bir dönüşüm başlıyor. Hal dönüşümü diyebiliriz ya buna. Su yavaş yavaş buharlaşıyor, odaya karışıyor. Evet suyun kendisi kaybolmadı. Ama dönüşüm oldu ve bu dönüşüm olduğu anda artık o kaba koyduğumuz suyu göremeyeceğiz. Artık o kapta su yok. Kaptaki suyun sonu geldi. Yani bir zamanda, bir mekanda bir şey, bir başka şey dönüşürken o mekan ve zamanda var olacak şeyin varlığından artık bahsedemiyoruz. O zaman dönüşüm dediğimiz an sonunda başladığı an olarak kafamıza, zihnimize koymak zorundayız. Dolayısıyla insanların bir şeyin sonunu bir türlü akıllarına getiremiyor olmaları da tam da bu sebeple oluyor. Çünkü hep su zaten var, buharlaştı. Birazdan yukarıda tavanda soğuk bir zeminle karşılaşır, şıp ediverir, geri döner. Hep dönüşür zihniyeti okul hayatımızda, güncel hayatımızda sürekli bizim zihnimizin bir yerlerinde alışkanlık haline gelmesine sebep oluyor. Bu durumda sonluluk ilkesinde anlayamaz hale geliyoruz veya unutuyoruz diyelim. Ama hakikat sonluluk ilkesini anlamak zorundayız ki düşüncelerimizi de uygulamaya hazır tutabilmeli ve bu duruma da alışabilmeliyiz. Önce şuradan başlamakta fayda var. Sonluluk zihnimizde nasıl çalışıyor? Bir şeyin sonlu olması zihnimizde nasıl bir ifadeyle karşılaşmakta ona bakalım. Çünkü bunu anlayabilmek önemli bunu anlayabilmek için de sonsuzluk kavramına bir gidelim. Sonsuzluk zihnimiz için ne anlama geliyor bir ona bakalım. Zihin belli ama tamamından faydalanamadığımız bir alan kendisine gelmiş olan o mevcudi olan bilgiyi sürekli kullanabilir bir kas gibi düşünebilirsiniz geliştirdikçe ardı ardına gittikçe derinler diye tabir ettikleri ama öyle değil ama hadi bizde öyle ifade edelim arkasına doğru yürüyüşe devam ettikçe bilgiyi daha rahat kullanabiliyoruz. Zihin aslında her şeyin bir sonu olduğu koduyla yapılmış. Çünkü her dönüşümün bir son olduğunu bilen bir vücudumuz var bizim. Yemeği yiyoruz. Önce ağzımızda var. Sonra ağzımızda bitiyor. Murtlağımızdan aşağıya gidiyor, midemize geliyor. Midemizde işlemden geçiyor, dönüşüyor, midemizde bitiyor. Yani vücut sürekli her şeyin bir başka yere giderken bir yerdeki vazifesinin bittiğinden haberdar olduğu gibi zihnimizde de aslında her şeyin bitebilirliği kayıtlı bir form yani moleküler biyolojinin ele almış olduğu her bir davranış biçimi aslında bu prensipler çerçevesinde çalışırken aksi bir düşünceyi öğretme çabası ciddi anlamda probleme sebep oluyor. Zihindeki sonsuzluğun ne anlama geldiğini şöyle ifade edebilirim. Sonsuzluk düşüncesi kayıp alan sendromunu başlatıyor. Evet bu bir sendrom. Çünkü insan bir şeyin dönüşürken sonunun geldiğini anlamaz. Hep sonsuzluk içinde yaşadığı hissiyatını güçlendirirse zihin diyor ki burada kayıp alanlar var. Çünkü benim midem boşalmış olmalıydı. Karaciğerim gereken vazifesini yaptı, vazifesinin sonu geldi diyorsa aynı şey zihnimiz için geçerli. Düşündüğümüz her şeyin bir sonu var diye bakıyor. Bu olmadığı andan itibaren ise kayıp sendromu başlıyor ki bunu aslında biraz önce vermiş olduğum örnekte ifadelendirebilsem eğer çocuklarda var. Yani çocukların önüne bir oyuncak geldiğinde onunla oynamaya başladıklarında sanki saatlerce belki gün boyunca hatta hiç uyumadan onunla oynamak isterler. Onu elinden aldığınızda kaybettim derler kızmaya başlarlar. Aslında buna teknik olarak kayıp sendromu diyoruz. Bir süre sonra çocuk kendisine o verilene kadar ya da onun muadili verilene kadar istemediği bir şeyi yapmak arzusunda olmuyor. Bu yüzden öfkeleniyor, nefret duyuyor, sinirlenmeye başlıyor. Ve bu kendi iç dünyasında bir çatışmaya gidiyor. Yani oyuncağı çocuğa verirken bu oyunla ne kadar oynaması gerektiği söylenmeyince bu işin uykuyla, dinlenmeyle, bir başka yere gidilecek olmanın gerekliliğiyle ifadelendirilip altı çizilmeyince kaybettim oyuncağımı elimden aldılar deyiveriyor. Aslında bu olgunlaştıkça değişmiyor cümleler söylemler değişiyor olsa da. Bir oyun hayatının içinde olup onun her birisinin bir sonu olduğunu bilmeden yaşayanlar da işte bu manasıyla kaybettikleri sonluluk ilkesiyle ne yazık ki sonsuz olmayan bir yapının içerisinde kendilerini daim zannediyorlar ve günün sonu geldiğinde kayıp sendromu başlıyor. Hayatı kaybettim, hayatı kaçırdım, zamanı bir türlü tutamadım, kendimi başaramadım şeklinde buluyoruz kendimizi. Ve bu bir düşünce adamı için oldukça tehlikeli. Çünkü bu süreç insanı sendrom yapısındaki bir kayıp düşüncesiyle beraber bundan sonrakileri de kazanamayacağım. Çünkü bundan öncekileri kaybettim şeklinde kodlanıveriyor. Peki, gelelim sonluluk ilkesinin sonluluk ilkelerinin neler olduğuna. Çünkü bu ilkeleri bildikten sonra bu ilkelerle nasıl düşüneceğiz ona bakacağız. Sonluluğun aslında 3 tane ilkesi var. Bunlardan birincisi her başlangıç bir sonun gereğidir. Madem ki başlamıştır suyu ısıtmaya başladık o zaman biliyoruz ki bu su buharlaşacak. Sonu gelecek. Neyin? Bardaktaki suyun sonu gelecek. Artık onu göremeyeceğiz. İkinci ilke ise şu. Her süreç dönüşüm anında son bulur. Yani su buharlaşmaya başlar. Azalır, azalır, azalır, azalır. Bardakta 1 mm kalınlığında su tabakası kalsa bile hala son gelmemiştir. Bardağın içindeki bütün su buharlaştığında artık son deriz. O zaman sonluluğa gidiş bir dönüşüm sürecidir. Yavaş yavaş gerçekleşir. Elbette ki bu zaman dilimi her şey, her zemin, her düşünce, her metaller için farklı olacaktır. Ve hatta neyle ısıttığınıza bile bağlıdır bu. Hepsi birbirinden farklı. Üçüncü ilkemiz ise şu. Her başlangıç ve son birbirine benzeştiği anda dönüşüm başlıyor. Ne demek o? Suyu başlangıçta koydum. Sonu neyle olacak bunun? Ateşle, ısınmayla olacak. Buharlaşma öyle gerçekleşecek. Bu ikisi beraber bir araya geldiği andan itibaren başlayacak olan şey benzeşim. Yani birbirine yaklaşma. Birbirleriyle özdeşleşme. Ki bunu yapmasanız bile, yere su bile dökseniz, ertesi gün geldiğinizde o suyun oradan buharlaştığını görüyorsunuz. Suyun buharlaşmasını nasıl engelleyebilirsiniz? Onu ya ısınma ortamından tamamen uzaklaştıracaksınız, yahut onun buharlaşmasını engelleyecek bir kapakla kapatacaksınız. Yani birbirleriyle benzeşmesine, özdeşleşmesine engel olacaksınız. Ama bu engel hayatımız boyunca pek çok alanda mümkün değil. Şimdi geldik şuraya. Peki bu üç ülkeyi saydık. O zaman bu üç ilkeyi kendi düşünce hayatımızda nasıl konumlandıracağız ki düşüncelerimiz bu sonluluk ilkesiyle daha verimli olabilsin. Eğer yeni bir şey yapıyorsanız eski olanın size destek vereceğini bilmelisiniz. Çünkü yapacağınız her yenilik hangi alanda olursa olsun kendisinden evvel ya bir fikri ya bir düşünceyi ya zihinsel bir alt tipiyi gerektirmekte. İkincisi her yeni olan ne varsa bir gün mutlak surette eskiyecektir. Ben buldum ben yaptım daha iyisi olamaz düşüncesiyle yaklaşacağınız her şey bu manada tabiri caizse kimyaya fiziğe karşı bir duruş sergileme tavrıdır. Zihniniz burada da sizin önünüzü kesiverir. Yeninin eskiye benzemesi yeni için zamanın geldiğini göstermektedir. Çünkü bir fotoğraf makinesi, bir saat, bir alet edevat keşfetmiş, onu eskinin daha iyi sahneye getirmiş olabilirsiniz. Bir süre sonra ona benzer bir başka ürün ç bir şekilde sonluluğa doğru gitmektedir. Peki bizler bu ilkeleri hayatımıza geçirmekte neden zorlanırız? Oraya bakalım. Sonluluk ilkesiyle düşünmenin önündeki en önemli engellerden bir tanesi bir gün biteceğini, eskiyeceğini düşünmemektir. Bunu düşünmüyorsanız ne yazık ki yeniyi inşa etmeniz mümkün olmaz. Yeniyi inşa etmenin yolundaki en önemli gereklilik yapacağınız yeninin de bir gün biteceğini bilmenizdir. Kendinizi tüm koşullardan izole etmeye kalkmayın. yapacağınız yeninin de bir gün biteceğini bilmenizdir. Kendinizi tüm koşullardan izole etmeye kalkmayın. Bulduğunuz bu düşüncenin kimsenin aklına gelemeyeceğini, bu yüzden herkesten farklı olduğunuzu sakın düşünmeyin. Çünkü müthiş bir sistemin bir parçasısınız farkında olmasanız bile. Tabi izole etme kavramı sadece bununla beraber değil. Kendi şahsınızın da ölmeyeceğini asla düşünmeyin. Ölümün varlığından haberdar olup bunu düşünüyor olmak sonluluk ilkesiyle izolasyondan kendinizi kurtararak o ahengin içinde var olma duygusunu size katar. Asla başarısız olacağınızı düşünmeyin. Zaten böyle başladığınız bir şeyde yeniye dair tek bir ipucu bulabilmeniz kolay olmayacaktır. Kaybedeceğinizi asla düşünmeyin. Çünkü böyle bir düşünce sizin yeni adımlar atabilmeniz için eskilerden vazgeçmenize engel olacaktır. Üçüncü bir mesele var sonluluk ilkesiyle düşünmenin önündeki engellerden ifade edebileceğimiz. Her kaybın kendi cinsiyle kazanca dönüşebileceğine dair esas. Yani sizler bir işi kaybedebilirsiniz ama bu sizin için iyi bir tecrübeye dönüşeileceğine dair esas. Yani sizler bir işi kaybedebilirsiniz ama bu sizin için iyi bir tecrübeye dönüşecektir. Yani bir şeyin sonu gelmiştir, evet. Bir şey icat edersiniz, sadece bir yıl boyunca insanların ilgisini çekebilir ve ertesi yıl herkes onu kullanmakta, uygulamayı ele almakta istemeyebilir. Ama bu bir kayıt değildir. Bu başka bir şeye dönüşmektir. Bu sizin için en ucuz diye tabir edilen tecrübedir. Ama aslında bu hayatımızda düşünce adamının en büyük tabiri caizse hazinelerinden biridir. Bu durumda pratik hayatımızda neler yapabiliriz önce ona bakalım. Ve o noktadan işi daha da netleştirelim. Tablonun netliğinde şunu söyleyebilirim sevgili arkadaşlar. Kayıp kazanca değil. Dönüşüme odaklanın. Çünkü bir şeyi kazanacaksınız, kaybedeceksiniz. Kaybedeceksiniz ve kazanacaksınız. Çünkü doğayı izlemiyorsunuz. Doğayı izlediğinizde kayıp ve kazanca odınız. Çünkü doğayı izlemiyorsunuz. Doğayı izlediğinizde kayıp ve kazanca odaklanmamış sürekli dönüşüme odaklanmış bir yapıyı göreceksiniz. Ağaçlar yapraklarını dökmeye başlayınca üzülmezler. Hayvanlar kış uykusuna giderken yazın getirmiş olduğu güzelliklerden ötürü artık onlardan uzak kalacakları için ağlamazlar. Doğaya bu kadar yakın yaşayan insanların doğadan bu kadar kopuk bir düşünceye sahip olmaların ne yazık ki bu sonluluk ilkelerinden çıkıp sonsuzluk duygularıyla hareket etmelerinden kaynaklanıyor olabilir. Ve sonuncusunda da şunu ifade edebilirim. Belki bu ifade birilerine yatkın, birilerine değil gelebilir ama insan için bu duyguların kaim ve daim olmasında en büyük destekleyici şeylerden birisi ölüm hatırasıdır. Ölümü hatırlamak zihninizdeki sonluluk ilkeleriyle geniş yeniliklere adım atmanıza yardımcı olacaktır. Bir dahaki dersimizde görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."} Düşünce Teorisi derslerinin 11.sindeyiz. Herkese selamlar. Bu hafta sizlerle beraber seçimliliği inceliyor olacağız. Bir önceki dersimizde varolmanın nedensellikte olan ilişkisine değinmiştik. Ve bu var olmanın bizim hayatımızda düşüncelerimizi nasıl etkilediğini, var olma duygusuyla nedensellik arasında nasıl bir ilişki kurduğumuzu ve bu nedenleri nasıl belirleyebileceğimizi ifade etmeye çalışmıştık. Geçen dersimizde ise sonun varlığını ele aldık. Varlığın ardından gelen mutlakiyet içeren bir sonluluk ilkesi var. Bu sonluluk ilkesi olmadan da düşüncelerimizi geliştirmenin mümkün olmadığını ifade etmiştik ve yöntemlerini belirlemiştik. Bu dersimizde ise düşünen bir adamın seçim sürecini ele alıyor olacağız. İnsanlar hayatları boyunca seçim yaparlar. Her noktada böyledir. Bir şeyi düşünerek ya da düşünmeden otomatik bir halde hiç fark etmez. Sonuç itibariyle seçimler yaparak bir hayat yolculuğundayız bizler. Bu seçimleri yaparken de farklı yöntemler kullanıyoruz. Bu yöntemler menfaat odaklı olabilir, gelecek odaklı olabilir, geçmişin problemlerine takılmışçasına verilen kararlar olabilir, inadan seçimlerin nasıl yapıldığını bildiğim bilmeye aynı zamanda nasıl seçimler yapmamız gerektiğini de bilmemiz gerekir. Yapılan her seçim bir sonraki süreci etkilemektedir. Bu yüzden bizim söylememiz gereken önemli bir tez var. O da şu. Karar vermek fiillerle ilgilidir. Önümüze gelmiş var olan durumun seçimi sizin elinizdedir. Seçimsiz kalmak da elbette bir seçimdir ama her zaman mümkün değildir. Seçimler düşüncelerinizi geliştiren ya da güdük bırakmasına vesile olan bir şekil alabilir. Seçici olan kişi bu seçimi keyfi olarak yapıyorsa keyfi sonuçlarla karşılaşacaktır. Seçimlerinizi nefretle yaparsanız nefretle yeni seçimler yapmaya mecbur kalırsınız. seçimler yapmaya mecbur kalırsınız. Seçimlerinizi menfaat ya da gelecek odaklı yaparsanız, önünüze gelecek her gelecek için önceden sürekli şüphe duymak, kaygılanmak mecburiyetinde kalabilirsiniz. Gelin öncelikle zihnimizin seçim yaparken nasıl çalıştığına bakalım. Ondan sonra daha iyi düşünebilmek için daha iyi seçimler nasıl yapılır? Onun reçetesini sunmaya çalışalım. Bakalım zihnimiz seçim yaparken nasıl çalışıyor? Öncelikle şunu bilmemiz lazım. Aslında seçimler yaklaşım biçimine göre değişiklik gösteriyor. Yani insanın ruh halinde diyebilirsiniz buna, psikolojisi de diyebilirsiniz, o anki hengame ya da dinginlik de diyebilirsiniz. Çünkü bir şeyi tam seçerken insanlar üç türlü halde bunu yapıyorlar ve bu yaklaşım biçimlerini oluşturuyor. Seçimleri etkileyen ana unsurlar bu biçimleri oluşturmakta. Dolayısıyla bizim bakmamız gereken şey şurası. Biz hangi yaklaşımlarla seçim yapıyoruz? Çünkü zihnimizin yaklaşım biçimleri var hayata. Ve aşağı yukarı dallanıp budaklandırırsanız 80'e yakın yaklaşım biçimi olsa da bunları gruplandırdığımızda 3 ana başlık halinde değerlendirebiliriz. Toplandırdığımızda 3 ana başlık halinde değerlendirebiliriz. İnsanlar seçimleri yaparken zihinlerinde 3 yaklaşım biçimiyle hareket edebilirler. Bunlardan bir tanesi refleks seçimlerdir. Bir diğeri duygusal seçimlerdir. Bir diğeri ise düşünce seçimleridir. Düşünsel seçimlerdir. seçimlerdir, düşünsel seçimlerdir. Dolayısıyla insanın bu seçim süreçlerini de yaklaşım biçiminde geliştirmesi, onun düşünce adamı olma yolculuğunda ona destekler vermektedir. Çocukluk yaşlarımızda zihnimiz çabuk hareket etmek üzerine programlanmıştır. Bu çabukluk bir an önce doymak, bir an önce oyun oynamak, bir an önce istediğini almak üzerine olduğu için refleks düşünce sistemi çocuklarda çok gelişmiştir. Bu yüzden de 3 çeşit yapıyla bu seçim yapısı hareket eder. Ya kaçar, ya yaklaşır, ya da donup kalıverir. Bütün çocuklarda gördüğümüz bir şeydir bu. Ama hayatı boyunca bu çocuksu düşünceden çıkamayanlar 50-60 yaşına bile gelseler hala bir şey olduğunda seçmek gerektiğinde ondan hemen kaçan, ona hemen yaklaşan ya da donup kalıp fikrim yok bir şey seçemiyorum diyen insan tipinin de gittikçe arttığını görüyoruz. Bu aslında toplumların olgunlaşma sürecinin hem yavaşladığını hem de kaybolduğunu gösteren ne yazık ki can yakıcı gerçeklerden birisi. Eğer buradan bir sonrakine çıkarsanız ki nasıl çıkacağınızı birazdan anlatıyor olacağım. Bu sefer duygusal seçimleriniz vardır. Duygusal seçimler aslında biraz daha ergenlik dönemi seçim tarzıdır. Kaçmak yerine artık bırakmak vardır. Çünkü bir şey benimdir diyen çocuk onu bırakmaz ya. Bu sefer duygusal seçimlerle onu bırakmaya seçimleme yöntemi ve yaklaşımı gelişir. Yaklaşmanın yerine tutmak, sahiplenmek, artık onunla beraber bir şeyler yapmak arzusu vardır. Veya üçüncü şey, biraz önce donmak ve donup kalmak dediğimiz şeyin tam karşılığında dokunma vardır. Ona dokunmak, onunla beraber bir yolculuğa çıkmaya niyet etmek. Bunlar da duygusal seçimler ki toplumun neredeyse %55-60 civarında böyle olduğunu söylemek lazım. Toplumun da %25-30 civarında refleksle hareket ettiğini düşünürseniz geriye kalan düşünsel yaklaşımlar için yine bir 3 maddemiz var. Ama bu 3 maddemizin ne yazık ki özellikleri gittikçe azalıyor. Bunlardan bir tanesi uzaklaşmak, diğeri yakınlaşmak ve diğeri de bozmak. Yani düşünsel seçimler yapan insanlar bir şeyden tamamen kaçmak ve bırakmak yerine uzakta durmayı, bir şeyi tamamen ele geçirme, benim demek yerine tutmak ve yaklaşmak yerine yakınlaşmayı, kollektif bir şey yapmayı yahut yanlış bir şey olduğunda onu bozan adam olmayı seçerler. Bundan hariç olanlarsa varsa hiçbir şey dokunmayan tipolojidir diyebiliriz şimdi bu durumda öğrendik ki üç çeşit seçim yaklaşımımız var Refleks duygusal ve düşünsel Peki biz bu süreçleri atlatamadı isek şimdiden sonra nasıl atlatabiliriz? Şimdi hepsini kullanacağız ve bunlar zaman zaman da işimize yarayacak. Yani bir adam düşünsel düşünce biçimine geçmiş olsa da hayatının belli anlarında refleksler gösterebilir. Bir kaza anında direksiyonu refleksle kırmak. Bundan bahsetmiyoruz. Bunlar zaman zaman olacak. Duygusal kararlarımız da olacak. Bunlar zaman zaman olacak. Duygusal kararlarımız da olacak. Normalde materyalist düşünseniz bir araya gelmemeniz gereken insanlarla bir başka insanı kırmamak adına bir araya gelmek zorunda kalabileceksiniz. Bu durumları da kullanacağız ama düşünce adamı olmak üçüncü. Düşünsel seçimlerinizi daha fazla arttırmakla ilişkili. Şimdi bizler bu refleks seçimlerden duygusal seçimlere nasıl geçiş yapabiliriz? Bunun reçetesini sunayım size. Bunlar için size sunabileceğim 5 tane önemli madde var. Bunlardan birincisi baktığınız gerçekten reflekssel düşünceleriniz benim anlattığım gibi fazla. Ve yavaş yavaş duygusal seçimlere geçmek istiyorsunuz. Çünkü bir anda refleksten düşünsel seçimlere geçemezsiniz. Her biri bir basamaktır ve zihin gelişiminde ihtiyaçtır. Çocukluk, ergenlik, olgunluk gibi. 1. Gecenin bir bölümünde uykunuzdan vazgeçeceksiniz ve neyi seviyorsanız onu yarım saat boyunca düşüneceksiniz. Gecenin bir bölümünde uykudan uyumanmak ve yarım saat boyunca düşüneceksiniz. Gecenin bir bölümünde uykudan uyumamak ve yarım saat boyunca bir şeyi, sevdiğiniz bir şeyi düşünmek, tefekkür etmekle ifade edebiliriz bunu. Çünkü çocuklar gecenin bir yarısı uykularından uyandırılmak istemezler. Zihnimize o anda sevdiğin bir şey için o alanı ayırmak, zihninizi refleks düşünceden çıkartmanıza yardımcı olur. İkinci mesele. Şeker kullanmanızı dengede tutun çünkü rafine şekerler insanların reflektif düşünce biçimine yaklaştırırlar. Pankreas ve dalakta üretilen insülin ve buna bağlı gelişen direnç ne yazık ki refleks yönetimini daha ön planda tutmaktadır. Üçüncü mesele ise basitçe yaptığınız bir şeyi süreçlere bölün ve daha basit süreçlerle yapmayı deneyin. Örneğin her hafta pazara alışveriş yapmaya gidiyorsunuz. Basit bir şey. Hatta çoğu zaman düşünmüyorsunuz bile. Elinizde bir listeyle gidiyorsunuz ya da aklınızda tutuyorsunuz. Oturun şimdi bu süreçleri düşünün. Pazara gitmeden önce nasıl bir hazırlık yapıyorsunuz? Pazar arabası o o o o o bir süreci yazdınız. Şimdi şunu hesap edin. Ben bunlardan hangisini iptal edersen bu süreç kısalabilir? Yani belki de bugüne kadar refleks olarak yaptığım ama yazmadığım için anlamsız bir şekilde yaptığım şeyler var. Gittiğim yolu kısaltabilirim, pazardaki süreyi kısaltabilirim, aldığım ürünlerin çeşitlerinde bir oynama yapabilirim gibi gibi gibi bir basitleştirme formatına girmeniz reflektif düşünceden çıkmanıza yardımcı olur. 4. Yediklerinizi içine yiyin. İlginçtir ama artan mide asidi reflektif düşünce biçimini gittikçe arttırmaktadır. Çocuklar gibi ağzınıza, aklınıza yutmayın. Bu reflektif düşünceyi hızlandırır. 5- Sizi yavaşlatan süreçlerin neler olduğuna odaklanın ve o yavaşlıktan çıkmak için kendinizi zorlayın. Bu durumları sıklıkla yaptığınızda duygusal seçimlere geçtiğinizi görmeye başlayacaksınız. geçtiğinizi görmeye başlayacaksınız Elbette ki sonuçta düşünen bir adam tipi oluşturmaya gayret ediyorsak şimdi de duygusal seçimlerden düşüncesel sistemlere seçimlere nasıl geçebiliriz düşüncel yaklaşımın nasıl ulaşabiliriz onu formülü verelim bu sefer de yine beş tane maddemiz var bunlardan Bunlardan bir tanesi günde en az 5 dakika derin ve çok daha derin nefesler alın. Olabildiğince derin alın bir sonrakinde daha derin almaya çalışın. Ciğerlerin genişlemesi düşünce boyutunun genişlemesine katkı sağlar. İkincisi alışverişe gitmeden önce alacaklarınızla ilgili olan bütün kriterlerinizi belirleyin. Alışveriş güncel hayatımızda sıklıkla yaptığımız bir şey olduğu için alışverişi beyan ediyorum. Bunu hayatınızın ne kadar alanına yayarsanız, bugün bir iş yapacağım kriterlerim neler? Çabuk yapmak mı? Kaliteli yapmak mı? Bir tane yapmak mı? Ne diyorsanız yapacağınız şeyden önce yapacağınız şeyin kriterini belirleyin. Bu sizi duygularla buluşturmaya yardımcı olacak. 3. Hızlı hareket ettiğimiz alanlar vardır. Hatta çevremizdekiler de bize sıklıkla söylerler. Bunu çok hızlı yapıyorsun. Yapma bak yanlış oluyor derler. İşte o dedikleri yerleri yavaşlatmak için kendinizi zorlayın. Çünkü gereğinden fazla hızlı hareket ettiğiniz yerler reflektif hareketi tetikliyor. Yavaşlatarak bunu duygusal süreçten düşünsel sürece getirebilirsiniz. 4- Size korkutucu gelen mutlaka bir şeyler olabilir. Fobileriniz de olabilir ama korkmanın sebebiyle oluşan olumsuzlukları ve bu olumsuzlukların meydana getirmiş olduğu etkileri düşünün. Korkulardan çıkmaya çalışmayın ama bu düşünce sizi düşünsel boyuta yaklaştıracaktır. Beş ve en önemlisi. Bir seçimlilik ilkesinde düşünsel boyuta geçebilmek için en önemli olan şey zihninizde dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanımlayın. Hayatta sizin için dost ne demektir, düşman ne demektir. Çünkü ancak düşünce adamlarının kriterleri bu şekilde netleşerek zihinde çalışma formatını arttırır. Bu duruma ulaştığınızda yani refleksten duyguya, duygudan düşünsel seçimleme yöntemlerine ve yaklaşımlarına geçtiğinizde ne elde edersiniz? 3 önemli şey. 1- Artık objektif düşünce sahibi olursunuz, gerçekçi düşünce sahibi olursunuz ve inandırıcı olmaya başlarsınız. Bu 3'ü bir düşüncenin oluşması için de gereken ana katmanlar olduğunu da söylememiz gerekir. Bir düşünce bu üçüne sahip olmadıkça doğru seçimler yapılamadığı için doğru düşünce sonuçları da oluşmayacaktır. Bir şeyin objektif bir düşünceye sahip olması yansız olduğu anlamına gelmez. Ama olması gereken yerden daha fazla ya da daha az olmayıp ahenkli bir noktada durması demektir objektiflik. İkincisi gerçekçi olması. Yani hayallerinize artık vakit harcamaz gerçeklerle uğraşmaya başlarsınız. Üçüncüsü artık inandırıcı olursunuz çünkü siz de düşüncelerinize inanmaya başlarsınız. Hem refleksleriyle düşünenler hem de duygularıyla düşünenler kendi düşündüklerine inanmadıkları için ve inanamayacakları için başkalarını inandırmakta zorlanır, hep daha üst perdeden bağırmaya çağırırlar veya başka bir şeyler yapmaya çalışırlar. Düşünce adamı ise bağıran değil. O söyleme ojektif, gerçekçi ve inanarak yaşadığı için inandırıcı olabilme niteliğine kavuşmuş olur. Böylelikle seçim yapabilen bir düşünce adamının yolculuğu daha kolay ve daha verimli olacaktır. Haftaya 12. dersimizde tekrardan görüşmek niyetiyle. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'nden herkese iyi haftalar. Bu
hafta 12.sine ulaştığımız dersimizde bir önceki dersimizde hatırlayacak olursanız sorumluluk ilkesini ele almıştık ve sorumluluk çerçevemizi nasıl oturtarak düşünce boyutunda bunu hızlandırabiliriz ona bakmıştık. Son dersimizde ise yaptığımız seçimlere odaklandık ve bu seçimleri hayatımızı nasıl yönlendirebileceğini ve bu yönlendirme açılarını nasıl daha yetenekli hale getirebileceğimizi ele almıştık. Bunların reçetelerini ifade etmiştik. Bu dersimizde ise yine düşünürken çok aklımıza gelmiyor ama hayatımızın çok merkezinde olan belki adlandırmadığımız bir konudan bahsedeceğiz. Çünkü düşünce üretirken en çok dikkat kesildiğimiz doğru ve yanlış konusunu ele alırken doğruculuk ifadesine biraz odaklanmaya çalışacağız. Çünkü bizler bir düşünce üretiriz ve ürettiğimiz düşünceler doğru mu yanlış mı diye ya düşünürüz ya da fikir isteriz karşımızdaki insanlardan. Dolayısıyla ürettiğimiz bir düşüncenin doğru olduğunu genel olarak bilmek isteriz. Doğru olduğunu bazen kabul ederiz. Bakarız ki aslında doğru değil ama onun başından itibaren bir kabul edilmişliğimiz vardır. Ben ürettiysem doğrudura kadar giden bir süreçtir. Bu olumsuzluğu olmakla beraber. Veya bir yer daha gelir. Doğru olarak kabul edilmesini de isteriz. Yani illa ki bu benim doğrumdur. Bu doğrudura evrilir ve herkesin bunu doğru olarak kabul etmesini isteriz. Bazen de diktat edebiliriz. Şimdi bir şeyi kabul olmasını istemek ve bunu kabul etmek yeterli bir şey değil. Çünkü kendi dünyamızda bir şeyi doğru olarak kabul edişimiz, bir düşünce olarak eğer bu başka bir insanın hayatına yönelik bir şeyi etkileyecekse, bir ürüne, bir yazılıma, bir işleyişe etki gösterecekse sadece bizim kabul etmemiz yeterli değil. Bir diğer taraftan da hayatımızın içinde hep şu vardır ya, herkesin doğrusu kendine. Aslında bugünkü dersimizde herkesin doğrusu kendine. Aslında bugünkü dersimizde herkesin doğrusu kendine midir? Biraz da ona bakıyor olacağız. Çünkü genel itibariyle söylemek gerekirse mutlakiyet doğrultusunda olan her şey doğrudur. Ve hiçbir doğru diğerinden daha az doğru değildir. Biz bazen bir doğruyu bulduğumuzda onun son nokta, nihai nokta olduğunu düşünüyoruz ama ondan daha doğrusu da olabiliyor. Yani biraz daha anlamamız için söyleyeyim daha iyisi her zaman vardır diye bir cümle vardır ya aslında buna bir birebir yakınla örtüşüyor bu ifade. Ve yanlış olarak adlandırdığımız şey içinse tam olarak aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü hiçbir yanlış diğerinden daha yanlış değildir. Zaten bugünkü dersimizde aslında mutlakiyeti de anlamaya çalışacağız. Mutlakiyeti anladığımız zaman da doğruyu ve yanlışı çok daha ortaya çıkacak. Bu ortaya çıktığı andan itibaren göreceğiz ki doğrunun bir sonrası olabilir ama yanlışın daha yanlışı olmaz. Doğru ve yanlış mutlakiyet yönünde olma çabasının referanslarıdır. Şimdi hep mutlakiyetten bahsettik. Mutlakiyetten bahsettik. O zaman doğru ve yanlışın ne olduğunu bahsetmeden önce tez olarak sunduğum mutlakiyet doğrultusunda olan her şey doğrudur ifadesinin içindeki şu mutlak nedir ona bir bakalım. Şimdi mutlak dediğimiz şey varlığı ispata mecbur olmayan, varlığında var olmasının gerektiğini taşıyan başlangıç ve sondur. Bir şey varken o varlığın bir niteliği vardır ve bu nitelik onun için mutlaktır. Değişmez koşullar altında sürekli aynı karşılığı bize verir. Bazen de varlık değildir bu, bir düşüncedir veya bu bir düşüncenin gittiği yerde o mutlakiyet olgusunun varlığına işaret eder. Dolayısıyla bu işin mutlakı nedir diye bir sual etmek gerekir. Bir örneği şöyle verebilirim. Şimdi bizler su ile ilgili birçok çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Gerek sesle suyu temizleme, gerek suyu ozonize etme, gerek alkali su diyerek başka bir meca oluşturma. Sürekli suyun üzerinde dünyanın dört bir tarafında yapılan çalışmalar, yeni ürünler, üretimler söz konusu. Şimdi burada bunun mutlakiyetine baktığınız zaman şu örneği verebiliriz. Su yaşam için gereklidir. Susuz bir yaşam mümkün değildir. Bir adam su üzerine çalışıyorsa suyun bu mutlakiyet esasından hareket etmek zorunda. Çünkü susuz bir şeyin olmadığında yaşamın ortadan kalktığı bir gerçek artık mutlaki bir cümle kurmamızı bizi mecbur eder. Dolayısıyla mutlak olanın değişip değişmeyeceğine de bir bakmak lazım ki o zaman anlayacağız herkesin doğrusu kendine mi yoksa doğru dediğimiz şey aslında birbirini takip eden bir doğrultunun içinde olan şeyler mi? Mutlak olan değişirse varlık varlığının özelliklerinin de değişmesi gerekir. Yani biraz önce bir örnek verdik dedik ya su üzerinde bir çalışma yapıyorsak suyun mutlak değeri nedir? Yaşam için gerekli olmasıdır. Eğer günün birinde bu mutlak doğru mutlak doğru değildir derlerse o zaman bize varlığımızı devam ettirmek, bütün dünyanın, bitkilerin, canlının varlığını devam ettirmek için sudan hariç bir şeyi de ortaya koymuş olmaları lazımdır. Ama o lazım olanı ortaya koyduklarında artık o başka bir maddedir. Dolayısıyla onun özellikleri değişmiştir. Artık ona su denilemez. Yani örneğin X diye bir sıvı buldular. Dediler ki su dünyada tükendi, hoş tükenmeyecek. Diyelim ki tükenecek diye insanları yutturdular. Dediler ki biz X maddesini keşfettik. Bu maddeyi biz üretebiliyoruz. Su kaygımız bitmiştir. Yaşam bununla devam edecek. Ama artık bu bir X maddesidir. Bu su değildir. Dolayısıyla suyun mutlakiyeti değişmez. Su hala yaşam için gerekli olandır. Ama bu sefer yaşam için gerekli olan başka bir madde bulunmuştur. Farazi ifadeyle beyan edeyim. O zaman gene şuradan başlayalım. Bu mutlakiyete göre yanlış nedir? Yanlış mutlaktan uzaklaştıran her şeydir. İnsanoğlu genel itibariyle bu mutlak değerlere bakmadan düşünce ürettiği için yanlışa düşmesi oldukça hızlıdır. Dolayısıyla insanların düşünce üretiminde neden yanlışa düştüklerini anlamamız önemli. Mutlak olanı belirlemedikleri için insanlar yanlışa düşerler. Bazen yanlışlı olduklarının farkına bile varmazlar. Bir örnek verelim tekrardan. Diyelim ki bir bilgisayar üzerinde yazılımcılık işiyle uğraşmaktasınız. Ve yapay zeka yardımıyla bir ev robotu üretmek istiyorsunuz. Evin temizliğini yapsın istiyorsunuz. Efendim yemek yapsın istiyorsunuz. Efendim yemek yapsın istiyorsunuz. Etrafı gerçekten iyi temizlesin bir ev robotu. Şimdilerde de yavaş yavaş görmeye başladığımız prototipleriyle vesaire benzer özellikleriyle piyasaya yavaşça çıkmaya başlayan bir şey bu. Şimdi önce benim mutlak olanı bulmam lazım. Neden? Çünkü robotlarla ilgileneceğim ve robotun bir ev temizliğini yapmasını istiyorum. Şimdi burada mutlak olanın ne olduğunu belirlemek pat diye mümkün değil. Ve hatta mutlak olan her şeyin türevleri de olabilir. Yani su yaşam için gereklidir derken su normal şartlar altında 100 derecede kaynar. Eğer bir kimya çalışması yapıyorsanız suyun bu cümlesi de mutlak esastır. Yani yapacağımız işin hayatımızda ortaya koyduğumuz fikrin, düşüncenin mutlağını bulmaya çalışıyoruz ki onu referans alarak ona doğru gidip gitmediğimizi kontrol edelim. Peki burada mutlak cümlelerimizden biri ne olabilir? İnsanlar her şeyi kolaylaştırmak isterler. Çünkü ben ev robotu yapıyorum. Neden yapıyorum? İnsanlar hayatı kolaylaşsın diye. Peki insanlar her şeyin kolaylaşmasını isterler mi? Evet, tarih boyunca insanların teknolojik gelişimleri, adım atma sebeplerinin en önemlilerinden biri hayatlarını kolaylaştırmak içindir. O zaman bu mutlak cümledir. Ve bu cümleyi siz kime söylerseniz söyleyin buna itiraz etmez. Çünkü mutlaktır. İnsan kolayı seçer, kolaylıkla bu işleri yapmayı arzu eder. O zaman burada şimdi benim bir cümlem var. Mutlak cümle. Bu mutlak cümlenin altından başlayacağım çalışmaya. Ve diyeceğim ki madem ki insanlar her şeyi kolaylaştırmak istiyorlar o zaman kolaylaştırmanın içinde hız da var, zaman kazanma da var ve buna belki 20-30 madde daha yazabilirsiniz. Şayet hız kolaylaştırıcı bir eleman olarak kabul edildikten sonra ki öyledir de bir şeyi daha hızlı yapmak kolaylaştırıcı bir şeydir. İnsanlar eskiden at arabalarıyla buğdaylarını, arpalarını bir yerden bir yere taşıyorlardı. Vakit gerektiriyordu, zaman kaybıydı. Kolaylaştırmak istediler ve kolaylaştırmanın bir yolu hızdı ve insanlar arabayı, tekerleği geliştirerek, motor da ekleyerek şimdi çok daha hızlı bir ürün karşılamayı, ürün göndermeyi becerebiliyorlar. Eğer benim ürettiğim ürün kolaylaştırıcı özelliklerden en önemlileri olarak da kabul ettiğim hızı karşılama noktasında hatalar varsa o zaman ben bir yanlış yapıyorum demektir. Çünkü insanların hayatını kolaylaştırırken hız ve zaman kazanma önemli bir başlangıç noktasıdır. Şimdi bunu düşünürken doğru ve yanlış aşamalarının her aşamada tekraren ve tek ve tekrar kontrol edilmesi gerekiyor. Yanlışa düzeltmeden bir sonraki aşamaya geçmeniz ne yazık ki o doğrultudan şaşmanız anlamına gelir. Yani şöyle tekrardan ifade edeyim. Bir düşüncemiz var. Mutlak cümlemizi kurduk. Artık mutlak cümle bizim oraya doğru gidişimizin doğrultusudur. Bu doğrultu üzerinde yapacağım her şey doğrudur. Bunun dışında olan her şey benim yönümü değiştirecektir. Mutlak olandan uzaklaştırdığı için onlar yanlıştır. Dolayısıyla ben her seferinde eğer bir yanlış yaptıysam yani örnek gene ev robotundan gidersek insanların hayatlarını konuşturmak için bir hanımefendinin yaptığının eforundan onu kurtarıyorum ama bir yandan da hızlı yapmak lazım. Düşünsenize ev robotu yaptınız yemek yapabiliyor ama sabah kahvaltısını saat 7'ye yetiştirmesi söz konusu. 7'yi yetiştirdi ama ondan sonra akşam yemeği eve geldiğinizde yemeği yapamamış. Yani hızlı olmamış. Ya biz bunu zaman içinde çözeriz diyerek bu yanlışı örterseniz süreç birbirini takip edecek şekilde yanlışlar silsilesi devamiyet getirir. Bir döngüye sokar sizi. O yüzden yanlışı mutlaka düzeltmek zorundasınız. Yanlışı düzeltmeden bir sonraki aşamaya kesinlikle ve kesinlikle geçmemelisiniz. Bu aslında hayatımızın da merkezinde olan bir şeydir. Bir yanlışı düzeltmeden yola devam ederseniz hep yol hedeflediğiniz, niyet ettiğiniz yerden başka bir mecraya doğru dönüşüverir. Yani kendinizi Ankara'da bulmak isterken küçük bir açı kayması deyip geçmeyin. Kendinizi Konya'da bulabilirsiniz. Doğrunun daha iyisini yapma çabası elbette iyi bir şeydir. Yani bütün doğruları yan yana dizerek iyi bir ev robotu yapmış olabilirsiniz. Ama daha doğrusu elbette olacaktır. Ve bunu yaparken şunu unutmamalısınız. Zaman mefhumu maliyet olarak en büyük maliyettir. Dolayısıyla bizler illa ki oraya ulaşmak noktasında bir mücadele verirken aman bunun daha doğrusunu yapayım diyerek zaman kaybetmemeliyiz. Çünkü kaybettiğiniz her zamanın bir maliyeti vardır ki geri dönüşsüzdür. Zamanın bir maliyeti vardır ki geri dönüşsüzdür. Her şeyin geri dönüşü vardır ama ne yazık ki zamanın geri dönüşü yoktur. Ve genellikle maliyet hesabına bu konulmaz. Konulmadığı için de başarısızlık doğal olarak gelir. Ve siz bir doğruyu daha doğru yapmaya çalışırken birileri sizden daha geride bir doğruyu yaparak sizden daha ileri bir noktaya ulaşabilirler. Şimdi burada da işte şu nokta çok önemli. Mutlak olana ulaşılamayacağını bileceksiniz. Yani ben bir ev robotu yapacağım. Hayatı insanların ev hayatını öyle bir kolaylaştıracak ki insanlar bir daha başka hiçbir şeye dönüp bakmayacaklar bile sakın demeyin. Bunu diyorsanız yanlıştasınız. Hem de o yanlışı görmezlik içindesiniz. Bir aymazlık halindesiniz. Bunu hemen fark edin ve geri dönün. Çünkü her zaman daha iyisini, daha doğrusunu insanlar yapmaya devam edecekler. Sizler güneşten daha iyi bir güneş yapamazsınız. Ama bir yapay güneş üreteyim derseniz bunun çabasına girersiniz. Mutlak cümlenin doğrultusunda ilerlersiniz. Ama asla ve katiyetle güneşten daha iyi bir güneş yapmayı beceremeyeceksiniz. Hayatımızdaki doğruyu ve yanlışı bu referanslar üzerine kurgularsak artık kendimize göre, sana göre, bana göre değişen bir doğru ve yanlış kavramı olmadığı gibi düşüncelerimizi daha objektif üretim süreçlerinden geçirmemiz mümkün olacaktır. Haftayı yeniden görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'nin 13. dersinden herkese iyi
haftalar. Bir önceki dersimizde seçimlerin, düşüncelerimizi nasıl yönlendirdiğini, bu yönelimlerin nasıl gerçekleştiğini incelemeye çalışmıştık. Son dersimizde de geçtiğimiz hafta doğuruculuğun ilkeleri, düşüncelerimizle olan ilişkilerine odaklanmıştık. Bugünkü dersimizde her düşünce yolculuğunun içinde karşımıza çıkan iyi ve kötüyü incelemeye çalışacağız. İyiyim ve kötünün ne olduğunu ve bütün bunları toparlayan belirleyicilik unsurunu ele almaya çalışacağız. Hayatımızın pek çok döneminde ürettiğimiz düşünceler için veya herhangi bir ürün, uygulama, ne derseniz deyin aklınıza gelenler arasında iyi bir fikir ya da kötü bir uygulama olmuş tarzında ifadelerle karşılaşırsınız. Buna bazen siz karar verebilirsiniz, bazen de karşınızdakiler. Bu söylemler hayatınızı kuşatmıştır. Bildiğimiz bu gerçek arasında ise genellikle söylenen bir söz vardır. Sana göre iyi, bana göre kötü gibi. Ve bu zaman içerisinde hem kendi düşüncelerinizi rayına sokmaya çalışırken sizin aklınızı karıştırır, hem de karşınızdaki insanlara bunu ifade etmekte zorlanırsınız. Niye kötü diyorsun ki gayet iyi olmuş deyiverirsiniz. Bugün biraz o terazinin nasıl kurulabileceğini anlatmaya çalışıyor olacağız. Düşünce adamı işte tam da bu noktada belirleyici olan, iyi ve kötünün ne olduğunu bilmeden yola çıkamayacak olan bir adam tipidir. Yani hem iyiyi hem kötüyü belirleyici taraf olabilmek mümkün mü değil mi? Ona bakmamız lazım. Aslında üretilmiş her düşünce belirleyicidir ya da belirlenmiş olan bir şeyi geliştirmektedir. Çünkü bizler bir şeyin belirlenmiş halini bilmeden ona iyi ya da kötü demeyi diyemeyeceğimiz için, referansımız olmadığı için genellikle kendi duygularımız ya da tecrübelerimizle iyi ya da kötü olmuş deyiveririz. Düşünce adamının işte tam da bu noktada belirleyici olması önemli bir faktör. Ürettiği düşünceyle, uygulamayla, bir yenilikle ya da bir geliştirmeyle. Düşünce adamının bu belirleyicinin oluşumlusu ise, belirtisi, iyi ve kötü olanın farkını ifade edebilir olmasıdır. Gelin, öncelikle birkaç defa üzerinden telimelerle geçtiğimiz, iyi ve kötünün ne olduğuna kısaca bir bakalım. Çünkü asıl odaklanacağımız yer ne iyi ne kötüdür değil. İyi ve kötüyü belirleyen adam olabilmek mücadelesi. Düşünen adamı diğerlerinden ayıran bu aslında. Bu iyidir diye lanse etmeye çalışmak, kötü diye tukaka etmek değil. İyinin ve kötünün belirleyici olması. Bunu belirleyen tarafta olması. Peki bakalım iyi nedir, kötü nedir dedim ya kısaca bakalım bunlara. İnsanlar tarafından mutlak olarak kabul edilmiş, yararı zararından çok daha fazla olan şeye aslında iyi diyoruz bizler. Bir örnek vermek gerekirse yardımseverlik. Dünyanın neresine giderseniz gidin, başka insanlara yardım etmenin iyi bir şey olduğunu söylerler. Aralarda bazı insanlar da şunu diyebilirler elbette, ya siz gidiyorsunuz, ihtiyacı olan bir adama yardım edince onu çalışmaması yönünde motive etmiş oluyorsunuz. Ona yardımınızı maddi olarak yapmayın onu çalışmaya yönlendirin diyen bir kitlede var. Ama bu kitlenin dünya çapında insanları ele alırsak az olduklarını bahsettikleri zararın da sıklıkla görülmediğini ifade edebiliriz. İşte buna genel olarak iyi diyoruz. Kötü ise bunun tam tersi elbette. İnsanlar tarafından mutlak olarak kabul edilmiş zararı fazla olan şeye de kötü diyoruz. Bir örnek hırsızlık. Ama zaman zaman Robin Hood mantığıyla bakanlarda olmuş mudur? zararı fazla olan şeye de kötü diyoruz. Bir örnek hırsızlık. Ama zaman zaman Robin Hood mantığıyla bakanlarda olmuş mudur? Evet ben zenginden çalıyorum fakire veriyorum. Bu hırsızlık iyi bir şeydir diyenler de olmuştur. Aa bu hırsızlığı herkes kötü biliyor o zaman Robin Hood aslında hırsızlık yapmıyor diyerek bu kötü duygudan da bunu sıyırmaya çalışanlar vardır elbette. Ama hani çok meşhur bir soruyla sormak gerekirse 10 kişiden 9'una bu cevabı verecektir bize. Hırsızlık kötü bir şeydir, yardımseverlik iyi bir şeydir. Düşünün tam da burada belirleyici olabilmesi için gereken adımları geçmeden önce Gelin beraberce birkaç defa tekrar ettiğimiz belirleyicilik nedir? Bunun türleri nedir? Ve belirleyici olmak ne işe yarar? Buna bir bakalım Şimdi belirleyicilik aslında var olanın varlığını gösterme biçimidir Zaten vardır ama o güne kadar bulamamış olabiliriz. Hemen bir örnekle size ifade edeyim. Hepinizin liseden, ortaokuldan hatırladığınız bir gerçek vardır. Yoğunluk eşittir, kütle böyle hacim. Bu mutlak bir doğrudur. Bu bulunana kadar da zaten böyleydi. Ama bilim adamları üzerinde çalıştılar ve baktılar ki kütle miktarını hacim miktarına böldükleri zaman o maddenin yoğunluğunu buluyorlar. Yani madde kendi belirleyicisi olan yoğunluğunu gösterme biçiminin birisi olarak bu maddeyi kullanıyor, bu formülü kullanıyor, biz bunu böyle adlandırıyoruz ve o maddenin belirleyici özelliği oluyor. Aa bu demir suda batıyor. Neden? Yoğunluğu sudan fazla çünkü mutlak bir belirleyici var, yoğunluğu fazla olan şey, yoğunluğu düşük olan bir sıvı da batışa geçiyor. Bazı belirleyicilerin de insanlığa zarar vermesi onların da belirleyici olmadığı anlamına gelmiyor. Dolayısıyla belirleyiciliğin birkaç çeşidi olduğunu da bilmek gerekiyor. Çünkü bu noktadan bakarsak neye iyi neye kötü diyeceğiz tam olarak kestiremeyiz. Belirleyiciliğin aslında temel olarak 3 çeşidi var. Bunlardan bir tanesi yapay belirleyiciler, bir diğeri doğal belirleyiciler, bir diğeri de mutlak belirleyiciler. Yapay belirleyiciler insanların zaman içerisinde ortaya koyduğu kural, intizam, yol, yöntem olarak adlandırılabilir. Bir örnek vermek gerekirse, derste konuşmak yasaktır. Bu yapay bir belirleyicidir. Ama bazı yerlere gittiğinizde derste sizden daha çok konuşmanız, derse daha çok katılmanız, derste çok rahat olmanız isteyebilirler. Dolayısıyla yapay belirleyiciler insanların elinden çıktığı için farklı yerlerde farklı kültürlerde değişkenlik gösterebilir O yüzden yapay belirleyicinin koşullarına göre iyi ve kötü değişir bu derste konuşulmaz denildikten sonra o derste konuşan kişi kötü bir şey yapmıştır. Ama bir başka ülkede, bir başka eğitim sisteminde konuşmak serbest çocuklar deseler, o derste de konuşan adam kötü bir şey yapmamıştır. İkinci meselemiz ise belirleyicilik çeşitlerinden ikincisi olarak doğal belirleyiciler ifadesini kullanabiliriz. Bu da koşullar gereği oluşan belirleyiciler ifadesini kullanabiliriz. Bu da koşullar gereği oluşan belirleyicilerdir. Örneğin bir dağa, yüksekçe bir dağa çıkacaksanız yanınızda kendinizi soğuktan koruyacağınız malzemeye ihtiyacınız vardır. Çünkü dağ koşulu yükseldikçe düşen ısıyla beraber orada üşümenizi engel teşkil etmesi için sizi kalın kıyafetler ya da ihtiyacınız olabilecek, kendi bedeninizi koruyabilecek kıyafetler gerektirir. Dolayısıyla dağa tırmanmakta olan bir insana dönüp yanlış yapıyorsun, kötü hazırlanmışsın dersiniz. O da size sorar neden? Çünkü yukarıda aşağıdan daha soğuk. Aşağının 30-35 derece olması kandırmasın seni. Yükseğe çıktıkça ısı düşecek. Hele ki akşam vakitlerinde orada bulunacaksan hasta olabilir. Hatta daha tehlikeli durumlarla karşılaşabilirsin derler. Üçüncü bir durum var. Biraz önce yoğunluktan bahsettim ya. Mutlak belirleyiciler. Bunu kimse bu dünya yüzeyinde değiştiremiyor. Yoğunluk eşittir. Kütle bölü, hacim. Her birinin işe yararlılığı sebebiyle iyi ve kötü bir sıfat olarak artık karşımıza çıkıyor. Yani aslında bir şeyi iyi ya da kötü yapan önce iyi ya da kötü dediğimiz şeyin belirleyicisi yapay mı, doğal mı, mutlak mı? Bunu bulmakla alakalı. İkincisi de yapay ve doğası genellikle buna atfettiğimiz sıfatlar olarak önümüze çıkıyor. Dolayısıyla iyi ve kötü aslında yapay belirleyiciler ve doğal belirleyiciler açısından ekseriyetiyle sıfat olarak karşımızdadır. Şimdi bu bilinmediği için sürekli olarak da bir iyi ve kötü kavgası ortaya çıkar. Peki belirleyiciler ne işe yararlar? Neden bundan bahsediyoruz? Şöyle ifade edelim. Şimdi yapay belirleyiciler, doğal belirleyiciler ve mutlak belirleyiciler üzerinde belirleyici düşünür olmak, ilk adımda değişimi gerçekleştirebilmenizi sağlar. Bir şeyi değiştirebilmek istiyorsanız yapay belirleyiciler tarafından belirlenmiş bir şeyi değiştirebilmek sizin belirleyici olmanızı gerektirir. Yani biraz önce dedik ya derste konuşulmaz. Eğer siz bir düşünce adamı olarak bu fikre katılmıyor bir değişim yapmak istiyorsanız yapay belirleyicinin karşısına yeni bir düşünceyle çıkar, yeni belirleyicinizi ortaya koyarsınız. Eğer bu kabul görürse o ülkenin eğitim sisteminde bir başka bakış açısına doğru değişim gerçekleşir. İkincisi ise eksiğinizi görürsünüz. Yani doğal belirleyicilerden olan koşullara göre değişen belirleyiciler karşısında kendinizin dağa çıkarken nelere eksik yaptığını bilirsiniz. Mutlak konuya geldiğinde mutlak belirleyiciliğe geldiğinizde ise yaptığınızı kontrol edebilmenizi sağlar. Yani demiri suya atıyorum demeden önce bunun zaten batacağını kontrol edebilirsiniz. O zaman bir düşünen adamın hem değişimi gerçekleştirmesi, hem eksiğini görebilmesi, hem de yaptığını kontrol edebilmesi için belirleyicilik kıstaslarına sahip olması lazım. Peki, şimdi biz belirleyiciliğimizi nasıl geliştireceğiz? Şimdi buna bakalım. Şimdi bu sürecin her birisi aslında bir aşama gerektiriyor. İnsan hayatı boyunca bir anda belirleyici adam olamaz. Dolayısıyla belirleyiciliğimize en başta yapaydan sonra doğala sonra da mutlakiyete doğru geçeceğiz. Yani bir yer gelecek evet dünyada yoğunluk eşittir, kütle bölü hacim ama uzayda bu böyle değil diyebileceğiz bir örnek. O zaman zaten mutlak belirleyicilerden biri olacaksınız. Diyebileceğiz bir örnek. O zaman zaten mutlak belirleyicilerden biri olacaksınız. Daha doğrusu mutlak belirleyiciliği bularak dünyaya yön veren adam olabileceksiniz. Dolayısıyla buraya gelene kadar önce birinci aşamamız o hayatınızın mutlak belirleyicisini bulmakla başlayacağız hayata. Çünkü kendimizin yaptıklarının iyi ya da kötü olduğunun farkında olabilmek için kendi hayatımızın mutlak belirleyicisi ne? Onu bulmamız lazım. Bu belirteç her zaman size ait olacak diye de bir kayıt yok. Kendi mutlak belirleyicinizi kendiniz kolay kolay bulamazsınız. Çünkü belirleyici olduktan sonra farkına varabileceğiniz bir süreç bu. Bu süreçle beraber siz o bulduğunuz birazdan vereceğim örnekle tamamlayacağımız üzere belirteçten o mutlak değerden uzaklaşıp uzaklaşmadığınızı sürekli kontrol edeceksiniz. Hayatımın mutlak belirleyicisi budur. Uzaklaşıyor muyum? Uzaklaşmıyorum. İkinci aşama ise şu. Doğal belirleyicilerin yaşamınıza ne kattığını düşünmeniz gerekir. Doğal belirleyicinin mutlak belirleyiciyle olmasına dikkat etmek gerekiyor. Yani birbirini bütünlemesi. Üçüncü aşamamız ise şu. Kendinize yapay belirleyiciler bulun. Bir süre sonra bu süreç hem başa dönecek ve ondan sonra da sürekli bir değişimle beraber belirleyicilik fonksiyonunuz hayatınıza geçecektir. Şimdi bir örnek verelim, konu toparlanmış olsun. Ne dedik? Birinci aşamamız mutlak belirleyicimizi bulmak. Şöyle bir ifade kullanabiliriz mesela. Ömür her birimiz için ayrı ayrı zorlukları barındıran bir süreçtir. Şimdi bu benim, bizim düşünen bir adamın ilk mutlak belirleyicisi olabilir mi? Evet çünkü bu hayatın bir gerçeği. Hepimiz ayrı ayrı zorlukları barındıran bir süreçten geçiyoruz ve buna ömür diyoruz. Daha iyi bir, şimdi bunu eğer mutlak olarak kabul ettikten sonra bir adamın seçeceği yollardan biri şu olabilir. Madem ki ömür dediğimiz şey ayrı ayrı zorlukları içinde barındıran bir süreç o zaman ben daha iyi bir ömür için zorluklardan kaçayım. Güzel. Bir süre sonra bu bizim hayatımızda farklı bir şekilde karşımıza çıkabilir. Bunu mutlak belirleyici olarak seçtiğimizde. Örneğin zamanın birinde enerji konusunda kendinizi eğittiniz. Bir yerde çalışmaya başladınız. Ve bir süre sonra bir pilin ömrünü uzatmak üzere düşünmeye başladığınızı varsayalım. Size vazife verdiler. Otur düşün dediler. Bu pilin ömrünü uzatırlar. Bu durumda zihnimiz en başından sonuna doğru değil, sondan başa doğru hareket eden bir düşünce yapımıza sahibiz biz. Zihnimiz en başından sonuna doğru değil, sondan başa doğru hareket eden bir düşünce yapımıza sahibiz biz. Zihnimiz böyle çalışıyor. En kısadan, en karmaşa doğru çalışır zihin. Kolay yolu seçmeye yatkındır. Dolayısıyla ne demiştik biz? Ömür her birimiz için ayrı ayrı zorlukları barındıran bir süreç. Ve bu mutlakiyete bağlı olarak da kendimize bir çıkarım yapmışız diyelim. Daha iyi bir ömür için zorluklardan kaç. Madem ki zorluklardan kaçacağım o zaman bu pilin ömrünü uzatmak için basit bir yöntem bulmalıyım der böyle düşünen birisi. Ardından zorlukların olduğu bir süreç var ya elbette, bulacağım yöntemin gerektirdiği zorlukların pilin ömrünü uzatmaya yardım etmeli demeliyim. Nihayetinde mutlak belirleyiciden yola çıkarak her şeyin bir ömrü vardır ifadesi çıkar karşıma. O zaman zorlukların bir kısmını aşıp küçük bir fark bulunca uzun ömürlü pili piyasaya sunmalıyım. Deyiveririm. Şimdi mutlak belirleyiciye bakarsanız bu çözüm iyi bir çözümdür. Yeni bir RG stratejisi ortaya çıkmış olur. En iyisini yapmayı beklemek yerine elde edilen sonuç iyi olarak işini yapmaya başlamıştır artık. Böyle bir kişi pil üretiminde devrim denilebilecek değişimi gerçekleştirmemiş olsa da üretim aşamalarında belirleyici olmayı başarmıştır. Bulduğun her yeniliği küçük küçük ekleyerek büyüme stratejisi. Eğer bunların çok ötesinde devrim niteliğinde bir belirleyici olmak istiyorsanız mutlak belirleyicinin ne olduğunu sizin bulmanız gerekir. Yoğunluğu bulan adam olmak gibi. Bunu keşfetme yolculuğunuzu 3. sınıfta daha detaylı olarak ele alarak o devrim niteliğindeki düşüncelere nasıl varırız onu ayrıca inceliyor olacağız. Dolayısıyla bizler bu dersimizde belirleyici olmanın ne olduğunu mutlak belirleyici olarak seçtiğimiz ana argümandan yola çıkınca düşüncelerimizin nasıl şekillenebileceğini ele almış olduk. Haftaya görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'nin 14. Dersine Hoşgeldiniz.
Bir önceki ders doğru ve yanlış arasındaki kavramsal düzlemde düşüncenin nasıl ilerletilebileceğini ele aldık. Geçtiğimiz ders iyi ve kötü arasındaki bağlama odaklandık. Bu derste sizlerle beraber düşüncenin oluştuğu alanların koşullarının ana temasını oluşturan mekan, zaman ve koşulu inceleyeceğiz. Hakikat her düşünce belli koşulların aslında meydana gelmesiyle beraber şekilleniyor ve bu şekil şemal oluşurken koşullardan kopuk olmuyor. Dolayısıyla o koşul mekanizması içerisinde bizlerulların önünde bir düşünceyi ifade edebilelim. Koşulu oluşturanın ne olduğunu ve nasıl davranmak gerektiği bilinirse bir şeyi düşünmenin varlığa dönüşebildiği anın hazırlığı mümkün olabilir. anın hazırlığı mümkün olabilir. Öyleyse bir şeyi düşünüyoruz ve henüz bu şey gerçekleşmemişse gerçekleşmeden önce bunu ya teste tabi tutabilir ya anlamlandırabiliriz. Dolayısıyla önceden yapılabilecek bir simülasyon bu. Düşünce masalarının çok önem verdiği yapılması en zor ama yapıldığında gerçekten büyük verimliliklere adım attığımız bir alan. Dolayısıyla düşünce teorisine giriş artı düşünce teorisinin ilk 13 dersi hesap edildiğinde düşünceyi oluşturma aşamalarının önemli bir kısmına gelmiş oluyoruz. Yani bu süreçten sonra yavaş yavaş artık düşünceleri kurgulamaya başlayacağız. Bugüne kadar onlara hep bir temel, bir kiriş, bir sütün çevre planlamasını yapmış olduk tabiri caizse. Efendim anlatmaya çalıştığımız şeyi biraz şöyle toparlamakta fayda var. Koşulların bir araya geldiği an vardır. Bu anın kendini ifade edebildiği bir mekan vardır. Ve zihinsel olguda kullanılırsa koşulları koşulsuz olarak ele alabilmemiz mümkündür. Öyleyse düşünce gerçekleşmeden evvel bir simülasyona tabi tutulabilir. Ne demektir düşünce simülasyonu? Bunu kısaca ifade edeyim. Bizler merhaba hangi bir aleti kullandığımızı düşünelim ve bu aletin bir eksiğini fark edelim. Bu eksik bu aletin bir koşulu halinde karşımıza çıkıyor. Ardından biz bunun eksini tamamlamak istiyoruz. Aslında bu eksiğini tamamlayıp ürettiğimiz yeni alet bir önceki versiyonun gelişmiş durumu oluyor. Ama düşünce dediğimiz şey başından beri ifade ettiğimiz gibi insanların henüz fark etmediği bir sahada ya da oluşan bir şeyin derinliğini daha insanların anlayamadığı bir durumda bir sonrakini düşünen adam olmak ise eğer bazen o düşündüğümüz şeyi geri dönüp bugün yapabileceğimiz koşullar olmayabilir. Gerek sosyal, gerek siyasal, gerek endüstriyel alanda hiç fark etmez. Bugün onu yapabileceğim alet yoktur elimde. O zaman ben düşünmekten vaz mı geçeceğim? Hayır düşünebilirim. Ama düşündüğüm şeyi yapmak istedikten sonraki halini nasıl kurgulayacağım? Yani o alete hakikaten bugün koşulları olsa o koşullar altında bu alet nasıl çalışır? İnsanlara faydalı olur mu? Ya da beni geliştirir mi? Ya da yaşadığım herhangi bir ülkeyi de düşünebilirsiniz, bir sistematiği de düşünebilirsiniz. Ben bunu o anda yapsam bu işe yarar mı? O zaman bunun simülasyonuna ihtiyacımız var. Yani tabiri caizse bir pilotun gerçek bir uçağı uçurmadan evvel gerçek bir uçak gibi tasarlanmış bir uçak simülatörünü bilip bu uçağa uçurması gibi düşünür bilirsiniz bu durumu. Bir havalimanından kalkıp başka bir havalimanına kadar bütün hava koşullarını oluşturmuş. Uçağın başına gelebilecek pek çok senaryo önceden belirlenmiş. başına gelebilecek pek çok senaryo önceden belirlenmiş. Bu senaryolar adım adım uygulanıp bu platon uçağın simülasyonundaki başarısını ölçebiliyoruz. Yani düşüncenin simülasyonu tabiri caizse bizim geliştirdiğimiz uçuş rotasında uçup uçamayacağımızı önceden bir şeyi kırıp dökmeden ya da yapabileceğimiz imkan oluşmadan onun üzerinden bir teker atlatmak gibi düşünebilirsiniz. Peki bu tekeri atlatabileceğimiz alanda başta söylediğim 3 önemli faktör var. Koşul, zaman ve mekan. Bir simülasyon yapmam için bu 3 şeye ihtiyacım var. O zaman önce gelin koşul nedir? Onu biraz iyi anlayalım, biraz düşünmeye çalışalım derinlikli bir şekilde. Bir şeyin olması için gereken şeye koşul diyoruz. Bir örnek vermem lazım. Yemek yapacağım. Bu yemeği yapmak için ateş bir koşuldur. Ateşsiz yapılan yemekler de var ama düşünün ki gerçekten akşamleyin bir yemek pişirmek istiyorsunuz. O zaman ateş yemek yapmanızın koşulu haline dönüşür. Ancak her yemeğin tadını algılamak için bunu yeniden pişirmeniz gerekmez. Tadını daha önceden bildiğimiz bir şeydir bu. Neyi koyduğumuzda tadının nasıl olacağını aslında biliriz. Yani bazen yeni bir yemek yapmaya niyet ettiğimizde ve diyelim ki o yemeğe bilinmemiş ya da daha önce kullanılmamış ekşi olduğunu, tadına ekşi olduğunu bildiğimiz bir şey koyarken ne kadar koyacağımızı biliriz. Çünkü zihnimiz daha önceden bu tadın hangi anlamı ifade ettiğini bilmektedir. Yani bir dahaki dersin konusu olan iletişimin temelidir bu. Önceden tadını bildiğimiz şeyin yemeğin içinde nasıl bir ifadeye dönüşeceğini biliriz ki bu da hangi zaman diliminde neyi üretebileceğimizi gösterir. Koşulların oluşturulduğu anın içinde an dediğimiz kelimenin olduğu yer zamandır. Zaman bir şeyin oluşunun ölçüsüdür aslında. Bir yemek kaç dakikada pişer? Bunu bilirsiniz. şüsüdür aslında. Bir yemek kaç dakikada pişer? Bunu bilirsiniz. Aşağı yukarı misafirinizin ne kadar uzaklıktan geldiğini bilir. O tam geldiğinde ona sıcak bir yemek servis etmek için yapacağınız yemeğin kaç dakikada pişeceğini bildiğiniz ölçüyle tam da gelişine yarım saat kaldı. Şimdi fırına verebilirim. Bunu dersiniz. Yarım saat kaldı, şimdi fırına verebilirim. Bunu dersiniz. Dolayısıyla zaman, düşünce hayatımızdaki karşılığı bir şeyin ölçüsüdür. Peki son maddemiz ne? Mekan. Mekan, ölçünün görüldüğü yerdir. Yani bu bir fırında olabilir, tencerede olabilir, fark etmiyor. Sonuçta bu yemek bir mekanda pişecek. Mutfak da bu anlamda bir mekandır. Dolayısıyla o zamanın harcandığı ölçünün görülebilir olduğu yere de mekan diyoruz. Ne anlamıyla? Düşünce boyutundan bakınca. Tabi ki zamanın mekanın farklı ve çok derinlikli anlamları var. Ama düşünce boyutundan baktığımızda bu manaya geliyor. Şimdi bu durumda 3 şeyi bir araya getireceğim. Yani koşu, zaman, mekan. Eğer bir düşüncenin ölçüsünü belirleyebilirsem, zaman tarafı, nerede olacağını bilebilirim. Zaman tarafı. Nerede olacağını bilebilirim. Ve nerede olacağını bildiğim andan itibaren de simülasyon boyutuna artık geçebilirim. Peki şimdi dedim ki zaman ölçüdür düşüncede. Bu durumda bir düşüncenin ölçüsünü nasıl oluşturacağım? O da şöyle. Bundan önceki 5 dersimizde işlediğimiz son 5 dersimizde 5 ana konu vardı. Aslında bu 5 ana konu bir araya geldiğinde düşüncenin ölçüsünü yani zamanını belirliyor. Nedenselliği incelemiştik bundan önceki 5. dersimizde. Bir şeyin neden var olmalı sorusunun cevabıydı aslında bu. İkincisinde ise sonluluk ilkesini anlatmıştık. Bu da bir düşüncenin sonrasında ne olmalı veya o düşünce bittiği anda ne başlar? O ürettiğim şey tüketildiğinde ve artık kullanım ömrü dolduğunda yeni bir teknoloji, yeni bir fabrika, yeni bir endüstri, yeni bir akım geldiğinde neyi başlatır onu bilmektir. Üçüncü dersimiz ise bundan önceki seçimlilikti. Yani bu düşünceyi insanlar neden seçerler? Dördüncüsü ise doğruculuk. Yani yaptığım bu düşünce doğru mu, yanlış mı? Ve dahi son dersimizde bu geçen hafta işlediğimiz belirleyicilik. İyi mi, kötü mü? Bu beş soruya cevap verdiğiniz anda ve bu cevabı düzgün bir cümle haline getirdiğinizde bu düşüncenin hangi zamanda var olabileceğini görebilirsiniz. bu düşüncenin hangi zamanda var olabileceğini görebilirsiniz. Zamanı belli olmayan şeyin rengi, kılığı, cismiyeti olmaz. Öyleyse zaman cevherin özüdür. Düşünceyi bir cevher olarak adlandırırsanız eğer İbni Sina'nın da bakış açısıyla bunun özüne düşüncenin zamanı denir. Şimdi bu ölçünün bir de boyutları olacak ki mekansal koşulları olsun Bunun özüne düşüncenin zamanı denir. Şimdi bu ölçünün bir de boyutları olacak ki mekansal koşulları olsun, düşünceyi ölçeklendirdikten sonraki aşamaya geliyoruz. Peki bu ölçünün boyutları ne olabilir? Geçmişe ilişkin olabilir, yakın geçmiş, yakın gelecek ya da şimdiki alanda olabilir ya da uzak bir gelecekte olabilir. Bu şu anlama geliyor. Eğer çok geçmişe ait bir mekansal koşul üzerinde, zamansal ölçü içerisinde düşündüğümüz bir şey varsa, önceki problemleri anlamamıza yarayacaktır. Eğer yaşadığımız dönem yakın geçmiş ve yakın gelecekte alakalıysa, zamanın aynı olduğu dönemdir problemi belirleyebilirsiniz. Eğer gelecekse problemi çözebilirsiniz. Dolayısıyla geçmişte var olan problemi anlayabilmek, problemi belirleyebilmek ya da problemi çözebilmek. Üç ayrı mekanı kullanabilme hakkım doğar bu zamanın ölçüsünde. Ya geçmişte var olan bir problemi anlayabilirim ve yeni bir düşünce geliştirebilirim. Ya bugün yaşadığım problemi çözecek düşünceyi üretebilirim. Ya da biraz önce anlattığım gibi simülasyon boyutunda hepsini de uygulayabilirim. Ama daha aktif, daha beklediğimiz şey o ya, problemi çözen adam olabilirim. Şimdi bu ölçüyü belirledikten sonra mekan ya gerçektir, ya gerçekleşecektir ya da tekrardan o gerçekliğin içinde var olacaktır. İşte bu durumda simülasyona geçebiliriz. Peki, simülasyon nasıl yapılıyor? Size şimdi bir örnek vereyim. Bu örnekte daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Yürümekte zorluk çeken insanlara, ziyafetli, zekalıya çalışan bir ayak üretmeyi tasarladığımızı düşünelim. Yani zaman zaman gerek askeri birliklerimizde gazilerimizin yaşadığı problem ya da doğuştan gelen, dizden aşağısı olmayan, kalçadan aşağısı olmayan kardeşlerimiz, insanlarımız var ve bunlara genellikle takma bacak uygulaması gerçekleştiriyor. Allah kolaylık versin zor bir aşama ama diyelim ki yeni bir şey yapmak istiyoruz çünkü o sürekli bizim bacağımız gibi olamaz elbette ama çok zorlayıcı bir süreç. Peki yapay zeka ile çalışan, senin yürüme biçimini öğrenip o biçime göre sana destek veren bir ayak üretmeye kalksam. Bunu nasıl simüle edeceğim? Şöyle, şimdi önce ne yapacağız? Biz bunun bir ölçülüsünü belirleyeceğiz. Dedik ya bu neden var olmalı? Böyle bir şey düşündüm bir anda aklıma bir şey geldi. Neden var olmalı? Böyle bir şey düşündüm bir anda aklıma bir şey geldi. Neden var olmalı? İlk sorun bu. Var olmalı çünkü insanlar takma bacak kullandıklarında zorlanıyorlar. Peki bunun sonrasında ne olabilir? Yapay zeka ile üretilmiş bir takma bacak sonrası ne olabilir? Yapay zekanın bir sonraki aşaması bunun artık biyolojik entegrasyonu olup hissiyata dönüşebilir. O zaman üreteceğim düşüncenin zamanı ondan sonraki gelecek aşama için hazırlıklarının işaretlerini verebilir olmalı ki tam oraya entegre olabilsin. Peki neden insanlar böyle bacağı seçsinler? Çünkü bu bacağı kullandığınızda bu takma bacaktan daha ileri bir şey. Koşabilecekler. Daha rahat merdiven çıkabilecekler. Hayatları daha da kolaylaşacak. Peki bu iş doğru mu yanlış mı? Yaptığımız daha önceki dersimizin özeti mahiyetinde söylersek doğru bir iş. Peki iyi mi kötü mü? İyi bir iş. Tamam. O zaman şimdi bunun ölçüsünü şöyle belirliyoruz bizler cümle olarak. İnsanların hayatlarını kolaylaştırmak, kendi yaşam biçimlerindeki hareketlerini öğrenip o hareketlerde destekleyici, yapay zeka destekli bir takma bacak yapacağım. Güzel. Peki bu neyi çözüyor? Yeni bir fikir değil bu. Çünkü takma bacaklar vardı. O zaman bir problemi anladım. Güzel. Böyle bir problem var. Problemi belirlememe gerek kalmadı. Çünkü vardı zaten bu problem. Ve bu problem çözülecek. Peki bu durumda bu gerçek bir şey mi? Gerçekleşecek bir şey mi? Gerçek bir şey mi? Böyle bir problemimiz var. O zaman şimdi şu simülasyonu yapabiliyoruz. Hangi koşullar altında yapabiliyoruz? Bu takma bacağı takmış bir adamın bu nedensellik ilkesiyle beraber hareket ettiğinde yakın bir zamanda hızlı bir biçimde bunları kullanabilir olması için gereken süreci artık simülasyona sokuyorum ve şunu görebiliyorum. da güçlendirmesi düşüncesiyle bunun bir tarafının sinir akson ve dentritlerdeki iletimi anlayabilecek elektriksel bir fonksiyona da sahip olmalı. Öyleyse içinde bir çip olmalı. Madem ki bir çip olmalı o zaman kendi kendini de sadece şarj edebilir olmaktan çok kendi enerjisini de üretebilir olmalı. Bakın gelişiyor simülasyon kendi içinde. Çünkü koşulları belirledik. Mekan belli, koşul belli, zaman belli. Ve şimdi bundan sonraki bir aşamaya geçeceksem eğer, şimdi simülasyonum şöyle şu hale dönüşebiliyor. İleride et gibi hissedebileceğim bir bacak yapabilir miyim? Evet ama şimdi simüle ettiğimde bir bakıyorum ki elimdeki koşullar ona uygun değil. Çünkü makine etler henüz geliştirebilecek koşullara ulaşmadı. Onu şimdi burada tutuyorum. Fikriyat olarak. Çünkü yapay et yapma süreci başladı. Bunun o versiyonu bir yerde bununla birleşir ama şurada dursun bu. Şimdiki aciliyet bu düşüncenin ihtiyacıyla bu prototiple oluşturulabilir mi? Evet. Peki bunu takan adam nasıl bir sıkıntı yaşabilir? Şimdi oraya geliyoruz. O mekansal alet yapıldı, adamın bacağına takıldı. İnsanlar bir anda kendilerinin o güne kadar yapamadıkları bir şeyi yapmak isteyebilirler. Yani örneğin takma bacakla zor yürürken şimdi yapay zekayla geliştiyse bu. Ben bununla dağ bayır ağaca tırmanacağım derler. Peki benim yapacağım şeyle ağaca tırmanabilirler mi? O simülasyonu artık mekanik olarak düşünebilmem mümkün olacaktır. Bu simülasyon bir filmi çekmek gibi. Bunu verdiğim adam bunu kullanırken sanki kendi bacağıma takılmış gibi düşünme boyutunu oluşturacaktır. İnsanların bunu simülasyon yapmasındaki zorluk yani kabatağrıyla hayal etmesindeki zorluk bahsettiğim koşullar üzerinde zaman harcayamamalarından kaynaklı olup bir an önce aa bu işte çok para var deyip girmelerinden kaynaklanır. Düşünmek işte bu manada bir fikir aklınıza geldiğinde onu simüle etmeden evvel yapmaya kalkarsanız sizi yarı yolda bırakabilecektir. Özüyle özetiyle böyle anlattık. Daha derinlemesine doğru devam ediyoruz. Düşünce yolculuğumuza. Haftaya tekrardan görüşmek üzere inşallah. Kalın sağlıcakla."} Kitapta yazmaz düşünce teorisinin 15. dersinden herkese selamlar efendim. Bir önceki dersimizde belirleyicilik unsuru altında iyi ve kötüyü incelemiştik. Bir önceki hafta son dersimizde 14. dersimizde ise zaman ve mekan ve koşul ibareleri altında düşüncenin simülasyonu ve bu simülasyonu nasıl yapabileceğimize dair ön izlenimleri beyan etmeye çalışmıştık. Bugün yeni bir ders grubuna başlıyoruz aslında. Özellikle bugünlerde kişisel gelişim olarak önünüze gelen ama bizim çok kişisel gelişim olarak ele almak istemediğimiz ziyadesiyle düşünen adamların, düşünmesi gereken insanların belli koşulları yerine getirmesi, kendi adına başkalarıyla olan ilgi, iletişim vs. konuları geliştirmesi gerekliliğinden bahsedeceğiz. Bu gerekliliğin en önemli birinci maddesi ise iletişim kurmak. Tabi iletişim kurmak dediğimiz zaman hepimizin aklında olan şey güzel konuşmak, beden dilini doğru kullanmak, doğru yerde durmak, doğru zamanda, doğru mekanda doğru sözü söylemek gibi birçok şey aklınıza geliyor olabilir. Ama iletişim kurmak aslında bunlar sonuçları. İletişim kurmak dediğimiz bundan çok daha derin bir şey. İletişim kurmak düşünme yeteneğinin kurgu kapasitesi için gereken temel koşul. Yani bir insanın düşünebilmesi için zihninde bir kurgulama yapması lazım. Düşünebilmesi için zihninde bir kurgulama yapması lazım. İyi iletişim becerisi olmayan insanların düşünce kurgusu yapmakta zorlanacağını ifade etmeliyiz. Peki düşüncelerimizi kurgulamakla iletişimle arasında nasıl bir ilişki ve bağ olabilir? Buna bakacağız. O zaman önce kurgu nedir onu anlamamız lazım. Kurgu bir veri işleme biçimidir aslında. Yani bu filmlerin kurguları var ya, onlar da sizin izlediğiniz bir sonuç. Aslında senarist önce zihninde bir kurgu yapar. Bu kurgu eldeki verileri işlemenin yöntemidir. Bazen içeriden ve bazen dışarıdan gelen veriler vardır. Önce kendi dünyanızda, kendi hayatınızda biriktirdiğiniz, bir de boş gelmemiş, dolu olan hafızanızın ince yerlerinden gelen veriler var. Bir de bu verilerin dış dünyadaki karşılıkları var. Ve dış dünyada yaşadığımız tecrübeler var. Her ikisini topladık, masaya döktük. Şimdi bu masada neyin nerede olması gerekliliğini konuştuğumuz yer kurgudur. Girişi nasıl olacak, gelişmesi nasıl olacak, sonucu nasıl olacak? Ben bu süreci nasıl işleteceğim sorusunun cevabı kurgunun birinci aşaması. O filmi seyredip de bu ne güzel bir kurgu olmuş dememizse o kurgunun sonucudur. Genellikle kaçırdığımız yerlerden biridir bu. İletişim konusu da böyle ne yazık ki. İletişim işte biraz önce saydığım gibi. Güzel söz söylemek, karşındakini ikna etmek, evet dedirtme sanatı falan diye ele alıyorlar ya. Bunlar iletişime sonuçları. Sonuçlardan yola çıkarak bir şeyi öğrenmek zannedildiği kadar kolay değildir. Önce işin teori kısmındaki formüllerin nasıl oluştuğunu bilmezseniz günün birinde garip bir soruyla karşılaştığınızda o kadar garip bir cevap vermekte zorlanırsınız dolayısıyla düşünce insanın hep de herkese garip gelen bakış açısına sahip olup farklı bir kurgu yapması gerekiyor ya işte tam da orada bu kurgunun da diğerlerinden farklı olması lazım dolayısıyla iletişim bu yüzden sadece dış dünyayla ilişki kurduğumuz bir alan değildir. İletişim önce insanın kendi iç dünyasında kendisiyle baş başa kalma sürecinden geçer. O zaman gelin şimdi gerçekten iletişim nedir ona bakalım. İletişim bir bilginin işlenme sürecidir. Bu işlenme süreci ise gerçek manada bir sıralamayı bizlere gerektiriyor. Çünkü bizler bir bilgiyi aldığımızda ya onu hemen kullanmak istiyoruz ya unutuyoruz. Nereye koyacağımızı bilemiyoruz ki düşünce teorisine girişte ve düşünce teorisinin pek çok aşamasında işimize yaramayan bilgiyi hep bir yere atmak, içeriye almamaktan çok defa bahsetmiştik. Dolayısıyla bir şey düşünüyorum. Düşündüğüm şeyin iletişim kuramı içinde kurgulama yapabilmek için önce ihtiyacım olan bilgiyi alır olam lazım. Hem içeride var olan bilgiyle de zıtlaşsa bile onun kapsamı içinde yer alıyor olması lazım ki süreci doğru işletebilirim. Peki iletişimi böyle ifade ettik. Bu iletişimin süreci nedir ona bakalım. İletişimi böyle ifade ettik. Bu iletişimi süreci nedir ona bakalım. Bu süreci başka kitaplarda okuyamayacaksınız. Çünkü onlar iletişimin sonuçları, teorisi değil. Teorik kısmını belki bazı eski, kadim kitapların içinde bulmanız mümkün. O da insanlara çok ağır geldiği için pek izlenmiyor. Biz bu işi en basit haliyle size vererek hemen çözüm üretmeye gayret ettiğimiz için bir sükunet dairesinde ele almayı çalışacağız. Şimdi iletişim süreci önce bilgiyle başlıyor. Ama önce süreci ifade edeyim. Bir bilgi var. Bu birinci aşama. İki, iç veri araması süreci var. Ardından nöron tutundurulması gerekiyor. Ve sonra yeni bir akış başlıyor. Aslında sinir sistemimiz gibi bir şey bu. Bir veri başlıyor. İç veriden geçiyor. İç veriyle karşılaştırılıyor. Nöron bu bilgiyi tutuyor. Sonra diğer sinir hücresine bunu aktaracak. Tam orada yaşanan süreç aslında iletişimin teorik olarak ta kendisi. Ama bu teorinin pratik karşılığı var ve burada yapılan hatalar, eksiklikler düşüncenin insanı olmaya engel olduğu gibi bilgilerin doğru bir şekilde işlenerek doğru bir kurgu yapılmasında da zorluk çıkartıyor. Günümüz koşulları altında söylemek gerekirse genellikle bir şey anlattın ama bir başından bir sonundan anlamadın ki ben bunu bir daha anlat diyorlar ya. İşte arkada var olan iletişim teorisinin gereklerini yerine getirmemenin bir sonucudur bu. Kimi insanlar bunu doğal yollardan öğrenip beceri olarak hasıl olduğundan iyi iletişim kuruyor diyebiliriz. Ama bugün o insanları da incelesek, bugün bahsedeceğimiz bu süreci farkında olmadan yapıyor olduklarını göreceksiniz. Farkında olsalar ne olur sizler gibi, bizler gibi? O zaman buradaki süreçleri daha efektif kullanıp belki kendisinden çok daha üst bir sonuca erişebilirler. Çünkü iletişim, düşünceyi kurgulamak için ihtiyacımız. Kurgulayamayacağımız düşüncelerimiz sürekli olarak yeni bir karmaşanın başlangıcı anlamına gelir. Dönüp dönüp çok fazla hatayı düzeltmek zorunda kalır. Kimi zaman da bu hataları kendinize bile itiraf edemeyerek şimdilik böyle kalsın demenize sebep olur. Elbette ki mükemmelliyet mümkün değildir. Ama mükemmelliyetçilik yolunda atılacak her adımın hatasından kurtulabilmek için dahi iyi bir kurgu yapmak gerekir. Şimdi bu süreçleri tek tek ele alalım. Birinci maddede bilgi var dedik. Bu bilgi içeriden yahut dışarıdan olacak. Ne demek bu? Bizim vücudumuzda kendimize verilmiş olan beynimiz sıfır kilometre gelmez. Yürümeyi, konuşmayı, yemeği, içmeyi. Bir şeyi kullanabilmeyi sıfırdan öğrenmiyoruz. Hatıramızda var olan bir şeyin geri çağrışımını kullanıyoruz. Ve güncel hayata ne kadar odaklanmışsak bu çağrışımlar ön bölgede yoğunlaşıyor. Bu yüzden derin düşüncelere dalmakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla burada dışarıdan gelen bilgiyi kullanarak içerideki bilgiyi de nasıl hareketlendirebileceğimizi birazdan daha iyi öğreneceğiz. Ki o da iletişim sürecinin ikinci basamağını oluşturuyor. Biz buraya iç veri araması diyoruz. Örneğin, Burayı keserseniz. İç veri araması diyoruz. Tabi bu iç veri aramasının nasıl olacağını şöyle ifade etmekte fayda var. Karşımızdaki bize henüz bilmediğimizi düşündüğümüz bir şey söyledi. Aslında zihnimiz söylenen bu cümlenin karşılığını zihnimizde aramaya çalışır. Her zaman illaki orada duruyor anlamında değil. bazen adam yanlış bir bilgi de verir. Ama beyin bu kontrolü biz farkında olmadan yapar. Ama bunu bulabilirse yeni bir düşüncenin üretimi için ta hafızanın köklerinden gelen o yapısal varlıkla karşılaşabilirse bu farkındalık düşünce üretiminde çok yeni taze bir bilgiyi kullanabilme imkanı doğurur. Adam yanlış bir şey söylemişse ve bu yanlışlığa inanmışsanız beyin bunun da doğru olmadığını siz farkında olmadan dahi olsa bulmuşsa bu konuda mutlakiyet bir başarısızlık gelecektir. Ama bu başarısızlık siz yaşarken karşılaşmayacağınız bir durum olabilir. Hakikatse söylenmiş doğru bir bilgi, hafızamızda onunla ilişkili olan bir bilgiyi ararken yeni bir üretim için gerekli bileşkeler oluşur. Bu bileşke oluştuğu anda nöron tutundurması dediğimiz bir aşama gerçekleşiyor. Bu da şu anlama geliyor. Dışarıdan aldığımız veriyi içeride bulduk ya da bulamadık. Fark etmez. Bizler şimdi bu bilgiyi aklımızda tutmak, kullanmak için kurguda bir yere koymak istiyoruz ya. İşte burada en önemli şeylerden bir tanesi koku, görsellik, ses, tat ve genetimizde var olan o hafızadan gelen bilgiyle ilişkili. Dolayısıyla bir bilgiyi hatırlamakta zorlanıyorsak ya da o bilgiyi kurgulamakta zorlanıyorsak o bilgiyi aldığımız anın içindeki kokuya isim vermek, görselliği hatırlamaya çalışmak, sesi unutmamaya gayret etmek ve bunu geliştirmeye çalışmak ki birazdan onların pratiklerini ifade ediyor olacağım. Bunu tatlandırmak, kendi zihnimizde illaki bize söylendiği anda çilek gibi konuştun demeye gerek yok. Ama bu söz söylendiğinde bu ahududu gibi kokuyor, portakal gibi bir tadı var bu bilginin demek hafızamızın çok hızlı bir nöron tutundurma aşamasını tetikliyor. Ve bu da ta binler ve milyonlarca yıl önceden genetik olarak hafızamıza kaydedilmiş olan yapıyla karşılaşmamızı sağlıyor. olan yapıyla karşılaşmamızı sağlıyor. Biz farkında olmadığımız bu söylem bir anlama dönüşüyor ve o gün kimsenin pek de farkında olmadığı aman Allah'ım bir tek sen mi gördün bunu sözünün altına çizilmesine vesile oluyor. İletişim süreçlerinin özellikle düşünce aşamasında başarılı olabilmek için şu maddeleri dikkat etmek biraz önce söylediğim bütün o süreci daha efektif kullanmanızı sağlayacak. Yani bu teorik bilginin şimdi pratik hayatımızdaki karşılıklarından 4-5 tanesini vereceğim. Çünkü bu detaylar aşağı yukarı 30 maddede bitiyor. Ama bunların diğer kalan kısmını 5 tanesini verdikten sonra o 26 tanesini ta 3. dersimizin düşünce kısmında tekrardan masaya yatırıyor olacağız. Dikkat ederseniz de biz de bu iletişim yöntemini kurguluyoruz. DTG'den bir şey alıyoruz. Düşünce teorisinden bir şey koyuyoruz. En sonunda hepsini yeniden bir araya getirerek bu terminasyonu tamamlamaya çalışacağız. Efendim, düşünce iletişim süreçlerinde başarılı olmak için birinci en önemli maddemizi şöyle ifade edeyim. Hafızanıza güvenmeyin ama hafızanızı irdelemekten de vazgeçmeyin. Ben bunu iyi biliyorum, unutmam bu böyledir demeyin Önce bir irdelenin Peki hafıza nasıl irdelenir Duyulan bilgiyle kökte var olan bilgi Bulaştırmak için nasıl bir Süreç işletilebilir Bir Bunu geliştirmenin en önemli yolu Belli zamanlarda Belki haftada bir gün kendinize şöyle bir 5-10 dakika Ayırıp şöyle diyebilirsiniz. Hatırladığın en eski obje neydi? Yani bu annenin sana uzattığı bir emzik de olabilir, babanın sana getirdiği bir oyuncak da olabilir. Daha eski, daha eski böyle ilk doğum anındaki objeyi hatırlamaya çalış. Hayal değil, gerçekten hatırladığın objeyi hatırlamaya çalış. Hayal değil, gerçekten hatırladığın objeyi. Sonra en son yakın günlerde gördüğün, ilgini çeken, ya bunu da mı yapmışlar çok da güzel duruyor dediğin herhangi bir objeyle yan yana getir. En eski obje, en yeni obje. Hatıranda olan. 2. Hayatında hatırladığın en eski kokuyu hatırlamaya çalış. Ve en son aldığın ve burnunda o sana iz bırakmış kokuyu hatırla. Kötü bir koku da olabilir ne yazık ki ama iyi olmasa ne güzel olurdu. Üçüncüsü ise hatırladığın en eski ses. Bir şarkı da olabilir bu. Kulağına fısıldanmış bir ninni de olabilir fark etmez. Cam arasından gelen bir araba sesi de olabilir. Bugün de en son aklında kalan ses. Hep en eskiyle en yeninin arasında zamanı aşan ilişkiyi kurmaya çalışın. Görsel, koku ve ses alanında yaptığınızda zihninizde uzun zamandır kullanmadığınız ve nasıl kullanırım dediğiniz ve biraz önce süreçte bahsettiğimiz o gelen bilgiyle kadim bilgi diye tabir edelim. Bu bilgiyle birleştirme ve arasında tabiri caizse elektriksel bir iletişim olmasına yardımcı olacaksınız ki bu yardım sizin aynı zamanda nöronların tutundurma sürecinde hızlandırıyor olacak. İşte bundan sonra farklı disiplinler arasındaki ilişkilerde kolay çalışabilme yöntemine geçebileceksiniz. Matematikle biyoloji, coğrafya ile geometri arasındaki ilişkiyi kurmak artık daha kolay bir hale gelecek ki düşünce dersi 3. sezonda bunun ne kadar faydalı olduğunu göreceksiniz. O güne kadar bu pratikleri yapmanız sizin için iyi olur. 2. İletişim aslında konuşmakla değil dinlemekle başlar. Çünkü bütün iyi iletişimciler en önce iyi dinleyicilerdir. İyi bir dinleyici olmak, kulak kesilmek, dikkatli olmakla başlamaz. İyi bir dinleyici olmak önce uzun notlar tutmakla başlar. Yani düşünce teorisi dersi dinliyorsunuz, lütfen ricamız uzun notlar tutun. Belli zaman sonra uzun not tutmaya eliniz alıştıktan sonra kısa notlar, şifreli ibareler, işaretler gibi kendinize ait geliştireceğimiz yöntemleri kullanacağız elbette. Ama notlarınızla çalıştığınızda kısa notların size gerçekten o konuşmayı, o söylemi hatırlatıyorsa kısa nota geçebilirsiniz. Ama ya ben bir not almışım, kısa notlar almışım adam bunları söylemişti ama ben bu notu ne zaman söylemişti ne demek istemişti hatırlamıyorum diyorsanız hala uzun notlar üzerinden çalışmaya zorunlu olduğunuzu bilin. Dolayısıyla bu dersi bir uzun not tutmaya gayret edin. Kısa not tutup aradan 2-3 gün geçtiğinde en az 72 saat sonra baktığınızda o notlar size bu dersi hatırlatıyorsa amenna ama hatırlatmıyorsa devam. İkinci madde şu eğer bu iletişimin dinleme yoluyla başlangıcını hafızanızı da güçlendirerek yapmak istiyorsanız bir double diye tabir edelim çift dikiş yapmak istiyorsanız hatıra kayda tutun. Yani yaşlılarınızın yanına gidin. Dedeniz, anneanneniz, herhangi bir yerde gördüğünüz, parkta oturan bir amca gerçekten de onun konuşmaya ihtiyacı var. Onun hatıralarını şöyle uzun uzun not tutun. Ses kayda almaya alışmayın ve alıştırmayın kendinizi. Çünkü kalem, zihin, kalp, ruh arasında daha sayıcağın pek çok iletişim kanalları var. Bu ancak kalemle oluyor. Telefondan bir kez daha dinlemekle değil. Tabi acil durumlar için ayrı konu. Üç, iletişimin şimdi de anlama buluşması. Bakın söylem ve anlama geçiyorduk ya o süreçte, bunun için de okumanız gerekiyor. Okumayan adamlar iyi iletişim kuramazlar. Bu yüzden mutlaka haftada en az bir kitap okuyor olmalısınız. 4. İletişim sadece insanlarla değil, aynı zamanda iş derinliğiyle mecrasını bulan bir şeydir. Dolayısıyla maddeyle iş yapan erbabı meslekte tanışmalısınız. İyi bir marangozun yanında birkaç saatinizi geçirin. İyi bir demirci, iyi bir tarım işçisi nasıl ekmiş, nasıl biçmiş dinleyin ondan. Çünkü bu iletişimin maddeyle olan ilişkinizi sağlayacak. Yani o marangozun ahşaba duyduğu sevgi, mesleğine duyduğu sevgi ahşabın da iletişimde bir gereklilik olduğunu size hatırlatacak. Maddeyle iletişime geçmeye başladıktan sonra zihninizin logaritmik fonksiyonlarının harekete geçtiğini göreceksiniz. Ne demek o? Zaman konusunda bu hangi zamanda gerçekleşmişti sorusu sizde oluşmaya başlamışsa artık o madde ile iletişiminizin farklı bir boyuta taşındığını size işaret edecektir. Efendim bu bölümün beşinci önermesinde şöyle ifade edip konuyu bitirmeye çalışayım. Başladığınızı bitirmek kadar onu az tutup sürekli tekrar etmek çok önemli bir şeydir. Yani bugünü söylemeyle ifade etmek istersek kendinize ait ritüellerinizin olması. Ne demek bu? Ders çalışmaya başlamadan önce ben oturur önce iki sayfa kitap okurum. Bu 20 sayfa olmasın ama bu iki sayfadan asla vazgeçilmesin. İnsanlardan iyi düşünenlerin ritüelleri vardır. Ve bu ritüeller çok kısa çok basittir. Yanlış anlamayın öyle kurafeler falan anlamında söylemiyorum bunu. Yani aman illa ders çalışırken burada bir mum yanmalı şeklinde ifade etmiyorum. Ama o ders çalışmanıza katkı sağlıyorsa, o ders çalışmanızı derinleştiriyorsa, sizi motive ediyorsa ve hurafelerden uzak bir gerçeklik payı varsa hayatımızda, o zaman bunu sürekli yapmaya az ama sürekli yapmaktan asla vazgeçmeyin ve bu ritüeli başkasından kopyalamayın. Çünkü hepimizin kendine ait bir tecrübesi, kendimize ait dolu gelmiş bir hafızası var. İçindeki en incelikleri bulmak niyetinde oldukça da üretilebilecek insanlık anlamına faydalı, kendimize faydalı, etrafımıza, ailemize faydalı düşünceler var onlar bizi bekliyorlar biz onları bulma yolunda yürümeye mücadele etmeye devam ediyoruz bir dahaki bölüm görüşmek üzere kalın sağlıcakla"}
Düşünce Teorisi 16. Dersimize Hoşgeldiniz. Bu
hafta geçen haftanın devamında iletişimin öneminden bahsettikten sonra sizlerle görsel zekamızın ilk adımı olan gözlemlemeyi öğreneceğiz. Efendim, gözlemleme deyince herkesin aklında basit bir soru olarak veya basit bir tanımlama olarak etrafındaki olayları dikkatlice izlemek, izlediğim şeylerden feyiz almak, bilgi almak, bir yerinden not tutuşturmak gibi ibarelerle farklı bir şekillerde anlamlandırabiliyoruz. Ama şunu bilmek gerekiyor. Gözlemlemek de öğrenilmesi gereken bir kabiliyet aslında. Ve geliştirmemiz gereken bir kabiliyetimiz. Çünkü öğrenilmemiş bir gözlem seyre dönüşüyor. Seyirle gözlem arasında önemli bir fark var. Seyretmek genellikle bilinç dışı gerçekleştirdiğimiz bir şey. Bilincimize hareketi geçirdiğimiz anda da olayın gerçeğini kaybetme ihtimalinin gittikçe arttığı bir düzenek. Seyir genel itibariyle şunu söylemek gerekirse duyu hafızasına aslında körelten bir şey. Yani televizyonu seyretmek, bir yerde oturup insanları seyretmek, bir yerde oturup bir fotoğrafı seyretmek. Bütün bunlar eğer gözlemlemeyi bir gereklilik ve kabiliyet olarak ele alınmıyorsa seyir duyu hafızamızı köreltiyor. Körelen her duyu hafızasıysa düşüncelerinizin farklı açılardan ele almanıza engel oluyor. O zaman öncelikle şunu bilmemiz lazım. Duyu hafızası nasıl bir şeydir ve nasıl çalışır? Beş duyu organımıza duyular diyoruz biliyorsunuz. Elde edilmiş bilgi alanını kapsayan her sinir hücre grubuna genel olarak duyu hafızası denir. Ne demek istediğinizi biraz açalım. Normal şartlarda bir bilgiyi öğrendiğimizde veya hafızamızda var olan otomatik bilgilerden birini geri çağırdığımızda. Bunu bir kablo olarak düşünelim. Sinir hücresi zaten elektrik kablolarına çok benziyorlar. Küçük küçük parçalar bir araya gelmişler ya. Bu parçaların sonuna doğru bilgimizin hafızada tuttuğumuz alan yani elektromanyetik fonksiyon hareketi var. Bu hareketin hemen üzerinde ise bu bilgiye dair olan görüntü, koku, tat duyusu, dokunma duyusu, hissiyat bütün bunlar da arkasında bir kod olarak yer almakta. Dolayısıyla koku hafızası, görsel hafıza, işitsel hafıza, bütün bu hafızalarımız o bilgiyi bulduğu anda bilginin bütünselliği meydana geliyor. Eğer bu yönetilmezse yani gözlem yapmak bilgiyle beraber yönetilmezse bu durumda insan yeni bilgiler üretmeye başlıyor. Çünkü sinir kablosu dediğimiz bu kablo yapısı sondaki bilgiyi boş bırakmıyor. Şöyle ifade etmemde fayda var. Örneğin biyolojinin bir alanında bir çalışma yapıyoruz veya bu konuda bir düşüncemiz var. O düşünceyi geliştirmek istiyoruz. Ardından da yorulduk ettik veya bir gözlem yapmamız lazım ama gözlemden ziyade gözlemin bilgisini bilmeden, nasıl yapıldığını bilmeden, taktiklerini ve stratejisini bilmeden yola çıktık gözlem yapıyoruz. Bir yerde bir şey gördük ve gördüğümüz şey dikkatimizi çekti, onu özellikle aman unutmayayım deyip bir yere koyduk. Ama gözlemlemeyi yapmadan seyirle beraber koyduk. Bir zaman sonra sinir hücresi bu gördüğü görüntünün önündeki bilgiyi aramaya başlıyor. Diyor ki bir şey gördün peki bunun bilgisi nerede? Eğer bunun bilgisi yoksa görüntüden yola çıkarak sanal bilgi üretmeye başlıyor. Sanal bilgiden kastım şu. Bilgi hafızamızda, dağarcımızda var olan tecrübelerden birisini bir başka tecrübeyle birleştiriyor. Ve onu görüntünün önüne koyuyor. Yani bugünlerde yapay zeka üzerinde, chat GPT üzerinde çalışma yapanlar zaman zaman chat GPT'nin anlamsız cevaplar verdiğini görünce ona nasıl ki yeniden bir cümle kuruyoruz. Diyoruz ki bak bu böyle değil. Öğren bunu. Git şuradan öğren. Ona göre cevaplandı diyoruz ya. Aslında bu sinir sistemimizin çalışma mekanizmasından farkında olmadan kopyalanmış bir unsur. Çünkü insan ya bilgisine göre gözlem yapmalı. Bunu teknik açıdan ele alıyorum. Tabii ki hayatımızın tamamını buna göre yapmak zorunda değiliz. gerektiği anda bu dersin içindeki tekniği bilmezse olay gözlemliği seyir olduğu için gördüğü şeye göre bilgi üretmeye başlıyor. Bu sefer tekrar masaya geldiği zaman ya o gördüğü bilgiyi buraya yapıştırmaya çalışıyor ve o çelişkiyi çözmekte zaman kaybediyor yahut farklı açılardan bu düşünceye bakmakta zorlanıyor. Vahut farklı açılardan bu düşünceye bakmakta zorlanıyor. Türetilen her bilgi bir zamanuç çıkaran insan tipi oluşuyor. O da aslında bugün yaşadığımız toplum. Adamın bir anda kıyafetiyle, adamın bir andaki duruşuyla, bir söylemiyle, bir fiiliyle bir anda bir tecrübeyi birleştirip işte bu budur. Bu tıpkı da buna benziyor. Bu da bunlardandır. Anladım anladım. Bu da onlar gibi birisi dememize sebep oluyor. Bir süre sonra inanca dönüşüyor. Söyleyen öyle inanıyor ki bu tezi hayatı boyunca sürdürebiliyor. Şimdi gelelim bu duyu hafızasının nasıl çalıştığını anladıktan sonra görsel hafızanın ne olduğuna bir bakalım. Sonra duyu hafızasıyla görsel hafızayı bir araya getirip gözlemin ne olduğuna gelelim. Şimdi görsel hafızamız bildiklerimizi destekleyen bir görsel hafızamız vardır. Yani bizler bir şeyi öğreniriz, bilmiş oluruz. Sonra o bildiğimizi gözlerimizle görmek istediğimizde yine biyoloji örneğinden yola çıkarak onu görmek istemeye gideriz. Yani okuduk ki biyolojide mantarlarla ilgili bir konu var. Bunu görerek tecrübe etmek istiyoruz. O zaman görsel hafızayı desteklemek üzerine yola çıkıyoruz ve bakıyoruz ki evet bildiğimizde gördüğümüz aynı şey. Bu kendimize tatmin anlamına gelmiyor. Bu, bu saatten sonra sinir hücresinin sonunda var olan elektromanyetik bilginin arkasındaki duyu hafızasını motorize ediyor. arkasındaki duyu hafızasını motorize ediyor, öndeki çarkla arkadaki çark birbiriyle bütünleşiyor ve bilgi fazlasını istemeye başlıyor. Yani bilgi dağarcığında içe girmenin bir yolu da görsel hafızadır. İkincisi olarak da şunu söylemek lazım. Gördüklerine görüntülü bilgi ekleyen hafızaya da görsel hafıza diyebiliriz. Çünkü bir şey görürüz ama bu gördüğümüz bize yetmez. Daha derinini eklemek isteriz. Biraz daha fazlasını örneğin mantarı alır. Bu sefer mikroskopla bakmak isteriz. Bu sefer teste tabi tutmak isteriz. Gözlerimizde en ince ayrıntısını görmek istiyoruz deriz. Bu seferde ne olur? Bu elektromanyetik alan yavaş yavaş büyümeye başlar. Bu büyüdükçe çark daha hızlı işlemeye başlar. Gözlerimiz bu anlamda ya arayandır, ya tepki gösterendir, ya da atık hafızaları kurguladığımız alanı oluşturur. Atık hafızadan kastuladığımız alanı oluşturur. Atık hafızadan kastımı biraz önce ifade ettim. Gördüğünün bilgisi olmadığında görüntünün kendi sanal bilgiyi oluşturma sürecidir. Şimdi görsel hafızayı böyle ele aldıktan sonra gözlem yapmayı bilmek görsel hafızanın güçlendirilmesi için gereken temel koşullardan biridir. Hele ki düşünce insanı olmak istiyorsak. Öyleyse gözlem nedir? Gözlem düşündüğümüz bilgiyi güçlendirme çabasıdır. Düşünmediğimiz bir alanda gördüğümüz bir şeyden ilham alıp onun önüne bilgi ekliyorsak buna da eyvallah. Ama hiç düşünmediğimiz bir alanda ya da düşündüğümüz alanın dışında tekniksiz bir gözlem ne yazık ki düşündüğümüz bilgiyi güçlendirmek yerine baştan beri ifade ettiğim gibi karmaşaya ve farklı açılardan o düşünceyi görememeye sebep olabilir. Peki o zaman gelelim artık. Gözlem nasıl yapılır? Şimdi öncelikle şunu belirlemem lazım. Düşüncelerime paralellik gösteren ne var? Yine biyolojide, yine bir mantar grubunu ele alıyor olabilirim. Ama bu mantar grubunun nem koşulları, bulunduğu coğrafyanın tabiat koşulları, buradaki bitki çeşitliliğinin önemini de görmek istiyorum ya, orada bitkileri de gözlemleyebilirim. Dönüp mantarlarla ilgili çalışma yapılmış bir belgeseli de televizyondan izleyerek yapabilirim. Ancak burada önemli ve farklılıktan bir şeyi ifade etmemde fayda var. Doğada yaptığınız gözlemle televizyon üzerinde yaptığınız ya da bilgisayar monitöründen yaptığınız gözlem aynı değildir. Zira monitör üzerinde sabit bir kare akışı vardır ve bu sinir hücrelerimize göre yavaştır. Bu yavaşlık aynı zamanda hafızayı da beklediğimiz o elektromanyetik dönüşümünü yavaşlatır. O yüzden birden fazla izlemeniz gerekebilir. Ama doğa böyle değildir. Akışkan göz, akışkan renk ve gerçeklerle karşı karşıya olduğunuz için ürünle tepkime gerçekleşir. Çünkü göz sadece ışık alan değil, bir de ışık saçma özelliğine sahiptir. Dolayısıyla ekrana doğru saçılan ışık sabite gösterir. Bu sabite de duyuların bir kısmında körleşmeye de vesile olur. Dolayısıyla zaman zaman belgeselleri seyrediyor olsak da ekseriyette gerçekten çıplak gözle gözlem yapmak çok daha üstün olduğunu beyan etmek gerekir. Peki, düşüncelerimizle paralellik oluşturabilmek için hangi yolu izleyebiliriz? Şunu ifade etmek lazım. Bizler bir oluş, bir olgu ya da bir olaylardan hangisine ihtiyacımız olduğunu bilmeliyiz. Yani mantarların oluşumunu gözlemlemeliyim, mantar olgusunu mu gözlemlemeliyim yoksa mantarın kendisinde var olan olayı mı? Üzerinde bakteri var mı? Üzerinde mikrop var mı? Mantarların birbiriyle olan iletişimi nasıl gerçekleşiyor? Çünkü bitkiler arasında bir iletişim söz konusu ve bu nasıl gerçekleşiyorsa önce bukiler arasında bir iletişim söz konusu ve bu nasıl gerçekleşiyorsa önce bu oluş mu, olay mı, olgu mu bunu bilmem lazım. Eğer bu bir oluş süreciyle alakalıysa oluşun içinde olmam lazım. Olayla alakalıysa bununla ilgili geçmiş tecrübelerden faydalanmaya gözlem yapmam lazım. Belki de bunun için mantar konusundaki uzman insanlarla görüşmeler yapıyor olmam lazım veya onlarla ilgili belgeselleri seyrediyor olmam lazım. Olay olgusal bir metaforu içeriyorsa burada bir okumam yapmam lazım ki kitap okurken de görsel hafızanın kullanıldığını unutmamak gerekiyor ama bu düşünce yani üçüncü dersimizde ele alacağımız okumanın görsel hafızayla olan ilişkisi kısmında ifade edeceğiz. Daha derin bir konu olduğu için. Şimdi bu ihtiyacımıza göre bir mecra belirlenmeli. Mantarlarla ilgileniyorsa doğa bu mecranın kendisidir. Mecrada geçireceğiniz vakti de mutlaka geniş tutmaya dikkat edin. Yani herhangi bir konuda gerçek manada bilginiz üzerine yöntemli bir gözlem yapacaksanız vakit geniş tutulmalı. Belli bir saat aralığı verilmemelidir. Çünkü gözlerimiz bir aralık verildiğinde gözlem yapma niteliğini önemli bir ölçüde kaybeder. Gözlem niteliği biraz daha geniş ve rahatlık isteyen bir organımız. İlk gözlemde ise karar vermemek bu işin en önemli kriterlerinden biri olarak ifade edilmeli. Takip ettiğimiz bu tekrarlı yöntemi ise sürekli yapmak zorundayız. Yani her seferinde ihtiyaca göre mecrayı belirleyeceğiz. Yani her seferinde ihtiyaca göre mecrayı belirleyeceğiz. Her mecrada geçireceğimiz vakti olabildiğince geniş başlangıcı belli de sonu belli olmayacak şekilde ele alıyor olacağız. Koşullara göre tabii ki ve hiçbir zaman ilk gözlemde karar vermeyeceğiz. Her seferinde bir kez daha su 100 derecede kaynadı bir daha seyredeyim diyeceğiz. Aynı şeyi seyredeceğinizi bilseniz bile bu öndeki bilgi çarkını çok daha hızlı çevirecek büyük çarkı büyütmeye yardımcı olacak. Ve en önemli koşul şu. Gözlemlerinizi mutlaka not etmeniz gerekiyor. koşul şu. Gözlemlerinizi mutlaka not etmeniz gerekiyor. Unutmayın, genel bir bakış, haber arama vs. bunlar biraz seyir değildir. Bunlar biraz gözlem değildir. Bunlar biraz seyirdir. Yani bu olayla ilgili bir haberlere bakayım, daha önce çıkmış şeylere hele bir bakayım demek gerçek bir gözlem olarak ele alınmaz. Farklı çıkan gözlem sunuşlarının fark. Farklı çıkan gözlem sonuçlarının farklılık sebeplerini bulmalısınız ve bu farklılığa mutlaka odaklanmalısınız. Yani bilginizle gözlem arasında bir farklılık çıktı bunu birkaç kez tekrar ettiğiniz aynı farklılığı elde alıyorsunuz farklılığın sebebini mutlaka bulacaksınız ve oraya odaklanmanız gerekecek. Sürekli aynı şekilde tekrar eden gözlem sonucu varsa gözlem alanı, demografi ya da sosyal etkenlerin farklılaştığı yere gidin yahut bu yeri belirleyin. Gözlemleriniz için önce kısa notlar alın Sonra bu kısa notlarınızı yan yana koyun Farklı gözlemlerde kısa notlarınızı yan yana koyun Ve bunları uzun ve ayrıca değerlendirmelerinde yazın Sonra bunları bir araya gelip birleştirip değerlendirin ve derlemeye başlayın Eğer derleme sonucu aynı çıkıyorsa analize geçin. Eğer aynı çıkmıyorsa başa dönün. Tüm belgeleri gözünüzün önünden kaldırın ve analizinizi düşüncelerinizle karşılaştırmaya başlayın. Tezat değilse düşüncelerinizi güçlendireceksiniz. Eğer bir tezatlık varsa birkaç gözlem daha ele alarak yeniden aynı yöntemi deneyin. Gözlem sürecinde başarılı olabilmek için şu konulara dikkat etmek gerekiyor. Uçları ve ortayı gözlemlemeye dikkat edin. Bu noktada şunu ifade etmem lazım. Düşüncemiz mantarlarsa mantarlar konusundaki en uç gözlemi yapabileceğim yere de gidin. Bir de ortalama yere gidin. Vasattan uzak durun. Orada pek mantar yetişmez deniliyorsa, orada vakit harcamayın. Gözlemlerinizi güçlendirebilmek için, kendinizden ve yaşantınızdan uzak olanları seçmeye dikkat edin. Yani yakınınızdaki doğa olaylarından daha uzağa gitme gayretiniz zihninizdeki düşüncelerin derinliğini arttıracaktır. Gözlem yaparken karar vermeyin. Dediğim gibi not alın ve o anda düşüncelerinizi değiştirmeye kalkmayın. Dışarıdan seyretmeye çalışın. Ara sıra gözlerinizi dinlendirmeyi unutmayın. Dikkat edin gözler uykudan çok açıkken doğru bir yöntemle dinlendirilebilir. Gözlerin dinlendirilmesi göz kapaklarını kapatmakla değildir. farklarını kapatmakla değildir. Özellikle tek renk grubuna, içinizi açan ferah bir yeşile, ferah bir maviliğe, uzun süre bakmaya gayret edin. 4-5-10 dakikaya kadar. Bir zaman içinde şunu söylememde fayda var. Gece yatmadan evvel, özellikle Arap dünyasının kullanmış olduğu sürmenin, göze çok iyi gelip dinlendirdiğini ve görsel hafızaya destek verdiğini de ifade etmeliyim. Manzara ve doğa seyri de bu noktada gözlem yeteneğinizi geliştirecek seyrin içindeki önemli ilaçlardan birisi. Batan güneşi ise asla uzun süre seyretmeyin. Mehtap'a karşı uzun süre oturup Dolunay'a bakmayın. Bir dahaki hafta yeni bir konuyla görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Son gelenlerden başlamak kaydıyla tabii
eskilerden bazı mailleri de cevaplandırdım. Bu arada ödevlerle ilgili sorularınız var. Düşünce teorisinin ikinci bölümü biterken bir proje ödevimiz olacak. Bunu neden böyle yaptığımızı şöyle ifade etmemde fayda var. Çünkü haftalık ödevleri takip eden insan sayısı çok az. Bu da ciddi anlamda bizim üzerimizde çalıştığımız zaman açısından sıkıntı doğuruyor. bizim üzerimizde çalıştığımız zaman açısından sıkıntı doğuruyor. Ama düşünce teorisinin bütün derslerini adam akıllı dinlemiş ve sonunda bununla ilgili düşünce adamı olmak kavramında gayret eden dostlarımızla daha yakın çalışabilme imkanımızın olacağı üçüncü kısma atlamadan önce bir proje ödevimiz olacak. Ve o proje ödevi bizim masallarımızı belirliyor olacak. O detayları sonra vereceğim. Dolayısıyla bugün ödevler niye verilmiyor sorusunun cevabı aslında bu. Bunu da ifade ettikten sonra bu haftaki dersimize geçelim. Yine sorularınız varsa yorum kısmına yazın. Ben bir dahaki derste cevaplandırmaya çalışayım. Bu hafta geçtiğimiz haftadan biraz daha ilerleyen bir süreçteyiz. Detaylandırma konusuna geçiyoruz. Hatırlayacak olursanız bir önceki dersimize iletişim becerisinin, düşünce adamı için gerekliliği ve kendi iç dünyasından başlayan iletişim süreçlerinin, düşünce adamının gelişim sürecinde nasıl fayda sağlayacağını ifadelendirmiştik. En son dersimizde ise gözlem yapmanın önemi, bunun biçimi ve gerekliliği üzerinde durarak düşünce insanlarının gözlemleri hangi teknikte uygulaması gerekliliğine işaret etmiştik. Reçetelerimizi sunmuştuk. Bu dersimiz ise detaylandırmak üzerine, detaylı inceleme yapmak üzerine. Çünkü bir şeyi detaylı inceleyebilmek de bir teknik gerektiriyor. üzerine. Çünkü bir şeyi detaylı inceleyebilmek de bir teknik gerektiriyor. Düşünce insanlarının nasılsa bu tekniği kullanmamaları durumunda düşüncelerini birbirleriyle olan bağlantılarını kurmada zorlayacaklarını ifade etmemiz gerekir. Efendim şöyle ifade edip başlayalım meseleye. Önce incelemenin ne demek olduğunu iyice anlayalım. Çünkü detayları gözden kaçırmadan geliştirilen, araştırma yapmadan önceki sürece inceleme diyoruz. Dolayısıyla inceleme ve araştırma diye bir tabir vardır. Pek çok insanda bu tabir sanki birbirine çok benziyor. Birbiri ardı ardı kullanılınca çok da hoş duruyor bu ifade. İnceleme ve araştırma devam ediyor gibi haberlerden size ulaşan ifadelere kulak kesilmezsiniz ama şimdi söyleyince hatırlarsınız. Bir şeyi araştırmadan önce yaptığımız sürecin kendisine inceleme diyoruz. Dolayısıyla incelemek detaylarla beraber var olabilecek bir şey. Araştırma ise bundan sonra geliyor. Zaten araştırma üzerine başlı başına bir dersimiz var. Düşünce insanlarının ve genel itibariyle bu coğrafyada yaşayan insanların oldukça zorlandıkları bir saha, hatta zorlandıklarının bile farkında olmadıkları bir alan olduğunu ifade etmemde fayda var. Detay bilgisi ve yöntemi olmadan bu incelemenin iyi bir şekilde yapılması mümkün değil. O yüzden araştırabilmenin bir önceki süreci olan incelemenin temeli detaylardır. Detaylar, inceleme ve araştırma. Dolayısıyla detayın ne olduğunu iyi anlamamız lazım. O da şöyle ifade edilmeli. Detay, araştırmaya değer olan alanın farklılığını keşfetme yolculuğudur. Herhangi bir konuda bir araştırma yapmak istediğimizde önceden incelemelerde bulunacağız. Ne için? Neyi araştıracağımıza karar vermek için. Ne için? Neyi araştıracağımıza karar vermek için. İnceleyeceğimiz alanların neler olacağını geçen haftaki gözlem yapma konusunda ufacık detaylarla beyan etmeye çalışmıştım. İşte o ufacık detayların ne olduğuna geldi sıra ki bu farklılığı eğer dikkatli bir şekilde incelemezsek detayın ne olduğunu göremeyiz. O zaman detay birbirinden farklı olan inceleme konularına verilebilecek isimdir. Biraz daha mesleki anlamda ifade etmem gerekirse meslek sözlüğü oluşturduğumuzu düşünürsek eğer, düşünce dünyasının meslek sözlüğünde detay kelimesinin karşılığını böyle ifade edebilirim. Peki, şu soruyu kendimize sormamız lazım. Ben bu inceleme öncesinde detayları fark etmezsem, detayları keşfedemezsem ne olur? Bir, farklılığı bulmanız mümkün olmayacaktır. Farklılığı bulamadığınız için de farklı seçenekleri düşünemeyeceksiniz. Çünkü bir düşünce adamının diğerlerinden ayıran önemli konulardan biri de farklı seçenekler sunabilmesidir. Örneğin yaptığınız bir yemeğin karşı tarafın ya da yiyecek misafirleriniz tarafından beğenilmediğini anladığınızda onlara hızlı bir şekilde farklı seçenekler sunabilmek için düşünebilmeniz gerekiyor. Bu düşüncenin temelinde araştırma ardında inceleme temelinde detaylar var. İşte o detaylar keşfedilmediğinde en sonda farklı seçenekler sunabilme imkanına sahip olamazsınız. sunabilme imkanına sahip olamazsınız. Her bir farklı seçenek aynı zamanda onu düşüncenize katacağınız anlamına da gelmez ama sizi öğrendiğiniz kalıpların dışına çıkmanıza yardımcı olur. Bugüne kadar hayatımızda pek çok öğrendiğimiz kalıplar var. Hatta öğrenmeyi öğreneceğimiz süreci bile belli kalıpları almış durumdayız. Örneğin sürekli tekrar ederek bir şeyi ezberleyebilirsiniz veya çok okuyarak veya uykudan önce veya uykudan sonra gibi belli kalıplar vardır. Halbuki her insanın zihin dünyasının çalışma biçimi birbiriyle benzerlik gözetse bile 3. sınıfta ele alacağımız üzere kendi aramızda birbirimizden bizi ayıran detaylar var. O detayları bile keşfetme yozluluğu için buna ihtiyacımız var. Kendi vücudumuzda, kendi zihnimizde, kendi düşünce dünyamızdaki detayların farklılığını görmeden kendimizi diğerlerinden farklı kılabileceğimiz özellikleri de bulmakta zorlanırız. Dolayısıyla bugün yaşanan dünyasında genç kardeşlerimizin üniversite seçimi yaparken bu denli zorlanmasının sebeplerinden birisi kendileriyle alakalı detayları da görmekte zorlanmalarından kaynaklanıyor olabilir. Hakikat üçüncü bir problem daha var eğer detayları keşfedemezsek. O da bildiğiniz öğeleri nasıl bildiğinizi anlayamazsınız. Nasıl bildiğinizi anlamak tarihsel genotiplerle ilişki kurmanızı sağlayan en önemli araçlardan biridir. genotoplar insan zihninde bizden önce gelmiş olan memetik ilminin de bir nevi incelemiş olduğu bizim de bu aralar üzerinde çalıştığımız kitaplarda da beyan edildiği üzere hala kani olmadıkları alanların varlığı ile izah edilse de geçmişten bugüne genetik olarak aktarılmış olan hafıza kayıtlarımız var. Boş gelmedi bu kafa bu dünyaya ama neresi dolu ne kadar dolu ve ne ile dolu olduğunu bilmek dahi bir yolculuk gerektirir. İzahatıyla bunu biraz ifadelendirebilirim. Eğer tarihsel genotiplerinizde var olan bilgiyle karşılaşamazsanız ve bu ilişkiyi kuramazsanız nasıl bildiğinizi öğrenemezsiniz. Bunu şöyle ifade etmekte de fayda var. Üçgenin üç açıları toplamı 180 derecedir diye öğretmen bir şey söyler. Zaman içerisinde eğitimciler, ya bunu böyle ezberden yapmayalım, bu işin teorisini çocuklar bilmeli diyerek teorem ispatlamaya da gider. Ama teorem ispatları genellikle öğrencilerin en sıkıldığı alanlardır. Çünkü adı üzerinde teorik bir bilgidir. Ama teorem ispatları genellikle öğrencilerin en sıkıldığı alanlardır. Çünkü adı üzerinde teorik bir bilgidir. Ama tam tersine birisi çıkıp hayatın içinde çemberi merkeze aldığınızda, çemberin içindeki bir üçgenle sizi bunu anlatmaya başladığı anda, iki farklı geometrik şeklin birbirinden doğmuş ilişkisini ifade ettiği için bu ilginize çeker. Ve genellikle bu tarz geometri ve matematik öğretmenlerini daha fazla sever, daha fazla ilgi duyarsınız. Daha fazla sevmenizin sebebi karşınızdaki öğretmenin size teoremin daha da ilerisinde pratik temelleri nasıl bilinebileceğini öğrettiği için değil, sizin genotiplerinizle ilişki kurabildiği için mümkündür. Çünkü üçgen bizim sonradan oluşturduğumuz metalyerlerden biri gibi görünse de aslında zihinsel genotiplerimizde var olan ama çemberden doğmuş bir geometrik şekildir. O zaman bu geometrik şekli anlayabilmem için sadece bu üçgenle alakalı teoriye değil, üçgenin doğum kaynağına gidip bunun üçgen olduğunu nasıl bilebiliyoruz o zaman demeye götürmeli bizleri ve o üçgenler birleşirken çemberin içindeki haliyle zihnimizin kıyas sürecinde yepyeni detaylara ulaşma imkanı doğabilir. Ve hatta böyle anlatıldığında geometri o pek çok ezberlemek zorunda olduğunuz, pratik bile hayatta karşınıza çıkmayacağını düşündüğünüz şeylerin hem pratik hayattaki karşılıklarını fark etmeye başlarsınız, diğer yandan teorisyenlik kısmının temellerini öğrenmiş olursunuz. Peki, bu ifadeleri beyan ettikten sonra gelelim detaylandırma sürecinin nasıl işlediğine. Yani, mademki detaylar önemlidir, o halde bu önemini fark edebilmek için benim neler yapmam lazım? Basit yöntemlerle bunu ifade etmeye çalışıyorum. lazım. Basit yöntemlerle bunu ifade etmeye çalışıyorum. Bütün bu süreci en son projelendirme 3. kısımda bambaşka bir şekilde ele alıyor olacağız. Hala öğrenmeye devam ediyoruz desek yeridir. Bir, bir şeyin detayını görmekte zorlanıyorum. Bu anlattığınız şeklinde herhangi bir şeyi de detayı kaçırmamak için neler yapmalıyım diyorsanız eğer hani arada bir cümle kurduk ya bildiğimiz öğeleri nasıl bilmemiz gerektiğini ve nasıl bildiğimizi kavramamız lazım dedik ya. O zaman buraya en kolay ve en hızlı tarihsel genotipi kullanarak yapabiliriz. Bu da kullandığımız dil. Yani ana dilimiz. Türkçe, İngilizce, Arapça, Fransızca hangi dilde yaşadık, doğduk, öyle büyüdüysek fark etmez. O düşündüğümüz herhangi bir şeyi tek cümleyle yazmaya çalışacağız. Düşündüğümüz şeyi tek bir cümleyle yazmak oldukça önemlidir. Ve dolaylamadan basit kısa bir cümleyle bunu ifade etmeye çalışmak oldukça önemli. Örneğin 3 boyutlu bir yazıcının farklı bir biçimde çalışması için bir çalışmayı yürütüyorum. Diyorum ki 3 boyutlu yazıcılarda plastik yerine metal kullanabilir miyim? Bir örnek verelim. Düşündüğüm şey şu. 3 boyutlu yazıcının metal parçacıklarla çalışması üzerine düşünüyorum. Bu cümleyi kurdum. üzerine düşünüyorum. Bu cümleyi kurdum. Şimdi, bu cümlede mutlaka fazlalıklar ya da ekler ya da zarflar vardır. Bunların her birisini birden çıkartıp cümleyi tabiri caizse tamamen o üzerindeki aksesuarlardan bir soymamız lazım. Biraz önce kurduğum cümleyi soyarsak eğer, şöyle bir kelimeyi basitçe şöyle ifade edebilirim. Metal parçacıkla çalışan 3 boyutlu yazıcı. Bu kadar. Burada bir zarf yok, ekleme yok, fazlalık yok. Çünkü metal parçacık kullanmak istiyorum, plastik parçacık kullanmak istemiyorum. 3 boyutlu yazıcı da bunu yapmak istiyorum. Ve böylelikle metal ürünler, 3 boyutlu metal ürünler elde etmek istiyorum dedeyim. Şimdi bu kelimenin her birini ayrı ayrı yazacağız. 1- 3 boyutlu bir yazıcımız var. 2- Metal var ve üretmek istediğimiz herhangi bir şey. Üretim yapmak istiyoruz. Her bir kelimenin şimdi de zıttını ve eş anlamlısını düşünmeye başlayacağım. Çünkü şimdi 3 boyutlu yazıcının zıttı ne olur diye düşünebilirsiniz ama 3 boyutlu yazıcıların metallerle neden çalışmadığına dair araştırma yaptığınızda detaylara ulaşacaksınız. Araştırdığınız detaylar sizi 3 boyutlu yazıcının farklı bir varyasyonuyla çalışmanız gerektiğine dair bir işaret verecektir. Metal kelimesi ise oldukça önemli. Metal ama nasıl bir metal? Eş anlamları var. Bu metal nikel mi? Çelik mi? Krom mu? Altın mı olacak? 2. A metaller toprak grubundan mı olacak? Alkalilerle mi çalışılacak? Bunlarla ilgili bir moleküler çalışma mı yapılacak? Veya metal kesinlikle olamayacağına dair 3 boyutlu yazıcıların değiştirilmesi oldukça zor bir süreçle mi karşılaştık? O zaman metal dünyasındaki metale eşanlanılık taşıyan, plastikten vazgeçmek istediğim, onun yumuşaklığından kurtarmak istediğim başka bir şey deneyebilir miyim? O kısma geçiyor olacağım. Her birisini bu sefer yeni yerine koymaya çalışacağım. Ve koyduğum şeyde yeni bir cümle kuracağım. Yani 3 boyutlu değil bu sefer belki. 3D olarak adlandırılamayacak. 3A. A metal yazıcı. Başka bir cümle çıktı şimdi. Bu tüm yeni kelimelerin etkin olabileceği anlamları dikkatli bir şekilde incelemeye başlayacağım. Bu incelemenin sonucunda ise ulaştığım bu yeni formasyon bana detaylarla karşılaşma imkanını sunduğu gibi aradan 24 saat geçtiğinde zihnimdeki oluşumu test edebileceğimi sağlayacak. Çünkü bu yazdığınız 3 kelimelik yeni cümleniz detay araştırması yapılmış ve detayları fark edilmiş yeni cümleniz. Bu cümleyi unutmaya çalışacaksınız. 24 saat sonra geri geldiğinizde inceleme sonuçlarından aklınızda kalanları daha da detaylandırmaya başladığınızda eğer aynı cümle sizin aklınıza gelebiliyorsa zihninizde tarihsel genotip ilişkisi başladığına dair önemli bir işarettir. Unutmayın, insanlık tarih boyunca yepyeni ve kimsenin bulamayacağı bir şeyi keşfedemez. Bulacağımız her şey, önceden var olan bir şeyle aramızda kuracağımız bir hattır. Hattın çapı değiştikçe keşfin ehemmiyeti, keşfin insanları üzerindeki etkisi, tarihsel sürecindeki etkileşime elbette farklı olacaktır. Ama bizler her seferinde hiç kimsenin aklına gelmeyeni değil, aklımızda var olan ama aklımıza gelmeyen şeyi bulma yolculuğundayız. Ve bunu geometrik bir şekilde düşünmeye çalışıyoruz. Bu bulacağımız yeni detaylar işimize yarayacak yeni alanlar anlamına geliyor. Bir dahaki derste bu tarz konularla devam ediyor olacağız ve inşallah ikinci sınıfımızı bitirmemize aşağı yukarı 11 dersimiz kalmış olacak. Sorularınız varsa mutlaka aşağıya yazmanızı sizden talep ediyorum bir dahaki dersi cevaplandırmak dileğiyle diyelim kalın sağlıcakla"}
Düşünce Teorisi 18. Dersten herkese selamlar.
Geçtiğimiz derslerde gözlemin bir teknik olduğunu ve bu tekniği uygulama biçiminin önemine işaret etmiştik. Bir önceki dersimizde ise detaylandırmanın önemi araştırma yaparken bu temel fonksiyondan nasıl yararlanabileceğimizi ifade etmeye çalışmıştık. Şimdi derslerimiz yavaş yavaş düşünce boyutuna doğru geçerken yani 3. kısma geçerken bu bölümü sonuna doğru gidiyoruz. Meraklı sorular var. Ödevlerle ilgili toplu bir ödev gelecek. Düşünce teorisi bittiğinde o yüzden biraz daha sabır diyelim. Bu dersimizin konusu hissetmek. Hayatla düşünce arasındaki ahengin gizli silahı olarak beyan edebileceğimiz hissetmekten bahsedeceğiz. Efendim düşünmek aslına bakarsanız iki yönlü etkiye açık olan dinamik bir süreç yönetimidir. Ne demek istiyoruz iki yönlü olmasını ifade etmek gerekirse bir tarafında kendi biyolojimiz var, kendi zihnimiz var ve bu zihnin geçmişten bugüne kayınmış olan bir hafıza kaydı var. Bir de dış dünyada gelişen bir söylem, meydana gelen bir bilgi yumağı var. Ve bununla arasında bir ilişki var. Bu ilişki gerçek ve yalın halinde adım adım yaklaşacağımız bir süreç yönetimi olarak ele alınmalı. Dolayısıyla düşüncenin bir süreç aşamasından geçilerek elde edilen bir kabiliyet olduğunu da bilmek gerekiyor. Elbette kabiliyet olması belli yeteneklerin olması gerekmediği anlamına gelmez. Yeteneklerle şekillenebilir ama her kabiliyet geliştirilebilir. Bunu asla unutmamak lazım. Efendim elbette ki bu dinamik süreç hele konu hissetmekten bahsediyorsak eğer olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen önemli bir mesele var ki o da hissetmektir. Zira bizler hislerimizle bazen hareket ettiğimizi söylüyoruz, bazen hislerimize uymadan hareket ettiğimizi söylüyoruz ve bazen o hissetmenin gerçekten ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini bilmeyince hislerimiz düşüncelerimizin önüne geçti veya düşünceler çok hissizleşti şeklinde ifadelerde bulunuyoruz. Dolayısıyla bugün biraz da hissetmenin gerçekten ne olduğunda anlamamız gerektiği bir dersi işlemiş olacağız. gerektiği bir dersi işlemiş olacağız. Zira hissetmek gerçekle gerçek üstü arasında kurulabilecek ilişkinin enerji fonksiyonu. Hayatımızda bir gerçekler olarak adlandırabileceğimiz, beş duy organıyla gördüğümüzü, bildiğimizi, ulaşabilir olduğumuz şeylere genel olarak gerçek diyoruz. Tabii gerçek kelimesinin arkasında fiziken, kimyayen, moleküler açıdan bakıldığında çok farklı ifadeler olabilir. Kuantum açısından değerlendirilir vs. Ama kaba tabirle gerçek dediğimiz böyle bir şey. Şimdi bir de gerçek üstü var. Yani gerçeğin gerçekleşmesi için gereken süreçte bu gerçeğin öncesinde var olan meta veri olarak ifade edebileceğimiz büyük veri hazinesi. Bu hazine zaman içinde insanların telefonu, televizyonu, telgrafı düşünmeleri için gereken süreci de bizlere izah ediyor. Hissetmeye farklı bir pencereden bakmak üzere önce hissetmenin ne olduğunu açıklamamız lazım. Hissetmek öncelikle biyolojik olarak ele alırsak beş düğü organından doğan bir etkidir. Yani hissetmeyi bizler bir noktaya dokunduğumuzda, bir sesi işittiğimizde, bir şeyi gördüğümüzde içimizde oluşan bir his var. Bu his biyolojik olarak meydana gelen bir etkinin karşılığı. Elbette bir de kimyasal olanı var. O da moleküler transfer süreci kötü hissetmeniz, iyi hissetmeniz, mutlu hissetmeniz, öfkeli hissetmeniz, sinirli hissetmeniz işin bir de kimyasal tarafı. Ancak hissetmek sadece biyolojik ve kimyasal olarak ele alınamayacak. Başka açıdan ve başka bir pencereden de bakmamız gereken önemli bir alana daha sahip. Biz bu alana metamanyetik açıdan bakmak diyoruz. Önce metanın ve manyetinin ne olduğunu kısaca ifade edeyim. Meta, tabii klasik anlamda elin alınırsa büyük anlamına geliyor ve arka planda var olan büyüklük olarak kullanılması kavramsal açıdan daha doğru bir şeydir. Manyetik ise bir bilginin oluşmazdan evvel tabiri caizse havada meydana getirmiş olduğu kütlesel çekim gücü. Şimdi bunu en kaba tabirle şöyle ifade edelim. Şimdi bunu en kaba tabirle şöyle ifade edelim. Biliyorsunuz telefonun bulunma aşamasında telefon fikrinin yeryüzünde en az 20 farklı insan tarafından gündeme geldiğini, insanların bunu düşünmeye başladığını ve bu düşünce sürecine yaklaştığını görüyoruz. Bu artık bilimsel olarak da ele alınan önemli mevzulardan birisi de zira nasıl oluyor da farklı coğrafyalarda insanlar belli zaman dilimlerinde belli şeyleri düşünmeye başlıyorlar. Tarihsel süreç açısından farklı yorumlara açık olmakla beraber bir yerde demir çağının başlayıp hemen ardından başka bir yerde de aynı sürecin gelişmesini sadece insanlar arasındaki iletişimle anlatamıyoruz. Biliyoruz ki insanoğlunun zihinsel yapısı büyük bir manyetik çekim gücüne sahip. İtim gücüne de sahip ama bugün o çekim gücünden bahsedeceğiz. Dolayısıyla dokunduğumuz şeyin dokusundan hissettiklerimiz, düşündüklerimizden hissettiklerimiz hariç olmak üzere bilginin söylemsel açıya gelmeden evvelki metamanyetik bir oluşum sürecine dahil olması da hissiyatımızın önemli kavramlarından biridir. Var olan sinir hücre grubunun çekim gücünü oluşturarak yeni protein bileşkeler oluşturması böyle mümkün oluyor. böyle mümkün oluyor. Yani aynı anda dünyanın farklı ülkelerindeki insanların benzer şeyleri nasıl düşündüğünü anlatabilmenin mutlak kimyasal ve biyolojik bir karşılığı olması lazım. Eğer kimyadan bahsediyorsak proteinden bahsedebileceğiz. Ve bugün bildiğimiz önemli konulardan biri de insanoğlunun dolaştığı, bulunduğu yerler içerisinde elde etmiş olduğu, bazen frekans diye anlatıyorlar ama tam olarak frekans değil burası, manyetik bir meta verinin insan zihnini etkilediğini, bu etkileşimin de insan zihninde yeni protein kalıpları oluşturduğunu, oluşan protein kalıplarının belli insanlar tarafından, eğer aynı düzlemin içinde yer alıyorlarsa düşünce açısından bundan faydalanabildiklerini görüyoruz. Hatta günümüz açısından ele alırsak buna ilham da diyebilirsiniz. Ama bu ilhamın biyolojik ve kimyasal karşılığı ele alındığındaki gerçeklik hissetmek olarak ele alacağımız bir şey. Peki, bu durumda benim incelemem gereken bir başka konu doğuyor ki......manyetik his nasıl oluşur? Yani bahsettiğimiz bu oluşum sürecinde nasıl bir gerçekleşme var? Öncelikle etrafımızda yakın sesler vardır. Bu yakın sesler bazen farklı fabrikalardan üretilen, bitkilerin üreme aşamasında, kuşlar uçarken doğadaki doğal olan ancak bizim duyamadığımız düşük sesler var. Bu sesler aslında belli bilgilerin de yumak yumak kendi partizizasyonunu gerçekleştirmiş olduğu alanlardan geçiyor. Bunu biraz daha basitleştirerek şöyle ifade edeyim. Bazı bilim adamları kendi düşüncelerinde daha derine dalmak için doğa yürüyüşüne çıkmışlar. Bazı bilim adamları hayır ben doğada yürürken aklıma bir şey gelmiyor. Tam da karmaşanın ortasında herkes birbirine bağırır çağırırken tam orada köşede oturup kahvemi içerken bana ilham geliyor demişler. Şimdi doğanın kendine ait olan ses fraksiyonunun oluşturmuş olduğu metamanyetik alan, ait oluşturmuş olduğu metamanyetik alan bu alana dair algıda seçicilikle ilişkili ilham kaynağının çekim gücünü birbiriyle örtüştürebiliyor. Yani insanın zihinsel düşünce kurgu biçimi hangi meta alanda çalışabileceğine dair de bizi yönlendirebiliyor. Yakın duygularda bununla alakalı bir şey sadece sessiz işin içinde bir de yakın duygular var Bu ne anlama gelir şu metamanyetik hisse ulaşmak için insanlar kendi sevdikleri arkadaşlarıyla yakın olmak isterler bu Aslında sadece anlaşabildikleri için değil aynı niyetler üzerinde oldukları için aynı hayat biçimine yakın görüşlere sahip oldukları içindir. Ve bu insanlar konuşmadan da anlaşırlar tabiri var ya, beraberce hareket etme fiili henüz bir şey söylemeden gerçekleşir ya, bu da aslında duyguların manyetik olarak zihinden saçılımı, karşı zihin tarafından da metamanyetik olarak kabulü ve protein süreçlerinin birbiriyle örtüşmesiyle ilişkildir. Bir diğer şey ise yakın düşünce. Dünyanın belli coğrafyalarında belli düşünce biçimleri vardır. Ahlakın ön planda olduğu, para kazanmanın ön planda olduğu, şöhretin ön planda olduğu gibi gibi düşünce akımları şehirlere, bölgelere, ülkelere, kıtalara göre hatta denizde, adada olmakla, denize yakın olmakla birbirinden farklılıklar gösteriyor. Bu düşünce yapısı aslında manyetik bir his oluşturuyor ve bir bakıyorsunuz ki sadece ticari faaliyetlerle ilişkili değil. Akdeniz insanının Akdeniz düşünce tipi, Asya insanının Asya düşünce tipinin oluşması kitaplarda onlara öğretilmiş olan bir süreçle sadece izah edilemez. Bu aynı zamanda aynı coğrafyanın içerisinde var olan insanların birbirleriyle metamanyetik iletişim kurduklarına dair de önemli işaretlerden birisidir. Şimdi asıl sorulardan birisi şu olmalı. Metamanyeti nasıl geliştireceğiz? Bu meta veriden nasıl faydalanacağız? Bu ayrı bir yer geliyoruz. Ama öncelikle bizler insan olarak metamanyetik alandan tabiri caizse ilham, feyiz ne diyorsanız onu almakta gittikçe kölleşir bir hale gelmemizin sebebi nedir? Önce onu bir ele almamız lazım. Yani önce olumsuz tarafına bir bakalım. Çünkü daha önceki insanların yaşamlarında problemlere çok daha hızlı çözümler ürettiklerini bugün konuşuyorsak eğer bugün insan zihninde günden güne yapılmış bilimsel çalışmalarda da zihinsel süreçlerde problemlerin arttığını algılığın seviyesinin gittikçe düştüğünü konuşur olmaya başladık. O zaman bunu sadece yediğimiz, içtiğimiz, seyrettiklerimizle izah ederken bunun arasında var olan metamanyetik körelmeyi de izah etmemiz lazım. Çünkü metamanyetik körelmenin olduğu yerde insan zihnindeki protein kalıplarının oluşturulma süreci engelleniyor. Bu engellendiği için bu tarz ilhamlar gelse bile ilham diye tırnak içinde akılda kalsın diye ifade ediyorum. Bizler bir türlü onu kendi düşüncelerimizle örtüştüremiyoruz. Aslında bu düşünce teorisinin ilk haftalarında yapmış olduğumuz derslerimizle çok yakından ilişkili ki o derslerimizde kendini beğenmek, kıskanmak, isyan etmek gibi ifadelerden bahsedip onları nasıl toparlıyoruz da anlatmıştık ya o aslında bu dersimizde yakinen ilişkide. Çünkü kendini beğenen bir adam alan daraltması yaşıyor. Yani zihninin çekim gücündeki alan düşmeye başlıyor. Bu yüzden de her şeye olmaz diyen adam tipi doğuyor. Yani dikkat ilk dersimizde işlediğimiz düşünce teorisinin ilk dersinde işlediğimiz kendini beğenen adam tipi manyetik körelmeyi yaşıyor. Bunun sebebi alan daralıyor. Çekim olacak alan daralıyor. Alıcının kapasitesi küçülüyor ve bu aynı zamanda söylem olarak da her şeye olmaz diyen adam tipini oluşturuanız kendine dair, kendilerine beğeni yönünde derece derece farklılık göstermekle beraber bu kötü hisse, bu kötü yaşam biçimine sahip olduğunu, kötü duyguya sahip olduğunu göreceksiniz. Bunu anladıktan sonra diğer bölümleri de kısaca izah edeyim. Kıskanan her insan vücudunda protein bileşkeler oluşamaz. Bunun pek çok zararı olduğu gibi manyetik, metamanyetik hissiyatını da düşürür. Çünkü metamanyetik hissiyatın mutlak surette proteine dönüşmesi lazım. Bu proteinin sinir hücrelerine titikleyip yeni yumaklar kurması lazım. Ama bu mümkün olmuyor. Peki bu insanların hayatta kurdukları en fazla cümlelerden biri ne diye soracaksanız cevap ben olmadan olmaz. Bütün kıskançlığının ortak cümlelerinden biridir bu. Farklı şekillerde ifade edebilirler. Halleri tavırlarıyla bunu işaret buyurabilirler. Ama bir işin hakikati var ki bu aynı zamanda zihinsel süreçlerinde protein bileşiklerini kuramayacaklarına dair de bir işarettir. Geldik bir başka kölenme vesilesine. İsyan. O ilk dersi bir daha dinleyin ya da hatırınızda kaldıysa onu aklınıza getirin. Bu insanlara artık mRNA desteği kesiliyor. Yani diyelim ki protein üretti. Üretilen proteinin farklı sinir hücrelerinde, farklı biçimlerde kurgulanarak düşüncenin alt katmalarına yani bir outline yazıyorsanız iç bölümlere doğru gitmenizi, alt kırılımlara ulaşmanıza engel oluyor ki cümleleri şu. Benimle olmaz. Ben olursam yapamazsınız, beceremezsiniz. Tarzında bir söylem o isyanın karşımızdaki cümlesidir. Kötü duygulardan birisi, kötü fiillerden birisi, yalan söylemekten bahsetmiştik. Bunlar mielin intikabını ortadan kaldırıyor. Mielin intibakı ne demek? mielin kılıflarımız gelen düşünce ve proteine göre kalınlaşıp incelip hatta moleküler olarak da birbirinden farklı endikasyon göstermeye başlarlar. Uzun bir konudur ama hakikat bu da bizim hayatımızda benden olmaz, benden adam olmaz, benden doktor olmaz, benden avukat olmaz, benden dava adamı olmaz diyen insan tipidir. Tüm yalancıların ortak söylemlerinden de gizli bir şifredir sizlere. Efendim gaflet, gafleti uzun anlatmıştık. Bunun metamanyetik kölelmenin karşısı ani kabul ve fazla protein üretimidir. Yani o metamanyetik veriden ne hissediyorsa hepsini çorba eder, birbirine karıştırır. Saf ve temiz bir düşünceye bir türlü ulaşamaz ki bu cümlede onlara ait her şeye olabilir diyen adam tipi. O da olabilir, o da olabilir, o da olabilir der. Bu da aslında onun gafletine işaret eder. Çünkü hayatımızda her şey olabilir demek de bir gaflettir. Hakikat. Hırs reddeden bir etki meydana gelir. Bulsa da bulduğunu reddeder. Cümlesi geliştirilemez bu. Ulaşılamaz. Artık bu noktaya gelindi. Bundan sonrası olmaz sözüdür. Ki genellikle tarihte pek çok hırslı bilim adamının kendi buldukları şeye son demelerine çokça şahit olmuşsunuzdur. Okuduklarınızdan, seyrettiğiniz belgesellerden veya gördüyseniz. Hakikat bir de öfke var. Öfke hücrelerin içerisinde sıvı kaybına sebep olur. Sıvı kaybı düşünce akışkanlığını bozar. Bizzat iyi kendisi gibi onların cümlesi de şudur. Yapılamaz. Efendim dünyanın bir ucunda şöyle bir araştırma yapıyorlarmış. Yapılamaz canım. Hemen her cümlesinin içinde mutlak surette buna işaretler vardır. Bu da öfkenin var olduğuna dair bir işaret, bir delil olarak bilinir. Bilinmelidir ya da. Sonuncusu neydi? Düşünce teorisini ilk derslerinin insani gelişiminde düşünmemize engel olarak ifade ettiğimiz alanda şehvet vardı. İşin enteresan taraflarından işte bir tanesi bu. Beynimizin sahte, vücudumuzun sahte proteinler üreterek kandırıcı güç meydana getirdiği süreçtir bu. Yani kimsenin düşünmediğini düşünen bazı adamlar vardır ki eğer onlar şehvetliyseler tarih boyunca tutmamış düşüncelere sahiptirler. Çünkü sahte proteinler üretirler. Bir süre sonra o sahte proteinler sebebi kendi vücutlarında olduğundan öyle bir inanç mekanizması geliştirirler ki adam çok inanıyor, inanarak anlatıyor aslında deyiverirsiniz. Ki o cevapta bulunamaz. Kelimesi bunlara aittir. Bulan sadece hep kendisidir. Efendim elbette körelten, eksilten nedir onu anlattık. Metamanyetik düşüncenin ve verinin nasıl oluşabileceğine dair çok çalışma yapacağız. Üçüncü bölümde, düşünce bölümünde ama şimdiden üç temel pratiği size izah edip bu ilk üç adımda sonra geliştirmeden önce bir başlangıç yapalım istiyoruz. Dolayısıyla bu manyetik hisler nasıl geliştirilir? Üç tane basit reçeteyi sunmaya çalışayım size. Bunlardan birincisi gecenin gerçek karanlığı içinde ya bir yürüyüş ya da bir durmak. Gecenin gerçek karanlığı şehrin gerçekten biraz dışarı çıkması gerektirir. Hatta ben hayatımda bu kadar çok yıldız görmemiştim der hayatını şehirde geçirenler. Çünkü şehir ışıkları o gökyüzünde var olan karanlıkla aramızdaki ilişkiyi koparmaktadır. Bu manyetik hissin geliştirilmesi için zaman zaman yapmanız gerekenlerden biridir. Sıfır ışık, hiç ışığın olmadığı bir yer. Bu bazı zamanlarda daha rahat uyumak için kullanılan perdeler var evlerimizde. Bundan bahsetmiyoruz. Doğada olmak ve gökyüzünü görmekten bahsediyoruz. İkincisi sabahın gerçek aydınlığı. Tam da güneşin doğmak üzere olduğu anda ozonun maksim noktasına geldiği, en üst seviyeye geldiği yerde durmak ve var olmak. Bugünlerde hep güneşin doğuşuyla beraber uyanıyor olmak manyetik his gelişimine ne yazık ki olumsuz yönde etki ediyor. Geliştirmek için bu gerekiyor. Üçüncüsü ise hiç şüphesiz insan seçimi. Bizler arkadaşlık ilişkilerimizi kendi seçimlerimizle yönetebilen canlılarız. Bu yüzden etrafınızda var olan arkadaşlarınızın sizinle aynı düşüncelere sahip olması gerekmez ama aynı platformda var olmak ve o insanlarla vakit geçirmek manyetik hislerinizi geliştirmede size Şimdilik yardımcı olacak en önemli üç temel konulardan bahsetmiş olduk İnşallah düşünce dersine geldiğimiz zaman bunu çok daha derin ve detaylı kısmına varacağız Çünkü düşünmek uçsuz bucaksız bir süreç yönetimi. Başlangıcından işaretlerle üstüne koya koya devam etmeye çalışıyoruz. Üstüne koymaya ve koydukça da daha iyi düşünmeye niyet ediyoruz. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere diyelim. Şimdilik kalın sağlıcakla."} Düşünce Teorisi 19. haftadan 19. dersten herkese merhabalar. Bir önceki ders detaylarının düşünme sürecindeki ehemmiyetini ifade etmeye çalışmıştık. Son dersimizde de hislerimizle yapabileceklerimizin kapsamını, hislerimizi körelten unsurların neler olduğunu, bunun unsurların varlıklarına denmiştik. Bugün ise düşünme hazırlığının sonlarına doğru geliyoruz. İkinci önemli sınıfın son derslerindeyiz. Hayatımızın en önemli konularından biri olan araştırmanın tekniklerini ele alıyor olacağız. Dolayısıyla konumuz araştırmak. Efendim, araştırmak düşünce faaliyetinin öncesinde ihtiyaç olan gereçlerin elde edili sürecini içeren teknik bir çalışma biçimidir. Araştırmak her şey lazım olur. Zaman içinde gerekir. Hadi şuradan buradan toparlayalım. Bir şekilde araştırı buluruz. Ulaşırız. Google'a yazarız. Oradan çıkar elbet bir sonuçlar diyerek ilerleyebileceğimiz bir şey değil. Ciddi anlamda bir teknik gerektiren ve bunların düşüncenin gereçleri olduğu bilinciyle hareket etmeniz gereken temel bir fonksiyon. Dolayısıyla araştırmanın tekniğini iyi bilmek, düşünce konusuna geldiğimizde parçaları birleştirdiğimiz anda ne kadar ehemmiyetli olduğunu bundan önceki diğer derslerimiz gibi rahatlıkla anlayabileceksiniz. Teknik yöntemle yapılmamış olan bir araştırmanın üç tane büyük problemi doğurduğunda baştan söylemekte fayda var bunlardan en kötüsü bilindiği üzere zaman kaybıdır zira araştırma bir süre sonra farklı dallara bizi yönlendirerek gerçekten araştırmamız gereken alandan bizi uzaklaştırabilir bu uzaklaştırma ikinci büyük derdi ortaya çıkartır ki bu da süreci etkiler. Çünkü düşünmenin kendisi bir süreçtir ve temel aksandan çıktığınız anda süreciniz yani düşünce biçiminiz olumsuz yönde etkilenecektir. Ve üçüncüsü her ikisi bir araya geldiğinde yön değişikliğine sebep olabilir, harcadığın vakte değmedi, bir başka şey düşüneyim, bir başka şey yapayım demek zorunda kalabilirsiniz. Dolayısıyla araştırma dediğimiz konu isterseniz yeni bir fikir üzerinde, isterseniz var olan bir şey üzerinde düşünecek olun veya bir ödevi bile yapmak için gerekse yine de teknik gerektiren ciddi bir süreç olduğunu baştan söylemekte fayda var. Bu durumda öncelikle araştırmanın ne demek olduğunu kısaca ifade edelim. Düşüneceğimiz konunun tüm gereçleri ve bu gereçleri elde etmek için gereken arayış ve gereçleri elde etme, gereçlerden faydalanma sürecinin bütününe araştırma diyoruz. O zaman bir yandan düşünmeyi inşa edilen bir bina gibi düşünürseniz, bu bina için ne gerekiyor bunu bilmeniz lazım. Araştırmanın temel konusu. İki, bu malzemeleri almak için elbette farklı dükkanlar, farklı yerler, farklı alışveriş yapabileceğiniz yerler olduğu gibi bu gereçleri nereden elde edeceğinizi bilmek ve bunu da araştırmak, araştırmaya dahil olan bir konudur. Ve sonrasında elbette bunları elde etmek için bir vakit harcayacaksınız ve bunlardan nasıl faydalanacağınızı da belirleyeceksiniz. İşte bütün bunları bir araya getirdiğimizde biz buna araştırma diyoruz. Biraz tersten alalım konuyu daha iyi öğrenebilmek için tersten konuyu ele almak bazen daha etkili olabiliyor. Çünkü araştırma düşünürken yapılmaz mı? Genellikle yapılan hatalardan biri bu. Ben düşünmeye başlarım, yapmaya başlarım. Yapmaya başlayınca önüme engeller çıkar der ve bu engelleri aşmak için araştırma yapmak zorunda olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ancak bir binayı tasarlarken nasıl başından itibaren araştırma yapılmadan yola çıkıldığında maliyet, zaman, süreç pek çok konuda birçok sorun yaşanıyor ve günün sonunda elde edilen inşaatın sonucu hiç kimseyi mutlu etmiyor ve birçok problemle karşılaşıyorsanız aynı şey düşünme için geçerli olduğunu söylememiz lazım. O yüzden düşünürken yapılacak bir şey değildir araştırmak. Düşüncenin öncesinde yapılmaya mecbur olduğunuz teknik bir süreçtir. Bunu her seferinde aklımıza kazınsın diye ifade etmeye çalışıyorum. Peki düşündüğünüz alandan yeni bir alana geçiyorsanız bunun yeni bir düşünce olduğunu belan etmemiz lazım. Yani eğer düşünürken araştırmaya başlarsanız, sizin önünüze yeni bir biçim çıkabilir. Yeni çıkan biçim de sizi yeni bir düşünceye geçirebilir. Dolayısıyla insanlar burada aslında başından beri aynı şeyi düşündüklerini zannediyor olabilirler. Ama aslında araştırmayı düşünürken yapmak onları yeni bir düşünceye sürüklüyor olabilir. Biri bitmeden diğerine başlamak zaman ve niyet kaybı olarak da karşımıza çıkacaktır elbette. Niyet, düşüncemizle ulaşmak istediğimiz sadece hedefler değil, bunu kapsayan ve kuşatan genel bir beyan olduğunda daha önceki derslerimizde açıklamıştım. Şimdi şöyle bir ifadeyle, bir örnekle konuyu daha iyi anlamaya çalışalım. Örneğin araba, araç motorlarında yeni bir yöntem üzerinde düşünüyorsunuz ve araştırmayı bundan önce yapmadınız. Ve başladığınız motordaki yeni yöntem üzerinde çalışırken önünüze çıkan engeller üzerine veya ya bunu öğrenmem lazım ve araştırmam lazım dediniz ve araştırdınız. Bir baktınız ki motor ömrüyle ilgili ilginç sonuçlar var. Çünkü bu tarz yapılan araştırmalarda dallanıp budaklanmanız mümkündür. Dolayısıyla bir anda motorun ömrüyle ilgili konuları araştırmaya başladığınızı görebilirsiniz. Bu anda motorun ömrü ile ilgili konuları araştırmaya başladığınızı görebilirsiniz. Bu durumda başlangıçta motorun kendisi ile ilgili üretmek istediğiniz yeni yöntem düşüncesinden artık çıkarsınız ve motorun verimliliği ile ilgilenmeye başlarsınız ki bu artık yeni bir motor olmaz. Yeni bir motor düşüncesinden çıkılır, mevcut motorların verimliliğini arttırmaya dönüşür. Dolayısıyla baştan harcadığınız zaman boşa gidecektir. Düşündüğünüz alandan kapsam doğru ifade edilmemişse ki bu bölümün son dersidir, bu durumda araştırmanız ciddi anlamda eksik kalacaktır. Ciddi anlamda eksik kalan bir araştırma düşünme esnasında yapmanız gereken bütün süreçlerde aksaklığa sebep olduğu gibi bu aksaklıklar bir araya geldiğinde ya sizi düşünmekten vazgeçirecektir ya da düşünce sonucunda üretilen her ne olursa olsun bir fikir, bir ürün ya da bir yenilik ya da mevcudun geliştirilmesi her seferinde nakıs yani eksik, tamamlayamayan ve hatta tamamlanamayan bir şey haline gelir ki masayı bir anda dağıtmak zorunda kalabilirsiniz. Genellikle bu alanda yapılan büyük hatalar sebebiyle özellikle yaşadığımız coğrafyada araştırma bilincinin bir teknik olarak ele alınmaması ne yazık ki düşünce alanında uçarı kaçarı fikirlerin bir tahta üzerinde sonra da beyin fırtınası yapıyoruz denilerek üstü kapanan bir süreç haline geldiğini gözlemlemekteyiz. Peki bu durumda artık bu tekniğin nasıl yapılacağına gelelim ve araştırma tekniğinden bahsedelim. Efendim baştan bir kabaca şöyle ifade edelim. Ondan sonra detaylara geçelim isterseniz. Birincisi araştırmanın kapsamı belirlemek zorundasınız. Sonra kapsamın biçimi, sonra bu araştırmanın hangi sürede yapılacağının tayin edilmesi, sonra araştırmanın yapılması ve araştırmanın kontrol edilmesi. Bu oldukça önemli. Ardından not alma ve mutlak surette sonuç cümleleri. Şimdi gelelim kapsama. Kapsamı bir ele almamız lazım. Çünkü haritamızın başında dedik ki araştırma tekniğinin birinci adımı kapsamı belirlemektir. Kapsam dediğimiz şey şudur. Düşündüğümüz şeyin mevcut hali ve mevcudun bir üstü araştırmanın konusu olabilir. Biraz önceki örnekten yola çıkarak şöyle ifade edebiliriz. Ben yeni bir motor tekniği üzerinde çalışacağım. O zaman temelde araştırmam gereken şeyler yeni motor teknolojileri ve mevcut motor teknolojileri. Çünkü bir mevcudu bilmem lazım. Çok iyi biliyor olabilirim ama belki son dönemde üretilmiş ve denemleye başlanmış olan motorların mevcut sorunları ve bu sorunları getirdiği çözümlere bir bakmam lazım. Bir de mevcut üstü. Yani henüz üretilmemiş ama prototip aşamasında, düşünce aşamasında veya makaleleştirilmiş veya üzerinde fantastik alanda düşünce kuruluşlarının yaptığı değişik çalışmalar sonucunda elde edilmiş veriler olabilir. Dolayısıyla bir mevcutlu olanlara bakmam lazım bir de mevcut üstü. Dolayısıyla şu anda araştırmamın kapsamı belirlenmiş oldu. Şimdi geleceğim bu kapsamın biçimine. Ne demek istiyorum burada? Şunu ifade etmeye çalışıyorum. Bu kapsama dahil olan makaleler, kitaplar olabilir. Dolayısıyla bir okuma süreci kapsamın biçimidir. İki, gözlem de kapsamın biçimi içindedir. Yani gözlem yapmaktan bahsetmiştik ne kadar önemli ve nasıl bir teknikte yapılması gerektiğini. Şimdi o bilgiyi buraya eklememiz lazım. Kapsamın biçiminde gözlem. Detayı anlatmıyorum çünkü geçen ders anlatmıştım. Üçüncüsü elbette ki görüşmeler. Çünkü bazı yenilikler var ki bu yenilik iddiasında bulunan insanlar henüz bunu yazıya geçirmemiş olabilir. Farklı bir fikre sahip olabilir. Bizim fikrimizle paralellik arz ediyor olabilir. Ve hatta beraberce o düşünceyi üretiminde beraber çalışmak gerekebilir. İşte tam da beraber çalışmaya geldiğimizde düşüncenin kendisinin dersini yaptığımızda beraber düşünce üretmek üzerine de ayrı bir ders yapacağız. Ama beraber yapmadığımızı varsayalım şimdilik görüşmeler de kapsamın biçiminde sayılır. Ve dördüncüsü günümüzde artık oldukça önemli YouTube ve benzeri mecralarda bu konuda yapılmış olan araştırmalar veya bu konuda yapılmış olan sunumlar, paneller, seminerler, konuşmalar gibi unsurları izlemek. Bunların her birisi insan hayatında araştırmanın, kapsamının biçimini oluşturduğu gibi her birisinin de incelikleri bulunmakta. Elbette mutlak surette bir süre tayini yapmamız lazım. Neden? Okuyacaklarımız belirlendi. Gözlemleyeceklerimiz belirlendi. kimlerle görüşeceğimiz belirlendi, neleri izleyeceğimiz belirlendi. İzlemeden bunları sıraya koyuyoruz ve mutlak surette bunları bir haritalamaya tabi tutuyoruz. Yani hangi zaman diliminde kaç kitap okuyacağım, hangi zaman diliminde kaç gözlem yapacağım ve nerelere gitmem gerekiyor. Dolayısıyla geliş gidişinde alacağı bir vakit var. Bunları tayin etmeliyim. Ve bundan sonra bu süreye bağlı olarak da bunları yapmaya başlamalıyım. Elbette birebir uyamayabilirim ama böyle bir planlama araştırma tekniği açısından oldukça önemlidir. Şimdi geldik işin en önemli taraflarından birine ki bu da son aşamadaki kontrol. Zira hem okuduklarımdan, hem gözlemlerimden, hem görüşmelerimden ve hem de izlem sonuçlarından mutlak suretle notlar almalıyım. Ama bu notlar kesinlikle objektif olmalı. Yanlı ya da onu izleyip okuduktan sonra aklımızda oluşan düşünce değil. Bizzat adamın yazdığı makaledeki cümleler, bizzat videoda söylenmiş ifadeler, görüşmede karşımızdakinin ifadesi, beyanı ya da izlediğimiz şeylerden aldığımız notlar. Ve bu notların içinde hiçbir zaman yorum bulundurmuyoruz. Her birisini yaptığımız haritanın altında o kitapları yazmıştık ya, o kitapların karşısındaki bölüme tek tek istersek elimizle, istersek bugünkü bilgisayar dünyasında kullanılan beyin haritaları diye ifade eden fikir haritalarını kullanarak da yapabiliriz bunları. Daha kolay, daha paylaşılabilir imkanlar da artık var. En sonda ise mutlak sürede bütün bunlar bir araya gelene koskoca bir harita önünüze çıkacak. Şimdi yavaş yavaş sonuç cümleleri yazmamız lazım. Yani her bir kitaptan elde ettiğim paragraflara alt alta geldiğimde bu adam bir motorun yenilenmesi için ne söylemiş? Diğeri ne söylemiş? Diğeri ne söylemiş? Bu sonuç cümlenin birisi diğeriyle çelişebilir. Birinin söylediği diğerine tutmayabilir ama elimde şimdi birden fazla onlarca cümleyi bir araya getirip yeni cümleler yazıyor olmam lazım ve oraya ilişkili. Sonuç cümleleri bir araya geldiğinde artık araştırmamın sonucu belirlenmiş olur. Sonuçların farklılığı ve tutarsızlığı daha net görünür ve araştırmanın sonuçlarında artık benim için net bir yol haritasına destek oluşur. Bu düşüncemin temellerinde ihtiyaç duyduğum bir algoritmadır. Elbette bunun için birkaç inceliği de beyan etmekte fayda var. Bunlardan bir tanesi de şu. Kontrol aşamasına kadar yeni bir araştırma kapsamı veya biçimi asla eklenmemelidir. Yani bir kitap okuyorsunuz. Okuduğunuz kitapta bir başka yazarın, bir başka kitabının bu fikirleri geliştirmesini size yeni imkanlar doğuracağını söylüyorsa bunu bir yere not edin. Belki bu kapsam biçimine sonra tekrardan döneceksiniz ama başta yaptığınız haritadan çıkmayın. Çünkü bu olayı çok büyütecektir. Belki de araştırmanın mevcut sonucu size zaten gerekli olanları veriyorsa sonuçtan sonra onları okumaktan vazgeçebilirsiniz. Zaman kaybınız ortadan kalkar. Ve dahi gerçekten merak edilen, gerçekten ihtiyacı olan bir şey ise başa dönerek aynı süreci tekrar etmek daha doğru olacaktır. Kontrol aşamasına geldiğinizde kapsamın mevcut ve mevcut üstüne dahil olabilecek yeni biçimler varsa eklerini tekrardan ele almayı yine kapsam biçimine ekleyebilirsiniz. Birbirleriyle çelişen sonuç cümlelerinden bahsetmiştik yani biraz önce. Bunlara odaklanın. Zira çelişen her sonuç cümlesi düşüncelerinizin şekillenmesinde size yardımcı olacaktır. Ki zor kısımda bunlardan biridir. Düşünmenin zor alanlarından biridir. Bir kitapta söylenenin diğer videoda söylenen arasındaki çelişki. Bu çelişki cümlelerini ayrı bir yere toplamanız lazım. Çünkü bu alan düşünmeyi konuşurken ihtiyaç olacağımız önemli hatta en önemli kalbur üstü bilgi olarak ele alınmalı. Araştırma esnasında asla düşünmeyin. Araştırmayı gerçekten o konuyu bilmeyen, o konu hakkında gerçekten bilgi sahibi olmak isteyen insan gibi yapın. Bildiği yorum zaten diyerek geçmeyin. Bu araştırırken çok önemli bir kelimeyi, kritik bir bilgiyi kaçırmanıza sebep olabilir. Düşünürken de mutlaka araştırmayın. Çünkü düşünmek ayrı bir mutlaka araştırmayın. Çünkü düşünmek ayrı bir iştir, araştırmak ayrı bir iştir. Düşünürken yeniden araştırmanız gereken bir kapsamla karşılaşacaksanız ki bu mümkün, o zaman bu süreci baştan ilerletiyor olacağız. Araştırmaya hazır bir şekilde mutlaka istifinizi önceden yapın. Yani bu ayrıştırmayı mutlaka yapın araştırmadan önce. Çünkü kitapları sonradan belirlemek, süreci sonradan belirlemek size ciddi anlamda zaman kaybettirecek. Hatta araştırmanın tekniğine çok ters ve zıt bir çalışma biçimidir. Elbette şimdi bir şey ifade ettik. Dedik ki ayrıştırmak. Ayrıştırmak nedir? Düşünmek için önemi nedir? Bu ayrıştırmanın hayatımızda düşünce kısmına olan etkisi nedir? Bir dahaki derste buna bakıyor olacağız. Aslında bugüne kadar anlattıklarımıza sizlere beynin çalışma biçimine dair de önemli ipuçları vermiş olduk. Düşünce alanına geldiğimizde de bunu ifade ediyor olmaya gayret edeceğiz. Bir dahaki ders görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi 20. Bölümden herkese
selamlar efendim. Önceki dersimizde hatırlayacak olursanız hislerin düşüncelerimizle olan ilişkisi ve hislerimizi nasıl yönetmemiz gerektiği üzerine odaklanmıştık. Son dersimizde ise araştırmanın önemini ifade etmeye çalışmıştık. Ve düşünceye süreç olarak yaklaştıkça bunların ne kadar önemli mahiyetleri olduğunu da ifade etmeye çalışmıştık. Bugünkü dersimiz ise ayrıştırmak. Düşünme fiilinin hemen öncesindeki detaylardan biri olan ayrıştırma konusunu ele alıyor olacağız bu hafta sizlerle beraber. Efendim düşüncenin tüm süreçleri geçirdikten sonra en son ayrıştırmaya tabi tutulmamış durumlarda menzil ve rüzgar gibi dış etkenlerin hesaba katılmadığı bir atış gerçekleştirilmiş olur tabiri caizse. Yani bizler hedefe odaklanmış olabiliriz. Elimizde var olan bütün düşünceler, araştırma, gözlem, bütün kendimize ait o hisler bir araya geldi. Artık gez göz arpacık tek noktada ve büyük bir sükunetle tetiğe basılıyor. Beklenen merminin bir an önce o hedefe ulaşması. Ancak dış etkenler diye tabir ettiğimiz rüzgar, yağmur, kar, aklınıza ne geliyorsa bütün bunlar mermiyi milimetrik veya milimetrinin onda biri kadar yolundan şaşırtsa nihayetinde o hedeflenen, niyetlenen noktadan artık çok daha uzağa bu mermine ulaşmasına biz sebep olmuş oluyoruz. Sebep o ayrıştırma yapılmadığı için. O yüzden de bizler bugünkü dersimizde tam da ayrıştırmayı anlatıyor olacağız. Aslında düşünce teorisine girişten sonra işlediğimiz düşünce teorisini bu dersten sonra son iki haftamız kalıyor. Son haftada çok enteresan bir ödevimiz olacak. O ödevin ardından da düşünce dediğimiz son basamağa ulaşacağız. Ve o basamakta çok enteresan ve farklı bir sürece dahil olacağız. O yüzden bu arada bir önceki dersleri incelemenizi ve diğer taraftan da ödevin ne olduğunu beklemenizi sizlerden rica ediyoruz. Efendim öncelikle gelin beraberce düşüncede gerekli olan son aşamalardan biri. Araç ayrıştırmanın önemine dair gerekliliği anlatabilmek için ayrıştırmazsak ne olur? Kısaca ondan bahsedelim. Çünkü ayrıştırmanın ne olduğunu anlayabilmek için zihin o olmadığında aslında ne olduğunu bilmesi, bilmeniz gereken süreç hasıl olduğunda ona ne kadar sarılmanız gerektiğini size anlatır. Hakikat. Hemen hemen tüm süreçlerde ihtiyacımız olanlarla olmayanları ayırmadığımız takdirde gerekliliğinin defaatle ifade ettiğimiz üzere ne yazık ki bizler ihtiyacımız olmayan şeylerle karşı karşıya kalabiliriz. Evet araştırırken de zaten ihtiyaçlarımız odaklı çalışıyoruz ama son bir defa bir ayrıştırma yapacağız ki bunların sıralamasının ne olacağını bilelim. Eğer insan düşünce aşamasına geçmeden evvel yapması gerekenlerden biri olan ayrıştırmayı teknik olarak uygulamazsa daha kolay ve daha çabuk olana meyleder. Yani bir an önce yapmam gerekenler arasında hemen bunu kolayca seçersem düşünmem gereken süreç içerisinde biraz daha zorlu vakit gerektiren unsurlara vakit ayırmayı meyil etmem. Bu da insanın doğasında var olan bir şey. Ancak düşünce süreçlerinde daha kolay ve daha çabuk olanı her zaman seçmek doğru bir düşünce yöntemi değildir. Dolayısıyla her zaman daha kolay ve daha çabuk seçen bir düşünce algoritması ayrıştırma yapılmamış süreçlerle başlamış düşünce süreci ile karşımıza çıkmaktadır. Ayrıştırılmadan girişilen düşünce niyetimize ulaşmaya büyük bir engel olarak karşımızdadır ki bu engeller genellikle dış faktörlerdendir. Genellikle dış faktörlerdendir. Kaldı ki bugün dünya hayatında en çok insanların düşündüm, eyleme geçtim, benim düşüncemle daha önce de uygulamış hiç kimse yoktu, orijinal bir fikirde ama diyerek başlayan bütün o cümlenin her birisine dış etkenleri göreceksiniz. İşte dış etkenlerin düşüncelerimize ne kadar etki edebileceğinin farkında olabildiğiniz süreç aslında ayrıştırmak. Yani simülasyon sürecinin de bir nevi ona ait bir cüz gibi de düşünebilirsiniz. Bir bölüm gibi düşünebilirsiniz bunu. Peki, ayrıştırmazsanız ne olur? Onu kısaca ifade etmeye çalıştım. O zaman beraberce geçelim. Ayrıştırmak ne demektir? Gözlem, detay ve araştırma sonuçlarına göre düşünme sürecine göçmeden önce yapılan son eleme sürecine biz ayrıştırmak diyoruz. Ayrıştırmak karıştırılmamalı ki fazlalıklardan kurtulmak anlamına gelmiyor. Hatırlıyorsanız düşünce teorisine girişin ilk dersiydi fazlalıklardan kurtulmak. Bu biraz daha farklı bir yöntem. Ayrıştırmak zaten lazım olanların düşünce süresi esnasında kullanım alanlarının belirlenmesi ve kullanılamayacak olanların düşünme sürecinden önce dışarıda bırakılması anlamına geliyor. Yani ayrıştıracağımız şeylerin her birisi zaten düşünce süreci içerisinde kullanacağımız şeyler. Bunların hiçbiri fazlalık değil. Hepsi lazım, gerekli artık son noktaya gelmiş. Ama bunların içinde bir kısmı var ki bunları hangi alanda kullanacağımı ayrıştırmazsam birini önce birine sonra alırsam, düşünceyi bir duvar örmek gibi düşünürseniz küçük taşların olması gereken yerde bir anda büyük taşın büyük taşların olması gereken yerde bir anda küçük taşın varlığıyla karşılaşırsınız ki bütün duvar ustaları önce ne yaparlar? Taşları ayrıştırırlar. Büyüklüğü, ağırlığı, cinsine göre yapacakları duvarın büyüklüğü ve kalınlığına göre taşların bir ayrıştırılması gerekir. Aslında anlatmak istediğimiz tam olarak da bu. Peki bu dediğimiz şeyi nasıl yapabiliriz? Ayrıştırmayı yapabilmek için düşünce sürecinize katkı sağlayacak olan her şeyi, inandığınız her şeyi önce zaten yazılı halde olduğunu varsayıyoruz. Veya değilse tekrardan yazılı hale getiriyoruz. Nelerdi onlar? Hatırlayalım tekrardan. Bir, anlamlandırdıklarınız. Anlamlandırmanın öneminden bahsetmiştik. Anlamlandırdıklarınız, anlamlandırmanın öneminden bahsetmiştik. Düşünce teorisinin 3. bölümünde, insani problemlerin hemen sonrasında iletişim kısmında ve orada insanın iletişimin kendinden başladığını, iletişimin kökeninde de anlamak olduğunu ifade etmiştik ya, anlamlandırdığımız, bu düşünceyle ilgili anlamlandırdığımız şeyler nedir yazdık. Gözlemlerimiz nasıl yapılacaktı öğrettik. Gözlemlerimiz de önümüzde. Masada duruyor. Hislerimiz onları anlattık. Duruyor. Araştırmalarımızın sonuçları var. Onlar da masamızda. Ve bir diğer taraftan detayları nasıl kullanacağımızı biliyorduk. Buna göre de detaylandırılmış. Peki bütün bunlar artık ortadaysa şimdi geleceğiz. Bir tablo uygulayacağız. Bu tabloda insanoğlunun zihninin çalışma metaforuyla ilişkili bir yapılandırma var. İnsanoğlunun zihninde var olan bu yapıdan size kısaca bahsettikten sonra bu bilgi dağarcığını, önündeki bilgi sürecinin tamamını bu tabloyu uyarlamaya çalışacağım. Şimdi benim bu tablomda aslında karşımda var olan her şey gerekli mi, yararlı mı? Çabuk mu, geç mi? Kolay mı, zor mu diye ikişerli sorular var. Bu soruların her birisiyle karşıma birer cevap çıkacak. Yani üçlü bir soru var, üçlü bir cevap verecek. Çünkü bizler hayatımızda, zihnimizde herhangi bir şey düşünürken, zihnimizin hangi yolu izlediğine takip edersek aslında doğru düşünce yöntemine ulaşmış oluyoruz. Bizim zihnimizde ise bir bilgiyi edinirken aslında biz fark etmesek de o bilgi için sorguladığı üç tane mevzu vardır. Bunlardan birincisi şudur. Ya bu bilgi gereken bir bilgi mi? Yararlı bir bilgi mi? Bu şu anlama geliyor. Benim bugün okula gitmem gerekli ama aynı zamanda yararlı diyebilirsiniz. Ama bu süreci insan zihni nasıl kodluyorsa okula bakış etse o şekildedir. Bazı insanlar her ikisi de deseler de okula gerekli olduğu için zorunluluk da bir gerekliliktir aslında. Mecbur oldukları için giderler. Sonradan yararını görebilirler. Bazıları da derler ki okul yararlı bir şey. Çok seviyorum. Aynı zamanda gerekli bir şey. Ama bizim zihnimiz bunlardan birisini her zaman üste tutar. O bilginin yapılacak işin gerekli mi yararlı mı olduğunu. Yemek yemek de bunun içinde sayılabilir. Bir başka canlıya yardım etmek de bunun içinde sayılabilir. Bir başka canlıya yardım etmek de bunun içinde sayılabilir. Yolda kalmış susuz kalmış bir hayvana su vermek hem gereklidir hem de o suyu vermiş olmanın getirdiği mutluluk yararlıdır. Ama zihin önce onun gerekli mi yararlı olduğundan bakar. Dolayısıyla o gereklilik bizim zihin akışkanlığımızın birinci sorusu. Bu cevabı arayacak. İki, çabuk mu yoksa geç mi? Yani ben bir şey düşüneceğim, bir şey yapacağım, bir fiil için hamleye geçeceğim. Bunu çabuk mu gerçekleştirebilirim yoksa bir zaman mı alır? Geç mi sürer? Uzun mu sürer anlamında geç? Çünkü zihnimiz şöyle çalışıyor kıymetli dostlar. Eğer yapılacak bir işi gördünüz, kocaman bir iş var, iki günlük bir hammaliye işi var veya üç günlük bir ödev var veya en az bir ay sürecek olan bir doktora tezinin yazım, test çalışması var. Şimdi zihin eğer onun geç olduğunu bilirse, vücudunuzdaki bütün ikmal istasyonlarını buna göre kurgular. Hangi vitamin ne zaman lazım? Hangi hormon ne zaman devreye girecek? Siz o işle olan ilişkinizi sürdürdükçe o da süreci takip eder. Eğer bir şeyin çabuk hemen yapılması gerekiyorsa bunun içinde vücut ani bir enerji üretimine geçer. Dolayısıyla zihnimizin yaptığımız ve yapacağımız fiilleri düşünürken daha vücudun nasıl kurgulaması için gerekli emirleri vermek üzere veri topluyor biz de o verileri kullanıyoruz şimdi. Üçüncü soru ise şu. Kolay mı? Zor mu? Zihin bu soruyu neden soracak? Şunun için çabuk da desen, geç de desen ben buna göre enerjiyi üreteceğim. Bütün organları buna göre hazırlayacağım, tamamlayacağım. Ama bunu ben yapabilecek miyim kolay yoldan yoksa biraz zorlanacak mıyım? Ona göre de ben sana destek olmak istiyorum der. Ona göre de ben sana destek olmak istiyorum der. Dolayısıyla bizler insan zihninin motivasyon kaynakları olan bu üç temel soruya cevap verdikçe düşünce gelişiminin de katkısını görmeye başlayacağız. Dolayısıyla bizler gerekli olan, yararlı olandan daha büyük bir veri akışı sağladığını biliyoruz. Çabuk olanın geç olana göre akışkanlık sağladığını ve insan zihninin hep öyle olacakmış gibi çalıştığını da biliyoruz. Ve aynı zamanda kolay olanın ve zorun içindeki akışlı olanın kişinin elindeki bir kürek gibi zor kolay da olsa kendini yönlendirmek için gerekli olan bir akışkanlık süreci olduğunu görüyoruz. O zaman şöyle bir tablo ortaya çıkacak. Bütün bu elimizdeki yazılı evrakı şöyle bölmemiz lazım. Önce gerekli olanlar ve yararlı olanlar. Yani benim üreteceğim düşünce için bunlardan hangisi gerekli, hangisi yararlı? Şimdi benim birinci önceliğim gerekli olanlardan başlamak. Çünkü vücudum gerekli olanlara karşı daha büyük veri akışı sağlıyor. Diyor ki bu gerekli, bunu yapman lazım. O zaman zihnin arka bölümünden daha fazla meta veriyi çağırmaya başlıyor. Ardındansa çabuk olanı geç olandan daha hızlı bir şeyde harekete geçiriyor ya ve düşünme motivasyonunda bir adam hemen elindekine bir şeyi ekleyebiliyorsa ve hemen düşünmesinin bir sonucunu alabiliyorsa daha çok motive olabiliyor ya o zaman gerekli olanların arasından bu sefer gerekli ve çabuk olanı öne çekiyorum. Şimdi geldik üçüncü meseleye. Zor ve kolay. Zihin zorlanmayı sever. Kolay olandan kaçınır. İnsan kolay olana zihnini zorlar. Aslında bu zihinde daha büyük bir yorgunluğa sebep olur. Hayatınız boyunca şuna dikkat edebilirsiniz. Zor olanlarla uğraşırken verdiğiniz çabanın içinde zihninizin daha az yorulduğunu, kolay olanla uğraştığınızda başınızın daha çok ağrıdığını söyleyebiliriz. O zaman tablomuz şuna dönüşüyor. Gerekli, çabuk, yapılabilir ve zor olanla başla. Ardından gerekli, çabuk ve kolay olana geç. Ardından gerekli, geç yapılan kolay olanı seç. Ve ardından gerekli, geç yapılabilir ve zor olanı seç. Yani kombinasyonlardan bahsediyoruz. Bunlardan bir kısmı masada hiç olmayabilir. Yani gerekli, çabuk ve zor olanı seç. Yani kombinasyonlardan bahsediyoruz. Bunlardan bir kısmı masada hiç olmayabilir. Yani gerekli çabuk ve zor var ama gerekli çabuk ve kolay yok. Ondan sonrasında geçebilirsiniz. Gerekliler bittikten sonra yararlı olanlara geçiyoruz. Yararlı olanda da yararlı olan, geç olan ve kolay olanı seçiyoruz. Ki vücut yararlı ile kolay arasındaki ilişki dengesinden doğan ahenkle bana motivasyon yardımcılığında bulunsun ki onun yararını daha ileride hissederek daha büyük bir aksiyon alabileyim. Bunları düşünce boyutunda 3. dersimizde enteresan detayları ulaştıracağız. Basit ve kaba tabirlerle böyle ifade ediyorum. Yararlı olan, daha geç olan ve kolay olanı şimdi sıraya koyabilirsiniz. Ardından yararlı, geç ve zor olanı seçersiniz. Ardından yararlı, çabuk, kolay, yararlı, ç çabuk zorla konuyu kapatabilirsiniz. Daha doğrusu düşünce sürecinde yapmanız gerekenleri bu sıraya göre koyarsanız bundan sonra işleyeceğimiz düşünce boyutuna geldiğimizde işimiz çok daha rahat olabilecek diyebilirim. Haftaya düşünme ile alakalı mevzu ve ondan sonraki son süreci geçiyor olacağız. Bütün bu dersleri birer defa daha dinlemenizde fayda var diyebilirim. Haftaya tekrardan görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."} Düşünce Teorisi'nin son dersi 21. dersten herkese selamlar. Bundan sonra 1. sınıfa geçiyoruz veya 1-2-3 dersek 3. sınıfa geçeceğiz. Artık düşünmeye başlayacağız. Düşünce teorisinin son dersi ve düşünce bölümünün ilk dersinden önceki en önemli kısımda sizlere sözden bahsedeceğiz. Bir önceki ders araştırmanın ehemmiyetinden bahsettik ve bu araştırmayı yaparken nelere dikkat etmelisiniz? Bir düşünce insanının araştırma yaparken önem vermesi gereken konular nelerdir ve bu araştırmanın tekniği nedir? Onu ifade etmeye çalışmıştık. Geçen derste ise düşünce öncesi son defa yapmamız gereken bir ayrıştırma sürecini ele almıştık ve bunun önemini ve bunun gereğini ifade etmeye çalışmıştık. bunun önemini ve bunun gereğini ifade etmeye çalışmıştık. Bugün düşünme fiilinin söylemini ifade ederek düşünce teorisinin sonuna gelmiş oluyoruz. Efendim bildiğiniz üzere her düşünce giriş bölümünden beri ifade ettiğimiz üzere hazırlık sürecini gerektiriyor, bir hazırlanma gerektiriyor ve sadece zihinsel olarak değil bedeninizde, hayatınızda, yaşam biçiminizde bunlarla değişiklikler yapmalısınız. Her düşüncenin de biçimlenebilmesi için teorik bir gelişim gerekiyor ki düşünce teorisinin teori bölümünde toplam 21 derste de bu önemli noktalara, kritiklere yer verdik. Her düşünce düşünülmeden evvel bir sözdür, bazen de bir sözcüktür ve her sözcük doğru ifade edilmediği andan itibaren düşünce başlayamaz. O zaman düşünceye başlayabilmek için iyi bir söz sahibi olmak gerekiyor. En iyi düşünürler düşüncelerini kısaca ifade ederek yola çıkarlar. Söz dediğimiz sormak ya da iddia etmek değildir. Söz üzerinde düşünülerek, yeniliğin öz biçimde ifade edilerek zihni doğrultusunda getirme çabasıdır. Bu çabanın sonuç vermesi için birkaç önemli hususa dikkat etmek gerekiyor. Yani bir şeyi düşünmeden evvel söylememiz gereken bir söz grubu var. Buna tam olarak tez diyemeyiz. Çünkü tez en az yarım sayfa bütün ifadelerinizin bir araya getirilerek bunun beyan edilmesidir. Ki Türkiye'de en çok insanların yaptığı hatalardan biri de tez yazma sürecinde herhangi bir konu hakkındaki tezini beyan ederken pek çok problemimiz var. Ama bu problemleri düşünce bölümünün içinde ele alıyor olsak da burada şunu yapmaya çalışıyoruz. Düşünmeye başlamadan evvel düşüneceğimiz şeyin söyleminin ne olduğunu kısaca ifade etmeye çalışacağız. Elbette bunun için bazı prensiplerimiz var. Bu prensiplerden ilki içinde hiçbir şekilde olumsuz bir beyana yer vermemeliyiz. Örneğin arabanın yolda kalmaması için veya arabanın yolda kalmaması için yapılması gereken yeni bir alet buldum, edevat buldum, motora bir parça buldum gibi bir cümle kurmaya çalışmak doğru olmayacaktır. Doğru bir söze ulaşabilmeniz için arabanın yolda kalmasına engel olacak yeni bir alet, edevat, yazılım, neyse onu geliştirmek üzere yola çıkıyorum gibi bir ifade kullanmamız gerekiyor. Zira düşüncelerimiz bir şeyi olumsuz olarak ele aldığında her zaman işin negatif yönüne odaklandığı için gelişim sürecinde önümüze sürekli engeller çıkmasına sebep olmaktadır. İkinci olarak söyleyeceğimiz sözün yani düşüneceğimiz sözün kendimize de söyleyebiliriz bunu elbette düşünce aşamasında başka insanlarla paylaşırken bu sözünüz de oldukça önemli. Ne düşünüyorsun diye sorduklarında verdiğiniz cevabın hassasiyetiyle bu prensiplere uymasına hayatınız boyunca dikkat etmelisiniz. Yani bazen düşünmüyor olsanız bile bir fikri beyan ederken de bu prensiplere önem vermeniz önemli ölçüde karşı tarafla anlaşabilmeniz için sizin ihtiyacınız olan kısımlardır ikincisi ise şu sözünüz net olmalı ve dolaysız olmamalı olmalı yani yorgunluğu azalttığından dişliği arttırıcı bir teknik düşünmeliyim şeklinde bir ifade oldukça uzun, karmaşık ve birden fazla zarf ve edatı içeriyor. Ama bütün zarflardan ve edatlardan sıyrılmış bir biçimde kullanacağımız cümle şu olmalı. Dinginliği arttıracak bir teknik üzerinde çalışıyorum. Bu sözcük hem net hem anlaşılır hem de dolaysız bir şekilde karşımızda duruyor. Üçüncü önemli mesele ise düşüncenin merkez noktasının belli olması gerekiyor. Yani düşündüğümüz konunun ana sözcüğü nedir? Bir önceki bölümde, bir önceki ifadede yer yer verdim ya dinçliği arttıracak bir teknik. O zaman üzerinde çalışacağım şey teknikten çok dinçliktir. Dolayısıyla bu merkez nokta oldukça önemli. Kuracağınız en az bir iki cümlede merkeze aldığınız kelime neyse zihniniz bu kelimeden itibaren yola çıkacaktır. Bu kelimeler yola çıkacağız ki düşünce bölümü yani en üst seviyede yapacağımız derslerde ele alacağımız ilk bölümlerde sözcükleri bu yüzden yer vereceğiz. Bugün yaşadığımız dünyada insanların az kelime kullanarak konuşup derdini anlatabilir olması kimilerine avantaj gibi görünebilir. Ama işin gerçeğine bakarsanız, zihniniz ne kadar az kelime kullanırsanız o kadar az derinliğe gittiğinden dolayı sığ düşünceye sahip olur. Derin, stratejik, gelişime açık, yeniliğe açık olan bir düşünceye sahip olabilmeniz için mutlak surette düşüncenin merkezindeki kelimenin kelime grupları ile bir araya geldiğinde yeni anlamlar ifade edebilmesi, derinliğinin olması ve kavramsal olarak da ele alınıp üzerinde tekrardan ve tekrardan ve tekrardan düşünülebilir olması oldukça önemli bir konudur. Örneğin dinçlik kelimesiyle beraber zindelik kelimesini beraber kullanabilir misiniz? İlk bakışta evet diyebilirsiniz ama dinç dediğimiz şey biraz daha bedensel bir şey ama bunun bir başka versiyonu olan zindelik ise biraz daha zihinsel bir süreç. Her ikisinin birbirinden önemli farklılıkları var. Gündelik hayatımızda belki bunları bir arada kullanıyor olabilirsiniz. Veya bütün bunlardan sıyrılarak kendimi çok iyi hissediyorum. İyi hissetmek için kelimesini de kullanabilirsiniz. Bakın üçüncü bir kelime çıktı. Ama bu düşünce derinliğinizin sığ kalmasını sağlayacak bir şey. Zira iyi hissetmek için kimi zaman vücudumuzda ağrıyan bir yerin ağrısından kurtulmasının da yeterli derecede bir iyilik olduğunu düşünebiliriz. Bu kelimelerle uzun uzadıya çalışmaya devam edeceğiz. Ama şimdi hepinizin beklediği ödev kısmına geldik ve en önemli bölüme geldik Zira bu 21 bölüm boyunca sizlere bir ödev formasyonu sunmadık Çünkü temel amacımız düşünce teorisi dersi boyunca bu 21 dersi gerçekten çok iyi incelemiş iyi okumuş, notunu almış ve konuları anlayıp hayatında geçirmiş olan kitleyle birebir çalışmak istiyoruz. Bu birebir çalışma için elbette bütün şartları yerine getirmeniz gerekmiyor. Yine düşünce bölümüne yeni abonelik kısmına abone olduktan sonra devam edebilirsiniz. Yani aboneliğinizi bir seviye daha yükseltmeniz gerekecek. Bu dersleri dinleyebilir olacaksınız ama bir farklılık olacak. Düşünce bölümünde işleyeceğimiz bütün derslerde belli aralıklarda Zoom toplantıları yapacağız. Ve bu toplantılarda gerçekten düşünen insanlarla beraber işte uzun zamandan beri size bahsettiğimiz ve bizim çoktan çalışmasına başladığımız masalarımıza yavaş yavaş sizlerin de katkılar sunabilmesine ve bizim de sizin hayatınıza katkılar sunma gayretinde bir arada çalışabilme imkanına kavuşmuş olacağız. Şimdi bunun için birazdan bu ders bitiminin sonunda bu sözü de işin içine dahil ederek size bir form gönderiyoruz. Bu formun içinde düşündüğünüz ya da düşünmek istediğiniz şeyin bugüne kadar işlediğimiz 20 dersi göz önünde bulundurarak ve şu son derste ifade ettiğimiz şekliyle beklediğimiz düşüncenizi arzu ediyoruz. ifade ettiğimiz şekliyle beklediğimiz düşüncenizi arzu ediyoruz. Ve o düşüncenin içerisinde bazılarınıza gelecek olan mailler, bundan sonraki derslerde devam edebilecek, herkesten farklı olarak bir başka Zoom toplantısına gelebilme hakkını doğuracak. Böylelikle bizler, sizlerle bazen birebir, bazen o Zoom toplantısında olan arkadaşlarınızla beraber, bu düşüncelerimize gelişiştirerek düşünce yapılanmamız için de ihtiyacımız olan yerlerde hem kendiniz hem yaşadığımız coğrafya için daha güzel üretimler gerçekleştirmeye çalışıyor olacağız. Bir dahaki ders bölümünde yani düşüncenin ta kendisinde görüşmek üzere diyelim. Yani düşüncenin ta kendisinde görüşmek üzere diyelim. Formu doldurmayı isterseniz yaparsınız, isterseniz yapmazsınız. Ama dolduranlar için farklılığı böylece izah etmiş oldum. Bir dahaki bölüm görüşmek üzere. Formu dolduranlardan da bir hafta içinde geri dönüş yapıyor olacağız. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Teorisi'ne girişle büyük bir hazırlık
yaptık. Ardından düşünce teorisiyle bu gelişim sürecini bu hazırlık yapısının üzerine koyduk. Nihayetinde sıra düşünmeye geldi. Bu kadar zor olmamalı diyebilirsiniz ama düşünmek ciddi bir süreç istiyor. Hem hazırlanmak hem gelişmek gerekiyor. Şimdi ise düşünmeye başlıyoruz. Sizden gelen o bütün yorumlar, bütün söylemlerle beraber ardı sıra gelecek olan masaları kurmadan önceki son düşünce ders bölümüne geçiyoruz. Son sınıfa geçmek için elbette bildiğiniz üzere bir üst abonelik grubuna üye olmanız gerekiyor. Toplamda 20 dersle beraber artık zihnimizi düşünce boyutunda ele alarak gerçek oluşturulabilir düşüncelere doğru yol almaya başlayacağız. yeni ürün kitlesi ve yeni yapılanma oluşturabilmek, zihninde zaman ötesi düşünebilmek, okurken düşünebilmek, düşünceye form vermek, düşünceyi işlevsel hale getirmek, düşünceyi kalpte aktivite etmek, düşünürken planlamak, içsel düşünce enerjisini kullanmak, yayvan elektron atımlı düşünce metodunu geliştirmek, doğanın ritminde derinleşmek, düşüncede yüzeysel tarama yapabilmek, ileriden geriye doğru düşünmek, düşünce metotlarında çıkarımlar yapabilmek ve meta düşünce kimyasına ulaşmak anlamında 20 ayrı ders yapıyor olacağız. Ardından da gerçekten düşünen insanlarla beraber pek çok zaman diliminde, pek çok ülkede yaptığımız gibi bir düşünce oluşumuna beraberce adım atıyor olacağız. Bir dahaki bölüm görüşmeden önce bu kısa hatırlatmayı ve yeni ders grubumuzun sizlere neler olacağını ifade etmeye çalıştım. Bir dahaki bölümde düşüncede görüşmek üzere. Kanın sağlıcakla."}
Düşünceden herkese iyi haftalar. Geçtiğimiz
hafta düşüncenin ilk dersi olan görme fonksiyonunun zihin üzerindeki etkisi ve düşünceliştirildiği ve bu gelişimin düşüncelerimize nasıl katkı sunabileceğimize odaklanıyor olacağız. En başından şunu ifade etmekte fayda var. Duymakla görmek birbirini tamamlayan birkaç duyu organından biri denilebilir. Dolayısıyla görmeyi tek başına, duymayı tek başına ele alıyor olsak da, gördüğümüz her şeyle duyduklarımız arasındaki ilişkinin düşünen insanlar için önemli bileşkeler olduğunu unutmamak gerekiyor. Düşünmek kimyasal bir süreçtir. Bu kimyanın önemli maddelerinden birine duyulardan duyduklarımız olarak ifade etsek yanlış bir şey söylemiş olmayız. Duyduklarımız gördüklerimizi onaylıyorsa görmeye başlamışsınız demektir. Zira bir şeyi görüyor olmak duyduklarımızla kurduğumuz ilişkiyle güçlendirilir. Birazdan bu gücün ne anlama geldiğini ifade etmeye çalışıyor olacağız. Gördükleriniz duyduklarınızı onaylamaya başladıysa lazım olanı duymaya başlamışsınız demektir ki düşünen adam için bu çok kıymetli bir unsur. Duyuma aşamasında nelerin gerçekleştiğini pek çok yerde okumuşsunuz elbette. Hatırlarsanız, örs, üzengi ve çekeç kemiklerinin birbirleriyle olan ilişkisinin sonucunda kulağımıza gelen ses dalgalarının sıvıyı hareketlendirmesiyle beraber zihnimizde meydana gelen bir algı sürecinden bahsediyoruz. Peki bu üç ayrı kemiğin varlığı her birisi sadece aktarım için mi gerekli yoksa bu kemiklerin her birisinin düşünce hayatımızda bir karşılığı mı var? Evet, vücudumuzda var olan, duyumumuzu sağlayan, duyduğumuza anlam vermemiz için bize yardımcı olan bu 3 küçük kemik parçası aynı zamanda duyduklarımızı kontrol etmemize sağlıyor. Zihnimiz bu 3 ayrı kemik formatında moleküler düzeyde titreşimleri kontrol ederek bazı şeyleri kontrol ediyor. Eğer birazdan sayacağım kontrol sürecinden geçerken aksaklıklar meydana gelirse düşünen adam için duydukları ya ehemmiyetini yitiriyor ya da düşünmeye başladığınız andan itibaren duyduklarınızı hafızanızda tekrardan gözünüzün önüne getiremiyorsunuz. Bu da herhangi bir şeyi düşünürken anlamlandırma çabasına girdiğinizde sizi çıkmaz bir sokağa doğru sürükleyebiliyor. Kulağımız aslında duyduğumuz şeyi üç noktadan yeniden kontrol etmeye çalışıyor. Elbette bunu zihnimizle beraber yapıyor. Bu üçü olmadığında da dağıtım başlıyor. Bir şey, duyduğumuz şey gerçek mi değil mi? İlk önce bunu kontrol ediyor zihnimiz. İkinci kontrol ettiği şey ise gerekli mi değil mi? Üçüncüsü ise etkili mi değil mi? Bu üçü arasındaki dengeyle bizim duyduklarımız zihnimizde bir yerde depolanmaya başlıyor. Eğer bunlardan en az bir tanesi varsa duyduklarınız içinde sizin bu duyduğunuz şeyi hatırlamanızı sağlıyor. Bakın tekrar sayalım. Duyduğunuz şey gerçek mi değil mi? Gerekli mi değil mi? Etkili mi değil mi? Yani bir şeyi doğru ya da yanlış duymak önemli değil. Yalan ya da gerçekliği karşılaştırmıyoruz bizler. Duyduğunuz sesin gerçekliği. Buradan da şunu anlayabilirsiniz. Yani bazen biliyorsunuz, bizi de siz YouTube'dan izliyorsunuz. Aslında sesimiz gerçekliğe çok yakın ama gerçek bir ses değil. Beyin bunu algılayabiliyor. Algısını yitirmeye başladığı andan itibaren de bunu gerçeklikle birleştirmek istiyor. Eğer gerçek görüntüyle birleştirebilirse daha hızlı bir öğrenme süreci de bizi bekliyor. Eğer bir şey gerçek değilse gerçek bir ses fonksiyonundan oluşmuyorsa ve görsel olarak siz bunu gerçeklerle bağdaştıramıyorsanız zihniniz için bu anlamsız bir paket halinde dolaşmaya başlıyor. İkincisi ise gereklilik. Bu yüzden eski insanlar kendileri için gerekli olmayan bir şey duyduklarında kulağımın üstüne yattım deyimini kullanıyorlar ve onu duymak istemiyorlar. Buna dedikodu da diyebilirsiniz. Malumat fıruç da diyebilirsiniz. Yani sizi etkilemeyecek olan sizin ihtiyacınız olmayan bir bilgiyi dinlemek sadece zihninizde boş gezen moleküler yapılarının oluşmasını sağlıyor. Sonrasıysa tıbbi durumlara sebep olabilir elbette. Üçüncüsü ise etki. Çünkü duyduğumuz bazı sesler bir bilgidir, bir cümledir. Çok etkilemeyebilir sizi. Ama bir yerden duyulan bir top sesi, bir grup insanın bir şeye karşı duruşunun sesi. Bunlar etkileyici sesler. Bu etkileşim kalıcı bir bilginin oluşumuna vesile oluyor. Dedim ya bu üçünden en az bir tanesi varsa duyduklarınız içinde o zaman siz bu duyduğunuzu yeniden hatırlayabilirsiniz. Eğer ikisi varsa bunu anlamaya başlayabilirsiniz. Üçü varsa düşünebilirsiniz. Öyleyse bir şeyi anlayamıyoruz diyen insanlar için bunlardan sadece bir tanesine sahip olduklarını görüyoruz. Bir şeyi anlıyorum ama bu konu üzerinde bir türlü düşünmeye geçemiyorum. Duyduğum şeyi düşündüklerimle bağdaştıramıyorum gibi ve benzeri cümleler kuruyorsanız duyduğunuz şeylere böyle bir filtre uygulamadığınız anlamına geliyor. O halde bizler duyduklarımızın gerçek, gerekli ve etkili olmasına ehemmiyet göstermeliyiz. Elbette hayatımızın tamamını böyle kontrol altında tutmak mümkün değil. Etkisiz konuşuyorsun konuşma şimdi diyecek halimiz yok. Ama düşündüğümüz bir konu hakkında derinleşmek ve daha rafine bir düşünceye ulaşmak istiyorsak dinleyeceklerimizi buna göre seçebiliriz. Duyulan şey doğru bildiğimizde çelişmemeli, yanlı ya da bunun yanlış olduğu kodu baştan söylenmelidir. Bunlar da düşünce adamının bir şey duyarken mutlak surette uygulaması gereken yöntemlerden birkaçı olarak ifade etmeliyim ki bu dersimiz biraz daha anlamlı hale gelsin, hayat pratiğiyle birleşiyor olsun. Çünkü zihnimiz yalan nedir bilmez. Dolayısıyla bizler bazen televizyonda bir şeyi seyrederken o anlatan adamın yalancı olduğunu biliriz. Bugünlerde Netanyahu'nun televizyona çıkıp Gazze'ye demokrasi, Gazze'ye insanlık getiriyorum demesi kadar sahtekarlığın farkındayız. Ve bu sahtekar adamı dinlerken yalan konuşuyor, bakalım bugün hangi yalanı uyduracak diye dinlerseniz zihniniz için bir problem yok. Ama doğru bildiğiniz bir şeyle çelişen bir şeyi bakalım ne yalan konuşacak diye değil, acaba doğru mu konuşuyor diye bakmaya başladıysanız hem bilgi eksikliğinizin altı çizilir hem de düşünce derinliğiniz bozguna uğrar. Duyumu geliştirmek derin düşünce adamlarının en başında uyguladıkları yöntemlerden biridir ki bu noktada sessiz ortamlarda daha fazla bulunmak elbette şehir hayatında kolay değil ama en azından bir odanızın sesten arındırılmış bir şeyin içinde olması bizim için önemli. Sıfır sesi yakalamak günümüz şartlarında hiç de kolay değil ama sıfır ses ortamlarında yaşamaya çalışabilirsiniz. Bu bir orman, bir göl kenarı, insanlardan uzak bir dağ başı olabilir. Haftanın en az bir günü, en azından bir saatinizi böyle sessiz bir mekanda geçirmeniz, zihninizi yeniden kodlamanızı yardımcı olacaktır. Yapay seslerden olabildiğince uzak durmalısınız. Yani eskilerin yüz yüze konuşması, şimdi Zoom üzerinden toplantılar yapılması belki birçok şeyimizi rahatlatıyor. Ama yine yüz yüze gelmekten vazgeçmemelisiniz. Eğer müzik dinliyorsanız dinlediğiniz müziğin içindeki yapay olan bütün her şeyden arındırılmış müziklere de yer vermelisiniz. Tek başına bir keman, tek başına bir gitar ya da gerçekten var olan bir müzik aletinin sesini YouTube'dan bile dinliyor olsanız en azından zihniniz için gerçeklik olgusunu tekrardan başa döndürmeniz sizin için faydalı olacaktır. Gerçek seslerle vakit geçirmekten kendinizi alıkoymayın. Telefonlar, Zoom'dan görüşmeler, YouTube'dan bu videolar elbette değerli, kıymetli. Ama dostlarınızla bir araya gelip seslerini birebir duymak, bu seslerin sadece ve sadece sizin için başka bir yüzeye geçmenize vesile olacağını bilmek gerekiyor. Ve en önemli konulardan birisi de şu. Düşündüğünüzü görsel sesli olarak izleyiniz. Yani örneğin bir motor fikri üzerinde düşünüyorsunuz ya da bir belgesel. Bunun görüntüleri üzerinde düşünürken aralara ses katmanları koyun. Eğer bu hale çalışsaydı nasıl bir ses çıkarırdı? Ya da ürettiğin bu düşünceden birisi, bir çocuk bunu eline alsa onun mutluluğunun çıkardığı sesler ne olurdu? Bu hafta sizlerle o görsel düşüncenin üzerine duyguların içindeki en önemli aksiyonlardan biri olan duyumla ilgili olan bir filtreyi daha etkili eklemiş olduk. Etkiye etkiye yolumuza devam ediyor olacağız. 20 bölümde derin bir düşünce adamı olmanın sonlarına doğru adım atacağız. Sonrasında ise başka bir sürpriz bekliyor hepimizi. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."} Düşünce 3. Bölümden Herkese Hayırlı Haftalar. Geçtiğimiz iki hafta boyunca düşünce derinliklerine doğru yol alırken, duyularımızla düşüncemiz arasındaki ilişki ve bu duyuları düşüncelerimizi daha derinlemesine kullanabilmek adına nasıl yönlendirebileceğimizi ele alıyoruz. Bu hafta ilginç bir konu var. Elimizdeki ve fikrimizdeki her şeye daha derinlemesine gitmek adına bir başka duyumuzu ele alacağız. Zihnimizle tadım arasındaki farkı ve o birbiriyle olan bütünleşik ilişkiyi ele almaya çalışacağız. Tadım dediğimiz şeyi de sadece dil ile ele almamak gerektiğini de ifade etmeye çalışacağız. Bildiklerimizle bilmediklerimizden ayırmak adına tadın seviyesinin gelişmiş olması gerekiyor. Dünya hayatında insanoğlunun karşılaştığı en büyük problemlerden bir tanesi neyi bilmediğini bilmemesidir. İyi bir düşünce adamının en büyük problemlerinden birisi ve hatta düşün sonra eklenen yeni bilmediklerimizi artık bunu sanki biliyormuşum gibi ifadelendirmeye başladığımızda ya da o klasik tabiriyle şehirdeki herkesin her şeyi bildiği bir durumla karşılaştığınız anda o şehirdeki hemen herkesin artık düşünmekten çok daha öteye geçip düşünmeden bir yaşam sürdüklerini anlamaya başlarsınız. O halde gelin sizlerle beraber bu hafta dilimizle alakalı, dilimizle düşüncelerimiz arasındaki ilişkiyi anlayalım ve bu ilişkinin bilmediklerimizle bildiklerimize ayırmada bize nasıl yardımcı olacağını kavramaya çalışalım. Öncelikle tadımın ne olduğunu anlayalım. yardımcı olacağını kavramaya çalışalım. Öncelikle tadımın ne olduğunu anlayalım. Çünkü reseptörlerimiz koku yapısıyla tadı oluşturan moleküller arasında eş düzey reaksiyon göstererek oluşturdukları tepkime sürecine tadım diyoruz. Yani bir şeyi tatmak sadece dildeki reseptörlerle olmuyor. Tatmak üzere ağzımıza yaklaştırdığımız her şeyden saçılan moleküllerin her birisinin burun reseptörlerimizdeki karşılığının dil ile karşılaştırılması söz konusu ve her bir karşılaştırma sonucunda beynimiz onun tadının rengini beyan ediyor. Tabiri caizse söylemeye çalışıyorum. Çünkü burnumuzun nefes almadığı ya da burnumuzdan nefes alamadığımız günlerde, grip olduğumuz günlerde birçok şeyin tadının kaçmasının temel sebeplerinden de biri bu aslında. Dilimizdeki reseptörlerimiz koku reseptörlerimizle birebir çalışıyor ve bu çalışma biçimi bizim bir şeyi bir şeyle karşılaştırma imkanını doğuruyor. Peki bunun düşüncelerimizle ne alakası var diye sual edecek olursanız cevabı şu şekilde verebilirim. Düşünürken bilmediklerimizi belirlemek düşünce yolunun yönünü belirlemektedir. Zira düşünürken birkaç hafta sonra başlayacağımız üzere belli haritalama metotları kullanacağız. Ve bu metotların her birisinde şunu göreceksiniz. Bir yere geleceğiz, geldiğimiz bir yerde elimize birkaç tane alternatif çıkacak. Alternatiflerden bazıları hakkında daha önce işlediğimiz üzere araştırmalar yapmak zorunda kalacağız. İşte tam o anda neyi bilmediğinizi ve şimdi neyi bilmeniz gerektiğini anlamanız gerektiğinde dilinizle koku alma duyunuz arasındaki ilişkiden doğan zihinsel argümanlar sizi bu yolları daha rahat kullanmanıza yardımcı olacak. Çünkü nöronlar ekseriyette bilgi eksenli akarlar. Yani insan bir an önce bildiğine meyletmek ister. Eğer bilmediğini bilmiyorsan bir süre sonra nöronların bilgi yönünde akması sebebiyle uydurmalar başlar. Ne demek istiyorum? Şöyle, düşünen bir adamın yapmayacağı bir şeydir bu ve düşünmesine de engel bir şeydir bu. Bir süre sonra bildiklerinden akıcı hale gelmiş olan nöronlar sürekli bildikleriyle konuşma ihtiyacından ötürü artık uydurmaya başlar. Dolayısıyla karşınızdaki adam akıcı bir şekilde bir konuyu anlatır ama tıkandığı yerde insanlardan korktuğu için ve hatta tat duyusu gelişmediği için bunun önemli sebeplerinden bir tanesi bilmediği yöne doğru değil bildikleri üzerine gitmek isteyecektir. Ancak bildikleri konuyu derinlemesine analiz etmesi için ya da yeni bir düşünce oluşturmak için o ilk temelleri atmak adına eksi değere sahip olduğundan ötürü yani bilgiyi aktaramayacağından ötürü uydurmaya başlar. Eğer uydurmak istemiyorsanız ve bunun sonucunda da kendinizi kandırmamak istiyorsanız tat duyularınızın gelişmiş olması gerekir. Çünkü insanların bir kısmı var ki düşüncelerini fikirlerini başkalarıyla paylaşmıyorlar sıklıkla. Kendi hayatlarında kendilerine ait düşüncelerini fikirlerini başkalarıyla paylaşmıyorlar sıklıkla. Kendi hayatlarında kendilerine ait düşünceler üretmeye çalışıyorlar. Bir süre sonra bu bahsettiğim problem o uydurma dilinden çıkmasa bile adamın kendi kendini kandırmasına vesile oluyor. Başarısız olan bir kişinin belli başarılardan yola çıkarak ya da başka referanslara bakır, sınıftaki diğer öğrencilerin aldığı notlardan hareket ederek kendini kandırması ya da sınavın öncesinde hazırım zaten ben buna, yaparım ben bunu demesi kullanan insanların yemek yemek kültürlerinde çeşitlilikten uzak çok nadir tatları özellikle seçerek özellikle sadece onları yediğini göreceksiniz. Çünkü tat yelpazesi gelişmiş olan insanlar kendilerini kandırmaktan ve konuşurken bir şeyleri uydurmaktan adım adım uzaklaşmaları daha kolaydır. Çünkü nöronlarının akışkanlığı ve dur deme imkanı oluşmaktadır. Zira tat alırken ki reseptörlerimizin oluşturduğu moleküller yabancı ve yalancı nöron akışlarını kullanmanıza engel olmakta. Peki bunu nasıl yapabiliriz? Yani tat duyumuzu nasıl geliştirebiliriz? Elbette ki her şeyden oturayım farklı biçimde yiyeyim diyerek bunlar mümkün değil. Ama güzel bir testimiz var. Ekşi tatlardan birini seçebilirsiniz. Bir nar ekşisi de olabilir. Bir başka ekşi tat da olabilir bu. Öncelikle küçük bir bardak alıyorsunuz. Bir çay bardağı. Bu çay bardağının yarısına kadar da su doldurabilirsiniz daha kolay olması açısından veya tam bir bardakta doldurabilirsiniz ama yarım çay bardağı suyu kâfi 5-6 tane yarım çay bardağı suyu yan yana diziyoruz Öncelikle yarım çay bardağı suya iki damla üç damla ekşi tattan damlatıyoruz. Çünkü biliyorsunuz onlar ekşileri hele ki doğal olanlarından ulaşabilirseniz eğer oldukça yoğun bir kıvama sahipler o suyun içinde yayılıyorlar. İkincisine 5 damla, üçüncüsüne 7 damla, dördüncüsüne 9 damla, beşincisine 11 damla damlatıyoruz. Sonra her birisini sırayla tadıyoruz. 11 damla damlatıyoruz. Sonra her birisini sırayla tadıyoruz. Ve bu tadımların arasında dilimizi suyla tekrardan temizlemeye de dikkat ediyoruz veya ağzımızı çalkalamaya çalışıyoruz. Sonra bizim görmeyeceğimiz bir şekilde bir arkadaşımızdan yardım istiyoruz. Ve çay bardaklarına farklı adetlerde damlalar damlatarak kaç damla ekşi damlattığımızı çözmeyi istiyoruz. Ve bir oyuna da döndürebiliriz bunu. Ne mi olacak? Bir zaman sonra gerçekten orada kaç damla ekşi olduğunu anlamaya başlamanız sizin bir kabiliyeti geliştirmenize yardımcı olacak. Moleküller ve koklamayla tat arasındaki ilişkiyi kavramaya başlayacaksınız. Bu nöron akışı düşüncelerinizde artık neyi bilmediğinizin farkındalığını arttıracak sizde. Düşünürken de önemli birkaç mevzu var elbette. Ağzımızın tadı kaçmasın diye. Düşünürken ağızda bir tat olmamasına özen göstermelisiniz. Zira ağzımızda yemek varken konuşamayız. Yemek sofrasında konuşmak lezzetlidir, güzeldir, hoştur ama bir şey yiyip içerken yeni bir şey düşünemezsiniz. Var olanlar akıcı bir halde karşı tarafa aktarılabilir ama bunlar genellikle varsayımlar yönündedir. Hayır, öyle düşünmüyorum, bence öyle değil, bence böyle şeklinde ifadelerdir. Ama deninlemesi bir düşünce istiyorsanız bu düşünce aşamasında ağzınızda bir tat olmamasına dikkat etmelisiniz ki nöronlarınızda ilginç bir şey tetiklenmesin. Yemek sofrasındaki konuşmak gayet iyi ama yemek yerken düşünmemek bu esasların başında geliyor. Bugün sizlerle bilmediklerimizi bildiklerimizden ayırmak için önemli olan tat duyusunu ele aldık. Haftayı yeniden görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."} Düşüncenin 4. haftasına hoş geldiniz. Bu hafta zihnimizle kokular arasındaki ilişkiyi ele almaya çalışıyor olacağız. Zihnin zamanın her formunda var olabileceğinin bir delili olan koku zihnin zaman ötesine geçişine izin veren ya da engelleyen potansiyel güç olduğunu söylemek lazım. Yahut engelleyen potansiyel bir güç. Bu potansiyel gücü anlayabilmek için öncelikle gelin gerçekten kokunun ne olduğunu anlamaya çalışalım. Zihin dünyamız açısından bakınca kokuyla bizim zihnimiz arasında nasıl bir ilişki var? Çünkü bugün zihin dünyasını inceleyen bütün nörobiyoloji alanında çalışanlar veya nörotransmitter yapılar üzerinde çalışanlar her birisi şunu söylemiştir. Koku hala tam olarak keşfedemediğimiz zihnin büyük sırlarından biri. Unutulmayan ve kaydı hiç değiştirilemeyen bir unsur. O halde bu kaydı değiştirilemeyen unsurun insan zihnindeki yolculuğundan kısaca bahsetmekte fayda var. İnsan zihninde var olan kısa derinlikli kod yapısına uygun bağlaca koku diyoruz. Derinlikli kod yapısına uygun bağlaca koku diyoruz. Bunu düşüncenin zihin boyutunda ele aldığımızda tanımlayabileceğimiz şekliyle ifade etmeye çalışıyoruz. Biraz da şöyle ifade etmeye çalışalım. Örneğin bir yemeği yerken ya da bir tatlıyı, kokusu buram buram gelen bir meyveyi, bir portakalı kestiniz. Ve bu portakaldan o kesim esasında ayrışan moleküller var. Bu moleküller reseptörlerle algılanıyor. Dil bu reseptörlerle beraber bir kontrol aşamasına giderken. Daha önce zihninizde kodlanmış olan bir portakal unsuru var. Ve bu portakal unsuru eğer o reseptörle uyuşuyorsa geçmiş zaman diliminde hiç yememiş dahi olsanız o tadı algılamaya başlıyorsunuz. Yani ilginç olan mesele şu. Bugün bizi seyrettiğiniz ekranınızda milyonlarca rengi seyredebiliyor oluşunuzun sebebi o ekranın bu renklere uyumlu haliyle üretilmesinden kaynaklanıyor. Eğer o ekranın bilmediği bir rengi şimdi burada yayınlamaya çalışsak ki bugünün teknolojisiyle olmaz bir şey gibi geliyor siz o rengi göremeyeceksiniz ya da olması gerektiği gibi göremeyeceksiniz. Ancak koku zihin dünyamızda zaman metaforunun ötesinde çalışıyor. Çünkü zihnimiz belli tecrübelerin arkasına gelişebilmek için birçok merhale atlatması gerekiyor. Çocukluk çağını hatırlamak hatta anne karnındaki hayat biçimini hatırlamak dahi bugün yapılan parapsikoloji ya da psikolojik çalışmalarda mümkün. Ancak bu psikolojik çalışmaların her birisinde gidilebilir yerin bir arkasında gelişmek için büyük unsurları yıkabilmeniz, aşabilmeniz gerekiyor. Kokuda ise bu olmuyor. Çünkü kokunun kullandığı kısa kodlar hızlı öğrenmenizi, hızlı hatırayı geri çağırmanızı sağlıyor. Ve burada gelen molekül kısa koda ulaştıktan sonra sizi derine götürmeye hazırlanıyor. O portakal kokusu geçmişte yaşadığınız bir olayı çabucak hatırlatıveriyor size. size. Herkesin görsel hafıza diye takıldığı şu günlerde en önemli hafızanın hiç unutulmayacak unsurun koku olması kokunun zaman ilişkisinde zihni tarihsel bir sürece çıkarabilme imkanından kaynaklanıyor. Evet insanoğlu bir şeyi koklayarak tarihte zamanın öncesine ya da kendinden çok sonrası gitmesine imkan tanıyan önemli bir unsur. Koku zihinsel yolculukta zamanın öncesinden zamanın sonrasına, nöron bağlarının oluşturduğu zincir boyunca ilerlememize yardımcı olur. İşte bu yardımı zaman metaforunda ele almak, düşünen kişinin düşündüğü şeyin tarihte geçmişteki kullanım sahasını algılayabilmesine, keşfedemese bile ve tarihte bundan sonraki süreçte hangi yapılarla karşımıza çıkıp düşündüğümüz şeyin zamanın ötesine gidip gidemeyeceğine dair önemli fikirler verebilir. Çünkü zihnimizdeki nöronların yapısı yaşadığımız zaman dilimine ait değildir sadece. Bu düşünen adamın kokuları da kullanabilmesi gerektiğini ifade etmek için önemli bir alt başlık içeriyor ki işin önemli tarafı bu. Yani bir insan düşünürken o zaman kokuyu nasıl kullanabilir? En başta şunu söylememde fayda var. Eğer sıfırdan yeni bir şey düşünüyorsanız olabildikçe kokusuz bir ortamda olmanız önemlidir. Ancak başladığınız ve devam ettiğiniz bir proje varsa, her projeye uygun olarak bir koku geliştirebilirsiniz. Bu koku esansiyel yağların suyla, bir başka şekilde buhurdanlıklarla sizin koklayabileceğiniz, rahat nefes alabileceğiniz bir ortamı da sizi sağlayabilir. O zaman insanoğlunun ürettiği bir şeyi kokuyla beraber kodlaması oldukça önemli. Ya ben şimdi demirle, kitapla, kağıtla bir başka şeyle uğraşıyorum. Yahut bir saat tasarlıyorum. Bunun kokusu da ne olabilir ki diye düşünüyorsanız şunu bilmelisiniz. Yeryüzünde var olan her şeyin bir kokusu vardır. Metalin kokusu hatta o metalin cinsinin kokusu belki de o titanyumun çok olduğu bir yerde biraz daha reseptörlerinizi zorlayarak o kokuyu almaya çalışmanız o saat üzerinde çalışırken hangi çarkın zaman ötesinde nasıl kullanabileceğinize dair size bir anda zihninizin yardımcı olmasını sağlayabilir. Yani koku düşünce aşamasında sizin itici güç olarak kullanabileceğiniz bir materyaldir. Bundan önce ele aldığımız duyguların neredeyse tamamı düşünme aşamasının içinde düşünmenizi tamamlamaya yardımcı oluyordu. Koku düşünme aşamasında size müthiş bir itici güçtür. Çalışma hayatınızda düşündüğünüz konunun derinliklerine varmaya gayret ederken, özellikle sizi rahatlattığını düşündüğünüz ama freş olduğu kadar belli hatıra dönemlerinde içeren kokuları kullanmalısınız. Her bir kokunun insan zihni ve psikolojisinde nasıl etkiler meydana getirdiğine dair pek çok mekale boyunuyor. Daha derin düşünmek istediğiniz günlerde ak günlük sakızı, enerjiye ihtiyacınız duyulduğu günlerde greyfurt gibi kokuları kullanmanız biraz daha bedensel. Ama zihin dünyasında ak günlük sakızının, çamın veya ardıcın o keskin kokusunu seyrelte seyrelte kullanabilirsiniz. Her koku her insan için özeldir. Bu yüzden kokular üzerinde biraz çaba sarf etmelisiniz. Olabildiğince doğala yakın kullanmanız, zihin dünyanızın kimyasallarla da etkilişime girmesine engel olmanız elbette mühim. Ama bugün üretilen esansiyellerin kimyasal olması yanında kimyasal olmayan parfümlerin fiyatlarının oldukça yüksek olması belki burada ağaç kabuğu ve hatta yaprakları bile kullanmanıza vesile olabilir. Bu belki de sizin için yeni bir alan oluşturur. Bu alan hem düşünmenize hem de yeni bir hobi edinmenize ki hobi diye bir şey yok yanlış kullanmış oldum. Yeni bir alanı öğrenmenize de vesile olacaktır. Zihniniz kokuyla zamanın ötesine ve öncesine ait duygularınızı, hatta bilgiyi perçinlemenize ve onu ortaya çıkartmanıza yardımcı olur. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce Derslerimizin 5. Haftasından Herkese
Selamlar Geçtiğimiz haftalar boyunca evvelen zihnimizle tat duyumuz arasındaki ilişkiyi ardından da zihnimizle koku dünyamız arasındaki ilişkiyi incelemiştik. Zihnimizi geliştirme yöntemlerinde hem tat duyusunun hem de koku alma ve bu kokuları nasıl kullanacağımızı ele almıştık. Bu haftadan itibaren düşüncelerimizi geliştirmek üzere yeni bölümlerin ilki olarak çoklu düşünceyi ele alıyor olacağız. Var olan bir düşünceyi geliştirmek, içinde bulunduğumuz koşulları destekleyecek diğer bilim konularıyla ilgilenmemizi gerektiriyor. Bizler güncel hayatımızda belli bir düşünceye daldığımız anda sadece o konu ve o konunun yakınında olduğunu düşündüğümüz dallarla ilgileniyoruz. Oysa ki hayatımız birden fazla unsurdan etkileniyor. Bu etkileşim biçimlerini eğer düşünce dünyamızda yer edindiremezsek zihnimiz çoklu düşünceyi kullanamaz. Peki o zaman çoklu düşüncenin ne olduğunu kısaca ifade etmeye çalışalım. Zihnimiz çalışırken bir konuya odakliliği arttırmanız gerektirir. Bu verimliliği şöyle düşünebilirsiniz. Bir arabayı meydana getiren şey ana unsuruyla motor, direksiyon, tekerlek ya da vites ya da şanzıman diyebilirsiniz. Ama bir aracı meydana getirirken insanların konforu için ses sistemlerinden tutun da aerodinamiğe kadar pek çok unsuru farklı mühendislik dallarında bir araya getirilerek bir araç meydana getiriliyor. Öyleyse bir araç meydana getirilirken sadece motordan anlayanlar, sadece lastikten anlayanlar yetmiyor. Sonuçta insanların konforlu bir şekilde bunu kullanabilmesi farklı bilim dallarının bir arada çalıştırılmasını gerektiriyor. Oysa ki biz tek başımıza düşünürken genellikle onu kendimiz ürettiğimiz için tek minvalde düşünceye dalıyoruz. Bu da elimize bir aracı meydana getirirken diğer bütün unsurları görmezden gelebilmek gibi önemli bir problemle karşılaşmamızı sağlıyor. Yani düşüncenizde hareket haline geçecek bir mekanizmayı oluştururken bunun rüzgarla karşılaştığında, farklı mevsimsel koşullarla karşılaştığında başına neler gelebileceğini o an için düşünemeyebiliyorsunuz. Çünkü odaklandığınız yer sadece bir şeyin bir yerden bir yere hareket etmesi olabiliyor. İşte çoklu düşünce aslında basit olarak anlatmak gerekirse kendi zihnimizi bir fabrika, bir araba üreten fabrika gibi düşünürseniz farklı mühendislik dallarını yardımcı olarak kullanabilme kabiliyetini geliştirmek anlamına geliyor. Bu kabiliyeti geliştirebilenler ürettikleri düşüncenin farklı zeminlerde konforlu bir biçimde kullanılmasına yardımcı oluyor. Yani sizin düşüncenizi duyanlar ya da elde ettiğiniz ürünü kullanmak isteyenler ya da üreteceğiniz ürünü üretim aşamasına geçtiğinizde farklı disiplinlere de bunları onların anlayacağı dille anlatabilmeniz anlamına geliyor. Çoklu düşünce üretiminde bir adam olduğunuzun göstergesidir. Hem de her platformdan gelecek geri dönüşlerle kendi düşüncelerinizi yeniden besleyebilir hale gelirsiniz. Çünkü genellikle ilk bulduğumuz düşünceyi paylaştığımız platformlarda mutlak surette eksikler bulunacak. Ve bu eksiklikleri adım adım toparlayarak daha iyisine ulaşabilmek için bizim de o çoklu düşünce mekanizmasına sahip olmamız gerekiyor. Diğer yandan da içinde yaşanacak her türlü probleme karşılık o problemi anlayabilecek insana anlayabileceği dilden anlattığınız için daha rahat geri dönüşler alabiliyor olacaksınız. Yani ürettiğiniz bir arabayı ya da üretmeyi planladığınız bir arabayı bir son kullanıcının anlayacağı dilde anlatmak var. Bir aerodinamikçinin anlaması gereken şeyler var. Bir de onun ses sistemini yapanların anlaması gerekenler var. Her birisine aynı tanımlamaları yaparsanız o insanların yeni düşüncelerle bu üretim aşamasına katkıda bulunmasını bekleyemezsiniz. Herkese anlayabileceği dilden konuşabilme beceriniz çoklu düşünce yöntemiyle mümkündür. Peki bunun nasıl yapılacağını ifade edelim. Çünkü insanlar çoklu düşünce deyince ben bu kadar bilim dalını nasıl inceleyeceğim ki gibi bir fikre kapılabilirler. Aslında konumuz çok basit. Herhangi bir düşünceyi üretirken daha önceki derslerimizde sizlere bir şeyin özetini yapmak, bir şeyin en temel halini ifade etmenin öneminden bahsetmiştik. O dersi bir daha dinleyebilirsiniz. Yani o kısa özet, o kısa giriş, kendinize anlattığınız o tez kısmı kendi zihninizde dönerken mutlak surette farklı kelimelerin bir araya gelip yeni bir dizilimiyle size bir şeyler anlatıyor. İşte bu kelimelerin her birisi size hangi alanda neleri incelemeniz gerektiğine dair fikirler verecektir. Örneğin ürettiğiniz düşüncenin içerisinde hareket ya da harekete bağlı fonksiyonlar varsa bu fonksiyonların ilişkili olduğu fizik konularını bir kez daha gözden geçirmeniz bir fizikçi kadar değil ama anlayabileceğiniz kadar okumanız yeri geldiğinde bu hareketi hareketin içindeki problemi çözmeniz için bir araya geleceğiz diğer insanlarla konuşabilmeniz için bir gerekliliktir. Eğer ürettiğiniz düşünce bir oluşumu kapsıyorsa mutlaka bunun biyoloji bilimiyle bir ilişkisi olacaktır. O zaman biyoloji biliminden bu oluşumun içindeki incelikleri okuyacağınız basit kolay anlaşılır makalelere Hatta lise kitaplarına bile bakabilirsiniz Eğer ürettiğiniz düşünce belli şeylerin birleşmesiyle üst üste toparlanmasıyla meydana geliyorsa matematik çoklu düşünce konusunda size yardımcı olacaktır Eğer ürettiğiniz düşünce bir düzlem ve düzlem üzerindeki bir yapıyı meydana getirmekse o zaman geometri alanında biraz zaman harcamaya değer. Şayet üreteceğiniz düşünce bir şeyin bir şeye değişimini içeriyorsa bu hepinizin biraz aklında uyanacağı üzere kimya alanını ilgilendirmekte. İşte tam da o anda bu konuyla ilişkili olabilecek kimya konusunu incelemek, belki de bu konuda hala göremediğiniz bir eksikliği fark edip o çoklu düşünceyle yeni bir eklenti yapmanıza ya da ürettiğiniz düşünceyi belli hatalarını düzeltme imkanı sunacaktır size. Tabiri caizse zihninizdeki mühendisleri çalıştırmaya çalışıyoruz. Eğer ürettiğiniz düşünce insanların etkileşimi ve insanların birbirleriyle olan ilişkisini kapsıyorsa sosyoloji sizin için kaçınılmaz bir bilim dalıdır. Şayet ürettiğiniz düşüncelerin içinde kavramlar ve süreçler varsa burada antropoloji ve hatta teoloji yani din bilimleri devreye girer. Bir başka konu ise elbette konum. Ürettiğiniz düşünce, fikir ya da ürün eğer konumlandırmaya bağlı olarak bir takım nitelikleri kapsıyorsa bu konuda da coğrafya size yardımcı olacak. Yani ürettiğiniz özetin içindeki her bir kelime ilgilenmeniz gereken, bir kez daha gözden geçirmeniz gereken o bilim dallarının alt dalları hakkında size bir yöntem, yol, yordam gösterecek. Bunları bir kez daha okuyup sonra özetinize baktığınızda belki de bu konuyu başka insanların önüne koymadan önce bu çoklu düşüncenin farklı mühendislik ve bilim dallarıyla yeniden yönlendirme, yeniden düzenleme imkanına sahip olabilirsiniz. Bu çoklu düşünceyi başarabilmeniz sizin bundan sonraki aşamalarda daha kapsamlı düşünce adamı olmanıza yardımcı olacaktır. Bir sonraki ders görüşmek üzere. Kalın sağlıcakla."}
Düşünce derslerimizin altıncısından herkese
iyi haftalar diliyoruz. Geçtiğimiz hafta hatırlayacak olursanız zihin ve künebilmenin tekniklerine odaklanmaya çalıştık. Bugün sizlerle beraber uyurken düşünmek konusunu ele alıyor olacağız....nihilsel bir aktivasyon olmakla beraber güncel hayatımızda uyku ile sinir bilim arasındaki çalışmalarda......zihin fonksiyonları daha ziyadesiyle lucid dream adı altında değerlendiriliyor. Yani rüyaların yönlendirilmesi, bir rüyanın içinde kendi rüyanızı yönetmek olarak adlandırılıyor. Bütün bunların yanı sıra uykunun, uyanıklığın tüm aşamalarında var olan baskıların ortadan kalkma süreci olduğu bilinerek yapılıyor. Dolayısıyla bugün sizlerle lucid dream'i değil ama uykunun içerisindeki düşünce yeteneğimizi geliştirme ve uykudayken dahi düşünebilme yeteneğimizi daha iyi hale getirmeye çalışıyor olacağız. Çünkü yer çekimsiz ortamda daha rahat hareket edebilen cisimler gibi zihnimizin bütün baskılanmış süreçlerden arındırılmış bir noktada tam da bedenin bütün koşullarının ve zorluklarının bir kenara konulduğu anda o dilimi daha verimli nasıl kullanabiliriz ona bakacağız. Çünkü iyi düşünce insanlarının uykudayken de düşünceleriyle hemhal oldukları iyi bilinmekte. Bugün sizlerle beraber uykunun içindeki bu düşünme biçiminin daha rahat gerçekleştirilebilmesi için birkaç tekniğe yer veriyor olacağız. Rahat uykudan bahseder herkes ancak rahat uyku yerine bilinçli bir uykudan bahsediyor olacağız böylelikle. Uyku kendinizi tamamen bırakıp her şeyi unutma süreciniz olarak değil. Uyku sürecinde düşünüp düşündüklerinizi derleme imkanını kullanmanız için önemli bir zaman dilimi. Günde ortalama 5 saat bir uyku için yeterli olmakla beraber 6 bir ihtimal. 6 saatin üzerinde her zaman vücuda zarar veren özellikleri hasıl oluyor. Elbette bebeklerde ve yaşlılarda 8 saate kadar bu uykunun uzaması normaldir. Ama normal şartlarda 6 saatlik bir uykunun bir beden için kâfi olduğunu, öğlen uykusunun da zihin gelişimi için yarım saat dahi olsa faydalı olduğunu söylemek de yine gerekir. Ancak bu derleme nasıl oluyor? Gelin biraz ona bakalım. Çünkü uyku bir bilinç kaybı değildir. Uyku esasında bilincimiz topladığı bütün verileri yeniden derlemeye, sıraya koymaya, rafa kaldıracaklarını rafa kaldırmaya, unutması gerekenlerini unutmaya çalışmaya, daha doğrusu paketini daha sağlam hale getirmeye ve bir sonraki gün için karaciğere, mideye ne tür emirler verilecek, vücutta var olan hastalıklarla nasıl mücadele edilecek bunların hazırlıklarını yapma sürecini geçiriyor. Uyku bu noktada bedenin bir dinlenme sürecidir ama zihnimiz için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Zihnimizin uyurken rüya görebilir olması zihnin uyku esasında bedenimizin diğer organlarına nazaran çok daha aktif olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla tam da bu esnada düşünmekten bahsediyorsak eğer artık karşımızda yüksüz bir ortam var. Uyku insanoğlunun yüksüz ortamıdır. Dolayısıyla en hızlı derleme zamanıdır. Uykuda düşünme bu yeteneği geliştirebilmek bu anlamda önemlidir. Çünkü derlenmiş düşüncelerle daha hızlı ve aktif bir biçimde düşünce üretmeniz mümkün olacaktır. Zira daha önceki derslerden hatırlarsanız düşüncelerimize derlemenin önemi bunları belli kalıplara ve sıraya koymanın değerinden bahsetmiştik. Dolayısıyla bizim için bir düşünceyi derlemek oldukça önemli bir süreçtir. Zihnimize takılan bütün soru işaretlerinin cevaplarını bulabilmiş olalım ya da olmayalım, kafamıza bir soru işaretiyle uyuyor olalım ya da olmayalım fark etmez. Sonuçta zihnimiz gelen bütün bu veriyi bir yerde depolayacak, bir sonraki zaman diliminde yeniden düşünmeniz için daha hazır ve kullanabilir hale getirecek. O zaman bunu daha iyi kullanabilmek nasıl olur? Gelin biraz ona bakalım. Çünkü bu işin bilimsel tarafı yanında teknik biraz daha derste anlatılası bir şey. Elbette öncelikle uyku öncesi hazırlıktan bahsetmek lazım. Çünkü uyku madem ki yüksüz bir ortamda düşüncelerimizi derleyeceğimiz bir saha sunuyor bizlere o zaman bu sahaya hazırlık gerekiyor. yüksüz bir ortamda düşüncelerimizi derleyeceğimiz bir saha sunuyor bizlere. O zaman bu sahaya hazırlık gerekiyor. Bu hazırlık için birinci maddeyi şöyle ifade etmekte fayda var. Öncelikle yatmadan evvel yatağın baş ucunda bir müddet oturmamızda fayda var. Çünkü zihnimiz her zaman bir şeyi aniden yapınca değil, yapmadan evvel şimdi ne yapacağımızı ona anlattığımızda en doğru biçimde ve en verimli biçimde ondan ne istiyorsak yerine getirebilen bir organ olduğunu söylemeliyiz. Yatağımıza geldik, oturduk. Elbette şunu söylemekte fayda var. Uyku gelmeden yatağa gitmek, sağa sola dönmek zararlı olduğu kadar yatağın içerisinde sürekli güncel hayatı konuşmak da sıkıntılı bir durumdur. Asıl itibariyle yatak bizim uyku için ayırdığımız bir bölümdür. Bu noktanın dışında sadece güncel hayatı ya da dertlerimizi konuşacağımız, oturup televizyon seyredeceğimiz, bilgisayar başında, telefon başında vakit geçireceğimiz bir saha değildir. Bu insan onun uyku düzenini hem bozar hem de baş ucunuzda bir telefonla uyumanın da elektromanyetik açıdan düşünüldüğünde beyninize, zihninizle, vücudunuza zarar verdiğini en azından fazladan bir yük taşımak zorunda olduğunu da söylemekte fayda var. Şimdi zihnimizi yavaş yavaş hazırlayacağız ve o zaman birinci adım. Yatağımıza oturduktan sonra zihnimizden şunu geçirmemiz gerekiyor. Sınırsız bir uykuya değil, kalkmanız gereken kurduğunuz saatin öncesine odaklanmayla başlayalım önce. Çünkü zihnimiz onu serbest bıraktığımızda, uyku uyuyabildiğin kadar uyu tarzında bir şey yaptığımızda hakikaten kalkmak bilmez. Her iki kalkmak bilmezliğinin bir başka sonucu ne yazık ki ayağa kaldıracak olan adrenalin hormonunun salgılamasını baskılar. Bu baskı uykudan uyandığınızda sizi yorgun bir halde uyanmanıza, stresli ve kaygılı uyanmanıza da yardımcı olur. O zaman sabah 8'de, 9'da, kaçta kalkıyorsanız o saatten 10-15 dakika öncesine zihninizi odaklamanız, zil çalmadan evvel uyanabilme imkanınızı geliştirdiği gibi zihninizi yatıyoruz ama kalkacağız dolayısıyla kısıtlı bir zamanımız var demek için yardımcı oluyor. Bu kısıtlı zaman sizin için kısa gibi görünebilir ama zihin için oldukça uzun bir zaman dilimi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu onu yaptıktan sonra ikinci adımda tüm problem ve sıkıntorsa bu sefer gerçekten düşünmesi gereken konuya odaklanamıyor. Aynı zamanda bu uyku kalitesini bozuyor, aynı zamanda karaciğer yağlanmasına da sebep oluyor. Pek çok bağırsak fonksiyon bozukluklarından sebeplerinden biri de bu olarak görülebilir....çokluklarından sebeplerinden biri de bu olarak görülebilir. Çünkü insanoğlu düşünce esasında problemlerle uyumaya başladığında......vücudun buna karşı tepkileme süreci hızlanmaya başlıyor. Bu tepkileme süreci de vücudun diğer organlarına zarar verebiliyor. Vücudun diğer organları zarar görmemek için......kendilerini yağlandırmaya başlıyorlar desek......çok daha eksik bir cümle kurmuş olmayız. O zaman o problemleri sabahleyin çözülmek üzere bir kenara koyalım. Şimdi düşünmek üzere kafamızda bütün günümüzü harcadığımız ya da belli saatlerimizi ayırdığımız ana düşüncemize odaklanalım. Ve şimdi en önemlisi 3 defa derin nefes alalım. Bu derin nefes akciğerlerden basınçla gelen kanın fazladan oksijenlenmesine yardımcı olduğu gibi zihninizin bu yeni düşünceye odaklanması için kendisine bir alan açar. Tabiri caizse uçağın kalkış pistine gelip o izni alıp motora açması gibi bir andır bu an. Bu anı yakalamak oldukça önemli ve bunu bir seferde yapamayacağınız kesin. Ama defaatle tekrar etmeniz ve söyleyeceğimiz tekniğe riayet etmeniz ilerleyen süreçte düşüncelerinizi aktif bir şekilde derlemenize yardımcı olacaktır. Şimdi ikinci meseleye geldik. Şimdi yatağımızı yatıyoruz. Üç defa derin nefes aldıktan sonra. Önemli olan konulardan bir tanesi sağa doğru yatmak. Elbette yatağın içerisinde farklı pozisyonlarda dönebilirsiniz ama kalp ritminizin zihninizle orantılı bir şekilde çalışabilmesi ve vücudunuzdaki kan akışının en başından itibaren bir denge gelmesi için kalbinizin baskı altında olmaması gerekiyor. Bu da sağınıza yatmanızda mümkün. İkincisi ise gözünüzü iyice kapatmanız ve sevdiğiniz bir vadiden yürüyerek düşündüğünüz şeyin içine girdiğinizi hayal etmeye çalışın. Yani çok sevdiğiniz bir orman olabilir, efendim kimileri ova sever ama böyle hafif bir vadilik düşüncesi ve görüntüsü insan zihninde bir yerden bir yere geçiş ve o geçtiğimiz yerde bir şeyleri yapacak olduğumuz duygusunu tetikleştirir. Dolayısıyla vadi insanlarına da dikkat ederseniz daha ziyade çözüm odaklı çalışmak zorunda olan insan tipidir. Ovadakiler pek çözüm odaklı insanlar değillerdir. Aşağı yukarı coğrafya onlar için pek çok problemi çözmüş gibidir. Eğer suda varsa gerekli iklim şartları da yeterliyse. Ama vadideki insan için sürekli aşağıya inen su, kayalar, toprak kayması, daha birçok problem, hayvanları otlatmak gibi gibi nice problemlerle mücadele etmek zorunda olduğu için her mevsimi her zaman dilimine göre geliştirmesi gereken düşünceler vardır. Yeni aksiyon planları yapmak zorundadır vadi insanları. Bu yüzden dolayı bu vadiyi düşünüyoruz ki zihnimiz de şimdi çözüm odaklı bir derleme sürecine girebilsin. Bu çok katmanlı yapıdan yürüdükçe bu düşüncenin içinde yürüyüp bunu görselleştirmeye çalışmanız bu uyku esasında zihninizin çalışmasını sağlayacaktır. Özellikle ön lobda var olan bu saha çalışması bir süre sonra uykudayken gözünüzün zaman zaman kırpışmasına dair sebep olabilir. Hatta bazen gözünüz bir anda açılıp bir anda da uyanabilirsiniz. Bunlar zihninizin o anda düşünceye gerçekten daldığının birer kanıtıdır. Şimdi bu tekniğin önemli bir kısmı var. O da bunun tekrarlı bir halde yapılarak zihnimizin bu süreci geçirmek için bir çaba sarf ettiğimizi ona öğretmek zorundayız. Dolayısıyla ilk yapacağımız şey bu söylediğim tekniği 4 gün aralıksız yapmanız. Ardından 2 gün bu tekniği 4 gün aralıksız yapmanız. Ardından 2 gün bu tekniği değil her zaman yaptığınız şekliyle devam etmeniz, uykuya yatıyorsanız uykuya nasıl yatıyorsanız aynı şekilde devam etmeniz. Dolayısıyla zihninize arada bir farklılık olduğunu hatırlatmamız lazım. 4 gün tekniği uyguladık. 2 gün ara verdik. Ardından 3 gün bu tekniği uyguluyor. 1 gün ara veriyoruz. Ve ardından 2 gün yapıp 7 gün ara veriyoruz. Şimdi bundan sonraki süreç toplamda 6, 4, 10, 19 gün sonra artık bu tekniği her gün uygulamaya başlayabiliriz. Bu vücudumuzda zihnimizin bu uygulamayı tekrardan isteme dürtüsünü kullanarak bir bağımlılık oluşturmak için vermiş olduğumuz bir çaba olarak düşünebilirsiniz. Bu çabayı 4 artı 2, 3 artı 1, daha hızlı düşünebildiğinizi gösterecek. Bu tekniği üniversitede okuyan öğrenciler illa bir şey düşünmek için değil, ders çalışırken de mümkündür. Ders çalıştığınız konu hakkındaki bilgilerinizi tazelemek için de kullanabileceğiniz bir yöntemdir. Hafızanıza da oldukça faydası olacağını söyleyebiliriz. Efendim bir dahaki bölümde görüşmek üzere. Düşünce yolculuğumuz devam ediyor. Kalın sağlıcakla.