Kamusal Mekân Kamunun Mudur Ve Ne Kadar Kamusaldır

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 9

Kamusal Mekân Kamunun mudur ve Ne Kadar

Kamusaldır?
manifold.press/kamusal-mekan-kamunun-mudur-ve-ne-kadar-kamusaldir

Londra, “The City”,


Nisan 2016,
fotoğraf: Sema Serim

05/10/2018 SEMA SERİM


Kamusal Mekân
Kamunun mudur
ve Ne Kadar
Kamusaldır?

Anna Minton, Ground Control’de kentteki kamusal alanları İngiltere ve özellikle Londra
bağlamında sorunsallaştırır. “Kitap, kentin birçok bölümünün hükümetin yardımcı
politikalar ve mevzuatla fazlaca cesaretlendirmesiyle özelleştirilmesinin emlak piyasasının
yerleşmiş yapma biçimlerinden biri oluşunun hikâyesinin izini sürer.”1 Londra’da liman
bölgesinin —özellikle de Canary Wharf’ın— dönüşümünü, kentlerde yeni yerler
yaratmanın standart modeli olarak değerlendiren Minton’a göre bu gibi bölgelerin
vatandaşlar adına sahibi olan devlet ya da yerel otorite yerini, kâr amacı güden
yatırımcılara bırakmıştır. Kentin bu bölgesinin Minton’ın dikkatini çekmesinin sebebi,
liman bölgesinin büyük finans merkezi olmasından çok özel yatırımcıların mülk
sahipliğidir.2 Kent, konut ve toplum olmak üzere üç ana başlık üzerine kurulan kitap
kentteki toplumsallığın dinamiklerini tartışmaya çalışmaktadır. Kitapta; doğrudan
gözlemler, konunun aktörleriyle yapılan görüşmeler, yasal düzenlemelere ilişkin bilirkişi
yorumları, güncel ve yaratıcı bir bakışla, ikna edici bir dille aktarılmıştır. Minton, kentsel

1/9
kamusal mekânların değişimine karşı olmaktan çok bu mekânların yatırımcılar tarafından
mülk edinilmesiyle oluşan değişime, bir anlamda değişimin şekline ilişkin bir karşı
argüman geliştirmektedir.3

Türkiye bağlamında kendine özgü, ayrıksı bir tartışma zemini oluşturan kamusallık
meselesinin muhatabı bizler için Minton’ın kamusal mekâna ilişkin yalın yaklaşımı ufuk
açıcıdır. Minton’ın kamusal alanlardan kastı, o kentte yaşayanların istedikleri zaman,
istedikleri biçimde gezip dolaşıp toplanabilecekleri sokak, cadde, meydan gibi kentsel
mekânlardır. Bu mekânların kamu otoritesinin mülkiyetinde olması da kamusallığın
temel göstergesidir. Şüphesiz kentteki kamusal mekânların kime ait olduğu nasıl
kullanıldıklarıyla doğrudan ilişkili olduğu için çok hayatidir.4 Büyük Britanya örneğinde
1980’lerle birlikte kent mekânının özel sektör tarafından satın alınması ve kullanılması
bir anlamda Viktorya döneminin demokratik kazanımlarının hiçe sayılması anlamına
gelmektedir. Minton’a göre son birkaç on yıldır yaşanan gelişmelerle “150 yıldır ya da
daha uzun süredir kamuya ait olan kent arazileri ve taşınmazları yeniden kişilerin eline
geçmektedir.”5 Kamu arazilerinin alışveriş ve ofis merkezli yeni kullanımları, kameralarla
yirmi dört saat izlenen, özel güvenlik görevlileriyle savunulan sözde kamusal alanlar
yaratmaktadır. “[B]u mekânlar yaşantı dolu, başarılı/gelişmiş kent mekânlarından çok,
ofis binası lobilerine benzemektedir. [...] Problem, bu çevrelerin kullanıcının kişisel
sorumluluğunu hiçe sayması, yakın çevreyle ve insanların birbirleriyle ilişkilerine zarar
vermesi ve sağlıklı bir kentsel yaşamın gereği olan yabancıyla sürekli ve kendiliğinden
oluşan bir ilişkiselliği de ortadan kaldırmasıdır.”6 Büyük Britanya’da Londra başta olmak
üzere Newcastle, Gateshead, Manchester ve Liverpool’da bu şekilde dönüşen birçok bölge
bulunmaktadır. Bu dönüşüm modeli, sakinlerin yakın çevrenin kültürel oluşumuyla ilişki
kurmasını sağlamadığı gibi birer finans ve alışveriş bölgesi olarak diğer kentsel
merkezlere, havaalanları, merkez istasyonlar gibi diğer ulaşım noktalarına kolay erişimi
sağladıkları için uygulama alanı bulmaktadır.

Ticaret ve perakende alışveriş, kentteki kamusal mekânsallığı var eden en önemli öğedir.
2000’li yıllarla Büyük Britanya’da da gelişen BID’ler [Business Improvement District]7 bu
gerçeği görmüş ve topladıkları katılım paylarıyla ticaret alanlarının niteliğini geliştirmeği
öngörmüştür. BID’lerin optimum bir ticari çevre yaratabilmek için belirlediği ölçütler
hiyerarşisi şöyledir: “Temiz ve güvenli bir ortam”, “ulaşım araçları ve erişilebilirlik”,
“bölgenin marka ve pazarlama değeri”, piramidin tepesinde görece daha az belirleyici olan
ölçüt ise “kullanıcılar için unutulmaz bir deneyim” sunmak.8 Amerika’dan İngiltere’ye
hızlı bir politika transferi olarak görülen ve yeni bir yerel yönetim modeli öneren
BID’lerin genel yaklaşımı, kamusal olanın özelleşmesi mantığını ve yeni bir demokrasi
anlayışının yerleşmesinin önünü açmaktadır. Ancak bu anlayış, kent mekânını
kutuplaştırmakta ve diğer alanlarla ilişkileri kesmek anlamında gettolaştırmaktadır. Bunu
insanları yerlerinden ederek ve kendi altyapılarını oluşturabilecek yüksek kapasiteleriyle
yapmaktadırlar.9 Özelleşmiş, kısıtlı bir toplumsallığa açık “pesudo-kamusal mekânlar” ya
da BID’lerin yürüttüğü kamuya ait ancak özel sektör tarafından kontrol edilen “pesudo-
özel mekânlar” kamusal alanlarla ilgili sorumlulukları iyiden iyiye
bulanıklaştırmaktadır.10

2/9
3/9
Newcastle, Gateshead, Mart 2016,
fotoğraflar: Sema Serim

20. yüzyılın son çeyreği, felsefi ve matematiksel mekân tartışmalarında “mekân statüsü ile
‘özne’ statüsünü, düşünen ‘ben’ ile düşünülen nesneyi karşı karşıya getirir.”11 Bu ikilik
nesne olarak mekânın üretimini toplumsal olanın merkezine yerleştirir. Mekânı bir kez
öznenin dışında —yani anlamı kurandan başka bir şey olarak— konumlandırmak, onu
kapitalist uzlaşımın öngördüğü ekonomik pragmatizmin dişlisinde bir noktaya tahvil
eder. Mekânın bütünlüklü ve kapsamlı bir şekilde değerlendirilmediğini işaret eden
Lefebvre’in zihinsel, fiziksel, toplumsal mekân olarak ortaya koyduğu üçlü ayrım mekânın
temellük edilmesini kolaylaştırmıştır kuşkusuz. Kamusal mekânın özelleştirilerek kentin
sahiplerine kapatılmasının arkasındaki düşünsel gerekçeler de parçalı ve noktasal
yaklaşımlarda aranmalıdır. Mekânın toplumsal hakikatinin gizlenmeye çalışıldığını işaret
eden Lefebvre’e12 göre “Toplumsal mekân, (filozofların ve matematikçilerin tanımladığı)
zihinsel mekânla, keza (pratik-duyumsal olanla ve ‘doğa’ algısıyla tanımlanan) fiziksel
mekânla artık örtüşmediğinde, kendi özgüllüğünü ortaya koyar. Bu toplumsal mekânın,
şeyler dizisinden, (hissedilir) olgular toplamından, keza bir paket gibi içine çeşitli
maddeler doldurulmuş bir boşluktan ibaret olmadığını; fenomenlere, şeylere, fiziksel
maddiliğe dayatılmış bir ‘biçime’ indirgenemeyeceğini göstermek gerekecektir.”

Kamusal mekânın özel mülkiyet lehine kentten çekilmesi “toplumsal mekânın üretimini”
de başka bir noktaya taşımaktadır. Lefebvre’in mekâna ilişkin üçlü ayrımına kulak
verilmesi toplumsal mekânın kamusallığının oluşum koşullarını bir ölçüde anlamayı
sağlayacaktır. “Gündelik gerçekliği kentsel gerçeklik içinde birleştiren algılanan mekân

4/9
olarak” mekânsal pratik, “uzmanlar tarafından tasarlanmış ve üretilmiş” mekân
temsilleri, “mekâna eşlik eden imgeler ve semboller aracılığıyla yaşanan mekân” olarak
temsil mekânları.13 Bu bakışla, ‘algılanan, tasarlanan ve yaşanan’ mekân toplumsal
mekânı oluşturan üçlü olarak belirir. Lefebvre’de “Bilgi için ve bilgi karşısında, toplumsal
mekân —kavramsal hâliyle birlikte— toplumun analizcisi olarak işlev görür. Basitleştirici
bir şema —edimlerle toplumsal yerler arasında, işlevlerle mekânsal biçimler arasında
terimi terimine (noktasal) denklik şeması— hemen bir kenara ayrılır. Bu ‘yapısal’ —çünkü
kaba— şema, bilinçlere ve bilgiye musallat olmaya devam etmektedir.”14 Kamusal
mekânların özelleşmesi tam da mekânın toplumsallığını, edimlerle toplumsal yerleri,
işlevlerle biçimleri birbirine doğrudan bağlayarak zayıflatmaktadır. Lefebvre’in15
“tasarlananın yaşanan üzerindeki spekülatif önceliği”nin pratiği ortadan kaldırdığına
ilişkin öngörüsü, özel olanın kamusal olana göre eksiksiz tasarlanmışlığının yaşantıyla
olan zayıf ilişkisini belirginleştirir. Bu nedenle özel olanın önerdiği kamusallık çok
kısıtlıdır, istisnaları en aza indirir. Ancak Lefebvre’de nasıl ki aile toplumsal pratiğin
birincil merkeziyse16 özel olan da toplumsaldır: “Toplumsal mekândan bariyer ve
duvarlarla, özel mülkiyetin bütün işaretleriyle ayrılmış bir ‘parça’nın, bir odanın, bir evin,
bir bahçenin mekânı, yine de toplumsal bir mekândır.”17

“Toplumsal mekân formu buluşmadır, bir araya gelmedir, kendiliğindenliktir.”18 Kamusal


mekân, bir araya gelmenin ortamı ve tesadüfi olanı da içeren kendiliğindenliği barındıran
ve düzenleyen olarak toplumsallığın en temel kaynağıdır. Ortamı olmanın ötesinde
kaynağıdır, çünkü toplumsallık bugün bireyin kendi kendisinin var edemediği bir ihtiyaç
olarak mekânsal ve zamansal kaynaklarla üretilmeyi gerektirmektedir. Mekân,
toplumsallığı karşılaşmayla üretirken zaman, plan kontrolünde bir toplumsallık tasarlar.
Lefebvre’de mekânın üç kritik unsurundan üçüncüsü mekânın zaman içinde ve zaman
dolayısıyla bilinmesidir. Ona göre “…zamanı (basit bir ‘değişken’e indirgeyerek) tasfiye
etmek”ten kurtarmak gerekir.19 Bununla birlikte Lefebvre’de mekâna ilişkin birinci unsur
mekânı içindeki nesnelerle, ikincisi ise mekânı şeyler ve nesneler olmadan araç ve ortam
olarak form ve formelliğin içerikten ayrıldığı soyut bir yaklaşımla açıklar.20

Olası bir toplumsallığı işaret eden kamusal mekân Minton’ın21 belirttiği gibi hiçbir şey
yapmadan öylece durabilmeye izin veren bir mekânsallık sunar; bu onun temel işlevidir.
“Toplumsal olan mekânsal beden önceden var olan bir ‘dünya’nın içine dahil olmaz; üretir
ve yeniden-üretir; yeniden-ürettiği ya da ürettiği şeyi algılar.”22 Bu nedenle kamusal
mekân beden ve ruha sağlanmış özgürlüğün kentteki karşılığıdır. Simmel’deki blasé,
Benjamin’deki flâneur ve Baudelaire’deki dandy kamusal mekânla kurdukları ilişki
bakımından ve öylece durabilme olasılığının kentsel mekânı var ettiğine dikkat çekişleri
ile birbirlerine benzerler. Kamusal mekânın özel olan tarafından kontrolü başıboş
gezginliğin önündeki başlıca engeldir kuşkusuz. Mekânı işgal eden olarak beden, mutlak
mekân kavrayışına ket vurur çünkü mekânın beden nispetinde anlaşılabilir olduğu yaşantı
kaynaklıdır. Mekânın temsili bir ‘boş içeren’ olmaktan kurtuluşu için, bedenin kamusal
mekânın üretiminde bir ölçü olarak kullanabilmesi ve dolayısıyla bedenin kamusal
mekânla deneyim dolayımlı koşulsuz teması gerekmektedir. Ancak o zaman beden, eylem
potansiyeli ve enerjisi ile mekânı kurar ve betimler.23

5/9
Lefebvre’e göre ‘birinci doğa’, kentsel gerçekliğin tanıklık ettiği bir ‘ikinci doğa’ içinde
sürüp gitmektedir.24 Arkitektoniğin görevi de bu süregidişi betimlemek, analiz etmek ve
açıklamaktır.25 Bu bağlamda kentsel gerçekliğin en görünen yüzü, en katılımlı tartışmayı
içerecek yanı kentin toplumsallığının ve fizikselliğinin belirlediği üretilen olarak kamusal
mekândır. Her tarihsel aralık kentte kendi kamusallığını yaratmaktadır. Yirminci yüzyıl
için temel kentsel karakteristik demokratik bir paylaşımla, kentsel mekânın kullanma
hakkının toplumsal eşitliğin bir işareti olmasıdır. Kamusal mekânın kullanımı toplumsal
kurulumun göstergelerini barındırmaktadır.

Tasarım kararlarının güvenliği sağlamak üzerine kurulduğu, kentsel açık alanların


kesintili hâle geldiği ve kısıtlı bir ortak kullanımla tanımlandığı konut alanları ve 19.
yüzyılın modernleşme dinamiklerinin var ettiği kamu yapılarının dönüşümü kamusallık
fikrinin nasıl zarar gördüğüne ilişkin bir başka işarettir. Bu çerçevede Londra
yakınlarındaki St. George’s Hill ve Holloway Sanatoryumu’nun dönüşümünü Minton,
sadece kent mekânının akıbetini ortaya koymak için değil kamusallığın genel olarak
zedelenişinin çarpıcı örnekleri olarak ele alır.26 St. George’s Hill kapalı sitelerin
İngiltere’deki en erken örneklerinden, 1920’lerde inşa edilmiş. Ne ironi ki, 1649’da bu
alan Digger’lar tarafından tarım yapmak için genel kullanıma açılmaya çalışılmıştır ve
1999 yılında aktivist kimlikleriyle öne çıkan Digger’lar anısına yapılmak istenilen bir anıta
da izin verilmemiştir. Tarihsel geçmişiyle çelişir şekilde gelişen yüksek güvenlikli bir golf
ve tenis kulübüne sahip St. George’s Hill sakinlerine ayrıcalıklı bir hayat vaat etmektedir.
Ancak bu ayrıcalıklı hayat fikri bu yerleşim alanlarının mimarisinin incelmesini
sağlamadığı gibi sıradan bir tekrarla birbirlerine benzemelerinin önüne de
geçememektedir. 1981’de kapanan Holloway Sanatoryumu’nun hastane binası apartman
dairelerine, arazisi ise müstakil evlerle dönüştürülerek kapalı sitelerin öngördüğü yaşama
adapte edilmiş görünmektedir. Fiziksel bir gereklilikten çok psikolojik bir takıntı hâline
gelen güvende olma hissinin tasarım aracılığıyla sağlanması [secured by design] mekânı
temellük eden savunma [defensible space] anlayışıyla komşudur.27 Güvenlik ekipleri ve
ötekiyle araya konan sınırla belirlenen içi doldurulmamış bir ayrıcalık hissi, etrafı
insanlardan temizleyerek yüksek duvarlarla ve kameralarla sağlanan güvende olma
vehmi, kolay ulaşılamazlık vurgusuyla gelen prestij yanılsaması konut alanlarını
karakterize eder hâle gelmektedir. Kamusal olanın bugün yeniden çizilen çerçevesinin
sınırlarına işaret eden bu gibi örnekler mekânsal bir değişimle birlikte düşünsel
angajmanlardaki dönüşüme de işaret etmektedir. Bu bağlamda Lefebvre’in mekân
üretimine ilişkin üçlü formülasyonu pratik mekân, mekân temsilleri ve temsili mekân,
kamusallığın bekasını ayrı ayrı, farklı boyutlarda zedelemektedir. Bu üçlü ayrım
bağlamında Lefebvre şehir söz konusu olduğunda aklı değil, şehri sadece alet ve düzenek
olarak gören rasyonelliği hatta sınırlı bir rasyonelliği suçlamak gerektiğini düşünür.28
Kentteki kamusallığın özel mülkiyet dolayımı ile yeniden tanımlanmasını bu rasyonel
bakışın ürünü olarak değerlendirmek ise kamu yararı tanımını aşındırmaktadır kuşkusuz.

6/9
Brindley Place, Birmingham, Kasım 2015, fotoğraf: Sema Serim

Minton’a29 göre “1950’ler ve 60’ların Britanya’sının savaş sonrası yüksek bloklarının ve


geniş arterlerinin belirlediği modernizm, ekseriyetle merkezi plana ve kamusal
mekânlarda devlet kontrolüne dayanırken; günümüz gelişmeleri ‘özel-kamusal’ mekân
oluşumuna dayanmaktadır.” Alışveriş merkezlerinin, kamusal mekânda “özel-
kamusal”lığı doğrudan üreten sistemler olduğu söylenebilir. Görece daha yeni, son dönem
alışveriş merkezlerinin sokakla doğrudan ilişki kurma çabası kentsel mekân lehine bir
gelişme olarak değerlendirilebilir, ancak kamusallığın önemli ölçüde özel mülkiyetin
insafına tabi olduğu gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla Birmingham’da hükümetin bir
kentsel Rönesans olarak değerlendirdiği Brindley Place’i satın alan Argent gibi kuruluşları
Minton’ın, “kamusalın yön verdiği özel teşebbüsler” [publicly oriented private
management] olarak isimlendirmesi yerindedir.30 Aslında birçok kent için geçerli olduğu
gibi bu mekânlar kaykaycılara, patencilere, protestoculara, evsizlere, dilencilere kapalıdır.
Zaten konu üzere düşünen birçoklarına göre hakiki bir kamusallık evsizlerin barınıp
barınmaması ile kolayca test edilebilecek bir mekânsal kategoridir.31

Kamusallık, tasarlanmışın kurgulayamadığı yaşantıyı, mekâna yeniden yüklemeye çalışır.


Tasarlanmış olanın kendini emanet ettiği analitik ve soyut kurulum araçları ve süreçleri
en usta tasarımcının, en kolektif ekibin elinde dahi başattır. Yaşantının sağladığı
mekânsal nitelik, ancak mekânı deneyimiyle kuşatan kullanıcıyla açığa çıkar; yaşantı
ancak kullanıcının, deneyimleyenin dolayımıyla mekânı karakterize eder. Dolayısıyla
kurulmuş bir tasarımcı zihni değil, doğrudan ve kendiliğinden bir deneyim, mekânı açığa
çıkarır. Kamusal mekân, özel mekânda edinilen deneyimi otomatiğe bağlayan

7/9
alışkanlıkların paranteze alınabileceği, deneyimin güncelliğine ve doğrudanlığına yer
açılabilecek yaşantıyı potansiyel olarak içerir. Lefebvre’in32 tasarlanmış olanda yani
‘mekân temsiliyeti’nde gördüğü zafiyetin üstesinden ancak mekânı doğrudan
deneyimleyenin yaşam alanının sınırları genişletilerek gelinebilir.

1. Anna Minton, Ground Control, Penguen Books, Londra, 2012, s. 196.

2. Minton, 2012, s. 4–5.

3. Minton, 2012, s. 9.

4. Anna Minton, “The Privatisation of Public Space”, RICS, 2006, s. 9.

5. Minton, 2012, s. 21.

6. Minton, 2012, s. 33.

7. BID (HIB; Hizmet İyileştirme Bölgeleri) için bkz. Göktuğ Morçöl ve Hamza Al, 2014,
“Hizmet İyileştirme Bölgeleri: Türk Yerel Yönetim Sisteminde Uygulama Sorunları”,
Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) cilt: 9, sayı: 1, 2014.

8. Minton, 2012, s. 41.

9. Minton, 2006, s. 18.

10. Minton, 2012, s. 44.

11. Henri Lefebvre, Mekânın Üretimi, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 35.

12. Lefebvre, 2014, s. 57.

13. Lefebvre, 2014, s. 63, 68.

14. Lefebvre, 2014, s. 63.

15. Lefebvre, 2014, s. 64.

16. Lefebvre, 2014, s. 64.

17. Lefebvre, 2014, s. 112.

18. Lefebvre, 2014, s. 125.

19. Lefebvre, 2014, s. 132.

20. Lefebvre, 2014, s. 231.

21. Minton, 2012, s. 53.

22. Lefebvre, 2014, s. 214.

8/9
23. ‘Boş içeren’e ilişkin kavramsallaştırma için bkz. Lefebvre, 2014, s. 188 ve bkz. metnin
İngilizce çevirisi Henri Lefebvre, The Production of Space, Blackwell, Oxford, 1991, s. 170.

24. Sonradan insan eliyle üretilen olarak kültürün ikinci doğa olarak değerlendirilmesi
için bkz. Susan Buck-Morss, Görmenin Diyalektiği; Walter Benjamin ve Pasajlar Projesi,
Metis, İstanbul, 2010, s. 88, 89, 427.

25. Türkçe çeviride buradaki ifade çeviri zafiyeti nedeniyle anlaşılmamaktadır, İngilizce
metinde bkz. Lefebvre, 1991, s. 229, Türkçe metinde bkz. Lefebvre, 2014, s. 241.

26. Minton, 2012, s. 63.

27. Minton, 2012, s. 71.

28. Lefebvre, Henri, Şehir Hakkı, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 94, 99.

29. Minton, 2006, s. 12.

30. Minton, 2006, s. 15.

31. Minton, 2006, s. 11.

32. bkz. Lefebvre, 2014, s. 247.

Anna Minton, Henri Lefebvre, kamusal alan, kent, Londra, özel alan, Sema Serim, şehir

9/9

You might also like