Professional Documents
Culture Documents
Ben Psikolojisi Ve Uyum Sorunu - Heinz Hartmann - 5, 2021 - Metis Yayıncılık - 9789753424585 - 8e9ea
Ben Psikolojisi Ve Uyum Sorunu - Heinz Hartmann - 5, 2021 - Metis Yayıncılık - 9789753424585 - 8e9ea
Heinz Hartmann
BEN PSiKOLOJiSi VE UYUM SORUNU
Metis Yayınları
ipek Sokak No. 5, 34433 Beyoğlu, lstanbul
e-posta: info@metiskitap.com
www.metiskitap.com
Yayınevi Sertifika No: 43544
ISBN-13: 97B-975-342-45B-5
Çeviren
Banu Büyükkal
Sunuş
"Ben Psikolojisi Neden Gerekliydi?"
Saffet Murat Tura 7
2 Uyum 34
8 Önbilinç Otomatizmleri 90
Kaynakça 111
Sunuş
Uyum
sanda daha belirgin olduğu gerçeği göz ardı edilemez. İnsan yav
rusunun uzamış çaresizliğinin, insanın uyum süreçlerinin önemli
bir bölümünü öğrenme yoluyla edindiği gerçeğiyle ilişkili olması
bizim için özel bir önem taşır. Yenidoğan insan yavrusu "içgüdü
donanımı"ndan3 (örneğin emme, yutma, ışık uyaranına göz kapat
ma, ağlama) ya da çoğu daha sonra olgunlaşacak olan doğuştan
gelen ek donanımdan (içgüdüsel dürtüler ve ben aygıtları) tümüyle
yoksun olmamakla birlikte, kullanılmaya hazır "içgüdü donanı
mı"nın diğer hayvanlara kıyasla yeni doğmuş bir insanda son de
rece yetersiz olduğu gerçeği yadsınamaz. İnsan yavrusu, uzamış
çaresizliği yüzünden, aileye, yani burada -başka alanlarda da ol
duğu gibi- "biyolojik" işlevler de gören bir toplumsal yapıya ba
ğımlıdır. Anne-baba açısından çocuğun bakımı bir "özgeci istek
lilik" durumudur (Becher) (ancak, bu doğal olarak nihai ve indir
genemez bir şey değildir). Bolk ( 1 926) insan yavrusunun uzamış
bağımlılığına (ve bununla bağlantılı olarak aile oluşumuna) insan
da genel gelişme "geriliği"nin sonucu gözüyle bakar. Ona göre,
insanın olgunlaşması yavaş bir biçimde gerçekleşir, olgunluk dö
nemi uzamış ve yaşlanması yavaşlamıştır. Bolk'un yavaşlık kav
ramı iyi bilinen "ceninleşme varsayımı" ile ilişkilidir. Bally (1933)
oyunla öğrenmenin önkoşulunun "beslenme ve düşmanlara karşı
korunmanın" güvence altına alındığı bir durum olduğunu ikna edi
ci biçimde göstermiştir; ve insan ruhunun türoluşsal kökenini de
vinimsel aygıtın evriminden türetme çabası Bally'nin uzamış an
ne-baba bakımının bu evrimin nedenlerinden biri olduğuna inan
masına yol açmıştır. Anna Freud 'un vurguladığı, küçük çocuk için
dış dünyanın içgüdüsel dürtülere karşı güçlü bir dayanak olması
da yine uzun anne-baba bakımıyla ilişkilidir.
Uyum süreçleri hem bünye, hem de dış çevreden etkilenir ve
organizmanın bireyoluşsal aşamasıyla daha dolaysız bir biçimde
5. Krş. "Psychoanalysis and the Concept of Health", lnt. 1 Psa . , 20: 308-2 1 ,
1939.
B E N P S i K O L OJ i S i VE U Y U M S O R U N U 1 44
2 . Krş. "On Rational and Irrational Action", Psychoanalysis and the Social
Sciences, 1 : 359-92, New York: International Universities Press, 1947 .
U Y U M VE " B i R B i R i N E UYMA " 1 5 1
diğinde kendi bacaklarını yerler. Yine de, Freud 'un (1932) belirt
tiği gibi, "Haz ilkesiyle kendini koruma içgüdüsü arasında uzun
bir yol vardır; ve iki eğilim başlangıçta çakışmak.tan çok uzaktır"
(s. 129). Psikanaliz haz ilkesinin uyumu ne kadar bozduğunu zorla
aklımıza soktu. Bu bizi kolayca dış dünyaya hakim olmakta haz
ilkesinin önemini hafifsemeye götürebilir.3 Freud 'un "İki İlke"
sinden (19 1 1 ) bu yana, gerçeklik ilkesinin insanda nasıl ve hangi
sınırlar içinde haz ilkesinin yerine geçtiğini veya onu değiştirdi
ğini biliyoruz. En az bunun kadar temel bir çalışma olan "Değil
leme"de (1925) Freud, bu değerlendirmeleri sürdürerek gerçekliği
sınamanın temellerini ve düşünmeyle algının ilişkisini inceler
(aynca krş. Ferenczi 1926). Ancak, haz ilkesinin nasıl olup da ger
çeklik ilkesine, deyim yerindeyse, dönüşmeye zorlandığı, henüz
kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklanabilmiş değil.
Ruhsal aygıtın, gereksinimleri belli bir ölçüyü aştığında ve bu
artış fanteziyle doyurulamaz hale geldiğinde, hemen dış dünyada
ki haz olasılıklarını aramak zorunda oluşunu anlıyoruz. Gerçekli
ğe dönüş aynı zamanda fantezilerin doğurduğu kaygılara karşı bir
koruma da olabilir ve kaygıya hakim olma hizmeti görebilir. Bu
iki durumda dış dünyaya dönme ve bunu kabullenme gereksinimi
halii tümüyle haz ilkesinin etkisi altındadır. Kişi hoşnutsuzluk ye
rine hazzı veya daha küçük bir haz yerine daha büyük bir hazzı al
mak ister. Ancak, gerçeklik ilkesi dediğimiz ilke, temel olarak ye
ni bir şeyi, yani beklentiyi içinde barındırır. "Sonucu belirsiz olan
anlık bir hazdan vazgeçilir, ama bunun tek nedeni tutulan yeni
yolda daha sonra gelmesi kesin olan hazzı kazanmaktır" (Freud
1 9 1 1 : 1 8). Nunberg'in ( 1932) doğru bir biçimde belirttiği gibi ço
cuk, sırf büyüdüğünde bunları yeniden kazanacağı ümidiyle tüm
güçlülükten ve büyüden feragat eder. (Benzer durumlar psikana
litik tedavinin gidişi sırasında sıklıkla ortaya çıkar.) Gerçeklik il-
diği çok açıktır. B urada, biyolojide iyi bilinen bir durumla. fark
lılaşma ile bütünleşmenin birlikte varolmasıyla karşı karşıyayız
(krş. Werner 1929). Bu farklılaşma işlevinin gelişmesi, psikolojik
ifadesini yalnızca ruhsal yapıların oluşumunda değil, aynı zaman
da gerçekliğin sınanması, yargıda bulunma, algı ve eylem dünya
sının genişlemesi, algılamanın imgelemden ve bilme yetisinin
duygudan ayrılması vb.de de bulur. Bu iki işlevin dengesi, örneğin
farklılaşmanın vaktinden önce olması, sentezin göreli olarak ge
cikmesiyle bozulabilir. Ben gelişiminin vaktinden önce olmasın
dan söz ederken genellikle bu farklılaşma süreçlerinin erken olu
şunu kastederiz. Sentezin yanı sıra farklılaşma da benin önemli iş
levlerinden biri olarak görülmelidir. Spitz'in (1936) yakın dönem
de farklılaşma ve bütünleşme üzerine verdiği seminer bu bağlam
da önemlidir. Benin sentez işleviyle libido arasında bir şekilde
bağlantı kurduğumuza göre (bu ilişkiyi nasıl kavradığımızın bu
rada bir önemi yok), özellikle de Freud 'un (1937) bir süre önce
ruhsal yaşamda serbest saldırganlığın rolüne ilişkin çıkanmlann
dan sonra, farklılaşmayla yıkım arasında buna benzer bir ilişki ol
duğunu varsaymak akla yakındır. Bu gelişimsel süreçlerle içgüdü
sel dürtüler arasındaki iyi bilinen veya olanaklı ilişkileri de yine
burada ele almam mümkün değil.
Uyum başarılarının uyum bozukluklarına dönüşebileceğinden
daha önce de söz etmiştik. Sözgelimi, bütün insanların dış dünyaya
ve onun taleplerine (örneğin toplumsal talepler) tam bir yatkınlığa
tahammül edemeyeceklerini biliyoruz; diğer bir deyişle, her insa
nın sentez işlevi buna ayak uyduramaz. Aynca nevrotik sempto
mun da, başarısız da olsa, bir uyum kurma girişimi olduğunu bili
yoruz. Anlaşıldığı kadarıyla, biyolojik evrime bu tür çelişkilerin
eşlik etmesi gereklidir. Freud (1937) bu bağlamda Goethe'den bir
alıntı yapar: "Akıl , akılsızlık halini alır, iyilik de işkence. " Kuşku
yok ki, kendi içinde ve kendi başına amaçlı olan birçok biyolojik
sürecin organizma üzerinde zararlı yan etkileri de vardır. Uyum
süreçleri, ilk olarak, yalnızca belli bir aralıktaki çevresel durumlar
için amaçlıdır; dahası, uyuma yönelik olan ya da olmayan içsel
B E N G E L i Ş i M i VE U Y U M 1 63
3 . Krş. "Psychoanalysis and the Concept of Health", /nt. J Psa . , 20: 308-2 1 ,
1939.
B E N P S i K O L OJ i S i VE U Y U M S O R U N U 1 64
3. Daha ayrıntılı bir yaklaşım için bkz. "On Rational and Irrational Action",
Psychoanalysis and the Social Sciences, 1 : 359-92, New York: Intemational Uni
versities Press, 1 947 .
i Ç S E L L EŞTi R M E , D Ü Ş Ü N M E VE U S S A L DAVRA N I Ş 1 73
1 . Ben ilgileri üzerine daha ayrıntılı bir tartışma için bkz. "Comments on the
Psychoanalytic Theory of the Ego", The Psychoanalytic Study of the Child, 5: 74-
96. New York: Intemational Universities Press, 1950; ve "On Rational and Irra
tional Action", Psychoanalysis and the Social Sciences, l : 359-92. New York: In
temational Universities Press, 1947.
B E N i N B Ü T Ü N L E ŞT i R i C i i Ş L E V L E R i 1 8 1
1 . Daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. "Psychoanalysis and the Con
cept of Health", lnt. J Psa . , 20: 308-2 1 , 1939.
B E N P S i K O L OJ i S i VE U Y U M S O R U N U 1 86
olarak geçen yüzyılın son 1 0-20 yılında ve bu kez bilim adına ya
pıldığı savıyla- birçok girişimde bulunuldu. Ancak, bu girişimler
sorunu değer hiyerarşileri alanından çıkartamadı. B ir insanın bil
gisinin derinleşmesinin bazı şeylere biçtiği değerleri değiştirebi
leceği doğal olarak doğrudur (bu konuyu başka bir yerde ele al
mıştım; 1928). Ancak, bu yanılsamanın yadsımaya çalıştığı kilit
nokta değişmeden kalır: B ir değer biçme eylemini belirleyen et
menlerden biri olan bilginin "geçerliliği"nin bu değer biçmenin
"geçerliliği" ile hiçbir ilgisi yoktur. Bununla birlikte bilgi, "ger
çekten" bize ait olan değerler hiyerarşisinin (yani kendi "değer ta
şıyan ussal" eylemlerimizin asıl yapısı ve hedeflerinin) daha ön
ceden bilinç düzeyinde kendimize ait saydığımız değer sistemiyle
çakışmadığını fark etmemize yardımcı olabilir. Psikanaliz sıklıkla
bu tür değişikliklere yol açar; sözgelimi, çelişen değer biçmeleri
gün yüzüne çıkarabilir, kısmi değer biçmelerin genel olanlarla
uyuşmadığını gösterebilir ve -iki değerden hangisinin birincil
olup ötekinin bundan ikincil olarak türetildiğini göstererek- iki
değer arasında bulunduğu varsayılan bir "araç-amaç ilişkisi"ni
çürütebilir. Dahası, psikanalizin gidişi sırasında edinilen, kendili
ğe ve çevreye yönelik yeni tutumlar, yeni değer biçmelerde ifade
bulabilir vb. Ne var ki, psikanalitik bilgiden değer türetilebileceği,
ya da analiz sonucunda değer biçmede ortaya çıkan gerçek deği
şikliklerin bütün analizden geçen kişilerde ortak, hakikaten özdeş
bir değerler hiyerarşisine varabileceği görüşüne katılamayız (an
cak, benzer deneyimlerden geçmiş veya analizlerinde benzer ken
dini aldatmaları düzeltmek zorunda kalmış insanların değer hiye
rarşilerinde belli ortak unsurlar elbette gösterilebilir) . Kişinin, gö
reli bir tutum yüzünden, gerçekten varolan etik ve öteki değer hi
yerarşileri arasındaki ortaklıkları hatalı biçimde hafifseme eğili
minde olabileceğine kuşku yok. Bebeklik evresinde, üstben olu
şumunda vb. çevreyle uzlaşma konusunda bütün insanlarda ortak
olan unsurlar, elbette değer sistemlerinde ortak unsurların geliş
mesine yol açar, ancak tarihe kısacık bir bakışın bile açıkça gös
terdiği gibi, ortak bir değer sistemi yaratmaz. Analizden geçmiş
O LA S I S O N U Ç LA R 1 89
Ön bilinç Otomatizmleri
Eylem meselesine (şimdiye dek yalnızca ussal eylemi ele almış ol
sam d �) güdülenme bağlamında değinmiştik. İçinden ben yapısı
ve "sağlıklı" ben kavramlarımız için önemli görünen birkaç tema
nın ancak bazı parçalarını seçmek zorunda olmakla birlikte, şimdi
eylem meselesine daha yakından bakacağız. Bunun gibi, insanın
çevresiyle ilişkisini çıkış noktası olarak alan bir araştırma, belki
de eylem üzerine odaklanmalıdır. Eylem, ruh içi çatışma araştırı
lırken geçici olarak, deyim yerindeyse, parantez içine alınabilir;
ancak uyum süreçlerinin araştırılmasına geçtiğimiz anda sahnenin
ortasına yerleşiverir. Freud haz ilkesinden gerçeklik ilkesine geçi
şin tezahürlerinden birinin salt devinimsel boşalımdan eylemin
gelişmesi olduğunu göstermişti. Oluşumsal bir eylem psikolojisi,
ben gelişimi, kasıtlılık ve nesne ilişkileri kuramları açısından eşit
derecede önemli olsa gerek.
Psikanalizin seyri sırasında, hastalarımızın eylemlerinin ne öl
çüde gerçekçi olduğunu bilmemizin önemli olduğu birçok durum
la karşılaşırız. Aslında, çok sık bir biçimde -buna bir isim uydur
mak gerekirse- gerçekçilik katsayısını yeterince saptayamayız.
Psikanalitik düşünce tarzını sosyolojik ve etnopsikolojik sorunla
ra uyguladığımızda, bu belirlenim bireylerin analizinde olduğun
dan daha da güç hale gelir. Bir bireyin analizinde buna verilebi
lecek en basit örnek, bir hasmın tehlikeliliğinin gerçek mi, yoksa
saldırgan itkilerin yansıtılması mı olduğunu belirlememizdir. Ben-
Ô N B I L I N Ç OTOMAT I Z M L E R I 1 91
1. Aynca bkz. "On Rational and Irrational Action'', Psychoanalysis and the
Socia/ Sciences, 1 : 359-92, New York: Intemational Universities Press, 1 947.
B E N P S i K O L OJ i S i VE U Y U M S O R U N U 1 92
üzerine bize önemli bilgiler verir. Öte yandan, ilişkili ruhsal ay
gıtların işlevine dair bilgileri gelişimsel psikoloji ve psikanalizden
(özellikle psikotiklerin psikanalizi) alırız.
Yalnızca devinimsel davranışta değil, algı ve düşünmede de
otomatikleşme görülür. Alıştırma, tıpkı yürüme, konuşma veya yaz
ma gibi, problem çözme yöntemlerini de otomatikleştirir. (Otoma
tikleşmiş başarılardaki bozuklukların esnek zekayı yeniden hare
kete geçirdiği iyi bilinir ve K. Groos [ 1903] da bunu iyi betimle
miştir.) Otomatikleşmiş işlevler ve diğer bazı görüngüler üzerine
gözlemler, bizi tümden esnek bir ben kavramının yanılsama olduğu
konusunda uyarır; ancak normalde, yerleşikleşmiş edim ve düşün
ce yöntemleri bile tam olarak katı değildir. Kullanımlarında örtük
biçimde varolan uyum sağlamışlığın yanında, otomatikleşmiş et
kinliklerin anlık duruma uyum sağlamak için belli bir özgürlük ala
nı da (değişen düzeylerde) vardır.
İnsan etkinliklerinin karmaşıklığını değişen derecelerde uygu
lanan veya kanalize olmuş bir "alışkanlıklar" sistemine indirge
yen herhangi bir kuramı yanıltıcı sayarak reddediyoruz. Bu tür ku
ramlar (bunlar esas olarak ABD 'de ortaya atılmış, Dewey [ 1922]
tarafından da özellikle aşın bir biçimiyle sunulmuştur) kişisel un
suru, insan eylemlerinin ben tarafından düzenlenmesini tümüyle
göz ardı eder. Ruhsal yaşamın bu aşın tekçi kavranışına karşı sav
lar açıktır ve sık sık da ifade edilmiştir. Bizim buradaki tek kay
gımız, otomatizmlerin üst düzey ruhsal yapıdaki yerlerini göster
mektir. Bunu yaparken "alışkanlık" terimini kullanmaktan kaçı
nacağım. Alışkanlıklar ve otomatizmler elbette davranış düzenle
mesinin birçok açıdan bağlantılı biçimleridir. Alışkanlık bu iki
kavramdan daha geniş, ama daha belirsiz olanıdır. Bir şeyi "alış
kanlık olarak" yaptığımızı söylemek, bunu belli durumlarda her
zaman yaptığımız, ama bunun güdülenmesini veya amacını ortaya
koyamadığımız anlamına gelir. Bununla birlikte, kuşkusuz bir
alışkanlığın bilinçli olmayan bir "anlamı" bulunabilir. Alışkanlı
ğın oluşumu, bir dürtü talebi veya dürtüye karşı savunma ile, ya
da her ikisi ile birden başlayabilir. Alışkanlıklarda özdeşleşmele-
Ô N B I L I N Ç OTOMAT I Z M L E R I 1 93
Ben Aygıtları
Özerk Ben Gelişimi
BİR KEZ DAHA eylem sorununa dönüyoruz. Eylemde ben, hem be
densel hem de ruhsal aygıtlar kullanır. "Ruhsal aygıt" önbilinçteki
otomatizmler için (hem yalnızca eylemle ilgili olanlar için de değil)
özellikle uygun bir tanımdır; bununla birlikte, bütün aygıt kavram
larında olduğu gibi anlamı yapı ve şekillenmişlik de içerdiğinden,
zaman zaman idin otomatik karakteri olarak adlandırılan şey için
kullanılması pek de uygun olmaz. B leuler ( 1920) "ertelenmiş tep
ki" sürecini açıklamak üzere "duruma özel aygıt" terimini üretti
ğinde aklındaki tam da buna benzer bir şeydi; ancak burada kavra
mın bu özel kullanımının üzerinde duramayacağız. Schilder (1928)
de aygıt kavramını sık sık kullanır ve "tam da organizmanın bir ya
pı olması gerçeğinin işlevi kolaylaştırdığını" öne sürer. Demek ki,
eylemler daima bir yanda niyetler, istenç davranışları, güdülerle
vb. , öte yanda da (ruhsal ve fiziksel) aygıtlarla ilişkilidir. Bugüne
dek araştırmacılar eylemin olanaklılığı, yönü, başarısı ve gelişi
minde bu aygıtların rolüne pek az ilgi gösterdiler. Ne var ki, benin
çatışmasız alanını hesaba katarsak ve genel bir eylem psikolojisi
geliştirmek istiyorsak, bu aygıtların incelenmesi zorunlu hale gelir;
çünkü aksi halde eyleme dair tüm söylediklerimiz bir bilinmeyen
içerecektir; bu aygıtlar üzerine bilginin varlığı eylemlerin öngö
rülmesi için bir önkoşuldur. Burada yine bütün bu sorunların psi
kanaliz alanının dışında olduğu itirazı gelebilir. Ancak, Freud 'un
B E N AYG ITLAR I . Ö Z E R K B E N G E L i Ş i M i 1 1 03
1 . Aynca bkz. "Comments on the Psychoanalytic Theory of the Ego", The Psy
choanalytic Study of the Child, 5: 74-96, New York: Intemational Universities
Press, 1950.
B E N P S i K O L OJ i S i VE U Y U M S O R U N U 1 1 04
4. Krş. "The Mutual Influences in the Development of Ego and ld", The Psy
choanalytic Study of the Child, 7: 9-30, New York: Intemational Universities
Press, 1946.
B E N P S i K O L OJ i S i VE U Y U M S O R U N U 1 1 06