Ömür Sezgin Kurtuluş Savaşı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 158

iMGE
kitabevi

Ômür Sezgin, 1 942 yılında Manisa'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nden sonra An­
kara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin İktisat ve Maliye Bölümü'nü bitir­
di. 1 974 yılında Paris I Üniversitesi'nde iktisat dalında Devlet Doktorası'nı ta­
mamladı. iki sene Devlet Planlama Teşkilatı'nda çalıştı ve 1 976 sonunda Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde akademik gö­
reve başladı. 1 984'te doçent, 1 992'de de profesör oldu. Halen aynı fakültede "Si­
yasal Düşünceler Tarihi" ile ilgili dersler vermektedir.

Sezgin'in Eserleri:
Türk Kpnuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu (Birey ve Toplum Yayınlan,
1 984; imge Kitabevi Yayınları, 2005)
• Marx, Kapital ve Diyalektik Materyalizm (V Yayınları, 1 989)
lm g e D a ğ ı t ı m
Ank a r a ls t a n b u l
Konur Sokak No: 43/A Kızılay Mühürdar Cad. No: 80 Kadıköy
Tel : ( 3 1 2) 4 1 7 50 95-96/4 1 8 28 65 Tel: (216) 348 60 58
Faks: ( 3 1 2) 425 65 32 Faks: ( 2 1 6 ) 4 1 8 26 10
E-Posta: dagitim@imge.com. tr E-Posta: kadikoy@imge.com.tr
Ömür Sezgin

Türk Kurtuluş Savaşı ve


Siyasal Rejim Sorunu

2 . Baskı

l'I
iMGE
kitabevi
imge Kitabevi Yayınlan
Genel Yayın Yönetmeni
Şebnem Çiler Tabakçı

ISBN 975-533-453-X

© imge Kitabevi Yayınları, Ömür Sezgin, 2005

Tüm hakları saklıdır.


Yayıncı izni olmadan, kısmen de olsa
fotokopi, film vb. elektronik ve mekanik
yöntemlerle çoğaltılamaz.

2. Baskı: Kasım 2005

Yayıma Hazırlayan
Ülkü Doğanay

Düzelti
Alaaw'n Topçu

Kapak Uygulama
Murat Özkoyuncu

Sayfa Düzeni
Yalçın A teş

Baskı ve Cilt
Pelin Ofset Tipo Matbaacılık San. Tic. Ltd Şd.
Mithatpaşa Cad. No: 62/4 Kızılay-Ankara
Tel: (312) 418 70 93-94 •Faks: 41810 46
www.pelinofset.com.tr

İmge Kitabevi
Yayıncılık Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti.
Konur Sok. No: 3 Kızılay 06650 Ankara
Tel: (3 12) 4 1 9 46 1 0- 1 1 • Faks: (3 1 2 ) 425 29 87
lnternet: www . imge.com.tr • E-Posta: imge®imge.com.tr
İçindekiler

Giriş Yerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

Bolşeviklik Tartışmaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Fırkalaşmaya Doğru : Birinci v e İkinci Gruplar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57

Halk Fırkası v e Seçimler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99

Lozan v e İkinci Grubun Çöküşü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 19

Sonuç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 135

Ekler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 139

Kaynakça . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 155
Giriş Yerine

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisi olan Terak­


kiperver Cumhuriyet Fırkası üzerinde çalışmayı amaçlamış­
tım. Ne var ki araştırmalarımın son aşamasında TBMM arşi­
vine girme olanağı elde edemedim. Oysa Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası'na ilişkin önemli belgeler Meclis arşi­
vindeki Ankara lstiklal Mahkemesi dosyalarında bulunmak­
tadır. Bu dosyaları incelemeden söz konusu siyasi partiyle
ilgili bir çalışma tamamlanmış sayılamazdı.
Bu nedenle, elinizdeki bu kitapta, yalnızca TBMM'nin
açılışından Cumhuriyet yönetiminin kuruluşuna kadar ge­
çen dönem ( 1 920- 1 923) içindeki muhalefeti genel hatla­
rıyla ortaya koymaya çalıştım.
Yanıtını aradığım soru şu şekilde özetlenebilir: iktisa­
di bakımdan geri olan, dinsel ideolojinin egemen ve halkın
büyük çoğunluğunun geleneksel hilafet ve saltanat düze­
nine bağlı olduğu bir toplumda hangi koşullar altında yeni
bir devlet biçiminin -cumhuriyetin- kurulabilmesi müm­
kün olmuştur?
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorun u

Bilindiği gibi, çağdaşlaşma sürecinde örnek aldığımız


Batı'da ortaya çıkan modern devlet belirli bir toplumsal ge­
lişmenin sonucudur. Oysa geleneksel Osmanlı toplumsal
yapısında bu tür bir gelişme pek söz konusu olmamıştır.
Böyle bir durumda Anadolu'da yeni bir devlet biçiminin
ortaya çıkışı, Cumhuriyet'in kuruluşu, Kurtuluş Savaşı sı­
rasındaki iç politikaya özel bir önem kazandırmaktadır.
Çünkü Kurtuluş Savaşı yabancı işgaline karşı silahlı bir di­
reniş hareketi olmasının yanında, aynı zamanda da siyasi
rejim sorununun her an gündemde olduğu siyasal bir sü­
reçtir.

/s
Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşu

1 6 Mart 1 920'de Istanbul'un Itilaf Devletleri tarafından iş­


gali ve bazı Meclis-i Mebusan üyelerinin tutuklanması ü­
zerine Meclis, 18 Mart 1 920 tarihinde çalışmalarını süresiz
olarak erteleyerek dağılmış; 1 1 Nisan 1 920'de de Padişah
buyruğu ile feshedilmiştir. Bu durum karşısinda Mustafa
Kemal, Heyet-i Temsiliye adına 19 Mart 1 9 20'de , yani Is­
tanbul'un işgalinden üç gün sonra, bütün "Vilayetlere ve
müstakil livalara ve kolordu kumandanlarına" gönderdiği
bir tamim ile "makam devletin masuniyetini, milletin is­
tiklalini ve devletin tahlisini temin edecek tedabiri teem­
mül ve tatbik etmek üzere millet tarafından, selahiyeti fev­
kaladeyi haiz bir meclisin" , Ankara'da toplanmasını iste­
miştir. 1 Yine aynı tamimde, "selahiyeti fevkaladeye malik"
bu Meclis'in "umuru mille ti tedvir ve murakabe etmek
üzere içtima" edeceği bildirildikten sonra, kimlerden olu­
şacağı da belirtilmektedir. Ankara'da toplanması öngörü-

Kemal Atatürk, Nutuk, Maarif Basırnevi, İstanbul, 1 960, s. 421 -422.


Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

len Meclis, dağılmış olan mebusandan Ankara'ya gelebile­


cekler ile "mebusan hakkındaki şeraiti kanuniyeye tabi"
olarak her livadan seçilecek beşer üyeden oluşacaktır.
Bununla birlikte , bu tamim ile mevcut seçim kanununa ek
olarak, olağan ikinci seçmenlerden (müntehibi saniler)
başka liva "Müdafaa-i Hukuk Heyet-i ldare" üyelerinin de
2
oy vermeleri öngörülmektedir.
Aynı tamimin 1 1 . maddesinde, seçimlerin on beş gün
zarfında tamamlanması bildirilmesine rağmen, birtakım
olaylar karşısında (ki bunların en önemlileri Nutuk'ta be­
lirtilen Düzce , Hendek, Gerede gibi Bolu mıntıkasına da­
hil yerlerden başlayıp Ankara'ya yaklaşacak gibi görünen
Kuvva-yı Milliye'ye karşı ayaklanma dalgaları olmuştur)
Heyet-i Temsiliye adına hareket eden Mustafa Kemal ve
arkadaşları, Meclis'in Nisanın 23'ünde Cuma günü açıl­
masına karar vermişlerdir. Bu karar üzerine 2 1 Nisan 1 920
günü yine M. Kemal, Heyet-i Temsiliye adına kolordulara,
bütün illere, bağımsız sancaklara, Müdafaa-i Hukuk Mer­
kez Kurulları'na ve belediye başkanlıklarına çok ivedi bir
yazı göndermiştir. Kurtuluş Savaşı'nı yönetecek Büyük
Millet Meclisi'nin kuruluşu sırasında ülkede egemen olan
görüşü göstermesi bakımından olduğu gibi aktarmakta ya­
rar görüyoruz: 3

1 - Bimennihilkerim Nisanın 23'ncü cuma günü , cuma na­


mazını mütaakıp Ankarada Büyük Millet Meclisi küşat edi­
lecektir.
2 - Vatanın istiklali, makamı retu hilafet ve saltanatın
lstihlası gibi en mühim ve hayati vezaifi ifa edecek olan bu
Büyük Millet Meclisinin yevmi küşadını cumaya tesadüf et­
tirmekle yevmi mezkürun mebrukiyetinden istifade ve bi-

Bu noktayı vurgulaması bakımından bkz. M. Tunçay, Türkiye Cumhuriye­


tinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Yurt Yay., Ankara,
1 98 1 , s. 4 1 1 .
Nutuk, s. 43 1 -432.
Büyük Millet Meclisinin Kuruluşu

lümum mebusini kiram hazaratı ile Hacıbayramı Veli camii


şerifinde cuma namazı eda olunarak envan Kuran ve
salattan da, istifaza olunacaktır. Badessalat lihyei saadet ve
sancakı şerifi hamilen dairei mahsusaya gidilecektir. Dairei
mahsusaya dahil olmazdan evvel bir dua kıraatiyle kurban­
lar zepholunacaktır. lşbu merasimde camii şeriften bed'ile
dairei mahsusaya kadar kolordu kumandanlığınca kıtaası
askeriye ile tertibatı mahsusa alınacaktır .
3 Yevmi mezkürun teyidi kutsiyeti için bugünden itibaren
-

merkezi vilayette vali beyefendi hazretlerinin tertibiyle ha­


tim ve Buharii şerif tilavetine bed'olunacak ve hatmi şerifin
son akşamı teberrüken cuma günü namazdan sonra dairei
mahsusa önünde ikmal edilecektir.
4 Mukaddes ve mecruh vatanımızın her köşesinde aynı
-

suretle bugünden itibaren Buhari ve hatemati şerife kıraati­


ne şu tu edilerek cuma günü ezandan evvel minarelerde
salavati şerife okunacak ve esnayi hutbede hilafetmaabımız
padişahımız efendimiz hazretlerinin nam namii humayunu
zikredilirken zatı şevketsima ti padişahilerinin ve memaliki
şahaneleriyle bilumum tebaai mülükanelerinin bir an evvel
nail halas ve saadet olmaları duası ilaveten tezkar olunacak
ve cuma namazının edasından sonra da ikmali hatmedilerek
makamı muallayi hilafet ve saltanatın ve bilcümle aksamı
vatanın halası maksadiyle vukubulan mesaii milliyenin
ehemmiyet ve kutsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekille­
rinden, mürekkep olan bu Büyük Millet Meclisinin tevdi
eyliyeceği vezaifi vataniyeyi ifaya mecburiyeti hakkında
mevizeler iradolunacaktır. Badehu halife ve padişahımızın,
din ve devletimizin , vatan ve milletimizin halası, selameti
ve istiklali için dua edilecektir. Bu merasimi diniye ve
vataniyenin ifasından ve camilerden çıktıktan sonra biladı
Osmaniyenin her tarafında , makamı hükümete gelinerek
Meclisin küşadından dolayı resmen tebrikat icra edilecektir.
Her tarafta cuma namazından evvel münasip surette mevlidi
şerif okunacaktır.
5 lşbu tebliğin hemen neşrü tamimi için her vasıtaya mü­
-

racaat olunacak ve serian en ücra köylere, en küçük kıtaat-ı


Türk Kurruluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

askeriyeye, memleketin bilfİmum teşkila t ve müessesatına


iblağı temin edilecektir. Ayrıca , büyük levhalar halinde her
tarafa talik ve mümkün olan mahallerde tabı ve teksir ve
meccanen tevzi edilecektir.
6 Cenabı haktan muvaffakiyeti kamile tazarru olunur.
-

Heyet-i Temsiliye namına


Mustafa Kemal

Açıkça görülebileceği gibi lslam ideolojisine ve bu ideolo­


jinin siyasal temsilcisi Halife Sultan'a bağlılık aşırılığa va­
ran bir dille anlatılmaktadır. Bu , bilinmeyen bir konu de­
ğildir, ancak bunun üzerinde durmamızın nedeni biraz
sonraki açıklamalarımızdan anlaşılacaktır.
Bilindiği gibi bu karar uygulanmış ve 23 Nisan 1 920
Cuma günü Ankara'da Meclis toplanmıştır. Daha ilk
toplantısında TBMM ismini alacak olan Meclis , Aralık
191 9'da Meclis-i Mebusan üyeliğine seçilenlerden Anka­
ra'ya gelenlerle, yukarıda sözünü ettiğimiz 19 Mart 1 920
tarihli Heyet-i Temsiliye tamimine göre seçilenlerden oluş­
maktadır. 4
TBMM'nin ilk günlerinden itibaren başlayan çatışma­
lara geçmeden önce bir iki noktayı belirtmekte yarar oldu­
ğu kamsındayız.
TBMM'nin 23 Nisan 1920'de toplanışı ve TBMM Hü­
kümeti'nin kuruluşu elbette bir dizi olaylar zincirinin bir
halkasıdır: jöntürk hareketi, I. Meşrutiyet, il. Meşrutiyet,
Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenik düşme­
si, Mondros Mütarekesi, İstanbul Hükümeti'nin boyun eğ­
mesi, fiili düşman işgali ve Hıristiyan azınlıkların başkal­
dırması üzerine kurulan yerel direniş örgütleri -Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetleri-, bu örgütlerin Erzurum ve esas olarak

T. Z. Tunaya, "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükürnetinin Kuruluşu ve Si­


yasi Karakteri", l. Ü.H.F Mecmuası, c . XXIII, Sayı 3-4, 1 958.
Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşu

da Sivas Kongreleri ile ARMHC yönetiminde birleştirilmesi


ve nihayet Ankara'da TBMM'nin kurulması. Ancak bu olay­
lar zincirini doğrusal ve indirgemeci bir tarihsel gelişme an- .
layışı içinde ele almak çok sakıncalıdır. Nitekim, bilinçli ya
da bilinçsiz, böyle bir anlayış belli başlı üç yanlış açıklama­
ya yol açmıştır. Bunlardan birincisi ve çok bilineni, Osman­
lı Imparatorluğu'nun çöküşünü ve hatta günümüzde bile
geri kalmışlıktan kurtulamamayı Islamiyetten ayrılmakla
açıklamadır. ikincisi, başarılar ve başarısızlıkları "kişiler" ya
da "gruplar"ın yetenekleri/yeteneksizlikleri ile özdeşleştir­
mektir. Nihayet bir diğeri de, bütün gelişmeleri -çok kısa
dönemli bile olsa- salt iktisadi nedenlerle açıklama eğilimi­
dir. Tabii, bunlara bir de her türlü tarihsel gelişme anlayı­
şından uzak, "biz bize benzeriz" inancı içinde hiçbir şeyin
açıklanmaması çabasını eklemek gerekir.
Birinci ve ikinci açıklama biçimleri üzerinde durmak
gereğini görmüyoruz. Ne ki toplumsal gelişmeleri iktisadi
nedenlerle açıklama anlayışı üzerinde durmanın kaçınıl­
maz olduğu görüşündeyiz. Çünkü her şeyden önce biz de
uzun dönemde toplumsal gelişmeyi iktisadi etkenlerin be­
lirlediği görüşünden hareket ediyoruz. Çok bilinen bir
başka anlatımla, altyapıdaki gelişmelerin önünde sonunda
üstyapıyı, yani devlet biçimini ve ideolojileri belirlediği
görüşüne katılıyoruz. Ancak bu noktada teleolojik bir ta­
rihsel gelişme anlayışına da kesinlikle karşıyız. Evet, tarih­
sel gelişme belirli bir üretim biçiminden daha üst bir üre­
tim biçimine geçiş kavramlarıyla açıklanabilir. Genel ola­
rak, devrimler de zamanını doldurmuş bir üretim biçimi­
nin egemen sınıflarının siyasal iktidarının, gelişmekte olan
yeni bir üretim biçiminin temsilcisi durumundaki sınıf ve
tabakalar tarafından ele geçirilmesidir. Altyapıdaki geliş­
meler daha teknik bir deyimle , üretim güçlerindeki geliş­
meler, mevcut üretim ilişkilerinin, giderek tüm toplumsal
yapının dönüşümü olanaklarını hazırlar, fakat bu dönü-
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

şüm (siyasal düzeyde devrim) çok daha karmaşık bir süreç


sonunda gerçekleşebilir (ya da bir süre için de olsa, ger­
çekleşmeyebilir) .
Şimdilik bu kuramsal çerçeveyi bir yana bırakıp Türk
siyasal hayatının gelişmesine bakalım. On dokuzuncu yüz­
yılda Osmanlı lmparatorluğu'nda başlayan ıslahat hareket­
lerinin, gelişen üretim güçlerinin siyasal düzeyde yansıma­
sı olduğunu hiç kimse ciddi olarak ileri süremez. Aynı şe­
kilde , bize göre ne I. Meşrutiyet ne II. Meşrutiyet ne de
TBMM'ye temel teşkil eden Anadolu Müdafaa-i Hukuk Ce­
miyetleri altyapıdaki gelişmelerin siyasal düzeydeki yan­
sımalan olarak ele alınabilir. O halde, bir aydınlar grubu­
nun (seçkinler, asker-sivil aydınlar) devlet yapısında ba­
şardıklan dönüşümler, özellikle II. Meşrutiyet, nasıl açık­
lanabilir? Akla ilk gelen yanıt dış etkenlerle birlikte , devlet
katında etkili olabilen aydınlann belirli bir ideolojinin gü­
cü ile bu işi başarabildikleri olacaktır. Ancak burada çok
dikkat edilmesi gereken bir nokta ortaya çıkmaktadır: Be­
lirli aydın gruplannın ve sahip olduklan ideolojilerin dev­
let yapısında etkili olabilmeleri yine altyapı tarafından be­
lirlenmektedir. Daha somut ve açık bir anlatımla, eğer
Osmanlı aydınlarının bir bölümünde Qöntürkler, lttihatçı­
lar) batıcılık (bilimsel kavramı ile "aydınlanma" ideolojisi)
yer ettiyse bu, Osmanlı toplumunda kapitalist üretim bi­
çiminin gelişmesinden dolayı olmamıştır. Tam tersine ,
Osmanlı toplumunda kapitalist üretim ilişkileri yeterince
gelişmediğinden, Batı'dan ithal edilmiş bir ideolojiye sahip
ufak bir grup, dönemin özel koşullan çerçevesinde, üstya­
pıda birtakım değişikliklerin gerçekleşmesinde rol oyna­
yabilmişlerdir.
I. ve II. Meşrutiyet hareketlerine yalnızca konumuzla
ilgisi açısından değindiğimizden, bu hareketler üzerinde
durmayacağız . Belirtmek istediğimiz şu: Jöntürklerden be­
ri belirli bir aydın kesim, siyasi yapıda "Batı"yı örnek alan
Büyük Millet Meclisinin Kuruluşu

birtakım değişiklikler yapmak istemişlerdir. Bu değişiklik­


lerin 1 908 hareketiyle vardığı en ileri nokta altı yüz yıldır
süregelen padişahın mutlak iktidarını anayasa ile sınırlan­
dırmak olmuştur. Hatta, " 1 908, Türk tarihinde Fransız ta­
rihindeki 1 789 ile karşılaştırılabilecek bir dönüm noktası
oldu. Tek -ve tabii çok önemli- fark bunun burjuvazi ol­
madan, bir ikame burjuvazisi tarafından yapılmış bir bur­
juva ihtilali olmasıydı. "5 görüşüne de katılıyoruz. Saltana­
tın, üzerinde yükseldiği mevcut toplumsal yapıda büyük
değişimlerin ciddi olarak söz konusu edilemeyeceği bir
dönemde , daha doğrusu Halife Sultan'ın iktidarını sınır­
landırma is teminin altyapıdan, yani halk kitlelerinden
gelmediği bir dönemde, üstyapıda padişah ile bir aydın ke­
simi arasında ortaya çıkan çatışma , ikincilerin istekleri
doğrultusunda çözülmüştür. Vurgulamak istediğimiz, ça­
tışmanın devlet ile toplum arasında olmayıp devlet aygıtı
içinde olduğudur. Saltanat rejimi ile toplumsal yapı ara­
sında temel bir çatışma söz konusu değildir. Ve bu neden­
ledir ki Meşrutiyet ve burjuva ideolojisi saltanat ve dinsel
ideoloji karşısında güçsüz kalmıştır. Bununla birlikte, bu­
rada açıklamadığımız belirli koşullar altında başarılı ola­
bilmiştir. Böyle bir durumda, elbette zor unsuru öne çık­
mış, bu da orduyu ve ordu içindeki çatışmaları belirleyici
olmak düzeyine çıkarmıştır.
Devlet katında gerçekleşen "burj uva devrimi" ( 1 908) ,
ideolojisi gereği halk kitlelerini siyasete katılmaya zorla­
mıştır. 1 908 ile 1 9 1 9 yılları arasında dört genel seçim ya­
pılmıştır. Böylece üstyapıdaki çatışma , sınırlı da olsa top­
luma yayılmıştır. Abdülhamid ile simgelenen uzun bir is­
tibdat döneminden sonra ülkede esen hürriyet havası için­
de, çeşitli fikir cereyanları ve siyasi partiler kurulmuştur. 6

S. Akşin, "Bugünkü Türk Ulusçuluğu " , Toplum ve Bilim, No. 5, 1 978.


6
T. z. Tunaya, agk, s. 1 61-368 .
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Ancak kanımızca, daha sonraki gelişmeleri belirleyecek


olan temel çatışma, l 908'in yukanda işaret edilen niteli­
ğinden kaynaklanan çatışmadır: Siyasi düzeyde saltanat/
meşrutiyet, ideolojik düzeyde ise dinsel ideoloj i/aydın­
lanma ideolojisi çatışması. Daha basit bir anlatımla toplum,
içlerinde çeşitlilikler de bulunsa, iki büyük cepheye ayrıl­
mıştır. Tartışmaya girmemek için '"kapitalizm öncesi" di­
yeceğimiz ve hilafet ve saltanat rejiminde ifadesini bulan
geleneksel düzenden yana olanlar ile modern devlet ve ka­
pitalist bir toplum yaratma çabasından yana olanlar.
İkinci grubu 1 908- 1 9 1 8 yıllannda, siyasi düzeyde l tti­
hat ve Terakki temsil etmiştir. Bilindiği gibi 1 908- 1 9 1 8 yıl­
ları İttihat ve Terakki'nin egemen olduğu yıllardır. Ne var
ki lttihat ve Terakki'nin ideolojisi dönemin toplumsal ya­
pısıyla, dolayısıyla da egemen dinsel ideoloji ile ters düş­
tüğünden, bu egemenlik genellikle zora dayanan bir ege­
menlik olmuştur. "Milli iktisat" politikasıyla gerçekleşti­
rilmek istenen kapitalist ilişkilerin ülke düzeyinde gelişe­
memesi (bunun nedenleri kuşkusuz ayrı bir incelemenin
konusudur) lttihat ve Terakki'nin temsil ettiği ideolojinin
geniş halk kitlelerince benimsenmesini engellemiş, bunun
.
yanında dış ilişkiletin etkisi de eklenince, baskı ve tahak­
küm, İttihat ve Terakki'nin egemenliğinin kaçınılmaz yön­
temi olmuştur. Baskı ve yolsuzluklar dağınık muhalefet
gruplarının birleşmesini sağlamış , lttihat ve Terakki'nin
yönetiminde girilen ve kaybedilen Birinci Dünya Savaşı da
lttihat ve Terakki'nin sonunu hazırlamıştır.
Bilerek başvurduğumuz bu şematik açıklama, kolay­
lıkla itirazlara yol açabileceğinden, bir iki nokta üzerinde
daha durmamız gerekiyor.
Bir kez, İttihat ve Terakki içinde tam bir ideolojik bir­
lik olduğu söylenemez. İç mücadeleler çok önemli boyut­
lara varabilmiştir. Ayrıca, kongrelerine yansıyan resmi gö­
rüşleri de değişmiştir. Özellikle, başlangıçta "Osmanlıcı, it-
Büyük Millet Meclisinin Kuruluşu

tihadı anasıra müstenid doktrini ve programı kısa bir za­


manda (bilhassa 1327/1 9 1 1 senesinden itibaren) Milliyetçi,
Türkçü ve layikliğe mü temayil bir mahiyete kalbolmuş­
tur" . 7 Daha da önemlisi, meşruti idareyi getiren ve "arayı
milliyenin rüchanı nüfuzunu teminini esas ittihaz" 8 eden
lttihat ve Terakki, Meclis'in Padişah tarafından -.1<lha kolay
feshedilebilmesini sağlayan anayasa değişikliğini ı:,�1,e ger­
çekleştirmiştir. Buna karşılık, geleneksel düzeni temsil et­
tiğini ileri sürdüğümüz muhalefet ise hürriyet, gerçek
meşruti rejim ve hakimiyet-i milliye kavramlarını kendile­
rine slogan edinebilmişlerdir. Ne ki bu çelişkiler aldatıcı­
dır ve devlet iktidarına yönelik mücadelelerde o günkü
güç dengeleriyle ilgilidir. Muhalefetin de türdeş bir ideolo­
jiye sahip olduğu iddia edilemez. İ ttihat ve Terakki iktida­
rını yıkmak amacından başka ortak noktaları bulunmayan
gruplardan söz edilebilir. Ancak bu, yukarıda belirttiğimiz
terriel toplumsal çatışmanın yadsınmasına olanak tanımaz.
Yukarıda, Birinci Dünya Savaşı'nda yenik düşülmesi
sonucunda İttihat ve Terakki'nin son bulduğunu söylemiş­
tik. "Hemen eklemek gerekir ki, bu ancak hukuken bir
son bulmadır. Zira , örgütün adı değişmekle, ya da yerine
geçen Teceddüt Fırkası kapatılmakla, ittihatçılık son bul­
mazdı. ittihat ve Terakki'nin ülkülerini benimsemiş olan­
lar, o program çerçevesinde davranmağa devam edecekler­
di. Nitekim, ltilaf Devletlerinin Türkiye'yi ezmek amacın­
da oldukları anlaşılınca, kurulan Müdafaa-i Hukuk örgüt­
lerinin esas itibariyle ittihat ve Terakkililerce oluşturuldu­
ğunu biliyoruz" . 9 Sina Akşin'den aktardığımız bu görüşe
katılıyoruz. Ancak bir eklemede bulunmak istiyoruz.

7
T. Z. Tunaya, agk, s. 189.
8
Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1 908 ( 1 324) yılında kabul edilen
siyasi programının 1. maddesi.
9
S. Akşin, jön Türkler ve luihat ve Terakki, Gerçek Yay., lstanbul, 1 980, s.
311.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Savaş yenilgisi ve Mondros Mütarekesi ile birlikte si­


yasi iktidar yeniden egemen toplumsal yapının temsilcisi
Halife Sultan'a geçmiştir. Fakat ltilaf Devletleri'nin fiili iş­
gali altında gerçekleşen bu iktidar, aynı zamanda ülke
içinde bir iktidar boşluğu yaratmıştır. Bu iktidar boşluğu
içinde yabancıların işgaline karşı önceleri yerel olarak or­
taya çıkan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, büyük ölçüde
eski lttihatçıların önayak olmasıyla kurulmuş olsalar bile
lttihat ve Terakki'nin ideolojisini, yani burjuva ideolojisini
kendilerine bayrak yapmamışlardır. Tam tersine, bilindiği
gibi, yerel Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin birleştirilme­
sini gerçekleştiren Erzurum ve Sivas Kongreleri'nce açıkça
kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiye­
ti'nin lttihat ve Terakki'nin bir devamı olmadığının bütün
millete ilan edilmesi istenmiştir. Anadolu'da direniş hare­
ketinin başlamasıyla birlikte, daha önce üzerinde· önemle
durduğumuz temel çatışma ortadan kalkmamış, fakat bir
süre için ikinci plana geçmiştir.
Tarık Zafer Tunaya'nın Müdafaa-i Hukuk devresi diye
adlandırdığı 1 9 1 8- 1 923 dönemi1 0 (ki biz bunu 1 9 1 8- 1 9 2 1
olarak almaktan yanayız) her şeyden önce yabancı işgaline
karşı ulusal bir direnişi örgütleme dönemidir. Bu nedenle
de Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti toplumda egemen
olan dinsel ideolojiyi birleştirici ideoloji olarak benimse­
miştir. Dinsel ideoloji ve onun siyasi temsilcisi Halife Sul­
tan iktidarına karşı bir hareket söz konusu değildir (hiç
olmazsa resmi olarak) . 1 1 Eylül 1 9 1 9 tarihinde Sivas'ta
"Umumi Kongre Heyeti" imzasıyla yayımlanan beyanna­
menin ikinci maddesi gayet açıktır:
"2 - Camia-i Osmaniye'nin tamamiyeti ve istiklali mil­
limizin temini ve makamı muallayı hilafet ve saltanatın
masuniyeti için Kuvva-yi Milliye'yi amil ve irade-i milliye­
yi hakim kılmak, esası kat'idir". 1 1

ııı
T. Z. Tunaya, agk, s. 472.
11
Nutuk, c. 3, Vesikalar, lstanbul, 1960, s . 1063 .

J ıa
Büyük Millet Meclisi'nin Kurulu şu

Tarık Zafer Tunaya , Müdafaa-i Hukuk devresinin iki


özelliğinden söz etmektedir: "a - Muhafazakar ve inkılapçı
iki telakkinin çarpışması. b - lnkılapçı telakkinin galet.ı, -
si. . . " Bunlardan birincisi, bizim yukarıda vurguladığımız
temel çatışmanın başka kavramlarla ifadesinden başka bir
şey değildir. Ancak biz , bu çatışmanın aynı dönemde ör­
tük olarak sürdüğünü söylemiştik. Özellikle Müdafaa-i
Hukuk dönemini 1 9 1 8- 1 9 2 1 olarak ele aldığımızı da be­
lirttiğimiz için bir açıklamada bulunmak gerekiyor. Ger­
çekten, bu dönemde "muhafazakar ve inkılapçı iki telak­
kinin" çarpıştığı görüşüne katılmamak elde değildir. Bu­
nun en somut delili de ortaya çıkan isyanlardır. Fakat bu
dönemdeki cepheleşme , lttihat ve Terakki dönemi içinde
oluşan cepheleşme hareketinden farklıdır. Yabancı işgaline
karşı ve Anadolu'daki Hıristiyan unsurların harekete geç­
mesi üzerine başlayan direniş hareketi içinde eski döne­
min "muhafazakarları" da yer almıştır. Zaten toplumda
güç dengesinin "muhafazakarlardan" yana olduğu nu bil­
diği içindir ki Mustafa Kemal en büyük çabasını bu nokta­
da toplamıştır. Ve Müdafaa-i Hukuk döneminin stratejisi,
bizce , Halife Sultan'ın temsil ettiği devlet iktidarına karşı,
toplumsal "hegemonya"yı kurmak olarak nitelendirilebilir.
Bu hegemonyayı sağlamak için dinsel ideoloji ön plana çı­
karılmıştır. Yalnız, burada da iki noktaya değinmek gere­
kiyor. Birincisi, bu hegemonyanın kurulması resmi ideolo­
jinin tarih kitaplarında anlatıldığı kadar kolay olmamıştır.
!kincisi ise, sorun salt bir taktik, basit bir "aldatmaca" da
değildir. Nesnel koşulların zorladığı bir uzlaşma söz konu­
sudur. Ortak düşmana karşı ortak amaçları gerçekleştire­
bilmek için bir birleşme.
Yerel Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini tek bir örgüt
haline getirme yolunda önemli bir adım olarak kabul edi­
len, Mustafa Kemal'in 22 Haziran 1 9 1 9 tarihli "Amasya
Tamimi" diye tarihe geçen bildirgesinin birinci maddesin­
de amaç açıkça ortaya konmuştur.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

"l - Vatanın tamamiyeti, milletin istiklali tehlikededir.


Hükümeti merkeziyemiz ltilaf Devletlerinin tesir ve mura­
kabesi altında mahsur bulunduğundan deruhte e ttiği
mes'uliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimi­
zi madum tanıttırıyor. Milletin istiklalini gene milletin
2
azm-ü karan kurtaracaktır.1
Sivas Kongresi Beyannamesi'nde daha da netleşen,
yukarıda aktardığımız ortak amaç, iki noktada toplanmak­
tadır: 1 - Hilafet ve saltanatı kurtarmak; 2 - Ulusal
bağımsızlığı ve ulusal egemenliği sağlamak.
Müdafaa-i Hukuk döneminin bu iki amacını, birbirine
karşıt, birbirleriyle çelişen ya da muhafazakar ve inkılapçı
grupların birbirlerine karşılıklı verdikleri ödünler olarak
görmek, dönemin koşulları içinde çok gerçekçi değildir.
Evet, hilafet ve saltanatın kurtarılması inkılapçılar açısın­
dan bir ödün sayılabilir. Kaldı ki inkılapçıların daha çok
"mektepli subaylar" olduğu düşünülecek olursa, onların
içinde dahi meşruti rejimden başka bir rejim düşünmeyen­
ler oldukça fazladır. Ama ulusal egemenlik, o zamanki dil­
le hakimiyet-i milliye ya da irade-i milliye kavramı, hiçbir
şekilde , muhafazakarlar tarafından inkılapçılara verilmiş
bir ödün olarak düşünülmemelidir.
Bir kez, daha önce de belirttiğimiz gibi, İttihat ve Te­
rakki'nin baskıcı yönetimi karşısında hakimiyet-i milliye
kavramına sahip çıkanlar, "muhafazakar" grupların tem­
silcileri olmuştur. Hürriyet ve ltilaf Fırkası'na kurucu sıfa­
tıyla katılan Mu tedil Hürriyetperveran Fırkasinın ve Ahali
Fırkasinın programlarının ilk sözcüğü hakimiyeti milli­
ye dir. Aynı şekilde, Hürriyet ve ltilaf Fırkası'nın progra-
'

12
Nutuk, c. 3, s. 9 1 5-916.
Amasya Tamimi'nden Sivas Kongresi kararına kadar geçen sürede hilafet ve
saltanat ile ilgili sözler incelenecek olursa, hilafet ve saltanat makamına karşı
daha saygılı davranıldığı dikkati çekmektedir. Bu da yukarıda sözünü e tti­
ğimiz güç dengesiyle yakından ilgilidir.
Büyük Miller Meclisinin Kuruluşu

mının birinci maddesi " Hürriyet ve ltilaf Fırkasının esası


ve maksadı teşekkülü her türlü vasıtai kanuniye ile mema­
liki Osmaniyede Meşrutiyeti hakikiyenin temini. " diye
..

başlamaktadır.
Ayrıca, "muhafazakar" denilen grup, kendi ideolojile­
rinin halkın büyük çoğunluğu tarafından desteklendiği,
bir başka anlatımla, kendilerinin halkı temsil ettiği inan­
cındadırlar. Bu inançlarının da gerçekdışı olmadığı kabul
edilebilir. Fakat o zaman da belki şu soru akla gelebilir:
Çoğunlukta oldukları halde neden başlayan mücadelenin
önderliğini Mustafa Kemal ve arkadaşlarına bıraktılar?
Mustafa Kemal'in Heyet-i Temsiliye'nin başına geçmesi be­
lirli bir mücadele sonunda olmuştur. Bu mücadelede Mus­
tafa Kemal'in kişisel yeteneklerinin yanı sıra, sıcak savaş
koşulları da unutulmamalıdır. Silahlı bir mücadelede el­
bette ordu mensupları ön plana geçecekti. Öte yandan, Bi­
rinci Dünya Savaşı'nda yenik düşmüş ve büyük ölçüde yok
olmuş ve dağılmış bir ordudan geri kalanların ise mutlaka
halkın desteğine ihtiyacı vardı. Bu nedenle, Sivas Kongre­
si'nde kesinleşen, büyük çoğunluğu Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin temsilcilerinden oluşan son
Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda kabul edilen Misak-ı Milli
ile de yinelenen bu iki amaç (Hilafet ve Saltanat Makamı­
nın Kurtarılması - Hakimiyet-i Milliye) öznel niyetlerin
değil, nesnel koşulların ürünüdür.
Nihayet, "hakimiyet-i milliye" kavramının dayanağı­
nın geçirdiği evrim de göz önünde tutulmalıdır. Bilindiği
gibi, başlangıçta, mücadele "irade-i milliye"yi temsil eden
bir hükümetin işbaşına getirilmesi yönündedir. Çünkü 2 1
Aralık 1 9 1 8 tarihinde Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı padişah
iradesiyle kapatılmıştı. Yürürlükteki Kanun-ı Esasi, padişa­
ha bu yetkiyi vermekteydi. Ancak, yine aynı Kanun-ı Esa­
si'nin yedinci maddesi gereğince dört ay içinde yeni seçim­
lerin yapılması gerekiyordu . Oysa Padişah Vahdettin, ba-
Türk Kurruluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

şarabildiği ölçüde, siyasal düzeni değiştirip 1 908 öncesine


dönmeye hazırlandığından, hiçbir zaman seçimleri söz
konusu etmemiştir. Kendi düşüncesinde kurduğu hükü­
metler eliyle iktidarını sağlamak istemiştir. Bu nedenle,
Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin ilk isteği yürür­
lükteki Kanun-ı Esasi çerçevesinde milli iradeyi hakim kı ­
lacak seçimlerin yapılması olmuştur. Bunda da haşan sağ­
lamış, Damat Ferit Paşa kabinesi çekilmek zorunda kalmış
ve Aralık 1 9 1 9'da seçimler yapılmıştır. Ama başta da söy­
lediğimiz gibi, lstanbul'un işgali ve Meclis'in çalışamaz ha­
le gelmesi ( 1 1 Nisan 1 9 20'de Padişah tarafından Meclis'in
feshi) üzerine hakimiyet-i milliye'yi sağlamak üzere , An­
kara'da "selahiyeti fevkaladeyi haiz " bir Meclis'in 23 Ni ­
san l 920'de toplanması gerçekleştirilmiştir. Aslında, Mete
Tunçay'ın belirttiği gibi , "Böylelikle, açıkça söylenilme­
mekle birlikte , Cemiyet tüzüğünün 4. maddesinde öngö­
rülen olasılık gerçekleşmiş sayılmakta ve yurt yönetimine
el konulmaktadır. . . " . 1 3
Yinelemek pahasına şunu vurgulamak istiyoruz : Ha­
kimiyet-i milliye kavramı, salt "inkılapçı" grup diye adlan­
dırılabilecek grubun tekelinde sanılmamalıdır. Tam tersine ,

13
M. Tunçay, agk, s. 41. Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetin Nizamnamesinin
dördüncü maddesi: "Hükürnet-i Osmaniye bir tazyik-i düveli karşısında mül­
kümüzün herhangi bir cüz'ünü terk ve ihmal etmek ıztırarında bulunduğu an­
laşıldığı takdirde alınacak idari, siyasi, askeri vaziyetlerin tayin ve tesbiti:
Hükürnet-i Osmaniye bir tazyik-i düveli karşısında 'Allah göstermesin' va­
tan-ı umuminin izrnihlal-i tamınına bir mukaddeme dernek olan buraları
terk ve ihmal etmek ıztırarında bulunduğu takdirde, yani vatanımızın Hü­
kürnet-i Osrnaniyeye ve Makamı Hilafete rnerbutiyeıi muahedat imza edil­
mek ve Düvel-i ltilafiye muhtıra ve hatalar ita olunmak suretile veya kanaat
bahşolacak vesaik-i saire-i siyasiye ile terk ve ihmal olunduğu tahakkuk ey­
lediği halde, Hilafet-i rnukaddeseye ve Saltanat-ı Osrnaniyeye olan rnerbuti­
yetimizi muhafaza ve temin etmek ve vatanımızı Rum ve Ermeni ayaklan al­
tında çiğnetmemek üzere derhal bir idare-i rnuvakkate teşekkül edecektir. Ve
halen mevcut olan teşkilat ve kavanini rnevzua-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye
dairesinde ıedvir-i umura devam edilecektir . . . " Nizamnamenin tamamı için
bkz. M. Tunçay, agk, s. 341-346, T. Z. Tunaya, agk, s. 514-519.
Büyük Millet Meclisinin Kuruluşu

"muhafazakarlar" da dahil olmak üzere çeşitli görüşteki


grupların "inkılapçılarla" uzlaşmasını ve birlikte hareket
etmelerini sağlamış bir amaçtır. Nitekim, Birinci BMM'de
Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı zaman zaman ortaya
çıkan muhalefet grupları, hakimiyet-i milliye adına ortaya
çıktıkları gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet par­
tisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşu da yi­
ne hakimiyet-i milliye kavramına dayandırılacaktır. Yalnız
şunu eklemek gerekir ki Mustafa Kemal ve taraftarları na­
zarında hakimiyet-i milliye, öngördükleri "yeni" iktidarın
hukuksal dayanağıdır, "muhafazakarlar" için ise hilafet ve
saltanat makamının korunmasının garantisidir. Bu iki farklı
görüş TBMM'de değişik konularda, değişik biçimlerde or­
taya çıkmış, fiili gruplaşmalara yol açmıştır. Şimdi ana hat­
larıyla bu çatışmaları inceleyelim.
Tarık Zafer Tunaya'nın ifadesiyle , "TBMM yalnız ve
yalnız gayede bir, fakat aslında muhtelifte ayrı telakki ve
farklı zümrelere bölünebilecek ve bu itibarla tecanüs arz­
etmeyen bir teşekküldür. Bununla beraber gayede bir olan
meb'usların bu bakımdan Anadolu ve Rumeli Müdafaai
Hukuk Cemiyeti azaları sayılmaları lazımdır ve Meclis bu
yönden hakiki bir tecanüse sahiptir. "14 Ama amaç birliğine
(vatanı düşman işgalinden kurtarmak) rağmen Meclis'te
başlangıcından itibaren gruplaşma ve hizipleşme hareket­
leri olmuştur. Bu hizipleşme hareketleri farklı kıstaslara
göre değişik isimler altında toplanmıştır. Daha henüz res­
men, sonraları I. Grup diye anılacak olan Anadolu ve Ru­
meli Müdafaa-i Hukuk Grubu kurulmadan ( 1 0 Mayıs 1 9 2 1 )
önce d e Meclis içinde fiilen oluşmuş gruplar söz konusu­
dur. 1 5
Çeşitli isimlerle anılsalar da, bizce BMM'deki grup­
laşmaların temel nedeni, Müdafaa-i Hukuk döneminde ör-

14
T. Z. Tunaya, agk, s. 529.
15
Bkz. Nutuk, c. II, s. 594.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

tük olarak sürdüğünü belirttiğimiz Batı tipi "yeni" bir dev­


let yanlısı olmak ile eski devlet düzenine bağlı kalmak
yanlısı olanlar arasındaki çatışmada yatmaktadır. Daha
sonraki çatışmalar hep bu temel nedene indirgenebilir. El­
bette bu çatışmanın ortaya çıkış biçimleri çok farklı ol­
muştur. Ama bu farklar, belirleyici olmayan, geçici ve gö­
rünürdeki ayrıntılar olmaktan ö teye gitmemektedir. Gün­
lük pratik sorunlar etrafında farklı görüşler savunulmuş ,
hatta şiddetli tartışmalara, geçici gruplaşmalara yol açmış­
tır. Ama bunlar olayların gelişimi içinde zamanla kaybol­
muş ve taraflar arasında yer değiştirmeler sık sık görül­
müştür. Başlangıçta "yeni" devletten yana olanlar, daha
sonraları eski düzenin savunucuları yanında yer almışlar­
dır. Şimdilik, "yeni" devlet ve "eski düzen" diye tap.ımla­
dığımız temel çatışmanın ortaya çıkış biçimleri üzerinde
duralım.
Yukarıda aktardığımız Heyet-i Temsiliye adına Musta­
fa Kemal'in 21 Nisan 1 9 20 tarihli yazısı uyarınca büyük
bir dinsel törenle 23 Nisan 1 920 Cuma günü Ankara'da
toplanan Meclis'e ilişkin ilk tartışma, bu Meclis'in niteliği
üzerinedir: Düşman işgali nedeniyle dağılan Osmanlı Mec­
lis-i Mebusanı'nın devamı mıdır, yoksa "Kurucu Meclis "
midir? Bilindiği gibi bu konudaki tartışmalar daha da eski­
ye gitmektedir. Mustafa Kemal, Nutukta bu durumu şu
şekilde anlatmaktadır: ( 1 9 Mart 1 920 tarihli bildiri ile ilgili
olarak) "Efendiler, bu mesele hakkında iki gün kadar ku­
mandanlarla makina başında müdavele-i efkar ederek mü­
taalalarını aldım. Ben ilk yazdığım müsveddede 'meclis-i
müessesan' tabirini kullanmıştım . Maksadım da toplana­
cak meclisin 'rejimi' değiştirmek salahiyetiyle ilk anda mü­
cehhez bulunmasını temin etmek idi. Fakat bu tabirin kul­
lanılmasındaki maksadı lüzumu gibi izah edemediğim için
veyahut izah e tmek istemediğim için halkın ünsiyet etme­
diği bir tabirdir, diye , Erzurum ve Sivas'tan ikaz edildim.
Büyük Millet Meclisinin Kuruluşu

Bunun üzerine 'salahiyet-i fevkaladeye malik bir meclis'


"16
tabirini kullanmakla iktifa ettim.
Aynı konuda son Osmanlı Meclisi Mebusanı'nın baş­
kanı (ve Anayasa Hukuku profesörü) Celalettin Arif Bey'in
Mustafa Kemal'e 27 ve 28 Mart tarihlerinde çektiği iki
telgrafta ise şunlar yazılıydı:

" . . . Bir meclisi fevkaladenin içtimaı ne kadar musip ise de


böyle bir meclisin elden geldiği kadar kanuna temas eyle­
mesi lazımdır. Vakıa bizim Kanun-ı Esasimizde böyle fevka­
lade bir meclisin toplanabilmesine dair bir işaret mevcut
değilse de, kavanini esasiye-i sairede mevcut desa tirden isti­
fade olunabilir . Mesela , Fransız Kanun-ı Esasine göre , mec­
lis, gayrikanuni bir surette fesholunur veya bir taarruza du­
çar olursa duçarı taarruz olan meclis azalarından kurtulabi­
lenler, vilayat ve elviye mecalis-i idaresinden intilhab olu­
nan ikişer aza ile birlikte bir mahalli m]lnasipte içtima eder­
ler ve meclisin yeniden küşadı veya taarruzun ref'i için itti­
hazı mukarrerat ederler. Bu meclisin mukarreratı mutadır.
Ve bu meclisin mukarreratını ısga etmiyenler hıyanet-i va­
taniye ile itham olunurlar . . . " (Düzce, 27.3. 1 9 20)
" Heyet-i Celile-i Temsiliye'nin 1 9.3. 1 9 20 tarihli tebliga tı
umumiyesi mütalaa olundu. Mevaddı mündericesi bende­
nizin düşündüğü esaslara sureti umumiyetle mu tabıktır.
Binaenaleyh Ankara'ya muvasalatı acizanemi mütaakıp bil­
istişare ayrıca bir beyannamenin ilanı tabiidir . . . " (Düzce,
28.3. 1 9 20).17

Mustafa Kemal'in yedi sene sonra Nutukta belirttiğine gö­


re , Celalettin Arif Bey ile aralarında daha o zamanlar bü ­
yük görüş farkı vardır. Celalettin Arif Bey, yukarıdaki telg ­
raflarından da anlaşılabileceği gibi Ankara'da toplanan

16
Nutuk, c . !, s. 4 2 1 .
17
Nutuk, c . !, s . 424-26 . Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Mete Tunçay,
Agk, s. 37-38, dipnot 1 9 .
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

BMM'yi Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın bir devamı olarak


görmektedir. Ayrıca, bu görüşünde yalnız da değildir. An­
cak o günün koşullarında Mustafa Kemal tarafından bile
karşı görüş savunulmamıştır. Mevcut anayasa ve yasalar
çerçevesinde toplantılarına başlayan BMM, bu nedenle, yani
salt hukuksal açıdan, 11. Meşrutiyet'in bir devamı ya da
Goloğlu'nun deyimiyle, "Osmanlı Türk Devletinin ( Ü çün­
cü Meşrutiyet) devresi"nin başlangıcı olarak kabul edilebi­
lir. Ama başka kıstaslarla, değişik görüş açılarından baka­
rak iki Meclis arasında benzerlikler ya da farklılıklar bulu­
nabilir. Bizim açımızdan önemli olan, toplumdaki temel
çatışmanın siyasal düzeyde BMM'ye nasıl yansıdığı ve ge ­
liştiğidir. BMM'nin yeni bir devletin kurucu organı olup
olmaması da bu çatışma ile ilgilidir.
24 Nisan 1 920 günü ikinci kez, yine en yaşlı üye Si ­
nop Mebusu Şeref Bey'in başkanlığında toplanan BMM'de
Mustafa Kemal'in, önce mütarekeden Meclis'in açılmasına
kadar geçen süre içinde cereyan eden siyasal olaylar hak­
kında yaptığı uzun açıklamalardan sonra Ankara'da top­
lanmış olan Meclis'in niteliği üzerindeki görüşü ve önerdi­
ği çözüm, çatışmanın geçici bir süre için de olsa dondu­
rulma biçimini belirlediği gibi, ortaya çıkış biçimlerini de
belirlemesi bakımından önemlidir.
Mustafa Kemal'in okuyarak Meclis'e sunduğu önerisi ­
nin mantık zincirini şu şekilde özetleyebiliriz: 1 8
- Memleketin parçalanmasını ve yok olmasını önle ­
mek için bütün milli kuvvetleri derhal sağlam bir " teşki­
lat'' ile birleştirmekten başka çare yoktur.
- Bu " teşkilatın" doğal şekli bir "hükümettir" .

18
TBMM Zabit Ceridesi'nde bu konuşmanın paragrafları birbirine karışmıştır.
Bugüne kadar bu karışık haliyle çeşitli kaynaklarca iktibas edilmiştir. K.
Karabekir'in lstıklal Harbimiz kitabında ise Anadolu Ajansı mahreçli olarak
aynı konuşma yer almıştır. iki metni karşılaştırarak yanlışlıkları düzeltmek
mümkün oldu. Ekler bölümünde düzeltilmiş şekliyle veriyoruz.
Büyük Miller Meclisi'nin Kuruluşu

- "Hükümet teşkilatının" esas şekli "gayri mesul bir


reis-i hükümet" ile "kuvve-yi icraiye " "kuvve-yi teşrii­
ye " den oluşur. " Kuvve-yi icraiye " "reis-i hükümet" tara­
fından seçilir ve yasama kuvvetinin onayı ve güveni ile iş­
başında kalabilir.
- Bu şekil, içinde _bulunduğumuz buhran açısından
"bizim için kabil-i tatbik değildir". " Çünkü Osmanlı Dev­
leti herhangi bir devlet gibi hükümdarının bedensel (cis­
mani) nüfuzu etrafında müteşekkil değildir. Makamı sal­
tanat aynı zamanda makamı hilafet olmak itibarile padişa­
hımız müslümanların da reisidir." Düşmanlarımız saltanat
ve hilafet makamlarının birbirlerinden ayrılmasını iste­
mektedirler. Oysa bizim birinci amacımız bunun milli ira­
deye uygun olmadığını göstermek ve makamı mukaddesi
esaret içinden kurtarmaktır.
- Bu nedenle Anadolu'da geçici kaydıyla da olsa bir hü­
kümet reisi tanımak veya bir "Padişah kaymakamlığı kur­
mak" hiçbir suretle mümkün değildir.
- Bu durumda reissiz bir hükümet kurmak zorundayız.
- Oysa bir noktada dengelenmeyen devlet kuvvetleri-
nin işlemesi imkansızdır.
- Diğer taraftan herhangi bir makama devlet kuvvetle­
rini ve milleti birleştirmek yetkisini verip sonra da onu
gayri mesul tanımak felaket olur.
- Bütün bu şartlar altında, lslamiyete de uygun olarak,
milli iradeyi temsil eden Meclis'in vatanın geleceğine (bil­
fiil) el koyması ilkesini esas alıyoruz. "Ve artık meclis-i
alimizin üstünde bir kuvvet mevcut değildir. " Hilafet ve
saltanat makamını kurtarmayı başardıktan sonra meclis-i
alimizin düzenleyeceği yasalar çerçevesinde padiş:ıhımız
da yerini alacaktır.
- Bu temel ilke kabul edildikten sonra yapılacak şey,
meclis-i alimizin tüm üyeleri devamlı olarak bütün devlet
işlerini ayrıntılarına kadar inceleme imkanı bulamayaca-
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

ğından, mevcut hükümet teşkilatının gerektirdiği bir işbö­


lümüne göre kendi aralanndan bazı arkadaşları bu işlerle
fiilen meşgul olmak üzere "memur" etmektir. "Vekil" is­
mini vereceğimiz bu üyelerin her birinin ayrı ayrı ve top-
1 uca Meclis'e karşı sorumluluğu esas olacaktır.
- Bu şekilde meydana çıkan "Heyet-i lcraiye "ye, Mec­
lis reisi seçilecek üye başkanlık edecektir.
Ana hatlarını ve mantık zincirini göstermeye çalıştı­
ğımız yukarıdaki Mustafa Kemal'in önerisi hakkında Samet
Ağaoğlu şunlan yazmaktadır:

"Bu ilk konuşmanın son parçası anayasa hukuku bilginleri­


ni yepyeni bir devle t anlayışı karşısında hayrete düşürecek
kadar önemlidir. Karşımızda bir kumandan değil , bir hu­
kuk nazariyecisi vardır. O, okullarda ve okullardan sonra
yalnız askerlik öğrendi; haya tı cephelerde geçti. Hangi kuv­
vet ona bu hukuk bilgisini, bu hukuk dilini vermiştir? Bu­
nu da yine esrarlı , kaynağı milli tarihten gelen ruh ile,
'Kuvva-yi Milliye Ruhu' ile anlatmak mümkündür "19 . . .

Gerçekten bu konuşma çok önemlidir, ama Samet Ağa­


oğlu'nun ve bazı resmi tarih yazarlarımızın dedikleri gibi,
önemi, temelindeki herhangi bir hukuk nazariyesinden ya
da hukuki değerinden değil, toplumdaki içten içe kayna­
yan çatışmaları yansıtmasından gelmektedir.
Mustafa Kemal'in önerisi dikkatle incelenecek olursa,
en temel konularda kavram kargaşası olduğu görülür. Hü-·
20
kümet ve devlet kavramları birbirlerine karıştırılmış,
"Kuvva-yi lcraiye" ile "Heyet-i lcraiye" ise birbiriyle ilgisi
yokmuş gibi gösterilmiştir. " Gayri mesul bir reis-i hükü-

19
S. Ağaoğlu, Kuvayi Milliye Ruhu, s. 55-56.
20
Aynı karışıklık 20 Ocak 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu layihasında da görü­
lür: '"Madde 3 - Türkiye halk Hükümeti Büyük Millet Meclisi tarafından
idare olunur ve "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti" unvanını taşır."
Büyük Millet Meclisinin Kuruluşu

metten" söz edildiğine göre , öngörülen bir "hükümet teş­


kilatı" değil, bir devlet teşkilatıdır. "Kuvva-yi lcraiye" ile
"Heyet-i Icraiye" birbirinden farklı değildir. Ama bu kav­
ramların birbirine karıştırılmasının bilgisizlikten kay­
naklanmadığı da kesindir. Mustafa Kemal'in önerisi, yeni
bir devlet kurmak isteyenler ile eski düzene bağlı olanlar
arasındaki çatışmayı çözme, birliği sağlama çabasıdır. Fe­
odal bir siyasal yapıyla, Batı tipi modern devlet yapısı
uzlaşmaz bir çatışma içinde bulunduklarından, bu çatışma
ancak bu şekilde, yani çelişkilerle dolu bir biçimde çözü­
lebilirdi. Fakat buradan da hilafet ve saltanat düzenini sa­
vunanların durumu anlamaktan aciz olduklarını çıkarma­
mak gerekir. Bir iki ufak itiraza karşı kabul edilen "hükü­
met şekli"nin temelinde milli egemenlik (irade-i milliye) ·
ilkesinin bulunması, daha önce de belirttiğimiz gibi, her
iki tarafın da, farklı amaçlarla da olsa, geçici bir süre için
uzlaşmasını sağlıyordu . Üstelik, hilafet ve saltanat maka­
mının kurtarılmasının Meclis'in birinci görevi olduğu bü­
21
tün millete açıkça bildiriliyordu.
Bilindiği gibi, Mustafa Kemal'in önerisi kabul edildik­
ten sonra yapılan seçim ile Meclis başkanlığına Mustafa
22
Kemal, ikinci b �şkanlığa da Celalettin Arif seçildiler. 25
Nisan 1 920 tarihli toplantıda da Mustafa Kemal'in önerisi­
ne göre yürütme yetkisini de bizzat kullanacak olan Mec­
lis'in bu yetkiyi nasıl kullanabileceğini tesbit etmek üzere
on beş kişilik bir Layiha Encümeni kuruldu ve hazırlana­
cak yasanın Meclis tarafından kabulüne kadar da altı kişi­
lik bir Icra Komisyonu seçildi. 2 3
2 Mayıs'ta Layiha Encümeni'nce hazırlanan "lcra Ve­
killerinin intihabına Dair kanun" kabul edildi ve ertesi gün

21
TBMM Zabu Ceridesi, c. 1, s. 60.
22
Agk, c. 1, s. 38.
23
Agk, c. 1, s. 61.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

de seçimler yapılarak ilk BMM lcra Vekilleri Heyeti göreve


başladı. 24 Böylece BMM Hükümeti'nin yasal çerçevesi or­
taya çıkmış ve çatışma hukuk planında çözülmüş görünü­
yordu.
Görünüyordu, diyoruz; çünkü toplumsal yapıdan kay­
naklanan çatışma aslında devam etmekteydi. Fakat bu ta­
rihten itibaren biçim değiştirmektedir. Artık saltanat mı,
yeni bir devlet mi çatışması yerini Icra Vekilleri Heyeti'nin
yetki ve görevleri sorununa bırakmaktadır. lç ve dış olay­
ların gelişmelerine paralel olarak tartışmalar, milli ege­
menlik adına hep bu noktada o daklaşacak ve ancak 29
Ekim l 9 23'te yeni bir çözüme ulaşacaktır. Bu arada Müda­
faa-i Hukuk Grubu ikiye bölünecek, Meclis yeni seçimler
için karar alacak, yeni seçimler yapılacak ve Halk Fırkası
kurulacak, 29 Ekim 1 9 23'te Cumhuriyet'in ilanıyla çatış­
ma başka bir biçim alacaktır. Bu noktaya gelmeden önce
gelişmelere biraz daha yakından bakalım .

24 Agk, c. 1, s. 185- 1 86.


Bolşeviklik Tartışma lan

icra Vekilleri ile Meclis arasında çeşitli konularda sık sık


ortaya çıkacak olan sürtüşme ve çatışmalar aslında
BMM'nin niteliği ve siyasal özü üzerindeki tartışmaların
bir devamıdır. Sıcak savaş koşulları nedeniyle açıkça soru­
lamayan bir soru bütün zihinleri meşgul etmektedir: Savaş
kazanıldıktan sonra ne olacaktır? Diğer bir deyimle, siya­
sal rejim sorunu, günün koşullarında açık seçik gündeme
gelmemiş olmakla beraber, bütün tartışmaları belirleyen
sorundur. Ama bu tartışmalar var olan toplumsal ve ideo­
lojik yapıdan soyutlanarak ele alınacak olursa yanlışlara
yol açar. Nitekim 1 920 yılındaki Bolşeviklik tartışmaları,
daha sonraları, özellikle sol çevrelerce yanlış değerlendi­
rilmiştir. Bu nedenle, BMM Hükümeti ve Bolşeviklik ilişki­
leri üzerinde durmayı gerekli görüyoruz.
Önce kuramsal olarak, 1 920 Anadolusunun gelişmiş­
lik düzeyi, komünizmin toplumsal taban kazanmasına im­
kan tanıyamazdı. Ama aynı şekilde , "aydınlanma" ideoloji­
sinin de egemen ideoloji durumuna gelmesine elverişli bir
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

yapı da söz konusu değildi. O halde, Mustafa Kemal'in si­


yasi iktidara nasıl sahip olabildiğini açıklayabilmek gerekir.
Türk Devrimi'ni, Cumhuriyet yönetiminin kuruluşunu an­
layabilmek açısından önemli bir konudur bu . Bu noktanın
doğru anlaşılabilmesinin tek yolu, gelişmelere başlangıç­
tan beri üzerinde durduğumuz ve duracağımız toplumdaki
temel çatışma açısından bakabilmektir. Evet, 1 9 2 1 Ocak
ayı sonlarına kadar Anadolu'da ve Meclis içinde Bolşevik­
lik tartışmaları olmuştur, ama bu tartışmalar uluslararası
siyasi ortam içinde, toplumda süregiden temel çatışmanın
ortaya çıkış biçimlerinden biridir.
Ankara'da BMM'nin açıldığı tarihler, Anadolu'da silah­
lı ayaklanmaların büyük boyutlara ulaştığı, Ankara'yı teh­
dit ettiği dönemdir. Bu nedenle BMM Hükümeti'nin en
önemli sorunu bu ayaklanmaları bastırmak olmuştur. ls­
yancılar din adına, padişah ve halifeye bağlılık adına orta­
ya atılmaktadırlar. Ankara'da kurulan hükümetin padişaha,
dine karşı ve Bolşevik olduğu ileri sürülerek halkın dini
inançlarına ve tarihi Rus düşmanlığına seslenilmektedir.
Kısa sürede halk des teği de bulan bu iç ayaklanmaların
ideolojisini göstermesi bakımından 19 Mayıs 1 920 tarihli
bir bildiriyi olduğu gibi koyuyoruz.

"Ey Padişaha, dine , devlete beşyüz seneden beri bağlılığı ile


dünyayı hayrette bırakmış olan gerçek Müslümanlar:
Bolşevik adı altında dörtyüz yıllık din. ve devlet düşmanı­
mız olan Moskoflardan çıkmış dinsel yasaya aykırı ve ka­
nun dışı olan bir görüşe kapılan birtakım eşkıya vatanı kur­
taracağız diye Anadolu'nun siz saf ve dürüst halkını aldata­
rak, Padişahına, Müslümanların Halifesine isyan bayrağı
çekmişlerdir. Bolşeviklik; paranın, malın ve arazinin ayak
takımı yersiz , yurtsuz birtakım haydutlar tarafından yağma
edilerek bu haylaz, tembel, cani herifler arasında bölünmesi,
hiç kimsenin nikahlı kansı olmayıp her kopuğun her kadını
istediği gibi kullanması, çocuklar iki yaşına kadar anaları-
Bolşeviklik Tartışmaları

nın kucağında kaldıktan sonra alınıp genel evlerde beslene­


rek anasız ve babasız yetiştirilmesidir ki, ne bir baba çocu­
ğunu , ne bir evla t ana ve babasını tanımaması demektir. Bu ,
dinimiz olan Islama aykırı olduğu gibi aile hayatına , insan­
lığa her şeye zıt bulunduğu için Müslüman memleketlerin­
de sökemez. Çünkü gavur icadı olan bu adete uyarak malını,
karısını feda edip Rusya'da sokaklar ortasında hayvanlar gi­
bi, yaşayan adamlar gibi serseriyane bir hayatı hiçbir Müs­
lüman, hiçbir insan, hiçbir vicdan kabul edemez .
Ancak memleketimiz öteden beri haydutluk ve soyguncu­
luğa alışmış, seferberlik sürdüğü müddetçe vurgun vurarak
kanunun üstünde bir üst gibi bulundukları yerlerde zorbaca­
sına hareket ve rahat yaşamayı, eğlence ve içkiye rezaletle
ulaşmış birtakım subaylar ile hapishaneden kaçmış yahut her
nasılsa yakasını şimdiye kadar kanun pençesine vermemiş
olanlar vardır ki bunlar milletin ezildiğini, mahvolduğunu,
köylerin harap , kadınların dul, çocukların yetim kaldığını
düşünmek istemezler. Amaçları her ne nam olursa olsun vur­
gunculuk devrini sürdürmektir. Dürüst kişilerin sığındığı
kanunu , hükümeti, padişahı tanımıyorlar. Vatanı kurtaraca­
ğız diye bütün Anadolu'yu kasıp kavurnyorlar. Padişahımız
tutsaktır, kurtaracağız diye zorla asker ve para topluyorlar.
Bir yıldan beri Anadolu'da yakmadık köy, öldürmedik
adam, yapmadık cinayet bırakmadılar. Halbuki, Yunanlıları
Izmir'den çıkaracağız dediler, aksine işgalin genişlemesine
sebep oldu , barış koşullarını hafifleteceğiz dediler, aksine
daha çok artırdılar. Din kardeşiyiz diyorlar, köylerimizi so­
yuyorlar, zorla asker yapıp din kardeşlerimize , hem de Hali­
fe-i Müslimin Efendimizin yasa içi olan Hükümetine karşı
silah kullanmağa zorluyorlar.
Bu, hükümete , kanuna karşı isyandır. Yasa içi olan hü­
kütnetlere karşı hiçbir yasa dışı bir kuvvetin süreli olduğu
görülmemiştir ki bunlar da dayanabilsinler. Eğer hükümet
bu isyanı bastırmağı başaramayacağı düşünülse bile o za­
man Anadolu'ya dehşetli bir Yunan ordusunu sokacakl.ardı
ki, onlar doğal olarak bizler gibi dökülen kanların din, kar­
deş kanı olduğunu düşünerek hareket etmeyecekler. Ana-
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

dolu'nun sağlam birkaç ilinde de diğerleri gibi taş üstünde


taş bırakmayacak, aldatılmış olanlar ile aldatanlar ayırd­
edilmeyip asayişsizliğe uygun görünen memleketimiz , yüz­
yıllarca başını doğrultamayacak bir durumda ezilecektir.
Düşman düşmana mevlüt okumaz . Bunun için bütün du­
rumları düşünün, eylemleriyle gözünüz önünde ne oldukla­
rı açığa çıkmış olan bu cani, bu haydutlara aldanmayınız.
Sonra pişman olmak fayda vermez.
Padişahımız bunları asın diye ilan etmiş . Şeriat fetvasını
vermiş. Her tarafta girişime başlanmak üzere ordular hare­
ket ettirilmiştir. Bunları tanıyan, gece gündüz içki ile , soy­
gunculuk ile kanlar, oğlanlar ile vakit geçirdiklerini gören
yakın yerler kendilerine hiçbir yardımda bulunmadığı için
kendilerinin rezilliğini göz önünde görmeyen uzak yerler
halkını aldatıp asker toplamağa çalışıyorlar. Hükümet kuv­
vetleri düzenli kollar ile üç noktadan yürüyerek, bunları
aynı hak ile tepeleyecektir. Gelen bunların hepsi günahkar
değildir. Aldatılmış olanların kanına girmeyi vicdanımız,
dinimiz kabul e tmiyor. Padişahımız , Halifei Müslimin
Efendimiz de kandırılmış olanları özürlü görerek yüce afla­
rını duyurdular. Buyruğundaki kuvvetler düzenli kuvvet­
lerdir. Çerkez, Abaza , Türk, Gürcü, Laz bunların hepsi din
kardeşliği duygusu ile doludurlar. Teslim olacakhalkın , as­
kerin malı, canı , namusu benim ve hükümetin sorumluluğu
altındadır. Hatta karışıklığa meydan verilmemek için asker
ve gönüllü kuvvetleri şehrinize sokmamayı bile yükleniyo­
rum. Bütün Çerkez ve Abazaların en çok sözü geçen vic­
danlı kişileri yanımdadır. Şehri Bolulu süvariler ile polisle­
rim koruyacaktır. Bir tek din kardeşinin burnunun kana­
masına bile (vallah ve billah) izin verilmeyecektir. Buna
hepimiz söz veriyoruz. Hatta şimdiye kadar bu yolda hare­
ket etmiş olan subayları dahi kandırılmış bir din kardeşi,
kan kardeşi tanıdığımız için ne canlarına ne de mallarına
dokunulmayacaktır .
Harp divanına verilmeyecektir. Bunun için memleketin
ileri gelenleri gizlice toplanınız . Sizlere silah dağıttıkları an­
laşılıyor.
Bolşeviklik Taraşma/an

Tabii bu subayları hemen tutuklar ve askere te slim olma­


larını teklif edersiniz . Askerin teslim olmak üzete bulundu­
ğunu , fakat soyulup öldürüle ceklerind en kork tu kları için
bir araya gelemediklerini bu ta rafa ka çıp gelenle t söylediler.
Bu teklifi verdiğimiz söz üzerine kabul edeceklen nden emi­
nim. Bunu size hükümet adına yazıy oruz. Ve hiç kimsenin
bir şeyine dokunulmayacağını Yine y as a içi hüku met adına
yükleniyorum. Aksi durumda p ek şidd etli bir SUtette kanu­
nun ve din yasasının hükü mleri istemeyerek , Vicd anım arzu
etmeyerek uygulanacaktır. Herhangi bir araç ile k. arşılığınızı
bekliyorum . Karşılık yirmidört saate ka dar gelın e diğinde il­
çenizi bilhassa merkezini eşkiyalara katılmı ş sayacağımı
üzüntü ile bildiririm . " 1

Görüldüğü gibi ana temalar din ve Bo lşeviklik tir. Daha


önce de ·gördüğümüz gibi , din v e buna bağlı olarak da hi ­
lafet ve saltanat Ankara Hüküm e tinin de üzerind e önemle
durduğu konulardır. Meclis'i olu şturan büyük b ir çoğun ­
luk da dinsel ideolojiye bağlıdır. Me clis açıldı k. tan sonra
millete hitaben yazılan beyanname ve padişaha Çe kilen telg­
raflar sadece Anad o lu halkını kazanmak için de ğil, bizzat
Meclis'te birliği sağlamak açısından zorunluluk olarak o r ­
taya çıkmıştır (Meclis de elbette Anadolu'daki güç denge­
sini yansıtmak tadır) .
Meclis içinde iktidar çekişm e si açısından, ayakla nma­
ların, dinsel ideolojiye sahip üye lerin, Mustafa Kemal ve
yandaşları karşısındaki durumlarını ve giderek di nsel ide o­
lojinin ideoloji olarak gücünü z ayıflat tığını belir tmek ge ­
rekir. Yabancı kuvvetlerin işgali karşısında bu i şgale s o n
vermek için silaha sarılmış güçl ere silahla ka rşı çıkmak,
yabancı düşmanla işbirliği yap rnaktan başka b ir anlam
taşıyamazdı elbette .

Süreyya Şehidoğlu, Milli Mücadele 'de Adapazarı - Bolu Düzce _ Hendek ve


Yöresi Ayaklanmaları, s. 22-24.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Buna karşılık anti-Bolşevik propaganda Meclis içinde


de taraftar bulmakta gecikmedi. Daha doğrusu yeni bir dev­
let kurma yolundaki Mustafa Kemal'e karşı eskiyi savu­
nanlar Icra Vekilleri Heyeti'ni Bolşeviklik konusunda sı­
kıştırarak Meclis'in güç dengesindeki yerlerini muhafaza
etmek, hatta güçlendirmek yolunu seçtiler.
1 920 Nisanında Ankara Hükümetinin izlediği politi­
kayı göstermesi bakımından üç belgeyi gözden geçirelim.
Bunlardan birincisi, 25 Nisan 1 920 tarihli BMM'nin Mem­
lekete Beyannamesi. Bu beyannamede isyancıların propa­
gandalarına inanılmaması istenmektedir:

Millet Meclisi Halife ve Padişahımızı düşman tazyıkından


kurtarmak, Anadolunun parça parça şunun bunun elinde
kalmasına mani olmak payıtahtımızı yine ana vatana bağ­
lamak için çalışıyor. Biz vekilleriniz Cenabı Hak ve Resulü
Ekremi namına yemin ederiz ki Padişaha, Halifeye isyan sö­
zü bir yalandan ibare ttir. . .
Büyük Millet Meclisi Emriyle
Mustafa Kemal 2

lkinci belge 26 Nisan 1 920 tarihli, Türkiye'nin Sovyet


Rusya ile beraber emperyalist hükümetlere karşı savaş ve
yardım isteğidir.

1 Emperyalist Hükümetler aleyhine harekatı ve bunların


-

tahtı tahakküm ve esaretinde bulunan mazlum insanları n


tahlisi gayesini İstihdaf eden bolşevik Ruslarla tevhidi mesai
ve harekatı kabul ediyoruz.

3 -Evvela milli topraklanmuı tahtı işgalde bulunduran


Emperyalist kuvvetleri tard ve atiyen emperyalizm aleyhine
vuku bulacak mücadelatı müşterekemiz için kuvayı dahili­
.yemizi taazzuv ettirmek üzere şimdilik ilk taksit olarak beş
milyon altının ve takarrür ettirilecek miktarda cepham· ve

A rarürk'ün T TB. , s. 303-4.


Bolşevıklik Tanışmaları

sair vesaiti fenniyei harbiye ve malzemei sıhhiyenin ve yal­


nız şarkta icrayi harekat edecek kuvvetler için erzakın Rus
Sovyet Cumhuriyetince temini rica olunur.
Ankara, 26 Nisan 1 3 3 6- 1 920
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal 3

Yukarıdaki teklifin "BMM emriyle " ibaresini taşımadığını


belirterek, 28 Nisan 1 920 tarihli üçüncü belgenin son pa ­
ragrafını aktaralım. Söz konusu belge padişaha çekilen telg­
raftır. " Padişahı azamı ve Hakanı akdesimiz Efendimiz" di­
ye başlayıp şöyle bitmektedir:

Padişahımız ! Kalbimiz hissi sadakat ve ubudiyetle dolu ,


tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile
toplanmış bulunuyoruz. lçtimaının ilk bu sözü Halife ve
Padişahına sadakat olan Büyük Millet Meclisi son sözünün
yine bundan ibaret olacağını süddei Seniyelerine en büyük
tazim ve huşü ile arz eder. 28/4/336
Büyük Mille t Meclisi Emriyle
Mustafa Kemal4

Kolayca anlaşılacağı gibi BMM Hükümeti'nin genel politi ­


kası iki esasa dayanmaktadır: Hilafet ve saltanata bağlı
kaldığını bildirerek Anadolu'da (ve Meclis'te) birliği sağ­
lamak; işgal kuvvetlerine karşı savaşında Sovyet Rusya ile
ittifak yapmak. Padişahın Ankara Hükümeti'ne karşı be­
nimsediği düşmanca tavır karşısında padişah adına birlik
sağlama politikası inandırıcı gelmeyebilir. Nitekim Kazım
Karabekir Paşa bu konuda şunları yazmaktadır:

. . . son vaat millet namına pek kuvvetlidir. Millet Meclisinin


ilk ve son sözü halife ve padişaha sadakat deniyor. Halbuki

Agk, s. 304- 5 .
Agk, s. 305-7.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

bu padişah Mille t Meclisi asilerden mürekkep tir dedi ve ha­


la da diyecektir. Ve sözü iştial etmiş veya edecek yerlere
müessir olacak ve Millet Meclisini nazarlarda aciz gibi gös­
terecektir. Ne gibi hadiseler olacak, sulh ve istiklale ne gibi
şartlar altında kavuşacağız , kestirilemeyeceğinden son sö­
zümüzü de şimdiden nasıl söylüyoruz. Herhangi bir veya
bir kaç kimse padişahı şimdilik avutmak için diye herhangi
bir vaadde bulunabilir. Fakat idrak ve hisce birbirine benze­
meyen Millet Meclisi bunu nasıl söyler? Madem ki söyledi
demek milletten aldıkları kuvvetli ve kat'i veche bu imiş . 5

Gerçekten toplumun genel gelişmişlik düzeyi, dinsel ideo­


lojinin egemenliği ve altı yüz yıllık geleneksel yaşamın ko­
şullandırmaları göz önünde tutulacak olursa bu politika­
nın gerçekçi bir politika olduğu kolay kolay yadsınamaz.
Mustafa Kemal'in mantığı gayet sağlamdır: Esaret altında
olmasa, padişah vatanın istiklali için çalışanlara asi demez:
"Zatı Şahanenin ağzından işitsem mutlaka bunun icbar ve
tazyik altında olduğuna hükmederim. " 6 O zamanlar söy­
lenmeyen, fakat aynı mantığın doğal sonucu da elbette şu­
dur: Ankara Hükümeti işgalcilere karşı giriştiği savaşta ba­
şarı kazanmasına rağmen padişah eski tutumunu sürdü­
rürse, o bir haindir.
Bununla birlikte, Kazım Karabekir'in aynı konuya iliş­
kin sorduğu soru ilginçtir: "Aynı Meclis saltanatın lağvına
ve ikinci meclis de hilafetin lağvına karar vermiştir. Ne gi­
bi hadise ve saiklerle az zamanda bu mühim inkılablar ol­
du . . ?"7 Bu değişimi göstermeye çalışacağız, ama önce Mus­
.

tafa Kemal'in Sovyet Rusya ile ilişkilerine bağlı olarak or­


taya çıkan Bolşeviklik konusuna dönelim.
1 9 20 Mayıs ayı ile 1 9 2 1 Ocak ayı arasında Anadolu'da
Yeşil Ordu Cemiyeti, Halk Zümresi, Türkiye Halk İştira-

K. Karabekir, !sakla/ Harbimiz, lstanbul, 1 969, s. 642.


TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I , s. 9.
K. Karabekir, agk, s. 642.
Bolşeviklik Tarllşmalan

kiyun Fırkası, (Resmi) Türkiye Komünist Fırkası ve (gizli)


Türkiye Komünist Fırkası adlarını taşıyan sol örgütler ku­
rulmuş ve faaliyette bulunmuşlardır. Bu örgütler en ayrın ­
tılı biçimde , belgelere dayanılarak Mete Tunçay tarafından
incelenmiştir. Biz de temel olarak bu çalışmaya dayanarak
Ankara Hükümeti'nin sol ile ilişkilerini ve mevcut temel
çatışma çerçevesinde solun yerini belirtmek istiyoruz.
Sonra söyleyeceğimizi baştan söyleyelim:
- 1 9 20 Anadolusunda , Bolşeviklik, bazı yazarlarca
abartıldığı ölçüde önemli değildir.
- Meclis içinde Bolşevik bir gruptan söz edilemez.
- Ne Yeşil O rdu Cemiyeti ne de Halk Zümresi Bolşe-
viktir.
- Mustafa Kemal ve BMM Hükümeti Bolşeviklik ce­
reyanını ciddi bir tehlike olarak görmemektedirler.
- Özellikle 1 9 2 1 Ocağında sola karşı girişilen bastırma
hareketi daha çok muhafazakarlarla süregiden çatışmayla
ilgilidir.
- Londra Konferansı da solun bastırılmasında esas ne ­
den değildir.
Zamanın koşulları içinde BMM Hükümeti Sovyetler
Birliği ile ittifak etmeyi bir zorunluluk olarak görüyordu .
Aynı şekilde, yeni kurulan Sovyetler Hükümeti de ortak
düşmana karşı mücadeleye girmiş olan Ankara Hükümeti­
ni destekliyordu. Böyle bir durum elbette İstanbul Hükü ­
metince Mustafa Kemal'in ve Ankara Hükümeti'nin Bolşe ­
vik olduğu yolundaki propagandasını daha da yoğunlaş­
tırmasını kolaylaştırmış oluyordu . Sovyet Rusya ile yakın ­
laşma, gerçekten Anadolu'da yer yer "Bolşevik" hareketle ­
rin belirmesine yol açmakla birlikte , esas olarak Ankara
Hükümeti'ne karşı ayaklanmaların kitle tabanını genişleti­
yordu. lşte , bilinebildiği kadarıyla Yeşil Ordu Cemiyeti bu
nedenle, yani lstanbul'un ve isyancıların önemli silahla­
rından biri olan anti-Bolşevik propagandayı etkisiz kılmak
ve Sovyetler Birliği ile işbirliği konusunda Anadolu kamu-

139
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorun u

oyunu hazırlamak amacıyla 1 9 20 Mayıs ayı ortalarında


kurulmuştur. 8
Bir de Yeşil Ordu Cemiyeti'nin talimatnamesine göz
atalım. Çoğu zaman temel belgeler "Ek/er " bölümünde ve­
rilir ve içerikleriyle pek uğraşılmadığından, uzun da olsa
bazı alıntılar yapmak zorunluluğunu duyuyoruz.

Yeşil Ordu Talimatnam esi:


1 - Asya'nın saf ve nezih ahlak ve maişetini (yaşayışını) em­
peryalist, kapitalist namları altındaki medeni gasp ve garati
(yağma) Avrupai redaet (bayağılık) ve safahatla ihlal etmek
için her vakitten ziyade şerefe taarruz eden ve hulul-i
müslihane ile de bu ifsat ve tahakkümü zavallı Asya halkına
infaz ve teşmile çalışan bugünkü asker ve tüccar ve politi­
kacı Avrupa'nın bu yoldaki mesaisine karşı durarak Asya'da
ahlaki ve insani bir maişet ve şarkta da şarkın kendisine
mahsus olan nezahe t ve saffeti ahlakı teshil ve siyanet (ko­
ruyacak) edecek bir ittihat vücuda getirmek gayesiyle çalı­
şan eshab-ı efkarın vücuda getirecekleri silsile-i mesai ve
saffeti içtihata Yeşil Ordu namı verilmiştir.
2 - . . . Yeşil Ordu'nun .bütün safları ve bütün mesaisi bir nok­
taya mü teveccihdir: saadet-i beşer ve buna mevsül (bağlı)
olmak üzere gayet samimi bir Asya halk ittihadı. Yeşil Or­
du'nun yeşil cihat bayrağında şu cümleyi aynen menkuş (iş­
lenmiş) bilmelidir: Asya , asyalılarındır. Asya artık kapılarını
muharebe , sermaye , ihtikar, sunuf, ihtirasat fecaatlerine
ebediyen kapamıştır.

Ne tice:
Alem büyük bir inkılap karşısındadır. Avrupa'da bir kısım
efadıl (aydınlar) "Sosyalizm" mesleki dairesinde garbın me-

M . Tunçay, Türkiye 'de Sol Akımlar, Bilgi Yay., 3. basım, Ankara, 1 978, s.
1 30-152.
Paul Duomant, La Revolution Impossible, içinde Cahiers du Monde Russe et
Sovietique, Paris, 1 978, s. 1 4 3- 1 74.
Nutuk, c. II, s. 467-68.
Bolşeviklik Taraşma/arı

deniyet perdesi altındaki redaet ve cinayetleri yıkmak orta­


dan kaldırmak için "Burjuvazi" denilen muhtekir ve muhte­
rislerle mücadele ediyor. Bunların en büyük gayesi çok
zenginlerin taşkın sefahatlariyle fıkara takımının yoksulluk­
tan mü tevellit sefaletine bir had tayin etmektir. İslamiyet ve
şer'i Muhammedi bu esası ta 1 300 sene evvel zekat, fitre ,
kurban gibi vecibat ile vaz ve terviç etmiş (desteklemiş) ol­
duğundan Müslümanlar bu alemin terviç e tmiş olduğu bu
inkılab-ı içtimaiden mutazarrır değil müstefit olacaklardır.
Bunun içindir ki teşkilatımızın bir umdesi de Sosyalizm ha­
rekatından istifade etmek ve onlara muavenet etmektir. Her
heyet-i merkeziyede bu umdeyi nazar-ı ehemmiyette tuta­
cak ve inkılabın tamamiyle vusülüne kadar zekat fitre, kur­
ban gibi şeriatın hakk-ı fakr olmak üzere zenginlere tahmil
ettiği vecibatı suret-i mukayesede cem' ederek say ü amelini
kaybetmiş olanlara tevzi edilecektir. 9

Görüldüğü gibi "Batı'nın ahlaksızlığına" karşı Asya'nın "saf


ve nezih" ahlak ve yaşayışını savunan, bunu da Islam dini­
ne bağlayan bir anlayış söz konusudur. Talimatnamesinde
bunlar yazılı olan bir örgüt, ne hikmetse, siyasal edebiya­
tımızda "solcu'' , hatta "Bolşevik" olarak değerlendirilmiş,
günümüzde bile aynı şekilde değerlendirilmeye devam
edilmektedir. Bu değerlendirmenin yanlışlığı Türk siyasal
hayatının gelişmesini açıklamakta daha önemli bir yanlışa
yol açmamış olsa, belki üzerinde durmak çok anlamlı ol­
mayabilirdi. Ne ki Yeşil Ordu'nun Çerkes E them'in silahlı
kuvvetleri ile önemli bir güç durumuna gelmiş olması Kur­
tuluş Savaşı Türkiyesinde Bolşeviklik cereyanının abartıl­
masına yol açmış ve temel çatışma sanki Ankara Hükümeti
ile sol güçler arasında cereyan e tmiş gibi gösterilmiştir.
Bu yorum, 1960'lı yıllarda kimi "sol" çevrelerin, şu ya
da bu nedenle seçmiş oldukları siyasi stratejilerine tarihsel

M. Tunçay, agk, s. 395-397.


Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

dayanak arama çabasıyla oldukça yaygınlık kazanmıştır.


Bir strateji bir kez saptanınca geçmişe dönüp bu stratejinin
geçerliliğini savunmak oldukça kolaydır. Çünkü sayısız ta­
rihsel belge arasında elbette kanıtlanmak istenen savın
doğrultusunda birkaç belge kolaylıkla bulunabilir. lşte bir
örnek: lstanbul'daki lngiliz Gizli Haber Alma Örgütü'nün
kendi hükümetine gönderdiği raporda10 şu cümleler yer
almaktadır: "Anadolu'da bugün en önemli gelişme , hiç
kuşkusuz Bolşevikliğe yönelen harekettir'. " " . . . Şimdi Bol­
şevik davasına kazanılmış aşağı yukarı yüz milletvekili
vardır ve bu parti durmadan kuvvet kazanmaktadır. "
O sıralarda Meclis o turumlarında üye sayısının yüz
altmışı geçmediği ve Nisab-ı Müzakere Kanunu'na göre
seksen altı üye toplantıya katıldığı takdirde çoğunluk sağ­
lanmış sayıldığı düşünülecek olursa, yüz milletvekilinin
Meclis'te egemen olmamasına hiçbir neden yoktur. Oysa,
BMM'de Bolşeviklik hiçbir zaman egemen görüş olmamış­
tır. Ayrıca, frengi ile mücadelede kadınları ve genç kızları
doktor muayene edebilir mi, edemez mi konusunda tar­
tışmaların haftalar, hatta aylar sürdüğü ve büyük kavgalara
sahne olan bir Meclis'te, herhalde Bolşevikliğin en önemli
cereyan olduğu ileri sürülemez .
Bununla birlikte, Yeşil Ordu'nun Anadolu'daki etkin­
liği günümüze dek yeterince incelenmiş bir konu değildir.
Ancak somut belgelerle aksi ispat edilmedikçe biz Yeşil
Ordu'nun, özellikle Bolşevik akımı geliştirici, kitlelere ya­
yıcı yönde bir etkisi olmadığı savını ileri süreceğiz. "Her ne
kadar kendilerine 'bolşevik taburlar' denilen silahlı güçle­
rin varlığından söz edilse bile, bunların bolşeviklikle yakın
uzak hiçbir ilişkisi olmadığı görüşündeyiz. Kısaca söyle­
mek gerekirse, Yeşil Ordu başlangıçta Anadolu'da Ankara
Hükümeti'nin Bolşevik olduğu propagandasını kırmak için,

10
M. Tunçay, agk, s. 399.
Bolşeviklik Tartışmaları

Mustafa Kemal'in bilgisi dahilinde ve desteği ile kurulmuş


bir cemiyettir. Ancak Çerkes Ethem'in bu cemiyetin üyesi
oluşu ve daha sonra da Ankara Hükümeti ile arasının
açılması Mustafa Kemal'in Yeşil Ordu'ya karşı cephe alma­
sına yol açmıştır. Ama, bu çatışma Bolşeviklik nedeniyle
ortaya çıkmış olmayıp Çerkes Ethem'in kişisel ihtirasla­
rından kaynaklanmıştır. Çerkes Ethem'in Ankara Hükü­
meti ile arasının açılmasına Bolşeviklik konusunun yol aç­
tığına dair bir tek belge bugüne kadar gösterilememiştir.
Çerkes Ethem komünistlikle değil, komünist olmadığı
halde komünistleri kandırmak istemekle suçlanmaktadır.
"Evvela bolşevikleri iğfal etmek, Komünist renk ve şekil
kisvesinde görünmek, bolşevikleri aldatmak, bolşeviklere
bu memleket içinde bir feveran, derhal bir inkılap, bir ih­
tilal yapmak imkanı olduğu kanaatını verdirmek istedi­
".11
ler . . .
Bu arada , Yeşil Ordu'nun sonu hakkında Mete
Tunçay'ın bir değerlendirmesine katılmadığımızı belirt­
mek istiyoruz. Mete Tunçay şöyle bir yorumda bulunmak­
tadır:

Milli Mücadele , Anadolu'nun hemen her yerinde sınıflararası


bir ulusal birlik havası içinde ve özellikle yerel eşrafın para­
sal desteğine dayanılarak yürütülüyordu. Ethem'in davra­
nışları ise , bu tu tumla ça tışmaktaydı. Onun zenginlere bas­
kı yaparak zorla para toplaması, Milli Mücadele cephesinde
bir bölünmeye varmasından korkulabilecek tepkiler do­
ğurmuştur. Bunun için de Kuvayı Seyyare'yi ortadan kal­
12
dırmak zorunlu olmuştur.

Bu yorum, Yeşil Ordu'ya ve Çerkes Ethem'e gerçekte sahip


olmadıkları bir konumu yakıştırmaktır. Eğer bu yorum

11
TBMM Zabu Ceridesi, Devre: 1 , c . 7 , (81111 337) , s . 227.
11
M. Tunçay, agk, s. 243
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

doğru olsaydı , bunun mutlaka Meclis tartışmalarına• yan­


sıması gerekirdi. Oysa Meclis zabıtlarında Çerkes Ethem
ile ilgili herhangi bir yakınmaya rastlanmamaktadır. Mec­
lis'te gerçekten Kuvva-yi Milliye adına halktan zorla para
toplandığına dair şikayetler olmuştur, ama bu şikayetler
Ethem'e değil, başında subay bulunan yerel Kuvva-yi Mil­
liye örgütlerine yöneliktir. Bu tarihte Çerkez Ethem; du­
rum unun açıklığa çıkmış olmasına rağmen Meclis'te, özel­
likle muhafazakar mebuslar tarafından savunulmuştur: 1 3

"BASRİ Bey (Karesi) - Paşa Hazretleri, benim kendi kanaatı


vicdaniyeme Ethem Beyde, bir ihanetten ziyade bir idaresiz­
liğin neticesi vardır. Bendeniz Balıkesir'de yok idim , hali fi­
rarda idim, Ethem Bey üç defa Balıkesir'e gelmiş, üç defa
Karesi Livası dahilinde harekat yapmış çapulculuğu vesairesi
mevzuu bahsolan Ethem Beyin, bizim dairei intihabiyede
çapulculuğu vesairesi yoktur. Bir tavuğa bile dokunmadığı­
nı iddia ediyor ve ispat ediyorlar. Bizim livamız dahilinde
hiç çapulculuk yapmamıştı. Buna Kazım Bey şahittir. (gü­
rültüler) . Ben kanaatımı söylüyorum . Ümmeti Muham­
med'in kanını düşü"nelim, birbirine kırdırmıyalım. M. KE­
MAL PAŞA (devamla) - . . . Diyorsunuz ki Ethem iyi adamdır?
Halbuki öyle değildir. Ethem Bey şakidir. ldare edilerek
kullanılıyordu . Şaki daima şakidir. Bunun itimada şayan bir
ciheti yoktur. " 1 4

Aynı tarihlerde, yani 1 920 sonbaharında, Meclis içinde de


Halk Zümresi adında bir grup oluşmuştur. Halk Zümresi
Yeşil Ordu Cemiyeti'nin yasal görünüşü olarak kabul edi­
lir. 15 Yukarıda alıntı yaptığımız lngiliz raporunda sözü

13
Çerkes Ethem meselesinin Meclis'te ilk görüşülmesi: 29 Aralık 1 920 Gizli
Celsede (M. Kemal Paşa'nın Çerkez Ethem meselesi hakkında beyanatı)
TBMM Gizli Celse Zabıdarı, c. 1, s. 273.
14
TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. ! , s. 300.
ıs " Milli Mücadele yöneticileri içinde, daha Heyet-i Temsiliye devresinden beri,
bir çeşit 'Şark Mefküresi' taraftarlarının bir araya toplandıkları anlaşılmakta-
Bolşeviklik Taraşma/arı

edilen yüz milletvekili bu zümreye aittir ( ! ) . Halk Zümre­


si'nin gerçekte kaç milletvekiline sahip olduğu bilinme­
mektedir, ancak zümre yöneticilerinden olan Hakkı Behiç
Bey'in ve daha sonra da Tokat mebusu Nazım'ın Dahiliye
Vekaletine seçilmeleri, Halk Zümresi'nin güçlü bir grup
olduğu kanısını uyandırmıştır. Fakat burada da üzerinde
durulması gereken Halk Zümresi'nin ideolojik niteliğidir.
Zümrenin siyasi programına bakılacak olursa , dinci ve
Doğucu karakterinin ağır bastığı kolayca görülebilir. 1 6 Tek
tek kişilerin (grubun yöne ticileri bile olsalar) komünist
eğilimli olmalarının Halk Zümresi'ni "sol" bir grup olarak
nitelendirmeye yeterli olmadığı kanısındayız .
Halk Zümresi yöneticilerinden Tokat mebusu Na­
zım'ın Mustafa Kemal'in adayı Refet Bey'e (Refet Bele Paşa)
karşı Meclis tarafından Dahiliye Vekaleti'ne seçilmesi ko­
nusuna gelince , bu durumun Meclis'te "sol"un gücünü
gösteren bir olay olarak kabul edilmemesi gerekir. 4 Eylül
1 920 günü Dahiliye Vekili seçimi için yapılan ilk oylama­
da kullanılan oylardan altmış altısını Nazım Bey, altmış
beşini Refet Bey, otuz birini Izmit Mebusu Sırrı Bey almış­
tır. Sırrı Bey'in adaylıktan çekilmesı üzerine ikinci oyla­
mada doksan sekiz oyla Nazım Bey Dahiliye Vekili seçil­
miştir. Ancak Mustafa Kemal, Nazım Bey'in vekilliğe baş­
lamadan istifa etmesini sağlamış ve 6 Eylül 1 920 günü ya­
pılan seçimlerde Rifat Bey yüz seksen yedi oydan yüz otuz
birini alarak Dahiliye Vekili seçilmiştir.
Bu olay Halk Zümresi'nin Meclis'te oldukça etkili ol­
duğunu göstermektedir. Fakat bu etki, grubun "sol" ideo­
lojisinden ileri gelmemektedir. Halk Zümresi'nin gücü ve

dır. Hakkı Behiç gibi kimselerin meydana getirdiği bu çevrenin inanışına gö­
re, batı uygarlığı çöküntü halindedir ve doğuda yeni bir iyi toplum doğacak­
tır. işte, bu kanıdaki milletvekillerinden oluşan Halk Zümresi, aslında, Yeşil
Ordu'dan ayrı bir kuruluş olmayıp, onun Meclis Grubu niteliğindeydi. " M
Tunçay, agk, s. 1 52.
16
Bkz. Ek 2.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Sıyasal Rejim Sorunu

Dahiliye Vekili seçimindeki başarısı, Meclis'te Mus tafa


Kemal'e ve onun temsil ettiği görüşe karşı muhafazakarları
geçici olarak da olsa bir araya getirebilmesinden ileri gel­
mektedir. Bu birlik de Mustafa Kemal'in diktatörlüğü ve
lcra Vekilleri Heyeti'nin Meclis'i olup bittiler karşısında bı­
raktığı teması etrafında sağlanmıştır.
5 Eylül 1 920 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde
"Mecliste Siyasi Cereyanlar" başlığı altında verilen bir ha­
berden de anlaşılabileceği gibi Halk Zümresi , 3 Eylül 1 920
tarihinde hazırladığı programı ile Meclis'te çoğunl�ğu sağ­
lamak için çalışmaktadır:

Memlekette ö teden beri vücutlarını hissettirmekte olan si­


yasi cereyanlar ahiren Meclis' e de intikal etmiş ve orada bir
takım hareketler vücuda getirmiştir. Bu hareketler meya­
nında en ziyade mütebariz olan Meclis'te teşekkül eden ve
Halk Zümresi namını taşıyan bir gruptur. Grup bir prog�am
neşrederek bunun etrafında bir ekseriyet toplamak istedi ise
de bu teşebbüse muvaffakiyetle neticelenmemiş olarak ba­
kabiliriz.
Zümrenin neşrettiği program hakkındaki mü talaalarımızı
ayrıca zikredeceğiz . Ancak Zümre teşebbüsünün uğradığı
adem-i muvaffakiyetin esbabı hakkında şimdiden şunu söy­
leyebiliriz ki Zümrenin esna-i teşkilinde muayyen ve sabit
bir akide ve etrafında canlı ve kuvvetli bir hareket-i fikriye
ile müterafık muayyen ve vazıh olduğu kadar ameli hedefli
bir hareket planı hazırlamak yerine Meclis'te Izhar-ı kuvvet
ve nüfuz edecek bir ekseriyet toplamaya çalışmıştır. Bundan
dolayı program gayet mühim olmakla beraber mümkün
mertebe fazla taraftar kazanacak tarzda yalnız bir akide
programı olmuş, muayyen ameli hedefli bir hareket planın­
dan mahrum bulunmuştur. lşte zümre teşebbüsünün mu­
vaffakiyetle neticelenmemesinin başlıca sebebi budur. Bu
programı ayrıca tetkik edeceğiz . 1 7

17
M . Tunçay, agk, s. 1 57- 1 56 , dipnot l 07'de zikredilmiştir.
Bolşeviklik Tartışmaları

Halk Zümresi'nin programının özellikle ilk dört maddesi,


gerçekten mümkün olduğu kadar fazla taraftar toplamak
üzere kaleme alınmış izlenimini vermektedir. Birinci mad­
dedeki "halk hakimiyeti" kavramı doğrudan doğruya idare
mekanizmasına, onun da ö tesinde lcra Vekilleri Heyeti'nin
otoriter tutumuna yöneliktir. Üçüncü madde dini ideoloji
etrafında çoğunluk sağlama amacındadır: " 3 - Zümre
Islamiyetin kudsı: esasatına istinat ederek Asr-ı Saadetteki
samimiyet-i müşterekeyi iadeye ve Garptan gelen ifsadat-ı
ahlakiyyeyi, tahakküm ve ihtirasatı takim ve imhaya ça­
"18
lışmakla yolunu Hak yolu, Allah yolu bilir.
Zümre, başlangıçta Hakimiyet-i Milliye'nin iddiasının
aksine Meclis'te ufak da olsa bir çoğunluk sağlamayı ba­
şarmıştır. Gördüğümüz gibi, programlarının neşrinin erte­
si günü , yani 4 Eylül'de yapılan Dahiliye Vekili seçimini
zümrenin adayı Tokat Mebusu Nazım kazanmıştır. Ancak
bu çoğunluk iki gün sonra dağılmıştır. Mustafa Kemal'in
Ali Fuat Paşa'ya gönderdiği 14 Eylül 1 920 tarih ve 1 34 7
numaralı şifreden de zümrenin bu tarihlerde dağıldığı an­
laşılmaktadır. 1 9 Zaten geriye kalanlar da, Çer kes Ethem
olayı ile birlikte 1 920 yılının sonunda tamamen etkilerini
kaybetmişlerdir. Grup yöneticilerinden Tokat Mebusu Na­
zım , Bursa Mebusu Şeyh Servet, Afyonkarahisar Mebusu
Mehmet Şükrü 7 Aralık'ta Türkiye Halk lştirakiyun Fırka-

18
Bkz. Ek 2.
19
" Mecliste ahiren meydana çıkan Halk Zümresi bizim tanıdığımız arkadaşlar­
dır. Bunlar memlekette bir içtimaı inkılabın kısmen olsun lüzümuna kani
olanlardır. Bu teşebbüsün mehalikini ihata edememektedirler. Hükümetten
ayrı bir zümre yapmaktan vazgeçirmek istedik, mümkün olmadı . Fakat şim­
di halkçılık programı altında Hükümetçe bir program kabul ettik. Halk
Zümresi kendiliğinden dağılmış gibidir. " F. Tevetoğlu, Türkiye 'de Sosyalist
Komünist Faaliyetler, Ankara, 1 967, s. 1 23.
Mustafa Kemal'in sözünü ettiği program, 13 Eylül 1 920 tarihinde Meclis'e
sunulan, 18 Eylül 1920'de Meclis'te bir Encümen-i mahsusa sevk edilen ve
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na temel teşkil eden Hükümet Programı'dır (Bkz.
Ek 3 ) .
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

sı'nı kurmuşlarsa da, bu fırka ne Meclis içinde ne de Mec­


lis dışında bir varlık gösterebilmiştir. Ancak böyle bir fır­
kanın kurulmasına hükümetçe izin verilmesinin Meclis'te
ve Meclis dışında muhafazakarlar tarafından hükümete ve
Mustafa Kemal'e karşı bir propaganda konusu olması üze­
rine , Ethem olayı ile ilişkilendirilerek kapatılmıştır. Fakat
bu kapatma çokça ileri sürüldüğü gibi 1 920 yılının sonla­
rında ve 1 9 2 1 yılının başlarında solun ciddi bir tehlike
olarak görüldüğünü kanıtlamaz . Solculuktan kaç kişinin
ve ne tür cezalara çarptınldığına bakılacak olursa, solun
hiç de ciddiye alınmadığı görülür. Ankara istiklal Mahke­
mesi'nce 1 5 sene küreğe mahkum edilen Tokat Mebusu
Nazım'ın cezası da 19 Eylül 1 9 2 1 tarihli kanunla affedil­
miştir. Türkiye Halk lştirakiyun Fırkası yöneticilerinden
Şeyh Servet Efendi ve Mehmet Şükrü ise suçsuz görülmüş­
lerdir. Ayrıca bilindiği gibi, Mustafa Kemal de Nutukta
Nazım'ı komünist olduğundan dolayı suçlamamaktadır.
Elbette bu tutumu, yine bazı sol çevrelerce ileri sürüldüğü
gibi Mustafa Kemal'in '"solculuğu " ile açıklanamaz. Sadece
solu kendisi için önemli bir tehlike olarak görmediğini
gösterir. Geriye bir tek Mustafa Suphi ve arkadaşlarının
öldürülmesi olayı kalıyor, ki bu cinayet ile Mustafa Kemal
ve hükümetin ilişkisi bugüne kadar gösterilememiştir.
Şimdi, Bolşeviklik konusunu bir de olaylarla birlikte
ele alalım.
Mustafa Kemal'in ve icra Vekilleri'nin Sovyet Rusya ile
ilişkiler ve Bolşeviklik konusunda görüşü başından beri
gayet nettir. Bu görüşünü Mayıs ayı sonlarında Meclis'in
bir gizli oturumunda açıklamıştır:

. . . kendi kuvvetimize düşmanlarımızın adedinin çokluğunu


nazarı dikkate alarak kuvvet ilave etmek bir farizedir. Bu
suretle bittabi şarktan gelmesi muhtemel olan müsbet kuv­
vetlere iltifat edeceğiz . Ancak bu noktada iki ciheti bir bi­
rinden tefrik etmek lazımdır. Biri bolşevik olmak , diğeri
Bolşeviklik Tartışmaları

bolşeviklik Rusyasiyle ittifak etmek. Biz Heyeti Icraiye


bolşeviklik Rusyasile ittifak etmekten bahsediyoruz. Yoksa
bolşevik olmaktan bahsetmiyoruz. Bolşevik olmak büsbü­
tün başka bir meseledir. Böyle bir mesele ile iştigale bizim
ihtiyacımız yoktur. Fakat ittifak meselesi kemali ciddiyet ve
ehemmiyetle takip edilmektedir . ve muvaffak olacağımıza
ümidimiz berkemaldir. Ancak bu noktanın açık, vazıh ve
aleni müzakeresini garbe karşı fiilen ilam harp edeceğimiz
0
güne talik etmek istiyoruz. 2

lsyanların devam ettiği günlerde ve 22 Haziran'da başlayan


Yunan saldırısı ve 2 Temmuz'da Bursa'nın işgali sırasında
Sovyetler Birliği ile ittifaka bile karşı olan muhafazakarlar
pek seslerini çıkaramamaktadırlar. Ne var ki çaresizlik
içinde, bazı mebusların tek kurtuluş yolu olarak Bolşevik
olmayı önermeleri karşısında cevap derhal gelmiştir:

MÜFİT Ef. (Kırşehir) - . . . Arkadaşlardan birisi bolşeviklik­


ten bahsetti. Rica ederim, bolşeviklik kelimesini daha kimse
anlamıyor; bu millet de daha anlamaz. Eğer bunlar esareti
kamileden kurtulma esbabına matuf kanunlar ise bizim on­
lara siz bizimle müttefik olun, biz de bolşevik olacağız de­
yip de bir tarzı hareket takip etmemizde bir mana göremi­
yorum. Biz islamiyet noktasından, islamiyeti muhafaza için
şer'in emrettiği herhangi bir mesele varsa bunu kabulden
asla kaçınmamalıyız. (s. 6 7)

MUSTAFA KEMAL PAŞA Hazre tleri (Ankara) - . . . Bizim


için , milletimiz için bolşevik olalım , olmayalım meselesi
mevzubahs değildir; illa bolşevik olmak için bir mesele yok­
tur. Yine bu hususta kraldan fazla kral taraftarı olanlar da
var. Görüyorum ki bazı arkadaşlar; illa bolşevik olalım gibi
bir fikirdedirler. Biz bir milletiz, kendimize mahsus adatımız
vardır, prensibimiz vardır. Ve biz bunların sadıkıyız. Biz

20
TBMM Gizli Celse Zabıdarı, c. 1 , s. 48, 29 Mayıs 1 920.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

bolşeviklerden bahsettiğimiz zaman bir bolşevik Rusyası,


Sovyet Cumhuriyeti var ve onların vesaiti var, menabii var
ve bizim düşmanımızın düşmanıdır. Biz kendi maksadımızı
kurtarmak için bunlarla birleşebiliriz . 21

Diğer taraftan, Yunan ordusunun ilerleyişi karşısında or­


dunun tutunamayışı üzerine Meclis'te Kuvva-yı Seyyare ta­
raftarlığı da (Ethem hizbi) güçlenmiştir. Ordunun dağıtılıp
küçük fedai müfrezeleri teşkiline _ dair takrirler verilmiştir
(Konya Mebusu Refik Bey'in "büyük ve küçük rütbeli
zabitandan mürekkep ve her bir zabitin maiyetine asgari
onar nefer tefrikile . . . kuvvetler teşkiline" dair 1 2 Temmuz
1 9 20 tarihli takriri ile Afyonkarahisar Mebusu Mehmet
Şükrü Bey'in "zabitandan fedai müfrezeleri teşkili"ne dair
1 4 Temmuz 1 920 tarihli takrirleri) . Bu takrirler daha son­
ra gensoruya (istizaha) dönüşmüştür.
18 Eylül 1 920 Cumartesi günü Meclis'te hükümetin be­
yannamesi okunmaktadır. Konya isyanının en önemli konu
olduğu bir sırada okunan bu hükümet programı niteliğin­
deki beyannamede, bazı muhafazakar mebuslar Bolşeviklik
eğilimi sezmektedirler. Daha doğrusu , hükümeti eleştir­
mek için Bolşeviklik silahını kullanmaktadırlar.

ALI ŞÜKRÜ Bey (Trabzon) - . . . Hükümet programını ya­


parken, bir defa halkın, yani avamı bağlayacak, avamı insan
gibi hareket ettirecek bir kayıt yapsın. Bir kaydi ilahi olan
din hususuna ehemmiyet versin ve bu kayitleri buraya ilave
etsin. Bir bu efendim (Ne gibi sesleri, gürültüler) .
lSMAlL SUPHl Bey (Burdur) - Din kanunu ilahidir. Din
hakkında kanun yapılmaz . Onu karıştırmayınız .

ALI ŞÜKRÜ Bey (Trabzon) - Efe ndim izah edeyim; rica ede­
rim (Devam devam sesleri) . Bugün görüyoruz ki muhtelif

21
TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. 1, s. 72; 3 Temmuz 1 920.

j so
Bolşeviklik Tartışma/an

efkar ve kanaat icrayi hukmediyor. Yine bir taraftan , eskisi


gibi, yeni çıkan bir cereyana bu memleketi kap tırmak iste­
yenler var ve bugün içimizde bulunanlar da varya . Fakat
hariçte var. Bugün elime aldığım bir gazetede Millet Meclisi
istihza olunuyor. Hükümet tahtie olunuyor, bir program­
dan bahsediyor ve tahrif edilmiştir , diye Hükümete ait bir
şey aleni olarak millete karşı yazılıyor. Esas itibarile açık
söylüyorum . Bolşevizm cereyanı . . . Ben Bolşevizm cereyanı
aleyhinde değilim . Fakat eskiden yaptığımız gibi, bugünkü
dünyanın geçirmekte olduğu büyük inkılaptan mü teessir
olmıyacağız diye kimse diyemez. Müteessir olacaktır. lda­
remizde değişiklik olacak, fakat bunu eski yaptığımız gibi,
yine taklit ederek, Rusların yaptığına, yahut Almanların
yaptığına bakarak onları mukallidane bir şekilde yapacak
olursak memlekete ikinci bir nifak sokacağız . Biliyorum ki,
Bolşeviklerin istihdaf ettikleri gaye, insaniyetkaranedir ve
takip ettikleri gaye bizce malum . Fakat zaten bizim ahkamı
diniyemiz bunu amirdir ve mevcuttur. Bu ahkamı diniye
maattesüf mühmel kalmıştır.
L ÜTF! Bey (Malatya) - Lafza itibar edilmiştir. Bizim dinimiz
ilahi bir kanundur. Efendim , bizim dinimiz ulvi bir dindir.
Muamelatı dünyeviyemizi tayin ve tahdit eden ahkamı ha­
vidir. Hıristiyanlık gibi değildir. Kuran-ı Kerimimiz (Vela
rıtbın) buyuruyor.

Eleştirilere , hükümet adına Dahiliye Vekili Refet Bey (lz­


mir) cevap vermektedir:

- . . . Bu tarzda , bu açık alınla karşınıza çıkıyorum . Bu tarzda,


doğrudan, doğruya , zannolunduğu gibi, Bolşevik cereyanı,
kapitalizm cereyanı, emperyalizm cereyanı, radikaller cere­
yanı, hulasa , hiç bir cereyan yoktur. Orta yerde , doğrudan
doğruya , milletin göbeğinden çıkan bir cereyan var. Bu ce­
reyanı bulduğumuzu zannediyoruz. O zan ve kanaat ile bu­
raya çıkıyoruz. Hiç başka bir fikir ve maksadımız yoktur.

l sı
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Biz zannediyoruz ki; milleti memleketi, halkı rapteden ha­


kikat buradadır. 22

Daha önce de söylediğimiz gibi yukarıda adı geçen hükü­


met programı aynı gün, aynı celse sonunda, bir " encümeni
mahsus"a havale edilir ve bazı değişiklikler ile 20 Ocak
1 9 2 1 tarihinde Teşkilat-1 Esasiye Kanunu olarak yürürlüğe
girer. Bu arada düzenli ordu kurulmuş ve varlığını bir
yandan Çerkes Ethem'e, diğer yandan da lnönü'de Yunan
ordusuna karşı kanıtlamıştır. Aynı tarihlerde artık isyanlar
da bastırılmıştır.
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabulünden iki gün
sonra, yani 22 Ocak 1 9 2 1 Cumartesi günü Meclis'in gizli
bir oturumunda, hükümet Bolşeviklik cereyanının geliş­
mesine izin vermekle suçlanmaktadır. Bursa Mebusu ve Di­
yarbakır istiklal Mahkemesi Azası Şeyh Servet Efendi'nin
komünizm propagandası yaptığına dair bazı iddiaları gö­
rüşmek üzere gizli bir oturum yapılmaktadır. iç ve dış
şartlar nedeniyle uzun zamandır Bolşeviklik hakkında dü­
şüncelerini söyleyemeyen muhafazakarlar nihayet istedik­
leri fırsatı bulmuşlardır:

VEHBİ Bey (Karesi) - . . . Son bize Cenabı Hakkın avni ina­


yeti ile . lnönü'de kazandığımız zaferle davamızı henüz
mukaddemesini temin etmek üzere bulunuyoruz. Adeta bu
vaziyet karşısında Bizans'ın, lstanbul'un bütün fırka cere­
yanları, bütün levsiyatı Ankara'nın nezih muhitine de sira­
yet etmek istidadı göstermiştir . . . Efendiler ye tişir, bu mem­
leke tin son melcei, son istinadgahı işte şu mukaddes top­
raklardır. Mevki düşüncesiyle fırkacılığa kalkışmak müda­
faayı işgal e tmek. . . Bu ; dinsizlikten, vatansızlıktan başka bir
şey olamaz.

22
TBMM Zabu Ceridesi, c. 4, s. 185.
. Bolşeviklik Taraşma/arı

Bunun karşısında efendiler; bu�ün gözümüzün önünde bir


Azerbeycan faciası vardır. Oradan gelmiş müslümanlar var­
dırlar. Faciayı bu müslümanlardan dinlerseniz gözleriniz­
den yaş akar. Yunan ne yapmış ise , ne yapıyorsa yapılmıştır
ve görülmüştür. Binaenaleyh bu memleket ancak ve ancak
ahkamı islamiyenin ve Kuranı Kerimin ahkamının bakası
sayesinde kurtulur ve bu millet onun hadimi olalım diye ça­
lışıyor. Başka vadide çalışanlara bin kere lanet olsun. Pek
sarih, pek vazıh. Hakkı ticaret vardır, hakkı bey, vardır. Bi­
naenaleyh ben evladımı hiç bir zaman piç olarak kabul
edemem . . . Bundan sonra bütün milleti islamiye bila istisna
bu MM .'nden dininin muhafazasını istiyor.
BASRl Bey (Karesi) - Alemi islamın inhitatı esbabından en
mühimi hepinizce malum olduğu üzere taklitçiliktir . Nazar­
ferip nazariyeler, yaldızlı haplar gibi bu millete yu tturulmak
istenilmiş. Bu milletin hüviyeti milliye ve mahiyeti hakiki­
yesi unu tularak millet bu suretle kendi benliğinden uzak­
laştırılmıştır ve bu yüzden alemi islam inhitata sürüklen­
miştir . . . Garbi mütemadiyen taklit ettik. Şimdi de bolşevik
. .
o 1ma k ıstıyoruz . . . 23

Sonradan Meclis'te kurulacak olan !kinci Grubun liderle­


rinden Hüseyin Avni doğrudan doğruya hükümeti hedef
almıştır:

HÜSEYiN A VNl (Erzurum) - . . . Hükümetin namına giden


Yusuf Kemal Bey de bana dedi ki: ben de komünistim,
memleketin selametini bunda görüyorum . Şahitsiniz , Şeyh
Servet Efendi meselesi değil ki bu . Bir kere Hükümet müsa­
ade etmiş, burada bir komünist partisi yapmıştır efendiler . . .
(TBMM Gizli Celse Zabıtları , c . 1 , s . 332)

YAHYA GALIP Bey (Kırşehir) - . . . Bolşeviklik takipetmek


gayesi, milleti malum olmayan bir yola sevketmek ve mille-

23
TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I, s. 329.
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

te ihane t etmektir. Bolşeviklik ile komünistliği ayırmayaca­


ğım. Benim noktai nazarım, bunlar bizim milletimize ma­
zarrattan başka hiçbir menfaat vücuda getirmez . . . (s. 337)

Muhafazakar mebusların Bolşevikliğe ve hükümete şiddet­


le çatmaları karşısında Mustafa Kemal, (Resmi) Türkiye
Komünist Fırkası'nı savunurken Türkiye Halk lştirakiyun
Fırkası'nı suçlamaktadır:

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - . . . Halk lştirakiyun


Fırkasının sebep ve hizmeti teşekkülünü bilemem . Müte­
şebbisleri bunu izah edebilirler. Yalnız benim anladığıma
göre Türkiye Komünist Fırkasının mahiyeti teşekkülü ile
Halk lştirakiyun Fırkasının mahiyeti teşekkülü arasında
fark vardır. TKF, Türkiye için, Türkiye dahilinde çalışan bir
fırka mahiyetinde tecelli ediyor. HlF, doğrudan doğruya
komünizm mahiyetini gösterir bir fırkadır ve mevsuk ma­
lumata göre burada bulunan Rus sefarethanesi ile dahi ta­
mamen hali temasta bulunuyorlar. 24 ..

Gizli oturumda cereyan eden bu tartışmalardan bir hafta


kadar sonra, THlF kendi kendini feshetmiştir. Çerkez
Ethem olayı ve Mustafa Suphi ile arkadaşlarının öldürül­
mesi de 1 9 2 1 Ocak ayına rastladığından, siyasal edebiya­
tımızda bu tarih solun sona erdirildiği tarih olarak geç­
mektedir. Solun bu tarihlerde bastırılmasına önemli bir
neden olarak Anadolu temsilcilerinin Londra'da toplana­
cak bir barıŞ konferansına çağrılmasının söz konusu olma­
sı ileri sürülmektedir. 25 "Böyle bir durumda, konferans
masasına oturmadan önce , Batılıların Türkler hakkında
duydukları en büyük korku ve endişe kaynağı olan Bolşe­
vikliği kabul etmeleri olasılığını hafifletmek mantığa uy-

24
TBMM Gizli Celse Zabulan, c. I, s. 335.
25
M. Tunçay, T.S.A., s. 244.
Bolşevıklik Tartışmaları

gun görünüyordu. " Oysa başta lngiltere olmak üzere ltilaf


Devletleri'nin, Mustafa Kemal yönetiminin Bolşevik olma­
dığını, olamayacağını bildiğini Ankara'nın bilmemesi man­
tığa hiç de uygun görünmüyor.
1 92 1 yılı başında "solu bastırma" , "solu sindirme" ha­
reketlerinin arkasında, öyle sanıyoruz ki solun güçlülüğü
değil güçsüzlüğü yatmaktadır. Bununla birlikte, bugüne
kadar, birbirine ters belli başlı iki görüş açısından, Kurtu­
luş Savaşımızın başlarında solun gücü abartılmıştır. Bun­
lardan biri solun her zaman Türkiye için tehlikeli olduğu­
nu söyleyebilmek, diğeri de "iman tazelemek" için solun
gücü üzerinde durmuşlardır. Diğer taraftan, "Kemalizm"in
her zaman gündemde oluşu nedeniyle, Mustafa Kemal'in
sol karşısındaki tutumu, saptanan siyasi stratejiye göre yo­
rumlanmakta; bu yorumun inandırıcı olması için de solun
gücü her seferinde yeniden değerlendirilmektedir. Bu ara­
da, elbette , temel çatışma göz ardı edilmekte ya da Mustafa
Kemal yönetimi ile "sol" arasındaki çatışma temel çatışma
olarak gösterilmektedir.
Buraya kadar anlattıklarımızı şu şekilde özetleyebiliriz:
Toplumda ve Meclis'te Mustafa Kemal'e ve temsil etti­
ği ideoloj iye karşı dinci ve saltanatçı bir muhalefet vardır.
Günün koşullarında bu ideoloji açıkça savunulmadığı gibi,
iç isyanların en hayati olduğu bir dönemde , muhalefd de
din adına fazla ses çıkaramamaktadır. Mustafa Kemal ve
lcra Vekilleri Heyeti , girişilen mücadelede zorunlu olarak
Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmak istemektedir. Bu du­
rumda muhalefet, hükümete karşı gizliden gizliye Bolşe­
viklik silahını kullanmaktadır. Mustafa Kemal ise , dini ya­
nı ağır basan bir sol aracılığıyla Meclis'te çoğunluğu elinde
bulundurmaktadır. Solun ortadan kalkıp dini ideolojinin
ağır basması nedeniyle Meclis'teki çoğunluğun elinden gi­
deceğini anlayınca solu Sovyet Rusya ile gizli işbirliği yap­
makla suçlayarak muhafazakarların kendisine yönelttikleri

/
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Bolşeviklik silahını etkisizleştirip yine çoğunluğu sağlama


yolunu seçmiştir. Sola karşı girişilen sindirme hareketi,
komünist ideoloji ve örgütlerin güçlerinden çekinildiğinden
değil, Meclis içinde ve dışında muhafazakarlara karşı du­
rumu sağlamlaştırmak içindir. Başından itibaren temel ça­
tışma "aydınlanma" ideolojisi ile dinci ve saltanatçı ideolo­
ji arasındadır. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile birlikte bu ça­
tışma daha açık olarak ortaya çıkacak ve Meclis'te iki grup
oluşacaktır.
Fırkalaşmaya Doğru :
Birinci ve İkinci Gruplar

Birinci BMM'de, başlangıcından itibaren · çeşitli grup ve


zümrelerin oluştukları bilinmektedir. Ancak resmen kuru­
lan ilk grup Mustafa Kemal tarafından oluşturulan Anado­
lu ve Rumeli Müda/aa-i Hukuk Grubudur ( 1 0 Mayıs 1 92 1 ) .
Meclis'in büHin üyeleri Anadolu v e Rumeli Müdafaa-i Hu­
kuk Cem-iycti'nin üyeleri olduğundan, bu grup siyasi tari­
himizde Birinci Grup olarak anılmaktadır. Nutuk 'ta Mus­
tafa Kemal bu grubun kuruluş nedenlerini şu şekilde an­
latmaktadır:

. . . Misakı Millinin teshil ettiği esasatta , bilakaydüşart müt­


tehit ve müttefik olan fikirler ve emeller, Teşkilatı Esasiye
Kanununun vaz'ettiği noktai nazarlarda tamamen iştirak
etmiş manzarasını arz etmiyordu . Mevcut hizipleri birleş­
tirmek veyahu t mevcut hiziplerden birini takviye ederek iş
görmek için, bilvasıta çok çalıştım . Fakat, bu suretle hasıl­
olan neticelerin payidar olamadıkları görüldü . lşe bizzat
müdahale zarürt olmaya başladı. Nihayet, Anadolu ve Ru-
Türk Kurruluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

meli Müdafaai Hukuk Grubu unvaniyle bir grup teşkiline


karar verdim . Bu grup için yaptığım programın başına bir
maddei esasiye koydum . Bu maddenin ruhu , iki noktadan
ibaretti: Birinci nokta ; grup , Misakı Milli esil.satı dairesinde
memleketin tamamiyetini ve mille tin istiklalini temin ede­
cek sulhü müsalemeti istihsal için, milletin bilumum kuvayi
maddiye ve maneviyesini icabeden hedeflere tevcih ve isti­
mal edecek ve memleketin resmi ve hususi: bilumum teşki­
lat ve tesisatını bu maksadı esasiye hadim kılmaya çalışa- ·

caktır.
lkinci nokta; grup devle t ve milletin teşkilatını T eşkila tı
Esasiye Kanunu dairesinde şimdiden peyderpey tesbit ve
izhara say edecektir . 1. .

Mustafa Kemal, ortak bir amaç etrafında birleşmiş olan


mebusların, 20 Ocak 1 9 2 1 tarihinae kabul edilen Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu ile birlikte aralarında bölündüklerini ve
bu bölünmelerin sonucunda Meclis'in iş göremez duruma
düştüğünü belirtmektedir. Bölünmelerin temelinde siyasi
rejim meselesi yatmaktadır. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti'nin nizamnamesinde tespit edilen ve daha
sonra lstanbul Meclis-i Mebusanı'nca da onaylanan "mak­
sat" bütün mebuslar için geçerlidir: "Osmanlı vatanının
tama-miyetini ve makam-ı muallayı Hilafet ve Saltanatın
ve istiklali millinin masuniyetini temin zımnında ku vayı
milliyeyi amil ve iradei mil/iyeyi hakim kılmaktadır 'ı Ama
sorun, "irade-i milliyeyi hakim kılma" biçiminde odaklaş­
maktadır.
"lrade-i milliye"yi hakim kılma biçimi ilk olarak, yu­
karıda gördüğümüz gibi, 24 Nisan 1 9 20'de Mustafa Ke­
mal'in önerisi kabul edilerek çelişkili bir şekilde çözülmüş ,
daha doğrusu siyasi rejim sorunu ertelenmişti. Yunan sal-

Nuruk, c. II, s. 595.


M. Tunçay, "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi,
maksat", Tek pani . . . s. 34 3.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

dırısının devam ettiği, doğuda Ermenistan sorununun he­


nüz hallolmadığı ve ayaklanmalann bütün şiddetiyle An­
kara Hükümeti'ni meşgul ettiği bir zamanda siyasi rejim
sorunu açıkça tartışılmadı ve genellikle ikinci planda kaldı .
Daha çok, Icra Vekilleri Heyeti'nin Meclis'e danışmadan iş
yaptığı biçimindeki eleştirilerle üstü kapalı biçimde ortaya
çıkan siyasi rejim tartışmaları ilk olarak 18 Ağustos 1920'de
doğrudan doğruya gündeme geldi. Hukuk-u Esasiye En­
cümeni tarafından Meclis'e sunulan "Büyük Millet Mecli­
si'nin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı Kanuniye ': önemli
bir yenilik getirmemesine rağmen muhafazakar mebusla­
rın itirazlarına yol açtı. İtirazlar, bir anayasa değişikliği ni-
. teliğinde olan bu kanunda hilafet ve saltanat makamı hak­
kında açık seçik bir hüküm bulunmayışı noktasında top­
lanıyordu. Encümenin teklif ettiği kanunun birinci ve ikinci
maddeleriyle, kısaca yapılan itirazlan aktaralım:

Büyük Millet Meclisinin şekil ve mahiyetine dair mevadd-ı


kan uniye içtima;
Madde 1 - �
Büyük Mi t Meclisi, teşri ve icra kudretlerini
haiz ve idarei Devletebizzat ve müstakilen vaziülye ttir.
Madde 2 Büyük Mille t Meclisi , gayesinin husulüne değin
-

müstemiren hali inikaddadır. Yeni intihabat icrası Büyük


Millet Meclisi Heyeti umümiyesinin ekseriyeti ara ve tayini
esami suretile vereceği karara mütevakkıftır. Eski Meclis
yeni Mec lisin yevmi iç timama kadar vazifesine devam
eder.3

Bu maddeler, aslında, Meclis'in açılışından beri bütün üye­


ler tarafından benimsenmiş bir esasın kanunlaştırılmasın­
dan başka bir şey değildir. Bununla birlikte , yine başlan­
gıçtan beri mevcut olan çatışmanın ortaya çıkması için bir
vesile olmuştur:

TBMM Zabıt Ceridesi, c. 3, s. 283.


Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Alt SURURl Ef. (Karahisarışarki) - Bendeniz birinci mad­


deyi muvafık, fakat pek mutlak görüyorum. Onun için,
hem evvelce icra ettiğimiz yemini teyit e tmiş olmak ve hem
de ikinci maddedeki "Gayesinin husulüne değin" tabirin­
den maksadımız ne olduğunu kanun halinde tesbit etmiş
olmak için birinci maddeye bir fıkra ilavesini arzediyorum.
O fıkra da; "Hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin istihlas
ve istiklaline kadar" kaydıdır . . .
MUSTAFA TAKl Ef. (Sivas) - . . . Bu kanun bir kanunu esa­
sidir. Kanunu esaside gaye musarrah olmalıdır. Yani bu
Meclisin teşekkülündeki gaxe nedir? Bu gaye muvazzahan
mezkur olmalıdır . . . Bendeniz şöyle teklif ediyorum ki, mad­
de şu sure tle tadil olunmalıdır:
Hilafet ve saltanatın ve vatan ve milletin istihlasına ve husu­
lü istiklaline değin teşri ve icra kudretlerini haiz ve idarei
Devlete bizzat vaziülyettir . 4

Daha sonra kurulacak lkinci Grubun önde gelenlerinden


Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'in de aynı doğrultuda mü­
dahalesine, mazbata muharriri sıfatıyla Refik Şevket Bey
verdiği cevapta, hilafet ve saltanat makamının kurtarılma­
sının Meclis'in zaten ana amacı olduğunu ve bunu mazba­
tanın başlangıcında da yeniden hatırlattıklarından dolayı
kanun maddeleri içinde tekrarlamak gereğini görmedikle­
rini belirtmiştir. Gerçekten de Hukuk-u Esasiye Encüme­
ni'nin mazbatasının ikinci paragrafının ilk cümlesi şudur:

(Hilafet ve saltanatın vatan ve milletin istihlas ve istiklalini


temin edecek tedabiri teemmül ve tatbik etmek üzere) teşek­
kül eden Büyük Millet Meclisi işte bu akidei metinei diyane­
tin ve ruhu müştereki millinin tebellür etmiş bir şeklidir . . .

Encümen adına yapılan açıklamalardan sonra birinci mad­


de olduğu gibi kabul edilmiş , ancak Meclis Umumi Heye-

Agk, c. 3, s. 287-288.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

ti'nin içtimaına ilişkin dördüncü madde üzerinde uzun


tartışmalara rağmen bir anlaşmaya varılamaması karşısın­
da, "nisab-ı ekseriyet tesbit edilmek şartile (kanunun) he­
yeti umı1miyesinin reddi" teklif edilmiş ve bu teklifin ka­
bul edilmesiyle, 22 Ağustos 1 9 20 tarihinde 5 5 . içtimada
"Kanunun heyeti umümiyesi reddolunmuştur" . 5
5 Eylül l 920'de kabul edilen Nisab-1 Müzakere Kanu­
nu'nun birinci maddesi ise şöyledir:

Madde 1 Büyük Mille t Meclisi Hilafe,t ve Saltanatının, va­


-

tan ve milletin istihlas ve istiklalinden ibaret olan gayesinin


husulüne kadar şeraiti atiye dairesinde müstemirren inikat
eder.

Aynı kanunun dördüncü maddesi de göz önünde tutula­


cak olursa, zamanın koşulları altında mevcut çatışmanın
bir kez daha uzlaşmayla sonuçlandığı anlaşılır. Bu madde
memurlukla mebusluğun bağdaşmayacağıyla ilgilidir. 24.
içtimada, doğrudan doğruya askerle; hedef alınmamış ol­
makla birlikte memurların mebus olup olamayacakları ko­
nusu uzun tartışmalara yol açmıştı. 18 sayılı Nisab-ı Mü­
zakere Kanunu memurların mebus olamayacaklarını kara­
ra bağlamakla birlikte, özel olarak ordu kumandanlarına
bir ayrıcalık getirmektedir: 6

TBMM Zabıt Ceridesi, c. 2, s. 387.


Savaş koşullarına rağmen Birinci Meclis Silahlı Kuvvetlere karşı üstünlüğü­
nü korumakta hassas davranmışur. 26 Eylül 1 920 günündeki içtimada, is­
tiklal Mahkemeleri Kanunu'na bir madde ilavesine dair kanun teklifinde
"kavanini saire ile ordu kumandanlarına bahşedilen selahiyet mahfuz olmak
üzere" diye bir ibare geçmesi ü� erine Kastamonu mebusu Abdülkadir Kema­
li Bey: "Kumandanlar bu Meclisin ittihaz edeceği kararları iı;ıfaz edemem
diyemez, böyle selahiyet hiç kimsede yoktur" demiş ve Cebelibereket Mebu­
su Ihsan Bey'in: "Ordu bu maksadı mukaddes etrafına en evvel koşmamış
olsaydı heyeti muhteremeni7,, buraya toplanabilir mi idi ? " diye cevap verme­
sine rağmen, sonuçta kabul edilen değişiklik teklifi şu şekli almıştır: "Ku­
mandanların meratibi askeriye arasında itaat ve inzibat teminine matüf hu-
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Madde 4 Büyük Millet Meclisi azalığile memuriyet bir zat


-

uhdesinde içtima edemez, ancak Heyet-i Vekile azalığı ve


Büyük Millet Meclisinin inzimam-i reyi ile sefirlik, ordu ve
kolordu kumandanlığı memuriyetlerinin Meclis azalığile
cemi caizdir.

Hukuk-u Esasi Encümeni'nin Meclis'in mahiyetine dair ka­


nun tasarısının 22 Ağustos 1 9 20'de Meclis tarafından red­
dinden sonra , 3 Eylül 1 920'de Halk Zümresi daha önce sö­
zünü ettiğimiz siyasi programını yayımlıyor. Bu programın
"Halk ve Hükümet" başlığını taşıyan ikinci bölümünde si­
yasi rejime ilişkin ilkeler sıralanmaktadır. Program üze­
rinde Meclis dışında tartışmalar devam ederken, 13 Eylül
1 920 tarihinde , Mustafa Kemal Meclis Başkanlığı'na ''He­
yeti Vekilenin siyasi, içtimai, idari noktai nazarlannı telhis
ve teşkilatı idariye hakkındaki mukarreratını ihtiva eden
programı " vermiştir. Halk Zümresi'nin siyasi programı ile
benzerlikler taşıyan bu program 18 Eylül günü Meclis'te
okunmuştur. Konya ayaklanmasının en önemli sorun ol­
duğu günlerde Meclis'te okunan bu anayasa niteliğindeki
Hükümet Programı'nın (siyasi edebiyatımızda Halkçılık
Beyannamesi olarak da anılmaktadır) Trabzon Mebusu Ali
Şükrü Bey tarafından, yumuşak bir dille de olsa Bolşevik­
likten esinlenmiş olmakla suçlandığını daha önce belirt­
miştik (bkz. s. 48) . Oturum sonunda program, bir Teşki­
lat-ı Esasiye Kanun tasarısı şekline konulmak üzere özel
bir encümene havale edilir (Encümen-i mahsus) . Prog­
ram üzerinde çalışmalarını tamamlayan encümen 2 7 Ekim
1920 günü hazırladığı tasarıyı bir mazbata ile Meclis'e ve­
rir. 18 Kasım'da görüşülmeye başlanan tasarı esas itibariyle
hükümetin programını benimsemiş , yalnız iki değişiklik
getirmiştir. Bunlardan biri seçim sisteminde mesleki temsi-

kuk ve salahiyetleri mahfuz kalmak üzere . . . " (TBMM Zabu Ceridesi, Devre 1,
c.4, s. 325-329) .
Fırkalaşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

lin kabulü, 7 diğeri de Heyet-i Vekile Reisliği makamının


ihdası ile, Büyük Millet Meclisi Reisini lcra Vekilleri Reisi
olmaktan ayırmıştır. Bir üçüncü noktayı' da eklemek gere­
kir ki, o da, Hükümet Programı'nın beşinci maddesi padi­
şah ve halifenin gelecekteki durumu ile ilgiliyken, bu
madde encümen tasarısından tamamen çıkarılmıştır. Ekler
bölümünde , Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin ilk Ana­
yasası sayılan 20 Ocak 1 9 2 1 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Ka­
nunu'nun ve bu kanuna temel teşkil eden Halk Zümre­
s!'nin siyasi programı ile Hükümet Programı'nın tam me­
tinlerini koyuyoruz. Değişiklikleri merak edenler bunlara
bakabilirler. Bizim esas amacımız , giderek daha açık seçik
biçimde ortaya çıkacak ve daha sonraki gruplaşmalara ne­
den olacak çatışmaları belirtebilmektir.
Bu açıdan bakılınca, üç önemli nokta ortaya çıkmak­
tadır. Bunlardan birincisi Hükümet Programı'nın sekizinci
maddesidir. Bu madde ile yeni bir devlet kurulmakta ol­
duğu belirtilmek istenmektedir. Bununla birlikte adı geçen
maddede henüz hükümet ve devlet kavramları birbirine
karıştırılmaktadır.

8 Türkiye Halk Hükümeti Büyük Mille t Meclisi tarafından


-

idare olunur. Ve (Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti)


unvanını taşır.

Bu madde, encümenin tasarısında da aynen muhafaza edil­


mesine rağmen görüşmelerin ilk gününde ( 1 8 Kasım 1 920)
düzeltilerek nihai şeklini alır:

Madde 3 Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından


-

idare olunur ve Hükümeti " Türkiye Büyük Millet Meclisi


Hükümeti" unvanını taşır.

Tartışmalar sonunda bu değişiklik kabul edilmemiştir.


Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

1 0 Ağustos 1 9 20 tarihinde lstanbul Hükümeti'nin Sevres


Antlaşması'nı imzalamış olması ve kasım ayında ayaklan­
maların büyük ölçüde bastırılmış olmasının da etkisiyle,
bu madde hiçbir tartışmaya yol açmadan oybirliği ile kabul
edilmiştir. Ancak şunu da hatırlatmakta yarar var ki, bu
kanun her ne kadar bir anayasa niteliğinde ise de mevcut
Kanun-ı Esasi 'yi yürürlükten kaldırmamaktadır. Nitekim
Meclis'in yetkileri ile ilgili maddenin görüşülmesinde bu
konu hararetli tartışmalara yol açacaktır.
ikinci önemli nokta padişah ve halife ile ilgilidir. Hü­
kümet programının beşinci maddesi şöyle idi:

5 Hilafet ve saltanat makamının tahlisine muvaffakiyet


-

hasıl olduktan sonra Padişah ve Halifei müslimin kava­


nini es asiye dairesinde mevkii muhterem ve mübeccelini
ahzeder.

Bu madde encümenin hazırladığı Teşkilat-ı Esasiye kanun


tasarısından tamamen çıkarılmıştır. Sıra bu meseleye gel­
diğinde, 7 Aralık 1 9 20'de, daha sonra ikinci Gruba dahil
olacak lzmit Mebusu Hamdi Namık, Karesi mebusu Basri
ve Amasya Mebusu Ömer Lütfi Beyler tarafından konunun
gizli celsede görüşülmesi teklif ve kabul edilir. 8 Gizli cel­
sede muhafazakar mebuslar hükümet programındaki mad­
denin encümenin tasarısına da eklenmesini i9terler. Ancak
bu isteklerinde çekingen davranmaktadırlar; çünkü Halife
Padişah Sevres Antlaşması'nı imzalamış olmakla ''hain " du­
rumuna düşmüştür. Fakat Anadolu'daki güç dengesi he­
nüz doğrudan doğruya hilafet ve saltanat makamına karşı
cephe almaya elverişli değildir. Mustafa Kemal'in bu gizli
celsede yaptığı konuşma durumu yansıtmaktadır. Padişa-

TBMM Gizli Celse Zabularında, 7 Aralık 1�20 ıarihinde yapılan bu oturum,


2 5 Eylül 1 920 tarihli, 72. içtima olarak verilmiştir. Bu tarihte de bir gizli
o turum yapılmışnr; ama, bu başkadır.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

hın bir hain olduğunu söylemesine karşılık, hilafet ve sal­


tanat makamına bağlılığın Meclis'in temel ilkesi olmakta
devam e ttiğini belirtmektedir.

BASRl Bey - Taktim ettiğimiz takrirde "makamı hilafet ba­


dettahlis vaz'ı meşruunu ahzeder" demekle biz asrın icaba­
tına, şer'in muktaziyatına muvafık bir hilafet kastediyoruz
ki buna lehtar aleyhtar olmak üzere ikiliği gösteren hiçbir
cereyan yoktur. Bu kere efendiler, makamı hilafet tabiriyle
biz hilafet namı altında icrayı saltanat ve tasaltun eden zatı
kastetmediğimiz için bu maddenin ona matuf olmadığı an­
laşılıyor. Saniyen; vaz'ı meşruunu ahzeder, dediğimiz bu
maddeyi programa dercetmekten mütevellit bütün dediko­
dular nihayet bulmuş olur ve aynı zamanda hukuku esasiye
icaba tına göre bir tesir icra e tmeyeceği gibi, alemi islam
üzerinde de pek iyi bir tesir icra edeceği muhakkaktır. Bi­
naenaleyh bu maddeyi biz programa koymakla hem memle­
ket dahilinde ve hem alemi islamiyette vukuu muhtemel
dedikodulara nihayet vermiş ve bir ucubeden ibaret olan
şimdiki müşküle karşı bir darbe vurmuş olacağız . . .

MUSTAFA KEMAL PAŞA Hazretleri (Ankara) - . . . bu


mevadı kanuniyenin içinde ve başında mutlaka pek mühim
ve nazik olan hilafet ve saltanat meselesiyle iştigal etmeyi
bendenizde pek muvafık görmüyorum . . . Hilafet ve saltana­
tın mahfiiziyeti zaten birinci esasımızdır. Hakikaten düşün­
düğümüz halası hakikiye vusul için, arzettiğim veçhile ma­
kamı hilafet ve saltanata olan merbutiyetimiz ve o makamın
bütün şeraiti lazimesiyle mahfüziyeti birinci esasımızdır. Bu
islam dünyasının istinatgahı olan rabıtai hakikiyesini tesise
birinci derecede medar olan bu makamı ihmal etmek hiçbir
vakitte karı akıl değildir. Ve bunu bizden zorla almak
mümkün değildir. Gayeye vusul için arzı ihtiyaç ve iftikar
eylediğimiz kuvvetler birinci derecede lslam dünyasıdır. Bu
lslam dünyasının ikide birde Meclisi Alinizin hilafet ve sal­
tanat, halife ve sultan meselesiyle iştigal etmesinde mehazir
vardır. Bu mahzurları şimdiye kadar fiiliyatiyle gördük. Bu-
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

nu bizden zorla almak isterlerse her türlü mücahedeyi ya­


parız . lkide birde Meclisi Alinizin bu mesele üzerinde mü­
zakere ve münakaşa açması caiz değildir kanaatindeyim .
Bugün bu makamı işgal eden zat bu millet ve memleket için
hain bir adamdır (Alkışlar) . Müsaade buyurunuz beyim.
Hain bir adamdır. (Alkışlar, bravo sadaları) Meclisi Alinizde
şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihi cüre tler gördük.
Maateessüf şimdi makamı hilafet ve saltanatı işgal eden zat
bu millet için hain bir adamdır. lspat ettiniz ve bu mille tin
bütün mukadderatına bütün manasile vaziülyed olduğunu­
zu isbat ettiniz . . . Yani biz kabul ediyor ve herkese de ispat
ediyoruz ki makamı hilafet ve saltanatı biz de hiçbir vakit
başımızın üzerinden atamayız ve Meclisi Alinizin ilk veya
ikinci celsesinde zaten resmen ve sureti kat'iyede bu mev­
zubahs ve müzakere edilecek. Atiyen ise beyannamede de
zaten makamı hilafet ve saltanata karşı olan vaziyetimiz
resmen ifade edilmiş bulunur. Buyurduğunuz mahzur düş­
manlara cevap verebilir zannındayım. Fakat meselenin esa­
sından halline girişilecek olursa hem içerisinden çıkamayız,
hem de düşmanlarımıza tereddüt ve şüphe ilka ederiz . Bi­
naenaleyh mevzubahs edilmemek ehvendir. 9

Görüldüğü gibi artık padişah bir hain olarak kabul edil­


mektedir, fakat henüz hilafet ve saltanat makamına bağlı­
lık devam etmektedir. Diğer bir anlatımla, siyasi rejim ko­
nusunda üstü kapalı bir uzlaşma sürmektedir. Bir taraftan
egemenlik kayı tsız şartsız mille tindir esası oybirliği ile
onaylanmakta, diğer taraftan da hilafet ve saltanatın kurta­
rılmasının Meclis'in birinci vazifesi olduğu söylenmektedir.
Ancak bu uzlaşma, Meclis'in yetkileri ve Meclis ile vekiller
heyetinin karşılıklı ilişkileri söz konusu olduğunda şiddet­
li bir çatışmaya dönüşmektedir. Bu da üzerinde durmak is­
tediğimiz üçüncü noktadır. Fakat Teşkilat-ı Esasiye kanun
tasarısının bu konuyu kapsayan yedinci maddesi üzerin-

TBMM Gizli Celse Zabıdarı, c. !, s. 1 32-1 39.


Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

deki tartışmalara geçmeden önce, iki farklı ideolojinin ça­


tışmalarının ortaya çıkış biçimi olarak Meclis Heyeti ile__ _ __,

Vekiller Heyeti arasındaki sürtüşmelerden birkaç örnek


vermek istiyoruz .
1 - Karahisarı Şarki Mebusu Mehmet Şükrü Bey'in,
"memurinin azil ve nasbı hakkındaki defterin gönderil­
memesi esbabına dair lcra Vekilleri Heyetinden sual takri­
ri" üzerine, 30 Eylül 1 9 20 tarihinde 30. içtimada:

MEHMET ŞÜKRÜ - . . . Meclisi Aliniz Heyeti Vekileye yol


gösterir ve bu yoldan gideceksin, bu dairede ifayi vazife
edeceksin tler. Meclisin vazifesi budur. Esası da budur. Bu
esası kabul etmemek de demek ki, bu Meclis bir bostan
korkuluğu . . .
OPERATÖR EMİN Bey (Bursa) - Öyle şey yok sözünüzü
geri alın . . .
MEHMET ŞÜKRÜ Bey (Devamla) - Vaziyeti hukukiyesi
budur. (Bu sözü geri al sesleri) . ( Gürültüler) . (Doğru
. 10
söylüyor sesleri)

2 - Bilindiği gibi, 2 Mayıs 1 920 tarih ve 3 sayılı Kanun uya­


rınca vekiller teker teker Meclis tarafından seçilmekteydi.
Tokat Mebusu Nazım'ın, Mustafa Kemal'in muhalefetine
rağmen 4 Eylül 1 920'de Dahiliye Vekaleti'ne seçilmesi üze­
rine, 4 Kasım 1 920 tarihinde yapılan bir değişiklikle vekil­
lerin BMM Reisi'nin Meclis azalarından göstereceği nam­
zetler arasından seçilmesi esası kabul edilmiştir. Bu değişik­
lik de tartışmalara yol açmıştır. 1 1

TUNALI HİLMİ Bey (Bolu) - Heyeti Vekilenin namzet gös­


termesi, Meclisi kayıt altına alması demektir . . .
HASAN BASRİ Bey (Karesi) - . . . Ben mutlaka kendim gibi
düşünür adamlarla teşriki mesai edeceğim demek, Meclisin

10
TBMM Zabıt Ceridesi, 1 . Devre, c. 4, s . 397-8.
11
TBMM Zabu Ceridesi, c. 5 , s . 260-267.
Türk Kurtuluş Sa vaşı_ ve Siyasal Rejim Sorunu

ve halkın hakimiyetine darbe vurmak demektir (Gürültü­


ler). Böyle liste usülüyle hakimiyeti milliyeyi tecezzi ve in­
kısama uğratmak ve en basit selahiyetlerimizi de kırmak
doğru değildir. 12

4 Kasım 1 920 tarih ve 47 sayılı kanun ile gerçekleşen bu


değişiklik, ileride göreceğimiz gibi 1 922 yılının Temmuz
ayı başlarında Birinci ve lkinci Gruplar arasında güç göste­
risine yol açacaktır.
3 25. 1 2. 1 920, lçtima: 1 2 1 . Yurtdışında görevlendi­
-

rilmeyle ilgili bir tartışma:

MEHMET ŞÜKRÜ Bey (Karahisansahip) - . . . Fakat gördüm


ki Meclisi Aliniz her vakit emrivaki karşısında bulunduğu
gibi bu defa'da emrivaki karşısında kaldı.
HAM Dl NAMIK Bey (lzmit) - . . . Meclisi Aliniz azasından
böyle memuren olsun, vazifeten olsun, gerek memleketin
dahiline , gerek memleket haricine gönderilen zevat hak­
kında Heyeti Vekile Meclisi Aliden bir karar istihsal
etmiyor ve emrivakiler karşısında bırakıyor. Burada hakika­
ten (Mehmet Şükrü Beyin) yerden göğe kadar haklan vardır.
Fakat bu birinci defa olarak vaki olmuş değildir. Başka de­
falar da bu kürsüden arzetmiştim ki, Heyeti Vekile maalesef
bu hususta lakayt kalmış ve Meclisi Aliniz de kendi selahi­
yetini istimal etmemiştir.

TAHSlN Bey (Aydın) - Beyefendiler ve Heyeti Vekile daima


böyle birtakım icraatleriyle bizi daima emrivaki karşısında
bırakmak tarikine ihtiyar ediyorlar. Bunlar bir ceza , muka­
bele görmezse efendiler ilanihaye bizi burada keenlem­
yekun addedeceklerdir. (Doğru sadalan, alkışlar) . Eğer He­
yeti Vekile bizi buraya yalnız milletin başını tu tturmak için
gelmiş zannediyorlarsa hata ediyorlar. Biz buraya namusu­
muzla geldik, namusumuzla gideceğiz. 1 3

12
Agk, s. 264.
13
TBMM Zabır Ceridesi, Devre 1 , c. 7, s . 1 4- 1 5 .
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

4 6 . 1 . 1 92 1 , içtima: 1 3 0 . "Muş Mebusu Sair Beyle rüfe­


-

kasının idam cezalarının Meclisce tetkikine dair teklifi ka­


nunisi" ile ilgili tartışmalardan:

NAFlZ Bey ( Canik) - . . . bu Hükümet meşruti bir Hükümet


midir ? İ mpara torluk mudur ? , Krallık mıdır ? Ne sure tle
idare edilir? Muayyen olan şekiller dahilinde herhangi bir
usüle muvafık olduğunu biz bile henüz tayin edememişiz­
dir. Bu müşkiliyet içerisinde şayanı nazar olan , bir nokta
daha vardır ki, o da Meclisi Alinin lcra Vekillerine ait olan
vezaifiyle kendisine taalluk eden vezaifi neden ibarettir?
Bunu da henüz sureti katiyede tayin edememişizdir . . . lcra
Vekilleri zaman zaman Meclisi Ali huzurunda Hüküme tin
tamamen Meclisi Aliden ibaret bulunduğunu ve kendileri­
nin de Meclisi Ali namına icraya vekil olduklarını burada
söylemektedirler. Bunu tekrar etmekle beraber eski sistem­
deki Osmanlı Meşrutiyet Hükümetinin kabinesine, yani
Heyeti Vükela.sına Kanunu Esasi mucibince tevdi edilmiş
bilumum vezaifin zerresinden sarfı nazar e tmemişlerdir.
Yani Heyeti Umümiyesini kendilerine maletmişler ve sıkı
sıkı buna yapışmışlardır.
Sonra Meclisin icra vezaifi hususunda bizim kabul ettiği­
miz bir kanun mucibince (Bilumum muamelatı icraiye
Meclise aittir) denildiği halde Meclisin vezaifine (Biz sizin
vekiliniz) diyerek ona da el uzatmışlardır. Şu halde Meclisi
Aliniz lstanbul'daki teşri kuvvetinin aynından başka hiç bir
şekil ve mahiyeti haiz değildir. Şu hale nazaran bendeniz
diyorum ki: Ya biz teşri salahiyetini haiziz diyelim veyahut
bu kuvveti iktisap ettikten sonra icra vazifesini tamamen
Hükumete terkedelim veyahut icra kuvvetini haiz isek bu
vazifeyi de alalım, tabiri amiyane ile davul bizim boynu­
muzda, çomak onların elinde olmasın. (Bravo sadalan, al­
kışlar) . . . Şimdi eğer icra vazifesi Meclisi Alinin ise o vakit
Heyeti Vekile bu Mecliste vükübulan mukarreratı ancak in­
faza mecburdur . . .
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

HÜSEYİN A VNl Bey (Erzurum) - . . . Esasen toplandığımız


zaman karar altına aldık, biz hukuku hükümraniyi haiziz .
Biz mutlak olarak memleketi idare ediyoruz. Vekillerimiz
mukayyettir. Onlar da bizim arzumuz hilafına hareket ede­
mezler. Ederlerse tabii re'sen, şahsan mesül olurlar. Biliyor­
sunuz ki, ilanı harp edildi. Sorulmadı, tekalifi harbiye alındı,
haberimiz yok, sulh olurken, pek sonra haber aldınız . 1 4 lşte
bu gibi muamelattan biz mesül olmak dolayısiyle evvel
beevvel bu gibi şeyler iradei milliyeye taalluk eder. Ondan
sonra yekiller icra eyler. . . Hukuku padişahiye ait olan
husüsatı Heyeti Vekile malumatımız olmadan yapamaz. Ya­
parsa mesüldür. 15

Biraz uzun olarak yaptığımız bu aktarmalar, Meclis'in nor­


mal bir denetleme işlemi gibi görülebilir. Ancak gelişmele­
rin bütünü içinde konuya bakıldığında bunun hiç de böyle
olmadığı anlaşılır. Söz konusu olan doğrudan doğruya bir
rejim meselesidir. Daha doğrusu , hilafet ve saltanat ma­
kamı ile Büyük Millet Meclisi'nin gelecekteki ilişkilerini ve
yerini tespit meselesidir; Büyük Millet Meclisi'nin geçici
olup olmadığı sorunudur. işte bu sorun, Teşkilat-ı Esasiye
Kanun tasarısının Meclis'in görev ve yetkilerini belirleyen
maddesinin görüşülmesi sırasında bütün çıplaklığı ile or­
taya çıkmaktadır. Sorunu iyi anlayabilmek için henüz yü­
rürlükte olduğu kabul edilen Kanun-ı Esasi'yi hatırlamak
gerekir. Bilindiği gibi ne 1 8 76 metninde ne de daha sonra
yapılan değişikliklerde egemenliğin kayıtsız şartsız millette
olduğuna dair bir madde vardır. Yedinci maddede ise " hu­
kuku mukaddese-i Padişahi" belirtilmektedir . . .
Daha önce de belirttiğimiz gibi, toplumda mevcut te­
mel çatışma, nesnel koşulların zorlaması ile "hakimiyeti
milliye" kavramı etrafında uzlaşmaya dönüşmüş olduğun­
dan, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tasarısının birinci maddesi
başlangıçta hiçbir tartışmaya neden olmadan ilk görüşme-

14 Doğuda Ermeni Harekan.


15
TBMM Zabu Ceridesi, Devre 1 , c . 7, s . 206-208.
Fırka/aşmaya Dogru: Birinci ve ikinci Gruplar

de ( 1 8 Kasım 1 920) kabul edilmişti: "Madde 1 - Hakimiyet


bilakaydüşart milletindir. ldare usulü , halkın mukadde­
ratını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. "
Ethem olayının tehlikeli bir safhaya girdiği bir sırada gö­
rüşülmeye başlanan Meclis'in görev ve yetkilerine dair se­
kizinci madde (daha sonra tasarının yedinci maddesi iptal
edildiğinden sekizinci madde yedinci madde olmuştur) 1 3
Aralık 1 920 tarihindeki içtimada kabul edilmemiş v e yeni­
den encümene gönderilmiştir. E them olayı halledilip, 1 1
Ocak 1 9 2 l 'de Yunan taarruzu lnönü'de durdurulduktan
sonra, 20 Ocak 1 9 2 l 'de madde tekrar görüşülürken esasen
kabul edilmiş olan birinci madde ile birlikte , biribirlerin­
den farklı gÖrünen, ama aslında aynı görüşü yansıtan iki
itiraza uğramıştır. Encümenden gelen şekliyle yedinci
madde şu idi: "Umum kavaninin vazı, tadili, feshi ve mua­
hede ve sulh akdi ve vatan müdafaası ilanı gibi hukuku
esasiye Büyük Millet Me clisine aittir. "16 Görüldüğü gibi
Kanun-ı Esasi'de padişaha ait olan yetkilerden bir kısmı bu
madde ile Büyük Millet Meclisi'ne geçmiş oluyordu . Bu
durum karşısında birinci itiraz hoca efendilerden geldi ve
yapılacak kanunların dine aykırı olamayacağına dair bir
fıkra eklenmesini istediler. Egemenlik kayıtsız şartsız mil­
letin ve kanun yapmak millet adına Meclis'in yetkisinde
olunca, dini otoriteyi temsil eden Halife Sultan'ın esaret al­
tında bulunduğu kabul edildiği bir sırada dini o toriteyi
kanunda belirtmek istiyorlardı.

ALl RIZA Efendi (Batum) - Bir takrir vermiştim ki eski Ka­


nunu Esaside mevcu t bir fıkranın buraya da ilavesi için . O
da; şer'i şerifin muhafazası ve tenfizi ahkamından ibaret idi.
Bunu Heyeti Celileniz Kabul etmişti. Encümene gitmişti. İş­
te bunun ilavesini tek.lif ediyorum. Bütün bü tün muarra
kalmasın bu madde .

16
TBMM Zab/l Ceridesi, 1 . devre, c. 7, s. 327.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

HULUS! Efendi (Yozgat) - . . . Efendiler; tekrar ediyorum.


Fikrime geçmek üzere madem ki kanunun birinci madde­
sinde (Hakimiyeti milliye bilakaydüşart milletindir) denili­
yor, bu öyle bir tabir ki zannederim dünyada medeni namı­
nı taşıyan hiç bir millet maddei sariha vazetmemiştir. Hiç
bir milletin, hiç bir devletin kanununda böyle bilakaydüşart
umümi bir salahiyet yoktur.
(Eğer birinci madde bu şekilde kalacak olursa) Bu yedinci
maddeyi alelıtlak kabul etmek doğru değildir. Burada Ka­
nunu Esasinin yüz on sekizinci maddesi mucibince (kava­
nin ve nizamatın tanziminde muamelatı nase erfak ve
ihtiyacatı zamana evfak ahkamı fıkıhiye ve hukukiye ile
adap ve muamelat esas ittihaz olunacaktır) denilmelidir. Bu
maddeyi alelıtlak doğrudan doğruya kabul etmemelidir
(Gürültüler) .
Kanunu Esasimizin l l 8 . maddesinde vardır. Binaenaleyh
bunu (Bilakaydüşart) şeklinde kabul etmek doğru değildir.
Acaba bunu doğrudan doğruya kabul edersek müvekkille­
rimiz bize sorduğu zaman ne diyeceğiz? 17

1 9 2 1 yılı başında hükümet din ve halifelik konusunda her


türlü tartışmadan henüz kaçınmaktadır. Encümen adına
konuşan Karesi Mebusu Vehbi Bey'in cevabı bu bakımdan
ilginçtir.

VEHBİ Bey (Karesi) - . . . Meclisi Alinizin ekseriyeti ve belki


her zaman tamamı lslam bulunacaktır. Onlar kendi dinine
elbette riayet edeceklerdir ve onun haricinde hareket etmi­
yeceklerdir. lslam meclisi olupta lslam dini hilafında karar
vermek bir kimsenin hatırına gelmez zannederim. 1 8

"lslam dinine aykırı kanun yapılmasın" gibi masum bir is­


teğin arkasında yatan, aslında yapılacak düzenlemelerin ve

17
TBMM Zabu Ceridesi, c. 7, s . 328-329.
18
Agk, s. 329.
F1rkalaşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

dolayısıyla Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin, geçici ol­


duğunu kabul ettirmekten başka bir şey değildir. Erzurum
Mebusu Hüseyin Avni bu konuyu hakimiyet-i milliye kav­
ramına sığınarak savunacaktır.

HÜSEYİN AVNI Bey (Erzurum) - Efendim Meclisin birinci


gününden itibaren başlayacağı vazife bu maddeye kalmıştır.
Halbuki bu vazife böyle "umüm kavanin vazı, tadili, feshi
muahede yapması" diye takyit edilmiştir. Efendiler; Büyük
Millet Meclisi bilakaydüşart mukadderatı memlekete vazi­
ülyeddir. Bunun icrasına bir takım vekiller tayin eder. Bu ve­
killerin vazifesi takyit edilmeli, yoksa Büyük Millet Meclisi­
nin vazifesi takyit kabul etmez. O her şeye mutlak olarak ha­
kimdir. Yalnız takyit edeceğimiz bir şey var ki o da vekilleri­
mizin salahiyet ve vazifesidir, Meclisin salahiyetini bunlarla
takyit ederseniz bunun haricinde olan şeylerde hükümete sa­
lahiyet vermiş olursunuz. Siz bunu birinci gün geldiğiniz
zaman kabul edecek değildiniz. Meclisin bilakaydüşart mu­
kadderatı millete vaziülyed olduğunu kabul edecek ve vekil­
lerinizin salahiyetini takyit edecektiniz. Bununla Meclis bir
kanun yapar, zikre ne hacet? Ilanı harp eder. Nişan verir. Her
şeye vaziülyeddir. Yalnız ne yaparız? Kanun amirdir. Kime?
birincisi kendine; ikincisi vekillerine . Evvela vekillerinin ka­
nunu yapılmalı. Rica ederim. Pek yanlış anlaşılmıştır. Kanu­
nu Esasi yapıyorsunuz. Hukuku tabiiyemizin icrası için ve­
killerinize vereceğiniz salahiyeti tesbit edin. Kendi salahiye­
tinizi tesbit etmeğe lüzüm yoktur. Zaten bilakaydüşart mut­
lak olarak biz hakimiz. Mukadderatı milletin, hakimiyetin
üzerine kanun olmaz. Sen yalnız vekillerine ne salahiyet ve­
riyorsun, reisine ne salahiyet veriyorsun, onu tesbit et. O sa­
lahiyet dahilinde hareket etmesini emret. 19

Olduğu gibi ele alındığında, Hüseyin Avni'nin konuşması


Meclis'in üstünlüğü ilkesini savunan ve hilafet ve saltanat
rejimine tümden karşı olan bir düşüncenin ürünü gibi gö-

19
TBMM Zabıt Ceridesi, c. 7, s. 328.
Türk Kurwfuş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

rünebilir. Hatta Hüseyin Avni, aynı oturumdaki bir başka


müdahalesinde " Hukuku padişahiye ait olan her türlü hu­
susta Meclis-i Ali selahiyettardır. (s. 33 1 ) diyecek kadar
köktenci bir tavır takınmaktadır. Bu görüşün karşısında
Mustafa Kemal Paşa ise şunları söylemektedir:

Biz prensip olarak Makamı Hilafet ve Saltanatı kabul ediyo­


ruz . Bunu kabul ettikten sonra efendiler muktazayi şeri şe­
rif ve muktazayi tabiat ona bir takım hukuk ve salahiyet ve­
receğiz. Fakat istiyor musunuz bunları bugün konuşmağa
karar verelim? (Hayır sadaları) . Bugün konuştuğumuz, ona
vermiyeceğimiz şeylerdir. Ona vermemek istediğimiz şeyle­
ri mevzuubahis ediyoruz. Fakat vereceğimiz ve vermek is­
0
tediğimiz şeyleri bahse tmenin zamanı değildir. 2

Roller değişmiş izlenimini vermektedir. Ne ki, Hüseyin


Avni ve muhafazakarlar icra Vekilleri Heyeti'ne karşı Mec­
lis'in üstünlüğünü savunurlarken, aslında hilafet ve salta­
nat rejimini savunmaktadırlar. Açıkça söyleyemedikleri
düşünce şudur: Büyük Millet Meclisi'nin görevi "Hilafet ve
Saltanatın, vatan ve milletin istihlas ve istiklalinden ibaret
olan gayesinin husulüne kadar" (Nisab-ı Müzakere Kanu­
nu 1 . md. ) sürecektir. Yani Halife Sultan esir bulunduğun­
dan, bütün yetkileri Meclis'e geçici olarak geçmiştir. Bütün
yetkilerin Meclis'in elinde olduğu kabul edilirse , hilafet ve
saltanat makamının kurtarılmasından sonra bu yetkilerin
yeniden padişaha verilmesi mümkün olacaktır. Ne adına?
Hakimiyet-i milliye adına. Kim tarafından? TBMM tarafın­
dan. Böyle bir mantık karşısında, elbette Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının durumu oldukça güçtür. Çünkü hakimi­
yet-i miÜiye adına Kanun-u Esasi'de sayılmış olan padişa­
hın haklarının Meclis'e tanınmamasını istemek olanaksız­
dır. Üstelik, 24 Nisan 1 920 tarihli konuşmasında da Mec-

20
Agk, s. 332.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

lis'in üstünde hiçbir gücün olmadığını bizzat Mustafa Ke­


mal savunmuştu .
B u çatışma, s ö z konusu maddenin aşağıdaki şekilde
formülleştirilmesi ile çözülmüştür:

Madde 7 Ahkamı şer'iyenin tenfizi, umum kavaninin vaz'ı,


-

tadili, feshi ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilam


gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir. Kavlinin ve
nizamat tanziminde muamelatı nasa erfak ve ihtiyacatı za­
mana evfak ahkamı fıkhiye ve hukukiye ile adap ve muame­
lat esas ittihaz kılınır. Heyeti Vekilenin vazife ve mesüliyeti
21
kanunu mahsus ile tayin edilir.

Konu önemli olduğundan üzerinde biraz daha durmak


istiyoruz. Büyük Millet Meclisi'nin mahiyeti dolayısıyla si­
yasi rejim sorununda çatışan iki görüş vandır. Birincisine
göre Büyük Millet Meclisi ve hükümeti geçicidir. Esas olan
hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasıdır. Bu görüş
çerçevesinde "hukuk-u padişahi"nin Meclis'e verilmesi de­
mek, yeni bir devlet kurulmasını istemek değil, tam tersi­
ne eski devlet düzeninin devamını istemektir.
lkinci görüşe göre ise yeni bir devlet kurulmaktadır.
Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin elinde olduğunu ka­
bul etmek doğrudan doğruya saltanat rejiminin yıkılması
yolunda atılmış önemli bir adımdır. Teşkilat-ı Esasiye Ka­
nunu'nun kabul edilen üçüncü maddesindeki Büyük Mil­
let Meclisi hükümeti geçici değil, kurulmakta olan yeni
"Türkiye Devleti"nin hükümetidir. Büyük Millet Meclisi
de bir kurucu meclis niteliğindedir.
Daha önce de gördüğümüz gibi, Mustafa Kemal Anka­
ra'da toplanmasına karar verilen "meclis-i milli"nin bir ku­
rucu meclis olduğunu belirtmek istemiş, fakat zamanın
koşullan altında ve özellikle Kazım Karabekir'in uyarısına

21 Teşkilat-! Esasiye Kanunu.


Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

uyarak "selahiyet-i fevkaladeyi haiz" bir meclis demekle ye­


tinmiş ve Meclis'in açılışında da bu konuda (yani kurucu
meclis olup olmadığı konusunda) tartışmaya girişilmesine
engel olmuştu. Değişen koşullar altında, iktidarının sağ­
lamlaştığına inanan Mustafa Kemal, 20 Ocak 1 9 2 1 tarihinde,
muhafazakarların görüşünü yansıtan ve lcra Vekillerinin
yetkilerinin sınırlandırılmasını, yani Mustafa Kemal'in şah­
sında simgeleşen yeni siyasi iktidarın sınırlandırılmasını is­
teyen Hüseyir Avni'ye verdiği cevapta, Meclis'in bir kurucu
meclis olduğunu ileri sürmektedir. Egemenlik kayıtsız şart­
sız milletindir denildikten sonra, ayn bir madde ile söz ko­
nusu olan egemenliğin toplandığı Meclis'in yetkilerini belir­
lemeye gerek olmadığını savunan Hüseyin Avni'ye karşı,
Meclis'in bir Kurucu Meclis niteliğinde olduğunu, gerekirse
mevcut anayasayı (Osmanlı Kanun-ı Esasisi'ni) değiştirebi­
leceğinin anlaşılması için bunun şart olduğunu belirterek,
üstü kapalı biçimde saltanat rejiminden uzaklaşma yönünde
bir adım daha atmış bulunuyordu.

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Efendim Hüseyin Avni


Beyin beyanatına nazaran sekizinci madde Meclisi Alinizin
hukuk ve salahiyetini tahdit ediyor. Efendi Hazretlerinin
beyanatına nazaran da buna esasen lüzüm yoktur. Çünkü
birinci maddede Meclisi Alinin salahiyeti vasi bir surette
işaret edilmiştir. Bendenize kalırsa her iki noktai nazarda da
isabet yoktur. Bir defa birinci maddede vukubulan ifadenin
manası Hakimiyet bilakaydüşart millete ait olduğuna dair­
dir. Fakat ondan sonra da halkın mukadderatını bizzat ve
bilfiil idare etmesine müstenit bir usulü idarenin de takip
edileceği söyleniyor. Binaenaleyh halkın mukadderatını
bizzat ve bilfiil deruhte etmesinde gayet şümullü bir mana
vardır. Bunların her birini ayrı ayrı tayin ve tahdit etmek la­
zım gelir ve bu tayin ve tahdide başladığımız zaman bunun
mebdei Meclisi Alinizdir. Meclisi Alinizin dahi salahiyeti
gayet bariz bir surette bütün milletçe bilinmek lazımdır.
Yoksa alelıtlak ve bilakaydüşart kelimesi ile başlayan cümle
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve !kinci Gruplar

Meclisi Alinizin salahiyetini ifadeye kafi değildir. Bir de Mec­


lisi Alinizce kabul edilmiş bir esas vardır ki, o da; kavanini
mevcude yerine yenisi konulmadıkça diğerleri caridir. Bi­
naenaleyh ö teden beri mevcut ve meri olan Kanunu Esasi
mevadd-ı mündericesinden herhangi birinin yerine diğer
bir madde konulmadıkça veyahut heyeti umümiyesinin
yerine yeni bir Kanunu Esasi kitabı vaz edilmedikçe ah­
kamı bakidir.

Meclis'in salahiyetleri açıkça belirtilmedikçe Kanun-ı Esa­


si'yi değiştirip değiştiremeyeceği konusunun belirsizlik
içinde kalacağına işaret ettikten sonra Mustafa Kemal şöy­
le devam etmektedir:

Halbuki Meclisi Aliniz ayni zamanda bir meclisi müessisan


salahiyetini haizdir. Mevcut Kanunu Esasiyi kaldırır, yerine
yenisini koyabilir. Binaenaleyh bunu ifade e tmezsek henüz
mevaddmm bir çoğu cari olan Kanunu Esasiye göre Kanu­
nu Esasiyi tebdile cesaret bulamayız. Bundan dolayı bunu
ifade etmek lazımdır ve bu zan olunduğu gibi Meclisi Ali­
nizin salahiyetini tahdit değil , tavsi ediyor. Meclisi Alinizin
ayni zamanda bir de Meclisi müessisan mahiyetinde oldu­
ğunu dahi tamamen ispat ediyor" . 22

Bununla birlikte, toplumdaki ve dolayısıyla Meclis içinde­


ki çatışma hesaba katılmadan, tamamen soyut bir düzeyde
Hüseyin Avni Bey'in konuşması ele alınacak olursa , "hu­
kuku Padişahiye ait olan her türlü hususata Meclisi Ali
salahiye ttardır" fo rmülü , Mustafa Kemal'in Meclis'in bir
"Meclis-i müessisan" olduğu görüşüyle çatışmadığı gibi,
daha da radikal bir formül gibi gözüktüğü doğrudur. Ama
bu, sadece bir görüntüdür. iki gün sonraki o turumda, ayriı
Hüseyin Avni, hükümeti komünistlikle suçlayacak, bir hafta
kadar sonra da Londra Konferansı ile ilgili görüşmelerde

22
TBMM Zabır Ceridesi, c. 7, s. 329-30.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

bu sefer de hükümeti Padişah'a karşı saygısızlıkla suçlaya­


caktır. Olaylara temel çatışmanın ışığı altında ve gelişme­
lerin bütünlüğü içinde bakmayan bazı araştırmacıları bu
tür çıkışlar ne yazık ki şaşırtabilmektedir. Hüseyin Avni
Bey'in ve onunla birlikte hareket edenlerin esas amaçların­
dan biri de, lcra Vekilleri Heyeti'nin ve onun tabii reisi du­
rumundaki Mustafa Kemal Paşa'nın iktidarını zayıflatmak,
elini kolunu bağlamaktır. Çünkü Kanun-ı Esasi'ye göre
"hukuku padişahiye ait olan her türlü hususat Meclisi Ali­
ye" verilmesi demek, memur tayinlerinin bile lcra Vekille­
ri'nin elinden alınması anlamına geliyordu. Ve zaten bu
anlama geldiği için en keskin biçimde muhafazakarlar ta­
rafından savunuluyordu . Bu durum Mustafa Kemal Paşa
ile Hüseyin Avni Bey arasında sert bir tartışmaya yol açtı:

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Reis Bey ben de Hü­


kümet namına bir şey anlamak istiyorum . Müsade buyuru­
lursa, ifası iradei seniyeye taalluk eden her şey Meclisi Aliye
gelecektir buyuruluyor. Bir defa bugünkü vaziyetimize göre
hangi hususatın iradei seniyeye iktiranı lazım gelecektir ve
hangisi gelmiyecektir? Bu malum değildir. !kincisi: Bugün
ameliyat ve icraatı mesül zevat ifa etmektedir. Mesela kay­
makam tayini gibi, mutasarrıf tayini gibi, sefir tayini gibi
vesaire . Eğer bunları Heyeti Vekileden hemen nezediyorsa­
nız evvela Heyeti Vekilenin noktai nazarını dinlemek faideli
olacağı itikadındayım . Çünkü bu kayıt ve şartla , ihtimal ki
bu dakikadan itibaren, ben de dahil olduğum halde , Heyeti
Vekile vazifesine devam edemez. Bu kayıt ve şart tahtında
mesüliyet deruhde edemez . Belki heyeti aliyeniz içerisinde,
mesela Hüseyin Avni Bey arkadaşımız vardır ki bu kuyu t ve
şuru t ile Hükumeti deruhde etmeğe cesaretyap olabilir.
HÜSEYİN AVNl Bey (Erzurum) - Efendim bendeniz şurada
size berat veririm ki, ne Heyeti Vekileye girmek istiyorum,
ne de hiçbir şey olmak istiyorum . ihtiras bende yoktur. Bu
bir Kanunu Esasidir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Mesüliyeti deruhte
etmek meselesi.
rJrKaJaŞmaya UU/5L U. UU lULl ve ll\.lllLJ Ul UJ-'Ul.f"

HÜSEYİN A VNl Bey (Devamla) - Bu Kanunu Esasiyi yapa­


rız . O şerait dahilinde kim kabul ederse o gelir Hükümete ,
etmezse gider, öbürleri gelir. Gidenlere uğurlar olsun. (Şid­
detli gürültüler) .
MUSTAFA KEMAL PAŞA- (Ankara) - lşte pekala biz gideriz,
zatı aliniz gelirsiniz. 23

Bu noktaya, Birinci ve !kinci gruplar ile ilgili açıklamala­


rımızda tekrar dönmek üzere, şimdilik yeniden uzlaşmaya
ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabulüne dönelim.
Yukarıda tartışmalara yol açan yedinci maddenin ka­
bul edilen şeklini yazmıştık. Görüleceği gibi, özellikle ho­
ca efendiler tarafından savunulan dini görüş kabul edilmiş,
buna karşılık Meclis'in yetkileri, yani hiçbir zaman Padi­
şah'a bırakılmayacak yetkiler sayılmış ve lcra Vekilleri'nin
görev ve yetkilerinin ise daha sonra çıkarılacak bir kanun­
la düzenlenmesine karar verilerek uzlaşma sağlanmıştır.
Böylece, 20 Ocak 1 9 2 1 tarihinde , Büyük Millet Meclisi'nin
ilk anayasası sayılabilecek olan 85 sayılı Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu kabul edilmiştir.
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile -her ne kadar şeriat esas­
larının yerine getirilmesi öngörülmekte ise de (Madde 7)­
yeni bir devletin temellerinin atıldığı açıktır. Nitekim ka­
nunun kabul edilmesiyle birlikte, eski devlet biçimine bağ­
lı olanlar açıktan muhalefete geçmekte gecikmediler. Son
Istanbul Meclis-i Mebusanı'nın Reisi ve Büyük Millet Mec­
lisi'nin ilk !kinci Reisi ve Adliye Vekili Celalettin Arif Bey,
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabulünden dört gün sonra
"kanunun bazı nukatını kanaatı siyasiye ve vicdaniyemle
kabili telif göremediğimden" diyerek Adliye Vekaleti'nden
ve Meclis !kinci Başkanlığı'ndan istifa ettiğini (yazılı ola­
rak) bildiriyordu . Ancak istifasında kanunun bazı noktala­
rı ile hemfikir olmadığını yazmasına karşılık, Celalettin

23
TBMM Zabu Ceridesi, c. 7, s. 334.
Türk Kurculuş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Arif Bey bütün ısrarlara rağmen bu noktaların neler oldu­


ğunu söylemekten kaçınmış ve bir şekil meselesi arkasına
sığınmıştır. 24 O da Meclis üyelerinin üçte iki çoğunluğu ile
kanunun kabul edilmemiş olmasıdır. Oysa, kanunun gö­
rüşülmesinde kendisi başkanlık etmiş ve bu konuya hiç
dokunmamıştır. Ayrıca, Nisab-ı Müzakere Kanunu'na göre
de böyle bir çoğunluğun gereği yoktu .
Ocak ayının son günü gündeme gelen Londra Konfe­
ransı, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun öngördüğü siyasi re­
jimden hoşnut kalmayanlar için, Hükümet'e karşı çıkmak
için yeni bir vesile oldu . Londra'da toplanacak barış konfe­
ransı için müttefiklerin Istanbul Hükümeti aracılığı ile
Ankara Hükümeti'nin temsilcilerini de davet etmeleri An­
kara ile lstanbul'un arasını bir kez daha açtı. Mustafa Ke­
mal Paşa'nın Meclis'e danışmadan doğrudan doğruya Tevfik
Paşa'ya çektiği şifrede Istanbul'da bir hükümetin mevcut
olmadığını ve Padişah'ın yapacağı tek işin Ankara Hükü­
meti'ni tanıdığını ilan etmesi olduğunu şart koşması Mec­
lis'te sert tartışmalara yol açtı. Tartışma iki konuda cere­
yan etti. Birincisi, Meclis Reisi sıfatıyla Mustafa Kemal Pa­
şa'nın ve Heyet-i Vekile'nin, Meclis'e danışmadan Istanbul
ile yazışmalarda bulunması; ikinci konu ise Londra Konfe­
ransı'na gönderilecek olan Ankara murahhaslarının yine
Meclis'e danışılmadan icra Vekilleri Heyeti tarafından se­
çilmiş olmaları idi. Görüldüğü gibi aslında sorun yine icra
Vekilleri Heyeti'nin, dolayısıyla da Mustafa Kemal Paşa'nın
gittikçe bütün iktidarı elinde topladığı konusunda odak­
laşmaktadır. Hangi gizli niyetle yapılırsa yapılsın, itirazlar
Meclis üyelerinin en doğal hakkı idi. Ancak tartışmalar ve
sorunun çözülüş biçimi demokrasi kurallarından çok güç
dengeleriyle ilgilidir.
30 Ocak 1 9 2 1 tarihli on iki imzalı bir takrir Meclis'in
ertesi günkü toplantısında gündeme geldi. Takrirde, lstan-

24
TBMM Zabu Ceridesi, c. 7, s. 36 1 .
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

bul ile yapılacak yazışmaların önceden Meclis'in onayın:­


dan geçmesi isteniyordu . Mustafa Kemal Paşa'nın bu takri­
rin okunmasının siyasi bakımdan zararlı olacağını ileri
sürmesi üzerine, takrir sahiplerinden Erzurum Mebusu
Hüseyin Avni Bey, Meclis'in yetkilerinin çiğnenmek iste­
diğini söyleyerek itiraz etmiştir:

HÜSEYİN AVNİ Bey (Erzurum) - . . . Efendiler, birinci mad­


deyi açtığımız zaman: Hakim doğrudan doğruya Millet
Meclisi değil mi efendim? Kendi içinden ayırdığı birkaç ar­
kadaşına böyle vasi salahiyet vermiş değildir.
Hisse mağlup olmıyalım. Çünkü kanun mutlak olarak demiş­
tir ki: Hükümet Büyük Millet Meclisi Hükümetidir. lcra Ve­
killerini tefrik etmiştir. Fakat onların salahiyetini tesbit et­
memiştir. Binaenaleyh hak, kendisinde tecelli etmiştir ve o
hakkı kendisi doğrudan doğruya istimal eder. Ve verdiği me­
zuniyet dairesinde onlar da icrayi hükümet eder demektir.

Netice-i mukarrerat tebliğ olunuyor. Hükümet; böyle yap­


tık demiştir. Ben bunu inkar etmiyorum. Meclisi Alinin re­
yinin inzimamını istiyorum.
RAGIP Bey (Amasya) - (Takririn mündericatı : bu gibi me­
saili mühimmei siyasiyeden evvela Meclis haberdar edilsin,
Meclis vazifei teşriiye ve icraiyeyi haizdir) .
Meclis de bilmelidir.

Meclis çoğunluğunun bu fikre yakınlık duyması üzerine


Mustafa Kemal Paşa takriri verenler arasında "hafiye" ol­
duğunu kürsüden bağırmıştır. Böyle bir suçlama elbette
etkisini göstermekte gecikmemiştir. Bununla birlikte:

MUHlTTlN BAHA Bey (Bursa) - . . . lşlerin gecikmemesi için


Heyeti Vekilenin bu işi mutlaka yapması gerekirdi ve iyi
yapmıştır.

deyince,
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

ZIYA HURŞIT Bey (Lazistan) O halde bizim burada ne


-

işimiz kalıyor?
HÜSEYIN AVNI Bey (Erzurum) - Rica ederiz, rica ederiz
daha buraya ne geliyoruz ? " 25

diyerek mukabelede bulunmuşlardır.


Neticede takrir okunmuş, fakat Mustafa Kemal'in hafi­
yelikle suçladığı Nazım, istiklal Mahkemesi tarafından mah­
kum edilmiş ve mebusluğu düşmüştür ( 1 0 . 5 . 1337 - 192 1 ) .
5 Mart 1 9 2 1 tarihinde yapılan bir gizli oturumda, bu
kez de Londra'ya gidecek murahhasların seçimi konusun­
da tartışma olmuş ve murahhasların Meclis üyelerinden ve
Meclis tarafından seçilmiş olmaları kabul edilmiştir. Oysa
aynı oturumda, Mustafa Kemal Paşa: "Heyeti Murahhasa
intihap etmek ve heyeti murahhasaya vazife vermek icra
Vekillerimizin vazaifi cümlesindendir" görüşünü savun­
muştur. 2 6
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun yarattığı hoşnutsuzluk
Meclis içinde Heyeti Vekile'nin icraatını hakimiyet-i milli­
ye adına kısıtlama biçiminde tezahür ederken, aynı tarih­
lerde Meclis dışında doğrudan doğruya hilafet ve saltanat
rejiminin korunmasını amaç edinen bir hareket ortaya çık­
tı. Bu hareket bir anlamda, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin
ilk bölünüşüdür. Heyet-i Temsiliye üyesi ve Erzurum Me­
busu Hoca Raif Efendi, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile hila­
fet ve saltanat rejiminin kaldırılmak istendiğini ileri süre­
rek, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzu­
rum Heyeti Merkeziyesi'nin yerine geçmek üzere Muha!a­
za-i Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum
Heyeti Merkeziyesi adı altında yeni bir cemiyet kurmuştur.
Cemiyetin iki temel amacı vardır:

25
TBMM Zabrt Ceridesi, c. 8, s. 23-26.
26
TBMM Gizli Celse Zabıdan, c. 1, s . 382-405.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

1 - Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin


Sivas Kongresi'nde kabul ettiği amaçlar.
2- Osmanlı Kanun-ı Esasisi'nin belirttiği "Hükümet,
Hükümeti Islamiye ve dini resmisi, dini islamdır" esasının
savunulması . 2 7
isminden de anlaşılacağı gibi doğrudan doğruya dini
esaslar üzerinde hilafe t ve saltanat rejiminin devamını
amaçlayan bu teşkilat, Mustafa Kemal Paşa'yı oldukça en­
dişelendirmiştir. Bir yandan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetleri'ne gönderdiği tamimler ile "menfi ce­
reyanlara" karşı uyanık bulunulmasını isterken, 28 diğer
yandan da Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir'e 1 1
Nisan 1 9 2 1 tarihinde gönderdiği bir şifre ile "Muhafaza-i
Mukaddesat" isminin kaldırılmasını istemiştir.
Mustafa Kemal Paşa'nın endişesi yersiz değildir. Muha­
faza-i Mukaddesat Cemiyeti, Anadolu'da egemen olan dini
ideolojiyi yansıtmakta olduğuna göre kısa zamanda taraf­
tar toplayabilirdi. Ancak sıcak savaş koşullan içinde bulu­
nulması (bu sıralarda Yunan taarruzu yeniden başlamıştır) ,

27
" Cemiyetin Gaye ve Mekasıdı Esasiyesi
Madde 3 - ( 1 ) Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinin Sivas Kong­
resinde ittihaz ve rehberi harekat olarak kabul ettiği mukarrerat meyanında
tesrih edilmiş olan maksat ve esasatın aynı.
ikinci maddede beyan olunduğu vechile ve dahilde bir takım nam ve
ünvanlarla mesaliki içtimaiye diyerek meydana konulmakta olup akaidi di­
niye ve ahkamı şer'iyemizle kat'iyen gayrı kabili telif bulunan, derünunda
(Hükümet Hükümeti İslamiye ve dini resmisi dini islamdır) diye musarrah
kanunu esasii Osmani ahkamına taban tabana zıt ve mütebayin bulunan bir
takım küfür ve eshadı zındıka ve fesat kavait ve nazariyelerile bunların mu­
cit ve müntesip ve naşirlerine mukabeleten müdafaa için lazım gelen esbabı
vesaiti ihzar ve icabatı sairei lazimeye tevessüle bir islam memleketi olan va­
tanımızı bu yüzden bir fitne ve fesad ocağı olmaktan vikayedir" (Kiizım
Karabekir, istik/il Harbimiz, s. 9 1 8) .
28
"Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Üyelerinin isimleri
hakkında" tamim (21 . 3 . 1 92 1 1 ) ATTB. s. 373.
"Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkezleri'ne Vatansever, Azimli Şahısların se­
çilmesine ve BMM'nin Cemiyetin Kongresi olduğuna dair şifre 22. 3 . 1 92 1
(agk, s . 373).
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu
..

egemen ideolojinin Meclis içindeki ve dışındaki temsilcile-


rinin derhal Mustafa Kemal Paşa'ya kesin cephe almalarını
engellemiştir. Aynca Halife Sultan'ın kişiliği Mustafa Ke­
mal'in işini kolaylaştırmıştır: Hıyanet içinde olduğu muha­
lifleri tarafından da kabul edilmektedir.
lşte bu koşullar altında Mustafa Kemal, Meclis içinde­
ki iktidarını güçlendirmek ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyet­
leri'ni sıkı denetimi altına almak üzere Meclis'te çoğunlu­
ğu sağlayacak sayıda ( 1 33 ) mebus ile Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Grubu'nu kurmuştur ( 1 0 Mayıs 1 92 1 ) . 29
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun kabulü ile yoğunlaşan
muhalefete karşı disiplinli bir mücadele amacı ile kurulan
Birinci Grubun içtüzüğünde, "artık saltanat ve hilafetten
söz edilmemekte, Misak-ı Milli ilkeleri çerçevesinde mem­
leketin tamamiyetini ve milletin istiklalini sağlayacak bir
barışa değinmekle yetinilmektedir" . 30 Daha da önemlisi
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu dairesinde devletin -yani yeni
bir devletin- teşkilatına çalışılacağından bahsolunmaktadır.
Bütün mebusların Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri'ne bağlı olmalarına rağmen böyle bir grubun
kurulması , gruba alınmamış mebuslar tarafından hoş kar­
şılanmadığı gibi, 3 1 Kazım Karabekir Paşa tarafından da kuş­
kuyla karşılanmıştır. 3 2
Siyasal edebiyatımızda Birinci Grup genel olarak "lnkı­
lapçı" grup olarak anılmakta33 ve bir yıl sonra resmen kuru­
lacak olan lkinci Grup ise "Muhafazakar" diye geçmektedir.
Başlangıçta Birinci Gruba dahil olup sonralan muhalefete

29
T. Z. Tunaya, agk, s. 533-37; M . Tunçay, Tek Parti Yönetiminin, s. 42-43,
347-353; S. Selek, Anadolu lhtilali, s. 2 1 6-224; Frey, The Turkish Political
Elite, s. 306-323.
10
M. Tunçay, agk, s. 4 3.
31
Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey'in, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hu­
kuk Grubu hakkında takriri, TBMM Zabıt Ceridesi, c. 1 0, s.296-7, 1 6. 5 . 1 337,
içtima 34, Celse 1 .
32
Kazım Karabekir, istiklal Harbimiz, s. 9 1 5-2 1 .
33
Bkz. T. Z. Tunaya, agk, s. 533-534.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

geçmiş olan Ali Fuat (Cebesoy) , anılannda lkinci Grubu,


" . . . Meclis Reisinin diktatörlüğe doğru gittiğinden" şüphele­
nenler tarafından kurulmuş olduğunu yazmaktadır. 34 Yine
Birinci Grup üyesi olan Rauf (Orbay) Bey de anılannda aynı
görüşü savunmaktadır: "Muhalefet, devlet ve hükümet işle­
rinin Meclis murakabesinden sıynlarak, tekelden yürütül­
meğe doğru gittiği kanaatlerinden doğup bunu önlemeğe
çalışıyordu. " 3 5 Buna karşılık, Mustafa Kemal'e göre lkinci
Grubun kuruluş nedeni " . . . hükümet teşkilatının Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu'na göre yapılması"na karşı olmaktı.3 6
Biz, gruplar üzerinde ayrıntılı bir incelemeye girecek
durumda değiliz. Ancak şunu belirtmek istiyoruz: Her iki
grup da ideolojik bir bütünlüğe sahip olmaktan uzaktır.
Birinci Grubun varoluş nedeni gerçekten Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu'nun kabulüyle yoğunlaşan muhalefet karşısında
disiplini ve denetimi sağlamaktır; "devlet ve milletin teşki­
latını Teşkilat-ı Esasiye Kanunu dairesinde" gerçekleştir­
meye çalışmaktır.37 Ne var ki yukanda da belirttiğimiz gi­
bi, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda hükümet şekline dair
açıklık olmadığı gibi, Meclis'teki tartışmalar da sorunu ay­
dınlatmaktan uzaktır. Bu nedenle, grubun kuruluş biçimi
de göz önüne alındığında, Birinci Grubun aynı ve belirli
bir siyasi görüşü savunanlardan değil, fakat daha çok Mus­
tafa Kemal'e koşulsuz bağlı olabilecekleri düşünülen kişi­
lerden oluştuğu ileri sürülebilir.
ikinci Grup ise Mustafa Kemal'in diktatörlüğüne engel
olmak, "hakimiyet-i milliye'yi" gerçekleştirmek gerekçesiyle
ortaya çıkmış olsa bile , belirli bir siyasi görüşe sahip üye­
lerden oluşmamaktadır. Birinci Grup üyelerinin Mustafa
Kemal'e bağlılıklan karşısında siyasi özgürlüklerin savu-

14
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Haaraları, c. 2, s. 18.
35
F. Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, Is tan bul, 1 9 6 5 ,
s. 5 7 .
36
Nutuk, c . 2, s. 634.
37
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu Nizamnamesi, Madde-i Esasiye.

/ ss
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

nucusu gibi gözüken lkinci Grup , Muhafaza-i Mukaddesat


Cemiyeti'nin bir devamı gibi de görülebilir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun ideo­
lojik bir bütünlüğü olmasa da, kurulmasıyla birlikte siyasi
rejim tartışması daha bir açıklık kazanmıştır. Hoca Raif
Efendi, Kazım Karabekir'e grubun kurulma amacının cum­
huriyet rejiminin gerçekleştirilmesi olduğundan şikayet
etmektedir. 3 8 Bununla birlikte Mustafa Kemal, Cumhuri­
yetçiliği kesin olarak reddetmektedir. Konuyla ilgili olarak
Kazım Karabekir'e şunları yazmaktadır: " . . . Raif Efendinin
saltanat şeklinin Cumhuriyetçiliğe kalbi mahsus olduğu
(Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun kurulma nedeni) hakkındaki
fikri bir vehim mahzından başka bir şey olamaz. " 3 9 Yine
aynı şifrede , bu kez Kazım Karabekir'in hilafet ve saltanata
ilişkin sorduğu soruya40 da şu cevabı vermektedir: "Hilafet

38 Hoca Raif Efendi'nin Birinci Grup hakkındaki düşüncelerini Kazım Karabekir,


Mustafa Kemal'e çektiği 1 1 Temmuz 1 9 2 1 tarihli şifre telgrafında şu şekilde
özetlemektedir: "BMM'nde teşekkül eden mezkür grubun maksat ve gayesi
devletin şekli idaresini büsbütün değiştiren siyasi bir gayeyi istihdaf etmekte
ve Sivas Kongresinin tesbit ettiği esasata nazaran hilafet ve padişaha ait hiç
bir kaydı mevzuu bahis etmeyen teşkilatı esasiye kanununu rehberi faaliyet
olarak kabul eylemektedir. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu is­
mini takınan bu fırkanın şahsiyei maneviye ve hukukiyesi mezkur cemiyet
unvanının sahibi hakikisi olan Müdafaai Hukuk teşkilatlarının vaziyeti
umumiyeleri ile tezad teşkil eder. .. Bütün bu teşebbüsattan ve Ankara Mat­
buatının neşriyatından hasıl olan en mühim ve hayati endişe, hükümet şekli
idaresini tesbit eden hilafet ve saltanatın Cumhuriyetçiliğe inkılab etmesi
tehlikesidir. Takip edilen tarzlann devamı halinde bir emrivaki şeklindeki
tecellisinden korkulan bu tehlike, mazallah hayat ve istiklalimizi bir tufanı
tezebzüb içinde boğar . . . " Kazım Karabekir, istiklal Harbimiz, s. 9 1 8 .
39 A. T. T.B., s. 386.
40
Hoca Raif Efendi'nin görüşlerini özetledikten sonra Kazım Karabekir şunları
yazmaktadır: "Ameli hayatı, nazari, fikirlerle yürütmek ve neticeyi muvafa­
kiyetle kazanmak, zan edildiği kadar sakin ve sehil olamıyacağı malum iken
islahatı mutedil ve ameli çarelerle tedricen ekseriyetin efkanna göre yapmayıp
da, devlet şeklinin birdenbire ve pek cezri esaslarla değiştirilmesi isticalinin se­
bep ve mahiyeti ile deruhde olunan ciheti tatbikiyesindeki derecei imkan ve bu
meyanda hilafet, saltanat mes'elesinin sureti halli gibi üç mes'elede tenvir
buyurulmaklığımı istirham ederim". Kazım Karabekir, age, s. 920.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

ve saltanat meselei esasiye olarak mevcut değildir. Türki­


ye'nin başında halifei islam olacak ve bir hükümdar sultan
bulunacaktır. Mevzuubahis olan mesele, hükümdarın hu­
kuku olup bunun tayin ve tahdidi için son bir kaç asrın
tecarübü ve devlet mefhumundaki millet hukukunun ma­
nayı hakikisi amil olmalıdır. Bu esas üzerinde henüz tespit
edilmiş kat'i bir düsturumuz yoktur" . 4 1
Görüldüğü gibi 1 9 2 1 yılının yazında, Sakarya Sava­
şı'nın arifesinde, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na rağmen he­
nüz hilafet ve saltanat makamına karşı açık bir karşı tavır
yoktur ve Osmanlı Kanun-ı Esasisi yürürlüktedir. 24 Ka­
sım 1 9 2 1 tarihinde görüşülmeye başlanan "Heyeti Vekile­
nin Vazife ve Mesuliyetine Dair Kanun" teklifi münasebe­
tiyle siyasi rejim sorunu yeniden gündeme gelecek ve Sa­
karya zaferi ile iktidarını güçlendirmiş olan Mustafa Kemal,
çoğunlukla muhalif mebuslardan oluşan Encümen-i Mah­
sus'un teklifine şiddetle karşı çıkarken Meşrutiyet rejimi­
nin terk edilmesini isteyecektir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, 20 Ocak 1 9 2 1 'de kabul
edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun yedinci maddesi tar­
tışmalara yol açmış ve sonunda lcra Vekilleri'nin yetki ve
sorumluluklarının , yapılacak başka bir kanun ile tespit
edilmesi koşuluyla uzlaşmaya varılmıştır. Encümen-i Mah­
sus tarafından 24 Kasım 1 92 l 'de Meclis'e sunulan kanun
teklifinde kabine usulü getiriliyordu . Ancak, "Esbabı mu­
cibe mazbatasında" , "Kanunu Esasii Osmaninin . . . birinci­
den yedinci maddeye kadar mezkür olan hukuku aliyei Hi­
lafet ve Saltanatın mahfuziyeti aşikar olduğundan muhtacı
müzakere ve münakaşa olmıyan bu esasat aynen baki kal­
mak üzere bu maddeden itibaren Büyük Millet Meclisi
karşısında Heyeti Vekilenin vazı ve mesüliyeti kanuniyesi­
nin tesbitine karar verilmiş" olduğu yazılıydı. Kanun tekli-

41 A.T.T.B., s. 388-9.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

fine göre, Kanun-ı Esasi'de padişaha ait olan bütün yetki­


ler Meclis'in manevi şahsiye tinde toplanıyor, icra sorumlu­
luğu Meclis tarafından seçilecek olan Vekiller Heyeti Rei­
si'ne devrediliyor ve Meclis Reisi "Heyeti lcraiyenin mura­
kıbı" durumuna soku;luyordu (md. 7) . Vekillerin seçimi
ise, Heyet-i Vekile reisine bırakılıyordu (md. 1 0 ) . Ayrıca ,
Encümen adına açıklamalarda bulunan ve daha sonra ku­
rulan lkinci Grubun liderlerinden olan Mersin Mebusu
Selahattin Bey, Meclis'in asli görevinin hilafet makamının
kurtarılması olduğunu belirtiyordu.42
Özetle, kanun teklifi, Osmanlı Kanun-ı Esasisi'ni esas
almakta, yani Meşrutiyet rejimini savunmaktadır. Hi�afet
ve saltanat makamı esaret altında bulunduğundan, Halife
Sultanın yetkileri geçici olarak Meclis'in manevi şahsiyeti­
ne devredilmektedir. Bu arada , pratikte en önemli nokta,
Meclis Reisi'nin, yani Mustafa Kemal'in o güne kadar fiilen
sahip olduğu yetkiler (5 Ağustos 1 9 2 1 'de Başkumandanlık
Kanunu ile Meclis'in yetkilerini de eline aldığı unutulma­
malıdır) büyük ölçüde kısıtlanıyor ve icra yetkisi Meclis
tarafından seçilecek bir Heyet-i Vekile Reisi'ne bırakılıyor­
du . Görülebileceği gibi, lcra Vekilleri'nin yetki ve sorum­
luluklarını tespit etmekle görevlendirilmiş olan Encümen-i
Mahsus, görev sınırlarını da aşarak doğrudan doğruya hü­
kümet şeklini tayin etme yoluna gitmiştir. Encümenin ha­
zırladığı kanun teklifi, bir anlamda , Teşkilat-ı Esasiye Ka­
nunu'na muhalif olanların bir tepkisidir. Bu tepki gerçekte
Mustafa Kemal'e ve onun yönetim ve denetimindeki bir lc­
ra Vekilleri Kurulu'na tepkidir. Önceleri her türlü yetkinin
Meclis Heyeti Umumisi'nde bulunduğunu savunanlar ve
lcra Vekilleri'nin Meclis'e danışmadan iş gördüklerini, böy­
lece hakimiyet-i milliyeyi çiğnediklerini söyleyenler, bu

42
Heyet-i Vekilenin vazife ve ınesuliyetine dair Kanun, TBMM Zabıt Ceridesı;
Devre 1 , c . 1 4 , s. 3 2 1 -327.
Fırka/aşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

kez, örneğin idam hükümlerinin tasdiki yetkisini yeni usule


göre oluşacak Heyet-i Vekile'ye bırakmaktadır (md. 3 ) .
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tartışmalarındaki roller adeta
yeniden değişmiştir. Heyet-i Vekile'ye Meclis'ten ayrı icra
yetki ve sorumluluğunun verilmesine Mustafa Kemal karşı
çıkmaktadır: "Bir Heyeti Vekile ki; iradei milliyenin mü­
messili olacaktır, ispat edeceğim; onun eline salahiyet ver­
diğiniz zaman o istediğini yapacaktır ve haberiniz olmıya­
caktır. Sorarım size: Heyeti Vekile sizin buradan dağıtıl­
manıza karar verirse ne yapacaksınız ? " .43
Mustafa Kemal söz konusu kanun teklifi hakkında
yaptığı oldukça uzun konuşmada, önce Encümen-i Mah­
sus'un mevcut hükümet şeklini bir şeye benzetemeyerek,
dünyada bilinen hükümet şekillerinden birine benzetmek
isteğiyle hareket e ttiğini ve bunun yanlış olduğunu belirt­
mektedir. Günümüzde bile, Atatürkçülük adına sık sık
öne sürülen "biz bize benzeriz" sözünün geçtiği konuyla
ilgili paragrafı aktarmakta yarar görüyoruz.

Bunun (Hükümetin) şekli yoktur, vaziyeti yoktur, meşkük­


tur, müphemdir demek elbette musip olamaz. Fakat ihtimal
ki rüfeka-yı kiramımızdan bazılariyle mazbata muharriri
Beyefendinin söylemek istediği başka bir şeydir. Yani: "Bu
hükümet demokrat bir hükümet midir, sosyalist bir hükü­
met midir, yani şimdiye kadar okuduğumuz kitaplarda ismi
zikredilen hükümetlerden hangisidir? " buyuı:dular. Efendi­
ler bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir,
sosyalist bir hüküme t değildir. Ve hakikaten kitaplarda
mevcut olan hükümetlerin, mahiyet-i ilmiyesi itibariyle ,
hiçbirine benzemiyen bir hükümettir. Fakat hakimiyet-i
m'illiyeyi , irade-i milliyeyi yegane tecelli e ttiren bir hükü­
mettir; bu mahiyette bir hükümettir; llmi , iç timai nokta-

43
TBMM Zabu Ceridesi, c. 14, s. 425; A tatürk 'ün Söylev ve Deme.,Jeri, c. 1,
s.1 92.
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

sından bizim hükümetimizi ifade etmek lazım gelirse "halk


hükumeti" deriz. Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun birinci­
den dördüncüye kadar olan maddeleri hükumetin ne oldu­
ğunu , kimin tarafından idare olunduğunu , idare eden heye­
tin kuvvet ve salahiyetini tasrih etmiştir . . . Fakat ne yapalım
ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyor­
muş, hiçbir şeye benzemiyormuş ! Efendiler biz benzeme­
mekle ve benze tmemekle iftihar etmeliyiz ! çünkü biz bize
benziyoruz Efendiler ! (alkışlar)

Kanun teklifinin öngördüğü kabine sistemine göre, Musta­


fa Kemal'in mevcut sistemi savunması, hatta konuşmasının
bir başka yerinde 24 Nisan 1 920'de Meclis'in mahiyetine
dair yaptığı açıklamaya gönderme yapması geri bir adım
olarak görülebilir. Ancak, bu geriye dönüş, meşrutiyet re­
jimini geri getirmek olarak değerlendirdiği kanun teklifini
reddetmek içindir. Nitekim, daha sonra uzun uzun Os­
manlı Kanun-ı Esasisi üzerinde durmakta ve bunun ya­
bancıların zorlaması ile ve onların istemleri doğrultusunda
hazırlanmış bir anayasa olduğunu belirtmektedir.44 Bu ka­
darla da yetinmeyip, Kanun-ı Esasi'nin getirdiği ve encü-

44
"Artık Avrupalılar bu Devleti Osmaniye'nin başlıbaşına kendisini idareye
gayri muktedir telakki edilmesi lazım geldiğini ve binaenaleyh tahtı vesayete
almak icabettiğini kati bir surette beyan ettiler ! işte o zaman Efendiler bir
Padişah'ın tahtı riyasetinde üçü Hıristiyan olmak üzere onalu_ memur, on ule­
ma ve iki askerden mürekkep bir heyet Babıali'de toplandı (elindeki Kanunu
Esasiyi irae ile) ve bu kitabı yazdı ! Bu kitap milleti memnun etmek için mil­
letin arzu ve amal-i hakikiyesi için müsbet, maddi bir makesi tecelli değildir.
Efendiler bu kitap düşmanlarımızı muvakkaten olsun memnun etmek gaye­
sini gözetmiş bir kitaptır. .. bu kitabın mahiyetinin millet ile, hakimiyet ile,
irade-i milliye ile hiç alakası yoktur. Efendiler ! Sultan Hamit bu kitaba isti­
naden ve bu kitapda bahşolunan hukuka istinaden, ve bu kitaba bakarak al­
danan millet vekillerini dağıttı. Ve 33 sene bu milleti köle gibi istihdam etti !
Efendiler, bu kitabın ahkamı cari oldukça memleket ve milletin üzerinde is­
tibdat ve mutlakiyetin berdevam olmasına mani olacak hiçbir kuvvet yoktur.
Bu kitabın kuvvetini, ya bir adam kullanabilir veya o adamı elinde kullana­
bilecekler kullanabilirler."
TBMM Zabu Ceridesi, c . 14, s. 434; A.S.D. , s. 206-207.
Fırkalaşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

menin önerdiği meşrutiyet rejiminin, kuramsal düzeyde bile


hakimiyet-i milliyeyi, irade-i milliyeyi sağlamaktan uzak
bir rejim olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Mustafa
Kemal'e göre, meşrutiyet rejimi, kuramsal olarak kuvvetler
ayrımı esasına dayanır, oysa irade-i milliye, hakimiyet-i mil­
liye bölünme kabul etmeyen tek bir kuvvettir. Ancak, in­
sanlık tarihinde "müstebit" idareler ortaya çıkınca, meşruti­
yet rejimi, milli irade ile "müstebit" arasındaki mücadelede
bir aşama olarak oluşmuştur. Mustafa Kemal, meşrutiyet
idaresini kö tülerken meşrutiyet kuramının kurucularından
olarak değerlendirdiği jean jacques Rousseau'ya deli ve
eserlerine hasta bir aklın ürünü demektedir.45
Mustafa Kemal, uzun konuşmasında, ilk kez meşruti­
yet rejimini ve Osmanlı Kanun-ı Esasisi'ni kesinlikle red­
detmektedir, fakat cumhuriyet kelimesini kullanmamak­
tadır. Bununla birlikte, ideal rejim olarak eski Roma,
Kartaca, Isparta, Atina örneklerini vererek cumhuriyet re­
jimini dolaylı da olsa savunmaktadır.46 Ancak, o tarihlerde ,
henüz egemen dini ideolojiye ters düşmekten çekindiği

45
"Efendiler! Bu nazariyat-ı meşrutiyeti bulan en büyük filozoflann bu nazariyatı
kurmak için çalışuklan esaslan tetebbu ettim. Bunlara nüfuz ettim. Benim
gördüğüm şudur: düşünmüşler ve nasıl yapalım da bu kuvve-i müstebide o
irade-i içtimaiye ve milliyenin dununda kalabilsin. Yahut sıfıra müncer olabil­
sin, diyorlar. Ve buna muvaffak olamamak yüzünden büyük ve derin bir ıstı­
rap duyuyorlar. jean jacques Rousseau'yu baştan nihayete kadar okuyunuz.
Ben bunu okuduğum vakit hakikat olduğuna kail olduğum, bu kitap sahibinde
iki esas gördüm. Birisi bu ısnrap, diğeri bir cinnettir. Merak ettim. Ahvali hu­
süsiyesini tetkik ettim adım ki: hakikaten bu adam mecnun idi. Ve hali cin­
nette bu eserisi y mıştır. Binaenaleyh; çok ve çok istinadettiğimiz bu nazariye
böyle bir dim n mahsulüdür." Age, s. 440; s. 2 1 6 .
46
"Tabii, tetebbuat sahibi olan rüfekamız pekala bilirler ki Roma'da , Tsparta'da,
Atina'da, Kartaca'da mevcut olmuş olan Meclis-i umumiye hakit.:.H-i halde
bizim yaptığımız şeyleri yapıyorlardı efendiler! Kanun yaparlardı, n<emur in­
tihap ederlerdi, muhakeme yaparlardı, tecziye ederlerdi. Ve her şey yapar­
lardı. Ve Roma'da 4 milyon halk vardı. Efendiler! Bu 4 milyon halk şayan-ı
hayret bir surette toplanırlar ve beş on kişilik bir kabineden daha seri ve bil­
hassa daha makul ve muhik bir surette; icrai -ve adli ve teşrii vazifelerini icra
ederlerdi, eylerlerdi. " TBMM Zabu Ceridesi, c. 14, s. 440; A.S.D., c. 1 . s. 2 1 6.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

ıçın ideal hükümetin esası olarak "meşveret" kavramını


kullanmaktadır. 47
Mustafa Kemal'in konuşmasından sonra , kanun teklifi
lehinde Meclis'te gerekli çoğunluğun olmadığını anlayan
encümen üyeleri teklifi geri aldılar ve 3 Aralık 1 9 2 1 tarihli
o turumda da, "Heyeti Vekilenin salahhiyet ve vazifesine
dair encümeni mahsusca tanzim edilmiş olan kanun tekli­
finin, icra Vekillerinin sureti intihabı ve Heyeti Vekile Rei­
sinin Meclisce tasdiki noktasından da tekrar tetkik edil­
mek üzere Kanuni Esasi Encümeniyle encümeni mahsusa
havale edilmesine dair" verilen takrir kabul edildi.
Böylece, 1922 yılı başlarında , Mustafa Kemal'in baş­
kanlığındaki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu,
yani Birinci Grup , açıkça meşrutiyet rejimine karşı cephe
almış bulunuyordu. Siyasi rejim sorunundan kaynaklanan
muhalefet ise bir yandan askeri durumla ilgili eleştirileriy­
le hüküme ti sıkıştırırken, diğer taraftan da hükümet şekli­
ne ilişkin tartışmalarda daha örgütlü bir mücadeleye gi­
rişmek üzere 1 922 Temmuz'unda ikinci Grup olarak bir
program etrafında birleşme yoluna gitmişlerdir.
Birinci Grubun kuruluşundan ve Sakarya Savaşı'nın
zaferle sonuçlanmasından sonra muhalefet giderek yoğun­
laşırken, Mustafa Kemal Paşa da Müdafaa-i Hukuk Cemi­
yetleri'nin denetimini sağlamak amacıyla gerekli önlemleri
almakta gecikmemiştir. Özellikle, şahsına karşı gelişen mu­
halefet hareketinin, genel olarak kumandanlara ve orduya
karşı bir muhalefet olduğu temasını işlemiştir. 1 3 Kasım
1 9 2 1 tarihinde "hasbıhal tarzında olarak şark ve garp cep­
heleri ku andanlarına" yolladığı şifrede Meclis'te askeri
kumandan r aleyhinde bir cereyan bulunduğundan balı-

47
"Dünyada hükümet için meşru yalnız ve tek bir esas vardır. O da meşveret­
ıen ibarettir. Hükümet için şarı-ı esasi , şarı-ı evvel yalnız ve yalnız meşvereı­
tir. Efendiler (sürekli alkışlar) ! " TBMM Zabıt Ceridesi, c. 1 4 , s. 438; A.SD. ,
s. 2 1 2.
Fırkalaşmaya Dogru: Birinci ve ikinci Gruplar

setmektedir. 48 Yine Şark Cephesi Kumandanı Kazım Kara­


bekir Paşa'ya 5 Mayıs 1 922 tarihinde yolladığı şifrede, mu­
halefetin Meclis'te müzakereleri güçleştirmekte olduğun­
dan yakınmakta ve bu hareketin günün koşulları içinde
memleketin selameti bakımından son derece zararlı oldu­
ğunu yazmaktadır.49
Diğer taraftan, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti - bilumum Livalar Heyeti Merkeziyeleri'ne" gön­
derdiği 1 5 Nisan 1 922 tarihli tamim ve " teşkilatın teşrii
taazzuvunda medarı suhulet olmak ve mesaii umümiyedeki
ahengi temin eylemek üzere bir numaralı talimatname" ile
Meclis'te kwulmuş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hu­
kuk Grubu'nun bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin
Merkez Yönetim Kurulu olduğunu hatırlatmaktadır. 5 0
Ancak, 1 922 yılının ilk yarısında dış ilişkilerdeki be­
lirsizlik ve içeride ne savaş ne barış halinde uzayıp giden
bir bekleyiş ortamında, muhalefet Meclis içinde boş dur­
mamakta ve hücumlarını artırmaktadır. Mustafa Kemal Pa­
şa'nın Başkumandanlığının uzatılması görüşmelerinde ken­
dini gösteren muhalefet, özellikle, yukarıda bahsettiğimiz
icra Vekilleri'nin Salahiyet ve Vazifesine Dair Kanun teklifi
Temmuz 1 922 başında yeniden gündeme geldiğinde ço­
ğunluğu bile elde etmeyi başarmış gözükmektedir.
Bilindiği gibi icra Vekilleri'nin Salahiyet ve Vazifesini
tespit amacıyla 1 9 2 1 yılı sonunda muhalefet tarafından ha­
zırlanan kanun teklifinin, Mustafa Kemal'in müdahalesiyle,
Birinci Grup üyelerinin çoğunlukta · bulunduğu Kanun-ı
Esasi Encümeni ile eski Encümen-i Mahsus tarafından bir­
likte yeniden hazırlanmasına karar verilmişti. Yeni Komis­
yon'un teklifi iki bölüm halinde 6 Temmuz 1 922 tarihinde
Meclis'te görüşülmeye başlandı. Ilk olarak, icra Vekille-

48 A TTB, s. 4 1 8 .
49 A TTB, s . 437.
50
A TTB, s . 433-436.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

ri'nin seçilme şekli "müstakil bir layiha halinde" Meclis'e


sunulmaktaydı. O tarihe kadar, daha önce de belirttiğimiz
gibi, icra Vekilleri Meclis Reisi'nin göstereceği üçer aday
arasından genel kurulca seçilmekteydi. Ve yine belirttiğimiz
gibi, 4 Kasım l 920'de kabul edilmiş olan bu usul, Meclis'in
yetkilerini, dolayısıyla da Hakimiyet-i Milliyeyi sınırlan­
dırdığı yolunda itirazlara uğramıştı. 1 9 2 1 yılı sonunda
Meclis'te sunulan ve reddedilen teklifte ise icra Vekilleri
Reisi'nin M�clis tarafından seçilmesi ve vekillerin de icra
Vekilleri Reisi tarafından seçilmesi öngörülüyordu. Yeni
teklife göre ise, icra Vekilleri'ni sadece Meclis Reisi'nin de­
ğil, fakat Meclis Reisi ile birlikte, devlet teşkilatına te­
kabül eden Meclis Encümenleri üyelerinin aralarında an­
laşarak aday göstermeleri usulü getirilmekteydi. Yani mev­
cut duruma göre getirilen tek yenilik, adayların genişle­
tilmiş bir heyet tarafından gösterilmesinden ibaret kalmak­
taydı.
Yunus Nadi'nin reisi bulunduğu encümenin teklifi
aleyhinde, yani vekillerin gösterilecek adaylar tarafından
Meclis Genel Kurulu tarafından seçilmesi usulüne karşı,
muhalefet "Hakimiyet-i Milliye" adına şiddetle karşı çıktı.
lkinci Grubun liderlerinden bazılarının sözlerini aktaralım.

ALI ŞÜKRÜ Bey (Trabzon) - . . . Efendiler bu meclis burada


toplanmış ve tabii buraya millet tarafından gönderilmiştir.
Milletin bütün umur ve hususatını tedvir için kendisinde
bir kudret görmüş ve işe başlamıştır. Binaenaleyh Meclis re­
şittir. Meclis vasiye muhtaç ise o vasiliğini kim yapabilecek
ise onu getirip buraya oturturuz. Binaenaleyh ammei müs­
in bütün umurunu tedvir etmek salahhiyetini nefsinde
n bir Meclis nasıl olur da alelade bir intihap yapmak
en reşit değilim, desin? (Bravo sadaları) . . .
Bendeniz diyorum ki; hakimiyet-i milliyenin hakiki mefhu­
munu şu Heyet bile tamamiyle tatbik edemez . Nerede kaldı
ki bu .Heyetin içirlclen seçilmiş olan beş on kişiden mürekkep
Fırka/aşmaya Dogru: Birinci ve ikinci Gruplar

ve daha ufak bir zümreye bunun verilmesi. Zannederim ki


bu hakimiyet-i milliyeyi ikinci defa olarak bir defa daha tak-
. .
yıt etmek d eme k tır. 5 1
HÜSEYİN A VNt Bey ( Erzurum) - . . . Meclis ifayı vazife
ederken kendisine taalluk eden hususatta tevkil edeceği in­
sanı seçerken doğrudan doğruya hakkı reyini istimal etmesi
zarüri ve kavaid-i tabiiyedendir. Buna muhalefet etmek,
kavaidi tabiiyeye mümanaat etmek demektir. Bizi reşit gör­
miyenler kimlerse rica ederim, kendileri ispatı rüşdetsinler. 5 2
ZtYA HURŞİD Bey (Lazistan) . . . " Hakimiyet bilakaydüşart
milletindir" cümlesindeki " Bilakaydüşart"a dikkat buyuru­
nuz. Milletvekilleri herhangi bir umuriyeti tevdi edecekleri
zat hakkında , reylerini serbestçe veremezlerse -velev ki iki
kişi namze t göstersin- bugünkü hakimiyet nerede kalır? . . .
Bu artık intihap olamaz , doğrudan doğruya takyittir. (Man­
da, manda sesleri) Şaye t Meclisin ekseriyeti , şu yirmi kişi­
nin gösterdiği namzetten gayrısını intihabedemezse Mecli­
sin ekseriyeti mi hakim olacaktır, yoksa bu yirmi kişi mi? . . .
Devletin siyaseti umümiyesini idare edecek zevat yirmi kişi
tarafından seçildikten ve illa bunlara rey vereceksiniz de­
nildikten sonra benim şu memleketteki icrai ve teşrii veka­
letim kalmaz zannediyorum . . . 5 3

Hakimiyet-i Milliye kavramı etrafında odaklaşan muhale­


fet karşısında Komisyon teklifi lehinde söz alan Izmir Me­
busu Mahmut Esad da bu kavramı tanımlamak mecburiye­
tini duymuştur. Mahmud Esad'a göre Hakimiyet-i Milliye
sınırsız olamaz:

Bu hakimiyet-i milliye o kadar güzeldir ki onun aşkiyle,


tamamii tatbiki için onun arkasından koştuğunuz zaman
bir serap arkasından koşar gibi olursunuz . Hakimiyeti mil­
liye kayıt altına girmedikçe hiçbir mana ifade edemez,
memleket anarşi haline girer . . .

1
5 TBMM Zabıt Ceridesi, c. 2 1 , s. 285-6.
52 Agk, s. 288.
53 Agk, s. 292-3.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Efendiler bütün milletler için çok aziz olan bu hakimiyeti


milliyenin, bazı memleketlerde tamamen tatbik edilmek is­
tenmesi o memleketleri mahv ve ifna etmiştir . . . Polonyayı
öldüren sebebin hakimiyet-i milliyeyi mutlak surette tatbik
etmek isteyen Meclisi olduğu görülür. Efendiler ! Türkiye
Büyük Millet Meclisi de o yolda koşarak Türk Milletinin
ölümüne sebeb olamaz . 54

Mahmud Esad, daha sonra Meclis'in yetkilerinin sınırlı ol­


duğunu kabul etmekte , fakat bunun zaruretlerden doğmuş
olduğunu ve bu zarure tlerin başında da siyasi partilerin
bulunmayışının geldiğini söylemektedir. Ilerideki gelişme­
lerin daha iyi anlaşılması için bu konudaki sözlerini Meclis
zabıtlarından olduğu gibi aktarmakta yarar görüyoruz:

. . . Meclisin hakimiyeti pek cüzi bir surette mukayyettir ve


fakat buna zaruretler vardır efendiler. Bu şekil ve sureti ka­
bul etmeye . . (O zaruretler nedir? sesleri)
.

Efendiler; bizim Meclisimiz şayanı şükrandır ki bu cidal


içinde bir fırka hayatı ya �
amaktadır ve fırka hayatı
yaşamıyacaktır, binaenale yli
fırka hayatı yaşamıyan meclis­
lerde . . . .
HÜSEYİN AVNl Bey (Erzurum) - Ya grup . . . !
MAHMUD ESAD Bey - (Devamla) - Grup fırka değildir.
Grubun ne olduğunu hepiniz bilirsiniz . (Handeler, devam
sesleri ) . Fırka hayatı yaşamıyan meclislerde vekil intiha­
betmek pek güçtür. Üç dört fırka bir arada olduğu zaman
bunlar uyuşabilir . Vekillerini kolayca yaparlar. Yalnız bu
Meclisin içerisinde değil, bütün dünyadaki meclislerde aza­
nın kısmı küllisini eline alarak, emirlerini diktatör gibi in­
faz ettiren fırkalar için bu gibi namzetler göstermeye hacet
yoktur, lsviçre'de mesela doğrudan doğruya Meclis intiha­
beder. Fakat zannediyor musunuz ki efendiler kendilikle­
rinden intihabederler? Orada bileği demir gibi bir fırka var­
dır . Bizim Mecliste fırka bulunmadığına göre . . . (Hah, hah
. .

54 Agk, s. 303.
Frrkalaşmaya Doğru: Birinci ve ikinci Gruplar

sesleri) Resmen yoktur. (Handeler, alkışlar, gürültüler, de­


vam sesleri) 55
. . .

Günün siyasi ortamını aydınlatan ve ileride kurulacak


Halk Fırkası'nın kuruluş . gerekçelerinden birini oldukça
açık bir şekilde yansıtan bu konuşmanın sonlarına doğru
ileri sürülen şu fikir de dönemin siyasi felsefesini yansıt­
ması bakımından dikkat çekicidir: "Hakimiyet-i Milliye bir
nebze rahnedar oluyorsa efendiler! memleketin selameti
içindir ". 56
"Memleke tin selameti" ya da bugünkü dille "kamu ya­
rarı" kavramı doğrudan doğruya siyasi ve toplumsal güç
dengeleriyle ilgili bir kavramdır. Ne var ki 1 922 Temmuz
başlarında , yaşanılan belirsizlik koşulları içinde , "memle­
ketin selameti" adına komisyonun teklifi Meclis çoğunlu­
ğuna onaylatılamamış ve lcra Vekilleri'nin seçilme şekli
muhalefetin istediği doğrultuda tesbit edilmiştir. 8 Tem­
muz 1 922 tarihinde, kabul edilen kanuna göre , lcra Vekil­
leri Reisinin ve vekillerin ayrı ayrı Meclis tarafından seçil­
mesi usulü getirilmiştir. Bunun üzerine, görev başındaki
lcra Vekilleri çekilmiş ve 10 Temmuz'da yapılan seçimler
sonunda, Birinci Gruba dahil olmasına rağmen İkinci
Grupça da desteklenen ve daha sonra muhalefet lideri du­
rumuna getirilecek olan Rauf (Orbay) Bey, lcra Vekilleri
Reisi seçilmiştir. Fakat bu durum, 1 9 2 1 Aralık ayında mu­
halefetin istediği kabine sistemi de değildir. Meclis Rei­
si'nin yetkileri kısıtlanmamış ve lcra Vekilleri Heyeti'nin
tabiri Reisi olma durumu korunmuştur.57
26 Ağustos 1 922 tarihinde başlayan Büyük Taartuz'un
zaferle sonuçlanması üzerine güç dengesi yeniden Mustafa
Kemal'in lehine değişmiş, başlangıçtan beri birçok sür-

55 Agk, s. 304.
56
Agk, s. 304.
57 Kanun için bkz. TBMM Zabu Ceridesi, c. 21, s. 326-327.
Türk Kurruluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

tüşme ve çatışmalara yol açmış olan saltanat sorunu , 1 Ka­


sım 1 9 22'de Meclis karan ile saltanatın kaldırılmasıyla kö­
künden çözülmüş ve aynı yılın son ayında Mustafa Kemal,
Halk Fırkası adı altında bir siyasi parti kurmak niyetinde
olduğunu basına açıklamıştır. 58
1 9 22 yılının son ayları ve 1 9 23 yılının ilk altı ayı mu­
halefetin çaresizlik içinde yine Hakİmiyet-i Mıliİye ve Lo­
zan görüşmeleri dolayısıyla Misak-ı Miffj adına yaptığı son
hücumlarla geçmiş , fakat nisan ayında Meclis'in yeni se­
çim kararı alarak dağılması ile !kinci Grup da dağılmıştır.
Ancak !kinci Grubun dağılması toplumdaki çatışmanın son
bulduğu anlamına gelmemektedir elbette . Seçimleri bizzat
Mustafa Kemal'in tesbit ettiği adayların kazanmış olmasına
rağmen, bu kez de Halk Fırkası içinde yeni bir muhalefet
doğmakta gecikmeyecektir. !kinci bir siyasi partinin ku­
rulmasıyla sonuçlanacak olan bu mu halefet hareketinin iyi
anlaşılması için, bundan sonraki kesimde Halk Fırkası ve
Cumhuriyet yönetiminin kurulması üzerinde duracağız.

'"
6 . 1 2 . 1 922, Ankara'da Hakimiyet-i Milliye, Yenigün, Öğüt gazeteleri muha­
birlerine. Bkz. A . S D. , i l , s. 46.
Halk Fırkası ve Seçimler

ltilaf Devletleri'nin Lozan barış görüşmelerine katılmak


üzere Ankara Hükümeti temsilcilerinin yanı sıra lstanbul
Hükümeti'nin temsilcilerinin de katılmasını istemeleri ve bu
konuda Sadrazam Tevfik Paşa'nın Büyük Millet Meclisi'ne
başvurusu, saltanatın kaldırılması için Mustafa Kemal'e fır­
sat vermiş oldu. 1 Kasım 1 922 tarihinde Meclis'te kabul edi­
len karar gereğince hilafet ve saltanat makamları birbirin­
den ayrılarak saltanat kaldırıldı. Karara mesnet teşkil eden
Dr. Rıza Nur Bey ile yetmiş sekiz arkadaşının takririnde,
Osmanlı lmparatorluğu'nun otokrasi sistemiyle beraber or­
tadan kalktığı ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile hükümdarlık
haklarının millete verildiğinden lstanbul'daki padişahlığın
yok olup tarihe geçtiği yazılı idi. ı
Daha önce uzun uzun anlattığımız gibi, başlangıçtan
itibaren Meclis içinde ve dışında (yani toplumda) temel
çatışma yeni bir devlet kurmak isteyenler ile eski devlet

TBMM Zabu Ceridesi, c. 24, s. 304.


Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

düzeninin, yani hilafet ve saltanat rejiminin devamını iste­


yenler arasında idi. Bu çatışma nedeniyle de ulusal birliği
sağlamak için Meclis hilafet ve saltanat makamının kurta­
rılmasını kendisine temel hedef olarak seçmiş idi. Oysa,
aynı Meclis, 1 Kasım l 922'de aldığı karar ile saltanatın kal­
dırılmasına "ekseriyeti azime" ile kabul ediyordu . Bu olay
nasıl açıklanabilir?
Her şeyden evvel lstanbul Hükümeti'nin ve padişahın
savaş boyunca izlediği politika kendi sonlarını hazırladı.
Meclis'in hilafet ve saltanat makamını kurtarmak amacına
rağmen padişahın açıkça Ankara Hükümeti'ne karşı cephe
alması ve itilaf Devletleri'nin istekleri doğrultusunda ha­
reket etmesi, ideolojik düzeyde saltanata bağlı olanlar nez­
dinde bile padişahı savunma olanağını ortadan kaldırdı.
Diğer taraftan, Mustafa Kemal'e karşı Meclis içinde
oluşan muhalefet, yukarıda_4tleljr ttiğimiz gibi esas ola­
rak Mustafa Kemal'in diktatörlüğe doğru gittiği teması e t­
rafında odaklaşmıştı. Hakimiyet-i Milliye adına Mustafa
Kemal'e ve yeni bir devlet kurmaktan yana olanlara karşı
gelişen muhalefet, giderek "mutlakiyet"e karşı olmak zo­
runluluğuna itildi. Gerçekte, Mustafa Kemal'in "mutlakı­
yetçiliğine" karşı çıkmakta idiler, ama mücadelelerini meş­
ru kılmak için genel olarak mutlakıyete , "tek kişi yöneti­
mine " karşı çıkmak durumunda kalmışlardı. Saltanatın
kaldırılmasından iki hafta önce, 1 6 Ekim 1 922 Pazartesi
günkü gizli celsede ikinci Grup mebuslarından Durak Bey,
hükümeti eleştirirken, "Biz halk hükümetine doğru değil
mutlakıyet hükümetine doğru gidiyoruz. Efendiler emin
olunuz ki, bir aydan beri vaziyetimiz değişmiştir. Buraya
çıkıyorlar, bizi oynatıyorlar" demektedir. 2 Yine aynı celse­
de, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey de "demokratik"
bir yönetimi savunmaktadır:

TBMM Gizli Celse Zabıdarı, c. 3, s. 963.

j ı oo
Halk Firkası ve Seçimler

Beni yıkan şahsi emrüfermanlardır, beni fakir düşüren, sa­


natsız bırakan bu şahsi emir ve fermanlardır. Eğer ben,
kendi fikrime göre hakim olsaydım , ne dört tane , ne seksen
tane paşa beni kör yaşatır , üzerimde zevkü sefa e tmezdi.
Efendiler işte biz buna isyan ettik. Her ne kadar akıllı olur­
sa olsun biz on tane vekil arkadaşımıza, seksen tane paşa­
mıza reyimizi , irademizi teslim edip satamayız . Biz bunun
için mücadele , ilam harbederiz. " 3

"On tane vekil arkadaşımıza, seksen tane paşamıza reyimi­


zi, irademizi teslim edip satamayız " diyenler, elbette salta­
natın kaldırılması söz konusu olduğunda buna karşı çıka­
mazlardı. Bununla birlikte, saltanatın kaldırılması ile ilgili
30 Ekim 1 922 tarihindeki celsede , muhalefetin bir kısmı,
oylamaya katılmayarak gerekli çoğunluğun oluşmasını en­
gelleme yoluna gitmişlerdir. Saltanatı açıkça savunama­
yanlar, devlet şekli ve hilafet konusunda verdikleri önerge­
lerin kabul edilmesinden sonra, ancak saltanatın kaldırıl­
ması oylamasına katılmışlar ve bir tek karşı oy ile karar al­
kışlarla onaylanmıştır. Söz konusu önergeler ile mevcut
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümet şeklinin değiştiri­
lemeyeceği ve halifeliğin, Türk devletine ve Osmanlı padi­
şahlık ailesine ait olup, TBMM'ce -sonra evlattan evlada
geçmek üzere- bu ailenin bilim ve ahlak bakımından din
ve doğruluğa en yakın ve uygun olanının seçileceği öngö­
rülmekteydi . Böylece, önceleri hilafet ve saltanat rejimini
savunanlar, iki senelik gelişmeler sonunda hiç olmazsa
mevcut sistemin korunmasını istemekle yetinmek ve hila­
fet makamına sarılmak zorunda kalmış oluyorlardı.
Bir diğer nokta da, saltanatın kaldırılmasının, yukarı­
da da belirttiğimiz gibi, hilafet makamının korunması ko­
şuluyla mümkünleşebilmiş olmasıdır. Oysa, Rauf (Orbay)
Bey hatıralarında şöyle bir soru sormaktadır: "Biz Hilafeti;

Agk, c. 3, s. 965.

j ıoı
Türk Kurruluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorun u

elimize mükemmel bir (Saltanatın ilgası) fırsatı geçmişken


daha o zaman kaldıramaz mı idik?"4 Özellikle, saltanatın
kaldırılmasından iki hafta kadar sonra ( 1 7 Kasım 1 9 22)
Vahidettin'in kaçması ve İngilizlere sığınması, böyle bir
soruyu akla kolayca getirebilmektedir. Rauf Bey'e göre, hi­
lafeti kaldırmak da mümkün idi, fakat muhafaza edilmesi
daha yararlı idi: " . . . o günlerde biz , Mustafa Kemal Paşa da
dahil hepimiz , zaten iptidadan beri zararlı olduğuna kaani
bulunduğumuz saltanatın kaldırılması noktasında ne ka­
.
dar ittifak etmiş isek, hilafetin de elde (iyi idare edildiği
takdirde) bir zaman için olsun, memlekete -islam aleminin
yakınlığını ve yardımını sağlaması bakımından - faydalı
olabileceği düşüncesi ile muhafazası fikrinde, yine ittifak
halinde idik. "5 --�
--

Rauf Bey'in cevabı kendi kişisel düşüncesini yansıtsa


bile , Mustafa Kemal o günlerde de hilafetin kaldırılmasın­
dan yanadır; fakat Meclis içindeki güç dengesi buna izin
vermemektedir. Gerek saltanatın kaldırılmasına ilişkin 3 1
Ekim 1922 günkü Meclis görüşmeleri, gerek Vahidettin'in
kaçışından sonra yeni halifenin seçilmesine ilişkin 18 Ka­
sım 1 9 22 tarihindeki Meclis görüşmeleri bunu açıkça or­
taya koymaktadır.
Unutmamak gerekir ki saltanatın kaldırılması ile siya­
si rejim sorunu tamamen çözülmüş olmuyordu . Bu kez ça­
tışma yeni bir biçim kazanıyordu : Halife ile Meclis ilişkile­
ri ya da halifenin yetki ve görevleri sorunu . Halifeliğin sal­
tanattan ayrılması ve halifeliğin korunması suretiyle, Mec­
lis'te Birinci ve !kinci Gruplar arasında uzlaşma sağlana­
bilmiş ve saltanatın kaldırılması Lazistan Mebusu Ziya
Hurşit'in itirazlarına rağmen oybirliği ile kabul edilmişti.
Ancak 18 Kasım 1 922 tarihinde yeni halifenin seçilmesi

F. Kandemir, Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz


Yayınları: 4, lsranbul, 1965, s. 92.
Agk, s. 93-100.

/102
Halk F1rkası ve Seçimler

görüşülürken, hilafetin devlet sistemi içindeki yeri de gün­


deme getirilmiştir.
Hükümetin Meclis'e halifenin bir an önce seçilmesi
gerektiğini ve en uygun kişinin de Veliahd Abdülmecid
Efendi olacağını teklif etmesi üzerine ilk itiraz halife seçi­
lecek kişinin önce lstanbul'dan Ankara'ya (ya da başka bir
yere) getirilmesi ve seçimin ondan sonra yapılması şeklin­
de ortaya çıktı. Bu konudaki tartışmalar oldukça hararetli­
dir; ancak bu tartışmaların gerisinde halifenin yetkileri ve
Meclis ile halife ilişkileri sorunu yatmaktadır. Bitlis Mebu­
su Yusuf Ziya Bey, halifenin "cismani ve ruhani sıfatları
nefsinde cem" ettiğini, Meclis'in doğal başkanı olması ge­
rektiğini, hilafetin Vatikan Sarayı'na benzetilemeyeceğini,
dolayısıyla da her şeyden önce vazifesinin belirlenmesinin
gerektiğini, aksi takdirde lslam dünyasında karışıklıklara
yol açabileceği görüşünü ileri sürmüştür. 6 Bu görüşe Mus­
tafa Kemal'in tepkisi çok sert olmuş ve hakimiyet-i milli­
ye'nin Büyük Millet Meclisi'nde toplandığı ve bu hakimi­
yet-i hiç kimse ile paylaşamayacağını belirtmiştir:

Türkiye halkı bilakaydüşart hakimiyetine sahip olmuştur.


Hakimiyet, hiçbir renkte hiçbir şekilde hiçbir mana ve dela­
lette iştirak kabul etrtıez. Halife olsun, unvanı ne olursa ol­
sun, bu milletin mukadderatında bir müşareket sahibi ola­
maz. Efendiler millet buna katiyen müsaade edemez ve bu­
nu teklif edecek hiçbir Mille t Vekili olduğuna kani değilim
(Alkışlar) . 7

Mustafa Kemal'in bu konuşması Meclis'te çoğunluk tara­


fından benimsenmemiştir. Uzun ve sert tartışmalardan
sonra , halifenin yetkilerinin sonradan tesbit edilmesi ko­
şuluyla seçim yapılmış ve Abdülmecid Efendi halife seçil-

TBMM Gizli Celse Zabıdarı, c. 3, s. 1 050-5 1 .


Agk, s . 1 052.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

miştir. Böylece sorun çözülmemiş, sadece ertelenmiştir. Bu


tarihten sonra, hilafet sorununun odak teşkil ettiği yeni
mücadele dönemi başlamıştır.
Savaş sonrasında, barış görüşmeleri dönemindeki mü­
cadeleyi yansıtması bakımından iki belge üzerinde durmak
yerinde olur. Bunlardan birincisi, 26 Kasım 1 922 Pazar
günkü Yeni Gün gazetesinde Yunus Nadi'nin yazmış oldu­
ğu baş makaledir: "Yeni Bir Cidal Devri ". Yeni Gün gazete­
sinin yarı resmi hükümet organı ve Yunus Nadi'nin de Mus­
tafa Kemal'e yakınlığı göz önünde tutulacak olursa, yazı­
nın önemi ortaya çıkmaktadır. Yazı , Meclis içi muhalefetin
yoğunlaşması karşısında yeni bir siyasi tutumu dile getir­
mektedir. Savaş sırasında, her ne pahasına olursa olsun

lap " fikirleri ön plana çıkarılmaktadır. Yunus Nadi, bu· tün


kö tülüklerin kaynağında halife ve sultanın bulunduğun
;.;
birliği sağlama siyaseti terk edilmekte ve "ihtilal " ve "inkı­

milletin bunu anlayarak hakimiyeti eline aldığını, bun nla


birlikte yine de bazı kişilerin hala padişah istediklerini, fa­
kat bunlara hiçbir şekilde göz yumulmayacağını ve "kendi
kanları içinde boğulacağını" yazmaktadır. Daha da önem­
lisi , Yunus Nadi'ye göre, Meclis bile, şu ya da bu şekilde
saltanatı yaşatmak isteyecek olursa, dağıtılacaktır. Bu ko­
nuda "hürriyet ve serbestiden" bahsedilemez:

Şurasını çok katı bir ifade ile beyan etmek lazım gelir ki
hiçbir meclisin , hatta TBMM gibi teşriden başka icra kud­
retlerini de uhdelerinde cem etmiş olan meclislerden hiçbiri,
bazı sözlerin kendi vaziyetlerine izafe ettiği (büyüklük)lere
istinad ederek mahdut salahiyetlerle her şeyi yapabilecekle­
rini zannetmesinler . Onlar görülmesine müvekkil oldukları
işleri gördükçe hakikaten Büyük Millet Meclisidirler. Bir de­
receye ve bir zamana kadar TBMM misalinde görülmüş ol­
duğu üzere ! Fakat salahiyetlerini ve kudretlerinin menbaını
unutarak tahakküm devresine geçmek istedikleri zaman,
hiç unu tmasınlar, hiç olmazsa bir an için tehattur buyur-

j 104
Halk Fırkası ve Seçimler

sunlar ki onların mevcudiye tleri esasen şekilden ibaret ola­


rak şeklen mu tasavver olmağa mahkumdur. Hakikate ge­
lince o, onların arkasında daimi ve layezel olan milletin
mevcudiyet ve hüviyetine aittir.

Görüldüğü gibi ciddi bir politika değişikliği söz konusu­


dur. O güne kadar Meclis'in egemenliği tartışma gö türmez
bir şekilde kabul edilmiş iken, ilk kez bu egemenlik tar­
tışma konusu edilmektedir. Gerçi, egemenliğin kaynağı ola­
rak "millet" gösterilmektedir, ama "milletin" düşüncesini
açıklamasına imkan verecek siyasi mekanizmaların mevcut
olmadığı düşünülecek olursa, Yunus Nadi'nin hangi güç
adına ve hangi güce dayanarak Meclis'in dağıtılabileceğini
ileri sürdüğü kolayca anlaşılabilir. Bu güç "ordu " dur. Sal­
tanatın kaldırılması sırasında da, Mustafa Kemal, "gerçek
yöntemine göre saptanacaktır; ama belki bir takım kafalar
kesilecektir" derken yine orduya dayanıyordu .
lkinci belge , Karahisar-ı Şarki Mebusu Hoca Şükrü
Efendi'nin "Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi" baş­
lıklı broşürüdür. Bu broşür, siyasi rejim konusunda , dini
ideolojinin etkisi altında bulunanların görüşlerini yansıt­
maktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, saltanat ve hila­
fet birbirinden ayrılarak saltanat kaldırılmış, fakat siyasi
rejim konusu açıklığa kavuşmamıştı. Veliaht Abdülmecid
Efendi BMM tarafından halife seçilmiş, ama hilafet maka­
mının devlet sistemi içindeki yeri ve yetkileri belirsizlik
içindeydi. işte Hoca Şükrü Efendi bu konuda açıklık geti­
riyordu. Broşürde açıkça halifenin Meclis'in ve dolayısıyla
Türkiye devletinin başkanı olarak kabul edilmesinin ge­
rektiği savunulmaktaydı.

. . . Şu hale göre tanzim-i kavimin ve icray-i hüküm et sela­


hiyetini deruhte eden Meclisimizin riyaset-i tabiiyesini Ha­
life'nin haiz olması yani, kavan"in-i devlet ve mukarrera t-ı

l ıos
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siy,ısal Rejim Sorunu

hükümetin Halife'nin nazar-ı tasdikine iktiran etmesi bir


emr-i zaruri ve şer'idir. 8

Hoca Şükrü Efendi, Meclis'te en mutaassıp dinci mebus­


lardan biriydi. Görüşlerini tüm muhaliflerin ve özellikle
bir bütün olarak ikinci Grubun görüşleri olarak ele almak
ne derece doğru olabilir? Hoca Şükrü Efendi elbette muha­
lefet lideri durumunda değildir, ama siyasi rejim konu­
sunda çatışan iki görüşten birini en net biçimde dile ge­
tirmiştir. Gerek Meclis içindeki, gerek Meclis dışındaki ça­
tışmalar ancak bu zıt görüşün ışığı altında değerlendirile­
bilir. Çünkü bu düşünce , belirli bir kişinin ya da kişilerin
kafalarından doğan düşünce olmaktan ö tede, toplumsal
yapının zorunlu olarak ürettiği düşüncedir. Hoca Şükrü
Efendi nesnel gerçekliğin sözcülüğünü yapmaktadır.
Ayrıca, kişilerin öznel kanaat ve düşünceleri ne olursa
olsun, birtakım kişisel sürtüşmeler çok geçmeden aynı ki­
şileri toplumda mevcut cephelerden birine itmektedir. Ni­
tekim, hilafet yanlısı olmasalar bile, Mustafa Kemal'in yö­
netimine şu ya da bu nedenle karşı çıkanlar, hilafet ma­
kamına sarılmak mecburiyetini duymuşlardır. Çünkü her
siyasi mücadelenin temel kuralı, toplumsal taban elde et­
mek gereğidir. Dini ideolojinin egemen olduğu bir top­
lumda, toplumsal taban kazanmak isteyenler elbette hali­
feye sahip çıkmak mecburiyetini duymuşlardır.
Hilafet rejiminin henüz toplumsal yapıya ters düşme­
diği tarihi bir aşamada, Mustafa Kemal, Cumhuriyet reji­
mini yerleştirmek çabası içindedir. Biraz önce bunu ordu­
ya dayanarak yapmak durumunda olduğunu söylemiştik.
Ancak ordu da bu konuda acaba yekvücut olarak Mustafa
Kemal'in arkasında mıdır? Kurtuluş Savaşı'na başlarken
Mustafa Kemal'in yanında olan komutanlar bile siyasi re-

Ulus gazetesi, 1 2.8. 1950.


Halk Fırkası ve Seçimler

jimin geleceği konusunda tereddüt içindedirler. Bilindiği


gibi Refet Paşa, Halife'ye karşı son derece iltifatkardır. 9 Ali
Fuat ve Kazım Karabekir Paşalar da endişe içindedirler.
Heyet-i Vekile Reisi Rauf Bey, hilafetin kaldırılmasına kar­
şı çıkmakt,adır. Ayrıca, ordunun da toplumdaki güç den­
gelerind� etkilenmemesini düşünmek ? lanak�ızdır. Ger� i
Mu � Kemal, Başkumandan ve Meclıs Reısı _ olarak bu­
tün siyasi ve askeri güçleri denetimi altında tutmaktadır.
Ama bu denetim, mevcut toplumsal ve ideolojik koşullarla
sınırlıdır. Diğer yandan, askeri güce dayanmak, zaten mev­
cut olan Meclis içi muhalefeti bir kat daha artırmaktadır.
Yunus Nadi'nin Yeni Gün gazetesindeki yazısından üç
gün sonra, yani 29 Kasım 1 9 22 tarihinde, Meclis'te, ordu
mensuplarının -özellikle yüksek rü tbeli subayların- Iz­
mir'de yaptıkları yolsuzluklar hakkında bir soru önergesi
verilmiş ve konu gizli celsede görüşülmüştür. Hükümet
yolsuzluklar yapıldığını kabul etmek zorunda kalmıştır. 1 0
Bir hafta önce de Refet Paşa'nın "lstanbul'daki davra­
nışları" nedeniyle soru önergeleri verilmiş ve Başkuman-

Bkz. Refet Bey'in Halife'nin Yaveri Rıfat Bey'e 5 . l . ı 923 tarihinde çektiği telg­
raf, Nutuk, c . II, s. 706.
'"
TBMM Gizli Celse Zabıdarı, c. 3, s. 1 1 33 - 1 1 35 .
IBRAHIM Bey (Mardin) - Efendim işitiyoruz ki , lzmir'in yağmasına birçok
zabitan ve ordu kumandanları iştirak etmiştir. Bu vaki midir? Sonra 1 . Ordu
Kumandanı bütün nükuı ve eşyayı almış, bir çoklarını da tevzi etmiştir. Bu
sahili midir? O paralar ne miktardadır? Sonra birçok mebus arkadaşlarımız
mobilyesiyle beraber evlere girmiş ve şimdiye kadar o evlere tasarruf ediyor­
lar, bu da doğru mudur? Bunları soruyorum.
HASAN FEHMi Bey (Maliye Vekili) - (Gümüşhane) - Efendim lzmir'e giril­
diği vaki tte lzmir'de eşyayı hafiye'yi veyahut şu mağazadan bu mağazadan
yangın esnasında veyahut yangından sonra eşya yağmasına iştirak edenlerin,
birer birer adedini tesbit etmek lazım gelse bunun imkanı yoktur. Yalnız
yağmaya iştirak eden her sunüf vardır. Şunu arz ettim . Her türlü halk vardır.
(Hangi halk, üç türlü halk vardır sadaları) .
SALiH Efendi (Erzurum) - Ahali, memur, zabit.
MEHMET ŞÜKRÜ Bey (Karahisansahip) - Nurettin Paşa kasaları bomba ile
açtırmıştır ve paraları almış, ne kadar aldığı ne malum beyefendi? . . .

i 107
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

dan Mustafa Kemal'in ve Hükümetin Meclis'e danışmadan,


Meclis'in haberi olmadan iş yapması sert bir şekilde eleşti­
rilmiştir. 1 1
Böylece, 1 9 23 yılı başlarında, temelinde eski düzen ile
. oluşmakta olan siyasi iktidar yapısı arasındaki çatışma, si­
vil iktidar/askeri iktidar çatışması görünümünü almıştır.
Ama bu görünümü, gerçekliğin kendisi olarak ele almak
yanlıştır. Siyasi iktidarın askeri iktidarla özdeşleştiğinden
söz etmek doğru olabilir, ancak sivil iktidarı savunur gö­
rünenler demokrasiden çok eski düzenin savunucularıdır.
Mus tafa Kemal'in ve temsil ettiği ideolojinin iktidarını sı­
nırlandırabilmek için, dini ideolojinin egemen olduğu bir
toplumda, hilafet makamının maddi ve manevi o toritesine
sığınmaktadırlar.
Burada şu soru sorulabilir: Halifeye bağlılık ile demok­
rasi bağdaşamaz mı? Halifeye dayanarak sivil iktidarı sa­
vunanlar, gerçekten demokrasiyi savunuyor olamazlar mı?
Cevabımız kesin olarak hayırdır. Çünkü dini ideolojiden

11
Konu, 2 0 Kasım 1 922'de istizaha (gensoruya) dönüşmüş v e 2 1 , 2 2 Kasım
günlerinde de gizli celselerde sert tartışmalar olmuştur.
"SALiH Efendi (Erzurum) - ... Heyeti Vekile veya Vekalet sandalyasını işgal
eden zevat zaman zaman milletin ruhuyla bil-iltizam ve milletin kanuniyle
bil-iltizam oynuyorlar. Fakat bunu katiyen bilsinler ki, Meclis sinesinde bu
oynayan şeyleri hıfzediyor ve inşallahı Taala bu yapılan zendeleri, bu bil­
iltizam oyunları biinayetullahı Taala ben degil isem, her halde milletim, ev­
ladım , ahfadım, kendilerinden bu sandalyaları işgal edenlerin kendi evlatları
işgal ettikleri sırada anlayacaklardır. Rica ederim memleketin ruhuyla oy­
namasınlar. n
Uzun süren tartışmalarda, ayrıca gazetelerde Refet Paşa'nın yayımlattığı bir
bildirinin altında TBMM Fevkalade Mümessili ibaresi bulunması muhalif
mebusların şiddetli eleştirilerine yol açmış ve yeniden Ankara'da bir Muda­
kıyete gidiliyor teması işlenmiştir. Güven oylamasından önce M. Kemal Paşa
müdahale etmek zorunda kalmıştır:
"MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) . . . Rica edeceğim ki, usul üzerinde bir
çok nokta-i nazarı tesbit ile vakit geçirmiyelim. Hatta mümkünse Hükümete
izharı rey için, celsei hafiyede beyanı itimat edelim . . . Eğer müsbet olarak bu­
rada iirii tecelli ederse, hatta zahiren çok kuvvetli reyle arkadaşlarınıza beya­
nı itimat ederseniz ben zannederim sizin için daha faydalıdır. "
(TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. 3, s. 1 068- 1 1 2 3).

l ı o8
Halk Fırkası ve�'
başka hiçbir düşünceye özgürlük tanımayanların gerçek­
ten demokrasiyi savunduklarını ileri sürmek imkansızdır.
"Sivil iktidar" , "hakimiyet-i milliye" gibi kavramlar, dini
ideolojinin savunucularının ağzında , demagojik kavramlar
olmaktan ö teye gitmemektedir.
Elbette, aynı türden bir soru Mustafa Kemal ve arka­
daşları için de sorulabilir. Nitekim , Yunus Nadi de yuka­
rıda sözünü ettiğimiz yazısında "ihtilal" ve "inkılap" fikir­
lerinden başka fikirlere hürriyet tanınamayacağını ileri
sürmüyor muydu ? Ne var ki bizim burada amacımız hangi
tarafın daha demokratik olduğu konusunda tartışmaya gir­
mek değil, siyasi rejim konusunda tarafların neyi temsil et­
tiklerini belirtmektir. Bu açıdan bakılınca, bir yanda Mus­
tafa Kemal'in önderliğinde -açıkça adı söylenmese de­
cumhuriyet yönetimini kurmak isteyenler, diğer yanda ha­
lifenin başkanlığında meşruti bir yönetim kurmak isteyen­
ler, vardır. Burada şunu eklemekte yarar var: Başlangıçta,
doğrudan padişahlık yönetimini savunanlar, daha sonra
mevcut BMM sistemini, yani Meclis yönetimini savunmuş­
lar, 1 923 yılı başlarında ise artık halifenin devlet başkanı
olacağı meşruti bir rejimi savunma durumuna gelmişlerdir.
Yunus Nadi'nin yazısı Meclis'te !kinci Grubun sert tep­
kisiyle karşılaşırken, Hoca Şükrü Efendi'nin yazdığı broşür
nedeniyle hakkında takibat açılması için mebusluğunun
kaldırılması istenmiş ise de her iki olay da herhangi bir
sonuca bağlanmadan kapanıp gitmiştir. Bununla birlikte,
taraflar arasında gerginliğin artarak sürmesini sağlamış­
tır. ı 2

12
27 Kasım 1 922 günü , !kinci Grup liderlerinden Mersin Mebusu Selahattin
Bey ve yirmi üç arkadaşı bir takrir vererek, " . . . bu neşriyat (Yunus Nadi'nin
yazısı) Meclisin vaz-ı meşru ve hakikisi hakkında şüphe ve tereddüt uyandı­
rabilmesi ihtimaline nazaran ne vaz'an, ne siyaseten ve ne de nezaheten ka­
bili tecviz görülebilecek mahiyeue olmadığından riyaset divanınca muktezayı
kanun ve haysiyetin ifası ve icra riyasetine tevdii keyfiyet edilmesini " iste­
mişlerdir. Bunun üzerine olaya el koyan Başkanlık Divanı , 23 Ocak 1 923

/ 109
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Bu arada, Mudanya Mütarekesi'nden sonra Refet Paşa


lstanbul'a gönderilmiş ve 2 Ekim 1 922'den itibaren, Tevfik
Paşa kabinesinin istifasıyla birlikte, şehrin yönetimi (ltilaf
Devletleri'nin işgali devam etmekle birlikte) BMM Hükü­
metine bağlanmıştı. Böylece Osmanlı lmparatorluğu'nun
başkenti lstanbul da Anadolu Hüküme ti'nin bir parçası
oluyordu . Ancak, lstanbul basınının Ankara Hükümeti'ni
değerlendirişi Ankara ile lstanbul arasında çekişmelere
sahne olacak ve Ankara Hükümeti yeni ve güçlü bir muha­
lefetle daha karşılacaktır. 1 3
lstanbul basınının, genellikle Kurtuluş Savaşı'nı des­
teklemiş olmakla birlikte , savaşın hemen ertesinde , Anka­
ra Hükümeti'ni bir "ihtilal hükümeti" olarak değil de her-

günkü toplantısında, söz konusu neşriyat hakkında herhangi bir işlem ya­
pılmasına gerek bulunmadığı kararına varmış ve bu kararını 29 Ocak 1 923
tarihinde Meclis'e sunmuştur. Sert tanışmalara rağmen, Meclis Başkanlık
Divanı'nın kararı, 8 çekimser, 67 ret oyuna karşılık 1 0 0 kabul oyuyla onay­
lanmış ve mesele kapanmıştır.
Hoca Şükrü Efendinin mebusluğunun kaldırılması istemi de Meclis'te şube­
ye havale edilmiş, fakat bir sonuç elde edilmeden Meclis'in birinci dönemi
sona ermiştir.
ıı
lstanbul ileride önemli bir sorun yaratacakur. B u konuda Yerasimos'un açık­
laması dikkate değer: "Ekim 1 922 mütarekesi, eski başkentle yenisi arasında
bağlanu kurmakla eski ve yeni yönetici sınıfları yüz yüze getirmiş oldu. ls­
tanbul'un, eski rejimin bürokratik aristokrasisini de içine alan ve ekonomik
açıdan ülkenin en büyük gücü olan Türk - Müslüman burjuvazisi, siyasal
hayata girebilmek için, askeri çatışmaların bitmesini ve müttefiklerin şehri
terketınesini beklemişti. Aynı şekilde, eski i ttihat ve Terakki Cemiyetinin
ulusal mücadeleye katılamamış olan üyeleri de gelip, yeni bütünün içindeki
yerlerini alıyorlardı. Bir kısmı Türkiye Cumhuriyetinin örgütlenme halinde
olan bürokrasisinin kadrolarına katılmak üzere Atıkara'ya geçiyor, geri kalan
kısım ise eski başkentteki ekonomik üstünlük durumunu korumakla yetini­
yordu. Çünkü siyasal iktidar Anadolu'ya taşınmış olsa hile, lstanbul ekono­
mik üstünlüğü ile iradesini kabul ettirmeye hala devam ediyordu . Böylece
ilk çatışına eski müttefikler arasında, yani askerlerle eşraf arasında değil de,
asıl yeni yönetici kadro ile eski başkentin güçleri arasında patlak vereceğe
benziyordu . " (Azgelişnıişlik Sürecinde Türkiye, c. 3, s. 1 242, Gözlem Yayın­
ları, lstanbul, 1 976). Ayrıca bkz. Y. K. Karaosmanoğlu, Politikada 45 pi,
Bilgi Yay. , Ankara, 1 968, s. 9-12.

J ıı o
Halk Fırkası ve Seçimler

hangi bir hükümet olarak değerlendirmesi ve hükümeti


eleştirmekten çekinmemesi, Ankara'da lstanbul basınına
karşı kuşkular belirmesine yol açmıştır. lstanbul'un belli
başlı gazetelerinden Tanin, eski lttihat ve Terakki'nin söz­
cülüğünü yapmaya devam ederken, Tevhid-i Efkar, muha­
fazakar görüşler adına, Vakit gazetesi de siyasi liberalizm
anlayışıyla, Lozan barış görüşmelerinin daha ilk toplantıla­
rını bahane ederek Ankara Hükümeti'ni eleştirmeye baş­
lamışlardır. Akşam gazetesi ise, hükümet yanlısı olmakla
birlikte, Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazeteleri kadar
"hükümetin sesi" olmaktan uzak kalacaktır. 14
Meclis içi muhalefete, 1 5 bir de İstanbul basınının ka­
tıldığı bir zamanda, Mustafa Kemal 6 Aralık 1 9 22 tari4in­
de Halk Fırkası adında bir siyasi parti kuracağını açıkla­
mıştır. Bu açıklamasında, savaştan sonra toplumun kal­
kınmasının sağlanmasının uzun vadeli bir programla müm­
kün olabileceği, böyle bir programın da ancak halkın ço­
ğunluğuna dayanan bir siyasi parti aracılığı ile gerçekleşe­
bileceği, bu nedenle de "halkçılık esasına müstenit ve Halk
Fırkası namiyle siyasi bir fırka" teşkil etmek niyetinde ol­
duğunu belirtiyor ve kurulacak partinin programını tesbit
6
etmek için bütün aydınlara çağrıda bulunuyordu. 1
Mustafa Kemal'in parti kurma yolundaki teşebbüsü ,
her şeyden önce Meclis içinde giderek artan muhalefeti

14
Basın ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Uygur Kocabaşoğlu, SBF - BYYO Yıl­
lığı, c. VI, 1 98 1 .
!sınai! Arar, A rarürk'ün lzmic Basın Top/anası, Burçak Yay . , lsranbul, 1 969,
s. 1 8 - 1 9.
" Burada iki olayı daha hatırlatmakta yarar var: Bunlardan biri , Mustafa Ke­
ma\'in, dolayısıyla Birinci Grubun adayı olan Ali Fuat Paşanın (Cebesoy)
Meclis ikinci Reis Vekilliği için yapılan ilk oylamada yeterli çoğunluğu sağ­
layarak seçilememesidir (Bkz. Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Haaralar, c. 1 , s.
2 1 2) . !kinci olay ise, 2 Aralık 1 922 tarihindeki Meclis o turumunda cereyan
etmiştir: "lntihab-ı Mebusan Layiha-i Kanüniyesinin Tadili" hakkındaki bir
teklifi, Mustafa Kemal, kendisinin seçilememesine yönelik bir teklif olarak
değerlendirmiştir.
16
A . S D., c. 2, s . 46.

l ııı
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

denetimi altına almak, hatta yapılacak yeni seçimlerle bu


muhalefeti yok edip Meclis'e tamamen hakim olabilmek is­
teğinden kaynaklanmaktadır. Artan ve özellikle Lozan ba­
rış görüşmelerinde gittikçe şiddetlenen muhalefet, Meclis'i
iş yapamaz duruma sokmaktaydı. Aynı nedenlerle, nasıl
1 0 Mayıs 1 92 l 'de Müdafaa-i Hukuk Gr.u bu'nu kurmuşsa,
şimdi de doğrudan doğruya bir siyasi parti kurma yolunu
seçiyordu .
'Ordu arkasında ve kendisi Başkumandan iken neden
bir siyasi parti kurma ihtiyacını duyduğu sorulabilir. Bu­
nun cevabı, kanımızca, Mustafa Kemal'in orduya güven­
memesi değil, tam tersine, orduya güvendiği için savaş ka­
zanmanın verdiği prestijden yararlanarak iktidarının sınır­
larını genişletmek isteği ve başında kendisinin bulunacağı
bir siyasi partinin rakipsiz olarak iktidarı yeniden kazana­
cağına inancı olabilir.
Bununla birlikte, Mustafa Kemal'in siyasi bir parti
kurmak istemesi, başta Ali Fuat Paşa , Kazım Karabekir ve
Heyet-i Vekile Reisi Rauf Bey olmak üzere lstanbul bası­
nınca da hoş karşılanmamıştır. Parti kurulmasına karşı
çıkmalarının nedenleri başlıca iki noktada toplanmaktaydı:
1 - Meşrutiyet döneminde ülkenin particilikten çok zarar
gördüğü görüşü : 2 - Mustafa Kemal'in başkanı olacağı bir
partinin kurulması, ülkede demokrasinin gelişmesini değil,
tek parti yönetiminin yerleşmesini sağlayacağı inancı.
Ali Fuat ( Cebesoy) anılarında şunları yazmaktadır bu
konuda:

O zamanlar, ben ve milli harekatın ilk safhasında mühim


vazife ve mes'uliyetler üzerine almış olan diğer arkadaşla­
rımız , Mustafa Kemal Paşanın siyasi bir fırka teşkil etmesi­
ne taraftar olmamıştık. Bilakis , Gazinin memleketin kurtu­
luşundan ve iç inkılaplardan sonra teşekkül edecek siyasi
fırkaların üstünde tarafsız kalmasını, sulh devresinde mem-

/ 112
Halk Fırkası ve Seçimler

leketin birliğini ve siyasi fırkaların inkılap hareketlerinde


birleşmesini temin gibi mühim ve vatani vazifeleri üzerine
almasını istemiştik. Siyasi fırkaların sert münakaşa ve kav­
galarına karışmamasını daha uygun mütalaa e tmiştik . 1 7

Aynı konuda, Vakit gaze tesi başyazarı Ahmet Emin de


(Yalman) 28 Ocak 1 923 tarihli gazetesinde şunları yazmış­
tır:

Partiler zıt fikir ve menfaatleri temsil eder. Halbuki önü­


müzdeki kurma , çalışma ve islahat yıllarında umumi haya­
tımıza , ayrı fikir ve menfaatlere ait cereyanların değil , ortak
memleket menfaatleriyle ilgili milli gidişin hakim olması la­
zımdır. Eğer maksat bu yolda elbirliğiyle yürümeği sağla­
maksa, Mustafa Kemal'in rehberliği altında bif intikal dev­
rinde vazife görecek bir milli blok kurulmalıdır, parti lakır­
dısı hiç ağıza alınmamalıdır.

lstanbul basınında bir siyasi parti kurulacağı haberi, bir


yandan siyasi partnerin işlevleri üzerinde tartışmalara yol
açarken, diğer yandan da "inkılapçılık" ve "muhafazakar­
lık" (konservatizm) tartışmalarını gündeme getirdi. ileri
gazetesinde, Celal Nuri (lleri) parti kurulmasını destekler
ve inkılapçılığın savunuculuğunu yaparken, Vakit gazetesi
siyasi partilerin kurulması zamanının gelmediğini ileri sü­
rüyor; Tevhid-i Efkar da Velid Ebüzziya ise hem inkılapçı­
lığa karşı çıkıyor hem de siyasi parti sorununun halkın si­
yasi düzeyi yükselince ele alınması gerektiği düşüncesini
işliyordu . Celal Nuri , "radikal" değişiklikler yapacak bir
partının gerekliliğini uzun uzun anlatırken, Velid
Ebüzziya yeniliklerin ancak maddi alanda yapılabileceğini,
yoksa bütün gelenek ve değerlerin değiştirilmesinin çok
sakıncalı olacağını, manevi alana uzanacak bir radikalizmi

17
Ali Fuat Cebesoy, agk, c. 1 , s. 3 1 1 - 1 2.

j 113
Türk Kurruluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Türkiye'nin kaldıramayacağım ve ayrıca zaten bütün Av­


rupa'da yeniden muhafazakar fikirlerin canlandığını ileri
sürmekte ve kurulacak parti hakkında hüküm verebilmek
için radikalizmden ne anladıklarının açık seçik ortaya ko­
18
nulması gerektiğini yazmaktaydı.
Bir gün sonraki ileri gazetesinde , Celal Nuri (lleri) ,
Velid Ebüzziya'ya cevap verirken Halk Fırkası'nı, radika­
lizmi, inkılapçılığı övüyor ve Türkiye'de muhafazakar ve
sosyalist partilerin henüz kurulamayacağını, ama ileride
Halk Fırkası içinden bir sosyalist fırkanın doğabileceğini
söylüyordu . 1 9
Diğer yandan kurulacak siyasi partinin isminin "Halk
Fırkası" olması da kuşkuyla karşılanmıştı. Daha önce de
gördüğümüz gibi, Kurtuluş mücadelesinin ilk yıllarında
"halk" ve "halkçılık" kelimeleri, görünüşte de olsa sol ideo­
loji ile yüklüydü. Şimdi, Mustafa Kemal'in yeniden "halk­
çılık esasına müstenid bir fırka"dan söz etmesi bazı çevre­
lerde kurulacak partinin sınıf esasına dayanan bir parti
mahiyetini alacağı endişesini yaratmış, daha doğrusu mu­
halif çevreler tarafından böyle bir anlam verilmek isten­
miştir.
Parti kurma düşüncesinin her yandan muhalefetle kar­
şılaşması üzerine , Mustafa Kemal otuz beş gün sürecek bir
yurt gezisine çıkarak parti kurmanın gerekliliğini halka
anlatmak, aynı zamanda da nabız yoklamak yolunu seç­
miştir. Orduyu da teftiş ettiği bu gezilerinde, özellikle
Halk Fırkası ve hilafet konuları konuşmalarının özünü
oluşturmuştur. 20 Batı Anadolu illerini kapsayan bu yurt

18
15 Ocak 1 923 ( 1 5 Kanunsani 1 340) tarihli gazeteler. Aynı tarihli ileri gaze­
tesinde, lstanbul mebusu Ali Rıza Bey, Vakit gazetesine cevap mahiyetinde
gönderdiği bir yazıda, Halk Fırkası'nın kuruluşundan ve amaçlarından uzun
uzun söz ediyor.
19
16 Ocak 1923 ıarihli ileri gazetesi.
20
"Cepheyi teftişten maksadım orduları yakından görmektir. Son
muzafferiyetten biı güne kadar talim ve terbiye ile geçmiş günlerin

j 11 4
Halk Fırkası ve Seçimler

gezisi, Lozan barış görüşmelerinin çıkmaza girdiği ve ke­


sintiye uğrayarak murahhas heyetinin Türkiye'ye döndüğü
döneme rastlamaktadır.
Burada önemli gördüğümüz bir nokta üzerinde dur­
mak istiyoruz. Mustafa Kemal'in çeşitli yerlerde yaptığı
konuşmalar incelenecek olursa, ülke içindeki siyasi müca­
delenin yeni bir biçim aldığı kolayca görülebilir. Kurtuluş
Savaşı başlarken, iki farklı ideolojiye sahip toplumsal güç­
lerin "hakimiyet-i milliye " kavramı ve onu içeren misak-ı
milli çerçevesinde uzlaşarak birleşebildiklerini söylemiştik.
Ve yine , hakimiyet-i milliye kavramının farklı biçimlerde
yorumlanışının bu uzlaşmayı kolaylaştırdığını, hatta müm­
kün kıldığını belirtmiştik. Düşman işgali karşısında, ha­
kimiyet-i milliyenin içerdiği milli istiklal (ulusal bağımsız­
lık) ortak bir amaç olarak ortaya çıkmıştı. Ama bunun ö te­
sinde , Mustafa Kemal'in temsil ettiği ideoloj iye sahip olan­
lar için hakimiyet-i milliye , aynı zamanda oluşmakta olan
siyasi iktidarın hukuksal dayanağını sağlamaktaydı. Gele­
neksel saltanat ve hilafet rejiminin savunucuları için ise,
savaş sonrasında yine hilafet ve saltanatın korunmasının
,
\garantisini teşkil etmekteydi. Bu nedenle de muhalefet bü­
tün savaş süresince hakimiyet-i milliye kavramına sıkı sı­
kıya bağlı kalmış ve hükümeti hemen hemen daima haki­
miyet-i milliye ilkesine aykırı hareket etmekle suçlamıştı.
Oysa savaşın kazanılması ve saltanatın kaldırılması ile ,
ayağının altındaki toprağın kaydığını hissetmeye başlayan
muhalefet bu kez misak-ı milli kavramına sarılmaya baş-

semeraunı tetkik edeceğim. Aynı zamanda halk ile de yakından temasa gel­
mek ve onlarla hal ve atiye ait hasbihallerde bulunmak isterim.
Halk Fırkası hakkında esnayı seyahatımda bulacağım fırsatlardan istifade
ederek bazı izahlarda bulunmak niyetindeyim. Benim fırka teşkil etmem
hakkında endişeli mütaleada bulunanları tenvir edeceğim . Ben öyle bir fırka
teşkilini tasavvur ediyorum ki , bu fırka milletin bütün sunüfunun refah ve
saadetini temine maıüf bir programa malik olsun. Milletimizin şeraiti buna
müsaittir." A.S.D., c. II, s. 50.
Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

lamıştır. Lozan barış görüşmeleri sırasında , muhalefet, hü­


kümeti misak-ı milliden fedakarlık etmekle suçlayacak ve
kaybettiği gücünü "milliyetçilik" bayrağına sahip çıkmakla
yeniden kazanmak yolunu deneyecektir. Mustafa Kemal
ise, kazanılan askeri zaferi, mevcut hükümet şeklinin bir
sonucu olarak yorumlayacak ve hakimiyet-i milliye kavra­
mını doğrudan doğruya henüz kaldırılmamış bulunan hi­
lafet makamına karşı kullanacaktır. 21 Böylece , bir yandan

21
1 5 Ocak 1923 tarihinde, gezinin ilk uğrak yeri Eskişehir'de halkla yaptığı
konuşmada " . . . bu muvaffakıyatın esasını yeni şeklimizde aramak lazım gel­
diğini beyan buyurarak, mazideki seyyiatın milleti hiçbir zaman temsil et­
meyen hükümet şekil ve tarzlarından inbias eylediğini ve üç senelik müca­
delatımızdaki muvaffakiyetin esbabı hakikiyesi ise idare-i hükümeti milletin
kendi eline almasından ibaret bulunduğunu isbat ile teşkilat-ı esasiye kanu­
nunun bazı mevadd-ı mühimmesini dürüdıraz tahlil ve teşrih buyurmuşlar­
dır." A . S D., c. ll, s. 52.
1 6 Ocak 1 923, Arifiye'de şunları söylemiştir: "işte bu noktai nazardan elbir­
liğiyle çalışmak ve halka şimdiye kadar kaçırılan fırsatların o memleketin
maruz kaldığı avakibi elimenin yegane saiki umuru mülk ve milletin daima
mahdüt bazı eşhasın elinde baziçe olmasından ve hakimiyet-i milliyenin da­
ima münhel ve aul bırakılmış bulunmasından ileri geldiğini telkin ve haki­
miyet-i milliyeye karşı vaki olacak en küçük bir taarruz ve tecavüzü kemali
celadecle karşılamak lazım geldiğini yine elbirliğiyle tenvir ve İrşad-etmeliyiz.
Halk hakimiyeti milliyeyi benimsemeli ve memlekette yegane hakim amilin
kendisinden ibaret olduğunu unutmamalıdır. " A . S D., c. II, s. 53.
16 Ocak 1 923, lzmit'te gazetecilerle yaptığı konuşmadan: " içinde bulundu­
ğumuz vaziyette çok kuvvetli olduğumuzu temin ve teşebbüsatı müstakbe­
lemizde behemehal muvaffak olacağımızı bize vadeden keyfiyet, milletin
inkılap ile ve mücadele ile tesis etmiş olduğu bugünkü hükümetimizin şekli
ve mahiyetidir. Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti , mil­
lidir; tamamile maddidir; hakikatperesttir. Mevhum mefküreler arkasında, o
mefkürelere vasıl olmak için değil , fakat isal etmek hulyasile milleti kayalara
çarparak, bataklıklara batırarak en nihayet kurban ederek mahvetmek gibi
cinayetten hazereden bir hükümettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bü­
tün programlarının uhdesi şu iki esastır:
istiklali ıam , bilakayduşart hakimiyet-i milliye .
. . . Millet, hakimiye tini değil, hakimiyetin bir zerresini dahi ahara terk ve
ferağın mucip olabileceği felaketin, izmihlalin , hüsranın elemini her an
kalp ve vicdanında hissetmektedir. Zaten iradenin ve hakimiyetin gayh
kabili tecezzi ve taksim olduğunu ilmen ve hakikaten düşündükten sonra

l ı ı6
Halk Fırkası ve Seçimler

hakimiyet-i milliye kavramı ile hilafet ve saltanat makamı­


na bağlı olmak arasındaki çelişki ortadan kalkmakta , diğer
yandan da Mustafa Kemal ile muhalefet arasındaki çatışma
misak-ı milli kavramında odaklaşmaktadır. 22

böyle bir nazariyenin fiile tatbikine kalkışmak ancak nazari ve sun'i bir işe
bizzarure tevessül etmekten başka bir suretle kabili tefsir değildir. " A . S. D.,
c. i l , s. 57-58.
22
Misak-ı Milli, daha Mudanya Konferansı sürerken söz konusu edilmiş v e
Trakya ve lstanbul sorunu ile ilgili olarak hükümetin Misak-ı Milli'den vaz­
geçtiği teması işlenmiştir. Ancak Mudanya Ateşkesi'nin Misak-ı Milli doğru l ­
tusunda sonuçlanmasından sonra esas ağırlık Mustafa Keınal'in dikıatörlüg"
doğru gittiği, hükümetin Meclis'i hiçe sayarak hakimiyet-i milliyeyi çiğne d i ­
ğ i teması ağırlik kazanmıştır.
Lozan ve !kinci Grubun Çöküşü

20 Kasım 1 9 22 tarihinde lsviçre'nin Lozan kentinde başla­


yan Barış Konferansı gittikçe uzamakta ve sonuç alınama­
maktadır. Mustafa Kemal ve Hükümet bir an önce barışın
imzalanmasını istemektedirler. Ancak l tilaf D evle tleri,
Türkiye'deki iktidar mücadelesinden de yararlanarak bü­
tün istediklerini Ankara Hükümeti'ne kabul ettirebilecek­
lerini düşündükleri için görüşmeleri uzatmaya çalışmak­
tadırlar. Özellikle Musul, Trakya sınırı, savaş tazminatı,
iktisadi ve mali imtiyazlar konusunda Türk görüşlerine
kesinlikle karşı çıkmaktadırlar. Bu durum karşısında An­
kara Hükümeti'nin Musul meselesini daha sonra görüş­
mek üzere ve Trakya'da Karaağaç'a karşılık Yunanistan'dan
istenilen savaş tazminatından vazgeçebileceğini bildirme­
si bile , barış görüşmelerinin olumlu bir safhaya girmesine
yetmemiş ve görüşmeler 4 Şubat 1 9 23 günü kesilmiştir.
Buna karşılık, Türk Murahhas Heye ti başkanı lsmet Pa­
şa'nın sınır konusunda bazı ödünler verilebileceğine dair
teklifi Ankara'da lkinci Grup mebuslarının şiddetli muha­
lefetlerine yol açmıştır.
Türk Kurtuluş Sa vaş1 ve Siyasal Rejim Sorunu

Barış görüşmeleri sırasında memlekette belli başlı üç


akım vardır: 1 Hükümetin görüşü: Tam bağımsızlığı elde
-

etmek koşuluyla toprak meselelerinde bazı fedakarlıklar


yaparak barışı imzalamak; 2 - Meclis içinde lkinci Grup ta­
rafından savunulan görüş : Misak-ı milliden ödün verilerek
gerçekleşecek bir barışa karşı olmak; 3 Tanin gaze tesi
-

aracılığıyla (Hüseyin Cahit'in gazetesi) ortaya çıkan eski


İ ttihat ve Terakkicilerin görüşü: Aşın ulusçu görüşlere ka­
pılmadan bir an önce barışı imzalamak.
Bu görüşlerin altında elbette iktidar mücadelesi ve re­
jim sorunu yatmaktadır. Birinci ve üçüncü görüşler ara­
sında , özellikle daha sonra ortaya çıkacak salt bir iktidar
mücadelesi vardır. Ama birinci ve ikinci görüşler arasın­
daki fark doğrudan doğruya siyasi rejim sorununun ortaya
yeniden çıkış biçimidir.
Mustafa Kemal ve Birinci Grubun büyük çoğunluğu
tam bağımsızlığı müzakere masasında da elde ederek eski
siyasi düzeni kökünden yıkıp yeni devleti kurmak iste­
mektedirler. Birinci derecede önemli olan "Misak-ı Milli"
değil, "Hakimiyet-i Milliye"dir.
lkinci Grup, 1 Kasım l 922'de saltanatın kaldırılmasıy­
la savundukları siyasi düzenin çökmekte olduğunu gördü­
ğünden hükümeti varoluş nedenine aykırı hareket etmek­
le, yani Misak-ı Milli'den sapmakla suçlamaktadır:

NECATI Bey (Lazistan) - Hangi Heyet-i Vekiledir ki, sonra­


dan bize gelecek ve diyecek ki: Efendiler biz misak-ı milli­
nin şu noktasından vazgeçeceğiz ? Öyle Heyet-i Vekile yok­
tur. Öyle Heyet-i Vekilenin ilk evvel biz ipini boynuna ko­
yacağız. Hangi Heyet-i Murahhasıdır ki buraya gelip biz
misak-ı milliden şunu feda ediyoruz diyebilecek? Öyle He­
yet-i Murahhasa bizden kurşun yiyecektir. 1

TBMM Gizli Celse Zabıdan, c. 3, s. 1 2 5 2 .

1120
Lozan ve ikinci Grubun Çöküşü .

Muhalefete göre Misak-ı Milli'de ulusal sınırlar belirtilmiş­


tir ve bundan vazgeçmek, ödünler vermek söz konusu
olamaz . Oysa Mustafa Kemal Paşa'ya göre Misak-ı Milli
ulusal sınırların kesinlikle belirtildiği bir belge değildir.
"Misak-ı Milli, mahvedilmiş" ; "Misak-ı Milli, feda edilmiş"
şeklinde gizli celselerde cereyan eden şiddı>tli eleştiriler kar­
şısında, Mustafa Kemal Paşa 27 Şubat 1 9 25 tarihli yine bir
gizli celsede kürsüye gelerek şunları söylemiştir:

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Bazı arkadaşlarımız ,


mesela Sırrı Bey gibi arkadaşlarımızın, medarı kelamı
misakı milli oluyor. Ben de diyorum ki Sırrı Bey misakı mil­
linin ne olduğunu anlamamıştır. Misakı millinin ne oldu­
ğunu evvela anlamalı ondan mütecavizlerin kimler olduğu­
nu meydana koymalı . Efendiler arazi meselesi ve hudut me­
selesi misakı millinin , malumu aliniz , birinci maddesinin
dairei şumülündendir . Misakı milli şu hat bu hat diye hiç
bir vakitte hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey milletin
menfaati ve Heyeti Celilenin isabeti hazarıdır. Yoksa bu ha­
ritası mevcut bir hudu t yoktur. Bunun için de yapılmış olan
işlerde veya yapılması teklif olunan işlerde hiç bir vakitte
buna taarruz edilmemiştir . Bilakis riayet edilmiştir . . .
SIRRI Bey (İzmit) - Paşa Hazretleri çok teşekkür ederim ki
sözlerimi şayanı müdafaa buyurdunuz, anlamadığımı söy­
lediniz . Misakı millinin, bendeniz , mingayri haddin, mu­
harrirlerindenim.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) - Keşke yazmaya idi­
niz. Başımıza çok bela koydunuz. Yani bugün kat'iyeti ihlal
eden sözlerden başka bir şey yapmadınız .
REİS Müsaade buyurursanız 1 5 dakika teneffüs edelim.
On beş dakika celse tatil edildi. " 2

Lozan'dan dönmüş olan İsmet Paşa, 27 Şubat 1 9 23 tari­


hinde , gizli celsede sorunu şu şekilde ortaya koymaktadır:

TBMM Gizli Celse Zabırlan, c. 3 , s. 1 3 1 8 - 1 3 1 9 .

j 121
Türk Kurruluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

"Ya bizi hiçbir şekilde tatmin etmeyen sulh projesini kami­


len reddederiz ve harbe devam karan alırız; ya da mesaili
arziyede bir sureti halle ibtina ederek (dayanarak) sair
mesailde hayatımızın tatminine çalışırız . "3
Mu halefete göre toprak meselelerinde fedakarlık yap­
mak Misak-ı Milli'ye ihanet etmek anlamına gelmektedir.
Fakat bunun da ötesinde , muhalefetin asıl amacı siyasi re­
jim sorununu yeniden gündeme getirmektir. Çünkü Mus­
tafa Kemal Paşa yönetimindeki bir hükümet tarafından ba­
rışın imzalanması sonucunda kendi sonunun da gelece­
ğinden korkmaktadır. Savaş halinin devamını da isteyeme­
yecek durumda olan muhalefet, savaş ya da barış ikilemi
karşısında, çaresizlik içinde Mustafa Kemal Paşa'nın ikti­
darını sarsmaya çalışmaktadır. ikinci Grubun kurucula­
rından ve liderlerinden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Lo­
zan görüşmelerindeki başarısızlığı doğrudan doğruya Mus­
tafa Kemal'in iç politikasına bağlamaktadır. Saltanatın kal­
dırılmış olmasına doğrudan karşı çıkmamakla birlikte za­
mansız yapıldığını ileri sürmektedir:

ALl ŞÜKRÜ Bey (Trabzon) - . . . Efendiler, dünyada en bü­


yük muvaffakiyet vahdettir. İnkar etmezsiniz iki üç aydan
beri memleketin içine bir nifak tohumu ekilmiştir. Efendi­
ler, sulhü temin e tmiş mi idik ? Efendiler, Misak-ı Milliyi
elimize almış mı idik? Efendiler askerimiz terhis olunmuş
mu idi? Efendiler, teceddüdat gayet doğru ve muhik olsa da
acaba zamanı mı idi? Harp zamanında ıslah edilmek ve ya­
pılmak doğru mu idi? . . . Şimdiye kadar çektiğimiz felaket­
leri düşünelim ve bu felaketler itibariyle hiç olmazsa bizim
yapacağımız şu millete velev ki iki senecik için olsun bir
sulhü sükün ve refah temin edelim. Bunu yapmadan yapıl­
mak istenilen köklü ve cem esaslı tebeddülat payidar ola­
maz (katiyen sesleri) . . 4 .

Agk, c. 3, s. 1 306.
Agk, c. 3, s. 1 25 5 - 1 256.
Lozan ve ikinci Grubun Çöküşü

Ali Şükrü Bey "iki üç aydan beri memleketin içine b: r ni­


fak tohumu sokulmuştur" derken saltanatın kaldırılmasını
ve Halk Fırkası'nın kurulacağına ilişkin Mustafa Kemal'in
beyanatlarını kastetmektedir. Aynı zamanda , savaş haline
ve askeri o toriteye dayanılarak girişilen bu yenilik hareketi
karşısındaki çaresizliği de dile getirmektedir.
Lozan görüşmeleri sırasında, hükümet tarafından ya
savaş ya da barış ikilemi karşısında bırakılan muhalefet
köşeye sıkışmış durumdadır. Savaşa karar verememekte,
buna karşılık hükümetin teklifini de onaylamak isteme­
mektedir. Bu durum karşısında nihayet iki öneriyle ortaya
çıkarlar. lzmit Mebusu Sırrı Bey seçime gidilmesini ve ba­
rış görüşmelerini yeni oluşacak Meclis'in yürütmesini ileri
sürer. Sırrı Bey'e göre, barışı imzalamakla zaten Meclis'in
görevi tamamlanmış olacak ve yeni seçimlere gidilecektir.
Ama bu şekliyle barışı imzalamak Misak-ı Milli'ye aykırı ol­
duğundan, seçilirken halka verilen söz tutulmamış olacak­
tır. Eğer halk şimdi barışın bu şekliyle imzalanmasından
yana ise bunu oylarıyla belli etmelidir.

SIRRI Bey (lzmit) - Halkın karşısına mes'ul ve mücrim bir


vaziyette gitmemek için, bir çare vardır. Onu şimdi söyle­
yeyim. Onlara sarahaten demeliyiz ki: Ey muhterem millet,
bizi şu maksat için intihap ederek buraya gönderdiniz ve
biz elimizden geldiği kadar sizin kanınızı akıttık, çeşme su­
ları gibi milletin kanı aktı ve buna mukabil hakikaten sema­
lara kadar abideler dikmeye layık zaferler meydana getirdik .
Faka t , siyasi cihe tini idareye kafamız müsaade e tmiyo r
(Bravo ) . Bunun siyasi cihetini idare etmek harp sahasında
husule getirdiğiniz zaferin şaniyle münasip bir şey vücude
ge tirmeye kafamız kifayet e tmiyor . Eğer bu kifaye dzliğe
-bunu nefsime izafe ederek söylüyorum- sana verdiğim
ahitten hanis olarak, senin esaretini tasdik etmek , senin kar­
deşlerini Hıristiyanlığın esaretine vermek için bunu imza
etmiş olsaydım, sana hıyanet etmiş olacaktım . işte bu daki-

i 123
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

kada aczimi anlıyorum . Aczimi i tiraf ediyorum. Sana hı­


yanet edemem. Onun için sen gel. lşte meselenin safahatı.
Bu safahate göre bir karar vermek için ikinci bir surette re­
yini göster. (Bravo , alkışlar) (Yeni intihap sesleri) Reyini
göster. Eğer daha evvel beni yeminimle bağladığın misakı
milliden fedakarlık etmek zamanı gelmiş ise , onu ahit ile
sana bağlanmayan ikinci bir Meclis yapsın demeliyiz . (Ken­
di reyimizle olamaz, olur sesleri).
MEHMET ŞÜKRÜ Bey (Karahisarısa hip) - Hakimiyeti mil­
liyenin manası budur.
SIRRI Bey (Devamla) - Arkadaşlar, işte bunu böyle söyleme­
liyiz. Şeraiti cedide dairesinde intihabat yapılsın ve burada
bir Meclis teşekkül e tsin. 5

Muhalefetin tümünün destekler göründüğü ikinci öneri ise


Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey'in önerisidir: Barış görüş­
melerini yürütmek üzere yeni bir heyetin seçilmesi:

ALI ŞÜKRÜ Bey (Trabzon) - Bugün öyle bir vaziyet karşı­


sındayız ki ya harp , yahut fedakarlıkla sulh karşısındayız.
Fakat üç ay evvel çok başka idi , bugün hükümet bizden bu
şekilde bir karar alamaz . Ya harp kararı vermek ve yahut
fedakarlığı kabul etmek şartile sulh yapalım . Hükümet böy­
le bi.zden bir karar alamaz . . . Maksadım şudur ki, heyeti
murahhasanın vazifesi muhterem Heyeti Vekile Reisi Rauf
Beyefendinin şu kürsüde alenen söylediği veçhile bitmiştir.
Bu Heyeti Murahhasa ile tekrar müzakere açmak demek on­
ların orada yapmış olduğu mukabil teklifi de doğrudan
doğruya kabul etmek demektir . . 6 .

Ayrıca, Ali Şükrü Bey hükümeti düşürmenin de bir çözüm


olamayacağını belirtmektedir. Çünkü "Hükümet terki mevki
etse bile, bu vaziyette onun yerine geçecek kimse yoktur" .

TBMM Gizli Celse Zabırlan, c. 4, s. 1 1 7- 1 18.


TBMM Gizli Celse Zabırlan, c. 4, s. 1 30- 1 39 .

/ 124
Lozan ve !kinci Grubun Çöküşü

Bu durumun nedeni ise, Ali Şükrü Bey'e göre yine saltana­


tın kaldırılmış ve memleket içine nifak tohumlarının so­
kulmuş olmasıdır. " Gönlü bir takım ıslahat yapmak için
şunu yapacağım , bunu yapacağım demek lngiltere'nin eli­
ne müthiş bir silah vermek demektir. Buna binaen heyeti
murahhasamız muvaffak olamamıştır (Bravo sesleri) . " 7
Yaklaşık iki hafta süren ve şiddetli tartışmalarla geçen8
gizli görüşmeler sonunda yapılan oylamada hükümet iste­
diği yetkiyi almaya muvaffak olur. Ancak oylama sonucu
da dikkat çekicidir. Oylamaya yüz doksan kişi katılmış ve
hükümete Lozan Barış Konferansı'na ilişkin tam yetki ve­
rilmesi yüz yetmiş oyla kabul edilmiştir. Yani sadece yirmi
red oyu vardır. Oysa yalnızca Ali Şükrü Bey'in sözcülüğü­
nü yaptığı görüş doğrultusunda verilen takrir altmış imza­
lıdır. Oylamaya katılmıyanların sayısı oldukça fazla gö­
rünmektedir. Nitekim Meclis lkincisi Reisi Ali Fuat Pa­
şa'nın sonuçları açıklaması üzerine lkinci Grup mebusla­
rından Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, oturduğu yerden
"yüz otuz kişi de ademi itimattır" diye bağırmıştır. 9
Yeni devlet .şeklinin kesinlik kazanmasını, eski ile yeni
arasındaki çatışmanın geçirdiği evreleri ve üç sene içinde
nereden nereye gelindiğinin iyi anlaşılabilmesi için 1 Mart
1 923 tarihinde (yani barış üzerinde tartışmaların cereyan
ettiği tarihte) , Mustafa Kemal'in Meclis'in dördüncü içtima
döneminin başlaması dolayısıyla yaptığı konuşma üzerin­
de durmakta yarar vardır.

Agk, aynı sayfa.


Görüşmelerin son günü olan 6 Mart 1 923 tarihindeki gizli celsede Mustafa
Kemal Paşa'nın oldukça sert konuşması sırasında Ali Şükrü Bey'in müdahale
etmesi üzerine, Meclis bir anda birbirine girmiş ve Mustafa Kemal Paşa eli
cebindeki silahında olmak üzere Ali Şükrü Bey'in üzerine yürümüştür. Bu
olaydan üç hafta kadar sonra Ali Şükrü Bey'in Meclis Muhafız Birliği komu­
tanı Topal Osman Ağa tarafından öldürülmesi bazı çevrelerce bu olayla ilgili
gösterilmiştir.
TBMM Gizli Celse Zabuları, c. 4 , s. 1 90.

j 1 25
Tılrk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Konuşma esas olarak Hakimiyet-i Milliye, Misak-ı Milli


ve Teşkilat-ı Esasiye kanunu kavramları üzerine kurulmuş
görülmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi o sıralarda
"eski" ile "yeni " arasındaki çatışma da ilk iki kavram çer­
çevesinde ortaya çıkmış bulunuyordu. Mustafa Kemal,
Misak-ı Milli'den söz etmekle birlikte ağırlığı Hakimiyet-i
Milliye , devletin şekil ve mahiyeti ve özellikle saltanatın
kaldırılması olayına vermektedir. "Millet ancak hakimiyet-i
milliyesini eline alarak kurduğu yeni devlet ve yeni mahi­
yetteki idare sayesinde kendi hayatı ve memleketin mah­
füziyeti için zarüri olan şeraiti ve pek büyük olan muzaffe­
riyatı temin eylemiştir. " Hemen arkasından eklemektedir:
"Efendiler mücbir hadisatın sevk ve tesiri altında toplanan
Meclisi Aliniz bu devlet ve milletin şekil ve mahiyetini en
kati bir tarzda tesbit etmiş ve Teşkilat-ı Esasiye Kanuniyle
onun ahkamı katıasını teyid ve takviye eden 1 Teşrinsani
(Kasım) 1338 ( 1 922) kararını müttefikan kabul ederek
yeni Türkiye Devletinin esaslarını vaz'eylemiştir. "
Bunları söyledikten sonra saltanatın kaldırılması ile
misak-ı millinin karşılaştırılmasına geçerek bugün misak-ı
milli diyenlerin yeni Türkiye devletinin şekline muhalefet
etmemeleri gerektiğini göstermeye çalışıyor. Ve nihayet,
misak-ı millinin geçici, hakimiyet-i milliyenin ise kalıcı
olduğunu vurguluyor: "Efendiler, misakı milli yalnız istih­
sali anına kadar muhafazai kıymet edecek bir düstur mev­
kiinde iken onun neticesi olarak kazanılan istiklal ancak
1 Teşrinisani 1 338 kararının temini bakasile naili ebediyet
olabilir. Binaenaleyh 1 Teşrinisani 1 338 kararı kanunların
ve bütün mukarreratın fevkinde bir kıymet ve kuvveti ha­
izdir (şüphesiz sesleri) . "
Mustafa Kemal'in 24 Nisan 1 920 tarihinde Meclis'in
şekil ve mahiyetine ilişkin konuşması ile bu konuşması
karşılaştırılacak olursa aynı kavramın nasıl farklı bir siya­
seti belirttiği kolayca görülebilir. Daha önce de söylediği-

/ 1 26
Lozan ve ikinci Grubun Çöküşü

miz gibi başlangıçta hakimiyet-i milliye kavramı iki farklı


ideolojiyi ve buna bağlı güçleri uzlaştıran bir kavram iken,
1 9 23 yılı başlarında Mustafa Kemal'in ve ona bağlı güçle­
rin egemenliğinin dayanağı olmaktadır.
Siyasi düzeydeki bu değişiklik ve Mustafa Kemal'in
stratejisi yine aynı konuşmasında açıkça özetlenmektedir:

. . . Nasıl Misakı milliye aleyhtarlık edenleri hangi esbabı si­


yasiye ve içtimaiye ile hain tanıdık ise ve nihayet bü tün. ih­
tişam ve şevketiyle , bütün kavanin ve kudretiyle Meclisin
ve milli misakın aleyhinde vaziyet alan asırdide bir idareyle
onun mensuplarını hangi sebepler ve hangi haklarla hıya­
netle vasfeyledikse bugünkü hakimiyeti milliye düşmanla­
rını da aynı sebeplerle hain telakki eyleriz. (Şiddetli alkış­
lar) . Hakimiyeti milliyenin ifadei kanuniyesi olan Teşkilatı
Esasiyemize ve onun bir senedi teyidi olan 1 Teşrinisani
1338 kararına muhalefet edenleri aynı hak ile menederiz,
ensali müstakbelemizin selameti ve vatanın istikbali namına
10
menederiz (doğru sesleri) .

Görülebileceği gibi, Mustafa Kemal'e göre artık hakimiyet-i


milliye esasına dayanan yeni devlet şekline muhalefet etmek
vatan hainliği ile bir tutulmaktadır. Bununla birlikte Meclis
içinde Mustafa Kemal'in sözünü ettiği yeni devlet şekline
karşı bir muhalefet vardır. Nitekim, aynı oturumda Meclis
Birinci Reis Vekilliği için yapılan seçimi ikinci Grubun ada­
yı Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey kazanmıştır. Meclis
ikinci Reisliğine iki yüz yetmiş oydan yüz seksen üçünü
alarak Ali Fuat Paşa seçilirken, iki yüz yetmiş iki oy üzerin­
den yüz kırk sekiz oyla Hüseyin Avni Bey Reis Vekilliğine
getirilmiştir. Seçimden sonra Hüseyin Avni'nin konuşması
Mustafa Kemal'e cevap niteliğindedir. Hüseyin Avni Bey
misak-ı milli üzerinde durmaktadır. Ve her "misak-ı milli"
sözcüğü geçtikçe muhalefet tezahüratta bulunmaktadır:

ıo
TBMM Zabu Ceridesi, c. 2 8 , s. 1 6- 1 8; A.S.D., c . 1 , s. 306- 3 1 0.

l 127
Türk Kurruluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

HÜSEYİN AVNİ Bey (Erzurum) - . . . Türkiye Büyük Millet


Meclisi imtihanını fiilen veriyor. Milletine vermiş olduğu
sözü fiilen ispat etmektedir. İnşallah ankaribüzzaman şeref­
li bir sulh ile misakı milli dahilinde . . .
SIRRI Bey (lzmit) - Bir kere daha tekrar e t misakı milliyi . . .
HÜSEYİN AVNİ Bey (Devamla) - M isakı milli Türk ve Kürt
mille tinin imanıdır. Efendiler misakı milli mille tin imanıdır.
Büyük Millet Meclisi onu taşır, ondan zerre kadar inhiraf
edemez (şiddetli ve sürekli alkışlar) .
MEHMED ŞÜKRÜ Bey (Karahisarısahip) - Edenler mu'te­
ziledir.
HÜSEYİ N AVN İ Bey ( D evamla) - Büyük Millet Meclisi
11
onun muhafazasına yemin etmiştir (Bravo sesleri, alkışlar) .

1 Mart 1 923 tarihindeki bütün b u tezahürata ve reis vekil­


liğine lkinci Grubun liderlerinden Hüseyin Avni Bey'in se­
çilmiş olmasına rağmen, yukarıda da gördüğümüz gibi, 6
Mart l 923'te yapılan güvenoyu niteliğindeki oylamada mu­
halefet bir varlık gösterememiş ve bir kez daha Mustafa
Kemal güç dengesini kendinden yana çevirmeyi bilmiştir.
Meclis içindeki başarısından sonra, Mustafa Kemal 13 Mart
1 9 23'te güney illerini kapsayan ikinci bir yurt gezisine çı­
kar. Bu gezisinde genel olarak hilafet ve saltanat rejiminin
kö tülüklerinden ve bir daha böyle bir düzene dönülmeme­
si gerektiğinden söz etmektedir. Çünkü memleketi geri bı­
raktıran ve yok olmaya sürükleyen padişahlık düzenidir:

. . . Bizi mezara gö türen o sebebi asli nedir? Bunu hiç şüphe­


siz mahiyeti idaremizde aramalıdır. .. O saraylar ve sarayla­
rın etrafını çeviren hainler asırlarca bu mille ti gaflette bı­
raktılar; onu nura koşmaktan mene ttiler. Onlar bu milleti
ve memleketi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri paraya ,
diğeri askere muhtaç oldukları zaman ! Bir baştan memleke­
ti soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viya­
na'yı, lran'ı zabt için fü tühata kalkarlardı. Halbuki milletin

il
TBMM Zabu Ceridesi, c. 28, s. 21.

J128
Lozan ve ikinci Grubun Çöküşü

o fütuhatta hiçbir emeli millisi, arzuyu vicdanisi ve menfaa­


tı yoktu . Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin
evlatları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sü­
rüklenirdi. Sonra onların, saraylardaki debdebe ve daratı
temin için paraya ihtiyaçları vardı. Bu parayı milletten sopa
ile alırlardı. Bütün bunların neticesi milleti fakre, harabiye,
nihayet ölümün kıyısına götürdü . lşte bu tarzı idareye padi­
şahlık idaresi denir. Arkadaşlar, bu idareyi bir daha diril­
memek üzere tarihe gömdük. 1 2

Görüldüğü gibi artık söz konusu olan yalnızca son Padişah


Vahdettin'in ihaneti değildir. Geri kalmışlığın nedeni şu ya
da bu padişah değil, onların temsil ettiği siyasi düzendir.
Saltanat ve hilafet makamını kurtarmak amacıyla girişilen
mücadele saltanatın yok edilmesiyle sonuçlanmaktadır.
Öte yandan, Mustafa Kemal artık egemen dinsel ideo­
lojiye karşı "aydınlanma" ideolojisini de savunmaktan çe­
kinmemektedir.

. . . aziz arkadaşlar, bizi yanlış yola sevkeden habisler bilirsi­


niz ki, alelekser din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih
halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihi­
mizi okuyunuz, dinleyiniz . . . görürsünüz ki, milleti mahve­
den, esir eden, harab eden fenalıklar hep din kisvesi altın­
daki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi
dinle karıştırırlar. . . Hangi şey ki akla, mantığa , menfaati
ammeye muvafıktır, biliniz ki o bizim dinimize de muva­
fıktır. Bir şey akıl ve mantığa , milletin menfaatine islamın
menfaatine muvafıksa kimseye sormayın . 1 3 . .

Mustafa Kemal yurt gezisini tamamlayıp Ankara'ya dönü­


şünden bir hafta sonra, Londra'da toplanan itilaf Devletleri
temsilcilerinin Lozan görüşmelerinin yeniden başlamasını

12
Adana çiftçileriyle konuşma ( 1 6 . 3 . 1 923), A.S. D., c. il, s. 1 20- 1 2 1 .
13
Adana esnaflariyle konuşma ( 1 6 . 3 . 1 923), A.S. D., c . i l , s. 1 20- 1 2 1 .

i 1 29
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

kabul ettikleri haberi gelir ( 3 1 Mart 1 923) . Bunun üzerine


ertesi günü ( 1 Nisan 1 923) hükümetin desteklediği seçim­
lerin yenilenmesine ilişkin 1 20 imzalı bir takrir Meclis'e
sunulur. Yukarıda gördüğümüz gibi, aynı konudaki lkinci
Gruptan lzmit Mebusu Sırrı Beyin teklifi hükümetin mu­
halefetiyle karşılaşmıştı. Oysa aradan bir ay hile geçmeden
bu kez seçimlerin yenilenmesini Birinci Grup istemektedir.
!kinci Grup ve lstanbui basını için bir sürpriz olan seçimin
yenilenmesi teklifi aynı gün "arayı ittifakla" kabul edilir.
1 Nisan 1 923 tarihinde seçimlerin yenilenmesi kara­
rıyla birlikte Mustafa Kemal derhal harekete geçerek, bir
yandan "Dokuz Umde"yi içine alan bir seçim beyannamesi
yayımlarken, diğer yandan da bütün ARMH Cemiyeti Teş­
kilatlarına seçimlere hazırlanmaları konusunda bir genelge
gönderir. 1 4
Halk Fırkası'nın ilk programı niteliğindeki " Dokuz
Umde" nin ilk iki umdesi "hakimiyetin bila kayd ve şart
millete ait" olduğu ve saltanatın kaldırılmasına ilişkin 1
Kasım 1 922 tarihli kararın temel ilke olduğuna ilişkindir.
Böylece seçim kararının alınmasından hemen sonra salta­
nat ve hilafet rejimini savunmanın vatan hainliği olacağı
açıkça belirtilmekteydi. Nitekim, 1 5 Nisan 1 923 tarihinde
Meclis, 1 Kasım 1 9 22 tarihli karara muhalefet etmenin va­
tan hainliği sayılacağına dair bir maddenin 29 Nisan 1 9 20
tarihli Hıyaneti Vataniye Kan un una eklenmesini !kinci
Grubun itirazlarına rağmen 1 5 kabul eder ve söz konusu

14 A TTB, s. 488-492.
15
HAKKI HAMI Bey (Sinop) - ... memlekette hürriyeti tesis edeceğiz diye uğ­
raşırken belki suistimalata mahal bırakacak bir kanunla, bilhassa şu intihap
sırasında meydana çıkmayı ben memleketin selameti namına menfaatli bul­
muyorum . . .

SIRRI Bey Clzmit) - . . . B u kanunun kelimelerini tarta tarta manasını anladı­


ğımız zaman hakikaten hürriyetle, serbestii mutlaka, insanlıkla beraber do­
ğan insanlığın fikrine, düşüncesine pranga vuruyor.
TBMM Zabu Ceridesi, c. 29, s. 182-1 90.

1 130
lozan ve ikinci Grubun Çöküşü

kanunun birinci madaesine şu ibare eklenir:

Saltanatın ilgasına ve hukuku hakimiyet ve hükümraninin


gayrikabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere Türkiye
halkının mümessili hakikisi olan BMM'nin şahsiyeti mane­
viyesinde mündemiç bulunduğuna dair 1 teşrinisani 1338
tarihli karar hilafında veya TBMM'nin meşruiyetine isyanı
mutazammın kavlen veya tahriren veya fiilen ankasdin mu­
halefet veya ifsadat ve neşriyatta bulunan kesan haini vatan
addolunur. 16

Ertesi gün, yani 1 6 Nisan 1 923 tarihinde çoğunluk sağla­


namadığından Meclis toplanamamış, toplantı 2 1 Mayıs
1 923'e ertelenmiş, fakat o gün de çoğunluk olmadığından
Meclis açılamamış ve de böylece birinci dönem fiilen sona
ermiştir. ikinci dön.em ise 1 1 Ağustos 1 923 tarihinde baş­
layacaktır.
Seçim kararıyla birlikte bir başka grup yeniden ken­
dinden söz ettirmeye başlamıştır. O da eski ittihat ve Te­
rakkicilerdir. Ancak özellikle Istanbul ve çevresinde etkili
görünen eski ittihatçılar daha başından itibaren, bazı ko­
nularda farklı düşündüklerini belirtmekle birlikte, Mustafa

Bu konu dolayısıyla ortaya çıkan ilginç bir görüş de Feridun Fikri tarafından
savunulmuştur. Muhalefetten bazılarının bu kanunla memlekette faşizme
gidildiğini söylemiş olması üzerine Feridun Fikri 22 Nisan 1 923 tarihli Yeni
Gün gazetesinde şunları yazmaktadır:
"Kendimi birden bire Moskova'da, komünizmin en kudretli bir köşesinde
zannettim. Bütün Avrupa faşizmin cihana getirdiği emniyet ve neşe ile ona
doğru atılırken, faşizmin bu suretle, sanki pek tehlikeli bir şeymiş gibi gö­
rülmesi beni derin derin düşüncelere sevketti . . . Faşizm korkulacak bir şey
addolunamaz. Bilakis bizim gibi inkılap yapmış ve onu yaşatmağa azmetmiş
milletler için faşizmden çıkarılacak düsturlar vardır, başlıcası vatanın ihti­
yaçlarını hiç bir vakit şekli mülahazalara, indi nazariyelere feda etmemektir.
işte böyle yaptığımız, o büyük düstura riayet etmeği bildiğimiz içindir ki hı­
yaneti vataniye kanunu tadil olunabildi. "
(Yeni Gün, 22 Nisan 1 339) .
16
TBMM Zabu Ceridesı; c. 29, s. 1 82-190.

j 131
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

Kemal'i ve ARMH Cemiyeti'nin adaylarını destekleyecekle­


rini bildirmişlerdir.
Bazı lstanbul gazetelerinde lttihat ve Terakki'nin se­
çimlerde kendi adaylarını seçtirmeye çalışacağı hakkında
çıkan haberler üzerine , 14 Nisan 1 923 tarihli Tanin gaze­
tesinde Hüseyin Cahit (Yalçın) , lttihat ve Terakki'nin se­
çimlerde Bir\pci Grubu destekleyeceğini, çünkü aynı gö­
rüşleri paylaştıklarını, yalnız yürütme ve yasama güçleri­
nin ayrılığını savunduğunu , bununla birlikte bu farkın an­
laşmaya engel olmadığı için, Mustafa Kemal'e anlaşma tek­
lif edildiğini yazmaktadır. 1 7
Mustafa Kemal, Anadolu Ajansı muhabirinin bu teklif­
le ilgili sorusuna karşılık, böyle bir teklif almadığını söy­
lemesine 18 rağmen lttihatçılarla görüşmeler yapılmış oldu­
ğu daha olası görünmektedir.
20 Nisan 1 923 tarihli Yeni Gün gazetesinde de lttihat
ve Terakki'nin eski laşe Nazırı Kemal Bey'in bir beyanatı
yer almaktadır: "Ne ben, ne de rüfekayı mesaim Müdafaai
Hukuk Cemiyetini müşkülata duçar edecek hiç bir hareket
ve faaliyette bulunmayacağız. Harici düşmanlarımız, da­
hilde ihtilaf çıkacağını hiç bir zaman hatırlarına getirme­
sinler. Sulh masasının arkasında bütün millet yekpare ve
yek vücuttur. " 1 9
Haziran ve Temmuz aylarında tamamlanan seçimler
sonunda, Mustafa Kemal'in bizzat onayladığı adaylar se­
çilmiş ve lkinci Gruptan oldukları bilinen ya da Mustafa
Kemal'e açıktan muhalefet eden adaylar oy alamamışlar­
dır. 20 Mustafa Kemal'e muhalif olanların seçilememiş ol­
ması seçimlerin baskı altında ya da halkın siyasi bilincinin

17
Tanin, 14 Nisan 1 339.
18
A.S. D. , c. III, s. 62-63.
19
Yeni Gün, 20 Nisan 1 339.
20
Bkz. Mete Tunçay, Türkiye 'de Tek Fani. . . , s. 55, dipno t 62. ikinci Gruptan
oldukları sanılan üç kişi seçilebilmiştir: Ali Rıza Efendi (Amasya) , Mehmet
Bey (Biga), Rıza Bey (Kırşehir) .
Lozan ve ikinci Grubun Çöküşü

yetersizliğiyle açıklanamaz. Egemen ideolojiye daha yakın


olan lkinci Grup adaylarının oy alamaması her şeyden ön­
ce seçimlerin savaş ya da barış ıkilemi ortamında yapılmış
olması göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Gerçi,
başta ordu olmak üzere devlet aygıtı Mustafa Kemal'in de­
netimindedir; ama muhalefetin de siyasi düzeyde somut
bir çözlim önerisi yoktur. Uzun süren savaş yılları sonun­
da halk barış istemekte ve sonu belirsiz maceralardan
korkmaktadır. Mustafa Kemal'in siyaseti egemen ideolojiyi
siyasi düzeyde etkisizleştirmiştir. Elbette bu, dinsel ideolo­
jinin yok olduğu Anlamına gelmemektedir.
24 Temmuz 1 923 tarihinde Lozan'da barış imzalanmış ,
1 1 Ağustos'ta Meclis ikinci çalışma dönemine başlamış ve
1 1 Eylül' de Mustafa Kemal'in başkanlığında Halk Fırkası
resmen kurulmuştur.
Nihayet 29 Ekim 1 9 23 tarihinde, 20 Ocak 1 9 2 1 tarihli
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle si­
yasi rejim sorunu hukuken de çözülmüş olmaktadır. Yapı­
lan değişiklik incelenecek olursa, 21 24 Nisan 1 9 20 tarihin­
de ''Hüküm et şekline " dair Mustafa Kemal'in Meclis kür­
'
süsünden okı..i duğu metindeki belirsizliklerin ve karışıklık­
ların üçbuçuk yıllık çalkantılı bir süreç sonunda açıklığa
kavuştuğu görülecektir. Bu süreç Türkiye Cumhuriyeti dev­
letinin kuruluş sürecinin ilk aşamasıdır.

21
Bkz. Ek 1, ve Ek 5.
Sonuç

Kurtuluş Savaşı iki farklı ideolojiye sahip güçlerin belirli


koşullarda uzlaşmasıyla gerçekleşmiştir. Bir yanda "aydın­
lanma" ideolojisini temsil eden Mustafa Kemal ve arkadaş­
ları, diğer yanda Anadolu'da egemen dinsel ideoloj inin
temsilcileri. Bu uzlaşmanın Kurtuluş Savaşı boyunca za­
man zaman açık çatışmaya dönüştüğünü , iki ideoloj i ara­
sındaki mücadelenin ortaya çıkış biçimlerini ve sonunda
Mustafa Kemal'in siyasi iktidara sahip olduğunu gördük.
Ve yine göstermeye çalıştık ki bu mücadelede söz konusu
olan salt bir siyasi iktidar sorunu değil, onun da ö tesinde
bir siyasi rej im, yeni bir devlet biçimi · idi. Yabancı işgaline
karşı başlayan Kurtuluş Savaşı, sonunda saltanat rejiminin
yıkılıp cumhuriyet yönetiminin kurulmasıyla sonuçlan­
mıştır.
Hatırlanacağı gibi Meclis içindeki muhalefe ti genel
olarak toplumdaki egemen dinsel ideoloj inin siyasi düzey­
deki yansıması biçiminde ele almıştık. Üç yıl içinde bu
egemen ideolojinin temellerini sarsabilecek nitelikte top-

j 135
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

lumun maddi yapısında önemli değişikliklerin gerçekleşti­


ği herhalde ileri sürülemez. O halde egemenliği devam
eden bu ideolojinin siyasi düzeydeki temsilcileri neden et­
kisiz kalmıştır?
Soruna salt maddi kuvvet, yani ordu açısından yak­
laşmanın yeterli olabileceğini sanmıyorum. Mustafa Ke­
mal'in orduya dayanarak iktidarını gerçekleştirdiğini ileri
sürmek gerçek payı taşısa bile yeterli değildir. Çünkü ordu
da toplumsal bir kurum olarak egemen ideolojiyle etkile­
şim içindedir. Orduyu toplumsal yapıdan bağımsız dü­
şünmek yanılgılara sürükler. Nitekim Türkiye'de bu yanıl­
gı özellikle altmışlı yıllarda bazı çevrelerce yoğun bir bi­
çimde yaşanmıştır.
Soruna daha geniş bir çerçevede siyasi, iktisadi ve
ideolojik düzeyler arasındaki ilişkiler çerçevesinde bakma­
nın daha doğru olduğu kanısındayız. Ekonomik yapı ele
aldığımız dönem içinde değişmemiştir. Anadolu'da hakim
iktisadi faaliyetler ilkel sayılabilecek ve henüz büyük öl­
çüde pazara açılmamış tarımsal üretimle sınırlıdır. Buna
bağımlı olarak da dinsel ideolojinin egemenliği süregel­
mektedir. Bu nedenle de ulusal bir katılımı gerektiren Kur­
tuluş Savaşı başlangıçta dinsel ideolojiyi ön plana çıkar­
mıştır. Ama aynı ideolojinin siyasal düzeyde uzantısı du­
rumundaki saray, siyasi iktidarını devam ettirebilmek kay­
gısıyla Anadolu'da başlayan direniş hareketine Mustafa
Kemal'in şahsında karşı çıkınca, siyasi bunalımdan da
önemli ideolojik bir bunalımın tohumları atılmıştır.
Mustafa Kemal'in önderliğindeki bir hareketin, şekli
de olsa lstanbul'daki iktidarını tehlikeye düşüreceğinden
korkan Halife Sultan ve çevresi, dinsel ideolojiden yararla­
narak bu hareketi önleme yolunu seÇmiştir. Aynı ideoloji­
nin farklı siyasi amaçlar doğrultusunda harekete geçiril­
mek istenmesi egemen ideolojik yapının sarsılmasıyla so­
nuçlanmıştır. Böyle bir durumda , Mustafa Kemal ve arka-

l 136
Sonuç

daşlan, savaş koşullan altında adım adım farklı bir ideolo­


jiye dayanan siyasetlerini uygulamak fırsatını elde etmiş­
lerdir.
Halife Sultan'ın işgalci güçlerle işbirliği yapması sonu­
cunda, egemen dinsel ideolojinin siyasi amacının nesnel
geçerliliğinin yavaş yavaş yok olmasıyla ortaya çıkan boş­
luğun yeni bir ideolojiye denk düşen yeni bir siyasi yapı
tarafından doldurulabilmesi mümkün olmuştur.
Siyasi düzeyde somut hedefler göstermekte aciz du­
ruma düşen egemen ideolojinin siyasi temsilcileri, savaş
sonunda Mustafa Kemal'in siyase tine boyun eğmek mec­
buriyetinde kalmışlardır.
Ancak, yukarıda kısaca belirttiğimiz koşullar altında
Cumhuriyet yönetimi fiilen ve hukuken kurulmuş olmak­
la birlikte, henüz toplumun maddi yapısında, dolayısıyla
ideolojik yapısında köklü değişiklikler söz konusu değildir.
Yeni devlet biçimi ile geleneksel toplum yapısı arasındaki
çatışma , cumhuriyetin ilanından sonra da başka biçimler
altında yeniden ortaya çıkmakta gecikmeyecektir.
Ek: I
Hü�ümet Teşkilatı Hakkında
Mustafa Kemal'in 24 Nisan 1 920 ( 1 336)
Tarihinde Meclis Konuşması·

Şimdi müsaade buyurursanız bu dakikadan itibaren takip olunma­


sı lazım gelen bazı nokta-i nazarları arz edeceğim ve mazbut olan bu
nikat-ı nazarı müsaade buyururlarsa aynen okuyacağım:
"Bugünkü müşkül vaziyet içinde vatanı tehlike-i inhilal ve izmih­
lalden kurtarmak için ittihazı lazım gelen tedabir bittabi heyeti muh­
teremelerine ait olacaktır. Ancak bu hususta da kendi tetkikat ve ma­
lumatınıza istinaden kanaatlerinizi Meclisialinize arz etmeyi faideli ad­
detmekteyiz. Gerek hukuku esasiye kavaidine gerek tarihteki emsal-i
adideye ve gerek zamanımızda aynı şerait-i elime içinde maruzu inhidam
kalmış olan milletlerin teşkil ettiği ibret-i müessireye nazaran memleke­
ti inkısam ve il'lhilalden kurtarmak için derhal kuvayi umümiye-i
milliyeyi esaslı teşkilat ile tevhidetmekten başka çare yoktur. Bunun
şekli ne olmak lazım gelir? lşte mesele buradadır.
Gayri meşru ve gayri mesul kuvvetlerin tahakkümiyle kuvayi dev­
leti tevhide imkan bulunsa dahi bunun temadisi kabil olamadığını bilir­
siniz . Esasen Meclis-i Alinizin mevcudiyeti de evvelemirde meşruiyet ve
mesuliyet esaslarının milletçe vacibülmüraat görüldüğüne en büyük de-

TBMM Zabıdarı ve Kazım Karabekir'in istiklal Harbimiz kitabında Anadolu


Ajansından iktibas ettiği metin karşılaştırmalı olarak düzeltilmiştir.

! 139
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

lildir. Binaenaleyh Meclisi Alinizde tekasüf eden irade-i Aliye-i milliyeye


istinadetmek suretiyle meşrfiiyet ve kanuniyetini ve yine heyeti muh­
teremenizde tecelli eyliyen vicdan-ı milletin muhakemesine merbut bu­
lunmak cihetiyle de mesüliyetini takdir ve tesbit edecek bir kuvvetin
idare-i umur etmesi zarüridir, bu kuvvetin şekli tabiisi ise bir hükümet­
tir.
Hükümet teşkilatının şekli esasisi gayri mesül bir reis-i hükümette
tesbit edilen nokta-i tevazüne istinaden kuvve-i teşriiye vazifesiyle mü­
kellef bir heyeti murakabe ile vazifede devamı bu heyetin inzımam-ı
itimadına mütevakkıf bir kuvve-i icraiyeden ve bu kuvve-i icraiyenin
vezaif-i milliyeye göre taksim ve tensikından ibarettir. Bu şekilde
kuvayi icraiye, reis-i hükümet tarafından müntehap ve kuvve-i
teşriiyenin itimat ve muvafakatine müstenit bir kuvvettir ki milletin
intihab ettiği hey'eti teşriiye ile muvazenetini hükümet riyaseti maka­
mının intihap ettiği noktai vahdette bulur. Hükümet teşkilatının bu
kuyud-u esasiyesine göre içinde bulunduğumuz buhrana ve memleke­
timizin ahvali husüsiyesine nazaran bizim için kabili tatbik olup olma­
dığını düşünmek mecburiyetindeyiz.
Bizim bu zemindeki tetkikat neticesinde hasıl ettiğimiz kanaate göre
idarenin bu şeklini mahzurdan salim görmemekteyiz. Çünkü Devlet-i
Osmaniye diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuz-u cismanisi
etrafında müteşekkil değildir. Makam-ı saltanat aynı zamanda makam-ı
hilafet olmak itibariyle padişahımız cumhur-u islamın da reisidir.
Mücahedatımızın birinci gayesi ise saltanat ve hilafet makamlarının
tefrikını istihdaf eden düşmanlarımıza irade-i milliyenin buna müsait
olmadığını göstermek ve bu makamat-ı mukaddeseyi esaret-i ecne­
biyeden tahlis ederek ulülemrin selahiyetini düşmanın tehdit ve ikra­
hından azade kılmaktır. Bu esasa göre Anadolu'da muvakkat kaydiyle
dahi olsa bir hükümet reisi tanımak veya bir padişah kaymakamı ihdas
etmek hiçbir suretle kabili cevaz değildir.
Şu halde reissiz bir hükümet vücude getirmek zarüreti içindeyiz.
Halbuki bir nokta-i vahdette tevazün etmiyen kuvayi devletin ahengi
mesaisini idameye dahi imkan yoktur. Diğer taraftan herhangi bir ma­
kama kuvayi devlet ve milleti tevhit ve tevzin selahiyeti bahşederek o
makamı gayri mesül tanımak mucib-i felakettir. Halifenin bile mesüli­
yetini esas olarak kabul etmiş olan lslamiyetin böyle sureti tesviyelere
müsait olamıyacağı aşikardır.
Bu müşkül ve yekdiğeriyle telifi imkansız esasat içinde dür-ü diraz
tetkikat icra ederek nihayet İslamiyetin şerait-i esasiyesine müracaatla
Meclisi Alinizde teksif edilmiş olan ve bütün cumhur-u islamın da mü-
Ekler

zaheret ve muvafakatine mazhar bulunan irade-i mill,iyeyi bil fiil mu­


kadderat-ı vatana vazıülyed tanımak umde-i esasiyesini kabul ediyoruz.
Azayi muhteremenin, bu nikat-ı nazar hulasatan tamim o lunarak, inti­
habına delalet olunması ve selahiyet-i fevkalade kaydiyle intihap edil­
miş bulunmaları ve müntehiplerin de teksir ve tevsi olun ması, esas iti­
bariyle bu umdenin milletçe de tamamen kabul edilmiş olduğuna delil­
dir. Binaenaleyh Meclisi A liniz, haiz olduğu selahiyet-i fevkaladeye bi­
naen karşısına çıkacak bir kuvve-i icraiyeyi yalnız muraka be etmek ve
mesail-i hayatiye-i millet üzerinde böyle bir heyetle mücad eleye mecbur
kalmak gibi vaziyet-i hazıranın mütehammil olamıyacagı bir vazi fe -i
teşriiye ile değil, idare-i umümiye-i milleti fiilen deruhd e ve selameti
memleket ve hilafeti bizzat temin ve müdafaa vazife ve selahiyetiyle te­
şekkül etmiştir ve artık Meclisi Alinizin fevkında bir kuvve t mevcut de­
ğildir. Hilafet ve saltanat makamının tahlisene muvaffakiyet hasıl ol­
duktan sonra padişahımız ve hali fe-i müslimin efendimiz h er ne.vi cebir
ve ikrahtan azade ve tamamiyle hür ve müstakil olarak kendini milletin
ağuşu sadakatinde gördüğü gün Meclisi Alinizin tanzim edeceği esasat-ı
kanuniye diiiresinde, vaz'ı muhterem ve mübeccelini ahzeder.
Meclisi Aliniz murakıp ve müdekkik mahiyetinde bir Meclisi
Mebusan değildir. Binaenaleyh yalnız teşri ve taknin ile vazifedar olarak
mesül bir mevkiden mukadderat-ı, milliyeyi nezaret altında bulundura­
cak değil bilfiil onunla iştigal edecektir. Nitekim fevkalade ahval içinde
bütün milletler bu prensipleri terkederek ya kuvve-i teşriiyeyi tatil edip
icra heyetlerine fazla salahiyetler bahşederler veyahut bü tün milletin
ara-yi umumiyesine müracaatla ittihaz-ı mukarrerat eylerler . Biz ittifak-ı
cumhura her kuvvetten ziyade salahiyet bahşeden İslamiyet esasatını na­
zarı dikkate alarak Meclisi A linizi kaffe-i umuru millette do ğrudan doğ­
ruya vazıülyed tanımak taraftarıyız.
Bu umde-i esasiye kabul edildikten sonra daima Mec lisi A linizin
heyati umümiyesi teferruat-ı umura kadar fiilen tetkik ve m üzakere im­
kanını bulamıyacağından heyeti muhteremenizden tefrik Ve tevkil edi­
lecek azanın hükümet teşkilat-ı hazirasına nazaran icabe d en taksim-i
mesai esasına göre memur edilmesi ve her birinin ayrı ayrı ve cümlesi­
nin müştereken heyeti umumiye huzurunda mesül olması t emini mak­
sada kafidir. Bu halde Meclisi A linize riyaset edecek zatın M eclisi A lini­
zi temsil etmesi itibariyle tevdi-i umur edilen azayi muhtere meden mü­
rekkep heyete de riyaset etmesi ve Meclisi A liniz namına vaz'ı imzaya
ve tasdiki mukarrerata salahiyettar olması icraya ait mes ailde diğer
azayi muhtereme gibi heyeti umumiye nezdinde tamamen rtı. esül olması
zarüridir. Bu şekilde heyeti icraiye Meclisi Alinin tasvibiy!e tevkil edile-
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

cek ve heyeti umıimiyeye karşı mesıil olacak azayi muhteremeden iba­


ret olacak ve hatta isimleri de (Vekil) tesmiye edilecektir. Reis olacak
zat vakıa ağır bir mesıiliyet altında bulunacaktır. Çünkü heyeti icraiye
ve vekiller ile heyeti muhteremeniz arasında bütün mesüliyet evvel
emirde kendisine raci ve bu mesıiliyet hem Meclisi A linizde hem heyeti
vekiledeki riyaset makamının ikisine birden saridir.
İşte memleketimizin şimdiye kadar geçirdiği buhrandan, felaket­
lerden, kah Avrupa'yı taklidetmek, kah idare-i umur-u devleti şahsi
nokta-i nazarlara göre tanzim ve tensika çalışmak, kah Kanunu Esasiyi
bile ihtirasat-ı şahsiyeye baziçe eylemek gibi pek elim neticelerini gör­
düğü basiretsizliklerden hasıl olan intihab-ı umumiye tercüman oldu­
ğumuz itikadiyle şu müşkül ve buhranlı devri tarihinin mücahedatını
bu yolda tensik etmek taraftarıyız. Bittabi hüküm heyeti muhteremele­
rinindir. Yalnız maruz olduğumuz inhilal tehlikesine ve u mur-u dev­
let ve milletin uzun müddetten beri mercisiz kaldığına tekrar nazarı
dikkati celbederek "bilüzum nazariyat arasında devam edecek münaka­
şatın en fena idarelerden daha ziyade sui tesirat tevlidedeceğini arz et­
meği de vazife-i hamiyet icabı görüyorum. Cenabı hak muvafakiyet ih­
san etsin, "amin" (üç dakika süren şiddetli alkışlar) .
Ek: II
*
Halk Zümresi Siyasi Pro gramı

Maksat ve Meslek

1 . Memlekette bila kayd ü şart halkı hakim kılmak üzere "Halk


Zümresi" teşekkül etmiştir.
2. Asrın icabına ve halkın ihtiyacına göre muktezi teceddüdat ve
tesisatı temin etmek Zümre'nin gayesidir.
3. Zümre, lslamiyetin kudsi esasatına istinat ederek Asr-ı Saadet­
teki samimiyet-i müşterekeyi iadeye ve Garptan gelen ifsadat-ı ahlakiy­
yeyi, tahakküm ve ihtirasatı takim ve imhaya çalışmakla yolunu Hak yo­
lu, Allah yolu bilir.
4. Zümre'nin meslek-i esasisi halkın refah-ı umümiye mütesaviyen
nail ve hadim o lmak hakkını ihraz etmesine hizmet ve delalettir. Züm­
re'nin nazarında , bedeni veya fikri emeğinin mukabili olarak yaşayan
rençber, amele, hırfet ve sanat erbabı, müderris, muallim, memur, ha­
deme gibi faaliyet ve mesai anasın beşeriyetin hakiki hadimleridir.
5. Terbiyede ve istihzarat-ı müstakbelede uhuvvet ve içtimaiyyet-i
umümiyyeyi ferdiyet-i hodbinaneye hakim kılmak, Zümre'nin en başlı
umdelerinden biridir.

M. Tunçay, Türkiye 'de Sol Akımlar.


Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

6. Zümre , kapitalistlerin mahsul-ü tasniatı ve emperyalistlerin ve­


sile-yi müdahelat ve tahakkümü olan düyün-u hariciyye ve imtiyazat-ı
ecnebiyyeyi, masum halk hesabına, en haksız bir külfet-i zalime adde­
der.

Halk ve Hükümet

7. lcra kuvveti ile teşri' selahiyeti halkın Büyük Şurasında temer­


küz eder.
8. Büyük Şura, livalardan rey-i am ile intihap olunan mümessiller­
den terekküp eder.
Onsekiz yaşını ikmal eden her fert intihap etmek ve yirmibeş ya­
şını ikmal edenler de intihap edilmek hakkına maliktir.
9. Büyük Şura azalan iki sene müddetle intihap olunurlar ve alela­
de olarak laakal dört ay içtima ederler. Büyük Şüra, kaffe-i mesalih için
merci' ve hakemdir. Şüra münakid bulunmadığı zaman azasından üçte
biri intihapla müçtemi kalarak, Şüraya ait hukuk ve selahiyeti istimal
eder.
1 0 . İntihabın adim ül-imkan olduğu , mürettep azanın sülüsan ek­
seriyetiyle tahakkuk ettiği takdirde, devre-i intihabiyyenin her defasın­
da azami bir sene temdidi caizdir.
1 1 . Kanun-u mahsusla diğer şuralara tefrik edilen vezaif ve seahiyet
fevkindeki kavaninin vaz'ı ve tadili ve feshi ve hukuk-u müktesebenin
tevsii ve tahdidi, aff-ı umumi ve hususi, akd-i sulh ve ilan-ı harp, tanzim
veya tasdik-i muahedat Büyük Şuranın cümle-yi hukukundandır.
1 2 . Büyük Şura, hükümetin inkısam ettiği şubeleri, kendi arasın­
dan müntehap kra Vekilleri marifetiyle idare eder. Aza-yı mütebakiyye
icrai husüsatta vekillere, tayin-i istikamet ve teftiş ve murakabe ile
leddelicap, bunlardan bazılarını veya cümlesini tebdil eyler.
1 3 . Memleket, coğrafi ve vaziyet-i iktisadi münasebet itibarları ile
vücude gelmiş ve gelecek nahiye, kaza ve liva şuraları marifetiyle idare
olunur. Nahiye ve liva şuralarının reisleri o cüz-ü idarilerin icra amiri­
dir. Memuriyetleri birer derece yukarı şuraların ekseriyetiyle tasdik
olunur.
14. Vahdet-i idare ile cereyan-ı umurun halelden-masun kalmasını
teminen memleket teftiş mıntıkalarına ayrılarak Büyük Şura, her defa­
sında ayrı müfettişler göndermek suretiyle, işbu mıntıkaları mütemadi­
yen teftiş ve murakabe ettirir. Lii ivalar arasında çıkacak ihtilafı her liva
şurasından ikişer zatla birlikte müfettiş tetkik ve halleder, müfettiş key­
fiyetten Büyük Şurayı haberdar etmeye mecburdur.

J1 44
Hidemac-ı Umumiyye

1 5 . Şer'iyye ve Evkaf, Sıhhiyye ve Muavenet-i lçtimaiyye, Maarif,


İktisat, Adliye, Maliye, Dahiliye, Nafıa , Hariciye ve gaye-i meşruamızın
istihsaline değin, Müdafaa-yı Milliyye vekaletlerinden ibarettir.
16. Uhuvvet-i umumiyyenin tesisini isteyen "Halk Zümresi" mu­
harebe ve mücadeleyi ancak tahakküm ve istila davalarına mani olmak
ve emperyalizmi imha ve beynelbeşer fitneyi izale etmek için meşru gö­
rür; ve bu vazifeyi bila istisna her fert hakkında istitaat nisbetinde hem
madden hem bedenen mecburi telakki eder.
1 7 . Zümre ; içtimai , idari ve ahlaki noksanları izole arasında ,
küul, fuhuş, ırza tasallut, sirkat ve emsali zemaim-i ahlakiyyenin
men' ve nehyini de olanca ehemmiyetle nazar-ı itibare alacaktır.
18. Zümre mektep tahsilini cemiyetin hayat-i müşterekesindeki
esasat-ı samimiyyeye göre; meccani ve leyli olarak teyide taraftardır.
Her tarafta, mektepler ve umumi kütüphaneler açılarak okumadık kim­
se bırakılmayacaktır. Müessesat-ı ameliyye ve fenniyyenin adetleri tek­
sir olunacak; ve bunların cümlesi hükümetin idaresinde ve meccani
olacaktır.
1 9 . Umur-u maliyyede Zümre'nin gayesi mesai-yi umumiyyeyi
hüsn-ü tanzim ve tevzi edebilmektir. Bu gaye temin olununcaya kadar
vergilerde nisbet-i adaleye ihtimam olunacak, ikinci sınıf olan işçi ve
köylü şimdiye kadar ezildikleri bar-ı tekaliften kurtarılacaktır.
20. Arazinin rekabesi beytülmale aittir. Toprakları olmayanlara,
hükümetçe kafi miktarda ve bila bedel arazi verilerek, her rençberin
hür ve müstakil çalışabilmesi ve bu suretle toprakların azami imar ve is­
tismarı temin olunacaktır. Bu husus kanun-u mahsusla tesbit edilecek­
tir.
2 1 . Emekçilerin (işçi ve köylülerin) meskertleri [ nin) kavaid-i sıh­
hiyeye muvafık olması ve bunların çalıştıkları mahallerde her türlü teh­
likeden masun bulunmaları hükümetçe temin edilecektir.
22. Eczahaneler ve hastahaneler hükümetin taht-ı idaresindedir.
Hastalık halinde, meccanen tedavi edilmek her ferdin hakkıdır.
23. Halk Zümresi, sat-ı zatisiyle cemiyet hayatında mevki bulamaya­
cak acezeyi ve ihtiyar, malul ve mariz olanları hayat-ı umumiyyenin aynı
derecede menafi-i müştereke ve mütesaviyyesinden ayırmaz. Onaltı yaşı­
na kadar fukara çocukları hükümetçe iskan ve infak ve terbiye olunur.
24. Teşebbüsat-ı nafıada imtiyaz usülü yoktur. Tesisat-ı nafıanın
kaffesi halkın hukuk-u umumiyyesi meyanına dahil ve hükümetin taht-ı
idaresindedir.
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

2 5 . Halk Zümresi, adalet esaslarında netayiç ve hadisatla değil, es­


bap ve müessirat ile mücadelenin müsmir ve müessir olduğuna kanidir.
Binaenaleyh, her nevi ihtirasat ile rüçhan ve tefavvuk daiyelerini, mara­
zi infialat-ı ruhiyyesi, ırsi ve ecdadi sevaik-i beşeriyyeyi ıslah edecek
müessesata , mahkemelerden, hapishanelerden ve bunlara müntehi olan
bütün cürüm ve ceza hakkındaki nazariyelerden ziyade ehemmiyet ve­
recektir.
26. Tedricen, azası halk tarafından müntehap Halk Mahkemeleri
teşkil olunacak ve hapishaneler dar-ül-mesai haline kalbedilecektir.
27. Recah-ı umümiyi mesainin aheng-i intizamından çıkartacak
olan Halk Zümresi, muhtekirlerin hile ve desiselerle cem ve celp etmiş
olduğu magsubattan nefretle, en sahih sermayeyi say ü amelden ibaret
bilir.
Teraküm ve inhisarı gayr-i caiz menafiin azami mikyas ile husul
ve tevzii için istihsal ve istihlak kooperatifleri vücude getirilecektir. Ti­
caret-i hariciyye hükumetin taht-ı himaye ve murakabesinde bulunan
bu teşkilat marifetiyle yapılacaktır.
28. işbu siyasi program muhteviyatının temin-i tatbiki için
muktezi kaviinin ve nizamatı ihzar ve teklif etmek üzere Zümre men­
suplarından ve mütehassıslardan mürekkep zevat işe başlayacaktır.

(8 Eylül 1 920 tarihli Anadolu 'da Yeni Gün gazetesinden) .


Ek: III
*

Hükümet Pro gramı


(Halkçılık Beyannamesi)

Büyük Millet Meclisi Riyasetine

Heyeti Vekilenin siyasi, içtimai, idari, askeri noktai nazarlarını


telhis ve teşkilatı idariye hakkındaki mukarreratını ihtiva eden progra­
mı Büyük Millet Meclisine takdim ediyorum. lşbu esasata müsteniden
tanzimi iktiza eden kanun layihalarının dahi derdesti takdim olduğu
maruzdur.

Büyük Millet Meclisi Reisi


Mustafa Kemal·

Maksat ve meslek

1 - Türkiye Büyük Millet Meclisi, hududu millisi dahilinde temini


hayat ve istiklal ve tahlisi makamı hilafet ve saltanat ahdile teşekkül ey­
lemiştir.
2 - Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti hayat ve istiklalini
kurtarmağı yegane maksadı ve gaye bildiği halkı emperyalizm ve kapi­
talizm tahakküm ve zulmundan tahlis ederek idare ve "hakimiyetinin,
hakiki sahibi kılmakla gayesine vasil olacağı itikadındadır.

TBMM Zabıt Ceridesi, 18.9. 1 920, c. 4, s. 1 79-180. [ Programın tamamı ol­


mayıp Siyasi Rejim ile ilgili ilk 17 madde alınmışur. ]

1 147
Türk Kurculuş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

3 - Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, milletin hayat ve is­


tiklaline suikast eden, emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzatına
karşı müdafaa ve harici düşmanlarla tevhidi mesai edip milleti iğfal ve
ifsada_ çalışan dahili hinlerin tedibi için orduyu tarsin etmeği ve onu is­
tiklali millinin müttekası bilmeği vecibe addeder.
4 - Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti halkın maruz bulun­
duğu avamili sefaleti izale ile esbap ve vesaiti saadet ve refahını temin
etmeği umdei esasiye ve binaenaleyh toprak, maarif adliye, maliye, ikti­
sat ve alelumum içtimai mesailde asrın icabına ve halkın hakiki ihtiya­
cına göre muktazi teceddüdat ve tesisatı vücude getirmeği başlıca vazife
addeder. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti gaye ve mak­
satlarını temin için bilcümle mesai ve icraatında millet ve memleketin
maruz bulunduğu fiili tecavüzat ve ifsadata karşı milletin vahdet ve
tesanüdünü halele ve müdafaa ve mücahede kuvvet ve kudretini nakiseye
uğratmaktan ehemmiyetle tevakki eder. Siyasi , içtimai, umdelerini mil­
letin ruhundan almağa atfı ehemmiyet eden Büyük Millet Meclisi
Hükumeti bu umdelerin tatbikatında milletin temayülat ve ihtiyacatı
hakikiyesini nazarı dikkatte bulundurur.

Mevaddı esasiye

5 - Hilafet ve saltanat makamının tahlisine muvaffakiyet hasıl ol­


duktan sonra Padişah ve Halifei muslimin kavanini esasiye dairesinde
mevkii muhterem ve mübeccelini ahzeder.
6 - Hakimiyet bilakaydü şart milletindir. Usulü idare, halkın mu­
kadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir.
7 - kra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegane ve hakiki mü­
messili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.
8 - Türkiye Halk Hükumeti Büyük Millet Meclisi tarafından idare
olunur. Ve (Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti) unvanını taşır.
9 - Büyük Millet Meclisi , vilayetler halkınca reyiam ile müntahap
azadan mürekkeptir.
10 - Büyük Millet Meclisi azasının miktarı her elli bin nüfusta bir
aza olmak itibarile tertip olunur.
11 - Büyük Millet Meclisinin intihabı iki senede bir kere icra olu­
nur. intihap olunan azanın azalık müddeti iki seneden ibaret olup fakat
tekrar intihap olunmak caizdir. Büyük Millet Meclisi azasının her biri
kendini intihap eden vilayetin ayrıca vekili olmayıp umum milletin
vekilidir.
Ekler

12 - Büyük Millet Meclisi her sene teşrinisani iptidasında bila da­


vet içtima eder.
13 Büyük Millet Meclisi azası her mebdei ictimadan itibaren dört
-

ay sonra Büyük Millet Meclisine ait kaffei hukuk ve salahiyeti haiz ol­
mak ve gelecek devrei içtimaiyeye kadar hali içtimaı muhafaza etmek
üzere her vilayetten asgari birer aza bulunacak surette içlerinden sülü­
sünü reyi hafi ile tefrik eder.
14 - Bilümum kavanin vaz ve tadili, feshi ve muahedat ve sulh akli
ve ilanı harp Büyük Millet Meclisinin cümlei hukukundandır.
15 Büyük Millet Meclisi Hükumeti inkisam eylediği devairi ka­
-

nunu mahsusu mucibince intihapkerdesi olan vekiller vasıtasile, reisi­


nin tahtı riyasetinde olarak, idare eder. Azayi mütebakiye icrai hususat
için vekillere veçhe tayin ve ledelhace bunları tebdil eder.
16 - O rdu münhasıran Büyük Millet Meclisinin ordusudur. Emrü
kumanda salahiyeti Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti maneviyesinde
olup emrü kumandaya müteallik umur erkanı harbiyei umümiye veka­
leti tarafından tedvir olunur.
17 Büyük Millet Meclisi reisi aynı zamanda lcra Vekilleri Heyeti­
-

nin de reisidir. Meclis reisi sıfatile Meclis namına vazı imzaya ve tasdiki
mukarrerata salahiyettardır.
Ek: IV
*

Teşkilatı Esasiye Kanun Layihası


Mevaddı esasiye

Madde 1 - Hakimiyet bilakaydüşart milletindir. ldare usülü halkın


mukadderatını bizzat ve bilfi il idare etmesi esasına müstenittir.
Madde 2 - lcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegane ve hakiki
mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.
Madde 3 - Türkiye halk Hükümeti Büyük Millet Meclisi tarafından
idare olunur ve "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" unvanını ta­
şır.
Madde 4 - Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca meslekler er­
babı temsil edilmek üzere doğrudan doğruya müntehap azadan mürek­
keptir.
Madde 5 - Büyük Millet Meclisinin intihabı iki senede bir kere icra
olunur. lntihap olunan azanın azalık müddeti iki seneden ibaret olup
fakat tekrar intihap olunmak caizdir. Sabık heyet lahik heyetin icti­
maına kadar vazifeye devam eder. Yeni intihabat icrasına imkan görü­
lemediği takdirde ictima devresinin bir sene temdidi caizdir.

TBMM Zabıtları Ceridesi, 1 8. 1 1 . 1 920, c. 5, s. 370. [ Konumuz açısından yal­


nızca "Mevaddı esasiye" alınmıştır. ]
Ekler

Büyük Millet Meclisi azasının herbiri kendini intihap eden vilayet


ve meslekin ayrıca vekili olmayıp umum milletin vekilidir.
Madde 6 Büyük Millet Meclisinin heyeti asliyesi teşrinisani ipti­
-

dasında davetsiz ictima eder.


Madde 7 - Büyük Millet Meclisi azası, her ictima mebdeinden iti­
baren iki ay sonra, Büyük Millet Meclisine ait bütün hukuk ve salahi­
yetleri haiz olmak ve gelecek ictima senesine kadar içtima halini muha­
faza etmek üzere içlerinden laakal intihap devairi adedinin iki misli
miktarda. azayı hafi rey ile tefrik eder.
Madde 8 - Umum kavaninin vazı, tadili, feshi ve muahede ve sulh
akdi ve vatan müdafaası ilanı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Mecli­
sine aittir.
Madde 9 - Büyük Millet Meclisi Hükümetin inkısam eylediği de­
vairi intihapgerdesi olan vekiller vasıtasiyle idare eder. Mütebaki aza
icrai hususat için vekillere veçhe tayin ve ledelhace bunları tebdil eyler.
Madde 10 - Büyük Millet Meclisi heyeti asliyesi tarafından intihap
olunan reis bir ictima senesi zarfında Büyük Millet Meclisi reisidir. Bu
sıfatla Meclis namına imza vazına ve Meclis mukarreratını tasdika
salahiyettardır. lcra Vekilleri Heyeti içlerinden birini kendilerine reis
intihap ederler.
Ek: V
Teşkilatı Esasiye Kanunu
(20 Kanunusani 1 3 3 7-85)
1921

Madde 1 - Hakimiyet bilakaydü şart milletindir. ldare usülü , hal­


kın mukadderatım bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsnittir.
Madde 2 - lcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegane ve hakiki
mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.
Madde 3 - Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare
olunur ve hükümeti "Büyük Millet Meclisi Hükümeti" unvanını taşır.
Madde 4 - Büyük Millet Meclisi, vilayetler halkınca müntehap
azadan mürekkeptir.
Madde 5 - Büyük Millet Meclisinin intihabı iki senede bir kere icra
olunur. İntihap olunan azanın azalık müddeti iki seneden ibaret olup
fakat tekrar intihap olunmak caizdir. Sabık heyet lahik heyetin icti­
maına kadar vazifeye devam eder. Yeni intihabat icrasına imkan görül ­
mediği takdirde içtima devresinin yalnız bir sene temdidi caizdir. Bü­
yük Millet Meclisi azasının herbiri kendini intihap eden vilayetin ayrıca
vekili olmayıp umum milletin vekilidir.
Madde 6 Büyük Millet Meclisinin heyeti umümiyesi teşrinisani
-

iptidasında davetsiz içtima eder.


Madde 7 - Ahkamı şer'iyenin tenfizi, umum kavaninin vaz'ı, tadili,
feshi, ve muahede ve sulh akli ve vatan müdafaası ilam gibi hukuku

Jısz
Ekler

esasiye Büyük Millet Meclisine aittir. Kavanin ve nizamat tanziminde


muamelatı nasa erfak ve ihtiyacatı zamana evfak ahkamı fıkhiye ve hu­
kukiye ile adap ve muamelat esas ittihaz kılınır. Heyeti Vekilenin vazife
ve mesuliyeti kanunu mahsus ile tayin edilir.
Madde 8 - Büyük Millet Meclisi, hükumetinin inkısam eylediği
devairi kanunu mahsus mucibince intihap kerdesi olan vekiller vasıtası
ile idare eder. Meclis, icrai hususat için vekillere veçhe tayin ve le­
delhace bunlan tebdil eyler.
Madde 9 - Büyük Millet Meclisi heyeti umümiyesi tarafından inti­
hap olunan reis bir intihap devresi zarfında Büyük Millet Meclisi reisi­
dir. Bu sıfatla Meclis namına imza vaz'ına ve Heyeti Vekile mukarrera­
tını tasdika selahiyettardır. lcra Vekilleri Heyeti içlerinden birini kendi­
lerine reis intihap ederler. Ancak Büyük Millet Meclisi rei;i Vekiller
Heyetinin de reisi tabiisidir.
Ek: VI
Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı
Mevaddının Tavzihan Tadiline
Dair Kanun
(29 Teşrinievvel 1 339-364)
1 923

Madde 1 - Hakimiyet, bila kaydu şart Milletindir. ldare usulü hal­


kın mukadderatını bizat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Tür­
kiye Devletinin şekli hükümeti, Cumhuriyettir.
Madde 2 - Türkiye Devletinin dini, Dini lslamdır. Resmi lisanı
Türkçedir.
Madde 4 - Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare
olunur. Meclis, Hükumetin inkısam ettiği şuabatı idarey_i lcra Vekilleri
vasıtasiyle idare eder.
Madde 10 - Türkiye Reisicumhuru, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Heyeti Umumiyesi tarafından ve kendi azası meyanından bir intihap
devresi için intihap olunur. Vazifei Riyaset yeni Reisicumhurun intiha­
bına kadar devam eder. Tekrar intihap olunmak caizdir.
Madde 1 1 - Türkiye Reisicumhuru Devletin Reisidir. Bu sıfatla lü­
zum gördükçe Meclise ve Heyeti Vekileye riyaset eder.
Madde 12 Başvekil Reisicumhur tarafından ve Meclis azası
-

meyanından intihap olunur. Diğer Vekiller Başvekil tarafından gene


Meclis azası arasından intihap olunduktan sonra heyeti umümiyesi Rei­
sicumhur tarafından Meclisin tasvibine arzolunur. Meclis hali ictimada
değil ise keyfiyeti tasvip Meclisin ictimaına talik olunur.

1154
Kaynakça·

AKŞIN, Sina, jön Türkler ve ittihat ve Terakki, Gerçek Yay. , İstanbul,


1 980 (imge Kitabevi Yayınları).
ARAR, lsmail, A tatürk'ün lzmit Basın ToplantJsı, Burçak Yay. , Istanbul,
1969.
ATATÜRK, M . K , Nucuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yay . , 3 c., Ma­
arif B . , Istanbul, 1 960.
A TA TÜRK'ün Söylev ve Demeçleri, Türk inkılap Tarihi Enstitüsü Yay . ,
3 c . , Ankara, 1 96 1 .
A TA TÜRK'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri VI, Türk inkılap Tarihi
Enstitüsü Yay., Ankara, 1 964.
BlLA, Hikmet, CHP Tarihi, Ankara, 1 979.
CEBESOY, Ali Fuat, Moskova Hauraları, Vatan Neşriyatı, Istanbul,
1955.
CEBESOY, Ali Fuat, Siyasi Hatıralar, Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1 9 5 7 .
DOGAN, Avni, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, Dünya Yay. , Istanbul,
1 964.
DUMONT, Paul, La Revolution lmpossibile, Cahiers du Mond :: Russe
et Sovietique, Paris, Janv. - Juin 1 9 78, s. 14 3- 1 74.

Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'na ilişkin kaynakçaların çok sayıda olması nede­


niyle, yalnızca doğrudan başvurduğumuz kaynaklan belirnnekle yetindik.

l ıss
Türk Kurtuluş Sa vaşı ve Siyasal Rejim Sorunu

FREY, F. W. , The Turkish Political Elite, M.l.T. Press , Mass . , Cam­


bridge, 1965.
GAZETELER ( 1 922-23) - Yeni Gün, Tanin, Tevhid-i Efkar, Vakit.
GOLOCLU, Malftnut, Üçüncü Meşrutiyet 1920, Başnur M . , Ankara,
1 9 70.
GOLOCLU, Mahmut, Cumhuriyet e Doğru 1921-1922, Başnur M., An­
kara, 1 9 7 1 .
GOLOCLU, Mahmut, Türkiye Cumhuriyeti (1923), Başnur M . , Ankara,
1971 .
JAESOHKE, G . , Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, T.T.K. , Ankara,
1 9 70- 1 9 7 3 .
KAN DEMİR, F. F . , Hatıraları ve Söylemedikleri ile Rauf Orbay, Sinan
M . , İstanbul, 1 96 5 .
KARABEKİR, Kazım, lstiklal Harbimiz, Türkiye Basımevi, İstanbul,
1 960.
KARAOSMANOCLU, Y. K., Politikada 45 Yıl Bilgi Yay. , Ankara, 1 968.
KOCATÜRK, U., A tatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi, Ankara Üniver­
sitesi B . , Ankara, 1 9 7 3 .
SEL�K. S . , Anadolu lhtilali, 2 c. , İstanbul, 1 9 6 5 .
ŞEHİDOCLU, S . , Milli Mücadele 'de Adapazarı - Bolu - Düzce - Hendek
ve Yöresi Ayaklanmaları, Bilgi Basımevi, Ankara, 1 9 70.
TEVETOCLU, F., Türkiye 'de Sosyalist ve Kom ünist Faaliyetler (1 910-
1960), Ankara, 1 967.
TUNAYA, T. Z. , Türkiye 'de Siyasi Partiler, Doğan Kardeş Basımevi, İs­
tanbul, 1 9 5 2 .
TUNAYA, T. Z . , TBMM Hükümetinin Kuruluşu ve Siyasi Karakteri, l . Ü .
Hukuk Fakültesi Mecmuası, c. 23, Sayı 3 - 4 , 1 9 58.
TUN ÇAY, Mete, Türkiye 'de Sol Akımlar (1908-1925), Bilgi Yayınevi, 3.
basım, Ankara, . 1 973.
TUN ÇAY, Mete, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetiminin Ku­
rulması (1923-1931), Yurt Yay . , Ankara, 1 98 1 .
TÜRKiYE BÜYÜK MlLLET MECLiSi ZABIT CERIDESl Birinci Devre,
c. 1-29; İkinci Devre , c. 1 4 .
TÜRKiYE BÜYÜK MiLLET MECL!Sl GlZLI CELSE ZABITLARI, 4 c.
TÜRKlYEVE SlYASl DERNEKLER, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü neşriyatından, Ankara, 1 9 5 0 .
YAKIN TARlHlMJZ, Haftalık Tarih Dergisi, Vatan Gazetecilik v e Mat­
baacılık T.A.Ş.
YALMAN , A. E., Yakın Tarihte Görüp Geçirdiklerim, 2. ve 3 . c., Yenilik
Basımevi, İstanbul, 1 970.

You might also like