Kitap 1, Bölüm 10, Dağa Kilitlenen Antik Tapınak, Cesetler Asılmış Orman

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 5

Bölüm 10: Dağa Kilitlenen Antik Tapınak, Cesetler Asılmış Orman

İkisi koşarak Ming Guang Tapınağı’na gittiler. Ancak vardıklarında ana salon tamamen boştu.
Gelinlerden geriye kalan tek şey korkunç bir kırmızı duvak yığınıydı.
Bunu görünce Xie Lian kendi kendine düşündü, Çok kötü, çok kötü. Ölecekler, tamamen ölecekler!
Aceleyle yerdeki duvakları toplamaya başladı. Hepsini topladığı anda tapınağın dışında endişeli
haykırışlar duyuluyordu. Nan Feng ve Xie Lian pencereden baktıklarında, kızıl düğün giysileri içindeki
yaklaşık bir düzine kadının köylülerin çevresini sardığını gördüler. Yavaş yavaş onlara yaklaşıyorlardı.
Kadınların ölüm kadar solgun yüzleri, birer gülümsemeyle süslenmişti. Elleri vücutlarına dik bir şekilde
önlerine uzanmıştı. Bunlar kesinlikle tapınaktaki gelinlerdi!
Çaresiz bir şekilde gelinlerin yaklaşmasını izleyen köylülerin hiçbirisi sakinliğini koruyamıyordu. Artık
kimsenin sargılı çocukla ilgilenecek vakti yoktu ve hemen kaçmaya başlamışlardı. Minik Ying anında
çocuğa destek olmak için yanına gitti, Xie Lian ise aciz bir şekilde bağırdı. “Kaçmayın!”
Bu gece kim bilir kaç kez bu sözleri söylemişti. Ne zaman bir şey olsa Xie Lian’a en az otuz, kırk kez
aynı şeyi söyletiyorlardı fakat insanlar her seferinde onun uyarılarına kulak tıkıyordu. Sahiden çok
güçsüz hissediyordu.
Xie Lian elini salladı ve ipek RuoYe gökyüzünde uçmaya başladı. O alışkın olduğu birkaç işareti
yaptıktan sonra ipek RuoYe havada kendiliğinden süzülmeye başladı. Hareketleri kutsal bir kadının
dansına benziyordu, oldukça göz alıcı bir görüntüydü.
Ve gelinlerin çok büyük bir kısmı, neşeli bir havayla dönmekte olan ve arada sırada geçerken onlara
kuyruğuyla dokunan canlı şeyi gördüklerinde, ipek RuoYe’nin cazibesine kapılmıştı.
Ancak ormanın derinliklerinden gelen ağır kan kokusuna tutulmuş yedi gelin daha vardı. Bu sırada o
tarafa doğru yavaşça ilerlemekteydiler. Xie Lian hemen konuştu. “Nan Feng, yakala onları. Dağdan
inmelerine izin verme!”
Başka bir şey söylemesine gerek yoktu, Nan Feng alelacele onların peşine düşmüştü. Diğer taraftan iki
gelin Xie Lian’a saldırmaya başladı. Yaklaşan on parmağın tırnakları kan kırmızısı ve inanılmaz
keskindi.
Xie Lian karşılık olarak yerden topladığı duvaklardan ikisini çıkardı ve aniden onların üzerine attı.
Duvaklar havada uçup düzgün bir şekilde iki gelinin başına takıldı. Gelinlerin hareketler anında
durağanlaşmıştı.
Duvak başlarına takıldığında, burunları ve gözleri kalın bir kumaş tabakasıyla kaplanmıştı. Gelinler
artık insanları ne görebiliyor ne yaşayanların kokularını alabiliyorlardı. Ayrıca bedenleri hala cesetlere
ait katılığa sahip olduğu için, kollarını bükmeleri ve duvakları çıkartmaları mümkün değildi. Tek
yapabilecekleri ellerini uzatıp her yere rastgele pençe atmaktı, sanki saklambaç oynuyormuş gibi
görünüyorlardı.
Sahne son derece korkutucu olmakla birlikte aynı zamanda da komikti. Xie Lian iki gelinin önünde
durup denemek için ellerini yüzlerinin önünde salladı. Onun varlığından tamamen habersiz olduklarını
ve ellerini tamamen ters yönlere doğru uzattıklarını görünce Xie Lian düşünmeye başladı. Bir an sonra
en sonunda dayanamadı. “Beni affedin.”
Xie Lian gelinlerin birer elini tutarak birbirlerinin boyunlarına koydu. Aniden bir şeye dokunan
gelinlerin ikisi de şaşkındı. Hiçbir şey göremedikleri için de vahşi bir şekilde birbirlerini yok etmeye
başladılar. Xie Lian hemen oradan kaçtı ve eliyle bir işaret yaptı. İpek RuoYe onu solgun bir gökkuşağı
ışığıyla takip edip sessizce yere düştü, kocaman beyaz bir çember oluşturmuştu. Xie Lian hala dört bir
yana kaçmakta olan köylülere seslendi. “Herkes çemberin içine girsin!”
Kaçmakta olan insanlar tereddüt etti ama Minik Ying çoktan sargılı çocuğu da getirerek çemberin
içine girmişti. Bir an düşündükten sonra Minik Ying tekrar koştu, bayılmış ve hala yerde yatmakta olan
delikanlıyı da sürükleyerek çemberin içine getirdi.
Bu sırada başka bir gelin beyaz çemberin kenarına atlamıştı. Onları tırmalamak için ellerini uzatıyordu
ama sanki çemberin içiyle arasında görünmez bir duvar varmış gibi görünüyordu. Minik Ying gelinlerin
çemberin içine ne yaparlarsa yapsınlar giremeyeceklerini fark edince hemen haykırdı. “Çabuk buraya
gelin! Beyaz çemberin içine giremiyorlar!”
Olanları görünce tüm köylüler kovana doluşan arılar gibi onlara doğru hücum etti. Xie Lian neyse ki
RuoYe’nin normal boyutundan çok daha uzun bir halde çemberi oluşturmasını sağlamıştı. Yoksa
insanların içine sığıp sığamayacağı hakkında endişelenmesi gerekirdi.
Gelinler çembere giremiyor ve içindeki hiçbir şeye dokunmayacaklarını biliyorlardı. Aynı anda dönüp
Xie Lian’a keskin bir şekilde gülümseyerek ona doğru gitmeye başladılar.
Zaten Xie Lian da onların gelmesini bekliyordu. Kol yenlerinden duvakları çıkartarak dört beş kadar
kırmızı kumaşı ellerinde döndürmeye başladı. Ayakları durmadan hareket ederken elleri hiç
yorulmuyordu. Gelinler üzerine geldikleri anda onlara duvaklarını takıyordu. Gelinler duvak
takıldıktan sonra körlemesine ve durağan bir halde etrafı yoklamaya başlıyordu. Havada uçuşmaya
başlayan duvaklar insanların gözlerini kamaştırıyordu. Xie Lian kırmızı kumaşları maharetli ve kolayca
fırlatıyor, duvaklar ise kızıl birer gölge gibi gökyüzünde süzülüyorlardı.
Beyaz çemberin içindekiler yüksek sesle tezahürat yapmaktan ve alkışlamaktan kendilerini alamadılar.
“Harika!”
“Muhteşem, muhteşem, sahiden muhteşem!”
“Bu beceriye daha önce çalışmıştır, değil mi?”
Xie Lian övgüleri duyunca, alışkanlık gereği konuşuverdi. “Fena değil, ha. Parası olanlar lütfen bahşiş
bıraksınlar, olmayanlar, lütfen beni dikkatle izleyin ve övgülerinizle destekleyin…. Ee???”
Ancak sözler ağzından çıktıktan sonra sorunu fark etmişti. Gösteri yaparken izleyicilerine söylediği
sözleri ağzından kaçırmış olduğundan Xie Lian aniden durmuştu.
O konuşurken birkaç gelin daha yaklaşmaya başlamıştı. Her sıçramaları iki metre yüksekliğindeydi ve
on metre mesafe kat ettiriyordu. Göz açıp kapayıncaya çürümüşlük kokusuyla beraber Xie Lian’ın
önünde belirmişlerdi.
Xie Lian da bacaklarını kıvırdı ve kendisini gökyüzüne doğru fırlattı. Havadayken hızla hareket ederek
üç kez ruhani iletişim rününün şifresini söyledikten sonra konuştu, “Ling Wen, Ling Wen, her şeyi
bilen! Bir sorum var. Kuzeyin savaş tanrısı General Ming Guang’ın hiç yakın bir kadın arkadaşını
tanıyor musun?”
Ling Wen’in sesi kulaklarında çınladı. “Ekselansları, bunu neden soruyorsun?”
Xie Lian. “Şu anda kritik bir durumdayım. Gerçeği söylemek gerekirse on belki daha fazla ölü
tarafından kovalanıyorum şu anda.”
Ling Wen. “Ne? Çok kötü???”
Xie Lian. “O kadar da kötü değil. Her neyse, var mıydı öyle birisi? Sorunun oldukça kişisel ve
cevaplanması zor olduğunun farkındayım bu yüzden herkesin olduğu bir yerde sormak istemedim.
Ancak görevim için gerekli bir bilgi ve kesinlikle kimseye söylemeyeceğim.”
Ling Wen cevapladı. “Ekselansları, yanlış anladın. Sorunun cevaplanması bu nedenle zor değil. Hayır,
nedeni Yaşlı Pei’de bu kadınlardan çok fazla olması. Aniden böyle bir soru sorduğunda, tam olarak
hangisini kast ettiğini düşünmek için bir süre duraksamam gerekti.”
*ÇN: Yaşlı Pei, General Pei için kullanılan bir lakap. General Pei= Ming Guang

Bunu duyunca Xie Lian neredeyse bileğini burkuyordu. “Pekala. O zaman General Pei’nin yakın kadın
arkadaşları arasında, özellikle sahiplenen, tümüyle kıskanç ve vücudunda bir özrü olan bir tane var
mıydı?”
Ling Wen. “Şimdi sen söyleyince, sahiden de öyle birisi geldi aklıma.”
Xie Lian iki duvak daha atarak tekrar övgülere boğuldu. Döndü, ellerini birleştirip selamladıktan sonra
tekrar konuştu. “Lütfen açıkla!”
Ling Wen. “Yaşlı Pei yükselmeden önce de bir generaldi. Savaş meydanında düşman ülkenin kadın bir
generaliyle karşılaşmış. Kadın çok güzel ve çekiciymiş, mizacı ise kahramanlara yaraşır ve vahşi. Adı
Xuan Ji.”
Xie Lian tekrarladı. “Ah, Xuan Ji mi?”
Ling Wen devam etti. “General Pei, bu herif…… Ne zaman güzel bir kadın görse, boğazına bıçak bile
dayamış olsa flört etmeden duramaz. Bu kadın, ordusuyla birlikte ona kılıç çekmiş ama en sonunda
yenilmişler.”
Xuan Ji esir alınmış ve düşman kampına gönderilmiş. Refakat eden askerleri gafil avlayarak, oracıkta
intihar etmeyi planlamış. Ancak intihar teşebbüsü işe yaramamış. Bir general onun uzun kılıcını, kendi
kılıcıyla tek hamlede ikiye bölerek hayatını kurtarmış. Zarif ve ince olan düşman General Pei,
sonradan yükselmiş ve General Ming Guang olmuş.
İlk olarak bu General Pei’nin her daim karşı cinse karşı nazik ve koruyucu hisleri vardı. İkinci olarak ise
savaşın sonucu çoktan belli olmuştu. İki ülke bir ileri bir geri savaşmaya devam etse bile, düşman
ülkenin tekrar öne geçmesi imkansızdı. Bu yüzden de Xuan Ji’yi serbest bırakmıştı. Belli bir süre
geçtikten sonra, aralarında bir şeyler yeşermeye başlamıştı. Ve hal böyle olunca sonrasında olanları
tahmin etmek zor değildi.
Bu kez bir gelin Xie Lian’ın sağ bacağını yakaladı. Beş parmağı da neredeyse cildine gömülecek kadar
sıkı tutuyordu. Xie Lian tam onu tekmelemek üzereydi ki aniden açıyı fark etti, yüzünü
tekmelemekten başka çaresi yoktu. Xie Lian’ın kalbinden bir kızın yüzünü tekmelemenin doğru
olmadığı geçiyordu. Bu yüzden pozisyonunu değiştirdi ve gelinin omzunu tekmeledi, ardından bir
duvak daha fırlattı. Sonra cevap verdi. “Oldukça güzel ve hayranlık verici bir hikayeye benziyor.”
Ling Wen. “Aslında güzel bir hikayeydi. Ancak Xuan Ji’nin ömürlerinin sonuna dek General Pei’nin tek
aşığı olma isteği işleri bozdu.”
Xie Lian iki adımda zıpladı ve çatıya tırmandı. Aşağıda hala ona doğru yaklaşmakta olan beş, altı geline
bakarken alnındaki teri sildi. “İlk olarak bir kadının bir erkekten ömürlerinin sonuna dek, sadece onu
sevmesini istemesinde yanlış bir şey yok.”
Ling Wen cevapladı. “Sahiden de yok. Ancak iki ülke hala savaştaydı. Savaş alanında herkes
acımasızdır. En başında Xuan Ji ve General Pei kısa süreli bir ilişki de karar kılmışlardı. Romantik bir
şekilde veya savaştan konuşacakları sabahlar olmayacağı ve sadece anı yaşayacakları konusunda
anlaşmışlardı. Dahası, Yaşlı Pei için, açık konuşmam gerekirse…. Eğer başka bir kadınla birlikte seninle
yatmıyorsa, işler çokta kötü gitmiyor demektir.”
“………”
“Ancak, Xuan Ji iyi bir aileden gelen soylu bir kadındı. Vahşi bir kişiliği vardı. Sahiden istediği şeyleri
elde etmek için öldürürdü bile.”
“Dur biraz, dur biraz!” Xie Lian aceleyle Ling Wen’in sözünü kesti. “İlk olarak, Xuan Ji’nin bir özrü var
mıydı yok muydu? Neresindeydi?”
“Onun…..” Ling Wen’in sözleri aniden duraksadı.
Sahiden çok sinir bozucuydu. Xie Lian ne zaman çok önemli bir şey duyacak olsa, ödünç aldığı küçük
ruh güçleri tamamen tükenmiş oluyordu. Gelecek sefer esas bilgiyi duymak için hemen sorması
gerekecekti.
Xie Lian zıplayışının ortasında hızla düşüncelerini tekrar topladı. Sargılı oğlan hayalet damat değildi ve
her bir köylü de hayalet gelinin kendi içlerine karışmadığını onaylamıştı, o zaman geriye kalan tek
saklanma yeri gelin yığınının ortası oluyordu!
Kendisi gelinlerin arasında saklanırken, hayalet damat bir tuhaflık olduğunu fark etmemişti.
Karşılığında, hayalet damatta kendini cesetlerin arasında kamufle ederken Xie Lian da fazladan bir kişi
olduğunu görememişti.
Dikkatle düşündüğünde, ipek RuoYe hayalet damadı yaraladığında sadece ormana doğru süzülen
siyah bir sis bulutu görmüştü. Birisinin o siyah siste saklandığının garantisi yoktu. Hatta, Xie Lian
ormana doğru fırladığında hayalet gelinin karanlık siste kaldığından ve yanından geçerek tapınağa geri
gittiğinden korkuyordu. Ormanın yapraklarında saklanarak kendisini cesetlerin arasına saklamıştı.
Bu durumda, ‘hayalet damat’ damat değildi, onun yerine ‘gelindi’ – aslında düğün elbiseleri içinde bir
kadındı!
Kadın olduğu içinde pek çok gizem çözüme kavuşuyordu. Örneğin neden Yu Jun Dağı’nda başka Ming
Guang Tapınakları yoktu. İnsanlar inşa etmek istemedikleri için değildi. Aslında inşa edemedikleri
içindi. Minik Ying demişti ki, “İnsanlar ne zaman Ming Guang Tapınağı inşa etmek istese tapınak ya
yanıyormuş ya da başka bir sebeple tamamlanamıyormuş.”
Kulağa pekte rastlantısal bir durum gibi gelmiyordu, bu yüzden de tek açıklaması birisinin bilerek
tapınakları yaktığıydı. Üstelik birisi neden inşaat halindeki tapınakları yakardı ki? Normal şartlarda
cevap nefret olurdu.
Ancak Yu Jun Dağı’nda, dış dünyadan kafa karıştırıcı bir rünle kopartılmış olan bir Ming Guang
Tapınağı vardı. İçeriye hiç kimse giremiyordu ama içindeki İlahi Heykelin işçiliği enfesti. Ek olarak
heykel çokta iyi korunmuştu. Bu nedendi?
Hayalet damadın kendisi de bir gelinlik giyiyordu ama Yu Jun Dağı çevresindeki gülümseyen gelinleri
görmeye dayanamıyordu. Tekrar, neden?
Tüm ipuçlarını birleştirdikten sonra, birisine tek başına sahip olmak ve uç bir kıskançlık dışında, Xie
Lian’ın başka bir cevabı yoktu.
Ve ince bir kumaşa sarılmış ahşap bir çubukla yerde sürüklenen ağır bir şeye aitmiş gibi duyulan tuhaf
sese gelince, eğer sahiden onlar ayak sesleriydiyse… Xie Lian’a göre sadece tek bir ihtimal vardı!
Onu kovalayan tüm gelinleri çoktan duvaklarla örtmüştü. Bu yüzden Xie Lian en sonunda tekrar yere
inerek yumuşak bir şekilde nefes verdi. Ardından tüm dikkatini gelinleri saymaya verdi.
Bir, iki, üç, dört…. On.
Ormana doğru giden yedi gelin vardı ve Nan Feng peşlerindeydi. Başına duvak örttüğü on gelinin
tamamı buradaydı. Bu durumda, hala ortaya çıkmamış olan bir gelin daha kalıyordu.
Tam bu sırada Xie Lian tekrar arkasından gelen tanıdık ve tuhaf gürültüyü duydu.
Yavaşça döndü, görüş alanında oldukça kısa ve küçük birisi vardı.
Hafifçe nefes aldı ve içinden ‘Sahiden öyleymiş.’ diye geçirdi.
Karşısındaki kısa ve küçük kadın kırmızılara bürünmüştü. Hiçte mutluymuş gibi görünmüyordu, daha
çok yas tutar gibiydi.
Ancak, kısa ve küçük olmasının nedeni minyon olması değildi. Nedeni kadının yerde diz çöküyor
oluşuydu.
Her iki bacağı da kırıktı ancak kesilmemişlerdi. Dizlerine basarak yürüyordu.
Aslında Xie Lian’ın duyduğu tuhaf seslerin nedeni gelinin bacaklarının kırık olması ve hareket ederken
dizlerini kullanıyor olmasıydı.

Çevirmen: Nynaeve

Not: Eee, Ling Wen’in bu kadar ayrıntıya girmesine gerek yoktu bence :D :D

You might also like