Professional Documents
Culture Documents
Pertev Aksakal Bir Yerel Yonetim Deneyi
Pertev Aksakal Bir Yerel Yonetim Deneyi
Pertev Aksakal Bir Yerel Yonetim Deneyi
Pertev Aksakal
"Belediye'nin aldığı tüm kararlar halkla tartışılmıştır. Halkın onayı olmayan hiç
bir iş belediye tarafından yapılmamıştır. Halk Yönetime katılmıştır. Tek
cümleyle HALK BELEDİYE'DE SÖZ VE KARAR SAHİBİ kılınmıştır.
GİRİŞ
(...)Uzun yıllardan bu yana hakkımda çok şeyler söylendi ve yazıldı. Bu arada
şahsıma yönelik çeşitli karalamalar bilinçli ve sistemli olarak yürütüldü. Bu
konuda bazı kişi ve kunıluşlar, adeta kendilerini bu işle ilgili ve görevli
kılmışlardır. Bu karalama kampanyası, özellikle siyasi düşünceme, şahsıma
ve başkanlığını yaptığım Fatsa Belediyesine yönelik olmuştur.
Bütün bu olup bitenlere, Ulusal Kurtuluş mücadelesi vermiş bir ülkenin insanı
olarak ilgisiz kalmam mümkün değildir. İşte bu anlayış içerisinde
emperyalizme, faşizme, gericiliğe karşı demokratik eylemlerde yer aldım.
Fatsa halkının mücadelesi eskilere dayanır. Özellikle son yirmi yılda Fatsa
halkı, yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım olayların benzerleriyle çokça
karşılaşmıştır. Elbette Fatsalılar, sömürü ve zulme karşı çıkarken, bu haklı
mücadelelerinde, her zaman yanı başlarında onlara omuz veren demokrat,
ilerici, devrimci kişi ve kuruluşları bağırlarına basmışlar, onları kendilerinden
bir parça gibi görerek, onlara güven duymuşlardır. 1979'lara kadar, demokratik
anlamda ve meşru zemindeki mücadeleler sonucu, tüm zorluklara ve
engellemelere karşın, halk, birçok haklı istemini gerçekleştirmiştir. Fındıkta
sömürü geriletilmiştir. Karaborsa Fatsa'da büyük oranda önlenmiştir. Aşırı faiz
olayı asgari düzeye indirilmiştir. Köylü, tüccar elinden ve aşırı faiz
sömürüsünden büyük oranda kurtulmuştur. Fatsa'da faşistlerin kitle katliamı
yapmalarına izin verilmemiştir.
Bir başka neden de, yıllarca Fatsa Belediyesi'ni halkın yararına değil, kendi
özel çıkarları için kullananların, benim belediye başkanlığımdan dolayı bu
çıkarlarının bozulmasıdır. Bu nedenle, hakkımda oluşturulan karalama
kampanyasında yer almışlardır. Ve burada yargılanmamın bir nedeni de
bunların çabalan sonucu ölmuştur. Esas ve en önemlisi Fatsa'yı MHP, ÜGD ve
onların çetelerine karargah haline getirmek isteyenler, beni engel
görmüşlerdir. Engel görmelerinin nedeni ise şudur: Fatsa halkı onları da
tanıyordu, beni de yıllardan bu yana tanıyorlardı. Halk, bana inanıyor ve
güveniyordu. En zor günlerde beni yanlarında buluyordu. Halk, faşistleri
Kahramanmaraş'tan, Malatya’dan, Elazığ’dan, Sivas'tan ve Çorum'dan,
yaptıkları katliamlardan, birçok kanlı olaylardan tanıyordu. Fatsa'da Halkevi
Başkanı Kemal KARA'yı, lise öğrencisi İsa AYDEMİR'i Kurtuluş Mahallesi'nde
mahalle halkının çok sevdiği Tevrat GÜLER'i katletmelerinden de tanıyordu.
Buna karşılık Fatsa halkının, esnafının, işçisinin, memurunun ve köylüsünün
gözünde bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde kazanmış olduğum
saygınlık insanların bana olan güvenlerini ve bağlılığını arttırıyor, bu da
faşistlerin Fatsa'da örgütlenmesine büyük engel teşkil ediyordu.
Burada şunu açıklamak isterim ki, ben 30 yıla yakın geçimimi terzilik
mesleğimle sağlamaktayım. Bana "Terzi" olarak hitap edilmesi beni
küçültmez, aksine yüceltir. Ben adı geçen gazetenin yöneticileri, yazarları gibi,
ülkemde Amerikan emperyalizminin borazanlığını yapıp, onlara kiralanmadım.
Mesleğimde toplumsal hizmet verdim. Bu gazetenin terzilik mesleğini ve
terzileri küçük görmesi, şahsımda, ülkemizdeki tüm sanatkarlara, alınteri ve
göz nuru döken milyonlarca insana hakaret etmektir. Amerikan kültürünün
hayranı olan bu insanlardan başka türlü davranmalarını ben şahsen
beklemezdim. Bütün bu çabalar tek şeyi hedeflemektedir. Geçmişte Fatsa’yı,
Fatsa Belediyesi'ni ve şahsımı hedef göstererek, tutuklanmamı sağlamış bu
gazetenin hedef göstermesi sonucunda binlerce Fatsa'lı işkencelerden
geçirilmiş, bir bölümü de cezaevlerine doldurulmuştur(...)
Bu durum bizlere yerel yönetimlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha
göstermektedir. Bundan dolayı yerel yönetimlerin ekonomik, kültürel ve siyasi
alandaki önemini gözardı edemeyiz. Belediyeyi salt hizmet yapan kurumlar
olarak görmek ve öyle anlamak çağdaş bir düşüncenin mahsulü olamaz.
Belediyeler, hizmet vermenin yanı sıra ülke siyasi hayatına damgasını vuran
bir kurumdur da.
Ülkemizde bazı yerel yönetimler, ileri sanayi ülkelerinde olduğu gibi, siyasi
iktidarlara karşı uyarıcılık görevlerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Siyasi
iktidarların ekonomik, siyasi çıkarlarına alet olmamışlardır. Veya olmama
uğraşı vermişlerdir. Ancak, bu türden yerel yönetimler veya yönetim kadroları
siyasi iktidarların gözağrısı haline gelmişlerdir. Ve bundan dolayı hedef
gösterilmişlerdir.
Belediyelere gelince, durum hiç te öyle değildir. Her ne kadar siyasi yönden
İçişleri Bakanlığı'na, ekonomik yönden de İller Bankası'na bağlıysa da, tüm
tasarrufları, halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanı, belediye meclisi,
meclis bünyesinde oluşturulan çeşitli organlar tarafından yürütülür. Memur
alımından işçi alınmasına kadar tüm işlerin yürütülmesinde başkan, meclis ve
karar organları belediye yasalarının tanımış olduğu kanuni yetkilere
dayanarak, bizzat yönetirler. İşlerin yürütülmesinde belediye yöneticilerinin
nispi bağımsızlığı vardır. Devletin diğer kurumlacından onu ayıran belirgin
özelliği budur (...)
Bu şekilde cüceleştirilen yerel yönetimler, halka hizmeti büyük ölçüde bir yana
bırakmış, kendi partilerinin çıkarlarını birinci plana almışlardır. Bu yüzden
belediyeler halkın gerçek ihtiyaçlarına yönelik yatırımlara değil, kendi bağlı
oldukları siyasi partilerin oy toplamasına yarayacak yatırımlara yönelmişlerdir.
Halkın birinci derecedeki ihtiyaçlarına çözüm yerine, göstermelik ve
propagandaya yönelik yatırımları birinci plana almışlardır. Halkın en temel
ihtiyaçları için imkan bulamadıklarını söylerlerken, gösterişli yatırımlar için her
zaman imkan bulmuşlardır. Bu şekildeki bir hizmet anlayışı, belediyelerin
başına hakim kılınmıştır. Halkın bu duruma müdahale etmesi olayı seçimler
yoluyla gösterilmiştir. Ancak, seçim ve parti yasaları halkın istemediği biçimde
yürüdüğü için, halk, kendi istediğini değil, egemenlerin istediğini seçmekle
karşı karşıya bırakılmıştır. Halk, hiçbir zaman belirleyici olmamıştır. Ülkemizde
belediyelerin sorunlarını çözemeyişleri bu temelde yatmaktadır. İyi yönetici,
kötü yönetici kavramlanyla bir ilişkisi yoktur. Belediyeler bu kıskaçtan
kurtulamadığı sürece asli görevlerini, sistem içindeki fonksiyonlarını yerine
getiremeyeceklerdir.
Yerel yönetimler için geçerli olan bu işleyiş aslında tüm ülke yönetimi için de
geçerlidir. Demokrasiyi halkın kendi kendini yönetmesi olarak anlıyorsak, ki
başka türlü düşünülemez ve yorumlanamaz, o halde neden halkın yönetimde
söz ve karar sahibi olmasından korkuluyor? Halkın seçimden seçime oy
kullanmasını demokrasi olarak görmek, onun dışında halkın yönetime
katılımını engellemek çağdaş demokrasiyle uyuşmaz. Çağdışı bir düşüncenin
savunulması olur. Böyle bir düşüncenin savunulması demokrasi
düşmanlığından başka bir anlama da gelmez.
Birinci durumda : halk adına, onun rahatlığı ve esenliği için alınan bir önlem,
yine halkın tepkisine neden oluyor, tüm çabalara karşın karar uygulanamıyor.
İkinci durumda: Konu ilgili insanlarla tartışılıp, ortak karar üretiliyor. Bu karar,
zorlanmadan uygulanıyor. Burada yanlışlık elbette belediye başkanının veya
personelinin değildir. Burada yanlışlık halka konunun önemi kavratılmadan,
kapalı kapılar ardında alınan, halktan kopuk karardadır.
" Devrimci Yol Merkez Komitesinin ve Fatsa Yerel Komitesinin bağımsız aday
gösterdiği Terzi Fikri SÖNMEZ'in başkan seçilmesi, Devrimci Yol Örgütünün
planlı ve yoğun çabası sonucu Fatsa'nın yapısal bozuklarından faydalanılarak
tarafsız kesimin sıkıştırılıp kandırılması karşı görüşlerin ise, İttihat ve Terakki
Partisinin sopalı seçimlerine benzer şekilde sindirilmesi suretiyle vuku
bulmuştur."
demektedir.
Ve adı geçen tarihte Fatsa yerel Güneş Gazetesi'nin Sıtkı Pazarbaşı imzası
altında şu yazısını alıntıya koyuyor ve bu oranın delili oluyor.
Ne diyor burada? Bağımsız aday Fikri SÖNMEZ diyor. Devrimci Yol adayı Fikri
SÖNMEZ demiyor. Bu nasıl alıntı, nasıl delil oluyor? Onun tartışmasını,
takdirini size bırakıyorum.
Hakim bey bana "Bu genel seçimler için, bağımsız milletvekilleri içindir. Yoksa,
yerel yönetimler için böyle bir şey yoktur. Ben bilmiyorum. Gene ben bir yukarı
sorarım. Ama, bilmiyorum böyle bir şey" dedi. Ve ben ayrıldım oradan. Bu
müracatımı adaylığımın kesinleşmesinden 15 gün önceden yaptım. (Çok
önceden yaptım) Yani, o arada bir aksilik çıkmasın diye. O zamanki yasalara
göre seçimlere yirmi gün kala adaylıklar kesinleşecek. Daha sonra aday
müracatı resmen mümkün değil. Yasal olarak yapılamıyor. Üç saat kala İlçe
Seçim Kurulu'ndan bir katip gelerek; İlçe Seçim Kurulu Başkanı'nın beni
istediğini söyledi. Gittiğimde, Hakim bey bana aynen şöyle dedi. "Fikri bey
57.600 lira para yatırmanız gerekiyormuş."
Ben terzi adamım. Ben hayatım boyunca 57.600 Lirayı bir arada görmüş
değilim. Ki o dönemin parasıyla cidden görmüş değilim. Mümkün değil, yani o
kadar parayı ben hiç bir arada taşımadım. Ben kendilerine "Zamanında
söylemiştim, bu para işi olacak diye, şimdi ben parayı bulamazsam ne
olacak?" dedim. "Adaylığın kesinleşmez, bize yazı yeni geldi" dedi.
Ecevit, "Ancak size bir iyilik yapabilirim, önümüzde 14 Ekim ara seçimleri
vardır. Türkiye'de 5 tane daha ilçe boşalmış, belediye seçimleri var, onların
hepsiyle birlikte l4 Ekim'e uzatabilirim; size de bu arada bir çalışma fırsatı
verebilirim, gidin çalışın kazanın seçimi. Ben ne yapayım." diyor ve geri
gönderiyor bunları. Mesele bu.
Geri geldikten sonra seçim cidden, Yüksek Seçim Kurulu tarafından 14 Ekim
ara seçimlerine alınıyor 24 Ağustostan, ancak planlar dümenler ve
provakasyonlar bitmemiştir. Bu sefer, Cumhuriyet Halk Partisi'yle bağımsız
aday arasında böyle bir seçim ertelemesi sürtüşmesi çıkmasından yararlanan,
daha önce, savunmamın önceki bölümlerinde anlattığım gibi, ÜGD'li kişiler
Fatsa'da bazı olaylar yaratarak, seçimleri ertelettirip, bu arada Fikri SÖNMEZ'i
ortadan kaldırabiliriz, anlayışıyla saldırılara başlamışlardır.
İkinci seçim, (14 Ekim) için müracatlar yeniden yapıldıktan sonra, adaylığım
kesinleştikten, iki akşam sonra, yani seçimlere 19 gün kala evime araba ile
gelip kapının zilini çaldığım zaman, üç ayrı yerden yaylım ateşine tutuldum.
Büyük bir tesadüfle yani orada bir yere yatmakla mı, elimde olmayarak bir
hareketle nasıl kurtulduğumu ben bilmiyorum- bacağımdan iki yerden yara ile
kurtuldum. Daha sonra kendi kendime karar aldım. Yani eve gitmeme kararı.
Seçimler boyunca eve gitmeme kararı aldım. Yakınlarıma, akrabalarıma ve
her akşam değişik bir eve gitme şeklinde bir önlem aldım. Baktım adamlar
vuracaklar beni. Bir hafta sonra, bu saldırıdan bir hafta sonra, aynı yerde gene
taksiyle içinde kayınbiraderim - çünkü ben eve gitmiyorum-ben zannedilerek
evimin önünde tekrar araba tarandı. Bu sefer arabadan inmeye de fırsat
tanınmıyor, araba taranıyor. Ve arabanın şoförü hafif yaralı kaçabiliyor ve o
şekilde kurtuluyorlar. Bununla da yetinmiyorlar. Durmadan Fatsa'da olay
yaratma peşindeler. İlle seçimleri erteleyecekler. İlle insan katledecekler. Ve
seçim ortamını kaldıracaklar ortadan. Bu anlamda, bu olaydan bir hafta sonra-
yahut üç, dört gün sonra bilemeyeceğim hatırlayamıyorum o kadar- Kurtuluş
Mahallesi'nde bir kahve toplantım var. Ki, yasal bir toplantı. Adayım, bütün
adaylar istediği kahvede, istedikleri gecede, istedikleri saatte toplantı
yapıyorlar. Ben de Kurtuluş Mahallesinde bir kahvede toplantıya gittim.
Konuşmamı yaptım. Ayrıldım oradan. Evim Kurtuluş Mahallesinde olmasına
rağmen ben, gene bir başka tarafta bir yakınımın evine gittim. Çünkü, eve
gidemiyorum. Ancak, bu arada anlatmak istediğim bir önemli husus var.
Bu birinci saldırının hemen peşinden Kaymakam, Emniyet Amiri, Jandarma
Bölük Komutanı ve Savcı, dördü beni Kaymakamlığa çağırdılar. Gittim, dördü
bir aradaydılar. Olayı benden dinlemek istediler. Yaralıydım zaten. Ben olayı
anlattım ve olayda saldırganları tanıdım. Çünkü, mahallemin çocukları, aynı
mahallede oturuyoruz o insanlarla ve tanıdım. Çok yakın mesafeden
atmışlardı. Yani, benim silahım olsaydı, tertipli olsaydım vururdum da. Bugün
de burada bir adam öldürmekten yargılanabilirdim. Ama, öyle bir şeyi o saate
kadar düşünmediğim için öyle bir niyetim olmadığı için silahsızdım. Silah da
taşımıyordum zaten, ve anlattım. Kimlerin olduğunu ve bunları kimlerin
tertiplediğini de. İsimle, yani kurşunu bunlar bunlar attılar, ama suç esasen bu
çocukların değildir, bunu tertipleyenler şunlar şunlardır diye kaymakama da,
savcıya da, jandarma komutanına da, emniyet amirine de anlattım. "Siz gidin,
biz hallederiz" dediler. İkinci saldırı oldu, tekrar çağırdılar. Tekrar aynı şeyleri
bir daha anlattım. Gene "Gidin biz bakarız" dediler. Ancak, o arada bir gelişme
oldu. Gelişme oldu da nasıl bir gelişme oldu? Giresun'dan, Samsun'dan
toplum polisi ve komando birliği getirdiler. Ve Cumhuriyet Halk Partisinin
yöneticileri "Biz seçimleri normal yoldan olmazsa, süngü ile, zorla, baskı ile
alacağız, sandık başına beş asker koyacağız, genede bu seçimi biz alacağız"
diye, onu bir baskı aracı olarak kullanmaya çalıştılar. Ancak ilçe yetkilileri -
orada kimsenin hakkını yemek istemem-, benim evime en az beş-altı asker
bekçi, polis de koydular. Muhasaraya aldılar, yani "güvence"ye aldılar. Buna
benzer bazı yerleri de aldılar. Halkevi Binasını, TÖB-DER binasını, bankaları,
çünkü gelişmeler iyi değildi. Bir şeyler olabilirdi her an karşı taraftan, bu
endişeyi biraz ben anlatmıştım kendilerine. O endişeden bu tedbirleri böyle
aldılar. Ama, bu gelen birliği bazı çevreler daha kötü amaçlarla kullanmaya
çalıştılar, Fatsa'da. Neticede, bu anlattığım kahvede toplantı bittikten sonra,
ayrıldıktan hemen yarım saat sonra, kahve basmaya üç maskeli geliyor.
Ancak, toplantının bitmiş olduğunu görüyorlar. 10-15 dakika bir zamanlama
oluyor bu arada. Gelmişken herhalde boş dönmeyelim, diyorlar. Orada bir ara
kahvesi, bir çayhane var, ben de o mahalleden olduğum için, tanıyorum o
kahveyi, biliyorum yerini. O kahvede insanlar televizyon seyrederken kahveye
dalıyorlar. Maskeli hepsi zaten. İki kişi dalıyor içeriye. Kahveyi tarıyorlar.
Orada Tevrat GÜLER isminde birisi ölüyor. İki kişi halen felçli, yatıyor.
Saldırganlardan biri orada kendi arkadaşlarından mı, yoksa oradaki insanlar
tarafından mı orasını ben bilemem orada olmadığım için, bir saldırgan da
orada ölüyor. Maskesi ile her şeyi ile orada kalıyor. Bunun üzerine gece
hemen, bu olayın peşinden, gece aynı ilgililer beni çağırdılar. Buldurdular beni.
Ve Kaymakamlık Odasında "Geçenlerde biz sizin anlattığınızı seçim
manevrası yapıyor, işte politikacılar böyle yapar, öbür tarafa baskı yapsın diye,
bize böyle böyle lafları söylüyor diye değerlendirdik. Yanıldığımızı anladık.
Eğer bu insanlar kimse, kim olabileceklerini biliyorsan, bize anlat, bu sefer biz
ciddi olarak üzerine gideceğiz. Geçen iki anlatımını böyle değerlendirmiştik"
dediler. Yani ben, öbür gruba baskı yapsın kaymakam, amir, memur; ben de
ortadan seçimi kazanayım, şeklinde yorumlamışlar. "E, politikacısınız" gibi laf
ettiler" ancak, cidden bu işler kötüye gidiyor, senin de bu konularda
araştırmaların, bildiğin var, geçen söyledin bazı isimler, bunları biz nerede
bulabiliriz?" dediler. Ben baskını yapanları anlattım. İsim, isim, birisinin Sezai
GÜNGÖR olduğunu, zaten ölü olarak orada kaldığını, o akşam bana
saldıranlardan birinin de o olduğunıı, Recai GENÇ ve İsmail YILMAZ
olduğunu, üçünün bana saldırdığını, bu üç eylemin de failinin bunlar olduğunu
anlattım ve bunları bulmak istiyorsanız Konakbaşı Köyünde falanca ev, gidin
silahı ile beraber alın gelin, ben de burada oturuyorum, dedim. Ve atladılar
arabaya gittiler, yarım saat, bir saat sonra geldiler. Ve eylemde kullandıkları
silahla beraber geldiler. Buldular, aldılar, geldiler, basit, zor bir iş değil, açık
açığa yapıyorlar. Ve bugün Erzincan 2 numaralı Askeri Mahkemesi tarafından
biri idama, biri 36 yıla mı bilmiyorum, Yargıtay'dan herhalde temyizde
bozulmuş, tekrar yargılanıyorlar. O konuda bir şey demek istemiyorum. Böyle
bir cezaya çarptırılıyorlar.
Şimdi iddia makamından ben sormak isterim: Bu kadar Fatsa halkı içeri alındı.
İşkenceden geçirildi. Gerek sanık gerek tanık, bırakın sanığı, tanığı, en
sağdaki MHP'liler dahi, onların anaları ve babaları dahi "Fatsa'da belediye
seçimlerinde ben bir dayak yedim, oyunu bu yönde kullanacaksın diye
dövdüler, sövdüler," veyahutta "ölümle tehdit ettiler" şeklinde şikayette
bulunamazlar.
Fatsa'da devlet yok, diyorlar, ona da cevap vereceğim ileride. 12 Eylül’e kadar
şikayette bulunamadılar, dilekçe veremediler. 12 Eylülden sonra 4 sene
geçmiştir. Bu dört sene içinde bir tanesini göstersinler bana, ben seçimleri
cidden zorla aldığımı, ve tüm yakıştırmaları da kabul edeceğim. Yok, hiçbir
Fatsa'lı böyle bir şeye rastlamamış, böyle bir olay olmamıştır, ama,
iddianamede böyle bir olay yer almıştır.
Ve bütün bu saldırılara karşın, seçim günü tek bir olay olmadan Fatsa
Belediye Başkanlık seçimini, Adalet Partisinin 850, CHP'nin 1150 oyuna
karşılık; 3096 oyla kazandım.
"Fatsa Halk Kültür Şenliği ve Çamura Son Kampanyası hakkında herhangi bir
delil toplanmadığından, ve olaylarla ilgili fotoğraflar iddianamenin yazılması
aşamasında elimize geçtiğinden, bu konu hakkında soruşturmanın
genişletilerek, ek iddianamenin tanzim edilmesi düşünülmektedir."
denilmektedir.
Belediye reisi olduğum zaman zaten belediye seçimlerinde halka ben bir
program sunmuştum. Bu programda, belediye sorunlarını halkla birlikte
çözeceğimi ve bu sorunları çözerken, tüm mahallelerde komiteler
oluşturacağımı halka anlatmıştım. Bu vesileyle hem program çizmek
açısından, hem de bu komitelerin ön çalışmalarını yapmak maksadıyla,
belediye başkanı olduğumun ilk haftası, Fatsa'nın çeşitli mahallelerinde seri
toplantılar düzenledim. Bu toplantılarda, halkın ilk çözülmesi gereken
sorununun ne olduğunu bizzat halktan tespit etmeye çalıştım. Kimi
mahallelerde yol önemli. Kimi mahallelerde elektrik ön sırada, Kimi
mahallelerde su önde. Ama Fatsa halkının tek ortak olduğu bir nokta var. Ve
bir an önce belediyeden bekledikleri tek hizmet var, o da kanalizasyon.
Dolayısıyla harap olan Fatsa’nın kurtarılması olayı. Çamur derya, çocuklar
okula gidemiyor. Esnaflar birbirlerine tahtalar üzerinden geçiyorlar. Çocuklar
boğulacak. Yaz, sivrisinek başladı. Yılanlar oluştu, Kurbağalar oluştu. Böyle bir
felaketin karşısındayız.
Bu konuda tüm Fatsa’da yaptığım toplantılarda halk "Bu sorunu hallet Başkan,
başka bir şey istemiyoruz. İki seneliğine seçilmişsin. Senin vazifen bitmiştir.
Yeter ki, bizi kurtarın bundan. Kolera olacağız, öleceğiz". Bir de
kanalizasyonlar patlamış, bu pislik suların içine karışmış... siz düşünün işte.
Ben anlatıyorum. Daha fazla ve bu durumda bir şehir teslim aldım. Ve bu
anlamda halk, bu görevi yapmamızı istiyor. Ancak, bu toplantılardan sonra
belediyeye geldim. Belediyenin bu konuyla ilgili Fen İşlerindeki teknik
elemanlarını ve mühendislerini çağırdım. Bu sorunun halli için bana bir rapor
sunmalarını istedim. Bu konuyu, hangi zaman içinde, hangi imkanlarla ne
kadar parayla halledebileceğimizi bana rapor edin, çünkü ben doğma-büyüme
belediyeci değilim dedim. Ancak, bu nasıl olacak? Nedir bunun kolayı? Onlar
eski yönetim anlayışına alışmışlar. Yani salla başı, al maaşı. Adamların
kafasında, "Reis bey bunu hesaplamaya lüzum yok, Fatsa Belediyesi bütün
imkanlarını seferber etse, bu dört senede yapılmaz. Devlet de para yağdırsa
Ankara'dan, dört senede bu senin dediğin işler gerçekleşmez". Ben,
aptallaştım. Dört senede insanlar ölür, kolera olur. Bu anlamda bu sorunu
tekrar halkla beraber tartışma ihtiyacını duydum. Ve kendimde, kafamda belli
bir belediyecilik anlayışım var. Çözebilirsem halkla çözeceğim. Sorunu
anlattım. Yani, "belediye imkanlarıyla bu işin üç-dört senede zor yapılacağını
söylüyorlar. Nasıl yapabiliriz? Düşünceleriniz nedir? Öyle ya yıllardan beri
Fatsa Belediyesinde encümen üyeleri, meclis üyeleri de var bu halkın içinde,
onları da topladım. Onlarla da tartıştım. Ve en sonunda Fatsa halkının ortak
vardıkları bir nokta oldu. İmkanlar yoksa eğer herkes kendi evinin önünü
temizlerse bu iş biter şeklinde bir anlayış üzerinde tartışırken, bir kampanya
oluştu kafamızda. Ve halkla tartışarak bu kampanyayı, "Çamura Son
Kampanyası" adıyla anılan bir kampanyayı halkla beraber tespit ettim. Ve
bunun programını hazırladım. Ve belediyenin teknik elemanlarını topladım. Bir
arada kampanyanın programını açıkladım.
İkincisi, devletin güçlü kuruluşları olan Kara Yolları, DSİ gibi kuruluşlarına da
haber vererek onların da elindeki güçlü araçlarını altı günlüğüne Fatsa
Belediyesi hizmetine aldık. Bunun yanı sıra Fatsa'da arabası bulunan tüm
araba sahiplerinden bir günlüğüne Fatsa Belediyesinin hizmetine arabalarını
vermelerini ve benzini belediyeden olmak kaydıyla bu kampanyaya bir
günlüğüne katılmalarını istedik. Dar olan yollara büyük arabaların girip
çalışamayacağı düşünülerek traktörleri olanlardan traktör, el arabası
olanlardan el arabası temin ederek o dar sokaklarda kullanımını sağladık.
Bunun dışında her köyden onar kişi bu kampanyaya kazmalı, kürekli olarak
katıldı.
(...)Bu kampanya benim umduğumdan daha fazla bir ilgi gördü ve Fatsa'nın içi
araçlarla doldu. Bırakın siz Fatsa'daki vatandaşların araçlarını bir gün
vermesini, Ünye'den, Ordu'dan araba sahipleri bile, arabalarını birer
günlüğüne Fatsa Belediyesi'ne göndererek, bu kampanyaya katıldılar. Civar
belediyelerin teknik elemanları, diğer belediyelerin işçileri, Belediye Reisleri de
dahil kampanyamıza gelip, katıldılar. Bu kampanyada Fatsa'lılar gelen
misafirleri evlerinde ağırladılar. Yemek yedirdiler. Yollarda akşama kadar
kazmayla, kürekle araba yükleyen, boşaltan insanlara Fatsa halkı,
misafirperverlik gösterdi. Halk, civarın il ve ilçe insanlarıyla Fatsa halkının
kaynaşmasını, birliğini, beraberliği, kardeşliği ve ortak çalışmanın ne gibi
şeyler kazandıracağını orada yaşayarak gördü(...)
Kararı aldığı iddia edilen, yani iddianamede yakıştırılmak istenen Devrimci Yol
Merkez Komitesi, eğer Fatsa Belediye Meclisi üyeleri ise, ona diyeceğim
yoktur. Çünkü, bu kararı bu meclis almıştır. Resmi karardır. Dosyada vardır.
Onun dışında herhangi bir merkez komitesi bilmiyorum ben.
Fatsa Halk Kültür şenliğinde neler yapılmıştır? Bu şenlik, kapalı kutular içinde
yapılmamıştır. Şenlik bu, ismi üstünde. Fatsa Halk Kültür Şenliği'ni en geniş
kitlelere duyurmak için, ülkemiz sınırları içindeki tüm belediyelere davetiye
çıkartılmıştı. Şenliğimizin propagandasını TRT ile basında yapmışızdır. Bu
konuda bir sürü demeçler vermişizdir, bildiriler yayınlamışızdır. Şenliğimizin
görkemli olması için çeşitli afişlemeler yapmışızdır. Ve bu şenlik bu şartlar
altında düzenlenmiştir. Bu şenlik aracılığıyla Fatsa'da Marksist-leninist bir
propaganda sergilendiği iddiası vardır. Bu, tamamen hayal ürünü bir iddiadır.
Çünkü, olacak şey midir, bir belediye başkanı bölgesinde marksist-leninist bir
propaganda çalışması düzenleyecek, Reisicumhura davetiye çıkartacak şenlik
için. Bu belediye başkanı Adalet Bakanlığına, şenliğimiz var, buyrun diyecek,
İçişleri Bakanına davetiye çıkaracak, Kültür Bakanına davetiye çıkaracak,
Türkiye'nin en büyük belediyeleri Ankara, İstanbul, İzmir belediye reislerine
davetiye çıkartacaktır. Çeşitli demokratik kitle örgütlerine davetiye
çıkartacaktır. Gelin ben Fatsa'da ne haltlar yiyorum, gelin, görün. Olmaz.... Ve
bu adı geçen kurumların bir çoğu şenliğe katılmış, heyet göndermişti. Bir çoğu
da tebrik göndermişti. Ve bu şenlik münasebetiyle düzenlenen gecelerde
Kültür Bakanlığından, Başbakandan veya onun adına bir başkasından, Meclis
Başkanından tebrikler gelmiştir. Meclis Başkanının tebriği halka okunmuştur.
Başarı dileğinde bulunulmuştur. Ve böyle bir şenlik, böyle bir amaçla
düzenlenecek ve o belediye başkanı kalkacak, buyrun diyecek, ben böyle işler
yapıyorum(...)
Hepimiz bu ülkenin insanlarıyız. Sizler de göreviniz gereği, çeşitli il, ilçe gibi
yerlerde görev yaptınız. Belediyeyi, Kaymakamlığı, devletin tüm kurumlarını
bilirsiniz. Hangi koşullarda nasıl çalıştığı, konusunda en azından duyguya
dayalı da olsa, bilgileriniz vardır. Fatsa Belediyesi Meclisine gelince, ben
bağımsız belediye başkanıyım öyle seçime katıldım. Belediye Meclisinde 4
siyasi partinin ayrı ayrı grupları var. Bunlardan, Cumhuriyet Halk Partisi,
Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, ve Milli Hareket Partisi, hatırladığım
kadarıyla 26 kişilik mecliste, 16 tanesi Cumhuriyet Halk Partisi, kalanları da
diğer adı geçen siyasi partinin mensuplarıdır.1980 12 Eylül'ünden önce,
bırakın taşradaki bir belediye meclisini, Ankara'daki Büyük Millet Meclisine bir
göz attığımızda, nelerin nasıl döndüğünü, nelerin nasıl yürüdüğünü, biz çok
kolay görebiliyoruz. Büyük Millet Meclisi'nde aynı siyasi partilerin temsilcileri,
birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bir türlü aralarında bir yasa, halk yararına
bir adım, bir kanun çıkması sözkonusu değildi(...)
Düşünün ki, öyle yozlaştırılan bir parlamentoya seçilen insanlar bir taşra
belediye meclisine seçilen insanlardan kültür bakımından, görenek
bakımından, bilgi bakımından daha üst seviyede insanlardır. Bunların kimi
doktor, kimi profesör, kimi avukat, kimisi hakimlikten, kimisi savcılıktan gelme
insanlardır. Ve toplumun en seçkin kabul edilen insanlarıdır. Ama, bu insanlar
Büyük Millet Meclisi'nde 12 Eylül'den önce ülkemizin en büyük makamı
Reisicumhuru, seçerlerken, meclis oylamalarında aylarca tur atmışlardır, ve o
kadar ilginç şeyler gelişmiştir ki, hafızalarımızdan yıllarca silinemez.
Reisicumhura oy verirken, bir parlamenter kalkıyor, Ajda Pekkan'a oy veriyor.
Biri kalkıyor Bülent Ersoy'a oy veriyor ve benzerleri. Çok örneklerini biliriz.
Bunun dışında çeşitli zamanlar dinledik. Bu kadar düşük kalitede, bu kadar
kendilerinden geçmiş ve mesuliyetlerini bilmez durumda idi parlamento
üyeleri. Bu anlattıklarım parlamentoya benim saygısızlığım anlamına gelmiyor.
Tehdit ettim, doğrudur. Ben hiçbir şeyi gizleyecek değilim. Ben açığım,
veremeyeceğim hiçbir hesap yoktur. Ben Meclis Üyelerini tehdit ettim. Yani,
söylediklerinin sadece orası doğrudur. Bu konuda belediye meclisinin Adalet
Partili üyesi Hikmet ALTINTAŞ şöyle demektedir: "Meclis toplantılarından
birinde belediye reisi, 'burada politika yapılır, ben siyaset yaparım, ben bir
siyasi hareketin çalışmalarının sonunda buraya gelmiş adamım. Ben kendi
politikamı burada yaparım' şeklinde cümleler kullandı" diyor. Bu da doğrudur,
ancak sonunu söylememektedir. Ben öyle söyledim, doğrudur da, hangi
şartlarda, niçin, hangi maksatla söylediğimi, bu sayın üyeler
söylememektedirler.
Demin de anlattığım gibi, ben, dört siyasi partiyle karşı karşıya idim.
Muhtarlara gelince: Muhtarlar bir alemdir. Bunlar, yıllardan beri belediyeyi bir
çiftlik, haline getirmişlerdir. Belediye reisini muhtarlar baskı altında tutarlar.
Mahalleye hakimdirler bunlar. Yani, mahallenin oyuna hakimdirler ve
belediyenin yenilenmesinde muhtarlar, belediye reisine baskı
unsurudurlar.Yıllardan beri Fatsa'da bu böyle yürüyor. Özellikle dikkat edilmesi
gereken bir konu, bu muhtarlar konusudur. Muhtarlar muhtar olmazdan önce,
ya terzidirler, ya ayakkabıcıdırlar veyahut başka bir meslektendir. Ancak,
muhtar oldukları zaman ya bakkaliye açar, yahutta inşaat malzemesi üzerine
bir iş yeri açarlar. Burasına dikkat edilmesi gerekir. Bunun sebebi şudur:
belediyeye hakimdirler ve belediye reisi onların baskısı altındadır. Belediyenin
halka ulaştırmak durumunda olduğu temel ihtiyaç maddelerinin dağıtımını
kendileri alırlar. Yıllardan beri Fatsa'da bu böyle olmuştur. Çimento gelir,
muhtarlara dağılır. Demir gelir muhtarlar tarafından dağıtılır. Yağ gelir,
muhtarlar tarafından dağıtılır. Omo gelir, o da muhtarlar taraftndan dağıtılır.
Onlar dağıtır da nasıl dağıtır? Alır ya yakınlarına verir, yahutta 10 liralık malı
50 liraya verir, karaborsa yaparlar. Bu Fatsa halkı tarafından bilinen bir
gerçektir. Bu anlamda bunların çıkarları söz konusudur.
Şimdi bizim eskiden beri bir iddiamız vardır: Fatsa üzerinde oyunlar oynandı
ve bu oyunlar sorgulama döneminde yürütüldü. Bu oyunlar, savcılar
soruşturmasında sürdürüldü. Mahkemelerde de bazı çevreler sürdürüyor. Bu
konuda bir tek örnek vermek istiyorum ve isim vermeden geçeceğim. 1982
yılının 14 Nisan'ında ben, Amasya Cezaevinden alınıyorum. 25 kişi ile
beraber, hiçbir gerekçe yok. Her zaman cezaevinde olan ufak tefek
olumsuzluklar vardır. Benimle hiçbir ilgisi olmaz bunun. Çünkü, cezaevine
geldiğim dört seneden beri, en ufak bir ihtarım sözkonusu değildir. Böyle bir
davranışta bulunmam da mümkün değildir. Alınıyorum, Suluova Et-Balık
gözetimine getiriliyorum, bu 25 kişi ile. Burada, bu gittiğim yerde işkence
yapıldı mı, yapılmadı mı? bunları anlatmama, söylememe gerek yok. İki-
ikibuçuk senelik tutuklu bir insanım. Cezaevinden alınıyorum, benim olay
bölgem değil, sorgulama ile de bir işim yok. Böyle bir sorgulama da vermiş
değilim. O kişilerle ilgim yok. Acaba ben, Et-Balık tesisleri'ne, gözetim yerine
neden götürülmüş olabilirim?
İkincisi, gittiğimin ikinci günü orada, "12" diye bir yerden bahsediyorlar.
Gözümüzü bağlıyorlar. Alıp götürüyorlar: "12"ye gidiyorsun diyorlar. Neyse
"12" işkencehaneymiş. Et-Balığın bir tarafında oraya götürdüler.
"Yalnız Fikri bey, sen reislik yapmış adamsın, sen anlarsın bu işleri, bu işten
kurtulma yolu da vardır," ne gibi yolu vardır? Benim böyle bir derdim olmadı,
nereden kurtulacağım, ne yaptım ki, nereden kurtulacağım? "Ee sen belediye
reisliği yaptın, kenarda köşede bir şeylerin vardır?" Haaaa, ben anladım:
Belediye reisi olduğumdan dolayı öyle ya rüşvet-mezat, toplamışımdır, para
sahibi adam olmam lazım, onun için "Fatsa Davası'nda senin yargılanmanı biz
engelleriz bu işleri anlarsın sen, nasıl yapılması gerektiğini bilirsin ve sana
eğer 'he' dersen, bir adam da göndereceğiz." diyorlar.
Bir Yüzbaşı bile bile öldürüldü. Sırf beni öldürtmediği için. Bazı çevrelere karşı
geldiği için, biraz sonra anlatacağım. Müsade ederseniz sırası gelecek. Ama
bugün isim isim size, şunlar şunu şöyle yaptı, şurada. Bunlar burada yaptı, bu
sadece yakıştırma kalır. Ancak, bu konuda şu kadarını söyleyebilirim. Ordu
çevresinde sorgulama ekipleri vesaire, diğer ilgililer altında son model
Mercedeslerle Fatsa'yı terk etmişlerdi. Her gelen köşeyi dönmüştü. Bunları
geniş geniş esas hakkındaki savunmamda delilleri de koyarak savunacağım,
söyleyeceğim zaten. Yoksa ben öyle kimseyi himaye edecek değilim. Ben bu
uğurda hayatımı koymuşum ortaya. Soyguna, sömürüye karşı elbette ki,
anlatacağım, karşı çıkacağım.
Benim sekiz ayda götürnıüş olduğum hizmet bırakın 8 aylık kısa dönemde,
yirmi senede dahi hayata geçirilemeyecek hizmetlerdir. Bunlan anlatınca sizler
de takdir edeceksiniz, ama hizmetleri ben Fikri SÖNMEZ olduğum için
veyahut çok çalışkan belediye başkanı olduğum için, çok becerikli olduğum
için değil, sadece, yönetim anlayışım ve Fatsa halkına olan güvenim, onlara
kazandırmış olduğum birlik-beraberlik-kardeşlik ve dostluğun sonucunda
hayata geçmiş faaliyetlerdir. Yoksa, benden önceki belediye reisleri de elbette
ki halka hizmet için gelmişlerdir. Onlar da bir şeyler yapmak istemişlerdir.
Ancak, yönetim hep eski yönetim olmuştur. Hep anlayış aynı olmuştur
Ankara'dan para gelecek, onlar iş görecekler. Ben Ankara'ya gitmedim, Bir tek
Ankara'ya gittim, a da ilk belediye reisi seçildiğimin ilk haftası gittim. O da
Cumhuriyet Halk Partisi iktidardan düşüyordu, düşerken de Cumhuriyet Halk
Partili belediyelere para dağıtılıyordu. Cumhuriyet Halk Partili belediyelere ve
Ankara'ya gittiğimizde o zaman Yerel Yönetim bakanlığı vardı, içeri girdiğimde,
belediye reislerinden geçilmiyordu. Ben de gittim. Selden bir kütük de biz
kapalım, yeni belediye reisi olmuşun, ondan sonra yardım verirler mi,
vermezler mi bilemem. Hatta Cumhuriyet Halk Partisi İlçe Başkanı Feridun
KARAMOLLA ve benden önce belediye Başkanvekili olan Günay
YEĞENOĞLU'nu da yanıma aldım, onlarla beraber gittim. 8 milyon lirayı bazı
zorlamalar sonucunda bana da verdiler. Onun dışında ben Ankara'ya hiç
gitmedim. Ancak, evraklarımı gönderdim. Yaptığım hizmetlerin projelerini
çizdirdim. Belediye yasalarına göre milyonlar tutan o hizmetler karşılığında
para ödemesi gerekiyor devletin. Yasal formaliteleri tamamladım, gönderdim.
Verirler verirler, vermezlerse ben ne yapayım? dedim.
Bütün bu kısıtlamalara karşın şimdi bir de bu arada bir de barikat meselesi var
suçlamalarda. Yani, barikat kurdum veya kurdurttum, veyahut yönettiğim
bilmem benzeri suçlamalar şimdi bütün bunların cevabı da olacaktır. Bu
hizmetler anlatımında şehrin Fatsa'dan Ordu'ya, Samsun yolu geçmektedir.
Samsun yolundan Fatsa merkezine girmek için, üç tane girecek yer vardı, ben
belediye reisi olmazdan önce, Yani şehre bir Kurtuluş Mahallesi'nin sonundan,
iki Meydan’dan, üç eski Balıkhane yerinden, Malpazarı semtinden. Bu şehre
üç tane giriş yerini ben 7'e çıkarttım. Yani, bazı binaları imar yasasına göre
istimlak ettim. Ve üç girişi olan şehir merkezindeki yeri 7'ye çıkarttım. Belediye
reisi olduğum zaman şehrin üçte birinden su akmıyordu. Yani, Hastanebaşı,
Akıl Tepesi, Çullu ve Mandıra Semtlerinde su yıllardan beri akmıyordu. Buna
belediye olanakları içinde, onun eldeki imkanlarını değerlendirerek, halktan da
bu konuda destek alarak, yeni bir depo hizmete soktum. Yapılmış depoydu,
çalışmıyordu. Motorun İller Bankası’ndan alınması gerekiyordu. Pompaları
vermiyorlardı. Elde eski belediyeden kalma pompaları tamir ettirdim. Taktım
takıştırdım ve bu üç-dört mahallenin suyunu akıttım(...)
Benim zamanımda Fatsa'nın her tarafı yol olmuştur. Yani, yirmi senede, otuz
senede açılan yolların iki misli yol açılmıştır sekiz aylık dönemde. Bunu
vurgulamaya çalışıyorum. Ama, bir tek vatandaş kalkıp da " belediye reisinin
arkasında Dev-Genç vardı, devrimciler vardı, bizi korkutuyordu, biz yerleri
vermek zorunda kaldık" dememiştir (...)
Zaten belediye ya imar yasalarına göre yeri istimlak eder açar, veyahutta,
vatandaşlarla parsel anlaşmasına girer. Anlaşma yoluyla çözer. Belediyenin iki
türlü bu konularda imar uygulaması vardır. Yasaların göstermiş olduğu yoldur
bunlar.
Belediyemizce, her yerde olduğu gibi, sinemaların denetimi yapılır. Bir gün
Cem Sineması sahibi yanıma gelerek, belediye memurlarından birinin gelip
dairesindeki "makbuzları mühürlemek için rüşvet istediğini" söyledi. Ben
birden şaşırdım. "Yanlışınız var" dedim. "Burda kimse kalkıp sizden rüşvet
isteyemez". Adam "İsterseniz çağırın memuru, benden rüşvet istedi. Hatta
rüşveti vermediğim için, makbuzları mühürleyemeyeceğini" söyledi. Ben
bunun üzerine adı geçen memuru çağırdım. Memur geldi. Ben, "Siz Hasan
beyden makbuzları mühürleme karşılığında rüşvet istemişsiniz" dedim. Memur
hiç inkar etmedi. "Doğrudur, istedim" dedi: "Nasıl istersiniz? Bu ne cürettir, bu
konuda benim yıllardır mücadelem vardır, rüşvete, haksız kazanca haksızlığı,
karaborsaya karşı. Böyle bir belediye başkanı döneminde, siz kalkıp nasıl
sinemacıdan rüşvet istersiniz?" diye söylediğimde, "bana kendisi yasal olarak
biletleri getirmedi, 7,5 liralık biletleri getirerek mühürletmeye kalktı. Oysa ki,
biletler boy boy 7,5-10-12,5. Neyse o günkü koşullardaki fiyatlar ona göre
bastırıp getirmesi gerekiyordu. Bu, 300.000 tane 7,5 liralık bilet getirdi. Ondan
sonra bu biletleri 10-12,5 liradan da satacaktı. Bu belediyenin kasasından
para çalmaktır. Eskiden biz, öyle yapıyorduk. Bunların her birini bir rakı
parasına yahutta akşam ziyafetine mühürlerdim. Reis ne alırdı bilemezdim. Bu
işler böyle yürürdü eskiden beri" dedi. "Ve şimdi de gelmiş aynı teklifi yapıyor,
ben kendisine yeni belediye reisi bunu kabul etmez, belki şimdi yaparız
anlayamaz, işin acemisidir. Ama, gelecekte anlar, benim emekli olmama kısa
bir zaman kaldı. Beni işimden eder, size de hakaret edebilir, gel bundan
vazgeçelim, dediysem de, "eskiden oluyordu da şimdi niçin olmuyor? Ben
gider bu işi reise ayarlatırım" dedi. Ben de "gidin siz reise ayarlattırın, gelin
ben yine rakı parasını almadan bu mühürü vurmam, reis isterse Fikri
SÖNMEZ olsun" dedim. diyor" ve gene söylüyorum reis bey" dedi, "siz bunu
mühürleyin deyin bana ben rakı parası almadan biletleri mühürlemem" dedi.
Memurun rüşvet olayı bu şekildedir. Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
belediyemizde de, yöremizde de bu tür örnekler çok yaşanmıştır (...)
Benim dönemimde Fatsa Belediyesinin elindeki mevcut araçlar bir misli
çoğalmıştır, yani 10 tane kamyonu bilmem nesi varsa 20 tane olmuştur. Bu
devletten bir kuruş yardım almadan, belediyenin makina parkını iki katına
çıkartmak kolay bir iş değildir (...)
"14 Ekim 1979 tarihinde yapılan seçimler sonucu, Devrimci Yol örgütünün,
başkan seçilen Fikri SÖNMEZ i1e Devrimci Yol siyasetinin kişilik kazandığını
yukarıda belirtmiştik, bu tarihıen itibaren Devrimci Yol Örgütü devlet
imkanlarının desteğinde devlet içinde devletmiş gibi hareket etmeye başlamış
ve özlenen Fatsa komünü kurulmuştur."
Fatsa'da devletin etkinliği demin anlattım, eğer bir hakimi delirtmek ve onu
Fatsa'dan kovmak, rezil etmek devletin etkinliğini kırmak değil de, benim yol
yapmam, su getirmem, bunun için komite kurmam devletin etkinliğini kırmaksa
ben bu etkinliği kırdım. Gidip devletin kasasından milyonları çalıp, onu rüşvet
karşılığında idare etmek, devletin itibarını ve etkinliğini Fatsa'da kırmadıysa,
ben komiteler kurup, halka götürdüğüm hizmetlerden dolayı devletin etkinliğini
kırdım. Bunu kabul ederim. 13 yaşındaki çocuğun boynuna iplik geçirip,
dolaştırmak devletin etkinliği ise, ben etkinliğe katılmıyorum (...)
"Yahu sizin işiniz yok mu? Sizin belediye başkanına Rusya'dan vapurlarla
geliyor benzin, mazot, hadi bir daha da gelecek değilsiniz" diyor. İşte zihniyet.
Bu devletin itibarını zedelemiyor, ama biz mazot istediğimiz zaman, veya
götürdüğümüz hizmetlerden dolayı itibarı zedelemiş oluyoruz. Bu insanlardan
hiçbir şey sorulmuyor. Bunu nice yerlere bildirdiğimiz halde, bu insanlar
hakkında en ufak bir işlem, ne o gün ne de daha sonra yapılabiliyor.
Bu anlayışla gene Tekel, Fatsa'ya sigara getirmedi. Resmen sigara getirmiyor.
Kumru, Korgan, Ünye, diğer ilçelere geliyor. Fatsa'ya bir gram sigara
verilmiyor. Gaz verilmiyor, tuz verilmiyor, ambargo var, resmen ambargo var.
Yağ hiç verilmiyor. Bakanlığın tahsis ettiği yağ, belediyemizin hakkı olan yağ,
diğer belediyelere geliyor. Bize verilmiyor, bunlar orada zabıtlarla bellidir. Diğer
belediyelere bakıldığında, Fatsa Belediyesi'ne bakıldı mı, aynı tarih içinde
bakanlığın tahsisi vardır. Bolaman Belediyesi'nden yağ alıyor Fatsa
belediyesi, 3 bin nüfusu oranın var, 30.000 nüfus Fatsa'nın var ve biz
Bolaman Belediyesi'nden, Yalıköy Belediyesi'nden, civar belediyelerden,
Kumru’dan, Korgan'dan sigara dileniyoruz ve halkımıza sigara yetiştirmeye
çalışıyoruz. Böyle ambargonun içerisindeyiz. Bu kadar baskılanmanın
içersindeyiz. Ayrı bir evlat, ayrı bir ülkenin insanları.... İşgal kuvvetleri bile
yapmaz. İşgal kuvvetleri bile insanın geçim maddelerini verir, yani kısmaz.
Bunlar işgal kuvvetlerinden de çok fena. Bu durumda kaldık biz. Aylarca bir
gram sigara gelmez mi Tekel'e? .. Tamam, kıtlık vardır, ben de anlıyorum.
Yeteri kadar hiçbir yere gidemiyordu o dönemde, o doğrudur. Ancak, diğer
belediyelere giderken, Fatsa Belediyesi'nden özellikle bunun kesilmesi..
Bunlar, evraklarla ortada olan şeylerdir, onun için anlatıyorum. Fatsa’ya bir
gram bir şey verilmediği, çıkar ortaya. Tekel'e yazı yazılsın, Korgan, Kumru
Tekel'ine yazı yazılsın o dönemde diyelim ki, 4 aylık bir zaman alalım, Kumru
Tekeline yaza yazılsın, oraya gelen sigarayla Fatsa Tekeline gelen sigaraya
bakılsın. Fatsa’da yoktur sigara, gelmemiştir, ama, Kumru'ya gitmiştir.
Neden?.. Fatsa halkı cezalandırılıyor. Neden?.. Böyle bir belediye başkanı
seçtiğinden dolayı. Yani, "Milli irade" diyoruz. '"Milli iradeye saygı" deniyor.
Yöneticiler kendileri saygı göstersinler, ondan sonra halktan saygı beklesinler.
Yok. Kendileri varsa " Milli iradededir", kendileri yoksa "Milli irade" değildir.
Çıkar çevrelerinin emrinde, onlara hizmet eden yöneticiler, kaymakamlar,
hakimler, belediye reisleri, varsa o tamamdır. Ama, onların çıkarlarına engel
olan ve halkın çıkarlarına, toplumun çıkarlarına hizmet eden bu görevliler
varsa bunlar olmayacaktır. Bunlar her şeye uğrayacaklardır ve uğramışlardır.
Anlattım... Bir Remzi bey örneğini de söyledim.
Bu böyleyken,..
Vali Reşat Akkaya'nın Ordu'ya vali olarak tayin edilmesi diğer arkadaşlarımın
anlattığı gibi, normal bir tayin değildir. Tayini konusunda uzun laf
etmeyeceğim. Çünkü, malumunuzdur. Birçok arkadaşlar anlattılar.
Arkadaşlarımın o anlatımlarına katılıyorum.
Vali Reşat AKKAYA'nın kişiliği hakkında fazla söz etmeyeceğim. Diğer sanık
arkadaşlar yeteri kadar söz ettiler. Arkadaşların bu konuda anlatımlarına
katılıyorum. Yani, Vali Reşat AKKAYA'nın kişiliğini, davranışlarının neler
olduğunu arkadaşlar uzun uzun anlattılar. Ben bir daha aynı şeyleri
tekrarlamıyorum. Ancak, benimde değinmek istediğim bazı konular var.
Kısaca, onları özetlemek istiyorum. Bir ile vali tayin olunduğunda, ilk yaptığı iş:
O yörenin belediye başkanlarıyla ve il genel meclisi üyeleriyle toplantı yapmak
olur. İlin sorunlarını, ilçelerin sorunlarını, köylerin sorunlarını vali o insanlarla
tartışır. Ona göre o ilde yapılacak hizmetleri proğramlar. Bu iş bu şekilde
geleneksel olarak yürütülür. Ancak, Ordu Valisi Reşat AKKAYA, göreve başlar
başlamaz bu geleneği yıkmıştır. Yani, ne belediye reisleri ne de il genel meclisi
üyeleriyle bir kere olsun toplantı yapmamıştır. Tüm belediye başkanlarının
kendisiyle görüşme çabalarına karşılık hepsini reddetmiştir. Hiçbirisini kabul
etmemiştir. Beni geçin, beni kabul etmemesi, benim hakkımda peşin hükümlü
olmasının bir sonucudur. Bunu doğal karşılarım. CHP'li belediye başkanlarını
da karşısına alıp konuşmamıştır. Hatta Adalet Partili belediye başkanlarını da
makamına kabul edip, sorunlarını dinlememiştir. Böyle bir Vali Ordu'da görev
yapıyor, o yörenin insanları olarak, böyle bir Valinin yönetimi altında 1980
Türkiye'sinde durumumuzu siz değerlendirin. Ne durumlara kalabiliriz? Bu Vali
Ordu'ya gelir-gelmez toplantı yapmadı mı? Elbette yaptı. Kimlerle yaptı? İlk
olarak MHP'li ÜGD'li militanlarla toplandı. Toplantı yeri Valilik Makamı hiç bir
zaman olmadı. ÜGD salonu oldu. Orda yaptı toplantıları. Bu salonda Ordu
Bölgesi'nde MHP'nin nasıl örgütlendirileceğini, nasıl yan kuruluşlarının
teşkilatlandırılacağına, kararlar alındı. Yoksa Ordu halkının sorunları
tartışılmadı burada. Bu Vali, 6-7 aylık görevi sırasında tek bir çeşme bile
yapmadı. İyi bir iş yaptığını gösteren tek bir kişi çıksın, ben bütün suçlamaları
kabul edeceğim.
Bu Vali, Ordu’ya 300'e yakın mezar hediye etmiştir. Ama bugün yargılanan
benim. Ben "Kültür Şenliği" düzenlerken o silah dağıtıyordu. Tabutlarla cenaze
geçiriyorum diye, otomatik silahları Gölköy'e taşıyordu. Önünde kendi arabası,
arkada da cenaze arabaları. Bunlar, tespit edilmiş olaylardır. Birçok MHP'li,
ÜGD'li kişiler, Validen silah aldıklarını bölgemizde sağ kuruluşlarla ilgili açılan
davalarda açıktan açığa söylemişlerdir. Bir tek kişi kalkıp, ben Fikri
SÖNMEZ'den silah aldım, diyemez. Gerek bu davanın sanıkları, gerek
dışardakiler, gerek tanıklar, gerekse karşı görüşümde olan MHP’li ÜGD'li
kişiler dahil hiç kimse böyle birşey söyleyemez. Mümkün değil. Çünkü böyle
bir olay yoktur.
Birçok olaylardan aranan faşistler, eli kanlı militanlar, polis ve asker elbisesi
giyidirilerek, Gölköy'e, Çamaş'a, Aybastı'ya Ünye'ye ve Ordu'nun çeşitli
bölgelerine, Hasancık Köyüne varıncaya kadar üslendirilmiştir. Bu arada
saldırı hedeflerinden biri de belediyeler olmuştur. Bu belediyeler MHP'nin
üsleri haline getirilmek istenmiştir.
Onun dışında "İki assubay kaçırıldı" diye gazetelerde manşet atmıştır. Ve her
şey Fatsa'nın aleyhine hazırlanmıştır. Nihayet maskeli-maskesiz binlerce
muhbir, faşist, eli kanlı katillerle beraber, devlet güçleri, Fatsa'ya "Nokta
Operasyonu" düzenlemiştir. "Nokta Operasyonu"nun kısa tarifi budur. İlk
etapta Belediye Başkanı başta olmak üzere, 300'den fazla Fatsa'lının
gözaltına alındığını gazeteler yazmıştır. Yapılan arama, taramalarda 22 tane
silah ele geçmiştir, bunun 17 tanesinin de ruhsatlı olduğu daha sonra tespit
edilmiştir. Samimiyetle söylüyorum, 4 tane jandarmayla Bolaman Köprüsünde
durun bir pazartesi günü, yani Fatsa'nın haftası günü, 50 tane tabanca
alırsınız. Durdurun arabaları o gelen köylülerden 50 tane tabanca alırsınız.
Operasyona lüzum yok. Bölgemizdeki silah merakı, hepinizce malumdur.
Herkes silah taşır, orada. 4 tane jandarmayla durun, 50 tane silah alırsınız.
Ama onbinlerce polis, jandarma, komando birliği, muhbir, maskeli, maskesiz
militanlarla beraber yapılan operasyonlarda maalesef 22 tane tabanca ele
geçiyor ve bu tabancaların 17 tanesi de ruhsatlı çıkıyor.
Daha sonraki durumda, belediye başkanı, iki ortaokul çocuğu, bir de lise
talebesiyle beraber gizli örgüt kurmaktan tutuklanıyor. Vaziyete bakın... iki
tane ortaokul çocuğu Ahmet ALKAN, Ahmet EMENCE, bir de lise birinci
sınıftan Nevzat YAZAR isminde bir çocuk. Bir Belediye Başkanı hiç adam
bulamadı Fatsa’da, iki tane çocukla beraber gizli örgüt kurdu ve tutuklanıyor...
Şimdi, hep beraber bir bakalım, bu insanlar cidden devlete yardımcı mıdır?
Yardımcı olma durumunda insanlar mıdır?
Kanımca şu mantıkla hareket etmiştir savcılar: "Devletin valisi suç işler mi?"
Bu mantığa göre hareket edersek, devletin başbakanı, bakan da suç işlemez.
Oysa ki, ülkemizde başbakan da bakan da suç işledikleri gerekçesiyle idam
edilmişlerdir. Yakın geçmişimizde, (ki bu 12 Eylül'ü kastediyorum) bir bakan,
yetkisini kötüye kullandığından dolayı ağır şekilde cezalandırılmıştır.
denilerek devamla:
denilmektedir.
Burada tek doğru olan şey, "Başkan Fikri SÖNMEZ'in Gürcü asıllı " olmasıdır.
Onun dışındakiler yakıştırmadır.
Burada bir alıntı var gene, Devrimci Yol'cu olmayan işçileri işten çıkardığım,
yerine Devrimci Yol'cu olan işçileri aldığım şeklinde bir suçlama getirilmektedir.
Daha sonra yine, Halkevinde seminer verdiğim iddia ediliyor. Ben, hayatımda
seminer vermedim. Ama "Fikri SÖNMEZ falan yerde mitingde konuştu"
dendiyse doğrudur. "Trabzon'da konuştu" der, kabul ederim ben, ama bir
semineri kabul etmem, niye kabul edeyim? Çünkü ben, seminer falan vermek
durumunda değilim.
Ama, olan faaliyetim, "Trabzon'da falanca mitinge katıldın mı, katılmadın mı,
konuştun mu, konuşmadın mı?" Konuştum, doğrudur. Miting varsa bir yerde,
orda Fikri SÖNMEZ vardır, konuşur. Ama bir seminer olayında Fikri SÖNMEZ
olmaz, mümkün değil.
Ayrıca, çok önemli gördüğüm, yani Vali Reşat AKKAYA zamanında oluşturulan
sorgulama ekiplerinin ne biçim bir ekip olduğunu anlamanız bakımından,
önünüzdeki dosyalarda ( ben rakam yine yanlış verebilirim, çünkü, o konuda
rakam tutmadım.) sadece 80'e yakın bir polis ifade tutanağı vardır, daha sonra
savcılık tekrar bu insanlardan ifade almamış, zaten savcıların da o insanları
bir daha bulacağını zannetmiyorum. Orada çok enteresan, çok ilgi çekici iki
tane örnek vereceğim, o ifadelerden. Her şeyi açıklamaya yeterlidir. Yusuf
SÖNMEZ isminde benim oğlum var. O polis tutanakları elime geçince Yusuf
SÖNMEZ ismini görünce dikkatimi çekti. Çünkü, aleyhte tanık. E, şimdi benim
oğlumu da benim aleyhime nasıl tanık yapmışlar diye merak saikiyle okudum.
Hepsini okumak mümkün değil, çünkü, hepsini basma kalıp yazmışlar. Yalnız
özellikle o Yusuf SÖNMEZ'in ifadesine gözüm takıldığı için, okudum. Adam
ifadesinde şöyle diyor: "Ben, Rize Birlik şoförüyüm. İstanbul-Rize arasında
çalışıyorum. İstanbul'dan Rize'ye giderken çay molası verdim..." ( her halde
ifade karakolda soruluyor o şimdi cevaplandırıyor) "Polisler alıp getirdiler,
buraya niye getirdiklerini bilmiyorum?" Herhalde sorulmuştur ki, "Ben Fatsa'da
neler olduğunu bilmiyorum yani, Fatsa'daki gelişmelerden haberim yoktur.
Ancak, bütün bu işlerin Fikri SÖNMEZ'in başının altından çıktığını biliyorum."
Buyurun işte cenaze namazına.... E, kardeşim sen Rize Birlik şoförüsün ta
İstanbul'dan Rize'ye gidip- geliyorsun, Fatsa'da olup bitenlerden haberin yok,
ama bu işin başı Fikri SÖNMEZ olduğunu hemen biliverdin.... ne de bildi!
Şimdi, buna benzer Aybastı'dan bir vatandaş, "beni Öz Fatsalıların önünde
aldılar" diyor. " İzmir'e çalışmaya gidiyordum". diyor, "Ve oradan alıp karakola
getirdiler, niye getirdiler bilmiyorum" diyor. "Fatsa’da olup bitenlerden haberim
yok" diyor. "Ancak bu işlerin Fikri SÖNMEZ'in başının alandan çıktığını
biliyorum" diyor adam. O da bilmiş Aybastı'dan.
Eğer, bir ülkede vatan, İsviçre Bankalarındaki gizli hesap ve Amerikan Doları
görülüyorsa, bu insanlar da ülkede yönetimi elinde bulunduruyorsa; vatanları
için darağaçlarını omuzlayanlar, elbetteki "vatan haini" ilân edileceklerdir.
Şöyle ki; yaptığım tüm çalışmalarm 1961 Anayasası çerçevesi içinde olmasına
karşın, bugün bu koşullarda 146/1 maddesiyle; yani, mevcut anayasal düzeni
tağyir, tebdil ve ilgaya eylemli kalkıştığımdan, idam istemiyle yargılanıyorum.
Sonuç
İddia makamı, eylemlerde bulunduğumu iddia ediyor, hem de hiç bir kanıt
göstermeden. Niye böyle bir gayret içinde bulunuyor? Bu konuda elbette
bildiğim ve kesin doğruluğuna inandığım düşüncelerim var. Ancak, bugün
burada söylemeyeceğim. Benim çalışmalarımdan rahatsız olan Fatsa, Türkiye
ve Dünya egemenleri, dün olduğu gibi, bugün de aynı dille konuşuyor. Hangi
çalışmam, hangi eylemim Anayasal düzene yöneliktir? Kavrayamıyorum.
İstanbul'da ve İzmir'de 6. Filo'nun sarışınlarını, vatanıma, onuruma ve
namusuma sahip çıkarak denize dökmem mi? Fındık mitinglerinde konuşarak,
zam zulüm, işkenceyi, taban fiyat politikasını emekçilere anlatmam mı?
Çamurdan yürünmeyen sokakları halkla birlikte olup, halkın gücünün ne
olduğunu göstere göstere çamurları söküp atmam mı? Kurbağa sesinden
uyunmayan bataklıkları yine halkla beraber olup kurutmak ve oraya yol
yapmam mı? Yozlaşmış emperyalist kültüre karşı, halkımızın öz kültürünü, öz
değer yargılarını içeren Kültür Şenliği düzenlemem mi? Buna benzer
çalışmalar mı? Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmaya kalkma eylemi?
Beni kim nasıl karalarsa karalasın, ben, Fatsa halkının gönlünde taht
kurmuşumdur. Onu söküp atmanın imkanı yoktur. Çünkü, bu duruma beni
Fatsa halkı getirmiştir. Bundan dolayı da gurur duyuyorum. Fatsa Halkının
gözünde ben, kardeşliğin, beraberliğin ve bağımsızlığın, demokrasinin
şahsında simgeleştirildiği bir insanım. Bu, kolay kazanılacak vasıf değildir, ve
de öyle kolay kazanılmamıştır.
Ülkemizde bazı yerel yönetimler, ileri sanayi ülkelerinde olduğu gibi, siyasi
iktidarlara karşı uyarıcılık görevlerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Siyasi
iktidarların ekonomik, siyasi çıkarlarına alet olmamışlardır. Veya olmama
uğraşı vermişlerdir. Ancak, bu türden yerel yönetimler veya yönetim kadroları
siyasi iktidarların gözağrısı haline gelmişlerdir. Ve bundan dolayı hedef
gösterilmişlerdir.
Belediyelere gelince, durum hiç te öyle değildir. Her ne kadar siyasi yönden
İçişleri Bakanlığı'na, ekonomik yönden de İller Bankası'na bağlıysa da, tüm
tasarrufları, halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanı, belediye meclisi,
meclis bünyesinde oluşturulan çeşitli organlar tarafından yürütülür. Memur
alımından işçi alınmasına kadar tüm işlerin yürütülmesinde başkan, meclis ve
karar organları belediye yasalarının tanımış olduğu kanuni yetkilere
dayanarak, bizzat yönetirler. İşlerin yürütülmesinde belediye yöneticilerinin
nispi bağımsızlığı vardır. Devletin diğer kurumlacından onu ayıran belirgin
özelliği budur (...)
Bu şekilde cüceleştirilen yerel yönetimler, halka hizmeti büyük ölçüde bir yana
bırakmış, kendi partilerinin çıkarlarını birinci plana almışlardır. Bu yüzden
belediyeler halkın gerçek ihtiyaçlarına yönelik yatırımlara değil, kendi bağlı
oldukları siyasi partilerin oy toplamasına yarayacak yatırımlara yönelmişlerdir.
Halkın birinci derecedeki ihtiyaçlarına çözüm yerine, göstermelik ve
propagandaya yönelik yatırımları birinci plana almışlardır. Halkın en temel
ihtiyaçları için imkan bulamadıklarını söylerlerken, gösterişli yatırımlar için her
zaman imkan bulmuşlardır. Bu şekildeki bir hizmet anlayışı, belediyelerin
başına hakim kılınmıştır. Halkın bu duruma müdahale etmesi olayı seçimler
yoluyla gösterilmiştir. Ancak, seçim ve parti yasaları halkın istemediği biçimde
yürüdüğü için, halk, kendi istediğini değil, egemenlerin istediğini seçmekle
karşı karşıya bırakılmıştır. Halk, hiçbir zaman belirleyici olmamıştır. Ülkemizde
belediyelerin sorunlarını çözemeyişleri bu temelde yatmaktadır. İyi yönetici,
kötü yönetici kavramlanyla bir ilişkisi yoktur. Belediyeler bu kıskaçtan
kurtulamadığı sürece asli görevlerini, sistem içindeki fonksiyonlarını yerine
getiremeyeceklerdir.
Halkın belediyede söz ye karar sahibi olması sonucu, yıllardan beri Fatsa
Belediyesi'nden çözüm bekleyen bir dizi iş çözüme kavuşturulmuştur.Halkın
onayı alınıp onun düşüncesi ve desteği sağlanan işler mutlak başarıya
ulaşmıştır. Halk, kendi kararına sahip çıkmış ve onun bir an önce yerine
getirilmesi için, çaba harcamıştır. Ve başarmıştır. Halkın haberdar olmadığı
işlerden kendisine faydası dahi olsa, o işten haberdar edilmediği için ve
düşüncesi sorulmadığından dolayı yardımcı olma ihtiyacını duymamıştır ve de
olmamıştır. Ne zaman sorun kendisiyle tartışılmışsa, halk, o zaman kendi
sorununa çözüm getirmeye çalışmıştır.
Yerel yönetimler için geçerli olan bu işleyiş aslında tüm ülke yönetimi için de
geçerlidir. Demokrasiyi halkın kendi kendini yönetmesi olarak anlıyorsak, ki
başka türlü düşünülemez ve yorumlanamaz, o halde neden halkın yönetimde
söz ve karar sahibi olmasından korkuluyor? Halkın seçimden seçime oy
kullanmasını demokrasi olarak görmek, onun dışında halkın yönetime
katılımını engellemek çağdaş demokrasiyle uyuşmaz. Çağdışı bir düşüncenin
savunulması olur. Böyle bir düşüncenin savunulması demokrasi
düşmanlığından başka bir anlama da gelmez.
Birinci durumda : halk adına, onun rahatlığı ve esenliği için alınan bir önlem,
yine halkın tepkisine neden oluyor, tüm çabalara karşın karar uygulanamıyor.
İkinci durumda: Konu ilgili insanlarla tartışılıp, ortak karar üretiliyor. Bu karar,
zorlanmadan uygulanıyor. Burada yanlışlık elbette belediye başkanının veya
personelinin değildir. Burada yanlışlık halka konunun önemi kavratılmadan,
kapalı kapılar ardında alınan, halktan kopuk karardadır.
" Devrimci Yol Merkez Komitesinin ve Fatsa Yerel Komitesinin bağımsız aday
gösterdiği Terzi Fikri SÖNMEZ'in başkan seçilmesi, Devrimci Yol Örgütünün
planlı ve yoğun çabası sonucu Fatsa'nın yapısal bozuklarından faydalanılarak
tarafsız kesimin sıkıştırılıp kandırılması karşı görüşlerin ise, İttihat ve Terakki
Partisinin sopalı seçimlerine benzer şekilde sindirilmesi suretiyle vuku
bulmuştur."
demektedir.
Ve adı geçen tarihte Fatsa yerel Güneş Gazetesi'nin Sıtkı Pazarbaşı imzası
altında şu yazısını alıntıya koyuyor ve bu oranın delili oluyor.
Ne diyor burada? Bağımsız aday Fikri SÖNMEZ diyor. Devrimci Yol adayı Fikri
SÖNMEZ demiyor. Bu nasıl alıntı, nasıl delil oluyor? Onun tartışmasını,
takdirini size bırakıyorum.
Ben hayatımda seçimlere hiç katılmadım. Yalnız çok önceleri 1965 yıllarından
1971 yılına kadar, Türkiye İşçi Partisi kapatılıncaya kadar Türkiye işçi
Partisi’nin üyesi ve Fatsa İlçe Teşkilatında zaman zaman sekreterlik, başkanlık
görevi yürüttüm. Sadece o parti seviyesindeki, yani parti yönetimindeki ilgili
seçimlerin dışında genel seçimler ve benzeri seçimlere girmiş değilim. Bilgim
yoktur. Ve bundan dolayı dilekçemi İlçe Seçim Kurulu'na, Hakim Beye
götürdüğümde, kendisi bana bir liste verdi. "Şu şu eksiklikleri tamamla... İşte
askerlik şubesidir, savcılık sicil şeyidir, bilmem nedir... işte o kanuni şeyleri
tamamla getir" dedi bana. Ben de onları getirdim. Orada çok ilginç bir durum
oldu. Ben dosyamı tamamlayıp kendisine verince, "Hakim Bey tamam mı?"
dedim. "Tamam". dedi. "Bir eksiklik olmasın, sonra bir aksaklık çıkar" dedim.
"Yok, tamam" dedi. "Benim fazla bilgim yoktur, onun için endişe ediyorum."
dedim, ayrıca belirttim. "Yok, öyle bir şey olursa bildiririz biz" dedi. Dedim ki:
"benim bildiğim kadarıyla bağımsız adayların bir miktar para yatırmaları
gerekiyor böyle bir şey vardır. Partiler yatırmaz da, bağımsızlar belli bir ücret
yatırırlar, seçim için ilçe seçim kuruluna, adaylık parası; böyle bir şey
olacaktır."
Hakim bey bana "Bu genel seçimler için, bağımsız milletvekilleri içindir. Yoksa,
yerel yönetimler için böyle bir şey yoktur. Ben bilmiyorum. Gene ben bir yukarı
sorarım. Ama, bilmiyorum böyle bir şey" dedi. Ve ben ayrıldım oradan. Bu
müracatımı adaylığımın kesinleşmesinden 15 gün önceden yaptım. (Çok
önceden yaptım) Yani, o arada bir aksilik çıkmasın diye. O zamanki yasalara
göre seçimlere yirmi gün kala adaylıklar kesinleşecek. Daha sonra aday
müracatı resmen mümkün değil. Yasal olarak yapılamıyor. Üç saat kala İlçe
Seçim Kurulu'ndan bir katip gelerek; İlçe Seçim Kurulu Başkanı'nın beni
istediğini söyledi. Gittiğimde, Hakim bey bana aynen şöyle dedi. "Fikri bey
57.600 lira para yatırmanız gerekiyormuş."
Ben terzi adamım. Ben hayatım boyunca 57.600 Lirayı bir arada görmüş
değilim. Ki o dönemin parasıyla cidden görmüş değilim. Mümkün değil, yani o
kadar parayı ben hiç bir arada taşımadım. Ben kendilerine "Zamanında
söylemiştim, bu para işi olacak diye, şimdi ben parayı bulamazsam ne
olacak?" dedim. "Adaylığın kesinleşmez, bize yazı yeni geldi" dedi.
Ecevit, "Ancak size bir iyilik yapabilirim, önümüzde 14 Ekim ara seçimleri
vardır. Türkiye'de 5 tane daha ilçe boşalmış, belediye seçimleri var, onların
hepsiyle birlikte l4 Ekim'e uzatabilirim; size de bu arada bir çalışma fırsatı
verebilirim, gidin çalışın kazanın seçimi. Ben ne yapayım." diyor ve geri
gönderiyor bunları. Mesele bu.
Geri geldikten sonra seçim cidden, Yüksek Seçim Kurulu tarafından 14 Ekim
ara seçimlerine alınıyor 24 Ağustostan, ancak planlar dümenler ve
provakasyonlar bitmemiştir. Bu sefer, Cumhuriyet Halk Partisi'yle bağımsız
aday arasında böyle bir seçim ertelemesi sürtüşmesi çıkmasından yararlanan,
daha önce, savunmamın önceki bölümlerinde anlattığım gibi, ÜGD'li kişiler
Fatsa'da bazı olaylar yaratarak, seçimleri ertelettirip, bu arada Fikri SÖNMEZ'i
ortadan kaldırabiliriz, anlayışıyla saldırılara başlamışlardır.
İkinci seçim, (14 Ekim) için müracatlar yeniden yapıldıktan sonra, adaylığım
kesinleştikten, iki akşam sonra, yani seçimlere 19 gün kala evime araba ile
gelip kapının zilini çaldığım zaman, üç ayrı yerden yaylım ateşine tutuldum.
Büyük bir tesadüfle yani orada bir yere yatmakla mı, elimde olmayarak bir
hareketle nasıl kurtulduğumu ben bilmiyorum- bacağımdan iki yerden yara ile
kurtuldum. Daha sonra kendi kendime karar aldım. Yani eve gitmeme kararı.
Seçimler boyunca eve gitmeme kararı aldım. Yakınlarıma, akrabalarıma ve
her akşam değişik bir eve gitme şeklinde bir önlem aldım. Baktım adamlar
vuracaklar beni. Bir hafta sonra, bu saldırıdan bir hafta sonra, aynı yerde gene
taksiyle içinde kayınbiraderim - çünkü ben eve gitmiyorum-ben zannedilerek
evimin önünde tekrar araba tarandı. Bu sefer arabadan inmeye de fırsat
tanınmıyor, araba taranıyor. Ve arabanın şoförü hafif yaralı kaçabiliyor ve o
şekilde kurtuluyorlar. Bununla da yetinmiyorlar. Durmadan Fatsa'da olay
yaratma peşindeler. İlle seçimleri erteleyecekler. İlle insan katledecekler. Ve
seçim ortamını kaldıracaklar ortadan. Bu anlamda, bu olaydan bir hafta sonra-
yahut üç, dört gün sonra bilemeyeceğim hatırlayamıyorum o kadar- Kurtuluş
Mahallesi'nde bir kahve toplantım var. Ki, yasal bir toplantı. Adayım, bütün
adaylar istediği kahvede, istedikleri gecede, istedikleri saatte toplantı
yapıyorlar. Ben de Kurtuluş Mahallesinde bir kahvede toplantıya gittim.
Konuşmamı yaptım. Ayrıldım oradan. Evim Kurtuluş Mahallesinde olmasına
rağmen ben, gene bir başka tarafta bir yakınımın evine gittim. Çünkü, eve
gidemiyorum. Ancak, bu arada anlatmak istediğim bir önemli husus var.
Şimdi iddia makamından ben sormak isterim: Bu kadar Fatsa halkı içeri alındı.
İşkenceden geçirildi. Gerek sanık gerek tanık, bırakın sanığı, tanığı, en
sağdaki MHP'liler dahi, onların anaları ve babaları dahi "Fatsa'da belediye
seçimlerinde ben bir dayak yedim, oyunu bu yönde kullanacaksın diye
dövdüler, sövdüler," veyahutta "ölümle tehdit ettiler" şeklinde şikayette
bulunamazlar.
Fatsa'da devlet yok, diyorlar, ona da cevap vereceğim ileride. 12 Eylül’e kadar
şikayette bulunamadılar, dilekçe veremediler. 12 Eylülden sonra 4 sene
geçmiştir. Bu dört sene içinde bir tanesini göstersinler bana, ben seçimleri
cidden zorla aldığımı, ve tüm yakıştırmaları da kabul edeceğim. Yok, hiçbir
Fatsa'lı böyle bir şeye rastlamamış, böyle bir olay olmamıştır, ama,
iddianamede böyle bir olay yer almıştır.
Ve bütün bu saldırılara karşın, seçim günü tek bir olay olmadan Fatsa
Belediye Başkanlık seçimini, Adalet Partisinin 850, CHP'nin 1150 oyuna
karşılık; 3096 oyla kazandım.
ileri sürülmekte.
"Fatsa Halk Kültür Şenliği ve Çamura Son Kampanyası hakkında herhangi bir
delil toplanmadığından, ve olaylarla ilgili fotoğraflar iddianamenin yazılması
aşamasında elimize geçtiğinden, bu konu hakkında soruşturmanın
genişletilerek, ek iddianamenin tanzim edilmesi düşünülmektedir."
denilmektedir.
Bu konuda tüm Fatsa’da yaptığım toplantılarda halk "Bu sorunu hallet Başkan,
başka bir şey istemiyoruz. İki seneliğine seçilmişsin. Senin vazifen bitmiştir.
Yeter ki, bizi kurtarın bundan. Kolera olacağız, öleceğiz". Bir de
kanalizasyonlar patlamış, bu pislik suların içine karışmış... siz düşünün işte.
Ben anlatıyorum. Daha fazla ve bu durumda bir şehir teslim aldım. Ve bu
anlamda halk, bu görevi yapmamızı istiyor. Ancak, bu toplantılardan sonra
belediyeye geldim. Belediyenin bu konuyla ilgili Fen İşlerindeki teknik
elemanlarını ve mühendislerini çağırdım. Bu sorunun halli için bana bir rapor
sunmalarını istedim. Bu konuyu, hangi zaman içinde, hangi imkanlarla ne
kadar parayla halledebileceğimizi bana rapor edin, çünkü ben doğma-büyüme
belediyeci değilim dedim. Ancak, bu nasıl olacak? Nedir bunun kolayı? Onlar
eski yönetim anlayışına alışmışlar. Yani salla başı, al maaşı. Adamların
kafasında, "Reis bey bunu hesaplamaya lüzum yok, Fatsa Belediyesi bütün
imkanlarını seferber etse, bu dört senede yapılmaz. Devlet de para yağdırsa
Ankara'dan, dört senede bu senin dediğin işler gerçekleşmez". Ben,
aptallaştım. Dört senede insanlar ölür, kolera olur. Bu anlamda bu sorunu
tekrar halkla beraber tartışma ihtiyacını duydum. Ve kendimde, kafamda belli
bir belediyecilik anlayışım var. Çözebilirsem halkla çözeceğim. Sorunu
anlattım. Yani, "belediye imkanlarıyla bu işin üç-dört senede zor yapılacağını
söylüyorlar. Nasıl yapabiliriz? Düşünceleriniz nedir? Öyle ya yıllardan beri
Fatsa Belediyesinde encümen üyeleri, meclis üyeleri de var bu halkın içinde,
onları da topladım. Onlarla da tartıştım. Ve en sonunda Fatsa halkının ortak
vardıkları bir nokta oldu. İmkanlar yoksa eğer herkes kendi evinin önünü
temizlerse bu iş biter şeklinde bir anlayış üzerinde tartışırken, bir kampanya
oluştu kafamızda. Ve halkla tartışarak bu kampanyayı, "Çamura Son
Kampanyası" adıyla anılan bir kampanyayı halkla beraber tespit ettim. Ve
bunun programını hazırladım. Ve belediyenin teknik elemanlarını topladım. Bir
arada kampanyanın programını açıkladım.
İkincisi, devletin güçlü kuruluşları olan Kara Yolları, DSİ gibi kuruluşlarına da
haber vererek onların da elindeki güçlü araçlarını altı günlüğüne Fatsa
Belediyesi hizmetine aldık. Bunun yanı sıra Fatsa'da arabası bulunan tüm
araba sahiplerinden bir günlüğüne Fatsa Belediyesinin hizmetine arabalarını
vermelerini ve benzini belediyeden olmak kaydıyla bu kampanyaya bir
günlüğüne katılmalarını istedik. Dar olan yollara büyük arabaların girip
çalışamayacağı düşünülerek traktörleri olanlardan traktör, el arabası
olanlardan el arabası temin ederek o dar sokaklarda kullanımını sağladık.
Bunun dışında her köyden onar kişi bu kampanyaya kazmalı, kürekli olarak
katıldı.
(...)Bu kampanya benim umduğumdan daha fazla bir ilgi gördü ve Fatsa'nın içi
araçlarla doldu. Bırakın siz Fatsa'daki vatandaşların araçlarını bir gün
vermesini, Ünye'den, Ordu'dan araba sahipleri bile, arabalarını birer
günlüğüne Fatsa Belediyesi'ne göndererek, bu kampanyaya katıldılar. Civar
belediyelerin teknik elemanları, diğer belediyelerin işçileri, Belediye Reisleri de
dahil kampanyamıza gelip, katıldılar. Bu kampanyada Fatsa'lılar gelen
misafirleri evlerinde ağırladılar. Yemek yedirdiler. Yollarda akşama kadar
kazmayla, kürekle araba yükleyen, boşaltan insanlara Fatsa halkı,
misafirperverlik gösterdi. Halk, civarın il ve ilçe insanlarıyla Fatsa halkının
kaynaşmasını, birliğini, beraberliği, kardeşliği ve ortak çalışmanın ne gibi
şeyler kazandıracağını orada yaşayarak gördü(...)
Fatsa Halk Kültür şenliğinde neler yapılmıştır? Bu şenlik, kapalı kutular içinde
yapılmamıştır. Şenlik bu, ismi üstünde. Fatsa Halk Kültür Şenliği'ni en geniş
kitlelere duyurmak için, ülkemiz sınırları içindeki tüm belediyelere davetiye
çıkartılmıştı. Şenliğimizin propagandasını TRT ile basında yapmışızdır. Bu
konuda bir sürü demeçler vermişizdir, bildiriler yayınlamışızdır. Şenliğimizin
görkemli olması için çeşitli afişlemeler yapmışızdır. Ve bu şenlik bu şartlar
altında düzenlenmiştir. Bu şenlik aracılığıyla Fatsa'da Marksist-leninist bir
propaganda sergilendiği iddiası vardır. Bu, tamamen hayal ürünü bir iddiadır.
Çünkü, olacak şey midir, bir belediye başkanı bölgesinde marksist-leninist bir
propaganda çalışması düzenleyecek, Reisicumhura davetiye çıkartacak şenlik
için. Bu belediye başkanı Adalet Bakanlığına, şenliğimiz var, buyrun diyecek,
İçişleri Bakanına davetiye çıkaracak, Kültür Bakanına davetiye çıkaracak,
Türkiye'nin en büyük belediyeleri Ankara, İstanbul, İzmir belediye reislerine
davetiye çıkartacaktır. Çeşitli demokratik kitle örgütlerine davetiye
çıkartacaktır. Gelin ben Fatsa'da ne haltlar yiyorum, gelin, görün. Olmaz.... Ve
bu adı geçen kurumların bir çoğu şenliğe katılmış, heyet göndermişti. Bir çoğu
da tebrik göndermişti. Ve bu şenlik münasebetiyle düzenlenen gecelerde
Kültür Bakanlığından, Başbakandan veya onun adına bir başkasından, Meclis
Başkanından tebrikler gelmiştir. Meclis Başkanının tebriği halka okunmuştur.
Başarı dileğinde bulunulmuştur. Ve böyle bir şenlik, böyle bir amaçla
düzenlenecek ve o belediye başkanı kalkacak, buyrun diyecek, ben böyle işler
yapıyorum(...)
Hepimiz bu ülkenin insanlarıyız. Sizler de göreviniz gereği, çeşitli il, ilçe gibi
yerlerde görev yaptınız. Belediyeyi, Kaymakamlığı, devletin tüm kurumlarını
bilirsiniz. Hangi koşullarda nasıl çalıştığı, konusunda en azından duyguya
dayalı da olsa, bilgileriniz vardır. Fatsa Belediyesi Meclisine gelince, ben
bağımsız belediye başkanıyım öyle seçime katıldım. Belediye Meclisinde 4
siyasi partinin ayrı ayrı grupları var. Bunlardan, Cumhuriyet Halk Partisi,
Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, ve Milli Hareket Partisi, hatırladığım
kadarıyla 26 kişilik mecliste, 16 tanesi Cumhuriyet Halk Partisi, kalanları da
diğer adı geçen siyasi partinin mensuplarıdır.1980 12 Eylül'ünden önce,
bırakın taşradaki bir belediye meclisini, Ankara'daki Büyük Millet Meclisine bir
göz attığımızda, nelerin nasıl döndüğünü, nelerin nasıl yürüdüğünü, biz çok
kolay görebiliyoruz. Büyük Millet Meclisi'nde aynı siyasi partilerin temsilcileri,
birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bir türlü aralarında bir yasa, halk yararına
bir adım, bir kanun çıkması sözkonusu değildi(...)
Düşünün ki, öyle yozlaştırılan bir parlamentoya seçilen insanlar bir taşra
belediye meclisine seçilen insanlardan kültür bakımından, görenek
bakımından, bilgi bakımından daha üst seviyede insanlardır. Bunların kimi
doktor, kimi profesör, kimi avukat, kimisi hakimlikten, kimisi savcılıktan gelme
insanlardır. Ve toplumun en seçkin kabul edilen insanlarıdır. Ama, bu insanlar
Büyük Millet Meclisi'nde 12 Eylül'den önce ülkemizin en büyük makamı
Reisicumhuru, seçerlerken, meclis oylamalarında aylarca tur atmışlardır, ve o
kadar ilginç şeyler gelişmiştir ki, hafızalarımızdan yıllarca silinemez.
Reisicumhura oy verirken, bir parlamenter kalkıyor, Ajda Pekkan'a oy veriyor.
Biri kalkıyor Bülent Ersoy'a oy veriyor ve benzerleri. Çok örneklerini biliriz.
Bunun dışında çeşitli zamanlar dinledik. Bu kadar düşük kalitede, bu kadar
kendilerinden geçmiş ve mesuliyetlerini bilmez durumda idi parlamento
üyeleri. Bu anlattıklarım parlamentoya benim saygısızlığım anlamına gelmiyor.
Tehdit ettim, doğrudur. Ben hiçbir şeyi gizleyecek değilim. Ben açığım,
veremeyeceğim hiçbir hesap yoktur. Ben Meclis Üyelerini tehdit ettim. Yani,
söylediklerinin sadece orası doğrudur. Bu konuda belediye meclisinin Adalet
Partili üyesi Hikmet ALTINTAŞ şöyle demektedir: "Meclis toplantılarından
birinde belediye reisi, 'burada politika yapılır, ben siyaset yaparım, ben bir
siyasi hareketin çalışmalarının sonunda buraya gelmiş adamım. Ben kendi
politikamı burada yaparım' şeklinde cümleler kullandı" diyor. Bu da doğrudur,
ancak sonunu söylememektedir. Ben öyle söyledim, doğrudur da, hangi
şartlarda, niçin, hangi maksatla söylediğimi, bu sayın üyeler
söylememektedirler.
Demin de anlattığım gibi, ben, dört siyasi partiyle karşı karşıya idim.
Muhtarlara gelince: Muhtarlar bir alemdir. Bunlar, yıllardan beri belediyeyi bir
çiftlik, haline getirmişlerdir. Belediye reisini muhtarlar baskı altında tutarlar.
Mahalleye hakimdirler bunlar. Yani, mahallenin oyuna hakimdirler ve
belediyenin yenilenmesinde muhtarlar, belediye reisine baskı
unsurudurlar.Yıllardan beri Fatsa'da bu böyle yürüyor. Özellikle dikkat edilmesi
gereken bir konu, bu muhtarlar konusudur. Muhtarlar muhtar olmazdan önce,
ya terzidirler, ya ayakkabıcıdırlar veyahut başka bir meslektendir. Ancak,
muhtar oldukları zaman ya bakkaliye açar, yahutta inşaat malzemesi üzerine
bir iş yeri açarlar. Burasına dikkat edilmesi gerekir. Bunun sebebi şudur:
belediyeye hakimdirler ve belediye reisi onların baskısı altındadır. Belediyenin
halka ulaştırmak durumunda olduğu temel ihtiyaç maddelerinin dağıtımını
kendileri alırlar. Yıllardan beri Fatsa'da bu böyle olmuştur. Çimento gelir,
muhtarlara dağılır. Demir gelir muhtarlar tarafından dağıtılır. Yağ gelir,
muhtarlar tarafından dağıtılır. Omo gelir, o da muhtarlar taraftndan dağıtılır.
Onlar dağıtır da nasıl dağıtır? Alır ya yakınlarına verir, yahutta 10 liralık malı
50 liraya verir, karaborsa yaparlar. Bu Fatsa halkı tarafından bilinen bir
gerçektir. Bu anlamda bunların çıkarları söz konusudur.
Şimdi bizim eskiden beri bir iddiamız vardır: Fatsa üzerinde oyunlar oynandı
ve bu oyunlar sorgulama döneminde yürütüldü. Bu oyunlar, savcılar
soruşturmasında sürdürüldü. Mahkemelerde de bazı çevreler sürdürüyor. Bu
konuda bir tek örnek vermek istiyorum ve isim vermeden geçeceğim. 1982
yılının 14 Nisan'ında ben, Amasya Cezaevinden alınıyorum. 25 kişi ile
beraber, hiçbir gerekçe yok. Her zaman cezaevinde olan ufak tefek
olumsuzluklar vardır. Benimle hiçbir ilgisi olmaz bunun. Çünkü, cezaevine
geldiğim dört seneden beri, en ufak bir ihtarım sözkonusu değildir. Böyle bir
davranışta bulunmam da mümkün değildir. Alınıyorum, Suluova Et-Balık
gözetimine getiriliyorum, bu 25 kişi ile. Burada, bu gittiğim yerde işkence
yapıldı mı, yapılmadı mı? bunları anlatmama, söylememe gerek yok. İki-
ikibuçuk senelik tutuklu bir insanım. Cezaevinden alınıyorum, benim olay
bölgem değil, sorgulama ile de bir işim yok. Böyle bir sorgulama da vermiş
değilim. O kişilerle ilgim yok. Acaba ben, Et-Balık tesisleri'ne, gözetim yerine
neden götürülmüş olabilirim?
İkincisi, gittiğimin ikinci günü orada, "12" diye bir yerden bahsediyorlar.
Gözümüzü bağlıyorlar. Alıp götürüyorlar: "12"ye gidiyorsun diyorlar. Neyse
"12" işkencehaneymiş. Et-Balığın bir tarafında oraya götürdüler.
"Yalnız Fikri bey, sen reislik yapmış adamsın, sen anlarsın bu işleri, bu işten
kurtulma yolu da vardır," ne gibi yolu vardır? Benim böyle bir derdim olmadı,
nereden kurtulacağım, ne yaptım ki, nereden kurtulacağım? "Ee sen belediye
reisliği yaptın, kenarda köşede bir şeylerin vardır?" Haaaa, ben anladım:
Belediye reisi olduğumdan dolayı öyle ya rüşvet-mezat, toplamışımdır, para
sahibi adam olmam lazım, onun için "Fatsa Davası'nda senin yargılanmanı biz
engelleriz bu işleri anlarsın sen, nasıl yapılması gerektiğini bilirsin ve sana
eğer 'he' dersen, bir adam da göndereceğiz." diyorlar.
Bir Yüzbaşı bile bile öldürüldü. Sırf beni öldürtmediği için. Bazı çevrelere karşı
geldiği için, biraz sonra anlatacağım. Müsade ederseniz sırası gelecek. Ama
bugün isim isim size, şunlar şunu şöyle yaptı, şurada. Bunlar burada yaptı, bu
sadece yakıştırma kalır. Ancak, bu konuda şu kadarını söyleyebilirim. Ordu
çevresinde sorgulama ekipleri vesaire, diğer ilgililer altında son model
Mercedeslerle Fatsa'yı terk etmişlerdi. Her gelen köşeyi dönmüştü. Bunları
geniş geniş esas hakkındaki savunmamda delilleri de koyarak savunacağım,
söyleyeceğim zaten. Yoksa ben öyle kimseyi himaye edecek değilim. Ben bu
uğurda hayatımı koymuşum ortaya. Soyguna, sömürüye karşı elbette ki,
anlatacağım, karşı çıkacağım.
Benim sekiz ayda götürnıüş olduğum hizmet bırakın 8 aylık kısa dönemde,
yirmi senede dahi hayata geçirilemeyecek hizmetlerdir. Bunlan anlatınca sizler
de takdir edeceksiniz, ama hizmetleri ben Fikri SÖNMEZ olduğum için
veyahut çok çalışkan belediye başkanı olduğum için, çok becerikli olduğum
için değil, sadece, yönetim anlayışım ve Fatsa halkına olan güvenim, onlara
kazandırmış olduğum birlik-beraberlik-kardeşlik ve dostluğun sonucunda
hayata geçmiş faaliyetlerdir. Yoksa, benden önceki belediye reisleri de elbette
ki halka hizmet için gelmişlerdir. Onlar da bir şeyler yapmak istemişlerdir.
Ancak, yönetim hep eski yönetim olmuştur. Hep anlayış aynı olmuştur
Ankara'dan para gelecek, onlar iş görecekler. Ben Ankara'ya gitmedim, Bir tek
Ankara'ya gittim, a da ilk belediye reisi seçildiğimin ilk haftası gittim. O da
Cumhuriyet Halk Partisi iktidardan düşüyordu, düşerken de Cumhuriyet Halk
Partili belediyelere para dağıtılıyordu. Cumhuriyet Halk Partili belediyelere ve
Ankara'ya gittiğimizde o zaman Yerel Yönetim bakanlığı vardı, içeri girdiğimde,
belediye reislerinden geçilmiyordu. Ben de gittim. Selden bir kütük de biz
kapalım, yeni belediye reisi olmuşun, ondan sonra yardım verirler mi,
vermezler mi bilemem. Hatta Cumhuriyet Halk Partisi İlçe Başkanı Feridun
KARAMOLLA ve benden önce belediye Başkanvekili olan Günay
YEĞENOĞLU'nu da yanıma aldım, onlarla beraber gittim. 8 milyon lirayı bazı
zorlamalar sonucunda bana da verdiler. Onun dışında ben Ankara'ya hiç
gitmedim. Ancak, evraklarımı gönderdim. Yaptığım hizmetlerin projelerini
çizdirdim. Belediye yasalarına göre milyonlar tutan o hizmetler karşılığında
para ödemesi gerekiyor devletin. Yasal formaliteleri tamamladım, gönderdim.
Verirler verirler, vermezlerse ben ne yapayım? dedim.
Bütün bu kısıtlamalara karşın şimdi bir de bu arada bir de barikat meselesi var
suçlamalarda. Yani, barikat kurdum veya kurdurttum, veyahut yönettiğim
bilmem benzeri suçlamalar şimdi bütün bunların cevabı da olacaktır. Bu
hizmetler anlatımında şehrin Fatsa'dan Ordu'ya, Samsun yolu geçmektedir.
Samsun yolundan Fatsa merkezine girmek için, üç tane girecek yer vardı, ben
belediye reisi olmazdan önce, Yani şehre bir Kurtuluş Mahallesi'nin sonundan,
iki Meydan’dan, üç eski Balıkhane yerinden, Malpazarı semtinden. Bu şehre
üç tane giriş yerini ben 7'e çıkarttım. Yani, bazı binaları imar yasasına göre
istimlak ettim. Ve üç girişi olan şehir merkezindeki yeri 7'ye çıkarttım. Belediye
reisi olduğum zaman şehrin üçte birinden su akmıyordu. Yani, Hastanebaşı,
Akıl Tepesi, Çullu ve Mandıra Semtlerinde su yıllardan beri akmıyordu. Buna
belediye olanakları içinde, onun eldeki imkanlarını değerlendirerek, halktan da
bu konuda destek alarak, yeni bir depo hizmete soktum. Yapılmış depoydu,
çalışmıyordu. Motorun İller Bankası’ndan alınması gerekiyordu. Pompaları
vermiyorlardı. Elde eski belediyeden kalma pompaları tamir ettirdim. Taktım
takıştırdım ve bu üç-dört mahallenin suyunu akıttım(...)
Benim zamanımda Fatsa'nın her tarafı yol olmuştur. Yani, yirmi senede, otuz
senede açılan yolların iki misli yol açılmıştır sekiz aylık dönemde. Bunu
vurgulamaya çalışıyorum. Ama, bir tek vatandaş kalkıp da " belediye reisinin
arkasında Dev-Genç vardı, devrimciler vardı, bizi korkutuyordu, biz yerleri
vermek zorunda kaldık" dememiştir (...)
Zaten belediye ya imar yasalarına göre yeri istimlak eder açar, veyahutta,
vatandaşlarla parsel anlaşmasına girer. Anlaşma yoluyla çözer. Belediyenin iki
türlü bu konularda imar uygulaması vardır. Yasaların göstermiş olduğu yoldur
bunlar.
Belediyemizce, her yerde olduğu gibi, sinemaların denetimi yapılır. Bir gün
Cem Sineması sahibi yanıma gelerek, belediye memurlarından birinin gelip
dairesindeki "makbuzları mühürlemek için rüşvet istediğini" söyledi. Ben
birden şaşırdım. "Yanlışınız var" dedim. "Burda kimse kalkıp sizden rüşvet
isteyemez". Adam "İsterseniz çağırın memuru, benden rüşvet istedi. Hatta
rüşveti vermediğim için, makbuzları mühürleyemeyeceğini" söyledi. Ben
bunun üzerine adı geçen memuru çağırdım. Memur geldi. Ben, "Siz Hasan
beyden makbuzları mühürleme karşılığında rüşvet istemişsiniz" dedim. Memur
hiç inkar etmedi. "Doğrudur, istedim" dedi: "Nasıl istersiniz? Bu ne cürettir, bu
konuda benim yıllardır mücadelem vardır, rüşvete, haksız kazanca haksızlığı,
karaborsaya karşı. Böyle bir belediye başkanı döneminde, siz kalkıp nasıl
sinemacıdan rüşvet istersiniz?" diye söylediğimde, "bana kendisi yasal olarak
biletleri getirmedi, 7,5 liralık biletleri getirerek mühürletmeye kalktı. Oysa ki,
biletler boy boy 7,5-10-12,5. Neyse o günkü koşullardaki fiyatlar ona göre
bastırıp getirmesi gerekiyordu. Bu, 300.000 tane 7,5 liralık bilet getirdi. Ondan
sonra bu biletleri 10-12,5 liradan da satacaktı. Bu belediyenin kasasından
para çalmaktır. Eskiden biz, öyle yapıyorduk. Bunların her birini bir rakı
parasına yahutta akşam ziyafetine mühürlerdim. Reis ne alırdı bilemezdim. Bu
işler böyle yürürdü eskiden beri" dedi. "Ve şimdi de gelmiş aynı teklifi yapıyor,
ben kendisine yeni belediye reisi bunu kabul etmez, belki şimdi yaparız
anlayamaz, işin acemisidir. Ama, gelecekte anlar, benim emekli olmama kısa
bir zaman kaldı. Beni işimden eder, size de hakaret edebilir, gel bundan
vazgeçelim, dediysem de, "eskiden oluyordu da şimdi niçin olmuyor? Ben
gider bu işi reise ayarlatırım" dedi. Ben de "gidin siz reise ayarlattırın, gelin
ben yine rakı parasını almadan bu mühürü vurmam, reis isterse Fikri
SÖNMEZ olsun" dedim. diyor" ve gene söylüyorum reis bey" dedi, "siz bunu
mühürleyin deyin bana ben rakı parası almadan biletleri mühürlemem" dedi.
Memurun rüşvet olayı bu şekildedir. Bunun gibi örnekleri çoğaltabiliriz.
belediyemizde de, yöremizde de bu tür örnekler çok yaşanmıştır (...)
Eğer, sömürüye, soyguna, karaborsaya karşı olmak vatan hainliği ise, ben
vatan hainiyim! Eğer, faşizme, emperyalizme karşı olmak vatan hainliği ise,
ben vatan hainiyim! Eğer, Fatsa'da sömürüyü engellemek için tefeci-
tüccarların etkinliğini kırmak, karaborsaya, kaçak inşaatlara, yolsuzluğa,
rüşvete karşı mücadele etmek, devletin etkinliğini kırmak ise, ben Fatsa'da
devletin etkinliğini kırdım.
"14 Ekim 1979 tarihinde yapılan seçimler sonucu, Devrimci Yol örgütünün,
başkan seçilen Fikri SÖNMEZ i1e Devrimci Yol siyasetinin kişilik kazandığını
yukarıda belirtmiştik, bu tarihıen itibaren Devrimci Yol Örgütü devlet
imkanlarının desteğinde devlet içinde devletmiş gibi hareket etmeye başlamış
ve özlenen Fatsa komünü kurulmuştur."
"Yahu sizin işiniz yok mu? Sizin belediye başkanına Rusya'dan vapurlarla
geliyor benzin, mazot, hadi bir daha da gelecek değilsiniz" diyor. İşte zihniyet.
Bu devletin itibarını zedelemiyor, ama biz mazot istediğimiz zaman, veya
götürdüğümüz hizmetlerden dolayı itibarı zedelemiş oluyoruz. Bu insanlardan
hiçbir şey sorulmuyor. Bunu nice yerlere bildirdiğimiz halde, bu insanlar
hakkında en ufak bir işlem, ne o gün ne de daha sonra yapılabiliyor.
Bu böyleyken,..
Vali Reşat AKKAYA'nın kişiliği hakkında fazla söz etmeyeceğim. Diğer sanık
arkadaşlar yeteri kadar söz ettiler. Arkadaşların bu konuda anlatımlarına
katılıyorum. Yani, Vali Reşat AKKAYA'nın kişiliğini, davranışlarının neler
olduğunu arkadaşlar uzun uzun anlattılar. Ben bir daha aynı şeyleri
tekrarlamıyorum. Ancak, benimde değinmek istediğim bazı konular var.
Kısaca, onları özetlemek istiyorum. Bir ile vali tayin olunduğunda, ilk yaptığı iş:
O yörenin belediye başkanlarıyla ve il genel meclisi üyeleriyle toplantı yapmak
olur. İlin sorunlarını, ilçelerin sorunlarını, köylerin sorunlarını vali o insanlarla
tartışır. Ona göre o ilde yapılacak hizmetleri proğramlar. Bu iş bu şekilde
geleneksel olarak yürütülür. Ancak, Ordu Valisi Reşat AKKAYA, göreve başlar
başlamaz bu geleneği yıkmıştır. Yani, ne belediye reisleri ne de il genel meclisi
üyeleriyle bir kere olsun toplantı yapmamıştır. Tüm belediye başkanlarının
kendisiyle görüşme çabalarına karşılık hepsini reddetmiştir. Hiçbirisini kabul
etmemiştir. Beni geçin, beni kabul etmemesi, benim hakkımda peşin hükümlü
olmasının bir sonucudur. Bunu doğal karşılarım. CHP'li belediye başkanlarını
da karşısına alıp konuşmamıştır. Hatta Adalet Partili belediye başkanlarını da
makamına kabul edip, sorunlarını dinlememiştir. Böyle bir Vali Ordu'da görev
yapıyor, o yörenin insanları olarak, böyle bir Valinin yönetimi altında 1980
Türkiye'sinde durumumuzu siz değerlendirin. Ne durumlara kalabiliriz? Bu Vali
Ordu'ya gelir-gelmez toplantı yapmadı mı? Elbette yaptı. Kimlerle yaptı? İlk
olarak MHP'li ÜGD'li militanlarla toplandı. Toplantı yeri Valilik Makamı hiç bir
zaman olmadı. ÜGD salonu oldu. Orda yaptı toplantıları. Bu salonda Ordu
Bölgesi'nde MHP'nin nasıl örgütlendirileceğini, nasıl yan kuruluşlarının
teşkilatlandırılacağına, kararlar alındı. Yoksa Ordu halkının sorunları
tartışılmadı burada. Bu Vali, 6-7 aylık görevi sırasında tek bir çeşme bile
yapmadı. İyi bir iş yaptığını gösteren tek bir kişi çıksın, ben bütün suçlamaları
kabul edeceğim.
Bu Vali, Ordu’ya 300'e yakın mezar hediye etmiştir. Ama bugün yargılanan
benim. Ben "Kültür Şenliği" düzenlerken o silah dağıtıyordu. Tabutlarla cenaze
geçiriyorum diye, otomatik silahları Gölköy'e taşıyordu. Önünde kendi arabası,
arkada da cenaze arabaları. Bunlar, tespit edilmiş olaylardır. Birçok MHP'li,
ÜGD'li kişiler, Validen silah aldıklarını bölgemizde sağ kuruluşlarla ilgili açılan
davalarda açıktan açığa söylemişlerdir. Bir tek kişi kalkıp, ben Fikri
SÖNMEZ'den silah aldım, diyemez. Gerek bu davanın sanıkları, gerek
dışardakiler, gerek tanıklar, gerekse karşı görüşümde olan MHP’li ÜGD'li
kişiler dahil hiç kimse böyle birşey söyleyemez. Mümkün değil. Çünkü böyle
bir olay yoktur.
Birçok olaylardan aranan faşistler, eli kanlı militanlar, polis ve asker elbisesi
giyidirilerek, Gölköy'e, Çamaş'a, Aybastı'ya Ünye'ye ve Ordu'nun çeşitli
bölgelerine, Hasancık Köyüne varıncaya kadar üslendirilmiştir. Bu arada
saldırı hedeflerinden biri de belediyeler olmuştur. Bu belediyeler MHP'nin
üsleri haline getirilmek istenmiştir.
Onun dışında "İki assubay kaçırıldı" diye gazetelerde manşet atmıştır. Ve her
şey Fatsa'nın aleyhine hazırlanmıştır. Nihayet maskeli-maskesiz binlerce
muhbir, faşist, eli kanlı katillerle beraber, devlet güçleri, Fatsa'ya "Nokta
Operasyonu" düzenlemiştir. "Nokta Operasyonu"nun kısa tarifi budur. İlk
etapta Belediye Başkanı başta olmak üzere, 300'den fazla Fatsa'lının
gözaltına alındığını gazeteler yazmıştır. Yapılan arama, taramalarda 22 tane
silah ele geçmiştir, bunun 17 tanesinin de ruhsatlı olduğu daha sonra tespit
edilmiştir. Samimiyetle söylüyorum, 4 tane jandarmayla Bolaman Köprüsünde
durun bir pazartesi günü, yani Fatsa'nın haftası günü, 50 tane tabanca
alırsınız. Durdurun arabaları o gelen köylülerden 50 tane tabanca alırsınız.
Operasyona lüzum yok. Bölgemizdeki silah merakı, hepinizce malumdur.
Herkes silah taşır, orada. 4 tane jandarmayla durun, 50 tane silah alırsınız.
Ama onbinlerce polis, jandarma, komando birliği, muhbir, maskeli, maskesiz
militanlarla beraber yapılan operasyonlarda maalesef 22 tane tabanca ele
geçiyor ve bu tabancaların 17 tanesi de ruhsatlı çıkıyor.
Daha sonraki durumda, belediye başkanı, iki ortaokul çocuğu, bir de lise
talebesiyle beraber gizli örgüt kurmaktan tutuklanıyor. Vaziyete bakın... iki
tane ortaokul çocuğu Ahmet ALKAN, Ahmet EMENCE, bir de lise birinci
sınıftan Nevzat YAZAR isminde bir çocuk. Bir Belediye Başkanı hiç adam
bulamadı Fatsa’da, iki tane çocukla beraber gizli örgüt kurdu ve tutuklanıyor...
Fatsa'da birçok iş yerleri talan edilmiştir, arkadaşlar burada anlattı. Benim bir
daha onları bir bir, isim isim saymama gerek yok. Bu konuda benim de
şikayetlerim, dilekçelerim oldu, delil yetersizliği, delil yetersizliği, delil
yetersizliği...
Şimdi, hep beraber bir bakalım, bu insanlar cidden devlete yardımcı mıdır?
Yardımcı olma durumunda insanlar mıdır?
Kanımca şu mantıkla hareket etmiştir savcılar: "Devletin valisi suç işler mi?"
Bu mantığa göre hareket edersek, devletin başbakanı, bakan da suç işlemez.
Oysa ki, ülkemizde başbakan da bakan da suç işledikleri gerekçesiyle idam
edilmişlerdir. Yakın geçmişimizde, (ki bu 12 Eylül'ü kastediyorum) bir bakan,
yetkisini kötüye kullandığından dolayı ağır şekilde cezalandırılmıştır.
denilerek devamla:
denilmektedir.
Burada tek doğru olan şey, "Başkan Fikri SÖNMEZ'in Gürcü asıllı " olmasıdır.
Onun dışındakiler yakıştırmadır.
Burada bir alıntı var gene, Devrimci Yol'cu olmayan işçileri işten çıkardığım,
yerine Devrimci Yol'cu olan işçileri aldığım şeklinde bir suçlama getirilmektedir.
Daha sonra yine, Halkevinde seminer verdiğim iddia ediliyor. Ben, hayatımda
seminer vermedim. Ama "Fikri SÖNMEZ falan yerde mitingde konuştu"
dendiyse doğrudur. "Trabzon'da konuştu" der, kabul ederim ben, ama bir
semineri kabul etmem, niye kabul edeyim? Çünkü ben, seminer falan vermek
durumunda değilim.
Ama, olan faaliyetim, "Trabzon'da falanca mitinge katıldın mı, katılmadın mı,
konuştun mu, konuşmadın mı?" Konuştum, doğrudur. Miting varsa bir yerde,
orda Fikri SÖNMEZ vardır, konuşur. Ama bir seminer olayında Fikri SÖNMEZ
olmaz, mümkün değil.
Ayrıca, çok önemli gördüğüm, yani Vali Reşat AKKAYA zamanında oluşturulan
sorgulama ekiplerinin ne biçim bir ekip olduğunu anlamanız bakımından,
önünüzdeki dosyalarda ( ben rakam yine yanlış verebilirim, çünkü, o konuda
rakam tutmadım.) sadece 80'e yakın bir polis ifade tutanağı vardır, daha sonra
savcılık tekrar bu insanlardan ifade almamış, zaten savcıların da o insanları
bir daha bulacağını zannetmiyorum. Orada çok enteresan, çok ilgi çekici iki
tane örnek vereceğim, o ifadelerden. Her şeyi açıklamaya yeterlidir. Yusuf
SÖNMEZ isminde benim oğlum var. O polis tutanakları elime geçince Yusuf
SÖNMEZ ismini görünce dikkatimi çekti. Çünkü, aleyhte tanık. E, şimdi benim
oğlumu da benim aleyhime nasıl tanık yapmışlar diye merak saikiyle okudum.
Hepsini okumak mümkün değil, çünkü, hepsini basma kalıp yazmışlar. Yalnız
özellikle o Yusuf SÖNMEZ'in ifadesine gözüm takıldığı için, okudum. Adam
ifadesinde şöyle diyor: "Ben, Rize Birlik şoförüyüm. İstanbul-Rize arasında
çalışıyorum. İstanbul'dan Rize'ye giderken çay molası verdim..." ( her halde
ifade karakolda soruluyor o şimdi cevaplandırıyor) "Polisler alıp getirdiler,
buraya niye getirdiklerini bilmiyorum?" Herhalde sorulmuştur ki, "Ben Fatsa'da
neler olduğunu bilmiyorum yani, Fatsa'daki gelişmelerden haberim yoktur.
Ancak, bütün bu işlerin Fikri SÖNMEZ'in başının altından çıktığını biliyorum."
Buyurun işte cenaze namazına.... E, kardeşim sen Rize Birlik şoförüsün ta
İstanbul'dan Rize'ye gidip- geliyorsun, Fatsa'da olup bitenlerden haberin yok,
ama bu işin başı Fikri SÖNMEZ olduğunu hemen biliverdin.... ne de bildi!
Şimdi, buna benzer Aybastı'dan bir vatandaş, "beni Öz Fatsalıların önünde
aldılar" diyor. " İzmir'e çalışmaya gidiyordum". diyor, "Ve oradan alıp karakola
getirdiler, niye getirdiler bilmiyorum" diyor. "Fatsa’da olup bitenlerden haberim
yok" diyor. "Ancak bu işlerin Fikri SÖNMEZ'in başının alandan çıktığını
biliyorum" diyor adam. O da bilmiş Aybastı'dan.
Eğer, bir ülkede vatan, İsviçre Bankalarındaki gizli hesap ve Amerikan Doları
görülüyorsa, bu insanlar da ülkede yönetimi elinde bulunduruyorsa; vatanları
için darağaçlarını omuzlayanlar, elbetteki "vatan haini" ilân edileceklerdir.
Şöyle ki; yaptığım tüm çalışmalarm 1961 Anayasası çerçevesi içinde olmasına
karşın, bugün bu koşullarda 146/1 maddesiyle; yani, mevcut anayasal düzeni
tağyir, tebdil ve ilgaya eylemli kalkıştığımdan, idam istemiyle yargılanıyorum.
Sonuç
Öyle bir derdim olmadı; ben, poliste ve savcılıkta da kabul ettiğim şeyleri, 20
sene önce söylediğim her şeyi, 20 seneden bu yana söylediklerimi
mahkemeniz huzurunda nedenleriyle beraber açıkladım. Benim, inkar diye bir
derdim olmamıştır. Bu, sorgumun, savunmamın bütünü içinde değerlendirildiği
zaman çok net ortaya çıkacaktır. Ne olduğumu anlattım, daha fazlasını
kendimi fazla göstererek değil, ne isem o şekilde anlattım. Düşüncelerimi o
şekilde ortaya koydum. İşlediğim suçlar varsa, bunlar suç kabul ediliyorsa;
bunları işledim, dedim. Ben suç kabul etmem; ama, bugünkü yasalar kabul
edebilir. O benim takdir edeceğim olay değildir. O sizlerin takdirine bağlı bir
olay.
İddia makamı, eylemlerde bulunduğumu iddia ediyor, hem de hiç bir kanıt
göstermeden. Niye böyle bir gayret içinde bulunuyor? Bu konuda elbette
bildiğim ve kesin doğruluğuna inandığım düşüncelerim var. Ancak, bugün
burada söylemeyeceğim. Benim çalışmalarımdan rahatsız olan Fatsa, Türkiye
ve Dünya egemenleri, dün olduğu gibi, bugün de aynı dille konuşuyor. Hangi
çalışmam, hangi eylemim Anayasal düzene yöneliktir? Kavrayamıyorum.
İstanbul'da ve İzmir'de 6. Filo'nun sarışınlarını, vatanıma, onuruma ve
namusuma sahip çıkarak denize dökmem mi? Fındık mitinglerinde konuşarak,
zam zulüm, işkenceyi, taban fiyat politikasını emekçilere anlatmam mı?
Çamurdan yürünmeyen sokakları halkla birlikte olup, halkın gücünün ne
olduğunu göstere göstere çamurları söküp atmam mı? Kurbağa sesinden
uyunmayan bataklıkları yine halkla beraber olup kurutmak ve oraya yol
yapmam mı? Yozlaşmış emperyalist kültüre karşı, halkımızın öz kültürünü, öz
değer yargılarını içeren Kültür Şenliği düzenlemem mi? Buna benzer
çalışmalar mı? Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmaya kalkma eylemi?
Beni kim nasıl karalarsa karalasın, ben, Fatsa halkının gönlünde taht
kurmuşumdur. Onu söküp atmanın imkanı yoktur. Çünkü, bu duruma beni
Fatsa halkı getirmiştir. Bundan dolayı da gurur duyuyorum. Fatsa Halkının
gözünde ben, kardeşliğin, beraberliğin ve bağımsızlığın, demokrasinin
şahsında simgeleştirildiği bir insanım. Bu, kolay kazanılacak vasıf değildir, ve
de öyle kolay kazanılmamıştır.