Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 20

Anadolu’nun Lezzet Öyküleri

Çiğ Köftenin
Öyküsü
Fatih, bilgiyle beslenen, Mehmet ise aklına takılan bir
beslendikçe de şeyi öğrenmek için soru
(her iki anlamda da) sormayı ve cevap için
iştahı açılan bir adam. bazen “Çin’e gitmeyi”
Arkadaşı ile birlikte iyi göze alabilen, sonuçta
lezzetleri denemeyi ve sora sora Bağdat’ı bula-
arkalarındaki öyküleri bilen bir adam.
öğrenmeyi çok seviyor.

Genel Yayın Yönetmeni


Mehmet Nebi Gedik

Danışman
Osman Yaşar

Yazarlar
Kerim Fatih Cöngevel
Mehmet Nebi Gedik

Resimler

Grafik-Tasarım
Kerim Fatih Cöngevel

Yayınevi

Eski Babil Yayınları 2. Matbaacılar Sitesi 1NB-22


Topkapı- İstanbul / Tel: (0212) 565 39 90

Basım Yeri
Ant Basım Yayın Medya Tic. Ltd. Şti.

Sertifika No: 35108 ISBN: 978 962 4922 31 8

“Bütün hakları Eski Babil Yayınları’na aittir. Tamamının ya da bir kısmının izin alınmadan
yayınlanması, çoğaltılması yasaktır.”
Bir porsiyon daha
söylesek birlikte
yeriz di mi?

Bu nasıl bir lezzet ya?


İnsanın yedikçe yiyesi
geliyor...

Evet. Bence çiğ köfte, iştahı


yerinde hatta doymak bilmez
bir zengin için icat edilmiş bir
lezzet.
Çiğ köftemizi beğenmenize
sevindim. Ama tarihçesi
konusundaki tahmininiz
pek doğru değil.

Dilerseniz
size çiğ köftenin gerçek
öyküsünü anlatayım...
Dinlemek ister misiniz?
Bu öykü,
çok eskilere, bundan yaklaşık 4000 yıl
öncesine dayanır. Bugün Aradolu’nun en ünlü
dağlarından biri olan Nemrut Dağı ve çevresi
o zamanlarda güçlü bir devletin hüküm
sürdüğü topraklarmış.
Bu krallığın
hükümdarı Nemrud, zalim, acımasız ve
despot bir hükümdarmış. Halkını baskı altında
yönetirmiş. Öyle kendini beğenmiş bir kralmış ki
kendini inandığı tanrılarıyla bile eş tutuyormuş.
Kendisine de diğer tanrılar gibi tapılmasını
istiyormuş.
Ama bir kişi,
bu kralın karşısında sesini yükseltmeye
cesaret ediyormuş: Hz. İbrahim... Herkese sadece
tek bir ilah olduğunu, o sahte tanrılarının yalnızca birer
put olduğunu anlatıp duruyormuş. Bu konuşmalar kısa
sürede tüm krallıkta kulaktan kulağa yayılmış.
Ve bu insanları etkileyen, adamın ünü
saraya kadar gitmiş.
Nemrud derhal
Hz. İbrahim’i zindana attırmış. Kendisi ve
putları ile alay eden bu adamı öyle bir cezaya
çarptırmak istiyormuş ki, herkese ibret olsun...
Sonunda Hz. İbrahim’i ateşe atarak yakmaya karar
vermiş. Ama öyle büyük bir ateş olmasını istemiş
ki, tam bir yıl boyunca odunlar yığılmış. Bunun için
ülkedeki tüm ağaçları, ormanları kesmişler.
Kocaman bir ateş yakılmış...
Cezanın infaz edileceği
gün bir sorun farketmişler. Ateş o kadar
büyük ve sıcakmış ki, kimse yanına bile
yaklaşamıyormuş. Bu durumda ne yapacaklarını
düşünmüşler ve Hz. İbrahim’i bir mancınığa koyup
ateşe uzaktan atmaya karar vermişler.
Etrafta toplanan halkın gözleri önünde,
düşündüklerini yapmışlar. Hz. İbrahim
mancınıkla ateşe uzak bir
yerden atılmış...
Sonra o büyük mucize gerçekleşmiş.
İbrahim’in içine düştüğü ateş, birden serin
suları olan bir göle, yanan odunlar da gölde
yüzen balıklara dönüşmüş.
Bu arada,
bütün bu olaylardan habersiz,
uzun süredir Nemrut Dağı eteklerinde av
peşinde koşan genç bir avcı, nihayet vurduğu geyik
ile evine dönüyormuş. Kahta Çayı kıyısında bir
köyde yaşayan genç adam evine geldiğinde
karısı onu karşılamış. O dağdayken
olan olayları anlatmış.
Adam karısından
ateş yakıp getirdiği eti pişirmesini isteyince,
karısı, askerlerin tüm odunları topladığını, yakacak
hiçbir şey bırakmadıklarını anlatmış. Avcı ve karısı
aylar sonra o kadar çok etleri olmasına rağmen ateş
yakamadıkları için yine aç kalacaklarını
düşünüp üzülmüşler.
Sonra bir çözüm bulmuşlar:
Eti önce taşla döverek ezmişler. Sonra bulgur,
biber, tuz ve baharatlar ekleyerek uzun süre iyice
yoğurmuşlar. Ortaya öyle bir lezzet çıkmış ki
binlerce yıldır insanlar bu lezzetten
vazgeçemiyor...
Amacımız bu...
Ve siz de OSES olarak Bizim için orijinal lezzet
bu lezzeti aynen her şeyden önce gelir.
koruyorsunuz... Eh 700 şubeniz olunca
bu konuda büyük
bir sorumluluk da
hissediyorsunuz...

700 mü?
Vay canına! Bu çok büyük
bir sayı. Bence sizin bu
başarınızın da dinlenmeye
değer bir öyküsü vardır.

Eh, bizim de
övündüğümüz bir
hikayemiz var tabii.
İsterseniz onu da
anlatayım...
Ben, çiğköftenin anavatanında,
Adıyaman’da doğdum. Çocukluğum büyükleri
çiğköfte yaparken izlemekle geçti. Özellikle de ailenin
erkeklerini... Çünkü çiğköfte yapmak oldukça güç ister.
O yüzden hep ustalar erkektir... Belki de erkeklerin
tekelinde olan tek yemektir çiğköfte...
1993’te İstanbul’da seyyar bir arabada
çiğköfte yapıp satarak başladım bu işe. Kısa sürede
o kadar çok müşterim oldu ki, artık dükkan açmam
şart oldu. Sonra hızla yeni şubeler geldi...
Hep “daha iyi, daha yeni” peşinde olduğum için
sektörde hep öncü olduk.
Örneğin ilk çiğköfte makinesini
kullanarak seri üretime biz geçtik. Dünyanın
gıda standartlarına uygun ilk çiğköfte
fabrikasını da biz kurduk.

Hem Almanya’da hem de Çin’de fabrika


açarak çiğköfteyi dünya ile tanıştırdığımız için
ayrıca gururluyuz.
Bütün bu öyküler
çok ilginçmiş gerçekten.
İnsanın iştahını açıyor...
Şöyle ortaya bir tabak
daha söylesek mi?

Zaten
senin iştahını Elbette...
kapatan bir öykü Dilediğiniz kadar
hiç duymadım ki... yiyebilirsiniz...
“ona doyum olmaz”

444 50 02
www.osescigkofte.com

You might also like