Professional Documents
Culture Documents
Halid Ziya Usakligil Mai Ve Siyah
Halid Ziya Usakligil Mai Ve Siyah
Halid Ziya Usakligil Mai Ve Siyah
Reisime bakar, sinema izler gibi görselliği yüksek, melodramatik bir trajedi ve Ahmet Cemil’in
haleti ruhiyesinin anatomisini, hissiyatını bize iletmekle kalmayıp yaşattıran Halid Zİya Uşaklıgil’in
Mai ve Siyah adlı romanı güzel bir tatlıyı yercesine, adeta çikolatalı ve fıstıklı bir baklavayı yercesine
bir tat bıraktı, sonuna doğru gittikçe daha çok yoğunlaşan, bitter çikolataya, acı bir tada dönüşen bir
solukta okuduğum bir keyif ve tad bıraktı. Kitabı önce bir karakterin gelişimi, eğitim sistemi ve
öğrendikleri, yazar olma isteği hayalleri, çabaları ve şiir yazma şekli, dönemin basın dünyasının
(matbuat) iç dinamiklerini, orta sınıf bir ailenin erkek çocuğunun mücadelesi, iç dünyası ve eğitiminin
önemi, hayatı ve insanları, sevdikleri, en yakınları ile ilişkilerini sorumluluklarının farkında olan iyi
niyetli, kırılgan bir gencin, Ahmet Cemil’in perspektifinden izlediğimiz bir bildung romanı gibi
düşündüm. Oysa okudukça, Ahmet Cemil’in hayallerinden uzaklaşması, insan doğasının tüm hayvani
yönleri, kötülükleri ile canını acıtan olaylar silsilesi peş peşe gelirken, Ahmet Cemil ve yapıp ettikleri
ile roman adeta 2500 yıl önce yazılmış bir klasik trajediye dönüştü, özellikle gençlik hayalleri ile
gökyüzüne, mavi olana ve altındaki siyah toprak ile kendi varlığını, umutlarını birleştirdiği ve son
olarak İstanbul’dan, olan bitenden ve kendinden kaçtığı, vapurda yıldızlar, mavi ve parlak olan siyah
gökyüzü, ve gündüzün mavi olan fakat gece siyaha dönüşen deniz ile baş başa kaldığı, kaçış anında her
şeyin tersyüz olduğu, akışın durduğu, acıyı unuttuğu ve varlığın yokluğa doğru esridiği bu unutuş,
bütünleşme anında intihar ile ana kucağına dönme anında romanın en yüksek notası, senfoninin en
vurucu yeri ve melodisiydi. Roman olabilecek en mükemmel şekilde bitti. Melankoli ile Varlık, Varlık
ile Hayaller arasında sıkışan, çabalayan ve çırpınan bir gencin tüm Varlık’la baş başa kalışı ve annesine
“Geliyorum” deyişi... Kırılganlık, derinlik ve “edebiyat budur” dedirten kısım son üç sayfa idi.
Yüzümde sanki sert bir rüzgar esmiş, bende o gemideymişim, sert fakat sıcak, Ahmet Cemil’in tüm
hissettirdiklerini romanın son üç sayfasında, şiir olan üç sayfasında Halid Ziya Usta’nın eli öpülür, bu
nasıl yazma şekli dedirttiği son üç sayfa. Uzun zamandır bir edebiyat eserinden böyle bir keyif
almamıştım.
Bu kitabı okurken benim dikkatimi çeken en önemli olay, Ahmet Cemil’in, ölümünden ziyade,
olaylar iyice çileden çıktığında, kontrol edilemez bir hal aldığında kardeşinin evliyken yaşadığı
sıkıntılar daha fazla etkilemesi ve Halid Ziya’nın ana karakterin bu çaresizlik ve suçluluk duyguları
arasında gidip gelişini daha fazla ve yoğun bir şekilde romanda hissettirmesidir. İşinden ve matbaa
sahibi olmasından sanki kolayca vazgeçmiştir, sevdiği Lamia’ya varamaması ve kitabını, şiirlerini
yayınlatma hayalinden vazgeçip Lamia hayalini ve kitabını mangalda yakması onu üzmüştür fakat yine
de kolayca ve savaşmadan bir vazgeçiştir, intikam duygusundan da bir tokat atarak kurtulmuş
rahatlamış fakat kardeşinin, biricik İkbali’nin çektiği sıkıntılar, bunun önüne geçememenin verdiği
suçluluk ve yük hep vardı, her zaman daimdi Ahmet Cemil’de. Bana göre tüm olup bitenlere rağmen,
Ahmet Cemil’in kendisini affedemediği, tüm hayallerinden daha önemli olan ve ruhuna katmer katmer