9 Soru Sorma Tekni̇ği̇

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 5

9 SORU SORMA TEKNİĞİ

9 soru sorma stratejisi var.

1. Amacı Gizli Sorular

2. Çok Unsurlu Sorular

3. Varsayıma Dayalı Sorular

4. Değişkeni Olmayan Sorular

5. Tuzak Sorular

6. Sonu Açık Sorular

7. Olumsuz Sorular

8. Sonu Kapalı Sorular

9. Yankılı sorular

Bunlardan örnekler sanıyorum ilginizi çekecek. Birinci örneğimiz,

Amacı Gizli Sorular...

Örneğin gazeteci soruyor; “hazırladığınız enerji ihalesi


şartnamesinde ciddi bir eksiklik olduğu düşünülebilir mi?” Gazetecinin
bürokrata bu soruyu sormasının nedeni, şartnamedeki bir eksiklik değil,
asıl sormak istediği şey, bir yolsuzluk kuşkusunu açığa çıkartmak, ama
soruyu bu şekilde soruyor. O da “hayır, arkadaşlarım şartnameyi büyük bir
titizlikle hazırladı” dediği andan itibaren, “o halde ihalede yapılan
usulsüzlükte sizin ciddi bir kusurunuz yok mu?” diye soruyor tekrar... Yani
eğer başta sorsaydı, “sizin bu ihalede, şartnamede bir usulsüzlüğünüz var
mı?” diye sorsaydı, bürokrat, “yok, belki sözleşmedeki bir hatadan
kaynaklanıyor” diyecekti. O yolu tıkamak için gazeteci asıl amacını gizliyor
ve böyle bir soru soruyor.

Spor basını için bir örnek: Gazeteci, futbolcuya soruyor; “oyun


sırasında dengenizi yitirmenize sebep olacak herhangi bir fiziksel
rahatsızlığınız bulunuyor mu?” Burada öğrenilmek istenen onun fiziksel
rahatsızlığını değil, gazetecinin asıl sormak istediği, kasıtla faul yapıp
yapmadığını ortaya çıkartmak. Sporcu da diyor ki, “hayır, takım içinde
vücut dengesi en sağlam oyunculardan biriyim.” Bunun üzerine gazeteci
soruyor; “o halde maçın en kritik anında düşüyormuş gibi yaparak, rakip
oyuncunun basket yapmasını engellemeniz planlı bir faul değil mi?” diyor.
Asıl sormak istediği amacı gizliyor.
Bir başka örnek: Dikkat ederseniz, bunlar gazetelerden seçilmiş
olaylara dayalı sorular. “İkinci başkanınızla aranızda ciddi bir anlayış farkı
olduğunu düşünebilir miyiz?” Yönetici, “hayır, ikinci başkanımızla aramızda
hiç bir anlayış farkı bulunmamaktadır” diyor. Bunun üzerine gazeteci
soruyor; “o halde niçin takım için araştırma yapmak üzere yurtdışına
gitmesine engel oldunuz?” Yani ne yapmış oluyor? Bir bahaneyi öne
sürüyor ki, gerçek açığa çıksın... Gazeteci soruyor; “son zamanlarda
Mehmet’e ilgili ciddi bir form düşüklüğü göze çarpıyor.” Teknik direktör
cevap veriyor: “Hayır, Mehmet takımın en formda oyuncuları arasındadır.”
Bunun üzerine gazeteci soruyor; “o halde niçin en kritik maçlarda ona yer
vermiyorsunuz?”

Çok Unsurlu Sorular... Bunlarda basın mensubunun çok iyi araştırma


yapması, ciddi bir ön araştırma yapması gerekiyor. Örneğin; “Kamuoyu
sizden şunu öğrenmek istiyor: Bankadan kendi şirketlerinize kredi
sağlamanın suç olduğunu biliyor muydunuz, bilmiyorsanız neden yönetim
kurulunda bankadan kredi alma konusunda konuşma yaptınız ve neden
şirketin genel müdürüne kredi talep mektubunu yazdırdınız?” Bu peş peşe
sorulan sorular sonucu karşımızdaki insan diyor ki, “tamam, bu ciddi olarak
hazırlanmış, argümanlar elinde” diyor ve yalan söyleyen bir insan
durumuna düşmemek için, gerçeğe yakın bir platforma geliyor. Yine
spordan bir örnek: “Kamuoyu sizden şunu öğrenmek istiyor; teknik direktör
değişikliğini çok önceden mi planladınız? Çok önceden planlamamışsanız,
niçin yönetim kurulu üyeniz - açıkça söyleyeyim, bu Galatasaray’da olan
bir olay- 15 gün için Almanya, İspanya ve İngiltere'ye gitti? Neden
geçtiğimiz ay içinde büronuzdan bu ülkelerle yoğun bir telefon ve faks
trafiği yaşandı?” Yönetici diyor ki, “gazeteci ciddi bir araştırma sonucu
hazırlıklı olarak gelmiş.” O zaman ne yapmak zorunda? En azından, çok
ustaca yalan söylemek veya doğruya yaklaşmak durumunda. “Maç
sırasında hakemin ayağına kramponlarınızla basarak itmeniz kasıtlı bir
hareket değil mi? Hagi'nin yaptığı bir hareket. Eğer kasıtlı bir hareket
değilse, maçtan bir gün önce ... barda, arkadaşlarımıza hakemle ilgili özel
planlarınız olduğunu söylediniz ve son üç ay içinde neden aynı hakemi
suçlayıcı açıklamalar yaptınız” diye soruyor.

Varsayıma Dayalı Sorular... Soruyor, “Varsayalım ki eliniz de yetki


var ve bu yetkiyi nasıl kullanırdınız?” Veya yine Türk basınında ilginç bir
olay, bir siyasi parti liderimize sorulmuş, o soru sonucu Türkiye'deki siyasi
konjonktürde değişiklik oldu. birazdan ona da bakacağız. “Eğer ahşap
tavan göbeğini İngiltere'ye götürseydiniz ne yapacaktınız?’ diye soruyor.
Bu da yine Türkiye’de olmuş olaylardan birisi... ‘Varsayalım ki’ ve ‘eğer’
diye başlayan sorularla gazetecinin yapmak istediği şey, kamuoyunu
bilgilendirmek... Mesela “Ahşap tavan göbeğini İngiltere'ye götürseydiniz
ne yapacaktınız?” “İhaleyle satacaktım” dediği andan itibaren, gazetede bu
haber çıkınca, okuyucu, ‘demek ki Türkiye'deki ahşap tavan göbekleri
ihalede satılacak kadar değerli bir unsur’ diyor ve bilgilenmiş oluyor. Bir
başkası, eğer bunu dikkatle dinlerseniz olayı hatırlayacaksınız. “Eğer
mahkeme size açılan davada suçlu olduğunuza karar verirse, uzmanlar,
vakfınızın kapatılarak mallarınıza el konulacağını söylüyor. Siz bu
durumda ne düşünüyorsunuz?” diyor gazeteci. “Bu, tarihin en büyük adli
hatası olur” diye cevap veriyor vakıf başkanı veya siyasi parti lideri
hatırlayacaksınız. Ertesi gün gazetelerde çıkıyor, ‘falan kişi, yargı adaletli
davranmıyor dedi...’ Zaten gazetecinin bu soruyu sormasının sebebi de o.

Değişkeni Olmayan Sorular... Bu, özellikle pazarlamacıların


kullandıkları bir soru tekniği. Diyor ki, “beğendiğiniz pantolonun sarısını mı
istersiniz, yoksa kırmızısını mı? Ücreti nakit mi ödeyeceksiniz, kredi
kartıyla mı?” Yani ödemeye karar verdiniz... Halbuki belki ürünü almaya
karar vermediniz daha. “Delillerin tümü göstermektedir ki, zimmetinize para
geçirmişsiniz. Bu para 500 bin dolar mı, 600 bin dolar mı?” Adam daha
“hayır, öyle bir şey yok” demeden, böyle bir noktaya çekiyor.

Tuzak Sorular... Gazeteci, bakana soruyor, “Sayın Bakan, son


enflasyon rakamları hükümet için başarılı görülmüyor. Ülkemizdeki aylık
enflasyonun yüzde 17'ye çıkması sizi ve hükümetinizi endişelendirmiyor
mu?” Şimdi Bakan burada “endişelendirmiyor” dese, çok rahat başlık
olarak çıkacak, “endişelendiriyor” dediği andan itibaren gazeteci diyecek
ki, “o halde, sorumlu olduğunuza göre istifayı düşünmüyor musunuz?”...
Spordan bir örnek, bu yine oldu; “Güreş Milli Takımımızın son 10 yıl içinde
görülmedik bir hezimete uğrayarak turnuvadan ayrılması sizi
endişelendirmiyor mu?” “Hayır, endişelendirmiyor” diyemez, “evet
endişelendiriyor” dediği zaman, “sorumlu sizsiniz, o zaman istifayı
düşünmüyor musunuz?” diye soruyor.

Sonu Açık Sorular... Çok konuşkan olmayan konuğumuzu televizyona


çıkartıyoruz ve ağzından lafı alamıyoruz. Yani psikolojik olarak çok
konuşmaktan hoşlanmayan birisini çıkarmışız. O zaman sonu açık sorular
soruyoruz. Benden önceki değerli basın mensuplarının söyledikleri, ’ 5 N, 1
K’ yöntemiyle, sonu açık soruları az konuşan konuşmayıcıya
yönlendiriyoruz ve az konuşan konuşmayıcıyı daha çok konuşturarak
toplumu bilgilendirmeye çalışıyoruz. Verdiğimiz örnekler, son iki yıl içinde
basınımızda çıkan haber ve röportajlardan alınmıştır.

Olumsuz Sorular... Olumsuz soruyu şöyle anlatabilirim: “Bu konuyu


hukukçulardan da daha iyi bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz?” Röportaj
yapacağımız kişiden randevu almışız, bu kişi çok uyanık birisi, çok ciddi
çalışan birisi... Gazeteciyle ilgili tüm bilgileri toplamış ve sorulacak sorular
ne olursa olsun kendi bildiği gibi cevap verecek, o şekilde gelmiş radyo
veya televizyon programına... O zaman gazeteci ne yapmak durumunda?
Ustalıkla tahrik etmek durumunda... Niçin? Tahrik edip kızdırdığınız zaman
duygusal platforma geçiyor. Ve duygusal platforma geçmiş birisi daha
samimi davranır ve daha samimi davranarak verdiği cevaplarla kamuyu
aydınlatıyoruz. Diyor ki, “Bu konuyu hukukçulardan daha iyi bildiğinizi mi
iddia ediyorsunuz?” “Yo, hayır, estağfurullah” falan mı diyecek? Elbette,
“biliyorum” diyemez, o zaman, “nasıl oluyor da bir hukukçu gibi
konuşabiliyorsunuz ya da elinizde belge veya kanıt yokken böyle bir şeyi
nasıl söylersiniz ?” diyor... Fatih Terim'e yapılmış bir örneği görelim; “Nuh
tufanı bile bizi kapatamaz” diyor, gazeteci, “yani hiç bir şeyden
korkmadığınızı mı iddia ediyorsunuz?” diyor bu sefer... O da diyor ki,
“hayır”... “Peki böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsiniz?” diyor arkasından.
Şimdi Fatih Terim'e yönlendirilmiş bir soru: ”Nasıl bu kadar iddialı
konuşabilirsiniz, kendinizde bir takım olağanüstü güçler olduğunu mu
düşünüyorsunuz, kendinizi konunun tek uzmanı olarak mı görüyorsunuz,
gizemli konuşmalarınızla bizim bilmediğimiz bazı haber kaynaklarınızın
olduğunu mu ima etmek istiyorsunuz, bu seçkinci tavrınızla kendinize yeni
bir misyon mu biçmek istiyorsunuz?” Bunlar, ustalıkla tahrik eden fakat
hakarete varmayan soru kalıpları.

Sonu Kapalı Sorular... Bu sorular da çok konuşkan konuklarımız


için... Yani çenesini bir açtığı zaman size hiç soru sorma fırsatı vermeden
saatlerce konuşuyor, durduramıyorsunuz ve istediğiniz yöne
çekemiyorsunuz. Bu konuda da Ceviz Kabuğu’nda Hulki Cevizoğlu'ndan
güzel bir örnek alalım: Adam hazırlanmış gelmiş, ne söyleseniz söyleyin, o
aynı konuda konuşacak. Mutlaka hatırlayacaksınız, “Bu kitabı siz mi
yazdınız? Lütfen evet ya da hayır deyiniz, çünkü size başka bir konu
hakkında soru sormak istiyorum.” Yani kendisini gevezelikle yönlendirmeye
çalışan kişiyi ustalıkla yönlendiriyor... “Evet, ben yazdım”... “Bunu
Amerika’da bir başka dinsel grupla mı yazdınız?” “Hayır, geçelim bunu...”
“Sadece kendi bilgi birikiminizle mi kaleme aldınız?” Sonunda hep “evet,
hayır”... Kendisinin bir bilgin olduğunu iddia etmektedir... “O halde
kitabınızın 20'inci sayfasını okuyunuz, neden burada böyle bir şey
yazdınız?” Kişi televizyonda aksini söylemektedir, yalanı böylece ortaya
çıkarılmış olur. Ve ‘dikkat et ve sadece doğruları anlat’ demeye getirilmiş
oluyor... Bir de spor basınından örnek alalım: Gazeteci, “Şimdi bana lütfen
evet veya hayır diye cevap verin, Fenerbahçe'yle daha önce hiç
görüşmediniz mi?” Bu, yine bir futbolcumuzla ilgili olan olay. Futbolcu,
“hayır”. Gazeteci, “İlk teklifin Galatasaray’ dan mı gelmesini beklediniz?”
Futbolcu, “evet”; gazeteci, “ilk teklif Galatasaray’ dan gelse kabul edecek
miydiniz?” Sonu hep ‘evet’ ve ‘hayır’lı bitiyor... Gazeteci, “o halde üç hafta
önce İspanya’da sizinle konuşan gazeteci arkadaşımıza, niçin asla
Galatasaray’a gelmem dediniz?”

Yankılı Sorular... Buna ‘di’li ve ‘katılımlı dilleme’ deniliyor ve


insanları kendisini başkasının yerine koyabilecek bir noktaya getirmek için
soruluyor. Örneğin, futbol takımı beş gol yemiş ve Avrupa kupasından
elenmiş, üzgün... Gazeteci, “bu konudaki duygularınızı öğrenebilir miyiz?”
diyor. Gazeteciye ya küfrediyor ya eliyle itiyor veya içinden bir şeyler
söylüyor. Halbuki ‘yankılı soru sorma’, duygusal paralelleşme dediğimiz bir
şey... Örneğin, kavga sonrası gazeteci sorar: “o kişi arkadaşınıza
sataşırken aklınızdan ne geçti?” “Sataşanın çıldırmış olduğunu düşündüm”
“Demek sataşanın çıldırmış olduğunu düşündünüz?” Dikkat ederseniz,
sadece yansıtıyor, kendisine ait hiç görüş yok ve böylece açıyor
karşısındaki insanı. “Üstelik elindeki bıçağı gelişi güzel sallıyordu, demek
bıçağı gelişi güzel sallaması sizi korkuttu” diyor ve bu şekilde açarak
bilgiyi almaya çalışıyor. Futboldan bir örnek, gazeteci, “olay nasıl oldu”
diyor. Futbolcu, “önce formamdan çekmeye başladı” Gazeteci, “demek
formanızdan çekti”. Futbolcu, “üstelik topa birlikte yükseldiğimiz her
pozisyonda dirsek attı”. Gazeteci, “üstelik dirseğiyle de size vurdu”.
Futbolcu, “evet, bütün bunları hakemin görmediği durumlarda yapıyordu”.
Dikkat ederseniz, bilgi kendiliğinden çıkıyor ve gazeteci karşılıklı
tartışmaya da girmeden ustalıkla yönlendiriyor.

You might also like