Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası: Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 10

“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül

2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası


Gazeteci, hukukçu, partici, öykücü ve romancı Erdal Öz’ün 1974 yılında ilk baskısı yapılan
Yaralısın adlı ikinci romanı, 1975 yılında “Orhan Kemal Roman Armağanı” ile ödüllendirilir.
Bu romanda, fakülte mezunu, sol dünya görüşünü özümsemiş merkezi kişisinin, 12 Mart Askeri
Muhtırası sonrasında başından geçenler, iki anlatı zamanı arasında geçişler yapılarak anlatılır.
Bu geçişlerde de roman kahramanının cezaevindeki ilk iki gününe ve cezaevine konulmadan
önce işkence gördüğü günlere yer verilir. Kurgu ve anlatı, iki ayrı zaman ve zeminde ilerletilir.
Sorgu zamanı ve koğuş zamanı arasında gidip gelen anlatıcı, nadiren de olsa geçmiş yaşantısına
ait, suya sabuna dokunmayan kesitlere yer verir. Erdal Öz, bu romanının ilham ve bilgi
kaynaklarının, işkencelere maruz kalıp cezaevine konmuş olan başta İrfan Uçar ve Mete Ertekin
olmak üzere bazı tutuklular olduğunu, Muhtıra’dan on beş yıl sonra yayımladığı Gülünün
Solduğu Akşam adlı eserinde detaylarıyla anlatır. Bu açıdan söz konusu roman ile hatıra kitabının
birlikte ele alınması aydınlatıcı olacaktır.

Erdal Öz, Gülünün Solduğu Akşam adlı hatıralarında, 12 Mart Muhtırasında cezaevine
atılıp idama sürüklenen Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu mensubu oldukları iddiasıyla yargılanan
devrimci sosyalist tutuklular için “Hiçbir açıklamada nedense bu genç insanların adı bile
geçmiyor. [12 Mart’ı gerçekleştiren karşıt güçlerin sorumluları] Sanki hiç görmemişler, hiç
tanımamışlar bu çocukları; asker-sivil bir yönetimin başarısız girişimcileri bu çocukların
sırtını hiç sıvazlamamışlar sanki. Okuyunca görülecektir, bu çocukların bana gizlice
anlattıklarında az da olsa ipuçları vardır.” (Öz, 1986: 8) demekle birlikte Yaralısın adlı romanında
söz konusu “devrimci sivil-devrimci subay” ilişkisine hiç temas etmez. Verdiği röportajla
Yaralısın adlı romanın yazılmasına imkân sağlayan, Muhtıracıların baş kurbanının roman yazarı
Erdal Öz’e söylediği ve çıkınca yazmasını istediği şu sözler de bu ilişki bağlamında okunmalıdır:

“Severim ben askerliği. Ankara’da saklandığım evlerin bir kısmı subay


arkadaşlarımın evleriydi. Hepsi değil, ama beni saklayanların çoğu subaydı. Ev
değiştirirken o subay arkadaşlarımın resmi kılıklarını giyerdim. Kimse kuşkulanmazdı
benden. Subay kılığıyla Ankara sokaklarında az mı dolaştım.” (Öz, 1986: 67)

Erdal Öz, hatıralarının sonunda, askeri mahkemece idama mahkûm edilip, kararları apar
topar Senatodan ve Meclisten geçirilip infazları gerçekleştirilen gençlerin arkasında olan fakat
arkasında durmayan güçler gerçeğine, devrimci terminolojideki “özeleştiri istemek” kabilinden
bir kez de soru kipiyle yer verir:

130
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

“12 Mart’ı gerçekleştiren karşıt güçler, biliyorsunuz ancak onbeş yıl sonra
konuşmaya, yazmaya, olanı biteni anlatmaya başladılar. Karşılıklı birbirlerini
suçladılar, kendilerini savunmaya çalıştılar. Nedense, anlattıkları her şey yalnızca
kendi asker çevrelerince geçiyordu. Bu çocukları hiç tanımamış gibiydiler. Oysa
Deniz’ler, içeride, uzun süre, 12 Mart’la yenik düşen radikal askeri kesimin
toparlanacağı umuduyla beklediler. Ve o kesimin sözcüleri, nedense, bu çocuklara
verdikleri desteğe değinmediler bile. Bu kitabı yayımlamaya kalkışımın nedenlerinden
biri de, bu davranışa bir tepki olabilir mi dersiniz?” (Öz, 1986: 298)

Erdal Öz ve Yaralısın adlı romanı üzerine söz söyleyenlerin bir kısmı, “roman
kahramanının, işkencelere direnmesine rağmen, herkes gibi olmaya karşı koyamadığına”
(Ceylan, 2015: 189); “roman hakkında o dönemde yapılan politik değerlendirmelerde, Erdal
Öz’ün, roman kahramanının politik geçmişini, tarihsel bilgilerini vermemesinin ve kahramanın
olaylar karşısında devrimci-karşı çıkışçı bir duruş sergilememesinin olumsuz karşılandığına”
(Rüzgar, 2018: 179, 180); “Erdal Öz’ün Varoluşçuluk akımının etkisinde yazdığına”; “Yazarın,
Yaralısın’da işkencenin açtığı fiziksel yaraların yanı sıra insan hafızasından silinmeyecek izler
bırakan ezilmişlik ve horlanmışlığı, insanın nasıl kendinden nefret edebileceğini dile getirdiğine”
(Yıldırım, 2015: 27, 125) dikkat çekmişlerdir.

Yaralısın’da anlatıcının tanıklıkları ve diğer tutuklularla yaptığı sohbetler aracılığıyla,


“halk” olarak nitelenen memleket insanına ait kimisi tuhaf kimisi iğrenç kimisi dokunaklı
portreler de çizilir; fırtınalı veya trajik, gerçek veya yalan kimi hayat hikâyeleri aktarılır.
Romanda, aktüel tarihi tespit için “Yirmi yedi mayısın üç gün sonrası, Özgürlük ve Anayasa
Bayramı’nın bilmem kaçıncı yıl dönümü dışarda törenle kutlanırken…” demekle bir 12 Mart
romanında 27 Mayıs darbesine de göndermede bulunur.

Yazar, roman yazım tekniği açısından anlatıcı tipi olarak “sen” zamirini muhatap alan
ikinci tekil kişili anlatımı tercih etmiştir. Bu romanda böylelikle bir açıdan, cezaevine konmadan
önce gördüğü insanlık haysiyet ve onurunu aşağılayıcı; hatta yok edici işkencelere maruz kalan
roman kahramanının adeta kişilik bölünmesi yaşadığını, dış benlik iç benlik ayrışmasına
uğradığını gösterir. Bir açıdan da okuyucu kesimine sürekli olarak “sen” zamiri ve fiillerle hitap
ederek, olayları âdeta okuyuculara yaşatmak, okur- kahraman özdeşliğini sağlamak ister.

On dokuzuncu yüzyılın Osmanlı aydınlarından yüksek Batı uygarlığıyla aşk ünsiyeti


kuranlar, temeli akılcılığa dayanan Pozitivizmi, evvelkileri orta çağ karanlığına gömecek yeni

131
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

bir “din” olarak benimsemişlerdi. İlanihaye yeni ve yegâne kalacağına inanılan bu aydınlatıcı
dinin kutsal metinleri de “ansiklopedi” ile somutlanan fen, matematik, kozmografya ve coğrafya
gibi bilim dallarına ait kitaplar olmuştu. Yirminci yüzyılın Fransız gençlik hareketlerinden
etkilenen, politik kamp-yörünge değiştirmek anlamına gelen “tam bağımsızlık” sözünü şiar
edinen, ilaveten dönemin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi
Sosyalist devletleriyle, yine aşkın bir ünsiyet kuran aydınları ise kainatın sırlarını çözen bilim
kitaplarının yanı sıra insanlık tarihinin formüllerini faş eden, sebep-sonuç ilişkilerini şaşmaz
aşamaları ve bütün hakikatleriyle çözen “diyalektiksel” kitapları kutlu metinler olarak
benimsemişlerdi. İşte bu bahsi geçen başvuru kitapları sayesinde muhtemelen bu romanın
kahramanı da dünyadaki emsallerinin yolunda bir “Çelik Adam”a dönüşmüş ve direnebilmiştir.
Yirminci yüzyıl Devrimci-Sosyalist aydınlanması, dünyayı cennete çevirecek çarelerin,
reçetelerin bu kitaplarda bulunduğuna aynelyakin, ilmelyakin hatta hakkalyakin inanmıştı.
Özgürlükçülük, eşitlikçilik, bilimsellik, çağdaşlık, demokratlık gibi cümle müspet evsafı cem
edip inhisarlarına alan bu aydınlara göre yığınların, halkların ve devletlerin evrilme aşamaları bu
kitaplarda mevcuttu. Nihai hedef olan dünya cennetine, yani mal ve anaparanın eşitçe paylaşım
düzenine doğru giden yolu tarif eden bu metinlerde gösterilen evrilmelerin gerçekleşebilmesi için
de yapılması gereken, yığınların uyandırılması; diyalektik mekanizmanın işlemesi ve şartların
olgunlaşması için halkların harekete geçirilmesi idi.

Yaralısın’daki Devrimci-Pozitivist aydın roman kahramanı için de acı veren bir an, evine
baskın yapılırken yere yığılan kitapların ucunda, baskıncının, tam da önünde duran “kırmızı ciltli
kalınca bir tarih kitabını” olanca gücüyle tekmelemesidir. Kırmızı cilt kapağından kopup ayrılan,
iki yana açılıp kalan sayfalar, birbirinin üstünden fısıltıyla kayıp kapanır. Bilimsel aydınlanma
ile bilenmiş roman kahramanı, evi basılmadan önce de başına dert olabilecek ve devletçe
yasaklanmış kitapları yakarken, “Tanrım Tanrım -.” diye iç geçirir. Sığınacak bir köşe, bir dost
eli, bir güçlü koruyucu aradığını düşünür. Bu, yaşamındaki belki de doğru dürüst ilk yakarışında,
ilk diz çöküşünde, ilk yalvarışında öykü kahramanı Materyalist inancıyla şu sorgulayıcı ve şartlı
sözleri sarf eder:

“Esirgeyen de bağışlayan da sen misin Tanrım? Sen misin büyük Doğa? Gerçekten
sensen, o esirgeyen de bağışlayan da sensen, esirge beni, bağışla beni—.”; (…) “Duy beni
Tanrım, duy beni ne olur. Senin gizlerinle, Doğanın gizleriyle doluydu bu yapraklar;
yarattığın insanoğlu, seni yaratır gibi yaratmıştı bunları. Hepsini yaktım işte, kul ettim.
Bağışlayan da esirgeyen de sensen—.”

132
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

Roman kahramanı, “son tahlilde” insanın Tanrı’yı yarattığını söyleyen, yirminci asır
Marksist- Pozitivist imanından caymaz, şüpheye düşmez, dogmatik olmayan bilimsel
inançlarından taviz vermez.

Yaralısın’daki olayların bir kısmı cezaevinde geçer ve buradaki insanların öyküleri fon
görevi görür. Roman kahramanı, tanışmalar, dertleşmeler sayesinde koğuştakilerin ne gibi
suçlara itildiklerini veya karıştıklarını aktarır. Kimisi aşkı kimisi onuru uğruna; kimisi de
hırsızlık, uyuşturucu gibi suçlar dolayısıyla burada bulunmaktadır. Koğuşta, suyun dışındaki
yegâne içecek, çay; havanın dışındaki teneffüs aracı da sigaradır. Dostluklar ve muhabbet de
hâliyle çay ve sigara aracılığıyla başlar ve devam ettirilir. Bu insanlar ve öyküleri de yazarın
onlara uygun gördüğü isimle, Nuriler başlığıyla ele alınabilir.

Nuriler
Roman kahramanının konulduğu cezaevi koğuşundaki herkesin adı Nuri’dir. Nuri, bir tür
genel tutuklu lakabıdır. Roman boyunca bu kişilerin gerçek ismi zikredilmez. Mahkûm veya
tutuklu Nuriler, ayrıca meslekleri, karakterleri, suçları veya memleketleriyle anılırlar. Mahkûm
Nurilerin saçları, onları kişiliksizleştirmek için, koğuşa konmadan önce makinayla ve çirkin bir
şekilde tıraş edilir. Ayrıca saçları koğuşta iken de belli aralıklarla topluca makineye vurulur.
Böylece kişiliğin görünen bazı parçaları da dışarıda bırakılmak istenir. Fakat Nurilerin
lakaplarından da anlaşılacağı üzere bu şekilci baskı, istenen neticeye ulaşmaz. Nurilerin ortak
yanlarından birisi de koğuşta boyasız basık topuklu ayakkabılar ile dolaşmalarıdır.
Roman kahramanının ve koğuştaki diğer tutukluların bakış açısıyla tasviri ilk yapılan
karakterler, cezaevi idaresiyle iş birliği içinde olan ve mahkumlardan çok idareyi temsil eden
“Kıdemli” lakaplı zorba koğuş ağası ve onun zayıf karakterli yardakçısıdır. Yardakçı Sarışın
Nuri, hırsız olduğu halde anlatıcıya yalandan kendisini siyasi tutuklu olarak tanıtır.

Vaktiyle boks da çalıştığı için Gılay lakabını almış olan Nuri, ötekilere göre farklı olan
karakterinden ötürü Efendi Nuri, daha önce yaşadıklarından ötürü Mavzer lakabıyla anılan Nuri,
hırsızlardan çalmasıyla ünlenen Kıral Nuri, Yozgatlı Pehlivan Nuri, Kadıköylü Ufaklık Nuri ve
Terzi Nuri, tutuklulardan birkaçıdır.
Dokuz yılda sekiz mahpushane gezmiş ve diğer mahkumlardan farklı bir portre çizen
Mavzer Nuri, roman anlatıcısıyla hasbıhâl edip dertleştikten sonra, ondan, bütün saflığıyla bir
istekte bulunur. Ondan kendisine, intikam niyetiyle, çıktıktan sonra köyündeki ağayı taramak
için bir makinalı tüfek temin etmesini ister. Nurilerden bir Nuri, söz arasında diğerlerini “kırolar”
diyerek çekiştirir. Bir diğeri, afla da olsa hapisten çıkacağı ve evliyken ayartıp kendisine eş
yaptığı fakat onu da terk eden sevdiğini peşinden gidip öldüreceğini söyler.
133
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

Roman yazarı, roman kahramanı ve arkadaşlarının sadece düşünce suçu işlemiş


olabileceklerini koğuşun yaşlı bilgesi Mavzer Nuri’sine söyletir. Kurtuluş yolunda Marksist
terminolojideki “özeleştiriyi” de bir adli tutukluya yaptırır:

“Sizler okuduğunuz için suç işlersiniz, bizler okumadığımız için. Sizin bilginiz
bizde, bizim görgümüz sizde olsaydı, gör bak neler olurdu o zaman. Ne siz böyle içeri
düşerdiniz, ne biz. Bir araya gelemedik. Bizi kolay kolay bir a raya getirmezler. Eh işte
ancak böyle mahpusane köselerinde buluşabiliyoruz. Ne yapalım, bu da bir başlangıç.”

Anlatıcı, şiirler yazan bir Nuri’nin uzattığı hatıra defterine “Mahsus mahal’ dedikleri
zindanda / Kalırım kalırım dostlar yandadır…” mısralarıyla başlayan bir Ruhi Su türküsü yazar.
Roman kahramanı, bir defasında da koğuşta, somun ekmeğinin yemediği içini sıyırıp
masaya bırakır. Bir başka mahpus onun bıraktığı ekmek içini masadan alır ve yer. Seçkinci roman
kahramanı, Nurilerin koğuşunda yemekte bıçak ve çatal olamayışından, sadece kaşık
bulunuşundan hareketle, kaşık ve çatalın özgür insanların daha kolay yiyebilmesi için bulunmuş
uygarlık buluntuları olduğu düşüncesine varır.
“Size siyasi suçlu diyorlar, bize adli suçlu”; diyen bir mahkûmun dilinden de siyasilerin
çoğunun “öğrenci, işçi, öğretmen, avukat, büyük okulların hocaları” olduğu bilgisi aktarılır.
Dolaylı da olsa, bu sözlerle, Sosyalist münevverlerin nihayetinde adi suçlara bulaşan bu dar
gelirlilerle pek bir bağı olmadığı gösterilir. Yazar, “Hiç bize anlattıkları gibi değil”, “Yaman
çocuklar neme gerek. Aşk olsun.”, “Yiğit çocuk. Yazık olmasa. Allah yardımcısı olsun.”
sözleriyle Sosyalist-devrimci övgüsünü de bir adli mahkûma yaptırır. Bir başka adli mahkûm ise
anlatıcı ile konuşurken, “[mahpushanede] Siyasilere başka gözle bakılır. Yani senin anlayacağın,
pek suçlu sayılmazsınız.”; “Siz varya siz siyasiler, hepiniz okumuş kişilersiniz.” diyecektir.
Roman kahramanının işkencedeki direncini öğrenip ona hayran kalan adli tutuklu, onu
yanaklarından öpecektir.

İşkence
Güvenlik endişeleri veya Şark Sosyalist mahareti sonucu, toplumca gerçekçi usta yazar,
roman anlatıcısına, bu romanda kendisini yakalayan, sorgulayan, yargılayan ve her aşamada
işkence edenlerin “kudretli, kurucu, asli, düşünsel kimliklerini” roman kahramanına ifşa
ettirmez. Ona ve yoldaşlarına bunları reva görenlerin hangi saiklerle motive olduklarını, hangi
görev kimliklerini taşıdıklarını veya kimleri temsil ettiklerini ortaya koymaz. Bu romanda, Şarklı
Toplumcu Gerçekçilerin bir ön kabulü daha dikkate şayandır. Anlatılan ve çizilen panoramaya
bakılırsa, ülkede, ashab-ı iştirakiyye tarafından ötekileştirilip, küçümsenen; cahil,

134
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

vurdumduymaz, duyarsız olmakla suçlanan, kendisi için feda olanları bile sahiplenmediği hatta
ihbar ettiği yüzüne vurulan “halkı” düşünen, bu halk için mustarip olan, halkın sorunlarına çözüm
üreten, halk için de bedel ödeyenler sadece kendileridir. Kendileri de babadan varlıklı veya orta
gelirli, zeki oldukları için okumuş, hatta okuyanlar arasında en başarılıları olmuş Marksist-
Leninist elit tabakaya mensup devrimcilerdir. Öte yandan Sosyalist ilerici özgürlükçü muharrir,
münevver ve münevvirleri haklı çıkaracak şekilde -aşırılar olarak mimlenenler hariç- örneğin
Ümmetçi gerici tutucu kesimin yazar ve aydınları, dini duyarlıklı dindar kesimin acılarını, bu
kesimin maruz kaldıkları işkenceleri eserlerinde tasvir etmemişlerdir.

Yaralısın adlı romanda isim vermeme alışkanlığı, roman kahramanı için de yazar için de
adeta bir racondur. Bu romanda yakalayıcılar ve sorgulayıcılar, aynı zamanda işkencecilerdir.
Anlatıcı, haklarında başka bir bilgi sahibi olamadığı için onları hep dış görünüşleri ve
kıyafetleriyle tasvir eder. Bazen de ilmi-i kıyafet dersleri okuturcasına, gözlemlerinden hareketle
onlar hakkında can alıcı yargılara varır.

Baskın anında roman kahramanının evi, kuşku ile didik didik edilir. Radyonun içi,
duvardaki tablo ve perdenin arkası yoklanır. Yetkililer yasaklanmış Forum dergisi sayılarının
onda ne işinin olduğunu sorar. “Nerede yasaklanmış dergi, yasaklanmış kitap varsa hep onları
seçer alırsınız nedense.”, “Anlamıyorum, ne diye bu zararlı kitapları okursunuz.” diyerek roman
kahramanını azarlar. Sorgucu, üstünlük sağlamak için de roman kahramanına hitaben “Şimdiye
kadar kaç kitap okudum biliyor musun? Tam iki bin yedi yüz seksen dört kitap okumuşum. Bu
kadar kitap okudum ama sizler gibi düşünmüyorum.” der. Kendisinin de Yüksek Okul
okuduğunu vurgular. Sorgucu konuşur, yargılar ve tehdit ederken hep “biz” zamirini kullanır.

Gözlemleriyle karakter ve evveliyat tahlili yapmakta mahir olan anlatıcı, gençten ikinci
sorgucunun kısa kesilmiş kıvırcık saçlarını, kıl gibi ince bıyıklarını, zayıf ama kemikli yapısını
ve oldukça sinirli birisi olduğunu kaydeder. Bu adamdan her şeyin beklenebileceğini; onun,
yerine ve ortamına göre değişebileceğini; hemen rengini değiştirip uyabileceğini; yüzünde ve
tavırlarında o bildik acelecilikle yüklendiği görevleri bir an önce hem de kusursuz bitirmek
isteyenlerden olduğunu; kaçamaklara göz yummayan ve paraya da oldukça düşkün biri
olabileceğini söyler. Anlatıcı, ilk kez karşılaştığı bir işkence görevlisinin de “kocam çapkın
ağzını, yandaki altın dişini, yeşil gözerini; yoksul ve dar gelirli olmasına rağmen utanmadan
saçlarını boyadığını” da fark eder ve onun “pis zamparanın biri” olabileceği sonucuna varır.

Bu romanda dikkat çeken bir husus, işkencelerde en iğrenç işleri yapanların anlatıcı
tarafından birkaç kez “dar gelirli” olarak nitelenmesidir. Dolaylı da olsa romanda zihinlerde dar

135
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

gelirlilikle -halkın dilindeki karşılığıyla fakirlikle- suça ve zorbalığa hizmet arasında bir ilinti,
bir bağ kurulmuş olur. İşkence mekânında yere saçılan kanları temizleme işini “kara başörtülü,
kara çoraplı” yaşlıca bir kadın yapar Roman anlatıcısı, hayali veya gerçek olduğu tam olarak
ortaya konmayan bu sahnedeki karakterle muhtemelen bir okulda hademelik yapmış kendi
annesini de özdeşleştirir.

İsimsiz roman kahramanının gözaltı sürecinde gördüğü başlıca işkenceler; “gözünü


bağlama, kafese tıkma, korkutma; karanlık, pis, kapalı ortamlarda alıkoyma; elektrik akımına
bağlama, ayaklarının altına cop ve sopayla vurma, tuzlu zeminde yürütme, dört ayak üzerinde
yürütüp hayvanlaştırma, bedenini soyma, tanıdıklarına ve aile bireylerine zarar vermekle tehdit
etme; cinsel işkenceler, küfür etme, sözle ve hareketlerle aşağılama; iğdiş etmekle ve öldürmekle
tehdit”tir. Adli mahkumlar da gördükleri kaba dayak şeklindeki işkencelerden söz ederler.

Günlerce bir karanlık odacıkta kapalı kalan anlatıcı, hayalinde, koridorda sallanan ampulü
gah bir idamlığa gah simlerle, yaldızlarla işlenmiş bir general şapkasına benzetir, boyuna yeni
imgeler türetir. İşkence gördükten sonra tutuklanmak ise roman kahramanı için “bir yerde
kurtuluş” olmuştur.

Anlatıcı, işkencecilere olan öfkesini olabildiğince tasvirlerine yansıtır. Kendisini götüren


görevlilerden biri “kara gözlüklü, esmer” birisidir. Bir başka sefer sorgucu “koyu gözlüklü”dür.
Amir konumundaki ekip başı işkenceciler ise “sarışın gök gözlü”, “uzun boylu”, “Amerikan
çavuşlarınki gibi yuvarlak kafasının yanları makineyle iyice alınmış” sözleriyle tasvir edilir.

Kurguda, yazar, işkencecilere “Len it, ayakta yemek günah değil mi?”, “O nasıl karşılık
len, dürzü.”, “Müslüman değil misin len?”, “Ne zamandan beri müslümansın len?”, “Kelimei
şehadet getir bakayım.” türünden cümleler sarf ettirir. Böylece roman kahramanına ve
arkadaşlarına işkence edenlerin kimliklerini tespite dönük olarak sıklıkla “küfür etmeleri,
sorguladıklarını Kızılbaşlıkla suçlamaları, onların Müslümanlıklarını sorgulamaları” öne
çıkartılır. İşkencecilerin bunları söylem olarak kullandığına ise değinilmez. Bu unsurlar
bilinçaltına kazınmak istenir. Dolaylı bir şekilde de olsa 12 Mart Muhtırasının Müslümanlık
adına gerçekleştirildiği ya da dindar kimlikli kişiler tarafından sahiplenildiği izlenimi uyandırılır.
Oysa ülkedeki hiçbir muhtıra ve darbenin öncesinde veya sonrasında kendini ülkesinin biricik ve
mutlak sahibi gören kadroların dışında hiç kimse darbe mekanizmalarının başında olmamıştır.
Asıl darbecileri gösteremeyen parmaklar ise, dolaylı da olsa başka bir kesimi hedef gösterirler.
Bu romanda olduğu gibi perde arkasında olduğu varsayımıyla ABD’yi işaret etmek de ayrı bir
yanıltmacadır. Asıl dikkate alınması gereken muhataplar bu vurgular sayesinde gözlerden

136
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

uzaklaştırılır. Haklı güvenlik endişeleriyle, yazılanlarda asıl kudret sahibi darbecilere temas
edilmemesi anlaşılabilir bir durumdur; fakat dolaylı da olsa onların asli kimliklerinin
unutturulması ve hedef tahtasına başka bir zihniyetin oturtulması ise anlaşılır değildir.

Anlatıcının tasvir ettiği mahkeme heyetindeki savcı ve yargıçlar da sorgucu


işkencecilerden farklı değildir. Tutuklamasına karar veren heyetteki ilk savcı, bir kere bile olsun
dönüp anlatıcının yüzüne bakmamıştır. Sorgu boyunca arkası dönük durmuş, önünde durduğu
pencereden bahçeyi gözlemiştir. Mahkeme salonunda düşülen ilk kayıtta, “sanığın bağlı
olmayarak getirildiği” ve “duruşmaya açık olarak başlandığı” belirtilir. Anlatıcı, heyette yer alan
ve “Doğu’dan gelme, dili açık, sözcükleri değişik söyleyen, sesi de yüzü de kızgın” yargıcı da
dikkatlere sunar. Roman kahramanının mahkemeden hafızasında kalan bir sahnede de “Asık
yüzlü, yağlı bir ses; beynine yapışıp kalmış”; yargıç, “Tutuklanmasına karar verildi.” demiştir.
Anlatıcı, mahkeme başkanı için, iç sesinde “Konuşan oymuş gibi görünse de, ses başkasının.
Arkada, yüzünü göstermek istemeyen başka birilerinin sesleri var.” dese de o seslerin kimliğine
dair bir açıklama veya göndermede bulunmaz. Roman kahramanı, savcılıkta kendisine
okutulmadan bir ifade tutanağı imzalattıklarını ve onun üzerinden mahkemede suçlandığını
söyler. Duruşmada, kendisine işkence edildiğini söyledikçe de sözünün kesildiğini, heyetin bu
konudan söz etmesini istemediğini belirtir. Anlatıcı, gözaltında karşılaştığı herkesin -iyilik yapar
gözükenin de, parayla tutulmuş it doktorun da- iğrenç olduğunu içinden geçirir.

Güvenlik birimlerine mensup gardiyan sınıfından ilk tasvir edilen kişi, şişko bodur
gardiyan, “sarkık göbeğinin üzerinde kavuşmayan daralmış ceketini iki yana savurarak” yürür.
Yeni gelen güçsüz bir mahkûmu tokatlayacak olan zorba koğuş ağası, diğer tutuklularla
aşağılayan bir tavırla konuşur. Kimseyle içli dışlı olmaz. Konuştuğu kimselerle de arasında belli
bir uzaklık bırakır.

Anlatıcı
Gözaltı süresi iki aya yakın sürecek olan roman kahramanı, evi basılmadan üç gün önce,
yasaklı sayılan ve suç unsuru olabilecek kitaplarını istemeden de olsa yakmıştır. Anlatıcının
romanda kendisi dışında isim vermeden sözünü ettiği tek kişi kız arkadaşıdır. Aktardığına göre
bir zamanlar evine götürdüğü kız arkadaşı, eve art arda nasıl güvenle girileceğini bilen birisidir.
Hem roman kahramanındaki değişim anlatılırken hem de romandaki başka karakterler ve
olaylar tasvir edilirken birkaç kez “böcek” unsuruna yer verilir. Roman kahramanı, evine baksın
yapılırken mutfağın ışığı yakılınca, raflarda serili kağıtların aralarında hamamböceklerinin
hışırtılarını anımsar. Koğuşa getirilişinde kendisini “Ansızın kaldırılan taşın altında birden, gün
ışığına çıkan, gizlenecek kovuk arayan kaçak bir böcek gibi” hisseder. Koğuştaki mahkumları da
137
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

“Altlı üstlü yataklarda soyunuk, dövmelerle donatılmış gövdeler, kesilmiş dut yapraklarının
üzerinde oynaşan tırtıllar gibi kıpır kıpır…” gözlemler. Gözaltına alınıp bir “karanlık kapana”
kısıldığının ilk gecesi dışarıda bir fırtına patlamış; anlatıcı, kendisini “bir lağımın ağdalı,
yoğurmuş, som batağında, kurtulmak için çırpınan, debelenen beyaz bir güvercin olarak” hayal
eder. Roman kahramanı, cezaevi koğuşuna atıldığının ikinci günü, ilk kez seyrettiği aynadaki
görüntüsünü ise “iğrenç bir yüz, şiş gözler, iki büyücek morluk” sözcükleriyle tasvir eder;
kendisini, makine tıraşı sonucu ensesinde kalmış, kesilmemiş saçlarıyla yer yer tüyleri dökülmüş
uyuz bir köpeğe benzetir.

Dönemin Marksist-Leninist-Devrimci gençliğinin temel motivasyon kaynağı, halka güzel


günler dolu bir dünya hazırlamanın ötesinde, dönemin yargılanmalarında da görüldüğü gibi
“geride şanlı bir nam” bırakmaktır. Bu romanda da anlatıcının en büyük isteği, “İnsanların
arasında bir alçak gibi yüzü eğik dolaşmamak”tır. Anlatıcı, bu doğrultuda sorgucusunun “Suçunu
biliyorsun yani?” sorusuna “Hayır bilmiyorum.” yanıtını verir. Sorgu boyunca yüzüne her
defasında bir ağır tokat yer: “Hep sağ eliyle vuruyor. Yedi gündür hep sol yanağını tokatlıyor”
diyen roman kahramanı, “sağ-sol” vurguları ile de vermek istediği mesajını aktarır. Anlatıcı,
sorgu boyunca bütün soruları “Bilmiyorum.” diye yanıtlar. Kendisine, gösterilen isimlerin de
sadece bir kısmını, tanıyorum diye yanıtlar. Verdiği cevaplar muhataplarını memnun etmeyince
de dayak yer, çeşitli işkencelere maruz bırakılır. İşkenceden geçirilen başkalarının çığlık seslerini
de aktaran anlatıcı, kendisine yapılanlara karşın ise çığlık atmamakta direnir. O, çığlık atmadığı
için de ona işkence edenler “Bağır ulan bağır!” diyerek onu tekmelerler.

Vurulan coplardan ve sopalardan ötürü, roman kahramanının ayak tabanlarının derisi


yüzülür. Bağlama kayışları ve kelepçeden ötürü de bileklerinde çürükler, yaralar oluşur. Sorgu
odaları arası nakillerde, parmaklıklı bölmede tutulan mahkumlardan birisi de anlatıcıya
yapılanlara tepki gösterip “Allahsızlar!”, “Ulan gebertmişsiniz çocuğu be!” diye bağırır, ardından
kendisi coplanır.

Koğuştaki diğer tutuklulara memleketleri, karakterleri veya meslekleri ile dolayısıyla


lakaplar verilirken, roman kahramana içeri alınırken ilkin “yeni gelen” sıfatı uygun görülür.
Diğer koğuşlar hep siyasilerle dolduğu için onu adli mahkûm koğuşuna vermişlerdir. Koğuş ağası
Kıdemli Nuri, ilk karşılamada roman kahramanına “Suçun ne?” sorunu yöneltir; cevabını da
kendisi verir: “Siyasiymişsin.” Böylece roman kahramanı, asıl kimliğine kavuşmuş olur.
Kendisini “Almaya değil, daha çok vermeye alışmış biri” olarak niteleyen anlatıcı,
mahpushaneye düşmeden önceki yaşantısında, ötekilere, adli mahkûmlara yani halka nazaran elit

138
“Erdal Öz'ün Yaralısın Adlı Romanında 12 Mart Muhtırası”, Temmuz/Eylül
2020, İstanbul, s.
Roman Kahramanları, Sayı 43, ISSN: 1309-4408
130-139.

bir zümreye ve yaşam tarzına sahip olduğunu da hissettirir. Roman kahramanının koğuşta
dikkatini çeken ilk husus, herkesin aynı maşrapayla kötü ve yosunlu bir küpten su içmesidir.

Ayakta durmaya takati kalmamış olan roman kahramanı Siyasi Nuri, koğuşta ilkin “Siyasi
bir suçlu gibi duvara dayanmayı” dener, hemen de bundan vazgeçer. Adli suçlara ait bu koğuştaki
insanlarla -onun tabiriyle- “buradaki bu inançlarla hiçbir çatışmasının” ve kavgasının olmadığını
düşünür. Bir arada yaşamak zorunda bırakılmış, bir takım ortak kurallar edinmiş bu insanların
kurallarına uymak zorunda oluğu sonucuna varır.

Yazarın ve itibari olarak onun zihniyetini temsil eden roman kahramanının dil tercihi ise
son noktada Öz Türkçeden yanadır. Roman kahramanı, koğuşa alınmadan önce kendisinden
“hüviyet cüzdanını” isteyen görevliye sözcüğü “kimlik belgesi” diyerek düzelttirmeye çalışır.
Her defasında “işaret parmağı” yerine de “gösterme parmağı” tabirini kullanır. Öte yandan bütün
mahkûm veya suçlular için seçilen “Nuri” ismi, dini literatürde özünde Allah, Kur’an, hidayet,
Allah’a giden yol ve namaz gibi manaları da içermiş Arapça bir sözcükten “nûr” sözcüğünden
türetilmiştir. Yazarın bu romanda dikkat çek dil-üslup özelliklerinden birisi de aktarılan korkunç
olaylardaki sürekliliği hatıra getiren “top top”, “boğuk boğuk”, “tıp tıp”, “koca koca”, “sıra sıra”,
“küme küme”, “akıp akıp akıp akıp akıp” örneklerindeki gibi ikilemelere sıklıkla yer vermesidir.

Romanın sonunda bir siyasi tutuklu olan roman kahramanı, adli tutuklular gibi
ayakkabılarını ezip yerde sürür; ses çıkararak yürümeye başlar. Bu davranışlarla Nurileşmek ona
yeni bir tat verir. Adını soran koğuş nöbetçisine de yavaşça “Nuri” yanıtını verir.

Kaynaklar
Ceylan, Emrah; Erdal Öz Hayatı, Eserleri ve Sanatı, Trakya Üniversitesi, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 2015.

Öz, Erdal, Gülünün Solduğu Akşam, Can Yayınları, İstanbul, 1986.

Öz, Erdal, Yaralısın, Can Yayınları, İstanbul, 1983.

Rüzgar, Zeynelabidin; Erdal Öz'ün Öykü ve Romanlarında Yapı ve Tema, Batman Üniversitesi,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2018.

Yıldırım, Serpil; Erdal Öz'ün Hayatı ve Eserleri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,


Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2015.

139

You might also like