Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 23

Meded ya Hazreti Allah, meded ya Hazreti

Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve


sellem, meded ya Hazreti Ali kela Allah ve
Cebu, meded ya Gavsa Azamat-ı Kadir-i
Ceylani, meded ya Seyyidi Muhammed Rahim,
Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın
izniyle ayeti kerime ve cihile, Rahmen Rahim.
Cenab-ı Hakk'ın izni inayeti kerime ve cviyle
seyidimize takdir edilmiş olan şu fütuhat
kafasında tasavvuf risalesinde hem yeri geldi
hem de bu hafta Allah nasip ederse yine
Rebeylüvel ayının içerisinde devam eden
Mevlid-i Şeriflerin de beleketi uzun zamandan
beri devam eden şu fütuhatların birer
hikmetiyle fütuhat risalesini belan etmeye
niyaz ederiz. Allah Azze ve Celle'nin takdir ve
tayin etmiş olduğu şu fütuhat yani açılışlar
hem Ümmeti Muhammed için hem bütün
alemlerde bütün dinlere mensup, bütün
insanlık için bir bekleyişin karşılığıdır. Bunlar
Kuran-ı Azimüşşan'da Hazreti Allah'ın hangi
ayetleriyle işaret buyrulmuş ve hangi
ayetleriyle esasını bulur onu ifade ettiğimiz
gibi. Dersin ikinci kısmında onun tarihi
vesikalarını beyan etmeye gayret edeceğiz. Zira
tarih boyunca gelmiş ve geçmiş olan büyük
fütuhat alimlerini en bilinenleriyle İbn Arabi
Hazretleri gibi, İmam Şerani gibi, Sayın Nur Şah
Hazretleri gibi ve daha pek çok İsmi Şerifler
var. Bu İsmi Şeriflere indirilmiş olanlar yani
verilmiş olan bu fütuhatlar nereden geliyor?
Hazreti Allah'ın beyan etmiş olduğu aliyeti
kelimelerinin hangisinden doğup gelmiş bu
hakikat? Onu beyan etmek lazımdır. Allah
nasip ederse bu cumartesi gününden itibaren
de bu cumartesi günü Allah nasip ederse ruhi
yayın evinin açılışı olacak. İnşallah Allah nasip
ederse bütün kardeşlerimiz davetlidir. O gün
burada Fütuhat-ı Seyyid Muhammed Ruhi'nin
tarihi bir günü olacak. Bismillahı olacak. İlk
kitabı biliyorsunuz bu sohbetler başlarken
Esma'ın Üstahı'ndan başlamıştık. Esma'ın
Üstahı'nı bitirirken ve devam ederken tasavvuf
sohbetleriyle Seyyidimizin kütüphanesinden
dünyada insanlığın bizlerin ihtiyacı olan
kitapları tek tek beyan etmeye başlamıştık.
Bunlar elhamdülillah çatır kardeşlerimize
beraber düzenlendi, derlendi, toparlandı,
basıldı. İlk olarak Dil Risalesi adı altında
birincisi başladı. Allah kısmet ederse buradan
devam edecek diğer kitaplarımız. Cumartesi
günde hem yayın evimizin açılışı olacak
inşallah hem de diri risalesinin tanıtımı ve
onun bütün insanlığa sunumu ile beraber bir
bisküvilerimiz olacak. İnşallah hep beraber o
günlerinde şahit oluruz. Cenab-ı Hak bu
ilimlerin içindeki var olan hikmetlerle
hikmetlenmeyi bize nasip eylesin. Zira bu
fütuhatları okumak, dinlemekten beraber yeni
bir süreç başlıyor. Her fütuhatta olduğu gibi
onların insanlara duyurulması aşaması,
insanlara beyan edilmesi, insanlara aktarılması
aşaması söz konusudur. Bu aktarım bir görev.
Bu görevde sadece insanlar duyacaklar,
bilecekler ve ondan sonra kısım kısım değişik
yerlerde inşallah bizlere beyan edildiği şekliyle
biz de derleyip toplayıp insanların en
anlayabileceği usulde düzenleyerek insanlara
hazır hale getirmeye gayret ediyoruz. Allah
yardımcı olan kardeşlerimizden de razı olsun.
Cümlemizden razı olsun ki bizlere sevdiğimiz
bu imkanı nasip eyledi. Çünkü bu fütuhatlar
Hazreti Allah'ın birer takdididir. Öyle bir takdidi
ki büyükler gelip geçtikleri zaman fütuhatlarla
veya ne derlerken bu kadar yoğun bir fütuhat
yaşamadıkları gibi yaşadıkları dönemde
fütuhatın kendisine beyan etseler dahi bunlar
kitaba ayağın olmamıştır. Dolayısıyla bu da
bütün fütuhat alimlerinin bu fütuhatlarına
birer delil teşkil eden bir Risale olacaktır. Yani
hem Seyyidimiz hem de Seyyidimizden evvel
gelmiş olan o büyük fütuha sahipleri o
fütuhatları nereden alıp nereden izah ettiler
onu beyan etmek gerekiyor ki bu on bir
meselede beyan edilir özüyle. Kitapta yine
genişletilmek üzere. Hz. Allah'ın Hicr suresinde
beyan ettiği bir hakikat var. ‫َو َلْو َفَتْح َنا َع َلْيِهْم َباًبا ِم َن الَّسَم اِء‬
Semadan onların üzerine bir kapı açsak da ‫َفَض َّلوا ِفيِه‬
‫ َيْع ُرُجوَن‬manevi gölgenin korumasıysa oraya
yükselseler. Hz. Allah bu birinci meselede
göklerin kapısı gönüllerde var olan bir sırdır. Sır
olan sırra bağlıdır beyanatıyla işareten ve
hakikaten şöyle beyan ediyor çünkü Hicr
suresinin baş tarafında onlar Peygamber
Efendimiz'e dalga geçiyorlardı. Hulasa zaten
bütün büyük bütün peygamberlerle böyle
dalga geçtiler. Peygamberlerden sonra sünnet-i
seriyeyi yaşatmaya gayret edenler ve yine
vahyi ilahinin tercümanları olan büyük fütuhat
alimleriyle bu usulle beyan ettiler. Bunlar
Kur'an'ın bir ayeti olduğu için böyle yaşanmaya
mecburdur. Yani sadece fütuhat-ı seri
Muhammed Ruhi'de değil, bundan evvelki
bütün fütuhat alimlerinde. Çünkü alimler iki
kısımdır. Bunu ilim risalesinde beyan etmiştik.
Biri vehbi alimlerdir, biri kesbi alimlerdir. Kesbi
alimler, kendilerinden önce yazılmış olan
hakikat ve hikmeti yaşadığı devrin esaslarıyla
beyan etmeye mecbur olan alimlerdir. Vehbi
alimlerse şu vahyi ilahiyle Hz. Muhammed
Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e
Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla indirilmiş olan
vahyin birer tercümanı hükmünde dediler.
Dolayısıyla zaman zaman ehli fütuhatın
beyanatı yanlış anlaşılmıştır. Bazı zamanlarda
bazı yerlerde de birer alay konusu olmuştur. Ve
onlar şöyle demiştir. Bize yazdırıldı diyorsunuz.
Bize konuşturuldu diyorsunuz. Bu nasıl
olabilir? Veya bu söylediğiniz hak mıdır? Siz bir
vahiyden mi bahsediyorsunuz? Siz Allah'tan
vahiy mi alıyorsunuz? Haşa ve kella. Hakikat
vahiy penceresi kapandı Resul-i Kibriya
Efendimiz'le. Ancak şu Hicr suresinin baş
tarafında beyan edildiği usul dairesinde
Peygamber Efendimiz'e alay edenler için Hz.
Peygamber ayeti kerimede şunu söylüyordu.
alay edenler için Hz. Peygamber ayeti
kerimede şunu söylüyordu. Vahiy ilahi göklerin
ardında var olan bir yerden gelir. Orada
yazılmış olan hakikatler peygamberlerime ve
Resullerime ve Nebilerime Cebrail
Aleyhisselam vasıtasıyla indirilir. Eğer semada
var olan şu kapıyı açıp da onlara hadi gel şimdi
sen bu hakikat ve hikmetleri görmek ister
misin desek onlar şöyle derler. 15. ayette
devamında. Elbette derler ki. Herhalde bizim
gözlerimiz boyandı. Sarhoş olduk. Doğrusu biz
büyülenmiş bir kavimiz. Hazreti Allah bu ayeti
kelimeyle şunu buyuruyor. Ya Muhammed
seninle alay etmeleri benim takdirimdir. Ben
zaten işin başını böyle koydum. Çünkü sen
onlara bugüne kadar duyulmamış olan,
unutulmuş olan hakikat ve hikmeti Kur'an-ı
Azimüşşan ile indiriyorsun. Senden sonra da
bu dini devam ettiren alimler, ilim sahipleri bu
dinleri, bu ilimleri zamanın ihtiyaçlarına göre
Kur'an'ın ve sünnetin ve ehli beytin çizgisinden
asla ve kella çıkmadan bu esasları yeniden
tefsir ettiklerinde de onlar da aynı sünnetten
kendilerine birer pay biçilerek onlarla da alay
edilecektir. Buradaki alay edilmekten kasıt asıl
itibariyle gündelik hayatımızda yaşadığımız bir
alay ediş değil. Hz. Peygamber Efendimiz'e sen
suklansın, sen sarhoşsun diyorlardı. Çünkü Hz.
Peygamber Efendimiz'e sen suklansın, sen
sarhoşsun diyorlardı. Çünkü Hz. Peygamber
Efendimiz'e söylediklerini birebir
reddedemiyorlardı. Çünkü mucizelerini
görüyorlardı. Miraç hadisesinde ve daha ayın
ikiye yalınmasında pek çok mucizele şahit
olmuş diğer bütün kafirlerin bu hakikatler
karşısında alayları sen bir sarhoşsundur. Yani
öyle şeyler ifade ediyorsun ki hem aklımızla
görüyoruz, gözümüzle görüyoruz ama kalbimiz
bir türlü kabul etmiyor. Bu tabiri şöyle ifade
edersen daha iyi kavrarsınız. Halk arasında bir
laf vardır. Sarhoşun sözüyle sarhoşta kavga
edilmez. Neden? Derler ki normalde o adam iyi
bir adamdır, hoş bir adamdır. Ancak sarhoş
olduğu zaman ağzından çıkan sözler kendinden
değildir. Bir başka şekilde söylemekte de sakın
ona alınıp da adam sana küfür ettiği için ya da
kötü bir söz söylediği için onunla kavga etme.
Onu kale alma. Ayılsın bak yaptığından o da
pişman olacaktır. Peygamber Efendimiz'e de
bunu söylüyorlardı tabiri caizse. Ya
Muhammed senin ağzından çıkan şu sözler
sallallahu aleyhi ve sellem biliyoruz ki senden
değil. Aynı sarhoş gibi. Niye? Çünkü senin
yaşadığın, doğduğun bu topraklarda bu
söylediğin cümleleri bilgiyle ilim sahibi
olmadığını biliyoruz. Öyle şeylerden
bahsediyor ve öyle mucizeleri ortaya
koyuyorsun ki aynı zamanda bunu
reddedemiyoruz. Dolayısıyla bizim için sen
ancak bir sarhoş konumunda olabilirsin.
Diyerek alay ediyorlardı. Peygamber Efendimiz
için söylemiş olan bu sözler karşısında da
Hazreti Allah diyor ki ey insanoğlu Hazreti
Muhammed Mustafa Aleyhisselatü Vesselam
peygamberlerin sonuncusu benim habibim,
benim sevgilimdir. Vahiy ilahi ona geldi
kapandı ama bilmez misiniz ki Vahiy-i Kur'an
Kur'an adı Müşşan bu ilim deryasının bir cüzü
ve hepsini kapsayan bir ana kitabından bir
parçadır. Sizi oraya bir alıp götürsem siz de
sarhoş olursunuz. Tabiri caizse. Ehli Fütuhat
zaten bütün bu ilimleri şimdi göreceğimiz diğer
ayeti kerimelerde beyan olunduğu üzere
göklerin ardında var olan gökler de neden
göklerdenmiş diğer kısımda belirleyeceğiz. Var
olan hakikat dairesinde anlattılar. Onların
anlattıkları vahiye tabi değildir. Ama vahiyin
esasını bir tesir hükmündedir. Şöyle ifade
edelim. Yaşadığımız dönemde ve her yeni
gelişen dönemde yeni hastalıklar, yeni
problemler, yeni dertler ortaya çıkarken,
rezzak olan Hazreti Allah, Rahman ve Rahim
olan Hazreti Allah, Kur'an-ı Azimüşşan'da ve
Peygamber Efendimiz'in sünnetinde, mutlak
surette onun cevabını koymuştur. Ama
birisinin, bunun içinden bu hakikati çıkarıp,
bugüne koyması ve göstermesi gerekiyor. Ne
gibi? Adamın biri ilaç yapar. Öyle bir ilaçtır ki,
kendi alanında her türlü meseleyi çözebilecek
bir ilaçtır. Ama yapıldığı dönemde henüz
çözülmesi gereken hastalıklar o dönem için
yoktur. elden ele almış olan bir zatın. Bilir
misiniz? Bu öyle değerli bir ilaçtır ki, şimdi
dedemin yapmış olduğu şu uygulamalarla
beraber bunu yapsanız buna da bir şifası vardır
demesi ne kadar hak ise, ne kadar hakikatse
aynı şey bunun içinde mümkündür. Şöyle
beyan edelim. Tarih boyunca görmediğimiz
hastalıkları görmeye başladık. Ve yeni
hastalıkları da görmeye başlıyoruz. Doğru mu?
Doğru. Tarihten önce kuş gribi diye bir şey
yoktu. Sonra bizim sağ olsunlar ürettiler. Özel
üretim mikroptörü. Özel üretim yaptılar.
Dediler ki kuş gribi. Var mı bunun cevabı? Şu
gribi. Var mı bunun cevabı? Bu, bu, bu. Var mı?
Var. Nerede var? İstersen kimyasalda da var.
İstersen baharat tarafında da var. Peki soran
şu. Baharatçı adam bu otu bu adama verdiği
zaman al sana şifa olsun dediği zaman
topraktan yeni bir bitki mi arıyor? Hayır.
Ihlamu, papatya neyse ne. Aynı otu bu sefer
belki farklı oranlarda, belki oranlarını bile
değiştirmeden bu hastalık yeni dahi olsa kitab-
ı mübinde yazılmadıysa bizi hasta edemezdi.
Madem ki yazılmıştır öyleyse şifası mutlaka
vardır. Madem ki şifası vardır ve yeryüzünde
yeni bir bitki yok. Dükkandaki bitkiler belli. O
halde bu bitkilerin içerisinde öyle bir karışım
var ki önümüze yeni çıkan bu hastalığın devası
yine bu dükkanın içerisinde ama farklı
karışımlardadır. Öyleyse işte orada ilmi
fütuhat. Yani fütuhat halimi kapıdan içeriye
girer. Ve size yeni bir karışım yapar. Yeni bir
ottan değil. Farklı bir ot kullanarak değil. Aynı
otları veya aynı kimyasalları isterseniz ilaç.
Farmakoloji anlamında da. Aynı ilaçları alır size
yeni bir karma yapar. Al der şimdi bak.
makoloji anlamında da. Aynı ilaçları alır size
yeni bir karbon yapar al der. Şimdi bak aynı
otların şöyle karışımı önünüze çıkan yeni
hastalık için devadır. Dolayısıyla işin
anlaşılması için en kabat abimle şöyle ifade
edelim. Vahyi ilahi baharat dükkanındaki her
şeydir. Yani indirildi, bitti. Yeni bir ot çeşidi
daha gelmeyecek. Yeni bir ayet daha
gelmeyecek. Yeni bir sünnet daha gelmeyecek.
Hepsi dükkanda. Ama dükkanın dışındaki
sokak durmadan değişmekte. Haller
değişmekte, tavırlar değişmekte, maddi ve
manevi hastalık çeşitlenmekte, teknoloji
ilerlemekte, o olmakta, bu olmakta. Ama bu
dükkan madem ki Hz. Allah'ın dükkanıdır tabiri
caizse, Kur'an-ı Azimüşşan'ın dükkanıdır,
Sünnet-i Muhammedi'nin dükkanıdır,
sokaktaki her adama cevap vermeye
mecburdur çünkü Hz. Allah diyor ki ne varsa
koydun bu kitaba. Ne varsa var bu dükkanda.
Ya Rabbi girdik dükkana. Onu denedik olmadı,
bunu denedik olmadı desen el cevap. Onun
erbabı olacak. Size vahyi ilahideki çeşitleri
hazırlayıp ilaç olarak takdim edecek. edilecek.
Fütuhat alimleri bu Kur'an-ı Azimüşşan'ın
dükkanında Ümmet-i Muhammed'in
ihtiyaçlarına göre vahyi ilahinin içerisinden
aldıklarıyla yeni terkipleri beyan edenlerdir.
Kespi alimleri ise bu terkipleri dünyadaki
insanları yedirme peşinde olanlardır. Yani birisi
dükkanın içindedir görünmeyen, bilinmeyen,
duyulmayan. Zaten ne kadar fitonat halimi
görsen yaşadığı dönemde çok büyük takdir
görmemiştir, çok nadir. Genellikle vefatından
sonra, 100 yıl sonra, 150 yıl sonra anlaşılmıştır.
Ya dükkanın içinde bir adam vardı,ımazdık bize
o ilaçları o veriyordu. Ne zaman anlaşılır bilir
misiniz? Şu zaman. Kesbi alem dükkanın
önündedir. Yani kesbi ilme sahip olan adam.
Kapıyı tıklatır. Efendim der, Kur'an'ın
dükkanından yeni çıkan şu hastalıklara bir
çözüm var mı? Dükkanın içi asla ve katiyetle
boş kalamaz. İşte bu yüzden tarih boyunca
fütat ilimleri bitmez. Dükkanın kapısını tıklatıp
der ki bir ilaç var mı? Dükkanın içerisinden o
zat kapıyı açar der al bu yeri terkip götür. Bu
alim eline aldığı bu ilacı şimdi sokak sokak
gezen bunu insanlara gösterip yedirip
içirmekten sorumlu olan zattır. Dolaşır dolaşır
dolaşır aradan bir 15-20 sene geçer. Yeni bir
hastalık peyda olur. Yeni bir dönemez peyda
olur. Tekrar gider dükkana. Dükkandaki
baharatçı değiştiyse işte o zaman anlar
fütuhatçının değişmiş olduğu. Dolayısıyla
Fütuhar bir haktır Kur'an-ı Azimüşşan'dan
doğmuş olan. Eğer olmasa kim çözecek bizim
takdirimizi? Öyle ya bizim madden ve malen şu
yaşadığımız dönemde öyle problemlerimiz
öyle sıkıntılarımız var ki bunu Kur'an-ı
Azimüşşan'ın ayetleriyle sünnetullahın hakikati
dairesinde göklerden zindirilmiş o hikmete tabi
olan bir zatın beyan ve işareti ve bu gönüllerin
nakş olunması için beyanatı mecburdur. O
mecburiyet dairesinde bizler görüyoruz ki ehli
fıtuhat tarih boyunca vardır. O tarihi vesikeyi
de dersin ikinci kısmında beyan ederiz Hazreti
Allah'ın izniyle. Hazreti Allah şöyle buyuruyor.
De ki Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak.
Sonra hak ile aramızı ayıracaktır.‫ ْل‬Rabbimiz
hepimizi bir araya toplayacak. ‫ ُثَّم َيْفَتُح َبْيَنَنا ِبا َح ِّق‬Sonra
hak ile aramızı ayıracaktır. ‫ َو ُهَو اْلَفَّتاُح اْلَعِليُم‬O ki açandır
ve her şeyi bilendir. İkinci meselede büyüklerin
tabiri şudur. Her zamanın mekanında
yaşayanlarına göre bir gerçek vardır. Dünyevi
gerçekler doğru bilinmediğinden her den
doğruya yöneltilmeye mecburdur. Şimdi biz Hz.
Allah'tan her namazımızda niyaz ediyoruz.
Diyoruz ki, Ya Rabbi sırat müstakim eylet bizi.
Bu asıl zamanda bir şeyin ifşasıdır. Bu aslında
zaman da bir şeyin ifşasıdır. Hazreti Allah
bizlere o ayeti kerimeyle şu hakikate atılacak.
Ey ehli iman yaşayacağınız zaman dilimindeki
mekanın değişmesiyle yani sizlerin nefsani
istek ve arzularınızdan dolayı gerçek bildiğiniz
yalanlar, yalan bildiğiniz gerçekler oluşmaya
başlayacak. Ve madem ki şu Kur'an-ı Şah'ın
asla ve katiyette değiştirilmeyecek, işte o
zaman o zat-ı muhteremler çıkacaklar, hak ile
aradaki şeyleri ayıracak ve beyan edecekler.
Bizden önceki yani Kur'an-ı Şah'ından önceki
kitaplar neden tahrif edilebilmiştir? El cevap
baharatçı dükkanının içerisine herkese girme
hakkı verilmiştir. Yani ümmetten herkes
girebilir, her şeyi alabilir hakkı verilmiştir.
Burada bir parantez açalım. Gene ahmaklar
demesin ki Kur'an sizin mecburdur. Hayır. Biz
Kur'an azimüşşanına mecburuz. Ancak Kur'an
azimüşşanına mecburiyetimiz bu mecburiyeti
doğuran hastalığımıza şifa telakki ettirecek
doktorun izahat olmadan hakkaniyetini
bulamaz. Örnek hastalık geçirdin midemde ağrı
var. Dedin ki ya kitapçıya giderim ee bir tane
tıp kitabı alırım açarım mide hastalıkları
bölümünü oradan bulurum. Semptomlarıma
göre. İyi de midenin bir ağrısı en az 12-13 yaşın
hastalığa delalet edebilir. Erbabına
mecburiyetin senin doktora mecbur olduğunu
göstermez. Sana şifayı verecek yine Hz.
Allah'tır. Ama Hz. Allah her şeyi bir hikmete
binaen ve kendisini gizleyerek yaratmıştır ki
gerçekten ondan bilenlerle bilmeyenler
birbirinden ayrılabilsin. Yani tasavvuf için
ahmak adamların söylediği bir cümle var ya
klasik sizinle Allah arasında mürşidiniz mi
girdi? Hayır. Biz sizin gibi kendimizle Allah
arasındaki nefsimizi ve aklımızı kaldırdık. Buna
niyaz ettik. Çünkü siz diyorsunuz ki kitaplarda
var. Evet var. Ama siz kendi akıl ve
nefsaniyetinizle bir seçim yaparak hak ile
aradaki hakikati birbirinden ayırmaya
muhtedir olamayacağınız için O hakkın
ayrılacağı günü beklemeye mecbursunuz. Biz
de kıyametimizi bu dünyada yaşamak istiyoruz.
Mahşere bu dünyada çıkmak istiyoruz.
Hesabımızı buradan görmek istiyoruz. Yani
ölmeden önce ölmek istiyoruz. Çünkü
Resulullah bize bunu gösterdi. Dedi ki hepiniz
birer ölüsünüz. Ölmedikçe Hakk'a
uyanamazsınız. Öldürün nefsinizi uyanın
Hakk'a. Uyanırsam Hakk'a ne olur ya
Resulullah? İşte bundan sonra Hak ile
aranızdaki her şey ayrılacak ve siz beyanı
anlamaya başlayacaksınız. O güne kadar kitap
size kapalıdır. Çünkü daire-i hakikatte sana bir
kitabın açık olabilmesi için Hazreti Allah'ın Ya
Fettah-ı İsmi Şerifi ile sana tecelli etmesi
gerekmekte. O tecelliatın hakkaniyetini
bulması gerekmektedir. Fetih Suresinin 18.
Ayeti Kerimesinde var olan hakikat, fütuhatlar
babından üçüncü meseleye işaret eder ki, her
an bir yakindir, yakine varmadan, yakini bilen
olmasa, yolculuk nakıt olur, zulümat olur. Hz.
Allah şöyle buyuruyor, ‫ َلَقْد َرِض َي ُهّٰللا َع ِن ا ُمْؤ ِم۪ن يَن‬Zülumat olur.
‫ْل‬
Hazreti Allah şöyle buyuruyor. Lekad
radıyallahu anil müminin. Kesinlikle Allah o
müminlerden razı oldu. Kesinlikle diyor Hazreti
Allah. Kesinlikle diyor ben razı oldum.
Lamıcimi sorgusu suali acabası yok. Ya Rabbi
kimden sen razı oldun? Bir de ona kesinlikle
razı oldum diyorsun. Cevap ayet-i kerime şöyle.
İz yüba yeuneke taht-ı şacara. O ağacın altında
sana biat ettikleri vakit. Allah. O ağacın altında
sana biat ettikleri vakit. Onların kalplerindeki
sadakati bildi üzerlerine sekiyle indirdi ve
kendilerine yakın bir fetih nasip etti peki suat
şu bu ağaç sadece peygamber efendimizden ve
pegamber Efendimiz'e biat edilen Mekke-i
Mükerreme yolundaki o ağaç mıdır? Hayır, o
sadece bir işarettir. Zira biz Kalu Bela'da
Hazreti Allah'ı kabul ettikten sonra her ümmet
kendi Peygamberine biat etti. Kalu Bela bir
defa yaşanmadı. Çok anlattık geçiyor. 72 Kahlo
Bela'nın bir tanesinde bütün müminler kime
tabilerse onun ağacının altına gittik. İnşallah.
Hz. Peygamberin ağacı, Hz. Adem Efendimizin
ağacı o büyük ağaçlıklı meselede. Yani Kur'an
adı müşanda dikkat ediniz, cenneti muhalle
anlatılırken neden hep ağaçlar anlatılır? Ağaç
çok büyük bir mesele, çok uzun bir mesele.
Kale-i Ubelâ'da gittik, çünkü davet ettiler. Ey
Allah'ın kulları, ey Allah'ın birliğine şahit
olanlar, biat etmeye hazır mısınız? Ve bizler
her ümmetten kim gelecekse gittik,
Peygamberimize biat ettik orada. Zaten
Peygamberin elini orada tutmasan, burada bir
şeyhinin elini tutamazsın, canını sıkma. O
yüzden ahmaklara da kafanı takma. Zira orada
Resul'ün elini tutamayan burada Resul'ün
evlatlarından birinin elini tutamaz. Orada
Allah'ın varlıkla birliğine secde etmemiş adam
bu dünyada ne yaparsan yap bir daha iman
edemez. Zaten bu film yaşandı burası hikaye.
Burası gerçek bir hikaye. Çünkü biz bu filmi 72
defa yaşadık, bu da 73. 73. filmin tekrarında
nefis bize bitmez bir meseleyi anlatıyor. Allah
ise her birinde yeni fütuhatlarla Kur'an-ı
Azimüşşan'ın 104 kitabıyla sonra bu 104 kitabı
tefsir eden fütuhatlarla buna da mı hayır
diyeceksiniz? Buna da mı hayır diyeceksiniz?
Buna da mı hayır diyeceksiniz? Ben razı oldum.
Kesinlikle razı oldum. Kime razı oldun Ya
Rabbi? O ağacın altında sana biat ettikleri vakit
onların kalplerindeki sadakatle onlara razı
oldun. Peki benim şimdi söylediğim biraz akıl
alma cümlenin hakikati karşılığı nedir diye
sorsan Allah rahimdir, rahmandır. Şu ayeti
okuduktan sonra hakiki bir mümin olsa
ağlamaz mı? Niye? Ya Allah razı olmuş. Ben
Resulullah'ı göremedim ya Rabbi. Ben
Resulullah'ı görüp de o ağacın altında onun
elini tutamadım ya Rabbi desen Hz. Allah'ın
cevabı şu olur. Ey Ademoğlu ey ehli iman. İşte
sana bir fütuhat ehli lazım ki o ağacın sadece
oradaki ağaç olmadığını sana söylesin. Sen
Müslüman olarak yaşar, ehli iman olarak vefat
edersen bil ki o ağacın altında kal ve belada
Resulullah'ın elinden tutanlardansın. ağacın
altında, kalü belada Resulullah'ın elinden
tutanlardansın. Bizim şeyhimizin elini tutup
biat edişimiz kalü beladaki Resulullah'ın elini
tutuşumuzun tekrarıdır. Tekrarıdır. Çünkü biz
bu dünyaya kalü belada Allah'ın varlıkla
bildiğini kabul ettik dediğimizin üzerine bunu
tekrardan yaşamaya gelmedik mi? Bak. Bizim
kelime-i tevhidimizde iki unsur var. La İra'il
Allah Muhammedun Resulullah. Bunu kalü
belada bize sordular mı? Sordular. Dediler ki
ben sizin Rabbiniz miyim? Hazreti Allah sordu.
Ben Rabbim ki. Biz dedik ki evet Ya Rabbi sen
bizim Rabbimizsin. Teşrik et. Ve ona biat ettik.
Tamam birinci kısmı oldu. Peki ikinci kısmı niye
olmadı? Oldu. İkinci kısmı olmasa sen burada
Resulullah'a ümmet olamazsın. Hazreti Allah'a
biat ettikten sonra ağacın altında Resulullah'ın
elini tuttuk ona biat ettik. Şimdi ifşa etmeye
ettik. Şimdi ifşa etmeye geldik. E ifşa etmek
zaman ve mekana bağlanmış. Göremedik
Resulullah'ı tutamadık şimdi elini. Bizden 1400
yıl önce yaşamış bedenen elhamdülillah
elhamdülillah ümmetinin başında biz öyle
iman etmişiz öyle iman edeceğiz. Öyleyse
bunun da ifşası mecburdur. Kur'an-ı Azimüşşan
hakikatiyle söylüyoruz. O hakikat dairesinde
bizlerin şerhimizin elini tutmamız hakikatte
Resulullah'ın elini tutmamızdır. İşte bu yüzden.
Çünkü La İlahe İllallah kısmını kahli ve belada
yaşayıp, burada ispatı imkan tanıyan Hazreti
Allah Muhammedun Resulullah kısmını,
burada ispat ettiriyorsa, bunun kahli ve belada
yaşanmış olması lazım. Başka bir ihtimal
yoktur. Çünkü kafir orada küfretti, burada kafir
geldi. Orada münafıklık etti, burada münafık
geldi. Şimdi aranıyor ya, kafirin suçu ne?
Arkadaş burası suçluların, haklıların haksızdan
ayrıldığı yer değil. Burası ete kemiğe bürünüp
aynı filmi 73. defa yaşadığımız yer. Bu film
yaşandı, bitti. Takma kafana hiçbir şey. Allah
rahimdir, rahmandır. Kimseye azap etmek
istemediği için 72 defa açtı orada. Dedi ki bak
bu 72'nin sonu geldiğinde 72'sinde dedi ki ey
kullarım size son bir defa daha hak tanıyorum.
Bundan sonra öyle bir yere gideceksiniz ki
oradan sonra bak 73'ten sonrası yok. Ve 73,
72'nin tekrarı olacak. Her bir kalu belada iman
edenlerin sayısı artı olacak. Her bir kâru belada
iman edenlerin sayısı artmıştır. Her birinde.
Yaklaşık 70 bin, 80 bin civarında her birinde
artmıştır. Yani kafir adama Hz. Allah'ı 72 defa
nida etti. Gel Müslüman ol. Gel Müslüman ol.
Gel beni Rabbin olarak kabul et. Yok, yok Yok
yok yok yok diyenler arasında tamam diyerek
diğer kahve belada iman ehli olanlar geldiler.
Sonra 72.sinde 71.sinde peygamberlerin
beyanatı ve ifşası ve biatı oldu. Ve ne gariptir ki
72. kahve-i Belada peygamberler ifşa ettiği için
reddedenler oldu. Mesela Ebu Cehil. 8. Kale-i
Belada ehli iman olmuştu. 72'de peygamber
efendisi peygamberlerini görünce reddetmişti.
Kafirliği 72. Kale-i Belada. Aradaki Kale-i
Belalarda Müslümandı. Resulullah'a gördü
orada kaldıramadı. Orada kaldırsaydı
Resulullah'ı gördü orada kaldıramadı. Orada
kaldırsaydı burada kabul ederdi. Orada daha
kaldıramadı. Kıskançlık oradan geliyor. Ya bu
adamlar niye böyle zulmetmişler? Zalimler bu
dünyada sadece kendilerini göstermeye
geldiler. Bunlar kahri belada da zalimdi zaten. E
biz şöyle yapsak bunu adam edemezliyiz.
Edemezsin kardeşim. Bu film bitti. Her
makineden çıkacak ürün bellidir. Fotokop
makinesinden patates püresi bekleme yani. Bu
çıkmaz. Kağıt koyacaksın. Basacak çıkacak.
Araba ne yapacağı belli. 3 aşağı 5 yukarı.
Bozulsa da bozulmasa da. Müslüman adamın
motordur motor. Ha bozuk çalışıyorsa bunu
düzelten şeyh efendidir. Fütuhatlar bize bu
yolun doğruluğunu ve istikametini beyan
etmeye mecbur olarak geldi. Niye? Çünkü kalü
belada bu fütuhat alimleri sesleniyordu. Gelin,
iman edin. Bu fütuhat alimlerinin Kalu Bela'da
görevleri yok muydu sanki? Vardı. Kalu Bela
öyle herkesin, affedersiniz dağılmış tavuk gibi
gezdiği bir yer değil. Orası da yaşanan bir yerdi.
Şimdi anlatılmamış, belki zaman olmamış,
İmam-ı Şerhani Hazretleri vardı böyle bir
kitaba beyan olunmadı, kaydedildi. İşte
bizlerin kitapları basma gayreti bu yüzden. Yok
olup gitmemesi için. Çünkü alimin ilmi çok
değerli ve çok kıymetlidir. Yazmadın bu uçar
gider. İmam-ı Şafii Hazretleri'nin zamanında
yaşamış öyle imamlar vardı ki İmam-ı Şafii'den
daha üstün. Talebeleri yani ilim anlamında
yanlış anlaşılmasın. Talebeleri bu ilimleri
yazmadıkları için unutuldu. Şimdi bir ilim
adamının ilmi kağıda yazılmazsa talebeleri bu
işi yapmazsa alimin zaten bir şey yazmaya vakti
yoktur. Alim konuşur. Fütuhat alimleri üzerinde
konuşmadır onun işi. Talebesi bunu yazacak.
Yazdığını aktaracak. Yazmazsan uçar gider.
Dolayısıyla bu fütuhat alimleri, kalo belada ne
yapıyorlardı? Gelin, bu ağacın altına gelin,
Allah'ın birliğini kabul edin, Resulullah'ın
peygamberliğini kabul edin. Böyle böyle beyan
ediyorlardı. Ve bu beyanatları burada da aynı
şekilde devam ediyor. Değişen hiçbir şey
yoktur. Hz. Allah Fetih Suresinin birinci ayeti
kelimesinde dördüncü meseleyi böylece
anladık. İnna fetahnâlike fethammü bîne
Muhakkak biz sana apaçık bir zafer verdik.
Buradaki dördüncü meselenin özü ise şudur.
Açıklanmaya mecbur olanlar bitse alemler
durur. Alemler aşka dönmektedir. Şu Kur'an-ı
Azimüşşan'ın tefsiri duramaz. Dursa alemler
durur. müşşahının tefsiri duramaz. Dursa
alemler durur. Çünkü bizler Resulullah'ın
Cenab-ı Hak ile aşkına aşık olmuşuz. Madem
bu aşka talibiz, madem bu aşka maddozuz,
bunu anlat anlat bitirememiz bu yüzdendir.
Biterse kıyamet kopar. Bitmez. Soruyorlar ya
bu kadar tefsirle ihtiyaç var mı? Vallahi sen
tarihte bir ferhat bir şirini görmedin mi? İki
şeyin birbirini sevmesinden doğan bir
efsanenin binlerce yıldır devam ettiğini
görmedin mi? Bunlar ete kemiğe bülümüş iki
insandır. Onlar da evliyaydı ayrı mesele. Hikaye
yanlış anlatıldı. Bu daire ya hakikatte aşka
maktul olanların isimlerinin silinmemesi bu
yüzden. Hazreti Allah bu aşıkların arasında
aralara tabiri caizse cüzler koymuş. Ne gibi? Şu
kitabı elinize alırsınız cilttir. Bu cildin 20 otuz
sayfasında bir bölümler var. Dikiş noktaları.
Kalıp kalıp böyle geliyor. Bunların işte dikiş
noktaları birer fütuhattır. Sonra diğer sayfaları
bu fütuhatların beyanatı için gelmiş görevli
olan tesbih ulemadır. tesbih ulemadır. Hepsi
aynı şeyi yapıyor. Bir aşkı beyan etme gayreti.
Edilebilecek mi? Vallahi bunu en çok kütahya
talimleri biliyor ki edilemeyecek. Ama ne kadar
anlatılsa o kadar tadı çıkıyor. Ne kadar
konuşulsa o kadar lezzetli oluyor. Ne kadar
okunsa o kadar lezzetli oluyor. Kur'an-ı
Azimüşşan'dan sonra bu kadar beyanat ve
kitaba ihtiyaç var mıydı? Vallahi daha fazlası
vardı ama yıkıp yıktılar. Eski alimlerin yazdığı
kitaplar şimdi olsaydı siz onlara delirmiş ve
mecnun diyecektiniz. Ayetlerle apaçık
görünüyor. Kimler diyecek? Münafıklar. Kimler
diyecek? Kafirler. Çünkü tadına alamadığın şeyi
anlat anlat bitiremezsin. Öyle ya. Bir yere
gidiyorsun, yemek yiyorsun, eve geliyorsun,
anlatmaya başlıyorsun. Ya beyefendi diyor yani
anlat anlat bir yemektir altı üstü bitiremedin.
Yeseydin sen de bitiremezdin. Göğün kapıları
sana kapalı görseydin sen de bitiremezdin.
Göğün kapıları sana kapalı görseydin sen de
bitiremezdin. O fütuhat alimlerinin
yaşadıklarını yaşasaydın susamazdın. Ya da
susardın konuşamazdın. Bir başka ihtimal
yoktur. Cenab-ı Hakk'ın nasip eylediği şu
fütuhat kapısı on bir meseleyle ifade
edilecekti. Dersimiz yetişmeyeceği için 10. ve
11. meseleyi beyan edelim. Sonra bunun tarihi
birkaç meselesini beyan edelim. Yine kitapta
izahata kalmış olsun. Hz. Allah Nasır Suresinde
şöyle buyuruyor. İzâce'e neslullâhi ve'l-fetmî.
Allah'ın zaferi ve fetih geldiği zaman. Hazreti
Allah'ın Fettah-ı İsm-i Şerif'in tecellisinde
Esma'ın Hüsna'da beyan ettiğimiz o hakikat
dairesinde bilinir ki Hazreti Allah'ın yardımıyla
beraber açılan Fettah-ı İsm-i Şerif'in tecellisiyle
kötü ruhatlar nail olur. Şu İah ismi şerifinin
tecellisiyle fütuhatlar nail olur. Şu ismi şerifin
işareti bize gösterir ki her fütuhat nasrun
minallah Allah'tan bir yardımdır. Allah'ın bir
yardımıdır ki insanlar bölüp bölüp Allah'ın
dinine girsinler. ‫ َو اَل ْيَت اِس وَن ۪ف ي ۪د يِن ِهّٰللا َباًجا‬Allah insanların
‫ْف‬‫َا‬ ‫ُل‬ ‫َاْدُخ‬ ‫َّن‬ ‫َا‬
gördüğünde Allah'ın dinlerine girerken bölük
bölük buyuruyor ya bu fütuhatlar insanların
bölük bölük dinlerini yeniden ihdas etmeleri
için Allah'ın bir yardımıdır. Hem ehli imanın
hakikatleri bir kez daha görmesine ve
yanlışlarını düzeltmesine, hem de küfür ehlinin
yeniden iman hakikatini duyması için bir yön
ve bir hakikattir. Kimlere nail olur? ‫َفَسِّبْح ِبَحْمِد َر ِّبِك‬
Hemen Rabbine hamd ile tesbih et ifadesinde,
Cenab-ı Hakk'a hamd ile tesbihatını
yaşayanlara nail olur ki Fücehata Seyyid
Muhammed Ruhi'nin varlığına delalet eden en
büyük esas Seyyidimize Hz. Allah'ın takdiriyle
Hz. P'nin işaretiyle Resul-i Kibriya'nın ve Hz. Ali
Efendimiz'in mededi himmetiyle takdim
edilmiş 52 haftalık zikirlerdir. 52 haftalık
zikirlerin verilmiş olması Hz. Allah'ın hamd ile
tesbihat için bizlere verilmiş birer tesbihat idi.
Ve ne acayiptir ki bütün ehli tarihlerin
usulünde normal şartlar altında sadece
müridana verilen zakir hakkı bu zikirlerde
bütün ümmeti Muhammed'e verilmiş.
Seyyidimiz buyurmuşlardı şu 52 haftalık Esma-
ül Hüsna'yı dünyanın dört bir tarafında istediği
meşrepte istediği mesrepte hangi yönde, hangi
cihette, hangi düşüncede kim olursa olsun şu
52 Esma-ül Hüsna'yı çeksin, beyaz edilmiş
usullerle tekrar eylesin, hak ve hakikat
dairesinde kendisine mutlak surette büyük
imkanlar, büyük nasrullah, Allah'ın yardımı nail
olacaktır Allah'ın izniyle. Bunu söyleyebilmek
ancak kütahat ehline mümkündür. Çünkü İbn-i
Arabi Hazretlerinin kitabında olduğu gibi. İbn-i
Arabi Hazretlerinin virtlerinin varid olduğu,
yani yazdığı kitaplar var. Gerçi eksik vermişler
ama nasıl ki İbn-i Arabi'nin zikirlerini
çekersiniz, çalışır. Sayın Nur Şah Hazretlerinden
vardır, çalışır. Neden? Çünkü bunlar ehli
fütuhattır. Fütuhat ehli kendi bulunmuş olduğu
meşrebiyle beraber bütün meşrepleri
kapsamaya mecburdur. Çünkü o ümmeti
Muhammed'in ihtiyacı olanı dükkanından
çıkartan kişidir. Dolayısıyla orada hasta ayrımı
yoktur. Diyeceksiniz ki diğer meşreplerde hasta
ayrımı var mıdır? Evet yoktur ancak
meşreplerin yetiştirme usulünde okulların
talebesi olmak ayrı bir mevzudur. vesile olmak
ayrı bir mevzudur. Yani seyidimize bir bu
tarikat-ı kadiriyenin meşrebinde bir zat olarak
bakmamız gerekiyor. Bir de ehli futuhat olarak
bakmamız gerekiyor. Yani iki tane penceresi
var. Esasi olarak. Çünkü futuhat ehlinin
meşrebi bütün meşrepleri kapsar cihettedir. Ve
bu kapsamayla beraber Allah'ın yardımının nail
olması sadece Mekke fethiyle, beyanla işaret
edilemez. Yani fetih sureleri geldiği zaman
genellikle ulema bunu doğal olarak Mekke
fethiyle bağdaştırmışlar. doğal olarak Mekke
fethiyle bağlaştırmışlar. Ancak Resul-i
Kibriya'nın tabirca ise fütuhatlarından bir
fütuhattır Mekke'nin fethi. Ve o fethi, bütün
daire-i İslam için bir nokta olması cihetiyle
alem-i İslam'ı toplama ve kuşatma anlamında
kendinden sonraki ehli fütuhatı da birer kafa
olmuştur. Çünkü bütün fütuhat ehli, fütuhatı
da birer kafa olmuştur. Çünkü bütün fütuhat
ehli fütuhatın başını Kabe-i Muazzama'da
Resul-i Kibriya'nın kabri başında almışlardır. Bu
usul tarih önce değişmemiştir. Önce Kabe-i
Muazzama'da özel bir noktadan gelen nur-u
ilahiyle, feyzi muhabbet ile o fütuhat nail olur.
Sonra Resul-i Kibbet ile o fütuhat nail olur.
Sonra Resul-i Kibriya'nın emri varil olur. Onun
mührüyle kapı açılır ve o kütüphane-i ilahiden,
eczane-i muhammediyden, seyyidimizin
tabiriyle o ilaçtan ümmet-i Muhammed'e
takdir olur. Bu takdirin on birinci meselesinde
bilinmelidir ki Hz. Allah Fetih Suresinin 27.
ayeti kelimesinde bu hakikati şöyle bizlere bir
kez daha hatırlatır. Ne buyurdu Hz. Allah? La
kad sadakallahu rasuluhu rüya bil hak. Gerçek
gerçekten Allah Peygamber'in rüyasını hak
olarak gösterdi, takdir etti. Gerçekten Allah
Peygamber'in rüyasını hak olarak gösterdi,
tasdik etti. Mutlaka mescide harama
gireceksiniz inşallah emniyet içerisinde.
Başlarınızı tıraş ederek veya kısaltarak
korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah
bilmediklerinizi bildi. Bu fetihten önce yakın
bir fetih yaptı. Hz. Allah bu ayeti kerimde
işareten buyuruyor ki. O zatı muhteremler ki.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü
Vesselam'ın tabiri caizse birer rüyasıdır. Çünkü
rüya sonradan varil olan şeydir. Peygamber
Efendimiz'e buyuruyordur ya. Rüya nübüvvet
penceresinden bir penceredir. Vahiy
penceresinden bir penceredir. Yani ehli imanın
şahsi olarak yatağına yattığı sabahleyin
uyanana kadar bir rüya gördü. Bu rüya ümmet-
i Muhammed'e takdir edilmiş bir imkan
cihetinde, Resul-i Kibriya'nın tabiriyle fütuhat
kapısından bir kapıdır. Ancak bu zat ehli
fütuhat olmaz. Neler efendimizin rüyasında
olduğu gibi sonradan gelerek dinin
iktisiyetinde mecbur çalışmayla mecbur olan
zatlardır. Öyle ki işte onlar emniyet içerisinde
mescide haramlara girerler ve burada beyan
edilen saçlarını başlarına tıraş ederek
kısaltmalarındaki maksat işarette hikmeti
şudur. Allah yolunda her şeyleri harcamışlardır
ehli fütuhat. Artık harcayacak bir nokta
gelmemiştir ve Cenab-ı Hak onlara kendisinden
hasıl olmuş ilimleri Resul-i Kibriya'nın
rüyasından takdir eder. Yani her fütuhat Resul-i
Kibriya'nın rüyasından gelen bir hakikat ve
hikmettir. İbn-i Arabi Hazretleri'nde de böyle
değil, diğerlerinde de böyledir. Resul-i
Kibriya'nın rüyasından bir penceredir. Nasıl ki
Resulullah'ın gördüğü rüya hak olduysa, bu
fütuhatlar da birer hak olarak feyda olacaktır.
Ve onlar neydi? Korkusuzca gireceksiniz.
Burada işaret eden şu buyuruyor ki, bütün ehli
fütuhata, ehli küffar ve münafıklar
saldıracaklardır ve tarih boyunca
saldırmışlardır. Ancak onlar korkusuzca
yollarına devam edecektir. Min dûne zâlike
fethan gharîbâ Yakin olan bu zatlara yakında
bu fetihten önce verilmiş fetihler cihetinde
yeni fetih hakikatleri verildiği de
görülmektedir. Bu fütuhatın on bir meseleyle
Kur'an-ı Azimüşşan'da varlığına belalet, ispat
ve işaret. Anlamakla çözülecek bir iş değil,
hikmetli bir meseledir. anlamakla çözülecek bir
iş değil hikmetli bir meseledir işin tarihi
meselesine gelince Allah'a Zülcelal şu Kur'an-ı
Azimuşşan'da 99 Esma-i Şerif'ini beyan etmiştir
işte bu 99 Esma-i Şerif 99 tane fütuhat kapısına
delalet eder yani yeryüzünde 99 defa çağ
değişmeye mecburdur. Çünkü her ismi şerifin
pik yaptığı, tepe yaptığı bir nokta vardır. Ve o
ismi şerifin dokunduğu noktadan bir kapı
kapanacak ve insanlar yeni bir çağa
geçeceklerdir. Bizler kaçıncı çağdayız dünya
sistematiğinde bu 99 Esma-i Şerif'ife göre şu
anda 98.sidir bu. Sondan bir evet. Bizden önce
97 defa kapı açıldı. Hz. Adem Efendimiz de
başladı. Resuller ve Nebilerle devam etti.
Arada 3 tane Evliyaullah zat var. etti. Arada üç
tane evliya Allah'a zahmet var. Peygamber
Efendimiz'den sonra Peygamber Efendimiz'in
buyurduğu bir hakikat var ya benden önce
sonraki alimler benden önceki peygamberler
gibidir veya onlardan üstündür
buyurmasındaki hikmet buradan
kaynaklanıyor. Çünkü Resul-i Kibriya'nın
futuatı başladı bu sefer. Öncekinde başladı
Hazreti Ali Efendimiz'e. Fütuhatın kapısı orası.
Ve Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde bunu
beyan etmiş oldu. İlmin şehri benim kapısı
Ali'dir. Hazreti Ali Efendimiz bu fütuhatların
birincisi. Ondan sonra Cafer-i Sadık Efendimiz
var. Ondan sonra tarih içinde gelenler var.
Hazreti Pir Abdülkadir Ceylan Hazretleri var.
Ahmet Erruf Ali Hazretleri var. Zaten dört
büyük aktabı sayması hepimiz bu. Bunlar
büyük bir tuhaf kapılarını aramışlar. Yani
tarihte bu insanlar çağı değiştirmekte Allah'ın
birer anahtarı olarak tabir caizse kullanılmışlar.
Bu çağ değişmesi meselesini iyi anlamamız
lazım. Çünkü tarihçiler bile bakıyorsunuz
Fransız ihtilali diye İstanbul'un fethi diye çağ
değişimlerini beyan ettiler. Çağın değişimi
sosyal olarak, ekonomik olarak, bakış olarak,
yaşam şekli olarak bir şeyin pat diye
değişmesidir. Bu dönüşüm sürecinde ehli
imanlı Sıratı müstakimden korkmaması için
yeni gelecek olanlardan haberdar olan bir zatın
o tarihe göre mekana hazırlama mecburiyeti
vardır. Avrupalının bugün tarihini İbn-i
Arabi'nin tabanı üzerinden kurması gibi. Ama
şimdi yeni bir situat var. Şimdi çağ değişti. Bu
çağın değişimiyle beraber şimdi yeni imkanlara
ve bunları okumaya mecburlar. Eskisi
zorlanmayacaklar. Şimdi inşallah kitaplarımız
çıkacak. Dediğimiz gibi bu cumartesi günü
açılışımız dergâhtadır. İnşallah zikre mukabil
bütün arkadaşları, eşit dostlarımızı davet
ediyoruz. Buyursunlar gelsinler. O da tarihi bir
gün olmuş olur. Bir başlangıç olur. Allah'a şdir
ettiği her fütuhatın 6 tane evresi vardır. Bu
evrelerin 3 tanesi fütuhatlar geldiğinde ve
yazılırken yaşanır, 3 tanesi sonra yaşanır. 6
tane. Biliyorsunuz bu ismi şerif yani 97. olan
ismi şerif 98. olan bu kapının ismi Yavvasiyadır.
Yavvasiya ismi şerifi seyidimizin ismi şerifi de
olduğu için bunun üzerindeki fotoğraf çok
geniştir. Yani İbn-i Arabi'de de bunun etkisini
göreceksiniz ama onun Yavvasiya değildi.
Başka bir ismi şerifti. başka bir ismi şerifti. Bu
ismi şerif üzerinden valid olduğu için fizikte,
kimyada, biyolojide, tıpta, tarihte, coğrafyada
zaten fütuhata fütuhat yapan şeylerden
asliyeti budur. Yani geldiği dönemde çağın
gereklerinde dini olarak değil bütüncül olarak
bakmakta ve kavramaktadır. Üç evrenin
birincisi reddiyedir ve alaydır. Bu bütün
peygamberlerin ve bütün adimlerin mecbur
yaşamak zorunda oldukları bir gerçektir.
Kur'an'da ayettir çünkü. Madem ayettir
yaşanacak. Kimler kabul etmeyecek?
Münafıklar kabul etmeyecek. Kimler kabul
edecek? Kafirler ve müminler. Çünkü kafirlerin
içerisinde ilmi ve bilmi araştırmaların
içerisinde bu gerçekleri ve ispatları görmenin
karşısında evet doğru söylüyorlar diyenler çok
çıkacaktır. Bunun karşılığında Müslüman
olanlar da olabilir olmayanlar da olabilir.
Bunlar takdiri ilahiyedir. Ama biz birkaç defa
dikkat ederseniz, şu fütuhatların beyanatına
kadar münafıkları beyan etmiştik, anlatmıştık.
Münafıklarsa uzun bir dönem önce
fütuhatların gelmiş olan zatlara karşı mücadele
edecekler ki, ne gariptir ki tarihte Evliyaullah'la
en çok uğraşıldığı dönemi yaşıyoruz. Böyle 3
tane dönem oldu. Bir tanesi Emevilerdi, bir
tanesi Moğollardı. Gerçi Moğollar da cevabını
aldı. Emeviler da cevabını aldı. Üçüncüsü ise
yaşadığımız şu devirdir. Dikkat ediniz. 1400
yıllık İslam tarihinde Müslümanların içerisinde
bir evliyayı mürşit olarak kabul etmeyenlerin
varlığı olsa dahi reddedilmemiştir. Ama öyle
bir çağa geldik ki evliyalara bunlar kafirdir
diyen bir zümre var. bunlar kafirdir diyen bir
zümre var. Ve oldukça geniş bir zümre. Ama
aynı denizin köpükleri gibi. Kur'an'ın ayeti ve
yanlattığıyla söylüyorum. Kaybolup gidecekler.
Bizim fütuhat-ı hakikatin, bu fütuhat-ı seyyid
Muhammed'in geleceğine delildir bu. Çünkü
karanlıklar ayyuka çıkmadan güneş doğmaz.
Coğrabya karışır. Karıştı meyve karıştı. Her
tarafta kar akar. Akıyor meyve takmakta. Ne
yazık ki. Siyasi ekonomik bölünme yaşanır.
Yaşandı mı yaşanıyor. Yani tarih ve mekan bu
füturata hazır. Çünkü bir doğuma mecbur İslam
dünyası. Bu doğal kitaplarla yeniden
toplanmaya mecbur olduğu için. Dari boyunca
hep böyledir. Üstada gelen fütatı da bakarsanız
aynı dönemde yine bunları göreceksiniz. Farklı
değil. Bu dönemin bir farklılığı daha var. Bu
dönemde evliyaya karşı büyük bir saldırı var.
Hatta onlar kafirdir diyerecekleri kadar. Bu da
bu fütuhasın gelmek üzere olduğunun delilidir.
Niye? Resul-i Kibriya'nın gelişinin delili fil
vakasıdır çünkü. Fil vakası olduğu zaman
Kâbir'i, Ebabil kuşları koruduğu zaman
Peygamber Efendimiz'in amcası Hazreti Ali
Efendimiz'in babası şöyle buyuruyordu.
Umulur ki yakında bir kurtuluş gelecek. Dediler
ki neyin kurtuluşundan bahsediyorsun? Siz
bilmezsiniz dedi. Tarihte Allah-u Zülcelal'in
yarattığı özel noktalara ne zaman saldırı olsa
ardından mutlaka bunu koruyacak ve
kollayacak birisi geliyor demektir. Şu anda
Ümmet-i Muhammed'in her tarafında, her
noktasında bir saldırıya maruzdur. Suriye'si,
Irak'ı, Libya'sı, Lübnan'ı ve hatta Türkiye'si. Her
yerde ve her şekilde bir saldırıya maruzdur.
Öyleyse bir fütuhat gerekiyor. Öyleyse bir
fütuhat peydah olunmuş. Ve bu hakikat dairesi
anlatılmaya başlanacak. Ve birinci evresinde
müthiş bir reddiye olacak. Biz bunu biliyoruz.
İkinci evresi vardır bunun. Kabul aşaması ve bu
kabul ile beraber bütün dünyaya yayılma
aşaması. Bu yayılma aşaması da en çok ehli
küffar tarafında olur. Fütuhatların. Bu da
değişmez. Çünkü evde yaşayanlar genelde
babasından habersizdir. Çok yaşamışsınızdır.
Çok görmüşsünüzdür. Adam alimdir. Adam
zahittir. Adam mübarektir. Hanımı bilmez,
çocuğu bilmez, kızları bilmez. Ya siz bu adama
mı diyorsunuz böyle? Biz biliyoruz onu. Ne var
ki onda derler. Çünkü Allah ev halkına yakın
olanlara, yakında olanlara genellikle bu işler
örtülüdür. Kimler anlar? Acıkmış olanlar.
Susamış olanlar. Ah bir cümle duysak. Ah bir
adam bir cümle kursa bizi bu hayattan
kurtarsa, bize bu karanlık dimalardan bir ışık
gösterse diyenler. O yüzden gelenlikle
Evliyaullah kendi dervişlerin tarafından
bilinmez. Genelde olanı söylüyorum. Allah bizi
bu azaftan beli edesin çünkü o büyük bir
azaftır. Kimler bilir İngiltere'de bir gün bir
adam bir kitap açar, okumaya başlar. Bir bakar
ki ışığı anlatıyor. Fiziği anlatıyor. Kimyi
anlatıyor. Ve sonra Resulullah diyor. Hazreti Ali
diyor. Abdülkadir Ceylani diyor. Allah'ı ve onun
sevgililerini anlatıyor. Kimdir bu adam deyip
yola düşecek. Ve genellikle has olanlar da hep
böyle uzaktan çıkar gelirler. Hakikat böyledir.
Sonradan gelirler, uzaktan gelirler. Çünkü onlar
aç ve susuz. O yüzden bir iki haftadan beri
derslerimize beyan etmiştik. Aç olmak lazım
Hazreti Allah'ın meşkine. Tok olursan bir şey
göremezsin. Lezzetini alamazsın. Aç olmak
içinde gerekenleri beyan etmiştir. Sonra
üçüncü evresi bunun nihayet bulması
gerektiğinde şöyle beyan edilir her zaman. Ya
şeyhin bundan fazlası da vardır siz de beyan
edin. İmkan varsa olur. Genellikle büyük bir
kısmını da beyan edemeden giderler. Onlar
vefat ettikten sonra Allah uzun ömürler versin.
Üç tane daha evre vardır. Birinci evrede bu
kitapları birileri çıkar. Bunu biz anlayamamışız
der. Yazıldığı zaman da biz bunu
anlayamamışız. Bu cümleyi anlayamamışız.
Burada adamümleyi anlayamamışız. Burada
adamlar öyle bir şey anlatmış ki, Seyyid
Muhammed Ruhi Hazretleri öyle bir şey yazmış
ki, biz onun ağzından dinlediğimiz zaman da
anlayamamışız der, önce bu fıtuhatlı yazılanlar
yaşanmaya başlar. İkinci evresinde bütün
alemler, bütün dünya zatı kabul eder ama artık
zat yoktur. Üçüncü evresinde ise bunun tesiri
başlar. Yani üstad derler artık, büyük derler, ne
derlerse. Seyyid Muhammed Ruhi Hazretleri o
gün bu dersinde bu beyanatı ifade ettiğinde
aslında zamanın, tarihin, coğrafyanın getirisi
olarak bunu demek istemişti. Böyle demek
istediğini zannediyoruz diyecekler. Bir de bu
kitapların artık tefsiri başlar. Klasik bütün
fütuhatlarda yaşanan mesele budur. Tabii ki
bizim derdimiz bu işi kendi içindeyken
anlayabilenlerden olmak. Onu
yaşayabilenlerden olmak. Cenab-ı Hak nasip
etti bu fuhapları. Bu futuhaplar dediğimiz gibi
aynı zamanda beyanatı tarihi değiştirmeye
mecburdur. Yani biz burada dedik ki ışıktan tat
alabilirsiniz. Şimdi bu aletin yapılması artık
mecbur düşmüştür. Ya bunu bize izah edebilir
misin? Fizik hem de kimya hem de biyolojik
aleti ifade edelim ama uzun iş. Hakikat bu. Bu
makine yapılacak. Bir şeyin de olması
ertelenebilir mi bu bahiste? Evet. var. Mutlaka
bu civarda, bu tarihlerde mutlaka bir futuatın
gelmesi gerekir diyen çok ilim adamları var.
Biliyoruz biz onları arayışlarını. Çünkü onlar
işin içerisindeki nirengi noktalarıyla beyan
edilecek meseleyi anlatıyorlar. Kusura
bakmayın Avrupa İbn Arabi olmasaydı yoktu.
Tabi ki hepsi Cenab-ı Hakk'ın isteği. Öyle istedi
öyle oldu ama İbn-i Arabi'ydi vesilesi. Bütün
böyle vesileler olmasa çünkü Allah'ın kafirlere
rızkı nasıl gidecek? Kafire nur kapalı, fevz
kapalı, muhabbet kapalı bu adam cep
telefonunu nasıl ihmal edebilir? Ancak bir
Müslümanın dilinden bir şey duyarsa
anlayabilir. Da Vinci dediğin adam İbn Arabi
hastası bir adamdır. Onun kitaplarını delicesine
okumuş, rüyalarında görecek kadar ilerlemiş
bir adamdır. Neredeyse Müslüman olacaktım
demiş bir adamdır. Son nefesini duvar. Bu çok
incelikli bir mesele. Girmesi biraz zor. Çünkü
hakikat insanı kaldıramayacağı şeyler var.
Avrupa'nın bu temeli Orta Doğu'nun bu geriye
gidişi, Orta Doğu'nun ehli fütuhata duymuş
olduğu uzaklıktandır. Allah tekrardan
yakınlaştırsın diyelim. Cenab-ı Hak bu
kitaplarla bizim hikmetlenebilmemizi bize
nasip eylesin. Seyyidimizin hikmetini
kavrayabilmeyi onun sözlerini gerçekten
anlayabilmeyi bize nasip eylesin. Bu hikmet ve
hakikatle yaşayabilmeyi bize nasip ve esir
eylesin. Fütuhat meselesi çok uzun ve detaylı
bir konu dediğim gibi ancak kitapta daha da
uzun uzun anlatabiliriz. Ben konuşursam
sabaha kadar anlatırım ama aklın alamayacağı
tarafları var. Yani anlatsan anlayamayacağı
tarafları var. O yüzden sohbet babını da burada
bırakalım. Soru cevap olursa onları
cevaplandırırız. Cenab-ı Hak önümüzdeki
cumartesi yapacağımız açılışı şimdiden
mübarek eylesin. Bütün dünyaya bu kitapları
bütün dilleriyle hakkıyla yayabilenlerden
eylesin. Hepimize güç kuvvet ihsan eylesin.
Başta seyidimize sağlık, saadet, afiyet ve
ailesine nasip mesel eylesin. Başımızdan eksik
eylemesin. Bugün insanlar tarihte, bak yüzyıl
demiyorum, tarihte çok nadir gelir. Allah bize
nasip etmiş. Koruyup, kollayıp onun sevgisiyle,
muhabbetiyle yaşayabilenlerden eylesin bizi.
Yaşarken anlaşılmaz buzaklar, yaşarken
anlayabilenlerden eylesin bizi. Ümmeti
Muhammed'in sağlık, sıhhat, afiyeti için,
hayırların, fetih, şerlerin, defi için. Allah rızası
için.

You might also like