Professional Documents
Culture Documents
LawrenceDurrell AvignonBelisi 5KusursuzlukPeinde
LawrenceDurrell AvignonBelisi 5KusursuzlukPeinde
Qll\� .
KUSURSUZLUK PEŞINDE
AVIGNON BEŞLİSİ: 5
lngilizcc. :'lslınd:m
çevıren
GÜLÇİN ALDEMİR
Lawrence Durrell
QUINX
AVIGNON BEŞLİSİ: 5
ÇAGDAŞ DÜNYA YAZARLARI
iSBN 975-510-533-6
cı lawrence Durrell 1985 / Onk Ajans Ltd. Şci. /
Can Yayuıları Ltd. Şti. (19%)
ROMAN
İngilizce aslından
çevıren
GÜLÇİN ALDEMİR
LAWRENCE DURRELL'IN
CAN YAYTNLARl'NDAKİ
KİTAPLARI
İSKENDERİYE DÖRTLÜSÜ:
JUSTINE / rom.vı
BALTHAZAR /rom=
MOUNTOLIVE / roman
CLEA ! rom.uı
AVIGNON BEŞLİSİ:
MONSIEUR ya da KARANLIKLAR PRENSİ! roman
UVrA ya da DİRİ DİRİ GÖMÜLMEK I rom=
CONSTANCE yıı da YALNIZUKLAR ! rı:ınuın
SEBASTIAN ya da GÜÇLÜ TUTKULAR / rom"n
QUINX ya da KUSURSUZLUK PEŞİNDE / roman
lawrence Durrel!, 1912 yılında Hindistan'da doğdu. Genç yaşta İn
giltere'ye geldi. Dı§İşleri Bakanlığında çe�it!i görevler üstlendi. Kıb
rıs Hükümetinde görev aldı, Kıbns'taki ya§amını Acı Limonlar adlı
yapıtında dile getirdi. Yapıtlarında Yunan kültürü ile Akdeniz man
zaralarının etkisi görülür. İskenderiye Dönlüsü Durrell'ı üne kavuş
turan yapıttır. Tunc (Ne Zaman} ve Nunquam (Asla} adlı romanla
rından sonra Avignon Be�lisini kaleme aldı. İskenderiye Dönlüsü
modernizmin önemli bir kalıbına oturmakta ve ana teması olarak
sanatın yaşam üzerindeki kontrolünü almaktadır. Sanat burjuva ah
lakına ve bu ahlakı i�a eden baskılara meydiln okur. Avignon Be�li
si ise yazarın 1974-85 yılları arasında yayınladığı be§ kitaptan oluşur.
Stela A. Ghetie'ye
adanmıştır
Wordsworth dixit
İÇİNDEKİLER
Üç Prens Geliyor . .. .. . . . . ..
......... .. ... . .. . . .
........... ... . . . . 56
YENİDEN PROVENCE'DA
Tren onları ileriye, aşağılara götürüyordu; Rhône'un
bolluğunu ve bereketini taşıyan savaklar ve barajlar, uyku
lu düzlükler arasından, güne§İn cılız ı§ığında güvercinlerin
konfetiler gibi uçuştuğu ve çan kulelerinin günahlarından
kutsal çanların tınısıyla arındığı Papalar kentine doğru.
Valence'i geçince gülkurusu ve aşıboyası renkli gökler, çi
çeklenmiş erguvanlarla kiipeçiçekleri, dut ağaçlarıyla ergin
gri zeytinlikler.
Sadık Drexel'le birlikte canavarlar denilen çoktan yi
tirilmiş çocuklar tarafından karşılandılar. Kız ve erkek
kardeşe miras kalmış, gözlerden uzak bu şatoya, uzun za
mandı"r planladıkları emekliliklerini geçirmeye gelmişlerdi.
Bir zamanlar Blanford'u büyüleyerek onu bir roman ya
ratmaya iten, bu a§k üçgeninin içinde kendilerini. kaybet
mek için işte buradaydılar. Ne yazık ki, gerçekleşememişti
bu. Düşüncesi de, gerçeği gibi, çok nesneldi ve gerçekte de
ba§arısız olacaktı. Ancak şimdilik, güzelim canavarlar
mutluydular ve inanç doluydular. Blan onları sevecenlikle
karşıladı.
Kendilerince sevilen bir oyunun, üçüncü derece gez
ginci grubuna benziyorlardı - iki sarışın kadın ve bir er
kek çocuğu, Lord Galen, Cade, Sutcliffe, Toby ve ötekiler.
Birbirinizin parçası olun, diye düşündü. Eğer her birinin
oyunda bir rolü varsa, belki de, bir araya gelince eksiksiz
bir kişiliği oluşturan oyuncular olabilirlerdi. Güneşin t§ln-
9
ları güller arasında uyukluyor ve bir yerlerde bir bülbül
tek b311na ötüyordu. Y31amında yeni bir başlangıç olacağı
nı yeterince ortaya koyan bir tek hareket yapmıştı. Trenin
penceresinden çantasını silkeleyerek yeni kitabının notla
rını atmış, sayfaların dağılıp a§ağılara Rhône vadisine doğ
ru uçuşmalarını seyretmişti. Bir ağacın yapraklarını dökü
şü gibi - her renk ve büyüklükte kağıt parçacıkları. Bir ge
ce önce, bundan böyle yeniden yazacak olursa bunun ön
ceden tasarlanmadan, notlar alınıp planlar yapılmadan, sa
dece o anda içinden geldiği gibi olmasına karar vermişti,
bir ağustosböceğinin yaz güneşinin altında ötüşü gibi.
İkinci benliği olan §İ§man adam onu izliyor, sayfaların
kentin üstündeki güvercinler gibi dönerek uzaklara doğru
uçuşlarına bakarken ba.ş1n1 kuşkuyJa sallayarak kayJtsızlı
ğını belli ediyordu. Atomik bir patlamadan sonra da böyle
olacak diye düşünüyordu -havayı dolduran anılar bulutu
gibi- insan anıları. Parçalarının toplamı tarihin ölümcül
akıntısında burgaçlanacaktı - sonsuz bir güneş ışınındaki
pervaneler gibi.
Cade ansızın gülerek elini baldırına vurdu, ancak bu
şakayı onlarla payla§madı. Belki de şaka değildi?
10
samıştı. Zavallı canavarları da aynı yazgıyı payla§maktan
kurtarmak için gerçekten uğraş vermeliyiz - tarihin dön
me dolabında talihsiz Drexel'le birlikte geri gelmelerine
izin vermemeliyiz. Onları korumalıyız! Tarih, anılar, bü
tün bu tuzaklara düşmeyeceğine söz vermiştin; aksi takdir
ı
de Caveau de famille .in sıradan romanlarına bir yenisini
daha katmış olursun ve Sylvie de sonsuza kadar sürgünde,
goblenlerinin altında yatıp yazarak... "
"O, benim kitabımı yazmaya çalışıyordu; bütün o da
ğınık olayları, herkesin kargaşa yaratmadan ve acele etme
den kendi yerini bulacağı tutarlı bir dil düzenine sokmaya
başlayacağım kitabımı. Ama §imdi fark ecüyorum ki Epi
curus'un tanımını yaptığı gibi içimizde kendiliğinden bu
lunan gizli dokundurmalara sahip değilsek, sonunda a§ırı
püriten ahlak değerlerine sahip oluruz ve bunu acımasız
lıkla, hatta duygusallıkla belirlenmiş bir kana susamışlıkla
dengelemeye varırız. Aynı zamanda çok yavaş ve özenle,
parmak ucunda ilerlemelidir." Her ikisi de açıkça görüyor
du ki aradıkları kitap Piers ve Sylvie'nin talihsizliklerini
yinelememeliydi; çünkü onların yenileyip canlandırmak
istedikleri, zarafetin kurucusu rolünü üstlenmi§ bu çiftin,
modası geçmiş kavramlarıydı. Aslında bu olmuştu ve
Constance'ın sayesinde, yaptığı masaj ve bedensel yalvar
maları ansızın omurgasını uyandırmış, bununla birlikte de
cinsel gücünü canlandıran ve güçlendiren bütün sinir ağla
rını harekete geçirmişti. Ne sihirdir ne keramet! Kutsal or
gazmın somon balığı gibi ölümcül sıçrayışları: tek beden
halinde birleşmiş iki kişinin büyük ama kavranabilir, ya
vaş yavaş bilinçlenebildikleri bellek kaybı. Köreltici dü
şünme noktasına kadar onu sabit tutmak ve sonra da yav<l§
yavaş birini ötekinin içinde arzuyla gizlice eritmek... Aşk�
ta kaçan, her §eyi kazarurt Cennetin bahçelerine böyleleri
ul�abilir... Öpücükler, genişçe paylaşılan düşüncelerin
bağlayıcısıdır. Şaşkınlıkla, gerçek bir §aşkınlıkla, "Seni se
viyorum!" dedi.
'Aile kUtüphan�i
11
"Tanrım!" dedi. "Sana şükürler olsun ki ilk defa uyan
dım. Uyuyan korkunç mumya uyanıyor! Eksiksiz hanı
mefendi, sizi görmek ne güzel! Sizi buraya getiren nedir?"
Kadın, onun kolunun altına daha da sokulup yerle§ti, ama
konuşmadı. Ona aktardığı bilginin ölmü§ eski sevgilisi Af
fad'dan geldiğini biliyordu. O her zaman, "Kolay anlaşıla
bilir ve açıklanabilir şeyler, işe yaramaz, cansız ve gerçek
olmaktan uzaktırlar. Aşka farklı bir gözle bakamadığın sü
rece, ondan söz etme. Yoksa kendisiyle bile çelişen, duygu
yüklü şarkılar seni yanlış yerlere götürür," derdi. Blan
ford, "Sevgilim, sen beni muayene odanın dışındaki bir ca
mekanda 'Ölümden dönen adam - ayaklanmış maymun'
olarak sergileyeceksin," diyordu. Ancak kadın bilimin
mutlu sonlarla ilgilenmediğini biliyordu - bu sanatın ayrı
calığıydı!
Surcliffe'in mırıldandığı gjbi:
12
ni öğrenmişti. Böylece, çocuk sahibi olma duygusunda ol
duğu gibi, geleceğe güvenle ba.kmasını sağlayacağı bir or
tam yaratılabilirdi. Şaka ile karı§ık şöyle diyordu: "Şimdi
artık benimle birle§tiğinde ne yaptığını biliyorsun; beni
hiçbir zaman terk edemeyeceksin; bu, sezgilerin için tehli
keli olabilir! Bu, sanatın iı_;.in soluk almayı sağiayan oksijen
gibi. Bunu başardık, sevgilim! Orgazm bu şekilde payl�ıl
dığında ölümle yeniden doğu§ arasındaki ülkeye, geçmişle
geleceğin ݧlendiği atölyeye sokar insanı. Anahtar, bu eşz:ı
manlıhğı anlayabilmektir. Bu arada doğumlar araşında
--orgazm, bu krizalit evresinin bir gölge oyunudur- bizler
beşli biçimlerde var oluruz. Bir araya gelip eski be§li güç
alanını, yani iki kolu, iki bacağı ve cinsel organı olan bt1
yanlı canlıyı yaratınca bu beşli biçimden insan ÇLkar orta
ya.
"Pekala," dedi Blanford, alaycı bir sesle, "yeni devirde
erkekler Uyuyan Güzel olacaklar, kadınlar tarafından
öpülüp uyandırılacaklar! Doğanın emriyle yolları kesişip
tekrar ayrılacak. Ve mucizenin oluşabilmesi için, lanet ola
sıca insanlık gerçeği, doğanın temel umursamazlığıyla
denk düşmelidir. Sanki insanlar ilgilenmeyi bırakıp uydu
ruvermeye baş_lamalıymış gibi! Tabii ki aşk ho§ bir eğlen
ceye indirgenebilir ama bu durumda dalga boyu ya da öl
çeği dü§ük kalır ve kalbi ya da sezgileri yaratıcı kılmaz. Ba
sit bir boşalma eğitici olamaz!"
"Şimdi benden biraz uzaklaşman gerekiyor. Ama
uzun süreli değil. Yaratmak istediğin şeye dikkatini yo
ğunlaştırabilmen için."
"Biliyorum," diye yanıtladı Blanford. "İstediğim şeyi
gerçekten denemeden mutlu olamayacağım - suratsız ol
madan ciddi olabilmeyi. (Aşırı iyiliğin kötü niyetliliğinden
korkulmalıdır.) Böyle görkemli bir yapıt yaratabilirsem
bu kuşku doğuran farklı bir varlık kavramına işaret ede
cektir - 'birbirinizin parçası olun' ya da 'yedek parçalar',
piices dit4chees'!"
'Ayn pu;:al:ır.
13
"Başka ne olabilir?" diye sevgi dolu bir yengiyle kar§ı
lık verdi.
"İnsan imgeleminin e§zaınanh zaman kanallarında bir
savunma yapmak. Yogacı dü§ünce tarzı olan İnsan sevgi
siyle, budala insanlar topluluğunun dümeniyle en sonunda
ciddi şekilde ilgilenmek. Az önce payla§tığımız o sevinçli
bellek kaybında insan doğasının be§ yönlü gerçeği gizlidir.
Bu arada eser, hem çok iyi planlanarak kurgulanmalı, hem
de sanat eseri olarak mutluluk için bir ya\varı§ olmalıdır.
Saçma mı konu§uyorum? ݧte mutluluk bu!"
Ancak gerçekten de tarihsel sıralama duygusunun bo
zulması konusunda haklıydı - tarih geçmiş değildi, her za
man hemen olabilecek §eylerdi. Beklemede olan, gerçeğin
bir parçasıydı. Varlığının vazgeçilmez güzelliği ve yalnızlı
ğı olmasa gerçeğin bir başka uyarlaması olduğuna ili§kin
bütün in1alar yüzünden aklını kaçırabilirdi. Kadın, "Ahlak
hocalığı yapmadan iyilikte bulunmak istiyorsan şiir yaz,"
demi§tİ ve onun da hissettiği, yakınlarda bir gün buna gü
cünün yeteceğiydi!
"Yakında kadınların oyalayıcı olduklarıyla ilgili bir
yazı yazabilecek durumda olacaksın -Tanrıça değil sadece
basit bir kadın. olsa bile sağaltım gerçekleşir.1' (Sutcliffe'in
sesinde bir kıskançlık sezilir gibiydi, belki de gerçekten
ö_yleydi.) Constance: "Ama haklısın," dedi. "Bu onun rolü.
Ve her orgazm daha derin bir şeylerin, yani ölümün kos
tümlü provasıdır, gittikçe daha fazla belirginleşir; sonunda
bir darbeyle içimizdeki evreni yeniden canlandırır. Bunu
bilirsen her şeyin bağışlanması gerektiğini de bilirsin, hiç
bir kabahatimiz ciddiye alınmamalıdır. Temelde herkes
değerli olanın peşindedir."
"Bu tür ahlak derslerinden nefret ederim," diye ko
nuştu Blanford; "çünkü bu biraz da kendini herkesten da
ha üstün ve ahlaklı görmektir. Ben kötü, sadece kötü ol
mak istiyorum. Bu da sevginin bir yolu - öyle değil mi?
Senin felsefeci Daimonax'ı düşündüğünü biliyorum, ama
14
hiç kimsenin gerçekte kötü olmayı istemediğini söylediği
ıaman haklı ml')'dı? Sabine'esormalıyız."
Bereket, Sabine oradaydı, balkondaki masada otur
muş, önüne her zamanki kartlarını yaymış, geleceği inceli
yordu. Çalışırken bir yandan da sigar içiyordu - çünkü fal
cılık zor bir İştir. 11Bundan daha da iyi," dedi, "hatta bütün
evren için; bütün işlem, doğal olduğu sürece, acısız, kaygı
sız, gerilimsiz hale gelecektir. Aslanlar kuzularla birlikte
yaşayabilecek biçimde yaratılmıştır - sadece kaygı, korku
ya, savaşa neden olur. Bizler için de aynıdır. Aşk ve §ehvet
ruhsal gerginliğin birer Çe§ididir, kızlar bununla nasıl baş
edeceklerini doğal olarak bilirler - cinsel ve eşcinsel duy
guların gelgitleri, sevgili eski Oedipus grubu. İnsan bunu
anlayıncaya kadar üıüntü içinde yaşamayı sürdürür - var
lıkların anlamsızlığından duyulan korku giderek büyür.
Gerçek, eğer öyle olmasını istiyorsak, mutlu yüzünü bize
döndürür. Constance seni çocukluk arzularından arındır
malı, bo§luk duygularını geliştirmeli, vahiy yeteneğini ol
gunlaştırmalı, kalbini mutlu olmaya inandırmalıdır."
Constance yavaşça, "Evet!" dedi. "Ve doğum bir trav
ma değil, bir yüceli§tİr: Burada Viyanalı meslektaşlarım
dan ayrılıyorum, çünkü onlar günahın içine doğmuşlar.
Gerçekte İnsanlar mutluluğun içine doğarlar - ve bizler
günah ve korkuya dayanan çılgın öğretilerle asıl travmaya
neden oluruz. Patoloji evde başlar!"
"İçgüdünün kendi mantığı vardır ve biz buna uymak
zorundayız, aksini yapmamız olanaksızdır.... Sözgelimi,
sezgilerimizle ilerlemeliyiz. Bu güdü, bize sadece analiz
için bir bütünün birbirleriyle kıyaslanması olanaksız par·
çalarını getiren nicel yöntemden tamamen bağımsızdır."
Onlara Çingene ozan Julio'nun ve onun bacaklarının
öyküsünü o zaman <1.I1lattı. O, Anne'nin yarattığı tek ço
cuktu ve kökenini kimse bilmiyordu, çünkü Annesinin
karavanına herhangi bir erkeği kabul ettiği görülmemişti.
Böyle bir zayıf davranışın, onun görüş gücünü kısıtlayaca·
ğı, kehanet gücünü azaltacağı düşünülüyordu. Julio büyü-
15
dükçe Tanrısal bir görkeme ulaştı, ince bir yapısı vardı ve
sanki daha önce de yeryüzünde yaşamış gibi bir havaday
dı. Une sexualiti a tout va 1 durumundan bahsetmiyoruz bi
le . Annesinin eksikliklerini tamamlıyordu ve kabilenin
.. .
16
ne kadar sadece kolları olan bir et yığ1nı olarak bir süre ya
şadı ve tuhaftır ki kadınlar üzerindeki b<l§arısı azalacağına
arttı. Kadınlar konusunda hiç sıkıntı çekmedi. Çocuğu ol
mayanların, Julio'yla y�adıkları bir �k kaçamağından
sonra gebe kaldıkları söylendi. Bacaklarının tüm seksüel
gücü sanki cinsel organında toplanmı.§tı. Organı a.§ırı dere
cede büyümüştü, devamlı sertleşme halindeymiş gibi görü
nüyordu. Ben bile meraktan birkaç kere ona gittim, olağa
nüstüydü. Orgazmın tam kalbine giriyor gibiydi - ruhun
onarım noktasına, sağlıklı cinselliğin bölgesine. Yitik ba
caklarla, omurganın, yoga usulü kendi kendini anlamaya
doğru devasa bir yol olu§turduğunu görebiliyordunuz;
cinsel organ, dikilmiş yılan gibi olurdu. Julio bunu anası
nın sütünden özümsemi§ti. Ben de ilk kez cinseHiğin ölüm
değil, kadının bağımsızlığıyla birlikte erginliğini kanıtla
ması olduğunu fark etmiştim. Onun gizleri Batıda henüz
tam olarak kavranamamı§tır. Cinselliğin yapısı anl�ılmaz
lığını hlilii korumaktadır. Beşin gücü, gerçekten Quinx'in
bulmacasıdır; cesaretin varsa çöz! Ancak Julio'nun sorunu,
bizim için çok ciddi politik bir sorundur. Onlar tekrar bu
lunup Sara'nın türbesi bize geri verilmedikçe kavmimiz ne
yürüyüşe geçecek, ne de üreyecektir!"
Parçalar ve bütünler
Bütünler ve parçalar
Edep yerleri ve
Genel mekanlar
Kutsal Polonyalılar
Kutsal olmayan direkler
Tüm olmayan bütünler.
18
seyerek gıdık1ayanların bolluğu, yarım kalmış iç çekişlerin
bilmecesi, cinselliğin Doğuya özgü kuralları. Oysa buldu
ğu, Gatwick'ten bindiği otobüste Gevşeticilerden Allah ra
zı olsun diye bağıran tarih öncesi bir uçan memeli fosiline
benzeyen kızın ondan para sızdırmasıydı. Umursamazlık
la biraz mesafe alabiliriz.
19
labilecek tek eleştiri bu. Bir şeyler öğrenemeyecek kadar
kısa."
"Constance hasta görünü"yor.11
"İyileşecektir. Söz veriyorum."
Rose de lapotsie, O belle ntvrose/1
20
kiştirdi; şimdi o da olgunlaştı ve artık o sen dokulu ödülü
nasıl olgunl<L§tırıp yönlendireceğini, sorumlulukla hareket
etmesini nasıl sağlayacağını biliyor. Bugün istesem orga
nımla çek bile yazabilirim. (Sutcliffe)
21
hissetmiyorum ve ateşim var. Yani basit bir görecelili
ğin bize yaptığına bak! Hepimizi gerçeğin gölgeler
dünyasında kaldığı geçiciliğe fırlattı.
BLAN: Einstein'a seni sorduğumda, seni ne kadar gerçek
kabul edebileceğimi, ne dedi biliyor musun: "O pem
be bir domuza benzeyen ada.mı mı kastediyorsun?
Benden ona de ki, onun sadece var olmaya eğilimi
var. Aslında Tanrı'yla teleks bağlantım olmadığı için.
onun gerçek varlığıyla ilgili koşulsuz kesinliğe vara
mam!"
SlIT: Aman ne ikilem! Benim sadece simgesel olduğumu
söyleyebilirsin. Bunu söyleyen insanlar bedenlerinin
içinde kozadaymış gibi sadece geçici olarak yuvalan
dıklarının farkında değiller. Sonra da püf! Kumaşları
yemeğe adanmış bir güve. Bir gün bir anlamım ola
cak. Sıradan bir romandaki gibi: "Hiçliğin dikkatli bir
analizi gösterir ki... Ambulanslar bütün gece kan diye
inlerler, et ve kan. Kim uyuyabilir ki?"
BLAN: O zaman uyan ve kitabımızı yaz dinsel fil hasta
-
22
Ya da umutsuzca aptal pis ördekler
Psyche'yi trans halinden uyandır
Yoksa kendini a§ırı tatminden ölecek
Ve ölülerden ders al
Çünkü tarih kaçan bir ilmektir.
SUT: Yani benim hiçbir anlamım yok. Başka dile çevrile
meyen bir simge.
BLAN: Bütün simgeler böyle başlar. Ne mutlu ki anlam,
zamanla bir gizem etrafında kendiliğinden büyüyüp
geli§meye eğilimlidir. Nedenini bilmiyorum. Sanki
doğa bir şeyleri cilalayıp parlatmadan duranuyor. Şiir
de gizli olan sanki doğanın yasalarıyla yava§ yavaş an
lam kazanmaya başlıyor. Sanatın büyük gizleri, sade
ce var olmayı sürdürerek, sonunda eleştirel yansımala
rın gücüyle kendi anlattmlartnı biri.ktiri.rler. Örneğin,
Mozart'ın Commendatore'u bu bakımdan çok gizem
li kabul edilir, ama yapımcısının ona bağı§ladığı elek
trik akınu sonucunda hala ya§adığı için, gün geçtikçe
daha da önem kazanıyor. Çok yakında bir gün 'anla
mı' ansızın üzerimize doğacak.
SUT: Aynı fikirdeyim. Ancak bu bilgiler kadınlarda ka
dınsı içgüdülerinden ötürü zaten var. Belki hala çö
zümlenmeden duruyor, an1a bir yerlerde kadın, erke
ğin şiirinin emanetçisi olduğunu biliyor; kadının rolü
bunu tanıyıp o değerli kelebeği içinde hapsolduğu en
iğrenç tırtıl biçimindeki kabuğundan dı§art çıkarmak.
Seks eylemi, içinde bulunduğu etten kabından bir an
lık farkındalık sonucu dışarı fışkırır. ݧte! Şair perva
nenin azat edilişi!
BLAN: Vay canına!
SUT: Haklısın, vay canına!
BLAN: Touche-partout, couche-partout,
Bon a rien, pret a tout. 1
23
Esmer gibi duran grili kız,
Tilki ile güvercin arasına sıkışmış,
Yönetilen televizyonun olması gerektiği gibi yumu-
şak
Bütün sevdiklerimizin ölüp toprağa karıştığı gibi.
24
B. dü§ünür: Ölüm çok değişik ve oldukça ol ağ andışı
görünüyor, çünkü arkadaşlarımız teker teker, hepsi deği
ıik biçimlerde ölüyorlar, görüntüden kaybolup yerlerinde
birer boıluk bırak arak. Ancak temel olarak olabildiğince
evrensel - semper ubique1 , arkada§ım - ama etkisi yavqla·
tdmıı gibi. Gemi batmadan önce, sarsılıp titriyor. Dene
yimli denizciler ilk uyarıcı titreşimi hissettiklerinde, "Ge
mi oturuyor!11 diye bağırırl ar, "İşte batıyor!" çığlıkları du·
yulm adan çok önce. Avignon'a döndüğümüzde bahar son·
suz gibi gö rünec ek. Constance: Seni seviyorum ve ölmek
istiyorum.
ıs
Fruit de mer1 benzersiz,
Cesaretin varsa daha lezzetlisini bul.
26
anlamıyla ölmü�ler de her §ey arkalarından olU§uyormuş
gibi hissediyorlardı. Ancak SUT yavaş yavaş öyle tanındı
ki, bir retina gibi ayrıldJ, ya da bir sabun köpüğü gibi gev
şeyip halkın bilincinde yüzen bir tür mit haline geldi. İngi
liz diline girdi o yaşlı Kusursuz; Blanford ise zar zor Kim
Kimdir'e girebildi.
27
Rosetta Stone'u. "Air France'dan çalınmış bir cankurtaran
yeleği giyiyordu. Pantolonu gazeteyle astarlanmıştı Tri
-
28
LA Veuve Cliquot!1"
29
hepsi de çok kadınsı ama evliliklerinde doyumsuz. Onun
söylediğine göre, kendilerini karşılarına çıkan her erkeğin
kucağına atıyorlar. Sonra da doğal olarak gelenekler her
şeyi yönlendiriyordu. Hiç kimse kadınların birbirleriyle
sarılıp öpüşmelerine aldırmıyordu, bu geleneksel 'annece'
davranış olağandı, ya da erkekler pipolarını içip kutsal dil·
zenden konu§urlarken kadınların hep birlikte tuvalete git
meleri!"
Kadın bir çimdik enfiyeden fazla değildi ama insanı
nasıl da hapşırtıyordu! Une belle descente de lit 1 •
S.: Tanrım, ne kötü bir Fransızca!
B.: Biliyorum. Yine gösteriş yapıyorum. Devam et.
Evet, adam yav� yav� kendini travesti bir kadın ol·
maya yönlendirilmݧ buldu. Bula§ıkları yıkıyor; kadın, ar
kadaşlarıyla burç falı baktırmaya bir başka arkad�ına gi
derken o evde kalıp ak§am yemeğini hazırlıyordu. Tele
fonda durmaksızın fısıltılarla özel şakalar ve programlar
yapılıyordu. Adam bir gün yanlışlıkla özel bir mektubu
açtı, el yazısında yanılmıştı (hiçbir zaman casusluk yapma
ya cesaret edemezdi, İstemezdi de) ve bu kaçaınak hareket
leri gerektiği biçimde yorumladı. Hemen sözde erkeksi bir
protesto yapmayı düşündü: küçücük bıyığın ağdayla acıta
rak temizlenmesi ya da peroksitle ağartılması. Ye§il mü
rekkep, kolyelerle uğur nesnelerinin takılması ve tek küpe!
Amo, amas, amat. Je brilk, cherie, comme une chapelle
ardente! Baise-moif Kendi haklılığından emin olma, gönül
almaya duyulan özlem, kendini beğenmi§lİk, yalancı din
darlık - Sutcliffe: "Hizmetinizdeyim, efendim, merhameti·
nize sığınırım."
Bll.§kasına ait küçük bir öyküyü, Fatima'nın öyküsü
nü de ekleyeceğim: "Haydi sevişelim, her ikimizin de
Fransızcasına katkısı olur." Pek doyurucu değildi, kadın,
çok §i§man olduğunu bilen bütün kadınlar gibi umarsızdı.
1 Giıul bir yatak önü halı...
'Laıi>ıc., "Seviyorum. •eviyorsun, seviyor: Frdnsıuı:t: "Yanıyorum, ••vgilim, kilisede
bır "'n.o.u yeri gibi. Al benil
30
Ama yine de hevesliydi ve daha sonra hem sinirden hem
de açıkça keyiften ağladı. Onda neyi sevmiştim? Çok fazla
gerçekçiydi, şeftali kabası bir yüzü vardı. Ancak kalçaları,
içgüdüsel olarak salgılanan terli misk kokuyordu; teninde
dilini değdirdiğin her yer gül gibi tazeydi. Dilimle okşa
dım, okşadım, drogue en €tat de manque/1 bu onun deyi-
-
mı.
Tıraş aynasında kendisini inceleyen Toby, "Seni kötü
kalpli cüce! Güzelliğin olmasaydı seni terk ederdim!" diye
bağırdı. İlanı hala Trib'de devam ediyor. Şöyle: "Avignon
yakınlarında eski lanetli bir malikanede yaşayan yaşlı bir
vampir (referans verebilir) makul eğlenceler arıyor."
Ayrıca dedi ki: "Başka erkekler unutmak için içerler
ama ben hatırlamak için içerim."
31
türünün izlerine dikkat et. Birbirinin aynı kocalar ve karı
lar!"
32
Artık §.şıklar, soyu tükenmekte olan türler içinde yer
alıyor, çünkü bilim onları yok olmakla tehdit etmekte.
Belki de en sonunda senin evliliğinle ilgili son sözü Stekel
söyleyecektir: "Açıkça görülüyor ki bu evlilikte sadistçe
bir hava yaratılmı§tır. Her iki tarafın da eşcinsel olması ga
rip bir tersimeye yol açmı§tır. Adam karısıyla, bir başka
kadınla ilişkide bulunan bir kadın rolünü oynamış, kadın
da bir ba§ka erkekle ili§kide bulunan erkeği. Onları birbi
rine bağlayan budur. Cinsel birle§me sırasında onu heye
canlandıran devinimler, ölümün kasılıp seğirmelerine ben
zemektedir. Ve ne tuhaftır ki, adamın §İddet fantezilerinin
aksine kadın kımıldadığında adamın cinsel gücü kaybol
maktadır. Kadın hareketsiz yatmalı, rengi solmalı, olabil
diğince bir cesede benzemeli. Böylelikle sadistçe uyarılan
adamın cinsel gücü yerine gelmektedir."
Bazı nedenlerden bu Sutcliffe'i rahatsız etmişti, "Ken
dimizi sık sık yaşlı orospular gibi görüyorum," dedi, "zil
zurna sarho§, gecenin içinde Marble Arch'a doğru sallana
rak yürüyen, kazara idrar torbalarını birbirlerinin çantala
rına boşaltan."
Çoğumuz gibi onların da, bir zamanlar doğuştan g�
len, bahşedilen ve sonra da anahtarı kaybolan bir doğallı
ğın peşinde oldukları belliydi.
34
- sessiz refakatçisiyle Constance vardı! Küçük oğlan, bakı
cıların iki kızını bulmu§, onların arasında mutlulukla otu
ruyordu. Geri kalanlar da yarım kalmış sohbetleriyle çev
reye yerleştiler ve çalışmaya başladılar; y�lı çiftçi kadın ve
onun genç yeğeni hizınet ediyordu.
Blanford'un Constance'ı gözlerken duyduğu utangaç
lığı ve sıkıntısı kadını nasıl da rahatsız ediyordu; kadın el
lerine bakıyor, adamın kaçınılmaz saf havasına içerliyordu
- ahlaki saflığının çıplak kayasına zincirlenmiş Promethe
us'un çaresizliği. Kadın ondan nefret ediyordu! Ne kadar
da kendini beğenmiş, küçük bir züppeydil
35
çekler aranmaz, ama bu biçimde de bir şeyler bulunursa
ne kadar rahatlatıcı olur, değil mi?"
"Ben modern bir erkeğim," dedi SUT, "ve genelde er
keklerin harika olduğunu düşünüyorum; ama bana göre
bütün erkeklerin en harikası ben'im. Ben yüceyim. Doğa
beni yaratırken kendi kendini tüketmiş. Ve öteki erkekler
- evet, doğanın malzemesini tükettiği açıkca görülüyor.
Onlar sadece kurbağa yavruları. Yoganın· bu inanışımı iyi�
lf4tirebileceğini mi söylüyorsun?"
"Evet. Benim sırt ağrılarımı iyileştirdiği gibi. Gereğin
den fazla şişirilmiş bir egonun basıncının neden olduğu bir
gerilimin rahatlatılması. Uzun vadede sorunlara neden ola
bilir."
"Kendimi sen, ben gerçekmişim gibi konuşuyorsun.
Ben burada bu kadar saydam hissederken sen şimdi benim
somu� olduğumu söylüyorsun."
"ilahi kitabının arasındaki kitap ayracı kadar somut�
sun; ama ilahilerin hiçbirini söyleyemezsin, oğlum."
36
sının, §ansının yarattığı katıksız mutluluktan ağlıyor.
Blanford, kadını boş inançlı biri gibi ve isteksizce izliyor
du. Kadın gür sarı saçlarına uygun, çok geniş, altın rengi
ku§aklar takmıştı ve sabit bakışlarıyla, demirlemiş bir ya
tın ışıklarına benzeyen mavi gözleri keyif doluydu. Du
dakları tatlı bir uyumla dolgunl�mış. Ama gerçekte hiçbir
zaman taın olarak orada değildi; kendi kendisine kar§ıt,
huzursuz bir zihnin iç gözlemlerini dinliyordu. Onu izler
ken ve Costance'ın gösterdiği elyazmalarına kadının yaz
dıklarını hatırlarken, kıskançlıkla onun güzelliğinin ve ye
teneğinin gerçekliğini fark etti. İçinden tatlı tatlı kendi
kendine yineliyordu: "Dayanılmaz bir mutluluğu yazmayı
düşlüyorum. Metnimi teleolojik üzüntüyle alabildiğine
doldurmak, ancak basit kutsallığını da değerli bir §eymiş
çesine korumak İstiyorum. Ruhumun uyu§ukluğunu, tem
belliğini ve sıkıntısını delebilmek için. Ama nesnelere ait
gerçeklerle ilgili bilgilerimin yarattığı can sıkıntısı beni öl
dürüyor - ters çevrilmiş beşik! Görüyorsun, hepimizin
inandığı zaman, gerektiği kadar uzun sürdüğünde yoğunla
şıyor. Zaman, matematiksel olarak kütle haline geliyor.
Her şey, inatla ve bilinçli olarak aslının tersine dönüyor.
Kozmik durağanlık kurallarının arkasına geçildiğinde, olu
şumun doğası budur. Evren sadece bundan sonrasını yapar;
bir programı yoktur, öngörüde bulunmaz, nereye gittiğini
de bilmez. Sürekli kendiliğinden oluşumdur!" Sylvie'yi
kıskanıyordu. Onun bu kadar çok şey bilmeye hakkı yok-
tu.
Constance'ın böyle bir kalbin çağrılarına kapılmasına
§�mamalıydı. Ve seçtiği sözcükler, içinde bulunduğu du
ruma çok uygundu - Lı.forgue'nin ünlemi; ''Je m'ennuie
nat.aie/1 Ama kendi kendine diyordu ki: "Tümden özgün
olmayı beklemiyordum; gizlice kendimin En Üstün Sınıf
tan olduğumu düşünmüyordum. Ama yükseklere çıkmak
için çabalamaya ve en azından kendimi tümüyle çağdaşl�
tırmaya karar verdim; çağın bütün heveslerini, zehirlerini
'Be" dotuştı.<l yılı;ınım.
37
ve gerçeklerini özümsemeye; fazla kaygılanırsam da bütün
dengelerimi altüst etme tehlikesinin olduğunu da iyice bili
yordum. Ancak kayda değer hiçbir şeyi başaramadan sade
ce devam etmek; bu düşünce dayanılmazdı. Ve yaşlılıkta,
çok yaşlılara özgü korkunç erkeklik organı hastalığıyla ha
rap olmak - bir şey yapamadan, etkisiz, ateşler içinde, yal
nız: gündelik arzu sızılarına karşı çaresiz. Hayır bu değil!"
Düzyazıda olduğu gibi tutkuda da yoğunlaşmanın de
rinliği her şeydir. Lütfen Tanrım, artık o eski zamanların
omurgasız, şiş göbekli, gülsuyu dolu romanlarından olma
sın. Çiftle§menin tadını kaçıran, sevgiye kar§ı tutumudur.
Fransızların genre constation de gendarrne olarak1 adlandır
dıkları yazı stili.
Tümden acımasız görünen gerçeklik, ne yanında ne
de karşısında olmadan, tümüyle doğrucudur. Zaman za
man kadının profilden görüntüsünü yakalıyordu, ya da ışı
ğın kaynağına doğru hafifçe dönmüş başının. Derin §eh
vetli bakışı, görkemli yağızlığı ne kadar cömertçeydi.
(Ölüler, başarısızlıklarıyla çevremizde kümelenmişlerdi.)
Sanatçının (herkesin) tek yapn1ası gereken bricolcr ckıns
l'immediat, c'est toutı!.. Kalbin, gezginci kalbin iş yükünü
azaltmak. Sutcliffe de onun düşüncelerini izliyor olmalıydı
ki şimdi konuşuyordu: "Aşkta bayağılık acı vericidir ve il
gilenenler de Ovid'in ne kadar bayağı olduğunu bilmeli
dir! Bugün reklamcılık alanında çalı§abilirdi, Madison
Caddesinin ödüllülerinden biri. Protertius, Catullus, autre
chose3," Sarhoş olabilecek kadar şarabı kafasına dikti ve iç
ti. "Şarap, güvenilmez bir madde!'' diye söyleniyordu, bar
dağını masaya bırakırken. "Ağırlık merkezleri memeleri
olan, geniş bedenli kızlart yeğlerim." Blanford karşısında�
kini gözlerken hiç de aynı fikirde değildi. Kadın beyaz
uzun boynuyla gözyaşları içinde bir zambağa benziyordu.
'Jandarm• rnt�•ğı tUtUrıden.
' H�m•n o anda bir �eyler uydurmak, o k�dorl
' B:ı§kı �y,
38
İçlerinden birisi Toby'nin tabağındakilerin çokluğuy
la ilgili bir şeyler söyleyince, o da kızgınlıkla yanıtladı:
"Büyük Perhizde domuz yemekten sakınacağım diye Kut
sal Ruhla anlaşma yapmadım."
Lord Galen'in malikanesi yıkılmış eski bir mas1 arazi
si üzerine in§a edilmişti; eski malikine geleneksel Proven
ce tarzındaydı ve bundan birkaç çiftlik binası ya da ek bi
nalar dışında pek az şey kalmıştı ve bunlar yeniden döşen
miş yeni (ve daha ziyade çirkin banliyö tarzı) evlerin aksi
n e hemen kullanılabilecek yaşam mekanlarına dönüştürül
müştü. Hasat zamanı ve kışın, en uzakta bulunan ikisi,
traktör, diskaro ve kombine hasat makineleriyle dolu olu
yordu. Ancak içinde yemek yedikleri bina genelde arızalı
makineler için tamirhane ve garaj olarak kullanı!maktaydı.
Bu rustik yemek odasının duvarında makinelerle ilgili geç
mişin bir anısı dekorasyon amacıyla bırakılmıştı. Dayanıl
rnaz bir çekiciliği vardı, çünkü benzinli motorların bulu
nuşundan en fazla on yıl sonrasına ait, açıklayıcı. bir poster
olduğu görülebiliyordu. Tanınmış bir otonıobil yapımcısı
onu müşterilerine, her garajın duvarında bulunmasının iyi
olacağını düşündüğü için tamircilerin gerektiğinde danışa
bileceği bir şey olarak vermişti. Ayrıntdı. ıashıklar, benzin
motorlarının genişletilmiş ve büyütülmü§ olarak bütün
parçalarının incelenebileceği ve işlemlerinin anla§ılabilece
ği şekilde yapılmıştı. Sanki bütün parçalar havada ayrı ayrı
uçuşuyorlardı. Bu poster sanki önünde oturan Blanford ve
Sutcliffe'e fon görevi yapıyor ve Constance da onların
omuzları üzerinden bakıp çok dikkat gerektiriyormuş gibi
inceliyordu - sanki oyalayıcı bir iş yapıyormuşçasına. Ben
zin motorunun cenini gibiydi, - insan vücuduna bütün ka
ba benzerlikleriyle, - kollarla, bacaklar, tekerlekler gibiy
di, insan bedeninin omurgası. Karter, debriyaj, büyük dış
kılık, ciğerler, bağırsaklar ...
Tabii ki bu düşüncelerin bir kısmı Blanford'un oyun
cak atına aılayıp benliğinin Batıya doğru uçup gittiği za-
1 Çiltli!<.
39
manlara aitti. Constance gerçekten de onun düşüncelerini
taklit eden sesini duyabilirdi. "Ansızın insan iradesi bede
ne yayıldı, benlik başıbo§ kalıp doğaya ha§ eğmek yerine
ona hakim olma arzusuna kanar açtı. Çok önemli bir an,
Aristoteles'in §aman Empedocles'in ayağını kaydırıp eğit
meni olduğu Büyük İskender'in akıl babası olması gibi!
Buna karşın, eski simyaalar insan bilincinin bu olağanüstü
sapmasının, bu çekim tadının peşinden gitme tutkusunun
nelere yol açacağını biliyor olmalıydılar. Bildiğin gibi, Ti
bet, tekerleği bile reddetti, bu İ§İ olabildiğince engellemek
ister gibi. Açıkçası hareketli tekerlek üzerine kurulmuş
böyle bir bilinç tarikatı tümden sarho§luk sözü vermekte
- sanki Mephisto'nun yöneteceği bir sinek ulusu! Bu ara
yış, ne denli şiirsel ve gerilimli, çelikten yapılmış bu yarı
§an İnsan taslağı ne kadar güzel; bir kıvılcımla hareket
eden, soluk alan, silindir akciğerler, yanan oksijen ve artık
ların cüruf veya duman halinde insanınkine benzer bir
anüsten dışarı atılması. Zihinsel gerginlik ve narsisist aç
gözlülükten; kendini sevmek, kendini beğenmişlikten -do
kunmuş bir ate§ arabası. Bize hızın, yolculuğun ve sonun
da kaçı§ orgazmının dayanılmaz yalnızlığını getirdi. Senin
dediğin gibi, onları meyvelerinden tanıyacağız. Dinginlik
getirmediği gibi, altına kar§ı duyulan, yerinden oynamı:i
simyasal bir susuzluk en güvensizleri, Yahudileri, kendine
çekmiştir ve bize Lord Galen'i, Dünya Bankasını ve Mark�
sist değer teorisini getirdi... "
Sonra da bir çaresizlik duygusu kabarmasıyla, kendi
ne özgü bir biçimde ekledi: "Aman canım! Belki de sonun�
da bir manastırın günahkarlar hücresinde günahlarımın
karşılığı olarak Jüpiter'in Ay'larını sayıp sone!erle ünümü
düzeltmeye çalışarak geçireceğim... " Ancak şema, Cons
tance'ı o kadar etkileyecekti ki, zaman zaman onu düşle
yecek, bazen de bu §emayı ceninin çeşitli evrelerdeki bü�
yüme durumunu gösteren, ayrı parçaları sayfanın üzerinde
serbestçe yüzen, embriyolojik bir resim ile karıştıracaktı.
Ama Blanford konuştuğunda onu içtenlikle alkışladt: "An-
40
cak, şimdiki halimiz ne kadar <ijağılık olursa olsun, çok
geç olmadan yolumuzu defiştirmemiz ne kadar arzulanır
sa arzulansın, Vedanta'dan ya korkakların saklanabileceği
bir delik ya da bir ağlama duvarı yapmaya çalışanlara act
yorum. Ancak yazgı yazgıdır ve bizimki bizleri de birlikte
taşıyarak Batıya uygun bir şekilde kendini çözümlemeli
dir. Belki de iradeyi yakalamaktan vazgeçmeye ikna edebi
liriz, ya da edemeyiz. Kişisel olarak benim umudum yok,
buna karşın bir dayanak bulamamaktan ku§kuluyum. Ha
la birkaç §eye inanıyorum. Biri de sensin."
Constance bunu hiç yanıtlamadı, sadece yürüyüp oda
dan çıktı; ama gözleri yaşhydı ve Blanford bunun farkına
vardığında yüreği karmaşık duygularla çalkalandı.
Ama Sutcliffe'in sert yanıtı da duruma uygundu. "Ka
baca karşıt düşünüş", diyordu, 11ikinci sınıf bir kafanın ݧa
retidir. Kefaretini ödememiz gereken bir şey varmış gibi
davranmak tehlikeli olabilir - bu sadece bir gösteriş olur.
Eğer hiç Kaşmirli bir tüccar veya Bengalli bir bunia ya da
Hintli bir işadamı gördünüzse, Batının maddecilik ve ken
dini beğenmişlik üzerinde bir tekel olmadığını fark etmiş
sinizdir. İşte böyle!"
Tabii ki bu doğruydu ve Blanford bunu zihninin de
rinliklerinde biliyordu. Onun yorumu fazla sıradandı. So
nuncusunu şimdilik bir kenara bıraktı. Hazırda daha
önemli şeyler vardı. Ertesi gün, Sylvie ilacın etkisiyle öğ
len uykusuna yattığında Constance'ı bir kenara çekip ko
nuşma fırsatı yakaladı: "Sen Tu Duc'ta bulundun, ama bu
konuda hiçbir §ey söylemedin. Hala ayakta olup olmadığı
nı bile bilmiyorum. Sormaya cesaret edemiyorum," Cons
tance kızarmı§tı, ani yakınlıktan §aşkınlaşmı§tı. Sylvie'nin
varlığının, bütün herkesin statıtS quo ante2'ye dönmeleri
konusunu unutturmaya başladığını fark etti. B!anford ken
disiyle aynı çatı altında yaşamaya dayanabilecek miydi?
Constance'ın, Elanford'u zorladığı şey bağı§lanamazdı ve
'Buda ile Brahrna'yı birleştirmeyi öngö<•n bir Hinı felsc:fc;i.
'ônc•kidl.lfuııı.
41
o bunu biliyordu. Ansızın pişmanlıkla, Blanford'un kolu
nu eskiden olduğu gibi sevgiyle yakalayıp yanıtladı: "Sev
gili Aubrey, evet, her şey yerli yerinde ve iyi durumda, ye
ni Blaise çihinin daha az çalışacakları, daha iyi bir iş bula
rak kuzeye giderken yaptıkları onarım sayesinde. Her şey
eskisi gibi."
Aubrey ona merakla ve neredeyse sevecenlikle bakı
yordu. "Ve o da arda mı - neyi kastettiğimi biliyorsun?"
Evet, biliyordu; Freud'un eski güve yeniği kanepesi, Sut
cJiffe'irı bin yıl önce Viyana'dan kurtardığı analiz divanı.
"Evet, kesinlikle öyle! Dolguların dışarı uğradığı küçük bir
fare deliği var, ama kolayca onarabilirim." Uzun bir sessiz
likten sonra Constance'ın beklediği ama korktuğu soru
geldi. "Hepimiz birlikte mi yaşayacağız ve eğer öyleyse,
nasıl?" Soruyu; hemen, an�ızın, özür belirten bir başlangıç
olmadan yanıtlamaktan çekiniyordu - Blanford'un sesi o
kadar çok bastırılmı§ duygu yüklüydü ki. "Şimdilik ona
Livia'nın odasını vermeyi düşündüm. Çok sevmiş görünü
yor ve kanepeyi orada tutup tutamayacağını sordu, şimdi
artık öyküsünü de biliyor. Onu da çok sevmiş görünüyor.
Aubrey, bunlar dengeleyici etkenler, anlayacağını ve yar
dımcı olacağını umuyorum. Lütfen yapacağını söyle."
Uzun uzun ona bakıp yavaşça başını salladı. "Sizinle
birlikte yaşamaya dayanıp dayanarnayacağıma bakmam ge
rek, şimdilik geçici görünüyor. Ama, sevgilim, kesin bir
tavır alamam; böyle bir şey yapamayacak kadar çok sevi�
yorum seni. Ama bütün bunlar ne büJ'Ük bir �ok. Ve sanı
rım Cade Sarn'in eski odasını alacak." Constance başını
salladı: "Eğer İstersen."
"Galen gitmemizi İstemeyecektir; çevresi insanlarla
dolu olmalı, yoksa korkuya kapılıyor ve kendini yalnız
hissediyor!"
"Bilivorum. Ama kısa süre sonra Felix ve Prens bizim
'
yerimizi alacak. Aubrey, umarım bunu kabullenebilir ve
sabırlı olursun." "Ben de öyle!" diye yanıtladı, ancak sesi
pek inandırıcı değildi, ama gerçekten başka seçenek de
42
yoktu, çünkü başka seçenekler yaratabilecek kadar zengin
değildi. İçinden yazgının bu yöne dönüşüne küfredip söy
leniyordu: İşin en acıklı yanı da Constance onun bütün
bakımını üstlenmişti, masaj ve yoga ve elektroterapi dahil.
Çaresizlik ve düş kırıklığı içinde bir süre sessizce, birbirle
rine bakarak oturdular. Constance öykünün geri kalanına
devam edip etmeyeceğini ve bu olağanüstü, gerçekdı�ı, b<l.§
kalarına olduğu kadar kendisine de şa§kınlık veren ilişkiyi
anlatıp anlatmayacağını bilemiyordu. Kararsızdı. Sorun
yüzeysel görünümünden daha ciddiydi, mesleki kaygılar
da kaçınılmaz bir biçimde İşe karışmı§tı. Belki de en so
nunda Montfavet'deki akıl hastanesine, sava§ yıllarında
pek çok §eyin geçtiği ve arkada§ı doktor Jourdain'İn hala
yönettiği yere yönelmesi gerekecekti. Geleceğini bildir
mek için ona telefonla haber vermi§ti ve o da ayrıcal ıklı
bir gülümsemeyle (çünkü adam onu her zaman sevmişti
ama söyleyemeyecek kadar utangaçtı (bir Fransız için ol
mayacak şey)] dünyaya hala bir Edinburg tıp doktoru ol
duğunu anıınsatmak istercesine eski kolej ceketini giymiş
ıi. Kadını her zamankinden daha genç ve güzel bulmaktan
duyduğu ınutluluğu belirten ünlemleri içtenlik doluydu.
"İltifatçı!" diye konu§muştu Constance, ama Jourdain b�ı
nı sallamı§, ağarmakta olan saçlarını göstermݧtİ. Evet, ol
dukça yaşlanmı§tı ve son defa gördüğünden çok daha za
yıftı. "Otur, seni son gördüğümden beri olanları anlat,"
demi§tİ. Sonra da bunun ne derece olanaksız olduğunu
fark edip gülümseyerek ekledi: "Tercihan tek bir sözcük
le!" Bu çok uygun dü�mܧtÜ; Constance da onun gülümse
mesini ve rahatlığını yansıtabiliyordu ama aslında anlattık
ları acı doluydu. "Bunu yapabilirim," diyordu, "ve sözcük
de... Sylvie. Korkunç bir hata yaptım. mesleki bir kusur
aynı zamanda. Bir çıkmazın içindeyim. Senin önerini isti
yorum, buna gerek duyuyorum!"
"O nerede?" diye sordu Blanford. ''Seninle mi?"
"Evet. Ama sevgilim olarak, hastam değil." Sesindeki
hıçkırık Blanford'u şaşırttı ve eğilerek Constance'ın elleri-
43
ni ellerinin içine aldı, şruıkınlık ve üzüntüyle göz.lerinin içi
ne bakıyordu. Hafifçe ıslık çaldı. "Ama bütün önlemler
den sonra... Hindistan... Gerçekten, düşündüm ki... "
Constance bruıını sallayarak konu§tU: "Her §eyi sırasıyla
anlatmalıyım - bu korkunç ve şruıkınlık verici sapkınlığı
bağışlatamayacağımı biliyorum. Gene de nereden başlama
lı?"
Gerçekten de nereden?
Bunca yıldan sonra buraya tedavi için değiJ de ahlaki
danışma için gelmek ne kadar alçaltıcıydı - Schwartz'ın
daima Fransız psikiyatrisinin önemsenmemiş baisodro
me'1u dediği yere! Bütün kötülükleri kabullenmek için ya
pılan bir konuşma! Constance pi§manlıkla güldü. "Ama
yanlış giden ne oldu?" diye soran Aubrey'ın §a§kınlığı hala
geçmemݧtİ. "Her şeye rağmen, durum ilk defa ortaya çık
tığında hepimiz. kusursuz bir mesleki coşkuyla hareket et
mi§tik. Senin Hindistan'a gittiğin söylenmişti ve yerini
hen almı§tım. Sonra da o Cenevre'ye gönderiJmjşti, _5ch
wanz'ın bakımına. Sonra ne oldu?"
"Schwartz'ın intiharı seçtiği güne kadar bu uygulama
iyi gitti ve daha iyi birisinin olmaması nedeniyle dosyayı
ben devraldım. Hindistan'dan geri dönmüştüm ve onunla
adeta tekrar yüz.· yüz.e geldim. Dü§ünebileceğin en acıklı ve
dayanılmaz dönüştü bu. Temelde eşcinselliğe pek yüz.eye
çıkmamış, üstünde durulmamış bir yatkınlık olmalı, ama
bunu harekete geçiren, yeterince açıklayıcı olmamasına
karşın, sadece çok eski ve candan bir arkad�ı o1an Sch
wartz'ın ölümüydü. Anlruıılmaz! Anlatılamaz!"
"A§k böyledir!" demişti Jourdain, pişmanlıkla Cons
tance'ın öne eğik sarı§ın ba§ına ve düş kırıklığı dolu gözle
rine bakarak. "Aşk değil tutkuydu - budalaca nitelemeleri
mizin ne önemi var? Sadece suçluluk ve utanç duyuyorum
- hiçbir zaman kapılmamalıydım, ama yaptım."
"Ve şimdi?"
'(Fr.ı.rıu.ıca) Cinsel bııluımal:ı.r yarılon yer.
44
"Ama daha kötüsO de oldu," diye devam etti, "daha
başka, tuhaf bir deneyim beni bekliyordu. Bu deneyime
öyle vahıi bir yoğunlukla bağlann1 t§tım ki, sanıyorum bi
raz aklımı kaçırmıştım. Onsuz soluk alamıyor, uyuyamı
yor, okuyamıyor, çalııamıyordum... Evet, ama bütün
bunlar (arkadaşlarımın çaresiz yüzlerini görüyorum) -
45
hassas bir dengede duran akli durumunu tekrar altüst etme
korkusuyla anık duyumsamadığım bir sevgiyi taklit et
mek zorundayım. Eğer b u hem acı verici hem de alçaltıcı
olmasaydı gülünç olurdu. Görüyorsun o çok değerli, hepi
miz için değerli, yeteneği, hatta dehası. Bunları tehlikeye
atn1aya hakkımız yok - en azından ben buna cesaret ede
mem. Diğer yandan kendimi taşralı bir ev kadını gibi gö
rüyorum, sütçüye aşık olan ama bunun için boşanmayı da
göze alamayan! Bunu Sutcliffe'e anlattığımda gülmekte
haklıydı; acıyacağına §öyle konuşmu§tU: 'Sizin polislerini
zin harika olduğunu dü§ünüyoruml' Londra'daki o ya§lı
Amerikalı gibi. Sanırım haklıydı."
"Ama bir noktada gerginlik olmadan ailenizin bunu
nasıl çözebileceğini de bilemiyorum."
"Ben biliyorum."
"Menage veya marıege! ' Sorun bu."
"Yardım et!01
"Nasıl yapabilirim? Bunu yaşamalısın."
"Biliyorum." Saatine bakarak ayağa kalktı Constance.
"Geri dönmeliyim. Ama görüyor musun? Konuyu ortaya
koyduğum için §İmdiden kendimi iyi hissediyorum, görü
nürde bir çözüm olmadığını bildiğim halde - nası! olsun
ki? Bu beniın kendi sorunum, bunu kabullenıneliyim. Ay
rıca bu durumun sonsuza kadar uzamayacağını da görebili
yorum. Şimdilik sadece bekliyoruın."
"Zavallı meslekta§ım," diye kuru aına içren bir sesle
konu§tU. Sesinde herhangi bir alaycılık yoktu - çünkü o
da, Blanford'un kadtnı başı önünde gözlerini kaçırırken
her gördüğünde duyumsadığı keskin acıyı yüreğinde duy
mu§tU. Ama o hiç olmazsa Constance'ın, Jourdain'in iyili�
ği için açıkladığı geli§melerden haberdar değildi. Bütün
bunlar hakkında ne dü§ünebileceğini bilmek zordu; CO§ku,
acıma, dehşet? İnsan kalbinin dağarı çok geniş, gerçek bir
kiler gibi. Kadın arabasını, geçmݧİn pek çok anısını barın
dıran küçük, beyaz bir kilisenin ve sessiz ağaçların olduğu
'"Ail•, k•fl k"""' ya d..ı 'bini�ilik alanı {oyun)'.
46
küçük meydanda bırakmıştı. Jourdain ondan, yakınd<.
evinde birlikte yemek yeme sözünü de alnıı§tı.
Bir süre durarak küçük meydanın havasının kendisi�
ni, beynini etkileınesini bekledi.
insan geçmişi düşündüğünde yaşam ne kadar uzun gö
rünüyor, özellikle savaşla boşa harcanmış onca yılları ve
getirdiği acıları anımsadıkça. Arkadaşı Nancy Quiıninal de
bu kiliseyi ziyaret ederdi. Ffites votives1 sırasında küçük çi
çek buketleri getirirdi kiliseye, Montfavet Köyünde doğ
mU§ ve o kilisede din dersi sınıftna devam etm� olan Y3.1lı
bir teyzesinin adına ve o zamandan beri de kilise hiç değiş
memişti. Constance kapıyı denedi.
Uzunca bir süre bir bankın üzerinde oturdu, neredey
se soluk almadan kalp atlşlarını saytyordu. Savaş yıllarının
korkunç yılgınlığı henüz silinmediği gibi, sorunlarıyla bir
likte şimdiki zaman da ümitsizce yavan görünüyordu.
Geçmişteki ilan2 ve iyimserliğin bir kısmını olsun yakala
yabilmek için çok erken mi gelmişlerdi, ölümcül bir hesap
yanlışı mıydı? Daha önce nıutlu olduğu bir yere insanın
geri dönüp tekrar aynı şeyleri aramaması gerektiği belki de
doğruydu.
Üzerine bir hüzün dalgası yayıldı ve inançsız olması
na karşın, bir an kendi başına gelen sefil olaylar için dua
etmeyi düşündü. İçinden gelen bu tepkiye güldü, ama re
simdeki seyircilerin önünde dururken haç çıkartarak bunu
dengeledi. Kim bilir? Burası Çingene ülkesiydi ve dindar
lık bir grigri gibi etkili olabilirdi ... Sonra da ödünç aldığı
arabaya binip Blanford'la birlikte alışveriş yapması için ka
sabada bıraktığı Sutcliffe'i almak ii.zere geri döndü.
Ama buluşmak üzere sözleştikleri nehir kıyısındaki
küçük tavernaya geri dönüp de her ikisini sarhoş buldu
ğunda çok siniriendi - ölümüne sarhoş değillerdi, ama �1-
nltğın ilerlemiş bir yerlerindeydiler. Blanford az da olsa
tutarstz ve anl�ılmaz olduğunda çok rahatsız edici olabi-
1 (Fr:unızo.) Bir kili�o l>lllgeı;inin <!l'mi�inc adon:llı ıcnlik,
'Au!ım.
47
lirdi, Sutcliffe ise tamamen anl�ılmaz oluyordu. Köylüle
rin riquiqui dediği o berbat içkiden, çe§itli zehirli maddele
rin karışımından oluşmuş ate§ suyundan içiyorlardı.
"Aman Tanrım!" diye kaygıyla söylendi. "İkiniz de sar
h�sunuz!" Buna her ikisi de büyük blr coşkuyla karşı çık
tı, ama anlamsız konuşmaları durumlarını ele veriyordu.
"Au contraire 1 , sevgilim," diyordu Blanford, "benim dün
yamın sona erişi işte böyle, bir patlamayla değil, ama bir
Werther'le. İlk kez bunun tadına baktım. Aşağı tabakadan
ama çok avutucu. Vive, le.$ en/ants d11 godmichetl2" Sutcliffe
ansızın söze girdi, "Ben de bu dileğe bütün ciddiyetimle
katılıyorum. Biliyor musun, birkaç yüzyıl kent ününü
sürdürmü�, çünkü on iki kilise İsa'nın gerçek sünnet deri
sini kutsal emanet olarak saklamış. On iki değişik sünnet
derisi ama her biri de gerçek ve hakiki... " Constance'ı bek
(erken vakit geçirmek için oynamayı dü§ündük!eri kartlar
paketiyle bir kenarda duruyordu. "Bir salgı geleneği,"diye
Blanford ciddiyetle, düşünceli söylendi ve arkad�ı devam
etti: "Ben bu sözü duyduğumda saç spreyimin emİıiyet
mandalına uzanıyorum. Nüfus arttıkça kişiliksizlik düzeyi
de yükseJjyor. Bizim yerimize kim ölecek? Bir keresinde
yeni açılmış bir mezarın görüntüsüne dayanamadığını fark
etmiş bir papaz tanımıştım; ciddi bir bunalım geçirmişti.
Doktoru yatıştırmak istercesine demişti ki: 'Doğuştan
kaygılı birisi için, kaygılanacak bir şey olmaması kadar
kaygı verici bir §ey olamaz.' Zavallı papaz ırmağa atladı."
Blanford satın aldığı §eylerle oynarken, "Romanda seni öl
dürdüğüm zaman konuyla ilgili bazı belirsizlikler bırak
mak isten1iştim," dedi. "Senin cesedin ve atınınki Arles'de
kıyıya sürüklenmi§tİ . Ama polis kıyıya sürüklenmݧ cese
dindeki diş izleriyle Londra'da di§çindeki kayıtların birbi
rine uymad.ığınJ bulmuştu. Hoş bir muamma!"
Ama Blanford'un hakkını vermek gerekirse alkolün
kısa süreli avuntu veren çekiciliğinin altında, Constance'ın
'T"m ıer<ino.
'y�..ın godmicheı !i"oukları!
48
kendisini terk (doğru sözcük buysa) etmesinin ve Sylvie'ye
bağlanmasının yarattığı derin kimsesizlik ve bo§luk duy+
gusu vardı. Gelecekteki a trois1 ya§amları hakkında bir
programa gelince... aşırı derecede sorunluydu. "Tu Duc'u
ziyaret büyük bir ıstıraptı," dedi Sutcliffe'e. "Çiy altındaki
büyük elma bahçesi, elmalar rahibelerin popoları kadar sı+
kı ve tatlı. Ne tuhaftır ki ilk horozlar öterken oraya var
dım - bahar bütün Avignon'a benim boyn112lanmamı ha+
ber vermek İster gibi gelmi§ti!"
Büyük zorlukla erkeklerin ikisini de arabaya geri gö
türdü. Sutcliffe yeminle koltuk altlarının riquiqui koktu+
ğunu söylüyordu. Ama yine de Constance'a boyun eğecek
kadar yumu§ak b�lıydılar.
'Oçltı.
KIPIRDAYAN PARMAK
Günler zoraki bir canlılıkla geçerken, Constance,
Blanford'un terk edilmekten ve bunun getireceği sonuçlar
dan içten içe korktuğunu fark etti. Blanford, bir hayli faz
la içmeye başlamıştı ve tabii onu izleyen ikinci benliği ve
ikizi, Toby ile çok iyi arkadaşlık ediyorlar, ancak mizah
duygusu oldukça kısıtlı olan Lord Galen'e sıkıntı veriyor
lardı.
Oldukça §<l§trtıcı görünse de, alkol onun yeteneğini
canlandırıcı bir etki yapmış ve sıradan görünen kitabı bir
kez daha Sutcliffe'in deyimiyle yüksükler ya da dağınık
düşünceler, Blanford'un deyimiyleyse ipliklerle dolmaya
başlamıştı. �öyle yazmıştı: "İnciler iplik olmadan da var
olabilirler ama roman bir elişidir ve incileri değil, ama
okuru bağlayabilmek için ipliğe gereksinim duyar! Henüz
işlerımemiş birçok büyük konu vardır. Her yeni çağ, yeni
konular yaratır. Biz!er için şu gibi düşünceler: Çarmıha ge
rilİ§İ seyreden kadınlar ne düşünmüşlerdi? Pitagoras'ın kı
zının olduğu gibi, Buda'nın da karısının onların ilk mürit
leri olduğu söylenir. Onlar bir zamanlardı! Ya da konuyu
değiştirmek için: Bir Ispartalı, Thermopylae'den daha
uzun yaşasa ne çıkar? Ölmesi için orada bırakılmış ve düş
man gittikten sonra kendine gelmi§tİ. Ama katliamdan
kurtulmuş olmasının yarattığı kine, kaçak olduğu kuşku
suna dayanamıyordu. Çaresizlikten kendini öldürdü. Ka
dınlardan korkan bir Don Juan? Cuma'nın gözüyle Cru-
50
soe? Freud açısından İ sa'nın y<l§amı ve bunun tersi?" Sutc
liffe söze karıştı: "Ve aşk? Aşktan ne haber?'' Yeni ruh hali
olan üzü_ntü ve suçlu uz!�mazlık içinde Bl�nford §öyle di
yordu: "insanların en büyük yanılsaması. Uzerine kondu
rulan öpücüklere değmez! Domuzun önüne konmuş inci
ler gibi, öylet"
"İdeal çiftin 3.§k öyküsünü hayal ediyorum. Kızın adı
Rosealba olacak, eğer gerçekten var ise gerçeği görebilme
yetisini havaya uçuracak. Erkek - ona henüz bir ad bula
madım, ama o gerçek bir �k yumağı, b.em çarp1p hem s1z
lanan ölüın ürünü. Her şeyden öte bu, olağanüstü bir evli
lik. Her sabah erkek kadına bilmediği bir şey anlatıyor.
Her akşam erkek, kadının avucuna öyle büyük ve sıcak
bir şey koyuyor ki kadın düşüncelere dahyor. Her şeyi sa
dece onaylamaktan ölmek üzereler. Kadın erkeğin kalbini
görkemli bir körlükle dolduruyor." Blanford karşı çıktı:
"Bunun modası geçti, Romanın yeni, farklı görüntüsü da
ha ba;ka. Bütün ins.ru:ılar bir büyük insanın parçaları ya da
daha küçük .insanlardan oluşmuşlar, gerektiğinde büyüyüp
küçülebiliyorlar. Bütün olaylar aynı olayın değişik açılar
dan görünümü. Çalı�ma üst üste konmuş görünümlerin
tekrar tekrar kullanıln1ası haline gelml.§. (Aman Tanrım!
Ne kadar üstün, ödüle değer bir can sıkıntısı! Bununla bir
likte avec cela j'ai fait morı mielJ1
"Dördüncü yüzyılda Te
baililer erkek erkeğe cinsel ili§ki uygulamalarıyla tanınır
lardı - bunun dı§ında çok y�amsal bir askeri bulu§la, Yüz
elli homoseksüel çiftten oluşan Mukaddes Birlik Pelopi
das'ın komutasındaydı. Düzenli askeri birliklerin içinde
Corps d't!lite1 idiler ve tek kalıcı birlik. Belki de senin
Thern1opylae'den kat;mı§ olan lejyonerin ba§ka nedenler
den intihar etmiştir: sevgilisini yitirmek gibi."
"Belki de. Shakespeare'in bazı dizelerini anımsadım:
'Sevgilimin poposunun dayanak noktaları/Gelecek bir ka
busun garantisidir."
' Balımı bununla yaptım.
' &ı .şeçkin birlik.
51
"Pelopidas."
"Sabah kalktığımda yaptlğım ilk iş üniformalanmı
saymak ve bir hafta süreyle konsolos olduğum Yukarı
Moğolistan'ın Büyük Kurdelesi başta olmak üzere nişanla
rımı gözden geçirmektir. Nişan verilmiş bir sanatçının gö
rünümü müthiştir. Şair de güven verici sesler çıkartmalı
mı? Mımm, evet lütfen!"
"Deniz kabuğu gizemli bir telefondur. Sadece deniz
1
kabuğunda gizemli, toc sonore 'yi duyabilirsin ve sanatta
düzenli düzensizliğin geçerli olduğunu fark edersin; bu yü
celik ne kısıtlayıcıdır ne de savurgan. Sonuç olarak ber so
lukta, her kalp atışında, her düşüncede tüm evren gücünü
tekrar tekrar gerçeğe yatırır. Sevgili arkadaşım, bu atak ke
limeler bana uyku sırasında dikte edildi."
"Yeni plastik kadın heykeller döneminde bizlere ka
dınları çığlıklarının ortasında değiştirme izni verilecek.
Böylece ölü farelerden eteklikli gizli bir tanrıçayı onurlan
dıracağız! Ah, en iyisi sen bu mektubu okumadan ylrtıp
at. Constance, senin bu kadar güvenmediğin peygamberli
ğin ikinci kademesine zorlanmadan geçildi. Yaşlı bir atar
damara giren hava kabarcığı gibi yaşamıma kayıverdim.
Bir gün patladım ve onun için öldüm. Bir anevrizma gibi
patladım."
"Petrol için Tanrı'ya şükredelim. Duyarlı İnsanlar
olan Araplar, başkalarının tablolarını satın aldıkları gibi,
kadınları da satın alıyorlar. Tablolar da bacaklarını açabil
selerdi, onları da alırlardı!"
Ancak bu şaka, içindeki denetleyicinin derin mutsuz�
luğunu gizleyemiyordu. "Kendimi sürekli seks ışınları ya�
yıyormuş gibi hissediyorum- terk edilmiş bir gübre yığını
gibi!" diyordu uslanmaz Sutcliffe. "Ayrıca, beni aşırı dere
cede rahatsız ettiği zamanlarda Ga!en'i ağlatman1n b.ir yo
lunu da buldum. Ölmü§ kedisi 'wombat'tan söz edilmesi
onu hemen ağlatıyor. Bıçağı kanırtıp 'eski güzel günler
den' söz edince de mendilini çıkartıp, 'Devam etme: çok
'Çınılulı bir uk.
52
mutluyduk. Şin1di kendimi kaybolmuş sanıyorum. Hün
gür!' Yüce düzenleyicimiz çok fazla etkilenebiliyor."
"Öteki sorunlar. Kendini kendi özsaygına kar�ı nasıl
savunacaksın, hı? Kayıtsız olduğun zaman nasıl öyle görü
neceksin? Bunun bir yöntemi olmalı. Bir Hıristiyanın
amacı iyi olmak, Budistinki ise hür. Değişik frekanslar.
Ölüm gitgide yakla§tıkça, varlığını arkadaşların kaybıyla
duyuruyor, farklılık daha da belirginleşiyor, insanlar daha
fazla yangın sigortası yaptırıyor. Sanata ya§am sürekliliği
veren gizemli kökün gücü duyunısanabilir ve mimarlık sa
natının terimleriyle anlatılabilir, ancak yaratı!ı§ı ve özü gi
zemli kalır - ba§ı ve sonu belli olmayan karanlık bir nehir.
Kağıda dokunan kalem sadece kesişme noktasını işaretler.
Ama dönemin sanatçıları alçakgönüUülük göstermeden
mimarlık sanatını kullanmaya başlarlarsa onların dokudu
ğu iplikleri kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.
Wagner, Picasso - duaları kaydedilip neredeyse siyasi dü
zeyde bütün dünyaya yayınlanan makineleştirilmiş müez
zinler gibi. İçtenliği kaybolnıu§, bedensel zevk alı§veri§i
hiç yok. Mikrofon araya girdi. Sanatçıya gelince... zavallı
adam, doğumundan hemen sonra var olmanın bilinciyle
kendinden geçer, korkuya yenik dü§er ve benlik, çöküntü
yü önlemek için kendini kat kat koruyucu duygularla he
men sarmalamaya başlar: soğan gibi kat kat koruyucu ön
lemler. Mumya gibi sargılarını açıp zavallı benliği ortaya
çıkarmaya çalışmakla da yaşlı Buda'nın yapmak istediği
buna karşı koymaktı - sinirli kavgacı tepkilere. Önemli
bir şey keşfetmi§tİ, ama insanları doğanın tehdidinin alda
tıcı olduğuna inandırmak zordu. Ama bir kez de gerçeği
anladılar mı huzur etraflarında halkalar gibi yayılır. Ancak
İnsanın kendisini tamamıyla korunmasız, hatta ölün1e kar
§J bile açıkta bırakması, tümden bir sanattır. Bir kez tam
anlamıyla her şeyi öğrendiğinde, artık hiçbir şey pek fazla
anlam ta§ımaz, artık her şey açığa çıkmıştır. Görüyorsun
ki zararsızlık en üstün iyiliktir."
"İyi sanat hiçbir zaman yeterince açık değildir."
53
"Nasıl olabilir ki? Bir töresi yok ki. Bir gülün sergile
diği güzelliğin düzenini bozamazsın. Ah! Kutsal Belirsizlik
Kuralı zamanın her saniyesini mucizevi kılar; çünkü yara
tılış zorunludur, kaprislidir, anlıktır. Ne önceden dü§ünül
müştür ne de son�adan."
"Her iki saniyede bir, beyin özürlü biri doğuyor.
Ama ben bütün evrenin sırtını sıvazlayıp bağırıyorun1,
'İyi becerdin, eski dostum, iyi becerdin!"'
"Maymunun bitleri, papazın da tespihi önemlidir.
Bunlara kar§ın bir yerlerde Büyük Planın var olduğuna
inanıyorum. Çok büyük bir duvar haritasının üzerinde,
girişlerimiz, çıkışlarımız, şekillerimiz, doğamız, geleceği
mizle ilgili düşünülebilecek bütün bilgilerle donatılmıştır.
Bundan eminim!"
"Bana zavallı Quatrefages'i anımsatıyorsun!"
"Evet. Ve onun büyük Templar1 haritasını. Montfa
vet'nin güvenlikli kalelerine çekildi- la vie en roşe2 Galen'i
bulunabilecek Templar hazineleri olmadığına pek inandı
ramadı, ama neredeyse başarıyordu bunu. Asıl gizil hazine
Kutsal Klseydi, sezginin çiçeği. Önceleri Ortadoğıı' da out
remer3 çok yaygın olan Gnostisizm'e bulaştılar; ikinci ve
kesin olarak da yoga'nın uygulamalarına - bellerine bağla
dıkları sazdan örülmüş iplerin açıkça gösterdiği gibi. Kato-
!ikler çok haklı - onlar sapıtmışlardı ve onların uygulama
ları Katolik dünya için bir tehlike yaratmıştı."
"Bu sonuçsuz araştırmaya onca para yatırdıktan sonra
Galen üzüntüden kendini kaybetmiş olmalı. Prens de ken
dinin bu kumpasa dahil edilmesi için yapılan konu§malara
kandığı için. Gelecek hafta geldiğinde göreceğiz."
"Ba§ka bir şey bulacaklardır - dullar ve yetimler için
yeni bir yoL Sav31 o kadar çoğunu yarattı ki."
"Erkeksiz bir dünya - bizler ortaya çıkmadan önce
nasıldı diye sık sık düşünüyorum? Belki de a�açlar asıl in-
' l l 18'dc Kudlls'te hacıları ve l!o'nın mezarını korumak iı;in kurulmu�dini ve "'kcri tı.·
rikaı.
'To2p<mbc y•ı•m.
'0.-niı öresi.
54
sanlardı, insanlığa geçiş. İnsan, suyla karıştırıldığında top
raktan fışkırdı. Bitkisel yaşamın sorgulanamazlığına geri
dönmek için duyulan mistik arzunun nedeni - kaygısızlık
meyvesi - çözülmeye doğru düşüşü yeniden yakalamak
için, beden ve ruh üzerinde çekim dediğimiz gücü yansıt
mak için. Buna ne diyeceksin? Kusursuzluk - kusursuzluk
fikrinin asıl oluşumu az bulunurluk, azlık ya da yokluktan
gelir. Doğanın güçlü mutasyonları cinslerin evrimini özen
dirip pek çoğunu ender olana doğru yönlendirir. Ah! Bey
nin eski dilenci çanağı! Belki de ilk balıklar suda eriyebilen
cinstendi ve suyun sürtünmesine karşı koyamadılar ama
zamanla irade gücü ve merakla hayatta kalmayı öğrendi
ler. Ve filler de alçak.gönüllü uzay gemileri gibi yere değ
meden havada dola.§tılar... "
"Daha sonra insanlar �eldi. Kadın erkeği üfleme cam
gibi rahminden üfürüyor. !kisinden zayıf olanı erkek, er
kek gerçekleştiriyor gibi olsa da kitapları asıl yazan kadın.
Buna kar§tn onun spermleri en yüce belge. Kalitesi dü§tü
ğünde kadın beslenme bozukluğundan, ruh açlığından has
talanır, bir cins vampirlik onu etkisi ahına alır. Anlaşma
nın temel taşı olan çift, tehlikededir. Uzlaşılan, sezgiden
doğan cinse! bağlanmadır."
"St. Augustine, şamar oğlanı yaptığına mektup yazıp
Kutsal Ruha küstahlık etmekte bir bakıma haklıydı. Hak
lıydı - söyleyenler bilmez, bilenler de söyleyemez ... Bun
dan çıkan sonuç da Allahın belası İnsanlar hen1 bilmezler
hem söylemezler, ama en çok gürültüyü de onlar yapar
lar."
Bu noktada Lord Galen patladı, ellerini çırparak ko
nu§tu: "Bugünlük bu kadar yeter Aubrey. Öğlen yemeği
masada hazır ve kendi topladığımız mantarları yiyeceğiz."
55
üç
PRENS GELİYOR
Galen, insanın kalbini burkan öyle bir duyguyla yal
varıyordu ki Constance ona acıdı ve Prens gelinceye kadar
kalmaya karar verdi; sonunda Prens, yanında Felix Chat
to'nun yepyeni bir uyarlaması çıkageldi; feleğin çemberin
den geçmݧ Latin Amerika Cumhuriyetine atanmayı bek
leyen, çiçeği burnunda o genç hariciyeciydi. Ancak Prens,
İngilizlerin en son karşı saldırılarında, gizli karde§lik· üyesi
yirmi be§ ki§İyi bir ku§kuya dayanarak, etkinli�lerinin po
litik, aynı zamanda, yıkıcı olduğu gerekçesiyle tutuklaması
yüzünden berbat bir ruh hali içindeydi. Ama kendi payına
Constance'ı tekrar görmekten mutluydu ve onu sevgiyle,
gözlerinde y�larla kucakladı. Prenses'i geride, Kahire'de
bırakmı§tı Ingilizlerden korkusu olmadığını, çünkü her
�
56
ellerini öpüyordu ve ondan söz etmemesine karşın kadın
onun Affad'ı düşündüğünü biliyordu. Adam devam etti:
"Ve oğlanı?"
Oğlan çihlikte kendi yaşında arkad:l§lar bulmuş, ora
ya rahatça yerle§mişti. Hemen çihçi ve karısı tarafından
kabul edilmiş, oraya gelip gitmesine izin verilmişti. Bir ço
cuğun aklını çalı§tırmak için bütün canlı hayvanlarıyla
birlikte bir çiftlikten daha büyüleyici bir yer bulunabilir
mi? Aynı zamanda tuhaf bir §ekilde Blanford'u da kabul
lenmişti; onun yakınlığını başkalarına yeğlediğini gösteri
yordu. Aubrey sırtı yüzünden zorunlu bir dinlenme veya
uyku için uzandığında; sık sık oğlan da kendisine bir §ey
ler okunması için ortaya çıkıyordu. Ya oyun oynamak is
tiyordu ya da tavla oynamayı öğrenmek. Blanford bunu
çok dokunaklı buluyor ve hemen çocuğun İsteğini yerine
getiriyordu. Sanki Constance'ın kendisi bu basit şeyleri
ondan istiyor gibiydi. Çocuğu bu � tarılmış sevgiyle sevi
yordu, Sylvie'nin rakibiymişçesine. insanın kendi çocuğu
na sahip olmasının nasıl bir şey olacağını düşünüyordu -
dünyada başka bir insan yaratmak gibi tuhaf ve benzersiz
başka bir deneyim olamayacağını sanıyordu. Çocuk bir
keresinde şöyle demişti: "Bizimle kalacaksınız, öyle değil
mi?" Buna şaşırmıştı, çocuğun onların tartışmalarını, kuş
kularını ve tereddütlerini duymuş olacağını tahmin etmi§
ti. "Bunu ister miydin?" diye sormuştu, garip bir şekilde
duygulanıp gururlanarak. Çocuk ciddi ciddi başını salla
mıştı. "O kadar güzel oyun oynuyorsunuz_ ki," diye açıkla
mıştı, "ve bana her zaman her şeyi açıklıyorsunuz." Ve
gizli bir utangaçlık bunları Constance'a anlatmasını engel
lemi§ti. Ama Constance bunu kendi kendine anlamıştı -
küçük sevgi ve güven dokunu§ları ilişkiyi belirliyordu; ör
neğin avluda yürürlerken çocuk dalgınlıkla Blanford'un
elini tutuyordu ya da adımlarım ona uydurmak için seki
yordu. Diğer yandan Sylvie'nin coşkulu sarılmaları çocu
ğu biraz rahatsız ediyor - serbest kalmak için sabırsızlanı
yordu. İçsel duyguların tuhaf bir kutuplaşmasıydı, ama bir
57
tür ayrımcılığa ve önseziye dayanıyor olmalıydı, çünkü
Felix Chatto da geldiğinde çocuk tarafından hemen aynı
şekilde kabullenildi. Felix Blanford'u şaşırtmamıştı - he
mencecik sevimli biri oluvermişti. Biraz mesleki başarı ve
kadınların ilgisini görebileceği sosyal çevreye girmek, böy
lece kendine güven kazanmak - ona faydalı olmuştu ve o
da hiç zainan kaybetmemişti. Yeni çekiciliğiyle çevresi ge
nişlemiş; hatta görünümü bile değişip gelişmişti. Şimdi da
ha ince ve esmerdi; insanın daima protokolden ve temkinli
�
davranmaktan bunalma tehlikesi için e bulunduğu diplo
matik çevredeki insanlara daha uygun gelen aşırı bir alay
cılığı benimsemişti. Ve çarpık bir mizah duygusu, utangaç
ve kendini küçümseyen davranışlarını daha da biliyordu.
Her şeyden önemlisi Lord Ga!en'le eşit düzeye gelmeyi
başarmıştı; bu büyük adamın gölgesinde kalıp eziyet çek
mekten ve korku duynıaktan kurtulmuştu. Artık kendi
yerine ve kendi fikirlerine sahipti. Gerçekte sanki yer de
ğiştirmişlerdi, şimdi Lord Galen ona karşı çekingen ve
ikircikliydi. Son zamanlarda onun düşüncelerine değer ve
rir olmuştu. Gerçekten de Kutsal Hazineler için yapılacak
yatırımla ilgili bazı kritik yargılar yapıuası bile İstenmişti;
araştırmanın sürP.ürülnıesine değer miydi, yoksa yararsız
diye vazgeçilmeli nıiydi? Konuyla ilgili ortaya çıkmakta
olan tartışnıa, girişimin sağ!anıhğından çok onun kişisel
düşüncelerine dayanıyordu. Büyüklerine karşı davranışları
deği§nıişti. Bütün bunlar onun ruh halini düzeltmişti,
Prcns'in karanlık ruh haline soğukkanlılıkla dayanabilme
sini sağlıyordu. Ancak, sözde yatırımları konusunda,
umuttan çok ku§kuları vardı, Quatrefage'nin yaptığı
Templar duvar haritasında açıkça gösterdiği umut verici
belirtilere, Lord Galen'in, hazinenin eski bir kalenin mah
?eninde bulunacağı beklentisinden vazgeçmekteki karar
sızlığına kar§ın. "Oyunbozanlık yaptığım için üzgünüm,"
demişti Blanford'a, "ama akılcılık akıllıcadır, özellikle pa
rasal konularda! "
58
"Yine parasal konular!" diye sızlanmıştı Sutcliffe o ge
ce. "Felix sana Çin' deki görevini anlattı mı, onlara bütçele
rini nasıl denkleştirecekleri konusunda yardımcı olduğu
nu? Galen onu Cenevre'den gönderdi. Öyle değil mi?"
Blanford başını salladı. Kendi heyecanından şaşırmış, sıkıl
mış yumruğuyla kendi şakaklarına yav�ça vurarak konu
şuyordu, "O zaman ben anlatırım. Aman Tanrım, Felix
ıçın ne serüven.
"Oraya vardığında, halkı, her §eY bir yana, Zen Bu
dizm'ine duydukları hevesle kasılmış buldu. Evet, biliyo
rum, biliyorum. Marksist Maliye Bakanlığı zamanında
böyle bir şeyden haberleri bile yoktu. Söylemek gerekirse,
o zamanlar Amerikalı bir danışman olan O'Schwartz'la
çalışıyorlar, o da Çin'in tek geleceğinin turizm olduğunu
söylüyordu. Onlar olanakları sağlarlarsa, kendisi yani
O'Schwartz (kendisinin eski bir İrlanda ailesinden geldiği
ni söylüyormuş, Madison Caddesi İrlandalısıymı§,) da tu
ristleri garanti ediyordu. Bütün Amerika Çin'i görmeye
koşacaktı, sadece konaklamak için değil; tenis, golf, su ka
yağı vb. gibi sporlarla birlikte Zen Budizmi için de. Şaşktn
görünüyorlar ve bunun ne tür bir şey olduğunu soruyor
lardı. Hiç böyle bir şey duyn1amışlardı. Evet, O'Schwartz
onlara bunun herkesin bildiği bir şey, pek fazla çaba ge
rektirmeyen bir tür din olduğunu söylemişti. Bu işte para
olduğunu biliyordu, çünkü Rothschild!er de bu işin için
deydi ve Club Mediterranee'de her paket cipsle birlikte üc
retsiz veriliyordu. Artık Amerikalı turistler her şeyin en
iyisini istiyor ve mönüde Zen görınezlerse aldatıldıklarına
inanıyorlardı. Buna uyarak çalışmaya b<!.§ladılar ve konuyu
bilen bir profesör bulundu. Adaın onlara çağ açan Bodhid
harma'nın Hindistan'dan gelişini anlattl; Hindistan' da yi.r
mi sekizinci patrikti, ama Çin'de birinci olmak için gel
mişti. Afallamışlardı, adamın anlattığı bilge ki§inin mağa
rada geçirdiği uzun, derin düşünme dönemini dinliyorlar
dı. Kral, bu deneyimden ne kazandığını soruncaya kadar
bilge mağarada bo� bir duvarın önünde yıllarca oturmuş·
59
tu; yanıtı sadece, 'Hiçbir şey, Majesteleri!' olmuştu. Bu
Çinlilerin aklını gerçekten karı§tırmı§tı, ancak
O'Schwartz düşüncelerinde ısrarlıydı ve onlar da. Ameri·
kalıların gerçek mağarayı ya da gerçek duvarı görmekten
mutlu olacaklarının onaylanmasını Felix'ten bekliyorlardı.
Zazen uygulaınasının ilk kez gerçekleştirildiği gerçek ma
ğarayı arayıp bulmak üzere öncüler gönderildi. Onlardan
haber beklenirken, karşılartndaki öteki sorunlarla ilgilen
diler; - büyük oteller, plajlar, geziler, alı§veriş merkezleri.
Sonunda bir mağaranın - belki gerçeği, belki de değil - bu
lunduğu haberi geldi, mağara incelemeye açıktı. Ancak
çok uzaklardaydı; trenle ve jiple ve sonunda da katır sırtın
da çok uzun bir yolculuğu gerektiriyordu. Y�lı bilge hiç
bir şeyi yarım yapmazdı. Bu mağara her §eyden uzaktaydı.
Felix kuşku içindeydi, ancak O'Schwartz çok katı, kesin
kararlıydı. Geleçekteki turistik etkinliklerin hatırına orayı
görmek için gerçekten sıkınttya katlanma!arı gerekiyordu.
Doğrusu asıl mağaranın buJunması konusunda ısrarc! dav
,
60
ortaçağdan kalma bir suluboya resimden çıkmış gibiydiler.
Geceleri yabanıl doğanın içinde, panterleri uzak tutmak
için yakmak zorunda kaldıkları ateşin yakınında toplanı
yorlardı. Köpekleriyle bir arada çok rahatsız uyuyabili
yorlardı. Hiçbir yerleşim yerinin ve meyhanenin olmadığı
ıssız bir arazideydiler. Böylece sonunda mağaranın olduğu
yere vardılar.
Ekibe önderlik eden yaşlı bilgin biraz anlaşılmaz ve
usanç verici bir adamdı ve açıklamaları belirsiz, bilgisi boş
luklarla doluydu. Neyse ki Felix ve O'Schwartz bir şeyler
biliyorlardı. Bodhidhanna'ya gelince gördüler ki, eldeki
tek resim onun yaşadığı döneınde yapılnuş olamayacak ka
dar eskiydi. Zorlanmadan dolayı bilgenin gözleri şaşılaş
mı§tı. Çift görüntü kozalağa benzer bir göz etkisi veriyor
du; çiçek açmış Üçüncü Göz gibi. Eldeki tek resimde du
yarlı palyaço, boyalı gözyaşlarıyla görüntülenmişti, gök
yüzüne doğru §ahlanmış oyuncak bir atın açılmış burun
delikleri gibi boyanmıştı. Bilgiye susamış zavallı küçük
kral, ihtiyar Bod'a kırk yıl konuşmadan duvara bakmanın
kendisine ne kazandırdığını sorduğunda, ulu kişi pek de
doyurucu olmayan bir yanıt verdi, 'Önemli değil, budala.'
ya da buna benzer sözlerle yanıtladı kralı. Gerçekten de
yaşadığı bu deneyimin dayandırılabileceği bir şey yoktu.
Anlaşılabilir ya da anlaşılamazdı; böylesine özel bir seziş
için söylenecek bir şey yoktu. Kral içini çekti. (Bellek bu
kadar dirençli miydi? Ortalama insan için temel taşı, her
zamanki gibi gerilim, kaygı ve taşkınlıktı. Bakımsız ve
tombul kişilik hala ortada duruyordu.)
Onun adlandırdığı gibi, Zazen, bilincin öteki sınırları
na geçmesine olanak veren korku verici ve koşulsuz yön
temdi - tüm bilincin bağlmsız ve üstün konumda süzüldü
ğü açık bir bölge ya da alan. Buldukları mağara geniş ve
sessizdi, duvarları kan kırmızı taşlardan yapılmış, olağa
nüstü doğal freskler gibiydi - insan elinden çıkmışçasına
karmaşık, birbirine geçmiştiler. Ulu ki§İnin oturduğu yer
burası olamazdı, çünkü duvardaki şekiller ona bir şeyleri
61
anımsatabilirdi ve onun ne bir şeylerle ilgisi olmasına hatta
ne de anıları olmasına izin verilmişti. Onun yücelik hak
kındaki arındırılmı§ görüşü her türlü nitelendirmeden
uzaktı. Her Çe§İt nesnenin, her şeyin sanki 'ruhunu' görü
yor gibiydi. Bilinçsizce önünde duran bu anlaşılmaz duva
rı, bir kazın tüylerini yolar gibi, ya da meyve ya da yosun
toplar gibi küçük küçük didikliyordu. Böyle bir gerçeklik
bir Neden taşımıyordu. Bedensiz, Kemiksiz, Sessiz ve An
lamsız, susuzluktan kurumu� sezgileri için bilgilerJe doluy
du. Artık gerçek bal gibi tatlıydı, çorak, renksiz bir mağa
ra parçası uğruna vazgeçtiği bu neolitik damarlı mükem
mel taşlar arasında bir düğün pastası kadar da romantikti.
Hakkında abartdı konuşulamayacak uzak bir kö§e, değeri
nasıl ölçülebilir... Kişiliksizliğin görkemli tüyleri - ona ba
karken kendi İçıel varlığının zenginliğini fark ediyordu.
Açıl susam açıl! - gerçeğin aynasını örten kapıyı itip kapa
mak basit bir zihinsel beceriydi. Onun için çok sıradan
olan bu yer, sürüler halinde gelecek saygısız insanlar yü-
zünden bo§almı§ olacak. İlk turistler gelıni§ olmalıydı � Ke
mikler un ufak olana kadar ziyaret ettiler. Sonra da ıslak
parmaklarıyla onun tozlarını ya da toz zannettikleri şeyi
yaladılar. Şimdi de birkaç yüzyıldır sadece duvar görülebi
liyor - Bakanlığın emri. Ama 'Gerçekten görülecek sadece
bu kadar mı?' di.ye rehbere soruyorlar. Belki birisi duvarın
röntgenini çekip içerdeki hazineye bir göz atabilir? Hayır,
o zamandan beri insan, merkezi görüşteki bu güç yitimi
nin gittikçe anan utancıyla yaşamıştı. Seyahat acenteleri,
inançlarını yinelemekten ba§ka bir §ey yapamıyorlar. Öz
gün duvar bu değildi - onun çok uzaklarda olduğu anlaşıl
mıştı; bu yüzden turistlerin daha kolaylıkla ulaşabilecekle
ri bir mağarada karar kılınmı§tı. Ama özgün olanı - Felix,
O'Schwartz'ın kendisine tattırdığı deneyimin öneminin
farkındaydı, bunun için de minnettardı. Mağaranın sessiz
liğinde durup aksayan kalp atışlarının altın tutanağını say
dı. Bu arada bir alıntıyı dü§ünmeden de edemedi, belleğin·
de Plato'nun gizemli n1ağarasının görüntüsü canlandı. Pla-
62
to'nun mağarası insan bilincinin arındırılmamış mağara
sıydı. Yaşlı B. 'nin yardım eşyası satışına çevirdiği, ruhun
kelepir deposu! Fecir! Gözlerini duvarın görsel güzelliğine
dikerek o çıplak yüzeyin içeriğini tüketti. Çıplak bir duva
rı- cinsel bir meyve gibi müzikle dolu bir duvarı ilkel bir
bakışla didiklemek. Yaşlı adama ölümcül ZA'sını veren
buydu - onun do-re-mifa-sol'unu! Sessizlikte eriyip yok ol
mayan, rüzgarda buruşup büzüşmeyen, şeytanca davra
nanlarca oynanılamayan, soytarılarca üzerinde hak iddia
edilemeyen bir şeyle ödüllendirilmişti. Onun içinde bütün
kutuplaşmalar silinmişti. Yanlı§ sevgi tarafından hiçbir za
man yadsınamayacaktı.
Bu önemli duvarda, insanın içindeki tekrar ele geçiri
lebilir karmaşayl yansıtan bir ayna gördü. On1.1n yansıttığı
enerjiyi dizginledi, yerel ününün bir gün bütün dünyaya
yayılacağının tamamen farkındaydı; yine de insan mutlu
luğunu değiştirmek için sadece arzunun anlatımını değiş
tirmek yetmez. Sevginin asıl günahı, geçici olanı kalıcı ha
le getirmeye çalışn1akt1r. Eski çağların saflık sembolü olan
su bile durgun, devinimsiz kaldığında kokuşmaya b�lar.
Bu yaşll B.'nin basit ZA'sıydı! Bir zamanlar doğuştan, da
ha önceden hazırlanmamış olanın peşindeydi, doğallıkla
içinden taşanı ararken yeniden ve bu kez sonsuza kadar
yaradılı§ın yetkin umursamazlığında yaşamanın özlemini
çekiyordu! Bunu İnsan sondasının çıplak çuvaldızıyla -
göz r,
uvarlarıyla yapmayı başardı. Eski TU QUO.
QUE 'nin yerini dinlence ve sessizlik aldı. Krala söylediği
gibi: 'Bitkilerin savunmasızlığına öykün. Eğer sen bir aşk
çocuğuysan babanın basit bir seyis olmasının önemi yok
tur. Balık tutma sanatı, hiçbir zaman balığa, ona tutkun
olduğunu belli etmemektir! Zevki anırmak için acıyı pe
kiştirmek gerekir. En yüksek tensellik açlığı baskı altında
tutmakta yatar.' Yoksunluktan ne sezgi harikaları doğar!
Sessizlik ne harika bir konuydu! (Kral birden ağlamaya
ba§ladı. Çok fazla �-aba göstermişti ve i§te §İmdi de ipin
'{Uıinc�) ·s�n de mil"
63
ucunu kaçırmışrd) Bütün bu bilgelikler, sezginin ürettiği
bu şeyler! Ne kadar zevksiz - topluca fazla edebi. Gerçek
olanın belli etmeksizin tersine dönüşü, bildiğinden şaşma
yanlarda güçlü bir baş dönmesine neden olur. Keskin vi
rajlar, ölümün beklediği yerler. Kayanın gizemli tüyleri
ona gereksinim duyduğu bilgiyi vermişti. Muzaffer
ZA'sının bilgeliğine şaşmıştı/ Tutkularının kuralı, yazılı
bir metni yoktu. Aşkın en ateşli günlerinde kalemin kayı
vermesi - şimdi anık sessizlik ve dinginlik içinde üzüntü
süzce nasıl tetikte olacağını biliyordu. Şimdi kültürün kay
nağı belirgindi. Bütün olayların kaynağı ensestti! Hekimin
görevi çocukluğumuzu bütün arzulardan arındırmaktı.
Yaşlı kristal kesicisi orada oturup, sessizce yumu§ak
yergisini ovu§turup insanlığı atak olmaya özendiriyor.
Verimsiz kopyacıların insanların özlemleri için bul
dukları kısacık sözcükler - Şehvet? Yitik? Son? Liste? Can
lı? A§k? Seçenekler geniş, ancak yoğun. Tüm bu deneyim,
acayip yolculuk, mağara, Marksistlerin gülünç önerisi, Fe
lix'in üzerinde garip bir etki yarattı; derinlemesine değişti
ğini duyumsuyordu, ama nasıl olduğunu tam olarak söyle
yemiyordu. Ve ilk kez deneyimini konuşmakta İsteksizdi,
sadece tuhaf olan yanıyla alay ediyordu - Amerikalıların
fotoğraf makineleriyle birlikte bu arazide dola§maları dü
şüncesiyle. Hatta O'Schwartz Dharma'da dini belge alına
bilmesi için bir düzen oluşturdu - bu işte kendisine yar
dımcı olmak üzere California'd:ı.ki bir keşişi kandırdı.
Böylelikle turistler eve döndüklerinde fotoğraflarının dı
şında da gösterebilecekleri bir şeye sahip olacaklardı. Bir
diplomaya!
Gösterebilecekleri bir şey! Yüksek uyuşukluk sertifi
kası! Felix bütün bu ruhsal serüveni, onu acı bir şaşkınlık
la dinleyen Galen'e anlatmıştı. Açıkça görülüyordu ki spe
külatif yatırım şansı zayıftı ve bu Çinlilerle oldukça risk
liydi, üstelik daha fazla beyni yıkanmış sol eğilimli Çinli
lerle! Buna kar§ın turizm konusunda haklı oldukları kabul
edilebilirdi, kar§ılıklı görüşmeler tekrar başlatılabilse ve sa-
64
vaş zararları giderilebilse. Galen, "Prens ne dü§ünüyor?"
diye biraz acıklı bir sesle sorduğunda Felix: "Çok öfkeli ve
Çinlilerin bu düzenine bir kuru§ bile feda etmeyeceğini
söylüyor," dedi, "öte yandan Templar hazineleri tasarısın
dan vazgeçmeye pek İstekli değil. Gerçek bir hazinenin
keşfedilmesi için hala bir ümit olduğu düşüncesinde. Ben,
kendim... " Omuzlarını silkeleyişi gerçekten yeterince açık
layıcıydı. Ancak bu arada Prens sessizce odaya gelmiş ve
tam zamanında konuşulanları duymuştu. "Bu tam olarak
benim düşüncem değil," dedi kuşkulu bir sesle, "unutma
ki ben pazarlarının yalancı falcılarla tıka basa dolu olduğu
bir ülkeden geliyorum. Bir gece yarısı Kahire'ni.n Büyük
Çarşısında, insanları ceset beyazlığında, kanı çekilmi§ gibi
gösteren, tıslayarak yanan, büyük bir asetilen lambasının
garip ışığında birine danışmı§tım! Ve Aubrey'nin deyişiyle
pire gibi zıplayan çocuk sürüleri de vardı. Bu yaşlı adam
bütün bu girişim konusunda oldukça açıklayıcı konuştu.
Bana, son zamarılarda ku§kuya dü§tilğiim., devam edip et
meme konusunda ikilemde kaldığım bir hazine avıyla ilgi
lendiğimi söyledi. Olay yerinden çok uzakta olduğu için,
hazinenin hali var olup olmadığını söyleyemedi. Ama ora
da yaşayan başka birisine danışmamı önerdi. Bu yüzden
acele edip dönüşümü mayıs için planladım."
66
bi saplanan da buydu: Esmer tenlerinde ve ışıltılı gözlerin
de sanki salt bağımsızlığın tehlikeleri kadar mutluluğunu
da yansıtır gibiydil er. Dünyanın dört bir yanına dağılmı§
olmalarına karıın, onları bir araya geti ren tek bir festival
vardı. Koruyucu azizeleri, esmer tenli Sara onuruna, altın
da Sara'nın türbesi ohı.n Saintes Maries de la Mer Kilisesi
nin bulundu�u deniz. kıy1s.ındaki o ünlü köye ulaşmak
üzere yola çıkmıılardı. Ama önce Avignon'u doldurdular
ve bir süre yerle§ik halk ve tüccarların yaşamında heyecan
lı titre�imler yarattılar. Ana meydandaki bir Çingene ke
mancı genç ı;iftleri, müziğiyle dans etmeye heveslendirdi -
kuzey ırkından, Macaristan'dan gibiydi ya da müziği böy
le bir etki bırakıyordu. Çe§itli topluluklar halinde bir ara
ya gelip bili yolda olduğunu bildikleri Ana Kraliçelerini
bekliyorlardı.
Ana Kraliçeleri oln1adan ay insanları için �enlik düşü
nü!eınezd.i - Çingeneler aylı insanlardı. El okuyarak, çay
ve kahve falı bakar:ık zaman geçiriyorlardı.
Yavaş yavaş da olsa kasaba onların heyecan ve sıkıntı
verici., önlenemez §ekllde tepki yaratıcı \farhklarıntn ayrı
mına vardı. Kamp yerlerinde, kasaba meydanlarında ya da
bir araba ve bir çadınn görüldüğü her yerde polis göı.etim
leri, ufak tefek saldırılar ve eziyetler çoğaldı. Eski zaman
larda - gene de pek fazla eski olmayan - gelenek ve göre
neklere uymadıkları, batjkasının arazisine izinsiz girdikleri
ve hırsızlık yaptık.lan için tutuklanabilir. hapsedilebilir ya
da yol kavşaklannda kırbaçlanabilirlerdi. Bugün anık on
lara eski fanatik cezaların daha hafifi verilmekteydi - amaç
yaln12:ca onları dııarı atmak, yola devam etmelerini sağla
maktı. Daha sen: önlemler almaya gerek kalmıyordu, çOn·
kü herkes hedeflerinin Avignon değil Les Saintes olduğu
nu, az sonra Camargue'nün yakıcı ovalarına doğru çekile
ceklerini biliyordu. Kasaba. sadece güneye doğru yapılacak
büyük yürüyü!iün toplantı yeriydi. Ama bu gizemli etnik
topluluğun düzenine olağanüstü bir bakı§ sağlıyordu. "Se
nin bundan önceki yaşıımlarının birinde, Sabine adında bir
67
kızdan onlar hakkında bilgi edindim," diye anlatıyordu
Sutcliffe, zeytinliğin üzerindeki geniş terasta oturmuş, ön
lerinde şarap kadehleri, konuşurlarken. Blanford başıyla
onayladı, "Çok iyi anımsıyorum," dedi, "ve sık sık ona ne
olduğunu düşünürüm. Bir Çingeneyle gittiğini söylemݧ
lerdi." Blanford kıkırdadı. "Bunu söylemek, hatta yapmak
moda olan romantik bir şeydi: Yani savaştan önce." Ama
bundan daha fazlası vardı, Sabine' e, Amerika'ya ilk kez gi
riş hakkını sağlayanlardan biri olan ünlü Çingene Faa'nın
soyundan geldiği söylenmişti. Sutcliffe bardağını tekrar
doldurdu ve anıların pe§İnde devam etti: "Benim şarapla
bulanmış beynimde sadece onun şaşırtıcı derecede duyarlı
ve korunmasız cinselliğini değil, konu§malarını da anımsı
yorum. Onları biraz da acı çeken insanlar olarak dü§ün
düm, hareketsiz kalamadıkları ve yerl�ik toplumlarla
kaynaşmadıkları için belki de. Eziyet çekmenin uzun des
tanının onlara tam olarak ne ifade ettiğini fark edemedim.
Onları, ki§ilikleri külçe gibi katılaşıp sertle§inceye kadar
şekillendirip bir araya getirmi§tİ. Değişmeleri olanaksız-
d.. "
Prens, bu söylevi büyük bir dikkatle dinliyordu. "Yi
ne de," diye konuştu, "Mısır'da sinsi ve kaypak bir halk
onlar; - ve adları da görünüşe göre gypt yani 'biz'den türe-
mi§. Eğer senin söylediğin gibi değişıneleri olanaksızsa, bu1
onların kendilerinin deği§İm olmasındandır. Bu arada, bu
gün Mairie'deki1 memurlardan biriyle konu§uyordum; bu
kadar çok kabilenin her yıl Azize Sara festivali için Sain
tes'ye gelmesinin ş�kınbk verici olduğunu söylüyordu.
Hatta bazı arabalardan da görebileceğiniz gibi Demir Per
de gerisinden gelenler bile var. Tuhaf insanlar!"
Ama kuşkusuz en masse2 de kendileri de oldukça garip
görünüyorlardı, çünkü bu yolculuk için şoförüyle birlikte
kocaman, kırmızı bir otobüs kiralamışlardı. Bu Prens'in
fikriydi, kendisine yavaş hareket eden arabalar ve atlar yü-
' &lediyc.
'Toplu halde
68
zünden trafiğin dayanılmaz şekilde tıkandığı söylenmişti -
tabii Çingeneler'in geçtiği yerlerde onları arkalarından or
man yangını gibi izleyen geniş toz bulutu göz önüne alı
nırsa böyle bir araç onları yolun sorumluluklarından kur
taracak · ve toparlayacaktı. Yolcuları keyiflendirmek için
özenle hazırlanmış yiyecek ve şarap sepetlerinden ve
Prens'in olağanüstü yaratıcılığıyla ortaya çıkardığı, hac
yolcularının --onlar şimdi kendilerini böyle niteliyorlar
damaklarını gıcıklayacak yer mantarlı tadımlıklardan çi
kolata soslu pastalara kadar her §ey düşünülmüştü. Her şe
ye karşın bir amaçları vardı; Azize Sara'ya dua edip ondan
geleceğin okyanuş;unda onlar için de bir sondaj yapmasını
istemek için bu yolculuğu yapıyorlardı. Topluluk halin<.İe
yolculuk etmeleri, içlerinden daha geveze (ya da sadece da
ha sarho§?) olanların akıllarına gelen her konuda düşünce
lerini sesli olarak anlatmalarına olanak veriyordu. Sabi
ne'in ortadan kaybolduğu düşüncesi, onlara diğer Çingene
inançlarını ve tarihini anımsattı. Yolculuğun ilk bölümün
de, Provence'ın çiçek açmış çayırlarını geçip Camargue'ın
daha kederli ve basık düzlüklerine varıncaya kadar, geçmi
şe bağlı olan Sutcliffe'in de anıları canlandı - Camargue
bataklıklar, derecikler ve göller ülkesiydi; sinek ve sivrisi
neklerin, aynı zamanda Provence'ın arenalarında rozet dö
vüşlerinde kullanılan güçlü kahverengi boğaların yetݧtiril
diği yerdi. Burada da bölgenin kendine özgü kovboyları
gardien'ler geniş kenarlı şapkalarını ve üç dişli mızrakları
nı güç simgesi gibi taşırlardı. Düzensiz konvoylar tozu du
mana katarak onların ülkesinden denize doğru geçerlerken
sürekli gözetim altında tutu!malıydılar, çünkü Çingene
ler'in eli çabuktu ve yabancıların köpekleri boğaları rahat
sız edip atlara - bölge §aİrlerinin yolculuklarının tacı, Azi
ze Sara Kilisesi gibi uzaklardaki mavi denizin dalgaları gibi
toprağın üzerinden akan köpüklere benzettiği tarihöncesi
küçük, beyaz binek atlarına - havlarlarken acımasızca ça
larlardı.
69
"Bu şarapla kendimi harika hissediyorum," diye ko
nuşuyordu Blanford'un acımasız ikizi. "Biraz yüksek sesle
konu§maya ba§layabitirim. Öyle olursa kaş çatarak beni
frenle, olur mu?"
"Yaparım. Her neyse ben Gypt'lerde bir sır göremi
yorum, çünkü onların yabanı!laşmış Yahudiler olduğunu
düşünüyorum. Hiç para duyguları yok."
"Ah canım!" diye mutsuzca konu§tU Lord Galen.
"Şimdi de Yahudi kar§ıtı olmaya başlayacaksın. Bunu sezi
yorum. Lütfen, konuyu değiştir." Sutcliffe'in doldurduğu
bardağı hemen bitirdi.
Hoş bir kayıtsızlıkla yolculuklarına devam ettiler,
'Yunanlı' ve 'Mısırlı' ve 'Ron1en' ve 'Bulgar' Çingeneler'in
esmer konvoyları arasından olabildiğince sıyrılıp geçtiler;
her kabilenin özgün müziği ve uğraşı vardı - 'Fransızlar'ın
sepet işleri, 'Yunanlı' nalbant!arınsa kap kacakları.
Bazı ati'. arabalar parlak renklerde boyanmı�tı, Sicil
ya'yı ya da Ingiltere'yi anlatıyordu. Ve yol kenarlarında
küçük kamplar halinde çadırlar kurulmuştu; mavimsf to
zun içinde çocuklar kedi köpek yavrulan gibi oynaşıyor
lardı. Her şeye karşın, insan seli durnıaksızın denize, Azi
zeye ait kiliseye doğru akıyordu; kilisenin ucu sahile doğ
ru uzanıyordu ve aslında denizden gelip sahili yağmalayan
korsanlara karşı korunma amacıyla inşa edildiğinin unu
tulmamasını sağlıyordu. Sahillere gelince tek ve büyük bir
kamp yeri görünümündeydi, sanki Kahire'nin Büyük Çar
§ısı buraya taşınını§tı! Durınadan beyaz kumları döven
dalgaların gürültüsü �liğinde çeşitli ırklar burada karı§ıp
ağız dal�ı yapıyorlardı; değişik müzikler birbirleriyle çe
kişiyordu. "Messina'dan Baltık kıyılarına, Rusya'dan İs
panya'ya bu insanlar esir edildiler, işkence gördüler, hatta
öldürüldüler: Ya§amları değersizdi. O n altıncı yüzyıldan
beri kıyın1lar hala sona ermemݧti. O zamanlarda onlarla
birlikte olan ya da onlara yardın1 edenler adi suçlu olarak
damgalanıyor, bir jüri tarafından yargılanma hakkından
bile yararlanamadan ölün1e gönderilebi!iyorlardı." Blan-
70
ford bu bilgi kırıntılarını daha önceki bir konuşmadan
anımsıyordu; belki de Sabine'le yaptığı bir konuşmadan.
Onun adı., üzerinde yapışkan bir sinek gibi dolanıyordu:
Ona ne olduğunu merak ediyordu. Ve, tabii, her zaman
olduğu gibi, yakında kendisiyle kar§ılaşacak ve yanıtını
bulacaktı!-
Böylece küçük otobüs, dalgalanan kıyı şeridiyle çevre
lenmiş, geni§ kumluklara varıncaya kadar toz bulutları
arasında yoluna devam etti; beyaz binek atları üzerinde ça
dırlar arasında dolaşan, artık tanıdık hale gelmi§ yerel bini
cilerin dikkatli gözetimleri altında, atlar ve arabalar bütün
sahili kaplamt§tı. Gelişmekte olan büyük panayır, bir dini
ayin ve üç Maries'nin çiçeklerle süslenmiş tahta sehpalar
üzerinde denize taşınmasıyla sona erecekti; bütün toplu
luk Co§kuyla ve ınutluluk gözyaşlarıyla, deniz, göğüs dü
zeyine gelinceye kadar sulara dalacaklar, olaya uygun şe
kilde bayraklar ve çiçeklerle süslenmiş küçük balıkçı tek
neleriyle çevrilmiş geçit alayı suyun üzerinde yüzüyormu§
gibi görünecekti.
Onların amacı ise deniz kenarında geniş, yeşil tentesi
olan bir kahvede ayırttıkları gölgeli bir köşeydi; ınerkezle
ri orası olacak ve oradan panayırı istedikleri gibi gezebile
ceklerdi. Orada sepetler açılıp, tahta masalar üzerine getir
dikleri tabaklar ve servis takımları yerleştirildi - bir izci
pikniğinin bütün çekiciliğiyle. Ve tam aperitiflerini alırlar
ken bir Çingene kadını yavaşça ve meraklı bir havayla on
lara yaklaştı; sanki onların arasında bulunabilecek birini
arıyordu. Blanford'un yüzüne onu uzaktan tanıyorn1uş gi
bi baktı, ama onu ilk tanıyan, tanıdığını belirten ilk çığlığı
atan Sutcliffe'di. "Sabine, sevgilim!" diye bağırdı. "İşte bu
radasın! Yıllardır birbirimizin kitabında seni arıyorduk!
Nerelerdeydin?" Seslendikleri kadın, eski Sabine'e ait sak
ladıkları anılarıyla karşılaştırıldığında zorlukla tanınabile
cek gibiydi:
Tombul, kirli ve kırışmıştı, giysileriyle takıları en
ucuz cinstendi. Saçları ağarmaya ba§lamıştı ve bir zaman-
71
lar muhteşem olan gözleri miyopa yenik düşmüştü; bu
yüzden eski arkadaşlarını tanımakta zorlanıyordu. Ona
baktıklarında sanki gerçeğin birkaç kat örtüsü arkasından,
birkaç kat boyanın ardından yeniden görüyor gibiydiler.
Aslında kendi çağındaki üniversite öğrencilerinin pek ço
ğu gibi o da her zaman bilinçli olarak serseri ruhluydu. O
uzak dönemde entelektüel bağımsızlığınızı yıkanmayı red
detmekle gösterirdiniz. Ancak Sabine daha da ileri giderek
Çingeneler'le birlikte ortadan kayboldu, bu da bir bakıma
babası Lord Banquo'nun mutluluğunu ve huzurunu yok
etti. Kendisi Lord Galen'in eski bir iş ortağıydı ve hatta
Prens'i de tanırdı. Böylece Sabine onlara kendini tekrar
gösterdiğinde, Provence'daki şatosu kepenkleri kapatılmı�
ve terk edilmiş durumda bulunan ve bütün savaş boyunca
da böyle kalan babası ve kendisinin geçmi§İyle ilgili anım
samalar ve sohbet b�ladı. "Öldü, evet," diye sert anıa sa
kin bir sesle yanıtladı - onun esn1er yüzüne karşın Camb
ridge aksanıyla konuşmasını duymak çok garipti. "Tabii ki
yollara düşmekle onu benim öldürdüğüm söyleniyor -
evet, belki de öyledir. Arna benim için başka bir seçenek
yoktu. Onu mutlu etmek istedim, ama yaptığım seçim
için ona sunacağım hiçbir özrüm yoktu. Kendimi anlata
bilmek için birkaç aylık Freud'yen analize bile razı oldum,
ama hiçbir şeyi çözümlemedi ve ben buna istemesem de
yönlendirildim. Bu romanlarda anlatıldığı gibi, ne bir a§k
ne de arzuydu. Sadece insanın Amerika'ya gitmeye ya da
manastıra girmeye karar vermesi gibi bir şey. Bir rür çe
kimsel çözüm. Uykuda gezer gibiydim ve hala da öyle
yim. Bunu dünyalara deği§mem." Ve ansızın ellerini tom
bul kalçalarına dayayıp polis sireni gibi bir kahkaha koy
verdi. Ne kadar değişmiş diye düşünüyordu Blanford ve
ansızın Banquo'nun büyük bir hayranlık, u:ı ve endişeyle
kızını seyreden yüzünü anımsadı.
Sabine oturup başını bir yana eğdi, kendi kendini din
ler gibiydi; gerçekten de öyleydi. "Tanrım! Bunca uzun za
nıandan sonra İngilizce konu§maya nasıl susrunı§ım; ama
72
buna karşın benim kafamdan bunların çıkması çok garip
geliyor. Bunca yıl bozuk Esperanto konuştuktan sonra
unuttuğumu sanıyordum. Aubrey, konuş benimle! " diye
rek parıldayan altın dişleriyle, yeni çirkin gülüşüyle güldü.
Sevgiyle, neredeyse yalvarırcasına kolunu çekiştiriyordu.
Aubrey karşılık verdi, "Şimdi nedenini bilmek istiyorum!
Bunu neden yaptın?"
İnce bir kenevir purosu yakıp kısa, keskin ne.feslerle
içmeye b�!adı; onu parmaklarının arasında değil de pipo
gibi avucunun içerisinde tutuyordu. "Sana söyledim," diye
yanıtladı, "Oidipus kompleksimi ortaya çıkarmaya çalışan
sevgili ihtiyar Freud'a da söylediğim gibi. Gittiğim adam,
Mario, benden çok büyüktü; gördüğün gibi, babamın yeri
ni aldığını düşündüler. Şu işe bak!" Tekrar o yeni vahşi,
şehvetli gülüşüyle gü.lüyor ve elleriyle kalçalarını dövüyor
du. "Cambridge'den döndüğümde bir ekonomi yıldızıy
dım ve mükemmel ideal ülkeyi kurmaktan bizi alıkoyan,
toplum içindeki nedenleri bulmak üzere çalışmalar yap·
mak İstiyordum - öyle adi! ve eşitlikçi bir ülke olacaktı ki
hepimiz aynı diş fırçasını kullanıyor olacaktık. İnsan genç
liğinde nasıldır bilirsiniz? İdealizm. Sonunda, değişik şekil
lerdeki Dokunulmazlara kadar konuyu daralttım. Kitabım
Dokunulmazlığı analiz edecekti. Sonunda bizler Yahudi
lerdik, bu yüzden iyi bir başlangıç noktasıydı; daha sonra
Hindistan'a gittim ve Brahmanizm'in bütün korkunçluğu
nu y�adım, sonunda da diğer küçük etnik bilinmezler ara
sında Çingeneye rastladım, önce Altamira'nın mağarala
nnda sonra da bir gün Avignon'un ana meydanında kaba
görünümlü bit Çingeneden bir sepet aldığımda. Ertesi �n
aynı meydandan geçerken adam hali oradaydı ve beni ta
nıdı. 'Benimle gel,' dedi, 'çok önemli. Annemiz seninle
konuşmak istiyor. Seni tanıdığını söylüyor.' Bu kabilenin
annesi - onların söylediği gibi, puri dai! Bizim kabilemiz.
anaerkildir. Ellerimi eline alıp falıma bakarak yaz sonuna
kadar onlara katılacağımı ve Mario'nun beni gebe bıraka
cağını söyledi � ki o da öyle yaptı. Ama ayol zamanda
73
onun bana frengi de bula§tıracağını söylemeyi unuttu!
Ama öbür deneyimlerle kar§ıla§tırıldığında bu hiçbir şeydi
ve ben de tedavi olacak kadar eğitimliydim. Çingene oldu
ğum gerçeği karşısında şaşkına dönmü§tüm aldığım bü
�
i4
duğunu fark ettiği anlaşılıyordu. "Söylediklerin ne kadar
etkileyici!'' diye bağırırken, bir yandan da gözyaşlarını sili
yor ve kadının ellerini ellerine alarak onları öpüyordu.
"Bana o kadar çok Mısır'ı anımsattı ki!" diyordu. ''I-Ier şe
yi yeniden yaııyor g1biyim!" Artık oldukça rahatlamış
olan bu garip Çingeneye duyduğu entelektüel hayranlıkla
ürperiyordu; kadın iÇtiği kenevirle sakinleşmişti, bu kadar
uzun bir savaş sonunda ölmüş olabilecek arkad<ı§larını tek
rar bulmuş olmaktan mutluydu ... Prens'in hayranlığını,
anlaşılnıı§ olmayı, minnettarlık ve mutlulukla kabullendi
ğini büyük bir gururla göstermişti. Yine de İngiliz dili ka
fasından aktıkça kulağına ne kadar garip geliyordu.
"Hamlet küçük ve görünürde yaşı belli olmayan ve
ölümsüz bir terriye; Leda ise yaşlı. şişman bir kaz ve bü
tün kazlar gibi tembel ve §ehvet dü§künü. Ama köpeğin
kendisine binmesinden ho§lanıyor, minnettarlıkla tüyleri
ni kabartıp bağırırken, öteki de köpek ya da bir banker gi
bi, elinden geleni yapıyor. Kendi çocuklarımın ölüınün
den sonra fark ettim ki onlar gerçekten bizim çocukları
mızdı, dünyada olanlara bizim küçük bir katkımız. Dünya
ne kadar olağanüstü. Tanrı bile can sıkıntısından ölüyor
-yayılıp yok olma bu işte!"
"Böyle söyleme!" diye haykırdı Lord Galen; ondan
böyle bir şey duymak şaşırtıcıydı. "Lütfen böyle söyleme.
Güvenecek hiçbir �ey kalmıyor!" Ve artık kale-kilisenin
kulesindeki çanlar acı dolu bir gürültüyle çalmaya başla·
mıştı, sanki Lord Galen'in duasına bir karşıhk gibi! Sabine
bir kez daha gülerek konuştu: "Şimdi gidip Sara'ya saygıla.
rınızı sunmalısınız, çünkü biraz sonra geçit başlayacak ve
kalabalıktan kımıldayamazsınız o zaman. Sonra da tekrar
buraya gelin; güvenilir biri, belki de Annemizin kendisi ra
rafından fallarınızın bakıln1asını ayarlayacağım, yoksa çev
rede pek çok düzenbaz, dolandırıcı ve palavracı var. Hin
distan'da da çok fazla sahtekar ve dolandırıcı din adamları
var, biliyorsunuz pekala!"
75
Sutcliffe sessizce, doğrusunu hiçbir zaman anımsaya·
madıkları tekerlemeyi mırıldanıyordu.
76
ar.asından bir yol açıp geçebilmݧ olmalarına kendileri de
§�tılar.
Sutcliffe, duvarları düşünülebilecek her çe§it ex -ı10-
to'yla1 batan gemiler, kazalar, yangınlar, depremler, doğal
afetlerle; kopmuş kafalarla, kol ve bacaklarla, ölmekte
olan çocuklar ve ana babalarıyla, alabora olmu§ tekneler
ve kazada parçalanmı§ atlarıyla; yeni rahibe giysisiyle mer
divenin altında onları bekleyen Azizenin derman olduğu
ya da önlediği çe§it çe§it felaketleri gösteren resimlerle be
zenmݧ küçük kilisenin koridorlannı dolduran kalabalığı
gördüğünde, bu serüvenden geri döndüklerine sevinmi§tİ.
Ama ona nasıl ul�acaklardı? Alçak bodrum ya da mağara
nın uzaktaki ucunda, tahta bir iskelenin üzerinde duruyor
du; oksijen eksikliğinden insan hemen soluk alamaz olu
yordu; bu arada yüzlerce mumdan dalga dalga yayılan par
lak J§tk nabız gibi atıyordu - havadaki oksijeni onlar da
tüketiyordu. Yine de bir mum yakmak ve onları demir
kandillere yerleştirmek, bu arada da heykelin yanındaki
bağış kutusuna para atmak zorundaydınız. Tahta kutuya
dü§en paranın çıkardığı boğuk ses, kalabalığın alçak sesle
söylediği ilahilere ve inlemelere eşlik ediyor; kalabalık ola
ğanüstü güzel, siyah heykele doğru sürüklenip geri çekili
yordu. Evet, rengi siyahtı, ancak hatları Avrupalı, batılıy
dı. Güzellik ve gençlik, aydınlık ve mutlu bakışında birleş
miş görünüyordu. Öyle mükemmel bir mutluluğa doğru
bakıyordu ki onunla birlikte o yolculuğa katılmak is.tiyor
dunuz. Çingeneler inliyor, terliyor ve haç çıkartarak ümic
ve beklenti dolu bir a§kla mırıldanıyorlardı. Diğer iki aziz
biraz gölgede kalıyordu - onlar sadece göstermelik dini
sembollerdi, ama Azize Sara'nın kutsal mucizeleri bilini
yordu. Sırrını birilerine açık etmek için yanıp tutuşan bir
sevgiliye benziyordu; daha az gürültü, şarkı ve patırtı ola
bilseydi; binlerce çocuk, cıvıltıları ve itiş kakışlarıyla kar
ma§aya katkıda bulunuyorlardı. Ve bütün bu terli insan
kalabalığı, soluk almanın eziyet olduğu, mahzenin bu dar
1Ad:ı1<.
77
koridoruna sıkıştırılmışlardı. İnsan, Sara'nın nasıl erimedi
ğine şaşırıyordu, çünkü siyah baln1umundan yontulmuştu.
"Bana göre değil," diyordu Sutcliffe. "Böyle bir şeye
dayanamam. Bir elin cüzdanında ve bir elin apış aranda ...
bu dayanılmaz." Böylece, geleneksel törenin bir parçası
olarak azizler denize doğru taşınırlarken o da çadırlar ara
sında bir yürüyüşe karar verdi.
Kumsallar üç günlük festival için gelip üzerinde şiş
çevrilen kamp ateşlerinin çevresine yerleşmiş ailelerle do
luydu. Onunla birlikte yürümekte olan Sabine zan1an za
man bir tanıdığını ya da akrabasını selamlamak, ya da ar
kalarından gelmekte olan çocuklara birkaç kelime söyle
mek için duralıyordu.
"Yukarı Provence'daki kestane ormanından geçerken
ݧimiz rast gitti," diye anlatıyordu, ''büyük bir kirpi toplu
luğuna rastladık, biliyorsun Çingeneler için bu en lezzetli
yiyecektir. Kokusunu aldığın da bu. Mario öğlen için üç
dört tane pi§iriyor. Bunun için eski terk edilmiş bir kil ku
yusunu kazdık. İçlerini temizledikten sonra üzer!erini ka
lın bir kil tabakasıyla kaplayıp toprağın hemen altında
yaktığımız bir ateşin üzerinde kızanırız. Hiç bundan ye
din mi?" Yememişti. "Çin köpeğinden biraz daha yağlı
ama çok lezzetli. Çamur iyice piştikten sonra soğurken bir
çekiç ya da taşla kırılır, bütün dikenleri ve derisi pişmݧ
kille birlikte ayrılıp etli kısım açıkta kalır. Biliyorum -
korkunç görünüyor!" Çünkü Sutcliffe onun anlatımından
etkilenip ürpermişti. "Bunun için seni bugün öğlen yeme
ğine davet etmiyorum!"
"Sabine!" dedi Sutcliffe; ansızın durmuş, üzüntüyle
kadına bakıyordu. "Sevgilim, neden beni terk ettin? Beni
sevdiğini biliyordun." Kadın gülümseyerek adamın kolu
nu tuttu. "Tabii biliyordum," diye yanıtladı, "ama bunu
Aubrey'e sormalısın; yine de seni birlikte götüremezdim.
Yaşamlarımız ortasından ikiye ayrılmıştı ve gördüğüm ka
darıyla da onları birleştirmenin olanağı yoktu."
78
Uzun süre öylece durup birbirlerine baktılar, Azi:...
rin arkasından denize doğru akan insan kalabalığı çevrele
rinden dolanıyordu. Sonra da kalabalığa arkalarını dönüp
daha sakin bir ara sokakta yerel şarap fı�·ılarıyla dolu ka
ranlık bir §arap mahzeni buldular ve orada kirli bir masa
ya oturup birer bardak içecek ısmarladılar. Kadın tekrar
Ingilizce konuşuyor ?.imanın keyfiyle coşkuyla konuşma
ya devam ediyordu. Oyle gerçek görünüyordu ki onu sa
dece hayal gibi görmek zordu. "Her zamanki büyük soru
'Niçin?' diyordu. "Benim §a§kın ve inanır-inann1az babam
la b�larsak - ihtiyar Banquo, §ehirde ona böyle derlerdi.
Ben de onu böyle çağırıyordum, bu da onu eğlendiriyor
du. Ama bu ݧ onu çok kızdırmı�tı, mantığını ve s:ığduyu
sunu. Çingeneler ve onların yüzyıUar boyu karşıl;t§tıkları
amansız zulüm hakkında çok şey biliyordu. Özellikle öyle
vahşi bir öykü vardı ki bunun sorunu halledeceğini ve be
ni kararımdan geri döndüreceğini düşünüyordu. Bunu ilk
kez Sofya da Avusturya Büyükelçili.ği'ndeki bir ata§eden
'
79
Düşünebiliyor musun? Von Lupian'ın anımsadığına gôre
bir keresinde iri, kırmızı yüzlü, kıvrık bıyıklı amca elleri
ni ovuşturarak kahvalttya inmiş; 'Bugün mükemmel bir
ava çıkacağız/ Çok ender, ama zaman zaman oluyor!' de
mişti. Kasabaya Çingeneler gelmiş ve her zamanki gibi tU•
tuklanmışlardı. Amca bölgenin b� savcısıydı ve tek baıına
kanun demekti. Ertesi gün şafak vakti yola çıkacaklardı.
Ancak daha sonraki yıllarda bu avın ayrıntılarını anlayıp
değerlendirebilmişti. Bir gece önceden Çingeneler'i almış
lar ve içlerinden istedikleri gibi birini bulmu§lardı, meme
de çocuğu olan bir Çingene! Onu serbest bırakıp bir geyik
gibi peşinden kovalayacaklardı!
"Köpek sü·rüsü. sürekli eğitiliyordu, sanki kafuru ve
adet k anıyla besleniyordu, çünkü yılın belirli zamanların
da ellerinde her zaman av bulunmuyordu. Kadın �afak
vakti arabayla alınıp köyün kilometrelerce uzağındaki bir
yol kavıağına, av partisinin yapılacağı yere götürüldü. Ka
dının kendisi ve giysileri kafuru tozu ve iidet kanamasın
dan yapılmq bir sıvıya bulandı. Kadını seçtikleri noktaya
götürüp av köpekleri için bırakmaya bir saatten fazla za
manları vardı. Bu arada malikanede her teY heyecanlı bir
beklemedeydi. Küçük Von Lupian sakat olduğu için, am
casuun güçlü kolları tarafından kaldırılıp olup biten her
§eyİ en mUkemmel §ekilde görebileceği, yüksek eyerin
üzerine yerleştirildi. Böyleçe bir saat geçtiğinde �aret ve
rildi ve borazanlar derinden eşek sesine benzeyen bir sesle
ötmeye ba§ladı; az sonr.ı. buna, neredeyse avlamak üzere
yetip.irilen geyikler kadar boylu olan köpeklerin havlama
ları eklendi Karmakarışık, ıaşk.ın gürültüler; av partisinin
tamamı, donmU§ bataklıklardaki o tek arabanın ve içinde
ki kurbarun, memedeki çocuğuyla kadının peşine düştü.
"İki sürücülü araba kadını kararlaştırılan yere bıraktı,
üç yolun birleştiği bir kav�aktı burası; gaddarlıklarını son
bir kez fışkırtarak kadını kamçılayıp arabadan aşağı atıp
bir bilinmeyene doğru uzaklaştırdılar. Ancak güçlü bir
kızdı ve gık demeden çevresini saran karla aydınlanmış
80
açıklığa doğru sendeleyerek koşmaya başladı. Yanılmıyor
du; bataklıklardan kendisine doğru akın eden köpek sürü
sünün havlamaları derinden derine duyuluyordu. Kaybedi
lecek zaman yoktu. Bir şekilde, bir yerden suyu geçmeye
çalışmalıydı. Tam emin olmadığı halde nehir yönünde
k�maya başladı, ama belleği onu yanıltıyordu, görünürde
bir nehir yoktu; köpeklerin havlaması ve av borularının
tiz sesi kanını hızlandırıyordu. Koşarken kanamadan öl
meye başladığını hissetti; içinde kanayarak ölen zamandı.
(Bunun nasıl olduğunu iyi bilirim!) Derken uzak bir tepe
nin üzerinde avcılar göründü. O buz gibi sabahta cesur bir
görünümdü; kırmızı ve siyah ve bronz ve altın rengi. Ni
hayet suyu gördü - nehir değildi ama birkaç küçük göl
cükten oluşan, suyu acı, sığ bir deltaydı. Şansı varsa kendi
ni kurtarabilirdi. Küçük çocuk, önünde İspanyol eyerinin
üzerindeki kalın kemikli amcasıyla birlikte heyecan verici
görüntüyü payla§ıyordu. Çingenenin özgürlük çabasının
başarısız oluşunu gördü. Kadın suya varmayı başardı ve
çocuğu·nu başının üzerinde tutarak su beline çıkıncaya ka
dar yürüdü. An1a köpekler avlarını görmüşler, koruluğun
içinden çıkıp bölgedeki geyiklere yaptıklarını kadına da
yapıp onu alaşağı etmek için gölün yüzünü kaplayan ince
buz tabakasını parçalayarak saldırmışlardı. Küçük oğlan,
kadının ve çocuğunun çığlıklarını duydu; ardından her şey
sessizliğe büründü ve köpekler karınlarını doyururken del
tanın sığ suları karanfil kırmızısına döndü. Bu, köpeklerin
başarılı bir av sonundaki ödülleriydi. Av yöneticisi ve yar
dımcıları atları durdurdular ve susayan avcılar için içecek
ler ortaya çıktı. Küçük çocuk bütün ömrü boyunca bu gö
rüntülerin etkisinden kunu!amayacaktı ve olanların avcı
lar üzerindeki korkunç etkilerinden de. Köpeklerin avları
nı öldürüşüne tanık olduktan sonra amcası y<t§adığı cinsel
orgazmın ardından soluk soluğa kalmış, dili tutulmuştu
sanki. Ve mutluydu, olağanüstü gururlu! Gülüşü bir n1an
yağın gülüşüydü. Çocuğa gelince, olanları hiçbir zaman
unutmadı ve atandığı her başkentte bir yerli sanatçıya yağ-
82
beyin yoran gereksiz şeyler için kendisini azarlayan Sutc
liffe haklıydı - bütün bu ruh lapası, Hinduların ruh düzüş
mesinin bütün bu beyin ezmesi. Yöntemini değiştirecek,
yenilenecekti. Yeni bir neşeye, yeni bir CO§kuya kendini
kaptıracaktı. Ama Sabine neredeydi?
Gerçekten nerede? Gıcırtılı bir yatakta, kollarıyla eşi
ne sarılmış, adamın omzunun üzerinden tavanın bir köşe
sine gözlerini dikmiş yatarken bu karşılaşmanın bir daha
tekrarlanıp tekrarlanmayacağını dü§ilnüyordu. Kendi ken
dine, iyi bilinen bir Çingene atasözünü tekrarlıyordu: ''Bir
Çingene en verimsiz mevsimde bile mezarlıkların altın diş
lerle dolu olduğunu hiçbir zaman unutmaz." Neden gele
ceklerini §ekiUendirmekte bağımsız değildiler? Sadece gü
venilmez bir insan aklının parçacıkları olmak ne lanet ola
sı bir yazgıydı!
" Aşıklar," diye adam kederle söylendi, "'sadece ger
çeklik budalasıdır!' Onlar için yapılacak hiçbir şey yok-
tur!"
"Ama yine de?"
"Evet yine de! Ne kadar güzel, ne kadar ger�ek!"
Tekrar şiddetle sarıldılar ve kadın, "Eğer Ispanyolca
bilseydin sana Cervantes'in Çingeneye söylettiklerini tek
rarlardım," dedi. "İngilizcede anlamı daha az zengin. Bili
yor musun? Dinle! 'Genç yaşta acı çekmeyi öğrenirsek, ar
tık acı çekmeyiz. En zalim eziyetler bile bizi titretemez;
önemsememeyi öğrendiğimiz ölün1ün hiçbir §eklinden
ürkmeyiz... Kolaylıkla kurban olabiliriz ama itirafçı asla.
En derin zindanlarda ve zincirlere vurulmuşken bile şarkı
söyleyebiliriz. Bizler Çingeneyiz!' Ve görkemli ba§ını ar·
kaya çevirerek sağ omzunun üzerinden iki kez tükürdü.
Törensel bir selam. Aşığı derinden etkilenmݧtİ. Derin bir
hüzne batmıştı, birkaç gün sonra tekrar, belki de bir daha
hiç karşılaşmamak üzere ayrılacaklarının ayırdına varını§-
"·
Ama zaman geçiyordu. Bir bölük atlı ana caddeden
3.§ağıya dörtnala geçtiler, tüfek ve tabancalarıyla havaya
83
ateş ediyorlardı, gitarların derinden duyulan titreşimleri
şimdi de mandolinlerin tiz, iniltili noralarıyla destekleni
yordu - Batıyı yanıtlayan Doğu, Batıyla kaynagan Doğu.
Kadın bir yandan giyinmeye çalışırken, bir yandan da k0-
nuşuyordu: "Gitme zamanı! Ötekilerin fallartnın da,
mümkün olursa kabile anamız tarafından bakılmasını
ayarlamalıyım. Haydi acele et ve giyin şimdi. Bizim içirı
parti sona erdi, kötü kader."
Gece gölgelerini uzatmaya baglamıştı bile; yavaş yavaş
tavernanın balkonuna, artan yiyeceklerin sepetlere yerle§
tirilmek üzere kendilerini beklediği yere doğru yürürler
ken ayaklarının yorgunluğunu hissetmeye başladılar. Ama
hala içilecek bolca içkileri, çokça yiyecekleri vardı... Bu
yüzden Cade toplann1a işine başlamakta kararsız kalmıştı,
çünkü parti bütün gece sürebilirdi. En azından bir kişi bu
nu umuyordu ve bu da Affad'ın çocuğuydu; o da şimdiden
güzellik ve renklerden, hareketten sarhoş olmuştu. Ayrıca
iyi kalpli bir kovboy, beyaz atlı yaşlı bir süvari, Sylvie�nin
önerisiyle, bütün öğleden sonra çocuğun sorumluluğunu
yüklenmi§ti ve çocuk bütün olanları, her şeyi görebilmek
için yeterince güvenli bir seyir yeri olan, büyük, beyaz bir
Camargue atının terkisinden seyretmişti. Parlak renkli
giysiler giydirilmiş ve boyanmış azizler, kalabalığın esrikli
ği, müziğin coşkusu ve görkemli vuruşları, onun delicesine
bir sevinçle titremesine neden olmuştu. Hiç böyle bir şeye
tanık olmamı§tı. Ve uzakta kalabalığın içinden onun yüzü
nün ifadesinden coşkusunu gören iki kadın da onun kadar
mutluydular.
Her §eye kar§ın sonunda balkona vardıklarında, Sut
cliffe'i elinde içkisiyle dü§ünceli bir §ekilde Aubrey'in ya.
nında oturur buldular; gece ağır ağır iniyordu. "Sabine'[e
birlikteydim!" diye açıkladı Sutcliffe. "Fallarınızın bakıl
ması için düzenleme yapmaya gitti, ama yaşlı kadının sade
ce içünizden üç kişi kabul edeb.ileceğini düşünüyor, çünkü
bu iş onu çok yoruyormuş."
84
Aslında cadı şimdiden sarhoş olmuştu, ama heybetli
yaşsızlığıyla bunu hiç de göstermiyordu, tutarlılığını kay
betmemişti. Kumsaldaki panayır alanında, öbürlerinden
biraz uzağa yerl�tirilmiş, eski tarz parlak renklerle boyalı
ve oymalı bir karavanda ya§ıyordu. İçerde mumlar ve tüt
sü çubukları çekişiyorlardı - rüzgar dinmiş ve Camar
gue'ın ilkbahar sivrisinekleri saldırılarına şimdiden başla
mışlardı bile. Kadın bu küçük topluluğun etnik anasıydı
ve herkes, Sabine bile, ondan korkuyordu; eğer İsterse, ka
bilenin ahlak anlayışına kar§ı günah işleyen; - ihanet, teca
vüz ya da buna benzer günahları i�leyen herhangi bir kim
senin ölümünü bile emredebilirdi. Ayrıca Sabine'i sevmi
yor ve ona güvenmiyordu, çünkü onun, dış dünyada bir
yerlerden olduğunu biliyordu. Biraz da korkuyordu, çün
kü onun okumuşluğunun ve kültürünün ağırlığını seziyor
du. Ancak Sabine o kadar yararlı oluyordu ki onu yadsı
mak için bir neden bulamıyordu; özellikle de iyi para ve
recek müşteriler önermek için geldiğinde. "Selam!" diye
karşıladı, başını .iki kez eğip üzerinde 'Cin' yazılı bir şişe
den bardağına sek bir içki doldurmuştu. "Selam, Sabina!
Seni buraya getiren ne?"
"Sana mil§teri getirdim. İngilizce konuşuyorlar.11
"Öyleyse kalıp çevirmenlik yapmalısın."
"Yaparım, anne." Böylece kısa bir süre konuştular; bu
arada Sabine ya§lı kadına birkaç küçük hizmette bulundu;
rüzgar yüzünden düzgün yanmayan mumların fitillerini
düzeltti ve cadının tam anlamıyla kendisini müşterisinin
ruh haline uygun duruma getirmek, onların kaygılarını
'okuyabilmek' ve ba§larına gelecekleri ve onların nasıl ol
duğunu görebilmek; onların kafasındaki şeylerin nasıl ol
gunla§abileceğini ya da ba§arısız olacaklarını görebilmek
için hazırlanmakta kuUandlğı zarlarını hazırladı. .. Ancak
Sabine haklıydı, bu akşamlık üç kişiden fazlasını alamaya
caktı. Geriye kalanlar eğer İsterlerse erresi gün gelebilirler·
di. Ve kendisi de zihnini hazırlayabilmek, yeteneklerini
keskinleştirmek için yarım saatliğine yalnız kalmalıydı.
85
Bir saat çaldı ve kadın onun kurulması gerektiğini söyledi,
genç kadın da bunu yerine getirdi. Mesajını ileteceğini ve
yarım saat sonra ilk mü§teriyle geri geleceğini söyledi. Bir
homurtu, kadının razı olduğunu gösteren tek yanıttı; böy
lelikle genç kadın sessizce karavandan çıkıp kapıyı arkasın
dan yav3_§ça kapattı, merdivenden indi.
Günbatımıyla aydınlanmı§ kumsalı geçerek, sayı üze
rinde kısıtlama olduğunu bildirmek üzere randevusunun
olduğu balkona doğru yürüyüp gitti. "Pekala," diye Lord
Galen biraz kaygılı konu§tU, "sanırım ya kura çekeceğiz
ya da Anya Manya Kumpanya oynayacağız." Herhangi bir
yöntem kadar akılcıydı, an1a bunu tartışmak için yarım sa
atleri vardı ve tartışmalarının sonucu seçilenler Sylvie, Ga
len ve Prens oldu. Diğerleri ya ruhlarına sabırla sahip çıka
caklar ya da daha az yetenekli falcıların hizmetlerine razı
olacaklardı. Bunlar hiç de azımsanacak sayıda değildi, çün
kü oturup §araplarını içtikleri sürece kalabalığın içinden
kadınlı erkekli en az yarım düzine kadar aldatıcı yüz ve el
uzanmı§tt; geleceklerine rehberlik etmek üzere el fallarını
okumayı öneriyorlardı. Genç kadınlardan biri öyle ısrarcı
ve güzeldi ki onu kabullendiler ve kadın Aubrey'nin elleri
nin üzerine alıcı bir kuş gibi yerleşti. Ancak konu§tUğu dil
neredeyse anl�ılmazdı ve çözümlemek için Sabine'in yar
dtmı gerekiyordu. "Bir bina, yapı, güzelle§tirmek istediğin
ev gibi bir şey için kaygılandığını söylüyor. Ama pek çok
yazı§ma gerekiyor. Çekler ve sözle§meler gibi şeyler oldu
ğunu dü§Ünüyor." Aubrey, "Roman diye bir §ey duymuş
mu? " diye sordu. Ancak belirgin olmayan başka §eyler de
vardı. "Şimdi kısa bir süre sonra düşlerinin kadını senin
olacak, seni sevmek için hür olacak: Çok büyük bir mut
luluğu tanıyacaksın, ama çok uzun sürn1eyecek. Sahip ol
duğun sürece iyi koru." Eğer gerçekse öneri çok akılcıydı.
Ama fal bakmanın rutin sıkıcılığı içersinde genç kadın ay
nı şeyleri ne sıkhkta tekrarhyordu! Cade'nin eline gelince,
kadın sapsarı kesildi ve ateş tutmu§ gibi eli atıverdi. Haç
çıkarıp tükürdü ve korkuyla adamdan uzaklaştı. ''Sanki
86
haşlanmış gibi" dedi Sutcliffe keyifle." "Zavallı adamcağız
kadını korkutmak için ne yaptı ki?" Yanıtını bulmak ola
naksızdı, çünkü kadın kalabalığa karışıp gitmişti ve onun
yerini de tek gözlü ve tam anlamıyla sahtekar olduğu gö
rülebilen bir adam almı§tı, onu yüreklendirmeyi de Sabine
reddetti. Adamı birkaç sert sözcükle kovaladı, adanı da öf
keyle ve isteksizce uzaklaştı.
Karanlığın inmesiyle yeni eğlence biçimleri ortaya
çıktı; kumda doğaçlama at yarışları, boules gibi oyunların
§ampiyonaları, Provençal bowling ve okçuluk. Azizler
öteki dinsel andaçlar arasındaki yerlerine yeniden güven
içinde yerleştirildikten sonra artık daha fazla dini olmayan
eğlencelerin zamanı gelmişti; insanların çoğunluğu yemek
lerini yerlerken köyün küçük meydanları ansızın projek
törlerle aydınlatıldı ve siyah Camargue boğalarını kabul
etmek üzere kapıları ardına kadar açıldt. Gecenin geri ka
lanı boğa güreşleriyle geçecekti - İspanya'daki gibi ölümü
ne dövüş değil, bölgenin karakterine daha uygun olan ko
kart çalma olacaktı. Bu yöntemde tek tehlike beyazlar gi
yinmݧ yarı§çının, kokardı kapıp cezadan kurtulmak için
bariyerlerin arkasına kaçarken karşılaştığıydı; çünkü kü
çük siyah boğalar kızgındı ve kokartlarını korumak için
uzun boynuzlarla taçlandırılmışlardı.
Yorgunluk yavaş yava§. çöküyordu ve artık dönü§
yolculuğunu düşünmenin zamanı açıkça gelmekteydi; an
cak fal baktırn1a işi henüz sona ermemişti. Masayı yeniden
bir yemeğe hazırlamaktan ve bardakları tekrar doldurmak
tan ba§.ka yapılacak şey yoktu. Bu bazıları için zan1ansız ·
n1ıydı, özellikle öğleden sonra yaşadığı hazırlıksız balayın
dan sonra oldukça yorgun görünen Sutcliffe için? Yaşlı ka
dın ötekilerin falına bakarken çevirmenlik yapmak üzere
Sabine onlarla gitmişti. Küçük çocuk balkonun gölgeli bir
köşesindeki sedirde uyuyakalmı§tl ve her §eye rağmen
onun için eğlence sona ermi§ti.
Ancak öteki üç mürit Sabine'le geri döndiiklerlnde
sonuçların pek de doyurucu olmadığını açıkça gördü; bel-
87
ki de neden, yaşlı kadının büyük ölçüdeki içki tüketimiy
di. Öte yandan Galen ve Prens mutlu görünüyorlardı,
çünkü uzun zamandır ve büyük hevesle aradıkları hazine
nin gerçek ve sağlam olduğu, sadece tarihsel bir uydurma
olmadığı güvencesini almışlardı. Ancak kadının oldukça
akıl karıştırıcı yakla§ımı birkaç soruya neden olmuştu,
çünkü biri hakkında konuşurken ötekilere de atıfta bulu
nuyordu - örneğin Constance'a - ancak bunları çözmek
kolaydı. Ama falcılığın olağan gösterişleri de tabii ki mev
cuttu, örneğin renkli bir dil ve imajlar. Sabine'in açıklama
ları şöyleydi: "Hazine gerçek ve çok büyük bir şey, ama
bir dağda kilitli ve gerçekte insan olan ejderler tarafından
korunuyor. Ar�tırmayı büyük tehlikeler bekliyor. Buna
karşın, tüm çalışmalar bir felakete dönüşse bile vazgeçil
meyecek. Eğer devam edecekseniz çok büyük önlemler al
malısınız."
Ancak belirsizliklere karşın Lord Galen'i iyimser bir
coşku dalgası kaplamıştı; kafasında gelişen bütün ku§kular
ve korkular sanki yatış.mıştı. Prens de, falcılara daha az
inanmaya eğilimli olsa da, kendini coşkulu hissediyordu.
Zaman zaman olsa bile ... Ne olursa olsun, dağdan söz et
mesi umut vericiydi. Kuşkuyla başını salladı. Ancak bu se-
anstan en fazla etkilenen kişi Sylvie'ydi, duyduklarının
ağırlığıyla çarpılmış gibi ağır adımlarla onlara dönmüştü.
Bembeyaz yüzü ya.şiarla ıslanmıştı ve elleri kucağında, tu
haf bir biçimde yalvarır gibi bükülmüştü; sanki açığa çıka
rılan onların rezaletleriydi. Eşi, arkadaşı, sevgilisi olan kişi
nin yakında onu terk edeceği, aslında artık sevilmediği
söylenmişti. Bununla da ansızın Constance'a bağımlılığı
nın derecesini anlamıştı. Aynı zamanda pek çok küçük
olay ve olguyu netle�tirmişti -sevgilisinin aralarındaki iliş
kiyi koparmanın yollarını aradığının, bu yüzden de suçlu
luk duyduğunun farkına vardı. Constance'ın olmadığı bir
dünyayı hayal etmeye çalışırken yıldırımla vurulmuşa
dönmüştü. Gerçeğe ne kadar da kırılgan bir bağla bağlan
dığı açığa çıkmı§tı - küçüldüğünü, sevgi ve tinsel verimli-
88
likten yoksun, kişiliğinin kötü bir kopyası haline dönüŞtL
ğünü görüyordu. İçi bu önsezilerle kabarmışken, sevgilisi·
nin yüzüne bakamayacağını hissediyordu. Yas tutan bir
Çingene gibi başını bir şalla örtüp otobüse bindi ve kendi
sini arka tarafta bir yerlere gizledi; küçük çocuk da kısa
bir süre sonra onu gizlendiği yerde bulup başını dizlerine
koydu, yanında uykuya daldı. Şaşkınlaşmış bir durumda
öylece oturmuş, gecenin, karanlık bir gölün sularl gibi,
çevresinde dalgalanmasını hissediyordu. Sesler, mandolin
lerin hırıltıları ve ana meydandaki kilisenin giriş kapısı al
tında dans edenlerin topuklarının takırtıları; şimdi hepsi
tüm önemini yitirmi§tİ. Hiçbir şeyi anlatmıyor, hiçbir şe
yi belirlemiyorlardı. Nesnelerde hiçbir akıcılık yoktu, ge·
lecek için beklenti ya da arzuları zenginleştiren zaman
öğesinden yoksundular. Gerçekliğin tüm tazeliğini yitirdi
ği, kendini yenileyemez gibi göründüğü, küçük, hınzır in
tihar cininin ortaya çıktığı an bu andır. Sadece bu düşünce
yüzünden bile, Constance bu falı bilseydi dehşete kapılabi·
lirdi. Günün psikolojisi neye mal olmuştu! Bu çalıntı sev
da, ne kadar gerçekdışı görünüyordu! Ancak olayln tek te
mel gerçeği, kısa süre içerisinde ayrılmaları, birbirlerinden
uzaklaşmaları, yürüyen ölüler, aşkın dışına itilmişlerin saf
larına katılmalarının gerekli olduğuydu! Ö�ekiler de yavaş
yavaş üslerine dönüp, sessizce küçük otobüsteki yerlerini
almaya başlayınca, Sylvie şalına daha sıkı sarınıp uyumaya
çalı§tı, ne gülünç şey! Sabine onun için endişeli görünüyor
du ve son bir kez Sutcliffe'le sohbet etmek için kahveye
dönmeden önce, korumak İster gibi kollarını onun omuz
larına dolayıp bir süre yanında oturmuştu.
Yaklaşmakta olan ayrılığın, Sylvie'nin gerçekle olan
kırılgan bağını yine koparmasından korkuyordu. "Sadece
Constance'ın olasılıkların farkında olmasını umuyorum,
ama bunun mesleki eğitiminden dolayı olması gerekir."
Gerçekten de Constance kehaneti duyduğunda bu olasılığı
düşündü ve hemen şefkatli merhameti onu kızın yanına,
yarasının acısını hafifletmeye yönlendirdi. Boşunaydı bu,
89
çünkü Sylvie çaresizlikle elini indirmiş, sadece, "Son gün
lerde beni §a§ırtan bazı küçük §eyleri anladım. Bana artık
aramızdaki her şeyin bittiğini anlatmaya çalışıyordun," de
mişti. Ve sevgilisi, öfkeli bir çaresizlikle oturmuş, uyu
makta olan küçük oğlanın ba§ını okşuyordu ve hiçbir şey
söylemiyordu, çünkü söylenecek bir §ey yoktu. Bu yeni
bilgiye dayanarak çok önemli yeni uzla§maların yapılması
gereği açıkça görülüyordu. Söylemek gerekirse, eğer Sylvie
ayrılmaya karar verirse gidecek bir yeri olmaması tehlikesi
de vardı - Montfavet'ye geri dönmenin dı§ında, ki daha
sonra ortaya çıkan da buydu. Constance zayıflığından do
layı kendi kendini acımasızca suçluyordu, ama sonuçsuz
du: çünkü olan olmu§tU. Yapılacak tek §ey, bugünün per
desi arkasından belli belirsiz kendisini çağıran gelecekteki
yeni hayan denemek ve sonucu görn1ekti. "Hayır," diye
konuştu, "biz sonsuza kadar arkada§ız, Sylvie!" Ve, bu da
garip bir §ekitde gerçekti. "BaŞ.ını sallama, canım, bu doğ-
"
ru.
Kahvenin tentesinin bir ucu kaldırılmı§, bir kö§esin
den Blanford acı ve çaresizlikle onların duygularını belir
ten yüzlerini seyrediyordu. Ne konuştuklarını duyamı
yordu ancak yüz ifadelerinden onları meşgul edenin mut
luluk olmadığı açıkça belliydi. Bazı anlarda Constance'la
birlikte olmayı nasıl arzuluyordu! Ama ona bilmediği ne
söyleyebilirdi ki?
Onu avutmak ve Sabine'i eğlendirmek isteyen Sutclif
fe, "Bir yerde, Çinlilerin pazara götürdüklerinde tartıda
ağır çekmeleri için domuzlarının kıçını kille tıkadıklarını
okuduğum zaman," diye anlatıyordu, "bir anda Amerikalı
yazarların neden bu kadar uzun yazdıklarını fark ettim -
acımasız yayıncıları tarafından bir tarafları tıkanıyordu.
Bir doktora tezi konusu: 'Çok görkemli bir domuz olarak
romancı."' Ancak yanındaki dostu hala uzaklarda ilgisini
daha fazla çeken bir yüzü seyretmeye devam ettiğinden
onun anlattıklarıyla pek ilgilenmiyordu. Kendi cinsel sez
gilerinin pintiliğine hapsolmuş otururken, kendi kendine
90
yineliyordu: "Boşluğun dolaylı olarak fark edilmesinde,
bo§luk ya kavramsal olarak algılanır ya da bir görüntü ara
cılığıyla. Böyle dolaylı bir önsezinin güçlü doğasına rağ
men doğruda11 doğruya kavranabilmesi de zorunludur!'' İn
san ne yapabilir ki? Şimdi artık Cade gerçekten ortalığı
toplamaya başlamt§tı, otobüs §Oförü de harekete hazır ol
duğunu farlarını yakıp söndürerek işaret ediyordu. Kuze
ye doğru yola çıkmalı ve panayır alanını karanlıkta, puslu
ay ışığında yava§ yava§ boşahmalıydılar.
Yavaş yavaş kumsaldan ayrılıp ana yola doğru gider
lerken, karanlığın içinde hala kaç ateşin yanmakta olduğu
nu ve kaç ailenin, deyim yerindeyse, on üç derecelik siyah
şaraba yenik düştüklerini görebiliyorlardı! Farların ı§ığın
da, hala etrafta ko�uşturan çocuklar olduğu görülüyordu,
gece yarısı hınzırlık pe§indeydiler. Dumanı tüten ate§ler,
iç taraflardaki gölcüklerin yüzeyinde yayılan ve kaybolan
ay ı�ığınt bastırıp azaltıyordu. An1a daha güvenlikli asfalt
ana yola çıktıklarında, şoförleri Avignon'a doğru yelken
açarken otobüsün lambalarını kapatıp yolcularının yavaş
ça uyu§turucu bir uykuya geçmelerini sağladı. Blanford
uyuklarken, terk ettiği notlarının konfeıiler gibi dönerek
uçuşması onu sessizce derin bir uyuşukluğa sürüklüyordu.
Saatin kaç olduğunu dü§ündü, güne§.in nehir üzerinde, ku
lelerin üzerinde doğuşunu kaçırmak İstemiyordu.
Ancak kendisi uyukla.sa bile arkadaşı uyumuyordu;
günün olayları onu çok büyük bir ınutluluğa sürüklemݧti,
ama içilen kırmızı §araplar da unutulmanıalıydı. "Ha ha,
tropiklerde bağırmaya alışık olduğumuz gibi!" diye bağırıp
�özlerini vurgulamak için bir yandan da dizini dövüyordu.
işte bu anl:I§ı!mazdı - örneğin, neden tropikler? Ama bu çı
kışının açıklamasının istenmesinden hoşlanmayabilirdi -
onun için katışıksız bağıntısızlık ve kasıtsızlık neredeyse
yüceliğe, çılgın kahkahaların krallığına yakındı.
"Kes artık," dedi Aubrey, "bırak da birazcık uyuya
yım." Ama uçuşan konfetiler gizli amaçlı iletileriyle, boz
guncu sezgileriyle onu rahatsız etmeye devam ediyordu.
91
"Söyleyin bakalım, .Bay B., kendinizi nasıl tanımlarsınız?"
Yanıt: "Büyüklük saplanuları olan, ölümüne mahcup bir
adam. Olumsuzluk yeteneğinin yolunu denenıeye zorlan
mı§ım - üzerinde köprü olmayan bir nehri nasıl geçerim.
Bir toplum çatırdamaya başladığında falcılar ve yalancı ta
nıklar çoğalır!" Zaman saatiyle yapılan bu gece yarısı soh
betleri! (Eğer cinsiyetler arasındaki ileti§im bozulursa, ha
yali olan bütün evren tehlikeye girer! Böyle dü§ünmek
gerçekten büyük saygısızlık.) Ah! Daha üst düzeye sığınan
küstah, seven bir aklın pençeleri. Bir mağarada oturup
maddeyi diyalektik olarak tartı§mak beyninin derisinden
kurtulmana yardımcı olur - ama ne kadar yorucu bir yön
tem. Başka bir yöntemi yok mu? Evet, her zaman bir Sıç
rayış vardır! Avignon Köprüsü de bunu simgeler.
Gerçek trajedi, o gülümsediğinde tüm Vedanta'nın bir
dedikoduya dönü§mesidir ve hiç kimse suçlanamaz, çünkü
bütün evren bizim kahramanlığımıza kayıtsızdır!
Böylece yollarına devam ettiler, bir gece treni gibi.ka
ranlığın içinde sallanarak, ama çok. daha yavaş, ormanların
ve Langue d'Oc'un §ahane malikaneleri arasından yollarını
bularak; bu arada da Sutcliffe tüm dünyaya İnsanların sık
sık hava değişimi yaptıklarını - çoğunlukla sıcak havaları
tercih ettiklerini açıklıyordu, "Sanatçının kendi benliği
için çok gerekli olan namus yemini etmesi aynı zamanda
tecavüze davetiye çıkarmaktır," diyordu. Geçtikleri köyle
rin ı§ıkları kısacık bir süre için bedenlerini aydınlatıyor,
kimin kolu otobüsün camına d;ı.yalı uyuduğunu (Cade),
kimin kendini kederli bir uykunun derinliklerine bırak
mış olduğunu (Constance) gösteriyordu. Sutcliffe zengin
yeteneğiyle dolu doğaçlama şarkılar mırıldanıyordu.
92
Gel canım gel!
93
lem alanını etkilediğini düşünürsek, peki ondan sonra ne?
Yine de içinde, boşluk kavramının kendisini koruyacağı
gibi bir duygu vardı. Evet, nesnelerin özünün sonuna ka
dar tadını çıkarmak o kadar saf ve nazik ki; eğer yeterince
sakin olabilirsen çimenlerin büyüdüğünü duyabilirsin.
Çevreni bir hattatın elinden çıkmış gibi görebilirsin! Ah,
insan beynini uyuşturan beceriksizliğiyle, n1antıklı adamın
anlatım biçimleri! Gerçeğin uçuşan çeşitliliği tarafından
hep yenilgiye uğratılmıştır! Sıradan y�am - böyle bir şey
var mı?
Evet, gözlemci, kendi anlayışının kısıtlamalarını, kişi
sel görüşünün sınırlarını yeniden yaratabilen doğanın üze
rine bir plan, bir amaç yüklemeye çalışarak onu altüst
eder. Kesin bir planı olmayan, ama sadece gevşekçe yayı
lan ve suyun yaptığı gibi, nesneler hangi yöne eğilirse o
yöne giden evrenin rahatını kaçırmaktadır. O zaman ne
yapmalı? Doğanın yaptığı gibi zaman kazanmalı! Şimdi ol
duğun gibi ol! Fark et! Tedirgin ve tedbirli kimse çok beğe
nilir, ama çok iyi bilirsin ki ölüm ve y�am bir aradadır.
Ancak Blanford sevgili uyuşukluğuna gittikçe daha
fazla dalarken, panayırda duydukları kehanetleri kafasında
tekrardan işlemek için arzuladığı huzuru sağlamak isteyen
Prens'in havada eliyle çizdiği uyarı işaretlerine karşın en
gel tanımayan canda§ı, öyküsüne kaldığı yerden devam et
ti. İyi bir Mısırlı olarak simya ve kehanet dünyasına inanı
yordu. "Demek istiyorum ki," dedi Sutcliffe, "yardımlarla,
hayırlarla, ya da bir arkada§ının hayalleriyle var olan bir
karşı-romancı olmaktan hoşlanır mısın? Bazen yüzüm ter
içinde uyanıyorum. Ontoloji düşkünü Yahudi-Hıristiyan
lar mirasımı çaldılar. Öte yandan Paracelsus'un bütün
abuk sabuk konuşmaları, Tiberli bir basım ruhsatı altında
bize geri dönüyor!"
"Şış�!'' diye fısıldadı Lord Galen, anlamadığı bu boğuk
konuşmalarla huzursuz uykusundan uyandırılmıştı. "Al
lah 3.§kına, bırakın da birazcık uyuya!tm!"
94
"Bir Scythian atasözü der ki: 'Yabani sarmısak yiyen
osurukla fal bakar!"' dedi Sutcliffe ciddi ciddi, ama kendisi
de yavaş yav<l§ uykuya teslim oluyordu. Kendi kendisine,
yaratıcısının dağınık notlarına dayanan kesik kesik mono
loğuna devam ediyordu. "Bir zıpkınını olsaydı onu fırlatır
dım; ne kadar da güzeldi! Güneşin ilk l§ıklarıyla yataktan
kalktığında den1ݧtİ ki: 'Ka§larımı yıkamalıyım, yoksa
kimse bana inanmaz."' Evren kesin hiçbir §ey söylemez,
sadece sezdirir. Cade uykusunda gülümsüyordu; salamura
edilmiş bir cücenin gülümseyişi. Galen §İmdi, gururlu po
poları ve kürk gibi apış araları olan, kozmik cömertlik do
lu gruplar halinde yoga yapan, senfonik kadınlar görüyor
du rüyasında! Az ilerde Cenevre'li banker toplulukları
topluca İlkel Çığlığı çalı§ıyorlardı, aynı zamanda dört
ayak üzerinde İçren Gelen Kahkahayı. Bunu yaparken,
onlara, kasabanın ba§pastacısının atölyesinden pr€tres cara
m tlüis1 tarafından yönetilen gizlilik dolu budala genç kız
lar e§lik ediyordu. Bununla birlikte kadın uykusuna de
vam etti,jolie t€te de migraine2
ile!
Hepsi için yeni ayrılıklara gebe bir ak§an1 olacaktı -
eylemde beklenilmeyen bir yön değişikliği. Bunların için
de Felix'inki de vardı, şimdi nesnelere ve insanlara karşı
)reni anlayışında oldukça cömertti o. Sylvie! Felix hızla gi
den otobüste oturmu§ kadının öteye dönük yüzünü sar
hoş bir öfkeyle seyrediyordu; apansız bir korkuyla kadına
aşık olduğunu fark etti - kendini güçsüz ve ku§atılmış du
yumsamak hiç de hoş değildi. Kovanın kürek için yaratıl
ması gibi, kendininin onun anlık arzuları için yaratılmı§
olduğunu hissetti ansızın! Evet, ama o ne hissediyordu?
Dalgın yüz ifadesinde anlaşılabilecek hiçbir belirti yoktu,
gerginliği gösteriyordu; harap olmuş tutkularının ve bu
nun kaçınılmaz sonucu olan ayrılığın çevresinde yoğunlaş�
mtştı bu ifade. Sylvie'ye ne olacaktı? Bir süredir bunu anla
ması onu rahatsız ediyor, huzursuzlukla dolduruyor, o da
bunu bedensel eyleme dönüştürüyordu. Bir zan1anlar ken-
' Ağd;Jaımı� (kanı.mdaya dıınilımilJ) rMiplor.
'Gnıel bir ağnlı b>§ (.<llzcOğtı sözdlğüne: gözd bir ağrı b"'iı).
95
disi için çok §ey ifade eden bu kentle ili§kisini yeniden pe
ki§tiriyordu, kiraladığı bisikletle her alqam karanlıktan
sonra yola ç.ıkıp sevecen bjr özlemle bütün meydanlarını
ve kö§elerini doloqıyor, konsolosluk görevinin bütün acı
yokluklarını anımsıyordu; böyle bir yalnızlıkla ve onca
a§ağılanmayla nasıl ba§ edebildiğine §aşırıyordu. Bazen de
kendini gece yarısından sonra küçük Montfavet Meyda
nı'nda buluyor ve akı! hastanesinin gece zilini çalıyordu.
Küçük doktor da uykusuz biriydi -bunu eskiden beri bili
yordu- §afağın ilk l§ıklarından önce pek yatağa girmiyor
du. Gecenin geç vaktinde birinin arkadoqlığından her za
man ho§lanıyordu ve hemen eski moda zeytin ağacı ateşini
körüklüyordu. Sylvie'nin kendisine bir gün bir not gönde
rerek eğer kendisi de onu tekrar geri almaya razı olursa
Montfavet'deki eski evine geri dönmeye karar verdiğini
Felix'e de o anlatmıştı. Kederli bir boyun eği§le konU§U
yordu, bu uğursuz ݧte Constance'ın rolün�en ho§lanma
dığını belirten bir hajinlik de vardı sesinde. iki doktor ara
sındakine benzer mesleki bir ele§tiriydi; ne de olsa Cons
tance bütün verilere sahipti ve bütün olasılıkları önceden
görebilecek durumdaydı. "Bu, umulmayan, bir o kadar da
adil olmayan bir davranış," diye anlactyordu, "ve bu yüz
den kendisinden utanmalı."
Gerçekten de, utanç içindeydi o, ama başka türlü ha
reket etmeye gücü yoktu, ;i§ığının ilk aylardaki çekim gü
cü o kadar güçlüydü ki. Ve şimdi?
Felix'e gelince, her §ey ansızın olmu§tU, Constance'tn
onun odasında bıraktığı bir düz yazı §İİr bulduğunda;
onun delilikten uzak olduğunu, sadece, birisi onları hazır
lamak zahmetine katlanırsa bütün bakir gönüller gibi ge
rekli ve teme! aydınlanmayla bezendiğini fark edip ş�ır
mı§tı. Şiirsel yaşam kendini öyle bir güçle duyurur ki ço
ğunlukla basit mantığı tahtından indiren bir yabancılaştır
ma gücü gibi görünür. Ancak davranış bilimcileri dı§ında
bunu delilik olarak değerlendiren olmaz. - Gerçek, pek
çok §iveye, ifadeye sahiptir ve bunların en güçlü olanı da
cinselliktir. Cinsellik eğer onun ne kadar anlık bir hareket
96
olduğunu anlayan iki kişi arasında ateşlenmişse, otomatik
olarak çekingenlikle ve çok büyük utangaçlıkla yürütülür:
"Tabii ki," diye onayladı Sutcliffe, "çünkü meditasyonun
bütün kökü orgazmın kendi içindedir! "
Ancak böyle bir algılayıştan sonra eskisi gibi devam
edip ya§ama karşı ilgisizliğini sürdüremezsin. Kadının söz
lerindeki o büyük acı onu derinden etkilemişti ve o da ka
dını kalbinde billurlaştırmıştı; - o olağanüstü övünçlü yü
rüyüşü, güzelliğinin bütün büyüleyiciliği. Böyle sarsıcı bir
güzellik, zevkten sonra neredeyse pişmanlığa yol açıyor
du. O güzelliği her yeni anlayışında tutkusu yeni yelkenle
re doluşuyordu, tabii kaygıları da - eğer kadın ona yanıt
vermez, onu görmezse, o zaman ne yapacaktı? Bazen ka
dın öyle aklı başından gitmiş görünüyordu ki, atlamayı
reddedecek, ya da şaha kalkıp üzerindeki binicisini fırlata
cak gibiydi. Dipsiz bir bilgisizlik Felix'i içine çekiyordu,
3.§kın gerçeğinin bir düzene bağlanamayacağının farkına
varmı§tı, çünkü o aklın ve gözün izleyemeyeceği kadar
hızlı hareket ediyordu. Aşk konulu tatlı söyleşi, büyük
olayın sadece basit bir bölümüdür. Ah, kadının hatırı için
bir aziz olmak, her ikisi adına dinginlik ve Tanrı'nın mü
dahalesini dilemek! Sutcliffe onaylamazcasına dilini dama
ğında şaklattı ve Blanford'un petites annonces larından 1 bi
'
98
bul edilmesidir. Eski, sevgili, dengeli romanın değişmez
anahatları bir yana bırakıl mış, yerine, yazıları silinip yeni
den kullanılabi len yumuşak parşömen konulmu§tur; böy
lece oyuncular birbirine dönil§ebilmekte, dilerlerse birbir
lerinin içsel yqama alanlarına girebilmektedirler_ Her şey
ve herkes birbirine yaklqıp bir araya gelmekte, bir nokta
ya doğru hareket etmektedi r Büyük insanlık modelleri
.
ıoo
böceğln resmi, işlevini yerine getiren, ama etkinlikten,
duygudan yoksun basit zeka öğelerini kullanan bir böcek.
Zavallı adam, bu endişe vericiydi; ama o gene de kendisini
bu yeteneğin hizmetkirı olarak hissediyordu. Daha çok,
başkalarının aklından geçenleri yanılgısız okuyabildiğini
anlamı§ biri olarak. Bu her zaman kendini özür dilemek
zorunda hissetmesine neden oluyordu. Bu kadar uzağı gö
rebilmek...
Dünya, böcek akıllı ve cılız tüylü, kabuklu bir ker
tenkele gibi; gnostik'lerce kınanan, ama dünyaya hükme
den düşüncesizlik. Canavar! Böyle bir canavarın yerine da
ha insanca bir şey koyabilmek için ne yapılabilir? Görün
düğü kadarıyla hiçbir şey.
Constance'a gelince, Sylvie'yle olan ilişkileri, on yıl
dan fazla bir süredir onu seven küçük doktorla bir anla§
mazlığa yol açmıştı. Doktor ansızın patlayıvermişti: "Ne
korkunç bir sapkınlık bu! Böyle bir budalalığa nasıl yeni
lirsin - bu çılgın kızı da bir kez daha şizofreniye ve belki
de intihara nasıl sürüklersin? Constancel Sana kızgınım
çünkü senin elinden daha iyisi gelir. Sen partie a trois1 ya
pan Livia gibi değilsin! O, hayret verici bir çılgınlıktı.''
Constance neredeyse ağlamak üzereydi ama buna karşı ko
yuyor ve konuşuyordu: "Bu tutku maskaralığına, kendimi
Affad'ın acıklı ölümünün gerçekliğinden korumak için sı
ğındım - bunun beni delirteceğini sanıyordum. Böylece
saklanıp onun beni içinde bıraktığı, doğadaki ho§luğu gö
ğüsleyecek cesareti kendin1de buluncaya kadar zaman ka
zanacaktım!" Doktor duygularını saklayabilmek için arka
sını döndü ve kadın, adam için ne anlam t�ıdığını anladı.
"Aşk konusunda pek fazla şansımız yok!" dedi acı dolu bir
sesle, "ve ben senin anlayışına güveniyordum. Azarlanmak
acı veriyor."
Her şeye kar§ın adam haklıydı ve kadın bunu biliyor
du. Ama kadını daha fazla onmaz şekilde yaralamamak
için konuyu Livia'ya getirdi. ''Bana hala Llvia'yla ilgili so
' Oçlo ın«i.
101
rular sorduğunu söylüyorsun. Ama biliyor musun ki
onunla ilgili bir §eyler bilebilecek bazı Almanlar hala ara
mızda? Hayır mı? Peki, iki taraflı casus Smirgel hala Avig
non'da. Büyük bir zaferle, kendi alıcısıyla her zaman İngi
lizler için çalı§tığını göstermeyi ba§ardı. Ama daha §a§ırtıcı
olanı burada görev yapını§ olan Alman general Von Ess
lin'in varlığı. Bir kaza yüzünden hemen hemen kör ve ba
zı suçlamalarla Sava§ Suçları Mahkemesinde yargılanmayı
beklerken Nimes'deki Göz Kliniğinde tutuluyor. Ba§kala
rı da olmalı ama bu ikisinin yardımı olabilir, y<l,ilı Smir
gel'e gelince, onlar gerçekten ortaktılar, öyle değil mi? De
mek istediğim, kalede ikisi birlikte çalıştılar. Günlük defte
rimde adresi var, çünkü sık sık sıkıntılı hastalara kitap
okumaya geliyor, bunu yapmaktan zevk alıyor. Onun için
eğer Livia ile ilgili sorular sormak istiyorsan telefon edip
randevu alabilirsin...
"
102
DÖRT
GENERALİ ZİYARET
Kısa bir süre lçin bu düşüncelerden bir şey çı kmadı ,
ama daha sonra baharın ilk sıcak günleriyle yav� yavq bi
çimlenmeye başladı ve doğasından gelen sabırsızhğının
beslediği zorlamalara, yaşamlarında olması yakın deği§ik
liklere dönü§til - çünkü Blanford karar vermişti, eğer Syl
vie Montfavet'deki e.ski yerine dönerse, o da en sonunda
Tu Duc'a dönebilirdi. Constance da bu düşünceye taraftar
görünüyonlu. Böylece düşüncelerinin, günlerini Ni
mes'deki küçük Göz Kliniğinde belirsiz bir yarı tutsaklık
durumunda geçirmekte ve Savaş Suçları Mahkemesini bek
lemekte olan yaşlı Yon Esslin'e yönelmekte olduğunu fark
eni. Adam hemen hemen kördü ve doktorların gelecek
için tahminleri de o kadar zayıftı ki, şimdiden geleneksel
beyaz basron için hazırlık yapmıştı bile, hata nesneleri ve
insanları hayal meyal. çoğunlukla da silüet olarak görebili
yor, gerisini belleğinden doldurabiliyordu. Küçük bir sıra·
da dimdik ot_urup yalnızlığını ve soyutlanmışlığlnı biraz
olsun hafifletebilmek için basit Fransızca öğreniyordu.
Resmi otoriteler kendisine yüksek rütbesine uygun biçim
de davranıyorlardı ve bu da onu �aşırtnuyordu. Constan
ce'a da söylediği gibi, "Üniformanın mantığını anlıyorlar
sonuçta suç nedir? Bir askerin görevi en önde gelir ve bu·
nu onJar da biliyor. Bu da -o saçma entelektüel saptırma
n
103
bilgenin a�ıklaması gibi: "Templarlar Tanrı'nın bankerle
riydi ama Isa'nın değil!"
İşler pek de hızlı ilerlemiyordu, Fransızlar da hızlan
dırmaya hevesli değillerdi, çünkü her yeni hareketle onla
rın Almanlarla yaptıkları utanç verici işbirlikleri gittikçe
daha açıkça ortaya çıkıyordu. Von Esslin'e gelince, o da
kendini bir yetim gibi hissediyordu çünkü ailesiyle ilişkisi
ni kaybetmişti ve evi de Rus birlikleri tarafından işgal edil
mi§ti. Az da olsa sızan haberler hiç de güven verici değildi.
Daha sonraları da, daha Doğuda Nazilerin yaptığı vahşet
ten haberdar olan Rus ordusunun şatoyu yaktığını öğren
di. Hizmetkarlarla birlikte bir ambara kapatılan annesiyle
kız karde§i kaybolmuştu. Sessizlik soyutlanmışlığını belir
ginleştiriyordu. Dünya içine kapanmıştı, Protestanlığın
ağırbaşlı merkezi olan Nimes kentinin romantik parkla
rında birkaç yüz metrelik yürüytii!erle sınırlanmıştı hare
ketleri. Oturacak güneşli bir yer buluncaya kadar, parklar
dan bastonunu tıklatarak geçiyordu, güneş varsa yaşlı bir
kertenkele gibi güneşte keyiflenip gevşeyerek oturuyordu.
Kışın soğuklardan çok çekmişti, çünkü küçük klinik yete
rince ısınmıyordu.
104
gerçeğe alıştırması biraz zaman almıştı. Bir bakıma da öf
kelendiriciydi, çünkü ona yaşama gücü veren görüntüle
rin, şimdinin gereksinimlerine yanıt verecek biçimde tek
rar tekrar gözden geçirilmesi gerekiyordu. Ayrıca sesinin
hoş benzerliğiyle birlikte konuşmasının zarif Prusyalı tar
zı da ilk bakışta onun gerçekten de kız kardeşi olduğunu,
olabileceğini, olması gerektiğini kanıtlıyordu! Yazık! Ama
ilk görüşmelerinde daha kız kendisini tanıtırken ve konu
yu açtığında, bu susamış yanılsama kalbine ve aklına cen
netten gönderilmiş bir armağan gibi geldi ve bir saat içeri
sinde sadıkane bir şekilde kadının hizmetindeydi; Livia
hakkında daha fazla bilgi toplama arayışlarında onunla iş
birliği yapmaya hazırdı. Adamın yaşı ve sağlıksız görünü
mü çok dokunaklıydı. Dost oldular.
Garip olan, aynı olağanüstü dönemde, aynı kentte bu
kadar zaman geçirmiş olmalarına karşın birbirleri hakkın
da hiçbir şey hatırlamama!arıydı. Belki kadın onun iki kez
bir dizi askerle birlikte, başı öteye dönük, solgun ve önem
siz biri gibi - ki gerçekten öyleydi - uzaktan, şehrin için
den geçtiğini görmüştü. Adam kad:nı görmüş olduğunu
hiç hatırlamıyordu, görseydi kız kardeşine olan benzerli
ğiyle çarpılırdı. Livia hakkında, çok az şey biliyordu, bun
ları da rastlantıyla öğrenmişti; çünkü apseli bir diş yüzün
den kaledeki dispanserde bir hafta sonu geçirmişti ve bu
oldukça suskun sahra hemşiresi o hafta görevliydi. Ama
adamın rütbesinin yüksekliği sıradan bir konuşmayı ola
naksızlaştırıyordu. Yine de Nazilere katılmak için ihanet
eden ve sahra hemşiresi olarak çalışan İngiliz kızı ile ilgili
bazı dedikodular duymuştu. Kendisi böyle bir bağımsızlı
ğın hayranlık uyandırması gerektiğini hissetmişti ve kendi
sine kızın özgeçmişini özetleyen güvenlik görevlisinin ko
nuşmasındaki acıma ve aşağılamaya çok şaşırmışrı. Görün
düğü kadarıyla Livia'dan kuşkulantyorlardı ve bu da bir
bakıma onun Smirgel'le olan ilişkisi yüzündendi. Adam
Avignon'a kıdemli haber alma subayı olarak atanmıştı
ama tanı�ıkhkları savaş öncesine, adamın sanat öğrencisi
105
olduğu ve burslu olarak kentte bulunduğu zamana dayanı
yordu. Livia'ya bir gün bir resmin restorasyon çalışmalart
sırastnda rastlamış ve biraz kararsız kaldıktan sonra sevgili
·
olmu§lardı.
"Bu öğrendiklerim de kazara duyduklarımdı denebi
lir. Ama konuya fazla önem de vermemiştim, çünkü yapa
cak çok şey vardı. Bununla birlikte Smirgel'in güvenilirliği
ile ilgili pek çok kuşku vardı, özellikle İngilizlerle çalışma
ları hakkında bir toplantı yapmayı kabul ettikten sonra;
ama bu sadece onları yanlış yönlendirmek ya da ele ver
mek içindi - en azından onun söylediği buydu. Doğru da
olabilir - neden olmasın? Ama savaş zamanı alabildiğine
dedikodu yapılır ve kin1se kimseye inanmaz. Kesinlikle es
ki sahra raporlarının bir yerlerde olması gerekir, tabii
Fransızlar daha önce hareket edip geçmişleri yüzünden,
yok yere vicdan hesaplaşması yapmayı önlemek için bun
ları yok etmedilerse. İnsan bunu da anlayabilir. Kar§ıt
olanları yakalamakta hepimizden daha istekliydiler. Be
nim düşünceme göre, ilk birkaç aydan sonra tutsak çalış
tırma politikamıza devam etmeseydik gerçek bir direnişle
karşılaşmayacaktık. Tepkiyi başlatan ve insanların zorunlu
askerlikten kaçıp dağlara çıkmasına neden olan da buydu.
Bu başlayınca da İngilizler paraşütle saklandıkları yerlere
inerek, bu kaçak esirlerle silahlı direnişi olu§turmaya baş
ladılar ve tabii ki LaSalle civarındaki arazinin yapısı ve
Longue d'Oc'daki güvenlikli yerler böyle bir gelݧmeye
olanak sağladı."
Adam pişmanlık dolu bir ifadeyle başını sallayıp söz
lerine devam etti: "Ve durumu daha da karı§ık hale getiren
birbiri üzerine binn1ݧ üç haber alma örgütüydü ve sık sık
aynı olayla ilgili birbirinin aksi öyküler anlatılıyordu.
Bunların her birine ui�abilme olanağım olsa da, benim
görevim sadece askeriydi. Arazi kumandanlığına bağımlıy
dım ve sadece bu i§le uğraşan kendi haber alma grubum
vardı. Daha sonra Fransız Milislerle payl�tığı kendi gü
venlik servisi olan askeri vali geldi - ki hem milislerden
106
nefret ediyordu, hem de bütün kirli ݧleri onların üzerine
yıkmayı beceriyordu. Onların da pek aldırdığı yoktu.
Kendi i nsanlarını hırpalamaktan keyif alır gibiydiler.
Onun için şin1di bu durumdalar, çünkü çok fvJa düşman
lık yaratıldı ve Fransızlar hıili kin duyuyorlar, bağışlamı
yor ve un utmuyorl ar "
.
107
çekilmeden hemen önce - Smirgel kendisini ziyaret etm�
ve ele geçirdiği, Churchill tarafından imzalanmış olan ve o
günkü emirleri içerdiğini sandığı bir belge hakkında fikri
ni sormuştu. Savaş halinin iyimser bir değerlendirmesiydi,
Almanların geri hatlarda yığınaklar yapmaya başladığını
ve bunun da savunmaya geçecekleri biçiminde yorumlan
ması gerektiğini belirtiyordu. Smirgel bunun sahte olup
olmadığı konusundaki düşüncesini soruyordu. Daha son
raları bu olayı tekrar düşündüğünde, adamın onun güveni
ni kazanmak için başvurduğu acemice bir yol olarak dü
şünmüştü. Ama niçin?
General buna destekleyici, heyecan verici bir yorum
getirmişti: "Aman Tanrım! Evet! O İngiliz belgesini ve
verdiği mesajı çok iyi anımsıyorum. Çok şaşırtıcıydı, çün
kü doğruydu. O sırada gerçekten Fransa'nın güneyinde
birkaç savunma çarpı§ması bekliyorduk - Akdeniz hattını
pekiştirmek için, çünkü İtalya aksamaya ve dağılmaya baş
lamıştı. Ama bundan da önemlisi, Müttefik radyosu gayet
saf bir biçimde tarihi ve arkeolojik değerlerin bombalan
mayacağını duyurduğunda, demiryolu, karayolu ve suyo
luyla Fransa'ya akmakta olan onca değerli savaş malzeme
sini ne yapacağımız hakkında bize fikir vermişti! Onları,
hava hücumlarından korunacak yerlere yerl�tirerek gizle
yebilirdik. Daha iyisi, örneğin, Pont du Gard'ın sınırında
ki taş ocaklarını ve mağaraları bo§altabi!irdik. Allahın lüt
fu bir yerdi orası. Yeraltındaki kilometrelerce geçitler ve
mağaralar amacımız için ideal bir yerdi. İstihkam birlikle
rine görev verildi ve bu görev yerine getirildi. Miktar git
tikçe anıyordu."
General gözle görülür derecede yorulmuştu ve anlatı
mı da güçten dü§üyordu. Ama bu güzel sohbetin bitmesini
istemiyor ve kafasında kadını tekrar geri getirmek için bir
neden yaratmaya çalışıyordu. "Birazdan benim ilaç zama
nım," diye üzüntüyle konuştu sonunda. "Belki daha sonra
sizi ilgilendirecek başka §eyler hatırlarım; gelecek hafta ko
nu§mak için tekrar bulu§mamızı ister misiniz?" Kadının
108
evet demesini şa§kınhk ve rahatlamayla karşıladı. Constan
ce, ayrılıklarından dolayı adamın hissettiği görünür üzün
tüyü dokunaklı buldu. "Evet, tekrar buluşmalıyız," diye
devam etti, "belki bana yardımcı olabilecek bir iki noktayı
atlamış olabiliriz. Gelecek hafta içinde gününü siz seçebi
lirsiniz, çünkü ben birkaç gün izinliyim." General mutlu
olmu§ttı, İçtenlikle el sıkı§ıp ayrıldılar.
Böylece bu ilk görüşme ya§lı adama yapılan bir dizi
kısa, hoş ziyarete yol açtı ve bu ziyaretlerle Constance
yankılarla dolu Avignon'da o kederli v e hO§a geçen savaş
yıllarını yeniden ya§adı, yeniden duyumsadı. Bilgi edinme
bakımından da ziyaretler bo§Una değildi, çünkü kadının
varlığı o bulanık dönemdeki ya§amla ilgili ufak ayrıntıla
rın hatırlanmasında uyarıcı etki yapıyordu. Bütün bunlar
bir yana, kadın onun klinikte belli ufak ayrıcalıklara sahip
olmasını ve kendisine özen gösterilmesini sağlayabiliyor
du; sigara ve içki istihkakı gibi - ne de olsa o bir savaş tut
s#;ıydı ve rütbesine uygun bazı hakları olmalıydı. Ve mev
sim yava§ yavaş baharın daha yumu§ak sonlarına yaklaştı
ğında Constance topladığı tarihi bilgi kırıntılarını kendi is
teğine göre birleştirip düzene koymaya çalı§ıyordu. Baş
langıçta Jourdain, onun S}'lvie'nin gidi§ini kabullenişine
karşı biraz soğuk ve düşmancaydı; ama daha sonra onun
pişmanlıklarının boyutunu tam olarak anladığında daha
önceki cömert tavrına geri döndü; ancak Blanford'un Tu
Duc'a geri dönme kararını duyduğunda hissettiği kıskanç
lık acısını da önleyemedi. Her şeye karşın daha önce de te·
davisiyle epeyce düzelen, Blanford'un yaralı sırtının iyileş
tirilmesi için gerekli fizyoterapiyi tekrar Constance'ln
yüklendiğini biliyordu. Ancak Generalin anılarından orta�
ya çtkan en şaşırtıcı bölüm Vers civarındaki ve öbür yer
lerdeki mağaralarda ve Romalılardan kalma taş ocaklarının
dehlizlerinde saklanm1ş büyük silah yığınaklarıydı. Bu si
lahları saklamakla görevli istihkam birlikleri Avusturya
lıydı ve sonunda isyan ederek Nazilerin kente hakim du
rumdaki köprilye yerleştirdikleri patlayıcı yüklü treni in-
109
filak ettirmeyı reddettiler. (Eğer emre uysa!ardı çevreye
onmaz �ekilde zarar verebilir, ya da Avignon'u gerçekten
tamamen yok edebilirlerdi.) Avusturyalıların bunu reddet
mesi kenti kurtardı, ama istihkamcıların hepsi, toplam yir
n1i kişi, tutuklandı ve tören yapılmadan vuruldular. Ken
tin kadirbilir halkı, sonunda ordu kenti terk edip kuzeye
doğru geri çekilmeye b�iadığında, ölenlerin mezarlarını
güllerle örttü ... Bu kadarı sadece tarih. Ama istihkam bir
liklerinin Pond du Gard'ın altında eski kazıların yıkıntıla
rını temizleyip kendi yığınaklarına yer açn1aya çalışırken
yaptıkları keşifler, garip söylentilere yol açtı.
İddialarına göre - en azından birliğe kumanda eden
iki subayın - adamları çalışmaları sırasında labirentin orta
sındaki bir kayada me§e bir kapıya rastlamışlardı- çelik çi
vilerle bezenmi§ kapı zorlanıp açıldığında arı kovanı gibi
küçük mağaracıklardan olu§an bir yuva ile karşılaşmışlar
dı. Bunlar çok İnce bir işçiliğin ürünleriydi, duvarları ne
me karşı güçlendirilmişti. Bu odacıklar gerçekten hazine
lerle doluydu, bütün sandıklar dikkatle bir araya getirilmiş
ve düzgünce İstiflenmişti. Şaşkın gözleri sadece a:ltın külçe
leriyle paraları değil küçük bir yığın halindeki değerli taş
ları ve öteki şeyleri de görmüştü, bu arada duvardaki La
tince bir yazı bunların Templar kökenli olduğunu anlama
larını sağlamı§tı. Ba§langıçta biraz §aşkınlık ve ku§ku var
dı, çünkü Avusturyalıların başındaki teğmen yalancılığı ve
sarhoşluğuyla tanınıyordu. Ayrıca bulduklarını korumak
için kaya içerisine yerle§tİrilm.iş kapısıyla ana mağaranın
çevresindeki geçitleri dikkatle mayınladıklarını, bubi tu
zakları yerleştirdiklerini ve bu bubi tuzaklarını gösteren
ayrıntılı bir harita olmadan bu bölgeye girmenin çok tehli
keli olduğunu, bunların çevredeki mağara ve geçitlerdeki
esas silah yığınakları için de geçerli olduğunu söylemi§ti!
İlk ba§larda Avusturyalı teğmen ve arkada§larının öyküsü
ne inanılmadıysa da hem teğmen hem de arkad�ları, hazi
nenin bulunduğu yeri ve çevresindeki mağarayı kapatıp sa
vunma için yerleştirdikleri patlayıcıları birbirlerine bağla-
110
madan önce oradaki meşe sandıkların birinden aldıklarını
söyledikleri bazı değerli taşları göstermişlerdi.
Ne şans! Gelişmeleri öğrendiğinde Constance da böy
le düşünnıü§tÜ. "Templarlar'ın hazinesi sonunda bulundu,
aına yeni bir savaşın garip gelişmeleri yüzünden yine de
inatla ul<t§ılmazlığını koruyor." Pişmanlıkla gülümsüyor
du, çünkü aklından Lord Galen'in yüzünde yarasalar gibi
uçu§acak olan ifadeleri canlandırıyordu -açlık, coşku, kor
ku, küskünlük, tabii eğer bir gün, tahmin ettiği gibi bu
§aşkınlık verici öyküyü ona anlatması gerekirse- yine en
gellendi! Ve yine de ... orayı bulan Avusturyalıları rı tekrar
oraya ulaşabilmelerini sağlamak için bir zamanlar mutlaka
bir harita vardı. Bir yerde, birileri bubi tuzaklarının kayıt
larını tutmuş olmalı. Ama kenti yakıp yıkmayı reddettik
leri için bütün istihkamcılar Naziler tarafından katledil
nıi§ti. Ve bu uçsuz bucaksız savaş malzemesi yığınağında
kim hazine aramak tehlikesini göze alabilir? Bütün bu
olumsuzluklar ne kadar çıldırtıcı! Yaşlı asker, Constan
ce'ın kızgınlığını anlayışla karşılıyordu; ama yine de Sain
tes Maries'ye yaptığı yolculuğu ve Çingenenin hazineyle
ilgili açıklamalartnı anlattığında -yani, gerçek olduğunu
-ama ejderler tarafından korunduğunu- Van Esslin kıkırda
yarak elini dizine vurup konuştu: "Tuhaf bir şey - Avus
turyalt istihkimcLla•, dağıtılmış olan K•aliyet süvari birlik
lerinden oluşturulmuştu ve apoletlerine, kökenlerinin anı
sına, birer ejder takmalarına izin verilmişti. ݧte senin 'ej
derlerin' eğer kehaneti öyle yorun1lamak istiyorsan!" Kör
inançları olan birisi için oldukça akla yatkın; Prens'in bu
nu nasıl mutlulukla kabulleneceğini görebiliyordu. Aına
tabii. ki asıl açmaz hala ortadaydı - yani, bu saklı hazine ile
ilgili bir şeyler yapılabilir miydi? Daha fazla bilgi toplan
masının dışında. "Görüyorum ki canınız sıkıldı ve hayal
kırıklığına uğradınız," diye sevecenlikle konuştu ya_şlı Van
Esslin, yakınlaşma, Constance'a karşı duyduğu hayranlı�
ğın gücünü azaltmamıştı, "ve ben sizi anlıyorum. Konuyu
biraz daha düşüneceğim ve çözüm için bir şeyler ortaya çı-
111
kacak mı göreceğiz. Ancak ne yaptığını bilmeden cac
he'da1 gelişigüzel dolaşmak çılgınlık olur. Bu isyancılar şa
ka yapmıyorlardı. Çok ciddiydiler ve ne yaptıklarını bili
yorlardı."
Bir süre için konu tümüyle çıkmaza girmiş gibi görü
nüyordu; daha fazla bir gelişme beklenmiyordu. Sonra bir
sabah Doktor Jourdain'in bisikletiyle Tu Duc'ta görünme
siyle Pir değişiklik oldu ve pek çok kez dü§Üncelerini etki
leyen Smirgel'in, sava§ zamanının çift yanlı casusunun,
tekrar sahneye çıktığı haberini getirdi. "işgalin son günle
rindeki işlenen suçlarla ilgili savaş suçları mahkemesine ifa
de vermek üzere saklandığı yerden tekrar ortaya çıkmış.
Tahmin edeceğiniz gibi kötü bir durumda ve eski iş arka
da§larından birkaçını ele vererek kendini kurtarmaya çalı
şıyor! En azından bana öyle görünüyor. Uslanmaz bir
adam ve birinci sınıf bir yalancı. İstemeyerek de olsa.
Onu, türünün bir örneği olarak gördüğüm için istemeye
rek de olsa saygıyla karşılıyorum. Tıbbi açıdan bakınca da,
beynini paramparça edebilecek paranoyanın öte yanında
kalarak da beni şaşırtıyor. Bunu nasıl beceriyor, merak
ediyorum." Bir yandan tek ba§ına iskanıbil oynarken, aynı
zamanda da onlart dinleyen Aubrey Blanford söze karı§tı:
"Belki de roman yazmalı?" Jourdain gülümsedi. Devam et
ti: "Her neyse, kendine yakışan bir yüzsüzlükle içki içmek
için bana uğradı ve kendi lehine tanıklık yapabilir miyin1
diye beni yokladı, bu görevden dikkatlice sıyrıldım, ku§at
ma sırasında neler yaptığını bilmediğime göre, nasıl yapa
bilirim? Ama ona, Constance, senin onu bulmaya çalıştığı
nt ve özel olarak Livia ve onun gizemli etk.icılikleriyle ilgili
112
ceğini belirttim ve senin İsteğini yerine getirmesinin sıkın
tıya değeceğini söyledim. Böylece birdenbire razı oldu ve
bulu§ma yerini sadece senin bilmen koşuluyhı., seninle bu
luşabileceğini söyledi. Bugün saat dördü önerdi - ansızın
buraya gelmemin nedeni bu. Ayrıntılı bir mektup getir-
.
d>m. "
Cebinden mühürlü bir mektup çıkararak Constan
ce'ın eline verirken söyleniyordu: "Off! Bu kadar hareket
ten neredeyse soluksuz kaldım, ama görevimi yerine getir
dim. Yola çıkmadan bana bir bardak şarap ikram etmeye
ne dersiniz? Çok makbule geçer... " Hemen isteğini yerine
getirmek için harekete geçtiler ve üçü bir süre terasta, el
ma ağacının gölgesinde oturdular; bu arada Constance me
rak ve heyecanla zarfı açıp Smirgel'in karınca duası gibi
yazısıyla yazılmış mesajı okudu. Alm"anca yazılmıştı - de-
mek ki unutmamıştı! "Sevgili Bayan, ortak dostun1uz, sev
gili Doktor Jourdain'den beni görmek İstediğinizi öğren
din1. Bu isteğinizi yerine getirmekten mutlu olacağım ve
�u andaki ݧlerim ve uğra§larım yüzünden ve tam anlamıy
la bağımsız olmadığım ve çok yoğun olduğum için, uygun
görülen bu buluşmayı kabul etmenizi diliyorum. Bu yüz
den yarı_n saat dörtle beş arasında siz.i, çok iyi bildiğiniz.
Monfavet Kilisesi'nde bekleyeceğim. Sağ yanda be§İnci
bölmede oturuyor olacağım. Umarım sizin için uygundur.
Saygılarımla." imza bir kara!amaydı. Mektubu zarfına yer
lC§tirdi ve yardımları için Jourdain'e te§ekkür etti. Bunlar
olurken onu yemeğe alıkoymaya kanır vermişlerdi; mut
faktan da ha§ tencere ve kap kacak tıkırtıları geliyordu.
Böylece Constance batmakta olan günle birlikte, kü
çük arabasıyla bildik yollardan kente doğru gitti; Jourdain
de yanında oturuyordu, çünkü onu da bisikletini küçük
arabasının arkasına yerle§tirmeye ikna etmݧtİ, deyim ye
rindeyse, olabildiğince katlayarak. Önce onu bıraktı, daha
sonra zeytin ve servi ağaçlarının yer aldığı gölgeli, küçük,
sakin meydana doğru gitti. Duvarın yanında gölge bir yere
arabasını park edip motoru kapattı ve birkaç dakika otu-
114
nnı düzenlemeye çalışırken biraz sinirliydi. "Tabii ki sizsi
niz," diye konuştuğunda adamın karşılığı, "O kadar çok
ınu deği§mişim?" oldu. Gerçekten de öyleydi. Çok fazla
zayıflamıştı ve artık çok özensiz giyiniyordu, bu arada saç
ları da oldukça kısa kesilmişti - epeyce de ağarmıştı. Ama
kurnazhkla kısılmış gözleri esk�si gibi hinlik ve yenilmez
likle parlıyordu: "Size bilmediğiniz neyi anlatabileceğim
konusunda bir fikrim yok, ama İsteklerinizi karşılamak
için elimden geleni yapacağım," dedi. '1Ancak, buna karşı
lık olarak gerektiğinde bana yardımcı olacak mısınız? Jo
urdain'ın size anlattığını sanıyorum, çöküşten, bizim çö
küşümüzden önce meydana gelen suçlarla ilgi.ti sorgulan
mak üzere savaş mahkemesine çağrılıyorum. Aslında, sa
vaştan sonra gerçekleri dikkate alacakları sözünü verdikle
rinden, İngilizler için çalışıyordum. Ama şimdi, ülkem
için çalışan iki yanlı bir casus olduğum öne sürülerek, böy
le bir iş için bana herhangi bir şey borçlu olmadıkl.ırını id
dia ediyorlar! Anlayabiliyor musunuz? " Oturduğu sıranln
arkalığına dayanmış, kendi kendisinin acısını payl�ırcası
na başını sallıyordu. Constance bu buluşmanın kendisine
hiçbir yükümlülük getirmemesinin daha akıllıca olacağını
düşünerek karşılık verdi, "Korkarım hiçbir söz veremeye
ceğim - aksi halde daha ileriye gidemeyiz. Ben de koşullar
öneremem. Sadece ku kardeşim Livia ile ilgili daha fazla
bilgi almak, onun gizemli ve acıklı sonunu öğrenmek isti
yorun1. O zamanlar onun hakkında epeyce şey biliyor gö
rünüyordunuz, ama herhangi bir şey sormaktan çekinmi§
tim. O günkü s;l.Va§ ortamında uygun görülmeyebilirdi.
Ama §İmdi barış ortamına doğru her şey değݧİrken, bir
kez daha deneyebili.rim sanırım. Anlıyor musunuz! ''
"Ah! Livia!" dedi Smirgel, derinden iç çekerek, "Livia
ile ilgili gerçeği kim bulabilir ki?" Bu bir yanılsama mıydı
yoksa konuşurken gerçekten boğazına takılan bir düş kı
rıklığı yumrusunu yutkunmak zorunda mı kalmıştı? Sanki
Llvia düşüncesi ansızın Smirgel'in üzerine çökmüştü, bir
uya�ıda bulunmadan, adamı k:arşıhksız bir arzunun ve anı-
1 15
nın çırpınışlarında boğmak ister gibi. Constance kendini,
adamın aldatıcı görünümünü, dü§üncelerinin çizdiği üz
gün çizgileri merakla izlerken yakaladı. Smirgel derin de
rin, acıyla dü§ünüyordu � belki de kızın yaralı gözüyle gö
rünümünü yeniden belleğinde yaratıyordu. Boğuk bir ses
le konuştu: "Böyle bir kızı insanların ne kadar sevebilecek
lerini size anlatmak gereksiz -siz. bunu çok iyi biliyorsu
nuz! Ama benim açımdan, anılar savaştan öncesine, ona
ilk rastladığım zamanlara gidiyor. İkimiz de çok çok genç
tik ve ben ne sizi, ne ailenizi, ne de evinizi biliyordum.
Tablolar, çanak çömlek, cam C§ya ve bunun gibi tarihi nes
nelerin restorasyonunda uzmanlaşmı§ bir Alman arkeoloji
öğrencisiydim. Cemiyet beni Av.ignon'a, tan1nmı§ bir tab
lonun restorasyonuna yardımcı olmak üzere göndermi§ti.
Genç ve co§kuluydum, o zamanlar herkes gibi ate§lİ bir
Nasyonal Sosyalisttim. Onun da bir sosyalist oluşu beni
şaşırtmıştı. Bir İngilizin sizin siyasal yönünüzü onaylama
s.ının ne demek olduğunu bilemezsiniz -içinizi rahatlama
ve mutlulukla doldurur. Dahası da bunun bir kız, hen1 de
güzel bir kız olması. Böyle birisini sevmekten kendimi alı
koyamadım. Livia'nın tutsağı oldum. Her gün büyük tab
lonun önünde buluşuyorduk. Fırçalarımı ve boyalarımı
tutuyordu benim·için. Örnek alınacak bir sabrı vard1. Ba
zen birkaç gün ortalıktan kayboluyordu, ancak nerede ol
duğunu hiçbir zaman söylemezdi. Sevgili olduktan sonra
bir süre çılgınlar gibi mutluydum ve bir süre sonra bir çe
§İt ku§ku yav:l§ yav� içime sızmaya başladı. Sanki içinde,
derinlerde bir yerlerde, onu kendini a§ka tam anlamıyla
vermekten alıkoyan, anla§ılması zor bir çekingenlik vardı.
Sanki kalbinin derinliklerinde uzak bir müziği ya da sesi
dinler gibiydi; bu da ona düşsel bir uzaklık, dalgınlık verir
di, ama bu arada yaşanan tutkulu ilişkiye karşın sevgilisini
biraz şaşkın ve doyumsuz bırakırdı. Kendimi aldatılmış
hisseder ve bazen ilişkimizi bitirmeyi önerirdim, ama o
bunu yapmamam için yalvarırdı - öyle yoğun ve güçlü
yalvarıyordu ki, beni onun alçakgönüllü bir hizmetkarı
116
olarak kalmaya ikna ediyordu. O kızı sevdiğimi ama onun
beni aynı biçimde ve derecede sevmediğini fark etmiştim.
Nedenini merak ediyordum. Daha sonraları, bu kayboluş
larından biri sırasında onun ki§iliğinin yeni bir yönünü
görn1e olanağını buldum, çünkü Çingenelerden biri gelip
bana, ona gitmem gerektiğini, hasta olduğunu söyledi; çok
fazla quat içmekten hastalandığını söylüyordu. Adam beni
kentte, les Baiances yakınlarında bir yere götürdü ve orada,
sanırım genelev olan harap bir binanın üçüncü katında Ll
via'yı buldum; Çingenenin de ݧaret ettiği gibi, ölümcül
derecede hastaydı, bir yatakta yatıyordu. Nedeni de orta
daydı. Korkuya kapılmıştım, doktor çağırıp çağırmama
konusunda kararsızdım. Ama sonunda doktoru çağırma
dan önce, öncelikle onu eve götürmeye karar verdim, daha
saygın görünümlü olan benim kaldığım yere."
Bir sigara yakmak için duraklamı§tı ve bunu yaparken
ellerinin bu derece titremesi Constance'ı meraklandırmış
tı; ancak konuşurken sesi kupkuru, tekdüze ve vurgulama
sızdı. Ama yüzünün ifadesi uzak, kasıtlı ifadesizliği nere
deyse yapmacıktı. Kısa bir kararsızlıktan sonra -olayları
hangi sırayla aç1klaması gerektiğine karar verememiş gibi
biraz daha canlı devam etti: "Çingenenin, çoğunlukla eski
giysiler olan satılık mallarını sergilediği, iki tekerlekli bir
arabası vardı. Uyumakta olan Livia'yı bu arabaya yerleşti
rip üzerini giysiler ve battaniyelerle örtmek için bana yar
dım etmeye adamı ikna ettim. Gün ağarırken hiç kimse bi
zim onu sessiz caddelerden geçirip, benim odama çıkarıp,
rahat bir yatağa yatırdığımızı fark etmedi; bu arada da ev
sahibi Constance'ı, yeni konuğa izin vermesi için kandır
dım; ona her zaman olabileceği gibi, çok baharatlı yemek
ler yüzünden midesinden hasta olduğunu söyledim. Ciddi
yetim ve çalışkanlığımla tanındığımdan, her §ey yolunday
dı. Ev sahibinin çağıl"dtğı genç doktor da sağduyulu ve hoş
biri olduğu için ona tüm olanları anlatabildim, bu da bü
yük rahatlıktı. Böylece Livia, biz onu besleyip korurken,
bir hafta kadar uykuyla uyanıklık arasında gidip geldi.
117
Ama bu zaman zarfında uzun sürelerle sanrılar, dü§ler gö
rüyordu; orıurı geçmişiyle ilgili yeni ama ho� olmayan şey
leri böylelikle öğrenmݧ oldum. Zihinsel durumu yüzün
den dirençsiz olduğu için normal olduğu zamanlarda hiç
bir zaman bilinmesini İstemeyeceği şeyleri bana itiraf edi
yordu. Erkek kardeşi Hilary hakkındaki bilgileri de böyle-.
ce ortaya çıkarttım... "
Birden ayağa fırladı, huzursuzdu, çünkü kilise içinde
sigara içmenin pek de uygun bir davranı§ olmadığını anla
mı§tı; sigarasının izmaritini atmak için kapıya yürüdü.
"Hilary!" dedi şaşkınlıkla Constance, ayağa kalkıp geçmesi
için adama yol verirken. "Hilary'nin bütün bunlarla ne il
gisi var?'1 Smirgel, düşük kaşlarının altından Constance'1
merakla süzüyordu; sanki kadının şaşkınlığını beklemiyor
mu§ gibi; sanki kadının onun açıklamak üzere oldukları
1
konusunda daha önceden au courant olması gerekirmiş gi
bi. Sigara izmaritinden kurtulduktan sonra geri döndü,
Constance'ın yanına gelerek tekrar oturması için işaret et
ti. 'Lütfen oturun, çünkü size anlatacak çok §eyim var,'
der gibiyrli, Ve o da söz dinleyerek yağlıboya resmin altın
daki yeı .ne yeniden oturdu, ama yavaş yavaş ürkmeye baş
lıyordu. Hilary öyle uzun zamandır dü.§üncelerinden
uzaktı ki; §imdi ansızın önemli ve renkli bir kişi olarak be-.
liriyordu . .Haberalma Örgütünde aktif görevdeyken öldü
rülmü§tü; kesin olmamakla birlikte, Direnişçilere yardım
için paraşütle Fransa'ya indirildiğini ve Almanlar tarafın
dan ele geçirildiğini duymuştu. Hepsi bu kadardı.
"Erkek kardeşim Hilary," diye dingince konu§tU
Constance, "savaş başladığında Kutsal Yemini etmek üze-.
reydi. Barı§ yanlısı olarak çok güçlü duyguları vardı, bu
yüzden de İskoçya'daki manastıra kapanarak hepimizle
ilişkisini kesmişti; bağlandığı bir sessizlik tarikatıydı, onun
için de bunu anlayı�la karşılamıştık. Bunu birkaç yıl sür
dürdü, ama yavaş yavaş entelektüel tutumu değlşti. Haber
Alma Örgütüne katıldı ve denizaşırı hizmetlerde Direni§-
' Bilgi .ahibj,
118
çilerle çalışmayı önerdi; gerçekten de Fransa'ya gönderildi,
ama düşmanın eline düştü ve idam edildi. Voila! Bütün bil
diğim bu kadar. Aslında çok fazla ayrıntıyı da araştırma
dLm; o öldükten sonra, daha fazla ayrıntı neye yarar ki?"
"Size anlatmak üzere olduğum şeyler umarım fazla
hoşnutsuzluk ve şaşkınlık yaratmaz, ama Hilary'den ne
den o kadar çok nefret ettiğimi açıklamak istiyorum. Llv
yüzünden. Bir erkek kardeşin kız kardeşini baştan çıkar
ması sanırım tarihte ilk kez değildi, ama ne yazık ki beni
etkiledi. Onun bana açıkladıklarından anladım ki, aslında
ikisinin de yadsımadığı bu ilişkiyle Livia'nın akli dengesi
nin sarsılmasından Hilary sorumluydu. Adil davranmak
gerekirse, sık sık yazgılarını lanetliyor, sık sık kendini kız
kardeşi nderı kurtarmaya çalışıyordu; bağımsızlığa ya da
başka kadınlara doğru birkaç gelişigüzel çabada da bulun
muştu. Ama sonuçsuzdu. Şimdi anlıyorum ki benim şans
sızlığımın nedeni de oymuş, Liv hiçbir zaman düzelmeye
cek, iyileşemeyecekti; Hilary'nin varlığı dünyanın herhan
gi bir yerinde devam ettiği sürece bu olanaksızdı. Erkek
kardeşi yaşadığı ve soluk aldığı sürece öteki yakınları
onun için hiçbir değer taşımıyordu. Bu korkunçtu, ama
bu gerçeği fark etmiş olmam bütün yaşamımı zehirledi.
İntikamcı duygularla doluydum ve gerçekten de sonunda
ve tümüyle rastlantısal olarak, yazgı bu düşüncelerimin
gerçekleşmesine olanak tanıdı."
Constance şaşkınlıkla hatta korku ve umutsuzlukla
bakmış oln1alıydı ki, Smirgel ansızın konuşmasını kesip
kaygıyla kadını süzdü ve konuşmasını sürdürdü: "Devam
edebilir miyim, lütfen? Sizi üzmek ya da şaşırtmak iste·
mem, ama pek çok davranı§tmı Liv'in bu her şeye üstün
gelen tutkusunun !§Iğı altında açıklamak gereğini duyuyo
rum; batta olabilirse kendi davranı§larımı bağı§latmak."
"Tabii," diye konuştu Constance, zihninden taşmaya
haşlayan eski anılara tursaktı �imdi. Bu gerçekler karşısın
da yeni bir aydınlığa. kavuşmuşlardı - yeni ışık huzmeleri
üzerlerine düşüyor ve onları yeniden değerlendirmeye
119
zorluyordu! "Tabii," diye devam etti, "her şeye karşın ger
çekleri bulmalıyız, hepimiz bu yüzden çok fazla acı çek
tik."
Smirgel gırtlağını temizledikten sonra acı dolu an1atı
sını sürdürdü; bütün bunları açığa çıkarmanın ona çok şe
ye mal olduğu açıkça görülüyordu.
"Bana gelince, ben de düşüncelerimde hemen hemen
buna benzer bir yön izledim; birkaç yılımı aldı ama so
nunda Nazilerden yana düş kırıklığlna uğradım ve Nazi
doktrinleri ve Nazi hareketleri kar§ıSındaki eylemsizliğim
den utanç duymaya ba§ladım. Gelişini gördüğüm çöküşten
kurtulabilmek için yollar ve yöntemler aramaya ba§ladım.
Belki de hizmetlerimi İngilizlere sunabilirim diye düşün
düm. Ama onlarla nasıl bağlantı kurabilirdim? İnsan, tehli
keyi göze alabilmeli. BBC'ye çok içten bir mektup yazdım
-çok çılgınca ve tehlikeli olsa da- ve onu tarafsız pasaport
la Afrika'ya gitmekte olan birine verdim. Sonra da mek
tup bulunmuş, el konmuş olabilir diye büyük bir korkuy
la beklemeye başladım... Ama bir gün Avignon' daki bir
posta kutusundan bir ileti aldım, bu ileti gittikçe somutlaş
tı, genç bir Fransız kadın biçimini aldı; bir grup gönüllü
yurtseveri yönetiyordu; onların aracılığıyla istediğime ka
vuştum; bir aktarıcı ve şifre ile dalga boyu çağrı numarası
elde edip Londra'yla doğrudan iletişime geçtim. Tabii ki
hona fides'imi1 kanıtlamak zaman aldı ama sonunda başar
dım; size komik görünebilir ama her iki taraf da tam ola
rak benim dürüstlüğüme güvenmese de yine de düşman
haber alma örgütüne sızmış olmaktan mutluydular. Bunu
da bir o tarafa bir öteki tarafa seçerek verdiğim bilgi kırın
tılarına borçluydular. Olanaksız gibi görünse de her iki ta·
raf da kısa zamanda benim iki taraflı çalışmamı kabullen
mişti, benim düşmanı yanıltmak için düzmece bilgiler ile
tebileceğimi biliyor!ardı! Belki hatırlıyor, belki de hatırla
nuyorsunuz; o şaşkınlık verici metinle birlikte sizi görme-
ye geldiğimde, gerçekte o iki yanlı hizmetimi başarıyla
' DUriiıtlO.k.
120
sürdürüyordum. Sonradan onaya çıkardığıma göre, metin
gerçekti. Gizli gizli aramızda bir duygusal anlayış oluşabi
leceğini ve konuşabilmemize olanak sağlayacak içten bir
iletişim kurabileceğimizi umuyordum, ama bana hiç cesa
ret vermeyecek kadar kuşkucuydunuz; o zaman için size
açılabilme gücünü bulamamıştım kendimde. Tahmin ede
f
bilece iniz gibi, bütün olanlarla birlikte tragique dinou
ement üzerimde çok büyük bir ağırlık olarak kaldı."
Bir süre sessiz kaldı; kendisiyle çatışır gibiydi, devam
edip etmemeye karar veremiyormuş gibi çenesini kaşıyor
du. Aynı zamanda yüzü de çok solgunlaşmıştı. İnatla kafa
sını saUıyordu; birdenbire anlatmaya başladı: "Söylemesi
hiç de kolay değil, ama artık erkek karde§İniz Hilary'nin
ölümünden sorumlu olduğum gerçeğini sizden saklama
malıyım; ve ikincil derecede de Livia'nınkinden." İnce
uzun başını önüne eğmişti - sanki anlattıklarının tüm ağır
lığı �imdi, ansızın kendini duyuruyordu: Sanki önemini
özümsemekte zorlanıyordu. Kadına bakan yüzü, hasta bir
akbabanınkine benziyordu; sessizliğe gömüldü, çok büyük
bir çöküntü ve acıyla ezilmiş gibiydi.
Constance şaşkınlık.tan konuşamaz haldeydi, bu şaşır
�ıcı ve sarsıcı bilgi onun uygun bir davranışta bulunmasını
engelliyordu; ş<L§.klnlıkla birlikte, bir an da olsa doğrulu
ğundan kuşku da duydu. Konu Smirgel olduğunda insan
her zmnan kuşku meleğinin gölgesini duyumsardl. Ağzın
dan çıkan sözcüklerin gerisinde ne gibi gizli nedenler bu
lunduğunu merak etmeye mahkfiındunuz. Örneğin, bütün
bunlar bir yalanlar örgüsüyse neden ona, Constance'a an�
latsındı; kendisi için olduğu kadar onun için de acı verici
olan bu konuyu tekrar açsındı? Her şeye kar§ın Constan
ce, "Devam edin!" dedi, sanki adamı devam etme konusun
daki cesaretsizliğinden dolayı azarlar gibiydi. Çok geçme
den Smirgel ayağa kalkıp sıraların arasındaki dar geçitte,
elleri arkasında, aşağı yukarı dolaşmaya başlamıştı, sanki
anlatacaklarını ağır ağır bir araya toplamaya çalışıyordu.
'Trajik sonuç.
121
''Tahmin edebileceğiniz gibi, işimin büyük bölümü,
Reich'ın tutsak çalı§tırma konusundaki çılgınca politikası
yüzünden, tutsak taburlarına zorunlu katılmaktan kurtul
mak için dağlara çıkan genç insanlarla, gittikçe gerçeklik,
olabilirlik kazanan dayanışmayla ilgiliydi. Kısa sürede Ce
vennes'teki saklanılabilecek her yer kaçaklarla dolmuştu.
Yiyecek hiçbir şeyleri yoktu; tabii, askeri oluşum geliştik
çe havadan silah indirimlerine dönüşümlü olarak yiyecek
de eklendi. Birkaç tanesini, adımı korumak için kendi tara
ftma ihbar ettim ama çoğunluğunu değil. LaSalle ve Dur
fon civarındaki sık ormanlık afan bu tip işler için en çok
kullanılan yerlerdi --gerçek dağlar oralarda başlıyor� bizim
tarafın birliklerinin ve Vichy polisinin sık sık yaptığı bas
kınlara karşın gerillalar pek de habersiz yakalanmıyorlar
dı. Ama tabii ki tüm sorun, Londra ve Marsilya arasında
titizlikle tarrışılryordu ve harekatın önemini değerlendir
mek için devamlı olarak birileri geliyordu. Gittikçe artan
sayılarda ajanlar Cevennes'e paraşütle indiriliyordu. Bu tip
gelişmeleri dikkatle gözlemem olağandı ve belli etmeseler
de Londra artık pek çok gizli bilgi için güven duymaya
ba§lamıştı, ki bunların bir kısmtnı bilinen nedenlerden do
layı kendi tarafıma aktarıyordum. Bir gün Londra'dan
dikkatimi çeken bazı istekler aldım. Avignon'da garnizon
görevi yapan askeri birlikte Livia'nın görev yaptığı konu
sunda duyum almışlardı. Nasıl olduğunu bana sorma.
Ama birisi bağlantı kurmak istiyordu. Londra bunun 'ona
yakın birisi' olduğunu bildirmݧti. Başlangıçta bunun er
kek karde§i olabileceğini dü.§ünmemiştim, ortalıktan ke
sinlikle kaybolmuştu; onun LaSalle bölgesinde paraşütle
indirilecek ve müttefik kuvvetlerin çıkartmasına olanak
sağlayacak, direniş gruplarının düzenlenmesine yardtmcı
olacak bir komando olarak tekrar ortaya çıkmasına hazır
lıklı değildim. Bu kişinin gerçekten o olduğunu öğrendi
ğimde bütün nefretim tekrar ta§tl. Nefret! Katıksız nefret!
"Duyguların en arzu edileni ve uy�n olanı değil o.
Kendim de onun gücüne şaşırmıştım, çünkü beni doğru-
122
dan ahlaki sorumluluklardan soyutlayan bir düşün içinde,
gözüm hiçbir şey görmeden hareket ediyordum. Olanların
hiçbiri gerçekten olaylara göre ayrıntılı olarak planlanma
mıştı, en azından benim tarafımdan. Ko§ullar oldukları gi
bi ortaya çıktılar, sanki alınyazısı ya da ,yazgı ya da her
neyse onun tarafından İstenmiş gibiydi. Orneğin, gerçek
ten Hilary'nin kız kardeşini bulma umuduyla indirileceği
ni öğrendikten sonra bile Liv'e bir şey söylemedim, repki
slnin ne olacağını görmenin akıHıca olacağını düşünmüş
tüm. Örneğin, erkek karde§i -aslında sevgilisi- adına yapı
lan hazırlıkları reddedebilir miydi? Ve sonra, Hilary ger
çekte bağlantı kurmaktan ne bekliyordu? Londra' nın bu
harekattan ne beklediğini anlamak da zordu. Ama ben,
bütün §anssızlıklarımın nedeni olan adamı ele geçirebilme
olasılığıyla sevinç içindeydim; büyük bir kolaylıkla onu
ortadan kaldırma gücü ellerimdeydi, sadece milislere ihbar
etmem ya da tutuklanması ve irfaz edilmesi için Ordu'ya
haber vermem yeterliydi. Ama önce onu ele geçirmeliy
dik. İniş yerini büyük bir özenle seçtim, C€vennes orman
larının yüksekliklerinde bir yer olacaktı ve bir kez daha
bütün operasyon rüya gibi kolaylıkla başarıldı. Kendisi
t.ers giden hiçbir �eyden kuşkulanmamıştı, benim t.arafım
dan kendisine, kız kardeşinin bir görü§me için hazır olaca
ğı mesajı iletilmi§ti. Tabii ki aradan geçen onca zamandan
sonra birbirimizi tanımamı§tık, aslında tanımamız için bir
neden de yoktu. Belki bir ya da iki kez karşılaşmış olabi
lirdik, ama bilinen anlamıyla gerçek bir tanı§ma olman1ış
tı. Londra'dan gelen bilgiler olmasa, gerçekten de kimli
ğinden emin olamazdım. Yakalanması ve bir ciple Avig
non'a götürülmesi acınacak kadar kolay olmu§tu; tabii ar
tık bir savaş esiri olduğunu, planın başarısızlıkla sonuçlan
dığını anlamıştı. Hem Ordu'yu hem de Fransız Milislerini
operasyona kattığım için bir anlamda herkesin tutsağı sayı
lırdı ve bu da benim sorunlarımın başlangıcı oldu, çünkü
gittikçe kendi üzerimdeki kontrolümü kaybettim; onu
sorgulama için Avignon kalesine hapsetmişlerdi ve değişik
123
ajanlar onun kimliği ve başına gelenlerle ilgilenmeye başla
mJ§IJ. Onun savaştan önce Provence'da yaşamış olması,
çevreyi ve di!i bilmesi milisler için çok ilginÇti ve gittikçe
onu normal bir savaş esiri olarak kabul etmeye b<t§lamı§
lardı; yakalandığında üzerinde üniforma yoktu. Ne olursa
o!sun her iki §ekilde de sonu ölüm demekti; her iki taraf
da sorgulamalarını bitirdiğinde bir idam mangasını hareke
te geçirebilirdi... Benim de ilgilendiğim sadece buydu. Ne
yazık ki olayların bu yöne dönmesiyle Liv ortaya çtktı.
"Siz de biliyorsunuz ki Livia'nın y�amı ve seçtiği ya
§am biçimi hep biraz esrarengizdi ve politik ve felsefi gö
rüşleri de dahil onunla ilgili her şeyi biraz kuşkuyla kar§ı
layan birileri vardı. Savaj zamanında da, herkesten olası
bir ihanet beklemek haber alma elemanlarının alı§kanlığı
dır. Böylece herkes Liv'le dost değildi. İnsanlar onun geç
mişiyle ve savaş öncesi Provence'daki aile ilişkileriyle ilgili
bilgiler edindikçe, onu daha da ilginç buiuyoriardı. Ve
şimdi de erkek kardeşi doğruca İngiltere'den onu bulmak
için geldiğini açıkça söylemişti. Evet, bağırsak parazitleri
gibi haber alma örgütlerinin çevresini sarİnı§ bütün bu be
yinsiz ama ku§kucu yaratıklar -gerçekte ben de dahil
hepsi sorular sormaya b�lamışlardı. Asıl sorun da §Uydu:
Ortaya çıkardıkları her şey Livia'yı suçlu gösteriyordu ve
ben bu gelişmeye hiç de hazırlıklı değildim. Erkek kard�i
nin geldiğini ve yakalandığını ona söylediğimde kiğıt gibi
bembeyaz oldu, düşercesine bir sandalyeye oturdu, büyük
bir ta§kınlık içersindeydi. Ve tabii arkasından onun ölüm
cezasına çarptırılmasının neredeyse kesin olduğu gerçeği
nin farkına vardı. Ne tuhaftır ki bana, onu kurtarmak için
hiçbir şey yapamaz mıyız, diye sorduğunda ne yanıt vere
ceğimi bilemedim, çünkü onu kurtarmak filan istemiyor
dunl. Ama Livia'nın duyguları o kadar yoğundu ki çekin
dim; bu arada o da erkek kardeşini görmesi, onunla konuş
ması gerektiğini anlatıyordu. Oysa kardeşi bu arada düş
gücü kıt milisler tarafından i§kence edilmiş ve beşinci sınıf
ortaçağ sorgucularına yakışır sıradan sorularla büyük ölçü-
124
de sorgulanmış, ama bütün sorulara kaçamak yanıtlar ver
mişti. Haber alma bakımından hiç de doyurucu bir dosya
değildi. Ama sorgulayıcıları, iki kardeş arasında bir görüş
me sağlanıp bu arada da buluşma yerine gizli mikrofonlar
yerleştirilirse daha zengin bilgiler edinilebileceği konusun
da ikna etmiştim. Bu öneriyi yeterince akla yatkın buldu
lar ve gerçeği söylemek gerekirse, bu karşılaşma için seçti
ğim yer tam burası, oturduğumuz bu sıraydı! Evet, biliyo
rum, tekrar aynı yeri seçmem biraz garip, ama öykümüze
uygun olacağını hissettim ya da en azından benimkine;
çünkü sık sık buraya gelip tek ba§ıma oturup onu düşünü
yorum. O kadar çok pişmanlık duyuyorum ki; ama yine
de bqı mıza gelenler bizim davranışlarımızın sonucu değil
de sadece yazgımızın sonucu gibi geliyor! Karşılaşmalar
tam burada oturduğumuz yerde, planlandığı gibi gerçek
leşti ve tümü, yerle§tirdiğim güçlü mikrofonlarla daha son
ra çözümlenmek üzere mum silindirlere kaydedildi, arzu
ettiğinizde onları dinleyebilirsiniz! Casusluk.Ja ilgili hiçbir
şey yok; hepsi onların olağandışı, lanetli aşklarına dair. Bu
benim de kanımı donduruyor, çünkü bizim aşkımızın da
·neden sonuçsuz kaldığını anlatıyordu... "
Smirgel'in rengi gittikçe sararmıı ve yorgun dütm�
tü; öyküsü sonuna yaklaştıkça canlıJığını yitiriyordu. Ge
lip Constançe'ın oturduğu sıraya, onun yanına çöktü, batı
ellerinin arasına diqtü. Gözlerini yummuştu, daha alçak
bir sesle anlatmaya devam etti: ''Belki de anık dinlemek is
teme75in, çok acı veriyor. Ama bu metni sana sunarken
anlayı§ını ve güvenini kazanacağımı umuyordum; bu ara
da senden de bahseden bir bölüm var. Livia ona diyor ki:
'Constance'ı elde edemeyeceğin için bana razı oldun; o
Aubrey'e aşıktı; ama asıl sevdiğin+ asıl istediğin oydu!' Bir
tek insan kalbinin dağarcığını oluııuran, içinden çıkılmaz
gfldülerinin ôrgüsü.n (Bu Constance'ın düşüncesiydi ve de
İnsan habersiz olduğu şeyler, durumlar, arzulardan da vic
danen sorumlu hale gelebiliyor.)
125
"Devam edin," diye tam bir §aşkınlıkla, kupkuru bir
sesle konuştu, çünkü anlatılanlar onu derinden sarsmı§tt.
Eğer sorgulamalarına bir yanıt bulması kendinden İsten
seydi, gerçekten daha karma.§ık bir §ey yaratamazdı. Hi
lary ve Livia! Ve sonra da, üstüne üstlük, farkında bile ol
madığı durumlar yüzünclen üzerine vicdani sorumluluk
yüklenen, bu öyküdeki kendi varlığı... Smirgel tekrar ke
sik kesik konuşmaya ba§lamı§tı: "Daha fazlasını da duy
mak istiyor musunuz? Mutlu bir öykü değil. Hilary artık
Gestapo'nun değil ama Fransız Milislerinin tutsağı olmuş
tu ve bunların yeni atanan b(l§ı da, yükselmeye hevesli,
ate§li bir İngiliz karşıtı, eski polis memuruydu. Onun ka
na susam;§lığı için ölüm cezası bile yeterince doyurucu de
ğildi. Gizli utanç ve korkaklık duygularının beslediği nef
retini doyurmaya yeterli değildi. Kadınların saçını kesebi
lecek kadar korkak olan insanlar donuk ruh!ardır ve her
§eyi kesebilirler. Biz Almanlar bu yüzden Fransızlardan
bu kadar nefret ederiz. Bu soğuk ve iğrenç küçük adam,
Vichy'nin kendisine gönderdiği yepyeni giyotini, örnek
olması için Hilary'de kullanmayı önerdi! Ben de bunu İsti
yordum aslında, ama bunun nasıl olmasını İstediğimi ay
rıntılarıyla planlamamıştım; bu arada Livia'yı da göz önü
ne almamıştım! Yargılamayı geciktirmeye çalı§tım ama ya
pabileceklerimin de bir sınırı vardı ve tutsağımın kontro
lünü de kaybetmiştim artık; Fransızlar onu yargıladı ve
ölüme mahkıim ettiler. Bu arada Livia'nın kendisi de tu
tuklanıp daha fazla sorgulanmak üzere hapsedildi. Görüş
melerinin bazı bölümleri Fransızların merakını uyandır
mıştı ve daha fazla bilgi içerdiğini dü§ünüyorlardı; tabii ki
saçmaydı bu! Ama bu arada da Livia kendisini kalede, kar
deşinin yanındaki hücrede bulmuştu. Onları dinsel açıdan
rahatlatmak için gönderilen papazdan Hilary'nin bir son·
raki günün sabahında giyotinle idam edileceğini öğrenmiş
ti. Gizli bir mahkeme tarafından yargılandığından onun
için hiçbir umur yokru; o sıralar polis kendi başına kanun
demekti, pek çok kişisel öç de bu yolla ödettirilmişti. Da-
126
ha da beteri geliyordu, çünkü Livia'nın da sorgulamas
rasındaki öfkeli ve işbirliği yapmaz tutumundan dolayı L...
zalandırılması için, sonunda cezaevi avlusuna kurulan kor
kunç oyuncakta yapılacak olan Hilary'nin infazını seyret
mesine karar verilmişti. Geçen gün milislerin günlüğünü
buldum, içinde bu aletin kul!anımıyla ilgili en ince ayrıntı
lar da vardı. Vichy'nin 14 Ağustos 1941'deki özel mahke
melerinde bajkan olarak askeri kişiler ve özel yasalar var
dı; suçu kanıt\:ınmı.� bütün komünistler ve anarşistler için
ölüm cezaları da. İlk ölen de kasabanın sürtüğü, Guitte
adındaki Çingeneydi. Bu kayıtlardan birkaç kısa ifade
anımsıyorum:
"M. Dlfaut, l'exicuteur des hautes oewures, a commence
son travaif, J ['aube, d ecbanCTf!T /.a chemise autour Ju COU,
entraver /es pieds avec uneficelle et d'attacher !es maim derri
ere le dos1 hepsi de çok ayrıntılı. Hilary orada sadece es
•••
127
Garip bir şekilde hıçkırdı ve sustu; Constance da son
suz kadar uzun görünen bir süre boyunca sustu, kafasında
bu korkunç sahneyi tekrar yaşıyordu, bir sinema filmi gibi
tekrar tekrar, ta ki kendini hasta ve korku içinde duyum
sayıncaya kadar... Ama ne diyebilirdi ki? Kendisi bazı so
rulara yanıt aramıştı; ve işte buradaydılar, tümüyle bekle
mediği yanıtlar! Aynca Smirgel için de, göründüğü kada
rıyla biçimlendirmesi ve anlatması büyük acılara neden
olan yanıtlar. Merakla adama bakıyordu, böyle bir gösteri
nin amact ne olabilirdi? Daha sonra, "Benden ne bekliyor
sunuz? Öğrenmek istiyorum," diye sordu.
Smirgel derin derin iç geçirdi; sanki bir an kelimeleri
bulamıyor gibiydi. Birbirlerine bakıyorlardı; Constance'ın
olduğu gibi adamın da gözlerinde hala yaşlar vardı. "Müm
kün olursa Lord Galen'le tanışmak İstiyorum," dedi. "Ona
söyleyecek önemli şeylerim var; beni yararlı kılacak şey
ler, hatta vazgeçilmez. Onu tanıdığınızı biliyorum ve §U
anda da bölgede bir yerlerde olduğunu. Öyle değil mi?"
Constance n1erakla Smirge!'i inceliyordu, adam durmaksı
zın parmaklarını birbirine geçirip çözüyordu, yüzündeki
solgunluk gittikçe kayboluyordu, yavaş yavaş yanakları
kızarmaya başlamıştı. "Evet, ama tam olarak ne için?" diye
sırf huysuzluk olsun diye sordu Constance. "Sizin adınıza
ya§lı Galen'i rahatsız edeceksem bana daha fazlasını anlat
rranız gerektiğini hissediyorum!" Adam kafasıyla sabırsız
bir hareket yaparak yanıtladı: "Bu durumda size tüm öy
küyü anlatmam gerektiğini görüyorum. Sizi sıkmaktan
korkuyordum, çünkü sizi ilgilendirecek bir konu değildi.
Ama onu ilgilendirebilir ve ben de savaş sırasındaki dü§
man çalışmaları nedeniyle yargılanırken onun yardımla
rından yararlanabilirim. DurU§ma, birkaç ay içerisinde
Avignon'da başlayacak ve benim onun çapında destekçile
re gereksinmem var. Onun ݧe karışması ve bana yardım
etmesi tam da bir uzlaşma sayılmayabilir, çünkü benim
kendi yararıma güçlü bir savunmam var. Sonuç olarak,
onların da tanıklık edecekleri gibi ben İngilizler için i§
128
yaptım. Ama her §eyi yüzde yüz güvenceye almak için
Lord Galen 'e ender bir §ey önermek İstiyorum, yıllardır
aradığı bir şey: Templar hazinesi! Biraz geçmi§e gidersek,
en iyi i§birlikçilerimden biri Dr. Jourdain'di; hepinizin
hakkında bildiklerimin tümünü ondan öğrendim. Sava§ sı
rasında bir dönem Quatrefages adında genç bir Fransız
muhasebeciyi hastaneye yatırıp sakinle§tirmesi gerekmi§ti,
bu adam Galen konsorsiyumunda Templar sorunuyla ilgi
li bir memurdu. Üzerine bütün bir -hatta sanırım ikinciyi
ve üçüncüyü de- serveti kurmak İstediği bu projeye ne ka
dar çok emek ve dü§ünce harcandığını ondan öğrendim.
Çoğunlukla da sık sık kendinde olmadığı için sayıklamala
rından öğrendim. Tabii ki bu beni çok ilgilendirdi. Quat
refages taburcu olduğunda onunla ili§kimi kesmedim ve
onu hafifçe Gestapo korkusuyla da tehdit ederek ondan,
Lord Galen ve bu konuda ortaklığı olan Mısırlı Prens adı
na yaptığı ara§tırmalarda elde ettiği bütün tarihi ve topog
rafik malzemeyi ele geçirdim. Bu arada yeni ve deği§ik bir
ara§tırma konusu ortaya çıkmı§tı, Pond du Gard yakınla
rındaki terk edilmݧ Roma madenlerinin, Rhône vadisine
doğru ilerlen1ekte olan birliğe kar§ı kullanılmak üzere gizli
·cephaneliğe aktarılabileceği dü§ünülüyordu. Alman Ko
mutanı Fransa'nın güneyinde büyük çatı§malar çıkacağına
inanıyordu. Ama bu çah§mada görevli Avusturyalı istih
kamcıların isyan ve firar gibi kötü siciUeri vardı ve ݧlerini
yaparken bir yandan da sabotaj planları hazırlıyorlardı.
Böylece koridorları temizleyip gelen mühimmatı depola
dıktan sonra her yeri öyle bir düzenle mayınlıyorlardı ki
oldukça küçük bir patlamadan bir dizi ikincil patlamalar
olu§arak her §eyi, hatta Pont du Gard'ın kendisini bile ha
vaya uçuracaktı! Her yeri öyle incelikle birbirine bağla
mı§lardı ki, beş ana kumanda ya da patlatıcı birkaç dakika
içinde yerlerine yerle§tİrilebilirdi. ݧte bu sırada kayanın
içindeki kapıntn açıldığı birbirine bağlı beş mağaraya ulaş�
nu§lardı; bunların içleri çok ince bir taş ݧçİ!iği ve betonla
i§lenmişti. ݧte buradan değerli taşlarla çıkmaya ba§ladılar,
130
"Kullandığı şifreyi çözmek biraz zamanımı aldı; söz
cüklerin bir kıs.mı bir tür elektrikse! kısaltmalardı. Ama
tümünü anlamayı başardım ve ayrıca tüm alanı ve tabii gi
riş ve çıkı§ sistemleri ve anahtarları barındıran mağarayı
aydınlatan karmaşık aydınlatma sistemini de. Bazı belirsiz
likler vardı ama çok §ükür Quatrefages'la olan görüşmele
rimden öğrendiklerimden mağaraların beşli şekilleriyle il
gili bazı şeyler biliyordum. Mimarlıkta beşli şeklin bazı
tanrısal güçler barındırdığına inanılır; İsterseniz bunu, yer
yüzüne doğru, toprağın kendisine doğru akmaya çalı§ır
ken TanrısaUığı da kendinde toplayan bir dizin olarak gö
rebilirsiniz elektrik akımında olduğu gibi. Bu sihirli akı
�
131
sayılır bir meblağ almaktan çok mutlu oldular) böylece
bütün bölgeyi, beşli küçük hücrelerde çalışmalarımız sıra
sında halka kapatabiliriz... Neden Lord Galen'le buluşup
konuyu onun önüne koymam gerektiğini anltyor musu
nuz? Tabii ki konsorsiyumda eşit üyelik istiyorum, gani
mette de eşit pay. Aman Tanrım, böy1e bir şeyin yarataca
ğı olanakları görmüyor musunuz?''
Çok uzun bir süre sessizce birbirlerini süzdüler.
"Evet, anlıyorum," diye sonunda yanıtladı Constance.
"Ona anlatacağım."
Smirgel keyifle gülmeye ba§ladı. Ve böylece ayrıntıla
n görii4meye başladılar.
132
BEŞ
133
Kişilerin gömülü hazinelerdeki haklanyla ilgili soru
lar Lord Galen'in haftalardır, aylardır, şimdi, bütün uya
nık zamanlarındaki düşüncelerini kaplıyor! Bu hassas ko
nuyla ba§a çıkabilecek en uygun adamı bulmuştu -esmer,
gaga burunlu bir adam� burun delikleri geniş, dava koku
sunu hemen alabilen bir avukat. Felaketler görmüş Avig
non'da, her nasılsa aramalardan kurtulabilmiş bir Yahudi.
Bir Yahudi sadece sünnet derisi olan bir Brahma rahibidir.
Kırt. Kırt. Kırt.
134
ğuşunu gösteriyor olmalıdır. Proust'un ölümsüz tik'leri
bizim tak'larımız olmuştur.
"Ee, Sutcliffe?
"Anlayamıyor musun?
135
§eli Mayıs Ayı' §arkısını söylerken, ya da Grimm'in Tüylü
Kuyrukkırı ya da Arabistan Geceleri'nden öyküler okur
ken. Prens onun anısına saygılıydı. Sık sık onu düşünür ve
muzipçe gülümserdi. Lord Galen ona i§ onaklarından biri
ni anlatmı§tı. "Birisi ona uyurken Yahudiye benzediğini
söylemiş, bu yüzden o da açıkgözlülük yapıp bütün ݧgal
süresince uyanık kaldı!"
136
Sutcliffe, Prens:'i cümbü;e götürdü
Ya da eğlenceye - yonca tarlasındaki domuz gibi
Yuvarlandı dağınık orospular bahçesinde.
137
gerçek görünmeni sağlamak için ne yapabilirim, 11 diye sor
duğunu duydu.
18
Tozlu arpler gibi sıska Lez.blyenler
Atkılarını asını§ ve çözgülerini çile yapmışlar.
Atkı çözgüye ve çözgü atkıya
Viskilerini sert severler.
139
yerde söylediği gibi: "Moi, je m'emmerde dans la perfec
tion/" 1
140
Kadının sorunu - yıldırım asla aynı yere ikinci kez
dü§mez. O ilahi, §eytani zevkli yürüyü§, Achilles'in kızgın
korların üzerindeki yürüyüşü kadar ba§tan çıkarıcı!
Bugün Sutcliffe saçlarını yıkıyor ve ahenksiz bir sesle
§arkı söylüyordu; şarkısı da 'Sarho§ denizcileri ne yapma
lı?'ydı, ama o melodiye kendi uydurduğu sözleri yüklü
yordu, "Dostlarımızı ne yapmalı?" Sanırım zamanı geldi
ğinde beni suttee1 yapmaya zorlayacaksın; yanmakta olan
odun yığınının üzerine çıkıp dumanların ve kızaran pastır
manın lezzetli kokusu arasında yok olmaya. Benim yücel
mem başlamış olacak; onun üç ba§ıboş geyşasıy!a birlikte
Swami'lerin2 kesin bilmecesine dönüşüp iç huzura giden
yolu öğreteceğini, Swami öyle derin bir çekicilikle dolu ki
yeni gerçeği açıklarken parıldıyor: "Onu yeterince yalnız
bırakırsan gerçeğin mutluluktan başka bir şey olmadığını
keşfedeceksin! Her zaman amaçlandığı gibi matematiksel
ve şiirsel olan birlikte var olduğunda; dünyalar birbirleriy
le çarpı§acak ve sen ilerlemeye övgü yazacaksın. Bizi çağı
ran aşktır, ondalıkların üç yerinde öptüğümüz o koskoca
man göze görünen bebek. Onun kollarında mutluluğun,
İçi dışına çevrilmiş bir yen gibi; sadece umutsuzluk oldu
ğunu anlayacaksın. Kendi kendine sorarsın: 'Bir sanatçı
olarak, aygırların yumurtalarını çalan tuhaf birinden baş
ka neyim?'
141
hiçbir şey söylenmedi
kaçıver katılmak için
gülen ölülere!
142
yor olsam da, onlara yaptığım öneriyle ilgilendiklerinde_
eminim. Asıl olan, yaşamakta olan hiç kimsenin, duru
mun taşıdığı tehlike nedeniyle, oraya girme olanağına sa
hip olmaması; patlayıcılar ve mayınlar! Ama ben içeriye
güvenle girilip değerlendirme yapılmasına olanak tanıya·
cak, bubi tuzaklarının ayrıntılı bir haritasını öneriyorum.
Değerli taşların bir kısmını ben de gördüm ve onları bulan
adamla konuştum; bu yüzden bunun bir fantezi değil ger
çek olduğunu biliyorum. Buna karşılık da, tabii ki diğer
yatırımcılar arasında temsil edilmeyi ve vurgundan yasal
payımı istiyorum."
"İtiraf etmeliyim ki böyle büyük bir servet dü§üncesi
beni duygusal yapıyor," diye kendinden geçmişçesine ko
nuştu Lord Galen, ama Prens konuştuğunda biraz azarlar
gibiydi. "Evet, ama olayın saf tarihsel güzelliğini düşünün;
bu uzun zamandır kaybolmuş ve çok tanınmış hazinenin
tekrar bulunması! İşin kültürel yönünü göz ardı etmemeli�
yiz, çünkü bulunacak parçaların pek çoğu fevkalade güzel
liklere sahip olacaktır ve buluntuların geleceği dikkate alı
narak bunların kayttları özenle tutulmalıdtr." Alman sa
.kince oturmu§ sigarasını içiyor ve dikkatle onları gözlü
yordu. Prens aklından enine boyuna kendi ülkesinin, Mı
sır'ın destanlarını ve söylencelerini geçiriyordu; orada ma
ğaralarda gömülmüş ve kötü cinler tarafından korunan
gizli hazineler çok olağandır. !'Çok eğlenceli olur," diye
söze girişti, "eğer hazine daha önceden araklanmış ve yeri
ne kuş tüyü ya da kum doldurulmuşsa!" Kıkırdıyordu,
ama ne Galen ne de Alman bu düşünceyi komik bulma
mı§tı. "Ne kadar zamanda emin olabiliriz?"
Alman gü! ümseyerek yanıtladı: "Çalışma alanının ha
ritasını size devretmeye hazır olur olmaz. Sonra da mağa
raya girip kapıyı bulur ve zorlarız. İşte bu kadar! Ama or
taklık anl3§ırıasının maddeleri hazırlanıp imzalanıncaya ve
benim buradaki payını konusunda içim rahat oluncaya ka
dar bunu yapanı.uıı."
143
"Treasure Trove Incorporated adında, Cenevre'de ku
rulmuş bir limited şirket," diye Galen dalgın dalgın yanıt
ladı. "Ama bölgeyi nasıl tanımlayacağız? Belgeyi hazırla
mak için olanaklarım var."
Alman, içinde önemli iki evrak bulunan yıpranmış
bir çantayı altından çekip çıkardı; üzerinde oturuyordu,
üzerinde ölçekler, numaralar ve sahiplerinin adları da bu
lunan kazı alanının kadastro haritası.
Alman, tel�sızca ve ders anlatan bir profesör tavrıyla
tanıtımına devam etti, ama konu kusursuz hazırlanmış ve
İngilizce yeğlenmişti. "Bizim ilgilendiğimiz bölümün he
men tamamının tek bir aileye ait olduğunu öğrendim ve
onlarla ilişkiye geçtim bile. Kendileri köylü ve oldukça
zor durumdalar, bu yüzden bütün o bölünıü bana yüz yıl
lık bir anl�mayla kiralamaktan mutlu oldular; ben de işle
rin yasal yönüyle ilgilendim; devlet kontratını sağladım;
araziyi ve oradaki zenginlikleri işletmek için ruhsat aldım.
Fransız yasaları geri geliyor ve kamu yararları öne çıkıyor.
Onlara, Romalılardan kalan eski t� ocaklarını işletmeyi
düşündüğümü, işlenmemiş damarların hala var olduğunu
ve bunun da çevre için mutluluk yaratacak iş kaynağı de-
mek olduğunu ima ettim. Aslında da bunun bizim görü
nen öykümüz olması gerekiyor; söylemek gerekirse, Fran
sız hükümetini, üzerinde vergi talebinde bulunabileceği
gizli hazine öyküleriyle heyecanlandırmak istemeyiz. Bu
na karşın, şimdiki durumda, eğer gerekirse hazineyi parça
parça çıkartmamamız için önemli bir neden görmüyorum,
bu arada da güvenli madencileri görüntüyü korumak için
çalıştırabiliriz. İtirazınız var mı?"
Lord Galen'in bir itirazı yoktu. "Ama ocağın o ünlü
haritası - o nerede?"
"Benim güvencemde, gizli bir yerde ve birtakım ko
şullar yerine getirildiğinde size verilecek. Bunların en ba
§ında da beni yanlışlıkla kara listelerine dahil eden Savaş
Suçları Mahkemesince beraat ettirilmem var tabii ki. İki
aya kadar benim davam önlerine gelecek, ki bu zamana ka-
144
dar Lord Galen'in savunma için harekete geçeceğini ve te
razinin kefesini benim yararıma ağırlaştıracağını umuyo
rum. Bütün bu iş milislerin kendini beğenmişliğinden ve
kıskançlığından kaynaklanıyor. Geçirdiğimiz kötü yıllar
sırasında onların yaptıklarıyla ilgili bildiklerim yüzünden
benim damgalanmamı, kafamın koparılmasını ya da hapse-
dilmemi istiyorlar. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi sak
layacak çok şeyleri var. Ama özellikle idari kon1itedeki İn
giliz üyeler nedeniyle benim için dürüstçe bir karar çıkar
ıılmasının olanaklı olduğunu düşünüyorum. Eminim ki
Lord Galen onların hepsini tanıyordur ve benim için iyi
bir şeyler söyleyebilir. Bu kağıtta adları yazılı." Söz konu
su belgeleri aktardı; Lord Galen listede bazı arkada§larının
adının olduğunu dehşetle gördü, n1ahken1e başkanı da or
taklarından biriydi! Yutkunup gözlerini kırpı§tırdı. "Ben
aklanır aklanmaz haritaya sahip olacaksınız. Ama bu arada
ortaklık maddeleri üzerinde çalışalım ve harekete geçmek
için her şeyi hazırlayalım."
Onları taş ocaklarından geçirip derin bir sessizliğin
hissedildiği, mağaraların yüksek girişleriyle belirlenmiş,
ana girişin bulunduğu yere götürdü. "Burada, sol tarafta
· başlayan mağaralar dizisi bizi ilgilendiriyor," diye anlatı
yordu. "Herhangi izinsiz bir kişinin girişini önlemek için,
buranın sahibi olan ailenin, girişi olabildiğince kapatması
nı sağladım. Burayla ilgili birtakım korkularım oldu. Bir
keresinde bir çoban fırtına sırasında sürüsünü saklamak
için kullanmış: Yüz koyunluk bir sürüyü içeri sokmuitU.
Kanım dondu; ben de yarı yolda, mağaranın girişinde barı
nıyordum. Çobanı durdurmakta geç kalmıştım, çünkü sü
rüsünün arkasından birinci koridora kadar girmişti. İçinde
bulunduğu tehlikeyi anlattığımda suratı çarşaf gibi bembe
yaz oldu ve ıslıkla köpeklerini uyarıp bu arada çeşitli kori
dorlara yayılmış olan koyunlarını toplamaya başladı. Son
koyun da bulunup ıssız araziye çıkarılıncaya dek, sonsuz
luk kadar uzun bir süre her ikimiz de psikolojik olarak
kulaklarımızı tıkayıp soluk almaya bile korkarak bekle-
146
ALTI
DÖNÜŞ
Constance onu Tu Duc'un giri�inde, vali.zleri.nin ya
�unda bastonuna dayanml_§, pek çok onarım görmüş eski
Iskoç atkısına sarınmış dururken gördüğünde, içinde yük
selen sevecenlik dalgasını engelleyemedi; onun oradaki du
ruşu ikisinin ortak gençliğini anımsattı. Tufandan önceki
o durgunlukta, bu güzelim koruluk ve çayırlıklarda tüm
bir yaz geçirmi§lerdi. Blanford da elinde olmadan bir utan
gaçlık ve kararsızlığa kapılmıştı. "Beni burada istediğinden
emin misin, yorgun soluklarımın hayatını berbat eder
_ken." Gene de şefkatle sarıldılar ve Constance duygularını
siı.klayabilmek için en sert doktor tavrını takındı. "Seni
gerçekten de gözümün önünde, ellerimin içinde istiyo
rum, çünkü yoga çalışmalarını gevşetip sırtın için gerekli
masajları da yaptırmıyorsun. En azından bu kadarını ben
güvence altına alabilirim, bu arada tedavinin radikal bir
parçası olarak sen de tabii her gün değirınendeki derede
yüzersin. Seni elime almayı öneriyorum."
Blanford bundan daha hoş bir beklenti dü§ünemiyor
du ve pek fazla patırtı çıkartmadan Livia'nın odasındaki
eski Freud kanepesine yerl�ti; birkaç parça giysisi, kitap
ları ve not defterleri kısa sürede kendilerine uygun yerler
buldular; e§yaları düzene girdikten sonra oldukça garip,
sallantılı yürüyü§üyle a§ağıya, mutfağa inip öğlen yemeği
nin hazırlanmasına yardımcı olmayı önerdi; Smirgel'le
randevularından sonra Prens ve Lcird Galen'in ziyaretini
147
bekliyordu Constance. Artık ikisi de iyi birer aşçı olmuş
lardı ve bu da aralarında olgunlaşmakta olan başka bir bağ
dı. Ama yine de anlamsız bir çekingenlik hüküm sürüyor
du, çünkü zamanı ve yeri henüz belli olmasa da Constan
ce'a sormak için sabırsızlandığı yüzlerce soru vardı; ama
şimdi sırası değildi. Ve tabii ki konukları geldiğinde artan
hareketlilik anlan tamamen içine çekmiş ve o tarafsız or
tamda bütün konuşmalar özelden çıkıp genelleşmişti. Ör
neğin, Prens Almanla oJan karşıl�masından çok heyecan
lanmıştı, ama onun hona fide'sinden1 pek emin olamamış
tı. Onunla ilgili olarak Constance'ı soru yağmuruna tut
muştu. Öte yandan Galen bütün öneriyi olduğu gibi ka
bullenmişti. "Başka ne gibi şeyler düşünüyor olabilir ki?"
diye yakınarak soruyordu ve "İnsan birisine güven duyma
yı öğrenmeli yoksa hiçbir zaman sonuç alamaz. Öykünün
doğru olduğunu düşünüyorum ve kartlarımızı iyi oynar
sak kazanırız!"
Bu candan hava içerisinde öğlen yemeği grubu, Cons
tance'ın hazırladığı yiyeceklere giriştiler. "Senin adının da
ortaklar listesinde yer almasını sağlayacağım," diyordu
Prens ona, "sadece bu boeuf gardien'İn güzelliği için olsa
bile."
Prens bir gün önce öğleden sonrasını kentin altı ayda
bir yapılan panayırını ziyaret ederek geçirmişti, gördüğü
bazı şeyler onu endişelendirmi§tİ; kilisenin bahçe duvarla
rına yabancılarla ilgili yazılan kalın kırmızı yazılar gibi.
İlk Amerikalı turistler Avignon'a gelmişlerdi!
Dazlaklar yönetiyor!
Evet! Evet!
Delilik hükmediyor!
Evet!
Öldürün herkesi!
Evet! Evet!
' DtırOnlük, güvenilirlik.
148
Yarattıkları yeni dünya, gelecek üzerinde hak iddia et
meye başlıyordu. Prens bu boş kırlık bölgenin, Amerikan
sanayi inancının temsilcilerince İşgalini düşündüğünde is
ter istemez ürperdi, sırtından aşağı soğuk bir ter bo§andı.
Eve daha yakın ve de bundan daha az rahatsız edici olma
yan bir de Tyneside'ın İngiliz temsilcisi vardı; adamın yap
tıklarını bağı§latan, birazcık da olsa mizah duygusuna sa
hip oluşuydu. Bu, adı Suckathumbo Smith olan genç bir
adamdı, sirk hayatından sahneler gösteren bir perdenin
önünde otururdu, resimde fraklı bir dişçi kabarık eteklikli
genç bir kadının isteği dışında dişini çekiyordu. Smith tık
nazca genç bir adamdı ve gözlerinin çevresi, gözlük takmış
bir kobra gibi rimellenmişti. Sanki bütün gece ağlamış da
rimelleri bul<L§mış gibi görünüyordu ve sesini kullanmadı
ğı zamanlar, sanki kendisini engellemek ister gibi, b<L§par
mağını ağzında tutuyordu. Ansızın parmağını ağzından çe
kip bir çığlık atıyor ve yine aynı şekilde ansızın parmağını
ağzına geri sokarken çaresiz ve karamsar bir havaya bürü
nüyordu. Blanford, ilginç bir §ey gibi görüp ondan h�la
nıyordu ve tüm gösteri bitinceye kadar locasını terk etmi
yordu. Son gösteri eski bir Cockney klasiğinin ne§eli bir
uygulamasıydı:
149
Ancak bahar yakındı, güneşli günler pek de uzak sa
yılmazdı; bu da onlara masaj ve yogadan oluşan sabah tera
pilerini daha uygun bir yere taşıma olanağı veriyordu; ya
ni mezar dikitleri ve terk edilmiş harman yerinin yer aldı
ğı su bendinin çevresindeki düz kayalıklar. Nehir burada
keyifli keskin dönüşlerle nilüferler arasında akıyordu. Bu
rada insan, Romalılardan kalma su bendinin dinlendirici
müziği eşliğinde uzanıp kesrirebilir ya da okuyabilirdi.
Constance işinde çok becerikliydi; Blanford da huysu:ılan
masına karşın yine de ona boyun eğiyor, doktorun hastası
üzerindeki tüm haklarını kullanmasına izin veriyordu; ye
tenekli esmer ellerin sırtına yerle§erek kas dizilerini hare
ketlendirmesi onu cinsel olarak uyarıyordu, ancak tedavi
nin neden olduğu yarı ereksiyon durumu başladığında
bundan utanıyor ve doktorun bunun farkında olup olma
dığını merak ediyordu. Farkındaydı ve bu düşünce Cons
tance'ın kendi kendisini huzursuzlukla suçlamasına neden
oluyordu. Ama geçecekti; öyle dü§ünüyordu; yakınlık
saygısızlık doğururdu! Sadece direnmeliydi. Ve b<L§ka �ey
terden konuşmalıydı: "İtiraf etmeliyim ki, Aubrey, seni
yenilemek konusunda çok iyi bir ݧ becermݧler." Aubrey
homurdanarak onayladığını belirtti ve ekledi: "Hepsi de
pahalı bir tenis raketi gibi en iyi misinalar ve çelik tellerle
yapıldı. İnanılmaz derecede şanslıyım. Ve §İmdi de masaj
ları seninle sürdürmek ... " Masajın bir bölümü de yüzmey
di. İkisi yan yana ba§lıyorlar ve nilüferler arasından nehir
yukarı•yav� yavaş yüzüyorlardı; konuşarak, ya da bazen
dostça bir suskunluk içinde. Şu an için aralarında ikisinin
de tanımlayamadığı ya da sınıflandıramadığı yeni bir çeşit
yakınlık geli§mekteydi. Sırtında çalı§masını sürdürürken
Constance onunla sanki kelimelerle sınırlanmayan bir ko
nuşmayı da devam ettiriyordu. "Senin, benim ilk aşkım ve
en kötü a§ktm olman ne garip," diyordu. "Hiçbir gelişme
kaydedemediğim tek kişi. Ve tabii ben de senin için öyle
yim; gerçeği görememek için çok budala olmalıyım. Yan
lış olan neydi? Ben seni soğuk, iletݧimsiz ve tamamen içi-
150
ne dönük bulmuştum; ama şimdi, geriye baktığımda, bu
nun sadece çekingenlik olup olmadığını merak ediyorum?
O İngiliz okulları insanı kendi içine döndürüyor ve kızlar
konu olduğunda bütün girişimcilik ruhunu yok ediyor."
Blanford masajın etkisiyle bir kedi gibi uyuyakalmı§tı.
Constance kaşlarını çattı, sanki adamın benliği masaja, ok
şamalara yanıt verirmiş gibiydi ve bu içindeki doktorun
onayladığı ya da aklından geçirdiği bir şey değildi. "Aub
rey! Uyan!" dedi, "Ve haydi o noktaya kadar yüzelim. Gü
neş çekiliyor,'' Adam homurdanarak söylenenlere uydu.
"Rüyamda sevişiyorduk," diye keyifsizce konuştu, "ve so
nunda aramız iyiydi. Ne de olsa sen benim ilk aşkımdın."
Kısa bir suskunluktan sonra, "Evet. Gerçekten de öyle!"
Uzun bir sessizlik o!du.
Daha sonra Aubrey konuşmaya başladı, "Tanrım!
Yanlı§lığın ne olduğunu düşünüyorsun? Ve bağışlanabilir
mi?" Constance gülerek ama pişmanlık dolu bir hareketle
kollarını açtı. "Tabii ki değil!" dedi, ama neşeliydi, "ikimi
ze de bir bak, savaşlar ve geçen zaman bizi öylesine yıprat
tı ve hırpaladı ki ... Ölçüyü kaçırdık!" Onun haklı olabile
ceğine inanmak can sıkıcı, hatta dayanılmaz bir şeydi. Bu,
-Constance'ın görüntüsünün ne kadar kalıcı olduğunu ansı
zın fark etmesine neden oldu - onun olmadığı zamanlarda
bile vardı; kendisi bu gerçeğin bilincinde olmadığında bile
Constance inanılmaz bir şekilde belleğinde, kalbinde var
dt. "Sen her zanıan dekorun o kadar ayrılmaz bir parçasıy
dın ki; sana göndermede bulunmadan herhangi bir karar
aldığımı ya da herhangi bir şey dü§ündüğümü anımsamı
yorum; demek istiyorum ki, Affad'\a olduğun zaman bile
benim için bir yol göstericiydin! Garip! Bir başkası için bu
ancak 'aşk' kelimesiyle tanımlanabilir. Ama ben buna ce
saret edemem! Senin kar§ı koyacağından korkuyorum!
"Artık flört edemem. An1a hala cesaret edebilirim, ya
ni bir anlamda hala serüvene açığım. Ama görüşlerim çok
deği§tİ. Onun ölümünden sonra, ama oldukça yavaş bir şe
kilde farkına vardtm ki eskisi gibi sevemem, yani kelin1e
151
anlamıyla, sanki diyalektik çılgınlık yüzündenmiş gibi se
vemem. Ama ne tuhaftır ki onun ölümüyle gelen yeni ba
ğımsızlığım, beni daha doğru, daha gerçek şekilde sevmek
için özgür kılarken, aynı zamanda kendi kendimin efendi
si olarak kalmamı da sağladı. Bağımsızlığıma karştn bu sev
gi daha derin ve saftı. Evet, artık daha büyük bağlantılara
giremem ve kendimi tümüyle teslim edemem. Orta ya§ın
eşiğindeyim, sanırım nedeni bu."
Aubrey, güvensiz bir sessizlikle onu dinliyordu, çün
kü bir kadının, aşkın doğasını ve onun binlerce biçimini
ve özelliğini açıklamaya çalışmasından daha umarsız ne
olabilirdi ki? "Onun harika küçük oğlunu seyrediyor
dum," dedi Aubrey, "ve senin onun yaşamına neler getir
diğini, ona gerçek bir anne olmayı nasıl ba§ardığını. Onun
harika bir biçimde kendi kendine yettiğini, biçimsel mut
luluklara yabancılaştığını duyumsadım. Onun bir sanatçı
olacağından eminim. Çevresine, doğru yolunu bulmu§ bi
rinin gözleriyle bakıyor; nesnelerin içini görüp kaba ilkel
köklerini, niteliğini hissedebiliyor ve böylece Tanrı'dan sı
kılmalarını da! Yani sözün gelişi, ama onun olağanüstü ba
ğımsızlığı başka nasıl anlatılabilir? Ben de onun gibiydim,
içine kapanık, tümüyle el değmemiş, ne yazık ki sen sahip
lenemedin beni; benim sonsuz kaybımdı bu. Beni ölümcül
uykumdan uyandırmayı başarabilmiş olsaydın seni ömrü
mün sonuna dek kutsardım! Ama hayır, öyle olmadı;
uzun ve çileli bir savaştan sonra, bu kayanın üzerinde sana
yetişebilmek için bütün o yılları uykuda geçirmek zorun
daydım. Yaşam ne garip düzenlemeler yapıyor!"
Yazgının bir diğer gülünç çelişkisi de Blanford'un
özenle dört bir yana saçrığı notlarıydı; büyük bir bölümü
kente dağılmı§tı, ta ki meraklı Çingene çocukları onları to
parlamaya başlayıp ana-babalarına gösterinceye kadar.
Notların, buradan bir kitapçının eline geçmesi uzun sür
medi; çok geçmeden T oby' e satılık bir tomar taslak öneril
di, el yazısından bunların Blanford'a ait olduklarını tanı
mıştı. Blanford onları geri almaya hazırdı; onların hala
152
yok edilmemiş olmalarının, giderek hayatını tuhaf bir şe
kilde etkisi altına almaya başlayan yeni kitabı için ne ka
dar değerli olduklarını gösteren bir mucize olduğunu dü
şünmüştü. Şimdi artık bedensel olarak günlük yaşama
uyum sağladığına göre, bir iş bulma sorunu onu huzursuz
etmeye başlamıştı. Küçük gelirinin kendisine, edebiyatı
para kazanma yolu olarak seçmesine olanak sağladığı için
mutluydu. Eğer özel gelirleri, soğukkanlı ve profesyonel
bir şekilde romanını geçimini sağlama yolu olarak düşün
me yükümlülüğünden onu kurtarsaydı, kendisi için kötü
olacağını düşünüyordu. Ve b�ka bir şey daha vardı; Cons
cance'la bir erkek kardeş/kız kardeş ilişkisini daha ne ka
dar sürdürebilecekti? İlişkileri sonsuza dek böyle kalamaz
dı; adeta herhangi bir fiziksel gelişme olmaksızın, yoksa
kalabilir miydi? Constance'ı düşündükçe göğüsleri sızlı
yordu! İnsanlar ne kadar budalaydı! Sırtında ve omuzların
da dolaşan kararlı ve düşünceli parmakların altında sakin
ce soluk a!ıp yatarken, bir taraftan da Çingenelerin topla
yıp getirdiği yeni bir tomar taslağı karıştırıyordu. Kendi
notlarını satın almak zorunda kalan bir romancı; ne gü
lünçtü!
153
Ancak koşullar her zaman İnsanların tasarılarıyla iş
birliği içinde olmuyorlar; kısa bir süre sonra, gece yüzme
alışkanlıklarının neden olduğu basit bir olayla ikisi kaçınıl
maz olarak bir araya geldiler. Mevsimin oldukça erken ol
masına karşın iki haftadır hava sıcaktı; gerçek bir yaz ha
vası; bu da onları bir zamanlar çok güncel olan, gece kaya
ların orada yüzme alışkanlıklarına geri döndürdü, ışık ola
rak da evdeki tıslamalı gaz lambasını kullanıyorlardı. Bu
nu kayanın üzerine yerle§tİriyorlardı. Lambanın çırpıntılı,
oldukça zayıf !§ığı nilüferler arasında yeterli geni§likte bir
yeri daire biçiminde aydınlatıyordu, böylece yuvarlak, pı
rıltılı bir havuz oluyordu orası. Kurallara uymuş olmak ve
işin doğrusu güvenlik için de bu sınırlar içinde kalmaya ça
lışıyorlardı, ama bu her zaman mümkün değildi, çünkü
kayaların çevresinde suyun akıntısı çok güçlüydü. Yine de
genel düzenleri buydu ve yalnızken bile burada yüzmek
için her ikisi de yeterince deneyimli ve özgüvenliydiler. O
gece olanlar şöyleydi: Constance önden gitmişti; kendisi
de yavaş, sallantılı yürüyüşüyle karanlık bahçeyi geçerken
suya doğru uzanmı§ kaya çıkıntısının üzerindeki lambantn
çırpınan ışığını görebiliyordu. Constance'ın suya dalarken
çıkardığı sesi ve arkasından da kulaçlarını ve suyun çırpın
tılarını duydu. Aksayan hiçbir şey yoktu. Onu her §eyin
yolunda olmadığı konusunda uyaranın ne olduğunu söyle
mek çok zordu; belki de Constance'ın sırtüstü dönerken
korkudan soluğu kesildiğinde çıkardığı sesi duymuştu, su
yun soğuğuna tepki olarak bacaklarında ve baldırlarında
ansızın oluşan kramplardan dolayı duyduğu korku. Ama
akıntı o kadar güçlüydü ki durumun düzeltilmesi gereki
yorsa, kaybedilecek hiç zaman yoktu; kıyıdan söz edile
mezdi, çünkü nilüferler üç nletre derinliğindeki mil taba
kasına tutunuyorlardı. Kaygılanarak, "İyi misin?" diye ses
lendi, çünkü bir §eylerin yanlış gittiğini seziyordu. "Evet!
Hayır!" diye şaşkınlıkla bağırdı Constance. Çift yönlü bir
kandırmacaydı, çünkü Aubrey şu andaki haliyle yüzücü
olarak hiç de gücünün doruğunda değildi ve onu da suya
154
çağırmak haksızlık olurdu... Yine de sesindeki çaresizlik
kendini yeterince çabuk iletmiş olmahydı ki adam yapıla
cak tek şeyin onun arkasından kendisini de suya atarak
onu nehir aşağıya çekmeye çalışan akıntıya karşı durması
na yardım etmek olduğunu görmü§tÜ. Durgun suda her
hangi bir sorun olmazdı; sonsuza kadar suyun üstünde ka
labilirdi; ama akıntı tehlike yaratıyordu. Constance, ada
mın da arkasından suya atladığını duydu; yüreğinde ku§ku
duydu; bu dü§üncesizlik yüzünden her ikisi de tehlike
içinde olabilirlerdi. Ama adam düşünebildiğinden daha
güçlüydü ve kadını kollarının altından kavrayıp geri dön
dii, akıntıya karşı yüzdü; suya girdikleri noktadaki kaya
çıkıntısına tutunabilecekleri mesafeye ulaşmaya kararlıydı.
Ba,ılangıçta, upuzun bir an boyu, ağır ağır kulaç atarken
elinden geleni yapmasına karşın, başarılı olup olmayacağı
belli olmadı. Ama sonra inanılmaz bir yavaşlıkla da olsa
suya karşı kazanmaya başlamıştı. Sadece iki ya da üç met
relik bir §eydi ama tehlikeli bir durumdu, çünkü nehir on
ları aşağılara, Romalılardan kalma geçidin küçük ama baş
döndürücü bir çağlayan oluşturduğu yere doğru sürükle
meye çalı§ıyordu. Burada akıntı her türlü kazaya neden
olabilecek kadar güçlü olabilirdi; kafasını çarpabilir, bileği
ni kırabilir, ya da buna benzer bir şeyler. Ama yavaş ve
yoğun kulaçları akıntıya kar§ı koymasına yetecek kadar
usralıklıydı; sonunda yüzücü, arkada§ını keskin kenarlı ka
yayı yakalayıp akıntıdan yukarı çekebileceği, aynı zaman
da öteki eliyle de onu sımsıkı tutabileceği bir mesafeye ka
dar itebilmenin ho§nutluğunu ve rahatlığını ya§adı. Böyle
ce sonsuz bir yavaşlık ve çabayla sonunda sudan kurtulma
yı ve kıyıya, kayalıkların güvencesine tırmanmayı başardı
lar; orada bitkin yığılıp kaldılar. "Daha önce hiç kramp
girmemi§ti," diye açıklamaya çalı§ıyordu Constance, bir
yandan da adamı da arkasından suya girmek zorunda bı
raktığı için özür diliyordu, "insanın öylece donup kalabile
ceğini hiç bilmiyordum." Birden adamın sırtı için endişe
lenmeye başlamıştı; çabaları sırasında bir kası zedelemi§ ya
155
da zorlamı§ olabilirdi; gözüyle görmeden içi rahatlamaya
cakrı. Ama o arada kökten bir değişiklik olmuştu; Aub
rey'i, Constance'la ilgili davranışlarında felce uğratan bü
tün o çekingenlik bulutları ansızın dağılmı§ ve kaybolmu§
görünüyordu. Bir an için duyumsadığı, kadını sonsuza dek
nehirde kaybedeceği korkusu onu diğer bütün korkular
dan arındırmış olabilir miydi? Şimdi üzerine doğal bir gö
zü peklik gelmݧtİ; yanılmaz bir kararlılıkla, sanki vereceği
yanıttan kuşkusu yokmuş gibi kadını kolları arasına aldı.
Sonsuzmuşçasına uzayan bir süre öylece birbirlerine sarıl
mış, sessizce durdular. Dışarıda yüksek ağaçların arasında
baykuşlar ötüyor ve avlanıyorlardı; genellikle mutfak ma
sastnın üzerinde yanlarında duran lamba vızıldayarak fik
rini açıklar gibiydi; deniz kabuğunun içindeki ses gibiydi.
"Ne olağanüstü," diye fısıldadı, "artık seni rıı.hatsız etme
yeceğimden emin olmak! Bu krampla bana verdiğin korku
tekrar aklımı başıma getirdi. Seni sonsuza kadar kaybet
menin korkusu! Şimdi her şeyi anlıyorum: Bir kadının bir
erkekten öğrenebileceği en önemli şeyi öğrendin; benden
değil ama Affad'dan: her şeyi güvenceye alan boyun eği§
sanatını. Ona da ne kadar minnettarım!" Gecenin ilerleyen
saatlerinde bu sözcükler kendilerini cömert oldukları ka
dar doymaz okşayışlarla anlatıyorlardı. Ha.la sevݧebiliyor
du, tam bir cinsel karşılaşmanın gücünü ve görkemini ya
ratabiliyordu. Bütün bunların kaynağı nereden geliyordu?
Anlatabilecek gibi değildi.
Ve her zaman her yerde olduğu gibi sevgililer ansızın
önüne geçilmez bir gizlilik gereksinimi duydular; o kadar
ki, aşklar! bu kadar önemli bir biçimde yeniden değerlen
dirildikten sonra haftalarca, arkad�larından uzak durdu
lar� akşamları erken saatte yemek yemeyi ve ay ışığı oldu
ğu zamanlarda bile, sakin Provence gecelerinin eskiden be
ri özelliği olan ak§am sofrasında vakit geçirmek yerine, er�
kenden yatmaya gitmeyi yeğliyorlardı. Constance'ın ken
disini değil çevresindekileri kıskanıyordu. Bu değişiklikler,
Prens'jn Mısırlılara özgü dikkatinden de kaçmamıştı. ''En
156
sonunda oldu," diye ho§nut ve şaşkın ses tonuyla kıkırdı
yordu. "Prensese yazacağım ve en büyük korkularının ger
çekleştiğini anlatacağım! Aşkın gölgesi bu yaşlı, dindar be
karın da başının üzerinde dolanmaya başladı. Ee, Constan
ce?" Ama o, bu olağanüstü temiz ilişkinin lüksüne öylesi
ne derinlemesine dalmıştı ki, onun şakaları bile keyfini ka
çıramıyordu. "Prenses mutlu olur," diye yanıtladı, "Onun
her zaman Aubrey'e yakınlığı vardı ve yalnızlığına acırdı."
Prens gerçekten de çok hoşnuttu ve kafasında mektubunu
yazmaya başlamıştı bile. Lord Galen'e gelince, o bir şey
fark etmemişti ve Prens göz önünde olanları işaret ettiğin
de sızlanmaya başlamıştı. "Kimse bana bir şey söylemi
yor," diye içini çekti, "ama sanırım İyi Bir Şeydir, eğer öy
le diyorsanız."
"Evet kesinlikle öyle," diye majesteleri kendine özgü
güçlü ve kendinden emin ses tonuyla yanıt verdi. Ama
aşıklar birkaç hafta ortalıktan kaybolunca bu pek de hoş
olmadı� söylentilere göre İtalya'da bilinmeyen bir yerler
deydiler. Çevresinde dostlarını arayan ve onların ince de
dikoduları olmadan y<l§ayamayan Prens, aşıkları çok arı
yordu. Daha sonra, beklenmeyen olaylar dizisini tamam
.lar gibi, Constance hamile olduğuna inanmaya başladı ve
bu da seçeneklerin yeniden gözden geçirilmesine ve gele
cekle ilgili yeni kaygılara yol açtı. Bunu düşünmek olağa
nüsd.iydü. Hiçbir önlem almamış olmalarına karşın böyle
bir sonuç beklemiyorlardı. Bu da durumu daha olağanüstü
kılıyordu. Blanford garip bir biçimde kaygılı ama çok hoş
nuttu; ancak bir baba ve aile erkeği olarak eksiklikleri ko
.nusunda kaygıları vardı. "Esneyerek vakit öldürmekten ve
Hıristiyan adları sözlüğünü karıştırmaktan başka yapacak
iş yok mu? Bana yapacak daha faydalı işler bulacağına ina
nıyorum." Ama Constance, şimdilik onun tembelliğini ve
tutkusunun tutarsızlığını yüreklendirmekten hoşlanıyor
du. Yüreğinin derinliklerinde bir yerlerde bu tür bir kri
zin onu ya kurtaracağını ya da kaybettireceğini anlıyordu.
157
Uyanıp kadının kollarını kendine dolanmış bulmak,
daha önceki yalnızlığının farkına varmak onu şaşırtıyor
du: Nasıl olmuş da 3.§kın mutluluğunun, payla§manın he
yecan verici güzelliğinin daha çok farkına varamamıştı?
Kendisinin, ince duygulara, sevecenliğe, tutkuya yaptığı
yolculuklara yeniyetmeler gibi §aşması cesaret kırıcıydı.
Ve sonra da kadının a§kı üzerinden akıp geçtikten sonra
kendini halli istekli ve hevesli, adeta, yağmurdan sonra ye
niden kurumuş topraklar gibi duyumsamak. Sutcliffe bu
günlerde biraz suçlayıcı bir havada görünüyordu, ama bel
ki de, erişilemeyen üzümün koruk olması gibi, Constan
ce'a olan aşkını ilan edemediği için bu tavrı takınnuş olabi
lirdi. Atılan notların parçacıkları hala gelmeye devam edi
yordu; bir gün cilalanıp tasarlanan romanda yer almak
üzere, bir yerlerde birikmekte olan obiter dicta'ya1 renk
katıyorlardı. KJruıtısız ekmeği bulduğu gibi 'evlilik dışı
bisküviyi' de kendisinin bulduğunu iddia ediyordu, Ödül
adını verdiği yapay penisi saymazsak; rahimde eşanlı em
me ve minik ısırıklar duygusu yaratan kanatlı ve hortumlu
bir sistemi vardı. Küçük parlak miller. Kürelerin müziğine
kulak ver - Herkül'ün testislerinin çarpması. "Yeter!" diye
bağırdı Blanford, "Tanrı aşkına, yeter!"
Yaz mevsıminin ilk günleriyle birlikte yeniden kuru
lan mahkemeler savaş suçlularını yargılamak üzere şehir
deki oturuınlarına başladılar; Srnirgel'in suçlu mu masum
mu olduğu sorusu da yakında tartışılmaya başlayacaktı.
Konunun tamamı hala varsayımlar ve sahte ifadelerle kar
maşık ve anlaşılmaz haldeydi. Kahramanlar için olduğu
kadar günah keçileri için de özgün bir araştırma sürüyor
du. Savaş Mahken1esi elemanlarından iki tanesi Smir·
gel'den yana olan tanıklıklarla dolduruldu; bu arada Prens
onlar için hazine §irketinin yönetim kurulunda yer buldu
ve ganimetten de pay sözü verdi. Gayretlerinden, Alma
nı�, Fransız Askeri Haçına olduğu kadar İngiliz Üstün
Hizmet Madalyasına da aday gösterildiğini sanırdınız.
' (Latince} S6zar2'iınd3 {öylesin•) Wyknmi� �der.
158
Aleyhindeki davanın 'belirleyici delil yokluğund<Ul' bozul
ması kimseyi şaşırtmamıştı. Bu arada da mahkemeler ka
yıpların sayısın ı yayınlama lütfunda bulundular; bu da
Provence'ın Nazilerce çok kötü vurulduğunu gösteriyor
du. AlmanyaJya çalışma kamplarına gönderilen altı yüz
bin kişiden altllll§ bini dönmemi§ti, on be§ bin kişi lruqu
na dizilmiş ya da kafası kesilmiş, aitnuş bin kişi de tüber
küloza yakalanrDl§tı... Ama kurulun Smirgel hakkındaki
kararı sevinç vericiydi, gerçekten de Lord Galen'in kulak
larına müzik gibi geliyordu, çünkü artık hazine avlarının
önünde hiçbir engel kalmamıştı. Zamanı gelince dde ettik
lerini işletecek §İrket bile kurulmuştu.
Ama burada da beklenmeyen etkenler oyuna dahil ol
muıttu, bunların arasında bulduklarıyla ilgili dedikoduların
dışarı sızması da vardı; belki de Smirgel bilhassa hC>Jhoğaz
lık etmişti? Herhalde Avignon belediye meclisi ve resmi
makamlar, çalışmalar konusunda bilgilendirilmeyi ve çalıt
malardan elde edilecek ganimetlerin müze yetkililerinin ve
gi
resmi makamların bil sine sunulmasını beklediklerini du
yurmuşlardı. 11Bunu gizli tutma ümidimiz havaya uçıu,
ama belki durumu rü§vetle birkaç yetkiliyle sınırlayabili
. riz," diyordu Prens, elinden geldiğince dil� kırıklığını bas-
tırmaya çalışarak. "Hemen heyecanlanmayalım, belki de
hazine diye bir şey yoktur, ya da ilgiye değmeyecek kı\d.ar
küçüktür." Lord Galen hüzünlü, §a§kın ifadesini takınmır
tı. Her §eye kar§ın Smirgel suçsuzlar dünyası na geri döne
bilmek ve haritasını ortaya çıkartıp mağaralaril yapılacak
ke§if gezisine önderlik edebilmek için, hali resmi yargtlan
nıanın sonuçlanmasını beklemek zorundaydı. "Resmi yet
kililerin de hazır bulunması konusunda çok hırslı davran
mayalım, hiç olmazsa ba§langıçta. Tabii ki bu çok büy0k
bir tarihi önem ta§ıyor ve Fransız yasalarına göre Louvre
adına her §eye el koymayı da düşünebilirler. Yine de şim
dilik bu kadar ileri gitmediler ve bazı akıllıca rüşvetlerle
bu konuyu önemsememelerini ve buluntuları dikkate al·
mamalarını, ya da bunun gibi bir şeyi sağlayabiliriz."
159
Bilinçli bir bencillik süreci başlamıştı, bu açıktı ve
herkes bir gecede milyoner olacaktı! Ama yine de çevrede
korku ve güvensizlik kol geziyordu. "Haritanın gerçekli
ğinden emin misin? Bunu sana daha önce sormak İster
dim," diyordu Lord Galen ve Smirgel gırtlağını temizleyip
§iddetle başını sallıyordu. "Her §eye karşın, Schultz'un
kendisinin barı§ zamanında geri gelip hazineyi ele geçirme
sini sağlayacak bir kopyayı saklaması yapılacak en akıllıca
§eydi. Bunda bir yanlışlık görebiliyor musun? Ben göremi
yorum. Sahte bir haritaya bağlanmazdı, öyle değil mi?"
Hayır, üzerinde sakladığı haritanın geçerliliğinin ol
ması akla yakındı. Aksi olamazdı! Bütün belgelerin geçici
bir düzenleme için elden geçirilmesine olanak sağlamak
üzere, birkaç günlüğüne iyimserlikle birbirlerinden ayrıl
dılar. Hazine avının ayrıntıları kısa bir süre sonra hazırla
nacaktı. Quatrefages'ın bulunması da büyük bir şanstı;
hepsi de onun bu konudaki dü§ilncelerinin çok değerli ola
cağını hissediyorlardı. Doktor onunla ili§kisini devam et
tirmi§ti ve geri dönüp tekrar Prens için çalışmayı öneri
yordu; ama Quatrefages çok yaşlı görünüyordu ve saçları
oldukça beyazlaşnıı§tı. Ama Templarlar'la ilgili evrakın
pek çoğunu kurtarabilmişti ve bunlarla ilgili çalı§nıalarını
bir yazıda toparlamak istiyordu. Bir ya da iki kez, sanki
diğerlerinin iştahlarını kabartmak istermi§ gibi, Smirgel
onları ana mağaranın giri§ine kadar götürdü; burası tahta
1
dan bir barikatla kapatılmıştı ve üzerinde 'Danger' ve 'De
fense d'entrer'2 yazıyordu. Amaçsız bir şekilde orada durup
Alman'ın ünlü haritasından ayrılmaya karar vereceğini
umarak izlenecek yol ve yöntemleri tartı§ıyorlardı, ama
adam sabırlı ve inatçıydı; Sav� Suçları Mahkemesinin böl
gelerine gelmesini bekliyordu. Bu arada bir heyecan daha
y�andı, çünkü Quatrefages Avignon'da, yanlışlıkla mağa
ralara girdiğini ve hazineyi gerçekten gördüğünü iddia
eden bir Çingene buln1uştu. Adama göre Smirgel'in sağ-
'Tchlik�.
'Ginnck y....kur.
1 60
lamca kapattığı kapı tekrar açılmıştı ve mağar;ılar.ı girilebi
liyordu; ya da o bunu yapabilmişti ve masif meşe sandık
lardaki değerli taş yığınlarını ve çeşitli süs eşyalartnı gör
müştü. Bunların içinden bir tek yakut almış ve burnuna
hızına yaptırmıştı. Daha sonra geçirdiği tehlikeyi öğrendi
ğinde korkuya kapılmıştı - ama diğerleri gibi o da bir reh
ber ya da gerekli yönlendirici bilgileri olan bir haritanın
olmaması yüzünden konuyu daha ileriye götürememi§tİ.
Şimdi, tabii ki... Adamın ifadesi yeterince doğru görünü
yorsa da yine de güven vermeyen bir yanı vardı; aşırı he
yecanlı hali İnsanı meraklandırıyordu, acaba kendi yararı
na bir §eyler bulabilmek için uyduruyor muydu?
Daha önemli bir sorun da atanan yeni komiserin ken
te gelip bölgenin yasa ve düzeniyle ilgili olarak kendisini
çok kaygılandıran bir konuya ilişkin olarak onlarla konuş
mak istediğini bildirmesiyle ortaya çıkmı§tl. Reddetmek
olanaksızdı ve kibar, yaşlıca zat, Pont du Gard'da ilk yö
netim toplantısını yapacak olan kurula kendisini tanıttı.
Prens, Lord Galen, Smirgel ve Quatrefages en önemli üye
lerdi; ikinci derecedeki üyeler ise, örneğin doktor Jourda
in, bahçede Blanford ve Sutcliffe'le tavla oynuyordu. Bü
·tün Fransızlar gibi durumun gereğinin yapılması gerektiği
ne inanan koıniser herkes için şampanya istedikten sonra,
ayağa kalkıp Prens'in §etefine kadeh kaldırdı ve parlak kü�
çük bir konu§mayla toplantıyı açtı. "Görüşmelerinize ne
den karı§tığımı merak ettiğinizi biliyorum. Beyler, benim
sorunum konusunda da anlayışlı olmanızı İstiyorum.
Avignon sorunlu bir yer, diğer sorunlar arasında Çingene
lerin1izi de daima akılda tutmam gerekiyor. Oldukça geni§
bir topluluk ve bize oldukça fazla ba§ ağrısı yaratıyorlar;
Marsilya'dan daha beter. Ama bir yönetici için onları hoş
tutmamak dü§üncesizce bir davranış olur, çünkü onlar baş
belası olmalarına karşın yararlıdırlar da. Hemen hemen
tüm polis istihbaratı ve bunların doğruluğu, yönetim ka
demesine ulaşmadan Çingeneler tarafından incelenip de
ğerlendirilir. Doğal olarak ilk yaptığım ݧlerden biri onlar-
162
çaresizlik açığa çıkmıştı. Gereğinden fazla insanın özellikle
de sıntrları belirsiz. sorumluluklarıyla Güzel Sanat!ar'ın ya
tı resmi teınsilcilerinin bilgisi olacağı biçiminde fikrini
a9kladı. Hazinenin sadece var olduğunu değil çok büyük
olduğunu da varsayın... Her şeyin bu kadar genişlen1esin
den hoşlanmıyordu, denetimden kaçıyordu; §İmdi bir de
bulunacak her şeyin fotoğraflarla kaydedilmesi konuşul
maya b�lanmıştı; çıkarılan her bir parçanın filmi alınacak
tı!
Lord Galen yüzünde pişmanlık ifadesiyle dinliyordu,
"Aman Tanrın1!" diye söylendi, çünkü aklından teker te
ker olabilecek ya da olası ve onların hazine üzerindeki
haklarını sınırlayabilecek aksilikleri geçiriyordu. (ye bir
de Allahın belası hazinenin var olmadtğını düşün, diye dü
§ünmeye devam ediyordu!)
Smirgel'e gelince, Quatrefages'la yaptığı gerekli ve
önemli görü§melerden sonra gününü seçmişti, bazı mistik
gert;:kfiiikleri de yerine getirme zorunluluğunun farkınday
dı. Örneğin ayın on üçüne rastlayan cuma günü olmalıydı,
hem kehanetlerine uygun olarak Sara'nın İsim Gününü
- duyurmak. için, hem de Templar Mezhebinin sona erdiril
diği o uğursuz günü. Neden insan, bazı derin evrensel ge
reksinimleri qzamanlı olarak tatmin etmek istermişçesine
nesnelerde içgüdüsel olarak süreklilik arar? (Bunu Blan
ford da kendine soruyor ve şöyle yanıtlıyordu: "Budala,
bilinç dünyası tatmin edilmek için hayk1ran tarihsel yansı
maların dünyasıdır. İnsan her bağlantıyı yakalamaya çalı
şır. Örneğin Templarlar iç karartıcı bir kent olan Viya
na'da sona erdirilmi§ti; kı§ın, bir adamdan duyduğum ba
sit bir tarihi olayın etkisinde kalarak, orada on gün geçir
miştim. Adam� Pontius Pilate [Papa] kamu görevinden ay
rıldıktan sonra yaşamak için Viyana'yı seçmişti, çünkü
Roma çok gürültülü ve çok karmaşıktı, yoksul bir devlet
emeklisi için fazla pahalıydı." Bu ziyaretin sonucu da ora
daki anıları olduğu savlanan küçük bir kitapçıktı. 'PP'nin
163
Anıları' adını verdiği bu kitap, Pursewarden'den biraz kü
çümseyici ama dostça bir eleştiri almıştı.)
"Çünkü aylar sonra bile," diye ekledi Sutcliffe, "bü
tün bir gece, pis, insanlık dışı yaratıklartn çığhkları arasın
da, ellerimi gümü§ bir ibrikle yıkadığımı hayal ettim!"
Çay saati geldiğinde, Prens'in eski Daimler'i direksi
yonunda Cade olduğu halde göründü; Avignon'da genel
sınıflandırma temsilcisi olan, ama henüz kamu görevleri
nin tümünü yerine getirebilir hale gelememݧ bulunan Tu
bian postanesinden aldığı posta ile gelmişti. Değişik görü
nümlerdeki zarfların içinde tanıdık gelen bir sarı zarf Ma
jestelerinin Emrine diye işaretlenmişti ve Smirgel'in adresi
ne gönderilmişti. Askeri Mahkeme Başkanına gerçek adre
sin! değil de, dost oldukları gerekçesiyle Lord Galen'inkini
vermişti. Sabırsızlıkla beklediği, o sihirli belgeydi. Savaş
suçlarından arındığını belirtiyordu. Belgeyi açarken hıçkı
rıyordu. Daha sonra Cade'i sevgiyle kucaklayıp yanakla
rından öptü. Sonra da kağıdı havada sallayarak seslendi,
"Herkes baksın, işte bu temiz kağıdı; suçsuz ilan edildim
ve normal bir dünya vatandaşı olarak sivil hayaitma tekrar
devam edebilirim! Ah! Bunun ne demek olduğunu bile
mezsiniz! Ama hazineye gelince, artık işimize devam edip
olayı ciddiyetle planlayabiliriz." Çevredekilerin §aşkın ba
kışları altında yere diz çöküp dua etmeye başladı.
164
YEDİ
ÖYLE YA DA DEGİL
BIAN: "KISKANDIGINI İTİRAF ET: Avuçlarının
içinden kayıp gitmemi istemiyorsun, öyle değil mi?"
SUT: "Kabul ediyorum. Bana gerçeği söylemediğin
için kendimi a§ağılanmı§ hissettim. Siena, Venedik ya da
Atina'da olmadığınızı çok iyi biliyordum."
BLAN: "Hayır. Camargue'da Sabine'in bize ödünç
verdiği küçük bir köy evindeydik. Bu garip olaydan sonra,
öpücükler ve uyanıştan sonra, uzun zamandır beklenen ki
tabın neredeyse oluştuğunu fark ettim. Kısa zamanda bu
işi bitireceğimi. Constance'ın ısrar edeceğini. Bütün sevgi
liler gibi yaptık, saklandLk. Omzumun üzerinden izleme
nizi istemiyordum. Bu yüzden bulunduğumuz yer konu
sunda yanll§ işaretler verdim. Sessizlik ve sıcak, a§kımız
için olağanüstü bir zemin oluştt:rdu, akşanıları da Çinge
neler geliyordu, ya da yalnızca Sabine. Bize bir öbek beyaz
yeleli getirdiler, cennetin binek atlarını, Schubert'in do
ğaçlamaları gibi kaçmaya meyilli, öpüşlerimiz kadar saf.
At üstünde bentler, kanallar ve göller arasından yola ko
yulduk; çöldeki morumsu günbatımında, doğru soruyu so
rabilene anlatacak çok şeyi olan, ama suskun Sabine ikimi
zin arasında. (Erkek toprak niceliğinde, kadın gökyüzi.i :
erkek akıl, kadın sezgi.) Birkaç kez gece aşktan neredeyse
ölebileceğimi fark ettim, çünkü kalbim fark edilebilecek
bir süre duruyor ve sürekliiiğin alacakaraniığına girdiğimi
seziyorum, uzun bir süre sınırları belirsiz mistik bir olası-
165
lıkta dolaşıyorum! Deha sessizliktir, bunu herkes bilir.
Ama buna kim ulaşabilir? Her orgazmda gelecekte biraz
boğulur, kendine rağmen ölümsüzlüğü biraz tadarsın. Ve
ben burada yalnız gerçeği anlatmayı ummuyordum; aynı
zamanda romanı, görünürde bağıntısız ve parçalanmış, bu
na karşın karşılıklı çelişkili sezgilerle bilgilendirilmiş bir
anlatımla, sıradanlığtn kösteklerinden kurtarmak istedim
Constance'la benim aramızdaki, deyim yerindeyse, ilk gö
rüşte aşktı. Bana her zaman söylediğin gibi olanaksız bir
çaba, ama tehlikesi ne kadar büyükse sonucu da o kadar
büyük olacaktır! İnsana özgü ikilemin özü bu. Başlangıçta
onu düzmek istemiyordum, buna cesaret edemiyordum,
çünkü henüz aramızda denenmemiş ve gerçekleştirilmemiş
o kadar çok şey vardı ki. Ve, belki de hiçbir zaman kitaba
girmeyecekti, eğer o dokunuş olmasaydı; yaralı sırtıma de
rinlemesine masaj yapmasaydı, elleri bedenimi iyileştirir
ken sık sık geçmişten söz etmeseydik; bir gün bana daima
aşık olduğunu itiraf ediverdi! 'Rhône'dan aşağı hareket et
meden önce Lyon'daki o kızakta ilk bakışmamızdan beri.
Ama yazık!' Gerçekten de yazık, çünkü ben henüz tam
yetişkin değildim, tam anlamıyla korkaktın1; o bakışın
önemini fark edebilseydim bile, bunun onun için anlamı
olabileceğine inanamazdım. Onu tapınırcasına sevn1em içi
ne işlemişti. Gelecekteki hayatımız, katettiğimiz bu zorlu
yol, o tek bakışın gücünde gizliydi. Yaşlı Shakes haklıydı
- ya da Chris Marlowe. Aşkı ilk bakışta hissetmemiş bir
�ık var mıdır? Geriye dönüp baktığımda, korku ve dene
yimsizlikle durup beklediğim için seviniyorum. Bir gaf
fe'la1 her şeyi berbat edebilirdim. Çünkü o da fiziksel açı
dan olgun olmasına karşın deneyimsizdi. Bilgisizlik ne bü
yük bir felaket. Bir de savaş ve getirdiği ayrılıklar akbaba
gibi üzerimizde geziniyordu. Gençlikte yazgı üzerinde hiç
bir egemenliğin olmuyor. Beklemek çok daha iyi. Bilinme-
yeni çözmek bir bulmaca kadar basit değildir ve zamansız
bir evlilik entelektüel bebek bakıcılığına dönüşebilir."
' Ufak h�u.
166
Sutcli.ff'i!'in not defterinden:
167
"Bütün bunları kim biliyor? Açık sözlülük adına se-
nin söylemen gerek," diyordu Sutcliffe.
"Sen tahmin et."
"Sabine mi?"
"Evet, gölcüğlın kenarında yürürken ya da kilisenin
altındaki boğucu mahzende, Azize Sara'nın zift kara5ı bal
mumu heykelinin, yanan mumların dumanları arasından
kehanet dalgaları yaydığı yerde. Gördün mü? Ne sihirli
kelimeler, ne dualar, ne de üzerinde kılı kırk yaracak ede
biyat; hiçbir şey yok. Sadece kızgın demire düşen tükürük
gibi, dilek dileğe, gereksinim gereksinime. Kara kuklayı
tutuşturursun ve geçmişle ya da gelecekle ilgisiz her soru
yu yanıtlar! Bana gelince, ben biraz aldatıcı ve davetsiz ko
nuğunı. Niye mi? Çünkü meraktan onlara katıldım, sen
gerçekten yapamazsın. Doğuştan böyle olmak gerek. Böy
lece ben dı§arıda kaldım, ate§li bir gözlemci olarak. Tarih
akıp gidiyor, ama Çingene halkı bilinçsiz bir yıldız ritmi
izliyor, katılmıyor, gözlemliyorlar sanki. Yahudiler gibi
onlar da vurgun dürtülerini yasalara uydurmayı reddedi
yorlar. Şimdi, deterministik Hıristiyanlığın yavaş yav�
dağdn1asıyla, Yahudilerin tarihsel görevi kapıları içerden
açmaktır, diyen Nietzsche haklı değil miydi diye merak
ediyor insan; gelenekselliğin ve tutarlılığın çatısını kemi
ren mesihsi bağnazlığıyla sürekli işleyen radikalizmin eski
entelektüel beşinci kolu. Böylece Gotlara yaptıklarını şim
di de bize yapıyorlar. Böl ve yerin! Sadece felsefi olan bu
düşüncelerin hiçbir hoşgörüsüzlük ve tarafgirlik yanı yok.
Biz Çingeneler için Hitler de, Stalin de, Moloch'un esin
lendirdiği kan dökücü programı yerine getiren Tevratın
çocuk!artdır. Onun önlenemez kayboluşunu ve yeni bir
şekle dönüşümünü çabuklaştırmak için yapılacak hiçbir
şey yok, şükürler olsun! İnsanlar bu dü§ünce kalıplarına
birbirlerini taklit ederek düşüyorlar. Ama biz haklı olarak
Hıristiyanlığı, entelektüel dağınıklığımızı tasarlamakla
suçlayabiliriz. Çingenelere gelince, onlar kamplarda yok
edilişlerinin felaketini Yahudiler gibi maddeselleştirmek
168
için çaba göstermediler. On:aya çıkan kesin bir sessizliktı.
ne bir şiir, ne bir şarkı, ne bir halk protestosu! Tekin ol
mayan bir §ey. Ama eski beceriler devam ediyor; sepetçi
lik, hırsızlık, kehanette bulunmak ve falcılık hala sürüyor.
Kaderin oyunu."
"Ah! Benim tartışmak istediğim de bu!" dedi Constan
ce, "çünkü hepsi bir dolu yalan gibi görünüyor. Buraya
son geldiğimizde hepiınize ayrı ayrı falcılar tarafından ayrı
ayrı fallar bakıldı. Elbette bu işin tümünde ortak bir şey
olmalı, Sabine?"
Esmer kadın başını sallayıp gülümsedi.
"Her birimizin içinde bir kavunun içindeki çekirdek
ler kadar çok yazgı saklıdır. Adeta in potentia1 yaşarlar.
Hanglsinin olgunlaşacağını bilemeyiz. Ama olaydan sonra
bunun bütün bu süre içinde belirgin olduğunu iddia ede
riz. Ve bazen falcı doğrudur, doğru seçim yapmıştır, ken
dini açıkça gösteren yazgıyı önceden görmüştür! Pek çok
seçilebilir yazgımız vardır; birisinde doğumda ölebilirsin;
Aubrey falcı olnıamasına karşın bunu sezinledi ve roma
nın ilk taslağında bu yer almış. Bir başkasında birlikte öle
bilirsiniz; bunu Kabile Anamız gördü. Büyük bir kazanın
bir parçast, deprem gibi bir şey. Hepinizin, hepimizin, sa
hildeki kun1lar kadar çok yazgısı var.
"Ama sana gelince, Aubrey, senin için başka bir şey,
daha yakın bir olay gördüm. Ansızın sende, hiçbir zaman
var olmadığından korktuğu aşkı keşfetti Constance, çünkü
içinde bulunduğun komadan bir gün çıkabileceğin umudu
hiç yoktu. Birdenbire, eğer hak iddia eder ve her şeyi göze
alırsa, senin yeniden doğabileceğini, yeniden yaratılabilece
ğini fark etti. Tüm kadınsı acımasızlığıyla orgazmın anla
mını keşfetmek, senin metafizik acılarını tahmin edip on
lara karşılık vermek ona bağlıydı; teslim olmak ve gebe
kalmak, yapnıaya çalıştığı bu. Her ikiniz de a§kı, içinde
çocuk olasılığını da taşıyan, gelecek üreten yoga olarak
kavradınız; çocuk sahibi olma bilinci, kendine özgü bir
169
anlam taşır! Eski bir Provence deyimini bilirsin, herhangi
bir insan çocuk yapabilir, ama onun görÜJünü de tamarnla
malı ya da mükemmelleş:tirmeli ifaut parfaire le regard). Bu
da insanın derin düşüncelerini gösterir, çifte orgazma aynı
zamanchı. ulaşırlarsa çocuğun zeki ve güçlü bir kalp ve akla
sahip olmasına yarar. O seni kurtaracak["
Böyle olmalıydı, ama zavallı Constance, içindeki ana
liste uyarak, daha değişik şekilde açıklıyordu, hatta biraz
da özür dilercesine. "Şu an için ben erkek rolünü üstleni�
yorum, seni etkiliyorum, neredeyse seni hadım ediyorum,
ama amaç senin bana yanıt vermeni sağlamak. Görüyor
sun hala patlamanın etkisiyle sarsılmış durumdasın ve be
deninin görüntüsü de zihinsel olarak sinmene neden olu
yor, sanki acıdan korkar gibisin; buna karşın ben artık ya
ralarının iyile�tiğini ve yapamayacağın bazı kas hareketleri
olsa da acı ve gerginlik olmayacağını biliyorum. Sonuna
kadar gidebilir ve düşünmeden ya da duraksamadan hare
ket edebilirsin. Dün akşam ilk kez senin denetimi ele aldı
ğını duyumsadım. Sabine haklı, yavaş yavaş olayı incelikle
çih yönlü kontrol edebileceğimiz duruma geliyoruz." )'i
ne de bu a§k öğretileri için Affad'a te§ekkür borçlu olduk
larını biliyordu.
SAB: "Evet, alınması gereken önlemler var, ekmeğin
yapılmasında olduğu gibi! Orgazmın sevgili unutkanlığını
zamanl::ı yenerek ve bilinç alanını genişleterek - çocuğun
gelecekteki gözlerine gittikçe daha fazla anlam kazandıra
rak. Bu gönüllü bilinç genişlemesiyle ölümünü, senden mi
ras olarak ona kalacak ölümü de gittikçe saf!aştırırsın. Bu
ݧleme bir kez başladıktan ve yaptığının tümden bilincine
vardıktan sonra bütün gerilimler yok olacaktır ve tüm
inançsızlıklar da. Ansızın kimsen o olursun, ona §ükürler
olsun; o da kimse o olur, sana şükürler olsun! Bir Constd
tation de gendarrne1 gibi göstermemelisin, yoksa Sutcliffe,
günün birinde Trash'a miras kalacak defterlerinde düzelt
meler yapn1ak zorunda kalacak! Arzunun bütün bu acına-
170
sı sloganları! (Cinsel ilişkiden sonra ona hayranlık göster -
genç gelinlere öneri.)"
Ama Constance'ın şimdi boğa güreşi alanlarının tozu
na bulanını§ ve altın çillerle beneklenmi� altın bedeni nasıl
aşırt övülebi!ir?
171
düzenlerden ve yerleşik adamlardan kaçınırdı. Onu her za
man ıssız yerlerde bulurdum, gelgitlerle taşınmış, tek başı
na, mükemmel, sevgilim ve en yakın dostum. Akşamları
tek bir mumun aydınlığında zeytin ve soğuk şaraptan olu
§an akşam yemeğimizi yerdik."
BLAN: "Sutcliffe doğduğunda büyük kehanetlerde
bulunulmuştu. Doktor, 'Hiç mizah duygusu olmaması yü
zünden, genç yaşta öleceği açık,' demişti. Ama onun Fran
sız hem§İresi beşiğine eğilip: 'Hepsi de beşiğe yüreklendiri
ci armağanlar getirdiler,' dedi, 'Zeus bir sarmısak sıkacağı,
Venüs ise engelsiz aşklar öngörerek saf altından yapılmı§
bir sünnet derisi kıskacı.' Ve şimdi düşün: esmer mantar
larla kokulandırılmış, alabalığın karnı gibi beneklendiril
miş beyaz tavuk göğsü: kendi esmer yağı güzelce içine işle
miş bir çanak hoş kokulu siyah zeytin, pati de foie gras. 1
Organının kaıktığını İtiraf et, canım!"
1 72
lar; sanki yaradılışlarının dışına çıkmışlar da artık doğanın
düzenli olarak yükümlü kıldığı emirlere uymayı reddedi·
yorlar gibi. Dü§ünsene: Yaşlı adamların spermlerinden
yaşlı adamlar değil, ama büyüdüklerinde cezalandırıcı bir
Tanrı'nın şiddetli korkusuyla dolup taşacak kilise ileri ge
lenleri olmaya aday kucak bebeleri oluşur. Şizofrenik du
rumlar belirginleşmemiş mistisizmdir. Bilinçsizliğin düze
neğine kazara dokunulmuş ve harekete geçirilmi�tir; bir
motorun ön ateşlemesi gibi; tedbirsiz düşünceden, tedbir
siz dilekten kaynaklanmaktadır."
BLAN: "Prens için sanat, gerçeğin düz bir yüzeyde
betimlenmesidir - hacimsiz ve derinliksiz bir el ürünü.
Sorgulanmaya karşı duramaz. Sorularla dürtüklemeyi göze
aldığında tuvalin ötesindeki hiçliğe geçersin ya da her şeye!
Her şeyin bile bir sınırı var�' Bien .sfi:r que non, 1 Budizm deki
gizemli çifte olumsuzu kullanıp Fransızca söylediğin gibi.
Kadın ise, bedende iz süren a§ırı duyarlı bir izci, bir teğ
men, kaptanla sorumluluklarını paylaşan geminin ikinci
kaptanıdır."
Prens, Constance'ın, "Kendileri için bilgeliğin sadece
bilgilenme haline geldiği düşük kaliteli insanlar elde etme
. ye b<i§ladık!" diye konuştuğunu duyduğunda hayran kaldı
ve kendisine etnoloji öğretmesini istedi. Birlikte sık sık
uluslararası toplantılara katıldılar ve büyük bir arzuyla
kültürleri karşılaştırıp önemli bir tarihi bağ aradılar. Bazı
simgeler daha belirgindi ve bir §eyleri işaret eder gibiydi.
Örneğin, a.cı çeken Prometheus, yüzü kayaya dönük du
rurken akbabalar uçu§up onu gagalıyorlardı; buna kar§ın
acı çeken İsa çarmıha arkası dönük, kolları radyo anteni
gibi iki yana açık dururken, başının üzerinde yabani akas
yadan bir taç vardı. .. İnsanın acı çekmesine iki deği§ik yak
l:ışım! Bir profesör şöyle demişti: "Kendi kendini yok et
me isteği, daha yetenekli uluslarda ya da kişilerde daha faz.
la gelişmݧtİr. " Prens sabırsızlıkla haykırdı, bu yöntemle
artık aradıkları §eyi hiçbir zan1an bulanıayacaklarını his-
'Elbet1" hayır.
l 73
setmeye b<l§lamıştı. Ayrıca falcılar Prensesin ölümü keha
netinde bulundular ve o da cenaze kortejinin hayalini kur
maya başladı - Kahire'den İskenderiye'ye on sekiz kilo
n1etre kadar, ateş gibi yanan çöl yolunda uzun
Rolls-Royce dizisi uç uca sıralanmış. Mısır'ın gıcırdayan su
çarkları sanki ülkenin ağustosböcekleri. Onsuz ya§aına de
vam edebileceğini düşünemediğinden bir an önce karısının
ı
yanına dönmek istiyordu. "C'est une affaire de tan.gences, ,.
demişti Mareotis Gölündeki bir kokteyl parti sırasında bi
risi kendisine. Ve şimdi Prensesin ölümü dü§üncesi kafa
sında yankılandıkça öteki kadınlar ne kadar can sıkıcı gö
rünüyordu, kendi kaçamakları da ne kadar aşağılık! Arka
larını dönüp ona bembeyaz haşmetmeaplarını gösteriyor
lardı, hepsi bu! (Pisagor'un üçgeninin hipotenüsü beşlide
değerlendiriliyordu!) Ama yine de haksızlık etmemeliydi.
Bazılarından öğrendikleri kendi karısına olan aşkında da
yararlı olmuştu ve birisinde - bacaklarını açını§ ve pira
mitlerin bütün sırlarını ortaya koymuştu ve evet, sıc�lı
ğın dağılımının da. Ama kısa bir süre için i§lemin tersine
çevri!mezliğini tartışan onarım ilkesi de vardı, tüm ölüm
lerin tüm gerçekleri, insanlığın yok oluşunun her yerde
var oluşu. "Senin vazgeçmemeni ve bu çocuğu yaşatmanı
istiyorum, kendi çocuğunu; bu büyük bir meydan okuma
dır,'' demişti Constance'a, o da oldukça anlamlı bir yanıt
vermişti: "Aşıkların oklar kadar bencil olduğunu çok iyi
bilınene rağmen mi?"
"Evet! Evet! "
Blanford onu kollarına almıştı; tam olgunlaşman11ş iki
kalbin, sakin olmayan iki varlığın hata ah§kın olmadığı
alı§verişti bu. Alaycı bir ifadeyle, "Bu gelecekle seninle ev
leniyorum," demişti. Ama biliyorlardı ki hüner çoktan
gösterilmişti ve sadece bunu yaşamak, ortaya koymak kal
mıştt. Gerçeklik kendisine inanacak birisini bekliyordu sa
bırsızlıkla; tarihin bayram giysileri olan kanıtlar da bu
yüzdendi!
1 Bu hir <cn>:t:ı ijidir.
174
Can sıkıcı etobur erkekler aşkta
Kötü bir oyunu oynuyorlar;
Kendini beğenmişliğin belirtileri
Aşkın genç hülyalarında yansımakta.
Erbezleri İlkel Çığlığı prova etmekte
Erkek, düşündüğü her şeyin yüce çamuru
Uğursuzluğuyla birlikte karanlıkta geziyor,
Kentli kıvrımlarıyla sıska organ emici,
Her biri hak ettiğj eşi buluyor.
175
korkutucuydu, çünkü daha sonra kendisinin bu gücü, bu
üstünlüğü devralmasının isteneceğini anlamıştı, üstünlük,
erkeğin egemenlik alanına giriyordu. Kadın sadece erkeği
sorumlulukları konusunda uyandırmaya çalı§ıyordu. Ar·
tık pek konuşmuyorlardı. Dalgalarla kabarmış deniz kena·
rındaki uzun sessiz at gezileri olağanüstü güçlendiriciydi.
Ve küçük tavernaları da eskisi kadar berbattı; kötü pişmiş,
kart e§ek dilimlerini acımış bir yağla kaplı, soğumu§ du�
rumda sunuyorlardı. Tavernanın adı Minstral değil de
Kanlı Kürdan olmalıydı. Sahibinin, karasineğin gözlerinde
görülen ölü bakışları vardı. İnsan onunla tartışmanın ola·
naksız olduğunu biliyordu, çünkü adam anlamıyordu ki.
Buna karşın şarap harikaydı. St. Saturnin'den geliyordu.
İnsan ansızın özünü düşünüyordu. "Oui, en toi j'ai bien
vendangi ma 1nire!" 1 demi§ti adam kadına. Bu, mutlak bir
9.§k ilanıydı ve kadın da iyi bir Freud yanlısı olduğu, ya da
öyle göründüğü için, öyle algılamıştı! Böylece hoş bir bir·
liktelik içinde atla geziyorlarken, açgözlü mavi deniz tüp·
rağa saldırıyor, kumlu ufukları belirginleştiriyor, yürekien
duyumsanan mavi kavis, yani gökyüzü tarafından kucak·
!anan keskin hatlarını genişletiyordu. Sonunda filozoflar
gibi :işıkların da varlığına adamı inandırmıştı ve aşklarının
özüne inerek, gelen zamanı birlikte karşılamak için birleş·
meleri gerektiğine. Ve bu, zaman zaman her ikisini de can
sıkıcı yapıyordu. "Benim için Histerinin Nedenleri yirmin·
ci yüzyılın en büyük belgesi, adeta büyük Sutra; Freud
yanlılarının onun gerçekliğini yadsımaları kesinlikle anla
şılamayacak bir şey; çarmıha gerilme sahnesiyle sona eren
('Beni üç kez yadsıyacak.sın!') öteki büyük filozofik yadsı·
ma kadar da önemli." Anlatmak istediği bebeğin parlak
. gözlü, güçlü ve sarsıntısız bir biçimde yaşama başlayaca
ğıydı; öyle olması gerektiğini biliyordu. Diğer yandan...
"Her şeyin sona ereceğini ima eden bir rüya gördüm, Sen
toparlanmaya Tu Duc'a gitmݧtİn, ben de İngiltere'ye, en
uygun biçimde eserime ba§lamaya. Ve oradayken telefon
'Eveı.,•onde�nnemi iyice ıilkonim.
176
çaldı. Seninle ilgili bir haber gelmişti. Senin... O tek keli
meyi hiçbir zaman kabullenn1edim." "Söyle!" "Hayır! Ka
bullenebilmesi için yaşanması gerek!"
Ölüm!
178
di. Bir yer biliyorum ama yolu yok - yüzmeli ya da uçma
lısın - işte sihirbaz Faust. Ne yapılmalı? Gerçekle yürekle
nerek, beklentilerin kıyısında yaşamak zorundayız.
İyi bir düz yazının dayanağı olan sıfat, şiiri doğru yol
dan saptırır, ona uygun vitrin olan mizah dizeleri dışında.
İnsan, anıların yavaş yavaş içeri sızmasını önlemek için, bu
uygun ve özlü biçemde tüm bir kltabı yazabilir, metrono
mun güçlü vuruşları tekdüzeliğe yol açmış olsa bile. Daha
yav� yazılarda sessizlik bölümlerinin sis gibi dolanmasına
izin verilebilir. Gerçeklik yalnızca daha garip değil daha
eskidir de... Tüm gerçeklik, uykusunda söylenen saçı başı
dağınık küçük bir Tanrı tarafından uyduruldu. Eppnr si
' ..
muove! Oyle konuşuyordu ki sanki yazısını kenetlemek
için kızgın perçinlere gereksinimi vardı, evet, perçin gibi
özdeyişlere!
179
le taşırlar. Ve kızlar arkalarından iç çekerler; sadece çelik
dağıtıcıdan alınan basit plastik şırıngayla yapılan, dozu be
den ısısında tutulmuş, ama çoğunlukla pek de taze olma
yan, hatta günü geçmi§ işlemi bilen kızlar. Bayan Yumur
talığın yönettiği Atıklar Topluluğunu canlandnmak için
gerçek bir erkek, erkeğin etinden küçük bir parça. Düzüş
menin... evcille§tirilmesi."
"Tanrının fırçası!" diye bağırdı, "bütün hanımefendi
leri öpmüş. Gelecek var olmaya heveslendirilmi§."
"Const;ınce, beni gereğinden fazla inandırdın; belki de
biz yok olmu§ bir tarikatın son örnekleriyiz. (Anıların kı
vılcın1larını kucakla ve o senin olsun - kendime böyle di
yorum.) Her şey kaybedilmiş değil. Edebiyatın bebek oda
sında etrafımda güçlü bir kitabın dağılmış parçaları, yerde
oturuyorum; bu parçaları yeniden bir araya getirmenin ne
derece iyi olabileceğini dü§ünüyorum, Anlaşılmazlığına
karşın bu yıkıntı ışık saçıyor. Senin gibi akıllı ve disiplinli
bir kız, o kaçınılmaz gölgeli gözleriyle, zamanın önemsiz
i§lemlerinden tiksinmişken ansızın saf �kı ve onun seÇkin
keyiflerini buluyor; böylece tüm yelkenlerini açarak, bü
yük ilişkilerin saklandığ1 karanlık sahillere yol alıyor. Öz
gür bir karmaşanın kalbinde anlam duygusu. Ünlü kızlar
da sadece gagalar ve bakire pençeleri. Ya da tüm yaşamsal
vanaları kapanını§ yaşlı adamlarda; dünyevi gün�leri dı
§ında her şeyleri yok olmuş, ama yine de unı.utsuz bir ses
sizlik onları ayakta tutuyor... Ve a§kın göbekbağı kesilmiş.
Sinir bozukluğu benliğe yönelik toplumların yaşam ölçü
südür; di_şçinin matkabının dişi besleyen kanalı ortaya çı·
karması gibi, Freud da kökleri açığa çıkardı; ağrıyan kök
işlenmemݧ günahların suçluluğuydu! Uygarlık yan etkile
ri olan yalancı ilaç gibidir,"
Kucaklamalarının örneklediği gerçeğin umarsız bilinci
içjnde yeniden, tekrar seviştiler!
180
SEKİZ
181
sinin yenilenmesi onuruna şarap dağıtılacağını duyan Çin
geneler, yüksek yarları ve ye§i! nehirleri kucaklayan sık
ormanları ve taşlı kıyı!arı yalayan oynak akıntıların geçtiği
vadiye dolmaya başladılar.
"Hiçbir zaman bulamayacağız, " diye iç çekti Felix.
"Yıllar önce içinde müzik kutusu olan bir Yunan manastı
rı keşfetmݧtİk ve bu kadar ıssız bir yerde olağandı§ı bir
§ey bulmanın çekiciliğine kapılmıştık. Ke§işlerden biri
Amerika'ya yaptığı gezi dönü§ü bu kültürel nesneyi ex vo
to olarak getirmişti. Çok hoştu ve çok aykırı. Birkaç yıl
sonra tekrar gittiğimizde bölgedeki manastırların hepsinde
en az bir tane müzik kutusu vardı ve gün boyu alabildiği
ne yüksek sesle banttan müzik çalıyordu. Tek olunca hoş
olan korkunç hale gelmişti. Bu nasıldı? İyilik, arzulanırlık,
beğenilirlik ender bulunur olmaya mı bağlıydı ve çoğalın
ca bu özellik bozuluyor muydu? Çok kez merak etmi§İm
dir." Lord Galen kendini mutsuz ve keyifsiz hissediyordu.
Aristovari safsatacılık konusunda pek fazla yeteneği olma
dığını biliyordu. "Herhalde," diye söze karı§tı, "çok olma
sı az olmasından iyidir değil mi, parada olduğu gibi?"
Felix başını salladı.
"Ya da bakterilerde? "
"Aman Tanrım!" dedi Lord Galen. "Bu biçim mantık
yürütmekten nefret ederim, insanı hiçbir yere götürmez.
Eğer Yunan manastırları sağlık malzemelerine daha fazla
yatırım yapsalardı fena n11 olurdu? Bana kalırsa, bunu da
ha övgüyle karşılardım."
Ama bu gereksiz çeki§ıne iyi niyetli bir şekilde sürer
ken Sutcliffe de yer ve zamanla ilgili çarpıcı özellikleri sı
radan bir deftere not ediyordu - Aubrey herhangi bir ne
denle gelmez ya da geç kalır ya da öyle bir şey olursa ona
yardımcı olabilirdi. Asıl olan gelenlerin, hangi nedenle
olursa olsun, bu serüvenden değişik bir şeyler bekledikle
riydi. Prens ve yand�ları maddi kazanım, Güzel Sanatlar
Kurulu güzellik, Çingeneler kehanetlerde bulunabilecekle
ri bir yer filan. Hatta ufak tefek doktor ve berbat, ceset
1 82
görünümlü Quatrefages bile Templar gizemi, Templar sır
ları konusunda birtakıın §�ırtıcı açıklamalar bekliyorlar
dı. Bütün bunlar sonuçlanacak - şansımız varsa - gece ya
rısından sonra eğlenceye katılanlar, festival alanından bir
birine bağlantılı odacıklardan karanlık dehlizlere doğru
yol alacaklar. Çingenelere gelince, onlar her şeyi kurnaz
lıkla nasıl yapacaklarını biliyorlar; araba araba, kabile ka
bile, belli etmeden bir yere sızmayı. Büyülü sözcük söy
lenıniş, kan bağıyla bağlı ırkın kollarıyla uzaklara ulaşmı§
tı; böylece ta kuzey Balkanlar, Yugoslavya, İtalya ve Ceza
yir' deki kabileler, Çingene dilinde 'uyanı§' olarak tanımla
nan bu önemli olaya, yani kabilenin azizesi, falcısı ve yön
lendiricisinin göreve ba�lama törenine ancak yetişebilecek
zanıanları olduğunu gördüler. Kent ve çevresindeki Çinge
neler sayıca en fazla oldukları ve yöneticilerle yakın te
masta bulundukları için, doğa! ol�ak daha üstün konum
daydılar. Polisle ve diğer vatanda§lık işleriyle ilgili bölüm
lerle olan sorunları giderdiler. O 1ina kadarki düzenlemeler
özenle ve dostlukla çözümlenmesine karşın, Valinin ken
disi uykusuz bir gece geçirdi, çünkü gecenin yarısında an
sızın korkudan titreyerek uyandı - birdenbire Pont du
Gard etraftndaki ormanın yarattığı korkunç yangın tehli
kesinin farkına varmıştı. Ve kendisi burada Azize Sara'nın
yükselişini selamlamak üzere !:tavai fişek gösterilerine izin
vermişti! Olabilecek aksilikleri dü§ündüğünde kanı dondu.
Sigara içen birinin dikkatsizljği, devrilen bir lamba... Az
.
183
dilikle ele alarak, aydınlatma sorunuyla işe başladı. Vadi
nin iki yakası arasında gerilen tellere renkli ampuller asıl
mt§tı, bunlar bir kamyonun üzerindeki t<l§ınabilir jenera
törle çalıştırılıyordu; böylelikle ilk kez tüm vadi gecenin
karanlığını aydınlatıyordu. Bu düzen, ulusal günler ve tu
ristik olaylarda kullanılabilen kentin aydınlatma sistemine
ek olarak düşünülmüştü. Akşam göğünün mavimsi karan
lığında dalgalanan ışıklar, §<l§kınlık verici tiyatrovari bir
görüntü yaratıyordu. Vadinin iki yanındaki yamaçlar, sık
çalılıklar ve bodur meşe ormanlarıyla kaplıydı ve Çingene
�
toplulukları buralara yerle§mişlerdi. nsanın kanı donu
yordu, çünkü üzerinde ak§am yemeklerini pi§irdikleri
ateşlerin korlarından tekrar ate§ yakmalarını önlemek ola
naksızdıQ Tüm malzerrielerini yanlarında getirmişlerdi,
meslek meslek, dil dil; kucak dolusu, keskin gözlü, haşarı
çocuklarıyla birlikte eski kamyonlara ya da ağır arabalara
doluşarak geldiler. Yerel polise göre, pirelerini bile yanla
rında getirdiler! Ve sonra müzikleri vardı; bölgenin işgali
sürerken, değݧik biçim ve tarzlarda, çeşitli enstrüman top
luluklarıyla ve değişik tınılarda.ki §arkılar ve ezgilerde ço
ğalan bir müzik; kedi gibi mırıltılarla inleyen mandolinler,
ürkek acılı kemanlar, köyün aptalı gibi kendi ezgisini tek
rarlayan trombonlar. Ve bunları çocukların dansları izledi.
Ve işgal ilerledikçe ortalık küçük tezgahlarla doldu; hamur
ݧleri ya da kızarmış et yemekleri ya da meyve ve çörekler,
hatta ufak tefek �yalar ve sepetler, Çingenelerin günlük
çalışmalarının ürünleri; çünkü i§lerini geliştirmek için hiç
bir fırsatı kaçırmıyorlardı. Ve burada, diğer tezgahları işle
tenler, atınızı nallayabilecek nalbant!ar ya da bir büronun
kasasını açabilecek maymuncuğu yapabilen anahtarcılar,
ya da çabucak mutfak bıçaklarınızı bileyebilecek bileyci
ler. Ve Türkiye ya da Yugoslavya'dan gelme örtüler, dan
teller ve parlak renkli peçeteler satan satıcılar. Ve en son
olarak da papağanlar gibi rengarenk, el falına da baktıkları
nı iddia eden falcılar ordusu...
184
Bu arada boyutları oldukça büyük olan ana çadır ku
ruldu, çünkü hem önemli kişileri barındıracak ve hem de
V;ı!inin Azize Sara şerefine vereceği söylev için merkez iş
levı görecekti. Vali, halk önünde konuşma olanağını hiç
bir zaman kaçırmazdı. Bu onun görevi olduğu kadar sana
tıydı da.
Çingenelerin örgüt merkezi olarak yarım düzine ka
dar eski tip, küçük pencerelerine canlı renklerde perdeler
asılı, yanları rengarenk boyalı tahta araba da bir araya gel
mişti. Hepsi de kabilenin Anası'na ait en görkemli ve gös
teri§li olanın çevresinde toplanmışlardı. İçeride yanan tüt
sü çubuklarının kokusuna karışan viski kokusu, yaşlı kadı
na gelecekte kendilerini nelerin beklediğini danışmaya ge
len müşterilerin burunlarını gıdtklıyordu. Bütün bu yanan
ateşlerin, tütün ve pişen yemeklerin, Hint tütsü çubukları
nın dumanı ırmaktaki akşam esintileriyle kabarıyor, vadi
nin kayalık kıyılarında dolanıp aşağılara aktyordu.
"Şu Sabine denen bayanı arıyorum,11 diyordu Lord
Galen, "gerçekten ayrıntılı ve güvenilir bir fal baktırmak
için. Geçen defa Saintes Maries'ye gittiğimizde pek de ho§
nut kalmamıştım; ama yine de söylediklerinde çarpıcı ola
cak kadar gerçeklik vardı ve daha fazlasını öğrenmek için
beni kışkırtmıştı."
"Hazineyi elde edip edemeyeceğini söyledi mi sana?"
diye Prens merakla sordu. "Hayır! Sanırım söylemedi. Ba
na da söylemedi. İnsan gözünün belli bir uzaklığı görebil
mesi gibi, kendisinin de salt kişisel yeteneklerinin erişebil
diği şeyleri görebildiğini söyleyerek kendi eksikliğini bece
riyle savundu. Ama sizler gibi ben de onun anlattıkların
dan etkilendim."
Her şeyi oluruna bırakmaya karar veren ve falcılıkla
ilgili pek de iyi şeyler düşünmeyen Felix Chatto bile Sabi
ne'i görmek için sabırsızlanıyordu, ona hem derin hayran
lık duyuyor hem de sohbetini gerçekten beğeniyordu.
Kendisi o kadar değişik ve beklenmedik biçimde gelişmişti
ki, yeni kazandığı olgunluğunu, duyarlılığı kendininkine
185
paralel, düşünceleri kendininkileri yansıtan birisi üzerinde
sınamak istiyordu. Ve kadının, kendisini rahatlatan desteği
sağlayacak mizah duygusu ve hafiflik taşıyan, kendi dilin
de doyurucu sohbetlere açlığını görebiliyordu. Ama nere
deydi Sabine? Ula§ımdaki bir sorundan dolayı, büyük ke
mere hava kararmadan önce varamamıştı. Son bir ya da iki
yıl içerisinde çok kilo kaybetmişti - aslında, kanser başlan
gıcında olduğunu şimdiden biliyordu; ama o an için sade
bir güzel!ik kazanmıştı ve bunu Çingene kavminin drama
tik giyiminin tüm parlak vurdumduymazlığıyla yansıtı
yordu. Bedeni de bu değişikliğe yanıt veriyordu, eski salın
tdı yürüyüşü geri dönmüştü, ba§ı hafifçe bir yana eğik,
sanki içindeki bir gözlem noktasından, kendi güzelliğini
izler gibiydi. .Kalabalığın içinden onun boğuk sesini duy
duklarında: "Işte burada! Fransız Vali onu kendinden ge
çirmeden haydi yolunu keselim!" diye bağırdılar (ya da
Galen bağırdı).
Kar§ılaştılar, ama Sabine Felix'i arıyor gibiydi, çün.kü
kendisiyle tokala§maya istekli Galen'in uzanan kollarına
aldırmayarak, ani bir hızla onun ellerine sarılmıştı. "Senin
le yalnız konu§malıyım, arkadaşların izin verirlerse. Sana
anlatacak şeylerim var," diye soluk almadan sıraladı. Bun
ları söylerken Felix'i Ormana doğru çekip götürdü ve köp
rüden kopup düşınüş altın renkli bir taşın üzerine oturttu.
"Sylvie hakkında konuştuğumuzda sana gördüklerimin
hepsini anlatmamı§tım, çünkü senin henüz anlamadığın
esaslı bir şeylerin olduğunu fark etmݧtİm ve bu da kehane
tin geçiciliğindendir. Benim bir şeyi görn1ܧ olmam onun
kendiliğinden gerçekleşeceği anlamını t�ımaz, çünkü ba
zen olmayabilir; yine de ortalama olarak on kerede yedi
kez gördüğüm gibidir. Beni onun hastalığı ve intihar ede
rek olası ölümü konusunda sorgulamıştın ve bu soruyu o
zaman yanıtlamayı reddetmiştim. Neleri açıklayıp açıkla
mamaya hakkım olduğu konusunda Annemize danışmak
için zaman istemiştim; çünkü senin geleceğinde ya da bana
görünen biçiminde çok ileriyi görebiliyordum. Sylvie öyle
186
ölmüyordu; ancak birkaç yıl sonra, §İn1diki zamand.1n bir
kaç yıl önce Zagreb'in kuzeyinde bir yerlerde dağlarda diri
diri çığ altında gömülüyordu. Aradaki zamanda da sen
onunla kesin mutluluğu ya§ıyordun, çünkü onun sözde
hastalığının nedenlerini tanımlayarak, onu tekrar aklını
toparlamaya yüreklendiriyordun. Genç bir büyükelçi ola
rak sağlık, zenginlik ve mesleki ba§arıya kavu§uyordun.
Ama bu felaket beklenmedik b-ir biçimde geliyor. Onlar
orada sessizce duruyorlar; üniformalı §Oför uyukluyor.
Yardım gelip onları oradan çıkarsın diye bekliyorlar. Ta§ı
nabilir bir satranç takımıyla Sylvie satranç oynuyor. Kedi
si Smoke'un mutlu mırıltılarını duyuyorum ve aynı za
manda büyük Linıuzinin kontrol tablasındaki saatin tik
taklarını da. Yardın1 gelecek, ama çok geç; kurtarma ekibi
çığın altında zorlukla bir tünel kazıp cesetleri çıkarıyor,
ama kayalar arasında sıkışmış olan otomobili çıkartmayı
ha§aramıyorlar. Bütün kı§ orada kalması ve baharda karın
eriınesini beklemesi gerekiyor. O zamana kadar da son iki
not defterine yazılanlar nemden siliniyor; edebiyat için
büyük kayıp, öyle olduğuna inanılıyor." Bütün bu süre
içinde adamın bileğini yakalamış, kendinden geçıni§çesine
avucuna bakıyordu. Sonra içini çekti. "Hepsi bu kadar. Ve
§İmdi lütfen bana birkaç dakika izin vern1elisin, çünkü
Fransızlar geldi sa.nırıın."
Gerçekten de Fransızlar gelmişti; yani basın ten1silci
leri fotoğraf ınakineleriyle birlikte §in1diden ortalıkta gö
rünmeye başlamışlardı; gereğinden de zengin haz.ırlanmış
büfenin görünüşü onlar için yeterli bir vaatti. İkran1 ݧİ
Nimes'in büyük aşçısı Tononi'ye emanet edilmişti, o da
çeşitli kekler ve pateler gibi pek çok yiyecek maddesi ara
sında en önemli eserinin kaidesini de yerle§tİrmİşti; çe§itli
bölgelerin havyarları ve saumon. fumi ile süslenmݧ, tereya
ğlndan yaptığı, sırtüstü uzanmı§ bir kadın figürü ve bunu
tamamlayan buzlu patates salatasından takın1adalar. Baltık
Denizi havyarından yapılmı§, Recamier'den güzel yüzün
de bağı§layıcı bir gülümsemeyle yükselen Venüs, sanki
187
herkese Tortoni'nin kendisine ün ve servet getiren gastro
nomi şefliği mesleğinden önce Güzel Sanatlara devam etti
ğini anımsatmak istiyor. Ama bu olağanüstü yaratının so
ğuk tutulması gerekiyor ve burada da büyük yaratıcılık or
taya çıkıyordu, çünkü tüm yapıt, sevimli ereksiyonları ve
tatlı gülümseıneleriyle a§k meleklerinin tuttuğu, ısı geçir
meyen bir vitrinde gösterime sunulmuştu. "Zaman zaman
çok iyi fikirlerinin olduğunu söylemeliyim," dedi Galen
gururla. Çünkü bu küçük, gastronomik gösteriyi planla
yan Prens'ti; Valiliğin bütçesi böyle bir şölen için biraz
dardı. "Sadece umarım ki fazla pahalı değildir," diye ekle
di, çünkü Prens her zamanki kibirli havasıyla faturayı şir
kete göndermişti. Başını pݧmanlıkla sallayarak konuşu
yordu, "Ah! Sen ve senin paran! Dün akşam rüyamda se
nin öldüğünü, yakıldığını ve küllerinin bir helikopterden
Cenevre'deki bankanın üzerine serpildiğini gördüm." Ga
len keyifle gülüyordu: "Ve sen de bankanın mahzeninde
bir anıt mezar yaptırdın."
Ama Galen'in neşesinin yerini düşünceli bir görünüş
aldı, sanki tekrar düşünüldüğünde bu fikir pek de mantık
sız gibi görünmüyordu! Prens hınzır ve alaycı konuşması
na devam ediyordu: "Voltaire'in Cenevre'yi ziyaret eden
lere verdiği öğüdü hatırladım, senin bunu bilip bilmediğini
merak ettim." Galen bilmiyordu, böylece Prens zorunlu
olarak yineledi: "Vohaire diyor ki, 'Cenevre'yi ziyaret et
tiğinizde, eğer bir bankerin üçüncü kat penceresinden atla
dığını görürseniz arkasından siz de atlayın. Bunun içinde
mutlaka bir yüzde üç vardır!"' Bu Galen'i tümden keyif
lendirdi. "Yaşlı Banquo'nun dediğine göre eğer kulağını
bir Cenevre bankasına dayarsan onun bir Acem kedisi gibi
mırıldandığını duyarmı§sın. Bu ses, anaparanın yarattığı
nemanın gizli sesiymiş!" Felix bu kadar hafifliği onayla
mazcasına dilini şaklattı, ama yalnızca doğru bulmuyor
muş gibi yapıyordu. "İtiraf et Felix," diyordu Prens, "Mo
uton�Rotschild'in dünyası pek de eğlenceli değil. Ben ken
di adıma, Tortoni'nin Venüsünün tereyağlı poposuna kaşı-
188
ğımı daldırmak için ölüyorum; ama galiba Valinin gelişini
beklemek zorundayız, değil mi?"
Öyle olması gerektiği açıkça görülüyordu, hem du
rum hem de protokol gereği böyleydi; ama tabii ki yüksek
tabakanın bu şenliğinde Çingenelere sınırlı yer verilecekti.
Kendi onurlarına düzenlenmiş de olsa bu gerçeği sükünet
le kabulleniyor görünüyorlardı. Valinin kutlan1a konuş
ması çoğaltılıp basına dağıtılını§tt; konuşmanın yapısı öyle
bilmece gibi kurgulanmıştı ki, heykelin bulunduğu ima
ediliyordu; konuşmanın dili yardımsever ve iyi niyetli bir
ifade taşıyordu; resmi konuşmalardaki kurak dile sahipti.
Ama resmi çadırdaki toplanuya pek az Çingene katılabili
yordu, buna karşın etrafta oluşan müzikli eğlencelerde ço
ğunluk onlardaydı; fişeklerin dumanı, ışıklar ve müziğin
iniltisi, vahşi romantiklik, mutluluk ve alabildiğine yay
gınlık sağlıyordu olanlara; bundan önceki daha önemli
Çingene buluşmalarını anımsatıyordu - her yıl mayıs so
nunda Saintes Maries de la Mer'de gerçek Azize Sara adına
yapılan kutlamalar gibi. Gözlere mutluluk veren öyle çok
renk vardı ki Sutcliffe her zaman hazır bulunan §arabın
yardımı olmadan vaktinden önce sarhoş oluvermişti. Sabi
ne'e kendisiyle yatmayı düşünüp düşünmediğini sordu
ğunda kadın onu garip bakışlarla uzun uzun inceledi.
"Ama hanginizin daha gerçek olduğunu bilmiyorum -
Aubrey daha önce bana bunu sordu bile." Rob da bunu bi
raz sınarmı§ gibi yanıtladı: "Modern dünyada insanların
bir alter ego edinmelerine izin verilmiyor mu? Ben bu gele
neğin taklitçi takipçisiyim, çünkü malikanelerde efendinin
taklitçisi çoğunlukla budalalardır! Bütün bu gizem neden?
Ayrtcalıklı bir deneyimin bu yanından yazıyorken, mutlu
luğunu belirtmek için biraz şamata hoş görülebilir. Seni
bunun için seviyorum, çünkü kişisel kimlik söz konusu
olduğunda yainızca tutarlılık görüntüsü verdiğimizin far
kındasın. Senin, 'ben, bana, benim'lerin su buharı kadar
kalıcıdır. Sabine, ben gökkuşağına dönüşüyorum! Bunu
duyumsayabiliyorum. Yava§ça ama incelikle. Aşk ve kuş-
189
ku doluyun1, çünkü nasıl şiir yazılacağını öğrendim. Bir
çabalama, boğulma duygusu, bir acı, bir kasılma geliyor,
bilinmeze doğru o Y3iamsal adımı atabilmenin öncesinde!
Orgazmın o kusursuz bellek kaybıyla zamandan kurtul
mak istiyorum. Zaman! Bir saniyenin ötekiyle ne kadar
benzeşir olduğunun farkına varmadın mı? Zaman, yalnız
ca doğal sürecin tekdüze akıp gitmesidir. Yaşlanıp yok
olan bizleriz!"
"Karavanıma gel," dedi Sabine. Bu bir emirdi.
Yemeğe henüz geçmemi§lerdi anla, şampanyaları aç
maya giri§mişlerdi, bunun getirdiği coşku kıvılcımlarının
keyfine varmaya b3ilıyorlardı. Fl3ilar patlamaya ve herkes
kendisinin ölün1süz!eştiğini duyumsamaya başlamıştı. Mü
zik de konuşmalara uygun olarak gittikçe yükselmiş, kok
teyl partilerdeki gibi konuşmaları anlaşılmaz kılacak düze
ye gelmişti; bütün o bilinçsizlik sanki ters dönmüş bir şa
rap çanağıydı. Galen şöyle diyordu: ''Bu gömülü hazine ve
yılan öykülerinle - Mısır halk masalları - beni öylesine
korkuttun ki kendime ucu çelik olan sağlam bir sopa a.l
dım, her olasılığa karşı onu da yanımda bulunduracağım."
Prens kıkırdadı: "Asıl tehlikenin bir mayına basmak oldu
ğu yerde, ne özgün bir hareket!" Gelenler arasında yeni
yüzler görülüyordu, doktor Jourdain ve sonıurtkan Quat
refages ve hatta (hayrettir ki) her zamankinden daha fazla
Tanrı Babaya benzeyen Max; sanki yaşlılığın gerçek ruhu
içine yerleşmiş, onun beyaz saçlı ciddiyetinde ve güzelli
ğinde kutsalh1şmış gibiydi. Galen gelmesi için, şirkette ak
tif olmayan bir ortaklık yaratarak ona ödemede bulun
muştu çünkü. "Constance'a ne oldu?" diye sordu ve Fe
lix'in yanıtını duyunca da mutlu oldu: '1En iyisi ve en kö
tüsü! Aubrey'e a§.ık oldu ve ortalıktan kayboldu. Ama tö
ren için bu gece burada olmaya söz verdiler, bu yüzden
çok geçmeden onları burada görebiliriz." Yaşlı adam başı
nı öne eğdi. Kendi kendine düşünüyordu: 'Bedensellikten
kurtulmamış aşk, sonunda çaresizlik ve bağışlamayla son
bulmak zorundadır. İnsan kendine yaşamın bütün sundu-
190
ğu bu mu, diye sornıalı. Ama yaşamın kendi zorunlulukla
rı var ve her şey sırayla gerçekleşmeli. Bu yüzden Cons
tance'ın da böyle davranmaya gerçekten hakkı var. Öğre
nilmesi gereken tek sanat, gerçekle ve kaçınılmazla nasıl
bağdaşılacağıdır1' Ve sonra da bu kadar kapsamlı bir gene!
leştirme yaptığı için kendi kendini payladı, ama aynı za
mancL--ı bunun kendi yoga eğitiminden kaynaklandığını
fark etti - içgüdü ve oksijene sadakat! Her neyse, Constan
ce'ı tekrar görmek için can atıyor ve onunla konuşabilmek
için uyanık kalabilmeyi umuyordu; son zamanlarda (ne
yazık ki) akşanı yemeklerinden sonra isteği dışında uyuyu
verme alışkanlığına dü§müştü; yaşlılığın istennıeyen belir
tilerinden biri ve insan buna karşı tümüyle çaresiz!
Vali, resmi konumu gereği halk kar�ısında göründüğü
önemli toplantılarda üç bfryük davulla karştlanma hakkına
sahipti, ama alçakgönüllülük gösterip bu kültürel gösteri
için sadece iki tane istemݧtİ. Sanki şamatacı Akdenizli ka
labalığı susturmanın, varlığını duyurmanın, ya da resmi ol
duğu için çok önemli sayılacak şeyler söylemek üzere ol
duğunu haber vermenin tek yolu buydu. Halk önünde ko
nu§maya başlamadan önce gerekli sessizliği davullar sağlı
yordu!
Bu gece, her nedense, hoş bir hayalin etkisindeydi -
resnı.i arabasından inip köprüye kadar birkaç yüz metreyi,
önünde davullarıyla yürüyerek geçmek. Ve bunu da yap
mayı başardı, üzerinde madalyalarıyla donanmı§ frağı, sa
kin, tela§SIZ adınılarla yürüdü. Davulcular, gittikçe ağırla
§an tempolarıyla onun adımlarına yön vererek önünden
yürüdüler; o ilerlerken Çingeneier kendisini fark ettiler ve
geçmesi için yol açıp ho§ geldin dercesine nıüziklerini de
ği§tirdiler. Bu arada Valinin deneyimli gözleri her şeyi not
ederek çevrede gezindi - her şeyden fazla da Çingene kav
minin önderlerinin doğru biçimde, o görülmez ve anla§ıl
maz §eye, protokole uygun olarak yerleşip yer!e§rnedikle
rine baktı. Yaşlı kadın, kabilenin en yıpranmış görüneni
nin 'Annesi'nin, önünde vazgeçilmez cin §işesi ve saygınlı-
191
ğını korumak üzere yakılmı§ tütsü çubuklartyla, ana nlasa
ya bitişik ikinci masaya güvenle oturtulduğunu görünce
içi rahat etti. Kocası ve bir sürü oğlu da ona eşlik ediyor
lardı, aydınlık ve 'resmiyet' yüzünden kendilerini biraz ra
hatsız hissetseler de açıkça gururları ok§anmıştı. Vali §İmdi
de davetlilerin etlerini sıkmak için küçük bir tur yapmış,
bazılarının başka zamanlardan ve b<L§ka gerçekliklerden
gelmi§ olmaları ilgisini çekmişti. Örneğin Toby ve Drexel
gibi, yanlarındaki sanki geçmi§in Piers ve Sylvie'sini can
landıran iki çekici ve delişmen ogres ile geçmݧe geri dö
nüşlerini onca sene önce Lyon'da nehir kıyısındaki ilk ba
kışmanın y<L§amöyküsünü, hala ya§ayan iki işık dışında
gerçekte eksik olan pek kimse yoktu.
Resmi ki§ilerin olması, mabedin resmi spotlarını ge
rekli kılıyordu ve ansızın tüm anıtın görkemli varlığı gök
yüzüne kar§ı, beyaz kemerlerin kusursuz oranlanmış ince
liğiyle birlikte gözler önüne serildi. Hayır, bunu sadece
Romalıların uygun bir su yolu olarak geçiştirmek olanak
sızdı; Felix yeni uyanan duygularıyla böyle düşünüyordu.
Eziyet veren eski sorun yeniden canlanmıştı. ('Güzel olan
paha biçilmezdir'e karşılık 'Güzel olan değerlidir' - hangi
si?) Pazardaki değere kar�ılık estetik ya da manevi değer.
Max sanki dü§üncelerini anlamı§ gibi yanı başından konu
şuyordu: "Hayır. Ruhani şeylerle dolu burası, burada çok
rahat yoga yapabilirsin, pek de uygun olur!"
Şarap görevini yapmı§tı, müzik büyüsünü denemݧ,
yeşillikli gölgeler ve beyaz ışık da bahar sonlarının bere
ketli güzelliğini sergilemişti; hepsinden öte, bu gece servet
kazanacaklar ve yıllardır unutulmuş olan unutulmaz azize
nin anısını yeniden canlandıracaklardı. Valinin meraklı ve
uyanık bakı�ları çevreyi ara§tırır gibiydi, birisini arıyordu.
O anda kadın göründü ve onun yanına doğru kalabalığın
arasından kendine yol buldu; bu Sabine'di ve belli ki adam
onu bekliyordu. Derinden gelen sesiyle: ''Monsieur le Pri
fet, benden İstediğiniz soruşturmayı yaptım," dedi. "Kız
hazır ve istediğiniz zaman konutunuza gelebilir. Kocası,
192
onun hasta olmadığı konusunda bana güvence verdi; bu
insanların çoğunun cinsel hastalığı olduğundan, kaygınızı
anlıyorum. Tek sorun, adam en corıtre partie1 olarak siz
den bir �ey istiyor ve siz de sizden İstediği §eyi vermek is
temeyebilirsiniz... " "Akla yakın her şeyi veririm," diye ya
nıtladı Vali, zevkteri yanakları kızarmı§tl, çünkü söz ko
rıusu kız olağanüstü genç bir cennet ku§uydu - ya da daha
doğrusu, bir altın sülün. Sabine devam etti: "Avignon pa
nayırında ortadaki tezgahı istiyor, eski kalenin altında sol
daki tezgahı G tezgahını." Vali homurdandı: "Ama her
-
194
dostluklar yenileniyordu. Azize Sara şerefine kadehler kal
dırılıyordu; 'trinc' yeniden parola sözcük oluverdi!
"Azize Sara'ya gelince, kesinlikle kim olduğunu öğre
nebileceğimizi sanmıyorum: Pilate'nin reddedilmiş kartsı,
Meryem'in hizmetçisi, ya da bir zamanlar Camargue'a
hükmetmiş olan, unutulmuş Mısırlı kraliçe, Isis'in yeniden
doğmuş olanı. Belki de bu şölen boyunca büyük bir say
gıyla onun göbek çukurunu öpen bu esmer çocuklar dışın
da, kimse için sorun da değil." Yiyecek ve içeceklerin ku
sursuzluğundan ve olayların bu biçimde gelişmesinden
mutlu olan Prens böyle diyordu.
195
rak uyandığımda bir ses duymu§tum: 'Bu sonuncusu kadar
savurgan bir savaş sonunda yapılacak en akıllıca·§ey, hurda
meral için sözleşme yapmaktır.' Bu bir vahjydi - belirgin
olan hep öyledir zaten. On gün içerisinde, on ayrı hükü
metle, terk edilmi§ savaş meydanlarını devralmak için mü
zakereler yapıyordum!"
"Evet, ben de yılanlardan korkardım," diyordu Max,
"Hindistan'a okumaya gidinceye kadar. Ashram'da1 bir
kral kobrayla dişisi vardı ve oldukça evcildiler; akşam ka
ranlığında gelip kıpır kıpır dilleriyle bir tabaktan süt içer
lerdi. Tehlikede ve saldırgan olmadıklarında onları iyi
huylu olarak niteleyebilirsiniz. Ama Hindistan'ın bir baş
ka yerinde ydanları öldürüyorlardı ve arada di§inin ne ka
dar vefalı ve ne kadar ölümcül olduğunu gördüm. E§inin
öcünü almak için mutlaka dönüyor; eşi öldürüldükten
sonra insanlar günlerce büyük bir endi§e içinde onun mut
lak dön�ünü bekliyorlar. Çoğunlukla eşinin öldürülme
sinden üç ya da dört gün sonra geliyor. Bunun tuzak kuru
labilmesi için çok daha iyi olduğunu söylüyorlar, çünkü
kendisine yapılan kötülüğe kat§ılık vern1ek için planını
uygularken çok dikkatli davranıyor. İnsanların mutlaka
geçecekleri bir yerde yatıp bekliyor; i§lek bir yerde ya da
bir patikada, bir mutfakta ya da tapınakta. İhtiyatsız biri
yakla§tığında da biitün gücüyle vuruyor. Ama tüm ev hal
kının nasıl bir kaygıyla onun gelmesini beklediğini gördü
ğümde çok etkilenmi§tim. Öğretmenlerim bunu bir mecaz
olarak kullanırlardı. Sanki bu ikinci geli§i beklermişçesine
dikkatli olma hali!"
Müziğin gürültüsü sözlerinin üzerinden geçiyordu ve
uykunun yavaş yavaş küçük keyif kıpırtılarıyla bilincini
kapladığını hissediyordu. Değişik dillerin rastl�ması birbi
ri üstüne yığılıp karı§arak panayıra olağanüstü ilkel bir ha
va veriyordu. insan ne söylendiğini anlamadan tüm konU§
maları tahmin edebiliyordu.
1 lnzi�a.
196
Oradaki arkadaşın kim? O yamyam olan?
Ölüm!
Oldukça ho§ görünüyor.
Tanışıklıklarını geliştiriyor. Cepleri ölüm dolu adam.
Bana tanıdık gelmişti.
l 97
onun da sorumluluğuydu; durum buydu. Adeta, dört bo
yutun beş ölçekle gizemli evliliğinin kutlanmasıydı. Ruh
lar dünyasının kral ve kraliçesi; soylu kobra çiftinin varlı
ğının temsilcisi olmak. "Benim omurgasal 'ben'imle onun
son 'o'su." Bunların bir bölümünü Sutcliffe'e anlatmaya
çalıştılar, ama o nedense ikna olmamıştı. "Pekal:l,"diye ko
nu§tU sonunda, "yüzlerce çöp kutusunu dolduracak biçim
de yazmaman ko§uluyla. Ama önce hazineye bir göz at
malıyız, değil mi? Kendimizi doğum yerimiz olan adamı
zın soğuk ve nen1ine karşı avutmak için; o iki kabileli bar
bar yer." Prens ima edilen §eyi açıkladı. "Ba§langıçta orada
ya§ayanları sevmekte zorlanırsınız. Sonra iki farklı tür ol
duğunu anlarsınız, Britanyalılar ve İngilizler. Birinciler
Calvin'in soyundan gelirler, ikinciler ise Rupert Bro
oke'un soyundan! Şairler ve idealistler, Protestan dükkan
cılara karşı. Bu yüzden bölünmüşlükleri içimizi kaygıyla
doldurur. Sonuç olarak, yaşadığımız bu korkunç savaşta
unutulmamalı ki Halifax, Hitler'le görüşürdü: Reddeden
Churchill oldu. İngiltere'ye karşı Britanya!" Bu onun göz
de konularından biriydi ve Mısırlı yaradılı§ına uygundu.
Nasıl olduğunu kim bilebilir!
Geri kalan iki ki§i - Smirgel ve Quatrefages - nere
deyse emekliye ayrılması gereken bir atın çektiği eski tip
bir faytonla geldiler. Biraz şaşkın, an1a hafifçe muzaffer bir
havaları vardı ve Alman, verdiği söze uyarak, Avusturyalı
istihkamcıların hazırladığı ve o olmadan hazineye ula§ma
nın olanaksız olduğu haritayı da getirmişti. Ama uyarılar
dan sonra şimdi Vali, azizeye -tabii onu yerleştirmeyi ba
şarabilirlerse- daha özenli, dikkatli davranılması ve gere
ken saygının gösterilmesini isterken biraz daha gösterişli
konuştu. Sözleri zaman zaman mandolinlerin iniltisinde
kayboluyordu. Ama sonunda büyük an gelişini duyurdu;
Cade bir duman bulutu ve ışık patlamasıyla çıktı ortaya;
yapraklar arasında yarattığı ışıkla görsel bir yanılsama.
Omuzlarına palaska gibi bir öbek piyango bileti asmıştı.
Bu Smirgel'in fikriydi. "İçeriye girenleri denetim altında
ı 98
tutmak akıllıca olur. Çingeneler öylesine düzensiz bir ka
labalık ki onları içeri bırakmaktan korkuyorum. Ama her
birisine bir bilet verirsek, kötü giden bir şey olduğunda sa
yılarını bilebiliriz." Dağıtılmak üzere meşaleler ve küçük
renkli ışıklar da vardı. Bütün bunların bir düzene sokul·
ması gerekliydi. Yavaş yavaş resmi Fransızcanın akıcılığı
kaybolmaya başlamıştı.
"Ve böylece, çocuklarım," - bir aiie büyüğü gibi ko
IlU§maktan kendini alıkoyamamıştı - "Şimdi bütün alçak
gönüllüğümüzle içeri girip azizemizi arayalım, burada ya
şayan hepimizin mutluluğunu o sağlayacak. Yaşasın Sara!"
Çığlığı bir tabanca gibi patlamıştı ve bir süre müzik gök
yüzüne doğru görkemli bir melodi gibi yükselirken arada
bireysel bağırtılar da azizenin gölgesine mesajlarını ileti
yordu. "Yaşasın Saral Ya§asın Sara!" Ve �imdi de kemerle
rin üzerine sıralanmı§ havai fişekler çatlayıp patlamaya
başlamıştı - koyu mavi gökyüzünde taçlar ve küreler gibi
dönen ışıklar. Müziğin sesi yavaş yavaş azalırken hüzünlü
bir kadın sesi bir aşk şarkısı söylemeye başladı, titrek nağ
meli ve orgazmı çağrışttran soluklanmalarıyla bir Endülüs
halk ezgisi. Sutcliffe sençe söylendi, "Seks- hayvan İnsa
nın kileri." Ve ikizi devam etti: "Evet. Ya da ölümcül güç
deposu. Kurallarını öğrenebilseydik ne çok şey yapabilir
dik!" Ama Prensesin ölümcül hastalığını öğrenen ve §afak
vakti K.ahire'ye dönmeyi planlayan Prens başka şeyler dü
§Ünüyordu; ölümcül günahı hasta bedenin ona oynadığı
gülünç oyunu. Prensesin ölümünü bir Çingeneden daha
açık görebiliyordu. Ölümünün yıldöni.imünde telefonu
yediveren güllerle donatacaklardı; beyaz ve kırmızı güller
le. Böylece avunmaya karşı işbirliği yapacak, aşklarına
ümit bağlayacaklardı. Aubrey, "Birbirimizden ayrıldığı
nıızda haberleşecek miyiz, ne dü§ünüyorsun?" dedi. Sutc
liffe, "Tabii," diye yanıtladı. "Toplanmış mektuplarımızı
düşünmeyi unutmamalıyız - çiviyazısında yer alan iki ki
şiliğin hiyeroglif haberleşmesi mi? Mandarince1 bir yazı§
ma?"
1 Bir Kuıey Çin lohç..i.
199
Tören alayı hazırlanıyordu; en önde hanedan arabası
Daimler'de Prens ve Vali olacaktı; sonra da resmi Limu
zin; daha sonra da diğer otomobiller ve karavan dizisi.
Alayın en önünde bayramlık giysileriyle, olağanüstü şarkt
söyleyen Çingene kadın girecek, arkasında da onun hızına
uyarak yavaşlamış arabalar olacaktı. Böylece mağaralara
uzanan çeyrek millik yolu geçip her tarafı kocaman TEH
ıJKE yazılarıyla donanmış girişe vardılar. Burada Cade
yerini almı§tı, bariyerden geçmeden önce herkese biletini
vermek üzere hazırdı. Bir katedral kadar büyük olan ilk
mağara çabucak doldu. Şimdi Smirgel ve Quatrefages'ın
rehberliğinde daha içerilerdeki geçitlere doğru ilerleme za
manı gelnıݧtİ. Sevgililer bir önseziyle ürperdiler; Blanford
da eğer bu sahneyi yazacak olursa söyleyeceklerini düşü
nüyordu: "Tam hu anda olgunlaşmış gerçeklik, kurmaca·
nın yardımına ko§'tu ve öngörülmesi olanaksız şey oluşma
ya başlaclı!"
200
Lawrence Durrell
QUINX YA DA
KUSURSUZLUK PEŞİNDE
AVIGNON BEŞLİSİ: 5
•
�
Quinx, 'Avignon Beşlisi'nin beşinci ve son kitabı.
Böylece, Monsieur ile başlayıp Livi.a, Constance ve Se
bastiqn ile devam eden dizi tamamlanmış oluyor.
Constance, Livia, SutcliH ve Blanford'un çarpıcı kişi
l i klerinin bir kez daha sergilendiği, ilişkilerin olgun
laştığı, kah ramanhrm yine aşk ile ölüm arasında kar
maşık yolculuklara çıktığı bu kitapta da, Doğu-Batı
ekseni üzerinde tartI§ma:ya açık gelip gitmeler ana iz
leklerdeıi biri. Lawrence Durrell, iç içe girmiş Do
ğu-Batı �lişkisini, aşk1 ve ölümü de içerecek biçimde
irdelerken, özel.likle ban uygarlığını acımasızca eleşti
r:iyor. Çağımıza damgaşını vurmuş romancılardan
Lawrence Dıtrrell'ın, 'İskenderiye Dörtlüsü' ile birlik
te başyap1tı sayılan 'Avrgnon Be�lisi'ni tamamlayıp
okurlara sunmaktan kıvanç dl..lyuyoruz.
ISBN 975-510-533-6