Turgut Uyar Büyük Saat YKY

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 729

BÜYÜK SAAT

Bütün Şiirleri

Turgut Uyar (Ankara, 4 Ağustos 1927 - İstanbul, 22 Ağustos 1985)


İstanbul’daki ilköğreniminden sonra, Konya Askeri Okulu, Bursa
Işıklar Askeri Lisesi ve Askeri Memurlar okulunu bitirip Posof, Terme
ve Ankara’da personel subayı olarak görev yaptı. 1958’de askerlikten
ayrılarak Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayii’nin Ankara şubesinde
çalışmaya başladı. Emekliliğinden sonra İstanbul’a yerleşti.
İkinci Yeni’nin, Edip Cansever ve Cemal Süreya ile birlikte öncü
şairlerinden olan Turgut Uyar, hece ölçüsüyle yazdığı ve toplumsal
konuları işleyen ilk iki kitabından (Arz-ı Hal, 1949; Türkiyem, 1952)
sonra, Dünyanın En Güzel Arabistanı’yla (1959) bireyin iç dünyası,
yalnızlığı ve açmazını eksen tutan bir yaklaşımla, dilde ve duyarlıkta
yeni imkânları zorlayan bir şiirin peşinde oldu. Tütünler Islak (1962) ve
Her Pazartesi’de (1968) koruduğu bu çizgiyi, Divan’la (1970) geleneksel
şiirin kalıplarına, Toplandılar (1974) ve Kayayı Delen İncir’le (1982) söz
konusu dönemde yaşanan sınıfsal mücadelenin yansımalarına açtı.
Abdülhak Hamit Tarhan ve Yahya Kemal Beyatlı’dan Oktay Rifat
ve Metin Eloğlu’na, tek şiirden yola çıkarak bir dizi şairi incelediği
Bir Şiirden (1983) adlı bir de inceleme kitabı bulunan Turgut Uyar’ın,
Tütünler Islak ile 1963 Yeditepe Şiir Armağanı; Kayayı Delen İncir ile
1982 Behçet Necatigil Şiir Ödülü ve Büyük Saat (1994) ile Sedat Simavi
Vakfı Edebiyat Ödülü vardır.
Turgut Uyar’ın
YKY’deki kitapları

Büyük Saat - Bütün Şiirleri (2002)


Korkulu Ustalık - Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler,
Soruşturmalar, Bir Şiirden (2009)
“Yitiksiz” (Kitaplarına Girmemiş Şiirleri) (2010)
Dünyanın En Güzel Arabistanı (2016)
Veys (2017)
Bir Şiirden (2017)
Elele Okuyalım - Yazılar ve Söyleşiler 1978-1984 (2018)
Divan (2019)

Doğan Kardeş
Göğe Bakma Durağı - Seçme Şiirler (2008)
TURGUT UYAR

Büyük Saat
Bütün Şiirleri

ARZ-I HAL
TÜRKİYEM
DÜNYANIN EN GÜZEL ARABİSTANI
TÜTÜNLER ISLAK
HER PAZARTESİ
DİVAN
TOPLANDILAR
KAYAYI DELEN İNCİR
DÜN YOK MU
SON ŞİİRLER
“YİTİKSİZ”
Ya­pı Kre­di Ya­yın­la­rı - 1649
Şi­i r - 155

Büyük Saat - Bütün Şiirleri / Turgut Uyar

Ki­tap edi­tö­r ü: Bedirhan Toprak


Düzelti: Fahri Güllüoğlu

Ka­pak ta­sa­rı­mı: Na­h i­de Di­kel

Baskı: İmak Ofset Basım Yayın Tic. ve San. Ltd. Şti.


Akçaburgaz Mahallesi 137. Sokak No: 12 34522
Esenyurt / İstanbul
Telefon: (0 212) 656 49 97
Sertifika No: 45523

1. bas­k ı: İs­tan­bul, Mayıs 2002


Genişletilmiş 14. baskı: İstanbul, Şubat 2013
33. baskı: İstanbul, Ağustos 2020
ISBN 978-975-08-0337-X

© Ya­pı Kre­di Kül­t ür Sa­nat Ya­yın­cı­lık Ti­ca­ret ve Sa­na­y i A.Ş., 2018


Sertifika No: 44719

Bütün yayın hakları saklıdır.


Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


İstiklal Caddesi No: 161 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: (0 212) 252 47 00 Faks: (0 212) 293 07 23
http://www.ykykultur.com.tr
e-posta: ykykultur@ykykultur.com.tr
facebook.com/yapikrediyayinlari
twitter.com/YKYHaber
instagram.com/yapikrediyayinlari

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık


PEN International Publishers Circle üyesidir.
İçin­de­ki­ler

48 • Turnam, Bir Devir Çalsak


13 • Sunuş
FelektenH
50 • ...Se TurnamH
ARZ-I HAL
51 • Turnam, Bir Ay Doğar
Pasın’dan
17 • YadH
53 • Kantar Köprü
18 • Arz-ı Hal
Destanı’ndan
19 • Bir Gün Sabah Sabah...
55 • Kantar Köprü Destanı
21 • Yalağuz
57 • Kantar Köprü’nün Gecesi
22 • Yasin EfendiH
58 • Kantar Köprünün
23 • Sonnet
YalnızlığıH
24 • MersiyeH
59 • Rüzgâr
25 • Memur KarısıH
61 • Vaiz Sokağı Numara 70
26 • Garip Anadolumun
62 • Kadere ve Gönlüme Dair
Dağları
63 • Ayrılıklardan
27 • Ölüme Dair Konuşmalar 2
64 • Bir Garip Ölmüş DiyelerH
28 • Ölüme Dair Konuşmalar 5
65 • GecelerdeH
29 • Şehitler
66 • Af Kanunu
32 • Bir Anadolu Vardır
67 • Durmuş, Süt Mavi
Gecesine...
TÜRKİYEM
68 • Yatağım Simsiyah
Olmalıydı
37 • Türkiyem
69 • Karpit Lâmbası
39 • Bahar Başlangıcında
70 • Çırılçıplak
Düşünceler
71 • Uzak Kaderler İçin
41 • O Köy Yine Kendi
73 • Yeşilimsi
Rüyasındadır
74 • Akşamüstü Rüyası
42 • Turnam SeninleH
75 • Söyle Küçük Saadetini
44 • Turnam, Bir Gün
76 • Hacer Hanım’ın
Bırakmıyacağım
Hamamı
46 • Bir Sessiz Geceden
78 • Kimbilir
Turnam
6

79 • Şimdi Bir Ürüzgâr 120 • Tel Cambazının Kendi


Geçer Başına Söylediği Şiirdir
80 • Kasaba Küçük, 121 • Tel Cambazının Tel
SonbahardaH Üstündeki...
81 • Sokaktan Geçen KadınH 122 • Kesiksiz Övgü
82 • Müstehcen Şiir 2 H 123 • Kan Uyku
83 • NutukH 124 • Yılgın
84 • Gazi Mustafa Kemal 125 • Kaçak Yaşama Yergisi
PaşaH 127 • Meymenet Sokağı’na
86 • Gazi Paşaya AğıtH Vardım
88 • CinayetH 129 • Üçyüzbin
89 • Bahar Hastalığı 131 • Denize Gidip Dönen
90 • Yalınız Dürdanecik Mavilerin...
92 • Elâlem 132 • Güneşi Kötü O Evler
93 • Bitmemiş Şiirler IH 134 • Eski Kırık Bardaklar
94 • Bitmemiş Şiirler IIH 135 • Göğe Bakma Durağı
95 • Bitmemiş Şiirler IIIH 136 • Akçaburgazlı Yekta’nın
97 • Bitmemiş Şiirler IVH Mahkeme Kararını...
98 • Bitmemiş Şiirler VH 143 • İki Dalga Katı Arasında
100 • Bitmemiş Şiirler VIH Yapacağını Şaşıran...
102 • Şimdi Gelsem kiH 145 • (Bir Kantar Memuru
103 • İthaf –1–H İçin) İncil
104 • İthaf –2–H 154 • Büyük Kavrulmuş
105 • Bitmemiş Şiirler VIIH 155 • Toprak Çömlek
106 • İthaf –3–H Hikâyesi
107 • Bitmemiş Şiirler VIII 168 • Sular Karardığında
109 • Sevda Üstüne Yekta’nın Mezmurudur
172 • Akçaburgazlı Yekta’nın
DÜNYANIN EN GÜZEL Yalnızlığına...
ARABİSTANI 174 • Atlıkarınca
176 • Yeşil Badanada
113 • Geyikli Gece Kurtulmak
116 • Bahar İçin DediğimH 179 • Ölümlü Yaşamaya
117 • Tel Cambazının Hergünkü ÇağrıH
Rüzgârsız Aşklara...H 185 • Telefonda İyi Loş Oda
119 • Öteyi Beriyi 187 • Kanlı Oyun
Omuzluyorum 188 • Büyük Ev Ablukada
7

190 • Yorgundum Yoktum 255 • Kadırga


191 • Kankentleri 259 • Ölü Yıkayıcılar
192 • O Zaman Av Bitti 274 • Yenilgi Günlüğü
196 • Kanada Menekşeli İyi 285 • Güneşi Bol Ülke
Uzun Balkon 287 • Açıklamalar
198 • Sigma 290 • Büyük Saat
199 • DünyadaH 293 • Bilirim Bir Kışa
201 • MayaH Hazırlanmayı
295 • Hemofili
TÜTÜNLER ISLAK 299 • Herkes
301 • Federico Garcia Lorca
205 • Çok Üşümek İçin Üç Şiir
206 • Uyanınca Üşümek 303 • Büyük Gurbetçi
207 • Yavaşça Oluyor Ellerime 306 • Malatyalı Abdo İçin Bir
208 • Kurtarmak Bütün Konuşma
Kaygıları 313 • Ağıtlar Toplamı
209 • Akabakan 320 • Bir Haziran Tüketimi
211 • Ellerimde Bir Çalgı Üstüne
212 • Islaktı Tütünlerle 322 • Bir İntihar Akşamı
Sülünler... Üstüne Söylenti
214 • Bir Barbar Kendin Tartar 324 • Yeşile Geçit
Bir Barbar Aşağlarda, 328 • Her İki Adımda Bir
217 • Ay Ölür Yılgınlıktan Uygunsuzluğunu...
220 • Övgü, Ölüye 330 • Yaralı Olduğunu Sanan
225 • Terziler Geldiler Birisinin Hüznüne Gazel
332 • Hızla Gelişecek Kalbimiz
HER PAZARTESİ 336 • Biraz Daha

233 • Öndeyiş DİVAN


234 • Bağlı Kalmanın Yeri
236 • Bir Duymak 343 • Münacat
237 • Son Üçü Beş 345 • Naat
240 • Son Su 346 • Çağrılmış’a
241 • Çağdaş Yeri Mızrağın 347 • Sulfata’ya
243 • Kuşun Yeri Beklemek 348 • Yokuş Yol’a
245 • Ahd-i Atik 349• Şurdan Burdan
252 • Atları Seven Bir Çocuk Hazırlanma’ya
8

350 • İyimser Bir Sonuç’a 395 • Tomris Uyar İçin Bir Şiir
351 • Biten Bir Yaz’a Kurma Çalışması
352 • Büyüyüp Giden 396 • Çokluk Senindir
Hüzün’e 397 • Gemi, Gemi
353 • Karışık Saatler’e 399 • Bomboş Bir Sayfaya
354 • İçeri Giren’e Fahriye
355 • Tükenen’e
356 • Sonsuz Biçim’e TOPLANDILAR
357 • Su Yorumcuları’na I
358 • Su Yorumcuları’na II 405 • Kar Altında, Evde
359 • Altı Parmaklı Çocuk’a 407 • İlkin
360 • Dikilitaşlar’a 408 • Kim Çağırıyor Maviyi
361 • Bağırma’ya 409 • Kalmak İçin Bir Yazı
362 • Cahil Beşir’e 410 • Bir Yılın en Soğuk
363 • Düzenbozan’a Akşamında Aşk Övgüsü
364 • Ürkek Irmaklar’a 411 • Hadi İzmir’e
366 • Baharı Bekleyen’e 413 • Kar Sesi
367 • Islak Çeltikler’e 414 • Sözcük
368 • Bir Oda Güneşi’ne 416 • Kazı
369 • Kırlara Gitme’ye 417 • Kavşakta
370 • Beklemiş Bir Paket 419 • Denize Önsöz
Cıgaranın... 421 • Güverteden Biri
372 • Terleyen’e 423 • Şehirden Biri
373 • Susuzluk’a 425 • Acının Tarihi
374 • Delta’da 427 • Acının Coğrafyası
376 • Ne Değişir 429 • Vaktin Çağrısı
377 • Rubai 431 • Anlatı
379 • Baharat Yolu 434 • Sunak
384 • Sâdâbâd’a Kaside 438 • Bazilika
386 • Meclis-i Mebusa’na 440 • Karşılıklı Çekilmişti
387 • Salihat-ı Nisvandan Duvarlar
Saffet Hanımefendi’ye 441 • Hayri Bey
389 • Anneler Kaçar Gibidir 446 • Bir Amcanın ve Onun
391 • Bozkır Tayfasıdır Karısının Ölümüne Ağıt
392 • Kıyıdaki Elma’ya Bir Ses 447 • Elli İki Hane
393 • Kışındır 449 • Yanık Tarlalar’a
394 • Gecenindir 451 • Yaz Yadırgaması
9

453 • Kıştan Kalan Soğukluk 523 • Eski Bahçenin Bir Evi


456 • Pazarlıksız 525• Sonsuz Girişim
458 • Ölüm Yıkanması 527 • Kan Yazmak
461 • Şaşıyorum Gözyaşına 529 • Parlak ve Kara
463 • Açlık Çoğunluktadır 530 • Söylenir
466 • Bir Kırmızı Örtü 532 • Santigrad 100
468 • Çılgın–Hüzünlü 533 • Hangi Soruyu, Niye
470 • Bir Şeyle Mukayyetiz 535 • Yapı
Serbest Değiliz Efendim 540 • Sibernetik
471 • Önce: Davranmak 541 • Nedense
472 • Durmak 542 • İşten Değil Aşk
473 • Birçok Ölüm İçin 543 • Bir Metin Nasıl
Raslantı Yazılmalı
475 • Kar Erimedi 546 • Son Günlerde
477 • Feride’ye NinniH 548 • Acıyor
550• Yaza Girmeden Yazda
479 • Gazete I 551 • Bir Yazı Anlamak
485 • Gazete II 553 • Ayağımın Tozuyla
489 • Gazete III 554 • Kısa Bir Anı
555 • Vakitsiz Uykulardan
496 • Hasan Mutluluğu 556 • Gök, Bulut, Su
498 • Paramparça 558 • Günler Geçer
500 • Kalbindir 559 • Bir Çay Bahçesinde
502 • Uzunuzak 560 • Biliyor musun
504 • MektupH 561 • Rasgele Değil, Kar
506 • Beni Ödülü
507 • Senin Sol Yanında 562 • Nedir Sonsuzdan Bir
509 • Ağaçlar Uyuyor Önce
510 • Mosmor 563 • Çürümüş
512 • Bir Süregen 564 • Ne Var Ki Avucunda
İlkbahar 566 • Hiç Sevmem
515 • Umuttur 567 • Bir Aşkın En Verimsiz
Günlerinde
KAYAYI DELEN İNCİR 568 • Kırlardan Geliyorlar
569 • İhbar (1)
521 • Denizi Anlatıyor 570 • İhbar (2)
522 • Alıştırdılar Bir Kere 572 • Alıntılarla
10

574 • İşte Herkes Yüz Yüze 613 • Bir Gülün


576 • Vs... Vs... 614 • Bakın Artık
578 • Bin Yıl 615 • Güz Avlanıp Gidiyor
579 • Ekinoks 616 • Gecenin Şarkısı
581 • Sulardan Ürkü 617 • Kim Nasıl
582 • Gelmiş Gelecek Zaman 618 • İlkyaz Mı
583 • Hüzün, Sevinç ve 619 • Kimin Adını
Coşkunluk İçin 620 • Her Gece
584 • Odun 621 • Binlerce
585 • Kimsede Görmediğim
586 • Basınç Son Şiirler
587 • Kırmızı, Yuvarlak
588 • Aktı 625 • ÇorbaH
589 • Gülün Kanından 628 • Dilekçesi
590 • Kim Varsa 630 • Size Olmayan
591 • Hazırlandın Diyelim 631 • Çiçekçinin Yalancıları
633 • Otuzyedi Gün
DÜN YOK MU Kaç Gündür
634 • Baharda
595 • Durma Susuzluğa 635 • Adı
596 • Bir Gün, Bir Yerde 636 • Aramızdaki
597 • Tut Ki Ben 637 • Dörtlüler
598 • Sonsuz ve Öbürü 638 • Adın
599 • “Bir Anglo-Sakson 639 • Aşk İçin
Ölçüsü Üzerine...
601 • Kalıp Duruyoruz “YİTİKSİZ”
602 • Hiçsizliğe (Kitaplarına Girmemiş Şiirleri)
603 • Denizin Yanları
604 • Unutulmaz Sözler 643 • Sevdiğim
605 • Güzel Bir Akşam 644 • Ayrılıklarda Odam
606 • Dünyada Dün Yoktur 645 • Dolu Dizgin Geldin
607 • Yalnız At Oy..
608 • Galiba Ben De 646 • Kulakların Çınlıyordur
609 • Bıktım Böyle 647 • Ölüme Dair
610 • Şimdi Biz Konuşmalar
611 • Ölümle Başlayan 648 • Kitabe-i Seng-i Mezar
612 • Ne Zaman Düşünse 649 • Bu Şiir
11

651 • Dursun Oğlu Rezzak 687 • Tel Cambazının


653 • Yazısız Hikâye Rüzgârsız Aşklara
654 • Arapkirlinin Mektubu Vardığını Anlatır
656 • Bir Ölü Dile Geldi Şiirdir
657 • Rüzgâr-II 689 • Senfoni
659 • North Star Destanından 690 • İnadına Başıboş Aşk
661 • Şöylece 691 • İstanbullu Şiir
663 • Kendime Dair 694 • Eski Akşamlara Dönüş
665 • Elbette Güzel 695 • Doğuca Kısaltmalar
Günlerimiz Olacak 696 • Ne Söylenmişse
666 • Kantar Köprünün Sevmek...
Yalnızlığı 697 • İskambil Tayfaları
666 • Bahar İçin Dediğim Demeci
667 • Şarkı-I 700 • Gecikmemiş
668 • Bir Yer Var ki... 701 • Meytup 1960?
669 • Tiryakisiyim 702 • Meytuptur 1961
670 • Bir Ateş Yakıp Bir Dağ 704 • Kedilerden
Başına... 705 • Birden Düşüverince
672 • Nutuk 706 • Başlangıç Olarak
673 • Aşk İçin Sekiz Mısra 711 • Kimbilir, Belki de
673 • Ya Bizim Ya Tanrının 713 • Baharda
674 • Deneme 714 • Çocuklar Uzundurlar
675 • Sevmek Herkesin 715 • Bir Yaş Günü İçin Laz
676 • Gecede Irmak Havası
677 • Deniz Kenarında 717 • Bir Avcının Son Günü
678 • Dar Vakitlerde Seviştik
679 • Ben Başka Türlü Şiir de
Yazmasını da Bilirim
680 • Atatürk’ün
682 • Yitiksiz
684 • Erkenci Ağıt
685 • Cılız Irmaklar
686 • Tel Cambazının Telden
Düşerken Söylediği
Şiirdir
Sunuş

Tur­gut Uyar’ın sağ­lı­ğın­da ve ken­di se­çi­miy­le ya­yım­la­nan top­lu


şi­ir­le­ri Bü­yük Sa­at, ge­rek der­gi­ler­de ka­lan ki­mi şi­ir­le­rin unu­tul­
ma­sı, ge­rek­se yap­tı­ğı “ele­me” ne­de­niy­le şa­irin “bü­tün şi­ir­le­ri”ni
bir ara­ya ge­tir­me­di­ği gi­bi, şi­iri­nin ge­çir­di­ği aşa­ma­la­rı bü­tü­nüy­
le yan­sı­ta­bil­mek­ten uzak kal­mış­tır. Bü­yük Sa­at’i “bü­tün şi­ir­le­ri”
alt baş­lı­ğıy­la ya­yım­lar­ken, Tur­gut Uyar şi­iri­ni ek­sik­siz bir “top­
lam”a ka­vuş­tur­mak ama­cıy­la, unu­tu­lan şi­ir­ler­le bir­lik­te ki­tap­la­
rı­nın ilk ba­sı­mın­da yer al­dı­ğı hal­de şa­ir ta­ra­fın­dan ele­nen şi­ir­le­
re de yer ver­me yo­lu­nu seç­tik. Söz ko­nu­su şi­ir­ler­le il­gi­li not­la­rı
–şa­irin dip not­lar­da kul­lan­dı­ğı ra­kam ve as­te­riks (*) işa­ret­le­riy­
le karıştırılmasını önlemek için– yıl­dız (H) işa­re­tiy­le be­lir­te­rek
ki­ta­bın so­nu­na al­dık; ve şi­ir­le­rin im­la­sı­na tek şi­ir için­de fark­lı
kul­la­nım­lar söz ko­nu­su ol­ma­dık­ça do­kun­ma­yıp şa­irin son şi­ir­
le­rin­e kadar bağ­lı kal­dı­ğı (si­lâh, lâm­ba, fi­lân; söy­le­mi­ye­ce­ğim,
eyliyemezsin; döğüşüp; kimbilir, birgün... gi­bi) im­la ter­ci­hleri­ne
sa­dık kal­dık.

YKY
Arz-› Hal
1. bas›m: 1949, Kaynak
17

YADH

Güzel günlerim vard› ya€murlarla ›slanan,


Ve güzel gecelerim masallarla dopdolu.
Her şey, her şey güzeldi, gözyaş›, dünya, zaman,
Bö€ürtlen toplad›€›m ›ss›z, tozlu köy yolu,
Güzel günlerim vard› ya€murlarla ›slanan.

Ufac›k korumuzda dolaş›rd›m korkuyla,


Ve Allah› arard›m serçe yuvalar›nda,
Bulamay›nca dua yollard›m akan suyla,
Gö€ü bulutlar saran bahar havalar›nda,
Dolaş›rd›m ufac›k korumuzda korkuyla.

Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ay›.


Ve kale duvar›ndan y›k›k mezarl›klar›,
Bana korkunç bir devi hat›rlatan kayay›.
Ve annemin takt›€› mavi nazarl›klar›,
Seyrederdim göklerde her gün büyüyen ay›.

Odan›n ortas›nda yanan petrol lâmbas›,


Ve bazan şimşeklerle ayd›nlanan geceler.
Bacam›z›n üstünde duran leylek yuvas›,
Ne güzeldi ne güzel masallar, bilmeceler.
Odan›n ortas›nda yanan petrol lâmbas›.

Neş’elerim geride kald› eski günlerde,


Güzel günlerim vard› ya€murlarla ›slanan,
O do€du€um diyarda, o kuru ›ss›z yerde,
Petrol de€il masald› lâmbalar›nda yanan
Neş’elerim geride kald› eski günlerde...
18

ARZ-I HAL

Ben de günahkâr kullar›ndan›m Allah›m...


Bir “Kulhuvallahi” bilirim dualardan,
Bir de “Yarabbi şükür” demeyi doyunca.
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmedi€im kalmad› sevdalardan.
Ben de günahkâr kullar›ndan›m Allah›m!..

Benim gibi kulun çok dünyada, Allah›m!..


E€er bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
‹nsan hat›rlam›yor dün ne yedi€ini.
Zaten yedi€imiz ne ki hat›rda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allah›m!..

Yazd›klar›ma sak›n dar›lma Allah›m!..


Meleklerin sana bunlar› söylemezler.
Art›k, pek yaratt›€›n gibi de€il dünya
‹nsanlar hem sabuna kar›şt›, hem suya:
Ne olursun, hoşuna gitmediyse e€er,
Yazd›klar›ma sak›n dar›lma Allah›m!..

Sana bir şey soraca€›m, affet Allah›m!..


Beş vakit k›zlar doluyor camilerine,
Beyaz yaşmakl›, beyaz tenli, masum k›zlar...
Benim bir defa görüşte yüre€im s›zlar;
Sen tutulmad›n m›, içlerinden birine?
Sana bir şey soraca€›m affet, Allah›m!..

‹şte insanlar bu minval üzre, Allah›m!..


K›t kanaat sere serpe yollar boyunca...
Sen, bizim için hâlâ o ezeli s›rs›n.
Sen de, bizi bilmiş olsan, başkalaş›rs›n..
Herkesin kederi, gailesi boyunca.
‹şte insanlar bu minval üzre, Allah›m!..
19

B‹R GÜN SABAH SABAH...

Bir gün sabah vakti kap›y› çalsam,


Uykudan uyand›rsam seni:
Ki, daha sisler kalkmam›şt›r Haliç’ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranl›k,
Köprü aç›kt›r henüz.
Bir gün sabah sabah kap›y› çalsam...

Yolculu€um uzun sürmüş oldukça


Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Da€ baş›nda beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şark›lar söylemişim pencereden,


Uyan›p uyan›p yine dalm›ş›m.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaş›ndan gerdanl›€a gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca’dan bir sepet elma alm›ş›m...
20

Ver elini Haydarpaşa demişiz,


Vapur r›ht›mdad›r p›r›l p›r›l,
Hava hafiften so€uk,
Deniz katran ve bal›k kokulu
Köprüden kay›kla geçmişim karş›ya,
Bir nefeste ç›km›ş›m bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kap›y› vursam,


–Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçlar›n da€›n›kt›r, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kap›y› çalsam,
Uykudan uyand›rsam seni,
Ki, daha sisler kalkmam›şt›r Haliç’ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
21

YALA⁄UZ

Bektaş yüce da€ baş›nda –yala€uz–du.


Bektaş zaten do€du€undan beri –yala€uz–du...
Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek,
Bulutlar›n içinde kendi kendine –yala€uz–du...

Mintan› ile yaln›zd›, çar›€› ile yaln›zd›,


Bilinmez düşünceleri, Tanr›s› ile yaln›zd›...
Köyde, şehirde, kasabada, da€da
Beş on kelimesi, diliyle.
Yaln›z insanlar›n o garip haliyle;
Yaln›zd› Bektaş, yapayaln›zd›..

Bektaş may›s böce€i kadar yaln›zd›,


Esaretinde hürriyetinde sevdas›nda,
Üç yaş›nda da yaln›zd›, on beşte de, seksende de,
Ya€murlar›n alt›nda, bulaklar›n kenar›nda.
Türküsünde, koşmas›nda, şark›s›nda,
Tamamda da noksanda da,
Papatya gibi yaln›zd›, kuşyemi gibi yaln›zd›.
.......
‹€neden ipli€e işte Bektaş, yapayala€uzdu...
22

‹stanbullulardan:

YAS‹N EFEND‹H

‹stanbul’da bir Yasin efendi vard›r.


Sahaflarda bir dükkânca€›zda.
Allah ne verirse ama üç ama beş,
Şükreder oturur...

Sabah erken gelir Sultan Selim’den


Dükkân›n›n önünü sular süpürür.
Sahaflar›n en güzel vaktidir,
Karş›dan karş›ya yârenlik olur.

Bir çay ›smarlay›nca acem çayc›dan,


Minderli sandalyesine kurulur
Bilinmez hayalleriyle saatlerce
Oyalan›r durur...

Tarç›n tarç›n kokar elbiseleri,


Tesbih çekerek akşama kadar
Güvercinler için m›s›r, dar›
Ve M›zrakl› ilmihal satar.

Akşam oldu muydu Yasin Efendi


Paltosunu giyer, dükkân›n› kitler,
Beyaz›t f›r›n›ndan bir ekmek al›p,
Evine döner...

‹stanbul’da bir Yasin Efendi vard›r.


Sahaflarda bir küçük dükkânda,
Asma çardaklar›n›n yeşilli€i alt›nda
Allah›na şükreder oturur...
23

SONNET

– Yaln›zl›k içinH

Çekemezsin bir yere sineden başka.


Biliyorum günler hep böyle geçecek.
Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba,
Ne bir dost, oturup karş›l›kl› içecek..

Yaln›zl›k sade şurda burda de€il,


Düşüncede, hat›rada ve dilekte.
Hangi taş› kald›rsan, nerde “of!” çeksen,
Bir duda€› yerde, bir duda€› gökte..

Bilmem rengi nas›ld›r, boyu ne kadar.


Biçen her kimse y›llard›r yanl›ş biçiyor.
Bir elbise ki, alabildi€ine dar..

Nedir bir türlü s›rr›n› anlamad›k,


Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini kar›şt›rsan yaln›zl›k..
24

‹stanbululardan:

MERS‹YEH

Büyük bir vatanseverdi,


‹nk›lâplar yapamad›,
Binalar falan kuramad› gerçi.
Sessizce çal›şt› masas›nda.
Evrak kaydetti.
Ve tevazu gösterdi halince.
Nihayet vadesi yetti.
–Ecelin sundu€u şerbeti içti–
Allah rahmet eylesin,
Hüsnü Efendi.
25

MEMUR KARISIH

–Kar›m’a

Aya€›nda ipe€in en kötüsü


Sen onuncu derece memur kar›s›
Çileli vefakâr kad›n, kalbimin yar›s›...

Ya bir bak›ş, ya bir vaad peşinde


Nasip budur deyip boyun e€mişsin.
Han›m, kad›n tazeyken onbeşinde...

Şöyle halince anlars›n modadan,


Manikür yapmad›n nikâh›ndan beri.
Bozulup gitti ellerin sodadan.

Öyle büyük büyük hayallerin yok,


Bir kuruşu, bir kuruşa eklersin,
Ya bir zam, ya ikramiye beklersin...

Tükettin ömrünü da€başlar›nda,


Otuzuna varmadan anas› oldun
Beş çocu€un, sekiz on yaşlar›nda...

Y›lda bir gazinoya, ya Adalara.


Bir kere de Florya’ya gidersin,
Y›l› bir rop bir çorapla edersin...

Sen onuncu derece memur kar›s›,


Vefakâr çileli kad›n kalbimin yar›s›.
Senin için ne söylesem azd›r.
26

GAR‹P ANADOLUMUN DA⁄LARI

Garip Anadolumun da€lar›,


Da€lar›n efendileri, a€alar›.
Güzelsiniz, ulusunuz, hoşsunuz,
Dört mevsim içinde dört mevsim k›şs›n›z.
Garip Anadolumun da€lar›,
Da€lar›n beyleri, a€alar›...

‹yi kalbli, anlay›şl›, gösterişsiz,


Fakir köylerimi beslersiniz.
Bazan yolsuz korsunuz, yoksuz korsunuz,
Haritada bile ne heybetli durursunuz.
Fakir Anadolumun da€lar›,
Ramanlar›m, Nemrutlar›m, Süphanlar›m,
Verecek bir şeyim yok ise gönlümden başka,
U€runuzda, üstünüzde kals›n kanlar›m..

Garip Anadolumun da€lar›,


Da€lar›n efendileri, a€alar›.
Oy, da€lar, garpl› da€lar, şarkl› da€lar,
Türkülü şark›l› da€lar.
.......
Ard›n›zda yâr a€lar..
27

ÖLÜME DA‹R KONUŞMALAR

... ‹şte günlerden bir gün Elâgözlüm,


Yeni bir başlang›çla bitecek ömrümüz.
Amenna ve Saddakna,
Bari hoşça geçse günümüz...

Hangisine tasa edece€iz, şaşt›k.


“Ölüm derdi, kal›m derdi” derken
Dimyata pirince giden misali,
Yolun ortas›na ulaşt›k...

Ölüm bir hat›ra gibidir insanda;


Kâh hat›rlan›r, kâh unutulur.
Fakat bir gün, bir gün nihayet
Gözle görülür elle tutulur...

Şimdi taştan ç›kard›€›m ekmekle,


Çorba içmedeyiz s›cak s›cak.
Fakat yar›n kim diyebilir ki Turgut,
Hat›ra olmayacak?..

Unutmak istiyorum zaman zaman,


Ne yapsam, ne etsem olmuyor,
Kabulleniyorum,
Kabulleniyorum da –gelgelelim–
‹çim içimi yiyor...

Nas›l ki, unutamaz insan


Bir kez gerçekten sevdi mi...
.......
Senin anl›yaca€›n Elâgözlüm şimdiden
Al›şt›r›yorum kendimi...
28

ÖLÜME DA‹R KONUŞMALAR

‹şte ben hep böyle garip mahzun,


Bir şey beklermişcesine yaş›yorum.
Bazan öyle günlerim oluyor ki, Elâgözlüm,
Ne oldu, nas›l bitti şaş›yorum..
Baz› bilmem, gün nas›l başlad›€›nda,
Kay›p kay›p gidiyor dünya b›kk›n bak›şlar›mdan.
Yaş›yorum, yaş›yorum da bitmiyor,
Bir tutam sak›z oluyor a€z›mda zaman..

Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de aras›ra,


Bu görmek, bu sevmek, bu aziz s›cakl›k tende.
Bu bir nimet, bu bir nimet, bu Elâgözlüm,
Bu yaşamak bir şiir; harikulâde.

Sen ki, saç›ndan t›rna€›na kadar


Bir hürriyete bedelsin,
Bu ›l›k saçlar, bu gözler; fakat her şeyden önce
Yaşad›€›n için güzelsin..

‹şte böyle yeşil bulutlar misali senelerce,


Oradan oraya elinde kaderin.
Kimbilir kaç kere üstünden geçtim,
Şark›lar söyledim karş›s›nda
Bir gün bana mezar olacak yerin..

Gerçi şimdi ça€›m›z de€ilse de Elâgözlüm,


Bu bir kötü tecelli ki, nas›l diyeyim.
Bir gün bir kara gölge görürsen gözlerimde
Akşamsa beni uyut..
.......
Bir nefis sabahsa e€er, ölümü
Ellerin ellerimde bekliyeyim...
29

ŞEH‹TLER

Sen,
Ad›n› bilmedi€im bir köyde do€muşsun..
Kucak kuca€a büyümüşsün toprakla,
Yorulmuşsun, sevmişsin
Harman yapm›şs›n,
Çocuk yapm›şs›n,
–Topraktan korkum yok ki zaten–
Diyebilmişsin ölürken...

Sen,
Bir şehir çocu€uymuşsun,
Dev makinalar›n g›das› olmuş kan›n.
Büyüyememişsin
Sevememişsin.
Son merdane hücumunda mangan›n,
Şehit olmuşsun...

Sen,
Il›k bir sahilde do€muşsun.
Beyaz bir eviniz varm›ş,
Ananla, babanla yaşam›şs›n,
Kanl› canl›ym›şs›n.
Sedef yüklü,
Kad›n yüklü gemiler varm›ş rüyalar›nda
Ölüm hiç akl›na gelmemiş.
Fakat bir şafak vakti hastanede
Her şey birden bitivermiş.
30

Sen,
Bir orospu çocu€uymuşsun,
Belki hapishanede,
Belki kald›r›mda do€muşsun,
Ananla beraber kucaklarda sabahlam›şs›n.
O bile bilmezmiş kimden olmuşsun.
Lânetlenmiş, kovulmuşsun.
Vatan sevmeye de€ecek kadar güzeldir amma.
Yaşamak için f›rsat vermemiş talihin sana...

Sen, şehir çocu€u,


Sen orospu çocu€u, hepiniz,
Topra€›n nemli bekâretindesiniz.
Kitaplarda, türkülerdesiniz.
Hat›ralar›n›z ›ss›z kasabalarda kaybolmuş,
Kiminizin k›z› hizmetçi,
Kiminizin kar›s› metres tutulmuş,
Dünya nimetlerinden k›r›nt›lar dişlerinizde..

Bir tükenmez bolluk içindeyken dünya


Harp gelmiş çatm›ş kader bu ya
Levhalar as›lm›ş,
Davullar vurulmuş
S›rtta çanta, elde tüfek düşmüşsünüz yola,
Önünüzde bir kahraman onbaş›,
Canl› bir 盀 gibi koşmuş yorulmuş.
Yar› kalm›ş işlerin, sevdalar›n telâş›,
Kiminizin gö€sünde bir mendil,
Kiminizin muska.
31

Kiminizin resim
Dudaklar›n›zda yar›m yamalak bir isim.
Kimbilir hangi hain ovan›n düzünde,
Bir saniyelik sevinç olmuşsunuz,
Düşman toplar›n›n gözünde...
Damarlar›n›zda hazza benzer bir s›z›
Ölüm çiçeklenmiş gövdenizde yer yer,
K›rm›z› k›rm›z›...

Şimdi en sakin uykulardas›n›z,


Vatan selâmetle, hürriyetle dolmuş,
Bayramlar, e€lenceler, şenlikler,
Siz uyuyun siz uyuyun şehitler,
Yatt›€›n›z yer art›k hakk›n›z olmuş....
32

B‹R ANADOLU VARDIR

Bir Narhan›mc›k vard›r.


Cin da€lar›n›n arkas›nda.
Bir çukur köyde.
Ya üç ya dört yaş›ndad›r görseniz,
Süt sa€ar, yün e€irir ufak elleriyle.
Babas›yla diz dize oturur akşamlar›,
Ne lâflar söyler büyük insan gibi,
Hayret edersiniz..

Bir Gergisüban köyü vard›r.


Cin da€lar›n›n arkas›nda.
Bizim Narhan›mc›€›n köyüdür.
Fena geçmez baharlar› k›tl›k olmazsa.
Elma yetişir, kartopu yetişir topraklar›nda.
Gelgelelim ya€mursuz yazlar gelince,
Bir dert herkesi dilsiz eder.
Narhan›mc›k a€lar.
K›ş da kötü bast› m›yd› üstüne,
Açl›ktan s›€›rlar bile ölür gider...

Bir Mihrali marangoz vard›r.


Babas› Mihrali koymuş ad›n› ne yaps›n.
Narhan›mc›€›n akrabas›d›r..
Alinin, Memişin, Sat›lm›ş›n akrabas›d›r.
Terini çevre ile siler Mihrali
Potur giyer, çar›k giyer
Bütün ömründe aşa€› yukar›
Sacta pişmiş mayas›z yufka ekme€i yer.
.......
33

Arpa yetiştirir, sel al›r gider.


Bir yar sever, onu da el al›r gider...

Bir Anadolu vard›r.


Yazlar›, k›şlar›, k›tl›klar›yla,
Aş›lmaz duvarlar›n arkas›d›r.
Cin da€lar›n›n arkas›d›r.
Bir Anadolu vard›r, Anadolu,
Bir lüks banyo sabununun markas›d›r..
Türkiyem
1. bas›m: 1952, Varl›k
37

TÜRK‹YEM

Seni boydan boya sevmişim,


Ta Kars’a kadar Edirne’den.
Topra€›n›, taş›n›, da€lar›n›
F›rsat buldukça övmüşüm.

Sen vatan›ms›n, ekme€imsin


Duydu€um, bildi€im zafersin y›llarca..
Zonguldak’ta 63 numara
Nazl› sahiller Akdeniz’de.
Sevdas›n ci€erlerimde parça parça
Yar› kalm›ş dile€imsin...

Sen Koçhisar’da tuzum,


Sille’de k›z›m...
Çift kulakl› Sürmene b›ça€› belimde.
Varm›ş›m çi€ köfte yemeye Adana’ya
Dadalo€lu’ndan bir koçaklama dilimde:
– Şu yalan dünyaya geldim geleli..
Hey vatan›m, bac›m, sa€d›c›m, emmim
Senden bir yara her yerimde.
Desteye güreşmişim K›rkp›nar’da.
Durmuş da yorgunluk ç›karm›ş›m,
Bir akşam vakti
Dört bardak k›rtlama çayla Erzurum’da..
38

Ardahan’a varm›ş›m yollar uzam›ş


Bel vermiş, yol vermemiş da€lar.
– Yüce Tanr› dört yan›n› bezemiş,
Beni yakan bir Konyal› k›zimiş..

Seni boydan boya sevmişim.


Ta Edirne’ye kadar Kars’tan.
Taş›n›, topra€›n›, yi€idini,
F›rsat buldukça övmüşüm...
39

BAHAR BAŞLANGICINDA DÜŞÜNCELER

Şimdi Palandöken’de çoban Ahmet’in


Tabanlar›n›n üç metre alt›nda,
Sessiz bir bahar başlamaktad›r.
Yol bulmuş da, kar sular› topra€a
‹nce bir sevda gibi işlemektedir.
Böcekler tohumlar k›v›r k›v›r
Akdeniz’de, meyve bahçelerinde
Çocuklar erikleri taşlamaktad›r.

Benim de kötü geçmedi çocuklu€um


Geçende oturdum da düşündüm.
Her gününde bir başka tad buldu€um,
‹stanbul’un bir kenar mahallesinde,
Veya Eskişehir’de evimizdeyken.
Şöyle birkaç saat düşteyim sand›m
Sanki rahat bir toprakm›ş›m da, içime
Bir cemre düşmüş gibi ›s›nd›m.

Babam zabitti o zamanlar


Şakaklar›na hafiften ak vurmuş.
Çok bahar görmüş al›ndan, yeşilinden
‹şkodra, Yemen, Kafkas, Selânik
‹şte senelerce dolaşm›ş durmuş.
Dalar da eski günlere anlat›rd›.
Bahar her yerde baharm›ş ama,
Anadolu’da başka türlü olurmuş.
40

Do€rudur babam›n dedikleri bir bir


Geyve bo€az›na var›rken sa€da,
Heybetli kayalar, bulutlar aras›nda
Bir köy, gözünüze ilişmiştir.
Gün a€ar›r, tren yavaşlar, pencerelerden
‹nsan mis gibi bir ekmek kokusu al›r.
San›r›m, bütün dünyada bahar,
Her yerden evvel bu köye gelir.

Sonra Erzurum’a kadar yol boyunca


Mahzun, sevdal›, sakin köylerim.
Kayalar›n üstünde, yol kenar›nda
Bazan elimi şaka€›ma koyunca;
Hepsi o Geyve’deki köy gibi olsa derim.
Sivas’tan, Erzurum’dan öte art›k
Bir hain akşam başlar da€larda
Ac› ac› yanmaya başlar gözlerim..

Babam›n sözlerini hat›rlar›m


O güzel köyü Geyve bo€az›ndaki
Gözlerime bir büyük yaprak aç›l›r
Büyük günler düşünürüm, büyük ve güzel
Erkek, ma€rur Anadolu silkinmiş..
Bir rüyadan uyan›r›m sessizce
Bilirim ki en güzel günlerinde may›s›n
Kars’tan Ardahan’a salâvatla geçilir.

Şimdi ‹stanbul’un yazl›klar›nda


Sabahl›kl› k›zlar gül budarlar.
Geyve bo€az›ndaki köy, babam
Bu bir uzun hikâyedir, anlatamam.
‹çimde de bir tuhaf mevsim başlar
Dalar›m uzun rüyas›na tohumlar›n
Bir kam›ş olur da büyürüm, kayg›s›z
Tuzgölünün batak sazl›klar›nda..
41

O KÖY Y‹NE KEND‹ RÜYASINDADIR

Heybetli Arsiyan da€lar›nda bir gün


At›m yoruldu, ben yoruldum.
Şimşekli, f›rt›nal› bir ikindi
Çektim at›n dizginlerini, ya€murlar içinde
Banarhev köyünde indim..

Muhtar›n odas›nda bir ben, iki yabanc›


Birbirimizi y›llard›r tan›rcas›na
Kurunduk, çay içtik, muhabbet ettik
Kurtlar, kuşlar ve bulutlardan uzakta
‹nsan oldu€uma gizli gizli
Bir sevindim bir sevindim..

Kad›n lâf› geçti mi söz aras›nda


Bir tuhaf oluyordum.
Karanl›klar içinden inanmazs›n›z
Uzak uzak sesler duyuyordum.
Girdim yata€a, çektim yorgan›
Banarhev köyünde, muhtar›n odas›nda
Düşlerimin ve insanlar›n yan›baş›nda
Sabahlara kadar uyudum..

Oran›n s›cakl›€› havas›ndad›r.


Ben gidince bir şey de€işmedi biliyorum.
Şad olsunlar hepsi sular›, alabal›klar› ile.
.......
O köy yine kendi rüyas›ndad›r.
42

TURNAM SEN‹NLEH

Bir rüzgâra kap›ld›m da doland›m durdum


Ankaran›n ‹stanbulun d›ş›nda.
Mecnun gibi mi dersiniz, Kerem gibi mi
Bir telli, turnan›n peşinde?

Aman turnam telin, tele€in olay›m


Yollarda koma beni.
Derdinmişim gibi taş›, palaz›nm›ş›m gibi
Aman turnam telin, tele€in olay›m...

Bir çal› dibinde, bir da€ baş›nda


Ö€len uykular›na varay›m.
Turnam benim, can›m turnam, han›m turnam
Bilirsin ben garibim, fukaray›m...

Eksilmesin üstümden gölgen, rüzgâr›n


O günler içim alav alav yan›yordu.
Biz Sakaltutandan inerken saba€nan
Kars yeni yeni uyan›yordu...

Neresi olursa olsun, eyvallah


Şu gözün alabildi€ine bizim memleket, turnam
Yol var – Da€devirene art›k tesviyei türabiyede
‹kibuçuk k‛da Pasinler, yallah..

Pasinlerde Ali Efendinin han›nda


Bir uyku çektim doyas›ya.
Has›r›n üstünde, öyle rahat, kayg›s›z
Gölebertli Mustafan›n yan›nda..
43

Otursam da sabahlara kadar a€lasam


Yollar geçiyor içimden yollar, uzak yak›n
Ah, doyamad›m daha, doyamad›m doyamad›m
Aman turnam, aman bu düş olmas›n sak›n..

Ben neye sevdal›y›m böyle, bilmem


Binlerle y›ld›z kay›yor kan›mda.
Şöyle dolaşmak, y›llarca, yüzy›llarca
Hür, yayan yap›ldak vatan›mda..

Aman turnam telin tele€in olay›m


Beni kaç›r, beni götür b›rakma.
Kars olsun, Sivas olsun, Edirne olsun
Gözüm yok hiçbir şeyin yeşilinde, a€›nda
Beni taş›, bitin olay›m, kölen olay›m
Bir arpa tanesi gibi kursa€›nda...
44

TURNAM, B‹R GÜN BIRAKMIYACA⁄IM...

Güz geldi mi göçüp gidiyorsun buralardan


Mahzun kal›yor kalbim ve gözlerim..
Sen sevgileri ve yollar› hat›rlat›yorsun bana
Turnam, bir gün b›rakm›yaca€›m peşini,
Ömrüm oldukça ard›ndan gelece€im..

Bir yamal› yelkenden sular daml›yacak,


Veya gemici şark›lar› söyliyece€im bir şilepte.
Merhaba rüzgâr diyece€im, merhaba maden kömürü
Verin elinizi, kahve kokulu sahillere.

Turnam, bir gün b›rakm›yaca€›m peşini,


Cümle sevgilere, tekrar buluşmak üzre, veda.
Ormanlar, deniz çiçekleri, yunuslar
Vatan›m tuz biber gibi kalbimde ama
Bu sevda başka sevda..

Hiçbir zaman dertsiz kalmad› gönlüm


Bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
Daima daha taze, daima yeni baştan
Turnam bir gün b›rakm›yaca€›m peşini,
Sen nereye, ben oraya, ad›m ad›m
‹nsan sevdikçe iyileşiyor art›k anlad›m..

Bilmem nerelere gidersin gönlünce


Hangi medar şehrine, bir akşam vakti.
Gürültülü sokaklar, evler, iri kuşlar
Ç›plak kad›nlar arpa döver taş havanlarda
Bir pencereden ans›z›n bir hazin şark› başlar...
45

Bir bas›k meyhanedir köşedeki, kemerli


Yol boyunca keşkül uzat›r s›ska çocuklar.
Trahomlu ve s›tmal› bir viski içerim
Sahilde zencefil yüklü gemiler uyuklar..

Ne denmişse yalan hayat için,


‹şte o, yaşand›€› gibi sokaklarda.
Cümle geçmişimi aziz bilece€im
Turnam bir gün b›rakm›yaca€›m seni
Yaşamak ve sevmek için ardarda,
Ömrüm oldukça peşinden gelece€im...
46

B‹R SESS‹Z GECEDEN TURNAM...

Bir gün bir uyan›vermişim ki Turnam uykudan


Demirkaz›k sol yan›mda, Dübbü Ekber karş›mda
Lâcivert denizlerin ötesinde tekmil y›ld›zlar.
Bir gün bir uyan›vermişim uykudan,
Geçmiş, gelecek cümle rüyalar içimde.

Selâm sana Turgut Uyar, selâm sana Demirkaz›k


Hep iyi niyetlerle daim olas›n›z dilerim.
Saçlar›m bir kutuptan öbürüne dek uzam›ş
Hanya’dan, Konya’dan, dünyadan geçmiş
Kitap olmuş yaz›lm›ş, kervan olmuş düzülmüş
Başlam›ş zari zari yaş dökmeye ellerim...

Mestolmuşum hür dünyas›nda düşüncelerin.


–Hür dünyas›nda düşüncelerin–
Bir ses tutmuş maşr›kla ma€rup aras›n›.
Horoz ötmüş, kavga gitmiş, buzlar çözülmüş
Yeni bir devir başlam›ş, bitkilerden, ölülerden
Bir kelimesiz diyarda kal›vermişim...

.......

Sen olsan ne yapard›n Turnam


Bir sandala atlam›ş denize aç›lm›şs›n
Yan›nda ne pusula, ne aş, ne az›k
‹şte karş›nda Dübbü Ekber, solunda Demirkaz›k
Salk›msaçak bulutlar, delibozuk dalgalar.
Bütün rahatl›klar› sahilde b›rakm›şs›n
Mor rüyalar asmalarda, pembeleri yatakta
Yola düşüp Huu demişsin, Huu işitmişsin
Arpa boyu, çavdar boyu, minare boyu de€il
Tut ki gecelerce m›sralar boyu gitmişsin..
47

Bir tuzlu sahile “Ben Robenson’um” deyip


Kemali azametle kadem basm›şs›n.
Kumlarda aya€›n›n çatlak çatlak izleri
Garip garip ses verirmiş att›€›n her ad›m,
Söyle Turnam, insan olsun, köpek olsun, kar›nca olsun
Bir dost aramaz m›s›n?..

Yürümüşün akşam olmuş tâbü tüvan kalmam›ş


Boy vermeye başlam›şlar y›ld›zlar kadir kadir.
Iss›z sessiz bir bozk›r, manas›z çimen çiçek
Düşün, şimdi yan›nda – konuşmasan›z bile –
Düşük omuzlar›, ad›m sesleri, saçlar› ile bir insan
Ne denlû ›s›n›rd› yüreci€in kimbilir?..

Okşamak geçerdi içinden parmaklar›n›,


Nefes al›ş›n› dinlemek uzun uzun.
Sonra, meselâ: – Ahmet demek, Ne var, demesi. –
Bozk›r karangu, yol uyan›k, y›ld›zlar uzak
Ahmet demek, Mehmet demek, kardeşim can›m demek
Bir muhabbet ki s›cakl›€›na benzer yaz›n
Ve cümle kanunlara kafa tutmak.

Bu böyle devam edip gitmelidir Turnam,


Bütün yarat›lm›şlara selâm salmal›, selâm almal›
‹yi günlerden, kötü y›llardan, baharlardan
Gecelerin peşinde kaybolmuş diyarlardan..
Ah! Şimdi şu sessiz gecemde bana:
–Turgut, kalk gidelim.– diyen bir dost olmal›...
48

TURNAM, B‹R DEV‹R ÇALSAK FELEKTENH

Dilerim ki, Tanr›dan yurdumun


Cümle çiçekleri açs›n, k›rm›z›, mavi.
Yeşermedik yer kalmas›n,
Kuru a€aç kalmas›n.
Cennet misali...

Turnam, ben fakir bir insan›m


Hani, yurdu kahveler, hanlar olanlardan.
Sürülüp ç›kar›lm›ş ömrü boyunca
Alaca hat›ralardan..

Bir şey de€il benim unutulmuşlu€um


Ben gün gördüm vaktile yeterince.
Tut ki Vanl›y›m, yahut Muşluyum
Kaderimi vurmuş s›rt›ma, düşmüşüm yola
Tenha kasabalardan..

Tekmil memleketim avuçlar›mda


‹şte Madenli, işte Yolüstü, işte Sö€ütlük›z›k
Emrah›n, Karacao€lan›n âş›k gezdi€i yerler
Yaz›k Turnam, körolay›m yaz›k.

Bu memleket bir dilim ekmek, boylu boyunca


Yemekle doyulmaz.
Bu sö€üt, Hörünün bilekleri.
Bunlar topuk sesleri Şahsenemin
Bu Köro€lununki işte, mavili k›z
Bu memleket kavl› çakmak, sarma cigara
Bir rüzgâr, bir yaylâ gecesi, y›ld›z y›ld›z..

Yusufun Züleyhas› vard› Turnam, bilirsin


Yan›k Keremin Asl›s›.
Benim de günlerimde, gecelerimde
Bekir Efendinin k›z›.
‹sterim eşle, dostla, yâranla,
49

Ayd›nl›k günlerde, masallarla, yürekten.


Kerem Asl›sile, Mahmut Elifile, zavall›
Ben ortanca k›z›yle Bekir Efendi merhumun
Cümle âlem sevdi€iyle, kayg›s›z ve şen
Turnam, bir devir çalsak felekten...
50

... SE TURNAMH

Tekmil hat›ralar›m› ba€›şl›yabilirim


Rüzgârlar›n ötesinde herkesçe yaşanm›ş,
Bir duvar, bir çocuk, bir k›z, bir sevda
Bir ölüm geceler boyunca tekrarlanm›ş.
Iss›z yollardan bir dönüş gerisin geri
Havas›z bir fanusta kalm›ş›m s›rtüstü
Bütün gerçeklerine inat Newton’un...
Bilinmemiş bir y›ld›z›n ilk yolcusuyum
Kuşlar göklerimizde kanunla uçacaksa..

Ben gönlümü yollar için sakl›yorum


Beni k›zo€lan k›z maceralara götürecek
Bir kurşuni perdeden ya€murlara bak›p a€lasam
Bir kara insan, bir kara sevda; bir kapkara çiçek
Ellerim deniz mavisinde şeffaf
Bakteriler gelir geçer karanl›k damarlar›mdan
Bir musluk aç›lm›ş, bir tuzlu su dolmuş gözlerime.

Bana ne, bir seher vakti Alada€ üzerinden


Cenuba dizi dizi turnalar geçecekse..

Âlemde neyim var gözlerimden gayr›


Her yolun, her menzilin sevdal›s›y›m.
Bir kuş, bir b›çak, bir bal›k dipdiri
Dünyan›n sonundan yüzy›llar evvel
Ben bir garip insan b›km›ş, usanm›ş.

Vars›n şark›s›z kals›n ömrümce dudaklar›m


Suyunu hep ayn› çeşmeden içecekse..
51

TURNAM, B‹R AY DO⁄AR PASIN’DAN...

Cümle yolculara selâm ederim.


Dilerim yollar› u€urlu olsun, ayd›nl›k olsun.
Havalar günlük güneşlik,
Tuttuklar› alt›n olsun...
Bir gün, belli olmaz, bir bakars›n Turnam,
Şu kuru baş›m› al›r ben de giderim...

Var›p Âş›k ‹kramî’yi bulurum


– Gelmişleyin birkaç gece kal›r›m.
Onun saz› omuzunda,
Benim torba s›rt›mda
– Bir ay do€ar Pas›n’dan, Turnam
Bir ay do€ar Pas›n’dan, emmim k›z›
Yüreci€im şak şak olur yollar›n arkas›ndan
Bir ay do€ar Pas›n’dan,
Tepsi gibi m’olur, yâre mi benzer?
Bir ay do€ar Pas›n’dan ekmek gibi.
Çal ‹kramî, yürek bizim, yollar bizim, saz bizim
Şu da€larda alaçiçek yaz bizim.
Boydan boya bu memleket bizim.
Yar›n olur güneş düşer, da€lar kalkar do€rulur
Is›cac›k gün içinde bir kahveyi tutar›z.
Kamyon gelir yolcu iner,
Kamyon gider boşal›r
Ortam›zda Benli Döne, sarmaşdolaş yatar›z...
52

Dile benden ne dilersen, serçe kuşu


Dile benden ne dilersen, telli Turnam
Dile benden ne dilersen, Alagözlüm
Parça parça yüre€imi önünüze koyay›m.
Bu yol nere, Pas›n’a m›, Toy’a m›
– Gül yanaklar üstündeki boya m›?
Yavri ceylân suya inmiş dolan›r
Melil mahzun sevdi€ini aran›r.
– Kekli€imi doyurdular...

.......

Aman anem ben öleyim...

Cümle yolculara dua ederim.


Nasipleri bol olsun, dilekleri tutsun
Zile’den geçsin yollar›, Sivas’tan geçsin
Pembeden, beyazdan geçsin..
Askerlere mektup götürsünler
Cümlesine selâm sabah iletsinler,
Az gitsinler, uz gitsinler
Sa€l›cakla yurtlar›na dönsünler..

Bir ay do€ar Pas›n’dan, Bekir efendinin k›z›


Bir ay do€ar gümüş gibi, bal gibi
Haydi Turnam, can›m Turnam, yar Turnam
Al saz›n› garipçecik destine,
Bir türkü çal, yol üstünde, gurbet üstüne...
53

KANTAR KÖPRÜ DESTANI’NDAN

Kantar Köprü’nün baş›nda


Oh dedim durdum.
Bu en güzel düşümdür benim,
K›ş olsun, bahar olsun, yaz olsun
Melil mahzun ç›ng›raklar›yla keçiler
Su içmeye gelecekler, biliyordum...

Kantar Köprü dedikleri,


Kekli€im aman...
‹ki direk, üç tahta.
Gelece€in güzel köprüsü
Bir y›ld›zl› da€ gecesi, ben hayran
Bir ben; bir Haşim a€a, iki yaya
Iş›l ›ş›l sularla, türkülerle
Ardahan’dan geliyordum...

Kantar Köprü bir baş›na da€larda


Uyur uyan›r.
Uyan›r da hep güllere boyan›r
Sular bozulur, turnalar dizilir
Geceler susar, gündüzler dile gelir tad›ndan
Kantar Köprü anam aman
Bir rüya gördüm alacas›ndan
Senin’çin hayra yordum...
54

Kantar Köprü Kantar Köprü, civan›m


Ne al›r, ne satars›n...
Bozbulan›k derelerin üstünde
Yar›m yamalak yatars›n.
‹çlisin, uzaks›n geceler içinde
Bulut olur dolan›r, güneş olur batars›n
E€ildim kana kana içtim suyundan
‹çtikçe daha susuz oluyordum...

Kantar Köprü şâd olas›n


Cümle murad›na eresin.
Sular›n aks›n; bal›klar›n büyüsün
Türküler başlas›n sa€›ndan, solundan
Bu k›raç ve ac›ms› da€lardan
Yolculara yol veresin...
Sessizlikte her uyand›€›m uykudan
Senin kardeş g›c›rt›n› duyuyordum...
55

KANTAR KÖPRÜ DESTANI

Kantar Köprü’nün destan›,


Savruktur ama gerçektir,
Parmak gibi bir dere üstünde üç de€irmen
Seksen pare köye vakt için
Arpa ö€ütecektir...

Kantar Köprü’nün yan›nda,


Üç küçük de€irmen.
Da€lar uludur, Tanr› uludur
Vakit yeşildir, sabaha karş›
S›rtlar›nda tatl› düşlere benzer yüklerle köylüler
Ya gelmiş, ya gelecektir...

Kantar Köprü’nün derdine,


Da€lar dayanmaz.
Da€lar dayanmaz, ben sana kurban
As›rl›k yorgunlu€unda iniler.
Ya ka€n›larda sessiz hastalar, a€r›larla
Ya baharda uzak ellere gurbetçiler
Garip türkülerle geçecektir...
56

Kantar Köprü dedim de,


Ben yand›m anam..
De€irmenci bir sabah kap›s›n›, ben hayran
Sisler ard›nda p›r›l p›r›l gözüken
Bir ayd›nl›€a açacakt›r.

Kantar Köprü’nün ard›nda,


S›rt s›rta da€lar..
Köyler dar› taneleri gibi serpilmiş
Bir s›cak yaz günü, temmuz ay›nda
Bir izinli asker, şifal› ark›ndan
Alabal›klar›n kaygan temasiyle tuzlanm›ş
Suyundan içip, terini silecektir.

Kantar Köprü anam aman


‹yi günler de görecektir..
Bir kokudur duydu€um ölümsüz hem bereketli
Kantar Köprü’nün önünde;
Ça€›lt›lar içinde büyük günlere
‹stihareye yatm›ş bir çiçektir...
57

KANTAR KÖPRÜ’NÜN GECES‹

Kantar Köprü gecelerde


Ah eder, güzelleşir..
Uzan›r ›ss›zl›€›na yamaçlar›n
Bir o yana bir bu yana sallan›r
Garipli€ine yerleşir..

Tezek kokular› gelir uzak köylerden


Bulutlar bir geçer, bir geçmez
Kantar Köprü vefakâr ve çileli
Sürmelim aman,
Da€lar baş›nda eyleşir..

Kantar Köprü’nün gecesi


Başka gecelere benzemez.
Kurak masallar başlar huzursuz yataklardan
Som altun tepsilerde arpa ekme€i,
Göz edip yaylalar›n sessizli€ine
Yaln›z y›ld›zlar uzaklarda titreşir..

Yollar al›ş›r; hasretler kavuşur


Güzelim Kantar Köprü...
Uzun sesler duyulur yan›k tarlalardan
Sular susar, alabal›klar konuşur, ben hayran
Morumsu uykulardan, selâm, aleykümselâm
Karanl›klarda ellerimiz birleşir..
58

KANTAR KÖPRÜNÜN YALNIZLI⁄IH

Kantar köprü zaman›d›r


Art›k içini dökmelisin.
Dört köşe, yuvarlak ve uzun
Bir mum ›ş›€›nda, bereketsiz gecemize
Iş›l ›ş›l tohumlar›n› ekmelisin...

‹çimiz çepçevre gün ›ş›€›


Büyük sevdalardan ve baharlardan
Arpa büyür, çavdar göverir
Bir yan›k türkü s›zlar t›rnaklar›nda
Kald›r›p baş›n› yüksek duvarlardan
Önüne, ard›na bakmal›s›n...

Kantar köprü, leylim aman


Art›k içini dökmelisin.
Tutup bizi yakam›zdan, efendim
Sevdal› yaln›zl›€›na çekmelisin...
59

RÜZGÂR

Yeter art›k rüzgâr, yakam› b›rak,


Ürpertiyorsun içimi.
Şöyle dinlenelim biraz, hiç olmazsa
Bir sigara içimi...

Pembe, beyaz bulutlar› toplam›şs›n,


Katm›şs›n önüne katar katar
Ne gençlik, ne şark›lar, çiçekler
Gün olur hepsi biter.

‹stemem kimsenin öldü€ünü


B›rak rüzgâr, b›rak anlatay›m.
Bir ulu meşenin dibine otur sen
Gö€sünde yatay›m..

Bize başka havalar getir biraz


Ihlamur koksun, sak›z koksun.
Çapadan dönmüş terli terli
K›z koksun...

Tepeden koksun, ard›çl›, çaml›


Siirt koksun, Boyabat koksun.
Hür güzel günler içinde,
Can›m hayat koksun..
60

Ayd›nl›k gecelerden sonra,


Günler dile€imce geçmeli.
Şark›lar dalga dalga üzerimden,
Turnalar misali uçmal›.

Sevdal› olmal›, hovarda olmal›y›m


Sebats›z kuşlara benzer.
Bir Kayseri’de, ‹stanbul’da
Bir y›ld›zlarda olmal›y›m.

Ama devran eski devran de€il


Ne oldu, ne olmad› şaş›rd›k?.
Bir bulduk, bir yitirdik kendimizi
Sade suya kuru fasulye pişirdik.

‹şte ben, bellerde, yollarda.


Dün yirmisinde, bugün yirmibeşinde
Bozk›r ortas›nda, da€lar baş›nda
Çoluk çocuk bir olmuş dolaş›yoruz
Bir lokma ekmek peşinde.

Bir hava getir bize art›k.


Ihlamur, sak›z koksun.
Ay›ş›€›nda y›kanm›ş, çil çil
K›zo€lan k›z koksun...
61

VA‹Z SOKA⁄I NUMARA 70

Ben sana kürk alamam do€rusu


Güzel bileklerine bilezik alamam.
Bir kap yemek, bir elbise.
Öyle bir tad var ki fakirli€imizde
Başka hiçbir şeyde bulamam..

Soka€›m›z arnavut kald›r›m›,


Evimiz ahşap iki oda.
Daha iyisi de olabilirdi ya,
Şükür buna da.

– Ama Hamdi beylerin..


– Hamdi beylere bakma sen,
Tencere malt›zda, fasulye tencerede
Çocuklar kap›n›n önünde oynuyor mu?
Ona bak sen..

– Perdemiz kadife olmal›yd›..


– Basma da güzel olur, sevince.
Biliyorsun ancak bo€az›m›za,
Olmuyor ha deyince.

– Kimbilir bir gün belki..


– Adam sen de, ald›rma,
Bunlar düşünmeye de€mez
Hem hayat dedi€in ne ki?..
62

KADERE VE GÖNLÜME DA‹R

‹şte ben böyle bildi€in gibi:


Kaderi öpüp baş›ma komuşum.
Gülüşüm, oturuşum, konuşuşum,
Belli efendim, besbelli
Yaşamaktan so€umuşum.

Yaz ya€murlar› misali y›llarca


Ya€m›ş durmuşum kendi içime.
Zaten dünya öyle dünya ki kim kime
Herkes kendi derdinde anca,
Herkesin yüre€i lime lime..

Halbuki hayat› sevmem gerekirdi.


Ac›may›, sevmeyi oldukça bilirim
Zamanla bir iş tutmay› da ö€rendi ellerim,
Hem hayat›ma bir de Havva k›z› girdi,
Ama gel gör ki bu kaderim..

‹şte ben böyle bildi€in gibi,


N’apal›m bizi bir kez mimlemiş kader
Her zaman böyle ya€mur bulutundan beter.
‹şte böyle hilâfs›z, gözümün elifi
Her zaman bir romantik portreye benzer..

Ben zaten bu dünyada tek baş›nay›m, hey..


Bir sevdal› gönül bütün var›m
E€er o da olmasa ne yapar›m,
Kimbilir hey,
Ne yapar›m...
63

AYRILIKLARDAN

Böyle sessiz ayr›l›klarda,


Her şey önceden belli olur.
En güzel zaman›nda, aşk›n ve hayat›n
‹nsan deli olur..

O, Kad›rga taraflar›nda bir evden ç›km›şt›r.


Masum bir yalanla –Halama diye–
Gözleri pabuçlar›nda, mahcup
Ellerine yap›şm›ş gibidir
Harçl›€›ndan artt›r›p ald›€›
Sevimli hediye..

Ah, insan nas›l ç›ld›rmaz nas›l


Bir çaresizlik,
Bir umutsuzluk sarm›ş her yan›.
Aran›zdan insanlar geçer.
Bulutlar geçer.
O, k›rm›z› mürekkep gibi dudaklar›yla, zoruna
Utanarak gülümsemeye çal›ş›r.

Bu gülüş en aldatmaz›d›r vaatlerin.


Y›llarca sonra bir uzak gurbette bile;
Zulmüne dayan›lmazken yaln›z saatlerin,
Bir yeşil yaprak üstünde gözlere,
Görünür, uzaklaş›r...
64

B‹R GAR‹P ÖLMÜŞ D‹YELERH

Şöyle sessizce ölüp gitmeliyim


Bir yaz gecesi Gülhane park›nda.
Şu hazin ömrü tamam etmeliyim..

Geç saatlere kadar oturdu€um,


Denize bakan bir s›ras›nda
K›r›k dökük hat›ralar aras›nda.

Ne vasiyet, ne uzun boylu veda


Ölümüme hiç kimsenin akl› ermesin
Gözlerim birdenbire kapan›versin.

Ne kimseye borcum, ne alaca€›m


Ne birikmiş beş on kuruş cebimde.
Ne kimseyi sevindirmiş, ne üzmüş olaca€›m.

Ne gazetelerde ne de radyoda
Ölümüm kimseye dert olmamal›.
Kim tan›r zaten beni dünyada.

‹nsanlar hergünkü gibi şen şakrak


Tabutum Merkez Efendiye giderken
Üç beş kişinin omzunda g›c›rdayarak

Birkaç kişi başlar›n› e€sinler,


Sonra ard›mdan bak›p ac›yarak;
– Bir garip ölmüş desinler...
65

GECELERDEH

Sabah› da€larda gördüm göreli,


Ürkerim akşam ezanlar›ndan.
Ne şarap, ne sevda, ne yâr ad›
Daha tatl› kelime yok, “yar›n”dan.

A€lamak, s›zlamak kaç para eder


Bir şark› söylenir, bir şark› biter.
Ömür dedikleri gitti gider
Bir avuç su gibi parmaklar›ndan.

Ne gülü, bülbülü gülşeni –has›n,


Elâlem vars›n korkakm›ş desin.
‹stemem istemem gece olmas›n
‹şim daha güzel, rüyalar›mdan...
66

AF KANUNU

Gerinirler karanl›k gecelerde, nasipsiz


Biri dopdolu, öbürü boş.
Tohumluk m›s›rlar, c›l›z inekler
Uykular› ya buluttan, ya sudan
Alt›nc› çocu€un ad› Yeter’dir..

Sevda Kerem’de, Asl›’dad›r


Geceler karaca gibi ürkek.
Elleri ayaklar›yla birleşirler
Kad›n›n ad› Gülperi
Erke€inki Sefer’dir..

Cilt onsekiz, hane seksenüç, kaydeyleyin


Alt› dölün nesebi sahih olsun
Ne ac›kt›m, ne susad›m
Garipsi dü€ünler, silâh seslerinden sonra
Onlar› ba€layan sevda,
Kaderdir..
67

DURMUŞ, SÜT MAV‹ GECES‹NE...

Benim savaş›m y›llarca sonra


Dilden dile gezecek.
Şen olsun, karanl›k gerde€inde
Dişisinden erkekçe tad alan böcek...

Bir tohum at›lm›ş topra€a Âdem’den


Sab›rs›z ve ürkek
Durmuş, süt mavi gecesine yazlar›n
Ba€l› karalar›n en kabas›na
En incesine beyazlar›n
Bir nemli sevda içinde sevinçli
Ergeç boy verecek.

Bir şark› söyleyin ne olur, k›zlar


Uzun ve gerçek.
Bütün düşündüklerim akl›mda kals›n,
Parmaklar›m›n telâşl› hasretiyle
Şimdi bir ›ss›z kasaban›n
Bir odas›nda, kendince, ›ş›ks›z,
Yavan, haz›rl›ks›z ve çoook uzak
Bir gece geçecek...
68

YATA⁄IM S‹MS‹YAH OLMALIYDI

Benim yata€›m simsiyah olmal›yd›


Ketenden yahut satenden.
Merhaba, y›llarca sonraki düşüncelerim
Sizlere bir karanl›k getirece€im,
Sevişen, öpüşen, arzu edenden..

Benim yata€›m simsiyah olmal›yd›


Basmadan yahut ipekten.
Bir baht›m kara,
Bir baht›m ak
Ellerim, bak›şlar›m utans›n y›llar sonra
Hayal meyal hat›rlad›€› bir bebekten..

Benim yata€›m simsiyah olmal›yd›


Pul pul y›ld›zlar›n alt›nda.
K›n olsun bir hançere düşüncelerim
Bir yaln›z miras kals›n, türkü gibi
Torunumun torununa yedinci göbekten..

Benim yata€›m simsiyah olmal›yd›


So€uk ve s›cak havalarda,
Kimsesiz, kuruntusuz
Merhaba bütün güzellikleri cümle âlemin
Bizim nasibimiz olmas›n da kimlerin olsun
Sevmekten..
69

KARP‹T LÂMBASI

Geceleri hep başka kad›nlar› düşünüyorum;


Uzak, hain ve mavi,
Baht›m›n karas›ndan, gözümün a€›ndan
K›rlang›ç türküleri, yaprak dökümü
Avuçlar›mda p›r›l p›r›l bal›klar,
Pembe irisinden, mor ufa€›ndan...

Y›ld›zlar›n sustu€u yerde Turnam,


Biz konuşmal›y›z.
Vaktin bütün tad›ndan habersiz
Sonra kuşlar geçmeli, baharlar geçmeli
Karlar içinde bilmemne da€›ndan...

Ufakl›€›mdan korkuyorum yaşarken;


Bu vitrinler, asfaltlar, mazot kokular›
Gemiler bu€day al›r, demir boşalt›r,
Bulutlar tedirgin, kad›nlar güzel...
Gecemi sen ›ş›t karpit lâmbas›
Gelmiş geçmiş aşklar›n saça€›ndan.

Bir kafe glâs, Turnam


–Tövbe yüzünü görmemişim–
‹çim üşüyor, kan›m çekiliyor belli
Bu s›tma başka s›tma, doyulmaz
Gel bir öpüşle ›s›nay›m, pembe beyaz
Ölümsüz ateşlerle yanan duda€›ndan...
70

ÇIRILÇIPLAK

Bir macera başlas›n ci€erlerimde


Bir yan› k›rm›z›, bir yan› ak..
Uzan›p sevişelim elmalarla topra€a
Ç›r›lç›plak.

Bir nefes gelsin yâdellerden dudaklar›ma


Dostça selâmlarla ›l›k
Bir limanda ›ş›klar sönsün
Birinde yans›n.
Art›k zaman›d›r a€laman›n karanl›klarda
Turnam b›rak...

Senin de çelimsiz öksürü€ün bir gün kardeşim,


Hasretle beklenir kap›larda.
Bir güzel alacakaranl›k, baharda
Soluk bir bulut düşmüş aln›na
Bir ahşap ev,
Arnavut kald›r›ml› bir sokak...

Dünyada neler varm›ş bizden başka


Sevdikçe anlars›n
Kitaplar terlesin yaln›zl›klar›nda
Sevmene bak...

Vakit hep akşamüstü olmal› de€il mi?


Özlenen şark›larla beraber
Bir sokakta sen gidersin, başkalar› gider
Saatlerin zorundan kurtulmuş bir zamandan
Uzak, yak›n sesler duyarak.

Oturup sevişmeliyiz güzelliklerle


Yüzy›llarca ötede, ç›r›lç›plak
Bu ilkokul şark›s›yla beraber
Bir ümitsiz sefer daha yapal›m gözlerimden içeri
Turnam, kalk...
71

UZAK KADERLER ‹Ç‹N

Bir gün, bir ya€murla garip garip


–Çolu€u çocu€u terk edece€im.–
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anlad›m
Al›p baş›m› gidece€im.

As›r yirminci as›rd›r, âmenna


Bir yan›mda sevgilerim, bir yan›mda sanc›m
Neon lâmbalar› büsbütün karart›r gecemizi
Uzaklar daha uzaklaş›r
Bir define ç›kar›r gibi kayalardan, Âdemden beri
S›ms›cak sevgilere muhtac›m.

Bir gün al›p baş›m› gidece€im


–Y›ld›zlar ›ş›s›n, yollar üşüsün, yollar...–
Belimi bir ›l›k şal sars›n, mavi
Hüzünlü bir serencâm›n ard›ndan, şark›s›z
Rüyalar›m unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karş›s›nda.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm


Her insan›n ayr› ayr› yaşayabilsem kaderinde
Diyar› gurbette kanl› bir aşk
Bahts›z bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yak›n ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
‹çip içip a€lasam..
72

Nas›l k›sa kesmeli bilmiyorum?


Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin sular› ça€lar şimdi
Y›ld›zlar dökülür sonsuza içimizden.

Bir gün, bir parkta otururken, biliyorum


Bir el ya€murlarla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çolu€u çocu€u terk edece€im..
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar, bir sabah ve bir ya€mur olacak


Toprak ve insan kokular›yla,
U€ultulu bir sarhoşluk içinde, y›llar için
Baş›m› al›p gidece€im.
73

YEŞ‹L‹MS‹

Benim doru atlar›m haz›rlans›n


Gökyakut sevdalara karş›, akşamüzeri.
Büyük sesler önünde geniş ya€murlar
Hadi başlas›n şark›lar›na insanlar art›k
Sevimli ve masum,
Bir kemik, bir deri...

Benim saadetim kolayd›r;


Bulutlar ve a€lamak varken.
Geniş vitrinler, canl› dudaklar, eller
Darac›k sokaklarda bir iki adam..
Hem bir şark›m›z var söylenecek.
Hem vakit erken..

Sonra hep bildi€imiz şeyler


Bu€daylar›n yayl›m ateş hikâyesi.
K›rm›z›ms›, yeşilimsi, morumsu
Bir bal›kt›r, umdu€umuz; ça€lardan..
Bu gelen yak›c› sesidir kardeşliklerin
Bildi€imiz, bilmedi€imiz ota€lardan...
74

AKŞAMÜSTÜ RÜYASI

Şimdi gemiler geçer uzaklardan


Gönlüm güvertelerde sereserpedir.
Iş›kl› geceler, saz sesleri, peynir ekmek
Ne biletim, ne param, ne dostum var
P›r p›r eder yüre€im bak›nd›kça...
– Uyan Turgut’um, garibim uyan
Bura Terme’dir.

Terme köprüsünden kamyonlar geçer,


Irgatlar üç orada, beş burada konuşurlar
Bir gece başlar, yar› siyah, yar› k›rm›z›
Cigaram› yakar, evime dönerim..
– Gidin gemiler, gidin
Vard›€›n›z yerlere selâm edin
Gün olur bütün kayg›lardan uzak
Ben de gelirim..
75

SÖYLE KÜÇÜK SAADET‹N‹

Söyle saadetini, çekinme


Bir ekmek, bir kad›n, birkaç çocuk.
Tatl› gerinmelerin peşis›ra sabahleyin
Evinle işin aras›nda bir tatl› yolculuk..

Cigara içerekten alacakaranl›kta


Kap›n› çalm›şs›n.
Al›nterin, göznurun, el eme€in, kar›n.
Turfanda portakal görüp çarş›da
Tad›ml›k birkaç tane alm›şs›n..

Al›rs›n kardeşim, almal›s›n


Dünyadan o kadar az ki, istedi€imiz
Senin, benim, hepimizin, çocuklar›m›z›n
‹ki olmamal› bir dedi€imiz.
76

HACER HANIM’IN HAMAMI

Hacer han›m›n hamam›, do€rusu


Büyük de€ildi.
Her taraf› p›r›l p›r›l mermerden
Kap›lar› pencereleri yeşildi.

Kap›n›n önünde bir büyük asma


Yolu gölgeler
Manavlar›n, gazozcular›n üstünde
Yemyeşil koruklar›yla dururdu.

Nemika! Hacer han›m›n k›z›


K›v›rc›k saçlar› simsiyah.
Hâlâ hat›r›mda, gözleri şehla
Esmerin, tombulun en güzelinden.

Üstelik Hacer han›mdan sakl›


Cigara da içerdi.
Güzel parmaklar›nda bir ince koku
Yan›m›zdan anl› şanl› geçerdi.

Böyle ufak tefek dörtlüklerle


Ah, anlat›lamaz hasretli€im.
O zaman bütün k›zlar›n en güzeli
Nemika’yd› benim bildi€im.
77

Nemika mermerlerde y›kan›rken


Neler düşünür kimbilirdi...
Ya zâbit, ya doktor, ya bir şehzâde
Uzaklardan şanl› alaylarla gelirdi.

Benim çocuk gecelerim, o ça€lar


Hep Nemika’yla doluydu.
Bir sola dönerdim, bir sa€a, titreyerekten
Onun haberi bile yoktu.

Ne hayallerle geçerdim yolunuzdan


Devir, o devirmiş bilemedik.
Yeşilbaş ördek olsam art›k Nemika,
Su içmem gölünüzden.

Ah, bunlar› oku Nemika yaş›yorsan,


Baht›n ömrünce yâr olsun...
Bu şiir çocuk gecelerimin hasretlerinden sana,
Yadigâr olsun...
78

K‹MB‹L‹R

I.

Böyle, bu sazl› bahçe neresi?


Nas›l da içiyorum, ölürcesine.
Sahnede bir bezgin kad›n,
Bir gariplik vermiş sesine.
O niçin şark› söylüyor şimdi,
Ben neye a€l›yorum?..

II.

Elbet hep böyle geçmeyecek ömrüm, biliyorum


Bu çeşit yaşamak, zor.
Kimbilir Tanr›m, kimbilir
Hangi güzel yerde beni,
Hangi ölesiye sevda bekliyor?..
79

Ş‹MD‹ B‹R ÜRÜZGÂR GEÇER

Bana yollardan bahsedin art›k,


Büyüsün yaln›zl›€›m.
Bir kad›n ve bir gecelik sarhoşlu€un peşinde
Ölüme benzer duraklardan.
Şimdi bir garip ürüzgâr geçer bilir misiniz?
Perdesiz, yataks›z, ateşsiz
Sapl›’n›n han›ndaki kavaklardan.

Halbuki ben y›ld›zlara bakanda


A€lamal›yd›m.
Bulutlar bir yeşil, bir beyaz öylece
Kalbimde bir üzüntü kimsesiz, ürkek
Tatl› baş dönmelerine benzer bir gece
Sonra bir eski şark› hat›rlar gibi
Bir ses, yabanc› ve güzel, uzaklardan.

Herkes kendi hürlü€ünde ölmeli


Ölmek, ölmekse.
As›rlarca evvel bu dünya
Başka insanlar›nd›.
Kardeşçe uzat›yorum yanaklar›m›, işte
‹nsanca ateşler almak için
Gelip geçtikçe öpen dudaklardan.

Şimdi bir rüzgâr geçer kavaklardan


Sapl›’n›n han›ndaki.
Hanc› ›s›n›r, yolcu üşür yaln›zl›€›nda,
Bir uzun iç çekiş büyür da€lara do€ru
Bu son gecesidir art›k a€lad›€›m›n,
B›rak›n yeniden üzüleyim
‹çimdeki y›llanm›ş meraklardan.
80

KASABA KÜÇÜK, SONBAHARDAH

–Şu donuk bulutlar›n hüznü yok mu?–


Gün kapan›k, insanlar, atlar, arabalar
Köfte vard›r ahç›da, so€uk su vard›r
Dayal› döşeli bir konakta
Bir taze kad›n›n uykusu vard›r.
A€lamak istersin, a€l›yamazs›n
Gülmek, gülemezsin.
Kasaba küçük, bir karanl›k gün sonbaharda
Kararm›ş gönlünü eyliyemezsin
Ne k‛t, ne kalem, ne kitap...
Ya bir ya€mur, bir ya€mur, yollara, a€açlara
– Ya bir uyku, bir güzel kad›nla sarmaş dolaş
Bembeyaz; s›ms›cak, gepgeniş yataklarda...
81

SOKAKTAN GEÇEN KADINH

Önümden geçen güzel kad›n,


Şimdi evine gideceksin.
Bu€ulu camlar›n ard›nda, geceye karş›
Soyunup döküneceksin...

Akl›ma gelenleri ba€›şla


‹nsan›z, neler düşünmeyiz!
Bir görüp bir yitirdi€im, hayal meyal
Beyaz gö€sün, gerdan›nla kimbilir
Kimlerin koynuna gireceksin...

Ömrümüz yükte hafif, pahada a€›r


Amanvermez haramilere kaç›r›lm›ş.
Hem olmuş, hem olmam›ş istedi€imiz.
Belki, bana düşündürdüklerini, birgün
Sen de düşüneceksin...
82

MÜSTEHCEN Ş‹‹RH

‹ffet Han›m ile rahmetli kocas›


Evlendiler evleneli her Allah›n gecesi
Yan gelip pufla gibi karyolaya

“Hürriyet inanc› nelerine


Yaşama sevinci nelerine
Yolcu nelerine hanc› nelerine”

‹ffet han›m yirmi iki yirmi üç


R›fat Bey otuzunda
D›şarda bir ya€mur inceden ince
Karyola g›c›r da g›c›r
Mevsim yazd› k›şt› yahut bahard›
Yangelip pufla gibi karyolaya
Çukulata yerdi sarmaş dolaş
Gülüşüp koklaş›p sevişip
“Kaymak Taba€›”n› okurlard›.
83

NUTUKH

Ben neler çektim bilmezsiniz


Denizlerim, k›rlar›m, da€lar›mla
Haritada birkaç kulaç memleket
‹nim inim yollardan, sulardan
Körpecik başaklar›mla
Pul pul düş içinde a€lar›m!..

Sonram bir paşa geldi “Kalk” dedi.


Kalkt›m karş›s›nda selâma durdum
Da€lar taşlar selâma durdu
Ald› beni arkas›na götürdü.
Bozk›r›m bozk›r gibi, düzüm düz gibi
Ş›k›r ş›k›r gecelerde gündüz gibi.
Kongre oldu, cemiyet oldu
Da€lar›m duman duman;
Ovalar›m kan revan içinde
Ama bir bir oldu düşündü€ü,
Nihayet oldu...

O Paşam rütbesiz, nişans›z


Paşalar›n paşas›.
Uyumad›, yemedi, içmedi
Ateşini dere tepe da€›tt› millete
Erkekçe söz vermişti
Can›ndan geçti, sözünden geçmedi.

Sana hepimiz yürekten inand›k


Büyük adam, ölümsüz Paşa
O hazin marşlar, o şark›lar
O toz dumana kar›şm›ş yalnayak günler
O da€lara taşlara sinmiş eşsiz macera...
–Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa...–
84

GAZ‹ MUSTAFA KEMAL PAŞAH

Ben o y›llar›n maceras›ndan geldim


Barut, toz ve ihtilâldi hepten.
Dolakl›, hilâl b›y›kl› süvarilerle,
Hüzünlü marşlar söyleyerekten
Bir davul zurna, bir üçlü, bir bayrak
Saf çelik k›l›çlar ata yadigâr›,
Yorgun sö€ütler, mahzun yollar, ka€n›lar
Gö€sü tekmil dü€meli bir zâbitin ard›ndan
Bir y›ld›zl› tanyerine at sürerken...

Derdini bilemedik,
Derman›n olamad›k Gazi Paşa
Sana hasretimiz canü yürekten...

Art›k bir özge tarih oldu yaşad›€›m›z;


Bozk›rdan, mavzerden, kandan ve sesten.
Namlular elpençe, süngüler pusuda
Kalpa€›n, dolgun b›y›klar›n, k›rbac›n
Bir sen kald›n, bir vatan kald›, bir koşu
Bir macera kald› dillere destan...

Bir gök kald› mavi bir kitap yeşil


Gayri bundan geri bana a€lamak yaraş›r...

Temmuzda bir serçe kalkar Sakaryadan


A€ustosta kartal döner.
Günler uzar hasretle d›ş›m›zdan, içimizden
Bir kudretli kumandad›r bak›ş›n Paşam
Geceler içinde p›r›lt›larla yanar.
85

A€lamak ne kelime ki bizlere,


Tarlam›z ekili kald›,
yiyemedik
Urbam›z dikili kald›,
giyemedik...

Gayri ölüm helâldir bizlere


Gazi Paşam.
Vatan vatan dedi€imiz boşuna de€il
Gazi Paşam.
Susuşun sualdir bizlere.

.......

Ankaradan gelir geçer trenim


Birgün olur elbet ben de binerim
Var›r topra€›na yüzüm sürerim.

Biz vatan çocuklar› Gazi Paşam,


Dilimiz tak›l› kald›,
diyemedik
Boynumuz bükülü kald›,
doyamad›k...
86

GAZ‹ PAŞAYA A⁄ITH

–Sana a€›t de€il destan yaraş›r–

Bütün rüzgârlar beni bulmal› şimdi


Şimalden cenuptan; garptan ve şarktan
Art›k süvariler başka seslerle yar›şs›n
Bir da€ taş›yorum omuzlar›mda,
Haşre dek götürece€im koşaraktan...

Yi€it Paşam; şanl› Paşam, genç Paşam,


Hasretine dayanmas› güç Paşam.

Bir çelimsiz ›ş›k dolan›r gökyüzünü


Bulutlar bir beyazdan ürkek; bir siyahtan kavi
Sönmeli bütün ateşleri yeryüzünün,
Uyan›lmaz uykulara vard› Paşam
Nefesi daha serin, bak›ş› daha az mavi..

Hep Paşam›n türküsünü söyleyin


Söyleyin de gari gönlüm eyleyin.

Art›k bir güz başlam›ş, ölümsüz,


Vatan da€lar›nda çiçekler solmuş.
Bir dalga ebedi seferine başlam›ş aç›k denizlerde
Cigaras› dönmüş, saati durmuş;
Paşama bir hal olmuş..

Paşam atlar›na binemez art›k


Kuş uçmuş dal›na konamaz art›k..
87

Otuz y›l mukaddem k›raç bozk›rlarda


Düşüncelerim büyük ve tozlu günlere kar›ş›r.
Bir al›n›p bir verilen tepelerin ard›nda
Erkekçe emirlerin peşis›ra Paşam
Bir o yana, bir bu yana dolaş›r..

Anl› şanl›, yi€it Paşam, genç Paşam


Sana a€›t de€il destan yaraş›r..

Kurtulsun dört yönün s›k›nt›s›ndan bak›şlar›m;


Karalar karalans›n, allar allans›n
Muhteşem tak› zaferlerin alt›ndan
Yedi düvele zafernameler yollans›n..
Kurtard›€› haysiyetin ender yeşilinden,
Bir şahin üstümüzde yüzy›llarla dolans›n..
Su dursun; da€ uyans›n, efendiler
Bu gelen Paşamd›r, selâmlaş›n..

Çocuk idim bilemedim kadrini


Şimdi ben a€lamay›m da kimler a€las›n..
88

C‹NAYETH

Gözbebeklerinde bir tutam yap›şt› kald›


Gökyüzünde eyleşen bir buluttan

Pay› kalmad› uzun gecelerde


Şaraptan, kad›ndan ve umuttan

Kan› yay›ld› çimenlere


Biraz› fasulyeden biraz› nohuttan
89

BAHAR HASTALI⁄I

Şimdi katar katar trenler Anadolu’da


Bahardan bahara dolaşmaktad›r.
Biri Sivas’tan kalkar, biri Malatya’ya var›r
Gurbetçiler Ardahan’dan, Posof’tan
Yayan yap›ldak da€lar› aşmaktad›r.
Bilmem bu delişmen sevda içinde halim
Nereye var›r.

Nereye var›rsa vars›n umurumda m›


Hiçbir şey tutamaz beni art›k.
Ne iş ne güç, ne çoluk çocuk
Bir su ›slat›r, bir s›cak kurutur
Denizlerde gemiler göklerde bulutlar
P›r›l p›r›l sevdalardad›r ça€›m
Hiçbir şey tutamaz beni art›k
Bu bahar, bu a€açlar, bu rüzgâr
Hoşça kals›n en eskisi en yenisi aşklar›m›n
Gitmek mi, gitmek ne demek kaçaca€›m.

Kalbim bu rahats›zl›k içinde bir bakars›n›z


En güzel türküsünü söyleyebilir.
Benim gözüm yollarda sulardad›r
Y›ld›zlara karş› bomboş uykulardad›r.
Ne iş ne güç, ne çoluk çocuk
Eylese eylese beni karar›mdan –olmaz ya–
Bir kad›n eyliyebilir.
90

YALINIZ DÜRDANEC‹K

Geceleri kocas› kahveye ç›kard›


Yaln›z b›rak›p Dürdaneci€i.
O han›m kad›n o annesinin bir taneci€i
Hoyrat ellerde körpe karanfil
Pencerelerde sardunyalar gibi yaln›z
Kocas› kahvede o evde
Al›şm›şlard›...

Sevişmek ne kelime birbirlerinden


Ayr› kadirden iki y›ld›z gibi uzakt›lar.
Ben a€lasam siz a€lasan›z onun boşlu€u dolmaz
Hiçbir ya€mur ›slatamaz topra€›n›.
Ne zaman can› çekerse erke€inin
O zaman yatarlard›...

Besleyip bereketli ›slakl›€›nda tohumlar›


Topraklar›n en cömerti Dürdanecik
Kendi do€urur kendi bakard›.
Ah ac›d›r amma gerçektir inanmazs›n›z
Öfkeli anlar›nda kocas›
Dayak bile atard›...

Ama zavall› deyip de geçmeyiniz


Bizim kendi tembel maceram›zdan uzakta
Onun da vaktini paylaşan dostlar› vard›.
Kocas› gidince k›ş geceleri
Fatma han›m Hürmüz han›m ‹kbal
Yangelip kurak masallar›n kerevetinde
Bezgin gönüllerini avutmayan kahkahalarla
M›s›r patlat›rlard›...
91

Ah ben kad›nlar› çok severim


Karanl›k ve tükenmez bahtlar›nda.
Yaln›z gecelerinde Dürdaneci€i
Kardeş gibi sevmek okşamak isterim.
Üzülme Dürdanecik sö€üt yapra€›
Hoyrat ellerde körpe karanfil
Benim de uzaktan yak›ndan tan›d›€›m
Kaderinde bunalm›ş kad›nlar vard›...
.......

Halbuki böyle mi olmal›yd›...


92

ELÂLEM

I.

Siz gidiniz ben duraca€›m


Büyük y›ld›zlara ve da€lara karş›
‹şte bu yol kavşa€›nda dinelip y›llarca
Genç ihtiyar fakir fukara demeden
Gelen geçen ben–i Âdemin ad›n› soraca€›m.

Kimse ad›n› demezmiş vars›n demesin


Elâlem gülermiş vars›n gülsün
Ya€murlar ya€arm›ş vars›n ya€s›n
Bir şeyler olurmuş vars›n olsun.

Bir köprünün alt›ndan sular geçecek


Denizler Bahri Sefit Bahri Ahmer Bahri Bilmemne
Koyup ellerimi baş›m›n alt›na toprakta
En uzak en yak›n ikisi ortas› y›ld›zlarda
Beyler paşalar gibi kad›nl› k›zl›
‹pe sapa gelmez hayaller kuraca€›m.

Ama bunlar olmazm›ş vars›n olmas›n,


Ama elâlem...
Ne derse desin.

Benimki sevda de€il baş belâs›


Bunun sonu olmaz biliyorum
Ne kad›n›m diyebilirim elâleme ne kardeşim
Hiçbir kap›y› çalamam dileyince madem
Ben gidiyorum siz durunuz
Gül kurusu vişne çürü€ü limon küfü
Diyar› gurbetlerde de bir deva bulamazsam
Baş›m› taştan taşa vuraca€›m.
93

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLERH

(Ne de olsa sevda başka şeydir.)


Olgun yaz başa€›, güz ayvas›...
Bir ölümsüz lezzet her ›s›r›şta
Ömrün en güzel meyvas›..

Bir destanî türkü ki deyme gitsin,


Yaral›s› sevdal›lardan bahseder.
Bir gümüş kupada üç damla zehir,
Bâkire belinde hançer..

Al kordelâya sar›lm›ş bir demet çiçek,


‹pek sutyende saklanan mektup.
Ah, damar damar aln›mdan elleri, kimbilir
Ne hafif bir yumuşakl›kla geçecek?..

... ‹şte ellerim koynumda, yan›nday›m.


D›şarda k›ş rüzgârlar›d›r esen.
Avuçlar›ma versen ayaklar›n›,
Virginie’nin o hazin hikâyesini a€z›ndan
Baş›m dizlerinde dinlesem...
94

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLERH

II

‹şte Elâgözlüm, s›r›ls›klam


Bo€az›ma kadar aşka batm›ş›m.
Ne kadar şark› dinlemişsem ömrümce,
Hep senin niyetine tutmuşum.
.......
Yuvarlak bir çift bilek,
Bir sedef tarak, bir yelpaze.
‹pek elbiseler alt›nda tiril tiril
Yüzlerce y›l evvel bir esir pazar›nda,
K›l›ç gölgeleri alt›nda, bir civan taze.
–Güzeller güzeli Zehra, işte
Son ganimeti bir saltanat›n,
Altm›ş bin alt›n...

De€er sultan›m, Elâgözlüm de€er,


Sevda, tatl› şimşe€i beynimizin.
Başbaşa foto€raflar, mendiller
Bir keman taksimi hazin hazin
A€lamak saatlerce,
Y›llarca a€lamak.

Bir güzel yaz sonu Kandillide,


Bir ince ya€mur, bir zarif şemsiye,
Zaman dursun, dursun da seyredeyim.
Ürkek bak›şlarla postahanede,
Uzaklardakine bir kartpostal,
–12 eylül........ sevgilerimle.
.......
‹şte Elâgözlüm s›r›ls›klam,
Tepeden t›rna€a sevdal›y›m.
Baş›boş aşka b›rakm›ş›m kendimi,
Neyleyim.
95

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLERH

III

Sakin ovalar, durgun göller


Sevda içinde uyusun.
‹şte, aln›mda ter kalbimde ter
Paramparça y›rt›lm›ş bak›şlar›m.
Nar çiçe€i gölgeler alt›nda gözlerin
Büyüsün, büyüsün...

Bu yol Kaf da€›na gider Sultan›m


Demir asa, demir çar›k, ince yürek...
–‹nce küpelerin ne de yaraşm›ş
Gözlerindeki kuzgun siyah› aşka.
Demir asa, demir çar›k, sevda gerek.
Koçak atl›lar doludizgin
Civan gibi güzeller terkilerde.
Kaf da€›...
‹şte bütün sisleriyle Elâgözlüm,
‹lerde, ta ilerde...

Ben nas›l olsa sarhoş olurum


Baş›mda, gözlerimde, iliklerimde sevda.
Ne şarap, ne rak› bu başka
Hiçbir şey benzemiyor aşka,
Her ne zaman bir şark› dinlesem, sevdal›
Bir hoş olurum...
96

Sevdal›m, Elâgözlüm, Sultan›m.


(Sevda ne de olsa başka şeydir.)
Yenikap›da, mehtaba karş› sandalda...

‹şte kat›rt›rnaklar›, gelincikler


Bir koku bir koku han›melilerden,
Binlerce alt›n de€er her ân›m...
Bu sevda Sultan›m, bu başka
–‹nci küpelerin ne yaraşm›ş bu akşam,
Gözlerindeki kuzgun siyah› aşka.
97

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLERH

IV

Şöyle bir içten öpmeni senin,


Bin tane cennete de€işmem..

Vars›n yata€›m›z ipek olmas›n,


Güzel vücudun danteller içinde de€ilmiş,
Ne ç›kar..
O bütün tatl› saatlerinde gecenin
Güneş perdelere gelene kadar,
Kollar›nda bulutlarda gibiyim...

Mehtap, saça€›m›zdaki buzlarda


Odam›za bir so€uk ayd›nl›k dolmuş.
Gözlerin gözlerimde,
Boynumda s›ms›cak kollar›n,
Gündüzki yorgunlu€um kaybolmuş.
Seni her an minnetle yâd ederim.
Sen şimdi şark›larla evimdesin,
Sahibem, Efendim, Elâgözlüm
Gözlerinden öperim...

Boydan boya bekçi düdükleri sokaklarda


Gecemiz huzur içinde Elâgözlüm.
Öpüşlerin öpüşlerin ardarda..
Hem sevgi, hem şefkat dolu ellerin
Ne olur yine böyle yar›n da
Binlerce şükrediyorum hayata geldi€ime
Kollar›nda...

Bir başka lezzet var hayatta Elâgözlüm,


Öteki âlemleri bilmek istemem.
Şöyle bir içten öpmeni senin,
Binlerle cennete de€işmem...
98

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLERH

Nereye gitsem, nereye baksam


Sevdal› sevdal›d›r gözlerim.
Anlarlar diye herkeslerden,
Bak›şlar›m› gizlerim.

A€açlar, da€lar, çehreler


Yemyeşil gözlerimde yaz, k›ş.
Bir şark› etrafta inceden ince
Y›ld›zlar p›r›l p›r›l donanm›ş.
Dost yüzlü saat kulesi, meydan
Sisler içinde bir köprü uzanm›ş.
Mendilin düşmüş vermişim,
E€ilmişim, güzel dizlerinden
Bir parmak yukars›n› görmüşüm.
Bencileyin dertlilere Elâgözlüm,
Lokman da deva bulamazm›ş.
Seni saçlar›n, aziz vücudun
Hat›ralar›nla, berrak ve nemli
Taş›yam›yacak dizlerim...
99

Titrek kollar›m› beline


Bir hoyrat kemer gibi ba€lam›ş›m.
Yakanda bir çiçek terütaze
Bir küçük faytonda, göz göze, diz dize
O sevimli k›r otelinde yaz günü,
Hanc›, halden bilir, babacan hanc›lardan.
Basma perdeli bir oda vermiş bize.
Bir toz kalkm›ş yollardan, yoncalardan,
Gö€sünden, saçlar›ndan bir güzel kad›n kokusu.
Bir şişe y›llanm›ş şarab›n baş›nda,
Bana ömrünce sürecek bir sevday›
Mahmur bir gülüşünle vermişin.
Bileklerinden, parmak uçlar›ndan
‹nceden terli avuçlar›ndan,
Doya doya
Öpmüşüm,
A€lam›ş›m...
100

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLERH

VI

‹nsan bir kere sever severse,


‹ster yedisinde, ister yetmişinde olsun...
.......
Benim ömrüm hep dumanlar içinde geçti
Bir rüzgâr bulup da serinliyemedim,
Oh diyemedim..

O küçük meyhanede sabah, akşam


–Manast›r Meyhanesi’nde, bir şehirde
Üç masa, bir radyo, bir de ben
Meyhaneci tabak silerdi, köfte yapard›
K›rm›z› turplar eski günlere kar›ş›r,
‹çer içer a€lard›m...

Küçük gözlerile bir k›z bakard› takvimden


Kadehimi kald›r›rd›m gülüşüne.
Vefal›yd›, iyi kalpliydi, güzeldi
Sarhoş olurduk beraberce...

Seni o k›za benzetirdim Elâgözlüm


O gülümsiyen, içen k›za, takvimdeki...
Onun saçlar› yeşil, yanaklar› al ald›.
101

K›z›n hemen yan›baş›ndan, a€açl›


Bir yol uzan›rd›, bir patika
Sonra, sonra bir gök, mavi
Bir deniz yemyeşil
Bir dudak geçerdi içimden upuzun seslerle
Bir gül açard› bilirdim, uzaklarda...
Bunlar hep geçmiş Elâgözlüm, geçmiş.

A€laşt›klar›m›z, kavgalar›m›z
Şimdi sarmaş›klar gibi kollar›m›z.
Sen kad›ns›n, en tatl› ça€›nda,
Ben en sevdal› yaş›nda erkek.
B›rak bir kedi gibi yatay›m kuca€›nda
Dizlerini, gö€üslerini seyrederek...
102

Ş‹MD‹ GELSEM K‹H

... Şimdi gelsem ki sen, y›kanm›şs›n


Saçlar›n› taram›şs›n.
Aln›nda mini mini damlalar,
Bir hafiflik, bir incelik yüzünde.
Bu€u ard›ndan y›ld›zlar gibi
Parmak uçlar›n pembeleşmiş,
Sere serpe yata€a uzanm›şs›n...

Bunu sevda türküsü olsun diye yazd›m, gelinim


Şimdi ya€mur ya€›yor yollara, yapraklara.
Gelsem ki sen evdesin,
Cümle s›cakl›klarla berabersin.
Gö€sün kapal›,
Dudaklar›n aral›k.
Ellerimi hohlay›p hohlay›p ›s›tsan.
.......
Halbuki şimdi sen nerelerdesin...
103

‹THAF H

–1–

Bilirsin ben hoyrat severim


–Kendi fikrime göre, erkekçe.–
Bir a€aç, bir bulut, bir kuş ve biz
Ellerin ellerimde, ürkekçe...

Veya sen pencerende akşamüzeri,


Cigaram› köşebaş›nda bitiririm.
Damal›, büyük mendilimde sana
Unutulmaz geceler getiririm.

Gür, ferah karanl›klar içinden


Bana do€ru uzar saçlar›n.
Bir büyük rahatl›k al›r götürür bizi
P›r›l p›r›l öpüşlerle başlar yar›n...

Selâm, en güzel hasretlerden


Selâm sana, korkak ve iyi kad›n...
Ömrüne başl›yan tomurcuk gibi, baharda
Aşka, sad›k ve neş’eli başlad›n...

Gün söner y›ld›zlar yanar gecelerden


Bir ölümsüz âlem başlar senden yana.
Selâm, ürkek ve sevgili kad›n,
Selâm, sabahs›z gecelerden sana...
104

‹THAFH

–2–

Şimdi a€layam›yorum da kötüsü


Gözlerim doldu€u halde baz› baz›.

‹çim götürmiyerek seyrediyorum,


Sa€ taraf› boş kalan yata€›m›z›.

Bir şeyler ak›yor ömrüm içinden,


Ufak tefek, süt beyaz, kan k›rm›z›...

Ben seni ar›yorum rüyalar›mda


Geceler içinde bir y›ld›z, bir y›ld›z›.

Bir perişan haldeyim sen gideli,


Sorma, Bekir Efendinin k›z›...
105

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLERH

VII

Kapal›çarş›da, bir kuyumcu dükkân›nda


Sol eline bir yüzük takm›şt›m.
Senin entarin basmayd›,
Benim elbisem pamuklu
Yüzüklerimiz sekiz ayard›...

Çocuklar gibi gülmüştük, hat›rlars›n


Kapal›çarş›, Mahmutpaşa, sat›c›lar
Bir hafiflik içinde elele, yaya.
Bir sabah vaktiydi, güzel ve taze
Mevsim bahard›..

Sonra saçlar›n, omuzlar›n Elâgözlüm


– Sana Elâgözlüm diyece€im ömrümce
Koyu da olsa rengi gözlerinin.
Bir k›rm›z› kordelâ, bir bulut, bir gül
Sen gittin hat›ralar perişan etti beni,
Gel, eski günlerin içinden, rüzgârlarla,
Gel,
Kurumuş kirpiklerime bir ya€mur gibi dökül...
106

‹THAFH

–3–

Zaman sevdikçe uzar, bilirsin


Hayal, taştan, topraktan geçer, yapraktan geçer.
Bir yeşil duman olur yaşad›€›m›z
Yak›ndan, ›raktan geçer.
Sevdi€im kadar bilmeliyim de
Ne olursun?..

Bir çeşmedir dökülen omuzlar›mdan,


Avuçlar›m p›r›l p›r›l dolar, boşal›r.
Ömrümüz serapa sevda içredir.
Bir uzun yaz günü durur, zulmeder
Tan›d›k, bildik günler sarkar takvimden
Haf›zam zulmeder boşlu€uma.
Birden bir ar›n›n kanatlar›nda terü taze
Sen gelirsin...

Aslan a€z›ndad›r saadetimiz


Ya€murlar ya€ar, günler batar, geceler gelir
Bir bitmez türkü başlar d›ş›m›zdan.
Bir ç›nar alt›d›r oturdu€un yer;
Dizlerin örtülmüş, bak›şlar›n uzak,
Al bir h›rka örmektesin a€›r a€›r.
Bir ince bilezik, küpelerin, saçlar›n
Otlar, kuşlar, beyaz bulutlar..

.......

Dilerim haşre kadar hat›r›mda


Böyle kal›rs›n...
107

B‹TMEM‹Ş Ş‹‹RLER

VIII

Vapur gürültüsüz ayr›l›r limandan


Cümle hat›ralar beraberimdedir.
Feriköy’de bir tramvay dura€›,
Bir k›ş günü pastac›da, unutulmaz
Bir sandal gezintisi ki; Sar›yer’de
Foto€raflar› hâlâ iç cebimdedir...

Ömrümüz böyle olmamal›yd›, Elâgözlüm


Bir vakitsiz meyve dilemeliydik Tanr›’dan
Uzun hasretlerin arifesinde
Ellerim bö€rümde kalmamal›yd›.

Şimdi akşam olur, sular buruşur


Bir yast›€a baş koyar›m güvertede.
Hangi dilden olursa, bir şark› isterim
‹çimde k›r›k dökük besteler dolaş›r.
Kalbim avucumdad›r art›k,
Bir sahilden sesler gelir, kaybolur
Uzun uzun nefes al›r sular
Uzun uzun a€lamak isterim.

Gözlerimde bir ya€murlu gün başlar;


Vakit ikindidir Eyüp s›rtlar›nda
Bulutlar vard›r, pembeden, beyazdan
Mevsim sonbahard›r sessiz ve taze.
Nemli otlar, çekirgeler, solgun yüzün
Bir gülüş, bir mahzun bukle saçlar›nda
Bir eski çiçe€i and›r›rs›n yazdan.
Ve bir şark› başlar kahvelerin birinde
Bizi ömrümüzden al›r götürür,
Bir şark›, fasl› hicazdan.
108

Vapurlar gelir geçer Haliç’ten.


Sonra ya€mur hafifler, Elâgözlüm
Sonra ya€mur hafifler,
Sonra hisarlar, yollar, ikimiz
Sonra...

Hasret bir şey de€il, Elâgözlüm


Ömrümüz böyle olmamal›yd›
Hep aşkta durmal›yd› ça€›m›z.
Sevday› m›sra m›sra de€il
Ömrümle yaşamal›yd›m.
Sonra, sonra gene böyle olmal›yd›
Tad›na varmadan çiçeklerin
Şehirde bir sen, bir de ben, yal›n›z.
Yeşil yaprak, alaca gölge, düşen y›ld›z
Bir gün en büyü€ü karş›s›nda gerçeklerin
Maceram›z yar›da kalmal›yd›...
109

SEVDA ÜSTÜNE

Küçük pencerem bahçeye bakar


Bademler, erikler geceye bakar
Bir ›ş›k dökülür yapraklardan ş›k›r ş›k›r
Filizler susmuş, tohumlar uyumuş;
Bir an, durmuş, genişlemiş büyümüş
Bir eski şark›, bir eski bahar, bir bildik deniz
Vakit nisan ortas›nda bir akşam...

Bu şiirde sevda sevda üstüne


Senelerdir veda veda üstüne
Yareli yüre€imde da€ da€ üstüne
Vakit Nisan ortas›nda bir akşam.
Mehtap etti€inden bîhaber
Kuşlarla, çiçeklerle, bal›klarla beraber
‹ki tel kumral saç olsa avucumda şimdi
A€lay›p a€lay›p avunsam...
Dünyan›n
En Güzel Arabistan›
1. Bas›m: 1959, Aç›k Oturum
113

GEY‹KL‹ GECE

Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortal›kta


Her şey naylondand› o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karş›.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz


Yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlar›nda batmas›yla a€›rdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan topra€› sürdük


Bir yandan kaybolduk
Glâdyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut dö€üşerek
Geyikli geceyi kurtard›k

Evet kimsesizdik ama umudumuz vard›


Üç ev görsek bir şehir san›yorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu akl›m›za
Caddelerde gezmekten hoşlan›yorduk akşamlar›
Kad›nlar›n kocalar›n› aramas›n› seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk k›rm›z› yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
114

“Geyikli gecenin arkas› a€aç


Aya€›n›n suya de€di€i yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlar›nda so€uk ay›ş›€›”
‹ster istemez aşklar› hat›rlat›r
Eskiden güzel kad›nlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Da€larda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda de€il diyorum


Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şark›
Belle€imde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

Biliyorum gemiler götüremez


Neonlar ve teoriler ›ş›tamaz yan›n› yöresini
Örne€in Manast›r’da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kad›n bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ›s›n›rd›
Koltukaltlar›m›z gitgide tatl› gelirdi
Geyikli gecenin karanl›€›nda

Aldat›ld›€›m›z önemli de€ildi yoksa


Herkesin unuttu€unu biz hat›rlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yads›mak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan m› diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayr› ayr›ysa
Başta ve sonda ayr› oldu€umuzdand›
115

Ama ne varsa geyikli gecede idi


Bir bilseniz avuçlar›n›z terlerdi heyecandan
Bir bak›yorduk akşam oluyordu kald›r›mlarda
Kesme avizelerde ve ç›plak kad›n omuzlar›nda
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizli€imiz böylesine kolayd› işte
Hüznümüzü büyük şeylerden san›rsan›z yan›l›rs›n›z
Örne€in üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bݍaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

“Geyi€in gözleri p›r›l p›r›l gecede


‹mdat ateşleri gibi ürkek telâşl›
Sultan hançerleri gibi ay›ş›€›nda
Bir yan›nda üstüste üstüste kayalar
Öbür yan›nda ben”
Ama siz zavall›s›n›z ben de zavall›y›m
Eskimiş şeylerle avunam›yoruz
Domino taşlar› ve so€uk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabanc› kalabal›k
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçlar› kefilleri ve bonolar› unutuyorum
‹kramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz ç›k›yorum
Oturup esmer bir kad›n› kendim için y›k›yorum
‹yice kurulam›yorum saçlar›n›
Bir bardak şarab› kendim için içiyorum
“Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve h›ş›rt›l›
Geyikli geceye geçiyorum”

Uzan›p kendi yanaklar›mdan öpüyorum.


116

BAHAR ‹Ç‹N DED‹⁄‹MH

Millet bahara övgüler yazadursun


Yeşiller çizedursun, allar çizedursun
“Tut elimi, yum gözünü, aç gözünü
Ne Hintte; ne Çindeyiz
Bir ben, bir dilenci, bir köprü, bir sabah
Iş›l ›ş›l bir bahar içindeyiz...”
117

TEL CAM­BA­ZI­NIN RÜZ­GÂR­SIZ AŞK­LA­RA VAR­DI­⁄I­NI


AN­LA­TIR Ş‹­‹R­D‹RH

Önce ‹stanbul vard› o yoktu


Sonra birgün ç›kt› geldi
Bütün kap›lar yerini buldu
Önce gözlüklerini ç›kard› pencereye koydu
Çantas›ndan sigara paketini ç›kard› koydu
Yaln›zl›€›n› ç›kard› koydu
O zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçti akl›ndan

Ad› kimseye lâz›m de€il

‹stanbul co€rafyada ›ş›ks›z bir şehir


Tuttu ay›ş›€›n› parçalad›
Her soka€a birer parça da€›tt›
O Tanr› m›yd› sanki –Haşa–
Ama gönlü öyle istedi öyle yapt›
O zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçti akl›ndan

Ad› kimseye lâz›m de€il


118

Bu maceray› durup durup size anlatacak


Bir yanda koca ‹stanbul
Bir yanda o
Bir yanda en Allahs›z şark›lar
Bir yanda Edirnekap›
Vitrinsiz dükkânlar ve dut a€açlar›
Neden bütün insanlar›n birbirini sevmesi gerekti€ini
Bir gün saat üçte köprüde anlayacak
Saat üçte hepimizde gizli Tanr›y›
Bulup ç›karacak meydana
O zaman üç gemi ‹talyaya kalkacak
Üç gemi Norveçe
Birisi pancar küsbesi götürecek
Öbürü bir aşk kaç›racak gümrüksüz
Birgün saat üçte köprüde
Üç mart› insanlara bak›p imrenecek
Bir adam iri bir lüfer ç›karacak denizden
‹şte o zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçecek akl›ndan

Ad› kimseye lâz›m de€il.


119

ÖTEY‹ BER‹Y‹ OMUZLUYORUM

A€açlar sol yan›mdayd›, tralalla


Deniz yüz mil ötede, tralalla
Şehirler çarpa çarpa büyüyordu.
Eskiden hiçbir şey bilmezdim, tralalla
Bir kad›n iki kad›n elli iki kad›n
Bir beyaz iki beyaz elli iki beyaz
Bir iyi bir güzeldi gökyüzünde
Gökyüzünde tralalla
Duramaz oldum durdu€um yerde
Bir kaş›nt› bir kaş›nt› tralalla
Karanl›€›m› yitirdim.
120

TEL CAMBAZININ KEND‹ BAŞINA


SÖYLED‹⁄‹ Ş‹‹RD‹R

Beş kere yedi mi dediniz, dursun


Y›ld›z poyraz gündo€usu, dursun
Fasulya m› dediniz, dursun
Ben var›m sen vars›n o var
Dursun,
Ben şimdi gelirim.

Ben eskiden hep ac›k›rd›m


Al›p baş›m› ekmeklere giderdim
Eski evlerde orospulara giderdim
Bulutlu geniş meydanlara giderdim
Sevdal› şiirlere giderdim.
Şimdi doymad›m ama unuttum
Devenin baş› m› dediniz, dursun
Dursun,
Ben şimdi gelirim.

Bu işte bir şey var anlamad›m


Körpe kad›nlar bas›k odalarda m›, dursun
Hoyrat gemiciler uzun seferlerde
Dara€ac›nda bir adam m› dediniz, dursun
Yeralt›nda gizli sand›k m›, dursun
Bahçeler dursun, k›zlar dursun
Anlatt›klar›m, anlatamad›klar›m, anlatam›yacaklar›m
Senin yakanda bir el mi var dediniz, dursun
Dursun,
Ben şimdi gelirim.
121

TEL CAMBAZININ TEL ÜSTÜNDEK‹


DURUMUNU ANLATIR Ş‹‹RD‹R

Sizin al›n›z al inand›m


Morunuz mor inand›m
Tanr›n›z büyük âmenna
Şiiriniz adamak›ll› şiir
Duman› da caba
Ama sizin ad›n›z ne
Benim dengemi bozmay›n›z

Bütün a€açlarla uyuşmuşum


Kalabal›k ha olmuş ha olmam›ş
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama a€açlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin ad›n›z ne
Benim dengemi bozmay›n›z

Aşk›m da de€işebilir gerçeklerim de


P›r›lp›r›l dalgal› bir denize karş›
Yangelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dö€üşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildi€im var
Sizin al›n›z al inand›m
Sizin morunuz mor inand›m
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin ad›n›z ne
Benim dengemi bozmay›n›z
122

KES‹KS‹Z ÖVGÜ

–Bu Yezdan içinH

Esmer güzeli Neclâ’n›n bakt›kça “bay›ld›m” dedi€i


gökyüzü
‹şte ben bunu mutlak yazmal›y›m dedim
Karanl›kta dünyay› bir bir hat›rlamak
Ben yeter dedikçe şehirlerin güzelleşmesi
Bir anda kendi kendime buldu€um mutlu gerçek
Bir kad›n var beni onun iki eli iki gözü kurtar›r
yaşamamaktan
Öyle hoşlan›r›m ki onunla yatmaktan utan›r›m art›k

Sabahlar› ac›kmay› ondan ö€rendim


123

KAN UYKU

Bir biz ikimiz var›z güzel öbürleri hep çirkin


Bir de bu terli karanl›k
Sonra bir şey daha var mutlak ama ad›n› bilmiyorum
Nereden başlasam sonunda o ›ş›kla karş›laş›yorum
Yar› ç›plak utanmaz bir kad›n resmini ayd›nlat›yor
Akşam oluyor ya bir türlü inanam›yorum
Oturmuşlar iri yap›l› adamlar esrar çekiyorlar
Daha bir ayd›nl›k olsun diye içtikleri su
Sar› topraktan testileri güneşte pişiriyorlar

Bir korkuyorum yaln›z kalmaktan bir korkuyorum


Gündüzleri delice çal›ş›yorum geceleri kad›nlarla
yat›yorum

Sonra birden büyümüş görüyorum a€açlar›


K›sraklar› birden yavrulam›ş
Havalar› birden güneşli

Kad›nlarla yatt›€›m yetse ya


Bir de kad›nlarla yatt›€›ma inanmam gerekiyor

Hoşlanm›yorum
124

YILGIN

Bir sarg›n umut yakalad›m onu kuşand›m


Serin mavi bir gökyüzü buldum onu kuşand›m
Denize do€ru sokaklar gördüm onlar› da kuşand›m
Üstlerine üstlük seni kuşand›m
Tedirgindim namussuzdum deli deliydim
Usland›m

Üç dilim kavun kestim birini ben yedim


Kavundan üç dilim kestim birini yedim
Birini sana ay›rd›m kad›n al birini sen ye
Sabah olsun sabah olsun ilk işim bu
Öbürünü götürüp civcivlere verece€im

Senin bir yönün var orada durur yaşar›m


Bir de acun var ben içindeyim
Ben içindeyim tüm itlikler sahanda yumurtalar onun
içinde
Orospular içinde Hurşit Bey içinde sen içindesin
Üç dilim kavun kestim birini sen ye
Kabu€unu at Hurşit Bey’i at itlikleri at

Durup durup sana sesleniyorum


125

KAÇAK YAŞAMA YERG‹S‹

Günlerden o gün al›p baş›m› evin yolunu şaş›raca€›m


Taze ekme€im eski kanlar›m benim ellerim şaş›racak
Ya da tek baş›na ac›kacaks›n sen tek baş›na gözlerin
Hiç umurumda de€il ya şundan şundan şundan korkuyorum
Kim uydurdu bu haziran› bu temmuzlar› bu yaşamalar› gizli
kapakl›
Bu yulaflar› o€laklar› bardaklar› bu bütün puştluklar› bu
şark›lar›
Hiç umurumda de€il yoksa yaln›zl›klar, bozuk paralar, uzun
boylu ay›ş›klar›, gelip gelip giden sarhoşluklar, sabahleyin
yaln›z yatakta az az üşümek, hani insan›n kendi kendini
bulamad›€›, hat›rlayamad›€› saatler olur ya, işte onlar. Bir
keresinde böyle saatlerin birinde bir şark› duymuştum
da işimi gücümü koyup sokak sokak bir kad›n aramaya
ç›km›şt›m. Sonra bulamam›şt›m. Bir i€renmiştim nedense,
gidip bir köşede kusmuştum.
Akşamlar› eve hep arka sokaklardan dönüyorum
Pencerelere bakm›yorum dükkânlar›n mostralar›na
bakm›yorum
Kad›nlar›n eteklerine bakm›yorum hiç
Sa€›ma soluma bir baksam biliyorum sap›tmak işten de€il
Bir baksam ertesi gün kimbilir nerelerde olurum
Uzak şark›lar› dinliyorum s›k› s›k› âş›k oluyorum
‹yi niyetle merhaba a€açlar evler bildik bulutlar
Ö€renciler memur kişiler bana benzeyenler
Ben kaçmaya çabal›yorum hoşnut muyum
Siz kaçt›€›n›z yerde hoşnut musunuz
Konuşup gülüşüyoruz umumhaneye nas›l
gittiklerimizi anlat›yoruz
126

Hiç yan›ma yöreme bakm›yorum


‹lle şeytan minarelerini düşünüyorum büyük pullu deniz dibi
bal›klar›n›
Kad›nlar adamlar şehri u€ultularla dolduran namussuz
kalabal›k
Yorgun kalabal›k iyi kalabal›k alayc› düzenbaz kalabal›k
Bir kar›şsam içlerine bir uysam biraz gülmesem
Ertesi gün kimbilir nas›l yaşar›m.
Bir ça­l›ş­t›­€›m oda var üç pen­ce­re­li, bir ar­ka yol, bir gök­yü­zü,
gö­re gö­re ön­ce­le­ri sev­di­€im son­ra al›ş­t›­€›m, son­ra ez­ber­
le­di­€im ar­t›k kur­tul­du­€um a€›r ak­sak gök­yü­zü, her gün
her sa­bah bir şu ka­dar ku­şun, ada­m›n, uça­€›n, ya€­mu­run
yu­nup ar›n­d›­€› gök­yü­zü, bir de ge­ce­ye ka­r›ş­ma­ya baş­la­yan
tek tük ›ş›k­l›, ama na­s›l s›­cak ›ş›k­l› ta­n›­d›k ev­ler, Ze­ke­ri­ya
Bey’in evi, Sü­hey­lâ Do€­ru­söz’ün evi, Ali Öza­çar’›n bak­kal
dük­kâ­n›, Te­mi­ziş ko­la­c›­s› Sü­ley­man, son­ra ken­di evim, ya­
ta­€›m, yor­ga­n›m, çor­ba­lar
Gidiyorum geliyorum dünyay› bu kadarc›k belliyorum
Hal­bu­ki ben ne hi­no€­lu hi­nim as­l›n­da, iyi­ce bi­li­yo­rum, aç­l›k­lar,
ina­d›­na kan­lar, ç›n­g›­rak­lar, dö­vüş­ken ho­roz­lar var, or­man­
lar­da za­man za­man unut­tu­€u­muz hay­dut­lar, en­gi­nar tar­la­
la­r›, pa­muk tar­la­la­r›, ›r­gat­lar, se­kiz yüz ka­dem de­rin­li­€in­de
kö­mür ara­yan­lar, zor­lu aşk­lar, bu€­day­lar bu€­day­lar, ilâç­lar
ilâç­lar
Halbuki biliyorum biliyorum ama ne ben yokum ne onlar eksik
Akşamlar› hep arka sokaklardan dönüyorum
Biraz b›kk›n bir parça k›r›k korkunç umutsuz ve sakin
Eve geliyorum seni buluyorum bir seviniyorum bir k›z›yorum

Sonra biliyorsun
127

MEYMENET SOKA⁄I’NA VARDIM

Bana köfteler haz›rlay›n salatalar haz›rlay›n bir de pencere


Oturup umutla bir şeyler unutay›m
Siyah şarab›n tad›n› bilirim orman gibi
Siyah şarap siyah üzümlerden yap›l›r kokulu mahzenlerde
Durdum bunlar› söylerim al›şamad›m
Küçük küçük muştular üçüncü kat korkmadan aşk
En uzakta körler vard›r aşkolsun derim onlara
Tutarlar güneş ›ş›€›n› maviye boyarlar yahut mora
Gönendiklerini mi söylesem mutsuzluklar›n› m›
Kalkal›m Meymenet Soka€›’na varal›m vaktidir

Dört adam Meymenet Soka€›’nda durup bir eve bakt›lar


Durdum ben de bakt›m ahşap bir evdi
‹stesek bakmazd›k düşünün ama istedik bakt›k
Kararm›ş tahtalarda yerleşmiş mutluluklar gördük
O bildi€imiz eskimiş güneşten dipdiri ›ş›klar
Bir de k›z gördük onalt›s›nda sevilmeyi özler
Meymenet Soka€› e€ri bü€rüydü ama loştu
Görseniz loştu
Meymenet Soka€›’n›n tad›n› hep bilirim ama gidemem
Oturur dosya düzenlerim akşama kadar
Darac›k boş zamanlar›mda durup sokaklar› düşünürüm
Deniz k›y›lar›na inen ufak tefek sokaklar›
Doksaniki dosya düzenlerim başlar›m yeryüzünü
sevmeye
Al›şmad›€›m şeyleri sevmeye çabalar›m
Bir vakit var yeşille beşbuçuk aras›nda
Evrenin sevişmek için yoruldu€u yumuşad›€›
isteklendi€i
128

Ellerim kollar›m sevinir ben sevinirim sokaklarda


Durmaz yaşar›m koyu koyu
Dünyada Meymenet Soka€› var başka sokaklar var
hep sokaklar

Sokaklar› gerinerek sevmeye başlamaklar


A€açlarla şaraplarla ben var›m
En uzaktaki körler var aşkolsun onlara
Daha ellialt› dosya var düzenliyece€im
Gökyüzünün kalk›p dudaklar›ma bir de€mesi var
Oysa kap›lar var duvarlar var perdeler var

Bir b›raksalar
Sonra başka şeyleri özlemeye
129

ÜÇYÜZB‹N

Bu k›v›rc›k ateşten yalanlar 300.000


Kimi sularca inan›yorum kimi zulüm yak›c›
Çocuksu, deli deli zincirler bo€untusu gök
Elimde kolumda senin seslerin var gel de ald›rma
Kad›nlar› ç›plak görüyorum koşup seni soyuyorum
Bir aç›c› gerdanl›k görsem boynun akl›ma geliyor
bilemezsin
Seni kentlere seni bankalara seni seni 300.000
Seni zamans›z ölümlere karş› koyuyorum hep akl›mdas›n
Yükün a€›r, bir irisin bir ufaks›n yetiştiremiyorum 300.000
Kapatt›€›m›z sa€nak akşamlar› açt›€›m›z sabahlar› 300.000
Elimden tut beni acar bal›klara al›şt›r
Tekin durmay› ö€ret ac›km›ş aç kayalarda
Gel amans›z pencereme perde ol kurtulay›m

Kalk ellerini y›ka bize gidelim


Soyunur dökünür odalarda konuşuruz
Bir o kald› 300.000
Odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölememek
Can›m›z çekerse sevişiriz de kalk gidelim
Üç sokak ötede bir ev var yeşil gibi sana onu gösteririm
Konuşuruz sevişiriz dövüşürüz 300.000
Benim y›rt›c› kuşlara tutkum işte bundan ötürü
Yad›rgamadan gökyüzüne aşka ac›kmaya al›şk›n
Zamans›z gelme elim kolum da€›n›ksa sar›lamam
130

Senin a€ustos çeşmeleri yüzüne özlemle e€iliyorum


Bir karş› durulmaz istek bir telâşla kendili€inden
Bir serin renk anl›yorum ayd›nl›k gözlerinden sorma
Sen zenginsin al›r›m tükenmezsin
Allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
Boş ver kavgalara kuruntu sorunlar›na bo€untuya gelme

Ben ad›n› demesem de anl›yorsun 300.000


Üçyüzbin
Cümbür cemaat aşka aban›yoruz
131

DEN‹ZE G‹D‹P DÖNEN MAV‹LER‹N


B‹RE ‹ND‹RGENEN ÜÇLÜ⁄Ü

Yalanl› dolanl› alçak do€ruca yaşanmam›ş bir


Bir gözsüz kulaks›z elsiz ayaks›z güdük bir gün
Bütün yitiklerim karalar›m üstüste üstüste bütün kar›ş›kl›€›m
Gelip geçti€im macera şu kadar binler y›ll›k
Şu kadar binler y›ll›k karalar›m kar›ş›kl›€›m üstüste
Usul usul insan insan ölüm ölüm üstüste
Şu kadar güneş şu kadar su y›lan› şu kadar düzen
Ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umutsuzlu€a
Bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum
Bir bal›€›n a€z›n› an›yorum durup dururken
Serinliyorum

Ben üç yer tasarlam›şt›m üçü de sana bana uygun


Biri günebakanlarda biri otuz yaşta birini sorma
Birini sorma gün gelir ben söylerim
Daha usta olurum daha yi€it o zaman söylerim
Bu k›rg›n karanl›€› bir ›ş›tal›m ilkin
Yeniden şehirler kural›m şimdikilerine benzeyen
Baştan başlayal›m susamlara ekmeklere
denizaş›r›lar›na sevmelere
Gidip dönelim
Belki bir yerde bir tohumda bir durumda belki
Belki o ses o yudum o yumuşak döşekler yeşil yeşiller
Ben taş çekerim y›lmam çamur karar›m yol döşerim
Bakars›n göneniriz gidip dönelim
Ben y›lmam taş çekerim çamur karar›m ben
Senin de gürül gürül saçlar›n var nas›l olsa.
132

GÜNEŞ‹ KÖTÜ O EVLER

O benim bildi€im sevdi€im belledi€im güneş diye belledi€im


güneş de€ildi odadaki
Mor tozlu hal›larda iplik döküntülerinde oymal› c›gara
masalar›nda o de€ildi
Perdenin arkalar›ndaki oydu bir ç›ksam karş›laşacakt›m oydu
vurulurdum ç›ksam
O benim bildi€im sevdi€im güneş diye belledi€im güneş
de€ildi odan›n içindeki
Bu güneşi de€iştiren evlerde terzilik yap›l›r giyimler prova
edilir
Ac›l› gülümser k›zlar a€›r ayak gebeler kumaş i€neler teyel atar
Hiç içilmeyen likörler saklan›r büyük caml› dolaplarda
Ald›m kendimi oralara götürdüm ben bu evlerde döner kebap
yiyemem
Çocuklar› sevmek gelmez içimden gülsuyu koklayamam durur
saçlar›m› tarar›m belki
Eski zaman adamlar›n› eski zaman kad›nlar›n› eski zamanlar›
düşünürüm
A€›r kumaşlardan sultanî elbiseler içinde kimbilir nas›l bu
so€uk güneşler gibi so€uk sevişirlerdi
Nas›l kalk›p kalk›p çiçek sularlard› geceler karanl›klar›nda
Kimbilir serinlemek için
Elbet serinlerlerdi
Ben bu evlerde döner kebap yiyemem ölürüm
T›raş olurum en güzel giyimlerimi giyerim oturur beklerim
Y›kar›m temizlerim adam ederim o soluk güneşleri ya da
‹plikleri toplar›m k›zlar› öper öper uyand›r›r›m
Sabahlara akşamüstlerine k›v›rc›k marullara haz›rlar›m onlar›
beslerim
133

Al›r›m karş›ma bir bir belletirim dallar›n yeşermesini


kuzular› mutlulu€u ölmemeyi
Ölüme karş› durmay› en çok en çok onu yenmeyi
O karanl›klarda kalm›ş yaşamak yerlerini bulurum ç›kart›r
gösteririm
Elbet bellerlerdi
Ben o evlerde döner kebap yiyemem yiyemem
Ben prova yapamam iplik dökemem ac›l› ac›l› gülemem
gülersem
Durur kuruntular›m› beslerim mutsuzlu€umu süsler
büyütürüm
Bir o güne beslerim o ak pak güneşe
O her şeyin birden serpilip ortaya döküldü€ü gelişece€i gizlide
kalm›ş uçlar›n bir bir belirece€i günlere
Sular gibi dururum.
134

ESK‹ KIRIK BARDAKLAR

‹şte bu ellerimle yaln›z›m bu inanmazsan bak


Bu saçlar›mla bu iyi giyimlerimle paralar›mla
Sen vars›n ya sen ço€u kez yetmiyorsun
Uzakta m›s›n sen misin söylemiyorsun
Bak›ş›n m› eksik dudaklar›n m› anlam›yorum
O adamlar geliyor akl›ma karanl›k iri yar›
O gemiler ipleri yelkenleri dümenleri dökük
Unuttu€um k›rlang›ç kuşlar› k›r›k bardaklar
Bir ahşap evde taşl›kta yaz günleri bilmesem
Bir testiden so€uk so€uk sular s›zd›€›n› bilmesem
Güç dayan›r›m

Bu durum tek baş›ma beni suçland›r›yor


‹şte gör sabah akşam başucumday›m

Bak›n bu ikide birde bozulan güneş


Bu durup dururken sokan y›lan
Bu k›r›k bardaklar çöplüklerde
Aşk›n şiirin ölümün en kolay›na gitmek
Caddeleri sevmedi€im kad›nlarda yitirdi€im
Biliyorum sebebini bir bir biliyorum
Öyle kolay kendisi kurtulmas› söylemesi öyle kolay
Kolayl›€›ndan s›k›l›yorum
Kurtulmak elimden gelmiyor
135

GÖ⁄E BAKMA DURA⁄I

‹kimiz birden sevinebiliriz gö€e bakal›m


Şu kaçamak ›ş›klardan şu şeker kam›şlar›ndan
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlar›ndan
Durmadan harcad›€›m şu gözlerimi al kurtar
Şu aran›p duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunlar› da
Gö€e bakal›m

Falanca dura€a şimdi geliriz gö€e bakal›m


‹necek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanl›k böyle iyi afferin Tanr›ya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlan›yorum
H›rs›zlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayal›m
Nas›l olsa sarhoşuz nas›l olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni b›rak gö€e bakal›m

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum gö€e bakal›m


Tuttukça güçleniyorum kalabal›k oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yaln›z gibi a€açlar gibi
Sular›n ›s›ns›n diye bak›yorum ›s›n›yor
Seni ald›m bu sunturlu yere getirdim
Say›s›z penceren vard› bir bir kapatt›m
Bana dönesin diye bir bir kapatt›m
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyece€imiz bir yer be€en başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni ald›m bana ay›rd›m durma kendini hat›rlat
Durma kendini hat›rlat
Durma gö€e bakal›m
136

AKÇABURGAZLI YEKTA’NIN MAHKEME KARARINI


ALDI⁄INDA SÖYLED‹G‹ MEZMURDUR

Önce onlar›n yan›nda çok iyi yüz gördüm.


Beni kap›dan karş›lay›p a€›rlarlard›.
Sofralar›na konuk ederlerdi.
Onlar iki kişiydi ben birdim.
Bana elmadan s›k›lm›ş so€uk sular sunarlard›. Kap›lar›n›
kap›m bellemiştim. Evlerinde oturacak yerim vard›.
Önce onlar›n yan›nda çok iyi yüz gördüm.
Evleri gürültülü şehirden iki bin ayak uzaktayd›.
Tahtadan yap›lm›şt›.
Beni kap›dan al›rlard›, –hoş geldin– derlerdi, onlar›
sevindirirdim.
Birlikte yaş›yorlard›, çocuksuzdular.
Birinin ad› Gülbeyaz’d›, o kad›nd›, öbürünün ad› Sinan’d›, o
erkekti.
Ben otuzunda Yekta’yd›m,
Akçaburgazl›y›m, oradan geldim,
Herkes bir yerlidir çünkü, Ben, Yekta bunu pek hoş
buluyordum.
Son­ra az ›ş›k­l› oda­la­r›­na ç›­kar­d›k. Ba­na ye­ni­den –hoş gel­din
Yek­ta, bi­zi se­vin­dir­din se­nin ya­n›n­da bir­çok şey­le­ri ha­
t›r­l›­yo­ruz– der­ler­di. Se­rin ör­tü­lü min­der­le­re otur­mak için
ayak­ta du­rur­duk. Bek­ler­dik. Per­de­le­ri be­yaz na­k›ş­l› olur­
du. Ha­l›­la­r› bü­tün oda­n›n dö­şe­me­si­ni usul­ca mor mor ör­
ter­di. Pat­l›­can ör­nek­le­ri ve tu­run­cu gü­neş­ler var­d› üs­tün­
de.
137

Birden hepimizin akl›na o denizler gelirdi. Ayakta durmay›


istemezdik. Serin örtülü minderlere otururduk.
Bana –serin örtülü minderlerimizin üstüne otur– derlerdi.
Bana elmadan s›k›lm›ş so€uk sular sunarlard›. Evlerinde
oturacak yerim vard›.
Tütün sunarlard›.
Bir dinlenme zaman› kadar birbirimizi duyard›k. Al›şmak için
zorluk çekmezdik. Çünkü karş›t yerlerimiz kalmam›şt›
bilirdik. Girintilerimiz ç›k›nt›lar›m›z uygundu. Sussak da
ses ç›karmazd›k.
Karanl›k her yere girerdi. Çünkü her yerde gece olur, Ben,
Yekta bunu pek hoş buluyordum.
Karanl›k, serin örtülü minderleri sar­ma­la­yan az ›ş›k­l›­l›­€› al­te­
de­mez­di. Çün­kü biz öy­le bel­le­miş­tik. Ha­l› da az ›ş›k­l› ka­
l›r­d›, onun gü­neş­le­ri, pat­l›­can­la­r› da, min­der­le­rin se­rinli­€i
de. Az ›ş›k, bi­zim, ya­ni on­la­r›n ve be­nim, Yek­ta’n›n, kaç­
t›­€›­m›z yer de­€il­di. Bir­bi­ri­mi­zin ›ş›k­tan ka­ç›­ra­cak yer­le­ri­
miz yok­tu. Az ›ş›k­ta da çok ›ş›k­ta da de€işmezdik.
Hep t›pk› kal›rd›k.
Orda buluşmay› severdik yaln›z.
Sar› bir kuşlar› vard›.
Ad›na kanarya derlerdi. Küçük bir kafeste oday› doldururdu.
“Ama ben onlar›n ölümlü, yan›lgan insan,
Geçen ve bir daha geri gelmeyen bir rüzgâr olduklar›n› unuttum.”
Çünkü unutmak bana göreydi.
Çünkü ben de ölümlüydüm. Ben, Yekta, bunu pek hoş
buluyordum.
138

Bu unutmak de€ildi, içinde olmakt› onun.


Önceleri daha iyi mi idi, bilmiyorum.
Gidip geldi€im,
Duruldu€um koyu geceler vard›. Y›k›k de€ildim.
Y›k›l›p yeniden kurulmam›şt›m ama, y›k›k de€ildim.
Gaz lâmbalar› yakard›k
Ensiz çalg›lar çalard›k geceye.
Tekli€imiz ay›ş›€›na bo€ulur giderdi.
Teker teker üçer kişi olurduk. Öyle de iyiydi.
Ben ona, Gülbeyaz kad›na, eski yaln›zl›€›m› söylerdim.
Ben söyledikçe eskirdi,
Uzaklaş›rd›.
Onunla. Gülbeyaz’la bak›ş›r ›s›n›rd›k.
Sonra yan›lgan insanl›€›m başlad›.
Birinde üç gece dört gündüz orada, evde kald›m.
Üç gece dört gündüz Sinan’›n yata€›nda kald›m.
Gülbeyaz’la Allah›n emri olduk.
Ne o beni kand›rm›şt›,
Ne ben onu baştan ç›karm›şt›m. ‹kimiz de bildiklerimizin
ötesine, bulduklar›m›z›n üstüne ç›kmak istemiştik. Bir
noksanl›€› vard› san›yorduk bütün olanlar›n belki. Ama
asl›nda bütünlüklerimize bahaneydik. Sinan uzaktayd›.
Sinan çemberimizin d›ş›ndayd›. Sonra ne bulduk.
139

Süregeldikçe kutsal gibi,


Kesildikçe kirli, utand›r›c›.
Ama utanc›ndan kaçmay› biliyorduk.
Kutsal gibili€i üç gece dört gündüz kurtlar gibi bizi kovalad›.
Sonunda öyle bulduk.
Utand›r›c›l›€› öbür insanlardan de€ildi.
Karş›laşt›rmadan de€ildi.
Birdenbire kendi boşlu€undand›,
Gelip geçen avutuculu€undand›. Beklemesi vard›.
Kanaryay› görmek ayaklar›m›z› dolaşt›r›yordu.
Minderler serin de€ildi art›k. Ben, Yekta, bunu pek
hoş bulmuyordum.
Ama dördüncü gecenin yaln›z sabah›nda yine,
O, Gülbeyaz
Benim ilk akl›ma gelendi.
O k›y›daki denizlerin mavisiydi art›k.
Önce ve birden de€işen da€lar oldu.
‹stemek ve vermek başlam›şt› çünkü.
Alamamak başlam›şt› çünkü.
Gitgide düzelirdi biliyorduk.
Bunu bekliyorduk.
Yeni yeni yerler bulmuştuk birbirimizde
Onunla, yani Gülbeyaz’la ben.
Kaybetti€imizi bir zaman unuttururdu.
Bir zaman yerine yenilerini koyard›
Art›k çok ›ş›ktan kaç›yorduk. Gizleyecek yerlerimiz olmuştu
birbirimizden. Hem ikimizin ondan, yani Sinan’dan, hem
birbirimizden.
140

Yi­ne bir ek­sik­li­€i­miz ta­mam­lan­m›ş­t› ga­li­ba. ‹yi­ce se­çe­mi­yor­duk


ama, an­l›­yor­duk. Uzun yaz ge­ce­le­ri­nin dur­gun­lu­€u­nu,
ge­niş yap­rak­la­r›­n›n sa­l›n­t›­s› ile ta­mam­la­yan giz­li bit­ki­ler
gi­biy­dik. Kaç­ma­m›z te­lâş­l› de­€il se­vin­di­ri­ciy­di ön­ce. Ben
o za­man, Tan­r›­n›n, be­nim ya­p›­ma kat­t›­€› tat­la­r›n, ben­de
öte­den­be­ri dur­mak­ta ol­du­€u­nu, da­ha öte­le­re ka­dar da
dur­mak­ta sü­re­gi­de­ce­€i­ni far­ket­tim. Bu be­ni ken­di ya­n›m­
da yü­cel­ti­yor­du. Gül­be­yaz be­nim top­ra­€›­m› iş­le­yen kaz­
may­d›. Gü­nah ola­maz­d› yap­t›­€›­m›z. Ben onun çe­li­€i­ne gö­
rey­dim an­cak. Biz her şe­ye inan­m›ş­t›k. Her şey bi­zi inan­d›­
r›­yor­du ama, O’nun, Gül­be­yaz’›n ya­n›­na ar­t›k
Serin minderlerde oturmaya gitmiyordum.
Akşamüstleri yak›c› k›rlardan suvata inen k›r hayvanlar› gibi
gidiyordum.
Kap›lar› benim çeşmemdi.
Ekme€imi edindi€im ocakt›.
Bir bu benim dengemi sars›yordu.
Beni ateş s›ca€›nda kavuruyordu.
Suvata inen yan›k k›r hayvanlar› gibi gitmemeliydim.
Kap›s› ekme€imi edindi€im ocak olmamal›yd›.
Benim bu kavurgan san›lar›m belki gizledi€imizdendi.
‹nand›€›m› kurtarmal›yd›m.
Beni bulup ç›karan, ekleyip bütünleyen,
Bu duyguyu –Kurtulursa e€er bu güçlülüktü–
Ar› duru etmeliydim, temizlemeliydim.
141

Önce onlardan çok iyi yüz gördüm.


Beni elimden tutar belliyordum.
Ona, Sinan’a –Bizi kov– dedim.
Onun kovdu€u bizi ödeyecekti.
Onun gözünde kovulmuş olacakt›k ama, biz kendimizi
kutsanm›ş belleyecektik.
O, Sinan bizi kovmad›.
‹nsanlar›n adaletini, yani öcü, aramaya başvurdu.
Bizi yakalad›lar.
Yani Gülbeyaz’› ve beni, Beni. Akçaburgazl› Yekta’y›,
otuzunda.
Yarg›çlar›n kat›na diktiler umudum nerdedir.
Bizim inanarak etti€imizi yerlere çald›lar, ululu€u nerdedir.
Biz onu bulmuştuk, tükürdüler.
Bizi kirlettiler, yaz›klar oldu bize.
Benim donumu ve Gülbeyaz’›n donunu
Ve yatt›€›m›z yata€›n örtüsünü
Yüreksiz kişilere gösterip onlar› güldürdüler.
Halbuki biz o örtülerde yatarken,
Akl›m›z en ulu yerlerdeydi gücümüz.
142

Biz o za­man yap­t›k­la­r›­m›­z›n gü­na­h›­n› de­€il, yü­ce­li­€i­ni bi­li­yor­


duk. Bu, iki gü­cün bir ye­ni­ye var­ma­s›, bir ye­ni ya­rat­ma­
s›y­d›. Bu çift­leş­me de­€il tek­leş­mey­di. Tek­leş­me­nin bir yö­
nüy­dü. Ya­z›k bi­ze. O za­man bü­t ün in­san­la­ra ina­n›­yor­duk.
Y›k­mak is­te­di­ler y›k­t›­lar. Ya­z›k bi­ze. Her­ke­sin bir gün
a€­la­ya­bi­le­ce­€i, her­ke­sin va­ra­ma­d›­€› için kut­sal­l›­€›­n› bu­
la­ma­d›­€› bir ye­re gö­t ü­r üp, yü­rek­siz­le­ri gül­dür­dü­ler, bi­zi
al­çal­t›p a€­lat­t›­lar. Ya­z›k bi­ze. Ol­sun yap­t›­lar şim­di ki­me
s›­€›­na­l›m.
Nereye gitsek o y›k›nt› bizimle art›k.
Yeniden kursak korkar›z.
Bu y›k›nt› toz duman. Donumuzu gösterdiler.
Yaz›k bize şimdi nereyi tutal›m.
Hangi yolu belleyip oraya düşelim.
Önceleri onlardan iyi yüz görürdüm
Bana elmadan s›k›lm›ş sular sunarlard›.
Serin minderleri vard›, Ben, Akçaburgazl› Yekta, Cahil,
çocuksuz, bunlar› pek hoş bulurdum.
Yan›lmad›m pişman de€ilim bu da vard›.
143

‹K‹ DALGA KATI ARASINDA YAPACA⁄INI


ŞAŞIRAN AKÇABURGAZLI YEKTA’NIN
SÖYLED‹⁄‹ MEZMURDUR

Baş›n›n o a€r›s› beni görüncedir


Uygunsuz bir aral›ktan kaçamak bak›yorum katran a€açlar›
boşlu€un düzeni evcil güvercinlerin gelip gelip su içti€i
mermer oluklar›n bizi kand›rd›€›
Kaçm›yoruz. Bu yüzeyden su içmeler yetiyor da ondan galiba
Erince vaktimiz yok uçaklar hemen kalk›p hemen var›yor
Elimizde bir ufak bavulla şurday›z burday›z

Bu bal›k bollu€unda bir tutam ot mu


Sessiz 盀l›kl› upuzun kervanlar›n kan içinde taş›y›p getirdi€i
uygunsuz maceram›z›n gelip geçti€i yerleri çan sesleriyle
ürkütüp uyand›ran doygunlu€u
Bir tutam ot mu
Kar›şs›n. Beşinci kardeşim kendi umurunda de€il
Elele tekbaş›na a€lamakl› bar›şta unutkan
Gelip gelip gidiyorlar

“Birden hat›rl›yorum s›cakt›


Tuttu€u tuttu€um her yerlerimiz
Boynumuz a€›zlar›m›z ellerimiz
Yalanda karanl›k odalarda
Eşit aral›klarla avunuyoruz
Yetiyor.”
144

Baş›n›n o a€r›s› beni görüncedir


Bana bakt›kça yaln›zl›€›n geliyor akl›na
O kavurgan umut kesici güçlülük al›p al›p harcayamad›€›n
da€›n›k gizli izlenimlerin seni bilmedi€in yönlere iteleyen
u€ultulu kaynaşmalar›
Anlat ellerin s›cak s›cak sokul
Buna haz›r›z eskidikçe de€işmez oluyor kabul
Anlat ellerin s›cak s›cak
Benimki de bir tutam ot
Çabuk ol vakit dar uçaklar kalk›yor.
145

(B‹R KANTAR MEMURU ‹Ç‹N) ‹ N C ‹ L1

Eski k›şlalarda bu güz ö€leleri


Duruma en ayk›r› oynak şark›lar
S›cak çaylardan so€uk gazozlardan bekledi€imiz
Ne bekledi€imiz aray›p buldu€umuz
Vazgeçip k›y›ya iniyoruz2
Üç güvercin kuşu var üstelik su gökleri direkler
Adamlar oturmuşlar sandal boyuyorlar
Adamlar oturmuşlar bir k›rm›z› uydurmuşlar
Denizin mavisine yang›n ateşi
Yanlar›nda testileri yanlar›nda düzen yanlar›nda ekmek
Mutsuzlu€a gerekecek ne varsa yanlar›nda
Beş kişiyiz beş kişi miyiz üstümüz baş›m›z
Kiminin eli suda kiminin gözleri kara
Benim bütün caymalar›m yan›mda geçemiyorum onlardan
Yan›mda durdular m› sevmemi önlüyorlar3
Rahat oluyorum

1 Müjde anlam›nda de€ildir.


2 S›k›ld›k m› hep böyle bir şeyler yapmak gere€ini duyar›z yahut o
boşluk duygusuna kap›l›nca, Nâs›ra’l› ‹sa’y› peygamber eden bu-
dur, güneş alt›nda yaln›z kal›nca böyle korktu, peygamberli€i işte
bu yüzden. Bir kad›na tutulsayd› tutulabilseydi somut bir kad›na
Simun haç taş›man›n günah›n› çekmeyecekti.
3 Bilinir hikâyedir bu işin sonunda al›şkanl›€a varmas›, bir sürü
y›k›mlar b›rakt›ktan sonra k›vr›l›p yalayan saran gemici dü€ümleri
gibi pek, o yang›n sonuna do€ru ›s›t›r bile olam›yor de€erini
bulamad›kça. Sonra onarmak tap›naklar kurmak ya da küreyip
yeni baştan girişmek gerekiyor. Bu düşünce insana göre de€il o
y›k›m y›k›m sars›nt›lardan deneye deneye süzülmüş a€›r t›kan›k
a€r›l› ac›l› –art›k durulmas›n› ister– insana göre de€il ama demesi
kolay, en iyisi pişmanl›klar› taş›mak o yan›kl›€› ateş ateş taş›y›p sü-
rümek, ama her yerde aldanmaya başlaman›n aldanmay› istemenin
yolunu buluyoruz.
146

Kim var kim yok art›k alaturka bahçelerde


O havuzlu mermerli çardakl› bahçelerde korkusuz
Beş kişiyiz s›k›nt›day›z beş kişiyiz
Karars›z m›y›z yetersiz miyiz beş kişiyiz
Nerede sevsek işte diye ba€›r›yorlar4

4 Is­lak taş­la­ra sürt­tüm aya­€›­m›


Ya­ra­l› tay­lar gi­bi te­pin­dim
Ne yap­sam ak­l›­ma ke­di­ler ge­li­yor­du
Göz­lük­lü tum­tu­rak­l› adam­lar ge­li­yor­du
– Ön­ce dur­gun­luk ek­me­€i­miz var­d›
unu­muz ha­mu­ru­muz tat­l›y­d›
ya­ta­€›­m›z ka­rar­l›y­d›
Ben al›p ba­ş›­m› Ak­ça­bur­gaz’dan gel­miş­tim
O Hü­mey­ra baş­ka yer­liy­di
Baş­göz ol­duk ça­t› kur­duk Tan­r› ta­n›k ol­du
Ek­me­€i­miz var­d›
Ya­ta­€›­m›z ka­rar­l›y­d› hep öy­le kal­d›
– Sü­rek av›n­da ür­kek in­ce dört ayak­l›­lar sü­rer gi­bi on­da ken­di­
ni ye­ne­cek di­züs­tü aş­ka ge­ti­re­cek ken­din­de bu­lup de­li de­li bir
yer­le­ri­ne giz­le­di­€i bir duy­gu­yu ko­va­l›­yor­dum
Ne yap­sam ak­l›­ma ke­di­ler ge­li­yor­du
Göz­lük­lü so­murt­kan adam­lar
Şeh­rin u€ul­tu­su­nu ar­kam­da sa­n›­yor­dum
Ba­zan böy­le sa­n›­yor­dum kor­ku­lar ter­ler aba­n›­yor­du üs­tü­me
Bek­li­yor­dum umut­luy­dum
Oy­du ar­t›k al›p ver­di­€im
Du­rup du­rur­ken ge­ce­le­ri­mi bö­len
Hü­mey­ra’n›n k›z­kar­de­şiy­di
Onun ad› Az­ra’yd›
O kor­kak ge­yik yav­ru­su bay­ram are­fe­si
O sö­€üt göl­ge­le­ri ak­maz su­lar­da
Kor­ku­suz iri iri düş­ler ki­ra­l›­yor­dum ona
Bay­g›n sür­ya­nî göz­le­rin­den
Be­nim yan­l›ş sa­n›­la­r›m da­ha sü­rüp gi­de­cek­ti oy­sa bir bit­mez se­pet
örer­miş gi­bi göl ha­s›r­la­r›n­dan il­mek il­mek il­mek
147

Ne zaman gelip dursak ne zaman inansak


Bu ö€len sonralar› döneniyoruz
Bu eski k›şlalarda bu ö€len sonralar›
Nedir bu pencerelerden gördü€ümüz

Kay­gu­suz gi­bi ra­hat gi­bi il­mek il­mek


Ama de­€il­dim as­l›n­da uyu­muş­tum
Uyan­d›m bir­den du­var­la­r› bul­dum
Aş›l­maz yer­le­ri bul­dum gü­cü­mü ta­n›­d›m
Sa€­mal da­var­la­r›m sa€ ol­sun de­dim
Ve­rim­li tar­la­la­r›m var ol­sun de­dim
Ka­r›­ş›k şe­hir­le­rim bü­yü­sün
Be­nim çer­den çöp­ten top­la­y›p aş­ka kat­t›­€›m
Be­ni da€­la­ra sür­dük­le­ri va­kit
O va­kit
Kurt­la­ra ça­kal­la­ra ko­duk­la­r› va­kit
O va­kit
Be­nim ka­t›l­d›­€›m bü­tün tür­kü­ler söy­len­mez olur şe­hir­ler­den
Ge­ce­le­ri ka­pan­d›m ç›­ka­ma­d›m ön­ce
Ye­ni ye­ni iç­ki­ler kar­d›m on­la­r› iç­tim
Bir yan­da es­ki su­lar var­d› ön­le­ri­ne dur­dum
Aş›l­ma­d›m dev­ril­me­dim ya­n›m­dan geç­ti­ler
Ne ar›­yor­sam on­da var­d›
Ne ara­d›­€›­m› bil­mez­ken on­da ö€­ren­dim
On­da Az­ra’da hep­si var­d›
On­lar iki k›z­kar­deş­ti­ler
Ana­la­r› bir­di ad› Mih­ri­ban’d›
Ba­ba­la­r› bir­di onun da ad› Ha­lim’di
Ama gi­dip gel­dik­le­ri bu­lup ver­dik­le­ri sor­duk­la­r› ge­ce­ler
so­rul­duk­la­r› va­kit­ler bir de­€il­di
O kor­ku­yor­du ben ye­nil­me­dim
Ken­di­ni gü­nah­lar için­de kar­g›­lan­m›ş bu­lu­yor­du
Git­tim k›r­m›­z› çi­çek­ler bul­dum ge­tir­dim
Ya­n›l­d›­€›m yer­den dön­düm yor­gun ar­g›n­d›m
Ye­ni ye­şil­ler ye­ni duy­gu­lar bul­dum ç›­kar­d›m
Ne­ler ta­ş›­y›p ge­tir­miş­tim ta en uzak­lar­dan onu ö€­ren­dim
148

Adamlar as›lm›ş adamlar kurutulmuş


Ne uzun gemiler bunlar ne uzun sular
Ne uzun eller akl›m›zda duruyor

Ön­ce Hü­mey­ra var­d› onun­la ça­t› kur­duk


Onun­la ev ku­run­ca ya­n›l­ma­d›k
Dur­gun­lu­€u­muz­da iyiy­dik onun­la be­nim dün­ya­m›z o ka­dar­d› çi­
çek­ler var­d› ço­cuk­lar var­d› bu dün­ya­da giz­li re­sim­ler so­kak­lar­
dan mey­dan­lar­dan ge­çi­lir­di sev­mek ge­lir gi­der bir düş gi­biy­di
yan­maz­d›k se­rin­ler­dik
Kö­tü de­€il­di en­ge­be­siz uzar gi­der­di
Ot­lar yon­ca­lar uzar gi­der­di
Sur­lar uzar gi­der­di
Bir ek­sik ye­ri ka­l›r­d› uza­d›k­ça
Son­ra o ç›k­t› gel­di
O Az­ra k›z­kar­de­şi ç›k­t› gel­di
Onun­la du­var­lar ke­di­ler ç›k­t› gel­di
Onun­la o ek­sik gel­di
Onun­la bir ye­rim ç›k­t› gel­di
Es­ki­den unut­tu­€um bay­ram ür­per­me­le­ri tü­re­di ben­de kuş­ku­la­
r›m uyan­d›­lar za­man­s›z ac›k­ma­la­ra tu­tul­dum ör­tü­le­rim ›s›t­maz
giy­si­le­rim gö­nen­dir­mez ol­du
‹s­te­di­€im onu kö­tü­lü­€e kan­d›r­mak de­€il­di
Onun­la yat­mak de­€il­di
Hü­mey­ra var­d› onun ab­la­s›y­d›
Ben Ak­ça­bur­gaz­l› Yek­ta’y›m düş­me­yi bi­li­yo­rum
Onu da inan­c›­m› da kar­g›­lat­mak is­te­mi­yo­rum
Onun­la yat­mak de­€il­di
Dün­ya­y› çar­ş›­la­r› giy­si­le­ri­mi ken­di­mi onun­la sev­mek is­ti­yor­dum
Be­ni dün­ya­ya ge­ti­ren anam­d›
Ama Az­ra var­sa ben var­d›m ar­t›k
Ben onun­la var­d›m
Bu duy­gu­ya inan­s›n is­ti­yo­rum
Bir bu­nu ka­bul et­sin bir inan­s›n bir kork­ma­s›n bir an­la­s›n
bu­nu gü­nah ol­ma­d›­€›­n› ye­ter di­yor­dum
149

Deniz k›y›s›nda en uzak denizlerin unutulmuş


denizlerin k›y›s›nda
Susuzum karn›m aç

El­le­rim kol­la­r›m tü­ke­ne­cek­ti


Ka­ran­l›k çal­g›­lar gi­bi su­sa­cak­t›m
Onu bir iz­le­me­sem ku­şat­ma­sam
Göz­le­ri­ne bak­mak­tan geç­sem
Bo­zul­muş or­du­la­ra dö­ne­cek­tim
Ka­ça­cak s›­€›­na­cak ye­rim ol­ma­ya­cak­t›
Di­ri tut­mak için giz­li­ce üf­le­di­€im ate­şim sö­ne­cek­ti
Ka­l›n ne­hir­ler­de rüz­gâr­s›z kal­m›ş dö­kül­müş yel­ken­le­re
ben­ze­ye­cek­tim
Su­sa­cak­t›m ko­va­la­na­cak­t›m
Ta­h›l­s›z kal­m›ş de­€ir­men taş­la­r› ka­dar ac›k­l› ola­cak­t›m
Tan­r›­dan uzak ka­la­cak­t›m
Onun ba­na ve­re­me­di­€i­ni bir unut­sam
De­rin de­niz­ler­de yüz­düm ›s­lan­d›m ç›k­t›m
Az­ra be­ni gör­dü ›s­lan­m›ş­t›m
Şe­hir­ler­de kar­ş›­laş­t›k şe­hir­ler­de kal­d›k
Ben kan­d›r­ma­d›m so­nun­da o inan­d›
Ben Az­ra’y›m bak de­di
Ka­d›­n›m se­nin­le­yim is­ter­sen al de­di
Al­ma­d›m
Bir bu­na inan­s›n ye­ter di­yor­dum iş­te yet­ti
Hü­mey­ra ken­di su­yun­da var­s›n ak­s›n
Onu inan­d›­€› şey­ler­de al­dat­ma­d›k
O şe­hir­le­ri dük­kân­la­r› ya­tak­la­r› dol­du­ran in­san­la­r› da al­dat­ma­d›k
Kaç­m›­yor­duk ye­ter di­yor­dum yet­ti
Sa€­mal da­var­la­r›­m› kes­tim da­€›t­t›m
Ye­ni­den sü­rü­ler dü­ze­ce­€im
Yü­ce şe­hir­ler­de bun­lar be­ni kur­ta­r›r
Ben Yek­ta’y›m Ak­ça­bur­gaz’dan gel­dim
Bu or­man­lar­dan son­ra
Bu da€­lar­dan son­ra
Az­ra’y› inan­c›n­da mut­lu ko­dum
Hü­mey­ra’y› inan­d›k­la­r›n­da ra­hat ko­dum
‹ki­si­ni de al­dat­ma­d›m
150

Bütün gecelerimi ay›rd›€›m


Akl›ma düştükçe uykular›mda

Beni yandan yana döndüren mutsuzluk5


Ateş bas›yor şakaklar›ma
Bu benden önce kaybolup giden
Gelirsen iyi olur dinleniriz
Karpuzlar› böleriz kan gibi
Bu eski k›şlalar› unuturuz
Yeniden yapar›z daha iyisi
O güneşler daha da ortal›kta
Akl›ma düştükçe uykular›mda
Ateş bas›yor

Be­nim gü­neş­le­rim ne yan­dan do­€ar


Be­nim sularım hangi çeşmelerden akar
Kaç­m›­yo­rum gü­cüm­de gi­di­yo­rum
Be­nim ›s›­t›­c› gü­neş­le­rim do­€ar
Be­nim kut­sal çeş­me­le­rim akar
Ak­ça­bur­gaz’dan gel­dim
Hiç­bir şey kir­let­me­dim
Baş­ka yer­le­re gi­de­rim.

5 Bas­to­nu­ma da­yan­d›m, bu mey­dan­da gök­yü­zü­nün gö­rü­nü­şü ho­şu­


ma git­mi­yor­du, ça­t›­lar ça­t›­lar ça­t›­lar bö­lüp du­ru­yor­du, hem­şe­ri­le­
rim de sev­me­ye­cek­ti bi­li­yor­dum, bas­to­num­la gös­ter­dim, şu şu şu
ya­p›­la­r› y›­k›n de­dim iş­çi­le­re, yer­le­ri­ne ye­ni­le­ri­ni ko­ya­ca­€›m, bu Ak­
ça­bur­gaz es­ki bir şe­hir, ben uray­baş­ka­n› ol­duk­tan son­ra s›­k›n­t›­m›
hem­şe­ri­le­re da­€›t­t›m, şim­di ar­kam­da ge­zi­yor­lar, hep­si k›­v›l k›­v›l
yer­le­rin­de du­ra­m›­yor­lar, ne­re­yi y›k­sam oh di­yor­lar, ben y›­k›n de­
yin­ce hep bir a€›z­dan y›­k›n di­ye ba­€›­r›­yor­lar, bu şeh­ri na­s›l yap­m›ş­
lar böy­le üs­tüs­te, ne gök­yü­zü ko­muş­lar ne gü­nay­d›n, ne bul­du­lar­sa
ge­tir­miş­ler da€­la­r›n ova­la­r›n d›­ş›n­da, he­le o sa­bah­la­r›n ak­şam­la­r›n
bun­gun­lu­€u, o es­ki k›ş­la­lar­da güz ö€­le­le­ri, ba­zan işi­mi gü­cü­mü
uray­baş­kan­l›­€› ödev­le­ri­mi b›­ra­k›p bir da€ ara­ma­ya ç›­k›­yo­rum, bu­
ra­ya en ön­ce 1286 y›l ön­ce, iyi­ce bi­li­yo­rum şeh­rin geç­mi­şi­ni iyi­ce
in­ce­le­dim çün­kü, tam bu ka­dar y›l ön­ce ma­y›s­ta gür iyi ya€­mur­lar
vak­tin­de, Yek­ta’n›n en es­ki de­de­si genç Ali­şan ile Zü­beyr’in o€­lu
Sa­d›k da­ha gü­ney­ler­den da­ha ku­rak­lar­dan gel­di­ler, yan­la­r›n­da ka­
151

.......
Yasa€›n aşklar› zorlamas›
Önce varken sonradan gömdü€ümüz
Önünde geriledi€imiz
Unuttu€umuz utand›€›m›z
Ama b›rakmad›€›m›z
Bu yumuşakl›€›m sanki defineler içinde
Sanki gömülü sand›klarda karar›yorum
Korkunç bir orman›n u€ultusu içinde bo€uluyorum a€açlar
sular bakmad›€›m yerlerde çiçekler

d›n­la­r› var­d›, bir de at­la­r› var­d›, bir de inek­le­ri var­d›, bir de kun­
la­ya­cak ko­yun­la­r›y­la koç­la­r› var­d›, bir de ör­tü­ne­cek­le­ri var­d›, bir
de aşk­la­r› var­d›, bir da­ire kur­du­lar, tü­tün­le­ri tüt­tü, ça­t›­la­r›, a€aç­la­r›
h›­zar­lar­la aşk­la yont­tu­lar, aşk­la­r› böy­le­ce erin­ce var­d›, son­ra bü­yü­
dü Ak­ça­bur­gaz, baş­ka­la­r› gel­di on­la­r› gö­rüp, kö­tü adam­lar gel­me­di
ama kö­tü­yü iyi ya­pan şey­ler yit­ti, her şey­le­ri üs­tüs­te ko­du­lar, su
yol­la­r› yap­t›­lar, çeş­me­le­ri ak›t­t›­lar, bak­kal dük­kân­la­r› aç­t›­lar, ter­zi
dük­kân­la­r› aç­t›­lar, nal­bant dük­kân­la­r› aç­t›­lar, ta­mir­ci dük­kân­la­r›
aç­t›­lar, mah­ke­me yap­t›­lar, ya­sa­lar ko­du­lar, bir şe­yin bu ka­dar şey
için­de git­gi­de kü­çül­dü­€ü­nü yit­ti­€i­ni se­zin­li­yor­lar­d› ama bu­la­m›­
yor­lar­d›, bu­la­m›­yor­lar­d› da de­€il, umur­sa­m›­yor­lar­d›, on­suz olu­nur
di­yor­lar­d›, ye­ri­ne baş­ka şey­ler ko­yu­yor­lar­d›, ama öy­le bir şey ki yit­
tik­çe öne­mi azal­d›k­ça dü­ze­ni et­ki­le­yen, bi­li­siz­li­€i art­t›­ran, ev­le­ri
otu­rul­maz, so­kak­la­r› do­la­ş›l­maz ha­le ko­yan, ki­şi­yi boş va­kit­ler­den
ka­ç›­ran bir şey, ben uray­baş­ka­n› olun­ca bul­dum, şim­di y›­k›n di­yo­
rum, il­kin bu ev­le­ri, bu kö­tü, üs­tüs­te ev­le­ri y›­k›n, bu so­kak­la­r›, bu
es­ki ha­rap k›ş­la­la­r›, bu dük­kân­la­r›, bu du­var­la­r›; bu gök­yüz­le­ri­ni
kur­ta­ra­l›m, y›­k›­yor­lar, Hem­şe­ri­le­rim y›­k›n di­ye ba­€›­r›­yor ar­d›m­
dan, ba­z› idare ku­ru­lu üye­le­riy­le ba­z› ih­ti­yar­lar­la don­muş­lar ba­na
kar­ş›, ka­d›n­lar­la ço­cuklar ben­den ya­na hep, bas­to­nu­ma da­ya­n›­yo­
rum, gös­te­ri­yo­rum, y›­k›n, te­miz­le­yin, y›­k›­yor­lar, bir çeş­me­ler kal­
s›n, bir göl­ge­ler, he­le ta­mir ev­le­ri­ni, bi­ze o es­ki­miş eş­ya­la­r› zor­la­yan
bü­tün ta­mir ev­le­ri­ni y›­k›n, hem­şe­ri­le­rim y›­k›n di­ye ba­€›­r›­yor­lar.
152

Nas›l olurdu kimbilir suyun suya kar›şmas›


O topraklar› ekmeler çiçekleri budamalar
Pencerelerin ard›nda o akşamlar› beklemeler sabahlar› gerinmeler
O Flamanlar›n zevki ocaklara karş›
Korkuyorum herkesle karş›laşsam
O caddeler eski harap k›şlalar
Ben yokum desem kimse b›rakm›yor
Yokum diyorum inanm›yorlar
Yokum diyorum bulup ç›kar›yorlar
Yokum
Lâmbam› üflüyorum bir bardak su içiyorum6

6 Bir­den o en uzak çin bah­çe­le­ri yal­n›z bah­çe­le­ri


Ye­ri­ni bu­lup yer­leş­ti­ri­yo­rum ya­şa­mam­da
Ka­rar­s›z in­san­l›­€›m şam ker­van­la­r› Ar­şi­dük Franz’›n
oni­ki bö­lüm sa­ra­y›n­da ak­şa­müs­tü çay­la­r›
Ne­den ak­l›­ma vu­ru­yor an­la­m›­yo­rum ne­le­ri var ben­de
Kes­kin ay›­ş›k­la­r›n­da tit­rek dü­€üm­ler
Du­rup ak­l›­ma ge­li­yor be­nim bir tey­zem var­m›ş bir
adam al­m›ş onu Ara­bis­ta­na gö­tür­müş
– Adam­lar ka­d›n­la­r› al›p Ara­bis­ta­na gö­tü­rür­ler­di
Dün­ya­n›n en gü­zel Ara­bis­ta­n›­na
Du­ru­yo­rum be­ni bü­yü­ler ba€­l›­yor ya­ra­sa kuş­la­r› be­ni
Aç›n bü­tün def­ter­le­ri­mi bü­tün ki­tap­la­r›­m› bir şa­şar­s›­n›z
Aşk an­l›­yo­rum ka­d›n­lar­da bu­€u­lu bu­€u­lu de­niz­ler
Ya­l›n­kat­l›­€› ko­lay­l›­€› aç›n ki­tap­la­r›­m›

Kaç kez baş­la­d›m kaç kez ba­şar­d›m kal­d›r­d›m at­t›m


Sü­rüm sü­rüm dö­kük sa­ç›k çü­rük ölü­ler gi­bi ar­d›m­da
Kaç kez at­t›m­sa ne ko­lay at­t›m
Bi­li­yor­dum o çin bah­çe­le­ri o yal­n›z bah­çe­le­ri
Bi­li­yor­dum
153

Güzel bir merdivenin alt›nc› basama€›nda


Mermerden sularla bir alt›nc› basama€›nda
Büyük yap›lar›n büyük büyük pencerelerine karş›
Bu çelişmeleri çok seviyoruz
Deniz k›y›s›nday›z gitmiş gemilerin ard›ndan
Rüzgâr bulamadan kötü rüzgârlarla gitmiş gemilerin
Beş kişiyiz öyle miyiz beş ortada beş s›k›nt›ya
Şehirde havagaz› abonesiyiz
Benim numaram 44741 öbürlerini bilmiyorum
Gazete al›yoruz okuyoruz ekmek al›yoruz yiyoruz
Aybaş› oldu mu paralar›n› ödüyoruz
Su ak›yor ellerimizden ayaklar›m›zdan
Birbirimize karş› durup ak›yor
Bu göksel a€›tlar yaşamam›zdan ak›nt›m›zdan
Çiçekler mi var camlar m› önümüzde
Bu muydu uzaklaşan
Üfleyin yelkenleri doldural›m
Üfleyin doldural›m
Üfleyin

– Adam­lar ka­d›n­la­r› al›p Ara­bis­ta­na gö­tü­rür­ler­di bal­kon­lu ev­le­re


ko­yar­lar­d› gün­düz iş­le­rin­de güç­le­rin­de on­la­r›n ev­ler­de bek­le­di­€i­
ni dü­şü­nüp h›z­la­n›r­lar­d› on­la­r› ku­cak­lar­lar­d›, ço­cuk yap­t›­r›r­lar­d›
on­la­ra.
Bun­la­r› bi­lin­ce ko­lay­ca at›­yo­rum sür­gün k›­ral­lar gi­bi umu­rum­da
ol­mu­yor­lar
El­le­ri­ni ka­p› tok­ma­€›­na ba€­la­y›p k›r­baç­l›­yo­rum
O y›­k›n­t›­la­r› bo­€un­tu­la­r› mut­suz­luk­la­r› k›r­baç­l›­yo­rum
Bi­li­yo­rum çün­kü o çin bah­çe­le­ri o en es­ki za­man­lar­da
– Adam­lar ka­d›n­la­r› al›p Ara­bis­ta­na gö­tü­rür­ler­di
Dün­ya­n›n en gü­zel Ara­bis­ta­n›­na
154

BÜYÜK KAVRULMUŞ...

Büyük, kavrulmuş soy k›rlar gelir akl›ma hep, hep


tükenince insan dayan›kl›€›m
A€›r bak›r kalkanlar›m›zla, demir karg›lar›m›zla dö€üşüp
dö€üşüp geri çekilince
Yorgun kollar›m›n en genç bir yerlerinde bir kan şeritleri
akmaya ince ince
Başlar yeni sulara kadar, h›zla zamana, körlü€e, kötülü€e kutsal
tutsakl›€›m

Nedir senden başka kurtard›€›m›z bu dengesiz savaştan, bu


ya€madan nedir
Senden gayr›, ey, bir içimi genç ormanlar› yüzy›ll›€a büyüten
diri su, senden
Eskimeden, küçülmeden; mutluluktan, özgürlükten, kuşaklar›
birbirine dü€ümleyen
Bir kad›n›, bir sesi, bir suçu, bir şeyi en çok o şey yapan güç
yaln›z sendedir

Seni arayan sular, seni k›şlar, seni adamlar, seni sonunda


bozulmuş ordular›m
Sanki ay dökülür diri bal›klara, sanki gümüş şeyleri güneşler
güneşler ›ş›t›r
Yorgun kuşamlar›mla, kanlar›mla, gelirim, uzan›r senin sabahl›
gecene yatar›m

Bu donatt›€›m savaş gemileri sana, dokuttu€um bu vurucu


ipekliler seni anlat›r
Bu senin içindir, sabah ormanlar›na, da€lara, bal›kl› göllere
aç›lan balkonlar›m
Sen olmasan, yeryüzünde bu a€açlar›, sular›, bu büyük
kayalar› bekletecek ne vard›r
155

TOPRAK ÇÖMLEK H‹KÂYES‹

K›r›k

... sigara içerler. En çok sevdikleri, denizi örtmeye yarad›€› için


keten ipli€inden örülü perdelerle o küçük porselen vazolar
bir de o sar› çamur çömlekti. Ben o vazolar› Çin’den gelmiş
biliyorum, öyle olmalar› hoşuma gidiyor belki de ondan.
Birinin üzerinde erke€ine karş› a€›r, ipeksi giysilerinden
soyunan, ince, büyük saçl› bir kad›n var, lâcivert turuncu
kar›ş›€›, nas›l zarif, nas›l haz›r ve erkekcil. Büyük yunus
bal›klar› geçiveriyordu birden insan›n akl›ndan, üreme
mevsimlerinde derin denizlere istekle koşan büyük, erkek–
dişi yunus bal›klar›. Öteki hep k›rm›z›yd›, sürekli, bal›kl›
bir k›rm›z›. Birbirine girişmiş iki üç gece vard› içinde, ›ş›lt›l›,
suskun, iri yunuslar›n u€rayamayaca€› s›€l›klarda an-
cak bulunabilecek bir suskunluk. Çömle€i ise anlatamam.
Anlat›lamaz zaten. Yeri gelince duyuluverir.
Ben hep göz­le­rin­den uza­€a gö­tü­rü­rüm on­la­r› bi­le bi­le. Ara­ma­
la­r›­n› bil­mek be­ni se­vin­di­rir. Bir za­man son­ra yi­ne ya­ta­€›n,
ya­t›l­d›­€›n­da gö­rü­le­bi­le­cek bir uza­€›­na ko­yar­lar­d›. On­la­r›n
bu­lun­du­€u or­tam­da se­viş­mek hoş­la­r›­na gi­di­yor­du. Ben kal­
d›­r›­yor­dum, on­lar ora­ya ge­ti­ri­yor­lar­d›. Ara­d›k­la­r›­n› bil­mek
be­ni hem se­vin­di­ri­yor, hem kat­la­na­m›­yo­rum. Bir bu­na kat­
la­na­m›­yo­rum ga­li­ba. Bu ol­ma­sa o ka­dar de­ri­ni­me ine­mez,
be­ni o ka­dar ça­re­siz, o ka­dar yal­n›z b›­ra­ka­maz bu se­viş­me­
le­ri.
156

Ke­ten ör­gü­lü per­de­le­ri de­ni­zi ör­tü­yor onun için se­vi­yor­lar, bi­


li­yo­rum, söy­le­dim. Her şey­le­ri­ni o ka­dar iyi bi­li­yo­rum ki,
ken­di ya­şa­d›­€›­m› sa­n›­yo­rum. Se­vi­şir­ken de­niz da­€›­t›­yor
on­la­r› sa­n›­yo­rum, bir de aç›k­l›­€›­na, giz­li­siz­li­€i­ne kat­la­na­
m›­yor­lar. He­le ya­ta­€› na­s›l se­vi­yor­lar kim­bi­lir. Loş oda­da,
va­zo­la­r›n, çöm­le­€in ül­ke­le­rin­de, bi­rin­den öbü­rü­ne gi­dip
ge­le­rek, on­lar­dan da­€›­l›p ya­y›­lan tü­ken­mez za­man­da, da­
mar­s›z, in­ce si­yah bir a€aç­tan, be­yaz ten­te­ne­le­rin çev­re­le­di­
€i ya­tak­ta na­s›l ak›p gi­di­yor­lar kim­bi­lir. Ko­yu viş­ne ren­gi
ör­tü­nün se­rin­li­€i­ne uza­n›­yor­lar, do­nuk pa­r›l ba­k›r k›r­m›­z›
si­ga­ra kül­lük­le­ri, ke­ten ör­gü per­de­ler­le ör­tül­müş ya­k›n bir
de­niz, uzak so­kak­lar ve içe­ri b›­ra­k›l­ma­yan o gü­neş­ler.
Ya­tak­lar, bir ya­tan ol­ma­d›k­ça iç­le­rin­de hep bir hü­zün ve­rir in­sa­
na. Ama on­lar bu hü­zün için­de git­gi­de da­ha çok bir­bir­le­ri­
ne sa­r›l­mak is­te­€i­ni, ge­rek­sin­me­si­ni, bun­dan ka­ç›­n›l­maz­l›­€›
du­yar­lar. Ya­tak­la­r›n ya­tak­l› hü­zün­le­rin ge­tir­di­€i yal­n›z­l›k
ko­ku­su, avun­mak is­te­me­le­ri­nin ate­şi­ni, do­yu­ru­cu­lu­€u­nu
art­t›­r›r. Ya­ta­€› dol­du­rur­lar. Ya­ta­€›n kar­ş›­s›­na dü­şen ay­na­da,
bir­bir­le­ri­nin ba­cak­la­r›­n›, omuz­la­r›­n›, gö­€üs­le­ri­ni, s›­k› s›­k›,
is­tek­le sa­ran kol­la­r›­n›, utan­gaç­l›­€›, bir or­man u€ul­tu­sun­da,
önü­ne du­rul­maz bir çav­lan ak›n­t›­s›n­da, yit­miş bir­bir­le­ri­ne
borç­lu göz­le­ri­ni is­ter is­te­mez, da­ha çok ka­ça­mak is­tek­ler­le
gör­dük­çe, se­viş­me­le­ri­ne, kü­çük kü­çük gü­nah­lar da ka­t›­l›r­
m›ş­ça­s›­na, sar­s›­l›r­lar, tad­la­r› ar­tar, de­niz git­gi­de unut­tuk­la­r›
bir şey olur. Son­ra o or­manal­t› se­rin­li­€i­ne var­d›­lar m›, iki
por­se­len va­zo­ya, sa­r› ça­mur çöm­le­€e ba­kar­lar. Bi­ri­nin ba­
l›k­lar gi­bi di­ri, aç genç­li­€i, öbü­rü­nün hiç­bir şe­yi umur­sa­ma­
mak zo­run­da olan, geç­me­ye, tü­ken­me­ye yüz tut­muş­lu­€un
te­lâ­ş›n­da­ki doy­maz­l›­€›, er­kek de­li­ce­si­ne ara­d›­€› pü­rüz­süz­
lü­€ü, düz­lü­€ü, tüy­süz­lü­€ü öbü­rün­de bu­lur, do­yar. Öbür sa­
at­le­ri bek­ler. Yan­ya­na uza­n›r si­ga­ra içer­ler.
157

Ama ben Yek­ta, bun­la­r› ne­ye ku­ru­yo­rum. An­d›k­ça iç­len­mem,


in­le­mem ar­t›­yor. Şim­di bu oda­da otur­ma­y› se­vi­yo­rum. Bu
kol­tuk­ta, hem de, bu res­min kar­ş›­s›n­da. Es­ki­den bil­mez­dim
bu res­min böy­le gü­zel idi­€i­ni. Bu mor le­ke­ler be­ni din­len­
di­ri­yor san­ki. Ak­ça­bur­gaz yal­n›z­l›­€›­ma ben­zi­yor. Ge­ne va­
zo­lar ya­tak­la­r›­na gö­re. Bel­ki de be­nim var­l›­€›m­d›r, be­nim
var­l›­€›m­dan ön­le­ri­ne du­ran en­gel­dir on­la­r›n is­te­dik­le­ri­ni
bi­le­yip, önü­ne du­rul­maz, do­yul­maz eden.
Şim­di ko­nuk­la­r› var içe­ri­de. Onun için, be­nim için ne­ler söy­le­ye­
cek­ler kim­bi­lir. Uzak­la­r›n­da çok kal­ma­sa.
158

Yang›n Toplant›s›

Faliha –Aşk›n o yaln›zl›€› ellerinde a€z›nda nas›l belli


Nas›l o giysileri hüzünlü
Balkonlara s›€d›ram›yor her gün görüyorum.
‹şte evindeyiz eşyalar›na bile sinmiş

Rüksan –Yaln›z kalabilmek gitgide güçleşiyor


E€er aşk bu ise imrenirim do€rusu
Ben örne€in ben
Deli örümcekler gibi yaln›zl›€a vurgun
Yeni geceler kuruyorum
Pencereleri nas›l kap›yorum görseniz
Sular› sürüyorum ekinleri düşünüyorum
Horasanla örülmüş surlarca heryerlerim s›ms›k›
Ama bir yerden yine s›z›yorlar
Bir şehir bir elbise çarş›s› bir öbek çiçek bir başkas›n›n iste€i
Yine s›z›yorlar
Çaresiz kuşan›yorum başkalar›n›

Faliha –Ama onun yaln›zl›€› başka ürkütücü


Midyeler gibi kapan›yor mutlulu€a ister istemez...

Neclâ –Bana kal›rsa bunun tek bir ad› var


Evinde oldu€umdan söylemeye dilim varm›yor
Utan›yorum
159

Faliha –...Bu iki başl› ayk›r›l›k töreye tabiata


Bu gizlemek, bu gizlenen ilinti
Bir gün a€ulayacak onu korkar›m
Hem kimselere anlatamay›nca mutlulu€u
Eksik kalm›yor mu döküp saçamay›nca
Pazarlara ç›karamay›nca
Gözlerimde a€z›mda götüremeyince dükkânlara
Yaln›zl›k m› demeli bilmem sürgün mü demeli yoksa
O elleri ay›klay›nca yata€›ndan
O duvarlara dönünce surlar gibi surlar gibi
O rahatl›€› bulan›nca akmaz sular›n
Sizden yana de€ilim Rüksan öyle san›yorum

Rüksan –Ötesini umursam›yorum


O şavk›ma o güneşler balk›mas›
O dilim dilim gemi ateşleri bir vursun yaşamama
Şehirleri bir bir b›rak›r gider gibi
Üzülmeden az hüzünlü b›rak›r gider gibi
Bir yeni da€lara ormanlara hayvanlara gider gibi
Kumlar gibi canl›lar gibi öyle gibi
Bir bunu düşünüyorum işte bir bunu
Bir doyurgan yaln›zl›k geliyor akl›ma yerimde duram›yorum
Da€­ba­ş› yal­n›z­l›­€› de­€il su ke­na­r› yal­n›z­l›­€› de­€il bir şe­hir yal­
n›z­l›­€›, boş­lu­€u, an­cak is­tek­le ta­k›­lan ger­dan­l›k­lar gi­bi bo­
yun­da gö­€üs­te p›­r›l p›­r›l, bi­zi yi­yen ge­liş gi­diş­le­re so­kak
ge­ce­le­ri­ne kö­tü aşk­la­ra kar­ş› ku­şa­n›l­m›ş bir yal­n›z­l›k, ye­
ni­den do­€ur­gan­l›­€›­m›­z› ha­z›r­la­yan ha­t›r­la­tan k›r­g›n bel­ki
ama git­gi­de bi­zi hem ken­di­mi­ze hem in­san­la­ra ite­le­yen bir
yal­n›z­l›k
Gerisi tembellik diyorum belki
160

Belki y›lg›nl›k kabullenmişlik daha iyisini bilememeklik bir


parça
Bir bilsem aşktand›r bu durulma bu yaln›zl›k ondaki
Bir bilebilsem kimdir nerdedir
Ölü müdür diri midir bir bilsem
Gider bulurum benim yaln›zl›€›m›

Faliha –T›pk› düşünemiyorum elimden gelmiyor


Ama size hak verebilmek sevindiriyor beni
Bir şeylerin usul usul avuttu€unu duyuyorum
Bir yel esiyor sanki ince bir akşamüstü yeli
‹çli k›r resimleri geliyor akl›ma

Nec­lâ –Aman b›­ra­k›n Tan­r› aş­k›­na, hiç­bi­ri­ni­zi an­la­m›­yo­rum,


or­ta­da dü­pe­düz bir al­dat­ma var iş­te o ka­dar. Ben as›l ko­ca­s›­n›
dü­şü­nü­yo­rum. ‹yi da­ya­n›­yor do€­ru­su, ta­lih­li ka­d›n ya­ni. Ama
de­di­ko­du­nun önü­nü al­mak müm­kün de­€il el­bet. Her­kes ne­ler
söy­lü­yor, ben de ay›p­l›­yo­rum do€­ru­su. Aman çok hoş şey kar­
deş. Hem ner­dey­se ge­lir şim­di ka­pa­ta­l›m.

.......
.......

Adile –Şu denizin u€ultusu olmasa


Unuttu€um pek çok şey olacak
Bu saçlar›ma üzülüyorum
Baz› günler oluyor yetmiyor yaşamama...
So€uk bir şey içmez misiniz

Şermin –Ama bugünlerde çok iyi görünüyorsunuz


Adileci€im, üstelik pek mutlu bir haliniz var.
161

Adi­le –Öy­ley­se se­vin­dim. Ama mut­lu ol­ma­mak için hiç­bir ge­rek


yok dün­ya­da, siz de ola­bi­lir­si­niz, bi­raz ce­sa­ret bi­raz da mut­lu­
lu­€u is­te­mek ye­ter ga­li­ba, evet bu ka­da­r› ye­ter, sev­mek­le el­bet...
“‹çe­ri gi­rer gir­mez sez­dim ben­den ko­nu­şul­du­€u­nu, an­l›­yo­rum
ni­yet­le­ri­ni, be­ni te­dir­gin et­mek is­ti­yor­lar, k›­na­mak is­ti­yor­lar
ken­di güç­süz­lük­le­rin­de bu­la­ma­d›k­la­r›­n›n yan­k›­s› var ben­de.
Ama bu ka­la­ba­l›k iyi bir f›r­sat, söy­le­ye­ce­€im, söy­le­me­li­yim da­
ha mut­lu ol­mak için, bü­tün ta­d›­n› duy­ma­l›­y›m söy­le­me­nin aç›­€a
vur­ma­n›n her­ke­se her­ke­se...”
Bun­lar en gü­zel söz­le­rim ola­cak be­nim iyi din­le­yin
Bir bun­lar bir de sev­di­€i­mi söy­le­mek
Sev­di­€i­mi söy­le­mek ka­ya­lar gi­bi
Nuh’un ge­mi­si­ne ç›­kar gi­bi sev­di­€i­mi söy­le­mek
Tan­r›­la­r›n önün­de on­la­r›n ya­ra­d›­l›­ş›n­da­ki is­te­€e uy­gun bir de­
niz bo­şal­t›r gi­bi, uçu­ca ek­le­di­€i­niz sö­nük b›k­k›n giz­li ka­
pak­l› ge­ce­le­ri ka­ran­l›k lâm­ba­lar­dan kur­tar­mak, öbür ev­le­ri
öbür su­la­r› öbür her şey­le­ri: ›s­lak omuz­la­r› ›s­lan­m›ş saç­la­r›
de­niz gü­neş­le­rin­de ku­ru­tur­ca­s›­na ya­na­rak so­lu­ya­rak ama
ge­ne tad­la ya­ra­d›­l›­ş›n o gü­zel ge­re­€i­ne uy­mak
Bir za­man­lar bir tü­ken­mez ba­y›r­da
Git­gi­de ölü­yor­du o kü­çük can­l› çe­kir­dek
Git­gi­de eri­yor­du tuz
Rüz­gâr­lar nem­li ha­va sal­d›r­gan
El­ler­le bu­lu­nu­yor­du yü­rek­ler­le ara­nan
Ben o ba­y›r­dan dön­düm gel­dim
Bu dün­ya­da ye­di­€i­miz ek­mek­ler iç­ti­€i­miz su­lar
Diz­le­ri­miz­de­ki bu güç de­ri­miz­de­ki tad
Kar­ş› koy­mak için­dir kaç­mak için de­€il
Al­ça­c›k dur­gun düz­lü­€üm­den el sal­l›­yo­rum
Be­ni k›­na­d›­€›­n›z te­pe­le­re
‹yi bak­sa­n›z bir gül ola­cak avun­tum göz­le­ri­niz­de
‹yi bak­sa­n›z bir şaş­maz tü­fek
‹yi bak­sa­n›z yo­lu­nu bi­len bir coş­kun bey­gir
Bun­lar kan­d›r­m›­yor­sa ya­t›n ta­va­na ba­k›n
Uzun uzun bir şey­ler ha­t›r­la­ya­cak­s›­n›z
162

Siz Şer­min­ci­€im, o sa­r› de­li­kan­l›­y› se­ve­me­di­niz bir tür­lü ama


iyi de giz­le­di­niz. Be­ni k›­nar­ken şim­di ne­ler ge­çi­yor ak­l›­n›z­
dan aca­ba. Bu işin sev­me­yin­ce se­ve­me­yin­ce ay›p ol­du­€u­nu
gü­nah ol­du­€u­nu na­s›l ac› ac› du­yu­yor­su­nuz an­l›­yo­rum
Siz Nec­lâ Ha­n›m, si­zi gü­nün bi­rin­de bir­den b›­ra­k›p gi­den bel­ki
de b›k­t›­€› için gi­den o gü­zel ta­tar o€­la­n› yü­zün­den kin­li­
si­niz sev­me­ye, ko­ca­n›z ne ya­p›­yor­du o za­man. Kim­se­le­re
du­yur­ma­d›m sa­n›­yor­sa­n›z öy­le san­ma­y›n ar­t›k.
Su­zan Ha­n›m. Meh­li­ka Ha­n›m bü­tün ya­n›l­m›ş ka­d›n­lar
Siz­ler siz­ler siz­ler he­pi­niz
Çok rahat›m art›k
Deniz akşamlar› gibi rahat›m
Kötü rüzgârlara karş› koruyorum teknemi
Yaşl› teknemi ama iyi sevgili teknemi
Birinden ald›€›m bitkisel huzuru insanca öbürüne taş›yorum
Onda buldu€umu bilseniz
Yaln›z ona söylerim o kadar güzel
Ben böyle ö€rendim bitkilerden
Alakanat şen bal›klardan böyle
Art›k töreler de€il örne€im
Örne€im uçmak
Kendi kurdu€um her şey beni mutlu ediyor
Umurumda de€il başka hiçbir şey hiçbir şey
Bu gece de işte istekle onu bekliyorum

Ara Parça

Sevmek ve söylemek
Ard›ndan iyilik gelir ister istemez
Bir orman buduyoruz uyan›n fark›na var›n
Bir kas›rgaya karş› duruyoruz
Bitkice de€il şüphesiz ama tam insanca
Korkmay›n dalgalardan y›lmay›n
Çekin kürekleri
163

Kandan Uzakta

Bu duy­du­€um onun se­siy­di. Coş­kun söy­lü­yor­du. Bir k›r­g›n­l›k


yok de­€il içim­de. Bu­lu­yo­rum ne­de­ni­ni. En çok se­vi­len ol­
ma­mak. O adam da bu yüz­den sa­t›n al­m›ş­t› ta­ban­ca­y›. Ön­ce
de­niz ke­na­r›n­da dü­şün­dü. Uzun uzun dü­şün­dü. Bi­zim Ak­
ça­bur­gaz do­lay­la­r›n­dan Ya­ya­bö­lük­lü. Dört ço­cuk­lu aş­l›k­ç›.
Ku­ru yi­ye­cek al›p sa­tar­d› ana­s› ba­ba­s› yok­tu otuz­beş­le­rin­de.
Bir ge­ce so­ka­€a ç›k­t›­€›n­da her ye­ri ka­ran­l›k gör­dü. Çün­kü dün­
ya­s› öy­ley­di ar­t›k. Bir at ara­ba­s›­n›n ar­d›­na ta­k›l­d›. Hep ken­
di­si an­la­t›­yor­du bun­la­r›. Ara­ba­dan bir kol sar­k›­yor­muş.
Ara­ba­c› yok­muş. Yor­gun at­lar­la bir­lik yü­rü­müş. De­ni­ze
ç›k­m›ş­lar. Çün­kü de­niz ya­k›n­da. Çün­kü ba­ş›­boş at­lar­la ara­
ba­lar ba­ş›­boş her şey so­nun­da de­ni­ze ç›­kar. Kol can­s›z sar­k›­
yor­du. Avuç­lar bir şey­den bo­şal­m›ş gi­bi güç­süz ten­ha. At­lar
de­ni­ze baş­la­d›­lar. Ön­ce toy­nak­la­r› bi­lek­le­ri diz­le­ri.
Ak­l›­na bir­den dört ço­cuk­lu­lu­€u ge­li­yor­du. Giz­li bir umut gi­bi.
Buz ka­ya­lar­da bas­ton sa­p› gi­bi. Bir­den bir avun­tu de­ni­zi ku­
şa­t›­ve­ri­yor­du bu­nal­m›ş yü­re­€i­ni. Ken­di­si­nin k›­y›l­d›­€› ge­ce­
ler k›­y›l­d›­€› ya­tak­lar ge­lin­ce ama o bo­şal­m›ş avu­cu gö­rü­ve­
ri­yor­du hep.
At­lar a€›r a€›r su­ya ka­r›ş­t›­lar. Can­s›z ko­lun avu­cun bir­den de­
vin­di­€i­ni par­mak­la­r›n ka­s›­l›p gev­şe­di­€i­ni gör­dü­€ü­nü san­
d›. At­lar dur­du­lar. De­ni­zi gö­€üs­le­miş­ler­di ar­t›k. Is­lak ko­
şum­la­r›­n›n ma­den­le­ri par­l›­yor­du. Çün­kü ›s­lan­m›ş ma­den­
ler da­ha çok par­lar­d›.
De­niz­de kan var­d›. Ya­ya­bö­lük­lü Emin aş­l›k­ç› Emin böy­le di­yor­
du. Ta­ban­ca­y› sa­t›n al­m›ş­t›. Bir tür­lü kop­tu­€u ye­re ba€­l›­ya­
m›­yor­du ken­di­ni. Baş­ka hiç­bir ye­re de. At­la­ra bir­kaç taş at­
m›ş. Ho­oo di­ye ba­€›r­m›ş. Yü­rü­müş­ler. Ara­ba­n›n ar­d›n­dan
boş bir su­la­ma te­ne­ke­siy­le ka­r›­ş›k su­lar­dan baş­ka bir şey
kal­ma­m›ş. De­niz­de kan var­m›ş. Ölü boş avu­cun su­lar­da
yit­ti­€i­ni gör­mek içi­ni aç­m›ş bir­den ka­rar­l› olu­ver­miş.
164

Bir tür­lü ba€­l›­ya­m›­yor­du de­min ken­di­ni. Şim­di de ba€­l›­ya­m›­


yor­du ama ba€­la­mak is­te­€i­ni duy­mu­yor­du ar­t›k. Kü­çük­
lü­€ün­de hay­dut­lar bi­li­yor­du. Or­man­lar­da ateş ya­kar­lar­d›,
öl­dür­dük­le­ri ka­d›n­lar­la avu­nur­lar­d›. Ya ken­di­le­ri ya baş­ka
hiç kim­se. Na­s›l ola­ca­€›­n› bil­mi­yor­du. Avun­ma­da ka­rar k›l­
d›. Si­lâ­h›­n› is­tek­le dol­dur­du. Ka­r›­s›­na gi­der gi­bi. Pen­ce­re­
den bak­t›. O ora­day­d› ka­d›­n› ora­day­d› ya­tak­la­r› ora­day­d›.
Son­ra ya­tak­ta kan gör­dü.
Ama niye an›­yo­rum şim­di bun­la­r›. Şim­di bun­la­r›n ne ge­re­€i var.
Ben Ya­ya­bö­lük­lü mü­yüm. Kan be­ni avu­tur mu san­ki. Ne
avu­tur ki be­ni. Ken­dim­den baş­ka.
Bir de­ni­zi bo­şal­t›r gi­bi di­yor­du. Böy­le di­yor­du. Bu ge­ce de onu
bek­li­yo­rum di­yor­du. ‹s­tek­le. Şim­di ev­de­dir­ler. Be­nim de­niz
ke­na­r›n­da ol­du­€u­mu bi­li­yor­lar. Per­de­le­ri ört­me­ye ha­z›r­la­
n›r­lar.

Suya Varmak

Adile –Mutlulu€umu ancak en yerinde en anlam› tam en güzel


sözler anlat›r
Geldin sana göreyim al beni
Al götür o terlerin o s›caklar›n dünyas›na
Büyük bitkileri hat›rlayal›m

Erhan –Sensiz olamazd›m zaten, biliyorsun

Adile –Bunu ö€renmek büsbütün itiyor beni sana


Ne mutlu bana, ne güzel bensiz olamad›€›n
165

Erhan –O zaman sen yoktun


Bütün kad›nlar vard› o zaman
Bir, kad›nlar›n yan›nda iyi oluyordum
Başka hiçbir yerde de€il
Başka hiçbir şey s›zamazd› padişah karanl›€›ma
Şimdi bir senin yan›nda iyi oluyorum
Başka hiçbir yerde de€il
Bu korkutuyor beni
Hem mutlu ediyor
‹stiyorsan –‹ste, istemeni istiyorum– işte gücüm
‹şte babamdan kalan istek
‹ste iste

Adile –‹stiyorum başka türlüsü mümkün de€il zaten


Denizi işte perdeyle kap›yorum
S›zamas›n dünyam›za
Bu uzak loşluk içinde sab›rs›zland›€›n› görüyorum.
Saçlar›m› çözüyorum bak
Şimdi
.......
166

Hep en iyi bugün diyorum


Hep öyle diyorum hep
Hep öyle
Y›ld›z çekirdekleri ekinler
Uzak boylamlar› sarsan rüzgâr uzakta
Uzakta uzakta
Mermer saraylar› dolduran kat› ›ş›k
Bir at›n dolu dizgin sa€r›s›
Şu köprüleri eski deniz tuzu
Boynumdan birden a€z›nla yay›l›p yaşamam› tazeleyen bu
ateş, senin padişah karanl›€›na s›z›yorum bu ateşle ne iyi,
hemen etli yapraklar›yla medar bitkilerinin büyük terle-
mesi geliyor akl›ma, ateş ateş bir bal›k ellerimden usulca,
serin kay›yor dip sular›na, ›slan›yorum ›slan›yorum, eski-
den kendini unutturan bir duygu yavaş yavaş sarmaş›klar
gibi dolan›yor sar›yor her yerimi, tan›yorum seviniyorum,
rahats›z oluyorum, ›slan›yorum ›slan›yorum ama ne güzel
ne rahat ne büyük ›slan›yorum kad›nca ›slan›yorum gö€e
do€ru bir koşuda.
Bana sonra o uzak resimleri anlat
Göl k›y›lar›nda
Kavruk bozk›rlara ya€mur ya€mas›n›
Seni birden s›cakl›€›ndan ay›rmak
S›cakl›€›nda tan›mak birden seni
Balkonlu geceler olur de€il mi
Isl›klar olur de€il mi
Senin yoklu€un olmaz de€il mi
Seni buldu€um Tanr›dand›r ona şükür
Hep en iyi bugündü diyorum
Hep öyle diyorum hep
Hep öyle
Hep
167

.......
.......
Iş›k­lar yan­maz oda ay­d›n­lan­maz. Za­ten ge­re­€i yok­tur ar­t›k, ›ş›­€›n
bun­dan böy­le söy­le­ye­cek bir sö­zü ol­maz on­lar üs­tü­ne. Be­nim
de­niz k›­y›­s›n­da ol­du­€u­mun gü­ve­nin­de doy­gun bit­ki­sel bir
erinç­le o sa­r› ça­mur çöm­le­€e kar­ş› yan­ya­na uza­n›r...

Ara Parça

Kalk›n davran›n do€rulun


Bu boş oda birazdan dolacak
‹nsanca yaşamas› insan›n
En güzel kal›t› atadan o€ulun
‹stekli ellerin avuçlar›n
Verilen s›cakl›€› aramas›
‹lk canl›dan süregelen bu gerdek
Biz uygun gördük siz de k›namay›n
Kollar›n bacaklar›n istekle sarmas›
Vakit yok birazdan hepinize
O önüne durulmaz gece olacak
Sevmek bir bütün nereden baksan
Ne ay›p ne günah ne uygunsuz
Kollar›n da a€z›n da yüre€e kat›lmas›
Tersi yar›m tersi yalan tersi yapma
O umulmaz bu€uyu yarat›yor
Sevginin soydan soya sürmesini
Bir küçük tohumda iletilen aşk
Saçlar›n birbirine kar›şmas›
Biz o susturulan a€z› kişilerin
Gizliden güvendi€iniz düzensizlik
Nas›l belli bize hak verdi€iniz
Ne güzel e€ik al›nlar›n›z›n
‹nand›€›n›z kuşkularla buruşmas›
Kalk›n davran›n do€rulun
Vakit yok birazdan her yerde
O önünde durulmaz gece olacak
168

Sular Karard›€›nda
Yekta‘n›n Mezmurudur

Benim bir suyum vard› ak›yordu


Bir topra€› yeşertip ak›yordu
Bir yerlerde birikmeden ak›yordu
Öyle sakin öyle ince öyle güvende ama ak›yordu
Ben çevirmedim gene ak›p duruyor
– O an­la­t›­la­maz çöm­le­€i bir de­re ça­mu­run­dan ka­r›p yap­m›ş­
lar k›­y›­la­r›n­da­ki ev­li­ya­ke­çe­si ot­la­r›­n›n ko­ku­su sin­miş san­ki
uza­€a gö­tü­rü­yor in­sa­n› gö­tü­rü­yor bir ço­rak sa­r›­l›­€›n dü­zü­
ne ya­z›­s›­na b›­ra­k›­yor de­€in­me­le­ri in­san­la­r› he­le da­ha çok
se­viş­me­le­ri öz­le­te­cek bir ya­z›­ya, bü­yü san­ki
Sevdi€imden de€il sevindi€imden
Uzun geceleri durup bölüyorum
Uyan›k sesleri geliyor utanm›yorum
Herkeslerin ka盺t›€› bu ya€mur
Beni ar› duru y›k›yor ›slan›yorum
Hep bir hikâyeye girmek insan yönümüz mü
Islan›yorum
Bu yan›m ›slan›yor daha çok
Akçaburgaz bir küçük kentti
Küçük evleri olan bir kentti
Yaln›zd›m inceydim kendi kendimeydim
Kalkt›m bu büyük kente geldim
169

– Şim­di ki­mi ac›­yor ki­mi k›­n›­yor be­ni han­gi­le­ri hak­l›


han­gi­le­ri iyi ama iyi­yi hak­l›­y› ara­mak her za­man ge­rek­li mi,
ya be­nim ya­şa­mam
Kalkt›m bu büyük kente geldim
Tozlarla böceklerle kalkt›m geldim
Yal›n›z sedef kabuklarla geldim
Bu kenttir toprak çanaklardan ayr›ld›m
Büyük yapraklardan sular beni sevindirsin
Gemilerin limandan ç›k›şlar› beni sevindirsin
Karanl›€a u€ramayan ezgiler beni sevindirsin
Yaln›zl›€›m s›€mad› kente
Çünkü da€lara al›ş›kt› bana al›ş›kt›
Birden evlere sokaklara çarpt›
Büzüldü çirkinleşti k›vr›ld›
Çünkü kentlerin yaln›zl›€› korkakt›r
Akçaburgaz’da mutluydum onunla
Hoşnuttum ondan
S›€larda bal›k yavrular› gibi kuşkusuz
Bir oraya bir buraya bir ormana
Bunald›kça bozgunsuz avuntular›m vard›
Eski haydutlar› bilirdim
Bir zamanlar Akçaburgaz dolaylar›n› denize do€ru
kas›p kavururlard›
Yaln›zl›klar›n› orman ateşlerinde yakarlard›
Korkularla yakarlard›
Kara sa€r›l› atlar› da€lara göreydi
Şehir uzaktan sevdikleriydi
B›y›klar›ndan sevinirlerdi
Ne efsanelere girip ç›km›şlard› kan içinde
Kayalara gizlenip düzene karş› koyarlard›
Bir korkunç sevmeleri vard› en çok onu bilirdim
Sonu mutlak bir ölüme var›rd›
Bir da€ ölümüne sanki
Sonra o bencil aşk o ölüm y›llarca tüter dururdu çat›larda
Sularda bu€ulan›rd› dü€ünlere kar›ş›rd›
Ona özenen aşklar türerdi küçük odalarda
Ama bunlar› neye an›yorum ben Yaylabölüklü müyüm
170

Sonra ben kalkt›m bu büyük kente geldim


Çünkü kişi büyük kentlere de gelmeli
Kendi güzel yaln›zl›€› için gelmeli
Kalkt›m bu büyük kente geldim
Akçaburgaz yaln›zl›€›m› da getirdim
Dövündü k›s›rlaşt› garipledi
Anlad›m yaln›z avutamazd›m onu
– O de­niz ma­vi­sin­den ne­den ka­ç›­yor­lar san­ki oy­sa onun
avut­ma­s› bü­yüt­me­si in­ce ya­şa­ma­ya dur­gun is­tek­le­re ka­r›ş­
ma­s›
Adile’yi buldum sevdim
Yaln›zl›€›m onun şehrine ›s›nd›
Yap›lar önüme durmuyordu art›k
Sokaklar aldatam›yordu
Belki ›s›nmad›m ama katlan›yordum
En çok geceleri sevmemden anl›yordum bunu
Sonra Adile uzaklaşmad›
Erhan’› buldu ama uzaklaşmad›
Ama ikiye bölündü
Ben­den al­d›­€› gü­ve­ni on­da har­c›­yor­du bel­ki, on­dan al­d›­€› se­
rin hu­zur­la ba­na dö­nü­yor­du ge­ne, ben­den ona on­dan ba­na
ilet­tik­le­ri ya­hut ilet­ti­€i­ni san­d›k­la­r› onu mut­lu edi­yor­du de­
ni­zin ge­re­€i yok­tu se­viş­me­sin­de ben var­d›m çün­kü, ilenç­
siz, ya­k›n­ma­s›z hat­ta kin­siz, genç Er­han’› k›­van­d›­ran çe­ken
eti var­d›, onun ken­di­sin­de mut­lu ol­du­€u­nu gör­mek bil­mek
bir çe­şit aşk gi­bi sa­r›­yor­du onu –oy­sa ba­na da ge­rek­liy­di– o
bil­gi böy­le­ce sar­d›k­ça onu, ken­di eti­nin ta­d›, geç­me­ye yüz
tut­muş­lu­€u ya­l›m ya­l›m ge­ce­le­ri­ne gi­ri­yor­du onu ar›­yor­du
hep böy­le­ce
171

Benim bir suyum vard› ak›yordu


Bir topra€› yeşertip ak›yordu
Bir yerlerde birikmeden ak›yordu
Öyle sakin öyle ince öyle güvende ak›yordu
Yine ak›yor ama yan›ld›m
Yine ak›yor ama otlar c›l›z
Güneşler soluk günlerde aksak gibi
Bir avuntu buldum avunuyorum
Katland›kça ar›n›yorum
Katlanman›n tad›nda ac›s›nda ar›n›yorum
Bir yerlerim temize ç›k›yor sanki öyle güzel
Kara kara geceler aband›kça üstüme
Arapkanl› duygular aband›kça
Öksüzo€lan bal›klar› gibi kuytulara kaç›yorum
Akçaburgaz yaln›zl›€›ma sar›n›yorum
172

AKÇABURGAZLI YEKTA’NIN YALNIZLI⁄INA


KARA TAŞTAN TAPINAK KURDU⁄UNDA
SÖYLED‹⁄‹ MEZMURDUR

Karş›m›zda binler mumluk bir lâmba yan›yor


N’apal›m akşamd›r. Uydurulmuş y›ld›zlar›n çöreklendi€i
Elini elime al›p Davut’la m›z›ka dinledi€imiz
Benim kenar›ndan bir ucunu kald›r›p bakt›€›m –
sonra ürküp birden indirdi€im

Biz küçük adamlar›z. Davut’la ben. Şiirler okuruz.


Âş›k olmuşlu€umuz vard›r. Sap›tm›şlara
peygamber oldu€umuz
Yokluklar›n sonuna vard›€›m›z kapkara masmavi gözlerle
Bilmişli€imiz yoktur. Ba€›şlay›p inand›lar. Hamd ederiz
Gelip dikilen bu ucuz akşamla yeni bir hüzne
başl›yoruz.

Ama Davut yok. Yalan söyledim. Davut ölmüş.


Kald›r›p gömmüşler mi? Bilemiyorum.
Yak›p savurmuşlar m›? Bilemiyorum.
O kalabal›klar›n toptan günahkâr oldu€u yahut
ba€›şland›€›
Ak›ms› kal›n kumaşlar›n kanlan›p kumlara belendi€i
O k›v›rc›k sakallar ve karg›lar döneminde
O bak›rlar döneminde
O hep birden say›lman›n erinci döneminde
Parçalay›p da€›tm›şlar m›? Bilemiyorum.
Davut yok. Yalan söyledim. Onun sürekli ölmesi var yan›mda.
Elimi elime al›p m›z›ka dinliyorum
Yeni bir hüzne başl›yorum.
173

Bu gidişe ben, tekbaş›ma ayak uyduramad›m


Pencerelerde bir elleri öbür kulaklar›nda k›v›l
k›v›l böcek kurtlar› yavrular›
Karanl›k bir yelkenden h›zla boşalan k›ll› tükenmez rüzgâr
Şehirler. Yollar› boyunca dükkânlar açt›k,
mostralar düzdük
Bilimleri sürdük getirdik ç›lg›n ateş yaln›zl›€›m›zdan
O bizi dövüp sövemiyen acemi, haydi yufka
yürekli Tanr›lar kat›na

Kald›m. Durmadan Davut’u büyütüp öldürdüm.


Başka üç kişi daha öldürdüm.
Sonunda durdum sana başlad›m.
Sana başlad›m. Akşam m›yd›?
Gelip gelip gidiyordu havuzlar›n bal›kl› boşlu€u
Heykellerin ay›ps›z ç›plakl›€›
Davutsuzduk. Umutsuzduk. Umutsuz kalmak iyiydi.
‹yiydi, dinlendiriyordu. Dönendiriyordu.
Kara kara kuyulara kapand›k. Korktuk. Ç›kmad›k.

Bu benim gerçe€im. Durmay›p şark› söylemek.


Durmay›p yaln›z kal›yorum. Ufac›k, yeşilli adalarda.
Yaln›z kalmaya savaş›yorum. Kad›nlarla. Erkeklerle.
Çocuklarla.
Tarihlerle, Bilimlerle, Kalabal›kla savaş›yorum.
Büyük tap›naklar kuruyorum. Kara taştan. Kal›n
arabalar koşuyorum
Kendim girip tek baş›ma tap›n›yorum. Yaralar›m› sar›yorum.
Birden bir yerden o ›ş›k. Bir yerden o ses.
Art›k sana att›€›m temeller tutmuyor.
Çünkü sen hiç yoksun. Hiç olmad›n.
174

ATLIKARINCA

Tel cam­ba­z› is­ti­yor­du ki dün­ya is­te­di­€i gi­bi


ol­sun. Bi­le bi­le al­dan­ma­ya var­d›­r›­yor­du işi.
Ama ol­mu­yor­du ken­di­si var­d›.

Önceleri terliydi avuçlar›mdan kay›yordu


Sonra sonra hem al›şt›m hem sevdim
Dedim ki ne iyi bu kad›nd›r gecenin yar›s›nda
Etleri var beyaz gergin s›cakl›€› var öp öp ›s›n
Karanl›k sokaklar› kötü lokantalar› ›s›nm›ş rak›lar›
düşündüm gö€sümden iki dü€me çözdüm
Gittim bir orman› dört ucundan tutuşturdum geldim
Burada bana göre bir şeyler vard›
Oturdum

Bu ellerimi nereye koysam yak›şm›yor


Dedim ki en iyisi kuca€›nda dursun
Şu kravat›m› çiviye as gel
Sigaram› yak birlikte at arabalar›n› düşünelim
Sar› pirinçten p›r›lt›l› koşumlar›n› düşünelim
Bir zamanlar bilerek unuttu€um ‘Küçük Deniz Soka€›’n›
Denizi odun depolar›n› demli çaylar›
Ben iyiyim bunlar da iyi şeyler sen nas›ls›n
Kollar›n ç›plak de€ildi ama hiç de zarar› yoktu
Bir gülünce tan›yordum sen de€ildin ne yapsam
elimden gelmiyordu
Tan›yordum elimden gelmiyordu
Yoksa ne güzel aldanacakt›m
175

Yabanc›l›€›n daha al›ml›yd› belki


Ama seni bir ormanda yakalasayd›m
‹lk günlerin ilk çiçeklerin tad›nda
Kand›rd›lar 23 lira 10 kuruşumu ald›lar iki kadehe
90 kuruşu da ben tutup garsona verdim

Sonunda şehre vard›m gökyüzüne fişekler at›yorlard›


Bir kalabal›k vard› sar›yd› utanmazd› geçkindi
Böylesi daha yak›ş›yor bildiklerime
Gün do€sun bir ar›nay›m istiyorum
Güneş tozlu caddeler kayg›lar›m beni bir ar›ts›n istiyorum
‹şte tam böyle istiyorum
176

YEŞ‹L BADANADA KURTULMAK

Bozgun

Sanki döşenmiş odalarda akşam güneşleri


Öyle so€uk öyle k›ş günü.
Yalanc› inciden gerdanl›klar› öyle k›r›k
Öyle sulardan çay›rlardan uzak öyle darmada€›n
Öyle namussuz öyle anas›n›n gözü,
Öyle belledi€im öyle kovdu€um k›r›p dökemedi€im
Vaktimin ortas›na giren bu karanl›k resim
Da€da bozulup kalm›ş köhne otobüslere benzeyen
Öyle tutkusuz öyle isteksiz öyle zifir şaş›l›r.

Duram›yorum hemen soka€a ç›k›yorum


A€açlara kuşlara k‛thelvac›lara ç›k›yorum,
Çak›ltaşlar› renkli cam k›r›klar› kilit parçalar›,
Kuzular›n sevip sevip yedi€i otlardan topluyorum
Kuzulara verece€imden de€il, yok de€il,
Böyle çocuklar›n sevdi€i işler yapmak pek hoşuma gidiyor
Ya da evde kal›p kocaman kalçal› kad›n resimleri yap›yorum
O da hoşuma gidiyor.

Terliksiz Kad›nlar Korosu

Bizim ç›plak topuklar›m›z mozay›klar›n üstünde ya


Durmuyoruz günaş›r› duvarlar›m›z› yeşille maviyle
badana ediyoruz.
Durmuyoruz dünyay› yeniliyoruz,
Bir koltu€u oradan al›p öteye yerleştiriyoruz.
Pencerenin yerini de€iştiriyoruz
Hal›lar› temizliyoruz, yemekler pişiriyoruz
So€uk sularla y›k›yoruz ayaklar›m›z› kollar›m›z› boynumuzu
‹şimiz bitiyor, oturup sevilmeyi bekliyoruz
Onlar o zaman geliyor.
177

Kurtulmaya Haz›rl›k

Gittim kitapç›larda gazeteleri, dergileri kar›şt›rd›m


K›rm›z› beyaz yollu tentelerin alt›na serilmiş
Bir dergide bir şiir okudum sevdim, – ‹nsan öpmeli,
sevmeli, sonra bol sularla y›kanmal› diyordu.
Nas›l.
Güzel, güzel resimler vard›.
Bakt›m ›ş›d›m.
Degas’n›n bir kad›n›, belli öpülmüş sevilmiş kand›r›lm›ş,
Ama, sonra da y›kanm›ş Bursa havlular› ile kurulan›yordu.
Öyle bir sevdim, içim bile g›c›klanmad›.
Bir kalabal›k bir kalabal›k deniz gibi.
Durdum evlerin katlar›n› sayd›m.
Beş – alt› – yedi.
Her katta bir kad›n bir erkek akl›ma geldi.
Ama öyle dümdüz de€il. Bildi€imiz gibi de€il öyle.
Başka türlü geldi.
Sosis kokular›, bira kokular›, kavun kokular› geldi.
Kavun kokular› geldi, tütün, lâvanta kokular› geldi.
Ah derim ne derseniz deyin ben işimi bilirim.
Art›k birçok şeylere haz›r›m. Ölümden ötede.
Bir baş­ka se­fer gi­dip si­ne­ma­la­r›n gi­riş­le­ri­ne du­ra­ca­€›m, ön­ce ta­
ban­ca b›­çak dö­vü­şen son­ra se­vi­şen ka­d›n er­kek re­sim­le­ri­ne
ba­ka­ca­€›m. Uzun uzun.
Sonra dalaca€›m kalabal›€a.
Ya hep bildi€imiz o yere gidece€im.
Günüme göre
Ya da yolüstü bir kahveye oturup orta şekerli bir
kahve içece€im
Ne derseniz deyin ard›mdan.
178

Yeşil Badanada Kurtulmak

Kap›y› açt›m mutsuz de€ilim geldim


Yorgun olmal›yd›m dövüşmüş olmal›yd›m
Öyle de€ilim ama b›rak öyle belliyeyim
Önce oran› gördüm önce orandan öpece€im
Önce orandan başka yerden de€il.
Yolda beygirler için balya balya ot taş›yan kamyonlar gördüm.
Bak sana renkli renkli camlar getirdim
Bak sana akşam gazeteleri getirdim
Yedi katl› evlerin balkonlar›n şenli€ini getirdim
O haylaz kalabal›€›n varagele yaşamas›n›
Al sana ›ş›klar›n yak›ld›€› vakti getirdim.

Terliksiz Kad›nlar Korosu

Yaşaman›n bu türlüsünü en güzel belledik,


Ç›plak topuklar›m›z üşümüş ya ald›rmay›n
Bir ayna verin saçlar›m›za bakal›m,
Çocuklar›m›z› kurdelelerle süsleyelim,
Pembe yanaklar›n› kokulu sabunlarla oval›m,
Oram› öp oram› biraz daha sevmeliyim art›k
Gel birlikte arad›€›m›z şeyleri bulal›m.
179

ÖLÜM­LÜ YA­ŞA­MA­YA HER­GÜN­KÜ ÇA⁄­RIH

Hal­bu­ki bir­çok şey söy­le­ne­bi­lir­di. Yad­s›­n›r­d› ör­ne­€in. Ben


vur­ma­d›m de­nir­di. Yal­va­r›r­d›, ka­çar­d› hiç de­€il­se in­san. Tür­kü
bi­le ça­€›­ra­bi­lir­di. He­rif so­ka­€›n or­ta­s›n­da ya­t›­yor­du. Kan için­
de ya­t›­yor­du. T›p­k› öl­müş gi­bi. Bel­ki de öl­müş­tü. Öl­düy­se e€er,
si­ne­ma­la­ra gi­de­mi­ye­cek­ti. S›­k›l­d› m› otu­rup a€­la­ya­m›­ya­cak­t›.
Saç­la­r› kan­dan ya­p›ş ya­p›ş­t›. Hem ge­cey­di hem ka­ran­l›k­t›. Bir
di­rek­te bir lâm­ba ya­n›­yor­du. Bil­di­€i­miz lâm­ba­lar­dan. Bir de bu­
lut. Hal­bu­ki bir­çok şey söy­le­ne­bi­lir­di. Po­lis dir­se­€i­mi s›k­t›. Ama
hiç ac›­ma­d›. Ar­t›k ra­hat­t›m. Ayak­la­r›m yer­dey­di. El­le tu­tu­lur­du­
ya­şa­d›­€›m. Bir kor­ku­yor­dum, bir kor­ku­yor­dum. Tit­re­mek ge­li­
yor­du içim­den. Üs­te­lik kork­mak­tan hoş­la­n›­yor­dum. Bir­şey­ler
öz­lü­yor­dum kork­tu­€um za­man. Muz gi­bi, tüy­lü tüy­lü şef­ta­li
gi­bi, s›­ca­c›k ka­d›n gi­bi. Ama de­€il­di, bun­lar de­€il­di. Ney­di bil­
mi­yo­rum. En iyi­si bir du­va­ra yas­la­n›p si­ga­ra iç­mek­ti. Po­lis dir­
se­€i­mi s›k­t›. Bir­çok şey söy­le­ne­bi­lir­di. De­ne­bi­lir­di ki, he­ri­fin pa­
ra­s› var­d› be­nim yok­tu, ka­r›­ma su­la­n›­yor­du na­mus­suz, ana­ma
av­ra­d›­ma söv­dü du­rup du­rur­ken, se­nin geç­mi­şi­ni... de­di. Ama
ben tut­tum ne de­dim oy­sa.

‹nce Zincir

He­rif dü­pe­düz be­ni al­dat­t›


Yal­n›z be­ni mi ya he­pi­mi­zi
En­se t›ra­ş› uza­m›ş­t› inan­d›m
Gün­ler­den cu­mar­te­siy­di iyi bul­dum
Bir ben yok­tum baş­ka her­şey var­d›
De­dim ki ken­di­ni ha­t›r­lar ara­da bir
180

Bir se­lâm ver­sem bü­tün ›ş›k­la­r› ya­nar göz­be­bek­le­ri­nin


Kop­muş ge­mi­le­ri­mi bi­rer bi­rer r›h­t›­ma ba€­lar
Mer­ha­ba de­dim yü­zü­me bak­t›
Çek­tim he­ri­fi vur­dum.

Hal­bu­ki sar­hoş ol­say­d›m vur­maz­d›m


Ada­ma­k›l­l› a€­la­say­d›m ya­hut
Ma­vi tu­lum­ba­lar gi­bi
Bir ›ş›k boy­dan bo­ya yo­lu do­nat­t›
Or­ta­da ben yok­tum şa­ş›r­d›m
Pal­to­su es­kiy­di se­vin­dim
Mer­ha­ba de­dim yü­zü­me bak­t›
Ce­bin­de ga­ze­te­le­ri var­d›
Çek­tim he­ri­fi bir da­ha vur­dum

Ada­m›n ka­n› ak­t› şa­ş›r­d›m


Dün­ya öy­le gü­zel ki
Se­viş­mek var öl­mek var
‹ç çek­me­le­ri var şa­rap­lar­la
Bir ka­d›­n›n oh de­me­si var için­den
Kop­tu­€u yer­den baş­la­mak
Ya­şa­mak için her­şey
Mer­ha­ba de­dim yü­zü­me bak­t›
Çek­tim he­ri­fi vur­dum

As­l›n­da bir ben var­d›m so­kak­ta bir de po­lis. Be­ni ye­ni ol­
muş­tum. Ön­ce yok­tum el­bet. Bir de so­kak lâm­ba­s› ile o bu­lut.
Bir de vur­du­€um o adam var­d›. Ta­mam bir de a€us­tos ge­ce­si.
El­bet­te ge­cey­di ne san­d›­n›z. Gün­düz adam vur­mak için se­bep
yok za­ten. Po­lis be­nim sa­vun­ma­m› ye­ter bul­du bel­ki. Ama il­le
ta­n›k ge­re­ki­yor­du. Öy­le de­di po­lis. Ta­n›k ol­ma­dan ol­maz de­di.
Do€­ruy­du ya. Ta­n›k ol­ma­dan ol­maz, ta­n›k ol­ma­dan kim­se ne
ya­şar ne öle­bi­lir, ne sar­hoş ola­bi­lir, ne âş›k ola­bi­lir, ne yan­ke­si­ci
ola­bi­lir. Ba­k›n­d›m. So­kak ­lâm­ba­s›­n› gör­düm, gös­ter­dim, bu­lu­
tu gör­düm gös­ter­dim. Hem baş­ka kimse­cik­le­re ina­na­maz­d›m.
Za­ten kim­se de yok­tu. O so­kak lâm­ba­s›­n›n de­dik­le­ri bir bir ha­t›­
r›m­da. Iş›­€› da. Gi­dip bir­gün ha­t›­r›­n› so­ra­ca­€›m.
181

I ş › € › n B o € u l d u € u

Bu ada­m›n (be­nim ya­ni) ak­l›n­da du­ma­n› tü­ten çor­ba­lar var­d›


Üç beş ki­şi ha­t›r­l›­yor­du bi­ri ken­di­si
Ken­di eli­ni üç de­fa öp­tü ba­ş›­na gö­tür­dü
Saç­la­r›­n› dü­zelt­ti kra­va­t›­n›n dü­€ü­mü­nü çek­ti
Sis­le­rin kö­tüm­ser ko­ku­su­nu ben bi­le du­yu­yor­dum
So­kak­lar mey­dan­lar tüm boş tüm ze­hir ka­la­ba­l›k­ta
Gü­müş bu­ka­€›­lar vu­rul­muş bir bey­gir iki­de bir uy­ku­su­nu
bö­lü­yor
Bir ba­€›r­sa se­si bü­tün so­kak­la­ra ye­ter bi­li­yo­rum
Be­ni bu işe kat­ma­y›n
Ben du­rur şu­ra­c›k­ta ge­le­ni ge­çe­ni ay­d›n­la­t›­r›m
Ge­ce bö­cek­le­ri­ni bü­yü­tür gö­ne­ni­rim
Bu işi sev­giy­le öp­tüm ba­ş›­ma ko­dum

Bun­la­r› b›­rak de­di, po­lis. ‹şin iç­yü­zü­nü an­lat bi­li­yor­san.


So­kak lâm­ba­s› t›­kan­d› bak­t›m. Do­kun­sa­lar a€­la­ya­cak­t›. Be­nim
de­di, t›p­k› böy­le de­di, ken­dim­den ko­nuş­tu­rul­ma­yan yer­ler­de
sö­züm yok. Bü­tün di­ye­ce­€im bu ka­dar. Ama yok yok bir tür­
küm da­ha var onu da söy­le­mek is­ti­yo­rum. Sen b›­rak­ma­san da
söy­li­ye­ce­€im za­ten.

R a h a t A y r › k l a r ‹ ç i n G i r i ş

So­sis­li sand­viç­le­rin en seç­me­si si­zin için


Har­dal­lar ve de­ni­za­ş›­r› bit­ki­le­ri
Gön­lü­nü­ze gö­re ay­g›n bay­g›n ez­gi­ler
‹nan­m›ş­l›­€›­n›z, se­vin­miş­li­€i­niz, uy­gun­lu­€u­nuz
Bir ada­m›n ba­k›­ş› si­ze
Bir ka­d›­n›n kal­ça­la­r›­n› oy­nat­ma­s› si­ze
Gök ma­vi ol­du­muy­du si­zin için­dir
Aş­kol­sun si­ze
Siz­den uta­n›­yo­rum özür di­le­rim
Ge­le­cek gün­le­re baş­sa€­l›­€› di­le­rim
182

Ar­t›k bü­tün iş bu­lut­tay­d› an­l›­yor­su­nuz. Üs­te­lik on­la­r›n söy­


le­dik­le­ri be­ni hiç il­gi­len­dir­mi­yor­du. Ama do€­ru­su bu­lu­tun ne­
ler söy­le­ye­ce­€i­ni me­rak edi­yor­dum. Bir bil­di­€i var gi­biy­di. Po­lis
ona bak­t› söy­le­di so­nun­da.

Ö l ü m l ü Y a ş a m a y a Ö v g ü

Her­ke­sin aş­k›­n›n bir par­ça az›m­san­d›­€› yer­de


Ben üç ki­şi bi­li­yo­rum
Ben bir ek­mek­le tuz bi­li­yo­rum
Bir de aşk bi­li­yo­rum (De­di)

Be­nim işim ge­ce gün­düz gök­yü­zün­de dur­mak­t›r


Mer­yem o€­lu ‹sa’n›n bal­lan­d›­ra bal­lan­d›­ra an­lat­t›­€› yer­de­yim
Köh­ne ama gü­neş­li so­kak­la­ra ba­y›­l›­yo­rum
Şar­k›­la­r›n adam öl­dür­mek için yet­ti­€i ke­nar so­kak­la­ra
Mey­me­net so­ka­€› böy­le bir so­kak­t›r
29 Ekim bay­ra­m›n­da gi­der üs­tün­de do­la­n›­r›m
14 Tem­muz ge­ce­si ne ya­par ya­par Van Gogh’un cüm­bü­şü­ne
gi­de­rim
Y›l­d›z­l› yüz­ler ha­va fi­şek­le­ri de­re­ler gi­bi ak›p gi­den sev­gi
Ez­ber­le­di­€im esen­lik­le­ri son­ra bir bir ana­r›m
Ez­ber­le­di­€im du­dak­la­r› son­ra bir bir ana­r›m
Bu bir ada­m›n tür­kü­sü­dür
Bu ada­m›n tür­kü­sü ne­dir bil­mi­yo­rum
Bu adam da tür­kü­sü­nü bil­mi­yor
Unut­ma­m›ş sa­n›­r›m ye­ni­den hep ye­ni­den ya­ra­ta­cak
‹ş­te siz de bu­ra­da­s›­n›z ben de bu­ra­da­y›m
Gök­yü­zün­de par­ça par­ça bir ya€­mur var­sa
‹s­tek­li par­mak­la­r›n­da uy­sal bir mer­mer var­sa
El­le­riy­le bir­lik­te bir ka­d›­n›n ya­n›n­da ya­t›­yor­sa
Kan var­sa or­ta­da çiz­gi­ler k›­r›­l›­yor­sa
Her ne­re­de sal­k›m sa­çak bir ateş ya­n›­yor­sa
Her ne­re­de va­kit sa­ba­ha kar­ş›y­sa
Bu adam ora­da var
183

Po­lis “Eh evet evet de­di. An­la­d›­€›m ba­na ye­te­cek sa­n›­r›m.


Şar­k›­la­ra tel­lim gü­ven­dim za­ten. ‹n­san­lar bir or­da do€­ru­su­nu
söy­ler­ler. Se­vil­dik­le­ri­ni ko­vul­duk­la­r›­n› kü­çük­lük­le­ri­ni, bü­yük­
lük­le­ri­ni, ne ge­tir­di­ler­se dün­ya­ya şar­k›­la­riy­le ge­tir­di­ler.” So­kak
lâm­ba­s› ha­in­ce gü­zel bir göl­ge­si­ni çi­zi­yor­du po­li­sin. Iş›­€›n sa­
r›­ş›n­l›­€›n­da kap­ka­ra bir göl­ge. Top­rak­ta. Bun­dan ay­d›n­l›k ge­ce
ola­maz­d› sa­n›­yo­rum. De­dim ki, da­ha bir di­ye­ce­€im var de­dim.
Söy­le de­di. Söy­le­dim.

O t u r­d u m H e r K o­p u­€ u D ü ­€ ü m ­l e d­ i m

Çok­tan­d›r her­şe­yim uzak­ta


Va­kit­li va­kit­siz ay­na­la­ra ba­k›­yo­rum
Dö­nü­yo­rum bir da­ha ba­k›­yo­rum
Bir ka­d›n gel­se ayak­la­r›­ma ka­pan­sa öl­se
Da­ha ön­ce yi­tir­di­€im bir va­kit ak­l›­ma ge­li­yor
Dö­nü­yo­rum bir da­ha ba­k›­yo­rum
Ör­ne­€in def­ne­ler park­ta ya­hut lâz ki­raz­la­r›
Gü­neş vur­muş ç›p­lak so­kak­lar kat kat ev­ler
Du­var­la­ra oyul­muş ka­der­siz hey­kel­le­rin pat­lak göz­le­ri
Su kur­ba­€a­la­r› ge­lip geçen bir çiz­gi göz­le­rim­den in­ce
Ba­na bi­rşey­ler ha­t›r­la­tma­ya u€­ra­ş›­yor­lar
Ama ha­t›r­lar m›­y›m be­nim ak­l›m var
Öy­le bir­şey yok el­bet ha­t›r­la­mam
Lâz ki­ra­z›­n›n da k›r­m›­z› ba­l›k­la­r›n da ça­ba­s› bo­şu­na
Ne var­sa şu­ra­da var di­yo­rum
Dö­nü­yo­rum ora­ya bir da­ha ba­k›­yo­rum
Sa­n›­yo­rum ben ya­n›n­da­ de­€il­ken dal­g›n­ken ya­hut
Ya­hut se­viş­mez­ken ya­hut ölür­ken
Dün­ya kal­leş­çe de­€i­şi­yor uzak­la­ş›­yor
Na­mus­suz­ca ka­ç›­yor
Ya onu tu­tu­yo­rum ya ar­d›n­dan ko­şu­yo­rum te­lâş­la
‹ş­te ya öy­le sa­n›­yo­rum şa­şar­s›­n›z
184

S o n u ç ‹ ç i n G i r i ş

Bi­zim ma­vi gi­yim­ler­le gü­neş­len­di­€i­miz yer­de


Diş­le­ri­mi­zin ara­s›n­da bir çöp­le gü­neş­len­di­€i­miz yer­de
Ne in­san tü­ke­nir ne gök­yü­zü
Bir çift al bey­gi­rin çek­ti­€i bir ku­pa geç­ti­€in­de
Ya da ya­se­min­ler sa­t›­lan bir kö­şe­ba­ş›n­da ak­şamüze­ri
Yo­€un duy­gu­lar­la ev­ren­le kar­ş› kar­ş›­ya
Kan çir­kin de­€il

Sonuç

Ben in­sa­n›m bu kay­g›­la­r›m da ge­çer


Ya­lan söy­le­dim geç­mez de­€i­şir
Her ge­len gün üşen­me­den bir da­ha ye­ni­ler be­ni
Bu­gün vur­du­€um adam
Ya­r›n bo­€ul­du­€um de­niz
Utan­mam se­vi­ni­rim tek ba­ş›­ma
Utan­mam se­vi­ni­rim
185

TELEFONDA ‹Y‹ LOŞ ODA

Sizin loş evlerinize bay›l›yorum akşam gibi loş bir şeyler bekler
gibi öyle loş
Sarm›sak demetlerinden artakalm›ş güneşler gelip durur
kap›n›za eşinir kişner döner öyle
A€lar m›s›n›z şark› m› söylersiniz şimdilerde hay sizi and›m
›ş›d›m
Telefon çalar bir gelin alay›n› haber verirler Carmen’den bir
aryaya durursunuz
Hay sizi and›m sevindim
Oysa ne resim sergisi umurumdayd› ne bizleri kap›dan üfüren
şu şehir
Herkesin gözü benim sevdi€imde oysa benim sevdi€imin
ayr›l›€› yok oysa ben hem sevmeyi hem
susmay› biliyorum
Siz olmasayd›n›z ben ne yapard›m oysa bu loş günde bu
yard›ms›z avuntusuz bungun
Ya sizi anmal›yd›m ya bir yang›na hortum tutmal›yd›m
alevlere ateşlere küllere
Siz kimsiniz bu orman bozgunu yeşil perdeleri nas›l
uydurdunuz Allah aşk›na
Bakt›kça bir yeşil oluyor ne elden ne koldan ne mermerden
Beni elimden tutun taş yollardan geçirin evinize götürün su
verin bana
Bu ne yeşil piyano çalars›n›z sesiniz güzeldir loştur aral›kt›r
ben duyar›m bir bir
186

Bütün duygular›m›n baş› darda perdeleri daha s›k› örterseniz


kurtulurlar
Hay sizi and›m kurtuldum
Yoksa hiç yeri yokken şimdi karl› da€lar› düşünmeye
koyulacakt›m
Sizin o loş odalar›n›z var ya yatak odan›z yemek odan›z haspa
balkonlar›n›z
Akarap kad›nlar›n çamaş›r serip ütüledi€i loş avlular› and›r›r
Sizin o loş odalar›n›z var ya kurtuldum
Art›k uçaklar› hoş görürüm
187

KANLI OYUN

Sonunda o en diri anlam›na var›r›m


Sonunda ölümün yaşaman›n gelip geçmenin
Sonunda yaban denizlerin sürek avlar›n›n
Sonunda
Kuzular›n o do€ar do€maz aray›p yedi€i
En güzel kuşlar› tüylendirip uçuran
Bir yere geliyorum boş tenekeler
Kirli sular bulan›k sular temiz sular
Bir yere geliyorum karş› geçe bozgun
Üç ça€›n kocaman kocaman yatan gölgesi
Akşamüstleri ellerim boş de€il
Topraklar taşlar alt›n tozlar› benden uzaklar
Bir türkü beriden bana benden ötelere
Üçe kadar say›yorum bu geçedeyim
Korkmuyorum kaçak de€ilim i€retiyim

.......

Bu türküye kimseyi katm›yorum


Sonunda böylesi daha iyi
K›srak sa€r›lar›n› düşünmek daha iyi
Hayvan yemlerini otlar› düşünmek daha iyi
Sarsmay›n i€retiyim daha iyi
Sonunda belki bulamam
Belki istemem

.......

Sonunda kanl› oyun


188

BÜYÜK EV ABLUKADA

(Ekmek vard› tereya€› vard› utan›lacak bir şey yoktu


Bir şey daha yoktu ama kavr›yam›yordum)
‹şte böyle olmak en iyisidir olmaklar›n
Bir küçük çocu€u tuttum otobüsten indirdim
(‹ndirmiştim
Yok olan önemli bir şeydi Allah kahretsin)
Tüm kavgas›z tüm duruk tüm baş›boş
Üç say› kötü bir say› iyi şiir dinledim
Ç›k›p okudular durup dinledim
Bitmeseydi daha dinlerdim kötü mötü
Saat kaç diye sordular birisi beş yani dedi
(Ha kavgada ha aşkta
Bu gök bomboş ha kavgada ha aşkta)
Gö€e bakt›m yerli yerinde
Haydutlar dalavereciler yerli yerinde
Vurguncular hay›nlar vurdumduymazlar öyle
‹yi dedim içim rahatlad›
Düzen bozulmam›ş dedim sevindim
Tenhaca bir bölgelerinden şehre girdim
(Ben herkese var›m
Başka türlü olmuyor inanmay›n)

Bak›n bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim


(Ekmek vard› tereya€› vard› söylemiştim bu önemlidir
Utan›lacak bir şey yoktu kime anlatmal›y›m)
Ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez
Bizi tutkulara ça€›rd› otobüse sosise buzdolab›na
Telefona sinemalara radyolara bir sürü kanc›k sevdalara
Sürü sürü mutsuz al›şkanl›klara
Yalana dolana itliklere keten elbiselere
189

(Sonra kar›s› öldü o çocu€un


Yaln›zd› güçsüzdü herkesler gibiydi
Kirlendi kötülendi sarhoşlad› pis kar›lara dadand›
Anlad›k onu ölenden başkas› kurtaramaz
Ölen de kurtarmam›şt›)

Bak ben seni nerenden kurtaraca€›m şaşacaks›n


Şimdi bu taşlar› biz çektik de€il mi ocaklardan
Bu asfalt› biz döktük biz onard›k de€il mi
Bu yap›lar› oniki kat yapmak bizim akl›m›zd›
Biz kurduk istersek umursamay›z ya
(Abluka burda başl›yordu çünkü)
Ekmek yiyelim tereya€› yiyelim çocuk büyütelim
Sen beraber yataca€›m›z yataklar› haz›rla
Sen bir onu yap yeter bak göreceksin.
190

YORGUNDUM YOKTUM...

Yorgundum yoktum inip ç›kard›m denizlerde sabahlara göre


de€il siz gelenede€in
Güçsüzdüm isteksizdim kötülüklerle ölümle adamlarla
güçsüzdüm savaşmaya
O k›rallara benzerdim ki uyru€u da€›lm›ş utanc›nda ac›s›nda
yenilmenin
Ülkesi bas›lm›ş atlar› öldürülmüş kad›nlar› büyük özlemli
çocuk yapmaya

Siz osunuz ki sizi ancak cay›lmaz en yerinde sözler biçimler


anlat›r
‹lk ça€lar›n bak›r kuşaklar› gibi sa€lam savaşlar gibi önünde
durulmaz delici
Ozanlar›n kad›nlar›na bulup söyledikleri o kat›ks›z özdenlik
yüzy›llard›r
Tükenmiş tahtlara denizleri üfleyen ipekten aşk ölümünden
kandan inci

Y›ld›z›m benim, kaybolmuş gecelerimi sizin usta elleriniz


buluyor
K›rlardan büyüyen çimenlerden çocuklardan bir gülden ayr›
düşünemiyorum sizi
Dünyada bir sizin bakt›€›n›z taylar büyüyor bir sizin
uyudu€unuzda sabah oluyor

K›z›şm›ş kayalarda ›s›rganlarda eskitiyor ça€lar› güneş ›ş›t›p


›ş›t›p eski denizi
Bir gün bu güzel sizden bu benden ateş kalmay›nca ayak sesi
kalmay›nca
Size yazd›€›m şiirlerde duyacaklar gözlerinizi kapay›p
gülümsedi€inizi
191

KANKENTLER‹

Kan ak›yor penceresi karanl›k evlerden


Ölü kad›nlar›n üstüne tu€lalar›n üstüne
Denizse ayd›nl›k ve incili ve mavi taşrada
Kana do€ru ürkek en güzel yaban bal›klar
Bu kand›r ak›tt›€›m›z s›k›nt›l› pazarlarda
Üstüste yergökyüzüne içki şişelerine

Kan içinde elleri ve obur parmaklar›


Boşnak de€il çocuklar dondurmac›larda
Mezarl› eyüplerde ve deniz kenarlar›nda
Sar›ş›n kafalar› ama anal› babal›
Kan ak›yor ahşap yap›lardan sokaklara sokaklara
Mavi ülkeleri tats›z k›sa pantolonlarda

Kan ak›yor oluklardan öyle kan


Boyan›r batm›ş gemiler perşembesi
Bir tesbih bir z›mba bir yaz› makinesi
Çektikçe böyle katil k›rallar›
Sa€r›lar› tuzlu kara koşumlu atlar
Uyand›kça kan uyand›kça ölü kad›nlar sevmesi

A€açlarda, gemiler sular›nda, lokantalarda


Kentlerin kan üstüne kan yamas›
Ölü kad›nlar›n öpölü çocuklar do€urmas›
Kuşsuz ve bal›ks›z konsollu odalarda
Çöl olmasa, en dişi kavunlar olmasa
O güneş o eski çocuklar güneşi
Malta damlar›ndan ötede, oralarda.
192

O ZAMAN AV B‹TT‹

Öyle çal›şt›lar ki bir kad›n› hak ettiler şuralarda buralarda


S›ca€›yla bir kad›n›, elleri ayaklar› do€urganl›€›yla tenha
Kad›nlar bütün güçlerin vard›€›, yeniden bir bakt›€›m›z
dünyaya
Bütün arabalar› iten bütün güneşleri getiren ahşap konaklara
Durdu€u yerde besleyici, kendine yeten, haydi dedirten hep
adamlara
Merdivenler güzel oldu, masalar pek uygun, sevgiyle bakt›lar
parlayan ›ş›klara
Nas›l köpüren sabunlar›m›za nas›l yerli yerinde aynalara

Eksikli penceresiz su içinde adamlar


Tükenik adamlar gecede kente başlad›lar

Güç güç dayan›rlard› erkekler, kad›nlar›n kendisi olmasa


Yürekler, dayanmalar, küçük küçük yumurtalar dökülürdü
sokaklara
Ama ona akşam m› demeli öyle, karas›z da€s›z hele eşk›yalar
inmemişse yollara
Hani da€dan inmiş herifler biri b›y›kl› öbürü daha daha
Korkudan bir türlü do€al anlam katan t›kal› yaşamalara
Gö€üslere kulak memelerine lâvanta çiçe€i kokutmakla
Akşam m› denir ara sokaklarda pis lokantalara
193

Bir otçuk olmay›nca çay›rdan bir göz seyretmeyince bal›ktan


Akşam m› denir yükselen küflü kentli bu€uya kalabal›ktan

Ama bardaklar y›kan›r daha


Gazeteler birden eskir yorgun sebzeler sulan›r tablalarda
Adam›n biri dalar lokantaya şarap der öbürü girer o daha
Akşam derler kad›nlar erkekler doluşurlar yataklara

Yorgunlar tükenmezkalemleri tüketirler kayg›lar›ndan


Susarlar yazmazlar k›rk odal› evlerde art›k akşama
sayg›lar›ndan

Bunlar kimin kovalad›€› sürüler böyle kaçmas›z dünyalarda


Dalyanlar dolup dolup boşald›kça dip sular›yla
Ormanlar› boşaltan önüne durulmaz telâşla
En güzel şeye en yak›n, birden o kadar uzak da€›n›k sayfalarda
Kolal› yakalarda dimdik, ya€larda kaygan bütün gün
kuytularda
Al›p gittikleri sabun bulup döndükleri köpük ne fayda
Düzen içinde ölü, huysuz al›ngan düzen d›ş›nda
Onlar yal›n onlar birörnek onlar yaln›z sat›r başlar›nda
Kad›nlar olmasa güç dayan›rlar tu€lalara k‛tlara
deniz-gök uyumuna
Kad›nlar› düşünmeyin, durmadan al›şverişte onlar
dayan›kl› Tanr›larla
Karas›z da€s›z hiç kimsenin akl›na filistin milistin
düşmeden daha
Akşam derler kad›nlar erkekler doluşurlar yataklara
194

Su tükenir güneş bilinir el sevilir


Kaç›l›r yüzy›ll›k avc›lardan evlere girilir

Akşam dediler gökyüzü diyenleri do€rulad›


Büyük kap›l› evlere koşuştuk
O yorgun o tükenmez merdivenler saatinde
Neyimiz varsa bal›ktan de€il neyimiz varsa tütünden
Kalabal›€› silkeledik üstümüzden geceye buyurduk

O zaman sis bast›, sular› durdurduk, kurtulduk.


Susaml› bitkileri, pencereleri düşündük umutland›k. ‹yi ki
gece vard›. Al›p baş›n› gelmiş y›lk›lar› kuytulara sürdük.
Bütün bal›klar ürktüler.

Bir yabanl›k vard› tüfeklerimizde. Kad›nlar atlar›n›n üstünde


şapkalar›n›n al›ml› tüylerini ellediler.

Diz­le­ri­miz su­lar­dan ak›­yor­du. Ama ne at­lar­d›. Do­ru don­la­r›­na


cam kes­me­si ye­le­ler. Ay­n› at üs­tün­de hem ka­ç›­yor hem ko­
va­l›­yor­duk ken­di­mi­zi. Vu­ru­lan bir ka­ra­ca­n›n hay­van­s› se­si
du­yur­du ken­di­ni her­ke­se. ‹r­kil­mez miy­dik?
195

O za­man ka­d›n­lar giz­li­den gö­€üs­le­ri­ni el­le­di­ler. Güç­le­rin­den


gö­nen­di­ler. Bu yet­ti on­la­ra. A€ sal­lan­d›, ba­l›k vur­du. Tav­
şan­la­r›n ot ke­sen ön diş­le­ri dur­du. Kuş­lar aç›l­d›. Tor­ba­lar
ka­na be­len­di. Or­ma­n› boz­duk.

Sa€›r kad›nlar denize karş› konuştular.


Köşebaşlar›nda bak›şlar kald›. Adamlar ka盺t› heryerlerden.

Av bitti. Orman› boşaltt›lar. Gelip dinlendiler.


Uzun parklarda tükenmemiş geyik yoktu bugünlük.

Adam­la­r›n bak­ma­siy­le bir­den di­ril­di, gü­zel­leş­ti, güç­len­di ka­


d›n­la­r›n saç­la­r›. Ka­d›n ka­d›n ›s›n­d›­lar, gü­ven­di­ler, yö­re­le­
ri­ne ba­k›p gü­lüm­se­di­ler hat­ta. Ki­mi “Ha evet” de­di­ler. Ge­
rek­tik­le­ri­ni bil­mek­ten­di onlar›n güçleri.

Sonradan en güzel unuttuklar› olacak anlar› dolduruyorlard›.

Sözlerin sözlerin dayan›lmaz kösnüsü idi art›k bizi buraya


çekip getiren, konuşmak konuşmak...

Avdan ve ateşten...
Ve her şeyden...
196

KANADA MENEKŞEL‹ ‹Y‹ UZUN BALKON

Ak­l›m hep geç­miş yaz­la­ra de­€i­ni­yor “sis bas­m›ş k›­y›­lar­da par­


lak, ga­rip, be­yaz çi­çek­ler” bir yer bak­t›m
Uzun uzun ar­ka­ma at›­yo­rum üs­tü bi­ra­l› ufak ma­sa­la­r›, kâ­€›t ca­
pon fe­ner­le­ri­ni “ben böy­le­yim”
Kra­vat­l› adam­lar gi­rin­ce o lo­kan­ta­ya ka­vun­la­r› göz­lü­yo­rum, he­
rif­ler bir ufa­l›­yor ka­vun­lar­dan ›s­s›z bah­çe­le­ri ge­ti­rin­ce “h›­
zar ses­le­ri du­yu­yo­rum bir­den”
O bü­tün hu­zur­suz­lu­€u­muz olan şe­hir bo­şal­t›­yor ayak se­si de­
mir­le­ri­ni yor­gun yü­rek­le­ri­mi­ze
Son­ra tren­ler kal­k›­yor “oh ya­şa­d›­€›m” o yaz­lar­dan ka­na­da me­
nek­şe­le­ri to­hum­la­r›­n› ta­ş›­yor uzun şeh­re ba­kan bal­kon­la­ra
Be­ni b›­ra­k›n lo­kan­ta­da ama siz bu me­nek­şe­le­ri ne­ye bes­ler­si­niz
şeh­re kar­ş› uzun bal­kon­lar­da, ne ek­si­€i­niz var ki si­zin, iş­
te mo­za­y›k­la­r›­n›z, iş­te Se­urat’›n›z, iş­te aşk­ç›l ak­şa­m›­n›z ve
ster­lin, ne­ye bü­yü­tür­sü­nüz an­la­m›­yo­rum
Ne­ye o k›r­lar, o dö­vüş­ken o vah­şi apa­çi pren­si, ne­ye o de­rin ne­
fes al­ma­lar sü­rü­nüp du­ru­yor ka­d›n gö€­sü­nü­ze
Ne­ye o bal­kon­la­ra aç›­yo­rum ka­p›­n›­z›
Ne­ye bü­yü­tür­sü­nüz an­la­mam “bel­ki an­la­r›m” ama bun­la­r› bü­
yüt­tü­€ü­nüz gü­ven ve­ri­yor ba­na, bir yer­le­rim do€­ru­la­n›­yor
ka­na­da me­nek­şe­le­ri­ne tut­ku­nu­zu, on­lar­s›z bir gün ede­me­
di­€i­ni­zi gör­dük­çe “şe­hir”
Hiç­bir şey­le­rim hep ta­mam ol­sa bi­le ben de bes­ler­dim o me­nek­
şe­le­ri yem ve­rir su­lar bü­yü­tür­düm şeh­re kar­ş› iyi uzun bal­
kon­lar­da, öz­gür­lü­€ü­mü mü, in­san­l›­€›­m› m›, il­kel­li­€i­mi mi
ya­par­lar­d› du­rup du­rup gü­ven­le bü­yür­ler­ken
“Ben bir ka­d›­n› al›p su­ya gö­tü­rür­düm, bir ya­n›n­da a€aç­lar ol­
ma­yan su­ya lo­kan­ta­lar da”
197

‹yi ki ay ay bü­yü­tür­sü­nüz on­la­r› be­ni de kur­ta­r›r­lar si­zi de şe­


hir gök­yüz­le­ri­ni de, kim is­ter­ler­se onu kur­ta­r›r­lar, yap­rak
taş­ra­s›n­dan ye­şil ta­ş›r­lar dur­madan şeh­re ba­kan iyi uzun
bal­kon­la­ra
‹yi ki bü­yü­tür­sü­nüz ay ay ay
“Adam­lar top­lan­d›k­la­r› va­kit 13.30’la­r›n­d› sa­at, ko­yu kra­vat­la­r›
ba€­la­m›ş­lar­d› ko­yu renk de­€il göm­lek­le­ri­ne, tav­şan ren­gi
bir iç­ki­nin için­den ko­nu­şu­yor­lar­d›, ke­sin­siz ko­nu­şu­yor­lar­d›.
Ka­na­da me­nek­şe­le­ri şeh­rin rüz­gâ­r›n­da. Ben ol­sam iki­de bir
su­la­ra ba­kar­d›m. Ke­nar­da ma­sa­lar­da du­ran sü­ra­hi­li su­la­ra.
Ben, ben ol­du­€um için öy­le yap­t›m za­ten. Oh, evet far­k›­na
var­ma­d›­n›z Mrs. al­dat­t›m he­pi­ni­zi din­ler­miş gi­bi ya­p›p kra­
vat­la­r›. Ay­k›­r›­l›­€›­m›z için­de bir ka­na­da me­nek­şe­le­ri var­d›
bir de o su­lar, o gur­bet­te, o al­da­t›l­m›ş, o ay­r›l­m›ş o içil­me
su­la­r›.
Göz­le­ri­mi elim­le ört­tüm ha­z›r­lan­d›m, k­ra­vat­l› adam­la­r› b›­rak­
t›m, on­la­r›n an­s›t­t›­€›, di­ri di­ri ya­şat­t›­€› or­man­la­ra dön­düm.
Baş­ka or­man­la­ra.
198

S‹GMA

Yaşatan gücünü seven ellerini ay›rdetmiş durmadan


Parklardan boşalan fabrikalardan ve lokantalardan
Her şeye uygun ve habersiz kesin bando m›z›ka kalabal›€›ndan
Ev adamlar› lâtince sulara başlad›€› zaman
Ayd›nl›kta üç kişi yanyana geçince beyaz sokaklardan
Karpuz marpuz gibi yemişleri düşünüp rahatlayan
D›şarl›kl› sularla ceneviz korkusundan
Mutlulu€una surlar çekmiş en sahi byzantion

O Kankentlerinde her orman sonu


Korkup kapand›kça kanakoşan adamlardan
S›k›nt›l› bira şişelerine b›kk›n dadanan
Elleri boşal›nca kalemden tornadan k‛t ve demir paradan
Duygular› aşktand› çok aşktan
Mozay›k göklerinde yabanc› akşam kuşlar› falan filân
Bak›r kap›lar› örtünce subaş›lar› son avc›n›n ard›ndan
‹znikli teslisçilerden ve adalarl› hekimlerden daha avutkan
Bütün kurtuluşu başlard› ondan

Bütün kurtuluşu ondan yani aşkî karanl›ktan


199

DÜNYADAH

Kent sabah›d›r, bilmemek olmaz, ç›kard›


Kendisiyle bir u€ultuyu ç›kar›rd› sokaklara
Y›kanm›ş o a€›z kokular›ndan, ço€almalardan
Sen bir susun, ba€›rmak benim işim
A€›r›m, isyanlara do€ruyum, yataklardan›m
–üstüme sinmişli€in var–
‹şe yaramaz şeylerin güzelleştirdi€i dünyada

Sen bakma ey, mutlaka seslenmeliyim


Aşka hiç benzemiyen o yaln›zl›ktan
–üstüme sinmişli€in var–
Bir eve girmek, orda yatmak, büyütmek bir bak›şmay›
Da€›n›k da€›n›k da€›n›k eviçlerinde
Topland›kça da€›lan eviçlerinde
Ben bir içkiydim herkesi geçerdim
Topland›kça da€›lan eviçlerinde
Direne direne gelen en diri ortaça€dan
–üstüme sinmişli€in var–

Her sabah bir intihard›r ç›k›şlar›m, dünyada


–üstüme sinmişli€in var–
Sürekli denizler, sürekli olmalar, sanki öyle birşey
En güzel kalan yast›kta bozulmuş saçlardan
Birşeyi b›rakmak, birşeyi almaya gelmek sonra
Sonra yasak balkonlar› göz ucuyla ölçmek
Çini kâseler akşam› ve bardaklar akşam›
Dünya kap›yor gözlerini bir gece ça€›r, ben burday›m
Ben burday›m
Gece gece gece gece gece gece gece en sonsuz gece
Ben burday›m
–üstüme sinmişli€in var–
200

Ben uzun zamanlarday›m asl›nda


Vazolar, ufak masalar, taşlar zaman›nda
Bir nehir ço€al›r giderdi s›k›nt›m›zdan
Bir kent bu yüzden büyürdü, dünyada
Bir ihtilâl ölüverirdi birden bizde
O sokaklardan

–üstüme sinmişli€in var–


Sanki bin y›ll›k sinmişli€in var
Sonuna vard›kça artan o konuşmalardan
Güncelerin kesti€i, ekmeklerin aş›nd›rd›€›
Dünyada
Sen birşeydin, bak›l›r sevilirdin
Tozlar›n al›n›rd›, ürpertilirdin
Konuşmak bizi ç›k›lmaz bir soka€a götürürdü
Bir yaln›zl›€a böyle
Kim varsa bir yaln›zl›€a giderdi, dünyada
Kim varsa bir isyand›, dünyada
Bütün çiçekler, bütün kelimeler bir isyand›
Ey bak›n, ey bak›n bak›n bak›n
Dünyada
Ne zaman

Ben seni uyuttum, seni kar›şt›rd›m, seni şaş›rd›m


Birşeyler ak›p ak›p giderdi, dünyada
Başvurdu€um birşeydin, yaln›zl›€›m gibi
yan›nda sonsuz durdu€um
A€lamakt› en uzun neşesi k›zlar›n bir zaman
Olsun olsun, güneş olsun güneş olsun, olsun
Büyüsün o şeyler, büyüsün bu sar›lan şey
Birisinin birşeylerin oldu€unu bilmek var, dünyada
Sak›n kapanma, dur, ey şuramda beni boşaltan delik
Ey büyüyen birşey sak›n durma, dünyada
–üstüme sinmişli€in var–
201

MAYAH

Anla­ş›­l›r gi­bi de­€il­di ada­m›n


Tak­vim re­sim­le­rin­de ma­y›s tut­ku­su
Bü­tün bir gül­dü san­ki gi­dip ge­len
Ne­şe­nin hiç ya­k›ş­ma­d›­€› göz­lük­lü el­le­ri­ne
Ne­şe­nin hiç ya­k›ş­ma­d›­€› di­yo­rum

Bir ley­le­€in hüz­nü an›­l›r­d› an­cak


Uzar­sa aşk su­la­r›

– ya­vaş­ça ak­şa­ma ka­r›­ş›­yor. Se­vi­ni­yor ve ka­r›­ş›­yor, in­


ce gü­lüm­se­me­si, göz­lük­le­riy­le. Ça­tal b›­çak ses­le­ri ve
bi­raz saç­la­r› dö­kül­müş. Ak ve ya­k›n um­du­€u her yer.
Bar­dak­lar ve çi­çek­ler. Ve bal­kon... Ve bal­kon... A€­la­
mak öz­gür­lük­se ve kim­se yok­sa, umu­da dö­nü­yor­du
bu ce­sur ölüm kor­ku­su

Ne­şe­nin hiç ya­k›ş­ma­d›­€› el­le­rin­de...

– de­niz­den yi­tir­di­€i­miz bun­ca yer­den son­ra, bü­yük


ölüm­ler ve kah­ra­man­l›k ge­ri­ler­de ka­l›n­ca, hiç­bir ele
ya­k›ş­m›­yan ne­şe­nin,

Hiç ya­k›ş­ma­d›­€› el­le­rin­de...


Tütünler Islak

bütün mümkünlerin k›y›s›nda...


1. bas›m: 1962, Dost
205

ÇOK ÜŞÜMEK

Bir Kal›r uzun resimlerde an›s› sakallar›m›z›n


Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kald›€›m›z›n

Bir Kal›r yan›k ya€lar kokusu şehirlerde


Uzun nehirlere binip uzaklaşmad›kça

Bir Kal›r yabanc› yataklarda o oteller


Meydanlar heykeller sizin olmad›€›n›z o her yer

O çok yal›nç gerçekli gelip gitmeler

Bir Kal›r uzun duvarlar ve onlar›n dipleri


Bir Kal›r Y›lg›n Adamlar›n hep “Evet” dedikleri

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşad›€›m›z


Üşürdü ellerimiz aşk›m›z sonsuz uzun sakallar›m›z

Tükenir da€›n›k dirili€i kaş›nt›m›z›n bir gün


Bir Kal›r uzun kitaplarda an›s› çok Üşüdü€ümüzün
206

UYANINCA ÜŞÜMEK

Kurutulmuş bir çiçektiniz sanki, gö€ünüzü getirdim


Karş›l›kl› bak›şan sulardan ve en iyisi
S›rmayla süslenmiş bir eski zaman ceketi örttüm
üstlerinize
›s›nd›n›z, uyudunuz, ölmediniz gülümsemeyle
uzun bir araba atlar›n› itiyordu ve
size bakt›m.
Yapra€›n bir so€uku yad›rgayan yeşili ancak üstümüzdeydi
Dumandan karanl›ktan uykunuz uzuyordu, s›caktan
uyuyordunuz...
ve evler birbirlerinden eskirlerse
ve eskiden olmak tükenirse,
ve yaln›zl›€›n›z›n bütün yak›lm›ş mumlar› erirse,
ve s›rmal› uykudan usul usul uyan›rsan›z
korkmay›n...
O zaman lokantalar var daha başka
Akşamla. Ve dindiren şark›s› kendi olman›n
Büyük ve kesin cezalan›ş› yani sevincin
Uzun içkilerde, uykulu zehirlerde, bir y›l sonra ve her yerde
Yaşamak yani,
ba€›rmak, gürültüler, geçip gitmesi bir beyaz resmin ve
çökmek,
Sizi titreten taşra ayd›nl›€› yahut birdenbire
Kar›ş›p yalan›ş›lt›s›na yaşaman›n hani...
solgun gece, uzun ve yuvarlak gece ve o su
ve o ç›planm›ş bedenlerin sonu gelemez bu€usu
sizi al›r ve b›rak›rsa,
sizi b›rak›rsa
korkmay›n...

o zaman uzun antikac›lar var gene ve onlar›n dükkânlar›


kullan›lm›ş takvimlerden artan hüzünler
sizi al›r götürürüm, yirmidört parça tentene al›rs›n›z
örtünürsünüz.
207

YAVAŞÇA OLUYOR ELLER‹ME

Susuz bir akl›k başlay›nca aram›zdan


yavaşça oluyor ellerime bulaşmas›,
bir eksiyle yüklü minüskül H harfinden
bir meydan çarpmas›ndan,
beni hat›rlamaklar›n

Bunlar bizim k›zlar›m›zd›r


Kara güller önlerinde kara
saçlar› ç›lg›nca ikiye ayr›lm›ş,
– hiçbir şey eski aç›kl›€›nda de€il ki –
yavaşça oluyor ellerime bulaşmas›,
bir ot sesinden bir at akşam›ndan,
tam şehir içinde, otobüs dura€›nda,
birden ulaş›lmaz gençlikleri her şeyin...
Yapmay›n... Nas›l inan›r›m eşitli€ine!.
Her yerde gençtir o Büyük Su.
K›y›dad›r,
boyal› sandallar ve sabah çocu€u k›y›s›ndad›r
K›rlar› ve orman› geçince hemen,
şehir bitince yani çok kolay
yani lokantalar bitince say›n örtüleriyle,
kuzular›n danalar›n k›yma yap›ld›€› kasaplardan sonra
elmalardan karpuzlardan biraz ötede
yani uzakta...
– hiçbir şey art›k eski aç›kl›€›nda de€il ki –
yani kiliseden bozma camilerde
yani askeriye deposu yap›lm›ş,
yani burda, orta yerde, ›ş›kta ve parada
zaman zaman gökyüzü gecesi aral›€›nda.
.......
Bir de­ni­zin ya­n›n­da ne­dir ki b›­y›k­l› ve saç­la­r› dö­kül­müş bir
adam,
kötü bir al›şkanl›ktan başka nedir bir adam...
208

KURTARMAK BÜTÜN KAYGILARI

Sularsa akmak birgün birgün birgün


Birgün da€lara ç›kmak birer birer da€lara ç›kmak birgün
Ç›kmak ç›kmak birer birer birgün da€lara da€lara birgün
Birgün birer da€lara
Ah nas›l da€lara birgün
Ey yorgun atlar, ey geri dönenler, say› bilmeyen çocuklar

Ey birgün
Çiçek açmak birgün
Da€lara da€lara birer birer da€lara

Otlar› büyümek birgün


Birgün köyler kentler y›kan›k damlar geri dönmek birgün
Birgün yeni dönmek
Birgün da€lara ç›kmak birer birer ç›kmak ç›kmak
Su yürümek güneş bilmek
Yeniden orda otlarda orda yeniden orda orda
Bitkin bir gül bulmak ve geri dönenler birgün
Ey yorgun atlar, say› bilmeyen çocuklar
Ey bütün haz›r elbiseciler ey,
Birgün olmak, küskün keşişlerden olmamak birgün
Da€lara da€lara ç›kmak sular köprüler sular birgün ç›kmak
Eski kaba arabalardan inip birgün ç›kmak
Da€lara da€lara da€lara başka hiç
Birgün da€lara.
209

AKABAKAN

Unulmaz

Derin, mavi gözlerdi bütün akabakan. Ak, büyük avc›lardan


gizlenmiş bir geyikti.
O zaman bütün ‹stanbulistan Vizansiyadan kalan sar›dayd›.
Vizansiyan›n rengi eski bir yaprakt›r.
Düşünün bir surarkas› soka€›nda binüçyüz y›l kald›k.
Asmalar karard›lar, öldüler,
Ç›lg›n taşralar gelip geçtiler
Biz durduk, ölmedik.
Atmeydanlar›na s›€mayan bunalt›lar, marangoz tezgâhlar›n›n
ard›na sokulup, aslankafal› koltukbaşlar›, denizbabas› tas-
virleri, meşin önlük, pergel, incirrak›s›, evlilik, saat kaç ve
hadi bakal›m adalara...
Üçyüzonsekizbinyediyüzseksensekiz parça gemi donatt›lar
Unulmaz, deli bir âş›€›n kararm›ş akşamüstü dikildi önlerine.
Durdular.
Düşünün, darac›k bir surarkas› soka€›nda 1300 y›l kald›k
Hiç ç›kmad›k, hiç ç›kmad›k, hiç güneş, hiç a€aç, hiç ç›kmad›k,
1300 hiç ç›kmad›k...
210

Yak›nt›s›

Ey kahraman deniz, ne zaman düşünsem karş›mdas›n ölçüsüz


yalvaçl›€›nla!.
Ey en tatl› sevişlisi yaşam›ş kad›nlar›n!..
Büyük karanl›k çöküyor ve hâlâ eksiklerim var benim.
Bu uçurumsuz ve deneysiz gidip gelmelerde.
“baca€›ma b›çak sokuyorum. Etimin a€›r a€›r düzelmesini,
yenilenmesini, onun o gizli ve kutsal savaş›n› hazla izliyo-
rum. Sonra bir daha.”
Yabanc› bir can›n yaşarl›€› hep köşebaşlar›nda,
do€umum, durmadan do€umum başl›yor benim...

Ey bilene bilene tükenen b›çak!.


Bir şeyler yap,
Eskimeden gökyüzünün kutlu mavili€i...
211

ELLER‹MDE B‹R ÇALGI

S›­cak m›? S›­cak m›? ‹çin de s›­cak m›? Dur­du­€un yer­de mi­sin?
Ya­ka­l›m ka­ran­l›­€›n k›l­la­r›­n›, ›s­lan­s›n, her şey ve bö­cek­ler
uzak­la­şa­cak m›? Dur­du­€un yer­de mi­sin? Da­€›­l›n­ca sol­gun
i€­ren­ti­miz su du­man­la­r›y­la, se­vi­şen­le­re, –Bu bir i€­ren­ti­dir
yu­mak yu­mak k›l­la­ra ve ya­p›ş­kan su­la­ra ve baş­ka­s›z kal­
ma­ya gö­€ün al­t›n­da– her­kes iki bük­lüm ka­ç›­şa­cak m›? Dur­
du­€un yer­de mi­sin?
Ak m›?

Da­€›­t›r i€­ren­ti­mi­zin rüz­gâ­r› da­€›­n›k su­rat­la­r›. Bir ha­d›m­lar so­


nuç­suz yat­ma­la­r›­na du­rur­lar. Otu­rur ha­in el­le­rim­le ka­şa­€›­
la­r›m tom­bul sa€­r›­l› di­şi at­la­r›. Du­rur­lar. Ve es­mer­le­şir­ler.
Saç­la­r› ço­cuk­lu­€u­mun kes­ta­ne­le­ri­ne uzar. Bü­yük ka­zan­lar­
da kol­ye­li in­san eti ka­vu­rur­lar. Ko­ku­su bü­tün ko­ku­su ka­
ş›n­d›­r›r bal­kon­la­r›, ütü­lü pan­to­lon­la­r›, ya­tak­ta ra­hat­la­r›. Pul
pul dö­kü­lür i€­ren­ti­mi­zin gök­yü­zü... Bir ço­cuk­lar açar bel­ki
ç›k­maz so­kak­la­r›. Pul Pul dö­kü­lür i€­ren­ti­mi­zin gö­€ü. At­lar,
tay­fa­lar, a€aç­lar ken­di di­şi­le­riy­le bir­le­şir­ler...

Ka­n›n!.. Se­nin ka­n›n, uza­t›r ya­p›ş­kan ge­ce­yi bir ta­bak­ta. Bo­yum


uzar, t›r­nak­la­r›m kir­li, tü­tü­ne al›ş­m›­ş›m ge­ri çe­vi­re­mem. El­
le­rim­de bir çal­g›, cad­de­ler­de bir sü­lün. Bü­yük ölü­mün az›
diş­le­ri ta­k›r­dar uzak­ta. Kop­ko­yu bir sis­le­rin iç­le­ri­ne da­la­
r›m. Ne var­sa bun­da, böy­le baş­ka­s›z ol­mak­ta. Kop­ko­yu bir
çir­kin de­niz­le­rin iç­le­ri­ne da­la­r›m...

Bir gül za­ma­n› bö­ler ka­ran­l›k­ta...


212

ISLAKTI TÜTÜNLERLE SÜLÜNLER...

Bu ka­ran­l›k bir şey­di!.. Bu ka­ran­l›k bir şey­di!.. Bu ka­ran­l›k


bir şey­di!.. Ne iyi!.. Ka­ra bir ya­p›­la­r›n ve ›s­lak sü­lün­le­rin önün­de
duy­gun­lu­€u­ma bir şey­le­rin de­€in­di­€i.
Is­lak bir ha­lat atar­lar­d›, boy­nu­ma, ›s­lak, i€­re­nir­dim. Ne iyi!..
Yal­n›z­l›k­s›z bir ›s­lak ha­lat, su­la­r› be­ni ›s­la­tan. Bu boş­luk kaç kez
ka­d›n, kaç kez er­kek. Kir­le­til­miş, ›s­lak ya­tak­la­r›n al­t›­na giz­le­
ne­rek bir ›s­lak ke­di­nin ya­vaş ya­vaş tüy­len­di­€i. Bu ka­ran­l›k bir
şey­di. Ne iyi!.. Is­lak bir ka­d›­n›n eti­mi se­vin­dir­di­€i. Bu ka­ran­l›k
bir şey­di. Ya­şa­nan!..
Bu ka­ran­l›k bir şey­di!.. Ne iyi!..

Uy­ku­mu şey­ler bu­lan­d›­r›r. Es­ki, çu­val, çu­val, es­ki kap­ka­l›n,


›s­lak...
Kaç gün­dür so­€uk ve ka­ran­l›k. Kaç gün­dür ›s­lak...

Su ge­çer, gö­tü­rür do­yum­suz ak­l›­€›­m› a€aç kök­le­ri­nin bil­ge


se­rin­li­€i­ne. Su ge­çer...

Bu ka­ran­l›k bir şey­di!.. Ne iyi!.. Ada­m›n ›s­lak ta­bak­lar­da


sa­la­ta­la­r› ge­ri çe­vir­di­€i. Bü­tün ye­şil­le­ri ge­ri çe­vir­di­€i. Ka­ran­l›k
bir şey­di, göz­le­ri­min gör­me­si son­suz to­zu­nu giy­si­le­rin. Uy­ku­
mu şey­ler bu­lan­d›­r›r. Ş.e.y.l.e.r!.. El­le­rim ko­yu bir su­la­r›n için­de
ka­ran­l›k bir şey­di. Ne iyi!.. S›­k›n­t›m ›s­lak am­bar­lar­dan bo­zuk
te­ra­zi­ler ve ta­h›l­lar... an­d›­r›r.
Ölüm ta­d›n­da de­€il yat­t›­€›­m›z. Bir süs, bel­ki ço­cuk­suz bir
süs, sa­bah­la­r› her şe­yi­mi­zi utan­d›­r›r.
Bu ka­ran­l›k bir şey­di. Ne iyi!.. Ka­ran­l›k bir şey ne iyi. Bir
yal­va­ç›n sa­b›r­la a€­z›­ma su ver­di­€i...
213

Bu ka­ran­l›k bir şey­di. Ne iyi!.. Bi­ri­nin dur­ma­dan ›s­la­ta­rak


yal­n›z­l›­€›­n› de­ne­di­€i, su­la­r›m top­ra­€a ak­s›n­lar de­di­€i. Bu ka­
rans­lak bir şey­di...

Ey be­nim yen­gi­ci s›­k›n­t›m!.. Uzun boy­lu ve ›s­lak at­la­r›n bil­


mem ne­re­ler­den kiş­ne­di­€i...
Sen yit­me!..
Sen yit­me!..
Bü­yük ›s­lan­t›­m› bes­le...
Sen yit­me!..
Ot­lar gi­bi kal, sü­lün­ler gi­bi kal, ›s­lak don­lar gi­bi kal!..
Sen kal­d›k­ça!..
Bu ka­ran­l›k bir şey. Ne iyi!..
Sev­me­mek, toz­lu, ›s­lak ha­l›­la­ra uzan­mak... Es­ki, çu­val, tüy­ler,
›r­mak­la­r›n ça­mur­lar ça­mur­lar ça­mur­lar ça­mur­lar ça­mur­lar
ge­tir­di­€i...

Sen kal­d›k­ça......... Ne iyi!.


214

B‹R BARBAR KEND‹N TARTAR


B‹R BARBAR AŞA⁄LARDA,

EY Susam!.. EY Karanl›k!.. EY Borçlar›n› Ödemeyenler!..


sen o ses misin en aşa€›lardan gelen!..
kar›şt›r›n bütün otlar› o aşa€larda
y›k›n benim güvenimi,
so€uk bir at olsun seslendi€im ses, y›k›n!..

ben koşar›m aşa€lara, koşar›m


y›kanacak bo€ulacak su bulsam...

EY Her şey!.. EY Beni Gülünç Eden Bitki Saplar›!..


Sessiz katlanmalar›yla... ‹çimde ölmüş çocuklar› sallayan
vazgeçilmez u€ursuz şark›n›n sal›nca€›!..
Ben durmadan en utand›r›c› şeyleri hat›rlasam.
nas›l cams› gürültülerle olacak her şey,
ve sularla,
ve nas›l art›k ar›namaz kirlenmiş olurum o zaman, y›k›n!..

ben koşar›m aşa€lara, koşar›m


y›kanacak bo€ulacak su bulsam
215

EY Bütün Kad›nlar Uzak!.. Güneşi övmüyorum. Ve


kan›m ne güzel ak›yor... ›slak taşl›klarda. Sanki her şey,
sanki her şey!.. kat›yürekli kârc›lar›n, yani büyük
tecimenlerin
uzaklardan getirip sundu€u kanl› pahal› bir tabak...
Ey Yanan Bir şey,
yanan ve içilen bir şey,
karanl›kt› kan›m bir şey,
güneşe başkald›rm›şt› kan›m (......) sanarak.
Ben art›k büyük k›y›lar› boylasam.

ben koşar›m aşa€lara, koşar›m


y›kanacak bo€ulacak su bulsam...

Ey Kimse Yok!.. Ey Bir Mavinin Unutulmas›ndan


Arta Kalan!..
EY Sen Var m›s›n?..
EY Olma!..
Ah, ya€mur başlayacak
Ah, ya€mur başlayacak
Ah, ya€mur başlayacak
Ah, ya€mur başlayacak
Ah, ya€mur başlayacak
Ah, ya€mur başlayacak
Ah, ya€mur başlayacak

gece olsa da sussam...

ben koşar›m aşa€lara koşar›m


y›kanacak bo€ulacak su bulsam...
216

EY Sür At­la­r›­n› Ba­cak­la­r›m­dan Ba€­la­y›p Ka­r›­ş›k ölüm­s›­k›n­


t›­›s­lak­gü­lünç­lü­€ü renk­li cam­la­r›n!.. Bir göl bu­la­ca­€›z so­nun­da,
de­ve­le­rin su­yu­nu içip tu­zu­nu b›­rak­t›­€›,
kir­li ayak­par­mak ara­la­r›­n› y›­ka­d›­€› cü­nüp adam­la­r›n, bu­run­la­r›
k›l­l›...
Be­nim ka­n›m gü­lünç ve kah­ra­man le­ke­ler b›­ra­ka­cak
öbür­kü­le­rin ya­n›n­da,
cam­lar na­s›l ol­sa k›­r›­la­cak
son­ra ya­ta­ca­€› ge­ce­ye gi­de­cek her­kes

ben ne yap­sam ne yap­sam ne yap­sam...

Sen­den Ha­ber Ver, Ey Ya­ra­l› Kah­ra­man At­lar!.. Ey Bü­yü­tüp


Ya­ra­la­r›­n› Ya­la­yan At­lar!.. Oto­bur­luk­la ka­na ka­r›ş­ma­yan at­lar!..
ara­ba­n›­z› çe­ki­yor­du­nuz,
ay­g›r­la­r›­n›­z› iş­tah­la uyan­d›­ran kal­ça­la­r›­n›z­da bü­yük ya­ra­lar...
Ku­yu­la­ra e€i­li­yo­ruz, ve bü­yük öv­gü­sü­nü ya­p›­yo­ruz kü­çük
y›­k›n­t›­s›­n›n so­€uk ›ş›k­l› ku­lüp­le­rin, ve ka­ra küp­le­rin ve etek­le­ri
k›­sa, kol­tuk­la­r› tüy­lü ka­d›n­la­r›n ve kö­tü dük­kân­lar
ka­ran­l›­€›­n›n...

e€il­miş, çi­çek top­la­yan bir ço­cuk bul­sam...

ben ko­şa­r›m aşa€­la­ra, ko­şa­r›m


y›­ka­na­cak bo­€u­la­cak su bul­sam...
217

AY ÖLÜR YILGINLIKTAN

Ay ölür şimdi. Yani ölmek!.. Uzuneski geçmişi bir suyun.


Bar›şmamak çirkin bir akşam olur ve tabaklarda.
Donar yemişlerde ispirto
Yak›lmaz ›ş›k o saatlerde ispirto.
Sülünlerin so€uk akşamlara döküldü€ü o ovalarda
Kent uygarl›€›n›n akşam› otlara döner, küçük karalt›lar
mor evlerde so€uk sobalar›n uzayan küllerini da€›t›r,
taşral› bir çocu€un eksik bilgisinde.
Ay ölsün...

Ay ölür şimdi. Uzuneski sald›r›şl›, a€lamas› gökyüzünden,


kimsesiz ve hüzünlü bir at yelesi bak›şlar› ve kösnüye
hiç benzemeyen bir uzun,
deniz k›y›s›. ‹spirto
Kalçalar› dar ama ne zarar› var, hacamatl› bir kad›n,
do€uramaz art›k eski bir evlerde,
eski bir savaş evinde ispirto
elleri boş sularda, karanl›klar ve y›lg›nl›klar taş›yan
posta vagonlar›n› bulur,
Sülünlerin so€uk akşamlara döküldü€ü o ovalarda
Büyük denize bakmak, mavi kalmak gibi,
yatarsa. Kimsesiz ve bir at
Ay ölsün...
218

Ay ölür şimdi. Ma€ara tükenir a€an yaln›zl›€›nda geçmişlerin.


El yad›rgar ayas›n›, bir şey yavaşça inerse.
O hüzündür.
Erken gitmenin ve geç kalman›n, uzuneski posta vagonlar›nda
1930 tarihli bir gazete bulman›n ve
‹şi gücü tütün kokan adamlar›n.
Sülünlerin so€uk akşamlara döküldü€ü o ovalarda
Adam bulan›r ve bozar orucunu küfüre, ve pencerelerden
bak›ld›€›nda
dinsel güçleri artar yaşl› kad›nlar›n, o yaklaşt›kça
bardaklarda
ve bir at
Ay ölsün...

Ay ölür şimdi. Belki girdi€in kap›dan bir gök müydü?


Bir gök müydü ki baş›n› e€di€in, eksik bir a€›z m›yd›,
ve
bir at m›yd›? Sanki!..
Yüzde üç buçuk faiz ispirto
Gitgide güçleşen simyas› burda olman›n, ›ş›ks›z kap›lar›n
güneş yoksulu sahanl›klar›n sana verdi€i ürküden,
Birden al›nan kentlerin dükkânlar› nas›l kapan›rsa,
ölülerle dolunca sonsuz ülken, ey Ma€ribî, kan›n›n hiç
u€ramad›€› bir yerlerinde, çad›rlar› ve bir a€ac›
b›rakman›n s›z›s›.
Sülünlerin so€uk akşamlara döküldü€ü o ovalarda
T›p­k› kös­nü­ye, doy­muş kös­nü­le­re ben­ze­yin­ce bir re­sim­siz ki­tap
O büyük telâş avuçlar›nda,
ay›lman›n ve bir illet bulman›n,
Ay ölsün...
219

. . . . . ..
Gel dur önüme, sen benim sahili€imsin!.. Is›rd›€›m,
bir kauçuk düşmanl›€›d›r!..
Yaşamam›z baştanbaşa senin övgündür,
Ey kutsal bencillik!.. Seni
b›rakmak niye?.. Sular› ve seni b›rakmak,
Niye?..
Aşk›n akan sular›, doyurgan yaban›ll›€› savaşlar›n ve büyük
utkular geçer onar›c› gölgenden.

Ey en gerekli yap›s› tanr›lar›n, Ben!..


Nem varsa sanad›r!.. y›k›lm›ş birlikler, k›r›lm›ş bardaklar
ölen kad›nlar,
kan......
220

ÖVGÜ, ÖLÜYE

Yorgun bir asker


k›l›€›nda ayaklar›n vard›. Herkes. O, bir ay çiçe€idir
ay› ve çiçe€i al›nm›ş, sakallar› art›k tükenmiş
uzamaktan. Neden evleri yad›rgam›ş ve barbar
gecelerine özlemli. Asl›nda her yeri uygun sar›lara
ve otobüslere.

Ayaklar›n vard›. Numaras› bir kal›ba uygun ama


rahats›z. Başta sab›rs›z ve kahraman. Sonda
geceyi uzun uzun bölen ve sonuna gitmeyen.
Öbür ayaklar› k›şk›rtmayan. Sakallar› art›k
tükenmiş uzamaktan.

Birdenbire o sabahlard›, peynirlerin kötü


k‛tlara sar›ld›€› dükkânlard›. Önlüklü
kad›nlar›n sevinçsiz şark›larla çocuklar
do€urdu€u, yaşamay› isteksizce uzatan. Ays›z.
ve çiçeksiz vazgeçmelere boynumuzu uzatt›€›m›z.

Ölü,
ölüye neresinden yanaşmal›. Donuk ve çekici, sonsuz
ölü. Bütün kumsallar›n ve asfaltlar›n ve
karantinalar›n, yeleklerin ve saat kösteklerinin,
gölgelerin ölüsü. Bulaşt›€›m›z bir şey. Her yönü
limon mu kokard›? Vard›...
ölü vard›. Şakay› sevmeyen insanlar›n, da€lara
ç›kmay› tasarlard›, bal›klar› ve tu€lalar›
üstüste koyman›n sevincine vard›€› zamanlard›,
ama ölü vard›, ölü.
bitmeyen büyük bir akşamd›, kurtulmad›€›m›z
ondan, ne bulursa, donuklu€uyla, bilgeli€iyle,
ne bulursa hinli€iyle karalard›. O artard›.
Onun hiçbir şeyi yoktu. Bir, tan›m› vard›.
221

Yabanc›lar ve t›rnaklar geldi. Bütün suçlar


övüldü. Pisli€i göklere ç›kard›lar, kat›ld›k.
Ve dondurmalar dondu...

Sen belki de sonsuz bir çinisin, kerestelerin


olmad›€›, tabelâs›z dükkânlar›n ve uzay›p giden
duran bir zaman›n... Tanr›sal umutsuzluktan.
Suyu büyük bakraçlara konunca gökten korkan, sen
ey, acemi duvar resmi, senin sakallar›n tükenmiş
uzamaktan. Kent özlüyor seni, para kazanans›n,
k›rallar küçülüyor, para kazanans›n, para
harcamal›s›n peynirlerin kötü dükkânlara
sar›ld›€› o k‛tlarda. Al›ş ölüye.
ölüye...

Ölü en güzel. En al›ş›lacak. Ayaklar›n vard›, korkak.


Ellerin nas›l olsa y›k›lm›ş gitmiş para saymaktan,
c›vatadan, balatadan, üremesiz kad›n okşamaktan,
topraktan,
a€›r gelişen, karş› koymayan miskin topraktan.
ölü yiyici topraktan. As›l ölüye nas›l yanaşmal› o
topraktan. Trenler süslü, vagonlar›n kopuk...
Ayaklar›n vard›. Pisti y›kanmamaktan. Kutsal kitap
›rmaklar›ndan. Her yan›n pisti ölüye bulaşmaktan.
Birdenbire, o narlard›, dipdiri, umulan, sonsuz
erinçli ›rmak boylar›ndan bir adam›n d›şar›
ç›kmas› ve girmesi, güneşin utanmas› sarhoş
k›l›klardan. K›y›c›l›kla yarat›ş aras›nda bir şey
olmamaktan.
222

“Küçük kuşlar gümüş parmakl›klar ard›nda


bütün atlar, bütün, buka€›land›.
kimseler kormad› yanl›ş olmaktan
ölü unutuldu sokak ortas›nda...
Ben hiç k›rlang›ç olmad›m. Hiç sesim ç›kmad›
k›rallar oturup içki içtiler.
uyruklar oturup içki içtiler.

Alkol çünkü bir büyük u€raşt›


Şaşmayan bir sen misin uslu denize
ölüyü sokak ortas›nda b›rakt›k
ço€altt›k süpürgeleri ve tozlar›
kandan ve kireçten resimler yapt›k.
Üşürdük elbet hep ›slakt›k...”

Sonra kanlarm›ş,
sakallar›yd›,
göklerin cinsel andac›...

.......

B›kk›nl›k yürürse ayaklar›yla, o k›y›c› duygusu


gökler sofras›ndan art›k olman›n, üleşilmenin
beş on paya, Tanr›ya i€reti konukluk, talaşla toz
yürürse, uzayan ›ss›zl›€› işe yaramaman›n, yürürse
ayaklar›yla, dural›m ve ba€›ral›m,

her şey bir büyük gerçektir, cumhuriyet ve at ve


varsa denizlerde yitmek, ve varsa yetmemek o da
ve varsa ilgisizlik o da, ve varsa hiçbir şeyi
sevmemeyi sevmemek o da, ve varsa her şeyi sevmeyi
sevmek o da,
223

“Ama bir su sakin ak›p giderdi


denizde bir gemi sakin giderdi
bir kad›n sakin do€urup giderdi
bir din sakin eskiyip giderdi
bir başkald›rma sakin gelişip giderdi...”

sessiz ve u€ultulu şark›lar› boşuna taş k›rmalar›n.


Alkol bir büyük u€raşt›r, ey Ma€ribî, ey de€erini
ve sonsuz düzenini bulmam›ş göçebe.
Pencereler yasl›s›
senin zaman›n› düşünüyorum, sonsuz bir sar›...

“Bir Arabistan ve karş›l›ks›z bir çek


Bir para ile dengesi
korkunun sonsuz gelgiti kan›nda
külotlar, korseler ve adamlar...”
224

ve çöl yürürse üstüne ey,


tramvaylardan ve tart›şmalardan korkan, ey Ma€ribî,
ayaklar›n vard› senin, pis ayaklar›n, kaçmaya
yarayan,
Senin sürülerin vard› Beytlehem k›tl›€›n› otlayan
tuzlu ama fenerli, enlemli boylaml› denizlerin
içinde kaybolunam›yan,
sen bir koyun gibi tuzlar›n kokusunu san›rd›n
işe yaramazd›n... Gazallerin sakin otlard›, tulum
ezgileriyle uyuklayan, senin ayaklar›n vard›,
al›şm›ş, hep yürümesi ölüye...

.......

“küçük odalarda, kuzular›n otlad›€›


resimler karş›s›nda
oyuncaklar çocuksuzluktan hüzünlenirken
bir çocu€u döver yat›ş›rd›n
savaş yerine, alkol yerine
güçlenirdin
sar›ş›n gözlü, haz›r, büyük kafal›...”

.......

Gemilerin uzun uzun taş›d›€› bir ölü...


225

TERZ‹LER GELD‹LER

Terziler geldiler. K›r›lm›ş büyük şeylere benzeyen şeylerle


daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere
Bir kenti korkutan ve utand›ran şeylerle.
Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşand›. Sonra
sonsuz çalg›s› sevinçsizli€in.
Çay içmeye gidenler vard› akşamüstü, parklara gidenler de
Duruma uymak k›salt›yordu günlerini artamayan eksilmeyen
bir hüzünle..
Yorgun ve solgundular, kumaşlar› buldular, kenti doldurdular
O çelenk onbin y›ll›kt›, taş›y›p getirdiler
Ölülerini gömmüşlerdi, kalabal›kt›lar, tozlar›n› silkmediler
Bütün caddeler boşald›, herkes yol verdi,

“Tanr›tan›r kad›nlar ve cumhuriyetçiler


piyangocular, çiçek sat›n alanlar,
bal›kç›lar a€lar›n›, paraketelerini, ›r›plar›n›, oltalar›n›
zokalar›n›, çevirmelerini ve kepçelerini toplad›lar.
Sigaralar›n› yere at›p söndürdüler sigara içenler.”

Bir şey vard› ›s›nmaz kal›n kumaşlar›n alt›nda, kesip biçtiler


Patron ç›kard›lar, karş›laşt›rd›lar,
Katlan›lmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
Şark›lara başlad›lar ölmüş olan bir at için
Makaslar›n› b›rakmad›lar
Bekleniyorlard›.

“Ey art›k ölmüş olan at! –dediler–


Ne güzeldi senin ç›lg›nl›€›n, ne ulaş›l›rd›!
Sen açard›n,
Otuzüçbin at türünün tek kayna€›yd›n sen!
226

Tüylerin karaparlakt›. Koşumlar›n,


– kokulu ya€larla ovulup parlat›lan–
nas›l yak›ş›rd› sa€r›lar›na ve göke.
Göke bir ululuk katard› sonsuz biçimin, at!
Toynaklar›n› liflerle ovard›k
Senin karaya boyan›rd› koşuşun
Uyand›r›rd› bütün karalar› ve denizleri.
Ç›lg›n kişnemeni duyard›k sonsuzun yan›baş›ndan
Ne güzel gözlerin vard› Kara at!
Binlerce kişi,
– çocuklar, kad›nlar, erkekler görkemli yahut
darmada€›n giysileriyle herkes
körler ve cüzzaml›lar,
bütün kutsal kitaplar kalabal›€›,
ermişler, karg›şl›lar ve günahl›lar
gebe kad›nlar, vâz edenler
ve dondurmac›lar ve at cambazlar› ve
tecimenler ve k›ralc›lar ve gemicilerle
Tanr›tan›mazlar ve tefeciler ve
yalvaçlar...–
ormanlardan ve k›y›lardan ve k›raç yerlerden gelmiş
senin mutlu ovan› doldurup
hayk›r›rlard›.
Büyük sesler içinde sen, geçerdin...”

Terziler geldiler. Bu güneşler odalar›n d›ş›ndayd› art›k.


Herkes titrek ve sab›rs›z, titrek ve sab›rs›z evlerinde
Gazeteler yazmad›, dükkânlar dönemindeydik
Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapad›lar
Parmaklar› uzun, kurusolgun yüzleri sararm›ş, eskimiş
durmaktan
Yitik saat köstekleri, titrek ve sab›rs›z yorgun bacaklar›
Her şeylerine yön veren durmuşlu€a olur dediler
be€enip gülümsediler.
227

“Ey art›k ölmüş olan at! –dediler–


Senin eyerin ne güzeldi.
Dişi keçi derisinden, ofir alt›n›yla süslü
Nas›l yaraş›rd› belinin soylu çukurlu€una
Seninle öteleri ans›rd›k.
Öteler, baklan›n ve pancar›n duyarl›€›
Kedinin vard›€› erişilmez kişilik
Güneşli bir damda.
‹çimizden gemiler kald›r›rd›n,
Suyunu büyük şölenlere tazelerdik
Bayram›m›zd›n. Kuburluklar›n
bütün kişniş ve badem doluydu.
Şimdi dar dünya
Ölümün büyük h›z› kesildi.”

Terziler geldiler, Ateş ve kan getirmediler.


Hüzünleri kan ve ateşti ama. U€ultulu bir şey
Ekspresler garlarda kald›, ilâçlar ç›ld›rd›lar
Kenti bir baştan bir başa dolaşt›m, t›s yok
Bütün odalara da€›ld›lar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş
yerlerde k›rp›nt›lar,

“oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar


vatka pamuklar›, verevine şeritler, kopçalar,
dü€meler, ilikler
iplik döküntüleri, kumaş parçalar›,
karanl›k akşamüstüleri ve sabahlar,
dükkân tabelâlar› kartvizitler...”

kas›klar›na kadar ç›km›ş, en ufak bir ölüm bile yok.


Tarafs›z bir aşk ça€l›yordu onlar›n solgunlu€unda
Mutfaklar›n› kilitlediler, büyük, ats› giysiler kestiler,
228

“Ey art›k ölmüş olan at! –dediler–


Koşuşun büyütürdü dünyay› senin!
Sen nas›l da koşard›n.
Biz güneyde yatard›k, sen koşard›n
Hangi at güzelse ondan da güzeldin
Kuyru€un parlak savruluşuyla bölerdi
bir karaya gö€ü
ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu.
Gemin güzel sesler ç›kar›rd› güzel
a€z›nda,
herkesi sevinçle hayk›rtan.
Baş›n yaraş›rd› düşüncemize ve
gözlerine sayg›yla bakard›k...”

Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saç›k giyindikleri


Yar›m kalm›şlard›. Tamamlanmad›lar. Toplu odalar›n› sevdiler.
Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapard›lar.
Kent eşiklerindeydi, a€lay›ş›n› duydular
Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
i€nelerine iplik geçirip beklediler;
229

“Ey art›k ölmüş olan at! –dediler–


En güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
Boydanboya bir karş›koyma, denge
ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O a€aç senin kan›nla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yarat›rd› şaşk›nl›€›m›z
senin karş›nda,
al›şverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalk›şman›n yok etti€i...”
Her Pazartesi
(62 – 67 NOTLARI)
1. Bas›m: 1968, Gerçek
233

ÖNDEY‹Ş

akşam, az›c›k!.. aln›m›n az›c›k yüksek kald›€›


lâstiklerin, benzinlerin, bonolar›n az›c›k ufald›€›

Bir odada, az›c›k!.. günlükten ve grevden


Nüfus k‛d›, terazi ve peynir beklemekten

Ellerimle kopar›p ald›€›m, sahip oldu€um ›ş›k


Bir odada az›c›k!..
234

BA⁄LI KALMANIN YER‹

Ak›yor şark›s› büyük bedenin,


Kovuşturulan şark›s›. Bir meydana
Hep meydanlara. Meydanlara.
Nas›l bak›yorsa bir koltuk bir duvara,
Başkald›rman›n s›n›rland›r›ld›€› bir dünyada
Ak›yor...
Kovuşturulan bir kan gibi.
Bir pasaport, bir okyanus ve biraz uçak
Ve biraz ilkel şark›,
Ve biraz “geçmiş yazlar, kiraz a€açlar›”
Neyi kurtarabilir.
Kovuşturma. Suçlu ve atak...
‹ki taraf da kararl›. Ve atak...
Ak›yor kan gibi, büyük şark›s›, kan gibi
Beden ak›yor, kendisi ak›yor sulara,
Yads›nan beden. Ölebilen.
Başkald›ran...
Tek başkald›ran...

“Yat›lan bir yataktan kalkmak,


Mektuplar aç›p okumak
Biraz çocuklar sevmek
Darac›k katlarda oturmak
Biraz kutsal kitap okumamak
Duvarlara resimler çakmak...
Duvarda 205 pipo
Duvarda dü€meler.
Duvarlara yak›şmak...”
235

Sonra bir tutku gibi girince akşam, oraya


Akşam oraya.
Oturup oturup nehirleri anlatmak...
Ve hep umutlu olmak umutlu olmak umutlu olmak
Oturup oturup nehirleri anlatmak.

Motorlar girince oraya ve kovuşturmalar


(ve askerden de€il polisten korkmak)
Ki mahkûmlarla mankenler yerinde rahat.
Bedenin suçlar› sürünce aralarda,
Art›k biraz da kutsal kitaplar› okumak.

“Eski asker, duvara resimlerini çakard›


Duvarda 205 pipo.
Kimin 205 piposu var...
Duvarda geniş bir soru?..
Yanl›ş bir yaln›zl›k m›?
Yanl›ş bir kovuşturma...
Yanl›ş bir eski...”

Herkes yerindedir. Haç büyüklü€ü..


Ve büyük tövbe. Büyük kovuşturmalar.
Kay›k dar geliyor nehirlere, itiraflara, odaya
Bir hüzüne. Karş›dan bir cinse, motorlara...
Kovuşturma büyütüyor...

“A€z›nda mendil tutan bir adam


biliyor şark›s›z kald›€›n›...”

Bir şark› yaparsa durgunlu€undan...


236

B‹R DUYMAK

Eylül karmaşas›!..

bir solgun geminin belirsiz su kesiminde,


kendisi hat›rlanan bir so€uk, bir so€uk ki,
ve etlerin,
sonuçsuz bir ayaklanmaya yöneltildi€i bir akşam,
bir akşam ki
kendisi hat›rlanan bir alkol ve bir okul
kendisi hat›rlanan beyaz yahut mavi bir alkol.

Ölüm aşka bir karş›l›kt›r ve aptalca,


sapsar› boyalar› evet boyalar› o baz› resimlerin
birtak›m resimlerin.
Kalabal›klar ve dönemler ve
ar›n›p gitmeye çal›şan bir ölü
o solgun geminin su kesiminde

o güzel imgesi mutsuzlu€un,


– Karş›s›nda alkolden utand›€›m –Portrait of an unknown–

Eylül karmaşas›!..
237

SON ÜÇÜ BEŞ

“Son çamaş›rlar› ipten ald›lar,


çoraplar› ve patikleri ipten ald›lar.
Nas›l olsun? Onlara göre de€il.
Bu böyle bir karanl›k –iyi. Her şey ölü!..
Gibi.
Çizmelerin ve pudralar›n düşkün göründü€ü
ve ay-alt›nda al›m sat›m›n.
Üstelik,
Çocuklar›n bile diabetis mellitüs’ten
öldü€ü.
Ey yaşl› karars›zl›k, anla tenhal›€›n›,
korkunç sessizlik,
ve işte son akşam saati
y›ld›zlara geç kalm›ş olman›n.”

Hepsi geldi – yerlerini ald›lar – memesini tutan bir kad›n –


çocuksuzlu€unu ve memesizli€ini tutan bir kad›n
çocuklar›n› and› ans›z›n – başkalar› katlan›r metrelerini cepleri-
ne koydular – ölçtüler biçtiler – öyle koydular – gök onlardan-
d› – Toplant› üçe kadar sürdü – yani üçe kadar topland›lar –
belki de üçü geçiyordu – ama onlar üçe kadar sand›lar –
Karş›l›kl› olmak yoktu – karş›l›kl› de€ildiler – tek –
ya olmak ya olmamak – yoktular – yok gibi vard›lar –
Art›k su geçmişti – (bir an› san›lan su) yap›lar
bitmişti – Ah, çirkin sonuç
ola€an ve çirkin akustik yetersizlik – ve son akşam saati –
hurmalar›, uzun ovalar› – uzun ovalar› – her şeyin
bugüne oldu€u –
k›r resimlerini – yaln›z Pan – and›lar – ve –
ölülerini – sonra Akdeniz – bütün bir şey – sonra bir deniz –
sonra –
ve – gömecek olduklar›n› and›lar –
238

(K›y›lardan gelen gelin, ne güzelsin!..


Ne güzel bir alay›n var ard›nda. Ne güzelsin!..
Gelişin, o sonsuz biçim!.. Seni övmeli!.. Yaşad›€›m›zs›n,
gizlice...
Göklere, dumanlara, sertliklere karş›, seni övmeli!..
Mutlu gemilerin son akşam›, son dirlik!..
Son belli belirsiz umutsuzlu€u yaral› kalplerimizin...)
Son bayrak – Hurmalar› – ölülerini ve gömecek olduklar›n›
and›lar –
Oturum üçte bitti – yani tam üç’e kadar topland›lar –
Ah, yaral› kalpler –
– belki de üç’ü beş geçiyordu – ama –
onlar üç’e kadar sand›lar –

“Birden. Çamaş›rlar› ütülemediler, buruşuk.


Art›k nehirler mi kapand›... Ne yaz›k!..
Sahi,
bir resimden. Art›k. Mutlulu€un ay›p göründü€ü
birden geçip yiten son eski zaman.
Son akşam saati. Son bu€u. Her şey
ölü. Öfkenin sonsuz bir anlam gibi
göründü€ü. Çocuklar›n bile öldü€ü...
Son.”

Oturum nehirlerden konuşularak bitti – üçte – evet – belki –


üçü beş geçe – belki üçü beş geçe –
radyolar yazmad› – gazeteler söylemedi –
evlerde – üçte – kalkt›lar –
zaten ayaktayd›lar – oturum sözgelimi –
söz istemediler – evliliklerini yaşad›lar sadece.
(Ah, kolkola gece saatleri, daha ileri saatler,
saatleri o vakte kurmalar. Her şey ne kolayken
pazar gömlekleri kolal›yken,
arada bir, birbirine anlaml› dirsek vurmalar
öldü€ümüzü, çocuksuzlu€umuzu bir hat›rlamasalar...
239

Nehirler,
kapan›nca saat kaç?.. Üçü beş!..
Bu son muydu?.. Üç’ü beş?.. Ne yaz›k üç’ü beşe...
Bir daha yok mu üç’ü beş?..
Demek, bu, son üç’ü beş!..
– Senin salatan› seviyorum sevgilim,
geceni de,
Demek bu son üç’ü beş?.. Geç kalmayal›m, çabuk
olal›m!..)
Ne yapt›lar?.. Ah sonsuz sonuçsuzluk – yaşl› karars›zl›k –
ne yapt›lar – ne yapard›lar –
Oturum üçte bitti – Belki üç’ü beş geçe – Ne –
oturdular –
söz istemediler – yak›nd›lar – inand›lar –

“Sakin akşam kimi olsa götürürdü


bir yüzün,
bir diri hüznün a€›r a€›r öldürüldü€ü
kimin öldürüldü€ü.
Son akşam saati. Bitmez sevecenlik.
Y›kanm›ş çamaş›rlar› giydirdiler
giydiler.
kadehler ve çatal – b›çaklar, kunduralar ve
bir şeyin sadece kendi anlam›nda görüldü€ü...”

Gece geldi – gelmişti – sevindiler – oturum bitti – bitmişti –


söz istemediler – söylemişlerdi çünkü,
Kim?..
(Sen ne iyisin, dediler.
o kadar dediler.)
240

SON SU

Birinci alt› ayl›k dönem!..


‹kinci alt› ayl›k dönemde. Belki bir su
dönemi. Her şey olan. Y›ld›ran bir pişmanl›k. Bir su
Son ça€r›s›yd›. Geç kalan›n. Yaşaman›n. Ve kelepçe
ve sonsuz izmarite vurulan. Hep yanan. Son
olamayan çocu€a. Belki son petrole
son yeni ç›kan yontulmuş mermere. Nas›l
ça€r›l›rsan›z. Nerede olursan›z. Öyle bir su
Nerde bunlar. Nerdesiniz. Geç kald›n›z. Kald›lar
Birinci alt› ayl›k dönem!..
‹kinci alt› ayl›k dönemde...

Bir çiçek. Sümbül. Bir aşk› tamamlarsa. Bir


el. Bir başka el üstündedir. Sinemada. Korkusu
salonda. Her durakta her dükkânda bir pençe
ç›lg›n kanl› ç›lg›n. Son deşilmiş. Su. Kald›lar
sadece kendilere ba€lan›nca. Bir su. Temizleyen
doldurulan. Herkes meydanlarda. Herkes
uzaktan ve yak›ndan sar›ld›.
Birinci alt› ayl›k dönem?.. Bir.
‹kinci alt› ayl›k dönemde?.. Bir.
Yeşiller ve su akt›. Su akt›.
Çatlak sürahiler k›r›ld›...
241

ÇA⁄DAŞ YER‹ MIZRA⁄IN

Tam m›zra€›n deldi€i yerdi, birden parlad›. Odada


‹lkel bir silâh›n birden ça€daş oldu€u. Kanla.
Bir s›z›. Sa€ elimde bir haritayd›. Kanla.
Aranan bir şey. Kan. ve Benzin istasyonu
Uzaktan geçiriyorum an›s›n›, Sallan›yordu
Anlamad›€›m bir şeydi. Sallanan...
Bir duvar›n birdenbire ak oldu€u.
Ey benzin istasyonu.
Aşklar bitti sevinçler bitti, ey orman!..
Akl›k gibi, ay›rt edilmeden taş›nan.

Gelir şimdi ölmüş bilinen bütün şark›c›lar


Bir uygarl›€› yeterince anlatmaya. Bütün şark›c›lar,
Flâvtac›lar flâvtac›lar flâvtac›lar.
Beklenen hangi utkudur, ey orman!..
Hangi? O giyimli yabanc› adamlardan.
Hangi ça€daş uykusuzluk, ey orman,
Alkolün yar›m yamalak tesbit etti€i akşamlardan.
Bir caddede, bir ç›lg›nl›kta, bir duvar önünde
Bir uyan›ş gibi kendili€inden taş›nan.
– Bütün herkeslerin “ihtilâl” diye
ortalara döküldü€ü bir akşam –
Bir yanl›ş gibi kendili€inden taş›nan. Ey orman,
Bütün imamlar›n ve kardinallerin ç›plak oldu€u
bizi bir boyutun i€retili€ine ça€›ran...
Bir de€işmez düzenin sahibi, bir yanl›şl›k
ölüyor. Ve bir an› sonsuz düzenine giriyor.
242

“Sen!.. arkan› döndü€ünde herkes a€l›yordu


ölümün ödenmez bir faturayd›. Herkes a€l›yordu.
Döner kap›lar a€l›yordu ve bütün açgöz garsonlar
yanmam›ş sigaralar, alkolcüler, tütün do€rayanlar. Ve
Hangi haber!.. O sonsuz solu€u yad›rgatan
–kafatas›n uyanm›ş– Birisine göre bir an›,
birisine göre bir sevgi olan herkes...
Bir uyku kaybedilen, bir timsah kaybedilmiş
ve dibi baltalanm›ş bir totem,
–belki bir ince akşam bile–
Yanl›ş bir bilet olan herkes
Yanl›ş bir model olan herkes.
Senin uykunu ve a€laman› tan›yorlar. Görkemsiz
ve aşa€›l›k. Yas›nda
K›rlar›n ve zaman›n karanl›k bir tu€lad›r uykular›nda
paras›z, s›k›nt›l› bir otobüs yolcusu–
nun...”

Bir ufak ›ş›k, o ufak. Yerimizi gösterin. Şaş›rd›k karş›s›nda


ve ilişkiler bizi şaş›rt›r elbet. Sen orman. Tut.
Bitti.
Aşklar ve sevinçler bitti. Ey orman!..
Büyük adam gelir. Sevimli bir su terazisini okşuyorum
o bir duvara kendini çiziyor,
ey orman
o yeşillik art›k bir al›şkanl›€a dönüşüyor usumda..
243

KUŞUN YER‹ BEKLEMEK

Bir yerden bir yere giden adamlar


Bölüşüp bir prensesin yaşamas›n›
–kad›nlar› çamaş›r y›kamad›lar–
O sonsuz çalg›lar, sonsuz duvarlar
Tan›nmam›ş kimlikler, üstelik yaşanmam›ş, kuşun
yeri gülmek. Ve damlar ve bacalar tüten damlar.
Yaşanm›ş bir da€ yolu, mermerden, çamaş›rdan
Ara sokaklarda bilmeden yaşamak taş›yan
Bir yerden bir yere giden adamlar.
– her şey düzgün san›l›r bir trende h›zl› bir trende
uykusuzluk, suçlar, kahvalt› üstüne kahveler kahveler
her şeyi ölçüsüz k›lan o büyük oteldi.
bir sokak baş›yd› belki, belki
bir türban
sonra sular, kokular, faturalar. Hep.
Bir yerden bir yere giden adamlar,
bir küçük kuşun şaşk›n uykusunda s›raland›lar.

O sonsuz duvarlar. Sen beni öv!..


Bir kuşun uykusu nas›l incedir.
K›v›r›nca boynunu o sonsuz karanl›klara
ve kaçar sonsuz üzengilerden kuş.
Da€dan... –yatan bir adam›n sonsuzso€uklu€u–
Kedilerle birlikte. Art›k,
Kimin an›s› olur bütün gelecekler. Bir an›s›.
Bir kenti güldürmüyorsa, kimin?..
– bir yerden bir yere giden adamlar
sandviçler doyurmuyorsa kimin...
Akşamüstleri, a€açlarda, paralarda. ‹şte
O şaşk›nl›k. Bir ak›ş halinde.
Ellerinin
Bir yere var›yordu uzamas›.
244

Karş›tl›€›n anlam›nda, yüksekten


Bir yerden bir yere giden adamlar.
Ekleyip, durmadan ekleyip..
– b›rak›nca parklar›n ›ş›kboyal› sular›n›
Onlar. Art›k sonsuz avc›lar›d›r kelebeklerin.
O. Hiçbir şeyi anlamayan. Şehri. Örne€in,
kurşuna dizilmeyi. Hem itilmeyi, hem sevilmeyi. Hem
– bir s›cak yaz günü denizde ölününce. Denizde
bütün kötülükler ölmeyince.
Sabah, sen her şeyi biliyorsun!..
O uzaklaşan›n yeri tutulmal›
O adamlar›n b›y›klar› varsay›lmal›. Kinleri
ve çocuklar›. – ölmeseler b›y›k b›rak›rlard› –
Herkes ölürken – ki herkes ölür –
Bir yerden bir yere giden adamlar
Bölüşüp bir s›k›nt› yolculu€un uzamas›n›...
245

AHD–‹ AT‹K

tekvin

ve öyle bir yaz geçirdik Tanr›n›n Bahçesinde


Bozuk paralarda sinemalarda gerçeklerde

Uzak görüşlülü€üne inan›p sular›n her şeydi taze


yaln›zl›€›m›z de€il

bomboş ellerimizde sonsuz düzenler


anlaşamad›k erinçin ve karş› koyman›n gerekçesinde

korkusuz belki ama umutsuz de€il ve uykusuz


akl›m›z kendimizin yapaca€› bir şeylerde

dünyan›n bütün saatleri onikilerde

her şeylere bir başlang›çt›k ve bir sonduk


ve kimbilirdi aşk nerde oteller nerde

biz bir ac›yd›k ac›m›z idi bütün fenerlerde


ve kimbilirdi aşk nerde oteller nerde
246

indik ve yorgun arg›n ve sayg›m›z idi yok


boşalm›ş istanbulda gökte ve her yerde

dünyan›n bütün saatleri onikilerde

bir nefesin bütün uykusu kendini yontu sanan bir taşt›


yaln›zl›€›m›z de€il

bütün çocuklar uyudular gelinler ere vard›lar


sonra bir sabah ölmüş oldu€umuzu okuduk gazetelerde

kimbilirdi aşk nerde oteller nerde

ah, büyük gök yoksulsun suyumuz bile de€ilsin


ve mavili€in ve karanl›€›n ve karş›tl›€›n nerde
ah yüzgöz oldu€umuz sanki kar›m›z deniz
ve karş›m›z ve arkam›z ve her yerimiz

kimbilirdi aşk nerde oteller nerde


247

göç

uzakta. Kimsenin ölmedi€i o yerde


Uzakta. Hayvanat Bahçesinde
do€urur kendine ayk›r› fil
y›kanmaya su da€›t›l›rd›, herkes,
kendi akşam›n› ç›kar›rd› karanl›ktan.

Karg›ş, o güzel bitki, ona tapard›k!..


Kalabal›k ölülere dirilere bölünürdü
Uzakta. Çok kesilen k‛tlar ülkesinde...

sular o yanl›ş kökleri çürütürdü.

ve kimsenin hiç görmedi€i yerde,


onun bir kan tad› idi sesinde
benzin ve banka da€›t›l›rd›, herkes,
göçen, yerleşen bir şey de€il
herkes ka盺and› yaln›zl›ktan.
Kad›nlar erkeklerle idi, yaln›zl›ktan
herkes herkesle idi yaln›zl›ktan...

Karg›ş, o güzel bitki!

ve sonra duvarlar› dibinde ölünürdü.


Ölüm idi kolayca yenen kişiyi,
uzakta. Hayvanat Bahçesinde.
bir çocuk, bir öyküde, bir düşü, yürütürdü...
248

levililer

... saçlar›n›z› ve t›rnaklar›n›z› büyütünüz dediler


büyük olsun,
büyüttük...
ve trenlerde gidiniz ve otobüslerde ve gazete
okuyunuz!..
ve hep gidiniz!..

ve atlar ve tüfekler ve sözler eskidi bir gün.


O gün. Art›k büyüdünüz dediler...
o gün art›k büyüdünüz dediler...

... ve bir gün yaln›z kal›nd› bütün ilişkilerde


ve kimbilirdi aşk nerde oteller nerde?..

E€lendik köhne uçaklarla, kokulu sabunlarla y›kand›k


saçlar›m›zla, yeleklerimizle k›vand›k...

O ya€makaranl›k büyürdü durmadan,


“Yaln›zd›k, Kimsesizdik, Ba€›şlanmal›yd›k...”

Ama kimbilirdi aşk nerde, oteller nerde?..

... şeyi indirdik, ses, boş, ad› biryerlere yaz›ld›.


eskiyen nesi varsa onundu, ald› yürüdü, gene de...

Bir susuzluktu onun şark›s› belki tuzlu ve hüzünlü


Her gün bir sevinç yabanc›yd› onun a€z›nda
Partilerde Meydanlarda, örne€in SüPanCe bo€az›nda,
çok çok idi, bir gözlük, bir boyun atk›s›, bir ölüm!..

Bir gün, günah yap›lmazd› hiçbir yerde


ama kimbilirdi aşk nerde, oteller nerde!..
249

say›lar

Nas›l çoktuk – iyiydik, nas›l kalabal›kt›k – bolduk


Bir tuz ve bir sakal.
Durakta...

Yaşayan bir kediye a€›t. Sonuç.

Sevinçli şapkalara, tüylü kumaşlara, bir adam›n son


evine bir çalg›d›r b›rakt›€›m›z. Sonuç.
Ey – ey, siz, bütün gemilerin kocaman kaptanlar›. Sonuç.
ey en güzel ölügemici.
Sinemalar, defterler, yollar doldu bizimle.

Gelişen bir a€›t.

Askerler ve m›z›kac›lar için. Sonuç.


Kimbilirdi aşk nerde oteller nerde..
Art›k ellerimiz kimbilir hangi güvertede, karanl›k
geceyi bir suyla aç›klamaya u€raş›yor. Sonuç.

Gelişen bir a€›t.

Ben 11’le gidece€im sen 17’yle mi?..


Sen beni seversin
atlar öldü€ünde ve
şapkam başka olsa bile...

‹şte. Bölündük belli olduk.


Durakta.
250

tesniye

Dişlerim ac›yor s›kmaktan


tiyatroday›z. Yanl›şl›k sonsuz biçimini buluyor.

ah şaşk›n mevsim biraz ç›lg›ns›n, kal›r›z.


otobüsler kaçar, biz kal›r›z.

herkes ç›kar, alk›ş yok

ah ç›lg›n durak sesin çok uzak


sesin öyle uzak
her şey öyle art›yor, sesin çok uzak

ben iki kişiyim övüşürüm durmadan

ölü bir bal›k›z öyle, ölü bir bal›k


beyaz eli bekliyen
an›larla say›lar ard›nda

ben iki kişiyim övüşürüm durmadan

her şey biraz ince biraz kal›n


bir cenin büyür şurda perdesi kal›n
göller üstüste gelir ve sular kal›n
insanlar›n benimle görüştü€ü saatlerde

ben iki kişiyim övüşürüm durmadan


251

ve bir post bir bedeni ›s›t›r


bir kentte güneş batt› m›yd›
beyaz eller işler ve lokantalar

ben iki kişiyim dövüşürüm durmadan

ey ç›lg›n durak kal›n


övmemi bekleyin ve kal›n
eller ve ayaklar ve k›llar kal›n
büyük bir şeye geliyoruz bulut gibi
saklanan ve güvenilen bir şey
herkes ölürken herkes kal›rken bile kal›n

kimbilirdi aşk nerde oteller nerde...


252

ATLARI SEVEN B‹R ÇOCUK

Bir güneşlenmek yeri!.. Deniz. Uzak an›msamalar!..


“Haziran bu y›l da geç gelecek, biliyorum.”
Sizin burnunuzda bir tütün kokusu, her yerinizde
Bir tütün kokusu,
Bay deniz kestanesi.
Ve uzaktaki şemsiyesi bir balmumu ar›s›n›n...

Bir güneşlenmek yeri!..


Gazozlar hâlâ s›cak, hâlâ ö€leden sonra “ne iyi”
Demek hâlâ yak›nmaya hakk›m var.
Kelimeler soluk. Bir şey mi yapmal›y›m?
–Evden mi kaçmal›y›m?–
(Saçlar›n› tarad›, güneşe bakt›
Kendi sürecini yaşayan bir bakla)
“Gel al güzel deniz ayg›r›, yaman pegasus
sonsuz kargaşam›.”

Atlar› çok seven bir çocuk...

“Senin resmin var ya uzay›p gidiyor duvarlar›mda


Marionetshire’da Harlech Castle’›n bat› kulesi
Aşa€›l›k zapartas›yla amcam›n.”
Bir sülü€e can çekiştiren eski geçmiş, eski eski
ve tuzda ölüm,
Sardunyay› sulayan, eski eski...
Bak›rla demirin dövüştürüldü€ü yavaş bir akşam
Öbür şeylerin ve k›rm›z› ›ş›klar›n
Bak›rla demirin bir sar›ş›n perçem akşam›.
–Evden mi kaçmal›y›m? Kaçmamal›y›m.–
Güneş birden batard›, her yerde kediler ve a€açlar vard›
253

“Amca”
Nas›ld› iki tekerlekli arabalar...
“Senin bildi€in bir şey var, bana demiyorsun
Söz gelişi ald›m bir kayay›
Bir kayay› ne yapmal›y›m, demiyorsun...
Oysa ben senden daha çok şey bilirim büyücüler üstüne
Evine sadece geceleri gelen ve s›cak şaraplar içen...”

Surlar› y›kt›n›z m›, akşam


Sar› bir başlang›çt›r, gitgide karaya dönen.
Karaya ve çocuklar bile, ve küçük yaramazl›klar bile, ve hakl›
“Siz bize hiç inanmad›n›z ki, hiç inanmad›n›z ki, hiç
Oysa bir akt›r karaya dönen, oysa çocuklar daha lirique’tir
Shakespeare’den. Sonra,
Makedonya falanjistlerinden daha kahraman...”

Beyaz at›n gölgesi, sen dur!..


Art›k bir aldan›şa kanmayan gözlerimden. Dur!..
“Duvarlar›m,
Gel al cepkenimi güzel at, duvarlar›m bütün senin olsun
Duvarlar›m, bütün ukalâ resimleriyle, babam›n s›k›şt›rd›€›,
Babamla annemin kavgalar›ndan ufak bir k›rm›z›,
Ufak bir k›rm›z›, duvarda, ufak bir k›rm›z›
Ufak bir k›rm›z›...”
Yeme€e!..
–Evden mi kaçmal›y›m? Kaçmamal›y›m.–
254

“Hiç anlamad›€›m Mondrian, serzenişçi Matisse


Bulan›k Siyahkalem, hergele Miro,
Atlar gidiyor...”
Sonsuz bilincine yaşaman›n.
O atlar.
“Sonra gazeteleri görüyorum, bütün gizleri
Savaşa başlamak gerek galiba.
Yar›n. Yar›ndan tezi yok. Baltam› ve b›ça€›m›
ve Atlar›m›...”

“Amcam kravat›n› düzeltti, babam eski bir evde.


Bir yepyeni k›şt› ›sl›klar› de€erlendiren
Ne e€lendik ne e€lendik
Elbisesi çok eskiydi...”

Ne akşam›? “baba”
Haziran gecikecek biliyorum...

“Ama başka bir şeyi de de€iştiriyor,


Atlar› atlar›
Atlar›...”
255

KADIRGA

Kendisi

Bir şafak art›€› gibi sanki yoktu. Kullan›l›rd›


‹çkisi ve eti kötüydü, Tanr›
Çabuk kocalt›rd› kad›n›n›...

Geçmişi

Kahraman kad›rga. Kad›rga


Sonsuz yüzölçümü...
Aşklar› ve savaşlar› birimleyen.
Karalar›n ve denizlerin ve kad›nlar›n en s›cak
Yerlerini bilen.
Hayvanlar›n ve makinalar›n
Bütün sonuçlar› başlang›ca ba€layan, kahraman...
Çocukluk ve olgunluk ve ergenlik sular›ndan
Başar›s›z bir deniz akşam›na hiçbir şeyi kalmayan
En başar›s›z bir deniz akşam›na
Elinden al›nm›ş bir akşama
(An›s› bir otobüs yolculu€udur, biraz yaklaşmad›r
Biraz gölgeler ve askerlik)
Başar›s›z bir kahraman
Kad›rga!..
256

Denizi

Zaman› ölçen makinalarla


tuzu ve üzüm kütüklerini ölçtüler.
ve insan›
çocuklar› ve tüfekleri
şiş kar›nl› çocuklar› ve gürbüz tüfekleri...

Vakti

Kar›ş›k bir yad›rgamad›r orda burda, şehirlerde


Co€rafyada.
‹skenderiye feneri dolaylar›nda tuzsuzluktur
ve dayan›ks›zl›kt›r japon denizinde.
ve her yerde aşk› cinayetlerle küçümsenen
kötü tütünler içip
zehirlenen.
O!..
Kahraman kad›rga
Ayakalt› meyhanelerinde.
257

Sonu

O sürer. Pirinç çivili b›çak saplar› gibi.


(Bir akşamüstü otobüsten indim,
gittim bir denizin k›y›s›na oturdum
bir herhangi denizin.
Bir hazin ve haz›rl›ks›z oturdum.
Ellerim sular›nda.
Haz›rl›k bir savaş çantas›yd› ancak, s›rt›mdayd›
Çantama çamaş›rlar›m› katlay›p kodum.
245 bin 890 bin falan...
Zay›fl›€›m bir may›s sonu akşam›yd› sanki
Biraz serinlik, biraz demode etek.
Ucuz bir şarab›n herkese verdi€i ucuz şaşk›nl›k
– Birlikte ç›kmam›şt›k, sonra buluştuk
Pantolonumun dü€mesini ilikledim, kravat›m yoktu
düzeltemedim... Dedim ki, –
Ellerim sular›nda...)
– önce omuzluklar, kusursuz
yenilmez ve kesin – bir şarap ›smarlar gibi
yahut kurşuna dizer gibi, kesin –
Öyle kesin, al›şt›€› bir şey.
258

Su kesiminin hemen alt›nda


Tam onun işe yarad›€› yerde, ça€r›ld›€›
yosun tutmuş dümenin yan›nda. –
(Deniz bana uyan›kl›k verirdi
azd› ama verirdi.
birden sar›l›rd› karanfiller
Fi otlar›, deniz böcekleri,
Birden butan kokular›, bir damarda.)

Sat›n ald›kça güçlü ve


Mutlu. Sat›n ald›kça...
Yoksa kahraman.
Akşamlara do€ru her zaman kara...

Sensin, kahraman kad›rga!..


259

ÖLÜ YIKAYICILAR

ö lü m ü n b i r i n s a n d a d o € r u l a d › € ›

‹yi ki geldiniz burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
öyle solgunuz...

Perdeleri kald›rd›k. Ölüm


Islakt› dünyada. Denizsiz bir sal› günüydü.
Camlar› açt›k, öyle kald› art›k.
Denizsiz bir sal› kimler için önemli?
Ölü, boşlu€umuzu doldurdu birden,
Kolas›z, yak›ş›ks›z (ölü y›kay›c›lar gelince)
Sigara masalar›nda, tenteneler,
duvarlarda aile foto€raflar›, ölüye uygunsuz.
Camlar› açt›k, öyle kald› art›k. Tâ ki,
bir kad›n su içsin evinde. –Ad›n bir
avunmad›r omuzlar›mda ve anla€›mda, büyük su–
Bazan bir ölüm büyük bir yad›rgamad›r şehirlerde.

“Geldiler. Büyük ocaklar›n› kurdular


bir at› ürküttüler ve yusufçuklar›.
Denize gitti onlar.
Ölünün çenesini ba€lam›şlard›, uzatt›lar.
Karn›na b›çak koydular, kara sapl› arad›lar.
Ap›ş aralar›n› sildiler, temizlediler.
Karn›n› o€dular, yine sildiler.
Ayak başparmaklar›n› ba€lad›lar.
Kefenini biçip giydirdiler.
Ölümü tazeleyip ba€›şlad›lar.”

Vapurda bilet sordular, birden. Vakit,


Geçti. Küçüldüm.
– Bir ölüye geç kalm›yal›m baylar,
biletler nas›l olsa kesilir.
260

Sokak başlar›n› tazelediler bitkin sonuçlar


— Bir de fonde de pouvoir, nas›l ölür kimbilir?
ayaklar›n› y›kad›ktan sonra. Umulmaz.–
Tersaneden bir işçi, bir otelden bir garson
ve ben
ve bir su.
Uzungar’lar, uzunavlular, uzunsessiz
Yitirdi€imiz o son duyarl›k, o sessiz başkald›rma ölüme
ve kaçamak bir bak›ş, çekici külrengine
ölünün a€z›ndaki.

“Uzun sessiz ölüyü y›kad›lar.


Direnmedi. An›s› tükenmedi. Sürdü.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
öyle solgunuz...

ç e k i c i d ü z e n s i z li € i b i r ö lü y e g i t m e n i n

1935’te
bir akşam. –bir sal› akşam› san›r›m.–
ahah ben salak›m biraz galiba
Kafiyeye ve ölüme inan›r›m.
Bütün sular bir geçmiş’tir, bütün incelikler.
Tchoban Kolonyas› ve karpuz lâmbalar.
Kal›n bir örgü saç, sand›ktan ç›kar›lan
Devrimlerin ve çarlistonun an›s›.
Uçsuz bucaks›z bir trendeyim, trenler de bitmez ki.
Ben bütün trenlere vaktinde giderim,
trenlere, işe ve ölmeye. ‹stanbulda.
Ben biraz salak›m dedim ya.
Hele ölüme. Hele bir dar vakitteyse ölüm,
Ölüm uygundur.
Ve bütün gençler nişanl› ve bütün iyi şairler hüzünlü
Örne€in bir ya€mur düşüyorsa
261

Bir adam işiyorsa tam bana ve ölüme göre.


Bir mermer zamans›z ans›n›yorsa.

“O gece trende sendikalar ve ölüm


ve deniz kapkara hayat›n› yaşarken
deniz kara
ve kad›nlar evliliklerini
ve polis gizlili€ini
Bir kentten bir küçük an›
ve akşamüstü lehçeleri..”

1935’te bir akşam,


Sar› b›y›k, dar, istafilina ve sekiz dü€meli gocuk.
Ölüm her şeye çok uygun, aldanmaya katlanana
ve çok gevşek.

“Ölüyü y›kad›lar Direnmedi. An›s› sürdü.


Tabutuna koydular.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
öyle solgunuz...

tük e nmez k af iye nin k azand›rd›€ ›

Ölümden konuşulacakt› elbet, hem de durmadan


Sonsuz kan bir kesikte p›ht›laşmadan.
‹nsan›n zaman› varsa çay içmeye ölüm,
bir kafiyedir sonunda, yaşamaya.
Ve ölüm yüceltirken kurumuş dengemizi
Ahah inan›r m›s›n›z iyi şairler bilir kafiyeyi
ve iyi zamparalar, parmaklar› yüzüklü.
262

“E€lenelim gel gülüm


Önümüzde bak ölüm
Sen bana bir vido çek
H›zlans›n deli gönlüm
E€lenelim gel gülüm.”

Ölümden konuşulacakt› elbet. Çünkü ölüm


Son çare de€ildi mutlulu€a.
Savaş yeniden anlamlan›yordu. Bir eski bahçede
Bir eski trende ve bir eski zamanda.
Bir eski zaman,
O hain tutarl›l›€›n› kabaca hat›rlatmadan.
Bir ölünün ilk akşam›yd› birden dünyada,
Zaman bir tedhiş miydi, ald›rmad›m,
bir tedhiş miydi, ald›rmad›m.

–Sizi bir yerde görmüştüm öyle san›r›m


Sizi bir zamanda görmüştüm öyle san›r›m
Terbiyeli ve saçlar›n›z k›v›rc›k de€il
öyle san›r›m.–
–Ben iş kovalar›m orda burda. Baremliyim, orda burda
Sicil numaralar›m var orda burda. Belki oralarda.–
–Belki Yeşil Ördek meyhanesinde. Belki bir karakolda,
Belki bir ölüm ilân›nda.–

Oralardad›r.
Hep anlams›z şiirler yaşar›m, karanl›k, orda burda
Hep gazeteler yaşar›m orda burda.

“Karanl›k yaş›yor bizi, belki biraz korkuyorum, benim


her şeyim biraz su içer gibi öyle kolay, biraz da
işer gibi, sonsuzlu€a.
Halbuki ben sonlulu€a.”
263

–Evet belki Yeşil Ördek meyhanesinde, 1935’te


bir akşamüstü lehçesinde, çok uzak, çok beyaz
çok ›stakoz.
Belki bir karakolda dövülürken,
Belki bir benzin istasyonunda,
Ya€larda, mazotlarda.–

Deniz uzar şimdi mavi haritalarda, uzamal›d›r.


Oysa ne gere€i var ölümden konuşmaman›n, biraz
Böylece biraz daha yo€un yaşar olman›n, biraz
kafiyeli. Ne var?
Sadece korkuyorum biraz, yani korka€›y›m
Bir güzel sonuca uygun olman›n...

“Ölüyü y›kad›lar. Direnmedi. An›s› sürdü.


Tabutuna koydular. Direnmedi.
‹mam yakard›, el kald›rd›k.
Sordu. ‹yidir, dedik.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
Öyle solgunuz...

Ben hep biraz aptal›md›r deniz üstünde, deniz


ak›ll›d›r da ondan.
Hiçbir şeye ba€l› olmayan kendi, çekici sorumsuzlu€u.
Bir gemi gider gider ve deniz yaşar böylece
Yemekler yenir ve Ölüm.
Ölüm hep en uzakta. En güzel sessizli€i büyük tekni€in
Çayc›lar, dalgac›lar, al›p satanlar,
Sorguya çekenler, denizi eskiten herkes, ben.
Bir ölüye giderim, ne deniz umurumda ne de Pontus
Ne de bir tren, ne de bir denge, sözü edilen
Deniz uzar, bir s›cakl›k sunar›m kendime, kendimin
Obur kedilerine. Yani yeni bir akşamüstü lehçesi
Bir elim kanar, solgunum, p›ht›laşmadan
Tanr› hat›rlarsa, savaş hat›rlarsa, son çarş›ya bakmadan
264

Biliyorum, biliyorum
Ölüm için şimdilik yorgunum.
Yani herkes kadar son çarş›ya bakmadan.
Bir deniz ufal›r ölüm karş›s›nda
Ben ölümü bir kente övüyorum. Bir küçük çocu€a,
Sokakta ezilen, parçalanm›ş baş› ve alfabesi
zab›tlara geçmiş
Her gün de€işen şark›larla avunan, her gün ›smarlanan
Gazoz!..
Lodos büyütüyor deniz maceram›z› ve denizi
Ve küçük mescitlerden büyük camilere koşan bizi.
Ve kafeteryalarda param›z yetmeyince, bizi...

“Ölüyü y›kad›lar. Direnmedi. An›s› sürdü.


‹mam yakard›. El kald›rd›k.
Sordu. ‹yidir dedik.
Omuzlar›m›za ald›k götürdük.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
Öyle solgunuz...

onlar öyle iki ayn› görüntü


b i rb i r i y l e ç a k › ş m › y o r b i r t ü rlü

‹ki şeyin birbirinden ayr›m› vard› o zaman


Kendini seven sanan veya umursanm›yan
Bütün uzun boylu adamlar›n öldü€ü bir akşam.
1935’te bir akşam.
Tersaneden bir işçi, bir otelden bir garson ve ben ve bir su...
Yani her şeyin biraz sevinç ve biraz hüzün oldu€u.
Şark›lara ve benzinlere sürülmedi€imiz
265

–Bu tren kaç sterlin bay›m?–


San›r›m 1935’te bir akşam.
–Bu tren ne kadar kutsal bay›m?–
–Yani kaç dolarl›k m›?–

“O mermerden hat›rlan›r art›k, bir da€ evinden ç›kan


evli bir adam gibi.
Ve gizli bir suçtan bir parça kişilik ç›karan.
Ve gazete başl›klar›ndan artan.
Sonsuz düzen kimi hakl› ç›kar›r.
Tren durmadan uzuyor, geç kal›yoruz. Demir ve alkol
al›yoruz.
Ne yaz›k, bir haziran da biter sonunda,
Ve ey gök sen benim çizdi€imsin sonunda
Nerde şimdi o ç›lg›n gündo€umu, o herkesin karmakar›ş›k
oldu€u, kirazlara ve sulara günlerce bak›lan dönem.”

–De€il mi bay›m?–
–Evet Bay›m.–
–Seçim ne zaman?–
–De€il mi bay›m?–
–Bu ay›n ya sekizinde, ya onunda.–

Bitse art›k yapt›€›m›z, bütün resimler anlams›z


Bitse art›k yapmad›€›m›z.
Sabah olsa,
Sabah olsa Çay içsek.
Ölünün başucunda, m›?
Karanl›k ve yap›şkan uyku bitse yani us

–Yani bütün okullar› kapasalar Tayyar Bey,–

“Suya gitsek. Bir ben bir garson, bir ben bir garson, bir son.
Ey gök yenildin. Seni umursam›yorum. Ölüm için yorgunum.”
266

–Ya sekizinde ya onunda


ya sekizinde ya onunda
demek ya sekizinde, ya onunda.–

Bir sabah, istasyonda, bir yazl›k istasyonunda...


Ölüm ne zaman?

“Ölüyü y›kad›lar. Direnmedi. An›s› sürdü.


Omuzlar›m›za ald›k götürdük.
Tabutu g›c›rdad›. Zorla götürdük.
Götürdük, el ba€lad›k.
Namaz›n› k›ld›k.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
Öyle solgunuz...

tay yar be yin dünyaya al› şk anl›€ ›

O gece trende sendikalar ve ölüm


Kar›ş›k bir akşam gibiydi lokanta vagonunda
Eksik bir tans›k ay›r›yordu hepimizi
Herkes Almanyaya giden bir mektuptu sanki

– Bak›n Tayyar Bey sizin saatiniz kaç?


Olsa olsa yirmibirotuz.
Belki daha fazlas›na yoksunuz.

Yaşamak sindirilince oralarda buralarda


Herkes çözümsüz bir baba-o€ul
Direnen ve arada bir ans›nan
Kendi kendini hükümleyen, boşlu€una
Karbonat, diş macunu, biraz ülser ve gece.
Araya seçimler, karakollar ve sendikalar girince
Düzenin ve korkunun sar’as›na tutulan.
–Bak›n siz durgunsunuz, çoksunuz
267

Bir mektup al›nca yahut


Kap›m›z çal›n›nca
Çok uzaklardan gelen bir sucu gibi
Ellerimiz ac›r ac›r.

“Ölüyü y›kad›lar. Direnmedi. An›s› sürdü.


Tabutu g›c›rdad›. Zorla götürdük.
Götürdük, el ba€lad›k.
Namaz›n› k›ld›k. Er kişi niyetine.
Çitlembik a€açlar›n› gördük.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
Öyle solgunuz...

ü ş ü r ü z s u ç lu lu k t a n
s u ç lu y u z y a ş a m a k t a n

Çitlembik a€açlar›n› gördük.


Cenaze namaz›nda bir ‹sevî. Durgun.
Törenlere al›şk›n.
Bir avuntu ile tutulan.
Kimileri yorgun gemilere benzer
Alkolün dürtüsüyle umutlanan.
1935’te,
sadece bir ‹sevîye mahsus bir akşam
Kantolar›n marşlara haz›rland›€›...
Üşürüz suçluluktan
Suçluyuz yaşamaktan.
268

“‹€renirim şiirden, kelime oyunlar›ndan


sudan, sabundan, sabah içilen sodalardan
ve bir ça€da yaşamaktan.
Ve Shakespeare’den...
Sular›, da€lar›, sular› anmamaktan.
Üşürsün, suçluluktan,
Bana aşkl› bak›şlarla bakmamaktan.
Art›k ellerimi seviyorum, art›k
büyük ›ş›€›.
Art›k büyük yan›lmay› ve ç›lg›nl›€›
Art›k başkald›rmay› ve suçumu
bunalmaktan.”

“Ölüyü y›kad›lar. Y›kad›k. Direnmedi.


An›s› sürdü. Zorla götürdük.
Namaz›n› k›ld›k. Er kişi niyetine.
Çitlembik a€açlar›n› gördük.
Ald›k. Götürdük.
Gömütüne getirdik. Topra€a koyduk.
Ya€murdu. Island›k.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
Öyle solgunuz...
269

f o n d e d e p o u v o i r ’› n
a k › l a lm a z y o l c u lu € u

Bütün, bütünlemeler bir yana


Sar›ş›n bir bar kad›n› ile lokanta vagonunda
Bir imza koyar›m 100.000
Ben sadece imza koyar›m, başkas›n›n ad›na.
Bu tren kaç y›ld›r yürüyor.
Menü!..
Tavalar, ›skaralar, haşlamalar, vesaire
Benim yetkim ne sanki trenler uzunsa
Öyle de€il mi bay›m?
‹şte siz de burdas›n›z ben de burday›m.
De€il mi bay›m?
Bir gün örne€in kendi ad›ma bir imza
Ben yokum.
Ben hep verilen bir yetkiyi yaşar›m.

“Siz bayan Ceylân af buyurun,


içkiler kar›ş›k,
bir çocu€un k›rm›z› yorgan› eskidi
art›k.”

Venezuela başkald›rmas›nda 400 kişi öldürüldü ise


De€il mi bayan Ceylân? Ben buna ne yapar›m?
Ben sonsuz bir e€itim yaşar›m.
An›m›z büyük büyük kal›nca duvarlara
Üzgün bak›şlar›m, b›y›klar›m, saçlar›m
Hepiniz tan›ks›n›z, hepinize bir şark› benden
‹şte sonunda ben fonde de pouvoir’›m..
Ben seçimleri, kaçamaklar› ve alkolü yaşar›m.
270

“Çitlembik a€açlar›n› gördük. Oysa


k›rm›z› yorgan› eskidi bir bebe€in.
Ben biliyorum. 604 gümüş Roma sikkesi
kayboldu müzelerden. Ki o sadece
Şarap ve köle almaya yarayan bir Roma
paras›yd›.
Korkuyorum duyarl›€›mdan ve tanr›s›zl›€›n
ad›n› anmaktan.
Sonsuz düzenini sürdürürken bir deniz
eski ça€lardan...”

“Ya€murdu ›sland›k.
Kaz›c›lar oradayd›lar. Kazd›k.
Korktuk ve a€lad›k.
Toprak kara ›slakt›. Yakard›k.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
Öyle solgunuz...

bir mektup

“...art›k büyük geliyor giysilerim


kardeşim kardeşim kardeşim
utan›yorum art›k utan›yorum
Bak›ş›m bulmazsa bir bak›ş›
Da€d›r. Adam›n biri vard›. Öldü!..
Ne olumsuz benim bana benzeyişim.
Adam›n biri vard› öldü. Utan›yorum
Birileri daha öldü utan›yorum.
Bir pencere kapan›r gibi, öyle, her yan›m...”
271

Bir köpekle yatar gibi kendi kendimle


Sanki ucuz, sanki karanl›k
bir kaplan solu€u ile yaş›yordum o tazeli€i.
Ah yazlar ne güzeldir kimbilir. Suç olmasa
O trenler, o kaçmalar, o deniz ya€murlar›
O kötü mektuplar, psikanalizler. 1930...
Ne yapsak o!.. Serinlik...
O serinsizlik...
Bak›r ve tahtadan yan›lm›ş bir ay›ş›€›,
belki bir mevsim belki bir an› yetiyor an›lmam›za.
Savaş suçsuzluktur işte belki...
“Neresi dediniz hâlâ m› tren?
Ah evet hâlâ tren ah evet hâlâ o deniz
Hâlâ bir tenha akşam, bir trenin
o çekici yabanc› akşam›.
Yani hâlâ bir ölü akşam›.”

“Ya€murdu ›sland›k.
Kaz›c›lar oradayd›. Kazd›k.
Korktuk ve a€lad›k.
Toprak kara ›slakt›. Yakard›k.
Aç›lan çukuru gördük. Derindi.
Tabutu tuttuk.”

‹yi ki geldiniz, burada bulundunuz


Her şey öyle uzun, biz so€ukuz ve
öyle solgunuz...
272

a€ ›t

Ç›lg›n!.. Bir da€dan gelen ses!..


Kimli€i kar›ş›k. Bir ölünün içindeyiz.
Ellerim tükenirse ne güzel!..
K›y› adamlar›na içki götürüyorum.

“Bir köpe€e bir a€›t


Bir kad›na bir a€›t
Bir k›y›ya bir a€›t
Bir do€u kentine bir a€›t
Bir bat› kentine bir a€›t
Bir kantine bir a€›t.”

Coşkun süreç bütün ba€›şlamazl›€›n› alm›ş gidiyor.


Su haz›r.
Herkes kendi azl›€›n› alm›ş gidiyor.
O trenler, uzun şeylerin aldand›€›,
Bir boşlu€u betimleyen ey en güzel resim.
Akşam›m›z k›y› al›şverişlerinin en gözde mal›.
Bir çöl bitkisinin gövdesinde rahat buluyorum s›rt›m›
Ölüme temiz de€ilim.

“Bir gün bir şeyler aran›rsa


Bu benim korktu€umdur.”

Ah sonsuz düzen
Nas›l da vars›n..

“Toprak kara ›slakt›. Yakard›k.


Aç›lan çukuru gördük. Derindi.
Tabutu tuttuk. Tahtalar› koydular.
Tabutu indirdik. A€lad›k.
Topra€› ellerimizle att›k. A€lad›k.
Ölüyü gömdük.”
273

ö lü a k ş a m › n › n d u r g u n lu € u n a

1935’te bir akşam.


Bir sal› akşam› san›r›m.
Perdeleri kapad›k. Öyle kald› art›k.
Duvarlar›n uzakl›€›nda ve durgunlu€unda
1935’te bir akşam.
öyle
kald›k.
274

YEN‹LG‹ GÜNLÜ⁄Ü

Pa z a r t e s i

benim ad›m› ba€›şla

.......

“sabah uyand›r›ld›€›nda pazartesiydi


bunu iyice bildi, a€z› çirişli
yersiz, ürkek, yeni yarat›lm›ş gibi
coşkun bir göke uyumsuz ama kararl›
durmaya, direnmeye, aşk olmaya sanki
elleri ve beyni hemen çal›şkan kesildi
sonra birden bir ›ş›k bir ›ş›k bir ›ş›k

haz›r bir biçimlenmeyi ald› geldi


çünkü –anlar gibiydim– biraz yenildi
hemen bir coşkuya gidiverir al›şkanl›€›
oturur t›raş olur, ekmek k›zart›p yer
kolunda sonsuz bir güç, elinde hüner
ola€an san›verir doyumsuz karanl›€›
inan›r›m böyle başlar bütün pazartesiler

yenilmenin tohumunu taş›r her pazartesi


çünkü yoktur da€lar›n ve yarat›l›ş›n öncesi
insan uzat›r ellerini bir perdeyi çeker

ve pazars›zl›k kişiyi şaşk›n eder


siner bu€ular gibi düşüncemize
her şeyin en hakl›s› en incesi

beklemek bir tepenin mutlulu€unu


bir ac›n›n yak›p geçmesini beklemek..”
275

Karanl›k!
ald›m kocaman yapraklar› yata€›ma getirdim
bir çeşit zina gibi yarat›l›şla
ki ben kocaman bal›klar tuttum, sonra b›rakt›m
akşamlar› işi b›rakt›€›m sorumsuzluk ad›na

benim ad›m› ba€›şla,


beni iklimler co€rafyas›n›n ta kendisi
san›r›m suyum başkalar›nca ›s›t›l›r
pazartesi.

kendimi bir y›llar›n içlerine kapad›m


kendimi koyverdim bir sulara
çok öldüm çok dirildim anlamad›m
kendimi kendi akrostişime adad›m
kendimi gerekçesiz oralara buralara

karanl›€› düşündüm, kimler yapard› onu


karanl›k bir simge de€ildir, bir yaşama
durmadan ba€›r›r›m ona, ba€›r›r›m
ölümü ve gömülmeyi ay›rdetmem ama.
ald›m pazartesi akşam› bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama

seni en sona saklad›m alçakgönüllü ›ş›k


h›z›n› hiç kesmeden avadanl›klar›m› bileyen
geliyorum. bana haz›rlanan her şeye haz›r›m
ki bu haz›rl›€›na kat›ld›€›m sular›n en güzelcesi

.......

çald›m kap›y› açt›lar. odama


kravat›m› ç›kard›m
gökleri yad›rgamad›m
güleryüzlü ama yeni
çünkü ortada ben vard›m.
276

Sal›

birden kar›şm›ş gördüm. –kar›şm›ş oldu€unu gördüm–


otobüs duraklar›yla reklâm levhalar›n›n
tutundu€um bir sarmaş›k de€ildi
bir kay›şt› otobüste

güdümlü bir sa€nak saat beşleri beklerdi


yaz k›ş herkesin elleri suda
dizlerime tutunup kalkt›m.
bir ses de€işmesinin en güzeli vard› göklerde
dizlerime tutunup dizlerime
att›m pazartesi al›şkanl›€›n›
bir vurgunum, ve aşk›
yeni yeni tan›n›yordu sular›n göke
birden kar›şm›ş oldu€unu gördüm, bildim
kad›nla erke€in, emekle evrak çantas›n›n
bir yar› karanl›kta

.......

vakit akşamd›. ikinci gün


vakit akşamd›.
birden baz› yerlerde ›ş›klar yand›
ayr›ld›m.
eve döndüm
evi buldum.
277

Çarşamba

asl›nda buydu beni geliştiren


lut gölünün ve karanl›k resimlerin karş›s›nda
ordan uzay›p geldikçe kararan resimlerin karş›s›nda
her gün seslendi€imiz isimlerin karş›s›nda
(sinek kovalayan bir berber ç›ra€› gibi
bütün işi gücü sinek kovalamak olan
ustas›ndan sinen ve sinek kovalayan.)
birden perdeleri açan bir sevgisizlik
şaş›lacak bir bal›k irili€inde
biraz yaral› bir bal›k irili€inde
bu temmuz nas›l olsa birkaç y›l sürer
akşamlar› ve sabahlar› birtak›m ilişkilere de€iştiren
yani birbaş›na kalman›n mutsuzlu€unu.

‹stesem ne olur kurtulmay›


– serin de€il ki bildi€im sokaklar, sinekli –
renkli camlar gecesinden, keten ter mendilinden
uzay›p gelen resimlerin karanl›€›ndan
ve rumeli beylerbeyinden
ve taksitle sat›şlardan
kurtulmak.
kurtulmak!
bir sonsuz kelime
bilmedi€im bir eski zaman dilinden
bir güzel aşk ölümü belki
278

hiçbir şeye haz›rl›kl› de€ildik


oyunlar oynand›, gökler kapand›, yenildik
ama şehirlere koyverdiler bir menekşeyi
bir menekşeyi
o zaman baş›ndan sezdik yenilgiyi

o zaman şehre ç›kt›m bir elimde f›rça


bir elimde sineklik
öbüründe bir sinema bileti
kim varsa gelsin art›k yeniden oynayal›m
h›z›m bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfalt› kar›şt›r›p
k›z›m, ne varsa hep yeniden boyayal›m.

asl›nda buydu beni geliştiren, aşks›zl›k!..


aşks›zl›k büyütür beni
yeni bir aşka do€ru ve
öyle san›yorum ancak birkaç y›l sürer
insan›n sebepli umutsuzlu€u

.......

üçüncü gün. yorgun


ev akl›mda. gitmeyi unuttum.
279

Pe r ş e m b e

uygundur uçaklar›n uçtu€u bugün


sonsuz bir karmaşan›n üstünden
iplere as›l› çocuk bezlerinin
iplere as›l› kad›n külotlar›n›n
işçi tulumlar›n›n
üstünden
c›l›z çocuklara havalardan ö€ütler atarak
ve 60 bin ile 70 bin aras›nda bir say›da
ölümler atarak
uygundur
yersiz bir hamaratl›k, bir görev duygusu
bir sar› lâle kadar makbulse
akşamüstü bir kad›na sunulan
uygundur uçaklar›n uçtu€u.
uçsunlar.

çaresizlik de€il yenilgi. (sonradan övülecek)


herkesin içinde yürekle buluştu€u bir yerdi
ben masam› toplad›m, saatimi kurdum
(Tanr›m, saatim olmasayd› ne olurdum?)
biraz sevinç ve alacal›k
karş›ya geçmek için tam 39 y›l bekledim
arabalar, otobüsler, bisikletler, beygirler
soluk solu€a geçiyorlard›
geçsinler
(domatesler yaşland› elimde)
280

o zaman san›l›r ki bir olumsuzluk akşam›n› seçtik


biraz kolay san›lan biraz al›ml›, biraz parlayan
bakt›kça içinde şişelerin ve k›rg›nl›klar›n k›m›ldad›€›
k›şlalar›n ve karakollar›n k›m›ldad›€›.
polisin bandosunu alk›şlad›k caddelerde
çiçek falan sat›n ald›k
durduk ve yenilgiden umutland›k
başkalar› başka şeyleri seçtiler
seçsinler

öyle san›yorum her şey biter


bir do€urgan hücre ve
bir yanl›şl›k daima kal›r.

yer, kuru toprak. sonra yeşerdik


çarşamba günü sanki her şeyimiz tamd›
motorlar sirenler gidip gelişler
koydu€unu koydu€un yerde buluşlar
belki güzel birtak›m şeyler
ama art›k vakit akşamd›.
uygundur uçaklar›n uçtu€u art›k
uçsunlar.

.......

geldim. oturmad›m. çiçekleri sulad›m


bir onlar kals›n dedim akşam› be€endim
–bir günlük yan›lmayla evi buldum–
perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmad›m
berberlerle ve matematikçilerle
uçak homurtular›yla
oturmad›m...

sabah› bekledim. cumay›.


281

Cum a

ne söylenebilir! tam ça€›yd›. olagand›k.


sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vard›k
herkes bir yüzdü, bir yan›lmadan. topland›lar
orada biz de vard›k.

ne söylenebilir! her şey düzeliyor sand›k.


odalarda çok geniş alanlarda dard›k
hiçbir şeye yeterince inan›lmadan. topland›lar
orada biz de vard›k.

ne söylenebilir! tam ça€›yd›. belli aldand›k.


otlarla yeşerdik, güllerle sarard›k.
bir uykudan doyarak uyan›lmadan. topland›lar
orada biz de vard›k.

ben sokaklar› severim. deniz boyunda


her şey bir eskidir. ellerim ac›r onlar› taş›maktan
ben sözümona sokaklar› severim deniz boyunda
oysa ensem ve şakaklar›m döküldü kaş›maktan
bir genelgeyim, gündüzüm ve gecem bir
bir an› bile de€ilim eski olmaktan.

gücüm tazelenmedi, surat›m eski. y›rt›k.


her şeyleri b›rakt›m. geniş k›y›lara dadand›m.
aşk diye geceleri çözümledim. aldand›m.
hep tozlar› silkeledim üstümden. hep
bir pantalon için dört kere şehre indim
bayramlara haz›rland›m. sadece haz›rland›m.

ne söylenebilir! tam ça€›yd›. oyaland›k


suyun, ateşin, havan›n topra€›n çal›şkanl›€›na dald›k.
bir ac›ya kahramanca katlan›lmadan. topland›lar
orada biz de vard›k.
ve uzun uzad›ya orada kald›k.
282

Cum artesi

yar›n pazar
yar›nki pazar›n sessizli€i...
283

Pa z a r t e s i

kanat›r ak›ş›n› akarsular›n ç›plak şimdiki


başar›lmam›ş bir geçmişten artakalan şaşk›nl›k
şimdiki ç›plak. yar› ayd›nlanm›ş bir duvardaki
bir yenilgiden ç›kar›lm›ş bir deney. bir yaşl›l›k
solu€unu a€art›rd› bir alt›n damar›n›n

(bir al›nt›)
“Bir adam› söylerdi
bir kitaba konuydu
hep böyle kalmasayd›
hep böyle ne olurdu”

karş›mda bir harita, kahverengi ve mavi


neresi başkas›n›n ve neresi benimki
(özel)
art›k buldum herkesin ç›lg›nca sezdi€i
k›y›s›nda dolaşt›€› yüksek çin duvar›n›
art›k herkesin belli belirsiz bezdi€i
art›k kendim ›s›t›yorum sular›m›.

karart›lm›ş, yerlere vurulmuş yenilgi, seni


yeni bir tanr› sayan soydand› o. seni,
betondan ve çelikten
pazartesi günleri bir mutlu gebelikten
akşama sabaha uygulayan, seni
seven, sayg› duyan, yaslanan sana
284

mermerden yan›lan, pelikülden, insan onurundan


mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sand›klar›na, otuzüç dönülü plâklara
yenile yenile şaşk›n, şimdiki ç›plak
bir yaşl›l›k
a€art›r solu€unu bir alt›n damar›n›n.
yenile yenile şaşk›n
arta arta kendi diline aktard›€›,
s›k›nt›s›na. seni.
o, bir yan›lma san›ld›, sabaha b›rak›ld›
(sabaha kald›m)
bir çerçeveyi ans›yordu, bakt›kça k›m›ldamayan..

“kutsal yenilgi!.. şimdiki.


o’na ba€›ms›zl›€›n› hat›rlat›yorsun şimdi
her şeye yeniden başlaman›n
kanatt›kça...”
285

GÜNEŞ‹ BOL ÜLKE

Büyük kelimelerle söylenir ancak, sonsuz


başkald›rmas› alexandrinlerin,
Denizler k›y›s›nda, Marsilyan›n k›y›s›nda
Sakall› ve üstüste ölülerin k›y›s›nda
Sakall› ve üstüste ölülerin k›y›s›nda
Sakall› ve üstüste ölülerin k›y›s›nda
Büyük sözlerle söylenir, kişiyi s›n›rs›z
yar›madalara götüren sancak. Oran’la Cezayir aras›nda
Paris’le Lyon aras›nda
S›vas’la ‹stanbul aras›nda,
Denizlerle öbür denizler aras›nda,
Bir insanla bir insan aras›nda
Ç›€l›€› ve a€lamas› ve kumlar› ve sarg›lar›
tükenince dinlerin,
Kara yük vagonlar›, şiş kar›nl› şilepler,
s›n›rs›z giysileriyle adamlar
kişiyi kişi yapan şeyleri taş›yacak...

Ancak bir ormand›r Akdenizi tüketir


Bas›k sokaklarda silâh ve güneş
Kentlerde o büyük gücü alfabenin
Çocuklar, kanayan kad›nlar, kanayan kad›nlar
Yo€rulan ekmekleri ve etleri ve sebzeleri
ve iyi akşamlar›
ve sizi tüketir.

Dünyan›n bütün a€açlar› bizimle, bütün taşlar›


bizimle, bütün soluk kad›nlar.
‹nerler haçlar›n, çad›rlar›n ve âyetlerin dibinden
Büyük ma€aras› aç›l›r ölülerin,
Bütün kitaplar bizimle
Kad›nlar bunun için do€urgan her yerde...
286

Saat beşti kenti tuttular


saat beşti
Unuttular

Senin tatl› yaran gelir bende kanar ey savaşç›


Y›k bütün kentlerini, ve güneşi bol ülkeni, koma
ve atlar›n burun delikleri büyük ve güzel koşarlar
senin serin akşam›na
Kemikli kollar›n uzun gelir, yetmez silâhlar›na
Ço€al ey savaşç›,
Yüz kad›nla yat bir gecede...
287

AÇIKLAMALAR

Durursa anlaş›l›r saatin kaç oldu€u


Ürkek yürek bütün geçmişi kabulleniyor.
Ve kazmalar›n ve garlar›n hiç uyumad›€›n›
Hiç uyumad›€›n› alkolün
Çiçeklerin ve tuzun
Gemilerin ve Çinde ve Büyük Britanyada ve
Bilmem bu gerinmeler, bu büyük yürek çarp›nt›s›
Bu sakall› adamlar da€lardaki
Birden fark›na vard›€›m›z güzelli€i dünyan›n
Güzelim
Galiba sonunday›z uykumuzun.

II

Benim vaktim bir terli€in vaktidir


Onursuz. Ayakta. Ve kullan›lan
Ve Fatih yang›n›nda, ev yanarken
Konsolun alt›ndan kaç›rm›ş babam

Ziller çal›n›r, ormanlar u€uldar, pencerelerde


Kesik saçl› çocuklar bak›ş›rlar ve
Ateşle, an›yla, kedilerle. Karmaş›k ve
Suyla geliştirmişti onu babam

Ben bir zincir k›ran›m. Eylemsiz


K›şlara ve suikastlere yatk›n yarad›l›ş›m
Aşklara ve düzene ve dükkâns›zl›€a ve
Bir terzi kadar h›rç›n›m bazan.
288

III

‹çinde sizin de oldu€unuz gece


Sonsuz bir kaynakt›r, bir çizgiye

Köprüleri ayakta tutan güç ve


Dükkânlar› işleten, gizlice

Babalar› onurlu k›lan ve gizlice


Ve analar› mutlu k›lan gizlice

Kompresörleri ve yollar› uygulayan biribirine


Adamlar› ç›karan koskoca iskelelere

Nüfus say›mlar›na, ateşböceklerine


Suya ve ateşe do€ru o gem almaz düşünce

Ey o büyük düşünce!..

Size ba€l› de€ildir...

IV

Ben oturmaya geldi€imi san›rd›m. Hoş geldim.


Ve ‹stanbul dolaylar›nda, birtak›m odalarda
Güllerin ve ayazmalar›n ve savaşlar›n
Biribirine kar›şt›€›. ceviz a€açlar›nda
Ve san›rd›m saçlar›n kendili€inden
Köpüren biralar gibi a€ard›€›
Akşamüstleri
Bulvar kahvelerinde.
289

Geceyi kimlerin böldü€ünü


Uzun saçl› aldan›şlar›n böldü€ünü
Ve büyülü bayramlar›n böldü€ünü
Ço€u zaman çiçeklerle ve
Ço€u zaman gülücüklerle kutlanan

Ve ben patlak gözlü mübaşirlerin


Mutsuzlu€unu san›rd›m evlerinde
Ve baz›lar›n›n s›rf bu yüzden öldü€ünü
Ve kendi askerlerimiz
S›n›rlarda ve oralardayken
Kaputlar› ve postallar› kendili€inden
Sekiz dü€meli ve s›r›m ba€l› san›rd›m
Ve çocuklar hiç umulmazken
Hiç hiç umulmazken

Yap›lan bir şeydi gündüzümüz ve


Gecemiz iste€imizce kullan›lmazken
Ve biz bir şeye kat›l›rken.
Yüzüm küçük, ufak, öyle san›rd›m.
Böyle, hep böyle durmaya geldi€imi san›rd›m
Da€lara sürerken yeşilli€i ilkyaz
Çocuklar›n sakallar› ç›kmaya başlarken
Bando m›z›kalar çal›n›rken
Her şeyin yap›lmas›na kat›l›rd›m
Biraz hüzünlü, biraz şaşk›n, biraz şen
Her şeyin yap›lmas›na kat›ld›€›m› san›rd›m.
Sonra gece. Sonra yanl›şl›€›m. Sonra alerji
Yani kurdeşen.
290

BÜYÜK SAAT

Tarihi bir olmaz ak›ş gibi,


Oh sanki evrenin en son gecesini yaşad›m
Sanki dinozorlar ve ben ve en h›zl›s› öbürlerinin
Bir ilkel eşitlikte buluştuk. (Evrenin kendi kurdu€u gecesini.)
Ben! Çocuklar› sevdim yaşad›m. Dünyaya al›şmad›m
Kuru güller gibi yersiz ve inceydim biraz. Hep
bunu duydum. Bunu yaşad›m. Pastanelerde şurda burda.
Oturdum emekli konsoloslarla iskambil oynad›m.
Emekli konsoloslar, kutu yap›mc›lar› büyük pastanelere,
hamurkârlar, pabuççular, polis hafiyeleri, kesek‛tç›lar
Saraçlar, kurşun dökücüler, muhasebeciler, su yolcular›
Şark› düzenleyenler, saat tamircileri!..
Şimdi tarihte saat kaç?

Tarihi bir olmaz ak›ş gibi,


Tarihin yanl›ş› olmazd› biliyorum. Olsayd›!
Yanl›ş› olmaz gecikir. Ancak. Bir yapma incelik gecesinde
Danteller ve tüllerle ve krizantemle ve
belki de bir mektupla Lady Montague’den ve
bayram şenlikleriyle. Oysa ben, K›ş geldi
Da€lara filân gittim. Gözlükleri sevdim,
Coin de feu’lü bankerler kullans›n diye. ‹ncil’i ve
Aquinolu Thomas’› okurken. Ve titrek yaşl› kad›nlar,
La dame aux Camelias’y› dinlenme yurtlar›nda.
291

S›rf bir haziran do€ru ç›ks›n diye,


Oturdum, bütün bir gün dikiş diktim.
Gözlükleri ve saatleri sevdim, okşar gibi sildim camlar›n›
Okşar gibi siliyorum, gözlükçüleri ve saatçileri
Saatime bak›yorum, hiç k›zm›yorum, hiç k›zm›yorum
Biraz geri kalm›ş, düzeltiyorum.

Tarihi yersiz bir alk›ş gibi


Geçmişte ve Akdenizde çalkalanan. Onalt› toplu kalyonlarda
Ha­ta­l› bir seks­tant gi­bi. Kah­ra­man­d›k. Ba­şa ç›­k›l­maz­d›k.
Ac›r­d›k
Cerbe dolaylar›nda ve Celâlî da€lar›nda ve oralarda.
Ve Amasya’da. Baş›n›n sözü edilirken şehzade Mustafa’n›n
Ve Hac› Bektaş kullar› bunal›rken ve
Mustafa Kemal bunal›rken Amasya’da.
Halk içinde bir büyük imkân› kaç›rd›k. Ama
bütün cinselli€imle Akdenizi avuçluyorum. Bütün. Şimdi
Akdeniz.
Ortak. Öyle büyük ki zaten bütün uluslara yeter,
Tuzu ve karidesi ile –karides malûm deniz tekesi–
Ve bütün cinsel iste€imle Akdenizi avuçluyorum.
Haz›rlan›yorum –hâlâ– yan›lm›şlar›n ve haz›rlar›n gecesine
Ölmüş bütün babalar› suçluyorum. Babalarla
ne zorum var asl›nda. Ben ki ölmüş bütün biçimleri
kullan›yorum.
Güneş vuruyor baş›ma art›k. Ortal›ktay›m
Güneş vuruyor
Güneş vuruyor
Seni ve
Gö€üslerini ve
Akdenizi ve
baş›ma vuran güneşi birlikte avuçluyorum
Saat, saat kaç hâlâ
Bilmem? Ben güneş saati kullan›yorum.
292

Tarihi bir hazin balk›ma gibi


Biliyorum kafiyeyi bozdu€umu.
Başka şeyleri de bozdu€umu. Ve biliyorum ki
hüzün varsa içinde, bozukluk bile hoşuna gider Naci’nin
Biliyorum ki bozukluk ba€›şlan›r, sevilir bile
‹çinde bulunan herkesin ölmüş oldu€u eski foto€raflarda
Ve Akdenize yelken basan kotralarda
Kuytu ma€aralar›nda Karadenizin
Sessizlik ve görülmezlik bir büyük bahanedir.
Adam, şark›s›n› söyler ve çeker gider
Bir büyük meydana ç›k›nca gözbebe€i
Ve s›k›nt›s› bir oda sabah›na. Tats›z ve
Yanl›ş geçirilmiş bir geceden.. Ve
Kim bilebilir bir ufak pirinç tablete
Bozulmaz ad›m› yazd›€›m›.
Yani eramilden birinin mührüne
Yemenden yahut yunandan kalm›ş
Yani sonsuz girdi ç›kt›s›ndan mütarekenin
Kim bilebilir bir aldan›ş›n sonunda ad›m›
Bir köprünün
Enikonu bir köprünün korkulu€una kazd›€›m›
Ve bütün tüller, iskarpinler ve seçme şaraplar
Ve danteller ve röprodüksiyonlar ve
kocaman çiçekli balkonlar ve bir tüylü şapka için
So€uk denizlerde balina avlar›n› ve büyük k›r›mlar›
Şimdi saat kaç?
Y›ld›zlar evet diyor uzaklarda.
293

B‹L‹R‹M B‹R KIŞA HAZIRLANMAYI

Sana bir boyun atk›s› gerek. Çünkü k›ş geldi.


Ve sular bir uzun geçmişe haz›rlan›r. Nerdeyse.
Bir çocuk ölür. Bir kad›n hastalan›r. Odalar
bulutlan›r.
Su içmekten. Uzak. Bir köfte kokusundan
‹nsan
uzak
bir memleket havas›ndan.
Belli belirsiz bir şeylerden utan›r.
Yap›şkan ve dayan›ks›z bir vidan›n eşli€inde
Gece.
Hat›rlar›z bir günlerde üşümediklerimizi.
Üşümeyeceklerimizi.

Kimilerine bir şark› gibi gelir bütün bunlar. Oysa.


Bir kez daha söylüyorum üstümüze ya€anlar›.
Uzuneski.
Olumsuz. Güneşlere ayk›r›.
Haziran mintanlar›. Kopkoyu kent garlar›.
Al›n›p götürülenler. Yerlerine konanlar.
Anlad›€›m›z ve.
Şaşt›€›m›z kalabal›klar. Bir korku
aşka benzer yal›nl›€›. Bir korku.
Kuduz korkusu gibi sudan.
Bir korku.
Semercilerin. Bak›rc›lar›n. Nalbantlar›n. Arzuhalcilerin.
Kantarc›lar›n ve demircilerin ve çilingirlerin.
Parmakç›lar›n dinsizlik korkusu. Takunyecilerin.
Bir odada kalanlar›n ölüm korkusu.
Bileycilerin, bezzazlar›n ve ölü y›kay›c›lar›n.
Ve pazarc›lar›n. Gökyüzü korkusu.
Bütün garipli€iyle esnaf çarş›lar›n›n
ve uygunlu€uyla ve yenilmişli€iyle
bir sanc› gibi dolan›r içimizi.
294

Yar› aç yar› tok dolaşt›€›m›z bir Ankara’da


Bir haşhaş gibi sanki. Bir ac› su.
Bir ya€mur cömertli€iyle Anadolu’dan
dolaş›r içimizi.
Onlar›n akşamlar›.

Yaral› olmak
yerinde olmamak
uzun gecikmesi son kesinli€in
bir sabah biliyoruz elbet neyi bölüştü€ümüzü
göz göze
bak›ş›nca. Biliyoruz
neyi bölüştü€ümüzü.
Konuşmasak da.

Şimdi tutal›m bu dirili€i art›k. Zaman›d›r.


Zaman›d›r. Nerdeyse kar başlar. Küçük kuşlar ölür.
Semerciler ve dilsizler ölür.
Seninle ben kal›r›z. Yeni bir yaşamaya.
Gökler ve kentler ufal›r. Seninle ben kal›r›z.
O şark› san›lanlar bir kavga halini al›r.
Nerdeyse kar başlar.
Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum
Ellerin de üşür. Biliyorum ama
Is›tabilirsin onlar›. O ateşte.
Haz›rs›n da. Biliyorum. Ama
sana bir boyun atk›s› gerek. K›ş geldi.
295

HEMOF‹L‹

O ölüm şimdi mi demektir. Kurutur. Askerleri ve sulaklar›.


Onlar›n kanl› kaputlar›n› ve ekmek torbalar›n›
Askerleri. Yani o hep özlenen co€rafyas›zlar›
‹stanbul’un ve Anadol’un bir yerlerinde,
gezgin ve ihtiyar şark›c›lar gibi.
Gözümün en yaşl› yaş› akar. En beklemiş. Gününü.
Bir has›r iskemlede. Bir keçede oturarak.
Yüzy›llar biriminde. O şimdi kabaran.
Bir tarih çarş›s› gibi.
Ayaklar› suda. Elleri ayas›z. Al›r önüne.
Hint ipe€i ile Venedik aynas›n›,
ve bilerek mavisini denizin, bozlu€unu topra€›n
hat›rlar geçmiş kanlar›n›. Hat›rlar›m geçmiş kanlar›m›
Alt›nda.
Sapsar› saçlar›yla. Bir direnmenin kanl› baş›.
Gövdesinden ayr›lm›ş. Uzun bir ›rmak ak›ş›n›n. Uzun
Uzun.
Bir ›rma€›n karş›s› gibi.
Kimi evlerin göründü€ü. Büyük. Kimilerinin
görünmedi€i. Küçük.
Evlerin içi gibi.
Kimi askerler gibi. Gönüllü yahut kurradan.
Son dü€ümünü at›p bir kilimin.
Bir k›y› postanesinde mektup atar gibi.
(Sana inanm›şl›€›m bir büyük olayd›r)

Kalk›l›nca keçeden.
Ben dalgalar›n› duyar›m çarp›şman›n. Bir bir.
Yenilmenin önce
Ve avunman›n. ‹nerken çaresizlik dört bir tarafa
Bir kurulu€u deyimleyen o aldan›ş›.
Bir haz›rl›ks›zl›€›...
296

“Gözümün alt›nda mordan bir leke


Sular geniş bir aşk›n co€rafyas›nda

Beşinci akşam›m›z daha güzel olacak


Kimsenin ummad›€› bir tad›n ortas›nda

Silerim morart›r›m bu aşk demektir


Bahar m› dedin, yak›n. Bak ben haz›r›m bile.”

O ölüm bir yenilginindir. Kanay›p gider. Ve durdurulmamal›.


Her akşam. Tozdan topraktan ve dükkânlardan ar›n›nca.
Durmaz. Hazlar içinde bile. Bir bedene sar›l›nca.
Kurutur. Bütün plânc›lar›n ve matematikçilerin
ve bü­tün aya ba­ka­rak. Ken­di­ni bir ev­ren­sel kur­tu­luş
sa­nan­la­r›n.
Bütün suçlamalar› omuzlayarak. Bir tarih çarş›s› gibi.
Kendini bir evrensel kurtuluş sananlar›n.
Sandviç yiyerek, biçimsel kazaklar giyerek
ve içtikleri.
Kurutulmamal›d›r.
Odunun
Alkole
Dönüşümünü
Beceren ülke...

“Ben güzel bir ülkenin habercisi olurum


Ya güzel bir akşam›n içki da€›t›c›s›
Sular eser rüzgâra kar›ş›r bütün analar
Bir kal›r onlar›n ve bir karaci€erin a€r›s›.”
297

O ölüm bir. Sonunda gördük. Denizden ç›kar›lm›ş bir heykeldi.


Belki uyudu€umuz bir eylül gecesinde bitirilmiş.
Parlat›lm›ş. Yahut. Uyumad›€›m›z bir akşamda. Bitirilmiş.
Şehrin ›ş›klar› yanarken. Sen oradayken.
Mantonun dü€meleriyle oynarken. Sessiz bir k›r›lmada. Sanki.
O akşam› bir tutam tuza de€işti€imiz. Sanki.
Bir sö€üt dal›n›n sallan›ş›. Bir uzun
›rma€›n.
Beni şimdi uyutma art›k. Kes serçe parma€›m›. Tuz.
Üstüne. Uyutma. Bas.
Uyumamal›y›m. Bas.
Karş›s› gibi...

“Ben herkesi tan›r›m ad›m şuradan


Gelip geçen bir şeyim, bir yer tutar›m
Bir askerim gönüllü yahut kurradan
Kururum. Boşluklara ve suya silâh atar›m.”

O ölüm. Bir akşamda. Parmak izli kadehlerin. Keçelerin


Ve kayatuzunun. Donuk. Dalgalar›n. Ve sonsuz konuşmalar›n
ortal›€› kaplam›ş oldu€u bir akşamda.
Ve böylece kaybetti€imiz.
Bütün ö€renilmişliklerin bir incelik ad›na harcand›€›. Bir
iskele sancak akşam›nda. Bir akşamda. Parlat›lm›ş. Sen
oradayken. Ve herkes bir sessiz çanta gibi taş›n›rken.
Bizim suçlulu€umuz. Düşmüş bir şehrin suçlulu€u. Eksik
bir yasan›n suçlulu€u. Eksik bir kahramanl›€›n.
Bir k›y› postanesinde. Bütün şark›lar birden çal›n›rken.
Bir uzun sö€üt dal›n›n a€›r a€›r sallan›ş›.
Irma€›n.
Rasgele görünen sallan›ş›.
Görünen...
298

“Buldum güzelli€ini ›rma€› beyazlad›m


Kurtulman›n ve seninle yatman›n
K›nama, yeni fark›nday›m, ›rma€› beyazlad›m
Boşlu€unu, boşlu€a ve suya silâh atman›n.”

O. Perşembeye bir kad›nd›r. Onunla yatmal›y›m. Yatar›m


onunla.
Ço€almak için. Ve ikimiz için. Aral›ks›z bütün bir perşembe.
Sabahlardan akşamlara kadar. Dünyay› ço€altmak için.
Dünyan›n.
Sab›rs›z. Bir en yaşl› ülkesinde. Uzun. Bütün perşembe.
Otellerin
karş›s›nda. O uzun ›rma€›n. Keçeciler ve bak›rc›lar
çarş›s›nda. Bütün perşembe. Cumaya abdest al›r›m. Uzun.
Ço€almak için. Hep. Kanatt›€›m bir yara gibi. Yatar›m.
Hep kendili€inden kanayan. Ve herkesin.
Kendini bir kurtuluş san›ş›
gibi.
Ve kendi ölümünü.
Bir uzun. Uzunca.
Bir ›rma€›n
Karş›s› gibi...
299

HERKES

Haz›rl›ks›z yakaland›lar uzun sesleri vard›


uzun kollar› ve uzam›ş sakallar›
Kim uyan›rsa öyle derin bir uykudan
O€uştururdu gözlerini elbet
Bir kara tavşan gibi
havuç tarlas›nda elbet
Bir kara tavşan ki havuçsuz
Bir kara gözlü çocuk ki
Bizans› elemiş yeniçerilerle
Büyük fetihlere kan vermiş
Bir perçemli çocuk ki
Bir perçemsiz çocuk ki
Üniformas›z ve yal›nayak askerlerle
Ki gözlerinde gözlük taş›mam›ş
Ki ap›şaras›nda kas›kba€›
Ki kursa€›nda kandil simidi
yüre€inde ölüm ac›s›
Haz›rl›ks›z yakaland›lar

Ben bir akşam›n mostras›n› bilirim


Sesler ve pahal› çiçekler aras›nda
Onun aşk› bir güneşe yak›ş›r
Bir eski zamana yak›ş›r
Kesin bu€daylar, arpalar aras›nda
Vazgeç gönlümü karartmaktan
Allahaşk›na ey yeni sabun
Ç›plak ayakla yürürüm ben
Suda sal›nan çeltikler aras›ndan
Ço€u eski günlerini ço€u
eski babalar›n› and›lar
Ço€u şöyle böyle ço€u
Haz›rl›ks›z yakaland›lar
300

Bencil ölüm kimseyi al›p gidemezsin


Bize mutlaka bir şeyler kal›r
Kimsenin eskitemedi€i o şeyler kal›r
Olgun bir yaz akşam›, bir nas›ls›n
Bir var m›s›n sabaha karş›
Gün döndü Akdeniz’den Çukurova’dan
Gün döndü bir bayram› sabahlarken
Sular kesildi akşam uzad› herkes
Herkes ne iyi herkes ne iyi
Haz›rl›ks›z yakaland›lar
301

FEDERICO GARCIA LORCA ‹Ç‹N ÜÇ Ş‹‹R

Sessiz ak an sulara gazel

Ah işte her şey orda...


Ben severim omuzlar›m› birgün
S›rmalar›, apoletleri olmasa da.

Ben severim omuzlar›m› bir gün


Göçen bir maden dire€inin alt›nda

Su akar kendir tarlalar›ndan


Ah her şeyim...
Ben severim omuzlar›m› bir gün
Savaşta, bir başka omuzun yan›baş›nda
Yatakta bir ince omuzun yan›baş›nda

Yol uzun, hava s›cak


K›rbaçlar›m at›m› var›r›m Kurtuba’ya...

‹ndi€ini görürsem bir gün s›€›rc›klar›n


ve sürüler halinde, ovaya
‹nsanlar›n dünyay› bölüştüklerini hat›rlar›m
Bir daha...

Sevişirim ölürüm, savaş›r›m ölürüm


Doldururum çantama kara ekmek ve peynir
Var›r›m Kurtuba’ya...
302

saat beşte
ak şamleyin

Ah ellerim ve kalbim
Her şey orada kald›.
Keçeler keçeler ve portakallar
Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim,
Halk›m›n fakir akşamlar›d›r, biliyorum
Kanl› bir mendil diye ba€lanan gözlerime
Kireç döktüler yere,
Bir duvar›n dibinde
Bir deppoy’un önünde
Kiraz a€açlar›na ve s›€›rc›klara karş›...
............................
Bir halk›n gösterişsiz, sessiz cömertli€inde
Ölüm nas›l söylenirse öyle
‹spanyol dilinde
ve her dilde...

obras
completas

Art›k kat’iyen biliyoruz;


Halk ad›na dökülen kan
Sap› güldal› güzelli€inde bir b›çakt›r.
Dişlerin aras›nda...
‹spanya’da
ve her yerde...
303

BÜYÜK GURBETÇ‹

Senin ad›n bir deftere yaz›ld›


Eskimez bir mavi deftere
Ad›n
Yaz›ld›

Erenköyünde bir bahar eskir


Savrulur ve eskir sürekavlar›
Kuzey yar›mkürenin çok koyu mavi bir gecesinde
Aşk› Türkçe kavraman›n sa€laml›€› başlay›nca
Bir ö€renci yatakhanesinde
Uzak asyal› bir başka ö€renciyle çat›ş›nca
Bir sürü ›v›r z›v›r ve ekimler
Bir kahramanl›k sand›€›m›z kendimizi
Eskir ucuz ormanlarda yürek avlar›
Ve eski analar›n belba€lad›€› hekimler
Eskimez senin gurbetçili€in
Yanar, tüter, da€›l›r
Ve ince bir duman eskir bir kal›n duman ad›na

Gurbet bir yazg›d›r ulusuna


Güneşe ç›kmak gibi, al›nteri bilinir
Gurbet bilinir, bir duyarl›kt›r, bir meslektir

Sen herhalde en iyi bilirdin bayramlar›


Paşalarla, yal›larla uzlaşt›r›lan
K›sa k›ş akşamlar›n›, uzun yaz akşamlar›n›
Kayalar, kayalar ve sahipsiz da€lar ad›na
Bir türkü gibi öfkede söylenen
Iss›z hanlar, bilgece susmalar, bak›ms›z ba€lar ad›na
Puslu ve telâşl› garlardan kaç›rd›€›n
Bir pençeden, bir kat›l›ktan kay›rd›€›n
Her ülkede söylenen bir türkü gibi
304

Akl›€›n, eskimez bir k›ş güzelli€inde


S›cak evler, karl› yollar, ba€l›l›klar ad›na
Bir zorbal›€a direnmek ad›na,
Anlaş›lmazsa
Sö€ütler yeşermez, bal›klar b›rakmaz döllerini

Ellerin bir gezinmedir uykularda


Kimine korkudur, ›s›nmak kimine
Eskimez bir k›ş güzelli€inde
Kuzey yar›mkürenin çok koyu mavi bir gecesinde
Büyük bir alanda, küçük bir cezaevinde
Ve çok yabanc› dilden iki istasyon-aras› biletinde
Biliyorum nas›l yaşad›€›n› senin Türkçe yokken
Mahzun ve yaşamakl› –eskimez elbet–
Ülkeni dirençle yaşamak, ülken olmay›nca sözlü€ünde

Sen bir a€lay›ş gibisin neden


Bir çocuklu€u sürüklüyorsun kan›nda
Bir güvercin gibi parlar şaşk›nl›€›n
Ölüme yak›nl›€›nda bir köylünün, uymas›nda
Gök durur ve boncuklar durur pazarlarda
I€d›r’da Orta Anadolu tarlalar›nda
Akşam oldu muydu gaz lâmbas› yak›l›r
Nerde olursa olsun art›k. Co€rafyada
Sürekli bir gurbet vard›r.
305

Eskimezsin bir may›s serpintisi gibi


Bir may›s serpintisi ki sa€l›kl›
A€ustos günlerini haz›rlayan. Güllerini
Sürer gurbetçili€in.
Halks›z bir yazar›n ac›s›n› taş›yan
Kalebent bir şehzade gibi mahzun
Börklüce gibi sab›rs›z hakl›l›€›nda

Öyle bir şey


Biraz uzak, biraz ç›plak, ve yayan.
306

MALATYALI ABDO ‹Ç‹N B‹R KONUŞMA

Her şey ak›p gider

Oh onlar birer ayçiçe€idir yüzleri


güneşe ve aya dönen
Hep güneşe

– Ve ben ruhçulara göre şaşk›n


Zevcelere göre alkoliktim
Evet gerçekten hayat›mda çok içtim
Ne kadar içtim, ne kadar duraklardan geçtim
öfkenin ve sevincin özrüne s›€›n›p
Ama. Bir akşam oldu muydu iyi bir akşam
yani saks› çiçeklerinin üzerine tozlar konan
ve çal›şm›şsam o gün, dürüst ve islâm kalm›şsam
bu iyi bir başlang›çt›r derim aşk yapmaya.
Sular ›s›t›lmal› gü€ümlerde ve kar›m
birtak›m moda dergilerinden bile olsa kar›m
güneşin bat›ş›n› farketmeli ve deniz
bir kavga gibi girmeli aram›za
farketmeli ki iyi bir güneş iyi bir yatakt›r
benim kollar›ma
ve fayton seslerini duymal›d›r loşlu€a giden
benim kollar›ma.

Bilmem yetkim var m›d›r söylemeye onun


anadan do€ma mutsuz oldu€unu.
Mutluluk evrenseldir kolayca bölüşülür
Kolayca haz›rlan›r kendili€inden
(Kimine bir kad›n kimine bir başkald›rma) –
307

Oysa şimşekler çakt› m›yd› Bolkar’›n üzerinden


sular tarlalar› bozdu muydu
ve bir kad›n az›c›k davet taş›d› m›yd›
neden söylememeli, Anadolu’da
gecelerin zifaf olmamas› imkâns›zd›
Ve kocaman b›y›klar›yla
ay›ş›€›n› zorlayan
Ço€alma duygular›

– Bu arada tiyatrolar oynan›r


hakedilmiş gece ayas›n› kaş›nd›r›r insan›n
ve birden karş› karş›ya gelir
Romeo ile Kerem ve ben
bir düzeni e€itimli bir adam olarak kabullenen
susar›m aşklar›na her ikisinin
–araya koca gözlü bir küçük k›z girmese–
sevmek başka bir yetenektir hemen anlar›m.
Hemen anlar›m, hiç yan›lmam
ve çarş›larda, cami avlular›nda
ahşap çat›lar alt›nda nice kültürler gelişmiştir
bilirim. Ama bir akşam
hakedilmemiş bir akşam
dürüst ve islâm kalmam›şsam
yeter kendimi yarg›lamama
bir şey yapmam
biraz daha beklerim. –
308

– Her şey ak›p gider, bir kat› hüzün kal›r


Her zaman geceleyin kal›r o, bazan gündüzün kal›r

Beyaz gömleklerin ve kay›t defterlerinin


banka s›ralar›n›n ve s›ra beklemelerin

Ve bir düzenle yüzyüze gelmenin an›s›


Bugün başka şey ve başka bir şeydir yar›n

Ah! ‹şte öyle bakmay›n


Bir geçmişi anmaya var m›s›n›z
Biraz benimle, biraz benimle, biraz uzak ama yar›n
Geçer gidersiniz uzaklardas›n›z.

Ben de bu dünyaya geldim geleli


Benden böylece işte ne umars›n›z.

Ah! Her şey ak›p gider, bir tarlalar ve sevda kal›r


Ne sevdad›r ne b›çakt›r, utançlard›r saklan›r

Çocuklar bir gecedirler girerler yata€›m›za.


Birisi sa€›m›za, birisi uykumuza ve biri miras›m›za

Ve gizli bir başe€medir sizde aşk


kilimlerle ve orkidelerle oyalanan
Bizde bunun kim fark›na var›r. –
309

– Koca b›y›klar›yla indi Malatya’dan


Çarş›lar ve ortahalli evler
semaverler ve hamurtahtalar› uyanmadan.
Malatya’n›n Kâhta kasabas›ndan ve Kâhta’n›n
uzun, silik, uzunsilik, uzun
bir daval› mezras›ndan.
Güldü ve bülbüldü
yollar› ve da€lar› yass›laşt›ran,
Bense bir şehirden bir o€lan
sonunun nereye varaca€› belli olmayan,
ad› ya büyük bir aşka kar›şan
ya da hiç hat›rlanmayan.
Soyumuz geçerlidir biliyorum geçerlidir,
s›k s›k unutulan soyumuz
geçerlidir
bir k›y›da bir sandal gibi ba€lanan.

Gelirdi.
Malatya’n›n Kâhta kasabas›ndan
Kocaman b›y›klar›yla,
ad› bir kanuna hemen uygulanan
Kâhta’n›n
ve o sonsuz bülbülü avucunda taş›yan
ve o sonsuz gülü avucunda taş›yan
Yani koca b›y›klar›yla güllü ve bülbüllü bir adam
Gelmiş geçmiş bütün öbür şeylerin
her şeysini bir parça kendinde taş›yan
kentinde taş›yan
(Dumanl› ve derin ve karş›l›ks›z
Şiirine ve geçmişine küskün)
kuca€›nda
büyük gözlü bir k›z çocu€u taş›yan.
310

Banka ba€›ş› s›ralarda oturdular oturdular


ürkek ve şaşk›n girdiler röntgen odas›na
fakülte hastanesinde ikiyüzbir s›ra numaras›nda
o k›z çocu€uyla kuca€›nda
kocaman gözleri, babas›n›n
kocaman b›y›klar›n› yad›rgatmayan,
öyle da€l› aşklara al›şk›n öyle müslüman
kocaman bir k›z çocu€u
şöyle ki
vilâdî kalça ç›k›€›ndan daha kahraman.

‹nsan tükenir san›r›m bir çiçe€e durmadan baksa bile


bir güzel aşk okusa bile.
Biz nerden tükeniriz ad›m›z saydam
hele akşam oldu muydu çok daha saydam,
kapan›r gideriz sözlükteki bir aşk anlam›na
ve tabancam›z yok.
Bilmeyiz silâh› yerinde kullanmay›
Kimbilir silâh› yerinde kullanmay›
da€l› aşklardan ve kan davalar›ndan başka?
ve kad›n›n› bir alet gibi güzel kullanan
kuca€›nda iki yaş›nda bir çocuk
kocaman b›y›kl› bir adam. –

ben de bu dünyaya geldim geleli


311

“giderdi
bir atl› giderdi dünyay› umursayan
ve terkisinde gebe kal›nan
büyük bir atl›

Durup bütün kinsizli€iyle.


Kuca€›nda büyük gözlü bir k›z çocu€uyla koşuşan
elleri paraya al›şk›n olmayan
kocaman b›y›kl› bir adam.

Ne kadar hoyrats›n›z ve uzaktas›n›z.


bu çok az bir şeydir biliyorum
belki balkona as›lan çamaş›rlar
ve bir otobüs paras› biliyorum

Senin sonun çamaş›rlar as›l› bir balkona var›rd›


bir soka€›n en güzel ad›na var›rd›
biraz islâm, biraz yaban ve cünüp
ve bat› ve para en güzel kurtuluştu.”
312

– Ben de bu dünyaya geldim geleli


Ucu mor püsküllü marpucum mu var
Ya bir savaş ç›kar bozar dengemi
Ya bir ahu gözlü k›yar can›ma

Ah! Şimdi bakmay›n kocaman b›y›klar›ma


Kuca€›mda kuş gözlü bir küçük k›z
Kentlerde o anas›z ben kad›ns›z
Tumturak bir nas›r bo€az›mda

Her şey ak›p gider bir kat› hüzün kal›r


Her zaman geceleyin kal›r o, bazan gündüzün kal›r

Ben de bu dünyaya geldim geleli


Ölmezsem, öldürmezsem
Kim benim fark›ma var›r? –
313

A⁄ITLAR TOPLAMI

Bütün ö€le vakitleri gelir geçer


Lokmalardan ötürü kanl› kanl›
Sular mavi gök mavi ve her şeyden önce
S›cakta bir adam su içer
Bütün ö€le vakitlerinde bir adam
Ödenmesi de dayanmas› da gaml›

Bir ufak su kovas› bir balta


–bütün ö€le vakitleri gelir geçer–
Hat›ran bir güldür bana.
Hat›ran bir güldür bana.
Çünkü seni sorar›m katland›€›m her şeyden
Bazan uzak yerlere giderim ben, uzak
K›ş gelir yerlere kül dökerim
Sevinirim kolay çaresizlikten
314

(c e m a l ’e a € › t)

Böyle miydi bir akşam saatinin


Sö€üt’te ahşap odalarda
K›rg›n çocuk odalar›nda
Bir tutsakl›k manzumesine varmas›.
Kal›n çalar saatler, kaş›k tutmalar ad›na
Babalar›n ve analar›n hastal›€› ad›na
–deniz bir özdeyiştir, az kullan›l›r–

Kimbilir böyle midir bir akşam saatinin


Bir piyanoyla sevişmesi, biliriz
Uçar gider bir eski deniz, bir deniz akşam›
Bir hüznün provas› yap›l›r bir yeni ilişkide
Deniz karş›s›nda denizsizlik, susulur
Belki sadece bir dü€menin
Düdüklerin, ›ş›klar›n, işaretlerin
Yerinde olmay›ş›ndan... birden sonbahar.

Ay›rd›€›m elmalar eşit gökyüzüne


S›k›nt›ya, suya ve insan yüzüne
‹nand›€›m bir akşam şaşk›nl›€›d›r
–hat›rlar›m atk›lar ve caddeler ortas›nda
yaln›zl›ktan kavrulmuş benizleri–
315

(e d i p’e a € › t)

Antep’in üzümleri ve Anadolu hüzünleri


Soldurur bütün öbür hüzünleri
Bir gece kulübünde, çok ufak bir yerde
Nerdeyse bir k›y› ölçüsünde
Bir kad›n yüzüne ve denize bakaraktan
Buluruz yaln›zl›€›m›z› bir gün
Bir caddenin kalabal›kl›€›n›
Bir geçmişin bulan›kl›€›n›
Öfkeyle karş›lar›z, keyifle taş›r›z.

Ben sorar›m bir gün, nas›ld›r bir müslüman›n gömülmesi


Toprak kaz›l›p yani dünya çözülüp
Ölüme ancak bir ya€mur kadar üzülüp, gömülmesi
Ki her müslüman öldü€ünde ya€mur ya€ar
316

(n a c i ’y e a € › t)

Ben al›r giderim baş›m› bir gün


Ege adalar›na şarap içmeye
Oturup güngörmüş papazlarla teslis konuşmaya
Ve bir rüzgâr koklamaya üçyüz y›l gelecekten
Çocuklar›m›z ve kad›nlar›m›z
Ve bütün karmaş›kl›€›m›z, düzelse
Ben hâlâ sorar dururum bir karpuz sergisinde,
Ö€renci yurtlar›nda nas›l haz›rlan›ld›€›n›
Acele yemekler ve yataklar karş›s›nda
Üzümcülerin ve bal›kç›lar›n sürüncemesi karş›s›nda
Kabaran bir hüzündür gitgide aşk olur
Kalk›p tokatlar›z bir yanl›şl›€›
Tutar bizi kan gibi tutar eksikli€imiz
Önce öyle sand›r›l›r›z, sonra inan›r›z
En kaba da€larda incelik buldu€umuz
Yar›m yamalak bir insan, bir say› oldu€umuz
Ve yaşl› bir kurdun öldü€ü vakit
Şişer, a€ar yüzeye morarmaz cesedimiz
Sarar ince bir s›z› kalplerimizi
Çünkü da€larda bahar tazelenirken
Taze yeşiller haz›rlan›rken
Ben sorar›m bir gün, bo€uk k›şlalarda
Nas›l haz›rlan›ld›€›n› sahipsiz s›lalara
–kirli ve perdesiz camlar karş›s›nda
bak›r sinilerle camiler karş›s›nda–
Bahar› yani çiçekleri yani en ola€an mutlulu€u
Bilmenin tam karş›s›nda
Üç renkli kedilerin dişili€ini
Bakkal, memur pijamal› babalarla birleşen
Saç örgülerini küçük k›zlar›n
Kaçamak buluşmalar›n› ara sokaklar›n
Ve bilinçsiz katlanmas›n› koskoca bir gövdenin
Suya, ateşe, açl›€a ve kana, sorar›m
Ölmeyi, ölürken kaç yaş›nda olmay›
Hat›ran bir güldür bana
317

Ellerin bir yak›nl›kt›r


Geçmişi ular gecelerime
Hat›ran bir güldür bana
Büyük caddeleri sevdiren bana
Bütün özürleri bulduran bana
Sa€lam k›lan soyumuzu
Ben art›k herkesi tan›r›m
Çünkü k›ş geldi
Çünkü k›ş sonsuzdur, ö€retir.

Benim şu ellerim bir şaşk›nl›kt›r


Kad›n› ve k›z› ve suyu tan›maz, dayan›r
318

(t o m r i s ’e a € › t)

Bayram bir yanl›ş tan›mlamad›r


Sadece gökyüzü gibi.
Bir lodos sürdürürken her yerde akşam›n›
Bir ay› resmini anlat›rken birisi köşebaşlar›nda
Bal›klar›n gecesini yani çocuklar›n gecesini
Bir kuytuya bir pul gibi yap›şt›r›lan
Gelen gider mi, ölen ölür mü
Bir şey eksilmez mi? Ben sorar›m

Ben sonsuz karlarday›m, iyi dururum


Beni bir yanl›şl›k ba€lar r›ht›ma
Birisi olmasa ben ne olurum
319

( k e n d i m e a € › t)

Ölümüm bir kandil olacak


Akşamlar, akşamlar, akşamlar olacak
Sevmenin en güzel yaşl›l›€›, ölümün
Yaşaman gibi sakin, sessiz, kendili€inden

Umman öyle ister, kavga öyle ister


Biz var›z diye her şey bir şey ister
Seviyorsak bir gün bütün bal›klar›
Tutulmuş bal›klar›, tutulmam›ş bal›klar›
–bir ince s›z› dam›t›r gibi denizden
kay›klardan, kayalardan ve denizden–
Biz ki bir sahipsiz hat›ray›z
Topraktan, iç savaşta ve bendenizden.
320

B‹R HAZ‹RAN TÜKET‹M‹ ÜSTÜNE

Nas›l hat›rlamazd› birisi


Bir gün, bir yapra€› yaşad›€›n›

Verimli bahçesinde mutsuzlu€un


Okuyup eksildi€ini, gazeteleri.

Haziran sanc›l› bir ülkedir kalbimize


k›sa ö€le vakitlerinde yaşad›€›m›z
Bir k›rm›z› diye kulland›€›m›z
ve ara s›ra
öyle sand›€›m›z.

Nas›l hat›rlamazd› u€ultular› ve


Zab›t kâtipleri aras›nda
Bir gün, bir yapra€› yaşad›€›n›

ve kap›y› aç›nca çöp tenekesi


bir haziran tenekesi
yeşil salatalar›n ve
kalkan dü€melerinin ve
deniz ölülerinin doldurdu€u
ve
çekip içine en olumsuz süreklili€i
omuzsuz ve süreksiz bir adam
kemer yerine ask› kullanan bir adam
ve ara s›ra öyle sand›€›m›z
cinsellik yerine acemilikle aşk› kullanan bir adam.
321

Nas›l hat›rlamazd› gidip gelmeler ve


bas›mevlerinden ve limonatalardan ve
çarşambalardan ve limonata satanlardan ve
adliye saraylar›ndan artan
bir günü,
bir yaprak gibi yaşad›€›n›.

O güvercin bir at gibi bitirdi haziran›


büyük burun deliklerinde bir telâş› soluyarak
bizim özenle azar azar kulland›€›m›z
k›rm›z› bir şey diye kulland›€›m›z
Bir delikanl›n›n azar azar kulland›€› ve
Güllerin limonlar›n ve hastanelerin
reçetelerle, dolmuşlarla ve güzelliklerle ve
herkesin öyle sand›€›.
322

B‹R ‹NT‹HAR AKŞAMI ÜSTÜNE SÖYLENT‹

K›sac›k yo€un bir akşam


herkesin yüzünün bir an›ya kar›şt›€›
yo€un bir akşam
bana bir memur gibi davrand›lar hastanelerde
ve bir intihar üstüne söylenti
bütün k›y›lar› dolaşt› durdu
k›sac›k bir akşam

K›sac›k serin bir akşam


kelebeklerin atlarla yar›şt›€›
yo€un bir akşam
baz› mektuplar damgaland› postanelerde
oturuldu birtak›m şark›lar söylendi
bir adam bir kad›n›n kap›s›n› vurdu
k›sac›k bir akşam

Neyi söylesem bir kahramanl›kt›


içinde az›c›k buluştu€umuz
bir bulutla bir k‛t peçete aras›nda
k›sac›k yo€un bir akşam
şaş›rd›m hüznümü nerelere b›raksam
bir yanda kas›klar›m›n sars›lmaz gücü ve
k›sac›k yo€un bir akşam
323

Her şey bir unutkanl›kt›


arada bir deliler gibi kavuştu€umuz
tüfekle vurulmuş bir pars›n yaras›nda
k›sac›k yo€un bir akşam
biliyordum bir so€uktu nereye varsam
bir yan›mda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sanc› ve
k›sac›k yo€un bir akşam

Kim kar›ş›rd› gerçekli€ine


yaşad›€›m sonsuzlu€un
ve oturuldu birtak›m şeyler söylendi
imlâ kurallar›yla mutsuzluk üstüne
k›sac›k bir akşam
o kadar k›sa bir akşam
duralad›m ne yapsam

Kim kar›ş›rd› gerçekli€ine


su terazilerindeki ensizli€in
ve foto€raflar çekildi ben ç›kmad›m herkes eylendi
araba vapurlar›yla denizsizlik üstüne
k›sac›k bir akşam
o kadar k›sa ki bir akşam

yüzümü bir suyun ard›nda buldum


k›y›lar bu yüzdendir öyle dediler
k›sac›k yo€un bir akşam
serin bir akşam sonra öyle söylediler...
324

YEŞ‹LE GEÇ‹T

Derin ve kapan›kt›lar büyük


geçitlerden geçtik
Ortada ortak bir güneş
Bulunmaz bilinmez bir koku
Çok eski çok uzak
Her şey çok uzak çok eski
Büyük ve ulaş›lmaz sanki
Lokanta bahçelerine bakan
K›zam›kl› evlerde
Islat›lm›ş çamaş›rlarla
–donlar mendiller vesaire–
Bir çinko le€endeki
başe€memiz yeni ç›kt›
Garlar›n kokusundan
Meyvahoşlar›n kokusundan
Ad›m›z tatile ç›kt›
Çok sakin göllerdeki

Ot yeşile donan›r elbet


b›rak›l›rsa
Par›ldar güneşte b›çak
O şehirler ki motorlar›yla
Bir şanl› ad›m gibi ordan oraya
eksik motorlar›yla
eksik çelenkleriyle
eksik ölümleriyle
O şehirler ve sular
bir güçlü dirim gibi
Yayladan büyük suya
Yayladan büyük suya ancak
325

Eskir herkesin yaln›zl›€›


öyle ki
su bulunmaz ateş yanmaz
Eskimiş bir gazete gibi berberdeki
Bir ses gelir ve kald›r›r
Bir suikast uyand›r›r
Ellerim ak›lalmaz bir ustal›kla
Açar bir bomban›n kapsülünü
Bir çiçek demetini
Bir eli tutar
Başka hiçbir şey tutmam›ş gibi

Şehirleri bilirsiniz
Güçsüzdür onlar sabahlar›
Gün›ş›€› ve a€›r sebze kamyonlar›
Ans›z›n bast›r›r sanki onlar›
Süte ve gazeteye al›şk›n
Magazinlere ve apartman kap›c›lar›na
Ve bütün ›v›r z›v›rlar anlams›z yorumsuz ve uzak
Jokeyler uykuda, makinistler k›vrak
Ateşin kendi yanmas›ndan
duydu€u şeyleri duyarak
Bir simitçi f›r›n›ndan ilk çocuk
Soka€a f›rlay›nca ancak...
326

– Ona bir iki tane resim getirin


birisi denizden olsun mutlak
öbür dördü da€lardan
ki ar›ns›n kötü sularda
Güneşle tutundu€u yosun
Ki onun yeşili aç›nca
el aç›nca yeşil sulara
Terli tozlu ç›r›lç›plak
bir kasaba sabah›na
Büyük uykusunu uyuyup uyan›nca
O, onbinlerce sesin
Uyuyup uyan›nca ancak

Oh akşam güneşi seninleyim


Son y›llarda öyle kesip ast›lar ki
K›rd›lar k›rd›lar gökü
Denizi ve gökü k›rd›lar
Orman› ve bozk›r›
ve birsürü boku k›rd›lar
Bir gün bir otun gölgesinde
Tren gibi bir şeylerde
Kaçt›€›m› sand›m

– O saat beşlerde gelir


Kedileri ve silâhlar› sever
onlar› bulur
Dükkânlarda sözgelişi
vesair yerlerde
hepimizi bulur
Her şeyi bir bir hat›rlar
çünkü akşam saatlerini bilir
günün yongas›n›
327

O saat beşlerde gelir


Her saat beşte gelir
Bir elinde yeşile kesmiş bir ot
Bir elinde p›r›l p›r›l bir b›çak.
Suyun ve radyoaktivitenin
uyudu€u bir saatte
sessiz lâstik pabuçlu
ay›n onbiri gibi

Saat beşte ey güneşsizlik


seninle birlikteyim seninle
bir koşuyu paylaş›yorum
seninle bir dirimi yar›ş›yorum
Yerde ve gökte
Savaşta ve bar›şta
Uykulu ve güneşli
Bir sabah gibi
Ey bilmedi€im bir yerde başaklanan bu€day
Sana yaraş›yorum
328

HER ‹K‹ ADIMDA B‹R UYGUNSUZLU⁄UNU


(YALNIZLI⁄INI) ALGILAYAN B‹R‹S‹NE GAZEL

‹lkin tarlalar›n ve otlaklar›n ve suvatlar›n


Ah benim güzel cahilli€im
Bitmeyece€ini san›rd›m karanl›k olmad›kça

Yaral› kalbim gürbüzdü sevişkendi


Bir şehir akşam›nda karanl›k olmad›kça

Irmak boylar›nda gider gelirdim gider gelirdim


Elimde ceset çekmeye yarayan bir uzun kanca

Ne tarihsel badanaya ne pantolonlu aşka


Ah benim güzel şaşk›nl›€›m

Irmak boylar›nda gider gelirdim gider gelirdim


Rahatlamazd›m bir türlü bir ceset bulmad›kça

Ben size hep söyledim bu benim aşk›m


Saate karş› alkol suya karş› tabanca
329

Benim suyum bir ateş çal›şkanl›€›d›r


Kurutulmuş etlerim ve torbalar›m haz›r
Ama. Ben gene bir kürdan›n diş etlerine batmas›y›m
Bir çürük az› dişinin kenar›nda

Yaral› kalbim gürbüzdü sevişkendi


Bir şehir h›rgüründe karanl›k olmad›kça

Ben neyim varsa taş›r›m neyim varsa taş›r›m


Bir marangoz gibi kula€›m›n arkas›nda
Ah benim güzel cahilli€im
A€açlar enikonu bir silâh olmad›kça

Belki bir kuruntudur yaralayan kalbimi


Her insan bir uyumsuzluktur ölü olmad›kça
330

YARALI OLDU⁄UNU SANAN


B‹R‹S‹N‹N HÜZNÜNE
GAZEL

Şehir birden başlad›, sol tarafta hendekler


işportac›lar, dükkânc›lar ve akşamüstüne gidip gelenler
ve onun hüznü vard›

Şehirler olsun vars›nd› ve manavlar kapans›nd›.


evler ince bir bu€uya, bir cinselli€e kapans›nd›

ve onun hüznü vard›

Aksaçl› ortodokslarla dövüşken çocuklar.


aşk romanlar› ve trafolar ve “Sen ne güzelsin”ler
kendilerini bitmez sans›nd›

Nalbantlar ressamlarla ve bütün tarlalar çarş›da.


hele y›lg›nl›klar bir sabah temizli€inde
ve bir coşkudan artan sar› bir şeyler vard›

Bir yitik gibi yüceden, bir an› gibi bir sanc›dan


ve onun hüznü vard›

“Her şey at›l›yordu. Bitmiş sigaralar. otobüs biletleri


kullan›lm›ş pamuklar muayyen zamanlarda. tarifeler. yaz
gümrükleri. gazoca€› i€neleri. kötü ç›km›ş resimler. bir yat-
ma. bir evin oniki y›ll›k badanas›. bir tarih kitab›. kazan›lm›ş
bir savaş ve sonucu. bir anlams›zl›k. ölü bir çocuk ve pabu-
cu. gülücükler. kibritler. sinemalar. Ve.”

onun hüznü vard›


331

Ah ellerim, ah beni hat›rlayan herkes


Bir kötü romanda beşinci kişi gibiyim filân
ve beni tan›mayan herkes

Ben aranan bir şeyim bir parça analjezik.


sesim dükkâns›zl›€›n sesidir bir parça aral›k
tahta kepenkli tahta kepenksiz bir parça aral›k
Sokaklarda.
Havralarda.
Yataklarda.
Dünyada.

ve onun hüznü bir haydudun hüznüdür


biraz da kendinin yapt›€›
332

HIZLA GEL‹ŞECEK KALB‹M‹Z

H›zla gelişecek kalbimiz


Kalbimiz h›zla.
Sürgünlerin umutsuzlu€unda
K›r›k kalpler, yaral›lar, onulmazlar
Farks›z çarpanlar›n umutsuzlu€unda
Ve köprübaşlar›n›n umudunda.
Sular bitse bile, çiçekler at›l›rken oralara
Temiz bir ilişkinin bulutsuzlu€unda
Ve eski da€larda, eski da€larda k›ş
Kovalarken ülkesini
H›zla gelişecek kalbimiz.
Kendi öz hüznümüzün ›l›k tarlas›nda
Bozk›r dayan›kl›l›€›m›z›n tarlas›nda
Kalbimiz.
Ellerimiz ayaklar›m›z aras›nda.
Ve kimsenin bölemedi€i şark›y›
Güllerin, bu€daylar›n ve ac›n›n şark›s›n›
Bir Haziran uygulayacak sesimize.
Sütçünün sesiyle birlikte
Şoförün sesiyle birlikte
Erkenci işçilerin sesiyle birlikte
Sabaha başlam›ş sarhoşlar›n sesiyle birlikte
Yaman sarhoşlar›n sesiyle birlikte
Ve yeni uyanm›şlar›n ve yeni do€muşlar›n
ve herkesin ve herkesin
Sesleriyle birlikte
Bir Haziran uygulayacak
Kimse bölemeyecek ve kalbimiz
H›zla gelişecek.
333

Y›k›nt›lara kar›şan eski bir bahar


Büyük olmaya elverişli bir bahar
Eskiden yaşan›lm›ş ve her şeye ra€men
‹nsanlara göre bir bahar.
Sular›n kana kesti€i yahut
Sular›n kana kesti€i bir bahar.
H›zla gelişecek kalbimiz
Bir mavilik kal›b›nda
Bir odada, en ola€an bir odada
En sade, en insanca bir odada
Bir kad›nla bir erke€in oldu€u bir odada
Bir kad›nla bir erke€in,
bir kad›nla bir erkek oldu€u
Ellerin ve omuzbaşlar›n›n
birbirini buldu€u.
Birden gerçekli€ini alg›layarak
Saat çal›nca ve görünce güneşi
Birden vazgeçilmezli€ini alg›layarak
Önemli ve gerekli buluşunu kendini
birden hat›rlayarak.
Gelece€e haz›rlay›nca olanca gö€üslerini
ve her şeye ve ölüme. Kalbimiz
H›zla gelişecek
Ça€›m›za pek uygun bir h›zla
Gelişecek kalbimiz.
334

Bütün çalar saatlerin


Derin ve güzel bir su’yu vurdu€u zamanda
H›zla gelişecek kalbimiz.

Bütün başe€melere ve bütün


kötü k›ş akşamlar›na karş›, ama.
Dönerlerin, uskurlar›n, tornalar›n
durdu€u bir zamanda.
Nalçal› postallara, bozk›rlara
appendixlere, sarg› bezlerine ve
yaşamaya do€ru
H›zla gelişecek kalbimiz.
Sonsuz an›s›na büyük hayat›n
k›sac›k san›lan büyük hayat›n
H›zla gelişecek kalbimiz.
Kalbimiz
Yenileyecek sonsuzlu€unu
Ve h›zla gelişecek
335

H›zla gelişecek kalbimiz


A€latt›€› bir şey gibi tombul çocuklar›n
Ça€daş her şeyin vurgusuna uyarak
Bir kesit gibi ölümden
Bir utku gibi aşktan
Öyle yal›n. H›zla
Cinsleri çekici k›lan, biraz da kutsal
kad›n berberlerine, yünlü kumaşlara
Korkuluklu köprülere, kedilere
Ve çiçeklere, dürüstlü€e
Bir ö€le vakti kadar sa€lam ve kal›n
Büyük bir savaştan sonra
kad›n›n ve erke€in birlikte oldu€u
Bir büyük savaştan

Kalbimiz.
Yerin ve gökün altedilmez bir dirilikte oldu€u
Tutkumuz, direnmemiz, ellerimiz, kalbimiz.
Kalbimiz
Kalbimiz h›zla gelişecek.
336

B‹RAZ DAHA

Kullanmam ucuz özgürlü€ü sana s›€›n›r›m


Azarlad›€›m bir dünyay› suya b›rak›p
Günlük dövüşü en uygun yerinde keserek
Ve kan biraz daha akar durur, akmal›d›r
Bir çaresizlik san›r›m, öfkem büyür u€unurum
Oysa bir çiçek bir güzel dünyaya bakmal›d›r
Ve kuytulardan, unutulmaktan tek tek
Ölülerimiz toplanacakt›r.

Senin y›ld›zlar›n güneşlere dönüşür


En kar›ş›k en bozgun bir ö€le uykusunda bile
Ve sonsuz sevinç taş›yan bir 盀l›kt›r
Bir suyun bir başka suya kar›şmas›
Kanlar› çökelirken bir soylu tabakta
Bir bahar anlat›c›s›n›n
Bir mutluluk dülgerinin
–Gecelerde ve yaln›zl›klar›nda hepsi üşür–
Ölülerimiz toplanacakt›r.

Ne kadar hüzün geçmişse dünyadan


Ne kadar ac› geçmişse yaşayaca€›z
Hepsini yeniden, bir bir dünyada
Dünyadan ve dünyayla sana s›€›n›r›m
Ac›lardan ve hüzünlerden de€il
Kaçmalardan ve korkulardan de€il
Çünkü bir güçtür s›cakl›€›n kollar›ma
Çünkü kanlar›, kanlar›, kanlar› hat›rlar›m
Çünkü ölülerimiz toplanacakt›r
Ve yüceltilecektir bir mavide.
337

Haberlere, yorumlara ve büyük tirajlara


Asalak otlara karş›, türeyip giden
Bir sun’i ilkahla üreyip giden
Bir soya, bir sanr›ya karş›
Kuşan›p kahramanca tek silâh›n›, kan›n›
Diri bir su gibi gidenleri hat›rlar›m
Odalarda ve güzel bir dünyada
Sarar›rken bir baş›na eski güneş
Y›ld›z›m›z uzak bir iklimde
Bir tüfek olacakt›r. Bir tüfek
Ölülerimiz toplanacakt›r.

Ve bizim bir haziran›m›z


Bir y›l kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yo€un ve ateşle yaşanm›ş
Çünkü ellerimiz, baş›m›z ve kan›m›z
Hayas›z pençelerini kokuyla gizleyen
Bir olgu olmayacakt›r sana
Ölülerimiz toplanacakt›r
Doldurulan bir k›y› gibi.

An›lacakt›r bir general pantolonundan


Nas›l sezgiler ve gerekçeler ç›kard›€›m›z
Nas›l k›rg›n ve nas›l umutlu oldu€umuz
Bir şenli€in başlang›c›ndan ve sonundan
S›€›nmam›z da an›lacakt›r.
338

Ölülerimiz toplanacakt›r
Kenar köşe kasaba hanlar›ndan
Deniz en güzel aşkken ay›ş›€›na
Küçük ve karanl›k odalarda öldürülenler
Direnerek ve akarak ölenler
Yüceltilecektir
An›lacakt›r ölümleri

Bir şehir akşam›nda herkes ka盺›rken


Ormanlar bir çözülmeye bozulurken
Karanl›€a kan›yla karş› duran
Kan›yla ›ş›tan, yalazlayan karanl›€›
Yaln›z ve dayan›kl› gecelerinde üşüyen
Ölülerimiz toplanacakt›r.

Biraz daha kan, kan ve suyun ak›ş›


Ey suyun güvenli ak›ş›
Sana bir yamaç gerekmez mi
Ki sonun özlemine h›zla vars›n
Ki sen vars›n, ak›t›lm›ş kanlarla vars›n
Ve kan ve ak›ş›n o soylu tabakta
Ormans›z bir halka sunulacakt›r
Bir orman olarak
Ona s›€›n›lacakt›r.
339

Sana s›€›n›lacakt›r k›r›l›p toplan›nca


Sana s›€›n›yorum k›r›l›p toplan›nca
De€il sonsuz girdiç›kt›s›na yaşamalar›n
Ey en güzeli, en gürü bütün çeşmelerin
Ay›n ve denizin sahibi ve su içmelerin
Sana s›€›n›lacakt›r
Ve kuytularda, da€larda, alanlarda
Ak›t›lan ve ak›p gelen kanlarda
Bir sabah büyük büyük ateşler yan›nca
Eller temizlenecektir
Bir tören olacakt›r
Ölülerimiz toplanacakt›r.
Divan
1. Bas›m: 1970, Bilgi
343

münacat

birden hat›rlad›k seninle buluşamad›€›m›z günleri


gel ey büyük bak›ş yüce suskunluk gel art›k beri

kentleri ve kasabalar› ve köyleri çevirdik senin ad›na


kap›lar› tutmaktan art›k herkesin nas›r oldu elleri

olsun daha da tutar›z sen varsan düşüncemizde ama gel


tutar›z karalar› ve denizleri ve yaşayan yürekleri

kendin karş› koydun yapt›€›n saraylara zindanlara tellere


yine kendin kullan art›k kendi yapt›€›n tüfekleri

bozgun bir şubat sensin, ekmek ve kan senden, ekim sensin


nerende taş›r büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri

hat›rla, kendini hat›rlat, o büyük hakl›l›€› denize giden


hat›rla, karada ve denizde onard›€›n her yeri

hat›rla, karada büyük taşlar› üstüste kodun, hat›rla


yürüttün canal›c› denizlerde cesur gemileri

“... senin hüznün bir yazg›d›r, bir eski zamand›r


büyüksün art›k büyük dirimine beni inand›r

bir de€işmezlik san›rs›n çoktan beri her şeyi oysa


bir vakitler güneyde öyle kötü kullan›lm›ş ki...”
344

gecikmiş bilgeli€in yaşam›ş bir eski a€ac› hat›rlat›r


ki sen emzirirsin duyguyu, sen beslersin kalemleri

sen yaratt›n, sendeyiz, suyumuz, topra€›m›z kan›m›z senden


ey yüce bekleyiş, sanki bu kal›n eller kimin elleri

art›k bize soluk ver, bizi besle, kendini hat›rla


ey biraz yavaş, biraz kutsal, beklerken az sevinçli

seni ba€›şlamam çünkü ben büyük bir dirim taş›r›m


çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri

biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz


ey kim varsa orda o tek olan›n ad›na çekin kürekleri
345

naat

ipekler tel tel biraraya geldiler dokunmak üzere


lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere

k›l›ç kesti kan koktu bir atl› dörtnala uzaktan


günbat›m›n›n büyük eşitsizli€inden yak›nmak üzere

bütün dertler söylendi çareleri bir bir yaz›ld›


son büyük toplant›da bir bir okunmak üzere

kimseye başvurulmad› herkes birbaş›na kald›, evet


sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere

oysa bir çiçek vard› bahçelerde kendini dererdi


sevinçle. Kendini tek hakl›ya bir gün sunmak üzere
346

ça€r›lm›ş’a

gökyokuş solan penceresi ça€r›lm›ş


ölmüş ölünce ölü annesi ça€r›lm›ş

öyle ki bir k›rg›n çocuk gibi Konyal›


bayramlara hep bayramertesi ça€r›lm›ş

Konyal› bir çocuk gibi, Konyal› bir


ergen gibi, Konyal› bir adam

Konyal› bir kocam›ş gibi k›rda


kendisi konmuş k›rda gölgesi ça€r›lm›ş

gölgesi donuk sönük denize uzak


sanki babas› b›rak›lm›ş eniştesi ça€r›lm›ş

ey solak hendese büyük y›lk›


haz›rlan çünkü art›k kendisi ça€r›lm›ş
347

sulfata’ya

ac›m sessiz bir güneş batmas›d›r ölsün


eksik ve kötü bir güneş batmas›d›r ölsün

her yerlerim bir yaşl›k gibidir denizden


bulant›m yanl›şl›ktan bir deniz tutmas›d›r ölsün

sulfata karn›m› avuçla güneşimi ver sulfata


ham zerdaliler ve kavunlar ve bataklar ölsün

ay ç›kar da€lara vurur ey Mustafa


bu gece Mustafa’n›n sanki son yatmas›d›r ölsün

sulfata ac›m› dindir ac›n› kat bana


eksik ve kötü gemilerin gitmesidir ölsün

ben ki çarş›lara giderim armut kokar›m


kavuniçi duygular ve yataklar ölsün

toysun ad›n deliye ç›kar bir gün bilsene


saat beşleri düşün yaln›z öbürleri ölsün

sulfata hat›rla ac›m› sen bir hazirans›n


sulfata öbürleri bir bayram haftas›d›r ölsün

ben da€lara ç›kar›m da€larda ba€›r›r›m


bütün çalg›lar bir şeyin uzatmas›d›r ölsün
348

yokuş yol’a

güllerin bedeninden dikenlerini teker teker kopar›rsan


dikenleri kopard›€›n yerler teker teker kanar

dikenleri kopard›€›n yerleri bir bahar filân san›rsan


Kürdistan’da ve Muş – Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inan›rsan


eşk›yalar kanar kötü donat›ml› askerler kanar

sen bir yaz güzelisin, yapraklar›n ekşi, suda y›kan›rsan


portakal incinir, tütün utan›r, incirler kanar

bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usan›rsan


padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar

Muş – Tatvan yolunda bir gün senin akşam›n ne ki


orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gitti€imiz bir yolda sen gitgide büyürsen


benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar
349

şurdan burdan haz›rlanma’ya

san›r›m haz›rland›k art›k yeter


örne€in her şeylere bir k›rm›z› gül yeter

alanlar daralt›lsa ve duvarlar da


örne€in her şeylere bir k›rm›z› gül yeter

benim sonsuz tirenim at başl› kedi


a€layanlar a€lamad› gülenler gülmedi

çözdüm bir uzak bak›ş› güllere bakan


güller soldu o bak›ş kald› ötelere akan

dövüldük nas›rland›k art›k yeter


örne€in her şeylere bir karanl›k yeter

seni taş›r›m art›k bir gül gibi beyazs›n


oh becerikli parmaklar›n en do€ru şeyleri yazs›n

bulurum bilirim en solgun ân›n› bir gülün


sular›n yapt›€› beyaz kan›n› bir gülün

su bitti gül susad› her şey bitti


bir kurt ihtiyarlad› ve so€uk bölgelere gitti

sonsuz haziran› bir orman›n durma bana gel


örne€in her şeylere bir k›rm›z› gül yeter

ey büyük aşk sultan› kara zeytin dönemi


yine mi haz›rlanmak yine mi haz›rlanmak yine mi

san›r›m haz›rland›k art›k bu kadar yeter


şuralardan buralardan haz›rlananlar›n hepsi geldiler
350

iyimser bir sonuç’a

ben bir gün giderim ki neyim kal›r


eksik b›rakt›€›m her şeyim kal›r

yaz günü kim ister ki öldü€ünü


eksik b›rakt›€›m her şeyim kal›r

yaşamam bir beyazl›k gibi sanki


eksik b›rakt›€›m her şeyim kal›r

genişlerim da€›l›r›m beyaz›m


ben bir gün giderim ki neyim kal›r

ben bir gün giderim ki ey diri at


elbette benim de bir şeyim kal›r
351

biten bir yaz’a

benim kararl›l›€›m bir sonuca idi


sular içirdim olmad› ben anam› isterim

herkes bir k›y›s›ndan tuttu çekti büyüttü kenti


köprülerden geçirdim olmad› ben anam› isterim

bir kar›şç›k sularda büyüttüm her şeyi


u€rulardan kaç›rd›m olmad› ben anam› isterim

kimseler tutmad› elimden koskoca bir yaz bitti


yaylalara göçürdüm olmad› ben anam› isterim

kalbim koskoca bir yaz bitti kalbim


akl›mdan neler geçirdim olmad› ben anam› isterim
352

büyüyüp giden hüzün’e

bir güzel aşk y›l›n›n ortas›nda


bir kestane ekerim büyür gider

ortaça€dan bir deniz hartas›nda


bir iki harf bulurum büyür gider

biliyorum ikimiz aras›nda


bir deste gül mü ne var büyür gider

sen bir akl›k gibisin s›ras›nda


boynun ve dediklerin büyür gider

ölür gider çinisi bir soylunun


bize bir mavi kal›r büyür gider

ve içilir bir devin sofras›nda


arayerde bir hüzün büyür gider.
353

kar›ş›k saatler’e

soylulu€umu an›ms›yorum. Bir gece farkettim


sinemada m›yd› bir şehirde mi bilmiyorum

önce her şeyi ben haz›rl›yorum sonra geliyorlar


saat ikide mi, içkide mi, on birde mi bilmiyorum

kar›ş›kl›k! Keçileri seviyorum tuz gibi


susuzlukta m›, şöyle akşamlarda m› bilmiyorum

her şey bozuktur bir ö€le yürüyüşünde


günlerin ak›tt›€› ›rmaklardan m› bilmiyorum

ben tutunurum saatsiz bir yelkovana


saat ikide mi, k›r›lmada m›, on birde mi bilmiyorum

ad›n bir güzelli€e yak›ş›r elbet yak›ş›r


bir intiharda m›, bir şiirde mi bilmiyorum
354

içeri giren’e

kap›larda b›rakt›lar her şeyleri her şeyleri


ey üzünç yaln›z bir seni mi ald›lar içeri

saatler bir aç›k deniz gibi kimseden yana de€il


her zaman süslü püslü her zaman oldukça geri

beni bir su baş›na götürün bir su baş›na


öyle yap›n ki sileyim orada hendekleri

beni şark›larla türkülerle aşkla donat›n


p›r›l p›r›l yara almaz olsun bedenimin her yeri

eski kaleler eski bölümler ve eski çarş›lar


bir coşkunluk diye bir odak diye bulsunlar beni

ey akl›m›n tarihi ey su geçirmez gücüm


unutmad›n unutmad›n silâh tutan elleri

seni bu mazgal›n nöbetine koyuyorum


sen bir akşamsefas› olarak gözetle saatleri

bana hüzün ver beni kucakla beni hep tazele


ey üzünç art›k nas›lsa bir seni alm›şlar içeri
355

tükenen’e

kurşun eritip fesle€en dökmeye eski uzak bir yaz akşam›


bir yaşl› baba ç›kar gelir bir uykudaki ak›ş tükenir

camiler ve motorlar birbirine kar›ş›r bir may›s ortas›


lahanalar ve arnavutlar ve sudaki sevinçli ak›ş tükenir

çok görmeye başlar kendi coşkunlu€unu bir doru beygir


art›k herkesin birbirine kulland›€› yumuşak bak›ş tükenir

bir adam hakl› söyler bir adam kay›plara kar›ş›r sabahlar›


bir duruma haz›rlanan incirsiz anlams›z bir yokuş tükenir

sa€lam dur ayaklar›n ne güzel ey kimsesiz dönen askerden


işlemler tükenir haz›r ol tükenir rahat ve alk›ş tükenir

al›ş iskemlelere otobüs duraklar›na su s›ras›na tarlalarda


tarlalarda otobüs duraklar›nda koca dünyada itiş kak›ş tükenir

ben yavru bir ay›yd›m, hal›larda yürürdüm, ö€rendim


ölmemeyi
ö€rendim ki limanlarda savaşlarda gemilerde de€iş tokuş
tükenir

ey bana kendimi vermeyen dünya ey sa€lam dokunulmazl›€›m


bilirsin bilirim çamurlu s›caks›z haince bir k›ş tükenir
356

sonsuz biçim’e

sars›ld›m son uykusunu uyuyunca arabistan›n


her eylem bir hamut gibi yerli yerinde kal›nca

sars›ld›m son uykusunu uyuyunca bir hastan›n


eklemlerin yerini eklemsizlikler al›nca

ey güzel mavi güneş, sen çekici misin bir ustan›n


çekimserlik art›nca kahramanl›k azal›nca

durdum sar› güller gibi ilkyaz›na bir hastan›n


biraz askerce, biraz aşk gibi, biraz kal›nca

ey soyumdan ve aşk›mdan yana olan kalbim


her şeyden umut kesilir her şey k›r›k sen ufal›nca

oysa son provas›n› yap›yoruz bir büyük destan›n


sonsuz bir biçim olacak o herkes kat›l›nca
357

su yorumcular›’na

ben ne güzel işerim güneşe karş›


arkamda medrese duvar› önümde çarş›

bir sürekli kaş›nmad›r yaşad›€›m


törelere ve al›şkanl›€a karş›

geldim gittim geldim bir şey bulmad›m


üzüldü€üme ve yoruldu€uma karş›

ah akl›ma her şey gelir, her şey gelir


do€an güne karş› batan güne karş›

sözde kirletti€imiz bütün her şey duruyor


bak ne diyorum sana, ele güne karş›

biz dural›m biz sürekliyiz dural›m


duruklu€a, tüberküloza ve uranyuma karş›

durduk, ateş besledik, kuşlar› sürekledik


arkam›z medrese duvar› önümüz çarş›

güneşe güneşe karş›


358

su yorumcular›’na

II

biz bir parça acemi bir su yorumcusuyuz


öteden beriden dayan›kl›l›k taş›r›z durmadan

ellerimiz bir türkü gibi öyle, kendili€inden


uzun bir gündüzü farkedenlerin en sonuncusuyuz

ay batar, çünkü rüzgâr bir menekşeye dönüşür, biliriz bunu


çünkü mavi gözlü ve deli sekiz kardeşin onuncusuyuz

ah büyük tarla, ah büyük deniz, ah büyük çalg›, bil!


senin en son alaca€›n biçimin sab›rl› yontucusuyuz

sezgilerimiz ve ellerimiz sonsuz bir al›şkanl›k gibi. ‹lerde


aşk›n ve tüberkülozun ve uranyumun bulucusuyuz

karalar›m›z ve aklar›m›z bir duvar› y›kmakt›r, anlat›l›r


biz, ç›lg›n bir yürüyüşün en tetik yolcusuyuz

eririz tükeniriz, toplan›r yarat›r›z. Bu bize aşkt›r


biz belki de en uzun yaşamal› bir su’yuz
359

alt› parmakl› çocuk’a

benim odur inand›€›m yaln›z denizse deniz


denizin yan› k›şla
güzellik alt› parmakl› çocuk kalkar gideriz
denizin yan› k›şla

senle ben eskiyen bir paspas gibi biteriz


ya€murla yaşla
alt›nc› parma€›m›z› bir gün keseriz
ya€murla yaşla

art›k biliyoruz bir gün do€du€umuzu biz de


alt›yla beşle
neden bunca do€um sanc›s›n› böyle çekeriz
alt›yla beşle

alt›parmakl› çocuk do€umun tamd›r tay gibi


a€lamayla ateşle
neden bütün güzel ölümleri biz gömeriz
a€lamayla ateşle

kar ya€ar ölüm gelir gider eksikler devral›n›r


kavgayla dost güneşle
da€lar kayalar kal›r su kal›r biz kal›r›z
kavgayla dost güneşle

kar ya€ar ormanlara kar ya€ar k›şlalara


ormanlara k›şlalara kar ya€ar
k›şlan›n yan› deniz
k›şlan›n yan› deniz
360

dikilitaşlar’a

balkonlar bir suya aç›l›r sözgelişi bu iyidir


bir a€ustos terlemesine karş› sözgelişi su iyidir

yank›lan›r bütün yan›lg›lar› geçmişlerin


buna karş› sözgelişi ö€le uykusu iyidir

kentlerin yani düzenin geliştirilir bir sevdas›


oysa biliriz ne şu iyidir ne bu iyidir

karş›lar›m bir yanl›ş akşam› bir otobüs dura€›nda


bir kad›n›n paltosu bir adam›n arzusu iyidir

neyi de€iştirir arzular›n yerli yerinde olmas›


kalkmak iyidir, taşmak iyidir, akarsu iyidir

ey direnmek, korkmamak, göllere göllere git


oralarda anlars›n kemerler ve akarsu iyidir
361

ba€›rma’ya

suyun çekirde€i nedir elbet yine bir sudur


insan›n gözü ve gözyaş› engine bir sudur

ba€›rd›k neler beslenmedi ki sesimizden


ki bizim böyle ba€›rmam›z yang›na bir sudur

gül ald› geldi hazdan yelpazesini tavşan ürktü


ba€›rd›k ama ba€›rmam›z tavşan yüre€ine bir sudur

ba€›rd›k sokak ve k›r kesimleri kulak verdiler


ba€›rmam›z çünkü bir herifin tüfe€ine bir sudur

bunca y›l karş›laşt›k ama yetmedi demek bize


çünkü sand›k ki herkes kendi kendine bir sudur

eşikleri ö€rendik sonra aşt›k koskoca yap›lar›


ba€›rmam›z bir karş› koyman›n çeli€ine bir sudur

hoşgeldin başlang›çs›z dönem yak›şt›n kendine


şu bizim ba€›rmam›z senin dengi dengine bir sudur
362

cahil beşir’e

benim bildi€im her şeyin ad› bir yeşil


ay gelir yaz gecesi ortalarda dolaş›r

ay gelir ortalarda dolaş›r


ay gelir ortalarda

sevdi€im kara gözlü sevdi€imin ad› Beşir


yaz›n kirli gömlek giyer k›ş›n ortalarda üşür

k›ş gelir ortalarda


yaz gelir ortalarda

sevgilim kara gözlü bir gömle€i var yeşil


yaz k›ş onu giyer yaln›z onu de€işir

k›ş ortalarda
ay ortalarda

kuzu Beşir, pamuk Beşir, hemşeri Beşir


a€lama Beşir, dur Beşir, a€lama aln›n k›r›ş›r

aln›n bir şey de€il Beşir


gönlün buruşur

yaz›n k›ş›n, pazarlarda cumalarda akl›m kar›ş›r


art›k bildim Beşir bize a€lamamak yaraş›r

bana a€lamamak yaraş›r


bize a€lamamak

Kütahya’dan çini ald›m her yan› yeşil


Beşir Beşir, bir gün olur her şey de€işir

ay gelir ortalarda
her şey de€işir
363

düzenbozan’a

güneş biterse elbet ertesi kal›r


ya perşembe kal›r ya pazar kal›r

incelir bir zincirin bir halkas›


bir tutam su kal›r azar azar kal›r

bir mavi yaz gömle€i azar azar incelir


bir adam mavi yaz gömleksiz gezer kal›r

birden bir ormana ç›k›l›r sanki gökyüzü


bir terliye, bir a€ustos s›zar kal›r

ve okuyan ve güldüren ve savaşan


ey okuyan ey güldüren ey savaşan

çözülür sa€lam san›lan simyas› bir duruşun


sesini yitirmeyen bir güçlü h›zar kal›r

bir akşam bir bulgu gibi sunulur bize


oysa bir yanl›şl›k birini ezer kal›r

oysa kimi su kemerlerine kimi bir iç denize


on bin dirim taş›yan bir kanal

ve eski tulumlar ve kötü şaraplar vurunca size


bir adam otelleri ve yanl›şl›€› sezer kal›r

ey eşim ey sevişim ey bende yaşayan


ey bütün kitaplar ki bizi yazar kal›r

eskitir bayramlar› ve törenleri


bir adam gelir bir düzeni bozar kal›r
364

ürkek ırmaklar’a

suya gittim, sulara gittim, aklım satırbaşında


sen kaç yaşındasın söyle bana, ay kaç yaşında

ay kaç yaşında
satırbaşında

mısırı sapından ayırdım sandal çektim denize


söyle sen kaç yaşındayken gelmiştin bize

sen kaç yaşında bize


indin denize

büyük şehirde dururum farkeder şaşkın olurum


aklım başıma gelir bir kıyıya inince

kıyının sonsuzlu€unu görünce


farkeder şaşkın olurum

sular topra€a dökülür otlar donanır serpilir


ırmaklar çamurlu ırmaklar iner da€lardan gelir

iner da€lardan
da€lardan gelir
365

kimbilir denizini karas›n› da€lar› sevmeyince


hep bir mavi bencillik hep bir göz bir k›y›y› görünce

ay o€lan, ay adam›m!
sevip de ölmeyince

benim ad›m tavuskuşu ne yaz› bilirim ne k›ş›


sa€ paz›mda kolera, solumda çiçek aş›s›

ay kad›n, ay kad›n›m!
ne yaz› bilirim ne k›ş›

şaşt›€› budur belki bir alt›n kafesçinin


gel seninle ay›ş›€›nda bir güzel işeyelim

bir güzel ay›ş›€›nda


bir güzel kafesçinin
366

bahar› bekleyen’e

ben k›ş›n güzelli€ini söylerim ne gelirse dilime


çünkü k›ş bir haz›rl›kt›r solu€uma k›pk›rm›z› gülüme

nice k›rm›z› ayaklar gelip geçti o gün katar katar


k›ş günleri sözgelişi ben bir çöp bile almad›m elime

alt› k›z bir ay›ş›€› def çal›p şark›lar söylediler


beri yanda ormanlar yanard›, ci€erpareler lime lime

art›k su uyur aşk uyan›r mendilim kana boyan›r


bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime

ve ellerim bat›k bir suda akar gözlerim her şeye bakar


bahar bir gelsin yeter art›k eksikse de b›rak elleme

su uyur düşman uyumaz sular›n dibi güllerde


“imrenir dururdum eski gecelerime”

alt› k›z bir o€lan def çal›p şark›lar söylediler


bakt›m birinin kara bir gecesi düşüvermiş mendilime

şimdi elimde baston silâh, baş›mda şapka öyle


a€z›mda kurşun h›z›nda seçti€im her kelime

şu. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir


her şey kullan›lmazsa dirim bir ihanettir ölüme

sakiniz elimiz filan temiz bahar› filan bekleriz


fincan› taştan oyarlar içine bâde mi koyarlar

biz silâh kuşan›r›z bize bir şey söyleme


367

›slak çeltikler’e

benim bir sevincim var yüzün art›k akşam


bir çocu€un gülüşünü görüyorsun nereye baksam

k›y›m›z uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok


ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam

baz› çocuklar do€ar bilirim baz› çocuklar do€maz


do€mayan çocuklar için bilmem ne yapsam

ey çavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan


silkin. sakla harman›n›. çocu€unu sakla

ey aslan. suya kapt›r kendini ellerin sanki yok


bir güzel günde m›z›kalarla bir alanda dursam

sen yoksun gazeteler yok geçmişin raz› de€il


bilmem ki do€mayan çocuklar› ben mi do€sam
368

bir oda güneşi’ne

ad›na hat›rlama dedi€imiz o metal


par›lt›l›d›r, avc›l›k gibi bir şeylere kar›ş›r

suyun erimesidir, öteki bir yaln›zl›€›n sular›na


sular›na hüzünlerine ve do€umlar›na kar›ş›r

sat›nalabildi€im hiçbir şey yok ne haber


kendimden başka sütümden başka kim kar›ş›r

ve kar›ş›r gelir eksik yüzüşü bir bal›€›n


ekime güneşe odaya ve güneşle odaya kar›ş›r

bir k›rm›z›y› bir akşama bozar›m rahatlar›m


çünkü o zaman k›rm›z›lar ve akşamlar birbirine kar›ş›r

ey büyük mavi. ey gök müsün nesin


ey aç›kl›k seninle kim yar›ş›r
369

k›rlara gitme’ye

işte ben buna aşk derim herkes durur


sonsuzlu€un and’› durur son ses durur

atar›m savaş art›€› madalyalar› giderim


çünkü sivil bir askerdi rahmetli pederim

işte ben buna aşk derim sakallar›m vard›r


dünya bir orman kadard›r bir su kadard›r

ki aş›l›r korkunç köprüsüzlü€ü bir çavlan›n


temmuzun gülünçlü€ü ve hüznü haziran›n

ey kim bakar k›sa boyuma kim bakar pirinçlere


r›ht›mlarda insanlarla aşk yapan vinçlere

yatar›m akasyalar›n alt›nda bütün bir gün


ey ne olur al›n beni al›n buralardan götürün
370

beklemiş bir paket c›garan›n son umudu’na

işte suyumuzu kestiler ama masamda yine bir çiçek


bir çiçe€in akşam› elbet bir çiçe€e benzeyecek

nas›l güzel nas›l diri bir çiçek


dipdiri adamlardan biri bir çiçek

evet ben son ve kesin umuduyum bir paket c›garan›n


bir köhne camekânda sararm›ş al›p içmemi bekleyecek

sonsuz bir camekânda


başlang›çs›z bir çiçek

al›r›m seni tüttürürüm bir gün güzel tütün


söyle kim var bunu benden daha iyi bilecek

ey kal›n duman gün senindir


kim var senden daha do€ru tütecek

ben gelirim seni al›r›m büyük alanlara gideriz


seninle ben o kavruk biçim bir de o diri çiçek

ne sand›n bütün alanlar bizimdir


biziz ne varsa kalan, biziz ne varsa gerçek

işte suyumuzu kestiler bu bir eylüldür ey teşrinievvel


geleceksin intihar özlemleri de k›raçlar da gelecek

nerden baksan bir bütün hüznümüz


nerden baksan sonunda o diri çiçek
371

ki hüznü bir mavilik duygusuna bozar gideriz biz


çünkü biliriz y›lk›lar›m›z serin yaylalarda üreyecek

ya€murlar ya€ar o serin yaylalara


çünkü serin yaylalarda otlar büyüyecek

bir çiçek bahçesinin elinden tutar›z biz, biz olmasak kim ne


kim pundunu bulup paralara kötü pazarl›klara böyle sövecek

ey eski camekân ey diri çiçek


biz olmasak şunlara bunlara kim sövecek

ben seni al›r›m sakin evime koyar›m sakin sonra gideriz


gözlerim mavi, senin duman›n mavi, yüre€imiz bir okka çiçek

suyun da denizin de mavi ve avuçlar›n


biliyorsun bir gün gökyüzü de€işecek

işte sürahiyi k›rd›lar suyumuz kesik hadi bakal›m


ey camekân seninle biziz ancak bunlar› yenileyecek

hadi bakal›m ey durgun çiçek


hangi ›slak mendil bunlar› söyleyecek

tatil bitti. güzel has›r şapkam› bir b›çakla de€iştim


suyumuzu kestiler işte ama masamda o diri çiçek

tatil bitti şapkam› de€iştim bir b›çakla


o b›çak bir güzel c›gara gibi işleyecek
372

terleyen’e

senin bakt›€›n tez olsun, sen aşk›n› belirleyen


k›ş ortas›nda her şeyden yanar gibi terleyen

and›n gizli kapakl› kaç yüzy›ld›r sürüyor


gizlisin güçlüsün, kar alt›nda bahar gibi terleyen

aşk›n derin sularda batm›ş bir geminin an›s›d›r


uzak do€udan, kanl› sudan, çölden döner gibi terleyen

hüseyinin hasan›n ateşini bir humma gibi duyup


bir çöl susuzlu€unu ve aşk› anar gibi terleyen

sarard›n kaç yazlar geçti bütün olanlar›n üstünden, sen


dorukta terleyen deniz dibinde bir fener gibi terleyen

terledin, aşk›n sularla su gibi akt› ama tükenmedi


ey ölümsüz utku, ey yaban atlara biner gibi terleyen

kim bakar çeltiklere kim bakar küçük çocuklara, sen.


olmasan. her damar›ndan teker teker kanar gibi terleyen

yeni insan sensin, eski kanlar›n her şeye al›ş›k çünkü


k›rkbir basamakl› bir merdivenden iner gibi terleyen
373

susuzluk’a

sen beni haz›rlama sak›n sen de bana gel


ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel

elleri koku da€›t›rd› nas›l bir koku


suya gel kana gel bir yeni hasana gel

o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden


sen istersen her gün gel her sene gel

gel beyazl›klar› elle türlü kokular› biç


günler karard›€›nda davran hep sana gel

ne yap yap haz›rla kendini anlad›n m›


ne yap yap meselâ ›s›t›p dökündü€ün sularla bile bana gel

hat›rlanm›ş bir gül ben de hat›rlar›m kolayd›r


ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel

hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür


ölen ve dirilen o bitmez insana gel
374

delta’da

ne kadar su içinde yatt›m ne kadar kulak verdim


ne kadar umdum umutland›m, o büyük o güzel şehir geliyor

seni sevdim çünkü saatin bir zaman› haber veriyor


saatin art›k sol kolunda her şeyi bir bir veriyor

ne bak›şlar ne uzaklar ne onun en güzel aksi


ne uzaklar ne akisler her şeyi hiçbir veriyor

ne ki akşam ne ki y›llar işte güneşler do€uyor amma


itti€im her kötü aşk› bir yeni cihangir veriyor

bu aşk›n ölümdür kafiyesi, da€lara filân denk gelir


tükenmez çünkü do€rulu€unu ne zamand›r veriyor

ben hep acemiyimdir aşk kafiyesinde sanki acemi


o aşk ki ormanlarda tükenmez kafiyesini teker teker veriyor

şimdi bir uzak geçmişi an›ş›m sahici bir çiçektir


o çiçek dipdiri ergenli€ini bak hanidir veriyor

ne demişlerse yalan, ne demişlerse en uzun bekleyişe


yaşay›p derledi€i yaz›p ezberledi€i her şeyi sat›r sat›r veriyor

ilk defa böyle güzel böyle tenha bir kam›ş


bir donanm›ş yaz gününe az›c›k yer veriyor
375

a€z›nda bir su tad›, yitik bir anne gibi


sanki ellerini ve aşk›n› pazar pazar veriyor

kan› akt›r, ölü yüzü p›r›l p›r›l ay›ş›€›nda


kuşçuk can›n› kaç gecedir azar azar veriyor

gel ey çakmaktaş›, ateşle çok beklemiş kav›m›


haz›r olmal›y›m, da€lardan doruklardan o büyük nehir geliyor
376

ne de€işir

ben kan diye başlamak isterim oysa gülün derdi başkad›r


lâle bahardan yanad›r çi€dem güneşten konu de€işir

hepsine pekâlâ amma bilirim gülün derdi uydurma


k›pk›rm›z› en çok yak›ş›rken kendine onu de€işir

lâle may›s ay›d›r mora turuncuya filan boyan›r


pek güvenmem yabanc›d›r bakars›n yönü de€işir

çi€dem cefaya katlan›r al›şm›şt›r kendi yeşiline


hakl›d›r bak›ms›zd›r ya€murun durmadan günü de€işir

hoş olsun bütün verdikleri ald›klar› şu çiçeklerin


gül susar çi€dem uyan›r tüfek başlar konu de€işir

hep böyle sürece€i san›l›r bu gül hikâyesinin


hep böyle sürer gerçi amma bir gün sonu de€işir
377

rubai

oturdum şöyle böyle, saatim sol yan›mda


biliyorum şimdi baz› atl›lar kan›yor uzakta
beşotuz alt›onbeş karanl›k şöyle böyle
şöyle böyleden fazla bir şeyler ak›yor kan›mda

rubai

sonunu bulmuşken duvarlar› boyad›k


o zaman biraz serpinti idi ya€murun ad›
kimdi nerde idi o büyük anahtarc›
gemiler geldi geçti bir türlü bulamad›k

rubai

yük gemileri geçti, biz uzaktan dolduk boşald›k


önce y›ld›k yükten ve şilepten korkuyla ufald›k
ama bizdik bizdik denize maviyi gemiye yükü veren
h›zland› sonumuz h›zland› iyice, yani ço€ald›k
378

rubai

haz›rlad›m haz›ra durdum giydirdim gölgemi


kuş 盀l›€› senin bölgen sorma benim bölgemi
aşklar telef olup gider sokak köpe€i gibi
gitsin. Harcans›n baz› şeyler. Sen dur e mi

rubai

haydi ben geldim oturup konuşal›m ey gök


bütün alt›n tarlas› bütün komşular›mla
tarla tapan ›rgat esnaf bütün komşular›mla
in dolaş bir yerlerde buluşal›m ey gök
379

baharat yolu

– Ben eskiden bilirdim tiryaki bir aktar vard›


uzun birtak›m saplar ve hazin kokular satard›

bir aşkt› günden geceye haz›rlay›p durdu€u


sa€lam aşklar› ahşap bir duman olarak savurdu€u

elleri üç-beş yüz insan›n nemli karanl›k gecesinde


oysa o nemlerle ne renkler par›ldard› bir yol gecesinde

Haritas›z bir co€rafya henüz, kans›z bir arac›l›k


çünkü Akdeniz acemilere ve büyük odalara aç›k

Kervanlar gümüş bir a€›t gibi ‹llirya’dan Anadolu’dan


atlar, tüccarlar ve k›l›çlar hiç köprüsüz geçerlerdi sudan

Ey can›m büyük sular›n ve geniş yolculuklar›n ad›


dantelli kad›nlar›n ve adamlar›n a€z›nda bir iklimin tad›

– Ve aktar›n düşlerinin birleşmesi büyük başkentlerle


sivri burunlu ve para kesesi kullanan baz› kişilerle...

Dantel ve aran›ş, zencefil ve tarç›n ve misk ü amber


bir kaleyi almaya, bir bayra€› kald›r›p indirmeye yeter

Herkesin önce bir cinselli€e yatk›n cömertli€i


havaland›r›rd› odalar›, söylevleri, kervansaraylar› ve her yeri

Anadolu bir geçiş, Pers bir yenilgi, Hint bir var›şt›


ey can›m ay başka, otlar adam boyu, a€açlar bir kar›şt›
380

Herkesin a€zında Avrupa’da bir yabancı acılık


ve Akdeniz bütün tüccarlara ve el de€memişlere açık

Kervanlar sevinçli bir tunç olarak Anadolu’dan


develeri ve uzun saçlarıyla köprüsüz geçerlerdi sudan

Önce Bizans, sonra ‹znik, sonra ovalar belki


hepsinin bir pusula ve bir varıştı aklındaki

Aldılar geldiler giysileri ve at kişnemeleriyle


keselerinde altın ve bol ceplerinde kişnişleriyle

– Aktarın büyükbabası da kendi gibi aktardı


ahşap bir dükkânda bir yol bulmayı satardı...

Adalardan adalara, aktarlardan aktarlara ve bir rüzgâra


karıştılar müslüman Mezopotamya ve hıristiyan Roma

Anadolu bir geçitti amansız bir sultan buyru€una


birisi kırkbirinci dü€ümü atarken bir kısra€ın kuyru€una

Bir da€ın arkası güç aşılırdı, aşklar da aşılırdı


tarçınla, büyük güneşlerle mavi pilâvlar pişirilirdi

Bir ülkede bir kraliçe bir mektubu okurdu


mektupta firengili aşklar ve yeminler olurdu

Güzel kelimeler, solgun yüzler ve fetihler ça€ı


hepsinin gönderlerinde bol geçmişli bayra€ı
381

Bir şövalye çelik z›rh›nda gerinirdi h›zla


kuzeyde aşk da geçerdi mevsim de h›zla

Kraliçe büyük h›ş›rt›lar› ve yan›nda şairleri


dokuz bölümlü şatolar›nda bir ileri bir geri

Baharat Yolu bir gün elbet daha da k›salacakt›


o s›cak ülkeler ve baharlar› onlar›n olacakt›

Suyu al›nm›ş yemişler, güneşte kurutulmuş nesneler


koyu yeşiller, asya k›rm›z›lar›, gecelerle tükenmeyen kösnüler

– Ve aktar›n düşlerinin birleşmesi büyük başkentlerle


sivri burunlu ve para kesesi kullanan baz› kişilerle

Büyük maceras› insano€lunun büyük kalma tutkusu


ey can›m ey yengeç dönencesinin büyük tutkusu

Büyük avc›larla kaplan dişi ve pazar toplayan


kad›nlar›n› ve çocuklar›n› azar azar toplayan

Neyin varsa gitti gidecek kadirbilmez metropollere


şimdi ananasa, bibere, daha sonra petrollere

Haz›rla art›k büyük ve geniş o mavi elbiseni


her şeyin öyle eski öyle köklü öyle koruyor seni

Senin hüznün bir yazg›d›r bir eski zamand›r


büyüksün art›k büyük dirimine beni inand›r
382

Ellerin hep insanc›l ve beceriksiz nereye koysan


k›p›r k›p›r her şeyini biriktirir parmaklar›n bir duysan

Mavi yeşil bir hançersin hiç k›n›nda durmaz


bir çocu€un yeşil mavi gözü, bakar yorulmaz

Bir de€işmezlik san›rs›n çoktan beri her şeyi oysa


bir vakitler güneyde öyle kötü kullan›lm›ş ki

Ovaya yay›l›r, da€da toplan›r, sevdan› çiçeklersin


Şattülarap’ta bir gece ay tutulmas›n› beklersin

Ve kervanlar ordu olarak dörtnala Orta-do€u’dan


azg›n bir yenilgi gibi köprülerle geçerdi sudan

Bak›rçay› kendini bildi bileli Marmara’ya akard›


kuzey güney iki k›y›s›nda insanlar yatard›

Bir okşamayd› koca gözlü Akdeniz’in rüzgâr›


zeytinleri karart›rd› bir Celâlinin hassas topuklar›

Ve ‹stanbul’da Haliç’in k›y›s›nda, tahmis çarş›s›nda


bir sinagog, bir kilise, bir cami karş›s›nda

– Bir aktar vard› bir topaç gibi Sak›z şimşirinden


kaytan› ‹ngiliz, dönüşü Hindistan güneşinden

Büyük avc›lar gibi kaplan dişi ve pazar toplayan


bir ülkenin s›ca€›n› azar azar toplayan
383

‹ncelik ve zencefil ve firengi, petrol ve bak›r


önce Akdeniz yöresini ve sonra her yeri sard›

Sonunda yeniden geldiler, ekmek ve şirkettiler


çok uzak gittiler, Baharat Yolu’nun baş›na gittiler

Papazlar, krallar ve Avrupa’n›n bütün kopuklar›


gökleri sevmenin ve gülleri sevmenin ülkesine vard›

Art›k bir okşama de€ildi koca gözlü Akdeniz’in rüzgâr›


bütün rüzgârlar Konya’dan aşa€› Kilikya’dan yukar›

Rüzgâr hep o rüzgâr, Hint denizinde kald›r›r sular›


sevindirir kuytu limanlarda kad›ns›z korsanlar›

Baharat Yolu korsanlarla uzad›, kanallarla k›sald›


sonunda ne kald›, bahar görmemiş ölülerden başka, ne kald›

Sular› gemilerle geçtiler birçoklar› bo€uldu


kalanlar kurtuldu, ölenler bir eski hikâye oldu

Irmaklar, aktarlar, askerler ve bir akşam›n yar›s›


›rmaklar, aktarlar ve bir akşam›n sadece yar›s›...
384

sâdâbâd’a kaside

haz›r bulunanlar›n hepsi bahar mevsimini tan›d›


lâle uzun boylu nazdan, gül kendi ismini tan›d›

su güneye yöneldi hazdan, çiçekle birlik akt›lar


haz›r bulunanlar pişmanl›kla kalubelâs›n› tan›d›

bahar bir nisan olarak geldi, gönderi renk renk dolu


umut öylece umutsuzluk biçimindeki hasm›n› tan›d›

yak›nmalar bitti, el pençe divan durdular gelişen şeye


aşklar aşklar›, otlar otlar› yani ki herkes h›sm›n› tan›d›

kimin akl› bir bahardan daha çok olabilir sorar›m


o yeşili ve pembeyi birlikte görünce resmini tan›d›

‹stanbul’un öyledir bahar›, çaresiz alk›ş tuttular


ten uyand›, herkes kendi olan cismini tan›d›

ne denmiş, ak›p giden her suyla ak›p giderim


çünkü sevdim çünkü bu yüzden güçlü bileklerim kanad›

sahici mi elinde tuttu€un o kartal kanad›


sen tuttun ac›dan benim ellerim kanad›

bir geceyi geçirmek için bin türlü kalp ilâçla


dövündüm ç›rp›nd›m bilsen nerelerim kanad›

haz›r bulunanlar davran›p saatlerini kurdular bahara


ey diriliş sana kurulmuş saatlerim kanad›

avlananlar a€aç budayanlar sular›n›z bir ›rmakta


yavaşça geldim durdum beklediklerim kanad›
385

ey yaz güneşine b›rakt›€›n aln›n bana gel


aln›mdan damla damla süzülen terlerim kanad›

yüreklerimiz bir da€ serinli€i taş›rken birlikte


birden boşta b›rak›lan bir yerlerim kanad›

kanas›n vars›n ne varsa biraz kanamal›d›r


benim bunca y›ld›r günlerim gecelerim kanad›

haz›r bulunanlar›n hepsi evet dediler el ba€lad›lar


benim hepsinin üstünde iliklenmeyen dü€melerim kanad›

ey yaz gecesi gel art›k gidelim suya girelim


çünkü biliyorum sahici elindeki o kartal kanad›

ey güzel bahar gökü seni her şeyle birleştiriyorum


çünkü ey yaz gecesi çünkü her yerlerim kanad›

bahar hep bir an› san›l›r nerde olsa gerçektir asl›nda


‹stanbul mesirelerinde ve Muş’ta ayn›d›r tad›
386

meclis-i mebusa’na

aldım bir kânunusâniyi bir güzel inceledim


rüstem paşa kanunuesasi ve şair nedim

kar adam gibi ya€ar, kar, istanbul karı inceden


meyyit yokuşu alaturkası ve pera düzmecesinden

ve kıralmış bıyıklı ve osmanlı kocalar


alıp gelirlerdi bir geceyi bir şarkıcının sesinden

herkesin akşamı ya bozulurdu ya bozulmazdı


herkesin sesi nasıldı o zamanlar en incesinden

bitti kurtulmadık şimdi ses yok hatırlayın


bir kadın sesi, olmamış bir yaz akşamını resimleyen
387

salihat-ı nisvandan saffet hanımefendi’ye

hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum


iri atlarınız macardı dantelleriniz alman

ne göksuda bülbül dinlemek ne abdülhak şinasi bey


ıpılık bir sevgi geçerdi arasıra içimden o zaman

siz ne zaman öldünüz allahaşkına yani ne zaman


kirli karlar bile erimemişti haber yoktu nisandan

rüştü paşaydı deli rüştüye çıkmıştı adı osmanlı ordusunda


o zaman hamitti padişah kocamın bıyıkları kocaman

o günlerde her şey akıp giderdi biz de şaşardık


hürriyet meşrutiyet otuzbir mart falan filan

gemiler de öyle boğazdan aşağı boğazdan yukarı


bıyıklarını burardı umursamazdı paşa kocam o zaman

rüştü paşaydı sakallıydı belki sadece sakallıydı


ki sakallar geçmişinde herhalde bir orman

bir oğul bir kız iki gelin bir damat isviçre lozan
nasıl ağladığımı ben bilirim bir yangının ardından

uykularım bölünüyor artık şu konağı bekliyorum


söyle ey muhabbet kuşunun tüyü söyle ölüm ne zaman

hep bir şeylere baktım bir şeyleri korudum kızdım


kızgındı haremi vardı sakallıydı rüştü paşa o zaman
388

hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum


iri atlarınız macardı dantelleriniz alman

bahriye nazırı tevfik paşa mütarekeler filan


dünya nasıl çekilirdi ayaklarımın altından

annemin sonsuz giysileri bir telâşı bileyen tramvay


ben ne güzel çocuktum yalnızlıkların ardından

yeniköyde bir yalı fatihte evler ayışıklı bir zaman


rüştü paşaydı adı yıldız’da ve dömeke’de kahraman

herkes ne zaman ölür elbet gülünün solduğu akşam


aldım anlayamadım öldüm anlayamadım almadığım akşam

daha önce hiç ölmedim temmuzum ve incilerimle


göksuyu ışıklarla teşrif ettiğimiz akşam

ne zaman gülüm solar ne zaman deniz ne zaman akşam


ne zaman gemilerdi ne zaman paşa kocam

artık başucum dinlendirir bir şamdanın süsünü


söyle ey göksu akşamı hafız burhan ölüm ne zaman

mevlûtlar okunur dalgalar kalır bir geminin ardından


öldüm ben saffet hanımefendi salihat-ı nisvandan
389

anneler kaçar gibidir

söyle ben saçlarımı kestirirsem ne olur


bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur

herkes annesi sanır bir kısır yalnızlığı


oysa herkesin annesi aslında bir baruttur

eylülden ürken temmuz şafaktan korkan gece


dağları bölümleyen o babadan kaçan sudur

hatırla her gün bir çalar saatle oynadığını


çalar saatler bir çocuğun uyanılacak uykusudur

soğuk iklimler, kırımlar akar gider derisinden


çalıp söylediği öğrenip oynadığı bir tabuttur

anne saklanır, baba koşar, günleri münleri bölerler


anne de baba da parça parça bir geyik yavrusudur

birinin sırtı ince, birinin elleri kalın


ikisi de bir gölün saygıdeğer komşusudur

ey hayalin sonsuz çalıştığı gölleri bölmek dönemi


o zaman artık bir yerlerde hazin mevlûtlar okunur

dersin ki ayışığı kimin babası kimin oğlu o zaman


sanki herkesin işi bir bölmedir, uzun uzun solunur
390

senin şarkın bir avcı borusudur ormanları tutar


büyür, yankılanır, bir kale yıkıntısında saygıyla durur

ey en bilge sesi gelip duran sonra akan suların


bilirsin her akşam nasıl öksüz, nasıl güçlükle olur

her akşam nerden baksan yine de bir eksiği doldurur


babalar geri çekilir, anneler onlara teslim olur

saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim


çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur

gölleri bölümlediler ve sonra suya gittiler çoğu


babalar hep perşembe, anneler hep cuma olur
391

bozkır tayfasıdır

ben denizi şimdi gördüm çünkü bozkırdan geldim


kervankıran bozkır’dan, o bozkırdan geldim

pederim bahriye tayfası hamidiye salgınında


öldü. anam da öldü bense tâ şurdan geldim

yetmiş gün filan yürüdüm gece gündüz durmadan


kıyıya bugün vardım ama bak çok yorgun geldim

talihsiz gündönümü, kuzeye göçen lâle derler


ben doğudan güneyden yani ben burdan geldim

şimdi sen şaşırırsın bir lâleye bakınca, ben


zordayım kan taşırım yenerim ordan geldim

beni hiç beklemezdin şimdilerde, öyleydim zaten


ama artık kıyıdayım, işte bak birden geldim
392

kıyıdaki elma’ya bir ses

ey canımın güftesi eylülün ikinci haftasıydı o sıra


bana gülümseyerek getirdiğin bir bardak suydu o sıra

hatırla denize hiç bakmadık çünkü kıyısındaydık


bir elma kendi kendine büyür dururdu o sıra

bir kıyı ikindisiyle bir elma öyle kendiliğinden


büyürler bir öfkenin ya da bir dağın yanısıra

bir kıyının beslerliği bir elmadan ayrılmaz gibi ama


elma soğuk bir kış akşamında bile yenir ısıra ısıra

bir öfkeyi diriler durmadan elma, ovadan gelir


elbet küfelerle sandıklarla hüzünlerle ardı sıra

ey geçmişten gelen konuk sonsuz düğmelerimi tut


yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına

ey canımın güftesi denize hiç bakmadık hatırla


tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra

elmanın topraktan süzdüğü gemilerin denizlerde gezdiği


bir tatildi bir geçiştirmeydi yalnızlıktı bir kusura

neydi ne doğruydu nerden vardık yakışmıyor konuşmak bize


öyle barışlar okuyup yalnızlığı yaşamak kara kara

ey canımın güftesi ey penceresi bütün sıkıntılarımızın


bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra

bu söylediğim iyi bir şarkıdır elle bile hatırlanır


yani şu, ateş ve deniz buluşurlar bir limanda arasıra

yani şu, elma yenir ve balık durmaz kaçar


ama yenilmezler artık buluştukları sıra
393

kışındır

şimdi bu kışa girişin hüznü müdür o mudur acaba


bu iri iri sevmekler deniz o eski mühür o mudur acaba

mavi isterse mavi kalsın ister ölümle değişsin kendini


ellerim bu hüzünde her şeye karşı kırgın kaba saba

çocuklar vardı çarşıya indiğimde hemen hemen günsonu


ellerini verdin tuttum tamam ağzını da ver bir daha

durup durup yüceltiyorsun şu korkak şafağımı


incelmiş bir mor olarak çıkıyorum böylece her sabaha

şimdi bu hüzün nedir sanki kara kazağım sırtımda


işte bir duman, bizi tüten, işte bir duman ki kapkara

kışa nasıl başlanır bahçelerde, çiçekler nasıl başlarsa


bir balıkçı denizin dibine öyle başlar her defa

şimdi bu kışa girişin hüznü müdür o mudur


benim her duygum biraz hüzün gibidir. Meselâ
394

gecenindir

elbet kendisi korkar gecenin karanlıktan


çünkü korkusu karanlıktandır her gecenin

sabahın seher vakti var gecenin nesi var


üstelik ağması bir doğum gibi zor gecenin

ister mi kararsın bir yalnız çayır gibi


bilirim karanlık içine ağır ağır kor gecenin

suyu gizler adımlarını örter adamların


bütün dünyayı dolduran çocukları var gecenin

o bir iyi çarpandır elliyi binlere filân çoğaltır


yıldızını yak bak neler yaptığını gör gecenin

elbet kendisi korkar gecenin karanlıktan


ama aşk gecenin hüzün gecenin gökle yer gecenin

gece, büyük utku, sonsuz bilinen karanlıklara


aydınlıklara büyük bir tutkusu var gecenin

dost değildir sanılır her iki taraftan da


dostluğu bir de kendisine sor gecenin

dostluk gizlemektir korumaktır gecenin sözlüğünde


savaşçılar adına ellerinden öperim hor gecenin
395

tomris uyar için bir şiir kurma çalışması

seni sonsuz biçiminde buldum o biçimi almıştın


sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın

yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi


herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi

yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın


ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın

perdeler uzundu, rüzgâr kısa, masalar üç bacaklı


masalar dört bacaklı, rüzgârlar uzun, perdeleri kısalttın

sen bir atmacanın en uzun çığlığısın her türlü gökte


göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın

yıkılan bir kedi bir süre olarak doldurur sesini


seversin bir kanaryanın sesinden çok kendisini

denizi ve ormanı, açlığı ve başkaldırmayı ayırmadın


bırakılmış bir köşebaşının en güzel tanımıdır adın

seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun


çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun

gel ellerini ver en güzel ellerini öyle


ruhum, ateş yüreğim, kokum, birlikte öyle
396

çokluk senindir

özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir


özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden bir adam meselâ omuzunu eğri tutsa


güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın


kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır


bir ateş parçasından artakalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın


ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir


senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silâh gibi tutarsın tuttuğun her şeyi


her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi


tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın


aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir
397

gemi, gemi

ormanın uğultusu eşittir kentin uğultusuna


belki fazladır bile kentin şusuna busuna

herkes silâhını aldı geldi bir alana oturduk


etrafta yangınlar ve kötü tütün kokuları sıra sıra

eğri bıyıklar eğreti bıyıklar saf saf oldular


evet dediler bir sakalın taptaze namusuna

etrafta yangınlar yeni bir dünya gibi


bir tüfek ağlayan bir çocuktu arasıra

– bir çocuk neden ağlar, açlıktan


bir çocuk, bir kadın ağaçlıktan

kırda oluşan öfke tezgâhta tüten mermi


girdiler usul usul bir tüfeğin namlusuna

bize çiçek getirin onlara çiçek getirdiler


herkes sevinç duydular yeni bir çiçeğin kokusuna

analar doğurganlığıyla musonlar yaşlığıyla


yeni bir korku kattılar onların korkusuna

– bir çocuk neden korkar, yaşayamamaktan


bir kadın çocuğunun başını kaşıyamamaktan
398

önce hep giderlerdi bir sanrıya başkoyup


hep vâdeden bir harmaniyenin ardısıra

ama kim buldu kim uyuştu Büyük Ayı’yla


kim vardı bir gün ahşap gemilerle Mısır’a

kentin sevişirliği ava alışkın bir tazının


alışkınlığı bir taze kanın tüten buğusuna

herkes en öldürücü silâhını aldı geldi, o alana oturdu


yeltendiler doğruluk bulmaya bir düzmece hesap pusulasına

artık kırda oluşan öfke tezgâhta tüten mermi


girerler usul usul bir tüfeğin namlusuna

ey yaşlı gemi ey en sağlam ey külhan ey gelen


bir güzel örnek getir canterburry piskoposuna

– azgın sular bir şey değil, bozuk pusulalardan


bir gemi neden korkar, yükünü taşıyamamaktan
399

bomboş bir sayfaya fahriye

bu sayfaya her şeyi yazdım her şeyi söyledim


kırmızı kiremitleri evcil domuzları bir bir elledim

bitmez bir uzunhava sanrısı verdiler bana


o eski havayı aldım kendimce tazeledim

atılmış bir ok oldu bendeki bu dağ tutkusu


durdum en olumsuz şeyleri en güzel ezberledim
400

ne sulardan geçtim boğulmadan, nerelerden, hatırlanmaz


hatırlanırsa eğer şuralarda buralarda şöyle dedim:

“ben akar suya neden tutkunum çünkü akardır durmaz


bir suyu seslendirenin terli gözyaşı akardır durmaz

her şeyim tamamdı şöyle ki mataram eksik gibi


ama ellerim silâhı sever korkarım sakardır durmaz

kırmızı kiremitlerin çamurunu ben kardım, ben incelttim


bir toprağı hayvanlarım, hayvanlarım ekerdir durmaz

canını alırım en yüce gömlekçinin bir dalışta


o usta sanır ayışığında kendini oysa sekerdir durmaz

o kimse kendisini sansın ayışığında kapılar kapalıyken


benim kanım, tutar sözünü bereketlidir akardır durmaz

evleri kapıları pencereleri oyları oymaları derken


derken ayrıkları eski saatleri soluğum yakardır durmaz”
401

hatırlanır elbet şuralarda buralarda böyle dedim


ben çok uzak güneylerin geçmişinden geldim

senin geçmişin uzun, elini hemen elime ver geç kalma


çoktan beri beklediğin o diri gülümseyiş işte bendim
Toplandılar
(70 - 73 NOTLARI)
1. basım: 1974, Cem
405

KAR ALTINDA, EVDE

güzel yorgan iğnesi


güzel karanfil sapı
güzel geçmiş bir vakit
güzel öğle sonrası
toplanıp bir odanın
en güzel geçmişine
dünyayı ısıtalım

bir abdullah çocuğun


büyük güzel gözleri
bir hatice çocuğun
büyük güzel gözleri
biri denize yakın
biri denize uzak
toplanıp bir denizin
en güzel geçmişine
dünyayı ısıtalım
406

güzel kara saçları


orman kolcularının
bozkırı betimleyen
güzel devedikeni
sen kendi güzel bozkır
yaramda açan lâle
güzel konuşmaları
gece yolcularının
güzel bir ağıt olan
ey gece dağlarının
ey güzel hancıları
kimi denize uzak
kimi dağlara yakın
toplanıp geçmişine
kendi güzel bir hanın
dünyayı ısıtalım
dünyayı ısıtalım
kendi güzel dünyayı
407

İLKİN

bunu kimse söylemedi, belki düşündü


çünkü vardır insanın yaşamasında
uyku ve öfke gibi vardır
kimse söylemedi
tuzunu çoğaltan bir denizde
nasıl batarsa güneş öyle
ben de kaçırdım
ki gözüm bütün gün
günboyu lekelerde
kaçırdım ama şöyle de söylenebilir
şiirin bütün geçmişinin dışında
artı eksi bütün değerlerin dışında
önceden açıklanan her şeyin dışında
örneğin en sıcak ülkelerin yazında
en soğukların kışında
yanarım üşürüm berbat olurum
hiçbir şeye yaramam
ama yine seni severim
o zaman sen de beni sev
evet.
408

KİM ÇAĞIRIYOR MAVİYİ

kim düzenliyor bu uyuşmazlığı, kimin


ellerim bir iki harf yazıyor hızlıca
nerden baksan zehir gibi kapkara
tuzla ekmek arasında suyla benim aramda
maviyi çağıran kim şimdi, kimin
uygunsuz elleri dolaşıyor aramızda
şimdi bu her şey nedir
dükkânların bankaların borsaların adı ne
yeşilin tadı hani, gölün sevinci nerde
şimdi durup dururken nedir bu
gündüzü hızlandıran, geceyi bölen öfke
maviyi çağıran kim, kimdir çağıran maviyi
asıl mavi kimi çağırıyor, asıl onun adı ne
409

KALMAK İÇİN BİR YAZI

epeski bir yorum: atlar ve kediler ve serçeler ve


kuytularda uyuklayan köpekler ve yıllarla
acının ve sevincin üçüz kardeşi olan kendisi her sokakta
bir selâm olarak alınmaktadır
ve deniz diplerinin yeşil basıncıdır ve bazı bulutların
doğudan kuzeye yoğunlaşmasıdır

epeski bir yorum: sıcak bir eylül değişmesidir bir


eşkıya yatağının en uzun günleri
aşkın öbür adı artık kentlerde kaybedilmiş bir savaşın
tarihi olarak anlatılmaktadır
ve eski ceketlerin utancı oymalı askılara parlak tüylü
şapkalarla birlikte asılmayınca

epeski bir yorum: kan, kusar güneşin öfkesini, hatırlar


onu otlarla bakımsız kıyılarla
çünkü şöyle böyle de olsa bir elin ince boyunlu bir
sürahiyi doldurduğu hatırlanmaktadır
ben ne diyorum: çaylar, dereler böyle sakin ve
kararlıyken ovada, koruyorsa yatağını
günün biçtiği kefen uyuyorsa uysal gecenin
kurumuş ve hüzün dolu bedenine
şuramda bir sancı, şuramda, atların kişnemesi gibi asî
gece karanlığında
kalayım kalayım diyorum olmuyor
ben gidiyorum.
410

BİR YILIN EN SOĞUK AKŞAMINDA


AŞK ÖVGÜSÜ

Nasıl yadsınabilir yüreklerde gezinmesi


tozlu bir gümüş tabağın, çiçeksiz bir sardunyanın
bir kadifenin avuçları kamaştıran anısı
ıpışık caddelerden, armağanlık çiçeklerden
kanı çekilir gibidir eski dünyanın
kalabalıkta, yarışsız bir hipodrom ıssızlığında
bir suyun durmadan durmadan aktığı sanısı
geceyi, egemen geceyi hazırlayan akşamı
bir altın yüzük gibi sıyırmak taşbebeklerden
köşebaşları acımasız bir yüzdürler sunarlar kendilerini
dünyada, bir güneş yılının en soğuk akşamı.
.......

İki kişinin birbirine baktığı akşam saatinde


uzakta bir ırmak bir tomruğu taşıyordur elbette
bir yer sızlıyor belleğimde seni bir yerden tanıyorum
işte ellerin birini öldürenin elleri
bir merdiven taşıyan birinin elleri
belki biçimli ama ağzın ilgilendirmiyor beni
sen su mu içerdin süte ekmek mi batırırdın
o büyük nehir sürerken kütükleri
seni tanıyorum elbet ama neye yarar
uzun zamandır buluşmamıştık
hem insan ne kadar taşıyabilir şuncacık yüreğinde
bunca gemiler bunca tirenler gazeteler
oradan oraya taşırken en kötü haberleri.
.......

Yemin ederim aşk değildir bu


dünyada, bir güneş yılının en soğuk akşamı
soğuğun bu kertesinde gözlerdeki bu buğu
yemin ederim aşk değildir, aşk değildir
daha başka bir şeydir ki, göz yumulur.
411

HADİ İZMİR’E...

yorgunsun hoş gelmişsin


kara gece nöbetinden hoş gelmişsin
yat uyu yerin hazır
hak etmişsin uykuyu
helâl olsun uykun bahtiyar sağlığın
ama bir uzak iskelede başka olurken deniz
sakla uykunu biraz o uzak iskeleye

bak sakın telâşlanma


bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi
bir şey değil bir çocuğun iki aylık tanrısı
bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi
haydi kalk, sakla biraz haydi kalk haydi dedim
açıp sonsuz bir camı bir uzak iskeleye
şimdi tam sırasıdır her şey hazırken böyle
şimdi bunu gömelim

nasılsa girdi bu karaşafak aramıza


haydi şimdi ölüm vakti değil aramızda
ölüm ki bir olağan acının anısıdır
şimdi anıya yer yok aramızda

ne güzel uyurduk biz kavgasız gürültüsüz


bir yara bile olsa şuramızda buramızda
sular gibi karışık olan uykumuzda
senin kara gecen paslı benim çocuğum ölü
bir uzun yaşamayı beygirler gibi koştuğumuzda
hatırlarsın uzakta koştuğumuzda
sayılara vurdular bizi haydi kalk
412

haydi kalk yoruldum bir patlıcan nasıl büzülürse


bostanda durup da olmayı beklerken haydi kalk
haydi kalk dedim senden aldım kendimden
ölümü bir güzel ezberledim
anladım yorgunsun kara gece nöbetinden
çocuk öldü ben yoruldum ölüm nöbetinden
saatini kurdum, saatini de kurdum haydi kalk haydi kalk
şimdi bunu gömelim

neden öldü ben burdaydım sen ordaydın


belki de bahar filan vardır erzincanda ne bilelim
hadi kalk tirenler kalkıyor duyuyorum
biliyorum
yorgunsun her geceden, biriken her geceden
haydi kalk şimdi bunu gömelim
haydi kalk bitiverdi
haydi kalk yorgun güzelim haydi kalk
hadi artık öldüm biliyor musun
hadi kalk
İzmirlere filân gidelim
413

KAR SESİ

yitirdiği suyunu verdim ona


acı mermerden damıttığım, yeniden çelik
artık elleri her yerde ve sevinci bol
eylülün son konuğu üç beş gecelik
anlatılmaz nasıl haykırıyor durmadan

kardan geri. çığlığı kardan geri


çıplaktı süvariydi çok eskiden dağlarda
sonra talim yerinde bir ileri bir geri
kentlere hiç girmemiş. yüzü ata boyalı
çığlığı kardan geri
sonra girdi apansız. arpasız beygir gibi

ne de güzel evleri. sonradan döndü geri


atının nalı gümüşten ve mıhı altından
silkinerek bin yıllık bir çekinin altından
mahmuzlayıp yeniden çıplak dağlara doğru
meydan saati nerde artık o nerde şimdi
yepyeni bir takvimin ilk yaprağı o şimdi

şimdi nereye atsa bir su bulur elleri


çığlığı kardan geri
ama yağmurdan da ileri
duyduğu gümbür gümbür silâh sesleri
bir gün elbet gelir
414

SÖZCÜK

hiç duymamıştı o sözcüğü, motorlara kum yüklerken söylermiş


işçiler
freni patlayınca bir ağır kamyonun, şoförün ağzında cıgara gibi
dumanlı
ilkin vaftizci yahya, sonra yahyanın kendisi sonra spartaküs
roma’ya doğru
sonra incelmiş, hazırlanmış, keskinleşmiş gelmiş bir
dövüşçünün ağzında

şimdi denir ki, dumanlar eskitilmiş, suları kötüye kullanmış


yemişçiler
şeftren amcasına sövmüş, partizanın biri yılmış artık
dövülmekten
herkesi bir bir ele vermiş sonra su kalmış boğazında dili
tutulmuş
ölmüş. o söylemiş sonunda en doğrusunu, belki kanlı bir aşk
niyetine

oysa şimdi her yerde arabalar gidip geliyor. yükleri


boşaltıyorlar
bağ budayanlar makas tutarken eldiven kullanıyorlar artık
başka şeyler de var bombalarla kötü silâhlarla ilgili
ve ne dersek diyelim artık bulunmuştur aşkların en güzeli
kent. kent baştan ezberlememiş o sözcüğü alışveriş dalgasında
ustalaşınca artık. o tek sözcük bilirmiş, her şeye birden yeterli
gelir gidermiş dumanlı bir akşam saati ağzının kenarında
415

yeni sezdi bir yazmanın yazısını. okudu doğru bulup ezberledi


ve artık bütün aşirete olumlu bir düş sağlayabilir çekinmeden
kendi göğünün güneşi. kendi zamanı. kendi dumanı
cıgarasının sönmeden
kış soylusunun yaz çıplağının denize bakar bakmaz birinin
aynı sesle haykıracağı bir aydınlığın vazgeçilmez simgesi
örneğin bir şimşek anlamında. doğuya giden bir katar
anlamında
kara. yeşil. çarpıntılı ve durmadan hüzünlü
durmadan dayanan. bir uykusuzluk haline gelene kadar

hiç duymamıştı. duymamış oldu gene de. eskimesin


diri kalsın ateş gibi yakıp geçen arkası
artık tohum, döller kendiliğinden
saatler sabahı çalar bazı kentlerde
bir baltanın parıltısı karışır suyun sesine
ve hüznü kine dönüştürür elleri ustalıkla
yepyeni bir dirim hızında
birisi onu haykırır durmadan
416

KAZI

eskide bir gün, şurdan burdan konuştuklarımızı hatırlıyorum


güneşten ve dönencelerden ve kıyılara giden kimselerden
yaz olsa neyse. kar soluk bir gülüşün kefenini yırtıyor
ve durgun bir suya dönüşmüş bir akşam beni kıskandırıyor
eskimekten yassılmış bir tepenin hüznüyle hüzünleniyorum
ki ellerimiz bu sırada hayatı ve ölümü andırıyor
suyun akışı, kıyının ve sevincimin akışı nereye varıyor

şimdi üstümüzden geçip ötelere giden bu kuşların adı ne


sonra kuşların ve her şeyin ve aşkın adını kim veriyor
kimdir nerdedir var mıdır bütün bunların usta yazıcısı
biliyor musun gitgide yaralanıyoruz şurdan burdan
biliyor musun şimdi eskide, çok eskide o dinlence yüzüyle
dedemin en büyük haminnesi, ağır ağır saçlarını tarıyor.
417

KAVŞAKTA

artık gelince biliyorum, önceleri korkardım


şöyle ufak bir şey, sudan kaçmış ayışığı
otuzbeşbin atlının dağdan gelen yankısı
önceleri açılıp gider sanırdım her şeyi
her şeyi açılıp gider sanırdım, bir kez şiire konmuşsa
menekşeler, bademler, büyük adamlar, kutsal olan ne varsa
şimdi bir çekiç ve bir alan yetiyor çaresizliği anlamaya
örneğin bir eczanede bir koku duyuyorum
tamam.

oysa ben eczaneye bir ilâç için girmiştim


sirozluyum, ya da mitral darlığım var, ülserliyim belki de
niyetim bin yıl direnmektir bu halde bile
romaymış, bizansmış, cumhuriyetmiş, bilmem neymiş, bahane
turuncu bir çiçek açarmış bir yerde akşamüzerleri
eskiden büyük adamlar geçmiş topuz gibiymiş her biri
(o koku)
hangi budala söylüyor artık bu sözleri
el ettim birisine, bir başkasına giymediğim şapkamı çıkarttım
ne dağları tanıdım, ne denizleri ne öteyi beriyi
daha demin uyanmıştım, az önce, baktım
vakit akşam.
418

hayrola yunus kâzım, hayrola karlı dağlar


hayrola karlı dağlar, hayrola yunus kâzım
geceniz bereketli olsun, gününüz sağlam
ben geldim gittim işe yaramayan şeyler topladım
kancalı iğne, balık oltası, tabanca, bomba filân
dağ gölgesi, köşebaşı, odun ve duman
bu arada başağı tanrı bildim, mührümle onayladım
ağaçlara ve otlara çocuklar gibi baktım
kurda kozaya öyle, kalem kâğıda öyle
derken bir ihanet gibi vurdu gözüme her şey
anlatamam.

ilâç milâç bok püsür


şuramda bir şeyler var
sahiden bir şeyler var
haykırmadan anlatamam.
419

DENİZE ÖNSÖZ

birden bileklerimde duydum


denizin engin kelepçesini
iki kıyı arasında bir yerde
asyayla amerika gibi iki kıyı
aradaki okyanus da olsa
zaten zamanım yoktu
bir türkü söylüyordum
eskiyen taşlar üstüne

hızım kesilmişti
hızım hep kesilirdi karanlık basınca
uzakta bir yerde açan bir gülün
uzakta bir yerde yakılan bir lâmbanın
ellerime dolanırdı kokusu, ışığı
oynak terazisinde akan zamanın
ikiyi ikiyle çarpardım durmadan

artık kaçınılmaz bir ustalığa vardım


acı çekmede ve rüzgârı tanımada
olumsuz şeyleri tartışmada
üstüme yoktur biliyorum

bir coşkunluğum kaldı, onlar da


o kadar sınırlı ki
–çiçeklere, halka ve sulara değgin–
başka bir şey yok
örneğin ceketim anısız bir geceyi yükleniyor
bense sonsuz bir gidiş gelişte
420

birden nasıl duydumsa duydum


denizin engin kelepçesini
güney-batıdan esen bir rüzgâra uydum
çarparak kendi sesini topraklara, ağaçlara
denizi ve bahçe lokantalarını
sığınılmaz yaparak
şaşmaz bir doğrulukla evleri evler yapan.
indim kalesinden
evimde gazeteler okudum

imdi ey beni sargılayan tekne


dilimi dil yapan hançer
sulayıp eskittiğin tarlayı göster
yakıp söndürdüğün lâmbayı göster
içinde yaşayıp düşündüğün odayı göster
bir damarım boşalıyor
biri doluyor

bir bardaktan bir bardağa soğuk bir süt aktarır gibi


421

GÜVERTEDEN BİRİ

Suyu bir araç diye kullanan gemiye yaklaşık olarak


otuzbin kişi bindi
Ormanlar bölgesinden onbin, yağışlı topraklardan sekiz
ve tuz göllerinden onbeşbindi
Dolunay, salkımsöğüt, elverişli rüzgâr, şişe mantarı, yoğun
uykusunda şehir, deniz ve gemi
Herkes tanık, işte bir daha söylüyorum, gördüm usul ve
karanlık, yemin bile ederim
O da bindi.

Ne kadar sürer bir kurdun özgürlük rüyası, pençeleri


yabancı güvertede aşınırsa şimdi
Hele gemi zâbitleri ve tayfalar, kokulu büyük sigaralarını
gülüşerek birbirlerinden yakıyorlarsa
Ne kadar sürebilir ölümün en son düşünülmesi gereken
bir kurtuluş olduğu
Bazıları susmayı aldılar, kimileri “evet” demeyi, avunup
yansılamayı, herkes bir türlü silâh
O da bir silâh edindi.
422

Ey bir yelkende kurutulmuş güneş anısının giderilmez


akşamsızlığı
Elimden en son alacağın işte bu, soyuma yaraşan
doğurgan coşkunluktur
Karanlık kendi kuytularına ve yaz, baygın dalgınlığına
çağırsa bile özlemli ellerimi
Otuzbin kişinin yarısını ve zâbitanın ve tayfaların
tümünü ergeç yenerim
O yendi.

Şimdi bir geminin kıç kasarasında biliyorum


O, bir yolcuya bir savaşı anlatıyordur
Kanın bir cephe olarak kullanıldığı
Ve ölümün bir silâh olarak.
423

ŞEHİRDEN BİRİ

Denize bakıyorum, tersine bir yaşamanın tadsızlığı bir hüzün


olarak alıyor içimde yerini
Bu yüzden meyve suyu içiyorum durmadan ve galiba bu yüzden
durmadan seçimlere gidiyorum
Ayı oynatanları seyrediyorum, dağın dizginlerini, bilmeden
satın alıyorum salon çiçeklerini
Ve sanırım bu ilk bende olmuyor, çünkü denize bulaştım. bunu
ellerimin maviliğinden anlıyorum
Aşk filimlerine ve röntgen filimlerine ve her ırktan ve her çeşit
gemi tayfasına alıştığımdan
diyorum
O da derdi.

Birtakım adamlar ki elleri ceplerinde ve artık gözleri patlamış


uygarlıktan
Mavilik ve hendese ve gemilerin gidip gelmesi bir tutku olarak
yer alıyor yaşamalarında
Denize bakıyorum, ve bir eski kralın düşüne girdiğimi iyice
biliyorum sabaha karşı
Bir otelin onuncu katından atılan bir aşk mektubu usulca
önüme düşüyor kıyıda
Artık okunmaz mı güllerin eskimiş yasası, geçerli değil mi
tiyatroda önemli bir öge olan merdiven
diyorum
O da derdi.
424

Denize bakıyorum, başımız dönüyor her şeyden, imkândan ve


kullanılmamış sınırsızlıktan
Atıyorum sinema biletlerini, matinenin de suarenin de ve satın
aldığım bütün çiçekleri
Uzun uzun soluduğum bu akşam bir başkasının eskiden
yaşadığı bir akşamı andırıyor
Sevmenin, umudun, mutluluğun bir ağustos perşembesi
olduğu gibi köşebaşlarında
diyorum
O da diyor.

Şimdi bir köşede bir bakkalda biliyorum


O, bir kadına bir savaşı anlatıyordur
Hüznün bir cephe olarak kullanıldığı
Ve yoksulluğun bir silâh olarak.
425

ACININ TARİHİ

kalın ve karanlık bir çatı merdiveni gibi


giderilmez eksikliğini tanırım onun
suyun bardakta duruşu gibi
bir öfke usul usul büyürken kuytuda
yemyeşil bir çayır görünümündedir
haziran ortasında bir gümüş lüfer
büyülü bir fotoğraf bir gümüş çerçevede
ve evinde hemen hazır bir silâh
böyle kargaşalı günler döneminde
beşer onar koparılan bir takvim sanki
bahara

bunlar güzel şeyler biliyorum


herkes de biliyor kuşkusuz
ama ne kadar güzel ne kadar güzel
serçenin kış günü yemidir
alnı akıtmalı bir atla düğüne gitmek
ayışığı penceresi, bir güzel insan sesi
ama ne kadar güzel
kırda bir oğlak kadar
kışlada bir türkü kadar
rüzgârda kuruyan tülbent kadar
oysa gece tam yarısıdır bir günün
ve daha güçlüdür gündüzden
426

ben şimdi diyorum ki bir bak şu alanlara


sokaklara köprülere kiremitsiz damlara
taşlara sopalara amanvermez silâhlara
şehir haritasına trafik lâmbasına kan içinde adamlara
kan içinde adamlara
kan umutsuzluktur
ona kendini hazırla
ne kadar yalnız olduğumuzu hep hatırla
açlıkları yoklukları kırımları
–örneğin sensiz olmak ömrümün bir akşamında–
bir bölgeden birine giden orduları uçaklarla
yalanlar ihanetler karmakarışık limanlar
iki şeyin apansız karşı karşıya geldiği dünyada

ben şimdi diyorum ki


buna inanmak gerek
bir susam gibi boyuna sulamak umutsuzluğu
ve direnmek
hep direnmek devam etmek adına

diyorum ki acılığı eksilmesin ağzımızdan


boyuna tükürmek için
boyuna
427

ACININ COĞRAFYASI

kente kapandık kaldık tutanaklarla belli


sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır

çığlığım uzun uzun kalır içimde


yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok


kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir

kutsal acı beslegen acı sütünü emiyoruz


yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek
428

kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat


mutsuzluk acıya varana kadar
artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi
öyle bir gölge ki belki çok dardır
kısa vakitlerinde aceleci akşamın

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok


acıya hep yer vardır aramızda
dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi
bozuk paraları da umutsuzluğu da
aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum
güneşin yedi renk ayasını

biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır


şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üstüste silâh atsan
kent tepinir belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır
429

VAKTİN ÇAĞRISI

şimdi burda kar yağıyorsa her yerde yağıyordur ve vakit


dardır
su geçirmez çizmeleri de vardır aman vermez
yıldırımçekenleri de
ve polisleri, polisten kaçanları ve düzgün cümle yapanları
anayasaya giriş, felsefeye başlangıç ve statik okuyanları
ağaç okşayanları, ekmek dilimlemeyi ve yemeyi sevenleri
–aradabir ateş gibi yakıp geçmeden tarihin kundurası–
mevsim sonu ucuz satışları, indirimli fiyatları ve hiç
düşlemeden
bir incir ağacının bütün bir yaz süren denizli rüyasını
doğduğu yerin yitik anısını bulduğunu sanarak
sevenler vardır
dördüncü boyuta göre bile
vakit dardır

denizlere en tutkun adamın bile çok zaman uykusu vardır


bir çırpıntı gibi gelip gider düşlerinin kumlarda yattığı
o adsız şehir, halkının boylu boyunca kumlarda yattığı
başkalarının o uğultulu şehre biraz kuzeyden baktığı
ne kadar suya girseler ıslanmayan
çımacıları, dalyan toplayanları, vapur yürütenleri
suya bakıp rüzgâr söyleyenleri, yağmuru yanılmadan bilenleri
430

yağmura şemsiyesiz çıkanları


bakkal çıraklarını, meyhane komilerini, deniz adamlarını
izinli yürüyüşleri, sağlıksız grevleri ve aynen lokavtları
doğduğu yerin yitik anısını bulduğunu sanarak
sevenler vardır
vakit dardır

her şeyin acısı birden gelişir ve hız verir kanına


çiçeğin susuzluktan kuruması, kedinin açlığı ve eylül ortası
bir yanlışlık, bir kırgınlık, bir izin akşamının ilk karası
sıkılgan ölümün kuluçkadaki kuşunun çatlamayan ilk
yumurtası
işte akreple yelkovanın, örümcekle sineğin saat onikideki arası
ancak coşkunluğa vakit vardır

ey onun adsız bir ot olarak yüzyıllardır sürgün veren sabrı


durumunun dağlara bir akşam olarak vuran gölgesi
ey usta berberlerin bileyli usturası, lâğımcılar kazması
ey bileycilerin en hüzünlüsü, kıvılcımlar ustası
ey en tıraşlı mücellit kalfası
bir fakülte rozetinde gülümseyen kırmızı, uslu kırmızı
gülüşünüz bir mağaranın karanlık tarihini aşıyor artık
bir şehrin güneyi ve batısı vardır
vakit dardır

bizim tasalarımızın eskidir tarihçesi


sonunda umutlanmak, başında gül bahçesi
bir bayrama su veriyor bir gümüş ceşme
çünkü dünyada artık
vakit dardır
431

ANLATI

o herif saatine baktı


herhalde üçe beş vardı
herifin eni haritalarda
belli başlı haritalarda
doğudan batıya kadardı

nasıl hatırlamazsın nasıl


bir çiçeğin sapını birlikte dişledik
güneşi gübre gibi emen
kapıların arkasında kaldık
yanlış anahtarlar gibi
nasıl hatırlamazsın
birlikte sıtma geçirdiğimizi
karnımızı güneşten koruyarak
cılız kollarımızı

ceketi göbeğine dardı


akşamın solgun ineğini
ve dingin bahçesini o ineğin
sütünü sevincini sağardı
geceyi ve gündüzü
bümbüyük düşünü yine solgun bir kamışın

nasıl hatırlamazsın
hüzünlü solumaları
cılız kollarımızı
ayışığında kamışları aralayan
memelerine kösnüyle bir bomba yerleştirip
çarşaflarla oynayanları
432

herif baştanberi vardı


suyu o tutardı, ışığı o satardı
kâğıdı bir basımevinde paraya çevirince
gemileri buğdaydan petrole çevirince
sen de kimsin, diye sorardı

bak: her şeylerini alıp geldiler


bir şeyleri eksik kaldı
şimdi uzakta bir haftalık ölüler
ve mermiler sandık sandık
mayıs bizim ülkemizde bir kuştur
durmadan öter öter öter
hatırla, biz sıcaktan ve kuştan ölmeyiz
bizim vaktimiz ne zaman, hatırla
sadece direnmekten usandık

herifin kemerinde bir ordu vardı


soysuz bir tabanca yerine
ve tartışma uzayınca
hong kong’da mudanya’da
elini hemen beline atardı
o zaman bir buzul, yaşlı bir buzul
bilinmedik bir dağ başında
usul usul kayardı
herifin saati vardı
durmadan saatine bakardı
433

nasıl hatırlamazsın
bir gün öldüğümüzü
gök kadar çok yıldızlı
çok yıldızlı bayrakları
iyi pişmiş bir tavuk gibi böldüğümüzü
hatırla kendi yüzünü
en doğru haritayı
en doğru yeryüzünü
nasıl hatırlamazsın
biz de saate baktık
alanlar alabildiğine, o zaman biz
biz o zaman şu kadardık
ve cılız kollarımız
ölümler, kıyımlarla
bir güneş yaptı aydan
ne hazırlanıyorsa, bil
ne hazırlanıyorsa
orada biz de vardık
434

SUNAK

ilkin bir kadını kestiler soyup giysilerini


sonra kitapları yaktılar, suları kestiler
su bir ulusun özlemidir bu yüzden dağlara bakarlar
bir silâh olarak alınır satılır
ve ıslatır esirgemeden bir rençberin boğazını

oysa ay bir ateş gibi yağıyor


usul usul terliyor bir batık gemi
kan sızıyor bir halkın dinmeyen uğultusundan
ve eskiden bir şehire geldiğimi hatırlıyorum
bir şehire yerleştiğimi hatırlıyorum
rüzgârın eskittiği bir şemsiyeyle
suyun paslandırdığı bir silâhla
herkes gibi bir avuç bedenimle
yarım dirimler yarım ölümler taşıyarak
bir denizin altından
oldukça ağır bir denizin altından
ağzı tıkalı bir sürahi gibi
suyun yüzüne çıktığımı

şimdi artık neyi hatırlasam bir anı oluyor


örneğin bir adamın içkiye düşkünlüğünü
bir kadının sunuluşunu soyularak
kanım mı harlatıyor ben mi üflüyorum
gidip toparlıyorum bir yerlerden başkaldıran gölgemi

diyorum ki ey batık gemi


artık kar yağıyor güvercinlere
sokak alışılmış düzenini sürdürüyor
harcayan kıllı elleriyle
sunak kan içinde, kan içinde sunak
alıp boyuyor gövdemizi
435

sokaktayım ve herkes alışkın


hatta bekliyor onu durmadan
bir soylunun serinleme alışkanlığıyla
bir ağustos akşamında
durmadan kurban, durmadan sunu
tükenmeyen açlığına düzenin
döğüşmeyi ve kanı hazırlıyor
aşkın son kertesini
onu, durmadan

şimdi ey eski gümüş, batık gemi, diyorum ki


her yerde seni hatırlıyorum durmadan
saat kaç olursa olsun, takvim ne derse desin
açlıkta, bir bıçağın kabzasında ve dağda
durmak istediğimi hatırlıyorum durmadan
itilirken ve dövülürken ve kovalanırken
güneş batarken ve doğarken
bir parmaklığa dayayıp ellerimi
durmak istediğimi hatırlıyorum durmadan
itilirken ve dövülürken ve kovalanırken
güneş batarken ve doğarken
bir parmaklığa dayayıp ellerimi
durmak istediğimi

sunak inceltir coğrafyasını


akşam bir dinginliğe benzer kendiliğinden
436

II

dünyayı en çok sevdiğim zaman


her şeyi en çok unuttuğum zaman sanılır
çünkü kuşların güzle güneye gittiğine inanılır
oysa taş kırmanın ve otel inşa etmenin mevsimi yoktur
cepte tabanca da cıgara paketi arar gibi aranır
adamoğlu hırçın bir kış gibidir
doğrusu hırçın bir kış niteliğindedir

birden akidesi parlayınca fosforun


dünyanın elbette sonu vardır
yani sunak temizlenir kandan
sunmanın önü alınır
en denize yatkın küreklerle
ustaca biçilmiş keresteler
ve usturlâpın en alâsı iskenderiyeden
ve haritanın en makbulu kanla yoklanan
sonu vardır

imdi
bu böyle nasıl bir bahardır
bütün sürgünlerin lâhana olarak hesaplandığı
bütün harfler anlamını yitirmiş
bütün sokaklar geliş geçişe dardır
ve acılar bütün etkisini yitirmiş
gemiler bütün limanların uğraşı
437

III

dünya bir sunaktır


sonunda kalemlerin bile sunulduğu
işte benim kanım ortada
akmıyor artık

IV

sakinim bütün gece boyunca


başımı değişmeyen düşüme koyunca
lâleler kızıllaşır menekşeler morlaşır
sütçü gelmez kapıya vurmaz
gazeteci de öyle
bilirim
dünyanın sonu vardır.
438

BAZİLİKA

herkese yeni bir selâm


ödden kısaltıldı
yanlış bir gündoğusunun
denizden taşıyıp getirdiği daha bu sabah
ceketsiz bir cesetten, göklerin sahibinden
hüzünlü bir umuttan kısaltıldı

bir yıl sonu akşamı sanki


herkese yeni bir selâm
bir bedenle değiştirilen bir son olarak
uzak asyadan bir korku, orta-doğudan bir sanrı
tuzu bolca lûttan kısaltıldı

ovaların yeşertisi ve bâkirliği kızların


temmuzda doğmuş birinin yünden harmaniyesi
bir ölü kokusuyla şehirlere taşınırken
romada kilikyada giritte nevşehirde
urfa derler bir yer vardır güneyde, orada
acımasız nemruttan kısaltıldı

kaç yıldır denemez kaç bin yıldır ömrü


suya toprağa durmak ateşe yamanmaktır
elinde bir ölümle dolaşır durur
bir bedenle değiştirilen bir ölümle
bir gün dar bir odada bir gün bir alanda
elinde kalır ölüm
işte ondan kısaltıldı
439

gemilerle mektuplarla taşındı bizansa


onyedinci yüzyıla
rahatça tazelendi çünkü
çok renkli bir buluttan kısaltıldı

büyük stepte, alplerin kuzeyinde ve güneyinde


kutsal yarımadada niğdede ve aksarayda
bir orman gürül gürül emerken toprağını
bir yunus denizini dolaşırken o
balkıması yeri göğü yücelten
bir hamuttan kısaltıldı

ey dirim ey dirim tek tanrı sensin


tanrı sendin her defa
440

KARŞILIKLI ÇEKİLMİŞTİ DUVARLAR

Dokuz metre, yedi arşın, yirmibir verst, beş yarda


Doksan kilo, kırkbir şinik, altmışüç pud, bir okka
Onbeş kapik, kırkbir şiling, otuzbeş sent, yüz para
Üçyüz dekar, bir mil kare, yirmi dönüm, sonbahar
Tepemizden gürültüyle geçti uçaklar

Seni bildim bir altının bağışlamaz sesiydin


Amcan nerde baban var mı, kimin hemşerisiydin
Yedi-dokuz, ikiyüzüç, yüz ton gibi bir şeydin
Hatırla ne güzeldi, deniz dağlar ve rüzgâr
Tepemizden gürültüyle geçti uçaklar

İşte burda bıraksam ya sonsuz şiir adına


Irmakları hüzünlerle uyuşturan adına
Ama nerde o bilgelik! bin ton gibi bir şeydin
Alfa gibi, elif gibi, mega gibi bir şeydin
Ölüm gibi, zulüm gibi, açlık gibi olanlar
Tepemizden gürültüyle geçti uçaklar

O annesi tam ölürken saçlarını okşadı


Bir kız sevdi, koca kenti bıkmadan arşınladı
Kim derdi ki ondan böyle bir savaşçı çıkacak
İçi dışı kardan beyaz, kandan kızıl, duvarlar
Tepemizden gürültüyle geçti durdu uçaklar.
441

HAYRİ BEY

Bre ağalar bre beyler paşalar


Şöyle dağlar kimlerin dağlarıdır
Ölenler ulu Tanrının kulları
Kalanlar bu dünyanın sağlarıdır

hey hayri bey hayri bey


bir gelin aldın soylu bir evden
elinde gül gölgesinden mendili
sandığında sedefli nalını
su içerken görkemli
ayışığında ince
ve soğuk pencerelere dayamış alnını
senin suyun işkodra’da falan ısındı
varsın artık selânik’te soğusun
sen ki salıpazarlı bir kerimin oğlusun

“hatırla hayri bey hep


hep yalnız kaldığımız.
bu dünya kimin olsa bizim
değildir. uzaktır bize.
bizim olmadıkça tepeden tırnağa.”

hey hayri bey hayri bey


bir elinde dikiş iğnesi öbür eli acemi
alıp götürdüler bir dalgınlığa
bir dalgınlığa o güzel gülü
büyük anısını yaşıyamadan
dünyaya utkuyla geldiği günün
davul sesleri tiren sesleri top sesleri
kocamustâpaşa’da şurda burda
arnavut çalımınla bir kuşağın sonusun
442

“oradan oraya taşınan kanları hatırla, kılıçları.


hatırla yemen’leri, içkileri veresiye aldığımızı
hatırla. hatırla hep en son gidenleri. kimin nesiydi
götürdüğün. taşıyıp getirdiğin kime. bir
bayram gecesinde lime lime. üniformanda sıcak,
pera’da buz gibi, tabancanla. ve soğuk ikliminde
aşksızlığın, sana bir tarih gibi geldiğini
hayri bey.”

hey hayri bey hayri bey aslında


yüreğin akıntıda bir balık gibi diri
uzar durur bir yemin gibi karanlıkta
bıyığının çekiştirdiğin her teli
serin mart geceleri nemli koğuşlarda
avanos testileri gibi terler durursun

hey hayri bey hayri bey


sen bu gidişle harbiyeden kovulursun
ya da bir gün bir miralay olursun
korursun ara sokakları ahşap evleri
yıldızlar ağır ağır gelirken geceleri
ay gibi taptaze atlarla uzaktan
ve dağlar ve mavzerler ve kurşunlar
hey hayri bey hayri bey
bir eli kurşundan hızlı
öbürü daha yavaş
bak şu utkulu savaşların ettiğine
kaçınırsan ettiğini bulursun

Bre ağalar bre beyler paşalar


Yağız atlar kıraç yeri eşeler
Vuruşmaya gel gel eder köşeler
Durmak değil dövüşmek çağlarıdır
443

hey hayri bey hayri bey


osmanlıda kolağası hayri bey
ayışığında kırbıyıklı güneşlerde deli
eli her silâha yatkın ayakları çizmeli
hey hayri bey hayri bey
hey gözleri yaradılıştan sürmeli
tophane karakolunda isyandan maznun
seni bir de elâziz’de filân görmeli

“iklim bozuldu, yenilendi belki. akşamın vakti erken


tiren iki günde geliyor van’dan. sular
hemen ısınıyor. soğuk artık ayışığında daha görkemli.
her şey biliniyor ve hiçbir şey kalmadı hatırlanmayan
hayri bey. gemileri kıyıya çektik hayri bey,
susuzları sulamadık hayri bey. meşrutiyet rakısı
ve hareket ordusu hayri bey. uzun bir gerinmenin
gözyaşartan sonrası hayri bey.
veliaht prens reşat. sadrazam prens halim.
hayri bey, bir karanlık
bir karanlık.
aldığım bir avuç deniz suyu bir boğucu göl oluyor
elimde. sanki kimsesizim.”

hey hayri bey hayri bey


tabancan fransız çıplağı
bıyığın alman
esnafın biraz selçuk biraz ermeni
tüccarın galatadan camilerin mahyalı
kalk hayri bey hayri bey
seslendir bir yerinden bu suskun ormanı.
444

Bre ağalar bre beyler paşalar


Su üstünde yüzüp durur şişeler
Bu durgunluk yazımızı kışeyler
Bu buğular öfke buğularıdır

hey hayri bey hayri bey


bir eli bomboş, birinde dikiş iğnesi
kendisi hep kendisi, değişen güveyisi
solgunluk ve hatırlanmayan bir şey
artık hatırlanmayan
sonu çok değiştirilmiş bir masal gibi
bütün bunların en iyisi
ben bu gece ölürüm
gider yastığımı bulurum.

“biliyorum her şeyi birlikte gördük, yaşadık.


hürriyet delisiyle tütün rejisi. eşkıya
denenleri dağda ve şehirde. sonraları şehirde.
uzun boylu adamların atlara binişi. sonraları
senin bir elinde zeynelabidin’in cümbüşü.
bir elinde sabah kahvesi. kendine biraz aykırı
ama çok çok kırmızı. ovalardan getirilen bitkilerden
sulardan damıtılan.
içine akışını bilmediğin bir katı sızı
ipek yüklü bir kervanın dağlı moğolların
eline düştüğünde, keçi saçlı moğolların,
duyduğun öfke. hayri bey
ve durmadan hepyek gelmesi bir zarın.”

hey hayri bey hayri bey


artık ne olursa bu gece olur
sinekler siner
solgunluk allığını bulur
bütün bunlar olmazsa ne olur
en iyisi ben bu gece ölürüm
445

hey hayri bey hayri bey


bu gece mutlaka ay tutulur
bu gece mutlaka ay tutulur
ben bu gece ölürüm
ben bu gece ölürsem hayri bey
senin gibi ölürsem
ölünce seninle yaşıt olurum

“hatırla her zaman yalnız kaldığımızı.


bir gemi kalksın, senin uysal
başkaldırmanı götürsün. draç’tan beyrut’a
bir gemi navlunsuz götürsün.
anılman her zaman bir sızı olsun uzakta.
çok uzakta. tabancalı hayri bey
çok uzakta.
hep yalnız kaldığımızı.”

Bre ağalar bre beyler paşalar


Sizin mi hep bu sevinçler neşeler
Bir gün olur kırılırsa şişeler
Dağlar bildik celâlî dağlarıdır
446

BİR AMCANIN VE ONUN KARISININ


ÖLÜMÜNE AĞIT

arama mustafa kardeş arama


o sen değilsin
o sen değilsin
şimdi bırak toplu tüfekli
bir oyundan sonra
dullar dinlensin
kara kara yalnız yalnız
dullar dinlensin

osmanlıdan vurduk yokuş aşağı


yokuş aşağı
yokuş aşağı
paris dolaylarında verdik molayı
verdik molayı
verdik ya bir öküz gibi yorulduktan sonra
yalnız ve kara
kullar dinlensin

arama hey mustafa kardeş arama


o sen değilsin
o sen değilsin
hey mustafa kardeş arama
yepyeni bir kuşağı üretecek
döller dinlensin
yalnız değil kara değil
öyle dinlensin
öyle dinlensin
447

ELLİ İKİ HANE

su gelir çiçeklenir
yazmalar çarşılanır
türküyle karşılanır
bizim orda kaysılar
oy farfara farfara
su verin çayırlara

ay durur menziliyle
herkese ak yüzüyle
sen aysan açık davran
ya ondan ya bizimle

oy farfara farfara
ateş düşer çarşılara

ve bir gün şunu buldum


aşka benzer neşesi
yalnızdım çok yalnızdım
aşk başka mavi başka

oy farfara farfara
herkes düştü yollara

ve karpuzlar ve bostan
kırk gün yaşanan destan
su da önemli ama
ateştir benim ustam

oy farfara farfara
ateşli silâhlara
448

ben seni kaç yıl sevdim


aya kattım ve sevdim
yalnızdım çok yalnızdım
ay başka mavi başka

oy farfara farfara
öldüm yalvara yalvara

oy farfara farfara
ateş düştü şalvara
hadin ağalar dedim
hadin herkesler dedim
öldüm yalvara yalvara
öldüm yalvara yalvara
öldüm yalvara yalvara
449

YANIK TARLALAR’A

Kim koparır bu üzümleri bağlardan


Ah tarlalar tarlalar tarlalar

Şehirden biraz uzakta ve eski hanlardan


Ah tarlalar tarlalar tarlalar

Ellerin bir üzüm gibi işler sessiz çalışkan


Ah elinin altındadır yemyeşil baharlar

Kim başlattı bu hüzünleri o yanlış bağlardan


Ah tarlalar tarlalar tarlalar

Olmamak gibi şehirlerden olmak gibi dağlardan


Ah gelinli tarlalar gelincikli tarlalar

Alın başınızı göklere gidin dualardan


Ah tarlalar tarlalar tarlalar

Durdum bazı şeyleri söylemek için


Vakit tamdı
Hurda bir otobüsü onarmak
Bir çiçeği sulamak için durdum
Haritalarda ırmakları maviye boyamak
Elimde tuttuğum gümüş
Parıldayan altın karşıda
Bir kahvede bir iskemleye oturdum
Güzeller güzeli bir çarşıda
Vakit biraz akşamdı
Dağlardan birer çığlık gibi geldiler
Üçer beşerdiler, onbeşerdiler
Elleri kalın ve silâha alışkın
Çiçeksiz ve tırnaksız parmaklarıyla
450

Elleri kalın kalın ve duaya alışkın


–en güzel döneminde aşkın–
Dağlardan geldiler.
Çul çaput ve saç sakal halinde geldiler
Garları, otobüs duraklarını, otelleri
Pazarları, bankaları, caddeleri
Ve zoraki karmaşıklığını gördüler
Kan dökmenin ve ucuza gitmenin

Hatırla beni!
Hep onları bekledim
Ağzımda kullanılmamış bir ses
Elimde bir bıçak
Şehir bir ihanet gibi karşımda
Ah tarlalar tarlalar tarlalar
451

YAZ YADIRGAMASI

sanıyorum bu gelen hüzünlü bir yaz olacak


öyle ki bütün akşamları hüzünlü
dutları ve karpuzları kavruk
sevgilim, dutları ve karpuzları kavruk
güneyden gelen adamların bile terlediği

ellerimin solgunluğundan anlıyorum bunu


ve zayıflığından bir bakıma
örneğin bankalar karşısında ilgisiz
silâh önünde durgun
ateş tutsa irkilmiyor buna karşın
aldığı her yaprak bozarıyor parmaklarında
sana dokunduğundaki soğukluk da bundan
yankılanan sesleri bile duymuyor
deniz bir kavganın anısı ve geleceği olarak
gitgide mavileşiyor damarlarında
sevgilim işte öyle bozarıyor, al sana

doğrusu ben de yadırgarım böyle yazları


her şey sözgelişi yerli yerinde ve rüzgârın hükmü yok
bir adam kalkıp bir yerden bir yere gitse
kılı kıpırdamıyor bir ormanın
ve çalınan bir otomobilin çalışkanlığı
kelebek camı kaputu kaportası
hüzün vermiyor kimseye şimdilik
ve senin dudaklarında biriken kuruluk sevgilim
bu yazdandır
452

ne var ki artık çok iyi anlıyorum


şimdilik aslolan mutsuzluktur
şimdilik ve daha birkaç zaman
birtakım adamların geleceği zamana kadar
ceplerinde tütün ve kavlı çakmak taşıyan

şimdi
hey gidi istanbul
hey gidi istanbulun topkapısı
şimdilik ve daha birkaç zaman
şimdilik çaresizliğin sevgilim
hüzün olarak farkedilen birikiminde
453

KIŞTAN KALAN SOĞUKLUK

yine de kötü bir kış geçirmedik sanıyorum


altın düştü örneğin
karlar beyaz yağdı, direndi uzun zaman
geleceğin sevgisi bir aklık olarak başladı
sevgilim senin ellerin bir keçi sever kadar taze
sevgilim kolera yavaşladı
üstelik birkaç kez de aya gidildi
gelindi bile

şimdi ey benim badem gözlüm


su çiçeği, kızamık, boğmaca geçirmişim
ancak ölünce hatırlanan sarışınım
altın sarısının beyaza dönüştüğü şu günlerde
sabah sabah aç karnına ölünen şu günlerde
kararlı yüreğin bir manşeti yadırgarken
silâh kullanmayı isterken ellerin şu günlerde
–sana onu da öğretirim–
yüreğin kıpır kıpır yerinde duramazken
saçını taramamaktan aktardığın sıkıntı
sarı bir boya halinde parmaklarına yayılırken
öyle bir sarı boya ki kanlardan damıtılmış
ve kanların bağışlamaz dirimini taşıyan
sana bir türkü söyliyeyim
güzel olmasın gerçek olsun
beklet kendini hazır dur
adı belirsiz bademlerle birlik dur
söğütlerle birlik dur
kağnı güdenlerle birlik dur
şehir kuşatanlarla birlik dur
ölen ve yara alanlarla birlik dur:
454

bir tarihte bir dağ yamacında


onikibinsekizyüzelliüç kişi öldü
yamaç yeşildi çünkü bir bahara başlıyordu
ölenlerin bir kısmı, tüfeksiz, onların bir kısmı
tüfek müfek bir yana donsuz gömleksizdi
sayı bilmezlerdi toptandılar
böylece bir yerlerde toplandılar
yürekleri uzun bir süre atmadı
aslında
çoğu da insan olduğundan yüreksizdi

bir sürü alan ve ova bir sürü ağaçaltı ve orman


ölmemeye bir sürü bahane
örneğin suyu görünce hemen ayaklarını soktular
çünkü gölgeli bir su her zaman
bitmemiş bir yapıda eski bir zaman
çünkü sonu buysa
ölmek elbette gereksizdi
455

bilirim hoşuna gitmiştir bu ilkel türkü


ilkelliği bütün bir yaz ve kış yaşanan
çünkü sağlıklı bir güneşe taparsın sen
her bir ışını şiir yazanlara umut ve hüzün veren
bir karanfil olarak sürer gider belleğinde
atı ve insanı doyuran çavdar
sevgilim hazırlığın tamdır
ve şiire artık saygın yok
üstelik ben de seninleyim bu konuda
pazardan kârsız dönen köylüler gibi

kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı


böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye

yukarda dediğime bakma aslında


başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler
456

PAZARLIKSIZ

gün çiçekle başladı, iki demet leylâkla


tam zamanı
125 kuruşluk birer demet
pazarlık etsem bir liraya alırdım
ama sepeti tâ dördüncü kata çıkardı çocuklar
ve en güzellerini seçtiler sözün gelişi
sonra bir cigara yakıp cumhuriyet gazetesi okudum
“bu cumhuriyet sözüne oldum bittim gülerim”
sonra
sonra olanca gücüyle abandı üstüme
bahar mı desem, çaresizlik mi
ne deniz kaldı deniz diye ne gök
“bunları klâsiktir diye söylüyorum”
ne orman kaldı elimde ne orta-doğu

artık hiçbir zaman iyi bir yağmur yağmayacak


çok iyi biliyorum
çok iyi biliyorum
atların toynakları iyi kesilmeyecek
nalları acıtacak yumuşak mayalarını
evli kadınlar daha çok hüzünlenecek sinemalarda
çok iyi biliyorum
457

ey benim sonsuzu ezberleyen kardeşim


anamın babamın bittiği sınır
emekli subay, kültür ataşesi
öğrenci, su yolcusu, allah kerim
ve kırlara düşen amansız yıldırım
birinizin eli

yani hepinizin eli


ancak hepinizin eliyle çünkü

pazarlık etsem 75 kuruşa da alabilirdim


iki demet leylâk
ama pazarlıksız günlerdeyiz
evet gün bir ölüyle ve kötü bitti
pazarlıksız
458

ÖLÜM YIKANMASI

kadınlarla yatanlar kazandı ve parlamentocular


şimdilik
güneşin doğuşunu ve batışını hiçleyip
ve sonra sessiz sedasız dünya işleri
orman kanunu evlenmek filân gibi

şimdi bunların hepsi olur, nasır gibidir


sen bana bir haber ver geçtiğin yerlerden
yollar güvenli mi buğdaylar nasıl
pilleri var mı radyoların
özellikle pilleri var mı radyoların
bak olduğu gibi söyle elin nerelerde
aklının akşamı nerde batıyor
başka
kaç çocukla yetiniyor herkes
herkes gülmüyor mu bazı şeylere
daha iyisi denizin mavisi
hangi ellerde şimdilik
daha doğrusu ölenler için

sen şimdilik elimi bırakma


sen deyince anlıyorsun
ne dediğimi
dayanıksız duvarları düşünüyorum
62 santimlik toplara dayanıp
bir yabanî incire dayanamayan
bir akşamın en pis saatinde
şiir yapmaya çalışmadan
459

şimdi, nasıl olsa yıkayacaklar biliyorum


çünkü kimleri kimleri yıkadıklarını gördüm
yıkamak boyun eğdirmektir onlar adına
önce tanrı adına sonra öbürü sonra doğa
öyleyse, hiç değilse
ölen o gözüpekler gibi
kahramanlar gibi demiyorum
kahramanlık ancak birlikte olmaktır çağımızda
kahramanlar çağrılır
enlem boylam farkları tepelenerek
ve en iyi tütünleri içerek
en iyi silâhları kullanarak
ve yıkarak sûzidil efsanesini
ve estetiğini Lessing’in
ve 89 devrimlerini aşarak
denizin, ilk girdiğin denizin
kaç kulaç olduğunu sezinleyerek

en azından yıkanmaya hazır olmalıyım


nallanmaya hazırlanan at gibi
bedenimi cömertçe kullanmalıyım
yani ölüme
yani rahatça ölmeye
460

şimdi sevgili hüznüm, boynumun borcu


gerçi sensiz düşünemem sanırsın
bir kuzeyde ayın buza vurmasını
üçbuçuk milyon kişinin bir ağızdan yemin etmesini
denizin yenilen tafrasını

yani ölüme
sevgili hüznüm, boynumun borcu
yaşarken diri olarak
severken diri olarak
ölünce diri olarak
dipdiri bir gövdeyle
461

ŞAŞIYORUM GÖZYAŞINA

artık şaşıyorum gözyaşına


hiç unutamam çünkü pazarcıların
haftanın her günü öteye beriye
gözyaşı taşıdığını

yukarlarda en uzaklarda
bir orman kaçkınının
ormana sığındığını

mülküm benim
örneğin senin gözyaşın bir hayvandır
önümden uzun tüyleriyle kaçan
sularımı kana kana akıttığım dağlara
haziranın onunda
bir çocuğumuz olacağını biliyordum
ayrıca biliyordum ki
çocuğumuz olsa da olmasa da
bir bölüğü çocuktur insanların

artık şaşıyorum gözyaşına


mutsuzluğun harcını pekiştiren
çaresizliğin gözyaşına
binlerce beygir bir ovayı arşınlarken
yepyeni dişleriyle binlerce tay
ve sonsuz giyimiyle büyük hayat
kuşanırken en mavisini
güvercin toplayarak geldim öteden beriden
ona şaşıyorum
ki hepsi hiç değilse bir kere nisan görmüşler
462

şimdi artık serinle mülküm


çıkar pabucunu ve gözyaşını
ellerin bir demet güvercin olarak
uçursun uzaklara yukarlara sevdamızı
taşınmaz hiçbir şeyini tutma
aldığın soluk verdiğin kadar olsun
dağlar ve ateş ve kan varken
şakaklarım zonguldak gibi uğuldarken
şaşıyorum gözyaşına
463

AÇLIK ÇOĞUNLUKTADIR

gülü çiğdemi filân bırak


sardunyayı karidesi filân bırak
acıyı ve ölümleri bırak
oy pusulalarını ve seçimleri bırak
evet
seçimleri özellikle bırak
çünkü açlık çoğunluktadır

her kişinin ukalâ ömrü


yeter sanılır çiçeklenmeye
ve dünyanın karanlığından
bir aşk bahanesiyle kurtulmaya
kaçıp giden baharların anısı
elden ele devredilen bir gençlik duygusu
lâleler sümbüller bütün öbür boklar püsürler
hakkım var mıdır bunları söylemeye
–vardır
güneş doğarken ve batarken
yazdan kışa girerken ve kıştan çıkarken
ve dağda ve kırda
hakkım vardır–
çünkü en azından dünyadan
dölsüz katırlar geçer
yüklü vagonlar geçer
demir yüklü şilepler geçer
yedenleri işletenleri ve tayfalarıyla
ve onların karıları ve çocuklarıyla
ve bilinmez sanılır geleceği
bir demiryolu makasçısının
oysa kesinlikle yazılmıştır
her sevgi kitabında
asıl olan açlıktır
çoğunluktadır
464

sevişmek o yüzden gereklidir


evet açlık, yok olsun bütün incelikler
mendiliniz var mı, kabak ograten
böf strogonof mantar fileminyon
güneş görmemiş midye
midye görmemiş güneş
ve soygun halindeki otel malzemeleri
ve altın arayıcılar
ve istedikleri yerlerde
yüksek graviteli petrol bulanlar
hem thames kıyısında
hem mekong deltasında
bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar
çoğunlukta değildir
açlık çoğunluktadır

artık her şeyi yaşadık


ve birlikte düşündük
ve düşündük ki her şey cehennem
bir bakıştaH
ve cehennem
başarılmamış bir savaştır
dünyanın ortasında kullanılmamış bir su
cehennem, insanın kendi ciğeri
at sırtında taşınan ölü
kundağa girmeyen bebe
karanlıklarda açan çiçeklerin
bir insanın ölümüne dönüşü
bir insan ölümü olmaya
çünkü açlık çoğunluktadır
465

–işte o zaman diyorum ki–


gelişin şen olsun senin
her şey esirgesin seni
çünkü açlık çoğunluktadır
ve ezecektir gücüyle dünyayı
–ikimize bir aşk elbette yetmez
türlü şeylerin savunulduğu–
diriliğe eşitliğe tokluğa
artık ayıp olan tokluğa
çünkü açlık çoğunluktadır
Açlık.
466

BİR KIRMIZI ÖRTÜ

herkes geçkin bir kışı yaşıyor


istanbul’da türkiye’de
geçkin bir kış nedir meselâ

hüzün bile pahalı


karlar bile bulgursu
yüreğin tam ortasında bir iplik
dokuz düğüm dokuzu da turnalı
varış bir gülün başlangıcına değil

suya eşitlik beklerken en azından


gözleri kapalı
düğmesi eksikken en güzel gömleğimin
çocuklar bağıra çağıra sokakları doldurmamış
ve herkes tütün içiyor durmadan
son defa duyuyorum alnımda
keçilerin önüne durulmaz tuzsuzluğunu

çünkü elbet çocuklar bağıra çağıra


tutmalı bütün köşeleri
piyango satanların köşelerini
pezevenklerin tuttuğu köşeleri
gazetelerin tuttuğu köşeleri
467

şimdi çok değil ama karamsarım


bazı şeyleri yaşayamam
elim ellisinde bir adamın kalbini yokluyor
düzgün atışlı ağaçlı herkesle birlik
biliyorsun

sonra bütün bunların üstüne


bize yakışmayan bir bezginlik

ellerim gene de vazgeçilmez bir suda


benden ayrı yüzüyorlar dupduru
bir bozguna yukardan bakıyorum

kimseye yakışmayan bir bezginlik


beyaz bir örtü gibi üstümüzde
daha kötüsü
kırmızı bir örtü gibi
468

ÇILGIN–HÜZÜNLÜ

çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı


anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman

her sabah denize çıkar, bir elma yerdi


hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın

ellerine bakma artık


çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü

büyük kentleri düşünse de rahatlasa


işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü

çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor


yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
çılgın ya da hüzünlü
469

şimdi dolaşıp duruyor aramızda


kıpkırmızı bir duygu olarak
doğudan batıya bir güz halinde
çılgın ve hüzünlü

biraz dağ yollarını öğrenmesi gerekir sanırım


kahırçeker mekkâri katırları gibi
onlar ki hiçbir şeyleri yok
korkunca çılgın sevinince hüzünlü

kar dindi
gerçekten dindi
ellerine bakabilirsin artık
470

BİR ŞEYLE MUKAYYETİZ


SERBEST DEĞİLİZ EFENDİM

şaştım, senin hançerin bu kadar mıydı


varmadı yüreğime

için suçlu bir deniz gibi


dokunma yüreğime

tabansızım, aklım başımda, ellerim


uyanık bir atmaca gülüşünde

ellerin boyalı da olsa kentten de gelsen


dağdan değilsin
dokunma yüreğime

şu ölenler kimdi, şu şarkı nerden sana


dokunma yüreğime

sondur bu akşamlar, geceler diriltir beni


bir kuşun sesinde

sen nerdesin hepimiz nerdeyiz


güneş oyalıyor ikindiyi

bir kuş sesinde

kuşla mukayyet değiliz


471

ÖNCE : DAVRANMAK

su kalktı ve ateş yükseldi


şimdi sizin oralarda, önüne durulmaz yangının
onun dayısı da bugünlerde ölmüştü
o zaman haydin arkadaşlar
sen de haydi, saçları sarı olan
haydin madenciler, öfkeliler, petrolcüler
geceyi bilenler, postacılar, balıkçılar
ötekinden berikinden cigara isteyenler
tütüncüler tütüncüler
vaktimiz yok, terkosçular
ey vakti çok iyi bilen müezzinler
“sizin yeni bir ezanınız yok mu”
kalkın kızkardeşler, eltiler
saygıdeğer halalar, enişteler
bulgur kaynatanlar, durmadan aya bakanlar
davranın
görümceler, dayılar, ateş pervaneleri
itfaiye neferleri, şarapçılar,
hamdedenler, sürahiciler ve çocukları
davranın
Müşerrefi vurdular

çünkü Müşerrefi vurdular


davranın
ay bir görünüp bir kayboluyor
472

DURMAK

ne ısıtıyor ne bir nefes veriyor


geçtiğimiz cuma günü
karanlık mayıs
hüzünlü bir fotoğraf çektirdik sanki
1917’de
anneannen, büyükbaban, senle ben
amcanın kızı leylâ, evlâtlık, enişten
artık beni bırak.

arkamızda kuğulu nilüferli bir göl


ellerim ayaklarım suya karışmış
suyu ilk görmüşçesine
ötemizde bir kaçak oduncunun
pırnal meşeleriyle dolu rüyası
şimşekler de olsa olurdu ya
gökyüzü hartasını belirleyen
yoktu
onun yerine düğmelerimizi parlattık

şimdi arkadaşlar kaç günümüz var


resimleri almaya
çünkü cemile nerde
tayfun da
sakız çiğnemekten bembeyaz olan dişlerim
kapkara kesildi artık küfürden
nihat da yok ortalarda
nihat önemli değil galiba
durmak önemli
fotoğraf makinasının karşısında

belki durmak daha önemli


kararlı bir öküz gibi
karşısında.
473

BİRÇOK ÖLÜM İÇİN RASLANTI

tam üç gün sırtüstü yattım


ölmeyi düşündüm
ölümü değil ölmeyi
sular kara kara denizler
hiçbir şey olmamanın yeniliği
o arada radyo da dinledim gazete okudum
içki bile içtim bolca bir boşluk gibi
iyi vatandaş iyi bir koca oldum
derken birden bildim
gülü değil ölüyü gözlüyorlar
hüseyin doğru söylüyorum
gülü değil ölüyü gözlüyorlar
ilk günden biliyordum ama gene bekledim
gülü değil ölüyü gözlüyorlar
ölümle gül kardeştir çünkü bizim şiirimizde
biri öbürüne kan verir
474

ve ölüm daha büyük ve daha kırmızı olur gülden


ve sığmaz her mezara
bunlar sadece ölüyü gözlüyorlar
gülleri değil
bir kötü mezara konulan gülleri değil
yoksa gülün ne önemi var
bir açlığı koyulaştırmaktan başka
onlar ölüyü gözlüyorlar
çünkü gerçeklik katıyor halkın sözlüğüne
“eğer yarim ben gider de gelmezsem
kırmızı güllerde ara rengimi”
diyecek kadar
o kadar ki
saçları bile uzamıyor korkudan

II

gülü değil ölüyü gözlüyorlar


ölüler gözleniyor
475

KAR ERİMEDİ

Kar erimedi direndi, üç gün direndi


oysa güneş ne kadar kızgındı üç gün
(Yusuf bol bol su çarptı yüzüne)
saçaklarda, bir balkon kuytusunda
gücünü saklayıp soğutarak üç gün
küçük bir serçenin ayakizlerini taşıyarak
üç gün
(Öbürü, ağzında bir bataklık tadı
ordan oraya dolaştı durdu)
Kar erimedi direndi.

Oysa birtakım odalarda kuytularda


alabildiğine ısıtılmış,
dişleri kana alıştırılıyordu birinin
(Sinan, beni öldürdüler diye bağırdı)
Kar sürdürdü, erimedi
sokaklara dağıtarak uygar beyazlığını
kokusunu bir korku gibi uzatarak
(Annesini görünce loş koridorlarda, ağladı
ama üzülme, dedi
Sesi kalındı ve gerekliydi)
Kar erimedi.
476

Kışa alışkın kar, soluğun sonsuz!


belleğine büyük güvenimiz var!
(Oysa Kemal bey, her şey tamamdır demişti)
uzun süren akşamlar gibi
(Battal bir cigara istedi)
tabancaların ve kuşların birlikte
ipeğin ve bakırın birlikte
sayıların ve sonsuzluğun birlikte
bulunduğu dünyada
üç gün

(Mehmet, bu iş burada bitmez dedi


yüzü, damgalanmamış pul güzelliğindeydi)
Kar erimedi.
Sonsuz bir üç gün.
477

FERİDE’YE NİNNİH

feridenin simidini aldılar


ninni de feridem ninni
feridemi gül dalında buldular
ninni de feridem ninni
gül dalı nerde kalsın
bıraktığımız yerde
ninni feridem ninni
uyu feridem ninni
ölümden korkma ninni

kimin de hakkı var ninni


soldan sağa saymaya
ninni feridem ninni
uyu feridem ninni
sokaklar orman gibi
uyu güzelim ninni
kimin hakkı var ninni
ninni feridem ninni
bir kasket ormanı ninni
trampet borazan ninni
yirmiüç nisanlarda bunları aldatmaya
ninni bebeğim ninni
ölümden korkma e mi
478

elinde naylon torba


Vakko markalı, ninni
üstelik de taburda
nesi var torbasında:
okuma kitabıyla değişmez fakirliği
ninni de feridem ninni
ölümden korkma ninni
ben ölüyüm feridem
benden mi korkarsın, ninni
eski ağabeyinden ninni
evet de feridem ninni

sokakta kalma diye


horlanma diye ninni
ölüp gitmez mi bir ağabey
ninni feridem ninni
Gazete
H

I
481

ortayayla

adını kendilerinin koyduğu


“ortayaylalar” bölgesini
başkaları gelip bombaladılar

şairleri öldü

yaşamanın şairleri
haklılığın, kinin ve utkunun
şairleri
kalmak üzere

kıyıya

başka bir şey olmadı


sonra
kıyıya indim

aslında

denizi sevmiyordum
gemileri seviyorum
ve elleri

35.000

isterse otuzbeşbin keman olsun


artık nasıl anlatabilir bu yalnızlığı
–keman soloları programımız sona erdi–
482

tefrika

öyle bir gün geçti ki


hiç unutmam artık

temmuzda

bileycileri bırakın
bırakın efendiler
bileycileri

ulan bileyciler
dörtyol ağzı şairleri
daha ucuz mu
pahalı mı
bırakmayın, kıvılcım üretenler

tefrika

öyle bir gün geçti ki


hiç unutmam artık
bir bütün yaz bile olabilir
483

vurun

vurun ağzına imparatorun


gelecek günler için iyi konuşmadı
bütün imparatorlar gibi
giysileri görkemli olan
ve çiçekli
kimisinin yıldızlı

o sırada

üstelik gemiler
o denizden bu denize gelirken
M/S, S/S, ve yelkenli
bu unutulmamalı

son

adını kendilerinin koyduğu güzel aşk


gene kendilerinin kaldı
gök el ve aşk olarak
Gazete
II
487

meylâ cabirî’nin hayatından umut kesildi

suriyeli zengin
belki biraz ingiliz
amerikalı zengin
dul
belsoğukluğu, mafia, iflâs ve kızıl
kabul
hayatından umut kesildi
.....................
denizlerde aranıyor cesedi.

“bütün sanatların kaynağı, danstır” dedi.

... derken hep birlikte yere kapandılar


bir süre öyle kaldılar
o da öyle kaldı, nureyef
.............
önce kadınlar kalktı
kollarını kaldırdılar önce
erkeklerini bastırdılar yere
başlarını
koştular, erkekler yerdeydi
çocuklar ve erkekler
toz duman ateş ve karanlık
bir kartalın bakışı bir doruğu buldu
göklerde bir homurtu.

tefrika

öyle bir şey gördüm ki


unutmam artık
unutma artık
488

bulmaca

kırmızıyla yeşil gibi uzun bir şey


uzar anısı soyaçekmelerin
gitgide kısalan bir şey olur -yeni dilde-
bugün-yarın gibi bir şey
umuttan soyutlanmış
kendi kendine olan bir şey

püf noktası: transistör

... şimdi şöyle bir şey...


ben buradayken birinin amcası
sözgelimi van’da albay
vietnam’da albay
gökyüzü orda da var, bu kesin
o gökyüzü ki
çıplaklık gibi
o kadar olur
o kadar ki, ormanların gümbürtüsü başıma vurur
..................
başka bir ülkede, bir anakarada
bir şey kaybedilir
sonra daha küçültülür
biraz daha

sonra birdenbire
başka bir anakarada bulunur

büyük bir şey olur.

radyo programları

küçük gece müziği


Gazete
III
491

seçim sonuçları

açlıktır, çünkü yıldırmayan


son sütü annenin
ağacın son yaprağı
ardında umut mumut komayan
ve tok insanların
rahatlıkla söz ettiği açlık
duyurur kendini rahatlıkla
yani çoklukla.
suyun sayının ve ekmeğin önemi
ve insanların.
(devamı 13. sayfada)

palas pandıras

şehremininde yakalandı götürdüler


o zaman uzun saçları vardı
şimdi bilmiyorum
o insanların.
gündüzleri bir tuhaftır elbet
geceleri başka bir ülkede geçer.

dert ortağı

“... siz edebiyatı –yazı yazmayı– hâlâ soylu bir uğraş


sanıyorsunuz. Oysa...
sevginiz hüzün veriyor
umutsuz bile olsa. ve ağaçların
haziran çabasını ansıtıyor. Durun!
yani durmayın
yapın ne yapmak gerekiyorsa.
492

seçim sonuçları (1. sayfadan)

ve biliyor musun kırk milyon sandıktan


MSHPCAHPMCGPBP
bir bulutun gezici lehçesini andıran
geçen haziranda bir kış günü
durup durup arkasına bakan.

haftanın plâkları

(okuyucuların seçtiği)
“Sev kardeşim sev kardeşim
elini ver bana
neşe getirdim sana
ye, iç, gül, oyna...”
(okuyucuların seçmedikleri)
“bonsoir Marie, Marie bonsoir
iyi Marie, iyi geceler Marie
daha iyi geceler, en iyi
bak Marie iyi geceler
Herkes en iyi uyurken Marie
bak sen de uyu Marie
sonra fena olur...”

tefrika

öyle şeyler gördük ki


unutmam artık
unutma artık

(birinci sayfadan)

mühimmat deposundan
çalınan güneş
bir temmuz yapılmaya götürülmüş
dağlarda
evet dağlarda.
493

spor

bir koca küreyi savurdu


şimdilik faysaloğlu
Brandt ayaklandı
ve hakemi çağırdı
Fenerbahçe 3 - 0
doğu - batı berabere

sanat sayfası

tiyatro bir okuldur


Solon muydu söyleyen
Brecht mi
yoksa Vietnam Halk Cephesi mi
kabarıp dağbaşlarından
belki de ormanlardan
belki bir ilkçağ bestecisi kimbilir
halka aklın berrak suyunu içiren

yazında gereksiz bir kurum: eleştirme.

... ve diyor ki ayrıca


eleştirmenler yoksundur bağımsızlıktan
çünkü bir ölçüt değildir kendileri
ve zaten olamazlar yokluklarından
suya basmışsa ayakları, ıslanmaz
hiç utanmazlar yokluklarından
bir anı gibidir yaşamları
geçmişin uzak boyutlarından.

su’dur en iyi deterjan


suyu bile beyazlatan
(bir ajans)

tefrika
494

öyle şeyler gördük ki


unutmam artık
unutmayalım artık.

(birinci sayfadan)

denebilir ki dünyanın yaradılmışlığı


çok daha eski değildir insandan
sonunda
herkesin başından başladığı
bir çevren vardır ortada
sözgelimi sıcaklığın yayılıyor ya sıcaklığıma
ben de bir nefeste boşaltıyorum sıcaklığımı
hiç küçümsemeden, hiç utanmadan boyuna
ne sıcaklığından, ne sıcaklığımdan
o arada durmadan konuşuluyor biliyorum
etin pahalılığından, suyun sıcaklığından
ve ölmüş annesi ses veriyor evli kızına
ölümün yeni alıştığı sıcaklığından
ağaçlar da büyüyor, tırnak etleri de
birtakım saçlar da uzaklarda
herkesi bir başka neden
bir başka hüzne götürüyor
çok kimse bıkıyor günden akşam olmadan.
biliniyor o ayrı bir sorundur gerçi
herkesin kendisi ile cesedi arasındaki.
495

(üçüncü sayfadan)

... elbet böyle derdi efendinin biri


otlar, ağaçlar, kuşlar, balıklar varken ve her biri
ve her biri
nerde olursa olsun ışığın tadını yaşarken
ışık olmanın tadını alan karanlık gibi
bir köylükten bir kente göçerken
bir yorganın duyduğu haz gibi

(şebekemi yitirdim, şebekemi yitirdim, şebekemi bulan


kullansın. Hükümsüz değildir.)

herkesin gelip gittiği...


496

HASAN MUTLULUĞU

sen hainsin hasan, hasan sen


ölüler evlerden morga
morgtan mezarlara giderken
hasan
kendini mavi sanıp
masmavi sanıp
mavinin uzak bir kıyısında
büyük gürültünün tam ortasında
hasan sen
açların kanı pompalarla çekilirken

çıktığın yerdeki orman


aslında denizden almıştır sesini
kararmış bir toprağın bitki örtüsü
kederlendirir baktığın suyu
içtiğin suyu nemlendiremez bile
hayatın hain bir ayraçtır
katıldığın konuya
hasan

hasan, mutluluktur senin adın


nasıl oluyorsa o anlamda
bir gün ısıtılmış bir tabakta
bir gün serin bir yatakta
kanların ve mutsuzluğun sağladığı,
hasan
o nasılsa işte, mutluluktur
497

hasan, hasan oğlu hasan


yarım dönmeli ve doğuya bakmalı
güneştir sabahı çağırır
ışık tutar geceye
alacakaranlığın küçük hüznü
öfkeye dönüşür bir yürekte
kamçı parlar
alacakaranlığın küçük hüznü
yapışır bir ağacın köklerine
köklerine hasan,
emzirir onu.

hasan, sonuncu hasan


sözgelimi mustafa’nın kardeşi olan hasan
ölülerin de gözleri vardır hasan
beyaz da çirkin olabilir
sakindir uzay ve karnı toktur
her şeyi hazırlamıştır
beklemekten başka yapacak işi yoktur
sen hasan
sen hasan
senin hiç başka işin yoktur
mutluluktan başka
mutlu ol hasan
498

PARAMPARÇA

uzun bir günü bölüştük


doğayla ben ikimiz
bir de çocuk

sımsıcak paramparça

kaynayıp yuvarlanıp gidiyordu deniz


evlerle dolu bir kıyının yanısıra

uysal ve alafranga bir deniz


elbette parlıyordu arasıra

öyle ki bir tenha saatçinin


aralıklı ve kırmızı akşamında

ama sımsıcak paramparça

ne olduysa oldu sessiz ve uzun öpüştük


belki bir tatilde belki bir masada
ikimiz

çünkü çaylaklar henüz göçmüştü güneyden


belki vakit akşamdı
ve baharın zevki var

sımsıcak, zevki var ama paramparça

adını koyamadığım bir yoksunluktu


duvarda duran o resim
ve içimi sorma
499

birden düşündüm bilmek


neye yarar dalga olmayı
dalga sonsuz bir birim olmalıdır
kıyıda ya da uzakta

kırmızıyım ve durmadan ufalanırım


ergin bir yaz gününde sımsıcakta

harun ne kadar iyi bir adam bilmez miyim

sımsıcak ve paramparça

yani paramparça
500

KALBİNDİR

her şey benim kalbimdir


söküp aldığım kardan
kardan söküp aldığım
çocuksuz bir anne gülüşüyle
her şey benim kalbimdir
çünkü pek yaraşmaz bu dünyaya

doğru mu değil mi bilmiyorum


kentler büyüyüp gidiyor ya aldırma
başka bir yaşama tutturmalı diyorum
köprü korkuluklarına
ufak buluşmalara yaslanan
yani tuzun amcası, sevincin
öz kardeşi olan
en küçük bir kuşun gözleriyle
dünyaya baktığın zaman
her şey benim kalbimdir

her şey benim kalbimdir ki bilirim


kimsenin olmadığı bir yerde
ölümü denemek isterdin
hiç değilse bir defa
nisansız bir serçe gibi
herkesin gözlerine saçlarına
avuçlarına dolanan
ama nisan olsa da olmasa da
serçeler benim kalbimdir
501

şimdi ey mayısımın son haftası


dağda tükenmezdi geçmiş zaman
bilemezsin
nasıl algılıyorum çıplaklığını
ellerim nasıl değiyor uçlarına
bir yerden bir mavi gibi
bir yerden bir rüzgâr
herkes nasıl sanırsa kendini öyle
tastamam öyle tastamam
her şey benim kalbimdir diyorum

her şey kalbimdir diyorum


ve işte o zaman
ölüme eşitliyorum aklığını
502

UZUNUZAK

ona kaç kez söyledim babasının adını


oysa hiç umurumda değil babası
çünkü hüsam gibi neşeli süleyman gibi deli
yolumu gözlemekten alnı camlara yapışmış
oysa ne gereği var yağmur her zaman yağar
uzunluktur
gecede. uzaklarda

babasının adı hiç önemli değil oysa


bütün hesaplar ölümsüzlük üstüne kurulmuşsa
kâğıt ve kalem ve kitap
suç âleti sayılıyorsa
demek ki çadırın bir kazığı temmuzda
öbürü nisanda
belki bulunmaz sanılan bir gecede
yitirilen bir oylumun ardında
uzunluk
belki de uzaklarda

o zaman böyle deyip yola çıktılar


örneğin perdelerin biri uzun biri kısa
saf kükürtten bir akşamla
hiçbir şeyi uzatmadan uzunboylu
uzunluk gecedeydi. uzaklarda

sonunu hiç saklamam bu öykünün


ona kaç kez söyledim babasının adını
elinde lavanta torbasıyla başı darda
belki on kez öksürdüm, otuz kere ardarda
uzunluk. otuz kere. uzaklarda
503

sonu

bildim söyledim ve utanmadım


radyodan daha yarayışlı olduğunu ona
hatırladım durmadan hatırladım
bir zaman yenildiğimizi
bir çiçek sapı olduğumuz zaman
durmadan hatırladım ki onun utkusu
eski bir denizcinin gözüyle
uzunluktu
ama değildi uzaklarda
504

MEKTUPH

romalı bir U göğüsleyebilir ancak


U’nun yumuşaklığını
Tacitvs’taki
Lvcretivs’taki U olarak
gecenin her kuşatmasında
çarpışıp çarpışıp
geri çekilmeyince
değişir kendini V’yle
çünkü daha bir güçlülüktür
köşeli olmak

konumuz nedir ne değildir


herhalde değildir ateşi yeniden bulmak
suyun sözlüğündeki anafor
hatırlatmadan bulurken bizi
sinemalar filimler geçerler
bazan paris’te bazan
mecidiyeköyü’nde filân
pazar da kurulur elbet bu arada
domates yeşil fasulya
naylon terlik köfte ve duman
zürih’te mürih’te birtakım anlaşmalara
imzalar konulduğu zaman
güneş açık bir şarkıdır aklımda
sen de yanımdasındır ama
uzaklarda
belki her şey uzakta
505

belki yerden ve gökten


belki senden ve benden
belki ikimiz birlikte olmaktan

yalnızlık ne zordur ne de ayıptır


sen gene de bunu bir aşk mektubu bil
ama bil ki biziz bu uzaklığı yapan
506

BENİ

yaparsın elbet
bu işindir senin
çocuk, onbeş tane
düşük ve hüzün sayısız

al beni, bağışla, yongala


kötü yumurtana sar beni
yolum ağaçlıklı olsun yalnız
karanlık da olsa olur

kır beni

ey en güzel mavi
değil
ey en güzel sarı
değil
ey en güzel bakış
değil

ey en güzel

kin’in ve ağzınla
bir ormanda bekliyorum seni
orda kır beni
507

SENİN SOL YANINDA

gelecekte bir gün gülümseriz


çünkü
ağaçlar birer capon kılığında
o duyduğumuz tanbur sesi gerçektir
ve atlar kestanelerine sahip
gerçek güzel atlar
yarımdünya beygirler

önce birbirimize
gözlerin gene öyledir
dokuz beyitli bir gazel gibi
taç beyti boyun eğmemekle başlayan
saçların kara
değil
cigaran hiç sönmez

dünya da hiç sönmez


nerden nereye gitsen
bırakmaz yörüngede yerini
ahşap bir yapı çökse bile
ateşi elinden tutar

çünkü kızışır kayaların kini


belki iki tane direk kalır ama
ay vurur üstlerine onların
508

ay vururken üstlerine onların


otuzbeş kadar yıldız
bırakıp dünyaya bakmayı
birer düğme olur senin gömleğinde
ay gibi parlar
ormanını sayıklarken bir kolcu

ne yaparsın
günlerim hep böyle geçti
domuz gibi
alışkın ve acımasız
suyun kabardığı yerde dağ
dağın durduğu yerde deniz
bir kara mandanın hırsını
adım gibi ezberledim
haklıydı kara manda
bıçağa dönen lâle
bildiğim tek şey uzun bir şeydi
çığlıktı sevinçti kavgaydı
tüfekteki kayış gibi uzun bir şeydi
ve uzun uzun kötü kokardı
bu yüzden hiçbir şey uymazdı
gözlerimin bebeğine

ey gözlerimin bebeği
hatırla bana geldiğini
küçük bir anahtar unuttuğunu
küçük ama çok önemli

deniz çarparken eski gömleğini


başucumuzdaki taşlara
şafak ayıracak galiba ikimizi
senin sol yanında
509

AĞAÇLAR UYUYOR

kalktım ki
akılalmaz bir kış sonu
kuru fasulyeler soğanlar sarmısaklar
filiz veriyor
patatesler bile

herkesin göğsü vurur


iyi olmasa bile
patatesler bile

çılgın bahar, kanımı eskittin tazeliğinle


adın biraz sonra geçecek defterimde
ah o nasıl hazin bir yapraktı
nasıl yapraktı
artık unutmam

gecelerimde
kıyıdan ve yeşilden ve denizden boğuluyorum
ne sabah var ne akşam
kalktım ki
evet
ne sabah var ne akşam
şimdi ben bundan sonra
hangi türküyü çalsam

kalktım ki şaşırdım
önümde pencere geride deniz
gök felâket
ağaçlar uyuyor daha

kalktım ki evet
ağaçlar uyuyor
nisan ölümleri umursamıyor
insanlar habersiz
ağaçlar uyuyor
510

MOSMOR

dudakları mosmordu
bunca soğuktan sonra
onu doğruluyordu
hızla gelen ve hızla uygulanan
ölümün
bir kuşu bile ürkütmediği yerde
mosmordu

önüne gelen eleştiriyordu


Hyppolite Taine, Plehanov, şu bu
ölen kardeşlerin birçoğu
ve alemdar polis karakolu
ve kullanmasını bilmediğimiz deniz ve gök
oysa bunlar birçok yerde yaşanıyordu
ama
mosmordu

kâğıt da mosmordu
onsekiz kere falan katlanıyordu
katlandıkça artıyordu morluğu
ölümün ve kâğıdın durukluğundan

sonunda annemizi bulduk


birçok insanın kıstırıldığı bir alanda
mosmordu
511

kiminin elinde tasma


kiminin kazma kürek...
o anda menekşe mor
yenilgi mosmordu

kendini anlatmalıdır herkes


ölüler bile kaçınamaz bundan
el ayak parmaklarımı say on tane
ellerim ikiden fazla
ikiden fazla ama
yenildiğinden olacak
mosmordu
512

BİR SÜREGEN İLKBAHAR

Dursun Ali’yi mi sordunuz nevşehir’den, dışardadır,


almanya’da
“karanfil suyu neyler”i söyler durmadan
nevşehir koca bir şehir, bakmadan kim geçebilir yanından

Seyfettin’i mi sordunuz, dışardadır, almanya’da


“adına gül denen menekşe”yi hatırlar durmadan
aslında ne menekşe ne güldür hatırlanan
topluca bir coşkunluğa varıldığı zaman

şöyle ki, bir türkü sanki alır götürür kimsesizliği


münşen’de, kölün’de, şutgard’da falan

ateş sönmez rüzgârın sesinden, tersine parlar


önüne durulmaz olur artık harından

ha, Süleyman’ı sorduysanız, o içerdedir, türkiye’de


Muzaffer’i sorduysanız, o da içerdedir, türkiye’de

Hasan da içerdedir, türkiye’dedir, Mümtaz da türkiye’de


Behice de öyle ülseri depreştiği zaman

yeni bir türkü bozar gider beyazlığın adını


şakır şakır bir yağmur gibi belleklerde kalan
ve hatırlanır bir atın susuzluğu

Arif’i mi sordunuz, dışardadır, almanya’da


çalışır
Seçkin’i mi sordunuz, içerdedir, türkiye’de
513

Mevlût’u mu sordunuz, içerdedir, türkiye’de


okunur
uzun bir gün olarak ağustosta, içerde
Yusuf’u sorduysanız, rize’den, o dışardadır, almanya’da
gelecektir tabancasıyla
karısı buradadır, türkiye’de, çocuklarıyla

Murat’ı sorarsanız, içerdedir, türkiye’de


her allahın günü beşe bölerek uykusuzluğunu
“gülün narkını” hesaplıyor durmadan

şimdi, ayışığı bir kız çocuğu adının tercümesidir, amma


kendisiyle uyuşulmaz değildir hiçbir zaman

kardeşleri görünümündedirler bir âsi karanlığın


hepsi
Dursun Ali, Seyfettin, Muzaffer’le Süleyman

hepsi solgundur evet, karanlıktadır şimdi hepsi


nerden biliyorum derseniz, işte ordan burdan

ben söyledim bunu, kâtip yazdı, öbürleri bildiler


çünkü nasıl bir yazdı, kaçıncıydı koşup geldiler

Mustafa nasıl yazdı Behiç’in sesini, bilmedim mi


çünkü bana kalırsa kötü bir yazdı

çünkü herkes gidip gelirken ayaklarıyla ve motorlarıyla


Sadun’la Behiç’in içi kapkara bir beyazdı
514

önce diyelim ki şiir bir kuşkudur


bir otobüs yolcusunun kimliğini taşır
bir şarkı olup bir sonbaharda
onulmaz bir güzelliğe ulaşır
ve yitirip rengini bir akşam saatinde
olur olmazlaşır
kardan almaz belki rengini
ve düşmez

şimdi biz haberi nerden verelim derseniz


solgun ama aydınlık olanlardan
bir taraf olanlardan
söğütlerden de olur, kavaklardan da
ve çamlardan
yırtılıp giden adamlardan
ve durup duran adamlardan
içerden, dışardan türkiye’den, almanya’dan
ve solgun ama aydınlık olanlardan

Mahir’i sorarsanız, dışardadır, türkiye’deH


515

UMUTTUR

“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”


çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
meselâ her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde


şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar
516

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim


apoletim sırmasız hattâ hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana


kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar hergünkü, başlar
517

aslında bir alıştırmadır umut


öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
–baharı beklemeye benzer–
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelen itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar
Kayayı Delen İncir
1. Basım: 1982, Karacan
521

DENİZİ ANLATIYOR

adı çok duyulmuş bir ozan değildi


Tonyalı balıkçılar arasında
–onlar ki her türlü balığı tutarlardı denizden–
ama iyi bir ozandı
bütün söylentilerin tersine
denizde de olabilirdi sandalla
uzun geçmişli denizde
gün batımında var olan
ve gün doğumunda da
522

ALIŞTIRDILAR BİR KERE

alıştırdılar bir kere


sigara alkol afyon tarih esrar marihuana
eroin tarih kokain morfin seks
onaltı silindir hız deniz kayağı dağ
nerde olursa olsun kırım kıyım
çiçeklerle sapları
artık söylemek zorundayız

aşk bağımlıdır ay’la


ve senin bir gün ölmeyeceğin
mutlu ediyor beni

belki bu rüzgârdan gelendir


şuraya buraya sallarken her şeyi
örneğin beni seni
ışıklı reklâmlarla
bakla çiçeklerini

biliyor musun ulaşamadım bir türlü


yani İstanbul’a bir türlü

şimdi karanlığım da
belleğim de yok
otlar mı dereler mi
kim yaşadı o tadına doyulmaz günleri
bir turuncunun dinginliğindeki
yeri doldurulmaz
o turuncunun yani

kimin ay’ıdır aşk


örneğin perşembe günleri

ama bütün bunları bütün bunları


yeniden yorumlayabiliriz şimdi
523

ESKİ BAHÇENİN BİR EVİ

uzun süre düşündüm, nedir ağzımdaki yaban tad


üvez değil, karadut değil, sevdiğim bir şey değil
ama bana yabancı gelmiyor ve alıştırıyor kendine
bir ses, bir açıklama bir evet ya da hayır
değil
eski bir şey, evi olan eski bir bahçe

alnım değişmez biçimini buluyor sanki


karadut karasından, üvez kokusundan
birisi geliyor karşıma oturuyor bahçede
bir ölüm olayına ilişkin bir şeyler soruyor
önce çayınızı için diyorum, hayır diyor
ısrar ediyorum hayır diyor ben hiç çay içmem
özellikle alacakaranlıkta hüzün verirmiş ona

birden usuma vuruyor haklı olduğu


evet alacakaranlıkta herkesin sahipsiz olduğu
ölüme ilişkin o konuşmayı da hatırlıyorum
ölümler sahipsizdir yoldaki kötü çukurlar gibi
gelip gitmezler bile kendileriyle kalırlar
1918’deki bir ölüm eski bir bahçedir belleğimizde
ve evi yoktur üç odalı, duvarları resimli
bir adam çıkar o evden belki bir yere gider
524

sonra ölüm konuşulur fısıltılar düzeyinde


aşkın adı geçmez ama belleğin bir yerlerindedir
çocuk gibi defne dalı gibi rüzgâr gibi bir şey olarak
lâmbanın sönmesini durdurur ocaktaki ateşi tazeler
susulur saygı duyulur oturulur oturulur

ey evsiz eski bahçe bir evin olmalıdır


suya da dayanıklı ateşe de ve hayata
çatlak tabakların eskimiş giysilerin kokusunu taşıma
karadut defne ve tüylü ayva
gecikmiş önemsenmemiş yıpranmış aşkları hep hatırla

nasıl kıpkızıldı bir sabah tanyeri hiç unutmam


deli gibi vuruyordu ahşap kaplamalara
525

SONSUZ GİRİŞİM

sonsuz girişim kendi adımını uyguluyor


–kendini sevilmeye atamış bir şaşkın
güneşin doğuşuna seviniyor–
üstelik bir ceylanın gözünü seviyor
bir ineğin ıslak burnunu
alışılmış diye
tam o sırada bütün görkemiyle
temmuz geliyor
sanki gitmemek üzere
koltuğunda taze nohut
ve hazirandan kalma çiçekleriyle
fındık, karpuz vesaire

hiç sevmiyorum ortodoks ihtiyar karıları


–yaşlı kadınları demek daha kibar bir deyim–
ama hiç sevmiyorum yaşlı ortodoks karıları
başlarında bir topuz
apışaralarında bir maden sanki
Taksim’de gelip gidiyor
Tünel’de gelip gidiyor
sonra bir yerde
sonra bir yerde gelip gitmiyor
rüzgârda
tavanarasında
uçkurunu çözerken
gelip gitmiyor

bir ölüm kokusu kalıyor ki


insan koklamak istemez
526

ne yapılır yani
deli atlara binsem olmuyor
yok sayıyorum, varlar
yani o başı ceviz topuzlu kuru karılar
kuru da değil
çözük ve bağlı
ıslak topukları pomzayla ufalanmayan
ıslak pomzaları ufalayan

sonuç bir olgudur


çay ve oralet tiryakilerini yorumlayan
–yorumladığı–

herkes nasıl durmuşsa öyle söyler


ben de nasıl durdumsa öyle söyledim
ağaçlar, çiçekler güzeldi derken
ayırmak istemedim onları
oysa bilirdim tek tek adlarını
sütleğeni övseydim sözgelimi
küstümotu küserdi bana
ölçülerim içinde bütün güzellikleri
tanıdıktan sonra
isyan bir yaşamadır boylu boyunca
uskura
denize
pulluğa
motor sesine

sonunda bir örneğe vardım


sakindir dünyanın akşamları
kendine uygun kişiliği bekler
ve tanrı uykusuz
yorgun bedeniyle
yerini alacak
bir ölümlüyü
527

KAN YAZMAK

martın yirmibirinde yaz gökleri geldi


– bu yumuşak bir giriştir bir şiir isteğine
içinde olumsuz bir umut taşır
kan yazmak istemiyorum
yaz gökleri nasıl göklerdir
herkese bildiğince
yani yaz gökleri ölmeyince
kan yazmak istemiyorum

beyaz bulutludur derindir


bir yerden bir yere gider durmadan
yaz gökleri
bir yerden biri yere gelir durmadan
– yumuşak bir giriştir yaşamaya
sürdürmek için
kan yazmak istemiyorum
kuşlar da vardır içinde
528

sadece kuşlar mı, haydin siz de


mavi bir ölümü de taşır
yaz gökleri
mavi kırmızı ya da daha diri
kan yazmak istemiyorum
yaz gökleri
güneyde daha çok mavi
aslı daha da çok mavi
ne kadar uzun ve görkemli
ne kadar dişi
kan yazmak istemiyorum
yaz gökleri
bir ölümü

ölüm mü yaz gökleri mi


beyaz bulutlu dişi görkemli
elimde hüzünsüz bir çakmaktaşı
kan yazmak istemiyorum
ölü ya da diri
529

PARLAK VE KARA

parlak ve kara mıydı mor muydu


yaşadığım neydi sahi
diye
düşündüm birdenbire
sağa yatık bir yazı değil
sola yatık bir yazı değil
dik kafalı bir yazı değil
başı eğik bir yazı değil
ya hepsi ya hiçbiri
galiba solgun bir gramatika
özellikle akşamüstleri

kara mıydı mor muydu hatırlamıyorum


ama mutlaka parlaktı
bir metropolün akşam göğü gibi
ölçeği sevgi olan bir harita
bir yapıda kendiliğinden bir tuğla
sular sıçratıyordum etrafa
üstümü başımı ıslatıyordum
gemilere biniyordum durup dururken
ama gemiler kalkmıyor
üstüm başım ıslanmıyor o başka

insanın kendini bir kentte sanması


denizaltında bir ülkedir
katlanır bükülür kıvrılır durur
aşkın başı hoş değil zamanla
çünkü ellerim ayaklarım suda
ellerim ayaklarım suda
su ellerimde ayaklarımda

oh dünya dünya
biliyor musun
ağustos çok yakışıyor sana
530

SÖYLENİR

söylenir ve yarım kalır


bütün aşklar yeryüzünde
bir kaktüs bol sudan nasıl
nasıl çürürse öyle

en sevdiğim temmuzdu aylardan


hazirana benzediği için biraz
biraz da kendiliğinden
belki de müşteriye iyi davranan
efendi bir bakkal kimliğinde

nasıl mutlu oldum iki yaz


nasıl mutlu oldum kardeşler
salkımsöğüt bir ben iki
bir üçüncü var mıydı bilmiyorum
üçüncü vardı elbet
bir yaban ördeğinin sevincini taşıran
bir sonbahar gibi köpüren
temmuza benzese de
öyle oldum ki anlatamam
sıcak yaz
solgun bir coğrafya gibi belleğimde
şapkalar çiçekler eski elbiseler
geçmişi olan eski elbiseler
denizden çıkan bir ışık
unutulmuş bakımsız arka bahçeler
öyle oldum ki anlatamam
her mevsimde sonbaharı taşlayan
bir çocuk nasıl olursa öyle
531

belki de bitip tükenmeyen


bir fetih döneminde
atlar nasıl kişnerse
yani durgun bir suyun
erguvandan aldığı renkle
gidip geldim caddelerde
Fatih nerdeydi Samatya nerde
nerden gidilirdi Üsküdar’a
düşünüp durdum günlerce

anlatamam ormanların ettiğini


nasıl dayandım o mutluluğa
tükenmez bir ışık olan mutluluğa
deniz ve ışık olan
karmakarışık bir mutluluğa
nasıl

şimdi bir şarap gibiyim


coğrafyasız
eskimeye bırakılmış fıçısında
532

SANTİGRAD 100

bir öpüşmenin tadını


ağzında hep kuranlar
doğamazlar sonsuz giysisini begonyanın
bir çiçeğin açamazlığını duyarlar
durmadan korkunç bir fırtına olarak
yoğun bir buğu olarak

kayıp gider sonunda birinci tekil kişi


ve kokular uçup gider
bir garip boşluk kalır
o kokuyu anımsatan
çiçeklerden yapraklardan
oylumunu yitiren adamlardan
öbür kalanlar için doyulmaz sanılan

belki önemli değil ama çekip gidelim


kedilerin kendilerinin olan akşamına
533

HANGİ SORUYU, NİYE

hangi soruyu yanıtlasam yetersiz kalıyor yanıtım


günün tarihini bile söylemiyorum o yüzden sorulunca
suya dönüşmesi ne demekse kar billurlarının
o demektir sanki zamanın çalışkan tedirginliği
bir odada bir sofada bir yerde yerle gök arasında
elimde zümrüte benzer bir şeyleri tutarken
neyi kanıtlasam bilmiyorum azgın bir tüfek gibi

başka ne verebilir haydi soruyorum o diriliği


göğüs kafesini zorlaya zorlaya çığlığa hazırlayan
kulağı en uzak su sesini duymaya hazırlayan
çakıltaşları geliyor elime hayat kadar olumlu ve hayvan
bu gelen silâh sesiydi evet ne kadar da benziyordu
insan sesine

aynen onun vahşiliği yumuşaklığı ve kendindenliği

ürperti içindeyim kar düştü


elle tutulur artık gece mavisi
kalkıp bir şeyler yapmalıyım mutlaka
tek başına ayaklanan bir adam gibi
ışıksız bir sahnede mim oynayan
534

o gemi eski bir gemidir denizin bahçesinde unutulmuş


tanırım çok eskiden tanırım kendisini
bu bahçede madensel düşlerdir onu tek oyalayan
oysa çoktan tarihe karışmıştır görkemli su kesiti
kösnüsü kemik kabuklu midyeleri bile doyurmayan

Şu halatı bırak elinden diyor bırak


Şu halatı bırakıyor elinden adam
En güzel yanlışlıkları kuşanarak

günün tarihi akşam şimdi söyleyebilirim yanılmadan


535

YAPI

H. Turgut Uyar’a

bir çocuk –adı Hayri’ydi onun


bir çocuk için hayli büyük bir ad
ama büyüyecekti nasılsa
severdi adını ayrıca
–görmediği dedesinin adıymış–
Hayri çocuk
bir apartmanın yapılışını izliyordu
evlerinin karşısındaki arsayı iyice
kazdılar önce
bir sürü adamlar gelip
bir kamyonun üstünde
sarı bir kamyonun
sonra kocaman bir araç getirdiler
kazmaya adamların gücü yetmeyince
bir adam ölçtü biçti güzelim arsayı
bir başkası imli bir sırık tutuyordu elinde
birden aklına geldi Hayri’nin
bir atın artık acıkmış olabileceği
örneğin
geçen yaz yağmurların yağdığı dönemde
Kınalar köyünde gördüğü ıslanmış atın
derisinden buğular çıkan atın
–bir keresinde kendi de
yağmurda ıslanıp çok acıkmıştı
birinde de annesiyle babası
uzak bir yere gittiklerinde
ama ne kadar uzak kimbilir
ama sonra ne sevinmişti
akşam olmadan döndüklerinde
babaannesini hatırlamıştı o zaman
hiç görmediği babaannesini
ama yine de çok sevinirdi
ondan söz edilince–
536

hemen evine koştu Hayri


atın acıkmasını düşleyip
kendi açlığını duydu belki
kendi vücudunun ülkesinde
tıpkı atın acıktığı gibi

ertesi gün bahardı


yani her yerde kirazlar vardı
Hayri uyup kendi vaktinin ölçeğine
geçti arsanın karşısına yine
arsa oyulmuştu –ya da kazılmıştı–
kazılan yerlere uzun demirler atılmıştı
bir kişi kaldıramayınca bir demiri
onun yardımına koşuyordu öbürü
sonra üçü beşi derken hepsi
yeniyorlardı demiri
demir ve toprak yenildikçe
pazularının sertliğini duyuyordu Hayri
geçmişte yaşadığı bir gün gibi farkediyordu ama
pazular tek tek değil
hep birlikte ve hepsi
çileğin çilleri
bileycinin kıvılcımları
kuşların kış sıcaklığı gibi
bir gün annesinin dedesi de
böyle şeyler duymuştu belki
biraz uykuya benzeyen
kiraz tadında bir şey sanki.

biraz uzundu galiba


biraz zordu
sahipli ağaçlara benziyordu
buğusu ve her şeyi kendine bağlı
iki adam ellerinde teskereyle
– babasından öğrenmişti teskereyi
askerlik tezkeresi değil
537

inşaat teskeresi elbet–


karılmış harcı taşıyorlardı yukarı
tam bu sırada suların aktığını
bir çocuğun dondurma yediğini düşlüyordu Hayri
her şeyin en tazesi dururken içinde

ertesi gün yazdı


artık ne demeli
Hayri duramazdı
bir adamın sendelediğini görünce
koştu
teskerenin koluna yapıştı
sağ kolunda pazusu olanca güçlü
sol kolu onu geçme çabasında
katıldı
katılmanın sevincine ulaştı
sonra birden
eski evler ve eski çarşılar
bir daha eskidiler

pek abartma olmasın ama


Hayri akşama kadar çalıştı
asılsız bir hüzündü vardığı
varlığı
varla yok arasında
kiremit gibi bir duygu turuncu
kiremit taşıdı kum taşıdı
yoruldu çocuk uykusunda
–simit ve balon
ağacında zeytin
babasının kaşları
kumla kireçle karıştı–
538

hiç de kötü sayılmazdı oysa


dünyada bir şeylerin birbirine benzerliği
örneğin sendeleyen adamın yerini
bir başkasının hemen alıverdiği
sular da benzerlerdi birbirlerine
bazan ağaçlar da

bütün halılardaki güzelliği


bütün örgülerdeki güzelliği
uykusunda gördüğü bir çiçekle
farkediverdi birdenbire
–bu çiçek yarın açacak
koskoca bir tarih olacak
koskoca bir yatak
koskoca bir halı–

Hayri o halıda yuvarlandı durdu


–annesi uyandırmasa ne olurdu–
dördüncü kat bitti
adamlar –Hayri işçiler sözünü bilmiyor daha–
borular çıkardılar yukarı
sular kesildi
güneş çöktü
Hayri ansızın bir yunusu hatırladı
kendi derisi içinde terleyen
kendi derisine dar gelen
beşinci kata çıktı
beşinci kata çıktı
onikiye kadar saydı orda
doğruydu
gökyüzü dünya ve sokaklar
işte apaçıktı
539

tam
bilinen bir bilmece gibi
Hayri’nin önünden tirenler gemiler
elele çarçabuk hiç durmadan
hiç durmadan
bir limon gibi kendiliğinden
bir elma gibi tatlanarak
bütün elmalar gibi tatlanarak elbirliğiyle
Hayri’nin önünden
ertesi gün kıştı
sevgiye bir güzellemeydi yıl
bitmişti
Hayri yapıya baktı.
tek başına ama
sevgileriyle yüklü:
kapılar ve pencereler takıldı
sıvalar ve boyalar yapıldı
yıldızlar ve bulutlar da takıldı
gün bir sevinç olarak bitti
Hayri de sevinçle titredi derinden
anladı
bu yapıda
onu yapanlar
oturacaktı
540

SİBERNETİK

üç kere üç dokuz eder


bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
“mutlu aşk yoktur”
bilirsin

ama baharda ya da dışarda


sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur

kare kökü de yoktur


541

NEDENSE

nedense
bir kadını sevmeye hep memelerinden başlanır
bir şeyi hatırlatmak mı ona
yoksa bir şeyi hatırlamak mı
bilmiyorum
ama nasıl bir şeyse güzel bir şey
üstelik sonsuz da
542

İŞTEN DEĞİL AŞK

işten değil aşk şiiri yazmak


ilk sözü bir bulsam
mermer desem değil biliyorum
bi dakka desem değil
ceketimi verir misin değil
birden önümde bir yaz günü açılıyor
bahçede kuruyan çamaşırların
yere değdiği
koşup kaldırıyorum uçlarını
eriğin yaprakları değiyor yüzüme
değsin varsın hepsi geçer
nasılsa kuzey buz denizinde
beyaz bir gemi
hatırlıyordur ilk seferini oralara

aşk bir sonbahar kimliğinde


sürdürüyor egemenliğini
birden bir bakıyoruz ki
her şey yerli yerinde
otobüsler tirenler yerinde
dükkânlar yerli yerinde
acılar yerli yerinde
çamaşırlar yerli yerinde
543

BİR METİN NASIL YAZILMALI

tomris için bir öykü yazılacaksa


o öykü güzel bir öykü olmalı
kendi verdiği deftere elyazısıyla
topraktan çıkarılmış bir elyazısıyla
taze bir yazı
gümüş para gibi eski ama
Güzel bir öykü nasıl yazılır
işte bir soru?
Önce kurttan kurtlardan söz etmeli galiba
yaşlanmaya koşuşan genç ve derin soluklu kurtlardan
bir balığın adı geçebilir sonra
nasıl bir balık?
yenmeyen.
sonsuz giysisiyle bir adabarbunyası
kandökücü bir denizaygırı ile birlikte
hiç söz etmemeli poliyesterden plastikten
ama
bir dana kemiği hiç unutulmamalı
keyifle eti sıyrılacak
elbet sonra rakı da
susuz ve imkânlı
bir ev:
çatısı unutulmuş
bir kedi!
patileri tüylü toprağa basmamaktan
ama şişman onurlu
tembel ve yeşilli.
bir çocuk!
sarı kafalı
inatçı, güzel ve ağırkanlı
Aritmetikte yanlış yapabilir
İmlâda asla!..
544

bir ayı girmelidir öyküye


ayıcı, ayıcının yedeği ve palavracı bir çocukla birlikte
vaktin bir yaz günü akşamüstü olduğu unutulmamalı
bir resim!
kırmızı ve mavisi bol
hınzır bir su terazisi
(suyu tartmadığından
bu gerekmeyebilir
belki de gerekir, bilmiyorum ki.)
ama öyle mengene desimetre sibernetik
ve çamaşır makinası kesinlikle olmamalı.
Evet! eksiksiz bir deniz ve gökyüzü
başkişileri öykünün
nerden geldikleri belli olmayan
–uyrukları da belli değil–
kalın ya da ince hiçbir manto konulmamalı öyküye
ama uzak şapkalardan
uzak aşklardan uzak anıştırmalar bulmalı
öyle ki bir kentin en kesin saatlerinde bile
bir çiçekle bir kuşun varlığı gibi
iğne iplik kesinlikle giremez öyküye
teyel meyel ilik düğme hakeza
Alkol kendiliğinden girer
en alımlı biçimleriyle
ve hiç çıkmaz
çıkmasın varsın
545

Ölüm
olsa da olur olmasa da
ama güzel bir ölümse
şaşkın bir ölümse yaşamaktan
ya bir geyikse bu ölüm
ne olursa olsun
o bir parantezle çıkar aradan
yeri sonra saptanır
tarihte ya da coğrafyada
yani hayatla birlikte
nasıl biter öykü, bitmeli:
tomris gelir ya da başka birisi
bir tabağa çorba koyar tencereden
ama kesinlikle üçler kepçeyi
dolunay gider
kesin kuşlar ve çiçekler hüzünlenir
yani gece olur bir bakıma
haziran iğdelerde koyu koyu demlenir
kiracılar ve ev sahipleri ve mobilyacılar uyurlar
gemi adamları suları kesip evlerine gider
ve öykü biter.
546

SON GÜNLERDE

son günlerde pek önem veriyorum cinselliğe


farkındayım
demek ki geç kalmışım bu konuda
kişisel sorunum diye de erteleyemem
vaktim yok ertelemeye zaten
bunca hanlar hamamlar kervansaraylar
ve saraylar
çöken bunca hanedan, pil takılan partiler
şuramda bir şeyi uyarıyor

Turgut diyorum kendi kendime


senin şu halin var ya
tıpkı bir insan resmine benziyor
nesi benziyor diye soruyorum
kendi kendime
otlardan ve ağaçlardan diye yanıtlıyorum
sütleğen çobançantası
akasya melissa kekik ve nane
incecik bir ot
bilmediğim
adı yok
belki dünyada bir tane
547

şimdi başka bir onur


hanlar saraylar üstüne
kim oturur hanlarda
kim oturur saraylarda
hepsi bir bir belli
bundan bana ne
öyle mi
ilkbahar gibi yalvaç
güz gibi din değiştiren
öyle mi

hangi pabucum ayağıma uymuyor


hangi merhabaya merhaba demedim
niçin herkesin saçları solgun
ve ömrü kısa
işte bütün mesele burda

kimin saçları solgun


kimin ömrü kısa

derken bir bahçede


yaşadığımı hatırladım
solgun ve bodur bir ayva
bir kuş-dudu
bir erik
ayva her yıl üç beş tane verirdi
dut zaten kuşlara

hangi şehrin bağbanıdır insan


soluğunu körük gibi koyvermediyse
yinelenen bütün akşamlar
bir kıl yumağı olur göğsünde
548

ACIYOR

Mutsuzluktan söz etmek istiyorum


Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık


Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet


Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı firengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi


Güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar
549

Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır


Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazan yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte


Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
550

YAZA GİRMEDEN YAZDA

yaza girmeden yazda ve ilkbaharda


suyun yattığı yatakta
kuşun çaldığı ıslıkta
elin sevgilim
elin
caddede sokakta ve hatta sonbaharda
mayısta ekimde hele ilkbaharda
pazar günü salı günü ve cuma
dağlarda kıyılarda
nerde olursa orda sevgilim
savaşta ve barışta
savaşta ve barışta
denizde ve karada
her zaman yazılır aşk şiiri
çünkü aşk yazılgandır
ve her zaman ortada
pazar perşembe cuma
ama elini tutunca
neden korkarım
bir su alır bedenimi götürür
mayısta ekimde hele sonbaharda
ey dünya kuşkusu gözleri maden sana
görkemli bir kente bakar gibi bakarım
bağışla
551

BİR YAZI ANLAMAK

kışsa
zordur bir yazı anlamak

gerçekten kurtulamadım o yaz gününden


papatya firengi ve haritalar
suskunluk uzay ve bütün öbür şeyler
kim nasıl tanıyorsa beni öyleydim işte
sağ tarafımda deniz solumda rüzgâr
aldığım son solukla

kıvılcım gibiydim cıgaraydım


olur olmaz şeyleri
ve eski yalıları yakmaya
tanıdığım hiç kimse
istemiyordu sorulmasını
geldiği ülkenin

sen sor haziran


552

duruldum
sonraları Selânikli bir kadının elinden
bildiğimiz rakıyı içtim
o ne günler güneşler
o ne şarkılardı
Selânik kaç para
İstanbul umurumda mı
bir zamanlar
bir çocuk olduğum geçti aklımdan
o da çocuktu bir zamanlar
bir yazı anlamak
zordur ve anlamlıdır
bana kalırsa
en saygın işidir bir kişinin

çünkü güneş ve kalın mavi


insana hiçbir şey hatırlatmaz
öyle ki toparlar hayatın kalbini
ve o zaman
çökelir yaz
tutarak kendi kalbini
umutlar sarıya bırakır kendini
gül uzar karanfil kokar
o zaman sorarım
şimdi mi

ve biz
bir yazı o zaman anlarız belki
553

AYAĞIMIN TOZUYLA

ayağımın tozuyla girdiğim mevsim yazdır


yumuşaktır
insana her şeyi yanlış anımsatır
çünkü bellek yanılmaya hazırdır
balkona koyduğumuz turşu
ekşirken ekşirken güneşi parlatır
ve insan batırır sedef kakmalı bir gemiyi
ki sahibi dünya güzeli bir kadındır
oysa denize bir mevsim yeter
sular geçer balıklar geçer
basık bir akşamüstü bir iskelede
herkes dostuna bir şeyler anlatır

büyük gölge verir büyük renkler


sevincin sonu yazdır
büyük sevincin
oysa başı sayılır
basıktır akşamüstüdür oymalıdır
suya dayanmaz
ama bana kalırsa dayanmalıdır

şimdi nedir ilk bakışta yitirilen


ey gözleri maden
ey ilk güneş saatinin çubuğu
de ki aşk pusudadır ve bir dükkânda
ölümsüzlüğün mührünü kazır

suyu avucuyla ölçen ilk budun


usumu kurcalıyor ne zamandır
ve başucumda bir koku
bir koku
beni durmadan ıslatır
554

KISA BİR ANI

kısa bir anı, gök bulutlandı


kentin yaşlılığı tazeleniyor
suyu bardakla içen gezgin satıcı
şapkasını koydu duvara
çok uzun sürmüş yalnızlığı
soldurdu domatesleri

ne kadar uzaksa o kadar uzak


kendini soyuna ekliyor durmadan
bir akşamüstü uzun bir şimşir
karartıyor mutlu bakışlarını

herkesin adı olgun bir elmaya eşittir


özellikle uzak yerlerden gelmişse
en güzel yerlerin öyle
benim de
555

VAKİTSİZ UYKULARDAN

vakitsiz uykulardan uyandır beni


kara üstüne kara gök üstüne gök
şimdi herkesin dolaştığı bu yerde
bir taşra öğlesini yoğunca yaşıyorum
uzayıp gidiyor yorgun bir kamyon

elbette vakitsiz yıl sonu yaklaşıyor


sakın sana ne deme sakın deme
göğün toprağın denizin olduğu her yerde
demek ki insanlara yurt olan her yerde
saatin adı eşit her yerde

koyverme beni vakitsizdir mutlaka


uyandır çürüyenlerimi bir bir tazele
en sert sesini edin en zorlu tavrını al
kayayı çıkartmıştık tepeye kadar
ufacık ufacık bir şey
itecek kadar.
556

GÖK, BULUT, SU

senin bardağına koyduğum su


o suyun rengi başkadır
tut ki Iğdır düzlerinde bir çadır
Sivas yöresinden bir ölüm
ya da kaçak bir Bitlis cigarası
çünkü o göğün ve bulutun
birlikte uykusudur

seni ilk haziranda görmüştüm


şapka giymemiştin çünkü yazdı
zaten hiç giymezdin belki de
kimin dünyayı görecek hali vardı oysa
sokaklar mavilik demetleri şunlar bunlar
şunlar bunlar diyorsam unutulmaz şeylerdi ha
örneğin çiçekti herşeyin ilk yarısı
ellerim ceplerime gitti durup dururken
yani herkesin aşk aşk dediği buysa

şarkı bile söyleyebilirdim bir tavanarasında


çocuk gözlerindeki şaşkınlığı tadarak
yani ancak günlerce koşarsam duyabilirdim
aramızda ne varsa
kıyıya bile inerdim anlıyor musun bir cuma günü
kıyıya inmeye hiç alışkın olmadan
bütün kurda kuşa börtü böceğe bir bir bakarak
557

şimdi senin bardağına koyduğum su var ya


bu suyun rengi başkadır
ben ne soğuk demirciyim ne terzi kalfası
ne marangoz ne bir gemi tayfası
istedim olamadım o başka
yani ne bulut ne gök ne çadır ve ölüm
ellerimin rengi biraz kırmızı da
galiba ondan
558

GÜNLER GEÇER

günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni


kim bilebilir ki kimi neyi eskittiğini
ben ne kadar önemserdim kendimi hay allah
sen ne kadar kumraldın aynalarda hay allah
temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa
gel bağışlayalım birbirimizi
559

BİR ÇAY BAHÇESİNDE

bir çay bahçesinde demode


– böyle demek zorundayım çünkü–
çağdaş ve demode
ayağa kaldırdığı duygular gibi
demode çay bahçesi olur mu deme
garsonu üzgün ceketli
ocakçı köşede bir başına
kıyıda değil, değil de masalar sanki
kalabalık bir kentin tam ortasında
deniz de vardı sözümona çocuklu anneler
biraya isteksizce katılan votka
Edip’le Mefharet sonra geldiler
neler söyler insana bütün bunlar bilmiyorum
yalnızlığı arttırmaktan başka
üstelik bir yaz günü
durup dururken sana seni sevdiğimi söyledim
sonradan uzun uzun düşüneceğim
bunun gülünçlüğünü

ama ayrıldıktan birkaç saat sonra


unuttum yüzünü
“olağan” deme sakın ha
seni yeniden sevmeye hazırım demektir bu
bu dünyada
tek başıma

denizin eski olduğu yerlerde


böyle oluyor işte
560

BİLİYOR MUSUN

biliyor musun
aşk şiiri yazmaktan bıktım
bir gün şöyle bir baktım
yazdığım bütün şiirler öyle
bir sarsılma, nedir bu
bir otuz aşk şiiri daha
kendimi hiç suçlamadım

peki o zaman ben neden


dereceler sokayım koltuğumun altına
ateşim varsa zaten
ey gözleri maden
çünkü aşk bir suçlamadır
sonuna kadar yaşanmamışsa
bir bardak birada yeni bir deniz
ve yağmur
eski bir denizde yeni bir ada
yaşanmamışsa

sözgelimi Galata’dan Afrika’ya gidiyordum


korsanları kralları ve bazı ülkeleri
ve bütün madenleri
ve kendi sonumu
iyi görmüyordum sonunda
her türlü madeni
elimde bir sürü kâğıtla
hazırladım kendimi
561

RASGELE DEĞİL, KAR ÖDÜLÜ

rasgele değil yemin ederim


dünya içinde
yaşayamayacağım kadar büyük bu
ve ölüm yerleşti dudaklarıma
–ağzıma mı deseydim–
akşamlarsa işte öyle
herkesin bildiği gibi
bir otelden bir otele taşınan
bavullar gibi

hüznümü titretiyorum
yani hüznüm beni titretiyor
bir hüznü titriyorum yani
feracesinden içi görünen
çok müslüman bir kadın gibi
kanım akıyor içimde
çok müslüman bir kadın gibi
kanım içimde
bir gökdelenin yetmişbirinci katında
yer yatağında uyur gibi

şükür ey sonlu şölen


büyük hayat
aldığın verdiğinden çok
örneğin bir gün Alanya’da
bir sevdikle karşılaşıp
hemen ayrılmış gibi
rasgele değil
562

NEDİR SONSUZDAN BİR ÖNCE

nedir sonsuzdan bir önceki sayının adı


diyelim sonsuz eksi bir
sonsuz eksi bir
hayatın adıdır bu

gece bütün şablonuyla


geldi üzerimize
ormanlar taş kesilip kömüre durdular
ve petrole kesti planktonların hepsi
gazyağı tunç duman
ne kadar sürdü ki ateşin yengisi
bir türlü yeterince yaşanamayan
sonsuz eksi bir

hatırla desem
neydi hatırlanacak olan
dört başı mamur bir av partisi
görkemli otellerin alacalı lobisi
kalın bir sevda ince bir mevsim sonu
tahıl ve değirmen
kırılıp dökülmüş bir iskelet
kalbiyle birlikte
bir temmuz ortası
nasılsa öyle

kaç ozan haykırmış


sürüp giden zamanın ardından
sevmek sevmek
ben de ben de

sonsuz eksi bir


şaşkın bir pazarcının
akşamüstünü sevmesinde
563

ÇÜRÜMÜŞ

çürümüş çürümemiş bütün tahtaları kim yakar


yerli yersiz kim bakar dolunaya durmadan
kim kullanır siyasal partiler yelpazesini yaz sıcağında
kimin sağında karaciğeri solunda yüreği var
kimdir eskimolarla üşüyüp zencilerle terleyen
kim ha

havuza girildiğinde su sıcaktı daha


eskiden çok eskiden bir eski kaplıcada
sandalyeleri yaz boyu bahçede unutulmuş
kurnaları kara palmiyeleri cılız
bir kaplıca şöyle avuç içi kadar
bornozları kirli garsonları yalnız
herkesi bir ücret olarak belirleyen tarifesiyle
oda kapılarının arkasında sorulan
nedir kimdir umutlandıran kişiyi
kimin hakkı var buna
belki iri bir çakıltaşı bahçede
iyi yürekli bir yaşlının düşünden arta kalan

şimdi caddelerdeyiz ya da alanlarda


çoluk çocukmuş arkadaşmış
masanın üstünde zeytin çekirdeği dolu bir tabak
yanında sıkılmış bir limon
görkemli bir taze yarım ekmek
gittiğin her yere taşıdın bunları
şimdi kim ne yapacak ha
bütün hüznün elinde kaldı devredemedin
paylaşamadın bile otobüs yolcularıyla

bütün tahtaları yaktım çürümüş çürümemiş


kokusu iyiydi gümüş kolyeleri aydınlattı ışığı
ne güzel ışıktı ama
kimse görmedi bir insanın böyle öldüğünü
biri bir dağda kendi öldüğünden bu yana
564

NE VAR Kİ AVUCUNDA

ölesiye çalıştın ya da hiç çalışmadın


hiçbir sevinç –sevinç ne– hiçbir şey yok
şu gecenin ucunda
ve öteki boşluklar ürpertiyor insanı
tek başına olmanın dengesine vurunca
evet şimdi ne var bakalım avucunda:
dövüş mü, yenilgi mi, bir bulut parçası mı
aşkın fotoğrafı olan bir mayıs sonrası mı
bir türkü mü, bir asker matarası mı
terhis tezkeresi mi, karakol sırası mı
becerikli bir anahtar mı, polis tabancası mı?
şimdi nerde, ne zaman, nasıl bir kadın
–bir adam da olabilir–
mutlu olabilmiştir bir (tek) başkasıyla
gökler başıboş bir fanus gibi
çılgın bir kürre gibi gidip
her yanımızı boş bırakınca
bomboş bırakınca
yalnızlık çoğalan bir yunus gibi etrafını sarınca
ne var avucunda:
soylu dedenin anısı mı, bir sultan sofrası mı
pasaport şubesinde bir sıra numarası mı
gökkuşağı, tüberkülin, intihar dalgası mı?
565

olağan bir öğle sonu sonsuzluk


bir bitimlilik olarak kapıya dayanınca
ne elverir, kim kurtarır kişiyi bundan
kurtarmamaya
ne var ki avucunda
ağır kamyonlar ve sürücüleri mi
dağda yitenler ve yol göstericileri mi
evde kalmış kızlar ve görücüleri mi?
imdi:
son buzul erirken durduranları
hatırla!

hani kan vericileri, kan vericileri


ve kanı alıcıları da unutma.
566

HİÇ SEVMEM

hiç sevmem o yengeç sanılan hayvanı


acıklı bir anıdır denizlerde
Sully Prudhomme’dan kalan
ne suçu var Prudhomme’un derseniz
hiç işte

başarısı adındadır onun


yengeç
yan yan yürüdüğünde
oteli ve lobisiyle birlikte
yengeç
yüzme bilmeyen tek deniz hayvanı
denizlerin korkak derinliğinde
ağzı her yana alışık
şımarık bir otomobil renginde

ne var ki ne ışıklar görmüştür dünya


Serez’de İstanbul’da Berlin’de
gün gelip sular da topraklar da aydınlanınca
yengecin dur denilecek keyfine

ve bir akşamüstü
telli pullu bir kırlangıç temizliyorsunuz
ve bir bakıyorsunuz
yengeç
kırlangıcın midesinde
567

BİR AŞKIN EN VERİMSİZ GÜNLERİNDE

evet bir aşkın en verimsiz günlerinde


verimsiz bir soru
aşk bir soru
verimsiz aşk ne demek
o zaman şöyle bir kral hatırlanabilir
elmayı ısırarak yemeyen
ülserli
yaşamak gidiyordur elden

kim kimden alacaklı


kim kime borçlu
sonu nereye varır utançların
kralın bir elması
bir bıçağı
bir de tacı vardır
örter rasgele dünyayı

dünya örtülmez
hiç örtülmez
kendini uzun boylu sanan kim varsa
bırakmalı bu rüyayı

kardeşi ölür
ses yok ormanlarda
karısı ölür
ses yok

ama bir ağaç ölürse ormanda


bir uğultu
bir uğultu
568

KIRLARDAN GELİYORLAR

kırlardan geliyorlar ellerinde sümbülteber


elbette kırlardan kırlardan gelecekler
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkânlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer

sonsuza varmadan bir önceyiz sanki


–o sayının da bir adı vardı unuttum–
her şey öyle saydam öyle madensel
kapıların kilitleri açık ve herkes uykusuz
hepsinin elinde bir saat bir sümbülteber

eskiden şaşardık bazı şeylerin yokluğuna


artık bu yokları var etmeyi usladık
ağaçları budadık ormandan balıkları tuttuk denizden
hani bazı açılmaz sanılan kapıları omuzladık
çünkü herkesin elinde bir saat bir sümbülteber

hey koca dünya nasıl avucumuzdasın


nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin
elbette kırlardan gelecekler kırlardan
kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber

ey güzelim sümbül ve teber ey canım


gördüğüm sanki o değildi
sanki kuşlar albümünden bir maden
569

İHBAR
(1)

ali geldi ilk onu gördüm


akşamüstü haziranın beşi
sonra feyyazla süleyman
hüsnü yakup tekin lâle mustafa
kayhan
ve kardeşi
adını bilmiyorum
tayfun salim ve eczacı kerim
üçünde geldilerdi onlar başka
aliden sonra ahmet sonra suphi
küçük yakup öbür salim öbür mustafa
ekrem naci nihat kim varsa
meselâ overlokçu ibrahim
iktisattan selim
güneş bir çelik çizgi dışarda
atkestaneleri titreşir
doğrusu önce korktuk
sonra birer güçlü köşe tutup
baharda
oturduk
adam gibi konuştuk
ali küçük yakup ahmet selim
suphi tâci hilmi ibrahim
battal deniz hüseyin
İsfahan’lı mustafa
marjinal hasan ve ölüm
binali –ağrılıydı galiba– ve cengiz
yani hepimiz
570

İHBAR
(2)

(ihbar (1)’i defterine çekip bana imzalatan


adını bilmediğim genç kıza ve Sinan’a)

sözler dilimde gezer


başka ne kaldı
yıldım su borusu gibi dayanıklı olmaktan
başka ne kaldı

evet öyleydi adı adları


durmadan kitap okurlardı
yumrukları şimşir yürekleri maden
bir divriğide görmüştüm
bir de onlarda zaten
hepsinin başında kasket
başka ne kaldı
sözler dilimde gezer

evet öyleydi adı


adları
ormanı konuşmaya oturmuştuk
orman ki dünya ormanı
zıpkından aydınlıktan divriğiden

bak hasan n’olur bak


sen ben ömer
lütfüyle nuran polat sezer
şimdi öbürlerini hatırlamıyorum
ne kadar yakışırız bir fotoğrafa
571

benim sırtımda tabut


osmanın elinde mavzer
aşağı yukarı böyle
adı adları
unuttuğum yüzlerce kitap belki
belki o kadar tüfek
ne kadar yakışırdık değil mi hasan
öldürülmezsek
572

ALINTILARLA

“insan en çok sabahları arar sevdiği kadını”1


diyor birisi, katılıyorum o sabahlara
öğleler kaba yaşanır, kalındır
akşamüstleri ince hüzünlü
çiçekler alınıp verilebilir
sabahtır yalnızlık
nasıl sabah nasıl yalnızlık
ve şiirsel hiçbir yanı yok sanılır
var mıdır, vardır
vardır, ama çiçeklerle değil
kendi başına
zımpara taşı gibi acımasız

ne aklıma gelse bir bakıyorum unutmuşum


tren penceresinden bir tarla
eskiyip atılmış bir gömlek – hiç unutmam

“hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmam”2


diyor birisi, yineliyorum
hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmam
çünkü hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmayın
insan nasıl direnir başka
“hiç unutma”

bir zamanlar Kars’ta bir otel odasında


bir gezgin kokucunun bana verdiği
bir alüminyum şişeyi unutmuyorum

“ölümü geciktirmek sonsuzluğu kısaltmaz”3


diyor birisi, evet ama
hayatı uzatır sanki

1 John Gordon Davis


2 Metin Eloğlu
3 Lucretius
573

sanki ama ne adına


–hayatın kendisi adına
sonsuz bir törenle susuyorum
sonsuz dirim için, o sonsuz adama

sonra duyguya, ele benzer şeyler giriyor hayatıma


el midir duygu mudur
evet bazı kişiler kararsız ama
benim seçmediğim sanılır hayatımda

“el altından el ilânı dağıtıyor”4


birisi, almıyorum allahaşkına
alamam, neden alamam
biliyorum hiçbir şey yapamam tek başıma
biliyorum beni kendi başıma sanan birisi
durmadan hata yapıyor
serçeye kumruya öküze sormadan

insanın kendi seçtiği toprak


–doğrusu, toprağın kendi seçtiği insan–
dirimin geleceğini doğruluyor durmadan

“her şeyden biraz kalır”5


diyor birileri, çoğulluk haklılıktır
kavanozda biraz kahve
kutuda biraz ekmek
insanda biraz acı
insanda biraz mutluluk
ama en geçerli söz
(1) numaranın söylediğidir
Türkiye’de ve Dünya’da

4 Turgut Uyar
5 Bir İtalyan atasözü
574

İŞTE HERKES YÜZ YÜZE

İşte herkes yüz yüze şimdi geceyle


karşılıksız suçlamalarla avutuyor kendini
‘senin aşkındır’ diyor uzun iç-çekişlerle birisi
birisi ‘her şey uzakta artık’
istanbul karagümrükte bir evde
belki de başka bir yerinde dünyanın
‘hayır’ diyor birisi ama neye
bir oyun sanrısı gidip geliyor
gidip geliyor
deniz dibinde bile terlenen bölgelerde

‘ölsen ne yaparsın’ diyor birisi


‘her gün ne yaparsın’
tut ki avukatsın istanbul barosuna kayıtlısın
‘ellerindeki ve göğsündeki çeşmeler’ diyor biri
‘suçsuz çıkarmıyor seni’
tut ki almanyaya bir mektup atmışsın
‘ilkinde doğrusuna rastlamadım ki’
diyor birisi
dışarlarda bir omcanın dibinde
bir üzüm tanesi çürüyor azar azar
gece çürüyor
‘sonrası iyi olsa ne yazar’
diyor birisi

tut ki bir fransız bayrağı bulmuşsun


bleu blanc rouge
ya da bir olimpiyat meşalesi
kim barıştırır seni dünyayla
hangi sulh hukuk
hangi uyuşmazlık mahkemesi
“derin dereleri derin mi sandın”
diyor birisi radyoda
575

marmara ereğlisinden geliyor birisi


– güzel bir yer olsa gerek marmara ereğlisi–
geceyle başka bir kentte karşılaşınca
ne marmara kalıyor ne ereğlisi
bir caminin taşıyıcı sütunu altında
ya da bir içki-evinde
ölümle başlayacak bir yalnızlığın
tadını duyuyor ağzında
‘ölüm bir kazadır’ diyor birisi
ivmesi artıyor umarsızlığın
‘ne ki herkesin başına gelir’

‘arada bir adım sorsalar’ diyor birisi


belki de öyle birini tanıyorumdur
geçmişinde cakalı ayak izleri
sonsuz denecek kadar sürekli
günden geceye geçerken şaşkın
hatta –nedense– öfkeli
‘bir gemi düşlüyor da ondan’ diyor birisi
‘hep günden geceye kalkan’
ama nerde öyle bir gemi

‘beni bir gün bir yerde bulurlar’


diyor birisi
sağında gazetesi solunda bir ağustos bahçesi
göğsünde dünyayla ilişkisi
darmadağınık saçma sapan toz gibi
‘saçların kapkara gözlerin korku irisi’
herkes kendi elini tutuyor
öbürlerini bırakıp
kopkoyu bir çığlık bekleniyor karşıki evden
herkes geceyle yüz yüze şimdi.
576

VS... VS...

inanmazsınız
ona olmayacak bir yerde rastladım*
–benim mi, ahmet gibi bir addır adım
ömrümün bir bölümünde basbayağı topalladım
saçmaydı oysa, ne gereği vardı
‘dünya ne kadardı’ dedim
‘mavi kadar’ dedi
eli yüzü düzgündü
anladığımca, iyi yürekliydi
çok uzun bir şey daha söyledi doğrusu anlamadım
‘birtakım insanların bir yerlerden
bir başka yerlere gittiğini
ve bunun nedenlerini...’ vs.
kocamış biri gibi her şeyi bildiğini
bir ilâç gibi duydum kanımda
‘yaşlı kadınların şamdanları da götürmekte direttiğini
damatların bunu saçma bulup gelinlerin ağladığını
galiba eski şeylerin yeniden gözden geçirilmesi
gerektiğini’ vs... vs...
‘bir düşün dedi, her şeyin çarçabuk görülmesi zorunluluğunu
bir durağın yerinin değiştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu
üstelik eski damatlarla kaynanalar öldüler
hem öyle bir öldüler ki toz gibi
aman canım işte her şeyi her şeyi...
ah canım işte vesaireyi vesaireyi...’

* İlk dizeye bundan başka uyak bulamadım, işte şair soyu bu yüzden tükeniyor
bundan ötürü yalnızız, ama insanlar coşkun geleceklerle kutlanıyor gene bun-
dan ötürü.
577

tamam ama şimdi nasıl rahat yaşayabilirim ben


onun bütün söylediklerini hatırlamadan

aman canım işte her şeyi her şeyi...

gelsem bilmiyorum bulabilir miyim seni


yine orada mısın ara sıra...
578

BİN YIL

sıcak pazar sabahları gönendiriyordu


bin yıllık bir kent gibi
“sende bu sevinç oldukça
çok direnirsin ölüme”

oysa sevinç değildi bu


ışığıydı bir gaz lambasının
onu öyle tanıdı öyle bildi
solgundu ama dirençliydi
çözümsüz bazı geceleri
göçleri kırımları ölümleri
bir su inceliğinde tarttı
ve olumlu kıldı

kimdi çünkü ölümlü kıldı aynı zamanda


“ve hayatı böylece somutladı” dedi birisi

bütün bunları kim söyler ki


bakır ve kâğıt toplayan bir hurdacının ardından
duyguların çıkmazda olduğu bir akşamüstü
kiremitler incelir yağmurlardan
oluklar paslanır
“ama” demiş birisi
“su koşar ama taş yorulur”
ne demek olursa olsun
insan gözlerini bir kez hazirana açtı mı
bütün yaşlı kadınlar
akasya ıhlamur ve iğde
ıhlamur ihtiyar kadınlar ve iğde
579

EKİNOKS

yazı orda geçirdik kışa gerek kalmadı


safça acemice şarkılar söylendi oyunlar oynandı
sözde sevinç haline getirildi yıllanmış hüzünler
aşklar unutuldu ve bazılarına yeniden başlandı

“insan yaşlandıkça kurtulur” demiş birisi


korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden

oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi


akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu

imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik


kim düşünecekti bir kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu

“oysa” diyor birisi


“sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı”
bana kalırsa “oysa” diyenlerden hep korkmalı
“oysa ölüm var” da diyebilir aynı kişi
580

oysa ölüm yakın olmamalı


süzgün ve uzun şeylerden de korkmalı bana kalırsa
uzun süren devrimlerden süzgün aşklardan
ve bunlara benzeyen başka şeylerden
akasya hemen çürümeli tren birden hızlanmalı
şimdi ey kış diyorum
ne kadar sürersen sür
yaz güzeldi ve sapsarıydı
herkes doydu ve eylendi oyunlar oynandı
oteller ve sokaklar da sapsarıydı
kimler ne konuştu ne yitirdi ne kazandı

ama bir şey vardı eksilen ya da çoğalan


kumun altında mı denizin üstünde mi masalarda mı

“dünya bir sanrıdır” diyor birisi


“belki bir sancı”

ne bırakmıştım orda sahi


mor gibi soylu bir şey mi
bir eziklik mi yoksa

herkes ne kadar da mutluydu “oysa”

ne bıraktıysam o kadar kaldı orda


581

SULARDAN ÜRKÜ

suların çoğalttığı seslerden ürküyorum


yorgunluk veriyor ürkü*
alacakaranlık gibi anlamsız bir şey
bir çoban kepeneği gibi ya da
gelip çakılıyor aklıma
sonra hiçbir şeye benzemiyor
bir saat iki saat üç saat gibi şeyler oluyor
ama
hiçbir şeye benzemiyor
tutturduğum türkü

nedendir bilmem
Edip’le söylediğimiz zaman
oluyordu halbuki

* türkü’ye kafiye aradığımı sandınız, yanıldınız!


582

GELMİŞ GELECEK ZAMAN

Gelmiş geçmiş bütün yaşama ustaları


zamanı tarif ediyor bize
uzun ve kırık bir ağızla
söyledikleri her şey denize akıyor
zamansız denize

oysa şiirin çok ilgisi var zamanla


ne hatırlar ne unutur
bir tarihte birinin yaşadığını
bir aşk yaşandığını bir tarihte
yani kaba saba bir anlatımla
saçma duygular yaşadığımız bir mekânda
denizin de zamanlı olduğunu

çünkü Zeynep diye bir kız çocuk


“canavarın zamanı yoktur” demişti
yıllarca araştırdım bulamadım aslını
belki de haklıydı, kimbilir
583

HÜZÜN, SEVİNÇ VE COŞKUNLUK İÇİN

“öyle pek derin değil ölüm denilen ırmak


sezmeksizin geçivereceğiz öte yana”
bu kadar bile değil
sezmeksizin yaşanır bile ara sıra
yalnız akşamın alacasında
bir sakız sardunyasının tozunda
birdenbire Gümüşhane’de
ya da Üsküdar’ın ortasında
yenilgiyle bitince kavga

ölüm ölüm
üstün değilsin aşka

sevinç çılgın bir taraktır saçlarımda


oradan oraya savurur parmaklarımı
caddeleri karışlarım ürkütmez
yarasını okşarım birinin
sevgilimin saçlarını da
ve uzakta bir kış gecesinde
bir mutlunun düşlerine girdiğimi anlarım
birdenbire Kars’ta
ya da Ordu’nun Perşembe’sinde
ürperten bir dalga
ıslatır hepimizi
ıslatır ne kelime

ey dirim
memelerin hep dursun ağzımda
584

ODUN

adamlar dağdan odun indirdiler


odunun bir yanı orman bir yanı su
bekle abdurrahman geliyorum

odunun bir yanı sevinç çığlığı


bir yanı ölüm korkusu
bekle neriman geliyorum

adamın bir yanı elleri kolları


bir yanı buram buram odun kokusu
bekle koku geliyorum

odunu kesiyorlar odun parçalanıyor


bir parçası odun öbürü baltanın utkusu
bekle odun geliyorum

kadını erkeği kocamışı delikanlısı


dün neydi günlerden pazar öyleyse bugün pazartesi
bekleyin geliyorum

tarife hiç gerek yok


yolu biliyorum
585

KİMSEDE GÖRMEDİĞİM

kimsede görmediğim bir şiir


yüzü al ve akşamı aşıyor
eski bir tanrı gibi kendi dininde
uzun süren bir dönemi düşlüyor olmalı
içindeki bir içkinin sıcaklığında
suskunluğu bir başkaldırı olmalı
elleri ayakları sinemalara bulaşmış
romanlara bulaşmış
genel helâlara bulaşmış
dağları iyi bilmediğinden
denizleri anımsamış olmalı
gözleri o yüzden çırpıntılı

kara başlıklı geçmiş


sonsuz gelecek
şimdi burda vakit gece ya
bir yerlerde mutlaka
ey gözleri maden
gündüz olmalı
taşın içinde bir gündüz
demirin ağacın
586

BASINÇ

bir ülke! denizden arınmış


bir durum! ölüm gibi
bir ses! uzunluk değerinde
587

KIRMIZI, YUVARLAK

bir tanesi yuvarlak biri kırmızı


iyidir güzeldir sonsuzdur diyelim
diyelim ki
dünya yuvarlak ve kırmızı
şimdi
biz kimlerden alacağız alacağımızı

ilkin anamızı
588

AKTI

toprak aktı damperlinin kasasından


usulca kendi onuruyla
toprak akıyordu
çocukların dirsek kiri diz kiri
yüzlerinin sevinç yalazası
buğday başak ve harman
kıyı tümsek dağ korugan
aktı toprak

anası ana güneş


babası baba su
aktı toprak

elbet akacaktı toprak


damperlinin kasasından
ve her yerden
yıldızlar kadar ince
ve evrene uygun
boş kutular şişeler kâğıtlarla
tüketilmiş kâğıt ve şişelerle
aktı toprak inşaat çukuruna
aktı toprak

diriydi ama güvenliydi aktı


apaktı toprak
589

GÜLÜN KANINDAN

gülsuyu, gülün kızkardeşi özbeöz


bir buğu olarak tenlerde uçuşan

gülyaprağı, gülün çocuğu özbeöz


yaşarmış gibi hep kendi okşanan

güldalı, dikenli ama güllü


ince dirençli ve kahraman

yeni bir soydandı yepyeni


kendi mezarında kendi açan bir güldü ilhan
sabah da kırmızı akşam da kırmızı
hep kırmızı kalacak solmadan

evet “süslü püslü ve şık bir bayan”


en güzel reçelleri yapıyormuş gülün kanından
590

KİM VARSA

kim varsa sur içindedir


yüzükleri elmas taşlı
kolyeleri deriden ya da gümüş
ya da peridrol ve amonyaklı
akşam sazları gibi
su içinde ya da dışında
görgülü ya da çıplak ayaklı
ister mayıs kadar genç
ister aralık gibi yaşlı
yeleği klaptanlı
olsun
kasası üç şifreli
geçmişli ve tabancalı
olsun
alıp giderler
çünkü
etekleri akar da
sur içindedir doruk

doruk sur içindedir

mikyas yeniden önemini kazanır


kenti dünya diye büyütürsek
yani etekleri akar da
doruk sur içindedir

anladık kent sur içindedir de


nerelerdedir o üç beş kişi
591

HAZIRLANDIN DİYELİM

hazırlandın diyelim bir yolculuğa


“bu, yalnızlığa da olabilir” diyor birisi
dayanıklı mısın bakalım
silahın nedir
ilkin asfalt ve beton
bir bakarsın önün ardın su kesilir
yüzme de bilmezsin ayrıca

“çocukluktan kalma şeyler bunlar”


diyor matrağa düşkün biri
“nasıl olsa yenilir”
Oysa kavradığım her şeyin adını bilmek
biraz bunaltıyor beni
örneğin bir atom santralı projesi
Hollanda’daki bir caz konseri
öleceğimi biliyorum nasıl olsa
ama gölgemi önüme düşürüyor
güneş önümden gelirken
şaşırıyorum gövdemi

matrağa alışkınım aslında ama


ille kayayı delen incir,
suları aşan gemi!
Dün Yok mu
1. Basım: 1984, Can (Büyük Saat içinde)
595

DURMA SUSUZLUĞA

Durma susuzluğa giden gemi


git, çağın bol olsun
ne kadar gidersen o kadar iyi
her şeyi git her şeyi git her şeyi
zaten dönemezsin ya
bir daha gelme e mi

şimdi burda tükenen ayışığı


başka bir takvimde tükenmemiştir
– dünyanın neresinde mi?
bir halatını elinden tutarlar
oraya götürürler seni

belki oraya taşı gölgeni


çünkü uzaklarda sanıyorlar
yaptığın şiiri
596

BİR GÜN, BİR YERDE

bir gün bir yerde şiiri gördüğümde


hayatı da birlikte
yalan söyleyemem
ya param yoksa diye düşünürüm
yani para satınalma gücü
ürkerim
örneğin yaşlı ağaçlar yaşlı deniz
yaşlı çınar yaşlı ben yaşlı çevre
bir uyum ya da başkaldırma

sonunda kalkar gideriz


597

TUT Kİ BEN

tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan


ya da çok iyi bir şiir yazsan
bir saatin aralıksız işleyişi
bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi
bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi
onun için her akşamı iyi yaşamalıyım
yani kıskanılan onu
demek istediğim hepsi
598

SONSUZ VE ÖBÜRÜ

en değerli vakitlerinizi bana ayırdınız


sağolunuz efendim
gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
ve havanın bazan kuşa döndüğünü öğrettiniz
öğrendim efendim

ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz


efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile

bunları bulmayı bana bıraktınız


size teşekkür ederim
599

“BİR ANGLO-SAKSON ÖLÇÜSÜ


ÜZERİNE GÜZELLEME”

bir-onaltı, bir-sekiz
üç-onaltı, bir-çeyrek
(neden onaltı tanrım, onyedi olsa)
kaç bin tane yaz gitti hey gidi hey
bunlar yüzünden ve birlikte
kimi şöyle kimi böyle gitti parmaklarımın
beş-onaltı, üç-sekiz
daha niceleri gidecek
yaz gibi bile değil, öyle
sanki kendi başına bir şey
yedi-onaltı yarım parmak
(yarım parmaklarım hey Tanrım
konu komşu da geldi
oturup dertleştik mi
sevilen bir bedendi hey gidi hey
şimdi nasıl sonuna kadar soymak
yarım parmaklarla bir kadını)
dokuz-onaltı, beş-sekiz
şu kadar bir şey yani
ay kadar bir şey yani
ay kadar bile değil
onbir-onaltı, üç-çeyrek
600

şurda ayağımızın dibinde


oturan bir şeydi yaşamak
yani sonuna kadar soymak
–benim bir dayım vardı yunanistana giderdi
arasıra giderdi elbet
on parmaklıydı
onbeş-onaltı, bir parmak
bir parmak var ya
hırsla başladık bu işe
bu iş yani yaşamak
bir parmak bir parmak bir parmak

suyun rengi akmaktır


evet akmak...
ama bir planya, onaltı yaş, dört parmak
601

KALIP DURUYORUZ...

kalıp duruyoruz
öyle kalıp gibi duruyoruz ve işkence
bir naylon havan kalıbı gibi
içinde sarmısak ve ceviz dövülen
üç dört kalıp bir işkence
gökte ay elbet vardır vazgeçemeyiz
sonra planya tezgâhı ve şalter
sonra çocuklar sonra maden çubuğu
ağaçlar yanmıştır elbet uzak ormanlarda
ve güneş yanmıştır
kalıp dururuz diyelim bir piston kalıbı

bayram yemekleri vardır elbet vazgeçemeyiz


orman da vardır deniz de vardır
bir kadının garip bir lehçeyle söylediği
yollar da vardır elbet
yollar da vardır
türkülerini kendinin söylediği
kalıp dururuz
basımevlerindeki kasalarında
bekleyen kapital harflerin durduğu gibi
satırbaşlarında yerini bekleyen
gökte ay ve güneş yerde biz
yani mutlu muyuz mutsuz muyuz
ey yerden ve gökten yetişenler söyleyin
siz ne diyorsunuz
602

HİÇSİZLİĞE

Tanrı sen ne kadar güzelsin


bir hiç olarak
ormansın belki bilmiyorum
belki ormanda bir ağaçsın şuncacık
bir pazartesi günüsün
insanları dupduru edemeyen
bütün karayollarında ve demiryollarında
gider gelirim bütün dünyada
ama biliyorum Kırşehir’de mezarsın
bir kilisesin Kapadokya’da
sözgelimi yumurtada zarsın
ustasın sabahları yapmada
en katı yoklukları koyarak insanın içine
akşamüstlerinde biraz gaddarsın
sular ve zamanlar kararırken

ne yapalım
bari bağışlayalım birbirimizi
603

DENİZİN YANLARI

denize atılan yaralı balık


çırpındı durdu yarasıyla
peşinde üçgen gibi kan kokusuyla
doğrusu kan tadıyla
ve olmayan usturmaçasıyla
rıhtımlara vurdu durmadan
bütün çocukların nedense şımardığı bir akşam
ağzından hoyratça çekilen olta yarasıyla

ağzından hoyratça çekilen olta yarasıyla


mısır şeklinde bir mumun
uzun olduğunu farketti
nerde geçerse geçsin bir yılbaşı yolculuğu
sonu hüzündür durmadan
ve korkunç bir uyku verecek ona
ne yaşamışsa yaşadığının
dapdaracık aralığında
öyleyse ne yapsın o zaman
gitsin bir pazartesi gibi
gitsin uyusun ölene kadar
bir denizin taşrasında o zaman

git uyu ölene kadar bir denizin taşrasında


kendin seç denizini ve taşranı ama
sanırım ölüm bazan bir şakayık bile olur oralarda
zengindir cömerttir yani
kendi başına savurur gençliğini
bütün hayatı satın alır
yeniden masaya koyar mı bilmem
denize atılan yaralı balık
604

UNUTULMAZ SÖZLER

unutulmaz sözlerdir
ağaçların eskitip
suların tazelediği
bir boru sesi gibi her varolan
meselâ akşamın kuytusunda
ya da bir kenarda duran ormanın sözü gibi

geçen yıl ne demişti


bir otelin taraçasında
tam tamına unutulmaz sözler

tam tamına bir uçak geçiyordu tepemizden o sırada


öğleden sonraydı vakti hatırlıyorum
kendiliğinden bir saray gibiydi güneş
yarısını duydum yalnızca

sanki eski bir yüzyılda


birinin birine söylediğiydi
belki de değildi tam tamına
605

GÜZEL BİR AKŞAM

güzel bir akşam, kimseye sormadan


ikindisi tutarlı ve anlamlı
açık renkli yavaş kırılmadan
– bir akşam nasıl tutulur kırılmadan
böyle ince böyle görkemli
sonsuz gülüş kendi acısını da taşıyor yanında
utanıyorum yüzüm kızarıyor utançtan
yakın geçmişin bir tarihçisi olarak
karşılara bakıyorum durmadan

sürsün artık akşamın süsü ne yapalım


postacılar dolaşsın sokaklarda
hiç kimseye yazılmamış mektuplar için
adres var, ölü değil, ama yok olan

nasıl olsa önüne duramam bu hoyratlığın


o zaman sür ey akşamın süsü
ama ne kadar becerikli olursan ol
salt karanlığın yüzünden
öldüremezsin bir cengâver karabatağı
606

DÜNYADA DÜN YOKTUR

aslında sözcüklerin büyüsü beni kandıran


dünyada dün yok mudur, vardır
dünkü ellerim ayaklarım gibi vardır
dünkü bir tren bileti gibi
çünkü dün Onun gittiği trenin ardından
düzleri ovaları düşünüp
sanki ne kadar dağlandım

çünkü uzak güneş yakın ay


dün yoktular
ama dün
vardı kendi başına
işte yarım kafiyeli kırık şarkılar
bir hüznün günden geceye göçü
bir aynalı çarşıda hep duran zaman
– sizi göremedim uzun zamandır
işte şunlar bunlar
çünkü dün vardır

ama Mehmet’in gittiği gemi döndüğü zaman


belki leylâklar da vardır, olacaktır
renkli gözlüklerle dolaşacaktır belki insanlar
ellerini eski dünlere uzatıp
birbirleriyle eski dünleri konuşup ya da
giyilen bir ceketi hatırlayıp
dünkü bir kahkahaya gülündüğü zaman
eski bir yaz gününde
kahkahalarla güldüklerini

oysa Onun gittiği uçak dönünce


Kesin! Dün var mıdır?
bilmem ama yarın yoktur dünyada
607

YALNIZ AT

yalnız at hep yalnız dolaşır


güneyi arar durmadan
bir gün güzün de geleceğini bilmeden
güz kıştan daha kıskançtır belirsiz renkleriyle
ürpertir onun yelesini
ama belki de ürkek bir beygirdir o
otların ve suların arkasında
gecesini kendi yapar belki

birden bir saat sesi

bu önce suyunu uyandırır


geçmiş adalarda kalan suyunu
bir ivme gibi kendiliğinden
olmadık otlakları dolaşırlar
tekbaşına ve hep birlikte
unutmak istedikleri şeyleri konuşurlar
boncuk ve zincir gibi
sonunda ikisinden biri

belki bahçelerden belki kokulardan anlıyor


söyle ona bir şey mi bitti

eyersizdir
pançosuz bir Meksikalı gibi
608

GALİBA BEN DE

duygusal olmasından korkarak


–kırsal bir yerde sararmış
özellikle öğle yemeğinde–
“seni çok özleyeceğim” dedim
“ben de”

doğrusu belki de ve nedense


duygululuk küçültücü geliyor insana
ne kadar eylülü üst üste yığsan
böyle olamaz belki
Feyyaz diyor ki oysa
“ben bir ağlama ustasıyım”
galiba ben de
609

BIKTIM BÖYLE...

Üç yıl sonra mıydı bilmiyorum


ama ekimin onbeşiydi onu buluyorum
ekimin onbeşiydi ama
ekimin onbeşinde ne oldu bilmiyorum
herkesin sular gibi dağıldığı ama herkesin
bir sur önünde miydik bir yolda mı
semtini bilmediğim bir karakolda mı
sonra topluca bir bahçede durduk

bıktım böyle sayrılıklardan


ateşim çıksa neyse ne
neyi bıraksam aklımdan bir suya karışıyor
bir büyük savaşta Kıbrıs kıyılarında
vurulan ve ölen bir askerin
çelik miğferi gibi
dipte ışıltısını görüyorum yalnız
elimi eteğimi çekiyorum bahçeden
sazlıklara vuruyorum belleğimi

zalim bir ilkyazdı ama yaşadığımız


işte bunu unutmamalı unutmamalı
bir ölüm nefes alırken bir dudakta
öbür bütün şeyleri nasıl anlatmalı
miğferin paslandığını usul usul
bir yangının söndüğünü
ve suların pırıl pırıl kaldığını
bir otobüs Mersin’den Mardin’e giderken

o zaman aşkınla dol kalbim


nerden ne kadar derlediysen o kadar
senin kendine seçtiğin alâmeti farika
uzun bir gece görünümünde geçerli hâlâ
610

ŞİMDİ BİZ

şimdi biz sımsıkı bir dönemdeyiz


doğrusu hak etmiştik bunu denebilir
ama hiç kimse inciri durduramaz
o her zaman büyür ve tadla yenir
ve örneğin kara kuru bir adam
göklere bakabilir durmadan
keza bir akasya göklere doğru büyür
gece gündüz ayırmadan
örneğin yaşınız kaç der birisi
yani kaç yaşındasınız demek ister
siz göğe bakarsınız o kadar

sonsuzluk başlamıştır artık


eski bahçelerde
durgunluk değildir ki sonsuzluk
eski bahçelerde
erikler ve baldıranlar arasında
ahşap bile olsa bir evde
birbirleriyle dövüşürken yer örümcekleri
pershinglerle SS-20’ler gibi

birisi bir camı açar birden haykırır


sen de varsın ey hayat
tıpkı ölüm gibi
611

ÖLÜMLE BAŞLAYAN

sarı suratlı ölüm mü


kurşun ip kanser baldıran
herkes korkuyor ondan
ben de çok korkuyorum
bir rüzgâr giriyor tenime
bir rüzgâr
nasıl olsa herkes bilir anlatmam

işkence mi
belki ölümden de çok korkuyorum ondan

ama ölüme varım


zaten varım ister istemez
belki işkenceye de bilemem
deneysizim çünkü belki dayanırım
ama aşk ihanetinde
kahraman filan değilim
çılgınım
612

NE ZAMAN DÜŞÜNSE

şimdi ne zaman aşk düşünse


–artık çoğu ölmüş–
eski kadınlar geliyor aklına
umutsuzluk mu bir uyarma mı ölümden
solgun bir yurtsama mı yoksa
amansız kış ve terli yaz gecelerinde
koygun uykular içinde
terziler son ütüsünü vururken zamanın
ıhlamur ve herhalde pazen kokuları buğusunda
onlardan biri midir sarıldığı kadın
yarı dolgun yarı saydam
–bir konsolun gözünü çekiyor biri, kolları
bir taze fındık kırıyor altın dişiyle, esmer
biri kaptan kocasını uğurlarken İskenderun’a–

eski anneler ve onların komşuları


sitemli ninniler ve yaz bahçeleriyle
bir umut mu verirlerdi çocuklara

sevişmek bir balkon halinde geliyor önüne


beline kadar sarkıyor yedinci kattan
düştü düşüyor
613

BİR GÜLÜN

bir gülün serüvenidir belki


bir ölümle başlayan
eşkin bir pegasusun kişnemesiyle
birden her şey derinlerde bir orman
böylece suyun dibindeki yalnızlık
onarıyor kendini durmadan
bir çılgın gidip gelmedir artık
kent aşağı kent yukarı
bir haziran gecesine alışık
insanlar horlanıyor
elbet enginar çiçekleniyor bu arada

suyun gibi gözlerinden kapılan


dayalı döşeli esen bir evde
bir kitap okurken bir akşamüstü
tam ortasında
çığlıksız sesiyle duyulan
ve dayayıp başını koltuğun arkasına
bir gün başka bir yerde olmak duygusu

neyle eşleşiyor ölümle mi


yoksa bir şey mi isteniyor zamandan
614

BAKIN ARTIK

bakın artık terör bitti


ne tüfek kaldı ne tabanca
bir uzunluk halinde her şey
her şey uyumla buluşuyor bir bakınca
soygun bitti kıyım bitti
ölüm bitti
– ölümün ömrü bir gün

nasıl olsa dayanırsın Oktay


– Oktay adı da pek yakışmıyor şiire ama
ne yapalım gerçek
ama bak terör bitti
ölüm usulca çekildi aramızdan
– ölümün ömrü bir gün
kişinin bir günlük özgürlüğü yüz lira
ceza yasalarında
sen enflasyonu hesaplayıp ikiyüz ver
böylece onurlanmış olursun bir daha
terör bitti ölüm bitti
– ölümün ömrü bir gün
galiba aşk ömür boyunca

ama ne dersin Oktay


biten başka bir şeyler var mı daha
615

GÜZ AVLANIP GİDİYOR

güz avlanıp gidiyor işte


ne bıldırcın ne ot ne o
güz avlanıp gidiyor
eski odalarda kararan örtülerde
her mekân çökerken bahçe bahçe
güz avlanıp gidiyor

sözgelimi ben
cennetteki payımdan ödüyorum
bu akşam saatinin mutluluğunu
hatırlarım susuz bir yaz geçmişti bir tarihte
herkesin bu yüzden bir yerlere göçtüğü
biz çok azdık bir yerlere göçemedik
olduğumuz yerde kaldık
yazın susuz geçtiği o tarihte
sonra bizi kaldırdılar oradan beni de
yol yalnızdı hayvanlar da biz de
bir baktık inanılmaz
her yanımız gece

demek ki güz avlanıp gidiyor


öyleyse sıra kimde
616

GECENİN ŞARKISI

gecenin şarkısı markısı kimindir


hangi şarkısı üstelik
gecenin şarkısı senin olsun ben istemem
üstelik o şarkı herkesindir
çünkü bulutlar konuşur
kuşlar uyur
ses uyanır
şimdi kimindir gecenin şarkısı

kimi hüzzamdan bir şarkı besteler uykusunda


otlar büyür
ocaklara girilir madenlerde
ne düşler görür insan kimbilir

gece onundur
617

KİM NASIL

kim nasıl rahatsız ediyor kendisini


çökmüş bir devletin burçlara çektiği bayrak gibi
gülünç de geliyor oysa
annesi öldü babası da çoktan

otobüsler çalışıyor işte


bakkallar fırınlar da
dağsa dağ denizse deniz
bonolar ve senetler gelip gidiyor işte
küçük bir kız şato yapıyor kıyıda
zeytinler yatırılıyor salamuraya
yani değişen ne var ortalıkta

vakit öğle de olsa akşam da


işte tedirgin kendisi
neden

kim nasıl nerden


kimbilir hangi aşkın hangi dizesinden
618

İLKYAZ MI

ilkyaz mı dedim rastgele


patlayan fesleğenleri görünce
sonsuzdur kesin
yürekdelen duygularla el ele
kış
kış elbette
ya da öyle
ya güz

onu sevdalılara sor

ama bana kalırsa


bir çocuğun yaz teri gibidir
kurur geçer gider
619

KİMİN ADINI

kimin adını hatırlamaya kalksam


Ahmet geliyor aklıma
oysa Ahmet onaltıncı yüzyılda
Galata’da yaşamış bir terlikçidir belki
belki uzun menzillerde bir posta tatarı
üzümden sıkılmış bir su gibi kendiliğinden
öyle ki
sanki bir çığlık duyuyorsun uzaktan
Ahmet’in asıl adını haykırıyor

oysa ben kırlarda hiç dolaşmadım


el ele yanak yanağa yazık
çok gülünç bir şey ama
Ahmet’in pembe gömleği geliyor aklıma
hem pembe hem çiçekli
kara çizgiliydi hem de

önce güldüm sonra düşündüm


bunca erinçten bunca sevinçten sonra
böyle bir gömlek
onun olabilirdi olsa olsa
ki kendisi oturmuş
cevizli pasta tarifi ezberliyor
bir takvim yaprağından

akşamüstü o gömleği
gene ben yıkayacağım nasılsa
620

HER GECE

her gece yatağın yere yakın başucunda


büyülü bir şey görüyordu sanki
deniz dibi oynak akışkan
eski bir kadının anısını çağrıştırıyor
sonra görkemli çarşıları anımsatıyor
yaşlı bir kadın elinden çıkmış
tığ işi bir yatak örtüsünü yüzyıllık
parlak ışıldayan bir duvar

önce lambanın ışıması sandı


ama değildi
yanında yatan oydu bunu yaratan

bilir misiniz aşk şiiri yazmaktan utanıyoruz artık


ne kadar ayıp değil mi

ama lambanın duvara öyle yansıması


ne güzeldi
aşkmış gibi
621

BİNLERCE

binlerce pazartesi geçti ömrümde


hangisiydi o çıkaramıyorum
bir kiraz yediğimi hatırlıyorum kurtluydu
demek oldukça eski

bir de saçmasapan şeyler


bir kızın dizaltını örneğin
bir adamın çirkin sigara içişini

nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada


hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna
kimsenin soyunu sopunu bulmak görevim değil
kendi öykümü düzenlemek yetiyor bana
güzel bir öğle vakti
eski güzel bir akşamı hatırlayarak
sonra dopdolu şeyler
damacanalar gibi
içim kabarıyor

sonu olsun diyorum


neyin sonu ama
hiç değilse bu taş basamakların
Son Şiirler
H
625

ÇORBAH

–Şehriban Kama için,


en içten saygıyla–

hacer’anım durmadan çoğalttı çorbayı


oysa çok sıcak yaz günleriydi, yalnızdık
denebilir ki çorbaya ne gerek vardı
zaten terliyorduk durmadan
ama nasıldır bilmiyorum
çorba garip bir kıvamla
yaz tadındaydı
yani kış gibi uygar, dokunaklı
sanki bozkırda mataraydı
dolu mu boş mu
onu bilemem

çorbayı içtik elbet


geçen yüzyılda bana benzeyen biri de
içmiştir elbet onun “usul ve füruu” da belki
bir tülbentin hafif yelde kuruduğunu düşleyerek
küçücük işhanı odalarında
küçücük lokantalarda
bir yalnız insanın elini ararken
bulduğunu sandığı sıcaklık
sürer gider çorba sıcaklığıyla
ağustosa karşın
626

ağustos
gidip dönen bir ad takvimde
daha doğrusu
sabahları gelip akşamları gider
–ve hep eylüle ulaşır nedense–
evlerin tenha saatlerinde
bıkkın saatlerinde
ne bungun ara sokakları Beyoğlu’nun
ne denizin akıl almaz çağrısı
büyük gürültü sessiz işler
sarışın masa saatlerinde
aşk umulmadık bir şeydir
sarışın masa saatlerinde

gündüz kendi ucuna varır


bütün anneanneler tetikte
ya mumlar yanmazsa
eskileri hatırlamak gerekli olur
... Şişli’de bir tarihte...
otobüslerle dolmuşlarla birlikte
mendiller kesme sürahiler
eski nişanlılar süren kocalar
... mendiller demiştim değil mi
evet onlar
yaz mevsimi bir akşamüstü rastgele
sevildik nişanlılar
oturmazlardı

hacer’anım eline sağlık çoğalt çorbayı


şeyi tazele
kim neyi isterse verme elinden
bildiğin gibi
gök gibi belki
hacer’anım
onu da koy
onu da
627

çığlık ne olur sonunda hacer’anım


kırılır
bir kentin ara sokaklarından toplanır kırıkları
toplanır ama birleştirilemez
bir denize bakarsın ya arada bir uzun süre
sonra bitince ona benzer bir şey

çoğalt hacer’anım çorbayı tazele


güz güneşi geldi gidiyor işte
inanır mısın hüzünlü bir aşk gibi
insanın bir mendil bile kalmıyor elinde

hacer’anım
bu yıl da iyisin değil mi
628

DİLEKÇESİ ***

Urdu’ca bir ıslık çalınıyordu duydum


yalnız ama kararlı bir ezgi
oğluma söyledim şaşkınlıkla
– ıslığın dili yoktur, baba dedi

ama şu ıslık nece olursa olsun


Urdu’caydı kesinlikle
öbür dillerin hiçbiri değildi
derinden ve yalnızdı bilemem
“gel, tarihi yıkalım diyordu sanki
ya da yıkayalım” belki
anlayamadım doğrusu
ama dediği mutlak şuydu
“kaç unutulmaz günü vardır insanın
kaç unutulmaz yaz ve kış günü ömründe
kaç tane mutluluğu birer birer”
– ama baba ıslığın dili yoktur dedi**

şimdi düşünelim
sevgilim filan değil
serin gölgeler değil
terli sevişmeler de değil
işte bütün olmazlardan sonra
kar altında kalan bir pabuç mu
insanın şurası

*** O da
** Galiba
629

o ıslık var ya Urdu’ca değil doğru


sadece tarihleri yıkalım diyor ona* kalırsa
“ama yıkayalım da olabilir”

peki yıkmayalım gücümüz yetmez zaten


yıkayalım olur peki
ama hangi görkemli suyla
denizden gelenle mi denize karışanla mı

ıslığı susturdum
çünkü ben çalıyordum, kestim
çünkü Urdu’cayı bilmiyordum
ama Urdu’ca beni biliyordu belki

apaydınlıktı ortalık
oğluma dedim ki samanlığı kapattım
kurtlara ve haydutlara
nasıl mı kapattım, gene Urdu’ca
yani becerebildiğim kadar, ıslıkla

* O, üçüncü tekil kişi değildir.


630

SİZE OLMAYAN

sana olmayan özlem bir şeye benzemiyor


– bilinir ben yoğun içki severim
ne kavurucu ne umursanmaz ne de bir şey
kuyruksuz uçurtma gibi
sokaktan biri geçiyormuş gibi
başka bir özlemin öznesi sanki

aşk bazan imkânsız görünür kişiye


hepten biten birinden sonra
yeni bir duygu ilişkisi
ister inanın ister inanmayın
dayanılmaz bir hüzün verir insana
öyle bir hüzün
dağ başında bir otunki
– ömrümde rastladığımı varsaydığım
birtakım duyguları anlattımsa
bundan ne çıkar ki

bir de şu var elbet


Jale’nin özlemi nereye bilemem
bir özlemin saçmalığını eleştirerek
yalnız bir baharda bahar akşamında
akşamın kendisinden başka
nereye varabilirim ki
hangi erince hangi hangi
işte ne varsa bu
bütün elimdeki avucumdaki
631

ÇİÇEKÇİNİN YALANCILARI

çiçeğin çan biçimindeki tacı düştü


çan sesi çıkarmadı ama düştüğünde şaştım
sonra anladım çünkü geceydi düştüğünde
drezilya güzelim çiçek1
geceye saygısından mı
– üç gün gözledim düştü düşecek
geceye saygısından mıydı acaba
gecenin yalıtkanlığından mı yoksa
şiire uygun şeyler bulmak güçleşti galiba
dünya mı tükendi yeniden mi başlamalı şiire
örneğin bir sunanın soluklanışı
bunu anlatmak ya da
kimseye birşey demiyor dünyada
– yazarken bana bile demiyor garip

1 Adı ko­nu­sun­da ben Er­dal’ın ya­lan­cı­sı­yım, o da el­bet çi­çek­çi­nin. Ya­ni şi­ire eg­zo­
tik bir hava ver­sin di­ye uy­dur­ma­dım. Uy­dur­du ise çi­çek­çi uy­dur­du, sa­ğol­sun.
Kim bi­le­bi­lir dün­ya­da­ki bü­tün çi­çek­le­rin adı­nı. Bu çi­çe­ği ilk ben gör­sey­dim
dün­ya­da, ona Dre­zil­ya de­mez­dim, baş­ka bir ad ve­rir­dim (pem­be­boy­nu­bü­kük
gi­bi me­se­lâ, ar­tık sev­me­di­ğim hü­zün­den ya­na).
Dre­zil­ya’yı bir ge­ce ye­me­ğe (ya da ye­me­me­ğe) ge­lir­ken Er­dal, Sa­mi­ye, İn­ci
ge­tir­di. Han­gi­si­nin elin­dey­di aca­ba?
– San­ki her şey gök­ten sil­ke­le­nir­ken o da in­miş
ge­ne çi­çek­çi­nin söy­le­di­ği­ne gö­re
ye­ri­ne ye­ni­si çı­kar­mış dü­şe­nin
ama ye­ni çı­kan pek ben­ze­mez­miş eskisi­ne
da­ha az pem­be olur­muş bel­ki
da­ha az pem­be ama da­ha di­renç­li
üs­tü­ne ba­sı­lın­ca
ben bil­mem çi­çek­çi­nin yalan­cısıyım
632

oysa ben bunları düşünürken


buzullar çatlıyor doruklarda
Taşlıtarla’da bir minibüs üç kişiyi eziyor
– ama o bana dedi ki2
bunlar en kötü alışkanlıklar
ekimle nisan arasında
şimdi yaşayanlar nasıldır peki
ve Hüseyin evine gidemiyor artık
– çünkü o üç kişi arasında
o zaman ver elini Taşlıtarla

şimdi güzelim drezilyanın ne ilişkisi


ne bağlantısı var bütün bunlarla
ama güzelim drezilyanın çanı ama o
düştüğünde çan sesi verecek
bir zaman gecenin tam ortasında

2 O, nisanla ekim arasında biridir.


633

OTUZYEDİ GÜN KAÇ GÜNDÜR

– ama siz ne kadar sayarsanız o kadar

bu yaşta hakkım yok ki mutlu olmaya


her şey taze ve güzel
ve çılgın olmaya hazır
benim,
– ama her yaşta mutlu olmaya hakkı vardır insanın

peki, o zaman insanın kalbi nerdedir


Atina’da mı, İskenderiye’de mi
İ.S. 1900’de Azapkapı’da mı İstanbul’da
– ama insan kalbinin içindedir

peki, ne yazdınız ne yaşadınız bu güne kadar


ne güzel şeyler mi
bütün olta balıkçıları ölüp gittiler
hiçbir şeyleri kalmadı hiç
olta misina kerteriz dümen
denizleri bile
– ama kerterizleri yoktu ki zaten

sigaranı mı sordun sönmüş şurda duruyor


sönmüş orda duruyor işte
– ama ne kadar ahşap ev arsa yakar yine de
634

BAHARDA

hiç kararmış filân değilim


üstelik sevinçliyim tazeyim diriyim
karpuz taşıyan bir kamyon gibi aceleciyim
ama şunu kaç kişi hatırlar meselâ:
kanlı ellerini önlüğüne silip
kesimden sonra
güvercini düşünen memedali’yi
münihle nizip arasında

evet önümüz bahardır biliyorum


leylâklar açacak biliyorum
kiraz da çıkacak yakında
iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum
sevgilim güzelim birtanem biliyorum da
şimdilik bağışla.
635

ADI
........................
......................
...............................
......
...............*
inanmazsınız
“Bunlar bir yaz içinde oldu
Ben o zaman otuzbir yaşındaydım”

* ben gittiğimde satranç oynuyorlardı


hayır babam başkan değildi o zaman
ama ben onun oğluydum
yanımızdaki bahçede biri
iri güller yetiştiriyordu
ve inanılmaz şeyler olmuyordu
satrancı hangisi kazandı bilmiyorum
yazgökleri geceyarısına kadar uzuyordu

sonra evlendik işte


636

ARAMIZDAKİ

Sevgilim sevgilim
kuzey sanrısı gibidir
geceyi beşe filan böler
sonra ayılar hüzünden ölmez
sevgilim sevgilim
açlıktan ölür onlar

işte bundan ötürü


hüznü artık bir ayıya bıraktım
sevgilim sevgilim
bir ayıya
ister ormanda kullansın
ister buzdağında

hayatın kutlu olsun sevgilim


ki sana değişe değişe aktım
kimi zaman bir japon gibi uykusuz kaldım
–uykusuz kalır mı onlar bilmem aslında–
sevgilim sevgilim
bir orman gibi çoğal aramızda
sen çoğal aramızda
şehirden bir çocuk olarak şurda burda
bir sabuntozu markasında köpürerek
çınarın tutsaklığını
ve menekşenin sevincini yaşa
sevgilim sevgilim
hüzne yer var hayatımızda
637

DÖRTLÜLER

YEŞİL ÜSTÜNE

bir çocuğun

dalgın bir çocuğun düşüdür o


yeşil bir şey gibi gider gelir insana
o sorduğunuz neyse bana
işte o!

o koskoca

kim hatırlar o koskoca zamanı


denizlere yeşillere bile sığmayan
şimdi uzunca bir kutuda olmalıdır
yeşil gözlü kara sarı bir adamla

o, yeşili aldı o’na götürdü


o, ben mavi’yi isterim dedi
o, gitti döndü gene o’na
yeşil’den başka kalmamış dedi

nerden

nerden aklıma geldi durup dururken


komser muavini Rahmi’nin intiharı
üstelik Yeşil Bursa’lıyken
gidip Afyonkarahisar’da
638

ADIN

adın
sonu gelmez bir tartışma
herkesin
bildiğinde direndiği bir yanılma
kutsal bir yanılma
ki çözümü
dünyanın son gecesinde
şimdilik kimsenin bilmediği

sayrıların ve sağlıklıların
eşit olduğu son gecesinde
kayanın en büyüğünün
en küçük taşla eşit olduğu gecesinde
sevmenin ya da sevmemenin
eşit olduğu gecesinde

o zaman öyle bir ses çıkarmak isterim ki


yoklukta bile kalsın...

yani ben öyle bir kediyim ki


gözlerim büyüyüp küçülmüyor
yani
sonsuzluğun acısını çekmiyorum
639

AŞK İÇİN

aşk için söylediğim her şeyi bir daha söylerim


sakin mutsuz ya da yırtıcı
herkesin ağzındaki o sonsuz acı
belki de bundandır

nasıl ayrı yaşarım inandığım şeylerden


onları elbette bir daha bir daha söylerim
usul usul ve usla birlikte akıcı
kandır

aşk isterim, aşk olsun isterim


yaşamanın sonu ölümün başlangıcı
kıyılarda yürürüm, sindiririm kıyıları

of güçlü macun içine kat beni


kanım koyulaştırsın kırmızıyı
anadoluda bir yerden bir yere giden biri
belki bir kirazı hatırlar
bir denizi kesinlikle hatırlamaz
belki hepsini birden hatırlar da bilemez
ne zamandır

akşolsun ne zaman
aşkolsun tiyatro geceleri
aşkolsun “bravo” sesleri
aşkolsun anadolu otobüsleri
640

aşkolsun bildiğim ışık


biz birden türeriz istanbulda ve heryerde
görünmez bir mutsuzluğu söyleriz
bilge kayalarla
çarpılan ebonitler
oluşturur tersliğimizi
ey canım, güzel yüzlüm
suyunda denizleri bulduğum
bilmediğim yerlerimdeki sancı
bana bir şey söyle güleyim
bir şey daha söyle
inandır

bir şey daha söyle istersen


beyaz olabilir
suya falan benzeyebilir
bir adaya benzeyebilir.
“YİTİKSİZ*”
(Kitaplarına Girmemiş Şiirleri)

* 2010, YKY. Hazırlayan: Mehmet Can Doğan


643

SEVDIĞIM

Sana geldim, umut türkü dilimde,


Köpük köpük, arzu arzu sevdiğim.
Sana geldim, yolun teri alnımda,
İnci inci, dizi dizi sevdiğim.

Zaman zaman, hal hal* okundu merak,


Elif elif, tel tel dokundu merak.
Hasret nasıl çizdi alnımı bir bak,
Satır satır, yazı yazı sevdiğim.

Yayla yayla, yol yol düştüm kapına,


Umut umut, kul kul düştüm kapına.
Gel, dökül ömrümün sırsız kabına,
Damla damla, sızı sızı sevdiğim.

(Yedigün, S. 747, 29 Haziran 1947, s. 9)

* Sözcükler “hâl hâl” olabilir. (MCD)


644

AYRILIKLARDA ODAM

Yezdan Şener’e

Ağır ağır geçmede perdelerin üstünden,


Bir hac kervanı gibi, büyük yorgun bulutlar.
Sevgiliden bir koku kalmış –veda gününden–
Şu köşede. Odamın içindeki tek bahar.

Yalnızlık, yatağımda gerinir yavaş yavaş


Yastıkta sevgilinin kumral başının yeri.
Yalnızlık; rüyaları paylaştığım arkadaş.
Saat, noktalar durur upuzun geceleri.

Bir üstüva ormanı kadar aydınlık odam,


Mehtap, perdelerimde yağı tükenmiş kandil.
Resimlerim, duvarda esniyen birer adam,
Gece, göz yaşlarımı sildiğim siyah mendil.

(Yedigün, S. 748, 6 Temmuz 1947, s. 9)


645

DOLU DIZGIN GELDIN OY..

Sürdüm gurbet elden yurda kır atı


Dolu dizgin dolu dizgin geldim oy!..
Gözde, mavi mavi sıla hasreti,
Dolu dizgin dolu dizgin geldim oy!..

Rüzgârdan, güneşten, kahırdan yandım,


Yol boyunca boz toprağa bulandım.
Dokuz tepe, yedi yayla dolandım.
Dolu dizgin dolu dizgin geldim oy!..

Yola düştüm, yol gözüktü falımda,


Nice akşam düğüm oldu yolumda,
Bizim elin türküleri dilimde,
Dolu dizgin dolu dizgin geldim oy!..

(Yedigün, S. 759, 21 Eylül 1947, s. 9)


646

KULAKLARIN ÇINLIYORDUR

Şimdi kulakların çınlıyordur mutlaka


Küpeli mini mini kulakların,
Seni çıldırasıya anıyorum..
Şehrin şimalinde yağmur yağıyor,
Karanlık bir öğle sonrası.
Şimdi işe gideceğim bir tanem.
Sen olsaydın,
“Eldivenlerini unutma
“Sakın yolda başka kadınlara bakma
“Bak, cıgaran burada kalmış” derdin.
Şimdi kulakların çınlıyordur mutlaka
Çekilesi, öpülesi
Küpeli mini mini kulakların..

(Kaynak, S. 4, 1 Nisan 1948, s. 27)


647

ÖLÜME DAIR KONUŞMALAR

Ölüm insanlar içindir,


Bir gün nasıl olsa öleceğim.
Ben Merkez Efendi’yi isterdim ama,
Kim bilir nereye gömüleceğim..

Ölüm insanlar içindir,


Kim bilir nasıl yazmış Rabbim yazımı
Bir sabah mı bir akşam vakti mi olacak,
Acaba kim kapayacak gözümü?

Ölüm insanlar içindir,


Uzak, yakın, er geç olacak.
Bari bir mayıs sabahı olsa Tanrım;
Erikler çiçekteyken kucak kucak..

Ne kadar çırpınsak boşuna,


Bu arpa boyu yolun sonuna ereceğiz.
Bir ömür boyu ızdırap çektik
Ebediyet boyu çürüyeceğiz..

Ne kadar çırpınsak boşuna,


En uzun ömrü sevdalılar sürmüş.
Yine de bir gün bakacaksın ki elâ gözlüm;
Ecel üfürmüş dostlar götürmüş.

Ölüm insanlar içindir,


Ne kadar çırpınsak boşuna.
Ama sen diyorsun ki, elâ gözlüm;
– Allah gecinden versin.
Nasıl giderse hoşuna...

(Yeni Şiirler 1949, Varlık Yayınları, 1949, s. 79)


648

KITABE-I SENG-I MEZAR

Epey zaman bekledik durduk,


Nihayet vâki oldu Emri Hak
Ne kadar günahım vardı yolcu, şaşıyorum,
Beni nasıl kabul etti toprak...

Bir gece yarısıydı bitiverdi,


Bir sabah vakti başladığım hayat.
Epey yaşadık bekledik ama,
Bir günden uzun değilmiş hakikat...

Oldukça iyi gün gördüm yaşadığımda,


Hele sevdiğimle geçmişti ki bir yazım.
Şöyledir, böyledir derlerse de inanma,
Yaşamak bir saadetmiş neme lâzım...

Yumuşak yatağımı beğenmezdim sağken,


Bu nemli toprak umduğumdan da katıymış.
Cennet dedikleri dünyaymış anlayacağın,
Hem de güzel TÜRKİYEM yedinci katıymış...

Şikâyet edecek değilim az yaşadığımdan,


Çınarlar bile çürüyor, çınarlar.
Gerçi ardımızda bir tatlı dünya,
Ve muhteşem mısralar bıraktık.
Fakat hiçbir şeye yanmıyorum, beni buraya,
Dostlarımın gömdüğüne yandığım kadar...

(Varlık, S. 342, 1 Ocak 1949, s. 10)


649

BU ŞIIR

Avni Dökmeci’nin izniyle

Bu şiir yirminci asırda yazılmıştır, lâf değil


Alın teridir bu, yüz karasıdır.
Şatafatlı bir madalyanın bu şiir Avni Dökmeci
Arkasıdır, turasıdır..

Bu şiir, şiir de değildir zaten,


Öylece söylenmiş bir söz işte.
Kömür ocaklarında, en güzel yaşta
Ciğerlerin bahasına ekmek parasıdır.

Kaderi böyle ise neylesin


Belki de çıkamıyacak yarına.
Bu şiir, verem illetinin aç karnına
Kininli gripinle tedavisidir..

İlkokulda bir çocuk gördüm Avni Dökmeci


Daha on bir yaşında, aritmetik dersinde
Bayıldı, kaldı kaşla göz arasında,
Duydun mu hiç? Bu açlık sar’asıdır..
650

Bilmem bilir misin Avni Dökmeci,


Hergele Meydanı’nı, Ankara’da?
Utanmış yatak yorgan satar kenarda
Bir kadın, otuz beş kırk arasıdır..

Böyleleri çoktur Avni Dökmeci


Yatak yorgan, çamaşır, kap kacak.
Adam sen de, varsın olsun n’olacak
Şimdi derdimiz kâlp yarasıdır..

Bakma şunu bunu söylediğime


Hani lâf olsun diye, söz gelişi.
Görsen civan gibidir, on beştir yaşı
Beni düşündüren Mis Jeanne’ın mavi beresidir.

Hem nemize gerek canım,


Şimdi sevişmenin sırasıdır.
İnsan dedikleri zaten Avni Dökmeci
Yatağın ve ekmeğin maskarasıdır...

(Kaynak, S. 16, 1 Nisan 1949, s. 124)


651

DURSUN OĞLU REZZAK

Kır Damalın nüfus kütüğünde,


Dursun oğlu Rezzak diye kayıtlıdır.
Bu köy otuz dört haneli bir köydür,
Bir hain ovanın bir hain höyüğünde.
Tarlaları çeperli,
Bostanları kıraç
Bulutları susuz, pınarları kurudur.
Bu toprak toprakların en oburudur.
Su içer ekin vermez,
Can alır ses vermez,
Hey Tanrım hey, ses vermez.

Rezzak on dokuz yaşındadır,


Bir kış kömür ocaklarında,
Bir kış inşaatlarda amele.
Bahar geldi miydi kapkara sabanının başındadır.
Abanır simsiyah bahtının saplarına,
Cılız öküzlerin boynuna abanır.
Toprak sürülmez yarılır çatır çatır.
Sindiskom yolundan kağnılar geçer,
Rezzak’ı ağlatır...
652

Bilinmez onu bu dağlara bağlayan nedir?


Taşına toprağına bir hevesle sarılmış.
Her gün garip garip encamını düşünür,
Geniş tebessümü, çini mavi gözleriyle
Rezzak’ı toprakla savaşında görseniz,
Ne yaman Türk’tür...

Bahtını masallardan dinlemiş küçüklüğünde,


Bir garip keloğlan ki demir asa demir çarık,
Bir parmak çocuk ki erkekçe sevdalarla dolu
Karanlık heybesinde dertler dağ büyüklüğünde.
Değişen yalnız zaman olmuş,
Kamyonlar icad edilmiş,
Zalim şoförler elinde bir yerden bir yere,
Patates çuvalları üstünde gidilmiş.
Yine o erkekçe sevdalar,
Yine gurbet, yine gurbet.
Rezzak hayatı böyle bilmiş...

Kır Damalın penceresiz küçük evinde,


Ne bahtından ne baht yapanlardan şikâyet.
Kurtlar eşikte ulurken kış geceleri,
Rezzak çarığını onarır çıra ışığında,
Anası isimsiz bir arslan emzirirmiş...

(Kaynak, S. 24, Aralık 1949, s. 415-416)


653

YAZISIZ HIKÂYE

Biz o vakitler bostan derdik,


Şimdi bilmem ne stadı diyorlar.
Bir maç falan oldu muydu efendim,
Cümbür cemaat giderdik..

Bir ahşap ev vardı bostana bakar


Gece gündüz açık pencereleri.
Bir kız çıkar otururdu ekseri
Bir kız ki adamı belâya sokar..

Kadifeden kordelâsı vardı


Büyük büyük mavi gözleri.
Oturur da pencereye hanım hanım,
Sardunyaları budardı..

Herkesin gözü kalede, bekte


Pencerede benimkiler..
Yanardım, yakılırdım, dururdum,
Ah, iş yanmakta değil söylemekte..

Bir gün –Olmaz– dedi kesti.

İşte bu hikâye de bu kadar,


Hep o belli hikâyelerden ki.
Sonu ayrılıkla biter
Anlatıverdim size işte
Kim bilir nerden aklıma esti.

(Yeni Şiirler 1950, Varlık Yayınları, 1950, s. 54-55)


654

ARAPKIRLININ MEKTUBU

Derunu dilden sevgili pederim,


Evvelâ mahsus selâm ederim.
Hanem tarafına selâm,
Cümleye selâm..

Ben oğlunuz Molla


Bir aşınmaz sağlığa benzer sabırla
İskeleyle kahve arasında daim
Arapkir’in dumanlı baharlarını düşünmekteyim.

Üzgün olmasın gönlünüz benden yana,


Derdim bir hasrettir, bir parasızlık.
Çok şükür akşam oldu mu fakir odamda
Üstüme çökmeden yalnızlık,
Sarılınca memleketten getirdiğim yorgana
Vişne renkli rüyalar doluverir gözlerime
Arapkir’de olurum,
Hava ılık...
………
Sadece işsiz günlerim kötü oluyor,
Bir efkârdır alıyor beni.
Sanıyorum aç kalmış çoluk çocuk.
Ağustos günleri üzüm küfelerinin altında,
Burnumun ucundan damlarken terim
655

– Bilirim ki, siz Arapkir’de


Bolluğu sevincindesiniz ekinlerin.
Çocuklar yaz bahçesi gibi tasasızdır
Benim de sevinçten
Aslan pençesi kesilir ellerim...
Bir tren düdüğü ötmeye görsün
Bir şey gelir gelir de boğazımda durur.
Garipsin Molla derim kendime, garipsin
Gurbette para da yerinde dursun
Atla trene atla,
Amma ellerim kollarım kesiliverir
Neylersin...

Ben oğlunuz Molla,


O, aşınmaz sağlığa benzer sabırla
İskeleyle harap odam arasında, daim
Arapkir’i düşünmekteyim...

Ey, muhterem pederim,


O mübarek ellerinden öperim...

(Yeni Şiirler 1950, Varlık Yayınları, 1950, s. 55-56)


656

BIR ÖLÜ DILE GELDI*

Uzun zaman bekledik durduk,


Nihayet vaki oldu emri Hak.
Ne kadar günahım vardı yolcu, şaşıyorum.
Beni nasıl kabul etti toprak...

Bir gece yarısıydı bitiverdi,


Bir sabah vakti bağladığım hayat.
Epey yaşadık bekledik ama
Bir günden uzun değildi hakikat.

Oldukça iyi gün gördüm yaşadığımda


Hele sevdiğimle geçmişteki bir yazım.
Şöyledir, böyledir derlerse de inanma
Yaşamak bir meziyetmiş neme lâzım...

Yumuşak yatağını beğenmezdim sağken


Bu nemli toprak umduğumdan da katıymış
Cennet dedikleri dünyaymış anlayacağın
Hem de güzel Türkiyem yedinci katıymış...

Şikâyet edecek değilim az yaşadığımdan


Çınarlar bile çürüyor çınarlar
Fakat hiçbir şeye yanmıyorum beni buraya
Dostlarımın gömdüğüne yandığım kadar...

(Kaynak, S. 29, 1 Mayıs 1950, s. 124)

* “Kitabe-i Seng-i Mezar” adlı şiirin birkaç sözcük değiştirilerek ve son dörtlükteki
iki dize çıkarılarak yayımlanmış hâli. (MCD)
657

RÜZGÂR-II

Estin estin de kudurdun


Çürük çatısını söktün evimin.
Şu gelincikler, mineler üstünde
Ne kadar nazlıydın demin
Azmasaydın ne olurdun..

Stepten çölden gelirsin belki


Sıcak sıcaksın, kuru kurusun.
Haydi yıkıl karşımdan, defol
Ahlâksızın birisin.

Dolaşırsın hepsini, çapkın


Bulutların, yıldızların
İnersin birden caddeye de
Eteğini kaldırırsın kızların.

Gel hercailiği bırak, rüzgâr


Gençlik dönmez bir daha geri.
Böyle şarkılar getirip, gazinolardan
Kahretme adama akşamüzeri..

Birgün beni de kat önüne iyiysen


Yanaklarını şişir şişir de üfür.
Masallardaki o atlar misali
Edirnekapı’ya götür..
Bir dostluk kuralım karşılıklı, gel
Ama ben sevdalıyım bilmelisin.
Nerede sıkılırsam hemen
Yanımda olmalısın.

İstedim mi bulutları mendil gibi


Tutup tutup devşirmeliyim.
Lüferi Sarayburnu’nda yakalayıp, meselâ,
Viranşehir’de pişirmeliyim..
658

Yelken şişirmeli, harman savurmalıyım


Dut dökmeliyim beraber, Mecidiye köyünde,
Porselen yatağında uyurken güzelim Mi çi ku
Hafif hafif saçlarına vurmalıyız..

Heine’nin meyhanesinde, Bremen’deki


Ren şarabı dağıtmalıyız gemicilere.
Sonra serinlik olmalıyız İsfahan’da
İpek halılar dokuyan güzellere..

Sevgilimle sandala bindik mi Yenikapı’da


Uzaklara, göklere gitmelisin.
Balkır ayı açmalısın gözlerimize
Bulutları darmadağın etmelisin..

Haydi çekil karşımdan sırası değil


Adamın neş’esini kaçırma.
İşte şiir yazıyorum, görüyorsun
Kâğıtlarımı uçurma..

Hele akşamüzeri olmaya görsün


Bir ben bilirim neler edersin.
Doldur, doldur şarkıları yalnız odama
Köhne gramofonundan, Hüruşan’ın
Bana yaptıkların kalmaz yanına
–Sen de ettiğini bulursun..–

(Kaynak, S. 34, 1 Ekim 1950, s. 265)


659

NORTH STAR DESTANINDAN

Artık gece oldu yaban dağlarda


Yıldızlar yine bizim yıldızlar,
Ay yine bizim.
Gel, bu sakız kokan ılık rüzgâra karşı
Mehmet gel, alnımızı vatandan yana dönelim.

Çatılarında bir kanlı sabah özlesin tüfekler


Vatandan getirdiğimiz düşlerle.
Yol uyusun, iz uyusun düşman uyumasın
Gel, geceye el edip siperlerimizden
Mehmet gel, bir türkü söyliyelim.

Nerdeyse gün ışır tepelerden


Adımız uzaklardan çağırır bizi.
Kalk borusu vuranacak iştahla
Gel, bir büyük hürriyet için kıldan ince
Mehmet gel, süngüleri bileyelim.

Bura Kore’dir aklında tut;


Yarın bir kanlı sabah kucaklarsa bizi.
Düşünmek ne güzel köyümüzü, annemizi
Gel, hayat bahasına da olsa ateşler içinden
Mehmet gel, aydınlık sabahların eşiğinde ölelim...
660

II

Hep bir bayram arifesi yaşadım döğüşürken


Göğsüme dolup dolup boşaldı rüzgârlar
Bir dağ kalktı konuştu
Bir tepe sustu, sol yanımda,
Sesler geldi sesler gitti, süngüm ısındı...
Gel, Tanrı’ya varmış arkadaşlar için
Mehmet gel, bildiğimizce dua edelim...

Bu cenk gönlümüzce oldu ne dersin,


Severek, anlayarak, erkekçe
Ağaçlar yemişlensin,
Gel, karnım acıktı çocuklar gibi
Şu yıldız selâm iletsin uzaklara bizden
Mehmet gel, şu tayını yarı bölelim...

Artık boşa sayılmaz ömrümüz,


Vatan, vatan şad olsun uzaklarda
Çıkar paketini bakalım hemşerim,
Bu kandil kandil dağ gecesinde şöyle
Tarladan dönmüş gibi, sakin, keyifli
Gel, parçalanmış bir zalim sancağa küllerini silkerek
Mehmet gel, bir asker cıgarası içelim...

(Varlık, S. 370, 1 Mayıs 1951, s. 10)


661

ŞÖYLECE

Efendim, vaktiyle İstanbul’da


Lâleli’de bir odam vardı.
Eni üç adımdı, boyu beş
İşte bir cigara paketi kadardı.

Caddeye bakardı, seyranlıydı


Ayrılmazdım pencereden.
Biraz pahalıydı ama, iyiydi
Gelen geçen eksilmezdi önünden.

Taksiler geçerdi, tramvaylar geçerdi


Gezinenler kızlı, erkekli.
Hele akşam vakitleri aklımdan,
Benim de neler neler geçerdi..

Bendeniz de İstanbulluyum efendim,


Küçükpazar’da bir evimiz vardı,
Bir de Hacer Hanım vardı komşumuz,
Hiç unutmam, incecikti beli
Nah, işte şu kadardı
662

Sonra Eyüp Sultan’a taşındık


Sevda çektiysem orada çektim.
Bir esmer kız yüzünden kendimi,
Az kalsın öldürecektim..

Neler geçmedi ki başımdan,


Akla, hayale gelmez.
Bir gece oturup anlatsam size
Sabaha kadar bitmez.

Yine o yıllar bir sevgilim vardı


Fakirdi ama alımlıydı.
Esmer güzeliydi, ufacık
Üsküdarlıydı..

İşte, efendim neylersiniz,


Herkesin hatıraları olur ya.
Gün olur iyisinden,
Gün olur acısından
Dünya..

(Kaynak, S. 43, 1 Temmuz 1951, s. 182)


663

KENDIME DAIR

Lütfü’ye

Şöyle birgün yollara vursam kendimi,


Sol pazımın üstünde meşin musla* elimde değnek
En erkekçe aşk türkülerile el ele vererek,
– Muhteşem cünbüşüne başlamadan hicret mevsimi..

İplik iplik dizilmiş turnalar gökte, ben yolda


Hepimiz aynı bahtın esiri olmuşuz habersiz.
Sakın garipsemeyin, eğer, birgün işitirseniz;
– Turgut vardı ya hani, kaybolmuş diye sağda, solda..

Şöyle bir dağ başında oturup rüzgârlar ortasında,


İstiyorum keyfimce bir çoban türküsü çağırayım.
Sonra akşam yorgun argın karanlık bir köye varayım
Üşüyeyim, ısınayım, bir tuhaf olayım insanlar arasında..

Donkişot aklıma gelsin bir yel değirmeni karşısında


İşimde sekiz yönden toplanmış delikanlı rüzgârlar.
Belki benim kısmetim şu dağ ardında toprak çapalar,
Bir dost görüp sarılayım, bir şehrin çarşısında..

* Sözcük, “muska” olabilir. (MCD)


664

Bir türlü bağlanamadım gitti hatıralarıma,


Zaten hatıra namına ne var ki aşktan başka.
Ömrüm hep yollarda hep aramakla geçse keşke
Kışkırtıyor beni, bir hain kıl kaçmış damarlarıma..

Basit bir türkü öğrenip köylünün birisinden,


Yollar boyunca hep onu, durmadan onu söylesem.
Issız tepelerde güneşe bakıp saati tahmin etsem
Haberim olmasa hiç perşembeden, pazartesiden..

Irgatlık etsem, çobanlık yapsam dağ başlarında.


Karnımı ben de doyururdum çökelekle, zeytin tanesile.
Yıldızlara baka baka dertleşerek yanımdakile
Ben de ısınsam güz akşamları meydan ateşlerinde.

İnan o zaman ölüm, hiç aklıma gelmeyecek Lütfücüğüm,


Serseriliğe, insanlara, toprağa meylim var.
Amma gel gör ki bir masa başındayım akşama kadar
Halbuki böyle perişan ve serazat yaşamak istiyor gönlüm...

(Kaynak, S. 44, 1 Ağustos 1951, s. 211)


665

ELBETTE GÜZEL GÜNLERIMIZ OLACAK

Elbette güzel günlerimiz olacak, Elâ gözlüm.


Bir taze ekmek gibi sıcak.
Bereketli gece yağmurlarından sonra güneş,
Bir elmas iğne gibi parlayacak.

Basma perdelerimiz öyle sevimli,


Bir eski saat konsolumuzda.
Günler tülbentten süzülmüşçesine berrak,
Tane tane yiyeceğiz geceleri,
Huzur içinde,
Nar gibi..

Bir eski plâk koyacaksın gramofona,


Eski, güzel bir plâk..
Bir dokunaklı kadın sesi bize
Asırlarca evvelinden Elâ gözlüm,
Merdâne bir sevdayı
Kurumuş gülleri anlatacak.

Bir sıcaklık duyacağız gitgide,


Hayat güzelleşecek güzelleşecek...
Dilinden anlayacağız eşyaların
Gelmiş geçmiş bütün günlerin lezzeti,
Bir korku, bir sevda olacak da Elâ gözlüm
İçimize yerleşecek.

Elbet güzel günlerimiz de olacak.


Bir taze ekmek gibi sıcak.
Bereketli gece yağmurlarından sonra güneş
Bir elmas iğne gibi parlayacak...

(Kaynak, S. 45, 1 Eylül 1951, s. 235)


666

KANTAR KÖPRÜNÜN YALNIZLIĞI

Kantar köprü zamanıdır


Artık içini dökmelisin.
Dört köşe, yuvarlak ve uzun
Bir mum ışığında, bereketsiz gecemize
Işıl ışıl tohumlarını ekmelisin..

İçimiz çepçevre gün ışığı


Büyük sevdalardan ve baharlardan
Arpa büyür, çavdar göverir
Bir yanık türkü sızlar tırnaklarında
Kaldırıp başını yüksek duvarlardan
Önüne, ardına bakmalısın..

Kantar köprü, leylim aman


Artık içini dökmelisin.
Tutup bizi yakamızdan, efendim
Sevdalı yalnızlığına çekmelisin..

(Kaynak, S. 50, 1 Şubat 1952, s. 44)

BAHAR İÇIN DEDIĞIM

Millet bahara övgüler yazadursun


Yeşiller çizedursun, allar çizedursun.
“Tut elimi, yum gözünü, aç gözünü
Ne Hint’te, ne Çin’deyiz.
Bir ben, bir dilenci, bir köprü, bir sabah
Işıl ışıl bir bahar içindeyiz.”

(Varlık, S. 385, 1 Ağustos 1952, s. 12)


667

ŞARKI

Beni oldum bittim ağlatan


Bu garip yağmurlardır.
Doğup büyüdüğüm bir ağacın altında.
Benim yerim ne şurası, ne burası;
Ya yerin dibinde, kimsesiz
Ya meleklerle gökler katında.
Düşündüğüm bir kadın koludur, beni saracak
Ya bir rüzgâr serin serin bağrımı verecek.
Bir güzel gün bitiminde batıdan.
Ne siz, ne ben, ne başkası yalınız
Bir unutulmuş koşudayız el ele, kol kola
Bir şey yürüyor tıpır tıpır maceramızda
……..
Ah, demek istediklerimi anlayınız...

(Hisar, S. 28, Ağustos 1952, s. 5)


668

BIR YER VAR KI...

Hep içimde kalmalı huzursuzluğum


–Bir türlü yerime yerleşememişim–
Düşündüklerim bir açık, bir koyu.
Sular, evet
Bulutlar, hay hay
Yıldızlar, amenna
Bilmem, anlatabildim mi, baylar
Var olmam sebebiledir susuzluğum..

Akşam oldu mu yatıyorum


Sular, bizim için
Bulutlar, zaten
Yıldızlar, tam bize göre
Sokaktan bir kadın geçer bizim olmıyan
Yalnızlık hem içimden, hem dışımdan
……
Bir yeri var ki, yatağımın,
Biraz sert, biraz çukur
Orada her şeyi unutuyorum.

(Küçük Dergi, S. 5, Ağustos 1952, s. 7)


669

TIRYAKISIYIM

Sular hep akmalı, bulutlar


Malatya senin, İstanbul benim.
–Ah hele İstanbul– sevdiklerim, seviştiklerim.
Karpit lâmbalarında karpuz sergileri
Mevsim yaz olmalı veya olmamalı
Dile benden ne dilersen garibim
İşte güneş manzumesinden Kürrei Arz,
Babamın malı.

Tütün ekilir, balık tutulur, ekmek yenir


Yaratan böyle yaratmış ne denir.
Kiminin kocası, kiminin eniştesiyim.
Bir güzel kasabada akşamüstleri;
Radyolarda şarkılar, yollarda kadınlar
– Ah hele kadınlar, ah hele yollar. –
Ne zaman, nerede olursa olsun
Bırakamam mümkün değil,
Ben hayatın...

(Kaynak, S. 61, 15 Ağustos 1952, s. 376)


670

BIR ATEŞ YAKIP BIR DAĞ BAŞINA...

Kimmiş beni buralarda tutacak


Aklına şaşarım.
Ben, Pitekantropus’un milyonuncu göbekten torunu
Cümle kara parçaları benim değil mi Tanrım?
Ne üzgün, ne kırık, ne ümitsiz
Sıcak yalnızlığı ile vahşi ruhumun
Dilediğim yerde yaşarım.

Hürriyetim milâtlardan geçer gelir,


Saçı sakalı uzamış seslerle.
Bir mağarada en güzel ateşlerin,
En güzel aşkların karşısından.
Notalar daha cılız
Çizgiler daha yarım
Renkler en güzel kendiliğinde
Bir çığırtkan tohum
Bir umulmadık rüya bugünlere
Ama bu utanmaz gözler benim
Ama bu bomboş kollar benim kollarım..

Uzandığım her dalın ucunda


Bir kanun, bir madde, bir fıkra
Ama benim aşklarım
Ama benim ellerim
Bu cevizdir koparır, yerim
Bu yoldur döşenir yürürüm
Bu yayladır düşer yatarım sırtüstü.
Yayılır dört yanına sevginin sıcaklığı
Tek tük ateşler yanar ötelerden, berilerden
Gün olur mutlak ince ince seslerle
O çığırtkan tohum çatlar gerilerden
Varıp bir dört yol ağzına sevinçli, telâşlı
Çadırımı kurarım.
671

Ben ömrüm oldukça bıkmadan


Güzelliği ve kardeşliği söyleyeceğim.
Taa mağaralardan bana uzanan zinciri
Benden sonrakine ekleyeceğim.
Bir ateş yakıp bir yüce dağın başına
Ses edip duracağım dört yönüme
Güneyden, kuzeyden, batıdan
Bir gün aşk içinde çayır çayır bir güzel karaltıdan
Ya kurtlardan, ya kuşlardan
Ya da dörtnala koşup gelen çetin yokuşlardan
Al kısraklar üstünde haberciler bekleyeceğim.

(Varlık, S. 386, 1 Eylül 1952, s. 11)


672

NUTUK

Vatan boylu boyunca vurulmuş


İki gözü iki çeşme derelerin
Dağlar kapkara yasından
Ovalar tüm kavrulmuş
Düşman kan içinde parmaklariyle
Ta Kars’a kadar Menderes Ovası’ndan

–Geldi geçti ama hatırlanmalı–


Neler çektik o gün milletimle ben
Bir bir yollara düştüler perperişan
Aç susuz ama aşk içinde
Yanmış yakılmış damları koyup
Sessiz sedasız köylerden.

... İşte böylece efendiler


Aşk istediler verdim
Ateş istediler verdim
Ekmek istediler verdim
–Güldüler yalan dediler olmaz dediler–
Uğraştım sonunda en güzel boyalarla
Önünüze bir bütün harita çıkardım..

Ben Atatürk’üm öldüm –Demiştim zaten–


İşte nutkumu da baştan sona okudum.
Öldüm ama gözüm arkada değil
Kitabım bir uzun bir güzel oldu
Hem ne iyi ettim ne iyi ettim de efendiler
–Sonunda “Ey Türk gençliği” dedim–

(Varlık, S. 388, 1 Kasım 1952, s. 5)


673

AŞK İÇIN SEKIZ MISRA

Gülüşmeler, çarpıntılar; iç çekmeleri


Kaçamak buluşmalar ara sıra geceleri
Göz gözü görmez tozpembeden yeşilden
Zaten hep böyledir aşkın öncesi
Sonrası iki kere iki dört eder
İşte ben bir alımlı maceranın peşinden
Akşamları fasulye yiyip gazete okuyan bir adam,
Üç çocuğun beybabası, bir kadının kocası.

(Küçük Dergi, S. 8, Aralık 1952, s. 11)

YA BIZIM YA TANRININ

İçine karıştığımız şu kalabalık,


Yarısı mor, tozpembe yarısı,
Hem rüzgârı, hem dalgası bir denizin.
İçliden, uzaktan, yavaştan
Ben bunu bilir, bunu söylerim
Kardeşliktir en güzel türküsü, dillerimizin
Sesimden ses, kolumdan kuvvet, aşkımdan ateş
Ben, uzak maceraların avaresi..

Bizi hep o çadıra sürükler;


Yağmurdan kaçan kuşlar gibi,
Bildiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz,
Musa’nın ölüşü, İsa’nın gelişi.
Düşündüğümün ya uzunu, ya incesi, ya genişi
Yüzyıllardır eşiğine baş koyduğumuz,
Sevmekten, anlamaktan, inanmaktan
………
Ya bizim işimiz, ya Tanrının işi..

(Yeni Şiirler 1953, Varlık Yayınları, 1952, s. 7)


674

DENEME

İşte geldim gidiyorum


Şen olasın Halep şehri

Gelin bütün yıldızları doldurun


Karanlık yalnızlığıma.
Ne ışıldar yanım yörem, ne ışır
Ölürsem yalnız ölürüm
Seversem yalnız severim
İnsanlar gelir geçer ömrümden ama
Macera benimdir geçmişlere karışır

Kötümser miyim dersiniz, hayır


Bu gerçek en alâsı gerçeklerin
Göveren arpaların buğdayların peşine
Senin, benim, bütün yaratılmışların
En ulu ağaçların, en şakrak kuşların
Düzlerde açıp açıp kavrulan çiçeklerin
Aşkımız, meşkimiz tek başına..

(Varlık, S. 390, 1 Ocak 1953, s. 10)


675

SEVMEK HERKESIN...

Halbuki ot dağ başında


Bir zalim rüzgâra karşı
En güzel yeşilinde yalnızlığın
Halbuki ot dağ başında

Halbuki ağaç ormanda


Tanrısal gölgeler, uğultularla
Yırtık pırtık gökyüzüne karşı
Halbuki ağaç ormanda.

Halbuki çiçek vazoda


Üstünde kuş resimleri, kız resimleri
Konsolun üzerinde kokularla
Halbuki çiçek vazoda.

Halbuki kadın yatakta


Yüzükoyun, arkaüstü ve sütbeyaz
Dolgun kalçalariyle
Halbuki kadın yatakta

Bu böyle uzar gider


Ama ben deyip kestim.
Gün gelir herkes sevdiğini anlar
Kaşla göz arasında.

(Varlık, S. 391, 1 Şubat 1953, s. 7)


676

GECEDE IRMAK

Irmağın iki yanı kahveyle otel


Karadeniz oteli, Çağlayan palas
Işıklar dökülmüş sisli geceye
Köprüde adamlar gelir gider.

Fırınlarda hamurkârlar hamur yoğurur


Terziler provasını yapar müşterilerin
Irmakta balıklar, kurbağalar
Kenarda kestaneci kestane kavurur.

... Bir çay içtim çıktım kahveden


Hüseyin pastra oynuyordu.

Hiç kimsenin haberi yoktu, görseniz


Irmak, sazlardan, düzlerden
Irmak karanlıklar içinden geliyordu.

(Varlık, S. 392, 1 Mart 1953, s. 18)


677

DENIZ KENARINDA

Deniz kenarında akşama kadar


Oturdum şeytan minâresi topladım.
Denizin ucu yok bucağı yok
Gökyüzü dersen daha geniş.
Ardımda dağlar, üstümde bulutlar
Tekmil yıldızlar bir köşeye sinmiş
Cebimde kendi ellerim
Kumlarda kendi ayaklarım
Kırıldığım Mehmet’ten
Sevindiğim Hasan’dan
Ne buldum ne yitirdiysem insandan
Bulutlar bulut, yıldızlar yıldız
Nasıl olur, bu koca yuvarlak ortasında
Ben kendi kendime, tek başıma, yapayalnız
……
Bir sokak olsa, insanlar olsa
Sesler olsa, ışıklar olsa.
Otursam bir kahvede kâğıt oynasam
Yattım sırtüstü kumlara uyudum.

(Varlık, S. 393, 1 Nisan 1953, s. 11)


678

DAR VAKITLERDE SEVIŞTIK

Biz varlık görmedik bilirsiniz


Varlık görmedik ama seviştik.
En dar vakitlerde yerli yersiz
Kadınlarla, kızlarla seviştik.

Bir yanımız kan revan içindeydi


Bir yanımız sütbeyaz akşamlarda
Meydanlarda kaldı ellerimiz kollarımız
Delik deşik hasta sedyelerinden
Bakışlarla gözlerle seviştik.

Aşkımız eskiden kalma bugünlere


Ne yalan ne gerçek olduğu gibi
Buğdaysız pamuksuz ilâçsız
Yokluğa karşı gizli kapaklı
Bulutlarla yıldızlarla seviştik.

Buğdaysız pamuksuz ilâçsız olsun


–Aşktan iyisi var mı–
Ölenden öldürene geçen sevdayla
Yüz yıl sonra bin yıl sonra on bin yıl sonra
Yaratacağımız dipdiri hazlarla seviştik.

Seviştik ya elbet sevişiriz


Sevişmek oldum olası bizim işimizdir
Bir ateş varsa dağlarda
Bir ateş varsa karanlıklarda
Bir ateş varsa bomboş şehirlerde
Bizim ateşimizdir.

(Varlık, S. 394, 1 Mayıs 1953, s. 12)


679

BEN BAŞKA TÜRLÜ ŞIIR DE YAZMASINI DA BILIRIM

Sokağın orta yerinde durdum


Bir adam tarçınlı şeker yiyordu
Bir uçurum almış başını gidiyordu
Bir bulut süklüm püklüm meydanda
Bir kadının gözleri büyüktü
Herkesin göğsünde kendi kalbi vuruyordu
Ya benim şaşkınlığım
Her şey benim olsa ne olur
Her şey benim olsa ne olur

Bir bıçak sol böğrüme


Bir bıçak sağ böğrüme
Benim zorum kendimden

Para eder ne var ne yok satmalı


Ay ışığında sabahlara kadar
Saçları dudakları tırnakları boyalı bir kadınla
Çırılçıplak yatmalı
Işıklı gecelere doğru bir tepeden
Doldurup doldurup silâh atmalı

(Yenilik, S. 9, Eylül 1953, s. 5)


680

ATATÜRK’ÜN

– Benim aşkım sahidir


Çünki sahidir
Yıldızların aralıksız parıldadığı
Suların akmadığı uzaklarda
Şimdi ben diyorum ki
Çünki sahidir
Ottan kuştan buluttan
Ne varsa memlekette
Atatürk’ün

Önce bataryaları ateşlendi mevzilerde


Sonra bulutları ateşlendi
Atatürk’ün
Sonra süvarileri doludizgin
Dağlardan birer bayrak getirdiler
Sonra birer bayrak alıp götürdüler
Şimdi ben diyorum ki
Çünki sahidir
Dağlar eskimişti ama iyiydi
Hürriyet eskimişti ama dirisi daha iyiydi
Harp kötüydü ama iyiydi
Bir doğuya bir batıya parıltılarla
Macerası yeniledi maceramızı
Atatürk’ün
681

Bir kendimize inandık bir ona


Çünki sahidir
Acılarımız alıştı karanlığa
Suyumuz mu akmıyordu hayır
Rüzgârımız mı esmiyordu hayır
Haberler bir enine bir boyuna dört bucaktan
Bir beyaz yırtıldı bir siyah parçalandı
Bir nefes bitmeyecek nöbetine başladı tam teçhizat
Bir söylesem duramaz ağlarsınız
Çünki sahidir
Dilim varmıyor demeye
Atatürk’ün

Ama artık bulutlarımız yenidir


Ama artık kuşlarımız yenidir
Ama artık hürlüğümüz yenidir
Ama çocuklarımız ama buğdaylarımız ama atlarımız
Bir eski serüvenden kan revan içinde çıkarttığımız
Siz durun
Şimdi ben diyorum ki
Çünkü sahidir
Ottan kuştan buluttan
Ne varsa memlekette
Atatürk’ün

(Kaynak, S. 76, 1 Kasım 1953, s. 147-148)


682

YITIKSIZ

Sabaha karşı oturup ağladınız


Ama meselâ şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum

Sabaha karşı oturup ağladınız


Çünki sizin aşkınız vardı
Kurumuş çiçekleriniz vardı
Âşina yıldızınız gökte
Oturup çok çok ağladınız
Ağlayıp iyi ettiniz
Size imrenmiyorum çünki
Çünki ölümsüz gibiyim yalnızlığımda
Çünki yalnızlığımda öyle güzelim

Üç beş kalem insan gelip geçtiler


Benim aradığımı bulup geçtiler
Biliyorsunuz bu dünya bana yetmez
Biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım
Kimini açtım kimini açamadım
Bütün gemileri dolaştım limanlarda
Hepsi rıhtımlara bağlıydılar
Bütün adalar yitikti
Sabaha karşı oturup ağladınız
Çünki siz bulup da yitirdiniz
683

Ben yitirmem bir bulsam


Büyük kayaları üst üste korum
Ama biliyorsunuz her şey gelip geçecek
Süslü kadınlar gibi oymalı arabalarda
İki vakit arasında sessiz bir çiçek
Bir dökülecek bir açacak
Sonunda cılız köprülerin öte başında
Bir benim bulamadığım kalacak

Sabaha karşı oturup ağladınız


Ama meselâ şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum.

(Varlık, S. 407, 1 Haziran 1954, s. 12)


684

ERKENCI AĞIT

Bir adam balık tutuyordu


Sait Faik gördü
Bir kız adamakıllı güzeldi
Sait Faik gördü
Bir sokakta bir avuç güneş vardı
Sait Faik gördü
Bir güzel deniz yayılırdı
Sait Faik gördü
Yosma bulutlar vardı bilmezsiniz
Sait Faik gördü
Bir güzel yaşamak vardı bilmezsiniz
Sait Faik gördü
Şimdi sokaklar boş kaldı
Şimdi temiz defterler boş kaldı
Sait Faik öldü
Demek öldü. Öldü dediniz öyle mi
Sait Faik ölmüş anladınız mı
Sait Faik ölmüş anladınız mı
Ben anlamadım.

(Varlık, S. 408, Temmuz 1954, s. 9)


685

CILIZ IRMAKLAR

Sizi bu şehirde vuracaklar


Göğsünüzde beş derin bıçak yarası
Sorgusuz sualsiz yiteceksiniz
Sanırım anladınız
Bir şurası bir burası

Cılız ırmaklar gibi sevimsiz


Maceranız doğrusu pek hazin
Herkes bu kadar başkası iken
Sanırım anladınız
Sevişecek vaktiniz var mı sizin

Ben pek iyi bilirim sokakları


Duyuramazsınız sesinizi
Kalbiniz boşuna çırpınır
Bir çiçek gibi kurumadan parklarda
Sanırım anladınız
Bir direğe bağlayın kendinizi

(Varlık, S. 410, 1 Eylül 1954, s. 14)


686

TEL CAMBAZININ TELDEN DÜŞERKEN SÖYLEDIĞI ŞIIRDIR

Eğreti zamanlar kayıp geçti


Bir deli yıldızları sayıp geçti
Bir adam köprülerde ağlıyordu
O adam deliydi ben akıllıydım
Hu dedi ninnilerimde güzel kızlar
Güzel kızlar var olsun

Dünyada bir ben varım


Bir de bu olmayası sahipsizliğim
Benim anlamadığım başka şey
Biri gözlerimi kapamış bilemiyorum
Dağlarda iki kekik koksa
Biri benim içindir
İki kaya yarılsa
Siz beni bu şehirden alın götürün
Tükenmez yağmurlarda ıslatın
Elime iki kulaç ip verin
Düğümleyip düğümleyip çözeyim
Şehrin bütün ışıklarını söndürün
Kapatın bütün kapılarını
Beni bu şehirden alın götürün

Bir elim sağ cebimde


Bir elim sol cebimde
Bu hüznü siz de bilirsiniz
Anlat deseniz anlatamam
Enine boyuna yaşarım ancak
Bu koku bilmediğim bir koku
Bu gece kayık gecelerden birine benzer
Dört yanım karanlıkta
Büyük rüzgârlarda savrulacağız
Öylece dur kollarımda öylece
Karanlıkta telâşla seni hatırlıyorum.

(Şairler Yaprağı, S. 5-6, Eylül-Ekim 1954, s. 3)


687

TEL CAMBAZININ RÜZGÂRSIZ AŞKLARA


VARDIĞINI ANLATIR ŞIIRDIR

Önce İstanbul vardı o yoktu


Sonra birgün çıktı geldi
Bütün kapılar yerini buldu
Önce gözlüklerini çıkardı pencereye koydu
Çantasından sigara paketini çıkardı koydu
Yalnızlığını çıkardı koydu
O zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçti aklından

Adı kimseye lâzım değil

İstanbul coğrafyada ışıksız bir şehir


Tuttu ay ışığını parçaladı
Her sokağa birer parça dağıttı
O Tanrı mıydı –Haşa–
Ama gönül öyle istedi öyle yaptı
O zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçti üstünden

Adı kimseye lâzım değil


688

Bu macerayı durup durup size anlatacak


Bir yanda koca İstanbul
Bir yanda o
Bir yanda en Allahsız şarkılar
Bir yanda Edirnekapı
Vitrinsiz dükkânlar ve dut ağaçları
Neden bütün insanları birbirini sevmesi gerektiğini
Bir gün saat üçte köprüde anlayacak
Saat üçte hepimizde gizli Tanrı’yı
Bulup çıkaracak meydana
O zaman üç gemi İtalya’ya kalkacak
Üç gemi Norveç’e
Birisi pancar küspesi götürecek
Öbürü bir aşk kaçıracak gümrüksüz
Bir gün saat üçte köprüde
Üç martı insanlara bakıp imrenecek
Bir adam iri bir lüfer çıkaracak denizden
İşte o zaman bütün aşklar bütün bulutlar geçecek aklından

Adı kimseye lâzım değil

(Kaynak, S. 99, Ekim 1954, s. 295)


689

SENFONI

Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm


Önce sesin gelir aklıma
Sonra cumartesi geceleri gelir
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
Bir yağmur yağsa beraber ıslansak.

Kırk kere söyledim bir daha söylerim


Savaşta ve barışta karada ve denizde
Düşkünlükte ve esenlikte
Zamanımız apayrı bize göre
Yan yana olduk mu el ele
Aç kalsak ağlamayız biliyorum

İçim güvercinleri okşarmış gibi rahat


Sen yanımdayken ister istemez
Geniş meydanlarda akşamüstleri
Üst üste üç kere deniz üç kere çınarlar
Sen yanımdayken ister istemez
Uzak ırmakları hatırlıyorum

Ara sıra düşmüyor değil aklıma


Yabancı kadınların sıcaklığı
Ama Allah bilir ya ne saklayayım
Yanında ihtiyarlamak istiyorum.

(Varlık, S. 413, 1 Aralık 1954, s. 20)


690

İNADINA BAŞIBOŞ AŞK

Beni koptuğum yerde bağlayın


Aşkımı bir kutu kibrit gibi cebimde taşıyorum
Bir Hotanto küpesi gibi kulağımda taşıyorum
Eski şaraplar için içimde taşıyorum
Birgün size verebilirim

Ben bu şehre nerden geldim


Bir avuç gökyüzü için başım havalarda
Dedim ki yalnızlığım inadına büyüsün
Üç dört kişi arasında inadına çoğalsın
İnadına sahipsiz gelişsin aşkım
Bir uğultu gibi dört yönümde
İnadına sahipsiz
Bir kadın düşüneyim o beni düşünmesin
Bir dağ düşüneyim nerde olduğunu bilmeyim
Oturdum üç kişi için bir şiir yazdım
Oturdum aklımı peynir ekmekle yedim
Paralarım cebimde kaldı harcayamadım
Beni bir kahvede bekleyin sarhoşsanız
Birgün size verebilirim.

Ben bu şehre deliler gibi sevdalı geldim


Nasıl çıkıp gideceğim belirsiz
Umutsuz bir pazar ikindisi parklarda
Üç kere görünüp kaybolacağım
Beni bir sıtma gibi tutun bırakmayın
Aşkımı birisine vermeliyim
İçimde kaldıkça sonsuz kaldıkça itici
İnadına zalim başıboş kahredici
İnadına beni yalnız bırakan
İnadına
Birgün size verebilirim

(Şairler Yaprağı, S. 8, Aralık 1954, s. 3)


691

İSTANBULLU ŞIIR

Saat dörde doğru akşam üzeri


Hiçbiriniz bir şey bilmiyorsunuz
Şu parçayı ıslıkla bir deneyin
Tiri ram ninam tiriram
Bir aşağı bir yukarı Fevzi Paşa Caddesi’nde
Siz bilirsiniz

Kaygan tepeler ve köhne burçlar


Üç fırçada bir ağaç ve bir yudum gökyüzü
Nihavent şarkıların en güzeli
Akşama doğru Göksu deresinde
Dümtek Dümtekâ Dümtek
Üsküdar’dan bir fayton geçiyor çift atlı
Siz bilirsiniz

Üç kadeh attıysak Barba Tanaş’ta


Molla Aşkî Mahallesi’nde akşam oldu diyedir
Sokağın bir ucunda Haliç
Bir ucunda miralayların evi
Geceleri evine olur olmaz erkekleri alır Nadide
Ağır akşam sisleri incir yapraklarında
Siz bilirsiniz

Saat dörde doğru akşam üzeri


Hiçbiriniz bir şey bilmiyorsunuz
Sabatay Tevrat’ın kandillerini yakıyor
Tekfursaray Sinagogu’nda mermer
Surlarda likenler taşlara yapışıyor
Tam bu saatte ben iyice biliyorum
Karadut Sokağı’nda bir adam hayâsızca duvara işiyor
Tramvayda para bozuyor bir biletçi
Siz bilirsiniz
692

Eskiden bu şehirde iç açıcı aşklar olmuş


Sipahiler ince kızlarla sevişirmiş eylülde
İstiyorum adamakıllı bir yağmur başlasın
Ben eski aşkları düşününce
Üsküdar’da iki kumru hu hu desin
Benim ellerim koynumda
Siz bilirsiniz

Saat dörde doğru akşam üzeri


Hiçbiriniz bir şey bilmiyorsunuz
Attar Hüseyin kına tartıyor hâlbuki Balat’ta
Turşular küplerinde ekşiyor
Üç yüz yıl öncekine benzer bir bulut
Mihrimah Sultan Camii’nin üstünde beyaz beyaz duruyor
Bulut aynı bulut beyaz aynı beyaz

Allah adın zikrediyoruz evvelâ


Mihrimah Sultan katmerli bir karanfil kokluyor
Uzak çoban ateşlerini düşünüyor üşüyerek
Sonra kalın sarmaşıklariyle Hind ve Çin
Haliç’te bir kayık Sütlüce’ye doğru
Hem eski hem mavi boyalı hem de güzel
Rasim Bey Pastırmacı Yokuşu’nda bir dinleniyor
Siz bilirsiniz

İstanbul deyince saat dört demektir


Üç taze kadın ve iki erkek demektir
Sirkeci’de sarhoş olup Beyoğlu’na gitmek demektir
Bir güzel serçe
Ve en eski zamanlar
Şimdiye kadar içlendik de neye yaradı
Daraba fi Kontantaniye
Artık her şeyi seviyoruz
Dersaadet kıyılarında üç yüz kadırga
Bir Ben Bir Abdi bir kömürcü İbrahim
693

Sabaha karşı köprü altında lüfer tutuyoruz


Tam o sırada Aksaray’dan ilk tramvay kalkıyor
Sarı Nermin uykusundan uyanıyor gıcırtılarla
Geceliğini balkona asıyor
Bir sabah bir akşam üzeri bir öğle üstü
Bir de salı
Siz bilirsiniz

Saat dörde doğru akşam üzeri


Hiçbiriniz bir şey bilmiyorsunuz
Şu parçayı ıslıkla bir deneyin
Tirinam ninam tiriram
Yahut Mahur semailerin en güzeli
Dümtek dümtekâ dümtek
Şöyle şöyle ve şöyle
Üç bulut duruyor üstümüzde üçü de tanıdık
İncir yapraklarında ve camilerde akşam üzeri
Ve Beyazıt Kulesi’nde üç güvercin
Ve taze ekmek
Yüz bir pare top atılıyor Selimiye’den
Bir fayton iniyor Üsküdar’dan Harem’e
Ortalıkta yağmur yok koku var
Üçüncü Selim cariyesini öpüyor eski uykusunda
Fesane’de işbaşı yapıyor gece işçileri
Siz bilirsiniz

(Yeni Şiirler 1955, Varlık Yayınları, 1954, s. 20-22)


694

ESKI AKŞAMLARA DÖNÜŞ

İnandım o zaman dünyamız güzelleşir


Çocuklar peynir ekmek yerler kapılarda
Üç aşağı beş yukarı dolaşır kızlar
–Sahi eskiden kızlar vardı
başkaları isterse küçümsesin–
Benim koltuğumda gündelik ekmeğimiz
Göğsümüzde belli belirsiz ve güzel yıldızlar
Ben sana gülümserim sen anlarsın
Uzak kasabalarda düğünler olur
Şaraplar eskir fıçılarında
Işıklar bir yanar bir söner inandım
Geceleyin gene bildiğin gibi
Umarım beni bağışlarsın
Bakma belirsiz bir şeyler özlediğime
Bildiğimden değil
Senin gerçeğin hem eski hem güzel
Unuttuğum türküleri artık hatırladım.
Biri aşktı biri iyilikti biri yeşil
Ben bir alaca vakte dolanır gelirim
Ardımda bir şey komam hep yakarım
Seni kapımızda bekler bulurum
Ama uzağımızdan gemiler geçermiş geçsin
Işıkları pırıl pırıl yanarmış yansın
Sular varmış şehirler varmış ötelerimizde
Bildiklerimiz yalanmış bilmediğimiz yokmuş
Artık senin gibi inanmak istiyorum
Dünyada ne varsa bizim içindir
Ben bir alaca vakte dolanır gelirim
Seni kapımızda bekler bulurum
Tutar kucağından çocuğumuzu alırım
Tanrı bizi görsün kıvansın
Ay ışığı ister olsun ister olmasın
Geceleyin gene bildiğin gibi
Geceleyin gene senin türkünü söylerim.
(Varlık, S. 417, 1 Nisan 1955, s. 10)
695

DOĞUCA KISALTMALAR

İlkyaz
Seni benden ayıran mürver tomurları
Bir köprüden yağmur sularına bakıyorum
Galiba üzgünüm
……..
Bana çocukluğunu anlatıyorsun
Birden enişten var bakır lâmbalar var
Seni öptüklerim var
Birden sen yoksun
……..
Ben yarın gidiyorum
Şehre gireceğim öğle üstü
Beni çoktandır seviyorsun, duruldum
Fukara Muttalib’in yağ kandiline döndüm
Kalabalığa karışacağım
Dönünce adam olurum
……..
Herkes telâşlıydı sevingendi
O ekim ayları boyunca
Bir yandan ben seni seviyordum
Bir yandan dağ yemişleri kızarıyordu
……..
Hepimiz ağlamayı denedik olmadı
Kuyumcu Yunus’un ardından
Aşksızdı, çilesizdi öyleydi fukara
Ölemedi

(Esin, S. 3, 15 Haziran 1956, s. 7)


696

NE SÖYLENMIŞSE SEVMEK...

Ne söylenmişse sevmek üstüne sanki sizedir


Bütün güzel şiirlere en uygun yeriniz
Çekip götüren saçlarınızdır o saatleri bir bir
Dünyaya sizinle baktığımı bilmelisiniz

Benim bu evlere düşkünlüğüm sizin yüzünüzden


Şiirlerim bu yüzden aşklara aşklara doğru
Nasıl hazırlanırım sizin gecenize gündüzden
Siz olmasanız ekmekler sular ne olurdu

Sizin yolunuzdur başlayan nereye düşse ayaklarım


Rum ateşleriyle oymalı koç başlariyle tunç kapılarda
Sizin içindir durup durup kentleri kuşatmalarım

Söylediğim sizseniz ne denli geniş olsa yerim


Korkarım harcamaktan sözlerimizi boş kalıplarda
Çirkin bir şey diyecek olsam elleriniz durur önüme güzeltirim*

(Pazar Postası, Y. 6, S. 17, 27 Nisan 1958, s. 8)

* Sözcük, “düzeltirim” olabilir. (MCD)


697

İSKAMBIL TAYFALARI DEMECI

ölenlere, kalanlara…… 15 Mayıs 1960

Kırık gözlüklerini topladılar… Kurcalanmış bir saat. Hepsi bü-


yük silâhlara uyanmış birer ara sokaktılar, portakal satıcıları ve
balkonları ZORLA alınmış..
Hepsi, SAAT BEŞ’E BULVAR ALIŞKINLARI…..
Hepsi ıslık ve sakal…
Kurcalanmış bir saat.. Ağaçlar kesilmiş ve uykuları yok…

Kırık gözlüklerini topladılar… Kansız her zaman eksik bu anla-


tılar. Bütün sokak başları ve bütün meydanlar. Hem silâhlı hem
utançlı atlılar. KANda bütün o taş yapılar.
Ezilmiş bir kan, GÖZLÜKLERİN KANI…. Canlı ve doğruyu gö-
ren ve kahraman… Yollarda… Sabah sabah… Ve gece yarısı…
Ağaçlar kesilmiş ve uykuları yok……

Kırık gözlüklerini topladılar… Yıkanıp silindikçe, birileri giz-


ledikçe dirilen KANLARINA BAKTILAR… Kurcalanmış bir
saat… Pis bir saat… Ölümle pis bir saat. Ölüm temiz ve pis bir
saat… Toz tutmuş. Durdular. Bir büyük ateş yaktılar….
Toz…… Tut…… Muş
Yak…… Tı…… Lar
Toz…… Tut…… Muş
Yak…… Tı…… Lar
698

…………………………
BÜTÜN SİLÂHLAR AKTILAR

Kırık gözlüklerini topladılar… Uzun boylu bir şehir, ve gözü yaş-


lı, ama ne kadar uzun, yüzbin kişi kadar uzun,
Ezilmiş gözlük KANı kokuyordu…
TAŞ DUVARLARI YIKTILAR

Dere otu aldık ve sekizde akşam oluyordu, ölenlere uygun bir


akşam ve kalanlara uygun bir akşam.
Evlerimize döndük….
MÜ?....
Dönmedik mi?
Dön…… Dük…… Mü?
Dön…… Dük…… Mü?
Parçalanmış bir ince yaprak, ama dayanıklı, ama boğa gibi, gem-
siz……
K.A.N.
Gece yarılarına kadar pencerelerde kaldık. Durmadan oraya
baktık. Belki bir ses olurdu, belki gerekirdik… Lânet boşa çalı-
nan marşlara… Lânet kırallara çalınan marşlara…
Kurcalanmış bir saat…
Ve solgun berber çırakları,
ve sarı köylüler,
ve sararmış memurlar,
ve kitaplı öğrenciler,
oturduk oynadık……
699

KAHROLASI İSKAMBİLLER

Kırık gözlüklerini topladılar. Şaşkın bir ses kalacak ve tükenme-


miş bir yenilgi, tüketilmeyecek…. Kırık gözlükler ve kız saçları,
postacı camekânlarında,
örneğin büyük Britanyaya giden posta pullarında. Ve kız saçları,
ölmüş kız saçları……
Valeler hep işi bozacak…
AS SANDIK KIRAL ÇIKTILAR….

(Dost, C. 7, S. 34, Temmuz 1960, s. 18-19)


700

GECIKMEMIŞ

KOCA MEYDANLARDA AT KESERLER


KOCAMAN KUPALARDAN SU İÇERLER
ADAMLAR BÜYÜK, KALIRLAR
GÜNEŞ EVİNE GİDER
GÜNEŞ EVİNE GİDER
GÜNEŞ EVİNE GİDER
GÜNEŞ EVİNE GİDER
GÜNEŞ EVİNE GİDER
GÜNEŞ EVİNE GİDER
GÜNEŞ EVİNE GİDER
GÜNEŞ EVİNE GİDER

(Dost, C. 7, S. 42, Mart 1961, s. 18)


701

MEYTUP
1960 ?

SEVGİLİ BABANECİYİM

AT AT TUT
SUNA TOPU TUT AT
BEN ARTIK OKLA GİDİYORUM
NE GÜZEL GİDİYORUM
BÜTÜN ÇOCUKLAR HEP GİDER AKŞAMA KADAR
NE GÜZEL AKŞAMA KADAR
AT AT TUT SUNA KADAR
ANNEM BABAM İSE GİDİYORLAR
SEN GEL BABANECİYİM
SEN GEL
ANNEM BABAM EVDE OLMUYORLAR
BEN OKULDAN GELİNCE HEP CAMDAN BAKIYORUM
SUNAYLAN
BİZİM EVİN CAMINDAN DIŞARSI GÖRÜNÜYOR
BİZİM EVİN DIŞARSI SOKAK
KİMBİLİR NE GÜZEL SOKAK
BEN HEP SOKAKABAKARIM
SUNAYLAN
BAZAN ÜŞÜRÜM AÇIKIRIM
PORTAKAL YERİM O ZAMAN HİÇ AĞLAMAM
HİÇ AĞLAMAM
ANNEM EVDE DEĞİL
UĞUR NE İYİ ORDA
SEN HEP SEVERSİN ONU KUCAINDA
ANNEMLENBABAM İŞLERİNE GİDERLER
NAPSINLAR BORCUMUS VAR DERLER
ZİYANI YOKKİ DİYİLMİ
DİYİLMİ BABANNE
BİZDE KENDİ KENDİMİ ÇOK SEVİYORUZ
SUNAYLAN
SEN GEL BABANNE SEN GEL.

(Dost, C. 7, S. 42, Mart 1961, s. 19)


702

MEYTUPTUR
1961

SENİN ELLERİNDEN ÖPERİM


EN İYİ ELLERİNDEN ÖPERİM
SEN NASILSIN BEN NASILIM
BEN İYİYİM
BİZ SUNAYLAN DARILDIK
SEN GEL ARTIK...
BİZİM EVİN GECESİ VAR
SEN GEL ARTIK
ALTAN ATA OT AT
DİYİLMİ BABAANNE
ALTAN NE İYİ ÇOCUK
DİYİLMİ BABAANNE
ATLARA OT ATARKEN
ANNEM BABAM DİYOR Kİ
SOKAA ÇIKMA DİYOR
BENDE HİÇ ÇIKMIYORUM BULSEN NASIL ÇIKMIYORUM
SEN GELİRSEN HİÇ ÇIKMAM
BİZİM EVİN YILDIZLARI VAR
PENCERENİN GECE
GELİRSEN GÖSTERİRİM
SUSMADAN GÖSTERİRİM
ANNEMLER UYUYUNCA GÖSTERİRİM
ANNEMLER UYUYUNCA BEN BAKIYORUM
703

DURMADAN DURMADAN GÖZÜMLE BAKIYORUM


BİZ SUNAYLAN DARILDIK
BEN YALNIZIM DARILDIK
HEP YALNIZDIM DARILDIK
BİZİM OKULDA AĞAÇ VAR ÇIKARIM
HAVUZDA VAR BİZİM OKULDA
KOCAMAN DERİN BİR HAVUZ
BALIKLI HAVUZ...
BELKİ İÇİNE DÜŞERİM
BELKİ BALIKLARI BENİ YER
SEN GEL ARTIK
BABAANNE SEN GEL?????

….. ve çocuklar evine gider …..

(Dost, C. 7, S. 42, Mart 1961, s. 20-21)


704

KEDILERDEN

Üçüncü hamura o büyük baskı, ihtilâl!...


Sevgilim
Kediler balkonda. Hazır mısın?
ve her şey öyle
ne kadar susuyoruz. ayaklarımız ne büyük öyle
saat kaç dedin? yirmibir mi öyle.
ne gereği var? yirmibir mi öyle.

Hani irisolmuş yaprakların birtakım ölülere döküldüğü


hani o irisolmuş yaprakların birtakım ilişkilere döküldüğü

Saat? Öyle bir yirmibir mi? değil


mi?
üçüncü hamurda bir yirmibir. ve biz nereye?

Peki. Herşey tamam. Kediler balkonda. Ben çıkardım. Yemin!...


herşey tamam.
gitmeye hazırlandık..
üçüncü hamura. kasaplar yarın açılır üzülme.
et rengi, ucuz kalem alabiliriz çocuklara, et buluruz.
Kediler balkonda. hepsi.

Bir yağmur son veriyor saçlarımızı taramamıza...

(Dost, C. 10, S. 21, Aralık 1962, s. 1)


705

BIRDEN DÜŞÜVERINCE

Onun sonsuz denilir karla alışverişi


Bir akşam düşüverince poyrazın ortasına
Şaşardı yüzlerine bütün kadınların
Bir şehirli akşamı düşünce ortasına
Bir kendisi olmasa bir şemsiyesi olmasa

Ve gece matematik bir işlemdir, kesin ve çözülmez


Birden düşüverince suçların ortasına
Kim nerde? O kimdir? Ben hangiyim?
Sudan mıyım? Bir küçük “pardon” muyum ortada.
Yağan karlar uzatır başını bir bilincin
Geleni geçeni ve evlerinde olanları ve.

Ben neyim mi? En azından bir büyük tad.


Öbür cinsin anlamlı ve iştahlı gecesine. Ben,
Neyim mi? Bir büyük isyan belki de durduğu yerde
Geceleri alıp alıp gelen, gündüzleri bırakan
Bir yerlere bırakan...

Ben neyim mi? Bir ırmakta son mimarisi Aşkın. Akar gelir
Eller boşalır. Motorlar susar. Bozulur. Kar durur
Ortalıkta. Ben. Soğukta. Herkesin suçsuz olduğu yerde.

Ben,
Ortalıkta,
Kardurur.

(Dost, C. 18, S. 20, Haziran 1966, s. 5)


706

BAŞLANGIÇ OLARAK

ADI ARTIK HATIRLANMAYAN


O YAŞLI GEZGİNCİNİN
ELİNDE ADSIZ BİR ŞEY
KAZDAĞINDAN İNERKEN
HER YANINDA BİR YEŞİL
BİR ELİNDE BİR ÇALGI
BELKİ ÇALGIDAN DA ÇOK
VE BİR DE ADSIZ BİR ŞEY
KAZDAĞINDAN İNERKEN
BEKLEYEN BİR OVAYA
NASILSA SOL OMZUNDA
BİNLERCE SOL OMZUNDA
ÇOĞU ESKİDEN KALAN
HER ŞEYİ BİLİR O ÇÜNKÜ
BEN YEMİN EDERİM Kİ
YEMİN EDERİM HER ŞEYİ
BİR BİR KOKLADIĞINA
YUKARDA TANIMLANAN
O YAŞLI GEZGİNCİNİN
ÖLÜMÜ AK RÜZGÂRA
HAZİN BİR AĞIT OLAN
KAZDAĞINDAN İNERKEN
BİRDEN ÖLDÜĞÜ YERDE
ÇIKANLAR ÇANTASINDAN
VE HANGİ ÇANTASINDAN
ESKİMİŞ KÜFLÜ MAVİ
O DERİ ÇANTASINDAN
707

MUSALLA ÇANTASINDAN
ÖNEMLİ BİR KİŞİYMİŞ
YAŞARKEN ANLAŞILAN
GERÇİ HEP ÖNEMLİDİR
BU DÜNYADA YAŞAYAN
ÖNEMLİ BİR UĞRAŞTIR
HAYAT DEDİĞİN ZATEN
TAM ORADAN İNERKEN
KAZDAĞINDAN İNERKEN
RÜZGÂRIN AKDİKENLE
MERMERİN UYKUSUYLA
BULUŞTUĞU KAVŞAKTA
TAM ORDA HİÇBİR YERDE
GÖZLERİ ÇAKIR MAVİ
YILDIZLARIN AMCASI
AYIN YÜREK TARLASI
GÖZLERİ BİR SEVGİNİN
TÜKENMEZ HARİTASI
ÇÜNKÜ HER GEZGİNCİNİN
SEVMEKTİR HARİTASI
İŞTE O GEZGİNCİNİN
YUKARDA TANIMLANAN
BİRDEN ÖLDÜĞÜ YERDE
TAM ORDA HİÇBİR ZAMAN
ÇIKANLAR ÇANTASINDAN
708

GEZGINCIYE AĞIT OLARAK

NERDEN GELİR NEREYE GİDER


BU DELİ ORMAN DELİSİ
SEVMENİN PALA BIYIKLISI USTA ELLİSİ
BİR TÜRKÜNÜN HERKESİ YÜCELTEN SONU GİBİ
OSMANLI ŞEHZADESİ İSTANBUL EFENDİSİ
KİM KOŞARDI BİR YAĞMURDA YALNAYAK
ELBET BİR GÜZELLİK TAŞIYAN KENDİSİ
DÖKÜLÜR BİR YAĞMUR GİBİ GEÇMİŞTEN ÜSTÜMÜZE
VE SUYUN ALTLARI İLE GÖKLERİN ÜSTÜ
DÖKÜLÜR ELLERİMDEN İNCE AY VE BEYAZI
YOLLARA YOLLARA SON OĞLUNUN SON TANRISI
DİRİMİ BIÇAK GİBİ ÖLÜMÜ AY BAYMASI
SON
709

vesika I

İDİNCİK KADISINA

hükümdür ki.
aşağıda adı geçen ilçede ve kapudağında
edirnenin güneyinde edremit civarında
mermer ocakları içindir

isimleri bir defter halinde verilen gemicileri


taşıyan gemileri ve götüren denizleri
ne geceleri ve ne gündüzleri
bırakmayıp tutasın

esamileri defter olunup sana irsal olunan


taşçıları ve taşçıları
ustaları kalfaları ve işçileri
bırakmayıp tutasın

aşağıda adı geçen ilçede ve kapudağında


usul damarları usul usul boyveren
ocaklarda bir lâle olmanın düşünü gören
mermerler için dedim
710

imdi ihzar olunan mermerleri


taşçıları işçileri, bekleyen gemileri idincikte
hassa mimarlarım başı sinan geldikte
ona

bendlere ve köprülere ve kervansaraylara


yeryüzüne ve gökyüzüne uygunluk veren
hassa mimarlarım başı sinan geldikte
ona

kuşkuya yer yok kim neydi ay nerdeydi


bir mutemede muhkem
hıfzettirip bekleyesiz
20 ramazan 977

(Papirüs, S. 32, Şubat 1969, s. 45-47)


711

KIMBILIR, BELKI DE

ne güzel gözlerin var senin cengiz


yoksa zehir olacaktı gecemiz
belki de kan kokacaktı kimbilir,
belki de balkanlarda bir yerde?
çocuk cengiz.

öyle ya belki de kan kokacaktı


su vermeyi unutacaklardı çiçeklere
dükkânlarda, epeski birtakım yerlerde
belki bir ayvada sararacaktı acım
kimbilir belki de balkanlarda?

nedir benim acım? tuz mu? sonbahar mı?


doğrudan kendisi mi tanımsız acının?
cengizcik senin gözlerin mi? kimbilir?
birinin sıkıntılı uykusuz belki de
kimbilir, balkanlarda bir yerde?

belki uzun saçların yakışmıyordu gözlerine


bir çocuğun savaşına aykırı düşüyordu belki
dünyayla yiğitçe boğuşan çocuk – başına?
başka birinin sevinçsizliğini yaşayarak
balkanlarda bir yerde.
712

cengiz kapa gözlerini cengiz


gece senin bildiğince gelsin.
patlamasını hiç duymadım ama mutlaka var

bir savaşı uzun uzun öven bir volkanım,


senin gözlerinde mi sessiz
şu uzayıp giden suskunlukta mı
hangi kesiminde bitimsiz coğrafyanın
kimbilir?
olamaz mı cengiz
olamaz mı balkanlarda bir yerde?

(Soyut, S. 77, Mart 1975, s. 15-16)


713

BAHARDA*

hiç kararmış filân değilim


üstelik sevinçliyim tazeyim diriyim
karpuz taşıyan bir kamyon gibi aceleciyim
ama şunu kaç kişi hatırlar meselâ:
kanlı ellerini önlüğüne silip
kesimden sonra
güvercini düşünen memedali’yi
erzurum kanarasında
ve anadolulu bir otobüste
bir muşta gibi gidip gelen memedali’yi
münihle nizip arasında

evet önümüz bahardır biliyorum


leylâklar açacak biliyorum
kiraz da çıkacak yakında
iyi şeyler söylemek de gerek biliyorum
sevgilim güzelim birtanem biliyorum da
başka bir şey düşünemiyorum
şimdilik bağışla.

(Soyut, S. 79, Mayıs 1975, s. 27-28)

* Büyük Saat’in YKY tarafından yayımlanan 2. basımının (Şubat 2004) “Son Şiirler”
bölümünde yer alan şiirde, italik yazılmış dizeler eksiktir. (MCD)
714

ÇOCUKLAR UZUNDURLAR

çocuklar uzundurlar
up uzun ama
büyüktürler
yürekler ufaktır ama
up ufaktır
daha doğrusu öyle sanılır
her şeyi halleder insanca
bağışlamaz ve alışır
bir ufak yeşil
bir kötü kırmızı
bir mor bulsun hele
durmaz dünyaya karışır

dünya ormanı
bir büyük denizdir onda
üç kuştan ikisi
tavşanların hepsi
şeftali nar ve ayva
uykuları ağırdır
çocukların da uykusu ağırdır
ağızları açık uyurlar
her şey düşlerine yaraşır

(Soyut, S. 92, Haziran 1976, s. 18)


715

BIR YAŞ GÜNÜ İÇIN LAZ HAVASI

adın nedir Lâle değil


benim adım Van’lı Selim
şurdan burdan gelirim
ne yaş bilirim ne yaş günü bilirim
saygın bir kiremit gibiyim

sıcaklığın yayılmışsa dünyaya


bak işte bundan payımı alırım

nisana ne kaldı şurda


iki üç yağmur
belki bir kar
her şey ne kadar değil mi
ne kadar

biliyor musun son pazartesi


son Salı son Sarıyer son Cuma
seninle olmak isterdim
ne doğru ne yalan

bizim oralara uğrasana


716

gümbürtüsü ürkütmesin seni


hiç belli olmaz
bir bakarsın birlikte
yüzeriz bir ormanda

çünkü dünya hep girişmek galiba


sonsuz duman sonsuz ölüm sonsuz aşk
deniz gibi bir hikâye herkes

ömür biter yol bitmez”

(Soyut, S. 93, Temmuz 1976, s. 21-22)


717

BIR AVCININ SON GÜNÜ

Geyikler bitti! Tüketim daha doğrusu!


Kuşlara el sürmedim hiç, onlar duruyor.
Neden mi? Çünkü o günler Afrika’da
–Başka yerlerde de elbet– yaşamak çok zor
Du ve kuş tüyleriyle tartılıyordu su.

Sincaplar bitti! Yani onları tükettim!


Omuzları yoktu zaten, dişleri vardı.

Şöyle bir şehirden bir şehire giderken


Otobüsler insanları nasıl sallardı
Tüfekler de iyi patlamazdı nitekim.

Her şey bitti ondan mı gidiyorum? Hayır!


Şimdi her şey için ne bir söz, ne bir yorum:
Şu: “Hayat” diye bir şey anımsıyorum!

--------------------

Ek:

Giderayak boktan şarkılara dayanıyorum

(Soyut, S. 82, Ağustos 1976, s. 20-21)


NOTLAR
721

YAD (Sayfa 17)


Tur­gut Uyar’ın, ya­yım­la­nan ilk şi­iri olan bu şi­ir (Ye­di­gün, sa­yı 46, 22 Ha­
zi­ran 1947) Arz-ı Hal’in ilk ba­sı­mın­da (Arz-ı Hal ve Ak­şam Üze­ri Tür­kü­
sü, Tur­gut Uyar- M. Çe­tin Tez­can, Kay­nak Der­gi­si ve Ya­yın­la­rı, An­ka­ra
1949) yer al­ma­dı­ğı gi­bi, Bü­yük Sa­at’e (Can Ya­yın­la­rı, İs­tan­bul, 1984) de
alın­ma­mış­tır.

YA­SİN EFEN­Dİ (Sayfa 22)


Arz-ı Hal’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­mamış­tır.

SON­NET (Sayfa 23)


Bu it­haf, Bü­yük Sa­at bas­kı­sın­da yok­tur.

MER­Sİ­Y E (Sayfa 24)


Arz-ı Hal’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­mamış­tır.

ME­MUR KA­RI­SI (Sayfa 25)


Arz-ı Hal’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alınma­mış­tır.

TUR­NAM SE­NİN­LE (Sayfa 42)


Tür­ki­yem’in ilk ba­sı­mın­da (İs­tan­bul, Var­lık Ya­yın­la­rı, 1952) yer alan bu
şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

TUR­NAM BİR DE­VİR ÇAL­SAK FE­LEK­T EN (Sayfa 48)


Tür­ki­yem’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

... SE TUR­NAM (Sayfa 50)


Tür­ki­yem’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

KAN­TAR KÖP­RÜ­NÜN YAL­NIZ­LI­ĞI (Sayfa 58)


Kay­nak der­gi­sin­de (1 Şu­bat 1952, Sa­yı 50) ya­yım­la­nan bu şi­ir Bü­yük Sa­
at’te yer al­ma­dı­ğı gi­bi Tür­ki­yem bas­kı­sın­da da yok­tur.

BİR GA­RİP ÖL­MÜŞ Dİ­Y E­LER (Sayfa 64)


Tür­ki­yem’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.
722

GE­C E­LER­DE (Sayfa 65)


Tür­ki­yem’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

KA­SA­BA KÜ­Ç ÜK, SON­BA­H AR­DA (Sayfa 80)


Ye­di­te­pe’de (15 Ey­lül 1952, Sa­yı 21) ya­yım­la­nan bu şi­ir, Tür­ki­yem ve Bü­yük
Sa­at bas­kı­la­rın­da yer al­mamış­tır.

SO­K AK­TAN GE­ÇEN KA­DIN (Sayfa 81)


Kay­nak’ta (15 Ni­san 1953, Sa­yı 77) ya­yım­la­nan bu şi­ir, Tür­ki­yem ve Bü­yük
Sa­at bas­kı­la­rın­da yer al­mamış­tır.

MÜS­T EH­CEN Şİ­İR (Sayfa 82)


Kay­nak’ta (15 Tem­muz 1953, Sa­yı 83) ya­yım­la­nan bu şi­ir, Tür­ki­yem ve Bü­
yük Sa­at bas­kı­la­rın­da yer al­mamış­tır.

NU­T UK (Sayfa 83)


Ye­di­te­pe’de (1 Ka­sım 1953, Sa­yı 48) ya­yım­la­nan bu şi­ir, Tür­ki­yem ve Bü­yük
Sa­at bas­kı­la­rın­da yer al­mamış­tır.

GA­Zİ MUS­TA­FA KE­M AL PA­ŞA (Sayfa 84)


Tür­ki­yem’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

GA­Zİ PA­ŞA­YA AĞIT (Sayfa 86)


Tür­ki­yem’in ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

Cİ­NA­Y ET (Sayfa 88)


Kay­nak’ta (Ağustos 1954, Sayı 97) ya­yım­la­nan bu şi­ir, Tür­ki­yem ve Bü­yük
Sa­at bas­kı­la­rın­da yer al­ma­mış­tır.

BİT­ME­MİŞ Şİ­İR­LER I, II, III, IV, V, VI, VII (Sayfa 93, 94, 95, 97, 98, 100, 105)
Tür­ki­yem’de yer alan bu şi­ir­ler Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

ŞİM­Dİ GEL­SEM Kİ (Sayfa 102)


Tür­ki­yem’de yer alan bu şi­ir­Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

İT­H AF I, II, III (Sayfa 103-104, 106)


Tür­ki­yem’de yer alan bu şi­ir­ler Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

BA­H AR İÇİN DE­Dİ­ĞİM (Sayfa 116)


Ba­har Şi­ir­le­ri An­to­lo­ji­si’nde (Ta­hir Hay­ri­oğ­lu-Er­do­ğan Al­kan, İs­tan­bul,
Sı­ra­lar Mat­ba­ası, 1958) ya­yım­la­nan bu şi­ir, Dün­ya­nın En Gü­zel Ara­bis­
723

ta­nı (An­ka­ra, Açık Otu­rum Ya­yın­la­rı, 1959) ve Bü­yük Sa­at bas­kı­la­rı­na


alın­ma­mış­tır.

TEL CAMBA­ZI­NIN RÜZ­GÂR­SIZ AŞK­LA­R A VAR­DI­ĞI­NI


AN­LA­T IR Şİ­İR­DİR (Sayfa 117)
Kay­nak’ta (Ekim 1954, Sa­yı 99) ya­yım­la­nan bu şi­ir, Dün­ya­nın En Gü­zel
Ara­bis­ta­nı ve Bü­yük Sa­at bas­kı­la­rı­na alın­ma­mış­tır. Ay­rı­ca, baş­lık­ta yer
alan “Can­baz” ke­li­me­si, iz­le­yen şi­ir­ler­de­ki ya­zı­ma uyula­rak “Cam­baz”
ya­pıl­mış­tır.

KE­SİK­SİZ ÖV­GÜ (Sayfa 122)


Bu it­haf, Bü­yük Sa­at ba­sı­mın­da yok­tur.

ÖLÜM­LÜ YA­ŞA­M A­YA HER GÜN­KÜ ÇAĞ­R I (Sayfa 179)


Dün­ya­nın En Gü­zel Ara­bis­ta­nı’nın ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­irin Bü­yük
Sa­at’e alın­ma­sı unu­tul­muş­tur.

DÜN­YA­DA (Sayfa 199)


Türk Di­li’nde (1 Ekim 1960, Sa­yı 109) ya­yım­la­nan bu şi­ir Dün­ya­nın En
Gü­zel Ara­bis­ta­nı ve Bü­yük Sa­at bas­kı­lar­ında yok­tur.

MA­YA (Sayfa 201)


Türk Di­li’nde (1 Kasım 1960, Sa­yı 110) ya­yım­la­nan bu şi­ir Dün­ya­nın En
Gü­zel Ara­bis­ta­nı ve Bü­yük Sa­at bas­kı­lar­ında yok­tur.

AÇ­LIK ÇO­ĞUN­LUK­TA­DIR (Sayfa 464)


Bu di­ze, Top­lan­dı­lar’ın ilk ba­sı­mın­da “ilk ba­kış­ta” bi­çi­min­de­dir.

FE­R İ­DE’YE NİN­Nİ (Sayfa 477)


Top­lan­dı­lar’ın ilk ba­sı­mın­da (İs­tan­bul, Cem Ya­yı­ne­vi, 1974) yer alan bu
şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.

GA­ZE­T E (Sayfa 479)


Bü­yük Sa­at’te peş pe­şe di­zil­di­ği için I, II, III nu­ma­ra­lı “ga­ze­te” şi­ir­le­ri
olarak al­gı­la­nan bu şi­ir­le­rin Top­lan­dı­lar ba­sı­mın­da­ki doğ­ru su­nu­luşu bu
bi­çim­de­dir.

MEK­T UP (Sayfa 504)


Top­lan­dı­lar’ın ilk ba­sı­mın­da yer alan bu şi­ir, Bü­yük Sa­at’e alın­ma­mış­tır.
724

BİR SÜ­RE­GEN İLK­BA­H AR (Sayfa 514)


Bu di­ze, Top­lan­dı­lar’ın ilk ba­sı­mın­da, “Kay­nak’ı so­rar­sa­nız, dı­şar­da­dır,
tür­ki­ye’de/evet...” bi­çi­min­de­dir.

SON Şİ­İR­LER (Sayfa 623)


Bü­yük Sa­at’ten son­ra çe­şit­li der­gi­ler­de ya­yım­la­nan bu şi­ir­ler, Tom­ris
Uyar ve Sey­yit Neyir ta­ra­fın­dan ha­zır­la­nan Son­suz ve Öbü­rü (İs­tan­bul,
Broy Ya­yın­la­rı 1985) ad­lı ki­tap­ta yer al­mış­tır.

ÇOR­BA (Sayfa 625)


Türk Di­li’nde (Ocak 1982) ya­yım­la­nan bu şi­irin Bü­yük Sa­at’e alın­ma­sı
unu­tul­muş­tur; Ka­ya­yı De­len İn­cir (Can, 1994) ba­sı­mın­da ise “çığ­lık ne
olur sonun­da hacer’anım”dan itibaren on iki dize eksiktir.
YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER

Alexis Gritchenko Mehmet Rifat


İstanbul’da İki Yıl - 1919-1921 – Sait Faik’i Yorumlayanlar: Eleştirinin Eleştirisi
Bir Ressamın Günlüğü
Derya Bengi
Haz. Kemalettin Köroğlu - Erkan Konyar 80’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük –
Urartu: Doğu’da Değişim
“Yaprak döker bir yanımız”
İnan Çetin 70’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük –
Vadi “Görecek günler var daha”
Tony Judt 50’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük –
Kusurlu Geçmiş – Fransız Entelektüelleri 1944-1956 “Şimdiki zaman beledir”
Ian McEwan Haz. Bahanur Garan Gökşen - Murat Yalçın
Sahilde
Bir Yalnız – 100. Doğum Yılında İlhan Berk
Kefaret
Amsterdam’da Düello İlhan Berk
James Wood Bir Limandan Üç Resim
İyi Bir Hayat Galileo Denizi
George Eliot Şiirin Çizdiği
Middlemarch – Taşra Hayatı Üzerine Bir İnceleme Max Frisch
Ezra Pound Mavi Sakal
Kantolar Montauk
Tahir Alangu Sándor Márai
Türkiye Folkloru El Kitabı İşin Aslı, Judit ve Sonrası
Eugène Ionesco Ahmet Ümit
Beyaz ve Siyah
Bir Ses Böler Geceyi
Javier Marías Kukla
Tüm Ruhlar Çıplak Ayaklıydı Gece
Berta Isla
Beyoğlu’nun En Güzel Abisi
Cem Behar Şeytan Ayrıntıda Gizlidir
Orada bir musiki var uzakta… Ninatta’nın Bileziği
XVI. Yüzyıl İstanbulu’nda Osmanlı/Türk Musıki
Kar Kokusu
Geleneğinin Oluşumu
Aşkımız Eski Bir Roman
Manuel Benguigui
Alman Koleksiyoncu Orhan Pamuk
Babalar, Analar ve Oğullar – Cevdet Bey ve Oğulları -
Edip Cansever
Umutsuzlar Parkı Sessiz Ev - Kırmızı Saçlı Kadın
Kirli Ağustos Şeylerin Masumiyeti
Balkon / Fotoğraflar ve Yazılar
Doğan Hızlan
Hatırlamak – Günlük Yaşamdan Dipnotlar

YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER


YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER

Haz. Erkan Irmak Elif Sofya


Benim Adım Kırmızı Üzerine Yazılar Hayhuy
A.N. Wilson William Faulkner
Tolstoy Emily’ye Bir Gül – Seçme Öyküler
Behçet Necatigil Elmore Leonard
Konuş ki Göreyim Seni Bücürü Ayarla
Vaktin Zulmüne Karşı – Düzyazılar 3 Rom Kokteyli
Dost Meclislerinde Kasideler Emily Ruskovich
Camille Laurens Idaho
On Dört Yaşındaki Küçük Dansçı Uğur Kökden
Yıldıray Erdener Unutmayı Bir Öğrenebilsem
Kars’ta Çobanoğlu Kahvehanesi’nde Âşık Ömer F. Oyal
Karşılaşmaları – Âşıklık Geleneğinin Şamanizm ve Gemide Yer Yok
Sufizmle Olan Tarihsel Bağları Önceki Çağın Akşamüstü
Franz Kafka
Paul Signac
Şato Eugène Delacroix’dan Yeni-İzlenimciliğe
Ceza Sömürgesi
Dönüşüm Philippe Soupault
Görünmeyen Yönleriyle
Amin Maalouf
Uygarlıkların Batışı Derviş Zaim
Ares Harikalar Diyarında
Hal Herzog
Rüyet
Sevdiklerimiz, Tiksindiklerimiz, Yediklerimiz –
Hayvanlar Hakkında Tutarlı Düşünmek Ahmet Emin Yalman
Neden Bu Kadar Zordur? Naziliğin İçyüzü
Nâzım Hikmet Marianna Yerasimos
Benerci Kendini Niçin Öldürdü? Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi’nde Yemek Kültürü
Kemal Tahir’e Mahpusaneden Mektuplar İstanbullu Rum Bir Ailenin Mutfak Serüveni
Doğan Tekeli Ali Teoman
Çebiş Evi’nden Hisartepe’ye Yazı, Yazgı, Yazmak
Doğan Yarıcı Yüksel Pazarkaya
Hodan St Louis Günleri
Abdülhalik Renda Waller R. Newell
Günlükler 1920-1950 Tiranlar – Gücün, Adaletsizliğin ve Terörün Tarihi
Hatırat Nursel Duruel
Metin And Geyikler, Annem ve Almanya
Dionisos ve Anadolu Köylüsü Yazılı Kaya
Kısa Türk Tiyatrosu Tarihi Oliver Sacks
Osmanlı Tasvir Sanatları: 2 – Çarşı Ressamları Bilinç Nehri

YAPI KREDİ YAYINLARI / YENİLERDEN SEÇMELER

You might also like