Professional Documents
Culture Documents
Kamusal Mekân Kamunun Mudur Ve Ne Kadar Kamusaldır
Kamusal Mekân Kamunun Mudur Ve Ne Kadar Kamusaldır
Kamusal Mekân Kamunun Mudur Ve Ne Kadar Kamusaldır
Kamusaldır?
manifold.press/kamusal-mekan-kamunun-mudur-ve-ne-kadar-kamusaldir
Anna Minton, Ground Control’de kentteki kamusal alanları İngiltere ve özellikle Londra
bağlamında sorunsallaştırır. “Kitap, kentin birçok bölümünün hükümetin yardımcı
politikalar ve mevzuatla fazlaca cesaretlendirmesiyle özelleştirilmesinin emlak piyasasının
yerleşmiş yapma biçimlerinden biri oluşunun hikâyesinin izini sürer.”1 Londra’da liman
bölgesinin —özellikle de Canary Wharf’ın— dönüşümünü, kentlerde yeni yerler
yaratmanın standart modeli olarak değerlendiren Minton’a göre bu gibi bölgelerin
vatandaşlar adına sahibi olan devlet ya da yerel otorite yerini, kâr amacı güden
yatırımcılara bırakmıştır. Kentin bu bölgesinin Minton’ın dikkatini çekmesinin sebebi,
liman bölgesinin büyük finans merkezi olmasından çok özel yatırımcıların mülk
sahipliğidir.2 Kent, konut ve toplum olmak üzere üç ana başlık üzerine kurulan kitap
kentteki toplumsallığın dinamiklerini tartışmaya çalışmaktadır. Kitapta; doğrudan
gözlemler, konunun aktörleriyle yapılan görüşmeler, yasal düzenlemelere ilişkin bilirkişi
yorumları, güncel ve yaratıcı bir bakışla, ikna edici bir dille aktarılmıştır. Minton, kentsel
1/9
kamusal mekânların değişimine karşı olmaktan çok bu mekânların yatırımcılar tarafından
mülk edinilmesiyle oluşan değişime, bir anlamda değişimin şekline ilişkin bir karşı
argüman geliştirmektedir.3
Türkiye bağlamında kendine özgü, ayrıksı bir tartışma zemini oluşturan kamusallık
meselesinin muhatabı bizler için Minton’ın kamusal mekâna ilişkin yalın yaklaşımı ufuk
açıcıdır. Minton’ın kamusal alanlardan kastı, o kentte yaşayanların istedikleri zaman,
istedikleri biçimde gezip dolaşıp toplanabilecekleri sokak, cadde, meydan gibi kentsel
mekânlardır. Bu mekânların kamu otoritesinin mülkiyetinde olması da kamusallığın
temel göstergesidir. Şüphesiz kentteki kamusal mekânların kime ait olduğu nasıl
kullanıldıklarıyla doğrudan ilişkili olduğu için çok hayatidir.4 Büyük Britanya örneğinde
1980’lerle birlikte kent mekânının özel sektör tarafından satın alınması ve kullanılması
bir anlamda Viktorya döneminin demokratik kazanımlarının hiçe sayılması anlamına
gelmektedir. Minton’a göre son birkaç on yıldır yaşanan gelişmelerle “150 yıldır ya da
daha uzun süredir kamuya ait olan kent arazileri ve taşınmazları yeniden kişilerin eline
geçmektedir.”5 Kamu arazilerinin alışveriş ve ofis merkezli yeni kullanımları, kameralarla
yirmi dört saat izlenen, özel güvenlik görevlileriyle savunulan sözde kamusal alanlar
yaratmaktadır. “[B]u mekânlar yaşantı dolu, başarılı/gelişmiş kent mekânlarından çok,
ofis binası lobilerine benzemektedir. [...] Problem, bu çevrelerin kullanıcının kişisel
sorumluluğunu hiçe sayması, yakın çevreyle ve insanların birbirleriyle ilişkilerine zarar
vermesi ve sağlıklı bir kentsel yaşamın gereği olan yabancıyla sürekli ve kendiliğinden
oluşan bir ilişkiselliği de ortadan kaldırmasıdır.”6 Büyük Britanya’da Londra başta olmak
üzere Newcastle, Gateshead, Manchester ve Liverpool’da bu şekilde dönüşen birçok bölge
bulunmaktadır. Bu dönüşüm modeli, sakinlerin yakın çevrenin kültürel oluşumuyla ilişki
kurmasını sağlamadığı gibi birer finans ve alışveriş bölgesi olarak diğer kentsel
merkezlere, havaalanları, merkez istasyonlar gibi diğer ulaşım noktalarına kolay erişimi
sağladıkları için uygulama alanı bulmaktadır.
Ticaret ve perakende alışveriş, kentteki kamusal mekânsallığı var eden en önemli öğedir.
2000’li yıllarla Büyük Britanya’da da gelişen BID’ler [Business Improvement District]7 bu
gerçeği görmüş ve topladıkları katılım paylarıyla ticaret alanlarının niteliğini geliştirmeği
öngörmüştür. BID’lerin optimum bir ticari çevre yaratabilmek için belirlediği ölçütler
hiyerarşisi şöyledir: “Temiz ve güvenli bir ortam”, “ulaşım araçları ve erişilebilirlik”,
“bölgenin marka ve pazarlama değeri”, piramidin tepesinde görece daha az belirleyici olan
ölçüt ise “kullanıcılar için unutulmaz bir deneyim” sunmak.8 Amerika’dan İngiltere’ye
hızlı bir politika transferi olarak görülen ve yeni bir yerel yönetim modeli öneren
BID’lerin genel yaklaşımı, kamusal olanın özelleşmesi mantığını ve yeni bir demokrasi
anlayışının yerleşmesinin önünü açmaktadır. Ancak bu anlayış, kent mekânını
kutuplaştırmakta ve diğer alanlarla ilişkileri kesmek anlamında gettolaştırmaktadır. Bunu
insanları yerlerinden ederek ve kendi altyapılarını oluşturabilecek yüksek kapasiteleriyle
yapmaktadırlar.9 Özelleşmiş, kısıtlı bir toplumsallığa açık “pesudo-kamusal mekânlar” ya
da BID’lerin yürüttüğü kamuya ait ancak özel sektör tarafından kontrol edilen “pesudo-
özel mekânlar” kamusal alanlarla ilgili sorumlulukları iyiden iyiye
bulanıklaştırmaktadır.10
2/9
3/9
Newcastle, Gateshead, Mart 2016,
fotoğraflar: Sema Serim
20. yüzyılın son çeyreği, felsefi ve matematiksel mekân tartışmalarında “mekân statüsü ile
‘özne’ statüsünü, düşünen ‘ben’ ile düşünülen nesneyi karşı karşıya getirir.”11 Bu ikilik
nesne olarak mekânın üretimini toplumsal olanın merkezine yerleştirir. Mekânı bir kez
öznenin dışında —yani anlamı kurandan başka bir şey olarak— konumlandırmak, onu
kapitalist uzlaşımın öngördüğü ekonomik pragmatizmin dişlisinde bir noktaya tahvil
eder. Mekânın bütünlüklü ve kapsamlı bir şekilde değerlendirilmediğini işaret eden
Lefebvre’in zihinsel, fiziksel, toplumsal mekân olarak ortaya koyduğu üçlü ayrım mekânın
temellük edilmesini kolaylaştırmıştır kuşkusuz. Kamusal mekânın özelleştirilerek kentin
sahiplerine kapatılmasının arkasındaki düşünsel gerekçeler de parçalı ve noktasal
yaklaşımlarda aranmalıdır. Mekânın toplumsal hakikatinin gizlenmeye çalışıldığını işaret
eden Lefebvre’e12 göre “Toplumsal mekân, (filozofların ve matematikçilerin tanımladığı)
zihinsel mekânla, keza (pratik-duyumsal olanla ve ‘doğa’ algısıyla tanımlanan) fiziksel
mekânla artık örtüşmediğinde, kendi özgüllüğünü ortaya koyar. Bu toplumsal mekânın,
şeyler dizisinden, (hissedilir) olgular toplamından, keza bir paket gibi içine çeşitli
maddeler doldurulmuş bir boşluktan ibaret olmadığını; fenomenlere, şeylere, fiziksel
maddiliğe dayatılmış bir ‘biçime’ indirgenemeyeceğini göstermek gerekecektir.”
Kamusal mekânın özel mülkiyet lehine kentten çekilmesi “toplumsal mekânın üretimini”
de başka bir noktaya taşımaktadır. Lefebvre’in mekâna ilişkin üçlü ayrımına kulak
verilmesi toplumsal mekânın kamusallığının oluşum koşullarını bir ölçüde anlamayı
sağlayacaktır. “Gündelik gerçekliği kentsel gerçeklik içinde birleştiren algılanan mekân
4/9
olarak” mekânsal pratik, “uzmanlar tarafından tasarlanmış ve üretilmiş” mekân
temsilleri, “mekâna eşlik eden imgeler ve semboller aracılığıyla yaşanan mekân” olarak
temsil mekânları.13 Bu bakışla, ‘algılanan, tasarlanan ve yaşanan’ mekân toplumsal
mekânı oluşturan üçlü olarak belirir. Lefebvre’de “Bilgi için ve bilgi karşısında, toplumsal
mekân —kavramsal hâliyle birlikte— toplumun analizcisi olarak işlev görür. Basitleştirici
bir şema —edimlerle toplumsal yerler arasında, işlevlerle mekânsal biçimler arasında
terimi terimine (noktasal) denklik şeması— hemen bir kenara ayrılır. Bu ‘yapısal’ —çünkü
kaba— şema, bilinçlere ve bilgiye musallat olmaya devam etmektedir.”14 Kamusal
mekânların özelleşmesi tam da mekânın toplumsallığını, edimlerle toplumsal yerleri,
işlevlerle biçimleri birbirine doğrudan bağlayarak zayıflatmaktadır. Lefebvre’in15
“tasarlananın yaşanan üzerindeki spekülatif önceliği”nin pratiği ortadan kaldırdığına
ilişkin öngörüsü, özel olanın kamusal olana göre eksiksiz tasarlanmışlığının yaşantıyla
olan zayıf ilişkisini belirginleştirir. Bu nedenle özel olanın önerdiği kamusallık çok
kısıtlıdır, istisnaları en aza indirir. Ancak Lefebvre’de nasıl ki aile toplumsal pratiğin
birincil merkeziyse16 özel olan da toplumsaldır: “Toplumsal mekândan bariyer ve
duvarlarla, özel mülkiyetin bütün işaretleriyle ayrılmış bir ‘parça’nın, bir odanın, bir evin,
bir bahçenin mekânı, yine de toplumsal bir mekândır.”17
Olası bir toplumsallığı işaret eden kamusal mekân Minton’ın21 belirttiği gibi hiçbir şey
yapmadan öylece durabilmeye izin veren bir mekânsallık sunar; bu onun temel işlevidir.
“Toplumsal olan mekânsal beden önceden var olan bir ‘dünya’nın içine dahil olmaz; üretir
ve yeniden-üretir; yeniden-ürettiği ya da ürettiği şeyi algılar.”22 Bu nedenle kamusal
mekân beden ve ruha sağlanmış özgürlüğün kentteki karşılığıdır. Simmel’deki blasé,
Benjamin’deki flâneur ve Baudelaire’deki dandy kamusal mekânla kurdukları ilişki
bakımından ve öylece durabilme olasılığının kentsel mekânı var ettiğine dikkat çekişleri
ile birbirlerine benzerler. Kamusal mekânın özel olan tarafından kontrolü başıboş
gezginliğin önündeki başlıca engeldir kuşkusuz. Mekânı işgal eden olarak beden, mutlak
mekân kavrayışına ket vurur çünkü mekânın beden nispetinde anlaşılabilir olduğu yaşantı
kaynaklıdır. Mekânın temsili bir ‘boş içeren’ olmaktan kurtuluşu için, bedenin kamusal
mekânın üretiminde bir ölçü olarak kullanabilmesi ve dolayısıyla bedenin kamusal
mekânla deneyim dolayımlı koşulsuz teması gerekmektedir. Ancak o zaman beden, eylem
potansiyeli ve enerjisi ile mekânı kurar ve betimler.23
5/9
Lefebvre’e göre ‘birinci doğa’, kentsel gerçekliğin tanıklık ettiği bir ‘ikinci doğa’ içinde
sürüp gitmektedir.24 Arkitektoniğin görevi de bu süregidişi betimlemek, analiz etmek ve
açıklamaktır.25 Bu bağlamda kentsel gerçekliğin en görünen yüzü, en katılımlı tartışmayı
içerecek yanı kentin toplumsallığının ve fizikselliğinin belirlediği üretilen olarak kamusal
mekândır. Her tarihsel aralık kentte kendi kamusallığını yaratmaktadır. Yirminci yüzyıl
için temel kentsel karakteristik demokratik bir paylaşımla, kentsel mekânın kullanma
hakkının toplumsal eşitliğin bir işareti olmasıdır. Kamusal mekânın kullanımı toplumsal
kurulumun göstergelerini barındırmaktadır.
6/9
Brindley Place, Birmingham, Kasım 2015, fotoğraf: Sema Serim
7/9
alışkanlıkların paranteze alınabileceği, deneyimin güncelliğine ve doğrudanlığına yer
açılabilecek yaşantıyı potansiyel olarak içerir. Lefebvre’in32 tasarlanmış olanda yani
‘mekân temsiliyeti’nde gördüğü zafiyetin üstesinden ancak mekânı doğrudan
deneyimleyenin yaşam alanının sınırları genişletilerek gelinebilir.
3. Minton, 2012, s. 9.
7. BID (HIB; Hizmet İyileştirme Bölgeleri) için bkz. Göktuğ Morçöl ve Hamza Al, 2014,
“Hizmet İyileştirme Bölgeleri: Türk Yerel Yönetim Sisteminde Uygulama Sorunları”,
Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) cilt: 9, sayı: 1, 2014.
11. Henri Lefebvre, Mekânın Üretimi, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 35.
8/9
23. ‘Boş içeren’e ilişkin kavramsallaştırma için bkz. Lefebvre, 2014, s. 188 ve bkz. metnin
İngilizce çevirisi Henri Lefebvre, The Production of Space, Blackwell, Oxford, 1991, s. 170.
24. Sonradan insan eliyle üretilen olarak kültürün ikinci doğa olarak değerlendirilmesi
için bkz. Susan Buck-Morss, Görmenin Diyalektiği; Walter Benjamin ve Pasajlar Projesi,
Metis, İstanbul, 2010, s. 88, 89, 427.
25. Türkçe çeviride buradaki ifade çeviri zafiyeti nedeniyle anlaşılmamaktadır, İngilizce
metinde bkz. Lefebvre, 1991, s. 229, Türkçe metinde bkz. Lefebvre, 2014, s. 241.
28. Lefebvre, Henri, Şehir Hakkı, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 94, 99.
Anna Minton, Henri Lefebvre, kamusal alan, kent, Londra, özel alan, Sema Serim, şehir
9/9