Bunlardan örnekler sanıyorum ilginizi çekecek. Birinci örneğimiz,
Amacı Gizli Sorular...
Örneğin gazeteci soruyor; “hazırladığınız enerji ihalesi
şartnamesinde ciddi bir eksiklik olduğu düşünülebilir mi?” Gazetecinin bürokrata bu soruyu sormasının nedeni, şartnamedeki bir eksiklik değil, asıl sormak istediği şey, bir yolsuzluk kuşkusunu açığa çıkartmak, ama soruyu bu şekilde soruyor. O da “hayır, arkadaşlarım şartnameyi büyük bir titizlikle hazırladı” dediği andan itibaren, “o halde ihalede yapılan usulsüzlükte sizin ciddi bir kusurunuz yok mu?” diye soruyor tekrar... Yani eğer başta sorsaydı, “sizin bu ihalede, şartnamede bir usulsüzlüğünüz var mı?” diye sorsaydı, bürokrat, “yok, belki sözleşmedeki bir hatadan kaynaklanıyor” diyecekti. O yolu tıkamak için gazeteci asıl amacını gizliyor ve böyle bir soru soruyor.
Spor basını için bir örnek: Gazeteci, futbolcuya soruyor; “oyun
sırasında dengenizi yitirmenize sebep olacak herhangi bir fiziksel rahatsızlığınız bulunuyor mu?” Burada öğrenilmek istenen onun fiziksel rahatsızlığını değil, gazetecinin asıl sormak istediği, kasıtla faul yapıp yapmadığını ortaya çıkartmak. Sporcu da diyor ki, “hayır, takım içinde vücut dengesi en sağlam oyunculardan biriyim.” Bunun üzerine gazeteci soruyor; “o halde maçın en kritik anında düşüyormuş gibi yaparak, rakip oyuncunun basket yapmasını engellemeniz planlı bir faul değil mi?” diyor. Asıl sormak istediği amacı gizliyor. Bir başka örnek: Dikkat ederseniz, bunlar gazetelerden seçilmiş olaylara dayalı sorular. “İkinci başkanınızla aranızda ciddi bir anlayış farkı olduğunu düşünebilir miyiz?” Yönetici, “hayır, ikinci başkanımızla aramızda hiç bir anlayış farkı bulunmamaktadır” diyor. Bunun üzerine gazeteci soruyor; “o halde niçin takım için araştırma yapmak üzere yurtdışına gitmesine engel oldunuz?” Yani ne yapmış oluyor? Bir bahaneyi öne sürüyor ki, gerçek açığa çıksın... Gazeteci soruyor; “son zamanlarda Mehmet’e ilgili ciddi bir form düşüklüğü göze çarpıyor.” Teknik direktör cevap veriyor: “Hayır, Mehmet takımın en formda oyuncuları arasındadır.” Bunun üzerine gazeteci soruyor; “o halde niçin en kritik maçlarda ona yer vermiyorsunuz?”
Çok Unsurlu Sorular... Bunlarda basın mensubunun çok iyi araştırma
yapması, ciddi bir ön araştırma yapması gerekiyor. Örneğin; “Kamuoyu sizden şunu öğrenmek istiyor: Bankadan kendi şirketlerinize kredi sağlamanın suç olduğunu biliyor muydunuz, bilmiyorsanız neden yönetim kurulunda bankadan kredi alma konusunda konuşma yaptınız ve neden şirketin genel müdürüne kredi talep mektubunu yazdırdınız?” Bu peş peşe sorulan sorular sonucu karşımızdaki insan diyor ki, “tamam, bu ciddi olarak hazırlanmış, argümanlar elinde” diyor ve yalan söyleyen bir insan durumuna düşmemek için, gerçeğe yakın bir platforma geliyor. Yine spordan bir örnek: “Kamuoyu sizden şunu öğrenmek istiyor; teknik direktör değişikliğini çok önceden mi planladınız? Çok önceden planlamamışsanız, niçin yönetim kurulu üyeniz - açıkça söyleyeyim, bu Galatasaray’da olan bir olay- 15 gün için Almanya, İspanya ve İngiltere'ye gitti? Neden geçtiğimiz ay içinde büronuzdan bu ülkelerle yoğun bir telefon ve faks trafiği yaşandı?” Yönetici diyor ki, “gazeteci ciddi bir araştırma sonucu hazırlıklı olarak gelmiş.” O zaman ne yapmak zorunda? En azından, çok ustaca yalan söylemek veya doğruya yaklaşmak durumunda. “Maç sırasında hakemin ayağına kramponlarınızla basarak itmeniz kasıtlı bir hareket değil mi? Hagi'nin yaptığı bir hareket. Eğer kasıtlı bir hareket değilse, maçtan bir gün önce ... barda, arkadaşlarımıza hakemle ilgili özel planlarınız olduğunu söylediniz ve son üç ay içinde neden aynı hakemi suçlayıcı açıklamalar yaptınız” diye soruyor.
Varsayıma Dayalı Sorular... Soruyor, “Varsayalım ki eliniz de yetki
var ve bu yetkiyi nasıl kullanırdınız?” Veya yine Türk basınında ilginç bir olay, bir siyasi parti liderimize sorulmuş, o soru sonucu Türkiye'deki siyasi konjonktürde değişiklik oldu. birazdan ona da bakacağız. “Eğer ahşap tavan göbeğini İngiltere'ye götürseydiniz ne yapacaktınız?’ diye soruyor. Bu da yine Türkiye’de olmuş olaylardan birisi... ‘Varsayalım ki’ ve ‘eğer’ diye başlayan sorularla gazetecinin yapmak istediği şey, kamuoyunu bilgilendirmek... Mesela “Ahşap tavan göbeğini İngiltere'ye götürseydiniz ne yapacaktınız?” “İhaleyle satacaktım” dediği andan itibaren, gazetede bu haber çıkınca, okuyucu, ‘demek ki Türkiye'deki ahşap tavan göbekleri ihalede satılacak kadar değerli bir unsur’ diyor ve bilgilenmiş oluyor. Bir başkası, eğer bunu dikkatle dinlerseniz olayı hatırlayacaksınız. “Eğer mahkeme size açılan davada suçlu olduğunuza karar verirse, uzmanlar, vakfınızın kapatılarak mallarınıza el konulacağını söylüyor. Siz bu durumda ne düşünüyorsunuz?” diyor gazeteci. “Bu, tarihin en büyük adli hatası olur” diye cevap veriyor vakıf başkanı veya siyasi parti lideri hatırlayacaksınız. Ertesi gün gazetelerde çıkıyor, ‘falan kişi, yargı adaletli davranmıyor dedi...’ Zaten gazetecinin bu soruyu sormasının sebebi de o.
Değişkeni Olmayan Sorular... Bu, özellikle pazarlamacıların
kullandıkları bir soru tekniği. Diyor ki, “beğendiğiniz pantolonun sarısını mı istersiniz, yoksa kırmızısını mı? Ücreti nakit mi ödeyeceksiniz, kredi kartıyla mı?” Yani ödemeye karar verdiniz... Halbuki belki ürünü almaya karar vermediniz daha. “Delillerin tümü göstermektedir ki, zimmetinize para geçirmişsiniz. Bu para 500 bin dolar mı, 600 bin dolar mı?” Adam daha “hayır, öyle bir şey yok” demeden, böyle bir noktaya çekiyor.
Tuzak Sorular... Gazeteci, bakana soruyor, “Sayın Bakan, son
enflasyon rakamları hükümet için başarılı görülmüyor. Ülkemizdeki aylık enflasyonun yüzde 17'ye çıkması sizi ve hükümetinizi endişelendirmiyor mu?” Şimdi Bakan burada “endişelendirmiyor” dese, çok rahat başlık olarak çıkacak, “endişelendiriyor” dediği andan itibaren gazeteci diyecek ki, “o halde, sorumlu olduğunuza göre istifayı düşünmüyor musunuz?”... Spordan bir örnek, bu yine oldu; “Güreş Milli Takımımızın son 10 yıl içinde görülmedik bir hezimete uğrayarak turnuvadan ayrılması sizi endişelendirmiyor mu?” “Hayır, endişelendirmiyor” diyemez, “evet endişelendiriyor” dediği zaman, “sorumlu sizsiniz, o zaman istifayı düşünmüyor musunuz?” diye soruyor.
Sonu Açık Sorular... Çok konuşkan olmayan konuğumuzu televizyona
çıkartıyoruz ve ağzından lafı alamıyoruz. Yani psikolojik olarak çok konuşmaktan hoşlanmayan birisini çıkarmışız. O zaman sonu açık sorular soruyoruz. Benden önceki değerli basın mensuplarının söyledikleri, ’ 5 N, 1 K’ yöntemiyle, sonu açık soruları az konuşan konuşmayıcıya yönlendiriyoruz ve az konuşan konuşmayıcıyı daha çok konuşturarak toplumu bilgilendirmeye çalışıyoruz. Verdiğimiz örnekler, son iki yıl içinde basınımızda çıkan haber ve röportajlardan alınmıştır.
Olumsuz Sorular... Olumsuz soruyu şöyle anlatabilirim: “Bu konuyu
hukukçulardan da daha iyi bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz?” Röportaj yapacağımız kişiden randevu almışız, bu kişi çok uyanık birisi, çok ciddi çalışan birisi... Gazeteciyle ilgili tüm bilgileri toplamış ve sorulacak sorular ne olursa olsun kendi bildiği gibi cevap verecek, o şekilde gelmiş radyo veya televizyon programına... O zaman gazeteci ne yapmak durumunda? Ustalıkla tahrik etmek durumunda... Niçin? Tahrik edip kızdırdığınız zaman duygusal platforma geçiyor. Ve duygusal platforma geçmiş birisi daha samimi davranır ve daha samimi davranarak verdiği cevaplarla kamuyu aydınlatıyoruz. Diyor ki, “Bu konuyu hukukçulardan daha iyi bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz?” “Yo, hayır, estağfurullah” falan mı diyecek? Elbette, “biliyorum” diyemez, o zaman, “nasıl oluyor da bir hukukçu gibi konuşabiliyorsunuz ya da elinizde belge veya kanıt yokken böyle bir şeyi nasıl söylersiniz ?” diyor... Fatih Terim'e yapılmış bir örneği görelim; “Nuh tufanı bile bizi kapatamaz” diyor, gazeteci, “yani hiç bir şeyden korkmadığınızı mı iddia ediyorsunuz?” diyor bu sefer... O da diyor ki, “hayır”... “Peki böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsiniz?” diyor arkasından. Şimdi Fatih Terim'e yönlendirilmiş bir soru: ”Nasıl bu kadar iddialı konuşabilirsiniz, kendinizde bir takım olağanüstü güçler olduğunu mu düşünüyorsunuz, kendinizi konunun tek uzmanı olarak mı görüyorsunuz, gizemli konuşmalarınızla bizim bilmediğimiz bazı haber kaynaklarınızın olduğunu mu ima etmek istiyorsunuz, bu seçkinci tavrınızla kendinize yeni bir misyon mu biçmek istiyorsunuz?” Bunlar, ustalıkla tahrik eden fakat hakarete varmayan soru kalıpları.
Sonu Kapalı Sorular... Bu sorular da çok konuşkan konuklarımız
için... Yani çenesini bir açtığı zaman size hiç soru sorma fırsatı vermeden saatlerce konuşuyor, durduramıyorsunuz ve istediğiniz yöne çekemiyorsunuz. Bu konuda da Ceviz Kabuğu’nda Hulki Cevizoğlu'ndan güzel bir örnek alalım: Adam hazırlanmış gelmiş, ne söyleseniz söyleyin, o aynı konuda konuşacak. Mutlaka hatırlayacaksınız, “Bu kitabı siz mi yazdınız? Lütfen evet ya da hayır deyiniz, çünkü size başka bir konu hakkında soru sormak istiyorum.” Yani kendisini gevezelikle yönlendirmeye çalışan kişiyi ustalıkla yönlendiriyor... “Evet, ben yazdım”... “Bunu Amerika’da bir başka dinsel grupla mı yazdınız?” “Hayır, geçelim bunu...” “Sadece kendi bilgi birikiminizle mi kaleme aldınız?” Sonunda hep “evet, hayır”... Kendisinin bir bilgin olduğunu iddia etmektedir... “O halde kitabınızın 20'inci sayfasını okuyunuz, neden burada böyle bir şey yazdınız?” Kişi televizyonda aksini söylemektedir, yalanı böylece ortaya çıkarılmış olur. Ve ‘dikkat et ve sadece doğruları anlat’ demeye getirilmiş oluyor... Bir de spor basınından örnek alalım: Gazeteci, “Şimdi bana lütfen evet veya hayır diye cevap verin, Fenerbahçe'yle daha önce hiç görüşmediniz mi?” Bu, yine bir futbolcumuzla ilgili olan olay. Futbolcu, “hayır”. Gazeteci, “İlk teklifin Galatasaray’ dan mı gelmesini beklediniz?” Futbolcu, “evet”; gazeteci, “ilk teklif Galatasaray’ dan gelse kabul edecek miydiniz?” Sonu hep ‘evet’ ve ‘hayır’lı bitiyor... Gazeteci, “o halde üç hafta önce İspanya’da sizinle konuşan gazeteci arkadaşımıza, niçin asla Galatasaray’a gelmem dediniz?”
Yankılı Sorular... Buna ‘di’li ve ‘katılımlı dilleme’ deniliyor ve
insanları kendisini başkasının yerine koyabilecek bir noktaya getirmek için soruluyor. Örneğin, futbol takımı beş gol yemiş ve Avrupa kupasından elenmiş, üzgün... Gazeteci, “bu konudaki duygularınızı öğrenebilir miyiz?” diyor. Gazeteciye ya küfrediyor ya eliyle itiyor veya içinden bir şeyler söylüyor. Halbuki ‘yankılı soru sorma’, duygusal paralelleşme dediğimiz bir şey... Örneğin, kavga sonrası gazeteci sorar: “o kişi arkadaşınıza sataşırken aklınızdan ne geçti?” “Sataşanın çıldırmış olduğunu düşündüm” “Demek sataşanın çıldırmış olduğunu düşündünüz?” Dikkat ederseniz, sadece yansıtıyor, kendisine ait hiç görüş yok ve böylece açıyor karşısındaki insanı. “Üstelik elindeki bıçağı gelişi güzel sallıyordu, demek bıçağı gelişi güzel sallaması sizi korkuttu” diyor ve bu şekilde açarak bilgiyi almaya çalışıyor. Futboldan bir örnek, gazeteci, “olay nasıl oldu” diyor. Futbolcu, “önce formamdan çekmeye başladı” Gazeteci, “demek formanızdan çekti”. Futbolcu, “üstelik topa birlikte yükseldiğimiz her pozisyonda dirsek attı”. Gazeteci, “üstelik dirseğiyle de size vurdu”. Futbolcu, “evet, bütün bunları hakemin görmediği durumlarda yapıyordu”. Dikkat ederseniz, bilgi kendiliğinden çıkıyor ve gazeteci karşılıklı tartışmaya da girmeden ustalıkla yönlendiriyor.