Download as txt, pdf, or txt
Download as txt, pdf, or txt
You are on page 1of 13

Çeviri: Cihan Ekmekçi

Gözden geçirme: Figen Ergürbüz

Sizinle dil sayesinde konuşuyorum,

çünkü böyle bir yetim var.

Biz insanların sahip olduğu


büyüleyici yeteneklerden biri.

Gerçekten karmaşık düşünceleri


birbirimize aktarabiliyoruz.

Aslında şu an yaptığım şey


nefes verirken

ağzımla sesler çıkarmak.

Bir dizi ton, üfleme


ve tıslama sesi çıkarıyorum

ve bu sesler
havada bir titreşim yaratıyor.

Bu hava titreşimleri de size doğru giderek

kulak zarlarınıza ulaşıyor

ve kulak zarınızdan gelen titreşimleri


beyniniz yorumlayarak

onları düşüncelere çeviriyor.

Öyle umuyorum.

(Kahkahalar)

Umarım öyle oluyordur.

Bu yetenek sayesinde
devasa bir uzay ve zaman boyunca

insan olarak fikir aktarımı yaptık.

Zihinler arası bilgi aktarabiliyoruz.

Şu anda tamamen tuhaf bir fikri


aklınıza sokabilirim.

Şöyle bir şey mesela,

''Kuantum mekaniği üstünde kafa yorarken

kütüphanede vals yapan


bir denizanası hayal edin.''

(Kahkahalar)

Hayatınızda her şey


nispeten yolunda gitmişse

muhtemelen bunu daha önce


düşünmemişsinizdir.

(Kahkahalar)

Ama ben dil aracılığıyla

bunu düşünmenizi sağladım.

Tabii dünyada yalnızca bir değil,

yaklaşık 7.000 konuşulan dil var.

Tüm diller her açıdan


bir diğerinden farklıdır.

Bazı dilerin farklı sesleri varken

bazılarının farklı söz dağarcıkları

ve hatta farklı yapıları var --

çok önemli, farklı yapılar.

Bu da bizi şu soruya getiriyor:

Dil, düşünce şeklimize yön veriyor mu?

Bu çok eski bir soru.

İnsanlar bunun cevabı hakkında


yüz yıllardır çıkarım yapıyorlar.

Kutsal Roma İmparatoru Charlemagne

''İkinci dili bilmek


ikinci ruha sahip olmaktır.'' demişti,

dilin yarattığı gerçeklikle ilgili


güçlü bir ifade.

Diğer yandan Shakespeare,


Juliet'e şunları söyletti:

''İsmin nesi var ki?

İsmi farklı da olsa


gül yine güzel kokardı.''

Bu da dilin belki de
gerçeklik yaratmadığını yansıtıyor.

Bu konu binlerce yıl


tekrar tekrar tartışıldı.

Ancak son zamanlara kadar


soruya net bir cevap verecek
yeterli veri olmamıştı.

Son zamanlarda, dünya üzerindeki


laboratuvarlarımızda

araştırma yapmaya başladık

ve artık bu soru üzerinde çıkarım yapacak


gerçek bilimsel verilerimiz var.

Sevdiğim bazı örnekleri


sizinle paylaşmak istiyorum.

Birlikte çalışma şansı yakaladığım

Avustralyalı bir Aborjin topluluğu mesela.

Kuuk Thaayorre insanları.

Cape York batı kıyısında


Pormpuraaw'da yaşıyorlar.

Bu halkta dikkatimi çeken şey,

kendi dillerinde ''sağ'' ve ''sol''


sözcüklerini kullanmamaları,

bunun yerine her şey için


coğrafi yönleri kullanıyorlar:

Kuzey, Güney, Doğu, Batı.

Her şey derken


gerçekten her şeyi kastediyorum.

Mesela şöyle bir ifade,

''Bacağının güneybatısında
bir karınca var.''

Veya ''bardağını biraz


kuzeydoğuya çeker misin?''

Hatta Kuuk Thaayorre dilinde


''merhaba'' demek bile böyle:

''Hangi yöne gidiyorsun?''

Cevap şöyle olmalı;

''Kuzeydoğu yönünde uzağa.

Peki ya sen?''

Gün içinde yürürken


kendinizi düşünün,

kiminle selamlaşsanız
gittiğiniz yönü söylemeniz lazım.

(Kahkahalar)

Aslında hızlı bir şekilde


yön duygunuzun gelişmesini sağlar.

Çünkü gideceğiniz yönü bilmiyorsanız

''merhaba''nın ötesine geçemezsiniz.

Dil kullanan insanlar


yön algısında çok iyiler.

Yön duyularını, sandığımızdan


çok daha iyi kullanıyorlar.

Biyolojik bir mazeret sebebiyle

insanların diğer yaratıklardan


daha kötü olduğunu sanıyorduk.

''Gagalarımızda veya tüylerimizde


mıknatıslar yok ki...''

Ancak diliniz ve kültürünüz


bunu yapmanız için sizi eğitiyorsa

bunu yapabilirsiniz.

Dünyada yön algısını


çok iyi kullanan insanlar var.

Bunun, bizim alışık olduğumuzdan

ne kadar farklı olduğunu görmeniz için

bir anlığına gözlerinizi kapayın

ve güneydoğuyu gösterin.

(Kahkahalar)

Gözlerinizi kapayın ve gösterin.

Pekâlâ, açabilirsiniz.

Burayı, şurayı, arkayı...


Her yönü göstermişsiniz...

Neresi olduğunu ben de bilmiyorum.

(Kahkahalar)

Pek yardımcı olamadınız.

(Kahkahalar)
Bu salondaki doğruluk oranı
pek yüksek değil diyebiliriz.

Diller arasında inanılmaz bir


bilişsel farklılık var.

Sizin gibi çok seçkin bir grup

doğru yönü bilemezken

farklı bir grupta

5 yaşındaki bir çocuk


doğru yönü gösterebilir.

(Kahkahalar)

İnsanların zaman algısı hakkında da


büyük farklılıklar var.

Büyükbabamın değişik yaşlardaki


resimlerini görüyorsunuz.

İngilizce konuşan birinden


zamana göre ayarlamasını istesem

dizilimi bu şekilde yapardı,

soldan sağa doğru.

Bu aslında yazı yönüyle ilgili.

İbranice veya Arapça konuşuyor olsanız

diğer yönden dizilim yapardınız,

sağdan sola doğru.

Peki bahsettiğim Aborjin halk,

Kuuk Thaayorre bunu nasıl yapardı?

''Sağ'' ve ''sol''
sözcüklerini kullanmıyorlar.

İpucu vereyim.

İnsanları güneye doğru oturttuğumuzda,

zamanı soldan sağa ayarladılar.

Kuzeye doğru oturttuğumuzda

sağdan sola ayarladılar.

Doğuya doğru oturttuğumuzda ise

zaman bedenlerinin önünden geçti.


Burada izledikleri yol ne?

Doğudan batıya, öyle değil mi?

Onlar için zaman


bedenleri üstünde kilitli kalmıyor.

Çevre üstünde kilitli kalıyor.

Örneğin, ben bu yöne bakıyorum,

o hâlde zaman böyle gidiyor

ama bu yöne bakıyorsam


o zaman böyle gidiyor.

Bu yöne baktığımda ise bu şekilde...

Vücudumu her dönderdiğimde


zaman yönünün beni takip etmesi

oldukça ben merkezli.

Kuuk Thaayorre için


zaman çevre üstünde kilitli.

Zaman hakkında düşünmenin


oldukça farklı bir yolu.

İşte zekice düşünülmüş başka bir yöntem.

Burada kaç tane penguen olduğunu sorsam

cevabı nasıl bulduğunuzu


çok iyi buluyorum.

''Bir, iki, üç, dört...''


diye saymaya başlıyorsunuz.

Onları sayıyorsunuz.

Her biri için bir rakamınız var

ve söylediğiniz son rakam


penguenlerin sayısı.

Bu bize çocukken öğretilen bir yöntem.

Sayı listesini öğrenip


nasıl uygulayacağımızı görüyoruz.

Bu, dilbilimsel bir yöntem.

Bazı dillerde bu yapılmıyor,

çünkü bazı dillerde


tam sayı sözcükleri yok.

''Yedi, sekiz'' gibi sözcüklerin


olmadığı diller var.

Bu dilleri konuşan insanlar sayı saymıyor

ve bir şeyin tam miktarını


takip etmede zorluk yaşıyorlar.

Örneğin buradaki penguen sayısıyla

ördek sayısını eşleştirmenizi istesem

bunu sayarak yapardınız.

Bu dil yöntemine sahip olmayan insanlar


bunu yapamayacaklardır.

Diller ayrıca renk spektrumu


konusunda da farklılık gösteriyor.

Yani görsel dünya.

Bazı dillerde renkler için


çok fazla kelime var,

bazılarında birkaç tane,


''koyu'' ve ''açık'' gibi.

Diller, renkler arasında


sınır koyarken de farklılaşıyor.

Örneğin İngilizcede
mavi için bir kelimemiz var

ve bu kelime ekranda gördüğünüz


tüm renkleri kapsıyor,

diğer yandan Rusçada tek bir kelime yok.

Rusçada bu renk için


farklı ifadeler sözkonusu,

''goluboy'' dedikleri açık mavi

ve ''siniy'' dedikleri koyu mavi.

Yani Ruslar hayatları boyunca

bu iki rengi ayırmayı öğreniyorlar.

Bu renkleri algılarıyla ayırmaları için


insanları test ettiğimizde,

Rusların bu dilbilimsel sınırları

çok daha hızlı belirlediklerini görüyoruz.

Açık ve koyu mavi arasındaki farkı


çok daha hızlı görüyorlar.

İnsanlar renklere bakarken


onların beyinlerini incelediğinizde,

nasıl renkleri yavaş yavaş


açıktan koyuya doğru düşünürsünüz,

açık ve koyu mavi için farklı kelimeler


kullanan insanların beyni de

renkler açıktan koyuya doğru giderken


şaşırtıcı bir tepki veriyor,

kategorisel olarak bir şey değişmiş gibi,

örneğin İngilizce konuşanların beyinleri

bu tür bir kategorisel ayırım yapmıyor,

bu tepkiyi de vermiyor,

çünkü kategorisel olarak


değişen bir şey yok.

Dillerde her tür yapısal özellik var.

Bu, en sevdiklerimden biri.

Çoğu dilde dilbilimsel cinsiyet var;

her ismin bir cinsiyeti var,


genellikle eril ve dişil.

Bu cinsiyetler
dillerde farklılık gösteriyor.

Örneğin güneş Almancada dişil


ama İspanyolcada eril,

ay ise bunun tam tersi.

Acaba bu insanların
düşünme şeklini etkiliyor mu?

Almanca konuşanlar güneşi


daha feminen hayal ederken

ayı daha maskulen mi hayal ediyorlar?

Cevap şu ki aynen öyle.

Almanca ve İspanyolca konuşanlardan


bir köprü tarif etmeleri istesek

buradaki gibi bir tane,

köprü Almancada dişil bir sözcük


İspanyolcada ise eril.

Almanca konuşanlar muhtemelen


''güzel'' ve ''şık'' diye tarif ederler,

ve benzeri basmakalıp feminen sözcüklerle.

İspanyolca konuşanlar ise

''dayanıklı'' ve ''uzun'' gibi

maskulen sözcükleri kullanır.

(Kahkahalar)

Olayları tarif ederken de


diller farklılık gösteriyor.

Bu kaza gibi bir olayı ele alalım.

İngilizcede ''Vazoyu kırdı.''


diyebilirsiniz.

İspanyolca gibi bir dilde ise

muhtemelen ''Vazo kırıldı''


demeniz gerekir

veya ''Vazo kendiliğinden kırıldı.''

Eğer bu bir kazaysa


birisi yaptı diye söylemezsiniz.

İngilizcede ''Kolumu kırdım.''


gibi bir cümle kurmak da

aslında oldukça tuhaf.

Pek çok dilde,

kendi kolunuzu kırmaya çalışan

ve bunu başaran bir çılgın değilseniz

(Kahkahalar)

bu yapıyı kullanmazsınız.

Eğer bir kazaysa


başka bir yapı kullanırsınız.

Bunun da bazı sonuçları var.

Farklı diller konuşan insanlar


farklı şeylere dikkat verirler,

bu da kullandıkları dilin
gereksinimlerine göre değişir.
Aynı kazayı İngilizce ve İspanyolca
konuşanlara gösteriyoruz,

İngilizce konuşanlar
kimin yaptığını hatırlıyor,

çünkü İngilizcede
''O yaptı, Vazoyu o kırdı.'' diyoruz.

İspanyolca konuşlar ise


eylemin kaza olduğu durumlarda

yapanı hatırlamıyor,

yine de bunun bir kaza olduğunu


daha iyi hatırlıyorlar.

Eylemin arkasındaki niyeti


daha iyi hatırlıyorlar.

Yani iki insan aynı olayı seyredip

aynı suça tanık olduğunda

bu olayla ilgili
farklı şeyler hatırlayabilirler.

Görgü tanıklığında
bunun olası sonuçları oluyor tabii.

Suç ve ceza konusunda da


olası sonuçları var.

İngilizce konuşan bir gruba

size gösterdiğim vazo örneğini gösterip

''Vazo kırıldı'' yerine


''Vazoyu kırdı'' dersem

buna bizzat tanık olduğunuz hâlde

videoyu izleyip

vazonun başına geleni gördüğünüz hâlde

birini cezalandırma
ihtimaliniz daha fazla,

''Vazo kırıldı'' yerine


''Vazoyu kırdı'' dediğim zaman

birini suçlamaya meyilli olursunuz.

Dil, olayların muhakemesini yapma


yetimize yön veriyor.

Dilin düşünce şeklimizi


nasıl biçimlendirdiğine dair
sizinle birkaç örnek paylaştım

ve bunu çeşitli yollarla yapıyor.

Yani dilin büyük etkileri olabilir,

uzay ve zaman örneğindeki gibi,

insanlar uzay ve zamanı

birbirlerinden çok daha farklı


açılarda gösteriyorlar.

Dilin çok derin etkileri de olabilir,

sayı örneğinde bunu gördük.

Dilinizde sayma sözcüklerinin olması,

rakamların olması,

adeta matematiğe açılan kapı.

Eğer sayı saymazsanız, matematik de olmaz,

böyle bir salonu organize edip

bu yayını gerçekleştirmeyi gerektiren

hiçbir şeyi yapamazsınız.

Sayıların varlığı, bilişsel dünyaya açılan

bir sıçrama tahtası sunuyor.

Dil, çok erken gelişen


etkilere de neden oluyor,

renk örneğinde gördüğümüz gibi.

Bunlar basit, algısal kararlar.

Bu şekilde binlerce karar veriyoruz

ama yine de dil olaya müdahele olarak

verdiğimiz küçük kararları bile etkiliyor.

Çok geniş çapta etkileri de var.

Bu dilbilimsel cinsiyet saçma görünse de

tüm isimlere uygulanan bir kural.

Yani bir isimle tarif edeceğiniz her şeyi

nasıl düşüneceğinize yön verebilir.


Bu gerçekten çok şey.

Son olarak da
üzerimize yük olan bir konuda

dilin nasıl etki yaptığını gördük,

suç, ceza ve görgü tanığı konuları gibi.

Bunlar günlük hayatımızdaki önemli şeyler.

Dilbilimsel çeşitliliğin güzel yanı şu,

insan aklının ne kadar maharetli


ve esnek olduğunu gösteriyor.

İnsan aklı bir değil,


7.000 bilişsel dünya yarattı,

dünyada 7.000 konuşulan dil var.

Daha fazlasını da yaratabiliriz.

Diller yaşayan şeyler,

ihtiyaçlarımıza göre
değiştirebileceğimiz şeyler.

İşin kötü yanı biz bu çeşitliliğin


büyük kısmını kaybediyoruz,

hem de sürekli.

Haftada yaklaşık bir dil kaybediyoruz

ve tahminlere göre,

önümüzdeki yüz yıl içinde


dünya dillerinin yarısı yok olacak.

Daha da kötüsü,

insan aklı ve beyni hakkında


bildiğimiz her şey

genellikle üniversitelerdeki
İngilizce konuşan Amerikalı öğrencilerin

çalışmaları üzerine kurulu.

Bu da neredeyse tüm insanları


hariç tutuyor.

Yani insan aklı hakkında bildiklerimiz


inanılmaz düzeyde kısıtlı ve yanlı,

bilimin çok daha iyisini yapması lazım.

Sizi son bir düşünceyle


bırakmak istiyorum.

Değişik diller konuşan insanların


nasıl farklı düşündüklerini anlattım,

ama tabii bu konu başka yerdeki


insanların nasıl düşündüğü hakkında değil.

Sizin nasıl düşündüğünüz hakkında.

Konuştuğunuz dilin sizin düşüncelerinizi


nasıl şekillendirdiği hakkında.

Bu da size
şu soruyu sorma fırsatını veriyor:

''Niçin böyle düşünüyorum?''

''Nasıl daha farklı düşünebilirim?''

Ayrıca,

''Nasıl düşünceler yaratmak istiyorum?''

Çok teşekkür ederim.

(Alkışlar)

You might also like