Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 5

CEMİL MERİÇ- BU ÜLKE İNCELEMESİ

HAZIRLAYAN: İREM YILMAZ


ÖRENC NUMARASI: 22080067
BÖLÜM/ SINIFI: ULUSLARARASI LKLER/ 1.SINIF
DERS: SOSYOLOJİ

Ben bu yazımda Cemil Meriç’in Bu Ülke kitabının ilk bölümü olan Siham- ı Kaza’
nın birinci kısmını inceleyeceğim. Öncelikle Bu Ülke kitabı her sayfası hatta her cümlesi
üzerine derin tartışmalar yapılabilecek bir kitaptır. Sebebi ise Cemil Meriç’ in derin düşünce
dünyasıdır. Bu yüzden incelememde üzülerek tüm kitaba yer veremeyeceğim. Size Cemil
Meriç’ in kısaca hayatından, düşünce temellerinden, onu etkileyen kişilerden ve olaylardan,
son olarak da Bu Ülke kitabının ilk bölümünden kendi düşüncelerimle beraber bahsedeceğim.
CEMİL MERİÇ’İ İNŞA EDEN HAYATI
Cemil Meriç, asıl adı Hüseyin Cemil Meriç, Hatay’ın Reyhaniye kazasında 12 Aralık
1916’da dünyaya gelmiş. Birinci Dünya Savaşı ile 1936 yılları arasında Suriye Fransa
himayesinde, Hatay ise Misakı Milli sınırları dışında kalmıştır. Reyhaniye Rüştiyesi’nde
ilkokula başlayan Cemil Meriç, bu okulda üçüncü sınıftan itibaren Fransızca dersleri de
görmüştür. İlkokulu bitirip Antakya Sultanisi’nde orta öğrenimine başlamıştır. Yine ağırlıklı
olarak Fransızca kültürü okutulur, bu durum okula başladığı ilk zamanlar böyle değildir. Okul
ilk olarak Fransızca hocalarının Fransız olmasıyla daha sonra tarih derslerinin Fransızca
okutulmasıyla Fransızlaşır. Hatta ismi bile değişir ve ‘’Lycee d’ Antioche’’ olur. İsim
değişikliğiyle beraber tüm dersler Fransızca okutulur.
Cemil Meriç ona bu okuldan okutulan kitaplardan bahseder. Moliere, Corneille,
Racine, Lanson, Hugo… Meriç sultanideki birçok hocasından etkilenmiştir. Hatta Türkçülük
düşüncesiyle hocası Tarık Mümtaz sayesinde tanışmıştır diyebiliriz. Meriç, Tarık Mümtaz’ın
ricası üzerine Karagöz gazetesine bir şiir yazar bu dönemde, sonra da devamı gelir. Fırsat
Yoksulu takma adı ile yazmıştır. Daha sonra Tarık Mümtaz ‘’Türk Antakya’da Dört Baykuş
Ötüyor’’ isimli bir panfle (broşür) yayımlar. Dört Baykuş: Ali İlmi Fani, Mesut Fani,
Memduh Selim ve Radi Azmi idi. Bu adamların hepsi Cemil Meriç’in hocasıydı. Tarık
Türkçülüğü temsil ettiği için Fransızlarla arası bozulmuştu bu panfle üzerine. Meriç’in de en
yakınları hep Fransız’dı. Meriç de sırf dostluk icabı diye Yıldız gazetesine yarı mensur bir
hicviye yazmış ve yazısında sövüp saymış Mümtaz ve arkadaşalarına. Sövüp saydığı adamlar
ise ona çok değer veren hocalarıydı sonuçta. Ülkeye düşman görmüş onları o dönem.
Mektebi bitirdikten sonra Türkiye’ye gönderilecekmiş Meriç. Ancak sınavlara on beş
gün kala mektebi bırakmış. O sıralar başkonsolos Sabih Bey yanına Meriç’i çağırarak Tarık’la
ilişiğini kes demiş. Tarık’ın Atatürk’e suikast düzenleyen bir gruba mensup olduğunu
söylemiş. Meriç buna itiraz ederek Tarık’ı savunmuş. Bu savunması üzerine kendi istikbalinin
önünü kestiğini söylüyor kitapta da çünkü böyle demese Mülkiye’ye gönderilecekmiş. Cemil
Meriç, daha sonra İstanbul’a gitmiş. ‘Gurbet ve açlık’ diye bahsetmiş İstanbul macerasından.
İstanbul’da tanışmış eşi ile evlenmiş. Evlendikten sonra yaşamaya başladım, demiş. Elazığ’a
gitmişler evlendikten bir süre sonra. Burada nüksetmiş göz hastalığı geri dönmüş İstanbul’a.
Fakat İstanbul’a gittikten sonra maddi zorluklar çekmiş uzun süre. Sonrasında Hukuk
Fakültesi’ne Fransızca öğretmeni olarak girmiş. Bundan birkaç yıl sonra gözlerini kaybetmiş.
Uzun süre hastanede yattıktan sonra tedavi için Paris’e gitmiş ve başarısız ameliyatlar
geçirmiş. Paris’e gidişi hakkında ‘’Ben görmedim Paris’i…’’ der. Gözleri kurtarılamaz.
Gözlerini kaybetmesi ile psikolojik bir çöküş yaşamıştır. Her şeye rağmen çeviriler yapmaya
ve yazmaya da devam etmiş Meriç. Hatta en aktif yazarlık dönemi bu dönemdir diyebiliriz.
Ve 13 Haziran 1987’de vefat etmiş. Öldükten sonra da eserleri yayımlanmaya devam etmiş.

OTOBİYOGRAFİ BÖLÜMÜ İNCELEME


Bu Ülke kitabı Cemil Meriç otobiyografisi ile başlar. Kendi hayatını yanlışıyla
doğrusuyla detaylıca okura sunar Cemil Meriç: Okul dönemlerinden bahseder. Çalışkan bir
öğrencidir. Bize lisesindeki birçok hocasından bahseder. Sahiden de hepsinden etkilenmiş, bir
şeyler öğrenmiş. Ali İlmi’ den Şark’ı öğrenir. Memduh Selim’den İkinci Meşrutiyet’in
Avrupalılaşmış mekteblisi diye söz eder. Hatta ‘’Memduh Selim için ayrı bir Jurnal
yazmalıyım’’ demiş. Ayrıca çok okumuş Cemil Meriç. Her görüşü, her inancı okumuş. Sağ-
sol ayırt etmeden… Tarafsız kaldığını söyler hep kitabın giriş kısmında yani
otobiyografisinde. Kitabın ilerleyen bölümünde bununla çatışır yazdıkları. Lise döneminde
yaptığı eylemleri düşünmeden, ne olduğunu bilmeden yaptığını söyler. Tarık Mümtaz’ın
ricasıyla Karagöz gazetesine yazdığında Türkçü bir şekilde yazmış. Daha sonra Tarık Mümtaz
ve Dört Baykuş’u eleştirir. Türkçülüğü eleştirir bir nevi. Ama bunları hangi düşünce ile
yaptığını kendisi de açıklayamamaktadır.
Hayatı üzerine etki eden kitapları söylemiş otobiyografide: Rıza Tevfik'in Kamus-u
Felsefisi, Sonra Selim Sırrı' nın Terbiye-i Bedeniye Nazariyatı, İbrahim Ethem'in Terbiye-i
İradesi, Suç ve Ceza… Suç ve Ceza’yı okumakla da kalmamış bir kısmını çevirmiş. Ayrıca
Ahmet Mithat’ı, Refik Halit’i çok beğenir. Aslında bütün bunlar Cemil Meriç’in okuyarak
düşünce hayatına birçok şey kattığının kanıtıdır. Okumuş, okumak onun için sadece okumak
değilmiş; okudukça öğrenmiş, okudukça çatışmış, okudukça oluşmuş Cemil Meriç. Nazım’ı
okumuş: Anlamadım ve sevmedim, demiş. Ama yine de okumuş. Türkçülüğü de okuyarak
öğrenmiş. ‘’Yalnızdım, sosyalizmi pek fazla tutmuyordum. Irk olarak Türktüm, Türkçülüğü
seçtim.’’ Türkçülük onun için yeni bir arayış, yeni bir bütünleşme ümidi olmuş. Bana
sorarsanız Cemil Meriç Türkçülüğü seçerken de inanmamış, dediği gibi sadece bir arayış
uğruna seçmiş onu. Hatta İstanbul macerasında yaşadığı zorluk sonrası, ‘’Benim vatanım Don
Kişot’un İspanyasıydı, Emma Bovari’ nin yaşadığı şehir.’’ demiş. Ne kadar kurgusal
yerlerden bahsetse de bir Türkçünün söyleyeceği sözler değil bunlar. Bunlara bakılınca pek de
benimsememiş Türkçülüğü. Marksistliği tanımış okuyarak. Bir kaçış, bir sığınak olarak
görmüş. Halbuki ‘’ Ne Marx’ı tanıyordum ne Türkçülüğüm bir araştımanın mahsülüydü.’’
der.
Evliliğinde ve evliliğinden sonra Elazığ’a gidip tekrar İstanbul’a gelmesinden
bahsetmiş. Buradaki Hukuk Fakültesi Fransızca öğretmenliğinde öğrencileri çok eleştirmiş.
Artık derslerinin dinlenmediğini fark etmiş. Bunu öğrencilerin kötüleşmesine bağlamış. Bana
göre burada bozulan bir sistem var ve bunu öğrencilere mal etmek dönem şartalarında çok da
doğru olmamış. O dönemki bozulan sistemde belki idari kişileri sorumlu tutmak daha
kapsayıcı olacakken bundan kaçınmış. Takip eden satırlarda ‘’Politika sevmem çünkü
kurtarıcı değil.’’ demiş ama eleştirmekten kaçındığı yönetime karşı izlediği bir politika
olduğu belli oluyor. ‘’Elifbayı bilmeyen çocuklara Cuvillier okutuyorum.’’ sözü ‘’Ben
tarafsızım.’’ dediği her şeyi sıfırlıyor. Cemil Meriç’te ben ılık sağcılık görüyorum. Buradan
sonra çağdaşlaşma düşüncesinin temeli diyor. Saint-Simon’dan söz ediyor. Buradan sonra her
şey çelişkiye döndü benim için.
Otobiyografisinin ikinci bölümüne geçiyor. ‘’Avrupa’yı tanıyan ülkesinden kopuyor.’’
diyor. ‘’Gerçek sanat ayırmaz, birleştirir.’’ demiş bir de üzerine. Sanat sağlam değildi ki
insanlar ülkesinden koptu demek istiyor bence. Ama insanları ülkesinden koparan tek bir
etken olamaz. Batılılaşma’ nın eleştiri kapısını burada aralamış oluyor Cemil Meriç. Bunca
çelişkisine rağmen ona sen bizden değilsin diye gencin tutumuna karşılık ‘’Her düşünceye
saygı.’’ diyor. Anlıyoruz ki Batılılaşmayı bir düşünce olarak görmemiş bile. Tarafsız Cemil
Meriç otobiyografinin sonlarında Hint edebiyatı incelediğinde ona sağ dediklerini, Saint-
Simon incelediğinde ona sol dediklerini söylemiş. Ve yine tarafsız Cemil Meriç sağcı
yayınevlerinde çalışmayı o seçmediğini onu buna solun tavrı ittiğini söylemiş. Tarafsız Cemil
Meriç son olarak da ‘’Sol, sağ gibi dost değil.’’ demiş. Bu sözlere rağmen hala kendini
tarafsız görmesi tuhaftır bana göre.
1.BÖLÜM: SİHAM-I KAZA’NIN BABİL İNCELEMESİ
Öncelikle Cemil Meriç’in bölüm isimlendirmelerini pek anlayamadım. Siham-ı Kaza
asıl dört kısımdan birncisin ismidir. Siham-ı Kaza Divan şairi Nef’i’nin bir edebi eseridir. Ve
bu ilk kısmı da ikiye ayırmış: Babil ve Müstağripler. Ben Babil kısmını ele alacağım. Bu
bölümde yazar, ayrı konu başlıkları altında kısa kısa düşüncelerini aktarmıştır biz okurlara.
Meriç, bolca yorumlamış ve eleştirmiştir.
Sağ ile solun çatışmalarını konu edinmiş kendisine. Avrupa’da solun zaferleri, sağın
hezimetleri vardır. Burjuvazinin bayrağıdır sol, sağ ise daima çekinegendir, korkaktır,
sevimsizdir. Bizdeki sol ithamların en korkuncu, sağ ise daha nazlı ve utangaç şeklinde
yazmış yazar. Sanki burada sağı Avrupa’nın tavrından dolayı mazlumlaştırmış, bizdeki sağı
sevimli göstermiş. Cemil Meriç tarafsız olduğu iddiasıyla bunları nasıl yazabilmiş ben
anlamıyorum. Sağın bizden başka elinden tutanı yok demiş. Sağ yalnız ve köhne iken sol
güçlü ve küstah gösterilmiş bu konuda.
‘’Muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.’’ sözü
Cemil Meriç’in gericiliği savunmasının kanıtıdır benim için. Düşünce hürriyeti demiş bu
sözcüklerden kurtulmakla başlar. Evet, doğru söylemiş. Gericiliği, kendini ilerici veya çağdaş
olarak tanımlayan bir grup ortaya atmıştır. Halbuki ilericilik insanları bu sözlerle
yaftalamamalı. Çağdaş olmalı, her görüşe açık olmalı.
Bugünü bolca eleştirmiş yani döneminin bugününü. Bayağı bulmuş yazılanları. Düz
yazıyı eleştirmiş. Bugünkü düz yazıyı bed, cıvık ve yüzsüz olmakla suçlamış. Ve hatta direkt
yok saymış. ‘’Artık nesir yok, nazım var mı ki?’’ demiş. Bazı yazarları da eleştirmiş. Nazmı
güzel yazıp nesirde eksik ve yavan kaldıklarını söylemiş. Nesrin de nazım gibi gösterişli
olması gerektiğini savunmuş. Nesri kelam gibi görmüş ve kelam haysiyettir, namustur demiş.
Argoyu uydurma dil olarak tarif etmiş. Ben de bu düşünceye katılıyorum. Argo hissi
olmayan uydurma sözcükler bence ona göre. His konusunu tartışabilirim çünkü argo bana
göre öfkenin dilidir. Uydurma olması öfkenin dışavurumu olarak tabir edilebilir.
‘’Tarih eserlerini iki defa oynarmış: Önce trajedi sonra komedi.’’ Bu sözünü tarih
tekerrürden ibaretten yola çıkarak yazdığını düşünüyorum. Tarih ilkinde trajedidir.
İstenmeden yaşanır ön görülemez. İkincisinde ise daha önce yaşandığı için ön görülebilir. Ön
görülmesine rağmen aynı sonuçları doğuran tarih olayları artık trajedi olmaktan çıkar ve
komediye dönüşür.
Kamusu savunmuştur yazar. Kamus bir milletin namusudur demiştir. Bu sözleriyle
tabirde olan gerici sıfatını alması muhtemel olmuştur. Aslında yanlış bir şey söylemiyor.
Geçmişi unutmamalıyız diye vurgu yapıyor bence.
Her kemal yeni demiş yazar. Burada ne ifade etmek istediğini pek anlamasam da
yorumlayarak belki her olgunluğun yeni bir dönem olduğunu söylüyor olabilir.
Yobaza düşmanlık tarihe düşmanlıktır, demiş. Yobaz insanlara göre gerici olandır.
Gerici ise köklerini geçmişten alır. Geçmiş, tarihe dayanır. Öyleyse yobaza düşmanlık tarihe
düşmanlıktır, şeklinde bir kuram oluşturabiliriz. Cemil Meriç kafasında oluşturduğu ve bana
en mantıklı gelen sözü olabilir. Ancak zaten bu görüşün tersini savunan, gericiye yobaz diyen
insan tarihi de görmezden geliyordur. Onlar için tarih gelecek olandadır. Bu yüzden
ilericilerin bu sözü çok da hakaret olarak gördüğünü sanmıyorum.
‘’-izm’ler’’ yani ideolojiler Avrupa kaynaklıdır, demiş. Meriç burada bizim içimizden
ideoloji çıkamaz mı demek istemiş yoksa farklı bir anlam mı var? Bilemiyorum. Belki de
sadece kelime yapısı olarak -izm’ler Avrupa kaynaklı demiştir. Meriç, günümüzü görseydi
bizden de gayet -izm’lerin çıktığını görmüş olacaktı.
Obskürantizmden bahsetmiş. Onun uğruna yapılmadık şey kalmadı bu ülkede diye
ifade etmektedir. Obskürantirzm, egemen güçlerin hoş görmediği kavramlara toplumun
erişmesinin engellenmesidir. Bu engellenen bazen Batıcılık olmuş bazen de Batı düşmanlığı
olmuş.
‘’Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan.’’ Bu
çığlıkları susturup yasakladığımız için bu mücadele doğdu. Halbuki hürriyet olsa, düşünce
hürriyeti olsa böyle olmazdı.
Yaşanmaz bu memlekette der insanlar, demiş. Kabil kompleksi olarak tanımlamış
bunu Meriç. Kabil kompleksi, kendinden iyi olana tahammül edememenin yarattığı
komplekstir. Kendilerinden, insanın şikayetçi olmaktır bu. Katılmaktayım yazara, şikayetçi
olacağımıza bir işin ucundan tutup ileri taşımalıyız bu ülkeyi. Tarihin her dönemi şikayet
edilmiş memleketten. Bu şikayetler başladığında neden bir şeyler yapmaya çalışmadık da hep
sitem ettik? Çok tartışmalı bir sorudur bu.
Hristiyan Batı tabirini kullanmış yazar, yine bir ötekileştirme mevcut. Onlar bizi az
gelişmiş olarak tabir etmiş. Biz de bunu göğsümüzü kabartarak kabul etmişiz. Hatta biz değil,
aydınlarımız benimsemiş bunu. Bence aydınlar bizi direkt olarak gelişmemiş görmekteydi de
bu tabiri duyunca az da olsa gelişmişiz deyip kabullenmiş gibi.
Batılılaşma kelimesi eskiyince yerine çağdaşlaşma kelimesi gelmiş. Yazara göre
çağdaşlaşma da batılılaşma da aynı şey. Çağdaş olunca hoca öğretmene, talebe öğrenciye
dönüşmüş. Yazar bu yeni kelimeleri samimiyetsiz bulmuş. Aslında bir dönem Türkçü
düşünceyi savunmuş birisi için Türkçe kelime kullanılması iyi bir şey olmalıydı. Ama Meriç,
direkt olarak çağdaşlaşmaya karşı. Bu durum yukarıda dediğim ılık sağcılığı hatırlatıyor bana.
‘’Dergi vasiyetnamedir. Dergi düşüncelerin kalesidir.’’ diyerek dergiye verdiği önemi
vurgulamış. Dergiyi düşüncelerin paylaşılacağı yer olarak görmüştür. Takrir-i Sükûn
Kanunundan sonra dergi düşüncelerin belirtilemeyeceği bir yer oldu. Daha saklı kaldı her şey.
Takrir-i Sükûn engel oldu düşüncelere, edebiyatın sesi kısıldı.
Batılılaşmayı eleştirip karşı çıkan şair, Batı dergileri konusuna gelince en çok o konu
hakkında yazmış. O kadar Batılılaşma karşı olup bu kadar Batı dergileri güzellemeleri
yapması, ona methiyeler dökmesi bana bir hayli garip geldi. Birsürü dergi ismi söylemiş
Batı’dan. Pek kıymetli bulmuş onları. Yetmemiş, bir de ‘’Dergini vatanı İngiltere.’’ demiş. Bu
ne perhiz bu ne lahana turşusu ki biz yine de dergi ismini değil mecmua ismini kullanalım,
demiş.
Bir başka konuda kitabı ele almış. Demiş ki kitap bu kadar ucuz olmasaydı okuru daha
çok olurdu. Birçok kimseler kitabı ucuz diye almaz demiş. Günümüzden Cemil Meriç’e
sesleniyorum: Şu an kitap ateş pahası, yine alınmıyor, yine okunmuyor… Bazı okuma
hastalıkları vardır, demiş. Bu hastalar, okumak için kendini yükümlü hisseder ve okumak için
okur. Sorgulamaz, üzerine düşünmez. Kitap konusunda İngiliz hodgamdır (karmaşıktır),
heyecansızdır; demiş. Dergide övdüğü İngiliz’i kitapta gömmüştür. Ayrıca okumak
dostluktur, demiş. Çok klişe bir tabir kullanmış.
Tercüme bir fetihtir, diye bahsetmiş. Tercüme, gerçekten o kültürü kavramaktır. O
kültürü fethedeceksin ki tercümen tercüme olsun.
Divan edebiyatında roman yok. Neden olsun ki, demiş. İnanmış bir toplumda romanın
ne işi var, demiş. Divan dönemi toplum inançlıydı ve hayale gerek yoktur. Romanlar hayal
ürünüydü.
Türk Teceddüt (yenileşme) Edebiyatı, bir teslimiyet değil bir temessül(benzeşme)
olmalıydı ona göre. Fakat beşerileşmiş daha doğrusu Avrupalılaşmış, demiş.
Bizde Hiciv Yok konusunda, İslamiyet sebb ü şetm’i yani kötü söz söylemeyi hoş
görmez, demiş. Yine ılık sağcı yazarımız kendini belli etmiş. Zaten sonradan Fecriati ile
gazetelere pusmuş hiciv. Hiciv itibarsızlaşmış.
Düşünce savaşı polemiktir, demiş. Nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz,
diye eklemiş. Bizde polemik tartışma, görüş savunma şeklinde değildir demek istemiş bence.
Bizde tam olarak karşıdakini yok etmeye yöneliktir polemik. Hiçbir ikna çabası yoktur.
Cemil Meriç’i yazımda çokça eleştirsem de kitabının, düşüncelerinin çok kıymetli
olduğunu düşünüyorum. Cemil Meriç kitapta bahsettiği şeyleri konu konu ayırdığı için her
konuyu ayrı paragrafta inceledim. Cemil Meriç’le yeni tanıştım. Kim bilir daha ne derya deniz
düşünceleri vardır.

You might also like