Professional Documents
Culture Documents
Usul I Meskukat I Osmaniye Ve Ecnebiye
Usul I Meskukat I Osmaniye Ve Ecnebiye
Hazırlayan
Bülent ARI
Okuma Kutuları
Meskûkât: Bilhan AKÇAŞAR
Kâimeler: Güçlü KAYRAL
Proje Koordinatörü
Cevdet GÜNGÖR
Tasarım
Arzu ÖZKAN
Tasarım Koordinatörü
Müjgan ÜNSAL
Yapım
https://www.pirireisajans.com
Baskı
Optimum Basım
Birinci Baskı
1.000 adet
İstanbul, 2021
"Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye" /Hazırlayan: Bülent ARI, Meskûkât: Bilhan AKÇAŞAR
Kâimeler: Güçlü KAYRAL, Proje Koordinatörü: Cevdet GÜNGÖR| 1. bs. -- Ankara : Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı
Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü 2021.
282s. : rnk. fotog. ; 20 x 24 cm -- (Türkiye Cumhuriyeti Hazine ve Maliye Bakanlığı Darphane ve Damga Matbaası Genel
Müdürlüğü Dizisi)
ISBN: 978-605-7613-82-0
Müellifi:
Meclis-i Mâliyye A'zâsından
Süleyman Sûdi
İstanbul
(A. Asadoryan) Şirket-i Mürettibiyye
Matbaası-Bab-i Âli Caddesi’nde Numero 52
1311 [1895]
Kadim devirlerden itibaren devletlerin asli görevlerinden birisi alışveriş düzenini, diğeri
ise vergi adaletini sağlamak idi. Bunun için de öncelikle tedâvüldeki paranın itibarını koru-
mak gerekiyordu. Osmanlı devrinde paranın ayar ve kıymetini muhafaza etmek, Maliye (Def-
terdarlık)’nin başlıca görevleri arasındaydı. XIX. Asırda kâime yaygınlaşıncaya kadar paralar
altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerden üretildiği için, devletin itibarı bu paraların itibarına
bağlıydı.
Parayı icat eden Lidyalıların mirasını taşıyan bu topraklarda yaklaşık 2600 yıldır darpha-
neler faaliyette. Bu süre zarfında gelip geçen hükümdarlar farklı şekil ve kıymette paralar
ürettiler. Bunlar, İstanbul Arkeoloji Müzesi başta olmak üzere Anadolu’da pekçok müzemiz ile
Darphane ve Damga Matbaası bünyesinde sergileniyor. Ayrıca özel koleksiyonerlerin elinde
de kapsamlı bir tarihî para envanteri bulunmaktadır. Bu sayede meskûkât (nümismatik) ala-
nındaki akademik yayınların her geçen gün arttığına şâhit oluyoruz. Mamafih, ülkemizde bu
bilim dalı, akademik olarak hakettiği yeri henüz kazanamamıştır.
Fasl-ı Evvel /4
(Meskûkât ve nükûd – Meskûkât ve nükûdun tarifi - Enva'ı - Havassı – ve Mevzu'u)
Meskûkât-ı Nakdiyye /4
Meskûkât-ı Hesâbiyye /5
Meskûkât-ı İstibdâliyye /6
Evrâk-ı Nakdiyye /6
MESKÛKÂT (NÜMİSMATİK) ve
Lugat manası, “sikke” adı verilen kalıpla ince plakalar halindeki altın ve gümüş gibi kıy-
Batıda çok erken tarihlerden itibaren koleksiyonerler bu bilim dalıyla ilgili kataloglar ha-
zırlayarak yayınlar yapmışlardı. Bunlar arasında eski Yunan ve Roma sikkelerinin koleksiyon-
larını yapan Hubert Goltz (ö. 1583), Jean Vaillant (ö. 1706), Joseph Pellerin (ö. 1782), Joseph
Eckhel (ö. 1798) ve Domenico Sestini’nin (ö. 1823) sayılabilir. XX. asrın başlarından itibaren
bazı Osmanlı bürokratları da Avrupa’dan ilham alarak sikke koleksiyonu yapmaya başlamış-
lardı. Düyûn-ı Umûmiyye müfettişlerinden Mehmed Mübârek Bey’in Selçuklu sikkeleri kolek-
siyonu mevcuttu.
Yine Batı’da XVII ve XVIII. yüzyıllarda devlet müzeleri yer almaya başladı. Büyük koleksi-
yonları satın alan bu müzeler giderek zenginleşti. Londra’daki British Museum ve Paris’teki
Bibliotheque Nationale ile Berlin, Viyana, Kopenhag ve Atina’daki müzeler bunlar arasındadır.
1818 yılında Mora yarımadasının Tropoliçe kasabasında doğan ve ilk Maarif Nazırı Sami
Paşa’nın oğlu olan Abdüllatif Subhi Paşa’nın bu konuda önemli hizmetleri görülmüştür. Tah-
silini Mısır’da tamamlayıp Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın hususi kaleminde katiplik yapmıştı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde de Osman Hamdi Bey ve Halil Edhem Bey’in müdürlükleri
sırasında sikkeler muntazam şekilde toplanarak kayıtları tutuldu. Önceleri Maarif
Nezâreti’ndeki kasalarda saklanan sikkeler Osman Hamdi Bey zamanında müzeye nakledildi.
İsmâil Galib ve Halil Edhem’in katalogları Osmanlı sikkeleri alanındaki büyük bir boşluğu dol-
durdu.
Osmanlı sikkeleri hakkında kaleme alınmış olan Halil Edhem’in Meskûkât-ı Osmâniyye
adlı eseri III. Murad’ın saltanatının sonuna kadar (1595), İsmâil Gâlib’in Takvîm-i Meskûkât-ı
Osmâniyye adlı kitabı ise II. Abdülhamid’in cülûsunun on dördüncü yılına kadar (1890) olan
süreyi kapsamaktadır.
sûl-i Mes û â -ı
1) Atom Damalı, A’dan Z’ye Osmanlı Nümismatik El Kitabı, İstanbul, 2014, s 11.
2) Risalenin arkasındaki notta, “İşbu fasıl Tasvir-i Efkâr Gazetesinin tefrikasında neşr olunduktan sonra böyle bir
risale şeklinde dahi tab’ olundu. Fi 15 Muharrem 1279” ibaresi yer almaktadır.
II
Nümismatikle ilgili en çok yayın yapan ülkeler ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’dır. Son
50 yılda İtalya ve İspanya’da bu husustaki neşriyatın arttığı müşahede edilmektedir. Türki-
ye’de ise gayr-ı İslâmî sikkeler için nümismatik yayınlarının sayısının nispeten az olduğu göze
çarpar. Son yıllarda bu hususta batı neşriyatı ile aramızdaki fark hızla kapanmaktadır. Ancak,
İslâmî sikke konusunda en çok neşriyat yapan muhtemelen birinci ülke Türkiye’dir. Bu husus-
ta kaleme alınan eserler dünyada takip edilmekte ve önemle dikkate alınmaktadır. Özellikle
Anadolu Selçuklu, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı sikkeleri hakkında yapılan çalışmalar İslâmî
nümismatik alanında önemli çalışmalardır.
Eski dünyanın en önemli kavşak noktalarından biri olan Anadolu’daki bilhassa İslami dev-
re ait meskûkât külliyatı üzerine yapılacak araştırma ve yayınların dünya ilim çevrelerinden
çok sayıda akademik atıf alacağı şüphesizdir.
Süleyman Sûdi Bey Trabzon’a bağlı Of Kazası’nın ileri gelen ailelerinden Karsîzâdeler’in to-
runudur. 1250 Şevvali’nde (1835 Ocak sonu-Şubat başı) Galata’da doğmuştur. Hem dini hem
de fen bilimleri tedrisatı almıştır. Hikmet-i Tarih, Tarih-i Taberiyye, Hikmet-i Tabiiyye ile kimya,
hesap, cebir ve hendese öğrenmiştir. 1276 yılında, Varidât Muhasebesi’nde mülâzemetle işe
başlamış ve 3 yıl burada çalışmıştır. Daha sonra Osmanlı Bankası’na girerek orada Muhase-
be Kalemi Müdürlüğü’ne kadar terfi etmiştir. 1285’de Selanik Defterdarlığı’na tayin edilmiş-
tir. 1288’de ise Vâridât İdâre-i Umûmiyye Muhasebeciliği’ne tayin edilmiştir. Aynı yıl tayin
edildiği Trabzon Defterdarlığı’ndan istifa etmiştir. 1292’de Suriye Vilâyeti Defterdarlığı’na ve
1295’de tekrar Vâridât İdâre-i Umûmiyye Muhasebeciliğine tayin edilmiştir. Bu esnada Berlin
Kongresi murahhasları arasında da görev verilmiştir. 1301’de Vâridât İdâre-i Umûmiyye Mü-
dürlüğü’nden, harcamaların azaltılması ve maliye müşkülatının hallinde muvaffak olmadığı
gerekçeleriyle azl edilmiştir. 20 Mart 1301 (1 Nisan 1885)-16 Mart 1304 (28 Mart 1888) tarih-
leri arasında “Darbhâne-i ‘Âmire” müdürlüğünü deruhte etmiştir. 1305’de Meclis-i Mâliyye
III
âzâlığına tayin edilmiştir. Burada görevli iken 20 Şevval 1313 (5 Nisan 1896)’de vefat etmiştir.
Eyüp Sultan’da Yâ Vedûd iskelesi yakınlarındaki mezarlıkta medfundur.3
Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce bildiğinden, siyasî memuriyetle birkaç defa Avru-
pa’ya gönderilen Süleyman Sûdi Bey görüş ve düşünceleri ile Osmanlı mâliyesine önemli
hizmetleri olmuştur.
Darphâne müdürü olarak vazife yapan Süleyman Sûdi’nin bu vazifesi sebebiyle özellikle
Darphâne’nin son devir faaliyetleri hakkında geniş malûmâtı bulunmaktadır. Husûsî olarak II.
Mahmûd’dan itibâren darbedilmiş sikkelere bizzat müdüriyetinde bulunduğu Darphâne ka-
yıtlarından hakkıyla vâkıf olması, bu sebeple sikke darbının ne şekilde yapıldığına dâir bilgisi,
esas mesleği olan mâliye sebebiyle de mâli mevzuâta da hâkimiyeti ve mâliyenin sikkeler ile
irtibâtı hakkında derin malûmât sahibiydi.
Süleyman Sûdi Bey fikirleriyle Osmanlı maliye sistemine önemli hizmetlerde bulunmuş,
iktisat düşüncesi konusundaki eserleriyle bu sahadaki terminolojinin oluşmasına önemli kat-
kılarda bulunmuş; ortaya koyduğu yeni terimlerle terminolojideki karışıklığın giderilmesinde
de mühim rol oynamıştır.
smâniyye e cne iyye
Defter-i Muktesid, Süleyman Sûdi Bey’in kendi ifadesine nazaran esas itibariyle Mali-
ye memurluğuna girecek adaylar için bir el kitabı mahiyetinde olmak üzere hazırlanmıştır.
Umûr-i Maliyye Encümeni teşkil edildiği zaman, imtihana girecek adaylar, Düstur’dan ezber-
ledikleri kanun ve nizamnameler hususunda güzel cevaplar vermekte, fakat diğer hususlarda
çaresiz kalmaktaydılar. Bunun üzerine, Osmanlı Maliye sisteminin tarihi, vergilerin menşe’i,
zaman içinde geçirdiği safhalar ve mevcut durumu ele alan muhtasar bir eser hazırlama fik-
riyle yola çıkmıştı. Mamafih, konuların çokluğu ve çoğunun vazgeçilmezliği karşısında, yazma
ilerledikçe, kitabını 6 cilt olarak tasarladı. Ancak bunun sadece 3 cildi basılabildi.5
IV
Defter-i Muktesid, Şer‘i ve örfî vergilerin menşe’i ve mahiyetleri ile felsefeleri hakkında
esaslı bilgi vermektedir. Bunun yanısıra arazi ve gümrük vergileri ile dolaylı ve doğrudan ver-
gilere dair kapsamlı malumat vardır. Osmanlı vergi tarihi hakkında el kitabı olarak okunma-
lıdır.
Esasen Tanzimat döneminde iktisatla ilgili kitapların sayısı artmaya başlamıştı. Mehmed
Şerif’in İlm-i Emval-i Milliye’si 1863’te, Mehmed Midhat’ın Ekonomi Fenn-i İdare’si ve Ahmed
Hilmi’nin İlm-i Tedbir-i Servet’i 1869’da, Ahmed Midhat’ın Ekonomi Politik’i 1874 ve Sevda-yı
Sa‘ y ü Amel’i 1878’de, Sakızlı Ohannes’in Teşrik-i Mesai ve Tefrik-i Mesai’si 1879’da, Nuri’nin
Mebahis-i İlm-i Servet’i 1881’de, Mahmud Esat’ın İlm-i Servet’i 1884’te, Ahmet İhsan’ın İlm-i
Servet’i 1885’te, Akyiğitzade Musa’nın İktisat yahut İlm-i Servet’i 1896’da ve Cavid Bey’in
İlm-i İktisat’ı 1897 yılında yayınlanmıştı. Bu kitapların bazısı yabancı iktisat kitaplarının bir
nevi tercümesi sayılabilir. Bir kısmı ise kısmen telif karakteri taşımaktadır. Ancak bu literatür
arasında Süleyman Sûdi tarafından kaleme alınan Defter-i Muktesid (1890), Abdurrahman
Vefik tarafından neşredilen Tekâlif Kavâidi ve Hasan Ferid’in telif ettiği Nakid ve İtibar-ı Malî
isimli eserler benzerleri arasında öne çıkar. Bunlar birer iktisadi-mali tarih numuneleridir.
Süleyman Sûdi Efendi maliye bürokrasisi içinde yetişmiştir. Eserinde ağırlıklı olarak Osmanlı
vergi sistemini incelemiştir.6 Süleyman Sûdi gibi bir maliyeci olan Abdurrahman Vefik (Sayın)
de maliye hocası, Maliye Nezareti müsteşarı ve son olarak da Maliye Nazırı olarak görev yap-
mıştır. 1910’da basılan Tekâlif Kavâidi’nin esası Maliye Mektebi’nde okutulan maliye ve vergi
“Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye” isimli eserinde, kendi devrine kadar olan Os-
manlı sikke darp faaliyeti, darbedilen sikkelerin ayar ve cinsleri, râyicleri, her sikkenin madeni
6) Süleyman Sûdi, Defter-i Muktesid/Osmanlı Vergi Düzeni, Haz: Mehmet Ali Ünal, Isparta, 1996.
7) Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi/Osmanlı Vergi Sistemi, Haz: Erdoğan Öner, Maliye Bakanlığı, Ankara, 1999.
8) Coşkun ÇAKIR, “Türkiye’de İktisat Tarihi Çalışmalarının Tarihi Üzerine Bir Deneme”, Türkiye Araştırmaları Lite-
ratür Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, (İstanbul: 2003), 7-63, s 18-19.
V
(altın, gümüş ve bakır) esâsında incelenmiştir. Kendi devrindeki diğer yabancı devlet paraları ile
Osmanlı parası mukayese edilmiştir. Eserde meskûkât ile ilgili mevzuât da mevcuttur.
Osmanlı’nın son devrinde meskûkâtla ilgili önemli neşriyata bu vesileyle temas etmekte
fayda mülahaza edilmektedir. Bunlar:
11 Kasım 1847’de İstanbul’da doğan İsmâil Gâlib, Sadrazam Sakızlı İbrâhim Edhem Pa-
şa’nın oğlu, Müze-i Hümâyûn (İstanbul Arkeoloji Müzesi)’un kurucusu ve ressam Osman
Hamdi ile epigraf ve nümismat Halil Edhem (Eldem) beylerin kardeşidir. Babası Edhem Pa-
şa’nın himâyesinde intisap ettiği ve Şûrâ-yı Devlet’te önce mülâzım ve muavin, sonra üye
olmuştur. 1895’te Girit vâli müşavirliğine henüz tayin edilmişken 15 Aralık 1895’te vefat et-
miştir.
sûl-i Mes û â -ı
İsmâil Gâlib Bey, Abdüllatif Subhî Paşa’dan sonra ilk büyük Osmanlı/Türk nümismatıdır.
Kardeşi Halil Edhem, oğlu Mübârek Gâlib, Ahmed Tevhîd ve Ahmed Ziyâ beyler gibi Osmanlı/
Türk nümismatları yazdıkları eserleri onun çalışmalarından feyz alınarak meydana getirilmiş-
lerdir. Bir araya getirdiği meskûkât koleksiyonu, ölümünden sonra Darbhâne-i Âmire (İstan-
bul Darphânesi) tarafından satın alınmıştır. Günümüzde İstanbul Darphânesi’nde bulunan
Osmanlı sikkeleri koleksiyonu İsmail Gâlib’in meydana getirdiği bu koleksiyon üzerine inşâ
edilmiştir. Koleksiyonunun Anadolu Selçuklu ve Anadolu Beylikleri kısmının da Darbhâne-i
Âmire’ye satıldığına dair muhtelif kaynaklarda bilgi mevcutsa da teyidi için Darphâne kolek-
9) Hasan Ferid, Nakd ve İtibâr-ı Mâlî, Haz: Mehmet Hakan Sağlam, Osmanlı’da Para ve Finansal Kredi İstanbul:
Darphâne ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü.
VI
siyonunda çalışılmasında fayda vardır. Bunun sebebi, bir kısım sikkelerinin Ruslar tarafından
satın alındığı rivâyetidir.
1. Meskûkât hakkında ilk eseri “Takvîm-i Meskûkât-ı Osmâniyye, Devlet-i Aliyye-i Osmâ-
niyye’nin Bidâyet-i Tessüsünden Beri Darb ü İhrâc Olunan Meskûkât ve Madalyaların Nev‘
ü Cins ve Ta’rifâtiyle Ma‘lûmât-ı Târîhiyyesini Mütazammındır” (Kostantiniyye 1307) ismini
taşır. Eserde Sultan Abdülaziz’e kadar bütün padişahların darbettikleri paralar, bazı padişah-
lara ait kurşun mühürler, Osmanlı İmparatorluğu’na ait madalyalar ve ölçüler hakkında bilgi
verilmektedir.
2. Aynı hususta neşrettiği ikinci eser “Takvîm-i Meskûkât-ı Selçûkiyye: Selâçika-i Rûm Ta-
rafından Darb ü İhrâc Olunan Meskûkât ile Diğer Bazı Hükûmât-ı Sagire Sikkelerinin Envâ‘ıy-
la Ta’rîfâtını ve Ma’lûmât-ı Târîhiyyesini Mütazammındır” (Kostantiniyye 1309) ismini taşır.
Eser, “Ouvrages rare ou inédìts sur l’histoire de la Turquie et des turcs” başlığını taşıyan bir
dizide tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (Ankara 1971). Ancak Latin harflerine transkripsiyo-
nu yapılmamıştır.
- Fransızcası “Catalogue des Monnaies Turcomanes, Benî Ortok, Benî Zengui, Frou
Atabeqyeh, Et Meliks Eyoubites de Meyyâfarikin, Constantinople: Musee Imperial Ottoman,
1894”. (Eser Arnoldo Forni tarafından 1965’de tıpkıbasım olarak Bologne’da tekrar yayımlan-
mıştır).
Bu hususta ayrı bir eser de Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiyye, Erbâb-ı Merakdan Bir Zât Ta-
rafından Cem‘ olunan Meskûkât-ı İslâmiyye Ta’rifâtını Hâvi Katalogdur (Monnaies Anciennes
Musulmanes, Catalogue d’une collection de monnaies Musulmanes appartenant a ama-
teur), İstanbul, 1318/1901.10
10) Osman Ferid Sağlam tarafından (TTK’na bağışlanan nüshadaki notta) aktarılan bilgiye nazaran “bu koleksiyon
Bağdat Mahkeme-i İstinaf Reisi Suriyeli Yahya Bey isminde bir zât tarafından vücuda getirilmiş ve Kâtib-i Sâni-i Ab-
VII
2) Mehmed Mübârek Gâlib (Eldem)’in
Koca Hüsrev Paşa’nın yetiştirdiği kölelerde bir olan İbrahim Edhem Paşa, Fransa’da tahsil
için gönderilen ilk talebe grubundandı. Paris Maden Okulu (École des Mines)’ndan mezun
olarak gelmiş ve başmühendislik, miralaylık Hariciye ve Dahiliye Nazırlığı ile Berlin ve Viya-
na sefirlikleri ile Şûrâ-ı Devlet reisliğinde bulunmuştu. İbrahim Edhem Paşa’nın İsmail Gâlib
(1848-1895), Osman Hamdi Bey (1842-1910) ve Halil Edhem Eldem (1861-1938) adlarındaki
üç oğlu Osmanlı-Türk kültür hayatında önemli rol oynamışlardır. İsmail Gâlib Bey’in iki çocu-
ğundan biri olan Mübârek Gâlib Bey (1871-1938) ise orta ve yüksek tahsilini Berlin, Namur,
Liege ve Brüksel’de tamamlamıştı. Hariciye Nezâreti, Düyûn-i Umûmiyye, Anadolu Osmanlı
Demiryolları Kumpanyası, Osmanlı İttihad Mektepleri ve Şehremâneti İstatistik Kalemi gibi
kurumlarda görev yapmıştı. Millî Mücadele’de Ankara’ya geçerek TBMM hükümeti Maarif
Vekâleti’nde Kültür Dairesi’nde Baş müdürlük yapar. Cumhuriyet’in ilanından sonra da Ma-
arif Vekâleti’nde Telif ve Tercüme Azalığı, Müzeler Dairesi Asar-ı Atika Şubesi Müdürlüğü ya-
par.11 Tarihe dâir kitap ve makaleler de neşretmekle birlikte, nümismatikle ilgili aşağıdaki
smâniyye e cne iyye
- “Notice sur les Monnaies Turques avec Ornements”, Revue Belge de Numismatique,
Bruxelles 1899.
sûl-i Mes û â -ı
dülhamid-i Sâni, Arab İzzet Holo Paşa’ya takdim olunmuş olup onun arzusu üzerine Sabah Gazetesi sahibi Mihran
(Bey) tarafından basılmışdır”.
11) Yasin Özdemir, Ali Satan, Cumhuriyet’in İlk Kültür Müdürü Mübarek Galib Eldem: Küre-i Arzda Nüfus-i İslam
Adlı Eseri ve Makaleleri tanıtım yazısı, Türkiye Din eğitimi Araştırmaları Dergisi, 8, (İzmir: 2019) 205-207.
VIII
3) Ahmed Tevhid Bey’in
1869 senesinde Erzurum’da dünyaya gelen Ahmed Tevhîd, Maarif Vekâletinde uzun yıllar
vazîfe yaptı. Yaptığı çalışmalardan da anlaşılacağı üzere kitâbeler hakkında derin malûmâta
sahipti.
Ahmed Tevhîd, Maarif Vekâleti umum müfettişi iken Maarif Vekâleti’ne İslâm eserleri
ile alâkadar raporlar takdim etmiştir. “Tarih-i Osmânî Encümeni” ile “Türk Tarih Encümeni”
mecmualarında yer alan Anadolu beylikleri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu esnâsında inşâ
edilen eserler, bunların kitâbeleri ve bu devrin tarihi hakkında çok önemli makaleler kaleme
almıştır.
Ahmed Tevhîd Bey, devrinin dünya nümismatları tarafından da en muteber isimleri ara-
sında sayılmıştır. Birçok yabancı nümismat ile mektuplaşarak istişârede bulunmuştur. Bunla-
rın arasında yer alan İslâm nümismatiği, darphâneleri ve İslâm hükümdârlarının şecereleri
hakkında eserler kaleme almış E. Von Zambaur ile yaptığı; Zambaur’un makaleleri hakkındaki
karşılıklı mektuplar Bilhan Akçaşar’ın arşivinde mevcuttur.
IX
Buradan tekrar İsviçre’ye geçerek Berne Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde doktora yaptı ve
1885’te İstanbul’a döndü.
Bâb-ı Seraskerî Fabrikalar Nezâreti ile Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Dairesi’nin Tercüme
Şubesi’nde vazife yaptı. Muhtelif okullarda dersler verdi. 1885-1893 yıllarında Dârü’ş-Şafaka-
ti’l-İslâmiyye’de, 1887’de Mekteb-i Mülkiyye’de, 1900’de Dârü’l-Muallimîn’de, bir yıl sonra da
Dârü’l-Fünûn’da Batı’daki eğitim ve öğretim usullerini uygulayarak ilm-i maâdin (mineraloji),
tabâkatü’l-arz (jeoloji) ve kimya okuttu. Jeoloji branşında çok önemli çalışmalar yaptı. Bu
konuda ismini literatüre geçiren önemli bir başarısı ise Viyana’da hocası olan Fr. Toula ile
birlikte Gebze çevresinde yaptıkları inceleme sırasında halen kendi adıyla anılan iki yeni fosil
cinsi bulmasıdır (“rhynchonella ethemi” ve “acrocordi ceras halili”).
Halil Edhem, ağabeyi Osman Hamdi Bey gibi eski eserlere ve güzel sanatlara meraklı idi;
ancak babası onun jeoloji ve kimya dallarında yetişmesini tercih etmişti. Fakat 1892’de, ba-
basının ölümünden birkaç ay önce, ağabeyinin müdürü bulunduğu Müze-i Hümâyûn’da mü-
dür yardımcılığına tayin edildi. Osman Hamdi Bey’in 1910’da vefâtı üzerine Halil Edhem onun
yerine müdür oldu. İstanbul’da yapılan eski eser tahribâtını önlemek maksadıyla Sadrazam
Said Halim Paşa’nın başkanlığında teşkil edilen “İstanbul Âsâr-ı Atîka Muhipleri Cemiyeti”nin
kurucuları arasında yer aldı. Birkaç önemli eserin kurtarılmasında hizmeti geçti. Resmî bir
smâniyye e cne iyye
hüviyeti olmayan bu derneğin yerine, Maarif Nezâreti tarafından “Âsâr-ı Atîka Encümeni” adı
altında bir müessese kuruldu ve başkanlığına da Halil Edhem getirildi. Müze müdürlüğü bo-
yunca kendi gayretiyle oluşturulan bu encümendeki görevini sürdüren Halil Edhem 1931’de
emekli olduktan sonra da üye sıfatıyla toplantılara katıldı.
cümenin neşriyâtı olan “Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası”nda ve arkasından “Türk Tarih
Encümeni Mecmuası”nda Türk tarihiyle ilgili çok sayıda makaleleri neşredildiği gibi batıda
neşredilmiş kitapların tahlillerini de yaptı.
1 Mart 1931’de emekli olan Halil Edhem, aynı yıl içinde İstanbul’dan milletvekili seçilip iki
dönem bu görevini sürdürdü. 17 Kasım 1938’de vefât etti.
Halil Edhem önce müdür yardımcısı, sonra müdür olarak Âsâr-ı Atîka Müzesi’nin başında
bulunmuş; vazifesi sebebiyle daha çok İlkçağ eserleriyle yakından alâkadar olmuş, ancak va-
zifesi onun İslâmî Türk eserlerini ve nümismatik ilmini ihmâl etmesine sebep olmamıştır. Bu
mevzûdaki ilk eseri, Osman Hamdi Bey’in müdürlüğü esnasında neşredilen “Kurşun Mühür-
ler Kataloğudur (Arap ve Arap-Bizantin ve Osmanlı Kurşun Mühürlerine Mahsusdur, İstanbul
X
1309). Bir diğeri, Müze-i Hümâyûn İslâmî sikke kataloglarının VI. cildi olan “Meskûkât-ı Kadî-
me-i İslâmiyye Katalogları”ndan; Meskûkât-ı Osmâniyye Kataloğu”dur (I. Sultan Osman Han-ı
Evvelden Murad Han-ı Sâlisin Âhir-i Saltanatına Kadar Olan Zamanı Müctemidir, İstanbul
1334).
Her üç eser de (Ahmed Tevhid’in “Müze-i Hümâyûn Meskûkât-ı Kadîme-i İslâmiyye Kata-
loğu Kısm-ı Râbi”, Halil Edhem’in “Kurşun Mühürler Kataloğu” ve Halil Edhem’in “Meskûkât-ı
Osmâniyye Kataloğu”) ihtiva ettiği materyal ile sahalarında çok önemli birer kaynak eserdir.
İlâveten, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin koleksiyonu dünyadaki İslâmî sikke koleksiyonları
arasında en büyük koleksiyondur. Buna rağmen Osmanlıca olarak neşredilmiş “Meskûkât-ı
Kadîme-i İslâmîyye” serisinden 5 kitap, “Kurşun Mühürler Kataloğu” ve İbrahim Artuk’un
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmi Sikkeler Kataloğu 2 cilt İstanbul, 1970, 1974;
İbrahim Artuk’un TTK yayınları arasından çıkan İstanbul Arkeoloji Müzesinde Bulunan
Denizbacı Definesi hakkındaki eseri (1966) dışında ciddî hiçbir çalışma yapılmadığından, ko-
leksiyon nümismatik âleminde meçhûlde kalmaktadır. Bu vaziyet Osmanlıca neşriyâtın öne-
mini bir kat daha arttırmaktadır. Sadece Halil Edhem (Eldem)’in Meskûkât-ı Osmâniyye Kata-
loğu, yine Enderûn Yayınevi tarafından tıpkıbasım halinde çoğaltılmıştır.
5) Darphane üst düzey memurlarından olan Ali Bey’in Tarih-i Osmânî Encüme-
ni Mecmuası’nda bir seri halinde neşredilen makaleleri
Yine aynı zâtın kaleme aldığı ilk devir Osmanlı sultan ve şehzâdelerine ait sikkelerin ele
alındığı makaleler de önem arz ederler. Bunların içinde özellikle “Osmanlı İmparatorluğu’nun
İlk Sikkesi ve İlk Akçaları” isimli makalede Orhan Gâzî devrinde darbedilen sikkelerden
bahsedilmiştir ki, bu makalede kayda geçen ve çizimleri yapılan bir kısım akça el-ân hiçbir
koleksiyonda bulunmamaktadır.
XI
6) Darphane Raporları
1335 tarihli Darbhâne Raporları
1336 tarihli Darbhâne Raporları
1337, 1338, 1339, 1340 ve 1341 yıllarını tek cilt halinde ihtiva eden Darbhâne-i Milli
Raporu
1. Bâbda önce meskûkâtın konuları ve tarihi hakkında genel bilgiler verilmektedir. Bunlar
Meskûkât-ı Sarrâfiyye, Meskûkât-ı Hesâbiyye, Meskûkât-ı İstibdâliyye ve Evrâk-ı Nakdiyye alt
başlıklarından oluşmaktadır. 2. Fasılda ise Osmanlı devri nümismatiğinin özet tarihi, sikkele-
rin darp ve imal usulü, ölçü ve ayar, tedâvül eden paralar, akça, guruş, altın ve bakır ile Tas-
hîh-i Ayar ve Evrâk-ı Nakdiyye devirleri alt başlıkları içinde işlenmektedir.
sûl-i Mes û â -ı
2. Babın ilk faslında, altın ve gümüş sikkelerin ayarının nasıl tayin edildiğine dair ilmi
usuller ele alınmaktadır. 2. Faslında İngiltere, Hindistan, Fransa, Almanya ve Amerika’nın
para basma teknikleriyle ayarları hakkında bilgi verilmektedir. 3. Fasıl ise ölçü ve ayar
nizamlarının bütün devletlerin paralarına nasıl uygulanacağını açıklamaktadır.
3. Bab’ın ilk faslı, altın ve gümüş paraların tedâvül tarihine dair bilgi vermektedir. 2. Fasıl
altın ve gümüşün birbirine karşı parite tatbik kıymetini izah etmektedir. 3. Fasıl ise alışverişte
altının mı yoksa gümüşün mü kullanıldığını açıklamaktadır.
4. Bab’ın ilk faslı meskûkât ve madalya sanatlarının nasıl icad olunduğunu, 2. Faslı ise Dar-
bhâne’nin iç nizamı ve şubelerinin görevlerini izah etmektedir.
XII
Eserin sonunda piyasada tedavüldeki paraların durumu ve kıymeti hakkındaki ferman,
kâğıt para (Kavâim-i Nakdiyye)’nın piyasaya sürülmesi ve ilga edilerek piyasadan toplatılması
hakkındaki kararname, piyasaya arzedilecek Kavâim-i Nakdiyye hakkında nizamname lâyi-
hası, Meskûkât-ı Osmâniyye Hakkında İzâhnâme ve Kararnâme ile Eski paraların Kıymetleri
Hakkında Taʻrifnâme yer almaktadır.
Süleyman Sûdi Bey’in Usûl-i Meskûkât-ı Osmâniyye ve Ecnebiyye başlıklı eseri uzun yıllar
evvel İbrahim Artuk tarafından kaleme alınan bir giriş kısmıyla Enderûn Yayınevi tarafından
tıpkıbasım halinde neşredilmişti. Ancak, bugüne kadar Latin harflerine kazandırılmamıştı.
Osmanlı ve ecnebi meskûkat hakkında Osmanlı devletinde kaleme alınan bu ilk eser şüphesiz
çok önemli bilgiler vermektedir. Mamafih, o devirdeki mevcut malumatın eksikliği ve kolek-
siyonların kifâyetsizliği dolayısıyla bazı hatalar barındırmaktadır. Süleyman Sûdi Bey herşe-
ye rağmen Darbhâne Müdürü ve maliyeci olarak büyük bir iş başarmış ve görevinin hakkını
vermiştir. Bizim yaptığımız, Osmanlıca olarak neşredilen kitabı transkribe ederek günümüz
okuyucusuna kazandırmaktan ibarettir. Bu minvalde, kitabın orijinalindeki lisana ve termino-
lojiye dokunulmamıştır. Ancak yer yer kitapta bahsedilen paraların çeşitlerine dair fotoğraflı
örnekler ile meskûkâta dair ilmî bilgiler okuma kutuları içinde verilerek orijinal esere adetâ
canlılık kazandırılmıştır. Eser günümüz için nispeten ağır bir lisanla kaleme alındığından ve
pekçok teknik tabir barındırdığından, bu kutularda nümismatik hususunda ansiklopedik ve
Kitap hazırlanırken basit transkripsiyon usulü tercih edilmiştir. Ancak Arapça ve Farsça
olup dilimizde az kullanılan kelimelerin yanlış okunmalarına mâni olmak üzere, gerekli görü-
len yerlerde “hemzeler” (’), ayn harfi ise (ʻ) işaretiyle gösterilmiştir. Kelime sonlarındaki ismin
“-de” hali ve “redd” gibi şeddeli harfle biten kelimelerin yazılışında orijinal hali tercih edilmiş-
tir. Yine “mâliyye”, “aliyye”, “umûmiyye” gibi kelimelerin sonlarında orijinal haliyle “şeddeli”
usûl kullanılmıştır. Bu suretle akademik atıfta bulunacak araştırmacılar için mümkün mertebe
kullanılabilir bir transkripsiyon usulü takip edilmiştir. Bilhassa kadim tabirler, sikke çeşitleri ve
yabancı kelimeler için nümismatlarla istişare edilmiştir.
Kitabın Osmanlıca orijinalinde yüzlerce imla hatası tespit edilmiştir. Bunların bir kısmı
“hata-savab” cetvelinden kontrol edilerek tashih edilmiştir. Mamafih, o cetvelde geçmeyen
mürettip hataları ise metin içinde köşeli parantezle gösterilmiştir. O devir için elle dizilen
XIII
böylesine ağır ve ilmî bir metin için son derece makul seviyedeki imla hataları bu suretle
gözden geçirilmiştir. Ancak yine de gözden kaçan pekçok yanlış okuma ve imla hatalarının
tarafımızdan yapıldığı muhakkaktır. Bu hususta okuyucuların azami müsamahayı gösterecek-
lerine inanıyoruz. Asıl kitabı takip için eserin orijinal sayfaları köşeli parantezle gösterilmiştir.
Metinde herhangi bir sadeleştirme yapılmamıştır. İlim camiası ile koleksiyonerlerin ağır
sayılabilecek bu lisana ve terimlere aşina oldukları kanaatindeyiz. Sadeleştirilmesi halinde
akademik atıflarda kullanılmama mahzuruna istinaden eserin orijinal hali muhafaza edilmiş-
tir.
Kitabın orijinalinde geçen paralara dair fotoğrafların büyük kısmı Bahadır Kalaycı’nın ko-
leksiyonundan temin edildi. Kendisinin bu husustaki cömertliği takdire şayandır.12 “Nümis-
matik”in ülkemizdeki ilk temsilcilerinden Süleyman Sûdi Bey’i rahmetle yâdediyoruz.
sûl-i Mes û â -ı
12) Antalya Müzesine kayıtlı koleksiyoner olan Bahadır Kalaycı, önceliği İslâmî sikkeler olmakla birlikte, Ana-
dolu darplı gayr-ı İslâmî sikkeler de toplamakta ve birikimi ülkemizdeki özel sikke koleksiyonları arasında
çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Hâlihazırda 11.736 adet sikkesi Antalya Müzesi’ne kayıtlıdır. Koleksi-
yonundaki Anadolu Selçuklu Devleti ile Osmanlı İmparatorluğu sikkeleri onu dünya çapında önemli bir ko-
leksiyoner hâline getirmektedir. Kültür Bakanlığı’nın desteği ile Anadolu Selçuklu Devleti’ne ait sikkeleri 2,5
yıl süreyle Antalya Müzesi’nin geniş bir salonunda sergilenmiştir. Koleksiyonunu “www.bahadircoins.com”
internet sitesinde ücretsiz olarak tüm meraklı ve araştırmacıların bilgisine sunmaktadır.
XIV
Devr-i Sultan Mahmud Han-ı Sâni’den Beri Meskûkât-ı Şâhâne İdaresi
Düyûn-i Umûmiyye
Ferid Bey ve Muamelât-ı Nak- 28 Ağustos 1329 13 Kânun-i Evvel 1334
diyye Müdürü
6 Kânun-i Sâni
Reşâd Bey Selânik Defterdârı 5 Şubat 1335
1335
Memuriyet-i sâbıkasın-
Tevfik Bey Sivas Defterdârı 17 Şubat 1335
da ibkâ edilmişdir
El-yevm ibkâ-yı hıdmet
Niyazi Âsım Bey Bursa Komiseri 25 Mayıs 1335
etmektedir
13) 1336 Mâli Tarihli Darbhâne-i Amire Raporu, Haz. Niyazi Asım, Meskûkât-ı Şâhâne İdaresi, İstanbul: 1337/1921,
s 257.
XV
Süleyman Sûdi (1835-1896)
(1 Nisan 1885-28 Mart 1888 Darbhâne Müdürü)
Bismillahirrahmanirrahim
İfâde-i Mahsûsa
M uvaffakiyât-i celile-i hazret-i şehriyari âsâr-i bâhiresinden olan 1295 senesi İlgâ-
1
başlamış idiysem de, makâmat sahibi Harîrî merhûmun Dinariyesi’nde münderic olup manası
muhibb ü taliplerine muhıkk-ı sadık gibi lisan-i hal ile “senin vaslından bana fâide yokdur,
benden fâriğ ol” demek olan şu beytin
dair malûmat-i fenniyenin ve hâlis altun ve gümüş beynlerinde rû-nüma olup günden güne
artmakda bulunan nisbetlerin bilinmesi lüzumunu dahi münâsib mütalaa eylediğimden, on-
lara müteferri malûmatı dahi kütüb-i ecnebiye ile tashih-i ayâr zamanından beri Darbhâ-
ne’de çaşnigir-başılık hıdmetinde bulunan Fransalı mösyö Moro’dan bizzat tahkik ve bunları
mecmûaya zamm ü telhik eyleyerek işbu eseri vücûda getirdim. Ümid-varım ki, müntesibin-i
umûr-i maliyye indlerinde rehîn kabul olur ve görülen hatalar dahi onların himmetiyle tashih
olunur. Vallâhü lehü’t-Tevfik.
sûl-i Mes û â -ı
Süleyman Sûdi
2
-I-
Bâb-ı Evvel
Bâb-ı Evvel
Fasl-ı Evvel
Muktesidler meskûkâtı birkaç nevʻe taksîm ederek birine meskûkât-ı nakdiyye, diğerine
meskûkât-ı sarrâfiye, ol birine meskûkât-ı hesâbiyye diğer birine meskûkât-ı istibdâliye, diğer
birine de Evrâk-ı Nakdiyye demişlerdir ki, bu cümleyi Fransızlar mone (monnaie)1 lügatıyla
taʻrif ü tavsîf eylemişlerdir.
[8]
Meskûkât-ı Nakdiyye
Meskûkât-ı nakdiyye mutlaka altun veya gümüşden maʻmûl ve cismen ve hakikaten
sûl-i Mes û â -ı
mazrûb bulunduğu halde devletce taʻyîn ü takdîr olunmuş olan bir kıymet-i iʻtibâriyye ve ih-
tiyâriyye ile çarşı ve pazarlarda tadâvül eden nükûda ıtlâk olunur ki, Osmanlı altunları, İngiliz
liraları, Franklar, Marklar, Riyaller ve sâir bunlara mümâsil sikkeler, cümleten meskûkât-ı nak-
diyye aʻdâdındandır. Fakat ufak tefek alışverişlerde istiʻmal olunmak üzere bakır ve tunç ve
nikel gibi maʻadinden darb ü iʻmâl olunan sikkeler bu kabilden değildir.
1) Esâtîr-i Yunaniyye’de re’s-i Âlihât i᾽tikad olunan “Zeus'un zevcesi Junon'un’nin cümle-i esâmisinden biri de La-
tince “Moneta” olup Romalılar kendi pâyitahtlarında buna rekz etmiş oldukları puthâneyi hem maʻbed hem de
darbhâne ittihâz etmiş oldukları ecilden, mezkûr “Moneta” taʻbiri hem darbhâne ve hem de sikke maʻnâsına
ilm olmuşdu ki, taʻbîr-i mezkûr Latin silsilesinden olan bazı milel beyninde maru’l-beyân maʻnaları mutazammın
olmak üzere hâlâ bâki ve cârîdir. Nitekim mone (monnaie) kelimesi hem akça ve hem de darbhâne ve İtalyanca
“Moneta” sikke “Minta” darbhâne demek olduğu ve İngilizce “Mint” kelimesi de bundan müştak olup darbhâne
mone (monnaie) lafzı da akça maʻnasında müstaʻmel idüği umûr-i maʻlûmedendir.
4
l-ı Evvel
Meskûkât-ı Sarrafiye
Meskûkât-ı sarrâfiye hakikâten mazrûp ve bu sebeple de bir kıymet-i ihtiyâriyesi mevcûd
olmayup fakat meskûkât-ı nakdiyye misillü, bankalarda vesâir gûna ticaret evlerinde alınıp ve-
rilen altun ve gümüş külçelerdir. Meskûkâtın bu nevʻinin Memâlik-i Mahrûse-i Osmâniyye’de
tedâvülü henüz nâ-mesbuk ise de Avrupa’nın pekçok şehirlerinde kesretle tedâvül etmekde
olduğu her bâr müşâhede olunmakdadır. Mesela ticaret cihetiyle işine el vereceğini gözüne
kesdirdikde, 900 ayarında 8 kilogram gümüş parçasının mevcûdiyetini farz ederek Paris ban-
kası iş bu gümüş külçelerini emânet tarîkiyle sandığına kabul eder ve kabulü akabinde dahî
meskûkât-i nakdiyyeye tebdîl etdireceğini ra᾽na bildiğinden [9] bunun beher kilogramında
yüzde 1½ masârif-i darbiyye ve kezâ % ¼ yâhud % ⅕ ya᾽nî yüzde bir rubʻ yâhud bir hums
mesârif-i hıfzıyye tevkîf eyleyerek bedelini verir. Bundan anlaşılıyor ki, bankalar ile muamelâtı
bulunan eşhâs, zahriyye veyâ ciro tarîkiyle işbu meskûkât-ı mefrûza vasıtasıyla meskûkat-ı
nakdiyye misillü teâtî beyʻ u şirâya kolayca muvaffak olur. Meskûkâtın bu türlü tedâvülünde
gerek vâridâtınca gerek mesârifâtınca mûcib-i hayâl veyâ sahtekârlığa meyyâl bir fikr melhûz
olmadığından ve bâ-husûs vezn-i noksanı ve kesret-i istiʻmâl zaiyâtı gibi bir korku da bulun-
madığından, meskûkât-ı sarrâfiyenin meskûkat-ı nakdiyyeye rüchâniyeti böylelikle sâbit olur.
Meskûkât-ı Hesâbiyye
5
Bâb-ı Evvel
Meskûkât-ı İstibdâliyye
Meskûkât-ı istibdâliyye poliçeleri ahz u iʻtâsından dolayı meydana konulan ve borsalar-
da arbitraj2 denilen yani alaverecilik muamelâtında rû-nümâ olan meskûkâtdır ki, bundan
maksad ecnebi memleketlerin biri üzerine bir poliçeyi çekmek murâd olunduğu halde işbu
poliçeyi çeken kimse kendi menfaat ve ticareti daha ziyâde olmak için hangi tarîk ile gönde-
rilmek lazım geleceğini bulmak için mürâcaât etmekde olduğu tatbikât-ı hesâbiyye ve ittihâz
edeceği tedâbir-i müessireden ibâretdir.
Alaverecilik muamelâtı muamelât-ı ticariyye ve sarrâfiyyenin bir kısm-ı azâmı olup
hesâbâtı dahî her devletin usul-i meskûkâtına ve borsaları muamelâtına lâyıkı vechile malû-
matı olanlar taraflarından yapılmakda ve tedâvül-i nükûd hakkında ekser devletlerin Mâliyye
Nâzırı bu usulleri nazar-ı ehemmiyetten dûr tutmakdadır. Bâlâda esâmisi taʻdâd olunan dört
nevʻ meskûkâtın bir kıymet-i hakîkîyyesi, bir de kıymet-i mevzuʻası olunduğundan ve bu kıy-
metler de hükümetler tarafından neşr olunmuş olan târifelerde münderic bulunduğundan,
yani sıkleti iki dirhem dört kırat vezninde olan bir adet lira-i Osmânî’nin târife mûcebince
beher dirhemi [11] kırkdört Guruş hesabıyla kıymet-i hakikîyyesi doksan dokuz ve kıymet-i
mevzûası yüz Guruş olduğunu herkes bildiğinden alışverişlerinde bir gûna endişeye giriftdâr
olmazlar ve hatta bir memleket-i ecnebiyyeye geçmiş olan bir şahsın cebinde kendi mem-
leketinin gayr-ı meskûkât olmadığı takdîrde onları orada bulunan sarraflara mürâcaâtla o
smâniyye e cne iyye
memleketin meskûkâtına tebdîl edebilirler ise de şimdi beyân olunacak evrak-ı nakdiyye es-
hâbı memâlik-i ecnebiyyede bu türlü teshilâta mazhâr olamazlar.
Evrâk-ı Nakdiyye
Evrâkı Nakdiyye adetâ bir kağıt parçasından ibâret olduğu halde meskûkât-ı hakikîyye
makamında istiʻmâl olunur ve ahz u kabulünden kimse imtina edemezler iseler de meskûkât-ı
sahîhanın kıymet-i hakîkiyesiyle kıymet-i mevzuʻaları beyninde vâkiʻ olan nisbet misillü Evrâk-ı
sûl-i Mes û â -ı
2) Arbitraj (arbitrage) ism-i mahsûs olup poliçe alışverişi demek ise de envâʻı çokdur.
6
l-ı Evvel
yi redd ü kabulde herkes muhtâr tutulur. Sâlisen, hîn-i ihrâcında maddeten bir karışıklık gös-
terilir. Hâlbuki, Evrâk-ı Nakdiyye’de şu türlü emniyetler olmadığından onu tedâvüle vazʻ eden
devletin hakkaniyet [12] ve insâfından başka iʻtimâd ve istinâd olunacak bir şey görünmez.
Bank kağıtları meskûkâtın dâire-i vezâifini bir kat daha tevsiʻ edip bi’l-külliye onun makamına
kâim olmaksızın hidemâtını îfâ eder ve muamelâtı şu yolda teshîl etdikden başka mütedâvil
olan meskûkâtdan daha az külfete mâlik bulunduğu ve nakliye mesârifinden de bi’l-külliye
vâreste olduğu halde muamelâtın teksîr ü tevfîrini mûcib ve meskûkât-ı nakdiyye ile mümkün
olmayacak derecelerde servet ve sâmân husûlunü müstelzim olur ve şu mühessenâtı vücuda
getiren evrâk-ı mezkûre-i nükûdun kâim-makamı olup lüzumunu gördükçe o şekl ü kıyafete
derhâl tahavvül eder.
Bir bankanın gerek meskûk ve gayr-ı meskûk nükûdu ve gerek senedât ve tahvilât olarak
mevcûdu ihtiyacât-ı vakʻasına dâima kâfi olduğundan ve tedâvüle vazʻ eylediği banknotla-
rın miktarı da sermayesini asla tecâvüz edemeyeceğinden, bunların kıymetlerine asla halel
gelmez.
Meskûkât ne zaman icâd olunmuş ise meydana çıktığı anda kendisine tatbîk olunacak olan
kâffe-i zî-kıymet için numûne ittihâz kılınmış ve bu cihetle evvelleri mikyâs-ı umumi, sonraları
mizân-ı âdil nâmlarını ihrâz eylemişdir. İşbu mikyâsın kıymet-i zâtiyyesi kendine tatbîk olunan
emtiʻa ve eşya-yı sâire kıymet-i zâtiyeleri misillü kabilü’t-tagayyür olduğu cihetiyle, her ne
kadar gayr-ı kâmil görünürse de yine bir adamın eyyâm-ı hayatında velev bir zaman-ı mahdû-
7
Bâb-ı Evvel
Eşyâ-yı mevcûde kıymetine gelince: bunlardan birinin kıymeti tenâkus eylemedikçe di-
ğerininki terakkî edemez. Faraza bir kasabada hasebi’l-kılle derece-i nihâyede galî olan hınta
fiyatı ol sûretle devâm eylemiş olsa, halk sermâyelerinin kısm-ı aʻzâmını onun tedâriki ciheti-
ne hasr edeceğinden, bu halde orada bulunan eşya-yı sâireden hiçbiri kesb-i revâc ve terâkkî
eylemez. Lâkin bir aralık feyz ü bereket rû-nümâ olarak ihtiyâcın derecesi tenezzül etdikçe
hıntanın si'ri dahî tenezzül edeceğinden, onun yerine diğer bir şeyin tedârikince olan ihtiyaç
meydana çıkıp ol şeyin fiyatı tezâyyüd etmeye başlar.
Meskûkât ve nükûd denilen şey eşyanın mübâdelesini teshîl ederse de her bir mahalde
bulunan eşya ile mütenâsip ve mütevâzı olamaz. Bazı kimseler zann [14] ü kıyas ederler ki, bir
memleketin nükûd-ı mevcûdesi ol memleketde bulunan kâffe-i eşya-yı ticâriyyeye mütekabîl
olur. Hâlbuki hakîkatde böyle değildir, çünkü nükûdun dâimâ ve müstemirren âyâdi-i bâyiʻ
ve müşteride devrân edip durması sebebleriyle husûle getirdiği eşya kemiyyet-i asliyesinden
pek ziyâde olup sûret-i zâhirede olan ahz u iʻtâda eşya ile mütevâzîn görünüşü devren kazan-
dığı itibâr sebebiyledir. Yani sûret-i tedâvülü cihetiyle herşeyin mukabilinde bedel makamına
kâim olmasından nâşidir.
Zihn-i insâni evâil-i ezminede vukuʻa gelen ahz u iʻtâlarda akdi lazım gelen mukâvelâtın
ber-karar ve raddesini bulmakdan ve eşyâ-yı maddiyede mahsûs olan kıymeti anlamakdan
âciz olduğu sebeble, meskûkatın hîn-i icâdında mesela bir cismin ne kadar nükûd ile ilbâs
smâniyye e cne iyye
olunacağına hükm edemediği der-kâr ve her şahıs nükûdun mizân-ı kıymet ü bahâ etdiğinin
cezm u idrâk etmiş olduğu vakitlerde ise nükûd kıymet-i eşyaya tâbiʻ olarak inip çıktığı cihetle
ol zamanların mîzanları sahih olmadığı ve yine ol zamanlar meskûkât yalnız beyne’l-halk teb-
dîle alet-i kıyâs olunup devrî kuvvetiyle tevsîʻ-i dâire-i ahz u iʻtâ etmesi kaziyyesi meçhûl idüği
ve bu cümle ile beraber meskûkât-ı mütedâvilenin ekserîleri mahlût altun ve gümüşden darb
u iʻmâl olunup, bunların yerine başka bir şeyin kâ’im olabileceği maddesi bilinemediği âşikâr-
dır.
sûl-i Mes û â -ı
İşte şu ahvâl-i meçhûliyet-i istimâl bundan bir asır mukaddemine gelinceye değin her yerde
hükmünü sürmüş iken, bu gidişin pek yanlış olduğunu ilm-i iktisâd hükümetlere tanıtdırmış
olduğundan, er geç cümlesi tashîh-i ayar-ı meskûkâta mübâderet edip memleketlerinde
tedâvül etdirecek oldukları meskûkâtı meşhûd-ı bâsire-i ibtihâcımız olan şekl u sûretde bir
kefâlet-i mütenâsibe ile ortaya koyuldukları gibi baʻde mürûrü'z-zaman yine böyle bir nispette
tedâvül etmek [15] üzere Evrâk-ı Nakdiyye’yi de meydâna çıkarıp onu da meskûkat-ı nakdiyye
derece ü iʻtibârında tedâvül etdirmeye başlamışlardır. Vâkıʻa ʻukûl-ı beşerriyye kâffe-i eşya-yı
maddiyyede tasavvûr eylediği kıymetin evrâkda cidden ve tabiʻâten mevcûd olduğunu tasdîk
edemediğinden ve bâ-husûs böyle bir sûret-i maddiyyeye taʻyîn-i iʻtibâr etdirecek bir kıymet-i
mahsûsa-i tabiʻîyye bulunmamak hasebiyle herkes onu nazar-ı iʻtibâra koymamakda serbest
olduğundan, Evrâk-ı Nakdiyye’nin el-yevm maddeten kıymeti olan nükûd gibi nazar-ı iʻtibâ-
8
l-ı Evvel
ra alınması biraz baʻid görünüyorsa da ânifen beyân olunduğu üzere bankalarca bu bâbda
ittihâz olunmuş olan tedâbîr-i hakemiyye buralara meydân vermemekde olduğu der-kârdır.
Kıymetin kıyâs-ı umûmiyyesini bulmak pek müşkül olduğundan, kıymet “esnâ-yı mubâ-
dilatda kendisine müsâvî bir kıymet almış olan şeydir” demekden başka sûretle tâʻbîr bulu-
namaz ve ânifâ beyân olunan kavâ’im-i nakdiyyeden mâʻdâ hiçbir şey tâbiʻaten bir kıymete
mâlik olmadıkça enzâr-ı umûmiyyeye karşı zihin onun kıymetini taʻyîn edemez.
Zamanına hazâ kıymet ü bahâ nükûda tâbiʻ tutulmasıyla akça tavassut etmeyen şeylere
kıymet ve bahâ takdîri pek nâdirâtdan görünür. Vakıʻa mübâdelâtda nükûd kalîlü’l-istiʻmâl
olmak lazım gelse idi eşyâ-yı mübeddelede bir menfaat-ı tasarrufiyye fiile gelir idi. Amma
insan zihninde kemiyyetini adeden taʻyîn etdiği nükûdun kıymetinde tereddüd edemediğin-
den herkes maʻlûmu’l-kemiyye olan nükûd-ı mevcudesini bir kıymet-i muttaride ile umûr-ı
ticâriyyede idâre edip durmakda ve bu sûretle idâre etmediği veyâhud muamelât-ı hesabiy-
yesini mazbûtiyyet tahtında bulunduramadığı takdîrde nükûd-ı mezkûreyi sarrâfâne veyâhud
bir hey᾽et-i müşterekeye teslîm ile gerek sanayiʻ yolunda ve gerek istikrâzât ve havâlât sûre-
tinde nemâlandırıp zenginleşmektedir. [16]
Binâen-aleyh meskûkât ve nükûd yalnız tebdîlâta âlet olmayıp belki ol akçayı mütemâdi-
yen hıfz etmek ve onun vâsıtasıyla bir takım sermâyeler tedârik eylemek üzere kullanılıyor ve
büyük şirketlerde emniyyet daha büyük olduğundan oralarda akçanın menfaat ü fâ’idesi sâir
9
Bâb-ı Evvel
Fasl-ı Sâni
ve tunç gibi meʻadinden darb u imâl edilen ve şu müddetin devâmı esnâsında faizsiz olarak
birkaç defalar meydana çıkarılıp bi’l-ahire tedâvülden kaldırılan kâimelerin tafsilât-ı tarihiy-
yesine münhasır olacakdır.
Zirâ tashîh-i ayardan bed’ ile tâ Sultan Orhan Gazi’nin hengâm-ı saltanâtına kadar müntehî
olan beş asırlık bir zamanda meskûkât-ı Osmâniyye hakkında ne türlü tebeddülât vukuʻa gel-
diği bî-hakkın maʻlûm olamadığı ve elde bulunan tarih kitaplarının bize îsâl eylediği mâlûmât
ise yek diğere uymadığı şöyle dursun, selâtîn-i ʻizâm-ı mâziyyenin hengâm-ı saltanâtların-
sûl-i Mes û â -ı
10
l-ı Sâni
hazırda darb u iʻmâl edilen meskûkâtın envâʻ u evzâʻnı hakkında kesb-ı vukûf edilmek ve
lüzumu takdîrinde daha eski zamanların meskûkâtını şimdiki zamanların meskûkâtına muka-
yese ile kıymet-i hakîkîyelerini bulmak mümkün olamayacağından, buracıkda akça kelimesi-
nin müştak-ı menhî olan miskal ve dirhem denilen evzândan biraz bahs açmak münâsip addʻ
olunmuşdur.
Miskal kelimesi3 İbrâniyü’l-asl olarak muarreb olup o lisanda evzân-ı vasatîden maʻdûd
olan sıkl kelimesinden müştakdır. Bu sûretde sıkl kelimesi masdar veya ism-i mahsûs olup
miskal kelimesi onun mevzûn ve medlûlü veya ism-i mefʻûludur. Miskalın lisân-ı Türkî’de mu-
kabîli olmadığından aynıyla kabul olunmuş ise de lisân-ı Arabî’de mukabîli Latince’den mu-
arreb “dinâr” kelimesidir. Şu tahkîkata göre miskal ve dinâr kelimeleri vazʻ cihetleriyle elfâz-ı
müteradifeden addʻ olunmuş olduğu halde, meskûkât-ı zehîbenin evzân ü ayârları husûsla-
rında istiʻmâl olunduğu sabit olur ise de ehl-i divân katlarında ve ıstılâhât-ı kadîmede ve bâ-
husûs ol zamanlarda yapılan hesablarda miskal kelimesi yalnız taʻyîn-i ayarları husûsunda is-
tiʻmâl eylediği karîben verilecek izâhâtdan nümâyan olur.
Dirhem kelimesi Yunanü’l-asl olan Drahmi kelimesinden müştak olduğu halde, evvelâ
taʻcim ile direm, sâniyen sâniyen taʻrîb ile dirhem şekline ifrağ olunmuş ve el-yevm şekl-i
ahîr vechile zeban-zed bulunmuşdur. Evzân-ı evsat ile evzân-ı asgar denilen vezinlerde müs-
taʻmel olan dirhem mine’l-kadîm üç nevʻ olup bunun biri dirhem-i şerʻi, diğeri dirhem-i örfî
veya dirhem-i mîrî, ol biri dirhem-i [19] hesabîdir. Eczâ ve aksamı ne türlü şeylerden mürek-
3) Sıkl Tevrat’ın pek çok yerlerinde zikr olunmuş ve hatta Sıfrü’l-‘addin yedinci faslında on dört def᾽a zikr edilmiştir.
Sıkl kelimesinin Süryanicesi silâ᾽dır ki, Talmut'da mezkûrdur ve tafsîli gelecekdir.
11
Bâb-ı Evvel
Ağırlıkların Karşılıkları
1 kırat = 4 buğday
1 buğday = 2 fitil
1 fitil = 2 nakir
1 nakir = 2 kıtmir
1 kıtmir = 2 zerre
sûl-i Mes û â -ı
Şu takdîrâta göre evzân-ı evsatın hadd-i ekberi miskal hadd-i asgarî buğday olup uzak
asgarın hadd-ı ekberi kırat hadd-ı asgarı zerre olmuş olur ve taʻbir-i diğerle evzân-ı evsatın
müntehâsı evzân-ı asgarın müptedâsı olarak her iki vezinde vâhid-i kıyâsî kırat olduğu halde
evvelkide aded kırat yirmi dört, ikincide aded-i kırat on altı olup evvelki ikincinin bir buçuk
misli olmuş olur. [20] Miskal ve dirhem kelimelerinin asl-ı esasları bâlâda zikr u beyân olundu-
ğundan şimdi de bunların aksamı olan denk ve kırat kelimeleriyle onların aksam ü eczâsında
bahs olunacakdır. Ehl-i lugatın beyânâtına göre denk kelimesi fi’l-asl Arabî olan dank [dâng]
kelimesinden muhaffef olduğu halde dirhemin rubʻu olan vezne ilm olmuşdur. Kıratın lisanî
Arap’da aslı “yâ”sız olarak kırat şeklinde bulunmuş ve yine bu lisanda dânkın nısfı olan vezne
ilm olmuş ise de lisân-ı Türkî’de “ya” ile kîrat şeklinde yazılmaya başladıkdan sonra denkin
12
l-ı Sâni
rubʻu addedilmişdir. Erbâb-ı lugat dânk [dâng] kelimesi Türkçe’de kuş yemi denilen nebâtın
tohumu ve kırat kelimesi ufak ufak kesilip tencereye atılan armut parçaları deyu taʻrif etmiş-
ler ise de kıratın Türkçe mukabili keçi boynuzu çekirdeği olup bu çekirdeğin sıkleti behemehâl
kuş yemi tohumlarından daha ziyâde olacağından şu taʻrifâtda pek de isâbet müşâhade olu-
namamakdadır.
Kamus mütercimi dirhemi taʻrif eylediği sırada “bir dirhem altı dânk ve bir denk iki kırat
ve bir kırat iki tassûc ve bir tassûc iki habbedir ve habbe bir dirhemin sümününün südüsüdür
ki, dirhemi kırk sekiz cüz’ünde bir cüz’îdir dedikten sonra dirhem aslen altı dank [dang] ibâret
iken bâdehû akça tâbir olunur sikkeli fıddada istiʻmâl olunmaya başlandı” demişdir.
Fi’l-hakîkâ ilm-i hesapda Türkçe olarak en evvel yazılmış olan Hacı Atmaca ile Risâle-i
Ken’aniyye ve Miftahu’l-Künûz nâm kitaplarda direm demek akça demekdir. Diremin aksam
ü izʻafı şunlardır, yanî
1 direm = 1 akçaya
1 akça = 100 peşîze
1 peşîze = 100 şaʻire
1 şa’ir = 100 hardala
1 hardal = 100 zerreye
Süleyman Sûdi Bey’in “Direm” olarak bahsettiği, sikke birimi olan “Dir-
hem”dir. İlk Osmanlı akçelerinin darbedildiği tarihlerde İlhânî sikke bi-
rimi dirhem, 1,20-1,30 gr civârında darbediliyordu. Gösterilen bu tab-
loda “şaʻir” ile arpa tanesi,“hardal” ile hardal tohumu tanesi, “haşve”
ile aralığı dolduran zerreden de küçük bir alt birim ifâde edilmektedir.
[21] musâvî farz olunmuşdur ve sümün-i diremin yani bir akçanın sekiz kısmından bir
kısmına da pul denildikden sonra izʻafına nakl-i kelâm edilerek kese ile akça yazılacak olsa,
nakdiyye ve akça tamâm elli bin olsa hadde deyu yazılır ve mikdâr-ı akça otuz bin olsa ona
da hadde denir ve bazı akçalar ki, paslanmış ola ve bazısı ki kıra gele, ol akçalara kem-ayar
13
Bâb-ı Evvel
deyu başka başka yazılmak icâb eder. Amma filori olsa hasene deyu yazılıp Sultaniyye-i tam
ve Sultaniyye-i nâkıs ve Efrenciyye ve Engerüsiyye bu kadar sikke deyu cinsleri başka başka
yazılmak ve Filoride on bin sikke tamam ola, hadde deyu terkîm olunmak lazımdır deyu taʻrîf
ü beyân olunduğundan, hesabât-ı divâniyyede akçanın dirhemden hiçbir farkı olmadığı an-
laşılır.
Peşiz, sittîn vezninde Farsî olup bakır veya tunçdan mamûl meskûkâta ıtlâk olunmuş ve
Arabîsi füls, Türkçesi Mangır olmak üzere kütüb-i lugatda zikr olunmuşdur. Fitil Arabî olduğu
halde yanacak şeylere vazʻ olunan bükmeye ilm olmuş iken, ıstılahda buğdayın rubʻu olan
vezne tahsîs edilmişdir. Nakîr küçük kap manasında ise de ıstılahda fitilin nısfı olan vezne ilm
olmuşdur. Kıtmirin lügatça maʻnâsı başka ise de ıstılahât-ı evzânda hurma çekirdeğinin arka-
sındaki beyaz noktalardan remz olarak nakîrin nısfı iʻtibâr edilmiş ve zerre hubûbâtdan darı
maʻnasında iken, ıstılahda evzân-ı sagirenin hadd-i asgarı olan vezne ilm olmuşdur. Hardal bir
nesneyi ufak edip kesmek maʻnasında ise de, ıstılahda şaʻirin, haşv şuʻaât-ı şemsiyyeden remz
olarak zerrenin, yüz kısmında bir kısmına tahsîs kılınmışdır.
Muhâsebeyn-i sâlife-i divâniyyenin direm ve eczâsını bâlâda murakkam olduğu üzere
kesr-i âʻşârı kaidesiyle yüzer yüzer taksîmâta uğratılmaları ne esâsa mübtenî [22] olduğu
maʻlûm değilse de Fransa mesâhât ve ekyâl ü evzânın vâhid-i kıyasîlerine esas ittihâz olunan
kâideye pek müşâbih olduğundan keşf ü halli erbâb-ı vukûfun himemât-i mahsûsalarından-
mütevakkıʻdır.
smâniyye e cne iyye
İsimleri yukarıda sabk eden kütüb-i hesabiyyeden Hacı Atmaca asr-ı Sultan Bâyezîd Hân-ı
Sâni’de sâirleri daha sonra lisân-ı Arabî ve Farsî’den Lisân-ı Türkî’ye nakîl ü tercüme ve tertîb
ü te’lîf edilmiş ve ol zamanlarda ise dirhem mukabîli darb u iʻmâl olunmuş olan akçaların
vezn ü sıklet-i aslîleri tebeddülât ü tegayyürâta uğratıldığı şöyle dursun, gümüşün gayrı olan
maʻadinden dahî meskûkât darb u iʻmâli rayegân olmamış olduğundan, onların şu hesaplarını
zamanları muʻamelâtına tatbîk etmek ileriye taʻlîk olunup şimdilik te’sîs-i bünyân-ı Devlet-i
sûl-i Mes û â -ı
Osmâniyye’de bidâyeten meydân-ı tedâvüle vazʻ edilmiş olan akçanın hal ü şanlarıyla vukuʻat
ve hâdisât-ı sâirelerini sâlifü’l-beyân miskal ve dirhem denilen vezinlere tatbîk etmek için
tevârih-i mevcûde-i Osmâniyye’nin bu husûsa müteferriʻ olan makalâtını yegân yegân gözü-
müzün önüne alırız.
14
l-ı Sâni
Selçukiyye ile meskûk iken mesnedâra-yı eyvân-ı vezâret olan Alaeddin Paşa savâb-dîde
üzere vücûh-ı derâhîm ve denânîr nâmlarıyla zinet-pezîr oldu” ve Tacü’t-Tevârih’de yediyüz
yirmi dokuz sene-i hicriyesinin vukuʻatı sırasında “Nükûd-ı nukre [23] ve tılâ4 ism-i sâmi-i pâ-
dişâh-ı zâman ile mahallî oldu” ve Gülşen-i Maarîf’de yedi yüz dokuz senesinin vukuʻatı sıra-
sında “Sim u zere ism-i Orhanî üzere sikke vuruldu” ve Solakzâde’de ol âna gelince râyic olan
akça ve altun Âl-i Selçuk sikkesi idi; yediyüz yirmi dokuzda Orhan Han’ın nâm-ı şerîflerine sikke
kazıldı ve bin nefer piyâde yazılıp bunlara günde 1 akça-i Osmânî ki, rubʻ-i dirhemdir vazîfe
taʻyîn olundu ve Nuhbetü’t-Tevârih’de Sultan Orhan Bursa’ya nüzûl-ı iclâl buyurduklarında
729 birâder-i mükerremleri Alaeddin Paşa savab-dîdi ile bilâd-ı İslamiyye’de revân olan tılâ
ve sim ism-i sâmi ve nâm-ı kirâmi-i Orhan-hanî ile meskûk oldu. Ondan evvel cârî olan nükûd
esâmi-i selâtîn-i Selçukiyye ile meskûk idi. Mevlâna Kara Halil mübâşeretiyle tâife-i Etrâk’dan
cevânan-ı çâlâk intihâb olunup her birine günde bir akça-i Osmânî ki, rubʻ-i dirhemdir, vazîfe
taʻyîn olundu" ibâreleriyle tasvîr-i ahvâl edilmiş ve Solakzâde ile Nuhbetü’t-Tevârih’in şu kul-
ları Kâtip Çelebi merhûmun Cihannümâsı’nda da aynıyla münderic bulunmuş. İşte tarihlerimi-
zin en eskisi bulunan şu altı kitap münderecâtından Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’de sikkenin
en evvel icâdı asr-ı Orhan Hâni’de Bursa şehrinin makarr-ı saltanat ittihâzından sonra vukuʻa
geldiği ve Selâcika akçalarına iltibâs vukuʻundan ihtirazen nâmına “akça-i Osmânî” denildi-
ği ve bu akçanın vezn ü sıkleti rubʻ-i dirhem olduğu ve dirhem ve denânîrden murâd vezn
demek olmayup âdetâ altun ve gümüş meskûkât demek olduğu sarâhâten anlaşılmakda ise
de kesilen akçaların veznine esâs ü mikyas edilen dirhem dirhem-i şerʻî miydi yoksa dirhem-i
15
Bâb-ı Evvel
devrinde ilk Osmanlı altını olan Sultânî tedâvüle çıkarılmıştır (Hicrî 882/Milâ-
dî 1478).
Akçenin ayarı binde dokuz yüz idi. 1697’den sonra darbedilen Akçeler %10
bakır ihtiva etmektedir. Zaman içinde Akçenin ağırlığı düşmüş ve altına karşı
devâmlı değer kaybetmiştir. Ağırlığının hafiflemesi nedeniyle Akçeye karşı
piyasadaki her türlü mamulün de fiyatının arttığı görülür.
sûl-i Mes û â -ı
meskûkât-ı Osmâniyye müşahede olunmuş ise de erbâbı tarafından sırasıyla cemʻ u tertîb
olunmayıp dökme dökme ve karışık bir halde vazʻ-ı camekân edilmiş ve tefrîk u temyîzi ise
zamanlara muhtâc görülmüş olduğundan bundan dahî maʻmûl ü muntazır olan faideye dest-
res olunamamışdır.
Hacı Atmaca’nın kitabına gelince: müellif bunda “Miskale dinâr dahî derler. Miskal ehl-i
divân ıstılâhâtında altı dankdan ibâretdir ve bu dank yirmi [25] dört kıratdır ki, bir çekirdek
demekdir” dedikden sonra miskal ve eczâsının defâtir-i sultaniyyede sûret-i terkim ve taʻda-
dını dahî beyân edip şöyle bir misâl ile irâd-ı makâl eylemişdir.
Misal
Siʻr Siʻr R Siʻr L T
1 2 3 4
16
l-ı Sâni
17
Bâb-ı Evvel
dermişti. Zamanla Akçe adı yalnız bir hesap birimi olarak varlığını
sürdürmüştür (Halil Sahillioğlu, “Akçe”, TDV İA, c 3, İstanbul, 1989,
s 224-227). Son Osmanlı “Akçe”si II. Mahmûd’un cülûsunun 15. se-
nesinde darbedilmiştir.
Kırat ve şa’ir şu türlü rumûzât ile yâd ü tezkâr olunup miskal-i tam olunca ibâre miskal ile
yâd olunur. Miskalin fevkinde olan aded-i erkamdan murâd, kırat tahtında bulunan aded-i
erkamdan murâd şa’irdir demişdir.
Akçanın vezn ü sıkleti hakkında şu türlü temhîdâta girişmekten murâd-ı âcizi, bâlâda
isimleri taʻdâd olunan târih kitaplarında asr-ı Orhan Hân Gazi’de kesilen akçaların dördü bir
dirhem idi deyü musarrah iken onlardan sonra yazılan Cevdet ve Netâyicü’l-Vukuʻat tarihle-
rinde “bir dirhem gümüşden üç akça-i Osmânî kesildi” tarzında meşhûd u muharrer olan fık-
raları tenkîd ile yek diğere yaklaşdırmak esâsına müsteniddir. Yani bir miskal yirmi dört kırat
ve bir dirhem on altı kırat olduğu halde yirmi dört adedinin bilâ-kesr rubʻu altı kırat ve on altı
adedinin sülüsü beş kırat ve bir buğday edip dirhemde olan kırat ve buğdaylar cemʻ edildikde-
yekûnu on beş kırat üç buğday tutacağı âşikâr olduğundan, ol vakitler kesilmiş olan akçaların
smâniyye e cne iyye
miskal veznine tatbîkinde bi’t-tabiʻ dördü ve dirhem veznine tatbikinde dahî üçü bir dirhem
keseceği ve bu cihetle her iki rivâyet beyninde görülen mübâyenet böylelikle izâle edilmiş
olacağı der-kârdır.
İmdi asr-ı Orhan Hân Gazi’de kesilen akçaları tammü’l-vezn olarak cümlesi altışar kırat
vezninde katʻ u ihrâcı kâide-i mevzuʻasından iken ekserîyâ tesâdüf olunduğu ve erbâb-ı
fenn-i meskûkât indlerinde müsellem bulunduğu [26] üzere bunlardan bazılarının bir veya iki
buğday eksiğine çıkarılması ya tolerans farkından veyahud kesret-i istiʻmâl cihetinden vezn-
sûl-i Mes û â -ı
lere noksaniyyet tertîb etmiş olacağı teslîm olunmasa bile esâs veznin buğday olduğuna göre
bir memleketde hâsıl olan buğdayın vezn ü sıkleti diğer memleketde husûle gelen buğdayın
vezn ü sıkletine müsâvî olamayacağı müsellem ve bâ-husûs ol vakitlerde iʻmâl olunan dirhem
ve terâziler şimdilerde yapılan dirhem ve teraziler kadar dakîk ü rakîk olmayacağı emr-i gayr-ı
müphem olduğundan, mebhûsu’ı-anh olan akçaların veznlerinde meşhûd olan noksanlıklar
ihtiyârî olmayan şu türlü hallerden neş’et edeceği ve şu halleri Fatih Sultan Mehmed zama-
nında kesilen akçaların vukuʻatı dahî ispât eyleyeceği âşikârdır.
İşbu zaman akçalarının ayarları bahsine gelince: yukarılarda esâmisi zikr olunan tarih ki-
taplarında asr-ı Orhan Hân Gazi’de kesilen akçaların bir dirhemliğinde kaç kırat hâlis gümüş ve
kaç kırat bakır olduğu ve mesârîf-i darbiyye ve iʻmâliyyesi içerisinde mi yoksa dışarısında mı
tasviye olunduğu ve iʻmâl-i meskûkâtdan dolayı hâzine-i devlete bir gûna fâiz ü temettuʻ hâsıl
18
l-ı Sâni
olup olmadığı bahislerine dâîr sarâhat yok ise de, mahallinde görüleceği vechile sonraları
icrâ edilen tecrübe ve imtihanlarda bu akçaların yüzde doksanı hâlis gümüş ve yüzde onu
derûnuna katılan bakır olduğu ve nefʻ-i temettüʻ bahsi Fatih zamanında nazar-ı ehemmiyete
alınıp külliyetli kâr görülmesiyle ondan sonra ilerledikçe ilerlediği sâbit olur.
Gerek akça-i Osmâniyye’nin ve gerek sonraları katʻ u darb olunan umum meskûkât-ı
Osmâniyye’nin bidâyet-i darb ü ihdâsından tashîh-i ayar zamanına kadar geçen eyyâmda
bunların şekl ü şemâli ne idi, yani kıtʻaları müdevver miydi yoksa murabbaʻ ve müseddes
miydi ve yazıları ne nevʻ yazı idi ve yüzlerinde [27] mahall-i darbları veya tarih-i darb ü ih-
râcları muharrer ve murakkam mı idi? şuralarının tedkikâtı erbâb-ı fenn-i meskûkâtın kuvve-i
nâfizasına tevdiʻ edilerek maksad-ı asliye devam olunur.
Şöyle ki:
Asr-ı Orhan Hân Gazi’den Sultan Murâd Hân-ı Sâni’nin birinci saltanatlarının nihâyetine
değin müddetde Bursa’da kesilen akçaların vezn-i esâsîleri oldukça muhafaza olunabildikden
başka, feth olunup doğrudan doğruya taht-ı idâreye alınan bilâdın büyük şehirlerinde yani
Edirne, Siroz, Amasya, Ayasluğ gibi benderlerde dahî akça darb u iʻmâli maddeleri usûl ittihâz
kılınmış olduğundan, bu müddeti teşkîl eden yüz yirmi senelik bir zamanda akça yüzünden
beyne’l-ahâlî hiçbir gûna sızıltı vukuʻa gelmemişdir.
Vakta ki pâdişâh-ı müşârunileyh tâc-ı saltanâtı necl-i necibleri Sultan Mehmed Hân-ı Sâni
hazretlerine terk ü ferâgatla Manisa’ya çekildiklerinde pâdişâh-ı cedîdin cülûslarına alâmet
19
Bâb-ı Evvel
Kanuni Sultan
Kostantiniyye 960 ayar
Süleyman
İbrahim Kostantiniyye 965 ayar
İbrahim Kostantiniyye 960 ayar
III. Mehmed Kostantiniyye 955 ayar
IV. Murad Kostantiniyye 800 ayar
IV. Murad Mısır 900 ayar
IV. Mehmed Kostantiniyye 950 ayar
IV. Mehmed Kostantiniyye 845 ayar
Vezn ü sıkletlerinin tenkîsine başlanılan akçaların asr-ı Sultan Bâyezîd-i Sâni’ye değin ol
vechile tenkîsine devâm olunmuş ise de ayarlarına dokunulmamış iken, devr-i mezkûrda bir
çığır daha açılıp hükmü bin iki yüz kırk dört senesine kadar sürmüş ve bu maddeler akçaların
kadr u kıymetini büsbütün mahv ü izâleye sebeb olmuşdur.
Şöyle ki:
Devr-i Bâyezîd Hân’a gelinceye kadar geçen eyyâmda doksan ayarında olan yüz dirhem
gümüşden dört yüz adet gümüş akça kesilmek adeti câri olduğu halde ondan sonra bunların
ayarına dahî dokunulup seksenbeş ayarında olan yüz dirhem gümüşden beş yüz akça kesil-
Fotoğraf 1
855 Senesinde, Serez
(Serres/Yunanistan)’de
darbedilmiş Akçe (1,00 gr. 11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 229
Fotoğraf 2
865 Senesinde, Kostantiniyye
(İstanbul)’de
darbedilmiş Akçe (0,90 gr. 11-12 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5211
21
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 3
875 Senesinde, Kostantiniyye
(İstanbul)’de
darbedilmiş Akçe (0,90 gr. 11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 1592
Fotoğraf 4
885 Senesinde, Serez
(Serres/Yunanistan)’de
darbedilmiş Akçe (0, 80 gr. 10-11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5218
Fotoğraf 5
886 Senesinde, Bursa’da
darbedilmiş Akçe (0,75 gr. 11,5 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
smâniyye e cne iyye
No: 5207
22
l-ı Sâni
II. Mehmed (Fâtih)’in ilk cülûsunda (Hicrî 848/Milâdî 1444) yaptığı sikke
tecdîdi akabinde vuku bulan, yeniçerilerin ayaklandığı ve tarihe “Buçuk-
tepe Vak‘ası” adıyla kaydolmuş isyan gerçekleşmiştir. Buna rağmen II.
Mehmed 2. cülûsunda da (Hicrî 855, 865, 875, 885 ve 886 yıllarında) sik-
ke tecdîdleri yapmış; yukarıda da bahsedildiği üzere, bu tecdîdlerle eski
Akçeler yasaklatılmıştır. Bu hususla alâkadar II. Mehmed’in dikkate değer
bir fermanı Latin harflerine çevrilmiştir. (Halil İnalcık-Robert Anhegger, Ka-
nunname-i Sultani Ber-Mûceb-i Örf-i Osmani, Ankara: TTK, 2000)
Nişân-i hümâyûn ve misâl-i meymûn -enfezallâhu ilâ yevme yeb‘asûn hük-
mi oldur ki: işbu dârende-i misâl-i şerîf kulum ... Ayasuluğ ve Aydın ve Sa-
ruhan ve Menteşe sancaklarına ve Tonuzlu vilâyetine gümüş ve eski akça
23
Bâb-ı Evvel
üzerlerine kadîmen ve hadesen tarh olunan aʻşâr u rüsûmâtın ve tebaʻa-i gayr-ı Müslimeden
ahzı muʻtâd olan cizyenin mikdârları hep akça hesabıyla kayd u tescîl olunmuş ve mahkeme-
lerde tanzîm olunan iʻlam ve hüccet ve sened gibi vesâikden hükkâm-ı şerʻî maʻaşa mukabili
ahzı kararlaşdırılan resimlerin tarifesi yine akça hesabıyla taʻyîn edilmiş olduğu gibi inşâ ve
ihyâ edilmiş olan bunca ma'âbid [30] ve medârise ve müberrât-ı sâireye memûr edilen mü-
derris ve hatîp ve imâm ve sâir gûna hüddâmın vezâîf-i yevmiyeleri yine akça hesabıyla vazʻ
edilmiş. Ve’l-hâsıl hazâin-i devletin muamelât-ı resmiyyesi ve dahl u harc emvâlde vâhîd-i
sûl-i Mes û â -ı
kıyâsisi hiçbir vakit akçanın gayrı meskûkât üzerine binâ edilmemiş iken, mücerred rû-nümâ
olan müzâyaka-i mâliyyeyi defʻ ü izâle etmek için tedâvülde olan akça kıymetlerinin yarıya
tenzîli ile hem i’râd ve hem masrafdan tenzîlât icrâsı tedbîrine mürâcaʻâta mecbûriyet hâsıl
olmuşdur.
Sultan Murad-ı Sâlîsin vukuʻ-ı irtihâliyle hil’at-ı saltanatın Sultan Mehmed-i Sâlisin dûş-i
ikbâline erişdikden altı sene sonra, yani bin dokuz senesinde tashîh-i sikke maddesi yine
meydâna konulmuş ise de müessîr bir tedbîr ittihâz olunmamışdır. Ravzatu’l-Ebrâr bu vakʻa-
yı beyân sırasında vezir Yemişçi Hasan Paşa mübâşeretiyle tashîh-i sikke olunup altun yüz
yirmi, Guruş seksen akçaya tenzîl olundu demiş ise de tashîh edilen sikke ne türlü sikke ol-
duğunu göstermediği ve hususuyla daha ol zamanlarda Guruş denilen sikke, meskûkât-ı
Osmâniyye’de vâhid-i kıyâsî ittihâz olunmadığı cihetle, müellifin bundan murâdı ol zamanlar-
24
l-ı Sâni
da Memâlik-i Osmâniyye’ye yayılmış olan meskûkât-ı ecnebiyyeye bir râyic taʻyîn etmekden
kinâyet olsa gerekdir. Zirâ Yemişçi Hasan’ın tercüme-i haline bakılır ise zaman-ı sadâretinde
bir eser-i hayr vâkiʻ olmadığı tarih-şinâsân indinde müsellemdir.
Her ne hal ise, akça-i Osmanî’nin bidâyet-i ihdâsından bin yirmi sekiz senesine gelinceye
kadar kâh ayarı ve kâh vezn ü sıkleti tebdîl ü tağyîr edilmiş ise de ber-minvâl-i muharrer tedâ-
vül-i meskûkâtda hiçbir vakitde vâhid-i kıyas olmaklıkdan ıskat edilememiş ve tevziʻ-i mevâ-
cîb zamanında şâyet hazînede akça [31] mevcûd olmayıp da altun sikke bulunur ise bunlar
akçaya tebdîl olunarak ve râyiciyle altun verilerek tesviye-i maslahât edilir imiş.
İşte tedâbîr-i meʻlûfeden dolayı akçaların kıtʻaları küçüle küçüle bir hâle getirilmiş ve bu
hâl dahî muaʻmelâtca suʻubetini intâc etmiş olsa gerekdir ki, Sultan Osman Hân-ı Sâni’nin
İlk Onluk Akçeler Sultan II. Mehmed (Fâtih) (Hicrî 855-886/Milâdî 1451-
1481) devrinde darbedilmeye başlanmıştır. Üzerlerinde Hicrî 875 (Milâdî
1470-1471) senesi vardır. Elimize geçen numûnelerden anlaşıldığı üzere
bu ilk onluklar Kostantiniyye (İstanbul) ve Novar (Novo Brdo/Kosova)’da
darbedilmişlerdir. Onlukların darbına II. Bâyezîd (Hicrî 886-918/Milâdî
1481-1512) devrinde de devâm edilmiştir. II. Bâyezîd’in Onluk Akçesi Hicrî
886 (Milâdî 1481-1482) senesini taşımaktadır. Kostantiniyye (İstanbul)’de
Süleyman Sûdi’nin eserini kaleme aldığı tarihde elinin altında Osmanlı sik-
keleri ile alâkadar sâdece Stanley Lane-Poole’ün “Catalogue of Oriental
Coins in the British Museum / The Coins of Turks in the British Museum,
Volume VIII” isimli eseri ile İsmâ’îl Gâlib’in “Takvîm-i Meskûkat-ı Osmâ-
niyye”si bulunmakta idi. Stanley Lane-Poole’ün eserinde ilk devir Osmanlı
Onluk Akçeleri mevcut değildir. İsmâ’îl Gâlib bahsi geçen eserinin 41. say-
fasında 71 numaralı sikke olarak Sultan II. Mehmed’in Kostantiniyye (İstan-
bul) Onluk Akçesi gösterilmiştir.
25
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 6
Sultan II. Mehmed nâmına, 875
senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen Onluk Akçe
(9,13 gr. 20 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 10482
Fotoğraf 7
Sultan II. Osmân nâmına, 1027
senesinde, Cânca (Gümüşhane)’da
darbedilen Onluk Akçe
(2,50 gr. 18-19 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5542
cülûslarının ikinci senesinde, yani bin yirmi sekiz tarihinde sâdır olan fermân-ı âli üzerine
cedîd akça ve onarlık Osmâni namlarıyla iki nevʻ akça katʻına mübâşeret olunup şıkk-ı sâni
defterdârı Bekir Efendi Darbhâne üzerine nâzır taʻyîn olunmuş ve kendüsüne on kese altun
smâniyye e cne iyye
sermâye verilip Memâlik-i Mahrûse darbhâneleri açdırılmış ve bir zaman cedîd akça münteşîr
olup eskisi geçmesin deyu nidâ olunmuş ise de yeni akçalar vefâ etmeyip müzâyaka zuhûr
etmekle eski akçanın sahîhü’l-ayarı yürümeğe izn-i sultânî sâdr olmuşdur. Sâlifü’z-zikr cedîd
akçalar beyne’l-a’vâm “Bekir Efendi akçası” demekle maʻrûf olunduğu ve sıhhatine delâlet
etmek üzere bazan da “Ceyyidü’l-ayâr Bekir Efendi akçası” nâmıyla zebân-zed bulunduğu
Nâimâ tarihinde muharrerdir.
Mümâileyh Bekir Efendi şıkk-ı sâni defterdârı olduğu halde anefü’l-beyân tecdîd-i
sûl-i Mes û â -ı
meskûkâtta darbhâneye nâzır taʻyîn olunmuş ve muahharân dahî devr-i Sultan Murad Hân-ı
râbiʻde vezâretle baş defterdâr olmuş iken, ol vakit vezîr-i aʻzâm olan Siyavuş Paşa’nın ilkaâtı-
na uğrayıp katl olunmuşdur. Bekir Efendi’nin kesdirmiş olduğu akçalarla onluk Osmanîler mu-
haddes birer sikke olmayıp zaten mevcûd olan akçalar züyûfunun menʻ-i tedâvülüyle berâber
muʻamelâtca ve büyücek ahz u iʻtâlarca teshîlât-bahş olmak üzere mevcûd akçaların on ade-
dine müsâvî büyük kıtʻada diğer bir sikkenin daha meydân-ı tedâvüle vazʻ olunması tedbîrin-
den ibâretdir. Darbhânelerin açdırılması bahsine gelince: [32] tevârih-i eslâfda darbhânelerin
kapatdırılmasına dâir bir söz olmadığından burası meçhûl ise de yeniden açdırılması tevsiʻ
ve tesriʻ-i darb ü iʻmâlât mütâlaʻatından neş’et eyleyeceği ve bu âna kadar mesbûk olmadı-
ğı halde şu teşebbüsât arasında darbhâneye on kese altun sermâye verilmesi de onu te’yîd
edeceği âşikârdır.
26
l-ı Sâni
Müşârunileyh Sultân Murad-ı râbiʻin hengâm-ı saltanâtında sikke ahvâlince bir gûna te-
beddül ü tagayyür vukuʻuna dâir tevârih-i mevcûdede bir gûna kayd ü sarâhat olmayup fakat
bin otuz beş senesinin vukuʻatı sırasında ve kaim-makam Gürcü Mehmed Paşa’nın tercüme-i
hali sadedinde mümâileyhin “tecdîd-i sikke-i hümâyûna bezl-i himmet etmiş idi” deyu Târih-i
Naʻimâ’da bir fıkra daha görülmekde ise de ziyâde tafsîlât-ı camiʻ olmaduğından müellifin
bu kayıtda mûradı hîn-i cülûsta tecdîd-i murâd olunan akçaların hüsn-i intizâm üzere darb u
iʻmâl olunmuş olduğuna ve ber-muʻtâd-ı râyic taʻyîn edildiğine bir işâret olsa gerekdir.
Naimâ’nın bin kırk beş senesi vukuʻâtını beyân ve pâdişâh-ı müşârunileyhin Erzurum'a
teşrîf eylediği zamanı ityân sırasında bir fıkra daha görülür ki, târih-i meskûkâtca gayet
ehemmiyetli ve muʻamelât-ı âtiyyeye başlangıç olduğu cihetle kıymetlidir. O fıkrada “Mâh-ı
Muharrem’in on sekizinde inʻam çıkıp nefer başına biner akça bahşîş verildi. Ol dahî kesik
para olmağla ikişer akçaya sarf etdiler” sözleridir.
Fıkra-yı mezkûre mezâyasından ol vakitler akçadan maʻdâ meydanda “para” nâmıyla bir
sikke daha mevcûd ve bunun bir tanesi iki akçaya râyic olduğu anlaşılmakda ise de meskûkât-ı
Osmâniyye’nin küsürâtında müstaʻmel olan paraların ol zamanlarda tedâvülü ma’lûm olma-
dığından bu fıkradan murâd oralarca [33] tedâvül eden Mangırlar veyahut Mısır’da kesilen
paralar olması muhtemeldir.
Sultan Murad-ı Râbi’ye halef olan Sultan İbrahim’in ilk sadr-ı aʻzâmı Kara Mustafa Paşa ta-
27
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 8
Milâdî 1650 (Hicrî 1059-1061)’de
senesinde, darbedilmiş, Osmanlı tebaası
tarafından “Esedî” adıyla anılan Hollanda
Taleri. (27,27 gr.)
smâniyye e cne iyye
büs olundukda, yüz on sekiz akçaya bir altun verilmesindeki zararı anladıklarından, esnaf bu
teklifi reddeylemiş oldukları Kâtip Çelebi’nin Fezlekesiyle Târih-i Nâʻimâ’da muharrerdir. Bin
altmış beş senesinde dahî Beşir Paşa sadârete taʻyîn olunup Der-saʻadet’e azîmeti esnâsında
sûl-i Mes û â -ı
“on adedi bir dirhem çil akça olarak yüz yirmi ve Guruşu seksen akçaya olmak üzere” ulûfele-
rini vereceğini Konya’daki askere bi’l-vâsıta vaʻd ve İstanbul’a geldikde dahî râyicleri böylece
tenbih u nidâ ve tashîh-i meskûkâtı işaʻa etdirmiş ise de ne sikkeyi ıslah ve ne vaʻadini incâz
edip nükûd eski hâlinde muhtel kalmış ve bu yoldaki ilânâtı dûçâr-ı takbîh ve taʻyîb olmuş ol-
duğunu Nâʻimâ zikr u beyân eylemişdir.
Bin altmış altı senesinde Riyal Guruşlar seksen ve Esedîler yetmiş akçaya râyiç idiyse de
Guruşlar ekserî maksûs ve para ve akçalar dahî kem ayar ve züyûf olmağla, bir tarafdan muh-
tekîr sarraflar ve esnâf beyninde nükûd-ı mezkûre ayar ve mekâdîrine göre gayr-ı meskûk
gibi dirhem ve terâzi ile alınıp verilmeye başlandığından, sikke-i hâlise mefkûd hükmüne
getirilmiş ve diğer tarafdan defterdârların menfaʻat-i hazîne yolunda güyâ bir tedbîr olmak
üzere elde edilen nükûd-ı hâliseyi yine sarraflar eline düşürüp maksûs ve mağşûş akçalara
28
l-ı Sâni
tebdîl ve çürük ve sağ nısf-ı nısfa mevâcibe iʻtâ etdirmeleri ve sağ olanların dahî ustaları ta-
rafından yine züyûfa tahvîl olunarak nâkıs ve kâsid tevzîʻ kılınması ve ahz u iʻtâda bu akça-
ları esnafın ʻadem-i kabulüne ve müşterinin çil akçayı nerede bulmalı? deyu ısrarı ve’l-hâsıl
İstanbul’da râyic olmayacak akçaların taşralardan ehl-i hidmet nâmına toplatdırıp getirilerek
ortadaki nükûdun bunlara münhasır kalması envaʻ-i şikâyatı istilzâm [35] eylemiş ve Riyallere
ol vakte kadar Guruş taʻbîr olunmakda iken bunlara bir de Esedî riyâl ilave olunması târih-i
Osmanî’de ilk def’a olarak bu zamanda görülmüştür.
Asr-ı mezkûrda tedâvül eden akçaları müverrih ve muharrirler türlü türlü nâmlarla, meselâ
kalb, kızıl, kırkık, züyûf, maksus, sere, kasere, herive gibi sıfatlarla zikr etdikleri gibi bir takım
hilekâr sarraflar ile meyhâneci ve simitçi makulesinin bi’l-iʻtiyâd kırpıp meydana çıkardıkla-
rı akçaların dahî beyne’n-nâss meşhûr olarak (meyhaneci) ve (simitçi) akçası misillü muhtelif
nâmlarla ve kıymetsizliğine delâlet eder tâbirlerle yâd eyledikleri mütevâtirdir.
Mağşûş, içine katkı maddesi katılmış, saf olmayan; ayâr ve ağırlığı düşü-
rülmüş anlamına gelmektedir. Tağşiş ise uygulamanın adıdır. Bazı Osmanlı
tarihçileri Sultan II. Mehmed’in saltanatıyla birlikte tağşişin devletin darp
politikasında yer edindiği ve tecdîdlerin aynı zamanda birer tağşiş oldu-
29
Bâb-ı Evvel
Sultan II. Bâyezîd (Hicrî 886-918/ Milâdî 1481-1512) devri, Novar (Novo
Brdo/Kosova)'da darphânesinin üretimi mağşuş Akçe. Sikkenin sathındaki
izlerden sikkenin vaktiyle gümüşle kaplı olduğu; kalıbından sahte Akçe ol-
madığı, resmî darphâne üretimi olduğu anlaşılmaktadır.
Fotoğraf 9
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 9056
(0,87 gr. 10-11 mm.)
Fotoğraf 10
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 7234
(0,40 gr. 10 mm.)
sûl-i Mes û â -ı
İşte asr-ı Mehmed Hân-ı Râbiʻde şu türlü kıyafetlere girmiş ve alışverişde envaʻ-i ha-
karete giriftâr olmuş olan şu akçaları ıslah-ı ahvâline eğer ki teşebbüs olunmuş olduğunu
müverrihler beyân etmekte idiyseler de bunun için ne türlü esâslar vazʻ eylemiş oldukları-
na dâir söz söylemediklerinden, lâyıkıyla anlaşılamadığı gibi pâdişâh-ı müşârünileyhe halef
olan Sultan Süleyman-ı Sâni zaman-ı saltanâtlarında dahî akçalar hakkında bir ciddi tedbîr
ittihâz olunduğuna dâir kuyûdât-ı mevcûdeden bir emmâre hâsıl edilemeyip, fakat Cevdet
Tarihi’nin meskûkât bahsinde “Sultân-ı müşârunileyh asrında altı dirhem vezninde Guruş ke-
sildi” denmesine nazaran Guruşların mebde-i darbı bu zaman olduğu anlaşılır ve hazineye
irâd kaydı icâb eden Guruşların yüz yirmi ve Şerifî altunların iki yüz yetmiş ve yaldız altunları-
nın üç yüz akça hesabıyla alınıp bunların hîn-i sarfında dahî mesârif-i seferiyyeye imdâd olun-
30
l-ı Sâni
mak mütâʻalâsıyla Guruşların yüz altmış ve şerîfî altunların üç yüz altmış ve yaldız altunlarının
dört yüz akçaya ve paranın dört akçaya sarf olunması gibi tevârih-i eslafda görülmeyen bir
garip tedbîre yine bu zaman mübâderet olunup [36] meskûkâta bir kıymet-i hakîkiye ve bir
de kıymet-i mevzûʻa takdîr etmek fikirleri işte bu zamanda meydana çıktığı nümâyân olur.
Muvakkat olmak üzere ol zamanda ittihâz olunmuş olan böyle bir tedbîrin hâtırâtı ezhânda
kalmasıyla bundan ne türlü mazarratlar tevlîd edildiği ileride verilecek izâhâtdan anlaşılır.
31
Bâb-ı Evvel
32
l-ı Sâni
Fotoğraf 13
Sultan II. Süleyman nâmına, 1099
senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş Zolota (Zolta)
(19,80 gr. 39-40 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5622
Makine darp tekniği ile altın sikkelerin darbına, Sultan II. Mustafa (Hicrî
1106-1115/Milâdî 1695-1703)’nın saltanatında; Edirne, İzmir, Kostanti-
niyye (İstanbul), Mısır ve Macaristan Seferi sebebiyle oluşturulan seyyar
Ordu-yi Hümâyûn darphâneleri ile devâm edildi.
Fotoğraf 14
Sultan II. Mustafa nâmına,
1106 senesinde,
sikkede darphâne adı “Ordu-yi
Hümâyûn” olarak belirtilen
Cedîd Eşrefî Altını (3,47 gr. 20 mm.)
Gorny & Mosch Giessener
Münzhandlung Auction 172 No: 7246
33
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 15
Sultan II. Süleyman nâmına, 1099
senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
sûl-i Mes û â -ı
Fotoğraf 16
Aynı sikkenin sahtesi
(1,70 gr. 18,5 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 9059
34
l-ı Sâni
larına tatbîkan yine o nâmlarla meskûkât-ı cedîde darb olunmağa başlandı mânâsı, diğeri
memâlik-i ecnebiyyede kesilen sikkeler bulunduğu hâl üzere sikke-i hümâyûn urulması mânâ-
sıdır ki, ikisi de Zolota ve Guruşların ilk defa olarak meskûkât-ı Osmâniyye ʻidâdına ithâliyle
vâhid-i kıyası ittihâz olunduğunu müş’irdir. Lâkin Vakʻanüvis Râşid’in bâlâda muharrer olan
makalesinden ve Cevdet Tarihi’nin sûret-i ifâdesinden ilk defa olmak üzere meydân-ı tedâvü-
le vazʻ olunan Guruşlar Riyal ve talerîlerden me’hûz bir sikke demek olmayup, bel ki Zolota
denilen Guruşdan me’hûz olduğu dirhemlerinin muvâzenetinden anlaşılır ve bu müddeʻayı
makale-i mezkûrede münderic “sikke-i pâdişâhî ile meskûk olan Zolota” kaydı dahî te’kîd
eder. Bununla beraber Hazine-i mâliyyenin kuyûdât-ı atîkasında meşhûd ve mazbûd fakîr
olan fi 26 Ramazan sene 1108 tarihli bir kıtʻa fermân-ı âli sûretinde baʻdemâ sikke-i hümâyû-
nun müdevver olarak katʻı ve tuğrâ-yı hümâyûn ile tezyîni usûl ittihâz olunduğundan, tuğralı
müdevver meskûkâta “cedîd” nâmı verildiği gibi, selâtîn-i iʻzâm-ı mâziyyenin nâm-ı nâmîleri
yazı ile darb olunup kenarları gayr-ı muntazam bulunan meskûkâta “atîk” ve vezn ü ayarla-
rı muhtel bulunanlara dahî “maksûs” ve “züyûf” denilmesi muharrer ve mastûr olup bunda
Guruş ve Zolota lafzlarına daîr sarâhat görülemediğinden, elfâz-ı mezkûreden Guruşun lisân-ı
mâliyeye girmesi ve akabinde de muʻamelâtı mâliyyede vâhid-i kıyâsi addʻolunması elsine-i
halefden mevrûs bir taʻbîr olacağında şüphe olamaz ve kayd-ı mezkûr ile şurası da rehin-i
subût olur ki, târih-i mezkûra kadar darb u iʻmâl olunan meskûkât şekl ü kıyafetçe bir ka-
rar-ı resmî tahtında olmayıp bunların müdevver ve muntazam olarak katʻı ve bir taraflarının
tuğra-yı hümâyûn ile tevşîhi maddeleri ancak bu zamanda başlamış demek olur. [38] Ve’l-
35
Bâb-ı Evvel
paralar dahî kezâlik hep züyûf u maksûs olduğundan, onların dahî toplatdırılıp yüz on dirhemi
cedîd paraların yüz dirhemiyle bi’t-tebdîl Darbhâne’ye teslîmi tensîb olunarak taʻyîn olunan
[39] mahsûs veznedârlar maʻrifetiyle her mahalle iktizâsı kadar cedîd paralar irsâl kılınmış ol-
duğunu beyân eylediği misillü, târih-i mezkûreden on üç sene sonra yanî bin otuz senesinde
de canîb-i hazîneden iki defʻada Darbhâne’ye tevdiʻ olunan dokuz yüz kıyye kadar hurda evâ-
ni-i sîmden aynı cedîd zincirli İstanbul altunları resm ü şeklinde para ve akçalar darb olduğu-
nu ebyân eylemişdir.
Şu fıkraların mezâyâsından asr-ı mezkûrda kesilen paraların ayarı altmış sekiz olduğu an-
laşılırsa da yüz dirhem gümüşden ne kadar para kesildiği anlaşılmıyor ve esnâ-yı tebdîlde
bir gûna cebr muʻamelesi gösterilmeyip emr-i tebdîl herkesin rızasına taʻlîk olunduğundan,
beyne’l-halk bir gûna sızıltı çıkmaması dahî bu bâbda kimseye gadr edilmemiş olduğunu imâ
ediyor.
Yine Râşid Tarihi’nin bin yüz otuz bir senesi vakayiʻi sırasında kısm-ı nükûda ârız olan tahal-
lüfâta mebni, taraf-ı hükümetden bir aralık sîm-ı hâlisin beher dirhemine yirmi bir ve bâdehû
yirmi akça fiyat vazʻ olunmuş iken, beyne’n-nâs yirmi iki akçaya alınıp verildiğinden, mîrî fi-
yatıyla darbhâneye gümüş getirip kesdirmek kimsenin işine el vermemesiyle, hayli zamanlar
Zolota ve para ve çil akça kesilmemeye başlayıp ve mukaddemâ katʻ olunan cedîd Zolotalar
dahî Acem tâcirleri tarafından İran’a nakl ve Abbasî akçaya tahvîl olunup bu cihetle gümüş
meskûkât kesb-i nedret eylemiş ve Zolotaların elde bulunanları dahî birer akça baş ile geçip
smâniyye e cne iyye
muʻamelât-ı nas muhtell olduğu gibi, hatta sâhilde ahz u iʻtâ bütün Zolotaya münhasır olarak
zehâir ve sâire esmânı için başka nükûd kabul eylemediklerinden, merâkib-i bahriyye ashâbı
Der-saʻadet'de Zolota tedârikinde küllî müşkülâta tesâdüf ve muʻamelât-ı ticâriye dahî sekte-
dâr olmuş idiğünden, bu hâli icâb eden sebepler neyse onların refʻi ve nükûdun [40] icâbına
ihrâcının menʻi maksadıyla hükümet-i seniyyece tedâbîr-i muktezîye ittihâzı lazım gelip sene-i
merkûmede erbâb-ı maʻlûmatdan mürekkeb akd olunan mecliste keyfiyyet bi’l-müzâkere
seksen sekiz akçaya râyic olan ecnebî Zolotalarının on altı adedi tamam yüz dirhem gelmek
sûl-i Mes û â -ı
icâb eder iken, bi’l-vezn iki dirhem noksanı zuhûr edip cedîd Osmanlıların ise on altı adedi
tamam yüz dirhem gelmiş ve mezkûr ecnebî Zolotalarının kendi cinsinden iki dirhem gümüş
izâfesi ile her ikisi kâl etdirildikde beher on altışar adedinden altmışar dirhem sîm-i hâlis
hâsıl olup bunların iki nevʻi de ayarca müsâvî bulunduğu tebyîn eylemiş olduğundan, ecnebî
Zolotalarının ziyâdeye râyic olması mahzan ayarının daha hâlis bulunmasındaki bir fikr-i bâtıl-
dan neş’et eylediği zâhîr olarak, bu hâle bir nihâyet verilmek ve cedîd Zolotaların öteden beri
katʻ olunduğu gibi altmış ayarında ve doksanar akçaya râyic olmak üzere tekrâr darb ü ihrâcı-
na devâm olunması ve gümüşün suhûletle getirilmesine vesîle olmak üzere bâʻdemâ sarraf ve
kalciyânın ber-vech-i muʻtâd şehr-i darbhâneye getirecekleri elli beş bin dirhem gümüşden
maʻdâ sâirlerden mübâyaʻa olunacak sîm-i hâlisin beher dirheminin hâricdeki yirmi iki akça
fiyatıyla alınması hususlarına karar verilmişdir dedikden sonra, “şu karar mûcibince darbhâ-
neye çok gümüş gelerek ecnâs-ı nükûdun tekessür edeceği derkâr olup Zolotanın kıymet ü
36
l-ı Sâni
revâcına zamm olunan iki akça ber-vech-i muharrer gümüş fiyatına zamm edilen iki akçadan
ileri gelmekle, her bir tanesi sekiz dirhem bir denk iʻtibârıyla fi-mâbaʻd cedîd Zolotalar bey-
ne’n-nas doksanar akçaya râyic olmak üzere nizâm verilmişdir” deyu hitâm-ı kelâm eylemiş-
dir.
Sahh damgası:
37
Bâb-ı Evvel
Yılmaz İzmirlier, Hans Wilski tarafından en geç tarihli “sahh” damgalı Ve-
nedik altınının 1763-1778 seneleri arasında hüküm sürmüş Doj IV. Alvise
Mocenigo nâmına darbedilen sikkede görüldüğü tespitine, bu Dojun
IV. Alvise Mocenigo değil, aynı isimdeki II. Alvise Mocenigo (1700-
1709) olduğu belirterek karşı çıkmaktadır. Yılmaz İzmirlier “sahh”
damgasını taşıyan en geç tarihli Venedik altınının Hans Wilski’nin
listesinde de yer alan Milâdî 1709-1722 tarihlerinde hüküm sürmüş
Doj II. Giovanni Corner tarafından darbedildiği fikrindedir. Bu sebep-
le “sahh” damgalı sikkeleri Sultan III. Ahmed (Hicrî 1115-1143/Milâdî
1703-1730)’in saltanat tarihleri arasına yerleştirmektedir.
Fotoğraf 17
Milâdî 1676-1684 tarihleri arasında
hüküm sürmüş Venedik Doju Alvise
Contarini’nin altın Zecchino (Düka Altı-
nı)’su üzerine vurulmuş Osmanlı “sahh”
damgası. (3,42 gr. 21 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 9995
smâniyye e cne iyye
Şu hesap icâbınca beher Zolotanın vezn u sıkleti altı dirhem bir kır’at ve bir dirhem
gümüşün fiyatı onbeş akça olduğu zâhir oluyor ise de Râşid’in [41] aşağıki fıkrasında münde-
ric olan sekiz dirhem bir denklik Zolotaların bu hesap üzere fiyatı doksan akça etmeyip belki
yüz yirmi akça edeceğinden, burasının halli mukteziyât-ı umûrdan görünüyor. Binâenaleyh,
tevârihte görülmeyen iş bu müşkülâtın meskûkât idâresinde bulunulduğu esnada halli sa-
sûl-i Mes û â -ı
dedinde iken, nazar-ı mütâlaʻaya tesâdüf eden bir kayıt da bin yüz otuz bir tarihinde gümüş
meskûkâtın beş yüz Guruşu bir kîse-yi Rûmî i’tibâr olunarak bu esas üzerine bir keselik cedîd
Guruşun katʻ hesâbına nazaran yüzde altmışı hâlis ve yüzde kırkı ayar olmak üzere zamm
olunan nühâsdan mürekkep dört bin iki yüz kırk beş dirhem halitadan seksenbeş dirhemi yani
beher dirhemde yirmi dirhemi harc-ı Darbhâne nâmıyla tenzîl olunarak bakiyyesi olan dört
bin yüz altmış dirhemde beherî sekizer dirhem bir denk olmak ve bir Guruş yüz yirmi akça
iʻtibâr edilmek üzere beş yüz dört adet Guruşluk hâsıl olduğu gibi beş yüz Guruşu bir kise-yi
Rûmî iʻtibârıyla yirmi iki tanesi bir dirhem olmak üzere yüzde doksanı sîm-i hâlis ve onu nü-
hâsdan terkîb olunmuş iki bin dokuz yüz otuz dirhem halitadan beher bin dirheminden altmış
sekiz dirhemi harc-ı darbhâne olarak tenzîl olundukda bakiyyesi olan iki bin yedi yüz otuz bir
dirhemde altmış bin seksen yedi adet çil akça kesilmiş olduğu görülmüş ve bu kayıtda para-
dan hiçbir bahis bulunamamışdır.
38
l-ı Sâni
39
Bâb-ı Evvel
Şimdi altmış bin seksen yedi adedinin beş yüz dört adedine taksîminde hâric-i kısmet yüz
on dokuz buçukdan biraz ziyâde tutacağı derkâr olmasıyla, ol vaktin usul-i meskûkâtında ta-
rafeynde olan kesirler kaale alınmayarak veyâhut tolerans farkı denilerek bir Guruşun yüzyir-
mi akçaya mukâbil olmak üzere tedâvüle çıkarılmış olduğu ve kise-yi Rûmî tâbiri de ol zaman-
ların ıstılahâtından bulunduğu tahakkuk eder.
[42] İşbu kaydın Târih-i Raşid’in bâlâda muharrer olan makalesine tatbîki bahsine gelince:
Raşid’in makalesinde münderic olan Zolota iki nevʻ olup biri altı dirhem bir kır’at ve biri sekiz
dirhem bir denk olduğu ve altı dirhemlik Zolota doksan akçaya râyic olur ise sekiz dirhem-
lik Zolota yüz yirmi akçaya râyic olmak lazım geleceği der-kâr olmasıyla Râşid’in fıkra-yı ahî-
resindeki Zolota, asıl Zolota olmayıp belki ol vakitlerde yüz yirmi akçaya râyic olan ecnebî
Guruşları olacağı ve Zolota başka bir sikke ve Guruş da başka bir sikke ve mu’amelât-ı hesa-
biyyede vâhîd-i kıyâsının eczâ ve aksamı ittihâz kılınan para Zolota Guruşun eczâsı olmayıp
ancak Riyal Guruşun kırkta biri olduğu tebyîn eder ve şu müddeʻayı Raşid Tarihi’ne zeyl olan
Çelebizâde Asım Tarihi ile ondan sonraki vukuʻât te’yîd eder.
40
l-ı Sâni
Gümüş sikkeler:
Kuruş (İslâmbol ve Kostantiniyye’de. 26,00 gr.), Zolota=30 Para (Kostanti-
niyye’de. 19,50 gr.), Yarım Kuruş=20 Para (Kostantiniyye’de. 13,00 gr.), Ya-
rım Zolota=15 Para (Kostantiniyye’de. 9,75 gr.), 10 Para (Kostantiniyye’de.
6,50 gr.), 5 Para (Kostantiniyye’de. 3,25 gr.), Para (İslâmbol, Kostantiniyye
ve Mısır’da. 0,65 gr.), Akçe (Kostantiniyye ve Mısır’da. 0,16 gr.).
41
Bâb-ı Evvel
Sultan III. Ahmed devrinde Gence, Revan, Tebrîz ve Tiflis’de makine darp
usûlüyle darbedilmiş sikkelerin birimleri ortalama ağırlıklarıyla şunlar-
dır:
Altın sikkeler:
Çifte Eşrefî (Tiflis’de. 6,90 gr.), Eşrefî (Revân, Tiflis’de. 3,45 gr.), Fındık
(Revân, Tebrîz ve Tiflis’de. 3,45 gr.).
Gümüş sikkeler:
10 Para (Gence, Revân, Tebrîz ve Tiflis’de. 5,40 gr.), 5 Para (Revân, Tebrîz
ve Tiflis’de. 2,70 gr.), İkibuçuk Para (Gence, Revân, Tebrîz ve Tiflis’de.
1,35 gr.).
Fotoğraf 18
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115
sûl-i Mes û â -ı
Fotoğraf 19
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115 sene-
sinde, İslâmbol (İstanbul)’da darbedi-
len Fındık Altını (3,49 gr. 18,5-19 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 9897
42
l-ı Sâni
Fotoğraf 20
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115
senesinde, İslâmbol (İstanbul)’da
darbedilen gümüş Kuruş (25,10 gr.
37 mm.) Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 5658
Fotoğraf 21
Sultan III. Ahmed nâmına, 111
senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen gümüş Para
(0,60 gr. 14,5 mm.)Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 1904
Fotoğraf 22
Sultan III. Ahmed nâmına, 1115
senesinde, Mısır’da darbedilen Eşrefî
Şöyle ki, tarih-i mezbûrun bin yüz otuz sekiz senesi vekâyiʻi sırasında ve tertîb-i nizâm-ı
sikke-i hümâyûn ser-sûhanı tahtında olan bend-i mahsûsun fıkra-i sâniyesinde “ehl-i vukuf ve
hibrenin ittifakları ve maʻrifet-i şerʻ ile verilen nizâmın devamı mülahazâ ve envaʻ-i nükûdun
takdîr olunan mertebeden ziyâde ve noksana revâcı menʻ ve muhafaza olunup ber-mûcib-i
tertîb-i nizâm-ı sikke-i hümâyun ile meskûk olan cedîd İstanbul dört yüz ve Mısır zincirlisi
üç yüz otuz ve Mısır tuğralısı üç yüz on beş ve cedîd Guruş yüz yirmi ve nısfı altmış ve rubʻu
otuz ve cedîd Zolota doksan akçaya ve sağ paranın kırk ve cedîd akçanın yüz yirmi tanesi bir
Guruşa ve ecnebî sikkesiyle mazrûb olan yaldız ve sekiz buçuk dirhem bir denk gelen Sevilya
Riyâl Guruş yüz seksen altı ve dokuz dirhem gelen kara Guruş yüz seksen bir ve atîk Zolota
seksen sekiz ve sekiz buçuk dirhem bir denk gelen Pulya Guruş yüz yetmiş üç ve iki dirhem
gelen büyük Livr yirmi dört ve bir dirhem gelen küçük Livr on akçaya râyic olduğundan
min-baʻad maksûs para râyic olmamak üzere Anadolu ve Rumeli hükkâmına emirler veril-
43
Bâb-ı Evvel
di” deyu [43] işâret edilmişdir. İşte cedîd Zolota başka, cedîd Guruş başka sikke oldukları
ve Zolotanın darb u iʻmâli her ne kadar daha eski ise de bunlar meskûkat-ı Osmâniyye’de
vâhîd-i kıyâsî ittihâz olunmayup vâhid-i kıyas ittihâz olunan sikke Guruş olduğu tebyîn
eyler ve binâen alâ-zâlik meskûkât-ı Osmâniyye’nin devr-i cedîdinin mebdei Sultan Ahmed
Hân-ı Sâlis’in evâsıt-ı saltanâtları olan bin yüz otuz bir senesi olmak lazım gelir.
Her ne hal ise, mebde-i darb-ı sikke olan yedi yüz yirmi sekiz senesinden mezkûr bin yüz
otuz bir senesine gelinceye değin geçen dört asırlık bir zamanda terkîm ü ta’dâd-ı nukûdda
istiʻmâl olunan küçük mıkyaslar “akça” ve büyük mıkyaslar “kise” “Surre” nâmlarıyla defâtir-i
hesabiyye-i mâliyyeye geçmekde iken tarih-i mezkûrdan sonra “Guruş” lafzı akça yerine
geçip muʻamelât-ı mîrîyede dahî kullanılmaya başlanmış ve başlandığının akabinde de usûl-ı
meskûkâtta ber-minvâl-i muharrer vâhid-i kıyas ittihâz olunmuş iken ol zamanlarda yalnız
olarak istiʻmâl olunmayıp izâfetle, yani Esedî Guruş Zolota Guruş gibi terkîbât ile istiʻmâli âdet
Fotoğraf 23
(0,10 gr. 11 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 5759
44
l-ı Sâni
edinmiş olduğu halde gitgide bunlar dahî terk olunup şimdiki zamanlarda olduğu üzere yalnız
olarak istiʻmâli âdet edilmişdir.
Akça devri burada hıtâm buldu. Bundan sonra Guruş ve paranın ahvâlinden bahs oluna-
cakdır. Bazı erbâb-ı merak eski zaman akçalarının fiyatlarını şimdiki zaman akçalarının fiyat-
larına tatbîk etmek isterler de eğri doğru birtakım hesaplar yapmaya kalkışırlar. Hâlbuki eski
zamanlar akçalarının vezn ü sıkletleri pek muhtelif olarak tevârih-i sâlife başdan aşağı mutâ-
laʻa olunmadıkça sahîh sükût ifâde edecek bir hesap yapmak tez bir vakitde hâsıl olmayacağı-
na ve müntesebin-i mâliyye ve fıkhıyyenin bu hâlleri bilmesi ise [44] tabiʻi idüğine binâen her
asra mahsûs olan akçaların vezn ü sıkletleri ile kıymetleri suhûlet ile anlaşılmak ve hesaplarını
zamanları hesaplarına tatbîk ü tevfîk etmek için tarih-i te’lif kitapda altun sikke ile bir dirhem
hâlis gümüşün Avrupa piyasalarınca kıymet-i hakîkîyyesi olan seksen bir buçuk paradan bi’l-
hesâp kıymetleri ta’yîn olunmuş ve o esas üzerine zikr-i âti cedvel tanzîm edilmişdir.
45
“Cedvel-i Meskûkat”
Beher yüz
Bir dirhem hâlis gümüşün kıymet-i dirhem Akça katʻında
Beher
hakîkîyyesi seksen sekiz buçuk gümüşden esâs ittihâz
Mülâhazât akçanın
Para olduğuna göre bir akçanın katʻ olunan olunan ayar ve
vezn u sıkleti
kıymeti akçanın dirhemlerin mikdârı
mikdarı
Para Santim Kır’at Buğday Adet Dirhem Ayar
Sultan Orhan
zamanından Sul-
26 0,500 5 1 300 100 90
tan Fatih zama-
nına kadar
Bâb-ı Evvel
Sultan Fatih
18 0,785 4 0 400 ‘’ 85
zamanında
Sultan Bayezid
15 0,028 3 1 500 ‘’ 85
zamanında
Sultan Murad-ı
Sâlîs devrinden
Sultan Ahmed-i 9 0,392 2 0 800 ‘’ 85
Sâlîs zamanına
kadar
Sultan Ahmed-i
Sâlîs evâsıt-ı 7 0,956 1 2 1000 ‘’ 90
saltanatında
En sonra 0 0,360 0 2 2200 ‘’ 90
46
smâniyye e cne iyye sûl-i Mes û â -ı
l-ı Sâni
Mütâla’a
Şimdiki zamanda on paraya râyic olan yirmilik meteliklerin kıymet-i hakîkîyyesi sekiz
paradan ibâret olduğundan, Orhan Gazi zamanı akçalarının kıymet-i hakîkîyyesi mezkûr on
paranın iki buçuk mislinden biraz ziyâde ve Fâtih [45] zamanı akçalarının kıymeti bunların iki
mislinden biraz noksan ve Bayezid zamanı akçalarının kıymeti iş bu on paranın bir buçuk misli
ve Murâd-ı sâlîs zamanı akçalarının kıymeti mezkûr on paralıkdan pek az ziyâde ve Ahmed
Hân-ı Sâlis zamanı akçalarının kıymeti ise mezkûr on paralığa hemen müsâvî olup ondan
sonra kesilen akçalar bayağı kıymetten ârî bir sikke ve daha doğrusu vezn ile alınıp satılır bir
metaʻ gibidir.
Doksan ayarında gümüşden akça darbı maddesi Sultan Mahmûd-ı sâninin cüluslarının on
ikinci, yani bin iki yüz otuz dört senesine kadar devam eylemiş iken ufala ufala ele alınmaz ve
yüz tanesi on dakikada sayılamaz bir hale gelmiş olduğundan, sene-i merkûmeden itibâren
akça katʻ ü darbı büsbütün terk olunmuşdur.
47
Bâb-ı Evvel
da doksan akçaya râyic olan ecnebi Zolotalarının vezn u ayarında büyücek kıtʻada bir sikkenin
katʻ u ihrâcına başlanmış ise de kesirden gayr-ı hâlî olduğu anlaşıldığından bir tarafdan yine
onların darb u ihrâcına müdâvemetle beraber muʻamelâta daha elverişli ve küsürâtdan ârî
ve beri diğer bir sikkenin intihâbı daha münâsip olacağı mütâlaʻa olunarak ber-minvâl-i bâlâ
icrâ edilen muayene ve tecrübeler üzerine yine ol zamanda yüz yirmi akçaya râyic olan Esedî
Riyâllerin vezn u ayar ve hacm u kıtʻasında muntazam bir sikke intihâb olunarak meskûkât-ı
cedîde nâmıyla meydan-ı tedâvüle vazʻ olunmuş ve bunun aksâmından olmak üzere nısfî-
ye ve rubʻiye nâmlarıyla ufak kıtʻalarda sikkeler kesildiği gibi sikke-i cedîdenin kırkta birine
mu’adil olmak üzere bir de Para kesilmişdir. Beyne’n-nas Esedî Guruş nâmıyla zeban-zed olan
bu yeni sikkeler tedâvüle vazʻ olunduğu zaman ahz u itâ şâyân-ı emniyyet bir hâle gelmiş ve
büyükleri erbâb-ı ihtikârın hile [47] lerinden eğerçi kurtulabilmiş ise de küçükleri kemâ fi’s-
sâbık kırkılıp kesilmekten kurtulamadığından, aradan on, oniki sene geçer geçmez iş bu pa-
ralar dahi akçalar gibi bir hâl peydâ eylemiş olduğundan hükümet-i seniyye canîbinden te-
dâbir-i şedîde ve serîʻaya mürâcaʻât olunarak bir senenin içinde önü alınabilmiş ise de fıkdânı
nükûda yine bir çâre bulunamayıp işbu yeni sikkeler dahî tashîh-i sikke-yi hümâyun devrine
kadar küçüle küçüle eski akçaların haliyle halleşmişdir ki, tafsilâtına mübâderet olunur. Subhi
Tarihi’nin tashîh-i sikke-i hümâyûn nâmı altına kayd eylediği bend-i mahsûsda eyâdî-i nasda
sermaye-i teʻatî ve teʻamül olan paranın ekseri maksûs ve züyûf ve bu takrîb ile mâyedarân-ı
smâniyye e cne iyye
dâr u sitâd çürüğü sağ yerine sarf etmeye me’lûf ve meşgûl ve ahâd-i hesab-ı ferahları bâli-
ğan mâ-belağ mi’et ve ulûf ve ashâb-ı tamaʻ u ihtikâr taşradan zehâir getiren tüccâra ellisini
birer Guruşa tedârik etdikleri mağşûş ve meksûr Para sürmek niyetlerinde zuʻmlarınca kesb-i
diğer ve ol vech ile ibâdullâha gûna-gûn zarar müterettib olduğuna binâen, sâdır olan emr-i
âli mûcibince taraf taraf münâdîler nidâ ve herkese züyûf paranın adem-i revâcı inhâ kılındık-
dan sonra İstanbul ve Galata ve Eyüp ve Kasımpaşa ve Üsküdar ve Tophâne’de otuz iki ma-
halde nükûd-ı maksûsetü’l-etrafın duhûl-ı şah-râh-ı dahl ü harcdan katʻ u menʻi için hazîne-
sûl-i Mes û â -ı
48
l-ı Sâni
Kuyûd-ı atîkanın tetebbuʻatı sırasında elde edilen bir defter ki, mülgâ maʻden-i hümâyûn
kalemi defterlerinden nizâm defteridir. Bunun birkaç sahifesi gayetle nümâdâr olup işletdiri-
len Kebân, Ergani, Gümüşhâne Esbiye altun ve gümüş ve bakır maʻdenlerinin beş senelik hâ-
sılât ü mesârifâtıyla temettuʻatlarının mikdâr ü kemiyyetlerini hâvî olduğu gibi işbu maʻden-
lerin bin yüz kırk üç senesi temettuʻatından hâsıl olup darbhâneye teslîm ile sikkeye tahvîl
olunan altun ve gümüşlerin mikdarıyla Subhi Tarihi’nin hikâye eylediği tedâbir üzerine Zaʻim
ağalar vasıtasıyla toplatdırılan züyûf ve meksûr paraların mikdârlarını dahî şâmil olduğundan
ve şu maʻdenlerin hâsılât ü mesârifâtı kitabımızın maʻadin bahsine ber-tafsîl derc olunduğu
misillü, darbhâneye râciʻ olan kısmının dahî buraya derci münâsip addolunduğundan, aynen
nakline mübâderet olunmuşdur.
Ergani ve Keban maʻdenlerinden bin yüz kırk üç senesi Cemâziye’l-âhirinin onuncu günü
vürûd eden zer ve sîmin maʻa-mesârif mikdârıyla bahası:
Beher Beher
dirhemî miskalı Dirhem Miskalı Akça Guruş Para
akça akça
49
Bâb-ı Evvel
Beher dirhemi
Dirhem Akça Guruş Para
akça
Dersa’adet
mübâya’a olunan
13 - 10.562.177 142.589.289 1.188.244 34
Tekfurdağı’nda
13 45.857 596.141 4.967 36
mübâya’a olunan
Akça darbı esnasında temettu’ veya masraf olmak üzere zam olunan 53598
1.271.813
Darb olunan mebalığın mikdarı Guruş
Cedid Guruş 1005575
smâniyye e cne iyye
Şimdi (10838824) adedinin (1271813) adedine taksîminde hâsıl-ı kısmet 8½ olacağı âşikâr
olduğundan, ol vakit darb olunmuş olan Guruşların beher adedi sekiz buçuk dirhem olduğu
tebyîn eder ve bu toplanılan gümüşden kesilen sikkeler yalnız Guruş ve Paradan ibâret iken,
sûl-i Mes û â -ı
esnâ-yı hesapda bir de akça mikdârının gösterilmesi, akça hesabının daha ol zamanlarda terk
olunamamış olduğunu ve darbhânede darb olunmakta olan gümüş sikkeler üzerine temet-
tuʻ ve mesârîf-i darbiyye olarak yüzde dört buçuğa karîb bir meblâğ ilâve etmek ol zamanın
âdâtından bulunduğunu imâ eyler.
Sultan Mahmud-ı evvelin evâil-i saltanatlarına tesâdüf eden şu vukuʻât ve tebeddülât,
eğerçi tashîh-i sikke umûrı gibi bir umûr-ı cismiyyeden ve bir vakʻa-yı cedîdeden [50] değilse
de ızrâr-ı devlet ve milleti mûcib olan bir hâdiseyi sur’atle refʻ ü izâleden ibâret olduğundan
şâyân-ı bahs u münâzara görünür.
Şu iki hesabın birbirine tatbîkine gelince: Der-saʻadette toplanılan mağşûş gümüşün mü-
bâyaʻa fiyatı on üç buçuk akça iken Edirne’de toplanılan on nevʻ gümüşün mübâyaʻa fiyatı
50
l-ı Sâni
on üç akça olması nakliye mesârifinin tenzîlinden neş’et edeceği der-kâr olduğundan, orası
şâyân-ı bahs olamayup maʻdenlerden celb edilen gümüşlerin mübâyaʻa fiyatının yirmi ikişer
akça vazʻ edilmesi berikilerin hâlis, ötekilerin gayr-ı hâlis olduğunu gösterir.
Sultan Osman-ı Sâlîs’in üç seneden ibâret olan hengâm-ı saltanatında gümüş meskûkât
hakkında bir gûna tebeddülât ve tegayyürât vukuʻ-yafte olmayup zaman-ı âlilerinde kesilen
51
Bâb-ı Evvel
Sultan Selim-i Sâlis’in evâil-i saltanatı Rusya ve Nemçe muhârebâtına mesârif olduğundan
tedârikât-ı seferiyye için iki yüz üç senesinde akd olunan meclis-i meşverette mâliyye mese-
lesi dermiyân olundukda, “bu senenin evvel baharında müsâdif seferiyye on beş bin keseye
tavakkuf eder. Bunun çaresi bulunmaz ise bir iş görülmez; sonu nedâmetdir. Bu kadar meclis-
ler oldu bir karar verilemedi; vakitler geçiyor; sefer demek akça demek olduğu maʻlûm oldu”
denilerek behemehâl bir çâre bulunmak lazım geleceği beyân olunmağla, sikkenin tağyîr ü
tezyîfi hususu irâd olunup, eğerçi bu da bir fena şey ise de çünki mukaddem bu muahhar
türlü türlü sûretler tezekkür olunarak hiçbirinden fayda görülemeyüp hatta bazılar esbâb-ı
muʻamelât-ı umûr-ı iʻtibâriyyeden ibâret olmağla, mütedâvil olan nükûdun emsâli nuhasdan
katʻ ve sikke darb olunarak aynî ile altun ve gümüş gibi sarf olunmasını irâd eylediğinden
“bu makûle sikke Memâlik-i Mısriyye ve diyârı-ı ecnebiyyede râyic olmayup levâzım-ı sefe-
riyyenin ekserîsi ise bu memleketlerden celb oluna-gelmekle dâd u sitâd-i devlet bi’l-kül-
liye muʻattal olur” deyu re’y-i mezkûr cerh olunmuş ve bazıları sâbıklarda dahî bakır sikke
katʻ olunmuş idüğinden bahisle, râyic olacağı vech ile üçü veya ikisi bir Para farz olunmasını
dermiyân eyledikde, bu sûretin menfaatını pek cüz’î olduğu halde şân-ı devlete dokunur
deyu bu dahî kabul kılınmamış idüğinden [52] nihâyet ber-vech-i muharrer sikkenin tağyiriyle
altun ve gümüşün râyicine biraz şey zam olunmakdan başka çare olmadığı dermiyân olun-
dukda, bu sûretden herkesin fazla olan evânî-i sîm u zerleri darbhâneye alınıp ve sîm-i hâlisin
dirhemi onar paradan ve altunun miskali altışar Guruş otuzar paradan olmak üzere bahala-
smâniyye e cne iyye
rı verilip bu sûretle der-dest olunan altun ve gümüşden mağşûş sikke katʻ olunarak bundan
hâsıl olan temettüʻ sefer mesârifine tahsîs olunmak üzere karar verildiğinden, ol emrde evâ-
ni-i sîm u zerin iʻmâl ü istiʻmâli yasak olduğundan, sonra herkesin ellerinde bulunanlar dahî
fiyat-ı merkûme ile Darbhâne-i Âmireye teslîm etdirilerek eski sikkeye nisbetle hemen bir
hums miktar gışşlı olmak üzere ikişer Guruşluk sikke katʻıyla bundan darbhâneye hayli vâridât
kayd olunmuşdur.
Cevdet Tarihi’nde muharrer olup aynen buraya nakl olunan şu fıkraya bakılınca gışşı sa-
sûl-i Mes û â -ı
hihine galip olan ve ileride gitdikçe arttırılan metelik meskûkatın mebdei bu tarih olacağı
tebyîn eder. Zaten mevcûd olan sikkelere gelince: akçalara dokunulmayıp paralardan birer
kırat ve Guruşlardan bir buçuk dirhem kadar ve bunun aksâmından olan yirmilik ve onluk
ve beşlik nevʻleriyle izʻâfından olan altmışlıklardan fakat ayarlarına dokunulmayarak yine o
nispette icrâ-yı tenzîlât eylediği misillü, cülûsun ikinci senesinde bin iki yüz beş tarihinde dahî
kezâlik mağşûş ve iki buçuk Guruşa muâdîl yüzlük ve bunun nısfı olmak üzere ellilik nâmıyla
iki nevʻ sikke daha çıkarılmışdır ki, işbu yeni sikkeler bin iki yüz doksan altı senesi meskûkat
kararnâmesinin ilânı zamanına kadar Bağdad cihetlerinde kesretle mütedâvil olduğu orala-
rı görmüş olanların maʻlûmudur. Muharebenin musalahaya tahvîliyle teşebbüsât-ı nâfiʻaya
mübâderet olunduğu sırada, yani bin iki yüz yedi senesinde ve bâ-husûs [53] muharebât-ı
sâbıkanın cism-i devlete açmış olduğu yaraların kapatılması için ol vaktin ricâl-i devletinin
vermiş olduğu lâyihaların tetkikatı sırasında tashîh-i sikke meselesi dahî dermiyân olunarak
52
l-ı Sâni
Fotoğraf 24
Sultan I. Mahmûd nâmına, 1143
senesinde, Gümüşhâne’de darbedilen
gümüş 20 Para (12,90 gr. 31 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 5665
53
Bâb-ı Evvel
I. Abdülhamîd ve 2 Kuruş:
Fotoğraf 25
Sultan I. Abdülhamîd nâmına,
smâniyye e cne iyye
1187/16=1202 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş Çifte Kuruş (30,10 gr. 43 mm.)
Bahadır Kalaycı Koleksiyonu Envanter
No: 5744
sûl-i Mes û â -ı
54
l-ı Sâni
Sikkenin bir yüzünde Sultan’ın tuğrası ile cülûs tarihi olan Hicrî 1203
(Milâdî 1789) ve İslâmbol (İstanbul)’da darbedildiği anlamına gelen
“duribe fî İslâmbol 1203”; diğer yüzünde “Sultânü’l- berreyni ve Hâ-
kanü’l- bahreyni es-Sultân ibni es-Sultân” ve sikkenin Sultan’ın hangi
cülûs senesinde darbedildiğini gösteren rakamlar yer almaktadır.
Fotoğraf 26
Sultan III. Selim nâmına, 1203/
10=1212 senesinde, İslâmbol (İstan-
bul)’de darbedilen gümüş 100 Para
(32,70 gr. 43 mm.) Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 5772
bunlardan Tatarcık Abdullah Efendi nâm zâtın vermiş olduğu lâyihada meskûkâtın tezyîf ü
tağyîri zâhîr-i hâlde menfaʻat add olunuyor ise de hakikatte aynı mazarrat olup derâhim-i
madrûbeyenuhâs izâfe olunur ve vezni ne kadar tenzîl kılınır ise vâridât-ı devlete ol kadar
55
Bâb-ı Evvel
Sultan Mustafa-yı râbiʻin pek cüz’i olan müddet-i saltanatlarında gümüş sikkelerin envâʻı
ile vezn u ayarları değişdirilmeyip şehriyâr-ı sâbık Sultan Selim Hân-ı Sâlis meskûkâtının ay-
nıdır.
Metelik Devri
Nevbet-i kelâm Sultan Mahmud-ı Sâni zaman-ı saltanatlarında kesilen meskûkât-ı sîmiy-
yeye gelince: otuz üç seneden ibâret olan bu devirde gerek altun ve gerek gümüşden türlü
türlü nâmlarla kesilen sikkeler ezmine-i sâbıka sikkelerine nazaran pek muteʻaddid ve pek
muhtelif olduğundan tafsilâtına mübâderet olunur. Şöyle ki:
Pâdişâh-ı mağfûr-ı müşârünileyhin hengâm-ı cülûslarında eski sikkeler bozulmayarak ikinci
senesi nihâyetine kadar Selîm-i Sâlis ve Mustafa-yı Râbiʻ Hânânının sikkeleri misillü yüzlük ve
ikilik ve Guruşların darb ü ihrâcına müdâvemet olunmuş iken, üçüncü sene-i cüluslarında
eski ikiliklerin sıkletine müsâvi olarak sekiz dirhem vezninde ve yedi yüz otuz ayarında ve iki
yüz Para kıymetinde "Cihâdiyye” nâmıyla beş Guruşluklarla aksâmı darb olunmuş ve işbu
yeni sikkeler fi’l-asl mesârîf-i harbiyyenin tedâriki zımnında ihrâc kılınmasından dolayı bun-
lara Cihâdiyye nâmının verilmesi bundan neş’et eylemiş ve iki üç senede böylece gidilmişdir.
Bin iki yüz otuz altı tarihinde gümüşün fiyatı terakkî etmesiyle meskûkât-ı Osmâniyye’den
beyaz akçanın râyici yevmen-fe-yevmen tezâyüd ve erbâb-ı ihtikâr dahî bunları ketm u idhâr
ederek ve bir tarafdan katʻ olunan beşlik Guruş [55] ve rubʻ ve sâir ecnâsı taşra ve ecnebî tüc-
smâniyye e cne iyye
cârına ziyâdesiyle sürerek bu haller kıllet-i nükûda bâdî ve teshîl-i muʻamelât-ı nas için tevkîr
ü teksîr meskûkâta lüzûm-ı sahîh hâsıl olmuş olduğu ve fakat beher adedi üç dirhem olarak
mukaddemâ katʻ edilmiş olan Guruşun her birinde onbeş Para tefavüt mevcûd olmasıyla bu
husûs Darbhâne-i Âmire’ye küllî hasarâtı mûcib olduğundan ve gümüşün revâcına nisbetle
ayar-ı kadîmine halel gelmeksizin hadd-i iʻtidâla tensîk olunarak iki dirhemden Guruş, dört
dirhemden ikilik bunlara kıyâsen nısf ve rubʻ Guruşlar ve paralar darb ü katʻına hükümetce
karar verilmiş olduğu Şâni-zâde nakl u hikâye eyledikden sonra karar-ı mezkûr az vakitde eş-
sûl-i Mes û â -ı
yânın galâsına baʻis ve mesârifin tezâyüdünü muaddî olarak darbhâneye binde bir mubâyaʻa
olunabilen eski akça fazlasından başka bir nefʻ-i zâhiri müşâhede olunamadı ve ekser-i kesân
eski nükûdu dirhem hesabıyla tüccâra maʻa ziyâdetin vermeğe ve nükûd-ı cedîdenin dahî
râyici artmaya başladı demişdir.
Şâni-zâde'nin şu fıkrasına bakılınca gümüşün kıymeti ol tarihde fırlamış ve bu hâl dahî
salifü’z-zikr Guruş ve ikiliklerin darb ü iʻmâline intâc eylemiş demek oluyorsa da, gümüşün
altuna olan nisbetini taʻyîn etmemiş olduğundan, bu madde şâyân-ı tedkîk görülmüş oldu-
ğundan, bahs-ı mahsûsuna taʻlîk olunmuşdur.
Şehriyâr-ı müşârünileyhin cülûslarının on yedinci senesinde yaʻni bin iki yüz otuz dokuz
tarihinde dahî Guruşlar vilâyetde bir buçuk Guruşa, yaʻni altmış paraya alınıp verilmeye baş-
ladığından, on ayarında sîm-i hâlis zam ve yüzde altmış ayarına iblâğ olunarak altmış paralık
56
l-ı Sâni
cedîd sikke çıkarılmış ve sâir meskûkât-ı Osmâniyye ile ecnebî sikkelerinin fiyat-ı mukarre-
relerinden ziyâdeye sarf olunmaması için her tarafa evâmir-i aliyye isdâr olunmuş [56] ol-
duğunu Cevdet Tarihi yazmış ve şu fıkradan şehriyâr-ı müşârünileyhin evâil-i saltanatlarında
kesilen sikkelerin bazıları elli ve bazıları altmış ayarında oldukları tebyîn eylemiş ise de bu da
tedâbîr-i muvakkata asârı olduğu cihetle tebdîl u tağyîr-i meskûkât gibi bir manayı işrâb ey-
lemez.
Şehriyâr-ı müşârünileyhin evâsıt-ı saltanatlarında yeniçeri ve sipahilerin refʻi, Nizâm-ı
Cedîd’in ihdâsı, Mansûre hazînesinin teşkîli gibi vakʻa-yı cismiyyenin tetabbuʻ ve teʻakubu
mecburiyetinden dolayı mesârîf-i mübremeye karşılık tedâriki sırasından tedâvülde olan
meskûkât-ı mağşûşenin bir kat daha gaşî ve tazyîkine karar verilmesiyle bu kararın asârından
olmak üzere bin iki yüz kırk dört senesinde darbhâne sandıkkârı bulunan meşhur Kazaz Artin
maʻrifetiyle el-yevm kıymet-i hakîkîyyesiyle tedâvül eden metelik sikkelerin envâʻı meydan-ı
tedâvüle vazʻ olunmuşdur.
En evvel tedâvüle vazʻ edilen işbu sikkelerin ayarı binde iki yüz yirmiden iki yüz yirmi
beşe kadar olduğu ve envâʻı beş ve iki buçuk ve bir Guruşluk ile Guruşun aksâmından olarak
yirmi ve on paralıkdan ibâret bulunduğu halde tedâvüle vazʻ olunur olunmaz ortaya bir geniş-
lik gelmesiyle bunun yüzünden hâsıl olan faide-i hazineyi bir kat daha arttırmak için aradan
üç sene geçer geçmez ayar-ı mezkûr binde yüz yetmişten yüz yetmiş beşe kadar mikdâra
tenzîl olunarak ikinci tertîb olmak ve mecmûʻnun mikdârı evvelkilerin mecmûʻundan bir misli
57
Bâb-ı Evvel
Mahmud Hân-ı Sâni zamanında başlanmış olduğu ve bin iki yüz kırk dokuz senesinde tedâ-
vüle çıkarılan altılık ve aksâmının ahvâlinden anlaşılıyor ve Sultan Abdülmecid Hân merhû-
mun evâil-i saltanatlarında meskûkât-ı mağşûşenin katʻ ve devamına müdâvemet olunması
maddesi ise de'b-i kadîm üzere cülûs vâkiʻ oldukça yeniden meskûkât darb edilmesi âdetine
mütâvaʻat edilmesinden neş’et etmiş demek olur.
Her ne hâl ise; bin iki yüz kırk dokuz senesinde ve hakan-ı müşârünileyhin [58] cüluslarının
yirmi altıncı senesinde veznî metelik beşliklerin vezninden biraz aşağı, fakat ayarları mezkûr
beşliklerin iki misli yaʻni “0,435”dan “0,440”a kadar olmak ve beher adedi iki yüz kırk paraya
veyâhut altı Guruşa râyic olmak üzere altılık nâmıyla meydân-ı tedâvüle bir sikke daha vazʻ
olunmuşdur.
El-yevm meşhûd olduğu üzere tamı iki yüz, nısfı yüz, rubʻu elli paraya tedâvül eden işbu
sikkelerin bidâyet-i darbı olan yirmi altıncı seneden hân-ı müşârünileyhin irtihâli tarihi olan
otuz ikinci senesine kadar katʻ u ihrâc olunduğu misillü, şehriyâr-ı müşârunileyhe halef olan
Sultan Abdülmecid Hân hazretlerinin evâil-i saltanatlarında dahi ardı kesilmeyip ke’l-evvel
darb u iʻmâline devam olunmuş olduğu meydanda olan numuneleriyle sâbitdir.
Meskûkât-ı mağşûşenin bidâyeti katʻ u ihracı olan sâlifü’z-zikr bin iki yüz kırk dört sene-i
hicriyesi’nden bin iki yüz elli dokuz sene-i hicriyyesi evâhirine kadar on dört sene zarfında
Darbhâne-i Âmirede katʻ u darb olunan beşlik ve altılıklarla aksâmının mikdâr-ı mecmûʻu dört
yüz doksan sekiz milyon iki yüz otuz iki bin dört yüz otuz Guruşdan ibâret olduğunu kuyû-
smâniyye e cne iyye
dât-ı mevcûde göstermekde ise de, bâlâda hâme-güzâr-ı işʻar olduğu üzere gerek burada ve
gerek Avrupa’da yine kendi vezn ü ayarlarında bunların taklîdleri dahî basılmış ve Bağdad ve
Mısır ve Tunus ve Trablus gibi kıtʻalarda yine bu yolda ve buna karîb sûretde sikkeler kesilmiş
olduğu muhakkak ve müsbet olduğundan, meskûkât-ı mağşûşenin mikdârı kaydın gösterdiği
mikdardan pek ziyâde olacağı şüpheden vârestedir. Karîben verilecek izâhâtdan anlaşılaca-
ğı üzere, meskûkât-ı mağşûşenin her iki nevʻi birer karşılık tedârikiyle pazar-ı tedâvüle vazʻ
olunmayıp ilcâât-ı mülkiyye ve mâliyye üzerine kıymet-i mevzuʻaları ile darb u iʻmâl olunmuş
sûl-i Mes û â -ı
ve tedâvüle vazʻ [59] olunur olunmaz, mazarratı müşâhede olunmasıyla defʻi çaresinin is-
tikmâli zımnında bazı tedâbir ittihâz olunmuş ise de tedâbir-i müttehize ekser evkâtda akîm
bırakıldığından, bu keşmekeş muʻameleye âkıbet bin iki yüz doksan altı sene-i maliyyesi ka-
rarnâmesi ile nihâyet verilmişdir ki, burası herkesce maʻlûm olduğundan, tafsîlâtına girişmek
abes görülmüşdür. Eski zamanların ıslâhâtında sahîhi gaşine galip olarak tedâvüle vazʻ olunan
meskûkâta verilen kıymetlere kıymet-i iʻtibârî (kıymet-i mevzuʻa) ve hâlisü’l-ayar olarak ke-
silen sikkelere verilen kıymetlere (kıymet-i hakîkîyye) deyn-i hakîkîyye denir idi ki, bu tâbir
ıstılâhât-ı fıkhıyyeden me’hûz olduğunda şüphe yokdur.
Binâenaleyh gerek şu taʻbirâtı tavzîh ve gerek meskûkât-ı mağşûşenin kıymet-i hakîkîyye
ve mevzuʻalarını tasrîh etmek için bin iki yüz altmış dört tarihinde Hazine-i Hassâ-i Şâhâne’den
meskûkât idâresine devr olunan hesabların hülâsaları ber-vech-i zîr ıtyân olunmuş olsa mak-
sada kâfidir.
58
l-ı Sâni
Birinci Hesap
Noktasız beşlik ve yüzlük ve Guruşluk ve yarımlık ve on paralığın ayarları = 220: 225 milim
100 00
5 00
100 00
59
Bâb-ı Evvel
5 00
Üçüncü Hesap
100 00
sûl-i Mes û â -ı
6 00
60
l-ı Sâni
Altılık ve aksâmı bi’l-istisna kusûr iki nevʻ beşlik ve aksâmının ayarca [61] yek diğeri bey-
ninde fark-ı küllî olduğuna halk muttalîʻ olmadığı cihetle cümlesi bir siyakda alınıp verilmek-
de iken gerek son senelerde Darbhânece icrâ edilen tecrübelerden ve gerek meskûkât karar-
nâme-i âhiri iktizâsınca kaffesini râyicleri kıymet-i hakîkîyyeye ircâʻından sonra beynlerinde
yüzde on dört derecesinde bir fark olduğu beyne’s-sarrâfan şâyîʻ olduğundan, birden bire bir
hücûm göstererek noktasız olan beşlikleri toplayıp külçe haline ifrâğ ile satmış ve bu yüzden
ol mikdâr derecede kâr hâsıl eylemiş ve şimdiki halde tedâvülde kalan beşlikler ile aksâmı
noktalı beşliklerden ibâret bulunmuşdur ki, asıllarıyla bakiyyeleri karîben beyân olacakdır.
Beşlik ve Altılık ve
İcmâl
Aksamı Aksamı
Guruş Guruş Guruş
61
Bâb-ı Evvel
Anîfen beyân olunduğu üzere 1249 sene-i hicriyesinde darbına başlanılan [62] altılık sik-
kelerin nizâm-ı keyfiyyeti şeref-sünûh buyrulan irâde-i şâhâne mûcibince iktizâ eden mahal-
lere ve evâmir-i aliyye isdâr u tesyârıyla neşr olunmuş ve neşr olunan bu emr-i âli ol vaktin
Takvîm-i Vekayiʻ nüshalarına da derc edilmiş olduğundan, istinsâh edilen sûreti (1) rakamıyla
kitaba zeyl olunmuş ve bunun yalnız Anadolu’nun sağ kol cüz’üne tahsîsi ol vakit meydanda
olan Mısır meselesinden neş’et etmiş olması melhûz bulunmuşdur.
Hazînenin Meskûkâtın
Mülâhazât Beyanı temettuʻatı mecmûʻu
Guruş Guruş
19.247.800 137.775.369
sûl-i Mes û â -ı
Altılık ve aksâmı
%de 14 dan
Mecmûʻ-ı temettuʻ
177.966.050 498.232.430
62
l-ı Sâni
ve taʻdâdında suʻubet olan on, yirmi paralıkların bin ve on paralıkların iki bin adedi bir kese
iʻtibâr olunarak, onlara mahsûs olan torbalara mevzuʻ olduğu halde vezn ile alınup verilir ve
şâyet veznde şüphe olunur ise ol vakit torbalar çözülüp taʻdât olunur idi.
Guruşun eczâsından olarak yine bu tarihlerde 40 veyahud 120 adedi bir Guruşa râyic
olmak için darb u ihrâc edilen ve mikdâr ü kemmiyyeti tahkîk olunamamış olan Para ve ak-
çalara gelince: bu ufak sikkeler ol vakitler kifâyetinden ziyâde darb u iʻmâl olunmuş olmak
gerekdir ki, bunların da 25’er, 50’şer, 100’er Guruşlukları onlara mahsûs olan kâğıtlara vazʻ
olunup yine vezn ile alınıp verilmesi usûl ittihâz olunmuş iken, bazı mürtekîp makuleleri, mâ-
ru’l-beyân üç takım kâğıtlar derûnlarına dirhemleri ziyâde gelsin diyerek rîk ve ona mümâsil
şeyler ilâve ile hîn-i taʻdâdında küllîyetli noksân zuhûr etmeğe başladığı anlaşıldığından, usûl-i
mezkûre bilâhare lağv olunarak mezkûr ufak paraların kağıdlarına bir vechile iʻtibâr olun-
mayıp ve kağıt ile alınıp verilmeyip hîn-ı ahz u iʻtâsında taʻdâd olunarak tamamı tamamına
alınıp verilmek ve ufak para çok olup da taʻdâdında suʻubet olduğu takdîrce kağıtlarından
çıkarılıp dirhemi ziyâde gelsin deyu ilâve olunan nesneler tefrîk ü tathîr birle karışdırılıp 100
Guruşluğu taʻdâd ve vezn olundukdan sonra, küsûr kalanı dahî ona kıyasen vezn ile ahz u iʻtâ
olunmak maddeleri bin iki yüz elli altı senesi evâilinde nizâma rabt olunarak keyfiyyeti cümle-
ye iʻlân edilmiş ve bu iʻlân üzerine akça tahtaları [64] ziyâde revac bulmuş ise de bu nizâm ahz
u iʻtâ erbâbını daha ziyâde suʻubete giriftâr eylediğinden, işbu Para ve akçalar mekteb çocuk-
larının kumbaralarından maʻdâ yerlerde görülmemeye başlamış ve bilâhare bakır paralıkların
zuhûru ile bu ufak Para ve akçalar kendi kendine tedâvülden çekilip antika hükmünü almışdır.
Süleyman Sûdi’nin eserini kaleme aldığı tarihte ilk Osmanlı altını ola-
rak Sultan II. Mehmed (Fâtih) nâmına Hicrî 883 (Milâdî 1478-1479)
senesinde darbedilen “Sultânî” bilinmekte idi. Zaman içerisinde II.
Mehmed’e ait Hicrî 882 (Milâdî 1477-1478) senesini taşıyan Sultânî
keşfedildi. Bu keşfin ışığında (ilerleyen tarihlerde daha erken tarihli
bir Osmanlı altını bulunabileceği ihtimâlini de düşünerek) elan bili-
nen ilk Osmanlı altınının Hicrî 882 senesinde darbedildiği söylenebilir.
Hicrî 882 darbedilen Sultânînin iki yüzünde yer alan kitâbelerde; “Dâ-
ribü’n-nadri sâhibü’l-‘izzi ve’n-nasri fî’l-berri ve’l-bahri / Sultân Mu-
hammed bin Murâd Hân ‘azze nasrühu duribe fî Kostantiniyye 882”
yazmaktadır. Bu ibâreler “altın darbettiren, izzet sahibi ve Allah’ın
yardımıyla karada ve denizde hâkim olan, Murâd Hân’ın oğlu Sultân
Muhammed (Mehmed)’i, Allah azîz yardımıyla gâlip kılsın. Kostanti-
niyye (İstanbul)’de, 882 (Milâdî 1477-1478)’de darbedildi” anlamına
gelmektedir.
63
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 27
Sultan II. Mehmed nâmına, 882
senesinde, Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen ilk Osmanlı altını olan
“Sultânî” (3,52 gr. 21 mm.)
Atom Damalı, Bilhan Akçaşar; “Os-
manlı Sikkeleri Tarihi Cilt: 1”,
Sayfa: 296, Katalog No: 7-K-A1-882
64
l-ı Sâni
Altun Devri
Yukarılarda beyân olunduğu üzere asr-ı Orhan Hân Gazi’den Fatih Sultan Mehmed Hân-ı
Sâni’nin defâa-yı sâniye olarak serîr-i saltanata cülûslarına kadar gümüş sikkeler darb ü ih-
râcına müdâvemet olunmuş ve altun sikke darbı hiç kâle alınmamış iken, şehriyâr-ı müşâ-
rünileyhin cülûslarından yirmi sekiz sene sonra başka bir esâs ve hesâba mürâcaʻat olunma-
yarak, ol vakitlerde İstanbul’da ticâretce en ziyâde müstefîd olan Venedik Cumhuriyeti’nin
Venedik dükası nâmıyla müştehir ve el-yevm yaldız altunu nâmıyla maʻrûf olan ve ayarı yirmi
üç kırat üç buğday iki kesirden ibâret bulunan altun sikkelerin vezn ü kıtʻasında ve yine ol
ayarda olarak yüz adedi yüz yedi dirhem ve üç kırat gelmek ve beher adedi bir dirhem bir
kırat bir buğday5 vezninde olmak üzere ol vakit Bâyezid Camiʻ-i şerîfi civârında binâ edilen
Darbhânede altun sikke kesilmeye başlanmış ve bu vezn ve ayarda kesilen sikkeler sekiz yüz
seksen üç tarihinden Sultan Mehmed Hân-ı râbiʻin hengâmı saltanatı olan bin elli sekiz tarihi-
ne kadar asla bozulmayıp yüz yetmiş beş sene kadar vezn u ayar-ı aslîleri üzere katʻ u ihrâcına
devam olunmuşdur.
Fatih Sultan Mehmed Hân zaman-ı saltanatlarında başlatılan iş bu sikkelere [65] devlet-
ce filori-yi şâhî ve halkça kızıl Guruş nâmı verilmiş olduğunu tevârih-i mevcûde göstermekte
ise de sebep ve illetlerini beyân etmediklerinden, filori kelimesinin ber-vech-i âtî iʻtâ kılınan
maʻnâsına nazar olunur ise bu ismin tesmiye bi’t-teşbîh kabîlinden olduğu zâhir olur.
Filori yâhud Filorin veya Fiyorino on üçüncü asr-ı milâdîde İtalya’nın Florans nâm şeh-
5) Darbhâne muʻamelâtında bir kesir dört buğday, dört buğday bir kırat ve on altı kırat bir dirhem iʻtibâr olunur.
65
Bâb-ı Evvel
elliye, elliden altmışa, altmışdan [66] yetmişe ve hellüm cerrâ terakkî edip Guruşun vâhid-i
kıyâsi add ü iʻtibâr olunduğu zamana kadar dört yüz akçaya kadar fırlamışdır.
Hazret-i Fatih’in zaman-ı saltanatlarında İstanbul’un gayr-ı mahalde altun sikke basıl-
mayıp taşralarda sikke darbına Sultan Bâyezid Hân-ı Sâni zamanında başlanmış ve evvelâ
Edirne’de ve sonra Rumeli’nin bazı cesîm şehirlerinde katʻ u darbına ruhsat verilmiş olduğu
misillü, Sultan Ahmed Hân-ı evvelin hengâm-ı saltanatlarında dahi Anadolu’da cesim şehir-
lerde darbhâneler te’sîsi ile altun sikke darbına mübâşeret olunduğundan ve her yerde tam-
mü’l-vezn ve tammü’l-ayar sikke darbı, zamanımızda bile darbhânelerde nasîp olmadığından
ve İstanbul’da dikkat olunduğu gibi taşralarda basılan sikkelerin esnâ-yı darb u iʻmâlinde lâyı-
kıyla ihtimâm olunamadığından, oralarda basılan sikkeler vezn u ayarları tamamı tamamına
vakʻaya alınamamış ve şu haller akça fiyatlarının ahvâline bile sirâyet eylemişdir.
Altun sikkelere bidâyeten filori nâmı verilmiş iken, muahharan bunlara Şerîfî nâmının ve-
rilmesi Yavuz Sultan Selim Hân merhûm Mısır’ı istilâ eylediği esnâda orada kesdirdiği sikke-
ye Şerefî nâmı verdiğinden, bu isim refte refte Şerîfî nâmına tahvîl olunarak etrâf u eknâfa
öylece yayılmış ve hakan-ı müşârünileyh zamanlarında kesilen sikkeler bazı vilâyetlerde de
sikke-i Şâhî nâmıyla müştehir olmuşdur.
Filori yahud Şerifî nâmıyla kesilen altun sikkelerin aksâm izʻafı var mıydı yok muydu?
Buralarını tevârih-i mevcûde göstermiyorsa da bunların izʻaf ü aksâmına delâlet eder şimdiye
kadar hiçbir sikkeye tesâdüf olunamadığından, meskûkât-ı mezkûre her yerde bir kıtʻada ba-
smâniyye e cne iyye
tedâvülü menʻ olunmak şöyle dursun, onların da bir tarafdan katʻ u ihrâcına devâm olun-
muşdur. Eski Şerîfîlere nazaran bu defʻa basılan Şerîfîler daha ziyâde matbûʻ göründüğünden,
bu altunlar Mısır taraflarına gider gitmez oralarca fındık altunu nâmıyla şöhret bulmuş ve bu
şöhret bilâhare lisân-ı resmiyyeye de intikâl eylemişdir. Mısrîlerin bunlara fındık altunu de-
meleri ziyâde sevdikleri fındığın ahz u iʻtâsında bunları vâsıta etmeleri maddesi olsa gerekdir.
Müverrihler asr-ı Mustafa Hân-ı Sâni’de kesilen altunların ayarlarınca iki buğday bir kesir
derecelerde icrâ-yı tenzilât edilmesi esbâbını sarâheten beyân etmiyorlarsa da bu madde
mesârif-i darbiyyeyi meskûkat üzerine zamm etmek gibi bir tedbîrin ittihâzından ileri geldiği
Guruş bahsında verilen izâhât ile karîben verilecek maʻlûmatdan zâhir olur.
Bu tarihlerde İstanbul’da kesilen Şerîfî altunlar ile Mısır’da katʻ olunan altunlar beynin-
de dirhem ve ayarca tefâvüd-i küllî olduğu halde râyici müsâvî tutulduğundan, ehl-i ticaret
66
l-ı Sâni
Filori:
Osmanlılar’da filori, altın karşılığı tahsil edilen bir vergi adı olarak
da geçer.
67
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 28
Floransa Cumhuriyeti’nde (1335-1393)
tarihleri arasında kullanılmış Filori
Soler y Llach (formerly Martí Hervera
& Soler y Llach) Subasta 75
No: 1240 (3,46 gr.)
Fındık Altını:
68
l-ı Sâni
Fotoğraf 29
Sultan IV. Mustafa nâmına,
1222/2=1223 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
Fındık Altını (3,10 gr. 19,5 mm.)Baha-
dır Kalaycı Koleksiyonu
Envanter No: 344
İstanbul altunlarını düşürüp Mısır ve sâir mahallere götürdükleri cihetle dest-i teamül ve te-
dâvüldeki hâlis altunlar kesb-i nedretle nâkısu’l-vezn ve mağşûşu’l-ayar olan Mısır altunları
tekessür etmesine mebni, hükümet-i seniyye bu hâlin önünü almak üzere bâdemâ darbhâne-
de yine evvelki vezn ü ayar ile mesbûk ve fakat tuğra-yı garra-yı hümâyûn ile meskûk olarak
üçer yüz akçaya râyic ve hazinece dahî kezâlik [68] bu hesabla kabulü câiz olmak üzere cedîd
altunlar ihrâcına karar verilmiş ve binâenaleyh işbu cedîd altunların mikdârı tekessür edin-
ceye kadar Mısır ve eski İstanbul Şerîfîleriyle Tunus ve Cezâyir altunlarından ve ehl-i hidme-
tin taşralardan Der-sa’adet’e getirecekleri ve tüccar beyninde tedâvül eden mahlût ve yüz
adedi yüz on dört dirhem altun iʻtibâriyle râyic olan meskûkatın doğruca darbhâneye ge-
tirilip kal olundukdan sonra tuğra-yı şerîf ile katʻ u darbı ve Edirne ve İzmir’de dahî mahsûs
Mısır Darphanesi:
I. Selim (918-926/1512-1520)'in saltanatında darp faaliyetine başlamış,
"Kahire" darphane ismiyle Mangırlar, Mısır darphane ismiyle yine Kahi-
re'de altın ve gümüş sikkeler darbedilmiştir. Mısır darplı Osmanlı sikkeleri
son olarak V. Mehmed (1327-1336/1909- 1918)'in saltanatında Sultanın 6.
cülus tarihinde kesilmiştir. Mısır'da 400 yıl boyunca darp faaliyeti sürmüş-
tür.
Mısır Darphânesi hakkında Evliya Çelebi’nin kaydı:
Sitâyiş-i Darbhâne-i Mısr1
Ve darbhâne ırz-i pâdişahidir. Bu dahi defterdar hükmündedir. Huddâm-ı
darbhâne cümle beş yüz ådemdir. Cümle defterdâra mensûblardır. Amma
darbhâne emini paşa ağasıdır, ammâ söz sahibi sâhib-ayârdır; defterdâr
1) Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. Yücel Dağlı, 10. Kitap, İstanbul: YKY, 2007, s 78.
69
Bâb-ı Evvel
ana tâbi’dir. Zirâ sikke vü ayâr sâhib-ayardan su’âl olunur. Kalb bir sikke
bulunsa sâhib-i ayârın elin keserler. Cümle darbhâne huddâmları anın zir-i
hükmündedir.
Elli Yahûdi simsârı vardır. Elli furuncu ve elli kuyumcu ve on haddegân ve
on mîzândâr ve elli kehledår. Meselâ telden gümüşü kesüp kıt’a kıt’a eder-
ler; ana kehle derler. Andan yigirmi yassıbâz, andan yigirmi sikkekâr ve on
dolâbcı ve on perdâhcı ve bir veznedâr ve bir sikkezân. Ve yigirmi didebân,
gayrı işe me’mûr değillerdir. Herkes hânesinden geldükde üryan edüp dar-
bhânede gayrı mirî esbab geydirirler kim, esbâbında bir kalb şey olup sikke
urmayalar deyü didebânlar dâ’imâ gözedirler. Ve her şeyi vezn ile verüp
vezn ile alırlar. Ve sikke uruldukdan sonra bir dahi âteşe bırağup tavlarlar.
Eğer akça âteşden siyâh çıkarsa akçaya sikke uranın, darbhâne içinde sâhi-
b-i ayâr, beğe paşaya danışmadan iki ellerin kat’ ederler.
Ve sikkezân başının yevmiyye birer Şerîfi ulûfesi var. Bir odada dâ’imâ mah-
bûsdur. Kazdığı sikkeleri sâhib-i ayâra teslîm edüp hazînede mühürlerler. Ve
hazinenin elli âdem nigeh-bânı vardır, azim derd-i serdir. Mısır Darbhânesin
görmeyen bir diyarın darbhânesin görmek lâzım değildir. Zirâ cemî’-i Mısır
cezîresinden tibr gelüp şeb [u] rûz darbhânede tâcinlere konup tibri kâl
edüp toprağından ayırup tel edüp ,andan kehle edüp, andan yassılayup,
andan sikke urulup perdâht olup meydana gelince yüz yetmiş kerre elden
smâniyye e cne iyye
geçer. Azîm derd-i belâdır, ammâ cimâ gibi tatlı belâdır, ammâ ehline tatlı-
dır, ammâ nâ-ehle zehr-i mârdan telhdir.
Kaçan Mısır divânhânesine dağlar gibi altun yığılup gitdikde gûyâ bir hayâl-
dir. Tâlib-i dünyâ olmayana yine bir hayâldir. Tafsilden murad, manzûrumuz
olduğun tahkîkdir. Yohsa hamd-i Huda kanâ’atımız yerindedir. Müfred:
Fî 26 Ramazan bin yüz sekiz senesine tesadüf eden işbu tedbiri vakʻanüvis Raşid Efendi bu
sûretle beyân eyledikten sonra tedbîr-i mezkûrun ittihâzından dolayı hazîne-i celîlece nefʻ-i
küllî hâsıl olduğunu ve husûsî ile irsâliye olarak Mısır’dan sene-i mezkûre içinde gelen Şerîfî
altunların vezn u ayarını tatbîk için Darbhâne-i Âmire’de sikke-i cedîdeye tahvîlinde iki yüz
kesede yetmiş kese noksan tebyîn ederek Mısır Darbhâne Emini tecrîm ve şu suretle âtîsi
için vârîdât-ı devlet zarardan vikâye ve te’mîn edildiğini beyân eylemiş ve Edirne ve İzmir’de
bundan çok seneler evvel darbhâne kûşâd olunmuş iken, buralarda darbhâne ihdâsı maddesi
neden neş’et eylediği anlaşılamamışdır.
70
l-ı Sâni
Bin yüz on beş senesinde cülûsu vâki olan Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis’in hengâm-ı salta-
natlarının on üçüncü senesine kadar kesilen altınların şekl ü resmi ve ayar u vezni yine eslâf-ı
kirâmlarının aynı olduğu halde Râşid Tarihi nakli üzere sene-i mezkûrede görülen lüzûm üze-
rine tamamiyyet-i vezn u ayarına beyne’n-nas muʻteber ve makbûl olan Venedik altunundan
tammü’l-vezn yüz adedi yüz on dirhem gelmek ve kenarları zincirli ve dairesinin etrafı [69]
Rûmî nakışlı ve ortası ayna gibi musaykal ve mücellâ ve bir tarafının vasatında tuğra ve taraf-ı
âharının vasatında dahî “Duribe fî İslambol” ibâresi olmak üzere sikke darb olunarak üçer
Guruş râyiciyle ve Zer-i İstanbul nâmıyla altun katʻına ferman buyrulmuş ve bu altunlar mey-
dana çıkdıkdan sonra kenarları zincirli ve ahz u iʻtâda daha emniyetli olduğunu halk gördükle-
rinde, ism-i tasgîr sigasıyla buna “Zencirekli Altun” nâmını takmışlardır.
Zer-i Mahbûb:
71
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 30
Sultan I. Mahmûd nâmına, 1143
senesinde, İslâmbol (İstanbul)’de dar-
bedilen Zer-i Mahbûb Altını
(2,60 gr. 20 mm.) Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 701
Suret-i kayd
smâniyye e cne iyye
1142 senesi Cemâziye’l-ahiresinin onuncu günü vürûd eden zer ü sîmin ma'a
mesarîf-i nakliye bahası
Beher Beher
dirhemi miskalı Dirhem Miskal Akça Guruş Para
akça akça
sûl-i Mes û â -ı
Şu hesapdan bizim için iki fayda hâsıl olur ki, bunun birisi bundan [70] yüz elli yüz altmış
sene mukaddem hâlis altunun kıymet-i hâkikiyesiyle hâlis gümüşün kıymet-i hakikiyyesi bey-
nindeki nisbetin zamanımız kıymetlerine kolayca tatbîki; diğeri ol zamanlarda muʻamelâta
esas ittihâz kılınmış olan Guruşların derûnlarında kaçar dirhem hâlis gümüş bulunduğunun
tâyini maddeleridir.
72
l-ı Sâni
Hesâb-ı mezkûr madenlerimizin ol vaktini zenginliğini dahî gösterir ise de burası makamı
olmadığından buna ait tafsilât Defter-i Muktesit’de gösterilmişdir.
Sûret-i Kayd
Beyne’n-nas Fındık altunu tâbir olunur zencirekli müdevver İstanbul altunundan zınba-
lı olanları revacdan menʻ ve Darbhâne-i Âmire’de dirhem hesabıyla iştirâ olunmak için fer-
man-ı âli sadr olmağla, mûcibince Darbhâne-i Âmire Nâzırı El-hac Sa’dullah Efendi bi’l-cüm-
le sarrafân taifesini ve ayar fehm eden tüccarı cemʻ ve muvâcehelerinde ayarı tam olmağla
zınbalı cedîd Âsitâne ve Mısır altununu kal ve çaşnîsini ahz eyledikde, beher dirhemi üç yüz
seksen dört akçaya alınıp ziyâdesi ne zuhûr eder ise beher kıratına yirmi dört akça ve nısf-ı
kıratına oniki akça verilip ve altun-ı mezkûrden yirmi dört kıratlık katʻ olmadığı sûretde fakat
muʻtad olan amele ücreti hâsıl olup cânib-i mîrîye faiz olmayacağı zâhir olduğu ve Tiflis ve
Revan ve Tebriz’de mukaddemâ katʻ olunmuş olan müdevver zencirekli altun yirmi iki kırat
zuhûr etmekle Âsıtâne-i Saʻadet’de katʻ olunan yirmi dört ayarına varınca tutulan çaşnı muk-
tezâsınca beher dirhemi üç yüz elli akçaya ve beher kıratı yirmi iki akça ve nısf-ı kıratı onbir
akçaya iştirâ olunmak lâzım gelip ve bu altundan dahî darbhânede zer-i mahbûb katʻ etdi-
rildiği halde, ancak amele-i darbhânenin ücretleri hâsıl [71] olup bir akça faiz6 zuhûr etme-
yeceğinden ve bazı kimesneler yedlerinde bir veya iki adet zınbalı altun bulunup “darbhâne
6) Eski zamanlar ıstılâhât-ı mâliyesinde mukataʻat-ı mîrîyenin cümlesinden hâsıl olan temettuʻata fâiz taʻbîr olunur
idi.
73
Bâb-ı Evvel
Sultan Mahmud-ı Evvel’e halef olan Sultan Osman Hân-ı Sâni’nin [Sâlis’in] üç seneden
ibâret olan müddet-i saltanatlarında altunlarca hiçbir tebeddülât ve tagayyürât [72] vukuʻa
getirildiğine dair tevârih-i mevcûdede hiçbir sarâhat olmadığı misillü, ona halef olan gerek
Sultan Mustafa-yı Sâlis’in ve gerek Sultan Hamid Hân-ı Evvel’in evâhir-i saltanatlarına kadar
kesilen meskûkât-ı zehebiyyede dahî hissolunacak derecelerde tebeddülât vukuʻa getirilmiş
olduğu pek de ma’lûm değildir. Yani sekiz yüz seksen üç senesinde Sultan Selim Hân-ı Sâlis’in
tarih-i cülusları olan bin iki yüz üç senesine kadar mürûr eden iki yüz yirmi sene zarfında katʻ
u ihrâc olunan meskûkât-ı zehebiyyenin ayarları tammü’l-mikyas olan yirmi dört kıratdan
yirmi bir ve üç rubʻ-ı kırat kadar bir tenezzilât vukuʻa getirilmiş olduğu anlaşılmakda ise de
bunlar da temettuʻ kastıyla yapılmış bir tedbîr olmayup belki hesapları uydurmak maksadın-
dan ve bununla beraber envâʻını çoğaltmakdan ibâret olacağından şüphe yokdur.
Altun hususunda yirmi kıratdan aşağı ayarda sikke darb u ihrâc etmek ve giderek bu ayarı
on üçe kadar indirmek usûlü Sultan Selim Hân-ı Sâlis’in hengâm-ı saltanatlarında başlamış-
dır. Şöyle ki, Sultân-ı müşârünileyhin bidâyet-i cülûslarında nâm-ı şahanelerine kesilen altun
sikkeler eslâf-ı kirâmları sikkeleri misillü fındık ve zer-i mahbûb altunlarından ibâret olduğu
halde devr-i saltanatlarında hiss olunan muzâyaka-ı maliyyeden dolayı eyâdi-i nasda bulu-
nan hilyât ve evânî-i sim u zerin celb ü cemʻiyle ve meskûkâtın tenkıs-i ayarı tedbîrine mürâ-
caʻatdan başka çare olmadığından, bin iki yüz dört senesinde iktizâsına mübâşeret olundu-
ğu sırada nakısu’l-ayar olarak zer-i mahbûblar katʻ u ihrâcına başlanmış ve bu tedbîr ileride
smâniyye e cne iyye
büyük büyük fenâlıkları dâvet eylemiştir ki, Cevdet Tarihi’nin beşinci cildinde münderic olan
mübâhisât-ı erbâb-ı mâliyeye bir büyük maʻlûmât olduğundan mütalaʻası tavsiye olunur. [73]
Sultan Mustafa-yı Râbiʻin cüz’î olan müddet-i saltanatlarında kesilen fındıklar ile Zer-i
Mahbûblar dahî nâkısu’l-ayardırlar.
Cennetmekân Sultan Mahmud Hân-ı Sâni’nin otuz üç seneden ibâret olan müddet-i sal-
tanatlarında kesilen altun sikkelerin esâmi ve envâʻı pek muhtelif olduğu misillü, ayarları dahî
sûl-i Mes û â -ı
yirmi iki kıratdan on üç kırata kadar mütenâzildir. Vakıʻâ selâtîn-i mâziyyeden bazılarının za-
man-ı saltanatlarında kesilen ez-an-cümle fındık nâmıyla yâd olunan altun sikkelerin dahî
envâʻı muhtelif ise de bu ihtilâfât altunun vezn u ayarında, yani esâsları bahsinde olmayıp izʻaf
ü aksâmı hususunda olduğundan, bunlar onlara mukis değildir. Binâenaleyh bu bâbda bazı
mertebe tefsîlât iʻtâsına mecburiyet hâsıl olmuşdur.
Pâdişâh-ı müşârünileyhin bidâyet-i cüluslarından hengâm-ı saltanatının sekizinci senesi-
ne kadar on bir kırat üç buçuk buğday vezninde kesdirmiş olduğu altunlar “İstanbul” nâmıyla
tavsîf olunmuş ve bunun nısfiye ve rubʻiyyeleri dahî kesilmiş iken, cülûsun dokuzuncu se-
nesinde bu usûlde altun darbı terk olunarak sene-i merkûmeden iʻtîbâren beher adedi bir
dirhem yedi kırat üç buğday vezninde olarak “Rûmî” nâmıyla bir altun daha kesdirmiş ve bu
kesiş, cülûslarının on üçüncü senesine kadar devam etdiği halde yine bu tarihlerde mezkû-
rü’l-ism İstanbul sikkeleri ayar u kıymetinde Cedîd Rûmî nâmıyla bir altun daha darb olunup
74
l-ı Sâni
bu kesişte cülûsun on beşinci senesine kadar devam eylemiş ve bu yeni altunların bir tarafı
yazılı olduğu cihetle bunlar beyne’l-halk “Yazılı Mahmûdiyye” nâmıyla şöhret bulmuşdur ki,
bunların da nısf ve rubʻları vardır.
Ve yine pâdişâh-ı mağfûr-ı müşârünileyhin devr-i saltanatının on beş ve on altıncı sene-
lerinde “duribe fî Kostantiniyye” ibâresi yerine “duribe fî [74] Dârü’l-Hilâfe” ibâresi yazılı bir
şekl-i diğerde ve fakat vezn u ayarca atîk Rûmî altunları derecesinden bir nevʻ altun daha
darb olunup meydân-ı tedâvüle konulmuş ve bu altunlar dahî beyne’l-halk “Sıra Altunu”
nâmıyla zeban-zed olmuşdur.
Devr-i mezkûrun on yedinci senesinde hazret-i pâdişâhın mahlas-ı celîlleri olan “Adlî” laf-
zının sikkeler üzerinde dahî görülmesi murâd buyrulup sene-i merkûmeden itibâren on dokuz
kırat üç buğday ve üç buçuk kesir ayarında olarak “Adlî” nâmıyla bir nevʻ altun kesildiği gibi
bundan sonra dahî on yedi kırat üç buğday üç buçuk kesir ayarında bir nevʻ altun daha darb
olunup evvelkiler “Atîk Adlî” sonrakiler “Cedîd Adlî” nâmıyla zebanzed olmuşdur. Bunların da
nısfiye ve rubʻiyeleri vardır.
Yine hakan-ı müşârünileyhin devr-i saltanatlarının yirmi birinci senesinde yirmi kırat üç
buğday üç buçuk kesir ayarında “Hayriyye” nâmıyla bir altun daha ihtirâ’ olunup sûret-i darbı
iki sene imtidâd eylemişdir. Bunun da nısfı ve rubʻu vardır ki, bu altun lisân-ı avâmda “Gazi”
veya "Sandıklı" nâmıyla şöhret-yâb olmuşdur.
75
Bâb-ı Evvel
Osmanlı sikke darbında çok önemli bir yer edinen Mangırın Rumeli eyâ-
letlerinde darbedilmediği, en batıda Edirne’de imâl edildiği görülmekte-
dir. Mangırlar başta Kostantiniyye (İstanbul) olmak üzere Anadolu, Or-
tadoğu, Arabistan ve Kuzey Afrika darphânelerinin tamâmına yakınında
smâniyye e cne iyye
Mangırları büyük bir kısmında hangi Sultan nâmına, nerede ve hangi ta-
rihte darbedildiği yazılmışken; üzerlerinde sâdece darpyeri bulunanları
sûl-i Mes û â -ı
Mangır itibârî değeri olan bir paraydı. Madenî değeri ile devletin tayîn
ettiği râyicin arasında çok büyük fark bulunuyordu. Osmanlı mâliyesinde
bir tür vergi aracı olarak kullanılmış, halkın elindeki gümüşün Mangırla
değiştirmesi mecbûrî hâle getirilmişti. Vergi ödemeleri bakır sikkeyle
yapılamadığından Mangır devlete geri dönmüyor, böylece bakır sikke
arzından sağlanan gelir, tamâmen hazineye kalıyordu.
76
l-ı Sâni
Fotoğraf 31
Sultan I. Murâd nâmına,
Ramazân 790 (Milâdî Eylül 1388) tari-
hinde, darbedilen bakır Mangır
(3,40 gr. 15-17 mm.) Bahadır Kalaycı
Koleksiyonu Envanter No: 5113
dîden menʻ olunarak böylelikle meskûkât husûsâtınca öteden beri sürüklenip gelen iğtişâşât
ortadan külliyen refʻ olunmuşdur ki, tedâbîr-i mezkûre muʻamelât-ı maliyyemizin bir devr-i
cedîdi demekdir.
Bakır Devri
Devlet-i Aliyye-yi Osmâniyye’de Mangır nâmıyla meydân-ı tedâvüle konulan bakır sikke-
lerin ne zaman ihdâs olunduğuna ve ne hesap ile meydan-ı tedâvüle vazʻ edildiğine dâir tevâ-
rih-i mevcûdemizde sarâhat-i kafiyye olmayup bu nâm ilk defa olmak üzere vakaʻnüvis Raşid
Efendi merhûmun tarihinde görülmüşdür. Şöyle ki, müverrih-i mümâileyh bin doksan dokuz
senesi vekayiʻini hikâye eylediği sırada temâdîʻ-i esfâr sebebiyle kesret-i masârîf-i bî-şimâr-
dan nâşî, hazîne-i âmirede küllî muzayaka âşikâr olmakla, bu ahvâlin tedâriki husûsu vü-
77
Bâb-ı Evvel
neleri vech ile imâl olunacak altunun yirmi iki ayarında olarak yüz Guruş fî[yat] ile beher adedi
78
l-ı Sâni
Gümüş sikkelerde de durum pek farklı değildi. Sultan’ın cülûsunun ilk se-
nesinde Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen gümüş sikkeler “Kuruş”,
“Zolota (30 Para)”, “10 Para”, “5 Para”, “Para” ve "Akçe"dir. Bu sikkeler II.
Mahmûd’un selefi Sultan IV. Mustafa (Hicrî 1222-1223/Milâdî 1807-1808)
ve ondan önce hükümdâr olmuş Sultan III. Selim (Hicrî 1203-1222/Milâdî
1789-1807) devrindeki sikkelerin tarzındaydı. Bu tipteki gümüş sikkelerin
79
Bâb-ı Evvel
(Milâdî 1843) senesinde rayiç tespit edildi. Aynı yıl içinde “Tashîh-i
‘Ayâr-ı Sikke”nin tatbik edilmesine hükmedildi. Bu sebeple de “Tas-
hîh-i ‘Ayâr-ı Sikke Madalyası” darbedildi.
Fotoğraf 32
Sultan Abdülmecîd’in tuğrasını taşıyan,
sûl-i Mes û â -ı
80
l-ı Sâni
81
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 33
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/18=1272 senesinde,
smâniyye e cne iyye
Fotoğraf 34
Sultan Abdülmecîd nâmına,
sûl-i Mes û â -ı
1255/18=1272 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
altın 250 Kuruş (2,5 Lira)
(18,00 gr. 27 mm.)
Fotoğraf 35
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/13=1267 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
altın 100 Kuruş (1 Lira)
(7,14 gr. 22 mm.)
82
l-ı Sâni
Fotoğraf 36
Sultan Abdülmecîd nâmına, 1255/5=1259-1260 senesinde, Kostantiniyye (İstan-
bul)’de darbedilen deneme baskısı Gümüş 20 Kuruş (24,00 gr. 36,5 mm.) (Önce bu
tarzda gümüş sikkelerin darbedilmesi
kararlaştırılmışken, daha sonra altın sik-
kelerin benzer tipte olması ve kolaylıkla
sahtekârlar tarfından üzerlerinin altın-
la kaplanabileceği endişesiyle gümüş
sikkelerin bu tipte darbedilmelerinden
vazgeçilmiştir.)
Fotoğraf 37
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/13=1267 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş 20 Kuruş
(24,00 gr. 37 mm.)
Fotoğraf 38
Fotoğraf 39
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/19=1273 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
gümüş 20 Para (0,55 gr. 13 mm.)
Fotoğraf 40
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/18=1272 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
bakır 40 Para (21,12 gr. 37 mm.)
83
Bâb-ı Evvel
Fotoğraf 41
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/16=1270 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de darbedilen
bakır 20 Para (10,78 gr. 31 mm.)
Fotoğraf 42
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/16=1270 senesinde,
Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen bakır 10 Para
(8,18 gr. 27 mm.)
Fotoğraf 43
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/8=1262 senesinde,
smâniyye e cne iyye
Fotoğraf 44
Sultan Abdülmecîd nâmına,
1255/8=1262 senesinde,
sûl-i Mes û â -ı
Kostantiniyye (İstanbul)’de
darbedilen bakır 1 Para
(1,00 gr. 13 mm.)
iki dirhem dört kırat olmak üzere bir nevʻ ve elli Guruş fî[yat] ile ve kezâlik beher adedi bir
dirhem iki kırat olarak diğer bir nevʻ ki, cemʻan iki nevʻ altun sikke-i şâhânenin katʻ u darbı ve
ecnâs-ı beyaz akça dahî üç nevʻ olarak bir nevʻi doksan ayarında yirmi Guruş [78] fî[yat] ile
yedi dirhem ve diğer nevʻi on Guruş fî[yat] ile üç dirhem sekiz kırat ve diğer nevʻi dahî beş
Guruş fî[yat] ile bir dirhem on iki kırat olarak katʻ u iʻmâl ve muʻamelât-ı nâsa teshilât için
beşlik nısfı olarak yüz paralık dahi kesdirilmesi ve meskûkât-ı seniyye-i şâhânenin etrafı katʻ
olunmakdan vâreste ve masûn olmak üzere icâbına göre tokça ve devirleri gayet temiz ve
84
l-ı Sâni
mücellâ olması lâzımeden ve’l-halet-i hâzihî Darbhâne-i Âmirede istiʻmâl olunmakda olan âlât
ü edevât bunlara el vermeyeceğinden başka, edevât-ı mezkûre kâr-ı kadîm olması cihetle
kesret-i ameleye muhtâc olarak meskûkâtın masârîf-i iʻmâliyesi tekessür etdikçe bi’t-tabʻ
altun ve sîmin mikdâr-ı mevzûʻ ve mukarrerini taklîl etmesi lâzım geleceği bedîhîyâtdan olmak
hasebiyle, edevât-ı cedîde-yi muktezîyenin Londra’dan celb olunması ve Memdûhîye altunu-
nun sikke-i cedîde-i şâhâne katʻ u darbına şürûʻ olundukdan sonra eyâdi-i nâsda tedâvülü câiz
olmayacağına ve bunun beş tanesine herkesin bildiği gibi yüzer Guruş verileceğinden sikke-i
cedîdeye tebdîlinde ashâbına bir gûna zarar terettüp etmeyeceği misillü mesârif-i iʻmâliyesi
içinden çıkarılacağı cihetle, Darbhâne-i Âmireye dahî bir gûna mazarratı olmayacağına
binâen, zikr olunan Memdûhîyye altununun ol vakit eyâdi-i nâssda tedâvül etmemek üzere
düşürülmesi ve’l-hâlet-i hâzihî tedâvül etmekde olan beyaz yarımlık ve rubʻ ve on Para şimdi-
lik kifâyet edemeyeceğinden ve meskûkât-ı cedîde ayarında iki ve bir Guruşluk sîm sikke darb
olunsa cirmi pek küçük olacağı cihetle yakışık almayacağından, ondan sarf-ı nazarla ileride
lüzumu takdîrinde bi’l-müzâkere icâbına bakılması ve’l-halet-i hâzihî eyâdi-i nâsda alınıp ve-
rilmekde olan meskûkât-ı atîka ve Efrenciyye edevât-ı mezkûrenin bu tarafa vürûdu ile
meskûkât-ı cedîdenin mesârif-i iʻmâliyesi hesap olunarak ona göre fiyat vazʻ ü takdîr olunma-
sı [79] ve altılık ve üçlük ve altmışlık ve beşlik küllîyen aradan kaldırılması pek ehemm ü elzem
olduğundan, bunlardan altılık ve üçlük ve altmışlık tebdîlinden dolayı vâkiʻ olacak zarar u
ziyâna mukâbil maʻadin-i hümâyûnlardan zuhûr edecek sîm hâsılâtı ve beşlik zararına dahî
Ergani maʻadin-i hümâyûnundan husûle gelen nühâs karşılık ittihaz olunması lâyihâda göste-
85
Bâb-ı Evvel
Dersaʻadet ve taşra ahâlisi beşlik kalbini fark etmediklerinden ve bu bâbda ahâlinin dikkatle-
rini mûcip olacak sûretle takayyüdât-ı icâbiyyeye bakılmadığından, ol makule kalb şeyler te-
dâvül etmekde olup, şöyle ki, asıl itibâr Darbhâne-i Âmire’de katʻ olunan meskûkât-ı şâhâne
olduğundan, bundan böyle Darbhâne-i Âmirede katʻ olunmayan beşliğin küllîyen tedâvülü
menʻ olunarak her kimin yedinde bulunur ise kıymet-i hakîkiyesi umûr-ı mâliyye memûrları
tarafından ashâbına iʻtâ birle derhâl ortasından katʻ olunmak üzere nizâmına rabt olunmuş
olduğu şimdiden her tarafa iʻlân ü işaʻa olunduğu halde, ahâli dahî beşliğin kalb olmamasına
lâyıkıyla dikkat ederek ve meclisler tarafından dahî bu husûsa lâyıkıyla ihtimâm olunarak kalb
beşlik sürülmez olduğu gibi yeniden katʻ u darbının tabiʻatla arkası kesilmiş ve bu fesâd orta-
dan kalkmış olacağından, maslahât yalnız Darbhâne-i Âmire’de kesilen beşliğe münhasır
olarak onun dahî sene-be-sene ber-minvâl tahsîs olunacak karşılık ile düşürülmesi ve bu key-
fiyyetin dahî şimdiden meskûkât-ı şâhâne nizâmıyla beraber iʻlanı muktezâ-yı maslahatdan
olup fakat Hazîne-i Şâhâneye ait olacak mazarrat keyfiyetini bi’l-cümle taʻdîl için bazı sûret-i
teshîl hatırlara gelmiş ise de, ondan dahî bir nevʻ mahzur görülmüş olarak, her ne ise beşlik-
lerin düşürülmesine şürûʻ olunması alât ü edevât-ı mukteziyyenin vürûdu ile meskûkât-ı ce-
dîde-i şâhânenin katʻ u darbına mübâşeret olunmaklığa ve bu dahî yedi sekiz mâha muhtac
olarak bu tedbîrin istihsâli hüsn-i kararına haylice vakt olduğundan, bundan böyle icâbı yine
düşünülmek üzere şimdilik olunacak iʻlanda buna dâir bir şey denilmemesi ve edevât-ı mezkû-
renin vürûdunda Darbhâne-i Âmire amelesinin bi’t-tabʻi tenezzül edeceği cihetle [81] el-hâ-
let-i hazihî müstahdem bulunan amele içinde kâr u kisbe muktedir olmayan ve emeği geçmiş
smâniyye e cne iyye
bulunan ameleye sâye-i şevket-vâye-yi hazret-i pâdişâhîde kayd-ı hayat şartıyla münâsibi
vech ile mâhiye ve maʻaş tahsîs olunmak üzere iktizâsının icrâsı ve mezkûr numunelerin han-
gisi hangisine müreccah görünüyor ise ona göre tekrar istîzân olunması ve bî-mennihi teʻâlâ
aşağıdan (Londra’dan) celb olunacak alât ü edevât-ı mukteziyenin vürûdu ile Darbhâne-i
Âmirede her resmden darb olunarak mazrûbları bi’l-muʻayene ol vakit tarz-ı mergûblarının
dahî nümâyişine göre intihâbında hâli başka olacağından ol vakit icâbına bakılmak üzere
evvel be evvel edevât ve alât-ı lâzîmenin Londra’dan celb olunması tensîb olunarak hâk-i
sûl-i Mes û â -ı
pây-ı hümâyûn hazret-i şâhâneden lede’l-istîzân ol vechile iktizâlarının icrâsı husûsuna irâde-i
seniyye-i mülükhâne taʻlikiyle hatt-ı şerîf-i hazret-i tacdârı tırâzende sahife-i sunûh ve sudûr
buyrulmuş olduğu hikâye olunmuşdur. İşte tashîh-i ayar hakkında en evvel sâdır olmuş olan
karar, bâlâda bast olunan buyruldu-yı âli sûretinde münderic olan tedâbirdir.
Gelelim şimdi işbu irâde-i seniyyenin derûnunda münderic olan lâyihânın münderecâtıyla
ol bâbda yapılan hesapların teşrîhâtına:
İşbu lâyihâ yapıldığı esnâda bir buçuk dirhem-i örfîden ibâret olan ve Fransızların bin
milimine tamamıyla mutâbık gelen ve eczâsı yirmi dört kıratdan ibâret bulunan miskal nâm
vezn-i maʻrûf kemâkân ayar-ı Osmânî ittihâz olunduktan sonra, bu miʻyâr üzerine ol vakit eyâ-
di-i nâsda mütedâvîl olan Memdûhiyye altunlarının beş adedinin derûnundaki hâlis altunun
beher dirheminin aynı sikke ile kıymet-i hakîkiyyesi kırksekiz Guruşa geldiği, yani hâlis altu-
86
l-ı Sâni
nun beher kıratının kıymet-i hakîkîyyesi iki Guruş olduğu zikr-i âtî [82] verilen hesablarla ve
ol bâbda icrâ edilen tecrübelerle isbât edildikten sonra denilmiş idi ki, meskûk-ı sîm u zerin
derûnuna hiç nuhâs katılmayarak hâlisinden katʻına mübâderet olunduğu sûretde temiz ve
parlak çıkmayacağından maʻdâ, yumuşak olması sebebiyle tuğra ve yazıları pek az bir zaman-
da aşınacağı ve bu takrîb ile veznine dahî noksaniyyet geleceği ve İngiltere ve Fransa devletle-
ri tashîh-i meskûkâta mübâşeret eyledikleri sırada altun sikkelerin on, yahûd on iki hisseden
bir hissesi nuhâs olduğu halde iʻtibârına halel gelmeyerek matlûb olan sertlik hâsıl olacağını
anlamalarıyla, Fransa Devleti on hissede bir, yani yirmi bir buçuk ayarından ziyâde, İngiltere
Devleti on iki hissede, yani yirmi iki ayarında olmak üzere sikkeleri tashîh ve ol vechile katʻ u
darbına karar verdikleri ve Devlet-i Aliyyece darbı tasavvûr olunan sikke-i cedîdeden altun ve
gümüşün ayarları usûl-ı mezbûra tevfîkan icrâ olunsa, eğerçi mahâzîr-i mezkûreden vâreste
kalınup, ancak sikke-i cedîde-i mezbûre ol ayarlardan biri üzerine katʻ olunup da fiyat mad-
desine dikkat olunmayarak el-hâlet-i hâzihî tedâvül etmekde bulunan Memdûhiyye altunları
fiyatını tecâvüz etdirilir ise de bu, sûret-i tashîh-i sikke demek olmayacağı ve bunlar Fransız
altunları ayarında darb olunacak olur ise kesri düşeceği ve bundan maʻdâ bir dirhem tefe
sîminin fiyatı hâlis altunun bir kıratına mutâbık olması dahî ehemm-i maslahatdan idüği ve
eğer İngilizlerin meskûkât hakkında mikyâs ittihâz eyledikleri yirmi iki ayarı Osmanlı altunları
hakkında dahî ayar ittihâz olunur ise kesirden sâlim olacağı isbât olunmuş ve gümüş meskûkât
hakkında ittihâz olunacak ayarın tecrübeleri Darbhâne-i Âmireye vazʻı kararlaşdırılan alât u
edevâtın Londara’dan vürûdu ile yerlerine konulması zamanına taʻlîk kılınmış idi.
87
Bâb-ı Evvel
üzere bir tarafı “işte tashîh-i ayâr-ı sikkeye” “sarf-ı himmet kıldı Hân Abdülmecîd” beyti yazılı,
diğer tarafı tuğra-yı pâdişâhî nakışlı bir madalya icâd ve ihtiraʻ olunarak bazıları beşer yüzlük
altunlar cirm-i hacminde ve bazıları onların [84] bir misli şeklinde darb ile bazı zevâta ihsân
buyrulduğu misillü, işbu tashîh-i ayar madde-i hayriyyesinde en ziyâde sarf-ı mesâʻi ve gayret
eden Darbhâne sarrafı Düz oğlu Agob Çelebi’ye dahî kendisine ve hanedânını müstelzîm-i
mübâhât ve mufahharat olmak üzere avâtıf-ı cenâb-ı tac-dârîden bir kıtʻa imtiyâz-ı nişân-ı
âlisi inâyet ü iʻtâ buyrulmuşdur.
Şimdiki zamana göre pek de lüzûmu yok ise de erbâb-ı ihtisâsa bir fikr-i icmâli iʻtâ eylemek
ve ona göre muvazenesini bulup ecnebi meskûkâtı ile tatbîkâtını icrâ eylemek için tashîh-i
ayar zamanında Darbhâne-i Âmirede yapılıp evliyâ-yı umûra arz edilen hesapların hülâsasını
buraya kayıt eyledikden sonra istitrâd kabîlinden olmak üzere de iş bu hesaplar üzerine bazı
mütâlaʻât arz edeceğiz.
Sûret-i Hesabat
Altun Hesapları
Dirhem
Halis Altun 130.000
smâniyye e cne iyye
88
l-ı Sâni
[85] Şu hesaba göre meskûk altunların beher dirhemi kırk dört Guruşa ve beher kıratı
iki Guruş otuz paraya gelir. Vezinler kıymetine darb olundukda bir altunun kıymeti, doksan
dokuz Guruş eder ve bunun üst tarafı olan bir Guruş dahî altunun mesârif-i darbiyyesi olduğu
anlaşılır.
İki milyon dört yüz elli bin Guruş sermaye vazʻ olunarak muhtelif ayarlarda yapılmış olan
gümüş hesapları:
Seksen beş ayarı Seksen beş buçuk ayarı
Dirhem Dirhem
Sim-i hâlis 800.000 800.000
Zam-i ayar-i seksen beş 141.176 135.673
----------------- -------------------
941.176 935.673
Beher bin dirhemde beş 4.706 4.678
dirhem imalât ziyanı ------------------- ------------------
936.470 930.995
89
Bâb-ı Evvel
Guruş Guruş
Mesârifat-i iʻmâliyeleri 101.192 101.192
Ber vech-i muharrer hasılatları 97.640 83.060
------------------- ------------------
Ziyanları 3.552 18.132
[86]
Seksen üç ayarı Seksen dört ayarı
Dirhem Dirhem
Sim-i halis 800.000 800.000
Zamm-ı ayar 85 163.855 152.381
--------------- --------------
963.855 952.381
Beher bin dirhemde beş 4.819 4.762
smâniyye e cne iyye
90
l-ı Sâni
Mizan Mizan
Guruş Guruş
Ber minvâl-i müharer fazlaları 157.820 127.380
Ber vech-i meşrûh mesârif-i iʻmâliyeleri 101.192 101.192
----------------- -----------------
Sarf fazlaları 56.628 26.188
Bâlâda gösterilen dört türlü hesâbâtın hîn-i tatbîkatında zer-i hâlisi beher dirhemi kırk
sekiz Guruş hesabıyla sîm-i hâlisin beher dirhemine üç Guruş iki Para ve bir buçuk akça kıymet
takdîr olunarak ona göre tecrübeler icrâ edilmiş ve netîce-i hesapda dahî meskûk gümüşün
beher dirhemine iki Guruş yirmi altı Para fiyat isâbet etdiği anlaşılmışdır. Bu fiyat beş aded
sîm-i Mecidiyye’nin vezni olan 37½ dirheme darb olunur ise hâsılı yine doksan dokuz Guruş
tutacağı derkârdır.
İstidrâd
Meskûkât-ı Osmâniyye husûsunda kullanılan vezn, vezn-i örfî olduğu [87] gibi İngiliz
meskûkâtında kullanılan vezn de “Kuru Paund” denilen vezndir ki, 12 “Onca”ya [ounce]
91
Bâb-ı Evvel
cadan 1869 İsterlin mikdârında hâsıl alınması da esâsgîr bulunduğundan, bunlarda yekdiğe-
re taksîm olunur ise 1869 [88] ÷ 480 =3 lira-yı İsterlin 17 şilin 10½ pens vücuda geleceği ve
hâric-i kısmet olan lira şilinler de pense tahvîl edilir ise 934½ adet tam pens ve bu da tasnîf
olunur ise 1869 nısf-ı pens hâsıl olacağı şüphesizdir.
Şimdi 20 Şilin [Şiling İngiliz lirasının yirmide biri] 110 Guruş eder ise 1 Şilin 5,5 Guruş ve
1 pens de 0,45834 kesir Guruş eyleyeceği derkâr olduğundan mezkûru’l-mikdâr 934½ pens
Guruşa tahvîl olunmak için şöylece bir hesap yapılır ise:
Hesâb-ı darb
934½=934,50 x 0,45834= 428,3187300 olacağı ve yine bir vezn “Onca” altun 9,6973 dir-
hem-i örfîye müsâvî olduğundan, hâsıl-ı darb olan aʻdât buna taksîm olunur ise:
Hesâb-ı Taksîm
428,318 ÷ 9,6973= 44,16 Guruş zuhûra geldiği der-kâr olup kesr-i Guruş olan 16 adedi
paraya tahvîl ediliyor ise 6 4/10 Para husûle geleceği ve işte bu 44 Guruş 6 4/10 bir lira-yı
İsterlin’deki bir dirhem altunun kıymet-i sahihiyyesi demek olacağı ve 22 ayarında olan bir
dirhem altunun kıymeti bu mikdar eder ise 24 ayarında bulunan bir dirhem altunun da kıy-
met-i hakîkîyyesi 48 Guruş 7 Para tutacağı âşikârdır ki, bu iki fiyat bizim meskûkât tarifelerin-
ce paradan ârî olarak dâima 44 veya 48 Guruş mikdarlarında gösterilmekdedir.
smâniyye e cne iyye
Tashîh-i ayar zamanından şimdiye kadar Darbhâne-i Âmirede darb u iʻmâl olunmuş olan
altun meskûkâtın mikdâr-ı mecmûʻu 33.000.000 lira olduğundan bu mikdâr şey dirhem-i
örfiye tahvîl olunur ise: [89]
Tahvîl
33.000.000 x 2,25 = 74.250.000 dirhem olup işbu mikdâr taʻrifelere derc edilmiş olan 6
sûl-i Mes û â -ı
74.250.000 x 6 = 445.500.000 Para edip bu mikdâr Para da Guruş yapılır ise 21.137.500
Guruşluk, yani 111.375 liralık bir kârın vücûdunu ortaya koyar ki, lira başına on dört paradan
ziyâde demekdir.
Kırk beş sene zarfında vukuʻa gelmiş olmak lazım gelen şu kârın Hazîne-i Maliyye’ye kal-
ması icâb eder ise de Darbhâne idâresi gelen altunları fiyat ile verdiğinden kimlerin kazanıp
kimlerin kaybetdiği şâyân-ı teemmül görünür.
Mesele-i mezkûreyi Fransa usûl-i meskûkâtına tatbike gelince: Fransa darbhânesi fiyatın-
ca bir kilogram hâlis altunun kıymet-i hakîkiyyesi 3434,44 ve Paris borsası fiyatınca 3435 ve
92
l-ı Sâni
maʻa prim, her vakit alınabilen fiyatı dahî 3434 frank olduğundan, bu üç fiyatın hadd-i vasatı
olan 3435 frank ele alınıp nazar-ı tedkîkden geçirilir ise, çünki 3435 veznen 311,75 dirhem-i
atîka müsâvî olduğundan ve mezkûr 3435 Frank işbu 311,75 dirhem-i atîka taksîm olunduk-
da 343500 ÷ 31175= 1101 Frank hâsıl olup bu mikdâr Frank dahî bir frankın bedeli olan 4,4
Guruşa darb olundukda 48 Guruş 17 Para tutacağı âşikâr olur.
İşte bu hakîkatler meydanda iken hîn-ı tashîh-i ayarda buralardan ya kasdî veya ceʻlî olarak
zühûl olunarak yalnız beheri sekiz kırat tutan Memduhiyye altunlarının beş adedinin kıymet-i
hakîkiyyesi esâs ittihâz edilerek ol zamanlarda memâlik-i mahrûse-i şâhânede mütedâvîl olan
yerli ve ecnebi altun [90] ve gümüş meskûkâtına birer kıymet-i hakîkiyye vazʻıyla ve ol kıy-
metler üzere tedâvülüne ruhsât verilmiştir ki, esâmisi buraya kayd olundu.
Altun
93
Bâb-ı Evvel
[91] Yirmi dört kıratdan ibâret olan miskalın kesri el-yevm kuyumcular beyninde câri
olduğu üzere bir 32 iki 32 deyu müstaʻmel iken ilk defa olarak kesr-i mezkûr dört buğday dört
kesir nâmıyla bu târifede istiʻmâl olunmağa başlanmış ve bu dahî sonraları terk olunup milim-
ler istiʻmâli âdet edilmişdir.
Gümüş
Bu zamana kadar meskûkât-ı sîmiyyeden ayar bahsi kaʻale alınmayıp dâima vezni ile
sûl-i Mes û â -ı
beyân olunmakda iken, tarih-i mezkûrdan iʻtibâren bunun için dahî Fransa ayarına tatbîkan
milim hesapları vazʻ olunmuşdur.
İşbu iki nevʻ taʻrife Darbhâne-i Âmirece tanzîm olundukdan sonra herkesin anlayacağı
derecede gâyet sarih ibâreli mufassal bir beyânnâme kaleme alınıp fermân-ı âlilerle her
tarafa ilân edilmiş ve muahharan dahî te’kîd olunmuşdur ki, [92] şâyân-ı mutâlaʻa olan aslı
zeyl-i kitabda (2) rakamıyla gösterildiği misillü, hülâsası dahî zîrde beyân olunmuşdur.
94
l-ı Sâni
Hülâsâ-ı Beyânnâme
Devletçe tedâvülü meşrûʻ olan nükûd yalnız yüzlük altun ve yirmilik Mecidiyye ve altı-
lık ve beşlik ve bunların cüz’lerinden ibâret olup hazîne-i celîle ve devâir-i sâireden yalnız
bu nükûd ile icrâ-yı muʻamelât olunacağı ve halk beyninde dahî bu kaideye ittibâʻ olun-
mak lâzım geleceği iʻlân olunmuş iken, bundan murâd ne olduğu lâyıkıyla anlaşılamamış ve
muʻamelâtca bazı mertebe müşkülât zuhûra geldiği görülmüş olduğundan, şu usûlün tefsir
ü izâhına lüzûm görülmüşdür. Cümlenin maʻlûmu olduğu üzere, altun ve gümüş kıymet-i
mahsûsalarıyla bir nevʻ metâʻ olup fakat alışverişde vâsıta oldukda fiyâtını tâyîn ü tahsîs
için her devletden buna sikke urulur ve her devlet yalnız sikkesiyle madrûb olan nükûdun
ayar ü kıymetinin mütekefili olmasıyla bir memleketde diğerinin meskûkâtına âdetâ metâʻ-ı
ticâret nazârıyla bakılır. Binâenaleyh Devlet-i Aliyye bâlâda zikr olunan meskûkâtdan başka
meskûkât-ı âtikâ-yı Osmâniyye ile meskûkât-ı ecnebiyyenin tedâvülünü meşrûʻ add etmeyüp
ber-vech-i muharrer kıymet-i asliyeleriyle emtiʻa-yı ticâret add eder. Bu cihetle meskûkât-ı
ecnebiyyenin rızâ-yı şahs ile metâʻ gibi alınması mücâz ise de velev böyle olsun; kıymet ve
ayarı halkın maʻlûmu olmayan bir takım meskûkât-ı mütenevviʻa-yı ecnebiyyenin tedâvülü
câiz olmayacağından yine devletçe tedâvülü meşrûʻ hükmünde olmayarak mücerred şu
aralık meskûkâtca tedâvülde noksanlık görünmemek için zîrde cins-i ayarlarıyla Darbhâne-i
Âmirece olan dirhemleri üzerine fiyatları taʻyîn olunan altun meskûkâtın iki kişi beyninde
bi’t-terâzi kabûle bir şey denilmez [93] ve fakat bir kimesne diğerine bu altunları almak için
Meskûkât-ı şâhâneden yüzlük Mecidiyye altununun ayar ve kıymetine kıyâsen zîrde mu-
harrer meskûkât-ı mütenevvîaʻdan her birinin mikdâr u vezniyle fiyâtı târifesidir.
95
Bâb-ı Evvel
[94]
Altun Meskûkât
96
l-ı Sâni
Gümüş Meskûkât
Fiyatları Vezinleri
Esâmi-yi Meskûkât
Adet Guruş Para Dirhem Kırat
97
Bâb-ı Evvel
Üzerinde Çarlık arması olan çift başlı kartal tasviri bulunanlara Osmanlı-
da “Kuşlu Karbon” denilmiştir.
98
l-ı Sâni
Atik Yüzlük= III. Selim’in (H. 1203-1222) ve IV. Mustafa’nın (H. 1222-
1223) saltanatlarında darbedilen tabloda belirtilen ağırlıktaki 100 Para
(2,5 Kuruş) değerindeki gümüş sikkedir.
Atik Kuruş= Kuruş ismini taşıyan sikkeler II. Mustafa’nın (H. 1106-1115)
devrinden itibâren II. Mahmûd’un (H. 1223-1255) saltanatın sonuna ka-
dar darbedilmişlerdir. Tabloda bahsi geçen “Atik Kuruş” ağırlığı itibâriyle
III. Selim (H. 1203-1222) ve IV. Mustafa (H.1222-1223)’nın saltanatla-
rında üretilen “Kuruş”ların tamamı ile II. Mahmûd’un (H. 1223-1255)
saltanatının ilk iki senesinde darbedilenlerdir.
Beş Drahmi olmak üzere Yunan Riyali=5 Drahmi değerini taşıyan Yunan
sikkeleri tablo ile uyum içerisindedir.
99
Bâb-ı Evvel
İngiliz Şilini= 1 Shilling değerini taşıyan İngiliz gümüş sikkelerinin tablo ile
eşdeğer ağırlıkta olanları 18. ve 19. asırlarda darbedilmişlerdir.
Soldo=İtalya’da kullanılmış nisbeten düşük ayarlı gümüş sikke.
Atik Fındık Altunu= IV. Mustafa (H. 1222-1223) devrine kadar darbedilmiş
fındık altınlarına verilen isimdir. Bu tarz altınların darbına III. Ahmed’in (H.
1115-1143) devrinde başlanmıştır.
Rûmî Altınıdır.
100
l-ı Sâni
altınların ağırlığı 8,6 gr. civarında. 5 Rublelik altın için sikkenin üzerinde
yarım İmpeRiyal yazıyor.
Atik Mısır Altunu= IV. Mustafa (H. 1222-1223) ile II. Mahmûd’un (H.
1223-1255) saltanatında Mısır’da darbedilen Zer-i Mahbûb’ların ağırlık-
ları evvel devre nazaran düşüktür. Bu sebeple tablodaki “Atik Mısır Al-
tunu”ndan kasıt I. Mahmûd’un (1143-1168) saltanatından, III. Selim’in
(1203-1222) saltanatına kadar Mısır’da darbedilmiş Zer-i Mahbûb’lardır.
Cedîd Mısır Altunu= IV. Mustafa (H. 1222-1223) ile II. Mahmûd’un (H.
1223-1255) saltanatında Mısır’da darbedilen Zer-i Mahbûb’ların ağırlık-
ları evvel devre nazaran düşüktür. Bu sebeple tablodaki “Cedîd Mısır
Altunu”ndan kasıt bu sultanların saltanatında Mısır’da darbedilen Zer-i
Mahbûb’lardır.
101
Bâb-ı Evvel
olan fiyatlar terk olunarak ve bunlar âdetâ eğlence makamında add ve ayar-ı Osmânî-i kadîm
olan yirmi dört kırat hesabı dahî âdetâ terk edilerek zahrına usûl-i meskûkât-ı Osmâniyye
hakkında lâzım gelen hesâbât derc olunarak el-yevm elde bulunan târife tanzîm olunmuşdur.
Sûret-i Târife
Darbhâne-i Âmire bin ayarında olan zer-i hâlisin beher dirhemini kırk sekiz ve sîm-i hâlisin
beher dirhemini üç Guruş beş paraya ve muhtelifu’l-ayar olanları dahî bu hesâp üzere mübâ-
yaʻa eder. Ancak kâbil-i ifrâz olan zer-i hâlisin beher dirhemini yirmi yedi Guruş, yirmi ve sîm-i
hâlisin beher dirhemini üç Guruş bir paradan tesvîye eyler.
smâniyye e cne iyye
[97]
Bir dirhemin Fransa evzânına nisbetle mikdâr-ı mûʻadili
Kilo Gram Miligram
00 003 207 3625’dir
sûl-i Mes û â -ı
Bir kıyye sîm-i hâlîsin yedi 62½ adet yirmilik gümüş Mecidiyye’ye, yani fiyat nizâmiye-
si mûcibince beher yirmilik Mecidiyye 4½ Frank hesabıyla 281 Frank 25 santime müsâvîdir.
Altun ve gümüş meskûkât-ı Osmâniyye’nin esâmisi ile vezn u kutr u ayarları ber-vech-i zîr
beyân olunur:
102
l-ı Sâni
Altun
Vezn Nizâmı
Kutru sıklet
Kıymet Adet
Mülâhazat Milimetr Miligram Gram Kırat Dirhem
Ayar-ı Ayar-ı
35 82 36 4 11 500 1
milim Osmânî
916,66 22 27½ 41 18 10 5 250 1
22½ 216 7 4 2 100 1
18 608 3 2 1 50 1
14 804 1 9 0 25 1
Altun meskûkâtın hîn-i iʻmâlinde vezn ü ayar-ı nizâmisinden binde yalnız iki fazlaya ve
yâhud noksâna kadar müsâʻade-i nizâmiyyesi vardır.
Gümüş
Vezn-i nizamı
103
Bâb-ı Evvel
Gümüş meskûkâtın hîn-i iʻmâlinde vezn u ayar-ı nizâmîsinden binde üç fazlaya ve yâhud
noksâna müsâʻade-i nizâmiyyesi vardır.
Usûl-i meskûkât-ı Osmâniyye’nin taʻrîfâtı sırasında usûl-i âşârının bu husûsda kabûlü ile
ayâr-ı Osmanî’nin külliyen terki maʻnâsına masrûf değildir. Zirâ evzân ü ekyâl-i cedîdenin dev-
letçe kabûlü sırasında usûl âşârı yine darbhânece müstaʻmel olduğu halde, nizâmnâmenin
smâniyye e cne iyye
Bin iki yüz elli dokuz sene-i Rûmîyyesi Kânûn-i sânisinin beşinci gününden tarih-i teʻlîf-i
kitaba kadar Darbhâne’de darb u iʻmâl olunmuş olan altun ve gümüş meskûkâtından adedi
ile izʻaf ve aksâmı:
104
l-ı Sâni
[100]
Altun
Mülâhazât
Sâlifü’z-zikr otuz bir milyon yüzlük altunun on dört milyonluğu mübâyaʻacı esnâfıyla sâir-
leri taraflarından atîk meskûkât-ı zehebiyyeden toplanıp Darbhâne’ye getirilen ve maden-
lerden ihrâc edilen altunlardan ve üst tarafı olan on yedi milyonluğu dahî Kırım Muharebesi
zamanında İngiltere’den ve Kavaîm-i Nakdiyye'nin ilgası zamanında İngiltere ve Fransa’dan
gelen meskûk ve külçe altunlardan Osmanlı altunlarına tahvîl olunmuşdur ve tarih-i tashîh-i
ayardan bin iki yüz yetmiş senesi nihâyetine kadar geçen oniki senelik müddetde darb u iʻmâl
olunan altunların kâffesi yüzlük ve ellilik altuna münhasır iken, bin iki yüz yetmiş bir senesin-
den iʻtibâren bunların beş ve iki buçuk misliyle rubʻiyyeleri katʻ olunmağa başlanmış ise de,
bunlara yüzlük ve ellilik altun gibi her sene devâm olunmayıp bazı seneler terk edilmiş ve bazı
seneler dahî cümleten darbına devam olunmuşdur. [101]
105
Bâb-ı Evvel
Zaman
İla An Guruş Adet Adet Adet Adet Adet Adet
Cennet-mekan
Sultan 1277 1260 386596500 5430000 17830000 6672500 9859100 350420 14995340
Abdülmecid Han
Cennet-mekan
1293 1277 320882700 5380000 6910000 635000 3092000 37000 14709135
Sultan Abdulaziz Han
Hakan-i Sabık 9123 1293 2220000 0 280000 0 20000 0 92000
Cülûs-i Meyâmîn-i
me’nus-i
1296 1293 195402000 160000 120000 10000 321400 80500 9638000
Hazret-i
Padişahi olan
96 senesine
- - 905101200 10970000 25150000 7317500 13292500 467920 39434475
kadar
Mülâhâzât
Ufak tefek ahz u iʻtâlarda kullanılacak meskûkât bahsine gelince: tashîh-i ayar madde-i
müstahsenesinin meydana çıkmasından mukaddem, mahlût gümüşden madrûb ve meskûk
olup kırk adedi bir Guruşa râyic olan ufak paralarla üç adedi bir paraya râyic olan akçaların
hacimlerinin gâyetle asgarîyeti mülâbesesiyle ahz u iʻtâlarda taʻdâd ve teslimâtlarınca envâ-ı
suʻubet çekilmesi şöyle dursun, meselâ dokuz paralık bir alışverişde işbu dokuz parayı veyâ-
hud yirmi yedi akçayı bir tarafdan müşterinin diğer tarafdan bayiʻin üçer beşer sayması taʻ-
til-i evkâtı ve mürûr-ı ezmânı müʻeddâ olduğu anlaşıldığından akçaların olsun ortadan kaldı-
rılmasını ol vakitler Mâliyye Nâzırı bulunan Nafiz Paşa merhûma me’mûrîn-i mâliyyeden bir
zât ihtâr eylemesi üzerine, merhûm bir sene zarfında hazineye irâd kayd edilmiş olan akça-
lar mikdârını aklâm-ı hazineden toplatdırdığında yekûnu üç yüz keseye vardığını görmesiyle,
“buna bir karşılık bulunmadıkça kaldırılması câiz olmaz” deyu reddeylediği mervîyat-ı sahî-
hadandır.
106
l-ı Sâni
Hal bu mertebede olduğu ve şu müşkülâta diğer gûna tedbîr ittihâz olunmaz ise ufaklık
ahz u iʻtâsı sektedâr olacağı anlaşıldığından, tashîh-i ayâr tarihinden iki sene sonra yani bin
iki yüz altmış iki senesi [103] bidâyetinden bin iki yüz seksen bir senesi gayetine kadar beher
kıyyesi evvelâ otuz, sonra otuz iki, sonra kırk, daha sonra altmış Guruş fiyatıyla on dokuz sene
zarfında kırk paralıkdan bed’ ile bir paralığa kadar râyic olmak üzere tamam 113.853.000
Guruşluk bakır sikke darb u ihrâcına müdâvemet olunmuşdur ki, her birerlerinin mikdârları
zîrdeki cedvelde gösterilmişdir.
Nühâs
Yirmi
İcmal Bir Paralık Beş Paralık On Paralık Kırk Paralık
Paralık
Darbhâne-i
Âmire’de 87853000 20940000 67982000 93292000 22700000 441170000
katʻ olunan
Fransa ve
İngiltere’de 26000000 0 24000000 24000000 22000000 6000000
Mülâhazât
Meskûkât-ı nuhâsiyeden Fransa ve İngiltere’de katʻ olunduğu gösterilen yirmi altı milyon
Guruşluk bakırın mübâyaʻa ve iʻmâli husûsu oralarda daha ehven düşeceği cihetle, bunların
pulları oralarda katʻ olunup Dersaʻadet’e celb eyledikden sonra sikkeleri darbhânede urulup
tedâvüle çıkarılmışdır.
İmdi, tashîh-i ayar zamanından tarih-i tahrîr-i kitaba kadar katʻ u darb olunmuş olan üç
nevʻ sâmitâtdan ne mikdâr Guruşluk şey darb olunmuş olduğu anlaşılmak murâd olunduğu
halde:
Guruş
Altun 3.105.720.600
Gümüş 905.101.200
Bakır 113.853.000
4.124.674.800
107
Bâb-ı Evvel
Guruşluk meskûkât iʻmâl edildiği tebyîn eder ki [104] yek-diğere nispet olunduğu halde
gümüş meskûkât, altun meskûkâtın yüzde yirmi dokuzu ve bakır meskûkât gümüş meskûkâtın
yüzde onu derecelerinde demekdir.
Sâmitât devri, yani altun ve gümüş ve bakırdan meskûkât darb u iʻmâli devirleri burada
bitdi. Bundan sonra kâğıddan darb u iʻmâl olunup tedâvüle çıkarılan Evrâk-ı Nakdiyye devrine
girişilecek ve bu dahi iki zamana taksîm olunacak ve bu iki zamanın evvelkisi uzun, ikincisi kısa
olduğu cihetle maʻlûmât-ı müstahsıla onlara göre beyân olunacakdır.
Tanzîmât-ı Hayriyye’nin ihdâs u icrâsı tarihine gelinceye değin Hazîne-i celîle-i Maliyye’nin
"Kâime" nâmıyla7 meskûkât darb u ihrâc etmiş olduğu mesbûk u mesmûʻ olmamış ve ol
zamana kadar beratlı mukataât ve sehm-i kavâiminden maʻdâ, hazîne-i merkûmenin dâhilî
ve hâricî bir gûna borcu görülmemiş iken, tanzîmât-ı mezkûre icraâtının ilcâ eylediği muzâya-
kaya medâr olmak ve eski eshâm kavâ’imi usûlüne halel getirilmeyip tertîb-i mahsûsu olmak
ve ol vakitler eyâlât u elviyeye tahsîs kılınmış olan vergi-yi maktuʻların tahsîline mübâde-
ret olunduğu zamana kadar tedâvül edip baʻdehû kaldırılmak ve isteyenler kendi uhdelerine
berat ile geçirmek ve isteyenler ve yedlerinde sehm-i kaimeleri bulunanlar işlemiş olan fâiz-
lerini iki taksit ile hazine-i merkûmeden almak şerâitiyle sekizer seneliğine olarak ilk defʻa
smâniyye e cne iyye
dört bin [105] kese fâiz ve 32.000 kese muʻaccelelü sehm-i kavâimi tertîb u tanzîm olunmuş
ve işbu kavâim sergi şeklinde ve büyücek kıtʻada bilâ-nâm el yazısıyla muharrer olduğu halde,
gerek Der-saʻadet’de ve gerek Memâlik-i Mahrûse’nin sâir taraflarında nakid makamında te-
dâvül etmeye tahsîs kılınmış ve bunlar muvakkat olduğu için eshâm-ı âdiye gibi bir gûna kar-
şılık gösterilmeyerek bin iki yüz elli altı senesi Cemâziye’l-ahîresinde tedâvüle vazʻ edilmiş idi.
Bâdehû, yaʻni sene-i merkûme Recebi evâsıtında zikr olunan 4.000 kese fâiz ve 32.000
sûl-i Mes û â -ı
kese muaccelelü kavâim üzerine iki defada 6.000 kese fâiz ve 48.000 kese muaccele daha
ilâve olunarak yine sekizer seneliğine olmak üzere fâizin mikdarı 10.000 muaccelenin mikdârı
dahî seksen bin keseye iblâğ olunduğu sırada, çünki kavâim-i mezkûre âdeta nakid hükmün-
de tedâvül edeceğinden, bu defakilerine eski şekl ü hey’etde tertîb olunduğu halde kıtʻaları
yine büyücek düşeceği cihetle, nakl u muhafazasında evvelkiler gibi eshâbına sıklet vere-
ceğinden, böyle yapılmakdan sarf-ı nazarla kavâim-i mezkûrenin beheri 50 ve 100 ve 250
7) Kâime, bir tüccarın diğer mahalde sâkin şerîkine irsâl eylediği emvâl ü eşyanın kemiyyât u keyfiyyâtını mübey-
yîn olarak yazmış olduğu mektuba leffen gönderdiği irsâliye pusulası makamında müstaʻmel iken, bidâyet-i Tan-
zîmât’da ihdâs olunan Evrâk-ı Nakdiyye’ye ilm olmuşdur. Kâimenin ibtidâ nerelerde zuhûr etdiğine dâir meşhûr
Vâsıf Tarihi’nde münderic olan fıkrayı Münîf Paşa hazretleri daha sâir gûna tahkîkâtıyla beraber tercüme edip ol
vakitlerde çıkarılan Mecmuʻa-yı Fünûn'un nüsah-i müteʻaddidesine derc eylemişdir.
108
l-ı Sâni
Osmanlı Devleti’nde ilk kâğıt paralar 1840 Haziran ayında “Sehim Kâi-
mesi” adıyla tedâvüle verildi. El ile yazılarak hazırlanan bu paraların ilk
tertibi 500 kuruş kupürlü ve faizleri %12,5 idi. Tüm imparatorluk top-
raklarında muteberdi. Üzerinde tuğra ve muaccele/faiz mührü bulun-
mamaktaydı; sadece arkasında Mâliye Nezareti mührü mevcuttu. 4.000
kese faiz / 32.000 kese muaccele / 16.00.000 kuruş olarak tedâvüle çık-
tılar.
109
Bâb-ı Evvel
110
l-ı Sâni
Guruşluk olmak ve yazıları ibâre-i muhtasara ve fâiz ve muʻaccele rakamları dahî sâbit mü-
rekkeb ile yazılmak ve asla taklîd kabul etmemek için dahî bâlâları tuğrâ-yı şâhâne ile ve zîr-
leri Mâliyye Nâzırı’nın kendi mührü ve zahrları Nezâret-i Celîle-i Umûr-ı Mâliyye mührüyle
memhûr bulunmak ve bunlar taşralarda muhassılına ve Der-saʻadet’de umûr-ı mâliyye tah-
sîlinde mustahdem me’muruna verildikde, nakd hükmünde alınmak ve berât yapdırmaksı-
zın dahî kavâim-i mezkûrenin vakt-i takâsîti hulûlunda fâizi hazîne-i merkûmeden eshâbı-
na iʻtâ birle, mikdâr-ı tekâsiti zahr-i kâimeye yazılmak şerâitiyle ufak kıtʻada bir ikinci tertîb
daha kâime çıkarılmış ve evvelki kâimeler de bunlarla tebdîl kılınmış idi. [106] Sene-i merkû-
me Şabanı’nın evâhirinde sâbıka kûşâd olunmuş olan eshâm kavâimi hile kabul etmemek ve
bu yüzden tebâʻa-yı saltanat-ı seniyyenin zarar u hasardan vikâyeleri esbâbı istihsâl kılınmak
üzere 50 ve 100 ve 250 ve 500 ve 1000 Guruş muʻaccelelü beş nevʻ olarak tertîb ve ale’l-usûl
vâridât muhasebesinden keşîdesi muʻtâd olan “sahh”ın yerine dahî her nevʻinin fâiz u muʻac-
celesini mübeyyin müceddeden mühürler hakk etdirilerek temhîr olunması ve mukaddemce
neşr ü iʻtâ olunmuş olan kâğıtlar dahî hazîne-i mâliyyeye geldikçe fâiz u muʻaccelesi mezkûr
mühürlere mutâbık olduğu halde temhîr kılınması ve işbu envâʻ-ı hamseden fâiz u muaccelesi
ziyâde olan evrâk tebdîl kılınmak üzere tanzîm olunması husûsları ve kaimelerin böyle kalî-
lü’l-mikdâr muʻacceleyle tanzîmi mühr vazʻı usûlünün ittihâz-ı mücerred teshil-i muâmelât
esbâbını istihsâl ve bir nevʻ taklîd mahzûrundan sâlim olması sûretlerini istikmâl ve icrâ için
olduğu iʻlân olunmuşdur.
Eshâm kavâiminin bu sûretle teksîr olunması üzerine kavâim-i mezkûrenin fâizleri güyâ
111
Bâb-ı Evvel
Darphane’den Mâliye’ye teslim edilen yeni resimli paralar (BOA. DRB-D 1156)
112
l-ı Sâni
iki yüz elli altı senesi Zi’l-hiccesinin gurresinden iʻtîbâren üç mâh mehl iʻtâsıyla iʻtîbârdan ıskât
kılınması hususlarına karar verilerek, ona göre icâbı icrâ olunmuş ve kâimelerin bu sûretle
tabʻ u neşri merhûm Sâib Paşa’nın hengâm-ı nezâretinde vâkiʻ olduğundan, beyne’l-halk Sâib
113
Bâb-ı Evvel
eyâdi-i nasda tedâvül eden kavâimin muaccelesi 59.724 kese 350 Guruşa tenezzül eylediği
anlaşılması üzerine sekizer seneliğine mevzûʻ olan fâizi onar seneliğine iblâğ ve ziraʻat serma-
yesi için dahî 20.000 kese muaccelelu kâime ihrâc olunmak üzere eskiler tedâvülden alınıp
yeniden tabʻ u temsîl kılındığı misillü ertesi senenin evâilinde dahî Evrâk-ı Nakdiyye’nin arası-
ra resm u heyeti tahvîl ve tecdîd olunmadıkça bazı sahtekârlar taklîdine çâre bulacağı mülâ-
hazatıyla yeniden kâime tabʻ olunup bunlarla da evvelkiler tebdîl kılındı.
Yazma ve basma olarak evvel ve âhîr tedâvüle vazʻ edilmiş olan Evrâk-ı Nakdiye mücerred
teshîl-i muʻamelât-ı ticâret için neşr u ihrâc edilmiş ve hatta yedinde vulunan evrâkın nakd
hükmünde hazîneye vereceğine mukâbil iʻtâ eylemek isteyenler bulunur ise gerek cânib-i
114
l-ı Sâni
İhtiyat
Kupür Adet Muaccele Kese
için
5.000 11.000 55.000.000 110.000 40
500 5.000 2.500.000 5.000 100
250 9.485 2.371.250 4.743 200
Toplam 25.485 59.871.250 119.743 340
hazîneden ve gerek gümrük memûrları [109] ve sâir memûrîn taraflarından nakd akça misillü
ahz u kabûl olunmasına müsaade buyrulmuş iken, evrâk-ı mezkûrenin fâizleri ziyâdece olma-
sından dolayı herkes nezdinde bulunan evrâkı tedâvül etdirmeyerek sandığında hıfz ile vakt-i
taksidinde çıkarıp fâizlerini ahz ve istifâ ile iktifâ eyledikleri ve evrâk-ı merkûmenin adem-i te-
dâvülünden nâşî dahî bir gûna fâidesi görülemediği tebyîn etmesi üzerine bunun hüsn-i tedâ-
vülüne çâre olmak için Avrupa’da cârî olan usule tevfikan, evrâk-ı merkûmenin beher kesesi-
115
Bâb-ı Evvel
ne şehrî yüzer pare fâiz takdîr olunarak kemâfi’s-sâbık senede iki taksid ile cânib-i hazîneden
îfâ ü iʻtâ olunması ve bunlar dahi hazîne-i celîle ile gümrükler cânibinden ve gerek sarrafân
kumpanyasından alacağa bedel nakd makamında kabûl olunacağı misillü, Galata’da kâin tüc-
câr-ı ecnebiyye borsasında dahî aynı akça gibi tedâvül eylemesi husûslarına karar verilerek bu
keyfiyyet dahî üçüncü tabʻ kavâimin tebdîlen ihrâcı akabinde, yaʻni bin iki yüz altmış senesi
Cemâziye’l-ahiresinin selhinde cümleye iʻlân edildi ve şu tedbîr semerâtıyla da zâten fâhiş
olan fâiz, hadd-i iʻtidâla yanaşdırıldı.
Bin iki yüz altmış üç [1847] senesinde yine taklidden muhafazaten Evrâk-ı Nakdiyye’nin
şekl ü heyeti tebdîl ve baʻzı mertebe daha tanzîm kılınıp, fakat bu defʻa da 250 Guruşlukdan
sarf-ı nazarla 500 ve 1000 ve 5000 ve 10000 Guruşlukdan ibâret olmak üzere bi’t-temsîl
sene-i mezkûre Haziran’ı ibtidâsından iʻtibâren mübâdele sûretiyle tedâvüle vazʻ olundu.
Bin iki yüz altmış beş [1849] senesi Saferi’nin ibtidâsında Evrâk-ı Nakdiyye hakkında diğer
bir resm-i cedîd ittihâz olunduğu sırada ahz u iʻtâsında baʻzı mertebe müşkülât hissolunmuş
olan beşer, onar binlik kâimelerin tabʻ [110] ü temsilinden sarf-ı nazar olunarak, yalnız 50
Guruşlukdan 1000 Guruşluğa kadar kavâim çıkarılıp eskileri iptal olundu.
Fâizli Kavâim-i Nakdiyye'nin ibtidâ-yı zuhurunda, çünki Memâlik-i Mahrûse-i Osmâniyye
ahâlisi ol vakte kadar kâğıtdan maʻmûl sikke görmemiş olduğu cihetle ol kadar iʻtibâr bulma-
yarak iyice noksanına tedâvül etmiş iken sonra devletçe bi’d-defaʻat verilen temînâtdan ve
smâniyye e cne iyye
medâr-ı tedâvülünde irâ’e olunan tevsîʻât ve teshilâtdan ve bâ-husûs taklîdden masun olmak
FAİZ ÖDEMELERİ
116
l-ı Sâni
1848 senesi son taksidi zamanı piyasada 3. tertip matbu kavaim bu-
lunmaktaydı (BOA. C-ML 13/574). Büyük kupürlerin günlük alışveriş-
117
Bâb-ı Evvel
için ara sıra vukuʻa getirilen tebdîlâtdan dolayı iʻtîbârı artıp meskûkât-ı mâdeniyye misillü
başa baş alınıp verilmeye başlanmış idi.
Kavâim-i mezkûre şu türlü tedâbîr sâyesinde iʻtibârını bulmuş idiyse de 50 Guruşlukdan
aşağısı olmadığından mesela beş on Guruşluk alışverişde bir ellilik kağıt verildiği ve eşyayı
satan adamda üst tarafını vermeye para bulunmadığı halde bunu bozdurmak için yine
zahmet çekilmekde olduğu hissolunması üzerine bu müşkülâtın defʻi için dahî kavâim-i mev-
cûdeden münâsib mikdârını 20 Guruşluk olmak üzere tanzîm kılınması ve çünki bu derecede
küçük varaka-i nakdiyye için fâiz verilmek mümkün olmayacağından, nasıl olsa kadr u kıymeti
smâniyye e cne iyye
sûl-i Mes û â -ı
Faizsiz 10 kuruşluk kaime: Kaimenin arka yüzünde Mâliye Nâzırı mührünün altında
Mâliye kontrol mührü bulunmakta. “varaka-i nakdiyye-i sahiha”
Faizsiz kaimeler ile birlikte piyasada olan kaimelerin değişimi için yeni
tip faizli kaimeler de tedâvüle verilmişti. Bunlarla birlikte toplam
emisyon 355.000 kese gibi devasa bir boyuta ulaşıyordu. Faizli para-
lar aynı zamanda bir dahili borçlanma aracı olduğundan ve her sene
iki defa faiz ödeme külfeti bulunmasından Osmanlı Mâliyesi’nin gelir
yaratmakta zorlandığını ve ciddi sıkıntı içinde olduğunu anlayabiliriz.
118
l-ı Sâni
Faizli/
Adet Muaccele
Kupür
yine fâizli kâğıt gibi olacağından, bunların bilâ-fâiz tedâvül etdirilmesine ve işbu yirmilik ka-
imeler fâizsiz olduğu cihetle kimse saklamayarak ziyâde tedâvül edeceği cihetle, az vakitde
fersûde olacağından, cümlesinin senesi hitâmında tebdîl etdirilmesine karar verilerek, bin
iki yüz altmış yedi senesi Kânûn-ı evveli ibtidâsından iʻtibâren tedâvül etmek üzere fâizsiz
yirmilik kâime tabʻ u temsîl ve bunda hazînece menfaʻat-i külliye müşâhede olunmasıyla mü-
teâkıben dahî onluk kâimeler tabʻ olunup tedâvüle vazʻ edilmişdir. Tedâvüle vazʻ edilmiş olan
işbu yirmilik ve onluk [111] kâimelerin fâiz ahzı zamanları gibi bir muayen vakt ü mahalli taʻyîn
olunmamış bulunduğu cihetle, bunlar tedâvüle vazʻ olunduğunun akîbinde içlerinde haylice
sahteler zuhûr eylediğinden, şu fenalıkların refʻi zımnında herkes yedinde bulunan o makûle
kâimeyi her altı ayda bir Hazîne-i Şahâne’ye gelip memûru maʻrifetiyle muʻayene ve sıhhatı
tebyîn eylediği takdîrde temhîr etdirmesi maddeleri usûl ittihâz olunup bin iki yüz altmış sekiz
senesi Receb’inin evâsıtında halka iʻlân olunmuşdur.
Fâizli fâizsiz kaimelerin bu suretde devam-ı ihrâcında mikdârı çoğaldıkça çoğalmış ve
bi’l-ahare daha ziyâde su’i-istiʻmâl vukuʻ bulacağı nezd-i evliya-yı umûrda tahakkuk etmiş ol-
119
Bâb-ı Evvel
duğundan, bu türlü halât-ı nâ-marziyyenin bir an evvel önünü almak için bir tarafdan yoklama
usûlüne müdâvemet ile beraber diğer tarafdan dahî tedâvülde bulunan Evrâk-ı Nakdiyye’nin
iptâli zımnında bi’l-cümle memûrîn ve tebaʻadan iʻâne-i umûmiyye nâmıyla 300.000 keselik
nakid akça toplanmasına ve bundan her ne mikdar mebaliğ cemʻ olunur ise ibtidâ iptal mührü
vurularak hazînede tevkîf ile bâdehû küllîyetlice olarak toplanmış olanlarının alenen ihrâk
olunmasına yine bu zamanlarda karar verilmiş ve hatta mezkûr altmış sekiz senesi Şaban’ının
yirmi ikinci Perşembe günü Darbhâne-i Âmire pişgâhında vâlid-i kesirü’l-mehâmid hazret-i
pâdişâhî cennet-mekân sultan Abdülmecid Hân hazretleriyle vükelâ-yı zaman hazır olduk-
ları halde Hazîne-i Mâliyye’de toplanmış olan 25.000 keselik evrâk üzerine o esnâda taraf-ı
hazret-i pâdişâhîden ihsân buyurulan 8.000 kese dahî bi’l-ilâve ilk defâ olarak 33.000 keselik
İANE-İ UMUMİYYE
1852 senesi Kânun-i evvel (Aralık) taksidi zamanı piyasadaki faizli pa-
ralar. (BOA. MAD-D 9033)
"İane-i
"Faizsiz
umumiye
"Kalan basmak "Kalan
Kupür Adet ile Muaccele
adet" için iptal adet"
iptal
edilen"
edilen"
sûl-i Mes û â -ı
120
l-ı Sâni
fâizli Evrâk-ı Nakdiyye ihrâk kılınmış olduğu misillü, yine bu üslup teşrîfât ile sene-i merkûme
Zi’l-hiccesinin sekizinci çarşamba günü dahî ikinci defʻa olarak 47.000 keselik kâime, mey-
dân-ı mezkûrda ihrâk olunmuşdur.
[112] Altmış dokuz senesi Rebiü’l-âhirinde fâizsiz olarak mukaddemâ tabʻ olunmuş
olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin kesret-i tedâvülü cihetle fersûde olmasından ve eyâdi-i nâsda bulu-
nan evrâk-ı fersûdenin zâyiât ü telefâtının bilinmesi dahî lâzım gelmesinden dolayı, bunun için
Şubat gâyeti müddet tâʻyin olunup herkesin yedinde bulunan evrâk-ı fersûdenin müceddeden
tabʻ olunmuş olan Evrâk-ı Nakdiyye ile mübâdele etmesi iʻlân olunup bunun da fiiliyâtı icrâ
kılınmış idi.
Sâlifü’z-zikr iʻâne-i umûmiyye hemen kâmilen tahsil kılınmış idiyse de ol esnâda zuhûr
eden umûr-ı zârûre-i sâireye sarf olunduğundan, evrâk-ı mütedâvilenin kaldırılmasına muvaf-
fak olunamamış ve başka bir tedbîr ittihâzı tasavvur olunduğu sırada zikr-i âtî mukavelenâme
hem meskûkât-ı mağşûşenin refʻ u imhâsına ve hem de Kavaîm-i Nakdiyye'nin iptal ü itfâsına
“çâre-i münferîd” olmak üzere kabûl olunup bin iki yüz altmış dokuz senesi Recebi’nde teʻatî
edilmişdir ki, tafsîlâtına mübâşeret olunur.
Şöyle ki, envâ-i mehâzîr ü mazarratı müsellem olan on ve yirmi paralık ve beşlik ve
altılık gibi meskûkât-ı mağşûşeyi iki sene müddetde ortadan kaldırıp yerine Mecidiyye tedâ-
vül etdirmek ve fâizli olan Kavâim-i Nakdiyye'yi her kim götürür ise derhâl sikke-i hâlise ile
8) Kambiyo Latince poliçe senedi makamında müstaʻmel olan Kambiyal lafzının cemʻi olup ol vakitler Galata’da
cârî idiyse de lisân-ı mâliye girmesi sâlifu’z-zikr mukâvelenâmenin tanzîminden sonradır.
121
Bâb-ı Evvel
Kaimenin arkasındaki
10 kuruşluk Ordu Kaimesi mühürde “ordu-yi hüma-
smâniyye e cne iyye
122
l-ı Sâni
"10
"Sene-i "Yeni-
"Toplam kuruşlar "Kalan
Kupür devriye den Muaccele
adet" için iptal adet"
Adet" basılan"
olunan"
olunarak, yüz Guruşluk bir kağıt bozmağa gelen bir adama on Guruş nakid ve doksan Guruş
onluk ve yirmilik kâime verilmesi ve aradan çok zaman mürûr etmeksizin dahî mezkûr dük-
123
Bâb-ı Evvel
Kırım Harbi zaten iyi durumda olmayan Osmanlı Mâliyesi için tam
anlamıyla yıkım oldu. Savaş boyunca Ordu Kaimeleri ile birlikte kâğıt
para basımına devam edildi. Bu kâfi gelmeyince dört tertipte Eshâm-ı
Mümtâze adıyla iç borçlanma senetleri piyasaya verildi. 1858 sene-
sine gelindiğinde, emisyon hacmi 1.267.958 keseye çıkmıştı. Bunun
yanısıra, savaş nedeniyle başlayan ve sonraki yıllarda devam ederek
toplamda 16 defa yapılan dış borçlanma, ilerleyen 20 sene içinde dev-
leti iflasa sürükleyecekti.
altunı olarak müceddeden bir nevʻ eshâm iʻtâ olunmak üzere fâizli olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin
sene-i merkûme Martı’ndan bedʻ ile üç mâh zarfında bu eshâm-ı cedîdeye tebdîli ve fâiz-
siz olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin dahî iki sene mürûru ile kaldırılması ve bundan evvel Eshâm-ı
Mümtâze nâmıyla çıkarılmış evrak dahî müddet-i muayyenesi olan üç sene hitâmında topla-
nılarak, kezâlik ânın yerine de Eshâm-ı Cedîde verilmesi ve teferruʻat-ı sâiresinin âna göre icrâ
kılınması hususları tensîb ü tasvîb olunarak icrâʻâtı için Tarakçılar içinde kâin Mıgırdıç Hânı
124
l-ı Sâni
Kese Küsür
Bâlâda verilen hesapdan anlaşılacağı üzere, ol vakitde tedâvül eden kavâimden gayr-ı ez
refʻ u iptâl tedâvülde kalan kavâimin mikdârı 140.682 kese 458 Guruşdan ibâret olduğu, yani
Guruş hesabıyla 60.341.458 Guruşluk kâimenin meydân-ı tedâvülde kaldığı nümâyân olur ise
de, yine bu esnâlarda icrâ edilen tetkîkatda tedâvülde kalan kavâimin mikdârı altmış küsür
milyon Guruşluk olmayıp seksen milyon Guruşlukdan ibâret olduğu tebyîn etdiğinden ve bu
mikdâr kavâimin meydanda kalması dahî yine mahzurdan gayr-ı hâlî bulunduğundan, işbu
bakiyyenin dahî refʻ u iptali için Der-saʻadet’de kâin eshâb-ı emlâkdan içlerinden bi’z-zât sa-
hipleri ikâmet eden bi’l-cümle buyût u dekâkîn ve mağaza ve sâirenin bir senelik değeri olan
kiralarının yüzde beşine akâr olarak âhara kiraya verilmiş olan dükkan ve mağaza ve büyût ve
sâirenin de bir senelik değeri bulunan kiralarının yüzde onuna ve erbâb-ı hiref ü ticâretden
125
Bâb-ı Evvel
126
l-ı Sâni
127
Bâb-ı Evvel
dahî ikâmetgâhlarının bir senelik kirası ne mikdâr eder ise anların dahî kezâlik, bir senelik ki-
ralarının yüzde onuna müsâvî bir iʻane-i umûmiyye toplanılması [116] ve toplanılan kaime-
lerin dahî muʻtîlerin önünde gözleri önünde tahsiline me’mur olanlar taraflarından zımba-
lanması hususlarına karar verilmiş ve 60.000 kese tahmîn olunan işbu Der-Saʻadet ve Bilâd-ı
Selâse iʻânesinin 30.000 kesesi tahsîl olunup bir tarafdan küsûrünün tahsîliyle uğraşılmakda,
diğer tarafdan dahî işbu 60.000 kesenin üst tarafı olan mebaliğin müretteb olduğu mahaller-
den celbiyle mâ vazʻ lehine sarfına ihtimâm olunmakda ve şu teşebbüsât-ı cedîdenin tetim-
mâtından olmak üzere de meskûkât-ı sahîha ile nükûd-ı mağşûşe arasında olan farkın defʻi
için on sene müddet kambiyoyu tutmak, yaʻni İngiliz lirası 110 ve Mecîdiyye altunu 100 Guruş
itibârıyla Avrupa üzerine poliçe satmak üzere bir kumpanya ile akd edilen mukâvelenâmenin
iktitaf semerâtına hasr nazâr-ı dikkat edilmekde, ve’l-hâsıl iki yüz yetmiş altı senesi Martı ga-
yetine kadar kâffe-i Kavâim-i Nakdiyye'nin tedâvülden çekilmiş bulunduğuna itikâd olunmak-
da iken bu defʻa dahî Şam hâdisesi zuhûra gelmesiyle, sâlifü’z-zikr 160.000 keselik mebâliğin
karşılığı olan mebâliğ-i hâdise-i mezkûrenin refʻi yolunda sarf ü istihlâk olunmuş olduğundan,
kavâîm-i mevcûdenin bir sene müddet daha tedâvülde kalmasına karar verilmişdir.
Hâdise-i Şâmiyye bertaraf edildiğini müteakip Hazîne-i celîle-i Mâliyye evvelce başla-
mış olduğu teşebbüsâtın hem asâr-ı nafiʻasını göstermek ve hem de bu aralık tezyîd etmiş
olduğu duyûn-ı gayr-ı muntazamasını bir sûret-i tesvîyyeye rabt eylemek için Paris’de Mires
Kumpanyasından gâyet fâhiş bir fiyat ile miktâr-ı vâfî akça istikrâzına mübâşeret edip bu dahî
smâniyye e cne iyye
kuvve-i karîbeye gelmiş ve hatta bu istikrâzın bir mikdâr-ı cüz’isi dahî Der-Saʻadet’e vürûd
etmiş olduğu halde miktar-ı küllîsinin istihsâli netice-pezîr olmadığından, hazîne-i merkûme
bu defʻa dahî nâil-i merâm olamamışdır.
128
l-ı Sâni
129
Bâb-ı Evvel
[117] Bu kadar ikdâm ü ihtimâm üzerine Devlet-i Aliyye artık kâimenin küllîyen refʻ ü
imhâsını mahal görerek ol vakte kadar Der-Saʻadet’e mahsûs olan şu fenâlığın Memâlik-i
Mahrûse’ye taʻmîm ile mazarrâtının tahfîfini münâsip mutâlaʻa eylemiş ve gümrüklere Cidde
ve Yemen eyâletlerinden maʻdâ, Memâlik-i Mahrûse’nin her tarafında tedâvül eylemek ve
bi’l-cümle hazâin ve mal sandıklarına kabûl olunmak üzere 2.500.000 keselik fâizsiz numerolı
Evrâk-ı Nakdiyye çıkarılmasına ve bunun 500.000 keseliği Avrupa üzerine kambiyoyu tutmak
için nukûd-ı hâlise olarak vazʻ olunacak 750.000 kese sermayeden 500.000 kesesini tedârikine
ve 2000.000 keseliği meydânda bulunan Evrâk-ı Nakdiyye’nin kaldrılmasıyla berâber küsûru-
nun yetmiş altı senesinden ve sinîn-i sâbıkadan bâki düyûn-ı maʻlumenin idâre sûretiyle tas-
viyesine mahsus olarak iki yüz yetmiş sekiz senesi Martı gâyetinde tedâvüle vazʻ edilmesine
ve mezkûr 2.500.000 keseden başka tesviye-yi turûk ve sâire gibi ıslahât-ı mülkiyeye sarf
olunmak üzere beş sene zarfında dahî senevî kırk bin keselik kavâim çıkarılmasına ve fesh
olunan mezkûr Mirs istikrâzına karşılık gösterilmiş olan mebâliğin, senevî 150.000 kesesiyle
orman ve maʻadîn vâridâtının işbu kavâim-i cedîdenin tedrîc ile te’diyesine bi’t-tahsîs cümle-
sinin bir komisyon-ı mahsûs maʻrifetiyle on sekiz sene zarfında kâmilen mahv u ilga kılınma-
sına karar verilerek ol bâbda tanzîm olunan ve bir sûret-i zeyl-i kitapta (3) rakamıyla gösteri-
len nizâmnâme sûreti iki yüz yetmiş yedi senesi Ramazan-ı evâhirinde evrâk-ı havâdis ile iʻlân
olunmuşdur ki, işbu nizâmnâmenin iʻlânı zamanlarında kâime akça ile bir yüzlük altunun 160
ve bir Mecidîyye’nin fiyatı 32 Guruş raddelerindeydi.
smâniyye e cne iyye
Kavâîm-i Nakdiyye'nin Memâlik-i mahrûse’ye taʻmimine ol vech ile karar verildikden sonra
nizâmnâmesi mûcibince Der-saʻadet’de Avrupa üzerine kambiyoyu tutmak [118] için lazım
gelen sermâye-i nakdiyyeye mahsûben mevcûd olan kalıplar ile derhâl yüzlük, ellilik, yirmilik
olarak 300.000 keselik Evrâk-ı Nakdiyye tertîb ü tabʻ ve yetmiş sekiz senesi Martı gayesinde
nakd hükmünde tedâvüle çıkmağa selâhiyyeti olacağı zahrlarına başkaca tabʻ ile izâh olunup
bunlar ol vakte kadar yanlarında hıfz olunmak ve ondan sonra tedâvüle çıkararak istedikleri
mahallere sarf edebilmek üzere iş bu 300.000 keselik Evrâk-ı Nakdiyye Memâlik-i Mahrûse
sûl-i Mes û â -ı
ahâlisine tevzîʻ ü iʻtâ ile bedeli altun ve gümüş nükûd-ı hâlise olarak bir sene için halkdan is-
tikrâz olunmak ve fakat nükûd-ı hâlise tedârikinde külfet vâkiʻ olur ise herkesin vereceği ak-
çanın bir rubʻu beşlik ve altılık olması dahî mücâz olmak şartıyla tahiyye edilmiş olan Evrâk-ı
Nakdiyye denk denk bağlanıp bâ-muharrerât taşralara gönderildiği sırada gelecek olan nükûd
için vâridât muhasebesinde başkaca bir defter tutulmakla beraber Bâb-ı Hümâyûn dâhilinde
kâin olup kapı arası nâmıyla maʻrûf olan mahzen dahî bunların hıfzına tahsîs edilmiş ve bir ta-
rafdan gelmeye başlayan nükûd, orada hıfz olunmağa başlamış idi.
Lâkin Evrâk-ı Nakdiyye’nin Der-saʻadet’de emr-i ticâret ve muʻamelâtça meşhûd olan şu
teʻsîrâtı meydanda olduğu cihetle, ekser-i vilâyet ahâlisi şu tedbîrin der-kâr olan vehâmet-i
akıbetini hissederek hisselerine isâbet eden nükûdu bilâ-bedel Hazîne-i celîleye terk u teber-
rû etmek üzere Evrâk-ı Nakdiyye’nin memleketlerinde tedâvüle konulmamasını bâ-arzuhal
istirhâm edilirse de karîn-i semʻ-i kabûl olmadığından taşralardan gelen nükûd, bir tarafdan
130
l-ı Sâni
mahzen-i mezkurede birikdirilip durur ve Der-saʻadet’de dahî Mart ibtidâsında tedâvüle vazʻ
olunacak numerolu kavâim-i cedîde tabʻ u temsîl oluncaya kadar Mâliyye Hazînesi’nin ihtiya-
cât-ı mühimme ve âcilesini mehmâ-emken idâre edebilmesi için yine tedâvülü Der-Aliyye’ye
[119] münhasır olarak taşralara tecâvüz etmemek üzere muvakkaten mevcûd kalıplar ile
ayda altmışar bin keselik kavâim çıkarmaya devâm olunur idi.
Kavâîmin şu yolda teksîrine devâm olunmasından dolayı iʻtibârına daha ziyâde halel gel-
mesiyle, altunun fiyatı tezâyüd edip 225 Guruşa fırlamış ve hatta bin iki yüz yetmiş sekiz
senesi Cemâziye’l-âhiresinin onuncu Perşembe günü sabahleyin bağteten 350 Guruşa kadar
alınıp verilmiş olmağla, bunun üzerine ol gün erbâb-ı ahz u aʻtâya bir emniyetsizlik gelerek,
der-akâb dükkân ve mağazalarını kapatdıklarından, bu keyfiyyet cümleye bâʻis-i endişe ve ız-
dırap olmuş ve fakat bu misillü bir buhrân-ı azîmin alâ hâlihi terki cümle hakkında ne derece
mûcib-i vehâmet olacağı der-kâr olduğundan, derhâl şu fenâlığın ikâʻından müstefîd olan
sarrafânın merkezi bulunan Hoyar Hân’ı ve akça muâmelâtına mahsûs olan diğer mahall ü
dekâkîn taraf-ı hükümetden kapatdırılmak ve zehâir ve erzâk dükkânları bi’l-akîs açdırılmak
gibi tedâbîr-i serî'a ittihâzına mübâderet olunmasıyla, gâileye vakʻanın bi’s-suhûle endifâʻı
müyesser olmuşdur.
Şu tedbîr-i müyesser üzerine halka baʻzı mertebe muʻcîb-i te’mîn olmak için Hazîne-i celîle
tarafından iki ay kadar 160 Guruş fiyat ile mahall-i müteʻaddidede getirenlerin ism ü şöhreti
tahrîr ve ticâret garazıyla bozdurmak istediği nevʻama tahkîk olundukdan sonra her şahıs ye-
Vilâyâtda Kavaîm-i Nakdiyye'nin tedâvülünden sarf-ı nazar ile mukaddem gönderilip be-
delât-ı lâzımesi hemen kâmilen Hazîne-i celîleye vürûd etmiş olan mâru’l-beyân 300.000 ke-
131
Bâb-ı Evvel
selik Evrâk-ı Nakdiyye’nin bir sûret-i münâsib ile çekilmesini ve artık her ne fedâkârlığı mûcib
olur ise olsun Evrâk-ı Nakdiyye’nin Der-saʻadet’den dahî kâmilen mahfını tasavvûr ederek
gerek bunun icrâsı ve gerek duyûn-ı gayr-ı muntazamanın tesvîyesi zımmında Avrupa’dan
yüzde 32 noksanına olmak ve senevî yüzde 6 fâiz verilmek üzere 6.000.000 İngiliz Lirası is-
tikrâz olunarak bunun hâsılât-ı sâfiyesi ile tedâvülden alınacak kâimenin yüzde 40’ı nakîd ve
yüzde 60’ı eshâm-ı cedîde ile Temmuz ve Ağustos ayları tarafından kâmilen tebdîlini münâsip
görmüş ve istihsâl etdiği irâde-i seniyye üzerine keyfiyyeti Mayıs içinde cümleye iʻlân etdir-
mişdir.
İşbu iʻlânnâme ile ona merbût olan nizâm-nâme şâyân-ı mutalaʻa asâr-ı mâliyyeden
olduğundan bir nüshası zeyl-i kitapta (4) rakamıyla gösterilmiştir.
İşbu emr-i mühim ber-mûcib-i iʻlân kemâl-i ikdâm ve intizâm ile tasviye kılınmış [121] ve
bu husûs için Tebdîl-i Kavâim İdâresi unvanıyla teşkîl olunan idârenin sûret-i muʻamelât ü ic-
raʻâtı şâyân-ı ıttılâʻ mevaddan bulunmuş olduğundan, ber-vech-i âti tafsîlen beyânına ibtidâr
olunur:
ceği sâbit oldukdan ve halkın komisyonuna karşı ne türlü hareketde bulunacakları ve bilâ-
kesîr tanzîm olunan cedvelleri ne vech ile imlâ eyleyecekleri ve yedlerindeki kâimeleri ne
zaman ve ne sûretle komiyon dâiresine getirip mukâbilinde ne türlü sened alacakları husus-
ları dahî başkaca iʻlân eyledikden sonra şehr-i Temmuz’un ibtidâsı Pazartesi günü resmen
küşâd olunmuş ve müddet-i muayyenesi mürûrunda gayr-ı ez taʻtilât kırk dokuz gün işlemiş
olduğu halde Ağustos’un gâyeti olan Cumartesi günü saat dokuzda kapatılmışdır.
sûl-i Mes û â -ı
Komisyonun devâm etdiği kırk dokuz gün zarfında eyâdi-i nasdan ahz edip zımbalayarak
iptâl eylemiş olduğu eski ve yeni kavâimin envâʻıyla bedelât ve makadîri şu yekûnu teşkîl ey-
lemiş idi:
[122] Kavâîm-i mezkûre bedeline mukâbil verilen eshâm-ı cedîde ile nükûdun envâʻ u
ecnâsı:
Bedelin envaʻ-ı Bedeli
Eshâm-i cedide 599293000
Yirmilik Mecidiyye 83613641
Osmanlı altunuyla İngiliz ve Fransız lirası 303173642
Londra ve Paris üzerlerine keşîde olunan poliçeler bedeli 12720437
----------------------
998800720
İdare kapatıldıkdan sonra zuhur edip mukabiline 1199280
Esham-ı Cedide Verilmiş olan kavâim
----------------------
1.000.000.000
133
Bâb-ı Evvel
Dâire-i mezkûre halk için saat birden dokuza kadar açık tutulup yalnız öğle vakti bir saat
ıstırahat olunur ve saat dokuzdan sonra kâime vezneleri almış oldukları kavâîmi cedvel-i mah-
sûsî ile beraber kavâim mahzenine götürüp orada Darbhâne tarafından taʻyîn olunmuş olan
me’murlar maʻrifetiyle tekrar muʻayene ve taʻdâd olunarak ahz u kabz edilir ve noksan ve kalb
kâime zuhûr eder ise, getiren vezneye tazmîn etdirilir ve mezkûr kavâim veznelerinde kavâi-
min bedeli verilmek için yedi bâb teʻdiye veznesi bulundurulup bunların dahî her birinde birisi
nakid, diğeri eshâm iʻtâsına mahsûs iki me’mûr ile bir mukayyid var idi ve kâime veznelerin-
den gelen bonoların muhteviyâtı cedveller ile tatbîk olundukdan sonra bedelleri iʻtâ kılınır idi.
Sarf olunan nukûdun bir rubʻu ve baʻzı günler bi’l-icâb daha ziyâdesi gümüş Mecidiyye
ve üç rubʻu altun olarak verilir ve işbu ondört veznedâr dahî hergün akşam üstü sâlifü’z-zikr
sandık emîniyle ve bunlarda muhasebe-i umûmiye müdürü ile hesaplarını rû’yet ederek ol
günün kaydı kapatılır idi.
İşte ol vechile her akşam kâime veznelerinden koçanlı bono defterleri ve kavâîm
mahzeninden dahî veznelerden oraya vürûd eden kavâimi cins [124] ü mikdârını mübeyyîn
müfredât defteri ve sandık emîni tarafından dahî evvel gün kâime veznelerinden teʻdiye vez-
nelerine vürûd eden bonoların bedeli olarak halka verilmiş olan nükûd ü eshâmın cins ü mik-
dârını müşʻir sened muhasebe odasına iʻtâ olunup bu üç defterin yek-diğerine tatbîkiyle ne
mikdâr kâime alınmış ve ne kadar akça ve sehm verilmiş olduğu derhâl anlaşılır idi. İşbu def-
terde yalnız bir iki defʻa ʻadem-i mutâbakât meşhûd olmuş ise de bunun neden neş’et eyle-
smâniyye e cne iyye
diği yine gününde taharrî ve tedkîk olunarak sehv rakamdan ileri geldiği tebyîn eylemişdir.
Teʻdiye veznelerinde bir mikdâr-ı cüz’î ziyâde akça vermek gibi baʻzı sehvler vukuʻa gelmiş
ise de bu mâkûle hasarât sebep olanlara tazmîn etdirilmiş ve bir defʻa veznenin biri nakid ve
eshâm olarak 90.000 Guruş ziyâde vermiş olduğundan, der-akab ol vezne kapatdırılıp meb-
lağ-ı mezkûr veznedârlardan tahsîl olunmak üzere mensûp oldukları Mâliyye Nezâreti’ne
gönderilmişlerdir.
sûl-i Mes û â -ı
Kavâîm defʻayı sâniye olmak üzere mahzende hîn-i taʻdâdında 60.000 Guruşluk kadar
noksan zuhûr edip lede’t-taharrî sirkat olunduğu anlaşılarak der-akab zâhire ihrâç olunmuş
ve buna cürʻet edenler ahz u teʻdib kılınmışdır.
Bir komisyon maʻrifetiyle idâre olunmuş olan işbu tebdîl-i kavâîm idâresinin aʻzâsı zîrde
muharrirü’l-esâmî zevâtdan mürekkeb idi:
Reis Sadr-i esbak Edhem Paşa
Aʻza Muahharan cebel-i Lübnan mutasarrıfi olan Franko Efendi
Muahharan telgraf nâzırı olan Ağatun Efendi
Bank-i Osmânî direktorü Kilirnson
Mösyö Ğuvadacino
134
l-ı Sâni
[125] Hâzine ve kavâîm mahzeninin gece ve gündüz muhafazası ve nizâm ü intizâmın vi-
kayesi zımnında asâkîr-i şahâneden bir kolağası ve bir yüzbaşı ve bir mülâzım ile yüz nefer
asâkir ve asâkîr-i zabtiyyeden bir yüzbaşı ve bir mülâzım ile yirmi nefer komisyon maʻiyyetine
verilmiş idi.
İşbu tebdîl-i kavâîm komisyonunun hîn-i icraatında taraf-ı saltanat-ı seniyyeden her türlü
teshilât-ı lâzımenin ifâsında tecvîz-i kusur bulmadığı misillü bir tarafdan dahî müdâhele vukuʻ
bulmadığı cihetle şu emr-i mühimmin az bir zaman içinde hüsn-i tesviyesi müyesser olmuşdur.
Komisyon kapatıldıkdan sonra getirilecek kavâîm için yalnız eshâm verilmek üzere altı
mâh müddet taʻyîn olunarak iʻlân kılınmış ise de eyâdî-i nâsda mikdâr-ı cüz’î kâîme kalmış
olmasına nazaran mehl-i mezkûrun ol kadar müddet-i temdîdine lüzûm olmamasına mebnî
müddet-i muʻayyene bir mâh tenzîl kılınmış ve şu müddet-i âhire zarfında zuhûr eden iki
milyon Guruşluk kâime Darbhâne maʻrifetiyle ol vechile eshâm ile tebdîl kılınmışdır.
Komisyon-ı mezkûr açık bulunduğu esnâda mühürsüz olarak halk yedinde haylice kavâîm
daha zuhûr eylemiş olduğundan bu makûlelerin ileride icâbına bakılacağı işâʻe edilmiştir.
Kavâîm-i Nakdiyye'nin bidâyet-i ihdâsı olan bin iki yüz elli altı senesinden bin ikiyüz yetmiş
dokuz sene-i hicrîyyesi evâsıtına kadar muʻamelâta iʻrâd etdiği mazarrâtın küllîsinin İstanbul
halkı yirmi sene mütemâdiyen çekmiş iken böyle bir az zaman zarfında külliyen mahv u iptâl
olması maddesi halkın yüzlerini güldürmüş olduğundan, Der-saʻadet ve Bilâd-ı sâirede kâin
135
Bâb-ı Evvel
[127] Anîfen beyân olunduğu üzere kavâîmin ortadan kalkmasıyla muʻamelât-ı dâdü-si-
ted yoluna girmiş idiyse de altun ile gümüş ve metelik beynlerinde olan fark ve tefâvüd büs-
bütün izâle edilemeyip kalmış idi ki, bunun birinci sebebi kambiyoyu tutacak olan şirketin
mukavelenâmesi bi’t-tabʻ münfesih olmasından, ikincisi resm-i gümrüğe mukâbîl alınacak ak-
çanın sikke-i hâlîseye hasr u kasrından, üçüncüsü Darbhâne’ye getirilen sim avânî ile sikke-
lerin meskûkâta tahvîline devam olunmasından, dördüncüsü vaktiyle bir nisbet-i meçhûle
üzerine çıkarılmış olan meskûkât-ı nuhâsiyenin beyne’n-nas sûret-i ahz u kabulünce bir had
136
l-ı Sâni
taʻyîn olunmamış bulunmasından neş’et eder idi ve bununla beraber meskûkât-ı mağşûşe
eğer ortadan kaldırılacak olur ise kullanılacak sikkenin mikdârı azalacağından, bunun imhâ-
sından ise itibârı vikâye edilse daha aʻlâ olur fikirleri ber-devâm idi ve eğerçi bin iki yüz seksen
üç senesinden bin iki yüz seksen dokuz sene-i mâliyyesine kadar olan seneler bütçelerine
meskûkât-ı mağşûşenin zararına karşılık olarak senevî otuzar kırkar bin liralık bir meblağın
vazʻıyla bundan elde edilen metelikler kal ü izâbe olunarak ortadan refʻine müdâvemet olun-
duysa da sene-i merkûmeden sonra bu tedbîre müdâvemet şöyle dursun, Hersek ve Sırbistan
hâdisâtının zuhûru ve bi’l-ahare de Rusya muharebe-i maʻlûmesinin vukuʻı ve hazîne-i celîle-
nin yeni başdan muzâyaka-yı şedîdeye düşmesine sebep ve bu madde dahî yeniden Kavâîm-i
Nakdiyye ihrâcına sebep olmuş ve teşekkür olunur ki, bu hâl eskisi kadar sürmediğinden tez
bir zamanda unutulmuşdur ki, tafsîline ibtidâr olunur.
Bin iki yüz doksan iki sene-i mâliyyesi Ağustosu’nun ibtidâsına değin Memâlik-i Mahrûse-i
Şâhâne’de kıymet-i hakîkiyye ve mevzûʻiyyesi ile tedâvül eden meskûkâtın cümlesi altun ve
gümüş ve metelik ve bakır gibi sâmitâtdan ibâret [128] bulunmuş iken gavâîl-i mevcûde-
ye mülkiyyenin dâvet etdiği tedârikât-ı harbiyye ve onun mûcib olduğu mesârifât-ı külliyeyi
tehvîn etmek için bi’l-istizân müteʻallik buyurulan irâde-i seniyye-i hazret-i mülûkâne mûci-
bince 100’lük, 50’lik, 20’lik, 10’luk, 5’lik olarak 300.000.000 Guruşluk, yani 600.000 keselik
kâime ihrâcı ile şimdilik kâfî addolunan 200.000.000 Guruşluk Bank-ı Osmanî’nin kontrolu tah-
tında neşr olunması ve mukaddemâ mutedâvil olan Evrâk-ı Nakdiyye’nin yalnız Der-saʻadet’e
137
Bâb-ı Evvel
zuhûr eden sahteleri önü alınmak için kavâîm-i mütedâvilenin filigranlı kâğıt üzerine, diğer
bir resm ü şekilde tabʻ u temsîline karar verilerek teşebbüsât-ı lâzımeye mübâderet olun-
muş iken bu tedbîr dahî kârger-i teʻsîr olmadığından, Ayastefanos Muʻahedenâmesi zamanı-
na kadar bir Osmanlı altununun kıymeti 280 Guruşa kadar çıkmış ve bâde’l-musâlaha diğer
türlü tahvîlâtca rû-nümâ olan terakkiyât işbu kâimelerde bi’t-tabʻ peydâ olur zannolunmuş
ise de bu matlabda zuhûra gelmediğinden başka, ufak tefek alışverişlere mahsûs onluk, yir-
milik metelik akçalarla ale’l-umûm küsürâta münhasır olan bakır sikkeler dahî ortalıkdan çeki-
lip o türlü ahz u iʻtâları tazyîk eylediğinden, alışverişleri tazyîkden kurtarmak için dahî kifâyet
mikdâr Guruşluk kâime daha tabʻ olunup tedâvüle konulmuş ise de bunların hiçbiri kâîmenin
eyâdi-i iʻtibârına faide bahş olmadığından, teʻsîri olur ümidiyle ol vakit hem rüsûmât emini
ve hem de Mâliyye Nâzırı bulunan Zühdü Paşa hazretlerinin arzıyla iki yüz doksan dört senesi
Ağustos ibtidâlarında hâsılâtı Kavâim-i Nakdiyye'nin ihrâkına mahsûs olmak üzere müskirât-
dan alınan yüzde 10 resm-i mîrîyye yüzde 5 daha zammolunarak resm-i mezkûrun yüzde
15 olmak üzere istihsâline ve kezâlik ol vakitler beş nevʻ tütün ve sigaradan bandrol vâsıta-
sıyla alınagelen sarfiyyât resmine dahî muvakkatan nısfının zammıyla istîfâsına irâde-i se-
niyye istihsâl olunmuş idiyse de bu tedbîr dahî kâimenin itibârını vikâye eyleyemediğinden,
Fakat kâğıt para basma imtiyazı, kuruluşu ile beraber Osmanlı Banka-
sı’na verilmişti. Bu sorun banka ile yapılan bir anlaşma ile halledildi.
Basılacak paralar banka tarafından numaralandırılacak; bunun karşılı-
ğında bu paralardan %1 komisyon alacaktı.
138
l-ı Sâni
Bu dönemde ilk kâğıt para V. Murad döneminde tedâvüle çıktı. Ancak Sultan Mu-
rad’ın padişahlığı sadece 93 gün sürdüğünden para basma işlemi, yerine geçen Sul-
tan II. Abdülhamid zamanında da devam etti. Bu defa, halkın bozuk para ihtiyacı da
düşünülerek 1 ve 5 kuruşluk kaimeler de çıkarılmıştı. Diğer kupürler yine 10, 20, 50
ve 100 kuruşluktu.
5 Kuruş 10 Kuruş
139
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye
140
100 Kuruş 50 Kuruş 20 Kuruş
Bâb-ı Evvel
l-ı Sâni
50 Kuruş
141
Bâb-ı Evvel
bundan bir ay sonra Kavâim-i Nakdiyye'nin imhâsıyla arkası alınıncaya kadar muvakkaten
duhânın beher kıyyesinden mürûriyye resmi nâmıyla alınan üç Guruşun beş Guruşa iblâğıyla
[130] istifâsına mübâşeret olunduğu gibi, bundan bir ay sonra dahî mezkûr kâimenin muhafa-
za-yı iʻtibârı için sikke-i hâlise olarak ahzı mukarrer olan gümrükler rüsûmâtının yüzde 1 rubʻu
mukâbilinde üçyüzlük kâimenin yüz Guruşluk sikke-i hâlîse hesabıyla ihtiyârî olarak kabûlü-
ne diğer irâde-i seniyye şeref-sâdır olmuş ise de bunda dahî ümid olunan fâide hâsıl olma-
dığından, sâir gûna bir tedbîr ittihâzı tasavvur olunduğu sırada, İngiltere sarrâfanından olup
Devlet-i Aliyye’ye mikdâr-ı kâfî akça ikrâz etmek üzere İstanbul’a gelmiş olan Mösyö Dögovil
tarafından teklîf olunan istikrâzdan bir mikdârının buna tahsîsi ile dört yüzlük kâime yerine,
bir yüzlük altun verilerek kavâîm-i mevcûdenin bu tedbîr ile kâmilen tedâvülden alınacağı 5
Safer sene 1296 ve 6 Kânûn-ı sâni sene 1294 tarihinde resmen halka iʻlân edilmiş ve bu iʻlân
üzerine de kâimenin iʻtibârı bir kat daha terezzül edip yüzlük altun 450 Guruşa kadar fırlamış
ve istikrâz-ı mezkûrden muntazır olan semere dahî hâsıl olmamasıyla nezâretce tebeddül-i
vâkiʻ olarak merhûm Kâni Paşa be-tekrâr Mâliyye Nezâreti’ne gelmişdir. Kâni Paşa makâm-ı
nezârete geldikden sonra sâlifü’l-beyân akdi tasavvûr olunan istikrâzdan zamana göre bir
semere hâsıl olamayacağını lâyıkıyla fehm u izʻan etdiğinden, hem Kavâim-i Nakdiyye'nin bir
vakd-i muʻayyen içinde kâmilen tedâvülden refʻi maddesini te’mîn etmek ve hem de vâridât-ı
hazîneden bir kısm-ı azâmının ziyâʻdan vikayesiyle berâber büdçe tahsîsât-ı muhammenesi-
ni kâime fiyatınca mütevâliyü’l-vukuʻ olan tagayyurât sebebiyle tatarruk-ı halel ve sekteden
smâniyye e cne iyye
muhafaza eylemek mütâlaʻatıyla bin iki yüz doksan beş senesi büdçesini ele alarak ve sâlifü’z-
zikr istikrâzdan tefrîk olunacak mebâliğin vücûdunu dahî mefkûd addeyleyerek dâhil-i büdçe
olan mebâliğden eyâlet-i mümtâze vergileriyle Kâime Nizâmnâmesi iktizâsınca istisnâ edilen
mahallerin vâridâtı bütçenin yekûnundan tenzîl ve ihrâc olundukdan sonra kâime [131] olarak
ahzı karargîr olan bakıyye-i vâridâtın dört humsu nakden ve bir humsu iʻlân-ı sâbık vechile
bir liraya bedel dört yüzlük ve yüz kuruş metelik yerine dahî altun ile metelik beynindeki fark
nisbetiyle kâime ahz u istihsâl olunacak olursa, meydanda olan kavâimin bir sene dört mâh
müddetde kâmilen kaldırılacağını bi’l-hesab tâʻyin eyledikden sonra o esaslar üzerine bi’z-zât
sûl-i Mes û â -ı
yedi madde üzerine kaleme aldığı karar-nâmeyi hâk-i pây-ı şâhâneye lede’l-arz istihsâl eyle-
diği irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî üzerine iki yüz doksan beş senesi şehr-i Mart’ın seki-
zinci günü dâire-i nezârete gelerek ümerâ-yı hazîneyi nezdine celb ile etrâf u eknâfa telgrâf
ve tezkerelerle bir iki saat zarfında iʻlan u işâʻa etmiş ve bu muvaffakiyet üzerine herkes ken-
disini tebrîk eylemişdir ki, işbu iʻlân ve kararnâmelerin bir sûreti zeyl-i kitapta (6) rakamıyla
gösterilmiştir.
Lâkin ilgâ-yı kavâim hakkında muttahiz olan şu tedbîrden kavâimin yine bir hayli zaman
meydanda kalacağını pâdişâh-ı kâr-agâh hazretleri cânîb-i seniyyelerinden tefehhüm bu-
yurulmasıyla, kavâîm-i mevcûdenin bir kat daha tesriʻ-i refʻ u iptâli niyet-i hâlisesiyle taht-ı
riyâset-i şâhânelerinde bir komisyon-ı âli teşkîl olunup ihtiyârî olarak iʻane toplanmasını ve
iʻanede bulunacak hamiyyet-mendân ve hayr-hâhânın esâmisini de verecekleri iʻânenin mik-
142
l-ı Sâni
dârına göre komisyon-i âli-i mezkûrede tutulan dört kıtʻa defterin birine kayd ile neşr u iʻlân
olunması husûslarına müteaʻkiben diğer bir irâde-i seniyye daha sâdr olmasıyla bir tarafdan
işbu komisyon-ı âlice ibrâz olunan himemât ü ikdâmât ile toplanılan, diğer tarafdan dahî ka-
rarnâmesi mûcibince hums-i vâridâta mahsûben istihsâl edilen vâridâtdan terâküm eden
Kavâim-i Nakdiyye hazîneye gönderilmeye başlanması müteʻakib dahî diğer bir komisyon
teşkîliyle toplanılan kavâîmin onların huzurlarında ihrâk olunması husûsuna, diğer bir irâ-
de-i seniyye daha sadr olunması üzerine peyderpey [132] yekûnu 16 milyon lirayı teşkil eden
Kavâim-i Nakdiyye’nin envaʻıyla filigranlı ve filigransızların mikdârı:
Toplanılan kâimelerin Bayezid Meydanı’nda ne sûretle ihrak edildiği herkesin meşhûdu
olan halâtdan olmasıyla tafsîline mahal görülememişdir.
Kavâîm-i Nakdiyye’nin bu defʻaki mahv u imhâsında evvelkiler de vâkiʻ olduğu üzere is-
tikrâza mürâcaʻat eylemek veyâhud fâizli sehm çıkarmak gibi tedâbîre mürâcaʻat olunmayıp
yalnız Hazîne-i celîle vâridâtından muvakkaten bir kısmının o yolda terk ü fedâsıyla ve bir
kısmının dahî hayr-hâhân-ı saltanat-ı seniyyenin iʻanesiyle husûle geldiğinden dolayı şayân-ı
şabaş ve tahsîn ve ihrâcından iki sene yedi ay yedi gün geçdikden sonra da suhûletle refʻ u
ilgası şayeste-i şükr ü muhammeddir. İkinci devir kâimenin tedâvülden ahz ü iptâli muaʻme-
lesinden sonra ale’l-umûm meskûkât hakkında ittihâz olunmuş olan tedbir, bin iki yüz doksan
altı senesi kararnâmesiyle yirmilik Mecidiyye kıymetlerinin on dokuz Guruşa ve metelik ak-
143
Bâb-ı Evvel
İkinci olarak “İmha-i Kavâim İâne-i Vataniyye” adı ile Komisyon-ı Âli'nin
bir şubesi kuruldu. Bu kurul nizamnameler yayınlayarak halkı ellerinde-
ki kaimeleri bağışlamaya çağırmıştı. Teşvik olarak da yardım yapanların
isimleri günlük gazetelerde yayınlanıyordu. Taşrada kaime bağışlayanlar,
smâniyye e cne iyye
144
l-ı Sâni
0 0 0 0 0 0 10.499.000 149.900.000
145
Bâb-ı Evvel
Bakır meskûkât husûsuna nakl-i kelâm edilince, bunlardan yalnız büyüklerini toplanıp
beşer paralığa tahvîli hakkında ittihâz olunan bir tedbîrden maʻdâ devletçe bir şey yapılmadı-
ğından, iʻtibârdan düşük kendi kendine mahvolmuşdur.
Umûm meskûkât-ı Osmâniyye’nin tarih-i icmâlisi burada hitâm buldu. Bundan sonra
meskûkâtın usûl-i darb ü iʻmâliyle tedâvülünden bahs olunacakdır.
Değil bizde, herhangi devlet darbhânelerinde olur ise olsun, kâimeden maʻdâ meskûkâtın
usûl-i darb ü iʻmâli hakkında vâcibü’l-dikkat dört madde-i mühimme vardır ki, bunların birin-
cisi darb olunacak meskûkâtın ayar-ı nizâmîsi, ikincisi vezn u sıklet-i kânunîsi, üçüncüsü hacim
ve kutru, dördüncüsü toleransı yani icâzet-i darbiyyesidir.
[135] Birinci: meskûkâtın ayar-ı nizâmisinden murad, gerek altundan olsun ve gerek gü-
müşden olsun darb u iʻmâl olunacak sikke derûnuna ne mikdâr hâlis ve ne kadar gayr-ı hâlis
altun ve gümüş bulundurmak lazım geleceğini nâtık olmak üzere evvelleri sahib-i ayar, sonra-
lar çaşnıbaş me’mûru tesmiye olunan yeminli bir üstâd-ı kâmil tarafından kendi imzası tahtın-
da verilecek çaşnı pusulası mûʻcibînce meskûkâtın darb u iʻmâline Darbhâne Nâzırı tarafından
fabrikaya ruhsat vermekden ibâretdir.
smâniyye e cne iyye
İkinci: meskûkâtın vezn ü sıklet-i kânûnisinden maksad, fabrikada sebîke haline ifrâğʻ
edilmiş olan altun ve gümüşden katʻ olunan pullardan altun cinsinin ona mahsûs olan gâyet
rakîk terazilerde yegân yegân ve gümüş cinsinin dahî Darbhânece ittihâz olunmuş olan kâide
mûcibince top top vezniyle ve bu dahî vezn-i mükerrer usûlü tahtında cereyân etmek şartıyla
tartıp, sıhhâti anlaşıldıkdan sonra sikke dâiresine göndermekden ibâretdir.
Üçüncü: meskûkâtın hacm ü kutrundan murâd, her cins meskûkâta devletce taʻyîn olun-
sûl-i Mes û â -ı
muş olan mikdardan ziyâde veya noksan olmaması ve yanyana getirildiği veyâhûd üstüste
konulduğu takdirde cümlesi bir çerbide bulundurulması maddesinden ibâret ise de bu vazîfe
fabrikada kendi kendine hâsıl olduğundan daha ziyâde tafsîlât iʻtâsına değeri yokdur.
Dördüncü: meskûkâtın toleransından murâd, çünki hiçbir sikkenin devletçe taʻyîn olun-
muş olan vezn ü ayarda darb u iʻmâli kâbil olamayıp her iki hususda baʻzıları ziyâde ve baʻ-
zıları noksân geldiğinden ve bunun çâresi dahî henüz keşf olunamadığından, darb oluna-
cak meskûkâta dâhilden ve hâricden nâmıyla devletçe tahdîd edilmiş olan icâzetdir ve bu
icâzetin hudûdu dahî meskûkât-ı Osmâniyye’de altun için binde iki, gümüş için binde [136]
üç derecesindedir. Yanî gerek altun için olsun ve gerek gümüş için olsun, binde iki, üç fazla
veyâ noksânına olmak üzere sikke iʻmâline Darbhâne-i Âmire idâresi me’zûn ve me’mûr ve
derecât-ı mezkûreden ziyâde ve noksânına sikke iʻmâl eylediği takdîrde mesʻuldur.
146
l-ı Sâni
Bunlardan maʻdâ, meskûkâtın usûl-i darb u iʻmâlinde gözetilecek iki cihet daha vardır ki,
yek diğere nazaran lâzım gayr-ı mufârık gibidir. Bunun biri meskûkâtın cihet-i mâliyesine diğer
biri meskûkâın cihet-i fennîyesine müteferriʻdir.
Meskûkâtın cihet-i fenniyesi çaşnı tutmak, güzelce dökmek, sebîke yapmak, pul kesmek,
pullara sikke vurmak gibi husûsâtdan ibâret olup en mühim ve elzemleri çaşnı almak ve te-
lefâta meydan vermeksizin külçe dökmek gibi ameliyatdan ibâret olmasıyla bu iki madde
ayrıca bir bâb-ı mahsûs altunda beyân olunacakdır. Meskûkâtın cihet-i mâliyyesi mevcûd
olan sermâye fâizli ise bunu hüsn-i idâre ile fazla masrafa boğmayıp ve muʻamelât tâtil olunur
olunmaz mevcûd olan remâdları müddet-i medîde bekletdirilmeksizin nakde tahvîl edip
devlet ve efrâda karşı olan taʻahhüdât-ı idâreyi hüsn-i iʻfâ eylemekden ibâret ise de, tashîh-i
ayar zamanında vâkiʻ olduğu üzere idâreye küllîyetli bir sermâye verilmemesi ve ekser
zamanlar dahî muʻattal durması ve bi’l-ahare dahî gümüşden sikke darbının memnûʻiyyet
tahtına idhâl kılınması maddeleri Darbhâne’yi bu türlü tedâbirin mütemâdiyen ittihâz ü
icrâsına muvaffak etmemiş ve her sene hazînenin iʻanesine muhtâc olmakdan, Darbhâne
idâresi kurtulamamışdır.
Bu husûsta erbâb-ı ihtisâsa bir fikr-i icmâli vermek için Londra darbhânesi ile bizim dar-
bhânede katʻ u darb olunmuş olan altun ve gümüş meskûkâtın geçmiş senelerden birinin bir
senelik muʻamelâtının mukayesesini icrâ etmek ümidiyle evvelâ bizim Darbhânenin, sâniyen
Londra darbhânesinin birer senelik muʻamelâtı hakkında vaktiyle elde etmiş olduğumuz he-
147
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye
148
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi
149
l-ı Sâni
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye
150
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi
151
l-ı Sâni
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye
152
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi
153
l-ı Sâni
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye
154
Bâb-ı Evvel
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi
155
l-ı Sâni
Bâb-ı Evvel
[141] İngiltere darbhânesi usûlü iktizasınca altundan darb u iʻmâl olunan sikkelerden
mesârif-i iʻmâliyye tevkîfi âdet olmayıp ileride beyân olunacağı üzere bunun masrafı dâimâ
mübâyaʻa kılınan külçe gümüşlerden ahzı mukarrer olan rüsûmatdan tesviye olunduğu cihet-
le, altun sikke darbı maddesi bu husûsta kaʻale alınmayıp onun yerine bâlâda gösterildiği ve-
chile tunç ve bakır hesapları vazʻ edilmişdir.
İşbu üç hesap lâyıkıyla nazar-ı dikkate alınır ise Londra darbhânesi tunç ve bakır meskûkât
üzerine bir sene zarfında 78.613 lira İsterlin’in muʻamelât icrâ eylediği misillü, silinmiş gümüş
meskûkât üzerine maʻa zâyiât 284.238 ve külçe gümüş meskûkât üzerine dahî maʻa temettuât
875.141 lira İsterlin ki, cemʻan 1.159.379 liralık muʻamelât icrâ eylemiş ve şu muʻamelât
arasında darbhânenin kâffe-i maʻaşât ve mesârifâtını ve sermâyenin fâizini üretdikden sonra
sene âhırında dahî 73.958 liradan ibâret bir fazla göstermişdir.
İstanbul Darbhânesine gelince: bâlâda verilen hesaplardan anlaşılacağı üzere bizim dar-
bhâne dahî yine bir sene zarfında adet hesabıyla altun üzerine 350.231 ve gümüş üzerine
dahî 102.218 adet ki cemʻan 452.439 liralık muaʻmele icrâ eylemiş olduğu halde sene âhırında
yine kâr göstermemiştir. Meskûkâtın usûl-ı darb u iʻmâlı burada hitâm buldu. Bundan böyle
meskûkâtın usûl-i tedâvülünden bahs olunacakdır.
smâniyye e cne iyye
Meskûkâtın usûl-i tedâvülünden murâd, altun, gümüş, bakır, tunç, nikel gibi maʻdenler-
den her devlet darbhânelerinde darb u ihrâç olunan sikkelerden devletlerce taʻyîn olunmuş
olan usûl ü kâide dâiresinde hangileri [142] mecbûru’l-tedâvüldür ve hangileri merdûdu’l-te-
dâvüldür, buralarını bilmekden ibâretdir. Bâb-ı mahsûsunda tafsîl olunacağı üzere gerek
monometalist devletler nezdinde olsun ve gerek bi-metalist devletler nezdinde olsun, vezn u
sûl-i Mes û â -ı
ayar nizâmîsinden dûn olduğu veyâhut kalb bulunduğu isbât olunmadıkça altun meskûkâtın
kâffesi mecbûru’l-tedâvüldür. Herhangi türlü ahz u iʻtâda olur ise olsun herkes bulunduğu
memleketin altun sikkesini ahz u kabûlde imtinâ edemediği gibi, kezâlik dâire-i mahdûdesi
dâhilinde taʻyîn olunan gümüş ve bakır sikkelerin dahî ahz u kabûlünde imtinâ gösteremez.
Gösterir ise devlet o adamı cezalandırır.
Devlet-i Osmâniyye’nin usûl-ı meskûkâtında mine’l-kadîm böyle bir usûl-ı tedâvül vazʻ
olunduğu mesbûk olmayıp, fakat meskûkâtda tebeddülât vukuʻa geldikçe eski ve yeni zaman-
ların sikkelerine vaktin râyicleri üzerine birer fiyât takdîr ve yalnız târife hâricinde bir fiyât
ile akça sürmeğe cür’et edenler cezalandırılır idi. Tashîh-i meskûkât zamanında dahî usûl-ı
kadîmiyyeye riʻayet olunacağı herkese iʻlân olunmuş ise de mübâdelâtda gümüş ve bakır sik-
kelerin ne derecelere kadarının kabûlu câ’iz olacağının ve ne mikdârının reddedileceğinin
156
l-ı Sâni
taʻyînine dâir bir nizâm vazʻ edilmemiş olduğundan, bin iki yüz doksan altı senesi meskûkât
kararnâmesinin neşri zamanına kadar herkes altun olarak almış olduğu borcu gümüş ile
ödemiş ve emvâl sandıkları böylece icrâ-yı muʻamele eylemiş olduğundan, “sen benden aldı-
ğın borcu altun olarak almış idin şimdi de altun vereceksin” deyu daʻva etmiş olsa bile mah-
kemelerce ve hazînece kabûl edilmeyip reddedildiğinden, bu madde gümüş ve Mecidiyye ile
kıymet-i hakîkiyyesinden pek ziyâdeye râyic olan meskûkât-ı mağşûşenin temâdî-i iʻtibârına
pek büyük yardımı olmuşdur. [143] Lâkin meskûkât kararname-i ahîrinde vâhid-i kıyasînin
altun olduğu ve aded üzerine binâ edilen borçlar, aded hesabıyla ödeneceği sarâhat göste-
rilmesinden bu fıkralardan halkın nazar-ı intibahı açılıp teâti etdiği senedâtı ona göre tahrîre
başlamışdır.
157
-II-
Bâb-ı Sâni
Bâb-ı Sâni
Fasl-ı Evvel
H âlis altun bin iki yüz elli, meskûk altun bin yüz seksen ve ale’l-ıtlâk gümüş bin de-
rece-i harâretde müzâb olur.
Altun ve gümüşün muʻayenesinde ale’l-umûm kabul olunmuş iki usûl vardır ki, bunun
birine “tahlîl-i keyfî” diğerine “tahlîl-i kemmî” denir. Bi’l-cümle kimyâhânelerde işbu iki usul
dahî icrâ olunursa da, darbhânelerde yalnız tahlîl-i kemmi usûlu icrâ olunduğundan, burada
dahî sadece ondan bahsedilir.
Bu makamda tahlîl-i kemmîden murad, gerek külçe olsun ve gerek meskûk ve sebîke
ve avâni halinde bulunsun, darbhânelere ve çeşnî dâirelerine getirilen altun ve gümüşün
ne mikdârı hâlis altun ve gümüşden ve ne kadarı gayr-ı hâlis nesneden mürekkep olduğunu
smâniyye e cne iyye
bi’l-muʻayene anlamakdan ve şâhid makamında olmak üzere de sâhibi yedine sâhib-i ayar
cânîbinden mümzâ bir pusula vermekden veya bunların üzerine resmî bir damga vurmakdan
ibâretdir. Tahlîl-i kemmînin derecesi İngiltere’de libra denilen vezn-i mahsûs ile Fransa ile
Union Latin darbhânelerinde [144] dahî milim denilen vezn-i maʻrûf ile taʻyîn olunduğu misil-
lü, bizim darbhânede tashîh-i ayar zamanından beri dahî milim hesabıyla icrâ kılınmakdadır.
Tahlîl-i zehebî dâimâ iki esâs üzerine devrân eder ki, bunun birincisi mevkîʻ-i muʻayeneye
getirilen meçhûlü’l-ayar bir külçe altundan tahmînî olarak altun milimiyle bir milim altun alıp
sûl-i Mes û â -ı
dikkat ile vezn ü mikdârını el defterine kayd birle bir kâğıda sarıp evvelâ bir tarafa koydukdan
sonra bi’l-vezn bir gram kurşun dahî ahz edüp evâîl-i eyyâmda devvârü’l-lehîb veya kânû-
nü’r-riyâh veyâhud tenûr-ı âkis nâmıyla yâd olunup şimdiki zamanda mukal fırını ıtlâk olunan
ocağın mukal denilen mahallinde kızdırılmış olan kupellere (pote)9 vazʻ etmek ve kurşun
ateşde eriyip sathını açtıkdan sonra ber-vech-i bâlâ hazırlanmış olan çeşniyi işbu pota derû-
nuna vazʻ ile bir mikdâr beklemekdir. Vakta ki müzâb olan çeşni derûnundaki kerivat (zerre-
ler) zevebâna başlar, ol vakit çaşnigîr olanlar zerrât-ı mezkûrenin hareketi iʻanesiyle altunun
9) Her ne türlü olur ise olsun bir mikdâr kemîk tedârik edip evvelâ ateşte yakmalı, sâniyen toz etmeli, sâlisen biraz
su ile hamur etmeli ve buna mahsûs olup iki parçadan ibâret olan bir kalıp derûnuna işbu hamur konulup çekiç ile
kavîce dövmeli. On iki günden yirmi güne kadar münâsip bir mahalde korundukdan sonra fırına atıp pişirmeli. Bir
güzel pota husûla gelir. İngiltere’de potayı öküz boynuzundan iʻmâl ederler ki, en âlâsı budur.
160
l-ı Evvel
derece-i harâreti mikdâr-ı kifâyete olup olmadığını fehmederler ise de birkaç defʻalar tecrü-
besi sebk etmedikçe keşfedemezler. İşbu ameliyatın hitâmına yakın dakikada yaʻni kerîvatın
hareketi mahvolup müzâb olan altunun sathında yeşilimtrak bir renk müşâhede olunduğu
anda, çaşnigîrler pota derûnunda bulunan kurşun ile altun derûnunda olan mevâdd-ı sâireyi
bir tarafdan potanin mas eylediğini ve bir tarafdan dahî hamz kurşun hâlinde havaya teyrân
etdiği [145] güzelce anlarlar ve o anda dahî mezkûr kupel derûnundaki altunu bir kıskaç ile
çıkardıp ve bir fırça ile iyice temizleyip tekrar vezn eyledikden sonra ale’t-tahmîn kaç ayarda
olduğunu kesdirirler.
Muʻayenenin böyle tahmîn üzerine yapılmasının sebebi, ikinci defʻa olarak yapılacak
tahlîl-i kemmî için çeşniye ilâve edilecek olan hâlis gümüşün mikdârını taʻyîn için olduğun-
dani ikinci defʻa yapılacak tahlîl için dahî yine o külçeden altun milimiyle bir milim ahz vezn
eyledikden sonra buna evvelce tahmîn eylemiş oldukları mikdârın tam üç misli derecesinde
hâlis gümüş ilâve eyleyerek bir kâğıda sararlar (altunun tahmîn olunan ayarına nisbetle üç
misli gümüş ilâve etmekden murâd, evvelâ altunun zarrâtı gümüşün zarrâtı içine lâyıkıyla
yayılabilsin. Sâniyen hâmiz azot suhûletle teʻsîr edebilsin. Sâlisen hadde hâlinde bulunan al-
tunun hâmiz azot derûnunda dağılmaması için olduğundan, dâimi sûretde tartılan altunun
ayarına nispetle üç misli gümüş ilâve etmek muktezâ-yı fendendir). Eğer altunun ayarı beş
yüzden aşağı ise sekiz gram ve eğer beş yüzden yukarı ise altun cedvel-i mahsûsunda göste-
rilen mikdârda kurşun ahz ederek kopel derûnuna basarlar ve bu kurşun müzâb olup sathı-
10) Matara denilen şey, sağlam camdan tahminen on santimetre tûlunda ve dört milimetre arzında bir ucu kapalı
bir borudan ibâretdir.
161
Bâb-ı Sâni
derûnundaki altunu kemâl-i mahâret ile krozeye nakl eyledikden sonra işbu krozeyi ızgara
üzerinde kurutarak ve dikkatle tavlayıp iyice soğutdukdan sonra ayara mahsûs olan vezne-
lerde tartarlar. Her ne mikdâr gelir ise ol mikdâr tahlîl olunmuş olan altunun ayarı ve bu ayar
dahî yeniden tarh olunur ise bâkisi mezkûr külçenin mahlûtu olduğuna hükmedip bu esas
üzerine çeşni pusulasını imzâ ederler.
Darbhâne’de mevcûd olan ayar vezneleri Paris’in en meşhûr fabrikalarının birinde platin-
den iʻmâl etdirilmiş gâyet dakîk teraziler olduğundan, bunları tozdan vikâye etmek için camlı
mahfazalar derûnunda hıfz ederler ve paslandırmamak ve rutubetden tahlîs etmek için dahî
mezkûr mahfazalar derûnunda dâima bir mikdâr sönmeden kireç bulundurup bu kireç rutu-
beti cezb ile kabardıkça tebdiline iʻtinâ ederler.
[147] Gümüşün tahlîl-i kemîsine gelince gerek külçe ve gerek evânî olsun darbhâneye ge-
tirilen gümüşlerin hîn-i muʻayenesinde merʻi olan kaide ibtidâ-yı emirde on gram mikdarı gü-
müşsüz hâlis kurşun ahz edip kızdırılmış olan mukal fırını derûnuna vazʻ olunan potanın içine
vazʻ etmeli ve bu kurşun tamamen eridikden sonra da çeşni alınması murâd olunan halitadan
bir gram vezninden bir şey alınarak bir kıskaç ile potanın derûnunda erimiş olan kurşunun
üzerine vazʻ eylemeli. Şu vazʻiyyet akabinde gümüş kurşun ile ihtilat ederek yeni bir halita
hâsıl ederler ki, mürekkebâtı kurşun, gümüş, bakırdan ibâret olmuş olur.
İmdi gümüş usretle ve kurşun ile bakır suhûletle tahammuz etdiklerinden, erimiş bulun-
smâniyye e cne iyye
dukları halde mukalin derûnunda mürûr eden havadan müvellidü’l-hamuza ahz ederek ikisi
dahî tahmîz edip hâsıl olan hamiz rasâs ile hamz-ı nuhas pota cezbederek gümüş yalnız kal-
mağla fırından çıkarılıp tedrîc ile soğutuldukdan sonra potadan ahz edilip dakîk olan teraziler
ile vezn olunduğu halde mikdârı istiʻlâm olunmuş olur.
İşte bu tarîk ile de bir gram halitada bulunan gümüşün mikdârı, yüz grama nispet oluna-
rak halitanın kaç ayarda olduğu tebyîn eder.
Altun ve gümüş maʻadini sâire ile ez’an cümle bakır ile ihtilât etdirilerek ve halita teşkîl
sûl-i Mes û â -ı
eyleyerek avânî ayarı türlü türlü şeyler iʻmâl eylediği ve bu türlü maʻmûlâtın kıymetleri mik-
dârlarına göre mütenevviʻ olacağı derkâr olduğundan, her diyarda bunlar için dahî birer ayar
kabul olunmuş ve iʻmâl edilen avânî ol ayarda olarak taraf-ı devletden damgalanmadıkça beyʻ
u şirâ olunmaması şart taʻyîn edilmişdir.
Devlet-i Osmâniyye’de tashîh-i ayâr zamanında Der-saʻadet’te iʻmâl olunan [148] gümüş
evânî için doksan ayarı miʻyâr ittihâz olunup iʻmâl olunan avâninin Darbhâne’ye nakliyle orada
muʻayenesi icrâ edildikden sonra münâsip mahallerine damga vurulması maddesi usûl tahtı-
na rabt olunmuş ise de Selânik, Manastır, Şam, Beyrut, Halep, İzmir, Bağdat, Bursa, Trabzon
şehirleri gibi yerlerde iʻmâl edilen gümüş evâninin üzerlerine damga vurulması maddeleri bu
usûle tâbi tutulmadığından ve teftîş muʻamelesi dahî icrâ edilemediğinden, buralarda iʻmâl
edilen evâninin taʻyîn-i ayarı kuyumcu esnâfının elinde kalmışdır.
162
l-ı Evvel
Altun maʻmûlâtına gelince: sâir ecnebi şehirlerine kıyasen Der-saʻadet’de altun mesnûʻatı
şey-i kalîl gibi ise de bu makûle mâmulâtı muʻayeneden murâd, iʻrâd tedâriki maddesi demek
olmayıp selâmet-i maslahat demek olacağından ve gümüşe damga darbı maddesi üzerine ko-
nulduğu zaman altun mesnûʻatın bundan istisnâsı hakkında bir karar olmadığından, Fransa
devletince ittihâz olunan kavâʻide tevfikan, Der-saʻadet’de dahî altun için bir damga tertîbi
maddesi meskûkât idâresinde bulunduğum esnâda münâsıp zannolunarak makam-ı âliye o
yolda bir lâyihâ tanzîm edilmiş ise de bundan dahî bir semere görülememişdir.
Gerek meskûk ve gerek gayr-ı meskûk mâmulât-ı sîmiyye ve zehebiyyenin ayarları hak-
kında devlet-i Osmâniyyece kabûl olunmuş olan usûl ü kavâʻidin hulâsası bu makamda hitâm
buldu. Bundan sonra işbu usûl ü kâidelerin düvel-i muazzamadan bazılarının vezn u ayarla-
rına tatbîk edip ona göre birer hesab-ı sahîh çıkarmak için İngiltere ve Almanya ve Fransa
Amerika devlet ve hükümetleri darbhâneleri usûl-ı meskûkâtlarından kifâyet mikdârı arz-ı
maʻlûmat olunacakdır.
[149]
DINAR - LIBRE
XVIII. Asrın sonunda Charlemagne Roma imparatorluğunu bir taraf-
1 libre, (Latince libra), lira halini alır. İngilizcede Pound adı verilir.
Almanca konuşulan memleketlerde Köln Markı adını alır.
163
Bâb-ı Sâni
Fasl-ı Sâni
altunu hâvidir. Yarım soveriyenler dahî tam soveriyenlerin tamamı tamamına nısfına muʻa-
dildir.
Silinip aşınmakdan dolayı vezn mevzuʻu 1,225 veya 61,125 [150] buğdaydan aşağı olma-
yan tam ve nısf soveriyenler teslîmât ve te’diyât için dâima meskûkât-ı meşrûʻadan mâʻdûd-
dur.
Fakat bu vezinlerden aşağı olan meskûkâtı kabul etmeyip reddetmek salâhiyeti ahâliye
mevdûʻ ve İngiltere bankası böyle vezni aşağı olan sikkeleri eline geçirdiği anda katʻ etmeye
sûl-i Mes û â -ı
veyâ ayar vezni itibâriyle kabûl eylemeye mecbûr ve vezn-i nizâmisinden aşağı olan sikkelerin
zararı ahâliye mahmûldür.
Elinde altunu olan kesân altunlarını Darbhâne’ye gönderip teslîmiyle teslîmât-ı vakʻanın
mikdâr-ı vezn ü ayarlarını gösterir pusula ile beraber bedeline meskûk sikke almak salâhiyeti
her şahıs hakkında câridir. Londra darbhânesi kâide-i mevzuʻasınca oraya gönderilen altunla-
rın bir öncesinin (31,1035 gram) bedeline 3 lira 17 şilin 10½ pens ve bir livrenin bedeline dahî
1869 soveriyen verir.
11) Lira kelimesinin aslı Latince (Liber) olup on iki onceye muʻadil bir vezin idi. Muahharan Fransalılar usûl-i aʻşâ-
riyyeyi, ittihâz etmezden evvel mezkûr vezni kendi meskûkâtları hakkında mizân ve miʻyâr ittihâz ederek ekseriyâ
sol şimdiki sau 240 denier (dine) (dina) bir libre olmak üzere taʻyîn ederler ve libra kelimesini livra yahud sadece
(livre) diye telaffuz ederlerdi. Bu kelime hâlâ İngiliz altınına nispeten câri olup (Livr İsterlin) demekle bir İngiliz
soveriyeni anlaşılıyor. İtalyanca lira denilen sikke, Franka müsâvidir.
164
l-ı Sâni
Eğer darbhâneye getirilen altunların ayarlarını ayar-ı nizâmîden dûn veya efzûn görür ise
ol halde darbhâne idâresi naklî hesabına olmak ve bunların ayar-ı nizâmiye yanaşdırmak için
ilâvesi lâzım gelen hâlis altun ile bakırı zamm edip bedel-i mezkûru ona göre tasvîye eder.
İngiltere bankası nizâm-ı iktizâsınca ahâli tarafından bankaya getirilen altunları derhâl ahz
ü kabûl ile beher oncesine [ounce] mukabil 3 lira 17 Şilin 9 Pens bedel vermeye mecburdur.
İşbu iki nevʻ mübâdelâtda darbhâne fiyatıyla banka fiyatı beyninde beher onca için görü-
nen 3 yarım Pens mikdârı fark-ı cüz’înin sebeb-i vazʻı, bankın altunları darbhâneye gönderip
bedelini alınıncaya değin geçirdiği eyyâmın fâizini gâib etmemek mütâlaʻasına mebnî ise de
bank fâizi kaybetmemekle [151] beraber arada vâsıta olduğu için dellâliye mukabili bir miktar
da kâr etmekdedir.
Elinde altunu olan halk, eğer altunlarını kendileri Darbhâne’ye getirecek olsalar yine zâ-
yiâta ve mesârif-i zâideye giriftâr olacaklarını raʻnâ bildiklerinden, üç yarım pensi bi’l-mem-
nûniyye ödemekde ve binâen-alâ-zâlîk İngiltere’de darbhâneye getirilen altunların kısm-ı
azâmı İngiltere bankası vâsıtasıyla meskûkâta tebdîl olunmaktadır.
İngiltere’de gümüş ve bakırdan maʻmûl meskûkât maʻadin üzerine ihrâc olunan banka bi-
letleri gibi âdetâ bir alâmetdir ki, esâmisi ile izʻaf u aksâmı şunlardan ibâretdir.
165
Bâb-ı Sâni
İngiltere’de bir Livr töris 52½ Şilin’e râyic olan hâlis gümüşden kırkda otuz yedisini, yani
binde dokuz yüz yirmi beşi hâlis olmak üzere altmış altı adet Şilin katʻ u darb olunmak usûl-ı
iktizâsındandır ki, işbu mikdâr usûl-i meskûkâtın taʻyini zamanında altmış adet Şilin üzerine
binâ edileceği yerde, öyle yapılmayıp da altmış altı adet şilin üzerine bina edilmesi kârîben
beyân olunacağı üzere mesârifine bir karşılık tedâriki mütâlaʻasına mebnîdir.
Binâen-aleyh, İngiliz altun ve gümüş sikkeleri beyninde olan nisbet 1:15,50 demek olma-
yıp belki 1:14,25 raddelerinde demekdir.
Bakır ve bâ-husûs tunç meskûkâtın usûl- darbına gelince: Bu usûl Fransa meskûkât-ı nu-
hasıyesinin aynı olup vezni bir livre olan bakır külçesinden kırk sekiz pens ve seksen yarım
pens veyâ yüz altmış librâd darb etmekden ibâretdir.
İngiltere’de küsûrât için darb u iʻmâl olunan meskûkâtın gerek gümüş kısmından ve gerek
bakır kısmından iyice bir resm-i mîrî alınmakdadır ki, resm-i mezkûru vazʻ u ahzdan maksad,
liraların ve hem de yazı ve resimleri kesret-i istiʻmâlden nâşî bozulmuş olan gümüş sikkelerin
bir tarafdan tedâvülden ahzla yerlerine yeniden yeniye sikke darb u ihrâcı mecbûriyyetlerin-
den dolayı mütemâdiyu’z-zuhûr olan mesârifi örtmekdedir.
Hindistan
smâniyye e cne iyye
166
l-ı Sâni
Bakır meskûkâta gelince: Bunlar çift Pik yahud yarım A[ne]na nâmıyla yâd olunan sikke-
lerdir ki, çifte Pik’in vezni iki yüz buğday olup sâirleri dahî buna mikyasdır ve bakır sikkenin bir
Rupilikden ziyâdesinin de tedâvülü meşrûʻ değildir.
Bombay ve Kalküta darbhâneleri külçe ve meskûk ve gayr-ı meskûk olarak ahâli tarafın-
dan getirilen altun ve gümüşleri ahz u kabule ve ayarlarını tâʻyîn eyledikden sonra altun mah-
sûlatından yüzde 1 ve gümüş mahsûlarından yüzde 2 bir resm ve bundan maʻdâ ifrâz masrafı
mukâbili olmak üzere de hem [154] külçe ve hem meskûk altun ve gümüşden binde ¼ resm
ahz edildikden sonra getirilen altun ve gümüşleri meskûkâta tahvîle her vakit hazırdır.
Kaliforniya altun madenlerinin keşfi zamanına kadar hükümet sandıkları vâridât-ı muh-
telifeden getirilen mihrleri ahz u kabûl edip dururlar iken gerek külçe altunların ve madrûb
mihrlerin çoğalmasından ve gerek meşrûiyyet tedâvülüyle kazanamamakla beraber rağbet-ı
nâsın ʻadem-i temâyülünden ve bu sebeple altunların hükümet sandıklarında yığılıp kalma-
sından dolayı Hindistan hükümeti buna bir çare bulmak için bir ilân-nâme neşriyle, bin sekiz
yüz elli üç senesi Kânun-ı sânisi ibtidâsından itibâren darbhânelere sikke darb olunmak üzere
getirilen altunları kabul etmeyeceğini halka işâʻe eylemiş ise de halk yine altuna o kadar
rağbet göstermemişdir.
Bin sekiz yüz altmış dört senesinde Hindistan hükümeti kendi soveriyenlerini, yani İngiliz
Liralarını Hindistan’da meskûkât-ı meşrûʻa olmak üzere tedâvülünü arzu edip tanzîm u tertîb
etmiş olduğu bir ilân-nâme ile tam ve nısf soveriyen mukâbiline 5,10 Rupiye’yi kabûl edeceğini
1 Pi = 1/12 Pens
3 Pi = 1 pik = ¼Pens
12 Pi = 1 Anena = 1 Pens
16 Anena = 1 Rupi = 1 Şilin 4 Pens
16 Rupi = 1 Mihr = 1 Lira 1 Şilin 4 Pens’dir.
167
Bâb-ı Sâni
835 milim ayarına ve bin sekiz yüz altmış altı senesinde dahî iki franklıkları ol dereceye tenzîl
eylemişdir.
Lâkin bu türlü tedâbîr-i âdiye ile altun ve gümüş beyninde olan nispetin vazʻ-ı aslîsi üzere
tutulması kâbil olamayacağını hükümet-i müşârunileyhâ daha evvel anlamış bulunduğundan,
hem-civarları olan Belçika ve İtalya ve İsviçre hükümetleriyle muʻahedetâ girişip tarafeyn-i
müteâkıdin birbirlerinin sikkelerini kendi mal sandıklarına ahz u kabul etmek ve bir memleke-
tin sikkesi diğer memleketde aynı o memleketin sikkesi gibi beyne’l-ahâli teʻâti olunmak gibi
bazı kuyûd-ı nâfiʻanın derciyle bin sekiz yüz altmış beş senesinde bir muʻahedenâme imzâ-
12) Franc (Frank) Fransa memâlikini Almanya cihetinden istîlaʻ etmiş olan akvâm-ı cismiyye-yi kadîmeden birinin
ism-i hassı olup bâde’l-istîlaʻ bu nâm Fransa millet ve memleketine ıtlâk olunduğu gibi kavm-i mezkûrun kullandığı
sikkeye de kendi nâmlarına nisbetle Frank ıtlâkı öteden beri zebân-zed-i âmm olmuşdur.
168
l-ı Sâni
lanmış ve lisân-ı mâliyyede “Union-i Latin” nâmıyla şöhret bulan işbu muʻahedenin mühes-
senâtını hissetmeleriyle Yunan, Romanya ve Sırbia ve Bulgaria Devlet ve hükümetleri [157]
dahî işbu muʻahedeye iştirâk ve ona taklîden tashîh-i meskûkât eylemişlerdir.
Fransa darbhânesi nizâmâtı iktizasınca, 900 ayarında olan bir kilogram altundan otuz bir
adet yüzlük, altmış iki adet ellilik, yüz elli beş adet yirmilik, üç yüz yirmi adet onluk ve altı yüz
yirmi adet beşlik Frank darb oluna-geldiği gibi ol mikdâr ayar u veznde olan gümüşden dahî
kırk adet beş, ve yüz adet iki, Franklık sikke kesilmek âdet olduğu ve küsûrâta tahsîs kılınan
835 ayarında olan gümüşün beher kilosundan dahî iki yüz adet bir Franklık, dört yüz adet elli
ve bin adet yirmi santimlik sikke darb u iʻmâl olunmak müteʻamildir.
Fransa meskûkâtının envâʻ ü aksâmı şunlardır:
Tolerans
Kıymet-i Kıymet-i
vezninden Tolerans Aşağı yukarı Ayarı
mütesâviye Vezni gram mevzuʻası
icra olunan ayar için vezn için milim
Frank Frank
tenzilat
0,003 5 25,000 5
169
Bâb-ı Sâni
Tunç
170
l-ı Sâni
altunu mikyâsu’l-kayyim ittihâz edip ibtidâ Mark13 sonraları Kron nâmıyla meydân-ı tedâ-
vüle vazʻ ve bu sırada gümüş ile bakır ve nikelden iʻmâl etdirdiği meskûkâtı büsbütün kü-
sürâta tahsîs eylemişlerdir Almanya İmparatorluğu’nun sâlifü’z-zikr nizâm-nâme ile ondan
sonra ittihâz etmiş olduğu bir takım usûller üzerine meydân-ı tedâvüle vazʻ etdirdiği altun
Markların ayarı Fransızların ayarı gibi 900 milim [160] olup bir markın hâvî olduğu zer-i hâlisin
kıymet-i hâkîkiyyesi Latin ittihâdı sikkelerine kıyasen 1 Frank 23,45 santimdir. İngilizlerin bir
altun Şilin’inin kıymet-i hâkikiyesi 1 Frank 26,105 santim olduğuna nazar olunur ise Almanya
Marklarının kıymet-i hâkîkiyyece İngiliz Şilinlerine ve kronların 20 ve 10 ve 5 Mark hesabı
üzerine darb u ihrâc olunduğuna bakılır ise Almanya’nın usûl-ı meskûkâtı İngilizlerin usûl-ı
meskûkâtına mütekârîbdir.
İngilizlerin 1 Şilin’i 12 Peni’ye munkasım olduğu halde Almanların 1 Mark’ı 100 peniye
münkasım olduğundan bunlar usûl-ı meskûkâtını kesr-i aʻşârı kâidesi üzerine binâ etmiş ol-
dukları şüphesizdir.
Almanya’nın tedâvüle vazʻ etdiği altun meskûkâtın veznlerce tolerans farkı 5 milimidir ve
küsürât ile ufaklık için darb u ihrâc eylediği meskûkât dahî gümüş ile nikel, bakırdan maʻmûl-
dur.
Gümüş meskûkâtın ayarı altun meskûkâtın ayarı misillü 900 milim olup ayarca toleransı
farkı binde üç ve vezince toleransı farkı dahî binde on derecesindedir. Lâkin esnâ-yı iʻmâlatda
hâsıl olan gümüş pulların mecmûʻu iʻtibârıyla gerek vezin mevzuʻu ve gerek ayar-ı mahsûsu
13) Mark (Mark) bu kelimenin mânâ-yı luğavisi nişâne demek olup Lira gibi hem vezn ve hem de sikke maʻnâsına
müstaʻmel olan Almanya ve Felemenk sikkelerinin vâhid-i kıyâsîsi makamına kâim olmuşdur.
171
Bâb-ı Sâni
Altunun gümüşe, gümüşün altuna tebdîl ü tahvîl muʻamelâtı hükümet tarafından taʻyîn olun-
muş olan sandıklar maʻrifetiyle icrâ olunmakdadır.
Almanya’da silik ve delik meskûkâtın redd u kabûlünde bir gûna mecbûriyet-i nizâmiye
olmayıp fakat kesret-i istiʻmâlinden ötürü vezn-i nizâmîleri azalmış olan meskûkâtın hükü-
met sandıklarına vürûdunda bunları tevkîf birle hükümet hesabına sikke-i cedîdiyye tahvîl
edilmedikde ve İngiliz usûlunun muhâlifi olarak bu zararı dâimâ hükümet çekmekdedir ki,
Almanya’nın şu usûlü İngilizlerin usûlüne nispetle daha ziyâde âdilânedir.
Almanya Devlet ve hükümetleri altunu mikyâsu’l-kayyim ittihâz eyledikden biraz sonra
Avusturya ve Macar ve İsveç Norveç Danimarka Felemenk Devletleri dahî mikyâsu’l-kayyim
ittihâz edip sikkeyi tashîh etmişlerdir.
Amerika
Amerika Cemâhir-i Müttefikası bin yedi yüz seksen dokuz senesi teşkîlâtını [162] icrâ et-
mezden mukaddem, çifte mikyâs tarzında ve 15,25 nisbetinde olarak hâlis 375,64 buğdaydan
ibâret dolarları meskûkât için vâhid kıyâsi ittihâz etmiş idiyse de darbhânesini binâ ve teʻsîs
eylememiş idi.
Teşkilât-ı mezkûreyi tamamıyla mevkiʻ-i icrâya vazʻ eyledikden ve bin yedi yüz doksan
smâniyye e cne iyye
iki senesinde bir de darbhâne binâ ve inşâ eyledikten sonra işe koyulup vezn-i aslîlerinden
noksân olmayan altun ve gümüş sikkelerin birlikde olarak mecbûriyyu’t-tedâvül olmasını ve
vezn-i aslîlerinden noksan olan sikkelerin dahî kıymet-i hakîkiyyesiyle tedâvül eylemesini emr
ve kâffe-i te’diyatta bir Livr altunun fiyat-ı nizâmiyyesi on beş Livr gümüş sikkeye muʻadil
olunması taʻyîn ve altun veya gümüş külçelerden sikke darb u iʻmâlini arzu edenler mallarını
darbhâneye getirir ise kabûl edip bilâ-mesârif meskûkâta tahvîl edeceğini nizâm tahtına idhâl
eyledi.
sûl-i Mes û â -ı
Tedâvül-ü meskûkât husûsunda Dolarları vâhid-i kıyâsi ve sikke-i hesâbî tâʻyîn edip ec-
zâsını desi santi mil olarak taʻyîn ve altun meskûkât için 11/12 ayarını ayar-ı nizâmî intihâb
edip fakat bunun mahlût kısmını yarısı gümüşden mürekkep ve gümüş meskûkât için dahî
1485/1664 ayarını intihâb edip bunun da mahlut kısmının cümlesi bakırdan mürekkep olmak-
lığını tensîb etdi.
Vezni 247,5 buğday hâlis altundan ibâret olmak ve bir adedi on dolar kıymetinde bulun-
mak üzere Akal nâmıyla bir altun sikke icâd edip yine bu vezn ve bu nisbetde yarım Akal rubʻ
Akal nâmlarıyla altun sikkeler dahî katʻ u ihrâc ve bundan başka vâhid-i kıyâsı ittihâz eylediği
Dolarlar için nisbet-i mevzuʻa üzere de aksâm tâyin edip bunları nısfiye, rubʻiye, öşriyye ve
nısf-ı öşriyye gibi elfâzla tercüme olunabilir isimlerle meydân-ı tedâvüle vazʻ eyledi.
[163] Hükümât-ı mezkûre küsürât için bakırdan dahî sikkeler iʻmâl etdirdi ise de bunun
usûl-i tedâvülünü bir mecburriyet nizâmı tahtına idhâl etmeyi münâsip görmedi.
172
l-ı Sâni
Hükümât-ı mezkûre bin yedi yüz seksen dokuz senesinde bin sekiz yüz yetmiş üç senesi-
ne kadar geçen müddetlerden birtakım usûllere mürâcaʻât ederek ecnebî meskûkâtının ve
bâ-husûs Piyaster nâmıyla oralarda külliyetle tedâvül eden İspanya Riyallerinin menʻ-i tedâ-
vülünü arzu etdiyse de lâyıkıyla muvaffâk olamayıp bu işi ancak tedâbîr-i âtiyyeye mürâcaʻat
ile becerebildi. Şöyle ki:
Cumhuriyet-i müşârunileyhâ 1 Nisan sene 1873 tarihinde bir nizamnâme neşr ederek bu-
nunla darbhâne umûrunu ve sikke usûlunu taʻdîl ü tashîh ve kendi usûl-ı meskûkâtını usûl-ı
aʻşârıyye takrîb etdirmek için küsürâtdan maʻdûd olan gümüş sikkelerin hâvî olduğu gümüşü-
nü eritdirip 9/10 ayarında ve 25 gram vezninde olmak üzere iki yarı Dolarlık sikke darb u iʻmâ-
lini tensîb edip halkı tergîb için dahî darbhâne mesârifini yüzde 1/5 mikdâra tenzîl ve mikyâ-
su’l-kayyim olmak selâhiyyetini dahî altuna tahsîs ve bu sırada altun meskûkâtın bilâ-hudûd
tedâvülünü raygân ederek ve gümüş meskûkâtın dahî beş dolarlık mikdârını kuvve-i mizâniy-
ye olarak taʻyîn eyledi. Bakırı kâle bile almadı.
173
Bâb-ı Sâni
Fasl-ı Sâlis
ridir ki, bunların sebîkelerinin ayarı 7/8’dir. Sebîkelerinin ayarı 0,983 olan Felemek'in dükala-
rıyla Avusturya dükaları işbu iki büyük usûlun hâricinde ise de bu dükalar hiçbir meskûkât-ı
hesâbiyye ile münâsebeti olmadığından meskûkâtdan maʻdûd değillerdir. 11/12 ayarında olan
altun meskûkâtın sıklet-i izâfiyesi 17,40 ve 9/10 ayarında bulunan mezkûr meskûkâtın sıklet-i
izâfiyyesi 17,165 olup 7/8 ayarında olan altun meskûkâtın sıklet-i izâfiyyesi dahî 16,70’dir.
[165] Anîfen beyân olunan üç türlü usulü, umûm devletler meskûkâtına tatbîk etmek için
işbu cedvel tanzîm olunmuşdur:
sûl-i Mes û â -ı
174
l-ı Sâlis
Meskûkâtın
Meskûkâtın gram Meskûkâtın gram
Meskûkât-ı zerriye- frank
Memâlik Esamisi hesabıyla vezn-i hesabıyla havi
nin esâmi-yi esasisi hesabıyla
nizamisi olduğu zer-i hâlisi
kıymeti
Fransa Belçika İsvİçre Parça 20 Fırank
İtalya « 20 Lir
Finlanda « 20 Mark
Japon
175
Bâb-ı Sâni
rinin kıymetleri zikr-i âti cedvelde gösterilen makadîr üzere olmak lâzım gelir. [166]
176
l-ı Sâlis
Japonya 16 Pen 355 sen 4 Pen 83,9 sen 3 Pen 66,6 sen
İngiltere İrlanda 3 Lira 19 Şilin 3,75 19 şilin 98,9 pens 15 şilin 10,31 pens
pens
İngiliz Hindistanı 10,18 Rupi 8,15 Rupi
40,73 Rupi
Portekiz 4,464 Riz 3,572 Riz
17,858
Rusya 6 Rupiya 49 kopek 4 Rupiya 84 kopek
24 Rupiye 19,5 kopek
Devlet-i Osmâniyye 109,7 Guruş 87,78 Guruş
438,9 Guruş
Devlet-i İraniyye 2 Tumen 10,6 Şâhi 1 Tumen 68,8 Şâhi
8 Tümen 43,3 Şâhi
Brezilya 8,822 Riz 7,057 Riz
35,267 Riz
Mısır 97,085 Guruş 77, 668 Guruş
388,34 Guruş
Meksika 4,90 Pezo 3,92 Pezo
19,61 Pezo
177
-III-
Bâb-ı Sâlis
Bâb-ı Sâlis
Fasl-ı Evvel
Ekser müverrihlerin zehâbı gibi altun ve gümüşün vasıta-ı mübâdelât ittihâzı ve hâlis ve
gayr-ı hâlis altun ve gümüşden ve küsûrât için bakırdan sikke iʻmâli öyle Yunânîler, Romalılar
gibi milletlerin zuhûrları zamanları değildir. Belki bunların vâsıtâ-ı mübâdelât ittihâzı pek
eski olduğu Tevrat’ın münderecâtıyla müsbet ise de mebde’-i iʻcâdı ve mücedillin hasletinin
ümem-i kadîmeden birine bi-hak isnâdı nümismâtik14 fenni erbâbı indlerinde el-yevm muh-
telifin-fihdir.
sûl-i Mes û â -ı
[168] Nebi-i zişân İbrâhim aleyhisselâm zevcesi Sâre Hatun’un Kenʻan viâyetinde Hebrûn
denilen karyede vukuʻ-ı vefâtında cesedini defnetmek için iştirâ eylediği tarlanın bahasını bâ-
zirgânlar beynindeki râyic ile pazarlık eyledikden sonra bedel-i müşterâsı olan dört yüz miskal
gümüşün nebi-i müşârunileyh bizzât tartarak iʻtâ etmiş olduğu Tevrat’ın Tekvîn-i Mahlûkat
sıfrının yirmi üçüncü faslına sarâhaten mezkûr ve târih-i vefât-ı Hazret-i İbrahim’den şimdiye
kadar üç bin dokuz yüz bu kadar sene mürûr eylediği müsbet ve muhakkak olduğu cihetlerle,
ol zamanlar vâsıta-ı mübâdelât olan şeyin gümüş olduğu tebyîn eder ise de bu rivâyet sikke-
nin ol zamanlarda mevcûd olduğuna delâlet eylemez. Vâkıʻâ Yahûd ulemâsının icrâ eylemiş
olduğu tetebbuʻatda, sikkenin en evvelki mûcidi Hazret-i İbrahim’in pederi Azer olduğu ve
14) Numis matique (devâhim-şinaslık) denilen antika ulûmunun bir büyük şubesi olup fenn-i mezkûr dört yüz se-
neden beri Avrupa’nın her tarafında birçok fedâkârlıklarla vücûda getirilmiş ve el-yevm ilerlemekde bulunmuşdur.
180
l-ı Evvel
nebi-i müşârünileyh zamanı sikkelerinin bir tarafı iki ihtiyar karı ve erkek, diğer tarafı iki genç
ve kız oğlan kız resimleriyle mürtesim bulunduğu ve Yuşâ aleyhisselâm sikkesinin bir tarafı
tosun, diğer tarafı (Geyik) ve Davud aleyhisselâm sikkesinin dahî bir tarafı iki bir yerde “termîl”
(âsâ) diğer tarafı “burûc” olduğu ve Merdhay-i beni İsrâilî saman almağa gitdiği zaman arkası-
na çuval giymiş ve başına gül dikmiş bulunduğundan, sikkelerinin bir tarafı kendisinin bu sû-
retle olan resmiyle musavver bulunduğu gösterilmekde ise de ümem-i kadîmeden Nebtîler,
Asûriler, Keldânîler Mısrîler gibi milletlerin sâkin oldukları Neynevâ ve Bâbil Tedmur Mısır-ı
kadîm gibi şehirler harabelerinin icrâ olunmakda olan hafriyyâtında meskûkât şeklinde henüz
bir eser zuhûr etmemiş ve Hazret-i İbrahim’den evvel mûlûkun mevcûd olduğu da derkâr
bulunmuş olduğundan, ulemâ-yı merkûmenin şu tedkikâtına biraz daha İsrâiliyyât nazarıyla
bakmak zârûrî görünür.
Tevrat’da mezkûr olan “sıkl” 20 “kerâh”dır. Kerah Süryânî lisânında (maʻa Arap lisânında)
“dank” veya “denk” lafzlarıyla zikrolunmuşdur.
[169] Mısr-ı kadîmin (Hieroglyphi, hiyeroglifi) denilen hutût-ı meşhûresinin tamamıyla kı-
raʻat edip anlamak hasîsası asr-ı hâzır mütevağğıllarına müyesser olmuş olsa idi belki sikkenin
zaman-ı ihtirâ ve iʻcâdı gözlerimizin önünde refʻ-i hicâb eder idiyse de hayfâ kî bu tılsım henüz
keşf olunamadığından, aranılan hakîkât bulunamamışdır.
Lâkin şu kadarı muhakkakdır ki, kudemâ-i Mısriyyûn zamanlarında sıkl 20 kerâh veyâhud
320 habbe “şaʻirden ibâret bir vezn-i maʻden olduğu halde esnâ-yı mübâdelâtta eşyanın kıy-
181
Bâb-ı Sâlis
de (Tâel Tayl)15 Araplar nezdinde miskal kelimeleri hem mevzûnâtta ve hem de meskûkâtta
kullanıldığı ve bu hal birçok asırlarca bu siyâkda gitdiği halde, sikke darb u iʻmâli hakkının
münhasıran hükümetlere intikâli zamanlarda sikkenin hîn-i darb u iʻmâlinde onlara istenildiği
kadar kıymet koymak ve fiyatlarını artdırmak ve başkalarının sikkelerini kendi memleketle-
rinde tedâvül etdirmemek ve sikkelere nühâs katmak ve mağşûş sikke darb etmek adetleri-
ni hükümetler birbirlerine bakarak kendi memleketlerinde ihdâs eyledikleri zamanlarda bu
hakîkâtların bozulduğu inde’t-tevârih sâbit olmakdadır.
İşte şu derecelere kadar vardırılan bu hakîkâtlar dahî bizi tebʻîd edeceği yerde rehberimiz
olan Yunan ve Roma devlet ve hükümetleri meskûkâtının ahvâl-i târihiyyesine yavaş yavaş ya-
naşdırıp bunların tevârih-i husûsiyyeleri mütâlaʻa olunacak olduğu halde her ne şekl u sûret-
de ve her ne türlü kemm u kıymetde olursa olsun, meskûkât denilen mahlûkât-ı medeniyye-
tin doğduğu günde nevʻ-i ben-i adem ile birlikte doğmuş ve doğduğu anda dahî altun nâmını
alan bu tıfl-ı nevzât o sarı rengiyle yalnız olarak mehd-i tedâvüle vazʻ olunmayıp belki süt ka-
rındaşı bulunan o beyaz gümüşle beraber dâyesi tertîbinde büyüyüp şu iki birâder hiçbir va-
kitde yek diğerinden ayrılmamış olduğu zâhîr olup şu müddeʻayı dâhi gümüş tâbiatında yalnız
olarak bulunmayıp berâberinde dâima altun veya bakır bulunması maddeleri isbât eder.
[171] Bu hakikatlara kıyâsen denilebilir ki, değil dünyanın yaradıldığı zamandan ve fakat
âlem-i medeniyyetin vücûd-pezîr olduğu günden beri altun ve gümüş dahî bulunup vâsıta-ı
mübâdelâta en çeşbân bir mizan ittihâz kılınmışdır.
smâniyye e cne iyye
Ademin sabâveti âlem-i medeniyyetin sabâvetine bir tarz-ı acîb u garîbde müşâbihtir ve
bu davayı da henüz dâire-i medeniyyete girmemiş olan Afrika zencileriyle emsâlinin deniz
böceklerinin kabuklarını teâti-i beyʻ u şirâda miyâr ittihâz ederek onlarla işlerini görebilme-
leri ve yek diğere böylelikle emniyyet etmeleridir ki, bu hallere sebep olan esbâbın başlıcası
da sikke ittihâz eyledikleri şeylerin suhûletle kâbil-i taksîm olabilmesi hasîsesi olduğundan
şüphe yokdur. Binâenaleyh âlem-i medeniyyet ibtidâ nerede doğmuş ve hangi millet arasın-
da büyümüş ise nakl u hıfzında olan suhûlet sebepleriyle ya altundan veya gümüşden sikkeler
sûl-i Mes û â -ı
darb u iʻmâliyle çarşı ve pazarlarda tedâvülü orada başlamışdır demekdir. Âlem-i İslâmiyet’de
meskûkât hakkında kitap yazan zât iki kişiden ibâret olup bunun biri Makrizî nâm müver-
rih-i meşhur, diğeri Subhi Paşa merhumdur. Makrizî’nin târih-i meşhûrundan maʻdâ yazıp
ʻŞezûru’l-Ukûd fî Zikru’n-Nukûd’ tesmiye eylediği risâle-i maʻlûmesi meskûkât-ı İslâmiyye’nin
ibtidâ hangi halîfe zamanlarında katʻına başlandığı ve altun ve gümüşden hangileri mik-
yâsûl-kayyim ittihâz olunduğu ve nerelerde ne türlü şekl u resimlerde meskûkât darb u iʻmâl
eylediğini, bakırdan sikke darbı hangi hükümdâr zamanında icâd kılındığını nâtık gâyet müfîd
bir eserdir ve eser-i mezkûr muharrîr-i hakîr tarafından Türkçe’ye nakl olunmuş ise de tabʻına
muvaffak olunamamışdır.
15) Çinliler indinde müstaʻmel olan işbu vezin takrîben 58½ gram sıkletindedir.
182
l-ı Evvel
Subhi Paşa merhûmun “Uyûnu’l-Ahbâr fi’n-Nukûd ve’l Asâr” nâmıyla te’lîf ve vaktiyle
Tasvir-i Efkâr nüshalarına derc ile neşretdiği eser ibtidâ-yı icâdından âlem-i İslâmiyyete ge-
linceye değin umûm meskûkâtın şekl ü resmleriyle [172] taʻrifâtını nâtık olup her ne kadar
nâ-tamam ise de merhûm-ı müşârunileyhin bu ilme ihtisâs-ı küllîsi müsellem-i âlem olduğun-
dan ve eser-i mezkûrda “en-nâdir ke’elf’’ kabîlinden bulunduğundan müşârünileyhin bunda
sikkenin sebeb-i ihdâsı hakkında yazmış olduğu sözlerin hülâsasını buraya kayd eyledikden
sonra tahkîkât-ı husûsiyemizi ona zeyl edeceğizdir.
Merhum müşârünileyhin menâbiʻ-i mevsûkadan ahz u istihsâl eylediği tahkîkâta göre
ibtidâ sikke darb eden hükümet, Suriyân milleti (Asûrîler) olup Tervaze muharebe-i meşhû-
resine gelinceye değin Yunanîler usûl-ı sikkeyi bilmezler iken, muharebe-i mezkûreden sonra
(Isparta) meliki olan meşhûr kanûn sahibi (Likorgus) muʻasırı (Ergus) meliki (Fidon) demir ve
bakırdan masnûʻ çengellere müşâbih sikkeler icâd edip çengel mânâsında olan (ub) kelime-
siyle tesmiye eylemiş ve Yunanistan’da kadîmen altun (Talan) tesmiye eyledikleri mikdâr 600
(Min) ve her min 100 (Drahmi)16 imiş ve (Stanir) ismiyle Fars pâdişâhlarından Kiyâniyân’a
nisbet olunan altun sikkeler 20 ve gümüş Stanirler 4 Drahmi kıymetinde olup bir Drahmi’nin
vezni dahî bir (Guru) ve 10 buğday ve sebʻ buğday iken bâdehû taklîl olunup bir (Guru) 5
buğday ve sebʻ buğdaya tenzîl olunmuş ve Roma’da meskûkât-ı kadîme nühâsdan mâʻmûl
olup en büyük kıtʻasına (As) tesmiye olunmuş ve bir As dahî 122½ dirhem vezninde bulunmuş
iken mürûr-ı zaman ile tenezzül ederek en nihâyet bir As dört dirhem bir rubʻ veznine tenzîl
16) Defter-i Muktesid’in şerhleri arasında bu kelimenin asl u esası hakkında bazı mâlumât-ı cüz’iyye münderic
olduğu misilli, Larousse Lugat-ı umûmiyyesinin altıncı cildinin 1173. sahifesinde dahî maʻlûmât-ı müfîde vardır.
17) Uyûnu’l-ahbâr fi’n-nukûd ve’l-asârın tarih- i te’lîfinden bu zamana kadar yirmi altı sene daha mürûr etmiş
olduğundan, bunun da hesaba ilâvesi lâzım gelir.
183
Bâb-ı Sâlis
Şu makalâtdan anlaşılacağı üzere gerek Yunanistan’da olsun ve gerek Roma’da olsun, sik-
kenin zaman-ı icâdı Tervaze muharebesinin akabinde vukuʻa geldiği ve ibtidâ oralarda darb
olunan sikkeler altun ve gümüşden madrûb olmayıp demir ve bakırdan masnuʻ idiği tebyîn
ederse de yukarıda ayrıca beyân olunduğu vechile eski Yunanîlerin meskûkât husûsunda en
evvel vâhid-i kıyâs ittihâz eyledikleri (Talan) kelimesi fi’l-asl Sanskrit lisânından ma’hûz bir
veznin ismi olduğu ilm-i iştikâk erbâbı indlerinde muhakkak olduğundan, meskûkâtın zaman-ı
icâd ü ihtiraʻı daha kadîm olduğu ve Yunânîlerle Romalıların sikkeleri onlara nisbetle hâdis
olduğu böylelikle de tebyîn eder ve şu müddeʻâyı muhakkak müşârunileyhin en evvel sikkeyi
darb eden millet Sûriyân milletidir demesi ispât eyler.
[174] Paris sanayiʻ-i nefîse dâiresinin himâye-yi umûmiyyesi tahtında bir cemʻiyyet-i il-
miyye cânibinden her türlü sanayiʻ ve bedâyiʻin künh ü hakîkâtları hakkında daha yakın va-
kitlerde tabʻ u neşr olunmakda olan mecmuʻalardan münhasıran meskûkât ve madalyalara
dâir olmak üzere Frederik Lenormand nâmında bir zâtın te’lîfi olan kitapda difâʻında tarih-i
milâddan 700 sene mukaddemki tarihli sikke görülmemiş olduğu beyân olundukdan sonra
meskûkât ve madalyaların iʻmâl u istiʻmâli hakkında birçok maʻlûmat-ı müfîde iʻtâ olunursa
da meskûkâtın en evvelki mûcidi eski millet olduğuna ve milletden millete ve devletlerden
devletlere nasıl intikal eylediğine dâir maʻlumât vermediğinden yukarılarda beyân olunduğu
üzere meskûkâtın zaman-ı icâdı yine bir hâl-i meçhûliyyede kalmış demek oluyor.
İstitrâd
smâniyye e cne iyye
İşbu eserin müsveddesini tertîb edip tebyîzine başlamazdan evvel me’mûrriyet-i mahsûsa
ile Londra’ya gitmiş ve orada bulunduğum esnada bi’t-tabʻ müzehâneleri birkaç defalar ziyâ-
ret eylemiş ve bunlardan British müzehânesinin meskûkât-ı atîka şubesinde bulunan Rum ve
Roman sikkelerinin taʻrifâtını nâtık olmak üzere tanzîm edilmiş olan kataloglardan birini edin-
miş idim. İşbu katalogda meskûkâtın en evvel hangi milletler tarafından nerede iʻcâd olundu-
ğuna dâir güzel bir makale görülmesiyle ve kataloğun târih-i tertîbi 1880 sene-i milâdiyesinde
sûl-i Mes û â -ı
vâkiʻ olunduğuna nazaran, yeni bir şey demek olmasıyla makale-i mezkûre tercümesini istir-
dâd kabîlinden olarak aynen buraya kaydedildikden sonra zîrine baʻzı izâhât ilâve eyledim.
Sûret-i Tercüme
Milâd-ı hazret-i İsa’dan takrîben yedi yüz sene akdem “Mermnadée” Merminade sülâlesi-
nin taht-ı hükümetinde bulunan Anadolu akvâmından [175] ‘’Lydians’’18 Lidyalılar “Pactolus”19
18) Lidya (Lydia) şimdiki İzmir ve Manisa sancaklarıyla havâlisine ıtlâk olunur idi. Tarihce pek kadîm olan bu kıtʻanın
en meşhur kralı Acemlerin hücûmunda dûçar-ı mağlûbiyyet olmuşdur.
19) Paktol (Pactolus) el-yevm Menderes nâmıyla meşhûr olan nehirdir.
184
l-ı Evvel
Paktol nâm nehrin kumu içinden çıkarılan altun hurdalarıyla kâffe-i akvâmdan evvel ufak
altun sebîkeler iʻmâl edip mikdâr-ı veznini mübeyyîn olmak üzere bu sebîkelerin her biri üze-
rine bir resmî damga vazʻ etmişler ve o âna gelinceye kadar beyne’n-nas vukuʻ bulan ahz u
iʻtâda eşyayı mübayaʻa mukâbilinde verilen altunun terazi ile tahkîk vezn-i lâzimeden bulun-
muş olduğu halde mezkûr damgalı sebîkeler icâd olundukdan sonra altunun başkaca vezni-
ne hâcet kalmamış ve işte bu sûretle birinci defʻa olarak sikke-i madrûbe meydân-ı intişâra
çıkmışdır.
Mezkûr sebîkelere darb olunan damganın vazʻı için sebîke iki zenbe arasına vazʻ olunup
çekiç ile vurulur ve damganın şekli sebîkeye çıkar fakat çok zaman mürûr etmeyip işbu darb
damga muʻamelesine sanʻat-ı hakkâkiyyenin dahî müdâhelesine mürâcaʻat olunmuş ve alt
zenbenin tepesine ya hükümetin nişân-ı mahsûsu veyahud mahall-i maʻbudînin resmi hak-
ketdirilmişdir. Çünkü zann-ı gâlibe göre o vaktin darbhâneleri maʻbedhâneler ittisâlinde te’sîs
olunur imiş.
Anadolu sevâhilinde ve Cezâyir-i Yunâniyye’de kesret üzere bulunan bilâd-ı Yunâniyye
ahâlisi Lidyalıların şu ihtirâʻını kabûl ve ıslah ederek hakk ile darb-ı damga usûlunu gâlibâ ev-
vel-be-evvel onlar icâd etmiş ve hele sikke-i madrûbenin bir vechine onu darb eden kavmin
veya hükümdârın nâmını derc etmek husûsu bilâ-şekl ihtirâʻat-ı Yunaniyye’den bulunmuşdur.
[176] Yunanistan’da ise Argus “argus”20 hükümdârı Fidon “phidon” en evvel sikke darb
etmiş ve o sırada “Obelisk” taʻbîr olunan ve sikke makamında kullanılan maʻden külçelerinin
20) Argos (Argos) Yunan’ın Mora şeb-i cezîresinde Korinta maʻa Argolide eyâletinin mürekkeb olduğu beş kazadan
birinin merkezi olan bir şehirdir.
21) Öbe (Euboean/Ağriboz) kurûn-ı vustâda İtalya mellâhları tarafından Negro-ponte tesmiye olunan Yunan deni-
zinde bir ada olup bugünkü gün, Yunanistan hükümetinin bir vilâyetini teşkîl eylemekdedir.
22) Halkis (Chalis) Şimdiki “Neğro-ponti”nin mevkiʻ ve kadîm Öbe’nin pâyitahtı idi.
23) Eretriya (Eretriae) Ağriboz cezîresinin sâhil-i garbîsinde vâkiʻ bir kasaba olup milâddan 490 sene evvel İranîler
tarafından tahrîb olunmuşdur.
24) Korint (Corinth) kadîm Yunanistan’ın maʻmûr bir şehri olup milâd-ı hazret-i İsa’dan 146 sene evvel Romalılar
tarafından tahrîb edilmiş ve mevkiʻi şimdi Korint körfezi üzerinde liman bulunmuşdur.
25) Trakya (Thrace) Edirne vilâyeti ile Rumeli-i Şarkî vilâyet-ı mümtâzesinden ibâret olup Dersaʻadet’in mevkiʻi
dahî bu hatâdan mâʻdûddur.
26) Sirenayık (Cyrenaica) Afrika’da kadîm bir bilâdın ismidir.
185
Bâb-ı Sâlis
teşîr olmuşdur. Her eyâletde vâhîd-i kıyasî ittihâz olunan sikke ki, İstater “Istater” nâmıyla
maʻrûfdur. O zamanlarda zî-kıymet [177] maʻdenlerin vezni için müstaʻmel Talent “talent”27
nispetinde ayar olunur idi. Bu talentler ise mevkiʻine göre başka başka vezn u ayara bulun-
muş ve fakat cümlesi Bâbil’den neş’et etmişdir.
En eski akçaların şekli beyzli olup fakat İtalya-yı cenûbîde müstaʻmel olan bilâd-ı Yunâniyye
meskûkâtı yassı ve müdevver bulunmuştu. Mezkûr sikkelerin üzerindeki resm ekseriya bir
hayvan resminden veyahûd hayvanın beline kadar olan şeklinden ibâret ilâhât ve insan re-
simleri ise pek nâdir bulunur idi. Sikkenin diğer ciheti bidâyetde her gûna resimden âri olup
yalnız üst tarafındaki zenbenin çerçevesinin pul üzerinde hâsıl eylediği şekilden ibâret bu-
lunur idi. Ancak “Magna Kırisya Magna graccia” (yani İtalya) memâlikinin bazı şehirlerinin
meskûkât-ı atikasının vechinde kabartma ve zahrında çukur olarak bazı resimler mevcûd
idi. Muharebât-ı İraniyye’den evvel gerek Yunanistan’da ve gerek İtalya’da mütedâvil olan
meskûkât mütenevviü’l-eşkâl olup bunlar başlıca iki sınıfa taksîm olunabilir. Birinci kısmın-
da görülen resimler gayet kaba olup ikinci kısmındaki resimler ise daha ziyâde gösterişli ve
sanʻata muvafık sûretde bulunur. Bunların herhangisinde olur ise olsun vech-i insânî mahkûk
olduğu halde, velev ki yan tarafından mürtesim olsa bile herhalde gözleri vicâhen görünür
sûretde tersîm olunmuşdur. Saçlar gâyet ufak noktalardan ibâret olmak üzere gösterilmiş ve
ağızda bir tebessüm rû-nümâ olmakda bulunmuşdur. Maʻmâfih en eski sikkelerdeki resimle-
rin metâneti muahharân darb olunan sikkelerde bile nâdiren meşhûddur.
smâniyye e cne iyye
[178]
Vâkıʻa devr-i cedîdden beri nümizmatik fenni, Avrupa milletlerinin kâffesi indlerinde pek
büyük bir terakkiye mazhar olmuş ve her milletin meskûkâtının asl u esâsı hakkında bir çok
kitaplar te’lîf olunmuş ve el-yevm tedkîkat ve taharriyâtın arkası bırakılmayıp birçok harâbe-
lerin arâzisi sûrah edilmekde bulunmuş olduğundan, belki bir gün olur da bu hakîkâtda
refʻ-i hicâb eder diyelim de asl-ı maksadımız olan altun ve gümüşün mübâdelâtda esâs it-
sûl-i Mes û â -ı
tihâz olunduğu zamanlarda gerek sikke hâlinde olsun ve gerek külçe hâlinde olsun, kaçının
kaça kâbul olunmuş olduğunun, yaʻni farazâ bir dirhem altun alınacağı zaman mukâbilinde
kaç dirhem gümüş verilmesi meşrûʻ tutulduğunun tahkîkâtına girişelim. Şöyle ki, hükemâ-yı
Yunâniyyeʻden Solon, Mısırʻa seyahat edip avdet eyledikden sonra Yunan akvâmı arasında
birçok kavânin vazʻ u ihdâs eylediği sırada, Mısır’da bir Talan altun on iki buçuk Talan gümüş
kıymetinde olduğundan, hekîm-i müşârunileyh dahî Yunanîler arasında bu uslüp tedâvülü
vazʻ eylemiş olmasıyla, ol zamanlarda altunun gümüşe olan nisbeti 1 ile 12,50 demek olur.
27) Talent (Tlent) eski Yunan ve Roma ve Yahudi beyninde bir nevʻ batman, yahud kantar ve bir nevʻ akça meblâğı
idi ki, vezni Yunan’da yirmi ve yahud da otuz üç Osmanlı kıyyesi kıymeti dahî Yunan’da takrîben yirmi yedi bin ve
yahud da kırk üç bin Guruş idi. İşbu Talan’a Subhi Paşa merhûm Uyunu’l-ihbâr’ında 52000 Frank kıymet tahmîn
eylemişdir.
186
l-ı Evvel
Solon zamanında Yunanistan’da sikke olmayıp alışverişler hep külçeler üzerine cereyân ey-
lediğinden ve ayar husûsunda yirmi dört kır’atdan ibâret olan miskal dahî vezn-i aslî olduğu
tarihçe müsbet idüğinden ol zamanki külçelerin ikisi de tammu’l-ayar mâdenler olacağından
şüphe edilemez.
Fakat bâlâda muharrer olduğu veçhile, Romalılar Dinâryus’u mübâdelâtda esâs ittihâz ey-
ledikleri zamanda, bir altun Dinâryus’un on adet gümüş Dinaryus’a muâdil tutulmasını usûl
tahtına aldıklarına bakılınca, ol zamanlarda dahî altunun gümüşe olan nispeti 1 ile 10 demek
olur. Ve bu sûret dahî Yunanîler zamanında altun daha ziyâde kıymetli iken Romalılar zama-
nında kıymetinden [179] düşmüş olduğunu imâ eder. Ve Romalıların maʻlûm olan cihângirlik-
leri nazar-ı dikkate alınır ise bu tenezzül ve terâkkî dahî kendilerinin fütûhât ve keşfiyâtlarının
asârından neş’et etmiş olduğu anlaşılıyor.
Vakıʻa, mübâdelâtda mesela “bir kıyye altun tedârikine mecbûr olan kimesne, mukâbiline
15 ve 16 kıyye veyâ daha ziyâde gümüş versin” tarzında bir narh-ı umûmî vazʻ olunamamış ve
bu iki maʻdenden birinin mutlaka diğerinin yerinde istiʻmâlini târif ve tercîh eder bir tarîk dahî
henüz bulunamamış veyahut onlardan daha âlâ meskûkât darbına elverişli bir maden keşfe-
dilememiş olduğundan, bu bahisde daha ziyâde temhîd-i makal etmek abes gibi görünür ise
de, yukarıda beyân olunduğu üzere muʻamelât-ı nâs hâl-i hazırda daha metin bir esâsa rapt
etmek için emtiʻanın tedâvülünü ticâret ahidnâmeleriyle mükâtibâtın teʻatîsinin postalar mu-
kavelenâmeleriyle muhâberât u mukâlemâtın teshîlâtını telgraf ve fonograf ahidnâmeleriyle
187
Bâb-ı Sâlis
Fasl-ı Sâni
[180]
Hâlis altun ve gümüşün kıymetçe yek diğere tatbîki
Kurûn-ı vasâtîde altun ile gümüş beynindeki nisbet 10½ den 12ʻye kadar idi.
Muhtelif meskûkât nizâmnâmelerine göre bu nisbet …
1526 senesinde İngiltere’de 11,30
1547 senesinde İngiltere’de 11,10
1551 senesinde Almanya’da 11,17
1559 senesinde Almanya’da 11,45
1561 senesinde Fransa’da 11,70
1575 senesinde Fransa’da 11,68 (derecesinde idi.)
smâniyye e cne iyye
1545 senesinde “Potosi’de” kesretle gümüş maʻâdini keşf olundukdan ve 1557 senesin-
de dahî maʻadini birbirine karışdırmak fikri zuhûrundan sonra altuna nispet gümüş tenezzüle
başladı. Muhtelîf meskûkât nizâmnâmelerine göre de bu nisbet ber-vech-i zîr idi:
1604 senesinde İngiltere’de 12,16
1612 senesinde İngiltere’de 13,30
sûl-i Mes û â -ı
188
l-ı Sâni
189
Bâb-ı Sâlis
1863 ʻʻ ʻʻ 15,38
1864 ʻʻ ʻʻ 15,35
1865 ʻʻ ʻʻ 15,46
1866 ʻʻ ʻʻ 15,41 derecesinde idi.
1872 ʻʻ ʻʻ 15,63
1873 ʻʻ ʻʻ 15,92
1874 ʻʻ ʻʻ 16,17
1875 ʻʻ ʻʻ 16,58 [183]
1876 ʻʻ ʻʻ 17,84
sûl-i Mes û â -ı
El-hâsıl, Almanya ile Fransa beyninde zuhûr eden muharebeden sonra gerek gümüş mâ-
denlerinin daha çoğalmasından ve gerek ekser devletler gümüş terk ile yalnız altunu mikyâ-
su’l-kayyim ittihâz etmelerinden nisbet-i mezkûre pek ziyâde bozulup vaktiyle hâlis gümüşün
beher oncesine [ounce] altun sikke ile takdîr olunmuş olan altmış iki peni kıymet yirmi yirmi
beş sene zarfında tenezzül ede ede kırk peniye inmiş ve bundan sonra yine düşeceği erbâbı
indlerinde tahakkuk etmiş ve tahakkuk dahî meskûkât konferanslarının küşâdıyla devamına
sebebiyet vermişdir.
190
l-ı Sâlis
Fasl-ı Sâlis
191
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye
192
Bâb-ı Sâlis
l-ı Sâlis
Altun meskûkâtın en büyük kısmını (euboic) (Obiyok ismi geçen ob kelimesinin sıfatıdır.)
olup fakat bunun vezni Atinalılar vezninden pek ziyâde hakîkat idi. Siterikos ve Dekoka şehir-
lerinden maʻdâ Yunan cumhuriyetinin Asya-yı sûrada başlıca olarak istiʻmâl eyledikleri sikke-
ler gümüş olup Estater denilen vezin oralarca 250 habbe sayılır ve altun (Obiyok) ların vezni
ona göre taʻyîn edilir imiş.
Meskûkâtın esmâ-yı şehirlerin ihtilâfıyla muhtelif olduğundan her şehirde ayrı ayrı isim-
lerle yâd olunur idi. Binâenaleyh, Estater lafzı bazı mahallerde (Tetra) drahm tâbiriyle yâd
olunur ve Yunanîların Afrika ve bâ-husûs Mısır cihetlerine muhâceretleri zamanlarında dahî
mütesaviyyen drahm tesmîye olunur idi.
Asya Yunanîleri arasında 224 habbeden ibâret olan sikkeye drahm denildiği gibi bunların
112 habbeden ibâret bulunan parçasına da drahm denilir idi.
Rumluların esâsen vezni 70 habbeden ibâret olan Dinâryosları 217 [186] senesinde kab-
leʻl-milâd 60 habbeye tenzîl olunduğu gibi bunların Oros nâmıyla benâm olup 126 habbe
vezninde olan ve Jul Sezar nâm hükümdâra mensûb bulunan sikkelerin dahî veznini hüküm-
dârân-ı merkûmeden August tenzîl edip 120 habbeye indirmişdir.
İşte bâlâda verilen izâhât dahî sikkelerin hîn-i ihdâsında altuna tercîhan gümüş üzerine
193
-IV-
Bâb-ı Rabi
Bâb-ı Râbi
Fasl-ı Evvel
M eskûkâtdan maksad, aksâ hükümetlerce bir ticâret kasdı olmayıp mücerred muʻa-
melât-ı nâsı te’mîn ve tesriʻ demek olduğundan, sikkenin hîn-i icâdında ve bâ-
husûs sanʻatın esnâ-yı sabâvetinde sikkenin şekl u hey’etinde ol [187] kadar intizâm aranıla-
mayup herhangi bir vezn ü sıkletde kat u ihrac olunacak meskûkâtın külçeleri evvel emirde
kâl ü izâbe edilip tamamıyla mâyiʻ hâline getirildiği gibi iş bu mâyiʻi ânâ mahsûs olarak top-
rakdan maʻmûl kalıplar derûnuna dökerler ve soğuldukdan sonra çıkartılarak tedâvüle vazʻ
ederler idi.
Dökme usûlü ile iʻmâl olunan işbu sikkelerin iki tarafları eğer ki kalıplar derûnunda mahkûk
olan nakışları ahz u kabûl ederler idiyse de yüzleri pürüzlü kenarları salyalı çıkdıklarından, na-
zarlara pek de hoş görünmez ve fakat gâyet sâde olan bu usûl zamanımızda meşhûd olduğu
üzere bir çok alet ü edevâta muhtac olmayıp yalnız istenilen şekl ü heyetde sikke iʻmâl etmek
smâniyye e cne iyye
için kalıplarının tertîble kuyumcu esnafı mârifetiyle lâzım olan sikkeleri dökerler ve hâsıl olan
sikkelere dahî “dökme sikke” derler ve “darb” nedir bilmezler ve sikkeyi dahi hâlis altun veya
gümüşde dökdürdüklerinden ayar, kutr gibi esâsları kâʻale bile almayıp yalnız veznlerine itibâr
ederler idi.
Lâkin meskûkâtın dökme usûlü ile iʻmâlinde matlûb vech ile sürʻat ü suhûlet hâsıl olma-
dığı anlaşıldığından, bilâhare bu usûlde sikke iʻmâli maddesi terk olunup “darb” usûlü ihdâs
olunduğu gibi sikkenin basıldığı yere de darü’d-darb yahud darbhâne denildi. Yani sikke darb
sûl-i Mes û â -ı
olunacak hâle getirilmiş olan altun ve gümüş parçalarını “damga” denilen ve çelikden maʻmûl
olan iki aletin arasına koyup ve üzerine çekiç ile darb edip bu uslûp üzere sikke darb etmek
âdeti hayli asırlar hüküm sürdü.
İşbu iki âletin taʻrifâtına gelince: bunlar yek diğerine müşâbih ve şeker kelleleri gibi mah-
rûtü’l-şekl çelik parçalarından ibâret birer damga olup bizim taʻbirâtımıza göre bunun alt
tarafa konulacak parçasının sikkelerin yazısı üst tarafa [188] konacak kısmına tuğrası mahkûk
olduğu ve aralarına konulacak nukraların, yani evvelce hazırlanmış olan pulların kaymama-
sı için dahî alt tarafa konulan damganın kenarlarına münâsib mikdâr dişler bulundurulduğu
halde çekiç ile darb ederler idi.
Sikkenin bu üslûb üzere darb u ihrâcı zamanının mebde’i her ne kadar maʻlûm değilse de
Boşervil’de kâin Saint George Kilisesi camlarının birisi üzerinde sağ elinde bir çekiç sol elinde
196
l-ı Evvel
mahrûtiye’ş-şekl bir kalıp tutar ve önünde dahî bir kürsü taşı üzerine mevzûʻ kezâlik mahrû-
tiye’ş-şekl diğer bir kalıp üstünde müdevver olarak kesilmiş bir maʻden parçasının bulundu-
ğunu gösterir bir amele resminin mürtesim olduğuna ve mezkûr kilisenin târih-i binâsı ise on
birinci asr-ı milâdîde vâki ediğine nazar olunur ise işbu çekiç usûlünü o asırda ihdâs olunmuş
olduğu zann olunursa da ondan evvelki zamanlarda bile bu yolda darb olunmuş meskûkât
mevcûd olunduğunda usûlü mezkûrun târih-i icâdı ondan evvel olduğu ve resm-i mezkûrun
kilise camına bu sûretle tersîmi başka bir maksada mebnî ediği zâhir olur.
Meskûkâtın çekiç ile darb olunduğu usûlünün devâmı esnâlarında vâkıʻa vezinleri mutâbık
çıkar ise de kıtʻalarının hey’eti birbirine muhâlif düşer ve bunun ıslâhı çâresi her bâr düşünü-
lür idi. Bununla beraber o zamanlarda ekser hükümdârlar fesh u istilâ eyledikleri yerlerden
sikke darb eylemeği kendilerine büyük bir şeref add eylediklerinden meskûkâta müteʻallik ve
mahsûs olan âlât ü edevâtı ve bu husûsun icrâsına memûr olan kesâni dâimâ mâʻiyetlerin-
de bulundururlar idi ki, bu âdet-i mergûbe ve makbûle selâtîn-i Osmâniyye nezdlerinde dahî
mer’i ve cârî tutulageldiği el-yevm Darbhâne-i Âmire’de mevcûd olan ana kalıblarıyla meskû-
kat-ı atika-i Osmâniyyeʻden nümâyân olur.
[189] Çekiç ile meskûkât darb u iʻmâl olunduğu esnâlarda pek çok amele istihdâm olun-
duğundan, bunun daha az bir masrafla iʻmâli maddesinin çâresi düşünüldüğü sıralarda ekser
akvâle göre Birerşer nâmında bir zeytin mengenecisi (balancier) nâmıyla bir cendere icâd edip
Fransa hükümetine takdîm eylemiş ise de kabûl ü tasdîk olunmadığından, mûcid-i merkûm
Fasl-ı Sâni
bundan zille sâdır olup bir kalb şey içse emîn elinde mutlak hatt-ı şerîfi vardır. Ol an amân
vermeyip ellerinden kesip Darbhâne kapısı önüne bırakırlar ve sikke vurucuları gelişde gidiş-
de üryân edip ararlar. Vezzanlar terazi ile [191] tartıp verir ve tartıp sayıp hesabı ile alır. Acîb
mazbût kârhâne-i azîmdir. Bunu görmeyen bir şey görmemişdir” sözleriyle taʻrif eylemişdir.
Vakıʻa târih-i seyyâh her bir şeyi gâyet mübâlağalı sûretde hikâye eylediğinden kesr-i ak-
vâlına iʻtîmâd edilmemekde ol vakitlerde altun, gümüş ve bakırdan maʻmul sikkelerin kâffesi
çekiç usûlüyle basıldığından ve sîmkeş esnâfı dahî Darbhâne derûnunda icrâ-yı sanʻat eyledi-
sûl-i Mes û â -ı
198
l-ı Sâni
bâzı üstâdların icâd eyledikleri çarhların vazʻına mahsûs bir dâire olduğu ve buna asl-ı darb
nazarıyla bakılmayacağı derkârdır.
Şimdiki Darbhâne mahalline nakl-i kelâm edilince Çelebizâde Asım Efendiʻnin30 rivâyetine
göre Dârüʻs-saltana-i Aliyyeʻnin maʻmûr ve abâdânlığına sarf-ı nakdine-i himmet olunduğu
sırada sefîrân-ı mülûk-ı zamanın bâb-ı Hümâyûn'dan duhûl etdikleri gibi nazâr-gâhları olan
mahallin zıynet ve metânetden hâlî olması mugâyir-i kânûn-ı hikmet [192] bir emr-i nâ-mer-
gûb olmağın, esâs-ı metîn ve kubâb-ı felek-nümâsı matbuʻ ve dil-nişîn kârgîr binâ olunmasını
pâdişâh-ı zaman Sultan Ahmed Hân-ı Sâlîs hazretleri emr ü fermân buyurmaları üzerine ol
vech ile binâsına mübâşeret olunup hitâm bulması üzerine 1139 senesi Cemâdiyeʻl-ulâsının
on üçüncü salı günü hakan-ı müşârunileyhin dâire-i mezbûreyi teşrîf ile resm-i kûşâdını icrâ
ve darbhâne nâzırı Ahmed Ağa ve Miʻmâr Ağa ve sâhib-i ayara ilbâs-ı hilʻat ile ihyâ buyurmuş
olduğundan, Darbhâne dâiresinin saray-ı hümâyûn dâiresine nakli bu zamanda vâkiʻ olduğu
ve darbhânenin heyʻet-i hazırasına gelince, hâzine-i hassa dâiresiyle berâber iki şubeye ayrıl-
mış olan binâların kapıları üzerinde vâkiʻ olan şu beyitlerle zâhir olur.
Beyt
Yazdı pertev bendesi târihini tammü’l-ayar
Kıldı zeyb-abâd Mahmûd Hân bu dâr-ı sikkeyi
1248
199
Bâb-ı Râbi
Kûyûdât-ı atîka ile müşârunileyhin Sultan Ahmed Hân-ı evvelin hengâm-ı saltanâtların-
da defter emîni olan Aynî Ali Efendi merhûmun tanzîm ü tertîb edip sadr-ı vakt olan Kapıcı
Murad Paşaʻya iʻtâ eylediği “Hülâsa-i Mezâmin-i Defter-i Dîvân” ve “Risâle-i vazîfe-horân ve
merâtîb-i bendegân-ı Âli Osman” nâm eserler ile Koçi Bey’in cennet mekân Sultan Murâd
Hân-ı Râbiʻye takdîm etdiği lâyihâ-yı meşhûrede Darbhâne memûrlarının vezâif ü ulûfeleri-
ne dâir sarâhat olmadığı misillü, 1100 tarihinde tanzîm olunup bir nüshası nezd-i âcizânem-
de mevcûd olan muvâzene-i umûmiyye-i Devlet-i Aliyye’de senevî 28.320 akça mevâcibli iki
nefer sikkezen muhassesâtından maʻdâ umûm Darbhâne tahsîsâtının kemiyyet ve keyfiyye-
tine mütedâirde işâret olmadığından, edvâr-ı sâbıkada büyük ve küçük darbhâneler idâreleri
vâridât müesseseleriyle idâre kılınır müfrez birer dâireler olduğu anlaşılıyor.
Binâenaleyh Darbhâne’nin muʻamelât-ı dâhiliyye ve teferruât-ı sâiresine lâyıkıyla bir fikr-i
icmâli hâsıl etmek için zikr-i âti satırların yegân yegân kırâʻat ü mütâlaʻası erbâb-ı mâliyyeye
tavsiye olunur.
Tenbih.- Taʻrîfâtına tasaddî edeceğimiz Darbhâne idâresi müʻessis-i hâkîkisi olan Düz oğlu
Agop Çelebi ile ona halef olan müteveffâ Mihran Bey zaman-ı idârelerine râci olup şimdiki
zamana göre olmadığı şimdiden bilinmek gerekdir.
Darbhâne nezâreti muhasebe, muhabere, sikke-gen, damga, çeşnî, mubâyaʻâ-i meskûk
ve gayr-ı meskûk, hazîne, dökme-hâne, çârh fabrikası, demirhâne ve sikke fabrikası, kâlhâne,
ayar, evzân, ambar, kapıcı ve odacı ve hamal misillü 14 dâire ve idâreden ibâret [194] olup
smâniyye e cne iyye
bir nâzırın taht-ı nezâretinde olduğu hâlde bir müdür bir muhasebeci bir sandıkkâr misillü üç
büyük memûr vâsıtasıyla idâre olunur bir idâre-i cesîmedir ve her dâirenin dahî kendilerine
mahsûs birer baş memûru vardır. Muhasebe ve muhabere memûr ve ketebesi Darbhânenin
hesâbâtını tutmak ve muhaberâtını icrâ eylemek vazîfesi ile mükellef olduğundan, şâyân-ı
tedkîk başka bir vazîfesi yokdur.
Sikke-gen dâiresi yapılacak sikke ve madalyaların kalıplarını ve sâireyi hakk eden sanʻat-
kârların ifâ-yı sanʻatına mahsûs bir dâire ise de bunların dâimî sûretle işler bir vazîfesi olma-
sûl-i Mes û â -ı
dığından sîm-i evâniye darb olunacak damgaların bunlar vâsıtasıyla vurulması tensîb olun-
muştur.
Çeşni dâiresi Darbhâne’nin en mutenâ bir dâiresi olduğundan, vezâifi muhtâc-ı tafsîldir.
Şöyle ki, işbu daîre bir nefer ser-çeşni ile müteʻaddîd muʻavîn ve şakîrdândan ibâret olduğu
halde tashîh-i ayar zamanında Fransaʻdan celb edilmiş ve el-yevm ber hayat bulunmuş olan
Mösyö Moro’nun taht-ı idâresinde müteşekkîl bir dâire-i mazbûte olup Darbhâne idârele-
ri içinde en ziyâde kesîrü’l-iştigâl bir dairedir. zîrâ çeşnihâne Darbhâne’nin diğer idâreleriy-
le münâsıbât-ı dâimede olup bunların hüsn-i cereyân-ı muʻamelâtına esâs oldukdan başka,
teftîş memûriyyetini dahî biʻt-tabʻ icrâ eder. Zîra çeşnihâne muʻamelâtı altun ve gümüşün
Darbhâne’ye girdiği anda işe başlayıp bunların meskûkât hâline konulup Darbhâne’den çıkdığı
zamana kadar işi imtidâd eyler ve ser-çeşni tarafından imzâ olunan mürûr tezkeresi görülme-
dikçe katʻ u darb-ı meskûkâta ruhsat verilmez. Ser-çeşni eğer ki Darbhâne’nin müdür-i umû-
200
l-ı Sâni
misi maʻiyyetinde ise de vazîfeten tahlîf olunmuş bir memûr olduğundan, meskûkâtın çeşni
ve ayarı madde-i mühimmelerinde hâkimlik sıfatını hâiz olur. çeşni-hânenin vezâif-i mahsû-
se-i evvela mübâyaʻa olunan, sâniyen meskûkâta [195] mahsûs olarak izâbe kılınan altun ve
gümüşün sâlisen hurdaların defʻa-i sâniye izâbesinin râbiʻan tasfiyyeye verilen hâmisen tasfi-
ye hâsılâtı olan sâfî altun ve gümüşün sâdisen damganın sâbiʻan darb olunan altun ve gümüş
meskûkâtın sâmiʻnen kalb ve eksik oldukları maznûn olan meskûkâtın tâsiʻan Simkeşhâne’den
gönderilen altun ve gümüşün âşiran Simkeşhâne hurdalarının defʻa-i sâniye izâbesini ehâdî
aşar iʻmâl edilen nişânlara mahsûs olan isnâ aşar madalyalar iʻmâl edilen altun ve gümüşlerin
sâlis aşar Darbhâne’nin şuʻebât-ı muhtelifesi ramadlarının râbiʻ aşar hâsıl olan geverseler ile
kesîr kalan hâmis aşar kurşun ve mürdesenk sâdis aşar maʻadin-i şâhâne sîm küçlerinin sâbiʻ
aşar resmî ve gayr-ı resmî maʻadin-i muhtelife cevherlerinin sâmin aşar devâir-i devletden
irsâl kılınan numûnelerin çeşni ve muʻayenelerinin icrâsına memûrdur.
Tashîh-i ayar faslında beyân olunduğu üzere altun meskûkâtda ayar-ı Osmânî 916,66 ve
gümüş meskûkâtda 830 olmak lâzım gelir ise de bunlardan altunun 918,61/914,61 ve gümü-
şün 833/827 nisbetleri beynlerinde darb u ihrâcına müsâʻade olunduğundan ve bu cihetle
izâbe ile meskûkâta tahvîl olunacak altun ve gümüş ya izâbeye elverişli olmak veyâhud izâbe-
ye elverişli olmamak üzere başlıca iki kısma ayrıldığından, işbu iki kısım muʻamelâtın ahvâlini
lâyıkıyla tarîf u tasrîh edebilmek için âtiyüʻz-zikr iki misâlinin irâdıyla teşrîh-i maksad edilir.
Şöyle ki:
Birinci misâl
201
Bâb-ı Râbi
Guruşdan 44, 115, 84 Guruşa ve 999 dirhem gümüş 950 ayarında olur ise bin nisbetinde
949,05 dirheme müsâvî olacağından dirhemi 125 paradan 2965,78 Guruşa bâliğ olacağı taʻyîn
olunup bedelinin iʻtâsı sahibinin be-tekrar darbhâneye vürûduna tâlik edilir. Şimdi mevâdd-ı
mezkûreyi darbhâneye teslîm eden adam mubâyaʻa odasından verilen dört kıtʻa makbuzu
hâmil olarak yevm-i muʻayyeninde isbât-ı vücûd eylediğini müteʻakib gösterilen ayarı kabûl
eylediği kezâlik koçanlı defterden verilecek akçanın mikdârı ile vezn u ayarlarını [197] nâtık
diğer dört kıtʻa sened ile mübâdele olunarak sandık odasına gönderilir ve oradan akçasını
ahz eder. Eğer altun ve gümüşün nakli çeşniye itirâz eder ise defʻa-yı sâniye ve sâlise olarak
çeşni alınır. Eğer tekrar-be-tekrar alınmış olan işbu çeşnilere nâkil-i merkûm kâniʻ olmaz ise
mevadd-ı mezkûre kendisine iʻade olunarak beher çeşni için on Guruş masraf ahz ve sandığa
irâd kayd olunursa da bunların da vukuʻu yok gibidir.
İkinci Misal
Bir adam ikinci kısma dâhil olan mevâddan altun ve gümüşü hâvî bir külçeyi mübâyaʻa
odasına getirdikde kendisi hâzır olduğu halde memûru tarafından vezn edilip misâl-i sâbık
üzere koçanlı defterden bir kıtʻa makbûz verilir. İşbu külçe 1000 dirhem farz olundukda mü-
bâyaʻadan izâbe etdirilip bir mikdârı çeşniye verilir. Mezkûr külçe izâbe ve çeşniden sonra
1000 ayarında 998 dirhem gümüşü ve binde elli altunu hâvi farz olunur ise cânib-i mübâyaʻa-
dan sandık odasına yapıldığı gibi şu vechile bir hesap yapılır. 998 dirhem gümüş 900 ayarında
898,2 dirheme müsâvî olduğundan, dirhemi 121 para hesabıyla gümüş akça olarak 2717,05
smâniyye e cne iyye
Guruş ve 998 dirhem altun 50 ayarında 49,9 dirheme müsâvî olduğundan dirhemi 47½ Guruş
hesabıyla altun akça olarak 2370,25 Guruş tutacağı taʻyîn olunur. İşbu ikinci kısım mevad-
dın mubayaʻa ve bedellerinin teʻdiyesi husûsları hakkında icrâ oluna muaʻamele birinci kısım
mevâd muʻamelesinin aynı olup ancak işbu ikinci kısım mevad derhâl ve doğrudan doğruya
meskûkât izâbesine dâhil olamayacağı yani bekletdirilip kal ü izâbeler için mesârif vukuʻ bu-
lacağı cihetle bunlara karşılık olmak üzere birinci kısım mevaddan altun için taʻyîn olunan 48
Guruş yerine 47½ [198] ve gümüş için taʻyîn olunan 125 para yerine 121 para verilir. Veʻl-hâsıl
sûl-i Mes û â -ı
darbhânenin en başlı şubeleri olan çeşnihâne ile mubâyaʻa ve sandık odalarının asıl vazîfesi
darbhâneye getirilen mevaddın idhâlinde vukuʻa getirilecek muʻamele mubâyaʻa ve çeşni ve
izâbe-birle vezn u ayar-ı meşrûleri üzere onlardan meskûkât darb u ihrâcında dahî sahiple-
rine bedellerini iʻtâ etmekden ibâret olmuş olur ve işbu muʻamelât için darbhâne mesârifât
vakʻasını istîfa eder ki, bunun da mikdârı tarifede gösterildiği vech ile gümüş için yüzde 2,75
ve altun için yüzde birden ibâret olup başkaca istîfâ olunan ücret kâl ile ücret tasviye bunlar
hâricinde tutulur.
Darbhâne’nin kâlhânesini kâl ve tasfiye ve kesr-i kâl ve ramâd ve hurûf ve süprüntü ame-
liyatının icrâʻâtıyla meʻlûf olup şâyân-ı kayd u tezkârdır; şöyle ki:
Bu ameliyatın birincisi kâl ameliyatıdır. Nâkısuʻl-ayar olan külçeler ile meskûk izâbesine
doğrudan doğruya dâhil olamayan bi’l-cümle mahlût ve gayr-ı mahlût zer ü sîm mubayaʻa
odası maʻrifetiyle ayar ve mikdârlarını nâtık bir sened ile kâlhânenin en büyük memûruna
202
l-ı Sâni
teslîm olunur. Memûr-i mümâileyh de ol emirde bunları kâl eder. Şöyle ki, kâlcı usta kâl olu-
nacak mevâddın mahlûtiyetine ve hâvî olduğu bakırın mikdârına nisbetle bir mikdâr yumuşak
kurşun ilâve ve hatab ve kömür ateşi ile geniş ve derinliği az bir kâl ocağında mevâdd-ı mezkû-
reyi tathîr eyledikden sonra hâvî olduğu mevâdd-ı gayr-ı sâfîye kuvvetli bir körüğün şiddet-
li rüzgârıyla hamûza tahvîl ü ihrâk olundukdan sonra tahlîl etdirir ve bu sırada kurşun dahî
hark ve mürdesenge tahvîl olunmasıyla kâl ocağının bir kenarından mahsûsen [199] açılan bir
yoldan cereyân edip gider veyâhud kâl ocağı sünger gibi delikli olduğundan, kurşunu mess
eder. Kâl ameliyatı hitâm buldukdan sonra kâl ocağında yassı ve yuvarlak bir çürük kalır ki,
iş bu çürük sâfî altun veyâ gümüş veyâhud ikisinden mürekkep bir külçe olduğu halde hâvî
olduğu zer-i hâlisin saflığı binde dokuz yüz altmış ve birkaç küsûr nisbetinde olur. Badehû kâl
dibi ve mürdeseng ve hurûf u ramâd bir tarafa konulup mezkûr çürük dikkatlice izâbe olunur.
İkincisi tasviye ameliyatıdır. Altun ve gümüş bütçe üzere nümâlandıkdan sonra biʻl-izâbe
gevreseye tahvîl ve çeşni tutularak sandık ve tasviye odalarında defter-i mahsûsuna kayde-
dilir. Mezkûr gevrese mikdâr-ı kifâyete, yani lâ-akal 8000’den 10.000 dirheme bâliğ olduğu
halde izâbe kalıplarına konulur ve zâc yağı ile 66 derece harâretde birkaç defʻa kaynatdıkdan
sonra yavaş yavaş gümüşün kâffesi hal olur ve altun toz olarak mezkûr kabın dibine çöker ve
hal olan gümüşün kirli suyu duruldukdan sonra süzülür ve büyük havuzlara boşaltılır. Mezkûr
havuzlar içinde evvelce bir mikdâr asitli su bulundurulduğundan hâlis bir bakır yaprakla şid-
detlice karıştırılır. İşbu gümüşlü su içinde bakır gümüşün yerini tutduğundan hall olur ve
gümüş dahî toz olarak kurşun havuzun dibine iner ve süzülüp yıkadıkdan sonra bakır parça-
203
Bâb-ı Râbi
toz etmek ve âlât-ı edevâtı ve kalıpları temizlemek ve cümlesini yıkamak ve birinci defʻa yı-
kandıkdan sonra hâsıl olan gevreseleri birleşdirip eritmek ve bir defa yıkanmış olan ramadı
ikinci üçüncü defʻa olarak tekrar yıkamak ve yıkamak masrafını çıkaracak kadar gevrese hâsıl
oluncağa değin yine yıkamak gibi ameliyat-ı muhtelifeyi en sonra icrâ etmek lâzımedendir ki,
böyle birkaç defʻa yıkanıp mümkün mertebe gevresesi çıkarılmış olan ramadlar birleşdirilip
vezn ü çeşni olunarak derecesi [201] tayîn kılınmış olsun, lâkin Darbhâne’nin müdür-i umû-
misi ister ise bu ameliyâtın mâhiyetini takrîbî olarak tayîn edebilir. Bununla beraber müker-
reren yıkanıp gevresesi çıkarılmış olan ramadın çeşnisi alındıkdan sonra zemberek ocağında
mürdeseng ile izâbesi icrâ ve altun ve gümüşünü almak için dahî hâsıl olan kurşun kâl edilip
hâsılât-ı vâkıʻanın çeşnisi alındıkdan sonra aid olduğu destgâhın hesâbına irâd kayd etmek
lâzım gelir.
Kâlhânede kurşun ve bakırın tasfiyesi ve mürdeseng istihsâli gibi daha bazı ameliyat icrâ
olunur ise de bunlar sadedin haricinde olduğundan, bu kadarla iktifâ olundu.
Anîfen beyân olunduğu üzere ayar-ı nizâmisi vechile külçe hâline getirilmiş olan altun ve
gümüşün Darbhâne’de iktisâb eyleyeceği şekl ü kıyafet bunları meskûkât hâline koymakdan
ibâret olup bu ameliyat dahi çarh fabrikasının vezâifindendir ve eğer ki işbu vazîfe fennî bir
şey değilse de pek ziyâde şâyân-ı dikkat ve ehemmiyet olduğunda dâima müdekkik bir me-
murun nezâreti tahtında bulundurulur.
Vezâif-i mezkûre teşrîhâtına gelince: bâ-senedât fabrikaya teslim kılınmış olan altun ve
smâniyye e cne iyye
gümüş külçelerini taksîm-i iʻmâl kavâidine tatbîkan kendilere mahsûs olan çarhlara tevdîʻ ile
evvelâ bunları haddeden geçirip tahta haline koymak, sâniyen bunlardan pul kesmek ve ke-
silen pullar altun ise müteʻaddîd veznedârlar vâsıtasıyla yegân yegân vezn etdirmek ve meş-
rûʻu’l-vezn ve kusursuz olanları ahz u tefrîk ile üzerlerine sikke darb ve vezn-i nâkıs veyâ zaʻid
gelen pulları sâir hurdalar ile tekrar izâbe etdirmek ve hesaplarını ayrı ayrı tutmak gibi bir
takım ameliye-i mükerrerenin icraʻâtından [202] ibâret olup bu ameliyatın sûret-i cereyâ-
nını her bir makine kendi kendine icrâ eylediğinden târifden ziyâde görmeğe mütevakkıfdır.
sûl-i Mes û â -ı
Şu kadar var ki, meskûkât pullarını yegân yegân olarak rakîk u dakîk teraziler ile vezn etmek
âdeti Londra ve Viyana ve Paris ve sâir mahallerde makine vâsıtasıyla bir surʻat-i fevka’l-âde
ile icrâ olunmakda olduğu hâlde bizim darbhânemizde böyle bir makine olmadığından el ile
vezn etmek âdeti el-yevm cârîdir.
Meskûkâtın izâbe ve çarh ve darb ameliyatında devletçe bezl olunan bunca dikkat ve
himmete rağmen sikke darb olunan mevâddın nâdir olarak yüzde ellisi kabûle şâyân olup
diğer yüzde ellisi yani kafes ve hurda ve eksik pulların yeniden potalara vazʻ ile eritilmesi ve
tâ nihâyete erişinceye yaʻni cümlesi meskûkât darb olununcaya değin iki üç dört ve beş defʻa
ile izâbe edilmesi ve her defʻasında yüzde elli defʻa hurda bırakdığından, meskûkât idâresinin
sermâyeye muhtâcıyyeti taʻyîn eder. Ona mebnîdir ki, her devletin darbhânesinde küllî ve
cüz’î bir sermâye bulundurulup bununla tesrîʻ-i ameliyat ve tahfîf-i mesârifât icrâ eder.
204
l-ı Sâni
Darbhâne’nin ayar-ı evzân odası vaktiyle bi’l-cümle vezne ve dirhemlerin ayar u muʻaye-
nesi için Amerikalı bir nefer husûsî mühendis ve iki nefer muʻavîn ile idâre olunur bir dâire-i
sâire iken muʻayene-i evzân muʻamelesinin şehremânetine ilhâkında bu oda vazîfesiz kalmış
ve muahharan mühendis-i merkûm da vefat etmesi ile bütün bütün metrûk kalmışdır.
[203]
İkrâ
İşbu ilâve ser-levhâsıyla kitabımıza zamîme olarak yazacağımız mevâdd-ı meskûkât sikke-
leriyle bu sikkelerin sûret-i hakk ve iʻmâllarına ve bâ-husûs yazı ve nakışlarının hangi hattât u
hakkâklar taraflarından yapılmış olduğuna dâir mâlumât-ı zâideden ibâret olacak ve bu dahî
hakkâk u ressâmlığın pek ilerlemiş olduğu cennet-mekân Sultan Mahmud Hân-ı sâninin hen-
gâm-ı saltanatlarından bedʻen ile şimdiye kadar meydân-ı iftihârda şeref-yâfte olan meskûkât
u madalyaların hattat u hakkâklarının erkân-ı cemîlesi gibi telâkkî olunacakdır.
Gerek meskûkâtın olsun gerek madalyaların olsun sikkelerinin bir erkeği bir dişisi vardır.
Sikkelerin dişisi dâneleri gâyet ince ve iyi tavʻ edilmiş yumuşak çelik silindirler üzerinde hakk
edilip dest-gâh-ı mahsûsuna teslîm olunur ve orada çarh edildikten sonra su verilip sertleş-
tiriliyor. Bâdehû yumuşak çelik silindirde cesîm bir cendere vâsıtasıyla basılıp yine o sikkenin
erkeği çıkarılır. İşbu erkeğin sikkede tasviye ve çarh olundukdan ve su verildikden sonra yu-
muşak çelik üzerinde su cenderesiyle ve ustası maʻrifetiyle lüzûmu kadar çıkarılacak dişi sik-
kelerin vâlid-i makamını hâiz olur. Bunlar ilk vâlideleri makâmında olan sikkenin erkek ve kız
205
sûl-i Mes û â -ı smâniyye e cne iyye
206
Bâb-ı Râbi
Meclis-i Maliyye A’zâsından Süleyman Sûdi
207
l-ı Sâni
Bâb-ı Râbi
[206]
Numero
Anadolu’nun sağ kolu yemîn u yesârı ile nihâyetine varınca vâkiʻ vüzerâ-yı izâm -iclâlehû-
ma- ve mîr-mîrân-ı kirâm -dâme ikbâlehûma- ve mevâli-i fihâm -zîdet-fezâiluhûma- ve kuzât
ve nüvvâb -zide fazluhüma- ve mütesellemîn ve voyvodagân ve âyân ve sâir zâbitân ve vü-
cûh-ı ahâli ve bi’l-cümle iş erleri -zide kadruhûma- hüküm,
Bundan akdem bazı gavâil cihetiyle teshîl-i umûr-ı câriye ve defʻ-i zârûret-i âmme için
nükûd-ı sîmin teksîri icâbına mebnî ittifâk-ı ârâ ve ruhsat-ı seniyye-i şerʻiat-ı garrâ ile gâşi-i
hâlisinden artık olarak Cihadiyye ismiyle beşlik ve yüzlük ve bir Guruşluk ve yirmilik ve onluk
ve ufak para katʻıyla tedâvül etmekde ise de be-lütfühû sübhâne ve teʻalâ el-hâlet-i hâzihî ol
makûle gavâil ve esbâbın indifâʻı hasebiyle eyâdi-i nâssda bulunanlar kemâkân tedâvül etmek
üzere bâ'de ez în meskûkât-ı mezkûreden zikr olunan beşlik ve yüzlük ve Guruşun katʻından
sarf-ı nazar ile elli bir ayarında olmak üzere dört dirhemi altı ve nısfı üç ve rubʻu bir buçuk
Guruşa olarak sîm sikke-i hasene-i hâlise ile kemâ fiʻs-sâbık yirmilik ve onluk ve ufak paranın
katʻı ve sâlifuʻz-zikr sikke-i cedîdenin bundan bir mâh sonra yani Rebiüʻl-ahîr gurresinde neşr
smâniyye e cne iyye
lâzımeyi hâvî Anadolu ve Rumeli’nin üçer kollarına başka başka evâmir-i şerîfem gönderilmiş
olmağla, siz ki vüzerâ-yı müşâr ve mîr-i mîrân ve mevâlî ve kuzât ve nüvvâb ve mütesellimîn
ve voyvodagân ve sâir-i mümâileyhimsizsiz, dahî sûret-i emr ve irâde-i şâhânemi zîr-i idâre-
nizde olan mahallerde iktizâ edenlere ifâde ve tebyîn ve mugayır harekete mütecâsır olanlar
olur ise ol makûlelerin bi’t-tahkîk taʻdîbât-ı lâyıkaları icrâsında dakîka fevt olunmayacağını
gûş-i hûşlarına etrâfıyla tefhîm ve telkîn birle, sikke-i cedîde-i pâdişâhânemle meskûkât-ı atî-
kanın hafî ve celî fiyât-ı mukarreresinden ziyâdeye zinhâr alınıp verilmemesi emr-i ehemmine
biʻl-ittifâk ikdâm ü gayret eylemeniz fermânım olmağın, iʻlâmen ve ifhâmen ve te’kîden ve ih-
timâmen mahsûsen işbu emr-i celîlüʻl-kadrim ısdar ve […..] ile tesyâr olunmuşdur. İmdi işbu
fermân-ı celîlüʻl-unvân-ı pâdişâhânemi taht-ı hükümetinizde kâin kazalar mehâkimi sicillâtına
kayd u sebt-birle dâimen ve müstemerren infâz ü icrâsı katʻi irâde-i seniyye-i şehriyârânem
muktezâsından idüği ve bu maddeyi sırren ve alenen tahkîk ü tecessüsden hâlî olunmayaca-
208
l-ı Sâni
ğına mebnî bu bâbda ağmaz ve rehâvet ile meskûkât-ı mezkûre -i mülûkânemin fiyat-ı mukar-
reresinden ziyâdeye tedâvülü haber olunur ise cesâret eden ve ruhsat veren her kim olur ise
olsun hakkında bâlâda muharrer vaiʻdât-ı pâdişâhânem bilâ-amân icrâ kılınacağı maʻlûmunuz
oldukda, âna göre amel ü hareket ile icrâ-yı emr u irâde-i seniyye-i hıdivâneme bi’l-ittihâd
bezl-i vusʻ u kudret ve hilâfından gayetiʻl-gâye tehâşi ve mücânebet eylemeniz bâbında [208]
Numero
Herkes bilmelidir ki, altun gümüş sâir eşya gibi bir metaʻdır. Alışveriş denilen şey bir metaʻı
başka metaʻ ile değişdirmek demek olup fakat bir adam elinde olan bir şeyi verip ona karşı
kendisine lâzım olan bir başka şey almak istese değiş etmekde güçlük olduğundan, altun ve
gümüş dünyada halk için bu alışverişe vâsıta iʻtibâr olunmuşdur. Şöyle ki, elinde olan şeyi
birine verdiği vakit ona karşı bir mikdâr altun ve gümüş alıp sonra o altun veya gümüşü verip
kendine lâzım olan eşyayı alır. Bu cihetle sikke ve gümüş âdetâ bir meta olduğu halde başka
metaʻları alıp satmakda bir vâsıta, yani âlet olur. Çünkü altun ve gümüş her metaʻın değerini
göstermek için bir mizân, yani terazi olduğundan ve buna bir ayar olmak lâzım geldiğinden,
209
Bâb-ı Râbi
tından ziyâdeye alınıp verilmemesidir. Öteden beri bu şey yasak olup ve bu yasak arasıra
te’kîd olunup Devlet-i Aliyye’nin ve halkın bundan zarar görmemesine çalışılmış ise de halk
bunda olan zararı lâyıkıyla bilmediklerinden hem ecnebî sikkelerini ve eski akçalarını ve hem
de yeni sikkelerini fiyatından pekçok ziyâdeye alıp vermekdedirler. Bunu bir kârlı şey zanne-
diyorlar. Bilmiyorlar ki, iç yüzünde pekçok zararlara uğruyorlar. Meselâ bir adam bir Riyali
yirmi beş Guruşa aldığı halde ziyâde akça kazanmış gibi memnûn oluyor. Halbuki onun asıl
değeri Devlet-i Aliyye’nin tâyîn eylediği fiyat olup üst tarafı havada bir değer olduğundan,
kâr yerine zarar eylediğini bilmiyor ve riyâlin birkaç cinsi olup meselâ biri yirmi Guruşluk ve
biri on sekiz Guruşluk iki [210] nevʻ riyâlin ikisinin üzerinde dahî kuş resmi olarak bahâsında-
ki fark resimlere irâ’e olunmakda ise de bu herkesin farkedeceği şey olmadığından, ekserîyâ
on sekiz Guruşluk kuşlu riyâl bilmediği cihetle yirmi Guruşluk Riyal yerine alınır ve bunların
kalıbı anlaşılamadığı ecilden, o yüzden dahî halk nice zararlar görüyor. Hâsılı bu sikke mad-
desi Devlet-i Aliyye’nin ve halkın alışverişinin dersi olması için en evvelki şey olduğundan, bu
fenâlığın zararı hem devlete ve hem de halka ait oluyor ve yasak maddesi evvelki gibi ucuz
sikke toplayıp mağşûş akça kesmek için olmayıp memnûʻ olan sikkeleri asıl değeriyle alıp ve
yerine hâlis ve sahîh sikke çıkarıp halkı bunca zarardan kurtarmak içindir. Şimdi bundan sonra
bu yasağın sahîhan ve hâkikaten icrâsına ve hilâfına hareket eden olur ise Devlet-i Aliyye na-
zarında sahtekâr ve halka gaddar bir adam görüleceğinden, şedîden ve kaviʻan terbiyesine
karar verilmişdir. Bu kerre tekrar be tekrâr düşünülerek ibtidâ her gûn sikkenin sahîh değeri
ile fiyatları konularak bir defteri yapılıp bu iʻlân-nâme ile berâber her bir tarafa neşr olundu
smâniyye e cne iyye
ve taşralarda evvelleri yalnız mübâyaʻacılar akça tebdîl edip bunda halka zahmet olduğun-
dan her yerin mal sandığından derhâl nakd ile tebdîl olunması için her bir tarafa gönderilen
fermân-ı âlîşânların her bir tarafda okunduğu günden iʻtibâr ile on gün mühlet verilip ondan
sonra herkes elinde bulunan memnûʻ sikkeleri getirip mal sandığından temiz akça ile tebdîl
etmeyip de alışverişde sürmek ister ise hem alan ve hem veren sahtekâr gibi te’dîb olunacak-
dır ve taşralarda halkın elinde bulunan memnûʻ sikkeleri vergilerine mahsûben verilmek iste-
nildiği halde ne vakit olsa zikrolunan defterde taʻyîn olunan fiyat ile mal sandıklarından alınıp
mâliyye hazîne-i celîlesine gönderilecekdir ve bir adamın birine borcu olup “ister [211] isen
sûl-i Mes û â -ı
ecnâsı akça ile te’diye ederim. Olmaz ise borcumu vermem” dese alacaklı olan adam gelip
hükümete ifâde eyler ise alacağı temiz akça ile borçlusuna te’diye etdirdikden başka böyle
teklif eden adam hapis ile te’dîb olunacakdır. Ve bilʻakis alacaklı olan adam hükümet tarafı-
na ifâde etmeyip ecnâs akçayı alıp da sonra başka tarafdan sürerim der iken tutulduğu halde
borçlusunun ibrâmına mebnî kabûl etmiş olduğu bahanesi kabûl olunmayıp hem kendisi ve
hem bu akçayı veren adam te’dîb olunacaktır. Böyle birinin elinde ecnâs akça görüldüğü vakit
o adam kimden aldığı ve ona dahî kimin vermiş olduğu ve’l-hâsıl zincir gibi su’al u tahkîk ile
tâ ibtidâsından başlatılıp böyle memnûʻ akçayı almakda ve sonra vermekde kaç kişi mütte-
hem görülür ise sırasıyla te’dîb kılınacakdır. Bundan hâtır ve gönüle ve rütbe ve memûriyete
bakılmayıp aleʻs-seviye herkes te’dîb olunacakdır ve böyle bir kabahati mürtekîb olan devlet
memûru ise sâir halk gibi mücâzaʻat göreceğinden başka Takvîm-i Vekâyiʻ de dahî töhmeti ve
cezası yazılarak mütenessih olacaktır. Artık herkes bundan sonra aklını başına toplayıp hilâf-ı
210
l-ı Sâni
Vakt u hâl iktizâsınca birkaç seneden beri öteye beriye sevk olunan asâkirin mesârîf-i
vakʻasından ve mesele-i mündefiʻa-i harbiye esnâsında biʻz-zarûre tezâyüd etmiş olan mesâ-
rif-i devletin sonra bi’t-tâbiʻ birden bire taklîli mümkün olmamasından dolayı Mâliyye Hazîne-i
celîlesinin vâridâtı mesârifine kifâyet edemeyerek bir mikdâr açık düyûn terâkim edip eğerçi
şimdiye kadar tasarrufât-ı vakʻa ve terakkî-i vâridât semeresi olarak sene açığı hayli tenezzül
edip geriye kalan açığın dahi esbâb-ı lâzımesi istikmâl ile bundan böyle neşr olunacak defâtir-i
muhasebâtdan anlaşılacağı vechile hazîne-i mezkûrenin vâridât u mesârifât-ı seneviyyesinin
derece-i tekâbül ve muvâzenede bulundurulması tedbîri derdest-i icrâ ise de zikr olunan dü-
yûn-ı müterâkîme bir kere vücûda gelmiş ve bu akça cihât-ı mütenevîʻadan dolayı sunûf-ı
halkın hazînede matlûbu bulunmuş olduğundan ve beyâna hâcet olmadığı üzere Devlet-i
Aliyye cemiʻ zamanda hiç kimse hakkında zarar u ziyân vukuʻunu ve menâfi-i âmmeye halel
ve suʻubet tecvîz buyurmadığından, mücerred ashâb-ı hukûk ve matlûbât kayd-ı zecret ve
211
Bâb-ı Râbi
(Birinci madde) Memâlik-i Devlet-i Aliyye’nin her tarafında nakîd hükmünde tedâvül ey-
lemek ve gümrüklerden maʻdâ bir cümle hazâin ve mal sandıklarına dahî bilâ-tekellüf kabûl
olunmak üzere iki milyon beş yüz bin keselik Kavâîm-i Nakdiyye çıkarılacakdır.
(İkinci madde) Mezkûru’l-mikdâr Kavâim-i Nakdiyye'nin beş yüz bin keseliği Avrupa üze-
rine kambiyoyu tutmak için nükûd-ı hâlise olarak ber-vech-i âti vazʻ olunacak yediyüz elli
bin kese sermâyeden beş yüz bin kesesinin [214] tedârikine ve iki milyon keseliği el-yevm
meydanda bulunan Evrâk-ı Nakdiyye’nin tebdîlen kaldırılmasıyla berâber küsûru hazînenin
yetmiş altı senesinden ve sene-i sâbıkadan bâki duyûn-ı maʻlûmesinin idâre sûretiyle tasfiye-
sine mahsûs olacakdır.
(Üçüncü madde) İşbu iki milyon beş yüz bin keselik Kavâim-i Nakdiyye'nin gelecek yetmiş
sekiz senesi Martı gâyesinde tedâvüle çıkarılmak üzere şimdiden hazırlanmasına mübâşeret
olunup sahtesi yakılamayacak sûretde kâğıtları mahsûsen yapılan fabrikada iʻmâl olunarak
ve kalıpları âhir şekil ve heyʻet üzere yapılarak bir tarafdan tab u temsîline ibtidâr ve bir ta-
rafdan dahî zîrde beyân olunacak te’diye-yi kâime komisyonunun teşkîli ile kavâim-i mezkûre
tabʻ olundukça bu komisyona bi’l-iʻtâ orada numeroları vazʻ ve mahsûs olan mühür ile temhîr
olunarak zikrolunan Mart’a kadar kâmilen tahiyye ve istihzâr kılınacak ve kambiyonun tutul-
masına dahî mezkûr mart gâyesi mebde taʻyîn olunacakdır.
(Dördüncü madde) Kambiyo tutulmak için şimdilik lâzım olan yedi yüz elli bin kese ser-
mâye-i nakdîyyenin dahî ileride tezyîd ü teksîr olunmak üzere zikr olunan Mart gâyesinde
smâniyye e cne iyye
nükûd-ı hâlise olarak bir sene için halkdan istikrâz edilecek ve fakat kâmilen nükûd-ı hâlise
tedâriki halka bâis-i külfet olacak olur ise herkesin vereceği akçanın bir rubʻu beşlik ve altılık
olası dahî mücâz tutulacakdır ve sermâyenin üst tarafına lüzûmu olan dört yüz elli bin kese-
den iki yüz bin kesesi sermâye karşılığı olarak çıkarılmış olan Kavâim-i Nakdiyyeden yerine
evrâk verilmek şartıyla hazîne emvâlinden alınacak ve küsûru dahî ormanlar ile maʻadîn ve
emlâk ber-vech-i muharrer te’sis olunacak te’diye komisyonuna havâle olunup onun vâsıta-
sıyla ormanların kerestesi ve emlâk-ı Devlet-i Aliyye’nin kavânîn-i mevzûʻasına tatbîkan sat-
dırılarak ve maʻadîn kumpanyalara iʻzâm ve icâr olunarak onlardan istihsâle mübâderet edi-
lecekdir.
(Beşinci Madde) yetmiş sekiz senesi Martının hulûluyle yeni kâimelerin ihrâcına kadar
Mâliyye Hazînesinin ihtiyâcât-ı mühimme ve acilesini mehmâ-emken idâre edebilmesi için
dahî bir çâre-i muvakkat bulunması lâzımeden olduğundan bunun için dahî şimdilik yine
212
l-ı Sâni
213
Bâb-ı Râbi
sekizinci sene gerek zikr olunan iki milyon beş yüz bin keselik kavâimin ve gerek yollar ve sâire
için beş sene zarfında çıkmış olan iki yüz bin keselik Kavâim-i Nakdiyye'nin cümlesi kaldırılıp
imhâ olunacakdır ve kambiyonun tutulması için vazʻ olunacak yedi yüz elli bin kese sermâye-
den kambiyo idâresi mesârifi ve muʻamelât-ı vâkıʻada vukûʻu melhûz olan bâzı zarar u ziyân
bedeli olarak on dördüncü seneye kadar senevî bir biri üzerine yirmişer bin kesesinin eksil-
mesi farz olunduğu halde ondördüncü seneye kadar üç yüz bin kesesi mikdârı tenâkûz ederek
dört yüz elli bin kesesi kalacağından on beşinci seneden bed’en ile mezkûr sermâyenin her
sene yüz bin keseliği ile iki yüz bin keselik meskûkât-ı mağşûşe tebdîl olunarak on sekizinci
seneye kadar Kavâim-i Nakdiyye ile berâber tedâvülde bulunan altılık ve beşlik ve eczâları
dahî kâmilen kaldırılacakdır.
(Onuncu madde) Te’diye-i kavâim komisyonu nâmıyla Devlet-i Aliyye ve düvel-i ecnebiy-
ye tebâʻasından mürekkeb şimdiden bir komisyon dâima teşkîl olunup ve bu [218] komisyo-
nun reis ü azâları dâimî sûretde memûr ve mensûp olup kendileri istifâ etmedikçe yâhûd bir
su-i halleri vukûʻ bulmadıkça azl ü tebdîl olunamayacakdır ve bu komisyon evvelâ çıkarılacak
olan cedîd Kavâim-i Nakdiyye'yi kontrol yâni nezâreti altından geçirerek cümlesine numero
vazʻ ve mahsûs olan mühür ile temhîr ederek kuyûdât-ı sâiresini dahî icrâ edecek ve bu ko-
misyonun mührü olmayan kâimenin tedâvülü câʻiz olmayacakdır. Sâniyen tedâvülde bulu-
nacak kavâimin eskiyip fersûde olması cihetle aralıkda umûmen tebdîli lâzım geldikçe yeni
çıkarılacak Kavâim-i Nakdiyye evvelki defʻada olduğu gibi her bahar bu komisyonun nezâreti
altından geçerek tarafından cümlesine numero vazʻıyla temhîr olunacakdır. Sâlisen, kâvâim-i
smâniyye e cne iyye
mezbûrenin teʻdiyesi için senevî tahsîs olunacak yüz elli bin kese te’diye akçası vâridât-ı
muʻayyeneden biʻl-ifrâz hitâm-ı maslahâta kadar işbu komisyonun tasarrûfuna teslîm olunup
komisyon bu akça ile her sene ol mikdâr kâime çekerek bade’l-iʻsâl Mâliyye Hazinesine teslîm
edecek ve her sene iptâl etdiği kâğıdın numerolarını hâvî bir cedvel tanzîm ile tabʻ etdirilerek
bir nüshâsını zîrde beyân olunan mümeyyizlere gönderecekdir. Râbiʻan dokuzuncu maddede
beyân olunduğu vechile on dördüncü seneden sonra sermâyeden ifrâz olunacak yüz bin kese
akçayı beher sene kambiyo bankasından alarak bununla iki yüz bin keselik meskûkât-ı mağşû-
sûl-i Mes û â -ı
şe kaldıracakdır. Hâmisen yollar ve nehirler için müretteb olan iki yüz bin keselik kavâin-i nak-
diyyeyi sandığında hıfz edip beher sene kırkar bin kesesini bu maslahâta memûr olacak idâ-
reye doğrudan doğruya iʻtâ ile alacağı senedâtı Mâliyye Hazînesine iʻsâl eyleyecekdir. Sâdisen
satılacak emlâkın kavânin-i Devlet-i Aliyye’ye tatbîkan fürûhtu ve maʻden ve ormanların tâlib
olan kumpanyalara ilzâmı ile hâsıl olan akçanın [219] kambiyo sermâyesine ilâve olunmak
üzere kambiyo bankasına teslîmi maddesi mezkûr komisyona havâle olunacakdır. Tâsiʻan bazı
konsolid olması mümkün olacak düyûnun tedkikiyle icrâ-yı iktizâsı dahî bu komisyona havâle
kılınacakdır.
(Onbirinci madde) taşralarda tedâvül edecek Kavâim-i Nakdiyye'ye karışması melhûz
olan sahte kâğıdları teftiş ü temyîz etmek ve ellerine geçen kâğıdlara şüphe edenler, bunlara
mürâcaʻât eylemek üzere başlıca şehirlere müstevfî maʻaş ile erbâb-ı ehliyyet ve iffetden ve
mücerrebü’l-ahvâl birer mümeyyîz taʻyîn u ikâme kılınacakdır. Fi selh-i Ramazan sene 1277
214
l-ı Sâni
[220]
Numero
215
Bâb-ı Râbi
ve halkça teshîl-i muʻamelâtın esâsı olduğundan ve bir kere bu ortadan kaldırılır ise düyûnun
te’diyesinde ve umûr-ı mâliyyenin idâre-i umûmiyyesinde her türlü suhûlet u mazbûtiyyet-
husûle geleceğinden, evvel-be-evvel Kavâim-i Nakdiyye'nin tamâmen ve en az [222] vakit
içinde tedâvülden alnmasına karar verilmişdir. Evrâk-ı Nakdiyye Devlet-i Aliyye’nin bir nevʻ
deyni olup eğerçi bununla ifâ edilmiş olan mesârif hesâbıyla hiçbir vakte başıbaşına çıkarıl-
mamış ve sâir memleketlerde bu makûle borçlar ilcâ-yı zâruret ile noksânına tebdîl edildi-
ği mesbûk bulunmuş ise de saltanat-ı seniyye teşebbüs etdiği tedâbîr semeresiyle halka en
ziyâde nâfî olacak ve fedâkârlığın en büyüğü kendisine düşecek yolda bir suret-i tasviyesi
tercîh ve ihtiyâr eylemişdir. Binâen-aleyh Evrâk-ı Nakdiyye’nin başı başına olarak, yaʻni yüz
Guruşluk bir kâğıda mukâbil yine yüz Guruşluk kıymet verilerek tedâvülden alınması tensîb
olunup, fakat ele geçmiş olan sermâye-i nakdi borcun her nevʻini tamamen akça ile iʻfâya kâfî
olamadığından yüz Guruşluk bir kâğıda verilecek yüz Guruş kıymetin, kırkı Osmanlı altunu
yüz Guruşa olmak üzere nakid ile ve altmış Guruşu dahî eshâm-ı cedîde tahvîlatı ile iʻfâ kılı-
nacakdır. Şimdi meskûkât ile evrâkın kıymeti nisbetine nazaran yüz Guruşluk bir kâğıt nakde
tebdîl olunsa ele geçecek nakit her ne ise ona yakın miktarda nakd-i hâlis verildikten fazla
olarak altmış Guruşluk dahî yüzde altı fâizli ve iki re’sü’l-mâle mahsûb akçalı iʻrâd sehmi ve-
rileceği cihetle, şu tasfîyenin hakk u adle muvafık olduğu inde’l-hesab maʻlûm olur. Kavâim-i
Nakdiyye'nin tedâvülden alınması için ittihâz olunmuş olan iş bu esâsa tatbîkan iki milyon
keselik kâğıt için sekiz yüz bin kese nakde ve bir milyon iki yüz bin keselik eshâm-ı cedîde-
ye lüzûm göründüğünden, elde olan sermâye-i nakdîden sekiz yüz bin kese bi’t-tefrîk tahsîs
smâniyye e cne iyye
sandığına iʻfâ ü teslim etsirileceği ve bu eshâmın Avrupa’da ve taşra eyâletlerde dahî fâizi
te’diye olunarak oralarda dahî alınıp verilmesi esbâbı istihsâl olunacağı cihetle kıymet ü iʻti-
bârı tezâyüd edeceğinden ve Evrâk-ı Nakdiyye’nin imhâsından sonra esbâb- lâzımeye teşeb-
büs ile meskûkât-ı mağşûşenin dahî tedâvülden alınarak mikyâs-ı muʻamelât-ı nâss olan kıy-
met-i meskûkâtın tamamı takarrürü istihsâl ve tesviye-yi turûk ve maʻâbîr ile emr-i ziraʻât ve
ticâret ve o cihetle maʻmûriyyet ve servet-i memleket istikmâl olunacağından, hazîne-i dev-
letin ve umûmen halkın muʻamelât-ı câriyesinde her gûna teshîlât hâsıl olacağı misillü bütün
Memâlik-i Mahrûse-i Şâhâne ahâlisinin şu şeylerden hissemend-i menâfîʻ olacağı der-kârdır.
Kâffe-i ıslâhata mebde’ ü esâs olmak üzere kâğıdın tedâvülden alınmasına teşebbüs oluna-
cağından bunun süver-i icrâʻiyesi hakkında verilen karar ber-vech-i âtî zikr u beyân olunur.
(Birinci Madde) mütedâvil olan Evrâk-ı Nakdiyye kâmilen ve tamâmen tedâvülden alınıp
her yüz Guruş kâğıda yüzlük Osmanlı altunu yüz Guruşa olmak üzere yüzde altı fâizli ve iki
216
l-ı Sâni
re’sü’l-mâle mahsûb akçalı eshâm-ı cedîde tahvîlâtı verilecekdir. Bunun için sekiz yüz bin ke-
selik nakid ve bir milyon iki yüz bin keselik eshâm-ı cedîde tahsîs kılınmışdır.
(İkinci Madde) Kavâim-i Nakdiyye'nin tedâvülden alınıp mukâbilinde verilecek [224]
nükûd ve eshâm-ı cedîdenin iʻfâsına ve çekilecek kâğıdın imhâsına nezâret eylemek üzere bir
komisyon taʻyîn olunmuşdur. Nükûd ve eshâmı verip kâğıdı almak için bir idâre-i muvakkate
yapılıp işbu idârenin kâffe-i harekât u muʻamelâtı işbu komisyonun nezâreti altında olacakdır.
(Üçüncü madde) evrâk-ı tebdîl edeceklere mûcib-i suhûlet ve idârece dahî bâdi-i mezbu-
tiyyet olmak üzere Ayasofya karşısında kâin Dârü’l-fünûn ebniyesinin altı mahsûsen bu iş için
tanzîm olunarak idâre-i muvakkate ile kalemleri ve sandıkları orada bulunacakdır.
(Dördüncü madde) işbu şehr-i Temmuz’un birinci gününde icraʻâta teşebbüs olunup iki
ayda hitâm bulunacağından, bu müddet içinde herkes elinde olan kâimesini zikr olunan idâre
mahalline götürüp ibtida kavâim kabzına memûr olan kaleme bi’l-i’tâ ne kadar nakit ve ne
kadar eshâm verilecek ise onu müşʻir yedine verilecek senedi yanıbaşında olan te’diye kale-
mine irâ’e ile iʻtâ olunacak nakde mukâbil senedin bir cüz’ü ve eshâm için diğer cüz’ü ahz ile
evrâk sahibine isâbet eden nakit ve eshâm tahvîlâtı iʻtâ ü ifâ olunacakdır.
(Beşinci madde) evrâkın tedâvülden alınmasına taʻyîn olunan iki ay hitâm buldukdan
sonra her kim kâğıt getirir ise yalnız eshâm tahvilâtı ile tebdîl olunup nakit verilmeyecekdir
ve bu dahî yalnız altı ay için olup ondan sonra getirilecek evrâk asla kabûl kılınmayacakdır.
Gavâîl-i mevcûde-i mülkiyyenin dâvet etdiği tedârikât-ı harbiyye ve onun muʻcîb olduğu
mesârifât-ı külliyeyi vâridât-ı mevzûʻa ile idâre etmek dâire-i imkândan hâric olup bu esbâbın
ilcaʻâtıyla el-hâlet-i hâzihî hazîne-i devletin çektiği müşkülât ve te’essürât dâhilen umûm
ahâli dahî ızdırâb u muzâyâkaya düşürmekde olmasından ve ahvâl-i sâire-i fevkâ’l-âdeden
nâşî bu defʻa Meclîs-i Mahsûs-ı Vükelâ kararıyla bi’l-istizât müteʻallîk buyrulan irâde-i seniy-
ye-i hazret-i mülûkâne mûcibince yüzlük ve ellilik ve yirmilik ve onluk ve beşlik olarak üç yüz
milyon Guruşluk, yani altı yüz bin keselik Kavâim-i Nakdiyye ihrâcıyla şimdilik kâfi addolu-
nan iki yüz milyon Guruşluğunun neşr olunması ve Bank-ı Osmanî’nin kayd ü mührü tahtın-
217
Bâb-ı Râbi
u iktizâsına mebnî meskûkât-ı hâlisenin irsâlât mukâbilinde aynen ve nakden buraya gönde-
rilerek kavâimin mesârif-i mahalliye ve sâire için istiʻmâliyle idâre-i maslahât edilmesi lâzım
geleceğinden, bu kâidenin hüsn-i vikâye ve ifâsı zımnında memûrîn-i mâliyye ve ûlviyye-yi
mülhâkıyye tebligât ü taʻlîmât-ı katʻiye icrâ ü iʻtâ buyrulması menût-ı himem-i sâmiyeleridir.
Kaldı ki, kavâim-i mezkûre mukaddemki kâimelerin kalıpları üzerine basıldığından, şâyet eski
kâimelerden elde bulunup da şu sırada sürmeğe cesâret edenler olur ise bundan ahâlî muta-
zarrır olacağı gibi âlât ve vesâit-i teshîliyenin kesretine nazaran işbu kavâime taklîden bazılar
tarafından kalb kâime yapılarak dâhil-i memâlikde neşr edilmesi dahî melhûz olup bundan ise
sûl-i Mes û â -ı
devletçe ve memleketçe [227] ne kadar muzır neticeler hâsıl olacağı vâreste-i kayd-ı iştibâh-
dır. Binâ-berîn bu gibi uygunsuzlukların zuhûruna mâʻnî olabilmek için bu kere ihrâc oluna-
cak kavâimin envâʻ ü elvânını ve hey’et ve ahvâlini şâmil mahsûsen bir taʻrîf-nâme yapılarak
nüshâ-yı matbuʻası leffen savb-ı devletlerine irsâl kılındı. Bunun mütâlaʻasından kâimelerin
ne renkde ve ne sûretle tabʻ ü neşr olunacağı bi’l-etrâf anlaşılacağından, işbu taʻrîf-nâme
dâire-i vilâyetde meskûn her sınıf ahâlinin lisânlarına ve lüzûmuna göre derhâl tercüme et-
dirilerek Türkçeleriyle beraber vilâyet matbaasında kemâl-i sürʻatle tabʻ edilip hemen ahâ-
liye iʻlân ile berâber nevâhide bulunan mal memûrlarıyla sandık umenâsına kadar kâffe-i
memûrîne tevzîʻ ü iʻtâ olunmak üzere takım takım mülhakkata gönderilmesi icâb-ı hâldendir.
Yukarıda işâret olunduğu vechile kâimelerin taklidi zuhûr etmesi ve bunların da evvel-be-ev-
vel şehir ve kasaba gibi büyük beldelerde sürülmesi vârid-i hâtır olduğundan, hem halkın ve
hem de hazîne-i devletin zarardan vikâyesi için târifnâme münderecâtının bi’l-etrâf hıfzıyla
218
l-ı Sâni
kalp kâime sürülmemesine fevkâ’l-âde ve sûret-i dâimede dikkat ve iʻtinâ edilmesi husûsu-
nun dahî memûrîn-i lâzımeye ve aleʻl-husûs zâbıta ve mecâlis-i belediye meʻmûrlarına taʻlîm
ve tefhîm edilmesi ve şâyet şüpheli kâime ele geçerse derhâl ahz ile cânib-i hazîneye irsâl olu-
narak bunun kimden alındığının ve o dahî kimden aldığının müteselsilen tahkîki ile keyfiyye-
tin hemen bildirilmesi iktizâ-yı maslahâtdan olarak sûret-i hal umûmen işʻâr olunduğundan,
mûcibince ifâ-yı muktezası husûslarına hem âliyye-yi vilâyet-penâhîleri der-kâr buyrulmak
bâbında. Fi 28 Receb sene 1293 ve fi 7 Ağustos sene 1292
[228] Tedâvüle çıkarılacak Kavâim-i Nakdiyye'ye dâir nizâmnâme lâyihâsıdır
(Birinci madde) Aynı beşlik ve metelik akça makamında tedâvül etmek ve iş bu doksan
iki senesi Ağustosu’ndan iʻtîbâren Hicaz ve Yemen ve Trablusgarp vilâyetlerinden maʻdâ
memâlik-i şâhânenin her tarafında taht-ı mecbûriyetde tedâvül eylemek üzere üç yüz milyon
Guruşluk, yanî altı yüz bin keselik Kavaîm-i Nakdiyye tertîb olunmuşdur. İşbu nizâmnâmenin
iʻlânından evvelce gerek hükümet-i seniyye ile sâirleri beyninde ve gerek efrâdın kendi miyâ-
nelerinde sikke-i hâlise üzerine münʻakîd bulunan mukâvelât u muʻamelâta kavâim-i mezkû-
renin tertîbinden dolayı katʻan halel gelmeyecek, yani ashâb-ı düyûn mukâvelât u muʻa-
melât-ı mezkûre hükmünce ifâsını taʻahhüt etmiş oldukları akçayı yine aynıyla sikke-i hâlise
te’diye ve hesâb-ı câri olur ise teslîm olunan mebâliği kezâlik sikke-i hâlise olarak cinsi cinsine
ifâ ve tasviye eylemeğe mecbûr olacakdır.
(İkinci madde) çıkarılacak Kavaîm-i Nakdiyye'nin mikdârı şimdilik defʻ-i ihtiyâcâta kâfi
219
Bâb-ı Râbi
Bu defʻa çıkarılan kâimeler yüzlük ve ellilik ve yirmilik ve onluk ve beşlik olarak beş nevʻ-
den ibâretdir. Nizâmnâmesinde muharrer olduğu üzere mezkûr kâimeler Hicâz ve Yemen ve
Trablusgarb vilâyetlerinden maʻdâ Memâlik-i Mahrûse’nin her tarafında beşlik ve metelik
akça gibi tedâvül edecekdir.
Mezkûr kâimelerin beşlikten maʻdâsı mukaddemâ kaldırılmış olan eski kâimelerin res-
minde ise tuğrâ-yı garrâları pâdişâh-ı adâlet-iktinâh efendimizin nâm-ı nâme-i şâhâneleri-
sûl-i Mes û â -ı
ne olarak tecdîd olunmuş ve eski kâimelerin kenar basmaları ale’l-umûm siyah idiyse de bu
defʻakilerin kenar basmaları ale’l-umûm mor renginde basdırılmışdır.
İşbu yeni kâimelerin yüz Guruşluklarının zemînleri açık mâi ve elli Guruşluklarının açık sarı
ve yirmi Guruşluklarının açık turuncu ve on Guruşluklarının açık yeşil ve beş Guruşluklarının
açık gurşunîdir. [231] Bir de eski kâimelerin arkasında baʻzı nizâmât u şerâiti hâvî yazılar
matbûʻ idiyse de yeni kâimelerde işbu yazılar olmayıp fakat Mâliyye Nezâreti celîlesinin ve
Fransevîyü’l-ibâre numerolu olarak Bank-ı Osmânî’ni mühürleriyle memhûrdur.
İşbu iki mührü mevcûd olmayan veyâhud arkasında yazı bulunan kâimeler muʻteber de-
ğildir. Eski kâimelerin tedâvülü kaviyyen memnûʻ olmak cihetle bu defʻa çıkarılan kavâimin
hin-i tedâvülünde eskisinden fark u temyîz için bâlâda muharrer elvân ile alâmât-ı fârikâ-i sâi-
relerine cümle tarafından dikkat olunmak lâʻzım gelir. Çünkü eski kâimelerden eyâdî-i nâssda
mevcûd kâime olduğu rivâyet olunuyor. Şimdi yeni kâime çıkmak münâsebetiyle eski kâime-
220
l-ı Sâni
lerden dahî sürmeye cehd ederler bulunacağından, onun için bu yeni kâimeleri alacakların
dikkat etmesi lâzımdır ki, sonra dûçâr-ı zarar u ziyân olmasın. Maʻmâfih eski kâimeleri sür-
meye cesâret edenler olur ise hakkında dahî mücâzât-ı kânûniyye icrâ olunacağı mukarrerdir.
[232]
Numero
İ'lân-ı resmî
Kavâim-i Nakdiyye’nin tedâvülden refʻ olunacağı fi 5 Safer sene 1296 tarihiyle iʻlân edil-
miş bu Katokovil istikrâzından bir mikdârının tahsîs olunacağı dahî gerek iʻlân-ı mezkûrda ve
gerek ondan sonra tabʻ etdirilen diğer iʻlân-ı resmîde beyân olunmuşdu. İstikrâz-ı mezkûre
dâir cereyân eden muhâberâtın henüz arkası alınamamış ve hazîne-i celîlenin tecdîd-i kuyûdu
için öteden beri mebde’ ittihâz olunan re’s-i sene-i mâliyyede bulunan Mart ayı dahî hulûl ey-
lemiş olmasına binâen Kavaîm-i Nakdiyye'nin eyâdi-i tedâvülden refʻi hakkında icrâ olunacağı
ber-vech-i muharrer iʻlân olunup halkça dahî mazhâr-ı tahsîn ve teşekkür olmuş olan tedbîrin
esâs-ı umûmiyesine halel getirmeksizin bir târik-i âhir ile kuvveden fiʻile getirilmesine dev-
letçe mecbûriyet geliş ve binâ’en-alâ-zâlik hem Kavaîm-i Nakdiyye'nin bir vakt-i muʻayyen
içinde kâmilen tedâvülden refʻi maddesini te’mîn etmek ve hem de vâridât-ı hazîneden bir
221
Bâb-ı Râbi
küllîyen ve defʻaten kaldırılmak üzere işbu kararnâmenin iʻlân tarihinden iʻtibâren kâffe-i vâ-
ridât-i devlet kâimenin neşr ü ihrâcından evvelki hâle ircâʻ ile nakden istîfâ olunacakdır.
(İkinci madde) Kâime birinci maddede muharrer istikrâzın husûlüne ve şâyet istikrâz akdi
geri kalır ise nihâyet bir sene dört aya kadar beyne’l-halk tedâvülde kalıp gümrükden maʻdâ
kâffe-i vâridât-ı devletin bir humsu bir liraya bedel dört yüzlük kâime ve yüz Guruş metelik
yerine dahî altun ile metelik beynindeki fark nispetiyle bi’l-hesâp ne mikdâr kâime isâbet
eder ise ol mikdâr ahz u kabul kılınacakdır.
[234] (Üçüncü madde) İşbu karar-nâmenin iʻlânı gününe değin geçen müddet envâlinden
ve senîn-i atîka mürettebâtından kalan bakâyâ-yı mîrîye dahî ikinci maddede gösterildiği ve-
chile ahz u kabûl olunacakdır.
(Dördüncü madde) Bâʻdezîn vâridâtın humsu için zikr olunan nispet üzerine mîrî sandık-
larına kabûl edilecek kâimelerin kâffesinin tuğraları teslîm eden ashâb-ı duyûn önünde katʻ
olunup ashâbına redd ile kâimeler alıkonularak Hazîne-i celîleden muahharan gönderilecek
taʻlimât mûcibince ihrâk u imhâ edilecekdir.
(Beşinci madde) Bu kararın iʻlân ü icrâsında mîrî sandıklarında mevcûd olan kâimele-
rin dahî meclis maʻrîfetiyle derhâl bi’t-taʻdâd sebt-i defter olundukdan sonra tuğrâları katʻ
olunup kâimeler istikrâzın husûlünde dört yüzlük kâğıt bir lira ile tebdîl edilmek üzere hıfz u
tevkîf kılınacakdır.
smâniyye e cne iyye
(Altıncı madde) ikinci maddede gösterildiği üzere vâridâtın humsu mikdârı kabûl olunan
kâimeler mîrî sandıklarına geldikçe dördüncü madde mûcibince küllîyen iptâl olunacağı ci-
hetle baʻde-zîn mezkûr sandıklarla Hazîne-i celile cânibinden hiç kimseye kâime verilmeyecek
ve kâffe-i muʻaşât u mesârifât-ı cedîde kâime ihrâcından evvelki hâle bi’l-ircâʻ meskûkât ile
tesviye olunacakdır.
(Yedinci madde) İşbu karar-nâmenin iʻlânından evvelki muʻaşât u mesârifât ve düyunât
sûl-i Mes û â -ı
için Hazîne-i celîleden ve taşra mal sandıklarından bir altun dört yüzlük kâime iʻtibârı nisbe-
tinde isâbet edecek meskûkât-ı mütenevvîʻa-ı nakdiyye iʻtâ olunacakdır.
Bâlâda sûret-i muharrer iʻlân-ı resmî bura gazetelerine tabʻ ile ahkâm-ı [235] mündereci
mevkîʻ-i icrâya konulduğundan işbu telgrafın vusûlünde oraca dahî derhâl mülhâkâta tebliğ
ile ve her yerde iʻlân ile ahkâmının her tarafca sürʻat ve tamami-i icrâsına ve bi’l-cümle mal
sandıklarında şu telgrafın vürûdunda mevcûd bulunan kavâimin meclisce bir sûret-i muʻte-
menede taʻdâd ve tuğra mahalleri katʻ etdirilerek işʻâr-ı diğer vukûʻuna kadar hıfz ile cins ü
mikdârının hemen bâ-mazbata cânîb-i Hazîne’ye inbâsına himmet buyurulması. Fi 8 Mart
sene 1295
[236]
222
l-ı Sâni
Numero
Vâridât-ı devletin sikke-i hâlise olarak istiʻfâsı mukarrer olan bazı aksâmından maʻdâsı
meskûkât-ı mağşûşe olmak üzere ahz u istihsâl kılınmasından ve düyûn-ı umûmiyye-yi mum-
tazamaya mahsûs olan meblâğ ile devâir-i askeriyye mübâyaʻâtı lira olarak te’diye olunmasın-
dan dolayı hazîne-i cedîdeye senevî akça farkı olmak üzere bir milyon üç yüz bu kadar bin li-
ralık ziyân terettüb edip meskûkât-ı mağşuşe tedennî etdikçe bu ziyân bi’t-tabʻ tezâüf ederek
muvâzeneyi ihlâl etdiği bedîhî idüğine ve bunun küllîyen ve defʻaten tedâvülden kaldırılması
için muktezî akçanın hasebü’l-hâl istikrâzı mümkün olamadığına binâen Meclis-i Umûmî’nin
inʻikatında kânûnîyyeti tasdîk olunmak üzere doksan altı sene-i mâliyyesi Mart’ından iʻtibâ-
ren meskûkât-ı Osmâniyye için yüzlük Osmanlı altununun vâhid-i kıyâsî ittihâzı ile vâridâtdan
yüzde doksan beşinin altun ve küsûr beşinin kıymet-i mevzûʻasıyla metelik olarak istifâsı ve
teferruâtı hakkında Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ kararıyla bi’l-istiʻzân merʻiyyet ahkâmına irâde-i
seniyye-i cenâb-ı pâdişâhî müteʻallik buyrulduğu beyân-ı âlisi ile hazînece muʻamele-i muk-
tezîyyenin ifâsı fi 28 Rebiü’l-evvel sene 1297 ve fi 27 Şubat sene 1295 tarihiyle müverrahen
ve sekiz yüz iki numerosuyla murakkamen şeref-vârid olan buyruldu-ı âliʻde emr u işʻar ve
223
Bâb-ı Râbi
bunun nısfiyesi dokuz buçuk Guruşa ve rubʻiyesi dört Guruş otuz paraya ve mezkûr yirmilk
Mecidiyye yirmi Guruş iʻtibârında iken iki Guruşa alınan ikilik yetmiş altı ve bir Guruşluğu otuz
sekiz ve yirmi paralığı on dokuz paraya alınacak ve böyle verilecek demekdir.
Kararnâmenin beşinci maddesinde (fi’l-asl sikke-i hâlise olarak alına [238] gelen vâridât
hakkında kemâfi’s-sâbık muamele olunmak üzere sâir vâridât-ı devletin yüzde beşi hazâîn-i
şahânede ve mal sandıklarında kıymet-i mevzûʻasıyla meskûkât-ı mağşûşa olarak kabul olu-
nacakdır) kararı öteden beri hasren sikke-i hâlise olarak alınan gümrük resmiyle sikke-i hâlise
olmak üzere ihâle olunan aʻşâr ü rüsûmât bedelâtının ve satılan zehâir esmânının ve hâlise
olarak alınan vergilerin yüzde beşi için meskûkât-ı mağşûşe kabul olunmayıp ol makule vâri-
dâtın kemâfi’s-sâbık sikke-i hâlise alınmak lâzım geleceğini ve bunlardan maʻdâ her nevʻ vergi
ve bedelât-ı askeriyye ve ağnâm resmi gibi mine’l-kadîm meskûkât-ı mağşûşe istihsâl oluna
gelen tekâlif-i mürettebe ve beşlik ile veya mutlak olarak Guruş üzerine ihâle ve idâre olunan
ve satılan âʻşâr u rüsûmât ve zehâir ve sâire bedelât ü esmânının beher yüz Guruşunun yalnız
beş Guruşu altılık, altı ve beşlik beş ve altılığın nısfiyesi üç Guruş ve beşlik nısfiyesi yüz paraya
ve altılığın rubʻiyesi altmış paraya ve meteliğin kırk paralığı yine kırk paraya ve yirmi paralığı
kezâlik yine yirmi paraya ve on paralığın on paraya alınacağını mutazammındır.
Kararnâmenin altıncı maddesinde (hükümete sikke-i mağşûşe olarak medyûn olanlar
deynlerini kâmilen mağşûşâ akça ile te’diye etmek istediklerinden beşinci maddede göste-
rildiği üzere yüzde beşi kıymet-i mevzuʻasıyla ve bâkî yüzde doksan beşi kıymet-i hakîkiyye-
smâniyye e cne iyye
siyle kabûl olunacakdır) deyu muharrer olan fıkradan maksad dahî mine’l-kadîm meskûkât-ı
mağşûşe olarak alınmakda olan matlûbât-ı hazînenin bin iki yüz doksan altı sene-i mâliyyesi
Martı ibtidâsından iʻtibâren yüzde beşi fiyât mevzûʻasıyla, yani beşinci maddenin şerhinde
gösterildiği vechile beş ve altılık altı Guruş fiyatla ve aksâmı o nisbet ve hesap ile ve doksan
beşi fiyât-ı hâkikiyesiyle ki, yedinci maddede gösterildiği fiyatla alınacağı mutazammındır.
[239] Mezkûr altıncı maddenin fıkra-ı sâniyesinde (fakat kâime hakkında ittihâz olunan
karar-ı âhar kemâkân bâkî olmak üzere) deyu mastûr olan cümle 19 Şubat sene 1295 tarihiy-
sûl-i Mes û â -ı
le taʻmîmen keşîde olunan telgrafnâme ile ol bâbda bazı izâhâtı hâvî 29 Şubat 1295 tarihinde
çekilen telgrafnâme-i âcizide bildirildiği vechile kâime tedâvül eden mahallerde doksan beş
senesi emvâlinin humsuna bir lira için dört ve yüz Guruşluk mağşûşa için üç buçuk yüzlük
kâime ve doksan dört senesi gâyetine kadar olan bakâyânın mecmûʻu mukâbilinde de kezâ-
lik bir lira için dört ve yüz Guruş için üç buçuk yüzlük kâime kabûl olunacağı mübeyyîndir
ve (doksan dört gâyetine kadar olan duyûn 8 Mart sene 95 tarihli kâime kararnâmesi mû-
cibince te’diye olunmak lâzım geleceği) cümlesi de hazâin-i şahânenin ve mal sandıklarının
doksan dört senesi gâyetine kadar mukavelât-ı mahsûsa tahtında olmayan düyûnu için dört
yüz Guruşa mukabîl bir lira veyâ o nisbetde meskûkât-ı sâire iʻtâsı kararını muʻeyyeddir.
Yine mezkûr altıncı maddede (doksan beş senesi gâyetine kadar sikke-i mağşûşe bakâya
dahî doksan altı senesi şehr-i Ağustosu gâyetine kadar fiyât-ı mevzuʻasıyla mağşûşe olarak
kabûl olunacak) demek mîrîyye medyûn olanlar eğer deynlerini doksan altı senesi Ağustos’u
224
l-ı Sâni
nihâyetine değin tesviye ederler ise onlar hakkında müsaʻade-i mahsûsa olmak üzere beşinci
maddenin şerhinde gösterildiği vech ile fiyât-ı mevzûʻasıyla beşlik beş ve altılık altı Guruşa ve
aksâmı da ona göre hazâin-i şahâneye ve mal sandıklarına alınacağını ve doksan altı senesi
Ağustosu geçdikden sonra bu müsaʻadeden mahrûm olacaklarını, yani borçlarının yüzde
doksan beşini kıymet-i hakîkiyyesiyle meskûkât-ı mağşûşe olarak vereceklerini beyândır.
Maksad bu iken baʻzı [240] mahallerce bu altıncı maddenin fıkra-ı evvelîsinden (hükümete
sikke-i mağşûşe olarak medyûn olanlar deynlerinin yüzde doksan beşini kıymet-i hakîkiyyesi
ile te’diye edecekleri) fıkrası ile yine o maddede (doksan beş senesi gâyetine kadar olan bakâ-
yanın fiyat mevzûʻasıyla kabûl olunacağı) fıkrası beyninde tezât olduğuna zehâb ile tereddüd
edildiği anlaşılıp halbuki yukarıki tafsilâtdan dahî müstebsân olacağı vechile mezkûr fıkra-i
evveli kâideyi ve fıkra-ı sâniye istisnâ ve müsaʻade-i mahsûseyi havîdir ve madde-i mezkûre-
nin hâtîmesinde muharrer (doksan beş senesi hazîne-i celilenin mağşûşe düyûn-ı dahî alındı-
ğı gibi fiyat mevzûʻasıyla mağşûşa ifâ kılınacakdır) ibâresi dahî bundan evvelki bende beyân
olunduğu üzere hazâin-i şahâne ve mal sandıklarının doksan dört sene gâyetine kadar mukâ-
velât-ı mahsûseye merbût olmayan düyûn için dört yüz Guruşa mukâbil bir lira veyâ o nis-
betde meskûkât-ı sâire verileceğinden doksan beş senesinden kalan duyûnun fiyat mevzûʻa-
sıyla beşlik beş ve altılık altı ve aksâmı bu hesap üzere meskûkât iʻtâsıyla tesviye olunacağını
müşʻirdir.
Kararnâmenin yedinci maddesi (meskûkât-ı mağşuşe kıymet-i hâkikiyyesi kıymet-i mev-
zuʻasının yarısıdır. Fakat altılığın kıymet-i hâkikiyyesi beş Guruş olup aksâmı da ona tâbiʻdir)
225
Bâb-ı Râbi
Doksan dört senesi gâyetine kadar olan düyûnun mukâvelât-ı mağşûşe tahtında olan kıs-
mından maʻdâsının her dört yüz Guruşuna mukâbil bir lira veyâ meskûkât kararnâmesinde ve
yukarıda muʻayyen olduğu üzere kıymet-i hakîkiyyeleri ile sâir meskûkât-ı Osmâniyye verile-
ceğinden, bunun 20 ve 27 Mart sene 95 tarihlerinde makam-ı âcizîden keşîde olunan telgraf-
nâmeler mûcibince aslı iʻtibâriyle dört yüz Guruş olarak bi’l-mahsûp masraf kaydıyla farkını
kârhânesine geçirilmesi.
Doksan beş senesi nihâyetine değin olan bakâyâ için doksan altı senesi Ağustos gâyetine
kadar fiyât-ı mevzuʻasıyla alınacak mebâliğden Mecidiyye’nin on dokuz Guruşu ve meskûkât-ı
mağşûşeden altılık kısmının beş Guruşu ve beşliğin yüz parası ve aksâm-ı sâiresinin nısfı, yani
kıymet-i hakikiyeleri asl-ı mâl ve üst tarafları fark-ı fiyatından ziyâde addolunarak asl-ı mâlın
irad ve ziyanın ziyan hânesine yazılması.
Ve yine doksanbeş senesi havâlât ve mesârıfâtına verilecek meskûkât kemâ fi’s-sâbık
fi[yat] mevzularıyla i’tâ olunup kıymet-i hakikiyyelerine nisbetle görünecek farkının yani
Mecidiyye’de bir Guruşun ve meskûkât-u mağşûşeden altılıkda yine bir Guruşun ve beşlikde
yüz Para ve aksâm-ı sâiresinde bu nisbet üzere kâr itibariyle kaydedilmesi ve şurası da bil-
hassa ihtâr olunur ki gerek makbûzâtın ilmühaberlerinde ve gerek medfû’âtın makbuz sene-
dâtında yevmiye defterlerine tamamıyla muvafık olarak alınıp verilecek mebâliğin ecnâsıyla
farkları ve tarihleri gösterilerek izâhen açılması muktezidir.
smâniyye e cne iyye
Fi 28 Şubat sene [12]95 tarihli telgrafnâme ile beyan u ihtâr olunduğu üzere [12]96 sene-i
maliyyesi kâffe-i varidatından vuku’bulacak tahsilât münhasıran yine [12]96 senesi havâlât ve
mesârifâtına sarf olunmak lâzım geleceği cihetle vâridât-ı merkûmeden zinhar bu tarafdan
emr-i mahsus olmadıkça geçmiş seneler ma’âşât ve mesârifât ve ahvâlatının [12]95 senesi gâ-
yetine kadar müterâkim-i emvâl tahsilâtından tesviyesi iktizâ edeceğinden ve keyfiyyet ta’mi-
men bildirildiğinden bilumum mâl memurlarının minvâl-i meşrûh üzere icrâ-yı muamelât ile
hilâfı hâlât vukua gelmemesi esbabının istikmâline […] mahsûse-i […] buyurulmak bâbında.
sûl-i Mes û â -ı
226
l-ı Sâni
(Üçüncü madde) 1296 sene-i mâliyyesi Mart’ı ibtidâsından iʻtibâren vâridât-ı Devlet-i
Aliyye altun hesabıyla ve kıymet-i mevzûʻası üzerine istîfâ kılınacakdır. Meskûkât-ı sâire dahî
kabûl olunacak ise de âtide beyân olunacak fiyatlar ile alınacakdır ve alındığı fiyat ile sarf olu-
nacakdır.
(Dördüncü madde) sîm meskûkâtın altun ile müsâvât hâsıl etmek için sîm yirmilik
Mecîdiyye on dokuz Guruş hesâbıyla alınacaktır. Çihâr-ı yeki ve sâir aksâmı dahî ona tâbiʻdir.
(Beşinci madde) Fi’l-asl sikke-i hâlise olarak alınagelen vâridât hakkında kemâ-fi’s-sâbık
muʻamele olunmak üzere sâir vâridât-ı devletin yüzde beşi hazâîn-i şâhânede ve mal san-
dıklarında kıymet-i mevzuʻasıyla meskûkât-ı mağşûşe olarak kabul olunacak ve işbu yüzde
beşden hâsıl olan mebâliğ komisyon-i mahsûs maʻrifetiyle katʻ u imhâ olunacakdır.
(Altıncı madde) hükümete sikke-i mağşûşe olarak medyûn olanlar deynlerini kâmilen
mağşûşe akça ile te’diye etmek istediklerinden, beşinci maddede gösterildiği [244] üzere
yüzde beşi kıymet-i mevzûʻasıyla ve bâki yüzde doksan beşi kıymet-i hakîkiyyesiyle kabûl olu-
nacaktır. Fakat kâime hakkında ittihâz olunan karar-ı âhar kemâ-kân bâki olmak üzere doksan
dört gâyetine kadar olan düyûn fi 8 Mart sene 95 tarihli kâime kararnâmesi mûcibince te’diye
olunmak lâzım geleceği gibi doksan beş senesi gâyetine kadar olan sikke-i mağşûşe bakâya
dahî doksan altı senesi şehr-i Ağustos’u gâyetine kadar fiyat-ı mevzûʻasıyla mağşûşe olarak
kabûl olunacak ve doksan beş senesi hazîne-i celîlenin mağşuşe duyûnu dahî alındığı gibi
fiyat mevzûʻasıyla mağşûşa ifâ kılınacakdır.
227
Bâb-ı Râbi
dır. Fakat kâime hakkında ittihâz edilen karar-ı ahar kemâkân bâki olmak üzere doksan dört
gâyetine kadar olan düyûn fi 8 Mart sene bin iki yüz doksan beş tarihli kâime kararnâme-
si mûcibince te’diye olunmak lâzım geleceği gibi doksan beş senesi gâyetine kadar doğru-
dan doğruya ahâliden istîfâ olunan vergi ve bedelât-ı askeriyye ve tekâlif-i sâireden sikke-i
mağşûşe olan bakâya doksan altı senesi şehr-i Ağustosu gâyetine kadar fiyât-ı mevzuʻasıyla
sikke-i mağşûşe olarak kabûl olunacak ve hazîne-i celîlenin eşhâs ve memûrîn ile olan muʻa-
melâtı halkın yek diğeri ile olan muʻamelâtı hakkında ittihâz olunan karara tevfîk kılınacakdır.
İrâde-i seniyye tarihi fi 25 Rebiü’l-ahîr sene 97 ve fi 24 Mart 96
[246]
Numero
Meskûkât-ı atîka taʻbîr olunan sikkeler üç nev olup bir nevʻinin üzerlerinde resimler ile
Rûm harfleri bulunur ki, bunlara Rûm sikkeleri denir. İkinci nevʻi üzerlerinde yine resimlerle
Latin hurûfu vardır ki, bunlara dahî Roman sikkeleri taʻbîr olunur. Üçüncü nevʻinin üzerlerinde
yine resimlerle Rûm hurûfları basılıp bunlara dahî Bizantin nâmı verilir.
smâniyye e cne iyye
Bunların her iki nevʻi, yaʻni Rum ve Roman sikkeleri altun ve gümüş ve bakırdan maʻmûl
olup kıtʻaları dahî fence on beş derecede, yaʻnî meskûkât-ı Osmâniyye’ye nispetle bir para-
dan Mecidiyye gümüş yirmilik ve bir Guruşluk bakır büyüklüğünde olur ve daha büyükleri
bulunabilir ve altunlarının büyüklüğü en nihâyet beşlik Mecidiyye cirminde ve Bizantin sikke-
lerinin altunları ince olarak beşlik Mecidiyye’den yirmilik Mecidiyye cesametindedir. Rûm ve
Roman sikkelerinin her nevʻi büyüklükleri nisbetince kıymetlerini arttırır ise de Bizantin sik-
keleri hakkında büyüklük bâhâsını tezyîd edemez.
sûl-i Mes û â -ı
Rum sikkelerinin altunları bahâ-yı hakîkîsinin beş kat ve İskender-i Rûmî ile pederi Filip’in
sikkeleri bir buçuk kat ziyâdesine iştirâʻ olunur. Gümüşlerinin ufakları iki kat ve üç kat ziyâde-
sine ve büyüklerinin dört beş ve altı kat ziyâdesine alınabilir.
Roma sikkelerinin altunları umûmen Mecidiyye’den büyücek olduğundan [247] bunlar
bahasının iki katı değer ve gümüşleri dahî o büyüklükde olmasıyla bunlara dahî bâhâ-yı hakî-
kiyyeleri verilip nihâyet her biri beş Guruşdan ziyâde etmez. İçlerinde bin Guruşa kadar kıy-
metlisi bulunabilir ise de bunlar pek nâdir olarak zuhûr etmekte olmasına ve pekçoğunun
kıymet-i hakîkiyyesi takdîr olunan beşer Guruşdan noksan bulunmasına mebnî birbiri üzeri-
ne küllîyetli olarak beşer Guruşa alınır ise içlerinde şâyet nâdirleri zuhûr ederek yek diğerini
örtebilir işbu iki nevʻ meskûkât bakırlarının küçükleri birer Guruşdan beş Guruşa ve büyük
olanları onar Guruşdan yüzer Guruşa kadar alınır.
228
l-ı Sâni
Bizantin sikkelerinin altun gümüş ve bakırları büyük olsun ve küçük olsun bahâ-yı hakîkiy-
yelerinden nihâyet yüzde on ziyâdesine alınır ise zuhûr edilecek nâdirlerinin kıymetleri âdile-
rinden terettüp edecek ziyânı kapatır.
Bunlardan başka üzerleri kûfî yazı ile meskûkât-ı İslâmiyye dahî antika idâdına dâhil
olur ise de bunların gümüş ve altunları bahâ-yı hakîkisinden yüzde beşden ziyâde etmez.
Meskûkât-ı atîka iştirâsı hakkında kâide-i umûmiyye sikkelerinin üzerlerinde bulunan resim
ve yazıların basıldığı vakitde olduğu gibi bozulmamış olması lâzımdır. Buna birinci derecede
güzel tesmîye olunur ve yazıları okunur derecede bozulmuş olur ise oldukça makbûldür ve ya-
zıları okunmaz ve resimleri fark olunmaz derecede olan meskûkât âdetâ toprak ve taş men-
zilesinde olduğundan hiçbir akça etmez. Hâsıl-ı kelâm alınacak sikkelerin resimleri ve yazıları
birinci derecede güzel olmak iktizâ eder.
229
Osmanlı
Darphâne
Haritaları
Osmanlı Darphâne haritaları hakkında
Bilhan Akçaşar*
En erken tarihli Osmanlı sikkesi devletin kurucusu olan Osman Gâzî nâmına darbedilmiş-
tir. Bu sikke ilk kez İbrahim Artuk tarafından “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Gazi’ye
Ait Sikke [Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920): ‘Birinci Uluslararası Türkiye’nin
Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi’ (11-13 Temmuz 1977) Tebliğleri / Papers Presented to
the ‘First International Congress on the Social and Economic History of Turkey, Ankara 1980,
sayfa: 27-33]” isimli makale ile bilim dünyasına tanıtılmıştır. Tanıtılan sikke İstanbul Arkeoloji
Müzeleri koleksiyonunda yer almaktadır. Osmân Gâzî nâmına darbedilmiş bir diğer sikke ise
Katar Doha Devlet Müzesi’nde 3.848 envanter numerosıyla muhafaza edilmektedir. Bu ikinci
numunenin bir yüzü İbrahim Artuk tarafından neşredilen sikke ile aynıdır. Sikkenin diğer yü-
zünde İbrahim Artuk tarafından neşredilenden farklı olarak “Kelime-i Tevhîd” yer almaktadır.
Her iki sikkenin de üzerinde darpyeri bulunmamaktadır. Bu sebeple sikkelerin nerede darbe-
dildiği bilinememektedir.
Osmanlı Devleti hükümdarlarının ikincisi olan Orhan Gâzî (H. 724-761/M. 1324-1362) dev-
rinde sadece gümüş madeninden sikkeler darbedildiği ve bu sikkelerin bir kısmının üzerin-
de “Bursa” darpyerinin yazıldığı görülmektedir. Bursa, bilinen ilk Osmanlı darphânesinin ku-
smâniyye e cne iyye
rulduğu şehirdir. Bursa darphânesinde Orhan Gâzî’nin devrinden itibâren kesintisiz, Sultan
IV. Murâd’ın saltanatının (H. 1032-1049/M. 1623-1640) sonlarına kadar sikke darbedilmiştir.
Sultan Abdülazîz (H. 1277-1293/M. 1861-1876) ve Sultan V. Mehmed (H. 1327-1336/M. 1909-
1918)’in Bursa seyâhatleri sebebiyle arkayüzlerinde “duribe fî Bursa” ibâreleri bulunan sikke-
ler darbedildiyse de bu sikkeler, o tarihlerde Bursa’da bir darphâne mevcut bulunmadığından
Kostantiniyye (İstanbul) darphânesinde üretilmişlerdir.
sûl-i Mes û â -ı
Osmanlı İmparatorluğu’nun 470 yıl süreyle pây-i tahtı olan Kostantiniyye, bilindiği üzere
Sultan II. Mehmed tarafından Hicrî 857 (M. 1453) senesinde fethedilmiştir. Fetihten sonra
şehirde darbedilen ilk sikke, gümüş madeninde ve Hicrî 865 (M. 1460/1461) senesini taşı-
yan “akçe”dir. Bu akçe fetihten 8 sene sonra darbedilmiştir. Kostantiniyye’de ilk bakır mangır
fetihten 10 sene sonra Hicrî 867 (M. 1462/1463) senesinde, Osmanlı devleti’nin ilk altın sik-
kesi olan “Sultânî” ise fethin 25. sene-i devriyesinde Hicrî 882 (M. 1477/1478) senesinde
darbedilir. Sultan II. Mehmed (Fatih)’den sonra tahta çıkan tüm Osmanlı sultanları nâmına
Kostantiniyye’de sikke kestirilmiştir. Bu sebeple şehir en uzun süre faal olan Osmanlı darp-
hânesine ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son sikkeleri de Kostantiniyye’de
üretilmiştir. Bu sikkeler VI. Mehmed (H. 1336-1341/M. 1918-1922) nâmına; sultanın cülûsu-
nun 5. senesinde (H. 1341/M. 1922) darbedilen altın 500, 250, 100, 50 ve 25 Kuruşluk altın-
lardır.
* Nümismat
232
Osmanlı Devleti’nin üç kıtaya yayılıp imparatorluğa dönüşmesiyle birlikte 100’ün üzerin-
de yeni darphânenin kurulduğu ve bu mahallerde darp faaliyetinin sürdürüldüğü görülmek-
tedir. Kimi darphânelerin sadece bir veya birkaç sultanın devrinde faal olduğu, daha sonra bu
darphânelerin faaliyetine son verildiği; kimi darphânelerin ise Bursa ve Kostantiniyye örnek-
lerinde olduğu gibi, uzun yıllar sikke darp ettiğini günümüze intikal eden sikkelerden öğren-
mekteyiz.
II. Murâd (824-848/848-855): Amasya, Ayâsluk (Selçuk), Bolu, Bursa, Edirne, Engüriyye
(Ankara), Germiyân (Kütahya), Karahisâr (Afyonkarahisar), Kastamonu, Lâdik (Denizli), Novar
(Novo Brdo/Kosova), Serez (Serres/Yunanistan) ve Tire;
II. Mehmed (848/855-886): Amasya, Ayâsluk (Selçuk), Bergama, Bolu, Bursa, Edirne,
Eğirdir, Engüriyye (Ankara), Karahisâr (Afyonkarahisar), Kastamonu, Konya, Kostantiniyye
(İstanbul), Novar (Novo Brdo/Kosova), Serez (Serres/Yunanistan), Tire ve Üsküb (Skobje/Kuzey
Makedonya);
233
Cem Sultan: Bursa;
II. Bâyezîd (886-918): Amasya, Ankara, Bursa, Edirne, Gelibolu, Kastamonu, Konya,
Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Novar (Novo Brdo/Kosova),
Serez (Serres/Yunanistan), Tire, Trabzon ve Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya);
I. Selim (918-926): ‘Âdilcevaz, Amasya, Âmid (Diyarbakır), Ankara, Bitlis, Bursa, Cezâyir
(Medinete Cezâyir/Cezayir), Cezîre (Cizre), Çemişkezek, Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne,
Edirne (İran seferinde Doğu Anadolu’da bu imlâ ile sikkeler darbedilmiştir.), Haleb, Harbırt
(Harput), Hısn (Hasankeyf), Hısınkeyf (Hasankeyf), Hizan, Kahire (Mısır), Kastamonu, Konya,
Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Lârende (Karaman), Mardin,
Mısır, Mûsul (Irak), Müküs (Bahçesaray/Van), Novar (Novo Brdo/Kosova), Ruhâ (Urfa), Serez
(Serres/Yunanistan), Siirt, Şâm (Suriye), Tire ve Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya);
rünen bir ibâredir. Dışarıdan gelen kişilerden alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer al-
mamaktadır.), Bitlis, Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cerbe (Cerba/Tunus), Cezâyir (Medinete
Cezâyir/Cezayir), Cezîre (Cizre), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Erciş, Erzurum, Haleb (Suriye),
Harbırt (Harput), Hasankeyf, Hısn (Hasankeyf), Hille (Hilla/Irak), ‘İmâdiyye (Amadiya/Irak),
Kafsa (Kafsa/Tunus), Kahire (Mısır), Kastamonu, Kayseri, Kevkebân (Kawkaban/Yemen),
Kiğı, Koçâniye (Kuçevo/Sırbistan), Konya, Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/
sûl-i Mes û â -ı
234
II. Selim (974-982): ‘Aden (Aden/Yemen), Amasya, Âmid (Diyarbakır), Ardanuc (Ardanuç),
Bağdâd (Irak), Belgrad (Beograd/Sırbistan), Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete
Cezâyir/Cezayir), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Haleb (Suriye), Kayravân (Tunus), Kevkebân
(Kawkaban/Yemen), Koçâniye (Kuçevo/Sırbistan), Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/
Kuzey Makedonya), Malhaz (Yemen), Mısır, Muha (Yemen), Novaberde (Novo Brdo/
Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Sa‘da (Yemen), Sakız (Chios/Yunanistan), San‘an
(San‘a/Yemen), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siirt, Siroz (Serres/Yunanistan),
Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-Hersek), Şemâhî (Azerbaycan), Ta‘izz (Yemen), Tış Eyyed
(Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiş bir grup mangırın üzerinde görünen bir ibâredir.
Dışarıdan gelen kişilerden alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer almamaktadır.), Tilimsân
(Cezayir), Trablus (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya) ve
Zebid (Zabid/Yemen);
III. Murâd (982-1003): Amasya, Âmid (Diyarbakır), Bağdâd (Irak), Basra (Irak), Belgrad
(Beograd/Sırbistan), Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir),
Demirkapı (Derbent/Rusya), Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Erzurum, Filibe (Plovdiv/
Bulgaristan), Gence (Azerbaycan), Haleb (Suriye), Hısınkeyf (Hasankeyf), İnegöl, Kastamonu,
Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Koçâniye (Kuçevo/Sırbistan), Konya, Kostantiniyye (İstanbul),
Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Manisa, Mısır, Mûsul (Irak), Nahcivân (Nahçıvan/
235
Revân (Erivan/Ermenistan), Ruhâ (Urfa), Sa‘da (Yemen), Sakız (Chios/Yunanistan), San‘a
(San‘a/Yemen), Selânik (Thessaloniki/Yunanistan), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siroz
(Serres/Yunanistan), Sivas, Sofya (Sofia/Bulgaristan), Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-Hersek),
Şemâhî (Azerbaycan), Şirvân (Azerbaycan), Tebrîz (İran), Tış Eyyed (Kostantiniyye darphâne-
sinde darbedilmiş bir grup mangırın üzerinde görünen bir ibâredir. Dışarıdan gelen kişiler-
den alınan vergi için üretilmiştir. Haritada yer almamaktadır.), Tilimsân (Cezayir), Tire, Tokat,
Tûnus (Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya), Van, Yenişehr (Larisa/Yunanistan) ve Zafer
(Yeri tespit edilememiştir. Haritada yoktur.);
I. Ahmed (1012-1026): Âmid (Diyarbakır), Ankara, Bağdâd (Irak), Basra (Irak), Belgrad
(Beograd/Sırbistan), Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Dimaşk
(Şam/Suriye), Edirne, Erzurum, Filibe (Plovdiv/Bulgaristan), Güzelhisâr (Aydın), Haleb (Suriye),
Kara Âmid (Diyarbakır), Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Kıbrıs, Kostantiniyye (İstanbul), Mısır,
Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Sakız (Chios/Yunanistan),
San‘a (San‘a/Yemen), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siroz (Serres/Yunanistan),
Srebrenice (Srebrenitza/Bosna-Hersek), Şirvân (Azerbaycan), Ta‘izz (Yemen), Tilimsân
(Cezayir), Tokat, Trablus (Trablusşam/Lübnan), Trablus (Tarabulus/Libya), Trabzon, Tûnus
(Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya) ve Van;
smâniyye e cne iyye
IV. Murâd (1032-1049): Âmid (Diyarbakır), Ankara, Bağdâd (Irak), Basra (Irak), Belgrad
(Beograd/Sırbistan), Bursa, Cânca (Gümüşhâne), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir),
236
Dimaşk (Şam/Suriye), Edirne, Erzurum, Haleb (Suriye), Kevkebân (Kawkaban/Yemen), Kıbrıs,
Kostantiniyye (İstanbul), Kratova (Kratovo/Kuzey Makedonya), Mısır, Niğbolu (Nikopol/
Bulgaristan), Novaberde (Novo Brdo/Kosova), Ohri (Ohrid/Kuzey Makedonya), Prevadi
(Provadia/Bulgaristan), San‘a (San‘a/Yemen), Saray (Sarajevo/Bosna-Hersek), Selânik
(Thessaloniki/Yunanistan), Sidrekapsi (Siderokausia/Yunanistan), Siroz (Serres/Yunanistan),
Sofya (Sofia/Bulgaristan), Ta‘izz (Yemen), Tire, Tokat, Trablus (Tarabulus/Libya), Trablusgarb
(Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus), Üsküb (Skobje/Kuzey Makedonya), Van ve Yenişehr (Larisa/
Yunanistan);
III. Ahmed (1115-1143): Bağdâd (Irak), Bitlis, Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Cezâyir-i
Garb (Medinete Cezâyir/Cezayir), Gence (Azerbaycan), İslâmbol (İstanbul), Kostantiniyye
(İstanbul), Mısır, Revân (Erivan/Ermenistan), Tebrîz (İran), Tiflis (Gürcistan), Trablus (Tarabulus/
Libya), Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;
237
I. Mahmûd (1143-1168): Bağdâd (Irak), Bitlis, Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Gence
(Azerbaycan), Gümüşhâne, İslâmbol (İstanbul), Kars, Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Tiflis
(Gürcistan), Trablus (Tarabulus/Libya), Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;
III. Mustafa (1171-1187): ‘Ar‘ar (Suudi Arabistan), Bağdâd (Irak), Cezâyir (Medinete Cezâyir/
Cezayir), Haleb (Suriye), İslâmbol (İstanbul), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Trablusgarb
(Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;
II. Mahmûd (1223-1255): Bağdâd (Irak), Cezâyir (Medinete Cezâyir/Cezayir), Edirne, Dârü’l-
Hilâfetü’l-‘Aliyye (İstanbul), Dârü’l-Hilâfetü’s-Seniyye (İstanbul), Kosntaniyye (Kosntaniya/
Cezayir), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır, Midye (Medeye/Cezayir), Trablus (Tarabulus/Libya)
ve Trablusgarb (Tarabulus/Libya), Tûnus (Tunus) ve Van;
238
Abdülazîz (1277-1293): Bursa (Kostantiniyye darphânesinde darbedilmiştir.), Kaşgar
(Sincar Uygur Özelk Bölgesi/Çin), Kostantiniyye (İstanbul), Mısır ve Tûnus (Tunus);
239
Fihrist / Index Beşlik 52, 56, 58, 59, 61, 62, 84, 85, 86, 95, 121, 130,
135, 137, 169, 183, 208, 211, 212, 214, 217,
219, 220, 224, 225, 228
Bilâd-ı selâse 121
Bosna 27, 145, 234, 235, 236, 237
A
Brezilya 176, 177
Abbasî 36 Buğday 46, 93, 96
Abdülfettah Efendi 205 Bursa XV, 15, 19, 20, 22, 162, 199, 232, 233, 234,
Adlî 75, 79, 93, 102, 205 235, 236, 239
Agop Çelebi XV, 200
Ağriboz 185 C
Akal 172 Cebelitarık 168
Alaeddin Paşa 15 Cedîd Adlî 75
Almanya II, III, XII, XVI, 5, 47, 163, 168, 170, 171, Cedîd Rûmî 74, 79, 101
172, 175, 177, 188, 190 Cem'iyyet-i Aliyye-i 15
Altılık 58 Cermenya 170
Amasya 19, 199, 233, 234, 235 Cevdet Paşa II, 55
Amerika II, XII, XVI, 5, 98, 163, 172, 174, 175, 177, Cevdet Tarihi 30, 35, 52, 55, 57, 74
180 Cidde 130, 145, 213
Anadolu III, VI, VIII, IX, XIV, 20, 43, 53, 62, 66, Cihadiyye 208
76, 184, 185, 208, 234
Argus 185 Ç
smâniyye e cne iyye
Arizona 190
Arnavutluk 27 Çelebizâde Asım Tarihi 40
Atîk Adlî 75 Çin 181, 239
Atik Cihâdiyye 94, 97
D
Atik yüzlük 94, 97
Atina I, 183 Danimarka 172, 175, 177
Avustralya 189 Davud 181
Avusturya 5, 65, 98, 99, 172, 174, 175, 177 Defter-i Muktesid IV, V, 72, 183
Ayasluğ 19 Dent Palmer 125
sûl-i Mes û â -ı
246
Evrâk-ı Nakdiyye XII, XVI, 4, 6, 7, 8, 108, 113, 114, İlgâ-i Kavâim 1
116, 120, 121, 124, 130, 131, 132, 137, 212, İngiltere II, III, XII, XVI, 5, 80, 87, 91, 97, 105, 107,
213, 215, 216, 218 142, 156, 160, 163, 164, 165, 166, 168, 177,
188, 191
F İran 36, 234, 235, 236, 237
Fatih 18, 19, 20, 46, 65, 66, 198, 232 İstater 186
İsterlin 5, 91, 92, 156, 164
Fatih Sultan Mehmed Hân-ı Sâni 65
İsveç 172, 175, 177
Felemenk 47, 171, 172, 188
İsviçre IX, 5, 168, 177
Fındık altunu 73, 93
İtalya III, 5, 65, 99, 100, 168, 175, 177, 185, 186
Filipin 174
İzâbe 2, 61, 137, 196, 201, 202, 203, 204
Filori 65, 66, 67, 68
İzmir VIII, 31, 69, 70, 162, 184, 237
Fitil 14
Florans 65 K
Frank 5, 93, 94, 98, 100, 102, 168, 169, 171, 176,
177, 186 Kâime Nizâmnâmesi 142
Fransa II, III, VIII, XII, XVI, 5, 14, 87, 93, 94, 100, Kâl 203
105, 107, 160, 163, 166, 168, 169, 170, 175, Kaliforniya 167, 189
177, 188, 190, 197 Kâni Paşa 142
Fuad Paşa 125, 131 Kâtip Çelebi 15, 28
Kavâim-i Nakdiyye XII, XVII, 1, 143, 217, 220, 221
G Kazaz Artin XV, 57, 62
Kebân 49
Galata III, 48, 116, 121
Kerah 181
247
Londra I, 85, 86, 125, 126, 133, 147, 156, 164, 184, P
187, 189, 190, 197, 204
Paris I, VIII, 93, 128, 133, 162, 204, 213
M Peçevî 24
Pezo 175, 176, 177
Macar 47, 66, 93, 96, 101, 172 Pezota 175, 177
Mahmudiyye 75 Pik 167
Makrizî 182
Piyaster 173
Mâliyye Nezâreti 137, 219, 220, 227
Pulya 43
Malta 168
Manisa 19, 184, 235 R
Mark 5, 170, 171, 175, 177
Mecidiyye 102, 104, 133, 134, 135, 143, 157, 223, Râşid Efendi XV, 31
224, 225, 226, 228 Râşid Târihi 35
Mecmu'a-yı Fünûn 108 Ravzatü’l-Ebrâr 14
Meksika 174, 176, 177 Revan 73, 199
Melek Ahmed Paşa 27 Risâle-i Ken’aniyye 13
Menderes 184 Riyal 27, 28, 35, 40, 94, 97, 98, 210
Meskûkat-ı nakdiyye 5, 8 Romanya 5, 169, 175, 177, 191, 234
Meskûkât İdâresi 15 Rûmî 38, 40, 71, 74, 75, 79, 101, 228
Mevlâna Kara Halil 15 Rupi 166, 167, 176, 177
Mıgırdıç Hânı 124 Rusya 5, 52, 93, 96, 101, 137, 176, 177, 235
Mısır I, 20, 27, 35, 43, 58, 62, 66, 68, 69, 70, 73, 80,
94, 96, 100, 102, 176, 177, 181, 186, 193, 199, S
smâniyye e cne iyye
N Sırbia 169
Sicilya 185
Nafiz Paşa 106 Simkeşhâne 198, 201
Napolyon altunu 93 Siroz 19, 199, 233, 234, 235, 236, 237
Nemse 47 Sol 177
Netâyicü’l-Vuku'at 18 Solakzâde 15
Nevada 190 Soldo 94, 100
Nizâm-ı Cedîd 57 Subhi Tarihi 48, 49
Norveç 172, 175, 177 Sultan Abdülhamid Hân 51
Nuhbetü’t-Tevârih 15 Sultan Ahmed Hân-ı Sâlis 44, 51, 71
Sultan Ahmed Hân-ı Sâni 31
O
Sultan Bayezid 21, 46
Onluk 26, 52, 119, 123, 138, 169, 183, 208, 217, 220 Sultan Bâyezid Hân-ı Sâni 66
Osmaniyye VI, XVI, XVII Sultânî 31, 64, 68, 101, 232
248
Sultan İbrahim 27 V
Sultan Mehmed 18, 19, 24, 27, 65, 198
Sultan Murâd 19, 200 Vâridât İdâre-i Umûmiyesi XV, 1
Sultan Murad-ı Sâlîs 46 Vasıf Tarihi 55
Sultan Mustafa Hân-ı Sâni 66 Venedik 37, 38, 47, 65, 71, 101
Sultan Orhan 10, 15, 46 Venedik dükası 65
Sultan Osman Hân-ı Sâni 25, 74 Venezuela 177
Sultan Osman-ı Sâlîs 51
Sultan Selim-i Sâlis 52
Y
Sultan Süleyman-ı Sâni 30, 47 Yaldız altunu 93, 96
Yazılı Karbon 94, 97, 98
Ş Yazılı Mahmudiye 75
Şa’ir 13, 18 Yemen 130, 137, 145, 213, 218, 219, 220, 234, 235,
Şam 128, 129, 131, 162, 234, 235, 236, 237 236, 237
Şâni-zâde 56 Yemişçi Hasan 24, 25, 27
Şerîfî 66, 70 Yirmilik 47, 52, 75, 95, 102, 119, 123, 130, 135, 138,
Şilin 92, 165, 166, 167, 171, 177 143, 169, 208, 212, 217, 220, 223, 225, 227,
228
T Yirmilik altun 75
Yunan I, 5, 97, 99, 169, 175, 177, 182, 185, 186, 191,
Tacü’t-Tevârih 15 193
Takvîm-i Vekayi' 62 Yüzlük 52, 55, 56, 59, 88, 91, 94, 95, 97, 100, 103,
Talent 181, 186 105, 130, 135, 142, 145, 169, 208, 212, 215,
U
Union-i Latin 5, 169
Ü
Üçlük 60, 85
Üsküdar 48
Üsküp 199
249
CONTENTS
CHAPTER I
Section I / 4
(Numismatics and Coinage – Explanation on Numismatics and Coinage – Types and Subjects)
Cash Money / 4
Accounting of Coinage / 5
Exchange Parities / 6
Paper Money / 6
Section II / 10
(Short History of Ottoman Coinage – Weight and Calibration of Ottoman Coins – Methods of
Strucking Coins in the Ottoman Empire – Metdods of Ottoman Coinage Circulation)
(Short History of Ottoman Coinage – Age of Akça (Akche) / 14
Period of “Guruş” (Grosse) and “Para” / 47
Period of “Metelik” / 56
Period of Gold / 65
Period of Copper / 77
Period of Correction of Calibration (Tashih-i Ayar) / 78
Summary of Declaration / 95
Period of Paper Money / 108
Methods of Strucking Coins / 146
Metdods of Coinage Circulation / 156
CHAPTER II
Section I / 160
(Technical Explanation on Determination of Calibration of Gold and Silver Coinage, and Gold
and Silver Objects)
Section II / 164
(Methodology of Coinage, and Calibration of Coinage of Certain Great Countries: England –
India – France – Germany - America)
Section III / 174
Regulation of Weight and Calibration, Based on 3 Types and Its Application to Real Values of
Coinage of All States
CHAPTER III
Section I / 180
(Historical Development of Gold and Silver as Means of Exchange and Store of Value)
Section II / 188
(Interdependent Worth of Pure Gold and Silver)
Section III / 191
(Explanation on Whether Gold or Silver was First Adopted as Store of Value )
CHAPTER IV
Section I / 196
Some Information on the Invention of the Art of Coinage and Medals
Section II / 198
Internal Description of the Mint and Functions of Its Departments
Copy of the Decree / 208
Declaration on the Coinage / 209
Decision on the Release of Paper Money / 211
Decision on the Abolition of Paper Money / 215
Copy of the Document from Ministry of Finance to the Provinces / 217
Report on the Regulation of Paper Money to be Released / 219
Descriptive Declaration on the Types and Colours of the Paper Money, Released in
Early August 1292 [1876] / 220
Conversion of Revenues and Expenditures of the Central Treasury into Cash, and
Decision on the Abolition of Paper Money / 221
Explanation on the Ottoman Coinage / 223
Report on the Decision about Ottoman Coinage / 226
Amended 6th Article of the Decision on the Ottoman Coinage in accordance with the
Order of the Sultan which Relied on the Conclusion of the Council of Ministers / 227
Description on the Types and Worth of Ancient Coinage / 228
Index/ 246
Introduction
Bülent ARI*
We all praise the pioneering researches and publication of Suleyman Sudi, who
was an intellectual senior bureaucrat and then Director of the Ottoman Imperial Mint.