Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 279

©

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI


DARPHANE VE DAMGA MATBAASI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

"Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye"


Süleyman Sûdi

Hazırlayan
Bülent ARI

Okuma Kutuları
Meskûkât: Bilhan AKÇAŞAR
Kâimeler: Güçlü KAYRAL

Proje Koordinatörü
Cevdet GÜNGÖR

Tasarım
Arzu ÖZKAN

Tasarım Koordinatörü
Müjgan ÜNSAL

Genel ağ: https://www.darphane.gov.tr/

Yapım

https://www.pirireisajans.com

Baskı
Optimum Basım

Birinci Baskı
1.000 adet
İstanbul, 2021

© Bu kitabın tüm hakları saklıdır. Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı


Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’ne aittir.

"Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye" /Hazırlayan: Bülent ARI, Meskûkât: Bilhan AKÇAŞAR
Kâimeler: Güçlü KAYRAL, Proje Koordinatörü: Cevdet GÜNGÖR| 1. bs. -- Ankara : Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı
Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü 2021.
282s. : rnk. fotog. ; 20 x 24 cm -- (Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı Darphane ve Damga Matbaası Genel
Müdürlüğü Dizisi)

ISBN: 978-605-7613-82-0

I. Süleyman Sûdi, II. Osmanlı, III. Meskûkât, IV.Nümismatik, V. Darphane


Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye

Müellifi:
Meclis-i Mâliyye A'zâsından
Süleyman Sûdi

Maârif Nezâret-i Celilesi’nin Ruhsatıyla tab’ olundu

İstanbul
(A. Asadoryan) Şirket-i Mürettibiyye
Matbaası-Bab-i Âli Caddesi’nde Numero 52
1311 [1895]

Hazırlayan: BÜLENT ARI


Takdim

Kadim devirlerden itibaren devletlerin asli görevlerinden birisi alışveriş düzenini, diğeri
ise vergi adaletini sağlamak idi. Bunun için de öncelikle tedâvüldeki paranın itibarını koru-
mak gerekiyordu. Osmanlı devrinde paranın ayar ve kıymetini muhafaza etmek, Maliye (Def-
terdarlık)’nin başlıca görevleri arasındaydı. XIX. Asırda kâime yaygınlaşıncaya kadar paralar
altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerden üretildiği için, devletin itibarı bu paraların itibarına
bağlıydı.
Parayı icat eden Lidyalıların mirasını taşıyan bu topraklarda yaklaşık 2600 yıldır darpha-
neler faaliyette. Bu süre zarfında gelip geçen hükümdarlar farklı şekil ve kıymette paralar
ürettiler. Bunlar, İstanbul Arkeoloji Müzesi başta olmak üzere Anadolu’da pekçok müzemiz ile
Darphane ve Damga Matbaası bünyesinde sergileniyor. Ayrıca özel koleksiyonerlerin elinde
de kapsamlı bir tarihî para envanteri bulunmaktadır. Bu sayede meskûkât (nümismatik) ala-
nındaki akademik yayınların her geçen gün arttığına şâhit oluyoruz. Mamafih, ülkemizde bu
bilim dalı, akademik olarak hakettiği yeri henüz kazanamamıştır.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Darbhâne-i Âmire Müdürü Süleyman Sûdi Bey, ülkemizde Abdüllatif Subhi Paşa’dan sonra
bu konuda ilk araştırma ve neşriyatı yapan münevver bürokratlarımızdandır. Kendisi maliye-
den yetişme olup uzun süre farklı mevkilerde hizmet etmiştir. Darbhâne Müdürlüğü esnasın-
da topladığı bilgilerle nümismatik üzerine de eğilmiştir.
1895’de yayımlanan bu kitap, harf inkılâbından sonra günümüz okuyucusuna göre lisa-
nının nispeten ağır olması sebebiyle ilgisiz kalmıştı. Eser, yeniden yayına hazırlanırken ilgili
para ve kâimelerin fotoğrafları konulmuş, gerekli yerlerde güncel bilgileri kapsayan okuma
kutuları ve tablolarla desteklenmiştir. Son bölümdeki haritalar ise Osmanlı devrindeki yakla-
şık 600 yıllık Darphâneleri, faaliyet tarihleriyle birlikte sunmaktadır. Bu suretle sadece kolek-
siyonerler ve nümismatlar için değil, meraklısı için de âdeta bir el kitabı mahiyeti kazandığına
inanıyoruz.
İlgililere ve meraklılara faydalı olması umuduyla Darphâne müdürlerimizden Süleyman
Sûdi Bey’i rahmet ve hürmetle anıyoruz.
Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü
İÇİNDEKİLER

Giriş: Bülent ARI /I


İfâde-i Mahsûsa/1
I. BÖLÜM / BÂB-I EVVEL

Fasl-ı Evvel /4
(Meskûkât ve nükûd – Meskûkât ve nükûdun tarifi - Enva'ı - Havassı – ve Mevzu'u)
Meskûkât-ı Nakdiyye /4
Meskûkât-ı Hesâbiyye /5
Meskûkât-ı İstibdâliyye /6
Evrâk-ı Nakdiyye /6

Fasl-ı Sâni /10


(Meskûkat-ı Osmâniyye’nin icmâlen tarihi, meskûkat-ı Osmâniyye’de mikyâs addolunan vezn
ü ayar, meskûkât-ı Osmâniyye’nin usûl-i darb ü i'mâli, meskûkât-ı Osmâniyye’nin usûl-i tedâvülü)
Meskûkât-ı Osmâniyye Târih-i Mücmeli, Akça Devri /14
Guruş ve Para Devri /47
Metelik Devri /56
Altun Devri /65
Bakır Devri /77
Tashîh-i Ayar Devri /78
Hülâsâ-ı Beyânnâme /95
Evrâk-ı Nakdiyye Devri /108
Meskûkâtın Usûl-i Darbı /146
Meskûkâtın Usûl-i Tedâvülü /156

II. BÖLÜM / BÂB-I SÂNİ

Fasl-ı Evvel /160


(Meskûkât-ı Sîmiyye ve Zehebiyye ile Altın ve Gümüşden Ma'mûl ve Mesnû' Evânî-i
Mütenevvi'anın Tâyîn-i Ayarları Hakkında Mevzû' olan Kavâ'îd-i Fenniye Beyanındadır)

Fasl-ı Sâni /164


(Düvel-i Mu'azzamadan Bazılarının Usûl-ı Meskûkâtıyla Ayar Nizâmlarının Kemiyyet ve
Keyfiyyeti Hakkındadır. İngiltere- Hindistan- Fransa – Almanya- Amerika)

Fasl-ı Sâlis /174


(Üç Tarz Üzere Kabûl Olunmuş Olan Vezn ü Ayar Nizâmlarının Umûm Devletler Meskûkâtının
Kıymât-ı hakîkîyyelerine İcrâ-yı Tatbîkâtı)
III. BÖLÜM / BÂB-I SÂLİS

Fasl-ı Evvel /180


(Altın ve Gümüşün Vasıta-ı Mübâdelât ve Mikyâsu’l-Kıymât Olmasının Ahvâl-i Târihiyyesi)

Fasl-ı Sâni /188


(Hâlis Altın ve Gümüşün Kıymetçe Yek Diğere Tatbîki)

Fasl-ı Sâlis /191


(Altını mı Evvel Yoksa Gümüşü mü Evvel Mübâdelâtda Mıkyâsü’l Kayyim İttihâz
olunduğunun izâhı )

IV. BÖLÜM / BÂB-I RÂBİ

Fasl-ı Evvel /196


(Ale'l-ıtlâk Meskûkât ve Madalya San'atlarının İcâdı Hakkında Ma'lûmât-ı Kâfiyye)

Fasl-ı Sâni /198


(Darphânenin Ta'rifât-ı Dâhiliyesiyle Şu'âbâtının Vezâifi)
Sûret-i Emri Ali /208
Meskûkât Hakkında Beyânnâme /209
Kavâimin İhrâcı Hakkında Kararnâme /211
Kavâim-i Nakdiyyenin İlgâsı Hakkında Kararnâme /215
Mâliyye Nezâret-i Celîlesi Cânibinden Vilâyât-ı Celîleye Tastîr Buyrulan
Tahrîrât-ı Aliyye Sûreti /217
Tedâvüle Çıkarılacak Kavâim-i Nakdiyyeye Dâir Nizâmnâme Lâyihâsı / 219
1292 Senesi Ağustos’u İbtidâsından İtibâren Tedâvüle Çıkarılan Kavâim-i Nakdiyye’nin
Envâ' ü Elvânıyla Alâmâtı Hakkında Ba'zı İzâhâtı Hâvî İlân / 220
Hâzîne-i Celîlenin Vâridât ve Mesârif-i Umûmiyyesinin Nakde Tahvîli ile Kâimenin
Sûret-i İlgâsına Dâir Kararnâme / 221
Meskûkât-ı Osmâniyye Hakkında İzâhnâme / 223
Meskûkât-ı Osmâniyye Hakkında Kararnâme Lâyihâsı / 226
Meskûkât-ı Osmâniyye Kararnâmesinin Meclis-i Vükelâ Kararı bi’l-istizân Müte'allik
Buyurulan İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Pâdişâhî Mûcibince Ta'dîl Kılınan
Altıncı Maddesi / 227
Meskûkât-ı Atîkanın Cins ü Kıymetleri Hakkında Ta'rifnâme /228

Osmanlı Darphâne Haritaları: Bilhan AKÇAŞAR / 231


Fihrist / Index / 246
Giriş
Bülent ARI*

MESKÛKÂT (NÜMİSMATİK) ve

DARPHÂNE TARİHİNİN KAYNAKLARI

Lugat manası, “sikke” adı verilen kalıpla ince plakalar halindeki altın ve gümüş gibi kıy-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


metli madenlerin üzerine vurularak her iki tarafına yazı ve resim çıkarılan paraları ifade eder.
Bu kalıplardan çıkarılan paralara da sikke adı verilir. Bu tür kıymetli madenlerden üretilen
paralarla üretilen bilim dalına ise meskûkât/nümismatik adı verilir.

Batıda çok erken tarihlerden itibaren koleksiyonerler bu bilim dalıyla ilgili kataloglar ha-
zırlayarak yayınlar yapmışlardı. Bunlar arasında eski Yunan ve Roma sikkelerinin koleksiyon-
larını yapan Hubert Goltz (ö. 1583), Jean Vaillant (ö. 1706), Joseph Pellerin (ö. 1782), Joseph
Eckhel (ö. 1798) ve Domenico Sestini’nin (ö. 1823) sayılabilir. XX. asrın başlarından itibaren
bazı Osmanlı bürokratları da Avrupa’dan ilham alarak sikke koleksiyonu yapmaya başlamış-
lardı. Düyûn-ı Umûmiyye müfettişlerinden Mehmed Mübârek Bey’in Selçuklu sikkeleri kolek-
siyonu mevcuttu.

Yine Batı’da XVII ve XVIII. yüzyıllarda devlet müzeleri yer almaya başladı. Büyük koleksi-
yonları satın alan bu müzeler giderek zenginleşti. Londra’daki British Museum ve Paris’teki
Bibliotheque Nationale ile Berlin, Viyana, Kopenhag ve Atina’daki müzeler bunlar arasındadır.

1818 yılında Mora yarımadasının Tropoliçe kasabasında doğan ve ilk Maarif Nazırı Sami
Paşa’nın oğlu olan Abdüllatif Subhi Paşa’nın bu konuda önemli hizmetleri görülmüştür. Tah-
silini Mısır’da tamamlayıp Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın hususi kaleminde katiplik yapmıştı.

* İstanbul Üniversitesi, SBF Öğretim Üyesi.


I
İstanbul’a geldikten sonra Sultan Aziz devrinde Evkaf ve Maarif, Sultan Hamid devrinde ise
Evkaf, Maarif, Ticaret ve Maliye Nazırlıklarını deruhte etmiştir. Nazırlığı esnasında arkeolojik
eserleri Aya İrini Kilisesi’nden Çinili Köşk’e naklettirerek Müze-i Hümâyun’un temelini atan
ve Osmanlı nümismatiğinin ilk araştırmacılarından biri olan Subhi Paşa’nın zengin bir mühür
koleksiyonu vardı. Cevdet Paşa da meskûkât konusunda yazmadan önce Subhi Paşa ile isti-
şare etmekteydi. Onun sikke koleksiyonu, vefatından sonra Fransa ve Bulgaristan müzelerine
satılmıştır.1 Uyûnü’l Ahbâr fi’l-Nukûdu’l-Âsâr başlıklı risalesi, İslâmi sikkeler hakkında memle-
ketimizdeki ilk eserdir.2

İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde de Osman Hamdi Bey ve Halil Edhem Bey’in müdürlükleri
sırasında sikkeler muntazam şekilde toplanarak kayıtları tutuldu. Önceleri Maarif
Nezâreti’ndeki kasalarda saklanan sikkeler Osman Hamdi Bey zamanında müzeye nakledildi.

Müze-i Hümâyun’da mevcut sikkelerin katalogları yayımlanmaya başlandı. Meskûkât-ı Ka-


dîme-i İslâmiyye Kataloğu adı altında bir seri oluşturuldu. Bu seriden Emevîler, Abbâsîler,
Fâtımîler, Memlûkler, Selçuklular, İlhanlılar, Kırım Hanlığı ve Osmanlılar’a ait sikkeler neşre-
dildi. İsmâil Gâlib, Mehmed Mübârek Gâlib, Ahmed Tevhid, Halil Edhem gibi nümismatların
hazırladığı bu kataloglar vasıtasıyla “meskûkât” sikke ilmi (nümismatik) karşılığı kullanılan
bir terim olarak yaygınlaştı. Bu kataloglara ilaveten Süleyman Sûdi Bey Usûl-i Meskûkât-ı Os-
mâniyye ve Ecnebiyye, Ahmed Ziyâ Bey Meskûkât-ı İslâmiyye Takvimi adlı eserleri neşretti.
smâniyye e cne iyye

İsmâil Galib ve Halil Edhem’in katalogları Osmanlı sikkeleri alanındaki büyük bir boşluğu dol-
durdu.

Osmanlı sikkeleri hakkında kaleme alınmış olan Halil Edhem’in Meskûkât-ı Osmâniyye
adlı eseri III. Murad’ın saltanatının sonuna kadar (1595), İsmâil Gâlib’in Takvîm-i Meskûkât-ı
Osmâniyye adlı kitabı ise II. Abdülhamid’in cülûsunun on dördüncü yılına kadar (1890) olan
süreyi kapsamaktadır.
sûl-i Mes û â -ı

Revue Numismatique (Fransa), Numismatic Chronicle (İngiltere), American Numismatic


Society Museum Notes, Numismatic Studies, Numismatics Notes And Monographs (Ame-
rika Birleşik Devletleri), American Journal of Numismatics (Amerika Birleşik Devletleri) ve
Jahrbuch für Numismatik und Geldgeschichte (Almanya) ilim dünyasında, nümismatikle il-
gili muteber süreli yayınlar arasındadır. Türkiye’de ise Türk Nümismatik Derneği’nin bülteni
yayımlanmaktadır. Ayrıca, Gaziantep’de neşredilen Arulis Dergisi'nin her sayısında mutlaka
numismatik konulu birkaç makale vardır. Hâlen 8 sayısı neşredilmiştir.

1) Atom Damalı, A’dan Z’ye Osmanlı Nümismatik El Kitabı, İstanbul, 2014, s 11.
2) Risalenin arkasındaki notta, “İşbu fasıl Tasvir-i Efkâr Gazetesinin tefrikasında neşr olunduktan sonra böyle bir
risale şeklinde dahi tab’ olundu. Fi 15 Muharrem 1279” ibaresi yer almaktadır.

II
Nümismatikle ilgili en çok yayın yapan ülkeler ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’dır. Son
50 yılda İtalya ve İspanya’da bu husustaki neşriyatın arttığı müşahede edilmektedir. Türki-
ye’de ise gayr-ı İslâmî sikkeler için nümismatik yayınlarının sayısının nispeten az olduğu göze
çarpar. Son yıllarda bu hususta batı neşriyatı ile aramızdaki fark hızla kapanmaktadır. Ancak,
İslâmî sikke konusunda en çok neşriyat yapan muhtemelen birinci ülke Türkiye’dir. Bu husus-
ta kaleme alınan eserler dünyada takip edilmekte ve önemle dikkate alınmaktadır. Özellikle
Anadolu Selçuklu, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı sikkeleri hakkında yapılan çalışmalar İslâmî
nümismatik alanında önemli çalışmalardır.

Üniversitelerimizin arkeoloji bölümlerinde nümismatik dersleri verilmekle birlikte Tarih


bölümleriyle senkronize olarak araştırma ve neşriyat yapan meskûkât ana bilim dalları yok-
tur. Bu boşluğu koleksiyonerler doldurmaktadır. Bulunan definelerin, müzelerin ve özel ko-
leksiyonerlerin mevcut hazinelerinin ilmi olarak kataloglanıp yayımlanması büyük önem ar-
zetmektedir.

Eski dünyanın en önemli kavşak noktalarından biri olan Anadolu’daki bilhassa İslami dev-
re ait meskûkât külliyatı üzerine yapılacak araştırma ve yayınların dünya ilim çevrelerinden
çok sayıda akademik atıf alacağı şüphesizdir.

Süleyman Sûdi Bey

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Transkripsiyonunu yaptığımız Süleyman Sûdi Bey’in Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ec-
nebiyye (1311/1895), adlı eseri bu serinin meskûkât tarihiyle birlikte metodolojisini de anla-
tan ilk ansiklopedik eserdir.

Süleyman Sûdi Bey Trabzon’a bağlı Of Kazası’nın ileri gelen ailelerinden Karsîzâdeler’in to-
runudur. 1250 Şevvali’nde (1835 Ocak sonu-Şubat başı) Galata’da doğmuştur. Hem dini hem
de fen bilimleri tedrisatı almıştır. Hikmet-i Tarih, Tarih-i Taberiyye, Hikmet-i Tabiiyye ile kimya,
hesap, cebir ve hendese öğrenmiştir. 1276 yılında, Varidât Muhasebesi’nde mülâzemetle işe
başlamış ve 3 yıl burada çalışmıştır. Daha sonra Osmanlı Bankası’na girerek orada Muhase-
be Kalemi Müdürlüğü’ne kadar terfi etmiştir. 1285’de Selanik Defterdarlığı’na tayin edilmiş-
tir. 1288’de ise Vâridât İdâre-i Umûmiyye Muhasebeciliği’ne tayin edilmiştir. Aynı yıl tayin
edildiği Trabzon Defterdarlığı’ndan istifa etmiştir. 1292’de Suriye Vilâyeti Defterdarlığı’na ve
1295’de tekrar Vâridât İdâre-i Umûmiyye Muhasebeciliğine tayin edilmiştir. Bu esnada Berlin
Kongresi murahhasları arasında da görev verilmiştir. 1301’de Vâridât İdâre-i Umûmiyye Mü-
dürlüğü’nden, harcamaların azaltılması ve maliye müşkülatının hallinde muvaffak olmadığı
gerekçeleriyle azl edilmiştir. 20 Mart 1301 (1 Nisan 1885)-16 Mart 1304 (28 Mart 1888) tarih-
leri arasında “Darbhâne-i ‘Âmire” müdürlüğünü deruhte etmiştir. 1305’de Meclis-i Mâliyye

III
âzâlığına tayin edilmiştir. Burada görevli iken 20 Şevval 1313 (5 Nisan 1896)’de vefat etmiştir.
Eyüp Sultan’da Yâ Vedûd iskelesi yakınlarındaki mezarlıkta medfundur.3

Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce bildiğinden, siyasî memuriyetle birkaç defa Avru-
pa’ya gönderilen Süleyman Sûdi Bey görüş ve düşünceleri ile Osmanlı mâliyesine önemli
hizmetleri olmuştur.

Darphâne müdürü olarak vazife yapan Süleyman Sûdi’nin bu vazifesi sebebiyle özellikle
Darphâne’nin son devir faaliyetleri hakkında geniş malûmâtı bulunmaktadır. Husûsî olarak II.
Mahmûd’dan itibâren darbedilmiş sikkelere bizzat müdüriyetinde bulunduğu Darphâne ka-
yıtlarından hakkıyla vâkıf olması, bu sebeple sikke darbının ne şekilde yapıldığına dâir bilgisi,
esas mesleği olan mâliye sebebiyle de mâli mevzuâta da hâkimiyeti ve mâliyenin sikkeler ile
irtibâtı hakkında derin malûmât sahibiydi.

Süleyman Sûdi Bey fikirleriyle Osmanlı maliye sistemine önemli hizmetlerde bulunmuş,
iktisat düşüncesi konusundaki eserleriyle bu sahadaki terminolojinin oluşmasına önemli kat-
kılarda bulunmuş; ortaya koyduğu yeni terimlerle terminolojideki karışıklığın giderilmesinde
de mühim rol oynamıştır.
smâniyye e cne iyye

Eserlerinin en meşhurlarından olan üç cildlik Defter-i Muktesid, eski devirlerden 1309


(1893) tarihine kadar Osmanlı Devleti’nin mali işlerinin kaynaklarıyla tatbikatı ve buna dair
tarihi ve ilmi malumatı biraraya toplamaktadır. Bu sahada aynı mahiyette bir esere daha rast-
lanmamıştır. Mateessüf 4. cildinin basılmasına himmet olunamadığından müsvedde olarak
kalmıştır. Mebâhisü’l-Maliye fi Devleti’l-Osmâniyye ismindeki diğer kıymetli bir eseri Vakit
Gazetesinde tefrika olarak neşr olunmuştur.4
sûl-i Mes û â -ı

Defter-i Muktesid, Süleyman Sûdi Bey’in kendi ifadesine nazaran esas itibariyle Mali-
ye memurluğuna girecek adaylar için bir el kitabı mahiyetinde olmak üzere hazırlanmıştır.
Umûr-i Maliyye Encümeni teşkil edildiği zaman, imtihana girecek adaylar, Düstur’dan ezber-
ledikleri kanun ve nizamnameler hususunda güzel cevaplar vermekte, fakat diğer hususlarda
çaresiz kalmaktaydılar. Bunun üzerine, Osmanlı Maliye sisteminin tarihi, vergilerin menşe’i,
zaman içinde geçirdiği safhalar ve mevcut durumu ele alan muhtasar bir eser hazırlama fik-
riyle yola çıkmıştı. Mamafih, konuların çokluğu ve çoğunun vazgeçilmezliği karşısında, yazma
ilerledikçe, kitabını 6 cilt olarak tasarladı. Ancak bunun sadece 3 cildi basılabildi.5

3) Mehmet Ali Ünal, Haz., Defter-i Muktesid, Isparta, 1996, s 3-4.


4) Bursalı Mehmed Tahir Bey, Osmanlı Müellifleri, c 3.
5) Mehmet Ali Ünal, ibid, s 4-6.

IV
Defter-i Muktesid, Şer‘i ve örfî vergilerin menşe’i ve mahiyetleri ile felsefeleri hakkında
esaslı bilgi vermektedir. Bunun yanısıra arazi ve gümrük vergileri ile dolaylı ve doğrudan ver-
gilere dair kapsamlı malumat vardır. Osmanlı vergi tarihi hakkında el kitabı olarak okunma-
lıdır.

Esasen Tanzimat döneminde iktisatla ilgili kitapların sayısı artmaya başlamıştı. Mehmed
Şerif’in İlm-i Emval-i Milliye’si 1863’te, Mehmed Midhat’ın Ekonomi Fenn-i İdare’si ve Ahmed
Hilmi’nin İlm-i Tedbir-i Servet’i 1869’da, Ahmed Midhat’ın Ekonomi Politik’i 1874 ve Sevda-yı
Sa‘ y ü Amel’i 1878’de, Sakızlı Ohannes’in Teşrik-i Mesai ve Tefrik-i Mesai’si 1879’da, Nuri’nin
Mebahis-i İlm-i Servet’i 1881’de, Mahmud Esat’ın İlm-i Servet’i 1884’te, Ahmet İhsan’ın İlm-i
Servet’i 1885’te, Akyiğitzade Musa’nın İktisat yahut İlm-i Servet’i 1896’da ve Cavid Bey’in
İlm-i İktisat’ı 1897 yılında yayınlanmıştı. Bu kitapların bazısı yabancı iktisat kitaplarının bir
nevi tercümesi sayılabilir. Bir kısmı ise kısmen telif karakteri taşımaktadır. Ancak bu literatür
arasında Süleyman Sûdi tarafından kaleme alınan Defter-i Muktesid (1890), Abdurrahman
Vefik tarafından neşredilen Tekâlif Kavâidi ve Hasan Ferid’in telif ettiği Nakid ve İtibar-ı Malî
isimli eserler benzerleri arasında öne çıkar. Bunlar birer iktisadi-mali tarih numuneleridir.
Süleyman Sûdi Efendi maliye bürokrasisi içinde yetişmiştir. Eserinde ağırlıklı olarak Osmanlı
vergi sistemini incelemiştir.6 Süleyman Sûdi gibi bir maliyeci olan Abdurrahman Vefik (Sayın)
de maliye hocası, Maliye Nezareti müsteşarı ve son olarak da Maliye Nazırı olarak görev yap-
mıştır. 1910’da basılan Tekâlif Kavâidi’nin esası Maliye Mektebi’nde okutulan maliye ve vergi

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ile ilgili derslerdir. İki ciltten mürekkep eserin muhtevasını Osmanlı maliye teşkilatı ve vergi
sistemi oluşturmaktadır.7 Nakid ve İtibar-ı Malî başlıklı ve 1914’de basılan üç ciltlik üçüncü
eserin müellifi Hasan Ferid’dir. Maliye hocalığı yaparken bürokratik görevler deruhte etmiştir.
Eserin birinci cildinde Osmanlı para sisteminin temeli olan madenî paraların ilk ortaya çıkış-
larından Osmanlı uygulamasına kadar geçirdikleri değişiklikler ve Osmanlı uygulamasına yer
verilmiştir. İkinci ciltte ise kâğıt para uygulamasının Osmanlı Devleti’nde nasıl başladığı ve
ne tür sorunlarla karşılaşıldığının tarihi yazılmıştır. Üçüncü ve son cilt ise bankacılığa dairdir.
Önce dünya tarihinde bankacılığın nasıl doğduğu özetlenmekte, sonra da Osmanlı Devleti’n-
de ilk kurulan bankadan itibaren 1914 yılına kadar bankacılık teşkilatı ve faaliyetleri etraflı bir
şekilde anlatılmaktadır.8

“Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye” isimli eserinde, kendi devrine kadar olan Os-
manlı sikke darp faaliyeti, darbedilen sikkelerin ayar ve cinsleri, râyicleri, her sikkenin madeni

6) Süleyman Sûdi, Defter-i Muktesid/Osmanlı Vergi Düzeni, Haz: Mehmet Ali Ünal, Isparta, 1996.
7) Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi/Osmanlı Vergi Sistemi, Haz: Erdoğan Öner, Maliye Bakanlığı, Ankara, 1999.
8) Coşkun ÇAKIR, “Türkiye’de İktisat Tarihi Çalışmalarının Tarihi Üzerine Bir Deneme”, Türkiye Araştırmaları Lite-
ratür Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, (İstanbul: 2003), 7-63, s 18-19.

V
(altın, gümüş ve bakır) esâsında incelenmiştir. Kendi devrindeki diğer yabancı devlet paraları ile
Osmanlı parası mukayese edilmiştir. Eserde meskûkât ile ilgili mevzuât da mevcuttur.

Süleyman Sûdi’den sonra Darbhâne-i Âmire (Meskûkât-ı Şâhâne) müdüriyetinde vazife


yapan Hasan Ferîd’in “Nakd ve İtibâr-ı Mâlî” başlıklı eserine de ilham verdiği düşünülebilir.9

Osmanlı’nın son devrinde meskûkâtla ilgili önemli neşriyata bu vesileyle temas etmekte
fayda mülahaza edilmektedir. Bunlar:

1) İsmail Gâlib Bey’in


Takvim-i Meskûkât-ı Selçukiyye (1309)
Takvim-i Meskûkât-ı Osmâniyye adlı eserleridir.

Bu eserin anlatıldığı koleksiyon Darphane’dedir. Sağlığında altın kıymeti üzerinden Darp-


hane idaresi kendisinden satın almıştır. Selçuklu kısmı kısmen zayıftır. Selçuklu koleksiyonu-
nun bir kısmını Ruslar satın almıştır. St. Petersburg’da bulunan Hermitage müzesinde mu-
hafaza edilmektedir. Ancak eser dipnotlarla düzeltilip ilave bilgi verilmelidir. Bazı darphane
bilgileri maalesef yanlış verilmiştir. Her sikke için ilave malumat verildiğinden, bu haliyle dahi
çok kıymetli bir eserdir.
smâniyye e cne iyye

11 Kasım 1847’de İstanbul’da doğan İsmâil Gâlib, Sadrazam Sakızlı İbrâhim Edhem Pa-
şa’nın oğlu, Müze-i Hümâyûn (İstanbul Arkeoloji Müzesi)’un kurucusu ve ressam Osman
Hamdi ile epigraf ve nümismat Halil Edhem (Eldem) beylerin kardeşidir. Babası Edhem Pa-
şa’nın himâyesinde intisap ettiği ve Şûrâ-yı Devlet’te önce mülâzım ve muavin, sonra üye
olmuştur. 1895’te Girit vâli müşavirliğine henüz tayin edilmişken 15 Aralık 1895’te vefat et-
miştir.
sûl-i Mes û â -ı

İsmâil Gâlib Bey, Abdüllatif Subhî Paşa’dan sonra ilk büyük Osmanlı/Türk nümismatıdır.
Kardeşi Halil Edhem, oğlu Mübârek Gâlib, Ahmed Tevhîd ve Ahmed Ziyâ beyler gibi Osmanlı/
Türk nümismatları yazdıkları eserleri onun çalışmalarından feyz alınarak meydana getirilmiş-
lerdir. Bir araya getirdiği meskûkât koleksiyonu, ölümünden sonra Darbhâne-i Âmire (İstan-
bul Darphânesi) tarafından satın alınmıştır. Günümüzde İstanbul Darphânesi’nde bulunan
Osmanlı sikkeleri koleksiyonu İsmail Gâlib’in meydana getirdiği bu koleksiyon üzerine inşâ
edilmiştir. Koleksiyonunun Anadolu Selçuklu ve Anadolu Beylikleri kısmının da Darbhâne-i
Âmire’ye satıldığına dair muhtelif kaynaklarda bilgi mevcutsa da teyidi için Darphâne kolek-

9) Hasan Ferid, Nakd ve İtibâr-ı Mâlî, Haz: Mehmet Hakan Sağlam, Osmanlı’da Para ve Finansal Kredi İstanbul:
Darphâne ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü.

VI
siyonunda çalışılmasında fayda vardır. Bunun sebebi, bir kısım sikkelerinin Ruslar tarafından
satın alındığı rivâyetidir.

1. Meskûkât hakkında ilk eseri “Takvîm-i Meskûkât-ı Osmâniyye, Devlet-i Aliyye-i Osmâ-
niyye’nin Bidâyet-i Tessüsünden Beri Darb ü İhrâc Olunan Meskûkât ve Madalyaların Nev‘
ü Cins ve Ta’rifâtiyle Ma‘lûmât-ı Târîhiyyesini Mütazammındır” (Kostantiniyye 1307) ismini
taşır. Eserde Sultan Abdülaziz’e kadar bütün padişahların darbettikleri paralar, bazı padişah-
lara ait kurşun mühürler, Osmanlı İmparatorluğu’na ait madalyalar ve ölçüler hakkında bilgi
verilmektedir.

2. Aynı hususta neşrettiği ikinci eser “Takvîm-i Meskûkât-ı Selçûkiyye: Selâçika-i Rûm Ta-
rafından Darb ü İhrâc Olunan Meskûkât ile Diğer Bazı Hükûmât-ı Sagire Sikkelerinin Envâ‘ıy-
la Ta’rîfâtını ve Ma’lûmât-ı Târîhiyyesini Mütazammındır” (Kostantiniyye 1309) ismini taşır.
Eser, “Ouvrages rare ou inédìts sur l’histoire de la Turquie et des turcs” başlığını taşıyan bir
dizide tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (Ankara 1971). Ancak Latin harflerine transkripsiyo-
nu yapılmamıştır.

İsmail Gâlib’in Müze-i Hümâyûn’dan neşrettiği diğer önemli eserler şunlardır:

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


- Meskûkât-ı İslâmiyye Kısmından Meskûkât-ı Türkmâniyye Kataloğu, Benî Artuk, Benî
Zengi, Füru‘u Atabekiyye, Mülûk-i Eyyûbiyye-i Meyyefârikin, İstanbul, 1311.

- Fransızcası “Catalogue des Monnaies Turcomanes, Benî Ortok, Benî Zengui, Frou
Atabeqyeh, Et Meliks Eyoubites de Meyyâfarikin, Constantinople: Musee Imperial Ottoman,
1894”. (Eser Arnoldo Forni tarafından 1965’de tıpkıbasım olarak Bologne’da tekrar yayımlan-
mıştır).

- Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiyye Kataloğu, Sâsâniyân, Bizantin Tarzındaki Sikkeler,


Hulefâ-yı Emeviyye ve Abbâsiyye Meskûkâtı, Benî Tolun, Beni Ahşid, Âl-i Sâmân, Benû Hame-
dân, Âl-i Büveyhi, Benî Mervân Meskûkâtı, İstanbul, 1312.

Bu hususta ayrı bir eser de Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiyye, Erbâb-ı Merakdan Bir Zât Ta-
rafından Cem‘ olunan Meskûkât-ı İslâmiyye Ta’rifâtını Hâvi Katalogdur (Monnaies Anciennes
Musulmanes, Catalogue d’une collection de monnaies Musulmanes appartenant a ama-
teur), İstanbul, 1318/1901.10

10) Osman Ferid Sağlam tarafından (TTK’na bağışlanan nüshadaki notta) aktarılan bilgiye nazaran “bu koleksiyon
Bağdat Mahkeme-i İstinaf Reisi Suriyeli Yahya Bey isminde bir zât tarafından vücuda getirilmiş ve Kâtib-i Sâni-i Ab-

VII
2) Mehmed Mübârek Gâlib (Eldem)’in

Müze-i Hümâyûn’dan neşrettiği, Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiyye Kataloğu, Kısm-ı Sâlis,


Mülûk-i Cengiziyye ve İlhâniyye ve Celairiyye ve Kırım Hanları Meskûkâtı, İstanbul, 1318.

Koca Hüsrev Paşa’nın yetiştirdiği kölelerde bir olan İbrahim Edhem Paşa, Fransa’da tahsil
için gönderilen ilk talebe grubundandı. Paris Maden Okulu (École des Mines)’ndan mezun
olarak gelmiş ve başmühendislik, miralaylık Hariciye ve Dahiliye Nazırlığı ile Berlin ve Viya-
na sefirlikleri ile Şûrâ-ı Devlet reisliğinde bulunmuştu. İbrahim Edhem Paşa’nın İsmail Gâlib
(1848-1895), Osman Hamdi Bey (1842-1910) ve Halil Edhem Eldem (1861-1938) adlarındaki
üç oğlu Osmanlı-Türk kültür hayatında önemli rol oynamışlardır. İsmail Gâlib Bey’in iki çocu-
ğundan biri olan Mübârek Gâlib Bey (1871-1938) ise orta ve yüksek tahsilini Berlin, Namur,
Liege ve Brüksel’de tamamlamıştı. Hariciye Nezâreti, Düyûn-i Umûmiyye, Anadolu Osmanlı
Demiryolları Kumpanyası, Osmanlı İttihad Mektepleri ve Şehremâneti İstatistik Kalemi gibi
kurumlarda görev yapmıştı. Millî Mücadele’de Ankara’ya geçerek TBMM hükümeti Maarif
Vekâleti’nde Kültür Dairesi’nde Baş müdürlük yapar. Cumhuriyet’in ilanından sonra da Ma-
arif Vekâleti’nde Telif ve Tercüme Azalığı, Müzeler Dairesi Asar-ı Atika Şubesi Müdürlüğü ya-
par.11 Tarihe dâir kitap ve makaleler de neşretmekle birlikte, nümismatikle ilgili aşağıdaki
smâniyye e cne iyye

makaleleri dikkate değer:


-“Quelques Mots sur deux Monnaies Ilkhaniennes”, Revue Belge de Numismatique,
Bruxelles 1897.

- “Notice sur les Monnaies Turques avec Ornements”, Revue Belge de Numismatique,
Bruxelles 1899.
sûl-i Mes û â -ı

- “Une Monnaie d’Argent du Mahdi”, Revue Belge de Numismatique, Bruxelles 1904.

dülhamid-i Sâni, Arab İzzet Holo Paşa’ya takdim olunmuş olup onun arzusu üzerine Sabah Gazetesi sahibi Mihran
(Bey) tarafından basılmışdır”.
11) Yasin Özdemir, Ali Satan, Cumhuriyet’in İlk Kültür Müdürü Mübarek Galib Eldem: Küre-i Arzda Nüfus-i İslam
Adlı Eseri ve Makaleleri tanıtım yazısı, Türkiye Din eğitimi Araştırmaları Dergisi, 8, (İzmir: 2019) 205-207.

VIII
3) Ahmed Tevhid Bey’in

Müze-i Hümâyun Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiyye Kataloğu (Selçuk ve Beyliklerle ilgili)

1869 senesinde Erzurum’da dünyaya gelen Ahmed Tevhîd, Maarif Vekâletinde uzun yıllar
vazîfe yaptı. Yaptığı çalışmalardan da anlaşılacağı üzere kitâbeler hakkında derin malûmâta
sahipti.

Ahmed Tevhîd, Maarif Vekâleti umum müfettişi iken Maarif Vekâleti’ne İslâm eserleri
ile alâkadar raporlar takdim etmiştir. “Tarih-i Osmânî Encümeni” ile “Türk Tarih Encümeni”
mecmualarında yer alan Anadolu beylikleri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu esnâsında inşâ
edilen eserler, bunların kitâbeleri ve bu devrin tarihi hakkında çok önemli makaleler kaleme
almıştır.

Ahmed Tevhîd Bey, devrinin dünya nümismatları tarafından da en muteber isimleri ara-
sında sayılmıştır. Birçok yabancı nümismat ile mektuplaşarak istişârede bulunmuştur. Bunla-
rın arasında yer alan İslâm nümismatiği, darphâneleri ve İslâm hükümdârlarının şecereleri
hakkında eserler kaleme almış E. Von Zambaur ile yaptığı; Zambaur’un makaleleri hakkındaki
karşılıklı mektuplar Bilhan Akçaşar’ın arşivinde mevcuttur.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Bir müddet “Müze-i Hümâyûn (İstanbul Arkeoloji Müzesi)” İslâm sikkeleri kabinesinde
çalışarak “Müze-i Hümâyûn Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu, Kısm-ı Râbi, Türkistan
Hakanları, Âl-i Sebüktekin, Horasan ve Irak Selçukîleri, Benî Salduk, Benî Mengüç, Daniş-
mendliler, Rum Selçukîleri, Karaman, Aydın, Saruhan, Menteşe, Germiyan ve İsfendiyâroğul-
ları, Benî Ertenâ, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Meskûkâtı” isimli eserini kaleme almıştır. Yakın
tarihlerde neşredilen Yılmaz İzmirlier ve Michael Broome’nin Anadolu Selçuklu sikkeleri hak-
kındaki neşriyâtına değin bu eser Anadolu Selçuklu meskûkâtının en fazla materyal ile (653
adet sikke) ve tafsilatlı anlatan çalışma olmuştur. 1940 senesinde İstanbul’da vefât etmiştir.

4) Halil Edhem (Eldem)’in


Müze-i Hümâyun Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiyye Kataloğu Kısm-ı Sâdis - Meskûkât-ı Os-
mâniyye ve Müze-i Hümâyun Kurşun Mühürler Kataloğu adlı eserleri
24 Haziran 1861 İstanbul’da dünyaya gelen Halil Edhem (Eldem), Sadrazam İbrâhim Ed-
hem Paşa’nın oğlu ve ressam Osman Hamdi Bey ile nümismat İsmâil Gâlib Bey’in karde-
şidir. Viyana’da Politeknik Yüksek Okulu’nda jeoloji ve kimya öğrenimi gördü (1881-1884).

IX
Buradan tekrar İsviçre’ye geçerek Berne Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde doktora yaptı ve
1885’te İstanbul’a döndü.

Bâb-ı Seraskerî Fabrikalar Nezâreti ile Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Dairesi’nin Tercüme
Şubesi’nde vazife yaptı. Muhtelif okullarda dersler verdi. 1885-1893 yıllarında Dârü’ş-Şafaka-
ti’l-İslâmiyye’de, 1887’de Mekteb-i Mülkiyye’de, 1900’de Dârü’l-Muallimîn’de, bir yıl sonra da
Dârü’l-Fünûn’da Batı’daki eğitim ve öğretim usullerini uygulayarak ilm-i maâdin (mineraloji),
tabâkatü’l-arz (jeoloji) ve kimya okuttu. Jeoloji branşında çok önemli çalışmalar yaptı. Bu
konuda ismini literatüre geçiren önemli bir başarısı ise Viyana’da hocası olan Fr. Toula ile
birlikte Gebze çevresinde yaptıkları inceleme sırasında halen kendi adıyla anılan iki yeni fosil
cinsi bulmasıdır (“rhynchonella ethemi” ve “acrocordi ceras halili”).

Halil Edhem, ağabeyi Osman Hamdi Bey gibi eski eserlere ve güzel sanatlara meraklı idi;
ancak babası onun jeoloji ve kimya dallarında yetişmesini tercih etmişti. Fakat 1892’de, ba-
basının ölümünden birkaç ay önce, ağabeyinin müdürü bulunduğu Müze-i Hümâyûn’da mü-
dür yardımcılığına tayin edildi. Osman Hamdi Bey’in 1910’da vefâtı üzerine Halil Edhem onun
yerine müdür oldu. İstanbul’da yapılan eski eser tahribâtını önlemek maksadıyla Sadrazam
Said Halim Paşa’nın başkanlığında teşkil edilen “İstanbul Âsâr-ı Atîka Muhipleri Cemiyeti”nin
kurucuları arasında yer aldı. Birkaç önemli eserin kurtarılmasında hizmeti geçti. Resmî bir
smâniyye e cne iyye

hüviyeti olmayan bu derneğin yerine, Maarif Nezâreti tarafından “Âsâr-ı Atîka Encümeni” adı
altında bir müessese kuruldu ve başkanlığına da Halil Edhem getirildi. Müze müdürlüğü bo-
yunca kendi gayretiyle oluşturulan bu encümendeki görevini sürdüren Halil Edhem 1931’de
emekli olduktan sonra da üye sıfatıyla toplantılara katıldı.

Halil Edhem, “Tarih-i Osmânî Encümeni”nin de âzâlarındandı. Cumhuriyet döneminde


Türk Tarih Encümeni’ne dönüştürülen, daha sonra da Türk Tarih Kurumu adını alan bu en-
sûl-i Mes û â -ı

cümenin neşriyâtı olan “Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası”nda ve arkasından “Türk Tarih
Encümeni Mecmuası”nda Türk tarihiyle ilgili çok sayıda makaleleri neşredildiği gibi batıda
neşredilmiş kitapların tahlillerini de yaptı.

1 Mart 1931’de emekli olan Halil Edhem, aynı yıl içinde İstanbul’dan milletvekili seçilip iki
dönem bu görevini sürdürdü. 17 Kasım 1938’de vefât etti.

Halil Edhem önce müdür yardımcısı, sonra müdür olarak Âsâr-ı Atîka Müzesi’nin başında
bulunmuş; vazifesi sebebiyle daha çok İlkçağ eserleriyle yakından alâkadar olmuş, ancak va-
zifesi onun İslâmî Türk eserlerini ve nümismatik ilmini ihmâl etmesine sebep olmamıştır. Bu
mevzûdaki ilk eseri, Osman Hamdi Bey’in müdürlüğü esnasında neşredilen “Kurşun Mühür-
ler Kataloğudur (Arap ve Arap-Bizantin ve Osmanlı Kurşun Mühürlerine Mahsusdur, İstanbul

X
1309). Bir diğeri, Müze-i Hümâyûn İslâmî sikke kataloglarının VI. cildi olan “Meskûkât-ı Kadî-
me-i İslâmiyye Katalogları”ndan; Meskûkât-ı Osmâniyye Kataloğu”dur (I. Sultan Osman Han-ı
Evvelden Murad Han-ı Sâlisin Âhir-i Saltanatına Kadar Olan Zamanı Müctemidir, İstanbul
1334).

Her üç eser de (Ahmed Tevhid’in “Müze-i Hümâyûn Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kata-
loğu Kısm-ı Râbi”, Halil Edhem’in “Kurşun Mühürler Kataloğu” ve Halil Edhem’in “Meskûkât-ı
Osmâniyye Kataloğu”) ihtiva ettiği materyal ile sahalarında çok önemli birer kaynak eserdir.
İlâveten, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin koleksiyonu dünyadaki İslâmî sikke koleksiyonları
arasında en büyük koleksiyondur. Buna rağmen Osmanlıca olarak neşredilmiş “Meskûkât-ı
Kadîme-i İslâmîyye” serisinden 5 kitap, “Kurşun Mühürler Kataloğu” ve İbrahim Artuk’un
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmi Sikkeler Kataloğu 2 cilt İstanbul, 1970, 1974;
İbrahim Artuk’un TTK yayınları arasından çıkan İstanbul Arkeoloji Müzesinde Bulunan
Denizbacı Definesi hakkındaki eseri (1966) dışında ciddî hiçbir çalışma yapılmadığından, ko-
leksiyon nümismatik âleminde meçhûlde kalmaktadır. Bu vaziyet Osmanlıca neşriyâtın öne-
mini bir kat daha arttırmaktadır. Sadece Halil Edhem (Eldem)’in Meskûkât-ı Osmâniyye Kata-
loğu, yine Enderûn Yayınevi tarafından tıpkıbasım halinde çoğaltılmıştır.
5) Darphane üst düzey memurlarından olan Ali Bey’in Tarih-i Osmânî Encüme-
ni Mecmuası’nda bir seri halinde neşredilen makaleleri

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


“Târîh-i Osmânî Encümeni” ve onun isim değiştirmiş hâli olan “Türk Tarih Encümeni” mec-
muaları Latin harflerine çevrilmemiş ve sadece Osmanlıca bilenlerin okuyabildikleri birer abi-
devi eser olmaktan öteye geçememişlerdir. Bu neşriyâtın içerisinde nümismatik ile alâkadar
çok sayıda makale de neşredilmiştir. Bunların arasında Alî Bey’in (ilk makalesinde yazdığına
göre emekli miralay) “İsimsiz ve Tarihsiz Sikkeler-Sâde Nakışlı Sikkeler” seri makaleleri çok
önemlidir. Sikkelerin tek tek çizimleri yapılmış ve bu sikkeler hakkında malumâta yer veril-
miştir. Bu seri, 11 makaleden meydana gelmektedir. Makalede yer alan bazı sikkeler bugün
hiçbir koleksiyonda bulunmadıklarından, bu mevzûda neşredilen bazı kitaplarda dahi bu çi-
zimler kullanılmıştır.

Yine aynı zâtın kaleme aldığı ilk devir Osmanlı sultan ve şehzâdelerine ait sikkelerin ele
alındığı makaleler de önem arz ederler. Bunların içinde özellikle “Osmanlı İmparatorluğu’nun
İlk Sikkesi ve İlk Akçaları” isimli makalede Orhan Gâzî devrinde darbedilen sikkelerden
bahsedilmiştir ki, bu makalede kayda geçen ve çizimleri yapılan bir kısım akça el-ân hiçbir
koleksiyonda bulunmamaktadır.

XI
6) Darphane Raporları
1335 tarihli Darbhâne Raporları
1336 tarihli Darbhâne Raporları
1337, 1338, 1339, 1340 ve 1341 yıllarını tek cilt halinde ihtiva eden Darbhâne-i Milli
Raporu

İsimlerinden de anlaşılacağı üzere 1335-1341 tarihleri arasında yapılan darphâne faaliyetleri


ile ilgili raporlardır. Bu geçiş devrinde ne miktarlarda sikke ve madalya darbedildiği, sikke ve
madalyaların tipleri, damga ve matbaa faaliyetleri, resmî mühürlerin hakkı (kazınması), Dar-
bhâne’nin muhtelif dâireleri hakkında malûmât, Darbhâne’nin vâridâtı ve masrafları, kullanılan
aletler, vb.’leri hakkında mufassal malûmât bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu tarih sah-
nesinden çekilirken Cumhuriyet'e tam teşekküllü ve mükemmelen çalışan bir darphâne bırak-
tığına dâir çok önemli birer rapor olma vasfına sahiptirler. Bu faaliyetleri anlattıkları müessese
(İstanbul Darbhânesi) faaldir ve hâlâ Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi; Türkiye Cumhuri-
yeti’nin madenî para darbı ihtiyacını karşılamaktadır.

Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye’nin Muhtevası


smâniyye e cne iyye

Eser 4 bâb olarak kaleme alınmıştır. Bâblar da fasıllardan müteşekkildir.

1. Bâbda önce meskûkâtın konuları ve tarihi hakkında genel bilgiler verilmektedir. Bunlar
Meskûkât-ı Sarrâfiyye, Meskûkât-ı Hesâbiyye, Meskûkât-ı İstibdâliyye ve Evrâk-ı Nakdiyye alt
başlıklarından oluşmaktadır. 2. Fasılda ise Osmanlı devri nümismatiğinin özet tarihi, sikkele-
rin darp ve imal usulü, ölçü ve ayar, tedâvül eden paralar, akça, guruş, altın ve bakır ile Tas-
hîh-i Ayar ve Evrâk-ı Nakdiyye devirleri alt başlıkları içinde işlenmektedir.
sûl-i Mes û â -ı

2. Babın ilk faslında, altın ve gümüş sikkelerin ayarının nasıl tayin edildiğine dair ilmi
usuller ele alınmaktadır. 2. Faslında İngiltere, Hindistan, Fransa, Almanya ve Amerika’nın
para basma teknikleriyle ayarları hakkında bilgi verilmektedir. 3. Fasıl ise ölçü ve ayar
nizamlarının bütün devletlerin paralarına nasıl uygulanacağını açıklamaktadır.

3. Bab’ın ilk faslı, altın ve gümüş paraların tedâvül tarihine dair bilgi vermektedir. 2. Fasıl
altın ve gümüşün birbirine karşı parite tatbik kıymetini izah etmektedir. 3. Fasıl ise alışverişte
altının mı yoksa gümüşün mü kullanıldığını açıklamaktadır.

4. Bab’ın ilk faslı meskûkât ve madalya sanatlarının nasıl icad olunduğunu, 2. Faslı ise Dar-
bhâne’nin iç nizamı ve şubelerinin görevlerini izah etmektedir.

XII
Eserin sonunda piyasada tedavüldeki paraların durumu ve kıymeti hakkındaki ferman,
kâğıt para (Kavâim-i Nakdiyye)’nın piyasaya sürülmesi ve ilga edilerek piyasadan toplatılması
hakkındaki kararname, piyasaya arzedilecek Kavâim-i Nakdiyye hakkında nizamname lâyi-
hası, Meskûkât-ı Osmâniyye Hakkında İzâhnâme ve Kararnâme ile Eski paraların Kıymetleri
Hakkında Taʻrifnâme yer almaktadır.

Süleyman Sûdi Bey’in Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye başlıklı eseri uzun yıllar
evvel İbrahim Artuk tarafından kaleme alınan bir giriş kısmıyla Enderûn Yayınevi tarafından
tıpkıbasım halinde neşredilmişti. Ancak, bugüne kadar Latin harflerine kazandırılmamıştı.
Osmanlı ve ecnebi meskûkat hakkında Osmanlı devletinde kaleme alınan bu ilk eser şüphesiz
çok önemli bilgiler vermektedir. Mamafih, o devirdeki mevcut malumatın eksikliği ve kolek-
siyonların kifâyetsizliği dolayısıyla bazı hatalar barındırmaktadır. Süleyman Sûdi Bey herşe-
ye rağmen Darbhâne Müdürü ve maliyeci olarak büyük bir iş başarmış ve görevinin hakkını
vermiştir. Bizim yaptığımız, Osmanlıca olarak neşredilen kitabı transkribe ederek günümüz
okuyucusuna kazandırmaktan ibarettir. Bu minvalde, kitabın orijinalindeki lisana ve termino-
lojiye dokunulmamıştır. Ancak yer yer kitapta bahsedilen paraların çeşitlerine dair fotoğraflı
örnekler ile meskûkâta dair ilmî bilgiler okuma kutuları içinde verilerek orijinal esere adetâ
canlılık kazandırılmıştır. Eser günümüz için nispeten ağır bir lisanla kaleme alındığından ve
pekçok teknik tabir barındırdığından, bu kutularda nümismatik hususunda ansiklopedik ve

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


akademik malumat ilave edilmiştir. Orijinal metinle karıştırılmaması için okuma kutuları farklı
renkle tasarlanmıştır. Bu vesileyle umarız ki, eski üstadlara karşı bir nebze olsun vazifemizi
yerine getirmiş oluruz.
Neşirde takip edilen usûl

Kitap hazırlanırken basit transkripsiyon usulü tercih edilmiştir. Ancak Arapça ve Farsça
olup dilimizde az kullanılan kelimelerin yanlış okunmalarına mâni olmak üzere, gerekli görü-
len yerlerde “hemzeler” (’), ayn harfi ise (ʻ) işaretiyle gösterilmiştir. Kelime sonlarındaki ismin
“-de” hali ve “redd” gibi şeddeli harfle biten kelimelerin yazılışında orijinal hali tercih edilmiş-
tir. Yine “mâliyye”, “aliyye”, “umûmiyye” gibi kelimelerin sonlarında orijinal haliyle “şeddeli”
usûl kullanılmıştır. Bu suretle akademik atıfta bulunacak araştırmacılar için mümkün mertebe
kullanılabilir bir transkripsiyon usulü takip edilmiştir. Bilhassa kadim tabirler, sikke çeşitleri ve
yabancı kelimeler için nümismatlarla istişare edilmiştir.

Kitabın Osmanlıca orijinalinde yüzlerce imla hatası tespit edilmiştir. Bunların bir kısmı
“hata-savab” cetvelinden kontrol edilerek tashih edilmiştir. Mamafih, o cetvelde geçmeyen
mürettip hataları ise metin içinde köşeli parantezle gösterilmiştir. O devir için elle dizilen

XIII
böylesine ağır ve ilmî bir metin için son derece makul seviyedeki imla hataları bu suretle
gözden geçirilmiştir. Ancak yine de gözden kaçan pekçok yanlış okuma ve imla hatalarının
tarafımızdan yapıldığı muhakkaktır. Bu hususta okuyucuların azami müsamahayı gösterecek-
lerine inanıyoruz. Asıl kitabı takip için eserin orijinal sayfaları köşeli parantezle gösterilmiştir.

Metinde herhangi bir sadeleştirme yapılmamıştır. İlim camiası ile koleksiyonerlerin ağır
sayılabilecek bu lisana ve terimlere aşina oldukları kanaatindeyiz. Sadeleştirilmesi halinde
akademik atıflarda kullanılmama mahzuruna istinaden eserin orijinal hali muhafaza edilmiş-
tir.

Kitabın yayımlanması hususunda başından beri desteğini esirgemeyen Darphane ve Dam-


ga Matbaası Genel Müdürü Yasir Şahin, Genel Müdür Yardımcısı Fatih İcin ve Destek Hizmet-
leri Daire Başkanı Cevdet Güngör başta olmak üzere yetkililere fazlasıyla teşekkür borçluyuz.
Fotoğraf ve haritaların temini, literatürün takibi ile meskûkât terimleri hususunda yardımını
esirgemeyen Bilhan Akçaşar’a hassaten müteşekkirim. Ayrıca 600 yıl boyunca işletilen darp-
hânelerin tüm Osmanlı coğrafyasındaki dağılımını haritalar üzerinde göstererek bunların hü-
kümdarlara göre faaliyet tarihleri hakkında açıklamalı bir liste hazırladı. Kâğıt paralar husu-
sundaki yardımlarını unutamayacağım Güçlü Kayral ise hem ilgili fotoğrafları temin etti, hem
okuma kutularını ilave etmemde derin bilgilerini paylaştı.
smâniyye e cne iyye

Kitabın orijinalinde geçen paralara dair fotoğrafların büyük kısmı Bahadır Kalaycı’nın ko-
leksiyonundan temin edildi. Kendisinin bu husustaki cömertliği takdire şayandır.12 “Nümis-
matik”in ülkemizdeki ilk temsilcilerinden Süleyman Sûdi Bey’i rahmetle yâdediyoruz.
sûl-i Mes û â -ı

12) Antalya Müzesine kayıtlı koleksiyoner olan Bahadır Kalaycı, önceliği İslâmî sikkeler olmakla birlikte, Ana-
dolu darplı gayr-ı İslâmî sikkeler de toplamakta ve birikimi ülkemizdeki özel sikke koleksiyonları arasında
çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Hâlihazırda 11.736 adet sikkesi Antalya Müzesi’ne kayıtlıdır. Koleksi-
yonundaki Anadolu Selçuklu Devleti ile Osmanlı İmparatorluğu sikkeleri onu dünya çapında önemli bir ko-
leksiyoner hâline getirmektedir. Kültür Bakanlığı’nın desteği ile Anadolu Selçuklu Devleti’ne ait sikkeleri 2,5
yıl süreyle Antalya Müzesi’nin geniş bir salonunda sergilenmiştir. Koleksiyonunu “www.bahadircoins.com”
internet sitesinde ücretsiz olarak tüm meraklı ve araştırmacıların bilgisine sunmaktadır.

XIV
Devr-i Sultan Mahmud Han-ı Sâni’den Beri Meskûkât-ı Şâhâne İdaresi

(Darbhâne-i Âmire) Müdüriyeti’nde Bulunmuş Olan Zevât13

İsimler Memuriyet-i Sâbıka Tarih-i Tayin Tarih-i İnfikâk

Kazaz Artin Çelebi - 1235 1249


Düzoğlu Agop Çelebi - 1249 1263
Düzoğlu Mihran Bey - 1263 1296
Divân-ı Muhasebât
Tevfik Bey 1 Haziran 1296 19 Kânun-i Sâni 1300
Reis-i Sânisi
20 Kânun-i Sâni
Hâfız Said Efendi “ “ “ 19 Mart 1301
1300

Vâridât İdâre-i Umû-


Süleyman Sûdi Efendi 20 Mart 1301 16 Mart 1304
miyyesi Muhasebecisi

Maliye Hazine-i Celi-


Hacı Râşid Efendi 17 Mart 1304 12 Teşrin-i Evvel 1304
lesi Sandık Emini
Meclis-i Mâliyye Aza- 13 Teşrin-i Evvel
Kâmil Efendi 2 Ağustos 1320
sından 1304

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Darbhâne-i Âmire
Hakkı Bey 3 Ağustos 1320 12 Kânun-i Sâni 1325
Ser-Çeşni Memuru
İstanbul Posta ve
Ferid Bey 1 Şubat 1325 30 Mayıs 1328
Telgraf Baş Müdürü

Abdurrahman Efendi Yanya Defterdarı 1 Haziran 1328 2 Ağustos 1329

Düyûn-i Umûmiyye
Ferid Bey ve Muamelât-ı Nak- 28 Ağustos 1329 13 Kânun-i Evvel 1334
diyye Müdürü
6 Kânun-i Sâni
Reşâd Bey Selânik Defterdârı 5 Şubat 1335
1335
Memuriyet-i sâbıkasın-
Tevfik Bey Sivas Defterdârı 17 Şubat 1335
da ibkâ edilmişdir
El-yevm ibkâ-yı hıdmet
Niyazi Âsım Bey Bursa Komiseri 25 Mayıs 1335
etmektedir

13) 1336 Mâli Tarihli Darbhâne-i Amire Raporu, Haz. Niyazi Asım, Meskûkât-ı Şâhâne İdaresi, İstanbul: 1337/1921,
s 257.

XV
Süleyman Sûdi (1835-1896)
(1 Nisan 1885-28 Mart 1888 Darbhâne Müdürü)
Bismillahirrahmanirrahim

İfâde-i Mahsûsa

M uvaffakiyât-i celile-i hazret-i şehriyari âsâr-i bâhiresinden olan 1295 senesi İlgâ-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


i Kavâim ve 1296 senesi Meskûkât karârnâmelerinin bir biri ardı sıra mevki'-i
icrâya vaz'ı tedbirleri biri pek kısa, diğeri pek uzun zamanlardan beri muamelat-i nâsı ihlâl
ve Hazine-i Celile-i Maliyye’yi seneden seneye türlü türlü zararlara giriftâr eyleyen Kavâim-i
Nakdiyye’nin istikrâzâta hâcet bırakmaksızın kolayca ref' u izâlesini ve meskûkât-i mağşûşe
fiyat mevzualarında fiyat-i hakikası derecelerine iblâğını intâc edip bu iki tedbir semerâtıyla
mağşûş meskûkât ne demek olduğunu ve bâ-husus noktalı beşlikler ile noktasız beşliklerin
kıymet-i hakikiyyece aralarında ne kadar fark bulunduğunu herkes o zaman tanıyabilmiş
ve şu zamanlarda ise mülğâ Vâridât İdâre-i Umûmiyesi muhasebeciliği uhde-i âcizânemde
olmak hasebiyle biri samit diğeri câmid şu iki nev' meskûkâta aid muamelat ü muhaberatın
heman kâffesi elden geçip bu hususlara [4] dair ıttıla'âtım bir kat daha tevessü' eylemiş ol-
duğundan, işbu iki vukû'ât-ı cismiyenin hatıratı ekser tarihlerde meşhûd olduğu üzere mesel
şeklini kesb etmezden evvel vukû'u gibi zabt u kayd ve hatırat-ı mezkûreyi de kendime fâl-i
hayr add eyleyip Devlet-i Aliyye-yi Osmâniyye’nin usûl-i meskûkâtına bir ilm-i icmali hasıl ey-
lemek ve bu yolda edinecek malumatdan ebnâ-yı vatanı ve sima-i müntesibin-i umur-i mâ-
liyeyi de hissedâr etmek için bir tarafdan umum meskûkât-i Osmâniyye’ye aid ma'lumat ve
muâmelât-ı tetebbuâta, diğer tarafdan dahi teşrî'-i maslahatı müstelzim olur mütâlaatıyla
selâtin-i izâm-i Osmâniyye zamanlarından darb ü imal edilmiş olan meskûkât-i mütenevvi-
a-yı atîkayı kıymet-i hakikiyyelerinin üç dört misli ve belki daha ziyade fiyatlarla toplamağa

1
başlamış idiysem de, makâmat sahibi Harîrî merhûmun Dinariyesi’nde münderic olup manası
muhibb ü taliplerine muhıkk-ı sadık gibi lisan-i hal ile “senin vaslından bana fâide yokdur,
benden fâriğ ol” demek olan şu beytin

[5] mantûkınca istita'ât-i maliyyemin bu ikinci tedbire tahammülü olmayacağını Meskûkât-i


Şâhâne müdîriyetine tayin olunmuş olduğum zaman anladığımdan, bilâhare ikinci fikirden
fâriğ olup “el-hayrı lâ yuahhar” medlûlunca beş asırdan ziyade bir müddet-i tavîlede tedâvü-
le vaz' edilmiş olan bilcümle meskûkât-i Osmâniyye’nin envâ' u aksâmıyla vezn ü ayarlarının
ve zamanlarına göre bunlara vaz' edilmiş olan kıymetlerin ve bâ-husus yarım asırdan ziyade
hüküm süren meskûkât-i mağşûşa ile andan ziyade muzır olan ve muamelatı daha ziyâde
teşvişe düşüren Kavâim-i Nakdiye’nin ahvâl-i tarihiyelerinin tetebbuatına hasr-ı efkâr ederek
kuyûdat-i atîka ve tevarih-i mevcûdeden istihsâl etmiş olduğum malumatı cem' u telfik ve bu
sırada ale’l-ıtlâk meskûkâtın ne zamanlar icâd olunduğunun ve ümem-i kadime indlerinde
müsta'mel olan evzân ile milel-i hâzıranın itibâr eyledikleri meskûkât kaç nev' olunduğunun
ve her devletin fi zamaninâ hâzâ isti'mâl eylemekde oldukları meskûkâtın vezn ü ayar ve
kıymet-i hakikiyyeleri nelerden ibaret idüğünün ve darbhâneye getirilen altun ve gümüş-
ler ne yolda kal ü izâbe olunup ne suretle çaşni [6] alınup meskûkât i'mâline başlandığına
smâniyye e cne iyye

dair malûmat-i fenniyenin ve hâlis altun ve gümüş beynlerinde rû-nüma olup günden güne
artmakda bulunan nisbetlerin bilinmesi lüzumunu dahi münâsib mütalaa eylediğimden, on-
lara müteferri malûmatı dahi kütüb-i ecnebiye ile tashih-i ayâr zamanından beri Darbhâ-
ne’de çaşnigir-başılık hıdmetinde bulunan Fransalı mösyö Moro’dan bizzat tahkik ve bunları
mecmûaya zamm ü telhik eyleyerek işbu eseri vücûda getirdim. Ümid-varım ki, müntesibin-i
umûr-i maliyye indlerinde rehîn kabul olur ve görülen hatalar dahi onların himmetiyle tashih
olunur. Vallâhü lehü’t-Tevfik.
sûl-i Mes û â -ı

Süleyman Sûdi

2
-I-
Bâb-ı Evvel
Bâb-ı Evvel

Fasl-ı Evvel

Meskûkât ve nükûd – Meskûkât ve nükûdun tarifi


Enva'ı - Havassı – ve Mevzu'u

S ikke, lûgatde doğru yola ve çiftçilerin kullandıkları sapan demirlerine denürse de


ıstılahda demür veya çelikden masnuʻ ve menkûş olub mübâdele-i eşya içün anunla
altun ve gümüş ve tunç ve kağıd gibi samitât darb ü iʻmâl olunan kalıb ve alete ıtlâk olunur.
Bu aletin madrûbu olan salifü’z-zikr sâmitâne meskûk veya meskûtât denileceği derkâr iken
lisânımızda sikke ile meskûkât bir mânada istiʻmâl olunduğundan beyne’l-halk sikke denildiği
gibi andan murâd, zikr olunan sâmitât olduğu ve kalıp mânasında olan sikke murâd olunma-
dığı tebyîn ider.
Muʻamelâtda meskûkâta sikke namı nasıl verildiyse buna müfred sigasıyla nakid veya
cemʻ sigasıyla nukûd namı da verildiğinden bu takdirce sikke ve nakid kelimeleriyle meskûkât
ve nükûd lafzları elfâz-ı müterâdifeden olursa da “nakid” kelimesi hem lugatda hem ıstılâh-
da bir nesnenin hîn-i iştirâsında peşin ve derhâl verilen şeye ıtlâk olunduğundan, bu takdîrce
nükûd nâm-ı hass, meskûkât taʻbir-i amm olduğu zikri âti tafsîlâtdan müstebân olur.
smâniyye e cne iyye

Muktesidler meskûkâtı birkaç nevʻe taksîm ederek birine meskûkât-ı nakdiyye, diğerine
meskûkât-ı sarrâfiye, ol birine meskûkât-ı hesâbiyye diğer birine meskûkât-ı istibdâliye, diğer
birine de Evrâk-ı Nakdiyye demişlerdir ki, bu cümleyi Fransızlar mone (monnaie)1 lügatıyla
taʻrif ü tavsîf eylemişlerdir.
[8]
Meskûkât-ı Nakdiyye
Meskûkât-ı nakdiyye mutlaka altun veya gümüşden maʻmûl ve cismen ve hakikaten
sûl-i Mes û â -ı

mazrûb bulunduğu halde devletce taʻyîn ü takdîr olunmuş olan bir kıymet-i iʻtibâriyye ve ih-
tiyâriyye ile çarşı ve pazarlarda tadâvül eden nükûda ıtlâk olunur ki, Osmanlı altunları, İngiliz
liraları, Franklar, Marklar, Riyaller ve sâir bunlara mümâsil sikkeler, cümleten meskûkât-ı nak-
diyye aʻdâdındandır. Fakat ufak tefek alışverişlerde istiʻmal olunmak üzere bakır ve tunç ve
nikel gibi maʻadinden darb ü iʻmâl olunan sikkeler bu kabilden değildir.

1) Esâtîr-i Yunaniyye’de re’s-i Âlihât i᾽tikad olunan “Zeus'un zevcesi Junon'un’nin cümle-i esâmisinden biri de La-
tince “Moneta” olup Romalılar kendi pâyitahtlarında buna rekz etmiş oldukları puthâneyi hem maʻbed hem de
darbhâne ittihâz etmiş oldukları ecilden, mezkûr “Moneta” taʻbiri hem darbhâne ve hem de sikke maʻnâsına
ilm olmuşdu ki, taʻbîr-i mezkûr Latin silsilesinden olan bazı milel beyninde maru’l-beyân maʻnaları mutazammın
olmak üzere hâlâ bâki ve cârîdir. Nitekim mone (monnaie) kelimesi hem akça ve hem de darbhâne ve İtalyanca
“Moneta” sikke “Minta” darbhâne demek olduğu ve İngilizce “Mint” kelimesi de bundan müştak olup darbhâne
mone (monnaie) lafzı da akça maʻnasında müstaʻmel idüği umûr-i maʻlûmedendir.

4
l-ı Evvel

Meskûkât-ı Sarrafiye
Meskûkât-ı sarrâfiye hakikâten mazrûp ve bu sebeple de bir kıymet-i ihtiyâriyesi mevcûd
olmayup fakat meskûkât-ı nakdiyye misillü, bankalarda vesâir gûna ticaret evlerinde alınıp ve-
rilen altun ve gümüş külçelerdir. Meskûkâtın bu nevʻinin Memâlik-i Mahrûse-i Osmâniyye’de
tedâvülü henüz nâ-mesbuk ise de Avrupa’nın pekçok şehirlerinde kesretle tedâvül etmekde
olduğu her bâr müşâhede olunmakdadır. Mesela ticaret cihetiyle işine el vereceğini gözüne
kesdirdikde, 900 ayarında 8 kilogram gümüş parçasının mevcûdiyetini farz ederek Paris ban-
kası iş bu gümüş külçelerini emânet tarîkiyle sandığına kabul eder ve kabulü akabinde dahî
meskûkât-i nakdiyyeye tebdîl etdireceğini ra᾽na bildiğinden [9] bunun beher kilogramında
yüzde 1½ masârif-i darbiyye ve kezâ % ¼ yâhud % ⅕ ya᾽nî yüzde bir rubʻ yâhud bir hums
mesârif-i hıfzıyye tevkîf eyleyerek bedelini verir. Bundan anlaşılıyor ki, bankalar ile muamelâtı
bulunan eşhâs, zahriyye veyâ ciro tarîkiyle işbu meskûkât-ı mefrûza vasıtasıyla meskûkat-ı
nakdiyye misillü teâtî beyʻ u şirâya kolayca muvaffak olur. Meskûkâtın bu türlü tedâvülünde
gerek vâridâtınca gerek mesârifâtınca mûcib-i hayâl veyâ sahtekârlığa meyyâl bir fikr melhûz
olmadığından ve bâ-husûs vezn-i noksanı ve kesret-i istiʻmâl zaiyâtı gibi bir korku da bulun-
madığından, meskûkât-ı sarrâfiyenin meskûkat-ı nakdiyyeye rüchâniyeti böylelikle sâbit olur.

Meskûkât-ı Hesâbiyye

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Meskûkât-ı hesâbiyye muʻamelât-ı dâd ü sitedde ve vâhid-i kıyasî ittihâz olunan altun ve
gümüş parçalarıdır ki, bu mikyâs Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’de evvelleri akça, surre üzeri-
ne binâ olunmuş iken murûr-ı aʻsâr ile bir zaman kese, Guruş, Para, akça, pul gibi beş sütuna
kadar çıkarılmış ve şimdilerde ise işbu beş sütun ikiye tenzîl olunup Guruş ve Para'ya hasr u
kasr edilmişdir.
Meskûkât-ı hesâbiyye İngiltere’de Lira-i İsterlin Fransa ile Union-i Latin denilen ittihâd-ı
meskûkât usûlünü kabul etmiş olan İtalya, İspanya, Belçika, İsviçre, Yunan, Romanya ve sâire
hükümetleri nezdlerinde Frank, Almanya’da Mark, Avusturya’da Filoriyen, Rusya’da Ruble,
Amerika’da Dolar’dır. İşbu taʻdâd olunan meskûkât-ı hesâbiyenin aksâm ü izʻafı olduğu derkâr
ise de bunlara meskûkat-ı hesâbiyye denilmesi mesbûk değildir. Meskûkât-ı hesâbiyyede
şayân-ı dikkat bir şey var ise, o da monometalizm (tek mikyas) bî-metâlizm (çift mikyâs) nâm-
larıyla hükümetlerce kabul olunan usûl ü kaʻidelerdir ki, hülâsası vâhid-i kıyasî ᾽add olunan
meskûkât yalnız altun mı yoksa gümüş mü [10] olmalıdır, yâhud altun ve gümüş birlikte mi
bulunmalıdır? yolunda birkaç senelerden beri meskûkât konferanslarında devrân eden mü-
bâhisâtdır ki, tafsîli mahallinde gelecekdir. Devlet-i Osmâniyye ile İngiltere ve Almanya ve
Rusya hükümetleri altun mikyaslı devletlerden ve Hindistan hükümetleri gümüş mikyaslı
devletlerden olup bihakkın çift mikyaslı hükümetler dahi ber-vech-i muharrer Latin ittihâdına
dâhil olan devletlerdir.

5
Bâb-ı Evvel

Meskûkât-ı İstibdâliyye
Meskûkât-ı istibdâliyye poliçeleri ahz u iʻtâsından dolayı meydana konulan ve borsalar-
da arbitraj2 denilen yani alaverecilik muamelâtında rû-nümâ olan meskûkâtdır ki, bundan
maksad ecnebi memleketlerin biri üzerine bir poliçeyi çekmek murâd olunduğu halde işbu
poliçeyi çeken kimse kendi menfaat ve ticareti daha ziyâde olmak için hangi tarîk ile gönde-
rilmek lazım geleceğini bulmak için mürâcaât etmekde olduğu tatbikât-ı hesâbiyye ve ittihâz
edeceği tedâbir-i müessireden ibâretdir.
Alaverecilik muamelâtı muamelât-ı ticariyye ve sarrâfiyyenin bir kısm-ı azâmı olup
hesâbâtı dahî her devletin usul-i meskûkâtına ve borsaları muamelâtına lâyıkı vechile malû-
matı olanlar taraflarından yapılmakda ve tedâvül-i nükûd hakkında ekser devletlerin Mâliyye
Nâzırı bu usulleri nazar-ı ehemmiyetten dûr tutmakdadır. Bâlâda esâmisi taʻdâd olunan dört
nevʻ meskûkâtın bir kıymet-i hakîkîyyesi, bir de kıymet-i mevzuʻası olunduğundan ve bu kıy-
metler de hükümetler tarafından neşr olunmuş olan târifelerde münderic bulunduğundan,
yani sıkleti iki dirhem dört kırat vezninde olan bir adet lira-i Osmânî’nin târife mûcebince
beher dirhemi [11] kırkdört Guruş hesabıyla kıymet-i hakikîyyesi doksan dokuz ve kıymet-i
mevzûası yüz Guruş olduğunu herkes bildiğinden alışverişlerinde bir gûna endişeye giriftdâr
olmazlar ve hatta bir memleket-i ecnebiyyeye geçmiş olan bir şahsın cebinde kendi mem-
leketinin gayr-ı meskûkât olmadığı takdîrde onları orada bulunan sarraflara mürâcaâtla o
smâniyye e cne iyye

memleketin meskûkâtına tebdîl edebilirler ise de şimdi beyân olunacak evrak-ı nakdiyye es-
hâbı memâlik-i ecnebiyyede bu türlü teshilâta mazhâr olamazlar.

Evrâk-ı Nakdiyye
Evrâkı Nakdiyye adetâ bir kağıt parçasından ibâret olduğu halde meskûkât-ı hakikîyye
makamında istiʻmâl olunur ve ahz u kabulünden kimse imtina edemezler iseler de meskûkât-ı
sahîhanın kıymet-i hakîkiyesiyle kıymet-i mevzuʻaları beyninde vâkiʻ olan nisbet misillü Evrâk-ı
sûl-i Mes û â -ı

Nakdiyye’nin de onlara karşı bir nisbeti bulunamamasından ve bâ-husûs evrâk-ı mezkûre


memâlik-i ecnebiyyede kabul olunmamasından veyâhud hîn-ı dârb ü ihrâcında emniyetli bir
karşılık gösterilmemesinden ve bâ-husûs ekser-i evkâtda hükümetleri müzâyaka-yı mâliy-
yeleri derece-i nihâyeye vardıkdan ve başka gûna bir tedbîr ittihâzına çare bulunamayacağı
anlaşıldıkdan sonra ihrâc edilmesinden nâşî, kıymet-i mevzûʻasını hiçbir zaman ve mekanda
vikâye edemeyüb mütemâdiyyen inip çıkdığından, meskûkât-ı nakdiyyeden ayrılıp durur.
Bu kabîlden olarak bir de banknot denilen kağıtlar vardır ki, asl ve gayet cihetiyle bu dahî-
bir nevʻ Evrâk-ı Nakdiyye demek olursa da beynlerinde fark-ı azîm vardır. Şöyle ki evvelâ,
bank kağıtları istenildiği anda bilâ-noksan nakde tebdîl olunabilir. Sâniyen, evrâk-ı merkûme-

2) Arbitraj (arbitrage) ism-i mahsûs olup poliçe alışverişi demek ise de envâʻı çokdur.

6
l-ı Evvel

yi redd ü kabulde herkes muhtâr tutulur. Sâlisen, hîn-i ihrâcında maddeten bir karışıklık gös-
terilir. Hâlbuki, Evrâk-ı Nakdiyye’de şu türlü emniyetler olmadığından onu tedâvüle vazʻ eden
devletin hakkaniyet [12] ve insâfından başka iʻtimâd ve istinâd olunacak bir şey görünmez.
Bank kağıtları meskûkâtın dâire-i vezâifini bir kat daha tevsiʻ edip bi’l-külliye onun makamına
kâim olmaksızın hidemâtını îfâ eder ve muamelâtı şu yolda teshîl etdikden başka mütedâvil
olan meskûkâtdan daha az külfete mâlik bulunduğu ve nakliye mesârifinden de bi’l-külliye
vâreste olduğu halde muamelâtın teksîr ü tevfîrini mûcib ve meskûkât-ı nakdiyye ile mümkün
olmayacak derecelerde servet ve sâmân husûlunü müstelzim olur ve şu mühessenâtı vücuda
getiren evrâk-ı mezkûre-i nükûdun kâim-makamı olup lüzumunu gördükçe o şekl ü kıyafete
derhâl tahavvül eder.
Bir bankanın gerek meskûk ve gayr-ı meskûk nükûdu ve gerek senedât ve tahvilât olarak
mevcûdu ihtiyacât-ı vakʻasına dâima kâfi olduğundan ve tedâvüle vazʻ eylediği banknotla-
rın miktarı da sermayesini asla tecâvüz edemeyeceğinden, bunların kıymetlerine asla halel
gelmez.
Meskûkât ne zaman icâd olunmuş ise meydana çıktığı anda kendisine tatbîk olunacak olan
kâffe-i zî-kıymet için numûne ittihâz kılınmış ve bu cihetle evvelleri mikyâs-ı umumi, sonraları
mizân-ı âdil nâmlarını ihrâz eylemişdir. İşbu mikyâsın kıymet-i zâtiyyesi kendine tatbîk olunan
emtiʻa ve eşya-yı sâire kıymet-i zâtiyeleri misillü kabilü’t-tagayyür olduğu cihetiyle, her ne
kadar gayr-ı kâmil görünürse de yine bir adamın eyyâm-ı hayatında velev bir zaman-ı mahdû-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


da ve bir müddeti kalîle için olsun muamelât vakʻasında hayliden hayli bir sübât ü metânetle
mübâdelât-ı lazimesini teshîl ve şu münâsebetle o adamın eşya-yı mütebâdile üzerinden küllî
ve cüz’î bir fâide-i şahsiyyesini teşkîl eylediği cây-ı inkâr değildir. Zirâ eşyaya vazʻ olunan fiyât
ol eşyanın kıymeti demek olup bu kıymet dahî beyʻ u şirâda akd olunan mukavelâtı taht-ı
taʻahhüdde tutmak ve bir merkez-i [13] mahdûd üzerinde durdurmak için bir âletdir. Mesela
bir kile buğdayın kıymeti yirmi ve bir takı libâsın kıymeti 100 Guruş farz olunduğu takdirde,
zihin yirmi ve yüz adedleri beynindeki nisbeti tasavvûr ederek yüz Guruş kıymetli bir libas
almak için beheri yirmi Guruş kıymetle beş kile buğday vermek lazım geleceğini idrâk eder.
İşte esâsen beynlerinde hiçbir münâsebet olmadığı halde akd esnâsında husûle gelen buğday
ile libâs beynindeki şu türlü nisbeti meydana koyan nükûd demek olduğu anlaşılır.
Bir şey satan adam ona mukâbil aldığı nükûd ve sâireyi mutlaka diğer bir sey tedârik
etmek için kullanacağından ahz u iʻtâ dâimâ nâ-tamam kalır.
Bir şeyin şimdi fiyatı budur demek, onun kıymet-i câriyesi sûretini beyân etmekdir. Kıymet
şol şeydir ki, bir vakitde neticesi taʻyîn edemez ve bir sebepden dolayı tenezzül etmedikçe
terakkî eyleyemez. Lâkin eşya fiyatlarında adeden bir derece-i muayyene hâsıl olur ki, bunu
yapan nükûd olacakdır. Mesela bir şeye bin Guruş kıymet takdîr olundukda, onun derece-i
muayyenesi bin adedine müsâvîdir demekdir.

7
Bâb-ı Evvel

Eşyâ-yı mevcûde kıymetine gelince: bunlardan birinin kıymeti tenâkus eylemedikçe di-
ğerininki terakkî edemez. Faraza bir kasabada hasebi’l-kılle derece-i nihâyede galî olan hınta
fiyatı ol sûretle devâm eylemiş olsa, halk sermâyelerinin kısm-ı aʻzâmını onun tedâriki ciheti-
ne hasr edeceğinden, bu halde orada bulunan eşya-yı sâireden hiçbiri kesb-i revâc ve terâkkî
eylemez. Lâkin bir aralık feyz ü bereket rû-nümâ olarak ihtiyâcın derecesi tenezzül etdikçe
hıntanın si'ri dahî tenezzül edeceğinden, onun yerine diğer bir şeyin tedârikince olan ihtiyaç
meydana çıkıp ol şeyin fiyatı tezâyyüd etmeye başlar.
Meskûkât ve nükûd denilen şey eşyanın mübâdelesini teshîl ederse de her bir mahalde
bulunan eşya ile mütenâsip ve mütevâzı olamaz. Bazı kimseler zann [14] ü kıyas ederler ki, bir
memleketin nükûd-ı mevcûdesi ol memleketde bulunan kâffe-i eşya-yı ticâriyyeye mütekabîl
olur. Hâlbuki hakîkatde böyle değildir, çünkü nükûdun dâimâ ve müstemirren âyâdi-i bâyiʻ
ve müşteride devrân edip durması sebebleriyle husûle getirdiği eşya kemiyyet-i asliyesinden
pek ziyâde olup sûret-i zâhirede olan ahz u iʻtâda eşya ile mütevâzîn görünüşü devren kazan-
dığı itibâr sebebiyledir. Yani sûret-i tedâvülü cihetiyle herşeyin mukabilinde bedel makamına
kâim olmasından nâşidir.
Zihn-i insâni evâil-i ezminede vukuʻa gelen ahz u iʻtâlarda akdi lazım gelen mukâvelâtın
ber-karar ve raddesini bulmakdan ve eşyâ-yı maddiyede mahsûs olan kıymeti anlamakdan
âciz olduğu sebeble, meskûkatın hîn-i icâdında mesela bir cismin ne kadar nükûd ile ilbâs
smâniyye e cne iyye

olunacağına hükm edemediği der-kâr ve her şahıs nükûdun mizân-ı kıymet ü bahâ etdiğinin
cezm u idrâk etmiş olduğu vakitlerde ise nükûd kıymet-i eşyaya tâbiʻ olarak inip çıktığı cihetle
ol zamanların mîzanları sahih olmadığı ve yine ol zamanlar meskûkât yalnız beyne’l-halk teb-
dîle alet-i kıyâs olunup devrî kuvvetiyle tevsîʻ-i dâire-i ahz u iʻtâ etmesi kaziyyesi meçhûl idüği
ve bu cümle ile beraber meskûkât-ı mütedâvilenin ekserîleri mahlût altun ve gümüşden darb
u iʻmâl olunup, bunların yerine başka bir şeyin kâ’im olabileceği maddesi bilinemediği âşikâr-
dır.
sûl-i Mes û â -ı

İşte şu ahvâl-i meçhûliyet-i istimâl bundan bir asır mukaddemine gelinceye değin her yerde
hükmünü sürmüş iken, bu gidişin pek yanlış olduğunu ilm-i iktisâd hükümetlere tanıtdırmış
olduğundan, er geç cümlesi tashîh-i ayar-ı meskûkâta mübâderet edip memleketlerinde
tedâvül etdirecek oldukları meskûkâtı meşhûd-ı bâsire-i ibtihâcımız olan şekl u sûretde bir
kefâlet-i mütenâsibe ile ortaya koyuldukları gibi baʻde mürûrü'z-zaman yine böyle bir nispette
tedâvül etmek [15] üzere Evrâk-ı Nakdiyye’yi de meydâna çıkarıp onu da meskûkat-ı nakdiyye
derece ü iʻtibârında tedâvül etdirmeye başlamışlardır. Vâkıʻa ʻukûl-ı beşerriyye kâffe-i eşya-yı
maddiyyede tasavvûr eylediği kıymetin evrâkda cidden ve tabiʻâten mevcûd olduğunu tasdîk
edemediğinden ve bâ-husûs böyle bir sûret-i maddiyyeye taʻyîn-i iʻtibâr etdirecek bir kıymet-i
mahsûsa-i tabiʻîyye bulunmamak hasebiyle herkes onu nazar-ı iʻtibâra koymamakda serbest
olduğundan, Evrâk-ı Nakdiyye’nin el-yevm maddeten kıymeti olan nükûd gibi nazar-ı iʻtibâ-

8
l-ı Evvel

ra alınması biraz baʻid görünüyorsa da ânifen beyân olunduğu üzere bankalarca bu bâbda
ittihâz olunmuş olan tedâbîr-i hakemiyye buralara meydân vermemekde olduğu der-kârdır.
Kıymetin kıyâs-ı umûmiyyesini bulmak pek müşkül olduğundan, kıymet “esnâ-yı mubâ-
dilatda kendisine müsâvî bir kıymet almış olan şeydir” demekden başka sûretle tâʻbîr bulu-
namaz ve ânifâ beyân olunan kavâ’im-i nakdiyyeden mâʻdâ hiçbir şey tâbiʻaten bir kıymete
mâlik olmadıkça enzâr-ı umûmiyyeye karşı zihin onun kıymetini taʻyîn edemez.
Zamanına hazâ kıymet ü bahâ nükûda tâbiʻ tutulmasıyla akça tavassut etmeyen şeylere
kıymet ve bahâ takdîri pek nâdirâtdan görünür. Vakıʻa mübâdelâtda nükûd kalîlü’l-istiʻmâl
olmak lazım gelse idi eşyâ-yı mübeddelede bir menfaat-ı tasarrufiyye fiile gelir idi. Amma
insan zihninde kemiyyetini adeden taʻyîn etdiği nükûdun kıymetinde tereddüd edemediğin-
den herkes maʻlûmu’l-kemiyye olan nükûd-ı mevcudesini bir kıymet-i muttaride ile umûr-ı
ticâriyyede idâre edip durmakda ve bu sûretle idâre etmediği veyâhud muamelât-ı hesabiy-
yesini mazbûtiyyet tahtında bulunduramadığı takdîrde nükûd-ı mezkûreyi sarrâfâne veyâhud
bir hey᾽et-i müşterekeye teslîm ile gerek sanayiʻ yolunda ve gerek istikrâzât ve havâlât sûre-
tinde nemâlandırıp zenginleşmektedir. [16]
Binâen-aleyh meskûkât ve nükûd yalnız tebdîlâta âlet olmayıp belki ol akçayı mütemâdi-
yen hıfz etmek ve onun vâsıtasıyla bir takım sermâyeler tedârik eylemek üzere kullanılıyor ve
büyük şirketlerde emniyyet daha büyük olduğundan oralarda akçanın menfaat ü fâ’idesi sâir

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


idârelerden kalîl olur ve nükûd-ı hâlise cemʻ eden adam hangi hâl ü zamanda hangi mevkiʻde
bulunur ise bulunsun, onları hıfz u nakle muktedîr olabilir ve bir de kabûl-ı umûmiyye tahtın-
da bulunan kıymetleri tagayyür etmez dâire-i medeniyyette bulunan memleketlerde zaman
müsâid oldukca sermâyelerin devr-i dâimesiyle temettû olunageldiği der-kâr ise de emniyyet
mevkiʻ-i sui-istîmalâta düşürmeye bâis olan muhârebât ve bunun gibi hâletde herkes mev-
cûdunu derdest ile idhâr ü ihfâya mecbûr olmasıyla ticâret ve temmettuʻdan mahrûm kalır.
İşte umûm meskûkât ve nükûdun taʻrifâtıyla envâʻ ve havass ve mevzuʻu hakkında buraya
kadar verilen izâhât maksada kâfi görüldüğünden bu fasla hitâm verilip fasl-ı âhara nakl-i
kelâm edilir.

9
Bâb-ı Evvel

Fasl-ı Sâni

Meskûkat-ı Osmâniyye’nin icmâlen tarihi, meskûkat-ı Osmâniyye’de mikyâs


add olunan vezn ü ayar, meskûkât-ı Osmâniyye’nin usûl-ı darb ü i'mâli, meskûkât-ı
Osmâniyye’nin usûl-i tedâvülü.

M eskûkat-ı Osmâniyye’nin icmâlen tarihi nâmı tahtına vazʻ olunacak vukuʻât-ı


Devlet-i Osmâniyye’nin tâ bidâyet-i te’sîsinden ilâ-yevminâ hâzâ darb u imâl
edilip meydân-ı tedâvüle çıkarılan bi’l-cümle meskûkâtın kemm ü keyfiyetiyle onların ahvâl-i
âleme ilcâ eylediği hâdisâtın tafsilâtı demek olamayıp, belki usûl-ı sikkenin bidâyet-i vaz'ından
tashîh-i ayar zamanına kadar güzerân eden vakitlerde ne türlü veznlerin kabulüyle ne mi᾽yâr
ü mikyâs üzerlerine ne şekl ü suretde altun ve gümüş ve bakırdan meskûkât darb u imâl
edilmiş ve bunlar ne gûna [17] nâmlarla yâd olunmuş ve bu nâmlar zamandan zamana ne
esbâba mebnî değişdirilmiş ve tedâvüle çıkarılan meskûkât hangi esâs ve usûle tatbîkan ne-
relerde darb u imâl olunmuş olduğunun fi’l-cümle taʻrifâtıyla beraber bidâyet-i Tanzimât’da
tedâvüle ihrâc olunan faizli kâimelerin ve tashîh-i ayardan sonra da altun ve gümüş ve bakır
smâniyye e cne iyye

ve tunç gibi meʻadinden darb u imâl edilen ve şu müddetin devâmı esnâsında faizsiz olarak
birkaç defalar meydana çıkarılıp bi’l-ahire tedâvülden kaldırılan kâimelerin tafsilât-ı tarihiy-
yesine münhasır olacakdır.
Zirâ tashîh-i ayardan bed’ ile tâ Sultan Orhan Gazi’nin hengâm-ı saltanâtına kadar müntehî
olan beş asırlık bir zamanda meskûkât-ı Osmâniyye hakkında ne türlü tebeddülât vukuʻa gel-
diği bî-hakkın maʻlûm olamadığı ve elde bulunan tarih kitaplarının bize îsâl eylediği mâlûmât
ise yek diğere uymadığı şöyle dursun, selâtîn-i ʻizâm-ı mâziyyenin hengâm-ı saltanâtların-
sûl-i Mes û â -ı

da müteaʻddîd mahallerde basılan umûm meskûkât-ı Osmâniyye’nin gerek veznen ve gerek


şeklen envâ᾽ ü adedi üç binden ziyâde olduğundan bunlardan her nevʻinin vezn ü şekilleriy-
le kıymet-i hakîkîyye ve mevzûʻalarından lâyıkı vechiyle arz-ı ma᾽lûmât etmek pek de kolay
bir şey olmadığı mülâbeseleriyle meskûkât-ı Osmâniyye târih-i mücmeli nâmıyla bu makama
kayd ü sebt edilecek vukuʻât-ı sevâbık-ı ahvâle göre bi’t-tabiʻ muhtasar ve tashîh-i ayardan
sonraki zamanlara göre de mufassal olacakdır.
Lâkin te’sîs-i bünyân-ı saltanât-ı Osmâniyye’de darb ü iʻmâl olunan meskûkâtta vâhid-i
kıyâsî add olunan ve daha doğrusu gerek taʻyîn ve tahsîl-i vâridât ve gerek tertib ü tahsîsi-
mesârif ve maʻaşât hususlarında hazâin-i devletçe vasıta-yı yegâne ittihâz olunup tufûliyyet
hâlinde kendine hiçbir izʻaf ve eczâ taʻyîn olunmayan sikke ki, akça demek olacakdır. Evvel
emirde akça ne demek olduğu taʻrîf olunmadıkça gerek savâbık-ı eyyâmda ve gerek [18] hâl-i

10
l-ı Sâni

hazırda darb u iʻmâl edilen meskûkâtın envâʻ u evzâʻnı hakkında kesb-ı vukûf edilmek ve
lüzumu takdîrinde daha eski zamanların meskûkâtını şimdiki zamanların meskûkâtına muka-
yese ile kıymet-i hakîkîyelerini bulmak mümkün olamayacağından, buracıkda akça kelimesi-
nin müştak-ı menhî olan miskal ve dirhem denilen evzândan biraz bahs açmak münâsip addʻ
olunmuşdur.
Miskal kelimesi3 İbrâniyü’l-asl olarak muarreb olup o lisanda evzân-ı vasatîden maʻdûd
olan sıkl kelimesinden müştakdır. Bu sûretde sıkl kelimesi masdar veya ism-i mahsûs olup
miskal kelimesi onun mevzûn ve medlûlü veya ism-i mefʻûludur. Miskalın lisân-ı Türkî’de mu-
kabîli olmadığından aynıyla kabul olunmuş ise de lisân-ı Arabî’de mukabîli Latince’den mu-
arreb “dinâr” kelimesidir. Şu tahkîkata göre miskal ve dinâr kelimeleri vazʻ cihetleriyle elfâz-ı
müteradifeden addʻ olunmuş olduğu halde, meskûkât-ı zehîbenin evzân ü ayârları husûsla-
rında istiʻmâl olunduğu sabit olur ise de ehl-i divân katlarında ve ıstılâhât-ı kadîmede ve bâ-
husûs ol zamanlarda yapılan hesablarda miskal kelimesi yalnız taʻyîn-i ayarları husûsunda is-
tiʻmâl eylediği karîben verilecek izâhâtdan nümâyan olur.
Dirhem kelimesi Yunanü’l-asl olan Drahmi kelimesinden müştak olduğu halde, evvelâ
taʻcim ile direm, sâniyen sâniyen taʻrîb ile dirhem şekline ifrağ olunmuş ve el-yevm şekl-i
ahîr vechile zeban-zed bulunmuşdur. Evzân-ı evsat ile evzân-ı asgar denilen vezinlerde müs-
taʻmel olan dirhem mine’l-kadîm üç nevʻ olup bunun biri dirhem-i şerʻi, diğeri dirhem-i örfî
veya dirhem-i mîrî, ol biri dirhem-i [19] hesabîdir. Eczâ ve aksamı ne türlü şeylerden mürek-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


kep olduğu layıkıyla maʻlûm olamayan ve olsa bile mevkiʻ-i istiʻmâli mevadd-i şerʻiyye ve
kuzât-ı Müslimîn indlerinde cârî olmak hasebiyle sadedin hâricinde görünen dirhem-i şerʻî
bi’l-istisnâ el-hâletü hâzihî altun ve gümüş veznlerinde istiʻmâl olunan evzân-ı evsat ile elmas
ve sâir gûna cevâhir veznlerinde istiʻmâl edilen evzân-i asgarın aksam ü eczâsından bahs olu-
nacak, sonra da dirhem-i hesâbîden arz-ı tahkîkât edilecekdir.

Evzân-ı evsatın aksam ü eczâsı şunlardan mürekkepdir


1 miskal = 1½ dirhem
1 dirhem = 4 denk
1 denk = 4 kırat
1 kırat = 4 buğday

3) Sıkl Tevrat’ın pek çok yerlerinde zikr olunmuş ve hatta Sıfrü’l-‘addin yedinci faslında on dört def᾽a zikr edilmiştir.
Sıkl kelimesinin Süryanicesi silâ᾽dır ki, Talmut'da mezkûrdur ve tafsîli gelecekdir.

11
Bâb-ı Evvel

Ağırlıkların Karşılıkları

Ağırlıklar (Örfî) karşılığı (Örfî) Gram karşılığı


1 miskal 1½ dirhem 4,80
1 dirhem 4 denk 3,20
1 denk 4 kırat 0,80
1 kırat 4 buğday 0,20
1 buğday 2 fitil 0,05
1 fitil 2 nakir 0,025
1 nakir 2 kıtmir 0,0125
1 kıtmir 2 zerre 0,00625

Evzân-ı asgarın aksam ü eczâsı bunlardan mürekkepdir


smâniyye e cne iyye

1 kırat = 4 buğday
1 buğday = 2 fitil
1 fitil = 2 nakir
1 nakir = 2 kıtmir
1 kıtmir = 2 zerre
sûl-i Mes û â -ı

Şu takdîrâta göre evzân-ı evsatın hadd-i ekberi miskal hadd-i asgarî buğday olup uzak
asgarın hadd-ı ekberi kırat hadd-ı asgarı zerre olmuş olur ve taʻbir-i diğerle evzân-ı evsatın
müntehâsı evzân-ı asgarın müptedâsı olarak her iki vezinde vâhid-i kıyâsî kırat olduğu halde
evvelkide aded kırat yirmi dört, ikincide aded-i kırat on altı olup evvelki ikincinin bir buçuk
misli olmuş olur. [20] Miskal ve dirhem kelimelerinin asl-ı esasları bâlâda zikr u beyân olundu-
ğundan şimdi de bunların aksamı olan denk ve kırat kelimeleriyle onların aksam ü eczâsında
bahs olunacakdır. Ehl-i lugatın beyânâtına göre denk kelimesi fi’l-asl Arabî olan dank [dâng]
kelimesinden muhaffef olduğu halde dirhemin rubʻu olan vezne ilm olmuşdur. Kıratın lisanî
Arap’da aslı “yâ”sız olarak kırat şeklinde bulunmuş ve yine bu lisanda dânkın nısfı olan vezne
ilm olmuş ise de lisân-ı Türkî’de “ya” ile kîrat şeklinde yazılmaya başladıkdan sonra denkin

12
l-ı Sâni

rubʻu addedilmişdir. Erbâb-ı lugat dânk [dâng] kelimesi Türkçe’de kuş yemi denilen nebâtın
tohumu ve kırat kelimesi ufak ufak kesilip tencereye atılan armut parçaları deyu taʻrif etmiş-
ler ise de kıratın Türkçe mukabili keçi boynuzu çekirdeği olup bu çekirdeğin sıkleti behemehâl
kuş yemi tohumlarından daha ziyâde olacağından şu taʻrifâtda pek de isâbet müşâhade olu-
namamakdadır.
Kamus mütercimi dirhemi taʻrif eylediği sırada “bir dirhem altı dânk ve bir denk iki kırat
ve bir kırat iki tassûc ve bir tassûc iki habbedir ve habbe bir dirhemin sümününün südüsüdür
ki, dirhemi kırk sekiz cüz’ünde bir cüz’îdir dedikten sonra dirhem aslen altı dank [dang] ibâret
iken bâdehû akça tâbir olunur sikkeli fıddada istiʻmâl olunmaya başlandı” demişdir.
Fi’l-hakîkâ ilm-i hesapda Türkçe olarak en evvel yazılmış olan Hacı Atmaca ile Risâle-i
Ken’aniyye ve Miftahu’l-Künûz nâm kitaplarda direm demek akça demekdir. Diremin aksam
ü izʻafı şunlardır, yanî
1 direm = 1 akçaya
1 akça = 100 peşîze
1 peşîze = 100 şaʻire
1 şa’ir = 100 hardala
1 hardal = 100 zerreye

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


1 zerre = 100 haşve

Paranın Ağırlıkları Hakkında

Süleyman Sûdi Bey’in “Direm” olarak bahsettiği, sikke birimi olan “Dir-
hem”dir. İlk Osmanlı akçelerinin darbedildiği tarihlerde İlhânî sikke bi-
rimi dirhem, 1,20-1,30 gr civârında darbediliyordu. Gösterilen bu tab-
loda “şaʻir” ile arpa tanesi,“hardal” ile hardal tohumu tanesi, “haşve”
ile aralığı dolduran zerreden de küçük bir alt birim ifâde edilmektedir.

[21] musâvî farz olunmuşdur ve sümün-i diremin yani bir akçanın sekiz kısmından bir
kısmına da pul denildikden sonra izʻafına nakl-i kelâm edilerek kese ile akça yazılacak olsa,
nakdiyye ve akça tamâm elli bin olsa hadde deyu yazılır ve mikdâr-ı akça otuz bin olsa ona
da hadde denir ve bazı akçalar ki, paslanmış ola ve bazısı ki kıra gele, ol akçalara kem-ayar

13
Bâb-ı Evvel

deyu başka başka yazılmak icâb eder. Amma filori olsa hasene deyu yazılıp Sultaniyye-i tam
ve Sultaniyye-i nâkıs ve Efrenciyye ve Engerüsiyye bu kadar sikke deyu cinsleri başka başka
yazılmak ve Filoride on bin sikke tamam ola, hadde deyu terkîm olunmak lazımdır deyu taʻrîf
ü beyân olunduğundan, hesabât-ı divâniyyede akçanın dirhemden hiçbir farkı olmadığı an-
laşılır.
Peşiz, sittîn vezninde Farsî olup bakır veya tunçdan mamûl meskûkâta ıtlâk olunmuş ve
Arabîsi füls, Türkçesi Mangır olmak üzere kütüb-i lugatda zikr olunmuşdur. Fitil Arabî olduğu
halde yanacak şeylere vazʻ olunan bükmeye ilm olmuş iken, ıstılahda buğdayın rubʻu olan
vezne tahsîs edilmişdir. Nakîr küçük kap manasında ise de ıstılahda fitilin nısfı olan vezne ilm
olmuşdur. Kıtmirin lügatça maʻnâsı başka ise de ıstılahât-ı evzânda hurma çekirdeğinin arka-
sındaki beyaz noktalardan remz olarak nakîrin nısfı iʻtibâr edilmiş ve zerre hubûbâtdan darı
maʻnasında iken, ıstılahda evzân-ı sagirenin hadd-i asgarı olan vezne ilm olmuşdur. Hardal bir
nesneyi ufak edip kesmek maʻnasında ise de, ıstılahda şaʻirin, haşv şuʻaât-ı şemsiyyeden remz
olarak zerrenin, yüz kısmında bir kısmına tahsîs kılınmışdır.
Muhâsebeyn-i sâlife-i divâniyyenin direm ve eczâsını bâlâda murakkam olduğu üzere
kesr-i âʻşârı kaidesiyle yüzer yüzer taksîmâta uğratılmaları ne esâsa mübtenî [22] olduğu
maʻlûm değilse de Fransa mesâhât ve ekyâl ü evzânın vâhid-i kıyasîlerine esas ittihâz olunan
kâideye pek müşâbih olduğundan keşf ü halli erbâb-ı vukûfun himemât-i mahsûsalarından-
mütevakkıʻdır.
smâniyye e cne iyye

İsimleri yukarıda sabk eden kütüb-i hesabiyyeden Hacı Atmaca asr-ı Sultan Bâyezîd Hân-ı
Sâni’de sâirleri daha sonra lisân-ı Arabî ve Farsî’den Lisân-ı Türkî’ye nakîl ü tercüme ve tertîb
ü te’lîf edilmiş ve ol zamanlarda ise dirhem mukabîli darb u iʻmâl olunmuş olan akçaların
vezn ü sıklet-i aslîleri tebeddülât ü tegayyürâta uğratıldığı şöyle dursun, gümüşün gayrı olan
maʻadinden dahî meskûkât darb u iʻmâli rayegân olmamış olduğundan, onların şu hesaplarını
zamanları muʻamelâtına tatbîk etmek ileriye taʻlîk olunup şimdilik te’sîs-i bünyân-ı Devlet-i
sûl-i Mes û â -ı

Osmâniyye’de bidâyeten meydân-ı tedâvüle vazʻ edilmiş olan akçanın hal ü şanlarıyla vukuʻat
ve hâdisât-ı sâirelerini sâlifü’l-beyân miskal ve dirhem denilen vezinlere tatbîk etmek için
tevârih-i mevcûde-i Osmâniyye’nin bu husûsa müteferriʻ olan makalâtını yegân yegân gözü-
müzün önüne alırız.

Meskûkât-ı Osmâniyye târih-i mücmeli, akça devri


İmdi tevârih-i Osmâniyye’nin en eskisi olan ve zaman-ı te’liflerine nazaran vukuʻat-ı mâzi-
yeye daha karîb bulunan tarih kitaplarından Ravzatü’l-Ebrâr’da yedi yüz yirmi sekiz sene-i hic-
riyyesi vukuʻatı sırasında “Hükümet-i Âl-i Osmanî’de râyic olan ecnâs-ı nükûd esâmi-i selâtin-i

14
l-ı Sâni

Selçukiyye ile meskûk iken mesnedâra-yı eyvân-ı vezâret olan Alaeddin Paşa savâb-dîde
üzere vücûh-ı derâhîm ve denânîr nâmlarıyla zinet-pezîr oldu” ve Tacü’t-Tevârih’de yediyüz
yirmi dokuz sene-i hicriyesinin vukuʻatı sırasında “Nükûd-ı nukre [23] ve tılâ4 ism-i sâmi-i pâ-
dişâh-ı zâman ile mahallî oldu” ve Gülşen-i Maarîf’de yedi yüz dokuz senesinin vukuʻatı sıra-
sında “Sim u zere ism-i Orhanî üzere sikke vuruldu” ve Solakzâde’de ol âna gelince râyic olan
akça ve altun Âl-i Selçuk sikkesi idi; yediyüz yirmi dokuzda Orhan Han’ın nâm-ı şerîflerine sikke
kazıldı ve bin nefer piyâde yazılıp bunlara günde 1 akça-i Osmânî ki, rubʻ-i dirhemdir vazîfe
taʻyîn olundu ve Nuhbetü’t-Tevârih’de Sultan Orhan Bursa’ya nüzûl-ı iclâl buyurduklarında
729 birâder-i mükerremleri Alaeddin Paşa savab-dîdi ile bilâd-ı İslamiyye’de revân olan tılâ
ve sim ism-i sâmi ve nâm-ı kirâmi-i Orhan-hanî ile meskûk oldu. Ondan evvel cârî olan nükûd
esâmi-i selâtîn-i Selçukiyye ile meskûk idi. Mevlâna Kara Halil mübâşeretiyle tâife-i Etrâk’dan
cevânan-ı çâlâk intihâb olunup her birine günde bir akça-i Osmânî ki, rubʻ-i dirhemdir, vazîfe
taʻyîn olundu" ibâreleriyle tasvîr-i ahvâl edilmiş ve Solakzâde ile Nuhbetü’t-Tevârih’in şu kul-
ları Kâtip Çelebi merhûmun Cihannümâsı’nda da aynıyla münderic bulunmuş. İşte tarihlerimi-
zin en eskisi bulunan şu altı kitap münderecâtından Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’de sikkenin
en evvel icâdı asr-ı Orhan Hâni’de Bursa şehrinin makarr-ı saltanat ittihâzından sonra vukuʻa
geldiği ve Selâcika akçalarına iltibâs vukuʻundan ihtirazen nâmına “akça-i Osmânî” denildi-
ği ve bu akçanın vezn ü sıkleti rubʻ-i dirhem olduğu ve dirhem ve denânîrden murâd vezn
demek olmayup âdetâ altun ve gümüş meskûkât demek olduğu sarâhâten anlaşılmakda ise
de kesilen akçaların veznine esâs ü mikyas edilen dirhem dirhem-i şerʻî miydi yoksa dirhem-i

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


örfî miydi ve bunların istiʻab eylediği gümüşün [24] ne kadarı hâlis ve ne mikdarı gayr-ı
hâlis idi buraları hakkında bahs u münâzara olmadığından ve bâ-husus Bursa’nın fethinden
İstanbul’un fethine kadar geçen eyyâmda hazine-i devletin dahl u harcı hep gümüş meskûkât
üzerine yürütülüp altun meskûkât darb ü iʻmâline daha başlanmamış bulunduğundan tevsiʻ-i
maʻlûmât için bi’t-tabiʻ bazı meskûkât koleksiyonlarıyla eski hesap kitaplarına mürâcaât ey-
lemişizdir ki, bunların birincisi mukaddemâ Cemʻiyyet-i Aliyye-i Osmâniyye matbaasında ba-
sılmış olan meskûkât-ı Osmâniyye defteri; diğeri Meskûkât İdâresi Müdüriyyeti’nde bulunul-
duğu esnâda toplandırılan meskûkât kalıpları; diğer birisi Hazîne-i hümâyûn’da mahfûz olup
şayân buyurulan müsaade-i seniyye üzerine temâşa olunan meskûkat camekanı; diğer birisi
de ism-i sebk eden Hacı Atmaca’nın te’lifidir. Meskûkât-ı Osmâniyye defteri her pâdişâhın
hengâm-ı saltanatlarında altun ve gümüş ve bakırdan mamûl olan meskûkatın envaʻları hak-
kında epiyce maʻlûmâtı hâvi ise de darb edilmiş olan meskûkâtın vezn ü sıkletleriyle ayarları
hususlarındaki malûmatı câmiʻ olmadığından işbu defter hall-i maksada gayr-ı kâfi görülmüş
ve meskûkât idâresinde toplanılan kalıplar ise ancak bundan yüz elli sene mukaddemden beri
darb u iʻmâl olunan meskûkâta münhasır aletlerden ibâret olduğundan bundan dahî bir şey
istifâde edilememişdir. Hazîne-i hümâyûnda mahfûz olan câmekân derûnunda eğer çi birçok

4) Nukra sikkelenmeden fıddahuya ve tılâ dahî o türlü altına denir.

15
Bâb-ı Evvel

Akçe (Akça): Osmanlılar tarafından “gümüş sikke”, ve “para” karşılığı olarak


kullanılan Akçe “beyaz, parlak, temiz” mânalarına gelen ak (ağ) kökünden
türemiştir. İlk Osmanlı sikkesi Osman Gâzî nâmına darbedildiyse de o sikke
ağırlığı (İstanbul Akeoloji Müzesi’nde bulunan örnek 0,72 ağırlığındadır. Sik-
kenin bir kısmı kırıklığından dolayı eksiktir. Kırığı da hesaba katılırsa darbedil-
diğinde takribî 0,80 gr. ağırlığında olmalıdır. Katar Doha Müzesinde bulunan
ikinci örnek ise 0,62 gr. ağırlığındadır.) itibârıyla Akçe değildir. Bilinen ilk Os-
manlı Akçesi Orhan Gâzî nâmına darbedilmiştir.
Orhan Bey teklik, ikilik ve beşlik olmak üzere üç değişik birimde Akçe tedâvü-
le çıkarmıştır. Teklik Akçe miskalin dörtte biri ağırlığındaydı (takribî 1,20 gr.).
Fetret Devri (Hicrî 804-816/Milâdî 1402-1413)’nde Çelebi Mehmed nâmına
darbedilen Dirhem ve ½ Dirhemler ile Fetret Devri’nin nihâyetinde I. Meh-
med (Çelebi) (Hicrî 816-824/Milâdî 1413-1421)’in saltanatında darbedilen ½
akçeler hariç tutulursa; II. Mehmed (Hicrî 855-886/Milâdî 1451-1481) devri-
ne kadar akçeden hafif ya da daha ağır gümüş sikkeler darbedilmemiştir. Gü-
müş sikke olarak sadece tek Akçe ağırlığında sikkelerin darbıyla yetinilmiştir.
Amerika Kıtası’nın keşfi ile yağmalanan Yeni Dünya’nın kıymetli madenleri
sayesinde Avrupa’nın ticaret hacmi genişlemiş, bu sâyede Batıda ağır gü-
müş paraların darbına fırsat doğmuştur. II. Mehmed (Fâtih) de buna uyarak,
1470’de on Akçe ağırlığındaki “Akçe-i Büzürg” ya da “Gümüş-i Sultâniyye”
adıyla da anılan “Muhammed Hânî”lerin darbına karar vermişti. Yine onun
smâniyye e cne iyye

devrinde ilk Osmanlı altını olan Sultânî tedâvüle çıkarılmıştır (Hicrî 882/Milâ-
dî 1478).
Akçenin ayarı binde dokuz yüz idi. 1697’den sonra darbedilen Akçeler %10
bakır ihtiva etmektedir. Zaman içinde Akçenin ağırlığı düşmüş ve altına karşı
devâmlı değer kaybetmiştir. Ağırlığının hafiflemesi nedeniyle Akçeye karşı
piyasadaki her türlü mamulün de fiyatının arttığı görülür.
sûl-i Mes û â -ı

meskûkât-ı Osmâniyye müşahede olunmuş ise de erbâbı tarafından sırasıyla cemʻ u tertîb
olunmayıp dökme dökme ve karışık bir halde vazʻ-ı camekân edilmiş ve tefrîk u temyîzi ise
zamanlara muhtâc görülmüş olduğundan bundan dahî maʻmûl ü muntazır olan faideye dest-
res olunamamışdır.
Hacı Atmaca’nın kitabına gelince: müellif bunda “Miskale dinâr dahî derler. Miskal ehl-i
divân ıstılâhâtında altı dankdan ibâretdir ve bu dank yirmi [25] dört kıratdır ki, bir çekirdek
demekdir” dedikden sonra miskal ve eczâsının defâtir-i sultaniyyede sûret-i terkim ve taʻda-
dını dahî beyân edip şöyle bir misâl ile irâd-ı makâl eylemişdir.
Misal
Siʻr Siʻr R Siʻr L T
1 2 3 4
16
l-ı Sâni

Yüz dirhem gümüşten kesilen akçenin adet ve ağırlığı şöyledir:

Yıl Yüz Dirhemden Adet Gram

1326 266 1,152


1431 260 1,181
1460 330 0,931
1480 400 0,768
1491 420 0,731
1572 450 0,682
1584-1586 800 0,384
1600 950 0.323
1618, 1624, 1641 1000 0.307
1659 1250 0,256
1666 1400 0,229
1688 1700 0,188

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


1692 2300 0,139
1696 1900 0,169
1697 1800 0,178
1705 1900 0,169

Akçenin giderek ufalması, incelmesi üzerine II. Süleyman zamanında


para rejiminde bazı değişikliklere gidilmiştir. Asıl gümüş para birimi, Ku-
ruş (Guruş), Zolota ve küsuratları olan Para (Pâre)’ya kaydırılmış, Akçe
de zamanla Pârenin küsuratı haline gelmiştir. Üç Akçe bir Para ediyor-
du. Zamanla Para Akçenin yerini almıştır. 1685-1715 tarihleri arasında
yaklaşık 68 milyon Paraya karşılık İstanbul Darphânesi’nde, 40,6 milyo-
nu 1692’de olmak üzere, 113 milyon küsur Akçe darbedilmiştir. Fran-
sız sefiri Marquis de Bonnac, 1716’da İstanbul’da tedâvülde bulunan
Osmanlı gümüş ve altın paralarının ön ve arka yüzlerini, kâğıda dam-
lattığı mühür mumuna bastırarak kalıbını çıkarmış ve hükümetine gön-

17
Bâb-ı Evvel

dermişti. Zamanla Akçe adı yalnız bir hesap birimi olarak varlığını
sürdürmüştür (Halil Sahillioğlu, “Akçe”, TDV İA, c 3, İstanbul, 1989,
s 224-227). Son Osmanlı “Akçe”si II. Mahmûd’un cülûsunun 15. se-
nesinde darbedilmiştir.

Kırat ve şa’ir şu türlü rumûzât ile yâd ü tezkâr olunup miskal-i tam olunca ibâre miskal ile
yâd olunur. Miskalin fevkinde olan aded-i erkamdan murâd, kırat tahtında bulunan aded-i
erkamdan murâd şa’irdir demişdir.
Akçanın vezn ü sıkleti hakkında şu türlü temhîdâta girişmekten murâd-ı âcizi, bâlâda
isimleri taʻdâd olunan târih kitaplarında asr-ı Orhan Hân Gazi’de kesilen akçaların dördü bir
dirhem idi deyü musarrah iken onlardan sonra yazılan Cevdet ve Netâyicü’l-Vukuʻat tarihle-
rinde “bir dirhem gümüşden üç akça-i Osmânî kesildi” tarzında meşhûd u muharrer olan fık-
raları tenkîd ile yek diğere yaklaşdırmak esâsına müsteniddir. Yani bir miskal yirmi dört kırat
ve bir dirhem on altı kırat olduğu halde yirmi dört adedinin bilâ-kesr rubʻu altı kırat ve on altı
adedinin sülüsü beş kırat ve bir buğday edip dirhemde olan kırat ve buğdaylar cemʻ edildikde-
yekûnu on beş kırat üç buğday tutacağı âşikâr olduğundan, ol vakitler kesilmiş olan akçaların
smâniyye e cne iyye

miskal veznine tatbîkinde bi’t-tabiʻ dördü ve dirhem veznine tatbikinde dahî üçü bir dirhem
keseceği ve bu cihetle her iki rivâyet beyninde görülen mübâyenet böylelikle izâle edilmiş
olacağı der-kârdır.
İmdi asr-ı Orhan Hân Gazi’de kesilen akçaları tammü’l-vezn olarak cümlesi altışar kırat
vezninde katʻ u ihrâcı kâide-i mevzuʻasından iken ekserîyâ tesâdüf olunduğu ve erbâb-ı
fenn-i meskûkât indlerinde müsellem bulunduğu [26] üzere bunlardan bazılarının bir veya iki
buğday eksiğine çıkarılması ya tolerans farkından veyahud kesret-i istiʻmâl cihetinden vezn-
sûl-i Mes û â -ı

lere noksaniyyet tertîb etmiş olacağı teslîm olunmasa bile esâs veznin buğday olduğuna göre
bir memleketde hâsıl olan buğdayın vezn ü sıkleti diğer memleketde husûle gelen buğdayın
vezn ü sıkletine müsâvî olamayacağı müsellem ve bâ-husûs ol vakitlerde iʻmâl olunan dirhem
ve terâziler şimdilerde yapılan dirhem ve teraziler kadar dakîk ü rakîk olmayacağı emr-i gayr-ı
müphem olduğundan, mebhûsu’ı-anh olan akçaların veznlerinde meşhûd olan noksanlıklar
ihtiyârî olmayan şu türlü hallerden neş’et edeceği ve şu halleri Fatih Sultan Mehmed zama-
nında kesilen akçaların vukuʻatı dahî ispât eyleyeceği âşikârdır.
İşbu zaman akçalarının ayarları bahsine gelince: yukarılarda esâmisi zikr olunan tarih ki-
taplarında asr-ı Orhan Hân Gazi’de kesilen akçaların bir dirhemliğinde kaç kırat hâlis gümüş ve
kaç kırat bakır olduğu ve mesârîf-i darbiyye ve iʻmâliyyesi içerisinde mi yoksa dışarısında mı
tasviye olunduğu ve iʻmâl-i meskûkâtdan dolayı hâzine-i devlete bir gûna fâiz ü temettuʻ hâsıl

18
l-ı Sâni

olup olmadığı bahislerine dâîr sarâhat yok ise de, mahallinde görüleceği vechile sonraları
icrâ edilen tecrübe ve imtihanlarda bu akçaların yüzde doksanı hâlis gümüş ve yüzde onu
derûnuna katılan bakır olduğu ve nefʻ-i temettüʻ bahsi Fatih zamanında nazar-ı ehemmiyete
alınıp külliyetli kâr görülmesiyle ondan sonra ilerledikçe ilerlediği sâbit olur.
Gerek akça-i Osmâniyye’nin ve gerek sonraları katʻ u darb olunan umum meskûkât-ı
Osmâniyye’nin bidâyet-i darb ü ihdâsından tashîh-i ayar zamanına kadar geçen eyyâmda
bunların şekl ü şemâli ne idi, yani kıtʻaları müdevver miydi yoksa murabbaʻ ve müseddes
miydi ve yazıları ne nevʻ yazı idi ve yüzlerinde [27] mahall-i darbları veya tarih-i darb ü ih-
râcları muharrer ve murakkam mı idi? şuralarının tedkikâtı erbâb-ı fenn-i meskûkâtın kuvve-i
nâfizasına tevdiʻ edilerek maksad-ı asliye devam olunur.
Şöyle ki:
Asr-ı Orhan Hân Gazi’den Sultan Murâd Hân-ı Sâni’nin birinci saltanatlarının nihâyetine
değin müddetde Bursa’da kesilen akçaların vezn-i esâsîleri oldukça muhafaza olunabildikden
başka, feth olunup doğrudan doğruya taht-ı idâreye alınan bilâdın büyük şehirlerinde yani
Edirne, Siroz, Amasya, Ayasluğ gibi benderlerde dahî akça darb u iʻmâli maddeleri usûl ittihâz
kılınmış olduğundan, bu müddeti teşkîl eden yüz yirmi senelik bir zamanda akça yüzünden
beyne’l-ahâlî hiçbir gûna sızıltı vukuʻa gelmemişdir.
Vakta ki pâdişâh-ı müşârunileyh tâc-ı saltanâtı necl-i necibleri Sultan Mehmed Hân-ı Sâni
hazretlerine terk ü ferâgatla Manisa’ya çekildiklerinde pâdişâh-ı cedîdin cülûslarına alâmet

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


olarak sekiz yüz kırk sekiz senesinde Edirne’de darbına başlanılan akçaların ya hâzine-i devle-
te bir mikdâr irâd tedârik etmek veyahud askerin muhassasâtından bir mikdâr tenkihât icrâ
edilmek murâdıyla vezn ü sıkletlerinden tenkîs olunmasıyla bu madde âsâkirin gayret ve sa-
dâkatını kırarak bir fitne-i azîmenin zuhûruna mukaddeme olmuş ve ol aralık derûn-ı şehrde
azîm bir harîk zuhûr eyleyerek çarşı ve bedesteni ihrâk eylemesiyle askerî takımı “harîkin itfâ-
sına lâyıkıyla gayret ü himmet olunmadı, neferâtın hâline bakılmıyor” bahânesiyle ayaklanıp
memleketin umûr-ı zâbıtası me’mûru Hadım Şahab Paşa’nın konağı[nı] basmışlar ise de Paşa
evvelce davranıp müşârünileyhin sâye-i himâyetine ilticâ ile yakasını kurtarmış ve bu sebeple
askerin ulûfelerine buçuk akça zam olunarak yevmiyeleri üçer buçuk akçaya iblâğ edilmişdir.
[28] İşte tenkîs-ı kemm u keyfiyyet-i meskûkât yüzünden birinci defa olarak zuhûr-yafte
olan karışıklık bu zamandan başlamış ve ileride diğerleri zuhûra gelmişdir ki, sırası geldikçe
beyân olunacakdır.
Hazret-i Fatih’in ikinci cülûslarında yani sekiz yüz elli beş senesinde da’b-ı kadîm üzere ye-
niden yeniye akça-i Osmanîler kesilerek bunlar ile eskilerin bi’t-tebdîl tedâvülden kaldırılması
âdeti vazʻ olunup icraâtında eski akçaların ekseriya yenilerden daha ziyâde hâlis ve ağır ol-
dukları ve mîrîce daha ziyâde mucîb-i menfaʻat olduğu anlaşılmasıyla her on senede bir kere
tecdîd-i meskûkât usûlü vazʻ olunmuş ise de bundan dahî zarardan başka bir semere hâsıl
olmamışdır.

19
Bâb-ı Evvel

TESPİT EDİLEN BAZI AKÇE AYARLARI (Binde) 1

I. Bayezid 950 ayar


Çelebi Mehmed -
945 ayar
Timur adına Bursa
Emir Süleyman 935 ayar
II. Murad Bursa 970 ayar
II. Mehmed 848 Serez 975 ayar
II. Mehmed 855 Edirne 965 ayar
II. Mehmed 855 Serez 860 ayar
II. Mehmed 855 Serez 950 ayar
II. Mehmed 865 Serez 965 ayar
II. Mehmed 875 Edirne 970 ayar
II. Mehmed 875 Novar 955 ayar
II. Mehmed 875 Kostantiniyye 965 ayar
II. Mehmed 886 Kostantiniyye 958 ayar
smâniyye e cne iyye

II. Bayezid Kostantiniyye 940 ayar


II. Bayezid Novar 805 ayar
II. Bayezid Novar 955 ayar
Yavuz Sultan Selim Kostantiniyye 945 ayar
Kanuni Sultan
Sidrekapsi 965 ayar
Süleyman
sûl-i Mes û â -ı

Kanuni Sultan
Kostantiniyye 960 ayar
Süleyman
İbrahim Kostantiniyye 965 ayar
İbrahim Kostantiniyye 960 ayar
III. Mehmed Kostantiniyye 955 ayar
IV. Murad Kostantiniyye 800 ayar
IV. Murad Mısır 900 ayar
IV. Mehmed Kostantiniyye 950 ayar
IV. Mehmed Kostantiniyye 845 ayar

1) Necdet Kabaklarlı-Metin Erüreten, “Osmanlı Paralarında Ölçü ve Ayar”, Anadolu’da Pa-


ranın Tarihi, Ed. Bülent ARI, Ankara: Merkez Bankası, 2012, s 211.
20
l-ı Sâni

Tablodan görüldüğü üzere, yıllar içinde Akçenin içindeki gümüş nispeti


azalmamakta, aksine ortalama ayarı binde dokuzyüzün üzerinde sabit
kalmaktadır. Ancak, Akçenin ağırlığı ise sürekli düşmekteydi. Kaynak-
larda geçen mağşûş Akçeden, gramajı daha küçük Akçe anlaşılmalıdır.
Bu Akçelerde gümüş nispeti daha az değildir. Mamafih, arada görülen
düşük ayarlı Akçeler, ya buhran yıllarında, ya da darphânelerin sahteci-
liğiyle kesilen Akçelerdir. Tablodaki bu değerler, tek bir Akçeden değil,
o yıllara ait çok sayıda Akçeden elde edilmiş ortalama ayarlardır.

Vezn ü sıkletlerinin tenkîsine başlanılan akçaların asr-ı Sultan Bâyezîd-i Sâni’ye değin ol
vechile tenkîsine devâm olunmuş ise de ayarlarına dokunulmamış iken, devr-i mezkûrda bir
çığır daha açılıp hükmü bin iki yüz kırk dört senesine kadar sürmüş ve bu maddeler akçaların
kadr u kıymetini büsbütün mahv ü izâleye sebeb olmuşdur.
Şöyle ki:
Devr-i Bâyezîd Hân’a gelinceye kadar geçen eyyâmda doksan ayarında olan yüz dirhem
gümüşden dört yüz adet gümüş akça kesilmek adeti câri olduğu halde ondan sonra bunların
ayarına dahî dokunulup seksenbeş ayarında olan yüz dirhem gümüşden beş yüz akça kesil-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


mek adeti vazʻ olunmuş ve şu âdet Sultân Murad-ı Sâlis’in evaîl-i saltanâtına kadar hükmünü
sürmüştür.

Sultân II. Mehmed devri sikke tecdîdlerine örnekler

Fotoğraf 1
855 Senesinde, Serez
(Serres/Yunanistan)’de
darbedilmiş Akçe (1,00 gr. 11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 229

Fotoğraf 2
865 Senesinde, Kostantiniyye
(İstanbul)’de
darbedilmiş Akçe (0,90 gr. 11-12 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5211

21
Bâb-ı Evvel

Fotoğraf 3
875 Senesinde, Kostantiniyye
(İstanbul)’de
darbedilmiş Akçe (0,90 gr. 11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 1592

Fotoğraf 4
885 Senesinde, Serez
(Serres/Yunanistan)’de
darbedilmiş Akçe (0, 80 gr. 10-11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5218

Fotoğraf 5
886 Senesinde, Bursa’da
darbedilmiş Akçe (0,75 gr. 11,5 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
smâniyye e cne iyye

No: 5207

Sultan II. Mehmed’in 2. cülûsunda darbedilmiş Akçelerin Hicrî 855


(Milâdî 1451-1452), Hicrî 865 (Milâdî 1460-1461), Hicrî 875 (Milâdî
1470-1471), Hicrî 885 (Milâdî 1480-1481) ve Hicrî 886 (Milâdî 1481-
sûl-i Mes û â -ı

1482) senelerini taşıdıkları görülmektedir. Hicrî 855-885 tarihleri ara-


sında her 10 yıla denk gelecek şekilde sikkelerin tipleri değiştirilmiştir.
Sikkelerin ortalama ağırlıklarında Hicrî 885 senesinde darbedilen Ak-
çelere kadar çok ciddi bir fark yoktur. Çok az tağşiş edilerek ağırlıkla-
rının düşürüldüğü; 30 senelik süre zarfında 0,10 gramdan daha az ha-
fifledikleri görülmektedir. Akçe ağırlıklarında bâriz düşüş Hicrî 885 ve
886 tarihli Akçelerde görülmektedir. Hicrî 885 tarihli tağşişle Akçenin
ağırlığı 0,15 gr. kadar hafifletilmiştir.

Bu devirdeki sikke tecdîdlerinde, tiplerinde değişiklik yapılarak, bir ev-


velki sikkenin yerine yenisi darbedilmiştir. Yenisi darbedildikten sonra

22
l-ı Sâni

eskisinin en yakın darphâneye getirilerek yenisiyle değiştirilmesi mecburî


hâle getirilmiştir. Eski sikkenin yenisi ile değiştirilmesi esnâsında bir miktar
darp ücreti alınarak hazineye gelir sağlanmıştır. Hicrî 885 ve 886 tarih-
li tecdîdlerde Akçenin ağırlığıyla farkedilir şekilde oynanmıştır. Tabiatıyla
hazineye sağlanan gelir misliyle fazla olmuştur.

FAZLA GÜMÜŞ VE ESKİ AKÇE YASAĞI HÜKMÜ

II. Mehmed (Fâtih)’in ilk cülûsunda (Hicrî 848/Milâdî 1444) yaptığı sikke
tecdîdi akabinde vuku bulan, yeniçerilerin ayaklandığı ve tarihe “Buçuk-
tepe Vak‘ası” adıyla kaydolmuş isyan gerçekleşmiştir. Buna rağmen II.
Mehmed 2. cülûsunda da (Hicrî 855, 865, 875, 885 ve 886 yıllarında) sik-
ke tecdîdleri yapmış; yukarıda da bahsedildiği üzere, bu tecdîdlerle eski
Akçeler yasaklatılmıştır. Bu hususla alâkadar II. Mehmed’in dikkate değer
bir fermanı Latin harflerine çevrilmiştir. (Halil İnalcık-Robert Anhegger, Ka-
nunname-i Sultani Ber-Mûceb-i Örf-i Osmani, Ankara: TTK, 2000)
Nişân-i hümâyûn ve misâl-i meymûn -enfezallâhu ilâ yevme yeb‘asûn hük-
mi oldur ki: işbu dârende-i misâl-i şerîf kulum ... Ayasuluğ ve Aydın ve Sa-
ruhan ve Menteşe sancaklarına ve Tonuzlu vilâyetine gümüş ve eski akça

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


yasağı etmeğe gönderdüm;
Ve buyurdum ki, varub ol vilâyetlerde olan bezzâzistân sandukların ve kâr-
bânsarayların ve limanlarda olan gemileri ve bâzirgânları ve yolcularun
yüklerin araya, her kimde kulum mühürünsüz gümüş ve eski akça bulu-
nursa alub darabhâneme iledüb dirhemüne ikişer akçasın vereler, ve dahi
yasak ede, kimesne eski akça ile satu-bâzâr ve mu‘âmele etmeye, her kim
edecek olursa kulum dutub hakkından gele, ve şehirlerde âbâdânluk işle-
yene, kuyumcu ve sîmkeş gibi iki yüz dirheme varınca gümüş satıla, ziyâde
satılmaya;
Ve dahi her kimde kalb akça bulunursa dutub sancağı begi ve kâdi katına
ilede, anlar dahi teftiş edeler, eger kalbzanluğu şer‘ile sâbit olursa kulu-
mun eline huccet vereler ki, kulum boğazından asakoya ve rızkını beğlük
eyleye:
Hiç ahad kâyinen men-kâne mâni’ ve dâfi‘ olmayub medhal kılmaya ve
ta‘arruz degürmeye.
Şöyle bileler, biti mutâla‘a kılanlar mazmunun tahkîk bilüb alâmet-i şerif
üzre i‘timâd kılalar.

23
Bâb-ı Evvel

Hil’at-ı saltanat pâdişâh-ı müşârûnileyh uhdelerine intikalinde şark seferlerini imtidâdıyla


beraber israfât ü itlâfâtın derecâtı hadd-i maʻrûfunu tecâvüz eylediğinden muhassasât-ı aske-
riyyeden bazı mertebe tenkîhât icrâsına lüzûm görülmüş ve galiba [29] başka gûna tedbîrden
bir semere hâsıl olmamış olduğundan nâ-çâr meskûkâtın kemm u keyfiyyetine mürâcaʻât
olunarak yüz dirhem gümüşden sekiz yüz akça kesilmesi tedbîri ortaya konulmuşdur.
Ravzatü’l-Ebrâr sahibi Karaçelebi[zade] bu vakʻa-yı elîmeyi beyân sırasında paşa-yı
mezbûr tashîh-i sikke emrinde bezl-ı makdûr edip malı ve bedelini imdâd ile darbhânelerde
ceyd u cedîd akça katʻ edildi ve eydî-i nâsda olan züyûf ve mağşûş akçanın vücûd-ı nâ-pakini
izâle ve refʻ etmek bâbında ihtimâm-ı tam üzere iken dâire-i şuhûddan nâbud ve mün’adîm
oldu deyu Pâşâ-yı merkûma tesâhub yüzü gösteriyor ve Defterdâr Mahmud Efendi hakkında
iyi kötü bir söz söylemiyor ise de Peçevî tarihi mezbûr Mehmed Paşa’nın tercüme-i hâlinin
beyânı sırasında başka türlü mütâla'âtda bulunuyor.
Lâkin Selanikli Mustafa Efendi tarihinde münderic olan makale-i mahsûsa mütâlaʻa olunur
ve tedâbir-i maliyye cihetinden de lehce-i hâle dikkat ediliyor ise Karaçelebi[zade]'nin ifâdâtı
beyhûde olmuş olur. Zirâ Memâlik-i Osmaniyye’de sonraları muamelâta esâs ittihâz olun-
muş olan Guruş ve para lafzları daha te’emmüm etmemiş ve şu lafzların medlûlu bulunan
sikke resmen henüz tanınmamış olan şu asırda devlet ve hazine devlet nâmına ahz u cibâye-
ti mukarrer olan vergilerin kâffesi ve ez-an cümle tahrîr-i bilâd olundukça tebyîn edip hass ü
havass ve evkaf ve zeʻamet ve timar namlarıyla vüzerâ-yı ümerâ ile sâirlere tahsîs kılınan arâzi
smâniyye e cne iyye

üzerlerine kadîmen ve hadesen tarh olunan aʻşâr u rüsûmâtın ve tebaʻa-i gayr-ı Müslimeden
ahzı muʻtâd olan cizyenin mikdârları hep akça hesabıyla kayd u tescîl olunmuş ve mahkeme-
lerde tanzîm olunan iʻlam ve hüccet ve sened gibi vesâikden hükkâm-ı şerʻî maʻaşa mukabili
ahzı kararlaşdırılan resimlerin tarifesi yine akça hesabıyla taʻyîn edilmiş olduğu gibi inşâ ve
ihyâ edilmiş olan bunca ma'âbid [30] ve medârise ve müberrât-ı sâireye memûr edilen mü-
derris ve hatîp ve imâm ve sâir gûna hüddâmın vezâîf-i yevmiyeleri yine akça hesabıyla vazʻ
edilmiş. Ve’l-hâsıl hazâin-i devletin muamelât-ı resmiyyesi ve dahl u harc emvâlde vâhîd-i
sûl-i Mes û â -ı

kıyâsisi hiçbir vakit akçanın gayrı meskûkât üzerine binâ edilmemiş iken, mücerred rû-nümâ
olan müzâyaka-i mâliyyeyi defʻ ü izâle etmek için tedâvülde olan akça kıymetlerinin yarıya
tenzîli ile hem i’râd ve hem masrafdan tenzîlât icrâsı tedbîrine mürâcaʻâta mecbûriyet hâsıl
olmuşdur.
Sultan Murad-ı Sâlîsin vukuʻ-ı irtihâliyle hil’at-ı saltanatın Sultan Mehmed-i Sâlisin dûş-i
ikbâline erişdikden altı sene sonra, yani bin dokuz senesinde tashîh-i sikke maddesi yine
meydâna konulmuş ise de müessîr bir tedbîr ittihâz olunmamışdır. Ravzatu’l-Ebrâr bu vakʻa-
yı beyân sırasında vezir Yemişçi Hasan Paşa mübâşeretiyle tashîh-i sikke olunup altun yüz
yirmi, Guruş seksen akçaya tenzîl olundu demiş ise de tashîh edilen sikke ne türlü sikke ol-
duğunu göstermediği ve hususuyla daha ol zamanlarda Guruş denilen sikke, meskûkât-ı
Osmâniyye’de vâhid-i kıyâsî ittihâz olunmadığı cihetle, müellifin bundan murâdı ol zamanlar-

24
l-ı Sâni

da Memâlik-i Osmâniyye’ye yayılmış olan meskûkât-ı ecnebiyyeye bir râyic taʻyîn etmekden
kinâyet olsa gerekdir. Zirâ Yemişçi Hasan’ın tercüme-i haline bakılır ise zaman-ı sadâretinde
bir eser-i hayr vâkiʻ olmadığı tarih-şinâsân indinde müsellemdir.
Her ne hal ise, akça-i Osmanî’nin bidâyet-i ihdâsından bin yirmi sekiz senesine gelinceye
kadar kâh ayarı ve kâh vezn ü sıkleti tebdîl ü tağyîr edilmiş ise de ber-minvâl-i muharrer tedâ-
vül-i meskûkâtda hiçbir vakitde vâhid-i kıyas olmaklıkdan ıskat edilememiş ve tevziʻ-i mevâ-
cîb zamanında şâyet hazînede akça [31] mevcûd olmayıp da altun sikke bulunur ise bunlar
akçaya tebdîl olunarak ve râyiciyle altun verilerek tesviye-i maslahât edilir imiş.
İşte tedâbîr-i meʻlûfeden dolayı akçaların kıtʻaları küçüle küçüle bir hâle getirilmiş ve bu
hâl dahî muaʻmelâtca suʻubetini intâc etmiş olsa gerekdir ki, Sultan Osman Hân-ı Sâni’nin

İlk Onluk Akçeler Sultan II. Mehmed (Fâtih) (Hicrî 855-886/Milâdî 1451-
1481) devrinde darbedilmeye başlanmıştır. Üzerlerinde Hicrî 875 (Milâdî
1470-1471) senesi vardır. Elimize geçen numûnelerden anlaşıldığı üzere
bu ilk onluklar Kostantiniyye (İstanbul) ve Novar (Novo Brdo/Kosova)’da
darbedilmişlerdir. Onlukların darbına II. Bâyezîd (Hicrî 886-918/Milâdî
1481-1512) devrinde de devâm edilmiştir. II. Bâyezîd’in Onluk Akçesi Hicrî
886 (Milâdî 1481-1482) senesini taşımaktadır. Kostantiniyye (İstanbul)’de

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


darbedilmiştir. Sultan I. Selim (Yavûz) nâmına darbedilmiş Onluk Akçeye
rastlanılmamıştır. Sultan I. Süleyman (Kanûnî) devrinde darbedilmiş Onluk
Akçe ilk devir “Akçe-i Büzürk”lerinin yâni ağır Akçelerin tespit edilmiş son
örneğidir ve Hicrî 930 (Milâdî 1523-1524) senesinde Kostantiniyye (İstan-
bul)’de darbedilmiştir. İlk devir Onluk Akçelerine nâdiren tesâdüf edildi-
ğinden, çok az miktarda darbedildikleri anlaşılmaktadır. Bir asırlık aradan
sonra Sultan II. Osmân (Genç) (Hicrî 1027-1031/Milâdî 1618-1622) dev-
rinde alınan bir kararla ağır Akçelerin darbına tekrar başlanmıştır. Sultan
IV. Mehmed (Avcı) (Hicrî 1058-1099/Milâdî 1648-1687)’in sikke reformuna
dek Onluk Akçelerin darbına devâm edilmiştir. Hatta IV. Mehmed’in salta-
natında 20 Akçelik sikkeler tedâvüle sokulmuştur.

Süleyman Sûdi’nin eserini kaleme aldığı tarihde elinin altında Osmanlı sik-
keleri ile alâkadar sâdece Stanley Lane-Poole’ün “Catalogue of Oriental
Coins in the British Museum / The Coins of Turks in the British Museum,
Volume VIII” isimli eseri ile İsmâ’îl Gâlib’in “Takvîm-i Meskûkat-ı Osmâ-
niyye”si bulunmakta idi. Stanley Lane-Poole’ün eserinde ilk devir Osmanlı
Onluk Akçeleri mevcut değildir. İsmâ’îl Gâlib bahsi geçen eserinin 41. say-
fasında 71 numaralı sikke olarak Sultan II. Mehmed’in Kostantiniyye (İstan-
bul) Onluk Akçesi gösterilmiştir.

25
Bâb-ı Evvel

Fotoğraf 6
Sultan II. Mehmed nâmına, 875
senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen Onluk Akçe
(9,13 gr. 20 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 10482

Fotoğraf 7
Sultan II. Osmân nâmına, 1027
senesinde, Cânca (Gümüşhane)’da
darbedilen Onluk Akçe
(2,50 gr. 18-19 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5542

cülûslarının ikinci senesinde, yani bin yirmi sekiz tarihinde sâdır olan fermân-ı âli üzerine
cedîd akça ve onarlık Osmâni namlarıyla iki nevʻ akça katʻına mübâşeret olunup şıkk-ı sâni
defterdârı Bekir Efendi Darbhâne üzerine nâzır taʻyîn olunmuş ve kendüsüne on kese altun
smâniyye e cne iyye

sermâye verilip Memâlik-i Mahrûse darbhâneleri açdırılmış ve bir zaman cedîd akça münteşîr
olup eskisi geçmesin deyu nidâ olunmuş ise de yeni akçalar vefâ etmeyip müzâyaka zuhûr
etmekle eski akçanın sahîhü’l-ayarı yürümeğe izn-i sultânî sâdr olmuşdur. Sâlifü’z-zikr cedîd
akçalar beyne’l-a’vâm “Bekir Efendi akçası” demekle maʻrûf olunduğu ve sıhhatine delâlet
etmek üzere bazan da “Ceyyidü’l-ayâr Bekir Efendi akçası” nâmıyla zebân-zed bulunduğu
Nâimâ tarihinde muharrerdir.
Mümâileyh Bekir Efendi şıkk-ı sâni defterdârı olduğu halde anefü’l-beyân tecdîd-i
sûl-i Mes û â -ı

meskûkâtta darbhâneye nâzır taʻyîn olunmuş ve muahharân dahî devr-i Sultan Murad Hân-ı
râbiʻde vezâretle baş defterdâr olmuş iken, ol vakit vezîr-i aʻzâm olan Siyavuş Paşa’nın ilkaâtı-
na uğrayıp katl olunmuşdur. Bekir Efendi’nin kesdirmiş olduğu akçalarla onluk Osmanîler mu-
haddes birer sikke olmayıp zaten mevcûd olan akçalar züyûfunun menʻ-i tedâvülüyle berâber
muʻamelâtca ve büyücek ahz u iʻtâlarca teshîlât-bahş olmak üzere mevcûd akçaların on ade-
dine müsâvî büyük kıtʻada diğer bir sikkenin daha meydân-ı tedâvüle vazʻ olunması tedbîrin-
den ibâretdir. Darbhânelerin açdırılması bahsine gelince: [32] tevârih-i eslâfda darbhânelerin
kapatdırılmasına dâir bir söz olmadığından burası meçhûl ise de yeniden açdırılması tevsiʻ
ve tesriʻ-i darb ü iʻmâlât mütâlaʻatından neş’et eyleyeceği ve bu âna kadar mesbûk olmadı-
ğı halde şu teşebbüsât arasında darbhâneye on kese altun sermâye verilmesi de onu te’yîd
edeceği âşikârdır.

26
l-ı Sâni

Müşârunileyh Sultân Murad-ı râbiʻin hengâm-ı saltanâtında sikke ahvâlince bir gûna te-
beddül ü tagayyür vukuʻuna dâir tevârih-i mevcûdede bir gûna kayd ü sarâhat olmayup fakat
bin otuz beş senesinin vukuʻatı sırasında ve kaim-makam Gürcü Mehmed Paşa’nın tercüme-i
hali sadedinde mümâileyhin “tecdîd-i sikke-i hümâyûna bezl-i himmet etmiş idi” deyu Târih-i
Naʻimâ’da bir fıkra daha görülmekde ise de ziyâde tafsîlât-ı camiʻ olmaduğından müellifin
bu kayıtda mûradı hîn-i cülûsta tecdîd-i murâd olunan akçaların hüsn-i intizâm üzere darb u
iʻmâl olunmuş olduğuna ve ber-muʻtâd-ı râyic taʻyîn edildiğine bir işâret olsa gerekdir.
Naimâ’nın bin kırk beş senesi vukuʻâtını beyân ve pâdişâh-ı müşârunileyhin Erzurum'a
teşrîf eylediği zamanı ityân sırasında bir fıkra daha görülür ki, târih-i meskûkâtca gayet
ehemmiyetli ve muʻamelât-ı âtiyyeye başlangıç olduğu cihetle kıymetlidir. O fıkrada “Mâh-ı
Muharrem’in on sekizinde inʻam çıkıp nefer başına biner akça bahşîş verildi. Ol dahî kesik
para olmağla ikişer akçaya sarf etdiler” sözleridir.
Fıkra-yı mezkûre mezâyasından ol vakitler akçadan maʻdâ meydanda “para” nâmıyla bir
sikke daha mevcûd ve bunun bir tanesi iki akçaya râyic olduğu anlaşılmakda ise de meskûkât-ı
Osmâniyye’nin küsürâtında müstaʻmel olan paraların ol zamanlarda tedâvülü ma’lûm olma-
dığından bu fıkradan murâd oralarca [33] tedâvül eden Mangırlar veyahut Mısır’da kesilen
paralar olması muhtemeldir.
Sultan Murad-ı Râbi’ye halef olan Sultan İbrahim’in ilk sadr-ı aʻzâmı Kara Mustafa Paşa ta-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


rafından ahvâl-i askeriyye ve mâliyyeye cidden teşebbüs olunduğunu taʻdâd sırasında Nâ’imâ
Tarihi “râyic olan sikke-i Osmânî züyûf ve emîn-i darbhâne olanların ʻadem-i takayyüdü se-
bebinden mağşûş ile mahlût olmağın, Guruş yüz yirmi beş, altun iki yüz elli akçaya çıkmış
idi. Vezir-i aʻzâm Mustafa Paşa cedîd akça kesdirip evâhir-i Ramazan'da bayram mevâcibine
cedîd akça verilip Guruş seksen, altun yüz altmış, Mısır parası iki akçaya tenzîl olundu ve eski
akçalar revâçda kaldı” demekle iktifâ edip akçanın vezn ü sıkletince bir gûna tebeddülât ü
tegayyürâtına dâir bir söz bile i’râd eylememiş ise de Yemişçi Hasan Paşa zamanında Guruş
seksen akçaya indirilmiş iken Kara Mustafa Paşa’nın teşebbüsâtı hîninde mezkûr Guruşların
yüz yirmi beş akçaya kadar fırlaması akçaların az bir zamanda yine tagayyürât-ı azîmeye gi-
riftâr olduğu anlaşılıyor. Sultan Mehmed Hân-ı Râbiʻin kırk senelik devr-i saltanatında gümüş
akçalar hakkında hiçbir gûna tebeddülât ve tagayyürât vukuʻa gelmeyip ancak devr-i mezkûr-
da muzâyaka-yı maliyye iştidâd etmiş olmasıyla bin altmış bir senesinde mesned-i sadâretde
bulunan Melek Ahmed Paşa tarafından iʻtâ olunan emr mûcibince defterdâr-ı vakt Emir Paşa
muzâyaka-yı mâliyyeye çâre-sâz olmak içün Belgrad’da ve Bosna etrafıyla Arnavutluk’da yüz
yirmi yük züyûf ve hurda akça kesdirüp Der-saʻadet’e celb ve meyhânecilerden dahî yirmi bir
yük kızıl kırık para ve akçalar cemʻ etmiş ve bu akçaların yüz on sekiz adedi bir altuna tebdîl
olunmak üzere yüz yirmi bir bin altun tahsîli husûsunu esnaf kethüdâlarına havâle ederek
mezkûr altunlar elde edildikçe sarrâflar ikişer riyâle tahvîl etdirip bu sûretle hâsıl olacak iki
yüz kırk bin [34] Riyal Guruşun mevâcibe iʻtâsını tasavvûr eylemiş ise de icraatına teşeb-

27
Bâb-ı Evvel

Osmanlı İmparatorluğu tebaasınca arka yüzünde yer alan aslan tasvirine


istinâden “Esedî” adıyla anılan Hollanda Devleti tarafından darbedilmiş
“Taler”lerin itibârı hayli yüksekti. Osmanlı topraklarında çok kullanılır ol-
muştu. Sultan II. Süleyman (Hicrî 1099/Milâdî 1687)’ın saltanatına kadar
XVII. asırda tedâvüldeki en ağır Osmanlı gümüş sikkesi 3,00 gr. civârınday-
dı. Esedîlerin 26,00 gr. ortalama sikletleri taşıma kolaylığı sağlıyordu. Bu
sebeple tercih ediliyordu.

Sultan II. Mustafa (Hicrî 1106-1115/Milâdî 1695-1703)’nın saltanatında ilk


defa darbedilmeye başlanan Kuruşlar bu sikkelerin üzerine darbedilmişler-
dir. Sultan III. Osmân (Hicrî 1168/Milâdî 1754)’ın saltanatına kadar Osmanlı
Kuruşlarının ağırlıklarının 26,00 gr. civârında olmalarının sebebi de bu sik-
kelerdir.

Fotoğraf 8
Milâdî 1650 (Hicrî 1059-1061)’de
senesinde, darbedilmiş, Osmanlı tebaası
tarafından “Esedî” adıyla anılan Hollanda
Taleri. (27,27 gr.)
smâniyye e cne iyye

Warszawskie Centrum Numizmatyczne


Auction 64 lot: 944

büs olundukda, yüz on sekiz akçaya bir altun verilmesindeki zararı anladıklarından, esnaf bu
teklifi reddeylemiş oldukları Kâtip Çelebi’nin Fezlekesiyle Târih-i Nâʻimâ’da muharrerdir. Bin
altmış beş senesinde dahî Beşir Paşa sadârete taʻyîn olunup Der-saʻadet’e azîmeti esnâsında
sûl-i Mes û â -ı

“on adedi bir dirhem çil akça olarak yüz yirmi ve Guruşu seksen akçaya olmak üzere” ulûfele-
rini vereceğini Konya’daki askere bi’l-vâsıta vaʻd ve İstanbul’a geldikde dahî râyicleri böylece
tenbih u nidâ ve tashîh-i meskûkâtı işaʻa etdirmiş ise de ne sikkeyi ıslah ve ne vaʻadini incâz
edip nükûd eski hâlinde muhtel kalmış ve bu yoldaki ilânâtı dûçâr-ı takbîh ve taʻyîb olmuş ol-
duğunu Nâʻimâ zikr u beyân eylemişdir.
Bin altmış altı senesinde Riyal Guruşlar seksen ve Esedîler yetmiş akçaya râyiç idiyse de
Guruşlar ekserî maksûs ve para ve akçalar dahî kem ayar ve züyûf olmağla, bir tarafdan muh-
tekîr sarraflar ve esnâf beyninde nükûd-ı mezkûre ayar ve mekâdîrine göre gayr-ı meskûk
gibi dirhem ve terâzi ile alınıp verilmeye başlandığından, sikke-i hâlise mefkûd hükmüne
getirilmiş ve diğer tarafdan defterdârların menfaʻat-i hazîne yolunda güyâ bir tedbîr olmak
üzere elde edilen nükûd-ı hâliseyi yine sarraflar eline düşürüp maksûs ve mağşûş akçalara

28
l-ı Sâni

tebdîl ve çürük ve sağ nısf-ı nısfa mevâcibe iʻtâ etdirmeleri ve sağ olanların dahî ustaları ta-
rafından yine züyûfa tahvîl olunarak nâkıs ve kâsid tevzîʻ kılınması ve ahz u iʻtâda bu akça-
ları esnafın ʻadem-i kabulüne ve müşterinin çil akçayı nerede bulmalı? deyu ısrarı ve’l-hâsıl
İstanbul’da râyic olmayacak akçaların taşralardan ehl-i hidmet nâmına toplatdırıp getirilerek
ortadaki nükûdun bunlara münhasır kalması envaʻ-i şikâyatı istilzâm [35] eylemiş ve Riyallere
ol vakte kadar Guruş taʻbîr olunmakda iken bunlara bir de Esedî riyâl ilave olunması târih-i
Osmanî’de ilk def’a olarak bu zamanda görülmüştür.
Asr-ı mezkûrda tedâvül eden akçaları müverrih ve muharrirler türlü türlü nâmlarla, meselâ
kalb, kızıl, kırkık, züyûf, maksus, sere, kasere, herive gibi sıfatlarla zikr etdikleri gibi bir takım
hilekâr sarraflar ile meyhâneci ve simitçi makulesinin bi’l-iʻtiyâd kırpıp meydana çıkardıkla-
rı akçaların dahî beyne’n-nâss meşhûr olarak (meyhaneci) ve (simitçi) akçası misillü muhtelif
nâmlarla ve kıymetsizliğine delâlet eder tâbirlerle yâd eyledikleri mütevâtirdir.

Mağşûş ve kırkık (kırpık) Akçe

Mağşûş, içine katkı maddesi katılmış, saf olmayan; ayâr ve ağırlığı düşü-
rülmüş anlamına gelmektedir. Tağşiş ise uygulamanın adıdır. Bazı Osmanlı
tarihçileri Sultan II. Mehmed’in saltanatıyla birlikte tağşişin devletin darp
politikasında yer edindiği ve tecdîdlerin aynı zamanda birer tağşiş oldu-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ğundan bahsetmektedirler. Ancak, aslında Sultan II. Mustafa’nın saltana-
tına kadar sikkenin ayârı ile oynanmadığı; darbedilen Akçenin binde 900
ortalama ayârını muhafaza ettiği, günümüzde yapılan Akçe ayâr testleriyle
anlaşılmıştır. Bkz. Tablo, s 20.

Osmanlı darphânelerinin işletilmesi mukataalık sistemi ile mültezimler


eliyle gerçekleştiği için bazı darphânelerin mültezimlerinin daha fazla kâr
maksadıyla sikkenin ayârları ve ağırlıkları ile oynadıkları, devletin bu du-
rum ile alâkadar sıkı tedbirlere baş vurduğuna dâir kayıtlara rastlanmakta-
dır. Bu sebeple kontrolün sağlanması için zaman içinde 100’ü aşkın sayıda-
ki Osmanlı darphânelerinin büyük bir kısmı kapatılmış, birkaç şehirde darp
faâliyeti sürdürülür hâle gelmiştir.

Kırkık (kırpık) Akçe, Akçenin kenarlarından dikkat çekmeyecek kısmının bir


eğe ya da makas aracılığıyla çalınmış olduğu anlamındadır. Bu sahtekârlığın
kârlı olabilmesi için elinde fazla miktarda Akçe bulunan kişiler tarafından
yapılması gerekmekteydi. Resmî kayıtlardan Osmanlı tarihi boyunca sar-
raflık ve tefecilik ile uğraşan gayr-i müslimlerin, özellikle Yahudîler’in “Akçe
kırkıcılığı”nda rol oynadıkları anlaşılmaktadır.

29
Bâb-ı Evvel

Sultan II. Bâyezîd (Hicrî 886-918/ Milâdî 1481-1512) devri, Novar (Novo
Brdo/Kosova)'da darphânesinin üretimi mağşuş Akçe. Sikkenin sathındaki
izlerden sikkenin vaktiyle gümüşle kaplı olduğu; kalıbından sahte Akçe ol-
madığı, resmî darphâne üretimi olduğu anlaşılmaktadır.

Bu sikke, mültezim sahtekârlığına iyi bir örnektir.

Fotoğraf 9
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 9056
(0,87 gr. 10-11 mm.)

Sultan I. Süleyman devri (Hicrî 926-974/ Milâdî 1520-1566), Novar (Novo


Brdo/Kosova)'da darphânesinin üretimi kırkık (kırpık) Akçe. Sikkenin kenar-
ları ağırlığının % 40’ı oranında eğelenmiştir. Standart Akçenin o tarihlerdeki
ağırlığının 0,70 gr. olması gerekirken, bu sikkenin ağırlığı 0,40 gr. gelmektedir.
smâniyye e cne iyye

Fotoğraf 10
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 7234
(0,40 gr. 10 mm.)
sûl-i Mes û â -ı

İşte asr-ı Mehmed Hân-ı Râbiʻde şu türlü kıyafetlere girmiş ve alışverişde envaʻ-i ha-
karete giriftâr olmuş olan şu akçaları ıslah-ı ahvâline eğer ki teşebbüs olunmuş olduğunu
müverrihler beyân etmekte idiyseler de bunun için ne türlü esâslar vazʻ eylemiş oldukları-
na dâir söz söylemediklerinden, lâyıkıyla anlaşılamadığı gibi pâdişâh-ı müşârünileyhe halef
olan Sultan Süleyman-ı Sâni zaman-ı saltanâtlarında dahî akçalar hakkında bir ciddi tedbîr
ittihâz olunduğuna dâir kuyûdât-ı mevcûdeden bir emmâre hâsıl edilemeyip, fakat Cevdet
Tarihi’nin meskûkât bahsinde “Sultân-ı müşârunileyh asrında altı dirhem vezninde Guruş ke-
sildi” denmesine nazaran Guruşların mebde-i darbı bu zaman olduğu anlaşılır ve hazineye
irâd kaydı icâb eden Guruşların yüz yirmi ve Şerifî altunların iki yüz yetmiş ve yaldız altunları-
nın üç yüz akça hesabıyla alınıp bunların hîn-i sarfında dahî mesârif-i seferiyyeye imdâd olun-

30
l-ı Sâni

mak mütâʻalâsıyla Guruşların yüz altmış ve şerîfî altunların üç yüz altmış ve yaldız altunlarının
dört yüz akçaya ve paranın dört akçaya sarf olunması gibi tevârih-i eslafda görülmeyen bir
garip tedbîre yine bu zaman mübâderet olunup [36] meskûkâta bir kıymet-i hakîkiye ve bir
de kıymet-i mevzûʻa takdîr etmek fikirleri işte bu zamanda meydana çıktığı nümâyân olur.
Muvakkat olmak üzere ol zamanda ittihâz olunmuş olan böyle bir tedbîrin hâtırâtı ezhânda
kalmasıyla bundan ne türlü mazarratlar tevlîd edildiği ileride verilecek izâhâtdan anlaşılır.

Kostantiniyye (İstanbul) darphânesinde Sultan IV. Mehmed (Hicrî 1058-1099/Milâdî


1648-1687)’in son yıllarında mihânikî (makine) darp usûlüne geçildikten sonra yerli
olarak imâl edilen aletlerle öncelikle altın, gümüş ve bakırdan mamûl sikkeler dar-
bedildi. Elimize geçen örneklerden bunların altın “Eşrefî/Sultânî”, gümüş “Para” ve
bakır “Mangır” oldukları tespit edilmiştir.
Fotoğraf 11
Sultan IV. Mehmed nâmına, 1058
senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
Eşrefî (Sultânî) Altını
(3,42 gr. 23 mm.)
Atom Damalı, Bilhan Akçaşar; “Os-
manlı Sikkeleri Tarihi Cilt: 5”,
Sayfa: 1785, Katalog No: 19-K-A2

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Sultan Ahmed Hân-ı Sâni’nin üç seneden ibâret olan müddet-i saltanatında sikke ahvâ-
line dâir şâyân-ı bahs ü tezkâr bir gûna vukûʻat olmayıp onlara halef olan Sultan Mustafa-yı
Sâni’nin târih-i cülûsları olan bin yüz altı senesinden iki sene geçer geçmez sikke ahvâline
oldukça ihtimâm olunarak dînâr-ı cedîd darb olunmağa başlandığı misillü gümüşden dahî
Zolota ve Guruş nâmıyla bir yeni sikke meydana çıkarılmış ve işte bu sikke gümüş meskûkat-ı
Osmâniyye için bir devr-i cedîd olmuşdur.
Vakʻanüvis Râşid Efendi nev-icâd olan bu vukuʻâtı tarihinde, “ecnebi sikkesi ile meskûk
olan Zolota ve Esedîler beyne’n-nâs dörder para baş ile alınıp verildiğinden sikke-i pâdişâhî
ile meskûk olan Zolota tedâvül ve teʻamülden kalacak mertebelere vardığı ecilden fî-ma-
baʻd ol makule başla râyic olan eski Zolota ve Guruşlar Darbhâne-i Âmireye getirtilip sik-
keleri tebdîl ve tuğrâ-yı hümâyûn ile meskûk olmak üzere cedîd Zolota ve Guruş katʻ olun-
mak müstahsen görünmekle, İstanbul, Edirne, İzmir, Erzurum darbhânelerinde eski Zolota ve
Guruşların sikkeleri mahv olunup cedîd Zolota ve Guruş katʻ ve üzerlerine tuğrâ-yı hümâyûn
urulmak üzere fermân olundu” tâbiratıyla taʻrif etmişdir.
Şu târifden iki türlü mânâ çıkar ki, bunun biri memâlik-i ecnebiyye’de Zolota ve Guruş
nâmlarıyla darb u iʻmâl olunup ülke-i Osmanîyye’de tedâvül eden [37] sikkelerin vezn ü ayar-

31
Bâb-ı Evvel

Sultan IV. Mehmed (Hicrî 1058-1099/Milâdî 1648-1687)’in son yıllarında


alınan kararla makine darp usûlüne geçilmiş, bu usûl kısa bir müddet sonra
tahta çıkan Sultan II. Süleyman (Hicrî 1099-1102/Milâdî 1687-1691) devrin-
de yaygınlaşmaya başlamıştır. Sultan II. Süleyman devrinde halk tarafından
yabancı ağır gümüş sikkelerin muteber olması sebebiyle bu tarz gümüşlerin
darbı zarûrî görülmüştür. Böylece 20 gr. ve onun yarısı ağırlığında gümüş
sikkeler darbedilmiştir. Tarihçiler ve bir kısım nümismatlar tarafından bu
ilk gümüşler için “Kuruş” ismi verilir. Ancak, “Kuruş” tabirinin Osmanlı İm-
paratorluğu devrinde ağır tüm yabancı sikkeler için kullanıldığı bilinmekte-
dir. Bu ilk sikkelerin darbı ile alâkadar Osmanlı Devlet Arşivinde muhafaza
edilen hükümlerin tamâmında Zolota (Zolta) tabiri kullanılmaktadır. Kezâ,
Sultan II. Mustafa (Hicrî 1106-1115/Milâdî 1695-1703)’nın saltanatında,
Esedî (aslanlı) Hollanda “Taler”lerinin üzerine tuğralı sikkeler darbedilmiş
ve bu sikkelere “Kuruş” adı verilmiştir. Bu Kuruşlar 26,00 gr. ağırlığındadır.
Aynı devirde tedâvüle arzedilen 20 gr. ağırlığındaki sikkelerin Kuruş olma
ihtimâlleri yoktur.

Netice itibârıyla bir yüzünde “Sultânü’l- berreyni ve Hâkanü’l- bahreyni es-


Sultân ibni es-Sultân”, diğer yüzünde “es-Sultân Mustafa bin Mehmed Hân
smâniyye e cne iyye

dâme mülkehû duribe fî Kostantiniyye sene 1106” kitâbeleri bulunan ve


20 gr. civârında ağırlığı olan sikkeler 30 Para karşılığı “Zolota (Zolta)”; bir
yüzünde Sultânü’l- berreyni ve Hâkanü’l- bahreyni es-Sultân ibni es-Sultân”
diğer yüzünde Sultan II. Mustafa’nın tuğrası ile “dâme mülkehû duribe fî
Kostantiniyye sene 1106” kitâbeleri bulunan ve 26 gr. civârında ağırlığı olan
sikkeler 40 para karşılığı “Kuruş” olarak adlandırılmalıdır. Bu adlandırılma
Zolota için Sultan II. Süleyman ve Sultan II. Ahmed devirleri için de geçerli
olmalıdır.
sûl-i Mes û â -ı

Sultan II. Mustafa nâmına, 1106 senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de Hollan-


da Devleti’ne ait Talerin üzerine “çift darp/baskı” usûlüyle darbedilmiş “Gümüş
Kuruş”
Fotoğraf 12
Atom Damalı, Bilhan Akçaşar; “Os-
manlı Sikkeleri Tarihi Cilt: 6”,
Sayfa: 1962, Katalog No: 22-K-G1
(25,70 gr. 41 mm.)

32
l-ı Sâni

Fotoğraf 13
Sultan II. Süleyman nâmına, 1099
senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş Zolota (Zolta)
(19,80 gr. 39-40 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5622

Makine darp tekniği ile altın sikkelerin darbına, Sultan II. Mustafa (Hicrî
1106-1115/Milâdî 1695-1703)’nın saltanatında; Edirne, İzmir, Kostanti-
niyye (İstanbul), Mısır ve Macaristan Seferi sebebiyle oluşturulan seyyar
Ordu-yi Hümâyûn darphâneleri ile devâm edildi.

Osmanlı sultanları uzunca bir süredir ordunun başında yer almamışlar-


dı. Sultan II. Mustafa bu gidişatı değiştirmek için Osmanlı Ordusu’nun
başında Macaristan Seferi’ne katılmak istemiştir. Bu sebeple belli ko-
naklarda ve gerçekleştirilecek fetihler esnâsında darpyeri için “Ordu-yi
Hümâyûn” yazılan sikkeler darbedilerek zaferlerin kutlanmasının hedef-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


lendiği anlaşılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığında


muhafaza edilen 9 Zî’l-ka’de 1108 (Milâdî 30 Mayıs 1697) ve 23 Zî’l-
ka’de 1108 (Milâdî 13 Haziran 1697) tarihli belgelerde Ordu-yi Hümâyûn
altınlarının darbı hakkında malûmât vardır. Bu belgelerde Ordu-yi
Hümâyûn altınların darbı için gerekli olan madenin hazineye teslimi,
ordu ile birlikte hareket edecek olan darphâne vazifelilerinin kimler ol-
duğu, vazifelilerin ücretleri ile darphâne aletleri, bu aletlerin sevki için
gerekli hayvan ve arabalar belirtilmiştir.

Fotoğraf 14
Sultan II. Mustafa nâmına,
1106 senesinde,
sikkede darphâne adı “Ordu-yi
Hümâyûn” olarak belirtilen
Cedîd Eşrefî Altını (3,47 gr. 20 mm.)
Gorny & Mosch Giessener
Münzhandlung Auction 172 No: 7246

33
Bâb-ı Evvel

Sultan IV. Mehmed (Hicrî 1058-1099/Milâdî 1648-1687)’in son yılların-


da makine darp usûlüne geçildikten sonra bakırdan mamûl sikkelerin
de darbına başlanmış, ancak bu sikkelerin yaygınlaşması Sultan II. Sü-
leyman (Hicrî 1099-1102/Milâdî 1687-1691)’ın saltanatında gerçekleş-
miştir. Bakır sikkeler Kostantiniyye (İstanbul)’de, Saraybosna’da Saray
ve Bosna darphâne isimleriyle darbedilmişlerdir. İlk önceleri yarım Akçe
kıymet biçilen bu bakır sikkelerin halk tarafından talep edilir hâle gel-
mesi sebebiyle darbına hız verilmiş ve değeri tam Akçeye çıkarılmıştır.
Bakırın metal mâliyetinin düşük olması kalpazanların iştahını kabartmış
bol miktarda sahte bakır Akçe piyasayı işgâl etmiştir. Hattâ, Avrupa’da
bazı küçük şehir darphâneleri de bu sahtekârlığa ortak olmuşlardır. Bu
durum hızla Osmanlı gümüşünün kıymeti az olan bakırla değiştirilmesi
neticesini doğurmuş, kıymetli gümüş yurt dışına kaçmaya başlamıştır.
Devlet kısa bir süre sonra bu sikkelerle vergi tahsilinden vazgeçmiştir.
Bakır sikkelerin Akçe karşılığı darbına Sultan II. Ahmed (Hicrî 1102-
1106/Milâdî 1691-1695)’in saltanatında son verilmiştir. Elde kalan sik-
keler tedâvülden kaldırılmıştır. Bakır sikkeler sâdece bazı Kuzey Afrika,
Doğu Anadolu ve Ortadoğu darphânelerinde darbedilir hâle gelmiştir.
smâniyye e cne iyye

Fotoğraf 15
Sultan II. Süleyman nâmına, 1099
senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
sûl-i Mes û â -ı

hakiki bakır Akçe


(1,50 gr. 19 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5628

Fotoğraf 16
Aynı sikkenin sahtesi
(1,70 gr. 18,5 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 9059

34
l-ı Sâni

larına tatbîkan yine o nâmlarla meskûkât-ı cedîde darb olunmağa başlandı mânâsı, diğeri
memâlik-i ecnebiyyede kesilen sikkeler bulunduğu hâl üzere sikke-i hümâyûn urulması mânâ-
sıdır ki, ikisi de Zolota ve Guruşların ilk defa olarak meskûkât-ı Osmâniyye ʻidâdına ithâliyle
vâhid-i kıyası ittihâz olunduğunu müş’irdir. Lâkin Vakʻanüvis Râşid’in bâlâda muharrer olan
makalesinden ve Cevdet Tarihi’nin sûret-i ifâdesinden ilk defa olmak üzere meydân-ı tedâvü-
le vazʻ olunan Guruşlar Riyal ve talerîlerden me’hûz bir sikke demek olmayup, bel ki Zolota
denilen Guruşdan me’hûz olduğu dirhemlerinin muvâzenetinden anlaşılır ve bu müddeʻayı
makale-i mezkûrede münderic “sikke-i pâdişâhî ile meskûk olan Zolota” kaydı dahî te’kîd
eder. Bununla beraber Hazine-i mâliyyenin kuyûdât-ı atîkasında meşhûd ve mazbûd fakîr
olan fi 26 Ramazan sene 1108 tarihli bir kıtʻa fermân-ı âli sûretinde baʻdemâ sikke-i hümâyû-
nun müdevver olarak katʻı ve tuğrâ-yı hümâyûn ile tezyîni usûl ittihâz olunduğundan, tuğralı
müdevver meskûkâta “cedîd” nâmı verildiği gibi, selâtîn-i iʻzâm-ı mâziyyenin nâm-ı nâmîleri
yazı ile darb olunup kenarları gayr-ı muntazam bulunan meskûkâta “atîk” ve vezn ü ayarla-
rı muhtel bulunanlara dahî “maksûs” ve “züyûf” denilmesi muharrer ve mastûr olup bunda
Guruş ve Zolota lafzlarına daîr sarâhat görülemediğinden, elfâz-ı mezkûreden Guruşun lisân-ı
mâliyeye girmesi ve akabinde de muʻamelâtı mâliyyede vâhid-i kıyâsi addʻolunması elsine-i
halefden mevrûs bir taʻbîr olacağında şüphe olamaz ve kayd-ı mezkûr ile şurası da rehin-i
subût olur ki, târih-i mezkûra kadar darb u iʻmâl olunan meskûkât şekl ü kıyafetçe bir ka-
rar-ı resmî tahtında olmayıp bunların müdevver ve muntazam olarak katʻı ve bir taraflarının
tuğra-yı hümâyûn ile tevşîhi maddeleri ancak bu zamanda başlamış demek olur. [38] Ve’l-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


hâsıl Sultan Ahmed Hân-ı sâlis zaman-ı saltanatına kadar gayr-ı muntazam olarak katʻ u darb
olunan meskûkât ancak pâdişâh-i müşârunileyhin hengâm-ı saltanatında muntazam bir hale
ifrâğ ve yeniden bir usûl-ı sikke ittihâz olunup tarz-ı nevʻin üzere tuğralı Guruş ve Zolotalar ve
Guruşun kırkda biri “para” iʻtibâr olunarak, bu hesap üzere de yirmi ve on ve beş paralıklar
darb olunmuş olduğu ve ol vakte kadar gayr-ı mukarrer bir halde bulunan mezkûr paraların
vezn ü ayarı tanzîm ve eski akçalar dahî ona göre tensîk olunduğu ve bu yolda basılan sikkele-
re de “meskûkât-ı cedide” nâmı verildiği anlaşıldığından ve sevâbık-ı ahvâle nazarla sızıltısızca
yerleşdirilmiş olan böyle bir hatb-i azîmin târih-i meskûkâtda vâde-i nisyâna atılması da şân-ı
maslahata muvafık görülemediğinden, evvelâ paraların, sonra da Guruşların ahvâl-i târihiy-
yesinden bahs olunacakdır.
Râşid Târihi’nin “nizâm-ı usûl-ı sikke” ser-suhânı tahtında zikr u beyân eylediği bir makale-i
mahsûsada sultan-ı müşârünileyhin evâil-i saltanâtında, darbhânede kesilen paralar yetmiş
ve Mısır’da kesilen paralar altmış ayarında olmasıyla, ekser muhtekîrler bundan istifâde için
Mısır paralarını İstanbul paralarıyla tebdîl ve şu suretle mağşûş paralar tekessür etmeğe baş-
ladığından, bin yüz on altı senesinde ittihâz olunan karar mûcibince bunlar ashâb-ı rızâlarıyla
darbhâneye nakl ile yetmiş ayarında vezn ü taʻdîl ve on buçuk dirhem züyuf, on dirhem ceyd
ü cedîd paraya tahvîl olundukdan sonra, toplanmış olan mezkûr züyûf ve sâir maksûs para-
lardan altmış sekiz ayarında yeni paralar katʻına mübâşeret olunduğu ve Rumeli’de bulunan

35
Bâb-ı Evvel

paralar dahî kezâlik hep züyûf u maksûs olduğundan, onların dahî toplatdırılıp yüz on dirhemi
cedîd paraların yüz dirhemiyle bi’t-tebdîl Darbhâne’ye teslîmi tensîb olunarak taʻyîn olunan
[39] mahsûs veznedârlar maʻrifetiyle her mahalle iktizâsı kadar cedîd paralar irsâl kılınmış ol-
duğunu beyân eylediği misillü, târih-i mezkûreden on üç sene sonra yanî bin otuz senesinde
de canîb-i hazîneden iki defʻada Darbhâne’ye tevdiʻ olunan dokuz yüz kıyye kadar hurda evâ-
ni-i sîmden aynı cedîd zincirli İstanbul altunları resm ü şeklinde para ve akçalar darb olduğu-
nu ebyân eylemişdir.
Şu fıkraların mezâyâsından asr-ı mezkûrda kesilen paraların ayarı altmış sekiz olduğu an-
laşılırsa da yüz dirhem gümüşden ne kadar para kesildiği anlaşılmıyor ve esnâ-yı tebdîlde
bir gûna cebr muʻamelesi gösterilmeyip emr-i tebdîl herkesin rızasına taʻlîk olunduğundan,
beyne’l-halk bir gûna sızıltı çıkmaması dahî bu bâbda kimseye gadr edilmemiş olduğunu imâ
ediyor.
Yine Râşid Tarihi’nin bin yüz otuz bir senesi vakayiʻi sırasında kısm-ı nükûda ârız olan tahal-
lüfâta mebni, taraf-ı hükümetden bir aralık sîm-ı hâlisin beher dirhemine yirmi bir ve bâdehû
yirmi akça fiyat vazʻ olunmuş iken, beyne’n-nâs yirmi iki akçaya alınıp verildiğinden, mîrî fi-
yatıyla darbhâneye gümüş getirip kesdirmek kimsenin işine el vermemesiyle, hayli zamanlar
Zolota ve para ve çil akça kesilmemeye başlayıp ve mukaddemâ katʻ olunan cedîd Zolotalar
dahî Acem tâcirleri tarafından İran’a nakl ve Abbasî akçaya tahvîl olunup bu cihetle gümüş
meskûkât kesb-i nedret eylemiş ve Zolotaların elde bulunanları dahî birer akça baş ile geçip
smâniyye e cne iyye

muʻamelât-ı nas muhtell olduğu gibi, hatta sâhilde ahz u iʻtâ bütün Zolotaya münhasır olarak
zehâir ve sâire esmânı için başka nükûd kabul eylemediklerinden, merâkib-i bahriyye ashâbı
Der-saʻadet'de Zolota tedârikinde küllî müşkülâta tesâdüf ve muʻamelât-ı ticâriye dahî sekte-
dâr olmuş idiğünden, bu hâli icâb eden sebepler neyse onların refʻi ve nükûdun [40] icâbına
ihrâcının menʻi maksadıyla hükümet-i seniyyece tedâbîr-i muktezîye ittihâzı lazım gelip sene-i
merkûmede erbâb-ı maʻlûmatdan mürekkeb akd olunan mecliste keyfiyyet bi’l-müzâkere
seksen sekiz akçaya râyic olan ecnebî Zolotalarının on altı adedi tamam yüz dirhem gelmek
sûl-i Mes û â -ı

icâb eder iken, bi’l-vezn iki dirhem noksanı zuhûr edip cedîd Osmanlıların ise on altı adedi
tamam yüz dirhem gelmiş ve mezkûr ecnebî Zolotalarının kendi cinsinden iki dirhem gümüş
izâfesi ile her ikisi kâl etdirildikde beher on altışar adedinden altmışar dirhem sîm-i hâlis
hâsıl olup bunların iki nevʻi de ayarca müsâvî bulunduğu tebyîn eylemiş olduğundan, ecnebî
Zolotalarının ziyâdeye râyic olması mahzan ayarının daha hâlis bulunmasındaki bir fikr-i bâtıl-
dan neş’et eylediği zâhîr olarak, bu hâle bir nihâyet verilmek ve cedîd Zolotaların öteden beri
katʻ olunduğu gibi altmış ayarında ve doksanar akçaya râyic olmak üzere tekrâr darb ü ihrâcı-
na devâm olunması ve gümüşün suhûletle getirilmesine vesîle olmak üzere bâʻdemâ sarraf ve
kalciyânın ber-vech-i muʻtâd şehr-i darbhâneye getirecekleri elli beş bin dirhem gümüşden
maʻdâ sâirlerden mübâyaʻa olunacak sîm-i hâlisin beher dirheminin hâricdeki yirmi iki akça
fiyatıyla alınması hususlarına karar verilmişdir dedikden sonra, “şu karar mûcibince darbhâ-
neye çok gümüş gelerek ecnâs-ı nükûdun tekessür edeceği derkâr olup Zolotanın kıymet ü

36
l-ı Sâni

revâcına zamm olunan iki akça ber-vech-i muharrer gümüş fiyatına zamm edilen iki akçadan
ileri gelmekle, her bir tanesi sekiz dirhem bir denk iʻtibârıyla fi-mâbaʻd cedîd Zolotalar bey-
ne’n-nas doksanar akçaya râyic olmak üzere nizâm verilmişdir” deyu hitâm-ı kelâm eylemiş-
dir.

Sahh damgası:

Bazı nümismat ve tarihçiler tarafından, Sultan II. Mehmed (Fâtih)’in salta-


natında ilk Osmanlı altınlarının darbedildiği (Hicrî 882/Milâdî 1477-1478)
tarihten hemen sonra Venedik altınlarının üzerine “sahh” damgalarının
vurulduğu; bu işleme bir müddet devâm edilerek ayârı tam anlamına ge-
len bu damga ile devletin sınırları dâhilinde altın sikke ihtiyâcının karşı-
landığı söylenmekte idi.

Hans Wilski, “Venedik Düka Altınlarına Osmanlılar Tarafından Vurulan


“Sah” Damgası” (Türk Nümismatik Derneği Yayınları Bülten No: 13, İstan-
bul 1984, Sayfa: 4-18) başlıklı makalesi bu damgaların hangi Venedik al-
tınları üzerine vurulduğuna dâir önemli bir çalışmadır. Makalede o tarihe
kadar bulunan “sahh” damgalı Venedik altın sikkelerinin bir listesini veril-
miştir. “Sahh” damgasını taşıyan Venedik altınlarının en erken tarihlisinin

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Venedik Doju Nicolo da Ponte’ye ait olduğunu ve 1578-1585 seneleri ara-
sında darbedildiğini tespit etmiştir. En geç tarihlisinin ise 1763-1778 se-
neleri arasında hüküm sürmüş Doj IV. Alvise Mocenigo nâmına darbedil-
diğini belirtmektedir. Bu tarihlemeye göre “Sultan II. Mehmed (Fâtih)’in
saltanatından itibâren Venedik altınlarının üzerine “sahh” damgalarının
vurulduğu” fikrinin yanlış olduğunu düşünmektedir. Damgalama işlemi-
nin çok uzun bir zaman sonra Kostantiniyye (İstanbul)’de yapıldığını be-
lirtmekte; ancak hangi zaman aralığında “sahh” damgasının vurulduğunu
tayîn edememektedir.

Yılmaz İzmirlier, “Venedik Duka Altınlarındaki Sah Damgaları” başlıklı


makalesinde (Türk Nümismatik Derneği Yayınları Bülten No: 32, İstanbul
1994, Sayfa: 30-34) belirttiği üzere “sahh” damgasının sikkenin üzerine
vurulma tekniği üzerinde çalışmış, damganın kaligrafisi ve süslemesi üze-
rinde titiz bir araştırma yaparak; damgalama işleminin uzun yıllar boyun-
ca değil, 1-2 yıllık kısa bir zaman diliminde gerçekleştirildiği kanaatine
varmıştır.

37
Bâb-ı Evvel

Yılmaz İzmirlier, Hans Wilski tarafından en geç tarihli “sahh” damgalı Ve-
nedik altınının 1763-1778 seneleri arasında hüküm sürmüş Doj IV. Alvise
Mocenigo nâmına darbedilen sikkede görüldüğü tespitine, bu Dojun
IV. Alvise Mocenigo değil, aynı isimdeki II. Alvise Mocenigo (1700-
1709) olduğu belirterek karşı çıkmaktadır. Yılmaz İzmirlier “sahh”
damgasını taşıyan en geç tarihli Venedik altınının Hans Wilski’nin
listesinde de yer alan Milâdî 1709-1722 tarihlerinde hüküm sürmüş
Doj II. Giovanni Corner tarafından darbedildiği fikrindedir. Bu sebep-
le “sahh” damgalı sikkeleri Sultan III. Ahmed (Hicrî 1115-1143/Milâdî
1703-1730)’in saltanat tarihleri arasına yerleştirmektedir.

Fotoğraf 17
Milâdî 1676-1684 tarihleri arasında
hüküm sürmüş Venedik Doju Alvise
Contarini’nin altın Zecchino (Düka Altı-
nı)’su üzerine vurulmuş Osmanlı “sahh”
damgası. (3,42 gr. 21 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 9995
smâniyye e cne iyye

Şu hesap icâbınca beher Zolotanın vezn u sıkleti altı dirhem bir kır’at ve bir dirhem
gümüşün fiyatı onbeş akça olduğu zâhir oluyor ise de Râşid’in [41] aşağıki fıkrasında münde-
ric olan sekiz dirhem bir denklik Zolotaların bu hesap üzere fiyatı doksan akça etmeyip belki
yüz yirmi akça edeceğinden, burasının halli mukteziyât-ı umûrdan görünüyor. Binâenaleyh,
tevârihte görülmeyen iş bu müşkülâtın meskûkât idâresinde bulunulduğu esnada halli sa-
sûl-i Mes û â -ı

dedinde iken, nazar-ı mütâlaʻaya tesâdüf eden bir kayıt da bin yüz otuz bir tarihinde gümüş
meskûkâtın beş yüz Guruşu bir kîse-yi Rûmî i’tibâr olunarak bu esas üzerine bir keselik cedîd
Guruşun katʻ hesâbına nazaran yüzde altmışı hâlis ve yüzde kırkı ayar olmak üzere zamm
olunan nühâsdan mürekkep dört bin iki yüz kırk beş dirhem halitadan seksenbeş dirhemi yani
beher dirhemde yirmi dirhemi harc-ı Darbhâne nâmıyla tenzîl olunarak bakiyyesi olan dört
bin yüz altmış dirhemde beherî sekizer dirhem bir denk olmak ve bir Guruş yüz yirmi akça
iʻtibâr edilmek üzere beş yüz dört adet Guruşluk hâsıl olduğu gibi beş yüz Guruşu bir kise-yi
Rûmî iʻtibârıyla yirmi iki tanesi bir dirhem olmak üzere yüzde doksanı sîm-i hâlis ve onu nü-
hâsdan terkîb olunmuş iki bin dokuz yüz otuz dirhem halitadan beher bin dirheminden altmış
sekiz dirhemi harc-ı darbhâne olarak tenzîl olundukda bakiyyesi olan iki bin yedi yüz otuz bir
dirhemde altmış bin seksen yedi adet çil akça kesilmiş olduğu görülmüş ve bu kayıtda para-
dan hiçbir bahis bulunamamışdır.

38
l-ı Sâni

“Kuruş” tabiri nereden geldi?

“Kuruş” kelimesinin Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bir asır evvel


Milâdî XII. yüzyılın hemen sonlarında Venedik’de darbedilen gümüş
sikke çeşidi olan “Grossos” ile XIII. yüzyıldan itibâren darbedilen, adını
Venedik sikkesi Grossosdan alan Roma-Cermen İmparatorluğu gümüş
sikkesi “Groschen” ve İngiliz sikkesi “Groat”dan kaynaklandığı düşü-
nülmektedir.

Venedik “Grossos”ları, Roma-Cermen İmparatorluğu “Groschen”leri


ve İngiliz “Groat”ları 2 gramdan biraz ağır sikkelerdi. Özellikle Amerika
Kıtası’nın keşfi ile XVI. yüzyılın başından itibâren kıtanın zengi altın ve
gümüş kaynakları Avrupa’ya akıtılmış, böylece Avrupa’da gümüş bol-
luğu yaşanmaya başlamıştı. Bu sâyede ağır gümüş sikkeler darbedil-
miş, yukarıda sayılan isimler 26 gr. civârında ağırlıkları bulunan gümüş
sikkeler için kullanılmaya başlanmıştır.

Kuruş tabirinin ilk defa Osmanlı’da Sultan I. Murâd (Hicrî 761-791/


Milâdî 1359-1389)’ın saltanatında gerçekleşen Sırbistan Seferi esnâ-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


sında ele geçirilen ganîmet arasındaki gümüş sikkeler için kullanıldığı
görülmektedir. O tarihlerde Avrupa’da 2-3 gr. arasında ağırlıkları olan
sikkeler için “Kuruş” benzeri ifâdelerin kullanıldığı bilinmektedir. Bu
sebeple ganîmetteki sikkelerin de bu ağırlıkta oldukları düşünülebilir.
Ancak, Osmanlı diline giren “Kuruş”un ilerleyen devirde, Avrupa’daki
sikke ağırlıklarındaki değişime uygun olarak 26 gr. ağırlığındaki sikke-
ler için kullanıldığı görülmektedir.

XVII. yüzyıldan itibâren Osmanlı Akçesinin ağırlığının düşürülmesi,


taşınamaz hâle gelmesi; halk arasında özellikle Avrupa’da darbedilen
ağır sikkelerin itibârını arttırmıştır. Bunların arasında Hollanda’da dar-
bedilen “Taler”lerin Osmanlı tebaasında muteber olduğu ve aslanlı
Kuruş anlamında “Esedî Kuruş” ismiyle, Osmanlı topraklarında tedâ-
vül ettiği bilinmektedir. İlk Osmanlı Kuruşları da Esedî Kuruşların ağır-
lıkları esas alınarak darbedilmiştir.

39
Bâb-ı Evvel

Şimdi altmış bin seksen yedi adedinin beş yüz dört adedine taksîminde hâric-i kısmet yüz
on dokuz buçukdan biraz ziyâde tutacağı derkâr olmasıyla, ol vaktin usul-i meskûkâtında ta-
rafeynde olan kesirler kaale alınmayarak veyâhut tolerans farkı denilerek bir Guruşun yüzyir-
mi akçaya mukâbil olmak üzere tedâvüle çıkarılmış olduğu ve kise-yi Rûmî tâbiri de ol zaman-
ların ıstılahâtından bulunduğu tahakkuk eder.
[42] İşbu kaydın Târih-i Raşid’in bâlâda muharrer olan makalesine tatbîki bahsine gelince:
Raşid’in makalesinde münderic olan Zolota iki nevʻ olup biri altı dirhem bir kır’at ve biri sekiz
dirhem bir denk olduğu ve altı dirhemlik Zolota doksan akçaya râyic olur ise sekiz dirhem-
lik Zolota yüz yirmi akçaya râyic olmak lazım geleceği der-kâr olmasıyla Râşid’in fıkra-yı ahî-
resindeki Zolota, asıl Zolota olmayıp belki ol vakitlerde yüz yirmi akçaya râyic olan ecnebî
Guruşları olacağı ve Zolota başka bir sikke ve Guruş da başka bir sikke ve mu’amelât-ı hesa-
biyyede vâhîd-i kıyâsının eczâ ve aksamı ittihâz kılınan para Zolota Guruşun eczâsı olmayıp
ancak Riyal Guruşun kırkta biri olduğu tebyîn eder ve şu müddeʻayı Raşid Tarihi’ne zeyl olan
Çelebizâde Asım Tarihi ile ondan sonraki vukuʻât te’yîd eder.

III. Ahmed devrinde “para”


smâniyye e cne iyye

Sultan III. Ahmed (Hicrî 1115-1143/Milâdî 1703-1730)’in saltanatı, Sul-


tan IV. Mehmed’in kararıyla başlatılan sikkenin makine ile darbedilmesi
tekniğine geçişten sonra en fazla birimde sikkenin darbedildiği devir
olmuştur. O tarihlerde faâl Bağdâd, Bitlis, Cezâyîr, Trablusgarb, Tûnus
ve Van darphânelerinde eski usûlde, kol gücüyle darp işlemine devâm
edilmiştir. İslâmbol/Kostantiniyye (İstanbul) ve Mısır ile İran Seferi’n-
de ele geçirilen Gence, Revân, Tebrîz ve Tiflis şehirlerinde ise makine
sûl-i Mes û â -ı

usûlüyle sikkeler darbedilmiştir. Sikkeler üzerinde ilk defa Kostantiniyye


(İstanbul)’ye İslâmbol isminin verildiği, III. Ahmed’in saltanatında görül-
mektedir. Eşrefî (Şerefî) altınlarının darbına devâm edilirken; “Fındık”
ve “Zer-i Mahbûb” isimlerinde yeni tip ve ağırlıkta sikkeler darbedil-
miştir.

“Fındık Altını”, Osmanlı standart altını Sultânî ve Eşrefîlerle aynı ağır-


lıkta olmasına rağmen sâde tarzıyla yeni formda bir sikke olma özelliği
taşımaktaydı. Önyüzünde Sultan III. Ahmed’in tuğrası, arkayüzünde ise
darbedildiği yer ve senesi yer almaktadır. Bir diğer yeni altın sikke olan
“Zer-i Mahbûb”lar Hicrî 1128 (Milâdî 1716)’de yarım miskal (12 kırat)

40
l-ı Sâni

ağırlığında (gram cinsinden 2,60 gr.) darbedilmeye başlandılar. Tip itibâ-


riyle Eşrefî altınlara benzetilmişler; bir yüzünde “Sultânü’l- berreyni ve
Hâkanü’l- bahreyni es-Sultân ibni es-Sultân” diğer yüzünde III. Ahmed’in
tuğrası ile “azze nasrühu duribe fî İslâmbol 1115” kitâbeleri yer almıştır.

Sultan Abdülmecîd (Hicrî 1255-1277/Milâdî 1839-1861)’e ait 500 Kuruşluk


altın sikkelerinin darbedildiği tarihe kadar, en ağır Osmanlı altını özelliğine
sahip olan “Onluk Kebîr Eşrefî” III. Ahmed devrinde darbedildi. En küçük
sikke birimi olarak “Akçe”nin darbına devâm edildi. Sultan II. Ahmed (Hicrî
1102-1106/Milâdî 1691-1695)’in devrinde alınan bir kararla Kostantiniyye
(İstanbul)’de bakır sikke darbına son verilmişti. III. Ahmed’in saltanatında
da İstanbul’da bakır sikke darbedilmedi. Tâ ki, Sultan Abdülmecîd’in salta-
natında yapılacak sikke reformuyla tekrar Kostantiniyye (İstanbul)’de bakır
sikkeler darbedileceği tarihe kadar bu karara uyuldu.

Sultan III. Ahmed devrinde İslâmbol, Kostantiniyye ve Mısır’da makine


darp usûlüyle darbedilmiş sikkelerin darbedildikleri yerler, birimleri ve or-
talama ağırlıkları şunlardır:

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Altın sikkeler:
Onluk Kebîr Eşrefî (Kostantiniyye’de. 34,40 gr.), Beşlik Kebîr Eşrefî (Kostan-
tiniyye’de. 17,20 gr.), Beşlik Eşrefî (Mısır’da. 17,20 gr.), Dörtlük Kebîr Eşrefî
(Kostantiniyye’de. 13,50 gr.), Dört Fındık (Mısır’da. 13,50 gr.), Çifte Kebîr
Eşrefî (Kostantiniyye’de. 6,90 gr.), Çifte Eşrefî (Mısır’da. 6,90 gr.), Çifte Fın-
dık (Mısır’da. 6,90 gr.), Birbuçukluk Fındık (Mısır’da. 5,15 gr.), ‘Atîk Eşrefî
(Kostantiniyye’de. 3,45 gr.), Kebîr Eşrefî (Kostantiniyye’de. 3,45 gr.), Eşrefî
(Kostantiniyye ve Mısır’da. 3,45 gr.), Fındık (İslâmbol ve Mısır’da. 3,45 gr.),
Zer-i Mahbûb (İslâmbol’da. 2,60 gr.), Yarım Fındık (İslâmbol ve Mısır’da.
1,72 gr.), Yarım Zer-i Mahbûb (İslâmbol’da. 1,30 gr.), 1/8 Eşrefî (Kostanti-
niyye’de. 0,43 gr.).

Gümüş sikkeler:
Kuruş (İslâmbol ve Kostantiniyye’de. 26,00 gr.), Zolota=30 Para (Kostanti-
niyye’de. 19,50 gr.), Yarım Kuruş=20 Para (Kostantiniyye’de. 13,00 gr.), Ya-
rım Zolota=15 Para (Kostantiniyye’de. 9,75 gr.), 10 Para (Kostantiniyye’de.
6,50 gr.), 5 Para (Kostantiniyye’de. 3,25 gr.), Para (İslâmbol, Kostantiniyye
ve Mısır’da. 0,65 gr.), Akçe (Kostantiniyye ve Mısır’da. 0,16 gr.).

41
Bâb-ı Evvel

İran Seferi’nde ele geçirilen Gence, Revân, Tebrîz ve Tiflis şehirlerinde


altın sikkelerin İslâmbol, Kostantiniyye ve Mısır darphâne isimlerini ta-
şıyan sikkelerle aynı ağırlıkta olduğu, ancak gümüş sikkelerin daha hafif
darbedildikleri görülmektedir.

Sultan III. Ahmed devrinde Gence, Revan, Tebrîz ve Tiflis’de makine darp
usûlüyle darbedilmiş sikkelerin birimleri ortalama ağırlıklarıyla şunlar-
dır:

Altın sikkeler:
Çifte Eşrefî (Tiflis’de. 6,90 gr.), Eşrefî (Revân, Tiflis’de. 3,45 gr.), Fındık
(Revân, Tebrîz ve Tiflis’de. 3,45 gr.).

Gümüş sikkeler:
10 Para (Gence, Revân, Tebrîz ve Tiflis’de. 5,40 gr.), 5 Para (Revân, Tebrîz
ve Tiflis’de. 2,70 gr.), İkibuçuk Para (Gence, Revân, Tebrîz ve Tiflis’de.
1,35 gr.).

Sultan III. Ahmed, Kostantiniyye (İstanbul), Onluk Kebîr Eşrefî Altını,


Sene 1115
smâniyye e cne iyye

Sultan Abdülmecîd (Hicrî 1255-1277/Milâdî 1839-1861)’e ait 500 Kuruş-


luk altın sikkelerin darbedildiği tarihe kadar, en ağır Osmanlı altını özelli-
ğine sahip olan “Onluk Kebîr Eşrefî” III. Ahmed devrinde darbedildi.

Fotoğraf 18
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115
sûl-i Mes û â -ı

senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de


darbedilen Onluk Kebîr Eşrefî Altını
Atom Damalı, Bilhan Akçaşar; “Os-
manlı Sikkeleri Tarihi Cilt: 6”,
Sayfa: 2026, Katalog No: 23-K-A5b
(34,40 gr. 45 mm.)

Fotoğraf 19
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115 sene-
sinde, İslâmbol (İstanbul)’da darbedi-
len Fındık Altını (3,49 gr. 18,5-19 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 9897

42
l-ı Sâni

Fotoğraf 20
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115
senesinde, İslâmbol (İstanbul)’da
darbedilen gümüş Kuruş (25,10 gr.
37 mm.) Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 5658

Fotoğraf 21
Sultan III. Ahmed nâmına, 111
senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen gümüş Para
(0,60 gr. 14,5 mm.)Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 1904

Fotoğraf 22
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115
senesinde, Mısır’da darbedilen Eşrefî

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Altını (3,50 gr. 23-23,5 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 1107

Şöyle ki, tarih-i mezbûrun bin yüz otuz sekiz senesi vekâyiʻi sırasında ve tertîb-i nizâm-ı
sikke-i hümâyûn ser-sûhanı tahtında olan bend-i mahsûsun fıkra-i sâniyesinde “ehl-i vukuf ve
hibrenin ittifakları ve maʻrifet-i şerʻ ile verilen nizâmın devamı mülahazâ ve envaʻ-i nükûdun
takdîr olunan mertebeden ziyâde ve noksana revâcı menʻ ve muhafaza olunup ber-mûcib-i
tertîb-i nizâm-ı sikke-i hümâyun ile meskûk olan cedîd İstanbul dört yüz ve Mısır zincirlisi
üç yüz otuz ve Mısır tuğralısı üç yüz on beş ve cedîd Guruş yüz yirmi ve nısfı altmış ve rubʻu
otuz ve cedîd Zolota doksan akçaya ve sağ paranın kırk ve cedîd akçanın yüz yirmi tanesi bir
Guruşa ve ecnebî sikkesiyle mazrûb olan yaldız ve sekiz buçuk dirhem bir denk gelen Sevilya
Riyâl Guruş yüz seksen altı ve dokuz dirhem gelen kara Guruş yüz seksen bir ve atîk Zolota
seksen sekiz ve sekiz buçuk dirhem bir denk gelen Pulya Guruş yüz yetmiş üç ve iki dirhem
gelen büyük Livr yirmi dört ve bir dirhem gelen küçük Livr on akçaya râyic olduğundan
min-baʻad maksûs para râyic olmamak üzere Anadolu ve Rumeli hükkâmına emirler veril-

43
Bâb-ı Evvel

di” deyu [43] işâret edilmişdir. İşte cedîd Zolota başka, cedîd Guruş başka sikke oldukları
ve Zolotanın darb u iʻmâli her ne kadar daha eski ise de bunlar meskûkat-ı Osmâniyye’de
vâhîd-i kıyâsî ittihâz olunmayup vâhid-i kıyas ittihâz olunan sikke Guruş olduğu tebyîn
eyler ve binâen alâ-zâlik meskûkât-ı Osmâniyye’nin devr-i cedîdinin mebdei Sultan Ahmed
Hân-ı Sâlis’in evâsıt-ı saltanâtları olan bin yüz otuz bir senesi olmak lazım gelir.
Her ne hal ise, mebde-i darb-ı sikke olan yedi yüz yirmi sekiz senesinden mezkûr bin yüz
otuz bir senesine gelinceye değin geçen dört asırlık bir zamanda terkîm ü ta’dâd-ı nukûdda
istiʻmâl olunan küçük mıkyaslar “akça” ve büyük mıkyaslar “kise” “Surre” nâmlarıyla defâtir-i
hesabiyye-i mâliyyeye geçmekde iken tarih-i mezkûrdan sonra “Guruş” lafzı akça yerine
geçip muʻamelât-ı mîrîyede dahî kullanılmaya başlanmış ve başlandığının akabinde de usûl-ı
meskûkâtta ber-minvâl-i muharrer vâhid-i kıyas ittihâz olunmuş iken ol zamanlarda yalnız
olarak istiʻmâl olunmayıp izâfetle, yani Esedî Guruş Zolota Guruş gibi terkîbât ile istiʻmâli âdet

Akçe, Orhan Gâzî (Hicrî 724-763/Milâdî 1324-1362) devrinden iti-


bâren Osmanlı’nın ana sikke birimi olarak kullanıldı. Bir müddet
sonra Devletin ana sikke birimi olma vasfını Para ve Kuruş gibi
birimlere bıraksa da Sultan II. Mahmûd (Hicrî 1223-1255/Milâdî
1808-1839)’un devrine kadar darbedildildi. İlk Akçelerin 1,20 gr.
smâniyye e cne iyye

civârında ağırlıkları varken zamanla, sikke tecdîdleriyle hafiflediği;


Sultan III. Ahmed (Hicrî 1115-1143/Milâdî 1703-1730)’in saltana-
tında 0,16 gr. ortalama ağırlığa kadar indiği görülmektedir. Her
ne kadar II. Mahmûd’un saltanatı sonrası da Akçe tabirinin ya-
şadığı görülmekteyse de bunun bir sikke birimini ifâde etmediği,
umumîyetle para manâsına geldiği anlaşılmaktadır.

Son Osmanlı Akçelerinden biri aşağıda gösterilmiştir. Bu Akçe Sul-


sûl-i Mes û â -ı

tan III. Selim (Hicrî 1203-1223/Milâdî 1789-1807)’in saltanatında


İslâmbol (İstanbul)’da, Sultan’ın 6. cülûs (Hicrî 1208) senesinde
darbedilmiştir.

Fotoğraf 23
(0,10 gr. 11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 5759

44
l-ı Sâni

edinmiş olduğu halde gitgide bunlar dahî terk olunup şimdiki zamanlarda olduğu üzere yalnız
olarak istiʻmâli âdet edilmişdir.
Akça devri burada hıtâm buldu. Bundan sonra Guruş ve paranın ahvâlinden bahs oluna-
cakdır. Bazı erbâb-ı merak eski zaman akçalarının fiyatlarını şimdiki zaman akçalarının fiyat-
larına tatbîk etmek isterler de eğri doğru birtakım hesaplar yapmaya kalkışırlar. Hâlbuki eski
zamanlar akçalarının vezn ü sıkletleri pek muhtelif olarak tevârih-i sâlife başdan aşağı mutâ-
laʻa olunmadıkça sahîh sükût ifâde edecek bir hesap yapmak tez bir vakitde hâsıl olmayacağı-
na ve müntesebin-i mâliyye ve fıkhıyyenin bu hâlleri bilmesi ise [44] tabiʻi idüğine binâen her
asra mahsûs olan akçaların vezn ü sıkletleri ile kıymetleri suhûlet ile anlaşılmak ve hesaplarını
zamanları hesaplarına tatbîk ü tevfîk etmek için tarih-i te’lif kitapda altun sikke ile bir dirhem
hâlis gümüşün Avrupa piyasalarınca kıymet-i hakîkîyyesi olan seksen bir buçuk paradan bi’l-
hesâp kıymetleri ta’yîn olunmuş ve o esas üzerine zikr-i âti cedvel tanzîm edilmişdir.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

45
“Cedvel-i Meskûkat”
Beher yüz
Bir dirhem hâlis gümüşün kıymet-i dirhem Akça katʻında
Beher
hakîkîyyesi seksen sekiz buçuk gümüşden esâs ittihâz
Mülâhazât akçanın
Para olduğuna göre bir akçanın katʻ olunan olunan ayar ve
vezn u sıkleti
kıymeti akçanın dirhemlerin mikdârı
mikdarı
Para Santim Kır’at Buğday Adet Dirhem Ayar
Sultan Orhan
zamanından Sul-
26 0,500 5 1 300 100 90
tan Fatih zama-
nına kadar
Bâb-ı Evvel

Sultan Fatih
18 0,785 4 0 400 ‘’ 85
zamanında
Sultan Bayezid
15 0,028 3 1 500 ‘’ 85
zamanında
Sultan Murad-ı
Sâlîs devrinden
Sultan Ahmed-i 9 0,392 2 0 800 ‘’ 85
Sâlîs zamanına
kadar
Sultan Ahmed-i
Sâlîs evâsıt-ı 7 0,956 1 2 1000 ‘’ 90
saltanatında
En sonra 0 0,360 0 2 2200 ‘’ 90

46
smâniyye e cne iyye sûl-i Mes û â -ı
l-ı Sâni

Mütâla’a

Şimdiki zamanda on paraya râyic olan yirmilik meteliklerin kıymet-i hakîkîyyesi sekiz
paradan ibâret olduğundan, Orhan Gazi zamanı akçalarının kıymet-i hakîkîyyesi mezkûr on
paranın iki buçuk mislinden biraz ziyâde ve Fâtih [45] zamanı akçalarının kıymeti bunların iki
mislinden biraz noksan ve Bayezid zamanı akçalarının kıymeti iş bu on paranın bir buçuk misli
ve Murâd-ı sâlîs zamanı akçalarının kıymeti mezkûr on paralıkdan pek az ziyâde ve Ahmed
Hân-ı Sâlis zamanı akçalarının kıymeti ise mezkûr on paralığa hemen müsâvî olup ondan
sonra kesilen akçalar bayağı kıymetten ârî bir sikke ve daha doğrusu vezn ile alınıp satılır bir
metaʻ gibidir.
Doksan ayarında gümüşden akça darbı maddesi Sultan Mahmûd-ı sâninin cüluslarının on
ikinci, yani bin iki yüz otuz dört senesine kadar devam eylemiş iken ufala ufala ele alınmaz ve
yüz tanesi on dakikada sayılamaz bir hale gelmiş olduğundan, sene-i merkûmeden itibâren
akça katʻ ü darbı büsbütün terk olunmuşdur.

Guruş ve Para Devri


Guruş ve Zolota yahud Zolota lafzları fi’l-asl nerelerden gelmiş ise gelmiş ve vech-i tesmi-
yesine ne sebep bâʻis olmuş ise olmuş medlûlu olan sikkeyi herhangi devlet ve millet kabul

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


eylemiş ise kendi lisanlarının şivesine uydurarak yine o nâmlarda istiʻmâl eylemişler ise de
Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’den maʻdâ hiçbir devlet ve millet kendi meskûkâtlarında vâhid-i
kıyâs ittihâz eylememişdir.
Guruş Devlet-i Osmâniyye’de vâhid-i kıyas ittihâz olunmazdan evvel bile gerek İstanbul’da
ve gerek Memâlik-i Mahrûse’nin sâir cihâtında külliyetle tedâvül eder ve beyne’l-halk kızıl
Guruş ve kara Guruş nâmlarıyla yâd olunur idi ki kızıl Guruşdan murâd Venedik ve Macar
ve Nemse altun sikkeleri, kara Guruşdan murad dahî Almanya’nın talerleriyle İspanya’nın
Riyalleri ve Felemenk’in Talerleri idi ve bunlardan maʻdâ yine Almanya’nın meskûkâtından
olarak sâirlerine nisbetle [46] külliyetle tedâvül eder diğer bir nevʻ Taleri ile Islav lisânında
Guruş ma'nâsını ifade eder bir de Lehistan Zolotası var idi ki, bunların vezn ü sıkletleri sâlifü’z-
zikr Talerler ile Riyallerden daha hafif olduğundan, yek diğerlerinden tefrîk olunmak için bey-
ne’t-tüccâr evvelkilere Esedî, ikincilere Zolota Guruş tâbir olunur ve teatî-i beyʻ u şirâda dahî
Guruşun nasıl Guruş olduğu dermiyân olunarak ona göre pazarlık kesilir idi.
İmdî asr-ı Orhanî’den Sultan Süleyman-ı Sâni’ye ve daha doğrusu asr-ı Ahmed Hân-ı Sâlîs
devrine kadar geçen eyyâmda muaʻmelât-ı maliyye ve ticâriyyede vâhid-i kıyâsi olan akça,
mürûr-ı ezmân ile hacim ve kıtʻası küçültüle küçültüle ufak tefek ahz ü itâlardan gayrı hiçbir
işe yaramaz bir hale getirilmiş ve bunun yerine alış verişde daha elverişli büyük bir sikke katʻ ü
ihrâcı elzem olduğunu devlete hissetdirmiş olduğunun üzerine ınde’t-te’emmül ol zamanlar-

47
Bâb-ı Evvel

da doksan akçaya râyic olan ecnebi Zolotalarının vezn u ayarında büyücek kıtʻada bir sikkenin
katʻ u ihrâcına başlanmış ise de kesirden gayr-ı hâlî olduğu anlaşıldığından bir tarafdan yine
onların darb u ihrâcına müdâvemetle beraber muʻamelâta daha elverişli ve küsürâtdan ârî
ve beri diğer bir sikkenin intihâbı daha münâsip olacağı mütâlaʻa olunarak ber-minvâl-i bâlâ
icrâ edilen muayene ve tecrübeler üzerine yine ol zamanda yüz yirmi akçaya râyic olan Esedî
Riyâllerin vezn u ayar ve hacm u kıtʻasında muntazam bir sikke intihâb olunarak meskûkât-ı
cedîde nâmıyla meydan-ı tedâvüle vazʻ olunmuş ve bunun aksâmından olmak üzere nısfî-
ye ve rubʻiye nâmlarıyla ufak kıtʻalarda sikkeler kesildiği gibi sikke-i cedîdenin kırkta birine
mu’adil olmak üzere bir de Para kesilmişdir. Beyne’n-nas Esedî Guruş nâmıyla zeban-zed olan
bu yeni sikkeler tedâvüle vazʻ olunduğu zaman ahz u itâ şâyân-ı emniyyet bir hâle gelmiş ve
büyükleri erbâb-ı ihtikârın hile [47] lerinden eğerçi kurtulabilmiş ise de küçükleri kemâ fi’s-
sâbık kırkılıp kesilmekten kurtulamadığından, aradan on, oniki sene geçer geçmez iş bu pa-
ralar dahi akçalar gibi bir hâl peydâ eylemiş olduğundan hükümet-i seniyye canîbinden te-
dâbir-i şedîde ve serîʻaya mürâcaʻât olunarak bir senenin içinde önü alınabilmiş ise de fıkdânı
nükûda yine bir çâre bulunamayıp işbu yeni sikkeler dahî tashîh-i sikke-yi hümâyun devrine
kadar küçüle küçüle eski akçaların haliyle halleşmişdir ki, tafsilâtına mübâderet olunur. Subhi
Tarihi’nin tashîh-i sikke-i hümâyûn nâmı altına kayd eylediği bend-i mahsûsda eyâdî-i nasda
sermaye-i teʻatî ve teʻamül olan paranın ekseri maksûs ve züyûf ve bu takrîb ile mâyedarân-ı
smâniyye e cne iyye

dâr u sitâd çürüğü sağ yerine sarf etmeye me’lûf ve meşgûl ve ahâd-i hesab-ı ferahları bâli-
ğan mâ-belağ mi’et ve ulûf ve ashâb-ı tamaʻ u ihtikâr taşradan zehâir getiren tüccâra ellisini
birer Guruşa tedârik etdikleri mağşûş ve meksûr Para sürmek niyetlerinde zuʻmlarınca kesb-i
diğer ve ol vech ile ibâdullâha gûna-gûn zarar müterettib olduğuna binâen, sâdır olan emr-i
âli mûcibince taraf taraf münâdîler nidâ ve herkese züyûf paranın adem-i revâcı inhâ kılındık-
dan sonra İstanbul ve Galata ve Eyüp ve Kasımpaşa ve Üsküdar ve Tophâne’de otuz iki ma-
halde nükûd-ı maksûsetü’l-etrafın duhûl-ı şah-râh-ı dahl ü harcdan katʻ u menʻi için hazîne-
sûl-i Mes û â -ı

den verilen tamm’ül-vezn ve kâmilü’l-mi'yâr cedîd Guruş ve nısfiyye ve rubʻiyye ve tuğrâ-yı


hümâyûn ile müzeyyen ve müdevver ve mücellâ pâre-yi letâfet-şiâr kıbel-i devletden taʻyîn
olunan zaʻim ağalar mübâşeretiyle eski paranın her dirhemi on üçer buçuk akçaya tebdîl ve
bu resm ile zaman-ı kalîlde nükûd-ı reddiyeden dâmen-i muʻamelât tathîr ü teğarbül ve bu
sebeple Nâzır-ı Darbhâne El-hac Emin Ağa mazhar-ı iltifât sadr-ı kerîm oldu demişdir.
Suphi’nin şu fıkrasından ve bâ-husûs “pâre-i letâfet şiâr” tabirinden “Para”nın [48] bin
yüz kırk beş tarihinde kesilmeğe başlamış olduğu manâsı da çıkıyor ise de maksûs ve mağşûş
olarak tedâvülde pek çok para olduğunu ehemmiyetle yine zikr ü beyân eylediğinden, te-
dâvülden kaldırılan paralardan muraddır. Sultân Ahmed Hân-ı sâlîsde gayr-ı muntazam bir
halde tuğrasız olarak darb olunmuş olan paralar olduğu anlaşılıyor ve şu müddeʻayı “tuğrâ-yı
hümâyûn ile müzeyyen ve müdevver ve mücellâ” sözleri dahî te'yîd eder.

48
l-ı Sâni

Kuyûd-ı atîkanın tetebbuʻatı sırasında elde edilen bir defter ki, mülgâ maʻden-i hümâyûn
kalemi defterlerinden nizâm defteridir. Bunun birkaç sahifesi gayetle nümâdâr olup işletdiri-
len Kebân, Ergani, Gümüşhâne Esbiye altun ve gümüş ve bakır maʻdenlerinin beş senelik hâ-
sılât ü mesârifâtıyla temettuʻatlarının mikdâr ü kemiyyetlerini hâvî olduğu gibi işbu maʻden-
lerin bin yüz kırk üç senesi temettuʻatından hâsıl olup darbhâneye teslîm ile sikkeye tahvîl
olunan altun ve gümüşlerin mikdarıyla Subhi Tarihi’nin hikâye eylediği tedâbir üzerine Zaʻim
ağalar vasıtasıyla toplatdırılan züyûf ve meksûr paraların mikdârlarını dahî şâmil olduğundan
ve şu maʻdenlerin hâsılât ü mesârifâtı kitabımızın maʻadin bahsine ber-tafsîl derc olunduğu
misillü, darbhâneye râciʻ olan kısmının dahî buraya derci münâsip addolunduğundan, aynen
nakline mübâderet olunmuşdur.
Ergani ve Keban maʻdenlerinden bin yüz kırk üç senesi Cemâziye’l-âhirinin onuncu günü
vürûd eden zer ve sîmin maʻa-mesârif mikdârıyla bahası:

Beher Beher
dirhemî miskalı Dirhem Miskalı Akça Guruş Para
akça akça

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Altun 349 523.5 361.512 241.008 126.167.688 1.051.397 16
Ergani
ma’deninden

Gümüş 22 0 2.863.463 0 62.776.186 523.134 35

Keban Gümüş 22 0 1.748.229 0 38.461.038 320.508 26


maʻdeninden

Yekün 4.963.604 241.008 127.404.912 1.895.040 37

[49] Der-saʻadet Edirne Tekfurdağı’nda fi 29 Cemâziye’l-evvel sene 1145 tarihinden fi 21


Cemâziye’l-ahir sene 1146 tarihine kadar mübâyaʻa olunan züyûf ve mağşûş meskûkât-ı sî-
miyyenin mikdârı ile bahası:

49
Bâb-ı Evvel

Beher dirhemi
Dirhem Akça Guruş Para
akça
Dersa’adet
mübâya’a olunan
13 - 10.562.177 142.589.289 1.188.244 34

Edirne’de mübâya’a olu-


13 230.790 3.000.270 25.002 10
nan

Tekfurdağı’nda
13 45.857 596.141 4.967 36
mübâya’a olunan

Yekün 10.838.824 46.185.800 1.218.215

Akça darbı esnasında temettu’ veya masraf olmak üzere zam olunan 53598
1.271.813
Darb olunan mebalığın mikdarı Guruş
Cedid Guruş 1005575
smâniyye e cne iyye

Cedid para 260238


1271803 1.271.813

Şimdi (10838824) adedinin (1271813) adedine taksîminde hâsıl-ı kısmet 8½ olacağı âşikâr
olduğundan, ol vakit darb olunmuş olan Guruşların beher adedi sekiz buçuk dirhem olduğu
tebyîn eder ve bu toplanılan gümüşden kesilen sikkeler yalnız Guruş ve Paradan ibâret iken,
sûl-i Mes û â -ı

esnâ-yı hesapda bir de akça mikdârının gösterilmesi, akça hesabının daha ol zamanlarda terk
olunamamış olduğunu ve darbhânede darb olunmakta olan gümüş sikkeler üzerine temet-
tuʻ ve mesârîf-i darbiyye olarak yüzde dört buçuğa karîb bir meblâğ ilâve etmek ol zamanın
âdâtından bulunduğunu imâ eyler.
Sultan Mahmud-ı evvelin evâil-i saltanatlarına tesâdüf eden şu vukuʻât ve tebeddülât,
eğerçi tashîh-i sikke umûrı gibi bir umûr-ı cismiyyeden ve bir vakʻa-yı cedîdeden [50] değilse
de ızrâr-ı devlet ve milleti mûcib olan bir hâdiseyi sur’atle refʻ ü izâleden ibâret olduğundan
şâyân-ı bahs u münâzara görünür.
Şu iki hesabın birbirine tatbîkine gelince: Der-saʻadette toplanılan mağşûş gümüşün mü-
bâyaʻa fiyatı on üç buçuk akça iken Edirne’de toplanılan on nevʻ gümüşün mübâyaʻa fiyatı

50
l-ı Sâni

Tablonun Muhtevası hakkında

Bu tabloda Süleyman Sûdi, Dersa‘adet (İstanbul), Edirne ve Tekfur-


dağı (Tekirdağ)’nda bahsi geçen tarihler arasında geri alınan kalp
ya da kırpılmış, saf olmayan, ayarı düşük gümüş sikkelerin miktar-
larından ve geri alınan bu gümüş sikkelerden darbedilen yeni para-
lardan bahsetmektedir. Bu durum, Osmanlı Devleti’ndeki tüm darp
faâliyetinin küçük bir kısmını teşkil eden numune olduğu kanaa-
tindeyiz. Bu miktarlar devletin bütün toprakları için geçerli olma-
malıdır. İlâveten, o tarihte Kostantiniyye Darphânesi daha geniş bir
coğrafyaya hizmet vermekteydi.

on üç akça olması nakliye mesârifinin tenzîlinden neş’et edeceği der-kâr olduğundan, orası
şâyân-ı bahs olamayup maʻdenlerden celb edilen gümüşlerin mübâyaʻa fiyatının yirmi ikişer
akça vazʻ edilmesi berikilerin hâlis, ötekilerin gayr-ı hâlis olduğunu gösterir.
Sultan Osman-ı Sâlîs’in üç seneden ibâret olan hengâm-ı saltanatında gümüş meskûkât
hakkında bir gûna tebeddülât ve tegayyürât vukuʻ-yafte olmayup zaman-ı âlilerinde kesilen

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


sikkelerin vezn u ayarları selef-i âlilerinki gibi olduğu erbâb-ı fenn-i meskûkât taraflarından
beyân olunmakdadır.
Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis zamanında katʻına başlanılan Guruş ve Zolota ve Para ve
akçaların şekil ü kıtʻaları yetmiş sene kadar hâl-i aslîleri üzere devâm eylemiş ve vezn u ayar-
ları üzerine hiçbir noksâniyyet terettüb etdirilmemiş iken, Sultan Mustafa-yı Sâlîs’in devr-i
saltanatında fıkdânî-i nükûddan dolayı nümâyân olan muzâyıka-yı maliyyeye bir çare olur
mütâlaʻasıyla gerek Guruşlar ile aksamından ve gerek Zolotalardan veznen rubʻ dereceler-
de bir tenzîlât icra kılınmış ve evvelleri sekiz buçuk dokuz dirhem iʻtibâr olunan Guruşlar altı
dirhem birer denk ve Zolotalar dört dirhem üç veya altı kır’at raddelerine indirilmiş ve bun-
ların aksâmı da o nispetlerde tenzilâta uğratılmış ve bu devrede bir de ilk defa olarak altmış
Para kıymetinde altmışlık nâmıyla bir gümüş sikke daha meydân-ı tedâvüle vazʻ olunmuşdur
ki, el-yevm elli paraya râyic olan altmışlıklar bunun muhaffefidir.
[51] Sultan Abdülhamid Hân-ı evvelin devr-i saltanatlarında tedâvüle çıkarılan gümüş sik-
keler devr-i sâbık gümüşleri vezn u ayarında olarak tertîb-i kadîm vechile çıkarılmış iken evâ-
hir-i saltanatlarında mâliyyece hâsıl olan zâruret-i fevkalâdeden dolayı bazı tedâbîr ittihâ-
zına lüzûm görülmüş ve evâni-i zer ü sîmin istiʻmâli menʻ olunarak takdîr olunan fiyat ile
Darbhâne-i Âmire’ye mâl edilen külçelerden seksen paraya müsâvî (ikilik) nâmıyla mağşûş bir
yeni sikke daha darb olunmuşdur.

51
Bâb-ı Evvel

Sultan Selim-i Sâlis’in evâil-i saltanatı Rusya ve Nemçe muhârebâtına mesârif olduğundan
tedârikât-ı seferiyye için iki yüz üç senesinde akd olunan meclis-i meşverette mâliyye mese-
lesi dermiyân olundukda, “bu senenin evvel baharında müsâdif seferiyye on beş bin keseye
tavakkuf eder. Bunun çaresi bulunmaz ise bir iş görülmez; sonu nedâmetdir. Bu kadar meclis-
ler oldu bir karar verilemedi; vakitler geçiyor; sefer demek akça demek olduğu maʻlûm oldu”
denilerek behemehâl bir çâre bulunmak lazım geleceği beyân olunmağla, sikkenin tağyîr ü
tezyîfi hususu irâd olunup, eğerçi bu da bir fena şey ise de çünki mukaddem bu muahhar
türlü türlü sûretler tezekkür olunarak hiçbirinden fayda görülemeyüp hatta bazılar esbâb-ı
muʻamelât-ı umûr-ı iʻtibâriyyeden ibâret olmağla, mütedâvil olan nükûdun emsâli nuhasdan
katʻ ve sikke darb olunarak aynî ile altun ve gümüş gibi sarf olunmasını irâd eylediğinden
“bu makûle sikke Memâlik-i Mısriyye ve diyârı-ı ecnebiyyede râyic olmayup levâzım-ı sefe-
riyyenin ekserîsi ise bu memleketlerden celb oluna-gelmekle dâd u sitâd-i devlet bi’l-kül-
liye muʻattal olur” deyu re’y-i mezkûr cerh olunmuş ve bazıları sâbıklarda dahî bakır sikke
katʻ olunmuş idüğinden bahisle, râyic olacağı vech ile üçü veya ikisi bir Para farz olunmasını
dermiyân eyledikde, bu sûretin menfaatını pek cüz’î olduğu halde şân-ı devlete dokunur
deyu bu dahî kabul kılınmamış idüğinden [52] nihâyet ber-vech-i muharrer sikkenin tağyiriyle
altun ve gümüşün râyicine biraz şey zam olunmakdan başka çare olmadığı dermiyân olun-
dukda, bu sûretden herkesin fazla olan evânî-i sîm u zerleri darbhâneye alınıp ve sîm-i hâlisin
dirhemi onar paradan ve altunun miskali altışar Guruş otuzar paradan olmak üzere bahala-
smâniyye e cne iyye

rı verilip bu sûretle der-dest olunan altun ve gümüşden mağşûş sikke katʻ olunarak bundan
hâsıl olan temettüʻ sefer mesârifine tahsîs olunmak üzere karar verildiğinden, ol emrde evâ-
ni-i sîm u zerin iʻmâl ü istiʻmâli yasak olduğundan, sonra herkesin ellerinde bulunanlar dahî
fiyat-ı merkûme ile Darbhâne-i Âmireye teslîm etdirilerek eski sikkeye nisbetle hemen bir
hums miktar gışşlı olmak üzere ikişer Guruşluk sikke katʻıyla bundan darbhâneye hayli vâridât
kayd olunmuşdur.
Cevdet Tarihi’nde muharrer olup aynen buraya nakl olunan şu fıkraya bakılınca gışşı sa-
sûl-i Mes û â -ı

hihine galip olan ve ileride gitdikçe arttırılan metelik meskûkatın mebdei bu tarih olacağı
tebyîn eder. Zaten mevcûd olan sikkelere gelince: akçalara dokunulmayıp paralardan birer
kırat ve Guruşlardan bir buçuk dirhem kadar ve bunun aksâmından olan yirmilik ve onluk
ve beşlik nevʻleriyle izʻâfından olan altmışlıklardan fakat ayarlarına dokunulmayarak yine o
nispette icrâ-yı tenzîlât eylediği misillü, cülûsun ikinci senesinde bin iki yüz beş tarihinde dahî
kezâlik mağşûş ve iki buçuk Guruşa muâdîl yüzlük ve bunun nısfı olmak üzere ellilik nâmıyla
iki nevʻ sikke daha çıkarılmışdır ki, işbu yeni sikkeler bin iki yüz doksan altı senesi meskûkat
kararnâmesinin ilânı zamanına kadar Bağdad cihetlerinde kesretle mütedâvil olduğu orala-
rı görmüş olanların maʻlûmudur. Muharebenin musalahaya tahvîliyle teşebbüsât-ı nâfiʻaya
mübâderet olunduğu sırada, yani bin iki yüz yedi senesinde ve bâ-husûs [53] muharebât-ı
sâbıkanın cism-i devlete açmış olduğu yaraların kapatılması için ol vaktin ricâl-i devletinin
vermiş olduğu lâyihaların tetkikatı sırasında tashîh-i sikke meselesi dahî dermiyân olunarak

52
l-ı Sâni

Gümüşhâne’de darbedilen sikkeler:

Sultan II. Mehmed (Fâtih) devrinde fethedilen Gümüşhâne Milâ-


dî XVII. yüzyıla kadar “Cânca” ismiyle anılmıştır. Cânca’nın gümüş
madenleri, Osmanlı hazinesine önemli bir gelir kaynağı olmuş-
tur. Kesintisiz olarak Sultan I. Süleyman (Hicrî 926-974/Milâdî
1520-1566) devrinden, Sultan IV. Murâd (Hicrî 1032-1049/Milâdî
1623-1640) devrine kadar Cânca darphânesi çalışmıştır. IV. Murâd
devrinde “Cânca” ismiyle darbedilen son sikkeler Akçe, Beş Akçe
ve On Akçe birimindedir. Demek oluyor ki, Hicrî X. ve XI. (Milâdî
XVI. ve Milâdî XVII.) yüzyıllar arasında bir asrı aşkın süre Cânca
(Gümüşhâne)’da sikke darbedilmiştir. Sultan İbrâhîm (Hicrî 1049-
1058/Milâdî 1640-1648)’in saltanatında Cânca (Gümüşhâne)
darphânesinin faâliyetine son verilmiştir.

Sultan I. Mahmûd (Hicrî 1143-1168/Milâdî 1730-1754)’un salta-


natında Hicrî 1148 (Milâdî 1735) senesinde, gümüş madenleriy-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


le meşhûr Gümüşhâne (Cânca) darphânesi; Doğu Anadolu’nun
sikke ihtiyâcının karşılanması için yeniden faâliyete geçirilmiştir.
Darbedilen sikkelerin üzerine Cânca’nın yeni ismi “Gümüşhâne”
konulmuştur. Alınan bu kararla Gümüşhâne’de Kuruş (40 Para),
Yarım Kuruş (20 Para) ve 10 Para biriminde gümüş sikkeler darbe-
dilmiştir. İşletilmesi için gerekli sikke talebinin doğmaması ve darp
mâliyetinin yüksek olması sebebiyle kısa bir süre sonra darphâne
kapatılmıştır.

Fotoğraf 24
Sultan I. Mahmûd nâmına, 1143
senesinde, Gümüşhâne’de darbedilen
gümüş 20 Para (12,90 gr. 31 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 5665

53
Bâb-ı Evvel

I. Abdülhamîd ve 2 Kuruş:

Sultan I. Abdülhamîd (Hicrî 1187-1203/Milâdî 1774-1789)’in devrine


kadar, başlangıçta 0,65 gr. olan “Para”nın ağırlığı 0,40 grama kadar
düşmüştü. O tarihte ağırlığı 27 gr. olan “Çifte Zolota=60 Para”lar Os-
manlı İmparatorluğu’nda tedâvül eden en ağır sikkelerdi. Hicrî 1202
(Milâdî 1788) senesine denk gelen I. Abdülhamîd’in 16. cülûs tari-
hinde 30 gr. ağırlığında “Çifte Kuruş (İki Kuruş)” adı verilen 80 Para
değerindeki yeni bir sikkenin darbına karar verildi. Bu sikkeler o tari-
he kadar darbedilmiş en ağır Osmanlı gümüş sikkeleriydi.

Çifte Kuruşlar Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilmiş; sikkenin bir


yüzüne Sultan’ın tuğrası konmuşken, diğer yüzünde Kostantiniy-
ye’de 1187/16=1202 senesinde darbedildi anlamına gelen “16 duri-
be fî Kostantiniyye 1187” ibâreleri yer almıştır.

Fotoğraf 25
Sultan I. Abdülhamîd nâmına,
smâniyye e cne iyye

1187/16=1202 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş Çifte Kuruş (30,10 gr. 43 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5744
sûl-i Mes û â -ı

III. Selim ve 100 Para:

Sultan III. Selim (Hicrî 1203-1222/Milâdî 1789-1807) tahta çıktığın-


da en yüksek değerdeki Osmanlı gümüş sikkesi Sultan I. Abdülhamîd
(Hicrî 1187-1203/Milâdî 1774-1789)’in saltanatında darbedilmiş, 30
gr. ağırlığında olan 80 Para değerindeki “Çifte Kuruş” idi. III. Selim
tahtta çıkar çıkmaz bu sikkeden daha ağır 33 gr. ağırlığında ve “100
Para” değerindeki yeni sikkenin darbını emretti. Bu sikkenin darbına,
bir sonraki Sultan IV. Mustafa (Hicrî 1222-1223/Milâdî 1807-1808)’nın
saltanatında da devâm edildi.

54
l-ı Sâni

Sikkenin bir yüzünde Sultan’ın tuğrası ile cülûs tarihi olan Hicrî 1203
(Milâdî 1789) ve İslâmbol (İstanbul)’da darbedildiği anlamına gelen
“duribe fî İslâmbol 1203”; diğer yüzünde “Sultânü’l- berreyni ve Hâ-
kanü’l- bahreyni es-Sultân ibni es-Sultân” ve sikkenin Sultan’ın hangi
cülûs senesinde darbedildiğini gösteren rakamlar yer almaktadır.

Fotoğraf 26
Sultan III. Selim nâmına, 1203/
10=1212 senesinde, İslâmbol (İstan-
bul)’de darbedilen gümüş 100 Para
(32,70 gr. 43 mm.) Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 5772

bunlardan Tatarcık Abdullah Efendi nâm zâtın vermiş olduğu lâyihada meskûkâtın tezyîf ü
tağyîri zâhîr-i hâlde menfaʻat add olunuyor ise de hakikatte aynı mazarrat olup derâhim-i
madrûbeyenuhâs izâfe olunur ve vezni ne kadar tenzîl kılınır ise vâridât-ı devlete ol kadar

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


noksaniyyet terettüb edeceği bedihiyyâtdan olmasıyla gerek mukaddemâ ve gerek bu defʻa
hesabu’z-zarûr sikkenin tenzîl olunan vezn ü ayarları nizâm-ı kadîmine ircâʻ ve Gümüşhane
ve maʻadin-i sâirenin ke’l-evvel ıslahıyla nükûd-ı meskûkenin gıll ü gışdan tasfiyesi ve mik-
dâr-ı vezinlerinin hiç olmaz ise Sultan Mahmud Hân-ı evvel sikkeleri derecesine iblâğ kılınma-
sı gibi tedâbîr ve mütâlaʻat-ı maʻkule arz olunmuş iken, bu mütâlaʻata karşı sikke-i sultaniy-
ye tashîh olunduğu takdirce darbhâne muʻamelâtına bazı mertebe muzayaka ârız olacağı ve
belki mağşûş sikke muʻamelâtından müstefîd olan baʻzı kimselerin menfaʻatları mahv edile-
ceği mülâhazalarına mebni, mümâileyhin ihtârât-ı hayr-hâhanesi darbhâne me’mûrları taraf-
larından iʻmâl-i desâyisle redd olunarak nihâyeti ikiliklerin ibkâsına ve ânifen beyân olunduğu
üzere müceddeden yüzlük katʻına karar verilerek Memâlik-i Mahrûse’de binde beşyüz otuz
beş bakırla karışık mağşûş bir sikke darb olunmak gibi yanlış bir yola gidilmeye sebep olmuş-
lardır.
Cevdet Tarihi’nden hülâsa edilmiş şu fıkrayı Cevdet Paşa hazretleri Vasıf Tarihi’nden
naklen ber tafsîl beyân eylediklerinden sonra müverrih-i mümâileyhin “bu emr-i hayra dar-
bhâne emini Yusuf Ağa mâni oldu” demesi ne derecelerde mûcib-i dihk ü istihzâ sözlerden-
dir deyu cerh buyurmuşlar ise de [54] Sultan Mahmûd-ı Sâni hengâm-ı saltanatlarında kesi-
len sikkelerin bunlardan iki kat [az saf] olduğuna bakılınca, hâlisü’l-ayar gümüş sikke darbı ol
vaktin hesabına el vermediği anlaşılır.

55
Bâb-ı Evvel

Sultan Mustafa-yı râbiʻin pek cüz’i olan müddet-i saltanatlarında gümüş sikkelerin envâʻı
ile vezn u ayarları değişdirilmeyip şehriyâr-ı sâbık Sultan Selim Hân-ı Sâlis meskûkâtının ay-
nıdır.
Metelik Devri

Nevbet-i kelâm Sultan Mahmud-ı Sâni zaman-ı saltanatlarında kesilen meskûkât-ı sîmiy-
yeye gelince: otuz üç seneden ibâret olan bu devirde gerek altun ve gerek gümüşden türlü
türlü nâmlarla kesilen sikkeler ezmine-i sâbıka sikkelerine nazaran pek muteʻaddid ve pek
muhtelif olduğundan tafsilâtına mübâderet olunur. Şöyle ki:
Pâdişâh-ı mağfûr-ı müşârünileyhin hengâm-ı cülûslarında eski sikkeler bozulmayarak ikinci
senesi nihâyetine kadar Selîm-i Sâlis ve Mustafa-yı Râbiʻ Hânânının sikkeleri misillü yüzlük ve
ikilik ve Guruşların darb ü ihrâcına müdâvemet olunmuş iken, üçüncü sene-i cüluslarında
eski ikiliklerin sıkletine müsâvi olarak sekiz dirhem vezninde ve yedi yüz otuz ayarında ve iki
yüz Para kıymetinde "Cihâdiyye” nâmıyla beş Guruşluklarla aksâmı darb olunmuş ve işbu
yeni sikkeler fi’l-asl mesârîf-i harbiyyenin tedâriki zımnında ihrâc kılınmasından dolayı bun-
lara Cihâdiyye nâmının verilmesi bundan neş’et eylemiş ve iki üç senede böylece gidilmişdir.
Bin iki yüz otuz altı tarihinde gümüşün fiyatı terakkî etmesiyle meskûkât-ı Osmâniyye’den
beyaz akçanın râyici yevmen-fe-yevmen tezâyüd ve erbâb-ı ihtikâr dahî bunları ketm u idhâr
ederek ve bir tarafdan katʻ olunan beşlik Guruş [55] ve rubʻ ve sâir ecnâsı taşra ve ecnebî tüc-
smâniyye e cne iyye

cârına ziyâdesiyle sürerek bu haller kıllet-i nükûda bâdî ve teshîl-i muʻamelât-ı nas için tevkîr
ü teksîr meskûkâta lüzûm-ı sahîh hâsıl olmuş olduğu ve fakat beher adedi üç dirhem olarak
mukaddemâ katʻ edilmiş olan Guruşun her birinde onbeş Para tefavüt mevcûd olmasıyla bu
husûs Darbhâne-i Âmire’ye küllî hasarâtı mûcib olduğundan ve gümüşün revâcına nisbetle
ayar-ı kadîmine halel gelmeksizin hadd-i iʻtidâla tensîk olunarak iki dirhemden Guruş, dört
dirhemden ikilik bunlara kıyâsen nısf ve rubʻ Guruşlar ve paralar darb ü katʻına hükümetce
karar verilmiş olduğu Şâni-zâde nakl u hikâye eyledikden sonra karar-ı mezkûr az vakitde eş-
sûl-i Mes û â -ı

yânın galâsına baʻis ve mesârifin tezâyüdünü muaddî olarak darbhâneye binde bir mubâyaʻa
olunabilen eski akça fazlasından başka bir nefʻ-i zâhiri müşâhede olunamadı ve ekser-i kesân
eski nükûdu dirhem hesabıyla tüccâra maʻa ziyâdetin vermeğe ve nükûd-ı cedîdenin dahî
râyici artmaya başladı demişdir.
Şâni-zâde'nin şu fıkrasına bakılınca gümüşün kıymeti ol tarihde fırlamış ve bu hâl dahî
salifü’z-zikr Guruş ve ikiliklerin darb ü iʻmâline intâc eylemiş demek oluyorsa da, gümüşün
altuna olan nisbetini taʻyîn etmemiş olduğundan, bu madde şâyân-ı tedkîk görülmüş oldu-
ğundan, bahs-ı mahsûsuna taʻlîk olunmuşdur.
Şehriyâr-ı müşârünileyhin cülûslarının on yedinci senesinde yaʻni bin iki yüz otuz dokuz
tarihinde dahî Guruşlar vilâyetde bir buçuk Guruşa, yaʻni altmış paraya alınıp verilmeye baş-
ladığından, on ayarında sîm-i hâlis zam ve yüzde altmış ayarına iblâğ olunarak altmış paralık

56
l-ı Sâni

cedîd sikke çıkarılmış ve sâir meskûkât-ı Osmâniyye ile ecnebî sikkelerinin fiyat-ı mukarre-
relerinden ziyâdeye sarf olunmaması için her tarafa evâmir-i aliyye isdâr olunmuş [56] ol-
duğunu Cevdet Tarihi yazmış ve şu fıkradan şehriyâr-ı müşârünileyhin evâil-i saltanatlarında
kesilen sikkelerin bazıları elli ve bazıları altmış ayarında oldukları tebyîn eylemiş ise de bu da
tedâbîr-i muvakkata asârı olduğu cihetle tebdîl u tağyîr-i meskûkât gibi bir manayı işrâb ey-
lemez.
Şehriyâr-ı müşârünileyhin evâsıt-ı saltanatlarında yeniçeri ve sipahilerin refʻi, Nizâm-ı
Cedîd’in ihdâsı, Mansûre hazînesinin teşkîli gibi vakʻa-yı cismiyyenin tetabbuʻ ve teʻakubu
mecburiyetinden dolayı mesârîf-i mübremeye karşılık tedâriki sırasından tedâvülde olan
meskûkât-ı mağşûşenin bir kat daha gaşî ve tazyîkine karar verilmesiyle bu kararın asârından
olmak üzere bin iki yüz kırk dört senesinde darbhâne sandıkkârı bulunan meşhur Kazaz Artin
maʻrifetiyle el-yevm kıymet-i hakîkîyyesiyle tedâvül eden metelik sikkelerin envâʻı meydan-ı
tedâvüle vazʻ olunmuşdur.
En evvel tedâvüle vazʻ edilen işbu sikkelerin ayarı binde iki yüz yirmiden iki yüz yirmi
beşe kadar olduğu ve envâʻı beş ve iki buçuk ve bir Guruşluk ile Guruşun aksâmından olarak
yirmi ve on paralıkdan ibâret bulunduğu halde tedâvüle vazʻ olunur olunmaz ortaya bir geniş-
lik gelmesiyle bunun yüzünden hâsıl olan faide-i hazineyi bir kat daha arttırmak için aradan
üç sene geçer geçmez ayar-ı mezkûr binde yüz yetmişten yüz yetmiş beşe kadar mikdâra
tenzîl olunarak ikinci tertîb olmak ve mecmûʻnun mikdârı evvelkilerin mecmûʻundan bir misli

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ziyâde olmak üzere üç yüz altmış milyon Guruşluk metelik sikke darb u iʻmâl edilmiş ve bu
yüzden yüz kırk yedi milyon Guruşluk bir temettu’ gösterilmiş ve ayarı daha dûn olan ikinciler
evvelkilerden tefrîk olunmak için kurdeleleri düğmenin hemen altunda bir nokta vazʻ olundu-
ğundan beyne’s-sarrâfân evvelkilere noktasız ikincilere noktalı nâmı verilmişdir.
[57] Asr-ı mezkûrde katʻ u darb olunan işbu mağşûş sikkeler yüzünden yüzde otuzdan
yüzde elliye kadar bir temettu’ hâsıl olduğunu erbâb-ı ihtikâr his etmeleriyle bir tarafdan
taklidini yaparak sürmeye başlamış ve baʻzı sermâyedârân dahî yine o ayar vezinde olarak
diyâr-ı ecnebiyyede meskûkât-ı mağşûşe katʻ etdirip Memâlik-i Osmâniyye’ye idhâle koyul-
muş olduğu anlaşılmış olduğundan, bin iki yüz kırk dokuz senesinde bu yolda sikke katʻ u
darbı terk olunarak sene-i merkûmeden itibâren bir başka yolda sikke darbına mübâşeret
olunmuş ise de evvelki usul büsbütün terk olunmayarak ve fakat ufaklıklara şâmil olarak bin
iki yüz altmış senesine kadar yine metelik sikke darbına devam olunmuşdur.
Tevârih-i mevcûde esbâb-ı mûcibesini lâyıkıyla beyan etmiyor ve cennet-mekan Sultan
Mahmud Hân-ı Sâni hazretlerinin evâil-i saltanatlarında bile metelik meskûkât katʻ ü ihrâc
olunmasından dolayı bunların hîn-i ihrâcında karşılık tedâriki ile mi ihrâc edildi, yoksa ile-
ride kesb edecek olduğu hale göre icâbına bakılmak kararıyla mı meydan-ı tedâvüle vazʻ
olundu; buraları anlaşılamıyor ise de tashîh-i sikke tarihinin başlangıcı olan bin iki yüz altmış
senesi vukuʻatına dâir olan kuyûdat ve iʻlânâta bakılır ise tashîh-i sikke maddesine yine Sultan

57
Bâb-ı Evvel

Mahmud Hân-ı Sâni zamanında başlanmış olduğu ve bin iki yüz kırk dokuz senesinde tedâ-
vüle çıkarılan altılık ve aksâmının ahvâlinden anlaşılıyor ve Sultan Abdülmecid Hân merhû-
mun evâil-i saltanatlarında meskûkât-ı mağşûşenin katʻ ve devamına müdâvemet olunması
maddesi ise de'b-i kadîm üzere cülûs vâkiʻ oldukça yeniden meskûkât darb edilmesi âdetine
mütâvaʻat edilmesinden neş’et etmiş demek olur.
Her ne hâl ise; bin iki yüz kırk dokuz senesinde ve hakan-ı müşârünileyhin [58] cüluslarının
yirmi altıncı senesinde veznî metelik beşliklerin vezninden biraz aşağı, fakat ayarları mezkûr
beşliklerin iki misli yaʻni “0,435”dan “0,440”a kadar olmak ve beher adedi iki yüz kırk paraya
veyâhut altı Guruşa râyic olmak üzere altılık nâmıyla meydân-ı tedâvüle bir sikke daha vazʻ
olunmuşdur.
El-yevm meşhûd olduğu üzere tamı iki yüz, nısfı yüz, rubʻu elli paraya tedâvül eden işbu
sikkelerin bidâyet-i darbı olan yirmi altıncı seneden hân-ı müşârünileyhin irtihâli tarihi olan
otuz ikinci senesine kadar katʻ u ihrâc olunduğu misillü, şehriyâr-ı müşârunileyhe halef olan
Sultan Abdülmecid Hân hazretlerinin evâil-i saltanatlarında dahi ardı kesilmeyip ke’l-evvel
darb u iʻmâline devam olunmuş olduğu meydanda olan numuneleriyle sâbitdir.
Meskûkât-ı mağşûşenin bidâyeti katʻ u ihracı olan sâlifü’z-zikr bin iki yüz kırk dört sene-i
hicriyesi’nden bin iki yüz elli dokuz sene-i hicriyyesi evâhirine kadar on dört sene zarfında
Darbhâne-i Âmirede katʻ u darb olunan beşlik ve altılıklarla aksâmının mikdâr-ı mecmûʻu dört
yüz doksan sekiz milyon iki yüz otuz iki bin dört yüz otuz Guruşdan ibâret olduğunu kuyû-
smâniyye e cne iyye

dât-ı mevcûde göstermekde ise de, bâlâda hâme-güzâr-ı işʻar olduğu üzere gerek burada ve
gerek Avrupa’da yine kendi vezn ü ayarlarında bunların taklîdleri dahî basılmış ve Bağdad ve
Mısır ve Tunus ve Trablus gibi kıtʻalarda yine bu yolda ve buna karîb sûretde sikkeler kesilmiş
olduğu muhakkak ve müsbet olduğundan, meskûkât-ı mağşûşenin mikdârı kaydın gösterdiği
mikdardan pek ziyâde olacağı şüpheden vârestedir. Karîben verilecek izâhâtdan anlaşılaca-
ğı üzere, meskûkât-ı mağşûşenin her iki nevʻi birer karşılık tedârikiyle pazar-ı tedâvüle vazʻ
olunmayıp ilcâât-ı mülkiyye ve mâliyye üzerine kıymet-i mevzuʻaları ile darb u iʻmâl olunmuş
sûl-i Mes û â -ı

ve tedâvüle vazʻ [59] olunur olunmaz, mazarratı müşâhede olunmasıyla defʻi çaresinin is-
tikmâli zımnında bazı tedâbir ittihâz olunmuş ise de tedâbir-i müttehize ekser evkâtda akîm
bırakıldığından, bu keşmekeş muʻameleye âkıbet bin iki yüz doksan altı sene-i maliyyesi ka-
rarnâmesi ile nihâyet verilmişdir ki, burası herkesce maʻlûm olduğundan, tafsîlâtına girişmek
abes görülmüşdür. Eski zamanların ıslâhâtında sahîhi gaşine galip olarak tedâvüle vazʻ olunan
meskûkâta verilen kıymetlere kıymet-i iʻtibârî (kıymet-i mevzuʻa) ve hâlisü’l-ayar olarak ke-
silen sikkelere verilen kıymetlere (kıymet-i hakîkîyye) deyn-i hakîkîyye denir idi ki, bu tâbir
ıstılâhât-ı fıkhıyyeden me’hûz olduğunda şüphe yokdur.
Binâenaleyh gerek şu taʻbirâtı tavzîh ve gerek meskûkât-ı mağşûşenin kıymet-i hakîkîyye
ve mevzuʻalarını tasrîh etmek için bin iki yüz altmış dört tarihinde Hazine-i Hassâ-i Şâhâne’den
meskûkât idâresine devr olunan hesabların hülâsaları ber-vech-i zîr ıtyân olunmuş olsa mak-
sada kâfidir.

58
l-ı Sâni

Birinci Hesap

Noktasız beşlik ve yüzlük ve Guruşluk ve yarımlık ve on paralığın ayarları = 220: 225 milim

Yüz Guruşun kıymeti Guruş Para

Derûnuna koyulan sîmin bedeli 65 00

Derûnuna koyulan nuhâsın bedeli 00 20

Deyn-i hakîkîyyesinden fazla meblağı 34 20

100 00

Beş Guruşun kıymeti Guruş Para

Derûnuna koyulan sîmin bedeli 3 10

Derûnuna koyulan nuhâsın bedeli 0 1

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Deyn-i hakîkîyyesinden fazla meblağı 1 29

5 00

[60] İkinci Hesap

Noktalı beşlik ve yüzlük ve Guruşluk ve yarımlık ve on paralık ayarları = 170:575 milim

Yüz Guruşun kıymeti Guruş Para

Derûnuna koyulan sîmin bedeli 50 20

Derûnuna koyulan nuhâsın bedeli 1 0

Deyn-i hakîkîyyesinden fazla meblağı 48 20

100 00

59
Bâb-ı Evvel

Beş Guruşun kıymeti Guruş Para

Derûnuna koyulan sîmin bedeli 2 21

Derûnuna koyulan nuhâsın bedeli 0 2

Deyn-i hakîkîyyesinden fazla meblağı 1 17

5 00

Üçüncü Hesap

Altılık ve üçlük ve altmışlığın ayarları = 425: 450 milim

Yüz Guruşun kıymeti Guruş Para


smâniyye e cne iyye

Derûnuna koyulan sîmin bedeli 85 22

Derûnuna koyulan nuhâsın bedeli 0 18

Deyn-i hakîkîyyesinden fazla meblağı 14 0

100 00
sûl-i Mes û â -ı

Altı Guruşun kıymeti Guruş Para

Derûnuna koyulan sîmin bedeli 5 5½

Derûnuna koyulan nuhâsın bedeli 0 1

Deyn-i hakîkîyyesinden fazla meblağı 0 33½

6 00

60
l-ı Sâni

Altılık ve aksâmı bi’l-istisna kusûr iki nevʻ beşlik ve aksâmının ayarca [61] yek diğeri bey-
ninde fark-ı küllî olduğuna halk muttalîʻ olmadığı cihetle cümlesi bir siyakda alınıp verilmek-
de iken gerek son senelerde Darbhânece icrâ edilen tecrübelerden ve gerek meskûkât karar-
nâme-i âhiri iktizâsınca kaffesini râyicleri kıymet-i hakîkîyyeye ircâʻından sonra beynlerinde
yüzde on dört derecesinde bir fark olduğu beyne’s-sarrâfan şâyîʻ olduğundan, birden bire bir
hücûm göstererek noktasız olan beşlikleri toplayıp külçe haline ifrâğ ile satmış ve bu yüzden
ol mikdâr derecede kâr hâsıl eylemiş ve şimdiki halde tedâvülde kalan beşlikler ile aksâmı
noktalı beşliklerden ibâret bulunmuşdur ki, asıllarıyla bakiyyeleri karîben beyân olacakdır.

Tedâvüle vaz'olunmuş olan meskûkât-ı mağşûşenin mikdâr-ı mecmû'u:

Beşlik ve Altılık ve
İcmâl
Aksamı Aksamı
Guruş Guruş Guruş

498. 232.430 360.457.709 137774721


1244 senesinden 1259 senesi gâyetine kadar on beş

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


sene zarfından Darbhânede katʻ u darb olunan
121190882 119890882 1300000
1264 senesinden 1289 senesi Mayıs gâyetine kadar
müddette mubâya’a sûretiyle tedâvülden alınıp şi-
kest ve izâbe ile satılan
277041548 240566827 136474721
1296 senesi Mart’ında neşr olunan kararnâme ahkâ-
mınca kıymet-ı hakikkiyesine varınca farkı olup tenzil
kılınan 143029199 120283413 22745786

234012349 120283313 113728935


Yine karar-ı mezkûr iktizâsınca bin iki yüz doksan yedi
senesi Eylül’ünden tarih-i tertîb-i kitap olan 1302 se- 14182234 219571 13962660
nesi Kanun-i Sanisi nihayetine kadar müddette em-
vâl-i maʻlûmenin yüzde beşinden alınarak bi'l-izabe
satılan 219830115 120063843 99766272

61
Bâb-ı Evvel

Anîfen beyân olunduğu üzere 1249 sene-i hicriyesinde darbına başlanılan [62] altılık sik-
kelerin nizâm-ı keyfiyyeti şeref-sünûh buyrulan irâde-i şâhâne mûcibince iktizâ eden mahal-
lere ve evâmir-i aliyye isdâr u tesyârıyla neşr olunmuş ve neşr olunan bu emr-i âli ol vaktin
Takvîm-i Vekayiʻ nüshalarına da derc edilmiş olduğundan, istinsâh edilen sûreti (1) rakamıyla
kitaba zeyl olunmuş ve bunun yalnız Anadolu’nun sağ kol cüz’üne tahsîsi ol vakit meydanda
olan Mısır meselesinden neş’et etmiş olması melhûz bulunmuşdur.

Sâlifü’z-zikr üç nev' meskûkât-ı mağşûşenin tedâvüle hîn-i


vaz'ında hazîne-i devletin temettu’âtı

Hazînenin Meskûkâtın
Mülâhazât Beyanı temettuʻatı mecmûʻu
Guruş Guruş

%de 34½ dan Noktasız olan beşlik ve aksâmı 39.675.000 115.000.000


smâniyye e cne iyye

%de 48½ dan Noktalı olan beşlik ve aksâmı 119.043.250 245.475.061

19.247.800 137.775.369
sûl-i Mes û â -ı

Altılık ve aksâmı
%de 14 dan
Mecmûʻ-ı temettuʻ
177.966.050 498.232.430

On beş sene zarfında kesilmiş olan mezkûru’l-mikdâr meskûkat-ı mağşûşe yüzünden


1.779.660 lira mikdarı bir temettuʻ zâhir olmuş ve bu sâyede Kazaz Artin emsâl ü akrânına
fâik derecelerde büyük bir nâm almış ise de meskûkât-ı mezkûre yüzünden bilâhare nümâyân
olan zararların hükmü kırk yedi sene sürüp iki yüz doksan altı senesi ibtidâsında muhassenât-ı
asriyye-yi pâdişâhîden olmak üzere güç ile hitâma erişdirilmişdir.
[63] Altılık ve beşlik meskûkât-ı mağşûşe tedâvüle vazʻ olundukdan sonra bunların büyük
parçaları, yani yirmi ve on paralığına kadar olanları alış-verişde da’imâ ta’dât ile tedâvül eder

62
l-ı Sâni

ve taʻdâdında suʻubet olan on, yirmi paralıkların bin ve on paralıkların iki bin adedi bir kese
iʻtibâr olunarak, onlara mahsûs olan torbalara mevzuʻ olduğu halde vezn ile alınup verilir ve
şâyet veznde şüphe olunur ise ol vakit torbalar çözülüp taʻdât olunur idi.
Guruşun eczâsından olarak yine bu tarihlerde 40 veyahud 120 adedi bir Guruşa râyic
olmak için darb u ihrâc edilen ve mikdâr ü kemmiyyeti tahkîk olunamamış olan Para ve ak-
çalara gelince: bu ufak sikkeler ol vakitler kifâyetinden ziyâde darb u iʻmâl olunmuş olmak
gerekdir ki, bunların da 25’er, 50’şer, 100’er Guruşlukları onlara mahsûs olan kâğıtlara vazʻ
olunup yine vezn ile alınıp verilmesi usûl ittihâz olunmuş iken, bazı mürtekîp makuleleri, mâ-
ru’l-beyân üç takım kâğıtlar derûnlarına dirhemleri ziyâde gelsin diyerek rîk ve ona mümâsil
şeyler ilâve ile hîn-i taʻdâdında küllîyetli noksân zuhûr etmeğe başladığı anlaşıldığından, usûl-i
mezkûre bilâhare lağv olunarak mezkûr ufak paraların kağıdlarına bir vechile iʻtibâr olun-
mayıp ve kağıt ile alınıp verilmeyip hîn-ı ahz u iʻtâsında taʻdâd olunarak tamamı tamamına
alınıp verilmek ve ufak para çok olup da taʻdâdında suʻubet olduğu takdîrce kağıtlarından
çıkarılıp dirhemi ziyâde gelsin deyu ilâve olunan nesneler tefrîk ü tathîr birle karışdırılıp 100
Guruşluğu taʻdâd ve vezn olundukdan sonra, küsûr kalanı dahî ona kıyasen vezn ile ahz u iʻtâ
olunmak maddeleri bin iki yüz elli altı senesi evâilinde nizâma rabt olunarak keyfiyyeti cümle-
ye iʻlân edilmiş ve bu iʻlân üzerine akça tahtaları [64] ziyâde revac bulmuş ise de bu nizâm ahz
u iʻtâ erbâbını daha ziyâde suʻubete giriftâr eylediğinden, işbu Para ve akçalar mekteb çocuk-
larının kumbaralarından maʻdâ yerlerde görülmemeye başlamış ve bilâhare bakır paralıkların
zuhûru ile bu ufak Para ve akçalar kendi kendine tedâvülden çekilip antika hükmünü almışdır.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


İlk Osmanlı (Altın) Sultânîsi

Süleyman Sûdi’nin eserini kaleme aldığı tarihte ilk Osmanlı altını ola-
rak Sultan II. Mehmed (Fâtih) nâmına Hicrî 883 (Milâdî 1478-1479)
senesinde darbedilen “Sultânî” bilinmekte idi. Zaman içerisinde II.
Mehmed’e ait Hicrî 882 (Milâdî 1477-1478) senesini taşıyan Sultânî
keşfedildi. Bu keşfin ışığında (ilerleyen tarihlerde daha erken tarihli
bir Osmanlı altını bulunabileceği ihtimâlini de düşünerek) elan bili-
nen ilk Osmanlı altınının Hicrî 882 senesinde darbedildiği söylenebilir.
Hicrî 882 darbedilen Sultânînin iki yüzünde yer alan kitâbelerde; “Dâ-
ribü’n-nadri sâhibü’l-‘izzi ve’n-nasri fî’l-berri ve’l-bahri / Sultân Mu-
hammed bin Murâd Hân ‘azze nasrühu duribe fî Kostantiniyye 882”
yazmaktadır. Bu ibâreler “altın darbettiren, izzet sahibi ve Allah’ın
yardımıyla karada ve denizde hâkim olan, Murâd Hân’ın oğlu Sultân
Muhammed (Mehmed)’i, Allah azîz yardımıyla gâlip kılsın. Kostanti-
niyye (İstanbul)’de, 882 (Milâdî 1477-1478)’de darbedildi” anlamına
gelmektedir.

63
Bâb-ı Evvel

II. Mehmed’in saltanatında sâdece Kostantiniyye (İstanbul)’de altın sik-


keler darbedilmiştir. Bu altınlar Hicrî 882 (Milâdî 1477-1478), Hicrî 883
(Milâdî 1478-1479) ve Hicrî 885 (Milâdî 1480-1481) senelerini taşımakta-
dırlar. Bu ilk Osmanlı altınlarının ağırlıkları için Venedik altınları esas alın-
mış, 110 dirhem altından 100 “Sultânî” darbedilmesi kararlaştırılmıştır.
Böylece 3,52 gr. civârında bir ağırlıkla tedâvüle arzedilmişlerdir.

II. Mehmed’in nâmına sikkelerin darbedilen ilk Kostantiniyye (İstanbul)


darphânesi, Bâyezîd Camii’nin hemen yakınında idi. Bu ilk darphâne
binâsının tam yerinin nerede olduğu tespit edilememiştir. Sultan II. Meh-
med’in Kostantiniyye (İstanbul)’nin fethinden sonra, bugün Bâyezîd Ca-
mii ile Süleymâniyye Camii arazilerini de içine alan, İstanbul Üniversitesi
Rektörlüğü ile Üniversite’nin bazı bölümlerinin üzerinde bulunduğu alana
ilk sarayını yaptırdığı dikkate alınırsa; İstanbul’un ilk darphânesinin de bu
kompleksin içinde olduğu düşünülebilir.

Milâdî XVI. yüzyılda faâliyete geçirilecek olan Kostantiniyye (İstanbul)’nin


ikinci darphânesinin yine yakın bir mahalde kurulduğunu bilmekteyiz. Bu
smâniyye e cne iyye

ikinci darphâne günümüzde Beyazıt (Bâyezîd) semtinde, kısmen ayakta


olan “Simkeşhâne”nin bulunduğu yerde tesîs edilmiştir. Sultan III. Ahmed
(Hicrî 1115-1143/Milâdî 1703-1730)’in saltanatında Kostantiniyye (İstan-
bul)’nin üçüncü ve son darphânesi Topkapı Sarayı surlarının dâhilinde
bulunan Aya İrini Kilisesi’nin hemen yanında kurulmuştur. Zaman içinde
yapılan çeşitli ilâvelerle çok genişleyen ve kompleks bir hâl alan bu son
Darbhâne-i ‘Âmire binâsı Cumhuriyete intikâl etmiş ve Cumhuriyetin ilk
darphânesi olmuştur.
sûl-i Mes û â -ı

Fotoğraf 27
Sultan II. Mehmed nâmına, 882
senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen ilk Osmanlı altını olan
“Sultânî” (3,52 gr. 21 mm.)
Atom Damalı, Bilhan Akçaşar; “Os-
manlı Sikkeleri Tarihi Cilt: 1”,
Sayfa: 296, Katalog No: 7-K-A1-882

64
l-ı Sâni

Altun Devri
Yukarılarda beyân olunduğu üzere asr-ı Orhan Hân Gazi’den Fatih Sultan Mehmed Hân-ı
Sâni’nin defâa-yı sâniye olarak serîr-i saltanata cülûslarına kadar gümüş sikkeler darb ü ih-
râcına müdâvemet olunmuş ve altun sikke darbı hiç kâle alınmamış iken, şehriyâr-ı müşâ-
rünileyhin cülûslarından yirmi sekiz sene sonra başka bir esâs ve hesâba mürâcaʻat olunma-
yarak, ol vakitlerde İstanbul’da ticâretce en ziyâde müstefîd olan Venedik Cumhuriyeti’nin
Venedik dükası nâmıyla müştehir ve el-yevm yaldız altunu nâmıyla maʻrûf olan ve ayarı yirmi
üç kırat üç buğday iki kesirden ibâret bulunan altun sikkelerin vezn ü kıtʻasında ve yine ol
ayarda olarak yüz adedi yüz yedi dirhem ve üç kırat gelmek ve beher adedi bir dirhem bir
kırat bir buğday5 vezninde olmak üzere ol vakit Bâyezid Camiʻ-i şerîfi civârında binâ edilen
Darbhânede altun sikke kesilmeye başlanmış ve bu vezn ve ayarda kesilen sikkeler sekiz yüz
seksen üç tarihinden Sultan Mehmed Hân-ı râbiʻin hengâmı saltanatı olan bin elli sekiz tarihi-
ne kadar asla bozulmayıp yüz yetmiş beş sene kadar vezn u ayar-ı aslîleri üzere katʻ u ihrâcına
devam olunmuşdur.
Fatih Sultan Mehmed Hân zaman-ı saltanatlarında başlatılan iş bu sikkelere [65] devlet-
ce filori-yi şâhî ve halkça kızıl Guruş nâmı verilmiş olduğunu tevârih-i mevcûde göstermekte
ise de sebep ve illetlerini beyân etmediklerinden, filori kelimesinin ber-vech-i âtî iʻtâ kılınan
maʻnâsına nazar olunur ise bu ismin tesmiye bi’t-teşbîh kabîlinden olduğu zâhir olur.
Filori yâhud Filorin veya Fiyorino on üçüncü asr-ı milâdîde İtalya’nın Florans nâm şeh-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


rinde ilk defa olarak darb olunan kramis kıtʻasında bir altun sikkeye nispetle filorin tesmi-
ye olunmuşdur. Bu sikkenin bir cihetinde zambak çiçeği mürtesîm bulunmakdan nâşî bazı
müverrihîn İtalyanca çiçek demek olan (Fiyore) kelimesini sebeb-i tesmiye olmak üzere
telakkî eylemişlerdir ki, hâlâ Avusturya Devleti meskûkâtının vâhid-i kıyâsisi florin olduğu
maʻlûmdur.
Fatih zamanından Sultan Selim Hân-ı sâninin zamanına kadar kesilen altun sikkeleri bir
tarafına “dâribü’n-nadri sâhibü’l-ʻizz-i ve’n-nasri fi’l- berri ve’l-bahri” ibâresi yazılmış, bir ta-
rafına dahî pâdişâh-ı zamanın ismiyle sikkenin tarih-i darbı terkîm olunmuş olduğu gibi Sultan
Selim-i Sâni hengâm-ı saltanatında kesilen sikkelerin de bir tarafına “Sultanü’l-berreyn ve ha-
kanü’l-bahreyn es-sultan ibni sultan” ibâresi, diğer tarafına dahî ism-i pâdişâhî ile mahal ve
tarih-i darbı yazılmağa başlanmış ve bu cihetle resm-i tebdîl ve nâm-ı şerîfi nâmına tahvîl kı-
lınmış ise de vezn u ayarına dokunulmamış ve Sultan Murad Hân-ı Sâlis ile Mehmed-i Sâlis ve
Ahmed Hân-ı evvel ve Osmân-ı Sâni ve Murad-ı râbiʻ ve Mehmed Han-ı râbiʻ zamanına kadar
kesilen altun sikkeler hep bu siyakta darb u iʻmâl olunmuşdur.
Filorilerin bidâyet-i katʻ u ihrâcında kırk akçaya râyic olmuş iken akçaların vezn u ayarı
tenzîl eyledikçe altunun fiyatı terakkî edip kırk akçaya râyic olan altunlar giderek kırkdan

5) Darbhâne muʻamelâtında bir kesir dört buğday, dört buğday bir kırat ve on altı kırat bir dirhem iʻtibâr olunur.

65
Bâb-ı Evvel

elliye, elliden altmışa, altmışdan [66] yetmişe ve hellüm cerrâ terakkî edip Guruşun vâhid-i
kıyâsi add ü iʻtibâr olunduğu zamana kadar dört yüz akçaya kadar fırlamışdır.
Hazret-i Fatih’in zaman-ı saltanatlarında İstanbul’un gayr-ı mahalde altun sikke basıl-
mayıp taşralarda sikke darbına Sultan Bâyezid Hân-ı Sâni zamanında başlanmış ve evvelâ
Edirne’de ve sonra Rumeli’nin bazı cesîm şehirlerinde katʻ u darbına ruhsat verilmiş olduğu
misillü, Sultan Ahmed Hân-ı evvelin hengâm-ı saltanatlarında dahi Anadolu’da cesim şehir-
lerde darbhâneler te’sîsi ile altun sikke darbına mübâşeret olunduğundan ve her yerde tam-
mü’l-vezn ve tammü’l-ayar sikke darbı, zamanımızda bile darbhânelerde nasîp olmadığından
ve İstanbul’da dikkat olunduğu gibi taşralarda basılan sikkelerin esnâ-yı darb u iʻmâlinde lâyı-
kıyla ihtimâm olunamadığından, oralarda basılan sikkeler vezn u ayarları tamamı tamamına
vakʻaya alınamamış ve şu haller akça fiyatlarının ahvâline bile sirâyet eylemişdir.
Altun sikkelere bidâyeten filori nâmı verilmiş iken, muahharan bunlara Şerîfî nâmının ve-
rilmesi Yavuz Sultan Selim Hân merhûm Mısır’ı istilâ eylediği esnâda orada kesdirdiği sikke-
ye Şerefî nâmı verdiğinden, bu isim refte refte Şerîfî nâmına tahvîl olunarak etrâf u eknâfa
öylece yayılmış ve hakan-ı müşârünileyh zamanlarında kesilen sikkeler bazı vilâyetlerde de
sikke-i Şâhî nâmıyla müştehir olmuşdur.
Filori yahud Şerifî nâmıyla kesilen altun sikkelerin aksâm izʻafı var mıydı yok muydu?
Buralarını tevârih-i mevcûde göstermiyorsa da bunların izʻaf ü aksâmına delâlet eder şimdiye
kadar hiçbir sikkeye tesâdüf olunamadığından, meskûkât-ı mezkûre her yerde bir kıtʻada ba-
smâniyye e cne iyye

sıldığı şüpheden vâreste görünür.


Sultan Mustafa Hân-ı Sâni’nin vukuʻ-ı cülûslarından iki sene sonra meskûkât-ı
Osmâniyye’nin gerek kıtʻa ve şekillerince ve gerek resm-i nakışlarınca daha [67] ziyâde bir in-
tizâm tahtına rabtı ve bâ-husûs bunların cümlesinin tuğra-yı hümâyûnlarla tevşîhi arzu olunup
yaldız altunlarının ayarından iki buğday ve bir kesir, Macar altunları ayarından üç kesir noksâ-
nına olarak bir dirhem bir kırat bir buğday sıkletinde bir altun daha katʻ ve meydân-ı tedâvü-
le vazʻ edilmiş ve bununla beraber işbu yeni altunları hîn-i katʻ ü ihrâcında Şerîfî altunlarının
sûl-i Mes û â -ı

tedâvülü menʻ olunmak şöyle dursun, onların da bir tarafdan katʻ u ihrâcına devâm olun-
muşdur. Eski Şerîfîlere nazaran bu defʻa basılan Şerîfîler daha ziyâde matbûʻ göründüğünden,
bu altunlar Mısır taraflarına gider gitmez oralarca fındık altunu nâmıyla şöhret bulmuş ve bu
şöhret bilâhare lisân-ı resmiyyeye de intikâl eylemişdir. Mısrîlerin bunlara fındık altunu de-
meleri ziyâde sevdikleri fındığın ahz u iʻtâsında bunları vâsıta etmeleri maddesi olsa gerekdir.
Müverrihler asr-ı Mustafa Hân-ı Sâni’de kesilen altunların ayarlarınca iki buğday bir kesir
derecelerde icrâ-yı tenzilât edilmesi esbâbını sarâheten beyân etmiyorlarsa da bu madde
mesârif-i darbiyyeyi meskûkat üzerine zamm etmek gibi bir tedbîrin ittihâzından ileri geldiği
Guruş bahsında verilen izâhât ile karîben verilecek maʻlûmatdan zâhir olur.
Bu tarihlerde İstanbul’da kesilen Şerîfî altunlar ile Mısır’da katʻ olunan altunlar beynin-
de dirhem ve ayarca tefâvüd-i küllî olduğu halde râyici müsâvî tutulduğundan, ehl-i ticaret

66
l-ı Sâni

Filori:

Filori kelimesi İtalyanca filorinden gelmekte olup bu para ilk defa


Floransa’da basılmıştır. 1182’den 1252’ye kadar gümüş para olan
filorin 1252 yılında altından darbedilerek kısa sürede Avrupa’ya ve
diğer yerlere yayıldı. Bir yüzünde Floransa’nın sembolü olan zam-
bak motifi, diğer yüzünde Vaftizci Yahyâ’nın resmi bulunan 3,5 gr.
ağırlığındaki bu altın para, İtalyan devletlerinin Türkmen beylikle-
riyle olan ticarî münasebetleri dolayısıyla Batı Anadolu’da geniş
ölçüde kullanıldı. Hatta Menteşe ve Aydın Beyliği ile yapılan ticarî
anlaşma metinlerinde filorinin adı geçer.

Filorin, Fâtih Sultan Mehmed dönemine kadar filori adıyla Osman-


lılar’da en çok kullanılan altın para durumundaydı. Daha sonra filo-
ri, Osmanlılar tarafından altın para karşılığı olarak hem kendi bas-
tıkları hem de Avrupa menşeli olanlar için kullanılmaya başlandı.
Fâtih’in bastırmış olduğu ilk altın sikke Venedik dukası veya filori
ile aynı ayardaydı (23 1/2). Osmanlılar Venedik dukası için de filori

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


adını kullanmışlardı. Bazan Floransa altınını “filoriyyen-i efrentiy-
yen” veya “efrentî filori” adıyla anmaktaydılar. Böylece filori dinar,
hasene gibi sadece altın para karşılığı bir anlam kazanmıştı. Bu şek-
liyle herhangi bir ayırım yapılmaksızın kullanılışına Osmanlı kronik-
lerinde çok sık rastlanır. Filorinin gümüş olarak karşılığı ise akçenin
değerindeki düşme sonucu giderek arttı. XVI. yüzyıl sonlarında ve
XVII. yüzyılda filori adı altındaki yerli ve yabancı menşeli altınların
değeri oldukça yükselmiştir.

Osmanlılar’da filori, altın karşılığı tahsil edilen bir vergi adı olarak
da geçer.

Halil İnalcık, “Filori”, TDV İslam Ansiklopedisi, 1996, , Cilt: 13, s.


106-107.

67
Bâb-ı Evvel

Fotoğraf 28
Floransa Cumhuriyeti’nde (1335-1393)
tarihleri arasında kullanılmış Filori
Soler y Llach (formerly Martí Hervera
& Soler y Llach) Subasta 75
No: 1240 (3,46 gr.)

Fındık Altını:

“Fındık Altın”ları ilk defa Sultan III. Ahmed (Hicrî 1115-1143/Milâdî


1703-1730)’in saltanatında darbedilmiştir. Osmanlı İmparatorlu-
ğu’nda kullanılan standart altın Sultânî ve Eşrefîlerle aynı ağırlıkta
olmasına rağmen, sâde tarzıyla yeni form taşıyan bir sikkedir.

İlk darbedilen Fındık Altınlarının önyüzünde Sultan III. Ahmed’in


tuğrası, arkayüzünde ise darbedildiği yer ve senesi yer almakta-
dır. Fındık Altını Osmanlı İmparatorluğu’nda tedâvülde bulunan,
kenarlarında zincir bulunmaması sebebiyle kırpılarak ağırlıklarının
smâniyye e cne iyye

eksiltildiği eşrefî altınlarının yerine; kenarlarının kırpılmasına mani


olan zincir ilâvesiyle darbedilmiştir. Aslında ilk Fındık Altınları Hicrî
1128 (Milâdî 1716) yılında “Cedîd Zer-i İslâmbol” adıyla darbedil-
meye başlandı. Halk arasında kenarlarındaki zincirlerden “Zencirli”
ya da üzerinde bulunan ve darpyerini ifâde eden “İslâmbol” ibâre-
sinden dolayı İslâmbol altını anlamına gelen “Zer-i İslâmbol” diye
anılmaktaydı. Öncelikle İslâmbol (İstanbul) ve Mısır’da darbedildi-
sûl-i Mes û â -ı

ler. Zamanla kenarlarına çepeçevre konulan nokta veya habbeler


fındığa benzetildiği için bu altınlara “Fındık Altını” denmeye baş-
landı.
Sultan II. Mahmûd (Hicrî 1223-1255/Milâdî 1808-1839) devri-
ne kadar; beş Fındıktan bir buçuk Fındığa kadar katları, yarım ve
çeyrek Fındık olarak alt birimleri darbedildi. II. Mahmûd’un salta-
natında darbedilen son Fındık Altınlarının çeyrek Fındık oldukları
görülmektedir. En geç tarihli tam Fındık Altını Sultan IV. Mustafa
(Hicrî 1222-1223/Milâdî 1807-1808)’nın saltanatının 2. senesinde
darbedilmiştir.

68
l-ı Sâni

Fotoğraf 29
Sultan IV. Mustafa nâmına,
1222/2=1223 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
Fındık Altını (3,10 gr. 19,5 mm.)Baha-
dır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 344

İstanbul altunlarını düşürüp Mısır ve sâir mahallere götürdükleri cihetle dest-i teamül ve te-
dâvüldeki hâlis altunlar kesb-i nedretle nâkısu’l-vezn ve mağşûşu’l-ayar olan Mısır altunları
tekessür etmesine mebni, hükümet-i seniyye bu hâlin önünü almak üzere bâdemâ darbhâne-
de yine evvelki vezn ü ayar ile mesbûk ve fakat tuğra-yı garra-yı hümâyûn ile meskûk olarak
üçer yüz akçaya râyic ve hazinece dahî kezâlik [68] bu hesabla kabulü câiz olmak üzere cedîd
altunlar ihrâcına karar verilmiş ve binâenaleyh işbu cedîd altunların mikdârı tekessür edin-
ceye kadar Mısır ve eski İstanbul Şerîfîleriyle Tunus ve Cezâyir altunlarından ve ehl-i hidme-
tin taşralardan Der-sa’adet’e getirecekleri ve tüccar beyninde tedâvül eden mahlût ve yüz
adedi yüz on dört dirhem altun iʻtibâriyle râyic olan meskûkatın doğruca darbhâneye ge-
tirilip kal olundukdan sonra tuğra-yı şerîf ile katʻ u darbı ve Edirne ve İzmir’de dahî mahsûs

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Darbhâneler ihdâsıyla Der-saʻadet’de kesilenlerin aynı olarak tuğralı altunlar iʻmâli hususları-
na irâde-i seniyye şeref-sudûr etmişdir.

Mısır Darphanesi:
I. Selim (918-926/1512-1520)'in saltanatında darp faaliyetine başlamış,
"Kahire" darphane ismiyle Mangırlar, Mısır darphane ismiyle yine Kahi-
re'de altın ve gümüş sikkeler darbedilmiştir. Mısır darplı Osmanlı sikkeleri
son olarak V. Mehmed (1327-1336/1909- 1918)'in saltanatında Sultanın 6.
cülus tarihinde kesilmiştir. Mısır'da 400 yıl boyunca darp faaliyeti sürmüş-
tür.
Mısır Darphânesi hakkında Evliya Çelebi’nin kaydı:
Sitâyiş-i Darbhâne-i Mısr1
Ve darbhâne ırz-i pâdişahidir. Bu dahi defterdar hükmündedir. Huddâm-ı
darbhâne cümle beş yüz ådemdir. Cümle defterdâra mensûblardır. Amma
darbhâne emini paşa ağasıdır, ammâ söz sahibi sâhib-ayârdır; defterdâr

1) Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. Yücel Dağlı, 10. Kitap, İstanbul: YKY, 2007, s 78.

69
Bâb-ı Evvel

ana tâbi’dir. Zirâ sikke vü ayâr sâhib-ayardan su’âl olunur. Kalb bir sikke
bulunsa sâhib-i ayârın elin keserler. Cümle darbhâne huddâmları anın zir-i
hükmündedir.
Elli Yahûdi simsârı vardır. Elli furuncu ve elli kuyumcu ve on haddegân ve
on mîzândâr ve elli kehledår. Meselâ telden gümüşü kesüp kıt’a kıt’a eder-
ler; ana kehle derler. Andan yigirmi yassıbâz, andan yigirmi sikkekâr ve on
dolâbcı ve on perdâhcı ve bir veznedâr ve bir sikkezân. Ve yigirmi didebân,
gayrı işe me’mûr değillerdir. Herkes hânesinden geldükde üryan edüp dar-
bhânede gayrı mirî esbab geydirirler kim, esbâbında bir kalb şey olup sikke
urmayalar deyü didebânlar dâ’imâ gözedirler. Ve her şeyi vezn ile verüp
vezn ile alırlar. Ve sikke uruldukdan sonra bir dahi âteşe bırağup tavlarlar.
Eğer akça âteşden siyâh çıkarsa akçaya sikke uranın, darbhâne içinde sâhi-
b-i ayâr, beğe paşaya danışmadan iki ellerin kat’ ederler.
Ve sikkezân başının yevmiyye birer Şerîfi ulûfesi var. Bir odada dâ’imâ mah-
bûsdur. Kazdığı sikkeleri sâhib-i ayâra teslîm edüp hazînede mühürlerler. Ve
hazinenin elli âdem nigeh-bânı vardır, azim derd-i serdir. Mısır Darbhânesin
görmeyen bir diyarın darbhânesin görmek lâzım değildir. Zirâ cemî’-i Mısır
cezîresinden tibr gelüp şeb [u] rûz darbhânede tâcinlere konup tibri kâl
edüp toprağından ayırup tel edüp ,andan kehle edüp, andan yassılayup,
andan sikke urulup perdâht olup meydana gelince yüz yetmiş kerre elden
smâniyye e cne iyye

geçer. Azîm derd-i belâdır, ammâ cimâ gibi tatlı belâdır, ammâ ehline tatlı-
dır, ammâ nâ-ehle zehr-i mârdan telhdir.
Kaçan Mısır divânhânesine dağlar gibi altun yığılup gitdikde gûyâ bir hayâl-
dir. Tâlib-i dünyâ olmayana yine bir hayâldir. Tafsilden murad, manzûrumuz
olduğun tahkîkdir. Yohsa hamd-i Huda kanâ’atımız yerindedir. Müfred:

Biz o mecnûnlardanız kim bezm-gâh-ı aşkda


sûl-i Mes û â -ı

Zevkımız vadisine a’lâ vü ednâ reşk eder.

Fî 26 Ramazan bin yüz sekiz senesine tesadüf eden işbu tedbiri vakʻanüvis Raşid Efendi bu
sûretle beyân eyledikten sonra tedbîr-i mezkûrun ittihâzından dolayı hazîne-i celîlece nefʻ-i
küllî hâsıl olduğunu ve husûsî ile irsâliye olarak Mısır’dan sene-i mezkûre içinde gelen Şerîfî
altunların vezn u ayarını tatbîk için Darbhâne-i Âmire’de sikke-i cedîdeye tahvîlinde iki yüz
kesede yetmiş kese noksan tebyîn ederek Mısır Darbhâne Emini tecrîm ve şu suretle âtîsi
için vârîdât-ı devlet zarardan vikâye ve te’mîn edildiğini beyân eylemiş ve Edirne ve İzmir’de
bundan çok seneler evvel darbhâne kûşâd olunmuş iken, buralarda darbhâne ihdâsı maddesi
neden neş’et eylediği anlaşılamamışdır.

70
l-ı Sâni

Bin yüz on beş senesinde cülûsu vâki olan Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis’in hengâm-ı salta-
natlarının on üçüncü senesine kadar kesilen altınların şekl ü resmi ve ayar u vezni yine eslâf-ı
kirâmlarının aynı olduğu halde Râşid Tarihi nakli üzere sene-i mezkûrede görülen lüzûm üze-
rine tamamiyyet-i vezn u ayarına beyne’n-nas muʻteber ve makbûl olan Venedik altunundan
tammü’l-vezn yüz adedi yüz on dirhem gelmek ve kenarları zincirli ve dairesinin etrafı [69]
Rûmî nakışlı ve ortası ayna gibi musaykal ve mücellâ ve bir tarafının vasatında tuğra ve taraf-ı
âharının vasatında dahî “Duribe fî İslambol” ibâresi olmak üzere sikke darb olunarak üçer
Guruş râyiciyle ve Zer-i İstanbul nâmıyla altun katʻına ferman buyrulmuş ve bu altunlar mey-
dana çıkdıkdan sonra kenarları zincirli ve ahz u iʻtâda daha emniyetli olduğunu halk gördükle-
rinde, ism-i tasgîr sigasıyla buna “Zencirekli Altun” nâmını takmışlardır.

Zer-i Mahbûb:

İlk defa Sultan II. Mustafa’nın saltanatında (Hicrî 1106-1115/


Milâdî 1695-1703); Edirne, İzmir, Kostantiniyye (İstanbul), Mı-
sır ve Macaristan Seferi sebebiyle oluşturulan seyyar Ordu-yi
Hümâyûn darphânelerinde darbedilmiş Eşrefîler halk arasında
çok rağbet gördüğünden “sevilen altın” anlamına gelen “Zer-i

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Mahbûb” adıyla anılır olmuştu. Bu Eşrefîlerin tipinde Sultan Ah-
med (Hicrî 1115-1143/Milâdî 1703-1730)’in saltanatında Hicrî
1128 (Milâdî 1716)’de yarım miskal (12 kırat = 2,60 gr.) ağırlığın-
da darbedilen sikkelere de aynı isim verildi. Eşrefîlerden farkı,
önyüzündeki darp yerine Kostantiniyye değil İslâmbol yazılma-
sıydı. Bu sebeple yeni sikkeye “İslâmbol Zer-i Mahbûbu” denildi.

Zer-i Mahbûb Osmanlı İmparatorluğu’nda tedâvüldeki sikkeler


arasında önemli bir yer edindi ve uzun yıllar boyunca darbına
devâm edildi. Son Zer-i Mahbûblar Sultan Abdülmecîd (Hicrî
1255-1277/Milâdî 1839-1861)’in saltanatının 6. senesinde, ya-
rım Zer-i Mahbûb olarak darbedildi. Üzerlerinde darbedildikleri
yer olarak Kostantiniyye (İstanbul) konulan bu son Zer-i Mah-
bûbların 0,85 gr. ağırlığında oldukları, bu sebeple tam Zer-i Mah-
bûb için 1,70 gramın esas alındığı anlaşılmaktadır. Aynı Sultan
devrinde gerçekleşen sikke reformuyla Zer-i Mahbûblar tedâvül-
den kaldırıldı.

71
Bâb-ı Evvel

Fotoğraf 30
Sultan I. Mahmûd nâmına, 1143
senesinde, İslâmbol (İstanbul)’de dar-
bedilen Zer-i Mahbûb Altını
(2,60 gr. 20 mm.) Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 701

Meskûkât-ı zehebiyyenin usûl-i darb u ihrâcı hakkında vâcibü’l-takayyüd olan maʻlûmat-ı


nafiʻa tarihlerimizde hemen yok gibidir. Ancak bu hususa dâir yalnız bir hakikat tesadüf-i
hasene kabîlinden muharrir-i hakîre nasib olmuşdur.
Şöyle ki, mülgâ Vâridât-ı Umûmiyye muhasebeciliğinde bulunduğum esnada eski
zamanların ahvâl-ı mâliyesine dâir kesb-i maʻlûmat etmek için getirdüp mutâlaʻa etmekte ol-
duğum baş muhasebe defterlerinin, bu işe hiç münâsebeti olmayan birinde Ergani ve Keban
hâsılâtı hakkında bazı hesaplar görmüş ve yazmakda bulunduğum Defter-i Muktesid’e nak-
letmek için cümlesini istinsâh eylemiş idim. Şimdi beyân edeceğim kayıtlar işte bu tesâdüfe
nazaran bir ikisidir ki, aynen nakl olundu:

Suret-i kayd
smâniyye e cne iyye

1142 senesi Cemâziye’l-ahiresinin onuncu günü vürûd eden zer ü sîmin ma'a
mesarîf-i nakliye bahası

Beher Beher
dirhemi miskalı Dirhem Miskal Akça Guruş Para
akça akça
sûl-i Mes û â -ı

Ergani 349 523.5 361.512 241.008 126.167.688 1.051.397 26

Keza 22 0 2.853.462 0 62.776.186 523.134 35

Keban 22 0 1.748.229 0 38.461.038 320.508 26


0 0 0 227.404.912 1.895.041 01

Şu hesapdan bizim için iki fayda hâsıl olur ki, bunun birisi bundan [70] yüz elli yüz altmış
sene mukaddem hâlis altunun kıymet-i hâkikiyesiyle hâlis gümüşün kıymet-i hakikiyyesi bey-
nindeki nisbetin zamanımız kıymetlerine kolayca tatbîki; diğeri ol zamanlarda muʻamelâta
esas ittihâz kılınmış olan Guruşların derûnlarında kaçar dirhem hâlis gümüş bulunduğunun
tâyini maddeleridir.

72
l-ı Sâni

Hesâb-ı mezkûr madenlerimizin ol vaktini zenginliğini dahî gösterir ise de burası makamı
olmadığından buna ait tafsilât Defter-i Muktesit’de gösterilmişdir.

Sûret-i Kayd

Beyne’n-nas Fındık altunu tâbir olunur zencirekli müdevver İstanbul altunundan zınba-
lı olanları revacdan menʻ ve Darbhâne-i Âmire’de dirhem hesabıyla iştirâ olunmak için fer-
man-ı âli sadr olmağla, mûcibince Darbhâne-i Âmire Nâzırı El-hac Sa’dullah Efendi bi’l-cüm-
le sarrafân taifesini ve ayar fehm eden tüccarı cemʻ ve muvâcehelerinde ayarı tam olmağla
zınbalı cedîd Âsitâne ve Mısır altununu kal ve çaşnîsini ahz eyledikde, beher dirhemi üç yüz
seksen dört akçaya alınıp ziyâdesi ne zuhûr eder ise beher kıratına yirmi dört akça ve nısf-ı
kıratına oniki akça verilip ve altun-ı mezkûrden yirmi dört kıratlık katʻ olmadığı sûretde fakat
muʻtad olan amele ücreti hâsıl olup cânib-i mîrîye faiz olmayacağı zâhir olduğu ve Tiflis ve
Revan ve Tebriz’de mukaddemâ katʻ olunmuş olan müdevver zencirekli altun yirmi iki kırat
zuhûr etmekle Âsıtâne-i Saʻadet’de katʻ olunan yirmi dört ayarına varınca tutulan çaşnı muk-
tezâsınca beher dirhemi üç yüz elli akçaya ve beher kıratı yirmi iki akça ve nısf-ı kıratı onbir
akçaya iştirâ olunmak lâzım gelip ve bu altundan dahî darbhânede zer-i mahbûb katʻ etdi-
rildiği halde, ancak amele-i darbhânenin ücretleri hâsıl [71] olup bir akça faiz6 zuhûr etme-
yeceğinden ve bazı kimesneler yedlerinde bir veya iki adet zınbalı altun bulunup “darbhâne

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


mesâfe-i ba’idededir” deyu kendileri Darbhâneye getirmeyip sûr ve pazarlarda mûkîm ge-
dikli sarraflara verdikleri sûretde sarraflar dahî ahz-ı katʻ u hesâbı ile bahasını verdiklerinden
sonra ol vechile cemʻ eyledikleri altunları Darbhâne-i Âmireye getirmek ve mismâr ile de-
linmiş vezni tam altunlar dahî her ne kadar tammü’l-vezn iseler ale’l-umûm zınbalı altunun
nizâm-ı menʻ-i revâcına halel vermemek için evvel emirde ol misillü tammü’l-vezn delikli al-
tunlar dahî revacdan menʻ ve darbhânede hesabıyla iştirâ olunmak ve Darbhâneye öteden
beri zer-i mahbûb katʻı için altun tedârikine muʻayyen olan Yâhud ve Nasârâ tüccarlarına taş-
ralardan zınbalı ve delikli üç beş yüz ve daha ziyade ve noksan altun getirildikde verilen nizâm
mûcibince onların yedleriyle hesabı üzere iştirâ ve zer-i mahbûb katʻ olunmasına müsaʻade
göstermek münâsib olduğu cümlenin ittifakıyla mümâileyh Saʻdullah Efendi haber vermekle,
bu maddeler bi’l-külliye menʻ-i revâcına irâde-i âliyye-i hümâyûn taʻallûk eden mârû’z-zikr
zenbeli altunun inkıtaʻ-ı revâcına medâr-ı küllî olmağla düstûru’l-amel tutulmak üzere baş
muhasebeye kayd olunmuşdur. Fi 28 N sene 1154 [28 Ramazan 1154/7 Aralık 1741]. Tarih-i
kayda nazaran bu tedbir ittihâzı ve Zer-i Mahbûb nâmıyla bir altun sikke darb ü ihrâcı Sultan
Mahmud Hân-ı Evvel’in on birinci senesi olması lazım gelir ve Zer-i Mahbûb nâmıyla yeniden
altun ihrâcı maddesine de sebeb ne olduğu anlaşılıyor.

6) Eski zamanlar ıstılâhât-ı mâliyesinde mukataʻat-ı mîrîyenin cümlesinden hâsıl olan temettuʻata fâiz taʻbîr olunur
idi.

73
Bâb-ı Evvel

Sultan Mahmud-ı Evvel’e halef olan Sultan Osman Hân-ı Sâni’nin [Sâlis’in] üç seneden
ibâret olan müddet-i saltanatlarında altunlarca hiçbir tebeddülât ve tagayyürât [72] vukuʻa
getirildiğine dair tevârih-i mevcûdede hiçbir sarâhat olmadığı misillü, ona halef olan gerek
Sultan Mustafa-yı Sâlis’in ve gerek Sultan Hamid Hân-ı Evvel’in evâhir-i saltanatlarına kadar
kesilen meskûkât-ı zehebiyyede dahî hissolunacak derecelerde tebeddülât vukuʻa getirilmiş
olduğu pek de ma’lûm değildir. Yani sekiz yüz seksen üç senesinde Sultan Selim Hân-ı Sâlis’in
tarih-i cülusları olan bin iki yüz üç senesine kadar mürûr eden iki yüz yirmi sene zarfında katʻ
u ihrâc olunan meskûkât-ı zehebiyyenin ayarları tammü’l-mikyas olan yirmi dört kıratdan
yirmi bir ve üç rubʻ-ı kırat kadar bir tenezzilât vukuʻa getirilmiş olduğu anlaşılmakda ise de
bunlar da temettuʻ kastıyla yapılmış bir tedbîr olmayup belki hesapları uydurmak maksadın-
dan ve bununla beraber envâʻını çoğaltmakdan ibâret olacağından şüphe yokdur.
Altun hususunda yirmi kıratdan aşağı ayarda sikke darb u ihrâc etmek ve giderek bu ayarı
on üçe kadar indirmek usûlü Sultan Selim Hân-ı Sâlis’in hengâm-ı saltanatlarında başlamış-
dır. Şöyle ki, Sultân-ı müşârünileyhin bidâyet-i cülûslarında nâm-ı şahanelerine kesilen altun
sikkeler eslâf-ı kirâmları sikkeleri misillü fındık ve zer-i mahbûb altunlarından ibâret olduğu
halde devr-i saltanatlarında hiss olunan muzâyaka-ı maliyyeden dolayı eyâdi-i nasda bulu-
nan hilyât ve evânî-i sim u zerin celb ü cemʻiyle ve meskûkâtın tenkıs-i ayarı tedbîrine mürâ-
caʻatdan başka çare olmadığından, bin iki yüz dört senesinde iktizâsına mübâşeret olundu-
ğu sırada nakısu’l-ayar olarak zer-i mahbûblar katʻ u ihrâcına başlanmış ve bu tedbîr ileride
smâniyye e cne iyye

büyük büyük fenâlıkları dâvet eylemiştir ki, Cevdet Tarihi’nin beşinci cildinde münderic olan
mübâhisât-ı erbâb-ı mâliyeye bir büyük maʻlûmât olduğundan mütalaʻası tavsiye olunur. [73]
Sultan Mustafa-yı Râbiʻin cüz’î olan müddet-i saltanatlarında kesilen fındıklar ile Zer-i
Mahbûblar dahî nâkısu’l-ayardırlar.
Cennetmekân Sultan Mahmud Hân-ı Sâni’nin otuz üç seneden ibâret olan müddet-i sal-
tanatlarında kesilen altun sikkelerin esâmi ve envâʻı pek muhtelif olduğu misillü, ayarları dahî
sûl-i Mes û â -ı

yirmi iki kıratdan on üç kırata kadar mütenâzildir. Vakıʻâ selâtîn-i mâziyyeden bazılarının za-
man-ı saltanatlarında kesilen ez-an-cümle fındık nâmıyla yâd olunan altun sikkelerin dahî
envâʻı muhtelif ise de bu ihtilâfât altunun vezn u ayarında, yani esâsları bahsinde olmayıp izʻaf
ü aksâmı hususunda olduğundan, bunlar onlara mukis değildir. Binâenaleyh bu bâbda bazı
mertebe tefsîlât iʻtâsına mecburiyet hâsıl olmuşdur.
Pâdişâh-ı müşârünileyhin bidâyet-i cüluslarından hengâm-ı saltanatının sekizinci senesi-
ne kadar on bir kırat üç buçuk buğday vezninde kesdirmiş olduğu altunlar “İstanbul” nâmıyla
tavsîf olunmuş ve bunun nısfiye ve rubʻiyyeleri dahî kesilmiş iken, cülûsun dokuzuncu se-
nesinde bu usûlde altun darbı terk olunarak sene-i merkûmeden iʻtîbâren beher adedi bir
dirhem yedi kırat üç buğday vezninde olarak “Rûmî” nâmıyla bir altun daha kesdirmiş ve bu
kesiş, cülûslarının on üçüncü senesine kadar devam etdiği halde yine bu tarihlerde mezkû-
rü’l-ism İstanbul sikkeleri ayar u kıymetinde Cedîd Rûmî nâmıyla bir altun daha darb olunup

74
l-ı Sâni

bu kesişte cülûsun on beşinci senesine kadar devam eylemiş ve bu yeni altunların bir tarafı
yazılı olduğu cihetle bunlar beyne’l-halk “Yazılı Mahmûdiyye” nâmıyla şöhret bulmuşdur ki,
bunların da nısf ve rubʻları vardır.
Ve yine pâdişâh-ı mağfûr-ı müşârünileyhin devr-i saltanatının on beş ve on altıncı sene-
lerinde “duribe fî Kostantiniyye” ibâresi yerine “duribe fî [74] Dârü’l-Hilâfe” ibâresi yazılı bir
şekl-i diğerde ve fakat vezn u ayarca atîk Rûmî altunları derecesinden bir nevʻ altun daha
darb olunup meydân-ı tedâvüle konulmuş ve bu altunlar dahî beyne’l-halk “Sıra Altunu”
nâmıyla zeban-zed olmuşdur.
Devr-i mezkûrun on yedinci senesinde hazret-i pâdişâhın mahlas-ı celîlleri olan “Adlî” laf-
zının sikkeler üzerinde dahî görülmesi murâd buyrulup sene-i merkûmeden itibâren on dokuz
kırat üç buğday ve üç buçuk kesir ayarında olarak “Adlî” nâmıyla bir nevʻ altun kesildiği gibi
bundan sonra dahî on yedi kırat üç buğday üç buçuk kesir ayarında bir nevʻ altun daha darb
olunup evvelkiler “Atîk Adlî” sonrakiler “Cedîd Adlî” nâmıyla zebanzed olmuşdur. Bunların da
nısfiye ve rubʻiyeleri vardır.
Yine hakan-ı müşârünileyhin devr-i saltanatlarının yirmi birinci senesinde yirmi kırat üç
buğday üç buçuk kesir ayarında “Hayriyye” nâmıyla bir altun daha ihtirâ’ olunup sûret-i darbı
iki sene imtidâd eylemişdir. Bunun da nısfı ve rubʻu vardır ki, bu altun lisân-ı avâmda “Gazi”
veya "Sandıklı" nâmıyla şöhret-yâb olmuşdur.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Bundan sonra yani devr-i mezkûrun yirmi altıncı senesinde sekiz kırat vezninde ve beş
adedi yüz Guruş i’tibârında “Mahmudiyye” nâmıyla bir altun daha kesilmiş ve bundan sonra
artık başka nevʻ altun kesilmemişdir. İşbu son altunlar ecnebi ahz u iʻtâlarında muʻamelâta
esas ittihâz olunduğundan, gerek lisân-ı resmîde ve gerek lisân-ı halkda "Yirmilik Altun" taʻbi-
riyle yâd olunmaya başlamış ve ötekiler artık hılyât makamına kaim olup, berikiler altun ahz
u iʻtâlarında vâhid-i kıyas hükmünü almışdır. Bu altunların da nısfiye ve rubʻiyeleri vardır. El-
hâsıl hâkan-ı müşârünileyhin hengâm-ı saltanatlarında kesilen [75] altunlar muhtelifü’l-vezn
ve muhtelifü’l-ayar olmasından dolayı şu ihtilâfât, erbâb-ı ihtikâra pek büyük bir ticaret kapısı
açmış ve bu sûret bi’l-ahare Avrupa’dan dahî sikke-i Sultaniyye’ye taklîden altunlar iʻmâl olu-
narak memâlike idhâla sebep olmuş ve bu haller dahî umûm meskûkât-ı Osmâniyye’nin tebdîl
ü tağyîri için birçok şeyler hazırlamışdır.
Pâdişâh-ı müşârünileyhin irtihâli ile serîr-i saltanata sultân Abdülmecîd Hân-ı mağfû-
run vukuʻ-ı cülûslarında bir tarafdan tashîh-i ayar madde-i muʻtena-bihâsınca lâzım gelen
tedâbire mürâcaʻat ve bir tarafdan dahî yirmi iki kırat ayarında ve beheri yedi kırat üç kesir
vezninde “Memdûhiyye” nâmıyla bir altun daha darb ü iʻmâline başlanmış ve bu altunlar te-
dâbîr ve teşebbüsât-ı vakʻanın ikmâl ü itmâmı zamanı olan bin iki yüz altmış senesine kadar
devam eylemiştir. Beyne’l-halk “yirmilik altun” nâmıyla şöhret-yâb olan bu altunlar tashîh-i
ayara me’hâz ittihâz olunduğundan sonra, bin iki yüz altmış senesinden sonra katʻ u darbı şe-

75
Bâb-ı Evvel

Mangır, Sultan IV. Mehmed (Hicrî 1058-1099/Milâdî 1648-1687) dev-


rinde makine darp usûlüne geçildiği tarihe dek, Osmanlı’da tedâvüldeki
bakır sikkeye verilen isimdir. Bu tarihten sonra, makine usûlünün uy-
gulandığı merkez darphânelerde bakır sikkelere akçe karşılığı birimler
konulduğu, ancak kısa bir müddet sonra bu bakır sikkelerin darbına son
verildiği görülmektedir. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun son asrına
değin bazı taşra daphânelerinde Mangırlar darbedilmiştir.

Günümüze kadar yapılan tespitlere göre ilk Osmanlı Mangırlarının Sul-


tan I. Murâd (Hicrî 763-791/Milâdî 1362-1389)’ın saltanatında darbe-
dildiği anlaşılmaktadır. I. Murâd nâmına darbedilmiş faklı tipte tarihsiz
Mangırlar mevcuttur. Yine I. Murâd’ın saltanatında üzerinde Ramazân
790 (Milâdî Eylül/Ekim 1388) tarihi bulunan bir tip Mangır da darbedil-
miştir. Bu Mangır tarihli ilk Osmanlı bakır sikkesidir.

Osmanlı sikke darbında çok önemli bir yer edinen Mangırın Rumeli eyâ-
letlerinde darbedilmediği, en batıda Edirne’de imâl edildiği görülmekte-
dir. Mangırlar başta Kostantiniyye (İstanbul) olmak üzere Anadolu, Or-
tadoğu, Arabistan ve Kuzey Afrika darphânelerinin tamâmına yakınında
smâniyye e cne iyye

darbedilmiştir. En geniş manâda Sultan I. Süleyman (Hicrî 926-974/


Milâdî 1520-1566)’ın devrinde kullanılmışlardır. Mangır ismiyle anılan
son sikke Sultan Abdülmecîd (Hicrî 1255-1277/Milâdî 1839-1861)’in sal-
tanatında Bağdâd darphânesinde darbedilmiştir.

Mangırları büyük bir kısmında hangi Sultan nâmına, nerede ve hangi ta-
rihte darbedildiği yazılmışken; üzerlerinde sâdece darpyeri bulunanları
sûl-i Mes û â -ı

da mevcuttur. Motiflerinden Osmanlı’ya ait oldukları şüphesiz bir kısım


Mangırda ise sikkenin her iki tarafına nakış konulmuştur. Sâdece darp-
hânenin ismini taşıyan ya da her iki tarafında nakış bulunan Mangırlara
nümismatlar tarafından “Nakışlı Mangırlar” adı verilmektedir.

Mangır itibârî değeri olan bir paraydı. Madenî değeri ile devletin tayîn
ettiği râyicin arasında çok büyük fark bulunuyordu. Osmanlı mâliyesinde
bir tür vergi aracı olarak kullanılmış, halkın elindeki gümüşün Mangırla
değiştirmesi mecbûrî hâle getirilmişti. Vergi ödemeleri bakır sikkeyle
yapılamadığından Mangır devlete geri dönmüyor, böylece bakır sikke
arzından sağlanan gelir, tamâmen hazineye kalıyordu.

76
l-ı Sâni

Fotoğraf 31
Sultan I. Murâd nâmına,
Ramazân 790 (Milâdî Eylül 1388) tari-
hinde, darbedilen bakır Mangır
(3,40 gr. 15-17 mm.) Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 5113

dîden menʻ olunarak böylelikle meskûkât husûsâtınca öteden beri sürüklenip gelen iğtişâşât
ortadan külliyen refʻ olunmuşdur ki, tedâbîr-i mezkûre muʻamelât-ı maliyyemizin bir devr-i
cedîdi demekdir.

Bakır Devri
Devlet-i Aliyye-yi Osmâniyye’de Mangır nâmıyla meydân-ı tedâvüle konulan bakır sikke-
lerin ne zaman ihdâs olunduğuna ve ne hesap ile meydan-ı tedâvüle vazʻ edildiğine dâir tevâ-
rih-i mevcûdemizde sarâhat-i kafiyye olmayup bu nâm ilk defa olmak üzere vakaʻnüvis Raşid
Efendi merhûmun tarihinde görülmüşdür. Şöyle ki, müverrih-i mümâileyh bin doksan dokuz
senesi vekayiʻini hikâye eylediği sırada temâdîʻ-i esfâr sebebiyle kesret-i masârîf-i bî-şimâr-
dan nâşî, hazîne-i âmirede küllî muzayaka âşikâr olmakla, bu ahvâlin tedâriki husûsu vü-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


kelâ-yı [76] devlet ile müşâvere ve müzâkere edildikde “selâtîn-i mâziye zamanlarında dahî
böyle seferler mütemâdî ve kesret-i mesârîf muzayaka-yı hazîneye bâis u badî oldukça, bi-
hesâbü’l-iktizâ Mangır katʻ olunduğu vâkiʻ olmuşdur” deyu ihbâr ve “inşâllahû teʻalâ hazine-
ye vusʻat hâsıl oluncaya dek bu defʻa dahî Mangır katʻ olunsa mesârif-i seferiyyeye fi’l-cümle
imdât olur idi” deyu best-i güftâr eylediler. “Binâen alâ zâlik bir kıyye hâlis nuhasdan sekiz yüz
Mangır katʻ ve ikisi bir akçaya râyic olmak üzere ferman olundu ve katʻında âsânlık için bazı
üstâdlar icad eyledikleri çarhlar ile katʻa mübâşeret ve İstanbul’da Tavşantaşı nâm mahalde
mahsûs bir Mangır darbhânesi binasına mübâderet olunup yevmiye katı vâfir Mangır katʻ
olunmaya başlandı” demişdir. Raşid’in şu ifadesine nazaran bundan evvelleri dahî yalnız dev-
letçe rû-nümâ olan muzayaka-yı mâliyeyi refʻ etmek için vâridât-ı cedîde makamında olarak
değersiz maʻadinden sikke darb oluna geldiği gibi işbu zamanda çıkarılan Mangırlar dahî bu
kabîlden olan bir tedbîr-i muvakkat demek olduğu anlaşılıyor ve Raşid Tarihi’nden mukaddem
yazılmış olan Evliya Çelebi’nin Tarih Seyahatinde ve İstanbul Darbhânesinin taʻrifâtı sırasında
“bu kârhânede yevmiye bir kantar gümüş ve on kantar Mangır kesilir” gibi sözlerinin mübala-
ğaları tayy olunur ise târih-i mezkûrdan mukaddem dahi Mangır kesilmiş olduğu tebyîn eder.
İşte asr-ı Orhan Hânîden tashîh-i sikke zamanına kadar kesilmiş olan altun ve gümüş ve
bakır meskûkâtın ahvâl-ı tarihiyyesi bu makamda hitam buldu. Bundan sonra meskûkât-ı
musahhaha ile kavâ’îm-i nakdiyyeden bahs olunacakdır.

77
Bâb-ı Evvel

Tashîh-i Ayar Devri


Tashîh-i ayar zamanından sonra tedâvüle çıkarılan meskûkât-ı zehebiyye [77] ve sîmîy-
ye ve nuhâsiyye ile kavâ’îm-i nakdiyyenin ahvâl-i tarihiyyesini müntesebîn-i umûr-ı mâliyye
için pek faydalı görmüş olduğumuzdan, bu hususda vaktiyle toplamış olduğumuz kuyûdât ve
hesâbâtı birkaç kısma taksîm ederek aynen ve bazı tahkîkât-ı zâtiyemizi ilâveten buraya nakl
edeceğiz ve fakat ahvâl-ı tarihiyyeyi cümleye takdîm eyleyeceğiz. Şöyle ki:
Tashîh-i ayar maddesine mübâşeret olunmazdan mukaddem, Darbhâne-i Âmire Nezâret-i
celîlesine beyaz üzerine şeref-sâdır olan fî 26 Safer sene 1256 [29 Nisan 1840] tarihli bir kıtʻa
fermân-ı âlide kâffe-i muʻamelât-ı nâsın üssü’l-esâsı olan meskûkât-ı nakdiyyenin tashîhi
madde-i nâfiʻasının istihsâli nizâmât-ı mülk ü milletin ehemm ü akdemi olduğundan, te’sîs ü
icrâ buyrulmuş olan tanzîmât-ı mülkiyyeye ilâve-i fa’ika-i celîle olmak üzere bu husûsun dahî
bir kalıb-ı haseneye ifrâğı lâzım gelmiş olduğundan, iktizâsı lede’l-mütâlaʻa meskûkât-ı hase-
ne-i şâhânenin asıl katʻ u darbı bir gûna kâr ü menfaʻat zımnında olmayup muaʻmelât-ı nâsın
teshîli kazıyyesinden ibâret olduğuna mebni, bu cihetle kâr ü menfaʻat olmayarak bundan
böyle meskûkât-ı cedîde-i şâhânenin hîn-i katʻ u darbından fâiz Darbhâne-i Âmireden küllî-
yen sarf-ı nazar olunarak altun ve sîmin fiyatları hesab-bîrle ve fakat mesârîf-i imâliyesi
bi’l-ilâve ol vech ile katʻ olunması bâ-irâde-i seniyye-i mülükâne karar-gîr olmuş olduğundan,
cânib-i darbhâneden takdîm olunan lâyihada şerâit ve pusulalarda murakkam fiyat ve numû-
smâniyye e cne iyye

neleri vech ile imâl olunacak altunun yirmi iki ayarında olarak yüz Guruş fî[yat] ile beher adedi

Tashîh-i ‘Ayâr-ı Sikke:

“Tashîh-i ‘Ayâr-ı Sikke”, Sultan Abdülmecîd (Hicrî 1255-1277/Milâdî


1839-1861)’in saltanatıda sikkenin islâh edilmesi ve modern darp sis-
sûl-i Mes û â -ı

temine geçilmesi için Sultan’ın fermanıdır. Sultan Abdülmecîd tahtta


çıktığında Osmanlı İmparatorluğu topraklarında tedâvül eden sikkelerin
içinden çıkılamaz hâldeki karışık vaziyeti, Sultan’ı “Tashîh-i ‘Ayâr-ı Sikke”
hükmüne mecbûr bırakmıştır. Tedâvüldeki sikkelerin topyekûn tashîhi
ve tedâvülden kaldırılması yoluna gidilmesi mecbûriyetinin, hemen bir
evvelki hükümdâr Sultan II. Mahmûd (Hicrî 1223-1255/Milâdî 1808-
1839) devrinde darbedilen sikkelere göz atmadan anlaşılması mümkün
değildir.

II. Mahmûd’un zamanında Kostantiniyye (İstanbul)’de çeşitli tarz, isim,


ebat ve ayârda; altın ve gümüş sikkeler darbedilmiştir. Sultan’ın nâmına

78
l-ı Sâni

cülûsunun ilk senesinde darbedilen altın sikkeler “Çeyrek Fındık”lar ile


“Zer-i Mahbûb” ve “Yarım Zer-i Mahbûb”lar oldu. Sultanın cülûsunun 13.
senesinden itibâren “Çeyrek Zer-i Mahbûb”lar darbedilmeye başlandı.
Bu arada 8. cülûs senesinde “Atik Rûmî Altın”, 9. cülûs senesinde “Cedîd
Rûmî Altın”, 15. cülûs senesinde “Atik ‘Adlî Altın”, yine 15. cülûs senesin-
de “Dârü’l-Hilâfetü’l-‘Aliyye” ile “Dârü’l-Hilâfetü’s-Seniyye” altınları, 16.
cülûs senesinde “Cedîd ‘Adlî Altın”, 21. cülûs senesinde “Hayriyye Altını”,
24. cülûs senesinde “Cedîd Rubiyye Altını” ve 26. cülûs senesinde “Cedîd
Mahmûdiyye Altını” isimlerini taşıyan altın sikkeler tedâvüle arz edildi.
Bu sikkelerin tamâmı farklı tipte ve ağırlıkta idi. Binde 956 ayârdan, binde
582 ayâra kadar altın sikkeler imâl edildi. Bazıları 1-2 sene, bir kısmı ise
yıllarca darbedildi.

Gümüş sikkelerde de durum pek farklı değildi. Sultan’ın cülûsunun ilk se-
nesinde Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen gümüş sikkeler “Kuruş”,
“Zolota (30 Para)”, “10 Para”, “5 Para”, “Para” ve "Akçe"dir. Bu sikkeler II.
Mahmûd’un selefi Sultan IV. Mustafa (Hicrî 1222-1223/Milâdî 1807-1808)
ve ondan önce hükümdâr olmuş Sultan III. Selim (Hicrî 1203-1222/Milâdî
1789-1807) devrindeki sikkelerin tarzındaydı. Bu tipteki gümüş sikkelerin

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


bir kısmının darbına 16. cülûs senesine kadar devâm olundu. 1 Para de-
ğerini taşıyan sikke ağırlığı sürekli düşürülerek, II. Mahmûd’un saltanatı-
nın sonuna kadar darbedildi. İlerleyen tarihlerde altın sikkelerde olduğu
gibi muhtelif cülûs senelerinde yeni tarzda, farklı isim, ebat ve ayârda
gümüş sikkeler tedâvüle arz edildi. Bu sikkelerin ayârları binde 830’dan,
binde 170’e kadar değişiyordu. Sultan’ın 3. cülûs senesinde “Cihâdiyye”,
14. cülûs senesinde “Cedîd İki Kuruş”, 16. cülûs senesinde yeni tipte “Zo-
lota”, 21. cülûs senesinde yüksek ayârda (binde 830) “Cedîd (Yeni) Kuruş”,
22. cülûs senesinde gümüş miktarı hayli düşük (binde 220 gümüş) yeni
tipte “Cedîd (Noktasız) Kuruş”, 25. cülûs senesinde gümüş miktarı daha
da düşük (binde 170 gümüş) yeni tipte “Cedîd (Noktalı) Kuruş”, 26. cülûs
senesinde “Altılık (Altı Kuruş)”, onun alt birimleri “Üçlük (Üç Kuruş)” ve
“Altmışlık (60 Para)” isimlerini taşıyan gümüş sikkeler darbedildi.

Yukarıda sayılan sikkelerin tamâmına yakını tedâvülde bulunuyordu. Bu


sikkelerin tiplerinde ve özellikle de ayârlarındaki farklılıklar, halk arasın-

79
Bâb-ı Evvel

da el değiştirmesi esnâsında tereddütlere ve müşkülâta sebebiyet


veriyordu. Sırf bu yanlış para darbı politikasının neticesinde malların
fiyatlarında ciddi artışlar görülüyordu.

II. Mahmûd devrinde Kostantiniyye (İstanbul) dışında Bağdâd,


Cezâyîr, Kostantiniyye (Cezâyîr’de), Midye (Cezâyîr’de), Edirne, Mısır,
Trablusgarb ve Tûnus darphâneleri faâl durumdaydı. Sikke darbındaki
karışıklık, bu darphânelerin sikke arzında da görülmekteydi.

İşte bu karışık sikke tedâvülüne bir son vermek ve Osmanlı sikkesinin


gerek kendi tebaası arasında ve gerekse dünyaya karşı itibârını yük-
seltmek için Sultan Abdülmecîd sikkenin tashîhi, ayârının sabitlenme-
si ve darp tekniğinin modern batı sistemine uyumlu hâle getirilmesi
için Hicrî 26 Safer 1256 (Milâdî 29 Nisan 1840)’da “Darphâne-i ‘Âmire
Nezâretine” bir emir gönderdi. Bu emirle eski sikkelerin piyasadan
toplatılması, yeni sikkelerin darbına dâir faâliyetin başlatılmasına ve
arzı esnâsında kâr amacı güdülmeden makul bir darp ücreti karşılığın-
da darbedilecek yeni sikkeler için gerekli alet ve edevâtın alınmasına
fermân buyuruluyordu. Halkın elinde bulunan sikkeler için Hicrî 1259
smâniyye e cne iyye

(Milâdî 1843) senesinde rayiç tespit edildi. Aynı yıl içinde “Tashîh-i
‘Ayâr-ı Sikke”nin tatbik edilmesine hükmedildi. Bu sebeple de “Tas-
hîh-i ‘Ayâr-ı Sikke Madalyası” darbedildi.

Fotoğraf 32
Sultan Abdülmecîd’in tuğrasını taşıyan,
sûl-i Mes û â -ı

1255/5=1259-1260 senesinde darbe-


dilmiş, Tashîh-i ‘Ayâr-ı Sikke Madalyası,
Darphane ve Damga Matbaası Genel
Müdürlüğü sikke koleksiyonu
No: 3281 (45,57 gr. 50,5 mm.)

Tashîh-i ‘ayâr-ı sikke öncelikle Kostantiniyye (İstanbul)’de uygulan-


dı. Tashîh-i ‘ayâr-ı sikkeyle altın sikkelerin binde 916,5; gümüş sik-
kelerin binde 830 ayârında olması hükme bağlandı. Darp işleminin
yapılacağı modern makineler İngiltere’den ihrâc edildi. Makinelerin

80
l-ı Sâni

darphânede tanziminden hemen evvel bu makineleri kullanacak bir


kısım personel dolgun maaşlarla “Darbhâne-i ‘Âmire”de hizmete alın-
dı. İlk darbedilen sikke Abdülmecîd’in 5. cülûs senesini taşıyan 100
Kuruşluk altındır. Sultan Abdülmecîd devrinde sikkenin tashîhi ile
500, 250, 100, 50 ve 25 Kuruşluk altın sikkeler; 20, 10, 5, 2, 1 Kuruş
ve 20 Para değerini taşıyan gümüş sikkeler ile 40, 20, 10, 5 ve 1 Para
değerlerinde bakır sikkeler darbedilmiştir.

Tipleri itibâriyle altın sikkeler birbirine benzer. Sâdece altın 500 ve


250 Kuruşlukların üzerlerine birimleri konmuştur. Gümüş sikkelerde
20, 10 ve 5 Kuruşluklar birbirleriyle aynı tasarımda; alt birimlerden
2 ve 1 Kuruşluklar birbirleriyle aynı 20, 10 ve 5 Kuruşluklardan farklı
tasarımda; 20 Paralıklar diğer iki tasarımdan farklı ve üzerlerine birim
konulmuş vaziyette darbedildiler. Bakır sikkelerin tasarımları birbir-
leriyle aynıdır. Büyük 40 Paradan 1 Paraya doğru ebâtları küçültüle-
rek ve birimleri sikkelerin arka yüzlerinin ortasında yer alacak şekilde
darbedildiler.

Tashîh-i ‘Ayâr-ı Sikke ile Kostantiniyye (İstanbul)’de tedâvüle arzedilen

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


sikkelerin Sultan Abdülmecîd’in cülus tarihleri itibâriyle ilk darbediliş
sıraları şu şekildedir:

Cülûs senesi Hicrî Senesi Metal cinsi Değeri


5 1259 Altın 100 Kuruş
6 1260 Altın 50 Kuruş
6 1260 Gümüş 20 Kuruş
6 1260 Gümüş 10 Kuruş
6 1260 Gümüş 5 Kuruş
7 1261 Gümüş 2 Kuruş
7 1261 Gümüş 1 Kuruş

81
Bâb-ı Evvel

7 1261 Bakır 5 Para


8 1262 Bakır 1 Para
9 1264 Gümüş 20 Para
10 1265 Bakır 20 Para
15 1269 Bakır 10 Para
17 1271 Altın 25 Para
17 1271 Bakır 40 Para
18 1272 Altın 500 Kuruş
18 1272 Altın 250 Kuruş

Fotoğraf 33
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/18=1272 senesinde,
smâniyye e cne iyye

Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen


altın 500 Kuruş (5 Lira)
(36,00 gr. 34 mm.)

Fotoğraf 34
Sultan Abdülmecîd nâmına,
sûl-i Mes û â -ı

1255/18=1272 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
altın 250 Kuruş (2,5 Lira)
(18,00 gr. 27 mm.)

Fotoğraf 35
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/13=1267 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
altın 100 Kuruş (1 Lira)
(7,14 gr. 22 mm.)

82
l-ı Sâni

Fotoğraf 36
Sultan Abdülmecîd nâmına, 1255/5=1259-1260 senesinde, Kostantiniyye (İstan-
bul)’de darbedilen deneme baskısı Gümüş 20 Kuruş (24,00 gr. 36,5 mm.) (Önce bu
tarzda gümüş sikkelerin darbedilmesi
kararlaştırılmışken, daha sonra altın sik-
kelerin benzer tipte olması ve kolaylıkla
sahtekârlar tarfından üzerlerinin altın-
la kaplanabileceği endişesiyle gümüş
sikkelerin bu tipte darbedilmelerinden
vazgeçilmiştir.)

Fotoğraf 37
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/13=1267 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş 20 Kuruş
(24,00 gr. 37 mm.)

Fotoğraf 38

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/13=1267 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş 2 Kuruş
(2,35 gr. 18 mm.)

Fotoğraf 39
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/19=1273 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş 20 Para (0,55 gr. 13 mm.)

Fotoğraf 40
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/18=1272 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
bakır 40 Para (21,12 gr. 37 mm.)

83
Bâb-ı Evvel

Fotoğraf 41
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/16=1270 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
bakır 20 Para (10,78 gr. 31 mm.)

Fotoğraf 42
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/16=1270 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen bakır 10 Para
(8,18 gr. 27 mm.)

Fotoğraf 43
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/8=1262 senesinde,
smâniyye e cne iyye

Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen


bakır 5 Para (5,37 gr. 22 mm.)

Fotoğraf 44
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/8=1262 senesinde,
sûl-i Mes û â -ı

Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen bakır 1 Para
(1,00 gr. 13 mm.)

iki dirhem dört kırat olmak üzere bir nevʻ ve elli Guruş fî[yat] ile ve kezâlik beher adedi bir
dirhem iki kırat olarak diğer bir nevʻ ki, cemʻan iki nevʻ altun sikke-i şâhânenin katʻ u darbı ve
ecnâs-ı beyaz akça dahî üç nevʻ olarak bir nevʻi doksan ayarında yirmi Guruş [78] fî[yat] ile
yedi dirhem ve diğer nevʻi on Guruş fî[yat] ile üç dirhem sekiz kırat ve diğer nevʻi dahî beş
Guruş fî[yat] ile bir dirhem on iki kırat olarak katʻ u iʻmâl ve muʻamelât-ı nâsa teshilât için
beşlik nısfı olarak yüz paralık dahi kesdirilmesi ve meskûkât-ı seniyye-i şâhânenin etrafı katʻ
olunmakdan vâreste ve masûn olmak üzere icâbına göre tokça ve devirleri gayet temiz ve

84
l-ı Sâni

mücellâ olması lâzımeden ve’l-halet-i hâzihî Darbhâne-i Âmirede istiʻmâl olunmakda olan âlât
ü edevât bunlara el vermeyeceğinden başka, edevât-ı mezkûre kâr-ı kadîm olması cihetle
kesret-i ameleye muhtâc olarak meskûkâtın masârîf-i iʻmâliyesi tekessür etdikçe bi’t-tabʻ
altun ve sîmin mikdâr-ı mevzûʻ ve mukarrerini taklîl etmesi lâzım geleceği bedîhîyâtdan olmak
hasebiyle, edevât-ı cedîde-yi muktezîyenin Londra’dan celb olunması ve Memdûhîye altunu-
nun sikke-i cedîde-i şâhâne katʻ u darbına şürûʻ olundukdan sonra eyâdi-i nâsda tedâvülü câiz
olmayacağına ve bunun beş tanesine herkesin bildiği gibi yüzer Guruş verileceğinden sikke-i
cedîdeye tebdîlinde ashâbına bir gûna zarar terettüp etmeyeceği misillü mesârif-i iʻmâliyesi
içinden çıkarılacağı cihetle, Darbhâne-i Âmireye dahî bir gûna mazarratı olmayacağına
binâen, zikr olunan Memdûhîyye altununun ol vakit eyâdi-i nâssda tedâvül etmemek üzere
düşürülmesi ve’l-hâlet-i hâzihî tedâvül etmekde olan beyaz yarımlık ve rubʻ ve on Para şimdi-
lik kifâyet edemeyeceğinden ve meskûkât-ı cedîde ayarında iki ve bir Guruşluk sîm sikke darb
olunsa cirmi pek küçük olacağı cihetle yakışık almayacağından, ondan sarf-ı nazarla ileride
lüzumu takdîrinde bi’l-müzâkere icâbına bakılması ve’l-halet-i hâzihî eyâdi-i nâsda alınıp ve-
rilmekde olan meskûkât-ı atîka ve Efrenciyye edevât-ı mezkûrenin bu tarafa vürûdu ile
meskûkât-ı cedîdenin mesârif-i iʻmâliyesi hesap olunarak ona göre fiyat vazʻ ü takdîr olunma-
sı [79] ve altılık ve üçlük ve altmışlık ve beşlik küllîyen aradan kaldırılması pek ehemm ü elzem
olduğundan, bunlardan altılık ve üçlük ve altmışlık tebdîlinden dolayı vâkiʻ olacak zarar u
ziyâna mukâbil maʻadin-i hümâyûnlardan zuhûr edecek sîm hâsılâtı ve beşlik zararına dahî
Ergani maʻadin-i hümâyûnundan husûle gelen nühâs karşılık ittihaz olunması lâyihâda göste-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


rilmiş ise de Darbhâne-i Âmire merbûtâtının mâliyye hazinesine nakli cihetle bundan böyle
Darbhâne-i Âmire’ye bil’l-cümle maʻadin-i hümâyûnun hüsn-i idârelerine dikkat ile sene be
sene muhasebeleri hazine-i mezkûre ile ru’yet ederek hâsılât-ı vakıʻa mâliyye hazinesinin vâ-
ridâtından olmak iktizâ edeceği misillü, işbu meslûkât-ı mağşûşe zararı dahî hazîne-i mezkûre
tarafından tesviye olunması iktizâ edeceği cihetle hâsılât-ı maʻdeniyyeden havâle sûretiyle
veyâhud nakden akça iʻtâsıyla ve’lhâsıl ne vechile olur ise olsun işbu zarar u ziyan için tahsîs
olunacak akçanın mikdarı her sene mâliyye hazînesi vâridâtından hâsıl olacak altılık ve üçlük
ve emsâlinin zararı pek de küllîyetli olmaması ve bir de sîm-i hâlisden olarak darb olunacak
meskûkât kemmen ve keyfen beşlik kadar buʻdiyeti olmayup bilakis kurbiyet ve müşâbeheti
olması cihetle onların beşlikten evvel çaresine bakılmak iktizâ edeceğine binâen, bu husûsla-
rın Mâliyye Nâzırı devletlü efendi hazretleriyle bi’l-müzâkere iktizâsına bakılması ve şu kadar
var ki, beşliğin zararı küllîyetlice olacağına ve şunun bunun yedinde katı vâfir beşlik bulundu-
ğuna ve kârlıca şey olarak taklîd dahî kabûl edildiğinden, bazı odalarda kalb-zen gürûhu beşlik
katʻ u darb ile memâlik-i mahrûse ahâlisine bilmezlikle sürmekde edüğine mebni, hem bu fe-
sadların önü kesdirilmek ve hem de bunun zararı bütün bütün hazîneye çekdirilmemek üzere
hüsn-i sûret-i lede’t-te’emmül, çünki bu tarafda ve taşralarda bulunan hazâin-i [80] şâhâne
me’mûrları (bidâyet-i Tanzîmat’da taşralara tâʻyin olunan muhassıllar demekdir) Darbhâne-i
Âmire’de katʻ u darb olunmayan ol makule kalb şeyleri tanıyıp ahz u kabul etmezler ise de

85
Bâb-ı Evvel

Dersaʻadet ve taşra ahâlisi beşlik kalbini fark etmediklerinden ve bu bâbda ahâlinin dikkatle-
rini mûcip olacak sûretle takayyüdât-ı icâbiyyeye bakılmadığından, ol makule kalb şeyler te-
dâvül etmekde olup, şöyle ki, asıl itibâr Darbhâne-i Âmire’de katʻ olunan meskûkât-ı şâhâne
olduğundan, bundan böyle Darbhâne-i Âmirede katʻ olunmayan beşliğin küllîyen tedâvülü
menʻ olunarak her kimin yedinde bulunur ise kıymet-i hakîkiyesi umûr-ı mâliyye memûrları
tarafından ashâbına iʻtâ birle derhâl ortasından katʻ olunmak üzere nizâmına rabt olunmuş
olduğu şimdiden her tarafa iʻlân ü işaʻa olunduğu halde, ahâli dahî beşliğin kalb olmamasına
lâyıkıyla dikkat ederek ve meclisler tarafından dahî bu husûsa lâyıkıyla ihtimâm olunarak kalb
beşlik sürülmez olduğu gibi yeniden katʻ u darbının tabiʻatla arkası kesilmiş ve bu fesâd orta-
dan kalkmış olacağından, maslahât yalnız Darbhâne-i Âmire’de kesilen beşliğe münhasır
olarak onun dahî sene-be-sene ber-minvâl tahsîs olunacak karşılık ile düşürülmesi ve bu key-
fiyyetin dahî şimdiden meskûkât-ı şâhâne nizâmıyla beraber iʻlanı muktezâ-yı maslahatdan
olup fakat Hazîne-i Şâhâneye ait olacak mazarrat keyfiyetini bi’l-cümle taʻdîl için bazı sûret-i
teshîl hatırlara gelmiş ise de, ondan dahî bir nevʻ mahzur görülmüş olarak, her ne ise beşlik-
lerin düşürülmesine şürûʻ olunması alât ü edevât-ı mukteziyyenin vürûdu ile meskûkât-ı ce-
dîde-i şâhânenin katʻ u darbına mübâşeret olunmaklığa ve bu dahî yedi sekiz mâha muhtac
olarak bu tedbîrin istihsâli hüsn-i kararına haylice vakt olduğundan, bundan böyle icâbı yine
düşünülmek üzere şimdilik olunacak iʻlanda buna dâir bir şey denilmemesi ve edevât-ı mezkû-
renin vürûdunda Darbhâne-i Âmire amelesinin bi’t-tabʻi tenezzül edeceği cihetle [81] el-hâ-
let-i hazihî müstahdem bulunan amele içinde kâr u kisbe muktedir olmayan ve emeği geçmiş
smâniyye e cne iyye

bulunan ameleye sâye-i şevket-vâye-yi hazret-i pâdişâhîde kayd-ı hayat şartıyla münâsibi
vech ile mâhiye ve maʻaş tahsîs olunmak üzere iktizâsının icrâsı ve mezkûr numunelerin han-
gisi hangisine müreccah görünüyor ise ona göre tekrar istîzân olunması ve bî-mennihi teʻâlâ
aşağıdan (Londra’dan) celb olunacak alât ü edevât-ı mukteziyenin vürûdu ile Darbhâne-i
Âmirede her resmden darb olunarak mazrûbları bi’l-muʻayene ol vakit tarz-ı mergûblarının
dahî nümâyişine göre intihâbında hâli başka olacağından ol vakit icâbına bakılmak üzere
evvel be evvel edevât ve alât-ı lâzîmenin Londra’dan celb olunması tensîb olunarak hâk-i
sûl-i Mes û â -ı

pây-ı hümâyûn hazret-i şâhâneden lede’l-istîzân ol vechile iktizâlarının icrâsı husûsuna irâde-i
seniyye-i mülükhâne taʻlikiyle hatt-ı şerîf-i hazret-i tacdârı tırâzende sahife-i sunûh ve sudûr
buyrulmuş olduğu hikâye olunmuşdur. İşte tashîh-i ayar hakkında en evvel sâdır olmuş olan
karar, bâlâda bast olunan buyruldu-yı âli sûretinde münderic olan tedâbirdir.
Gelelim şimdi işbu irâde-i seniyyenin derûnunda münderic olan lâyihânın münderecâtıyla
ol bâbda yapılan hesapların teşrîhâtına:
İşbu lâyihâ yapıldığı esnâda bir buçuk dirhem-i örfîden ibâret olan ve Fransızların bin
milimine tamamıyla mutâbık gelen ve eczâsı yirmi dört kıratdan ibâret bulunan miskal nâm
vezn-i maʻrûf kemâkân ayar-ı Osmânî ittihâz olunduktan sonra, bu miʻyâr üzerine ol vakit eyâ-
di-i nâsda mütedâvîl olan Memdûhiyye altunlarının beş adedinin derûnundaki hâlis altunun
beher dirheminin aynı sikke ile kıymet-i hakîkiyyesi kırksekiz Guruşa geldiği, yani hâlis altu-

86
l-ı Sâni

nun beher kıratının kıymet-i hakîkîyyesi iki Guruş olduğu zikr-i âtî [82] verilen hesablarla ve
ol bâbda icrâ edilen tecrübelerle isbât edildikten sonra denilmiş idi ki, meskûk-ı sîm u zerin
derûnuna hiç nuhâs katılmayarak hâlisinden katʻına mübâderet olunduğu sûretde temiz ve
parlak çıkmayacağından maʻdâ, yumuşak olması sebebiyle tuğra ve yazıları pek az bir zaman-
da aşınacağı ve bu takrîb ile veznine dahî noksaniyyet geleceği ve İngiltere ve Fransa devletle-
ri tashîh-i meskûkâta mübâşeret eyledikleri sırada altun sikkelerin on, yahûd on iki hisseden
bir hissesi nuhâs olduğu halde iʻtibârına halel gelmeyerek matlûb olan sertlik hâsıl olacağını
anlamalarıyla, Fransa Devleti on hissede bir, yani yirmi bir buçuk ayarından ziyâde, İngiltere
Devleti on iki hissede, yani yirmi iki ayarında olmak üzere sikkeleri tashîh ve ol vechile katʻ u
darbına karar verdikleri ve Devlet-i Aliyyece darbı tasavvûr olunan sikke-i cedîdeden altun ve
gümüşün ayarları usûl-ı mezbûra tevfîkan icrâ olunsa, eğerçi mahâzîr-i mezkûreden vâreste
kalınup, ancak sikke-i cedîde-i mezbûre ol ayarlardan biri üzerine katʻ olunup da fiyat mad-
desine dikkat olunmayarak el-hâlet-i hâzihî tedâvül etmekde bulunan Memdûhiyye altunları
fiyatını tecâvüz etdirilir ise de bu, sûret-i tashîh-i sikke demek olmayacağı ve bunlar Fransız
altunları ayarında darb olunacak olur ise kesri düşeceği ve bundan maʻdâ bir dirhem tefe
sîminin fiyatı hâlis altunun bir kıratına mutâbık olması dahî ehemm-i maslahatdan idüği ve
eğer İngilizlerin meskûkât hakkında mikyâs ittihâz eyledikleri yirmi iki ayarı Osmanlı altunları
hakkında dahî ayar ittihâz olunur ise kesirden sâlim olacağı isbât olunmuş ve gümüş meskûkât
hakkında ittihâz olunacak ayarın tecrübeleri Darbhâne-i Âmireye vazʻı kararlaşdırılan alât u
edevâtın Londara’dan vürûdu ile yerlerine konulması zamanına taʻlîk kılınmış idi.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


[83] Şu irâde-i seniyye tarihini arasından üç sene geçtikden sonra Darbhâne-i Âmirenin
her türlü levâzımât ü edevât ve alâtı ikmâl olunarak yerlerine vazʻ olunmuş bulunmasıyla,
küşâd-ı resmîsi bi’l-icrâ evvelce ihzâr olunan kalıplar üzerine bin iki yüz elli dokuz sene-i
Rûmiyyesi Kânûn-ı sânisinin beşinci gününden itibâren karar-ı mukarrer üzere yüz ve ellilik
altun katʻ u darbına başlamış olduğu sırada gümüş meskûkât husûsunda dahî karar-ı sâbık
vechiyle yedi dirhem vezninde ve doksan ayarında mı yoksa bundan daha aşağı ayarda mı
Mecidiyye kesmek lâzım geleceği bir daha te’emül olunarak icrâ edilen tecrübelerden karar-ı
sâbıkı vechile doksan ayarında gümüş sikke kesmek işimize gelmeyeceği anlaşılarak, ayar-ı
mezkûr yalnız evâni-i sîmiyye hakkında ifâ olunup beheri yedi buçuk dirhem vezninde ve
seksen üç ayarında Mecidiyye kesmeğe karar verilmiş ve celb edilen makinelerin kabiliyeti
tahakkuk etmekle ileriye taʻlîk olunan ufaklık meselesi dahî bi’l-ahare meydân-ı tecrübeye
konularak imkânı tebyîn etmesiyle, yüz paralık ufaklık darbından dahî sarf-ı nazar birle ikilik
ve Guruşluk sikkelerle yirmişer paralıklar da meydan-ı tedâvüle çıkarılmağa başlanmış olduğu
gibi elli Guruşlukdan aşağı fiyatlı altun darbı evvelce memnuʻ tutulmuş iken yine o sırada
yirmi beşer Guruşluk altun dahî basılmasına başlandığı gibi iki yüz elliliklerle beşer yüzlükler
dahî darb u iʻmâline mübâderet olunmuşdur ki, bunların mebde-i iʻmal ü ihrâçları bin iki
yüz yetmiş bir sene-i Rûmîyyesidir. Tanzîmât-ı mülkiyye ve maliyyeye muhassenât-ı külliyesi
olan şu teşebbüsât-ı cedîde ve memdûhenin ile’l-ebet pâyidâr olmaklığına bir alâmet olmak

87
Bâb-ı Evvel

üzere bir tarafı “işte tashîh-i ayâr-ı sikkeye” “sarf-ı himmet kıldı Hân Abdülmecîd” beyti yazılı,
diğer tarafı tuğra-yı pâdişâhî nakışlı bir madalya icâd ve ihtiraʻ olunarak bazıları beşer yüzlük
altunlar cirm-i hacminde ve bazıları onların [84] bir misli şeklinde darb ile bazı zevâta ihsân
buyrulduğu misillü, işbu tashîh-i ayar madde-i hayriyyesinde en ziyâde sarf-ı mesâʻi ve gayret
eden Darbhâne sarrafı Düz oğlu Agob Çelebi’ye dahî kendisine ve hanedânını müstelzîm-i
mübâhât ve mufahharat olmak üzere avâtıf-ı cenâb-ı tac-dârîden bir kıtʻa imtiyâz-ı nişân-ı
âlisi inâyet ü iʻtâ buyrulmuşdur.
Şimdiki zamana göre pek de lüzûmu yok ise de erbâb-ı ihtisâsa bir fikr-i icmâli iʻtâ eylemek
ve ona göre muvazenesini bulup ecnebi meskûkâtı ile tatbîkâtını icrâ eylemek için tashîh-i
ayar zamanında Darbhâne-i Âmirede yapılıp evliyâ-yı umûra arz edilen hesapların hülâsasını
buraya kayıt eyledikden sonra istitrâd kabîlinden olmak üzere de iş bu hesaplar üzerine bazı
mütâlaʻât arz edeceğiz.

Sûret-i Hesabat
Altun Hesapları
Dirhem
Halis Altun 130.000
smâniyye e cne iyye

Ayar: âlâ bakır 11.818


-----------------
141.818
Beher bin dirhemde iki dirhem 284
-----------------
sûl-i Mes û â -ı

İmalat ziyanı 141.534


Adet
Beheri iki dirhem dört kıratdan 62.904
meskûk altun
Guruş
Beheri yüz Guruşdan 629.040
Ber vech-i bâlâ halis altunun beher 624.000
dirhemi kırk sekiz Guruşdan sermaye -----------------
Hasılat 5.040

88
l-ı Sâni

[85] Şu hesaba göre meskûk altunların beher dirhemi kırk dört Guruşa ve beher kıratı
iki Guruş otuz paraya gelir. Vezinler kıymetine darb olundukda bir altunun kıymeti, doksan
dokuz Guruş eder ve bunun üst tarafı olan bir Guruş dahî altunun mesârif-i darbiyyesi olduğu
anlaşılır.

İki milyon dört yüz elli bin Guruş sermaye vazʻ olunarak muhtelif ayarlarda yapılmış olan
gümüş hesapları:
Seksen beş ayarı Seksen beş buçuk ayarı
Dirhem Dirhem
Sim-i hâlis 800.000 800.000
Zam-i ayar-i seksen beş 141.176 135.673
----------------- -------------------
941.176 935.673
Beher bin dirhemde beş 4.706 4.678
dirhem imalât ziyanı ------------------- ------------------
936.470 930.995

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Adet Adet
Beheri yedişer buçuk dirhem 124.862 124.133
vezninde meskük sim-i Mecidiyye
Guruş Guruş
Beheri yirmişer Guruş kıymetinde 2.497.240 2.482.660
sim-i Mecidiyye
Ber vech-i bâlâ sermayesi 2.450.000 2.450.000
------------------- ------------------
47.240 32.660
Ber mücib-i bâlâ altun iʻmalatı hasılatı 50.400 50.400
------------------- ------------------
97.640 83.060
Mizan Mizan

89
Bâb-ı Evvel

Guruş Guruş
Mesârifat-i iʻmâliyeleri 101.192 101.192
Ber vech-i muharrer hasılatları 97.640 83.060
------------------- ------------------
Ziyanları 3.552 18.132

[86]
Seksen üç ayarı Seksen dört ayarı
Dirhem Dirhem
Sim-i halis 800.000 800.000
Zamm-ı ayar 85 163.855 152.381
--------------- --------------
963.855 952.381
Beher bin dirhemde beş 4.819 4.762
smâniyye e cne iyye

dirhem iʻmalat ziyanı ------------- --------------


959.036 947.619
Adet Adet
Beheri yedişer buçuk 127.871 126.349
Vezninde meskûk sim-i Mecidiyye Guruş Guruş
sûl-i Mes û â -ı

Beheri yirmişer Guruş kıymetinde 2.557.420 2.526.980


sim-i Mecidiyye 2.450.000 2.450.000
------------------ -----------------------
107.820 76.980
Bâlâda gösterilen altun iʻmalatı 50.400 50.400
hasılatı ----------------- ----------------------
157.820 127.380

90
l-ı Sâni

Mizan Mizan
Guruş Guruş
Ber minvâl-i müharer fazlaları 157.820 127.380
Ber vech-i meşrûh mesârif-i iʻmâliyeleri 101.192 101.192
----------------- -----------------
Sarf fazlaları 56.628 26.188

Bâlâda gösterilen dört türlü hesâbâtın hîn-i tatbîkatında zer-i hâlisi beher dirhemi kırk
sekiz Guruş hesabıyla sîm-i hâlisin beher dirhemine üç Guruş iki Para ve bir buçuk akça kıymet
takdîr olunarak ona göre tecrübeler icrâ edilmiş ve netîce-i hesapda dahî meskûk gümüşün
beher dirhemine iki Guruş yirmi altı Para fiyat isâbet etdiği anlaşılmışdır. Bu fiyat beş aded
sîm-i Mecidiyye’nin vezni olan 37½ dirheme darb olunur ise hâsılı yine doksan dokuz Guruş
tutacağı derkârdır.
İstidrâd

Meskûkât-ı Osmâniyye husûsunda kullanılan vezn, vezn-i örfî olduğu [87] gibi İngiliz
meskûkâtında kullanılan vezn de “Kuru Paund” denilen vezndir ki, 12 “Onca”ya [ounce]

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


müsâvîdir.
Bir vezn “Kuru Paund” 373,242 dirhem-i cedide, yahud 116,3703 dirhem-i örfîye müsâvî
olduğu gibi, bir vezn “Onca” [ounce] da 31,103 dirhem-i cedide, yâhud 96,973 dirhem-i örfîye
müsâvîdir.
Lira-i Osmanî’nin beher adedi iki dirhem dört kırat olduğu misillü İngiliz Lirasının da beher
adedi iki dirhem sekiz kıratdır. Sikke-i hâlîtasının beher dirheminin taʻrife mûcibince fiyatı kırk
dört Guruş olduğundan, bu hesap üzere lira-i Osmanî’nin beher adedine nasıl yüz Guruş fiyat
vazʻ eddilmiş ise İngiliz Lirası’nın beher adedine de yüz on Guruş fiyat vazʻ edilmesi tabiʻidir.
Osmanlı Lirası’nın hîn-ı darb u iʻmâlinde yuvarlak bir hesap göstermek için 900 dirhem
halitadan nasıl dört yüz aded yüzlük altun darb etmek lazım geleceği teemmül olunmuş ise,
İngiliz meskûkât idâresince de vaktiyle öyle bir hesap ele alınmışdır ki, bu hesap bizim yüzlük
altunun esâs demek olacağında şüphe yokdur.
İngilizlerin altun darb u iʻmâlinde ittihâz etmiş oldukları esâs, kırk adet “Kuru Paund”dan
bin sekiz yüz altmış dokuz adet “İsterlin” mikdârından hâsıl olmakdır. “İsterlin” nısf-ı pens de-
mektir ki, İngiltere akçasının hakîkî sıfatıdır.
Yukarıda gösterildiği vechile bir vezn “Kuru Paund” 12 “Onca” [ounce] olduğundan, bunlar
yek-diğere darb olunur ise 40 x 12 = 480 aded “Onca” [ounce] olacağından ve bu mikdâr on-

91
Bâb-ı Evvel

cadan 1869 İsterlin mikdârında hâsıl alınması da esâsgîr bulunduğundan, bunlarda yekdiğe-
re taksîm olunur ise 1869 [88] ÷ 480 =3 lira-yı İsterlin 17 şilin 10½ pens vücuda geleceği ve
hâric-i kısmet olan lira şilinler de pense tahvîl edilir ise 934½ adet tam pens ve bu da tasnîf
olunur ise 1869 nısf-ı pens hâsıl olacağı şüphesizdir.
Şimdi 20 Şilin [Şiling İngiliz lirasının yirmide biri] 110 Guruş eder ise 1 Şilin 5,5 Guruş ve
1 pens de 0,45834 kesir Guruş eyleyeceği derkâr olduğundan mezkûru’l-mikdâr 934½ pens
Guruşa tahvîl olunmak için şöylece bir hesap yapılır ise:
Hesâb-ı darb

934½=934,50 x 0,45834= 428,3187300 olacağı ve yine bir vezn “Onca” altun 9,6973 dir-
hem-i örfîye müsâvî olduğundan, hâsıl-ı darb olan aʻdât buna taksîm olunur ise:
Hesâb-ı Taksîm

428,318 ÷ 9,6973= 44,16 Guruş zuhûra geldiği der-kâr olup kesr-i Guruş olan 16 adedi
paraya tahvîl ediliyor ise 6 4/10 Para husûle geleceği ve işte bu 44 Guruş 6 4/10 bir lira-yı
İsterlin’deki bir dirhem altunun kıymet-i sahihiyyesi demek olacağı ve 22 ayarında olan bir
dirhem altunun kıymeti bu mikdar eder ise 24 ayarında bulunan bir dirhem altunun da kıy-
met-i hakîkîyyesi 48 Guruş 7 Para tutacağı âşikârdır ki, bu iki fiyat bizim meskûkât tarifelerin-
ce paradan ârî olarak dâima 44 veya 48 Guruş mikdarlarında gösterilmekdedir.
smâniyye e cne iyye

Tashîh-i ayar zamanından şimdiye kadar Darbhâne-i Âmirede darb u iʻmâl olunmuş olan
altun meskûkâtın mikdâr-ı mecmûʻu 33.000.000 lira olduğundan bu mikdâr şey dirhem-i
örfiye tahvîl olunur ise: [89]
Tahvîl

33.000.000 x 2,25 = 74.250.000 dirhem olup işbu mikdâr taʻrifelere derc edilmiş olan 6
sûl-i Mes û â -ı

4/10 paraya darb edilir ise:


Darb

74.250.000 x 6 = 445.500.000 Para edip bu mikdâr Para da Guruş yapılır ise 21.137.500
Guruşluk, yani 111.375 liralık bir kârın vücûdunu ortaya koyar ki, lira başına on dört paradan
ziyâde demekdir.
Kırk beş sene zarfında vukuʻa gelmiş olmak lazım gelen şu kârın Hazîne-i Maliyye’ye kal-
ması icâb eder ise de Darbhâne idâresi gelen altunları fiyat ile verdiğinden kimlerin kazanıp
kimlerin kaybetdiği şâyân-ı teemmül görünür.
Mesele-i mezkûreyi Fransa usûl-i meskûkâtına tatbike gelince: Fransa darbhânesi fiyatın-
ca bir kilogram hâlis altunun kıymet-i hakîkiyyesi 3434,44 ve Paris borsası fiyatınca 3435 ve

92
l-ı Sâni

maʻa prim, her vakit alınabilen fiyatı dahî 3434 frank olduğundan, bu üç fiyatın hadd-i vasatı
olan 3435 frank ele alınıp nazar-ı tedkîkden geçirilir ise, çünki 3435 veznen 311,75 dirhem-i
atîka müsâvî olduğundan ve mezkûr 3435 Frank işbu 311,75 dirhem-i atîka taksîm olunduk-
da 343500 ÷ 31175= 1101 Frank hâsıl olup bu mikdâr Frank dahî bir frankın bedeli olan 4,4
Guruşa darb olundukda 48 Guruş 17 Para tutacağı âşikâr olur.
İşte bu hakîkatler meydanda iken hîn-ı tashîh-i ayarda buralardan ya kasdî veya ceʻlî olarak
zühûl olunarak yalnız beheri sekiz kırat tutan Memduhiyye altunlarının beş adedinin kıymet-i
hakîkiyyesi esâs ittihâz edilerek ol zamanlarda memâlik-i mahrûse-i şâhânede mütedâvîl olan
yerli ve ecnebi altun [90] ve gümüş meskûkâtına birer kıymet-i hakîkiyye vazʻıyla ve ol kıy-
metler üzere tedâvülüne ruhsât verilmiştir ki, esâmisi buraya kayd olundu.

Altun ve Gümüşün Kıymet-i Hakikiyye Târifesidir

Altun

Esâmi-yi meskûkât Dirhem


Kırat Buğday Kesir
Guruş Para
Yaldız altunu 47 30 23 3 2

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Macar altunu 47 00 23 2 0
Atik Fındık altunu 46 25 23 1 1
Atik Rûmi altunu 45 35 22 3 3
Atik Sultan Mahmud altunu 45 25 22 3 1
İngiliz Lirası 44 22 0 0
Rusya İmperial altunu 44 00 22 0 0
Atik Sultan Mustafa altunu 43 30 21 3 0
Luyici altunu 43 7 21 2 1½
Napolyon altunu 43 7 21 2 1½
Hayriyye altunu 41 37 20 3 3
İspanya altunu 41 30 20 3 2
Atik Adlî altunu 39 37 19 3 2½
Cedid Adlî altunu 35 35 17 3 3
İstanbul altunu 38 17 19 0 3
Mısır altunu 33 00 16 2 0
Barbut altunu 31 37 15 3 3½

93
Bâb-ı Evvel

[91] Yirmi dört kıratdan ibâret olan miskalın kesri el-yevm kuyumcular beyninde câri
olduğu üzere bir 32 iki 32 deyu müstaʻmel iken ilk defa olarak kesr-i mezkûr dört buğday dört
kesir nâmıyla bu târifede istiʻmâl olunmağa başlanmış ve bu dahî sonraları terk olunup milim-
ler istiʻmâli âdet edilmişdir.

Gümüş

Esâmi-yi Meskûkât Para Dirhem Ayar


Sahib-kıran 119 1 950
Beş Frank 112 1 900
Direkli ve Mora Riyali 112 1 898
Kuşlu Riyal 104 1 833
Yazılı Karbon 109 1 870
Kuşlu Karbon 94 1 752
Atik Cihâdiyye 91 1 730
Soldo 81 1 650
[Svansig/ Zwanzig] 72 1 577
smâniyye e cne iyye

On rakamlı [Svansig/ Zwanzig] 60 1 480


Atik yüzlük ve ikilik ve Guruş 58 1 465
Mısır parası 42 1 340

Bu zamana kadar meskûkât-ı sîmiyyeden ayar bahsi kaʻale alınmayıp dâima vezni ile
sûl-i Mes û â -ı

beyân olunmakda iken, tarih-i mezkûrdan iʻtibâren bunun için dahî Fransa ayarına tatbîkan
milim hesapları vazʻ olunmuşdur.
İşbu iki nevʻ taʻrife Darbhâne-i Âmirece tanzîm olundukdan sonra herkesin anlayacağı
derecede gâyet sarih ibâreli mufassal bir beyânnâme kaleme alınıp fermân-ı âlilerle her
tarafa ilân edilmiş ve muahharan dahî te’kîd olunmuşdur ki, [92] şâyân-ı mutâlaʻa olan aslı
zeyl-i kitabda (2) rakamıyla gösterildiği misillü, hülâsası dahî zîrde beyân olunmuşdur.

94
l-ı Sâni

Hülâsâ-ı Beyânnâme

Devletçe tedâvülü meşrûʻ olan nükûd yalnız yüzlük altun ve yirmilik Mecidiyye ve altı-
lık ve beşlik ve bunların cüz’lerinden ibâret olup hazîne-i celîle ve devâir-i sâireden yalnız
bu nükûd ile icrâ-yı muʻamelât olunacağı ve halk beyninde dahî bu kaideye ittibâʻ olun-
mak lâzım geleceği iʻlân olunmuş iken, bundan murâd ne olduğu lâyıkıyla anlaşılamamış ve
muʻamelâtca bazı mertebe müşkülât zuhûra geldiği görülmüş olduğundan, şu usûlün tefsir
ü izâhına lüzûm görülmüşdür. Cümlenin maʻlûmu olduğu üzere, altun ve gümüş kıymet-i
mahsûsalarıyla bir nevʻ metâʻ olup fakat alışverişde vâsıta oldukda fiyâtını tâyîn ü tahsîs
için her devletden buna sikke urulur ve her devlet yalnız sikkesiyle madrûb olan nükûdun
ayar ü kıymetinin mütekefili olmasıyla bir memleketde diğerinin meskûkâtına âdetâ metâʻ-ı
ticâret nazârıyla bakılır. Binâenaleyh Devlet-i Aliyye bâlâda zikr olunan meskûkâtdan başka
meskûkât-ı âtikâ-yı Osmâniyye ile meskûkât-ı ecnebiyyenin tedâvülünü meşrûʻ add etmeyüp
ber-vech-i muharrer kıymet-i asliyeleriyle emtiʻa-yı ticâret add eder. Bu cihetle meskûkât-ı
ecnebiyyenin rızâ-yı şahs ile metâʻ gibi alınması mücâz ise de velev böyle olsun; kıymet ve
ayarı halkın maʻlûmu olmayan bir takım meskûkât-ı mütenevviʻa-yı ecnebiyyenin tedâvülü
câiz olmayacağından yine devletçe tedâvülü meşrûʻ hükmünde olmayarak mücerred şu
aralık meskûkâtca tedâvülde noksanlık görünmemek için zîrde cins-i ayarlarıyla Darbhâne-i
Âmirece olan dirhemleri üzerine fiyatları taʻyîn olunan altun meskûkâtın iki kişi beyninde
bi’t-terâzi kabûle bir şey denilmez [93] ve fakat bir kimesne diğerine bu altunları almak için

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


cebr edemez. Bunların gayrı altun ve gümüş meskûkâtın tedâvülü câiz olmayacakdır. Evvelki
beyânnâmenin taşralara hîn-ı irsâlinde âmiri olan ferman-ı âlinin her tarafda okunduğu
günden itibâren on gün mühlet verilip ondan sonra herkes elinde bulunan memnûʻ sikkeleri
getirip Mâl Sandığı’ndan temiz akçaya tebdîl eylemeleri, bu sûrete yanaşmayanlar sahtekâr
gibi teʻdîp olunacakları fıkraları derc olunmuş iken, sonraki iʻlânnâmede bu türlü şiddetler
refʻ olunduğundan ecnebî meskûkâtı pekçok zamanlar memâlik-i mahrûsede tedâvül edip
durmuşdur ki, buna da sebep meskûkâtca olan kifâyetsizlik olmuşdu.
Binâenaleyh evvelki târifede yerli olsun, ecnebî olsun ol vakitlerde tedâvül etmekde olan
meskûkâtın adedleri üzerine hiçbir kıymet vazʻ olunmayıp bunlara âdetâ külçe nazarıyla ba-
kılarak dirhemleri üzerine birer kıymet takdîr olunmuş ve ol vechile alınıp ve sikke-i cedîdeye
tahvîl olunmak üzere Darbhâneye gönderilmesi tensîb edilmiş iken, bu sûrete devam oluna-
mayacağı tahakkûk etdiğinden, ikinci beyânnâmede gösterildiği üzere diğer bir târife daha
tanzîm olunarak her tarafa gönderilmişdir ki, bu târifenin dahî buraya dercine mübâderet
olunur.
Sûret-i Târife

Meskûkât-ı şâhâneden yüzlük Mecidiyye altununun ayar ve kıymetine kıyâsen zîrde mu-
harrer meskûkât-ı mütenevvîaʻdan her birinin mikdâr u vezniyle fiyâtı târifesidir.

95
Bâb-ı Evvel

[94]
Altun Meskûkât

Esâmi-yi Meskûkât Fiyatları Vezinleri

Adet Guruş Para Dirhem Kırat Buğday


Yaldız altunu 1 51 19 1 1 1
Macar altunu 1 50 27 1 1 1
Atik fındık altunu 5 Para eksik 1 50 10 1 1 1
Atik Rûmi altunu 1 68 3 1 7 3
Cedid Rûmi altunu 1 26 20 0 11 3½
Atik Sultan Mahmud altunu 1 37 30 0 13 1
İngiliz Lirası altunu 1 110 0 2 8 0
Rusya İmperyal altunu 1 88 0 2 0 0
Atik Sultan Mustafa altunu
1 36 9 0 13 1
9 Para eksik
smâniyye e cne iyye

Yirmi Franklık Fransız altunu 1 86 27 2 0 0


Hayriyye altunu 1 23 10 0 8 3½
İspanya altunu 1 349 0 8 6 0
Atik Adli altunu 1 19 26 0 7 3½
Cedid Adli altunu 1 17 27 0 7 3½
İstanbul altunu 1 28 20 0 11 3½
sûl-i Mes û â -ı

Atik Mısır altunu 1 26 33 0 13 0


Cedid Mısır altunu 1 24 20 0 11 3½
Barbut altunu 1 3 38 0 2 0
[95]

96
l-ı Sâni

Gümüş Meskûkât

Fiyatları Vezinleri
Esâmi-yi Meskûkât
Adet Guruş Para Dirhem Kırat

Sahib-kıran tabir olunur Acem sikkesi 1 5 16 1 13


Beş Franklık Fransız Riyali 1 21 28 7 12
Direkli Riyal 1 23 17 8 6
Kuşlu Riyal 1 22 20 8 11
Yazılı Karbon 1 17 14 6 6
Kuşlu Karbon 1 17 17 7 7
Atik Cihâdiyye 1 18 8 8 0
Yirmi rakamlı [Svansig/Zwanzig] 1 3 24 2 0
On rakamlı [Svansig/Zwanzig] 1 1 32 1 3
Atik yüzlük 1 14 20 10 0
Atik ikilik 1 11 24 8 0

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Atik Guruş 1 5 32 4 0
Beş Drahmi olmak üzere Yunan Riyali 1 19 24 7 0
İngiliz Şilini 1 5 8 1 12
Bidâyet-i hâlde ayrı ayrı maksatla tanzîm olunmuş olan işbu iki târife iʻlân olundukdan
sonra beyne’l-halk yine maksad hal olunamadığından, bir sütunu meskûkâtın ayâr-ı Osmânîsi
ile ecnebîsini ve beher dirheminin kaçar Guruşa olduğunu, diğer sütunu meskûkât-ı mezkûre
tammü’l-vezn olduğu halde kaçar Guruşa olmak lâzım geleceğini nâtık olarak diğer bir târife
daha tanzîm olunup ve buna Arapça, Fransızca, Rumca ve Ermeniceleri dahî ilâve edilip yine
[96] her tarafa dağıtılmış ise de gerek bu defʻakinde ve gerek evvelkilerde usûl-i meskûkât-ı
Osmâniyye hakkında lâzım gelen izâhat verilmediğinden ve bu zaman dahî evvelki Kavâîm-i
Nakdiyye’nin lağvı ve konsolide nâmıyla ihrâc olunan mebâliğ-i maʻlûmenin icâdı tarihi olan
bin iki yüz yetmiş yedi sene-i Rûmîyyesi’nde İngiltere’den istikrâz olunan mebâliğ-i maʻlûmeye
karşı gelmiş olan külçe ve meskûk İngiliz altunlarının komisyon-ı mahsûs huzurunda vukuʻ
bulan vezninde beher İngiliz lirası yüz dokuz Guruş on dokuz Para tutduğu anlaşıldığından ve
bu hâl dahî meskûkât târifelerinin yeniden tedkîkini ve usûl-i meskûkât-ı Osmâniyye’nin dahî
halka iʻlânını icâb etdirdiğinden, netîce-i tedkîkâtı şâmil olarak dördüncü defʻa tanzîm olunan
târifede meskûkât-ı âtikâ ve ecnebîyenin beheri kaçar Guruşa olmak lâzım geleceğine dâir

97
Bâb-ı Evvel

Sâhibkırân ta‘bîr olunan ‘Acem sikkesi= Milâdî 1831-1896 seneleri ara-


sında hüküm süren İrân Hükümdarı Nâsıre’d-dîn Şâh’ın sikkelerinin bir
yüzünde yer alan “Sâhibkırân” ibâresinden yola çıkılarak isimlendirilmiş
İrân gümüş Dinârına verilen ad. Tabloda bahsi geçen 1000 Dinâr biri-
minde olan sikkedir.

Beş Franklık Fransız Riyali= 5 Frank kastedilmektedir. Riyal, Osmanlı’da


yabancı gümüş sikkelere verilen genel adlardan biridir. Milâdî 19. asırda
darbedilen 5 Franklar tam da tabloda gösterilen ağırlıktadır.

Direkli Riyal= İspanyol Reali için Osmanlılar’ın kullandığı tabirlerden


biri. Tabloda yer alan ağırlık bilgisi dikkate alındığında sikkenin 20 Real
olduğu düşünülmektedir. Ancak aynı tipte bir yüzlerinde “direk” tabir
edilen sütunların bulunduğu İspanyol sikkeleri Amerika Kıtası’nda yer
alan kolonilerde de darbedilmekte idi. Bu sikkelerden tablodakiyle eş
ağırlıkta olanlar 8 Real değeri taşımaktaydı.

Kuşlu Riyal= İspanya’nın özellikle Amerika Kıtası’nda yer alan kolonile-


smâniyye e cne iyye

rinde kullanılan Reallerin bir kısmının üzerinde kartal tasviri bulunmakta


idi. Bu sebeple Osmanlı tedâvülünde “Kuşlu Riyal” ismiyle anıldılar. Bu
sikkelerden tablodakiyle eş ağırlıkta olanlar 8 Real değeri taşımaktaydı.
Yazılı Karbon=“Karbon” ifâdesi Rus Çarlığı Rubleleri için kullanılmıştır.
Üzerinde Çarlık arması olan çift başlı kartal tasviri bulunmayanlara Os-
manlıda “Yazılı Karbon” denilmiştir.

Kuşlu Karbon= “Karbon” ifâdesi Rus Çarlığı Rubleleri için kullanılmıştır.


sûl-i Mes û â -ı

Üzerinde Çarlık arması olan çift başlı kartal tasviri bulunanlara Osmanlı-
da “Kuşlu Karbon” denilmiştir.

Atik Cihâdiye= II. Mahmûd’un saltanatında “5 Kuruş” ve “2 ½ Kuruş”-


lukları Sultan’ın 3. ve 11. cülûs tarihleri arasında; Kuruşları 3. cülûs se-
nesinde darbedilmiş gümüş sikke birimi. Tabloda bahsedilen 5 Kuruşluk
sikkedir.

20 Rakamlı Svansik= “Zwanzig” Alman dilinde “yirmi” manasını taşı-


maktadır. Avusturya merkezli Kutsal Roma İmparatorluğuna ait sikkele-

98
l-ı Sâni

rin 20 Kreuzer değerinde olanları arkayüzlerinde “20” değerini taşımak-


taydı. “20 Kreuzer”lerin ağırlıkları tam da tabloda gösterildiği gibidir. Bu
İmparatorluğun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra kurulan Avus-
turya İmparatorluğu sikkelerinden 20 Kreuzer değerinde olanları bir
müddet daha tabloda yer alan ağırlıkta darbedilmişlerdir. Bu sikkeler
vaktiyle İtalya’da “Svanzica” ismiyle anılmakta idi.

10 Rakamlı Svansik= “Zwanzig” Alman dilinde “yirmi” manasını taşıdı-


ğından yukarıda bahsedilmiştir. Burada Süleyman Sûdi’nin bir isimlen-
dirme hatasına düştüğü tahmin edilmektedir. “10 Rakamlı Svansik” ola-
maz. Doğrusu bazı Osmanlı belgelerinde belirtildiği üzere “On Rakamlı
Çeyrek/Çarık” olmalıdır. O da 10 Kreuzer değerini taşımaktadır. Bu de-
ğeri taşıyan sikkelerin ağırlıkları tam da tabloda gösterildiği gibidir. Bu
sikkelerin arkayüzlerinde “10” rakamı bulunmaktadır.

Atik Yüzlük= III. Selim’in (H. 1203-1222) ve IV. Mustafa’nın (H. 1222-
1223) saltanatlarında darbedilen tabloda belirtilen ağırlıktaki 100 Para
(2,5 Kuruş) değerindeki gümüş sikkedir.

Atik İkilik= I. Abdülhamid’in (H. 1187-1203) saltanatında, sultanın 16.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Cülûs senesinde ilk defa darbedilen; III. Selim’in (H. 1203-1222) ve IV.
Mustafa’nın (H. 1222-1223) saltanatlarında darbedilmeye devam olu-
nan 2 Kuruş değerindeki gümüş sikkedir. Ancak siklet itibarıyla I. Ab-
dülhamid’e ait olanları daha ağır olduğundan, burada kastedilen ondan
sonra gelen III. Selim ve IV. Mustafa devirlerinde darbedilen aynı değer-
deki sikkeler olmalıdır.

Atik Kuruş= Kuruş ismini taşıyan sikkeler II. Mustafa’nın (H. 1106-1115)
devrinden itibâren II. Mahmûd’un (H. 1223-1255) saltanatın sonuna ka-
dar darbedilmişlerdir. Tabloda bahsi geçen “Atik Kuruş” ağırlığı itibâriyle
III. Selim (H. 1203-1222) ve IV. Mustafa (H.1222-1223)’nın saltanatla-
rında üretilen “Kuruş”ların tamamı ile II. Mahmûd’un (H. 1223-1255)
saltanatının ilk iki senesinde darbedilenlerdir.

Mora Riyali= 5 Drahmi değerini taşıyan Yunan sikkeleridir.

Beş Drahmi olmak üzere Yunan Riyali=5 Drahmi değerini taşıyan Yunan
sikkeleri tablo ile uyum içerisindedir.

99
Bâb-ı Evvel

İngiliz Şilini= 1 Shilling değerini taşıyan İngiliz gümüş sikkelerinin tablo ile
eşdeğer ağırlıkta olanları 18. ve 19. asırlarda darbedilmişlerdir.
Soldo=İtalya’da kullanılmış nisbeten düşük ayarlı gümüş sikke.

Mısır Parası= III. Selim’in (H.1203-1222) saltanatında Mısır’da darbedi-


len sikkelerin ayarları hayli düşürülmüştür. II. Mahmûd’un cülûsunun (H.
1223) 29. senesinde Mısır’da yapılan sikke reformuna kadar düşük ayar-
lı sikkeler darbedilmeye devam edilmiştir. Tabloda kasdedilen bu düşük
ayarlı sikkelerdir.

Yaldız Altunu= Bu tabir çeşitli devirlerde farklı sikkeler için kullanılmıştır.


Bu tabir başlangıçta Venedik (Efrenciyye) ya da bu altınlara ayar itibâriyle
eşit Osmanlı “Sultânî”leri için kullanılmıştır. Bir müddet sonra Macar al-
tınlarının “Yaldız Altunu” ismiyle anıldıkları görülmektedir. Ancak tabloda
Macar altını için ayrı bir satır ayrılmıştır. Süleyman Sûdi kuvvetle muhte-
mel, bu tabiri yüksek ayarlı altın sikkeler için kullanmaktadır.

Macar Altunu= Çeşitli devirlerde Ducat, Gulden ya da Filori adıyla anılan


smâniyye e cne iyye

Macar altın sikkelerdir.

Atik Fındık Altunu= IV. Mustafa (H. 1222-1223) devrine kadar darbedilmiş
fındık altınlarına verilen isimdir. Bu tarz altınların darbına III. Ahmed’in (H.
1115-1143) devrinde başlanmıştır.

Atik Rûmî Altunu= II. Mahmûd’un saltanatında 1223/8-12 cülûs tarihle-


ri arasında darbedilmiş altın sikke birimi. Tabloda bahsedilen Çifte Atik
sûl-i Mes û â -ı

Rûmî Altınıdır.

Cedîd Rûmî Altunu= II. Mahmûd’un saltanatında 1223/9-15 cülûs tarih-


leri arasında darbedilmiş altın sikke birimi. Tabloda bahsedilen Tek Cedîd
Rûmî Altınıdır.

Atik Sultan Mahmûd Altunu= Zer-i Mahbûd’dan bahsediyor.

İngiliz Lirası Altunu= İngiliz Paund’undan bahsediyor.


Rusya İmpeRiyal Altunu= 10 Ruble kastediliyor olmalı. Ancak, 10 Rublelik

100
l-ı Sâni

altınların ağırlığı 8,6 gr. civarında. 5 Rublelik altın için sikkenin üzerinde
yarım İmpeRiyal yazıyor.

Atik Sultan Mustafa Altunu= Zer-i Mahbûd’dan bahsediyor.

20 Franklık Fransız Altunu= 19. Asır için bu altınların gramları tutuyor.

Hayriyye Altunu= II. Mahmûd’un saltanatında 1223/21-26 cülûs tarih-


leri arasında darbedilmiş altın sikke birimi. Tabloda bahsedilen Tek Hay-
riyye Altınıdır.
İspanya Altunu= İspanya altınları Escudo adı ile anılmakta idi. Tabloda
bahsedilen sikkenin “8 Escudos” biriminde olması gerekir.

Atik ‘Adlî Altunu= II. Mahmûd’un saltanatında tamları 1223/15-20, ya-


rımlıkları 1223/15-32 ve çeyrekleri 1223/16-17 cülûs tarihleri arasında
darbedilmiş altın sikke birimi. Tabloda bahsedilen Tek (Tam) Atik ‘Adlî
Altınıdır.

Cedîd ‘Adlî Altunu= II. Mahmûd’un saltanatında tamları 1223/16-20,


yarımlıkları yine 1223/16-20 ve çeyreklikleri 1223/15-24 cülûs tarihle-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ri arasında darbedilmiş altın sikke birimi. Tabloda bahsedilen tek (tam)
Cedîd ‘Adlî Altınıdır.

İstanbul Altunu= II. Mahmûd’un saltanatında 1223/1-12 cülûs tarihleri


arasında darbedilmiş Zer-i Mahbûb’lara verilen bir isimdir.

Atik Mısır Altunu= IV. Mustafa (H. 1222-1223) ile II. Mahmûd’un (H.
1223-1255) saltanatında Mısır’da darbedilen Zer-i Mahbûb’ların ağırlık-
ları evvel devre nazaran düşüktür. Bu sebeple tablodaki “Atik Mısır Al-
tunu”ndan kasıt I. Mahmûd’un (1143-1168) saltanatından, III. Selim’in
(1203-1222) saltanatına kadar Mısır’da darbedilmiş Zer-i Mahbûb’lardır.

Cedîd Mısır Altunu= IV. Mustafa (H. 1222-1223) ile II. Mahmûd’un (H.
1223-1255) saltanatında Mısır’da darbedilen Zer-i Mahbûb’ların ağırlık-
ları evvel devre nazaran düşüktür. Bu sebeple tablodaki “Cedîd Mısır
Altunu”ndan kasıt bu sultanların saltanatında Mısır’da darbedilen Zer-i
Mahbûb’lardır.

101
Bâb-ı Evvel

Barbut Altunu= Bu tabirden tam olarak ne kasdedildiği anlaşılamamış-


tır. 0,40 gr. ağırlığında bir altın sikkedir. Latin dillerinde “barba” ya da
“barbuta” sakal anlamına gelmektedir. Muhtemelen sikkenin önyüzün-
de sakallı bir şahsın tasviri bulunan ve bu sebeple “Barbut Altûnu” is-
miyle anılmaktadır.

olan fiyatlar terk olunarak ve bunlar âdetâ eğlence makamında add ve ayar-ı Osmânî-i kadîm
olan yirmi dört kırat hesabı dahî âdetâ terk edilerek zahrına usûl-i meskûkât-ı Osmâniyye
hakkında lâzım gelen hesâbât derc olunarak el-yevm elde bulunan târife tanzîm olunmuşdur.

Sûret-i Târife

Meskûkâtın darb u i'mâli hükümet-i seniyyeye âitdir.

Darbhâne-i Âmire bin ayarında olan zer-i hâlisin beher dirhemini kırk sekiz ve sîm-i hâlisin
beher dirhemini üç Guruş beş paraya ve muhtelifu’l-ayar olanları dahî bu hesâp üzere mübâ-
yaʻa eder. Ancak kâbil-i ifrâz olan zer-i hâlisin beher dirhemini yirmi yedi Guruş, yirmi ve sîm-i
hâlisin beher dirhemini üç Guruş bir paradan tesvîye eyler.
smâniyye e cne iyye

[97]
Bir dirhemin Fransa evzânına nisbetle mikdâr-ı mûʻadili
Kilo Gram Miligram
00 003 207 3625’dir
sûl-i Mes û â -ı

Bir kıyyenin kezâlik evzân-ı mezkûre nisbetle muʻadîli


1 282 945 0000’dır
Bir kıyye, yâhud bir kilogram 282 gram 945 miligram zer-i hâlisin yüzlük altun yüz Guruş
iʻtiîbâriyle yüz doksan iki adet yüzlük altuna, yani fiyât-ı nizâmiyyesi mûcibince beher yüzlük
altun 22 Frank 75 santim hesâb olunmak üzere 4368 Frank’a müsâvîdir.

Bir kıyye sîm-i hâlîsin yedi 62½ adet yirmilik gümüş Mecidiyye’ye, yani fiyat nizâmiye-
si mûcibince beher yirmilik Mecidiyye 4½ Frank hesabıyla 281 Frank 25 santime müsâvîdir.
Altun ve gümüş meskûkât-ı Osmâniyye’nin esâmisi ile vezn u kutr u ayarları ber-vech-i zîr
beyân olunur:

102
l-ı Sâni

Altun
Vezn Nizâmı

Kutru sıklet
Kıymet Adet
Mülâhazat Milimetr Miligram Gram Kırat Dirhem
Ayar-ı Ayar-ı
35 82 36 4 11 500 1
milim Osmânî
916,66 22 27½ 41 18 10 5 250 1
22½ 216 7 4 2 100 1
18 608 3 2 1 50 1
14 804 1 9 0 25 1
Altun meskûkâtın hîn-i iʻmâlinde vezn ü ayar-ı nizâmisinden binde yalnız iki fazlaya ve
yâhud noksâna kadar müsâʻade-i nizâmiyyesi vardır.

[98] Bir adet yüzlük altunun asıl kıymetiyle mesârîf-i darbıyyesi


Esâmi-i Meskûkat Mesarif-i Darbiyesi Kıymeti Beher Dirhemi

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Guruş Para Guruş Para Guruş
Yüzlük Altun 1 99 44
Ellilik Altun 0 20 49 20 44
Çeyrek Altun 0 10 24 30 44

Gümüş

Vezn-i nizamı

Mülâhazat Milimetr Miligram Gram Kırat Dirhem Kıymet Adet


37 55 24 8 7 20 1
27¼ 87 12 12 3 10 1
Ayar-i Ayar-ı 24 13 6 14 1 5 1
Osmânî Milim
18¾ 405 2 12 0 2 1
83 830
15 202 1 6 0 1 1
13 2/4 601 0 3 0 ½ 1

103
Bâb-ı Evvel

Gümüş meskûkâtın hîn-i iʻmâlinde vezn u ayar-ı nizâmîsinden binde üç fazlaya ve yâhud
noksâna müsâʻade-i nizâmiyyesi vardır.

[99] Mecidiyye ve aksâmının asıl kıymetiyle mesârîf-i darbıyyesi

Mesâ[ri]f-i Darbi- Beherinin Beher Beher


yesi Kıymeti Dirhemi Dirhemi
Nevʻ-i Meskûkât
Para Guruş Para Para
Yirmilik Mecidiyye 20 19 20 104 7.500
Onluk Mecidiyye 10 9 30 104 3.750
Beşlik Mecidiyye 5 4 35 104 1.875
İkilik Mecidiyye 2 1 38 104 0.750
Guruşluk Mecidiyye 1 0 39 104 0.375

Usûl-i meskûkât-ı Osmâniyye’nin taʻrîfâtı sırasında usûl-i âşârının bu husûsda kabûlü ile
ayâr-ı Osmanî’nin külliyen terki maʻnâsına masrûf değildir. Zirâ evzân ü ekyâl-i cedîdenin dev-
letçe kabûlü sırasında usûl âşârı yine darbhânece müstaʻmel olduğu halde, nizâmnâmenin
smâniyye e cne iyye

ondördüncü maddesinde bu maddenin istisnası ona delildir.


Meskûkât-ı Osmâniyye’nin bidâyet-i tertîbâtında beher binde beş dirhem zâyiât ü telefât mu-
kabili nesne tefrîk olunmuş iken, Darbhânenin muntazam bir hâle ifrâğında buna mukâbil binde
üç derecelerinde tevkifât icrâsı büyük kıtʻalarda basılan Mecidiyyeler üzerine mebnidir. Yoksa
ikilik Guruş gibi meskûkât-ı sîmiyeyye de zayîât ve telefât-ı mezkûrenin mikdârı binde beş değil,
belki binde altı ve yediye kadar vardığı sonra icrâ edilen tecrübelerden anlaşılmışdır.
sûl-i Mes û â -ı

Bin iki yüz elli dokuz sene-i Rûmîyyesi Kânûn-i sânisinin beşinci gününden tarih-i teʻlîf-i
kitaba kadar Darbhâne’de darb u iʻmâl olunmuş olan altun ve gümüş meskûkâtından adedi
ile izʻaf ve aksâmı:

104
l-ı Sâni

[100]
Altun

Yirmi İkiyüz Beş


Sinîn İcmal Ellilik Yüzlük
Ellilik Yüzlük
Beşlik
Zaman
İlâ An Guruş Adet Adet Adet Adet Adet
Hallede Âşiyân
Sultan Abdül- 1277 1260 1448159900 448400 1214740 13589129 50920 9140
mecid Han
Hallede Âşiyân
Sultan Abdüla- 1292 1277 1497073200 1084400 34400 13105932 45160 292720
ziz Han
Hakan-i Sabık 1292 1293 320000 12800 4500 7500 0 0
Yekûn 0 - 2946552100 1546600 1253640 26702561 96080 301860
Cülûs-i
Meyâmîn-i
me’nüs-i Haz-
- 1292 159167500 76700 22600 1236700 120 62840
ret-i
Padişahiden ilâ

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


yevminâ hâzihi
Cümle Yekûn - - 3105720600 1623300 1276240 27949261 96200 364700

Mülâhazât

Sâlifü’z-zikr otuz bir milyon yüzlük altunun on dört milyonluğu mübâyaʻacı esnâfıyla sâir-
leri taraflarından atîk meskûkât-ı zehebiyyeden toplanıp Darbhâne’ye getirilen ve maden-
lerden ihrâc edilen altunlardan ve üst tarafı olan on yedi milyonluğu dahî Kırım Muharebesi
zamanında İngiltere’den ve Kavaîm-i Nakdiyye'nin ilgası zamanında İngiltere ve Fransa’dan
gelen meskûk ve külçe altunlardan Osmanlı altunlarına tahvîl olunmuşdur ve tarih-i tashîh-i
ayardan bin iki yüz yetmiş senesi nihâyetine kadar geçen oniki senelik müddetde darb u iʻmâl
olunan altunların kâffesi yüzlük ve ellilik altuna münhasır iken, bin iki yüz yetmiş bir senesin-
den iʻtibâren bunların beş ve iki buçuk misliyle rubʻiyyeleri katʻ olunmağa başlanmış ise de,
bunlara yüzlük ve ellilik altun gibi her sene devâm olunmayıp bazı seneler terk edilmiş ve bazı
seneler dahî cümleten darbına devam olunmuşdur. [101]

105
Bâb-ı Evvel

Sinîn İcmal Yarımlık Guruşluk İkilik Beşlik Onluk Yirmilik

Zaman
İla An Guruş Adet Adet Adet Adet Adet Adet
Cennet-mekan
Sultan 1277 1260 386596500 5430000 17830000 6672500 9859100 350420 14995340
Abdülmecid Han
Cennet-mekan
1293 1277 320882700 5380000 6910000 635000 3092000 37000 14709135
Sultan Abdulaziz Han
Hakan-i Sabık 9123 1293 2220000 0 280000 0 20000 0 92000
Cülûs-i Meyâmîn-i
me’nus-i
1296 1293 195402000 160000 120000 10000 321400 80500 9638000
Hazret-i
Padişahi olan

96 senesine
- - 905101200 10970000 25150000 7317500 13292500 467920 39434475
kadar

Mülâhâzât

Meskûkât-ı sîmiyyenin hîn-i ihrâcında kesretle tedâvül eden meskûkât-ı ecnebiyyenin


adem-i tedâvülüne ve metelik meskûkâtın dahî karar-ı sâbık dâiresinde [102] refʻ ü ilgasına
smâniyye e cne iyye

lâyıkıyla ihtimâm olunamayarak, gerek maʻadin-i hümâyûnlardan gönderilen ve gerek tefeci


esnâfıyla sâirleri taraflarından getirilen külçe ve evânî sîmiyyeler bir tarafdan mütemâdiyen
sikke-i cedîdeye tahvîl olunmağa ve bu haller dahî altun ve gümüş meskûkât-ı Osmâniyye
hakkında esâsen mevzûʻ olan nisbet-i maʻlûmeyi tutamayıp farksız olarak veyâhûd cüz’î bir
fark ile Mecîdiyye meskûkâtın yek diğere tebdîli maddeleri kimesneye nasîb olamamış ve bu
haller bin iki yüz doksan altı senesi ibtidâsına kadar devam eylemişdir.
sûl-i Mes û â -ı

Ufak tefek ahz u iʻtâlarda kullanılacak meskûkât bahsine gelince: tashîh-i ayar madde-i
müstahsenesinin meydana çıkmasından mukaddem, mahlût gümüşden madrûb ve meskûk
olup kırk adedi bir Guruşa râyic olan ufak paralarla üç adedi bir paraya râyic olan akçaların
hacimlerinin gâyetle asgarîyeti mülâbesesiyle ahz u iʻtâlarda taʻdâd ve teslimâtlarınca envâ-ı
suʻubet çekilmesi şöyle dursun, meselâ dokuz paralık bir alışverişde işbu dokuz parayı veyâ-
hud yirmi yedi akçayı bir tarafdan müşterinin diğer tarafdan bayiʻin üçer beşer sayması taʻ-
til-i evkâtı ve mürûr-ı ezmânı müʻeddâ olduğu anlaşıldığından akçaların olsun ortadan kaldı-
rılmasını ol vakitler Mâliyye Nâzırı bulunan Nafiz Paşa merhûma me’mûrîn-i mâliyyeden bir
zât ihtâr eylemesi üzerine, merhûm bir sene zarfında hazineye irâd kayd edilmiş olan akça-
lar mikdârını aklâm-ı hazineden toplatdırdığında yekûnu üç yüz keseye vardığını görmesiyle,
“buna bir karşılık bulunmadıkça kaldırılması câiz olmaz” deyu reddeylediği mervîyat-ı sahî-
hadandır.

106
l-ı Sâni

Hal bu mertebede olduğu ve şu müşkülâta diğer gûna tedbîr ittihâz olunmaz ise ufaklık
ahz u iʻtâsı sektedâr olacağı anlaşıldığından, tashîh-i ayâr tarihinden iki sene sonra yani bin
iki yüz altmış iki senesi [103] bidâyetinden bin iki yüz seksen bir senesi gayetine kadar beher
kıyyesi evvelâ otuz, sonra otuz iki, sonra kırk, daha sonra altmış Guruş fiyatıyla on dokuz sene
zarfında kırk paralıkdan bed’ ile bir paralığa kadar râyic olmak üzere tamam 113.853.000
Guruşluk bakır sikke darb u ihrâcına müdâvemet olunmuşdur ki, her birerlerinin mikdârları
zîrdeki cedvelde gösterilmişdir.
Nühâs

Yirmi
İcmal Bir Paralık Beş Paralık On Paralık Kırk Paralık
Paralık

Adet Adet Adet Adet Adet Adet

Darbhâne-i
Âmire’de 87853000 20940000 67982000 93292000 22700000 441170000
katʻ olunan
Fransa ve
İngiltere’de 26000000 0 24000000 24000000 22000000 6000000

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


katʻ olunan

Yekûn 113853000 20940000 90982000 117292000 44700000 50170000

Mülâhazât

Meskûkât-ı nuhâsiyeden Fransa ve İngiltere’de katʻ olunduğu gösterilen yirmi altı milyon
Guruşluk bakırın mübâyaʻa ve iʻmâli husûsu oralarda daha ehven düşeceği cihetle, bunların
pulları oralarda katʻ olunup Dersaʻadet’e celb eyledikden sonra sikkeleri darbhânede urulup
tedâvüle çıkarılmışdır.
İmdi, tashîh-i ayar zamanından tarih-i tahrîr-i kitaba kadar katʻ u darb olunmuş olan üç
nevʻ sâmitâtdan ne mikdâr Guruşluk şey darb olunmuş olduğu anlaşılmak murâd olunduğu
halde:
Guruş
Altun 3.105.720.600
Gümüş 905.101.200
Bakır 113.853.000
4.124.674.800
107
Bâb-ı Evvel

Guruşluk meskûkât iʻmâl edildiği tebyîn eder ki [104] yek-diğere nispet olunduğu halde
gümüş meskûkât, altun meskûkâtın yüzde yirmi dokuzu ve bakır meskûkât gümüş meskûkâtın
yüzde onu derecelerinde demekdir.
Sâmitât devri, yani altun ve gümüş ve bakırdan meskûkât darb u iʻmâli devirleri burada
bitdi. Bundan sonra kâğıddan darb u iʻmâl olunup tedâvüle çıkarılan Evrâk-ı Nakdiyye devrine
girişilecek ve bu dahi iki zamana taksîm olunacak ve bu iki zamanın evvelkisi uzun, ikincisi kısa
olduğu cihetle maʻlûmât-ı müstahsıla onlara göre beyân olunacakdır.

Evrâk-ı Nakdiyye Devri

Tanzîmât-ı Hayriyye’nin ihdâs u icrâsı tarihine gelinceye değin Hazîne-i celîle-i Maliyye’nin
"Kâime" nâmıyla7 meskûkât darb u ihrâc etmiş olduğu mesbûk u mesmûʻ olmamış ve ol
zamana kadar beratlı mukataât ve sehm-i kavâiminden maʻdâ, hazîne-i merkûmenin dâhilî
ve hâricî bir gûna borcu görülmemiş iken, tanzîmât-ı mezkûre icraâtının ilcâ eylediği muzâya-
kaya medâr olmak ve eski eshâm kavâ’imi usûlüne halel getirilmeyip tertîb-i mahsûsu olmak
ve ol vakitler eyâlât u elviyeye tahsîs kılınmış olan vergi-yi maktuʻların tahsîline mübâde-
ret olunduğu zamana kadar tedâvül edip baʻdehû kaldırılmak ve isteyenler kendi uhdelerine
berat ile geçirmek ve isteyenler ve yedlerinde sehm-i kaimeleri bulunanlar işlemiş olan fâiz-
lerini iki taksit ile hazine-i merkûmeden almak şerâitiyle sekizer seneliğine olarak ilk defʻa
smâniyye e cne iyye

dört bin [105] kese fâiz ve 32.000 kese muʻaccelelü sehm-i kavâimi tertîb u tanzîm olunmuş
ve işbu kavâim sergi şeklinde ve büyücek kıtʻada bilâ-nâm el yazısıyla muharrer olduğu halde,
gerek Der-saʻadet’de ve gerek Memâlik-i Mahrûse’nin sâir taraflarında nakid makamında te-
dâvül etmeye tahsîs kılınmış ve bunlar muvakkat olduğu için eshâm-ı âdiye gibi bir gûna kar-
şılık gösterilmeyerek bin iki yüz elli altı senesi Cemâziye’l-ahîresinde tedâvüle vazʻ edilmiş idi.
Bâdehû, yaʻni sene-i merkûme Recebi evâsıtında zikr olunan 4.000 kese fâiz ve 32.000
sûl-i Mes û â -ı

kese muaccelelü kavâim üzerine iki defada 6.000 kese fâiz ve 48.000 kese muaccele daha
ilâve olunarak yine sekizer seneliğine olmak üzere fâizin mikdarı 10.000 muaccelenin mikdârı
dahî seksen bin keseye iblâğ olunduğu sırada, çünki kavâim-i mezkûre âdeta nakid hükmün-
de tedâvül edeceğinden, bu defakilerine eski şekl ü hey’etde tertîb olunduğu halde kıtʻaları
yine büyücek düşeceği cihetle, nakl u muhafazasında evvelkiler gibi eshâbına sıklet vere-
ceğinden, böyle yapılmakdan sarf-ı nazarla kavâim-i mezkûrenin beheri 50 ve 100 ve 250

7) Kâime, bir tüccarın diğer mahalde sâkin şerîkine irsâl eylediği emvâl ü eşyanın kemiyyât u keyfiyyâtını mübey-
yîn olarak yazmış olduğu mektuba leffen gönderdiği irsâliye pusulası makamında müstaʻmel iken, bidâyet-i Tan-
zîmât’da ihdâs olunan Evrâk-ı Nakdiyye’ye ilm olmuşdur. Kâimenin ibtidâ nerelerde zuhûr etdiğine dâir meşhûr
Vâsıf Tarihi’nde münderic olan fıkrayı Münîf Paşa hazretleri daha sâir gûna tahkîkâtıyla beraber tercüme edip ol
vakitlerde çıkarılan Mecmuʻa-yı Fünûn'un nüsah-i müteʻaddidesine derc eylemişdir.

108
l-ı Sâni

İLK KAĞIT PARALAR

Osmanlı Devleti’nde ilk kâğıt paralar 1840 Haziran ayında “Sehim Kâi-
mesi” adıyla tedâvüle verildi. El ile yazılarak hazırlanan bu paraların ilk
tertibi 500 kuruş kupürlü ve faizleri %12,5 idi. Tüm imparatorluk top-
raklarında muteberdi. Üzerinde tuğra ve muaccele/faiz mührü bulun-
mamaktaydı; sadece arkasında Mâliye Nezareti mührü mevcuttu. 4.000
kese faiz / 32.000 kese muaccele / 16.00.000 kuruş olarak tedâvüle çık-
tılar.

Kolayca taklit edilebilmelerinden dolayı Ağustos ayı sonunda ikinci ter-


tip paralar üretilerek eskileri tedâvülden çekilmeye çalışıldı.
Bunlar yine el yazması ve 50, 100, 250, 500, 1.000 ve 2.000 kuruş kü-
pürlüydü. Bu defa öncekinden farklı olarak paranın üst kısmına mühür
ile tuğra basılmıştı; altında da nâzır mührü bulunuyordu. 6.000 kese
faiz/48.000 kese muaccele / 24.000.000 kuruş olarak hazırlandılar.

Ekim ayı geldiğinde de üçüncü tertip el yazmaları tedâvüle verilerek


emisyon genişletildi.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Bunlar da el yazması ve 50, 100, 250, 500, 1000, 2000 ve 5000 kuruş
küpürlüydü. Bu defa farklı bir emniyet tedbiri olarak üzerlerine faizi ve
muaccelesini belirten damgalar vuruldu. 2500 kese faiz / 20.000 kese
muaccele / 10.000.000 kuruş olarak üretildiler. (BOA. I-MVL 8-130)

İkinci tertip 2000 kuruş

Üzerine “beherinin muaccelesi yüzer


kuruş olmak üzere iş bu kaime 20 kıta-
ya tefrik olunmuşdur” yazmadığından,
faiz ödeme zamanı bu paranın değişti-
rilmiş olduğu anlaşılmaktadır.

109
Bâb-ı Evvel

Üçüncü tertip 100 kuruş

Mâliye Nâzırı Saib Paşa’nın mührünün


altında “faizi 12,5 kuruş, muaccelesi
100 kuruşdur” yazan bir mühür daha
bulunmaktadır.

1841 senesi başında bu paraların çok az bir kısmı tedâvülden çekilmek-


le birlikte piyasada 99.742 kese el yazması kaime bulunuyordu. (BOA.
KK-D 5476) (1 kese = 500 kuruş)
smâniyye e cne iyye

Diğer yandan, önceki belgelerde belirtilmemiş olmakla birlikte, kaime


defterlerinde az sayıda 5000 kuruşlıuk el yazması kaimenin hesabının
tutulmuş olduğunu görmekteyiz. (BOA: ML-D 292)

Kupür Adet Muaccele Kese

5.000 1.900 9.500.000 19.000


sûl-i Mes û â -ı

2.000 2.800 5.600.000 11.200


1.000 6.000 6.000.000 12.000
500 25.400 12.700.000 25.400
250 30.000 7.500.000 15.000
100 62.000 6.200.000 12.400
50 47.427 2.371.350 4.743

175.527 49.871.350 99.743

110
l-ı Sâni

Guruşluk olmak ve yazıları ibâre-i muhtasara ve fâiz ve muʻaccele rakamları dahî sâbit mü-
rekkeb ile yazılmak ve asla taklîd kabul etmemek için dahî bâlâları tuğrâ-yı şâhâne ile ve zîr-
leri Mâliyye Nâzırı’nın kendi mührü ve zahrları Nezâret-i Celîle-i Umûr-ı Mâliyye mührüyle
memhûr bulunmak ve bunlar taşralarda muhassılına ve Der-saʻadet’de umûr-ı mâliyye tah-
sîlinde mustahdem me’muruna verildikde, nakd hükmünde alınmak ve berât yapdırmaksı-
zın dahî kavâim-i mezkûrenin vakt-i takâsîti hulûlunda fâizi hazîne-i merkûmeden eshâbı-
na iʻtâ birle, mikdâr-ı tekâsiti zahr-i kâimeye yazılmak şerâitiyle ufak kıtʻada bir ikinci tertîb
daha kâime çıkarılmış ve evvelki kâimeler de bunlarla tebdîl kılınmış idi. [106] Sene-i merkû-
me Şabanı’nın evâhirinde sâbıka kûşâd olunmuş olan eshâm kavâimi hile kabul etmemek ve
bu yüzden tebâʻa-yı saltanat-ı seniyyenin zarar u hasardan vikâyeleri esbâbı istihsâl kılınmak
üzere 50 ve 100 ve 250 ve 500 ve 1000 Guruş muʻaccelelü beş nevʻ olarak tertîb ve ale’l-usûl
vâridât muhasebesinden keşîdesi muʻtâd olan “sahh”ın yerine dahî her nevʻinin fâiz u muʻac-
celesini mübeyyin müceddeden mühürler hakk etdirilerek temhîr olunması ve mukaddemce
neşr ü iʻtâ olunmuş olan kâğıtlar dahî hazîne-i mâliyyeye geldikçe fâiz u muʻaccelesi mezkûr
mühürlere mutâbık olduğu halde temhîr kılınması ve işbu envâʻ-ı hamseden fâiz u muaccelesi
ziyâde olan evrâk tebdîl kılınmak üzere tanzîm olunması husûsları ve kaimelerin böyle kalî-
lü’l-mikdâr muʻacceleyle tanzîmi mühr vazʻı usûlünün ittihâz-ı mücerred teshil-i muâmelât
esbâbını istihsâl ve bir nevʻ taklîd mahzûrundan sâlim olması sûretlerini istikmâl ve icrâ için
olduğu iʻlân olunmuşdur.
Eshâm kavâiminin bu sûretle teksîr olunması üzerine kavâim-i mezkûrenin fâizleri güyâ

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ileride verilmeyecek imiş yollu beyne’l-halk erâcîf teveffuh olunduğu hükümet-i seniyyece
istimâʻ olunmasıyla, tefevvuhât-ı mezkûre sene-i merkûme evâhirinde bâ-varaka-yı resmiy-
ye tekzîb ve iptal olunarak ezhân-ı halka emniyyet verilmiş ve bunun şekl ü heyeti tebdîl ve
tağyîr olunmayarak taksît akçaları vakt u zamanında hâzineden tesvîyye edilmişdir.
Yazma olarak tedâvüle vazʻ edilmiş olan kavâimin taklîd kabûl etmemesi husûsunda ta-
kayyudât-ı lâzıme icrâ olunmakda ve toplanılan ve bunlardan hazîneye gelen sahte kâime-
ler katʻ u şıkk edilmekde idiyse de bu madde ibâdullâhın zararlarını mûcib olduğu tahakkuk
etmesi üzerine defʻan li’l-fesâd intihâb olunan numûne vech ile bâlasına tabʻ olunacak tuğ-
râ-yı hazret-i pâdişâhî [107] kabartma ve küsûr mahalleri dahî basma olup merkez-i kâime-
de muharrer fâiz ve Guruş mahallinin zahrı Mâliyye Nâzırı’nın yazısı çok mühürleriyle temhîr
olunmak ve eyyâm-ı tekâsiti hazînece lâyıkıyla bilinmesi için vasat-ı kâimede vakt-i taksîti
murakkam şerhin zahrına kâimenin hazîne-i mâliyyeden iʻtâsı günü bi’l-itibâr sâbit mürekkeb
ile târih vazʻ kılınmak üzere mezkûr numûneye tatbîkan tabʻı ve mütedâvil olan kâimelerin
defʻaten tebdîli icâb eder ise de acâleten yetişdirilemeyeceğinden atîkleri hazîneye geldikçe
tebdîl kılınması ve taşralarda kavâimin ahz u iʻtâsı ve sahîh ve gayr-ı sahîhinin fark u temyîzi
ahâli haklarında düşvâr ve bir takım fukara bu husûsda müptelâ-yı hasâr olduğundan bâʻde-
ez-in gerek yazma ve gerek basma atîk ve cedîd eshâm-ı kavâimi fakat Der-Aliyye’de nakd
hükmünde tedâvül etmek ve hulûl evkâtında tekâsiti kemâkân verilmek üzere taşralarda bin

111
Bâb-ı Evvel

MATBU KÂĞIT PARALAR

Sahteciliğin önünü alabilmek amacıyla 1841 Şubat’ında tedâvüle veri-


len ilk matbu kaimeler, taklit edilmemesi için bir dizi tedbirleri barındı-
rıyordu. Öncelikle tuğra, soğuk damga ile kabartma olarak vurulmuş-
tu. Mâliye Nâzırının mührü daha kalabalıktı. Faizi ve muaccelesi matbu
olarak yazılmıştı. En önemlisi makbuz şeklinde basılmasıydı. Koçanın ve
paranın üzerine numara ve tarih yazılacak, koçan da Mâliye’de kalacaktı.
Mâliye Nâzırı Musa Safveti’nin mührü bu defa arkaya basılmıştı.
smâniyye e cne iyye
sûl-i Mes û â -ı

2. Emisyon 50 kuruş (ön) 2. Emisyon 50 kuruş (arka)


Bu matbu paralar, el yazmalarıyla değiştirilmek amacıyla toplamda aynı tutar-
da, yaklaşık 100 bin kese olarak üretilmişlerdi.

Darphane’den Mâliye’ye teslim edilen yeni resimli paralar (BOA. DRB-D 1156)

112
l-ı Sâni

Kupür Adet Kuruş Kese


5.000 4.250 21.250.000 42.500
2.000 5.000 10.000.000 20.000
1.000 5.000 5.000.000 10.000
500 14.000 7.000.000 14.000
250 14.000 3.500.000 7.000
100 23.500 2.350.000 4.700
50 16.047 802.350 1.605
Toplam 81.797 49.902.350 99.805

iki yüz elli altı senesi Zi’l-hiccesinin gurresinden iʻtîbâren üç mâh mehl iʻtâsıyla iʻtîbârdan ıskât
kılınması hususlarına karar verilerek, ona göre icâbı icrâ olunmuş ve kâimelerin bu sûretle
tabʻ u neşri merhûm Sâib Paşa’nın hengâm-ı nezâretinde vâkiʻ olduğundan, beyne’l-halk Sâib

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Paşa kâimesi nâmıyla şöhret bulmuş idi.
Bâlâda hâme-gûzar beyân olunduğu üzere yazma olarak tedâvül etmekde olan Evrâk-ı
Nakdiyye’ye bazı sahtekârlar taklîd edüp pek çok fesâd karışmış ve bu keyfiyyet ızrâr-ı halkı
mucîb olmuş olduğundan, halkı bu türlü zararlardan ve gâyeten bin iki yüz elli sekiz senesi
gurre-i Şaban’ından iʻtibâren üç mâh müddet tâyin olunarak müddet-i mezkûre mürûruna
kadar herkes yedinde bulunan atîk Evrâk-ı Nakdiyye’yi Mâliyye hazînesine getirip basma olan
Evrâk-ı Nakdiyye ile tebdîl eylemleri ve müddet-i mezkûre inkızâsından sonra getiren olur ise
alınmayıp tedâvülden menʻ olunacağı [108] iʻlân olunması üzerine, herkes yedinde bulunan
yazma kâimeleri hazîne-i merkûmeye getirip mukabiline basma kâimeler almış ve bu tedbîr
ile yazma kâimeler küllîyen tedâvülden alınmışdır. Lâkin basma kâimlerin tabʻ u neşrinden
sonra bunların dahî sahteleri zuhûr etmeye başlamış ve bunun tez elden önü alınmaz ise
ızrâr-ı halk tevessüʻ eyleyeceği anlaşılmış olduğundan, bin iki yüz eli sekiz senesi Zi’l-hiccesi
evâilinde ittihâz olunan diğer bir karar ve numûne üzerine tâʻlîk hurufâtıyla diğer şekl u
sûretde yeniden kâime tabʻ u temsîl olunup evvelkiler bunlarla tebdîl olunmuş ve bu tedbîr
ile dahî ızrâr-ı halk tahfîf edilmişdir.
Kavâim-i Nakdiyye'nin suver-i meşrûha üzere mevkiʻ-i tedâvüle vazʻından bin iki yüz
elli dokuz senesi nihâyetine kadar mükemmel bir hesâbı görülmemiş iken sene-i merkûme
Rebiü’l-âhirinin evâsıtında rûyet olunmuş olan hesabda gayr-ı ez beratlu nakd makamında

113
Bâb-ı Evvel

eyâdi-i nasda tedâvül eden kavâimin muaccelesi 59.724 kese 350 Guruşa tenezzül eylediği
anlaşılması üzerine sekizer seneliğine mevzûʻ olan fâizi onar seneliğine iblâğ ve ziraʻat serma-
yesi için dahî 20.000 kese muaccelelu kâime ihrâc olunmak üzere eskiler tedâvülden alınıp
yeniden tabʻ u temsîl kılındığı misillü ertesi senenin evâilinde dahî Evrâk-ı Nakdiyye’nin arası-
ra resm u heyeti tahvîl ve tecdîd olunmadıkça bazı sahtekârlar taklîdine çâre bulacağı mülâ-
hazatıyla yeniden kâime tabʻ olunup bunlarla da evvelkiler tebdîl kılındı.
Yazma ve basma olarak evvel ve âhîr tedâvüle vazʻ edilmiş olan Evrâk-ı Nakdiye mücerred
teshîl-i muʻamelât-ı ticâret için neşr u ihrâc edilmiş ve hatta yedinde vulunan evrâkın nakd
hükmünde hazîneye vereceğine mukâbil iʻtâ eylemek isteyenler bulunur ise gerek cânib-i

KÂĞIT PARALARIN FAİZLERİ VE EMİSYON HACMİ


smâniyye e cne iyye
sûl-i Mes û â -ı

3. Emisyon 250 kuruş 4. Emisyon 10.000 kuruş


(Faizi %10’dan 25 kuruş) (Faizi %6’dan 600 Kuruş)

1844 Temmuz’unda tedâvüle verilen 3. Emisyon yeni resimli pa-


ralar bu dafa %10 faizliydiler.

Bu paraların tedâvüldekilerle değişiminin Temmuz 1844’te (Re-


ceb 1260) başlayıp Ekim 1846’da (Zilkade 1262) tamamlandığı be-
lirtilmiştir. (BOA. KK-D 5635)

114
l-ı Sâni

Diğer yandan, piyasadaki kâğıt paraların toplamı yaklaşık 100.000


kese iken ziraat işlerinde harcanmak için 20.000 kese ilaveyle toplam
emisyon 120.000 keseye çıkarılmıştır.

İhtiyat
Kupür Adet Muaccele Kese
için
5.000 11.000 55.000.000 110.000 40
500 5.000 2.500.000 5.000 100
250 9.485 2.371.250 4.743 200
Toplam 25.485 59.871.250 119.743 340

Aradan 3 sene geçtikten sonra, 1847 Haziran’ında tedâvüle verilen


yeni emisyonda faizler bir daha değiştirilerek %6’ya düşürülmüştü.
Ayrıca, toplam emisyon 160.000 keseye yaklaşıyordu.

Kupür Adet Muaccele Kese


10.000 3.400 34.000.000 68.000

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


5.000 6.700 33.500.000 67.000
1.000 6.639 6.639.000 13.278
500 8.784 4.392.000 8.784
Toplam 25.523 78.531.000 157.062

Darphane’de basılarak Hazine’ye verilen 4.Emisyon kâğıt paralar


(BOA. C-ML 557-22863, I-DH 157/8127)

hazîneden ve gerek gümrük memûrları [109] ve sâir memûrîn taraflarından nakd akça misillü
ahz u kabûl olunmasına müsaade buyrulmuş iken, evrâk-ı mezkûrenin fâizleri ziyâdece olma-
sından dolayı herkes nezdinde bulunan evrâkı tedâvül etdirmeyerek sandığında hıfz ile vakt-i
taksidinde çıkarıp fâizlerini ahz ve istifâ ile iktifâ eyledikleri ve evrâk-ı merkûmenin adem-i te-
dâvülünden nâşî dahî bir gûna fâidesi görülemediği tebyîn etmesi üzerine bunun hüsn-i tedâ-
vülüne çâre olmak için Avrupa’da cârî olan usule tevfikan, evrâk-ı merkûmenin beher kesesi-

115
Bâb-ı Evvel

ne şehrî yüzer pare fâiz takdîr olunarak kemâfi’s-sâbık senede iki taksid ile cânib-i hazîneden
îfâ ü iʻtâ olunması ve bunlar dahi hazîne-i celîle ile gümrükler cânibinden ve gerek sarrafân
kumpanyasından alacağa bedel nakd makamında kabûl olunacağı misillü, Galata’da kâin tüc-
câr-ı ecnebiyye borsasında dahî aynı akça gibi tedâvül eylemesi husûslarına karar verilerek bu
keyfiyyet dahî üçüncü tabʻ kavâimin tebdîlen ihrâcı akabinde, yaʻni bin iki yüz altmış senesi
Cemâziye’l-ahiresinin selhinde cümleye iʻlân edildi ve şu tedbîr semerâtıyla da zâten fâhiş
olan fâiz, hadd-i iʻtidâla yanaşdırıldı.
Bin iki yüz altmış üç [1847] senesinde yine taklidden muhafazaten Evrâk-ı Nakdiyye’nin
şekl ü heyeti tebdîl ve baʻzı mertebe daha tanzîm kılınıp, fakat bu defʻa da 250 Guruşlukdan
sarf-ı nazarla 500 ve 1000 ve 5000 ve 10000 Guruşlukdan ibâret olmak üzere bi’t-temsîl
sene-i mezkûre Haziran’ı ibtidâsından iʻtibâren mübâdele sûretiyle tedâvüle vazʻ olundu.
Bin iki yüz altmış beş [1849] senesi Saferi’nin ibtidâsında Evrâk-ı Nakdiyye hakkında diğer
bir resm-i cedîd ittihâz olunduğu sırada ahz u iʻtâsında baʻzı mertebe müşkülât hissolunmuş
olan beşer, onar binlik kâimelerin tabʻ [110] ü temsilinden sarf-ı nazar olunarak, yalnız 50
Guruşlukdan 1000 Guruşluğa kadar kavâim çıkarılıp eskileri iptal olundu.
Fâizli Kavâim-i Nakdiyye'nin ibtidâ-yı zuhurunda, çünki Memâlik-i Mahrûse-i Osmâniyye
ahâlisi ol vakte kadar kâğıtdan maʻmûl sikke görmemiş olduğu cihetle ol kadar iʻtibâr bulma-
yarak iyice noksanına tedâvül etmiş iken sonra devletçe bi’d-defaʻat verilen temînâtdan ve
smâniyye e cne iyye

medâr-ı tedâvülünde irâ’e olunan tevsîʻât ve teshilâtdan ve bâ-husûs taklîdden masun olmak

FAİZ ÖDEMELERİ

Paraların faizleri, Haziran ve Kânun-i evvel (Aralık) aylarında olmak


üzere senede iki defada ödenmekteydi. Faizleri Mâliye Hazinesi ödü-
sûl-i Mes û â -ı

yor, Esham Muhasebesi de paraların arkasına hangi taksit olduğu ya-


zısını yazıyordu. Bu yazılar komanistik diye adlandırılan bir ecza ile
silinebiliyordu. Taksit zamanı vukubulan kalabalıktan dolayı bu husu-
sa dikkat edilemediğinden, tekrar taksit alındığı görülmeye başlandı.
Buna bir çare olmak üzere her taksit için bir mühür yaptırıldı ve 1843
senesi ikinci taksidiyle birlikte paralar muhürlenmeye başlandı. (BOA.
KK-D 5476)

Bu kâfi gelmemiş olacak ki, sonraki emisyonlarda taksit mühürlerine


ilave olarak bir de paraların perfore edildiği görülmektedir..

116
l-ı Sâni

Arka yüzdeki taksit Zımba ile delinerek


mühürleri vurulmuş taksit mühürleri
KÜÇÜK KUPÜRLÜ KAİME İHTİYACI

1848 senesi son taksidi zamanı piyasada 3. tertip matbu kavaim bu-
lunmaktaydı (BOA. C-ML 13/574). Büyük kupürlerin günlük alışveriş-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


lerde zorluğa sebep olmasından dolayı 1849 senesi itibarı ile küçük
kupürlü yeni kaimeler basılmış ve tedâvüldekilerle değişime başlan-
mıştı. Burada dikkat çeken husus toplam emisyonun 220.000 keseye
varıyor olmasıydı.

Kupür Adet Kuruş Kese


100 50.940 5.094.000 10.188
250 70.000 17.500.000 35.000
500 35.000 17.500.000 35.000
1000 29.906 29.906.000 59.812 Toplam
185.846 70.000.000 140.000 Kese 219.812
Kuruş 109.906.000
50 400.000 20.000.000 40.000
100 199.060 19.906.000 39.812
599.060 39.906.000 79.812

117
Bâb-ı Evvel

için ara sıra vukuʻa getirilen tebdîlâtdan dolayı iʻtîbârı artıp meskûkât-ı mâdeniyye misillü
başa baş alınıp verilmeye başlanmış idi.
Kavâim-i mezkûre şu türlü tedâbîr sâyesinde iʻtibârını bulmuş idiyse de 50 Guruşlukdan
aşağısı olmadığından mesela beş on Guruşluk alışverişde bir ellilik kağıt verildiği ve eşyayı
satan adamda üst tarafını vermeye para bulunmadığı halde bunu bozdurmak için yine
zahmet çekilmekde olduğu hissolunması üzerine bu müşkülâtın defʻi için dahî kavâim-i mev-
cûdeden münâsib mikdârını 20 Guruşluk olmak üzere tanzîm kılınması ve çünki bu derecede
küçük varaka-i nakdiyye için fâiz verilmek mümkün olmayacağından, nasıl olsa kadr u kıymeti
smâniyye e cne iyye
sûl-i Mes û â -ı

Faizsiz 10 kuruşluk kaime: Kaimenin arka yüzünde Mâliye Nâzırı mührünün altında
Mâliye kontrol mührü bulunmakta. “varaka-i nakdiyye-i sahiha”

Faizsiz kaimeler ile birlikte piyasada olan kaimelerin değişimi için yeni
tip faizli kaimeler de tedâvüle verilmişti. Bunlarla birlikte toplam
emisyon 355.000 kese gibi devasa bir boyuta ulaşıyordu. Faizli para-
lar aynı zamanda bir dahili borçlanma aracı olduğundan ve her sene
iki defa faiz ödeme külfeti bulunmasından Osmanlı Mâliyesi’nin gelir
yaratmakta zorlandığını ve ciddi sıkıntı içinde olduğunu anlayabiliriz.

118
l-ı Sâni

Faizli/
Adet Muaccele
Kupür

5.000 6.000 30.000.000


1.000 62.406 62.406.000
500 60.000 30.000.000
250 90.000 22.500.000
100 120.940 12.094.000
339.346 157.000.000
Kese 314.000 TOPLAM
Kese 355.000
Faizsiz Kuruş 177.500.000
20 775.000 15.500.000
10 500.000 5.000.000

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


1.275.000 20.500.000
Kese 41.000

yine fâizli kâğıt gibi olacağından, bunların bilâ-fâiz tedâvül etdirilmesine ve işbu yirmilik ka-
imeler fâizsiz olduğu cihetle kimse saklamayarak ziyâde tedâvül edeceği cihetle, az vakitde
fersûde olacağından, cümlesinin senesi hitâmında tebdîl etdirilmesine karar verilerek, bin
iki yüz altmış yedi senesi Kânûn-ı evveli ibtidâsından iʻtibâren tedâvül etmek üzere fâizsiz
yirmilik kâime tabʻ u temsîl ve bunda hazînece menfaʻat-i külliye müşâhede olunmasıyla mü-
teâkıben dahî onluk kâimeler tabʻ olunup tedâvüle vazʻ edilmişdir. Tedâvüle vazʻ edilmiş olan
işbu yirmilik ve onluk [111] kâimelerin fâiz ahzı zamanları gibi bir muayen vakt ü mahalli taʻyîn
olunmamış bulunduğu cihetle, bunlar tedâvüle vazʻ olunduğunun akîbinde içlerinde haylice
sahteler zuhûr eylediğinden, şu fenalıkların refʻi zımnında herkes yedinde bulunan o makûle
kâimeyi her altı ayda bir Hazîne-i Şahâne’ye gelip memûru maʻrifetiyle muʻayene ve sıhhatı
tebyîn eylediği takdîrde temhîr etdirmesi maddeleri usûl ittihâz olunup bin iki yüz altmış sekiz
senesi Receb’inin evâsıtında halka iʻlân olunmuşdur.
Fâizli fâizsiz kaimelerin bu suretde devam-ı ihrâcında mikdârı çoğaldıkça çoğalmış ve
bi’l-ahare daha ziyâde su’i-istiʻmâl vukuʻ bulacağı nezd-i evliya-yı umûrda tahakkuk etmiş ol-

119
Bâb-ı Evvel

duğundan, bu türlü halât-ı nâ-marziyyenin bir an evvel önünü almak için bir tarafdan yoklama
usûlüne müdâvemet ile beraber diğer tarafdan dahî tedâvülde bulunan Evrâk-ı Nakdiyye’nin
iptâli zımnında bi’l-cümle memûrîn ve tebaʻadan iʻâne-i umûmiyye nâmıyla 300.000 keselik
nakid akça toplanmasına ve bundan her ne mikdar mebaliğ cemʻ olunur ise ibtidâ iptal mührü
vurularak hazînede tevkîf ile bâdehû küllîyetlice olarak toplanmış olanlarının alenen ihrâk
olunmasına yine bu zamanlarda karar verilmiş ve hatta mezkûr altmış sekiz senesi Şaban’ının
yirmi ikinci Perşembe günü Darbhâne-i Âmire pişgâhında vâlid-i kesirü’l-mehâmid hazret-i
pâdişâhî cennet-mekân sultan Abdülmecid Hân hazretleriyle vükelâ-yı zaman hazır olduk-
ları halde Hazîne-i Mâliyye’de toplanmış olan 25.000 keselik evrâk üzerine o esnâda taraf-ı
hazret-i pâdişâhîden ihsân buyurulan 8.000 kese dahî bi’l-ilâve ilk defâ olarak 33.000 keselik

İANE-İ UMUMİYYE

Toplanan yardımlar neticesinde kâğıt paraların bir kısmı tedâvülden


kaldırıldı. Böylelikle piyasadaki toplam para 221.000 keseye kadar ge-
riledi. Ancak hemen ardından patlak veren Kırım Harbi sebebiyle top-
lam emisyon düşürülemediği gibi daha da arttırılacaktı.
smâniyye e cne iyye

1852 senesi Kânun-i evvel (Aralık) taksidi zamanı piyasadaki faizli pa-
ralar. (BOA. MAD-D 9033)

"İane-i
"Faizsiz
umumiye
"Kalan basmak "Kalan
Kupür Adet ile Muaccele
adet" için iptal adet"
iptal
edilen"
edilen"
sûl-i Mes û â -ı

5.000 6.000 3.320 2.680 305 2.375 11.875.000


1.000 62.406 16.969 45.437 2.642 42.795 42.795.000
500 60.000 11.061 48.939 2.525 46.414 23.207.000
250 90.000 3.288 86.712 2.662 84.050 21.012.500
100 120.940 785 120.155 450 119.705 11.970.500
339.346 35.423 303.923 8.584 295.339 110.860.000
Kese 314.000 80.000 234.000 12.280 221.720

120
l-ı Sâni

fâizli Evrâk-ı Nakdiyye ihrâk kılınmış olduğu misillü, yine bu üslup teşrîfât ile sene-i merkûme
Zi’l-hiccesinin sekizinci çarşamba günü dahî ikinci defʻa olarak 47.000 keselik kâime, mey-
dân-ı mezkûrda ihrâk olunmuşdur.
[112] Altmış dokuz senesi Rebiü’l-âhirinde fâizsiz olarak mukaddemâ tabʻ olunmuş
olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin kesret-i tedâvülü cihetle fersûde olmasından ve eyâdi-i nâsda bulu-
nan evrâk-ı fersûdenin zâyiât ü telefâtının bilinmesi dahî lâzım gelmesinden dolayı, bunun için
Şubat gâyeti müddet tâʻyin olunup herkesin yedinde bulunan evrâk-ı fersûdenin müceddeden
tabʻ olunmuş olan Evrâk-ı Nakdiyye ile mübâdele etmesi iʻlân olunup bunun da fiiliyâtı icrâ
kılınmış idi.
Sâlifü’z-zikr iʻâne-i umûmiyye hemen kâmilen tahsil kılınmış idiyse de ol esnâda zuhûr
eden umûr-ı zârûre-i sâireye sarf olunduğundan, evrâk-ı mütedâvilenin kaldırılmasına muvaf-
fak olunamamış ve başka bir tedbîr ittihâzı tasavvur olunduğu sırada zikr-i âtî mukavelenâme
hem meskûkât-ı mağşûşenin refʻ u imhâsına ve hem de Kavaîm-i Nakdiyye'nin iptal ü itfâsına
“çâre-i münferîd” olmak üzere kabûl olunup bin iki yüz altmış dokuz senesi Recebi’nde teʻatî
edilmişdir ki, tafsîlâtına mübâşeret olunur.
Şöyle ki, envâ-i mehâzîr ü mazarratı müsellem olan on ve yirmi paralık ve beşlik ve
altılık gibi meskûkât-ı mağşûşeyi iki sene müddetde ortadan kaldırıp yerine Mecidiyye tedâ-
vül etdirmek ve fâizli olan Kavâim-i Nakdiyye'yi her kim götürür ise derhâl sikke-i hâlise ile

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


bedelini vererek tebdîl etmek ve vazʻ olunan onbeş sene müddet-i imtiyâz esnâsında mücer-
red te’mîn-i kazıyye-i ahz u iʻtâ ve tehvîn-i fiyât-ı erzâk ve eşyâ için mevzûʻ olan kambiyoyu8
bilâ-masraf tutmak ve müddet-i mezkûr inkızasında dahî Evrâk-ı Nakdiyye bi’l-külliye [113]
kaldırmak ve bu hizmetler mukabilinde müesseselere hazîne-i mâliyyeden bilâ-fâiz 60.000
kese sermâye verilmek hususları baʻzı kuyûd u şürût ile Bank-ı Osmânî nâmıyla Galata’da
teşkîl olunan bir şirkete havâle olunmuş ve işbu şirket dahî muʻamelata bed’ ü mübâşeret
eylemiş idiyse de ol esnâda dahî Kırım Muharebe-i meşhûresi zuhûra gelmesiyle, ihtiyâcât-ı
hazîne bir katʻ daha tezâyüd eylediğinden meskûkât-ı mağşûşe ve kavâim-i nakdiyyenin refʻ
u iptâli şöyle dursun, meydanda olan kavâimin emr-i tedâvülü yalnız İstanbul’a münhasır iken
ordu mevkiʻlerinde tedâvül etmek üzere de Ordu Kâimesi nâmıyla onar, yirmişer Guruşluk bir
hayli kavâimin daha tabʻ u temsîliyle oralara gönderilmesine mecbûriyet hâsıl olarak bunlar
da ol sûretle bi’t-temsîl ordular muhasebecilerine zimmet kaydıyla taraflarına gönderildiğin-
den ve bu sûret dahî kâimenin bir kat daha iʻtibârsızlığını dâʻi olduğundan köşe sarrafları kâi-
meyi yüzde otuzuna kadar noksanına bozmaya başlamış oldukları görülmesiyle, bu fenâlığın
önünü almak için Der-saʻadet ve Bilâd-ı Selâse’de kâin köşe sarraflarının içlerinden yirmi adet
dükkan tahsîs ve bunlara Hazîne-i Mâliyye’den haftadan haftaya münâsip mikdâr sermâye iʻtâ

8) Kambiyo Latince poliçe senedi makamında müstaʻmel olan Kambiyal lafzının cemʻi olup ol vakitler Galata’da
cârî idiyse de lisân-ı mâliye girmesi sâlifu’z-zikr mukâvelenâmenin tanzîminden sonradır.

121
Bâb-ı Evvel

Kaimenin arkasındaki
10 kuruşluk Ordu Kaimesi mühürde “ordu-yi hüma-
smâniyye e cne iyye

(1854) yunlara mahsus evrâk-ı


nakdiyye-i muteberedir”
yazmaktadır.
Kırım Harbi’nin başlamasıyla birlikte ordunun masrafları için çok bü-
yük paralara ihtiyaç duyulmaya başlandı. Savaş masraflarının karşıla-
nabilmesi en hızlı ve kolay çözüm yeniden kâğıt para basmaktı. Yeterli
sûl-i Mes û â -ı

gelmeyince eshamlar çıkarıldı ve Osmanlı Devleti, tarihinde ilk defa


dışarıdan borç almak mecburiyetine kaldı.

Bir kaç senedir halktan toplanan yardımlarla ortadan kaldırılmaya


çalışılan kâğıt paralar, çok kısa süre içinde yeniden çoğalıyordu. 1853
(1269) senesi ikinci taksit zamanında (Kânun-i evvel-Aralık) piyasada-
ki faizli kaimeler 264.000 kese iken 1854 senesinin hemen başında
344.000 keseye çıktı.

1854 senesi Haziran’ındaki durum (BOA. MAD-D 9033, ML-MSF-D


10522)

122
l-ı Sâni

"10
"Sene-i "Yeni-
"Toplam kuruşlar "Kalan
Kupür devriye den Muaccele
adet" için iptal adet"
Adet" basılan"
olunan"

5.000 1.900 3.000 4.900 100 4.800 24.000.000


1.000 59.593 20.000 79.593 5.000 74.593 74.593.000
500 66.021 10.000 76.021 9.000 67.021 33.510.500
250 74.770 20.000 94.770 94.770 23.692.500
100 112.040 50.000 162.040 162.040 16.204.000
314.324 103.000 417.324 14.100 403.224 172.000.000
Kese 264.000 100.000 364.000 20.000 344.000 344.000
Faizi 20.640

olunarak, yüz Guruşluk bir kağıt bozmağa gelen bir adama on Guruş nakid ve doksan Guruş
onluk ve yirmilik kâime verilmesi ve aradan çok zaman mürûr etmeksizin dahî mezkûr dük-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


kanların adedinin altmışa iblağ edilmesi tedâbiriyle ufak tefek ahz u iʻtâlar için muʻamelât-ı
halk baʻzı mertebe tehvîn u teʻmîn edilebilmiş ise de bu tedbîr dahî husûle-i maksada kâfî ola-
mamış idi.
Zirâ salifü’z-zikr mukâvelenâmenin teʻatisi zamanlarında, yaʻni altmış dokuz senesi
ibtidâlarında tedâvülde bulunan fâizli kâimenin mikdârı 264.000 ve fâizsiz kâimenin mikdârı
dahî 91.000 kese kişi, cemʻan meydanda olan [114] kâimenin mikdârı 350.000 keseden ibâret
iken, muharebe-i mezkûrenin ilcâ eylediği zârûretden nâşi gerek, Der-saʻadet için ve gerek
taşralardaki ordular için daha birçok kavâim çıkarıldığından işte bu haller kavâimin iʻtibârsız-
lığına an-be-an sebebiyyet vermekdeydi.
Kırım Muharebesi bin sekiz yüz elli altı sene-i milâdiyesi muahede-nâmesiyle mü-
beddel sulh u salâh olmuş ve taşralarda olan ordu kâimeleri ahâlinin vergilerine mahsûben
mal sandıklarına alınarak iptâl edilmiş ve bu sûret dahî Devlet-i Aliyye’nin iʻtibâr-ı mâlisinin
terakkisine medâr-ı küllî olduğundan, musalahadan iki sene sonra, yaʻni bin iki yüz yetmiş
dört senesi Şabanı’ndan neşr olunmuş olan bir kararnâmede Kavâim-i Nakdiyye'nin fiyât-ı
meskûkâta getirdiği inkılâbât ile muʻamelâta verdiği müşkülâtın def ü izâlesi kavâim-i mezkû-
reyi tedâvülden alıp onun yerine iʻrâd gibi alınıp satılır eshâm konulmasıyla ve bu eshâmın dahî
tezyîd-i iʻtibârı için fâiz ve re’su’l-mâlının altun olarak verilmesiyle hâsıl olacağına binâen, fâizli
ve fâizsiz tedâvül eden evrâk kâmilen kaldırılıp Eshâm-ı Cedîde nâmıyla mukâbili Mecîdiyye

123
Bâb-ı Evvel

HARP SONRASI DURUM

Kırım Harbi zaten iyi durumda olmayan Osmanlı Mâliyesi için tam
anlamıyla yıkım oldu. Savaş boyunca Ordu Kaimeleri ile birlikte kâğıt
para basımına devam edildi. Bu kâfi gelmeyince dört tertipte Eshâm-ı
Mümtâze adıyla iç borçlanma senetleri piyasaya verildi. 1858 sene-
sine gelindiğinde, emisyon hacmi 1.267.958 keseye çıkmıştı. Bunun
yanısıra, savaş nedeniyle başlayan ve sonraki yıllarda devam ederek
toplamda 16 defa yapılan dış borçlanma, ilerleyen 20 sene içinde dev-
leti iflasa sürükleyecekti.

1858 senesi başında durum: (BOA. ML-VRD-D 2951)

344.000 Evrak-ı Nakdiyye

200.000 Esham-ı Mümtaze yerine tedâvüle verilen Evrakı Nakdiyye


50.000 Bazı acil ihtiyaçlar için 1857 Eylül'den sonra verilenler
smâniyye e cne iyye

594.000 Toplam Evrak-ı Nakdiyye

150.000 4. Tertip Eshamı Mümtaze

352.708 Dersaadet için basılan faizsizler


171.250 Ordu için basılan faizsizler
523.958 Faizsiz Evrak-ı Nakdiyye toplamı
sûl-i Mes û â -ı

1.267.958 Toplam Emisyon

altunı olarak müceddeden bir nevʻ eshâm iʻtâ olunmak üzere fâizli olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin
sene-i merkûme Martı’ndan bedʻ ile üç mâh zarfında bu eshâm-ı cedîdeye tebdîli ve fâiz-
siz olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin dahî iki sene mürûru ile kaldırılması ve bundan evvel Eshâm-ı
Mümtâze nâmıyla çıkarılmış evrak dahî müddet-i muayyenesi olan üç sene hitâmında topla-
nılarak, kezâlik ânın yerine de Eshâm-ı Cedîde verilmesi ve teferruʻat-ı sâiresinin âna göre icrâ
kılınması hususları tensîb ü tasvîb olunarak icrâʻâtı için Tarakçılar içinde kâin Mıgırdıç Hânı

124
l-ı Sâni

derûnunda te’diye sandığı nâmıyla bir idârehâne


teşkiliyle, riyâsetine meskûkât-ı şahâne müdürü
müteveffâ Mihrâm Bey taʻyin olunduğu sırada,
şu makâsıd-ı mühimmenin husûlu [115] için dahî
biniki yüz yetmiş beş senesi Muharremi’nde ol
vakit Hâriciye Nâzırı bulunan merhûm Fuad Paşa
maʻrifetiyle Londra’da Dent Palmer şirketin-
den iʻtîbârî beş milyon lira İsterlinlik bir istikrâz
akd edilmiş. Bunun hâsıl-ı sâfisinden ne mikdâr
50 Kuruşluk Esham-ı Mümtâze kâime kaldırıldığı zîrdeki hesabda mücmelen
gösterilmiştir.

Kese Küsür

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Fâizli ve fâizsiz olarak çıkarılmış 1237958 160
olan Evrak-i Nakdiye'nin mikdarı
Gayr-ez Komisyon ve zarar istikrâz-ı mezkûrun 1097275 202
hâsılından bi'l-ibtâl ihrak olunan kâimenin mikdarı --------------- -----------------
tedâvülde kalmış olan kâimenin mikdarı 140682 458

Bâlâda verilen hesapdan anlaşılacağı üzere, ol vakitde tedâvül eden kavâimden gayr-ı ez
refʻ u iptâl tedâvülde kalan kavâimin mikdârı 140.682 kese 458 Guruşdan ibâret olduğu, yani
Guruş hesabıyla 60.341.458 Guruşluk kâimenin meydân-ı tedâvülde kaldığı nümâyân olur ise
de, yine bu esnâlarda icrâ edilen tetkîkatda tedâvülde kalan kavâimin mikdârı altmış küsür
milyon Guruşluk olmayıp seksen milyon Guruşlukdan ibâret olduğu tebyîn etdiğinden ve bu
mikdâr kavâimin meydanda kalması dahî yine mahzurdan gayr-ı hâlî bulunduğundan, işbu
bakiyyenin dahî refʻ u iptali için Der-saʻadet’de kâin eshâb-ı emlâkdan içlerinden bi’z-zât sa-
hipleri ikâmet eden bi’l-cümle buyût u dekâkîn ve mağaza ve sâirenin bir senelik değeri olan
kiralarının yüzde beşine akâr olarak âhara kiraya verilmiş olan dükkan ve mağaza ve büyût ve
sâirenin de bir senelik değeri bulunan kiralarının yüzde onuna ve erbâb-ı hiref ü ticâretden

125
Bâb-ı Evvel

PALMER İSTİKRAZI ve İANE-İ UMUMİYYE

Londra’dan alınan 5 milyon sterlinlik (5,53 milyon Osmanlı Lirası) borç


ile piyasada bulunan kaimelerin büyük kısmı tadavülden alınabilmiş-
ti. Ancak gelen para yaklaşık 160.000 keselik bir kısmına yetmemişti.
1276/1859 yılında alınan bir karar ile, aradaki farkın kapatılması için
İstanbul halkından iane/yardım alınması kararlaştırıldı. Buna göre, ti-
carethanelerden gelir ve kiralarına göre yardım toplanacak; bu yeterli
olmazsa uygulama meskenlere de kaydırılacaktı.

Yardımın en kısa zamanda toplanması için bir iane komisyonu kuruldu


ve emlak kaydı olan bölgelerden işe başlandı. Uygulamaya göre, mal
sahibinden yıllık tesbit edilen kira gelirinin yüzde beşi, tüccardan ise
yüzde onu kâğıt para olarak alınacaktı. Yapılan yardım karşılığında bir
senet düzenlenecek ve yardım yapana verilecekti. Ayrıca teslim alınan
kaimeler yardım yapanın gözü önünde tuğra ve mührü çıkarılarak iptal
edilecekti.
smâniyye e cne iyye

Bu belge bu kararın uygulamasında


kullanılan bir yardım makbuzudur:

(Sahibi derûnunda olan mülk sahi-


bi¬ne) Kavâim-i Nakdiyye’nin kaldı-
rılması için verilen iânenin cânib-i
hükümet¬den i'ta olunan makbuz
senedidir.
sûl-i Mes û â -ı

Tophane kolu, Defter 33, Numara 18.

Derûnunda sahib-i merkum icra-yı


(ticaret eder) Nikolaki'nin berber
dükkânı.

Ber muceb-i tahmin kira-yı senevisi


1.000 kuruş.

126
l-ı Sâni

50 Yüzde beş hesabıyla sahibi tarafından verilecek mülk iânesi.


100 Yüzde on hesabıyla sahibi tarafından verilecek ticaret iânesi.
150 Yalnız yüzelli kuruşdur.

İş bu makbuz senedinin tarihinden itibaren bâlâda muharrerü’l-mikdâr iâne


Kavâim-i Nakdiyye olarak dükkânda hazırlanıp ol-gün gelecek olan tahsil memu-
runa tamamen teslim olunacak ve mezkûr kavâim derhal, teslim edenlerin gözü
önünde zımba ile delinib mührü çıkarılarak iptal olunduktan sonra, bu senet tah-
sil memuru tarafından temhir olunarak iâneyi verenlerin yedinde kalacaktır. Fi
22 Şaban sene 1276.

Kâmilen tahsil olunmuşdur. Fi 15 Ramazan sene 1276.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

İâne-i Umûmiyye vasıtasıyla iptal edilen kaimelerden örnekler

127
Bâb-ı Evvel

dahî ikâmetgâhlarının bir senelik kirası ne mikdâr eder ise anların dahî kezâlik, bir senelik ki-
ralarının yüzde onuna müsâvî bir iʻane-i umûmiyye toplanılması [116] ve toplanılan kaime-
lerin dahî muʻtîlerin önünde gözleri önünde tahsiline me’mur olanlar taraflarından zımba-
lanması hususlarına karar verilmiş ve 60.000 kese tahmîn olunan işbu Der-Saʻadet ve Bilâd-ı
Selâse iʻânesinin 30.000 kesesi tahsîl olunup bir tarafdan küsûrünün tahsîliyle uğraşılmakda,
diğer tarafdan dahî işbu 60.000 kesenin üst tarafı olan mebaliğin müretteb olduğu mahaller-
den celbiyle mâ vazʻ lehine sarfına ihtimâm olunmakda ve şu teşebbüsât-ı cedîdenin tetim-
mâtından olmak üzere de meskûkât-ı sahîha ile nükûd-ı mağşûşe arasında olan farkın defʻi
için on sene müddet kambiyoyu tutmak, yaʻni İngiliz lirası 110 ve Mecîdiyye altunu 100 Guruş
itibârıyla Avrupa üzerine poliçe satmak üzere bir kumpanya ile akd edilen mukâvelenâmenin
iktitaf semerâtına hasr nazâr-ı dikkat edilmekde, ve’l-hâsıl iki yüz yetmiş altı senesi Martı ga-
yetine kadar kâffe-i Kavâim-i Nakdiyye'nin tedâvülden çekilmiş bulunduğuna itikâd olunmak-
da iken bu defʻa dahî Şam hâdisesi zuhûra gelmesiyle, sâlifü’z-zikr 160.000 keselik mebâliğin
karşılığı olan mebâliğ-i hâdise-i mezkûrenin refʻi yolunda sarf ü istihlâk olunmuş olduğundan,
kavâîm-i mevcûdenin bir sene müddet daha tedâvülde kalmasına karar verilmişdir.
Hâdise-i Şâmiyye bertaraf edildiğini müteakip Hazîne-i celîle-i Mâliyye evvelce başla-
mış olduğu teşebbüsâtın hem asâr-ı nafiʻasını göstermek ve hem de bu aralık tezyîd etmiş
olduğu duyûn-ı gayr-ı muntazamasını bir sûret-i tesvîyyeye rabt eylemek için Paris’de Mires
Kumpanyasından gâyet fâhiş bir fiyat ile miktâr-ı vâfî akça istikrâzına mübâşeret edip bu dahî
smâniyye e cne iyye

kuvve-i karîbeye gelmiş ve hatta bu istikrâzın bir mikdâr-ı cüz’isi dahî Der-Saʻadet’e vürûd
etmiş olduğu halde miktar-ı küllîsinin istihsâli netice-pezîr olmadığından, hazîne-i merkûme
bu defʻa dahî nâil-i merâm olamamışdır.

ŞAM OLAYLARI VE BÖLGEYE ÖZEL KAİME BASILMASI

1860 senesinde Şam, Beyrut ve etrafında yaşanan olaylarda, bölge-


sûl-i Mes û â -ı

de yaşayan Müslümanlar (Dürziler) ile Katolik Hristiyanlar (Maruniler)


arasında bir iç savaş patlak vermiş ve sonucunda Hristiyanların mal
ve mülkleri yağmalanmıştı. Hristiyan topluluğa karşı yapılan bu zulüm
karşısında Bab-ı Ali çok sert müdahalede bulunmuş, ama sorunun
uluslararası bir boyut kazanmasına mani olamamıştı.

İstanbul Hükümeti’nin olayları bastırmasını takiben, büyük ziyan gö-


ren Marunilerin zararlarının tazmin edilerek, yakılıp yıkılan mülklerin
yeniden imarı amacıyla kullanılmak üzere, Dürziler’e yeni vergiler sa-
lındı. Ancak, toplanması hesaplanan vergiler uzun zamanda toplana-
biliyor ve hasarların kapatılması için yeterli olamıyordu. Bu sepepten,

128
l-ı Sâni

zarar görenlere verilecek tazminat karşılığı, Sayda Eyaleti güm-


rük gelirleri teminatıyla, %6 faizli ve nakit olarak kullanılabile-
cek kaimeler üretilip piyasaya sürüldü.

“Tazminat Sergisi”, “Kavâim-i Tazminiyye-i Muvakkate” gibi


isimlerle geçen bu emisyonu özel kılan, adından da anlaşıla-
cağı üzere, özel olarak tazminat karşılığı tedâvüle verilmesi ve
sadece Şam Bölgesinde geçerli olmasıydı. (Güçlü KAYRAL., Os-
manlı Döneminde Yeni Bir Kâğıt Para Emisyonu, TND Bülten
No 43, Syf. 53)

79 senesi Teşrin-i evvel başında 150.000 kese (Nisan ve Teşrin-i


evvel) ve 79 senesi Kânun-i sânisinde 50.000 kese (Temmuz ve
Kânun-i sani taksit ödemeli) olarak toplamda 200.000 keselik
kaime tedâvüle verildi. Kaimelerin dağıtımının, toplanmasının
ve taksit ödemelerinin yönetimini Osmanlı Bankası Beyrut Şu-
besi yapacak, % 1 komisyon alacaktı.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


1863 Ekim ayından itibaren tedâvüle verilen sadece Şam Böl-
gesi’nde geçerli “TAZMİNAT SERGİSİ” isimli evrakı nakdiyeler
(BOA. MAD-D 9812)

Mec. Altın Adet Toplam Kese

20 25.000 500.000 100.000

10 25.000 250.000 50.000

5 50.000 250.000 50.000

100.000 1.000.000 200.000

129
Bâb-ı Evvel

[117] Bu kadar ikdâm ü ihtimâm üzerine Devlet-i Aliyye artık kâimenin küllîyen refʻ ü
imhâsını mahal görerek ol vakte kadar Der-Saʻadet’e mahsûs olan şu fenâlığın Memâlik-i
Mahrûse’ye taʻmîm ile mazarrâtının tahfîfini münâsip mutâlaʻa eylemiş ve gümrüklere Cidde
ve Yemen eyâletlerinden maʻdâ, Memâlik-i Mahrûse’nin her tarafında tedâvül eylemek ve
bi’l-cümle hazâin ve mal sandıklarına kabûl olunmak üzere 2.500.000 keselik fâizsiz numerolı
Evrâk-ı Nakdiyye çıkarılmasına ve bunun 500.000 keseliği Avrupa üzerine kambiyoyu tutmak
için nukûd-ı hâlise olarak vazʻ olunacak 750.000 kese sermayeden 500.000 kesesini tedârikine
ve 2000.000 keseliği meydânda bulunan Evrâk-ı Nakdiyye’nin kaldrılmasıyla berâber küsûru-
nun yetmiş altı senesinden ve sinîn-i sâbıkadan bâki düyûn-ı maʻlumenin idâre sûretiyle tas-
viyesine mahsus olarak iki yüz yetmiş sekiz senesi Martı gâyetinde tedâvüle vazʻ edilmesine
ve mezkûr 2.500.000 keseden başka tesviye-yi turûk ve sâire gibi ıslahât-ı mülkiyeye sarf
olunmak üzere beş sene zarfında dahî senevî kırk bin keselik kavâim çıkarılmasına ve fesh
olunan mezkûr Mirs istikrâzına karşılık gösterilmiş olan mebâliğin, senevî 150.000 kesesiyle
orman ve maʻadîn vâridâtının işbu kavâim-i cedîdenin tedrîc ile te’diyesine bi’t-tahsîs cümle-
sinin bir komisyon-ı mahsûs maʻrifetiyle on sekiz sene zarfında kâmilen mahv u ilga kılınma-
sına karar verilerek ol bâbda tanzîm olunan ve bir sûret-i zeyl-i kitapta (3) rakamıyla gösteri-
len nizâmnâme sûreti iki yüz yetmiş yedi senesi Ramazan-ı evâhirinde evrâk-ı havâdis ile iʻlân
olunmuşdur ki, işbu nizâmnâmenin iʻlânı zamanlarında kâime akça ile bir yüzlük altunun 160
ve bir Mecidîyye’nin fiyatı 32 Guruş raddelerindeydi.
smâniyye e cne iyye

Kavâîm-i Nakdiyye'nin Memâlik-i mahrûse’ye taʻmimine ol vech ile karar verildikden sonra
nizâmnâmesi mûcibince Der-saʻadet’de Avrupa üzerine kambiyoyu tutmak [118] için lazım
gelen sermâye-i nakdiyyeye mahsûben mevcûd olan kalıplar ile derhâl yüzlük, ellilik, yirmilik
olarak 300.000 keselik Evrâk-ı Nakdiyye tertîb ü tabʻ ve yetmiş sekiz senesi Martı gayesinde
nakd hükmünde tedâvüle çıkmağa selâhiyyeti olacağı zahrlarına başkaca tabʻ ile izâh olunup
bunlar ol vakte kadar yanlarında hıfz olunmak ve ondan sonra tedâvüle çıkararak istedikleri
mahallere sarf edebilmek üzere iş bu 300.000 keselik Evrâk-ı Nakdiyye Memâlik-i Mahrûse
sûl-i Mes û â -ı

ahâlisine tevzîʻ ü iʻtâ ile bedeli altun ve gümüş nükûd-ı hâlise olarak bir sene için halkdan is-
tikrâz olunmak ve fakat nükûd-ı hâlise tedârikinde külfet vâkiʻ olur ise herkesin vereceği ak-
çanın bir rubʻu beşlik ve altılık olması dahî mücâz olmak şartıyla tahiyye edilmiş olan Evrâk-ı
Nakdiyye denk denk bağlanıp bâ-muharrerât taşralara gönderildiği sırada gelecek olan nükûd
için vâridât muhasebesinde başkaca bir defter tutulmakla beraber Bâb-ı Hümâyûn dâhilinde
kâin olup kapı arası nâmıyla maʻrûf olan mahzen dahî bunların hıfzına tahsîs edilmiş ve bir ta-
rafdan gelmeye başlayan nükûd, orada hıfz olunmağa başlamış idi.
Lâkin Evrâk-ı Nakdiyye’nin Der-saʻadet’de emr-i ticâret ve muʻamelâtça meşhûd olan şu
teʻsîrâtı meydanda olduğu cihetle, ekser-i vilâyet ahâlisi şu tedbîrin der-kâr olan vehâmet-i
akıbetini hissederek hisselerine isâbet eden nükûdu bilâ-bedel Hazîne-i celîleye terk u teber-
rû etmek üzere Evrâk-ı Nakdiyye’nin memleketlerinde tedâvüle konulmamasını bâ-arzuhal
istirhâm edilirse de karîn-i semʻ-i kabûl olmadığından taşralardan gelen nükûd, bir tarafdan

130
l-ı Sâni

mahzen-i mezkurede birikdirilip durur ve Der-saʻadet’de dahî Mart ibtidâsında tedâvüle vazʻ
olunacak numerolu kavâim-i cedîde tabʻ u temsîl oluncaya kadar Mâliyye Hazînesi’nin ihtiya-
cât-ı mühimme ve âcilesini mehmâ-emken idâre edebilmesi için yine tedâvülü Der-Aliyye’ye
[119] münhasır olarak taşralara tecâvüz etmemek üzere muvakkaten mevcûd kalıplar ile
ayda altmışar bin keselik kavâim çıkarmaya devâm olunur idi.
Kavâîmin şu yolda teksîrine devâm olunmasından dolayı iʻtibârına daha ziyâde halel gel-
mesiyle, altunun fiyatı tezâyüd edip 225 Guruşa fırlamış ve hatta bin iki yüz yetmiş sekiz
senesi Cemâziye’l-âhiresinin onuncu Perşembe günü sabahleyin bağteten 350 Guruşa kadar
alınıp verilmiş olmağla, bunun üzerine ol gün erbâb-ı ahz u aʻtâya bir emniyetsizlik gelerek,
der-akâb dükkân ve mağazalarını kapatdıklarından, bu keyfiyyet cümleye bâʻis-i endişe ve ız-
dırap olmuş ve fakat bu misillü bir buhrân-ı azîmin alâ hâlihi terki cümle hakkında ne derece
mûcib-i vehâmet olacağı der-kâr olduğundan, derhâl şu fenâlığın ikâʻından müstefîd olan
sarrafânın merkezi bulunan Hoyar Hân’ı ve akça muâmelâtına mahsûs olan diğer mahall ü
dekâkîn taraf-ı hükümetden kapatdırılmak ve zehâir ve erzâk dükkânları bi’l-akîs açdırılmak
gibi tedâbîr-i serî'a ittihâzına mübâderet olunmasıyla, gâileye vakʻanın bi’s-suhûle endifâʻı
müyesser olmuşdur.
Şu tedbîr-i müyesser üzerine halka baʻzı mertebe muʻcîb-i te’mîn olmak için Hazîne-i celîle
tarafından iki ay kadar 160 Guruş fiyat ile mahall-i müteʻaddidede getirenlerin ism ü şöhreti
tahrîr ve ticâret garazıyla bozdurmak istediği nevʻama tahkîk olundukdan sonra her şahıs ye-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


diyle nihâyet üç altunluk kâime tebdîl etdirilmiş ve fakat bu esnâda yine Mecîdiyye altunu
200 ve 220 Guruş beyninde tedâvül etdiğine ve ol vechile kâime tebdîl edenler ötede gidip
kırk elli Guruş ziyâdesine sattıklarına mebni, bir takım adamların bu sûretle temettuʻlarından
ve tebdîl olunan mahallerde galebelik zuhûrundan başka bir semere görülememişdir.
Me’muriyyet-i mühimme-i mahsûse ile Şam’da bulunduğu halde uhdesine mesned-i sa-
dâret-i uzmâ tevcîh buyrulmuş olan merhûm-ı müşârunileyh Fuad Paşa Der-Saʻadet’e [120]
avdetlerinde, Evrâk-ı Nakdiyye’nin buraca müntec olduğu müşkülâta ve bir tarafdan dahî taş-
ralarca ilga eylediği havf u ızdıraba kesb-i ittilâ ile Der-saʻadet’de kavâimin iâde-i iʻtibârı dere-
ce-i istihalede olduğunu ve taşralarca eğerçi mahall-i mukteziyyede mümeyyizler ikʻâdı mü-
semmem ise de sahîhinin sahtesinden fark u temyizi, mûcib-i envâʻ-ı suʻubet olacağı şöyle
dursun, birkaç sene mürûrunda umûmen Memâlik-i mahrûse Der-saʻadet’in bulunduğu hâle
dûçar olacağı ve ol vakit refʻ u izâlesi biʻt-tabʻ daha ziyâde kesb-i suʻubet edeceği mütâlaʻasıy-
la bir hâl-i teşvişde bulunan umûr-ı mâliyye-i saltanat-ı seniyyenin bir sûret-i âhiri ile hüsn-i
tesviyesi lâbut olduğunu fehm u izʻan eylemesiyle, bilâ-ifâte-i evkat tedâbîr-i âtiyyeye mürâ-
caʻat eylemiştdir. Şu vechile ki:

Vilâyâtda Kavaîm-i Nakdiyye'nin tedâvülünden sarf-ı nazar ile mukaddem gönderilip be-
delât-ı lâzımesi hemen kâmilen Hazîne-i celîleye vürûd etmiş olan mâru’l-beyân 300.000 ke-

131
Bâb-ı Evvel

selik Evrâk-ı Nakdiyye’nin bir sûret-i münâsib ile çekilmesini ve artık her ne fedâkârlığı mûcib
olur ise olsun Evrâk-ı Nakdiyye’nin Der-saʻadet’den dahî kâmilen mahfını tasavvûr ederek
gerek bunun icrâsı ve gerek duyûn-ı gayr-ı muntazamanın tesvîyesi zımmında Avrupa’dan
yüzde 32 noksanına olmak ve senevî yüzde 6 fâiz verilmek üzere 6.000.000 İngiliz Lirası is-
tikrâz olunarak bunun hâsılât-ı sâfiyesi ile tedâvülden alınacak kâimenin yüzde 40’ı nakîd ve
yüzde 60’ı eshâm-ı cedîde ile Temmuz ve Ağustos ayları tarafından kâmilen tebdîlini münâsip
görmüş ve istihsâl etdiği irâde-i seniyye üzerine keyfiyyeti Mayıs içinde cümleye iʻlân etdir-
mişdir.

İşbu iʻlânnâme ile ona merbût olan nizâm-nâme şâyân-ı mutalaʻa asâr-ı mâliyyeden
olduğundan bir nüshası zeyl-i kitapta (4) rakamıyla gösterilmiştir.

İşbu emr-i mühim ber-mûcib-i iʻlân kemâl-i ikdâm ve intizâm ile tasviye kılınmış [121] ve
bu husûs için Tebdîl-i Kavâim İdâresi unvanıyla teşkîl olunan idârenin sûret-i muʻamelât ü ic-
raʻâtı şâyân-ı ıttılâʻ mevaddan bulunmuş olduğundan, ber-vech-i âti tafsîlen beyânına ibtidâr
olunur:

İşbu komisyon el-yevm Evkaf-ı Hümâyûn dâiresinin bulunduğu mahallin altundaki


dükkanların derûnunda ikâme olunup maslahata gable’ş-şürûʻ ittihâz olunacak usûl Haziran’ın
yirmi sekizinci ve yirmi dokuzuncu günlerinde bi’l-fiʻil tecrübe olunarak yolunda cereyân ede-
smâniyye e cne iyye

ceği sâbit oldukdan ve halkın komisyonuna karşı ne türlü hareketde bulunacakları ve bilâ-
kesîr tanzîm olunan cedvelleri ne vech ile imlâ eyleyecekleri ve yedlerindeki kâimeleri ne
zaman ve ne sûretle komiyon dâiresine getirip mukâbilinde ne türlü sened alacakları husus-
ları dahî başkaca iʻlân eyledikden sonra şehr-i Temmuz’un ibtidâsı Pazartesi günü resmen
küşâd olunmuş ve müddet-i muayyenesi mürûrunda gayr-ı ez taʻtilât kırk dokuz gün işlemiş
olduğu halde Ağustos’un gâyeti olan Cumartesi günü saat dokuzda kapatılmışdır.
sûl-i Mes û â -ı

Komisyonun devâm etdiği kırk dokuz gün zarfında eyâdi-i nasdan ahz edip zımbalayarak
iptâl eylemiş olduğu eski ve yeni kavâimin envâʻıyla bedelât ve makadîri şu yekûnu teşkîl ey-
lemiş idi:

Tedâvülden alınan kavâîmin envâʻı ile eski ve yenilerinin yekûnu

Mikdarı Yekün Yenilerin Eskilerin


Envaʻ-ı Adet Guruş Guruş Guruş
100 lük 3142436 314243600 314243600 --------------
50’lik 4812134 240609700 230609700 --------------
20’lik 18865318 377306360 214824560 162481800
10’luk 6664106 66641060 42249750 24391310
00 35483994 998800720 911927610 186873110
132
l-ı Sâni

[122] Kavâîm-i mezkûre bedeline mukâbil verilen eshâm-ı cedîde ile nükûdun envâʻ u
ecnâsı:
Bedelin envaʻ-ı Bedeli
Eshâm-i cedide 599293000
Yirmilik Mecidiyye 83613641
Osmanlı altunuyla İngiliz ve Fransız lirası 303173642
Londra ve Paris üzerlerine keşîde olunan poliçeler bedeli 12720437
----------------------
998800720
İdare kapatıldıkdan sonra zuhur edip mukabiline 1199280
Esham-ı Cedide Verilmiş olan kavâim
----------------------
1.000.000.000

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Tedbîr-i mezbûr semerâtıyla tedâvülden alınmış olan Kavâîm-i Nakdiyye'nin adedi ber-ve-
ch-i bâlâ otuz beş milyondan ziyâde olup takrîben 1300 adedi bir kıyye itibâriyle 21.137 kıyye
etdiğinden, bunlar 49 güne taksîm olundukda, birbiri üzerine yevmiye 452 okkalık 724.163
aded evrak alınıp muayyene ve taʻdât ve zımbalandıkdan sonra bedeli ashâbına iʻtâ kılınmış
demek olur.
Halk ile olan muʻamelâtın hesâbâtı ferdâya bırakılmayıp günü gününe görülmüş olmasıy-
la, Eylül’ün üçüncü günü muʻamelât-ı vakʻa muhasebe defteri hazırlanmış olduğundan, idâre
komisyonu tarafından temhîr ü imza olunmuş ve işbu mühim iş dahî yalnız iki sandık emini
ile dört kâtib maʻrifetiyle icrâ edilmişdir. Kavâîmin bi’t-taʻdâd ahz u kabzını kırk vezne taʻyîn
olunup her birinden aklâm-ı mâliyyeden mebʻus bir kâtip ve bir muʻadded ile bir muʻameleci
ve her iki vezne için dahî üç nefer zımbacı taʻyîn ve işbu kâime veznelerinden başka küllîyet-
li kavâim tebdîl edecek olanlar için dahî büyük odalar tahsis olunup bunlarda dahî kırkdan
mütecâvîz muʻayeneci ve taʻdadcı ve zımbacı [123] ve üç dört kâtib bulundurulur ve iş bu vez-
neler başka başka hesaplarını verip muhasebe odasından ve kavâîm mahzeninde hesaplar
ayrı ayrı rû’yet olunur idi.
Me’mûrînin cümlesi tâtil günlerinden maʻdâ her gün sabahleyin gurubî saat onikiden
Dârü’l-fünûn’da işleri başlarında bulunur ve sabah ve akşam hesapları kayıtları icrâ olunur ve
her günün muʻamelâtını hülâsası ertesi gün evrâk-ı havâdîs ile halka iʻlan kılınır idi.

133
Bâb-ı Evvel

Dâire-i mezkûre halk için saat birden dokuza kadar açık tutulup yalnız öğle vakti bir saat
ıstırahat olunur ve saat dokuzdan sonra kâime vezneleri almış oldukları kavâîmi cedvel-i mah-
sûsî ile beraber kavâim mahzenine götürüp orada Darbhâne tarafından taʻyîn olunmuş olan
me’murlar maʻrifetiyle tekrar muʻayene ve taʻdâd olunarak ahz u kabz edilir ve noksan ve kalb
kâime zuhûr eder ise, getiren vezneye tazmîn etdirilir ve mezkûr kavâim veznelerinde kavâi-
min bedeli verilmek için yedi bâb teʻdiye veznesi bulundurulup bunların dahî her birinde birisi
nakid, diğeri eshâm iʻtâsına mahsûs iki me’mûr ile bir mukayyid var idi ve kâime veznelerin-
den gelen bonoların muhteviyâtı cedveller ile tatbîk olundukdan sonra bedelleri iʻtâ kılınır idi.
Sarf olunan nukûdun bir rubʻu ve baʻzı günler bi’l-icâb daha ziyâdesi gümüş Mecidiyye
ve üç rubʻu altun olarak verilir ve işbu ondört veznedâr dahî hergün akşam üstü sâlifü’z-zikr
sandık emîniyle ve bunlarda muhasebe-i umûmiye müdürü ile hesaplarını rû’yet ederek ol
günün kaydı kapatılır idi.
İşte ol vechile her akşam kâime veznelerinden koçanlı bono defterleri ve kavâîm
mahzeninden dahî veznelerden oraya vürûd eden kavâimi cins [124] ü mikdârını mübeyyîn
müfredât defteri ve sandık emîni tarafından dahî evvel gün kâime veznelerinden teʻdiye vez-
nelerine vürûd eden bonoların bedeli olarak halka verilmiş olan nükûd ü eshâmın cins ü mik-
dârını müşʻir sened muhasebe odasına iʻtâ olunup bu üç defterin yek-diğerine tatbîkiyle ne
mikdâr kâime alınmış ve ne kadar akça ve sehm verilmiş olduğu derhâl anlaşılır idi. İşbu def-
terde yalnız bir iki defʻa ʻadem-i mutâbakât meşhûd olmuş ise de bunun neden neş’et eyle-
smâniyye e cne iyye

diği yine gününde taharrî ve tedkîk olunarak sehv rakamdan ileri geldiği tebyîn eylemişdir.
Teʻdiye veznelerinde bir mikdâr-ı cüz’î ziyâde akça vermek gibi baʻzı sehvler vukuʻa gelmiş
ise de bu mâkûle hasarât sebep olanlara tazmîn etdirilmiş ve bir defʻa veznenin biri nakid ve
eshâm olarak 90.000 Guruş ziyâde vermiş olduğundan, der-akab ol vezne kapatdırılıp meb-
lağ-ı mezkûr veznedârlardan tahsîl olunmak üzere mensûp oldukları Mâliyye Nezâreti’ne
gönderilmişlerdir.
sûl-i Mes û â -ı

Kavâîm defʻayı sâniye olmak üzere mahzende hîn-i taʻdâdında 60.000 Guruşluk kadar
noksan zuhûr edip lede’t-taharrî sirkat olunduğu anlaşılarak der-akab zâhire ihrâç olunmuş
ve buna cürʻet edenler ahz u teʻdib kılınmışdır.
Bir komisyon maʻrifetiyle idâre olunmuş olan işbu tebdîl-i kavâîm idâresinin aʻzâsı zîrde
muharrirü’l-esâmî zevâtdan mürekkeb idi:
Reis Sadr-i esbak Edhem Paşa
Aʻza Muahharan cebel-i Lübnan mutasarrıfi olan Franko Efendi
Muahharan telgraf nâzırı olan Ağatun Efendi
Bank-i Osmânî direktorü Kilirnson
Mösyö Ğuvadacino

134
l-ı Sâni

[125] Hâzine ve kavâîm mahzeninin gece ve gündüz muhafazası ve nizâm ü intizâmın vi-
kayesi zımnında asâkîr-i şahâneden bir kolağası ve bir yüzbaşı ve bir mülâzım ile yüz nefer
asâkir ve asâkîr-i zabtiyyeden bir yüzbaşı ve bir mülâzım ile yirmi nefer komisyon maʻiyyetine
verilmiş idi.
İşbu tebdîl-i kavâîm komisyonunun hîn-i icraatında taraf-ı saltanat-ı seniyyeden her türlü
teshilât-ı lâzımenin ifâsında tecvîz-i kusur bulmadığı misillü bir tarafdan dahî müdâhele vukuʻ
bulmadığı cihetle şu emr-i mühimmin az bir zaman içinde hüsn-i tesviyesi müyesser olmuşdur.
Komisyon kapatıldıkdan sonra getirilecek kavâîm için yalnız eshâm verilmek üzere altı
mâh müddet taʻyîn olunarak iʻlân kılınmış ise de eyâdî-i nâsda mikdâr-ı cüz’î kâîme kalmış
olmasına nazaran mehl-i mezkûrun ol kadar müddet-i temdîdine lüzûm olmamasına mebnî
müddet-i muʻayyene bir mâh tenzîl kılınmış ve şu müddet-i âhire zarfında zuhûr eden iki
milyon Guruşluk kâime Darbhâne maʻrifetiyle ol vechile eshâm ile tebdîl kılınmışdır.
Komisyon-ı mezkûr açık bulunduğu esnâda mühürsüz olarak halk yedinde haylice kavâîm
daha zuhûr eylemiş olduğundan bu makûlelerin ileride icâbına bakılacağı işâʻe edilmiştir.
Kavâîm-i Nakdiyye'nin bidâyet-i ihdâsı olan bin iki yüz elli altı senesinden bin ikiyüz yetmiş
dokuz sene-i hicrîyyesi evâsıtına kadar muʻamelâta iʻrâd etdiği mazarrâtın küllîsinin İstanbul
halkı yirmi sene mütemâdiyen çekmiş iken böyle bir az zaman zarfında külliyen mahv u iptâl
olması maddesi halkın yüzlerini güldürmüş olduğundan, Der-saʻadet ve Bilâd-ı sâirede kâin

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


mahallâtdan ve devâir-i devletden takım takım mahzarlar tertîbiyle atabe-i şâhâneye arz-ı
tahmîdât ve teşekkürât edilmiş olduğu misillü, Mâliyye Hazînesi’nden dahî şehr-i Eylül’ün ib-
tidâsı olan [126] Cumartesi gününden iʻtibâren hazîne-i celîle ile devâîr-i sâîre kâffe-i muʻa-
melâtını nakd ile icrâ edeceği ve Devlet-i Aliyye’nin kânûnen tedâvülü meşrûʻ olan meskû-
katı yüzlük altun ve yirmilik Mecidiyye ve altılık ve beşlik ve bunların cüz’lerinden ibâret olup
bundan başka kusûr-ı vâsıta-i muʻamelât-ı dâhiliyye olan meskûkât, meskûkât-ı meşrûʻadan
add olunmayacağı lâzım gelenlere iʻlân ü işâʻe edildiği sırada Şehremâneti dahî bi’l-cümle
esnâf kethüdâlarını emânet meclisine celb ü dâvet ile her nevʻ erzâk ü eşyanın fiyatlarını
nükûd-ı mâʻdeniye üzerine takdîr ü taʻyîn eyleyerek halka iʻlân edilmiş ve bunun üzerine ev-
velce taşralara gönderilmiş olan 300.000 keselik evrâkın artık hükmü kalmadığından, bunları
ashâbı hâzîne-i celîleye terk u tebberû eylemişdir.
Her ne hâl ise, iki ay zarfından gâyet suhûletle kaldırılmış olan iki milyon keselik kâime-
nin ol vaktin hesâbınca İstanbul’da mevcûd farz olunan 800.000 nüfusa taksiminde, beher
nüfûsa dokuz aded yüzlük kâime düşeceği der-kâr olduğundan, bu hesâb İstanbul ahâlisini
gâyetle zengin olduğuna delîl add olunabilir ise de hâkikât-ı madde böyle olmayıp belki me-
bâliğ-i mezbûrenin yüzde doksanı evvelce hazîne-i celîleye devredilmiş olan yüzde bin ve
belki iki üç bin fazlalı bir takım efhaş duyûnâtın sâhipleri yedine geçdiği ve bunlara fâizsiz
olan alacaklarının yüzde 40’ını nakid ve yüzde 60’ını eshâm-ı cedîde ile istihsâl eyledikleri

135
Bâb-ı Evvel

şüpheden vârestedir. Kavâîmin şu sûretle kaldırılmış olduğunu nâtık ol zamanın üdebâsından


olduğu halde İstanbul’a gelmiş olan Hasırcı-zâde Hafız Mehmed Ağa’nın söylemiş olduğu tâ-
rih-i rengin şâyeste-i mütâlaʻa olduğundan, târih beyti buraya nakl olundu:

Mülke târihimle tebşîr eylerim


Ortalıkdan kalkdı nâm-ı kâîme

KÂĞIT PARALARIN TEDÂVÜLDEN KALDIRILMASI

Tebdil-i Kavâim Komisyonunun son çalışma günü bitimindeki durum


aşağıdaki şekilde olmuştur.

10 Ekim 1863 (BOA. I-MVL 476/21573)

4.214 kese Birebir eshamla tebdil


smâniyye e cne iyye

%40 nakid, %60 eshamla


1.997.601 kese
tebdil
Son anda hazineye
3.300 kese
getirilip rehin tutulan
2.005.115 Yekün
Mâliye defterlerine
2.000.325
sûl-i Mes û â -ı

göre olması gereken


-4.790 fazla çıkan

[127] Anîfen beyân olunduğu üzere kavâîmin ortadan kalkmasıyla muʻamelât-ı dâdü-si-
ted yoluna girmiş idiyse de altun ile gümüş ve metelik beynlerinde olan fark ve tefâvüd büs-
bütün izâle edilemeyip kalmış idi ki, bunun birinci sebebi kambiyoyu tutacak olan şirketin
mukavelenâmesi bi’t-tabʻ münfesih olmasından, ikincisi resm-i gümrüğe mukâbîl alınacak ak-
çanın sikke-i hâlîseye hasr u kasrından, üçüncüsü Darbhâne’ye getirilen sim avânî ile sikke-
lerin meskûkâta tahvîline devam olunmasından, dördüncüsü vaktiyle bir nisbet-i meçhûle
üzerine çıkarılmış olan meskûkât-ı nuhâsiyenin beyne’n-nas sûret-i ahz u kabulünce bir had

136
l-ı Sâni

taʻyîn olunmamış bulunmasından neş’et eder idi ve bununla beraber meskûkât-ı mağşûşe
eğer ortadan kaldırılacak olur ise kullanılacak sikkenin mikdârı azalacağından, bunun imhâ-
sından ise itibârı vikâye edilse daha aʻlâ olur fikirleri ber-devâm idi ve eğerçi bin iki yüz seksen
üç senesinden bin iki yüz seksen dokuz sene-i mâliyyesine kadar olan seneler bütçelerine
meskûkât-ı mağşûşenin zararına karşılık olarak senevî otuzar kırkar bin liralık bir meblağın
vazʻıyla bundan elde edilen metelikler kal ü izâbe olunarak ortadan refʻine müdâvemet olun-
duysa da sene-i merkûmeden sonra bu tedbîre müdâvemet şöyle dursun, Hersek ve Sırbistan
hâdisâtının zuhûru ve bi’l-ahare de Rusya muharebe-i maʻlûmesinin vukuʻı ve hazîne-i celîle-
nin yeni başdan muzâyaka-yı şedîdeye düşmesine sebep ve bu madde dahî yeniden Kavâîm-i
Nakdiyye ihrâcına sebep olmuş ve teşekkür olunur ki, bu hâl eskisi kadar sürmediğinden tez
bir zamanda unutulmuşdur ki, tafsîline ibtidâr olunur.
Bin iki yüz doksan iki sene-i mâliyyesi Ağustosu’nun ibtidâsına değin Memâlik-i Mahrûse-i
Şâhâne’de kıymet-i hakîkiyye ve mevzûʻiyyesi ile tedâvül eden meskûkâtın cümlesi altun ve
gümüş ve metelik ve bakır gibi sâmitâtdan ibâret [128] bulunmuş iken gavâîl-i mevcûde-
ye mülkiyyenin dâvet etdiği tedârikât-ı harbiyye ve onun mûcib olduğu mesârifât-ı külliyeyi
tehvîn etmek için bi’l-istizân müteʻallik buyurulan irâde-i seniyye-i hazret-i mülûkâne mûci-
bince 100’lük, 50’lik, 20’lik, 10’luk, 5’lik olarak 300.000.000 Guruşluk, yani 600.000 keselik
kâime ihrâcı ile şimdilik kâfî addolunan 200.000.000 Guruşluk Bank-ı Osmanî’nin kontrolu tah-
tında neşr olunması ve mukaddemâ mutedâvil olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin yalnız Der-saʻadet’e

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ihtisâsından iʻtibâr ve kıymetince ve muʻamelât-ı devlet ve memleketçe mazarrat-ı adîde gö-
rülmesine mebnî bu kerre neşr olunacakların Hicaz ve Yemen ve Trablusgarb vilâyetlerinden
ve gümrükler ile telgrafhâne ve karantinahânelerden ve fenâr ve şamandıra gibi idârelerden
maʻdâ Memâlik-i Mahrûse’nin herbirinde mal sandıklarından beşlik ve metelikler akça gibi
kabul edilmesi ve çıkarılacak işbu kavâimin zuhûrunda Mâliyye Nezâreti’nin mührü ile Bank-ı
Osmânî’nin “kaydolundu” ibaresini hâvî mührün ve bankın işbu mührü derûnunda dahî kâi-
meleri takım numerosuyla ona mahsûs müteselsil numerolar bulundurulması ve bunların
bi’l-ahare tedâvülden ahzı için dahî dâhil-i büdçe olmayan bazı vâridâtın karşılık tahsîsiyle
eski kalıplar üzerine elvân-ı muhtelifede olarak tabʻ u temsîl kılınması husûslarına karar ve-
rilerek birer sûreti zeyl-i kitapda (5) rakamıyla gösterildiği üzere ol bâbda sekiz bendi şâmil
kaleme alınan nizâmnâme lâyihâsı kavâîm-i mezkûrenin envâʻ ü elvânıyla alâmâtını nâtık
iʻlânnâme ile 28 Receb sene 93 ve 7 Ağustos sene 92 tarihinde iʻlân olunmuş ve müteʻakiben
dahî mezkûr kâimeler tedâvüle vazʻ edilmiş ve şu tertîb üzere çıkarılan kaimeler ilk günlerinde
beşlik ve metelik fiyatında ahz u kabûl olunmağa başlamış ise de evvelki çıkarılan mikdâr
muzâyakâ-yı hazînenin defʻine medâr olmadığından, yine mezkûr bankın kontrolu tahtında az
bir zamanda birbiri ardı sıra 1.300.000.000 Guruşluk, 3.200.000 keselik daha kâime çıkarılıp
kâimenin mikdâr-ı mecmûʻu 1.600.000.000 Guruşluk, [129] yaʻni 3.200.000 keseliğe iʻsâl ey-
lediğinden ve tez bir zamanda dahî kalbları zuhûr etdiğinden nâşî, kıymeti çıkarıldığı raddede
durmayıp ve nazîri olan metelik sikkelerden ayrılıp daha dûn bir fiyat peydâ eylemiş ve egerçi

137
Bâb-ı Evvel

zuhûr eden sahteleri önü alınmak için kavâîm-i mütedâvilenin filigranlı kâğıt üzerine, diğer
bir resm ü şekilde tabʻ u temsîline karar verilerek teşebbüsât-ı lâzımeye mübâderet olun-
muş iken bu tedbîr dahî kârger-i teʻsîr olmadığından, Ayastefanos Muʻahedenâmesi zamanı-
na kadar bir Osmanlı altununun kıymeti 280 Guruşa kadar çıkmış ve bâde’l-musâlaha diğer
türlü tahvîlâtca rû-nümâ olan terakkiyât işbu kâimelerde bi’t-tabʻ peydâ olur zannolunmuş
ise de bu matlabda zuhûra gelmediğinden başka, ufak tefek alışverişlere mahsûs onluk, yir-
milik metelik akçalarla ale’l-umûm küsürâta münhasır olan bakır sikkeler dahî ortalıkdan çeki-
lip o türlü ahz u iʻtâları tazyîk eylediğinden, alışverişleri tazyîkden kurtarmak için dahî kifâyet
mikdâr Guruşluk kâime daha tabʻ olunup tedâvüle konulmuş ise de bunların hiçbiri kâîmenin
eyâdi-i iʻtibârına faide bahş olmadığından, teʻsîri olur ümidiyle ol vakit hem rüsûmât emini
ve hem de Mâliyye Nâzırı bulunan Zühdü Paşa hazretlerinin arzıyla iki yüz doksan dört senesi
Ağustos ibtidâlarında hâsılâtı Kavâim-i Nakdiyye'nin ihrâkına mahsûs olmak üzere müskirât-
dan alınan yüzde 10 resm-i mîrîyye yüzde 5 daha zammolunarak resm-i mezkûrun yüzde
15 olmak üzere istihsâline ve kezâlik ol vakitler beş nevʻ tütün ve sigaradan bandrol vâsıta-
sıyla alınagelen sarfiyyât resmine dahî muvakkatan nısfının zammıyla istîfâsına irâde-i se-
niyye istihsâl olunmuş idiyse de bu tedbîr dahî kâimenin itibârını vikâye eyleyemediğinden,

93 Harbi ve Harbin Finansmanı İçin Çıkarılan Paralar


smâniyye e cne iyye

Hazinenin iflasına sebep olan kâğıt para uygulamasına 1862 yılında


binbir zorlukla son verilmişti. Ancak, devletin maddi sıkıntıları bitmi-
yordu. Bu sefer de Balkanlar’da ortaya çıkan sorunlar ve ardından pat-
lak veren 93 Harbi (1293/1877-1878) ile mâliye çok zor bir duruma
düşmüş ve finansman için tekrar kâğıt para basılması yoluna gitmişti.
sûl-i Mes û â -ı

Fakat kâğıt para basma imtiyazı, kuruluşu ile beraber Osmanlı Banka-
sı’na verilmişti. Bu sorun banka ile yapılan bir anlaşma ile halledildi.
Basılacak paralar banka tarafından numaralandırılacak; bunun karşılı-
ğında bu paralardan %1 komisyon alacaktı.

Paraların arkasına vurulan Osmanlı Bankası damgalarından örnekler

138
l-ı Sâni

Bu dönemde ilk kâğıt para V. Murad döneminde tedâvüle çıktı. Ancak Sultan Mu-
rad’ın padişahlığı sadece 93 gün sürdüğünden para basma işlemi, yerine geçen Sul-
tan II. Abdülhamid zamanında da devam etti. Bu defa, halkın bozuk para ihtiyacı da
düşünülerek 1 ve 5 kuruşluk kaimeler de çıkarılmıştı. Diğer kupürler yine 10, 20, 50
ve 100 kuruşluktu.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


1 Kuruş

5 Kuruş 10 Kuruş

139
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye

140
100 Kuruş 50 Kuruş 20 Kuruş
Bâb-ı Evvel
l-ı Sâni

50 Kuruş

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


100 Kuruş

1878 tarihine kadar basımı devam eden bu kaimelerin son emisyo-


nunda, sahteciliği önlemek için filigranlı kâğıtlar kullanılmıştı. Ayrıca o
ana kadar dikey olan kaimeler yatay olarak basılmışlardı.

141
Bâb-ı Evvel

bundan bir ay sonra Kavâim-i Nakdiyye'nin imhâsıyla arkası alınıncaya kadar muvakkaten
duhânın beher kıyyesinden mürûriyye resmi nâmıyla alınan üç Guruşun beş Guruşa iblâğıyla
[130] istifâsına mübâşeret olunduğu gibi, bundan bir ay sonra dahî mezkûr kâimenin muhafa-
za-yı iʻtibârı için sikke-i hâlise olarak ahzı mukarrer olan gümrükler rüsûmâtının yüzde 1 rubʻu
mukâbilinde üçyüzlük kâimenin yüz Guruşluk sikke-i hâlîse hesabıyla ihtiyârî olarak kabûlü-
ne diğer irâde-i seniyye şeref-sâdır olmuş ise de bunda dahî ümid olunan fâide hâsıl olma-
dığından, sâir gûna bir tedbîr ittihâzı tasavvur olunduğu sırada, İngiltere sarrâfanından olup
Devlet-i Aliyye’ye mikdâr-ı kâfî akça ikrâz etmek üzere İstanbul’a gelmiş olan Mösyö Dögovil
tarafından teklîf olunan istikrâzdan bir mikdârının buna tahsîsi ile dört yüzlük kâime yerine,
bir yüzlük altun verilerek kavâîm-i mevcûdenin bu tedbîr ile kâmilen tedâvülden alınacağı 5
Safer sene 1296 ve 6 Kânûn-ı sâni sene 1294 tarihinde resmen halka iʻlân edilmiş ve bu iʻlân
üzerine de kâimenin iʻtibârı bir kat daha terezzül edip yüzlük altun 450 Guruşa kadar fırlamış
ve istikrâz-ı mezkûrden muntazır olan semere dahî hâsıl olmamasıyla nezâretce tebeddül-i
vâkiʻ olarak merhûm Kâni Paşa be-tekrâr Mâliyye Nezâreti’ne gelmişdir. Kâni Paşa makâm-ı
nezârete geldikden sonra sâlifü’l-beyân akdi tasavvûr olunan istikrâzdan zamana göre bir
semere hâsıl olamayacağını lâyıkıyla fehm u izʻan etdiğinden, hem Kavâim-i Nakdiyye'nin bir
vakd-i muʻayyen içinde kâmilen tedâvülden refʻi maddesini te’mîn etmek ve hem de vâridât-ı
hazîneden bir kısm-ı azâmının ziyâʻdan vikayesiyle berâber büdçe tahsîsât-ı muhammenesi-
ni kâime fiyatınca mütevâliyü’l-vukuʻ olan tagayyurât sebebiyle tatarruk-ı halel ve sekteden
smâniyye e cne iyye

muhafaza eylemek mütâlaʻatıyla bin iki yüz doksan beş senesi büdçesini ele alarak ve sâlifü’z-
zikr istikrâzdan tefrîk olunacak mebâliğin vücûdunu dahî mefkûd addeyleyerek dâhil-i büdçe
olan mebâliğden eyâlet-i mümtâze vergileriyle Kâime Nizâmnâmesi iktizâsınca istisnâ edilen
mahallerin vâridâtı bütçenin yekûnundan tenzîl ve ihrâc olundukdan sonra kâime [131] olarak
ahzı karargîr olan bakıyye-i vâridâtın dört humsu nakden ve bir humsu iʻlân-ı sâbık vechile
bir liraya bedel dört yüzlük ve yüz kuruş metelik yerine dahî altun ile metelik beynindeki fark
nisbetiyle kâime ahz u istihsâl olunacak olursa, meydanda olan kavâimin bir sene dört mâh
müddetde kâmilen kaldırılacağını bi’l-hesab tâʻyin eyledikden sonra o esaslar üzerine bi’z-zât
sûl-i Mes û â -ı

yedi madde üzerine kaleme aldığı karar-nâmeyi hâk-i pây-ı şâhâneye lede’l-arz istihsâl eyle-
diği irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî üzerine iki yüz doksan beş senesi şehr-i Mart’ın seki-
zinci günü dâire-i nezârete gelerek ümerâ-yı hazîneyi nezdine celb ile etrâf u eknâfa telgrâf
ve tezkerelerle bir iki saat zarfında iʻlan u işâʻa etmiş ve bu muvaffakiyet üzerine herkes ken-
disini tebrîk eylemişdir ki, işbu iʻlân ve kararnâmelerin bir sûreti zeyl-i kitapta (6) rakamıyla
gösterilmiştir.
Lâkin ilgâ-yı kavâim hakkında muttahiz olan şu tedbîrden kavâimin yine bir hayli zaman
meydanda kalacağını pâdişâh-ı kâr-agâh hazretleri cânîb-i seniyyelerinden tefehhüm bu-
yurulmasıyla, kavâîm-i mevcûdenin bir kat daha tesriʻ-i refʻ u iptâli niyet-i hâlisesiyle taht-ı
riyâset-i şâhânelerinde bir komisyon-ı âli teşkîl olunup ihtiyârî olarak iʻane toplanmasını ve
iʻanede bulunacak hamiyyet-mendân ve hayr-hâhânın esâmisini de verecekleri iʻânenin mik-

142
l-ı Sâni

dârına göre komisyon-i âli-i mezkûrede tutulan dört kıtʻa defterin birine kayd ile neşr u iʻlân
olunması husûslarına müteaʻkiben diğer bir irâde-i seniyye daha sâdr olmasıyla bir tarafdan
işbu komisyon-ı âlice ibrâz olunan himemât ü ikdâmât ile toplanılan, diğer tarafdan dahî ka-
rarnâmesi mûcibince hums-i vâridâta mahsûben istihsâl edilen vâridâtdan terâküm eden
Kavâim-i Nakdiyye hazîneye gönderilmeye başlanması müteʻakib dahî diğer bir komisyon
teşkîliyle toplanılan kavâîmin onların huzurlarında ihrâk olunması husûsuna, diğer bir irâ-
de-i seniyye daha sadr olunması üzerine peyderpey [132] yekûnu 16 milyon lirayı teşkil eden
Kavâim-i Nakdiyye’nin envaʻıyla filigranlı ve filigransızların mikdârı:
Toplanılan kâimelerin Bayezid Meydanı’nda ne sûretle ihrak edildiği herkesin meşhûdu
olan halâtdan olmasıyla tafsîline mahal görülememişdir.
Kavâîm-i Nakdiyye’nin bu defʻaki mahv u imhâsında evvelkiler de vâkiʻ olduğu üzere is-
tikrâza mürâcaʻat eylemek veyâhud fâizli sehm çıkarmak gibi tedâbîre mürâcaʻat olunmayıp
yalnız Hazîne-i celîle vâridâtından muvakkaten bir kısmının o yolda terk ü fedâsıyla ve bir
kısmının dahî hayr-hâhân-ı saltanat-ı seniyyenin iʻanesiyle husûle geldiğinden dolayı şayân-ı
şabaş ve tahsîn ve ihrâcından iki sene yedi ay yedi gün geçdikden sonra da suhûletle refʻ u
ilgası şayeste-i şükr ü muhammeddir. İkinci devir kâimenin tedâvülden ahz ü iptâli muaʻme-
lesinden sonra ale’l-umûm meskûkât hakkında ittihâz olunmuş olan tedbir, bin iki yüz doksan
altı senesi kararnâmesiyle yirmilik Mecidiyye kıymetlerinin on dokuz Guruşa ve metelik ak-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


çalar kıymetlerinin dahî kıymet-i hakıkıyyeye tenzîli ve yüzde beşlerden toplanılan altılık ve
beşliklerin katʻıyla bi’l-vezn furûhtu maddelerinden olup bu maddeler dahî herkesin bildiği
şeylerden olduğundan, tafsîle hâcet görülemeyip, yalnız mezkûr kararnâme ile ona mahsûs
olarak ol vakit Mâliyye nâzırı bulunan Edib Efendi tarafından kaleme alınan izâhnâmenin birer
sûretleri (7) rakamıyla kitaba zeyl edilmişdir.

KÂĞIT PARALARIN İKİNCİ DEFA TEDÂVÜLDEN KALDIRILMASI

İkinci bir genel yardım uygulaması da 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi


masraflarının karşılanması için çıkarılan kâğıt paraların toplanmasına
yönelik olmuştu.

Bu amaçla, 1879 senesinde Abdülhamid'in başkanlığında sarayda bir


“Komisyon-ı Âli” kuruldu. Bu komisyon ilk iş olarak, saray ve çevresin-

143
Bâb-ı Evvel

Yekûn-i Umumi Guruşluk Beşlik

Guruş Adet Guruş Adet Guruş


Filigransız adi
1.450.100.000 26.468.100 26.468.100 9.586.380 47.931.900
Kavâimden
Filigranli adi
149.900.000 0 0 0 0
Kavâimden

1.600.000.000 26.468.100 26.468.100 9.586.380 47.931.900

den altın ve gümüş eşyaları toplamış ve madenî paraya dönüştürmüştü.


Bu madenî paralar halkın elindeki kaimelerle değiştirilecekti.

İkinci olarak “İmha-i Kavâim İâne-i Vataniyye” adı ile Komisyon-ı Âli'nin
bir şubesi kuruldu. Bu kurul nizamnameler yayınlayarak halkı ellerinde-
ki kaimeleri bağışlamaya çağırmıştı. Teşvik olarak da yardım yapanların
isimleri günlük gazetelerde yayınlanıyordu. Taşrada kaime bağışlayanlar,
smâniyye e cne iyye

kaimenin tuğrasını kesecek ve mahallî yöneticiler vasıtasıyla komisyona


gönderecekti. Büyük ölçüde halktan da destek gören bu teşebbüs saye-
sinde ikinci kâğıt para uygulaması 1879 yılında sonlandırıldı.

Toplanan paralar, yukarıdaki örnekte görül-


sûl-i Mes û â -ı

düğü gibi arkalarına vurulan mühürle iptal


ve aralıklarla yakılarak imha edilmişlerdi.

Mühür: “Şube-i Komisyon-ı Âli İanat-ı Vata-


niyye Bera-yı İmha-i Kavâim-i Nakdiyyedir
1298”

144
l-ı Sâni

Onluk Yirmilik Ellilik Yüzlük

Adet Guruş Adet Guruş Adet Guruş Adet Guruş

6.300.000 63.000.000 7.400.000 148.000.000 7.970.000 398.500.000 7.662.000 766.200.000

0 0 0 0 0 0 10.499.000 149.900.000

6.300.000 63.000.000 7.400.000 148.000.000 7.970.000 398.500.000 9.161.000 916.100.000

[133] Bâlâdaki cedvel mütâlaʻasından nümâyan olacağı üzere, kâime kararnâmesinde


istisnâ edilen Trablusgarp ve Cidde ve Yemen ve Hicaz ve Cebel-i Lübnan gibi mahaller istisnâ
ve ol vakitler istilâ görmüş olan Tuna ve Sofya ve Edirne ve Bosna vilâyetleri dahî idhâl edildiği
halde, Memâlik-i Mahrûse-i Osmâniyye’de tahmînen mevcûd olan yirmi milyon ahâliye karşı
tedâvüle çıkarılmış olan on altı milyon liralık Kavâim-i Nakdiyye'nin nüfûs-ı mevcûdeye
taksîminde beherine ancak üç rubʻ liralık kâime isâbet eyleyeceği bedîhî ve mukaddemâ hâme-
gûzar-ı tafsîl olduğu üzere bundan on dört on beş sene mukaddem yalnız İstanbul’a münhasır
olarak çıkarılmış olan on milyon liralık kavâîmden beher nüfusa dokuz liralık kâîme isâbet

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


edip evvelki zamanın devamı esnasında yüzlük altunun kâîme ile fiyâtı üç yüzlük kâimeye
varmamış olduğu emr-i celî iken bu defaki kâimelerin tez bir zaman içinde iʻtibârsızlık peydâ
etmesinin taharrî-yi esbâbında hiçbir söz bulunamayıp hükm-i zaman ilcââtıdır demekden
başka çâre görülememiş ve hums-ı vâridâta teʻdiye ve iptâl-i kâîmeye iʻane sûretiyle verilen
kâvâîmden maʻdâsını baʻzı ashâb-ı tamaʻ akd olunacak istikrâzın husûlüne intizâren hıfz edip
zararına sarfına bir türlü kıyışamadıklarından, bu sebepler dahî kavâîm-i mezkûre hesapları-
nın katʻiyyen rûyetine mâniʻ olup gitmişdir.
[134] Gümüş meskûkât-ı Osmâniyye’ye gelince: vazʻ-ı aslîsine nispetle tezâyüd etmiş
olduğu hazînece anlaşıldığından, bin iki yüz doksan dört [1878] senesi evâhirinde verilen bir
karar üzerine mîrî malı müstesnâ olmak şartıyla Darbhâne’ye hâricden gönderilen gümüşle-
rin kabûl olunmaması tensîb ve Darbhâne tatil edilmiş ise de bu tedbîrden hiçbir fayda hâsıl
olmamasıyla, akıbet herkesin maʻlûmu olduğu ve anîfen beyân kılındığı üzere, doksan altı
sene-i mâliyyesi ibtidâsında neşredilen meskûkât kararnâmesi üzerine gümüş Mecîdiyye’nin
fiyat-ı nizâmiyesi on dokuz Guruşa ve mağşûşe meskûkâtın fiyatı dahî kıymet-i hakîkıyyeye
tenzîl olunup bidâyet-i halde bi-metâlist şeklinde vazʻ olunan usûl-ı meskûkât, monometâlist
şekline ircâ olunmuş, yani meskûkât-ı Osmâniyye’de mikyâsü’l-kayyim altun olsun denmiş
ise de bunda dahî usûl-ı tedâvül lâyıkıyla gözetilemediğinden, yine altun meskûkât ile gümüş
meskûkât beyninde olan yüzde üç raddesinde bir fark kalmış ve ilerisi ne sûret kesb edeceği
henüz kesdirilememiştir.

145
Bâb-ı Evvel

Bakır meskûkât husûsuna nakl-i kelâm edilince, bunlardan yalnız büyüklerini toplanıp
beşer paralığa tahvîli hakkında ittihâz olunan bir tedbîrden maʻdâ devletçe bir şey yapılmadı-
ğından, iʻtibârdan düşük kendi kendine mahvolmuşdur.
Umûm meskûkât-ı Osmâniyye’nin tarih-i icmâlisi burada hitâm buldu. Bundan sonra
meskûkâtın usûl-i darb ü iʻmâliyle tedâvülünden bahs olunacakdır.

Meskûkâtın usûl-i darbı

Değil bizde, herhangi devlet darbhânelerinde olur ise olsun, kâimeden maʻdâ meskûkâtın
usûl-i darb ü iʻmâli hakkında vâcibü’l-dikkat dört madde-i mühimme vardır ki, bunların birin-
cisi darb olunacak meskûkâtın ayar-ı nizâmîsi, ikincisi vezn u sıklet-i kânunîsi, üçüncüsü hacim
ve kutru, dördüncüsü toleransı yani icâzet-i darbiyyesidir.
[135] Birinci: meskûkâtın ayar-ı nizâmisinden murad, gerek altundan olsun ve gerek gü-
müşden olsun darb u iʻmâl olunacak sikke derûnuna ne mikdâr hâlis ve ne kadar gayr-ı hâlis
altun ve gümüş bulundurmak lazım geleceğini nâtık olmak üzere evvelleri sahib-i ayar, sonra-
lar çaşnıbaş me’mûru tesmiye olunan yeminli bir üstâd-ı kâmil tarafından kendi imzası tahtın-
da verilecek çaşnı pusulası mûʻcibînce meskûkâtın darb u iʻmâline Darbhâne Nâzırı tarafından
fabrikaya ruhsat vermekden ibâretdir.
smâniyye e cne iyye

İkinci: meskûkâtın vezn ü sıklet-i kânûnisinden maksad, fabrikada sebîke haline ifrâğʻ
edilmiş olan altun ve gümüşden katʻ olunan pullardan altun cinsinin ona mahsûs olan gâyet
rakîk terazilerde yegân yegân ve gümüş cinsinin dahî Darbhânece ittihâz olunmuş olan kâide
mûcibince top top vezniyle ve bu dahî vezn-i mükerrer usûlü tahtında cereyân etmek şartıyla
tartıp, sıhhâti anlaşıldıkdan sonra sikke dâiresine göndermekden ibâretdir.
Üçüncü: meskûkâtın hacm ü kutrundan murâd, her cins meskûkâta devletce taʻyîn olun-
sûl-i Mes û â -ı

muş olan mikdardan ziyâde veya noksan olmaması ve yanyana getirildiği veyâhûd üstüste
konulduğu takdirde cümlesi bir çerbide bulundurulması maddesinden ibâret ise de bu vazîfe
fabrikada kendi kendine hâsıl olduğundan daha ziyâde tafsîlât iʻtâsına değeri yokdur.
Dördüncü: meskûkâtın toleransından murâd, çünki hiçbir sikkenin devletçe taʻyîn olun-
muş olan vezn ü ayarda darb u iʻmâli kâbil olamayıp her iki hususda baʻzıları ziyâde ve baʻ-
zıları noksân geldiğinden ve bunun çâresi dahî henüz keşf olunamadığından, darb oluna-
cak meskûkâta dâhilden ve hâricden nâmıyla devletçe tahdîd edilmiş olan icâzetdir ve bu
icâzetin hudûdu dahî meskûkât-ı Osmâniyye’de altun için binde iki, gümüş için binde [136]
üç derecesindedir. Yanî gerek altun için olsun ve gerek gümüş için olsun, binde iki, üç fazla
veyâ noksânına olmak üzere sikke iʻmâline Darbhâne-i Âmire idâresi me’zûn ve me’mûr ve
derecât-ı mezkûreden ziyâde ve noksânına sikke iʻmâl eylediği takdîrde mesʻuldur.

146
l-ı Sâni

Bunlardan maʻdâ, meskûkâtın usûl-i darb u iʻmâlinde gözetilecek iki cihet daha vardır ki,
yek diğere nazaran lâzım gayr-ı mufârık gibidir. Bunun biri meskûkâtın cihet-i mâliyesine diğer
biri meskûkâın cihet-i fennîyesine müteferriʻdir.
Meskûkâtın cihet-i fenniyesi çaşnı tutmak, güzelce dökmek, sebîke yapmak, pul kesmek,
pullara sikke vurmak gibi husûsâtdan ibâret olup en mühim ve elzemleri çaşnı almak ve te-
lefâta meydan vermeksizin külçe dökmek gibi ameliyatdan ibâret olmasıyla bu iki madde
ayrıca bir bâb-ı mahsûs altunda beyân olunacakdır. Meskûkâtın cihet-i mâliyyesi mevcûd
olan sermâye fâizli ise bunu hüsn-i idâre ile fazla masrafa boğmayıp ve muʻamelât tâtil olunur
olunmaz mevcûd olan remâdları müddet-i medîde bekletdirilmeksizin nakde tahvîl edip
devlet ve efrâda karşı olan taʻahhüdât-ı idâreyi hüsn-i iʻfâ eylemekden ibâret ise de, tashîh-i
ayar zamanında vâkiʻ olduğu üzere idâreye küllîyetli bir sermâye verilmemesi ve ekser
zamanlar dahî muʻattal durması ve bi’l-ahare dahî gümüşden sikke darbının memnûʻiyyet
tahtına idhâl kılınması maddeleri Darbhâne’yi bu türlü tedâbirin mütemâdiyen ittihâz ü
icrâsına muvaffak etmemiş ve her sene hazînenin iʻanesine muhtâc olmakdan, Darbhâne
idâresi kurtulamamışdır.
Bu husûsta erbâb-ı ihtisâsa bir fikr-i icmâli vermek için Londra darbhânesi ile bizim dar-
bhânede katʻ u darb olunmuş olan altun ve gümüş meskûkâtın geçmiş senelerden birinin bir
senelik muʻamelâtının mukayesesini icrâ etmek ümidiyle evvelâ bizim Darbhânenin, sâniyen
Londra darbhânesinin birer senelik muʻamelâtı hakkında vaktiyle elde etmiş olduğumuz he-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


sapları aynen buraya kayd edeceğizdir.

147
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye

148
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

149
l-ı Sâni
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye

150
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

151
l-ı Sâni
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye

152
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

153
l-ı Sâni
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye

154
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

155
l-ı Sâni
Bâb-ı Evvel

[141] İngiltere darbhânesi usûlü iktizasınca altundan darb u iʻmâl olunan sikkelerden
mesârif-i iʻmâliyye tevkîfi âdet olmayıp ileride beyân olunacağı üzere bunun masrafı dâimâ
mübâyaʻa kılınan külçe gümüşlerden ahzı mukarrer olan rüsûmatdan tesviye olunduğu cihet-
le, altun sikke darbı maddesi bu husûsta kaʻale alınmayıp onun yerine bâlâda gösterildiği ve-
chile tunç ve bakır hesapları vazʻ edilmişdir.
İşbu üç hesap lâyıkıyla nazar-ı dikkate alınır ise Londra darbhânesi tunç ve bakır meskûkât
üzerine bir sene zarfında 78.613 lira İsterlin’in muʻamelât icrâ eylediği misillü, silinmiş gümüş
meskûkât üzerine maʻa zâyiât 284.238 ve külçe gümüş meskûkât üzerine dahî maʻa temettuât
875.141 lira İsterlin ki, cemʻan 1.159.379 liralık muʻamelât icrâ eylemiş ve şu muʻamelât
arasında darbhânenin kâffe-i maʻaşât ve mesârifâtını ve sermâyenin fâizini üretdikden sonra
sene âhırında dahî 73.958 liradan ibâret bir fazla göstermişdir.
İstanbul Darbhânesine gelince: bâlâda verilen hesaplardan anlaşılacağı üzere bizim dar-
bhâne dahî yine bir sene zarfında adet hesabıyla altun üzerine 350.231 ve gümüş üzerine
dahî 102.218 adet ki cemʻan 452.439 liralık muaʻmele icrâ eylemiş olduğu halde sene âhırında
yine kâr göstermemiştir. Meskûkâtın usûl-ı darb u iʻmâlı burada hitâm buldu. Bundan böyle
meskûkâtın usûl-i tedâvülünden bahs olunacakdır.
smâniyye e cne iyye

Meskûkâtın usûl-i tedâvülü

Meskûkâtın usûl-i tedâvülünden murâd, altun, gümüş, bakır, tunç, nikel gibi maʻdenler-
den her devlet darbhânelerinde darb u ihrâç olunan sikkelerden devletlerce taʻyîn olunmuş
olan usûl ü kâide dâiresinde hangileri [142] mecbûru’l-tedâvüldür ve hangileri merdûdu’l-te-
dâvüldür, buralarını bilmekden ibâretdir. Bâb-ı mahsûsunda tafsîl olunacağı üzere gerek
monometalist devletler nezdinde olsun ve gerek bi-metalist devletler nezdinde olsun, vezn u
sûl-i Mes û â -ı

ayar nizâmîsinden dûn olduğu veyâhut kalb bulunduğu isbât olunmadıkça altun meskûkâtın
kâffesi mecbûru’l-tedâvüldür. Herhangi türlü ahz u iʻtâda olur ise olsun herkes bulunduğu
memleketin altun sikkesini ahz u kabûlde imtinâ edemediği gibi, kezâlik dâire-i mahdûdesi
dâhilinde taʻyîn olunan gümüş ve bakır sikkelerin dahî ahz u kabûlünde imtinâ gösteremez.
Gösterir ise devlet o adamı cezalandırır.
Devlet-i Osmâniyye’nin usûl-ı meskûkâtında mine’l-kadîm böyle bir usûl-ı tedâvül vazʻ
olunduğu mesbûk olmayıp, fakat meskûkâtda tebeddülât vukuʻa geldikçe eski ve yeni zaman-
ların sikkelerine vaktin râyicleri üzerine birer fiyât takdîr ve yalnız târife hâricinde bir fiyât
ile akça sürmeğe cür’et edenler cezalandırılır idi. Tashîh-i meskûkât zamanında dahî usûl-ı
kadîmiyyeye riʻayet olunacağı herkese iʻlân olunmuş ise de mübâdelâtda gümüş ve bakır sik-
kelerin ne derecelere kadarının kabûlu câ’iz olacağının ve ne mikdârının reddedileceğinin

156
l-ı Sâni

taʻyînine dâir bir nizâm vazʻ edilmemiş olduğundan, bin iki yüz doksan altı senesi meskûkât
kararnâmesinin neşri zamanına kadar herkes altun olarak almış olduğu borcu gümüş ile
ödemiş ve emvâl sandıkları böylece icrâ-yı muʻamele eylemiş olduğundan, “sen benden aldı-
ğın borcu altun olarak almış idin şimdi de altun vereceksin” deyu daʻva etmiş olsa bile mah-
kemelerce ve hazînece kabûl edilmeyip reddedildiğinden, bu madde gümüş ve Mecidiyye ile
kıymet-i hakîkiyyesinden pek ziyâdeye râyic olan meskûkât-ı mağşûşenin temâdî-i iʻtibârına
pek büyük yardımı olmuşdur. [143] Lâkin meskûkât kararname-i ahîrinde vâhid-i kıyasînin
altun olduğu ve aded üzerine binâ edilen borçlar, aded hesabıyla ödeneceği sarâhat göste-
rilmesinden bu fıkralardan halkın nazar-ı intibahı açılıp teâti etdiği senedâtı ona göre tahrîre
başlamışdır.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

157
-II-
Bâb-ı Sâni
Bâb-ı Sâni

Fasl-ı Evvel

Meskûkât-ı sîmiyye ve zehebiyye ile altun ve gümüşden


ma'mûl ve mesnû' evânî-i mütenevvia'anın tâyîn-i
ayarları hakkında mevzû' olan kavâ'îd-i fenniye beyanındadır

H âlis altun bin iki yüz elli, meskûk altun bin yüz seksen ve ale’l-ıtlâk gümüş bin de-
rece-i harâretde müzâb olur.
Altun ve gümüşün muʻayenesinde ale’l-umûm kabul olunmuş iki usûl vardır ki, bunun
birine “tahlîl-i keyfî” diğerine “tahlîl-i kemmî” denir. Bi’l-cümle kimyâhânelerde işbu iki usul
dahî icrâ olunursa da, darbhânelerde yalnız tahlîl-i kemmi usûlu icrâ olunduğundan, burada
dahî sadece ondan bahsedilir.
Bu makamda tahlîl-i kemmîden murad, gerek külçe olsun ve gerek meskûk ve sebîke
ve avâni halinde bulunsun, darbhânelere ve çeşnî dâirelerine getirilen altun ve gümüşün
ne mikdârı hâlis altun ve gümüşden ve ne kadarı gayr-ı hâlis nesneden mürekkep olduğunu
smâniyye e cne iyye

bi’l-muʻayene anlamakdan ve şâhid makamında olmak üzere de sâhibi yedine sâhib-i ayar
cânîbinden mümzâ bir pusula vermekden veya bunların üzerine resmî bir damga vurmakdan
ibâretdir. Tahlîl-i kemmînin derecesi İngiltere’de libra denilen vezn-i mahsûs ile Fransa ile
Union Latin darbhânelerinde [144] dahî milim denilen vezn-i maʻrûf ile taʻyîn olunduğu misil-
lü, bizim darbhânede tashîh-i ayar zamanından beri dahî milim hesabıyla icrâ kılınmakdadır.
Tahlîl-i zehebî dâimâ iki esâs üzerine devrân eder ki, bunun birincisi mevkîʻ-i muʻayeneye
getirilen meçhûlü’l-ayar bir külçe altundan tahmînî olarak altun milimiyle bir milim altun alıp
sûl-i Mes û â -ı

dikkat ile vezn ü mikdârını el defterine kayd birle bir kâğıda sarıp evvelâ bir tarafa koydukdan
sonra bi’l-vezn bir gram kurşun dahî ahz edüp evâîl-i eyyâmda devvârü’l-lehîb veya kânû-
nü’r-riyâh veyâhud tenûr-ı âkis nâmıyla yâd olunup şimdiki zamanda mukal fırını ıtlâk olunan
ocağın mukal denilen mahallinde kızdırılmış olan kupellere (pote)9 vazʻ etmek ve kurşun
ateşde eriyip sathını açtıkdan sonra ber-vech-i bâlâ hazırlanmış olan çeşniyi işbu pota derû-
nuna vazʻ ile bir mikdâr beklemekdir. Vakta ki müzâb olan çeşni derûnundaki kerivat (zerre-
ler) zevebâna başlar, ol vakit çaşnigîr olanlar zerrât-ı mezkûrenin hareketi iʻanesiyle altunun

9) Her ne türlü olur ise olsun bir mikdâr kemîk tedârik edip evvelâ ateşte yakmalı, sâniyen toz etmeli, sâlisen biraz
su ile hamur etmeli ve buna mahsûs olup iki parçadan ibâret olan bir kalıp derûnuna işbu hamur konulup çekiç ile
kavîce dövmeli. On iki günden yirmi güne kadar münâsip bir mahalde korundukdan sonra fırına atıp pişirmeli. Bir
güzel pota husûla gelir. İngiltere’de potayı öküz boynuzundan iʻmâl ederler ki, en âlâsı budur.

160
l-ı Evvel

derece-i harâreti mikdâr-ı kifâyete olup olmadığını fehmederler ise de birkaç defʻalar tecrü-
besi sebk etmedikçe keşfedemezler. İşbu ameliyatın hitâmına yakın dakikada yaʻni kerîvatın
hareketi mahvolup müzâb olan altunun sathında yeşilimtrak bir renk müşâhede olunduğu
anda, çaşnigîrler pota derûnunda bulunan kurşun ile altun derûnunda olan mevâdd-ı sâireyi
bir tarafdan potanin mas eylediğini ve bir tarafdan dahî hamz kurşun hâlinde havaya teyrân
etdiği [145] güzelce anlarlar ve o anda dahî mezkûr kupel derûnundaki altunu bir kıskaç ile
çıkardıp ve bir fırça ile iyice temizleyip tekrar vezn eyledikden sonra ale’t-tahmîn kaç ayarda
olduğunu kesdirirler.
Muʻayenenin böyle tahmîn üzerine yapılmasının sebebi, ikinci defʻa olarak yapılacak
tahlîl-i kemmî için çeşniye ilâve edilecek olan hâlis gümüşün mikdârını taʻyîn için olduğun-
dani ikinci defʻa yapılacak tahlîl için dahî yine o külçeden altun milimiyle bir milim ahz vezn
eyledikden sonra buna evvelce tahmîn eylemiş oldukları mikdârın tam üç misli derecesinde
hâlis gümüş ilâve eyleyerek bir kâğıda sararlar (altunun tahmîn olunan ayarına nisbetle üç
misli gümüş ilâve etmekden murâd, evvelâ altunun zarrâtı gümüşün zarrâtı içine lâyıkıyla
yayılabilsin. Sâniyen hâmiz azot suhûletle teʻsîr edebilsin. Sâlisen hadde hâlinde bulunan al-
tunun hâmiz azot derûnunda dağılmaması için olduğundan, dâimi sûretde tartılan altunun
ayarına nispetle üç misli gümüş ilâve etmek muktezâ-yı fendendir). Eğer altunun ayarı beş
yüzden aşağı ise sekiz gram ve eğer beş yüzden yukarı ise altun cedvel-i mahsûsunda göste-
rilen mikdârda kurşun ahz ederek kopel derûnuna basarlar ve bu kurşun müzâb olup sathı-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


nı açtığı esnâda da evvelce vezn edilen çeşniyi bunun derûnuna vazʻ ile ikinci ameliyata bu
sûretle bidâ etmiş olurlar. İşbu ikinci ameliyatın esnâ-yı cereyânında yukarıda târif olundu-
ğu vezh üzere zarrâtın zevebâna başladığını ve müteakıben hitâm bulup çeşninin sathına bir
sükûnet geldiğini ve bir iki saniye mürûrunda dahî tecemmüt etmiş olduğunu gördüklerinde
çeşniyi dışarıya çıkartıp tecemmüd etmiş olduğunu gördüklerinde, çeşniyi dışarıya çıkartıp
soğutdukdan sonra bir örs üzerinde çekiç vâsıtasıyla basdırılır ve yasladılan parçayı evvelâ
ocakda teshin, sâniyen haddeden imrâr eyledikden sonra yine ocakda [146] tavlarlar ve tavla-
tılan altunu büküp bir matara10 derûnundaki yirmi üç derecedeki hâmiz azot derûnuna ilgâ ve
tahminen dört beş dakika harârete terk edildikden sonra battal derûnuna süzerler ve defʻâ-
yı sâniye olmak üzere de 33 derecedeki hâmiz azot derûnuna atıp on dakika yine harârete
terk ile bede’t-teshîn yine süzerler ve işbu ikinci ameliyatı üçüncü defʻa olmak üzere bir defʻa
daha icrâ eylediklerinde, altunun içinde gümüşden hiçbir eser kalmamak için yine süzerler
ve şu ameliyatı itmâm eyledikden sonra mezkûr matara derûnuna bir mikdâr mâʻ-i mukattar
vazʻ eyleyerek bade’t-teshîn ânide süzerler ve tekrar matranın derûnuna iki parmak noksan
olarak mâʻ-i mukatar doldurarak ve ağzına da krozeyi geçirerek matarayı baş aşağı çevirip

10) Matara denilen şey, sağlam camdan tahminen on santimetre tûlunda ve dört milimetre arzında bir ucu kapalı
bir borudan ibâretdir.

161
Bâb-ı Sâni

derûnundaki altunu kemâl-i mahâret ile krozeye nakl eyledikden sonra işbu krozeyi ızgara
üzerinde kurutarak ve dikkatle tavlayıp iyice soğutdukdan sonra ayara mahsûs olan vezne-
lerde tartarlar. Her ne mikdâr gelir ise ol mikdâr tahlîl olunmuş olan altunun ayarı ve bu ayar
dahî yeniden tarh olunur ise bâkisi mezkûr külçenin mahlûtu olduğuna hükmedip bu esas
üzerine çeşni pusulasını imzâ ederler.
Darbhâne’de mevcûd olan ayar vezneleri Paris’in en meşhûr fabrikalarının birinde platin-
den iʻmâl etdirilmiş gâyet dakîk teraziler olduğundan, bunları tozdan vikâye etmek için camlı
mahfazalar derûnunda hıfz ederler ve paslandırmamak ve rutubetden tahlîs etmek için dahî
mezkûr mahfazalar derûnunda dâima bir mikdâr sönmeden kireç bulundurup bu kireç rutu-
beti cezb ile kabardıkça tebdiline iʻtinâ ederler.
[147] Gümüşün tahlîl-i kemîsine gelince gerek külçe ve gerek evânî olsun darbhâneye ge-
tirilen gümüşlerin hîn-i muʻayenesinde merʻi olan kaide ibtidâ-yı emirde on gram mikdarı gü-
müşsüz hâlis kurşun ahz edip kızdırılmış olan mukal fırını derûnuna vazʻ olunan potanın içine
vazʻ etmeli ve bu kurşun tamamen eridikden sonra da çeşni alınması murâd olunan halitadan
bir gram vezninden bir şey alınarak bir kıskaç ile potanın derûnunda erimiş olan kurşunun
üzerine vazʻ eylemeli. Şu vazʻiyyet akabinde gümüş kurşun ile ihtilat ederek yeni bir halita
hâsıl ederler ki, mürekkebâtı kurşun, gümüş, bakırdan ibâret olmuş olur.
İmdi gümüş usretle ve kurşun ile bakır suhûletle tahammuz etdiklerinden, erimiş bulun-
smâniyye e cne iyye

dukları halde mukalin derûnunda mürûr eden havadan müvellidü’l-hamuza ahz ederek ikisi
dahî tahmîz edip hâsıl olan hamiz rasâs ile hamz-ı nuhas pota cezbederek gümüş yalnız kal-
mağla fırından çıkarılıp tedrîc ile soğutuldukdan sonra potadan ahz edilip dakîk olan teraziler
ile vezn olunduğu halde mikdârı istiʻlâm olunmuş olur.
İşte bu tarîk ile de bir gram halitada bulunan gümüşün mikdârı, yüz grama nispet oluna-
rak halitanın kaç ayarda olduğu tebyîn eder.
Altun ve gümüş maʻadini sâire ile ez’an cümle bakır ile ihtilât etdirilerek ve halita teşkîl
sûl-i Mes û â -ı

eyleyerek avânî ayarı türlü türlü şeyler iʻmâl eylediği ve bu türlü maʻmûlâtın kıymetleri mik-
dârlarına göre mütenevviʻ olacağı derkâr olduğundan, her diyarda bunlar için dahî birer ayar
kabul olunmuş ve iʻmâl edilen avânî ol ayarda olarak taraf-ı devletden damgalanmadıkça beyʻ
u şirâ olunmaması şart taʻyîn edilmişdir.
Devlet-i Osmâniyye’de tashîh-i ayâr zamanında Der-saʻadet’te iʻmâl olunan [148] gümüş
evânî için doksan ayarı miʻyâr ittihâz olunup iʻmâl olunan avâninin Darbhâne’ye nakliyle orada
muʻayenesi icrâ edildikden sonra münâsip mahallerine damga vurulması maddesi usûl tahtı-
na rabt olunmuş ise de Selânik, Manastır, Şam, Beyrut, Halep, İzmir, Bağdat, Bursa, Trabzon
şehirleri gibi yerlerde iʻmâl edilen gümüş evâninin üzerlerine damga vurulması maddeleri bu
usûle tâbi tutulmadığından ve teftîş muʻamelesi dahî icrâ edilemediğinden, buralarda iʻmâl
edilen evâninin taʻyîn-i ayarı kuyumcu esnâfının elinde kalmışdır.

162
l-ı Evvel

Altun maʻmûlâtına gelince: sâir ecnebi şehirlerine kıyasen Der-saʻadet’de altun mesnûʻatı
şey-i kalîl gibi ise de bu makûle mâmulâtı muʻayeneden murâd, iʻrâd tedâriki maddesi demek
olmayıp selâmet-i maslahat demek olacağından ve gümüşe damga darbı maddesi üzerine ko-
nulduğu zaman altun mesnûʻatın bundan istisnâsı hakkında bir karar olmadığından, Fransa
devletince ittihâz olunan kavâʻide tevfikan, Der-saʻadet’de dahî altun için bir damga tertîbi
maddesi meskûkât idâresinde bulunduğum esnâda münâsıp zannolunarak makam-ı âliye o
yolda bir lâyihâ tanzîm edilmiş ise de bundan dahî bir semere görülememişdir.
Gerek meskûk ve gerek gayr-ı meskûk mâmulât-ı sîmiyye ve zehebiyyenin ayarları hak-
kında devlet-i Osmâniyyece kabûl olunmuş olan usûl ü kavâʻidin hulâsası bu makamda hitâm
buldu. Bundan sonra işbu usûl ü kâidelerin düvel-i muazzamadan bazılarının vezn u ayarla-
rına tatbîk edip ona göre birer hesab-ı sahîh çıkarmak için İngiltere ve Almanya ve Fransa
Amerika devlet ve hükümetleri darbhâneleri usûl-ı meskûkâtlarından kifâyet mikdârı arz-ı
maʻlûmat olunacakdır.
[149]

DINAR - LIBRE
XVIII. Asrın sonunda Charlemagne Roma imparatorluğunu bir taraf-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


tan siyasi olarak ihya ederken diğer taraftan adeta Avrupa’da ortak
kabul gören bir para basar: Dinar. 325 gr, yani 950 ayar ve 100 dir-
hem gümüşten 240 dinar basılıyordu. Halk arasında 240 dinar yerine
1 lira deniliyordu.

1 libre, (Latince libra), lira halini alır. İngilizcede Pound adı verilir.
Almanca konuşulan memleketlerde Köln Markı adını alır.

163
Bâb-ı Sâni

Fasl-ı Sâni

Düvel-i mu'azzamadan bazılarının usûl-ı meskûkâtıyla ayar


nizâmlarının kemiyyet ve keyfiyyeti hakkındadır.

İngiltere Usûl-ı Meskûkâtı

İ ngiltere Devleti usûl-ı meskûkâtında vâhid-i kıyas altun sikkedir ve bu sikkenin de


1000’de dokuz yüz on altısı hâlis, yani on iki kıratda on bir kıratı hâlis ve oniki kıratda
bir kıratı dahî gayr-ı hâlis maʻdenden mürekkepdir.
Sikkenin esâsen ismi ve meskûkât-ı hesâbiyyede kabûl edilmiş kısmı soveriyen yarım so-
veriyendir ve bu soveriyenlerin beş adedi bir yerde olarak darb olunmuşları dahî var ise de
bunlar tedâvül için darb olunmuş meskûkât-ı hesâbiyyeden maʻdûd değildir.
Her yerde livr İsterlin lira-yı11 İsterlin nâmıyla tedâvül etmekde olan işbu soveriyenler
1.150.001 buğday (7,3225 gram) hâlis altunu yâhud 123, 27447 buğday (7, 08805 gram) ayar
smâniyye e cne iyye

altunu hâvidir. Yarım soveriyenler dahî tam soveriyenlerin tamamı tamamına nısfına muʻa-
dildir.
Silinip aşınmakdan dolayı vezn mevzuʻu 1,225 veya 61,125 [150] buğdaydan aşağı olma-
yan tam ve nısf soveriyenler teslîmât ve te’diyât için dâima meskûkât-ı meşrûʻadan mâʻdûd-
dur.
Fakat bu vezinlerden aşağı olan meskûkâtı kabul etmeyip reddetmek salâhiyeti ahâliye
mevdûʻ ve İngiltere bankası böyle vezni aşağı olan sikkeleri eline geçirdiği anda katʻ etmeye
sûl-i Mes û â -ı

veyâ ayar vezni itibâriyle kabûl eylemeye mecbûr ve vezn-i nizâmisinden aşağı olan sikkelerin
zararı ahâliye mahmûldür.
Elinde altunu olan kesân altunlarını Darbhâne’ye gönderip teslîmiyle teslîmât-ı vakʻanın
mikdâr-ı vezn ü ayarlarını gösterir pusula ile beraber bedeline meskûk sikke almak salâhiyeti
her şahıs hakkında câridir. Londra darbhânesi kâide-i mevzuʻasınca oraya gönderilen altunla-
rın bir öncesinin (31,1035 gram) bedeline 3 lira 17 şilin 10½ pens ve bir livrenin bedeline dahî
1869 soveriyen verir.

11) Lira kelimesinin aslı Latince (Liber) olup on iki onceye muʻadil bir vezin idi. Muahharan Fransalılar usûl-i aʻşâ-
riyyeyi, ittihâz etmezden evvel mezkûr vezni kendi meskûkâtları hakkında mizân ve miʻyâr ittihâz ederek ekseriyâ
sol şimdiki sau 240 denier (dine) (dina) bir libre olmak üzere taʻyîn ederler ve libra kelimesini livra yahud sadece
(livre) diye telaffuz ederlerdi. Bu kelime hâlâ İngiliz altınına nispeten câri olup (Livr İsterlin) demekle bir İngiliz
soveriyeni anlaşılıyor. İtalyanca lira denilen sikke, Franka müsâvidir.

164
l-ı Sâni

Eğer darbhâneye getirilen altunların ayarlarını ayar-ı nizâmîden dûn veya efzûn görür ise
ol halde darbhâne idâresi naklî hesabına olmak ve bunların ayar-ı nizâmiye yanaşdırmak için
ilâvesi lâzım gelen hâlis altun ile bakırı zamm edip bedel-i mezkûru ona göre tasvîye eder.
İngiltere bankası nizâm-ı iktizâsınca ahâli tarafından bankaya getirilen altunları derhâl ahz
ü kabûl ile beher oncesine [ounce] mukabil 3 lira 17 Şilin 9 Pens bedel vermeye mecburdur.
İşbu iki nevʻ mübâdelâtda darbhâne fiyatıyla banka fiyatı beyninde beher onca için görü-
nen 3 yarım Pens mikdârı fark-ı cüz’înin sebeb-i vazʻı, bankın altunları darbhâneye gönderip
bedelini alınıncaya değin geçirdiği eyyâmın fâizini gâib etmemek mütâlaʻasına mebnî ise de
bank fâizi kaybetmemekle [151] beraber arada vâsıta olduğu için dellâliye mukabili bir miktar
da kâr etmekdedir.
Elinde altunu olan halk, eğer altunlarını kendileri Darbhâne’ye getirecek olsalar yine zâ-
yiâta ve mesârif-i zâideye giriftâr olacaklarını raʻnâ bildiklerinden, üç yarım pensi bi’l-mem-
nûniyye ödemekde ve binâen-alâ-zâlîk İngiltere’de darbhâneye getirilen altunların kısm-ı
azâmı İngiltere bankası vâsıtasıyla meskûkâta tebdîl olunmaktadır.
İngiltere’de gümüş ve bakırdan maʻmûl meskûkât maʻadin üzerine ihrâc olunan banka bi-
letleri gibi âdetâ bir alâmetdir ki, esâmisi ile izʻaf u aksâmı şunlardan ibâretdir.

Bunların soveriyenlere tatbîki Esâmi-i meskûkât

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Bir soveriyenin rubʻu Kron yahut 5 Şilinlik parça
« « sümünü { ½ kron yahut 2 şilin 6 penslik parça
« « öşrü { şilin
« « 40’da biri gümüş { 6 penslik parça
« « 60’da biri { Kroat yahut 4 penslik parça
« « 80’da biri { 3 penslik parça
« « 240’da biri Peni }
« « 480’da biri ½ Peni } Bakır
« « 980’da biri Librad }
demekdir.
İngiltere’de gümüşden bir Penilik iki Penslik sikkeler dahî darb olunmakda ise de bunlar
gâyet küçük parçalardan ibâret olduğundan umûmiyyet üzere tedâvül etmemekdedir.
Gümüş meskûkâtın emr-i ahz u iʻtâsından hadd-i meşrûʻ 40 Şilin, [152] bakır meskûkâtın
emr-i tedâvülünde hadd-i meşrûʻ 12 Pens, yani 1 Şilin’dir. Ondan yukarısını kimse alıp verme-
ye mecbûr değildir.

165
Bâb-ı Sâni

İngiltere’de bir Livr töris 52½ Şilin’e râyic olan hâlis gümüşden kırkda otuz yedisini, yani
binde dokuz yüz yirmi beşi hâlis olmak üzere altmış altı adet Şilin katʻ u darb olunmak usûl-ı
iktizâsındandır ki, işbu mikdâr usûl-i meskûkâtın taʻyini zamanında altmış adet Şilin üzerine
binâ edileceği yerde, öyle yapılmayıp da altmış altı adet şilin üzerine bina edilmesi kârîben
beyân olunacağı üzere mesârifine bir karşılık tedâriki mütâlaʻasına mebnîdir.
Binâen-aleyh, İngiliz altun ve gümüş sikkeleri beyninde olan nisbet 1:15,50 demek olma-
yıp belki 1:14,25 raddelerinde demekdir.
Bakır ve bâ-husûs tunç meskûkâtın usûl- darbına gelince: Bu usûl Fransa meskûkât-ı nu-
hasıyesinin aynı olup vezni bir livre olan bakır külçesinden kırk sekiz pens ve seksen yarım
pens veyâ yüz altmış librâd darb etmekden ibâretdir.
İngiltere’de küsûrât için darb u iʻmâl olunan meskûkâtın gerek gümüş kısmından ve gerek
bakır kısmından iyice bir resm-i mîrî alınmakdadır ki, resm-i mezkûru vazʻ u ahzdan maksad,
liraların ve hem de yazı ve resimleri kesret-i istiʻmâlden nâşî bozulmuş olan gümüş sikkelerin
bir tarafdan tedâvülden ahzla yerlerine yeniden yeniye sikke darb u ihrâcı mecbûriyyetlerin-
den dolayı mütemâdiyu’z-zuhûr olan mesârifi örtmekdedir.

Hindistan
smâniyye e cne iyye

İngiltere’nin Hindistan kıtasında tedâvüle çıkarmakda olduğu meskûkâtın vâhid-i kıyâsisi


Rupi denilen gümüş sikkedir ki, bunun nısfiyye ve rubʻıyye [153] ve sümniyyeleri vardır ve bir
Rupi’nin ayarı yüz seksen buğdaydır ki, bunun yüz altmış beş buğdayı hâlis gümüş ve onbeş
buğday da mahlûtdur ve gümüş aksâmının ayarları dahî bu siyâk üzeredir, yâni bunların da on
ikide onbir kısmı hâlis ve onikide bir kısmı mahlûtdur.
Hindistan’da meskûkât-ı meşrûʻa Rupi ve nısf-ı Rupi’dir. Bunlar kesret-i istiʻmâlden dolayı
sûl-i Mes û â -ı

vezn-i aslîlerinden yüzde 2 raddesini kaybetmedikçe veyahut silinmek, kesilmek çalınmak ve


bozulmak gibi arızalara uğramadıkça tedâvülü dâima meşrûʻ ve mukannendir. Fakat rubʻiyye-
ler ile sümniyyeler böyle olmayıp bunlar ancak küsûrâta mahsûsdur.
Hindistan’da altun sikke mihr denilen sikkedir ki, on beş Rupi kıymetindedir. On adet Rupi,
mihr kıymetinin sülüsânına ve beş adet Rupi bir mihr kıymetinin sülsüne muʻâdildir. Ve mihr-i
müzâyıf dahî otuz Rupi kıymetindedir.
Bir mihrin ayarı yüz seksen buğdaydır ki, bunun yüz altmış beş buğdayı hâlis altun ve
onbeş buğdayı mahlûtdur ve sâir altun meskûkâtın vezn u ayarları bu nispet üzere mevzûʻdur.
Hindistan’da hiçbir altun sikke tedâvülü meşrûʻ olan sikkelerden mâʻdûd değildir. Yani kı-
ta-yı mezkûreden mikyasu’l-kayyim dâima gümüşdür.

166
l-ı Sâni

Bakır meskûkâta gelince: Bunlar çift Pik yahud yarım A[ne]na nâmıyla yâd olunan sikke-
lerdir ki, çifte Pik’in vezni iki yüz buğday olup sâirleri dahî buna mikyasdır ve bakır sikkenin bir
Rupilikden ziyâdesinin de tedâvülü meşrûʻ değildir.
Bombay ve Kalküta darbhâneleri külçe ve meskûk ve gayr-ı meskûk olarak ahâli tarafın-
dan getirilen altun ve gümüşleri ahz u kabule ve ayarlarını tâʻyîn eyledikden sonra altun mah-
sûlatından yüzde 1 ve gümüş mahsûlarından yüzde 2 bir resm ve bundan maʻdâ ifrâz masrafı
mukâbili olmak üzere de hem [154] külçe ve hem meskûk altun ve gümüşden binde ¼ resm
ahz edildikden sonra getirilen altun ve gümüşleri meskûkâta tahvîle her vakit hazırdır.
Kaliforniya altun madenlerinin keşfi zamanına kadar hükümet sandıkları vâridât-ı muh-
telifeden getirilen mihrleri ahz u kabûl edip dururlar iken gerek külçe altunların ve madrûb
mihrlerin çoğalmasından ve gerek meşrûiyyet tedâvülüyle kazanamamakla beraber rağbet-ı
nâsın ʻadem-i temâyülünden ve bu sebeple altunların hükümet sandıklarında yığılıp kalma-
sından dolayı Hindistan hükümeti buna bir çare bulmak için bir ilân-nâme neşriyle, bin sekiz
yüz elli üç senesi Kânun-ı sânisi ibtidâsından itibâren darbhânelere sikke darb olunmak üzere
getirilen altunları kabul etmeyeceğini halka işâʻe eylemiş ise de halk yine altuna o kadar
rağbet göstermemişdir.
Bin sekiz yüz altmış dört senesinde Hindistan hükümeti kendi soveriyenlerini, yani İngiliz
Liralarını Hindistan’da meskûkât-ı meşrûʻa olmak üzere tedâvülünü arzu edip tanzîm u tertîb
etmiş olduğu bir ilân-nâme ile tam ve nısf soveriyen mukâbiline 5,10 Rupiye’yi kabûl edeceğini

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


halka işâʻe eylemiş ise de çarşı ve pazarlarda bunlar daha ziyâde fiyatla gitdiğinden, hükümet
sandığına habbe-i vâhide gümüş sikke getiren olmamışdır. Bin sekiz yüz altmış sekiz senesin-
de yine hükümet-i müşârunileyhâ bir tedbîre daha mürâcaʻat edip bir soveriyen mukâbiline
10 Ruphi ve 4 A[ne]na (10.25 Rupi) ve yarın soveriyen mukâbiline 5 Rupi ve 2 A[ne]na mukâbi-
line (5,125) kabûl edeceği yine halka ilân ve işâʻe eylemiş ise de bu zamanda dahî pazar ve
çarşı fiyatları daha yüksek olduğundan, bundan dahî bir semere hâsıl edememişdir.
İşte o zamandan bu zamana kadar bir başka bir tedbîre daha mürâcaʻat edemediğinden
nâşî hükümet-i müşârunileyhâ kendi soverenlerini Hindistan’a idhâle muvaffak olamamışdır.
[155] İngiliz almanaklarında görüldüğüne göre Hindistan meskûkâtının İngiliz meskûkâtı-
na kıyâsen şimdiki hâlde fiyatları zikr-i âti vech üzeredir:

1 Pi = 1/12 Pens
3 Pi = 1 pik = ¼Pens
12 Pi = 1 Anena = 1 Pens
16 Anena = 1 Rupi = 1 Şilin 4 Pens
16 Rupi = 1 Mihr = 1 Lira 1 Şilin 4 Pens’dir.

167
Bâb-ı Sâni

İngiltere Devleti’nin Malta ve Cebelitarık gibi mahallerden maʻdâ müstemlikât-ı sâiresin-


de tedâvül etmekde olan meskûkâtın gerek ayarca ve gerek vezince olan esâslarını anlamak
kolay bir şey olmamakla beraber bizce de hiçbir faydası olmadığından tafsîlâtına girişilme-
mişdir.

Fransa usûl-i meskûkâtı


Fransa Devleti usûl-i meskûkâtında sikkeler gerek altundan maʻmûl bulunmuş olsun ve
gerek gümüşden madrûb olsun, vâhid-i kıyâs frank12 denilen sikkedir ki, bunun 1000’de 900
kısmı hâlis altun veya gümüş ve küsûr 1000’de 100 kısmı da mahlûtdur ve bunların kıymet-i
hakîkiyyeleri dahî hâlislikleri üzerine mevzûʻdur.
Bir Frank’ın vezni beş gram olup bunun izʻaf u aksâmı dahî bu siyâk üzeredir. Devlet-i
müşârunileyhâ evzân u ekyâlını usûl-ı aʻşâriyye tahvîl eylediği zamanına bin yedi yüz doksan
üç sene-i milâdiyyesi olacakdır. Ol vakit meskûkâtını dahî usûl-ı aʻşârı üzerine binâen tashîh
eyleyip [156] mıkyâsu’l-kayyim olmak için beherini yüz santime inkısâm etdiği gümüş
Frankları iptidâ-ı emrde muʻamelâta esâs ittihâz ederek altun sikkelere âdetâ bir metaʻ naza-
rıyla bakmış iken, bu gidişde mazarrâtdan başka bir fayda göremediğinden, bi’l-ahare altunu
dahî mikyâsu’l-kayyûm ittihâz ederek ikisinin birlikte yürütülmesini nizam tahtına idhâl eyle-
miş ve bu cihetle devlet-i müşârunileyhânın bir mikyaslı devletler sırasından çıkıp çift mikyaslı
smâniyye e cne iyye

devletlerin pîşvâsı olmuşdur.


Fransa’dan birçok zamanlar Frank sikkelerle aksâm u ezʻafı kıymet-i mevzûʻaları vechile
tedâvül eylemiş ise de sonraları tehaddüs eden baʻzı ârızalardan ve bâ-husûs nakz-ı ahdler-
le beraber altun ile gümüş beyninde kadîmen mevcûd olan nispet-i nizâmiyenin bozulma-
ğa başlamasından dolayı devlet-i müşârünileyhâ ahvâl-ı mâliyesini civâr devletlerin ahvâl-i
mâliyyelerine tatbîk etmeye mecbûr olup bin sekiz yüz altmış dört senesinde ittihâz etmiş
olduğu bir karara tevfiʻkan, evvelâ bir Franklık ile elli ve yirmi santimlik sikkelerin ayarlarını
sûl-i Mes û â -ı

835 milim ayarına ve bin sekiz yüz altmış altı senesinde dahî iki franklıkları ol dereceye tenzîl
eylemişdir.
Lâkin bu türlü tedâbîr-i âdiye ile altun ve gümüş beyninde olan nispetin vazʻ-ı aslîsi üzere
tutulması kâbil olamayacağını hükümet-i müşârunileyhâ daha evvel anlamış bulunduğundan,
hem-civarları olan Belçika ve İtalya ve İsviçre hükümetleriyle muʻahedetâ girişip tarafeyn-i
müteâkıdin birbirlerinin sikkelerini kendi mal sandıklarına ahz u kabul etmek ve bir memleke-
tin sikkesi diğer memleketde aynı o memleketin sikkesi gibi beyne’l-ahâli teʻâti olunmak gibi
bazı kuyûd-ı nâfiʻanın derciyle bin sekiz yüz altmış beş senesinde bir muʻahedenâme imzâ-

12) Franc (Frank) Fransa memâlikini Almanya cihetinden istîlaʻ etmiş olan akvâm-ı cismiyye-yi kadîmeden birinin
ism-i hassı olup bâde’l-istîlaʻ bu nâm Fransa millet ve memleketine ıtlâk olunduğu gibi kavm-i mezkûrun kullandığı
sikkeye de kendi nâmlarına nisbetle Frank ıtlâkı öteden beri zebân-zed-i âmm olmuşdur.

168
l-ı Sâni

lanmış ve lisân-ı mâliyyede “Union-i Latin” nâmıyla şöhret bulan işbu muʻahedenin mühes-
senâtını hissetmeleriyle Yunan, Romanya ve Sırbia ve Bulgaria Devlet ve hükümetleri [157]
dahî işbu muʻahedeye iştirâk ve ona taklîden tashîh-i meskûkât eylemişlerdir.
Fransa darbhânesi nizâmâtı iktizasınca, 900 ayarında olan bir kilogram altundan otuz bir
adet yüzlük, altmış iki adet ellilik, yüz elli beş adet yirmilik, üç yüz yirmi adet onluk ve altı yüz
yirmi adet beşlik Frank darb oluna-geldiği gibi ol mikdâr ayar u veznde olan gümüşden dahî
kırk adet beş, ve yüz adet iki, Franklık sikke kesilmek âdet olduğu ve küsûrâta tahsîs kılınan
835 ayarında olan gümüşün beher kilosundan dahî iki yüz adet bir Franklık, dört yüz adet elli
ve bin adet yirmi santimlik sikke darb u iʻmâl olunmak müteʻamildir.
Fransa meskûkâtının envâʻ ü aksâmı şunlardır:
Tolerans
Kıymet-i Kıymet-i
vezninden Tolerans Aşağı yukarı Ayarı
mütesâviye Vezni gram mevzuʻası
icra olunan ayar için vezn için milim
Frank Frank
tenzilat

100 32,258 100


0,001
50 16,129 50
0,005 0,001
20 900 6,4516 20

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


0,002
10 3,2258 10
0,003
Altun 5 1,6129 5

0,003 5 25,000 5

0,010 0,002 0,005 1,86 900 10,000 2

0,005 0,93 5,0000 1

Gümüş 0,05 0,005 0,007 0,46 835 2,5000 0,50

0,010 0,19 1,0000 0,20


« 0,10 bakır95 10,000 0,10

« 0,05 kalay 4 5,000 0,05

« 0,015 çinko 1 2,000 0,02

« 0,010 100 1,000 0,01

169
Bâb-ı Sâni

Tunç

[158] Fransızların 100 ve 50 ve 40 ve 20 Franklık sikkelerin milimlerinde, yani ayarlarında


hiçbir fark yokdur. Fakat hayli zamandan 40 Franklık sikke darbı terk olunmuş bulunduğun-
dan, ânın şekli bâlâda gösterilen cedvele idhâl edilmiştir.
10 ve 5 Franklık altunların ekserîsi 1855 ve 1859 seneleri kararnâmeleriyle tedâvülden
alınmış olduğu gibi gümüş sikkelerden 5 Franklıklar hâliyle ibkâ olunup maʻdâsının bâlâda
beyân olunduğu üzere ayarları tenzîl edilmemişdir. Tunçdan mesnûʻ olan sikkeler dahî cüm-
leten 1852 senesinde tedâvüle vazʻ olunmuşdur.
Fransızların meskûkât-ı milliyyesi olan altun sikkeler, hiç hudûd dâhilinde olmayarak hükü-
met sandıklarının cümlesi taraflarından kabul olunmak nizâmı iktizâsından olup fakat gümüş
meskûkâtın her teʻaddiyât u teslimâtında yüzde 10, tunç sikkelerin yüzde 5’den ziyâdesi kabûl
olunmamak bu nizâm icâbındandır.
Fransa’da altun sikkelerle 5 Franklık gümüş sikkelerin hükümetçe kabûlu hiçbir hudud dâ-
hilinde değildir. Küsürâta gelince: bunlardan 35 ayarında olan gümüşlerin 50 ve tunçların 5
Franklığa kadarı makbûl-ı tedâvül olup ziyâdesi merdûdü’t-tedâvüldür.
Fransızların usûl-ı meskûkâtıyla İngiliz usûl-ı meskûkâtının yek diğere tatbîki bahsine ge-
lince: kâffe-i küsürâtıyla berâber Fransız usûl-ı meskûkâtı kesr-i aʻşârı esâsları üzerine mebnî
smâniyye e cne iyye

olduğundan, gerek ayarlarının ve gerek hesaplarının tanzîmlerince onlar dâima mazhar-ı


suhûlet olup İngilizlerin meskûkâtı ise kesr-i âdi kâidesi üzerine mübtenî bulunduğundan,
bunlar muhtelifü’l-mahâric olan küsürâtı hesaplarında göstermek için dâima üç sütun kullan-
mağa ve yekûnlerini [159] toplamak için dahî hesab-ı zihniyeye mürâcaʻat ile giriftâr-ı suʻubet
olageldikleri meydanda ise de mâʻlûm olan ahvâl-ı husûsiyyeleri iktizâsınca usûl-ı aʻşârı esâs
üzere sikke darb u iʻmâli teklîfâtına bir türlü yanaşamamakdadırlar.
sûl-i Mes û â -ı

Almanya Usûl-i Meskûkâtı


Müttefike-i Cermenya devlet ve hükümetleri şimdiki Almanya İmparatorluğu şeklini ahz
etmezden mukaddem, memâlikinde altı nevʻ usûl tahtında on sekiz cins altun ve küsûrâtıyla
beraber altmış altı cins gümüş meskûkât tedâvül eder ve hükümât-ı mezkûrenin şimâl taraf-
larında Taler, cenûb taraflarında Florin ve bazı serbest olan memleketlerde dahî Mark nâmla-
rında olan sikkeler mikyâsu’l-kayyim iʻtibâr olunur idi.
Fransa muharebe-yi maʻlûmesinin muzafferriyetinden Almanya İmparatorluğu istifâde-i
külliye hâsıl etmesiyle, bunun bir nişâne-i galebesi olmak üzere akîb-i musalahada meskûkât-ı
muhtelife-i mezkûrenin külliyen tedâvülden refʻ u iptâliyle yeniden bir usûl-ı sikke ihdâsını ve
bu usûlde bi’l-cümle Cermenya hükümetleri meskûkâtının da tevhîdini arzu edip 4 Kânûn-ı
evvel sene 1871 tarihli bir nizâmnâme ile bi’l-cümle meskûkâtı tashîh ve gümüşü terk ile

170
l-ı Sâni

altunu mikyâsu’l-kayyim ittihâz edip ibtidâ Mark13 sonraları Kron nâmıyla meydân-ı tedâ-
vüle vazʻ ve bu sırada gümüş ile bakır ve nikelden iʻmâl etdirdiği meskûkâtı büsbütün kü-
sürâta tahsîs eylemişlerdir Almanya İmparatorluğu’nun sâlifü’z-zikr nizâm-nâme ile ondan
sonra ittihâz etmiş olduğu bir takım usûller üzerine meydân-ı tedâvüle vazʻ etdirdiği altun
Markların ayarı Fransızların ayarı gibi 900 milim [160] olup bir markın hâvî olduğu zer-i hâlisin
kıymet-i hâkîkiyyesi Latin ittihâdı sikkelerine kıyasen 1 Frank 23,45 santimdir. İngilizlerin bir
altun Şilin’inin kıymet-i hâkikiyesi 1 Frank 26,105 santim olduğuna nazar olunur ise Almanya
Marklarının kıymet-i hâkîkiyyece İngiliz Şilinlerine ve kronların 20 ve 10 ve 5 Mark hesabı
üzerine darb u ihrâc olunduğuna bakılır ise Almanya’nın usûl-ı meskûkâtı İngilizlerin usûl-ı
meskûkâtına mütekârîbdir.
İngilizlerin 1 Şilin’i 12 Peni’ye munkasım olduğu halde Almanların 1 Mark’ı 100 peniye
münkasım olduğundan bunlar usûl-ı meskûkâtını kesr-i aʻşârı kâidesi üzerine binâ etmiş ol-
dukları şüphesizdir.
Almanya’nın tedâvüle vazʻ etdiği altun meskûkâtın veznlerce tolerans farkı 5 milimidir ve
küsürât ile ufaklık için darb u ihrâc eylediği meskûkât dahî gümüş ile nikel, bakırdan maʻmûl-
dur.
Gümüş meskûkâtın ayarı altun meskûkâtın ayarı misillü 900 milim olup ayarca toleransı
farkı binde üç ve vezince toleransı farkı dahî binde on derecesindedir. Lâkin esnâ-yı iʻmâlatda
hâsıl olan gümüş pulların mecmûʻu iʻtibârıyla gerek vezin mevzuʻu ve gerek ayar-ı mahsûsu

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


mikyâsu’l-durub olan işbu 900/1000 mikyasından udûl etmemesi şartdır. 500 gram gümüş-
den 90 adet mark darb olunmak ve Mark’ın ezʻafı olan 2 veya 5 Marklık sikkelerle ânın eczâsı
olan 20 ve 50 penilik sikkeler dahî bu nispetde katʻ u ihrâc edilmek Almanya darbhânelerinin
usûl-ı mevzûʻasındandır.
Almanya meskûkâtının altun ve gümüş kıymetleri beyninde olan nispet 1:13.95 gider ki,
nispet-i mezkûrenin Latin ittihâdı küsürât-ı meskûkâtın nispet-i mevzûʻasına tatbik olunacak
olur ise yüzde 13½ [161] derecesinde noksandır. Yani Almanya küsürât-ı meskûkâtının Latin
ittihâdı küsürât-ı meskûkâtına kıyasen kıymetleri (yüzde 7 tam 789/1000) ve İngiliz küsürât-ı
meskûkâtına kıyâsen dahî (yüzde 8 tam 46/100) noksân olduğundan, bir adet gümüş markın
kıymeti 1 Frank 19,76 santime müsâvidir demekdir.
Nikelden maʻmûl olan ufaklıklar 10 ve 5 Peni’den; bakırdan maʻmûl ufaklıklar dahî 1 ve 2
Peni’den ibâret ise de meskûkât nizâmnâmesi bunların terkîbâtını beyân etmemişdir.
Almanya meskûkâtının şu kalıba ifrâğında nüfûs başına 10 adet gümüş ve Nikel ve bakır
için dahî 2½ Mark tahdîd edip ona göre iʻmâl etmiş olduğundan ahz u iʻtâda 20 Mark gümüş
ve 1 Mark Nikel veyâ bakır Mark’tan ziyâdesini ahz u kabûle hiçbir kimse mecbûr değildir.

13) Mark (Mark) bu kelimenin mânâ-yı luğavisi nişâne demek olup Lira gibi hem vezn ve hem de sikke maʻnâsına
müstaʻmel olan Almanya ve Felemenk sikkelerinin vâhid-i kıyâsîsi makamına kâim olmuşdur.

171
Bâb-ı Sâni

Altunun gümüşe, gümüşün altuna tebdîl ü tahvîl muʻamelâtı hükümet tarafından taʻyîn olun-
muş olan sandıklar maʻrifetiyle icrâ olunmakdadır.
Almanya’da silik ve delik meskûkâtın redd u kabûlünde bir gûna mecbûriyet-i nizâmiye
olmayıp fakat kesret-i istiʻmâlinden ötürü vezn-i nizâmîleri azalmış olan meskûkâtın hükü-
met sandıklarına vürûdunda bunları tevkîf birle hükümet hesabına sikke-i cedîdiyye tahvîl
edilmedikde ve İngiliz usûlunun muhâlifi olarak bu zararı dâimâ hükümet çekmekdedir ki,
Almanya’nın şu usûlü İngilizlerin usûlüne nispetle daha ziyâde âdilânedir.
Almanya Devlet ve hükümetleri altunu mikyâsu’l-kayyim ittihâz eyledikden biraz sonra
Avusturya ve Macar ve İsveç Norveç Danimarka Felemenk Devletleri dahî mikyâsu’l-kayyim
ittihâz edip sikkeyi tashîh etmişlerdir.

Amerika

Amerika Cemâhir-i Müttefikası bin yedi yüz seksen dokuz senesi teşkîlâtını [162] icrâ et-
mezden mukaddem, çifte mikyâs tarzında ve 15,25 nisbetinde olarak hâlis 375,64 buğdaydan
ibâret dolarları meskûkât için vâhid kıyâsi ittihâz etmiş idiyse de darbhânesini binâ ve teʻsîs
eylememiş idi.
Teşkilât-ı mezkûreyi tamamıyla mevkiʻ-i icrâya vazʻ eyledikden ve bin yedi yüz doksan
smâniyye e cne iyye

iki senesinde bir de darbhâne binâ ve inşâ eyledikten sonra işe koyulup vezn-i aslîlerinden
noksân olmayan altun ve gümüş sikkelerin birlikde olarak mecbûriyyu’t-tedâvül olmasını ve
vezn-i aslîlerinden noksan olan sikkelerin dahî kıymet-i hakîkiyyesiyle tedâvül eylemesini emr
ve kâffe-i te’diyatta bir Livr altunun fiyat-ı nizâmiyyesi on beş Livr gümüş sikkeye muʻadil
olunması taʻyîn ve altun veya gümüş külçelerden sikke darb u iʻmâlini arzu edenler mallarını
darbhâneye getirir ise kabûl edip bilâ-mesârif meskûkâta tahvîl edeceğini nizâm tahtına idhâl
eyledi.
sûl-i Mes û â -ı

Tedâvül-ü meskûkât husûsunda Dolarları vâhid-i kıyâsi ve sikke-i hesâbî tâʻyîn edip ec-
zâsını desi santi mil olarak taʻyîn ve altun meskûkât için 11/12 ayarını ayar-ı nizâmî intihâb
edip fakat bunun mahlût kısmını yarısı gümüşden mürekkep ve gümüş meskûkât için dahî
1485/1664 ayarını intihâb edip bunun da mahlut kısmının cümlesi bakırdan mürekkep olmak-
lığını tensîb etdi.
Vezni 247,5 buğday hâlis altundan ibâret olmak ve bir adedi on dolar kıymetinde bulun-
mak üzere Akal nâmıyla bir altun sikke icâd edip yine bu vezn ve bu nisbetde yarım Akal rubʻ
Akal nâmlarıyla altun sikkeler dahî katʻ u ihrâc ve bundan başka vâhid-i kıyâsı ittihâz eylediği
Dolarlar için nisbet-i mevzuʻa üzere de aksâm tâyin edip bunları nısfiye, rubʻiye, öşriyye ve
nısf-ı öşriyye gibi elfâzla tercüme olunabilir isimlerle meydân-ı tedâvüle vazʻ eyledi.
[163] Hükümât-ı mezkûre küsürât için bakırdan dahî sikkeler iʻmâl etdirdi ise de bunun
usûl-i tedâvülünü bir mecburriyet nizâmı tahtına idhâl etmeyi münâsip görmedi.

172
l-ı Sâni

Hükümât-ı mezkûre bin yedi yüz seksen dokuz senesinde bin sekiz yüz yetmiş üç senesi-
ne kadar geçen müddetlerden birtakım usûllere mürâcaʻât ederek ecnebî meskûkâtının ve
bâ-husûs Piyaster nâmıyla oralarda külliyetle tedâvül eden İspanya Riyallerinin menʻ-i tedâ-
vülünü arzu etdiyse de lâyıkıyla muvaffâk olamayıp bu işi ancak tedâbîr-i âtiyyeye mürâcaʻat
ile becerebildi. Şöyle ki:
Cumhuriyet-i müşârunileyhâ 1 Nisan sene 1873 tarihinde bir nizamnâme neşr ederek bu-
nunla darbhâne umûrunu ve sikke usûlunu taʻdîl ü tashîh ve kendi usûl-ı meskûkâtını usûl-ı
aʻşârıyye takrîb etdirmek için küsürâtdan maʻdûd olan gümüş sikkelerin hâvî olduğu gümüşü-
nü eritdirip 9/10 ayarında ve 25 gram vezninde olmak üzere iki yarı Dolarlık sikke darb u iʻmâ-
lini tensîb edip halkı tergîb için dahî darbhâne mesârifini yüzde 1/5 mikdâra tenzîl ve mikyâ-
su’l-kayyim olmak selâhiyyetini dahî altuna tahsîs ve bu sırada altun meskûkâtın bilâ-hudûd
tedâvülünü raygân ederek ve gümüş meskûkâtın dahî beş dolarlık mikdârını kuvve-i mizâniy-
ye olarak taʻyîn eyledi. Bakırı kâle bile almadı.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

173
Bâb-ı Sâni

Fasl-ı Sâlis

Üç tarz üzere kabûl olunmuş olan vezn ü ayar nizâmlarının


umûm devletler meskûkâtının kıymât-ı hakîkîyyelerine
icrâ-yı tatbîkâtı

A vrupa’nın en cesîm devletleriyle Müctemiʻa-i Amerika Cumhuriyeti’nin usûl-ı


meskûkât hakkında buraya kadar iʻtâ olunan mâʻlûmât bize göre kâfi göründüğün-
den, şimdi de düvel ve hükümet-i müşârûnileyihim ile dünyada meskûkât darb u iʻmâl [164]
eden devletlerin ittihâz eyledikleri usûl-ı meskûkât hakkında bir fikr-i icmâli hâsıl etmek için
hâsıl edilen maʻlûmâtın beyânâtına tasaddî olunur.
Altun meskûkât sebîkeleri ayarlarını taʻyîn ü tahdîd etmek için dünyada kabul olunmuş iki
büyük usûl vardır ki, bunun biri 11/12 ayarı, diğer biri 9/10 ayarıdır ve bu iki usûlun hâricinde
ayâr taʻyîn etmiş olan hükümetler de hidîviyyet-i Mısriyye ile Meksika ve Filipin memleketle-
smâniyye e cne iyye

ridir ki, bunların sebîkelerinin ayarı 7/8’dir. Sebîkelerinin ayarı 0,983 olan Felemek'in dükala-
rıyla Avusturya dükaları işbu iki büyük usûlun hâricinde ise de bu dükalar hiçbir meskûkât-ı
hesâbiyye ile münâsebeti olmadığından meskûkâtdan maʻdûd değillerdir. 11/12 ayarında olan
altun meskûkâtın sıklet-i izâfiyesi 17,40 ve 9/10 ayarında bulunan mezkûr meskûkâtın sıklet-i
izâfiyyesi 17,165 olup 7/8 ayarında olan altun meskûkâtın sıklet-i izâfiyyesi dahî 16,70’dir.

[165] Anîfen beyân olunan üç türlü usulü, umûm devletler meskûkâtına tatbîk etmek için
işbu cedvel tanzîm olunmuşdur:
sûl-i Mes û â -ı

174
l-ı Sâlis

9/10 ayarını kabûl etmiş olan devlet ve hükümetler

Meskûkâtın
Meskûkâtın gram Meskûkâtın gram
Meskûkât-ı zerriye- frank
Memâlik Esamisi hesabıyla vezn-i hesabıyla havi
nin esâmi-yi esasisi hesabıyla
nizamisi olduğu zer-i hâlisi
kıymeti
Fransa Belçika İsvİçre Parça 20 Fırank

İtalya « 20 Lir

Yunan « 20 Drahmi 6,45161

Romanya « 20 Letri 5,80543 20

Finlanda « 20 Mark

Avusturya-Macaris- « 8 Gulden 7,96495


tan
« 20 Bişmark 8,96057 7,16846 24,6914
Almanya İmparator-
luğu « 20 Froz 8,06452 27,7778

İsveç Norveç Dani- 6,720

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


marka müttehidin
meskûkâtı « 10 Gulden 8,06452 6,048

Flemeng « 25 Pezota 8,33906 7,25806 20,832

İspanya 5 Dolarlık ½ Akalı 7,52316 25

Amerika cemahir-i 8,06452 25,9151


müttefikası
Parça 5 Pezo 7,25806
Golomi müttefikası
« 5 Venezuella 7,62665 25
Venezuella müttefi-
« 5 Suler 8½ gram 6,8638
kası
« 5 Pezo 7,500 23,6422
Peru
« 5 Pen 25,8333
Şili

Japon

175
Bâb-ı Sâni

11/12 ayarını kabul etmiş olan devlet ve hükümetler

Britanya ve İrlanda 1 Soveriyen 20 şilin 7,98815 7,32239 25,2215

İngiliz Hindistanı ½ Mihr 10 Rupi 7,776 7,128 22,559

Portekiz ½ Kron 5 Milirz 8,8675 8,1285 27,9983

Rusya ½ İmperyal 5 Rupi 6,545 5,9996 20,6652

Devlet-i Osmâniyye 1 Lira-i Osmânî 100 Guruş 7,2164 6,615 22,7851

Devlet-i İraniyye 1 Tümen 100 Şâhi 3,760 3,4467 11,87

Brezilya 10 Milerz 8,22746 28,3046

7/8 ayarını kabul etmiş olan devlet ve memleketler


smâniyye e cne iyye

Mısır 1 Kine 100 Guruş 8, 544 7,476 25,75

Meksika 5 Pezo 8,460 7,4025 25,50

İşbu cedvelde muharrer muhtelifü’l-ayar meskûkât-ı zehebiyyenin 9/10 ayarında tevhi-


diyle, cümlesi meskûkât-ı umûmiye farz u takdîr edilecek olur ise Frank hesâbıyla her birerle-
sûl-i Mes û â -ı

rinin kıymetleri zikr-i âti cedvelde gösterilen makadîr üzere olmak lâzım gelir. [166]

176
l-ı Sâlis

100 Frank vezni 32 25 Frank vezni 8 20 Frank vezni 6


Memâlik
8/51 gram 2/51 gram 14/51 gram
Fransa, Belçika, İsviçre 100 Frank 25 Frank 20 Frank

İtalya 100 Lir 25 Lir 20 Lir

Yunan 100 Drahmi 25 Drahmi 20 Drahmi

Romanya 100 Liz 25 Liz 20 Liz

Finlanda 100 Mark 25 Mark 20 Mark

Avusturya-Macaristan 40 Gulden 10 Gulden 8 Gulden

Almanya İmparatorluğu 81 Mark 20 Mark 25 Feni 16 Mark 20 Feni

Danimarka İsveç Norveç 72 Kroner 18 Kroner 14 Kroner

Fleming 46 Gulden 12 Gulden 9 Gulden 60 Filo

İspanya 100 Pezota 25 Pezota 20 Pezota

Amerika 19 Dolar, 29 sent 4 Dolar 82,4 sen 3 Dolar 80 sen

Müttefika-i Kolombi 20 Pezo 5 Pezo 4 Pezo

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Müttefika-i Venezuela 20 Venezuela 5 Venezuela 4 Venezuela

Peru 20 Sol 5 Sol 4 Sol

Japonya 16 Pen 355 sen 4 Pen 83,9 sen 3 Pen 66,6 sen

İngiltere İrlanda 3 Lira 19 Şilin 3,75 19 şilin 98,9 pens 15 şilin 10,31 pens
pens
İngiliz Hindistanı 10,18 Rupi 8,15 Rupi
40,73 Rupi
Portekiz 4,464 Riz 3,572 Riz
17,858
Rusya 6 Rupiya 49 kopek 4 Rupiya 84 kopek
24 Rupiye 19,5 kopek
Devlet-i Osmâniyye 109,7 Guruş 87,78 Guruş
438,9 Guruş
Devlet-i İraniyye 2 Tumen 10,6 Şâhi 1 Tumen 68,8 Şâhi
8 Tümen 43,3 Şâhi
Brezilya 8,822 Riz 7,057 Riz
35,267 Riz
Mısır 97,085 Guruş 77, 668 Guruş
388,34 Guruş
Meksika 4,90 Pezo 3,92 Pezo
19,61 Pezo

177
-III-
Bâb-ı Sâlis
Bâb-ı Sâlis

Fasl-ı Evvel

Altun ve Gümüşün vasıta-ı mübâdelât ve


mikyâsu’l-kıymât olmasının ahvâl-i târihiyyesi
Ve Hak Mevlâ Ebda'nahû fıtratahû
Levle’t-takî li-kıllet cellet kudretehû

M akamât sâhibi Harîri merhûmun Dinâriyyesi’nde münderic olan şu beytin mâʻnâsı


“Allah’a kasem olsun ki, eğer havf-ı veraʻ u takvâ olmaya idi, altun bir mahallede
yâd olundukda cellet kudretehû diye feryâd eder idim” demekdir. Mikyâsu’l-kayyim ittihâzın-
da altuna mı yoksa gümüşe mi veyâhud her ikisine de birlikte mi mürâcaʻât olunmak lâzım ge-
leceğinin taʻyîn ü tesbîti hakkında onbeş seneden beri Avrupa ve Amerika erbâb-ı maliyyûnî
beynlerinde devrân eden mübâhesât-ı şedîdenin asl u esâsına lâyıkıyla kesb-i ıttilâʻ etmek
için altun ve gümüşden hangisinin daha evvel vasıtâ-ı mübâdelât ve mikyâsu’l-kıymât ittihâz
olunduğu tarihin bilinmesine mütevakkıf olduğundan, burasının muhtasaran beyânına ibti-
dâr olunur.
smâniyye e cne iyye

Ekser müverrihlerin zehâbı gibi altun ve gümüşün vasıta-ı mübâdelât ittihâzı ve hâlis ve
gayr-ı hâlis altun ve gümüşden ve küsûrât için bakırdan sikke iʻmâli öyle Yunânîler, Romalılar
gibi milletlerin zuhûrları zamanları değildir. Belki bunların vâsıtâ-ı mübâdelât ittihâzı pek
eski olduğu Tevrat’ın münderecâtıyla müsbet ise de mebde’-i iʻcâdı ve mücedillin hasletinin
ümem-i kadîmeden birine bi-hak isnâdı nümismâtik14 fenni erbâbı indlerinde el-yevm muh-
telifin-fihdir.
sûl-i Mes û â -ı

[168] Nebi-i zişân İbrâhim aleyhisselâm zevcesi Sâre Hatun’un Kenʻan viâyetinde Hebrûn
denilen karyede vukuʻ-ı vefâtında cesedini defnetmek için iştirâ eylediği tarlanın bahasını bâ-
zirgânlar beynindeki râyic ile pazarlık eyledikden sonra bedel-i müşterâsı olan dört yüz miskal
gümüşün nebi-i müşârunileyh bizzât tartarak iʻtâ etmiş olduğu Tevrat’ın Tekvîn-i Mahlûkat
sıfrının yirmi üçüncü faslına sarâhaten mezkûr ve târih-i vefât-ı Hazret-i İbrahim’den şimdiye
kadar üç bin dokuz yüz bu kadar sene mürûr eylediği müsbet ve muhakkak olduğu cihetlerle,
ol zamanlar vâsıta-ı mübâdelât olan şeyin gümüş olduğu tebyîn eder ise de bu rivâyet sikke-
nin ol zamanlarda mevcûd olduğuna delâlet eylemez. Vâkıʻâ Yahûd ulemâsının icrâ eylemiş
olduğu tetebbuʻatda, sikkenin en evvelki mûcidi Hazret-i İbrahim’in pederi Azer olduğu ve

14) Numis matique (devâhim-şinaslık) denilen antika ulûmunun bir büyük şubesi olup fenn-i mezkûr dört yüz se-
neden beri Avrupa’nın her tarafında birçok fedâkârlıklarla vücûda getirilmiş ve el-yevm ilerlemekde bulunmuşdur.

180
l-ı Evvel

nebi-i müşârünileyh zamanı sikkelerinin bir tarafı iki ihtiyar karı ve erkek, diğer tarafı iki genç
ve kız oğlan kız resimleriyle mürtesim bulunduğu ve Yuşâ aleyhisselâm sikkesinin bir tarafı
tosun, diğer tarafı (Geyik) ve Davud aleyhisselâm sikkesinin dahî bir tarafı iki bir yerde “termîl”
(âsâ) diğer tarafı “burûc” olduğu ve Merdhay-i beni İsrâilî saman almağa gitdiği zaman arkası-
na çuval giymiş ve başına gül dikmiş bulunduğundan, sikkelerinin bir tarafı kendisinin bu sû-
retle olan resmiyle musavver bulunduğu gösterilmekde ise de ümem-i kadîmeden Nebtîler,
Asûriler, Keldânîler Mısrîler gibi milletlerin sâkin oldukları Neynevâ ve Bâbil Tedmur Mısır-ı
kadîm gibi şehirler harabelerinin icrâ olunmakda olan hafriyyâtında meskûkât şeklinde henüz
bir eser zuhûr etmemiş ve Hazret-i İbrahim’den evvel mûlûkun mevcûd olduğu da derkâr
bulunmuş olduğundan, ulemâ-yı merkûmenin şu tedkikâtına biraz daha İsrâiliyyât nazarıyla
bakmak zârûrî görünür.
Tevrat’da mezkûr olan “sıkl” 20 “kerâh”dır. Kerah Süryânî lisânında (maʻa Arap lisânında)
“dank” veya “denk” lafzlarıyla zikrolunmuşdur.
[169] Mısr-ı kadîmin (Hieroglyphi, hiyeroglifi) denilen hutût-ı meşhûresinin tamamıyla kı-
raʻat edip anlamak hasîsası asr-ı hâzır mütevağğıllarına müyesser olmuş olsa idi belki sikkenin
zaman-ı ihtirâ ve iʻcâdı gözlerimizin önünde refʻ-i hicâb eder idiyse de hayfâ kî bu tılsım henüz
keşf olunamadığından, aranılan hakîkât bulunamamışdır.
Lâkin şu kadarı muhakkakdır ki, kudemâ-i Mısriyyûn zamanlarında sıkl 20 kerâh veyâhud
320 habbe “şaʻirden ibâret bir vezn-i maʻden olduğu halde esnâ-yı mübâdelâtta eşyanın kıy-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


metini taʻyîne bir esâs idi. Ammâ şâyân-ı taʻaccüb değil midir ki, kudemâ-yı Mısriyyun mev-
zûʻnât ve me’kîlât husûsunda daha âlâ bir usûl vazʻ eylememiş oldukları halde kendilerinden
binlerce sene sonra gelen Fransızlar onların hıfzına iʻtinâ eyledikleri vezinleri istîʻ[m]âl eyle-
mişlerdir.
Sikke, hakâyık-ı vakayiʻin esâs adîmü’l-enderâsıdır. Ammâ bu yâdigârın asl u esâsı nedir?
Hangi asrın ve hangi milletin bergüzârıdır? İşte buralarını bulmak için milletlerin en eskisi bu-
lunan Çinlilerin ahvâl-i tarihiyyelerine bir mikdâr olsun nazar etmek lâzımdır.
Ol taraflara seyahat edip görenlerin mâʻlûmu olduğu üzere Çin’de yalnız küsürât, daha
doğrusu pek ufak tefek ahz u iʻtâlar için bakırdan mesnûʻ ve mazrûp, ortaları delikli ve dam-
galı sikkelerden maʻdâ mâʻmûl ve madrûb olmayarak herhangi bir vezinde olur ise olsun mü-
bâdelâtda ekseriyyetle külçe gümüşler ve akalliyetle külçe altunlar elden ele tedâvül etmek-
de ve bu külçelerin gerek ayarı hususunda ve gerek hususât-ı sâiresinde hükümetin bir gûna
müdâhalesi olmadığı halde muhtelif sıkletlerde olmak üzere vezniyle alınıp verilmekde ve bu
cihetle oralarda mıkyâsu’l-kayyim külçe gümüşler olduğu anlaşılmakda ise de bunların hiçbi-
ri devletin kontrolü tahtında [170] tedâvül eylemediğinden, alışverişde ikisine de birer nevʻ
metâ nazarıyla bakılmakdadır. Bundan başka kesb-i medeniyyet etmiş olan bütün memleket-
lerde istiʻmâl olunan evzân hem sikkelere ve hem de evzâna ilm olduğundan, biri diğerinden
müştâk idüği nümâyân olur. Mesela eski Yunânîlerin indinde (Talent talan) Romalılar nezdin-
de (L’as As) İngilizlerin indinde (Pound-paund) Fransızlar nezdinde (Livre Livr) Çinliler nezdin-

181
Bâb-ı Sâlis

de (Tâel Tayl)15 Araplar nezdinde miskal kelimeleri hem mevzûnâtta ve hem de meskûkâtta
kullanıldığı ve bu hal birçok asırlarca bu siyâkda gitdiği halde, sikke darb u iʻmâli hakkının
münhasıran hükümetlere intikâli zamanlarda sikkenin hîn-i darb u iʻmâlinde onlara istenildiği
kadar kıymet koymak ve fiyatlarını artdırmak ve başkalarının sikkelerini kendi memleketle-
rinde tedâvül etdirmemek ve sikkelere nühâs katmak ve mağşûş sikke darb etmek adetleri-
ni hükümetler birbirlerine bakarak kendi memleketlerinde ihdâs eyledikleri zamanlarda bu
hakîkâtların bozulduğu inde’t-tevârih sâbit olmakdadır.
İşte şu derecelere kadar vardırılan bu hakîkâtlar dahî bizi tebʻîd edeceği yerde rehberimiz
olan Yunan ve Roma devlet ve hükümetleri meskûkâtının ahvâl-i târihiyyesine yavaş yavaş ya-
naşdırıp bunların tevârih-i husûsiyyeleri mütâlaʻa olunacak olduğu halde her ne şekl u sûret-
de ve her ne türlü kemm u kıymetde olursa olsun, meskûkât denilen mahlûkât-ı medeniyye-
tin doğduğu günde nevʻ-i ben-i adem ile birlikte doğmuş ve doğduğu anda dahî altun nâmını
alan bu tıfl-ı nevzât o sarı rengiyle yalnız olarak mehd-i tedâvüle vazʻ olunmayıp belki süt ka-
rındaşı bulunan o beyaz gümüşle beraber dâyesi tertîbinde büyüyüp şu iki birâder hiçbir va-
kitde yek diğerinden ayrılmamış olduğu zâhîr olup şu müddeʻayı dâhi gümüş tâbiatında yalnız
olarak bulunmayıp berâberinde dâima altun veya bakır bulunması maddeleri isbât eder.
[171] Bu hakikatlara kıyâsen denilebilir ki, değil dünyanın yaradıldığı zamandan ve fakat
âlem-i medeniyyetin vücûd-pezîr olduğu günden beri altun ve gümüş dahî bulunup vâsıta-ı
mübâdelâta en çeşbân bir mizan ittihâz kılınmışdır.
smâniyye e cne iyye

Ademin sabâveti âlem-i medeniyyetin sabâvetine bir tarz-ı acîb u garîbde müşâbihtir ve
bu davayı da henüz dâire-i medeniyyete girmemiş olan Afrika zencileriyle emsâlinin deniz
böceklerinin kabuklarını teâti-i beyʻ u şirâda miyâr ittihâz ederek onlarla işlerini görebilme-
leri ve yek diğere böylelikle emniyyet etmeleridir ki, bu hallere sebep olan esbâbın başlıcası
da sikke ittihâz eyledikleri şeylerin suhûletle kâbil-i taksîm olabilmesi hasîsesi olduğundan
şüphe yokdur. Binâenaleyh âlem-i medeniyyet ibtidâ nerede doğmuş ve hangi millet arasın-
da büyümüş ise nakl u hıfzında olan suhûlet sebepleriyle ya altundan veya gümüşden sikkeler
sûl-i Mes û â -ı

darb u iʻmâliyle çarşı ve pazarlarda tedâvülü orada başlamışdır demekdir. Âlem-i İslâmiyet’de
meskûkât hakkında kitap yazan zât iki kişiden ibâret olup bunun biri Makrizî nâm müver-
rih-i meşhur, diğeri Subhi Paşa merhumdur. Makrizî’nin târih-i meşhûrundan maʻdâ yazıp
ʻŞezûru’l-Ukûd fî Zikru’n-Nukûd’ tesmiye eylediği risâle-i maʻlûmesi meskûkât-ı İslâmiyye’nin
ibtidâ hangi halîfe zamanlarında katʻına başlandığı ve altun ve gümüşden hangileri mik-
yâsûl-kayyim ittihâz olunduğu ve nerelerde ne türlü şekl u resimlerde meskûkât darb u iʻmâl
eylediğini, bakırdan sikke darbı hangi hükümdâr zamanında icâd kılındığını nâtık gâyet müfîd
bir eserdir ve eser-i mezkûr muharrîr-i hakîr tarafından Türkçe’ye nakl olunmuş ise de tabʻına
muvaffak olunamamışdır.

15) Çinliler indinde müstaʻmel olan işbu vezin takrîben 58½ gram sıkletindedir.

182
l-ı Evvel

Subhi Paşa merhûmun “Uyûnu’l-Ahbâr fi’n-Nukûd ve’l Asâr” nâmıyla te’lîf ve vaktiyle
Tasvir-i Efkâr nüshalarına derc ile neşretdiği eser ibtidâ-yı icâdından âlem-i İslâmiyyete ge-
linceye değin umûm meskûkâtın şekl ü resmleriyle [172] taʻrifâtını nâtık olup her ne kadar
nâ-tamam ise de merhûm-ı müşârunileyhin bu ilme ihtisâs-ı küllîsi müsellem-i âlem olduğun-
dan ve eser-i mezkûrda “en-nâdir ke’elf’’ kabîlinden bulunduğundan müşârünileyhin bunda
sikkenin sebeb-i ihdâsı hakkında yazmış olduğu sözlerin hülâsasını buraya kayd eyledikden
sonra tahkîkât-ı husûsiyemizi ona zeyl edeceğizdir.
Merhum müşârünileyhin menâbiʻ-i mevsûkadan ahz u istihsâl eylediği tahkîkâta göre
ibtidâ sikke darb eden hükümet, Suriyân milleti (Asûrîler) olup Tervaze muharebe-i meşhû-
resine gelinceye değin Yunanîler usûl-ı sikkeyi bilmezler iken, muharebe-i mezkûreden sonra
(Isparta) meliki olan meşhûr kanûn sahibi (Likorgus) muʻasırı (Ergus) meliki (Fidon) demir ve
bakırdan masnûʻ çengellere müşâbih sikkeler icâd edip çengel mânâsında olan (ub) kelime-
siyle tesmiye eylemiş ve Yunanistan’da kadîmen altun (Talan) tesmiye eyledikleri mikdâr 600
(Min) ve her min 100 (Drahmi)16 imiş ve (Stanir) ismiyle Fars pâdişâhlarından Kiyâniyân’a
nisbet olunan altun sikkeler 20 ve gümüş Stanirler 4 Drahmi kıymetinde olup bir Drahmi’nin
vezni dahî bir (Guru) ve 10 buğday ve sebʻ buğday iken bâdehû taklîl olunup bir (Guru) 5
buğday ve sebʻ buğdaya tenzîl olunmuş ve Roma’da meskûkât-ı kadîme nühâsdan mâʻmûl
olup en büyük kıtʻasına (As) tesmiye olunmuş ve bir As dahî 122½ dirhem vezninde bulunmuş
iken mürûr-ı zaman ile tenezzül ederek en nihâyet bir As dört dirhem bir rubʻ veznine tenzîl

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


kılınmış imiş.
Ve yine Yunanistan’da en evvel sikke darbı maddesi 2670 sene mukaddem17 [173] Atina
karşısında (Akina) nâm adada vâki olmuş olduğu misillü, Roma şehrinin tarihi binası olan
2669 senesinden 484 sene geçinceye değin Roma’da gümüş sikke darb u katʻ olunmamış iken
sene-i merkûmeden iʻtibâren gümüşden sikke katʻına Roma’da mübâşeret olunduğu misillü
bundan beş sene sonra da As tâbir olunan sikke hesabı da lağv olunup sestersiyon hesabıyla
sikkeleri takdîr edilmiş ve sestersiyos lafzı Latince iki buçukluk mânâsına olduğundan, bir ses-
tersiyos iki buçuk As demek imiş ve Roma binasından 536 yıl sonra bir sestersiyos 4 As itibâr
olunduğu gibi binâ-yı mezkûrdan 547 yıl sonra da altun sikke darb olunup nâmına Dinâryûs
ve nısfına Kinâryus tesmiye olunmuş ve Dinaryus’un mânâsı onluk ve Kinaryus’un mânâsı
beşlik demek iken altun ve gümüş sikkelerin her ikisi dahî bilâ-fark Dinaryus ve Kinaryus nâm-
larını almış ve altun Dinaryus on adet gümüş Dinaryus’a mukâbîl ve kırk adet Sestersiyus iʻtî-
bâr olunmuş imiş.

16) Defter-i Muktesid’in şerhleri arasında bu kelimenin asl u esası hakkında bazı mâlumât-ı cüz’iyye münderic
olduğu misilli, Larousse Lugat-ı umûmiyyesinin altıncı cildinin 1173. sahifesinde dahî maʻlûmât-ı müfîde vardır.
17) Uyûnu’l-ahbâr fi’n-nukûd ve’l-asârın tarih- i te’lîfinden bu zamana kadar yirmi altı sene daha mürûr etmiş
olduğundan, bunun da hesaba ilâvesi lâzım gelir.

183
Bâb-ı Sâlis

Şu makalâtdan anlaşılacağı üzere gerek Yunanistan’da olsun ve gerek Roma’da olsun, sik-
kenin zaman-ı icâdı Tervaze muharebesinin akabinde vukuʻa geldiği ve ibtidâ oralarda darb
olunan sikkeler altun ve gümüşden madrûb olmayıp demir ve bakırdan masnuʻ idiği tebyîn
ederse de yukarıda ayrıca beyân olunduğu vechile eski Yunanîlerin meskûkât husûsunda en
evvel vâhid-i kıyâs ittihâz eyledikleri (Talan) kelimesi fi’l-asl Sanskrit lisânından ma’hûz bir
veznin ismi olduğu ilm-i iştikâk erbâbı indlerinde muhakkak olduğundan, meskûkâtın zaman-ı
icâd ü ihtiraʻı daha kadîm olduğu ve Yunânîlerle Romalıların sikkeleri onlara nisbetle hâdis
olduğu böylelikle de tebyîn eder ve şu müddeʻâyı muhakkak müşârunileyhin en evvel sikkeyi
darb eden millet Sûriyân milletidir demesi ispât eyler.
[174] Paris sanayiʻ-i nefîse dâiresinin himâye-yi umûmiyyesi tahtında bir cemʻiyyet-i il-
miyye cânibinden her türlü sanayiʻ ve bedâyiʻin künh ü hakîkâtları hakkında daha yakın va-
kitlerde tabʻ u neşr olunmakda olan mecmuʻalardan münhasıran meskûkât ve madalyalara
dâir olmak üzere Frederik Lenormand nâmında bir zâtın te’lîfi olan kitapda difâʻında tarih-i
milâddan 700 sene mukaddemki tarihli sikke görülmemiş olduğu beyân olundukdan sonra
meskûkât ve madalyaların iʻmâl u istiʻmâli hakkında birçok maʻlûmat-ı müfîde iʻtâ olunursa
da meskûkâtın en evvelki mûcidi eski millet olduğuna ve milletden millete ve devletlerden
devletlere nasıl intikal eylediğine dâir maʻlumât vermediğinden yukarılarda beyân olunduğu
üzere meskûkâtın zaman-ı icâdı yine bir hâl-i meçhûliyyede kalmış demek oluyor.
İstitrâd
smâniyye e cne iyye

İşbu eserin müsveddesini tertîb edip tebyîzine başlamazdan evvel me’mûrriyet-i mahsûsa
ile Londra’ya gitmiş ve orada bulunduğum esnada bi’t-tabʻ müzehâneleri birkaç defalar ziyâ-
ret eylemiş ve bunlardan British müzehânesinin meskûkât-ı atîka şubesinde bulunan Rum ve
Roman sikkelerinin taʻrifâtını nâtık olmak üzere tanzîm edilmiş olan kataloglardan birini edin-
miş idim. İşbu katalogda meskûkâtın en evvel hangi milletler tarafından nerede iʻcâd olundu-
ğuna dâir güzel bir makale görülmesiyle ve kataloğun târih-i tertîbi 1880 sene-i milâdiyesinde
sûl-i Mes û â -ı

vâkiʻ olunduğuna nazaran, yeni bir şey demek olmasıyla makale-i mezkûre tercümesini istir-
dâd kabîlinden olarak aynen buraya kaydedildikden sonra zîrine baʻzı izâhât ilâve eyledim.

Sûret-i Tercüme

Milâd-ı hazret-i İsa’dan takrîben yedi yüz sene akdem “Mermnadée” Merminade sülâlesi-
nin taht-ı hükümetinde bulunan Anadolu akvâmından [175] ‘’Lydians’’18 Lidyalılar “Pactolus”19

18) Lidya (Lydia) şimdiki İzmir ve Manisa sancaklarıyla havâlisine ıtlâk olunur idi. Tarihce pek kadîm olan bu kıtʻanın
en meşhur kralı Acemlerin hücûmunda dûçar-ı mağlûbiyyet olmuşdur.
19) Paktol (Pactolus) el-yevm Menderes nâmıyla meşhûr olan nehirdir.

184
l-ı Evvel

Paktol nâm nehrin kumu içinden çıkarılan altun hurdalarıyla kâffe-i akvâmdan evvel ufak
altun sebîkeler iʻmâl edip mikdâr-ı veznini mübeyyîn olmak üzere bu sebîkelerin her biri üze-
rine bir resmî damga vazʻ etmişler ve o âna gelinceye kadar beyne’n-nas vukuʻ bulan ahz u
iʻtâda eşyayı mübayaʻa mukâbilinde verilen altunun terazi ile tahkîk vezn-i lâzimeden bulun-
muş olduğu halde mezkûr damgalı sebîkeler icâd olundukdan sonra altunun başkaca vezni-
ne hâcet kalmamış ve işte bu sûretle birinci defʻa olarak sikke-i madrûbe meydân-ı intişâra
çıkmışdır.
Mezkûr sebîkelere darb olunan damganın vazʻı için sebîke iki zenbe arasına vazʻ olunup
çekiç ile vurulur ve damganın şekli sebîkeye çıkar fakat çok zaman mürûr etmeyip işbu darb
damga muʻamelesine sanʻat-ı hakkâkiyyenin dahî müdâhelesine mürâcaʻat olunmuş ve alt
zenbenin tepesine ya hükümetin nişân-ı mahsûsu veyahud mahall-i maʻbudînin resmi hak-
ketdirilmişdir. Çünkü zann-ı gâlibe göre o vaktin darbhâneleri maʻbedhâneler ittisâlinde te’sîs
olunur imiş.
Anadolu sevâhilinde ve Cezâyir-i Yunâniyye’de kesret üzere bulunan bilâd-ı Yunâniyye
ahâlisi Lidyalıların şu ihtirâʻını kabûl ve ıslah ederek hakk ile darb-ı damga usûlunu gâlibâ ev-
vel-be-evvel onlar icâd etmiş ve hele sikke-i madrûbenin bir vechine onu darb eden kavmin
veya hükümdârın nâmını derc etmek husûsu bilâ-şekl ihtirâʻat-ı Yunaniyye’den bulunmuşdur.
[176] Yunanistan’da ise Argus “argus”20 hükümdârı Fidon “phidon” en evvel sikke darb
etmiş ve o sırada “Obelisk” taʻbîr olunan ve sikke makamında kullanılan maʻden külçelerinin

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Argos’daki Hera “hera” nâm ilâhenin mâbedhânesine teberrüken taʻlîk etmişdir. Müteʻakıben
Öbe “au boean”21 eyâletinde vâkiʻ Halkis “chalis”22 ve Eretriya “eretria”23 şehirleriyle Kornes
“Corinth”24 eyâleti ahâlisi ve Atinalılar dahi hükümdâr-ı mümâileyhin eserine peyrû olmuşlar-
dır.
İşte Anadolu ile Avrupa’nın şu noktalarından bed’ ile sikke darbı usûlü şimâlen Trakya “th-
race”25ve cenûben Sirenâyık “cyrenaica”26 ve garben dahî İtalya ile Sicilya memâlikine mün-

20) Argos (Argos) Yunan’ın Mora şeb-i cezîresinde Korinta maʻa Argolide eyâletinin mürekkeb olduğu beş kazadan
birinin merkezi olan bir şehirdir.
21) Öbe (Euboean/Ağriboz) kurûn-ı vustâda İtalya mellâhları tarafından Negro-ponte tesmiye olunan Yunan deni-
zinde bir ada olup bugünkü gün, Yunanistan hükümetinin bir vilâyetini teşkîl eylemekdedir.
22) Halkis (Chalis) Şimdiki “Neğro-ponti”nin mevkiʻ ve kadîm Öbe’nin pâyitahtı idi.
23) Eretriya (Eretriae) Ağriboz cezîresinin sâhil-i garbîsinde vâkiʻ bir kasaba olup milâddan 490 sene evvel İranîler
tarafından tahrîb olunmuşdur.
24) Korint (Corinth) kadîm Yunanistan’ın maʻmûr bir şehri olup milâd-ı hazret-i İsa’dan 146 sene evvel Romalılar
tarafından tahrîb edilmiş ve mevkiʻi şimdi Korint körfezi üzerinde liman bulunmuşdur.
25) Trakya (Thrace) Edirne vilâyeti ile Rumeli-i Şarkî vilâyet-ı mümtâzesinden ibâret olup Dersaʻadet’in mevkiʻi
dahî bu hatâdan mâʻdûddur.
26) Sirenayık (Cyrenaica) Afrika’da kadîm bir bilâdın ismidir.

185
Bâb-ı Sâlis

teşîr olmuşdur. Her eyâletde vâhîd-i kıyasî ittihâz olunan sikke ki, İstater “Istater” nâmıyla
maʻrûfdur. O zamanlarda zî-kıymet [177] maʻdenlerin vezni için müstaʻmel Talent “talent”27
nispetinde ayar olunur idi. Bu talentler ise mevkiʻine göre başka başka vezn u ayara bulun-
muş ve fakat cümlesi Bâbil’den neş’et etmişdir.
En eski akçaların şekli beyzli olup fakat İtalya-yı cenûbîde müstaʻmel olan bilâd-ı Yunâniyye
meskûkâtı yassı ve müdevver bulunmuştu. Mezkûr sikkelerin üzerindeki resm ekseriya bir
hayvan resminden veyahûd hayvanın beline kadar olan şeklinden ibâret ilâhât ve insan re-
simleri ise pek nâdir bulunur idi. Sikkenin diğer ciheti bidâyetde her gûna resimden âri olup
yalnız üst tarafındaki zenbenin çerçevesinin pul üzerinde hâsıl eylediği şekilden ibâret bu-
lunur idi. Ancak “Magna Kırisya Magna graccia” (yani İtalya) memâlikinin bazı şehirlerinin
meskûkât-ı atikasının vechinde kabartma ve zahrında çukur olarak bazı resimler mevcûd
idi. Muharebât-ı İraniyye’den evvel gerek Yunanistan’da ve gerek İtalya’da mütedâvil olan
meskûkât mütenevviü’l-eşkâl olup bunlar başlıca iki sınıfa taksîm olunabilir. Birinci kısmın-
da görülen resimler gayet kaba olup ikinci kısmındaki resimler ise daha ziyâde gösterişli ve
sanʻata muvafık sûretde bulunur. Bunların herhangisinde olur ise olsun vech-i insânî mahkûk
olduğu halde, velev ki yan tarafından mürtesim olsa bile herhalde gözleri vicâhen görünür
sûretde tersîm olunmuşdur. Saçlar gâyet ufak noktalardan ibâret olmak üzere gösterilmiş ve
ağızda bir tebessüm rû-nümâ olmakda bulunmuşdur. Maʻmâfih en eski sikkelerdeki resimle-
rin metâneti muahharân darb olunan sikkelerde bile nâdiren meşhûddur.
smâniyye e cne iyye

[178]
Vâkıʻa devr-i cedîdden beri nümizmatik fenni, Avrupa milletlerinin kâffesi indlerinde pek
büyük bir terakkiye mazhar olmuş ve her milletin meskûkâtının asl u esâsı hakkında bir çok
kitaplar te’lîf olunmuş ve el-yevm tedkîkat ve taharriyâtın arkası bırakılmayıp birçok harâbe-
lerin arâzisi sûrah edilmekde bulunmuş olduğundan, belki bir gün olur da bu hakîkâtda
refʻ-i hicâb eder diyelim de asl-ı maksadımız olan altun ve gümüşün mübâdelâtda esâs it-
sûl-i Mes û â -ı

tihâz olunduğu zamanlarda gerek sikke hâlinde olsun ve gerek külçe hâlinde olsun, kaçının
kaça kâbul olunmuş olduğunun, yaʻni farazâ bir dirhem altun alınacağı zaman mukâbilinde
kaç dirhem gümüş verilmesi meşrûʻ tutulduğunun tahkîkâtına girişelim. Şöyle ki, hükemâ-yı
Yunâniyyeʻden Solon, Mısırʻa seyahat edip avdet eyledikden sonra Yunan akvâmı arasında
birçok kavânin vazʻ u ihdâs eylediği sırada, Mısır’da bir Talan altun on iki buçuk Talan gümüş
kıymetinde olduğundan, hekîm-i müşârunileyh dahî Yunanîler arasında bu uslüp tedâvülü
vazʻ eylemiş olmasıyla, ol zamanlarda altunun gümüşe olan nisbeti 1 ile 12,50 demek olur.

27) Talent (Tlent) eski Yunan ve Roma ve Yahudi beyninde bir nevʻ batman, yahud kantar ve bir nevʻ akça meblâğı
idi ki, vezni Yunan’da yirmi ve yahud da otuz üç Osmanlı kıyyesi kıymeti dahî Yunan’da takrîben yirmi yedi bin ve
yahud da kırk üç bin Guruş idi. İşbu Talan’a Subhi Paşa merhûm Uyunu’l-ihbâr’ında 52000 Frank kıymet tahmîn
eylemişdir.

186
l-ı Evvel

Solon zamanında Yunanistan’da sikke olmayıp alışverişler hep külçeler üzerine cereyân ey-
lediğinden ve ayar husûsunda yirmi dört kır’atdan ibâret olan miskal dahî vezn-i aslî olduğu
tarihçe müsbet idüğinden ol zamanki külçelerin ikisi de tammu’l-ayar mâdenler olacağından
şüphe edilemez.
Fakat bâlâda muharrer olduğu veçhile, Romalılar Dinâryus’u mübâdelâtda esâs ittihâz ey-
ledikleri zamanda, bir altun Dinâryus’un on adet gümüş Dinaryus’a muâdil tutulmasını usûl
tahtına aldıklarına bakılınca, ol zamanlarda dahî altunun gümüşe olan nispeti 1 ile 10 demek
olur. Ve bu sûret dahî Yunanîler zamanında altun daha ziyâde kıymetli iken Romalılar zama-
nında kıymetinden [179] düşmüş olduğunu imâ eder. Ve Romalıların maʻlûm olan cihângirlik-
leri nazar-ı dikkate alınır ise bu tenezzül ve terâkkî dahî kendilerinin fütûhât ve keşfiyâtlarının
asârından neş’et etmiş olduğu anlaşılıyor.
Vakıʻa, mübâdelâtda mesela “bir kıyye altun tedârikine mecbûr olan kimesne, mukâbiline
15 ve 16 kıyye veyâ daha ziyâde gümüş versin” tarzında bir narh-ı umûmî vazʻ olunamamış ve
bu iki maʻdenden birinin mutlaka diğerinin yerinde istiʻmâlini târif ve tercîh eder bir tarîk dahî
henüz bulunamamış veyahut onlardan daha âlâ meskûkât darbına elverişli bir maden keşfe-
dilememiş olduğundan, bu bahisde daha ziyâde temhîd-i makal etmek abes gibi görünür ise
de, yukarıda beyân olunduğu üzere muʻamelât-ı nâs hâl-i hazırda daha metin bir esâsa rapt
etmek için emtiʻanın tedâvülünü ticâret ahidnâmeleriyle mükâtibâtın teʻatîsinin postalar mu-
kavelenâmeleriyle muhâberât u mukâlemâtın teshîlâtını telgraf ve fonograf ahidnâmeleriyle

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ekser hükümetler kâʻide tahtına aldıkları sırada meskûkâtın sûret-i tedâvülünü dahî böyle bir
uhûd altuna almak için acaba bir yol bulunabilir mi ve simâ şimendöfer vagonları mevzûnât
u mekîlâtı suhûletle nasıl nakl ediyorsa meskûkât dahî kıymeti böyle bir tarîk-i eshel ile nakl
edemez mi gibi mütâlaʻat gitdikçe ilerlemekde olup ötesi nerelere varacağı dahî bilinemedi-
ğinden, nâşî ezmine-i sâlife meskûkâtının taʻyîn-i kıymeti hakkında bu kadarla iktifâ olunup
altuna nisbetle günden güne çoğalmakda olan gümüşün şimdiki derecelere varmasına bâis
olan esbâbın cemiʻ dünyanın pazargâh-ı umûmisi bulunan Londra piyasası ahvâl-i sâbıka ve
lâ-hakkasına dâir yazılan kitaplardan istihsâl edilen maʻlûmât üzerine telhîsiyle râyic senevî-
leri mikdârlarının ayrı ayrı terkîmine mübâderet olunur.

187
Bâb-ı Sâlis

Fasl-ı Sâni

[180]
Hâlis altun ve gümüşün kıymetçe yek diğere tatbîki

Kurûn-ı vasâtîde altun ile gümüş beynindeki nisbet 10½ den 12ʻye kadar idi.
Muhtelif meskûkât nizâmnâmelerine göre bu nisbet …
1526 senesinde İngiltere’de 11,30
1547 senesinde İngiltere’de 11,10
1551 senesinde Almanya’da 11,17
1559 senesinde Almanya’da 11,45
1561 senesinde Fransa’da 11,70
1575 senesinde Fransa’da 11,68 (derecesinde idi.)
smâniyye e cne iyye

1545 senesinde “Potosi’de” kesretle gümüş maʻâdini keşf olundukdan ve 1557 senesin-
de dahî maʻadini birbirine karışdırmak fikri zuhûrundan sonra altuna nispet gümüş tenezzüle
başladı. Muhtelîf meskûkât nizâmnâmelerine göre de bu nisbet ber-vech-i zîr idi:
1604 senesinde İngiltere’de 12,16
1612 senesinde İngiltere’de 13,30
sûl-i Mes û â -ı

1619 senesinde İngiltere’de 13,35


1640 senesinde Fransa’da 13,51
1667 senesinde Almanya’da 14,15
1669 senesinde İngiltere’de 15,11
1670 senesinde İngiltere’de 14,50
1679 senesinde Fransa’da 15
1685 senesinde İngiltere’de 15,10
[181] Felemenk “Dukalarına” Hamburg’da damga muʻamelesinden sonra altun ile gümüş
beynindeki fark ber-vech-i zîr hesâb edildi:

188
l-ı Sâni

1687 senesinden 1700 senesine kadar hadd-i vasat olarak 14.97


1701 senesinden 1720 senesine kadar hadd-i vasat olarak 15,21
1721 senesinden 1740 senesine kadar hadd-i vasat olarak 15,18
1741 senesinden 1790 senesine kadar hadd-i vasat olarak 14,74
1791 senesinden 1800 senesine kadar hadd-i vasat olarak 15,42 derecesindeydi
Ondokuzuncu asırda altun ile gümüş beynindeki nisbet Londra piyasasında ber-vech-i zîr
idi:
1801ʻden 1810 tarihine kadar hadd-i vasat olarak 15,60
1811ʻden 1820 ʻʻ ʻʻ 15,51
1821ʻden 1830 ʻʻ ʻʻ 15,80
1831ʻden 1840 ʻʻ ʻʻ 15,67
1841ʻden 1850 ʻʻ ʻʻ 15,83

1848 senesinde Kaliforniya’da ve biraz sonra Avustralya’da kesretle altun maʻadini


keşf olundukdan sonra Londra piyasasında altunla gümüşün fiyatı beynindeki fark zikr-i âtî

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


üzere idi:
1850 senesinde hadd-i vasat olarak 15,70
1851 ʻʻ ʻʻ 15,46
1852 ʻʻ ʻʻ 15,59
1853 ʻʻ ʻʻ 15,33
1854 ʻʻ ʻʻ 15,33
1855 ʻʻ ʻʻ 15,36
1856 ʻʻ ʻʻ 15,33
1857 ʻʻ ʻʻ 15,29 [182]
1858 ʻʻ ʻʻ 15,36
1859 ʻʻ ʻʻ 15,21
1860 ʻʻ ʻʻ 15,27
1861 ʻʻ ʻʻ 15,50
1862 ʻʻ ʻʻ 15,35

189
Bâb-ı Sâlis

1863 ʻʻ ʻʻ 15,38
1864 ʻʻ ʻʻ 15,35
1865 ʻʻ ʻʻ 15,46
1866 ʻʻ ʻʻ 15,41 derecesinde idi.

Müctemiʻa-i Amerikaʻda kâin “Kolorado” ve (Arizona) ve “Nevada” ve Kaliforniyaʻda kes-


retle gümüş maʻadini keşf olundukdan sonra gümüş fiyatı tenezzüle başlayub 1872 tarihinde
Almanya’da ve 1873 tarihinde ise İskandinav memâlikinde gümüş yerine altun ayarı idhâl ol-
duğundan tenezzül daha ziyâde sürʻat bulup Londra piyasasında altun ile gümüş fiyatı bey-
nindeki fark

1867 tarihinde hadd-i vasat olarak 15,57


1868 ʻʻ ʻʻ 15,60
1869 ʻʻ ʻʻ 15,60
1870 ʻʻ ʻʻ 15,58
1871 ʻʻ ʻʻ 15,58
smâniyye e cne iyye

1872 ʻʻ ʻʻ 15,63
1873 ʻʻ ʻʻ 15,92
1874 ʻʻ ʻʻ 16,17
1875 ʻʻ ʻʻ 16,58 [183]
1876 ʻʻ ʻʻ 17,84
sûl-i Mes û â -ı

1877 ʻʻ ʻʻ 17,01 derecesine vardı idi.

El-hâsıl, Almanya ile Fransa beyninde zuhûr eden muharebeden sonra gerek gümüş mâ-
denlerinin daha çoğalmasından ve gerek ekser devletler gümüş terk ile yalnız altunu mikyâ-
su’l-kayyim ittihâz etmelerinden nisbet-i mezkûre pek ziyâde bozulup vaktiyle hâlis gümüşün
beher oncesine [ounce] altun sikke ile takdîr olunmuş olan altmış iki peni kıymet yirmi yirmi
beş sene zarfında tenezzül ede ede kırk peniye inmiş ve bundan sonra yine düşeceği erbâbı
indlerinde tahakkuk etmiş ve tahakkuk dahî meskûkât konferanslarının küşâdıyla devamına
sebebiyet vermişdir.

190
l-ı Sâlis

Fasl-ı Sâlis

Altunu mı evvel yoksa gümüşü mü evvel mübâdelâtda

mıkyâsü’l-kayyim ittihâz olunduğunun izâhı

Ü mem-i kadîme ve cedîdenin tarihleri ve bâ-husûs bütün dünyada gelip geçen ve


el-yevm bâki olan devlet ve hükümetlerin meskûkât u madalyaları koleksiyonları
münderecâtına bakılır ise her devlet bidâyet-i te’essüs ü teşekküllerinde dâima gümüşden
sikke darbına başlamışlar ve altun sikke darbına sonradan itibâr etmişlerdir. Altuna tercihen
gümüşden sikke darbı âdetlerinin ihdâsı haklarında tevârih-i mevcûde kanaʻât hâsıl edecek
derecelerde gerçi maʻlûmât iʻtâ etmiyorlarsa da onların bu yola sülûklerinin illet-i gâiyesi es-
bâb-ı haşmet ü şahâmetden olmak üzere yek diğerlerine bakarak tanzîmine başladıkları as-
kerlerinin vazîfe ve ulûfelerini suhûletle edâ ü ifâ ile [184] bilmeleri için meskûkâtların müta-
vassıtü’l-hâl bir kıymetde bulundurulmasını iltizâm eylemelerinden neş’et etmiş olacağında
iştibâh yoktur ki, sâirlerinden katʻ u nazar devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin bidâyet-i teşekkülü
bu davanın delîl-i zâhiri olup sonradan teşekkül eden Yunan, Romanya, Sırbistan hükümet-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


leri dahî bu delilik peyrevî gibidir; bundan maʻdâ yeniden teşekkül eden devlet sikke darbı-
na mübâşeret edecekleri zamanlarda kendilere mahsûs olarak hod-be-hod bir vezin ve bir
ayar ihdâsıyla sikke darb etmeyip, dâimâ hem-civarları olan hükümetlerin sikkelerine taklîd-i
umûr edip alışverişde halkı zararlara uğratmamak için yalnız isimlerini değiştirerek nâmlarına
mahsûs sikkeler darb etmişler ve yeniler eskilerin gayrı bir yola sülûk edememişlerdir ki, bu
davalar asr-ı hâzırdan başlayıp tâ Bâbillilerin zamanına kadar olan devletler sikkelerinin müte-
selsilen kullandıkları vezn u ayarlara tatbîk olunacak olur ise sıdk-ı müddea ufak ufak farklarla
acîb bir tarzda zâhir olur.
Binâenaleyh, bu halleri isbât etmek için İngiltere müzehânesinin meskûkât dâiresinde
mevcûd olan meskûkât-ı atîkadan Yunan ve Roman sikke ve madalyalarının kemm u keyfiyâtı-
nı tanımak için hazîne vekili emriyle tertîb olunmuş olan bir mecmuʻa derûnunda ümem-i
kadîmenin meskûkât husûsunda vaktiyle kullanılmış oldukları evzânın esmâ ü aksâmı hak-
kında tanzîm edilmiş olan cedvel ile bu cedvel üzerine nâzımı tarafından verilen izâhât aynen
buraya nakl olunur:
Cedvel-i mezkûr üzerine nâzımın mülâhazâtı Bâlâda gösterilen cedvel derûnundaki
erkâm ezmine-i kadîmede müstaʻmel olan gümüş meskûkât evzânının aleʻt-tahmîn mekâdiri-
ni hâvi olursa da bu zamanlarda oralarca tedâvül edden akçaların revâcını zamanlarına göre
izâha kâfil olamaz. Çünkü bu husûs imkânın hâricinde kalmışdır.

191
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye

192
Bâb-ı Sâlis
l-ı Sâlis

Altun meskûkâtın en büyük kısmını (euboic) (Obiyok ismi geçen ob kelimesinin sıfatıdır.)
olup fakat bunun vezni Atinalılar vezninden pek ziyâde hakîkat idi. Siterikos ve Dekoka şehir-
lerinden maʻdâ Yunan cumhuriyetinin Asya-yı sûrada başlıca olarak istiʻmâl eyledikleri sikke-
ler gümüş olup Estater denilen vezin oralarca 250 habbe sayılır ve altun (Obiyok) ların vezni
ona göre taʻyîn edilir imiş.

Meskûkâtın esmâ-yı şehirlerin ihtilâfıyla muhtelif olduğundan her şehirde ayrı ayrı isim-
lerle yâd olunur idi. Binâenaleyh, Estater lafzı bazı mahallerde (Tetra) drahm tâbiriyle yâd
olunur ve Yunanîların Afrika ve bâ-husûs Mısır cihetlerine muhâceretleri zamanlarında dahî
mütesaviyyen drahm tesmîye olunur idi.

Asya Yunanîleri arasında 224 habbeden ibâret olan sikkeye drahm denildiği gibi bunların
112 habbeden ibâret bulunan parçasına da drahm denilir idi.

Rumluların esâsen vezni 70 habbeden ibâret olan Dinâryosları 217 [186] senesinde kab-
leʻl-milâd 60 habbeye tenzîl olunduğu gibi bunların Oros nâmıyla benâm olup 126 habbe
vezninde olan ve Jul Sezar nâm hükümdâra mensûb bulunan sikkelerin dahî veznini hüküm-
dârân-ı merkûmeden August tenzîl edip 120 habbeye indirmişdir.

İşte bâlâda verilen izâhât dahî sikkelerin hîn-i ihdâsında altuna tercîhan gümüş üzerine

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


darb u iʻmâl olunduğunu isbât eder hâlâtdan olmasıyla daha ziyâde tâʻmik edilmeyip bu ka-
darla iktifâ olundu.

Meskûkât-ı atîkanın hangileri antika nevʻinden ve hangileri külçe kabilinden olduğuna


dâir lisân-ı Türkî üzerine yazılmış eğer ki bir kitap yoksa da Avrupa’nın her cihetinde bu ilm
üzerine yazılmış kitapların envâʻı müteʻaddîd bulunmuş ve cümlesinin edinilmesi dahî mesâ-
rif-i zâide-i şahsiyyeyi dâi idüği şüphesiz bulunmuş ve meʻmûrîn-i mâliyyenin velev ki cüz’î
olsun, bu mâlûmatdan hissedâr edilmesi lâzım görülmüş olduğundan, bunların değerleri hak-
kında bir ilm-i icmâli hâsıl etmek ve zuhûrları hâlinde ona göre davranmak için vaktiyle yine
Subhî Paşa merhumun bu husûsa dâir olarak kaleme almış oldukları târif-nâmeyi (8) rakamıy-
la kitaba zeyl eyledik.

193
-IV-
Bâb-ı Rabi
Bâb-ı Râbi

Fasl-ı Evvel

Ale'l-ıtlâk meskûkât ve madalya san'atlarının icâdı


hakkında ma'lûmât-ı kâfiyye

M eskûkâtdan maksad, aksâ hükümetlerce bir ticâret kasdı olmayıp mücerred muʻa-
melât-ı nâsı te’mîn ve tesriʻ demek olduğundan, sikkenin hîn-i icâdında ve bâ-
husûs sanʻatın esnâ-yı sabâvetinde sikkenin şekl u hey’etinde ol [187] kadar intizâm aranıla-
mayup herhangi bir vezn ü sıkletde kat u ihrac olunacak meskûkâtın külçeleri evvel emirde
kâl ü izâbe edilip tamamıyla mâyiʻ hâline getirildiği gibi iş bu mâyiʻi ânâ mahsûs olarak top-
rakdan maʻmûl kalıplar derûnuna dökerler ve soğuldukdan sonra çıkartılarak tedâvüle vazʻ
ederler idi.
Dökme usûlü ile iʻmâl olunan işbu sikkelerin iki tarafları eğer ki kalıplar derûnunda mahkûk
olan nakışları ahz u kabûl ederler idiyse de yüzleri pürüzlü kenarları salyalı çıkdıklarından, na-
zarlara pek de hoş görünmez ve fakat gâyet sâde olan bu usûl zamanımızda meşhûd olduğu
üzere bir çok alet ü edevâta muhtac olmayıp yalnız istenilen şekl ü heyetde sikke iʻmâl etmek
smâniyye e cne iyye

için kalıplarının tertîble kuyumcu esnafı mârifetiyle lâzım olan sikkeleri dökerler ve hâsıl olan
sikkelere dahî “dökme sikke” derler ve “darb” nedir bilmezler ve sikkeyi dahi hâlis altun veya
gümüşde dökdürdüklerinden ayar, kutr gibi esâsları kâʻale bile almayıp yalnız veznlerine itibâr
ederler idi.
Lâkin meskûkâtın dökme usûlü ile iʻmâlinde matlûb vech ile sürʻat ü suhûlet hâsıl olma-
dığı anlaşıldığından, bilâhare bu usûlde sikke iʻmâli maddesi terk olunup “darb” usûlü ihdâs
olunduğu gibi sikkenin basıldığı yere de darü’d-darb yahud darbhâne denildi. Yani sikke darb
sûl-i Mes û â -ı

olunacak hâle getirilmiş olan altun ve gümüş parçalarını “damga” denilen ve çelikden maʻmûl
olan iki aletin arasına koyup ve üzerine çekiç ile darb edip bu uslûp üzere sikke darb etmek
âdeti hayli asırlar hüküm sürdü.
İşbu iki âletin taʻrifâtına gelince: bunlar yek diğerine müşâbih ve şeker kelleleri gibi mah-
rûtü’l-şekl çelik parçalarından ibâret birer damga olup bizim taʻbirâtımıza göre bunun alt
tarafa konulacak parçasının sikkelerin yazısı üst tarafa [188] konacak kısmına tuğrası mahkûk
olduğu ve aralarına konulacak nukraların, yani evvelce hazırlanmış olan pulların kaymama-
sı için dahî alt tarafa konulan damganın kenarlarına münâsib mikdâr dişler bulundurulduğu
halde çekiç ile darb ederler idi.
Sikkenin bu üslûb üzere darb u ihrâcı zamanının mebde’i her ne kadar maʻlûm değilse de
Boşervil’de kâin Saint George Kilisesi camlarının birisi üzerinde sağ elinde bir çekiç sol elinde

196
l-ı Evvel

mahrûtiye’ş-şekl bir kalıp tutar ve önünde dahî bir kürsü taşı üzerine mevzûʻ kezâlik mahrû-
tiye’ş-şekl diğer bir kalıp üstünde müdevver olarak kesilmiş bir maʻden parçasının bulundu-
ğunu gösterir bir amele resminin mürtesim olduğuna ve mezkûr kilisenin târih-i binâsı ise on
birinci asr-ı milâdîde vâki ediğine nazar olunur ise işbu çekiç usûlünü o asırda ihdâs olunmuş
olduğu zann olunursa da ondan evvelki zamanlarda bile bu yolda darb olunmuş meskûkât
mevcûd olunduğunda usûlü mezkûrun târih-i icâdı ondan evvel olduğu ve resm-i mezkûrun
kilise camına bu sûretle tersîmi başka bir maksada mebnî ediği zâhir olur.
Meskûkâtın çekiç ile darb olunduğu usûlünün devâmı esnâlarında vâkıʻa vezinleri mutâbık
çıkar ise de kıtʻalarının hey’eti birbirine muhâlif düşer ve bunun ıslâhı çâresi her bâr düşünü-
lür idi. Bununla beraber o zamanlarda ekser hükümdârlar fesh u istilâ eyledikleri yerlerden
sikke darb eylemeği kendilerine büyük bir şeref add eylediklerinden meskûkâta müteʻallik ve
mahsûs olan âlât ü edevâtı ve bu husûsun icrâsına memûr olan kesâni dâimâ mâʻiyetlerin-
de bulundururlar idi ki, bu âdet-i mergûbe ve makbûle selâtîn-i Osmâniyye nezdlerinde dahî
mer’i ve cârî tutulageldiği el-yevm Darbhâne-i Âmire’de mevcûd olan ana kalıblarıyla meskû-
kat-ı atika-i Osmâniyyeʻden nümâyân olur.
[189] Çekiç ile meskûkât darb u iʻmâl olunduğu esnâlarda pek çok amele istihdâm olun-
duğundan, bunun daha az bir masrafla iʻmâli maddesinin çâresi düşünüldüğü sıralarda ekser
akvâle göre Birerşer nâmında bir zeytin mengenecisi (balancier) nâmıyla bir cendere icâd edip
Fransa hükümetine takdîm eylemiş ise de kabûl ü tasdîk olunmadığından, mûcid-i merkûm

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


refikasıyla berâber Londra’ya gidip iʻcâd-kerdeleri olan âletin muhassenâtı İngilizlerin nazar-ı
dikkatlerini celp etmesiyle usûl-i âtîkayı derhâl terk edip sikkelerini bu âlet vâsıtasıyla darb
etmeye başladığı bilâhare Fransa’ya inʻikâs etdiğinden, hükümet-i müşârünileyhâ dâhi 1640
sene-i milâdiyesinden sonra eski usûlde sikke darbı maddesinin terk edip mengene ile sikke
darbına başlamış ve bu âlet gitgide ıslâh olunduğu sırada da demirhâneler yerine haddehâ-
neler ve kıymet-dâr olan o mâdenlerin müdevver olan çubukları yerine yassı levhâlar geçmiş
ve sefihâları doğramaya mahsûs olan kalemkârlık yerine de başka bir makine kâim olmuşdur.
Cendere vâsıtasıyla sikke darb etmek usûlünün izâhı için buraya cenderenin resmini
tersîm edip ona göre taʻrifâtını icrâ etmek lâzım gibi görünür ise de şimdi bu usûl dahi metrûk
olduğundan iltizâm-ı külfet edilmemişdir.
Cendere ile sikke darb etmek usûlü Fransa’da 1846 senesine kadar sürmüş ve bu müd-
detde pek şirin sikkeler basılmış olduğundan meskûkât muhibleri arasında pek ziyâde mak-
bûliyet kazanmış ve bu yolda basılan sikkeler Londra’da “Cendere sikkesi” nâmını almışdır.
Cendere usûlü üzere sikke darbı muʻamelâtına buhar kuvvetinin keşfi ve makine fenninin
terâkkisi galebe ederek âkıbet eski usûllerin cümlesi her devletde yavaş yavaş terk olunup
şimdiki usûlde sikke darbı maddesi meydâna çıkmış ve bunun hakkında maʻlûmât-ı mükem-
mele iʻtâ etmek için meskûkât-ı şâhâne müdüriyyetinde [190] bulunduğum zamanlarda
Darbhâne’nin her bir dâiresinin fotoğraf ile aldırılmış olduğu resimlerini kitaba ilâve etmeği
arzu etmiş isem de külfetli ve masraflı olacağından ilâvesine muvaffak olunamayıp yalnız tah-
rîren taʻrif etmeyi münâsip görmüşümdür.
197
Bâb-ı Râbi

Fasl-ı Sâni

Darbhânenin Ta'rifât-ı Dâhiliyesiyle Şu'âbâtının Vezâifi

T evârih-i mevcûde-i Osmâniyye’de İstanbul Darbhânesi’nin nerede olduğuna dâir


sarâhat-i kâfiyye olmayıp fakat Evliya Çelebi Târih-i Seyahâti’nde “ibtidâ Darbhâne’yi
İstanbul’da te’sîs eden pâdişâh, Fatih Sultan Mehmed Han hazretleridir ve hâlâ eser ve yeri
maʻlûmdur denildikten sonra, taʻrifâtına girişip Darbhâne Emini bazı zaman kubbe-nişîn vezîr
olur; bâzı vakt küçük defterdâr olur; bu kârhânede kethüdâ ve simsâr ve kâtipler ve sikkezân
başılar cümle ru’us berâtıyla hüddamlarıdır. Bu kârhâne içre cümle bin adamdır. Ser-çeşme
nâzırdır; bir nefer adamdır ve ser-çeşme sâhib-i ayârdır, bir nefer adamdır. Neferât-ı sikke-
ciyân Hristiyan olup gâyet müstakimlerdir. Esnâf-ı kâlciyân yüz nefer olup bunlar Yahûdilerdir.
Esnâfı kehleciyân yüz olup böceklenmiş teli hurda hurda kesdikleri için kehleci derler. Bu es-
nâfın kimi dolapcı ve kimi telci ve kimi haddeci kimi cilâcı ve kimi sayıcı ve kimi sikkeci, kimi
sebûkeci, kimi vezneci kimi arayıcı, kimi bastılacı,28 kimi sarraf, kimi pür dîdebân ve kimi per-
dâhtçı, velhâsıl imam ve müezzinlerine varınca bevvâblarıyla beraber yetmiş esnafdır. Ammâ
smâniyye e cne iyye

bundan zille sâdır olup bir kalb şey içse emîn elinde mutlak hatt-ı şerîfi vardır. Ol an amân
vermeyip ellerinden kesip Darbhâne kapısı önüne bırakırlar ve sikke vurucuları gelişde gidiş-
de üryân edip ararlar. Vezzanlar terazi ile [191] tartıp verir ve tartıp sayıp hesabı ile alır. Acîb
mazbût kârhâne-i azîmdir. Bunu görmeyen bir şey görmemişdir” sözleriyle taʻrif eylemişdir.
Vakıʻa târih-i seyyâh her bir şeyi gâyet mübâlağalı sûretde hikâye eylediğinden kesr-i ak-
vâlına iʻtîmâd edilmemekde ol vakitlerde altun, gümüş ve bakırdan maʻmul sikkelerin kâffesi
çekiç usûlüyle basıldığından ve sîmkeş esnâfı dahî Darbhâne derûnunda icrâ-yı sanʻat eyledi-
sûl-i Mes û â -ı

ğinden, mümâileyhin bu rivâyetine nazar-ı vusûk ile bakmak tabiʻidir.


Asıl darbhâne olan mahalle gelince: bu dâirenin bulunduğu mahal bilâhare Sultan Ahmed
Hân-ı evvel hazretlerinin binâ ve ihyâsına muvaffak oldukları câmiʻi şerîfin evkâfına tashîh
olunmuş olan Simkeşhâne mukâtaʻasının ümenâ ve sanʻatkârlarına mesken ittihâz olunan
ve’l-yevm mevcûd ve mâmûr olup Sîmkeşhâne nâmıyla mâruf olan hân-ı cesîmin mahalli ol-
duğundan iştibâh yokdur. Vakıʻa Râşid tarihinde 1199 vakʻayiʻi sırasında29 İstanbul’da Tavşan
Taşı nâm mahalde bir darbhâne binâ edilmiş olduğu mervî ise de bu darbhâne altun ve
gümüş katʻ u darbına mahsûs darbhâne olmayıp ol vakitler rû-nümâ olan muzâyakâ-yı hazî-
neye medâr olmak zâʻmıyla tedâvüle çıkarılan Mangır sikkelerin katʻında asânlık olmak için

28) Bastılacı ne türlü esnaf olduğunu anlayamadım.


29) (1) Târih-i Râşid Cilt 2 sayfa 25.

198
l-ı Sâni

bâzı üstâdların icâd eyledikleri çarhların vazʻına mahsûs bir dâire olduğu ve buna asl-ı darb
nazarıyla bakılmayacağı derkârdır.
Şimdiki Darbhâne mahalline nakl-i kelâm edilince Çelebizâde Asım Efendiʻnin30 rivâyetine
göre Dârüʻs-saltana-i Aliyyeʻnin maʻmûr ve abâdânlığına sarf-ı nakdine-i himmet olunduğu
sırada sefîrân-ı mülûk-ı zamanın bâb-ı Hümâyûn'dan duhûl etdikleri gibi nazâr-gâhları olan
mahallin zıynet ve metânetden hâlî olması mugâyir-i kânûn-ı hikmet [192] bir emr-i nâ-mer-
gûb olmağın, esâs-ı metîn ve kubâb-ı felek-nümâsı matbuʻ ve dil-nişîn kârgîr binâ olunmasını
pâdişâh-ı zaman Sultan Ahmed Hân-ı Sâlîs hazretleri emr ü fermân buyurmaları üzerine ol
vech ile binâsına mübâşeret olunup hitâm bulması üzerine 1139 senesi Cemâdiyeʻl-ulâsının
on üçüncü salı günü hakan-ı müşârunileyhin dâire-i mezbûreyi teşrîf ile resm-i kûşâdını icrâ
ve darbhâne nâzırı Ahmed Ağa ve Miʻmâr Ağa ve sâhib-i ayara ilbâs-ı hilʻat ile ihyâ buyurmuş
olduğundan, Darbhâne dâiresinin saray-ı hümâyûn dâiresine nakli bu zamanda vâkiʻ olduğu
ve darbhânenin heyʻet-i hazırasına gelince, hâzine-i hassa dâiresiyle berâber iki şubeye ayrıl-
mış olan binâların kapıları üzerinde vâkiʻ olan şu beyitlerle zâhir olur.
Beyt
Yazdı pertev bendesi târihini tammü’l-ayar
Kıldı zeyb-abâd Mahmûd Hân bu dâr-ı sikkeyi
1248

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Diğer Beyt
Pertev-sezâ târihini yazsa zer ender zer kalem
Yaptırdı dârü's-sikkeye nev dâire şâh-i zaman
1248
Bunlar cennet-mekân Sultan Mahmûd Hân-ı sâni zamân-ı saltanatlarında inşâ olunduğu
(zâhir olur)
Ve fi’l-hakîka usûl-ı meskûkât-ı Osmâniyye’de merkeziyyet usûlünün ihdâsı zamanına
kadar Mısır, Tunus, Trablus, Bağdâd, Tiflis, Revan ve Tebrîz gibi mümtâz vilâyet ve eyâlet-
lerden ve Bursa ve Edirne gibi evâilde pâyitâht-ı saltanat ittihâz kılınan şehirlerden maʻdâ
mesela Siroz, Üsküp, Amasya, Erzurum ve bunlara mümâsîl müteʻaddîd [193] şehir ve kasa-
balarda evkât ve ezmân-ı muhtelifede altun ve gümüş ve bakırdan sikkeler darb u ihrâc olun-
muş olduğu derkâr ise de bunların dârüʻd-darblarına muntazam bir dâire-i nazar ile bakmak
münâsib add olunamaz.

30) (2) Târih-i Çelebi-zâde Âsım, sayfa 443.

199
Bâb-ı Râbi

Kûyûdât-ı atîka ile müşârunileyhin Sultan Ahmed Hân-ı evvelin hengâm-ı saltanâtların-
da defter emîni olan Aynî Ali Efendi merhûmun tanzîm ü tertîb edip sadr-ı vakt olan Kapıcı
Murad Paşaʻya iʻtâ eylediği “Hülâsa-i Mezâmin-i Defter-i Dîvân” ve “Risâle-i vazîfe-horân ve
merâtîb-i bendegân-ı Âli Osman” nâm eserler ile Koçi Bey’in cennet mekân Sultan Murâd
Hân-ı Râbiʻye takdîm etdiği lâyihâ-yı meşhûrede Darbhâne memûrlarının vezâif ü ulûfeleri-
ne dâir sarâhat olmadığı misillü, 1100 tarihinde tanzîm olunup bir nüshası nezd-i âcizânem-
de mevcûd olan muvâzene-i umûmiyye-i Devlet-i Aliyye’de senevî 28.320 akça mevâcibli iki
nefer sikkezen muhassesâtından maʻdâ umûm Darbhâne tahsîsâtının kemiyyet ve keyfiyye-
tine mütedâirde işâret olmadığından, edvâr-ı sâbıkada büyük ve küçük darbhâneler idâreleri
vâridât müesseseleriyle idâre kılınır müfrez birer dâireler olduğu anlaşılıyor.
Binâenaleyh Darbhâne’nin muʻamelât-ı dâhiliyye ve teferruât-ı sâiresine lâyıkıyla bir fikr-i
icmâli hâsıl etmek için zikr-i âti satırların yegân yegân kırâʻat ü mütâlaʻası erbâb-ı mâliyyeye
tavsiye olunur.
Tenbih.- Taʻrîfâtına tasaddî edeceğimiz Darbhâne idâresi müʻessis-i hâkîkisi olan Düz oğlu
Agop Çelebi ile ona halef olan müteveffâ Mihran Bey zaman-ı idârelerine râci olup şimdiki
zamana göre olmadığı şimdiden bilinmek gerekdir.
Darbhâne nezâreti muhasebe, muhabere, sikke-gen, damga, çeşnî, mubâyaʻâ-i meskûk
ve gayr-ı meskûk, hazîne, dökme-hâne, çârh fabrikası, demirhâne ve sikke fabrikası, kâlhâne,
ayar, evzân, ambar, kapıcı ve odacı ve hamal misillü 14 dâire ve idâreden ibâret [194] olup
smâniyye e cne iyye

bir nâzırın taht-ı nezâretinde olduğu hâlde bir müdür bir muhasebeci bir sandıkkâr misillü üç
büyük memûr vâsıtasıyla idâre olunur bir idâre-i cesîmedir ve her dâirenin dahî kendilerine
mahsûs birer baş memûru vardır. Muhasebe ve muhabere memûr ve ketebesi Darbhânenin
hesâbâtını tutmak ve muhaberâtını icrâ eylemek vazîfesi ile mükellef olduğundan, şâyân-ı
tedkîk başka bir vazîfesi yokdur.
Sikke-gen dâiresi yapılacak sikke ve madalyaların kalıplarını ve sâireyi hakk eden sanʻat-
kârların ifâ-yı sanʻatına mahsûs bir dâire ise de bunların dâimî sûretle işler bir vazîfesi olma-
sûl-i Mes û â -ı

dığından sîm-i evâniye darb olunacak damgaların bunlar vâsıtasıyla vurulması tensîb olun-
muştur.
Çeşni dâiresi Darbhâne’nin en mutenâ bir dâiresi olduğundan, vezâifi muhtâc-ı tafsîldir.
Şöyle ki, işbu daîre bir nefer ser-çeşni ile müteʻaddîd muʻavîn ve şakîrdândan ibâret olduğu
halde tashîh-i ayar zamanında Fransaʻdan celb edilmiş ve el-yevm ber hayat bulunmuş olan
Mösyö Moro’nun taht-ı idâresinde müteşekkîl bir dâire-i mazbûte olup Darbhâne idârele-
ri içinde en ziyâde kesîrü’l-iştigâl bir dairedir. zîrâ çeşnihâne Darbhâne’nin diğer idâreleriy-
le münâsıbât-ı dâimede olup bunların hüsn-i cereyân-ı muʻamelâtına esâs oldukdan başka,
teftîş memûriyyetini dahî biʻt-tabʻ icrâ eder. Zîra çeşnihâne muʻamelâtı altun ve gümüşün
Darbhâne’ye girdiği anda işe başlayıp bunların meskûkât hâline konulup Darbhâne’den çıkdığı
zamana kadar işi imtidâd eyler ve ser-çeşni tarafından imzâ olunan mürûr tezkeresi görülme-
dikçe katʻ u darb-ı meskûkâta ruhsat verilmez. Ser-çeşni eğer ki Darbhâne’nin müdür-i umû-

200
l-ı Sâni

misi maʻiyyetinde ise de vazîfeten tahlîf olunmuş bir memûr olduğundan, meskûkâtın çeşni
ve ayarı madde-i mühimmelerinde hâkimlik sıfatını hâiz olur. çeşni-hânenin vezâif-i mahsû-
se-i evvela mübâyaʻa olunan, sâniyen meskûkâta [195] mahsûs olarak izâbe kılınan altun ve
gümüşün sâlisen hurdaların defʻa-i sâniye izâbesinin râbiʻan tasfiyyeye verilen hâmisen tasfi-
ye hâsılâtı olan sâfî altun ve gümüşün sâdisen damganın sâbiʻan darb olunan altun ve gümüş
meskûkâtın sâmiʻnen kalb ve eksik oldukları maznûn olan meskûkâtın tâsiʻan Simkeşhâne’den
gönderilen altun ve gümüşün âşiran Simkeşhâne hurdalarının defʻa-i sâniye izâbesini ehâdî
aşar iʻmâl edilen nişânlara mahsûs olan isnâ aşar madalyalar iʻmâl edilen altun ve gümüşlerin
sâlis aşar Darbhâne’nin şuʻebât-ı muhtelifesi ramadlarının râbiʻ aşar hâsıl olan geverseler ile
kesîr kalan hâmis aşar kurşun ve mürdesenk sâdis aşar maʻadin-i şâhâne sîm küçlerinin sâbiʻ
aşar resmî ve gayr-ı resmî maʻadin-i muhtelife cevherlerinin sâmin aşar devâir-i devletden
irsâl kılınan numûnelerin çeşni ve muʻayenelerinin icrâsına memûrdur.
Tashîh-i ayar faslında beyân olunduğu üzere altun meskûkâtda ayar-ı Osmânî 916,66 ve
gümüş meskûkâtda 830 olmak lâzım gelir ise de bunlardan altunun 918,61/914,61 ve gümü-
şün 833/827 nisbetleri beynlerinde darb u ihrâcına müsâʻade olunduğundan ve bu cihetle
izâbe ile meskûkâta tahvîl olunacak altun ve gümüş ya izâbeye elverişli olmak veyâhud izâbe-
ye elverişli olmamak üzere başlıca iki kısma ayrıldığından, işbu iki kısım muʻamelâtın ahvâlini
lâyıkıyla tarîf u tasrîh edebilmek için âtiyüʻz-zikr iki misâlinin irâdıyla teşrîh-i maksad edilir.
Şöyle ki:
Birinci misâl

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Bir adam darbhâneye 1000 dirhem İngiliz Lirası altun
1000 dirhem beş Franklık gümüş
1000 dirhem hâlis külçe altun ayarı yüksek
1000 dirhem hâlis külçe gümüş ayarı yüksek
[196] getirip mübâyaʻa odasına teslîm eyledikde, bunlar getiren adamın önünde tartılır
ve kısma mahsûs olan koçanlı defterlere kayd olunub her kaç cins ise ol kadar, yani dört kıtʻa
makbuz senedi çıkarılır ve getiren adama verilip mesela “yarın akşam geliniz” denir. Badehû
mubâyaʻa meʻmûru târife mûcibince âtîdeki hesap ve muvâzeneyi icrâ edip 1000 dirhem 916
ayarında olan İngiliz Lirası 916 dirhem edeceğinden, beher dirhemi 48 Guruş hesabıyla 43968
Guruş ve 1000 dirhem 900 ayarında olan beş Franlık 900 dirhem edeceğinden beher dirhe-
mi 125 para hesabıyla 2812½ Guruş edeceğini bulduğu misillü üçüncü dördüncü kalemlerde
gösterilen külçelerin başka başka olarak bir mikdârı gevreseye izâbe ve cüz’î mikdârı dahî
çeşni için çeşni meʻmûruna iʻtâ edildikden sonra tekrâr vezn edilip mikdârı deftere, mesela
beheri için 999 dirhem kayd olunduğunun üzerine iki nüsha çeşni ilm ü haberi tanzîm olu-
narak bunlarda faraza altun için 925 gümüş için 950 ayarları gösterilerek sandık ve mubâ-
yaʻa odalarına verilir. İşbu odalar dahî târife üzere şu hesapları iʻfâ eyler. Yani 999 dirhem
altun 920 ayarında olur ise bin nisbetinde 919,08 dirheme müsâvî olacağından, dirhemi 48

201
Bâb-ı Râbi

Guruşdan 44, 115, 84 Guruşa ve 999 dirhem gümüş 950 ayarında olur ise bin nisbetinde
949,05 dirheme müsâvî olacağından dirhemi 125 paradan 2965,78 Guruşa bâliğ olacağı taʻyîn
olunup bedelinin iʻtâsı sahibinin be-tekrar darbhâneye vürûduna tâlik edilir. Şimdi mevâdd-ı
mezkûreyi darbhâneye teslîm eden adam mubâyaʻa odasından verilen dört kıtʻa makbuzu
hâmil olarak yevm-i muʻayyeninde isbât-ı vücûd eylediğini müteʻakib gösterilen ayarı kabûl
eylediği kezâlik koçanlı defterden verilecek akçanın mikdârı ile vezn u ayarlarını [197] nâtık
diğer dört kıtʻa sened ile mübâdele olunarak sandık odasına gönderilir ve oradan akçasını
ahz eder. Eğer altun ve gümüşün nakli çeşniye itirâz eder ise defʻa-yı sâniye ve sâlise olarak
çeşni alınır. Eğer tekrar-be-tekrar alınmış olan işbu çeşnilere nâkil-i merkûm kâniʻ olmaz ise
mevadd-ı mezkûre kendisine iʻade olunarak beher çeşni için on Guruş masraf ahz ve sandığa
irâd kayd olunursa da bunların da vukuʻu yok gibidir.
İkinci Misal

Bir adam ikinci kısma dâhil olan mevâddan altun ve gümüşü hâvî bir külçeyi mübâyaʻa
odasına getirdikde kendisi hâzır olduğu halde memûru tarafından vezn edilip misâl-i sâbık
üzere koçanlı defterden bir kıtʻa makbûz verilir. İşbu külçe 1000 dirhem farz olundukda mü-
bâyaʻadan izâbe etdirilip bir mikdârı çeşniye verilir. Mezkûr külçe izâbe ve çeşniden sonra
1000 ayarında 998 dirhem gümüşü ve binde elli altunu hâvi farz olunur ise cânib-i mübâyaʻa-
dan sandık odasına yapıldığı gibi şu vechile bir hesap yapılır. 998 dirhem gümüş 900 ayarında
898,2 dirheme müsâvî olduğundan, dirhemi 121 para hesabıyla gümüş akça olarak 2717,05
smâniyye e cne iyye

Guruş ve 998 dirhem altun 50 ayarında 49,9 dirheme müsâvî olduğundan dirhemi 47½ Guruş
hesabıyla altun akça olarak 2370,25 Guruş tutacağı taʻyîn olunur. İşbu ikinci kısım mevad-
dın mubayaʻa ve bedellerinin teʻdiyesi husûsları hakkında icrâ oluna muaʻamele birinci kısım
mevâd muʻamelesinin aynı olup ancak işbu ikinci kısım mevad derhâl ve doğrudan doğruya
meskûkât izâbesine dâhil olamayacağı yani bekletdirilip kal ü izâbeler için mesârif vukuʻ bu-
lacağı cihetle bunlara karşılık olmak üzere birinci kısım mevaddan altun için taʻyîn olunan 48
Guruş yerine 47½ [198] ve gümüş için taʻyîn olunan 125 para yerine 121 para verilir. Veʻl-hâsıl
sûl-i Mes û â -ı

darbhânenin en başlı şubeleri olan çeşnihâne ile mubâyaʻa ve sandık odalarının asıl vazîfesi
darbhâneye getirilen mevaddın idhâlinde vukuʻa getirilecek muʻamele mubâyaʻa ve çeşni ve
izâbe-birle vezn u ayar-ı meşrûleri üzere onlardan meskûkât darb u ihrâcında dahî sahiple-
rine bedellerini iʻtâ etmekden ibâret olmuş olur ve işbu muʻamelât için darbhâne mesârifât
vakʻasını istîfa eder ki, bunun da mikdârı tarifede gösterildiği vech ile gümüş için yüzde 2,75
ve altun için yüzde birden ibâret olup başkaca istîfâ olunan ücret kâl ile ücret tasviye bunlar
hâricinde tutulur.
Darbhâne’nin kâlhânesini kâl ve tasfiye ve kesr-i kâl ve ramâd ve hurûf ve süprüntü ame-
liyatının icrâʻâtıyla meʻlûf olup şâyân-ı kayd u tezkârdır; şöyle ki:
Bu ameliyatın birincisi kâl ameliyatıdır. Nâkısuʻl-ayar olan külçeler ile meskûk izâbesine
doğrudan doğruya dâhil olamayan bi’l-cümle mahlût ve gayr-ı mahlût zer ü sîm mubayaʻa
odası maʻrifetiyle ayar ve mikdârlarını nâtık bir sened ile kâlhânenin en büyük memûruna

202
l-ı Sâni

teslîm olunur. Memûr-i mümâileyh de ol emirde bunları kâl eder. Şöyle ki, kâlcı usta kâl olu-
nacak mevâddın mahlûtiyetine ve hâvî olduğu bakırın mikdârına nisbetle bir mikdâr yumuşak
kurşun ilâve ve hatab ve kömür ateşi ile geniş ve derinliği az bir kâl ocağında mevâdd-ı mezkû-
reyi tathîr eyledikden sonra hâvî olduğu mevâdd-ı gayr-ı sâfîye kuvvetli bir körüğün şiddet-
li rüzgârıyla hamûza tahvîl ü ihrâk olundukdan sonra tahlîl etdirir ve bu sırada kurşun dahî
hark ve mürdesenge tahvîl olunmasıyla kâl ocağının bir kenarından mahsûsen [199] açılan bir
yoldan cereyân edip gider veyâhud kâl ocağı sünger gibi delikli olduğundan, kurşunu mess
eder. Kâl ameliyatı hitâm buldukdan sonra kâl ocağında yassı ve yuvarlak bir çürük kalır ki,
iş bu çürük sâfî altun veyâ gümüş veyâhud ikisinden mürekkep bir külçe olduğu halde hâvî
olduğu zer-i hâlisin saflığı binde dokuz yüz altmış ve birkaç küsûr nisbetinde olur. Badehû kâl
dibi ve mürdeseng ve hurûf u ramâd bir tarafa konulup mezkûr çürük dikkatlice izâbe olunur.
İkincisi tasviye ameliyatıdır. Altun ve gümüş bütçe üzere nümâlandıkdan sonra biʻl-izâbe
gevreseye tahvîl ve çeşni tutularak sandık ve tasviye odalarında defter-i mahsûsuna kayde-
dilir. Mezkûr gevrese mikdâr-ı kifâyete, yani lâ-akal 8000’den 10.000 dirheme bâliğ olduğu
halde izâbe kalıplarına konulur ve zâc yağı ile 66 derece harâretde birkaç defʻa kaynatdıkdan
sonra yavaş yavaş gümüşün kâffesi hal olur ve altun toz olarak mezkûr kabın dibine çöker ve
hal olan gümüşün kirli suyu duruldukdan sonra süzülür ve büyük havuzlara boşaltılır. Mezkûr
havuzlar içinde evvelce bir mikdâr asitli su bulundurulduğundan hâlis bir bakır yaprakla şid-
detlice karıştırılır. İşbu gümüşlü su içinde bakır gümüşün yerini tutduğundan hall olur ve
gümüş dahî toz olarak kurşun havuzun dibine iner ve süzülüp yıkadıkdan sonra bakır parça-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


ları çıkarılır ve bakır suları diğer bir havuza boşaltılıp orada da biraz duruldukdan ve tabhîr
etdirildikden sonra başka bir kurşun havuzlar içine boşaldıkda göz taşı hâsıl edilir ve işbu göz
taşından çıkan katı ve siyah sudan dahî zac yağı istihsâl olunur ki, tathîr olunarak ameliyatda
kullanılır. İzâbe kabı dibinde bırakılan toz altun ve birinci kurşun havuz dibindeki toz gümüş
[200] güzelce yıkanıp kurutuldukdan sonra da başka başka izâbe olunarak külçeler dökülür
ve vezn-i çeşnîsi alındıkdan sonra da sandık odasına teslîm olunup orada tasfiye ameliyatı
hesâbına irâd kayd olunur. İşbu altun ve gümüş külçeler hâlis ve sâfi gibidir. Yaʻnî 992/1000
ayarında çıkar. İşbu ameliyat-ı muhtelifede altun ve gümüşden bir mikdâr kesr-i kâl vukuʻ bu-
lursa da her sene ocakların tathîrinde ve sene hesaplarının tanzîminde mezkûr kesr-i kalın
kısm-ı aʻzâmı zâhir olduğundan bunlar tasviye ameliyatına irâd kayd olunarak hesapları ka-
patılır.
Üçüncüsü kesr-i kâl, remâd, curûf, süprüntü ameliyatıdır. Meskûkât idâresinin temettûʻ
ve zararı yalnız mevâdd-ı mezkûrede aranmak lâzım geldiğinden, bu husûsa gereği gibi dikkat
olunmalıdır. Beyâna hâcet olmadığı üzere izâbe ve meskûk odalarıyla mülhakatına ve kâl ü
tasfiye uçaklarına bâ-senedât teslîm olunan zer u sîmin gününde iʻadesi mümkün olmadığın-
dan, bunlar mezkûr mahallere zimmet kayd olunup kesr-i kâl ameliyatından sonra teslîm ey-
lediklerinde zimmetleri kapatılmış olur. Binâenaleyh her dest-gâh en evvel altun ve gümüşün
mümkün olduğu kadar her gün veyâhud her ameliyatdan sonra temizce kesr-i kal hesapları-
nı çıkarıp ameliyat-ı sâiresini yani süpürüntü ve ramad ve kömür yakmak ve potaları dövüp

203
Bâb-ı Râbi

toz etmek ve âlât-ı edevâtı ve kalıpları temizlemek ve cümlesini yıkamak ve birinci defʻa yı-
kandıkdan sonra hâsıl olan gevreseleri birleşdirip eritmek ve bir defa yıkanmış olan ramadı
ikinci üçüncü defʻa olarak tekrar yıkamak ve yıkamak masrafını çıkaracak kadar gevrese hâsıl
oluncağa değin yine yıkamak gibi ameliyat-ı muhtelifeyi en sonra icrâ etmek lâzımedendir ki,
böyle birkaç defʻa yıkanıp mümkün mertebe gevresesi çıkarılmış olan ramadlar birleşdirilip
vezn ü çeşni olunarak derecesi [201] tayîn kılınmış olsun, lâkin Darbhâne’nin müdür-i umû-
misi ister ise bu ameliyâtın mâhiyetini takrîbî olarak tayîn edebilir. Bununla beraber müker-
reren yıkanıp gevresesi çıkarılmış olan ramadın çeşnisi alındıkdan sonra zemberek ocağında
mürdeseng ile izâbesi icrâ ve altun ve gümüşünü almak için dahî hâsıl olan kurşun kâl edilip
hâsılât-ı vâkıʻanın çeşnisi alındıkdan sonra aid olduğu destgâhın hesâbına irâd kayd etmek
lâzım gelir.
Kâlhânede kurşun ve bakırın tasfiyesi ve mürdeseng istihsâli gibi daha bazı ameliyat icrâ
olunur ise de bunlar sadedin haricinde olduğundan, bu kadarla iktifâ olundu.
Anîfen beyân olunduğu üzere ayar-ı nizâmisi vechile külçe hâline getirilmiş olan altun ve
gümüşün Darbhâne’de iktisâb eyleyeceği şekl ü kıyafet bunları meskûkât hâline koymakdan
ibâret olup bu ameliyat dahi çarh fabrikasının vezâifindendir ve eğer ki işbu vazîfe fennî bir
şey değilse de pek ziyâde şâyân-ı dikkat ve ehemmiyet olduğunda dâima müdekkik bir me-
murun nezâreti tahtında bulundurulur.
Vezâif-i mezkûre teşrîhâtına gelince: bâ-senedât fabrikaya teslim kılınmış olan altun ve
smâniyye e cne iyye

gümüş külçelerini taksîm-i iʻmâl kavâidine tatbîkan kendilere mahsûs olan çarhlara tevdîʻ ile
evvelâ bunları haddeden geçirip tahta haline koymak, sâniyen bunlardan pul kesmek ve ke-
silen pullar altun ise müteʻaddîd veznedârlar vâsıtasıyla yegân yegân vezn etdirmek ve meş-
rûʻu’l-vezn ve kusursuz olanları ahz u tefrîk ile üzerlerine sikke darb ve vezn-i nâkıs veyâ zaʻid
gelen pulları sâir hurdalar ile tekrar izâbe etdirmek ve hesaplarını ayrı ayrı tutmak gibi bir
takım ameliye-i mükerrerenin icraʻâtından [202] ibâret olup bu ameliyatın sûret-i cereyâ-
nını her bir makine kendi kendine icrâ eylediğinden târifden ziyâde görmeğe mütevakkıfdır.
sûl-i Mes û â -ı

Şu kadar var ki, meskûkât pullarını yegân yegân olarak rakîk u dakîk teraziler ile vezn etmek
âdeti Londra ve Viyana ve Paris ve sâir mahallerde makine vâsıtasıyla bir surʻat-i fevka’l-âde
ile icrâ olunmakda olduğu hâlde bizim darbhânemizde böyle bir makine olmadığından el ile
vezn etmek âdeti el-yevm cârîdir.
Meskûkâtın izâbe ve çarh ve darb ameliyatında devletçe bezl olunan bunca dikkat ve
himmete rağmen sikke darb olunan mevâddın nâdir olarak yüzde ellisi kabûle şâyân olup
diğer yüzde ellisi yani kafes ve hurda ve eksik pulların yeniden potalara vazʻ ile eritilmesi ve
tâ nihâyete erişinceye yaʻni cümlesi meskûkât darb olununcaya değin iki üç dört ve beş defʻa
ile izâbe edilmesi ve her defʻasında yüzde elli defʻa hurda bırakdığından, meskûkât idâresinin
sermâyeye muhtâcıyyeti taʻyîn eder. Ona mebnîdir ki, her devletin darbhânesinde küllî ve
cüz’î bir sermâye bulundurulup bununla tesrîʻ-i ameliyat ve tahfîf-i mesârifât icrâ eder.

204
l-ı Sâni

Darbhâne’nin ayar-ı evzân odası vaktiyle bi’l-cümle vezne ve dirhemlerin ayar u muʻaye-
nesi için Amerikalı bir nefer husûsî mühendis ve iki nefer muʻavîn ile idâre olunur bir dâire-i
sâire iken muʻayene-i evzân muʻamelesinin şehremânetine ilhâkında bu oda vazîfesiz kalmış
ve muahharan mühendis-i merkûm da vefat etmesi ile bütün bütün metrûk kalmışdır.
[203]
İkrâ

İşbu ilâve ser-levhâsıyla kitabımıza zamîme olarak yazacağımız mevâdd-ı meskûkât sikke-
leriyle bu sikkelerin sûret-i hakk ve iʻmâllarına ve bâ-husûs yazı ve nakışlarının hangi hattât u
hakkâklar taraflarından yapılmış olduğuna dâir mâlumât-ı zâideden ibâret olacak ve bu dahî
hakkâk u ressâmlığın pek ilerlemiş olduğu cennet-mekân Sultan Mahmud Hân-ı sâninin hen-
gâm-ı saltanatlarından bedʻen ile şimdiye kadar meydân-ı iftihârda şeref-yâfte olan meskûkât
u madalyaların hattat u hakkâklarının erkân-ı cemîlesi gibi telâkkî olunacakdır.
Gerek meskûkâtın olsun gerek madalyaların olsun sikkelerinin bir erkeği bir dişisi vardır.
Sikkelerin dişisi dâneleri gâyet ince ve iyi tavʻ edilmiş yumuşak çelik silindirler üzerinde hakk
edilip dest-gâh-ı mahsûsuna teslîm olunur ve orada çarh edildikten sonra su verilip sertleş-
tiriliyor. Bâdehû yumuşak çelik silindirde cesîm bir cendere vâsıtasıyla basılıp yine o sikkenin
erkeği çıkarılır. İşbu erkeğin sikkede tasviye ve çarh olundukdan ve su verildikden sonra yu-
muşak çelik üzerinde su cenderesiyle ve ustası maʻrifetiyle lüzûmu kadar çıkarılacak dişi sik-
kelerin vâlid-i makamını hâiz olur. Bunlar ilk vâlideleri makâmında olan sikkenin erkek ve kız

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


evladlarıdır ki vâlide ve vâlidleri erkek sikke ile biʻl-izdivâc dişi sikke peydâ edilir ve bunlar vâ-
sıtasıyla da meskûkâ ve madalyalar darb u istihsâl olunur.
Vâlid vâlide sikkelerden peydâ olan evlâd sikkelerin ben-i beşer misilli vilâdet tarihi ile
birer ismi olduğu misilli târih-i velâdeti ile vefâtını bir de sıra numerosu yaʻni amel-mande ol-
duklarını nâtık bir de sicill-i ahvâli vardır. [204] Bunlardan bazıları pek az müddet ömür sürüp
cenderede birkaç defʻa basıldıkda kırılır ve bazısı dahî tûl-ı müddet-i muʻammer olur. Yani bir
aded sikke ile yüz elli bin aded meskûkât basılabilir. Bunlar hâl-i hayatlarında mürûriye tezkî-
resi almadıkça seyâhat edemezler. Yani tarihli ve numerolu ilm ü haber olmadıkça ve deftere
kayd edilmedikce demir kasalardan hârice çıkamazlar çünkü bunlar yalnız Devlet-i Aliyyeʻde
değil bütün cihânda pek büyük ricâl-i devletden maʻdûddurlar. Madalyaların mürûriye tezkî-
resi hamilleri nâmına yazılan beratlarıdır ki, bunlara nâil olanlar onları ibrâz ile mürûr ederler.
Bu sikkelerin hattât ve hakkâklarıyla ressâmlarının zikr-i cemîlleri bahsine gelince: bunlar
yerli ve ecnebî olarak on kişiden ibâret olup Abdülfettah Efendi ile Mösyö Covani’den
[Giovanni] maʻdâsı ber hayat değillerdir ve yaptıkları işlerin mikdârları zikr-i âtî cedvelde gös-
terilmiştir.

205
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye

206
Bâb-ı Râbi
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

207
l-ı Sâni
Bâb-ı Râbi

[206]
Numero

Sûret-i emr-i âli

Anadolu’nun sağ kolu yemîn u yesârı ile nihâyetine varınca vâkiʻ vüzerâ-yı izâm -iclâlehû-
ma- ve mîr-mîrân-ı kirâm -dâme ikbâlehûma- ve mevâli-i fihâm -zîdet-fezâiluhûma- ve kuzât
ve nüvvâb -zide fazluhüma- ve mütesellemîn ve voyvodagân ve âyân ve sâir zâbitân ve vü-
cûh-ı ahâli ve bi’l-cümle iş erleri -zide kadruhûma- hüküm,
Bundan akdem bazı gavâil cihetiyle teshîl-i umûr-ı câriye ve defʻ-i zârûret-i âmme için
nükûd-ı sîmin teksîri icâbına mebnî ittifâk-ı ârâ ve ruhsat-ı seniyye-i şerʻiat-ı garrâ ile gâşi-i
hâlisinden artık olarak Cihadiyye ismiyle beşlik ve yüzlük ve bir Guruşluk ve yirmilik ve onluk
ve ufak para katʻıyla tedâvül etmekde ise de be-lütfühû sübhâne ve teʻalâ el-hâlet-i hâzihî ol
makûle gavâil ve esbâbın indifâʻı hasebiyle eyâdi-i nâssda bulunanlar kemâkân tedâvül etmek
üzere bâ'de ez în meskûkât-ı mezkûreden zikr olunan beşlik ve yüzlük ve Guruşun katʻından
sarf-ı nazar ile elli bir ayarında olmak üzere dört dirhemi altı ve nısfı üç ve rubʻu bir buçuk
Guruşa olarak sîm sikke-i hasene-i hâlise ile kemâ fiʻs-sâbık yirmilik ve onluk ve ufak paranın
katʻı ve sâlifuʻz-zikr sikke-i cedîdenin bundan bir mâh sonra yani Rebiüʻl-ahîr gurresinde neşr
smâniyye e cne iyye

u tedâvülü husûsuna irâde-i mekkâr-maʻade-i şehriyâranem taʻalluk ederek ol bâbda şeref-


efzâ-yı sahîfe-i sudûr olan hatt-ı hümâyûn isâbet-makrûn-ı mülükânem mûcibince katʻ u dar-
bına mübâşeret kılınmış ve fi-mâ-baʻd işbu sikke-i cedîde-i şâhâne ve zikr olunan meskûkât-ı
atika-i şehrîyâranemin ve bâ-husûs bu esnâda bazı mahallerde yirmi [207] Guruşdan ziyâde-
ye tedâvülü inhâ ve ihbâr kılınan yirmilik Hayriyye altunun fiyât-ı mukarreresi üzere alınıp ve-
rilmesi ve bir akça ziyâdeye ahz u iʻtâya cürʻet olunur ise mütecasır olanların taʻdîbât-ı şedîde
ile haklarından gelinmesi irâde-i kâtıʻa-yı şâhânem muktezasından olarak bu bâbda vesâya-yı
sûl-i Mes û â -ı

lâzımeyi hâvî Anadolu ve Rumeli’nin üçer kollarına başka başka evâmir-i şerîfem gönderilmiş
olmağla, siz ki vüzerâ-yı müşâr ve mîr-i mîrân ve mevâlî ve kuzât ve nüvvâb ve mütesellimîn
ve voyvodagân ve sâir-i mümâileyhimsizsiz, dahî sûret-i emr ve irâde-i şâhânemi zîr-i idâre-
nizde olan mahallerde iktizâ edenlere ifâde ve tebyîn ve mugayır harekete mütecâsır olanlar
olur ise ol makûlelerin bi’t-tahkîk taʻdîbât-ı lâyıkaları icrâsında dakîka fevt olunmayacağını
gûş-i hûşlarına etrâfıyla tefhîm ve telkîn birle, sikke-i cedîde-i pâdişâhânemle meskûkât-ı atî-
kanın hafî ve celî fiyât-ı mukarreresinden ziyâdeye zinhâr alınıp verilmemesi emr-i ehemmine
biʻl-ittifâk ikdâm ü gayret eylemeniz fermânım olmağın, iʻlâmen ve ifhâmen ve te’kîden ve ih-
timâmen mahsûsen işbu emr-i celîlüʻl-kadrim ısdar ve […..] ile tesyâr olunmuşdur. İmdi işbu
fermân-ı celîlüʻl-unvân-ı pâdişâhânemi taht-ı hükümetinizde kâin kazalar mehâkimi sicillâtına
kayd u sebt-birle dâimen ve müstemerren infâz ü icrâsı katʻi irâde-i seniyye-i şehriyârânem
muktezâsından idüği ve bu maddeyi sırren ve alenen tahkîk ü tecessüsden hâlî olunmayaca-

208
l-ı Sâni

ğına mebnî bu bâbda ağmaz ve rehâvet ile meskûkât-ı mezkûre -i mülûkânemin fiyat-ı mukar-
reresinden ziyâdeye tedâvülü haber olunur ise cesâret eden ve ruhsat veren her kim olur ise
olsun hakkında bâlâda muharrer vaiʻdât-ı pâdişâhânem bilâ-amân icrâ kılınacağı maʻlûmunuz
oldukda, âna göre amel ü hareket ile icrâ-yı emr u irâde-i seniyye-i hıdivâneme bi’l-ittihâd
bezl-i vusʻ u kudret ve hilâfından gayetiʻl-gâye tehâşi ve mücânebet eylemeniz bâbında [208]

Numero

Meskûkât hakkında beyânnâmedir

Herkes bilmelidir ki, altun gümüş sâir eşya gibi bir metaʻdır. Alışveriş denilen şey bir metaʻı
başka metaʻ ile değişdirmek demek olup fakat bir adam elinde olan bir şeyi verip ona karşı
kendisine lâzım olan bir başka şey almak istese değiş etmekde güçlük olduğundan, altun ve
gümüş dünyada halk için bu alışverişe vâsıta iʻtibâr olunmuşdur. Şöyle ki, elinde olan şeyi
birine verdiği vakit ona karşı bir mikdâr altun ve gümüş alıp sonra o altun veya gümüşü verip
kendine lâzım olan eşyayı alır. Bu cihetle sikke ve gümüş âdetâ bir meta olduğu halde başka
metaʻları alıp satmakda bir vâsıta, yani âlet olur. Çünkü altun ve gümüş her metaʻın değerini
göstermek için bir mizân, yani terazi olduğundan ve buna bir ayar olmak lâzım geldiğinden,

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


bütün dünyada altun ve gümüşe bir değer taʻyîn olunup parça parça kesilerek her parçasına
ağırlığına göre bir bahâ taʻyîn kılınıp buna sikke denilmişdir.
İşte sikke denilen şey, her devlet tebaʻasının alışverişinde kimesne birbirini aldatamamak
ve gerek ağırlığında ve gerek değerinde bir fesâd olmamak için pâdişâh nâmına olarak dam-
galanmış altun ve gümüş parçaları demekdir. Memleketde geçen sikkenin ağırlığı ve değeri
bilinmek için sâhib-i mülk olan pâdişâhın sikkesi olmak lâzım gelir. Çünkü sâir memleketin
sikkesi doğru olmaz ise başka devlet onu bilemez ve bir de altun ve gümüşün değeri dev-
letce [209] taʻyîn olunmuş ve bütün âlemde olan değerine tatbîk kılınmış olduğu halde o
değerden ziyâdeye geçmedikde halk birbirini aldatmak, yaʻni bir metâʻı diğerinden ziyâdeye
verememek olduğundan ve çünkü devlet kendisinin alacağı akçaya taʻyîn eylediği diğerinden
ziyâdeye alamayacağı cihetle tebaʻasının elinde bulunan akça asıl değerinde değil, iç yüzünde
halk zarar göreceği cihetle hiçbir devlet memleketinde akçanın ziyâde fiyatla alınıp verilme-
sine kâil olmaz. Veliniʻmet-i bî-minnetimiz pâdişâhımız efendimiz hazretleri tebaʻa-i şâhâne-
leri hakkında nice nice lütf u inâyet-i pâdişâhâneleri zuhûra geldiği gibi bu sikke maddesinde
dahî halkın muʻamelât-ı ticâreti dahi yaʻni alışverişlerini her gûna zarardan kurtarmak için
pek büyük himmetle Devlet-i Aliyyelerinin sikkesini tashîh buyurmuşdur. Şimdi nâm-ı nâme-i
haztet-i şâhâneye katʻ olunan altun ve gümüş sikkeler altun ve gümüşün dünyada olan de-
ğerine tatbîk olunmuşdur ve bu tashîh-i sikke maddesinin esâsı, eski zaman sikkelerinin ve
ecnebî akçasının alışverişde geçememesi memnuʻ olamayan sikkelerin mukarrer olan fiya-

209
Bâb-ı Râbi

tından ziyâdeye alınıp verilmemesidir. Öteden beri bu şey yasak olup ve bu yasak arasıra
te’kîd olunup Devlet-i Aliyye’nin ve halkın bundan zarar görmemesine çalışılmış ise de halk
bunda olan zararı lâyıkıyla bilmediklerinden hem ecnebî sikkelerini ve eski akçalarını ve hem
de yeni sikkelerini fiyatından pekçok ziyâdeye alıp vermekdedirler. Bunu bir kârlı şey zanne-
diyorlar. Bilmiyorlar ki, iç yüzünde pekçok zararlara uğruyorlar. Meselâ bir adam bir Riyali
yirmi beş Guruşa aldığı halde ziyâde akça kazanmış gibi memnûn oluyor. Halbuki onun asıl
değeri Devlet-i Aliyye’nin tâyîn eylediği fiyat olup üst tarafı havada bir değer olduğundan,
kâr yerine zarar eylediğini bilmiyor ve riyâlin birkaç cinsi olup meselâ biri yirmi Guruşluk ve
biri on sekiz Guruşluk iki [210] nevʻ riyâlin ikisinin üzerinde dahî kuş resmi olarak bahâsında-
ki fark resimlere irâ’e olunmakda ise de bu herkesin farkedeceği şey olmadığından, ekserîyâ
on sekiz Guruşluk kuşlu riyâl bilmediği cihetle yirmi Guruşluk Riyal yerine alınır ve bunların
kalıbı anlaşılamadığı ecilden, o yüzden dahî halk nice zararlar görüyor. Hâsılı bu sikke mad-
desi Devlet-i Aliyye’nin ve halkın alışverişinin dersi olması için en evvelki şey olduğundan, bu
fenâlığın zararı hem devlete ve hem de halka ait oluyor ve yasak maddesi evvelki gibi ucuz
sikke toplayıp mağşûş akça kesmek için olmayıp memnûʻ olan sikkeleri asıl değeriyle alıp ve
yerine hâlis ve sahîh sikke çıkarıp halkı bunca zarardan kurtarmak içindir. Şimdi bundan sonra
bu yasağın sahîhan ve hâkikaten icrâsına ve hilâfına hareket eden olur ise Devlet-i Aliyye na-
zarında sahtekâr ve halka gaddar bir adam görüleceğinden, şedîden ve kaviʻan terbiyesine
karar verilmişdir. Bu kerre tekrar be tekrâr düşünülerek ibtidâ her gûn sikkenin sahîh değeri
ile fiyatları konularak bir defteri yapılıp bu iʻlân-nâme ile berâber her bir tarafa neşr olundu
smâniyye e cne iyye

ve taşralarda evvelleri yalnız mübâyaʻacılar akça tebdîl edip bunda halka zahmet olduğun-
dan her yerin mal sandığından derhâl nakd ile tebdîl olunması için her bir tarafa gönderilen
fermân-ı âlîşânların her bir tarafda okunduğu günden iʻtibâr ile on gün mühlet verilip ondan
sonra herkes elinde bulunan memnûʻ sikkeleri getirip mal sandığından temiz akça ile tebdîl
etmeyip de alışverişde sürmek ister ise hem alan ve hem veren sahtekâr gibi te’dîb olunacak-
dır ve taşralarda halkın elinde bulunan memnûʻ sikkeleri vergilerine mahsûben verilmek iste-
nildiği halde ne vakit olsa zikrolunan defterde taʻyîn olunan fiyat ile mal sandıklarından alınıp
mâliyye hazîne-i celîlesine gönderilecekdir ve bir adamın birine borcu olup “ister [211] isen
sûl-i Mes û â -ı

ecnâsı akça ile te’diye ederim. Olmaz ise borcumu vermem” dese alacaklı olan adam gelip
hükümete ifâde eyler ise alacağı temiz akça ile borçlusuna te’diye etdirdikden başka böyle
teklif eden adam hapis ile te’dîb olunacakdır. Ve bilʻakis alacaklı olan adam hükümet tarafı-
na ifâde etmeyip ecnâs akçayı alıp da sonra başka tarafdan sürerim der iken tutulduğu halde
borçlusunun ibrâmına mebnî kabûl etmiş olduğu bahanesi kabûl olunmayıp hem kendisi ve
hem bu akçayı veren adam te’dîb olunacaktır. Böyle birinin elinde ecnâs akça görüldüğü vakit
o adam kimden aldığı ve ona dahî kimin vermiş olduğu ve’l-hâsıl zincir gibi su’al u tahkîk ile
tâ ibtidâsından başlatılıp böyle memnûʻ akçayı almakda ve sonra vermekde kaç kişi mütte-
hem görülür ise sırasıyla te’dîb kılınacakdır. Bundan hâtır ve gönüle ve rütbe ve memûriyete
bakılmayıp aleʻs-seviye herkes te’dîb olunacakdır ve böyle bir kabahati mürtekîb olan devlet
memûru ise sâir halk gibi mücâzaʻat göreceğinden başka Takvîm-i Vekâyiʻ de dahî töhmeti ve
cezası yazılarak mütenessih olacaktır. Artık herkes bundan sonra aklını başına toplayıp hilâf-ı

210
l-ı Sâni

rızâ-yı pâdişâhi hareketden ve hemşehrilerini ve ebnâ-yı cinslerini ızrâr ve kaderden ictinâb


ile sahtekârâne hareketten ihtirâz eylemeleri için iʻlân-ı keyfiyyete ibtidâr olundu. [212]
Numero

Kavâimin ihrâcı hakkında kararnâmedir

Vakt u hâl iktizâsınca birkaç seneden beri öteye beriye sevk olunan asâkirin mesârîf-i
vakʻasından ve mesele-i mündefiʻa-i harbiye esnâsında biʻz-zarûre tezâyüd etmiş olan mesâ-
rif-i devletin sonra bi’t-tâbiʻ birden bire taklîli mümkün olmamasından dolayı Mâliyye Hazîne-i
celîlesinin vâridâtı mesârifine kifâyet edemeyerek bir mikdâr açık düyûn terâkim edip eğerçi
şimdiye kadar tasarrufât-ı vakʻa ve terakkî-i vâridât semeresi olarak sene açığı hayli tenezzül
edip geriye kalan açığın dahi esbâb-ı lâzımesi istikmâl ile bundan böyle neşr olunacak defâtir-i
muhasebâtdan anlaşılacağı vechile hazîne-i mezkûrenin vâridât u mesârifât-ı seneviyyesinin
derece-i tekâbül ve muvâzenede bulundurulması tedbîri derdest-i icrâ ise de zikr olunan dü-
yûn-ı müterâkîme bir kere vücûda gelmiş ve bu akça cihât-ı mütenevîʻadan dolayı sunûf-ı
halkın hazînede matlûbu bulunmuş olduğundan ve beyâna hâcet olmadığı üzere Devlet-i
Aliyye cemiʻ zamanda hiç kimse hakkında zarar u ziyân vukuʻunu ve menâfi-i âmmeye halel
ve suʻubet tecvîz buyurmadığından, mücerred ashâb-ı hukûk ve matlûbât kayd-ı zecret ve

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


müşkülâta düşmemek ve muʻamelât-ı memleket usret ve muzâyakadan vikâye olunmak mak-
sad-ı hayırhâ-hânesiyle bundan akdem vâridât-ı hazîneden müstevfiʻ karşılık tahsîs olunarak
ve bu bâbda birçok fedâkarlıklar ihtiyâr edilerek yüz yerine elli üç ve üç rubʻ olmak üzere
Avrupa’dan bir istikrâz akdine mübâşeret olunmuşdu. Hasebü’l-vakt bu dahî hâsıl olamayıp
yapılan [213] kontratı münfesih olduğuna ve şu açık düyûn bu halde kaldıkça ashâb-ı metâ-
lib ü ihtiyâcâtın muzâyaka-ı hâlî gün-be-gün terakkî etdiği misillü bu hal idâre-i mesâlih-i
devlet ve memleketi dahî ihlâl ederek her maddeyi giriftâr-ı müşkülât etmekde bulunduğu-
na binâen, artık bunun dâhilen bir çâresi bulunması, yani sekene-i memâlik-i mahrûse’nin
pâdişâh ve devletlerine ve vatan ve memleketlerine olan sadakât ve muhabbet-i mücrîbele-
rine mürâcaʻât olunması lâzım gelmiş ve mukaddemâ ne mikdârı ve ne numerosu olmadığı
cihetle adedi ve ne zaman ve sûret-i mahvı muʻayyen ve mukarrer olmayarak çıkarılmış olan
Kavâim-i Nakdiyye'nin mehâzîr-i müteʻaddidesinden nâşi, imhâsı emrinde sarf olunan mesâi-i
hâlise herkesin mâʻlûmu bulunmuş olduğu cihetle, yine o yolda gidilmesi tecvîz olunamamış
olmağın, her türlü taht-ı emniyyet ve mezbûtiyetde olmak ve tezyîdi kâbil olamamak ve bir
müddet-i muʻayyene zarfında kaldırılmasına sağlam karşılığı bulunmak ve cümleye emniyyet
bahş olacak bir idâre-i mutazama altında tutulmak ve ihlâl-i maʻlûmât etmekde olan beşlik
ve ona mümâsil meskûkât-ı mağşûşe dahî şu sırada mahvedilmek ve teshîl ü teksîr-i zirâʻat ü
hırâseti muʻcîb olan yolların ve liman ve cedâvilin dahî bir yandan inşâ ü taʻmîrine sermâye
dahî bulunmak üzere karargîr olan mevaddır ki, ber-vech-i âtî beyân olunur.

211
Bâb-ı Râbi

(Birinci madde) Memâlik-i Devlet-i Aliyye’nin her tarafında nakîd hükmünde tedâvül ey-
lemek ve gümrüklerden maʻdâ bir cümle hazâin ve mal sandıklarına dahî bilâ-tekellüf kabûl
olunmak üzere iki milyon beş yüz bin keselik Kavâîm-i Nakdiyye çıkarılacakdır.
(İkinci madde) Mezkûru’l-mikdâr Kavâim-i Nakdiyye'nin beş yüz bin keseliği Avrupa üze-
rine kambiyoyu tutmak için nükûd-ı hâlise olarak ber-vech-i âti vazʻ olunacak yediyüz elli
bin kese sermâyeden beş yüz bin kesesinin [214] tedârikine ve iki milyon keseliği el-yevm
meydanda bulunan Evrâk-ı Nakdiyye’nin tebdîlen kaldırılmasıyla berâber küsûru hazînenin
yetmiş altı senesinden ve sene-i sâbıkadan bâki duyûn-ı maʻlûmesinin idâre sûretiyle tasfiye-
sine mahsûs olacakdır.
(Üçüncü madde) İşbu iki milyon beş yüz bin keselik Kavâim-i Nakdiyye'nin gelecek yetmiş
sekiz senesi Martı gâyesinde tedâvüle çıkarılmak üzere şimdiden hazırlanmasına mübâşeret
olunup sahtesi yakılamayacak sûretde kâğıtları mahsûsen yapılan fabrikada iʻmâl olunarak
ve kalıpları âhir şekil ve heyʻet üzere yapılarak bir tarafdan tab u temsîline ibtidâr ve bir ta-
rafdan dahî zîrde beyân olunacak te’diye-yi kâime komisyonunun teşkîli ile kavâim-i mezkûre
tabʻ olundukça bu komisyona bi’l-iʻtâ orada numeroları vazʻ ve mahsûs olan mühür ile temhîr
olunarak zikrolunan Mart’a kadar kâmilen tahiyye ve istihzâr kılınacak ve kambiyonun tutul-
masına dahî mezkûr mart gâyesi mebde taʻyîn olunacakdır.
(Dördüncü madde) Kambiyo tutulmak için şimdilik lâzım olan yedi yüz elli bin kese ser-
mâye-i nakdîyyenin dahî ileride tezyîd ü teksîr olunmak üzere zikr olunan Mart gâyesinde
smâniyye e cne iyye

hazır bulundurulmak zımnında şimdiden tedârikine teşebbüs olunması lâzımeden olduğun-


dan, buna mahsûben çıkarılacak beş yüz bin keselik kâimeden şimdilik mevcûd olan kalıplar
ile derhâl yüzlük ve ellilik ve yirmilik olarak üçyüz bin keselik Evrâk-ı Nakdiyye tabʻ ü tertîb ve
yetmiş sekiz senesi Mart’ı gâyesinde nakd hükmünde tedâvüle çıkmağa selâhiyyeti olacağı
zahrlarına başkaca tabʻ ile izâh olunup ol vakte kadar yanlarında hıfz olunmak ve ondan sonra
tedâvüle çıkarak istedikleri mahallere sarf edebilmek üzere işbu üç yüz bin keselik Evrâk-ı
Nakdiyye [215] şimdiden Memâlik-i Mahrûse ahâlisine tevzîʻ ü iʻtâ ile bedeli altun ve gümüş
sûl-i Mes û â -ı

nükûd-ı hâlise olarak bir sene için halkdan istikrâz edilecek ve fakat kâmilen nükûd-ı hâlise
tedâriki halka bâis-i külfet olacak olur ise herkesin vereceği akçanın bir rubʻu beşlik ve altılık
olası dahî mücâz tutulacakdır ve sermâyenin üst tarafına lüzûmu olan dört yüz elli bin kese-
den iki yüz bin kesesi sermâye karşılığı olarak çıkarılmış olan Kavâim-i Nakdiyyeden yerine
evrâk verilmek şartıyla hazîne emvâlinden alınacak ve küsûru dahî ormanlar ile maʻadîn ve
emlâk ber-vech-i muharrer te’sis olunacak te’diye komisyonuna havâle olunup onun vâsıta-
sıyla ormanların kerestesi ve emlâk-ı Devlet-i Aliyye’nin kavânîn-i mevzûʻasına tatbîkan sat-
dırılarak ve maʻadîn kumpanyalara iʻzâm ve icâr olunarak onlardan istihsâle mübâderet edi-
lecekdir.
(Beşinci Madde) yetmiş sekiz senesi Martının hulûluyle yeni kâimelerin ihrâcına kadar
Mâliyye Hazînesinin ihtiyâcât-ı mühimme ve acilesini mehmâ-emken idâre edebilmesi için
dahî bir çâre-i muvakkat bulunması lâzımeden olduğundan bunun için dahî şimdilik yine

212
l-ı Sâni

tedâvülü Der-aliyye’ye münhasır olarak taşralara tecâvüz etdirilmemek üzere muvakkaten


mevcûd kalıplar ile ayda altmışar bin keselik Evrâk-ı Nakdiyye çıkarılıp bununla Mart’a kadar
idâre olunacakdır.
(Altıncı madde) Devlet-i Aliyye tarafından mensûp bir nâzırın taht-ı nezâretinde olmak
ve sâir direktör ve memûrları dahî erbâb-ı vukûfdan intihâb ü taʻyîn kılınmak üzere şimdiden
bir kambiyo bankası teşkîl olunup ve Mâliyye Hazînesi ile işbu banka miyânesinde bir hesâb-ı
cârî açılıp peyderpey husûla gelen sermâye akçasının bu bankaya nakl ü teslîmi ile alınacak
ilm u haberler hazîne-i mezkûrede hıfz olunacakdır ve mezkûr bankanın esâs memûriyye-
ti Kavâim-i [216] Nakdiyye'nin tedâvül etdiği müddetçe yedinde olan sermâye ile Kavâim-i
Nakdiyye'ye karşı Avrupa üzerine kambiyo satmak ve sağlam olarak bulduğu poliçeleri almak
hususları olacağından, müfredât vezâifi mahsûsen bir nizâm-nâme ile taʻyîn kılınacakdır
ve bu bankaya teslîm olunan sermâye akçasının bir pâresi hiçbir emr ile muhassas olduğu
maslahâtın gayrıya sarf olunamayacağından hilâfı vukuʻunda nâzır ile direktörleri bi’l-iştirâk
mesʻul tutulacakdır.
(Yedinci madde) yetmiş sekiz senesi Mart’ının nihâyeti vürûd etdikde kambiyonun tutul-
masına mübâşeret ile beraber tehiyye olunan cedîd Kavâim-i Nakdiyye'nin tedâvüle ihrâcına
şürûʻ olunup çünkü mukaddem istikrâzına karşılık halka verilmiş olan addî Evrâk-ı Nakdiyye
ol tarihte halk tarafından tedâvüle çıkarılacağından cedîd Kavâim-i Nakdiyye'den taşrala-
ra lüzûmu mikdârı şey irsâliyle bir tarafdan onlar tebdîlen tedâvülden toplandırılarak Der-
saʻadetʻe celb olunup ve bir tarafdan dahî Der-aliyye’de gerek el-yevm meydanda bulunan ve

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


gerek ol vakte kadar idâre-i mesârif için çıkarılan adî Evrâk-ı Nakdiyye dahî kezâlik cedîdler ile
tebdîl olunarak kaldırılacakdır ve ikmâl-i sermâye için vâridât-ı hazîneden tâvizen ne mikdar
akça alınmış ise onun bedeli dahî cedîd kavâimden ve sermâye karşılığından redd u iʻtâ olu-
nacakdır ve ondan sonra kavâim-i cedîdenin küsûru dahî yine defʻaten çıkarılmayıp ihtiyâcât-ı
sahîheye göre bi’t-tedrîc ihrâc ve sarf olunarak Cidde ve Yemen eyâletlerinden maʻdâ tedâ-
vülü sâir cümle ilâyât ve ulvîyeye taʻmîm kılınacak ve Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de bu cedîd
Kavâim-i Nakdiyye'den başka bir gûna Evrâk-ı Nakdiyye bulundurulmayacakdır.
(Sekizinci madde) ihrâcâtın idhâlât ile hiç olmaz ise tekâbül etdirilmesi esbâbı istihsâl
olunmadıkça yalnız kambiyo tutulmak ile ale’d-devâm altun fiyâtının derece-i matlûbda tu-
tulması ve servet-i memleketin muhafaza olunması [217] mümkün olamayıp esbâb-ı mezkû-
re istihsâl olununcaya dek bu bir tedbîr-i muvakkat olabileceğinden ve esbâb-ı mezbûrenin
âzâmî dahî bir tarafdan Memâlik-i şâhânenin teksîr-i mahsûlâtıyla bir tarafdan dahî bunların
suhûletle nakl ve tenzîli için lâzım gelen yol ve cedvel gibi şeylerin inşâ ve tanzîmi husûsları
ediğinden bu misillü umûr-ı nâfiʻâ ve esbâb-ı iʻmâriyyeye mahsûs olmak üzere dahî beş sene
zarfında beher sene kırkar bin keselik Kavâim-i Nakdiyye çıkarılacakdır.
(Dokuzuncu madde) Fesh olunan Paris istikrâzına karşılık gösterilmiş olan mebâliğ-i
maʻlûmenin senevî yüz elli bin kesesi işbu çıkarılacak cedîd Kavâim-i Nakdiyye'nin bi’t-tedrîc
te’diyesine tahsîs olunup her sene bu akça ile kavâim-i mezkûrenin ol mikdârı çekilerek on

213
Bâb-ı Râbi

sekizinci sene gerek zikr olunan iki milyon beş yüz bin keselik kavâimin ve gerek yollar ve sâire
için beş sene zarfında çıkmış olan iki yüz bin keselik Kavâim-i Nakdiyye'nin cümlesi kaldırılıp
imhâ olunacakdır ve kambiyonun tutulması için vazʻ olunacak yedi yüz elli bin kese sermâye-
den kambiyo idâresi mesârifi ve muʻamelât-ı vâkıʻada vukûʻu melhûz olan bâzı zarar u ziyân
bedeli olarak on dördüncü seneye kadar senevî bir biri üzerine yirmişer bin kesesinin eksil-
mesi farz olunduğu halde ondördüncü seneye kadar üç yüz bin kesesi mikdârı tenâkûz ederek
dört yüz elli bin kesesi kalacağından on beşinci seneden bed’en ile mezkûr sermâyenin her
sene yüz bin keseliği ile iki yüz bin keselik meskûkât-ı mağşûşe tebdîl olunarak on sekizinci
seneye kadar Kavâim-i Nakdiyye ile berâber tedâvülde bulunan altılık ve beşlik ve eczâları
dahî kâmilen kaldırılacakdır.
(Onuncu madde) Te’diye-i kavâim komisyonu nâmıyla Devlet-i Aliyye ve düvel-i ecnebiy-
ye tebâʻasından mürekkeb şimdiden bir komisyon dâima teşkîl olunup ve bu [218] komisyo-
nun reis ü azâları dâimî sûretde memûr ve mensûp olup kendileri istifâ etmedikçe yâhûd bir
su-i halleri vukûʻ bulmadıkça azl ü tebdîl olunamayacakdır ve bu komisyon evvelâ çıkarılacak
olan cedîd Kavâim-i Nakdiyye'yi kontrol yâni nezâreti altından geçirerek cümlesine numero
vazʻ ve mahsûs olan mühür ile temhîr ederek kuyûdât-ı sâiresini dahî icrâ edecek ve bu ko-
misyonun mührü olmayan kâimenin tedâvülü câʻiz olmayacakdır. Sâniyen tedâvülde bulu-
nacak kavâimin eskiyip fersûde olması cihetle aralıkda umûmen tebdîli lâzım geldikçe yeni
çıkarılacak Kavâim-i Nakdiyye evvelki defʻada olduğu gibi her bahar bu komisyonun nezâreti
altından geçerek tarafından cümlesine numero vazʻıyla temhîr olunacakdır. Sâlisen, kâvâim-i
smâniyye e cne iyye

mezbûrenin teʻdiyesi için senevî tahsîs olunacak yüz elli bin kese te’diye akçası vâridât-ı
muʻayyeneden biʻl-ifrâz hitâm-ı maslahâta kadar işbu komisyonun tasarrûfuna teslîm olunup
komisyon bu akça ile her sene ol mikdâr kâime çekerek bade’l-iʻsâl Mâliyye Hazinesine teslîm
edecek ve her sene iptâl etdiği kâğıdın numerolarını hâvî bir cedvel tanzîm ile tabʻ etdirilerek
bir nüshâsını zîrde beyân olunan mümeyyizlere gönderecekdir. Râbiʻan dokuzuncu maddede
beyân olunduğu vechile on dördüncü seneden sonra sermâyeden ifrâz olunacak yüz bin kese
akçayı beher sene kambiyo bankasından alarak bununla iki yüz bin keselik meskûkât-ı mağşû-
sûl-i Mes û â -ı

şe kaldıracakdır. Hâmisen yollar ve nehirler için müretteb olan iki yüz bin keselik kavâin-i nak-
diyyeyi sandığında hıfz edip beher sene kırkar bin kesesini bu maslahâta memûr olacak idâ-
reye doğrudan doğruya iʻtâ ile alacağı senedâtı Mâliyye Hazînesine iʻsâl eyleyecekdir. Sâdisen
satılacak emlâkın kavânin-i Devlet-i Aliyye’ye tatbîkan fürûhtu ve maʻden ve ormanların tâlib
olan kumpanyalara ilzâmı ile hâsıl olan akçanın [219] kambiyo sermâyesine ilâve olunmak
üzere kambiyo bankasına teslîmi maddesi mezkûr komisyona havâle olunacakdır. Tâsiʻan bazı
konsolid olması mümkün olacak düyûnun tedkikiyle icrâ-yı iktizâsı dahî bu komisyona havâle
kılınacakdır.
(Onbirinci madde) taşralarda tedâvül edecek Kavâim-i Nakdiyye'ye karışması melhûz
olan sahte kâğıdları teftiş ü temyîz etmek ve ellerine geçen kâğıdlara şüphe edenler, bunlara
mürâcaʻât eylemek üzere başlıca şehirlere müstevfî maʻaş ile erbâb-ı ehliyyet ve iffetden ve
mücerrebü’l-ahvâl birer mümeyyîz taʻyîn u ikâme kılınacakdır. Fi selh-i Ramazan sene 1277

214
l-ı Sâni

[220]
Numero

Kavâim-i Nakdiyye'nin ilgâsı hakkında kararnâmedir

Bundan mukaddem makam-ı Sadâret-i uzmâdan huzûr-ı şevket-mevfûr-ı hazret-i pâdişâ-


hiye takdîm olunup ahkâm-ı münderecesinin icrâsına bâ-hatt-ı hümâyûn irâde-i seniyye-i
cenâb-ı mülûkâne müteʻallik buyrulmuş ve neşr u iʻlân kılınmış olan takrîrde ber-tafsîl beyân
olunduğu vechile umûr-ı mâliyye-yi Devlet-i Aliyye’nin ıslahâtı için ittihâzına lüzûm görünen
tedâbir üç esas üzerine taʻyîn olunup, bunun birincisi gerek hazîne-i devlet ve gerel umûr-ı
nâssın muʻamelâtını ihlâl ü işgâl eden Kavâim-i Nakdiyye'nin kâmilen tedâvülden alınması
ve ikincisi hazâin-i şâhânenin müteferrik ve gayr-ı muntazam borçlarının tasvîye edilmesi
ve üçüncüsü dahî bunların tasfiyesinden dolayı zuhûr edecek mesârif ile beraber mesârif-i
umûmiyye ile vâridât-ı hazîne tekabül etdirilmek üzere irâdın tezâyüd ve mesârifin taklîli es-
bâbının istihsâli ile beher sene irâd ü masraf defterlerinin neşr u iʻlân kılınması husûslarıdır.
Kavâim-i Nakdiyye'nin imhâsıyla duyûn-ı müteferrîkanın tasfiyesine yetişecek kadar nakd te-
dâriki mümkün olamadığından, bunların bir mikdârı nakd ile ve bir cüz’ü dahî müceddeden
eshâm tahvilâtı çıkarılarak onunla iʻfâ edilmek lâzım geldiğinden, esâs tesviye olmak üzere
dâhilde tedârik olunabilecek akçaya ilâveten hâricte bir istikrâz yapılmasına teşebbüs oluna-

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


rak hâsıl-ı sâfîsi beş milyon İngiliz Lirası, yanî beheri yüz onar Guruş hesâbıyla bir milyon yüz
bin kese [221] istihsâl olunmuş ve dâhilde dahî mukaddemâ Kavâim-i Nakdiyyenin taʻmîm
[ü] neşri kararına göre taşralardan istenilmiş ve mikdâr-ı küllîsi tahsîl kılınmış olan üç yüz bin
kise dahî mensûbîn-i devletden istidâne olunarak bu sûretle dahî dört yüz bin kese tedâriki
mukarrer bulunmuş olmağla, bunun yekûn-ı umûmisi olan bir milyon beş yüz bin kese nakd
ile el’an mevcûd olan eshâm-ı cedîdeye tatbikan Osmanlı yüzlük altunu yüz Guruş hesabıy-
la nakden senevî yüzde altı fâizi ve yüzde iki re’süʻl-mâla mahsûb akçası olmak üzere mü-
ceddeden tanzîm olunacak eshâm-ı cedîde tahvîlâtı Kavâim-i Nakdiyye ve düyûnun tasfiye
ve te’diyesine esâs ittihâz olunmuşdur. Çünkü kâğıdın bir küçük cüz’ü bile kalsa muʻamelâta
aid olan asârı devam edeceğinden kâmilen ve tamamen tedâvülden alınması lâbud olduğu
misillü, düyûn-ı müteferrikanın bir cüz’ü dahî tamamen akça ile tasfiyeye muhtac borçlar ol-
masıyla, evvelki karar vechile Kavâim-i Nakdiyye'yi bütün bütün kaldırmak ve açık borçları
ödemek için ele geçmiş olan nükûda eshâm tahvilâtı ilâve ederek tesviye-i maslahât etmek
lüzûmu der-kârdır. Mukaddem dahî iʻlân olunduğu vechile Evrâk-ı Nakdiyye’nin yekûn-ı umû-
misi iki milyon kese olup düyûn-ı müteferrikanın yekûnu dahî iki milyon kese olmak üzere
taʻyîn kılınmış ise de sonradan vukûʻ bulan tatkikât u teşebbüsâtın neticesinde sırf açık olan
borçların mikdârı evvelki tahminden bir üç yüz bin kese aşağı çıkıp el’an emr-i tedkîk ve tas-
viyede devâm olunmakda olmasıyla, hin-i te’diyede daha kesb-i hıffet eyleyeceği meʻmûl-
dür. Kavâim-i Nakdiyye'nin kâmilen tedâvülden alınması umûr-ı mâliyyece kâffe-i ıslâhâtın

215
Bâb-ı Râbi

ve halkça teshîl-i muʻamelâtın esâsı olduğundan ve bir kere bu ortadan kaldırılır ise düyûnun
te’diyesinde ve umûr-ı mâliyyenin idâre-i umûmiyyesinde her türlü suhûlet u mazbûtiyyet-
husûle geleceğinden, evvel-be-evvel Kavâim-i Nakdiyye'nin tamâmen ve en az [222] vakit
içinde tedâvülden alnmasına karar verilmişdir. Evrâk-ı Nakdiyye Devlet-i Aliyye’nin bir nevʻ
deyni olup eğerçi bununla ifâ edilmiş olan mesârif hesâbıyla hiçbir vakte başıbaşına çıkarıl-
mamış ve sâir memleketlerde bu makûle borçlar ilcâ-yı zâruret ile noksânına tebdîl edildi-
ği mesbûk bulunmuş ise de saltanat-ı seniyye teşebbüs etdiği tedâbîr semeresiyle halka en
ziyâde nâfî olacak ve fedâkârlığın en büyüğü kendisine düşecek yolda bir suret-i tasviyesi
tercîh ve ihtiyâr eylemişdir. Binâen-aleyh Evrâk-ı Nakdiyye’nin başı başına olarak, yaʻni yüz
Guruşluk bir kâğıda mukâbil yine yüz Guruşluk kıymet verilerek tedâvülden alınması tensîb
olunup, fakat ele geçmiş olan sermâye-i nakdi borcun her nevʻini tamamen akça ile iʻfâya kâfî
olamadığından yüz Guruşluk bir kâğıda verilecek yüz Guruş kıymetin, kırkı Osmanlı altunu
yüz Guruşa olmak üzere nakid ile ve altmış Guruşu dahî eshâm-ı cedîde tahvîlatı ile iʻfâ kılı-
nacakdır. Şimdi meskûkât ile evrâkın kıymeti nisbetine nazaran yüz Guruşluk bir kâğıt nakde
tebdîl olunsa ele geçecek nakit her ne ise ona yakın miktarda nakd-i hâlis verildikten fazla
olarak altmış Guruşluk dahî yüzde altı fâizli ve iki re’sü’l-mâle mahsûb akçalı iʻrâd sehmi ve-
rileceği cihetle, şu tasfîyenin hakk u adle muvafık olduğu inde’l-hesab maʻlûm olur. Kavâim-i
Nakdiyye'nin tedâvülden alınması için ittihâz olunmuş olan iş bu esâsa tatbîkan iki milyon
keselik kâğıt için sekiz yüz bin kese nakde ve bir milyon iki yüz bin keselik eshâm-ı cedîde-
ye lüzûm göründüğünden, elde olan sermâye-i nakdîden sekiz yüz bin kese bi’t-tefrîk tahsîs
smâniyye e cne iyye

olunmuşdur. Eshâm-ı cedîdeye gelince: düyûn-ı müteferrikanın bakiyyesine dahî eshâm-ı


cedîde verileceği ve dâhilî istikrâzların dahî bununla tasfiye edileceği cihetle mukaddem neşr
edilmiş olan muvâzene-i tahmînîyyede fâʻizi karşılığı konmuş olan [223] eshâm-ı cedîdeden
ibtidâ Evrâk-ı Nakdiyye’ye verilecek bir milyon iki yüz bin keseliği çıkarılıp baʻdehû düyûn-ı
sâirenin tasviyesinde dahî lüzûmu mertebesi tedrîcen çıkarılacakdır. El’an mevcûd olan es-
hâm-ı cedîde ile yeni çıkarılacak eshâmın fâizi ve re’sü’l-mâline mahsûb akçalarının karşılık-
ları Avrupa istikrâzları gibi vâridât-ı muʻayyeneden tahsîs olunarak doğrudan doğruya te’diye
sûl-i Mes û â -ı

sandığına iʻfâ ü teslim etsirileceği ve bu eshâmın Avrupa’da ve taşra eyâletlerde dahî fâizi
te’diye olunarak oralarda dahî alınıp verilmesi esbâbı istihsâl olunacağı cihetle kıymet ü iʻti-
bârı tezâyüd edeceğinden ve Evrâk-ı Nakdiyye’nin imhâsından sonra esbâb- lâzımeye teşeb-
büs ile meskûkât-ı mağşûşenin dahî tedâvülden alınarak mikyâs-ı muʻamelât-ı nâss olan kıy-
met-i meskûkâtın tamamı takarrürü istihsâl ve tesviye-yi turûk ve maʻâbîr ile emr-i ziraʻât ve
ticâret ve o cihetle maʻmûriyyet ve servet-i memleket istikmâl olunacağından, hazîne-i dev-
letin ve umûmen halkın muʻamelât-ı câriyesinde her gûna teshîlât hâsıl olacağı misillü bütün
Memâlik-i Mahrûse-i Şâhâne ahâlisinin şu şeylerden hissemend-i menâfîʻ olacağı der-kârdır.
Kâffe-i ıslâhata mebde’ ü esâs olmak üzere kâğıdın tedâvülden alınmasına teşebbüs oluna-
cağından bunun süver-i icrâʻiyesi hakkında verilen karar ber-vech-i âtî zikr u beyân olunur.
(Birinci Madde) mütedâvil olan Evrâk-ı Nakdiyye kâmilen ve tamâmen tedâvülden alınıp
her yüz Guruş kâğıda yüzlük Osmanlı altunu yüz Guruşa olmak üzere yüzde altı fâizli ve iki

216
l-ı Sâni

re’sü’l-mâle mahsûb akçalı eshâm-ı cedîde tahvîlâtı verilecekdir. Bunun için sekiz yüz bin ke-
selik nakid ve bir milyon iki yüz bin keselik eshâm-ı cedîde tahsîs kılınmışdır.
(İkinci Madde) Kavâim-i Nakdiyye'nin tedâvülden alınıp mukâbilinde verilecek [224]
nükûd ve eshâm-ı cedîdenin iʻfâsına ve çekilecek kâğıdın imhâsına nezâret eylemek üzere bir
komisyon taʻyîn olunmuşdur. Nükûd ve eshâmı verip kâğıdı almak için bir idâre-i muvakkate
yapılıp işbu idârenin kâffe-i harekât u muʻamelâtı işbu komisyonun nezâreti altında olacakdır.
(Üçüncü madde) evrâk-ı tebdîl edeceklere mûcib-i suhûlet ve idârece dahî bâdi-i mezbu-
tiyyet olmak üzere Ayasofya karşısında kâin Dârü’l-fünûn ebniyesinin altı mahsûsen bu iş için
tanzîm olunarak idâre-i muvakkate ile kalemleri ve sandıkları orada bulunacakdır.
(Dördüncü madde) işbu şehr-i Temmuz’un birinci gününde icraʻâta teşebbüs olunup iki
ayda hitâm bulunacağından, bu müddet içinde herkes elinde olan kâimesini zikr olunan idâre
mahalline götürüp ibtida kavâim kabzına memûr olan kaleme bi’l-i’tâ ne kadar nakit ve ne
kadar eshâm verilecek ise onu müşʻir yedine verilecek senedi yanıbaşında olan te’diye kale-
mine irâ’e ile iʻtâ olunacak nakde mukâbil senedin bir cüz’ü ve eshâm için diğer cüz’ü ahz ile
evrâk sahibine isâbet eden nakit ve eshâm tahvîlâtı iʻtâ ü ifâ olunacakdır.
(Beşinci madde) evrâkın tedâvülden alınmasına taʻyîn olunan iki ay hitâm buldukdan
sonra her kim kâğıt getirir ise yalnız eshâm tahvilâtı ile tebdîl olunup nakit verilmeyecekdir
ve bu dahî yalnız altı ay için olup ondan sonra getirilecek evrâk asla kabûl kılınmayacakdır.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


(Altıncı madde) Kavâim-i Nakdiyye'nin tedâvülden alınmasına Temmuz’un ibtidâsından
iʻtibârıyla iki ay tahsîs olunup bu cihetle Eylül ibtidâsına kadar evrâk tedâvül edip ve hazîne-
den alınıp verilip ondan sonra tedâvülü kâmilen memnûʻ olunacakdır. Fi 17 Zilhicce 1278
[225]
Numero

Mâliyye Nezâret-i celîlesi cânibinden vilâyât-ı celîleye tastîr buyrulan


tahrîrât-ı âliyye sûretidir

Gavâîl-i mevcûde-i mülkiyyenin dâvet etdiği tedârikât-ı harbiyye ve onun muʻcîb olduğu
mesârifât-ı külliyeyi vâridât-ı mevzûʻa ile idâre etmek dâire-i imkândan hâric olup bu esbâbın
ilcaʻâtıyla el-hâlet-i hâzihî hazîne-i devletin çektiği müşkülât ve te’essürât dâhilen umûm
ahâli dahî ızdırâb u muzâyâkaya düşürmekde olmasından ve ahvâl-i sâire-i fevkâ’l-âdeden
nâşî bu defʻa Meclîs-i Mahsûs-ı Vükelâ kararıyla bi’l-istizât müteʻallîk buyrulan irâde-i seniy-
ye-i hazret-i mülûkâne mûcibince yüzlük ve ellilik ve yirmilik ve onluk ve beşlik olarak üç yüz
milyon Guruşluk, yani altı yüz bin keselik Kavâim-i Nakdiyye ihrâcıyla şimdilik kâfi addolu-
nan iki yüz milyon Guruşluğunun neşr olunması ve Bank-ı Osmanî’nin kayd ü mührü tahtın-

217
Bâb-ı Râbi

da bulunması mukarrerdir. Ol bâbda umûm sırasında tastîr ü tesyîr buyrulan emir-nâme-i


sâmi-i cenâb-ı vekâlet-penâhîde dahî irâde ve ityan buyrulmuş olduğu üzere mukaddemâ
mütedâvil olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin yalnız Der-saʻadet’e ihtisâsından iʻtibâr ve kıymetçe ve
muʻamelât-ı devlet ü memleketçe mazarrat-ı adîde görünmesine mebnî bu defʻa neşr olu-
nacak kavâimin kâffe-i vâridât-ı devletin tesviye-i bedelâtı mukâbilinde kıymet-i asliyyele-
ri üzere Hicâz ve Yemen ve Trablusgarp vilâyetlerinden maʻdâ Memâlik-i Mahrûse’nin her
yerinde mal sandıklarından kabûl edilmesi ve te’diye-yi bedelâtını geçende Hazîne-i Hassa-ı
Şâhâne’de [226] terk olunan ve bütçeye dâhil olmayan bazı maʻadin ve akârın idarelerin-
den husûle gelecek vâridât ve fürûhtu takdîrinde ele geçecek muʻaccelât karşılık tutularak
doksan üç senesi Mart’ından iʻtibâren üç ayda bir kerre bunlardan ya nakide terâküm edecek
mebâliğ mikdârı Evrâk-ı Nakdiyye’nin yine bank maʻrifetiyle tedâvülden alınıp iptâl edilmesi,
ve’l-hâsıl yapılacak kâimelerin bir müddet-i muvakkata için nakid akça gibi muʻteber olarak
alınıp verilmesi dahî karar-ı vâki iktizâsından bulunmuş ve bunların sûret-i neşr ü tedâvülü-
ne dâir tanzîm edilmiş olan nizâm-nâmenin nüseh-i matbuʻası emr-nâme-i mezkûra melfû-
fen sevb-i sâmilerine irsâl buyrulduğu cihetle tekrar gönderilmeğe hâcet kalmamışdır. Ancak
bâlâda beyân ü ifâde olunduğu vechile kavâim-i mezkûre gümrük resmi ve telgraf ücretinden
maʻdâ bi’l-cümle tekâlif-i mîrîyye mukâbilinde mal sandıklarından ahz u kabûl olunup hem
mesârif-i mahalliyeye sarf ü ifâ ve hem de irsâlât-ı umûmiyye ve havâlât-ı mertebe sırasında
Hazîne-i Mâliyye’ye ve devâir-i sâireye isrâ olunacağından, ona göre icâb-ı hâlin icrâ olunması
ve şu kadar ki, sandıklarda gümüş ve altun meskûkât olduğu hâlde buraca daha ziyâde lüzûm
smâniyye e cne iyye

u iktizâsına mebnî meskûkât-ı hâlisenin irsâlât mukâbilinde aynen ve nakden buraya gönde-
rilerek kavâimin mesârif-i mahalliye ve sâire için istiʻmâliyle idâre-i maslahât edilmesi lâzım
geleceğinden, bu kâidenin hüsn-i vikâye ve ifâsı zımnında memûrîn-i mâliyye ve ûlviyye-yi
mülhâkıyye tebligât ü taʻlîmât-ı katʻiye icrâ ü iʻtâ buyrulması menût-ı himem-i sâmiyeleridir.
Kaldı ki, kavâim-i mezkûre mukaddemki kâimelerin kalıpları üzerine basıldığından, şâyet eski
kâimelerden elde bulunup da şu sırada sürmeğe cesâret edenler olur ise bundan ahâlî muta-
zarrır olacağı gibi âlât ve vesâit-i teshîliyenin kesretine nazaran işbu kavâime taklîden bazılar
tarafından kalb kâime yapılarak dâhil-i memâlikde neşr edilmesi dahî melhûz olup bundan ise
sûl-i Mes û â -ı

devletçe ve memleketçe [227] ne kadar muzır neticeler hâsıl olacağı vâreste-i kayd-ı iştibâh-
dır. Binâ-berîn bu gibi uygunsuzlukların zuhûruna mâʻnî olabilmek için bu kere ihrâc oluna-
cak kavâimin envâʻ ü elvânını ve hey’et ve ahvâlini şâmil mahsûsen bir taʻrîf-nâme yapılarak
nüshâ-yı matbuʻası leffen savb-ı devletlerine irsâl kılındı. Bunun mütâlaʻasından kâimelerin
ne renkde ve ne sûretle tabʻ ü neşr olunacağı bi’l-etrâf anlaşılacağından, işbu taʻrîf-nâme
dâire-i vilâyetde meskûn her sınıf ahâlinin lisânlarına ve lüzûmuna göre derhâl tercüme et-
dirilerek Türkçeleriyle beraber vilâyet matbaasında kemâl-i sürʻatle tabʻ edilip hemen ahâ-
liye iʻlân ile berâber nevâhide bulunan mal memûrlarıyla sandık umenâsına kadar kâffe-i
memûrîne tevzîʻ ü iʻtâ olunmak üzere takım takım mülhakkata gönderilmesi icâb-ı hâldendir.
Yukarıda işâret olunduğu vechile kâimelerin taklidi zuhûr etmesi ve bunların da evvel-be-ev-
vel şehir ve kasaba gibi büyük beldelerde sürülmesi vârid-i hâtır olduğundan, hem halkın ve
hem de hazîne-i devletin zarardan vikâyesi için târifnâme münderecâtının bi’l-etrâf hıfzıyla

218
l-ı Sâni

kalp kâime sürülmemesine fevkâ’l-âde ve sûret-i dâimede dikkat ve iʻtinâ edilmesi husûsu-
nun dahî memûrîn-i lâzımeye ve aleʻl-husûs zâbıta ve mecâlis-i belediye meʻmûrlarına taʻlîm
ve tefhîm edilmesi ve şâyet şüpheli kâime ele geçerse derhâl ahz ile cânib-i hazîneye irsâl olu-
narak bunun kimden alındığının ve o dahî kimden aldığının müteselsilen tahkîki ile keyfiyye-
tin hemen bildirilmesi iktizâ-yı maslahâtdan olarak sûret-i hal umûmen işʻâr olunduğundan,
mûcibince ifâ-yı muktezası husûslarına hem âliyye-yi vilâyet-penâhîleri der-kâr buyrulmak
bâbında. Fi 28 Receb sene 1293 ve fi 7 Ağustos sene 1292
[228] Tedâvüle çıkarılacak Kavâim-i Nakdiyye'ye dâir nizâmnâme lâyihâsıdır
(Birinci madde) Aynı beşlik ve metelik akça makamında tedâvül etmek ve iş bu doksan
iki senesi Ağustosu’ndan iʻtîbâren Hicaz ve Yemen ve Trablusgarp vilâyetlerinden maʻdâ
memâlik-i şâhânenin her tarafında taht-ı mecbûriyetde tedâvül eylemek üzere üç yüz milyon
Guruşluk, yanî altı yüz bin keselik Kavaîm-i Nakdiyye tertîb olunmuşdur. İşbu nizâmnâmenin
iʻlânından evvelce gerek hükümet-i seniyye ile sâirleri beyninde ve gerek efrâdın kendi miyâ-
nelerinde sikke-i hâlise üzerine münʻakîd bulunan mukâvelât u muʻamelâta kavâim-i mezkû-
renin tertîbinden dolayı katʻan halel gelmeyecek, yani ashâb-ı düyûn mukâvelât u muʻa-
melât-ı mezkûre hükmünce ifâsını taʻahhüt etmiş oldukları akçayı yine aynıyla sikke-i hâlise
te’diye ve hesâb-ı câri olur ise teslîm olunan mebâliği kezâlik sikke-i hâlise olarak cinsi cinsine
ifâ ve tasviye eylemeğe mecbûr olacakdır.
(İkinci madde) çıkarılacak Kavaîm-i Nakdiyye'nin mikdârı şimdilik defʻ-i ihtiyâcâta kâfi

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


addolunan iki yüz milyon Guruşluğa hasr ü tahdîd kılınıp bâki kalan yüz milyon Guruşluğu
dahî ileride lüzûm-ı kavî görünür ise bir mâh evvelinden resmen iʻlân-ı keyfiyyet olundukdan
sonra tedâvüle çıkarılmak üzere ihtiyâten hıfz edilecekdir.
(Üçüncü madde) Madde-i sâbıkada taʻyîn oluduğu vechile tedâvüle çıkarılacak olan kavâi-
min aksâm-ı müteʻaddidesi yüz ve elli ve yirmi ve on ve beş Guruşlukdan ibâret olacak ve
kavâim-i mezkûrenin kıtaʻât u elvânıyla kâğıtlarının bi’l-cümle husûsât-ı iʻmâliyye ve tabʻiy-
yesi bir nizâm-nâme-i mahsûs ile taʻyin kılınacakdır.
(Dördüncü madde) kavâim-i mezkûre birinci maddede taʻyîn olunan hudûd [229] dâhilin-
de ve Bank-ı Osmânî’nin kontrolü tahtında olmak üzere Mâliyye Nezâret-i celîlesi maʻrîfetiyle
lüzûmuna göre peyderpey meydân-ı tedâvüle çıkarılacakdır. Kavâim-i mezkûrenin zahrında
Mâliyye Nezâreti’nin mührü bulunacağı misillü, Bank-ı Osmanî’nin dahî “kayd olundu” ibâre-
sini hâvi mührü olacak ve bankanın işbu mührü derûnunda kaîmelerin takım numero ve ona
mahsûs müteselsil numerolar bulunacakdır ve iş bu iki mühür ile memhûr olmayan Kavaîm-i
Nakdiyye battal hükmünde kalacakdır.
(Beşinci madde) Kavâim-i mezkûre kâffe-i vâridât-ı devletin tesviye-i bedelâtı mukâbilin-
de kıymet-i asliyeleri üzere başa baş olarak Memâlik-i Mahrûse’nin bi’l-cümle mal sandıkla-
rından kabûl olunacak ve fakat gümrük resmi ve telgraf ücreti kemâkân sikke-i hâlise olarak
te’diye kılınacağından, bi’t-tabʻ bu kâideden müstesnâdır.

219
Bâb-ı Râbi

(Altıncı Madde) İşbu nizamnâme ahkâmınca tedâvüle çıkarılacak olan Kavaîm-i


Nakdiyye'nin bedelâtı te’diye ile peyderpey tedâvülden alınması için geçende Hazîne-i
Hassâ-i Şâhâne’den Hâzine-i Celîle-i Mâliyye’ye terk olunan ve büdçeye dâhil olmayan Erikli
maʻdenleri ile krom maʻdeni ve cedvelde muharrer bazı akârın işledilmesinden veyâhud iltizâ-
ma verilmesinden husûle gelebilecek vâridâtdan müretteb olmak üzere bir sermâye tahsîs
kılınmışdır. Maʻadîn ve akâr-ı mezbûrenin füruhtu takdîrde esmân-ı hâsilesi aşağıda yedin-
ci maddenin birinci fıkrasında taʻyîn olunan minvâl üzere istiʻmâl edilmek için derhâl Bank-ı
Osmâni’ye teslîm olunacakdır.
(Yedinci madde) Madde-i sâbıkada muharrer vâridât-ı mahsûsenin doksan üç senesi
Mart’ından iʻtîbâren hâsılât-ı vâkıʻası her neye balîğ olur ise üç ayda bir kere tamâmen Mâliyye
Hazînesi’nden Bank-ı Osmanî’ye teslîm olunacak ve banka dahî kendine teslîm olunan me-
bâliğ mikdârı Kavaîm-i Nakdiyye'yi tedâvülden alıp [230] ve zahrına battal damgası vurup
Mâliyye Hazinesi’ne teslîm eyleyecekdir ve bu vechile her sene ne mikdâr Kavaîm-i Nakdiyye
tedâvülden alınmış ise defteri gazetelerle iʻlân kılınacakdır.
(Sekizinci madde) Kavâim-i Nakdiyye te’dîye-yi re’sü’l-mâlı sâlifûl-beyân meʻâdin ve
emlâk karşılıklarından maʻdâ Memâlik-i Mahrûse’nin vâridât-ı umûmiyyesi ile dahî te’mîn kı-
lınmışdır.
Doksan iki senesi Ağustos’u ibtidâsından itibâren tedâvüle çıkarılan Kavâim-i
Nakdiyye’nin envâ' ü elvânıyla alâmâtı hakkında ba'zı izâhâtı hâvî ilândır
smâniyye e cne iyye

Bu defʻa çıkarılan kâimeler yüzlük ve ellilik ve yirmilik ve onluk ve beşlik olarak beş nevʻ-
den ibâretdir. Nizâmnâmesinde muharrer olduğu üzere mezkûr kâimeler Hicâz ve Yemen ve
Trablusgarb vilâyetlerinden maʻdâ Memâlik-i Mahrûse’nin her tarafında beşlik ve metelik
akça gibi tedâvül edecekdir.
Mezkûr kâimelerin beşlikten maʻdâsı mukaddemâ kaldırılmış olan eski kâimelerin res-
minde ise tuğrâ-yı garrâları pâdişâh-ı adâlet-iktinâh efendimizin nâm-ı nâme-i şâhâneleri-
sûl-i Mes û â -ı

ne olarak tecdîd olunmuş ve eski kâimelerin kenar basmaları ale’l-umûm siyah idiyse de bu
defʻakilerin kenar basmaları ale’l-umûm mor renginde basdırılmışdır.
İşbu yeni kâimelerin yüz Guruşluklarının zemînleri açık mâi ve elli Guruşluklarının açık sarı
ve yirmi Guruşluklarının açık turuncu ve on Guruşluklarının açık yeşil ve beş Guruşluklarının
açık gurşunîdir. [231] Bir de eski kâimelerin arkasında baʻzı nizâmât u şerâiti hâvî yazılar
matbûʻ idiyse de yeni kâimelerde işbu yazılar olmayıp fakat Mâliyye Nezâreti celîlesinin ve
Fransevîyü’l-ibâre numerolu olarak Bank-ı Osmânî’ni mühürleriyle memhûrdur.
İşbu iki mührü mevcûd olmayan veyâhud arkasında yazı bulunan kâimeler muʻteber de-
ğildir. Eski kâimelerin tedâvülü kaviyyen memnûʻ olmak cihetle bu defʻa çıkarılan kavâimin
hin-i tedâvülünde eskisinden fark u temyîz için bâlâda muharrer elvân ile alâmât-ı fârikâ-i sâi-
relerine cümle tarafından dikkat olunmak lâʻzım gelir. Çünkü eski kâimelerden eyâdî-i nâssda
mevcûd kâime olduğu rivâyet olunuyor. Şimdi yeni kâime çıkmak münâsebetiyle eski kâime-

220
l-ı Sâni

lerden dahî sürmeye cehd ederler bulunacağından, onun için bu yeni kâimeleri alacakların
dikkat etmesi lâzımdır ki, sonra dûçâr-ı zarar u ziyân olmasın. Maʻmâfih eski kâimeleri sür-
meye cesâret edenler olur ise hakkında dahî mücâzât-ı kânûniyye icrâ olunacağı mukarrerdir.
[232]
Numero

İ'lân-ı resmî

Kavâim-i Nakdiyye’nin tedâvülden refʻ olunacağı fi 5 Safer sene 1296 tarihiyle iʻlân edil-
miş bu Katokovil istikrâzından bir mikdârının tahsîs olunacağı dahî gerek iʻlân-ı mezkûrda ve
gerek ondan sonra tabʻ etdirilen diğer iʻlân-ı resmîde beyân olunmuşdu. İstikrâz-ı mezkûre
dâir cereyân eden muhâberâtın henüz arkası alınamamış ve hazîne-i celîlenin tecdîd-i kuyûdu
için öteden beri mebde’ ittihâz olunan re’s-i sene-i mâliyyede bulunan Mart ayı dahî hulûl ey-
lemiş olmasına binâen Kavaîm-i Nakdiyye'nin eyâdi-i tedâvülden refʻi hakkında icrâ olunacağı
ber-vech-i muharrer iʻlân olunup halkça dahî mazhâr-ı tahsîn ve teşekkür olmuş olan tedbîrin
esâs-ı umûmiyesine halel getirmeksizin bir târik-i âhir ile kuvveden fiʻile getirilmesine dev-
letçe mecbûriyet geliş ve binâ’en-alâ-zâlik hem Kavaîm-i Nakdiyye'nin bir vakt-i muʻayyen
içinde kâmilen tedâvülden refʻi maddesini te’mîn etmek ve hem de vâridât-ı hazîneden bir

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


kısm-ı aʻzâmînin ziyâdan vikâyesiyle berâber büdçe tahsîsât-ı muhammenesini kâime fiyatın-
ca mütevâlie’l-vukuʻ olan tagayyurât sebebiyle tatarruk-ı halel ve sekteden muhafâza eyle-
mek üzere saltanat-ı seniyye bademâ vâridâtın nakden tahsîli ile beraber hâsılât-ı vakʻadan
humsunun Kavaîm-i Nakdiyye'nin tedâvülden refʻ u imhâsına tahsîs eylemek kararının ittihâ-
zını tensîb buyurmuş ve bu sûretde hükümet-i seniyye eyâdi-i tedâvülde bulunduğu müd-
detçe servet-i mülkiyye ve muʻamelât-ı umûmiyye için bir zahme makamında [233] bulunan
kavâim-i mezbûrenin ne türlü fedâkârlıkla olur ise olsun meydândan kaldırılması husûsunda
öteden beri olan azm-i katʻisini isbât eylemişdir ve bu bâbda kaleme alınıp icrâ-yı ahkâmına,
irâde-i seniyye-i merhâmet-âde-i hazret-i pâdişâhî müteʻallik buyrulan karar-nâme aynı ile
zîrde derc olunduğu gibi Der-saʻadet ve Bilâd-ı Selâse’de kâime ile satılmakda olan ekmeğin
yine kâime akça ile altı Guruş on paraya kemâkân satılacağından başka fukara-yı ahâlinin tes-
hîl-i muʻamelâtı için adam başına mübâdeleten iki lira verilmek üzere Bank-ı Osmânî’de el-
yevm altun vermekde olduğu mevkiʻin dahî evvelki gibi açık bulunacağından keyfiyet cümle-
ye iʻlân olunur. Fi 8 Mart sene 1295
Hâzîne-i celîlenin vâridât ve mesârif-i umûmiyyesinin nakde tahvîli ile kâimenin
sûret-i ilgâsına dâir kararnâmedir
(Birinci madde) Der-dest olan istikrâz-ı cedîdin husûlünde geçende Mâliyye Nezâret-i
celîlesinden iʻlân olunduğu vechile dört yüzlük kâime bir liraya verilerek kavâim-i mevcûde

221
Bâb-ı Râbi

küllîyen ve defʻaten kaldırılmak üzere işbu kararnâmenin iʻlân tarihinden iʻtibâren kâffe-i vâ-
ridât-i devlet kâimenin neşr ü ihrâcından evvelki hâle ircâʻ ile nakden istîfâ olunacakdır.
(İkinci madde) Kâime birinci maddede muharrer istikrâzın husûlüne ve şâyet istikrâz akdi
geri kalır ise nihâyet bir sene dört aya kadar beyne’l-halk tedâvülde kalıp gümrükden maʻdâ
kâffe-i vâridât-ı devletin bir humsu bir liraya bedel dört yüzlük kâime ve yüz Guruş metelik
yerine dahî altun ile metelik beynindeki fark nispetiyle bi’l-hesâp ne mikdâr kâime isâbet
eder ise ol mikdâr ahz u kabul kılınacakdır.
[234] (Üçüncü madde) İşbu karar-nâmenin iʻlânı gününe değin geçen müddet envâlinden
ve senîn-i atîka mürettebâtından kalan bakâyâ-yı mîrîye dahî ikinci maddede gösterildiği ve-
chile ahz u kabûl olunacakdır.
(Dördüncü madde) Bâʻdezîn vâridâtın humsu için zikr olunan nispet üzerine mîrî sandık-
larına kabûl edilecek kâimelerin kâffesinin tuğraları teslîm eden ashâb-ı duyûn önünde katʻ
olunup ashâbına redd ile kâimeler alıkonularak Hazîne-i celîleden muahharan gönderilecek
taʻlimât mûcibince ihrâk u imhâ edilecekdir.
(Beşinci madde) Bu kararın iʻlân ü icrâsında mîrî sandıklarında mevcûd olan kâimele-
rin dahî meclis maʻrîfetiyle derhâl bi’t-taʻdâd sebt-i defter olundukdan sonra tuğrâları katʻ
olunup kâimeler istikrâzın husûlünde dört yüzlük kâğıt bir lira ile tebdîl edilmek üzere hıfz u
tevkîf kılınacakdır.
smâniyye e cne iyye

(Altıncı madde) ikinci maddede gösterildiği üzere vâridâtın humsu mikdârı kabûl olunan
kâimeler mîrî sandıklarına geldikçe dördüncü madde mûcibince küllîyen iptâl olunacağı ci-
hetle baʻde-zîn mezkûr sandıklarla Hazîne-i celile cânibinden hiç kimseye kâime verilmeyecek
ve kâffe-i muʻaşât u mesârifât-ı cedîde kâime ihrâcından evvelki hâle bi’l-ircâʻ meskûkât ile
tesviye olunacakdır.
(Yedinci madde) İşbu karar-nâmenin iʻlânından evvelki muʻaşât u mesârifât ve düyunât
sûl-i Mes û â -ı

için Hazîne-i celîleden ve taşra mal sandıklarından bir altun dört yüzlük kâime iʻtibârı nisbe-
tinde isâbet edecek meskûkât-ı mütenevvîʻa-ı nakdiyye iʻtâ olunacakdır.
Bâlâda sûret-i muharrer iʻlân-ı resmî bura gazetelerine tabʻ ile ahkâm-ı [235] mündereci
mevkîʻ-i icrâya konulduğundan işbu telgrafın vusûlünde oraca dahî derhâl mülhâkâta tebliğ
ile ve her yerde iʻlân ile ahkâmının her tarafca sürʻat ve tamami-i icrâsına ve bi’l-cümle mal
sandıklarında şu telgrafın vürûdunda mevcûd bulunan kavâimin meclisce bir sûret-i muʻte-
menede taʻdâd ve tuğra mahalleri katʻ etdirilerek işʻâr-ı diğer vukûʻuna kadar hıfz ile cins ü
mikdârının hemen bâ-mazbata cânîb-i Hazîne’ye inbâsına himmet buyurulması. Fi 8 Mart
sene 1295
[236]

222
l-ı Sâni

Numero

Meskûkât-ı Osmâniyye hakkında izâhnâme

Vâridât-ı devletin sikke-i hâlise olarak istiʻfâsı mukarrer olan bazı aksâmından maʻdâsı
meskûkât-ı mağşûşe olmak üzere ahz u istihsâl kılınmasından ve düyûn-ı umûmiyye-yi mum-
tazamaya mahsûs olan meblâğ ile devâir-i askeriyye mübâyaʻâtı lira olarak te’diye olunmasın-
dan dolayı hazîne-i cedîdeye senevî akça farkı olmak üzere bir milyon üç yüz bu kadar bin li-
ralık ziyân terettüb edip meskûkât-ı mağşuşe tedennî etdikçe bu ziyân bi’t-tabʻ tezâüf ederek
muvâzeneyi ihlâl etdiği bedîhî idüğine ve bunun küllîyen ve defʻaten tedâvülden kaldırılması
için muktezî akçanın hasebü’l-hâl istikrâzı mümkün olamadığına binâen Meclis-i Umûmî’nin
inʻikatında kânûnîyyeti tasdîk olunmak üzere doksan altı sene-i mâliyyesi Mart’ından iʻtibâ-
ren meskûkât-ı Osmâniyye için yüzlük Osmanlı altununun vâhid-i kıyâsî ittihâzı ile vâridâtdan
yüzde doksan beşinin altun ve küsûr beşinin kıymet-i mevzûʻasıyla metelik olarak istifâsı ve
teferruâtı hakkında Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ kararıyla bi’l-istiʻzân merʻiyyet ahkâmına irâde-i
seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî müteʻallik buyrulduğu beyân-ı âlisi ile hazînece muʻamele-i muk-
tezîyyenin ifâsı fi 28 Rebiü’l-evvel sene 1297 ve fi 27 Şubat sene 1295 tarihiyle müverrahen
ve sekiz yüz iki numerosuyla murakkamen şeref-vârid olan buyruldu-ı âliʻde emr u işʻar ve

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


kararnâme telgrafnâme-i sâmi ile vilâyâta da tebliğ ve izbâr buyrulmuş ve bazı mahallerce
kararnâme-i mezkûr ahkâmının [237] tatbikâtında tereddüd ve iştibâha düşürülerek muh-
teviyyâtından ekseri sual ü istizâh olunmakda bulunmuş olduğundan, ibtidâ kararnâmenin
mevâdd-ı münderecesini teşrîh ve teferruʻâtını tavzîh ile bâʻdehû mal sandıkları ve muhase-
be kalemleri muʻamelâtınca muktezî olan icrâât hakkında bazı izâhâta ibtidâr olunur.
27 Rebiü’l-evvel sene 1297 tarihiyle neşr u iʻlân buyrulan kararnâmenin birinci ve ikinci
maddeleri meskûkât-ı Osmâniyye’de vâhid-i kıyâsî Osmanlı yüzlük altunu olup bunun eczâ ü
aksâmını beyândan ibâret olarak şerh u izâhdan mustağnîdir.
Kararnâmenin üçüncü maddesinde (doksan altı sene-i mâliyyesi Mart’ı ibtidâsından iʻti-
bâren vâridât-ı Devlet-i Aliyye altun hesabıyla ve kıymet-i mevzûʻası üzerine istifâ kılınacak-
dır) kararından maksad yüzlük Osmanlı altununun yüz Guruşa ve nısfiyesinin elli Guruşa ve
rubʻiyesinin yirmi beş Guruşa ve iki buçuğu bir yerde olur ise iki yüz elli Guruşa ve beşi bir olur
ise beş yüz Guruşa alınacak demekdir.
Mezkûr üçüncü maddede (meskûkât-ı sâire dahî kabûl olunacak ise de âtiyyede beyân
olunacak fiyatlar ile alıncakdır ve alındığı fiyatla sarf olunacakdır) deyu münderic olan fık-
ra-ı sâniye ile onu velî eden dördüncü maddenin ahkâmı zikrolunan doksan altı sene-i mâ-
liyyesi vâridâtı için mezkûr Mart ibtidâsından iʻtibâren sîm yirmilik Mecidiyye on dokuz ve

223
Bâb-ı Râbi

bunun nısfiyesi dokuz buçuk Guruşa ve rubʻiyesi dört Guruş otuz paraya ve mezkûr yirmilk
Mecidiyye yirmi Guruş iʻtibârında iken iki Guruşa alınan ikilik yetmiş altı ve bir Guruşluğu otuz
sekiz ve yirmi paralığı on dokuz paraya alınacak ve böyle verilecek demekdir.
Kararnâmenin beşinci maddesinde (fi’l-asl sikke-i hâlise olarak alına [238] gelen vâridât
hakkında kemâfi’s-sâbık muamele olunmak üzere sâir vâridât-ı devletin yüzde beşi hazâîn-i
şahânede ve mal sandıklarında kıymet-i mevzûʻasıyla meskûkât-ı mağşûşa olarak kabul olu-
nacakdır) kararı öteden beri hasren sikke-i hâlise olarak alınan gümrük resmiyle sikke-i hâlise
olmak üzere ihâle olunan aʻşâr ü rüsûmât bedelâtının ve satılan zehâir esmânının ve hâlise
olarak alınan vergilerin yüzde beşi için meskûkât-ı mağşûşe kabul olunmayıp ol makule vâri-
dâtın kemâfi’s-sâbık sikke-i hâlise alınmak lâzım geleceğini ve bunlardan maʻdâ her nevʻ vergi
ve bedelât-ı askeriyye ve ağnâm resmi gibi mine’l-kadîm meskûkât-ı mağşûşe istihsâl oluna
gelen tekâlif-i mürettebe ve beşlik ile veya mutlak olarak Guruş üzerine ihâle ve idâre olunan
ve satılan âʻşâr u rüsûmât ve zehâir ve sâire bedelât ü esmânının beher yüz Guruşunun yalnız
beş Guruşu altılık, altı ve beşlik beş ve altılığın nısfiyesi üç Guruş ve beşlik nısfiyesi yüz paraya
ve altılığın rubʻiyesi altmış paraya ve meteliğin kırk paralığı yine kırk paraya ve yirmi paralığı
kezâlik yine yirmi paraya ve on paralığın on paraya alınacağını mutazammındır.
Kararnâmenin altıncı maddesinde (hükümete sikke-i mağşûşe olarak medyûn olanlar
deynlerini kâmilen mağşûşâ akça ile te’diye etmek istediklerinden beşinci maddede göste-
rildiği üzere yüzde beşi kıymet-i mevzuʻasıyla ve bâkî yüzde doksan beşi kıymet-i hakîkiyye-
smâniyye e cne iyye

siyle kabûl olunacakdır) deyu muharrer olan fıkradan maksad dahî mine’l-kadîm meskûkât-ı
mağşûşe olarak alınmakda olan matlûbât-ı hazînenin bin iki yüz doksan altı sene-i mâliyyesi
Martı ibtidâsından iʻtibâren yüzde beşi fiyât mevzûʻasıyla, yani beşinci maddenin şerhinde
gösterildiği vechile beş ve altılık altı Guruş fiyatla ve aksâmı o nisbet ve hesap ile ve doksan
beşi fiyât-ı hâkikiyesiyle ki, yedinci maddede gösterildiği fiyatla alınacağı mutazammındır.
[239] Mezkûr altıncı maddenin fıkra-ı sâniyesinde (fakat kâime hakkında ittihâz olunan
karar-ı âhar kemâkân bâkî olmak üzere) deyu mastûr olan cümle 19 Şubat sene 1295 tarihiy-
sûl-i Mes û â -ı

le taʻmîmen keşîde olunan telgrafnâme ile ol bâbda bazı izâhâtı hâvî 29 Şubat 1295 tarihinde
çekilen telgrafnâme-i âcizide bildirildiği vechile kâime tedâvül eden mahallerde doksan beş
senesi emvâlinin humsuna bir lira için dört ve yüz Guruşluk mağşûşa için üç buçuk yüzlük
kâime ve doksan dört senesi gâyetine kadar olan bakâyânın mecmûʻu mukâbilinde de kezâ-
lik bir lira için dört ve yüz Guruş için üç buçuk yüzlük kâime kabûl olunacağı mübeyyîndir
ve (doksan dört gâyetine kadar olan duyûn 8 Mart sene 95 tarihli kâime kararnâmesi mû-
cibince te’diye olunmak lâzım geleceği) cümlesi de hazâin-i şahânenin ve mal sandıklarının
doksan dört senesi gâyetine kadar mukavelât-ı mahsûsa tahtında olmayan düyûnu için dört
yüz Guruşa mukabîl bir lira veyâ o nisbetde meskûkât-ı sâire iʻtâsı kararını muʻeyyeddir.
Yine mezkûr altıncı maddede (doksan beş senesi gâyetine kadar sikke-i mağşûşe bakâya
dahî doksan altı senesi şehr-i Ağustosu gâyetine kadar fiyât-ı mevzuʻasıyla mağşûşe olarak
kabûl olunacak) demek mîrîyye medyûn olanlar eğer deynlerini doksan altı senesi Ağustos’u

224
l-ı Sâni

nihâyetine değin tesviye ederler ise onlar hakkında müsaʻade-i mahsûsa olmak üzere beşinci
maddenin şerhinde gösterildiği vech ile fiyât-ı mevzûʻasıyla beşlik beş ve altılık altı Guruşa ve
aksâmı da ona göre hazâin-i şahâneye ve mal sandıklarına alınacağını ve doksan altı senesi
Ağustosu geçdikden sonra bu müsaʻadeden mahrûm olacaklarını, yani borçlarının yüzde
doksan beşini kıymet-i hakîkiyyesiyle meskûkât-ı mağşûşe olarak vereceklerini beyândır.
Maksad bu iken baʻzı [240] mahallerce bu altıncı maddenin fıkra-ı evvelîsinden (hükümete
sikke-i mağşûşe olarak medyûn olanlar deynlerinin yüzde doksan beşini kıymet-i hakîkiyyesi
ile te’diye edecekleri) fıkrası ile yine o maddede (doksan beş senesi gâyetine kadar olan bakâ-
yanın fiyat mevzûʻasıyla kabûl olunacağı) fıkrası beyninde tezât olduğuna zehâb ile tereddüd
edildiği anlaşılıp halbuki yukarıki tafsilâtdan dahî müstebsân olacağı vechile mezkûr fıkra-i
evveli kâideyi ve fıkra-ı sâniye istisnâ ve müsaʻade-i mahsûseyi havîdir ve madde-i mezkûre-
nin hâtîmesinde muharrer (doksan beş senesi hazîne-i celilenin mağşûşe düyûn-ı dahî alındı-
ğı gibi fiyat mevzûʻasıyla mağşûşa ifâ kılınacakdır) ibâresi dahî bundan evvelki bende beyân
olunduğu üzere hazâin-i şahâne ve mal sandıklarının doksan dört sene gâyetine kadar mukâ-
velât-ı mahsûseye merbût olmayan düyûn için dört yüz Guruşa mukâbil bir lira veyâ o nis-
betde meskûkât-ı sâire verileceğinden doksan beş senesinden kalan duyûnun fiyat mevzûʻa-
sıyla beşlik beş ve altılık altı ve aksâmı bu hesap üzere meskûkât iʻtâsıyla tesviye olunacağını
müşʻirdir.
Kararnâmenin yedinci maddesi (meskûkât-ı mağşuşe kıymet-i hâkikiyyesi kıymet-i mev-
zuʻasının yarısıdır. Fakat altılığın kıymet-i hâkikiyyesi beş Guruş olup aksâmı da ona tâbiʻdir)

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


demek beşlik yüz paraya ve nısfiyesi elli paraya ve bir Guruşluğu yirmi paraya ve yirmi paralığı
on paraya ve on paralığı beş paraya olduğu gibi altılık beş Guruşa ve nısfiyesi yüz paraya ve
altmış paralığı elli paraya alınacağını beyândır.
Kararnâmenin sekizinci maddesi (yedlerinde meskûât-ı mağşûşe bulunup da bir deyne
bedel olmaksızın fiyât-ı mevzûʻasının nısfını ber-vech-i peşîn almak ve nısf-ı diğeri için dahî
düyûn-ı gayr-ı muntazama sırasında tesviye olunmak [241] şartıyla sened kabûl etmek iste-
yenlerden doksan altı senesi Nisan’ı gayetine kadar Mâliyye Hazînesi’nce meskûkâtı mağşûşa
ahz u kabûl olunacakdır) deyu muharrer olup bunun hükmü o yolda Hazîne-i Mâliyye'ye ge-
tirilecek paralara mahsûsdur.
Dokuzuncu ve onuncu maddeler meskûkât-ı mağşûşenin imhâsı ve meskûkât-ı
Osmâniyye’nin tevhîdi meselelerine dâir olup vilâyâta taʻallûk eder cihetleri yokdur.
Muʻamelât ve icraâtına gelince, bi’l-cümle mal sandıklarıyla devâir-i maʻlûme mîrî san-
dıklarının yevmiye defterlerine bir kâr ve bir de ziyân hâneleri ilâve olunarak sandıklar mev-
cûdunun doksan altı senesine devrinde sikke-i hâliseden altun ise yüz Guruş ve sîm yirmilik
Mecidiyye ise on dokuz Guruş ve bunların aksâmından ise asılları nisbetinde ve meskûkât-ı
mağşûşeden ise fiyat-ı meskûkât hakkında yedinci maddenin şerhinde izâh olunduğu üzere
kıymet-i hakîkiyyeleriyle hesaba geçirilip kıymet-i hakikiyyelerinin asıl irâd hânesine ve fark-
larının ziyân hânesine kayd ü terkîm olunması.

225
Bâb-ı Râbi

Doksan dört senesi gâyetine kadar olan düyûnun mukâvelât-ı mağşûşe tahtında olan kıs-
mından maʻdâsının her dört yüz Guruşuna mukâbil bir lira veyâ meskûkât kararnâmesinde ve
yukarıda muʻayyen olduğu üzere kıymet-i hakîkiyyeleri ile sâir meskûkât-ı Osmâniyye verile-
ceğinden, bunun 20 ve 27 Mart sene 95 tarihlerinde makam-ı âcizîden keşîde olunan telgraf-
nâmeler mûcibince aslı iʻtibâriyle dört yüz Guruş olarak bi’l-mahsûp masraf kaydıyla farkını
kârhânesine geçirilmesi.
Doksan beş senesi nihâyetine değin olan bakâyâ için doksan altı senesi Ağustos gâyetine
kadar fiyât-ı mevzuʻasıyla alınacak mebâliğden Mecidiyye’nin on dokuz Guruşu ve meskûkât-ı
mağşûşeden altılık kısmının beş Guruşu ve beşliğin yüz parası ve aksâm-ı sâiresinin nısfı, yani
kıymet-i hakikiyeleri asl-ı mâl ve üst tarafları fark-ı fiyatından ziyâde addolunarak asl-ı mâlın
irad ve ziyanın ziyan hânesine yazılması.
Ve yine doksanbeş senesi havâlât ve mesârıfâtına verilecek meskûkât kemâ fi’s-sâbık
fi[yat] mevzularıyla i’tâ olunup kıymet-i hakikiyyelerine nisbetle görünecek farkının yani
Mecidiyye’de bir Guruşun ve meskûkât-u mağşûşeden altılıkda yine bir Guruşun ve beşlikde
yüz Para ve aksâm-ı sâiresinde bu nisbet üzere kâr itibariyle kaydedilmesi ve şurası da bil-
hassa ihtâr olunur ki gerek makbûzâtın ilmühaberlerinde ve gerek medfû’âtın makbuz sene-
dâtında yevmiye defterlerine tamamıyla muvafık olarak alınıp verilecek mebâliğin ecnâsıyla
farkları ve tarihleri gösterilerek izâhen açılması muktezidir.
smâniyye e cne iyye

Fi 28 Şubat sene [12]95 tarihli telgrafnâme ile beyan u ihtâr olunduğu üzere [12]96 sene-i
maliyyesi kâffe-i varidatından vuku’bulacak tahsilât münhasıran yine [12]96 senesi havâlât ve
mesârifâtına sarf olunmak lâzım geleceği cihetle vâridât-ı merkûmeden zinhar bu tarafdan
emr-i mahsus olmadıkça geçmiş seneler ma’âşât ve mesârifât ve ahvâlatının [12]95 senesi gâ-
yetine kadar müterâkim-i emvâl tahsilâtından tesviyesi iktizâ edeceğinden ve keyfiyyet ta’mi-
men bildirildiğinden bilumum mâl memurlarının minvâl-i meşrûh üzere icrâ-yı muamelât ile
hilâfı hâlât vukua gelmemesi esbabının istikmâline […] mahsûse-i […] buyurulmak bâbında.
sûl-i Mes û â -ı

Fi 7 Rebiülahir sene 1297 ve Fi 6 Mart sene [12]96


[243]
Numero

Meskûkât-ı Osmâniyye hakkında kararnâme lâyihâsıdır

(Birinci madde) meskûkât-ı Osmâniyye’de vâhid-i kıyâsı Osmanlı yüzlük altunudur.


(İkinci madde) yüzlük altunun nısfiyye ve rubʻiyyesi olduğu gibi iki buçuğu bir ve beşi bir
olmak üzere diğer iki nevʻi dahî vardır.

226
l-ı Sâni

(Üçüncü madde) 1296 sene-i mâliyyesi Mart’ı ibtidâsından iʻtibâren vâridât-ı Devlet-i
Aliyye altun hesabıyla ve kıymet-i mevzûʻası üzerine istîfâ kılınacakdır. Meskûkât-ı sâire dahî
kabûl olunacak ise de âtide beyân olunacak fiyatlar ile alınacakdır ve alındığı fiyat ile sarf olu-
nacakdır.
(Dördüncü madde) sîm meskûkâtın altun ile müsâvât hâsıl etmek için sîm yirmilik
Mecîdiyye on dokuz Guruş hesâbıyla alınacaktır. Çihâr-ı yeki ve sâir aksâmı dahî ona tâbiʻdir.
(Beşinci madde) Fi’l-asl sikke-i hâlise olarak alınagelen vâridât hakkında kemâ-fi’s-sâbık
muʻamele olunmak üzere sâir vâridât-ı devletin yüzde beşi hazâîn-i şâhânede ve mal san-
dıklarında kıymet-i mevzuʻasıyla meskûkât-ı mağşûşe olarak kabul olunacak ve işbu yüzde
beşden hâsıl olan mebâliğ komisyon-i mahsûs maʻrifetiyle katʻ u imhâ olunacakdır.
(Altıncı madde) hükümete sikke-i mağşûşe olarak medyûn olanlar deynlerini kâmilen
mağşûşe akça ile te’diye etmek istediklerinden, beşinci maddede gösterildiği [244] üzere
yüzde beşi kıymet-i mevzûʻasıyla ve bâki yüzde doksan beşi kıymet-i hakîkiyyesiyle kabûl olu-
nacaktır. Fakat kâime hakkında ittihâz olunan karar-ı âhar kemâ-kân bâki olmak üzere doksan
dört gâyetine kadar olan düyûn fi 8 Mart sene 95 tarihli kâime kararnâmesi mûcibince te’diye
olunmak lâzım geleceği gibi doksan beş senesi gâyetine kadar olan sikke-i mağşûşe bakâya
dahî doksan altı senesi şehr-i Ağustos’u gâyetine kadar fiyat-ı mevzûʻasıyla mağşûşe olarak
kabûl olunacak ve doksan beş senesi hazîne-i celîlenin mağşuşe duyûnu dahî alındığı gibi
fiyat mevzûʻasıyla mağşûşa ifâ kılınacakdır.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


(Yedinci madde) Meskûkât-ı mağşûşenin kıymet-i hakîkiyyesi kıymet-i mevzuʻasının yarı-
sıdır. Fakat altılığın kıymet-i hakîkiyyesi beş Guruş olup aksâmı da ona tâbiʻdir.
(Sekizinci madde) Yedlerinde meskûkât-ı mağşûşe bulunup da bir deyne bedel olmaksı-
zın fiyât-ı mevzûʻasının nısfını ber-vech-i peşîn olmak ve nısf-ı diğeri için dahî duyûn-ı gayr-ı
mumtazama sırasında tesvîye olunmak şartıyla sened kabûl etmek isteyenlerden, bin iki yüz
doksan altı senesi Nisân gâyetine kadar Mâliyye Hazîne-i celîlesince meskûkat-ı mağşûşe ahz
u kabûl olunacakdır.
(Dokuzuncu madde) Meskûkât-ı mağşûşenin iptâl ü imhâsı için teşkîl olunacak komisyon
Mâliyye Nezâreti’nin taht-ı nezâretinde olarak bir reis ile üçü bankerlerden ve üçü muʻte-
berân-ı tüccâr ve ahâliden olmak üzere altı aʻzâdan mürekkep olacakdır.
(Onuncu madde) Meskûkât-ı Osmâniyye’nin tevhîdi hakkında dahî hükümet-i seniye te-
dâbir-i lâzımeyi ittihâz edecekdir. Fi 24 Kanun-ı evvel sene 1296
[245] Meskûkât-ı Osmâniyye kararnâmesinin meclis-i vükelâ kararı bi’l-istizân müteʻal-
lik buyrulan irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî mûcibince taʻdîl kılınan altıncı maddesidir
(Altıncı madde) hükümete sikke-i mağşûşe olarak medyûn olanlar deynlerini kâmilen
sikke-i mağşûşe ile te’diye etmek istediklerinde beşinci maddede gösterildiği üzere yüzde
beşi kıymet-i mevzûʻasıyla ve bâki yüzde doksan beşi kıymet-i hakîkiyesiyle kabûl olunacak-

227
Bâb-ı Râbi

dır. Fakat kâime hakkında ittihâz edilen karar-ı ahar kemâkân bâki olmak üzere doksan dört
gâyetine kadar olan düyûn fi 8 Mart sene bin iki yüz doksan beş tarihli kâime kararnâme-
si mûcibince te’diye olunmak lâzım geleceği gibi doksan beş senesi gâyetine kadar doğru-
dan doğruya ahâliden istîfâ olunan vergi ve bedelât-ı askeriyye ve tekâlif-i sâireden sikke-i
mağşûşe olan bakâya doksan altı senesi şehr-i Ağustosu gâyetine kadar fiyât-ı mevzuʻasıyla
sikke-i mağşûşe olarak kabûl olunacak ve hazîne-i celîlenin eşhâs ve memûrîn ile olan muʻa-
melâtı halkın yek diğeri ile olan muʻamelâtı hakkında ittihâz olunan karara tevfîk kılınacakdır.
İrâde-i seniyye tarihi fi 25 Rebiü’l-ahîr sene 97 ve fi 24 Mart 96
[246]
Numero

Meskûkât-ı atîkanın cins ü kıymetleri hakkında ta'rifnâmedir

Meskûkât-ı atîka taʻbîr olunan sikkeler üç nev olup bir nevʻinin üzerlerinde resimler ile
Rûm harfleri bulunur ki, bunlara Rûm sikkeleri denir. İkinci nevʻi üzerlerinde yine resimlerle
Latin hurûfu vardır ki, bunlara dahî Roman sikkeleri taʻbîr olunur. Üçüncü nevʻinin üzerlerinde
yine resimlerle Rûm hurûfları basılıp bunlara dahî Bizantin nâmı verilir.
smâniyye e cne iyye

Bunların her iki nevʻi, yaʻni Rum ve Roman sikkeleri altun ve gümüş ve bakırdan maʻmûl
olup kıtʻaları dahî fence on beş derecede, yaʻnî meskûkât-ı Osmâniyye’ye nispetle bir para-
dan Mecidiyye gümüş yirmilik ve bir Guruşluk bakır büyüklüğünde olur ve daha büyükleri
bulunabilir ve altunlarının büyüklüğü en nihâyet beşlik Mecidiyye cirminde ve Bizantin sikke-
lerinin altunları ince olarak beşlik Mecidiyye’den yirmilik Mecidiyye cesametindedir. Rûm ve
Roman sikkelerinin her nevʻi büyüklükleri nisbetince kıymetlerini arttırır ise de Bizantin sik-
keleri hakkında büyüklük bâhâsını tezyîd edemez.
sûl-i Mes û â -ı

Rum sikkelerinin altunları bahâ-yı hakîkîsinin beş kat ve İskender-i Rûmî ile pederi Filip’in
sikkeleri bir buçuk kat ziyâdesine iştirâʻ olunur. Gümüşlerinin ufakları iki kat ve üç kat ziyâde-
sine ve büyüklerinin dört beş ve altı kat ziyâdesine alınabilir.
Roma sikkelerinin altunları umûmen Mecidiyye’den büyücek olduğundan [247] bunlar
bahasının iki katı değer ve gümüşleri dahî o büyüklükde olmasıyla bunlara dahî bâhâ-yı hakî-
kiyyeleri verilip nihâyet her biri beş Guruşdan ziyâde etmez. İçlerinde bin Guruşa kadar kıy-
metlisi bulunabilir ise de bunlar pek nâdir olarak zuhûr etmekte olmasına ve pekçoğunun
kıymet-i hakîkiyyesi takdîr olunan beşer Guruşdan noksan bulunmasına mebnî birbiri üzeri-
ne küllîyetli olarak beşer Guruşa alınır ise içlerinde şâyet nâdirleri zuhûr ederek yek diğerini
örtebilir işbu iki nevʻ meskûkât bakırlarının küçükleri birer Guruşdan beş Guruşa ve büyük
olanları onar Guruşdan yüzer Guruşa kadar alınır.

228
l-ı Sâni

Bizantin sikkelerinin altun gümüş ve bakırları büyük olsun ve küçük olsun bahâ-yı hakîkiy-
yelerinden nihâyet yüzde on ziyâdesine alınır ise zuhûr edilecek nâdirlerinin kıymetleri âdile-
rinden terettüp edecek ziyânı kapatır.
Bunlardan başka üzerleri kûfî yazı ile meskûkât-ı İslâmiyye dahî antika idâdına dâhil
olur ise de bunların gümüş ve altunları bahâ-yı hakîkisinden yüzde beşden ziyâde etmez.
Meskûkât-ı atîka iştirâsı hakkında kâide-i umûmiyye sikkelerinin üzerlerinde bulunan resim
ve yazıların basıldığı vakitde olduğu gibi bozulmamış olması lâzımdır. Buna birinci derecede
güzel tesmîye olunur ve yazıları okunur derecede bozulmuş olur ise oldukça makbûldür ve ya-
zıları okunmaz ve resimleri fark olunmaz derecede olan meskûkât âdetâ toprak ve taş men-
zilesinde olduğundan hiçbir akça etmez. Hâsıl-ı kelâm alınacak sikkelerin resimleri ve yazıları
birinci derecede güzel olmak iktizâ eder.

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

229
Osmanlı
Darphâne
Haritaları
Osmanlı Darphâne haritaları hakkında
Bilhan Akçaşar*
En erken tarihli Osmanlı sikkesi devletin kurucusu olan Osman Gâzî nâmına darbedilmiş-
tir. Bu sikke ilk kez İbrahim Artuk tarafından “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Gazi’ye
Ait Sikke [Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920): ‘Birinci Uluslararası Türkiye’nin
Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi’ (11-13 Temmuz 1977) Tebliğleri / Papers Presented to
the ‘First International Congress on the Social and Economic History of Turkey, Ankara 1980,
sayfa: 27-33]” isimli makale ile bilim dünyasına tanıtılmıştır. Tanıtılan sikke İstanbul Arkeoloji
Müzeleri koleksiyonunda yer almaktadır. Osmân Gâzî nâmına darbedilmiş bir diğer sikke ise
Katar Doha Devlet Müzesi’nde 3.848 envanter numerosıyla muhafaza edilmektedir. Bu ikinci
numunenin bir yüzü İbrahim Artuk tarafından neşredilen sikke ile aynıdır. Sikkenin diğer yü-
zünde İbrahim Artuk tarafından neşredilenden farklı olarak “Kelime-i Tevhîd” yer almaktadır.
Her iki sikkenin de üzerinde darpyeri bulunmamaktadır. Bu sebeple sikkelerin nerede darbe-
dildiği bilinememektedir.

Osmanlı Devleti hükümdarlarının ikincisi olan Orhan Gâzî (H. 724-761/M. 1324-1362) dev-
rinde sadece gümüş madeninden sikkeler darbedildiği ve bu sikkelerin bir kısmının üzerin-
de “Bursa” darpyerinin yazıldığı görülmektedir. Bursa, bilinen ilk Osmanlı darphânesinin ku-
smâniyye e cne iyye

rulduğu şehirdir. Bursa darphânesinde Orhan Gâzî’nin devrinden itibâren kesintisiz, Sultan
IV. Murâd’ın saltanatının (H. 1032-1049/M. 1623-1640) sonlarına kadar sikke darbedilmiştir.
Sultan Abdülazîz (H. 1277-1293/M. 1861-1876) ve Sultan V. Mehmed (H. 1327-1336/M. 1909-
1918)’in Bursa seyâhatleri sebebiyle arkayüzlerinde “duribe fî Bursa” ibâreleri bulunan sikke-
ler darbedildiyse de bu sikkeler, o tarihlerde Bursa’da bir darphâne mevcut bulunmadığından
Kostantiniyye (İstanbul) darphânesinde üretilmişlerdir.
sûl-i Mes û â -ı

Osmanlı İmparatorluğu’nun 470 yıl süreyle pây-i tahtı olan Kostantiniyye, bilindiği üzere
Sultan II. Mehmed tarafından Hicrî 857 (M. 1453) senesinde fethedilmiştir. Fetihten sonra
şehirde darbedilen ilk sikke, gümüş madeninde ve Hicrî 865 (M. 1460/1461) senesini taşı-
yan “akçe”dir. Bu akçe fetihten 8 sene sonra darbedilmiştir. Kostantiniyye’de ilk bakır mangır
fetihten 10 sene sonra Hicrî 867 (M. 1462/1463) senesinde, Osmanlı devleti’nin ilk altın sik-
kesi olan “Sultânî” ise fethin 25. sene-i devriyesinde Hicrî 882 (M. 1477/1478) senesinde
darbedilir. Sultan II. Mehmed (Fatih)’den sonra tahta çıkan tüm Osmanlı sultanları nâmına
Kostantiniyye’de sikke kestirilmiştir. Bu sebeple şehir en uzun süre faal olan Osmanlı darp-
hânesine ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son sikkeleri de Kostantiniyye’de
üretilmiştir. Bu sikkeler VI. Mehmed (H. 1336-1341/M. 1918-1922) nâmına; sultanın cülûsu-
nun 5. senesinde (H. 1341/M. 1922) darbedilen altın 500, 250, 100, 50 ve 25 Kuruşluk altın-
lardır.
* Nümismat

232
Osmanlı Devleti’nin üç kıtaya yayılıp imparatorluğa dönüşmesiyle birlikte 100’ün üzerin-
de yeni darphânenin kurulduğu ve bu mahallerde darp faaliyetinin sürdürüldüğü görülmek-
tedir. Kimi darphânelerin sadece bir veya birkaç sultanın devrinde faal olduğu, daha sonra bu
darphânelerin faaliyetine son verildiği; kimi darphânelerin ise Bursa ve Kostantiniyye örnek-
lerinde olduğu gibi, uzun yıllar sikke darp ettiğini günümüze intikal eden sikkelerden öğren-
mekteyiz.

Osmanlı darphâneleri sultan esasıyla şöyle sıralanabilir:

Osman Gâzî (699-724): Darp yeri yok;


Orhan Gâzî (724-763): Bursa;
I. Murâd (763-791): Darp yeri yok;
I. Bâyezîd (791-804): Darp yeri yok;

Fetret Devri: (804-816)


Emîr Süleyman (804-813): Edirne;

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Mehmed Çelebi (804-816): Amasya, Bursa, Engüriyye (Ankara) ve Germiyân (Kütahya);
Mûsa Çelebi (813-816): Edirne;
Mustafa Çelebi (822-825): Edirne ve Serez (Serres/Yunanistan);

I. Mehmed (816-824): Amasya, Ayâsluk (Selçuk), Balad, Bursa, Edirne, Karahisâr


(Afyonkarahisar), Konya, Serez (Serres/Yunanistan), Siroz (Serez’in diğer adı), Suluğ (Ayâsluk’un
diğer adı);

II. Murâd (824-848/848-855): Amasya, Ayâsluk (Selçuk), Bolu, Bursa, Edirne, Engüriyye
(Ankara), Germiyân (Kütahya), Karahisâr (Afyonkarahisar), Kastamonu, Lâdik (Denizli), Novar
(Novo Brdo/Kosova), Serez (Serres/Yunanistan) ve Tire;

II. Mehmed (848/855-886): Amasya, Ayâsluk (Selçuk), Bergama, Bolu, Bursa, Edirne,
Eğirdir, Engüriyye (Ankara), Karahisâr (Afyonkarahisar), Kastamonu, Konya, Kostantiniyye
(İstanbul), Novar (Novo Brdo/Kosova), Serez (Serres/Yunanistan), Tire ve Üsküb (Skobje/Kuzey
Makedonya);

233
Cem Sultan: Bursa;

II. Bâyezîd (886-918): Amasya, Ankara, Bursa, Edirne, Gelibolu, Kastamonu, Konya,
Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Novar (Novo Brdo/Kosova),
Serez (Serres/Yunanistan), Tire, Trabzon ve Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya);

I. Selim (918-926): ‘Âdilcevaz, Amasya, Âmid (Diyarbakır), Ankara, Bitlis, Bursa, Cezâyir
(Medinete Cezâyir/Cezayir), Cezîre (Cizre), Çemişkezek, Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne,
Edirne (İran seferinde Doğu Anadolu’da bu imlâ ile sikkeler darbedilmiştir.), Haleb, Harbırt
(Harput), Hısn (Hasankeyf), Hısınkeyf (Hasankeyf), Hizan, Kahire (Mısır), Kastamonu, Konya,
Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Lârende (Karaman), Mardin,
Mısır, Mûsul (Irak), Müküs (Bahçesaray/Van), Novar (Novo Brdo/Kosova), Ruhâ (Urfa), Serez
(Serres/Yunanistan), Siirt, Şâm (Suriye), Tire ve Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya);

I. Süleyman (926-974): ‘Aden (Aden/Yemen), ‘Âdilcevaz, ‘Affar (Yemen), Amasya, Âmid


(Diyarbakır), Ankara, Ardanuc (Ardanuç), Bağdâd (Irak), Balya, Basra (Irak), Belgrad (Beograd/
Sırbistan), Berrâni (Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiş bir grup mangırın üzerinde gö-
smâniyye e cne iyye

rünen bir ibâredir. Dışarıdan gelen kişilerden alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer al-
mamaktadır.), Bitlis, Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cerbe (Cerba/Tunus), Cezâyir (Medinete
Cezâyir/Cezayir), Cezîre (Cizre), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Erciş, Erzurum, Haleb (Suriye),
Harbırt (Harput), Hasankeyf, Hısn (Hasankeyf), Hille (Hilla/Irak), ‘İmâdiyye (Amadiya/Irak),
Kafsa (Kafsa/Tunus), Kahire (Mısır), Kastamonu, Kayseri, Kevkebân (Kawkaban/Yemen),
Kiğı, Koçâniye (Kuçevo/Sırbistan), Konya, Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/
sûl-i Mes û â -ı

Kuzey Makedonya), Lârende (Karaman), Mar‘aş (Kahramanmaraş), Mardin, Mısır, Modâva


(Moldova Noua/Romanya), Mûsul (Irak), Murâdiyye (Muhtemelen Irak’tadır. Yeri netlik-
le tespit edilemediğinden haritada gösterilmemiştir.) Müküs (Bahçesaray/Van), Novaberde
(Novo Brdo/Kosova), Novar (Novo Brdo/Kosova), Nusaybin, Ruhâ (Urfa), Sa‘da (Yemen),
San‘an (San‘a/Yemen), Serez (Serres/Yunanistan), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siirt,
Siroz (Serres/Yunanistan), Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-Hersek), Sultâniyye (Sultaniya/
Irak), Süleymâniyye (İran seferinde darbedilmiş sikkelerdendir. Yeri netlikle tespit edileme-
miştir. Haritada yer almamaktadır.), Ta‘izz (Yemen), Tacura (Libya), Tebrîz (İran), Tış Eyyed
(Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiş bir grup mangırın üzerinde görünen bir ibâredir.
Dışarıdan gelen kişilerden alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer almamaktadır.), Tilimsân
(Cezayir), Tire, Trablus (Tarabulus/Libya), Trabzon, Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya), Van,
Zebid (Zabid/Yemen) ve Zimarmar (Dhimarmar/Yemen);

234
II. Selim (974-982): ‘Aden (Aden/Yemen), Amasya, Âmid (Diyarbakır), Ardanuc (Ardanuç),
Bağdâd (Irak), Belgrad (Beograd/Sırbistan), Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete
Cezâyir/Cezayir), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Haleb (Suriye), Kayravân (Tunus), Kevkebân
(Kawkaban/Yemen), Koçâniye (Kuçevo/Sırbistan), Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/
Kuzey Makedonya), Malhaz (Yemen), Mısır, Muha (Yemen), Novaberde (Novo Brdo/
Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Sa‘da (Yemen), Sakız (Chios/Yunanistan), San‘an
(San‘a/Yemen), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siirt, Siroz (Serres/Yunanistan),
Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-Hersek), Şemâhî (Azerbaycan), Ta‘izz (Yemen), Tış Eyyed
(Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiş bir grup mangırın üzerinde görünen bir ibâredir.
Dışarıdan gelen kişilerden alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer almamaktadır.), Tilimsân
(Cezayir), Trablus (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya) ve
Zebid (Zabid/Yemen);

III. Murâd (982-1003): Amasya, Âmid (Diyarbakır), Bağdâd (Irak), Basra (Irak), Belgrad
(Beograd/Sırbistan), Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir),
Demirkapı (Derbent/Rusya), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Erzurum, Filibe (Plovdiv/
Bulgaristan), Gence (Azerbaycan), Haleb (Suriye), Hısınkeyf (Hasankeyf), İnegöl, Kastamonu,
Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Koçâniye (Kuçevo/Sırbistan), Konya, Kostantiniyye (İstanbul),
Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Manisa, Mısır, Mûsul (Irak), Nahcivân (Nahçıvan/

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Azerbaycan), Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Revân
(Erivan/Ermenistan), Sa‘da (Yemen), Sakız (Chios/Yunanistan), San‘a (San‘a/Yemen), San‘an
(San‘a/Yemen), Selânik (Thessaloniki/Yunanistan), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan),
Siroz (Serres/Yunanistan), Sivas, Sofya (Sofia/Bulgaristan), Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-
Hersek), Şemâhî (Azerbaycan), Ta‘izz (Yemen), Tebrîz (İran), Tış Eyyed (Kostantiniyye darphâ-
nesinde darbedilmiş bir grup mangırın üzerinde görünen bir ibâredir. Dışarıdan gelen kişiler-
den alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer almamaktadır.), Tilimsân (Cezayir), Tire, Tokat,
Trablus (Trablusşam/Lübnan), Trablus (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey
Makedonya), Van ve Zebid (Zabid/Yemen);

III. Mehmed (1003-1012): Amasya, Âmid (Diyarbakır), Ankara, Ardanuc (Ardanuç),


Bağdâd (Irak), Banaluka (Banja Luka/Bosna-Hersek), Basra (Irak), Belgrad (Beograd/Sırbistan),
Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne,
Erzurum, Filibe (Plovdiv/Bulgaristan), Gence (Azerbaycan), Haleb (Suriye), İnegöl, Kara Âmid
(Diyarbakır), Kastamonu, Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Kıbrıs, Koçâniye (Kuçevo/Sırbistan),
Konya, Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Mısır, Nahcivân
(Nahçıvan/Azerbaycan), Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya),

235
Revân (Erivan/Ermenistan), Ruhâ (Urfa), Sa‘da (Yemen), Sakız (Chios/Yunanistan), San‘a
(San‘a/Yemen), Selânik (Thessaloniki/Yunanistan), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siroz
(Serres/Yunanistan), Sivas, Sofya (Sofia/Bulgaristan), Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-Hersek),
Şemâhî (Azerbaycan), Şirvân (Azerbaycan), Tebrîz (İran), Tış Eyyed (Kostantiniyye darphâne-
sinde darbedilmiş bir grup mangırın üzerinde görünen bir ibâredir. Dışarıdan gelen kişiler-
den alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer almamaktadır.), Tilimsân (Cezayir), Tire, Tokat,
Tûnus (Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya), Van, Yenişehr (Larisa/Yunanistan) ve Zafer
(Yeri tespit edilememiştir. Haritada yoktur.);

I. Ahmed (1012-1026): Âmid (Diyarbakır), Ankara, Bağdâd (Irak), Basra (Irak), Belgrad
(Beograd/Sırbistan), Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Dimaşk
(Şam/Suriye), Edirne, Erzurum, Filibe (Plovdiv/Bulgaristan), Güzelhisâr (Aydın), Haleb (Suriye),
Kara Âmid (Diyarbakır), Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Kıbrıs, Kostantiniyye (İstanbul), Mısır,
Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Sakız (Chios/Yunanistan),
San‘a (San‘a/Yemen), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siroz (Serres/Yunanistan),
Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-Hersek), Şirvân (Azerbaycan), Ta‘izz (Yemen), Tilimsân
(Cezayir), Tokat, Trablus (Trablusşam/Lübnan), Trablus (Tarabulus/Libya), Trabzon, Tûnus
(Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya) ve Van;
smâniyye e cne iyye

I. Mustafa (1026-1027/1031-1032): Âmid (Diyarbakır), Bağdâd (Irak), Belgrad (Beograd/


Sırbistan), Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Erzurum, Haleb (Suriye),
Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Novaberde (Novo Brdo/Kosova),
Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), San‘a (San‘a/Yemen), Siroz (Serres/Yunanistan), Sofya (Sofia/
Bulgaristan), Ta‘izz (Yemen), Tokat, Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Üsküb (Skobje/Kuzey
Makedonya), Van ve Yenişehr (Larisa/Yunanistan);
sûl-i Mes û â -ı

II. Osman (1027-1031): Âmid (Diyarbakır), Basra (Irak), Belgrad (Beograd/Sırbistan),


Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne,
Erzurum, Haleb (Suriye), Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Konya, Kostantiniyye (İstanbul), Mısır,
Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Revân (Erivan/Ermenistan),
Sakız (Chios/Yunanistan), San‘a (San‘a/Yemen), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siroz
(Serres/Yunanistan), Sofya (Sofia/Bulgaristan), Tire, Tokat, Trablus (Tarabulus/Libya), Üsküb
(Skobje/Kuzey Makedonya), Van ve Yenişehr (Larisa/Yunanistan);

IV. Murâd (1032-1049): Âmid (Diyarbakır), Ankara, Bağdâd (Irak), Basra (Irak), Belgrad
(Beograd/Sırbistan), Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir),

236
Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Erzurum, Haleb (Suriye), Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Kıbrıs,
Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Mısır, Niğbolu (Nikopol/
Bulgaristan), Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Prevadi
(Provadia/Bulgaristan), San‘a (San‘a/Yemen), Saray (Sarajevo/Bosna-Hersek), Selânik
(Thessaloniki/Yunanistan), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siroz (Serres/Yunanistan),
Sofya (Sofia/Bulgaristan), Ta‘izz (Yemen), Tire, Tokat, Trablus (Tarabulus/Libya), Trablusgarb
(Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya), Van ve Yenişehr (Larisa/
Yunanistan);

İbrahim (1049-1058): Âmid (Diyarbakır), Bağdâd (Irak), Cezâyir (Medinete Cezâyir/


Cezayir), Dimaşk (Şam/Suriye), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Trablus (Tarabulus/Libya) ve
Tûnus (Tunus);

IV. Mehmed (1058-1099): Âmid (Diyarbakır), Bağdâd (Irak), Belgrad (Beograd/Sırbistan),


Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Cezâyir-i Garb (Medinete Cezâyir/Cezayir), Dimaşk (Şam/
Suriye), Haleb (Suriye), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Sa‘da
(Yemen), Tokat, Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


II. Süleyman (1099-1102): Bağdâd (Irak), Bosna (Sarajevo/Bosna-Hersek), Kostantiniyye
(İstanbul), Mısır, Saray (Sarajevo/Bosna-Hersek), Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus)
ve Van;

II. Ahmed (1102-1106): Kostantiniyye (İstanbul), Mısır ve Tûnus (Tunus);

II. Mustafa (1106-1115): Cezâyir-i Garb (Medinete Cezâyir/Cezayir), Edirne, Erzurum,


İzmir, Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Ordu-yi Hümâyûn (Bu darpyeri ismi Macaristan seferi
esnâsında darbedilen altın “Cedîd Eşrefî”lerin üzerine hakkedilmiştir. Haritada bulunmayan
seyyar darphânedir.), Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;

III. Ahmed (1115-1143): Bağdâd (Irak), Bitlis, Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Cezâyir-i
Garb (Medinete Cezâyir/Cezayir), Gence (Azerbaycan), İslâmbol (İstanbul), Kostantiniyye
(İstanbul), Mısır, Revân (Erivan/Ermenistan), Tebrîz (İran), Tiflis (Gürcistan), Trablus (Tarabulus/
Libya), Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;

237
I. Mahmûd (1143-1168): Bağdâd (Irak), Bitlis, Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Gence
(Azerbaycan), Gümüşhâne, İslâmbol (İstanbul), Kars, Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Tiflis
(Gürcistan), Trablus (Tarabulus/Libya), Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;

III. Osman (1168-1171): ‘Ar‘ar (Suudi Arabistan), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir),


İslâmbol (İstanbul), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Trablus (Tarabulus/Libya) ve Trablusgarb
(Tarabulus/Libya);

III. Mustafa (1171-1187): ‘Ar‘ar (Suudi Arabistan), Bağdâd (Irak), Cezâyir (Medinete Cezâyir/
Cezayir), Haleb (Suriye), İslâmbol (İstanbul), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Trablusgarb
(Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;

I. Abdülhamid (1187-1203): Bağdâd (Irak), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Dârü’s-


saltanatü’l-‘Aliyye (İstanbul), İslâmbol (İstanbul), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Trablusgarb
(Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;
smâniyye e cne iyye

III. Selim (1203-1222): Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), İslâmbol (İstanbul), Mısır,


Trablusgarb (Tarabulus/Libya) ve Tûnus (Tunus);

IV. Mustafa (1222-1223): Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Kostantiniyye (İstanbul),


Mısır, Trablusgarb (Tarabulus/Libya) ve Tûnus (Tunus);
sûl-i Mes û â -ı

II. Mahmûd (1223-1255): Bağdâd (Irak), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Edirne, Dârü’l-
Hilâfetü’l-‘Aliyye (İstanbul), Dârü’l-Hilâfetü’s-Seniyye (İstanbul), Kosntaniyye (Kosntaniya/
Cezayir), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Midye (Medeye/Cezayir), Trablus (Tarabulus/Libya)
ve Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;

Abdülmecîd (1255-1277): Bağdâd (Irak), Edirne (Kostantiniyye darphânesinde darbedil-


miştir.), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır ve Tûnus (Tunus);

238
Abdülazîz (1277-1293): Bursa (Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiştir.), Kaşgar
(Sincar Uygur Özelk Bölgesi/Çin), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır ve Tûnus (Tunus);

V. Murâd (1293): Kostantiniyye (İstanbul), Mısır ve Tûnus (Tunus);

II. Abdülhamid (1293-1327): Kaşgar (Sincar Uygur Özelk Bölgesi/Çin), Kostantiniyye


(İstanbul), Mısır ve Tûnus (Tunus);

V. Mehmed (1327-1336): Bursa (Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiştir.), Edirne


(Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiştir.), Kosova (Priştine/Kosova. Kostantiniyye darp-
hânesinde darbedilmiştir.), Kostantiniyye (İstanbul), Manastır (Bitola/Kuzey Makedonya.
Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiştir.), Mısır ve Selânik (Thessaloniki/Yunanistan.
Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiştir.);

VI. Mehmed (1336-1341): Kostantiniyye (İstanbul).

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi

239
Fihrist / Index Beşlik 52, 56, 58, 59, 61, 62, 84, 85, 86, 95, 121, 130,
135, 137, 169, 183, 208, 211, 212, 214, 217,
219, 220, 224, 225, 228
Bilâd-ı selâse 121
Bosna 27, 145, 234, 235, 236, 237
A
Brezilya 176, 177
Abbasî 36 Buğday 46, 93, 96
Abdülfettah Efendi 205 Bursa XV, 15, 19, 20, 22, 162, 199, 232, 233, 234,
Adlî 75, 79, 93, 102, 205 235, 236, 239
Agop Çelebi XV, 200
Ağriboz 185 C
Akal 172 Cebelitarık 168
Alaeddin Paşa 15 Cedîd Adlî 75
Almanya II, III, XII, XVI, 5, 47, 163, 168, 170, 171, Cedîd Rûmî 74, 79, 101
172, 175, 177, 188, 190 Cem'iyyet-i Aliyye-i 15
Altılık 58 Cermenya 170
Amasya 19, 199, 233, 234, 235 Cevdet Paşa II, 55
Amerika II, XII, XVI, 5, 98, 163, 172, 174, 175, 177, Cevdet Tarihi 30, 35, 52, 55, 57, 74
180 Cidde 130, 145, 213
Anadolu III, VI, VIII, IX, XIV, 20, 43, 53, 62, 66, Cihadiyye 208
76, 184, 185, 208, 234
Argus 185 Ç
smâniyye e cne iyye

Arizona 190
Arnavutluk 27 Çelebizâde Asım Tarihi 40
Atîk Adlî 75 Çin 181, 239
Atik Cihâdiyye 94, 97
D
Atik yüzlük 94, 97
Atina I, 183 Danimarka 172, 175, 177
Avustralya 189 Davud 181
Avusturya 5, 65, 98, 99, 172, 174, 175, 177 Defter-i Muktesid IV, V, 72, 183
Ayasluğ 19 Dent Palmer 125
sûl-i Mes û â -ı

Aynî Ali Efendi 200 Direkli Riyal 97, 98


Drahmi 97, 99, 175, 177, 183
B
E
Bâbil 181, 186
Bağdat 52, 58, 162 Edirne 19, 20, 31, 49, 50, 66, 69, 70, 76, 80, 145,
Bank 7, 121, 134, 137, 217, 219, 220, 221 185, 199, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239
Bank-ı Osmânî 121, 137, 219, 220, 221 Ellilik 52, 87, 105, 118, 130, 169, 212, 217, 220
Barbut altunu 94, 96 Emir Paşa 27
Bekir Efendi 26 Ergani 49, 72
Bekir Efendi akçası 26 Ergus 183
Belçika 5, 168, 175, 177 Erzurum VIII, 27, 31, 199, 234, 235, 236, 237
Belgrad 27, 234, 235, 236, 237 Esedî 28, 29, 44, 47, 48
Beşir Paşa 28 Evliya Çelebi 69, 77, 198

246
Evrâk-ı Nakdiyye XII, XVI, 4, 6, 7, 8, 108, 113, 114, İlgâ-i Kavâim 1
116, 120, 121, 124, 130, 131, 132, 137, 212, İngiltere II, III, XII, XVI, 5, 80, 87, 91, 97, 105, 107,
213, 215, 216, 218 142, 156, 160, 163, 164, 165, 166, 168, 177,
188, 191
F İran 36, 234, 235, 236, 237
Fatih 18, 19, 20, 46, 65, 66, 198, 232 İstater 186
İsterlin 5, 91, 92, 156, 164
Fatih Sultan Mehmed Hân-ı Sâni 65
İsveç 172, 175, 177
Felemenk 47, 171, 172, 188
İsviçre IX, 5, 168, 177
Fındık altunu 73, 93
İtalya III, 5, 65, 99, 100, 168, 175, 177, 185, 186
Filipin 174
İzâbe 2, 61, 137, 196, 201, 202, 203, 204
Filori 65, 66, 67, 68
İzmir VIII, 31, 69, 70, 162, 184, 237
Fitil 14
Florans 65 K
Frank 5, 93, 94, 98, 100, 102, 168, 169, 171, 176,
177, 186 Kâime Nizâmnâmesi 142
Fransa II, III, VIII, XII, XVI, 5, 14, 87, 93, 94, 100, Kâl 203
105, 107, 160, 163, 166, 168, 169, 170, 175, Kaliforniya 167, 189
177, 188, 190, 197 Kâni Paşa 142
Fuad Paşa 125, 131 Kâtip Çelebi 15, 28
Kavâim-i Nakdiyye XII, XVII, 1, 143, 217, 220, 221
G Kazaz Artin XV, 57, 62
Kebân 49
Galata III, 48, 116, 121
Kerah 181

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Gevrese 203, 204
Kırat 18, 93, 96, 97, 103
Gulden 101, 175, 177
Kırım II, VIII, 105, 120, 121, 122, 123, 124
Gülşen-i Maarîf 15
Koçi Bey 200
Gümüşhâne 49, 53, 234, 235, 236, 238
Kolorado 190
Gürcü Mehmed Paşa 27
Konya 28, 233, 234, 235, 236
H Korint 185
Kostantiniyye VII, 20, 21, 22, 25, 26, 31, 32, 33, 34,
Habbe 13, 167, 181, 193 37, 40, 41, 42, 43, 51, 54, 63, 64, 69, 71, 75,
Hacı Atmaca 13, 14, 15, 16 76, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 232, 233, 234,
Halkis 185 235, 236, 237, 238, 239
Hamburg 188 Kroner 177
Harîrî 2 Kuru Paund 91
Hasırcı-zâde Hafız Mehmed 136 Kuşlu Karbon 94, 97, 98
Hayriyye 75, 93, 96, 108 Kuşlu Riyal 94, 97, 98
Hayriyye altunu 93, 96
Hazine-i Hassâ 58 L
Hicaz 137, 145, 219 Latin VII, XI, XII, 4, 5, 160, 169, 171, 228
Hindistan XII, XVI, 5, 166, 167 Lehistan 47
İ Lidya 184
Lira-i Osmanî 91
İkilik 51, 56, 87, 94, 97, 104, 224 Livr 43, 164, 166, 172, 181

247
Londra I, 85, 86, 125, 126, 133, 147, 156, 164, 184, P
187, 189, 190, 197, 204
Paris I, VIII, 93, 128, 133, 162, 204, 213
M Peçevî 24
Pezo 175, 176, 177
Macar 47, 66, 93, 96, 101, 172 Pezota 175, 177
Mahmudiyye 75 Pik 167
Makrizî 182
Piyaster 173
Mâliyye Nezâreti 137, 219, 220, 227
Pulya 43
Malta 168
Manisa 19, 184, 235 R
Mark 5, 170, 171, 175, 177
Mecidiyye 102, 104, 133, 134, 135, 143, 157, 223, Râşid Efendi XV, 31
224, 225, 226, 228 Râşid Târihi 35
Mecmu'a-yı Fünûn 108 Ravzatü’l-Ebrâr 14
Meksika 174, 176, 177 Revan 73, 199
Melek Ahmed Paşa 27 Risâle-i Ken’aniyye 13
Menderes 184 Riyal 27, 28, 35, 40, 94, 97, 98, 210
Meskûkat-ı nakdiyye 5, 8 Romanya 5, 169, 175, 177, 191, 234
Meskûkât İdâresi 15 Rûmî 38, 40, 71, 74, 75, 79, 101, 228
Mevlâna Kara Halil 15 Rupi 166, 167, 176, 177
Mıgırdıç Hânı 124 Rusya 5, 52, 93, 96, 101, 137, 176, 177, 235
Mısır I, 20, 27, 35, 43, 58, 62, 66, 68, 69, 70, 73, 80,
94, 96, 100, 102, 176, 177, 181, 186, 193, 199, S
smâniyye e cne iyye

234, 235, 236, 237, 238, 239


Sa'dullah Efendi 73
Miftahu’l-Künûz 13
Sâib Paşa 113
Moneta 4
Saint George 196
Mösyö Covani 205
Sanskrit 184
Mösyö Dögovil 142
Selanikli Mustafa Efendi 24
Mustafa Paşa 27
Sevilya Riyâl 43
Münîf Paşa 108
Sıra altunu 75
sûl-i Mes û â -ı

N Sırbia 169
Sicilya 185
Nafiz Paşa 106 Simkeşhâne 198, 201
Napolyon altunu 93 Siroz 19, 199, 233, 234, 235, 236, 237
Nemse 47 Sol 177
Netâyicü’l-Vuku'at 18 Solakzâde 15
Nevada 190 Soldo 94, 100
Nizâm-ı Cedîd 57 Subhi Tarihi 48, 49
Norveç 172, 175, 177 Sultan Abdülhamid Hân 51
Nuhbetü’t-Tevârih 15 Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis 44, 51, 71
Sultan Ahmed Hân-ı Sâni 31
O
Sultan Bayezid 21, 46
Onluk 26, 52, 119, 123, 138, 169, 183, 208, 217, 220 Sultan Bâyezid Hân-ı Sâni 66
Osmaniyye VI, XVI, XVII Sultânî 31, 64, 68, 101, 232

248
Sultan İbrahim 27 V
Sultan Mehmed 18, 19, 24, 27, 65, 198
Sultan Murâd 19, 200 Vâridât İdâre-i Umûmiyesi XV, 1
Sultan Murad-ı Sâlîs 46 Vasıf Tarihi 55
Sultan Mustafa Hân-ı Sâni 66 Venedik 37, 38, 47, 65, 71, 101
Sultan Orhan 10, 15, 46 Venedik dükası 65
Sultan Osman Hân-ı Sâni 25, 74 Venezuela 177
Sultan Osman-ı Sâlîs 51
Sultan Selim-i Sâlis 52
Y
Sultan Süleyman-ı Sâni 30, 47 Yaldız altunu 93, 96
Yazılı Karbon 94, 97, 98
Ş Yazılı Mahmudiye 75
Şa’ir 13, 18 Yemen 130, 137, 145, 213, 218, 219, 220, 234, 235,
Şam 128, 129, 131, 162, 234, 235, 236, 237 236, 237
Şâni-zâde 56 Yemişçi Hasan 24, 25, 27
Şerîfî 66, 70 Yirmilik 47, 52, 75, 95, 102, 119, 123, 130, 135, 138,
Şilin 92, 165, 166, 167, 171, 177 143, 169, 208, 212, 217, 220, 223, 225, 227,
228
T Yirmilik altun 75
Yunan I, 5, 97, 99, 169, 175, 177, 182, 185, 186, 191,
Tacü’t-Tevârih 15 193
Takvîm-i Vekayi' 62 Yüzlük 52, 55, 56, 59, 88, 91, 94, 95, 97, 100, 103,
Talent 181, 186 105, 130, 135, 142, 145, 169, 208, 212, 215,

Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi


Taler 170 216, 217, 220, 221, 222, 223, 224, 226
Tanzimât 10
Tarakçılar 124 Z
Târih-i Na'imâ 27
Tashîh-i ayar 78, 92, 201 Zencirekli altun 71, 73
Tasvir-i Efkâr II, 183 Zer-i İstanbul 71
Tebriz 73 Zer-i Mahbûb 71, 72, 73, 79, 102
Tekfurdağı 49, 50 Zolota 31, 33, 35, 36, 40, 43, 44, 47, 51, 79
Tiflis 73, 199, 237, 238
Tophâne 48
Trablus 58, 199, 234, 235, 236, 237, 238
Trakya 185
Tunus 58, 69, 199, 234, 235, 236, 237, 238, 239

U
Union-i Latin 5, 169

Ü
Üçlük 60, 85
Üsküdar 48
Üsküp 199

249
CONTENTS

Introduction: Bulent ARI/


Special Note on the Book /

CHAPTER I
Section I / 4
(Numismatics and Coinage – Explanation on Numismatics and Coinage – Types and Subjects)
Cash Money / 4
Accounting of Coinage / 5
Exchange Parities / 6
Paper Money / 6

Section II / 10
(Short History of Ottoman Coinage – Weight and Calibration of Ottoman Coins – Methods of
Strucking Coins in the Ottoman Empire – Metdods of Ottoman Coinage Circulation)
(Short History of Ottoman Coinage – Age of Akça (Akche) / 14
Period of “Guruş” (Grosse) and “Para” / 47
Period of “Metelik” / 56
Period of Gold / 65
Period of Copper / 77
Period of Correction of Calibration (Tashih-i Ayar) / 78
Summary of Declaration / 95
Period of Paper Money / 108
Methods of Strucking Coins / 146
Metdods of Coinage Circulation / 156

CHAPTER II
Section I / 160
(Technical Explanation on Determination of Calibration of Gold and Silver Coinage, and Gold
and Silver Objects)
Section II / 164
(Methodology of Coinage, and Calibration of Coinage of Certain Great Countries: England –
India – France – Germany - America)
Section III / 174
Regulation of Weight and Calibration, Based on 3 Types and Its Application to Real Values of
Coinage of All States
CHAPTER III
Section I / 180
(Historical Development of Gold and Silver as Means of Exchange and Store of Value)
Section II / 188
(Interdependent Worth of Pure Gold and Silver)
Section III / 191
(Explanation on Whether Gold or Silver was First Adopted as Store of Value )

CHAPTER IV
Section I / 196
Some Information on the Invention of the Art of Coinage and Medals

Section II / 198
Internal Description of the Mint and Functions of Its Departments
Copy of the Decree / 208
Declaration on the Coinage / 209
Decision on the Release of Paper Money / 211
Decision on the Abolition of Paper Money / 215
Copy of the Document from Ministry of Finance to the Provinces / 217
Report on the Regulation of Paper Money to be Released / 219
Descriptive Declaration on the Types and Colours of the Paper Money, Released in
Early August 1292 [1876] / 220
Conversion of Revenues and Expenditures of the Central Treasury into Cash, and
Decision on the Abolition of Paper Money / 221
Explanation on the Ottoman Coinage / 223
Report on the Decision about Ottoman Coinage / 226
Amended 6th Article of the Decision on the Ottoman Coinage in accordance with the
Order of the Sultan which Relied on the Conclusion of the Council of Ministers / 227
Description on the Types and Worth of Ancient Coinage / 228

Maps of Ottoman Mints: Bilhan AKÇAŞAR/ 231

Index/ 246
Introduction

Bülent ARI*

Methodology of Ottoman and Foreign Numismatics by Süleyman Sudi


Süleyman Sudi was born in Istanbul (Pera district) in 1835. He was equipped with
both religious and scientific education. He worked for a while in the Ministry of Finance
in certain departments and was chamberlain of Salonica, and Trebizond, respectively.
Then he was appointed as Director of Imperial Mint in Istanbul (1885-1888). Until his
death in 1896 he was member of Council of Finance in Istanbul. Thanks to his knowledge
of foreign languages (Arabic, Persian, French and English), he was sent to Europe many
times by the state.
Because of his senior position at the Imperial Mint, he had wide information on
Ottoman and foreign historical and contemporary coinage. He was also well informed
on the theory and practice of Ottoman finance. His book “Economics” (Defter-i Mukte-
sid) gives comprehensive historical information on Islamic and Ottoman tax system, land
taxes and custom dues, in 3 volumes, which he planned to write 6 volumes. Unfortuna-
tely, he was unable to complete the remaining 3 volumes.

This book, Methodology of Ottoman and Foreign Numismatics (Usûl-i Meskûkât-ı


Osmâniyye ve Ecnebiyye) (1311/1895), was transliterated from Ottoman Turkish (with
Arabic scripts) into Latin scripts. It is the first encyclopaedical, and methodological pub-
lication on Ottoman coinage.

Methodology of Ottoman and Foreign Numismatics is composed of 4


main chapters and sections within each chapter. Major topics of the book is composed
of General Information on the Subjects and History of Coinage - Weight and Calibration
of Ottoman Coins – Methods of Strucking Coins in the Ottoman Empire – Methods of
Ottoman Coinage Circulation - Technical Explanation on Determination of Calibration of
Gold and Silver Coinage - Regulation of Weight and Calibration - Interdependent Worth
of Pure Gold and Silver - Invention of the Art of Coinage and Medals. The final chapter
could be considered as an Appendix, which include the decrees, declarations, and offi-
cial explanations on Ottoman coinage, and paper Money.
*
Ph D., İstanbul University, Faculty of Political Science.
Methodology of Publication
The book was transliterated relying on the original book, protecting historical
words and terminology. However, certain reading boxes, and fotographs were given,
where necessary. In the original book, there were no pictures and drawings of the coina-
ge. It is believed that photographs of relevant coins and paper Money would be benefici-
al for the reader. There are now also many explanatory reading boxes. The pictures and
boxes are designed with different colours, so that the original text and further informa-
tion can be easily distinguished. We are grateful for the generosity of Bahadır KALAYCI,
who was a collectioner at Antalya, for providing photographs.
Ottoman mints, which were operated throughout a huge geography within 6
centuries are available at the end of the book. Bilhan AKÇAŞAR (numismat) both prepa-
red the maps, and has wrote an article on the description of those mints (with operation
dates and durations).

I am also grateful to Bilhan AKÇAŞAR for his assistance on proof-reading of the


original text, and his unending energy for preparations to the publication. He technically
prepared the pictures, tables and reading boxes.

I must also emphasize the generosity of Güçlü KAYRAL on attaining photographs


and relevant information on paper money.

We all praise the pioneering researches and publication of Suleyman Sudi, who
was an intellectual senior bureaucrat and then Director of the Ottoman Imperial Mint.

The General Directorate, and Department of Support Services of Republican Mint


in Istanbul have provided all facilities for the publication of the book. We are also thank-
ful for their patience and efforts.

You might also like