Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 3

Dünyayı İçen Kurbağa

Judith Malika Liberman - Masallarla Yola Çık


Göletteki en küçük kurbağa olmak kolay değildi. Sadece küçük değil, aynı zamnada öbür kurbağalardan
biraz daha farklı tonda bir yeşildi. Günlük sataşmalara dayanmak zorunda söylemeye gerek bile yok! Öbür
kurbağalar -büyükler, daha yeşil olanlar- o uyurken burnuna kağıt parçaları yapıştırıyor, başka yöne
baktığında yemek tabağını saklıyorlardı. Hatta bir gün, onsuz uyuyamadığını bildikleri tek şey olan oyuncak
su samurunu bile sakladılar. Bu sabrını taşıran son damla oldu. Su samurunu her yerde aradı ama belli ki
çok iyi saklamışlardı. Göletin dibinde olmalıydı. İyi, bunun için tüm göleti içmek zorunda kalacak olsa bile
onu bulmaya karar verdi. Aslında bu o kadar da kötü bir fikir değildi. Gerçekten göleti içerdi, neden
olmasındı? Bu onlara günlerini gösterirdi! İşte her şey böyle başladı.

Kurbağaların en küçüğü, kıyıda göletin suyunu başladı içmeye; içti, içti, içti, ta ki gölette bir damla su
kalmayıncaya kadar. Ama su samurunu bulamayınca nehre gidip onu da içmek istedi. Öbür kurbağalar onu
durdurmaya çalıştılar, ama kurbağa bütün göleti içtiği için artık hepsinden daha büyüktü ve bu oldukça
hoşuna gitmişti. Başladı nehri de içmeye, o da kuruduğunda öbür küçük kurbağalar ondan çaldıkları her
şeyi geri getirip onunla dalga geçtikleri için onlarca kez özür dilediler. Küçük kurbağa artık o kadar
büyümüştü ki onlara acıyarak bakıyordu. Oyuncak su samurunu bile kucağına alamayacak kadar
büyümüştü. Artık çok geçti, diğer kurbağalar durduramayacakları bir şeyi başlatmışlar, onun öfkesine
giden kapıyı açmışlardı ve her şey daha yeni başlıyordu.
Dünyayı İçen Kurbağa
Judith Malika Liberman - Masallarla Yola Çık
Onları, yaptıkları her şeye pişman edecekti. Hem de şu an gösterdikleri yapmacık pişmanlıklarından çok
daha fazla. Nehri kurutma işini tamamladıktan sonra, büyük göle doğru zıpladı. O kadar büyümüştü ki;
küçücük bir zıplayışı, bulutların içine atlayıp istediği yere düşmesi için yeterliydi. Büyük olmak çok hoşuna
gitmişti, daha da büyümek için can atıyordu. Bu yüzden gölü içti, ardından bir sonraki göle zıplayıp onu da
içti. Artık durdurulamıyordu. Zıpladığı her yeri; göletleri, gölleri, nehirleri içip kurutuyordu. Sonunda büyük
okyanusa zıplayıp onu da içti. Artık tüm hayvanların toplamından daha büyük olmuştu ve ağzına kadar
suyla doluydu...

Tabii ki su olmadan dünya ölüme mahkumdu. İnsanlar ve hayvanlar onunla savaşmak için ordularını
gönderdiler ama o onları bir zıplayışta ezdi. Dünyanın düştüğü durumu anlatıp onu ikna etmek için
politikacılar gönderdiler, kalbine, ruhuna, cömertliğe çağrı yapsınlar diye; filozofları, doktorları, her nevi
alimleri gönderdiler. Kurbağa onlara sıkılarak baktı. kendisine zorbalık yapıldığı zamanlarda tüm bu bilge
insanlar neredeydi acaba diye düşündü.

Dünyanın üzerinde çaresizlik rüzgarları esiyor, kimse ne yapacağını tam bilemiyordu. İşte solucan tam o
sırada geldi. Zıpır solucan ve pembe çiçekli şapkası… Nağmeli bir sesle teklif etti: ”‘Belki ben yardımcı
olabilirim.” Bu kadar çiçekli bir tonda konuşan birine dikkatlerini vermeye alışık olmayan dünya liderleri
önce hayretle gözlerini açtılar. Sonra bir araya toplanmış kibirli krallar, aslanlar, köpekbalıkları ve devlet
başkanları solucana tepeden bakıp kahkahayı patlattılar.
Dünyayı İçen Kurbağa
Judith Malika Liberman - Masallarla Yola Çık
“Her şeyi deneyeceğimizi söylemiştik ama en güçlü, en bilge ve en nezaketlilerimiz başarammaışken, senin yardım
etmen nasıl mümkün olabilir?” diye sordular.

Solucan bu cevabı evet olarak kabul edip onlara teşekkür ederek cesaretle kurbağaya gitti. Orada, oldukça törensel bir
havayla küçük teybini çıkarıp içine bir kaset yerleştirdi ve müzik başladı. Solucan dikkatlice çiçekli şapkasını düzelterek
dans etmeye başladı. Eğilip bükülmelerine dans diyebilirsek tabii… Müziğin çılgın ritmiyle kıvrılıyor, dolanıyor ve
dönüyordu. Sonra düştü. Şapkası yuvarlanarak gidince o da şapkasının arkasından kıvrılarak ilerledi. Sonunda şapkasına
yetiştiğinde onu başına geçirdi, çiçeklerini düzeltti, derin bir soluk alarak arkasını döndü ve daha önce fark etmemiş
olduğu duvara tosladı, şapkası yere düşüp uzaklara yuvarlandı.

Öncesinde şüpheli gözlerle dansı izleyen kurbağa şimdi o kadar çok gülüyordu ki gözyaşları gözlerinden nehir gibi
akıyordu. Solucan kalkıp etrafta şapkasına bakındı. Şapka yok olmuştu! Solucan şapkasını ararken, kurbağa o kadar
uzun süre o kadar fazla gülmüştü ki artık içinde suyu tutmakta zorlanmaya başlamıştı. Hıçkırık dolu kahkahasıyla
dünyaya tükürük gölleri gönderiyordu. Sonra birden solucan göz kırparak ona baktı ve kulağının içinden bir şey çekmeye
başladı Çekti, çekti; kurbağa büyülenmişti, solucanı ağzı açık bir halde izliyordu ki; düşen şapka solucanın kulağında
belirdi. Şaşkınlıktan dili tutulmuştu kurbağanın. Solucanı nefesini tutarak izlemişti ve sonra bir kahkaha patlatıp
soluğunu bırakınca yuttuğu bütün okyanuslar, denizler, nehirler, göller kurbağanın içinden dünyaya, yataklarına geri aktı.
Tüm sular yerlerine geri döndüler.

Böylece dünya; göletlerde zıplayan ve şarkı söyleyen kurbağalar, nehirlerde yüzen balıklar, okyanusta yolculuk eden
balinalarla zamanın içinde akmaya devam etti. Bu dünyaya bakıp çevrendeki tüm güzellikleri gördüğünde, bir keresinde
neredeyse hepsini nefret, açgözlülük ve öfke uğruna kaybedecek olduğunu unutma ve sonunda bizi kurtaranın gülmek
olduğunu da.

You might also like