Green Cream Modern Book Vector Middle School Book Review Worksheet 3

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 22

KISA KISA

HİKAYELER
Ayşe manava gider. Annesinin istediklerini alır.

Manavcı; Ayşe'ye

- Bir avuç kiraz alabilirsin der. Ayşe bekler.

Manavcı:

- Alsana Ayşe, bir avuç alabilirsin der:

Ayşe :

- Manavcı amca senin vermeni bekliyorum der.

Manavcı neden diye sorunca :

Ayşe; senin avucunla vermeni istiyorum, çünkü senin avucun benim


avucumdan daha büyük olduğundan daha çok kiraz alabilirim der :)

Hadi beraber çavirelim:


Meşhur bir ressam, günün birinde dünyanın en güzel şeyinin resmini
yapmaya karar verdi.

Bunun için dünyada en güzel şeyin ne olabileceğine dair bilgi toplamak


üzere uzun bir yolculuğa çıktı.

Ağaçlık bir yolda giderken, beli bükülmüş yaşlı bir adamın yol kenarında
oturmuş olduğunu gördü.

Yanına giderek ona dünyanın en güzel şeyinin ne olabileceğini sordu.


İhtiyar, hiç tereddüt etmeden:

“İmandır” dedi.

Sonra, bir kasabadan geçerken, bir mabedin kapısı önünde toplanmış bir
düğün kalabalığına rastgeldi. Kalabalığın arasına girerek genç geline:

“Dünyanın en güzel şeyi nedir sizce?” diye sordu.

Gelin, damadın gözlerinin içine bakarak:

“Dünyanın en güze şeyi olsa olsa aşktır!” dedi.


Ressam yoluna devam etti. Tozlu bir yolda giderken cepheden dönen
yorgun bir askere denk geldi. Aynı soruyu ona da sordu. Asker:

“Dünyada en güzel şey barıştır” diye cevap verdi.

Ressam kendi kendine eğer dünyanın en güzel şeyleri iman, aşk ve barışsa
ben bunların resmini nasıl yapabilirim ki diye düşünmeye başladı. O
düşünceyle evine döndü.

Evinin kapısından içeri girdiğinde ise, dünyanın en güzel manzarasının


karşısında durduğunu düşündü. Çocuklarının masum bakışlarında iman,
karısının gözlerinde aşk okunuyor, evinde ise barış hali hüküm sürüyordu.

Bunlardan aldığı ilhamla ressam dünyanın en güzel şeyinin resmini


yapmaya koyuldu. Resim bitince de tabloya şu adı verdi: “Evim.”

Hadi beraber çavirelim:


İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik
yaparak geçirmeye karar verirler.
Piknik yerine vardıklarında anne yemeği
hazırlarken,çocuklar babalarıyla birlikte
yürüyüşe çıkar.

Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına


bakan gözlerle, 'Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır
mısın?' der.
Baba; 'Ben de yorgunum oğlum'' der demez çocuk ağlamaya başlar.

Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Dalı bıçakla biçimlendirip,
çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar. Sonra dalı oğluna verir.

'Al oğlum, sana güzel bir at' der. Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş
ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye
başlar.

Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...

Baba gülerek kızına: 'İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen
kendini çok yorgun hissedeceksin.

İşte o zaman kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu
at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir yada bir çocuğun tebessümü
olabilir.'
Hadi beraber çavirelim:

yeni öğrendiğimiz kelimeleri aşağaya yazalım:


Bir zamanlar uzak bir ülkede iki erkek kardeş yaşarmış birlikte
babalarından kalan çiftlikte çalışırlarmış. Büyük kardeş evliymiş.
Çocukları da varmış. Küçüğü ise evli değilmiş. Her akşam iki kardeş
topladıkları buğdayı eşit bir şekilde bölüşürler kendi ambarlarına
götürürlermiş.Bir gün küçük kardeş kendi kendine:

“Buğdayı eşit bölmek doğru değil. Çünkü benim eşim ve çocuğum yok. Fazla
buğdaya da ihtiyacım yok.” Diye düşünmüş. Gece vakti gizlice kendi
buğdayından bir çuval alıp, kardeşinin buğday ambarına götürmüş.
O günlerde ağabey de kardeşini düşünüyormuş:

“Benim canım kardeşim yapayalnız yaşıyor. Yaşlanınca ona bakacak


çocukları bile yok. Benim çocuklarım yaşlanınca bana bakarlar. İyisi mi
ben kendi buğdayımdan kardeşime vereyim.”

O da gece kalkmış. Gizlice kardeşinin ambarına gitmiş. Kendi buğdayından


bir çuvalı kardeşinin ambarına bırakmış.
Böylece birbirlerinden habersiz her gece aynı şeyi yapmaya başlamışlar.
Bu yüzden ikisinin de buğdayı azalmıyormuş. İkisi de “ Allah Allah
buğdayım neden hiç azalmıyor ?” diye merak edip duruyormuş.

Bir gece ağabey yine sırtına bir çuval buğday


almış. Kardeşinin ambarına götürecekmiş. Az
sonra karşısında ne görsün? Kardeşi de bir çuval
buğdayla onun evine gitmiyor muymuş? İşte o
an iki kardeş neler olduğunu anlamışlar.
Çuvalları bırakıp sevgiyle birbirlerine
sarılmışlar.

İşte kardeşlik bu.


Hadi beraber çavirelim:

Hikayeden öğrendiğiniz kelimeler var mı?


Varsa aşağya yazın:
Bir gün bir çocuğa sormuştum, ''Denizler neden tuzludur?'' diye.

Babası uzun bir sefere çıkmıştı. Çocuk hemencecik cevap verdi:

'' Denizler tuzludur çünkü denizciler durmadan ağlarlar!''

Neden denizciler böyle ağlarlar ki! Çünkü dedi:

Yolculukları hiç bitmez, onun için mendilleri hep direklere asıp kuruturlar!

Yine sordum: Ya niçin insanlar üzgün olunca ağlar?

Çünkü dedi: '' Daha duru görebilelim diye gözlerin camını ara sıra yıkamak
gerek!''

Hadi beraber çavirelim:


Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu
gülümseme adamın kendisini daha iyi
hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın
geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür
etmediğini hatırladı.

Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadası bu


teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek
yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş
bırakti. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş
alıyordu.

Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe
başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki iki gündür boğazından aşagı lokma
geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman
bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu.

Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce,
kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için
mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.

Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardi. Bir yangın başlıyordu.


Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam
uyandı, sonra bütün apartman halkı.
Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularııi kucaklayıp,
ölümden kurtardılar.

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün
sonucuydu.

Hadi beraber çavirelim:


Kurbağalar bir gün yarışma düzenlemiş. Hedef;
çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.

Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek


için toplanmış ve yarış başlamış. Gerçekte
seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların
kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş.
Sadece şu sesler duyulabiliyormuş:
Zavallılar! hiçbir zaman başaramayacaklar!”

Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker


yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan
kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyorlarmış:

”Zavallılar! hiçbir zaman başaramayacaklar!”

Sonunda bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar.

Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine
çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek
istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş;

”Bu işi nasıl başardın?” diye.

O anda farkına varmışlar ki; Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!


Siz de, hayallerinizi gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyen söz ve kişilere karşı
hep sağır kalın. Olumsuz düşünen insanları duymayın!..
Bir önceki sayfada okuduğumuz
hikayeyi çevirelim:
Bir kadın komşularından birisi hakkında bir dedikoduyu yayıp
duruyordu. Birkaç gün içinde bütün köy dedikoduyu duydu.

Dedikodunun kurbanı, derinden yaralandı ve incindi. Dedikoducu kadın


daha sonra yaptığından pişman oldu ve çok üzüldü.

Hatasını nasıl tamir edebileceğini sormak için bilgeye gitti.

"Pazara git."dedi bilge. "Bir tavuk al ve onu kestir. Eve dönerken


tüylerini yol ve yol boyunca yere at."

Nasihatın garipliğine şaşırsa da, denileni yaptı kadın.

Ertesi gün bilge bu defa şu tavsiyede bulundu:

"Şimdi git ve dün attığın bütün o tüyleri topla ve bana getir."

Kadın aynı yolu izledi, ama umutsuzluk ve korku içinde gördü ki, rüzgar
bütün tüyleri uçurup götürmüştü.

Saatler süren arayışın sonunda elinde sadece birkaç tüyle dönebildi.

"Görüyorsun." dedi yaşlı bilge. "Onları yere atmak mümkün, ama geri
toplamak imkansız.

Dedikodu da öyle. Dedikodu yapmak ne kadar kolaysa, dedikoduyla


işlediğin hatayı telafi etmen de o kadar zordur."
Bir önceki sayfada okuduğumuz
hikayeyi çevirelim:
Öğretmenlerimizi hepimiz severiz tabi ki. Ama
ben biraz daha çok seviyorum. Niye mi? Çünkü
benim öğretmenim babam.

Ben şimdi ikinci sınıfa gidiyorum ama birinci


sınıftayken de babam benim öğretmenimdi.

Babama okulda “öğretmenim” diyorum. Ama evde “babacım” diyorum.


Bazen şaşırıyorum, okulda “babacım” evde “öğretmenim” diyorum; o
zaman gülüyorum.

Babam bana okulda da evde de hep “Elif, kızım” diyor. Sınıftaki


arkadaşlarıma da “kızım, oğlum” diyor tabi.

Aslında düşündüm de, babamın işi biraz zor herhalde. Bana hem okulda
bişeyler öğretiyor, hem de evde.

Akşam ona sordum bunu. Ama “yok hayır kızım, neden zor olsun” dedi
bana.

“Sınıfta” dedi, “sen benim için arkadaşlarından farksızsın. Hepinize aynı


şeyleri anlatıyorum. Evde de kardeşlerinden farksızsın… Ben bütün
çocukların iyi birer insan olması için çaba gösteriyorum. Hem sadece ben
değil, bütün öğretmenler ve bütün anne-babalar bunun için gayret eder.
Çünkü, gelecek sizin yavrum.”
Sonra sarıldı babam bana, dedi ki; “bak kızım, ben senin hayatta ne kadar
başarılı olmanı istiyorsam, arkadaşlarının ve kardeşlerinin başarısını da
o kadar çok görmek isterim.

Senin başarın beni ne kadar mutlu ederse, onların başarısı da beni o


kadar mutlu eder. Senin güzel ahlâkınla ne kadar onur duyarsam,
onların güzel ahlâkıyla da o kadar onur duyarım.”

Onur ne demek onu anlamadım ama işte onu da öğretti bana babam.
Onur; değerli olmak, saygı duymak demekmiş.

O zaman babam hem benimle, hem de bütüüün öğrencileriyle onur


duysun. Ben bunun için dua edicem. Çünkü ben de babamla onur
duyuyorum.

Hadi beraber çavirelim:


Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri torunlarına eğitim veriyordu.

Onlara dedi ki:

İçimde bir savaş var. Korkunç bir savaş. İki kurt arasında:

Bu kurtlardan birisi; korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, üzüntüyü, pişmanlığı,


açgözlülüğü, kibri, kendine acımayı, suçluluğu, küskünlüğü, aşağılık
duygusunu, yalanları, yapmacık gururu, üstünlük taslamayı ve egoyu
temsil ediyor.

Diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu paylaşmayı, cömertliği,


dinginliği, alçakgönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliliği, dostluğu,
anlayışı, merhameti ve inancı temsil ediyor.

Aynı savaş sizin içinizde de sürüyor ve diğer tüm insanların içinde.

Çocuklar anlatılanları anlamak için bir dakika düşündüler ve içlerinden


biri büyükbabasına,

"Hangi kurt kazanacak?" diye sordu.

Yaşlı Cherokee kısaca cevapladı

"BESLEDİĞİNİZ"...!
Bir önceki sayfada okuduğumuz
hikayeyi çevirelim:
Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan
duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.

Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula
başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile
sayıldığını söylemekteydi.

Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç
yıl içinde gerçeklerle yüzleşti.

Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti.

“Badem” dediği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi
onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti…

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş
olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen
düzelmiyordu.

Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına
döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına
dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi.

Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı
paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı.Bu arada annesini
hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.

Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyatvettiler. Ancak
o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu.

Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda
aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı.
Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü.

Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe
kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.

Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak

– Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış.

Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?

Yaşlı doktor

– Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi.

Annenin bağışladığı gözleri taktık. Sen, O’ nun gözünden gördün kendini!..

Hadi beraber çavirelim:


Neler öğrendi? Yazalım:

You might also like