Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 81

T.C.

ERCĠYES ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
KÜLTÜREL ÇALIġMALAR ANABĠLĠM DALI

ANTONĠO GRAMSCĠ’NĠN KÜLTÜREL HEGEMONYA


KAVRAMI BAĞLAMINDA BLACK MIRROR DĠZĠSĠNĠN
ĠNCELENMESĠ

Hazırlayan
Abdurrahman CANKURTARAN

DanıĢman
Doç. Dr. Zeliha Nilüfer NAHYA

Yüksek Lisans Tezi

Temmuz 2019
KAYSERĠ
T.C.
ERCĠYES ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
KÜLTÜREL ÇALIġMALAR ANABĠLĠM DALI

ANTONĠO GRAMSCĠ’NĠN KÜLTÜREL HEGEMONYA


KAVRAMI BAĞLAMINDA BLACK MIRROR DĠZĠSĠNĠN
ĠNCELENMESĠ

(Yüksek Lisans Tezi)

Hazırlayan
Abdurrahman CANKURTARAN

DanıĢman
Doç. Dr. Zeliha Nilüfer NAHYA

Temmuz 2019
KAYSERĠ
i

BĠLĠMSEL ETĠĞE UYGUNLUK

Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde
edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranışların gerektirdiği gibi, bu
çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve
referans gösterdiğimi belirtirim.

Abdurrahman CANKURTARAN
ii
T.C.
ERCĠYES ÜNĠVERSĠTESĠ
REKTÖRLÜĞÜ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Tez Başlığı:”Antonio Gramsci‟nin Kültürel Hegemonya Kavramı Bağlamında


Black Mirror Dizisinin İncelenmesi”

Yukarıda başlığı gösterilen tez çalışmamın a) Giriş, b) Ana bölümler ve c) Sonuç


kısımlarından oluşan toplam 64 sayfalık kısmına ilişkin, 05/08/2019 tarihinde
Turnitin intihal programından aşağıda belirtilen filtreleme uygulanarak alınmış
olan özgünlük raporuna göre, tezimin benzerlik oranı: % 2 dir.
Uygulanan filtrelemeler:
1- Giriş dahil
2- Ana Bölümler dahil
3- Sonuç dahil
4- Alıntılar dahil/hariç
5- Kapak hariç
6- Önsöz ve Teşekkür hariç
7- İçindekiler hariç
8- Kaynakça hariç
9- Özet hariç
10- Yedi (7) kelimeden daha az örtüşme içeren metin kısımları hariç

Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez İntihal Raporu Uygulama


Esaslarını inceledim ve bu uygulama esaslarında belirtilen azami benzerlik
oranlarına göre tez çalışmamın herhangi bir intihal içermediğini, aksinin tespit
edileceği muhtemel durumlarda doğabilecek her türlü hukuki sorumluluğu kabul
ettiğimi ve yukarıda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu beyan ederim.

Gereğini bilgilerinize arz ederim. 07/08/2019

Adı Soyadı : Abdurrahman CANKURTARAN


Öğrenci No : 4033831701
Anabilim Dalı : Kültürel Çalışmalar
Bilim Dalı : Kültürel Çalışmalar
Program Adı : Yüksek Lisans

Danışman: Adı/İmza Öğrenci Adı/İmza

Doç. Dr. Zeliha Nilüfer NAHYA Abdurrahman CANKURTARAN


iii

YÖNERGEYE UYGUNLUK

“Antonio Gramsci’nin Kültürel Hegemonya Kavramı Bağlamında Black Mirror


Dizisinin Ġncelenmesi” adlı Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Lisansüstü Tez
Önerisi ve Tez Yazma Yönergesi‟ ne uygun olarak hazırlanmıştır.

Hazırlayan DanıĢman
Abdurrahman CANKURTARAN Doç. Dr. Zeliha Nilüfer NAHYA

Kültürel ÇalıĢmalar ABD BaĢkanı


Doç. Dr. Ali SELÇUK
v

ÖNSÖZ

Toplumların dünya görüşlerinin temelini oluşturan kültürler, hayatın her alanını saran
yeni iletişim teknolojilerinin etkisi ile tarihte görülmemiş bir hızla değişmekte iken yeni
iletişim teknolojilerinin sağladığı imkanlardan en iyi şekilde faydalanan kapitalist
şirketlerin etkisinde, zengin ile fakir arasındaki uçurum ise tarihte görülmemiş bir
seviyeye ulaşmış durumdadır. Birbiri ile paralel hareket eden bu gelişmeler; kültürel
alanda yaşanan değişimlerin etkilerini belirlemeyi, bu değişimlerin yaşanmasında
medya ürünlerinin etkisini incelemeyi ve medyanın, etki gücünün kimler tarafından
kimin için kullanıldığını ortaya koymayı gerektirmektedir.

Bu gerekliliğe katkıda bulunabilmek amacıyla hazırlanan bu tez çalışmasında öncelikle;


özgür düşünceye olan inancı ve öğrencilerinin düşüncelerine verdiği değer ile
düşüncelerimi sınırlamadan bana yol gösteren, çalışma boyunca yardıma ihtiyaç
duyduğum her an yanımda olan danışman hocam sayın Doç. Dr. Zeliha Nilüfer
NAHYA‟ya, teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Tez jürimde yer alarak düşünceleri ile tez
çalışmama değerli katkılarda bulunan sayın Prof. Dr. Muzaffer SÜMBÜL ve Dr. Öğr.
Üyesi Zehni ÖZMEN‟e saygı ve teşekkürlerimi sunarım. Hayatım boyunca maddi,
manevi desteğini benden esirgemediği gibi inandığım yolda yürümeme izin verip her
zaman arkamda duran aileme teşekkür etmeyi de bir borç bilirim. Sadece iyi günlerimde
değil kötü günlerimde de benim yanımda olan, daraldığımda yanlarında genişlik
bulduğum arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Genel Yurt İçi Yüksek Lisans Burs Programı ile bu tez çalışmasının oluşmasında maddi
destek sağlayan TUBİTAK‟a teşekkür ederim.

Abdurrahman CANKURTARAN
Temmuz/2019, KAYSERİ
vi

ANTONĠO GRAMSCĠ’NĠN KÜLTÜREL HEGEMONYA KAVRAMI


BAĞLAMINDA BLACK MIRROR DĠZĠSĠNĠN ĠNCELENMESĠ

Abdurrahman CANKURTARAN

Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,


Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2019
DanıĢman: Doç. Dr. Zeliha Nilüfer NAHYA

ÖZET

Bu çalışmada her geçen gün artarak devam eden ekonomik adaletsizliğin, toplum
tarafından neden kabullenildiği sorusunun cevabı; Antonio Gramsci‟nin kültürel
hegemonya kavramında aranmıştır. Bu bağlamda öncelikle kültürel hegemonya kavramı
açıklanmış ardından en etkili hegemonik aygıt olarak ön plana çıkan medyanın kültürel
hegemonya kavramı ile ilişkisi üzerinde durulmuştur. Son bölümde ise ortaya koyulan
teorik iddiaları somutlaştırabilmek adına Black Mirror dizisi kültürel hegemonya
bağlamında incelenmektedir.

Black Mirror dizisinde tespit edilen hegemonik öğelerin toplumun ortak duyusundaki
etkileri incelenirken, Gramsci ile birlikte Horkheimer ve Adorno‟nun medya ürünlerine
yönelik düşüncelerinden de oldukça faydalanılmıştır.

Sonuç olarak; eleştirel yönü ile bütün dünyada dikkatleri üzerine çekmeyi başaran
dizinin eşitsizliğin sürdürülmesine hizmet eden hegemonyayı destekleyeci hegemonik
öğeler ürettiği görülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kültürel Hegemonya, Kültür, Ortak Duyu, Black Mirror, Medya
vii

ANALYSIS OF BLACK MIRROR SERIES IN THE CONTEXT OF ANTONIO


GRAMSCI’S CULTURAL HEGEMONY CONCEPT

Abdurrahman CANKURTARAN

Erciyes University, Institute of Social Sciences,


Master Thesis, July 2019
Advisor: Assos. Prof. Zeliha Nilüfer NAHYA

ABSTRACT

In this study, the answer to the question of why economic injustice, which continues to
increase day by day, is accepted by society is sought in Antonio Gramsci's concept of
cultural hegemony. In this context, firstly, the concept of cultural hegemony is
explained and then the relationship between the media and the concept of cultural
hegemony which is the most effective hegemonic device is emphasized. In the last part,
Black Mirror TV series is examined in the context of cultural hegemony in order to
embody the theoretical claims put forward.

While analyzing the effects of hegemonic elements detected in the Black Mirror TV
series on the common sense of society, the thoughts of Gramsci, Horkheimer and
Adorno on media products were also utilized.

As a result, it is seen that this TV series which has attracted attention with its critical
aspect all over the world, produces hegemonic elements supporting the hegemony
which maintains the inequality.

Keywords: Cultural Hegemony, Culture, Common Sense, Black Mirror, Media


viii

ĠÇĠNDEKĠLER

ANTONĠO GRAMSCĠ’NĠN KÜLTÜREL HEGEMONYA KAVRAMI


BAĞLAMINDA BLACK MIRROR DĠZĠSĠNĠN ĠNCELENMESĠ

BĠLĠMSEL ETĠĞE UYGUNLUK .................................................................................. i


TEZ ĠNTĠHAL FORMU ................................................................................................ ii
YÖNERGEYE UYGUNLUK........................................................................................iii
KABUL VE ONAY ........................................................................................................ iv
ÖNSÖZ ............................................................................................................................. v
ÖZET............................................................................................................................... vi
ABSTRACT ................................................................................................................... vii
ĠÇĠNDEKĠLER ............................................................................................................viii
GĠRĠġ ............................................................................................................................... 1
1. BÖLÜM
ANTONĠO GRAMSCĠ VE KÜLTÜREL HEGEMONYA
1.1. Kültür ve Ortak Duyu ........................................................................................... 12
1.2. Sivil Toplum ve Mevzi-Manevra Savaşı .............................................................. 15
1.3. Kültür ve Hegemonya........................................................................................... 16
2. BÖLÜM
MEDYA VE ETKĠ
2.1. Etkiyi Olumlayan Yaklaşımlar ............................................................................. 20
2.2. Sınırlı Etki Tezleri ................................................................................................ 23
2.3. Etkiyi Eleştiren Yaklaşımlar................................................................................. 25
3. BÖLÜM
BLACK MIRROR VE KÜLTÜREL HEGEMONYA
3.1. Öğretilmiş Çaresizlik ............................................................................................ 31
3.1.1. Direnişin Başarısızlığı.................................................................................... 32
3.1.2. Sistemin Bir Parçası Olmak ........................................................................... 33
3.1.3. Canlandırmanın Gücü ................................................................................... 36
3.1.4. Mass‟in Azabı ................................................................................................ 38
3.2. Aile Kurumunun Temsili...................................................................................... 40
3.2.1. Sadakatsizliğin Keşfi ..................................................................................... 41
ix

3.2.2. Evlilik ve Sadakat .......................................................................................... 45


3.2.3. Diğer Aile Betimlemeleri............................................................................... 50
3.3. Siyasal Kurumların Temsili .................................................................................. 53
3.3.1. Siyasetçiler ..................................................................................................... 53
3.3.2. Siyaset Dünyası ve Yeni Nesil Teknoloji ...................................................... 54
3.3.3. Şirketin Dünyası ............................................................................................ 57
SONUÇ ........................................................................................................................... 60
KAYNAKÇA ................................................................................................................. 64
ÖZGEÇMĠġ ................................................................................................................... 69
1

GĠRĠġ

Abraham Lincoln 1864 yılında verdiği bir söylevde demokrasiyi “halkın, halk
tarafından, halk için yönetimi” olarak tanımlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk ise
demokrasiyi “Demokrasi esasına müstenit hükümetlerde, hâkimiyet halka, halkın
ekseriyetine aittir. Demokrasi prensibi, hâkimiyetin millete ait olduğunu, başka yerde
olamayacağını iltizam eder. Bu suretle, demokrasi prensibi, siyasi kuvvetin, hâkimiyetin
menşeine ve meşruiyetine temas etmektedir” sözleri ile açıklamıştır (Tunç, 2008, s.
1115). Buna göre siyaseti deneyimleyen her iki liderin de demokrasi tanımında vurgu
halktır.

Ancak OECD verilerine göre ABD nüfusunun en zengin %1‟lik kesiminin toplam
serveti, ülke servetinin %42.48‟sini oluştururken, nüfusun en zengin %10‟u ise toplam
servetin %79.47‟sine sahiptir. ABD nüfusunun en fakir %60‟nın serveti ise toplam
servetin sadece %2.40‟ını oluşturmaktadır. Avrupa ülkelerinden Almanya‟da ise en
fakir %60, toplam servetin %6.46‟sına, Norveç‟te ise %7.31‟ine sahiptir.1 Verilen
oranlar incelendiğinde, ABD nüfusunun %1 kesiminin sahip olduğu toplam servet,
nüfusun %60‟lık kesiminin sahip olduğu toplam servetin 17.7 katı olduğu
görülmektedir. Yine Avrupa ülkelerinden Almanya ve Norveç nüfuslarının yarısından
fazlası, toplam servetin 10‟da 1‟ine dahi sahip değildir. Servet dağılımı verilen ülkelerin
üçü de demokrasi ile yönetilmektedir. Demokrasi ile yönetilen diğer ülkeler
incelendiğinde de benzer oranlara ulaşılabilir.

Bu tez çalışması, yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda, halk için olan ve egemenliğin
halkta olduğu demokratik yönetim sistemlerinde, halkın %60‟nı oluşturan grubun neden
kaynakların 10‟da 1‟i ile yaşamaya devam edebildiğine ve çoğunluğa rağmen %1‟lik bir
azınlığın kaynakların yaklaşık yarısına nasıl sahip çıkabildiklerine dair fikir

1
OECD İstatistikleri, https://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=WEALTH, erişim tarihi,
01.07.2019.
2

sağlamaktadır. İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci de elit bir azınlığın


çoğunluğu nasıl kontrol edebildiğini merak eden düşünürlerdendir. (Yaylagül, 2010, s.
109). Gramsci, bu tartışmadaki soruların cevabını ise kültürde arar. Gramsci‟ye göre
“popüler ortak duyudaki birçok öğe, eşitsizlik ve baskının insanlara doğal ve
değiştirilemez şeyler olarak gözükmesini sağlayarak, onların madunluğuna2 katkıda
bulunur” (akt. Forgacs, 2010, s. 510-511). Gramsci, bu düşüncesi ışığında pek çok
kavram ile birlikte desteklediği kültürel hegemonya kavramını geliştirmiştir. Burada
şunu belirtmek gerekir ki; Gramsci‟yi kültürel hegemonya kavramını üretmeye yönelten
itki, Paraksis Felsefesi‟ne3 olan inancıdır. Gramsci kültürel hegemonya yöntemlerini
kullanarak dünyayı Praksis Felsefesi yönünde değiştirmeyi amaçlamaktadır. Gramsci bu
amacını, şu sözleriyle açık bir şekilde ifade eder:

“Marx, ortak duyuya ve onun inançlarının sağlamlığına sıkça atıfta bulunur.


Fakat Marx bu inançların içeriğinin geçerliliğine değil, daha çok onların
biçimsel katılığına ve davranış normları ürettikleri zaman taşıdıkları
dayatmacı karaktere atıfta bulunmaktadır. Bu atıflarda, üstü kapalı bir
biçimde, yeni popüler inançlara duyulan ihtiyacın öne sürülmesi vardır: yani
yeni bir ortak duyunun, yeni bir kültürün ve halkın geleneksel inançlarla
aynı sağlamlığa ve dayatmacı niteliğe sahip bilincine kök salacak bir
felsefenin” (Forgacs, 2010, s. 429).

Gramsci, Praksis Felsefesi‟nin topluma nasıl hâkim olacağı üzerine düşünürken


kültürün gücünü fark etmiş ve bu doğrultuda Marksizm‟in ekonomik belirlemeci ve
kaderci anlaşılış duvarlarını aşarak üst yapı kurumlarının önemini vurgulamıştır.4

Bu tez çalışmasında kültürel hegemonya kavramının üzerinde durulmasının sebebi de


Gramsci‟nin kültürün gücüne yaptığı bu vurguyla birlikte kültürün hegemonik aygıtlar

2
“ Gramsci 1934-1935 yılları arasında bir toplumda sesi olmayan, kendilerini temsil edemeyen, toplumun
işleyiş mekanizmaları içinde kendini ifade edemeyen işçiler, köylü kadınlar gibilerin klasik Marksist
anlamdaki proletaryadan „başka‟ bir durumda olduğunu belirtmek amacıyla bu kişileri „madun‟ olarak
ifade etmiştir.” (Yetişkin, 2010, s. 16)
3
Praksis Felsefesi sansürcülere yakalanmamak amacıyla Hapishane Defterleri‟nin pek çok yerinde
Marksizm‟in yerine kullanılır ancak David Forgacs‟ın Gramsci Kitabı Seçme Yazılar kitabının sonunda
yer anahtar sözcükler bölümünün Praksis Felsefesi kısmında ifade ettiği şekliyle “bu ifade, sansürcüleri
bypass etmek için başvurulan bir önlemden daha fazlasını anlatır; o aynı zamanda (Gramsci‟nin bu
ifadeyi ödünç aldığı Sosyalist felsefeci Antonio Labriola için söz konusu olduğu üzere) kuram ile pratiğin
birliği olarak özgül bir Marksizm kavrayışını bizlere taşır” (Forgacs, 2012, s. 512)
4
Defterler‟in pek çok yerinde ekonomik belirlemeci ve kaderci Marksizm anlayışını açıkça eleştirir (örn.
Forgacs, 2012, s.263, s. 424-425)
3

aracılığı ile değiştirilebileceğine ve bu değişikliği yapanların, kültürün gücünü kontrol


ederek halkı istediği doğrultuda yönlendirebileceğine dair tespitleridir.

Gramsci, yaşadığı dönemin koşulları5 altında kitle iletişim araçlarının hegemonik


rolünü, gazete ve dergiler üzerinden ele alsa da, günümüzde gelişen teknolojinin
nimetlerinden en iyi şekilde faydalanan medya, önce radyo, sonra televizyon ve şimdi
de internet aracılığı ile hegemonya mücadelesinde en önemli aktörlerden biri haline
gelmiştir.

Bu sebeple üç ana bölümden oluşan tez çalışmasının ilk bölümünde; kültürel alanda
hegemonyanın nasıl kurulduğu ve kurulan bu hegemonyanın toplum üzerindeki
etkilerini ortaya koyabilmek amacıyla Antonio Gramsci‟nin kültürel hegemonya
kavramı incelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümü ise kitle iletişim araçlarının kültürel
hegemonyadaki rolünü irdelemektedir. Tez çalışmasının son bölümünde ise ilk iki
bölümde ortaya konulan teorik çerçeve bağlamında Black Mirror dizisi örneği
üzerinden, kültürel hegemonyanın somutlaştırılması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda,
medyanın önemli bir ürünü olan Black Mirror dizisinde yer alan hegemonik öğeler
tespit edilerek, dizide yer alan hegemonik öğelerin toplumun ortak duyusu ve kültür
üzerindeki etkileri değerlendirilmekte, böylelikle de kitle iletişim araçlarının
hegemonyanın oluşumundaki rolü tartışılmaktadır.

Nitel bir araştırma olarak tasarlanan bu tez çalışmasının Black Mirror dizisinin
incelendiği bölümünde eleştirel söylem analizi kullanılmaktadır. Eleştirel söylem analizi
“içerikle ilgili sayısal olarak belirlenemeyecek ya da araştırma için sayısal verilerin
ciddi anlam taşımadığı durumlarda, diğer bir deyişle basitçe sayılarak bulunamayacak,
dilin derin yapısında üretilen içkin verilere ulaşmada işlevseldir” (Çomu, 2015, s.86).
Eleştirel söylem analizi ile dizide tespit edilen hegemonik öğeler Gramsci‟nin kültürel
hegemonya kavramı bağlamında değerlendirilmektedir. Değerlendirmelerde kültürel
hegemonya kavramı temel alınmakla birlikte, kitle iletişim araçlarının olumsuz etkileri
konusuna odaklanan Max Horkheimer ile Thedor W. Adorno‟nun birlikte oluşturdukları
kültür endüstrisi kavramından ve Raymond Williams‟ın teknolojik determinizme dair
görüşlerine de başvurulmaktadır.

5
Gramsci‟nin döneminde henüz televizyon yoktur, radyonun ise İtalya‟da çok sınırlı bir kullanım alanına
sahiptir (Forgacs 2012:450).
4

Dizide ilk olarak Gramsci‟nin “baskı ve eşitsizlikleri doğal ve değiştirilemez şeyler


olarak gösteren öğeler” olarak ifade ettiği hegemonik öğelerin varlığı incelenmektedir.
Ardından sosyolojide toplumsal düzeni sağlayan kurumlar olarak ifade edilen aile
kurumu, siyasal kurumlar, din, ekonomi ve eğitim kurumlarının (Özkalp, 2007, s. 13)
temsilinin incelenmesi ve bu sayede hegemonik öğelerin toplumsal kurumlar üzerindeki
etkisinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda ailenin ve siyasal kurumların
temsili incelenmektedir. Ancak dizide bu kurumlardan din, ekonomi ve eğitim kurumu
ile ilgili yeterli veriye ulaşılamadığından bu üç kurum ile ilgili ayrı başlık açılmamış bu
kurumların temsilinden sonuç bölümünde kısaca bahsedilmiştir.

Gramsci’nin Hegemonyası

20. yüzyıla kadar devletlerarası ilişkileri tanımlayan bir kavram olan hegemonya,
Rusya‟daki Marksist çevreler arasında 1905 Devrimi sürecinde işçi sınıfının, yaklaşan
devrimde köylülük ile ittifakının içeriğini tanımlayan bir kavram olarak, sınıf ittifakı
içinde işçi sınıfının ideolojik ve politik liderliğini ifade etmek üzere yaygın bir şekilde
kullanılmıştır. 1920‟li yılların III. Enternasyonal tartışmalarında hegemonya kavramı,
benzer içerikte kullanılmaya devam etmiştir (Cox, 1983, s.163-164) Antonio Gramsci,
ilk taslağını 1929‟da kaleme aldığı Hapishane Defterleri‟nde6 (1947), bu kavramı özgül
anlamının ötesine taşıyarak, geliştirdiği kuramsal yaklaşımın merkezi bir kavramına
dönüştürmüştür.

Eser, İtalyan Marksist Antonio Gramsci'nin hapishanede tuttuğu notlardan


oluşmaktadır. Gramsci zor şartlar altında yazdığı ve derleme fırsatı bulamadığı bu
eserinde kültür ve egemenlik arasındaki ilişkiye dikkat çekmiş, kültürel hegemonyanın
nasıl oluşturulduğuna yönelik saptamalarda bulunmuştur.

Gramsci‟nin kültürel hegemonya kavramı, 1970‟li yıllardan itibaren İngiliz Kültürel


Çalışmaları‟nın dikkatini çekmiştir. Hapishane Defterleri‟nin 1971 yılında İngilizceye
çevrilmesi ile birlikte Gramsci‟nin hegemonya kavramına olan ilgi oldukça artmıştır.
İngiliz Kültürel Çalışmaları‟nın üyeleri, medya, kültür, iktidar ilişkilerini inceledikleri
çalışmalarında Gramsci‟nin hegemonya kuramından faydalanmıştır. Örneğin Graeme

6
Gramsci‟nin bu kitabı tezde kimi zaman kısaca Defterler olarak geçmektedir.
5

Turner, İngiliz kültürel çalışmalarını ana hatları ile anlattığı İngiliz Kültürel Çalışmaları
(1990) adlı kitabının “Gramsci‟ye Dönüş” bölümünde İngiliz Kültürel Çalışmaları ile
Gramsci‟nin kültürel hegemonya kavramının ilişkisinden bahsetmiştir (Turner, 1990, s.
249-254).

Stuart Hall‟ın editörlüğünü yaptığı ve altı bölümden oluşan derlemenin üç bölümünü


yazdığı Temsil, Kültürel Temsiller ve Anlamlandırma Uygulamaları (1997) adlı eserin
“temsil işi” bölümünde, Gramsci‟nin ideoloji kavramına bakışından ve ortak duyu
kavramının içeriğinden faydalanan (Hall; Hamilton; Nixon vd. 2017, s. 65-66) Hall,
kitabın “Başkası‟nın Gösterisi” bölümünde ise Gramsci‟nin hegemonya kavramına
değinmektedir (Hall; Hamilton; Nixon vd. 2017, s.334)

Yine bir derleme olan İdeoloji Üzerine: Eleştirel İdeoloji Analizleri (2014) adlı kitabın;
Stuart Hall, Bob Lumley, Gregor Mclennan tarafından yazılan “Politika ve İdeoloji:
Gramsci” (Hall; Lumley; Mclennan vd. 2014, s.161-226), bölümünde Gramci‟nin
ideoloji kavramına bakışı konu edinilmiştir. Ancak bu bölümde; Gramsci‟nin kullandığı
kavramlara yüklediği anlamların çeşitliği nedeniyle yazarlar; ideoloji kavramını
açıklayabilmek amacıyla Gramsci‟nin hegemonya kavramı da dâhil olmak üzere bir çok
kavramını ele alınmıştır.

Antropoloji literatüründe ise Kate Crehan, Gramsci, Kültür, Antropoloji (2002) adlı
eserinde Gramsci‟nin popüler kültür, hegemonya, antropoloji alanındaki düşüncelerini
tartışmıştır. Neo-Gramscianizm‟in kurucusu olarak kabul edilen ve uluslararası ilişkiler
alanında çalışan Robert W. Cox ise Gramsci‟nin hegemonya kuramını uluslararası
ilişkiler alanına taşımış ve bazı önemli makaleleri topladığı Approaches to World Order
(1996) kitabı ile uluslararası ilişkiler literatürüne hegemonya kuramını eklemiştir.
Siyaset bilimi alanında çalışan Peter Ives de yazdığı Gramsci‟de Dil ve Hegemonya
(2011) adlı eserinde, Gramsci‟nin hegemonya ve dil arasındaki ilişkilerle ilgili
düşüncelerine odaklanarak, hegemonyanın oluşumunda dilin önemini incelemiştir.

Yerli literatürde ise Gramsci‟nin hegemonya görüşüne genellikle siyaset bilimi ve


uluslararası ilişkiler alanında yapılan çalışmalarda rastlanmaktadır. Seher
Keykavosiranagh‟ın hazırladığı Yumuşak Güç Enstrümanı Olarak Kültürel Hegemonya
(2015) isimli yüksek lisans tez çalışmasının öz kısmında belirttiği üzere “Ortadoğu
6

bölgesinde, bir yandan iki bölgesel güç Türkiye ve İran‟ın arasında yaşanan hegemon
bölgesel güç denge ve rekabeti, diğer yandan ABD‟nin bir küresel güç olarak bölgede
etkinliği, yumuşak güç çerçevesinden” tartışmıştır.

Bengisu Yağmur Peker ise İngilizce olarak hazırladığı The Frankfurt School and
Antonio Gramsci (2009) adlı yüksek lisans tez çalışmasında “(…) faşizmi tetikleyici bir
etmen olarak alarak Kültürel Hegemonya ve Kültür Endüstrisi kavramları altında
Frankfurt Okulu'nun ve Gramsci'nin Kültürel Marksizm'e yaklaşımlarındaki araç ve
amaçlarını ortaya koymayı hedeflemiştir” (Peker, 2009, s.5). Yerli literatürde kültürel
hegemonya kavramına rastlanan bir diğer örnek ise Yasin Durak‟ın Çalışma
İlişkilerinde Kültürel Hegemonya: Konya Organize Sanayi Bölgesi Örneği (2011) adlı
sosyoloji alanındaki yüksek lisans tez çalışmasıdır.

Genel olarak Türkiye‟de yapılan lisansüstü tezlere bakıldığında kavramın konu olarak
doğrudan oldukça az sayıda çalışmada yer aldığı, genellikle de siyaset bilimi ve
uluslararası ilişkiler alanında yapılan çalışmalarda tercih edildiği görülmektedir.
Literatürde kültürel hegemonya konusunu ele alan çalışmalarda içeriklerin önemli bir
kısmı Gramsci‟ye ayrılmaktadır (örn. Dural, 2012).

Tez çalışmaları dışında, Muammer Kaymak‟ın “Hegemonya Tartışmaları Işığında


İngiliz ve Amerikan Hegemonyaları: Yönlendirici Hegemonyadan Kural Koyucu
Hegemonyaya” makalesi (2016), uluslararası ilişkilerdeki hegemonya tartışmaları
ışığında, ABD ve İngiltere hegemonyalarını karşılıklı olarak ele almıştır. Hatice Şule
Oğuz ise “Stuart Hall” yazısında Gramsci‟nin hegemonya kavramının Hall üzerindeki
etkisini konu edinmiştir (2014). Assiye Aka‟nın “Antonio Gramsci ve „Hegemonik
Okul‟” makalesi de (2009) Antonio Gramsci‟nin Defterleri‟nde ileri sürdüğü; okulun,
hegemonik bir işlev gördüğü tezini tartışmıştır.

Kitle ĠletiĢim Teorilerinde Kültürel Hegemonya

20. yüzyılda iletişim teknolojileri alanında yaşanan gelişmelerle birlikte kitle iletişim
araçlarının, insanların davranış ve düşünce dünyaları üzerindeki etkileri, sosyal
bilimcilerin temel araştırma konularının başında gelmiştir. Kültürel hegemonya kavramı
da toplumun düşünce ve davranış dünyasını konu edinen bir kavramdır. Bu nedenle de
7

iletişim bilimleri alanında yürütülen etki araştırmaları ile yakından ilgilidir. Gramsci‟de
kültürel hegemonyanın oluşumu sürecinde kitle iletişim araçlarının etkisi konusu,
Gramsci‟nin dönemi ve içinde bulunduğu şartlardan dolayı gazete ve dergiler ile sınırlı
kalmaktadır.

Çalışmada, hegemonik araç olarak medyanın incelendiği “Medya ve Etki” bölümünde;


kitle iletişim araçları ile kültürel hegemonya arasında bağlantının kurulması
amaçlandığından, faydalanılan iletişim teorileri bütün yönleri ile incelenmemekte, daha
çok kitle iletişim araçlarının etki gücüne odaklanan araştırmaların, kültürel hegemonya
kavramı ilişkili olan kısımları ele alınmaktadır. Bu bağlamda ilk olarak kitle iletişim
araçlarının etki gücünün gösterildiği ve bu etkinin olumlu bir etki olarak yorumlandığı
liberal görüşteki araştırmacılar tarafından yürütülen çalışmalardan, ardından etkinin
sanıldığı kadar güçlü olmadığını savunan sınırlı etki çalışmalarından söz edilmektedir.
Son olarak da kitle iletişim araçlarının etki gücünü vurgulamakta, bu etki gücünün
olumlu bir etki olmadığını savunan düşünürlerin çalışmalarından kısaca bahsedilmektir.

Bir EleĢtiri Olarak Black Mirror

Tez çalışmasında örnek olarak seçilen ve 4 Aralık 2011 yılında yayınlanmaya başlayan
İngiliz dizisi Black Mirror, 21 bölümden oluşan 5 sezon ve 1 yılbaşı özel bölümü ile
birlikte toplamda 22 bölümden oluşmaktadır. İlk 2 sezonu, İngiliz Channel 4 kanalında
yayınlanan ve yayın hakları 2015 yılında internet üzerinden yayın yapan Netflix
platformu tarafından satın alınan dizinin, diğer 3 sezonu ise Netflix platformunda
yayınlanmıştır. Yayınlandığı Netflix platformunda, bilim kurgu antolojisi olarak
tanımlanan dizinin Bandersnatch7 adında bir de interaktif filmi vardır. Farklı
senaristlerin yer aldığı bazı bölümleri olmakla beraber, The Entire History of You8
bölümü hariç, senaryoların tamamında Charlie Brooker yer almaktadır. Yönetmen ve
oyuncuların her bölümde değiştiği dizide bölümlerin, konuların, mekânların ve
karakterlerin birbiriyle bağlantısı yoktur. Fakat genel olarak bakıldığında Black Mirror
dizisinin; teknolojik gelişmelerin insanlık üzerindeki etkilerini konu edindiği
söylenebilir.

7
Yönetmen David Slade, 2018.
8
Senin Bütün Tarihin, 1. Sezon 3. Bölüm – 2011, Yönetmen Brian Welsh.
8

Eylül Ersoy, yüksek lisans tez çalışmasında diziyi; “yeni iletişim teknolojilerinin gerek
iktidar mekanizmasıyla ilişkilerini gerekse gözetim kültürünü benimsemiş toplumlar
yaratmasıyla ilgili ilişkileri irdeleyen, eleştiren bir dizi” olarak tanımlar (Ersoy, 2018, s.
10). Meltem Kaya ise yüksek lisans tez çalışmasında dizi hakkında; “Dizinin tüm
bölümlerinde ortak tema şöyledir: Teknolojinin insanların yararına olması görüşü
eleştirilerek yakın gelecekte teknolojinin, bireylerin yaşamlarını ne derece olumsuz
etkileyeceği, distopik bir yol ile izleyicilere aktarılmaktadır” (Kaya, 2017, s.116)
tespitinde bulunur. Her iki tanımda da dizinin teknolojik gelişmelerin beraberinde
getireceği sıkıntıları konu edindiğine vurgu yapılsa da, dizinin bölümlerinin tamamında
teknolojik gelişmelerin olumsuz yönlerinin ön plana çıkarıldığını söylemek zordur.
Örneğin San Junipero9 ve Hang the DJ10 bölümlerinde teknolojik gelişmeler,
olumsuzun aksine olumlu gelişmelere sebep olurken, yine dizinin The Entire History of
You bölümünde teknoloji; bölümdeki trajik sonun kaynağı olan aldatma olayına sebep
olmamış, tersine, gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yine bir cinayetler zincirinin
yer aldığı Crocodile11 bölümünde de teknolojik gelişme, cinayetin aydınlanmasına
yardım etmektedir.

Literatürde, örnek seçilen Black Mirror dizisinin yer aldığı çalışmalar incelendiğinde
yüksek lisans ve doktora tezi olarak toplamda altı tez çalışmasına ulaşılmaktadır. Beden
ve İktidar İlişkisinin Sinoptikon Üzerinden İncelenmesi: Black Mirror Dizisi Örneği
(Kaya, 2017) isimli yüksek lisans tez çalışmasında gözetim konusu, sinoptikon
üzerinden anlatılmış ve Black Mirror dizisinin gözetim konusunu nasıl ele aldığı
incelenmiştir. Black Mirror dizisinin örnek olarak tercih edildiği bir diğer tez çalışması
ise Teknolojinin İç Mekân Tasarımına Etkileri ve Toplumsal Yansımaları (Şpat, 2017)
başlıklı yüksek lisans tezidir. Şpat çalışmasında, kendi ifadesi ile “21. yüzyılda
teknolojik çağın belli simülasyonlar aracılığıyla iç mekân tasarımında dijitalleşme,
çağdaş iç mekân oluşumları ve "archigram" akımı üzerinden incelemeler yapılarak bu
mekânların topluma ne denli etki ettiği” ele alınmıştır (Şpat, 2017, s. 4). Mekânsal
Dönüşümlerin Distopik Bilimkurgu Sineması Aracılığı ile İncelenmesi ve Mimari
Öngörüler (2016) isimli Büşra Ünver‟in hazırladığı doktora tezinde ise 11 distopik
bilimkurguyla birlikte Black Mirror dizisinin bir bölümü de örnek olarak ele alınmıştır.

9
San Junipero, 3. Sezon 4. Bölüm – 2016, Yönetmen Owen Harris.
10
DJ‟yi As, 4. Sezon 4. Bölüm – 2017, Yönetmen Tim Van Patten
11
Timsah 4. sezonun 3. Bölüm – 2017, Yönetmen John Hillcoat.
9

Bu tez çalışmasında örnek olarak Black Mirror dizisinin seçilmesinin temel sebebi
dizinin eleştirel yönü ile ön plana çıkan popüler12 bir dizi olmasıdır. Bu sayede eleştirel
bir dizide yer alan hegemonik öğelerin tespit edilmesi amaçlanmaktadır. Ancak burada
belirtmek gerekir ki; Antonio Gramsci, kültürel hegemonya kavramında hegemonik
öğelere olumlu veya olumsuz bir anlam yüklemez. Hegemonik öğelerin olumlu veyahut
olumsuz olarak değerlendirilmesi bakış açısına göre farklılık gösterir. Örneğin; Gramsci
için praksis felsefesinin halk tarafından anlaşılmasını ve benimsenmesini sağlayacak
hegemonik öğeler olumlu işleve sahipken13, praksis felsefesine olumsuz bakış açısına
sahip biri bu hegemonik öğeleri olumsuz öğeler olarak değerlendirilebir.

12
Ekşi Sözlük‟te “black mirror” başlığı altında 4109 entry bulunmaktadır.( https://eksisozluk.com/black-
mirror--782772?a=dailynice) (23.07.2019).
13
Bkz. Forgacs, 2012 s. 401-402
10

1. BÖLÜM

ANTONĠO GRAMSCĠ VE KÜLTÜREL HEGEMONYA

Kültürel Hegemonya, İtalyan Marksist, düşünür Antonio Gramsci‟nin ürettiği bir


kavramdır. Gramsci, 1926 yılında İtalyan Komünist Partisi (PSI) Milletvekili iken
Mussollini hükümeti tarafından 8 Kasım 1926 yılında, diğer Komünist Parti vekilleri ile
birlikte tutuklanır. 4 Haziran 1927 yılında ise 20 yıl 4 ay 5 gün hapis cezasına çarptırılır
(Gramsci, 2011, s. 176-177). Hapishaneye giren Gramsci, hapishanede geçireceği süre
boyunca “für ewig”14 bir şeyler yapma isteğini dile getirir ve bu isteğini; “yani bütün iç
yaşamımı kapsayacak ve kendi merkezi çevresinde derleyecek bir konuyla, sistemli
biçimde ve derinlemesine çalışmak” (Fiori, 2009, s. 273) diye açıklar.

Bu doğrultuda 11 yıl boyunca -ölümüne kadar- hapishanede tuttuğu notlarla yaklaşık


4000 daktilo sayfasına eşit 2848 sayfalık 32 defterden oluşan Hapishane Defterleri‟ni
(1947) oluşturmuştur (Fiori, 2009 s. 275). Cezası 21 Nisan 1937‟de sona eren Gramsci,
6 gün sonra 27 Nisan 1937 tarihinde hastanede hayatını kaybetmiştir (Fiori, 2009, s.
339-340). Hastaneden çıkamadan hayatını kaybeden Gramsci, hem hapishanenin zor
şartları hem de ciddi sağlık problemleri altında tuttuğu bu notları düzenleyebilme fırsatı
bulamamıştır.

Oluşturulma sürecindeki zor şartlardan dolayı Hapishane Defterleri kitabında sistemli


bir teori bulmak zordur. Defterler, Gramsci‟nin; eğitimden dine, tarihten edebiyata,
Marksizm‟den Machiavellizm‟e, ideolojiden sivil topluma değin pek çok konu ve
kavram hakkında düşünceler barındırmaktadır; ancak bu düşünceler, belli bir düzen
içerisinde aktarılmamıştır. Ayrıca Gramsci‟nin notları, eksik veya yanlış bilgiler içerdiği
gibi atıf yaptığı kaynaklar açısından da hatalar barındırmaktadır. Zaten Gramsci de

14
Bu, Gramsci‟nin Goethe‟den aldığı Almanca bir kavramdır. Kelime anlamı “sonsuz için” dir.
11

kendi notlarında, içinde bulunduğu şartlara dikkat çekerek notlarının, “güvenilmez” ve


“baştan savma” olduğu uyarısında bulunmuştur (Gramsci, 2012, s. 175).

Bütün bu olumsuzluklarına rağmen Hapishane Defterleri, ekonomik belirlemeciliğe


karşı düşünceler barındırması ve üst yapıda yer alan kültür, ideoloji, dil gibi
kavramların etkinliğine yaptığı vurgular ile Avrupa‟da, Rusya‟daki Devrim‟e benzer bir
devrimin gelişme olanağının olmadığına inanan, Batı Marksisti olarak anılan
düşünürlerin yer aldığı akademik camiada ilgi odağı haline gelmiştir (Forgacs, 2012 s.
13-18). Fransa‟dan Louis Althusser, İngiltere‟den İngiliz Kültürel Çalışmaları
geleneğinden Raymond Williams ve Stuart Hall ile Perry Anderson, Yunanistan‟dan
Nicos Poulantzas Gramsci‟den etkilenen düşünürlerden bazılarıdır.

Defterler, yukarıda da belirtildiği üzere birçok konu hakkında düşünceler içerir. Ancak
Marksist tarihçi Eric Hobsbawmn da Gramsci Kitabı Seçme Yazılar (2012) kitabının
önsözünde, Gramsci‟nin amacını; “onun en geniş kapsamlı genellemeleri bile, hiç
şaşmazcasına, içinde yaşadığı özgül koşullarda siyaset yoluyla dünyayı dönüştürmenin
pratik koşullarını araştırmaktı” sözleri ile ifade etmektedir (Forgacs 2012, s. 16).
Gramsci‟nin her şeyi içeren bir yapıda oluşturmak istediği Hapishane Defterleri‟ndeki
metinlerin en temel amacı, Praksis Felsefesi‟nin, toplumca kabul görmesini sağlayacak
yöntemlerini keşfetmektir. Bu doğrultuda Gramsci, “ortak duyu”, “mevzi savaşı” gibi
çeşitli kavramlar üretmiş ve/veya hâlihazırda kullanılan hegemonya, sivil toplum gibi
kavramların kullanım alanını genişletmiştir. Bunların içinde dikkat çeken ve bu
çalışmasının bel kemiğini oluşturan hegemonya ve kültürel hegemonya kavramları da
vardır.

Hegemonya, aynı zamanda Gramsci‟nin anlamını genişlettiği kavramların başında


gelmektedir. Anderson, Gramsci, Hegemonya, Doğu/Batı Sorunu ve Strateji (1988)
kitabında; Gramsci‟nin hegemonya kavramına kattığı yeni anlamın popülaritesi
nedeniyle bazı çalışmalarda kavramın, Gramsci‟nin üretimi olarak ifade edildiğini
söyler. Ancak Anderson‟un açıkladığı üzere, hegemonya kavramı, Gramsci‟den önce
Rus sosyal demokratları arasında kullanılan, özellikle Ekim Devrimi öncesinde oldukça
popüler bir kavramdır. Kavram, Menşevikler ve Bolşevikler arasındaki ciddi
tartışmaların da odak noktası olmuştur. Lenin, hegemonya kavramını, işçi sınıfının diğer
12

ezilen sınıflara önderlik etmesini ifade edecek şekilde kullanmıştır (Anderson, 1988, s.
29-36).

Hapishane Defterleri‟nde ise hegemonya kavramının anlamı genişler; ancak


Gramsci‟nin Defterleri‟nde kullandığı hegemonya kavramı ile neyi ifade etmek
istediğinin tek bir cevabını vermek zordur. Çünkü Gramsci, Defterleri‟nde hegemonya
kavramını tek bir anlamı ifade edecek şekilde kullanmamıştır. Daha kolay
anlaşılabilecek kullanım şekliyle hegemonya kavramı; Rus Marksistlerdeki önderlik
anlamını da içine alacak şekilde kullanılmıştır. Ancak kavram yalnız proletarya
önderliğini ifade edecek şekilde değil; herhangi bir sınıfın, grubun, düşüncenin,
kültürün veya ülkenin önderliğini de ifade edecek şekilde kullanmıştır.

Örnek vermek gerekirse; Gramsci, Fransız kültürünün (dilinin) Avrupa‟daki öncü


rolünü ifade ederken “Fransız kültürü Avrupa‟da hegemonik konumdaydı. Yani kendi
ülkelerinin kültürü hakkında bilgi verirken, Fransız bir „söylem‟ kullanma yetisine
sahip, görece çok sayıda Alman, İngiliz vs. vardı” (Gramsci, 2014 s.76) açıklamasında
hegemonya kavramına başvurmuştur. Burada görüldüğü üzere Gramsci‟nin hegemonya
kavramı, anlam olarak öncülüğü, önderliği ifade etmekle birlikte “yaygınlık” anlamını
da içinde barındırmaktadır. Bu açıklamanın yer aldığı maddenin tamamı incelendiğinde,
bu anlam daha iyi anlaşılacaktır. Gramsci‟nin hegemonya kavramı ile ifade ettiği bir
diğer anlam ise Gramsci‟nin Croce‟un “etik-politik” kavramından etkilenerek
oluşturduğu; kültür, ortak duyu, sivil toplum, mevzi-manevra savaşı ve iktidar-yöneten
kavramları ile bağlantılı anlamıdır. Hegemonya kavramının bu anlam düzeyinde neyi
ifade ettiğini açıklayabilmek için öncelikle yukarıda bahsedilen kavramların
Defterleri‟nde kullanım biçimlerini ve anlamlarını belirtmek gerekmektedir.

1.1. Kültür ve Ortak Duyu

Defterleri‟nde Gramsci, üst yapı kurumu olarak en önemli vurguyu esasen “kültür”e
yapar. Ne var ki kültür kavramı da tanımlanması en zor kavramların başında
gelmektedir. Zira literatürde yüzlerce kültür tanımı vardır. Raymond Williams, kültür
kavramının zorluğunu Anahtar Sözcükler‟de yaptığı kültür tanımının başında, kavramın
“İngiliz dilindeki en karmaşık iki üç sözcükten biri” olduğunu söylerken (Williams,
2007, s.105), Arthur Asa Berger de Kültür Eleştirisi kitabında kültürün “toplum ve
13

sanat hakkındaki çağdaş söylemlerde en hâkim ve anlaşılması güç kavramlardan biri”


olduğunu belirtmiştir (Berger, 2014, s.141). Berger, kültür kavramının anlaşılmasında
yaşanan bu güçlüğü, kavramın “farklı insanlar tarafından farklı şekillerde
kullanılmasına” (Berger, 2014, s. 141) bağlar. Kültür, aynı disiplin içinde farklı
araştırmacılar tarafından farklı anlamlarda kullanıldığı gibi; sosyoloji, antropoloji,
siyaset bilimi, felsefe, sanat gibi farklı disiplinlerde de farklı anlamlarda kullanılabilir.
Kültürün bu farklı anlamları, Gramsci‟nin hangi anlamı ile kültüre vurgu yaptığını
belirlemeyi zorunlu kılmaktadır.

Williams, Kültür (1993) adlı eserinde kültürün farklı biçimlerini anlatırken, en yaygın
şekliyle iki değişik anlamda kullanıldığından bahseder. Bunlardan biri, “zihnin aktif
geliştirilmesi anlamında” kullanımı iken, bir diğerinde ise kültürün özellikle 18.
yüzyılın sonlarında Almanya ve İngiltere‟de, belirli bir halkın genel hayat tarzını
oluşturan bir “ruh yapılanışını” ya da “genelleşmiş bir ruh” durumunu betimleyen
anlamda kullanılışıdır. Aslında Defterler‟de kültür kavramını, Williams‟ın ifade ettiği
her iki yaygın kullanım şekliyle de yer almaktadır. Ancak Williams‟ın kültür
kavramının “halkın genel hayat tarzını oluşturan bir ruh yapılanışına ya da genelleşmiş
bir ruh durumuna verilen ad” şeklinde kullanımı (vurgu benim, Williams, 1993, s. 9),
Gramsci‟nin dikkatleri üzerine çektiği kültür kavramıyla büyük oranda uyuşmaktadır.

Bu çalışmada da kullanılacağı şekliyle, kültür kavramının tanımlarında yer alan “genel”


ve “genelleşmiş” ifadeleri, kavramı anlayabilmek açısından önemlidir. Bir davranış
biçiminin kültürel bir davranış biçimi olarak ifade edilebilmesi, toplumun geneli
(çoğunluğu) tarafından benimsenmiş olmasına bağlıdır. Bu noktada daha önce
Gramsci‟nin hegemonya kavramını anlayabilmek için açıklanması zorunlu görünen
“ortak duyu” kavramı devreye girmektedir.

Ortak duyu15 kavramının Hapishane Defterleri‟ndeki kullanıma bakıldığında yer yer


kültür, sağduyu, kamuoyu gibi kavramların yerine de kullanıldığı görülür. Gramsci,
ortak duyu kavramını, kendine özgü anlamıyla daha çok “toplumun dünya kavrayışı”
veya “toplumun felsefesi” anlamında kullanmıştır. Örnek vermek gerekirse, Gramsci,
halka düşünme tekniği öğretmenin önemini anlattığı 4. Defterin 18 maddesinde “Ortak

15
Gramsci hakkında yazılan kitaplarda ve Hapishane Defterleri‟nin Türkçeye çevrilen farklı
versiyonlarında “ortak akıl” ve/veya “kamu-duyu” şeklinde ifade edilmektedir.
14

aklın tekniğiyle – yani, sokaktaki adamın felsefesiyle- en ileri modern düşünce tekniğini
kıyaslamak ilginç olurdu” (Gramsci, 2012, s. 177) diyerek, ortak akıl (ortak duyu)
kavramını “yani, sokaktaki adamın felsefesi” tanımlamasıyla açıklamıştır.

Gramsci, ortak duyuya kavram olarak olumlu veya olumsuz bir anlam yüklemez. Ama
ortak duyuda var olan öğeler, olumlu veya olumsuz işlevlere sahip olabilmektedir.
Forgacs‟ın anahtar sözcükler bölümünün ortak duyu kısmında ifade ettiği üzere,
Gramsci‟ye göre “popüler ortak duyudaki birçok öğe, eşitsizlik ve baskının insanlara
doğal ve değiştirilemez şeyler olarak gözükmesini sağlayarak, onların madunluğuna
katkıda bulunurlar” (Forgacs, 2012, s. 510-511). Bu bağlamda Gramsci, ortak duyuda
insanların madunluğuna katkıda bulanan öğelerin yerine, Praksis Felsefesi‟nin
öğelerinin, ortak duyuya yerleştirilerek; ortak duyunun olumsuz işlevinin tersine
çevrilebileceğini düşünmektedir.

Yani Gramsci için ortak duyu, toplumun “değiştirebilir” bir dünya görüşünü ifade
etmektedir. Bu noktada Gramsci‟nin, Bukharin‟in Tarihsel Materyalizm Kuramı-
Popüler Sosyoloji El Kitabı isimli kitabını eleştirdiği bölümde, ortak duyu ile ilgili
olarak “felsefesi olduğu kitlelerin toplumsal ve kültürel konumlarıyla uyum
içerisindedir” (Forgacs, 2012, s. 425-426) tespiti önem taşımaktadır.16 Bu tespit kültür
ile ortak duyu arasındaki ilişkiye değinir. Bu noktada ise ortak duyu mu kültürü belirler
yoksa kültür mü ortak duyu sorunsalı ortalaya çıkar.

Bir fikir, ortak duyuya yerleştirilmek istendiğinde ve bu fikir kültür ile uyumlu değilse,
kültürün direnişi ile karşılaşılır. Bununla beraber ortak duyuda gezinen fikrin geçerliliği
toplumda kabul gördükçe kültürel alana yerleşir. Başlangıçta kültürün direnişine maruz
kalan bu fikir artık kültürün gücünü kullanarak geçerliliğini her bireye dayatır. Kısacası,
ortak duyu bir nehirse, kültür de bu nehrin yatağıdır. Yatak, nehrin akacağı yönü
belirlerken, nehir de aktıkça yatağı biçimlendirmektedir.

16
Nikolai Ivanovich Bukharin (1888-1938), 1906 yılında Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi‟ne katıldı.
1911 yılında sürüldüğü sırada Lenin, Kamanev, Zinoviev ve Trotsky gibi Ekim Devrimi‟nde etkili olacak
isimlerle tanıştı. Devrim‟den sonra Pravda dergisinin editörü olan Bukharin, 1924 yılında Lenin‟in
ölümünün ardından Stalin ile ciddi fikir ayrılıkları yaşadı. Şubat 1937‟de tutuklanan Bukharin, Mart
1938‟de idam edildi (Graham, 2006:299-300).
15

1.2. Sivil Toplum ve Mevzi-Manevra SavaĢı

Defterler‟den Defter 7‟nin 16. Maddesi, Gramsci‟nin “sivil toplum” ve “mevzi-manevra


savaşı” kavramlarını açıklayabilmek açısından kilit bir öneme sahiptir. 16. madde de
Gramsci “Doğu‟da devlet her şeydi, sivil toplum güdük ve peltemsiydi. Batı‟da devletle
sivil toplum arasında düzgün bir ilişki vardı ve devlet yalpaladığında sağlam bir sivil
toplum yapısı anında devreye giriyordu. Devlet sadece bir ön siperdi; onun arkasında
sağlam bir burçlar ve mevziler yığınağı duruyordu” (vurgu benim, Gramsci, 2014, s. 34)
cümlelerinde Batı‟da devletin sadece bir ön siper olduğu tespitinde bulunarak, devleti
aştıktan sonra çok daha güçlü bir sivil toplum yapısı ile karşılaşılacağını belirtmiştir.

Burada açıkça söylemese de, Gramsci‟nin muhtemelen, “ön siper olarak devletle birlikte
ardındaki burçlar ve mevziler yığını” biçiminde betimlediği sivil toplum yapısının
koruduğu, eşitsizlik ve baskıları topluma doğal ve değiştirilemez şeyler olarak gösteren
şey ortak duyudur. Sivil toplumun işlevini bir açıdan bu şekilde açıklamasına rağmen
sivil toplumun ne olduğu konusu Gramsci‟de muğlâk kalmıştır. Hall bu durumu “sivil
toplum teferruatıyla anlaşılması zor bir kavram ve Gramsci onu daha da zor anlaşılır
şekilde kullanır” (Hall; Lumley; Mclennan vd. 2014, 2014, s. 165) sözleri ile ifade
etmektedir.

Anderson, Hapishane Defterleri‟ndeki devletin konumunu belirlerlerken sivil toplum


kavramına başvurarak “sivil toplumun zıttı olan devlet”, “sivil toplumu saran devlet” ve
“sivil toplum ile aynı şey olan devlet” şeklinde, devletin, Defterler‟de üç farklı
konumda yer aldığını ifade etmiştir (Anderson, 1988, s. 28). Anderson‟un ortaya
koyduğu denklem tersine çevrildiğinde, sivil toplumun Defterler‟de „devletin zıttı olan
sivil toplum‟, „devlet tarafından sarılan sivil toplum‟ ve „devlet ile aynı şey olan sivil
toplum‟ şeklinde üç farklı konumda yer aldığı söylenebilir. Ancak yukarıda 7. Defterin
16. Maddesinden verilen ve kilit öneme sahip olduğu belirtilen alıntıda kullanılan sivil
toplum kavramı, Anderson‟ın ifade ettiği, „devletin zıttı olan sivil toplum‟ açıklamasına
yakın olmakla birlikte, devletin baskıcı kurumlarının (örn. polis, asker, yargı) dışında
kalan kurumlarını da (örn. devlet okulları, ya da Türkiye için Diyanet İşler Başkanlığı)
kapsayan bir sivil toplum kavramıdır. Bu anlamda sivil toplum, mevzi savaşının
16

verileceği alanı işaret eden bir kavramdır. Bu noktada da “mevzi-manevra savaşı


ayrımı” ve bunların taşıdığı anlamlar devreye girmektedir.
Mevzi-manevra savaşı kavramları Gramsci‟nin Doğu ile Batı devletleri arasında, sivil
toplum-devlet ilişkisi açışından yaptığı ayrımdan ötürü üretmeye ihtiyaç duyduğu
kavramlardır. Yine 7. Defterin 16. Maddesinde Gramsci,

“Kanımca, Ilyich17 1917‟de Doğu‟da başarıyla uygulanmış manevra


savaşından, Krasnov‟un18 tespit ettiği gibi, orduların hızla malzeme
biriktirebileceği ve toplumun yapılarının hala iyi kotarılmış siperlere
dönüşmeye uygun olduğu Batı‟da en olası seçenek olan mevzi savaşına
geçişe ihtiyaç olduğu anlamıştı” (vurgu benim, Gramsci, 2014, s. 33)

diyerek, Batı‟da mevzi savaşına geçilmesi gerektiği fikrinin Lenin‟e ait olduğunu
söyler. Bu, Batı‟da sivil toplumun gelişmiş olmasından kaynaklanan bir gerekliliktir.
Kısacası, “manevra savaşı”, iktidarı ele geçirmek için yapılan bir ani saldırı yöntemidir.
“Mevzi savaşı” ise iktidarı ele geçirmeden önce sivil toplum aracılığıyla, toplumun
ortak duyusunu değiştirebilmek adına kültürel alanda verilen mücadeleyi temsil
etmektedir.19

Gramsci, bu mücadelenin önemini, iktidar-yöneten ayrımı ile vurgular: “Bir sınıf


iktidara gelmeden de „yöneten‟ olabilir (olmalıdır da); iktidarda olduğunda egemen olur
fakat „yöneten‟ olmaya devam eder” (Gramsci, 2014, s. 171-172) diyerek bir sınıfın
iktidara gelmeden önce sivil toplum alanında hâkimiyet yani hegemonik üstünlük
sağlaması gerektiğine vurgu yapar.

1.3. Kültür ve Hegemonya

Gramsci‟nin terminolojisinde yer alan kültür, ortak duyu, sivil toplum, mevzi-manevra
savaşı ve iktidar-yöneten kavramlarının açıklanması, Gramsci‟nin kültürel hegemonya
kavramını anlaşılır kılmaktadır. Kültürel hegemonya; bir fikrin, sivil toplum alanında,
mevzi savaşı şeklinde yürütülen mücadele neticesinde ortak duyudaki çoğunluk
tarafından geçerli olarak kabul edilmesini sağlayarak, fikri kültürel yapıya

17
Bu kişi Ilyich Lenin‟dir. Gramsci muhtemelen yine sansürcüleri aşabilmek için Lenin yerine Ilyich
ismini kullanır.
18
Krasnov hakkında bilgi için bkz. Defter 7 Madde 10 Not 3 (2014:270-271).
19
Gramsci‟nin askeri savaş stratejilerinden örnekleyerek izah ettiği mevzi-manevra savaşı kavramları için
Defter 7 Madde 10‟a bakılabilir.
17

yerleştirmektir. Kültürün belirleyici gücü, hegemonik mücadeleyi kazanan sınıfa iktidar


olmadan yöneten olabilme imkânı sağlayacaktır. Gramsci‟nin, devleti yalnızca bir ön
siper olarak betimlemesinin ardında yatan düşüncenin temeli, iktidar yöneten ayrımında
saklıdır. İktidarı elinde bulundurduğu düşünülen devlet, esasen kültürün yönetimi
altındadır. Yani demokrasi, iktidarı seçme hakkını halka devretse de halkı da halkın
seçtiği iktidarı da yöneten kültüre hâkim olandır.

Kültürel alandaki hâkimiyet, hegemonik öğeler sayesinde sağlanacaktır. Gramsci,


Hapishane Defterleri‟nde bu hegemonik öğelerin oluşturulmasında en önemli aktör
olarak aydınları görür. Gramsci için aydınlarla toplum arasındaki ilişkiyi çözümlemek
ve özellikle Marksist aydınlar ile halk arasındaki kopukluğu gidermek başat önem
taşımaktadır. Defterleri‟nde özellikle Marksist aydınlar ile halk arasındaki kopukluğun
giderilebilmesi için neler yapılabileceği konusuna geniş yer vermiştir.20 Bu amaç
doğrultusunda Rönesans aydınlarının konumunu incelemiş, Fransız aydınları ile İtalyan
aydınlarını karşılaştırmış, Alman, İngiliz aydınlarına değinmiş hatta Çin aydınlarından
Lao Tzou ile Konfüçyüs‟den bile bahsetmiştir.

Aydınların dışında Gramsci, kültürel hegemonyanın oluşmasını sağlayan hegemonik


aygıtlar olarak eğitime, dile, dine ve sendikalara da yer verir. Özellikle Katolik
Kilise‟sinin ve Katolik Kilisesi‟nin aydın sınıfını oluşturduğunu düşündüğü Cizvitlerin,
toplum ve kültür üzerindeki etkilerini araştırır.21 Eğitim sisteminin doğrularını
yanlışlarını tespit etmeye çalışır ve önerilerde bulunur. Dilin insanın düşünüş biçimi
üzerindeki etkileri hakkında düşünceler öne sürer. Kişinin her zaman düşünce dünyasını
genişletecek yabancı diller öğrenme olasılığı olmasa da en azından ana dilini tam
öğrenmeden mantıklı düşünceler oluşturamayacağını iddia eder.

Gramsci, kitle iletişim araçlarının hegemonik etkilerinden ve hegemonyadaki


rollerinden de bahseder. Ancak Gramsci‟nin döneminde henüz televizyonun olmayışı,
radyonun ise İtalya‟da çok sınırlı bir kullanım alanına sahip olması (Forgacs, 2012, s.
450), Gramsci‟nin medyanın hegemonik etkileri üzerine incelemelerinin gazete ve

20
Örn. Defter 1 Madde 43 - Defter 3 Madde 63, - Defter 4 Madde 31, 33
21
Loyola‟lı Ignatius‟un (1491-1556) kurucusu olduğu Cizvit tarikatı, 1540 yılında Papa tarafından kabul
edilmiş bir dinsel topluluktur. 1700‟lerin ortasından itibaren öğretmenlik, öğretim üyeliği, vaizlik,
misyonerlik ve ruhsal danışmanlık yaparak Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika‟da etkili olmuşlardır
(Worcester, 2008).
18

dergiler ile sınırlı kalmasına sebep olmuştur. Bununla beraber Gramsci‟nin toplum
üzerindeki hegemonik etkileri konusunda, üzerlerinde daha fazla durduğu aydınlar,
kilise, eğitim meselelerinde yaptığı tespitler, ilerleyen dönemlerde iletişim bilimleri
alanında yapılan çalışmaların saptadığı bulgular ile benzerlikler taşımaktadır.

Bu nedenle tez çalışmasının devamında, medyanın kültürel hegemonya


mücadelesindeki rolü; iletişim bilimlerinde, kitle iletişim araçlarının toplum üzerindeki
etkilerini sorgulayan kuramsal yaklaşımların ışığında irdelenmektedir. İletişim bilimleri
alanında yapılan çalışmalar sonucunda ulaşılan bulguların, Gramsci‟nin Defterler‟inde
yer alan düşünceleri ile benzeşen yönlerine de yeri geldikçe değinilmektedir.
19

2. BÖLÜM
MEDYA VE ETKĠ

Medya iletilerinin alıcılar üzerindeki etkisi, iletişim kuramlarının en temel tartışma


konusudur. Güngör, bu durumu “aslında iletişim biliminin kendi başına bir disiplin
olarak gelişmesinin temelinde etki sorunsalı vardır” (Güngör, 2016, s. 81) sözleri ile
ifade eder. İletişim alanındaki çalışmalar, teknolojik gelişmeler ile birlikte insan
hayatına giren kitle iletişim araçlarının, insan hayatına ne gibi etkileri olduğunu
incelemeye yöneliktir. Walter Lippman‟nın Kamuoyu (1922) kitabı, kamuoyunun
oluşturulması aşamasında dikkatleri kitle iletişim araçlarının üzerine çekerken,
Lipmann‟nın açtığı yolda ilerleyen Harold Lasswell iletişim bilimi alanındaki ilk öncü
çalışmaları başlatmıştır (Güngör, 2016, s. 83).

Noam Chomsky Medya Denetimi (2005) adlı kitabının “Seyirci Demokrasisi” adını
verdiği bölümünde; Lipmann ve Lasswell gibi liberal demokrat kuramcıların, ortak
çıkarları hesap edebilecek yetilere sahip olmayan toplumun, sorumluluk sahibi seçilmiş
bir sınıf tarafından yönlendirilmesi gerektiği fikrine sahip olduklarını belirtir. Chomsky,
Lippman‟ın, “şaşkın sürü” olarak tanımladığı seçkin grubun dışında kalan kitlelerin,
demokratik rejimlerde aktif katılımcı değil, seyirci olması gerektiği düşüncesinin altını
çizer. Chomsky göre; sorumluluk sahibi olarak belirtilen bu seçilmiş sınıfa girmenin
yolu, sayıca toplumun oldukça küçük bir parçasını oluşturan, gerçek güce sahip özel
sektörün menfaatlerine hizmet etmekten geçmektedir (Chomsky, 2005, s. 3-7).

ABD‟de 1920-1930 yılları arasında yapılan etki araştırmaları, kitle iletişim araçlarının
insanlar üzerindeki etki gücünü ortaya koyarken bu güç, toplumu, sistemin ihtiyaç
duyduğu doğrultuda belirleyebilme ve mevcut sistemin öğretilerini toplumun ortak
duyusuna yerleştirebilme açısından “sihirli bir güç” olarak görülmüştür. Kitle iletişim
araçlarının iletileri için kullanılan “sihirli mermi”, “şırınga” gibi benzetmeler de
20

(Güngör, 2016, s. 83) bu olumlu bakış açısının göstergeleridir. Kitle iletişim araçlarının
etki gücünü, sistemin devamlılığı için “faydalı” gören ve etki gücüne “olumlu” bakış
açısına sahip, çoğunluğu Amerikalı araştırmacıların iletişim bilimi çalışmaları anaakım
(mainstream) kanadını oluşturmaktadır.

ABD‟de yürütülen ilk çalışmalar ile kitle iletişim araçlarının etki gücü ortaya konurken,
Avrupa‟da da dikkatler kitle iletişim araçlarına çevrilmiştir (Güngör, 2016, s. 95). 1923
yılında Almanya‟da, Frankfurt Üniversitesi bünyesinde kurulan ve Frankfurt Okulu
adıyla anılan Frankfurt Sosyal Araştırmalar Merkezi çevresinde yer alan araştırmacılar
ise kitle iletişim araçlarının etki gücü konusunda oldukça karamsardır. Kitle iletişim
araçlarının toplum üzerindeki etki gücü konusunda Lippman ve Lasswell gibi liberal
düşünürler ile hem fikirdir. Ancak Frankfurt Okulu düşünürleri, toplumun Lippman‟ın
söylediği gibi ortak çıkarlar doğrultusunda hareket edebilecek yetiye sahip olmayan
bireyler topluluğu olarak değerlendirmez.

Frankfurt Okulu düşünürlerine göre insanlarda var olan bu yeti mevcut sistem
tarafından köreltilmiştir.22 Kitle iletişim araçlarının etki gücü de mevcut sistemin bu
yönünü güçlendirerek insanları gündelik yaşam pratiklerini dahi belirleyemeyecek
makine veya robotlar haline getirmektedir. Bu araçlar böyle bir ortamda kültürü de meta
haline getirerek tüketime sunmaktadır. Frankfurt Okulu düşünürlerinden Max
Horkheimer ve Theodor Adorno kitle iletişim araçlarının, kültürü bir meta olarak üreten
ve tüketime sunan yönünü kültür endüstrisi kavramı ile tanımlar. Kitle iletişim
araçlarının etki gücü konusunda anaakım kanadı ile aynı fikirde olmakla birlikte bu etki
gücünü olumlu bir güç olarak görmeyip etki gücüne karşı olumsuz eleştiriler getiren
Frankfurt Okulu düşünürlerinin başı çektiği düşünürler ise iletişim bilimlerinde
anaakıma karşı eleştirel akımı oluşturmaktadır.

2.1. Etkiyi Olumlayan YaklaĢımlar

ABD‟de yürütülen ve “güçlü etki” savını destekleyen bulgulara ulaşan çalışmaların


öncüsü Harold D. Lasswell (1902-1978), I. Dünya Savaşı sırasında ABD ve

22
Max Horkheimer (1895-1973), Theodor W. Adorno (1903-1969), Herbert Marcuse (1898-1979),
Walter Benjamin (1892-1940), Leo Löwenthal (1900-1993), Eric Fromm (1900-1980) ve Friedrich
Pollock (1894-1970) gibi önemli isimlerin dâhil olduğu, farklı alanlarda uzmanlaşmış düşünürlerdir.
21

İngiltere‟nin yürüttüğü propaganda çalışmalarını ve bu çalışmaların etkilerini tespit


etmek amacıyla, savaş süresince ABD‟de yayımlanan gazeteleri inceler.23 Lasswell,
Amerika‟nın gazeteler aracılığı ile gerçekleştirdiği propaganda faaliyeti neticesinde; Bir
yandaki dünya barışı ve halkların özgürlüğü adına mücadele eden ABD ve İngiltere‟nin,
diğer yandaki işgalci ve savaş yanlısı Almanya‟ya karşı savaştığı algısının toplumun
düşünce dünyasına24 yerleştirildiğini söyler. Almanya‟nın bu etkili propaganda faaliyeti
karşısında çaresiz kaldığını belirterek, savaşta kitle iletişim araçlarının gücünün
önemine vurgu yapar (akt.Güngör, 2016, s.83-84).

Lasswell‟in propagandaya ilişkin çalışması ile birlikte dikkatleri üzerine çektiği kitle
iletişim araçlarının etki gücü konusuna yönelik çalışmalar, Payne Vakfı‟nın
araştırmaları sonucu oluşturduğu “Şırınga Modeli” ile devam etmiştir.25

Kitle iletişim araçlarının etki gücünü gösteren bir diğer ilgi çekici bulgu ise 1938 yılında
ABD‟de yaşanan olay ve ardından yapılan çalışma neticesinde ortaya çıkan “korku ve
panik halinde etkiye açıklık” bulgusudur. Olayda 30 Ekim 1938 sabahında CBS
Radyo‟sunda yayınlanan Orson Welles‟in “Dünyalar Savaşı” oyunu sunulmaktadır.
Oyun, Marslıların dünyaya saldırdığı ve ellerinde silahlar ile New York‟a yaklaştıkları
sözleriyle kesilir. Telaşlı bir ses tonu ile konuşmasını sürdüren spikerin “eyvah radyo da
gitti” sözleri ile yayının aniden kesmesinin ardından, insanlar yığınlar halinde sokağa
dökülerek New York‟u terk etmeye koyulur. Olayda en az altı milyon kişinin radyoyu
dinlediği ve bunların en az bir milyonunun korku ve panik halinde sokaklara döküldüğü
tespit edilmiştir (Güngör, 2016, s. 85-86).

Olayın ardından Cantril ve arkadaşları, oyunu dinleyen 135 kişi üzerinde yaptıkları
araştırmada; 135 kişiden 100‟ünün panik yaşadığını tespit eder. Sonuçlarda entelektüel
düzeyi ve eğitim seviyesi daha yüksek olan, sorgulayıcı bakış açısına sahip kişilerin
yayından daha az etkilendiği tespit edilmiştir (Güngör, 2016, s. 86).

23
Chicago Üniversitesi‟nde İktisat eğitimi alan Lasswell, 1922 yılında aynı üniversitede siyaset bilimi
doktorasında başladı. Londra, Berlin ve Cenova‟da dersler verdi. Daha sonraki Avrupa ziyaretlerinde de
birçok sosyolog, siyaset bilimci ve ekonomistle tanıştı. 1930 yılında yayınlanan Psychopathology and
Politics, propaganda tekniklerine ilişkin incelemeler içermektedir. Chicago, California, Yale
Üniversitelerinde bulundu; devletin çeşitli kurumlarında çalışmalar yaptı (Muth ve Muth, 1990:3-24).
24
Gramsci terminolojisine göre Ortak Duyu kavramı da kullanılabilir.
25
Payne Vakfı, 1928-1932 yılları arasında 13 farklı disiplinlerarası araştırma projesi yürütmüş, gençler ve
sinema arasındaki ilişkiyi ele almıştır (Stokes, 2013:33).
22

Güngör, güçlü etki savının ilk kez Cantril‟in araştırmasında belirgin bir biçimde
doğrulandığını ifade ederken araştırmanın kusurlu yönlerine dikkat çeker (Güngör,
2016, s. 85-86). Ancak Güngör‟ün vurgulamadığı nokta, olayda dinleyiciye verilen
bilginin “absürtlüğü”dür. Her ne kadar sunumun haber formatında verilmesi dinleyiciyi
aldatsa da olayda verilen bilginin, “Marslıların Saldırısı” gibi “absürt” bir bilgi olmasına
karşın, radyo yayını da devam ettiği halde bir milyon kişinin sokaklara dökülecek
derecede etkilenmiş olması, kitle iletişim araçlarının etki gücünü yadsınamaz derecede
ortaya koymaktadır.

Cantril‟in araştırmasında öne sürdüğü, entelektüel düzeyi yüksek kişilerin kitle iletişim
araçlarının iletilerinden daha az etkilendiğine dair iddiasını destekleyen bulgulara ulaşan
bir diğer araştırma ise psikolog Carl Hovland‟ın başkanlığında “İletişim ve Tutum
Değiştirme” ismiyle Yale Üniversitesi tarafından II. Dünya Savaşı yıllarında yürütülen
ve savaştan sonra da devam eden çalışmadır.26

Çalışma neticesinde ortaya konulan bulgulardan biri de entelektüel düzeyi yüksek


alıcının tek yanlı propaganda içeren iletiyi, yeterince kayda değer bulmamasıdır. Tek
yanlı propaganda içeren ve alıcıya tartışma imkânı sunmayan iletilerin etkisi, daha çok
entelektüel düzeyi düşük alıcılarda gözlemlenmiştir. İki yanlı sunum içeren ve alıcısına
iletiyi kendi zihninde tartışma imkanı veren iletilerin entelektüel düzeyi yüksek olan
izleyicide daha etkili olduğu sonucuna ulaşılırken; aynı zamanda oluşan bu etkinin tek
taraflı sunumla, entelektüel düzeyi daha düşük olan alıcıda oluşturulan etkiye göre daha
uzun ömürlü olduğu tespit edilmiştir (Güngör, 2016, s. 89). Güngör‟ün ifade ettiği
şekliyle; “(…) propaganda ve ikna amaçlı iletilerin sunum biçimleri, alıcının entelektüel
düzeyi dikkate alınarak belirlenmelidir”.

İleti ile anlatılmak istenen, düşüncenin alıcı tarafından anlaşılabilmesi için iletinin,27
alıcının entelektüel düzeyine göre belirlenmesi gerektiği düşüncesine Gramsci‟de de
rastlanır. Gramsci bu düşüncesini;

26
Yale Üniversitesi‟nde psikoloji eğitimi alan Hovland (1912-1961), II. Dünya Savaşı sırasında Savaş
Bakanlığı (şimdi Savunma) için yaptığı bu araştırma ile ün kazanmıştır. Birliklerdeki askerlerin
moralleriyle mücadele için çekilen oryantasyon filmlerinin etkisini araştırmıştır. Sonrasında ordu eğitim
filmlerine dair deneysel çalışmalar yapmıştır (Rogers,1986:103).
27
Kitle iletişi araçları aracılığı ile iletilen iletiden ziyade toplumca anlaşılması istenen bir fikri barındıran
ileti anlamında.
23

“En yaygın düşünme hatalarından bir tanesi, her toplumsal katmanın kendi
bilincini ve kendi kültürünü aynı tarzda aynı yöntemlerle, yani profesyonel
aydınların yöntemleriyle ele aldığının sanılmasıdır. Kendi özelleşmiş
„makinelerine‟, kendi „ustalığına‟ ve kendi Taylor sistemine sahip olan aydın
da bir „profesyonel‟dir. Bu doğuştan gelmeyen „edinilmiş‟ yeteneği herkese
atfetmek yanılsama olacaktır. İyi yayılmış bir „açık fikrin‟, yaygın
anlaşılırlığın aynı „örgütleyici‟ etki ile birbirinden farklı bilinçliliklere
yerleşeceğini düşünmek yanılsama olacaktır. Bu bir „aydınlanma‟ hatasıdır.
(…) Aynı ışık demeti farklı prizmalardan geçer ve farklı ışık kırılmaları
oluşturur. Aynı kırılmayı elde etmek için tüm prizmaların tek tek
ayarlanması gerekir” (Gramsci, 2012, s.161).

sözleri ile ifade eder. Gramsci, doğrudan kitle iletişim araçlarının iletileri hakkında
olmasa da, düşünüş şekli açısından toplumsal katmalardan bahseder. Toplumun
katmanlarınca anlaşılması istenen fikre yönelik oluşturulacak iletinin de, bu katmanların
düşünüş şekillerinin dikkate alınarak oluşturulması gerektiğini belirtir.

2.2. Sınırlı Etki Tezleri

İletişim bilimlerinde, kitle iletişim araçlarının “sihirli bir etki gücü” olduğuna dair
iddialara muhalif sonuçların tespit edildiği ilk çalışmaların öncüsü Paul Lezarsfeld‟dir
(1901-1976). Matematik doktorası yapan Lazarsfeld, sosyal psikoloji, sosyoloji ve kitle
iletişimi konularına da ilgi duymuştur. Columbia Üniversitesi‟nde kurduğu araştırma
enstitüsü, radyonun etkilerine dair araştırmalar gerçekleştirmiş ve kişilerarası iletişimin
kitle medyasına dair etkilerde önemli bir aracı öğe olduğuna dair bir görüş öne
sürmüştür. İnsanların gazete ve dergilerden okuduklarından ya da radyoda
dinlediklerinden çok, kişilerarası bağlantılardan etkilendiklerini düşünmüşlerdir
(Bryant; Thompson and Finklea, 2012, s. 42).

Bu nedenle ampirik geleneğin kurucusu sayılan Lezarsfeld, yürüttüğü alan araştırmaları


sonucunda, “İki aşamalı enformasyon ve etki akışı” ile “sınırlı etki” kuramlarını da
oluşturmuştur. Lezarsfeld, bu iki aşamalı akış tezi doğrultusunda, “kanaat önderleri” ve
“kapı tutucuları” kavramlarını geliştirir.28

28
Erdoğan, İ. (2005). “Lazarsfeld ve Columbia Okulu”,
http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/lazarsfeld.pdf, erişim tarihi 03.07.2019.
24

“Kapı tutucuları”, Lasswell modelinde, araçtan önce devreye girerek, hangi iletilerin
iletileceğini belirleyen kişi veya kişiler iken, “kanaat önderleri” ise araçtan sonra
devreye girerek, aracın ilettiği iletileri yorumlayan ve yorumu ile önderi olduğu grubun
üyelerinin iletiyi alımlama sürecini etkileyen kişi veya kişilerdir.29

Lazarsfeld çalışmaları ile kitle iletişim araçlarının Lasswell ve/veya şırınga modeli
savunucularının da iddia ettiği gibi sihirli bir etki gücüne sahip olmadığını belirtmiştir.
Hatta “Lazarsfeld ve Katz, Personal Influence yapıtlarında kitle iletişiminin etkisinin
ihmal edilebilir (önemsiz) olduğunu”30 söyler.

Lazarsfeld ve arkadaşlarının çalışmaları neticesinde oluşturdukları “sınırlı etki tezi”ni


Erdoğan “benzerlerinin oldukça kurnazca gerekçelendirilmiş ve örülmüş bir tezdir (…)
Lazarsfeld ve Katz onları besleyen patronlara sadece reklamlarında kime
odaklanacaklarını anlatmamakta, aynı zamanda medya endüstrisine karşı artan
eleştirilere karşı korumaktadır”31 sözleri ile eleştirir.

Erdoğan, Lezarsfeld ve arkadaşlarının yürüttüğü çalışmalarının “müşterileri olan ticari


ve devlet kuruluşları için ikna işi” yaptıkları için “medyanın etkisinin sınırlı olduğunu
gösterme/ispatlama gibi bir kaygıları” olmadığını belirtir. Ona göre Lasswell‟in
formülüyle yapılan araştırmalara bakıldığında iki aşamalı akış teorisinde ilk olarak,
“etkinin sınırlı olduğu belirtilerek, şirketleri ve kurumları sorumluluktan kurtarmak”
hedeflenmektedir. Kitle iletişim araçları, “daha az sorumluluk; daha çok hareket
özgürlüğü, daha az denetim” ile güçsüzlük yaşamaktadırlar. İkinci hedef ise “ilgi ve
dikkatler şirketler ve kurumlardan uzak tutularak” ve üçüncüsü de “tüm ilgi ve dikkatler
izleyici/halk üzerine toplatmak”tır32

29
Erdoğan, İ. (2005). “Lazarsfeld ve Columbia Okulu”,
http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/lazarsfeld.pdf, erişim tarihi 03.07.2019.
30
akt. Erdoğan, İ. (2005). “Lazarsfeld ve Columbia Okulu”,
http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/lazarsfeld.pdf, erişim tarihi 03.07.2019.
31
Erdoğan, İ. (2005). “Lazarsfeld ve Columbia Okulu”,
http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/lazarsfeld.pdf, erişim tarihi 03.07.2019.
32
Erdoğan, İ. (2005). “Lazarsfeld ve Columbia Okulu”,
http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/lazarsfeld.pdf, erişim tarihi 03.07.2019.
25

2.3. Etkiyi EleĢtiren YaklaĢımlar

Frankfurt Okulu düşünürlerinden Horheimer ve Adorno‟nun Orson Welles olayı


hakkında söyledikleri;

“olgucu tinin kendi etki alanını sınamak üzere gerçekleştirdiği bir testti ve
imge ile gerçeklik arasındaki sınırın silinmesinin artık kollektif bir
aşamasına varacak kadar ilerlemiş olduğunu, sanat yapıtının ampirik akla
indirgenişinin her an bir çılgınlığa dönüşebileceğini gösterdi”(Horkheimer
ve Adorno, 2014, s. 349)

sözleri, düşünürlerin kitle iletişim araçlarının toplum üzerindeki etkisine olan inançları
açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu gücün kullanım şekline ve toplumda oluşturduğu
etkilere ağır eleştiriler getirmektedirler.

Düşünürler, kültür endüstrisi kavramı ile kitle iletişim araçlarının etki gücünü elinde
bulunduran ve bir meta haline getirdiği kültürü üreterek, tüketim malzemesi halinde
yayan grubu tanımlar. Kültür endüstrisi meta olarak ürettiği kültürü yayarak insanları
istediği doğrultuda şekillendirebilmektedir. Endüstri bir birlik halindedir, “kafalarındaki
tüketici kavramına uymayan, her şeyden önce kendilerine uymayan hiçbir şeyi
üretmeme ya da onaylamama konusunda anlaşmıştır”(Horkheimer ve Adorno, 2014, s.
165). Bütün dünyayı süzgecinden geçiren endüstri kültürü arzuladığı menfaatler
doğrultusunda yeniden üretir. Filmin amacı; insanların gündelik algı dünyasını yeniden
oluşturmaktır (Horkheimer ve Adorno, 2014, s. 169).

Kültür endüstrisinin eğlence üretimi boyutuna da değinen Horkheimer ve Adorno,


eğlenceyi kültür endüstrisinin bir aldatmacası olarak görür. Düşünürlere göre
“Güldürmek insanları mutlu olduklarına inandıran bir aldatmaca aracıdır” (Horkheimer
ve Adorno, 2014, s.188). Eğlence ile özgürlük vaadi arasındaki ilişkiyi;

“Eğlenmek her zaman bir şey düşünmemek, gösterildiği yerde bile acıyı
unutmak demektir. Bunun temelinde yatan acizliktir. Gerçekten de bu bir
kaçıştır. Ama eğlenmenin iddia ettiği gibi fena gerçeklikten kaçış değil, onun
insana bıraktığı son direniş düşüncesinden kaçış. Eğlenmenin vaat ettiği
özgürleşme. Olumsuzlama olarak düşünmeden özgürleşmedir” (Horkheimer
ve Adorno, 2014, s. 193).
26

sözleri ile izah ederlerken, endüstrinin özgürlük vaadini de; olumsuz bir davranış olarak
aktarılan düşünmeden kurtulma özgürlüğü olarak açıklamaktadır.

Tıpkı Gramsci gibi Marksist gelenekten gelen ve yine Gramsci gibi totaliter faşist
rejimlerin zulmüne maruz kalan Adorno ve Horkheimer‟ın, kültür endüstrisi kavramı
üzerinden yaptıkları tespitler, Gramsci‟nin kültürel hegemonya kavramının içeriği ile
büyük oranda benzerlikler taşımaktadır.

Belki de faşizmin canavara çevirdiği halkların, insanlıktan barbarlığa geçişini


gözlemleme fırsatı bulmaları; her üç düşünürün de problemin kaynağı kültürel alanda
yaşanan değişimlerde aramalarına sebep olmuştur. Aralarındaki temel fark ise
Gramsci‟nin çok daha zor şartlar altında olmasına rağmen düşüncelerinde çözüme
yönelik umutlar beslemesi ve çözüm yolları üretmesidir. Horkheimer ve Adorno‟nun
düşünceleri ise var olan sıkıntıların tespiti ile sınırlı kalmış, düşünürler bu sıkıntıların
nasıl aşılacağına dair çözüm yolları üretmemişlerdir.

Kitle iletişim araçlarının etki gücüne eleştirel açıdan yaklaşan bir diğer iletişim
kuramcısı ise Amerikalı iletişim bilimci George Gerbner‟dir (1919-2005). Gerbner‟in,
Kültürel Göstergeler ve Ekme/Yetiştirme kuramının bu tez çalışması açısından önemli
tarafı, kitle iletişim araçlarının uzun dönem etkilerine odaklanmasıdır (McQuail ve
Windahl, 2005, s. 127).

Bu kuram, Gerbner‟in 1960‟larda yürüttüğü medyada şiddeti ele alan Kültürel


Göstergeler Projesi sırasında geliştirilmiştir. Ekme/Yetiştirme analizi projedeki üç
bileşenden birisidir. Diğerleri; medya iletilerinin üretim, düzenleme ve dağıtımını
inceleyen kurumsal süreç analizi ile medya içeriğindeki toplumsal cinsiyet rolleri,
azınlıkların temsili gibi imgeleri inceleyen ileti sistemi analizidir. Bu kurama göre,
yoğun olarak televizyon izleyenler zamanla televizyonda gördükleri dünyaya benzer bir
bakış açısı geliştirirler; içi şiddet ve suçla dolu bir dünya anlamlandırırlar (Bryant;
Thompson and Finklea, 2012, s. 109).

Gerbner‟in ekme veya yetiştirme kavramı, “belli bir şeyi (psikoloji, kültür ve ideolojiyi)
belli bir yere (izleyici bilincine) yerleştirme ve besleyip yetiştirmek için yapılan amaçlı
girişim anlamınadır” (Erdoğan, 1998).
27

Gerbner‟in kuramında etkinin aniden değil süreç içerisinde olgunlaştırıldığı belirtir.


Yine bu kuram televizyonun toplumun bütün sektörlerine girerek, tekrarlanan ve yaygın
kalıplar yoluyla toplumun dünya görüşünü belirleyici birbiriyle uyumlu kalıplar
yaydığını savunur. Bu iddia ise yetiştirme aşamasında tekrarın önemini
vurgulamaktadır.

Gerbner‟in kültürel göstergeler ve ekme/yetiştirme kuramında kitle iletişim araçlarının


etki gücü hakkında yaptığı; sürekli tekrarın etkinin gücünü belirlediği ve etkinin aniden
değil zaman içinde oluştuğu tespitleri, Gramsci‟nin kültürel hegemonya üzerine
görüşlerini destekler niteliktedir. Gramsci, sürekli tekrarın önemini;

“Ortak duyuyu ve genelde de dünyaya ilişkin eski kavrayışları yerinden


etmeyi amaçlayan herhangi bir kültürel hareket açısından bakıldı(ğında)kta,
bundan şu özgül zorunluluklar çıkarsanabilir. 1. Kendi argümanlarını (farklı
anlatım biçimleriyle de olsa) hiç usanmaksızın yinelemek: yineleme, halkın
düşünüş biçimindeki en etkili didaktik araçtır” (Forgacs, 2012, s. 422)33

sözleriyle açıklarken; düşünme ve inanç biçimlerindeki değişimlerin aniden


olmayacağına dair düşüncelerini de;

“fikirlerdeki değişimler hızlı ve genelleşmiş “patlamalar” üzerinden ortaya


çıkmaz, bu değişimler, büyük ölçüde, en farkılı “formüller” ile uyum içinde
“art arda gelen kombinasyonlar” üzerinden ortaya çıkar. “Patlayabilirlik”
yanılsaması, eleştirel akıldan yoksun olma durumundan ileri gelir” (Gramsci,
2012, s. 162).

şeklinde ifade etmektedir.

33
Gramsci bu açıklamasının devamındaki 2. Kısımda, halkın entelektüel düzeyini hiç durmaksızın
yükseltmenin gerekliliğinden bahseder ve böyle bir şey gerçekleştirildiği takdirde çağın “ideolojik
panaromasının” gerçekten değiştirilebileceğini söyler (Forgacs, 2012, s. 422).
28

3. BÖLÜM
BLACK MIRROR VE KÜLTÜREL HEGEMONYA

Hegemonyanın kurucuları nüfuz edemediği boş alanlar bırakmayı göze alamaz; çünkü
belirleyemediği boş alanları kurduğu hegemonyanın tehdidi olarak görür. Horkheimer
ve Adorno bu durumu

“A ve B filmleri ya da değişik fiyatlı dergilerde yer alan öyküler arasındaki


gibi keskin ayrımlar gerçek farklılıkları yansıtmaktan çok tüketicilerin
sınıflandırılması, örgütlenmesi ve kayda geçirilmesine hizmet eder. Herkes
için uygun bir şey öngörülür ve böylece bu işlemlerden kimse kaçamaz”
(Horkheimer ve Adorno, 2014, s. 165)

diyerek açıklar. Bu nedenle medya, azınlık grupları, marjinal gruplar, hobi grupları,
toplumsal dayanışma grupları hatta suç örgütleri olarak ifade edebileceğimiz
toplulukları da iletileri ile belirlemek, bu toplulukların da kendi içlerinde genel geçer
kabuller üretmek ister; bunlara da boş alan bırakmaz. Üst kültürü kontrol altında tutmak
istediği gibi alt kültürleri de kontrol etmek ister. İletilerin belirlenemez çeşitliliğinin
nedeni, tam da medyanın toplumun her parçasına nüfuz edebilme, hegemonik öğelerin
ulaşamadığı boş alanlar bırakmama arzusundan kaynaklandığı gibi aynı zamanda bu
girişimin de kanıtıdır.

Örneğin kültürel sistem içindeki çoğunluk, ulaşım aracı olarak otomobili zorunlu bir
ihtiyaç olarak benimserken, azınlık bir kesim ise ulaşım aracı olarak motosikleti tercih
edebilir. Motosiklet kulüpleri kurup kendi mikro kültürel gruplarını oluşturabilirler.
Medya, çoğunluğun tercih ettiği otomobili konu alan iletilere ağırlık verirken,
motosiklet kullanmayı tercih eden azınlık kitleyi kendi haline bırakmaz. Motorların
nasıl kullanılacağını, ne tip motorları tercih etmenin onlara daha fazla mutluluk
getireceğini, hangi tip motosikletlerin hangi ideolojileri temsil edeceğini hatta sadece
motorların imajını değil motorun kullanıcısı olan bireylerinde imajını belirlemek ister.
29

Neredeyse dünyanın her yerindeki motosiklet kulüpleri arasında gözlemlenebilen


benzerliğin sebebi de aynı kaynak tarafından yönlendiriliyor olmalarıdır. Harley
Davidson

Dahası, kültürel hegemonyanın kurucuları motosiklet çetelerini dahi dışlamaz.


Motosiklet çetelerine katılan veya katılmayı düşünen bireylerin pek çoğu, motosiklet
çetesinin ne olduğunu ilk önce çeteleri konu edinen filmlerden ve dizilerden öğrenir
(örn. Sons of Anarchy, 2008–2014). Zamanla çetelerin üyeleri dahi, kendilerinin ne
olduğuna, nelere değer verdiğine, hangi suçların işlenebilir ve onurlu suçlar olup,
hangilerinin kendi çizgilerinin dışında, aşağılık suçlar olduğuna dair tasavvurlarını
medyanın dizi, film, belgesel gibi kurmaca ürünleri aracılığı ile oluşturur.

Sık rastlanan bir örnekle açıklamak gerekirse, motosiklet çetelerini konu edinen dizi ve
filmlerde genellikle cinayet, hırsızlık, haraç toplama gibi pek çok suç motosiklet çetesi
kültüründe “racona uygun” davranışlarken, okul çıkışlarında uyuşturucu satmak onursuz
bir davranış olarak kabul edilir. Medyada gösterilen bu değerler zamanla çeteler
tarafından da benimsenir. Hatta bu suç grupları işlediği suçlara göre kategorilenip
toplumun geneli tarafından dahi kabul edilebilir suç grupları ve kabul edilemez suç
grupları olarak belirlenebilir. Türkiye medyasında da silah kaçakçılığı yapan ama terör
örgütlerine silah satmayan, haraç toplayan ama sadece kumarhane ve genelevler gibi
toplumun büyük kesimi tarafından hoş görülmeyen mekânları işletenlerden haraç
toplayan, uyuşturucu ticareti yapan ama çocuklara uyuşturucu satmayan suç örgütü
liderlerinin kahraman olarak temsil edildiği dizilere ve filmlere rastlanır. Geniş izleyici
kitlesi tarafından ilgiyle izlenen Kurtlar Vadisi (2003-2016) ve Eşkıya Dünyaya
Hükümdar Olmaz ( 2015- ..) dizileri, kahraman suç örgütü liderleri temsillerin yer aldığı
dizilerin en bariz örneklerindendir.

Bu bağlamda çoğumuz hiçbir suç örgütü ile ilişkisi olamayan, hayatı boyunca suçun
yakınından dahi geçmeyen bireylerin, gerçek hayattaki suç örgütü liderini; ama o asla
çocuklara uyuşturucu satmaz şeklinde savunduğuna şahit olmuşuzdur. Örneğin Nahya,
Sinop Cezaevinde bulunmuş kimi mahkûmların kahramanlaştırılmalarını incelediği
çalışmasında; bu durum oluşmasında cezaevine girip çıkan mahkûmların anlatılarının
etkisini belirtir. Ancak kahramanlaştırma sürecinde ana etkenin medya olduğunu
“cezaevindeki yaşama dair fikrin ortaya çıkmasında esas etkenin daha ziyade sinema
30

filmleri ile sağlandığı” sonucuna ulaşmıştır sözleri ile ifade eder (Nahya, 2014, s. 68-
69).

Elbette bu örnekte açıklanmaya çalışılan mesele medyanın suç örgütleri kurduğu iddiası
değildir. Bu örneğin amacı, kitle iletişim araçlarının suç örgütlerinin değer yargılarını
dahi belirleyebildiğini ve aynı zamanda halkın suç örgütlerine bakışına olan etkisini
gösterebilmektir. Hukukun çizdiği sınırları ihlal edebilen suç örgütlerinin bile kültürel
hegemonyanın çizdiği çerçeveleri aşamadığını göstermektir.

Suç örgütlerini dahi hedef kitlesine dahil edip kontrol edebilmeyi amaç edinen
hegemonik sistemin, doğrudan kendisine yöneltilen eleştirilerin üretildiği eleştirel
akılları kendi haline bırakacağını düşünmek zordur. Örneğin kadın haklarını konu
edinen yapımlar medyada günden güne daha çok yer edinmektedir. Kendisini kadın
haklarının destekçisi, ezilen kadınların sesini dünyaya duyuran yapımlar olarak tanıtan
bu medya ürünleri, esasında verilen mücadelenin sınırlarını ve yöntemini belirlemeyi
amaçlar. Örneğin Turkcell reklamlarında bir zamanlar “özgür kız”(2002) imgesiyle
topluma sunulan Nil Karaibrahimgil‟in, kendi ayakları üzerinde durmayı başaran kadını
anlattığı, “Pırlanta” (2006) şarkısında en berrak haliyle görebileceği üzere, kendi
ayakları üzerinde durmayı başarabilen bir kadın, kendisine tek taş alacak bir erkeğe
muhtaç değildir; ama o tek taş öyle ya da böyle alınmalıdır. Zaten albümün adı da “Tek
Taşımı Kendim Aldım” olarak belirlenmiştir.

Hegemonik öğeler, kendini her zaman Nil Karaibrahimgil örneğindeki kadar açık bir
şekilde ele vermez. Gerçi Nil Karaibrahimgil örneğindeki açıklığın da kimin için ne
kadar açık olduğunu belirlemek zordur ve aslında amaç da, daha önce belirttiği gibi,
boşlukların tamamını doldurmaktır. Bireysel farklılıklara göre hegemonik öğenin
varlığını hissedip uzaklaşanlar, hegemonik öğelerin daha derinlere gizlendiği iletiler ile
yakalanmak istenir. Aşılanmak istenen fikir, davranış kalıbı, yöntem, kültürel öğe vb
derinlere gizlenmek istendiğinde ise üretilen iletinin kendisi de derinleşir. Derinleşen
iletinin alımlanması ise zorlaşır. Yani bu kez de daha açık iletiler ile ulaşılan kitle bu
iletilerin etkisinden mahrum kalır. Bu nedenle genelde iletiler geniş kesimlerce
anlaşılabilecek, zaten kısıtlı olan boş zamanını yorularak geçirmek istemeyen
izleyicisini çok yormayacak şekilde düzenlenir.
31

Başarılı şekilde oluşturulan iletilerin en önemli özelliği ise hem derin görünen hem de
izleyicisini yormayan iletilerdir. İzleyicisine zor bir bulmacayı çözebilmiş olma hazzını
yaşatırken, cevapları aslında kendisi vermiştir. İmgeler açıktır. Black Mirror dizisi bu
açıdan oldukça başarılı bir medya ürünüdür. Senaryosu merak uyandırıcı şekilde
kurgulanmıştır. Hızlı gelişen olay örgüsü izleyicinin iletiler üzerine düşünmesine zaman
tanımaz. Dizinin bölümleri karmaşık ve eleştirel görünür ancak izleyicisini yorabilecek
çoğu bilinmezi bölüm sonu gelmeden verir. Eleştirel yönü ise daha önce ifade edildiği
üzere hedeflenen kitle ile alakalıdır. Nihayetinde “Yapımcılar hangi plot‟u (olay örgüsü)
seçerse seçsin tüm filmler, sermayanin mutlak kudretini iş arayan mülksüzleştirilmiş
yığınların yüreğine efendilerinin erki olarak kazımak içindir” (Horkheimer ve Adorno,
2014, s. 167)

3.1. ÖğretilmiĢ Çaresizlik

“Öğrenilmiş çaresizlik kavramının literatürde yer etmesi ve kavramın bugünkü anlamda


kullanımı, J. Bruce Overmeir ve Martin E. P. Seligman‟ın “çaresizliğin öğrenilebilir bir
durum” olduğunu ortaya koymak için yaptığı bir dizi deneyin sonuçlarını
açıklamalarıyla olmuştur” (Tutar, 2007, s. 144). Overmeir ve Seligman köpekler
üzerinde yaptığı deneylerde şoka maruz kalan ve şokun verdiği acıyı engellemeye
yönelik girişimleri başarısızlıkla sonuçlanan köpeklerin, zamanla sonucu
değiştiremeyeceklerine inandıklarını göstermiştir. Köpekler böylelikle olumsuz durumu
bir “kader” olarak algılayarak engelleme imkanı olduğunda dahi harekete
geçmemektedir.(Tutar, 2007, s. 144-146). Seligman ve Overmeir‟ın köpekler üzerinde
elektirik şoku ile gerçekleştirdikleri deneyin benzeri, 1974 yılında Donald Hiroto
tarafından insanlar üzerinde gürültü aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. “Hiroto‟nun yaptığı
bu deney ile çaresizliği öğrenme konusunda insanların diğer canlılardan farklı olmadığı
ortaya çıkmış ve böylece öğrenilmiş çaresizlik davranışının insanlarda dahil bütün
canlılarda görüldüğü kanıtlanmıştır.” (Aktan ve Yay, 2016, s. 65)

Seligman ve Overmeir‟in yaptığı deneylerde köpekler, Hiroto‟nun yaptığı deneyde de


insanlar çaresizliği deneyimleyerek öğrenmektedir. Genellikle eleştirel yönü ile izleyici
kitlesinin beğenisini kazanan Black Mirror dizisi gerçektende ciddi sistem ve toplum
eleştirileri barındırmaktadır. Dizinin özellikle toplumsal alanda yaşanan sıkıntıları ele
32

alındığı bölümlerinde dikkat çeken detay ise; bu bölümlerde olumsuzlanan durumlara


karşı mücadele etmeye çalışan karakterlerin çaresizliğinin ön plana çıkıyor olmasıdır.
Çalışmanın bu kısmı insanların kendi deneyimleri ile öğrendiği çaresizlik durumundan
ziyade medyanın kurgusal ürünleri aracılığı ile kurgusal karakterler üzerinden
deneyimlediği çaresizlik hissini konu edindiğinden “öğrenilmiş çaresizlik” yerine
“öğretilmiş çaresizlik” başlığı tercih edilmiştir. Psikanalisttik bir analiz iddiası olmayan
bu tez çalışmasının bu kısmında, dizinin bireysel kötü karakterlere karşı girişilen
mücadelelerin yer aldığı bölümlerinden çok, baş karakterin mevcut toplumsal sistemden
kaynaklanan sıkıntılara karşı giriştiği mücadeleleri konu edinen; The National
Anthem34, Fifteen Million Merits,35 The Waldo Moment36 ve Man Against Fire 37

bölümleri örnek olarak seçilmiştir.

3.1.1. DireniĢin BaĢarısızlığı

Black Mirror dizisinin The National Anthem bölümünün konusu, başlangıçta sadece
İngiliz Kraliyet Ailesi ve siyaset eleştirisi olarak görünür. Bölüm İngiltere
Başbakan‟ının gece yarısı çalan telefonu açması ve İngiltere prensesinin kaçırıldığı
haberini alması ile başlar. Devamında ise ilgileri üzerine çeken olay prensesi kaçıran
kişinin isteğidir: Fidyeci İngiltere Başbakanı‟nın, saat 16:00‟da, bütün İngiliz
TV‟lerinin canlı vereceği yayında, bir domuz ile seks yapmasını talep eder. Aksi
takdirde prenses infaz edilecektir.

Farklı planlar denense de bölüm sonuna doğru, talimat tarif edildiği gibi canlı yayında
yerine getirilir. İngiliz halkı, hatta bütün dünyadaki insanlar ekran başına kilitlenir ve
İngiltere Başbakan‟ının domuzla cinsel ilişkiye girişini ya da başka bir deyişle bir
domuza uyguladığı cinsel istismarı izler. Bu esnada, prensesi kaçıran kişinin de kendini
astığı izleyiciye gösterilir. Bölüm, siyaset, sosyal medya, geleneksel medya, kraliyet
ailesi, meslek ahlakı vb. pek çok konuya eleştirel olarak değinir. Medya bir kadının
hayatını tehlikeye atacağını bilse de reyting uğruna haberi yayınlar. Siyasetçiler ise
bölüm boyunca anketler doğrultusunda hareket eder. Önemli olan bir kadının hayatı

34
Milli Marş, 1. Sezon 1. Bölüm - 2011, Yönetmen Otto Bathurst.
35
On Beş Milyon Değer, 1. Sezon 2. Bölüm -2011, Yönetmen Euros Lyn
36
Waldo Anı, 2. Sezon 3. Bölüm – 2013, Yönetmen Bryn Higgins
37
Ateşe Karşı Erkekler, 3. Sezon 5. Bölüm -2016, Yönetmen Jakob Verbruggen
33

değil oy oranlarıdır. UKN çalışanı Malaika haber alabilmek uğruna çıplak fotoğraflarını
hükümet görevlisine gönderir.

Ancak bölümün sonunda Başbakanın yardımcısının telefonu çalar ve bölümün vermek


istediği mesaj, izleyiciye bu konuşma sırasında açıkça aktarılır: Arayan kişi
Başbakan‟ın yardımcısına CCTV‟nin38 prensesin görüntüsünü saat 15:30‟da, yani
başbakanın domuz ile cinsel ilişkiye girmeden yarım saat önce yakaladığını iletir. Fakat
bütün toplum televizyon karşısında kilitlendiği için kimse prensesin serbest bırakıldığını
fark etmemiştir. Bölüm sonunda başbakan yardımcısı sorusu ile prensisi kaçıran kişinin
ama telefondaki kişi ise “tahminim, herkesin bir yerlerde televizyon başında olacağını
biliyordu” cevabını alır. Başbakan yardımcısı, “demek bütün mesele fikir beyanıymış,
bu konuya parmak basmakmış” diyerek prensesi kaçıran kişinin amacının, toplumun
kitle iletişim araçlarına olan bağımlılığına dair mesaj vermek olduğunu izleyiciye iletir.

Dizinin ilk bölümünün çalışmanın bu kısmı için önemli olna noktası; insanların kitle
iletişim araçlarına olan bağımlılığına yönelik bir bir mesaj iletme amacı güden
karakterin başarısızlığıdır. Öncelikle Başbakan yardımcısı, prensese 15:30‟da ulaşıldığı
bilgisini rapordan kaldırtarak; bölümün, direniş sergileyen ve bir mesaj iletmeyi
hedefleyen karakterinin temel amacını başarısızlığa uğratır. Bölüm, olayın birinci yıl
dönümüne dair haberin görüntüleri ile son bulur. Başbakan‟ın partisinin oyları %3
artmıştır. Prenses mutlu hayatına geri dönmüştür ve hamiledir. Sosyal hayat ise kaldığı
yerden devam etmektedir. Direniş gösteren kişi ise intihar ettiği ile kalmıştır.

3.1.2. Sistemin Bir Parçası Olmak

Fifteen Million Merits, başkarakter Bingham 'Bing' Madsen‟ın uyanması ile başlar.
Bölümde farklı bir dünya tasviri vardır. İnsanlar bir bisiklet sürerek para yerine
kullanılan puanları (clockage) kazanır. Kazandıkları bu puanları, yaşamlarını
sürdürdükleri tamamıyla kapalı bir mekân olarak gösterilen alanda yeme, içme,
temizlenme ihtiyaçları için kullandıkları gibi televizyon programları, bilgisayar oyunları
vb. eğlence faaliyetleri için de harcarlar. Aynı zamanda bu puanlar, yine tamamıyla

38
Kapalı Devre Televizyon Sistemi. Güvenlik kameralarında kullanılır.
34

ekranlarla kaplı olan odalarında zorunlu olarak izletilen reklamların kapatılması


amacıyla da kullanılır.

Başkarakter Bingham, her şeyin sahte olduğunu düşündüğü bu dünyada; içine kapanık,
depresif bir ruh halindedir. Ancak bir gün tuvalette şarkı söyleyen bir kadının sesini
duyar ve kadından (Abi) hoşlanır. Her şeyin sahte olduğunu düşündüğü bu dünyada,
gerçek bir şey olmasını isteyen Bingham, Abi ile yakınlaşır. Bölümden anlaşıldığı
kadarıyla, Bingham sesini beğendiği Abi‟ye, TV programları içinde en popüler program
olan “Hot Shot” isimli yetenek yarışmasına katılması konusunda ısrar eder. Lakin
yarışmaya katılmak için önce 12 milyon puan değerinde olduğu sanılan ama 15 milyon
puan değerinde olduğu öğrenilen altın bileti almak gerekmektedir ve Abi‟nin 15 milyon
puanı yoktur. Bingham‟ın ise ölen erkek kardeşinden miras kalan puanlar ile birlikte
15.009.407 puanı vardır. Bingham hoşlandığı ve gerçek olan bir şeye sahip olduğunu
düşündüğü Abi‟ye altın bileti alarak hediye eder.

Abi, Bingham ile birlikte programa gider. Sahneye çıkmak için bekleyen pek çok
adayın içinden öncelikli olarak çağrılır. Abi‟ye sahneye çıkmadan önce uyumluluk için
olduğu bildirilen bir içecek içirilir ve Hakem Charity, Hakem Hope, ve Hakem
Wraith‟dan oluşan jürinin karşısına çıkar. Jüri ne yapacağını sorduğunda Abi şarkı
söyleyeceğini söyler; ancak Wright, Abi‟den ceketini çıkararak memelerini
göstermesini ister. Abi, bu istek karşında utanır. Diğer juri üyeleri araya girerek Abi‟den
şarkısını söylemesini ister ve şarkısını söylemeye başlar. Jüride, otoriteyi temsil ettiği
hissedilen Hope şarkıyı yarıda keserek, “bu şüphesiz bu sezon dinlediğimiz en iyi
şarkıydı” der. Hope‟un bu hegemonik söylemiyle birlikte seyirci Abi‟yi alkışlamaya
başlar. Fakat ardından Hope, Abi‟ye sesinin güzel olduğunu ama “dünyanın en güzel
sesi olmadığını” söyler. Sahnenin, onu erotik göstermediği eleştirisinde bulunarak,
“açık söylemek gerekirse acayip azdım” der ve Abi‟ye, yeterince şarkıcı olduğundan
yeni bir şarkıcı yer kalmadığını belirtir.

Abi‟ye bir porno yıldızı olması teklif edilir. Hope, programa bu sezon aldıkları jüri
üyesi Wraith‟ı göstererek onun bunun için jüride olduğunu belirtir; çünkü Wraith porno
filmi yapımcısıdır. Abi, ne olduğunu anlamaya çalışır. Jüri üyeleri porno sektöründe
çalışmaya hiç niyeti olmadığı anlaşılan Abi‟ye, teklifi reddettiği takdirde döneceği
hayatı hatırlatır. Ardından Hope, eline geçen fırsatı reddederek, daha güzel bir dünya
35

uğruna her gün bisiklet pedalı çeviren kitlelere ve porno sektöründe çalışan kadınlara
saygısızlık ettiğini söyleyip Abi‟ye yüklenir. Bu sözler ile izleyiciyi de arkasına alan
jüri, Abi üzerinde baskı kurar. Jüri üyelerinin baskısı ve yoğun seyirci tezahüratları
karşısında Abi daha fazla direnemez ve teklifi kabul eder.

Bütün olup biteni şaşkınlık içinde sahne arkasından izleyen Bingham ise daha Abi‟nin
teklifi kabul ettiğini göremeden görevliler tarafından uzaklaştırılmıştır. Bölümün
devamında suskunluğa bürünen Bingham odasında yatarken, Abi‟nin, porno filminin
reklamı başlar. Bingham, reklamı kapatmaya çalışır; ama bütün puanını Abi‟ye altın
bileti almak için harcadığından reklamı kapatamaz. Reklamları kapatacak para
olmadığında gözlerini kapatmak dahi yasaktır. Bingham sinir krizi geçirerek ekranları
parçalar ve kırılan ekranlardan aldığı cam parçası ile programa gittiklerinde eline
yapıştırdıkları dövmeyi çıkartmaya çalışır.

Sonrasında ise Bingham neredeyse yemeden içmeden bisiklet pedalı çevirerek yeniden
15 milyon puan biriktirir ve bu sefer altın bileti kendisi için alır. Bingham yarışmaya,
uyumluluk için içirdikleri içeceğin, Abi ile geldikleri zaman elinde kalan boş kutusunu
ve kırık cam parçasını alarak gider. Boş kutuyu göstererek uyumluluk sağlayan içeceği
içmekten kurtulur ve sahneye çıkıp dans gösterisine başlar. Bingham dans gösterisine
devam ederken bir anda, yanında getirdiği cam parçasını boğazına dayayarak gösterisini
keser. Seyirci ve jüri duraklar. Güvenlik görevlilerinin geldiği fark eden Bingham,
görevlilerden kendini keseceği tehdidi ile kurtulur. Jüri Bingham‟a ne istediğini sorar.
Bingham konuşmak istediği cevabını verir. Jüri üyesi Hope otoritesini elden
bırakmayarak Bingham‟a “Konuş!” diye bağırır.

Bingham, sisteme karşı bütün isyanını, sistemin bütün saçmalıklarını izleyicilerin


önünde haykırır. Amacına ulaşmıştır. Sistemin temsilcileri olarak gördüğü jüri üyelerine
ve sisteme hakaretler yağdırır. Salonda derin bir sessizlik olur. Ekran başındaki
izleyicilerin hareketlerini taklit eden hologramlardan oluşan izleyici kitlesi ve jüri,
yüzlerine çarpılan gerçeklerin etkisinde başlarını öne eğer. Sessizliği yine Hope,
herkesin adına kullandığı “Şüphesiz (“without a doubt”) sözüyle bozarak; “bu, bu
programda gördüğüm en içten şeydi” diye bağırır. Hope‟un övgüsünün ardından
izleyicinin sessizliği, çığlıklar ve alkışlarlara dönüşür. Hope, Bingham‟a “yayınlarımın
birinde bu isyanını dile getirebileceğin bir boşluk var” diyerek program yapma
36

teklifinde bulunur. Charity, bu teklife “bisikletten iyidir” sözleri ile katılır. Hope ise
“kesinlikle öyle” diyerek Charity‟i destekler.

Bölüm boyunca tasvir edilen dünyada hegemonik aygıtı olarak medya ön plana
çıkmaktadır. Yaşamları; hücreye benzeyen odalar ile bisiklet arasına sıkışmış olan
insanların hücrelerinin duvarları tamamen ekranlar ile kaplıdır. Ekranlar, sürdükleri
bisikletlere de yerleştirilmiş, bu sayede çalışmaya hayatı esnasında da medyanın
iletilerinin insanlara ulaştırılması sağlanmıştır. Bölümde yaşadığı dünyanın
anlamsızlığının farkına varabilen karakter, ekranlardan olabildiğince uzak durabilen
Bingham karakteri iken, Bingham‟ın yanında bisiklet süren ve sürekli olarak
programları izleyip kahkahalara atan karakter ise medyanın hegemonik etkisi ile
yaşadığı dünyadan oldukça memnun görünmektedir. Bu anlamda Fifteen Million Merits
bölümü, Black Mirror dizisinin bölümleri arasında; medyanın hegemonik rolünü
oldukça çarpıcı ve açık bir şekilde ele alan bölüm olarak ön plana çıkmaktadır.

Bununla beraber Fifteen Million Merits bölümü de egemen sınıfın hegemonik etkisinde
kurtulabilen karakterin bu hegemonyaya karşı verdiği mücadelede başarısız olduğu bir
son ile bitmektedir. Bölüm sonunda B,ngham juri üyelerinin yaptığı program teklifini
teklifi kabul eder. Bingham artık isyanını her hafta bir televizyon programında yeniden
dile getirmektedir. Program, Bingham‟ın isyanını, insanların bisikilet sürerek
kazandıkları puanlar ile satın aldığı bir metaya dönüştürmüştür. Abi ve Bingham
dışındaki bisiklet sürücüleri, bisikletlerini sürmeye devam ederken Abi‟nin porno
filmini ve Bingham‟ın programını bisiklet sürerek kazandıkları puanlar aracılığı satın
alarak izlemeye devam edmektedir. Bölümün başından beri herşeyin sahte olduğuna
inanan ve bu sahteliğe karşı gerçek bir şey uğruna mücadeleye girişen Bingham‟ın
isyanı da televizyon programı haline getirilerek sahteleştirilir. Sistem kaldığı yerden
devam ederken, Bingham ise karşı koyduğu sistemin bir parçası haline gelmiştir.
Dizinin bu bölümünde de sisteme karşı mücadeleye etmeye çalışan baş karakter
Bingham‟ın başarısızlığı göze çarpmaktadır.

3.1.3. Canlandırmanın Gücü

The Waldo Moment isimli bölümünde ise Jamie Salter‟ın kendi yarattığı Waldo
karakterine karşı mücadelesine şahit oluruz. Waldo, seviyesiz şakalar yapan, ama bir
37

animasyon karakter olduğu için de her türlü seviyesizliği hoş karşılanan, aslında arka
planda Jamie‟nin canlandırdığı bir karakterdir. Muhafazakâr Parti milletvekili adayı
Liam Monroe‟nun Waldo‟nun programına katılmasının ardından Waldo karakterinin
popülaritesi artar. Bunun üzerine yapımcılar, Waldo‟yu Liam Monroe‟nun milletvekili
olduğu Stanford bölgesinden bağımsız milletvekili adayı olarak seçime sokmaya karar
verirler.

Seçim kampanyaları devam ederken Jamie, İşçi Partisi‟nin milletvekili adayı


Gwendolyn Harris ile tanışır ve ilişki yaşar. Ancak Harris Parti tarafından uyarılır ve
kampanya sonuna kadar Jamie ile görüşmemeye karar verir. Uyarıdan haberi olmayan
Jamie, bu duruma öfkelenerek Waldo‟yu daha saldırgan daha seviyesiz şekilde
kullanmaya başlar. Bel altı şakaların, küfürün ve seviyesizliğin dozu yükseldikçe
Waldo‟ya olan ilgi de artar. Hatta bir CIA ajanı, Jamie ve Waldo‟nun yapımcısına
Waldo‟yu dünya çapında politik bir eğlence aracı olarak pazarlamayı önerir.

Gwendolyn ile tartışan Jamie, Waldo‟nun muhalefeti nasıl değersizleştirdiğinin farkına


varır ve yaptığı hatayı anlar. Fakat artık çok geçtir. Yapımcı, Waldo‟yu Jamie‟nin
elinden alır. Yaşadığı öfke ile topluma Waldo‟nun kendisi olduğunu ve ona asla destek
olmamaları gerektiğini anlatmaya çalışan Jamie, Waldo‟nun konuştuğu kamyonetin
yanına yerleştirilmiş ekrana vurduğunda, topluluğun saldırısına uğrar. Jemie‟nin bu
sahnede saldırısını ekrana yöneltmesi Black Mirror dizisinin genel olarak sıkıntıların
merkezine yerleştirdiği medya dair bir diğer gönderme olarak değerlendirilebilir.
Jamie‟nin ekrana olan saldırısı karşısında toplumun verdiği tepki ise medyanın toplum
üzerindeki kurduğu hegemonyayı gözler önüne sermektedir. Bölümün son sahnelerinde
artık sokakta yaşamakta olan Jamie‟nin, bir dünya fenomeni haline gelen Waldo
görüntülerinin oynadığı ekrana saldırıp polis tarafından dövüldüğü sahnede de saldırının
ekrana karşı yapılması bu değerlendirmeyi destekler niteliktedir.

Dizede, yine sisteme dair güçlü eleştirelin yer aldığı ve bu eleştirilerde medyanın
merkezi konumda olduğu bir bölüm olarak karşımıza çıkan The Waldo Moment bölümü
de, sistemin olumsuz yönlerinin farkına varan ve bu olumsuzluklara karşı mücadeleye
girişen Jamie karakterinin başarısızlığı ile son bulur. Jamie giriştiği bu mücadele
nedeniyle linç edilmiş ardından toplumsal alandan dışlanarak sokaklarda yaşamaya
başlamıştır.
38

3.1.4. Mass’in Azabı

Man Against Fire adlı bölümde askerlere takılan bir çip sayesinde askerlere istenen
görüntü, hatta rüya gösterilebilmektedir. “Mass” adını verdikleri bu teknolojinin temel
amacı, askerlere savaşılan düşmanı “böcek” adı verilen bir tür zombi olarak göstererek,
askerlerin savaş sonrası yaşadığı travmaların önüne geçmek ve savaş esnasında da
askerlerin vicdanları ile arasındaki bağları kopartıp sivil, çocuk ayrımı yapmadan,
“etkili” bir şekilde savaşmasını sağlamaktır. Bölümde, öldürülen düşmanların sayısını
halka gururla sunulurken; toplum ise, yürütülen propaganda ile insan olduklarını
unutup, böcek olduklarını düşündükleri insanların öldürülme haberlerini kutlamaktadır.
Aslında bölümde yeni bir teknolojik araç olarak gösterilen “mass”‟in, mass
communication yani kitle iletişime dair gönderme yaptığı düşünülebilir. Yani “Mass”
ismi; bir anlamda her devletin kendi böceğini –yani Ötekisi‟ni- oluşturduğu günümüz
dünyasında, bu algının oluşması ile kitle iletişim araçları arasındaki bağlantıya dikkat
çekmektedir. Bu durumda, bölümde; kitle iletişim aracı ile oluşturulan hegemonyanın,
“Mass” imgesi üzerinden somut olarak gösterildiği düşünülebilir.

Eleştirel yönü oldukça kuvvetli olan bu bölümün ilerleyen dakikalarında böcek


olduğuna inanılan insanlar, askerlere yerleştirilen “mass”i (çipi) etkisiz hale getiren ve
askerlerin gerçekleri olduğu gibi görmesini sağlayan bir alet icat ederler. Bu aletin
etkisine maruz kalan başkarakter Stripe‟ın mass‟i bozulur ve böcek diye öldürdüğü
yaratıkların aslında insan olduğunu anlar. Gerçeğin farkına varan Stripe, mass‟i halen
aktif olan ekip arkadaşı Raiman‟a engel olmaya çalışır. Ancak Raiman hem Stripe‟ın
kurtarmaya çalıştığı çocuğu ve kızı öldürür hem de Stripe‟ı yakalayarak askeriyeye
teslim eder.

Stripe, askeriyede bir odaya hapsedilir. Ardından, mass teknolojisi hakkında yetkili kişi
olan Arquette, elinde kahve ile odaya girer. Arquette, geçmişte yaşanan savaşlar ve
sonuçları hakkında bilgiler vererek Stripe‟ı mass‟in gerekliliğine ikna etmeye çalışır.
Ancak Stripe kendi mass‟inin yeniden aktif edilmesini kabul etmez. Arquette olanlar
için kendisini suçlayan Stripe‟a daha önce mass‟in yerleştirilmesini kabul ettiği
konuşmayı izletir. Prosedür gereği konuşmayı hatırlamayan Stripe, önce onay verdiğini
inkâr etse de görüntülerin gerçek olduğunu anladığında öfke ile Arquette‟ye saldırır;
fakat Stripe‟ın mass‟i onarılmıştır. Arquette maskeyi kullanarak Stripe‟ın görme yetisini
39

engeller. Stripe‟ın ikna olmaması üzerine Arquette, tamir edilmiş olan mass aracılığı ile
Stripe‟a böcek zannederek öldürdüğü kişilerin ölüm anlarını gösterir. Çektiği vicdan
azabına dayanamayan Stripe, görüntüleri durdurması için Arquette‟ye yalvarır.
Arquette, Stripe yaklaşır ve ondan onay vermesini yoksa ölene kadar bir hücrede vicdan
azabı ile yaşayacağını söyler.

Dizinin sonunda, belirgin olmasa da, Stripe mass‟in aktif edilmesini kabul eder.
Muhtemelen izne çıkar ve evine gelir. Ev olarak geldiği yer bir harabedir ama mass‟in
etkisi ile burayı mutlu bir yuva gibi görür. Evde kendisini karşılayan kadın da sadece
mass‟in ürettiği bir illüzyondur. Sonuç olarak Man Against Fire bölümüde Black Mirror
dizisinin güçlü toplumsal eleştiriler barındıran ve eleştirilen toplumsal meselelere karşı
direniş gösteren karakterin başarısızlığı ile sona eren bölümlerinden bir tanesi olarak
karşımıza çıkmaktadır.

Örneklerde görüldüğü üzere Black Mirror dizisinde kurulu bir sistemdeki


olumsuzluklara karşı girişilen mücadeleler başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Mücadeleyi
sürdüren karakterler, ya ağır bedeller ödemekte ya da mücadele ettikleri sistemin bir
parçası haline gelmektedir. Dizide, “iyi” olarak kurgulanan karakterin (veya
karakterlerin) “kötü” olana karşı giriştiği direnişte başarılı olduğu bölümler de
bulunmaktadır. Ancak bu bölümlerde mücadele, toplumsal alanda var olan olumsuz bir
duruma karşı değil, yalnızca kötü niyetli karaktere veya karakterlere karşı verilmektedir.
Yani bu bölümlerde toplumsal bir meseleden ziyade bireysel meseleler konu
edilmektedir. Örneğin dizinin 4. sezonunun 1. bölümü olan USS Callister (2017) ve
yine 4. sezonun 6. bölümü olan Black Museum‟daki “iyi karakter” bölüm sonunda
teknolojik gelişmelerin sağladığı imkanları bireysel amaçları doğrultusunda kötü niyetli
olarak kullanan karaktere karşı giriştiği mücadelelerde başarıya ulaşmaktadır.

Dizide izlenen bu durum, iki önemli tespitle örtüşmektedir. Forgacs, Gramsci‟den yola
çıkarak “popüler ortak duyudaki birçok öğe, eşitsizlik ve baskının insanlara doğal ve
değiştirilemez şeyler olarak gözükmesini sağlayarak, onların madunluğuna katkıda
bulunur” (Forgacs, 2010, s. 510-511) tespitini yapar. Diziden verilen örneklerde var
olan “eşitsizlik ve baskı” gibi olumsuz öğelerin, dizide “doğal şeyler” olarak
gösterildiğini söylemek kolay değildir. Fakat verili öğelere -yani sisteme- karşı direniş
gösteren kişilerin akıbetlerinden yola çıkarak dizide, bu öğelerin “değiştirilemez şeyler”
40

olarak aktarıldığı söylenebilir. İzleyici çaresizliği bizzat kendi deneyimleri ile


öğrenmeden, çaresizlik izleyiciye iletiler aracılığı ile öğretilmektedir. Toplumsal alanda
yaşanan sıkıntılara dikkat çeken bölümlerde bu sıkıntıların üstesinden gelinebileceğine
dair bir umut yoktur. Bu sıkıntıların alternatifi üretilmemektedir. İzleyici bu anlamda
boşlukta bırakılmaktadır. Oysa Black Mirror benzeri kurgusal medya ürünü olan ve
güçlü sistem eleştirilerin yer aldığı V For Vandetta (2005), Fight Clup (1999) gibi
filmlerde izleyice sıkıntılar gösterildiği gibi bu sıkıntıların alternatifleri üretilmekte ve
bu sıkıntılara karşı farklı mücadele yöntemleri gösterilmektedir. Özellikle V For
Vandetta filmi de trajik bir sonla bitmesine rağmen kahramanın mücadelesindeki
başarısı izleyiciye eşitsilik ve baskı gibi olumsuz öğelerin değiştirilebileceğine dair
umut vermektedir.

Örneklere dair yapılabilecek ikinci tespit ise Adorno ve Horkheimer‟ın kültür


endüstrisinde belirttiği şu açıklamayla ortaya çıkarılabilir:

“Çizgi filmlerin, duyuları yeni tempoya alıştırmaktan başka bir işlevi varsa,
o da sürekli törpülenmenin, bireysel direnişin durmadan tümüyle
kırılmasının, bu toplumda yaşamanın bir koşulu olduğuna ilişkin o eski dersi
herkesin beynine kazımaktır. Çizgi filmdeki Donald Duck ve gerçek
yaşamdaki bahtsızlar dayak yesinler ki, onları izleyenler, kendi yedikleri
dayağa alışsınlar” (Horkheimer ve Adorno, 2014, s. 185)

Horkheimer ve Adorno‟nun yine bir medya ürünü olan Donald Duck örneği üzerinden
açıkça ifade ettiği “o eski ders”, dizinin yukarıda örnek gösterilen bölümlerinde
olumsuzluklara karşı mücadeleye girişen karakterlerin akıbetleri üzerinden izleyiciye
tekrar tekrar verilmektedir.

3.2. Aile Kurumunun Temsili

Medyada aile üzerine üretilen hegemonik öğlerin yoğunluğu pek çok araştırmacıyı
ailenin medyada temsili meselesini incelemeye yöneltmektedir. Bu konu hakkında
yapılan çalışmalardan biri olan “Çekirdek Ailenin Kabusları: 2000‟li yıllar Türkiye
Sineması‟nda Çekirdek Aileye Değişen Bakış” adındaki makalesinde, Gül Yaşartürk,
Türkiye Sinemasında ailenin olumlu temsilinin Yavuz Özkan‟ın 1995 tarihli “Yengeç
Sepeti” filmi ile birlikte tersine döndüğünü belirtmektedir. (Yaşartürk, 2014 s.1). Yine
41

Aydan Özsoy‟un “Popüler Kültür Ürünü Olarak Durum Komedileri: „Çocuklar


Duymasın‟ Örneğinde Aile Söylemi” (2005) doktora tez çalışması da Çocuklar
Duymasın dizisi örneği üzerinden medyada aile kurumun temsiline odaklanan
çalışmalardandır. Medya da aile kurumunun temsilinde yaşanan değişim her iki
çalışmada da ortaya koyulmaktadır.

Çalışmanın bu bölümünde de Black Mirror dizisinde, toplumun beş temel kurumundan


biri olarak nitelendirilen aile kurumunun temsili incelenmektedir. Bu doğrultuda örnek
olarak aile hayatının konu edildiği The Entire History of You bölümü ile Striking
Vipers39 bölümü seçilmiştir. Aile temsili ile doğrudan ilgili olmayan diğer örnekler ise,
yalnızca senaryonun içinde yer alan ailelerin temsiline bakılarak ve diyaloglarda geçen,
hegemonik açıdan önemli ifadeler ortaya konularak incelenmektedir.

3.2.1. Sadakatsizliğin KeĢfi

Bu bölümde geçen diyaloglarda, tek eşlilik hakkında hegemonik söylemlerin yer aldığı
görülür. Bu bağlamda özellikle yemek masasındaki sohbet, bu söylemlerin hegemonik
özelliklerini göstermek amacı ile alıntılarla detaylı olarak incelenmektedir.

The Entire History of You bölümünde, insanlara yerleştirilen “Grain” adlı yeni bir
teknoloji (yine çip), insanların hafızasını kaydetmektedir. Bu sayede kişinin 24 saati
kayıt altına alınmakta, kişi istediğinde hem sadece kendi görebileceği şekilde hem de
yansıtarak diğer kişilerin de görebileceği şekilde kayıtları yeniden inceleyebilmektedir.
Bölüm başkarakter Liam‟ın iş görüşmesi ile başlar. İş görüşmesinden çıkan Liam,
taksiye biner ve grain‟ini açarak iş görüşmesini gözden geçirir. Sonrasında da acele ile
havaalanına giderek eşinin bulunduğu partiye yetişir.

Liam içeri girdiğinde Liam‟ın eşi Ffion bir erkek ile sohbet etmektedir. Ffion, Liam‟ı
fark ettiğinde şaşırır ve onu “erken geldin, partiye gelebileceğini sanmıyordum” diyerek
karşılar; ardından Liam‟ı konuştuğu Jonas ile tanıştırır. Partideki diğer kişiler ile de
tanıştırılan Liam, Jonas ile eşi Ffion arasındaki olabilecek bir ilişkiden şüphelenmiştir.
Grain‟ini açıp Ffion ile Jonas‟ı konuşurken gördüğü anı yeniden izler. Daha sonra

39
Engereklerin Saldırısı, 5. Sezon 1. Bölüm -2019, Yönetmen Owen Harris.
42

yemek masasına otururlar ve sohbet başlar. Sohbet, daha çok evlilik arifesinde ayrılık
yaşayan Jonas‟ın kontrolünde ilerler:

“Jonas: Ayrılıktan bu yana bir sürü yemek yaptım.


Lucy: Jonas zor bir ayrılık yaşadı.
Colleen: Kötü müydü?
Jonas: Öyleydi. Evet, bir şeyleri planlama evresindeydik ve aniden fark
ettim ki, ilişki anlamsızlaşmaya başladıkça, düğüne harcadığın vakit
artıyormuş! Düğün davetiyesi kâğıdının kalınlığı gibi ufacık detayları
kafana takmaya başlıyorsun, çünkü konuşman gereken siktiri boktan
şeylere ihtiyacın vardır.
Lucy: Pekâlâ millet, bu Helen. Helen, bu Jonas.
Jonas: Selam.
Helen: Selam.
Lucy: Ve bunlar da millet!
Selam! - Selam!
Lucy: Keyfine bak.
Ffion: Jonas da şimdi bize ilişkilerin neden rol yapmaktan ibaret olduğunu
açıklıyordu.
Helen: Öyleler mi? Hadi ya (Shit)!
Jonas: İlişkiler tiyatroya gitmek gibidir. Gitmek için bir sürü para
verirsiniz ama sonucunda tüm gecenizi harcamış olursunuz. Sonra biri
size "İyi vakit geçirdiniz mi?"diye sorunca... ikiniz de "Evet! Evet,
harikaydı." dersiniz. Buradaki problem, ödediğiniz miktar arttıkça...ve bu
durum devam ettikçe, "Evet, hastası olduk!" ..."Beraber olmayı ve asla
başkalarıyla yatmamayı... sadece bir kişiye bağlı olmayı, tüm hayatımız
boyunca gerçek düşüncelerimizi paylaşmayı seviyoruz, yani evet,
muhteşem böyle!" cümleleriniz artacak.
Colleen: Onu sevdiğini söyleyebilir misin?
Jonas: Bana kalırsa, bizimkisi bir hevesti ve… hevesti yani. Başlangıçta
böyleydi. Bilirsiniz işte, biz sadece… Bilemiyorum. Birbirine gerçekten iyi
uyum sağlayan alet edevat dolabındaki iki tane alettik sadece. Yani yine
de, sonunda ben aynen şöyleydim; "Devam et tatlım, sen çık ben biraz
daha haberleri seyredeceğim." Ve sonunda kendimi, eski ilişkilerin ateşli
zamanlarını izlerken bulurdum.
43

Lucy: Sakin ol!


Jonas: Diyorum ki, üst katta güzel bir kadın bekliyor, anladınız işte, seks
yapmak için bekliyor.
Jeff: Nasıl yani, şu an mı? (espiri)
Jonas: Kadın üst katta benimle seks yapmak için bekliyor ama ben alt katta
başka bir mekândan ayarladığım bir kadınla yaşadığım bazı heyecanlı
anlarımın yinelemelerini seyrediyorum ve kendimi rahatlatıyorum.
Jonas: Yok artık yani. Hadi ama. Hadi ama millet. Yani hepimiz helezon
vasıtasıyla Grain'in içindeki en iyi anlarımızın içinde geziniyoruzdur.
Helen: Ben gezinmiyorum.
Lucy: Helen'ın Grain'i yok.
Jonas ve diğerleri : Hadi canım!
Paul: Politik bir duruş mu?
(…)
Helen: Hayır, hayır. Yaklaşık 12 ay önce oyuldum.
Helen: Asıl olay şu; oyulduktan sonra birkaç gün boyunca Grain'im yoktu.
Sonrasında ise bu durum hoşuma gitti.
Jones: Harika. Yani, daha çok insan, şu an büyük bir olay bu, değil mi?
Grain'siz olmak yani?
Colleen: Orospular için büyük bir şeydir sanırım. Alınma da.
Helen: Yok, yok. Sorun değil. Kesinlikle, şey; oldukça sıkılıyorum. Her
seferinde aynı adam falan.
Ffion: Seri tek eşlilik. (Serial monogamy)
(…)

Yemek sahnesi Helen‟in sözleri son bulur ve parti biter. Bölümün devamında Liam,
Jonas ile Ffion arasında farklı bir ilişki olduğuna dair şüphesinin peşini bırakmaz.
Ffion‟un üstüne gittikçe, önce Jonas‟ın, Ffion‟un daha önce Liam‟a bir hafta görüştük
dediği eski sevgilisi olduğunu öğrenir. Ardından Ffion, bu sürenin 6 ay olduğunu itiraf
eder. Liam sabaha kadar uyuyamaz ve içki içer. Jonas‟ın “eski ilişkileri izleyerek
kendimi rahatlatıyorum” sözlerini aklından çıkartamayan Liam, eşinin Jonas‟ın
grain‟inde olan görüntülerini sildirmek amacı ile Jonas‟ın evine gider. Jonas‟la yaşanan
arbedenin ardından Liam, yere yatırdığı Jonas‟ı öldürmekle tehdit ederek görüntüleri
silmesini söyler. Jonas görüntüleri sadece kendi göreceği şekilde silmek istese de Liam
44

buna izin vermez ve görüntüleri ekranda silmesini söyler. Jonas, graininde Ffion‟un
bulunduğu görüntüleri ekrana yansıtır ve hızlıca siler.

Amacına ulaşan Liam arabasına binip eve dönerken alkolün etkisi ile sızar ve bir ağaca
çarpar. Kendine geldiğinde Jonas‟ın evinde geçen anları graininden izlemeye başlar.
Grain teknolojisini sağladığı imkân ile Jonas‟ın Ffion‟a ait olduğu görüntüleri sildiği
anı yavaşlatıp yakınlaştırarak inceleyen Liam, görüntülerde yatak odalarındaki tabloyu
görerek Ffion‟un kendisini aldattığını anlar. Daha vahim olansa Ffion‟un Jonasla ilişki
yaşadığı tarihlerde hamile olduğudur. Liam eve gelerek Ffion‟a her şeyi öğrendiğini
anlatır. Ffion özür diler, bahaneler sunar, onu yalnız bıraktığını söyler. Liam, “sadece 5
gün yoktum dediğinde”yse susar. Liam‟ın esas öğrenmek istediği, çocuğunun gerçekte
kendi çocuğu olup olmadığıdır. Ffion prezervatif kullandığı konusunda ısrarcıdır; ama
nihayetinde Ffion‟un graininde halen kayıtlı olan görüntüleri izlerler ve çocuğun
Jonas‟tan olduğu anlaşılır.

Mutlu bir aile tablosu ile başlayan bölümde, çok geçmeden; bu mutlu aile tablosunun
ardında bir takım sıkıntıların olduğu izleyiciye hissettirilir. İlk şüphelerin
gösterilmesinin ardından, yemek masasında geçen sohbette ise ana tema tek eşliliğin ve
uzun soluklu ilişkilerin anlamsızlığıdır.

Konu izleyiciye; Ffion‟un partiye yeni katılan Helen‟a söylediği, ilişkilerin rol
yapmaktan ibaret olduğu” açıklamasıyla aktarılırken, Helen‟ın “Öyleler mi? Hadi ya
(Shit)!” sözleri ile de, kinayeli bir şekilde herkesin bildiği varsayılan bir gerçek
onaylanır. Ve Jonas‟ın, ilişkileri tiyatroya gitmeye benzettiği sözleriyle ortaya bir ilişki
tanımlaması konulur.

Masada hâkim olan, “ilişkilerin anlamsızlığı” görüşünün aleyhinde fikir beyan eden tek
kişi Colleen‟dir. Onun da muhalefet ettiği konu, ilişkilerin anlamsızlığından çok,
grainsiz bir hayat olasılığıdır. Colleen, grainsiz bir hayata karşı muhalefetini ilişkiler
üzerinden yapar. Helen‟in cevabı ise nettir; her seferinde aynı adamla beraber olmak
onu sıkmaktadır.

Bölümde gelişen olaylar neticesinde de Ffion, Liam ve çiftin çocukları Jody‟den oluşan
ailede, Ffion‟un Liam‟ı aldattığı, Jody‟nin ise Jonas‟ın çocuğu olduğu gerçeği ortaya
45

çıkar. Bölüm Liam‟ın sanki başına gelenlerin sorumlusu “grain”miş gibi, grainini
çıkartıp atması ile son bulur.

3.2.2. Evlilik ve Sadakat

Striking Vipers bölümü bir barda başlar. Danny, Danny‟nin daha sonra evleneceği
sevgilisi Theo ve ikilinin ev arkadaşı olan Karl ile Karl‟ın orada tanıştığı Daisy barda
eğlenirler. Ardından Karl, Theo ve Danny eve geçer. Danny, Theo ile beraber olduktan
sonra Striking Vipers adındaki dövüş oyununu oynayan Karl‟a katılır. Danny ertesi gün
işe gideceğini söyleyerek oyunu bırakmak istese de Karl ısrar eder ve sabaha kadar
marihuana içerek oyun oynarlar. Karl ve Danny‟nin seslerine uyanan Theo, oyunun
sesinin kısılmasını istedikten sonra, Karl‟ın içtiği marihuana alıp içerek odasına geri
döner. Herkesin keyfi yerindedir.

Hikâye, 11 yıl sonrasına Danny‟in, evlerinin bahçesinde verdikleri ve Danny‟nin 38


yaşına girdiği doğum günü partisine geçer. Danny ve Theo evlenmiş, bir de çocukları
olmuştur. Partiye katılanlar, göründüğü kadarı ile çocuklu ailelerdir. Danny, mangal
başında et pişirirken, Theo da mutfakta yemek işleri ile uğraşmaktadır. Partiye katılan
ailelerin çocukları ise yaramazlık yapmaktadır ve aileler eğlenmekten çok çocukları ile
uğraşır. Misafirlerden Jemma, Danny‟i eşi Simon ile tanıştırır. Danny sıkıcı görünen
Simon ile sohbet etmek zorunda kalır fakat sohbet ilerlemez. Partinin sıkıcılığı kurguda
açıkça gösterilmektedir.

O sırada kapı çalar ve Karl gelir. Kapıyı açan Theo, Karl ile selamlaştıktan sonra
Daisy‟i sorar. Karl, 1 yıl kadar önce ayrıldıklarını söyler ve Danny‟in yanına ilerler.
Danny, Karl‟ı tokalaşarak selamlamak istese de Karl dalga geçerek Danny‟e sarılır.
Karl, Danny‟e doğum günü hediyesi olarak, yıllar önce oynadıkları Striking Vipers
oyununun sanal gerçeklik eklentili yeni versiyonunu almıştır. Danny, hediyeyi oldukça
sevmesine rağmen, sanal gerçeklik eklentisini kullanabilmek için gerekli olan TCKR
System adındaki teknolojinin kendisinde olmadığı söyler. Ancak Karl pahalı bir hediye
olduğu konuşmalardan anlaşılan eklentiyi de almıştır. Danny, geçen yıllara karşın
enerjisini koruduğu her halinden belli olan Karl ile bira içerek sohbet etmeye başlarlar.
46

Sohbet, Danny‟in sporu bırakması, hayatının sıradanlaşması, Karl‟ın ise (Danny‟in


aksine) spora devam etmesi ve eğlenceli hayata sürdürmesi ile yaşına rağmen kadınlar
için gençlerle rekabet etmesi üzerinden ilerlemektedir. O sırada Thea, misafirlerle
ilgilenmekte, misafirler ise ortalıkta yaramazlık yapıp duran çocuklarının peşinde
koşuşturmaktadır. Parti sahnesi, Karl‟ın partiden çıkınca yanına gideceği 28 yaşındaki
Mariella‟nın fotoğraflarını Danny‟e ve ardından yanlarına gelen Theo‟ya göstermesi ile
biter.

Devamında sahne, Danny ile Theo‟nun partiden kalan bulaşıkları temizledikleri kısma
atlar. Temizlik yapılırken Karl ile Daisy‟nin ayrılığı ve Karl‟ın yeni sevgilisi Mariella
hakkında konuşmaktadırlar. Theo, Karl ile Daisy‟nin neden ayrıldıklarını merak
etmektedir ve telefondaki yeni kız ile ciddi olup olmadıklarını merak eder. Danny
bunları sormamıştır.

“Theo: Erkekler konuşmayı hiç bilmiyor. Ne kadar zamandır tanışıyorsunuz?


Danny: Bu ortamlarda pek bir şey konuşamıyor insan, değil mi? Yüzeysel
şeylerin dışında. Ya da ebeveyn muhabbetinin. Bugünlerde hep böyle.
Theo: Birlikte daha çok takılmalıyız.
Danny: Şey, evet... biliyorsun. İş. Hem biz anne babayız. O şehir
merkezinde yaşıyor, bizse buradayız.
Theo: Onu akşam yemeğine çağırmalıyız. Acılı fasulyenden yaparsın.
Danny: Tabii. Bıçakların sivri ucu aşağı bakacak.
Theo: Biliyorum.”

Aynı anda Karl, Mariella ile lokantada yemek yemektedir. Mutlu görünmektedir ancak
sahnede Karl ile Mariella arasındaki yaş farkından kaynaklanan kültür farkına da
değinilir.

Sonraki sahnede gece olmuş, Danny ile Theo yatak odalarına geçmiştir.
Theo: Uygulama, bir saat içinde yapmamız gerektiğini söylüyor.
Doğurganlığın zirvesi. Biraz yorgunum ama sanırım yapmalıyız.
Yapacağızzz.
(Danny mutsuz görünmektedir.)
Danny: Çok yedim. Yapabilir miyim bilmiyorum.
47

(Theo bu cevaba bozulmuştur ama başını sallayarak kabullenir.)


Danny: En iyisi biriktirmek, değil mi?
Theo: Ben uyusam olur mu peki?
Danny: Olur.
(Theo‟yu öper.)
Theo: Seni seviyorum.
Danny: Ben de seni.”

Sahne Karl ile Mariella‟nın yatak odalarına geçer. Yeni beraber olmuşlardır. İkisi de
mutlu görünür. Sahnedeki tek söz, Karl‟ın “Vay be! (Shit)” ifadesidir.

Striking Vipers bölümünde aile hayatı ile ilgili hegemonik öğeler, sanal gerçeklik
meselesinin başlangıcına kadar olan kısımda evlilik ve aile hayatı, bekârlık ve bekâr
hayatı ile mukayese edilerek oluşturulur. Başlangıçta barda başlayan ve evde devam
eden partide herkes mutlu ve hayat doludur. Danny ile Theo‟nun evlenmeden önceki
cinsel ilişkileri arzulu bir ilişkidir. Aile olduktan sonra verdikleri doğum günü partisi ise
Danny‟nin parti sonrası temizlik yaparken, Theo ile arasında geçen diyalogdaki sözleri
ile belirttiği üzere samimiyetsiz ve sıkıcıdır. Zaten parti boyunca Theo da Danny de
eğlenmek yerine yemek işleri ile uğraşmıştır. Partiye katılan misafirler dahi
eğlenmekten çok yaramazlık yapıp duran çocukların peşinde koşmaktadır.

Yine Danny ile Theo arasındaki cinsel ilişki de tıpkı parti gibi eğlenceden ziyade yerine
getirilmesi gereken bir göreve dönüşmüştür. Theo‟nun hamile kalmak için takip ettiği
uygulamaya ilişkin sözleri, izleyicide görev vurgusunu oluşturmak için seçilmiş etkili
bir söylemdir. Ardından izleyiciye, Danny‟nin cinsel arzusunun, bu görevi yerine
getirebilecek kadar dahi kalmadığı gösterilir.

Kurgu, izleyicinin; çocuklu bir aile olan Danny ve Theo‟nun cinsel hayatını, bekâr olan
ve yeni tanışan Karl ile Mariella‟nın cinsel hayatı ile kıyaslayacak şekilde
tasarlanmıştır. Çünkü Danny ve Theo‟nun bitme noktasına gelmiş cinsel hayatını
gösteren sahnenin ardından Karl ile Mariella‟nın cinsel hayatı ile ilgili görüntü gelir.
Yeni sona eren cinsel ilişkinin ardından ikisi de mutludur.
48

Yanı sıra “bekâr Karl” ile “evli Danny” karşılaştırması, Danny ile Karl arasında geçen
sohbette de açıkça görülmektedir. Karl, spora devam eden ve kendine bakan bir erkek
olarak gösterilirken, Danny, dizindeki sakatlığı bahane ederek sporu bırakmış ve Karl‟a
göre yaşlılık psikolojisine bürünmüş bir kişi olarak tasvir edilir.

Bölümün devamında, Mariella‟nın telefonunu eline alması ile Karl yataktan kalkar ve
içeri geçerek oyun konsolunda tetris oynamakta olan Danny‟i Strike Vipers X (Oyunun
sanal gerçeklik eklentili yeni versiyonunu) oynamaya davet eder. Sanal gerçeklik
teknolojisi sayesinde Danny ve Karl‟ın bilinçleri Strike Vipers karakterlerine aktarılır.

Daha önce ekrandan izleyerek oynadıkları oyunu bizzat karakterlerin bedeninde ve


oyunun tasarlanmış mekânında oynamaya başlarlar. Teknoloji, fiziksel hisleri de taklit
etmektedir. Yeni teknolojiye alıştıktan sonra dövüş başlar. Danny, oyundaki erkek
karakter Lance‟ın bedenindedir, Karl ise kadın karakter olan Roxette‟nin. Danny ve
Karl, Lance ve Roxette‟nin bedenlerinde dövüşürlerken bir anda sevişmeye başlarlar.
Çok geçmeden Danny kendini geri çeker. Karl da Danny de panikle oyundan çıkar. İkisi
de sarhoş olduklarını iddia etse de oyuna tekrar başladıklarında yine birlikte olurlar ve
bu ilişki sanal gerçeklik üzerinden Strike Vipers X dünyasında devam eder.

Karl ve Danny, Lance ve Roxette‟nin bedenlerinde ilişkilerine devam etseler de kafaları


karışıktır. Bir yandan eşcinsel olduklarını kabullenememekte, diğer taraftan da Danny,
Theo‟yu aldattığı için suçluluk duymaktadır. Danny‟nin kendisinden uzaklaştığını fark
eden Theo ile Danny arasındaki sıkıntılar, evlilik yıldönümleri kutladıkları lokantada
gün yüzüne çıkar ve konuşmaya başlarlar:

“Theo: İlginç bir yanın var... Bazen uzaklara dalıp gidiyorsun.


Danny: Anlamadım?
Theo: Demek istediğim, içine kapanıyorsun. Kapanıyorsun ve beni dışarıda
bırakıyorsun. Orada mısın?
Danny: Tabii ki buradayım.
Theo: Peki. Söyle o zaman, neyin var?
Danny: Hiç.
Theo: Haftalardır hiç yapmadık.
Danny: Çok bitkinim.
Theo: Tekrar deneyecektik.
49

Danny: Deniyoruz zaten.


Theo: Hayır. Sen beni …… hamile kalamam, Danny.
Danny: İsa aşkına. İstemediğimden değil. Dedim ya, yorgunum.
Theo: Özür dilerim. Bir şey mi var?
Danny: Ne olabilir ki?
Theo: Ben de onu soruyorum.
Danny: Bir şey olduğu yok.
Theo: Ne var o zaman? Sorun ben miyim?
Danny: Değilsin.
Theo: Artık bana dokunmuyorsun.
Danny: Theo...
Theo: Beni öpmüyorsun bile. O küçük şeylerin hiçbiri kalmadı. Eskiden
omzumu sıkardın. Mutfakta yanımdan geçerken sırtıma dokunurdun.
Danny: Theo...
Theo: Onu bile yapmıyorsun. Beni istemiyor musun artık?
Danny: Hep istiyorum.
Theo: Ne kast ettiğimi biliyorsun. Beni, bu halimi diyorum. Eskisi gibi
değilim, biliyorum. Vücudum... Tyler'ın doğumundan beri aynı değil.
Danny: Sakın öyle deme.
Theo: Başka biri mi var?
Danny Yok. Yok !
Theo: O zaman niye istemiyorsun beni? Hep isterdin eskiden.
(Theo ağlar)
Theo: Özür dilerim. Tamam, sıkıcı, anlıyorum. Aile hayatını ben de sıkıcı
buluyorum. Ama ben sadığım. Ailemize sadığım. Sana sadığım. Tanrı
biliyor ya, dışarı çıksam istediğimi yaparım. Fedakârlıkta bulunmadım mı
sanıyorsun? Bazı konularda kendimi tutmadım mı? Daha demin barda
adamın biri bana asıldı. Bir yanım onu istedi. Eğlenmek için, biraz tutku
için. Ama yapman gereken budur. İlişki içinde olmak bunu gerektirir.
Böyle şeylerin yüzüne kapıyı kapatırsın. Çünkü kendini adamışsındır.
Kendini adamak budur. Tanrım.
Theo: Bir şeyler dönüyorsa ben bunu bilmek istiyorum. Elimden geldiğince
başa çıkacağım. Sadece bilmem gerekiyor.
Danny: Hiçbir şey olmuyor. Söz veriyorum. Yemin ederim.”
Theo ile Danny arasındaki tartışmanın gösterildiği bu bölümünde Theo‟nun
sözleri, aile hayatının sıkıcı olduğu fikrini izleyiciye bir kez daha hatırlatır.
Devam eden diyalog, sıkıcı olduğu üzerinde hemfikir olunan aile hayatının
bu sıkıcılığa katlanmak ve sadık kalmak olduğu fikri üzerine kurulmuştur.
50

Danny, Theo ile arasında geçen bu konuşmanın ardından Karl‟ı arayarak, Karl‟ın bütün
ısrarına rağmen, aralarındaki ilişkiyi bitirir. Senaryo yedi ay sonrasında devam eder.
Theo hamiledir. Danny ailesine dönmüştür. Karl‟ın hayatı ise altüst olmuştur. Karl ile
Danny arasında yaşananlardan haberi olmayan Theo, Danny‟nin doğum gününe Karl‟ı
davet eder. Karl ise Theo‟nun içeri gittiği bir anı değerlendirerek Danny‟i gece yarısı
oyuna girmeye ikna eder. Kendini engelleyemeyen Danny oyuna girer ve Lance‟ın
bedeninde, Roxette‟nin bedenini kullanan Karl ile yeniden ilişkiye girer.

İlişkinin ardından yine suçluluk hisseden Danny, ikisinin de bildiği bir mekânda
buluşmayı ister. Karl ile Danny buluşur. Danny öpüşeceklerini, bu hoşlarına giderse de
durumu kabulleneceğini söyler ve öpüşürler. Ancak bekledikleri gibi hoşlarına gitmez.
Karl oyunda farklı olduğu konusunda ısrar edince kavga etmeye başlarlar ve karakola
düşerler. Theo, Danny‟i karakoldan alır ve arabada neler olduğunu anlatmasını ister.
Danny‟nin her şeyi anlatmasıyla sahne biter.

Sonraki sahne Danny‟in 40. yaşının kutlandığı doğum günü partisi ile başlar. Theo yeni
çocuklarını doğurmuştur. Yine bahçede mangal partisi vermektedirler. Akşam
olduğunda ise Danny ile Theo birbirine hediye paketi yapılmış iki kutu verir. Danny‟in
paketinden kibrit kutusu çıkar; içinde ise sanal gerçeklik teknolojisini aktif eden parça
vardır. Theo‟nun kutusu ise yüzük kutusudur. Yılda bir gün Danny oyuna bağlanıp Karl
ile ilişkiye girerken, Theo da nikâh yüzüğünü çıkartıp başka bir erkekle beraber
olmaktadır. Bölümün son sahnesi ile izleyiciye evlilik içi sadakatin yeniden
oluşturulduğu farklı bir aile modeli sunulmaktadır.

3.2.3. Diğer Aile Betimlemeleri

Arkangel40 bölümü bir doğum sahnesi ile başlar. Baba hakkında bilginin olmadığı
bölümde, doğum anında Marie‟ye destek olan kişi hemşiredir. Babasız aile temsiline bir
örnek oluşturan bu bölümde, aile temsili ile ilgili olarak, ailenin çocuk üzerindeki
denetiminin oluşturacağı olumsuz sonuçlar, uç bir örnek üzerinden izleyiciye
aktarılmaktadır. Aktarılan bu ileti ile ailenin çocuk üzerindeki denetimi hakkında,
izleyicinin ortak duyusunda şüphe yaratan veya olumsuz gelebilecek bir intiba

40
4. Sezon 2. Bölüm – 2017, Yönetmen Jodie Foster.
51

oluşturulur. İletilerin etkisine en açık olunduğu çocukluk döneminde iletiler ile çocuk
arasına giren ebeveyn denetimi medyanın iletileri ile çocuğun kültürleme sürecindeki
etkisini sınırlandırmaktadır. Bu durum medyanın, ebeveyn denetimi konusunda neden
olumsuz örnekleri ön plana çıkardığı sorusunun cevabını verebilir.
Hapishane Defterlerinde Gramsci aile kurumu ile ilgili düşüncelerine nadiren
rastlanmakla birlikte özellikle eski kuşağın çocuğun eğitiminden elini çekmesini
getirdiği sıkıntılara değindiği kısa bir not bulunmaktadır.

“Eski kuşağın genç kuşağı yönlendirmedeki başarızılığı, aynı zamanda aile


kurumundaki krizin ve kadının toplumdaki yeni konumunun bir ifadesidir.
Çocuk eğitimi, gittikçe devlete veya kişiye özgü eğitsel girişimlere terk
edilmektedir ve bu nedenle geçmişe nazaran bir „duygusal‟ yoksunluğun
oluşmasının yanı sıra hayat da mekanişlekmektedir. En ciddi sorun, belli
koşullarda eski kuşağın yanlış anlaşılan ya da uygunsuz koşullara uyarlanan
teoriler ekseninde eğitimden elini çekmesidir” (Gramsci, 2012, s.72-73).

Açıkça görüldüğü üzere Gramsci burada aile kurumunda yaşanan krizi, çocuk ile aile
arasındaki ilişkide yaşanan değişikliği ve ailenin çocuğun eğitiminden elini çekmesini,
mekanikleşen hayatın sebebi olarak ifade etmektedir.

Black Mirror dizisinde seçilen örnekler üzerinden ailenin temsili incelendiğinde,


modern kentli aile tipine yönelik olumsuz temsillerin ağırlıkta olduğu görülmektedir. Bu
durum, dizinin aile temsilinin yer aldığı diğer bazı bölümlere bakıldığında da
görülebilmektedir. Örneğin The National Anthem‟de Başbakanın ailesi, mutsuz bir aile
olarak yer alır. Be Right Back‟de41 ise aralarında mutlu bir ilişki olduğu görülen Martha
ve Ash çifti ile karşılaşırız. Lakin mutlu aile tablosu çok uzun sürmez ve bölümün daha
9. dakikasında Ash‟in ölüm haberi gelir. Ayrıca bölümde çiftin arasındaki sevgi bağı
kuvvetli görünse de Ash‟in ölümüne kadar olan kısa aralıkta, Ash‟in cep telefonu
bağımlılığı ve cinsel yönden yetersizliği vurgulanmaktadır.

Playtest42 bölümünde ise evden kaçarak dünyayı gezmeye başlayan Cooper‟ın, arkadaşı
gibi gördüğü babası ölmüştür. Annesi ile ise nasıl iletişim kuracağını dahi bilmeyen
Cooper, evden kaçarak dünyayı gezmeye başlamıştır. Bölüm boyunca annesi tarafından
aranan Cooper telefonu açmaz. Amacı, eve döndüğünde onunla yüz yüze görüşmektir.

41
Hemen Geri Dön, 2. sezonunu 1. Bölüm – 2013, Yönetmen Owen Harris.
42
Oyun Testi, 3. Sezon 2. Bölüm – 2016, Yönetmen, Dan Trachtenberg.
52

Ancak bölüm sonunda eve dönemeden ölür. Shut Up and Dance43 bölümünde ise
başkarakter Kenny‟nin, annesi ve kız kardeşinden oluşan ailesi görülür. Anne bekârdır;
baba hakkında bilgi yoktur. İkinci karakter Hector‟un sevgi dolu bir ailesi olduğu
resmedilse de Hector karısını genç bir kızla aldatırken hackerlara yakalanır.

Babanın yer almadığı ve/veya yer aldığında ise olumsuz örnekler olarak görüldüğü bu
bölümler Horkheimer ve Adorno‟nun “Herkesin maaşlı olduğu bu maaşlılar
uygarlığında babanın zaten kuşkulu olan saygınlığı da sona erer” (Horkheimer ve
Adorno, 2014, s. 204) tespiti ile “Kitle kültürü artık baba ideali ya da duyguların
egemenliği gibi eski hülyaları gerektiğinde ideoloji diye aşağılayıp bir kenera itebilecek
kadar güçlenmiştir.” (Horkheimer ve Adorno, 2014, s. 197) sözlerini akla getirmektedir.
Maaşlılar uygarlığında saygınlık ancak maaş verenlere aittir.

Hated in the Nation bölümünde de yine aile ile ilgili olumsuz hegemonik öğeler
rastlanır. Örneğin internette nefret söylemlerinin odağında yer alan ve ölüm tehditleri
alan Jo Powers‟ın cinayet vakası hakkında dedektif yardımcısı Karin‟in dedektif
Blue‟ya yönelttiği “kocası mı yaptı sence? Boğaz kesmek, sıra dışı bir şey bu” sorusuna,
Blue, “Henüz hiçbir şey bilmiyorum. Bu tür şeyler ya uyuşturucudan ya içkiden ya da
ailevi sebeplerdendir” cevabı ile karşılık verir. Yine bölümün ilerleyen dakikalarında
Kelly‟nin “Diyelim ki kocası çıktı. Bu bir tesadüf olurdu değil mi?” sorusuna Blue;
“Pek sayılmaz. Herkesi aşırı derecede kızdırıyorsun. O evdeki gerilim tavan yapmış
olmalı. Bu internet şeyleri hava gibi yavaşça geçip gider. Bu yarım nefrettir. Çoğunun
kastı o değildir. Evlilikteki nefretse 3 boyutlu gibidir işte. Emek demektir. Yürektendir.”
cevabını verir.

Bu örneklerden yola çıkarak, Black Mirror dizisinde mutlu bir aile tablosuna
rastlamanın neredeyse imkânsız olduğu söylenebilir. Gramsci‟nin perspektifinden
okunduğunda, ekonomik gücü elinde bulunduran burjuvanın, kültürel alanda da
hegemonyasını kurarak toplumun ortak duyusunu belirlemeyi amaçladığı çıkarımına
ulaşabiliriz. Egemen sınıf, bu arzusunu yerine getirmek için de çeşitli hegemonik
aygıtlara başvurmaktadır. Bu aygıtların içinde en önemli olanı ise kitle iletişim
araçlarıdır.

43
Sus ve Dans Et, 3. Sezon 3. Bölüm – 2016, Yönetmen, James Watkins.
53

Aile kurumu ise kültürleme sürecinin baş aktörü olarak, kültürü belirlemeyi amaçlayan
medyanın en büyük “geleneksel” rakibi konumundadır. Bu durum, Black Mirror
dizisinde ve genel olarak medya ürünlerinde aile hakkında yer alan olumsuz hegemonik
öğelerin nedenini açıklayabilir. Medyanın, aile kurumunu yıpratarak ailenin toplumun
ortak duyusundaki olumlu izlenimi tersine çevirmeyi istediği, bu hegemonik
mücadeleyi kazanıncaya kadar da aileyi belirleyerek ailenin kültürleme sürecindeki
rolünü kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmayı amaç edindiği düşünülebilir.

3.3. Siyasal Kurumların Temsili

Çalışmanın bu bölümde aile kurumu gibi toplumun temel kurumlarından olan siyasal
kurumların Black Mirror dizisindeki temsili incelenmektedir. Bu doğrultuda dizide ilk
olarak siyasetçilerin temsili incelenmektedir. Ardından, Kısaca, teknik araştırma ve
deneylerden doğan yeni bir teknolojinin, daha sonra da içine doğduğu sektörü ya da
toplumu değiştirdiği (Williams, 2018, s.148) varsayıma dayanan teknolojik determinist
bakış açısına sahip Black Mirror dizisinin; yeni nesil teknolojilerin siyasal kurumlara
etkileri konusuna ve teknolojik gelişmelerin nimetlerinden faydalanarak hızla büyüyen
çok uluslu şirketlerin gelişimi ile birlikte ortaya çıkan; ulus devlet-çok uluslu şirket
tartışmasına (bkz. Aydın, 1996) yaklaşımı incelenmektedir.

3.3.1. Siyasetçiler

Bu bağlamda ilk örnek olarak, siyaset kurumunun yoğun bir şekilde yer aldığı
bölümlerin başında gelen The National Anthem tercih edilmiştir. Bölümde, kim olduğu
bilinmeyen bir kişi İngiltere prensesini kaçırmıştır. Talebi ise Başbakan‟ın canlı yayında
bir domuz ile ilişkiye girmesidir. Prensesi kaçıran kişi, 16:00‟ya kadar talebi yerine
getirilmezse prensesi öldüreceğini söylemektedir. The National Anthem iki noktada
incelenebilir: Geleneksel siyaset kurumunun temsili ve bu kurumun, internet
teknolojisinin gelişmesiyle birlikte yaygınlaşan sosyal medya karşısındaki konumudur.

Öncelikle bölümde, siyaset kurumu oldukça olumsuz bir şekilde tasvir edilmiştir.
Başbakan, çoğunlukla öfkesini kontrol edemeyen, sürekli küfür eden bir karakter çizer.
Hatta bir sahnede masayı tekmeleyip hakaretler ederek kadın yardımcısının boğazına
sarılır. Başbakan ve yardımcılarının bölüm boyunca geçen konuşmalarında ise
54

öldürülmesi söz konusu olan prensesin -daha doğrusu bir insanın- hayatının hiçbir
önemi olmadığı görülmektedir. Önemli olan tek şey anketlerdir. Bölümün bir
başbakanın domuzla cinsel ilişkiye girmesi üzerine tasarlanmış olması da zaten başlı
başına siyaset kurumuna yönelik yıpratıcı bir girişimdir. Yine siyaset kurumu ile ilgili
hegemonik söylemde halkın, fidyecinin talebi ile ilgili görüşlerinin aktarıldığı kısımda
geçmektedir. Görüşü alınan vatandaşlardan biri; “Başbakanlar için o kadar uygunsuz bir
şey değil, başbakanlar ile milletvekillerinin hepsi cinsel sapık” yorumunda bulunur.

3.3.2. Siyaset Dünyası ve Yeni Nesil Teknoloji

Yeni nesil teknoloji açısından sosyal medya - hükümet ilişkisinde ise hükümetin, sosyal
medya karşısındaki çaresizliği öne çıkarılmaktadır. Prensesi kaçıran kişinin, talep
videosunun ilk izlenildiği sahnede başbakan videoyu kimsenin görmemesini emreder.
Ancak yardımcıları videonun youtubedan yayınlandığını bildirir. Başbakan ve
yardımcıları geleneksel medya kuruluşlarının videoyu yayınlamasını bir süre
engelleyebilse de youtubeda yayınlanan videoyu engelleyememiştir. Yine bir sahnede
de başbakan yardımcısının dublör kullanma planı, bir vatandaşın oyuncunun resmini
çekip internete yüklemesi ile sona erer.

The Waldo Moment bölümünde de siyasetçilerin olumsuz tasviri devam etmektedir.


Dizinin başında Gladwell adındaki milletvekilinin hacklenen twitter hesabından, 15
yaşındaki bir kıza cinsel içerikli fotoğraf gönderdiği ortaya çıkar. The National
Anthem‟de geçen “siyasetçiler sapıktır” mesajı, burada da devam ettirilir. Seçim
bölgesinde ise üç aday vardır. Muhafazakâr parti adayı seçkinci ve geçmişe takılıp
kalmış birisi olarak tasvir edilirken, İşçi partisi adayı da kötü espriler yapan soğuk bir
karakterdir. Yeni nesil politikacı rolünü üstlenen animasyon karakteri Waldo ise
seviyesiz, basit ama halkın hoşuna giden espriler yapmaktadır; geleneksel siyasetçilere
nazaran halkın dilinden anlamakta ve halk tarafından da sahiplenilmektedir. Bu
bölümde de geleneksel siyasi karakterler, sosyal medyayı aktif olarak kullanabilen yeni
nesil Waldo karakteri karşısında çaresizdir.

Ancak Waldo anketlerde ikinci sıradadır. Anketlerde ilk sırada yer alan muhalefet
partisi adayı Monroe ise bu durumu “Eğer o şey ana muhalefetse, o zaman tüm sistem
manasız gözükür.” sözleri ile yorumladıktan sonra “ki anlaşılan öyle” diyerek,
55

geleneksel sitemin artık manasız olduğu savını, bizzat sistemin merkezinde yer alan
milletvekili adayı aracılığı ile izleyiciye aktarmış olur. Ancak bu dizide bu mesajın
olumlu bir mesaj olarak aktarıldığı söylenemez. Bölüm, yeni nesil teknolojiler ile
desteklenen Waldo karakterinin, geleceğin, umudun ve inancın sembolü olarak bütün
dünyaya yayıldığını gösteren görüntüler ile biter. Bölümde geleneksel siyasi sisteme
yönelik olumsuz hegemonik öğeler öne çıkmakla birlikte, bölüm bütünlük içerisinde
değerlendirildiğinde Waldo‟ya karşı geleneksel sistemden yana bir tavır alındığı
söylenebilir.

The National Anthem bölümünde karşılaşılan, hükümetin sosyal medya karşısındaki


çaresizliği konusu, yeni nesil teknoloji ve bilgi ağları ile desteklenen Waldo
karakterinin geleneksel sisteme galip geldiği The Waldo Moment bölümünde iyice
belirginleşmektedir. Aynı zamanda Waldo karakterinin dünyada umudun sembolü
haline geldiği görünteler ve Waldo karakterinin Twitter‟ın logosu ile aynı renge sahip
oluşu, özellikle Arap Bahar olarak adlandırılan olayların Twitter Devrimi, Facebook
Devrimi gibi yakıştırmalarla birlikte düşünüldüğünde Waldo karakterinin Twitter‟a bir
gönderme olduğu düşüncesini akla getirmektedir.

Smithereens44 bölümünün ana teması ise insanların; Facebook, Twitter benzeri bir şirket
olduğu anlaşılan Smithereen şirketinin ürünü olan sosyal medya platformuna
bağımlılığıdır. Bu bölümün örnek olarak seçilmesinin sebebi, bölümde; çok uluslu
yapılanması olduğu anlaşılan Smithereen şirketinin, bir İngiltere vatandaşı hakkında,
İngiltere resmi kurumlarından daha güçlü bir istihbarata sahip olduğunun görülmesidir.
Bölümün başkarakteri olan Chris, araba kullanırken Smithereen uygulamasına girmek
için telefonunu açtığı sırada trafik kazası yapmıştır ve nişanlısı bu trafik kazasında
hayatını kaybetmiştir. Nişanlısının ölümünden kendisini ve bağımlılık yaptığı söylenen
Smithereen uygulamasını sorumlu tutan Chris, Smithereen şirketinde çalışan bir kişiyi
rehin alarak Smithereen‟ın kurucusu Billy Bauer ile konuşmayı talep etmektedir. Bu
sırada polis de Chris ve rehinenin bulunduğu arabanın etrafını sararak rehineyi kurtarma
operasyonuna başlamıştır.

44
Parçacıklar, 5. Sezon 2. Bölüm – 2019, Yönetmen, James Hawes.
56

Operasyonun daha başında, operasyonu yöneten baş komiser “Biliyorum, durum gergin
ama fiyaskoyu göze alamayız. Stretton'da zavallı Bay Kurusıkı'ya olanlar gibi” sözleri
ile yakın zamanda başarısızlıkla sonuçlanan bir operasyonun bilgisini izleyiciye aktarır.
Polis amirinin Chris hakkında bilgileri aldığı sırada FBI ve Smithereen şirketi olaya
dâhil olur. Amir, Chris hakkındaki bilgileri FBI ve Smithereen yöneticileri ile
paylaşmak ister; ancak Smithereen şirketinin operasyon yöneticisi Wu, baş komiserin
sözünü keserek kendi ellerindeki bilgileri verir. Wu aynı zamanda, Chris‟in Billy Bauer
ile görüşmek için kullandığı telefonu mikrofona çevirerek, dinlemekte olduklarını
bildirir. Baş komisere Chris‟in amacı ile ilgili fikrini soran Wu, baş komiserin
“muhtemelen para talep ediyordur” şeklindeki “basit” cevabın ardından, Chris hakkında
ulaştığı; “yüksek zekâlı düşük gelirli grupta yer alıyor”, “taksicilik için kullandığı hesap
çalıntı ve bu hesap muhtemelen darkwebden satın alındı” gibi bilgileri vererek, baş
komisere, Chris‟in rehin alma girişiminin planlı olduğunu bildirir. Uber benzeri bir
uygulama olduğu anlaşılan Hitcher yetkililerinden aldıkları bilgi ile de, hedef olarak
özellikle Smithereen şirketini seçtiğini anlatır. Ayrıca kazada nişanlısını kaybettiği
bilgisini veren de yine Wu‟dur. Polis amiri ile FBI ajanı ise sadece dinleyicidir.

Smithereen şirketi herhangi bir kullanıcısından biri olan ve uzun zamandır da uygulama
giriş yapmayan Chris hakkında kişisel verilerde dahil olmak üzere oldukça ayrıntılı
bilgilere sahiptir. Saniyeler içerisinde Chris‟in zeka seviyesine, ekonomik durumuna,
ailevi ilişkilerine dair bilgilere ulaşır. Aynı zamanda şirket istediği anda kullanıcısının
telefonunu mikrofana çevirerek sedece telefon görüşmelerini değil telefonun bulunduğu
ortamı da dinleyebilmektedir. İngiltire Polis Teşkilatı ise Smithereen şirketinin elde
ettiği verilerin çok daha azın, çok daha uzun süren araştırmalar neticesinde elde
edebilmektedir.

Bu bilgileri dinleyen ve kendini kanıtlama çabası içinde olduğu görülen ara bulucu ise
eline mikrofonu alarak Chris ile konuşmaya çalışır; fakat Chris tarafından aşağılanır ve
Chris‟in tehdidi ile olay yerini terk etmek zorunda kalır. Bu sırada 10 günlük sessizlik
inzivasına çekilmiş olan Billy Bauer‟e ulaşılmıştır. Billy Bauer, Chris ile konuşmak
istese de Wu ve FBI ajanı bunu onaylamaz. FBI ajanının “efendim bunu yapamazsınız”
sözlerine ise Billy Bauer “bana ne yapacağımı söylemezsin sözleri ile karşılık verir”
57

FBI ajanının ısrar etmesi üzerine ise yöneticilerine “FBI ajanı dangalağı aradan çıkar”
emrini verir.

Medya ürünlerinde temsiline genellikle otoriter konumu, profesyonelliği ve iş bitiriciliği


ile rastlanılan FBI ajanı karakteri dizinin bu bölümündeki otoritesini kaybetmiştir. Bir
şirket patronu tarafından dangalak olarak aşağılanabilir ve bu hakaretin karşısında sesini
dahi çıkaramaz. Aynı zamanda profesyonelliğinin ve iş bitiriciliğinin yerinide hantallık
ve amatörlük almıştır.

Bauer sözünü Wu‟ya da geçiremeyince, onu bulan ekipten aldığı diz üstü bilgisayarını
açarak Chris‟e kendi ulaşmaya karar verir. Bauer bu sırada diz üstü bilgisayarını aldığı
çalışanına; “pozisyonumun aslında tek iyi yanı, arada sırada kullanabildiğin tanrı modu”
diyerek elindeki gücü tanrı gücü olarak ifade eder.

Bauer‟le konuşan Chris, amacının para olmadığını sadece nişanlısının ölümünden


dolayı kendisini ve Smithereen‟ı suçladığı için bu girişimde bulunduğunu anlatır. Rehin
aldığı kişiyi bırakacaktır; ama bölüm sonunda anlaşılamasa da operasyon yine polis
teşkilatının hatası nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır. Bölüm boyunca geleneksel devlet
yapısının kurumları olan polis teşkilatının ve FBI‟ın köhnemiş yapısı vurgulanırken,
Smithereen şirketinin ise her iki kurumun da ulaşamadığı bilgilere kolaylıkla
ulaşabildiği ve bu bilgilerin her iki teşkilata nazaran daha başarılı şekilde yorumladığı
ön plana çıkarılır.

3.3.3. ġirketin Dünyası

Dizinin Men Against Fire bölümünde ise böcek adı verilen düşmanlara karşı savaşan
ordu ile karşılaşılmaktadır. Bölüm sonunda MASS kurucuları için zayıf, düşük IQ‟lu,
hastalıklı DNA‟ya sahip insanların, aslında normal insanlar olduğu, askerlere
yerleştirilen “mass” adındaki sistem sayesinde, sadece askerlerin onları böcek olarak
gördüğü ortaya çıkmaktadır. Sivil halk ise bölümde aktarıldığı kadarıyla; medya
aracılığıyla yürütülen propagandanın neticesinde onların öldürülmesi gerektiğine ikna
edilmiştir.
58

Men Against Fire bölümünün dikkat çeken yönü; insanların, uluslara veya etnik
kimliklerine göre değil, güçlü ve zayıf olarak ayrılmış olmasıdır. Ordu kampında ve
askerlerin omuzlarında yer alan simge de bir ülke bayrağı değil, bir şirket markasının
sembolü gibi görünen V harfidir. Askerlerin seçiminde ise farklı etnik kimlikleri temsil
eden karakterlerin tercih edildiği görülebilir. Aynı zamanda bölümde herhangi bir
devletin varlığına dair herhangi bir mesaj bulunmamaktadır. Daha çok, bir teknoloji
devinin kontrolünde yürütülen ve zayıf olan insanların ayıklandığı yeni nesil dünya
tasviri göze çarpmaktadır.

Günümüzde özellikle internet teknolojisindeki gelişmeler ile birlikte; devletlerin dünya


yönetimindeki merkezi gücünün, çok uluslu şirketlere doğru yöneldiğine ilişkin
düşünceler yaygınlık kazanmaya başlamıştır.

“Dijital çağın getirdiği değişim endüstri devriminin yarattığı kontrol ve


hiyerarşiye dayalı merkezileşmiş dünya düzenininde merkezi noktaların
ortadan kalkarak, ağ ve şebekeler boyunca uzanmış çok sayıda noktanın
varolduğu bir yapıyı getirmiş olmasıdır. Politik ve kültürel yaşam da bu ağ
yapısına göre yeniden yapılanmaktadır.” (Ryan‟dan akt Başlar, 2013, s.825-
826).

Bu tespit kültürel hegemonya kavramı bağlamında incelendiğinde ise; digital çağın


politik ve kültürel yaşama olan etkileri, özellikle Facebook, Twitter, Google, Microsoft,
Apple gibi teknoloji şirketlerinin hegemonya mücadelesindeki avantajlı konumunu
ortaya koymaktadır. Black Mirror dizisinin bölümnlerinde de görüldüğü insanların bu
tarz şirketlerin ürünlerine karşı olan bağımlılığı ve şirketlerin bu bağımlılığın sayesinde
elde ettiği kullanıcı verileri şirketlere büyük bir ekonomik güç sağlarken aynı zamanda
bu şirketlerin kültürel alandaki belirleyici gücünü de pekiştirmektedir.

Bununla beraber Zürih Üniversitesi‟nde 2007 yılında yapılan bir çalışma, çok uluslu
şirketlerin ayrıntılı bir incelemesini içermektedir. 43060 çok uluslu şirketin birbirleri
arasındaki sahiplik ilişkilerine odaklanılan çalışmada ulaşılan sonuçlar ise oldukça
dikkat çekicidir. Bu çalışmada incelenen 43060 uluslararası şirketin %0.61‟ni oluşturan
yaklaşık 263 tanesinin, bu şirketlerin %80‟ninin, yani 34448‟inin kontrolüne sahip
olduğu tespit edilmiştir. Ancak bu kontrol gücünde, Black Mirror dizisinde gösterildiği
gibi teknoloji şirketlerinin değil, finansal şirketlerin üstünlüğü görülmektedir (bkz.
59

Vitali; Glattfelder and Battiston, 2011). Yapılan bu çalışma neticesinde araştırmacılar,


kuramsal savlarda finansal kuruluşların kontrol sağlamak için şirketlerin hisse
senetlerine yatırım yapmadığı savunulsa da çalışmanın sonuçlarının küresel olarak, üst
düzey sahiplerin, en azından, resmi olarak (örneğin, hissedar ve yönetim kurulu
toplantılarında oy kullanma) veya gayri resmi müzakereler yoluyla, önemli ölçüde
denetim yapma konumunda bulunduklarını ifade etmektedir. (Vitali; Glattfelder and
Battiston, 2011, s. 8)

Bu noktada Raymond Williams‟ın; medya ürünlerinde ve teknolojik determinist


yaklaşımlarda sermaye sahiplerinin baskın konumunun kasıtlı olarak gösterilmediğine
dair sözleri açıklayıcıdır:

“Tekelleşen şirketler ve elit metropol entelektüelleri tarafından iki üç


merkezde belirlenen, bilinçli ve homojenleşmiş bir insanlık fikri zemininde
ideolojik bir model dayatıldı. Şirketler homojenleştirirken entelektüeller
teori işini üstlendi. Her ikisi de sahte zemini, “dünyayı değiştirip açan, sonra
da birleştiren” teknolojilerde buluyordu. Esasen teknolojiler ne böyle bir
pratiğe ne de teoriye yol açmış değildi. Sadece kültür alanında değil aynı
zamanda toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamın en geniş alanlarında
ikisini de üreten şey, ulusal sınırları aşan baskın kapitalist düzenin
güçleriydi. Fakat düşmanın adı koyulamazdı zira para ondan geliyordu”
(Williams, 2018:163).

Black Mirror dizisinde de bu değişimin sebebi olarak teknolojik gelişmeler ön plana


çıkarılmaktadır. Bu öne çıkarma, teknolojiyi kontrol eden azınlık kesimin toplum
üzerindeki hegemonik konumu gizlemektedir. Williams, gerçek düşman olarak
nitelendirdiği baskın kapitalist güçlerin adının koyulmasını engelleyen bir mesele olarak
teknolojinin ön plana çıkarılmasına değinirken, Horkhemir ve Adorno kültür
endüstrisinde; kültür tekelleri olarak tanımladıkları medya sektörünün asıl erk sahibi
olarak banka sektörü, petrol kimya ve çelik endüstrilerine olan bağımlılığından söz
ederler (Horkheimer and Adorno, 2014, s. 165)
60

SONUÇ

Kültürel hegemonya kavramının temelini oluşturan kültür ve ortak duyu kavramlarını


birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Kültürel hegemonya kavramı, ortak duyuda elde
edilen üstünlük ve kültür aracılığıyla elde edilen halkın düşüncelerini belirleme gücünü
vurgular. Bu bağlamda hegemonik üstünlük, propaganda faaliyetleri sonucu ortak
duyuda meydana gelen anlık değişimlerden daha fazlasıdır. Farklı kanallardan
gerçekleştirilen ve düzenli olarak devam ettirilen faaliyetler neticesinde, ortak duyuda
gerçekleştirilen değişikliğin, kültürel alana yerleşmesi ile kazanılan bir üstünlüğü ifade
eder.

Kültürel hegemonya kavramı bağlamında Black Mirror dizisinin incelendiği bu tez


çalışmasında, medyanın ürünlerinde yer alan hegemonik öğelerin toplumun ortak
duyusundaki etkisi, Black Mirror dizisi örneği üzerinden gösterilmiştir. Ancak burada
belirtmek gerekir ki; herhangi bir medya ürününün tek başına kültürel hegemonyayı
oluşturduğu iddia etmek, kültürel hegemonya kavramının anlamsal içeriği ile ters
düşmektedir. Bu bağlamda Gramsci, kültürel alanda yaşanacak değişimlerin adım adım
gerçekleşeceğini ve bu değişikliğin zaman içerisinde oluşacağını özellikle
vurgulamaktadır. Yani hegemonik üstünlük, benzer hegemonik öğelerin düzenli ve
sistemli bir tekrarı ile süreç içerisinde oluşmaktadır.

Black Mirror dizisi, eleştirel yönden zengin içeriği sayesinde, toplumsal meselelere
karşı eleştirel düşünceler taşıyan izleyici kitlesinin ilgisi çekmeyi başarmaktadır. Fakat
öğretilmiş çaresizlik açısından bakıldığında dizi, eleştirel yönü ile ilgisini çekmeyi
başardığı izleyicisine bu sıkıntılara karşı mücadele yöntemleri göstermediği gibi,
sıkıntılara karşı mücadele etmenin anlamsızlığını gösteren hegemonik öğeler
içermektedir. Bu hegemonik öğeler izleyiciye; kurulu olan sistemin olumsuz yönlerine
karşı direniş gösteren ve/veya bu olumsuzluğu gidermeye yönelik mücadeleye girişen
karakterlerin başarısızlıkları üzerinden aktarılmaktadır.
61

Bu karakterler, bölüm sonlarında ya mücadele ettiği sistemin bir parçası olmayı


kabullenmekte ya da girişimlerinin bedellerini ödemektedir. İzleyiciye aktarılan bu
hegemonik öğeler, izleyicinin sistem karşısındaki çaresizliğini ve acizliğini besleyici
hegemonik öğeler olarak değerlendirilebilir. Bu noktada dikkat çeken önemli bir detay
ise dizinin ilk bölümünde kendini asarak intihar eden karakter hariç -ki intihar da ruhsal
bir durumun sonucudur-, direnişin bedellerinin, fiziksel açıdan değil ruhsal açıdan
ödenmesidir. Bu detay ise kültürel hegemonya kavramında ortak duyuyu belirleyici
gücü vurgulanan kültürün, uyum sağlamayanı dışlayan yönünü akla getirmektedir.

Dizide aile kurumuna yönelik hegemonik öğeler incelendiğinde de aile kurumunu


yıpratıcı yönde hegemonik öğelerin ön plana çıktığı görülmektedir. Aile hayatının,
sıradanlık ve sıkıcılık kalıplarına hapsedildiğinin görüldüğü dizide, aynı zamanda
ailenin getirdiği sorumlulukların ağırlığı ön plana çıkarılarak, aile, mutsuz yaratmakla
eşleştirilmiştir. Dizide mutlu bir aile hayatının temsiline rastlamak neredeyse
imkânsızdır. Aile hayatının cinsel arzuyu körelttiği düşüncesi de eşlerin sağlıksız cinsel
ilişkilerinin tasvirleri ile izleyiciye aktarılır. Hatta dizinin bölümlerinde, sağlıklı bir
cinsel ilişkinin varlığının görüldüğü tek bir aile örneği yoktur. Dizinin ebeveynin
denetimini doğrudan konu edindiği bir bölümde de, uç bir örneği ön plana çıkararak
ebeveyn denetimine yönelik olumsuz hegemonik öğeler oluşturulmaktadır.

Aile kurumu, toplum içinde küçük veya büyük gruplar oluşturmaktadır; dolayısıyla
toplumun atomize bireylerden oluşmasını engeller. Aynı zamanda ebeveynler,
çocukların etkiye en açık olduğu dönemlerinde çocukların medya iletileriyle arasındaki
ilişkiyi denetlerler. Böylece iletiler açısından medyanın yanında ikinci bir söz sahibi
haline gelirler. Ayrıca aile, kültür aktarımın en önemli ve kritik kurumdur. Aile
kurumun sahip olduğu bu üç önemli işlev, Black Mirror dizisinde aile kurumu hakkında
açıkça göze çarpan olumsuz hegemonik öğeler sebebini oluşturmaktadır.

Dizide siyaset kurumunun görünümü incelendiğindeyse ilk dikkat çeken konu


siyasetçiler hakkında yer alan olumsuz hegemonik öğelerdir. Dizide yer alan başbakan
ve milletvekilli gibi siyasi karakterler genellikle öfkesine hâkim olamayan ikiyüzlü ve
duygusuz kişiler olarak temsil edilmektedir. Ayrıca siyaset kurumunun merkezi
62

konumda yer aldığı bölümlerde, siyasetçilerin sapıklıkla ilişkilendirildiği hegemonik


öğeler yer alır.

Temelinde teknolojik gelişmelerin sebep olduğu değişimlerin toplumsal alandaki


etkilerini konu edinen Black Mirror dizisinde, teknolojik gelişmelerden en çok etkilenen
toplumsal kurumun da siyaset kurumu olduğu söylenebilir. Dizide hükümetlerin dijital
alanda yaşanan gelişmelerle birlikte, ortaya çıkan sosyal medya ve sosyal medya
destekli yeni nesil siyasetçi tipi karşısında çaresizliği gösterilir. Aynı zamanda;
Facebook, Twitter ve İnstagram‟a benzeyen sosyal medya platformlarının kişisel
verilere erişim gücü karşısında, devletin istihbarat birimleri ve polis gücünün oldukça
zayıf kaldığı vurgusunu içeren hegemonik öğelere de rastlanmaktadır. Dizide, askeri
gücün bizzat bir şirket tarafından kontrol edildiği ve bir devletin varlığının
gösterilmediği bir bölüm de bulunmaktadır. Belirlenen bu hegemonik öğelerin ışığında,
toparlayıcı bir yorum yapmak gerekirse; dizide, sahip olduğu teknolojik araçlar ile hem
bilgi hem de etki gücünü elinde bulunduran teknoloji şirketlerinin, toplumsal alandaki
hegemonik üstünlüğü ellerinde bulundurduğu sonucuna ulaşılabilir. Bununla beraber
teknoloji şirketlerinin sahiplik yapılanmaları incelendiğinde esas söz sahibinin sermaye
gücünü elinde bulunduran ve ve rahatlıkla bir egemen sınıf oluşturan finansal şirketler
olduğu görülmektedir.

Ayrıca gelecek tasvirleri içeren, dolayısıyla izleyicinin geleceğe dair düşüncelerinde


etkili olabilecek Black Mirror dizisinin, dünya yönetiminde söz hakkının devletlerden
çokuluslu şirketlere doğru geçiş gösterdiğine dair tartışmalarda, çokuluslu şirketlerden
yana tavır aldığını göstermektedir. Dizinin özellikle siyasi kurumları konu edindiği
noktalarda öne çıkan teknolojik determinist yönü ise Raymond Williams‟ın “ulusal
sınırları aşan baskın kapitalist düzenin güçleri”ni (Williams, 2016, s. 163) hatırlatır.

Çünkü Black Mirror, problemlerin kaynağını teknolojik gelişmeler gibi göstererek,


dikkatleri hegemonyanın kurucularından uzaklaştırır. Oysa dünyanın yapay zekâ veya
katil arılar gibi bir problemi yoktur; ancak hali hazırda var olan en temel problemi
Bauman‟ın sözleriyle açıklanırsa, “dünyadaki en zengin 1000 kişinin toplam varlığının
en fakir 2.500.000.000 insanınkinin neredeyse iki katı” olmasıdır (Bauman, 2019, s.
14).
63

Bütün bunların yanında, diziye ilişkin yapılan incelemelerde, okul, kütüphane,


üniversite vb. eğitim kurumuna dair -çok kısa birkaç sahne dışında- bu tez çerçevesinde
irdelenebilecek derinlikte herhangi bir temsile rastlanmamıştır. Dizide din kurumu ile
ilgili olarak ise Men Against Fire bölümünde böcekleri koruyan kişinin dindarlığına
yapılan vurgu dışında dikkat çeken bir temsil yoktur. Buna karşın teknoloji sayesinde
kopyalanan insan bilincinin sanal dünyaya aktarılmasını konu edinen San Junipero gibi
bölümlerde, ölümden sonraki hayatın teknolojik bir versiyonu tasvir edilmektedir.

Ekonomi açısından bakıldığında, Black Mirror hakkında yapılan çalışmalarda, dizinin


toplumsal sorunlar konusundaki eleştirel yönü ön plana çıkarıldığı halde, toplumdaki
ekonomik adaletsizlik sorununa değindiği bir bölüm dahi tespit edilememiştir. Men
Against Fire bölümünde böcek olarak nitelendirilen insanların yemek çaldığı görülse de
bölümün yoksulluk ile ilgisi yoktur. Böcek olarak adlandırılan insanlar; “düşük IQ”,
“hastalıklı DNA” gibi sebeplerden ötürü öldürülmektedir. Köylülerin görece yoksul
görünümü ise yıllardır devam eden savaş nedeniyledir. Bu bölüm dışında dizide yoksul
bir karakter yok denebilir.

Son olarak bu tez çalışmasında hegemonik öğeler üzerinden incelenen Black Mirror
dizisi, sadece teknolojik determinizm, cinsiyet rolleri ve ilişkileri, küreselleşme gibi
birçok başka konu çerçevesinde çalışılabilecek içeriğe ve görsel temsillere sahip olduğu
söylenebilir. Kültürel hegemonya kavramına dair de birçok çalışma yapılabilir. Örneğin
psikanalitik yöntemle hegemonyanın birey üzerindeki etkisinin incelenebileceği gibi
nitel araştırma yöntemiyle bireyi sosyal medya kullanmaya iten faktörler de
araştırılabilir.
64

KAYNAKÇA

Adorno, Theodor W. Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi (Çev. Nihat Ülner- Mustafa
Tüzel - Elçin Gen), İletişim Yayınları, İstanbul 2007.

Aka, Assiye, “Antonio Gramsci ve Hegemonik Okul”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal


Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 Sayı 21, Haziran 2009, ss.329-338.

Aktan, Coşkun Can ve Serdar Yay, “Öğrenilmiş Çaresizlik ve Değişime Karşı Pasif
Direnç”, Sosyal ve Beşeri Bilimleri Dergisi, Cilt 8, Sayı 2, 2016 s. 58-71.

Aktaş, Murat, “Arap Ayaklanmaları ve Sosyal Medyanın Rolü”, Uluslararası Sosyal


Araştırmalar Dergisi, Cilt: 11 Sayı: 61, 2018.

Althusser, Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları (Çev. Alp Tümertekin), İthaki
Yayınları, İstanbul 2003.

Anderson, Perry, Gramsci: Hegemonya, Doğu Batı Sorunu Ve Strateji (Çev. Tarık
Günersel), Alan Yayıncılık, İstanbul 1988.

Aydın, Mustafa, “Uluslararası İlişkilerde Yaklaşım, Teori ve Analiz”, Ankara


Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi, 1996, 51(1):71-114.

Barthes, Roland, Göstergebilimsel Serüven (Çev. Sema Rifat), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2016.

Başlar, Gülşah, “Yeni Medyanın Gelişimi ve Dijitalleşen Kapitalizm, Yeni Medyanın


Gelişimi ve Dijitalleşen Kapitalizm”, XV. Akademik Bilişim Konferansı
Bildirileri, Akdeniz Üniversitesi, Antalya 2013.

Berger, Arthur Asa, Kültür Eleştirisi: Kültürel Kavramlara Giriş (Çev. Özgür Emir),
Pinhan Yayıncılık, İstanbul 2012.

Bryant, J., Thompson, S. Finklea and B. W, Fundamentals of media effects. Waveland


Press, USA 2012.

Chomsky, Noam, Medya Denetimi (Çev. Elif Baki), Everest Yayınları, İstanbul 2005.

Cox, Robert, W. Timothy and J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge


University Press, Cambridge 1996.
65

Crehan, Kate, Gramsci Kültür Antropoloji (Çev. Ümit Aydoğmuş) Kaldeon Yayınevi,
İstanbul 2006.

Durak, Yasin, Çalışma İlişkilerinde Kültürel Hegemonya: Konya Organize Sanayi


Bölgesi Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı, 2011.

Dural, A. Baran, Antonıo Gramscı Ve Hegemonya, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,


Kış-2012 Cilt:11 Sayı:39 (309-321).

Erdoğan, İrfan, Gerbner‟in Ekme Tezi Ve Anlattığı Öyküler Üzerine Bir Değerlendirme,
Kültür ve İletişim, 1(2): 149-180, 1998.

Erdoğan, İ. (2005). “Lazarsfeld ve Columbia Okulu”,


http://www.irfanerdogan.com/makaleler4/lazarsfeld.pdf, erişim tarihi
03.07.2019.

Eylül Ersoy, Gözetim Çalışmaları Temelinde Black Mirror Dizisi: Gerçek ve Kurmaca
Hayat İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2018.

Fiori, Giuseppe, Antonio Gramsci: Bir Devrimcinin Yaşamı (Çev. Kudret Emiroğlu),
İletişim Yayınları, İstanbul 2009.

Forgacs, David, Gramsci kitabı : Seçme Yazılar 1916-1935 (Çev. İbrahim Yıldız),
Dipnot Yayınları, Ankara 2012.

Graham, L. R. (2006). Moscow Stories. Indiana University Press.

Gramsci, Antonio, Hapishane Defterleri, Çevirmen: Adnan Cemgil, Belge Yayınları,


İstanbul 2014.

Gramsci, Antonio, Hapishane Defterleri, 1. Cilt (ed. Joseph A. Buttigieg, Çev. Barış
Baysal) Kaldeon Yayınları, İstanbul 2011.

Gramsci, Antonio, Hapishane Defterleri, 2. Cilt (ed. Joseph A. Buttigieg, Çev. Barış
Baysal) Kaldeon Yayınları, İstanbul 2012.

Gramsci, Antonio, Hapishane Defterleri, 3. Cilt (ed. Joseph A. Buttigieg, Çev. Barış
Baysal) Kaldeon Yayınları, İstanbul 2012.
66

Gramsci, Antonio, Hapishane Defterleri, 4. Cilt (ed. Joseph A. Buttigieg, Çev. Barış
Baysal) Kaldeon Yayınları, İstanbul 2014.

Güngör, Nazife, İletişim - Kuramlar-Yaklaşımlar, Siyasal Kitapevi, Ankara 2011.

Gürçınar, Pınar, “Althusser ve Marks‟ın İdeoloji Kavramlarının Karşılaştırılması”,


Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8 Sayı: 41, 2015.

Hall, Stuart, Peter Hamilton, Henrietta Lidchi, Sean Nixon ve Christine Gledhill, Temsil
(Çev. İdil Dündar), Pinhan Yayıncılık, İstanbul 2017.

Hall, Stuart, Paul Q Hirst, William T. Bluhm Bo Gustafsson, Roisin McDonough, Bob
Lumbley ve Gregor Mclennon, İdeoloji Üzerine: Eleştirel İdeoloji
Araştırmaları,Gramsci, (Çev. Can Şahan), Pales Yayınları, İstanbul 2014.

Horkheimer, Max, Theodor W. Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği (Çev. Nihat Ülner -


Elif Öztarhan Karadoğan), Kabalcı Yayınları, İstanbul 2014.

Ives, Peter, Gramsci'de Dil ve Hegemonya (Çev. Ekrem Ekici), Kaldeon Yayınevi,
İstanbul 2011.

Kaya, Meltem, Beden ve İktidar İlişkisinin Sinoptikon Üzerinden İncelenmesi: Black


Mirror Dizisi Örneği, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Genel Gazetecilik Anabilim Dalı, 2017.

Kaymak, Muammer, “Hegemonya Tartışmaları Işığında İngiliz ve Amerikan


Hegemonyaları: Yönlendirici Hegemonyadan Kural Koyucu Hegemonyaya”,
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 34,
Sayı 1, 2016, s. 63-92.

Keykavosiranagh, Seher, Yumuşak Güç Enstrümanı Olarak Kültürel Hegemonya,


Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset
Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, 2015.

Kırel, Serpil, Kültürel Çalışmalar ve Sinema, İthaki Yayınevi, İstanbul 2012.

McQuail, Denis,Sven Windahl, İletişim modelleri: Kitle İletişim Çalışmalarında (Çev.


Konca Yumlu), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2010.

Muth, R. and Muth M. F., Harold D. Lasswell: An Annotated Bibliography, Springer


Science & Business Media, 1990.
67

Nahya, Z. Nilüfer, “Sözlü Anlatının Hafızasından: Sinop Cezaevinin Kahramanları ve


Kahramanlaştırma”, Millî Folklor Dergisi, 2014, Yıl 26, Sayı 104 S. 68-69.

OECD İstatistikleri, https://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=WEALTH, erişim


tarihi, 01.07.2019.

Oğuz, Hatice Şule, “Stuart Hall”, Moment Dergi, 2014, 1(1): 125-136.

Özsoy, Aydan, Popüler Kültür Ürünü Olarak Durum Komedileri: “Çocuklar


Duymasın” Örneğinde Aile Söylemi, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı, 2005.

Peker, Bengisu Yağmur, The Frankfurt School and Antonio Gramsci: Theoretical
concerns in the practice of cultural criticism, an their "means" to producing
aneo-Marxist approach, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Disiplinlerarası Bölümü, 2009.

Rogers, E. M. , Communication technology, Simon and Schuster, 1990.

Rifat, Peker, Göstergebilimin ABC'si, Say Yayınları, İstanbul 2014.

Stokes, J., How to do media and cultural studies, Sage, 2013.

Şpat, Sebil, Teknolojinin İç Mekân Tasarımına Etkileri ve Toplumsal Yansımaları,


Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, İç
Mimarlık ve Çevre Tasarımı Anabilim Dalı, 2017.

Tunç, Hasan, “Demokrasi Türleri Ve Müzakereci Demokrasi Kavramı”, Gazi


Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XII, Y. 2008, Sa. 1-2.

Turner, Graeme, İngiliz Kültürel Çalışmaları (Çev. Deniz Özçetin - Burak Özçetin),
Heretik Yayınları, Ankara 2016.

Tutar, Hasan, “Örgütsel Eylemsizliği Açıklama Aracı Olarak Öğrenilmiş Çaresizlik”


Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, Cilt:9 Sayı:4 , 2007 s. 142-161.

Ünver, Büşra, Mekânsal Dönüşümlerin Distopik Dilimkurgu Sineması Aracılığı ile


İncelenmesi ve Mimari Öngörüler, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İç Mimarlık Anabilim Dalı,
2016.
68

Vitali, S., Glattfelder, J. B. and Battiston, S. (2011). “The Network of Global Corporate
Control”, PloS one, 6(10), e25995.

Yaşartürk, Gül, “Çekirdek Ailenin Kabusları: 2000‟li yıllar Türkiye Sineması‟nda


Çekirdek Aileye Değişen Bakış”, Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, 2014 Güz, 1(1).

Yaylagül, Levent, Kitle İletişim Kuramları, Dipnot Yayınları, Ankara 2010.

Yetişkin, Ebru, Toplumbilim: Postkolonyal Düşünce Özel Sayısı, Bağlam Yayınevi,


İstanbul, 2010 s. 15-20.

Worcester, T. (Ed.), “The Cambridge companion to the Jesuits”, Cambridge University


Press, 2008.

Williams, Raymond, Modernizmin Siyaseti (Çev. Barış Şannan), Sel Yayıncılık,


İstanbul 2018.

Williams, Raymond, Anahtar Sözcükler: Kültür Ve Toplumun Sözvarlığı (Çev. Savaş


Kılıç), İletişim Yayınları, İstanbul 2007.

Willams, Raymond, Kültür (Çev. Suasi Aydın), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1993.

(2003), Ekşi Sözlük, . https://eksisozluk.com/black-mirror--782772?a=dailynice


(23.07.2019).
69

ÖZGEÇMĠġ

KĠġĠSEL BĠLGĠLER

Adı, Soyadı: Abdurrahman CANKURTARAN

Doğum Tarihi ve Yeri: 1990, Kayseri

Medeni Durumu: Bekar

Tel: 05427730322

E-posta: ac.cankurtaran@gmail.com

YazıĢma Adresi: Kocasinan Mahallesi Marifet Caddesi Can Apt. No:11/19

Kocasinan/Kayseri

EĞĠTĠM

Derece Kurum Mezuniyet Tarihi


İstanbul Ticaret Üniversitesi,
Lisans İletişim Fakültesi,Medya ve 2017
İletişim Sistemleri
Lise Nuh MEHMET BALDÖKTÜ 2008
Anadolu Lisesi

YABANCI DĠL

Yabancı Dil Sınav Türü Puanı Yıl


İngilizce Yökdil 56 2018

You might also like