Professional Documents
Culture Documents
Beyza Bilgin - İslam'da Kadının Rolü-Türkiye'de Kadın
Beyza Bilgin - İslam'da Kadının Rolü-Türkiye'de Kadın
y4denauer-
Vakf
Yayımlayan:
Konrad Adenauer Vakfı
Türkiye Temsilciliği
Her toplumun hayatı yorumlayan, davranışları yönlendiren kabulleri var. Kabuller inanan
ları için, başkalarınmki ile kıyas kabul etmez şekilde doğru. Doğrular hayata anlam vererek
insanlara mutluluk getirdiği gibi, aralarında rekabete, düşmanlıklara, savaşlara,
bedbahtlıklara da sebep olabilmiş. Bunlarla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmemiz çok önem
li. G ü n ü m ü z d e , dünyanın hemen her yerinin herkese açıldığı yaşama biçiminde, hayat
hakkındaki yorumlarımızı paylaşmakla ve birbirimizin yorumunu öğrenmekle kcndimizin-
kini daha iyi anlayabileceğimizi, böylece hakikate biraz daha fazla yaklaşabileceğimizi ümit
ediyoruz. İnsandan başka varlıkları tanıma çabalarımız da bize pek çok şey öğretiyor. N e de
olsa hayau onlarla da paylaşıyoruz ve onların bu hayatı yaşamada bizden daha çok tecrübe
birikimleri olduğunu öğreniyoruz. Bakışımızı bu şekilde genişletmeyi kadınlar açısından
daha da önemli buluyorum. Ç ü n k ü insanların dişisi olarak kadınlar hayvanların dişileri ile
kıyas kabul etmez derecede sorun olmuş. Hiç kimsenin aklına hayvanların veya bitkilerinin
erkeğinin mi dişisinin mi önce yaratıldığı, hangisinin diğerinden üstün olduğu gibi sorular
gelmemiş. İnsanların erkeği ve dişisi konusunda ise vazgeçilmez bir tartışma sürüp gitmek
te. Dinlerin bu konuda verdiği bilgiler insanlar tarafından genişletilmiş, erkeği vc kadını bir
birine bağlayan vc birbirinden ayıran yeni kabuller üretilmiş.
Kuran'a göre insan soyu yeryüzündeki varlığın bütünlüğü içinde özel bir yere sahip, üstün
ve onurlu kılınmış, (3.A1-İ İmran Suresi, .33, 59.ayetler) yaratılmışların pek çoğundan üstün
tutulmuş, insan irade sahibi, yaptıklarından sorumlu, gün gelecek Allah'ın huzurunda
yargılanacak. (17.tsra Suresi, 70.ayet) İnsanlar cins, ırk, dil, din, hangi farklılıkta olurlarsa
olsunlar, bir ve aynı ortak yaratılışla yaratılmış, ö n c e Allah'ın toprağın özüne şekil vermesi,
sonra ona ruhundan üfleyip can vermesi, sonra erkek ve kadın arasındaki ilginin ve sevginin
sonucu anne rahminde yumurta hücresinin (alak) oluşup gelişmesi ve doğup büyümesi ile.
(96.Alak Suresi, 2.ayet) insanların hepsi aynı yaratılışla, birbirlerinden yaratılmakta devam
ediyor, yani onlar yabancılar değil, akrabalar; şu halde kendilerini yaratmış olan Allah'a ve
aralarındaki akrabalığa saygı duymakta kusur etmemeliler. (Bkz: 4.Nisa Suresi, 1. Ayet; bkz:
s.54.; 4 9 . Hucurat Suresi, 13. ayet)
-2-
kanıtlamak üzere harekete geçip, yılan kılığında gelip yasak meyveyi yedirmek üzere ilk
olarak kadını seçtiği için, kadının şeytana yakınlığı, erkeğe de yedirdiği için kadının da
şeytan gibi ayartıcı olduğu söylemi çağlar boyu sürmüş. Allah erkeğe yasağını niçin
çiğnediğini, hayat ağacının meyvesinden niçin yediğini sorduğu zaman, o, yanma vermiş
olduğu kadının kendisine bunu yedirdiğini söylemiş. Kadın işlediği günah sebebi ile şiddet
le cezalandırılmış, Allah kadına, zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağını, ağrı ile
evlat doğuracağını, arzusunun kocasına olacağım, kocasının ise ona hükmedeceğini bildir
miş. Erkeği de karısının sözünü dinlediği için cezalandırmış. O n a da, toprağın bu yüzden
lanetlendiğini; ömrünün bütün günlerinde, toprağa dönünceye kadar ondan zahmetle ve
alın teri ile yemek yiyeceğini, topraktan geldiği gibi toprağa döneceğini bildirmiş.
M ü s l ü m a n teFsirciler erkeğin ve kadının yaratılışı ile ilgili ayetleri tefsir ederken (2.Bakara
Suresi, 35.ayet, 4.Nisa Suresi l.ayet vb. bkz: s.54) kadının eğri kaburga kemiğinden
yaratılma hikayesini Tevrat'tan alıp kullanmışlar, bunu yaparken de H . M u h a m m e t ' e isnat
edilen bir hadise dayanmışlar. Hadise göre, "kadın eğe kemiğinden yaratılmış, onu bir yol
üzerine yönlendiremezsin; kadından ancak o haliyle yararlanabilirsin, onu doğrultmak
istersen kırarsın, onun kırılması boşanmasıdır". (Kenzu'l-Ummal, Ali el-Muttaki, C 1 6
S.372-.373, Hadis no. 49956) Hadis kritiklerinde, kadının kaburga kemiğinden
yaratılışından söz edilmesinin bir hüküm değil, eski kültürdeki bir benzetmenin
hatırlatılması ile verilmiş öğüt olduğu, hadisin metninde "gibi" kelimesinin bulunduğu,
(Kadın eğri kaburga kemiği gibidir, onu doğrultmak istersen kırarsın! Bkz. aynı kaynak,
4 4 9 7 6 - 7 9 numaralı hadisler) muhtemelen bu kelimenin rivayet sırasında düşmüş veya kas
ten düşürülmüş olduğu bildirilmişsc de, İslam ilahiyatçılarının bir çoğu ve halk için yazılmış
kitapların yazarları bu rivayeti Tevrat'taki ifâdelerle birleştirerek erkeklerin kadınlara üstün
lüğü ve üstünlüğün korunması konusunda ciddi bir Oin hükmü gibi kullanmışlar. Azeri
müfessir Mir M u h a m m e d Kerim el-Baküvi ise "Keşfîi'l-hakayık an nükeri'l-ayati ve'd-
dekayık" isimli tefsirinde bu konuya şöyle açıldık getirmiş: "Hadislerde H . Havva'nın
Adem'in sol kaburgasından kemiğinden yaratıldığı ifade edilmiştir, (Buhari, Nikah 79-80)
H . Adem'in sol kaburgasından murat, sol tarafındaki topraktan demektir. Böylece ikisi dc
aynı topraktan yaratılmıştır. (îbn Mace, Sünen, Taharet 77) Yani her ikisi de bir bütünün
yarısıdır. (Bkz: Gerçeğin D o ğ u ş u , Alevi Kuran Tefsiri, hazırlayan Ahmet Dolunay, 1 12,
Merkür yay. istanbul 2 0 0 0 ) M u h a m m e d Esed, ilk devir tcfsircilerine dayanarak her iki
cinsin aynı yaratılışla yaratıldığım yazar ve Havva'nın Adem'den yarandığı yorumunu red
deder. Ayrıca o tefsirlerdeki bu gibi ifadelerin dikkade ele alınması gerektiğini, 3.Aİ-İ Imran
Suresinin 7. ayetinde bildirilen bir uyarıya dayandırır. Bu ayette denilmektedir ki, kalpleri
hakikatten sapmaya meyilli olanlar, kafaları karıştıracak şeyler bulmak için, keyfi anlamlar
bulmak amacı ile ilahi kelamın çok anlamlı (müteşabih) kısımlarına takılırlar, oysa Allah'tan
başka kimse onun kesin anlamını bilmez. (Bkz; Kuran Mesajı meal-tefsir, S. 9 9 , 132)
-3-
Kuran'a göre, AJlah hürriyet ve sorumluluk vereceği bir insan soyunu yaratacağını ve onu
yeryüzünde halife yapacağını meleklere bildirdiği zaman, melekler yeryüzünde daha önce
yaratılmış bulunan varlıkların tecrübesi ile olsa gerek, böyle birinin kan dökücü ve
yozlaştıncı bir varlık olabileceğini, kendileri sürekli teslimiyet içinde çalışırken insana gerek
olup olmadığını merak etmişler. İnsan soyunun, daha önce yaratılmış varlıklar taralından ilk
algılanışının bozguncu ve yozlaştıncı olarak görülmesi dikkat çekici. Ancak bu olumsuz
algılamada cinsiyet değil, bir bütün olarak insan soyu söz konusu. Allah meleklere insanın
üstünlüğünü göstermek üzere bir test yapıyor ve onlardan varlıkları isimlendirmelerini isti
yor. Melekler Allah'ın kendilerine bildirdiğinin dışında bilgilerinin olmadığını söylerken,
insan varlıkların hepsini isimlendiriyor (2.Bakara Suresi, 30-.31.ayetler) Melekler insanın
bilgi üstünlüğü karşısında secde ederken, şeytan kendi yaratılışının insanınkinden üstün
olduğu iddiasından vazgeçmiyor, şeytan Allah'ın kadını ve erkeği yaşamaları için içine
koyduğu, acıkmanın, susamanın giyinmenin ve güneşin sıcaklığından etkilenmenin söz
konusu olmadığı cennette de onları rahat bırakmıyor, her ikisini de yoldan çıkararak ilk
günahı işlemelerine sebep oluyor. (20. Ta-ha Suresi, 118-119 bkz: s.61) İnsanlar yemeleri
yasak olan meyveyi yiyorlar, böylece sahip oldukları konumu yitirerek, geçimlerini kendileri
sağlamak üzere yeryüzünün olumsuz şardanna indiriliyorlar. Kuran'da, yasak meyveyi yiye
rek Allah'a karşı ilk günahı işleyenin ve erkeğe de yedirerek onun da günah işlemesine sebep
olanın kadın olması gibi bir anlatım yok. T a m tersine anlatılan sadece şu: Adem (erkek)
şeytanın sözüne kanarak, Allah'ın yasak meyveden yememeleri tembihini unutuyor, böylece
I ^ b b i n i n emrine karşı gelmiş, dolayısıyla ciddi bir hataya düşmüş oluyor. Meyveyi erkek ve
kadın birlikte yiyorlar. Meyvenin yenmesi bünyelerinde önemli bir değişime sebep oluyor,
daha önce fark etmedikleri çıplaklıklarını fark ediyorlar ve örtünmek üzere yapraklar arayıp
Allah'tan gizlenmeye çalışıyorlar, insanların yasak meyveden yemelerinin sebebi, Allah'a
saygısızlık değil, Allah'ın tembihini unutmalarıdır. Burada Adem'in unutması ile insan soyu
nun bütününe uyarı yapılmakta, şeytanın kandırmalarına karşı tehlikede oldukları vurgu
lanmaktadır, Adem'in unutması, onun yaratılışındaki amaçta azimli ve gayretli bulunma
ması olarak bildirilmiş. Adem işlediğinin günah olduğunun farkına varmış ve bundan ötürü
Allah'tan özür dilemiş, Allah özrünü kabul etmiş ve kendilerine yol göstermekte devam
edeceği sözünü vermiştir. (20.Ta-ha Suresi, 119-122 bkz: s.61)
-4-
uğrajmakta ve 'Ben şeriata göre hareket ediyorum' demekte. Bazıları da 'Ben araştırıcıyım'
demek suretiyle ayrı hareket etmekte. Ben miskin Ahmet Bican, bu kitapta öyle şeylerden
bahsettim ki, Arap ve Acem bunun benzerini düzmedi. Zira onlar bazı hükümleri ve yalan
yanlış sözlerle hikayeleri naklettiler. Ben miskin ise bütün kutsi hadisleri ve sözleri naklet
tim. Tevrat'ta, Zebur'da, İncil'de ve Kuran'da ne kadar ilahi hitap varsa, diğer peygamber
lerin sahifelerinde ne kadar Allah kelamı mevcutsa, ilahi alemlere, mahşer günü olan
Arasat'a, döneceğimiz yer olan Ahrete ve ebedi olan cennedere varıncaya kadar ne türlü
beyan varsa, hepsini bu kitapta topladım." Yazar daha sonra, "Tevrat'ta yazılmıştır," diye
başlayarak yukarda geçtiği gibi yaraulış hikayesini anlatıyor ve şu açıklamayı yapıyor:
"Kadınların mirasta ve şahitlikte yarım hisseye sahip olmaları, ay hali ve loğusalık durumları
sebebi ile ibadetlerinde erkeklere gpre noksan kalmaları, onlara Allah'ın cezasıdır. Çünkü
kadın soyunun temsilcisi olan ilk kadın, şeytanın kandırması ile yasak meyveyi yemiş ve onu
erkeğe de yedirerek Allah'ın emrine karşı gelmişrir.' (Cilt 1, S. 78-87) Bu hükümler bu ki
taplarda böyle geçtiği gibi, onlar İlmihal kitaplarına da geçirilmiş, böylece genel din eğiti
mini bu bilgiler teşkil etmiş, İslam hukuku dahi bunlara dayandırılmışur. Hikayeleri
kelimelerin dış anlamlarına göre yorumlamakta ısrar edersek, acaba yasak meyve yenmemiş
olsaydı durum faridı mı olacaktı, diye sorular gelir aklımıza. Yani acaba o zaman kadının
gebeliği ziyadesiyle çoğalmayacak ve kadın acılar içinde doğurmayacaktı da, üreme erkek
lerin kaburga kemiklerinden mi olacaktı, kadın kocasına karşı zayıf olmayacak ve erkek
kadına hükmedemeyecek miydi? Bu gibi soruların cevabı yoktur. Bütünü erkek olan Kuran
tefsircilerini, kadına eksik değer biçen eski kültürlere katılmakta cesaredendiren şey, Kuran'a
göre Kutsal Kitapların birbirlerinin devamı oluşu. Kuran'da kısa olarak bildirilmiş olan
konular, daha önceki Kutsal kitaplardan yararlanılarak genişletilip açıklanabilir, diye
düşünülmüş. İslam'dan önceki kültürlerin (Arap, Yunan, Roma, İran vb.)erkek merkezli,
baskın karakteri ve bunların oluşturduğu geleneklerin sağladığı menfeatten vazgeçmek her
halde kolay değildi.
-5-
meşinden şikayetçi. Bütün gün disiplinle uslu durdurdukları çocuklar, baba işten gelir
gelmez onun kucağına atılmakta, omzuna tırmanıp şımarmakta. Anneler babaya da
kızabilmekte, demek ki otorite gayri resmi olarak da olsa hala annede. Avcılık, savaş,
endüstri vb. gelişmeler zamanla insanların hayatındaki asıl ve yardımcı görevlerin yerini
değiştirince kadınlara ve erkeklere yüklenen değerlerde de değişiklik olmuş, insanlar, içinde
doğup yetiştikleri ortamın şartlarına, lârklı zaman ve kültürlere göre öyle değişik özelliklere
sahip olabilmiş ki, birbirlerini kadınlar ve erkekler, yabancılar ve köleler, hatta aşağılık
düşmanlar veya henüz insanlaşmamış insan-altı varlıklar olarak dışlayabilmiş. Birbirimizi
üstünlük ve aşağılık sınıflarına bölmüş, sonra da egemenlik yarışına girmişiz.
Kuran'ın indiği Arap toplumunda sürekli savaşlar sebebi ile erkekler ölüyor, kadın nüfusun
da itibarı zedeleyecek derecede fazlalık meydana geliyor. Erkek azlığı ise fekirlik ve savun
mada zayıflık demek. Soyun ancak erkek çocuk ile devam edeceğine inanılıyor. Kadın
nüfusun fazlalığı kız çocuğa sahip olmayı utanç haline gerirmiş, bu sebeple kız çocukları
biraz okşayıp sevdikten sonra, (bir çeşit nüfiıs planlaması ile) toprağa gömerek öldürmekte
sakınca görmez olmuşlar. Halbuki bir başka alanda kızlar yüceltiliyor, melekler Allah'ın
kızları, putlar Allah'ın yardımcıları sayılıyor. (lö.Sure, 59. ayet; 17.Sure, 40.ayct) Kuran'da,
öldürülen kız çocukların hangi günah yüzünden öldürüldüğünün Allah katında sorulacağı
bildirilmiş: (81 .Sure, 8-9.ayeder) Araplar erkek çocukları pudar için kurban etme adenni de
kısmen uygulamış. Kuran bu adetleri kız ve erkek bütün çocukları kapsayacak şekilde haram
kılmış. (17. Sure, 31.ayet bkz: s.60) Fakirlik korkusu ve mala düşkünlük yüzünden kız
çocukları öldürmenin yanı sıra, malı da onlarla paylaşmamak için bahaneler icat etmiş, şu
hayvanlar ve ürünler kutsaldır, izin verdiklerimizin dışında kimse onlardan yiyemez, şu hay
vanların karınlarında olan şey erkeklerimize tahsis edilmiştir, kadınlarımıza yasaklanmıştır,
ancak ölü doğarsa her iki taraf da ondan pay alabilirler, diyerek, yeminler ve adaklar yolu ile
kadınları aradan çıkarıp etleri yalnızca erkeklerin yemesini sağlayabilmişler. Kuran bunları
da yasaklamış. (6. Sure, 137-139.ayeder)
Soyun devam etmesinde erkekler kadar kızlann da geçerli olduğu, Allah Elçisi'nin hayatında
ortaya çıkmış. H . M u h a m m e t ' i n üç tane erkek, dört tane kız çocuğu olmuş, erkek çocukları
bebekken ölmüşler, bu durum düşmanlan sevindirmiş. Onlar demişler ki, Muhammet'in
soyu soyu-kesik (ebter) biri, adı sanı kalmayacak, unutulup gidecek! Kutan bu durumu
"Ona Kevseri verdik" (lOS.Kevser Suresi) demek suretiyle reddetmiş. Kevser, bolluk, yüce
lik, nesli gür olmak anlamlarına geliyor ve tam da ebter kelimesinin zıddı. Allah
Peygamberine öyle soy gürlüğü vermiş ki, onun adı sanı hiç unutulmamış, ona ebter diyen-
lerinki ise unutulmuş gitmiş. H . Muhammet'in en küçük kızı Fatıma ile ondan olan torun
ları Allah Elçisi'nin soyunu devam ettirmeye yetmiştir. Kız çocuklarına hayat hakkı bile
tanımayan bir toplumda Allah Elçisi'nin soyunun kızından devam etmesi düşünen insanlar
için bir ders.
-6-
H . M u h a m m e t kadınları anne oluşları, şefkatleri ve fedakarLkları açısından daima anmış vc
örnek göstermiş. Yahudi dininin tarihinde önemli yeri olan Firavunun karısı Asiye ile H .
isa'nın annesi Meryem onun daima övdüğü iki kadın. Asiye, Firavunun zulmüne rağmen,
H . Musa'nın sarayda bir prens olarak yetişmesini sağlamış. H . Meryem ise Allah'a olan
sevgisi ve güveni ile babasız bir çocuk doğurmanın ve yetiştirmenin sıkıntılarına kadanmış.
H . Peygamberin ilk eşi H . Hatice'nin ve kızı H . Fauma'nın hizmederini özellikle övmüş. H .
Hatice Allah Elçisine en evvel inanmış ve Müslümanlık uğrunda bütün imkanları ile
çalışmış, sevgi dolu, sadık bir eş, H . Fatıma ise H . Peygamberin, bir kız evlada nasıl şefkat
le, fakat kendi kızı bile olsa, adaletle davranılacağını gösterdiği örnek kişi. H . Fatıma Mekke
döneminde Müşriklerin babasına ettikleri eziyetleri görerek büyümüş, annesinin ölümün
den sonra, Mekke'deki en zor dönemde babasına bakmış, Medinede de H . Ali ile evlenin-
ceye kadar babası ile birlikte yaşamış. H . Fatıma'ya, babasına olan düşkünlüğünden dolayı,
"Babasımn annesi" demişler. Daha sonra da aralarındaki sevgi ve saygı gözle görülecek
şekilde izlenmiş ve kaydedilmiş. Mesela Fatıma babasının yanına geldiği zaman Allahın
Elçisi ayağa kalkıyor, ona merhaba diyor, onu öpüyor ve kendi yerine oturtuyor. Allahın
Elçisi de Fatıma'nın evine gittiğinde, Patıma kalkıyor, ona merhaba diyor, onu öpüyor ve
kendi yerine otunuyor. Onların bu davranışları düşünen insanlar için örnek.
İslam'da kadının konumunu değerlendiren ulemanın önemli bir bölümü, Kuran'ın erkeği
kadından üstün gördüğü kanaatındadır ve bu kanaadarma iki ayed delil getirirler. Ayetlerden
birinde (4.Nisa Suresi, 34.ayet) erkeklerin, ailenin geçimini sağlamakla yükümlü
sayılmalarından ötürü kadınlardan öncelikli oldukları, diğerinde (2.Bakara Suresi, 228.ayet
bkz: S.52) boşanmanın henüz kesinleşmediği bekleme süresi (iddct) içinde erkeğin, boşamayı
iptal etmesi halinde, eşi ile evliliğini sürdürmekte, kadına çıkacak başka taliplere ve kadının
da bunlardan birine meyletmesine rağmen, bir önceliğe sahip olacağı bildirisi var. Ancak ilk
devir uleması ve çağdaş ilahiyatçılar, her ili ayetteki önceliğin de kesinlikle yaratılışla değil,
toplumsal konularla ilgili olduğu görüşündeler. (Bak Salih Akdemir, Tarih Boyunca ve
Kuran-ı Kerimde Kadın, İslami Araştırmalar C . 5 , 4 Ekim 1 9 9 1 , s.260-270; Mehmet Hayri
Kırbaşoğlu, Kuran'a Yöneltilen Başlıca Eleşririler, aynı dergi s.271-283) Onlara göre Kuran
- 7 -
kadından erkeğin yardımcısı, ruhsuz bir mahluk olarak değil, çalışıp çabalamalarının
erkcğinki gibi değerlendirileceği müstakil bir şahsiyeder olarak söz eder;. (92.Leyi Suresi, 3-
5.ayeder; 3. Al-i İmran Suresi, 195.ayet; 33.Ahzab Suresi, 35.ayet) erkeklerle kadınların bir
birlerinin yakınları olduğunu, iyi ve doğru olanın yapılmasmı özendirip, kötü ve zararlı olanın
yapılmasına engel olmakta birbirleriyle yardımlaşmaları gerektiğini (9.Tevbe Suresi, 71.ayet)
bildirir. H . Peygamber hem erkeklere hem kadınlara eşit şekilde gönderilmiş, Allah'ın kitabı
ve H. Peygamberin hitabı aynı şekilde hem erkeklere hem kadınlara yönelmiştir; bu hitapları,
erkeklere tahsis edip kadınları dışarıda bırakmak caiz değildir. (İbni Hazm'dan nakleden
Mehmet S. H a d b o ğ l u , Islami Araştırmalar C . 5 . 4 Ekim 1 9 9 1 , s.231-235)
H . Peygamberin vefatından sonraki dört halife döneminde kadınların toplum içindeki rol
leri henüz geriye dönmemişken, H . Peygamberin henüz çok genç olan dul eşi H . Ayşe,
üçüncü olan H . Osman'ın kadedilmesinden sonra ümmetin içine düştüğü siyasi buhranda,
sahabeden bir grubun önderliğini yaparak duruma müdahale etmiş. (Cemci savaşı)
Kendisini bu harekete sevk edenin ne olduğu sorulduğunda H . Ayşe 4.Nisa Suresinin 114.
ayetini okumuş, Allah'ın ve Peygamberin küçük büyük, erkek kadın herkese emrettiği ıslah
işi için harekete geçdğini söylemiş. (Tarih-i Taberi I (6), 3 1 1 6 ; M . S. Hatiboğlu, aynı
makale) Ulema, İslam'da kadının gerektiğinde kamu görevi yapmasını yasaklayan açık,
kesin, bağlayıcı bir hüküm bulunmadığında, aksine bu kapıyı aralayan delillerin mevcut
olduğunda birleşmiş. ( 2 7 . N e m i Suresinde, 22-44. ayederde övgü ile anlatılan kadın hüküm
dar Bcikıs bir örnek) Dünya kadınlarının genel olarak yakın zamanlarda sahip olduğu hak
ların bir çoğu Kuran'da ve H . Peygamberin hadislerinde kadınlara tanınmış; mesela
bugünkü oy hakkı "biat" Peygamberin zamanında İcadınlara uygulanmış. Ayette kadınların
biatinin kocalarının, babalarının veya aileden herhangi bir erkeğin kefiileti ile değil, doğrudan
doğruya kendilerinden alınması bildirilmiş. (öO.Mümtchine Suresi, 12.ayet) Erkeklerin vc
kadınların hangi işlerde çalışıp hangi işlerde çalışmayacakları konusunda bir ayrıntı bulun
muyor. Allah insanları ve diğer bütün varLkları çalışmaları ve birbirlerine yardım etmeleri için
yarattığını bildirmiş, ö n e m l i olan işlerin en güzel ve adalete uygun şekilde yürütülmesidir;
gerisi kişisel kabiliyetlere, toplumsal şartlara ve imkanlara bağlı olacaktır. Nasıl ki iki yüzlü
erkekler ve kadınlar da kendi olumsuz işleri için dayanışmaktadır. (9.Tevbe Suresi, 67.ayet)
Halbuki yüzyıllar sonraki Müslüman dcvlederde kadınların oy vermesi değil, nüfus
sayımında sayılmaları bile kabul edilmemiş. İslam toplumlarında kadına şahsiyet ve sorumlu
luk vermek a ç s ı n d a n Kuran öğütlerine bağlı kalınması mümkün olmamış.
Kadınları geri planda tutmak gibi bir politikayı savunanlar, bunu kadının ve erkeğin
yaratılıştan gelen farklılıklarına dayandırmaya çalışmakla, kısa yoldan kuvvet kazanacak
larına inanmış olsalar gerek. Onlar iddia ediyor ki, "Allah insan için mukadder olan
kemali gerçekleştirmeleri amacı ile erkeğe ve kadına birbirini tamamlayan farklı özellik ve
kabiliyetler vermiş; bu özellik ve kabiliyetler, aksine bir ihtiyaç ve zaruret bulun -ladıkça
8-
tabii bir iş b ö l ü m ü n ü ve öncelikler sistemini beraberinde getirmiş; bu cümleden olarak
mesela devlet başkanlığında öncelik erkeklere ait, çünkü bu görevin gerektirdiği fıtri
donanım daha ziyade erkeklerde var; bununla beraber ihtiyaç ve zaruret bulunursa kapı
kadınlar için de açık! (Hayretdn K a r a m a n , Kadının şahidiği, Örtünmesi ve K a m u Görevi,
aynı dergi s . 2 8 4 - 2 9 1 ) Bir kısım ulemanın Kuran'ın tanıdığı iyiliklerde serbest yarışmayı
'ihtiyaç ve zaruret bulunmadıkça' diye sınırlamaları, ancak 'gerektiğinde' ve 'kapıyı
aralayan' gibi ihtiyatlı dil kullanarak yine de tedbirli davranmaları, bugün dahi kadım
sınırlamayı tercih v e tavsiye ettiklerinin açık delili. Allah'ın takdirini ve yaratılışı toplum
ların ve hatta kendi kişisel gözlem ve kanaatlarını kuvvedendirmekte kuUandabiliyorlar!
Türkiye'de Islam-Kadın ilişkisi üzerine yazılıp çizilenlerin önemli bir bölümüne, İslam'da
kadın sorunu yoktur yaklaşımının egemen olmasının sebebi bu olsa gerek. Bu yaklaşımın
izleyicilerine göre, -genelde erkekler, çünkü kadın yazarların ortaya çıkışı çok yenidir-
kadınların hakları görevlerine göre normaldir, harta fazladır bile! Böyle yazıp savunanlar
İslam hukuku şeriatta erkeğe yüklenen görevlerin ağırlığına, buna karşılık kadına yükle
nen görevlerin hafifliğine dikkat çekmekte, şeriata göre kadının eşine hiç bir hizmet borcu
yok. H a m u r yoğurmak, yemek pişirmek, ev döşemek ve süpürmck, ip eğirip bez doku
mak, kadın bunların hiç biri ile mükellef değil. Eğer kadın bu işleri yaparsa, fazilcrindcn
yapar. Kadının giyeceğini ve yiyeceğini sağlamak erkeğin vazifesi. Kadına düşen şey güzel
geçinmekten ibaret! Kadın konusunda şeriat böyle dese de kadınların kaç tanesi acaba
böyle bir uygulamadan nasip alabilmiş? Kadınların seçkin kesimine bu işleri yapmış olan
lar yine kadınlar değil mi? İmkansızlıklar içindeki kabiliyetli kadınların haklarım kim
koruyacak? Bütün bunlar hukukçuların, devrin şardarım ve genel kabullerini gözeterek
karar vermeleri sonunda oluşmuş kanaatlar. İslam öğretisine göre esas kadın veya erkek
yarışarak çalışmak. İnsanlar çalışmak üzere yaratılmışlar ve hangisinin daha iyi iş yapacağı
çalışmalarının s o n u n d a anlaşılacak. Kadın veya erkek kim hangi işe talipse, onu en iyi yap
makta gösterdiği başarı ile ayrılabilir ancak, peşin kabullerle değil.
• 9-
bir tek parmağı bile fitnedir, diye yazmaya başlamışlardır. G ü n ü m ü z d e artık kadınlar ve
kızlar okullara gidiyor, okuyup yazmayı öğreniyor, hatta yüksek tahsil yapıp meslek
sahibi olabiliyor. G e c i k m e ile de olsa araştırmalar yapabilen kadınlar bulgularını yazıya
geçirebiliyor. Onların bizzat tespit ettiği gibi, kadının sırf kadın olması dolayısıyla her
türlü fitne ve fesadın potansiyeli olan, bu yüzden erkek tarafından kontrol altında tutu
larak yaşaması gereken, ancak iyi bir eş ve anne olması d u r u m u n d a bazı haklara layık
görülebilecek bir yaratık olarak gösterilmesi bir devrin islam anlayışı olmuş. Kadın
kocasının kulu sayılmış, kocasına itaat etmeli, çünkü o yaratılıştan yozlaşmaya yatkın,
başı boş bırakılamaz, diye yazılmış filuh kitaplarına, Allah'tan korkan (takvalı) kadın,
m ü m k ü n o l d u ğ u kadar sokağa çıkmamalı, zaruri olarak çıktığında da tanınmayacak
şekilde örtünmeli, hatta kendini çirkinleştirmeli, namahrem (kendisine nikah düşebilen)
erkekle konuşması gerektiğinde ağzına ceviz veya taş alan evliya kadınlar gibi yapmalı vs.
H a d i s saygınlığı kazandırılmış bazı sözler de var ki, sık tekrarlanır: Kadın erkeğin kabur
ga kemiğinden yaratılmış, eğri, düzeltilemez; akıl ve din bakımından eksik, nankör, süs
düşkünü ve cimridir; sır tutamaz, huysuz ve kıskanç, özellikle de baştan çıkarıcıdırlar;
eşlerine ihanet ederler, uğursuzdurlar, önünden geçtikleri kişinin namazını bozarlar;
cehennemin çoğunluğunu kadınlar oluşturacak vb. (örnek olarak bkz: Hidayet şefkatli,
Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin islam Gelcnegindeki izdüşümleri, Kitabiyat, Ankara
2 0 0 0 ) Kadını bir fesat kaynağı olarak gösteren bu tür sözlerle yüklü kitaplar maalesef
dindar kadınlar tarafından büyük bir tcsIimiycdc okunur vc kadınlar bunlara din duy
gusu ve Allah'a teslimiyet adına uymaya çalıştıkları gibi, bunları bazen erkeklerden daha
ısrarlı bir dille savunurlar da. Türkiye'deki yenileşme hareketleri karşısında da, sanki
erkekler yeniliklerden hiç etkilenmeyebilirmiş gibi, sadece kadınların geleneksel konu
m u n u n korunmasına ve bu korunmanın bizzat kadının kendi çabalarına yüklenmesine
de kadınlar yine sessizce katlanırlar.
Türkiye'de ve diğer Müslüman ülkelerde, kadının islam'daki konumu ile ilgili yeni yorum
lama çabaları sürüyor. Disiplinler arası Kadın Araştırmaları ve Müslüman Ülkelerde Kadın
Hareketleri çeşidi ülkelerden eğinmli kadınları birleştiriyor, onlar bu yolla ülkelerinde
kadının konumu ile ilgili mevcut durumu ve yeni düzenlemeleri paylaşabiliyor. Böyle
toplantılardan birinde Pakistanlı ilahiyat profesörü Rıfat Hassan Hanımın, yıllardır
Müslüman ülkelerde erkeklerin niçin hala kendilerini kadmlardan sorumlu saydıklarına ve
kadınlar karşısında bir üstünlüğe sahip olduklarına inanmakta devam ettiklerini
düşündüğünü anlatması dikkat çekici. Rıfat Hasan bu düşüncesi doğrultusunda Kuran'ı bir
defa daha, başından sonuna kadar inceleyerek okumuş, aynı şekilde bütün muteber hadis
külliyatını taramış. Sonuç olarak tespit etmiş ki, Kuran'a göre kadın ve erkek yaratılış
açısından farkh değil, aksine her ikisi de "nefis"ten yaratılmış, böyle olduğu halde, nasıl
oluyor da kadınlara farklı muamele yapılabiliyor?" Çalışmalarına devam etmiş ve şunu da
tespit etmiş ki, Kuran'ın metni çok açık ve uzun islam tarihi içinde hep aynı kalmış. Buna
- 10-
karşılık Peygambere atfedilen sözler ve davranışlarla Müslümanların yaşayış biçimi büyük
ölçüde, İslam öncesi rivayetlerle ve geleneklerle karışmış. Öyleyse yapılacak iş, rivayetler ve
gelenekler üzerinden geriye, Kuran'ın kendisine kadar uzanmak ve Kuran'ın hakemliğine
başvurarak yanlış ve yanıltıcı yorumları düzeltmek. Benim mensubu olduğum Ankara
Üniversitesi ilahiyat Fakültcsi'nde ve tabii İlahiyat Fakültelerimizin birçoğunda yıllardan
beri eski rivayedere dayanan yanlış yorumların düzeldimcsi için çalışılıyor. İlahiyatçı
hanımların sorunlarını kendi aralarında vc gerekriğinde erkek ilahiyatçılarla yardımlaşarak
tartışmaya hazır hale gelmeleri çok önemli. Bu alanda uluslararası yardımlaşmaya da ihtiyaç
var. Burada kendi çabalarımı da bir örnek olarak anlatmak istiyorum.
Katiınlann vaizliği
Ben okullarda Din dersinin hiç mevcut olmadığı dönemde yetiştim, yani liseyi biürinceye
kadar hiç din dersi okumadım. Fizik, kimya gibi bir çok kitabı okuduğumuz halde Kuran'ı
niçin okumadığımızı hep merak etmişimdir. Çevremizde bütün harekedcrimiz günah-scvap,
doğru-yanlış, cennet cehennem üzerinden değerlendiriliyor, fakat biz bu değerlerin
kaynağından habersiz olarak yetişiyorduk. Kuran okumayı öğrenmek üzere mahallcmizdeki
hafız hanımın evine gitdğimde okumayı öğrendiğim halde hiç bir şey anlamayınca hayal
kırıklığına uğramıştım, meğer Kuran okumak dedikleri sadece Arap alfabesi ile okuma
tekniği imiş. Benim beklentim okuduklarımı anlamaktı, anlamayınca gitmekten vazgcç-
m i ş d m . Liseyi bitirdiğimde, acaba diyordum bir tahsil yolu yok mudur ki, ben orada hem
dinimi öğrensem hem de bu öğrenim yolu ile hayatımı kazansam. Eskişehir lisesinde
okumuştum, o zaman sadece Ankara'da İlahiyat Fakültesi vardı ve ben ondan haberii
değildim. Arkadaşlarımın tercihine uyarak vc tabii Ankara'da dayım olduğu ve o aileme
güven verdiği için, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Y. Kimya Mühendisliği'ne kay
doldum. Fakat bu fakülte bana ağır geldi, orada mutlu olmadım.
Din bilgilerini kaynağından, Kuran'ı okuyarak öğrenme ümidim tamamen tükenmişu ki,
bir tesadüf ile İlahiyat Fakültesi'ni adeta keşfctrim ve oraya gcçdm. Ailem ve hocalarım
yaptığım bu değişikliğe çok şaşırmışlardı ve doğrusu beni pek onaylamamışlardı. N e de olsa
mühendislik kazançlı ve itibarlı bir meslekri. O zamanlar bugünküne benzer D i n sorunları,
başörtüsü-lslam beraberliği, kadın-erkek ayrılığı benim bilgim dahilinde olan konular
değildi, çevremden böyle bir telkin almamış olmalıyım ki, bunları hiç düşünmemişüm, daha
sonra öğrendiğimde ise hep hayret etmişimdir. İlahiyat Fakültesi'ndeki öğrenciliğim
sırasında İslam ile ilgili pek çok şeyi öğrenme imkanı buldum ve sonra öğrenmeye kendi
çalışmamla devam etum. Mezuniyetimden sonra, ilk yıl Yozgat, sonra Ankara İmam H a ü p
okulunda beş yıl meslek dersleri öğretmenliği yaptım. Bu arada hiç beklemediğim bir şey
oldu ve ben öğretmenliğimin yanı sıra camilerde fahri olarak hanımlara vaaz vermeye de
başladım. Müftülük bana vaizlik belgesi verdi ve böylece Türkiye'nin ilk kadın vaizi oldum.
Daha önce böyle bir uygulama olmamışa, daha sonra ise Diyanet İşleri Başkanüğı kadmlar
- II -
için vaizlik kadroları çıkamı. Meğer dini bir engel yokmuf, sadece kadınların cahiil edip bir
meslek edinmesine izin verilmemiş olduğu dönemde böyle sanılmış. Vaazlarım sadece
kadınlar içindi ve kadın vaizler bugün de sadece kadınlara vaaz verebiliyor. Erkek vaizler ise
hem erkeklere hem kadınlara vaaz vermeğe devam ediyor. Vaazlarımın en önemli konusu,
İslam'ın kadınların hayatına getirdiği iyileşnrmelerdi. Ben bunları övgü ile anlatıyor. Kuran
ayetlerinden örnekler veriyor, eski devir uygulamaları ile bunları mukayese ediyordum.
İslam H u k u k u denilen eski yorumlarda kadına eşitsizlik yapılmış olması, Kuran'ın ken
disinden değil, Kuran'ın tarih içindeki farklı yorumlarının Kuran'mış gibi muamele
görmesinden kaynaklanıyordu. İnsanlar bu uygulamaların Kuran'ın kendisi olduğundan o
kadar emin olmuşlardı ki, artık acaba bu konu Kuran'da gerçekten böyle mi idi diye,
Kuran'a müracaat etmeye gerek duymamışlardı. Ben bu davranışa "Kuran'ın ihmal edilme
si" diyordum ve halen bu kanaatimi koruyorum, şimdi Kuran'ın ihmal edilmesi dediğim bu
uygulamaya nasıl gelindiğine değinmeye çalışacağım ve sonra zamanımıza kadar uzanmış
bazı olumsuzluklara, Kuran'ın bu konudaki ayederi ile karşılaştırarak örnekler vereceğim.
Peygamberden sonraki ilk dönemde Din öğreuminin. Kuran ayederinin aynen belletilmesi
ve H . Peygamberin onlaria ilgili tefsir ve uygulamalannın sözlü olarak nakledilmesi ile sınırii
tutulmasına özen gösterildi. Fakat İslam dünyasının hızlı bir şekilde genişlemesinin yanı sıra
vahyin geldiği ortamı, vahiylerin olaylarla ilgisini, H . Peygamberin bunlarla ilgili söz ve
davranışlarını bilenlerin ölümle ve yaşlılıkla giderek azalması, sözlü kültürün yazıya geçiril
mesi zaruretini ortaya çıkarmış. Peygamberin sözlerinin ve uygulamaların tespirinde
başlangıçta önemli bir sorun çıkmamış, çünkü ilk devirde pek az sayıda rivayet var. Fakat
zamanla rivayetler çoğalmış. Rivayederin çoğalmasının en önemli sebebi, Peygamberin söz-
- 12-
lerinin yanı sıra, onun yanında öğrenim görmüş çaLşma arkadaşları (sahabe) ile Peygamberi
ömründe bir defa da olsa görmüş ve hakkında konuşmuş olan kimselerin hatıralarının
birleştirilmiş olması. Hepsi de Hadis olarak adlandırılan bu sözler Hadis kitaplarında kod
numaralı olarak yer almış durumda. Kaynakları tespit edenlerin, kendilerine ulaşan her haberi
yazıya aktarmalarının sebebi haberlerin kaybolup gitmesini önlemek. Tahkikin daha sonrak
iler tarafından yapılabileceğini düşünmüşler. Ünlü bilgin Tabari'nin, "Tarih" isimli eserinin
önsözündeki şu sözler bir örnek; "Biz bu kitabımızla belge (hüccet) olacak bir eser ortaya koy
mayı gaye edinmedik. Ancak okuyucu bilsin ki, bu haberler bizim tarafımızdan icat olun
madı, sadece bazı rivayetçiler tarafindan bize ulaştırıldı, şüphesiz biz de onları bize ulaşurildığı
şekilde takdim etmekteyiz." (Kuran Nedir, A. Nedim Serinsu, şule yay. İstanbul 1996)
Kültüıfln kutsallaşması
Kuran ayetlerindeki öğütler kişileri ve kişiler arası davranışları etkilediği kadar devletler
arası hukuku da etkilemiş. İlk yüzyıllarda İslam ilahiyatçıları, değişik toplumsal ve
kültürel şardar altında, akıllarını kullanarak, değişik yöntemlerle çalışmalar yapakça, bir
birinden ^rklı içtihatlar ortaya koyabilmiş. Bu farklı içuhatlar birer bilimsel çalışma
ürünü olarak saygı görmüş ve değişik hukuk okulları ortaya çıkmış. D a h a sonra bu içti
hatlardan devrine göre son derecede ileri bir İslam H u k u k u oluşmuş: şeriat, şeriatın son
derecede kapsamlı oluşu ve farklı kültürlerin bir arada yaşamalarını sağlamadaki başarısı
nereden ileri geldi? şüphesiz hukukçu ulemanın kanunları yaparken devrin şartlarını ve
ihtiyaçlarını, insanların örf ve adcderini göz önüne almış olmalarından, şeriat yanlış olarak
Kuran ve sünnet ile özdeşleştirilmiş. Arapça bir kavram olan şeriat sözlükte hem İslam dini
hem de İslam hukuku anlamına geldiği için böyle bir kavram karışması ortaya çıkabilmiş.
İslam inancına göre Kuran vahiy ürünü, Allah sözü; Sünnet ise Peygamberin Kuran'ı
açıklayan sözleri ile uygulamadaki örnekleri. Nasıl olur da Kuran ve Sünnet hukukçuların,
devirlerinin şart ve ihtiyaçlarına göre oluşturdukları ve fikir ayrılıkları ile
farklılaştırabildikleri hukuk sistemi ile aynı olur? Kuran ve Sünnet değişmez, hukukçular
ise devirlerine göre değişik kararlar verebilmiş. Bilimde gerilemenin başladığı, içtihat
müessesesinin kötüye kullanıldığı, kimin neye inanıp neye göre davrandığının
belirsizleştiği, mezhep çatışmaları ile asayişin bozulmaya başladığı bir dönem gelince, artık
yeni içtihada izin verilmeyeceği, bundan sonra yapılması gerekenin bunları hayata
geçirmek olduğu fikri benimsenmiş herkesin mezhebini seçmesi istenmiş. İslam hukuku
mezheplere göre dondurulunca, bunlar Kuran'ın ve Sünnetin bütün devirler için geçerli
ve yeterli yorumları olarak gibi kabul edilince, Kuran'ın eşdeğeri olarak algılanmaya
başlanmış. Yani halk arasında "Kitapta yazıyor" denilince kastedilen Kuran değil, hukuk
kitapları. Mezheplerden birine bağlanmayana dinsiz, dolayısıyla hak hukuk tanımaz biri
gibi bakılır olmuş. Böylece Kuran'ı her zaman için yeniden okuyup anlayıp yeniden
yorumlama faaliyeti durmuş; Kuran bir müracaat kitabı olmaktan çıkmış, törenlerde güzel
sesle ve ezbere okunan, anlaşılması gerekmeyen, sırlı bir kitaba d ö n ü ş m ü ş . Kanunlara kut-
saJlık kazandınlmaii hem İslam hukukuna hem İslam dinine zarar vermiş. Müslümanları
olduğu kadar Müslümanlarla birlikte yaşamış olan gayrimüslimleri de yüzyıllarca barış
içinde bir arada tutmuş bir hukuk başarısı olan şeriat, maalesef bugün, kültür tarihinin ve
İslam dininin içinden doğarak adaleti garanti etmiş bir sistem olarak değil, gaddarca
cezalar olarak algılanıyor ve mesela Osmanlı döneminin birlik, hoşgörü ve barış yönünden
eriştiği büyük siyasi başarılarının üzeri çoğunlukla yanlış tablolarla örtülüyor. Kadın mese
lesi de bu yanlış tablolardan biri. Kadın sorunlarının bugün için önemli ölçüde İslam'a
bağlanışı, Kuran'ın ve Sünnetin hükümlerinden değil, daha çok bu hükümlerin hayata
geçirilmemesinden kaynaklanıyor. Kuran ve Sünnet atlanarak yüzyıllar öncesinin hazır
içtihatlarına bağlı kalınmakta ısrar edilmesi, hayatı o yüzyılların din ve hayat anlayışı ile
sınırlandırmış olduğu için bugün hala bu uygulamalardan birine bağlanmayana dinsizmiş
gibi bakılmaya devam edilmekte. İlahiyatçıların hepsi başlangıçta dini hükümlerin kanun-
laştırdmasını iyi karşılamamış, buna rağmen onlar devirlerinde en çok rağbet bulmuş
görüşlerin mezhepler şeklinde dondurulmasını engelleyememişler. S o n u ç olarak Kuran,
herkesin her zaman elinde tutması, okuyup anlaması ve anladıkları ile davranış gelişdrme-
si gereken bir iman ve terbiye kitabı olma özelliğini kaybetmiş, süslü mahfazalar içinde
yüksek yerlere asılan, çarpacak korkusu ile el değdirmekten bile korkulan bir kitap olmuş.
Müminlerin çoğu onu ancak tören okuyuşları sırasında veya ö p ü p başına koymak için
elleyebilmiş, içinde neler yazılı olabileceğini ancak hayal etmiş ve onu dinlerken hep
ağlamış. Allah sevgisinin ve korkusunun ifadesi olan bu ağlama, yine de Müslüman
toplumu yüzyıllarca idare edebilmiş.
Türkler yaklaşık bin yıl önce Müslüman olduğunda, İslamiyet, daha önce Müslüman olmuş
halkların örf ve adederinin de etkisi ile, önemli ölçüde kurumlaşmış. Müslümanlar
karşılaştıkları yeni kültürlerle başa çıkma çabası içinde, onları etkiliyor ve onlardan etkileni
yorlar. Türklerin Müslümanlar olarak yerleştikleri yerlerde, Müslim-gayrimüslim, bütün
diğer kültürlerde, kadına genel olarak fenalığın ve kirliliğin sembolü olarak bakılıyor ve
kadınlar aşağılanıyor. Türkler ise daha değişik bir hayat düzeninden geliyor. Özellikle
göçebe Türklerde kadınlar ve erkekler eşit değere sahip. İslamiyet'i kabul eden Türkler,
- 14-
sürekli Batıya doğru hareket ederken, İran'da bir siyasi egemenlik kurarak uzun bir süre
yaşadıkları için önce bu kültürün etkisinde kalmış, daha sonra askerleri ile birlikte Arap
emirlerinin yönedminde görev almaya, böylece Arap kültürü ile tamşmaya başlamışlar. O n
Asya'ya geçen Türkler başlangıçta resmi dillerini bile Farsça yapmış, daha sonra
Türkçeleştirmişlersc de bu defa da Arap alfabesini kabul edip, bilim ve öğretim dilini de
Arapça yapınca, kültürde büyük değişmeler yaşamış, geleneklerinden oldukça uzaklaşmışlar.
Kaynaklarda Türklerin 10. asırda kadın ve erkek tam bir hürriyet içinde yaşadıkları, ^ k a t
aralarında ahlaka aykırı davranışların, özellikle zinanın asla mevcut olmadığı yazdı.
Seyahatnamelerde, 13. yüzyılda bile, Anadolu'da T ü r k kadınlarının, sadece göçebelerin değil
şehirlcrdekilerin de, erkeklerden kaçmadıkları, misafir ağırladıkları, ayrdırken onları
uğurlayıp hayır dualarını aldıkları ve hediye verdikleri yazılmış. "Onlar içinde perde yoğidi,
gerçi adab u erkan çoğidi!" beyti, kaç göç olmamasma rağmen terbiyenin ve disiplinin
kuvvetini gösteren bir deyim olmuş. T ü r k gelenekleri uzım süre korunmakla beraber, İslam'
dan sonraki ilk Türkçe öğüt kitabı olan Kutadgu Bilig'de yazar Yusuf Hashacip kız çocuk
larla ilgili öğütlerini sıralarken şöyle diyebilmiştir: "Dostum sana kesin sözümü söyleyeyim,
kız çocuğu hiç doğmasa, doğarsa yaşamasa daha iyi olur!" Selçuklu Türkiye'sinde, büyük
şehirlerde kadınların kapanmaya başladıkları, hatta Konya'da peçeli kadınların görülmeye
başlandığı da yazılmış. Alaaddin Keykubat taç giymek üzere K o n y a ' p girdiği zaman yapdan
şenliklerde kadınlar ortaya çıkmamış, sadece pencerelerden seyretmekle yetinmişler. Orta
Asya, ö n Asya, Anadolu ve Afrika'da yerleşen T ü r k topluluklarında, kadının sosyal duru
mu, İslam dininin öğretilerine uyularak düzenlenmiş görünmekte ise de, onların hepsinde
Kuran'dan çok yerel kültürler etkili olmuş, zamanla bunlara uymak Müslümanlığın gereği
gibi algılanmış.
Müslüman Türklerin hayatında, kadm kıyafederi ile ilgili olarak, saray vc konak hayatının
dışında, fazla belge mevcut değil. Genel kanaat, halk kesimi örtünmek ve korunmak için
giyinirken, varlıldı kesimin gösteriş için giyindiği yolunda. Türkler, erkek ve kadın benzer
kıyafederin giyildiği bir hayat tarzından geldikleri için, kırsal kesimdeki yaşantıda değişen
fazla bir şey olmamış. İstanbul'un fethine kadar, eski T ü r k gelenek ve görenekleri, eski
kültürler ile nispeten başa çıkabilmiş, İstanbul'un fethi ile birlikte ise imparatorluk kültürü
ağır basmış, çok kadınla evlilik ve cariyeli yaşama biçimi, özellikle yüksek tabaka içinde
yayılmış, adet haline gelmiş, aile hayaunda atacrkiUik artmış. Büyük medreselerin kurulması
ile diğer Müslüman ülkelerden bilginler OsmanL merkezlerine gelip yerlcşdkçe T ü r k
kültürü iyice geri plana itilmiş, kadınlar tahsil hayatından uzak tutulmuş, oıdarın yazı öğren
mesi bile sakıncah bulunmuş. Kadınlar hayır vc cğiüm işlerine sermaye koyabilmiş, has
taneler, medreseler yaptırabilmiş ama, kendileri buralarda tahsil edememiş, görev yapa
mamışlar.
- 15-
O s m a n l ı Devletinin son zamanlarındaki gerileme ve zayıflamalar cümlesinden olarak,
kadınların hareketleri giderek daha fazla disiplin altına alınabilmiş. Her türlü olumsuzluk
ahlaktaki çöküntüye bağlandıkça, çareyi topyekün terbiye ve tahsilde görerek tedbir
almak yerine, kadınların hareketlerini kısıtlamak yoluna gidilmesi, tedbirleri alanların
erkekler olmasından ileri gelse gerek. Oıdar, kendilerini de kısıtlayacak genel önlemlere,
bilerek veya bilmeyerek, hiç yanaşmamışlar. Z a m a n l a daha kötü durumlar d a yaşanmış.
Mesela 18. yüzyılda, kadınların bayram günlerinde sokağa çıkmaları yasaklandığı gibi,
camilere girmeleri dc yasaklanabilmiş. Bayram günlerinde kadınların sokağa
çıkmalarının yasaklanmasına gerekçe olarak, sokaklarda erkeklerin arasına karışmalarının
uygun bir iş olmadığı, camilere sokulmamalarına gerekçe olarak da, M ü s l ü m a n erkek
cemaatin, onların camilere girmesinden rahatsız olup üzüldüğü gösterilmiş. Yoğun tüke-
d m i n ve gösterişe yönelişin arttığı Lale devrinde kadınlar dış kıyafetleri olan feracelerinin
yakalarını aşırı uzatmaya, başlarına çeşidi başlıklar giyerek alundan saç buklelerinin
görünmesine izin vermeye başlamışlar, bu tarz tüketim ve gösterişe yöneliş israf sayıldığı
için yasaklanmış. Ç a r ş a f giyimi de bu sırada m o d a olmuş ve bozulmuş olan düzende
çarşaf giyip kadın kılığına bürünerek hırsızhk yapmaya yeltenen bazı erkekler türemeye
başlamış bir ara yasaklanmış da. (11. Abdülhamit d ö n e m i ) . Fakat yasak işlememiş, çünkü
tüccar bu m o d a y a yatırım yapmış, çok miktarda kumaş ithal etmiş. Ç a r ş a f modası
sürdürülmüş.
Çareler aranmam
Devletin kendini toparlamak üzere yeni düzerdcmeleri denediği bir zamanda, kadın hak
larını ve kadınları günlük hayata kazandırmak gerektiğini dile geüren bazı erkek yazarlar,
önce Kuran'dan ayeder getirerek mevcut uygulamaların yanlışlığım göstermeye çalışmışlar.
Modernleşmenin kadına sağlayacağı yeni hakların, asLnda İslamiyet'in başlangıcında uygu
lanan kadın hakları olduğu tezini ilk öne süren N a m ı k Kemal. B u fikir 19. yüzyıl boyunca
çok rağbet görmüş ve halen de görmekte olan klasik bir düşünce. Osmardı kadınının
yeniden yapılanması çabalarında dönemin Müslüman Orta D o ğ u s u ile Rusya Müslüman
Türklerinin harekeden etkili olmuş. Yenilikten yana olan M ü s l ü m a n topluluklar, yapılması
gerekenin, İslam'ın kendisini değiştirmek değil, onu skolastiğin kalıntılarından, fanadzmden
ve ideolojilerden arındırmak olduğunu savunmuşlar. Mısır'dan çok kıymetli yazarlar konu
ile ilgilenmiş, yeniden temel kaynaklara dönülmesi, İslamiyet'in başlangıcında kadına
tanınmış olan bütün hakların yeniden tanınması gereğini savunmuşlar. İslam kongrelerine,
kızlar için zorunlu eğitim, tıp okulu, meslek okulları, camilere rahatça gidiş geliş serbesrisi,
birden çok kadınla evliliğin, üçten dokuza boşamanın ve tek yanlı boşamanın kaldırılması,
kadına da boşama hakkı verilmesi, miras eşitliği, kamuya açık yerlerde kadının varlığının
korunması gibi kadm hakları listeleri sunmuşlar. Bir İslam Rönesans'ından söz edilmiş,
kadının durumu başta olmak üzere, ahlak değerlerini, örf ve adcderi iyileşdrmc fikirleri ile
bütün kesimlere ulaşılmaya çalışılmış. Onlara göre, T ü r k halkının kurtuluşu için aydınlar
- 16-
hareketi lazımdır, eğiüm önemlidir, kızlar da okullaşmalıdır. Bu dönemin yazarlarının
romanlarındaki kadın kahramanlar, genelde yetenekli, becerikli, zeki ve enerjik.
Kampanyalar bazen öyle etkili olmuf ki, bu tür yayınların okunması bile yasaklanabilmiş.
(Kazan Türklerinden M u s a Carullah'ın kitapları gibi) Böyle durumlarda yasaklayanın İslam
Dini mi yoksa İslam Dini adına yapılmış, bir zamanların toplumsal düzenlemeleri mi
olduğuna karar vermek, halkın çoğunluğu için, gerçekten güç. Yerleşik düzenin
alışkanlıklarına ve muhalefete rağmen yine de bazı sonuçlar alınabilmiş. Mesela kızlar için
sanat okulları açılmış, aile endüstrileri canlandırılmış, hekim kızlar yetiştirilmiş, hatta bir
kız, Saint Petersburg Hukuk Fakültesinde hukuk öğrenimi görebilmiş. Çarşaf giyimi
kaldırılabilmiş, kadınlar kocaları ile birlikte sokağa çıkabilmişler, daha da önemlisi onlar
İslam dininin kendilerine vermiş olduğu hakları istediklerini kendileri söyleyebilir ve yaza
bilir hale gelmişler.
Osmanlı aydınlarından kadın meselesini ortaya atıp işleyen erkeklerin, modern Müslüman
kadın için uygun gördükleri ilk model, "milliyetçi kadm" modeli olmuş. Yenilgilerle baş
edilmeye çalışılan bir dönem için, milliyetçi kadın modeli uygun düşerdi. Ç ü n k ü savaş ve
mağlubiyet yıllarında sıradan olmayan, topluma katılan ve toplumu yönlendirebilen insan
lara ihtiyaç vardır. Kadınlar, çocukların terbiyesinde söz sahibidirler; aydın erkekleri
yetiştirenler de, memleked savunacak askerleri yerişrircnler de kadınlardır. Kadınlar anık
"fîtne" sözcüğü ile birlikte andmamabdır. Onlar toplumsal sorumluluk yüklenebilen, eşit
haklara sahip vatandaşlar olarak kabul edilmelidir. Milliyetçi kadııüar kültürlü, eğitimli,
duyarlı, yozlaşmamış olmalı, köklerinden kopmamalı ve özellikle de namuslu olmalıdır.
Kadınlar söz konusu olımca, bütün Eıziletler artarda sıralanır, bu ^zilederin, erkek-kadın
bütün Müslümanlarda bulunması gerekmiyormuş gibi!
184(>-47'de, Osmanlıda kız evladın da erkek evlat gibi, babasının arazisine sahip olması
hakkı tanınır. Arazi, kız ve erkek evlat arasında eşit olarak paylaşılacaktır. 1838'de bir Hattı
Hümayun ile, miri arazinin kız vc erkek evlada, üzerinde oturma şartı aranmaksızın, ücret
siz ve eşit olarak geçme hakkı tanınır. 1868-76 arasında, Ahmet Cevdet Paşanın
başkanlığında kurulan bir cemiyet, o zamana kadar ciltlerle kitaplarda, karmaşık bir
vaziyette bulunan kanunları, bir hukuk külliyatı olarak bir araya getirir, 16 kitaptan oluşan
bu külliyata Mecelle adı verilir. Mecelle padişah II. Abdülhamid zamanında bastırılır ve
yürürlüğe konur. Mecelle, hukukçuların üzerinde en az ihtilaflı oldukları fikirleri, kolaylıkla
incelenip uygulanabilecek açıklıkta kotlamıştır. Ancak Mecelle, üzerinde en çok ihtilaf olan,
kişi, aile vc miras hukukuna yer vermez. Bu hassas alandaki eksiklikleri tamamlamak için
yeni bir Mecelle cemiyeti kurulur ve bu cemiyet komisyonlar halinde çalışmalara başlar.
Çalışmalarda İslam fibh kitaplarının yanı sıra yabancı medeni yasalardan da yararlanılır.
1917 yıhnda Osmanlı uyruklarının hepsini içine alan bir Aile H u k u k u Kararnamesi
çıkarılır. Kanunun hazırlık safhasında, Hıristiyan ve Musevi din görevlileri de bulunur.
- 17-
Kararnameye göre, bundan böyle evlenme vc boşanmalar devlet izni olmadan yapılamaya
cak,, erkek ancak ilk eşi izin verirse ikinci evlilik yapabilecek kadına da boşama hakkı
tanınacaktır. Bu maddeler tepki alır. Müslüman kesim, Kuran'ın çok karılılığa izin
verdiğini, bunun için ilk eşin rızasını almanın gereksiz, hatta islam'a aykırı olduğunu iddia
eder. Müslüman olmayan azınlıklar da kanuna, kendi kutsal kitaplarına aykırılıklar ihnva
ettiği iddiası ile karşı çıkarlar ve onun 1919 da, işgal kuvvetleri tarafından yürürlükten
kaldırılmasını sağlarlar. Bununla birlikte bu kanun Cumhuriyet dönemi T ü r k Aile Hukuku
taslaklarına örnek teşkil eder ve Ortadoğu Müslüman ülkelerinde yakın zamana kadar yürür
lükte kalır.
Hukuki düzenlemelerin yanı sıra kadınlar kendileri de dünya kadınlarının yeni zamanlarda
ki durumundan söz eden romanlar yazmaya veya bu özellikteki romanları Türkçe'ye çevir
meye ve gazeteler çıkarmaya başlarlar. Bu dönemin romanlarında kadın kahramanlar, eğitim
görmemekten mustariptir; kadınların cahil bırakılmış olması bütün bir ulusun çökmesine
sebep olmuştur. Kadınların cahilliği aileyi, ailelerinki de toplumu çökertmiştir. Ana baba
otoritesinin kötüye kullanımı, çıkar karşılığı kız evlendirmeler, din duygularını sömürmeler
kınanır. Kadının bir mesleği veya güvencesi olmalıdır. Kocası ölen kadın, çocukları bak
mazsa sefil olmakta, kadının sefaleti ise ailenin ve ulusun sefaletine yol açmaktadır. Bilim
adamları ve yazarlar, en eski T ü r k kaynaklarından örnekler gerirerek, şairler en etkili tarzda
ki şiirleri ile, aydın din görevlileri de vaazları ile, kadın yazarlara destek olurlar, dine
bağlanan yanlış davranışları elcşririrler, doğruları göstermeye çalışırlar. Bu durum bize artık
değişmelerin güçlendiğinin işaretini verir, ilk kadın romancı Fatma Aliye hanım. Mecellenin
yazarı, büyük islam hukukçusu Ahmet Cevdet Paşanın kızıdır. Fatma Aliye hanım, özel
öğretim ile yerişmiş, Arapça ve Fransızca'nın yanı sıra matematik, hukuk ve felsefe
okumuştur; ilk çeviri romanı "Meram"ı yayınladığı zaman, imzasını "Bir Kadın" olarak atar.
O zamanlar edebiyat ile uğraşmak, hele y a b a n a dilden roman tercüme etmek, kadına
yakışan bir iş sayılmaz. Fatma Aliye daha sonra felsefe, biyografi ve roman türündeki eser
lerine "Mütercime-i M e r a m " imzasını atar. Fatma Aliye hanım, zamamn ünlü yazarı Ahmet
Mithat efendi tarafindan, "Fatma Aliye yahut Bir Muharrire-i Osmaniye'nin Neşeti" adı ile
tanıtmıştır. Ahmet Cevdet Paşanın diğer kızı Emine Semiyye isviçre ve Paris'te Psikoloji ve
Sosyoloji okumuş, İstanbul'da Türkçe öğretmenliği yapmış. Emine Semiyye daha sonra
Selanik'te kız okulları müfettişi o l m u ş , ilk hikayesini kendi adı ile imzalamış, Hülasa-i
llm-i Hesap adlı bir ders kitabı bile yazabilmiş. O n u n Osmanlı Demokrat Fırkası ile Ituhat
ve Terakki Cemiyeri'nde görev alarak polirikada da öncülük yapmış olduğunu öğreniyoruz.
Resmi ilk öğrenim okullarının kızlar için de hizmet vermesi ve bu hizmetin
yaygınlaştırılması ise kolay başarılamamış. Kızların 11-13 yaşlardan sonraki öğrenimine pek
rağbet edilmemiş, açılabilen kız okulları başlangıçta ögrencisiz kalmış. Gerekçe olarak bu
yaştaki kız çocuklarının, erkeklerden kaçma çağına erişmekte oldukları, öğretmenlerin de
erkek olması sebebi ile, kızların okula gönderilemeyecekleri iddia edilmiş. Kız İlköğretmen
- 18-
okullanndan ögrecmenler yetişinccyc kadar, edepli olacakları kabul edilen yajlı erkek öğret
menler, az sayıdaki kız okullannda öğretmenlik yapabilmişler. Yaşayış biçiminin genel olarak
değişmesi çok daha yavaş olmuş. Bunun bir örneği, İstanbul Gülhane Parkı'nın, halkın yarar
lanması için düzenlenip açılışının yapılması sırasında yaşananmış. Törende kadmlar da erkek
lerle beraber bulunmuş, fakat törenden hemen sonra, parkın kadınlara yasaklandığı bildiril
miş. Emir pek sert gelince, kadınlar için ayrı bir gün konulması kararlaştınlmış.
- 19-
Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen T ü r k inkılaplarının önemli bir bölümü kadınlarla
ilgilidir. Atatürk kadınların, erkeklerden bile çok eğitim görmelerinin gerektiğine işaret
ederek şöyle konuşur: Bir toplumun yarısı faaliyene bulunur, yarısı atalette kalırsa, o toplum
mefluçtur. T o p l u m u m u z için fen ve ilim lazım ise, bunu hem erkekler hem kadınlar kazan
malıdır. Ben kadınlar arasında, kocalarından daha iyi iş anlayan, hesap yapanlara rasdadım.
Kadınlarımız, milletin anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden daha bilgili olmalıdırlar.
Yürüyeceğimiz yol uzundur, kadınlarımızı mesaimize o n a k etmek zorundayız. Atatürk,
sanki o zamana kadar söylenenleri ve arzu edilenleri hep içinde biriktirmiş de zamanı gelince
harekete geçmiş gibidir, kadınlarla ilgili olarak şu prensibi ileri sürer: Bir milletin
medeniyetini ölçmek isdyor musunuz, kadınlarına nasıl muamele edildiğine bakınız! Her
alanda olduğu gibi, sosyal hayatta da vazife taksimi vardır. Vazife taksiminde kadınlar,
elbette kadınlık görevlerini yapacaklardır. Fakat onlar, aynı zamanda toplumun refah ve
saadeti için yapılması gereken diğer çalışmalara da katılacaklardır. Kadının ev-içi görevi,
onun en küçük görevidir. O n u n toplumsal görevi ise, ev-içi görevinden daha üstündür.
Analık görevi, babalık görevi gibi olmalı, çocukların yetişririlmesinde anne ve baba birlikte
çalışmalıdır.
Dünya savaşlarının yarattığı krizlerden canını zor kurtaran Türkiye, yeni ihtiyaçlarını
karşılayacak yeni kanunları çıkarmakta acele etmek zorunda kalır. Mecelle içinde kadın
erkek eşidiğini ilgilendiren evlenme boşanma, şahidik, miras gibi konuların bir türlü
yerleştirilememiş olması. Cumhuriyet öncesinde Fransız medeni kanununu adapte etme
çalışmalarını başlatmış bulunuyorken. Cumhuriyet döneminde bu kanunun Türkiye'nin
ihtiyaçlarına tam olarak uygun düşmeyeceği gerekçesi ile yeni araştırmalar yapılır, İsviçre
medeni kanununun adapte edilmesinin daha uygun olacağına karar verilir. 1926'da tek
kadınla ve anlaşma ile evlilik, boşanmanın mahkemeye devri, kadına da boşama hakkı veril
mesi, ve mirasta qitlik gibi bazı haklar tanınır. 1930 Belediye seçimlerinde kadınlar da oy
kullanır ve 1934 de seçilme hakkını da kazanır. 1935 de 383 milletvekilinden 17 si kadın
olur. Böylece Cumhuriyet öncesinde, 1870 yılında, Çapa Kız İlkokulunun açılması ile
başlayan kızların eğidmi, 1915 de kızların Üniversiteye kabulü ile gelişir ve Cumhuriyet
inkılapları ile birlikte, seçme ve seçilme hakkına kadar uzanır.
- 20-
önemli bir bölümünün laikliğin savunmasmda a k n f olujlarmın sebebi, cekrar bu şanlara
dönmek istemeyişlerinden. Kadmlardan bir k ı s m m m laikliğe karşı koymakta aktif
olmalarının sebebi ise şu: Onlar artık İslam'ın kadınlarla ilgili hükümlerini nispeten daha iyi
bilmekte ve eskinin yanhş uygulamalarının ferkında. Bir kısmına çevresi aruk eğitim görme,
meslek edinme, hatta evden çıkma yasağı uygulayamayacağını kabul etmiş, ancak tesetfüdü
olması şartım koşabilmekte. Bu gibileri için tesettür özgürlüğe götüren yol. Fazla olarak
onların önemli bir bölümü tescttürlü olmaları sayesinde ailelerinden ve ait oldukları çevreden
saygı görmekte. Onlar tahsil ile tesettürün birlikte uygulanabileceğini, bunun laikliğe bir zararı
olmayacağını savunuyorlar. Bütün bu tutum ve davranışların henüz sosyolojik ve psikolojik
açıdan, hele Din psikolojisi ve Din sosyolojisi açısından çok yönlü bir değerlendirmesi yapılmış
değil. Türkiye çok değişmişrir, çünkü artık çok değişik şartlarda yaşanmıyor. İnsanlar hür
olmak isnyor ve laikliği dinsizliğin değil hürriyedn garantisi olarak görmek istiyor. Türkiye,
İslam dini, Cumhuriyet, inkılaplar ve özellikle laiklik açısından yeni söylem biçimleri bulmak
ve bunları yaygınlaştırmak zorunda. İslam dini ile laiklik karşı karşıya getirilmemeli, bunların
birinden birini tercih etme zorunluluğu varmış havası yaratılmamalı.
Türkiye'deki kadın sorunu, İslam dininden kaynaklanan özel bir sorun değil, çok daha
karmaşık, yüzyılların biriktirdiği bir kültür ve gelenek sorunu. Gelenekler, Türklerin
Müslüman olarak Anadolu'ya yerleşmelerinden idbaren yeniden teşekkül etmiş olduğu için,
bütünü ile İslam'dan gibi görülebilmiş veya İslam dinine bağlanabilmiş. Kadın-erkek ayrımı
ve kadınların eğitim-öğreümden uzak tutulması bir yana, çok önemli bir sebep, eğitim
kurumlarının kendilerini ycnileyememiş olmaları. Okullar en küçük yerleşim birimlerinde
bile mevcut olmasına rağmen, genel eğirim çok yöıdülüğünü koruyamamış, anadile uzana-
mamış, bir tür yaygın eğirim şeklinde, Kuran'ı sözlü olarak okuma becerisi ile sınırL kalmış.
Yüksek öğredm ise giderek zayıflamış, neredeyse Kuran okullarının yüksek kısımları gibi
işlemeye başlamış. 1923'de halkın sadece %10,6'sının okuma yazma bildiği tespit edilmiş.
Bu oran kadınlarda % 4 . Cumhuriyetin okuma yazma seferberliği, maalesef din alanına
uzanamamış. Kuran kursları Kuran'ı Arapça okutmanın yanı sıra Türkçe ardaım ile de okut
mayı bile içine alamamış. Dinde aydınlanma olmadan çözülemeyecek kadın sorunu, başka
pek çok sorunun yanı sıra, Cumhuriyet döneminde de devam etmiş ve ediyor. Halk
görünüşte Cumhuriyet kanunlarına uymakta, fakat, aile hayatında hala yanlış alışkanlıklar
sürdürülüyor ve bir ikilem yaşanıyor. İkilemin kahrını en çok çekenler kadınlar. Atatürk'ün
istediği, herkesin dinini diyanetini, anadilinde ve mektepte öğrenmesi prensibi, yeni
Türkiye'nin ihtiyaçlarına uygun meslek elemanlarını yetiştirecek İmam Hatip mektepleri ve
yüksek ilahiyat mütehassısları yetiştirecek İlahiyat fakülteleri, Cumhuriyerin en kriük
dönemlerinde korunup yaşatılamamış, 1 9 2 8 - 1 9 4 8 arasındaki yirmi yıl boyunca din alanı
sahipsiz kalmış, bu durum inkılapların karşısındaki muhalefet için bitmez tükenmez bir
hazine olmuş. Tavşana kaç, tazıya tutu misali, din alanı yönsüz yönetimsiz kalmış.
-21 -
1948 yılında, İslam din öğredmine ve ilahiyat lakültelerine yeniden yer açılmasından
iribaren, yüzyıllardır ihmal edilmiş İslam kültürü, temel kaynaklara, Kuran'a ve Sünnete
göre işlenmeye başlanmış ama İslam gerçeğini ortaya çıkaracak seviyeye henüz ulaşılamamış.
Bugünün sorunu, her şeyin olduğu gibi kalmasından yana olanlarla her şeyi yeniden irdele
yerek, hayatı bugün de Müslümanlar olarak yaşamayı isteyenlere yardım etmek için çalışıp
çabalamaktan yana olanlar arasındadır. Din ve dindarlık insanlara azap değil muduluk ver
mek için, müminlerin hem dinlerini hem çağlarının nimederini yaşamak istemeleri hakları.
Kadınlar ve erkekler, bütün Müslüman T ü r k halkı, davranışlarında çok önemli bir belir
leyici olan İslam dininin öğütlerini, doğrudan doğruya Kuran'ın kendisinden ve H .
Peygamberin açıklamalarından okuyarak gerçekten İslam'dan olanla İslam olarak sunulanı
ayırt edebilir hale gelmedikçe, kadın-erkek ilişkilerinde bir iyileşme meydana gelemeyecek,
haksızlıklar devam edip gidecek. Kadını ve erkeği özellikle birlikte anıyorum, çünkü
kadınlarımız eğitim-öğretimde geri kalırken, erkeklerimiz pek ileri gitmiş sayılmaz.
G ü n ü m ü z ü n toplumu öyle mesafeler kat etmiş ki, bugün hala geçerli olan bir çok kanun ve
kuralın önüne geçmiş. Kadınlar şimdi hem hukuktaki hem toplumdaki yerlerini
iyileşrirmek, hem de eğitim öğretimin yanı sıra bütün diğer hizmederde erkeklede eşit fırsat
ve imkanlara sahip olarak hayatı iyileştirmeye katkıda bulunmak istiyorlar. Oysa 12 ve daha
yukarı yaşlardaki kadın nüftısunun % 2 5 ' i henüz okur yazar hale getirilememiş, anne ve
çocuk ölünderinde Türkiye'ye yakışacak bir azalma sağlayamamış. Kız çocukları ve kadınlar
konusundaki değer eksikliği ve güvensizlik sürmekte. Fakat erkek çocukların değerinin de
yeterince bilindiğini söyleyecek durumda değiliz. O k u m a yazmayı öğrenmiş olmakla,
okuyup yazarak kendini geliştirme yolunu tutabilme ayrı şeyler ve henüz böyle bir olgunluk
yaygınlaştırılamamış. şimdi İslam kültürüne yerleşmiş sorunlardan mudaka irdelenmesi
gereken bazılarını başta Kuran ayetleri olmak üzere ana kaynaklarla karşılaştırarak gösterme
ye çalışacağım:
-22-
4.Surenin 34.ayetinde, erkeklerin kadınlara göre "kavvam" olduğu ifadesi bunlardandır.
Kavvam kelimesi Arapça'da "kaim" kelimesinin mübalağa şekli ve geçimi sağlayan koruyan,
sorumlu olan anlamlarma geliyor. Ayet, erkekler kadınlarm geçimini sağlar, onları koruyup
gözetir, dürüst ve erdemli kadınlar da Allah'ın koruduğu mahremiyeti koruyan sadık ve
itaatkar eşlerdir, şeklinde anlaşıldığında bir sorun çıkmıyor. Fakat tefsircilerin önemli bir
bölümü, bu ayetleri İslam'ın geldiği Arap toplumunun aile yapısı, gelenekleri, sosyal ve
siyasi yapılaşması ile paralel olarak alıp yorumlamakla yetindiklerinde, yani ayetleri o
zamanki toplumun değer yargılarını bildiren bir haber değil de, bir yaratdış bildirisi olarak
anlayıp anlatmakta ısrar ettiklerinde, hatta bu anlayışı destekleyecek dave kelimeleri, paran
tez bile kullanmadan, ayetten kelimelermiş gibi yazdıklarında sorun çıkıyor. Ç ü n k ü Arap
Cahiliye toplumunun değer yargısına göre, erkekler kadınlardan daha akıllı (İbn Abbas),
kadınları terbiye etme ve onlara sahip çıkma konusımda ehil (Taberi), onların geçimlerini
sağlamaktan sorumlu (Ccssas), onları evlerinde tutarak dışarı çıkmalarına engel olma
bakımından kuvvet ve şiddet sahibi (Kurtubi) olmalarının yanı sıra, ilimlerinin fazlalığı, at
binip ok atmaları, devlet başkanlığı, idarecilik, imamlık, hatiplik yapmaları, şahitlik vc
mirasta iki kat hak sahibi olmaları, çocuğun nesebinin erkeğe ait olması (Hazi) bakımından
da kadınlardan üstündür. IDaha ileri gidenler dc vardır, mesela tasavvufı tefsirin önde gelen
temsilcilerinden İsmail Hakkı Bursevi, kadmın (Havva) erkeğin kaburga kemiğinden
yaratılmış olduğu hikayesini İslam bildirisi gibi sunabilmiştir. (Bkz: T a l i p ö z d e ş . Kuran
Perspektifinden Cinsiyet Kimliği, Seyran Yay. Sivas 2 0 0 0 ) Onlar bu gibi düşünceleri
savunmakla şunu mu söylemek isterler acaba? Allah bütün erkekleri, bütün zamanlarda ve
şartlarda kadınlardan üstün şekilde yaratır; her zaman, her yerde bütün erkekler bütün
kadınlardan daha kuvvetli, daha aluUı, daha sağlıklı ve daha zengindir! O zaman bunlar
gerçek dışı ifadeler olur ve onların yanıldıklarını gösterir, çünkü hakikat böyle değildir.
Onlar sadece sanal bir üstünlük iddiasında bulunmuş olurlar o kadar. Erkeklerin kadınlara
üstünlüğüne delil olarak kullanılan diğer bir ayet geçici boşama sırasındaki bekleme
süresinde, eğer erkek boşamayı iptal eder de karısı ile evliliğini devam ettirmek isterse,
kadının bir seçim hakkı olmasına rağmen, erkeklerin bu konuda kadınlar üzerinde bir
derece öncelikleri olduğu ile ilgilidir. (2.Bakara Suresi, 2 2 8 . ayet) Erkeklere, o devrin
yaşayış biçimine göre böyle özel bir konuda tanınan önceliğin Kuran tarafindan tasdik
edilmesi emsal tutularak bunun bütün diğer alanlara yaygınlaşurilması hukukçuların tasar
rufudur. Ayetin geniş anlamına göre ise şöyle söylememiz daha doğru olacaktır: Erkekler
toplum yaşayışındaki düzen gereği, geçimi sağlamaktan sorumlu tutuldukları, kazanıp har
camak zorunda oldukları için, kadınlara göre bir önceliğe sahiptir. Bir ata sözünün dediği
gibi: Ekmeği kazanan doğrar! Kazanıp harcamak şaruna bağlanmış olan öncelik, şart
ortadan kalktığında ne olacaktır? şüphesiz kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Yaratılıştan
olan fizik farklılıklar ise, bütün diğer yaratıkların erkeği vc dişisi arasındaki faridılıklar
gibidir.
- 23-
insanların kafalarını karıştıran bir konu da aynı Surenin (4.Nisa Suresi, 34.ayet) "kötü
niyetinden korktuğunuz kadınlara gelince" diye başlayan kısmıdır. B u kısımda, kötü
niyednden korkulan kadınlar hakkında, nasihat etme, yataklarında yalnız bırakma ve
dövme izni vardır. Eğer itaat ederlerse onları incitmekten vazgeçilmesi söylenmektedir,
demek bu yapılanların kadını inciteceği kabul edilmiştir. Tefsirciler bu ayen açıklarken
biraz zorlanmışlardır. Ç ü n k ü H . Peygamberin kendisi erkeğin karısını dövmesini şiddede
kınamış, çeşitli vesilelerle bazı erkekleri "içinizden biri köle döver gibi karısını dövüp sonra
da gece onunla yatabilir mi?" diye utandırmışur. Başka bir hadiste de Allah'ın kadın
kullarını hiç bir zaman dövmeyiniz!" diye kadın dövmeyi yasaklamışur. (Buhari, Müslim,
Beyhaki. Bkz: Tefsirlerin bu ayetle ilgili bölümler) Bununla birlikte H . Peygamber,
vefatından kısa bir süre önce Veda Haccı münasebetiyle yaptığı konuşmada, kadınların
sadece gayri ahlaki davranışta bulunmak suçundan dövülebileceğini, bunun da acı ver
meyecek şekilde yapılması gerektiğini bildirmişdr. Gayri ahlaki davranışın zina olması
halinde zaten ceza her iki taraf için de 100 sopa olarak Kuran'ın hükmüdür. Bu cezanın acı
vermemesi m ü m k ü n değildir. Acı vermeden dövme hakkında otorite sayılan ilk dönem bil
ginleri (Razi), katlanmış bir mendille vurulabileceğini, bunun da isdsnai bir durum
olmasını ve tercihen sakınılmasının esas olduğunu söylemişlerdir (şaHi). D ö v m e k (darb)
kelimesinin Arapça'da, Türkçe'de olduğu gibi çok farklı anlamlarda kullanıldığına dikkat
çekenler de kelimenin burada uzaklaştırmak olarak anlaşılabileceğini söylemişlerdir.
Unutulmamasi gereken İslam gerçeği şudur ki, insaidar yanliş davranişlarda bulunsalar da,
onlar yine insandirlar ve sirf insan olmalari bakimindan saygiya değerdirler. İslam ter
biyesinde her insan, içinde taşidiği Allah ruhu sebebi ile, -Allah insanlara ruhundan üfle
yerek can vermiştir- değerlidir. Insanlarin canlarini acitmak, onlarin içinde Allah'a ait olan
ruha saygisizlik olmaz mi? Dinlerde en büyük günah zinadir ve öldürmedir, içinde
Allah'in ruhu olduğunu bildiği halde, hangi mümin bir insani dövebilir.bir insana
tecavüz edebilir veya bir insani öldürebilir? Allah sevgisi ve korkusu ile dolu hangi mümin,
kadin veya erkek bir insanin canini acitma günahini işleyebilir? En süfli hayat yaşayan
insan bile günün birinde değişebilmc, yeniden en güzel şekli ile (ahsen-i takvim) bir
insanin dünyaya gelmesine araci olma imkanina sahiptir. İnsana saygı Allah'a saygidir.
İslam Tasavvuf, düşüncesinde insanin gönlü ilahi ruhun mekanidir ve bu sebeple "Büyük
Kabe" olarak vasiflandirilir. şair şöyle söylemiştir: "Kiblcgah-i kibriyadir, yikma gönlün
kimsenin!" Yani, kimsenin gönlünü kirma, çünkü gönül en büyük Kabe'dir! Kabe
Müslümanlarin hac yeridir. İnsanlar Kabe'yi ziyaret için uzak yollardan, büyük paralar vc
zaman harcayarak gelirler. Kabe'ye "Allah'in Evi" denir, şair burada gönlü bir ev olarak
d ü ş ü n m ü ş ve gönül evini Kabe'den daha önemli saymiş. Ç ü n k ü haccedilen Kabe sadece
insanlarin Allah sevgisi ile bir araya gelmelerine vesile olan bir evdir, insandaki gönül evi
ise Allah ruhunun mekanidir. T ü r k Tasavvuf şairi Yunus Emre "Yaratilani hoş gör,
Yaratan'dan ötürü" demiştir. Bu tür derin anlamli şiidere "hikmet" denir ve bunlardan
- 24-
birçoğu halicimiz tarafından, şifahi bir öğrenimle ezbere bilinir. Acaba bu bilgiler sadece
dudaklarda mi kalir ki, bazilarimiz dayaği Allah'in emri sayacak kadar kabalajabilir? H .
Peygamberin uyarisi kulağimizdan hiç gitmemelidir. İnanmadikça cennete girmezsiniz;
birbirimizi sevmedikçe inanmiş olmazsiniz! Birbirimizden kasit, Kuran'in öğrettiği üzere,
bütün yararilmişlardir. Sevgi iyilik scvgisidir, yaraulmişin yaşamasi ve kendisini gerçek
leştirmesi için ona hayat hakki taninmasidir, hayatinin kaydirilmasi veya elinden alinmasi
değil.
-25-
Tabii ki erkeklerden, hem de M ü s l ü m a n erkeklerden! Öyle anlajdmaktadır ki, erkeklerin
kadınlara değil, kendi hemcinslerine, yani birbirlerine güvenleri olmamış. Kuran terbiye
si ile terbiye olmak için, erkek ve kadm işbirliğine dayanılarak, tarafların birbirlerine
güvenebileceği ortamların oluşturulması giderek büyümüş bir ihtiyaç. Kadın evde sak
lanacak, erkek dışarıda serbestçe tecrübe kazanacak, anlayışı İslam'dan değil. İslam dinine
göre namus ve bekaret hem erkek hem kadın için. ICadının evde oturup namusunu koru
masını gerekli gören, erkeğin ise sokakta namussuzluk yapmasını hoş gören bir zihniyet
Kuran'a aykırı. Erkek namussuzluğu kiminle yapacak, tecrübeyi kiminle kazanacak, yine
bir kadınla değil mi? H a n g i erkek karısı, kız kardeşi, annesi veya kızı için böyle bir
kötülüğü hoş görebilir? Hiçbir erkek! Öyleyse başka bir kadın için nasıl hoş görebilir? O
kadın da, H . Peygamberin hadisinde olduğu gibi, bir başkasının eşi, annesi, kızı veya kız
kardeşi olmayacak mı? Yoksa bir takım kadınlar erkeklerin tecrübesi için feda mı edilecek?
Hayır, tam tersine, erkekler kendi kızlarını ve kadınlarını başka erkeklere karşı korurken,
başkalarının kızlarını ve kadınlarını da kendilerine karşı koruma terbiyesini içlerine sindi
recekler. Her iki cins de Kuran terbiyesi ile, eşit olarak cğinlecck, kimse kimsenin zararına
bir davranışta bulunmaya kalkmayacak, bunu aklına bile getirmeyecek şekilde yetiştirilmiş
olacak.
Bir ülkenin medeniyeti, kadınlarının özgürlüğü ile ölçülmeli. İslam Peygamberi bu konu
ile ilgili şu anlamdaki özlü sözü söylemiş: İslam inancı öyle bir barış ve güvenlik ortamı
oluşturacak ki, en uzak yerden bir kadın tek başına Mekke'ye gelecek, Kabe'yi tavaf edip
dönecek ve o kadına hiç bir zarar gelmeyecek! Bugün hala M ü s l ü m a n kadınlar, bir erkeğin
himayesinde olmaksızın seyahat edememekte, (Bkz: Ali Akpınar, Kuran Aydınlığında
Seyahat, T . Diyanet Vakfı yay. Ankara 1998) Mekke'ye, Kabe'yi ziyarete bile gide-
memekte. ICabe'yi ziyaret ibadetinin yapılabilmesi için, bölgenin güvenliğinden sorumlu
İslam devleti buna izin vermiyor. B u çok önemli durum bize gösteriyor ki, M ü s l ü m a n
ülkelerde henüz İslam Peygamberi'nin arzulamış olduğu barışa ve güvenliğe, yani Kuran
Müslümanlığı'na erişilememiş. Kadın ve erkek her M ü m i n e ilim tarz olduğu halde,
halkının % 9 9 ' d a n fazlası M ü s l ü m a n olan Türkiye gibi bir ülkede, 1990 sayımına göre
kadınların % 2 2 ' s i , erkeklerin de % 1 8 ' i halen hiç eğitim almamış, okur-yazar bile değil.
Yakın zamana kadar kadının bir iş ya da sanatla uğraşması, kocanın açık ya da zımni
iznine tabi idi. (Medeni kanun madde 159/1) Bunların mutlaka düzeltilmesi lazım. H .
Peygamber ümmetinin nüfusça çoğalmasını arzu ettiğini, onların çokluğu ile iftihar
edeceğini söylemiş. Fakat eğer bu çokluk yüzüstü sürünen bir çokluk olursa H . Peygamber
onunla övünebilir mi?
-26-
dişini amcasının oğluna verdiğini söylemiş. H . Peygamber, seçme hakkın vardı, demiş.
Kız, ben sadece amcamın bunu bilmesini iscediğim için s o r d u m , yoksa babamın akdini
kabul e t n m , demiş. Bir genç b z ı n hürriyetine ve onuruna düşkülüğünün tipik bir örneği
bu. ö z g ü r olduğu bilinsin, kendisi istemese de evlendirilebilcceği sandmasın, isdyor.
İslam'a dayandırılan yanlış uygulamaların düzeltilmesinde genç kız ve kadınların tutum
ları erkeklerinki kadar önemli. Düzeltmenin hem kişinin kendi adına hem de dindarlık ve
Allah sevgisi adına yapılması için çalışmak gerekiyor. Bütün M ü s l ü m a n toplumlarda
olduğu gibi İslam adına oluşmuş gelenekler, Türkiye Müslümanlarının aile hayatında da
bugüne uzanan etkilere sahip. Gelenekler halk arasında Kuran ayederi, hatta Allah'ın
emirleri gibi algılandığı için yanlış olanlar bile günümüzde hala bir ölçüde böyle algılan
maya devam ediyor. İmam nikahı denilen dua ile evlenme, erkeğin " B o ş ol!" sözünü söyle
mekle karısını boşayabilmcsi, bazı bölgelerde kız çocukların hala okula gönderilmemesi,
kaç-göç ve harem-selam uygulamaları vb hep bu sebeple Allah'ın emirleri gibi saygı göre
biliyor.
Kuran'ın vahiy olunduğu, sorunları savaşarak çözmenin esas olduğu yaşama biçiminde,
Arap t o p l u m u n u n değerleri yıpranmış, kurallar adamına göre uygulanmaya, özellikle ka
dınların aleyhine, çok ilkel davranışlara göz yumulmaya alışılmış. Savaşlarda ölen erkekle
rin sahipsiz kalan kadınları ve çocukları Kabile görenekleri ile, akrabadan erkeklerin hima
yesine veriliyor, hatta onlara miras kalıyor. Eğer bu erkekler iyi insanlarsa, bir sorun çık-
mayabiliyor. Fakat erkeklerden bir çoğu yetim çocukları vc dul kadınları kendi çıkarları
için, para veya mal karşılığı evlendirmek üzere pazarlık ediyor, mallarını kendi hesapları
na işletiyor. Bir çok yetim kadını vc çocuğu himayelerine alanlar kısa yoldan zengin olu
yor. Bazıları da dul kadınlarla ve yetim kızlarla mehirsiz olarak evleniyor, böylece artık is
temedikleri zaman, onları kolayca boşayabiliyorlar. Kuran'da bu gibi haksız davranışlar
haram kılınmış. Kuran'a göre kadın ile erkek arasındaki muhabbet ve cazibe, tıpkı yaratı
lış mucizesi gibi, Allah'ın varlığının delillerinden biri ve bunun istismarı büyük günah. Bu
muhabbete dayanarak aile kurmak ve kurulan aileyi erkek ve kadın tarafları olarak elbirli
ği ile korumak bir görev. ( 3 0 . R u m Suresi, 21.ayet) Henüz hiç evlenmemiş dul ve bekar
ları evlendirmek de bir din görevi olarak toplumun bütün üyelerine yöneldimiş. Evlendir
mede aranacak özellikler salih=iyi, güzel, temiz, uygun kelimesi ile bildirilmiş ki, hem ah
lak vc fizik olarak uygunluğa, erkekle kadın arasındaki karşılıklı sevgiye ve denkliğe işaret
etmekte. Evlilik dışı tüm cinsel ilişki biçimleri, -o zaman için geçerli sayılan, erkekle cari
yesi arasındaki serbest cinsel ilişki dahil- yasaklanmış; evlenmeye yoksulluk ya da uygun
eş bulamamak sebebi ile imkan bulamayanlara, bu imkanı buluncaya kadar iffetli davran
maları tavsiye edilmiş. Bazı efendilerin kadın kölelerini fuhşa zorlayarak onların üzerinden
para kazanmaları da, onlarla sırf fiıhuş işinde çalıştırmak üzere evlenmeleri de yasaklan
mış. ( 2 4 . N u r Suresi, ayet 3 2 - 3 3 ; 4 . N i s a Suresi, 25.ayet)
-27-
H . Peygamber, nikah benim siinnecimdir, dediği için nikah müminler arasmda yaydmış,
nikahsız evlilikler geçediliğini kaybetmiş. Nikah bir sözleşme ve onun en az iki şahit huzu
runda resmileşdrilmesi gerek, tek tanıkla yapılan nikahlar geçerli değil. Nikah din açısından
gerekli olmanın yanı sıra resmi bir muamele olduğu için, İslam diğer dinlerin ve miUederin
nikahlarını ve bu nikahlara bağlı nesepleri geçerli saymış. Resmi nikah evliliğin tanınmasını
sağlıyor vc din açısından bu yeterli. Evliliğin taraflarca kutsal bir bağlılık oluşunun vurgu
lanması açısından bir dua yapdması tercih edilir. Ancak resmi nikah olmadan, imam nikahı
denilen dualar, ne kadar çok şahitle ilan edilirse edilsin, herhangi olumsuz durumlarda
tarafların haklarını koruyamadığı için din açısından geçerli değil.
-28-
sürülmüş. Biz Ehli Kitap kadmları ile evleniriz ama onlar bizim kadmlarımızla evlenemez,
denilmiş. Türkler için konu İslam öncesinde de benzer bir durum arz etmiş. Eski T ü r k
töresinde yabancı ile evlilik bulunmuyor; ancak çok özel durumlarda, ülkeler arası barış ve
yüksek menfaatler söz konusu olduğunda, bir prenses değişimi yapılabilmiş. Osmanlı döne
minde bu tür evlilik yapanlar vatandaşlıktan çıkarılmış.
- 29-
Çok kadınla evlenme emir mi mazeret izni mi?
İslam öncesi evliliklerde uğrandan haksızlıklarm çok önemli bir bölümü çok kadmla evlen
menin smırsız derecede serbest bırakılmış olmasından kaynaklanmış. İslam Mekke döne
minde iman ve ibadet konularına ağırlık verirken, Medine döneminde pek çok alanda
yaşayış biçimi ile ilgili yeni düzenlemeler gedrmiş. özellikle Müslümanlar savaşmak zorun
da kaldıktan ve savaşmalarına izin verildikten itibaren, savaş sonunda dul kalan kadınlar ve
yetim kalan çocuklar sebebi ile evlenme ve miras gibi konular kendiliğinden gündeme
gelmiş. Hicretten dört yıl sonra bir bütün olarak vahiy olunan Nisa=Kadınlar isimli surede
evlilik ilişkileri ve aile hayatı ile ilgili genel sorunlar ve kadın hakları ele ahnmış. Daha önce
ki bölümlerde kısmen bahsetnğimiz gibi, bu surenin ilk ayederinde insan soyunun temel
bütünlüğü ve bu bütünlükten doğan, kadın ile erkeğin birbirine karşı yükümlülükleri vur
gulanır. Surenin büyük bölümünde savaş ve barış hallerine ilişkin pratik düzenlemelere ve
miras hükümlerine deyinilir. Haksızlıkların önemli kısmı yedmlerin malları ile ilgili olarak
ortaya çıkar. Kuran bu gibi adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için, adaledi davranamamak-
tan korkanların, mal sahibi yetim ve dul kadın vc kızlarla evlenmemelerini tavsiye etmiş,
yetim olmayan kadınlarla evlenmeyi dört ile sınırlamış, kadınlar arasında eşit muamele ede
memekten korkanlara da, -ne kadar gayret edilirse edilsin, kadınlar arasında eşit
muamelede başarılı olunamayacağını haurlatarak- tek eşliliği tercih etmelerini bildirmiş.
(4.Nisa Suresi, 3,4. ve 129.ayeder bkz: s.54 ve 55) Varlıklı vc güçlü ailelerin, rızaları ile
yapılmış çok eşli evliliklerde kadınlar, arkalarında aileleri olacağından adaletsizliğe
uğramayabilider, fakat yetimler ve dullar sahipsiz olacağından onların ihmal edilmesi çok
mümkündür. İnsanlar mala düşkündür, bir çok kimseye kendi malını yemek zor gelir de
başkasının malını yemek tatlı gelir. Adalen ayakta tutmak için iç kontrolün ve sorumluluk
bilincinin kazanılmış olması gerekir. Kuran iç kontrolün ve sorumluluk bilincinin
kazanılmış olmasını Allah'a ve Ahret gününe imana bağlar. H . Peygamberin kendisine
hitap edilerek "Sakın yetime kötü muamele etme!" (93.Duha Suresi, 9.ayet) diye tembih
edilmiş, yetimlerin ve dulların mallarını haksız yere yiyenlerin karınlarını ateşle doldurmuş
olacakları ve Ahret gününde çılgın bir aleve anlacakları bildirilmiş. (4.Nisa Suresi, lO.ayet)
Kuran ayetleri böyle, fekat çok kadınla evlenme konusundaki bu hükümlerin hepsi İslam
hukukuna geçirilmemiş, Kuran'ın tavsiye ettiği adalede davranış terbiyesine bir türlü
ulaşılamamış. Bunları anlattığım bir konferansımda, bir genç erkek söz almış ve şöyle söyle
mişti: 'Niçin banlılaşmak uğruna Kuran'da olan bir şeyi (çok kadınla evlenme iznini) yok
göstermeye çalışıyorsunuz, siz olanı söyleyin, insanlar karadannı kendileri versin!' Hayret
içinde kalmıştım, ben zaten Kuran'da olanı söylemeye çalışıyordum. Bunlar Arapça veya
Türkçe mealli herhangi bir Kuran ile karşılaştırılabilirdi. D e m e k ki kulaktan d o l m a bilgi
lerden vazgeçmek insanlara çok zor geliyor, kaynak gösterilerek verilen ayetler bile onlarla
başa çıkamıyor. Eski hukuktaki çok kadınla evlenme geleneğini savunanlar şüphesiz sadece
bu genç erkekten ibaret değil; bu fikirde olanlar savunmalarına, erkeklerin yaratılış olarak
poligam olduklarını, dünyanın her yerinde, tek eşliliğin kanunla dayatıldığı ülkelerde bile.
-30-
erkeklerin bir çok kadınla ilişkide b u l u n d u ğ u n u , İslam'ın çok kadınla evliliği
meşrulaştırmakla kadınların haysiyederini koruduğunu (dikkat edilmesi gereken nokta
erkeklerin değil, kadınların haysiyennin korunması!) ileri sürerler. B u tür savunmalar
yanıltıcı olmanın ötesinde İslam açısından hiç bir değere sahip değil. Eğer erkekler
yaratılıştan poligam olsaydı, Kuran'ın buna işaret etmesi gerekirdi; daha önemlisi Allah ilk
erkek Adem'e tek değil, çok eş verirdi. Boş olan dünyayı onlar daha kolay doldururlardı.
Kuran'da Allah'ın ' E y Adem, sen ve eşin cennette oturun!' (2.Bakara Suresi, 35.ayet) hitabı
tekildir. D ö r d e kadar kadınla evlenme izni meşru olmayan ilişkileri önlemek için değil,
sadece bazı özel şartların gerektirebileceği özel bir mazeret iznidir. Artık savaş şardarında
yaşamıyoruz, ayrıca savaşlar eskisi gibi değil, erkek vc kadın nüfiıs arasında fahiş ferklar
oluşmuyor. Ç o k eşliliğin azalarak da olsa devam etmesi yaratıhştan değil, sadece ciddiyet
sizce yerleşmiş alışkanlıklardan kaynaklanıyor.
Kuran'da boşama konusu muhtelif vesilelerle, dağınık olarak birkaç surede yer almış, ayrıca
" B o ş a m a / B o ş a n m a " isimli müstakil bir sure de bulunuyor. Boşama Suresi "Ey Peygamber!"
diye tekil olarak başlıyor, "kadınları boşamaya niyetlendiğinizde, ordar için belirlenmiş
iddeti gözetecek şekilde boşayın, süreyi hesaplayın" diye çoğul hitap ile devam ediyor.
Tefsirciler hitap şeklinin çoğul oluşunu, Kuran'ın boşamada erkek ve kadın taraflarının bir
bütün olarak işin içinde olduğu gerçeğinden hareket ettiği ve toplumun bütününe seslen
diği şeklinde yorumlamış. Surenin tamamı boşama sorununun özel bir yanına, boşanan
- 31 -
kadınların bağının temelli olarak çözülüp yeni bir evlilik yapmalarına izin verilmeden önce
uyulması gereken bekleme dönemi iddet ile ilgili kurallara tahsis edilmiş. Sure, hem
kadının hamile olup olmadığının başka türlü belirlenmesinin m ü m k ü n olmadığı dönemde,
gerektiği kadar beklenmesi, hem de taraflara kararı yeniden gözden geçirecekleri bir
zamanın tanınması vc böylece sonradan pişman olacakları acele bir karar almalarının
önlenmesi amacını taşıyor. Boşamada zamana ve beldeme süresine dikkat edilmesinin yanı
sıra iki şahit huzurunda resmileşurme gereği de var. (65.Talak Suresi, 2 . ayet) Ciddiyetsizce
sürekli boşayıp tekrar alma adeti değişdrilmiş ve boşama iki ile sınırlanmış. "Boşama iki
defadır, bundan sonrası güzel geçinme veya güzellikle ayrılma" diyor ayet,. Erkek kadını
boşadığını iki şahit önünde bildirmişse, kadının üç ay hali süresinde beklemesi gerekir. Bu
süre boyunca boşama geçicidir; kesinleşmiş sayılmaz; taraflar barışmak isterlerse iptal
edilebilir ve evlilik nikah tazelemek gerekmeksizin devam eder. Geri dönüş olmaz da
boşama kesiıdeşirse artık kadın boşandığı kocasına haram olur. Kadının boşandığı kocası
ile tekrar evlenebilmesi, ancak onım başka bir erkekle evlenmesi, bu erkekle geçinemeyip
boşanması ve eski kocası ile evliliği ciddi olarak sürdürebileceklerine karar vermeleri
halinde m ü m k ü n olabilir. (Bkz: Arif Güneş, Boşama Yöntemi, Ankara 1997)
islam hukuku Kuran'ın boşama ile ilgili şartlarına tam olarak yer vermemiş, tam tersine
erkeğin "Boş ol!" sözü, boşama için yeterli sayılmış, daha kötüsü "Üçten dokuza boşama"
(Talak-ı Selase) usulü geri gedrilmiş. Üçten dokuza boşamaya göre, erkek karısına üç defa
üst üste " B o ş ol!" demişse, boşamalardan her birinde iki şahit bulundurulması, kadının
hamile olup olmadığının belli olması ve taraflara kararlarını gözden geçirme ve belki
barışma imkanı verecek sürenin beklenmesi gibi hükümlere (2.Bakara Suresi, 2 2 6 , 2 3 2 .
ayetler bkz: s.52 ve 53; 2 . N i s a Suresi, 3 5 . ayet; 6 5 . Talak Suresi, 1. Ayet) uyulmaksızın,
boşamanın teşekkül ettiğine vc karı ile kocanın artık birbirine haram olduğuna hükmedi
lip, boşama böylece resmileşdrilebilmiş. Eğer erkek kadını gerçekten boşamak istemiyordu
da, sonradan pişman olduğu bir sebeple bu sözleri söylediyse, bu defa da hülle (hile-i
şeriye=gcçerli hile) denilen bir yola başvurulabilmiş. Hile-i şeriyeye göre, kocasının talakı
selase ile boşadığı kadın herhangi bir erkekle danışıklı olarak nikahlanmış; gerdek söz
konusu olmaksızın o erkekten boşatılmış; sonra tekrar eski kocasına nikahlanmış. İslam
hukukçularının hepsi bu uygulamaları doğru bulmamışlarsa da azınlıkta kalanlar tesirli
olamamış. Azınlıkta kalan hukukçulara göre, " B o ş ol!" sözü, bir defada ne kadar çok
söylenirse söylensin, sadece bir tek boşama yerine geçebilir. Buna rağmen onlar yanlış
uygulamalara yeterince karşı çıkmamışlar, tarih içinde pek çok sıkıntılar yaşanmış,
komedilere konu olacak kadar ileri gidildiği görülmüş. Güçlü ve bilgili aileler, daha nikah
sırasında, kadının da boşanma hakkını ileri süren anlaşmalar yaparak, evliliği sağlama ala
bilmiş, fakat fakir veya bilgisiz ailelere, evlenme sırasında hakları bildirilmemiş, ordarın
kızları ve kadınları, haksızlıklara katlanmak zorunda kalmış.
-32-
Erkeğe tanınmış kolay boşama ve kolay boşamanın yasaklanması ile ilgili olarak Kuran'da
çok çarpıcı bir örnek var. Örneğin geçnği Sure Mücadele ismini taşıyor. (58.Mücadele
Suresi,l-2.ayetler) Mücadele Suresi, İslam öncesi dönemde kadına yapılan haksızlıklara d e -
yinme ile başlıyor, zihar olarak bilinen bu müşrikçe boşama usıdünün saçma ve geçersiz,
dolayısıyla yasaklanmış olduğunun ispatı ile devam ediyor. M e d i n e döneminin beşinci
yılında vahiy olunmuş Surenin ismi, boşama konusunda eşinin t u t u m u n u H . Peygambere
şikayet eden, ondan bir yardım elde edemeyince halini onun huzurunda doğrudan Allah'a
arz eden bir kadının mücadelesine işaret ediyor. Cahiliye Araplarının adetlerine göre, bit
erkek karısını keyfi bir yeminle 'Sen bana bundan sonra annemin sıru gibisini' diye boşadı
mı, insan annesi ile evlenemeyeceği gibi, o erkek de boşadığı karısı ile bir daha cvlenemez-
di. Bu türlü b o ş a m a d a kadın artık başka bir erkekle de evlenemezdi. Zihar henüz yasak
lanmadan önce bir erkek (Evs b. Samit) karısını, böyle keyfi yeminle boşadı, fakat öfkesi
geçince pişman oldu ve karısına pişmanlığını bildirdi. Kadın ise bu d u r u m d a n çok incin
diği için kocasının pişmanlığını kabul etmedi, sen o sözü söyledin bir kere, söylememiş gibi
olamazsın, git Allah'ın elçisine danış, o ne derse öyle olsun, dedi. Erkek, ben utanırım,
Allah'ın elçisine böyle bir şeyi soramam, deyince kadın, ben gider sorarım, dedi ve H .
Peygamberin huzuruna vardı, ö n c e alçak sesle derdini anlattı: Ey Allah'ın Elçisi, kocam
beni aldığında ben gençtim, güzeldim, çekiciydim, ona bir çok çocuklar d o ğ u r d u m ; şimdi
yaşım ilerledi, o bana saygı göstermiyor, bana, arnk kendisi için annesi gibi olduğumu
söyledi, benim kimsem yok, ayrıca bakıma muhtaç, küçük çocuklarımız da var, dedi- H .
Peygamber kadına, henüz bu adeti değiştirecek bir vahiy almamış olduğunu, mevcut
d u r u m d a kocasından boşanmış sayılacağını söyledi. Kadın d u r u m u kabullenemiyor, tekrar
tekrar H . Peygamberin huzuruna geliyor, ey Allah'ın Elçisi, bize bir yol göster, bizi kurtar,
diyordu. Allah'ın Elçisi ise bir şey söyleyemiyordu. ICadın daha sonraki gelişlerinde H .
Peygamberin huzurunda yüksek sesle Allah'a hitap etmeye başladı: Ey Allahım, yalnızım,
kimsesizim, içinde bulunduğum çaresizliği sana arz ediyorum, Peygamberinin diline bir
vahiy gönder, dedi. Böyle güıderden birinde H . Peygamberin üzerine vahiy hali geldi,
herkes sessizce durup bekledi. Vahyin şiddeti geçince H . Peygamber kadına döndü: M ü j d e
ey Havle, Allah seni işitti! dedi (kadının adı Havle idi) ve vahiy olunan ayederi okudu:
"Allah kocası hakkında sana başvuran ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözlerini
işitmiştir" (58,Sure, l-3.ayetler) diye başlıyordu ayeder ve devamında, böyle söyleyerek
karılarını boşayanların, onunla yeniden evlenmek için, bir köleyi satın alıp hürriyetine
kavuşturmaları veya iki ay üst üste oruç tutmaları veya 6 0 fakiri doyurmaları şartı getirili
yordu. B u ağır şartlardan sonra bir daha hiç kimse karısını bu şekilde boşamaya cesaret
edemedi. Havle'ye gelince, o, kocasının bu şartlardan hiç birisini yerine getirecek güçte
olmadığını söyleyerek H . Peygamberden özel muamele istedi. B u n u n üzerine H.
Peygamber o sırada hediye olarak getirilen bir miktar hurmayı onlara bağışladı, bu hurmayı
sadaka olarak dağıtmalarını vc bir daha böyle çirkin işler y a p m a m a k üzere Allah'a lövbe
etmelerini öğütledi. Havle, bu hurmalara hiç kimsenin kendi ailesinden daha muhtaç
-33-
olmadığını söyleyerek hurmaları evine götürmek için izin istedi. H . Peygamber güldü ve
izin verdi. Havle'nin adı "Allah'a sözünü dinleten kadın" olarak İslam dininin tarihine
geçti. Ayette "kocası hakkında başvuran" şeklinde ismi verilmeden belirsiz bir kadından
bahsedilerek öğüt verilmesi, kadınların kocaları hakkında şikayette b u l u n m a hakkına sahip
oldukları bütün durumları kapsıyor. Yani sadece haksız ve zalimce bir boşamaya karşı değil,
aynı zamanda kadının artık çekilmez hale gelen bir evlilikten kurtulma talebi ile ilgili
başvurusunu da kapsıyor. Evlilik bağının bu şekilde kadın tarafından sona erdinlmesi hul'
olarak adlandırılmış ve İslam H u k u k u n d a 2.Bakara Suresi, 2 2 9 . ayetine ve bir çok sahih
hadise dayanılarak müeyyideye bağlanmış. (Bkz: M u h a m m e d Esed, Kuran Mesajı-Meal
Tefsir, Surelerin ilgili ayetleri ve dipnotları, İşaret yay. 7 6 Ankara 1 9 9 8 ) .
-34-
yemek zaruretinde bulunmak dolayısıyla yeminini çözmesi gerektiğinden kendisine kefaret
icap edeceği, kefaret ise yeminini bozan kimsenin mali d u r u m u n a göre gücü yettiği
takdirde on fakire elbise giydirmesi, buna gücü yetmediği takdirde on fakiri ikişer öğün
kendi yediğinin orta derecesinden olmak suretiyle doyurması, buna da muktedir değilse, üç
gün oruç tutmak suretiyle tövbekar olması ve böyle bir şeyi bir daha yapmamaya
azmetmesiyle ödenir. D u r u m u n bu surede dilekçe sahibine bildirilmesinin uygun olacağı
mütalaasıyla keyfiyetin Yüksek Başkanlığa arzına karar verildi!" G ö r ü l d ü ğ ü gibi kararda
keyfi yeminle üçten dokuza karı boşamanın dine aykınlığı, dine aykırı bir yeminin geçer
siz olacağı boyutundan hiç bahis yoktur. Karılarını düşüncesizce boşadıktan sonra pişman
olan erkekler için zihar ile ilgili ayetten öğüt alınarak, caydırıcı bir yol izlenemez miydi?
Hayır, böyle bir yol katiyen izlenmemiş. G ü n ü m ü z d e bile keyfi yeminleri geçerli saymak
sebebi ile bir çok aile onur kırıcı durumlar yaşamaya devam ediyor.
-35-
düşüyor, eşi ile üç kızı kimsesiz kalıyor. Henüz Müslüman olmamış varisleri olan amcazade
ler geliyor, mirasın hepsini alıyor, şehidin eşine ve kızlarına hiç bir şey vermeden gidiyor.
Bunun üzerine kadın H . Peygambere gelip şikayet ediyor, biz Müslüman olmakla zarara mı
uğrayacaktık, diyor. H . Peygamber kadına beklemesini. Yüce Allah'ın bu işe mudaka bir
çözüm göndereceğini söylüyor. Kadınları ve çocukları mirasa dahil eden ayeder bu olay üze
rine vahiy oluyor. Ayette, ebeveynin ve akrabanın bıraktıklarından erkeklerin de kızların da
pay alacakları, bunun Allah tarafından tayin edilen bir pay olduğu, mirasın paylaştırılması
esnasında yetimler ve muhtaçlar hazır bulunuyorsa, onlara da bir miktar geçimlik verilmesi
ve nazik sözler söylenmesi, kanuni mirasçıların, eğer kendileri arkalarında muhtaç çocuklar
bırakmış olsalardı onlar için nasıl endişe duyacaklarını hatırlamaları ve insaflı olmaları
uyarısı yapılıyor. D a h a sonra hissenin ne kadar olacağı konusunda Allah'ın tavsiyesi
bildiriliyor: Ölenin kız ve erkek çocukları için, erkeğin hissesi kızınkinin iki misli olacak!
(4.Sure, 7 - 1 1 . ayetler) Mirasın diğer kadın akraba ile ilgili miktarlarında ise kadınların payı
erkeklerinkinin iki katı olarak tavsiye edilmiyor, tam tersine ölenin anne ve babası ile erkek
ve kız kardeşleri mirastan eşit pay alıyorlar. D e m e k ki mirasın paylaşılmasında rol oynayan
sadece erkek veya kadın olmak değil, başka etkenler var. Devrin yaşayış biçimi olarak erkek
ailenin geçiminden sorumlu ve evleneceği kadına mehir vermek zorunda; boşama halinde de
bir başka mehir ödemek, eğer varsa çocukların sorumluluğunu devam ettirmek, ölüm hali
ni düşünerek vasiyet etmek gibi yükümlülükleri d c var. Kız ise bütün bunları alacak ve geçi
mi garanti edilecek taraf Bu yüzden erkeğe kızın iki katı pay öngörülmüş, yükümlülükleri
kalmamış olan anne-baba veya kardeşlerin payları arasında ise kadın ve erkek oluşlarına göre
bir farklıLk gedrilmemiş, onların eşit pay alması öngörülmüş. D e m e k ki toplumlardaki har
cama örflerinin değişdği durumlarda Allah'ın tavsiyesi adalete en uygun şekilde yeniden
yorumlanacak.
Kuran ayetlerinde Allah'ın insanlara öğüt verdiği bildirilmiş, öğüt kelimesi üzerinde çok
durulmuş. Ö ğ ü d e r d e n yararlanabilmek için Kuran'ın bakış açısını, gedrdiği zihniyeti, ne
yi sağlamak istediğini ve içinde yaşanılan zamanın şartlarını bir bütün olarak göz önünde
bulundurmak, b u n u n için gerekli bilgi ve görgü seviyesini kazanmış olmak, ayrıca alanda
ki sorunların çözümüne yardımcı olmayı gerçekten istemek gibi bir iyi niyete sahip olmak
gerekli. Ancak kendi deviderinde kadına mirastan yarım hisse verilmesini uygun bulan hu
kukçuların kararları, daha sonrakiler tarafindan, Allah'ın emirlerinin zamana değil zamanın
Allah'ın emirlerine uyması gerekdği sloganı ile, hiç bir değişikliğe gitmeden devam ettiril
miş. Hukukçular kendi devirlerinin örflerine göre yeniden düşünmek yerine, Allah'ın tav
siyesinin emrinden daha güçlü olacağı ile hareket edilmesine göz yumabilmiş, haksızlıklar
devam edebilmiş. T a k s i m sırasında hazır bulunan muhtaç akrabaya da geçimlik vermeyi
tavsiye konusunda ise Allah'ın tavsiyesinin emrinden daha güçlü olduğu kabulü ile ek bir
düzenlemeye gidilmemiş. Türk-tsiam tarihi içinde. Cumhuriyet öncesi Osmanlı'nın son
zamanlarında, bazı taşınmaz mülklerde kız ve erkek evlada eşit miras hakkı kabul edilmiş
-36-
bulunuyor. G ü n ü m ü z d e medeni kanunun kız ve erkek kardeşlere eşit miras hakkı kabul
edilmiş olmasına rağmen, halen miras caksiminde tarafların isteğine göre, eski veya yeni ka
nun uygulanabilmekte, ilgi çekici olan husus, ne kadar dindar olurlarsa olsunlar, kadırdar-
dan hiç birinin, Allah emri böyledir diye, eski kanuna göre erkek kardeşinin yarısı kadar
miras almaya, kocalardan hiç birinin de karısı için mirastan erkek kardeşininkinin yarısı ka
dar pay almasına razı olmadığı. Çıkarlar söz konusu olunca, insanların düşünceleri değişe
biliyor. Bu d u r u m u n , islam H u k u k u n u n teşekkül devrindeki erkek müçtehitlere de tesir
etmediğini düşünebilir miyiz? Hangi konuda olursa olsun, haksızlıkların devamında kadın
lar tamamen masum değildir. Haksızlığın var olabilmesi için iki taraf lazım. Haksızlığı ya
pan taraf ve haksızlığa uğrayan taraf. Haksızlığın ortadan kaldırılması için de iki tarafın be
raber çalışması lazım. Kadınlar habızlıklara razı oludarsa veya razıymış gibi davranıdarsa
hiç bir şey düzeltilemez.
Şahhükte kadm
Şahidik, görülmekte olan bir dava ile ilgili olarak bildiğini, gördüğünü, işittiğini gizlemeye
rek bildirmek üzere tanıklık etmek demek. Kuran'da görgü şahidiği ile ilgili ayeder hep 'Ey
inananlar!' hitabı ile başlıyor. Yani Allah şahitliği imana bağlamış, Allah sevgisi ve korkusu
ile hareket etmesi gereken müminlerin, adaleti gözetip ayakta tutmak üzere şahidiğe önem
vermelerini istemiş. (5.Maide Suresi, 8.ayet) Allah, inanan insanların adaleti ayakta tutmak
üzere gerçeği gözetmesi, kapılabilecckleri öfke, yakın akraba veya eşraf kayırması gibi duygu
ların inançlarını gölgeleyip kendilerini adaletsizliğe sürüklememesi için öğütler verirken,
kadın veya erkek, kaç kadın veya kaç erkek gerektiği gibi şartları değil, inançlı ve dürüst
davranışları vurgulamış. Doğruyu kim biliyorsa o konuşacak. Kadın olsun erkek olsun,
gerçeği bilmiyorsa, görmemişse, kaç kişi olurlarsa olsunlar, neyin şahitliğini yapacaklar?
Olayı görmüş olan, olay hakkında bilgisi olan kimse, kadın veya erkek, kaç kişi olursa olsun,
bildiklerini saklamayacak, şahidik etmekten kaçınmayacak, Allah sevgisi ve korkusu ile
doğruyu söylemekte gönüllü davranacaklar. (4.Nisa Suresi, 135.ayet bkz: s.56)
İslam hukukunda bir erkeğin şahitliğine iki kadının şahidiğinin denk sayılması konusunda
delil olarak alınmış olan ayet görgü şahitliği ile ilgili değil, birbirlerinden vadeli olarak borç
alanların bunu yazdırmaları esnasında içlerinden iki erkeği şahit olarak bulundurmaları ile
ilgili. (2.Bakara Suresi, 2 8 2 . ayet) Ayet günümüzdeki noter işlemlerini hatırlatmakta. İnsan
lar arasındaki borç ve alacak ilişkileri genellikle her şeyden önemli ve insanlar bunun için can
alıp can verebilecek kadar hırslı. Borç şahidiğinin tarafların kendi içlerinden olan erkeklere
verilmesi, kendi içlerinden şahitlerin bulunmadığı durumlarda da işlemin mutlaka yapılması
için, razı olacakları bir erkekle iki kadının şahitliğine başvurmaları tavsiye edilmiş. Ayet ilk
vahiy olunduğunda, yani borç senedi yapılıp yazılırken kadınların da şahit olabileceği
hükmü gelince, insanlar şaşırımşlar, inanamamışlar, kadından şahit olur mu, demişler. Başı
açık erkeklerin, kölelerin ve göçmenlerin hüdere karşı şahitliğinin kabul edilmediği bir
-37-
dönemde kadınlar da şahidiği kabul edilmeyenler arasında. İşte kadınların evde tutulması
için her önlemin alındığı kaç-göç döneminde, İslam hukuku kadınların şahidiğine, görgü
şahitliği ile ilgili asıl ayetleri değil de hesap tutmak ile ilgili bu ayetleri esas almış. Böylece bir
erkeğin şahidiğine iki kadının şahidiğinin eşdeğediliği prensip yapılmış, ilave olarak
kadınlara m ü m k ü n olduğu kadar hiç şahitlik yapnrılmaması tavsiye edilmiş ve kadınlar bu
duruma iriraz etmemişler veya edememişler.
Kadınların şahit yapılmamasını desteklemek üzere üretilmiş pek çok sebep tefsirlerde yer
alıyor. Mesela yaratılışta erkeğin (Adem) asıl, kadının onun parçası oluşundan, yaratıldığı
eğe kemiğinin eğriliğinden dolayı kadının doğru olamayacağından başlanmış, ay hallerinde
ve loğusalıkta namaz kılmaması ve oruç tutamaması sebebi ile dininin eksikliğinden,
unutkanbğı ile erkeğe yasak meyveyi yedirerek günah işlerip cennetten çıkarılmasına sebep
olmasından dolayı aklının eksikliğinden devam edilerek, bahaneler sıralanmış. Bahanelerden
bazıları bugün hala kadınların aleyhine kullanılmakta. Mesela bunlar arasında 'kadınların
enfiisiyeri (sübjektiflik)' diye bir madde var. Bu başlık altında, nesnel olayların kadınları
ikinci dereceden alakadar ettiği, doğru olanın da bu olduğu, çünkü alım-satım gibi
muamelelerle ve afaki işlerle m q g u l olmanın kadınlar için arzu edilecek bir mükemmellik
olmadığı, erkek işlerine kadınların sevk edilmemesi gerekdği yazılmış. K o n u n u n dini açıdan
değil zamanın zihniyeti açısından düşünülmüş ve ona göre hukuk yapılmış olduğu açık bir
şekilde görülmekte. Bir başka madde, 'kadında haya ve hicap galipdr' şeklinde. Bu mad
denin açıklaması olarak kadının kadınlık değerinin en küçük bir meşguliyetle dahi kaybola-
bileceği, kadına şahitlik yüklemenin onu üzüp rahatsız etmek olacağı yazılmış. Kadının
neredeyse bir çocuk gibi kabul edildiği görülüyor. Bir önemli maddenin başlığı da, 'erkek
leşmek kadın için züldür' şeklinde ve açıklaması şöyle: Kadını olayları hatırlamaya mecbur
etmek, onun kadınlık özelliği açısından yakışık almaz. Ancak kadınlar iki olursa, başkaları
işe karışmadan, aralarında hasbıhal ederek birbirlerine hatırlatırlar ve böylece hem kendi
haysiyederini, hem de Allah'ın emrini koruyabilirler! Müfessir burada hasbıhalin şahidiğin
kabulüne aykırı olduğunu hatırlamış olmalı, demiş ki, şüphesiz hasbıhal mahkemede şahit
lik sırasında olmayacak, çünkü bu şahitliğin kabulüne engeldir! D a h a sonra özel hallerin
dışında kadınların şahitliğe hiç bulaştırılmaması tavsiye edilmiş. En iyisi erkeklerin vakıf ola
cakları işlerde kadın şahit gösterilmemeli, (borç senedi ile ilgili ayette kadın şahit zikredilmiş
olmasına rağmen) onlara bu görev yüklenmemeli. Erkeklerin muttali olmaları caiz olmayan
konularda da yalnız kadınların, hatta sırasında bir tek kadının bile ihbarı ile amel caiz olmalı.
(Bkz: örnek olarak: Elmalılı H a m d i Yazır, Hak Dini Kuran Dili, ilgili ayetlerin yer aldığı
bölüm) Bunlar masum görünmesine rağmen çok yanıltıcı olabilecek hükümler. Bununla
birlikte demek ki kadınların şahitliğine karşı çıkılmasında sorun kadınların sayısı, kabiliyen,
noksan sıfatları vs. değil, devrin kadın-erkek ayrımcdığının korunması. İş bununla da bit
memiş, ayette geçen 'kadınlardan biri unutursa diğeri hatırlatır' ifadesindeki 'unutursa' sözü,
kadınların yaratılıştan unutkanlığının hükmü olarak gösterilmiş vc bir erkeğin yerine ancak
-38-
iki kadının şahidiğinin denk sayılması kadınların az çok apcal oluşlarına bağlanmış. Oysa
Kuran'a göre ilk unutma olayının erkekte meydana geldiği, cennerte iken Allah'ın tembihi
ni unutarak yasak meyveyi yiyenin ve böylece ilk günahı işleyenin erkek olduğu yukarıdaki
bölümlerde anlatılmıştı. U n u t m a sadece kadına veya sadece erkeğe değil, her ikisine, yani
insana ait bir özellik. U n u t m a kadınlara özel bir durum olsaydı, bu öncelikle din bilim
lerinde çok önemli bir alan olan Hadis rivayetinde, H . Peygamberin sözlerinin tespit edilme
si olayında dikkate alınırdı. En çok Hadis rivayet edenler H . Peygamberin hanımlarıdır. Bu
alanda, yani H . Peygamberden söz naklinde kadınlarla erkekler arasında bir ayırım
kaydedilmemiş ve kadınların rivayet ettikleri hadislerde yalan veya uydurma hiç bir hadise
rastlanmamış.
Kuran'da kadın ve erkek şahidiğinin eşdeğerliliği ile ilgUi bir örnek de insanların kendileri
için şahidik etmeleri hakkında. İslam, erkek veya kadın, zina ile suçlanan tarafların
suçlarının sabit olabilmesi için, aleyhlerinde dört şahidin getirilmesini şart koşmuş. Dört
şahit getiremeyenlerin sözleri ifdra kabul edilecek, onlara 80 değnek cezası tatbik edilecek ve
onların şahidikleri bir daha hiç kabul edilmeyecek. (24.Nur Suresi, 4.ayet). G ö r g ü şahidinin
sadece kendileri olduğunu, olayı gözleri ile gördüklerini iddia ettikleri hallerde, tarafların
kendileri için şahitlik etmeleri de kabul edilmiş, buna 'lian=lanet dileyerek yeminleşme'
deniyor. Mesela eğer koca karısının zina yaptığını, fakat şahit olarak kendinden başkasının
bulunmadığını öne sürerse, ona kendisi için dört defa, dört kişi yerine geçmek üzere, şahit
lik etmesi imkanı tanınmış. Eğer dört defa yemin eder ve sonunda eğer yalan söylüyorsa
Allah'ın lanetinin üzerine olmasını dilerse, ifadesi geçerli kabul ediliyor; fakat aynı hak, ken
disini savunması için karısına da tanınmış, o da aynı şekilde kendisi için dört defa yemin
edip, sonunda eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin üzerine olmasını dilerse, şahidiği
geçerli sayılıyor. Her iki taraf da ecza görmüyor fakat bir daha birbirleri ile evlenemcmek
üzere boşanıyorlar. ( 2 4 . N u r Suresi, 6-7. ayetler) Ayederde böyle bir durumda kadımn
şahitliği ile crkcğinkinin arasında bir farldılık söz konusu edilmemiş, kadından daha ^ a
sayıda yemin etmesi istenmemiş, erkek de kadın da, dört şahit yerine geçmek üzere, dörder
defa kendileri adına şahitlik yapacaklar. D e m e k ki kadın ve erkek, şahsiyet olmaları
açısından eşit tutulmuş.
İki şahitten birinin kadın olduğu bir resmi nikah töreninde, dini yüksek tahsil yapmış
birisinin ciddi olarak bu nikahın sıhhatinden şüphe edilir olduğunu söylemesi çarpıcı bir
örnekti. Bilgili ve akıllı bir diğeri onu teselli etmiş ve demişti ki, salon dolusu davetliler nika
ha şahit olmadılar mı, sen ve ben de şahiderden değil miyiz? Bu söz endişe sahibini rahat
latmış ve geçici bir çözüm getirmişti ama kalıa çözüm böyle olmamalı diye düşünüyorum.
O r a d a biri kadın iki şahitten başka kimse olmasa da, nikah şüpheli kalmamalı. İsteyen iste
diği cinsiyette, fakat güvendiği kişilerin şahidiği ile evlenmekte serbesttir, dini açıdan bir
engel yoktur, denilcbilmeli. şahitlikte esas şahitlenn adil olması ve şahidiği Allah için yap-
-39-
malan. Türkiye Cumhuriyeti Medeni Kanunu kadmlann şahitliği konusunda bir aynlık
kabul etmiyor, ancak inanç alanı üzüntü vermeye devam ediyor.
Giyim-kuşam ve öıtünme
Giyim kuşam genel anlamı ile insan bedenini örten giysi, aksesuar ve bunların kullanım
biçimlerinin bütünü. Giyim-kuşam cinsiyet, kültür, coğrafi bölge ve tarih açısından farklılık
göstermiş. Bir kültür ne kadar karmaşık ve gelişmiş olursa, giyim kuşam şekli de o kadar
ayrıntılı ve çeşidi olmuş. Giyim-kuşam, sahibinin toplumsal konumunu göstermesi
bakımından simgesel bir önem de taşımış, özellikle din görevlilerinin dinlerine göre farklı
kıyafederi olmuş. Mağara resimlennin okunmasından -resimler de yazıdırlar ve okunabilir-
lerse onlardan çok şey öğrenilebilir- anlaşılmış ki, giyim-kuşam sahibinin gücünün ve
statüsünün bir alamed olmasının yanı sıra, üreme organlarının her türlü kötü etkiye karşı
korunmasın sağlayan bir araç olmuş. Tarih boyunca yüksek tabakanın çok kumaş gerektiren,
uzun giysiler giydiği, sade halk kesiminin ise soğuk iklimlerde korunmaya çalıştığı, sıcak
iklimlerde ise hafif bir örtünme ile yetindiği ansiklopedik bilgilerden. Pek az insan topluluğu
tamamen çıplak yaşamayı sürdürmüş. G ü n ü m ü z d e hala sıcak bölgelerin ormanlarında tama
men çıplak yaşayan insan topluluklarına erişilmiş ve onlarla konuşulmuştur da, onların da
kendilerine göre aile hayatı ve görgü kuralları olduğu, kendi tarzları ile gururlu oldukları ve
bu tutumlannın ahlaksızlıkla ilgisi bulunmadığı tespit edilmişdr.
K u r a n ' d a "Ey A d e m nesli" diye başlayarak kadınlara ve erkeklere birlikte hitap eden
ayette giyim-kuşamdan şöyle söz edilmiştir: "Size yücelerden hem çıplaklığınızı örtesiniz
diye, hem de bir görkem ve güzellik nesnesi olarak giyim-kuşam bahşettik. A m a Allah'a
karşı sorumluluk bilincinin sağladığı örtü her şeyin üstündedir. İşte b u n d a Allah'ın ayet
lerinden biri var ki, insan nesli belki ders alır. (7. A'raf Suresi, 2 6 . ayet) Aynı Surenin bir
sonraki ayetinde, şeytanın insanlara çıplaklıklarını târk ettirişi hatırlatılmakta ve şeytanın
bunu, insanları sorumluluk bilincinin (takva) sağladığı örtüden yoksun kılması olarak
ifade edilmektedir. İnsanlar cennette yasak meyveyi yiyinceye kadar çıplaktılar, fakat
çıplak olduklarının farkında değillerdi. Ayet şöyledir: "Çıplaklıklarının farkına varsınlar
diye, şeytan onları örtülerinden yoksun bıraktı." (7.A'raf Suresi, 2 7 . ayet bkz: s.58)
Cennette insanlann çıplak o l d u ğ u n u n bildirilmesine rağmen, onları örtülerinden yoksun
bırakanın şeytan o l d u ğ u n u n bildirilmesi, tefsirde şeytanın onları, Allah'a karşı sorumlu
luk bilincinin sağladığı manevi örtüden yoksun bırakması olarak açıklanmıştır ki, bu
yorum bir önceki ayette geçen sorumluluk bilinci (takva) örtüsü ile paralellik göster
mektedir. N i t e k i m birkaç ayet sonra şöyle bir öğüt gelmektedir: "Ey A d e m nesli, her
secdede kendinize çeki düzen verin; istediğiniz gibi yiyin için, fakat saçıp savurmayın,
Allah savurganları sevmez." (7.A'raf Suresi, 3 1 . ayet bkz: s.58) Tefsirlerin bir çoğunda,
'her secdede' tabiri 'her mescide gidişinizde' şeklinde açıklanırken M u h a m m e d Esed'in
Meal-Tefsirinde 'yapıp ettiğiniz her iş ve hizmette' şeklinde açıklanmıştır ki, bu açıklama
-40-
ayetlerin bütünlüğü ile daha iyi uyum sağlıyor, Esed, zinet sözcüğüne, kendine çeki
düzen vermek şeklinde anlam vermesinin sebebini de şöyle: açıklamış: Zinet sözcüğünün
asıl anlamı, ister bu dünyada ister öteki dünyada olsun, insanın itibar ve onuruna gölge
düşürmeyen, ona yakışıksız, pejmürde bir görünüş vermeyen, tersine onu güzelleştiren,
yalınlaştıran şeydir. D e m e k ki zinet sözcüğü hem cismani hem ahlaki çağrışımları ile
güzel olan şeyi ifade ediyor. (Bkz: İlgili ayetin dipnotları)
Ö r t ü n m e insanı pek çok şeyden koruyabilir, süslenme insana çok şey katabilir; ancak insana
en çok yakışanı terbiyeye dayanan sorumluluk elbisesidir. İnsan örtünecek ve süslenecek
elbiseden yana fakir kalabilir, fakat terbiye daima kendisinde kalacak bir zenginliktir ki,
bunu ondan kimse alamaz. Giyiniş biçiminin insanın kişiliğini dışa vurduğu da söyienmişdr.
İnsanın bunlarm hepsini birlikte düşürunesi ve kendine en uygun seçimi yapması bir
meziyettir. Ayette, elbisesizligin farkında olmayış da bir çeşit elbise sayılmış. Her iki cinse
ortaklaşa hitabeden bu gibi ayetlerde yasaklanan süs değil, belki süsü de kullanarak aşırıya
kaçmak, sorumluluk bilincinden sıyrılarak doğru yoldan şaşmak ve şaşırtmak, süsün teşhir
için kullanılması, israfa ve doğru yoldan sapmaya ve saptırmaya sebep olması. Allah teşhir-
cileri ve müsrifleri sevmiyor.
Bir başka Surede kadına ve erkeğe ayrı ayrı hitap edilerek giyimin ferklı boyutlarına
deyiniliyor ve giyim-kuşamın sanki cennette çıplaklığın ilk defii hissedildiği duyguJar
açısından gereğinin yapılması isteniyor. (24. Nur Suresi, 3 0 - 3 1 .ayetler bkz: s.62) Surenin
ismi olan N u r ışık, aydırdık demek vc o Allah'ın güzel isimlerinden biri. Vahiyler Allah'ın
insanlara ulaşan ışığı, insanlar onurda aydınlanırlarsa doğruyu-yanlışı, iyiyi-kötüyü öğrenir,
davranışlarını düzeltebilir. Surede gayri meşru cinsel ilişkilerin cezalandırılması ve zina ifti
rasının çok büyük suç olduğu uyarısı yapddıktan sonra H . Peygamberin bir kabileye karşı
giriştiği bir seferden dönerken cereyan eden bir olayla bağlantı kurulmuş. H . Peygamberin
en genç eşi Ayşe bu seferde yamndadır ve bir sebeple kafileden geri kalmıştır. Saatlerce
yalnız kaldıktan sonra artçı sahabelerden biri tarafindan bulunarak konaklama yerine geti
rilmiş, bu olay kötü zanlara ve söylentilere yol açmış, tarafları fevkalade üzmüş. Ayşe'nin vc
onu getiren sahabenin masumiyed kısa zamanda şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya
konulurken, Kuran'ın bütün zamardarda ve bütün toplumsal şartlarda geçerli bir ahlaki
önermesi de ortaya çıkmış. Başkalarını yalan yere iffetsizlikle suçlayanların işledikleri suçun
günahını taşıyacakları, bu kötü zanların yayılmasında öncülük edenleri ve mümirder
arasında çirkin söylendlerin yayılmasından hoşlananları dünyada da, Ahrene de can yakıcı
bir azabın beklediği bildirilmiş. İffetli mümin kadınlar dalgınlık ya da düşüncesizce
davranışları ile bir takım kötü zanların ya da söylendlerin doğmasına sebep olmuş olsalar
da onlara iftirada bulunan ve böyle yapmakla işledikleri günahlarından tövbe etmeyen kim
selerin dilleri, elleri ve ayakları o büyük günde (Hesap günü) bütün bu yaptıklarını açığa
vurarak aleyhlerine şahitlik edeceği uyarısı da yapdmış. ( 2 4 . N u r Suresi, 11-24. ayetler)
-41 -
Surede daha sonra kadın erkek ilişkileri ile, ferdi ve ailevi mahremiyedn korunması ile ilgili
bazı görgü kuralları üzerinde durulmuş. H . Peygambere, mümin erkekleri, bakışlarını hem
fiziksel hem duygusal açıdan sakınmaları ve mahrem yederini, hem örtmek hem de cinsi
dürtülerine hakim olmak üzere korumaları hakkında uyarması; mümin kadınları da göz
lerini ve mahrem yerlerini korumaları, fakat aynı zamanda görünmesinde örfiin sakınca
görmediği yederi dışında, cazibe vc güzelliklerini teşliir etmemeleri, bunun için başörtüle
rini (himar) yaka açıldığı üzerine salmaları hakkında uyarması istenmiş. Ayet şöyle: "İna
nan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini
korusunlar; görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında, cazibe ve güzelliklerini açığa
vurmasınlar; başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. C a z i b e ve güzelliklerini
kocalarından, babalarından ve kayınbabalarından, öz ve üvey oğullarından, kardeşlerinden
ve kardeşlerinin oğullarından, hizmetçilerinden, yahut kendilerine bağlı olup cinsel istek
lerden yoksun bulunan erkeklerden, ya da kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında
olmayan çocuklardan başka kimsenin önünde açığa vurmasınlar ve yürürken gizli güzellik
lerini belli edecek şekilde ayaklarını yere vurmasınlar. V e siz ey müminler, hepiniz topluca
günahkarca davranışlardan dönüp Allah'a yönelin ki, kurtuluşa vc esenliğe erişesiniz.
( 2 4 . N u r Suresi, 3 0 - 3 1 . ayeder bkz: s.62)
Giyim ile ilgili ayetlere bir bütün olarak bakıldığında, kadın veya erkek, tüm insanlardan
istenenin, kendi cinselliğini teşhir etmemek, başkasının cinselliğine göz dikmemek,
böylece her ikisini dc birbirine karşı korumak olduğunu anlıyoruz. Erkeklerden bakışlarını
sakınmalannın istenmesi, hem fiziksel, hem dc duygusal sakınmaya işaret ediyor; mahrem
yerlerini örtmelerinin istenmesi de, hem kelimenin dış anlamı ile mahrem yerlerini örtü
ile örtmelerine hem de cinsi dürtülerine hakim olmaları, yani bunu evlilik ilişkisi ile sınırlı
tutmalarına. Yoksa yakın akraba hariç tutulurken, mahrem yerlerin onlara göster
ilebileceğini anlamıyoruz. Bir başka ayette süs giyinmenin amaçlarından biri olarak
bildirildiği halde, kadınlara 'süslerini, kendiliğinden görünen kısım müstesna göster-
mesinler' derken kastedileni tefsircilerin bir kısmı zorlama yorumlarla kesinleştirmiş, bir
kısmı da ayetin genişliğird değiştirmeyerek, 'örfe göre demişlerdir. Esed 'örfen' sözcüğünü
kullananlardan ve bu tutumunu şöyle açıklamış: İlk İslam alimlerinin ve özellikle Razi'nin
kaydettiğine göre, kendiliğinden görünen yerler müstesna ifadesiyle kastedilen, kişinin
hakim örfe uyarak açık tutabileceği, yani örtmemesinde beis olmayan yerlerdir, islam
hukukunun geleneksel temsilcileri, görünmesinde örfen sakınca olmayan ifadesinin
tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimini göster
mişler -hatta sınırlamayı bazen daha da ileri götürmüşler- ise de, kendiliğinden görünen
yerler müstesna, anlamı bizce çok daha geniştir. Nitekim kullanılan ifadedeki kasıtlı belir
sizlik (yahut çok anlamUlık) de bu hususta insanın ahlaki ve toplumsal gelişiminin gereği
olarak ortaya çıkan, zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu
göstermektedir. Aynı kelimelede hem erkeklere hem kadınlara ulaştırılmak istenen
-42-
mesajın özü, onların haramdan gözlerini çevirmeleri ve iffederini korumaları noktasında
düğümlenmekte. Kişinin yaşadığı çağda Kuran'ın toplumsal ahlak konusunda getirdiği
ilkeleri göz ö n ü n d e tutarak, dış görünüşünde, giyim-kuşamında göstermek zorunda
olduğu dikkatin, çeki-düzenin sınırlarını da bu ölçü belirlemekte. ( 3 1 . ayetin 3 7 nımıara-
lı dipnotu Bkz: s.38) Bazıları kendiliğinden görünen kısımlar veya süsler ile ilgili olarak
ayrıntılı açıklama yapmış, boyuna, el vc ayak bileklerine, kulaklara ve benzeri yerlere
takılan takıların gösterilmemesini, bazıları da gösterilmemesi gerekenin bu takılar değil,
bunların takıldığı vücut bölümleri olduğunu, takılar olmasa bile bu kısımların görün
memesi gerektiğin ileri sürmüşler. B u hükümlerin sonucu olarak erkeğin avret yeri göbek
le diz kapağı veya göbekle kasık arası sayıLrken, kadının elleri, yüzü ve ayakları hariç
bütün vücudunun avret yeri (setri avret) olduğuna hükmedilmiş, kadırdarın başlarını
kocaman başörtülerle, saçlarının bir telini dahi göstermeyecek şekilde örttükten sonra,
vücut hatlarını en kaba şekilde gizleyecek bir üst giyimi de yakalarının üzerine
sarkıtmalarının dışında bir yol geçerli sayılmamış. Birçok tefsirde parantez içlerinde ve
dipnodarda, bazılarında da paranteze ve dipnota dahi gerek görülmeksizin, Allah'ın
kelimelerindenmiş gibi, ayete eklenen kelimelerle başörtüsünün nasıl kullanılacağı
ayrıntılı olarak tarif edilmiş. "Kendiliğinden görünen kısım müstesna" deyişini ellerin içi
ile yüzün ancak gözün görebileceği bir delik kadar kısmı, ayakların da tabanları ile
sınırlamışlar, "Kadın saçından tırnağına kadar avrettir" demişler. T a b i i daha sonra bunlar
da yetmemiş, kadının toplum içinde görünmez olması daha iyi b u l u n m u ş ve onun evin
duvarları ile de örtülmesi gerektiğine hükmedilmiş, böylece ayetlerin erkeklerin terbiyesi
ile ilgih olan kısımlarının uygulanmasına gerek kalmamış!
Kadınlar 'örtülerini yakalarının üzerine indirsinler' diye tavsiye edilmesi ne içindir acaba?
Bazı tefsirlerdeki bilgilerden, bu ayet indiğinde, kadınların yaka açıklıklarını herhangi bir
şekilde, mesela eteklerinden parçalar kesip boyunlarına dolayarak örttüklerini öğreniyoruz.
Bu davranış bize onların bu aycnen, saç tellerini örtmeyi değil, elbisenin açıkta bıraktığı
dekolteyi örtmeyi anladıklarını gösteriyor. Başörtüsü hem İslam'dan önce hem de İslam'
dan sonra Arap kadınlarının kullandığı geleneksel örtüdür. Klasik müfessirlere göre bu
başörtüsü kadınlar tarafından İslam'dan önceki dönemde az çok süs giysisi olarak kullandır
ve uçları örtünen kadının sırtına serbestçe bırakılırdı. O günün yaygın modasına göre,
kadınların giydiği gömleğin ya da bluzun önünde genişçe bir açıklık bulunur, böylece
göğüsler örtülmezdi. Bunun içindir ki, göğsün himar ile örtülmesi öğüdü bu iş için m u d a
ka himar kullanılmasının gerektiğini ifade etmez; sadece kadınların göğüs kısmının açık
bırakılmasında salanca bulunmayan yerlerden olmadığını ve dolayısıyla örtülmesi gerek-
dğini ifade eder. (Bkz: 3 1 . ayetin 3 8 numaralı dipnotu Bkz: s.58) Bugün de Arap erkeğinin
başı, boynu ve hatta yüzünün bir kısmı örtülüdür. Müslümanların Peygamberin çevresin
deki oturuşlarında hiyerarşi yoktu. Arap olan ve olmayan, erkek ve kadın, yerli ve yabancı,
yerleşik ve göçmen, hür ve köle eşit olarak, kendi giysileri ile otururlardı. Anlaşıldığına göre
-43-
görgü kurallarını henüz ycccrince bilmeyen bazı Müslüman kadınlar ve erkekler, özellikle
Peygamberin huzurundaki ortak toplantılarda, davranışlarındaki dikkatsizlik veya kıyafet
lerinin uygunsuzluğu ile dikkad çekiyorlar. Saç kelimesi Kuran'da zikredilmemiş. Bir fıkıh
kitabında, kendisine bir kadının saçlarına bakan bir erkek hakkındaki hükmü sorulan
fıkıhçının, saç hakkında Kuran'dan bir şey bilmediğini söylemiş olduğu yazılı. (Cessas,
Ahkamu'l-Kuran III, 3 1 6 - 3 1 7 ) . Ayetteki öğüdün farklı anlamalara izin verecek şekilde
genel ve geniş anlamlı oluşu, tıpkı boşanma ve miras konularında olduğu gibi, zaman için
de daraltılmış, tek anlamlı hale genrilmiş. Bir devir için sıkıntı yaratmamış, hatta işe
yaramış olan daraltmalar sıkıntı yaratıp işe yaramaz hale geldiğinde onları yeniden anlayıp
anlatmak bir sorumluluk olmalı. Dileyenin farklı hareket etmesi ve buna rağmen kendini
iyi Müslüman hissetmesi için alternatif anlayışlar gizlenmemeli.
Ö r t ü n m e ile ilgili bir başka ayet kadınların dışarı çıktıklarında, üzerlerine bir dış kıyafet
almaları hakkında. Bu ayette H . Peygambere şöyle hitap edilmiş: "Ey Peygamber, eşlerine,
kızlarına vc mümin kadınlara, toplum içine çıktıklannda dış kıyafedenni üzerlerine
almalarını söyle, bu onların tanınmalarını vc rahatsız edilmemelerini temin eder, a m a unut
ma ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (33.Ahzab Suresi, 59.ayet bkz: s.63) Bu
ayetleri N u r Suresinin 3 0 ve 3 1 . aycdcrdcki açıklamalarla birlikte anlamak yeterli olabilir.
Ancak bazı ilave bilgilerin bilinmesinde yarar var. Medine'de kadınlar Mekke
kadınlarından farklı olarak erkeklerle daha eşit, daha serbest bir hayat yaşıyorlardı.
Müslümanlar Medine'ye göç edip ycdeştiklcnnde bir süre sonra kendi kadınlarının da
onlar gibi hareket etmeye başladığını görmüş ve bu durumdan rahatsız olmuşlardı. Özel
likle H . Ömer'in bu konudaki şikayetleri ilk kaynaklarda yazılmıştır. H . Ömer'in kızı
Hafsa H. Peygamberin eşlcrindcndi vc babasına, kendilerinin Peygamberle rahatça
konuştuklarını, fikirlerini öne sürmcicnnc ve tartışmalarına karşı çıkılmadığını söylediği
zaman, H . Ö m e r koşarak Peygambere gitmiş, durumun gerçekten böyle olduğunu ken
disinde de öğrenmişti. H . Peygamberin ölümünden sonra H . Ömer'in ve oğlunun şu sözü
kayıtlara geçmiştir: Biz Allah'ın elçisinin sağlığında, hakkımızda ayet iner diye korkardık da
kadınlara kötü davranmazdık; ne zaman ki Allah'ın elçisi aramızdan ayrıldı, tekrar eski hal
imize döndüld Surenin bir soıuaki ayetinde iki yüzlülerden, kalplerinde hastalık olanlardan
ve şehirde yalan haber yayarak huzursuzluk çıkaranlardan söz edilmesi gösteriyor ki,
çevrede düşmanca harekeder vardır ve kadınlar rahatsız edilmektedir. Esed bu konuda şu
açıklamayı eklemiş: "Kadınların toplum içine çıktıklarında dış kıyafetlerini üzerlerine al
maları tavsiyesindcki bilinçli müphemlik, bu terimin genel, zaman vc mekan üstü an
lamıyla bir hüküm ifade etmekten çok, zamanın ve sosyal çevrenin sürekli değişmesi
karşısında uyulması gerekli ahlaki bir rehber anlamı taşıdığını gösterir. Ayetin sonunda
Allah'ın affcdiciliğine ve rahmetine yapılan atıf, bu görüşü desteklemektedir. (Bkz: 59.
ayetin 7 5 numaralı dipnotu)
- 44-
Ayerce dikkatimizi yöneltmemiz gereken iki nokta daha var. Bunlardan birincisi
kadmlarm dışarı çıkarken 'tanınmalarını' sağlayacak bir örtüyü üzerlerine almaları, ikin
cisi kadınların, 'rahatsız edilmemelerinin' temini. Bu noktaları vurguluyorum, çünkü
daha sonraki literatürde kadının örtünmesi ile ilgili olarak bu kelimelerin değiştirilmiş,
kadınların örtünmelerinin onların tanınmalarını değil, 'tanınmamalarını' sağlayacak
şekilde olması gerektiği tavsiye edilmiştir. Kadın öyle örtüneceknr ki, kim olduğu, güzel
mi çirkin mi, genç mi yaşlı mı olduğu belli olmayacak, bunun sonucu olarak rahatsız
edilmeyecektir, yoksa erkeklerin davranışlarını değiştitmeleri ile değil! ö r t ü altındaki
kadınların hangisinin genç ve güzel olduğunun bilinmemesi, onların hepsinin rahatsız
edilmesine de sebep olabilir. Nitekim geçen dönemi etkilemiş müfessirlerden Sait Nursi,
kadınların örtünmeleri ile ilgili açıklamalarında, kadınların da bu şekildeki örtünmeyi ter
cih edeceklerini, çünkü hiç bir kadının bir başkasından daha yaşlı ve daha az güzel görün
meyi istemeyeceğini yazılabilmiştir. Sırf örtülü oldukları için genç ve güzelmiş gibi görün
tüsü vermeye ve buna rağmen rahatsız edilmeye ise çare üretilmemiş olduğu için olacak,
kadınların evde oturması en güvenli yol olarak savunulmuş. İslam terbiyesiıun tesiri ile
zaman içinde M ü s l ü m a n toplumlarda bir kardeşlik davranışının gelişmesi beklenirken,
tam tersine kaç-göç ve harem-selam uygulamaları gelişmiş, kadınlar toplumım dışında
tutulmuşlar. Yüz örtüsü peçe bile halen bazı İslam ülkelerinde uygulanmaya devam ediliy
or. N a m a z ve H a c ibadetlerinde yüzün açık olması şart olduğu halde bu ülkelerin
kadınları tavaf sırasında bile peçelerini açmıyor. Açmanın şart koşulduğu bazı dönemlerde
kadınların bir yüz maskesi kullanmış olduğu da biliniyor. Gelenekler her zaman dinlere
baskın çıkmakta. Türkiye'de kadınların peçe sorunu kalmamıştır. 12-13. yüzyıllarda
yaşamış bilgin Muhittin Arabi Fütuhat al- Mekkiye'nin İhramu'l-Mer'a fi Vcchiha
"Kadının yüzünün örtülmesi" bölümünde yüz açıklığının kadınların tabii hakkı olduğunu
söylemiş, M u s a Carullah "Hatun" kitabında ona dayanarak, milletler dinlerini medeniyet
leri ile birleşrirdikten sonra yüz perdesine ihtiyaç kalmayacağını, Türklerin bu tutumları
ile İslam milletlerine örnek olacaldannı, fitne çıkarmanın yüz örtüsü ile değd, cahillikle
beraber olduğunu yazmış.
ö r t ü n m e üzerinde ısrar edilişin ilk devirdeki çok önemli bir sebebinin sınıf ayrımı
olduğu biliniyor. Başörtüsü kullanmak, zamanın hür kadınları için bir ayrıcalıktır.
Kölelerin, özellikle kadınların (cariyelerin) örtünmelerine, hürlerin ve özellikle
kadınların da örtünmemelerine izin verilmediği ile ilgili bilgilere sahibiz. Tefsirlerde bu
ayet ile ilgili olarak Halife Ö m e r ' i n , bir cariyeyi başörtüsü kullandığı için, ' H ü r kadınlara
mı özeniyorsun!' diyerek, kendi yeğenini de başörtüsü kullanmadığı için, 'Seni cariye
sandım!" diyerek dövdüğü yazılmış. Başı açık erkek de makbul değildir, her toplumun
kendi tarzında başını örtmesi gerekli sayılmış, birbirlerinin başlığını giymeleri de uygun
görülmemiş; mesela sarık giymek gayrimüslimlere yasaklanmıştır. 17. Yüzyılda İstan
bul'da başı açık dolaşan bir Macar Qacop Nagy) hakkında söylenmiş bir beyit şöyledir:
-45-
ö r e başın, zira adet değildir. Padişah yanında dahi kimse başın açmaz! Her vilayetin
başka adeti vardır hoş a m m a Osmanlıya ayıptır!
D . Î . B . Din İşleri Yüksek Kurulu, İslam dininde kadının kıyafeti ile ilgili olarak sondan
sorular dolayısıyla yaptığı incelemede konuyu etraflıca açıklarken kendi kararını yüzyıllar
öncesinin imamlarınınkine bağlamakla yetinmiş vc demiştir ki, (kitabın sonundaki eklerde
bir nüshası bulunuyor) N u r Suresinin 3 0 . ayetinde mümin erkeklerin harama bakmaları,
namus ve ifletlerini korumaları emredildikten sonra 3 1 . ayetinde kadınlarla ilgili olarak
mealen, gözlerini haram olan şeylerden çevirmeleri, edep yerlerini korumaları,
kendiliğinden görünen müstesna ziynederini açmamalan, başörtülerini yakalarının üzerine
salmaları emredilmekte, ayetin devamında kadırdann kendiliğinden görünmeyen ziynet
yederini kimlerin yanında açabilecekleri bildirilmektedir! (Bkz: s.62) Kurulun daha sonra
bazı açıklamalara göre, bu aycderde hem erkeklerin hem kadınların harama bakmamaları,
edep yerlerini iyice örtülü tutup iffet ve namuslarını zina, fuhuş ve onlara sebep olabilecek
durumlardan korumaları emredilmektedir, çünkü H . Peygamber, gözlerin zinası şehvetle
bakmaktır, buyurarak harama bakmayı g ö z zinası olarak nitelemiştir! Kurul kendi açıkla
ması ile hadise ek bir tedbir de getirmiştir. Hadiste 'harama şehvede bakmak' zina
sayılırken, kurulun kararında şehvetten söz edUmeksizin 'harama bakmak' göz zinası
sayılmıştır. Ç o k şükür ki biraz sonra gözün harama tesadüfen ilişmesinin kasıtlı bakmak
hükmünde olmadığının hadislerde bildirildiği ayrı bir cümle ile söylenmiştir. Yeni yetişen
ergenlik öncesi genç kızların göz zinası sebebi ile hangi yanılmalara ve ruhsal bozulmalara
sürüklendiği ve gözlerini oyup kör etmeye gidecek davranışlarda bulundukları A . Ü . İlahi
yat Fakültesinin 1981 yıhndaki D i n Eğitimi Semineri kitabında çocuk ruh sağhğı uzman
ları tarafından sunulmuş tebliğler içinde yer almıştır. Yüksek K u n d konuyu daha da
vurgulamak için olsa gerek, İslam alimlerinin bu konuya uygun düşen en dar anlamlı
rivayetlerine kaynak da göstermiş, erkeklerin ve kadınların fitne tehlikesi ve şehvet korkusu
olmamak kaydı ile kendi yakmlarmdan ve yabancılardan kimlerin nerelerine bakıp
bakmayacaklarına dair hükümlerin delilleri ile birlikte fikıh kitaplarında mevcut olduğunu,
söylemişlerdir. Bu gibi fikıh kitaplanndan alıntılarla oluşturulan 'Kadınlar için İlmihal'
türü kitapların kadınlarımızda hangi bunalımlara yol açtığı doğrusu incelenmeye değerdir
ve artık kadınların kendileri tarafindan incelenmektedir de.
Din İşleri Yüksek Kurulu, Ahzab Suresinin 59. ayetinin mealini "Ey Peygamber, mümin
kadınlara dış kıyafetlerini üzerlerine almalarını söyle" kısmına anlam verirken, 'vücutlarını
iyice örten' ilavesini yapmışlar, "bu onların tanınmalarını sağlar" kısmına da 'iffetli' ilavesi
ni yaparak 'ifFedi olarak tanınmalarını' demişlerdir. Daha sonra da 'vücut hadannı belli
etmeyecek' diye eklemede bulunmuşlardır. Son zamanların robadan büzgülü dış kıyafederi,
bu kararların modayı yeniden etkilemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bazı görüşler bu tür
kıyafetin dışındaki giysilerle dışarıda gezmenin doğru olmayacağını iddia etmekte, etek-
-46-
ceket şeklindeki giyinmeyi kabul etmemektedider. Kadınlar onların usulü ile şöyle
giyineceklerdir: Vücudarmın el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen
evlilik caiz olan bütün erkeklerin yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek
kalınlıkta elbiselerle örtecekler; başörtülerini saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice
örtecek şekilde yakalarının üzerine salacaklardır; çünkü Dinimizin, Kitap, Sünnet ve İslam
alimlerinin ittifakı (alimler ittifak halinde değildir, çünkü yukarıda gösterildiği gibi, farklı
fikirde olanlar vardır) ile sabit olan kesin emri böyledir. Müslümaıdarın bu emirlere
uymaları dini vecibedir! Görüldüğü gibi D:1:B: D i n İşleri Yüksek Din Kurulunun, İslam
alimlerinin ittifakı dediği, en dar olan görüşlü olanların itdfakıdır, yoksa itufak demek için
ulemadan hiç biri hariç kalmamak üzere hepsinin bideşmesi gerekir ki, giyim-kuşam
konusunda böyle bir birleşme mevcut değildir. Dar görüşler kadınların evde oturduğu,
okula gidip meslek öğrenimi görüp, oradan oraya koşturmadıkları döneme aitdr; bu
zamanın artık sadece evinin içinde yaşamakla kalmayan, eğitimin her kademesine kanlan,
çalışıp meslek icra ederek para kazanan, araştırmaları ile ülkeler arası düzeyde fikir üreten
kadınları için Kurul kendisi bir zahmete katlanıp yeni fikir üretmeye içtihadar yapmaya
girişmemiştir, ancak yeni dönemlerde girişeceğinden ümit kesilmiş de değUdir.
-47-
açık bıraktığı dekolteyi değil, mantonun ve pardösünün yakasını da örtmesi gerektiği
savunulmaya başlandı, bazı öğrenciler ağızlarını dahi örtmeye, hatta kara gözlük ve yarım
peçelerle yüzlerini kapatmaya başladılar. Tepkiler büyüdükçe büyüdü ve taraflarca bilimsel
çalışmaları aksatacak derecede önemsqnir hale geldi, ağırlaştı.
Ö r t ü n m e değişik İslam ülkelerinde değişik şekiller alabilmiş, mdletlerin farklı örfleri farklı
kıyafetler ortaya çıkarabilmiş, başa ahnan ve uzun kısımlan göğse inen bir şal ile sembolik
hale de gelebilmiş, şüphesiz seçim kişilerin kendi kararlarına bırakılmalı, fakat tahrikler
ortaya çıktıkça, taraflar farklı amaçlarla ortamı değerlendirip yararlanma yoluna gitrikçe
barış tehlikeye girdi, sorun büyüdü, çözülemez oldu. Unutulmaması gereken bir gerçek,
dün denecek kadar yakın bir zamanda kızların ve kadınların sokağa çıkması, o k u m a yazma
öğrenip yüksek öğrenim görerek meslek edinmesi İslam'a aykırı olarak karşılanırken,
başörtüleri ile meydanlarda eylemler yapan kızların İslam adına teşvik edilmesi, en azından
eylem yapmalarına izin verilmesi. B u durum sadece kadın konusunda değişen bir zihniyeti
gösteriyor olsa sevinilebilecek bir durum olarak karşılanabilir. Fakat bu kıyafetlerin hangi
görünmez amaçlarla desteklendiği, o amacın gerçekleşmesinden sonra kızların ve kadınların
yine evlerdeki eski rollerine iade edilip edilmeyecekleri konusunda fikirler açıkça söylenmiş
değil. Halkın İslam ile ilgili sorularına cevap mahiyetinde fetvalar veren Diyanet İşleri
Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu bile halen bir çağdaş harekedilik gösterememiş. İlahi
yat fakülteleri de ortak çalışmalar yapmak şöyle dursun, böyle bir çalışma yapmanın
gerekliliği fikrine bile ulaşmış değil. Onlar, halkımızın çoğunluğuna acı çekriren bu tutum
larının farkında değil gibi görünmekteler. Devlet uygulamalarında ise bir çelişki yaşanmak
ta. Devlet bir kurumu ile baş örtüsünün Allah'ın emri olduğunu, kızların ve kadınların
başlarını, saçlarının bir teli görünmemek üzere uzun örtülerle örtmelerini, sarkan fazla
kısımları ile de boyunlarını ve yakalarını örtmelerini söylemekte, diğer bir kurumu ile baş
örtülü kızları okullara, üniversitelere ve iş yerlerine kabul etmemekte. Devlet, kurumları
arasında birliği sağlamak durumunda değil midir ki, insanlar ikilemden kurtulsunlar ve
rahatlasınlar! Acaba bunları düşünen insanlar niçin konuşmuyorlar ve bir yardım için
çalışmalar yapmıyor ya da yaptırmıyorlar?
İlahiyat mesleği zamanımıza gelinceye kadar sadece erkeklere mahsustu, kadınlarla ilgili
bütün hükümleri erkekler veriyordu. Yeni Türkiye'nin bir özelliğidir ki, diğer fakültelerin
yanı sıra İlahiyat fakültelerine de kızlar girebilmiş ve okuyabilmişlerdir. Kadınların perde
arkasındaki kişiler olarak sunulduğu ve kadınların bu sunuluşu kabullendiği dönemler
geride kalmıştır. İlim öğrenmek kadın erkek her mümine farz edilmişken, kadınların
öğretimi Kuran'ı yüzünden okumakla sınırlandırılmış olduğu ve kadınların bunu kabul
lenmiş olduğu dönemler geride kalmıştır. Kadınların insanlık değerierinin, sadece çocuk
ların annesi derecesinde kabul gördüğü, hiç evlenmemiş ve hiç anne olmamış kadınların
insanhk değerlerinin söz konusu bile olmadığı dönemler geride kalmıştır. Müslüman
-48-
kadınlar dinlerini öğrenerek kendileri ile ilgili hükümleri kendileri verebilecek seviyeye
gelmektedirler. Günümüzde yetişmekte olan kadın ilahiyatçılar yaptıkları bilimsel
araştırmalar ve doktora tezleri ile, toplum içerisinde bugüne kadar dine bağlanarak tutun
muş kadın erkek hiyerarşisini sorgulamaktadırlar.
Sonuç
Hayat şartları değişmişrir, kanaatların ve tutumların da değişmesi gerekmektedir. Bir konu
da birden çok doğru olabilir. Herkes kendi anlayışına göre, doğrulardan birine bağlanarak
veya hiçbirine bağlanmayarak, kanunların ve görgü kurallarının sınırları içinde, karşılıklı
saygı ile yaşamayı öğrenebilir. Gelecekte çok daha olumlu gelişmeler olabilecektir. İslam bir
öğüttür, dileyen öğüt alır, kimse kimseyi zorlayamaz. Bu değişimin hepimizin yararına
gerçekleşmesi için kadınların ve erkeklerin birlikte çalışmak azim ve kararında olmaları çok
güzeldir. İnançların ve kuralların, Kuran-ı Kerimin hakemliğinde yeniden keşfedilmesine,
ilgili kurumların, ferldı anlayış gruplarına yan bakmadan, onları bir arada yaşatacak yorum
ları getirilmesine ihtiyaç vardır. Bu alanda herkesin yapabileceği bir şey olmalıdır ve herkes
acaba ben ne yapabilirim diye düşünmelidir. D ü ş m a n c a davranmayı herhangi bir şekilde
kaldırıp barışı sağlamalıyız.
-49-
T.C.
BAŞBAKANUK
DİYANET İŞLERİ B A Ş K A N U G I
Din İşleri Yüksek K u m l u Başkanlığı
SAYI B.02.1.DİB.0.10/212/
KONU Tesettür
KARAR T A R İ H İ 3.2.1993
İslam Dininde k a d ı n u kıyafeti ile ilgili olarak zaman zaman sorulan sorular
dolayısıyla konu Kurulumuzca d e aluup incelendi:
Nur Suresi'nin 30. ayetinde, mü'min erkeklerin harama bakmaları, namus ve ifiFederi-
ni korumaları emredildikten sonra 3 1 . ayetinde kadınlarla ilgili olarak mealen "Mü'min
kadınlara da söyle: Gözlerini (bakmaları haram olan şeylerden) çevirsinler, edep yerlerini
korusunlar -kendiliğinden görünen müstesna- zinederini açmasınlar, başörtülerini yakalarının
üzerine salsınlar" buyurulmakta ve Ayetin devamında kadınlaun kendiliğinden görünmeyen
zinet yerlerini, kimlerin yanında açabilecekleri belirtilmektedir.
NETİCE:
-50-
T.C.
BAŞBAKANUK
DİYANET İŞLERİ B A Ş K A N U G I
ANKARA
Din lfl.Y.KrLB;k.
Sayı : K/214-9/
Konu : Dinî Soru
İLGİ :
islami hükümlere göre bir kimsenin evli bulunduğu eşi ile aralarında üç nikah bağı
vardır. Her bir boşama ile bu bağlardan biri kopar. Üçü de koptuğu, yani bir kimse veli bulun
duğu eşini üç defa boşadığı zaman, yeniden nikaUanmaları ve evlilik hayadarmı devam
ettirmeleri dinen caiz olmaz.
Dört mezheb imamının da dahil olduğu İslam fakih ve müctehidlerinin çoğunluğuna
göre, bir mecliste tek sözle veya arka arkaya söylenen sözlerle yapdan üç talak, "üç" olarak
muteber olur. Bu görüşteki müctehid ve akiklere göre.
Sahabeden İbn Abbas, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali, İbn Mes'ud ile
tabiundan İkrime, Tavus gibi bilginlerle daha sonra gelen alimlerden Muhammed b. İshak,
Amr b. Dinar, Muhammed b. Abdussclam, İbn Teymiyye, İbn Kayyım, Şcvkani, Ahmed
Muhammed Şakir, Şeltut, M. Ebu Zehra, M. Ahmet Zerka... gibi alim ve RddUer, bir mecliste
veya kadmın bir temizlik devresi içinde yapdan birden fazla boşamayı bir ric'i talak
saymışlardır. Bu görüşteki fakih ve alimlere göre yukarıdaki sözleri söyleyen kimse, karısını
bir ric'i talakla (yani iddet süresi içinde yeniden nikahlamaya gerek olmadan; iddet süresi
dolduktan sonra ise yeniden n i k a h l a m a l t suretiyle evliliklerini devam ettirebilecek şekilde)
boşamış saydır.
Günümüzde Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerinde bu ikinci görüş
uygulanmaktadır.
Bilgilerinizi rica ederim.
-51 -
(2) Sun AIB«quı (Dle Kuh) mm
d a n u n komınt zu e u r e m S a a t f e l d wann ihr wollt. D o c h
schickt ( G u t u ) (OT euch v o r a u s . U n d fOrchtet A l l l h
und «risset, d a B ihr Ihm begegnen werdet. U n d verhei-
De den G l l u b i g e n die trohe Bolscha(t(223) U n d macht
Allfth nicht bei euren Schw<lren zum Hinderungs-
g n ı n d , ehrlich und gottesfârchtig zu scin und Frieden
z v i s c h e n den Menschen zu ıtiften. U n d A l l i h isi AU-
hörend, AUwis3end(224) Alllh wird euch kcine
>lut I a a\ /j^ı>."i/ (SjD ^ ^ ^ij
U n a c h t u m k e i t in euren Schuvüren zum Vorwurf m a -
chen, doch macht E r euch d a s zum Vorwutf, was eure
Herzen e n v o r b e n h a b e n . U n d A l l l h ist Allverzeihend,
Nachsichtig(225) D i e j e n i g e n , die Enthaltsamkeil von
ihren F r a u e n g e l o b e n , sollen vier M o n a t e war(en.
Wenn sie dann von ihrem GelObde zurücktrelen, isi
A l U h wahrlich A l l v e n e i b e n d . B a n n h e m g ( 2 2 6 ) D o c h
weıuı lie den festen EntschluB zur S c h e i d u a g gefaBt ha C . ' V I L J İ J (Jg) ^ ^ 4it OJİ jlİUf
ben, dann ist AIIUı wahriich Allhfirend, Allwts-
send(227) C e s c h i e d e n e Frauen sollen selbst drei Perio-
den a b m r t e a , und e s ist ihnen nicht eriaubt, zu verber-
g e n , was A l l l h in ihıer G e b l n n u t t e r e n c h a f f e n hat,
wenn sie an A l l l h und an den JOngsIen T a g glaubcn.
ü n ü ihrc E h c m S n n e r lınbcn vornıngig dıu A n r c c h l . :ıic
dann zuıDçkzunehmen, wcnn sie eine VersAhnung an-
un—l '^ı <yt'A'^^ ^^-^
streben. U n d den ( F n u e n ) itehen die gleichen R e c h l e
zu wie sie (die M i n n e r ) zur gütigen A u s ü b u n g Ober sie
haben. D o c h die M i n n e r stehen eine Stufe a b e r ihnen.
U o d A l l l h ist A l l m l c h t i g , Allweise(228)
- 52 -
S u n A I - b M ) u ı (Uıc KuhJ
D i e Schei-
dung İsı zweimBİ. D a n n (sollen die Mfinner die F r a u -
•)L^|i j L v jıiuı ^ (ff'j.f '•;-»
en) in a n g e m e s s e n e r Weise behalten cxler im G ü l e n
enlinsscn. U n d ca ist cuch nichl crlnuhı. irgcnd cıwns
von dem zurflckzunchmen, wıu ihr ihncn (als Brnulgo-
be) g e g c b e n h a b l . es lei d e n n , b e i d e ( M a n n und F r a u )
befarehten, die S c h r a n k c n A l l l h s nichl einhalıen zu
M n n e n . U n d wenn ihr befûrchtet, dafi sie die Schran
kcn A l l i h s nichl einhalıen kOnnen, d a n n liegt kein
t^^^ « S . j ^ . ^ ^ .* ' / ^ . -^-^
V e r g e h e n füı sie b e i d e in d e m . was sie hingibt, um sich
damit loszukaufen. D i e s sind die S c h r a n k e n A l l S h s , s o
ü b e n r e l e ı sie nichl. U n d w u die S c h r a n k e n A l l i h s
übertrill - d a s sind d i e j c n i g e n , die U n r e c h l lun(229)
Und wenn er sie entltfit, dann ist sie ihm nichl mehr er-
laubt, s o l a n g c s i e nichl cinen anderen M a n n gcheiraıet
hal. Wenn diescr sie enlISOl, isi es kein V e r g e h e n (ür
^ ^ r t f - * <• 1—^ m^A ^
Ve kadınlarınıza verdiklerinizden herhangi bir şeyi geri alınanız, her iki Itaraflın
da Allah'ın koydııgıı sınırlan k o r u y a m a m a k t a n korkmaları hali dışında, sizin için
helal değildir: O halde, ikisinin d e Allah'm koydııgıı sınırlan koruyamayacak
larından korkuyorsanız, k a d m m serbestliğe k a v u ş m a s ı için [kocasına] bazı şeyler
bırakmasında her iki taraf için d e bir g ü n a h yoktıır.""
Bunlar Allah'ın koydııgıı sınıriardır: onlan ihlal etmeyiniz: Zira kim Allah'ın
k o y d u ğ u sınırları ihlal e d e r s e , işte onlar zalimlerdir!
230 Ve erkek, [soniındal kadını b o ş a r s a , bu kadın, b a ş k a bir e r k e k l e evlen-
m e d i k ç e bir d a h a k e n d i s i n e helal olmaz; e g e r sonraki e r k e k d e o n u b o ş a r s a -her
ikisinin d e Allah'ın k o y d u ğ u sınıdan konıyabileceklerüıi d ü ş ü n m e l e r i şartıyla-
birbirlerine dönmelerinde ikisi için d e bir g ü n a h yoktur: Bunlar, a n l a m a v e
kavrama y e t e n e ğ i n e s a h i p olanlara Allah'ın açıkladığı smırlardır.
-53 -
(4) S u n A l - N b l ' ( D i t Frauen)
(4) S u r a A l - N i s â ' ( D i e F r a u e n )
(oFfenbBrt zu M a d i n a )
176Ay»t
Im N a m e n A l i a h s , d e s A U e r b a r m e r s ,
des Barmherzigen!
-54-
(4J Sura A l - N i s r <Die Frauen)
124
- 55 -
(4) S u n Al-Nisf (Die F n u e n )
-56-
( S ) Sun A l - M f i d i (Der TİKH)
inücm ihr sic /.ur JIIÜII uhrichlcl und sic Ichrı. w:ıs Alliıh
cuch (tclchrı hnl." ALsn cs.^cl vnn ü c m . w>s sic lür euch
Tangcn. unü sprcchl Alliıhs Numen doriiber aus. Und
fijrchtel Allih, denn Allih isi schnell im Abrechnen (4)
Heule sind euch aile gülen Dinge erlaubl. U n d die
Spcise derer, denen die SchriFl gegebcn wurde, ist euch
erlaubl. wic auch eure S p e i s e ihnen erlaubl isi. Und
ehrbare glüubige Frauen und ehrbarc Frauen unlcr den
Leuıcn. denen vor euch die Schrirı gcgeben wurde,
wenn ihr ihncn dic Brnulgabc gcbl, und nur Tür einc
Ehc unü nichl Tür Unzuchı unU hcımlichc Licbschjır-
len. Und wcr den G l a u b c n verlcugnet, dessen Tal isi
ohne Zweirel zunichte geworden: und im Jenseils wird
er unter den Verlierern sein (S) O die ihr glaubl! Wenn
ihr euch zum G e b e ı begebl, so waschl euer Gesichl
und eure H a n d e biı zu den Ellenbogen und sıreichl
ü b e r e u r e n KopFund wnscht eure FiiKe bls zu den Knö-
cheln. Und wenn ihr im Z u s t a n d e der Unreinheit seid,
so rcinigt euch. U n d wenn ihr krank odcr a u f einer
Reise seid oder k o m m i
-57-
(7) S u r a A I - A ' r l K D i e HAhcn)
196
- .ss -
I IA| S u m AI-NahI (Dic »Knc)
Sic fürchlcn ihrcn I Icrrn ühcr sich und lun, was ihnen
befohlen wird (5(1) A l l i h hat gesprochen: ..Habl nicht
7.wci CfMIcr. Er isi »Icr rin7.i(!C G o i l . S o fiirchlcl Mich ta ta
alicin." (-.^I) UiKlSciıti.*ii,\v;ısiııdun Mimnıclnund:ıuf
E n l e n Isı. unü Ihm gcbührı dic i m m c r v i i h r c n d e Ver-
ehrung. Wolll ihr nlso cincn andcrcn fürchlcn auBer
A l l i h ? (52) Was ihr G u l c s habl - es ist von A l l i h ı und
wenn euch cin S c h a d c n triffı, dann lleht ihr Ihn um
Hilfc an (53) Doch wenn E r dann den Schaden von
euch hinwcgnimml, schl, da (beginnt) ern Tcil von
euch. ihrem Hcrrn G n ı t c r zur Sciıe zu sıellen (54) und
so zu vcrİL'u^ncn, \v:)s Wir ihnen bcschcrl haben.
Wohl.ın. vcrpnfipl euch nur cine Wcile; hald a b c r w c r -
dcl ihr cs \vİKscıı {fiS) Und für d i c . von ilenen sie nichıs
wi»scn. scizcn sic einen Tcil von d e m bciseilc, was Wir
, t. f ^ ^ t—
ihnen beschert haben. Dei A l l i h , ihrwcrdel sicherlich
zur Rcchenschaft gezogen wcrden für ali d a s , was ihr
erdichıcı (56) Und sie dichten A l l i h Töchter an. G e -
priesen sel Er! Und sich selbst behalten sie vor, w a s sie
hcgehrcn (57) Und wcnn cincm von ihnen dic Nach-
richl von (der G c b u r t ) c i n c r T o c h t c r überbracht wird,
so vernnsterl sich sein G e s i c h l , und er unterdrückl den
inncrcn Schmcrz (.SS) Er vcrhirgı sich vor den L c u l c n
aulgrıınd der .schlimıncn Nachrichl, dic cr crhaltcn
hal: Soll cr sic bch.ıUcn irolz
352
- 59-
( 1 7 ) S u ı ı Al-'lırt' (Die N ı d ı u e i s e )
368
-60-
0 0 ) Sun 11-M
K h r e m e i n VVinen* (114) U n d m h r l i c h , wrr ı c h l o s -
en z u v o r c i n e n B u n d m i l A d a m , ı b e r e r vergıO ( i h n ) ;
Vir h n d e n in i h m kein A u s h ı r r u n g s v e r m ö g e n ( U S )
f l ^ l j i i r l j g j î j Ü İ İ i l i («5) t'j-
Ind ı l ı Wir d ı z u d e n E n g e l n s p n c h e n : .Wcrn c u c h
or A d ı m niedeı', d a w ı ı f e n s i e s i c h nieder, a u B c r I b h ı .
.r w e i g e n e sich (116) S o d a n n s p r a c h e n Wir: . 0 A d a t n .
ieser isi dir u n d d e i n e r Frau e i n F e i n d ; ( p ı B t u l , ) d ı O
r euch nichl b e i d e a u s d e m G a n e n ıreibi! S o n s ı
/ ü r d e s l d u unglOcklich sein ( 1 1 7 ) E s isi Tür diı:h
esorgt, dafi d u d i r i n w e d e r H u n g e r (Uhlcn n o c h nackı
eln sollsl ( I I I ) U n d d u soHst d a r i n nichl d a n l e n n o c h
cr Sonncnhiıze a u s g e s e i z ı s e i n " (119) J e d o c h d e r f illi jıj j . i i > (tjj) "îj
a u n n ü s l e r t e i h m B ö s e s ein; er s p r e c h . 0 A d a m , sol!
:h dich z u m B a u m e d e r EwiBkeiI lUhren u n d zu einem
l â n ı g r e i c h . d a s n i m m e r v e r g c h l ? ' ( 1 2 0 ) D o aOcn s i e
e l d e d i v o n . s o d ı D ihnen ihre B I 6 0 e olTenbar w u r d e .
nd s i e b c g a n n e n , z u s a m m e n z u s i e c k e n
über sich ü i c Blüuer d e s G a n e n s , U n d A d a m b c f o l g l e
das G e b o l seines H e r m nichl u n d g ı n g i m (121) Hier-
aurcrvBhlıe ihn sein H r r r u n d w a n d t e Sich i h m m i l Er-
b a r m e n u n d R c c h ı l c i ı u n p 7u (122) Et s p n ı c h : . G c h (
von hicr nllesamı hınunıcr. d e r cine v o n c u c h soll d c s
a n d e r n Feınd sein* U n d w c n n M e i n c F ü h r u n g zu e u c h
k o m m ı . d.ınn wird der. der M c i n e r F ü h n j n g rolgı. nichl
n i g r u n d c g e h c n . noch wırd er U n g l ü c k erleiden (123)
U n d d e m , der sich j e d o c h von M e i n e r E r m a h n u n g
iblıchrt, wirü ein L e b e n in O r a n g s a l b e s c h i e d e n sein.
und a m Tage der A u l e r s l c h u n g tverden Wir ihn hlind » ^ - ^ -^j i/^ ür/^ J v j Jl*' (31) c/^'
vor U n s d i h r e n " (124) E r witd s p r e c h e n : . M e i n Herr.
w ı r u m hası D u mich blind (vor D i c h ) g e f ı i h n . o b w o h l
ich ( l u v o f ) « c h c n k o n n l c ? " (125) Er wirıl sprcclıcn: . F . ı
115 V|; Cıl'.R<,!F.K ŞL' K İ , biz Âcicmc önceden huyrııgıımıızu ıılaştırmi}tık:"'' n e var ki o
hıınıı unıııui; o n u . yarjıılıjjincbki üinaO:ı azimli ve gayretli bulmadık.
116 l^öyle ki:l Biz meleklere. •Âdem in önünde yere kapanın!" dediğimiz zaman,
İblisin dı.şında. onların lıcp.si y e r e kapandı; (Ibli.s bunu yapmaya) yanaşmadı;"' 1 1 7 ve
bunun üzerine Âck-ııı e; "Ey A c l e m r dedik, -Cieıci'k su ki, bu senin ve eşinin düşmanıdır;
öylcy.se. dikkaı edin, sizi (bu) lıa.sbalıc-cden çıkarıp da seni bedbaht kılmasın."" 1 1 8 ( O
lıasbali(,-e ki,) orad;ı acıkmaman ve kendini çıplak hissetmemen sağlanmıştır;"" 1 1 9 keza,
orada .su-tımaman ve güneşin sıcaklığından etkilenmemen d e saglanıruştır".
120 Ne var ki. Seylan o n a sin.sicc llsılclayarak: "Ey  d e m ! " dedi, "Sana sonsuzluk
:ıgaıını v e (dohıyı.sıyla) hiç çökmcyerck bir hükiimranlıftUn yolunu)gö-stereyim mL'""*
122 Ama .sonra R:ıbbi İyine del o n u IRahmetiylel seçip ayırdı: o n u n revbesini kabul etti
ve o na doğru \'Oİu gcLSterdi; 1 2 3 (yani onlara {öyle) dedi: "Birbirinize düşman olarak he
piniz loplucı"" inin İni Isafiyet arınmışlıkl makamından! Bununla biHikte, muhakkak k i ,
size fk-nden doSnı-yol bilgisi gelecektir: kim ki Benim doSnı-yolftftrerimiizlerse yoldan
s;ıpnı:ıy:ıc:ık ve lx'db;ılıl olma\acaklır. 124 Anı;ı kim ki Beni anmaktan yüz çevirirse, bilsin
ki, onun dar bir hayal alanı olacaktır;"" v c Kıyamet Günü onu kör olarak kaldırarajtız''.
125 IBöyle biri. Kıyamet Gününde:) "Rabbim. I v n gören biriyken beni niçin kör olarak
kaldırdın?" dive soracak.
-61 -
(]4) San Al-Nür ( D u Uclıl)
- û2 -
(31) Sun AMhıtb (Dic NfcrbBndMcn)
Das İSİ reiner Tür eure Herzen und ihre Herzen. U n d es l j i > - o l ^ o r U j jj.jUjiLjUJ>IJÜ'j
«eziemt euch nichı, d e n G e s a n d t e n A l l l h s zu bellsli-
j c n , noch (gezieml es euch,) seine Frauen j e m a l s nach
ıhm zu heiraten. FOnvahr, d a s wUrde vor A l l l h eine
Ungeheuerlichkeit sein ( S 3 ) O b ihr eine S a c h e olTen- \x Ol ( * , û i ; i t i * 'öfjs',
bart oder sie verbeıgı, «rahrlich, A l l i h kennl aile Dinge
;54) E s ist kein V^tgehen von ihnen, (sich) ihren V l t e m
'zu zeigen) oder ihren S ö h n e n oder ihren BrOdem oder
J c n S ö h n e n ihrer Brilder oder den S ö h n e n ihrer
S c h w e s t e m oder ihren Frauen oder denen, die sie von
Rechts wegen besiizen. U n d lUrchtel Allfth; w,ıhrlich,
\ l l i h İsı Z e u g e aller Dinge ( S S ) >Mhrlich, Allih sendel
Segnungen « u f den Prophelen,und Seine Engel bitten
darum Tür ihn. O die ihr glaubt, bitlet (auch) ihr für Ihn
und wUnschl ihm Frieden in aller Ehrerbieıung ( S 6 )
Wıhrlich, diejenigen, die A l l i h und Seinen G e s a n d t e n
U n g e m a c h zulUgen - A l l i h hal sie in dieser und
ım J e n s e i t s verflucht und hat ihnen eine schmihliche
îtrafe ber«itet ( 5 7 ) U n d diejenigen, die gllubigen Mün- (3) Uj. LU. ^ Jelj j > ^ b J i' ^
-ıcrn und gliiubigen Frauen ungercchlenvcisc U n g c -
nach zulUgen, laden gewiO (die Schuld) der Verleum-
dung und eine olTenkundige SUnde a u f s i c h (38) O Pro-
phet! Sprich
% *- » i *- — j ı s n - o '»I»
zu deinen F n u e n und deinen T ö c h t e m und zu den
Firauen der G l l u b i g e n , sie sollen ihre Übergewânder
reichlich über sich ziehen. S o ist es ı m ehesten gewlhr-
. . l o r j jr».^o*/".oiü..ı^JB'i jjyi^
leislel, weil sie (dann) erkannl und nicht belasligt wer-
den. Und Allih ist Allverzeihend, Barmherzig (59)
ürJİ'jOj«:JI<JJ. JCç) • ( 3 ) L . - j l j > P
-63-
(58) Sura Al-Muğadala (Der Streit)
(ofTenbarı zu M a d i n a )
22 AyAl
Im N a m e n A l l i h s . de* Allerbarmers,
des Barmhenigen!
-64-
Ahmaft R a i m Sokak N o : 2 7 06660 Ç a n k a y a - A N K A R A
Tat: (0312) 4 4 0 4 0 80 Cpbx) F a x : ( 0 3 1 2 ) 4 4 0 3 2 4 8
e - m o l : kasttkorvad.org.tr