sellem, meded ya Hazreti Ali kela Allah ve Cebu, meded ya Gavsa Azamat-ı Kadir-i Ceylani, meded ya Seyyidi Muhammed Rahim, Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın izniyle ayeti kerime ve cihile, Rahmen Rahim. Cenab-ı Hakk'ın izni inayeti kerime ve cviyle seyidimize takdir edilmiş olan şu fütuhat kafasında tasavvuf risalesinde hem yeri geldi hem de bu hafta Allah nasip ederse yine Rebeylüvel ayının içerisinde devam eden Mevlid-i Şeriflerin de beleketi uzun zamandan beri devam eden şu fütuhatların birer hikmetiyle fütuhat risalesini belan etmeye niyaz ederiz. Allah Azze ve Celle'nin takdir ve tayin etmiş olduğu şu fütuhat yani açılışlar hem Ümmeti Muhammed için hem bütün alemlerde bütün dinlere mensup, bütün insanlık için bir bekleyişin karşılığıdır. Bunlar Kuran-ı Azimüşşan'da Hazreti Allah'ın hangi ayetleriyle işaret buyrulmuş ve hangi ayetleriyle esasını bulur onu ifade ettiğimiz gibi. Dersin ikinci kısmında onun tarihi vesikalarını beyan etmeye gayret edeceğiz. Zira tarih boyunca gelmiş ve geçmiş olan büyük fütuhat alimlerini en bilinenleriyle İbn Arabi Hazretleri gibi, İmam Şerani gibi, Sayın Nur Şah Hazretleri gibi ve daha pek çok İsmi Şerifler var. Bu İsmi Şeriflere indirilmiş olanlar yani verilmiş olan bu fütuhatlar nereden geliyor? Hazreti Allah'ın beyan etmiş olduğu aliyeti kelimelerinin hangisinden doğup gelmiş bu hakikat? Onu beyan etmek lazımdır. Allah nasip ederse bu cumartesi gününden itibaren de bu cumartesi günü Allah nasip ederse ruhi yayın evinin açılışı olacak. İnşallah Allah nasip ederse bütün kardeşlerimiz davetlidir. O gün burada Fütuhat-ı Seyyid Muhammed Ruhi'nin tarihi bir günü olacak. Bismillahı olacak. İlk kitabı biliyorsunuz bu sohbetler başlarken Esma'ın Üstahı'ndan başlamıştık. Esma'ın Üstahı'nı bitirirken ve devam ederken tasavvuf sohbetleriyle Seyyidimizin kütüphanesinden dünyada insanlığın bizlerin ihtiyacı olan kitapları tek tek beyan etmeye başlamıştık. Bunlar elhamdülillah çatır kardeşlerimize beraber düzenlendi, derlendi, toparlandı, basıldı. İlk olarak Dil Risalesi adı altında birincisi başladı. Allah kısmet ederse buradan devam edecek diğer kitaplarımız. Cumartesi günde hem yayın evimizin açılışı olacak inşallah hem de diri risalesinin tanıtımı ve onun bütün insanlığa sunumu ile beraber bir bisküvilerimiz olacak. İnşallah hep beraber o günlerinde şahit oluruz. Cenab-ı Hak bu ilimlerin içindeki var olan hikmetlerle hikmetlenmeyi bize nasip eylesin. Zira bu fütuhatları okumak, dinlemekten beraber yeni bir süreç başlıyor. Her fütuhatta olduğu gibi onların insanlara duyurulması aşaması, insanlara beyan edilmesi, insanlara aktarılması aşaması söz konusudur. Bu aktarım bir görev. Bu görevde sadece insanlar duyacaklar, bilecekler ve ondan sonra kısım kısım değişik yerlerde inşallah bizlere beyan edildiği şekliyle biz de derleyip toplayıp insanların en anlayabileceği usulde düzenleyerek insanlara hazır hale getirmeye gayret ediyoruz. Allah yardımcı olan kardeşlerimizden de razı olsun. Cümlemizden razı olsun ki bizlere sevdiğimiz bu imkanı nasip eyledi. Çünkü bu fütuhatlar Hazreti Allah'ın birer takdididir. Öyle bir takdidi ki büyükler gelip geçtikleri zaman fütuhatlarla veya ne derlerken bu kadar yoğun bir fütuhat yaşamadıkları gibi yaşadıkları dönemde fütuhatın kendisine beyan etseler dahi bunlar kitaba ayağın olmamıştır. Dolayısıyla bu da bütün fütuhat alimlerinin bu fütuhatlarına birer delil teşkil eden bir Risale olacaktır. Yani hem Seyyidimiz hem de Seyyidimizden evvel gelmiş olan o büyük fütuha sahipleri o fütuhatları nereden alıp nereden izah ettiler onu beyan etmek gerekiyor ki bu on bir meselede beyan edilir özüyle. Kitapta yine genişletilmek üzere. Hz. Allah'ın Hicr suresinde beyan ettiği bir hakikat var. َو َلْو َفَتْح َنا َع َلْيِهْم َباًبا ِم َن الَّسَم اِء Semadan onların üzerine bir kapı açsak da َفَض َّلوا ِفيِه َيْع ُرُجوَنmanevi gölgenin korumasıysa oraya yükselseler. Hz. Allah bu birinci meselede göklerin kapısı gönüllerde var olan bir sırdır. Sır olan sırra bağlıdır beyanatıyla işareten ve hakikaten şöyle beyan ediyor çünkü Hicr suresinin baş tarafında onlar Peygamber Efendimiz'e dalga geçiyorlardı. Hulasa zaten bütün büyük bütün peygamberlerle böyle dalga geçtiler. Peygamberlerden sonra sünnet-i seriyeyi yaşatmaya gayret edenler ve yine vahyi ilahinin tercümanları olan büyük fütuhat alimleriyle bu usulle beyan ettiler. Bunlar Kur'an'ın bir ayeti olduğu için böyle yaşanmaya mecburdur. Yani sadece fütuhat-ı seri Muhammed Ruhi'de değil, bundan evvelki bütün fütuhat alimlerinde. Çünkü alimler iki kısımdır. Bunu ilim risalesinde beyan etmiştik. Biri vehbi alimlerdir, biri kesbi alimlerdir. Kesbi alimler, kendilerinden önce yazılmış olan hakikat ve hikmeti yaşadığı devrin esaslarıyla beyan etmeye mecbur olan alimlerdir. Vehbi alimlerse şu vahyi ilahiyle Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla indirilmiş olan vahyin birer tercümanı hükmünde dediler. Dolayısıyla zaman zaman ehli fütuhatın beyanatı yanlış anlaşılmıştır. Bazı zamanlarda bazı yerlerde de birer alay konusu olmuştur. Ve onlar şöyle demiştir. Bize yazdırıldı diyorsunuz. Bize konuşturuldu diyorsunuz. Bu nasıl olabilir? Veya bu söylediğiniz hak mıdır? Siz bir vahiyden mi bahsediyorsunuz? Siz Allah'tan vahiy mi alıyorsunuz? Haşa ve kella. Hakikat vahiy penceresi kapandı Resul-i Kibriya Efendimiz'le. Ancak şu Hicr suresinin baş tarafında beyan edildiği usul dairesinde Peygamber Efendimiz'e alay edenler için Hz. Peygamber ayeti kerimede şunu söylüyordu. alay edenler için Hz. Peygamber ayeti kerimede şunu söylüyordu. Vahiy ilahi göklerin ardında var olan bir yerden gelir. Orada yazılmış olan hakikatler peygamberlerime ve Resullerime ve Nebilerime Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla indirilir. Eğer semada var olan şu kapıyı açıp da onlara hadi gel şimdi sen bu hakikat ve hikmetleri görmek ister misin desek onlar şöyle derler. 15. ayette devamında. Elbette derler ki. Herhalde bizim gözlerimiz boyandı. Sarhoş olduk. Doğrusu biz büyülenmiş bir kavimiz. Hazreti Allah bu ayeti kelimeyle şunu buyuruyor. Ya Muhammed seninle alay etmeleri benim takdirimdir. Ben zaten işin başını böyle koydum. Çünkü sen onlara bugüne kadar duyulmamış olan, unutulmuş olan hakikat ve hikmeti Kur'an-ı Azimüşşan ile indiriyorsun. Senden sonra da bu dini devam ettiren alimler, ilim sahipleri bu dinleri, bu ilimleri zamanın ihtiyaçlarına göre Kur'an'ın ve sünnetin ve ehli beytin çizgisinden asla ve kella çıkmadan bu esasları yeniden tefsir ettiklerinde de onlar da aynı sünnetten kendilerine birer pay biçilerek onlarla da alay edilecektir. Buradaki alay edilmekten kasıt asıl itibariyle gündelik hayatımızda yaşadığımız bir alay ediş değil. Hz. Peygamber Efendimiz'e sen suklansın, sen sarhoşsun diyorlardı. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz'e sen suklansın, sen sarhoşsun diyorlardı. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz'e söylediklerini birebir reddedemiyorlardı. Çünkü mucizelerini görüyorlardı. Miraç hadisesinde ve daha ayın ikiye yalınmasında pek çok mucizele şahit olmuş diğer bütün kafirlerin bu hakikatler karşısında alayları sen bir sarhoşsundur. Yani öyle şeyler ifade ediyorsun ki hem aklımızla görüyoruz, gözümüzle görüyoruz ama kalbimiz bir türlü kabul etmiyor. Bu tabiri şöyle ifade edersen daha iyi kavrarsınız. Halk arasında bir laf vardır. Sarhoşun sözüyle sarhoşta kavga edilmez. Neden? Derler ki normalde o adam iyi bir adamdır, hoş bir adamdır. Ancak sarhoş olduğu zaman ağzından çıkan sözler kendinden değildir. Bir başka şekilde söylemekte de sakın ona alınıp da adam sana küfür ettiği için ya da kötü bir söz söylediği için onunla kavga etme. Onu kale alma. Ayılsın bak yaptığından o da pişman olacaktır. Peygamber Efendimiz'e de bunu söylüyorlardı tabiri caizse. Ya Muhammed senin ağzından çıkan şu sözler sallallahu aleyhi ve sellem biliyoruz ki senden değil. Aynı sarhoş gibi. Niye? Çünkü senin yaşadığın, doğduğun bu topraklarda bu söylediğin cümleleri bilgiyle ilim sahibi olmadığını biliyoruz. Öyle şeylerden bahsediyor ve öyle mucizeleri ortaya koyuyorsun ki aynı zamanda bunu reddedemiyoruz. Dolayısıyla bizim için sen ancak bir sarhoş konumunda olabilirsin. Diyerek alay ediyorlardı. Peygamber Efendimiz için söylemiş olan bu sözler karşısında da Hazreti Allah diyor ki ey insanoğlu Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhisselatü Vesselam peygamberlerin sonuncusu benim habibim, benim sevgilimdir. Vahiy ilahi ona geldi kapandı ama bilmez misiniz ki Vahiy-i Kur'an Kur'an adı Müşşan bu ilim deryasının bir cüzü ve hepsini kapsayan bir ana kitabından bir parçadır. Sizi oraya bir alıp götürsem siz de sarhoş olursunuz. Tabiri caizse. Ehli Fütuhat zaten bütün bu ilimleri şimdi göreceğimiz diğer ayeti kerimelerde beyan olunduğu üzere göklerin ardında var olan gökler de neden göklerdenmiş diğer kısımda belirleyeceğiz. Var olan hakikat dairesinde anlattılar. Onların anlattıkları vahiye tabi değildir. Ama vahiyin esasını bir tesir hükmündedir. Şöyle ifade edelim. Yaşadığımız dönemde ve her yeni gelişen dönemde yeni hastalıklar, yeni problemler, yeni dertler ortaya çıkarken, rezzak olan Hazreti Allah, Rahman ve Rahim olan Hazreti Allah, Kur'an-ı Azimüşşan'da ve Peygamber Efendimiz'in sünnetinde, mutlak surette onun cevabını koymuştur. Ama birisinin, bunun içinden bu hakikati çıkarıp, bugüne koyması ve göstermesi gerekiyor. Ne gibi? Adamın biri ilaç yapar. Öyle bir ilaçtır ki, kendi alanında her türlü meseleyi çözebilecek bir ilaçtır. Ama yapıldığı dönemde henüz çözülmesi gereken hastalıklar o dönem için yoktur. elden ele almış olan bir zatın. Bilir misiniz? Bu öyle değerli bir ilaçtır ki, şimdi dedemin yapmış olduğu şu uygulamalarla beraber bunu yapsanız buna da bir şifası vardır demesi ne kadar hak ise, ne kadar hakikatse aynı şey bunun içinde mümkündür. Şöyle beyan edelim. Tarih boyunca görmediğimiz hastalıkları görmeye başladık. Ve yeni hastalıkları da görmeye başlıyoruz. Doğru mu? Doğru. Tarihten önce kuş gribi diye bir şey yoktu. Sonra bizim sağ olsunlar ürettiler. Özel üretim mikroptörü. Özel üretim yaptılar. Dediler ki kuş gribi. Var mı bunun cevabı? Şu gribi. Var mı bunun cevabı? Bu, bu, bu. Var mı? Var. Nerede var? İstersen kimyasalda da var. İstersen baharat tarafında da var. Peki soran şu. Baharatçı adam bu otu bu adama verdiği zaman al sana şifa olsun dediği zaman topraktan yeni bir bitki mi arıyor? Hayır. Ihlamu, papatya neyse ne. Aynı otu bu sefer belki farklı oranlarda, belki oranlarını bile değiştirmeden bu hastalık yeni dahi olsa kitab- ı mübinde yazılmadıysa bizi hasta edemezdi. Madem ki yazılmıştır öyleyse şifası mutlaka vardır. Madem ki şifası vardır ve yeryüzünde yeni bir bitki yok. Dükkandaki bitkiler belli. O halde bu bitkilerin içerisinde öyle bir karışım var ki önümüze yeni çıkan bu hastalığın devası yine bu dükkanın içerisinde ama farklı karışımlardadır. Öyleyse işte orada ilmi fütuhat. Yani fütuhat halimi kapıdan içeriye girer. Ve size yeni bir karışım yapar. Yeni bir ottan değil. Farklı bir ot kullanarak değil. Aynı otları veya aynı kimyasalları isterseniz ilaç. Farmakoloji anlamında da. Aynı ilaçları alır size yeni bir karma yapar. Al der şimdi bak. makoloji anlamında da. Aynı ilaçları alır size yeni bir karbon yapar al der. Şimdi bak aynı otların şöyle karışımı önünüze çıkan yeni hastalık için devadır. Dolayısıyla işin anlaşılması için en kabat abimle şöyle ifade edelim. Vahyi ilahi baharat dükkanındaki her şeydir. Yani indirildi, bitti. Yeni bir ot çeşidi daha gelmeyecek. Yeni bir ayet daha gelmeyecek. Yeni bir sünnet daha gelmeyecek. Hepsi dükkanda. Ama dükkanın dışındaki sokak durmadan değişmekte. Haller değişmekte, tavırlar değişmekte, maddi ve manevi hastalık çeşitlenmekte, teknoloji ilerlemekte, o olmakta, bu olmakta. Ama bu dükkan madem ki Hz. Allah'ın dükkanıdır tabiri caizse, Kur'an-ı Azimüşşan'ın dükkanıdır, Sünnet-i Muhammedi'nin dükkanıdır, sokaktaki her adama cevap vermeye mecburdur çünkü Hz. Allah diyor ki ne varsa koydun bu kitaba. Ne varsa var bu dükkanda. Ya Rabbi girdik dükkana. Onu denedik olmadı, bunu denedik olmadı desen el cevap. Onun erbabı olacak. Size vahyi ilahideki çeşitleri hazırlayıp ilaç olarak takdim edecek. edilecek. Fütuhat alimleri bu Kur'an-ı Azimüşşan'ın dükkanında Ümmet-i Muhammed'in ihtiyaçlarına göre vahyi ilahinin içerisinden aldıklarıyla yeni terkipleri beyan edenlerdir. Kespi alimleri ise bu terkipleri dünyadaki insanları yedirme peşinde olanlardır. Yani birisi dükkanın içindedir görünmeyen, bilinmeyen, duyulmayan. Zaten ne kadar fitonat halimi görsen yaşadığı dönemde çok büyük takdir görmemiştir, çok nadir. Genellikle vefatından sonra, 100 yıl sonra, 150 yıl sonra anlaşılmıştır. Ya dükkanın içinde bir adam vardı,ımazdık bize o ilaçları o veriyordu. Ne zaman anlaşılır bilir misiniz? Şu zaman. Kesbi alem dükkanın önündedir. Yani kesbi ilme sahip olan adam. Kapıyı tıklatır. Efendim der, Kur'an'ın dükkanından yeni çıkan şu hastalıklara bir çözüm var mı? Dükkanın içi asla ve katiyetle boş kalamaz. İşte bu yüzden tarih boyunca fütat ilimleri bitmez. Dükkanın kapısını tıklatıp der ki bir ilaç var mı? Dükkanın içerisinden o zat kapıyı açar der al bu yeri terkip götür. Bu alim eline aldığı bu ilacı şimdi sokak sokak gezen bunu insanlara gösterip yedirip içirmekten sorumlu olan zattır. Dolaşır dolaşır dolaşır aradan bir 15-20 sene geçer. Yeni bir hastalık peyda olur. Yeni bir dönemez peyda olur. Tekrar gider dükkana. Dükkandaki baharatçı değiştiyse işte o zaman anlar fütuhatçının değişmiş olduğu. Dolayısıyla Fütuhar bir haktır Kur'an-ı Azimüşşan'dan doğmuş olan. Eğer olmasa kim çözecek bizim takdirimizi? Öyle ya bizim madden ve malen şu yaşadığımız dönemde öyle problemlerimiz öyle sıkıntılarımız var ki bunu Kur'an-ı Azimüşşan'ın ayetleriyle sünnetullahın hakikati dairesinde göklerden zindirilmiş o hikmete tabi olan bir zatın beyan ve işareti ve bu gönüllerin nakş olunması için beyanatı mecburdur. O mecburiyet dairesinde bizler görüyoruz ki ehli fıtuhat tarih boyunca vardır. O tarihi vesikeyi de dersin ikinci kısmında beyan ederiz Hazreti Allah'ın izniyle. Hazreti Allah şöyle buyuruyor. De ki Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak. Sonra hak ile aramızı ayıracaktır. ْلRabbimiz hepimizi bir araya toplayacak. ُثَّم َيْفَتُح َبْيَنَنا ِبا َح ِّقSonra hak ile aramızı ayıracaktır. َو ُهَو اْلَفَّتاُح اْلَعِليُمO ki açandır ve her şeyi bilendir. İkinci meselede büyüklerin tabiri şudur. Her zamanın mekanında yaşayanlarına göre bir gerçek vardır. Dünyevi gerçekler doğru bilinmediğinden her den doğruya yöneltilmeye mecburdur. Şimdi biz Hz. Allah'tan her namazımızda niyaz ediyoruz. Diyoruz ki, Ya Rabbi sırat müstakim eylet bizi. Bu asıl zamanda bir şeyin ifşasıdır. Bu aslında zaman da bir şeyin ifşasıdır. Hazreti Allah bizlere o ayeti kerimeyle şu hakikate atılacak. Ey ehli iman yaşayacağınız zaman dilimindeki mekanın değişmesiyle yani sizlerin nefsani istek ve arzularınızdan dolayı gerçek bildiğiniz yalanlar, yalan bildiğiniz gerçekler oluşmaya başlayacak. Ve madem ki şu Kur'an-ı Şah'ın asla ve katiyette değiştirilmeyecek, işte o zaman o zat-ı muhteremler çıkacaklar, hak ile aradaki şeyleri ayıracak ve beyan edecekler. Bizden önceki yani Kur'an-ı Şah'ından önceki kitaplar neden tahrif edilebilmiştir? El cevap baharatçı dükkanının içerisine herkese girme hakkı verilmiştir. Yani ümmetten herkes girebilir, her şeyi alabilir hakkı verilmiştir. Burada bir parantez açalım. Gene ahmaklar demesin ki Kur'an sizin mecburdur. Hayır. Biz Kur'an azimüşşanına mecburuz. Ancak Kur'an azimüşşanına mecburiyetimiz bu mecburiyeti doğuran hastalığımıza şifa telakki ettirecek doktorun izahat olmadan hakkaniyetini bulamaz. Örnek hastalık geçirdin midemde ağrı var. Dedin ki ya kitapçıya giderim ee bir tane tıp kitabı alırım açarım mide hastalıkları bölümünü oradan bulurum. Semptomlarıma göre. İyi de midenin bir ağrısı en az 12-13 yaşın hastalığa delalet edebilir. Erbabına mecburiyetin senin doktora mecbur olduğunu göstermez. Sana şifayı verecek yine Hz. Allah'tır. Ama Hz. Allah her şeyi bir hikmete binaen ve kendisini gizleyerek yaratmıştır ki gerçekten ondan bilenlerle bilmeyenler birbirinden ayrılabilsin. Yani tasavvuf için ahmak adamların söylediği bir cümle var ya klasik sizinle Allah arasında mürşidiniz mi girdi? Hayır. Biz sizin gibi kendimizle Allah arasındaki nefsimizi ve aklımızı kaldırdık. Buna niyaz ettik. Çünkü siz diyorsunuz ki kitaplarda var. Evet var. Ama siz kendi akıl ve nefsaniyetinizle bir seçim yaparak hak ile aradaki hakikati birbirinden ayırmaya muhtedir olamayacağınız için O hakkın ayrılacağı günü beklemeye mecbursunuz. Biz de kıyametimizi bu dünyada yaşamak istiyoruz. Mahşere bu dünyada çıkmak istiyoruz. Hesabımızı buradan görmek istiyoruz. Yani ölmeden önce ölmek istiyoruz. Çünkü Resulullah bize bunu gösterdi. Dedi ki hepiniz birer ölüsünüz. Ölmedikçe Hakk'a uyanamazsınız. Öldürün nefsinizi uyanın Hakk'a. Uyanırsam Hakk'a ne olur ya Resulullah? İşte bundan sonra Hak ile aranızdaki her şey ayrılacak ve siz beyanı anlamaya başlayacaksınız. O güne kadar kitap size kapalıdır. Çünkü daire-i hakikatte sana bir kitabın açık olabilmesi için Hazreti Allah'ın Ya Fettah-ı İsmi Şerifi ile sana tecelli etmesi gerekmekte. O tecelliatın hakkaniyetini bulması gerekmektedir. Fetih Suresinin 18. Ayeti Kerimesinde var olan hakikat, fütuhatlar babından üçüncü meseleye işaret eder ki, her an bir yakindir, yakine varmadan, yakini bilen olmasa, yolculuk nakıt olur, zulümat olur. Hz. Allah şöyle buyuruyor, َلَقْد َرِض َي ُهّٰللا َع ِن ا ُمْؤ ِم۪ن يَنZülumat olur. ْل Hazreti Allah şöyle buyuruyor. Lekad radıyallahu anil müminin. Kesinlikle Allah o müminlerden razı oldu. Kesinlikle diyor Hazreti Allah. Kesinlikle diyor ben razı oldum. Lamıcimi sorgusu suali acabası yok. Ya Rabbi kimden sen razı oldun? Bir de ona kesinlikle razı oldum diyorsun. Cevap ayet-i kerime şöyle. İz yüba yeuneke taht-ı şacara. O ağacın altında sana biat ettikleri vakit. Allah. O ağacın altında sana biat ettikleri vakit. Onların kalplerindeki sadakati bildi üzerlerine sekiyle indirdi ve kendilerine yakın bir fetih nasip etti peki suat şu bu ağaç sadece peygamber efendimizden ve pegamber Efendimiz'e biat edilen Mekke-i Mükerreme yolundaki o ağaç mıdır? Hayır, o sadece bir işarettir. Zira biz Kalu Bela'da Hazreti Allah'ı kabul ettikten sonra her ümmet kendi Peygamberine biat etti. Kalu Bela bir defa yaşanmadı. Çok anlattık geçiyor. 72 Kahlo Bela'nın bir tanesinde bütün müminler kime tabilerse onun ağacının altına gittik. İnşallah. Hz. Peygamberin ağacı, Hz. Adem Efendimizin ağacı o büyük ağaçlıklı meselede. Yani Kur'an adı müşanda dikkat ediniz, cenneti muhalle anlatılırken neden hep ağaçlar anlatılır? Ağaç çok büyük bir mesele, çok uzun bir mesele. Kale-i Ubelâ'da gittik, çünkü davet ettiler. Ey Allah'ın kulları, ey Allah'ın birliğine şahit olanlar, biat etmeye hazır mısınız? Ve bizler her ümmetten kim gelecekse gittik, Peygamberimize biat ettik orada. Zaten Peygamberin elini orada tutmasan, burada bir şeyhinin elini tutamazsın, canını sıkma. O yüzden ahmaklara da kafanı takma. Zira orada Resul'ün elini tutamayan burada Resul'ün evlatlarından birinin elini tutamaz. Orada Allah'ın varlıkla birliğine secde etmemiş adam bu dünyada ne yaparsan yap bir daha iman edemez. Zaten bu film yaşandı burası hikaye. Burası gerçek bir hikaye. Çünkü biz bu filmi 72 defa yaşadık, bu da 73. 73. filmin tekrarında nefis bize bitmez bir meseleyi anlatıyor. Allah ise her birinde yeni fütuhatlarla Kur'an-ı Azimüşşan'ın 104 kitabıyla sonra bu 104 kitabı tefsir eden fütuhatlarla buna da mı hayır diyeceksiniz? Buna da mı hayır diyeceksiniz? Buna da mı hayır diyeceksiniz? Ben razı oldum. Kesinlikle razı oldum. Kime razı oldun Ya Rabbi? O ağacın altında sana biat ettikleri vakit onların kalplerindeki sadakatle onlara razı oldun. Peki benim şimdi söylediğim biraz akıl alma cümlenin hakikati karşılığı nedir diye sorsan Allah rahimdir, rahmandır. Şu ayeti okuduktan sonra hakiki bir mümin olsa ağlamaz mı? Niye? Ya Allah razı olmuş. Ben Resulullah'ı göremedim ya Rabbi. Ben Resulullah'ı görüp de o ağacın altında onun elini tutamadım ya Rabbi desen Hz. Allah'ın cevabı şu olur. Ey Ademoğlu ey ehli iman. İşte sana bir fütuhat ehli lazım ki o ağacın sadece oradaki ağaç olmadığını sana söylesin. Sen Müslüman olarak yaşar, ehli iman olarak vefat edersen bil ki o ağacın altında kal ve belada Resulullah'ın elinden tutanlardansın. ağacın altında, kalü belada Resulullah'ın elinden tutanlardansın. Bizim şeyhimizin elini tutup biat edişimiz kalü beladaki Resulullah'ın elini tutuşumuzun tekrarıdır. Tekrarıdır. Çünkü biz bu dünyaya kalü belada Allah'ın varlıkla bildiğini kabul ettik dediğimizin üzerine bunu tekrardan yaşamaya gelmedik mi? Bak. Bizim kelime-i tevhidimizde iki unsur var. La İra'il Allah Muhammedun Resulullah. Bunu kalü belada bize sordular mı? Sordular. Dediler ki ben sizin Rabbiniz miyim? Hazreti Allah sordu. Ben Rabbim ki. Biz dedik ki evet Ya Rabbi sen bizim Rabbimizsin. Teşrik et. Ve ona biat ettik. Tamam birinci kısmı oldu. Peki ikinci kısmı niye olmadı? Oldu. İkinci kısmı olmasa sen burada Resulullah'a ümmet olamazsın. Hazreti Allah'a biat ettikten sonra ağacın altında Resulullah'ın elini tuttuk ona biat ettik. Şimdi ifşa etmeye ettik. Şimdi ifşa etmeye geldik. E ifşa etmek zaman ve mekana bağlanmış. Göremedik Resulullah'ı tutamadık şimdi elini. Bizden 1400 yıl önce yaşamış bedenen elhamdülillah elhamdülillah ümmetinin başında biz öyle iman etmişiz öyle iman edeceğiz. Öyleyse bunun da ifşası mecburdur. Kur'an-ı Azimüşşan hakikatiyle söylüyoruz. O hakikat dairesinde bizlerin şerhimizin elini tutmamız hakikatte Resulullah'ın elini tutmamızdır. İşte bu yüzden. Çünkü La İlahe İllallah kısmını kahli ve belada yaşayıp, burada ispatı imkan tanıyan Hazreti Allah Muhammedun Resulullah kısmını, burada ispat ettiriyorsa, bunun kahli ve belada yaşanmış olması lazım. Başka bir ihtimal yoktur. Çünkü kafir orada küfretti, burada kafir geldi. Orada münafıklık etti, burada münafık geldi. Şimdi aranıyor ya, kafirin suçu ne? Arkadaş burası suçluların, haklıların haksızdan ayrıldığı yer değil. Burası ete kemiğe bürünüp aynı filmi 73. defa yaşadığımız yer. Bu film yaşandı, bitti. Takma kafana hiçbir şey. Allah rahimdir, rahmandır. Kimseye azap etmek istemediği için 72 defa açtı orada. Dedi ki bak bu 72'nin sonu geldiğinde 72'sinde dedi ki ey kullarım size son bir defa daha hak tanıyorum. Bundan sonra öyle bir yere gideceksiniz ki oradan sonra bak 73'ten sonrası yok. Ve 73, 72'nin tekrarı olacak. Her bir kalu belada iman edenlerin sayısı artı olacak. Her bir kâru belada iman edenlerin sayısı artmıştır. Her birinde. Yaklaşık 70 bin, 80 bin civarında her birinde artmıştır. Yani kafir adama Hz. Allah'ı 72 defa nida etti. Gel Müslüman ol. Gel Müslüman ol. Gel beni Rabbin olarak kabul et. Yok, yok Yok yok yok yok diyenler arasında tamam diyerek diğer kahve belada iman ehli olanlar geldiler. Sonra 72.sinde 71.sinde peygamberlerin beyanatı ve ifşası ve biatı oldu. Ve ne gariptir ki 72. kahve-i Belada peygamberler ifşa ettiği için reddedenler oldu. Mesela Ebu Cehil. 8. Kale-i Belada ehli iman olmuştu. 72'de peygamber efendisi peygamberlerini görünce reddetmişti. Kafirliği 72. Kale-i Belada. Aradaki Kale-i Belalarda Müslümandı. Resulullah'a gördü orada kaldıramadı. Orada kaldırsaydı Resulullah'ı gördü orada kaldıramadı. Orada kaldırsaydı burada kabul ederdi. Orada daha kaldıramadı. Kıskançlık oradan geliyor. Ya bu adamlar niye böyle zulmetmişler? Zalimler bu dünyada sadece kendilerini göstermeye geldiler. Bunlar kahri belada da zalimdi zaten. E biz şöyle yapsak bunu adam edemezliyiz. Edemezsin kardeşim. Bu film bitti. Her makineden çıkacak ürün bellidir. Fotokop makinesinden patates püresi bekleme yani. Bu çıkmaz. Kağıt koyacaksın. Basacak çıkacak. Araba ne yapacağı belli. 3 aşağı 5 yukarı. Bozulsa da bozulmasa da. Müslüman adamın motordur motor. Ha bozuk çalışıyorsa bunu düzelten şeyh efendidir. Fütuhatlar bize bu yolun doğruluğunu ve istikametini beyan etmeye mecbur olarak geldi. Niye? Çünkü kalü belada bu fütuhat alimleri sesleniyordu. Gelin, iman edin. Bu fütuhat alimlerinin Kalu Bela'da görevleri yok muydu sanki? Vardı. Kalu Bela öyle herkesin, affedersiniz dağılmış tavuk gibi gezdiği bir yer değil. Orası da yaşanan bir yerdi. Şimdi anlatılmamış, belki zaman olmamış, İmam-ı Şerhani Hazretleri vardı böyle bir kitaba beyan olunmadı, kaydedildi. İşte bizlerin kitapları basma gayreti bu yüzden. Yok olup gitmemesi için. Çünkü alimin ilmi çok değerli ve çok kıymetlidir. Yazmadın bu uçar gider. İmam-ı Şafii Hazretleri'nin zamanında yaşamış öyle imamlar vardı ki İmam-ı Şafii'den daha üstün. Talebeleri yani ilim anlamında yanlış anlaşılmasın. Talebeleri bu ilimleri yazmadıkları için unutuldu. Şimdi bir ilim adamının ilmi kağıda yazılmazsa talebeleri bu işi yapmazsa alimin zaten bir şey yazmaya vakti yoktur. Alim konuşur. Fütuhat alimleri üzerinde konuşmadır onun işi. Talebesi bunu yazacak. Yazdığını aktaracak. Yazmazsan uçar gider. Dolayısıyla bu fütuhat alimleri, kalo belada ne yapıyorlardı? Gelin, bu ağacın altına gelin, Allah'ın birliğini kabul edin, Resulullah'ın peygamberliğini kabul edin. Böyle böyle beyan ediyorlardı. Ve bu beyanatları burada da aynı şekilde devam ediyor. Değişen hiçbir şey yoktur. Hz. Allah Fetih Suresinin birinci ayeti kelimesinde dördüncü meseleyi böylece anladık. İnna fetahnâlike fethammü bîne Muhakkak biz sana apaçık bir zafer verdik. Buradaki dördüncü meselenin özü ise şudur. Açıklanmaya mecbur olanlar bitse alemler durur. Alemler aşka dönmektedir. Şu Kur'an-ı Azimüşşan'ın tefsiri duramaz. Dursa alemler durur. müşşahının tefsiri duramaz. Dursa alemler durur. Çünkü bizler Resulullah'ın Cenab-ı Hak ile aşkına aşık olmuşuz. Madem bu aşka talibiz, madem bu aşka maddozuz, bunu anlat anlat bitirememiz bu yüzdendir. Biterse kıyamet kopar. Bitmez. Soruyorlar ya bu kadar tefsirle ihtiyaç var mı? Vallahi sen tarihte bir ferhat bir şirini görmedin mi? İki şeyin birbirini sevmesinden doğan bir efsanenin binlerce yıldır devam ettiğini görmedin mi? Bunlar ete kemiğe bülümüş iki insandır. Onlar da evliyaydı ayrı mesele. Hikaye yanlış anlatıldı. Bu daire ya hakikatte aşka maktul olanların isimlerinin silinmemesi bu yüzden. Hazreti Allah bu aşıkların arasında aralara tabiri caizse cüzler koymuş. Ne gibi? Şu kitabı elinize alırsınız cilttir. Bu cildin 20 otuz sayfasında bir bölümler var. Dikiş noktaları. Kalıp kalıp böyle geliyor. Bunların işte dikiş noktaları birer fütuhattır. Sonra diğer sayfaları bu fütuhatların beyanatı için gelmiş görevli olan tesbih ulemadır. tesbih ulemadır. Hepsi aynı şeyi yapıyor. Bir aşkı beyan etme gayreti. Edilebilecek mi? Vallahi bunu en çok kütahya talimleri biliyor ki edilemeyecek. Ama ne kadar anlatılsa o kadar tadı çıkıyor. Ne kadar konuşulsa o kadar lezzetli oluyor. Ne kadar okunsa o kadar lezzetli oluyor. Kur'an-ı Azimüşşan'dan sonra bu kadar beyanat ve kitaba ihtiyaç var mıydı? Vallahi daha fazlası vardı ama yıkıp yıktılar. Eski alimlerin yazdığı kitaplar şimdi olsaydı siz onlara delirmiş ve mecnun diyecektiniz. Ayetlerle apaçık görünüyor. Kimler diyecek? Münafıklar. Kimler diyecek? Kafirler. Çünkü tadına alamadığın şeyi anlat anlat bitiremezsin. Öyle ya. Bir yere gidiyorsun, yemek yiyorsun, eve geliyorsun, anlatmaya başlıyorsun. Ya beyefendi diyor yani anlat anlat bir yemektir altı üstü bitiremedin. Yeseydin sen de bitiremezdin. Göğün kapıları sana kapalı görseydin sen de bitiremezdin. Göğün kapıları sana kapalı görseydin sen de bitiremezdin. O fütuhat alimlerinin yaşadıklarını yaşasaydın susamazdın. Ya da susardın konuşamazdın. Bir başka ihtimal yoktur. Cenab-ı Hakk'ın nasip eylediği şu fütuhat kapısı on bir meseleyle ifade edilecekti. Dersimiz yetişmeyeceği için 10. ve 11. meseleyi beyan edelim. Sonra bunun tarihi birkaç meselesini beyan edelim. Yine kitapta izahata kalmış olsun. Hz. Allah Nasır Suresinde şöyle buyuruyor. İzâce'e neslullâhi ve'l-fetmî. Allah'ın zaferi ve fetih geldiği zaman. Hazreti Allah'ın Fettah-ı İsm-i Şerif'in tecellisinde Esma'ın Hüsna'da beyan ettiğimiz o hakikat dairesinde bilinir ki Hazreti Allah'ın yardımıyla beraber açılan Fettah-ı İsm-i Şerif'in tecellisiyle kötü ruhatlar nail olur. Şu İah ismi şerifinin tecellisiyle fütuhatlar nail olur. Şu ismi şerifin işareti bize gösterir ki her fütuhat nasrun minallah Allah'tan bir yardımdır. Allah'ın bir yardımıdır ki insanlar bölüp bölüp Allah'ın dinine girsinler. َو اَل ْيَت اِس وَن ۪ف ي ۪د يِن ِهّٰللا َباًجاAllah insanların ْفَا ُل َاْدُخ َّن َا gördüğünde Allah'ın dinlerine girerken bölük bölük buyuruyor ya bu fütuhatlar insanların bölük bölük dinlerini yeniden ihdas etmeleri için Allah'ın bir yardımıdır. Hem ehli imanın hakikatleri bir kez daha görmesine ve yanlışlarını düzeltmesine, hem de küfür ehlinin yeniden iman hakikatini duyması için bir yön ve bir hakikattir. Kimlere nail olur? َفَسِّبْح ِبَحْمِد َر ِّبِك Hemen Rabbine hamd ile tesbih et ifadesinde, Cenab-ı Hakk'a hamd ile tesbihatını yaşayanlara nail olur ki Fücehata Seyyid Muhammed Ruhi'nin varlığına delalet eden en büyük esas Seyyidimize Hz. Allah'ın takdiriyle Hz. P'nin işaretiyle Resul-i Kibriya'nın ve Hz. Ali Efendimiz'in mededi himmetiyle takdim edilmiş 52 haftalık zikirlerdir. 52 haftalık zikirlerin verilmiş olması Hz. Allah'ın hamd ile tesbihat için bizlere verilmiş birer tesbihat idi. Ve ne acayiptir ki bütün ehli tarihlerin usulünde normal şartlar altında sadece müridana verilen zakir hakkı bu zikirlerde bütün ümmeti Muhammed'e verilmiş. Seyyidimiz buyurmuşlardı şu 52 haftalık Esma- ül Hüsna'yı dünyanın dört bir tarafında istediği meşrepte istediği mesrepte hangi yönde, hangi cihette, hangi düşüncede kim olursa olsun şu 52 Esma-ül Hüsna'yı çeksin, beyaz edilmiş usullerle tekrar eylesin, hak ve hakikat dairesinde kendisine mutlak surette büyük imkanlar, büyük nasrullah, Allah'ın yardımı nail olacaktır Allah'ın izniyle. Bunu söyleyebilmek ancak kütahat ehline mümkündür. Çünkü İbn-i Arabi Hazretlerinin kitabında olduğu gibi. İbn-i Arabi Hazretlerinin virtlerinin varid olduğu, yani yazdığı kitaplar var. Gerçi eksik vermişler ama nasıl ki İbn-i Arabi'nin zikirlerini çekersiniz, çalışır. Sayın Nur Şah Hazretlerinden vardır, çalışır. Neden? Çünkü bunlar ehli fütuhattır. Fütuhat ehli kendi bulunmuş olduğu meşrebiyle beraber bütün meşrepleri kapsamaya mecburdur. Çünkü o ümmeti Muhammed'in ihtiyacı olanı dükkanından çıkartan kişidir. Dolayısıyla orada hasta ayrımı yoktur. Diyeceksiniz ki diğer meşreplerde hasta ayrımı var mıdır? Evet yoktur ancak meşreplerin yetiştirme usulünde okulların talebesi olmak ayrı bir mevzudur. vesile olmak ayrı bir mevzudur. Yani seyidimize bir bu tarikat-ı kadiriyenin meşrebinde bir zat olarak bakmamız gerekiyor. Bir de ehli futuhat olarak bakmamız gerekiyor. Yani iki tane penceresi var. Esasi olarak. Çünkü futuhat ehlinin meşrebi bütün meşrepleri kapsar cihettedir. Ve bu kapsamayla beraber Allah'ın yardımının nail olması sadece Mekke fethiyle, beyanla işaret edilemez. Yani fetih sureleri geldiği zaman genellikle ulema bunu doğal olarak Mekke fethiyle bağdaştırmışlar. doğal olarak Mekke fethiyle bağlaştırmışlar. Ancak Resul-i Kibriya'nın tabirca ise fütuhatlarından bir fütuhattır Mekke'nin fethi. Ve o fethi, bütün daire-i İslam için bir nokta olması cihetiyle alem-i İslam'ı toplama ve kuşatma anlamında kendinden sonraki ehli fütuhatı da birer kafa olmuştur. Çünkü bütün fütuhat ehli, fütuhatı da birer kafa olmuştur. Çünkü bütün fütuhat ehli fütuhatın başını Kabe-i Muazzama'da Resul-i Kibriya'nın kabri başında almışlardır. Bu usul tarih önce değişmemiştir. Önce Kabe-i Muazzama'da özel bir noktadan gelen nur-u ilahiyle, feyzi muhabbet ile o fütuhat nail olur. Sonra Resul-i Kibbet ile o fütuhat nail olur. Sonra Resul-i Kibriya'nın emri varil olur. Onun mührüyle kapı açılır ve o kütüphane-i ilahiden, eczane-i muhammediyden, seyyidimizin tabiriyle o ilaçtan ümmet-i Muhammed'e takdir olur. Bu takdirin on birinci meselesinde bilinmelidir ki Hz. Allah Fetih Suresinin 27. ayeti kelimesinde bu hakikati şöyle bizlere bir kez daha hatırlatır. Ne buyurdu Hz. Allah? La kad sadakallahu rasuluhu rüya bil hak. Gerçek gerçekten Allah Peygamber'in rüyasını hak olarak gösterdi, takdir etti. Gerçekten Allah Peygamber'in rüyasını hak olarak gösterdi, tasdik etti. Mutlaka mescide harama gireceksiniz inşallah emniyet içerisinde. Başlarınızı tıraş ederek veya kısaltarak korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah bilmediklerinizi bildi. Bu fetihten önce yakın bir fetih yaptı. Hz. Allah bu ayeti kerimde işareten buyuruyor ki. O zatı muhteremler ki. Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam'ın tabiri caizse birer rüyasıdır. Çünkü rüya sonradan varil olan şeydir. Peygamber Efendimiz'e buyuruyordur ya. Rüya nübüvvet penceresinden bir penceredir. Vahiy penceresinden bir penceredir. Yani ehli imanın şahsi olarak yatağına yattığı sabahleyin uyanana kadar bir rüya gördü. Bu rüya ümmet- i Muhammed'e takdir edilmiş bir imkan cihetinde, Resul-i Kibriya'nın tabiriyle fütuhat kapısından bir kapıdır. Ancak bu zat ehli fütuhat olmaz. Neler efendimizin rüyasında olduğu gibi sonradan gelerek dinin iktisiyetinde mecbur çalışmayla mecbur olan zatlardır. Öyle ki işte onlar emniyet içerisinde mescide haramlara girerler ve burada beyan edilen saçlarını başlarına tıraş ederek kısaltmalarındaki maksat işarette hikmeti şudur. Allah yolunda her şeyleri harcamışlardır ehli fütuhat. Artık harcayacak bir nokta gelmemiştir ve Cenab-ı Hak onlara kendisinden hasıl olmuş ilimleri Resul-i Kibriya'nın rüyasından takdir eder. Yani her fütuhat Resul-i Kibriya'nın rüyasından gelen bir hakikat ve hikmettir. İbn-i Arabi Hazretleri'nde de böyle değil, diğerlerinde de böyledir. Resul-i Kibriya'nın rüyasından bir penceredir. Nasıl ki Resulullah'ın gördüğü rüya hak olduysa, bu fütuhatlar da birer hak olarak feyda olacaktır. Ve onlar neydi? Korkusuzca gireceksiniz. Burada işaret eden şu buyuruyor ki, bütün ehli fütuhata, ehli küffar ve münafıklar saldıracaklardır ve tarih boyunca saldırmışlardır. Ancak onlar korkusuzca yollarına devam edecektir. Min dûne zâlike fethan gharîbâ Yakin olan bu zatlara yakında bu fetihten önce verilmiş fetihler cihetinde yeni fetih hakikatleri verildiği de görülmektedir. Bu fütuhatın on bir meseleyle Kur'an-ı Azimüşşan'da varlığına belalet, ispat ve işaret. Anlamakla çözülecek bir iş değil, hikmetli bir meseledir. anlamakla çözülecek bir iş değil hikmetli bir meseledir işin tarihi meselesine gelince Allah'a Zülcelal şu Kur'an-ı Azimuşşan'da 99 Esma-i Şerif'ini beyan etmiştir işte bu 99 Esma-i Şerif 99 tane fütuhat kapısına delalet eder yani yeryüzünde 99 defa çağ değişmeye mecburdur. Çünkü her ismi şerifin pik yaptığı, tepe yaptığı bir nokta vardır. Ve o ismi şerifin dokunduğu noktadan bir kapı kapanacak ve insanlar yeni bir çağa geçeceklerdir. Bizler kaçıncı çağdayız dünya sistematiğinde bu 99 Esma-i Şerif'ife göre şu anda 98.sidir bu. Sondan bir evet. Bizden önce 97 defa kapı açıldı. Hz. Adem Efendimiz de başladı. Resuller ve Nebilerle devam etti. Arada 3 tane Evliyaullah zat var. etti. Arada üç tane evliya Allah'a zahmet var. Peygamber Efendimiz'den sonra Peygamber Efendimiz'in buyurduğu bir hakikat var ya benden önce sonraki alimler benden önceki peygamberler gibidir veya onlardan üstündür buyurmasındaki hikmet buradan kaynaklanıyor. Çünkü Resul-i Kibriya'nın futuatı başladı bu sefer. Öncekinde başladı Hazreti Ali Efendimiz'e. Fütuhatın kapısı orası. Ve Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde bunu beyan etmiş oldu. İlmin şehri benim kapısı Ali'dir. Hazreti Ali Efendimiz bu fütuhatların birincisi. Ondan sonra Cafer-i Sadık Efendimiz var. Ondan sonra tarih içinde gelenler var. Hazreti Pir Abdülkadir Ceylan Hazretleri var. Ahmet Erruf Ali Hazretleri var. Zaten dört büyük aktabı sayması hepimiz bu. Bunlar büyük bir tuhaf kapılarını aramışlar. Yani tarihte bu insanlar çağı değiştirmekte Allah'ın birer anahtarı olarak tabir caizse kullanılmışlar. Bu çağ değişmesi meselesini iyi anlamamız lazım. Çünkü tarihçiler bile bakıyorsunuz Fransız ihtilali diye İstanbul'un fethi diye çağ değişimlerini beyan ettiler. Çağın değişimi sosyal olarak, ekonomik olarak, bakış olarak, yaşam şekli olarak bir şeyin pat diye değişmesidir. Bu dönüşüm sürecinde ehli imanlı Sıratı müstakimden korkmaması için yeni gelecek olanlardan haberdar olan bir zatın o tarihe göre mekana hazırlama mecburiyeti vardır. Avrupalının bugün tarihini İbn-i Arabi'nin tabanı üzerinden kurması gibi. Ama şimdi yeni bir situat var. Şimdi çağ değişti. Bu çağın değişimiyle beraber şimdi yeni imkanlara ve bunları okumaya mecburlar. Eskisi zorlanmayacaklar. Şimdi inşallah kitaplarımız çıkacak. Dediğimiz gibi bu cumartesi günü açılışımız dergâhtadır. İnşallah zikre mukabil bütün arkadaşları, eşit dostlarımızı davet ediyoruz. Buyursunlar gelsinler. O da tarihi bir gün olmuş olur. Bir başlangıç olur. Allah'a şdir ettiği her fütuhatın 6 tane evresi vardır. Bu evrelerin 3 tanesi fütuhatlar geldiğinde ve yazılırken yaşanır, 3 tanesi sonra yaşanır. 6 tane. Biliyorsunuz bu ismi şerif yani 97. olan ismi şerif 98. olan bu kapının ismi Yavvasiyadır. Yavvasiya ismi şerifi seyidimizin ismi şerifi de olduğu için bunun üzerindeki fotoğraf çok geniştir. Yani İbn-i Arabi'de de bunun etkisini göreceksiniz ama onun Yavvasiya değildi. Başka bir ismi şerifti. başka bir ismi şerifti. Bu ismi şerif üzerinden valid olduğu için fizikte, kimyada, biyolojide, tıpta, tarihte, coğrafyada zaten fütuhata fütuhat yapan şeylerden asliyeti budur. Yani geldiği dönemde çağın gereklerinde dini olarak değil bütüncül olarak bakmakta ve kavramaktadır. Üç evrenin birincisi reddiyedir ve alaydır. Bu bütün peygamberlerin ve bütün adimlerin mecbur yaşamak zorunda oldukları bir gerçektir. Kur'an'da ayettir çünkü. Madem ayettir yaşanacak. Kimler kabul etmeyecek? Münafıklar kabul etmeyecek. Kimler kabul edecek? Kafirler ve müminler. Çünkü kafirlerin içerisinde ilmi ve bilmi araştırmaların içerisinde bu gerçekleri ve ispatları görmenin karşısında evet doğru söylüyorlar diyenler çok çıkacaktır. Bunun karşılığında Müslüman olanlar da olabilir olmayanlar da olabilir. Bunlar takdiri ilahiyedir. Ama biz birkaç defa dikkat ederseniz, şu fütuhatların beyanatına kadar münafıkları beyan etmiştik, anlatmıştık. Münafıklarsa uzun bir dönem önce fütuhatların gelmiş olan zatlara karşı mücadele edecekler ki, ne gariptir ki tarihte Evliyaullah'la en çok uğraşıldığı dönemi yaşıyoruz. Böyle 3 tane dönem oldu. Bir tanesi Emevilerdi, bir tanesi Moğollardı. Gerçi Moğollar da cevabını aldı. Emeviler da cevabını aldı. Üçüncüsü ise yaşadığımız şu devirdir. Dikkat ediniz. 1400 yıllık İslam tarihinde Müslümanların içerisinde bir evliyayı mürşit olarak kabul etmeyenlerin varlığı olsa dahi reddedilmemiştir. Ama öyle bir çağa geldik ki evliyalara bunlar kafirdir diyen bir zümre var. bunlar kafirdir diyen bir zümre var. Ve oldukça geniş bir zümre. Ama aynı denizin köpükleri gibi. Kur'an'ın ayeti ve yanlattığıyla söylüyorum. Kaybolup gidecekler. Bizim fütuhat-ı hakikatin, bu fütuhat-ı seyyid Muhammed'in geleceğine delildir bu. Çünkü karanlıklar ayyuka çıkmadan güneş doğmaz. Coğrabya karışır. Karıştı meyve karıştı. Her tarafta kar akar. Akıyor meyve takmakta. Ne yazık ki. Siyasi ekonomik bölünme yaşanır. Yaşandı mı yaşanıyor. Yani tarih ve mekan bu füturata hazır. Çünkü bir doğuma mecbur İslam dünyası. Bu doğal kitaplarla yeniden toplanmaya mecbur olduğu için. Dari boyunca hep böyledir. Üstada gelen fütatı da bakarsanız aynı dönemde yine bunları göreceksiniz. Farklı değil. Bu dönemin bir farklılığı daha var. Bu dönemde evliyaya karşı büyük bir saldırı var. Hatta onlar kafirdir diyerecekleri kadar. Bu da bu fütuhasın gelmek üzere olduğunun delilidir. Niye? Resul-i Kibriya'nın gelişinin delili fil vakasıdır çünkü. Fil vakası olduğu zaman Kâbir'i, Ebabil kuşları koruduğu zaman Peygamber Efendimiz'in amcası Hazreti Ali Efendimiz'in babası şöyle buyuruyordu. Umulur ki yakında bir kurtuluş gelecek. Dediler ki neyin kurtuluşundan bahsediyorsun? Siz bilmezsiniz dedi. Tarihte Allah-u Zülcelal'in yarattığı özel noktalara ne zaman saldırı olsa ardından mutlaka bunu koruyacak ve kollayacak birisi geliyor demektir. Şu anda Ümmet-i Muhammed'in her tarafında, her noktasında bir saldırıya maruzdur. Suriye'si, Irak'ı, Libya'sı, Lübnan'ı ve hatta Türkiye'si. Her yerde ve her şekilde bir saldırıya maruzdur. Öyleyse bir fütuhat gerekiyor. Öyleyse bir fütuhat peydah olunmuş. Ve bu hakikat dairesi anlatılmaya başlanacak. Ve birinci evresinde müthiş bir reddiye olacak. Biz bunu biliyoruz. İkinci evresi vardır bunun. Kabul aşaması ve bu kabul ile beraber bütün dünyaya yayılma aşaması. Bu yayılma aşaması da en çok ehli küffar tarafında olur. Fütuhatların. Bu da değişmez. Çünkü evde yaşayanlar genelde babasından habersizdir. Çok yaşamışsınızdır. Çok görmüşsünüzdür. Adam alimdir. Adam zahittir. Adam mübarektir. Hanımı bilmez, çocuğu bilmez, kızları bilmez. Ya siz bu adama mı diyorsunuz böyle? Biz biliyoruz onu. Ne var ki onda derler. Çünkü Allah ev halkına yakın olanlara, yakında olanlara genellikle bu işler örtülüdür. Kimler anlar? Acıkmış olanlar. Susamış olanlar. Ah bir cümle duysak. Ah bir adam bir cümle kursa bizi bu hayattan kurtarsa, bize bu karanlık dimalardan bir ışık gösterse diyenler. O yüzden gelenlikle Evliyaullah kendi dervişlerin tarafından bilinmez. Genelde olanı söylüyorum. Allah bizi bu azaftan beli edesin çünkü o büyük bir azaftır. Kimler bilir İngiltere'de bir gün bir adam bir kitap açar, okumaya başlar. Bir bakar ki ışığı anlatıyor. Fiziği anlatıyor. Kimyi anlatıyor. Ve sonra Resulullah diyor. Hazreti Ali diyor. Abdülkadir Ceylani diyor. Allah'ı ve onun sevgililerini anlatıyor. Kimdir bu adam deyip yola düşecek. Ve genellikle has olanlar da hep böyle uzaktan çıkar gelirler. Hakikat böyledir. Sonradan gelirler, uzaktan gelirler. Çünkü onlar aç ve susuz. O yüzden bir iki haftadan beri derslerimize beyan etmiştik. Aç olmak lazım Hazreti Allah'ın meşkine. Tok olursan bir şey göremezsin. Lezzetini alamazsın. Aç olmak içinde gerekenleri beyan etmiştir. Sonra üçüncü evresi bunun nihayet bulması gerektiğinde şöyle beyan edilir her zaman. Ya şeyhin bundan fazlası da vardır siz de beyan edin. İmkan varsa olur. Genellikle büyük bir kısmını da beyan edemeden giderler. Onlar vefat ettikten sonra Allah uzun ömürler versin. Üç tane daha evre vardır. Birinci evrede bu kitapları birileri çıkar. Bunu biz anlayamamışız der. Yazıldığı zaman da biz bunu anlayamamışız. Bu cümleyi anlayamamışız. Burada adamümleyi anlayamamışız. Burada adamlar öyle bir şey anlatmış ki, Seyyid Muhammed Ruhi Hazretleri öyle bir şey yazmış ki, biz onun ağzından dinlediğimiz zaman da anlayamamışız der, önce bu fıtuhatlı yazılanlar yaşanmaya başlar. İkinci evresinde bütün alemler, bütün dünya zatı kabul eder ama artık zat yoktur. Üçüncü evresinde ise bunun tesiri başlar. Yani üstad derler artık, büyük derler, ne derlerse. Seyyid Muhammed Ruhi Hazretleri o gün bu dersinde bu beyanatı ifade ettiğinde aslında zamanın, tarihin, coğrafyanın getirisi olarak bunu demek istemişti. Böyle demek istediğini zannediyoruz diyecekler. Bir de bu kitapların artık tefsiri başlar. Klasik bütün fütuhatlarda yaşanan mesele budur. Tabii ki bizim derdimiz bu işi kendi içindeyken anlayabilenlerden olmak. Onu yaşayabilenlerden olmak. Cenab-ı Hak nasip etti bu fuhapları. Bu futuhaplar dediğimiz gibi aynı zamanda beyanatı tarihi değiştirmeye mecburdur. Yani biz burada dedik ki ışıktan tat alabilirsiniz. Şimdi bu aletin yapılması artık mecbur düşmüştür. Ya bunu bize izah edebilir misin? Fizik hem de kimya hem de biyolojik aleti ifade edelim ama uzun iş. Hakikat bu. Bu makine yapılacak. Bir şeyin de olması ertelenebilir mi bu bahiste? Evet. var. Mutlaka bu civarda, bu tarihlerde mutlaka bir futuatın gelmesi gerekir diyen çok ilim adamları var. Biliyoruz biz onları arayışlarını. Çünkü onlar işin içerisindeki nirengi noktalarıyla beyan edilecek meseleyi anlatıyorlar. Kusura bakmayın Avrupa İbn Arabi olmasaydı yoktu. Tabi ki hepsi Cenab-ı Hakk'ın isteği. Öyle istedi öyle oldu ama İbn-i Arabi'ydi vesilesi. Bütün böyle vesileler olmasa çünkü Allah'ın kafirlere rızkı nasıl gidecek? Kafire nur kapalı, fevz kapalı, muhabbet kapalı bu adam cep telefonunu nasıl ihmal edebilir? Ancak bir Müslümanın dilinden bir şey duyarsa anlayabilir. Da Vinci dediğin adam İbn Arabi hastası bir adamdır. Onun kitaplarını delicesine okumuş, rüyalarında görecek kadar ilerlemiş bir adamdır. Neredeyse Müslüman olacaktım demiş bir adamdır. Son nefesini duvar. Bu çok incelikli bir mesele. Girmesi biraz zor. Çünkü hakikat insanı kaldıramayacağı şeyler var. Avrupa'nın bu temeli Orta Doğu'nun bu geriye gidişi, Orta Doğu'nun ehli fütuhata duymuş olduğu uzaklıktandır. Allah tekrardan yakınlaştırsın diyelim. Cenab-ı Hak bu kitaplarla bizim hikmetlenebilmemizi bize nasip eylesin. Seyyidimizin hikmetini kavrayabilmeyi onun sözlerini gerçekten anlayabilmeyi bize nasip eylesin. Bu hikmet ve hakikatle yaşayabilmeyi bize nasip ve esir eylesin. Fütuhat meselesi çok uzun ve detaylı bir konu dediğim gibi ancak kitapta daha da uzun uzun anlatabiliriz. Ben konuşursam sabaha kadar anlatırım ama aklın alamayacağı tarafları var. Yani anlatsan anlayamayacağı tarafları var. O yüzden sohbet babını da burada bırakalım. Soru cevap olursa onları cevaplandırırız. Cenab-ı Hak önümüzdeki cumartesi yapacağımız açılışı şimdiden mübarek eylesin. Bütün dünyaya bu kitapları bütün dilleriyle hakkıyla yayabilenlerden eylesin. Hepimize güç kuvvet ihsan eylesin. Başta seyidimize sağlık, saadet, afiyet ve ailesine nasip mesel eylesin. Başımızdan eksik eylemesin. Bugün insanlar tarihte, bak yüzyıl demiyorum, tarihte çok nadir gelir. Allah bize nasip etmiş. Koruyup, kollayıp onun sevgisiyle, muhabbetiyle yaşayabilenlerden eylesin bizi. Yaşarken anlaşılmaz buzaklar, yaşarken anlayabilenlerden eylesin bizi. Ümmeti Muhammed'in sağlık, sıhhat, afiyeti için, hayırların, fetih, şerlerin, defi için. Allah rızası için.