File

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 61

Gustav Jahoda – Sosyal Psikolojinin Tarihi, İş Bankası Yayınları.

2021
- Sosyal psikolojiyle ilgili konular, bireyler arasındaki ve bireylerle toplumları ya da
kültürleri arasındaki ilişkilerle ilgilenir, bu ilişkileri hem eşzamanlı olarak hem de
tarihsel gelişimleri içinde ele alır.
- İlgi alanına giren konuların pek çoğu klasik ilkçağdan bugüne kadar tartışılmaktadır.
- Sosyoloji ile sosyal psikoloji arasındaki ayrım çok geç ortaya çıkmıştır, bugün bile
aralarında epeyce bir ortaklık bulunmaktadır.
- Aydınlanma – bilimsel devrim * insanları hem doğal hem de sosyal dünyanın bir
parçası olarak görmeyi olanaklı kıldı. İnsanlar arasındaki sosyal ilişkilerin bilimsell
değilse bile sistematik bir biçimde açıklanması için o tarihten günümüze kadar pek
çok girişim yapılmıştır.
- 18. Yy. avrupasında insan gelişiminin sürekliliğine inanılıyordu. Fransa’da insan
doğasını e toplumun gelişimini daha iyi anlamaya hizmet edecek deneysel bir yöntem
arayışı dikkat çekiyordu. Almanya Fransa Britanya 19. Yy ilk yarısında büyük
kuramlara yöneldi. 19. Yy sona ererken sosyal psikoloji kendi başına kimlik edinerek
bu adla anılmaya başlandığında, disiplinin ağırlık merkezi de ABD’ye kaymaya
başladı.
Aronson – Wilson * Akert
- Temelinde sosyal etki fenomeni vardır. Sosyal etki – diğer insanların
söylediklerinin eylemlerinin ya da yalnızca varlıklarının, düşüncelerimiz
duygularımız tutum ya da davranışlarımız üzerinde yarattığı etkidir.
- Doğrudan ikna * doğrudan etkidir. Etkinin kapsamı bununla sınırlı değildir, sosyal
etki davranışın ötesine geçer – görünür davranışlarımızın ötesinde düşünce ve
duygularımızı da içine alır. Bilinçli ikna çabalarından daha başka birçok biçimde
de olabilir. Yalnızca bir başkasının varlığı bizi etkileyebilir. Bunların dışında
hepimiz sosyal ve kültürel bir bağlam içinde yaşarız.
- Düşünce ve duygularımızın neden ve nasıl, toplumsal çevrenin bütünü
tarafından şekillendirildiği konusu sosyal psikolojinin konusudur.
- Sosyal psikoloji insanların düşünce, duygu ve davranışlarının başka
insanların gerçek ya da hayal edilmiş varlıkları tarafından nasıl etkilendiği
üzerine bilimsel bir çalışma olarak tanımlanabilir.
- Çeşitli etkilerin birbirleriyle çatışması durumunda bireyin zihninde olup bitenler de
sosyal psikologların ilgilendiği konular arasındadır.
- Antropologlar ve sosyologlar da insanların toplumsal çevrelerinden nasıl
etkilendiği konusuyla ilgilenir. Sosyal psikoloji toplumsal durumları herhangi
nesnel bir açıdan değil, öncelikle insanların sosyal çevrelerini değerlendirmeleri ya
da yorumlamaları sonucunda bu çevreden nasıl etkilendikleri konusuna
eğilmesiyle farklılık gösterir.
Sosyoloji ne yapar? Sosyoloji, bizim neden olduğumuz gibi olduğumuz ve neden
davranıyor olduğumuz gibi davrandığımız hakkında, çok daha geniş bir bakış acısını
benimsememiz gerektiğini ortaya koymaktadır. Bize, doğal, kaçınılmaz, iyi ya da
doğru diye gördüklerimizin böyle olmayabileceklerini ve yaşamımızın “verilerinin”
tarihsel ve toplumsal güçler tarafından büyük ölçüde belirlendiklerini öğretir. Bireysel
yaşamlarımınız, toplumsal yaşantılarımızın bağlamlarını yansıttığı o ince, ancak
karmaşık ve esaslı yolları anlamak, sosyolojik bakış acısı için temeldir.
“insan dünyasına ilişkin ilk ve en önde gelen bir düşünce biçimidir; çünkü insanlar,
aslında, aynı dünyayı farklı yöntemlerle de düşünebilir.”
Sosyolojik bulgulara hammadde sağlayan deneyimlerin tümü, yani sosyolojik bilginin
yapısını oluşturan şeyler, sıradan insanların günlük yaşam deneyimleridir. Bunlar
prensipte herkesin her zaman erişebileceği deneyimlerdir. İnsanlarla birlikte
yaşamamız için çok fazla bilgiye gereksinimimiz vardır ve bu bilginin adı sağduyudur.
Kendi özel yaşam deneyimimizi başkalarının kaderiyle karşılaştırma fırsatını,
bireydeki toplumsalı, özeldeki geneli görme olanağı ise daha seyrek kullanırız ve
sosyologlar bunu bizim için yapar.
Sosyal psikologlar – çözümleme düzeyinde farklılık vardır.
Sosyal psikoloji psikolojinin bir dalıdır ve temelinde bireylerin içsel psikolojik süreçler
üzerinde yoğunlaşarak incelenmesi yarar. Çözümleme düzeyi, toplumsal bir durum
bağlamındaki bireydir. Toplumsal durum ise sosyolojinin konusuna girer. Toplumsal
kurumlar, sosyal yapı vb sosyolojinin konusudur. Örneğin saldırganlık konusu, sosyoloji
neden belirli bir toplumun ya da grubun üyelerinde farklı düzeylerde saldırganlık
vardır? Toplumsal değişimlere saldırgan davranıştaki değişimler arasında bir ilişki var
mıdır? Nedir?
Sosyal psikolojinin amacı ise insan doğasının, sosyal sınıf ya da kültür fark etmeksizin,
herkesi sosyal etkiye açık kılan evrensel özelliklerini belirlemektir.
sosyal dünyanın kendi nesnel özelliklerinden çok, insanların bu dünyayı nasıl algıladığı,
anladığı ve yorumladığını kavramaya çalışırlar. Deneye dayalı bir bilimdir.
- Sağduyuya dayalı açıklamalarla yetindiğimiz sürece geçmiş olaylar hakkında fazla
bir şey öğrenemeyiz.
- Sosyal psikoloji bilimsel bir araştırma yürütür, önce * şu ya da bu sonucu verecek
belirli durumlar hakkında hipotez adı verilen bilgiye dayalı tahminler yürütür.
Sosyal psikolog toplumsal dünyanın doğası üzerine hipotezlerini, deneyler yoluyla
sınar. Bu hipotezleri test edebilecek iyi kontrol edilen deneyler tasarlar.
Sosyal psikoloji ile kişilik psikolojisi karşılaştırması – sosyal davranışları açıklamaya
çalışan kişilik psikolojları genellikle bireysel farklılıklar, kişileri birbirinden ayırt eden
özellikler üzerine yoğunlaşırlar. Açıklamaları insan davranışına yönelik anlayışımızı
güçlendirir ama sosyal psikologlar davranışları öncelikle kişilik etmenleri üzerinden
açıklamanın sosyal etkinin oynadığı rolü es geçtiğine inanırlar.
Bir durumla ilgili önemli bilgilerin eksikliğinde, birisinin karmaşık bir durumdaki
davranışlarını anlamaya çalışırken çoğu insanın bu davranışı bireyin kişiliğine bağlaması söz
konusudur. Oysa kişinin içinde bulunduğu durum, sosyal psikologlar açısından son derece
önemlidir. Bu durum insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler üzerinde büyük bir etkiye
sahiptir.
Kısaca – sosyal psikoloji çoğu insan tarafından paylaşılan ve onları sosyal etkiye açık
kılan psikolojik süreçlere odaklanır.
Barlas Tolan Galip İsen Veysel Batmaz * Sosyal Psikoloji –
Bireylerin grup içi ve çevreye yönelik davranışlarını açıklamakta tek başlarına yetersiz
kalan psikoloji ve sosyolojinin melezleştirilmiş bir biçimi olarak ortaya çıkmıştır.
Bireyin grupsal davranışına toplumsal bir çerçeve çizmeyi ve sosyolojik bir bakış açısı
getirmeyi amaçlamaktadır.
Bireyin psikolojisi mi toplumsal davranışlarını açıklamakta yoksa toplumsal düzenleme
ve yapılar mı bireyin psikolojisini biçimlendirmekte?
Artık toplumsal ve psikolojik biçimlenmelerin birbirini karşılıklı ve çoğu kez aynı anda
etkileyerek insan davranışlarını ortaya çıkardıkları varsayılmaktadır. Sosyal psikoloji
de bu varsayımların en çok sınandığı disiplinlerden biridir.
1908 yılında aynı anda yayınlanan William McDougall ve E.A. Ross un kitapları *
mcdougall toplumsal davranışı oluşmasını içgüdülere bağlıyor (psikolog ) Ross ise
sosyolog – taklit davranışlarının toplumsal eylemlerde temel bir rol oynadığını ileri
sürüyor.
1930lara kadar çok ilerleme kaydedilmedi – II. Dünya savaşı öncesi ve sırasında abd de
olgunlaşmaya başladı – askerler bir laboratuvar olarak kullanıldı ve sosyal psikolojinin
ilk bulguları sağlandı.
Sosyal etkinin gücü –
Hepimiz insan davranışlarını kişilikleri açısından açıklamaya çalışırız. Bu engel, kendi
davranışlarımızı ve başkalarının davranışlarını bütünüyle ayırıcı kişilik özellikleri
çerçevesinde tanımlama ve bu şekilde sosyal etkinin gücünü göz ardı etme eğilimi gösteriririz.
Buna temel yükleme hatası denir.
Sosyal etkinin gücünü hafife aldığımızda yanıltıcı bir güvenlik duygusuna kapılırız.
Kurbanlara kusurlu insanlar deyip geçmek hem kolaydır hem de garip şekilde
rahatlatıcıdır. Böylece aynı şeylerin bizim başımıza gelmeyeceğini varsayarız. Bu durum
sosyal psikolojik süreçlerin daha az farkında olmamız, olası zararları sosyal etkilere
karşı daha savunmasız kalmamıza neden olacaktır. Ayrıca karmaşık durumları aşırı
basitleştirme eğilimi sergileriz, böylece insan davranışlarının büyük bir bölümünün
nedenlerine yönelik analizimiz ya da anlayışımız zayıflar.
Bir oyun oynanıyor adı borsa olduğunda yaklaşık 3te2si rekabetçi bir tepki veriyor
oyunun adı ortaklık oyunu olduğunda üçte biri rekabetçi tepki veriyor. Oyunun adı
oyunculara nasıl davranması gerektiği konusunda güçlü bir mesaj veriyor. Oyunun adı
ne tür bir davranışın uygun olduğuna dair güçlü sosyal normlar iletiyor. Sosyal durum
kişilik arası farklılıkları gölgede bırakabilir.
Sosyal Durumun Öznelliği
Sosyal durum dediğimizde tam olarak neyi kast ettiğimiz belli değildir.
• Davranışçılık: İnsan davranışlarını anlamak için çevredeki pekiştirici özelliklere,
yani çevredeki olumlu ve olumsuz olayların belirli davranışlarla nasıl
bağdaştırıldığına bakmanın yeterli olduğunu savunan psikoloji okulu
• John Watson, Burhuss Frederic Skinner – davranışların ödül ve ceza
incelemesi yoluyla anlaşılacağını savunurlar.
• Örneğin köpekler çağrıldığında gelirler çünkü komuta uyduklarında pozitif
pekiştiricinin yani ödül olarak yemek ya da okşama olacağını öğrenmişlerdir,
• Biliş, düşünme ve duygu üzerinde durmazlar çünkü bu kavramların çok
muğlak ve zihinsel olduklarını gözlemlenebilir davranışla aralarında
yeterli bağlantı bulamazlar.
• Ancak insanın toplumsal deneyimlerinin temelinde yatan biliş düşünme ve
duyguyu ele almadığı için davranışçılık sosyal dünyanın tam olarak
anlaşılmasında yetersiz kalır. Gözlemlerimizi bir durumun fiziksel
özellikleriyle sınırlı tutarak sosyal davranışları tam olarak anlayamayız.

• Gestalt psikolojisi (Geştalt psikolojisi şeklinde okunur)
veya gestaltizm (Almanca’da şekil ve form anlamlarına gelmektedir), bilişsel süreçler
içerisinde özellikle algı ve algısal örgütlenme konularında yoğunlaşmış psikoloji teorisidir.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Almanya'da ortaya çıkmıştır. Gestalt psikolojisi kaotik
görünen bir dünyada anlamlı bir algıya sahip olmamızın temelde hangi kanunlara
dayandığını anlamaya çalışır. Gestalt psikolojisinin ana prensibi zihnin kendi kendisini
algıladığı şeylerde bir bütün görmeye organize etmesidir.
• Bu prensip şu düşünce üzerine kuruludur: İnsan zihni (algı sistemi), gerçekliğin kendisinin
onu oluşturan parçalardan bağımsız bir bütünlüğe sahip olduğu algısını oluşturur. Gestalt
psikoloğu Kurt Koffka’nın bu konudaki ünlü söylemi şu şekildedir: “Bütün kendisini
oluşturan parçaların bir araya gelmesinden farklı bir şeydir.”[1]
Bütün bağımsız bir varoluşa sahiptir.

• Gestalt psikolojisi: Nesnenin nesnel, fiziksel niteliklerinden çok, insan zihnindeki


öznel görünümünü incelemenin önemini vurgulayan psikoloji okulu
• Sosyal durumu anlamlandırma ve yorumlamaya vurgu
• Bütün, kendisini oluşturan parçaların toplamı değil, nesnenin algılayana
nasıl göründüğü, nesnenin görüngüsüne odaklanmak gerekmektedir.
• Algılamayı insan beyninin doğası gereği sahip olduğu örgütleme
eğiliminin bir ürünü sayarlar. Algılama basite doğru bir yöneliş içindedir.
Örn. Simetrik biçimler asimetrik nesnelerden, mekan ve anlam olarak
yakın nesneler uzak olanlardan daha basit figür zemin ilişkileri
yarattıklarından daha kolaylıkla algılanır.
• Parçaların bir figür zemin bağlantısı içinde bütüne dönüşerek algılanması
da bu örgütlülük eğiliminin bir sonucudur.
Kurt Lewin, Kurt lewin alman Yahudi kökenli bi prof. Nazi almanyasındaki Yahudi
karşıtı nefreti yaşıyor, ön yargı ve etnik stereotipleştirme üzerine çalışıyor – gestaltı
nesnelerin algısından öteye taşıyor, sosyal algıya taşıyor, insanların diğer insanları,
onların niyetlerini, güdülerini ve davranışlarını nasıl algıladığına uygulamıştır.
• Gestalt ilkeleri (yakınlık, benzerlik, tamamlama, simetri, ortak
kader, devamlılık)
Yorumlamaların Kaynağı: Temel İnsan Güdüleri
İnsanlar karmaşık organizmalar ve bir andaki düşünce ve davranışlarımızın altında
çeşitli kesişen güdülerimiz var. Kendimiz hakkında iyi şeyler hissetme gereksinimi ve
doğru olma gereksinimi. Bu güdüler bizi aynı yöne doğru ittiği zamanlar var ancak çoğu
zaman zıt yönlere doğru çekiştirirler ve böyle zamanlarda dünyayı doğru algılamak için
budalaca davrandığımızı kabullenmemiz gerekir.
Özsaygı : herkes kendi özsaygısını yüksekte tutmak, yani kendisini iyi yeterli ve saygın biri
olarak görmek ister. İnsanların dünyayı görme biçimlerinde kendi hakkında olumlu bir
imgeye sahip olma vardır. Kendimizi iyi hissetmek için dünyayı çarpıtarak sunmak ve olduğu
gibi yani doğru bir şekilde sunmak arasında seçim yapmamız gerekmektedir Kişiler genelde
geçmişteki davranışlarını mazur gösterme eğilimi sergilerler. Bunlar için doğruları
çarpıtmaktalardır. Bu da deneyimlerimizden bir şeyler öğrenme olasılığını azaltacaktır.
Sosyal Biliş Yaklaşımı: Her ne kdar insanlar kendilerini daha olumlu görmek isteseler de
gerçekliği tümüyle çarpıtamazlar. Hayal dünyasına bütünüyle uyum sağlayamaz. insanların
dünya hakkında nasıl düşündüğünü hesaba katan bilişsel yaklaşım. Bu yaklaşıma göre
insanlar sosyal dünyayı anlamak ve öngörmek için elinden gelenin en iyisini yaparlar.
Dünyayı doğru görme gereksiniminden doğar ancak bu her zaman mümkün değildir. Doğru
yargıya varmak için gerekli veriler elimizde yoktur. Vereceğimiz her bir kararla ilgili bütün
verileri önceden toplamanın bir yolu olsa bile buna ne enerjimiz ne de zamanımız yeterdi.
Sosyal dünyaya ilişkin beklentiler: sosyal dünyayla ilgili beklentilerimiz onu doğru
algılamamızı engelleyebilir. Sosyal dünyanın doğasını bile değiştirebilir.
Kendini doğrulayan kehanet.
Sosyal dünyayı elimizden geldiğince doğru algılamaya çalıştığımızda bile bir çok açıdan
yanılabiliriz yanlış izlenimlere kapılabiliriz.
Diğer güdüler: kendini olumlama ve dünyayı doğru okuma en temel güdülerden ancak başka
güdüler de vardır. Açlık susuzluk gibi biyoloyik dürtüler, hayatta kalma gibi dürtüerin yanı
sıra korku, sevgi, iyilik vaadi ya da sosyal değiş-tokuş içeren ödüller de bizi güdüleyebilir.
Çevre üzerinde kontrol sağlama en önemli gereksinimlerimizdendir.
Gustav Jahoda – Sosyal Psikolojinin Tarihi, İş Bankası Yayınları. 2021
Tarihi ---
İlk kez İtalyan felsefeci, gazeteci ve politikacı olan Carlo Cattanea (1801-1869)
kullanmıştır. 1864 de yazılan bir makalenin başlığıdır. Bireyler arası etkileşim ancak bu
makale yerel bir dergide olduğu için ismin yaygınlaşmasına ne kadar katkı sağladığını
bilmek mümkün değil
Gustav Adolf Lindner (1828-1887) kitap yazıyor, ikinci kısmın adı sosyal psikolojinin
temelleri-
“sosyal psikolojinin görevi, bireylerin karşılıklı psişik etkilerine bağlı olguların
açıklanması ve tanımlanmasıdır; toplumun kalanının zihinsel yaşamı da toptan bu
olguya bağlıdır. İçinde yaşayan bireylerden soyutlandığında toplum hiçbir anlam
taşımaz…toplumun zihinsel yaşamı da üyelerin bireysel bilinçşeri kapsamında olup
bitenlerden başka bir şey olamaz…sosyal psikoloji bireysel psikolojiden farklı bir
alandadır, konusunu oluşturan ortak psikolojik etkilerin ancak toplum içinde
gözlemlenebilir olmasından kaynaklanır. Toplumun koşulları, elbette, her bireyin
bilincine yansır.
Bireylerin kendilerine ait olduğunu hayal etmekten hoşlandıkları uygulamaların
alışkanlıkların inançların ifade biçimlerinin çoğu toplumun kanaatlerinden ya da
ilkelerinden türetilmiştir….toplumsal bilinç, toplumun bireylerinde, onların
etkileşimlerinin bir sonucu olarak ortaklaşan bir zihniyet durumundan oluşur.
19. yy yaklaşık son on yılında pek çok psikolog evrim kuramının etkisi altına girmişti.
Psikolojik sosyal psikoloji ve sosyolojik sosyal psikoloji - erken dönemde bu iki uyarlama
arasında çok bir fark ya da keskin ayrım bulunmuyor

James Mark Baldwin – Britanyanın ilk psikoloji laboratuvarını kurdu ancak felsefe bölümüne
atandığı için burada devam etmedi, Princeton a gitti.
Spencer’ın hem toplumsal hem de doğal çevreye “uyum sağlama” kavramını benimsedi,

● Evrimci düşünceyi benimseyen bir sosyologdur. Darwin’in “Uyum sağlayan yaşar.”


görüşünün benzerini insan toplumlarına uyarlamıştır. O, serbest rekabetin önünün açılması
gerektiğini iddia etmiştir çünkü bu durumda insanlar, yeteneklerine en uygun yeri bulacaktır.
Ancak böyle bir iddia, çalışanları düşük ücret ve kitleleri de yoksulluk düzeyinde tutmak
isteyenlerin işine yarayacaktır. Üstelik bu durum ayrımcılığı, doğal yasaların gereği olarak
ortaya koymaktadır
• Spencer’in sosyolojiye katkısı iki şekilde olmuştur: Birincisi, parçaların birbiriyle ilişkili
olduğu bir organizma (sistem) olarak toplumu incelemesidir. Ona göre toplum,
bireylerin toplamı değildir. Toplum, parçalar ile bütün arasındaki iş birliğiyle
karakterize edilen bir yapı ve canlı organizmadır.
Spencer’in sosyolojiye ikinci katkısı, toplumsal evrim teorisini geliştirmesidir. O, toplumun
organizmalar gibi geliştiğini iddia etmiştir. Toplumlar, Spencer’e göre basitten karmaşığa doğru
gitmektedir
bireysel ve toplumsal gelişimin evrimci biyopsikolojisini tartışmış, yeni bir deneysel yaklaşım
da geliştirmiştir. Amacı – çocukların boş duyumlardan zevk ya da acı duygularından oluşan
en erken dönemlerinden başlayarak, sosyal ve düşünen bir kişi haline gelmelerine kadar
yaşadıkları gelişimi betimlemek. Çocukların bireysel gelişim evreleriyle insanlığın küresel
olarak yaşadığı daha genel tarihsel değişim evreleri arasında bir koşutluk olduğunu gösterme
de isiyordu
“beyinsel gelişim sonucunda organizma olgunlaştığında, aktif olanı yeni uyumlarla
genişlediğinden projelerden ve derin düşüncelerden tatmin olmamaya başlar ve kendi taklit ile
uğraşını başlatır. Ve elbette kişileri taklit eder. Kişilerle olan karşılıklı ilişkileri sayesinde
insanlar onun için ilginç nesnelere, mutluluk ve keder kaynaklarına, belirsiz öğelere
dönüşürler” * bu basit taklittir, kalıcı taklit ise kişinin öznel benliğinin ortaya çıkmasıyla,
çaba harcanıp iradeyle üretilir, farklı öznel benlikler olduğu fark edilir. Yani ego ve alter
toplumsaldır, her biri en küçük toplumsal birim olan bireydir, her biri taklide dayalı birer
yaratımdır. Taklit – bir içgüdü, ırkın bir alışkanlığı sonucuna ulaşılır. Bir de telkinden
bahseder --- aslında evcilik gibi oyunlar toplumsal rollerin toplumsallaşma süreçlerinin birer
parçası…
İnsanların kendi özgül benliklerine ait olduklarını düşündükleri niteliklerin çoğunun aslında
toplumsal ürünler olduklarını göstermeye çalışır – a study in social psychology 1897 (alt
başlık)
“nitelikleri önce kendi toplumsal çevremde buldum, benim toplumsal ve taklide dayalı
mizacım yüzünden sanki benim için geçerliymişler gibi hareket etmeye çalışarak onları
kendime mal ettim ve benim için geçerli olduklrını keşfettim …. “insan bir toplumsal
birimden çok bir toplumsal üründür” --- comte ve spencer ı eleştirir * bireyle toplumu
bağımsız varlıklar saydıkları için
Alışkanlıklar – yeni durumlara uyum sağlamak için verilen tepkiler ve yeni fikirlerin
benimsenmesinin büyük ölçüde toplumsal örneklerin taklit edilmesi – kültürel geleneklerin
gelişimi ve değiştirilmesi için gerekli.
Toplumsal ve biyolojik kalıtım arasında ilkinin ikincisini tamamladığı bir koşutluk var *
ancak farklılıklar da mevcut * öğrenme kapasitesi organizmaların ayrılmaz bir parçası *
George Herbert Mead (1863-1931) – felsefe ve psikoloji eğitimi aldı, Smith tarafsız gözlemci
* daha önceleri zihin üzerine odaklanan psikoloji bu dönemlerde davranış üzerine
odaklanmaya başladı ve bugün de bu özelliğini devam ettiriyor.
Sosyal psikoloji adı altında dersler verdi – öldükten sonra kitabbı yayınlandı * fizyoloji
eğitimi sayesinde insanların biyolojik organizmalar olduğunu asla unutmamış ancak sadece
bundan ibaret olmadığının da üzerine basmıştır. Evrimci süreçler yalnızca türler için meydana
gelmemiş, kurumlar ve toplumlar için de geçerlidir demiştir.
Belirleyici özelliği kendi hakkında düşünme ve sembolleştirme kapasitesi olan insanlar
arasındaki böylesi toplumsal evrim süreci bilimsel ilkelere dayanan zeki eylemlerle
etkilenebilir. Mead insan eylemine özellikle iletişimsel eyleme odaklanır. Eylem beyinde
depolanan deneyime dayanır, dolayısıyla fizyolojik bir kökene sahiptir, ancak aynı zamanda
aldığı biçimi etkileyen toplumsal koşullar içinde gerçekleşir – fizyoloji ile toplum arasında bir
diyalog vardır.
İçgüdü kavramı – hayvanlarda görece katı ve klişeleşmiş bir durumdayken insanlarda hayli
esnek, herhangi bir davranışın doğrudan içgüdüye bağlanması yanıltıcı.
İçgüdü yerine dürtü kelimesini seçiyor – bireyin yaşamı boyunca değişikliklere maruz kalıyor,
büyük değişiklikler, o yüzden içgüdü demek yetersiz kalır.
“eğer insanlarda hayvanlardaki gibi içgüdüler varsa, bunlar toplumsal çevrede bulunurlar,
çünkü bebeğin tepki verdiği uyaranlar orada bulunmaktadır” – toplumsal etkenleri biyolojik
olanlardan daha sık vurgulamıştır. Bizi insan yapan dildir, yani toplumsal bir üründür.
Toplumsal ilişkiler ve iletişim toplumsal deneyimden kaynaklanan toplumsal bir yapı olarak
tanımladığı düşünümsel benliğin ortaya çıkabilmesi için yaşamsal bir öneme sahiptir. Evcilik
gibi mahsusçuktan oyunlar – toplumsal rollerin provasıdır * benlik – yalnızca çocuğun
kendini başkalarının yerine koyduğu toplumsal bir grubun içinde ortaya çıkar – çocuklar verili
toplumsal çevre içinde yetişkinlerle olduğu kadar diğer çocuklarla meydana gelen bu tarz
etkileşimler sonucu topluluklara ait normlarla rolleri içselleştirirler. Genelleştirilmiş öteki
kavramı – bu içselleştirilen şey
Öznel Ben ve toplumsal ben ayrımı yapıyor – öznel ben organizmanın başkalarının
tutumlarına verdiği tepki, toplumsal ben ise birinin başkalarının sahip olduğunu varsaydığı
örgütlenmiş bir dizi tutum. Sembolik etkileşimcilerin öncüsü ancak s.e. evrimci temel ilkeyi
dışarıda bırakmıştır.
20. yy a girildiğinde sosyal psikoloji sosyolojinin bir parçası olarak görülmeye başlandı –
amerika
İki kitap 1908 de basılıyor - 1908 yılında aynı anda yayınlanan William McDougall ve
E.A. Ross un kitapları * mcdougall toplumsal davranışı oluşmasını içgüdülere bağlıyor
(psikolog ) Ross ise sosyolog – taklit davranışlarının toplumsal eylemlerde temel bir rol
oynadığını ileri sürüyor. Her iki yazar da evrimci kuramdan etkileniyor ama Mcdougall
daha fazla. Aslında 1908 yeni bir aşamanın başlangıcı olmayıp, eski bir aşamanın sonu
olarak görülebilir.
McDougall’ın psikolojik sosyal psikolojisi – spencer Darwin Huxley okuyor – tıp eğitimi
almak için londraya gidiyor daha sonra psikoloji eğitimi alıyor * fizyolojik psikoloji üzerine
çalışıyor – fizyolojik yönelimini insan zihninin erekselci (teleolojik) amaçlı işleyişine
duyduğu inançla birleştiriyor – an introduction to social psychology kitabını yazıyor –
darwinci kuramın psikoloji açısından önemini ve eylemin çıkış kaynağı sayılan içgüdüyle
ilişkisini vurguluyor. Psikolojinin zihinsel çabalamayı ve duygulanımı göz ardı ederek büyük
ölçüde iç gözlemle ilgilendiğini bu eksikliği gidermek üzere tasarlanmış bir güdüsel kuram
geliştirmeye çalışıyor.
İçgüdüler iki farklı kökene dayanır * nesiller boyu tekrarlanan davranışlar içgüdüselleşebilir,
karmaşık içgüdüler daha basit içgüdülere göre hareket eden doğal seçilim yoluyla ortaya
çıkabilir. – içgüdüler katı davranış kalıpları değil, dış etkenlerden etkilenirler ve gelişim
boyunca değiştirilebilirler.
“sosyal psikolojinin temel sorunu, bireye ahlakdışı ve tamamen egoist eğilimleri özgecil
eğilimlerinden daha güçlü bir yaratık olarak içinde doğduğu toplumda ahlak
kazandırılmasıdır”
İçgüdüsel eğilimler olduklarına inandığı şeylerin insanlar için toplumsal yaşamı mümkün
kıldığını ileri sürer. Hayat daha karmaşık biçimler aldıkça içgüdüler barbarlığın yerini
medeniyete bırakmasında olduğu gibi, ilerici değişikliklere uğrar. Sosyal psikolojiden çok
güdülenme ile ilgilenmiştir.
Edward Alsworth Ross (1866-1951) ekonomi eğitimi almış sonrasında sosyolojiye yönelmiş
-danışmanı Comte ve spencer dan etkilenmiş Ward – Ward çevrenin hayvanları
dönüştürmesine karşın insanın çevreyi dönüştürdüğünü savunuyordu insana uygulanmış
haliyle Darvinciliği eleştiriyordu.
Sosyal psikoloji “insanların birbirlerine bağlı olmaları nedeniyle aralarında ortaya çıkan psişik
düzlem ve akımla ilgili – psişik düzem ve akımlar ise inançlar, kanılar, fikirler ve bağlılık – 2
tür bağlılık – birinde birey grubun egemenliğinde, diğerinde güçlü bir kişi toplumsal ortamı
değiştiriyor. Asıl ilgilendiği konu ise toplumsal etki ve denetim meselelerini ortaya çıkaran
ilişkiler
McDougall evrimin yarattığı bireysel güdülerle ve bu güdülerin varsayılan toplumsal
etkileriyle uğraşırken Ross esasen toplumsal etkileşimin bir ürünü ola toplumsal görüngülerle
ilgileniyordu.
Mead ve Ross arasındaki tartışma - ross diyor ki baldwin ve mcdougall bireyler arası bağlılık
ve etkileşimle ilgileniyor, tarde geleneğinden gelen kendisi ise makro düzleme odaklanıyor,
toplumun psikolojisine bakıyor. İki sosyoloji ayrımı – biri gelenek uzlaşım ve rasyonel taklit
tarafından türetilen zihinsel tekbiçimliliklerle diğeri ise güruhlarda hızlı yükselişlerde panikte
ayaklanmalarda ve geçici heveslerde görülen geçici biçimliliklerle ilgilenmeli ** bu ikincisi
sosyal psikoloji

GENEL ÖZET Sosyal Psikolojinin kökeni 19. yüzyılın sonunda Avrupa’da ortaya çıkan iki
entelektüel akıma dayanır: Völkerpsikoloji ve kitle psikolojisi. Bu iki akım, grup ya da kitle davranışını
anlamak için bireysel psikolojinin yeterli olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Avrupa’dan gelen bu etkiye
toplu olarak grup zihni yaklaşımı denilebilir. 20. yüzyılın başında davranışçılığın sosyal psikolojide
güçlenmesiyle, Allport tarafından grup zihni yaklaşımı reddedilmiş ve onun yerine grup, birey
temelinde açıklanmıştır. Yine aynı dönemde, başka bir koldan tutum çalışmaları başlamıştır. 2. Dünya
savaşında Almanya’dan Lewin ve Asch ve Türkiye’den Muzafer Sherif ABD’ye göç etmişler ve hem
davranışçı yaklaşımı hem de grup zihni yaklaşımını reddetmişlerdir. Gestalt psikolojisinden etkilenen
bu araştırmacılar, grubu grup düzeyinde açıklamışlar ve zihin çalışmasını tekrar sosyal psikolojiye
dahil etmişlerdir. Aynı zamanda davranışçılıkla başlayan deney geleneğini de sürdürmüşlerdir. 2.
Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ırkçı önyargılarla ilgili çalışmalar, tutum değişimi çalışmaları ve
uygulamalı çalışmalar artmıştır. 1960’ların sonlarında sosyal psikolojide “kriz” başlamış, ve özellikle
“sosyal”in anlamı sorgulanmıştır. Aynı dönemde Avrupa’da iki sosyal psikoloji kuram ve araştırma
geleneği ortaya çıkmıştır: Moscovici’nin Sosyal Temsiller ve Henri Tajfel’in Sosyal Kimlik Kuramı. Aynı
dönemde gerileyen tutum çalışmalarının yerini, temelini Heider’ın attığı atıf kuramı almıştır.
1970’lerin ortalarında, günümüzde hala etkisini gösteren sosyal biliş yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Sosyal
biliş yaklaşımı, zihinsel olguları çalışması bakımından sosyal psikolojide yeni değildir. Ancak belirli bir
zihinsel yaklaşımı, yani insan zihnini bir bilgi işleme süreci olarak gören yaklaşımı benimsediği için
yenidir. Bu yaklaşıma göre, sosyal dünyaya ait bilgiyi işleme kapasitesi sınırlı olan insan zihni, sosyal
dünyaya ait bilgiyi işlerken kestirme yollar kullanır ve bunun sonucunda da bilişsel hatalar ortaya
çıkar.
Sosyal Psikolojide Araştırma Yöntemleri –
Sosyal sorunlar bilimsel olarak incelenebilir. Örneğin şiddetin nedenleri ve şiddete verilen
tepkiler gibi… Sonuçlar genelde aşina gelir ya da bariz gelir çünkü sosyal davranış ya da
sosyal etki hepimizin yakından bildiğimiz konulardır. Sonradan baktığımızda sonuçları
önceden tahmin edebileceğimizi düşünürüz. Buna geçmiş görüş yanlılığı denir; bir şey olup
bittikten sonra sonuçları öngörebilme olasılığını abartma eğilimi demektir. Siyasi seçimlerin
galibini bilmek gibi…
Araştırma bir hipotezle başlar * test etmek istediğimiz bir önsezi ya da bir tespitimiz
olabilir bunun gerçekliğini araştırmaya yöneliriz. Aslında çoğu araştırmacı mevcut kuramların
ya da açıklamaların yetersizliğiyle başlar çalışmaya, örneğin davranışçılık sizi tatmin
etmiyorsa başka bir kuram arayışına girersiniz. Sosyal psikologlar da sürekli bir kuram
geliştirme süreci içerisindedir. Bir kuram öne sürülür, kuramın dayandığı belirli hipotezler test
edilir, elde edilen sonuçlara göre kuram gözden geçirilir ve yeni hipotezler üretilir.
Gözlem Yöntemi; Sosyal psikoloji gündelik hayatta karşılaştığımız olayları ele alır.
Araştırmacılar genellikle kendi yaşamlarında ya da başkalarının yaşamlarında onlara ilgi
çekici gelen ya da merak uyandıran bir şeyi inceler. Bir hipotez ortaya atılır, dayanaksız
görüşlere yer yoktur, o hipotezi test etmek için veri toplanır.
Belirli bir insan grubunu ya da insanların davranışı betimlemek amaçlandığında gözlem
yöntemi çok yararlı olur. Araştırmacı insanları gözlemler ve ölçümlerini ya da insanların
davranışlarından edindiği izlenimleri kaydeder. Araştırmacı bir grup ya da kültürü içinden
gözlemleyerek anlamaya çalıştığı ve bunu yaparken önceden sahip olduğu fikirlerini inceleme
konusuna dayatmaktan kaçındığı yöntem etnografyadır. Burada hedeflenen, grubun
zenginliğini, karmaşıklığını grubu canlı olarak izleyerek anlamaktır. İnsan kültür ve
topluluklarını inceleyen kültürel antropolojinin başlıca yöntemidir. Farklı kültürlerdeki sosyal
davranışları da kapsayacak şekilde genişletilince sosyal psikolojinin de yöntemi olur. Farklı
kültürleri betimlemek ve bu kültürlerin psikolojik ilkeleri hakkında hipotezler üretmek üzere
giderek daha fazla kullanılmaya başlanmıştır.
Etnografyanın püf noktası, incelenen insanların bakış açısını anlayabilmek için öncellikle
araştırmacının kendi yerleşik fikirlerini dayatmaktan olabildiğince kaçınmaktır. Gözlemcinin
işini doğru yaptığını nasıl bilebiliriz? Birbirinden bağımsız olarak gözlem yapan ve bir veri
kümesini kodlayan iki ya da daha çok kişi arasındaki anlaşma düzeyi anlamına gelen
gözlemciler arası güvenilirlik büyük önem taşır. Birbirlerinden bağımsız olarak aynı
gözlem sonuçlarıyla geldiğini ortaya koyan araştırmacılar gözlemlerinin öznel olmadığını,
bireyin doğruyu çarpıtan izlenimlerine dayanmadığını da göstermiş olur.
Arşiv analizi: Gözlem yöntemi yalnızca gerçek hayattaki davranışların gözlemlenmesiyle
sınırlı değildir. Bir kültürle ilgili toplanmış belgeleri * ya da arşivler de incelenebilir. Bu arşiv
analizidir, günlükler romanlar intihar mektupları müzik sözleri tv programları sinema filmleri
dergiler gazete yazıları bize toplumun kendini nasıl gördüğüyle ilgili çok şey söyler. Burada
iyi tanımlanmış kategoriler yaratılır, daha sonra bunlar arşiv kaynağına uygulanır. Toplumun
değerleri ve inançları konusunda çok şey söyleyebilir.
Gözlem yönteminin sınırları: Ender görülen davranış türleri ya da özel hayatta sergilenen
davranış türlerini gözlemlemek zordur. Ya da arşiv çalışmalarında araştırmacının kaderi
derleyicinin merhametine kalmıştır, muhabirlerin bir haberi hazırlama amaçları farklıdır ve
araştırmacının sonradan gereksinim duyacağı bilgilerin tümünü haber içeriğinde kullanmamış
olabilirler. Bunun yanı sıra, sosyal psikologlar yalnızca davranışı betimlemek değil, aynı
zamanda öngörmek ve açıklamak isterler. Bu sebeple de diğer araştırma yöntemleri daha
uygun görünmektedir.

Korelasyon Yöntemi; Sosyal bilimlerin amaçlarından biri de değişkenler arasındaki ilişkileri


anlamak ve farklı sosyal davranış biçimlerinin ne zaman ortaya çıkacağını öngörebilmektir.
Tv deki şiddet ve çocuklara etkisi. Korelasyon yönteminde iki değişken sistematik olarak
ölçülür ve aralarındaki ilişki – birinin diğerini ne kadar öngördüğü – değerlendirilir. İnsan
davranış ve tutumları çeşitli şekillerde ölçülebilir. Örneğin araştırmacı çocuklarda saldırgan
davranışlar ve televizyonda şiddet içerikli program izleme süreleri arasındaki ilişkiyle
ilgileniyor olabilir. Bir değişkenin diğerini ne kadar öngördüğünü hesaplamaya yarayan
istatistiksel tekniğe korelasyon katsayısı denir. Kilolarına bakarak boyları hesaplamak gibi.
Pozitif korelasyon varsa bir değişkenin değerindeki artış diğer bir değişkenin değerindeki
artışla bağlantılıdır. Negatif ise bir değişkendeki artış diğer değişkendeki azalış ya da düşüşe
yol açacaktır.
Korelasyon yöntemi genelde taramalarda kullanılır. Tarama araştırmalarında insanlar
arasından temsili bir örneklem seçilir ve bunlara tutum ya da davranışlarıyla ilgili sorular
sorulur. Telefonda kime oy verecekleri ya da sosyal meseleler sorulabilir. Bir soruya verilen
yanıtın diğer yanıtları ne kadar öngördüğünü değerlendirmek için korelasyon yöntemini
tarama sonuçlarıyla uygularlar. Tarama araştırmacıları için teste tabi tutulan insanların tipik
olması çok önemlidir. Geneli temsil eden insanlardan oluşması gerekmektedir Rastgele seçim
yoluyla belirlenirler ve bu şekilde örnekleme seçilme açısından herkese eşit şans tanıyarak
örneklemin popülasyonun genelini temsil etmesini sağlarlar. Tarama verileri ile ilgili
potansiyel sorunlardan biri verilen yanıtların doğru olmama olasılığıdır. Farazi bir
durumda nasıl davranacaklarını öngörmeleri ya da daha önceki bi davranışlarının
nedenini açıklamaları istendiğinde insanlarda doğru yanıt alma olasılığı azalır. Yanıtı
bilmeseler bile bildiklerini düşünebilirler, bildiğinden daha fazlasını söylerler gibi…
Sınırlılıkları – en önemli eksiği bize yalnızca iki değişkenin birbirleriyle ilişkili olduğunu
söyleyebilir, sosyal davranışın nedenlerini belirlemede eksik kalır. İki değişken arasında
korelasyon bulunduğunda, üç olası nedensel ilişki ortaya çıkar: çocuklar ve şiddet içerikli
televizyon programını ele alalım: televizyonda şiddet içerikli görüntülerin çocuklarda şiddete
yönelttiği olabilir, ya da zaten şiddete eğilimli çocuklar tv de şiddet programları izliyordr ya
da bu ikisi arasında nedensel bir ilişki olmayabilir. Yani korelasyon yönetimini kullanırken
bir değişkenin diğerini ortaya çıkardığı sonucuna atlamak yanlıştır. Korelasyon
nedenselliği kanıtlamaz.
Survey Sosyal psikolojide en sık başvurulan araştırma yöntemlerinden biri “survey”dir. Survey
yöntemi ile bir davranışın ya da bir tutumun bir toplumda ya da belli bir grupta görülme derecesi
ve bunların yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, sosyal ardalan vb. etmenlerle nasıl bir ilişki içinde olduğu
araştırılmaktadır. Örneğin, lise gençliğinde uyuşturucu kullanma yaygınlığı nedir, uyuşturucu
maddeye yönelik tutumlar nelerdir ve liselilerin uyuşturucular hakkındaki bilgi düzeyi nedir sorularına
bu yöntem ile yanıt aranabilir. Ayrıca, uyuşturucu kullanma ve bu konudaki tutum ve bilgi ile cinsiyet,
anne-baba eğitimi, sosyal sınıf vb. değişkenler arasındaki ilişki de incelenebilir. Survey yöntemi
kullanılarak araştırılan konular çok çeşitlidir. Siyasi parti tercihi, bir reklam ürününün tercihi,
televizyon kanalı tercihi konusunda yapılan kamuoyu yoklamaları günlük yaşamımızda sık
karşılaştığımız örneklerdendir. Bunların yanında tüm toplumun ya da belirli bir grubun madde
kullanımı (alkol, sigara ve uyuşturucu), cinsellik, kanser, AIDS benzeri hastalıklar, okulda ve ailede
şiddet, çocuk sayısı ve aile planlaması gibi, sosyal politikalar geliştirmek üzere durum saptaması
gerektiren sorunların araştırılmasında da bu yöntem kullanılmaktadır. Survey yönteminde veri
toplama tekniği olarak anket ve görüşme kullanılır. Anket, açık uçlu ya da çoktan seçmeli olarak
hazırlanmış soru formudur. Anket, katılımcılara yüz yüze uygulanabildiği gibi posta ile de
gönderilebilir. Ancak posta ile gönderilen anketlerin geri gelme oranı düşüktür. Diğer taraftan
görüşme tekniği, yapılandırılmış, yarı yapılandırılmış ve yapılandırılmamış olabilir. Yapılandırılmış
görüşmede araştırma için sahaya çıkmadan önce katılımcılara sorulacak tüm sorular belirlenmiştir.
Yarı yapılandırılmış görüşmede katılımcılara sorulacak ana sorular bellidir, ancak görüşme
esnasında katılımcının verdiği yanıtlara bağlı olarak da soru üretilir. Yapılandırılmamış görüşmede
ise, katılımcı ile görüşülecek konu belli olmasına karşın önceden hazırlanmış soru yoktur. Bunun
yerine görüşmenin akışına göre sorular sorulur. Survey yöntemindeki en önemli nokta, ulaşılması
gereken insan sayısı fazla olduğundan, yapılacak örneklem seçimidir. Örneğin uyuşturucu konusunda
anket uygulamak için bir şehirdeki bütün liseli gençlere ulaşmak zaman ve maliyet açısından makul
olmadığından, bu gruptan rastgele kişilere anket uygulanabilir. Böylece seçkisiz örneklem
oluşturulmuş olur. Ya da araştırılmak istenen grubun, yani evrenin (popülasyon) önemli özelliklerini
(örneğimizde bunlar cinsiyet, sosyal sınıf vb. olabilir) oran olarak yansıtan bir örneklem seçilebilir. Bu
temsil edici örneklemdir. Örneklem: Geniş bir evrenden katılımcıların seçimidir. Seçkisiz örneklem:
Her potansiyel katılımcının örnekleme seçilme şansının eşit olduğu örneklemdir. Temsil edici
örneklem: Örnekleme, evrenin özelliklerine oldukça yakın özelliklere sahip katılımcıların
seçilmesidir.

Surveyin güçlü yanları: 1. Surveyle çok sayıda kişiden çok miktarda bilgi toplama olanağı vardır.

2. Örnekleme tekniğiyle yapıldığı için, toplanılan bilgiden genelleme yapılır.

3. Bu yöntem, diğer yöntemlere göre zaman ve maddi kaynakların kullanımı açısından daha
tasarrufludur.

Surveyin sınırlılıkları: 1. Survey ile çok miktarda bilgi toplanır, ancak bu bilgi yüzeyseldir.

2. Büyük örneklem alınması gereken durumlarda çok zaman ve paraya ihtiyaç vardır.

3. Kendisine genelleme yapılmak istenen evren çok geniş ise, örneklem oluşturma bir sorun
yaratabilir.

4. Surveyde katılımcıların yanıtlarına bağlı kalma zorunluluğu vardır. Katılımcılar ise anket ve
görüşmede çok çeşitli etmenlerin etkisi altında kalarak yanıt verebilirler (Kağıtçıbaşı, 1999).
Deneysel Yöntem; nedensel ilişkileri saptamanın tek yoludur. Araştırmacı sistematik
olarak olayı kontrol eder, insanların olayı şu ya da bu şekilde yaşamasını sağlar. Deneyi
düzenleyenin nedensel çıkarımlar yapmasına olanak tanıdığı için, deneysel yöntem
sosyal psikolojik araştırmalarda en çok tercih edilen yöntemdir.
Araştırmacının doğrudan müdahalesi söz konusudur. Araştırmacı durumun yalnızca
tek bir yönünü dikkatli bir şekilde değiştirerek, incelenen davranışın nedeni olup
olmadığını görür.
Bu yöntemde araştırmacı katılımcıları farklı koşullara rastgele atar ve koşuların
(insanların tepkileri üzerinde nedensel bir etkisi olduğu düşünülen) bağımsız değişken
dışında aynı olmasını sağlar.
Bağımsız değişken: diğer bir değişken üzerinde etkisi olup olmadığını görmek için
araştırmacı tarafından değiştirilen ya da kaldırılan değişken
Bağımlı değişken: bağımsız değişkenden etkilenip etkilenilmediğini araştırmacı tarafından
ölçülen değişken: araştırmacının hipotezine göre bağımlı değişken bağımsız değişkenin
düzeyine bağlıdır.
Örn. Bir cinayet işleniyor – 34 kişi tanık oluyor ama kimse yardım çağırmıyor/yardım
etmiyor.
Burada tanık olanların sayısının olaya yardımı zorlaştırıp zorlaştırmadığı üzerine bir
deney yapılıyor, bağımsız değişken tanık olanların sayısı, bağımlı değişken yardım edip
etmeyecekleri. Tanık olanların sayısının yardım etme oranını güçlü bir şekilde etkilediğini
gösteriyor, az tanık varsa yardım çoğalıyor çok tanık varsa yardım azalıyor.
Bir deneyde bağımsız değişken dışında her şeyin aynı kalmasını sağlamak iç geçerlilik
olarak anılır….herkesin aynı acil duruma tanık olmasını sağlamak deneyin iç
geçerliliğini yüksek tutmaktır.
Belki yardım karakteristik özelliklerden kaynaklanıyrdu? Acil durumun bilgisi ya da
acil durumu yaratan koşulları daha önce yaşamış olmak yardımı çoğaltıyordu?
Bu durumda – katılımcılar arasında var olan ve sonuca etki edecek farklılıkları en aza
indirgemeye yarayan bir teknik kullanılır: koşula seçkisiz atama. Tüm katılımcıların deneyin
herhangi bir koşulunda eşit yer alma şansı olmasını sağlayan işlem: araştırmacılar
katılımcıların kişilik ya da geçmişlerindeki farklılıkların koşullara eşit bir şekilde
dağıldığından görece daha emin olur.
Ancak koşula seçkisiz atama bile farklı insan karakteristiklerinin koşullara dağılmama
olasılığını garanti altına almaz. Araştırmacıya deneyin sonuçlarından bağımsız değişkenin
değil, şans eseri ortaya çıkma olasılığını gösteren bir sayı olan olasılık düzeyini gösteren bir
sayı bulunur. Bu sayı eğer yüzde 5 in altındaysa sonuçlar güvenilir kabul edilir.
İyi bir deneyin püf noktası bağımsız değişkenin ve yalnızca bağımsız değişkenin bağımlı
değişkeni etkilemesini sağlamaktır. Buna iç geçerlilik denir; bunun için tüm dış
değişkenler kontrol edilir ve katılımcılar farklı deney koşullarına rastgele atanır. İç
geçerlilik yüksek olduğunda bağımlı değişkeni etkileyenin bağımsız değişken olup
olmadığına karar verilebilir Deneysel yöntemin ayırt edici yanı budur.
Deneysel yöntemin olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanları da vardır. Dış değişkenlerin
kontrolünü sağlamak, durum üzerinde kontrol sahibi olmak yapay bir durum ortaya
çıkarabilir ve gerçek hayattan kopuk bir deney ortamı yaratılabilir.
Dış geçerlilik: bir çalışmanın sonuçlarının diğer durumlara ve başka insanlara ne kadar
genellenebilir olduğu ile ilgili önemli bir sorun. Deneyi düzenleyenler tarafından
kurulan durumun gerçek hayattaki durumlara genellenebiliriği (durumlar arası
genellenebilirlik) ve deneye katılan insanlardan genel olarak başka insanlara genelleme
(insanlar arası genellenebilirlik
İnsanlar gerçek bir olayın içinde olduklarını düşündüklerinde psikolojik gerçeklik
düzeyi de yükselir, deneyi düzenleyenler bunu sağlamaya çalışır, çalışmanın amacını
gizleyen bir göstermelik öykü anlatılır
Dış geçerliliği arttırmanın en iyi yollarından biri de alan deneyleri düzenlemektedir.
Laboratuvar ortamı dışında, doğal ortamında davranış incelenir. Katılımcılar
yaşadıkları olayların aslında deneyin bir parçası olduğunu bilmezler. Gerçek dünyada
çok daha fazla farklılık gösteren gerçek insanlarla düzenlenen bu tip bir deneyin dış
geçerliliği de elbette ki daha yüksek olur.
Ancak hemen her zaman ya iç geçerlilikten ya da dış geçerlilikten yanı dış değişkenlerin
sonuçlarını önlemek için durumu yeterince kontrol etmek, insanları koşullara rastgele
atamak ve sonuçların gündelik hayata genellenebilir olmasından ödün vermek gerekir.
En iyi kontrol laboratuvar ortamında sağlanır ancak o da gerçek hayattan farklıdır.
Gerçek hayat koşulları en iyi alan deneylerinde yakalanır ama dış değişkenler zor kontrol
edilir. Bu sebeple tekrarlı deneyler yani tekrarlamalar yapılır. Dış ve iç geçerlilik temel
bir ikilemdir. Tekrarlamalar farklı katılımcı popülasyonu ile ya da değişik ortamlarda deneyin
yenilenmesidir. Bir deneyin dış geçerliliğin son test aşamasıdır. İki ya da daha fazla
çalışmada elde edilen bulguların sonuçlarının ortalaması alınır, üst-analiz olarak
adlandırılır.
Farklı çalışma alanları: temel araştırma: entelektüel merakla insanların neden belirli
biçimlerde davrandığı sorusuna yanıt bulmak için yapılan çalışmalar
Uygulamalı araştırma: belirli bir sosyal sorunu çözmek üzere tasarlanan çalışmalar
3. Hafta – SOSYAL BİLİŞ – sosyal algı ile beraber işle
Sosyal psikolojinin başlıca konularından biri toplumsal bilinç çalışmaları, yani insanların
sosyal bilgiyi nasıl seçtikleri, yorumladıkları, anımsadıkları ve kullandıklarını içine alacak
şekilde kendileri ve sosyal dünya üzerine düşünme biçimlerinin incelenmesidir.
İki farklı sosyal biliş türü: birincisi hızlı ve otomatik düşünme biçimidir.
İkincisi:dha fazla çabayı ve düşünceleri tartmayı gerektiren kontrollü düşünme.
Çoğu zaman otomatik düşünme ile kontrollü düşünme uyum içinde çalışabilirler. İnsanlarda
çevreyi denetleyen, sonuçlar çıkaran ve davranışlara yön veren birer “otomatik pilot” bulunur.
Otomatik Pilot: Düşük Eforlu Düşünme
İnsanlar yeni bir durumu genellikle hızlı ve doğru bir şekilde değerlendirebilirler. Yeni bir
durumla her karşılaşmamızda durup bunun üzerine yavaş ve dikkatlice düşünemeyiz. İnsanlar
çaba sarf etmeden, hızlı bir şekilde izlenimler edinebiliyor ve yeni bir yolda ilerlerken bilinçli
çözümlemelere çok fazla gerek duymuyoruz. Bunlar geçmiş deneyimlerimiz ve dünyayla
ilgili bilgilerimizle çevremizi otomatikman analiz ederek yapıyoruz.
Otomatik düşünme bilinçdışı, kasıtsız, istemsiz ve çabasız düşüncedir
Şemalarla otomatik düşünme: Otomatik düşünme önceki deneyimlerimiz ile bağlantı
kurarak yeni durumları anlamamıza yardım eder. İnsanlar sosyal dünya ile ilgili bilgilerimizi
düzenleyen ve şemalar olarak adlandırılan zihinsel yapılardan yararlanırlar. Bu zihinsel
yapılar farkına vardığımız, üzerine düşündüğümüz ve anımsadığımız bilgileri etkiler. Sosyal
roller, belirli olaylar gibi birçok şey hakkında bilgimizi kapsar şemalar, temel bilgi ve
izlenimlerimizi içerir.
Stereotip: Cinsiyet ırk gibi sosyal gruba atfedilen şemalar genel olarak stereotipler
olarak adlandırılır. Beyaz katılımcılara parkta tren istasyonunda fln genç adam fotosu
gösteriyorlar yarısı afrika kökenli yarısı değil yarısı silah yarısı zararsız nesneler
tutuyor, silah tutuyorsa ateş et yazılı düğmeye basacaklar, zararsız nesne varsa ateş
etmeye.. kısa sürede karar vermek zorundalar, silah taşımayan birine ateş etmeyenlere 5
puan silah olan birine ateş edene 10 puan. Elinde zararsız nesne tutana ateş edildiğinde -
20 silah tutana ateş edilmediğinde - katılımcılar siyah kökenli olduğunda ateş etme
eğiliminde
Şemaların işlevleri: yanlış bir şekilde boşlukları doldurabildikleri gibi dünyayı
anlamlandırabilmemiz, düzenlememiz ve bilgilerimizdeki boşlukları doldurmamız açısından
genellikle yararlılardır. Şemanız olmasa karşılaştığınız er şey kafa karıştırıcı olur, yeni anılar
oluşturamayan insanlara benzeriz, hayatta ilk defa görüyormuşuz gibi olur.
Şemalar bir sürekliliğe sahip olmak ve yeni deneyimleri geçmiş şemalara bağlayabilmek için
gereklidir. İnsanlar kullandıkları şemaların doğru olduğuna inandıkları sürece, belirsizlikleri
çözmek için bunları kullanmaları da son derece mantıklıdır. Ancak doğru olmayan şemaları
otomatik olarak uygulamak tehlike yaratmaktadır.
Erişebilirlik: zihnimizde ön planda olduğu için belirli şema ve kavramları sosyal dünyayla
ilgili yargılarımızda kullanma eğiliminin fazla olması
Erişebilirliğin üç kaynağı: geçmiş deneyimlerimizden dolayı kronik erişilebilir, sürekli
etkindir ve belirsiz durumlarda kullanılmaya hazırdır. (alkoliklik akıl hastalığı
deneyimi)
2. neden bir şey eğer mevcut hedeflerinizden birisiyle ilişkili ise daha erişebilir hale
gelmektedir.
3 neden şemalar yakın zamanda yaşanan deneyimler nedeniyle erişebilir olabilir. Belirli
şema ya da ayırıcı özelliğin her zaman erişebilir olmadığı ancak insanların bir olayla
karşılaşmadan önce düşündüğü ya da yaptığı bir şey tarafından hazırlandığı anlamına
gelir.
Hazırlama: kısa zaman önce yaşanan deneyimlerin bir şemanın, ayrıcı özelliğin ya da
kavramın erişebilirliğini etkilemesi
Şemaları gerçek kılmak: Kendini doğrulayan kehanet
İnsanlar yeni kanıtlarla karşılaştığında şemalarını değiştirebilir ancak bilgiyi her zaman
edilgin bir şekilde almazlar, çoğu zaman kendi şemalarını destekleme ya da yadsıma
düzeylerini etkileyecek şekilde şemalar üzerinde de etkili olurlar. Farkında olmadan
şemalarının gerçekleşmesini de sağlayabilirler.
Kendini doğrulayan kehanet: başkası hakkındaki beklentilerimiz vardır bu beklentiler
başkasına karşı davranışlarımızı etkileyerek kişinin ona en baştaki beklentileri ile tutarlı bir
şekilde davranmasına yol açar, böylece beklentiler gerçekleşmiş olurlar. Kendini
doğrulayan kehanet bilinçli, kasıtlı bir hareket değil, otomatik bir düşünme örneğidir.
Bu denli otomatikleşmiş olmasının ortaya koyduğu rahatsız edici izlenimlerinden biri de
şemalarımızın değişime oldukça dirençli oluşudur.
“en baştan beri haklı olduklarını göstermek için olayların mevcut akışından söz ederler” bu da
bi hata krallığı yaratır.
İş görüşmesi örneği - görüşmeci dikkatini kişiye vermediği zaman kendini doğrulayan
kehanet ortaya çıkabilir. Görüşmeci doğru bir izlenim elde etmek için yola çıktığında ve
dikkatini iş başvurusu yapana yönlendirdiğinde beklentisini bir yana bırakıp
karşısındaki insanın nasıl biri olduğunu görebilir.
Bu yöntemler her gün karşılaştığımız bilgileri idare edilebilir bir düzeye indirmek
içindir. “hızla büyüyen kafa karıştıran karmaşa” ile başa çıkma yöntemleridir. Hızlı
çabasız ve kasıtsız bir şekilde yani otomatik olarak uygulanır. Bunların yanı sıra belli kural ve
kısa yollar kullanılır.
Zihinsel Stratejiler ve Kısayollar –
Hangi işi kabul edeceğimize, hangi üniversitede okuyacağımıza karar verirken genellikle
bütün seçenekleri uzun uzadıya incelemeyiz. Kararları kolaylaştıran, her bir kararı büyük bir
araştırma projesine dönüştürmeden hayatımıza devam edebilmemizi sağlayan zihinsel
stratejileri ve kısayolları kullanırız. Bu kısa yollar her zaman en iyi karar varmamızı sağlamaz
ancak etkin bir yoldur ve genellikle makul bir zaman içerisinde iyi kararlar verebilmemizi
sağlarlar.
Şemalar: seçeneklerimizi incelerken her şeye en baştan başlamak yerine genellikle
geçmiş bilgi ve şemalarımızı kullanırız. Hemen her şey için birçok şemamız bulunur.
Bazen elimizde bir şema olmaz bazen de çok şema olur hangisini kullanacağımıza karar
veremeyiz.
Yargıya varmada sezgisel kestirme yol: sosyal biliş alanında sezgisel kestirme yollar
insanların hızlı ve etkin bir şekilde yargıya varmak için başvurduğu kısayollara karşılık
olarak kullanılır.
Mevcut sezgisel kestirme yollar: bir yargının akla en kolay gelen düşünceye dayandırıldığı
zihinsel karar kıstası. Birçok durumda iyi bir strateji. Sakıncası bazen akla en kolay gelen
şeyin genel resmin tipik bir özelliği olmaması ve yanlış sonuçlara yol açabilmesidir.
İnsanlar kendileriyle ilgili çeşitli yargılara varırken de mevcut sezgisel kestirme yollar
kullanır mı? Kendi kişiliklerimizde ilgili oturmuş fikirlerimiz olduğunu düşünürüz ancak çoğu
zaman kendi ayırıcı özelliklerimize dair yerleşmiş şemalarımız yoktur. Kendimizle ilgili
yargılara varırken kendi davranışlarımızla ilgili en kolay anımsadığımız örneklere dayanırız.
Bir profesör öğrencilerinden dersin daha iyi olabilecek 2 ya da 10 yönünü
düşünmelerini istiyor sonra dersle ilgili genel izlenimlerini puanlandırmalarını istiyor.
Kendilerinden dersin daha iyi olabileceği 10 yönünü düşünmesi istenenler derse daha
yüksek puan veriyor çünkü derste bu denli eksik yön bulmakta zorlanıyorlar
Temsil edilebilir sezgisel kestirme yol: insanların bir şeyi tipik bir vakaya ne kadar benzer
olduğu doğrultusunda sınıflandırdığı zihinsel bir kısayol. Şeyleri temsil edilebilirliğine göre
sınıflandırmak genelde gayet akla yakın bir durumdur.
Temel oran bilgisi: popülasyondaki farklı kategorilere ait üyelerin görülme sıklığı ile ilgili
bilgi
Temel oran bilgisi yeterince kullanılmıyor, belirli bir kişiyle ilgili bilginin genel kategoriyi ne
kadar temsil edebildiğine daha çok dikkat ediyor. İnsanların gözlemledikleri bireysel
karakteristik özellikler üzerinde daha çok duruluyor ancak bir kuş gözlemcisi kuşu
tanımlarken bölgedeki farklı kuş türlerinin yayılımına dikkat eder.
Örneğin tarih boyunca insanlar, doğru olmadığı zamanlarda bile, bir hastalığın
tedavisinin bu hastalığın belirtilerine benzemesi – hastalığı temsil edebilmesi –
gerektiğini düşünmüştür. Tilkilerin güçlü solunum sistemler – tilki akciğeri yemenin
astıma iyi gelmesi * temsil edilebilirliğe bu denli güvenmek hastalığın gerçek nedenini
ortaya koymayı bile engelleyebilir.
Bilinçdışı düşünce: Otomatik düşünme bilinçdışıdır. Yalnızca yavaş, bilinçli düşünmeye
dayanmak zorunda olsaydık zor durumda kalırdık çünkü genelde çevremizde olup
bitenler neye dikkat etmemiz ve hangi hedefin peşinde gitmemiz gerektiği konusunda
çok hızlı karar vermemiz gerekir aksi takdirde hayat önümüzden hızla akıp giderken
biz bekleriz. Bir partide adınızı odanızın diğer ucundan duyulduğunu farkedersiniz bunu
ancak bilinçdışı izlemekle mümkün kılabilirsiniz, kokteyl etkisi.
Sosyal bilişte kültürel farklılıklar: Kültürün sosyal biliş üzerindeki etkileri her geçen gün
daha fazla fark ediliyor.
Herkes dünyayı anlamak için şemaları kullansa da şemaların içeriği yaşadığımız
kültürden etkilenir. Kültür şemaların kaynadığıdır. Şemalar kültürel etkilerin kendini
gösterdiği önemli alanlardan biridir - kültür bize dünyayı anlama ve yorumlama
biçimlerimizi etkileyen zihinsel yapılar aşılar.
Bütünselci düşünme/çözümleyici düşünme:
İnsan zihni sosyal dünya ile düşünmemize ve bu dünyada hareket etmemize yardım
eden araçlarla dolu bir alet kutusu gibidir. Herkes bu aletleri kullanabilir ancak
hangilerini daha çok tercih ettiğimizi içinde büyüdüğümüz kültür etkileyebilir.
Kültür, insanların kendi dünyalarını anlamak için otomatikman kullandığı düşünme
biçimlerini de etkiler. Kültür bütün düşünme biçimlerini değil bilinçdışı düşünme ya da
şemaları kullanma gibi tüm insanlarda gözlemlenen otomatik düşünme biçimlerini
etkiler. Öte yandan genel olarak insanların dünyaya yönelik bazı temel algılama ve
düşünme biçimleri de kültürden etkilenir.
Çözümleyici düşünme: insanların çevrelerindeki bağlamı düşünmeden nesnelerin
özelliklerine odaklandığı düşünme biçimi: bu düşünme tarzı batı kültürlerinde
yaygındır.: sayfadaki resimlere bakan batılılar büyük olasılıkla resimde öne çıkan
nesnelere odaklanır
Bütünselci düşünme tarzı: insanların genel bağlama, özellikle de nesneler arasındaki
ilişkilere odaklandığı düşünme tarzı, doğu asya kültürlerinde yaygın.
Bu farklılığın sebebi felsefe geleneğindeki farklılık olabilir. Doğu düşüncesi her şeyin
bağlantılı ve görece olduğunu vurgular (konfüçyus) batı ise temelde nesneleri
bağlamlarından bağımsız olarak yöneten yasalara odaklanan yunan felsefe geleneği
Bütün kültürlerdeki insanlar hem bütünsel hem de çözümleyici düşünme yeteneğine sahiptir.
Ancak yaşadıkları çevre, hatta kısa süre öncesinde kendilerini hangi çevrenin etkilediği bu
tarzlardan birine doğru bir eğilim yaratır.
Aslında insanların eylemlerini bilinçli bir istemle kontrol ettiğini sanması bir
yanılsamadan, eylemlerimizi aslında otomatik düşünmemiz ya da dış çevre kontrol
ediyorken kapıldığımız boş bir duygudan ibaret olabilir.
Olaylar üzerinde gerçekte olduğundan daha fazla kontrol sahibi olduğumuzu sanarız
Kontrollü Sosyal Biliş: Yüksek eforlu düşünme
Irk ön yargısı otomatik düşünmeden ya da bilinçli, kasıtlı düşünmeden kaynaklanıyor
olabilir.
Kontrollü düşünme bilinçli, kasıtlı, istemli ve eforlu-çabalı düşünme olarak tanımlanır.
İnsanlar genellikle istençli olarak bu düşünmeyi etkinleştirebilir ya da devre dışı bırakabilirler
ve ne düşündüklerinin bütünüyle farkında olurlar. Ayrıca, bu düşnmenin eforlu olması,
zihinsel enerji gerektirdiği anlamına gelir. İnsanlar bir kerede yalnızca tek bir şeyi
bilinçli, kontrollü bir şekilde düşünebilirler; ancak arka planla gerçekleşen otomatik
düşünme herhangi bi bilinçli çaba gerektirmez
İnsanlar ne zaman otomatik pilottan çıkıp bir şeyi daha yavaş ve bilinçli düşünmeye başlar?
Hedefi Kıl payı kaçırdığımız olumsuz bir olay yaşadığımız zamanlar - zihnimizde geçmişin
bir yönünü, olabilecekleri hayal ederek değiştirdiğimiz karşıolgusal düşünme devreye girer
Karşıolgusal düşünme: olabilecekleri hayal etmek için geçmişin bir yönünü zihinde
değiştirme.
Duygusal tepkilerimiz üzerinde etkisi büyük olabilir olimpiyatlarda 2 mi 3 mü daha mutlu
olur
Farklı kontrollü düşünme biçimleri:
Karşıolgusal akıl yürütmenin bilinçli ve çaba harcayarak yapıldığı çok açık. Ancak her
zaman kasıtlı ve istemli olmayabilir. Geçmişin üzerine perde çekmek ve yolumuza
devam etmek istediğimizde bile karşıolgusal akıl yürütmenin karakteristik özelliği olan
ah keşke tarzı düşünceleri bir yana bırakmak kolay olmayabilir.
Karşıolgusal düşünme insanın dikkatini gelecekteki olaylarla daha iyi başa çıkabilmenin
çarelerine yönelttiği zaman yararlı olabilir. İnsana kendi yazgısı üzerinde daha fazla
denetim sahibi olduğu duygusunu aşılayabilir ve hareket etmek için motivasyon
sağlayabilir.
Düşünceyi bastırma ve İronik bilgi işleme
Zihnimizdeki bir şeye takılıp kalacağımıza basitçe artık bu konuda düşünmemek için
elimizden geleni yapabiliriz. Düşünceyi bastırma – unutmayı yeğlediğimiz bir şey
hakkında düşünmekten kaçınmaya çalışmak – bu süreç biri görece otomatik diğeri
görece kontrollü iki sürecin etkileşimine bağlıdır
Sistemin otomatik bölümü, yani izleme süreci, bilince girmeye çalışan davetsiz
düşüncelerin izlerini arar. İstenmeyen düşünce saptandıktan sonra sistemin daha
kontrollü bölümü, yani işletim süreci devreye girer. Bu kişinin düşünecek başka bir şey
bularak dikkatini dağıtmaya yönelik bilinçli çabasıdır. Bu iki süreç, tıpkı alışveriş
merkezinde çocukların abur cubur yiyeceklerden uzak tutmak isteyen anne babanın
gizlice iş birliği yapması gibi.
Kişi yorgun ya da dalgınsa İzleme sürecinde istenmeyen düşüncelerin örnekleri
bulunmaya devam eder ve bu davetsiz düşünceler kontrollü sistemin engeline
takılmadan bilince girer. Sonuçta istenmeyen düşüncelerin yüksek sıklıkla ortaya çıktığı
bir aşırı erişilebilirlik durumu meydana gelir.
İnsan yorgun ya da dalgın olduğunda, bilişsel yük altındadır ve bir şeyi ne kadar
düşünmemeye uğraşsa da bu düşünceler peşi sıra sökün etme eğilimi gösterirler.
Düşünceleri bastırmanın duygusal ve fiziksel bedeli de vardır. (bağışıklık sistemi
örneği)
İnsan düşünüşünü geliştirmek:
Kontrollü düşünmenin bir amacı da otomatik düşünmenin denetim ve dengesini
sağlamaktır. Kontrollü düşünme sıra dışı olaylar meydana geldiğinde denetimi devralır.
Daha iyi düşünmenin yolları olabilir mi?
İnsanları akıl yürütme yetenekleri konusunda daha alçak gönüllü olmaya yönlendirmek
* vardığımız yargılara olması gerekenden daha fazla güven duymamak
Aşırı güven engeli: yargıların doğruluğuna çok fazla emin olması – kendi bakış
açılarının tam tersini düşünmeleri istendiğinde, insanlar dünyayı farklı bir şekilde
yorumlamanın da mümkün olduğunu görürer sonuç olarak da vardıkları yargılara
daha az güvenirler

5. Hafta Sosyal Algı –


Başkalarının davranışlarını açıklamak hepimizde temel merak konularından biridir. Öte
yandan insanların belirli davranışları sergileme nedenleri genellikle kendilerini gizlerler.
Yapabileceğimiz tek şey gözlemleyebildiğimiz davranışlara odaklanmaktır. Survivor gibi
yarışmaların izlenmesi – insanları merak etmemizi, insan bilişinin bu temel yönünü realite tv
programları akıllıca sömürür, aktörleri değil gerçek insanları sıradışı hatta zor durumlar
içerisinde ekranlara yansıtır. Başka insanları ve davranışlarını düşünmeye bu kadar çok zaman
ve enerji harcamamızın sebebi sosyal dünyamızı anlamamıza ve öngörmemize yardımcı
olması. Bu bölümde başka insanlar hakkındaki izlenimlerimizin ve çıkarımlarımızın nasıl
oluştuğunu ele alacağız.

Sözel olmayan davranışlar


Tür olarak en kayda değer başarımız sözel dil geliştirmiş olmamızdır. Ancak sözcükler
hikayenin sadece bir bölümüdür. Tek bir sözcük kullanmadan ciltler dolusu bilgi aktarabiliriz
karşımızdakine. Sözel olmayan iletişim insanların, kasıtlı ya da kasıtsız olacak, sözcükleri
kullanmadan iletişim kurmasıdır. Yüz ifadeleri, ses tonu, jestleri beden duruşu ve hareketleri,
dokunma ve bakışlar sözel olmayan iletişimin en sık kullanılan ve en açıklayıcı kanallarıdır.
Sözel olmayan ipuçlarını okumak diğer türlerle paylaştığımız bir yetenektir. Ancak insanlar
da bu yetenek daha karmaşık ve etkilidir. İnsanlarda ayna nöronlar olarak adlandırılan özel
bir tür beyin hücresi olduğunu ortaya koymuştur bu nöronlar bir eylemde bulunduğumuzda ve
başka birisinin de aynı eylemde bulunduğunu gördüğümüzde tepki verirler. Empati hissetme
yeteneğimizin temelindeki sinir hücreleridir. Ayna nöronlar otomatik ve istemsiz bir şekilde
alevlenirler, karşımızdaki insan ağladığında ya da kusma refleksi gösterdiğinde karşıdaki
insanın da aynı bölgesinin etkileştiği bulunmuştur. Birbirimizle iletişim kurmanın yollarından
biri ayna nöronların etkinleşmesidir. Ayrıca başkalarının duygularını, bunları eş zamanlı
olarak taklit etme yoluyla da anlarız. Yüzünüzde empati yoluyla ortaya çıkan kas hareketleri
bir başkasının neler hissettiğini anlamamıza yardımcı olur.
Sözel olmayan ipuçları iletişimde birçok işlevi yerine getirir. Duygularımızı tutumlarımızı ve
kişiliğimizi ifade etmemize yardım ederler. Genelde sözcüklerden daha dürüst kabul edilir
ve insanların gerçekte hissedip de sözcüklere dökmediği duygularını ifade ettiği
düşünülür. Bastırılmış duygular genellikle yüz ifadeleri ya da beden hareketleri ile
dışarıya sızdırılır. Ancak bastırılmış sözel olmayan ipuçlarını fark etmek ve
yorumlamak zordur.
Yüz ifadeleri ve duygular
Darwin’in insan ve hayvanlarda duyguların ifadesi kitabı ile yüz ifadeleri en uzun araştırma
geçmişine sahiptir. Yüz ifadeleri yoluyla iletilen temel duyguların evrensel olduğu
düşüncesi baskındır. Bütün insanlar duyguları aynı şekilde kodlar ya da ifade eder ve bütün
insanlar bu kodları aynı doğrulukta çözebilir. Sözel olmayan iletişim biçimleri darwin’e
göre kültüre özgü değil türe özgüdür. Yüz ifadeleri bir zamanlar kullanışlı olan
fizyolojik reaksiyonların kalıntılarıdır. Son çalışmalar da bunu destekliyor
İğrenme ya da korku gibi yüz ifadeleri evrimsel bir önem kazanmıştır. Duygu durumlarını
iletebilmek türlerin evriminde yaşamsal bir öneme sahiptir, birisinin öfkelendiğini
anlarsak hayatta kalma şansımız artabilir. Erkek yüzündeki öfke ifadesi ve kadın
yüzündeki mutluluk ifdadesi daha kolay çözülüyormuş
6 temel duygu – öfke, mutluluk, şaşırma, korku, iğrenme ve üzüntü – bunlarda yüz
ifadeleri evrensel – temel duyguyu yorumlama yeteneğinin kültürler arası olduğu,
kültürel deneyimin değil, insan olmanın bir parçası oldğunu ortaya koyan kayda değer
veriler söz konusu. Bu altı temel duygu aynı zamanda insan gelişiminde ilk ortaya çıkan
duygulardır. 6 aylık bebeklerde bile bu duyguların yüz ifadeleri mevcuttur. Suçluluk,
utanç mahcubiyet ve gurur gibi diğer duygular insan gelişiminin sonraki dönemlerinde
orotaya çıkar ve büyük olasılıkla evrimin de sonraki aşamalarında ortaya çıkmıştır. Bu
duygular sosyal etkileşimle yakından bağlantılıdır.
Hor görme, gurur kültürlerarası – sf 188 örnek var. Utanç ise yüksek düzeyde bireyselci
kültürlerden gelenler için sergilenen bir davranış değil,
Bunlar kod – kodları çözerken bazen yanılırız, çünkü insanlar sıklıkla karma duygular
sergiler, yüzleri iki farklı duyguyu aktarabilir ikinci neden ise kültürdür.
Kültür ve Sözel Olmayan iletişim Kanalları
Her kültürün kendine özgü gösterim kuralları vardır. Gösterim kuralları, hangi sözel
olmayan davranışları sergilemenin uygun olduğuyla ilgili kültürel kurallardır. Örn.
Bireyci kültürlerin gösterim kuralları başkalarının önünde utanç duygusunun
sergilenmesini teşvik etmez, buna karşılık ortaklaşacı kütürlerde buna izin verilir.
Örn. Japon normları insanların olumsuz yüz ifadelerini gülümseme ve kahkahalarla
gizlemesini ve genel olarak batı toplumlarına oranla daha az yüz ifadesi sergilemesini
gerektirir. Batıda asyalıların stereotipik olarak esrarengiz ve anlaşılmaz kabul
edilmesinin nedeni budur.
Göz teması ve bakış güçlü sözel olmayan ipuçlarıdır. Kültürden kültüre göz temasının
anlamı değişir, amerikada gözlerinin içine bakamamak rahatsızlık verir ancak başka
yerlerde doğrudan göz teması saldırganlık kabul edilir ya da saygısızlık göstergesi kanül
edilir. Kişisel alanları kullanma da sözel olmayan iletişim kanallarındandır, abd 1 metre
mesafe ister, başka kültürlerde bu böyle değildir.
El kol işaretleri – tanımları anlaşılan, açık karşılığı olan jestler amblem denir, evrensel
değildir, her kültürün kendine özgü amblemleri vardır, başka kültürden insanlar bu
amblemleri anlamazlar
Çok Kanallı sözel olmayan iletişim
Gündelik hayatımız çok kanallı sosyal etkileşimden oluşur. Başka insanlarla konuştuğumuzda
ya da onları gözlemlerden birçok sözel olmayan ipucu söz konusudur. Bunları da genelde
doğru yorumlarız, anlamlı sözel olmayan bilgiler her yerde mevcuttur. Bakış, ses tonu, sıra
dışı bir jest doğru sonuca ulaşmamıza yardımcı olur. İnsanların tutumlarını, duygularını ve
ayırıcı kişilik özelliklerini de içeren sözel olmayan davranışlarına bakarak insanlar hakkında
çok şey öğrenebiliriz, birçok bilgi verisi sunar ve insanlar hakkında genel izlenimlerimizi ya
da kuramlarımızı oluştururken bu verileri kullanırız. Sözel olmayan ipuçları sosyal algının
başlangıcıdır. Ayrıca bilişsel süreçler vardır
Örtük Kişilik Kuramı: Boşlukları Doldurmak
İnsanlar sosyal dünyanın doğası hakkında kendilerinden emin olmadıklarında boşlukları
doldurmak için şemalara başvururlar. Şema zihinsel bir kısayoldur. Elimizdeki bilgi az
olduğunda şemalar bize boşlukları doldurmamız için ek bilgi sağlarlar.
Örtük kişilik kuramı: insanların çeşitli kişilik özelliklerini gruplamak için kullandığı
bir şema tipi: örn. Çoğumuz nazik birisinin aynı zamanda iyi kalpli olacağına inanırız.
Ancak şemalara güvenmek bizi yanlış yola sürükleyebilir birisi hakkında yanlış
varsayımlara ulaşabiliriz hatta kullandığımız şema ya da stereotip sonucunda bu kişinin
ait olduğu grubun diğer üyeleri gibi olduğuna inanarak, stereotipik düşünmeye
başlayabiliriz.
Kültür ve örtük kişilik kuramları:
Örtük kişilik kuramları zamanla ve deneyimle gelişir. Bunun nedeni örtük kişilik
kuramlarının kültürle yakından bağlantılı olmasıdır. Diğer inançlar gibi, bunlar da toplum
içinde kuşaktan kuşağa aktarılır ve bir kültürün örtük kişilik kuramı bir diğerinden çok farklı
olabilir.
İnsanlar okudukları öyküleri anlamak için kendi kültürel kuramlarını kullanırlar. Kuram
kullanımında ölçütlerden biri boşlukları doldurma eğilimi, yani şemaya uyan bilginin, aslında
gözlemlenmemiş olmasına karşın, gözlemlendiğine inanmaktır. Konuştuğumuz dilin dünya
ile ilgili düşünme şeklimizi etkilediği ortaya çıkmıştır. Kişinin kültürü ya da konuştuğu dil,
geniş oranda paylaşılan örtük kişilik kuramları üretir ve bu kuramlar da insanların birbirleri
hakkında vardıkları çıkarımları etkileyebilir.
Sözel olmayan davranışların kodunu çözmek ve örtük kişilik kuramlarına dayanmak
genellikle otomatiktir - bazen bu bilgileri kullandığımızın bilincinde de olmayız. Peki bir
başkasının davranışını bilinçli olarak açıklamamız gerektiğinde ne yaparız?
Nedensel Yükleme: Neden sorusunu yanıtlamak
Sözel olmayan davranış ve örtük kişilik kuramları birisinin gerçekte neler düşündüğünü ya da
hissettiği konusunda şaşmaz bilgiler veren kaynaklar değildir. Sözel iletişim kodu bazen
kolaylıkla çözülebilir, örtük kişilik kuramlarımız izlenim edinmemizi hızlandırabilir ancak
yine de karşımızdaki insanın davranışları gerçekte ne anlama geliyor belirsiz kalabilir.
Yükleme kuramı: insanların kendilerinin ve başkalarının davranış nedenlerini açıklama
şekliyle ilgili bir tanımdır. Tanıdığımız kişinin neden belirli bir şekilde davrandığını
yanıtlamak onları güdüleyenin ne olduğu konusunda daha ince ve daha komplike
çıkarımlara ulaşmamızı sağlayabilir. Yükleme kuramı başkalarının davranışlarından
nasıl nedensel anlamlar çıkardığımızı inceler.
Yükleme sürecinin doğası: Fritz Heider (1958) yükleme kuramının kurucusu olarak kabul
edilir. Naif psikoloji ya da sağduyu psikolojisi olarak adlandırdığı konu üzerinde çalışmıştır.
Buna göre, insanlar amatör bilim insanları gibidir, makul bir açıklama ya da nedene
ulaşana dek ellerindeki bilgileri bir araya getirerek başkalarının davranışlarını
anlamaya çalışırlar.
İnsanların davranışlarını anlamaya çalışırken iki yüklemeden birini yapabiliriz: ilk
seçenek içsel yükleme yapma: birisinin belirli bir davranışını onunla ilgili tutum,
karakter ya da kişilik gibi bir nedene bağlamak. Dışsal yükleme: birisinin belirli bir
davranışını, içinde bulunduğu duruma bağlamak; buna göre çoğu insanın aynı
durumda bu şekilde davranacağı kabul edilir. Yaptığımız yükleme tipine göre
varsayımlarımız çok farklı olur. Bu yüklemelerdeki ikililik yaşamımızın her alanında son
derece önemli bir rol oynar. Birbirinden hoşnut eşler birbirlerinin olumlu davranışları
için içsel yüklemeler yaparken olumsuz davranışları için dışsal yüklemeler yaparlar.
Sıkıntı eşler ise bu örüntünün tam tersini sergilerler
Heider’e göre içsel yüklemeleri dışsal yüklemelere yeğliyoruz. Her iki yükleme tipi de her
zaman için olanaklı olmakla birlikte, insanların davranış nedenlerini yine insanların içinde
arama eğilimi ağır basıyor. Algısal olarak insanlara odaklanırız, insanları fark ederiz ve
genellikle görmekte ve açıklamakta zorlandığımız durumu es geçebiliriz
Kovaryasyon modeli: İçsel ve Dışsal Yüklemeler
Sosyal algı sürecinde ilk ve temel adım insanların içsel ya da dışsal yükleme yapma arasında
nasıl karar verdiklerini belirlemktir. Harold Kelly – bir başkası hakkında izlenim sahibi
olurken birden fazla bilgiyi fark edip bu bilgilerle düşündüğümüz görüşünü ortaya atmıştır.
Kovaryasyon modeli :birisinin davranış nedenleri ile ilgili bir yükleme oluştururken
sistematik olarak, olası nedensel etmenlerin söz konusu olduğu ya da olmadığı
koşulların örüntüsüne ve davranışın sergilenip sergilenmediğine dikkat ederiz
Üç temel bilgi tipi üzerinde duruyor.
Konsensüs, belirli bir aktör ile başkalarının aynı uyarıcıya karşı ne derece aynı şekilde
davrandığı ile ilgili bilgiler.
ayırt edicilik: belirli bir aktörün farklı uyarıcılara karşı ne derece aynı şekilde
davrandığı ile ilgili bilgi
tutarlılık: belirli bir aktör ile uyarıcı arasındaki davranışın farklı zaman ve koşullarda
ne derece aynı kaldığı ile ilgili bilgi.
Bu üç bilgi kaynağı bir araya gelip iki belirgin örüntüden birini oluşturduğunda ancak net bir
yükleme yapılabilir. Eylemdeki konsensüs ve ayırt edicilik düzeyi düşük, tutarlılık düzeyi
yüksek olduğunda insanlar genelde içsel yükleme yaparlar. Konsensüs, ayırt edicilik ve
tutarlılık düzeylerinin hepsi yüksek olduğunda dışsal yükleme yaparlar. Tutarlılık
düşük olduğunda net bir içsel ya da dışsal yükleme yapamaz, özel bir dışsal ya da
durumsal yüklemeye başvururuz.
Kovaryasyon modeli, insanların nedensel yüklemeleri ussal, mantıksal bir şekilde
yaptığını varsayar. Ancak araştırmalar insanların konsensüs bilgisini Kelley’in öngördüğü
denli çok kullanmadığını göstermiştir. İnsanlar yüklemeler oluştururken tutarlılık ve ayırt
edicilik bilgilerine daha çok başvururlar. Ayrıca üç bilgi boyutuyla ilgili veriler her
zaman mevcut değildir. Bu gibi durumlarda da yükleme süreci devam ettiriliyor ve elde
olmayan blgilerle ilgili çıkarım yapılıyor.
Kovaryasyon modeli, insanların nedensel yüklemeleri ussal, mantıksal bir şekilde
yaptığını varsayar ancak her zaman mantıksal davranamayız. Bazen öz değer düzeyini
yüksek tutmak için bilgiler çarpıtılır bazen de yanlış yargılara yol açabilen zihinsel
kısayollara başvururlur.
Yükleme sürecini bozan belirli hata ve yanlılıklar vardır. Bunlardan birisi “insanların
davranışları içinde bulundukları duruma değil, nasıl birisi olduklarına bağlıdır”
varsayımıyla ortaya çıkan “uyuşma yanlılığıdır”.
Uyuşma Yanlılığı
İnsan davranışlarının, yatkınlıklarıyla yani kişilikleriyle uyuştuğunu düşünme
eğilimidir.
İnsan davranışları ile ilgili olarak çoğumuzda yaygın olarak bulunan temel kuram ya da
şema insanların davranış nedenlerinin durumdan değil, nasıl biri olduklarından
kaynaklandığıdır. Böyle düşündüğümüzde sosyal durumların davranış üzerindeki
etkisine odaklanan sosyal psikologlara değil, davranışın içsel yatkınlık ve ayırıcı
özelliklerinden kaynaklandığını düşünen kişilik psikologlarına benzeriz. İnsanların
davranışlarının yatkınlıklarına ya da kişiliklerine karşı geldiğini ya da uyduğunu düşünme
eğişimi, uyuşma yanlılığı olarak anılır. Uyuşma yanlılığı o denli yaygındır ki birçok sosyal
psikolog bunu temel yükleme hatası olarak adlandırır. İçsel yükleme her zaman yanlış
sonuçlar doğurmaz; elbette ki insan davranışlarının nedeni çopu zaman kişiliklerine
bağlıdır. Ancak sosyal durumların davranışları güçlü bir şekilde etkilediğini biliyoruz.
Uyuşma yanlılığının püf noktası başkalarının davranışlarını açıklarken dış etkileri
hafife alma eğiliminde olmamızdır. Durumun davranış üzerindeki etkisi bariz
olduğunda bile insanlar içsel yüklemeler yapmakta ısrar ederler.
Uyuşma yanlılığında algısal belirginliğin rolü: genelde çevredeki duruma değil kişiye
odaklanırız, davranışına neden olan durumu göremeyiz bile. Durumu görsek de durumun
onun için ne anlama geldiğini bilmediğimizde davranışı üzerindeki etkilerini de doğru bir
şekilde değerlendiremeyiz. Gerçekten de davranışların duruma bağlı nedenlerini çoğu zaman
bilemeyiz ya da doğru şekilde yorumlayamayız.
Burada algısal belirginlikten bahsetmek uygun. Algısal belirginlik birisinin dikkat
odağındaki bilginin görünüşteki önemi. Herhangi bir durumu göremediğimiz için
önemini göz ardı ederiz. Bizim için algısal belirginlik taşıyan şey karşımızdaki insandır,
görmediğimiz durumlar değil, biz dikkatimizi onlara verir davranışın tek nedeni olarak
onları görürüz.
Yükleme yaparken yaşanan iki adımlı süreç – öncel içsel yükleme yapar, kişinin
davranışının yine onunla ilgili bir şey olduğunu varsayarız. Daha sonra da bu yüklemeyi
kişinin içinde bulunduğu durumu göz önüne alarak uyarlamaya çalışırız. Bununla
birlikte, çoğu zaman ikinci adımdaki uyarlama yeterli olmaz. Gerçekten de dikkatimiz
dağınıksa ikinci yüklemeyi atlar içsel yükleme düzeyini aşırı yükseltiriz. İçsel yükleme
adımı hızlı ve kendiliğinden gelişir dışsal yükleme ise daha fazla çaba ve bilinçli dikkat
gerektirir.
Kültür ve Uyuşma Yanlılığı
Uyuşma yanlılığının evrensel olduğu herkesin yükleme yaparken bu bilişsel kısayolu
kullandığı düşünülüyordu.
Kültür gündelik yaşamımızı etkileyen en büyük durumlardan biri.
Batı kültürü – bireysel özerklik vurgusu, birey bağımsız ve kendine yeten bir insan,
davranışları içsel ayırıcı özellikleirni, güdülerini ve değerlerini yansıtır. Doğu asya –
grup özerkliği, birey benlik duygusunu ait olduğu sosyal gruptan alır, cemaat insanıdır.
Batı çözümleyici, nesnelerin özelliklerine doğu bütünsel. Amerikalılara bağlama dikkat
et dediğinnde beyinlerinde daha fazla etkinlik gözlemleniyor, doğuya ise bağlamı göz
ardı etmeleri söylendiğinde. Kendileri için tipik olmayan bir şekilde algılama yapmaları
istendiğinde daha fazla bilişsel çaba gerekiyor.
Bireyselci kültürlerdeki insanlar başkaları ile ilgili yatkınlığa dayalı yüklemeleri,
ortaklaşacı kültürdeki insanlar duruma bağlı yüklemeleri tercih ediyorlar
İki toplu cinayet vakası – iowadaki çinli bir lisans öğrencisinin diğeri michigandaki
beyaz kökenli bir postane çalışanı * İngilizce haberlerde yatkınlığa bağlı yüklemeler,
katilin fena yönleri, çince haberlerde ise durumsal haberler, müdürüyle anlaşamaması
cemaatten kopuk oluşu vs nedenleri ön plana çıkarmışlar. Yani ortaklaşacı
kültürlerdeki insanların yatkınlığa bağlı açıklamaların önüne geçtiği ve durumla ilgili
bilgileri de değerlendirdiği ortaya çıkmaktadır.
İnsanlar, kültürleri ne olursa olsun, başkaları hakkında yatkınlığa dayalı düşünme
eğilimindedir. Deneyime, değerlere dayalı ortaklaşacı kültürlerde bu yatkınlık aşılabilir
Aktör/gözlemci farklı – uyuşma yanlılığının ilginç yönlerinden biri de uygulamadaki
eşitsizliktir. Başkalarının davranışları için içsel nedenler bulma eğilimimiz ağır basarken
kendi davranışımızı açıklamak için duruma bakarız.
Bu yükleme ikilemi yaratır- aktör/gözlemci farkı
Algısal belirginlik: başkalarının davranışlarını durumdan daha çok fark edip kendi
durumumuzu da davranışlarımızdan daha çok fark ediyoruz. Biz kendi içimize de baksak
aslında daha çok dışarı bakarız, bizim için belirgin olan başkalarıdır, kendimize çok dikkat
etmeyiz
Aktörler kendileri hakkında gözlemcilerden daha fazla bilgiye sahiptir, davranış ve
durumlarının zaman içerisinde sergilediği benzerlik ve farklılıkları gözlemcilerden daha
iyi farkederler, kendileri hakkındaki tutarlık ve ayırt edicilik daha yüksektir o yüzden
de kendileri hakkındaki yüklemeleri daha çok durumları yansıtır
Bunlar insanların yükleme yaparken kullandığı zihinsel kısa yollar. Bunların dışında
gereksinimlerimiz isteklerimiz umut ve korkularımız da yüklemelerimizde yanlılık
yaratmaktadır.
Güdü temelli kısa yollar – bunlar öz saygımızı ve dünyanın güvenli ve adil bir yer olduğuna
dair inancımızı korur.
Kendine Hizmet Eden Yüklemeler – kişinin başarılarını açıklarken içsel, yatkınlığa
bağlı etmenlere, başarısızlığını açıklarken ise dışsal, duruma bağlı etmenlere paye
çıkarması.
Öz saygıları tehlikeye düşen insanlar kendine hizmet eden yüklemelere başvururlar.
Galibiyetlerin %80 inde içsel yükleme yapıldığı, yenilgilerde ise daha çok dış etmenlere,
takımın kontrolünde olmayan etmenlere yüklenir
Deneyimi daha az olan sporcular, deneyimli sporculara oranla kendine hizmet eden
yüklemeleri daha fazla kullanır, deneyimliler yenilgiden kendilerinin sorumlu olduğunu
zaferleri için her zaman bütün payeyi üstlenemeyeceklerini bilirler. Bireysel sporcular
takım oyuncularına oranla daha fazla kendine hizmet eden yükleme
Öz saygıyı korumak ya da artırmak için nedenselliği kendimiz için en iyi yere
koyuyoruz, gelecekte daha iyi yapacağımıza dair pek umut olmadığında dışsal yükleme
öz saygıyı korur, kendimizi geliştirebileceğimize inandığımızda içsel nedenlere
yükleme…tehlikeleri bertaraf etme, gerçeği yadsıma, savunmacı yüklemlere başvurma
Savunmacı yükleme türleri: incinebilirlik ve ölümlülük duygularını engellemeye yönelik
davranış açıklamaları
Kötü şeylerin yalnızca kötü insanların başına gelmesi düşüncesi, adil dünya inancı –
insanlar ne hak ediyorsa onu yaşar…
Kurbanı suçlamak –
Böylelikle yaşamdaki belirli düzeydeki rastlantısallığı da kabullenmek zorunda
kalmamış, kendisi gibi masum bir insanı bile köşe başında bir kazanın beklediği
düşüncesini kafasından atmış, kendi güvenliği ile kaygı uyandırıcı düşünceleri
uzaklaştırmış olur.

6. Hafta – Benlik
İnsanların kendi yeteneklerini görme ve davranışlarının nedenlerini yorumlama
biçimleri başarıları üzerinde çok önemli ve belirleyici bir etkiye sahip olabilir.
Amerikan psikolojisinin kurucusu William James (1842 -1910) benlik algımızda temel ikiliği
tanımlamıştır. Benlik kendimizle “bilinen” hatta daha basit olarak “benim” ile ilgili
düşünce ve inançlarımızdan oluşur. Benlik aynı zamanda “bilen” ya da “ben” olarak
etkin bilgi işlemcisidir.
Çağdaş deyimiyle benliğin bilinen yönünü benlik-kavramı, bilen yönünü de öz-
farkındalık olarak adlandırırız. Benlik kavramı benliğin içeriği kim olduğumuzla ilgili
bildiklerimiz öz farkındalık ise kendimiz hakkında düşünme eylemidir. benliğin bu iki
yönünü bir araya gelerek bütün bir kimlik duygusu yaratır. Benliğiniz hem bir kitap
hem de bu kitabın okurudur.
“benlik duygusu olan tek canlı türü biz miyiz?” ayna örneği – şempaze orangutan yunus –
kırmızı boya
İnsanlar kendilerini 18 ay civarında tanımaya başlıyorlar. Büyüdükçe basit benlik kavramı
karmaşıklaşıyor. Ben kimim sorusu soruluyor- bir çocuğun benlik kavramı daha somut, yaş
cinsiyet oturduğu yer hobileri
Olgunlaştıkça fiziksel karakteristiklere daha az, psikolojik durumlara duygu ve düşüncelere
daha fazla odaklanıyorlar ve başkalarının bizimle ilgili yargıları üzerine düşünmeye
başlıyoruz.
Benliğin işlevleri * 1. Benlik bilgisi ile kendimiz hakkında bildiklerimizi formülleştirir ve
organize ederiz
2 benlik denetimi ile planlar yapar kararlarımızı uygularız
3 Kendini-sunma ile kendimizi başkalarına en iyi şekilde göstermek için çabalarız
4 kendini mazur gösterme yoluyla da kendimizi kendimize en iyi şekilde göstermek için
elimizden geleni yaparız.
BENLİK BİLGİSİ
Benlik Tanımında Kültürel Farklılıklar
Batı kültürlerinde insanlar kendilerini, başkalarının değil, kendi içsel düşünce, duygu ve
eylemleri ile tanımladıkları bir bağımsız benlik görüşüne sahiptir. Batılılar kendilerini
başkalarından oldukça ayrı olarak tanımlamayı öğrenirler ve bağımsızlık ile tekliğe
değer verirler
Çoğu Asyalı ve Batılı olmayan kültürler kişinin kendisini başkaları ile ilişkisi bağlamında
tanımladığı ve davranışlarının genellikle başkalarının düşünce, duygu ve eylemleri
tarafından belirlendiğini düşündüğü karşılıklı bağımlı benlik görüşüne sahiptir.
Kültürler içerisinde benlik kavramı konusunda farklılıklar söz konusudur ve kültürler
arasındaki temas arttıkça bu kültürler arasındaki farklılıklar da azalabilir.
Benlik duygusundaki farklılıklar o kadar temel niteliktedir ki bağımsız benlikleri olan
insanlar ile karşılıklı bağımlılık duygusu olan insanların birbirlerini bu açıdan
anlamaları çok zordur. Batı toplumunda benlik her şeyin ölçüsüdür. Ancak benlik doğal
bir şey değildir, sosyal bir yapıdır ve kültürden kültüre farklılık gösterir.
Benlik Tanımında Cinsiyete Bağlı Farklılıklar
Kadınlar ilişkiler ve duygular ve sorunlar konuşurken erkekler duygulardan başka her
şey konuşur – bu bir stereotip bunda doğruluk payı var mıdır? Kadın ve erkeklerin
benlik kavramları arasında farklılık vardır.
Kadınların ilişkisel karşılıklı bağımlılık düzeyi daha yüksektir, yani yakın ilişkilerine
daha çok odaklanırlar. Erkeklerde ise kolektif karşılıklı bağımlılık daha yüksektir yani
daha geniş gruplardaki yerlerine daha çok odaklanırlar. Çocukluğun erken
dönemlerinden itibaren kızlar yakın ilişkiler kurmaya, başkalarıyla iş birliği yapmaya
ve dikkatlerini sosyal ilişkilere odaklamaya daha eğilimli olurken erkekler daha çok
grup üyeliklerine önem verirler.
Ancak kadın ve erkekler arasındaki psikolojik farklılıklar benzerliklerin sayısından çok
daha azdır.
1 Kendimizi İçe Bakış Yoluyla Tanımak *
2 gözlemleyerek tanımak
İçe bakış düşünce, duygu ve güdülerimiz hakkında yalnızca bizim sahip olduğumuz iç
bilgiler yoluyla kendimizi tanıyabiliriz. İçe bakışın iki yönü var – insanlar bu bilgi
kaynağına zannettiğimiz kadar çok sık başvurmazlar – insanlar kendileri hakkında çok
fazla düşünmezler, düşündükleri zaman da duygu ve davranIşlarının nedenleri bilinçli
farkındalıklarından gizleniyor olabilir.
İçe bakış 1 Benliğe odaklanmak – öz farkındalık kuramı:
İçe bakış 2 Nedenler hakkında içe bakış
19-65 yaş arası 107 çalışandan 1 hafta boyunca çağrı cihazı taşımaları isteniyor, 7-9 kez
çalıyor gün içinde – o anki ruh halleriyle ilgili bir dizi soru yanıtlıyorlar
Kaydedilen düşüncelerin yalnızca %8 i katılımcıların kendisi hakkındaydı. Katılımcılar
daha çok iş, angaryalar ve zaman hakkında düşünüyorlardı. Hiçbir şey düşünmüyorum
yanıtının sıklığı kendileri hakkındaki düşüncelerinden daha fazlaydı. İçe bakış sık
kullanılan bir bilişsel etkinlik değil. Gündelik hayatla ilgili sıradan düşünceler ve tabii ki
başkaları ve onlarla konuşmalarımız üzerine düşünceler gündelik düşüncelerimizin
büyük bir bölümünü kaplar.
Kendimizi bir videoda ya da aynada gördüğümüzde öz farkındalığımız tetiklenir. Kendi
dikkatimizin odağında yer alırız. Öz farkındalık kuramına göre böyle bir durum
yaşadığımızda mevcut davranışlarımızı değerlendirip içsel standart ve değerlerimizle
karşılaştırırız. Kısacası kendimizin farkında oluruz, yani kendimizin nesnel, yargılayıcı
gözlemcileri haline gelir, kendimizi dış bir gözlemcinin gözüyle görürüz.
Bir karar verdiğimizde ve uygulamadığımızda davranışımız ile içsel standardımız
arasındaki uyuşmazlığın farkına varırız. Davranışlarımızı iç yönergelerimize göre
değiştirebilirsek içsel standardımızla uyum içerisinde oluruz. Ancak davranışımızı
değiştiremeyeceğimizi hissedersek benlik-farkındalığı durumunda olmak bizi rahatsız
edecektir.
Örn. Bağımlılıklar – iç sahne ışıklarını kişinin kendi üzerinden uzaklaştırmasının etkin
yollarıdır. Sarhoş olmak olumsuz düşüncelerden kaçılmasını sağlayabilir. İnsanların,
tüm risklerine karşın, düzenli bir şekilde bu tip tehlikeli davranışlara yönelmesi kendine
odaklanmanın ne kadar itici bir şey olabildiğini gösterir.
Bununla birlikte, benlikten kaçmanın bütün yolları bu denli zarar verici değildir. Dinsel
ifadeler ve tinsellik biçimleri de kendine odaklanmadan kaçmanın etkili yollarındandır.
Kendine odaklanma her zaman kötü de değildir.
Bize eksik yönlerimizi hatırlattığında öz farkındalıktan özellikle kaçınmak isteriz ve bu
koşullar altında örn kötü geçen bir sınavdan hemen sonra insanlar benlik farkındalığından
kaçmaya çalışır.
Doğu Asya kültürlerinde büyüyen insanların benlikle ilgili daha çok karşılıklı bağlılığa
dayanan bir görüşe sahip oldukları, kendilerini başkaları ile ilişkileri bağlamında
tanımladıkları düşünülürse onlardaki öz farkındalık eğilimi de farklı olabilir mi?
Asyalılarda benliğe dışardan bakış yanı kendilerini başkalarının gözüyle görme eğilimi
daha yüksektir. Kronik öz farkındalık durumundalardır
Nedensel kuramlarla içe bakış:
Benlik farkındalığı söz konusu olsa ve içimize bakabilsek bile neden belirli bir şekilde
hissettiğimizi söyleyebilmek o kadar kolay değildir. Bunun sebebi temel zihinsel
işleyişlerin çoğu farkındalık dışında gerçekleşiyor olması. Bizi sonuca götüren bilişsel
süreçlerin farkında olmayız. İçe bakış duygu ve davranışlarımızın doğru nedenlerine
ulaşmamızı sağlamayabilir ancak biz kendimizi bunun doğruluğu konusunda ikna
edebiliriz. Bu aslında “bilebileceğimizden daha fazlasını söylemektir” insanların kendi
duygu ve davranışlarına getirdiği açıklamalar genellikle makul şartlarda bilebileceklerinin
ötesine geçer.
Gün içerisindeki ruh hallerini 5 hafta boyunca her gün not etmeleri isteniyor – gündelik
ruh hallerini öngörebilecek şeylerin de güncesini tutuyorlar (hava durumu iş yükü uyku
gibi) 5 haftanın sonunda ruh halleri ile diğer değişkenler arası ilişkiyi
değerlendiriyorlar.

İnsanlar kendi ruh hallerini öngören şeyler konusunda yanılıyorlar. Kendi nedensel
kuramları yani kendi duygu ve davranışlarını neyin etkilediği konusunda birçok kuram
üretiyorlar ve bu kuramları neden belirli bir şekilde davrandıklarını açıklamak için
kullanıyorlar. Nedensel kuramlar da büyüdüğümüz kültürden öğreniliyor
İnsanların kendileri hakkındaki bilgileri, örneğin geçmişteki tepkileri ve bir seçim
yapmadan önce akıllarından geçenler, kültürel yoldan öğrenilmiş nedensel kuramlardan
çok daha fazladır. Geçmişteki eylemlerimiz ve şimdiki düşüncelerimiz hakkında kendi
içimize bakmamızın, hissettiklerimiz konusunda her zaman doğru sonuçlara ulaşmamızı
sağlamayacağı da bir gerçektir.
Nedenler Hakkında içe bakışın sonuçları: duygularımızın nedenlerini çözümlemenin her
zaman iyi bir strateji olmadığı ve aslında her şeyi daha da kötü hale getirebileceği
sonucuna ulaşan bir çalışma… nedenleri bilmediğimizde akla en yakın görünen
nedenleri göz önüne alırız akla yakın görünseler de bunlar doğru olmayabilir. Bunların
doğruluğuna kendimizi ikna edebilir böylece hislerimizi nedenlerimize uyduracak
şekilde düşünmeye başlayabiliriz.
Nedenlerin doğurduğu tutum değişimi: kişinin tutumlarının nedenlerini düşünmesi
sonucunda tutumun değişmesi; insanlar tutumlarının akla yakın ve kolayca dile
getirilebilen nedenlere uyduğunu düşünür. Nedenleri çözümlemenin etkisi zamanla
azalır ve insanlar en baştakı açıklaması zor tutumlara geri döner. Dolayısıyla nedenleri
çözümledikten hemen sonra önemli kararlar verdiğimizde bu kararlardan sonra pişman
olabiliriz. Bunun nedeni de insanların nedenleri çözümledikten hemen sonra sözcüklere
dökmesi kolay şeyler üzerinde odaklanması ve açıklaması zor duyguları göz ardı
etmesidir. Uzun vadede asıl önemli olan ise açıklaması zor duygulardır.
Kendi Davranışlarımızı gözlemleyerek kendimizi tanımak
Benlik algısı kuramına göre tutum ve duygularımız belirsiz ya da muğlak olduğunda bu
durumlar hakkında davranışlarımızı ve bu davranışların ortaya çıktığı durumu
gözlemleyerek çıkarımlara varırız. Duygularımızı yalnızca nasıl hissettiğimizden emin
olmadığımız zaman, davranışlarımıza bakarak değerlendiririz. Ya da duygularımız
keskin olmayabilir bu konuda daha önce düşünmemiş olabilişiniz. Böyle bir durumda
neler hissettiğimizi anlamak için davranışlarımıza bakarız.
İçsel/dışsal güdülenme
İlk okul öğr – çocuklara kitap sevgisi aşılamaya çalışıyor, okuma karşılığı ödül verebilir –
ödüller güçlü güdüleyiciler ancak ödüllerin içte insanların kendi hakkındaki düşüncelerinde
benlik kavramlarında ve gelecekteki okuma güdülerinde ne gibi etkiler yarattığını da göz
önünde bulundurmak gerekir.
İçsel Güdülenme * bir etkinliği dış ödül ya da baskılar nedeniyle değil hoşlandığımız ya
da ilgilendiğimiz için gerçekleştirmek
Dışsal güdülenme – görevden hoşlandığımız ya da ilgilendiğimiz için değil dış ödül ya da
baskılar nedeniyle gerçekleştirmek
Benlik algısı kuramına göre ödüller içsel güdülenmeye zarar verebilir. Daha önce zevk
aldığı için kitap okuyan çocuk bunu artık ödül için yapar ve içsell güdülenme yerini
dışsal güdülenmeye bırakır.
Bunun sonucunda Aşırı doğrulama etkisi: insanlarda davranışlarının nedenini zorlayıcı dış
nedenlere bağlama ve içsel nedenlerin rolünü küçük görme eğilimi
En baştakindan yani ödüller devreye girmeden önce olduğundan çok daha az zaman
geçirilebilir. Ödüller içsel güdülenmeyi yok eder. Ancak aşırı doğrulama etkilerinin
engellenebileceği koşullar da vardır. Ödüller ancak en baştaki ilgi düzeyi yüksek
olduğunda ilgiyi azaltacaktır. Teşvik için ödül kötü bir fikir değildir, zaten daha önce
ilgi olmadığı için ilginin azalması söz konusu değildir.
Ödül de önemlidir * göreve bağlı ödüller yani insanlara bir işi ne kadar iyi yaptıklarına
bakılmaksızın yalnızca yaptığı için ödül vermek * ya da başarıya bağlı ödüller * başarıya
bağlı ödüllerde ilginin azalma olasılığı düşüktür
Duygularımızı anlamak: İki Etmenli Duygu Kuramı
Duygularımızı anlamak iki adımlı bir süreçtir. Önce psikolojik bir uyarılmışlık durumu
yaşarız daha sonra da bunun için uygun bir açıklama ya da etiket ararız.. Fiziksel
durumlarımızı tek başlarına açıklamak zordur bu nedenle de neden uyarıldığımızı
anlamak için bir yükleme yaparız ve bu bilgilerin yardımına başvururuz. (Schachter)
İnsan duygularının bazen gelişigüzel olduğunu uyarılmışlıklarına getirilebilecek en akla yakın
açıklamaya dayanmasını öne süren deney.
Uyarılmışlıklarının gerçek nedeni gizlenmiş olan katılımcılar davranışlarına getirdikleri
açıklamaları durumsal ipuçlarına dayandırırlar. – epinefrin örneği
Yanlış nedeni bulmak: Yanlış uyarılmışlık yüklemesi
Uyarılmışlığın kesin nedenini hatasız saptamak zordur bu sebeple bazen duygularımızı yanlış
tanımlarız. Bu durumda yanlış uyarılmışlık yüklemesi yani insanların hissettikleri duyguların
nedenleri konusunda yanlış sonuçlara varması söz konusudur. Örnek 275. Sayfa köprü
örneği
Sosyal Dünyayı yorumlamak: değerlendirmeye bağlı duygu kuramları
Bazen de fiziksel bir uyarılmışlık hissetmeyeceğimiz duygular yaşıyoruz. Temel düşüncesi
hissedeceğiniz duygu, fizyolojik bir uyarılma olmadığı takdirde bu olayı nasıl
yorumlayacağınıza ya da açıklayacağınıza bağlı olacaktır. İki değerlendirme türü özellikle
önemlidir. Bu olayın sizin için ifade ettiği şey iyi mi yoksa kötü mü? Siz bu olayın nedenlerini
nasıl açıklıyorsunuz.
Bilişsel değerlendirme kuramlarına göre uyarılma durumu her zaman önce gelmez;
bilişsel değerlendirmeler tek başlarına duygusal tepkiler için yeterli bir neden
oluştururlar. İki etmenli duygu kuramı ve bişişsel değerlendirme birbirini tamamlar
niteliktedir. Bu iki kuram da insanların olayları, bu olaylara kendi davranışları da dahil,
gözlemleyerek ve daha sonra açıklamaya çalışarak kendileri hakkında bir şeyler öğrendiği
konusunda hemfikirdir.
Zihniyet: Kendi Yeteneklerimizi Anlamak
Herkesin değişmeyen oranda yetenekleri olduğu düşüncesi sabit zihniyet olarak adlandırılır.
Zekamız, spor yeteneğimizin vs oranı sabittir. Ancak gelişim zihniyeti olduğu, yeteneklerin
serpilip gelişebilen işlenebilir nitelikler olduğunu ortaya koyar. Zihniyet başarı konusunda çok
önemli – gelişim zihniyetine sahip insanlar engelleri aşma çok çalışma yoluyla
kendilerini geliştirmek için fırsat kollarlar.
Kendimizi tanımak için başkalarını kullanmak
Benlik kavramı ıssız bir ortamda tek başına gelişmez, çevremizdeki insanlar tarafından
şekillendirilir. Başka insanlarla iletişime geçmek kendi imgemizi de netleştirmektedir.
Kendi yetenek ve tutumlarımızı ölçmenin yollarından biri, başkaları arasında nasıl
durduğumuza bakmaktır. Sosyal karşılaştırma kuramına göre insanlar kendi yetenek ve
tutumlarını, kendilerini başkalarıyla karşılaştırarak öğrenirler. Sosyal karşılaştırmayı,
kendilerini kıyaslayacakları nesnel bir standart olmadığı zaman ve belirli bir alanda
kendileri hakkında bir belirsizlik yaşadıklarında yaparlar.
– aslında en başta herhangi bir kişiyle otomatik bir karşılaştırmaya gireriz ancak bu
süreçten sonra bu karşılaştırmanın ne kadar uygun olduğunu düşünmeye başlar ve
bütün karşılaştırmaların eşit derecede bilgilendirici olmadığını fark ederiz.
Kendimizi benzer geçmişe sahip insanlarla karşılaştırmak, belirli bir yetenek
konusunda bizden daha iyi olan insanlarla karşılaştırmak… ancak bize benzeyen
birisiyle karşılatırmak benlik bilgisi açısından daha anlamlı.
Aşağı doğru sosyal karşılaştırma – kendini belirli bir ayırıcı özellik ya da yetenek
konusunda daha kötü durumdaki insanlarla kıyaslama eğilimi – benliği korumaya, benliği
güçlendirmeye yönelik bir stratejidir. Mevcut başarılarımızı geçmiş başarılarımızla
karşılaştırmak da da aşağı doğru sosyal karşılaştırma yaparız. Karşılaştırmanın konusu geçmiş
benliktir – yine daha iyi hissettirir. Yukarı doğru karşılaştırma ise ulaşılacak ileri bir
noktayı görmek istediğimizde kullanırız
Sosyal dünyayla ilgili görüşlerimizde genellikle arkadaşlarımızın sahip olduğu görüşleri
benimseriz.
Ayna benlik: kendimizi ve sosyal dünyayı başkalarının gözleriyle görür ve genellikle bu
görüşleri benimseriz. İki kişi iyi geçinmek istediğinde bu durum söz konusudur.
Bu tip bir sosyal uyumlamanın ilk defa karşılaştığımız ve iyi geçinmek istediğimiz birisi
olduğunda da söz konusu olduğu şaşırtıcıdır.
Benlik Kontrolü: Benliğin Yönetsel işlevi
Benliğin diğer bir önemli işlevi de şu anda neler yapılacağı ve geleceğe dair planları seçen
baş yönetici konumunda olmasıdır. Henüz gerçekleşmemiş olayları hayal edebilen ve
uzun vadeli planlar yapabilen tek canlı insandır. Bu planlar üzerinde denetim
uygulayan ise benliktir. Düşünceyi bastırma konusu – engellemeye çalışmaktan
vazgeçerek yasaklı konu üzerinde düşünmeye başlamak ancak bu düşünceler üzerinden
eyleme geçme söz konusu olduğunda benlik kontrolü uygulamak iyi bir stratejidir.
Kendini düzenleyici kaynak modeline göre eylemlerimizi kontrol etmeye çalıştığımız
sırada enerjimizin çok olmasıdır. Benlik kontrolü için enerji gerekir. Enerji- glikoz
düzeyidir- beyne enerji sağlayan yakıt * bu yakıta benlik kontrolünde daha çok ihtiyaç
duyuluyor –
İzlenim yöntemi - başkalarının bizi görmelerini istediğimiz şekilde yönlendirmeye
çalışmak
Erving Goffman “seyircilerimizi” belirli biri gibi olduğumuza ikna etmeye çalışan sahne
aktörlerine benzetir bizi.
Birisine yağ çekmek, kendini-engelleme (insanların kendilerine engel ve mazeretler yaratarak
bir görevde iyi olmadıklarında kendilerini suçlamaktan kaçınması= iki şekilde olur, başarılı
olma olasılığı azaltılır başarısız olursa suçu yeteneksizliğe değil yarattığı engellere atar.
İkincisi – engel yaratmazlar ancak başarısızlıkları için mazeretler üretirler
7. Hafta – Tutumlar ve Tutum Değişimi
Hepimiz dünyamızı değerlendiririz. Herhangi bir şeye karşı nötrüm demek oldukça zordur.
Tutumlar insanların diğer insanlar, nesneler ya da düşüncelerle ilgili değerlendirmeleridir.
Tutumlar genellikle davranışımızı belirledikleri için önemlidir.
Tutumların kaynağı: Genlerimiz; kimi tutumlar genetik yapının dolaylı birer işlevidir ve
genlerimizle doğrudan bağlantılı mizaç ya da kişilik gibi özelliklerle ilişkilidir.
Sosyal deneyimler de tutumların şekillenmesinde çok önemi bir rol oynar. Tutumlar üç
bileşenden oluşur, tutum nesnesi ile ilgili oluşturulan düşünce ve inançlar yani bilişsel
bileşen, tutum nesnesi ile duygusal tepkiler yani duygulanımsal bileşen ve tutum
nesnesine yönelik davranışlar yani davranışsal bileşen. Ayrıca herhangi bir tutumun
birden fazla deneyim tipine dayanabileceğini de anımsamak önemlidir.
Bilişsel kaynaklı tutumlar: Öncelikle kişinin bir tutum nesnesi ile ilgili inançlarına dayanan
tutumdur. Bu tutum tipinin amacı bir şeye sahip olmak isteyip istemediğimize hızlı bir şekilde
karar verebilmek için nesnesin artı ve eksilerini sınıflandırmaktadır (elektrik süpürgesi kahve
makinesi karşılaştırmak * nesnel özellikleri ile ilgili inançlarımıza dayanır)
Duygusal Kaynaklı Tutumlar: artı ve eksilerin nesnel değerlendirmesinden çok, duygu ve
değerlere dayanan tutumlar duygulanım kaynaklı tutumlardır. Bazen kilometre başına kaç
litre benzin yaktığına aldırmadan bir arabadan sadece hoşlanırız. Kimi zaman da olumsuz
inançlarımız olmasına karşın birisinin harika olduğunu düşünürüz. İnsanlar oy verirken
adayların belirli politik görüşlerine yönelik inançlarından çok, adayın kendisi hakkında
hissettiklerine daha çok önem vermektedir.
Duygulanımsal tutumlar olguların incelenmesinden kaynaklanmaz. Kendi değerlerine
dayanır, işlevleri dünyanın doğru bir resmini çizmekten çok, kişinin kendi temel değer
sistemini ifade etmesi ve doğrulamasıdır. Estetik tepkilerden kaynaklanabilir. Kaynak
koşullanma da olabilir.
Klasik koşullanma: duygusal bir tepki doğuran bir uyarıcıya nötr bir uyarıcı eşlik
ettiğinde en sonunda bu nötr uyarıcı tek başına aynı duygusal tepkiyi doğurur. (naftalin,
büyük anne, kurabiye kokusu)
Edimsel koşullanma: İstemli olarak sergilediğimiz davranışlar, bu davranışları bir
ödülün ya da cezanın izlemesine bağlı olarak daha sık ya da daha az görülür.
Duygulanım kaynaklı tutumlar (1)meselelerin rasyonel bir şekilde incelenmesinden
kaynaklanmazlar (2) mantıksal değerlendirmeye dayanmazlar (3) genellikle insanların
değerleriyle bağlantılıdır ve bu nedenle bu tutumları değiştirmek değerlere meydan
okumak anlamına gelir.
Davranış kaynaklı tutumlar: kişinin bir nesneye yönelik davranışlarını gözlemlemesine
dayanan tutumlardır. Benlik algısı kuramı:belirli koşullar altında insanlar nasıl
davrandıklarını görmeden nasıl hissedeceklerini bilmezler. Burada tutum bilişsel ya da
duygulanım temelli olmaktan çok kendi davranışını gözlemlemeye dayanır
Tutumların davranışlara dayandırılması: başlangıçtaki tutumlar zayıf ya da belirsiz
olduğunda – davranışlara başka bir olası açıklama getiremediklerinde
Açık/ Örtük tutumlar – açık tutumları kolaylıkla aktarıp anlatabiliriz, örtük tutumlar
ise istemsiz kontrol edilemez ve kimi zaman bilinçdışı tutumlardır. İnsanların hemen
her şeyle ilgili açık ya da örtük tutumlara sahip olabilir. Örtük çağrışım testi -
implicit.harvard.edu/implicit
Örtük tutumlar daha çok çocukluk deneyimlerinden kaynaklanır, açık tutumlar ise
yakın dönemdeki yaşantımıza dayanır.
Tutumlar Nasıl Değişir –
Tutumların değişmesi genellikle toplumsal etkiye bir tepki olarak gerçekleşir. Başkanlık
adayından çamaşır deterjanına kadar her şeyi kapsayan tutumlarımız başkalarının
söylediklerinden ya da yaptıklarından etkilenebilir. Tutum gibi son derece kişisel ve içsel
olan bir şey bile son derece sosyal bir fenomendir ve başkalarının hayali ya da gerçek
davranışlarından etkilenir. Reklamcılığın bütün çıkış noktası tüketim eşyaları
konusundaki tutumlarımızın reklamlar aracılığıyla nasıl etkileneceğidir.
Davranışları değiştirerek tutumları değiştirmek: Yeniden bilişsel çelişki kuramı:
İnsanlar tutumları ile tutarsız bir şekilde davrandıklarında ve bu davranış için bir dışsal
mazeret bulamadıklarında tutumlarını değiştirirler. İnsanlar kendilerini iyi nazik
dürüst biri olarak görmelerini tehdit eden bir şey yaptıklarında özellikle de bu davranışı
dışsal koşullarla açıklamaz olanaksız olduğundu çelişki yaşarlar. Çelişkiyi azaltmaya
çalışarak davranışlarını değiştirirler.
Kişisel değişiklik kolaydır ancak kitlesel değişiklik nasıl olur? Kanserle savaş derneği -
sigara karşıtı bir kampanya –
İknaya yönelik iletişim * bir konuda belirli bir görüşü savunan iletişim –
Amerikalı askerlerin moralini yükseltmek için çalışamalar yürüten bir ekip – kim kime ne
diyor? İletişimin kaynağına, iletişimin doğasına ve dinleyicinin doğasına göre iletişim
kurulur.
Yale tutum değişimi yaklaşımı olarak anılır – iknaya yönelik mesajların hangi koşullar altında
insanların tutumlarını değiştirme olasılığının daha yüksek olduğunun incelenmesi *
Doğrudan/dolaylı ikna yolları:
İki ana model: insanların güdülendiğini ve iletişimdeki mesajlara dikkat etme yetisine sahip
olduğu doğrudan ikna ve insanların mesajlara dikkat etmediği yüzeysel karakteristiklerden
etkilendiği dolaylı yol
Doğrudan iknada kişi iletişim üzerinde düşünür, iletişimi dikkatle dinler ve mesajları
değerlendirir. İnsanlar bazen duyduklarını detaylandırır, iletişimin içeriği konusunda
dikkatlice düşünür. Diğer koşullarda ise dikkat vermeye güdülenmeler, bunun yerine
mesajın yalnızca yüzeysel özelliklerine örneğin ne kadar uzun olduğu ve kimin
tarafından aktarıldığını fark ederler. Bu durumda mantıkla kişiler etkilenemez, mesajın
yüzeysel özellikleri mesajın kabul edilebilirliğini etkiler bu da dolaylı iknadır
İnsanların doğrudan ya da dolaylı iknayı tercih etmesinin nedeni insanların olgulara
dikkat etme güdüsü ile birlikte dikkat etme yetisine sahip olmasıdır. Konuya gerçekten
ilgilerse yakından ilgilenmeye güdülenmişlerdir ve doğrudan ikna yolunda ilerlemeleri
daha olasıdır.
Konuya kişisel ilgileri yoksa ise mesajların sağlamlığıyla değil konuşmacının kim
olduğuyla ilgileneceklerdir. Burada zihinsel kestirme yoldan gider ve prestijli
konuşmacılara güvenebilirim benzeri dolaylı kurallara uyar.
Ayrıca dinleyicinin kişiliği de önemlidir, bazıları düşünmekten zevk alır, bu insanların bilişsel
gereksinimleri yüksektir ve bu insanlar mesajları dikkatlice dinler
Uzun süreli tutum değişikliği nasıl sağlanır? Tutumlarını mesajların dikkatlice
çözümlenmesine dayandıran insanlarda bu tutumun uzun süreli olma, bu tutumla
tutarlı bir şekilde davranma ve karşı-ikna çalışmalarına direnme olasılığı tutumların
dolaylı ipuçlarına dayandıran insanlara oranla daha yüksektir.
Duygu ve Tutum değişikliği – insanların titizlikle hazırladığınız mesajları göz önüne
almaları için öncelikle onların dikkatini çekmeliyiz * bunun yollarından biri onların
duygularına oynamaktır.
Korku yaratan iletişimler – bu tip ikna edici mesajlar kamuoyu duyuruları genellikle
güvenlik, cinsellik, uyuşturucudan uzak durmak gibi konularda benimsenir – kamu
spotları – ortalama bir korku yaratıldıysa ve insanları mesajı dinleyerek bu korkuyu
azaltmanın yollarını öğreneceklerine inandılarsa mesajı dikkatli bir şekilde çözümlerler
ve doğrudan ikna yöntemini kullanacaklar ve tutumlarını değiştirecekler.
İnsanlara korku salıp korkuyu nasıl azaltacağını anlatmazsanız başarılı olamazsınız.
Korku yaratan mesajlar insanları boğacak şekilde güçlüyse başarısız olunur.
Savunmaya geçilir, rasyonel düşünceyi tetiklemezler.
Sezgisel kestirme yol olarak duygular: Duygular bir şey hakkında nasıl hissettiğimizle ilgili
sinyal göndererek de tutum değişikliğine yol açabilirler. Sezgisel sistematik ikna modeline
göre insanlar dolaylı ikna yolunu seçtiklerinde genellikle sezgisel kestirme yollara
başvururlar. Hızlı ve etkin bir şekilde yargıda bulunmalarını sağlayan zihinsel kısayollar
herhangi bir konu ile ilgili bir detayı çözümlemek ve tutumlarının ne olduğuna zaman
kaybetmeden karar verebilmek için kullandığı basit bir kuraldır. “bunun hakkında ne
hissediyorum”
Tek sorun hislerimizin kaynağını bilmememizdir. Kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan
alacağımız koltuk mudur yoksa alakasız bir şey mi? Güneş, müzik vs olabilir. Ruh halimizi
yanlış anlamış olabilir, bir kaynaktan gelen duygularımızı başka bir kaynaktan gelen
duygularımıza atfedebiliriz.
Reklamcılar veya satıcılar iyi duygular yaratmaya ve böylece insanların bu duygulardan
en azından bazılarını pazarlanan mala yüklemesini sağlamaya çalışırlar
Duygu ve Farklı Tutum Tipleri: farklı tutum değiştirme tekniklerinin başarısı
değiştirilmeye çalışılan tutumun tipine bağlıdır. Bir tutum bilişsel kaynaklıysa bunu
değiştirmenin en iyi yolu rasyonel mesajlar kullanmak, duygulanım kaynaklıysa
duygusal yaklaşımları benimsemek olur.
Kültür ve farklı tutum tipleri - batı kültürü bireysel bağımsız doğu kültürü karşılıklı
bağımlılık ve ortaklaşacalılık
Sf 386 ekle
İkna Edici Mesajlar Karşı Koymak
Tutumun aşılanması – birisi saldırıya geçmeden önce tutumunuza karşı mesajları gözden
geçirebilirsiniz. Tutum aşılanması olarak adlandırılan tekniği kullanarak lehte ve alehte
mesajlar üzerine ne kadar çok düşünürse mantıksal argümanlar kullanarak düşüncelerini
değiştirme girişimlerini o denli iyi bertaraf edebilir. Aşı mantığı – mesajları önceden
değerlendiren insanlar daha sonraki iletişimlerin etkilerine karşı görece bağışık olurlar.
Tutumu dolaylı yoldan oluşan birisi saldırılara karşı özellikle savunmasız olur
Ürün yerleştirmeye karşı uyanık olmak - reklamlardan kaçınma eğilimine karşılık olarak
reklamcılar ürünlerini program içine sergilemenin yollarını ararlar. Bu yöntemin etkili
olmasının sebeplerinden biri insanların tutum ve davranışlarının etkilenmeye çalışıldığını
fark etmemesidir. Karşı fikir üretmeyiz, çocuklar savunmasızdır. Tutumlarının
değiştirilmeye çalışılacağını bilen insanlar az savunmasız olurlar
Akran baskısına karşı koymak: duygusal tepkilere karşı koymaktır aslında. Mantığa dayalı
tartışma gerçekleşmez, akran baskısı değer ve duygulara yöneliktir; reddedilme
korkusunu, özgürlük ve özerklik isteğini hedef alır. Arkadaşlar sosyal onay kaynağıdır,
karşılaşabilecekleri duygusal baskılardan örnekler verilebilir, yüreklendirilebilirler.
Bumerang etkisi: çok sert yasaklamaların bumerang etkisi yarattığı görülmektedir.
Yasaklanan etkinliğe ilgi artar. Tepkisellik kuramına göre insanlar yapma düşünme ve
isteme özgürlüklerinin kısıtlandığı hissinden hoşlanmazlar. Sert uyarı alan insanların
kişisel özgürlük ve seçim duygularını yeniden kazanmak için yasaklanan davranışı
sergileme olasılıkları artar.
Tutumlar davranışı ne zaman öngörür:
Reklamlara para harcanmasının sebebi: insanların tutumları değiştiğinde davranışları da
değişir argümanıdır. Peki gerçekten İnsanların tutumları değiştiğinde davranışları da değişir
mi? Örn 394 sayfa Tutumlar davranışları yalnızca belirli koşullar altında öngörmektedir.
Önemli etmenlerden birisi davranışın kendiliğinden mi yoksa planlı mı olduğudur
Kendiliğinden davranışları öngörmek?
Bazen spontane davranır, yapmak üzere olduğumuz şey üzerine çok az düşünürüz. Restorana
bir yabancı geldiğinde hizmet edip etmeme konusunda çok kısa bir sürede karar vermemiz
gerekir. Tutumlar yalnızca erişilebilirlikleri yüksek olduğunda kendiliğinden davranışları
öngörür. Tutum erişebilirliği bir nesne ile onun bir değerlendirmesi arasındaki çağrışım
gücüdür ve genellikle birisinin bir konu ya da nesne hakkındaki duygularını ne kadar hızlı bir
şekilde aktarabildiği ile ölçülür. Erişebilirlik yüksek olduğunda tutum nesnesini her
görüşünüzde ya da düşünüşünüzde tutumumuz aklımıza gelir, düşük olduğunda ise tutum
daha yavas akla gelir. Erişebilirliği yüksek tutumların davranışları öngörme olasılığı daha
yüksektir. Erişebilirliğin kaynağı ise, tutumun nesnesi ile davranışın deneyiminin derecesidir.
Kimi tutumlar yaparak edinilen deneyimlere dayanır, diğer tutumlarsa deneyim olmadan
şekillenir. Tutum nesnesi ile ilgili deneyim ne kadar doğrudansa erişebilirlik yüksektir.
Üzerinde düşünülmüş davranışları öngörmek: çoğu durumda davranış kendiliğinden değildir,
üzerinde düşünülmüştür. Bu durumda tutumumuzun erişilebilirliği daha az önemlidir. Nasıl
hissettiğimiz üzerine düşünebiliriz. Planlı davranış kuramına göre, insanların nasıl
davranacakları konusunda düşünmeye zamanları olduğu zaman davranışları en iyi öngören
şey niyetleridir bunu da üç şey belirler: spesifik davranışa yönelik tutumları, öznel normları
ve algılanan davranış kontrolleri.
Spesifik tutumlar – planlı davranış kuralına göre yalnızca davranışa yönelik spesifik
tutumların bu davranışı öngörmesi beklenebilir. Hangi çinliye hizmet verip vermeyeceği
hakkında spesifik soru
Öznel normlar: davranışa yönelik tutumları ölçmenin yanı sıra insanların öznel normlarını,
yani önemsedikleri insanların söz konusu davranışı nasıl görecekleri ile ilgili inançlarını da
ölçmemiz gerekir. Birisinin niyetini ön görürken bu inançları bilmek kişinin tutumlarını
bilmek kadar önemli olabilir.
Algılanan davranış kontrolü: insanların niyetleri bir davranışı ne kadar rahatlıkla
sergileyebilecekleri konusundaki inançlarından, yani algılanan davranış kontrolünden de
etkilenebilir. Davranışı uygulamanın kolay olduğuna inandıklarında güçlü bir niyet oluşturup
davranışı uygulayabilirler.
Reklamın gücü – insanlar kendilerinin dışında herkesin reklamdan etkilendiğini düşünür.
Reklamlar nasıl etkili olur – duygulara karşı duygular, mantığa karşı mantık –
Kişisel alakalı ürünlerle ilgileniriz ancak kişisel olarak ilgilenmediğimizde ne olur?
Duygularımızı tetiklemeyen ve gündelik hayatlarımızla doğrudan alakalı olmayan bir ürün
olduğunda bu ürünü kişisel kılmak püf noktadır. Boğaz antiseptiği olan listerin -kimse
kullanmıyor o yüzden önce hastalık icat ediliyor, “birçok kez nedime oldu ama hiç gelin
olmadı” diye bir slogan, ağız kokusu bi anda milyonları etkileyen bir problem haline geliyor.
L
Eşikaltı reklamlar – bilinçli olarak algılanmayan ancak yine de insanların yargılarını tutum ve
davranışlarını etkileyebilen sözcük ya da resimler. Bunlar hem görsel hem işitsel olabilir
ancak düşünüldüğü kadar etkili değildir. Gündelik yaşamda karşılaşılan eşikaltı mesajların
insan davranışını etkilediğini gösteren bir veri yok. Ancak laboratuvar ortamında etkili olduğu
keşfediliyor. Lipton buzlu çay mesajı verilen susamış öğrenciler soda yerine bunu tercih
ediyor.
Reklamlar kültürel stereotipler ve sosyal davranış – reklamlar aslında insanlar onları
bilinçli algıladıklarında daha etkilidir. İnsan davranışlarını temelden etkileyebilir.
Yalnızca müşteri tutumunu etkilemekle kalmazlar sözcük ve imgeler ürünleri arzu
edilen imajlarla ilişkilendirerek kültürel stereotipleri aktarır ( erkek adam Marlboro
içer gibi) – sosyal gruplarla ilgili stereotipik düşünme biçimlerini pekiştirir
(heteroseksüel insanlar geleneksel aile yapıları beyazlar). Cinsiyet stereotipleri çok
yaygındır, beden algısı güzellik algısı gibi..
9. Hafta - Grup Süreçleri
Hemen herkes grup yaşantısının özünü oluşturan aidiyet duygusunu hissetmek ister. Bir
sosyal grup, kendilerini bir diğeriyle tanımlayan ve birbirleriyle etkileşime giren iki veya
daha fazla kişidir. İnsanlar çiftler, aileler, arkadaş grupları, dini kuruluşlar, kulüpler, işler,
komşuluklar ve büyük örgütler içerisinde bir araya gelebilir. Bu gruplar ortak deneyimleri
bağları ve çıkarları olan kişilerden oluşur.
Bireylerden oluşan her topluluk grup oluşturmaz. Ülke çapında ortak statüyü paylaşan
kadınlar ev sahipleri askerler milyonerler birer grup değil kategoridir. Benzer şekilde bir
stadyumda beraber oturan insanlar da bir grup değil kalabalıktır.
• Toplumsal grubu oluşturan unsurlar;
– Ortak amaç birliğinin olması
– Grup üyeleri arasında belirli bir etkileşimin olması
– Bu etkileşimin belirli bir süreklilik kazanması.
– Normlar, statüler ve rollerin olması
– Toplumsal hedefin olması
İnsanlar gündelik hayatlarında çok sayıda ve birbirinden farklı grubun üyesidir.
İnsanların içinde bulunduğu gruplar, üyeler arası ilişki/etkileşim biçimlerine göre türlere
ayrılmaktadır.
• Gruplara katılma nedenleri:
– İlişki kurma ihtiyacı
– Özdeşleşme/ait olma ihtiyacı
– Güç sağlama
– Sosyal kimlik edinme, statü sağlama
– Güvenlik sağlama
– Benzerleriyle birlikte olma
Birincil ve İkincil Gruplar
Sosyal Grup: Kendilerini bir diğeriyle tanımlayan ve birbirleriyle etkileşime giren iki veya
daha fazla kişi. Sosyal gruplar üyelerinin birbirine karşı ilgi derecelerine göre ikiye ayrılır.
Birincil Grup: Üyelerinin kişisel ve kalıcı ilişkileri paylaştığı küçük grup. Birbirileri ile çok
fazla zaman geçirirler. Geniş kapsamlı faaliyetleri beraber yürütürler. Birbirlerini iyi tanırlar.
Aile tüm toplumların en önemli birincil grubudur. İlişkiler biçimsel değildir, esnek ve uzun
sürelidir. Kişisel ve sıkı bir şekilde bütünleşmişlerdir. İlk tecrübe edilen gruplardır. Grup
üyeleri birbirlerini eşi olmayan ve yeri doldurulamayan olarak görmektedir. Duygu ve sadakat
ile bağlıdırlar. Çıkar duygusu ve ortak bir amaç birliği söz konusu değildir.
İkincil Grup: Üyelerinin belirli bir hedef veya faaliyet için bir araya geldiği büyük ve kişisel
olmayan grup. Birincil gruplara zıt niteliktedir. Kişisel olmayan, zayıf duygusal bağlar ve
diğer kişiler hakkında az bilgi içerir, kısa vadelidir. Etkileşim sınırlı ve kurallar önemlidir.
Üniversitede aynı dersi alan öğrenciler ikincil gruba örnektir. Birincilerden daha fazla üye
içerir. Grubun üyeleri kendilerini «biz» olarak düşünmez. Hedef yönelimi sergilerler. Resmi
ve kibar kalınır.

Grupların Yapısı ve İşlevleri


Gruplar çok genişlediğinde bütün üyelerle etkileşime geçemezsiniz. Yaş cinsiyet inanç ve
fikirler açısından birbirlerine benzeme eğilimi ortaya çıkar. Ayrıca grup üyeleri benzerliği
teşvik edecek şekilde işlerler.
Sosyal normlar, sosyal roller , cinsiyet rolleri ve grup sargınlığı
Grup sargınlığı – grubun üyelerini birbirine bağlayan ve karşılıklı düşkünlüğü teşvik eden
özellikleridir. Bir grup öncelikle sosyal nedenlerle oluştuysa grup ne kadar sargınsa o kadar
iyidir. Grup sargınsa üyelerinin grupta kalma, grup etkinliğine katılma ve benzer üyeleri
gruba almaya çalışma olasılığı da o denli yüksektir.
Gruplar ve Bireylerin Davranışları –
Sosyal kolaylaştırma: Başkalarının varlığı bize enerji verdiğinde
Başkalarının varlığı iki anlama gelebilir¸(1) sizinle aynı şeyi yapan çalışma arkadaşlarıyla bir
görev gerçekleştirmek ya da (2) sizi gözlemlemekten başka bir şey yapmayan izleyiciler
önünde bir görev gerçekleştirmek. Hiç konuşmasanız, iletişime geçmeseniz bile başkaları
sadece varlıklarıyla bir farklılık yaratabilirler mi?
Hamamböceği örneği
Görev görece basitse ve iyi öğrenilmişse yalnızca başkalarının varlığı bile başarıyı artırır.
Basit ve Zor görevler – zor görevlerde insanların ve hayvanların zor görevleri başkalarının
önünde daha kötü gerçekleştirdikleri görülmüştür.
Uyarılmışlık ve Baskın davranım - Robert Zojonc (1965) başkalarının varlığının iyi
öğrenilmiş davranımları kolaylaştırırken daha az çalışılmış ya da yeni davranımlara ket
vurduğu üzerine bir kuram geliştirmiştir. Başkalarının varlığı psikolojik uyarılmışlık
durumumuzu artırır, bedensel enerjimiz artar. Bu durumda öğrenilmiş davranım kolayca
yapılabilirken yeni bir şey öğrenmek zorlaşır. Uyarılmışlık telaşlanmanıza ve tek başınıza
olduğunuz duruma oranla daha kötü bir iş çıkarmanıza neden olacaktır.
İşte sosyal kolaylaştırma – insanlarda başkalarının yanındayken ve bireysel başarımlarının
değerlendirilme olasılığı olduğu kolay görevlerde daha iyi, karmaşık görevlerde daha kötü
sonuçlar alma eğilimine denir.
Başkalarının varlığı neden uyarılmışlık yaratır
Üç kuram: Başkaları özellikle tetikte ve ihtiyatlı olmamıza neden olur. Tetikte olma durumu
ya da ihtiyatlılık orta şiddette uyarılmışlığa neden olur.
Başkalarının varlığı bizi nasıl değerlendirildiğimiz konusunda endişelenmeye sevk eder:
insanlar başarımımızı izlerken sonuçların önemi artar. Başkalarının sizi değerlendirdiğini
hissedersniz ve iyi bir sonuçta kendinizi iyi hissederken kötü bir sonuçta kendinizden
utanırsınız. Değerlendirme endişesi de orta şiddetli uyarılmışlık drumuna neden olabilir.
Yalnızca başkalarının varlığı değil değerlendiriyor olmaları sosyal kolaylaştırmaya neden olur
Üçüncü açıklama ise başkalarının varlığında göreve yönelik dikkatimizin dağılmasına sebep
olmasıdır. İki ayrı şeye dikkat vermek zoru olduğu için bir çatışma durumu yaratır, bölünmüş
dikkat uyarılmışlığa neden olur
Başkalarının varlığı – bireysel çabalar değerlendirilebilir – tetikte olma/değerlendirme
endişesi/dikkat dağınıklığı/çatışma – uyarılma – basit görevlerde yüksek başarım/karmaşık
görevlerde düşün başarım
Sosyal Aylaklık –
İnsanlar bir şeyler üzerinde çalışırlar ve bireysel çabaları kolayca gözlemlenip
değerlendirilebilir. Öte yandan, insanlar başkalarının yanındayken genellikle bireysel çabaları
çevrelerindeki insanların çabalarından kolayca ayırt edilemez. Bu tip ortamlar sosyal
kolaylaştırma ortamlarının tam tersi durumlardır. Sosyal kolaylaştırmada başkalarının varlığı
ışıkların üzerimize çevrilmesine ve uyarılmışlık yaşamamıza neden olur. Öte yandan,
başkalarıyla birlikte olmak ve bir grubun içinde eriyip gitmek, yalnız başına olduğumuz
durumlara oranla daha az fark edilebilir olmak anlamına geldiğinde kendimizi rahatlamış
hissederiz. Değerlendirme endişemiz olmaz, elimizden gelenin en iyisini yapma isteğimiz
azalır. Kalabalıkta kayboluruz. Peki bu başarıyı artırır mı düşürür mü?
İlk olarak 1880 yılında incelenmiş – bir grup adam halata asıldığında her bir bireyin tek
başına oldukları duruma oranla daha az çaba harcadığını bulmuştur. Bundan yüzyıl sonra
(1979) insanların başkalarının yanındayken ve bireysel başarımları değerlendirilmiyorken
rahatlama ve bunun sonucunda da basit işlerde daha kötü karmaşık işlerde daha iyi başarım
sergileme eğilimi göstermişler. Buna sosyal aylaklık deniliyor
Rahatlama basit görevlerdeki başarımı düşürür karmaşık görevlerde başarımı yükseltir
Sosyal aylaklıkta – başkalarının varlığı bireysel çabaları değerlendirilmemesine yol açar,
değerlendirme endişesi olmadığı için rahatlama vardır, bunun sonunda da basit görevlerde
düşük başarım, karmaşık görevlerde yüksek başarım vardır.
Sosyal Aylaklıkta Cinsiyet ve Kültür Farklılıkları
Aylaklık etme eğilimi kadınlara oranla ereklerde daha yüksek. İlişkisel karşılıklı- bağımlılık
kadınlarda daha yüksektir bu eğilim kadınların aylaklık etme olasılığını düşürür. Batılı
kültürlerde de daha yüksek, benlik tanımlarının farklılığından kaynaklanır. Karşılıklı-bağımlı
benlik asyada daha yüksek.
Bu bulgular grupların nasıl örgütlenmesi gerektiği açısından önemlidir. Çalışanlaının görece
basit bir sorunu çözmesini isteyen bir müdürseniz değerlendirme endişesi yüklemenin zaratı
olmaz. Ancak bireysel başarımın gözlemlenemeyeceği gruplara yerleştirmemek gerekir çünkü
sosyal aylaklık artabilir. Zor ve karmaşık bir görev veriyorsanız bireysel başarımın
gözlemlenemeyeceği gruplara yerleştirip değerlendirme endişesini azaltmanız başarıyı
yükseltebilir..
Bireyselliğin yok olması: Kalabalıkta kaybolmak
Grup içerisinde bireyselliğin yok olması, yani kişilerin kimliklerinin belirlenemediği
zamanlarda davranışlar üzerindeki kısıtlamaların ortadan kalkması sonucunu da doğurabilir. –
tarih insan gruplarının sergilediği ve insanlar tek başlarınayken asla sergileyemeyecekleri
dehşetli eylemlerle doludur. Linç oyalarıyla ilgili gazete haberlerini inceleyen biri – güruh
haline hareket ettiklerinde kurbanlarını daha vahşice ve hunharca katletmişler *
Bireyselliğin yok olması hesap verme hissini azaltır – grup normlarına itaati artırır
• Grup-Birey etkileşimi
– Bireyselliği aşındırma,
– Gözetim, denetim, kontrol altına alarak birey üzerinde baskı yaratma
– Cesaret ve Risk almayı artırma
– Korku yaratma
- Sosyal buluşma (linç gibi)
Burdan bi sınav sorusu çıkar mı * bülbülü öldürmek örneği *
İnternet – blog – Twitter – insanların birbirlerine isim vermeden iletişime geçebilmesinin yeni
yollarını açtı ve tam da bireyselliğin yok olması üzerine yürütülen araştırmaların öngördüğü
gibi bu tip ortamlarda insanlar kimliklerinin açık olduğu ortamlarda söylemeyi akıllarından
bile geçiremeyecekleri şeyleri söylemede kendilerini özgür hissetmeye başlıyorlar.
Grup kararları –
Kişi mi daha iyi karar verir grup mu?
Konu üzerinde en fazla uzmanlık sahibi kişiye güvendiinde ve insanlar yalnızca kendileri için
değil bütün grup için en iyi yanıtı bulmaya güdülendiğinde gruplar bireylerden daha iyi
kararlara ulaşır. Öte yandan bazen gruplar bireylerden daha kötü karar verebilir ya da daha iyi
bir karara varamaz. Bunun sebepleri
İşlem kaybı - grup etkileşimleri sorunlara iyi çözümler bulmayı engellediğinde
Grup etkileşiminin herhangi bir yönüyle sorunlara iyi çözümler bulmayı engellemesine işlem
kaybı denir. En yetkin üyenin kim olduğuna bakmadan herhangi birisine güvenebilir, en
yetkin üye herkesle çelişmeyi göze alamayabilir, grup içerisinde iletişim sorunları olabilir.
İşlem kaybının ilginç örneklerinden biri de gruplarda üyelerin zaten bildikleri konuya
odaklanmaları ve az kişinin sahip olduğu bilgileri ele alamamalarıdır. Farklı bilgileri
paylaşamama büyük bir sorundur. Paylaşılamayan bilgilere genelde tartışmanın sonunda
masaya yatırılır bu sebeple tartışmanın herkesin bildiklerinin ötesine geçebilecek denli uzun
tutulmasının gerekli olduğu düşünülür. Farklı grup üyelerini farklı ve belirli uzmanlık
alanlarına atayarak belirli bilgi türlerinden yalnızca onların sorumlu olmasını
sağlayabilirsiniz.
Tek bir kişinin belleğinden daha verimli işleyecek şekilde iki kişinin belleğinin birlikte
kullanılmasına aktarmacı bellek denir. Uzmanlaşmayı öğrenen kişiler yani farklı bireyler bir
görevin farklı yönlerini anımsamakla sorumlu olabilirler.
Grup düşüncesi – grup sargınlığı net düşünme ve iyi karar vermeyi engelleyebilir. Grup
düşüncesinde grup sargınlığı ve dayanışmasını korumak, olguları gerçekçi bir şekilde ele
almanın önüne geçer. Farklı görüşlere kapalılık ortaya çıkar ve kendi isteklerini bildiren
yönetici bir lider tarafından yönetildiğinde ortaya çıkar.
Grup düşüncesi grubun yenilemez olduğunu, hata yapmalarının mümkün olmadığını
düşünmeye başlar. Zıt görüşler dile getirilmez, eleştiri yapılamaz, çoğunluk görüşüne uyma
yönünde bir baskı oluşur. Bu da insanların etkin olmayan bir karar verme sürecini
benimsemesine neden olur.
Kusurlu grup kararları çok yaygındır.
Grup düşüncesi tuzağından kurtulmak:
Tarafızlık, dışardan fikir almak, alt gruplar kurmak ve isimsiz fikirler almak
Grup Kutuplaşması – Aşırı Uçlar
Gruplar mı bireyler mi daha riskli kararlar verir?
Gruplarda üyelerin en baştaki eğilimlerini aşırıya taşıyan * bireylerin en baştaki yönelimi
riskliyse daha riskliye, sakınımlıysa daha sakınımlı kararlar alma eğilimi vardır. Buna grup
kutuplaşması denir. İki ana neden: ikna edici tartışmalar yorumuna göre bütün bireyler gruba
en baştaki tekliflerini destekleyen ve bazıları gruptaki diğer bireyler tarafından daha önce göz
önüne alınmamış bir dizi argümanla gelir. Sosyal karşılaştırma yorumuna göre ise bir konuyu
grup içinde tartışırken ilk olarak herkesin neler hissettiğini göz önüne alırız. Grup değerini
değerlendiririz, böylece birey grup değerlerini desteklemiş ve aynı zamanda kendisini olumlu
bir ışıkta göstermiş olur.
Gruplarda liderlik –
Büyük insan kuramı: buna göre birisinin iyi bir lider olması belli başlı ayırıcı kişilik
özelliklerine bağlıdır ve bunlar liderin karşılaştığı durumdan bağımsızdır.
Ancak çalışmalar kişilik ile liderlik arasında zayıf ilişkiler olduğunu bulmuştur. Güçlü bir
ilişki yoktur, etkin liderlikle güçlü korelasyon ilişkileri olan az sayıda kişilik özelliğine
rastlanmış (boy aile büyüklüğü yayımlanan kitap sayısı)
Büyük liderlerin belirli kişilik tipi olmasa bile belirli liderlik tarzları vardır
Etkileşimsel liderler net, kısa vadeli hedefler belirlerler ve bu hedeflere ulaşanları
ödüllendirirler. Grubun gereksinimlerinin karşılandığından ve işlerin düzgün ilerlediğinden
emin olur.
Dönüşümsel liderler: takipçilerini ortak, uzun vadeli hedeflere yöneltirler. Çerçevenin dışına
çıkabilen, önemli uzun vadeli hedefler belirleyip takipçilerine bu hedeflere ulaşma konusunda
esin verirler
İnsanlar belirli liderlik tarzlarıyla doğmazlar, ayrıca bu tarzlar birbirini dışlamaz. İkisini
benimseyen liderler en etkililerdir. Doğru durumda doğru kişi olan lider en iyisidir, yalnızca
ayırıcı kişilik özellikleri ile sosyal davranışları anlamak mümkün değildir, sosyal durumu da
hesaba katmak gerekir.
Liderlikte duruma bağlılık kuramı: etkin liderliğin hem liderin görev-yönelimli ya da ilişki
yönelimli olmasına hem de liderin grup üzerindeki denetim ve etkisine bağlı olduğu düşüncesi
Görev-yönelimli: duygulardan çok işin yapılmasıyla ilgilenir. İlişki-yönelimli – önce
çalışanların duyguları ve ilişkileri ile ilgilenir.
İş dünyasında kadınlar ve liderlik – cam uçurum – kadınların üst düzey yönetici pozisyonuna
gelmesi zordur ve genellikle kadınlar başarılı olmanın zor olduğu konumlara getirilirler. Cam
tavanı kırıp üst düzey liderlik pozisyonuna gelseler bile başarısızlık riski yüksek birimlerin
başına getirilme olasılıkları daha yüksektir. Cam uçurum durumun nedenlerinden biri
kadınların kriz yönetiminde daha başarılı görülmesidir. Daha komünallerdir, ilişkiseldir vs.
Ancak bu beklentiler kadınların değerlendirilmesini olumsuz yönde etkileyebilir. Kadınlar
toplumsal normlar doğrultusunda davranmaları gerektiği şekilde hareket ettiklerinde, yani
komünal davrandıklarında, genellikle liderlik potansiyellerinin daha az olduğu düşünülür.
Bunun nedeni de büyük şirket yöneticilerinin eylemci olması yönünde beklentiden
kaynaklanır. Kadınlar eylemci olduklarında da sosyal normlara ters hareket etmiş olurlar,
olumsuz algılanırlar.

10. hafta slaytlarda var

11. Hafta – Saldırganlık


Bir toplum saldırganlığı azaltmak için bir şey yapabilir mi?
Saldırganlık; fiziksel ya da psikolojik acı vermeyi amaçlayan davranışlar
Düşmanca saldırganlık; öfke duygularından kaynaklanan ve acı vermeyi ya da yaralamayı
amaçlayan saldırgan davranış.
Araçsal saldırganlık; araç birisinin canını yakmak olsa da amaç acı vermek değildir (futbol
maçı)
Saldırganlık öğrenilir mi doğuştan mı gelir?
Hobbes&Rousseau
Eros: yaşama yönelik içgüdü Thanatos: ölüme yönelik içgüdü
Freud: saldırgan enerjinin bir şekilde açığa çıkmasını aksi takdirde birikip hastalığa yol
açacağına inanıyordu. Toplum bu iç güdülerin düzenlenmesinde be insanların bunları
yüceltmesinde yardımcı bir rol oynar, yani enerjiyi kabul edilebilir ya da yararlı davranışlara
dönüştürür (sanat, şehirleşme vs)
Saldırganlık, içgüdüsel mi durumsal mı yoksa bir seçim mi?
Evrimsel yaklaşım; saldırganlığın genlerin sürdürülmesini sağladığı için erkeklerin genlerinde
programlanmış olduğu düşüncesiyle saldırganlık tartışmasına katıldılar.
İki kuram; erkekler diğer erkekler üzerinde egemenlik kurmak için saldırgan davranırlar –
dişiler en iyi gen ve en korumacı erkekleri seçme eğilimineler.
İkinci; kıskançlık nedeniyle saldırgan davranışlar sergileyerek eşlerinin başkalarıyla
çiftleşmemesini sağlamaya çalışırlar. Babalıkları garanti altına alınır.
En çağdaş toplumlarda bile toplumsal egemenlik ve dolayısıyla dişilere erişim hala büyük
oranda statüye dayanır. Önceleri fiziksel gözdağı veren erkekler kadınlara çekici gelmiştir.
Ancak statü farklı bir anlam kazanmıştır. Statü artık kariyer, zenginlik ve şöhret gücün
temelleri
Şempazeler ve cüce şempazeler – şempazelerin birbirlerini avcı-toplayıcı toplumdaki
insanlarla aynı oranda öldürdüğü bulunmuştur.
Cüce şempazeler ise saldırgan olmayan davranışlarıyla tanınır- farklı davrandıkları takdirde
aslında saldırganlığa yol açabilecek etkinliklerden önce cinsel ilişki
Cüce şempazeler – dişi egemen toplumlar kurarlar – istinadır.
Saldırganlık – evrimin bir parçası, hayatta kalma açısından önemlidir. Ancak hemen her
organizmanın çıkarları için gerekli olduğunda saldırganlığı bastırmalarına yarayacak güçlü
engelleme mekanizmaları da geliştirmektedir. Yani saldırganlık seçime bağlı bir stratejidir.
Hayvanın geçmiş deneyimlerine olduğu kadar, kendini içinde bulduğu belirli sosyal bağlama
da bağlıdır
Saldırganlık ve kültür
İnsanlar söz konusu olduğunda, sosyal etkileşimlerimizin karmaşıklığı ve önemi nedeniyle,
sosyal durum diğer hayvan türlerine göre çok daha önemli bir hale gelir
Biz belirli kışkırtıcı uyarılara, saldırgana karşı koyma yolları bularak tepki verme eğilimiyle
doğarız. Saldırgan davranışlar sergileyip sergilememiz bu doğuştan gelen eğilimler, çeşitli
öğrenilmiş engelleyici tepkiler ve sosyal durumun kesin doğası arasında gerçekleşen karmaşık
etkileşime bağlıdır.
Çoğu sosyal psikoloğa göre doğuştan gelen davranış örüntülerinin sonsuz bir değişebilirlik ve
esneklik taşıdığı görüşünü destekleyen birçok veri bulunmaktadır.
Ortaklaşacı kültürlerde saldırganlık düzeyi ab den daha düşük
Filipinlerde * gruplar arası şiddeti önlemek için kurumlar ve normlar * öfkenin saldıganlığa
dönüşeceği yerde zarar gören kişinin gönlünü almak gibi, şiddetin tek yol olmadığını
gösterirler. Grup içi şiddete karşı olsalar da dış gruplardan gelen saldırganlıkta şiddete
başvurabilirler.
Ancak sosyal koşullardaki değişim saldırganlık davranışını da etkiler – sosyal değişme
gruplar arası ya da grup içi çekişmeyi artırabilir.
Bölgecilik ve saldırganlık; savunma amaçlı ve hakarete karşılık güneyin kuzeyden daha çok
şiddete başvurduğu kanıtlanmış. Bu örüntüye göre, güneyde hayvancılığın olması ve vahşi
batı da güvnliğin büyük bir önem taşıması nedeniyle onur kültürü ortaya çıkmıştır.
S684 örnek – kortizon, testosteron artıyor
Saldırganlığı etkileyen nörolojik ve kimyasal faktörler.
Amigdala – saldırgan davranışların ilişkili olduğu bölge, amigdala uyarıldığında uysal
organizmalar şiddete bürünür, nöron etkinliği engellendiğinde saldırgan organizmalar
uysallaşır.,Nörolojik mekanizmaların etkisi sosyal etmenler tarafından değiştirilebilir
Serotonin – itkisel saldırganlık üzerinde ketleyici bir etkiye sahiptir. Az miktarda serotonin
şiddet içerikli suça yönelik davranışları artırıyor. Doğal serotoninin önü kesildiğinde saldırgan
davranışlar artıyor.
Testosteron: çok salgılanması saldırganlığı artırıyor. Aynı zamanda saldırgan bir bağlamda
olmak daha çok testosteron üretilmesine sebep oluyor.
Cinsiyet değiştirmeyi seçen insanlarda: erkek olmayı seçenlerin saldırganlık düzeyi artarken
kadın olmayı seçenlerin düşmüştür.
Cinsiyet ve saldırganlık: saldırganlık erkeklerde daha yüksektir ve erkekler daha açık bir
şekilde saldırganlık gösterirlerken kız çocukları dedikodu söylenti vs olarak dışa vururlar.
Fiilen kışkırtıldığında kadınlar ve erkekler arasındaki farklılık azalmaktadır.
Erkekler belirsiz durumları kadınlara oranla daha kışkırtıcı algılama eğilimindeler, gündelik
hayatta da ondan daha saldırgan olabilirler.
Biyokimyasal farklılık var ancak tek neden bu değil. Avusturalyalı ve yeni Zelandalı kadınlar
isveçli ve koreli erkeklere oranla daha fazla saldırganlık sergilemişler.
Yakın partnerler arası “kadınlar evden çıktıklarında telaşlanıyorlar, belki de asıl evde
kaldıklarında telaşlanmalıdır”
Alkol ve saldırganlık: alkol toplumun çeşitli eylemler üzerinde dayattığı engelleri kaldıran bir
etkiye sahiptir.
Ketleri kaldırır – sosyal ketleri azaltır ve genelde olduğumuzdan daha az tedbirli
davranmamıza neden olur.
Genel bilgi işleyişimizi aksatır – sosyal durumun ilk ve en bariz yönlerine tepki veririz ve
nüansları gözden kaçırırız.
Acı, Huzursuzluk ve saldırganlık
Ayaklanmalar sıcak günlerde ortaya çıkıyor,
Sıcak günlerde işlenen şiddet içerikli suç oranı artıyor
Sosyal statü ve saldırganlık:
Engellenme: kişinin bir amaca ulaşmasının engellendiği algısına sahip olduğu zamanlarda
saldırgan tepki olasılığının arttığı düşüncesi
Hedef yakınsa elden kaçan doyum beklentisi de o denli büyük olur, beklenti ne kadar
büyükse saldırganlık olasılığı da o denli artar.
Beklenmedik bir engellenme söz konusuysa saldırganlık artar.
Saldırganlığa yol açan yoksunluk değil görece yoksunluktur. Kendinizin hak
ettiğinizden, beklentisi içine sokulduğunuz şeyden ya da size benzeyen insanların sahip
olduğundan daha azına sahip olduğunuzu düşündüğünüzde saldırganlaşabilirsiniz.
Kışkırtılma ve karşılık verme: kışkırtma kasıtlıysa karşılık verilir, hafifletici nedenler
varsa karşı-saldırganlık yaşanmaz
Saldırgan nesnelerin ipucu olarak kullanılması
Saldırgan tepkilerle bağdaştırılan bir nesnenin yalnızca varlığı bile saldırganlık olasılığını
arttırıyor olabilir mi?
Tasdik, Taklit ve Saldırganlık: saygın bir kişi ya da kurum saldırganlığı tasdik ettiğinde, bu
durum birçok insanın tutum ve davranışını etkileyecektir.
--- şiddet içerikli bir öykü kutsal kitaba atfedildiğinde, okuyucunun saldırgan
davranma olasılığı artar sadece dindarlar için değil dindar olmayanlar için de geçerlidir.
---- saldırganlığın taklit edilmesinde başkalarının etkisi din gibi prestijli kurumlarla
sınırlı değildir. Hemen herkesin etkisi olabilir.
Sosyal öğrenme kuramına göre davranışları başkalarını gözlemleyip taklit ederek öğreniriz.
Bu kurama göre taklit etme yoluyla saldırgan davranışlar öğrenilir.
Medya: şiddet içerikli programlar izlemenin çocuklarda saldırgan davranış sıklığını artırdığı
gösteriyor
Şiddet içerikli yayınlara maruz kalmanın saldırgan çocuklara saldırganlıklarını ifade etme izni
verdiği söylenebilir. Ancak saldırganlık eğilimi olmayan çocuklar şiddet içerikli bir film
izledikleri için hemen saldırgan davranmak zorunda değil.
Abd de 12 yaşlarındaki br çocuk tv de 100.000 adet şiddet içerikli görüntü izlediği tahmin
ediliyor. Sosyal öğrenme ve taklidin yanı sıra basit hazırlama: şiddet sahnelerine maruz
bırakmak saldırgan bir tepkiyi hazırlayıcı bir eğilim yaratabilir.
Çocuklar – gerçekle hayali ayırt etme konusunda, gördüklerinden hemen etkilenmeleri
konusunda tutum ve davranışlarının değişebilirliği
Abd deki günlük cinayet oranlarını inceleyen bir bilim insanı ağır siklet boks maçını takip
eden haftada bu oranın hemen her zaman yükseldiğini bulmuştur. Şampiyonluk maçını
kaybeden boksörün ırkı ile maçtan sonraki cinayetlerdeki kurbanların ırkı arasında bir ilişki
kurmuştur. Maçları beyaz bir boksör kaybettiğinde öldürülen biyeaz erkek sayısında artış
siyahda siyah artış
Medyadaki Şiddet dünya görüşümüzü de etkiler.
Medyadaki şiddet izleyicilerdeki saldırganlığı neden etkiler?
Onlar yapabiliyorsa ben de yaparım, demek bu iş böyle yapılıyor, gerçekten öfkeliyim,
bunları sadece bugün yaşadığım stres yüzünden hissetmiyorum (öfkeye yakın hissetme,
hazırlama yolu, şiddetin yarattığı dehşet hissinin ve kurbana duyulan sempatinin körelmesine
neden olur, tv dünyayı tehlikeli bir yer olarak düşünmemize sebep olur, düşmanca davranma
eğilimimiz artabilir.
Şiddet karlı bir mal mıdır?
2002 yılında bir deney – insanlara ya şiddet içerikli ya cinsel içerikli ya da nötr bir program
izletiliyor. Programların her birinde 9 reklam bulunuyor. Programın bitmesinden hemen sonra
izleyicilerden markaları anımsamaları istenir. 24 saat sonra da izleyiciler aranır ve markaları
anımsamaları istenir. Nötr program izleyenler daha iyi hatırlamışlar. Şiddet ya da cinselliğe
maruz kalmak belleği zayıflatmakta, kafada karmaşa yaratmakta ve ürüne dikkati
azaltmaktadır.
Şiddet içerikli pornografi ve kadınlara yönelik şiddet
Dost tecavüzü: erkek hayır yanıtını kabul etmeye yanaşmadığında yaşanır – ergenlerin maruz
kaldığı cinsel senaryolar – kadın rolünün erkeğin cinsel hamlelerine direnmek ve erkeğin
rolünün de ısrar etmek olduğunu söyle.
Saldırganlık Nasıl Azaltılabilir:
Saldırganlığı cezalandırmak: ceza davranışın sıklığını azaltabilir. Ancak bir yandan da ceza
saldırgan bir eylem biçimi aldığında cezalandırıcı aslında saldırgan davranış sergileyen kişiye
bir model oluşturup bu eylemi taklit etmeye teşvik ediyor olabilir.
Okul öncesi çocuklarda bir yasağı çiğnemeyi göree şiddetli bir şekilde cezalandırma
tehdidinin çocuk üzerinde yasağı çiğnemeyi daha az çekici hale getiren bir etkisi olmadığı
görülmüştür. Sadece çocuğun istenmeyen etkinliği yapmaktan bir süre vazgeçmesine yetecek
kadar güçlü olan hafif çocuğun kendini kısıtlamasını mazur göstermesine ve dolayısıyle
davranışın ona daha az çekici görünmesine yol açar.
Şiddet eğilimli yetişkinleri cezalandırmak: insanlar suç işlemeden önce cezasını düşünür mü?
Ceza gerçekten caydırıcı olabilir ancak iki koşulla: ceza çabuk ve kesin olmalı. Şiddetin
uygulanmasından hemen sonra verilmeli ve kaçınılmaz olmalı. Gerçek dünyada bu ideal
koşyllar hiçbir zaman gerçekleşmez
Cinayeti idamla cezalandıran ülkelerdeki cinayet oranları idamı yasaklayan ülkelerden daha
az değildir.
Şiddet içeren davranışları tutarlı ve kesin cezalandırmanın, ağır cezalandırmadan çok daha
caydırıcı olduğu görülmüştür.
Katarsis ve saldırganlık: halk arasında saldırganlık duygusunu azaltmak için saldırganlık
içeren bir şeyler yapılması önerilir. Dışa vurulan öfke insanın içinde birikip gerçekten
denetlenemez bir şey haline gelmez.
Psikanalizde katarsis: öfke dışa vurulmadığında enerji birikecek ve bir çıkış noktası arayacak.
Dışa vurulan öfkede kişi kendisini iyi hissetmeye başlar ve yıkıcı şiddet eylemlerine yönelme
olasılığı azalır.
Saldırgan eylemlerin sonraki saldırganlık üzerindeki etkileri?
Saldırganlık daha fazla saldırganlık gereksinimini azaltır mı? Hayır.
Öfkenin kaynağına yönelen doğrudan saldırganlık da sonraki saldırgan davranışı önlemez.
Saldırgan davranış saldırganlık eğilimini arttırır.
Sözlü saldıgranlık daha başka saldırgan davranışı izler, sonuç olarak, verilerin büyük bölümü
katarsis hipotezinin aleyhinedir. İlk saldırganlık diğerlerinin önündeki ketleri kaldırabilir,
buna benzer saldırılar gerçekleştirmeyi kolaylaştırabilir.
Kendi bilişsel çekişkinizi azaltmak için bile kendinizi kötü bir şey yapmadığınıza ikna etmek
için de suçu kurbana atabilirsiniz.
Saldırganlığın suçunu kurbana atmak: kendini mazur gösterme
Abd-japonya ikinci dünya savaşı: atom bombası kullanılmaması düşünenlerin sayısı %5,
kullanılması gerektiğini düşünenlerin sayısı %23 – kendini mazur gösterme duygusu *
Amerikan gazeteleri, propaganda, hükümetin bilgilendirmesi sadece japon askerine karşı değil
tüm halka
Savaş ve saldırganlık _ savaşta olan bir ülkenin halkı birbirlerine karşı daha saldırgan – ülke
savaşa girdikten sonra cinayet oranları yükselmiş, büyük şiddet içerikli bir tv dizisi gibi
düşünülebilir
Halkın saldırganlığa karşı ketleri zayıflar
Saldırganlık taklit edilmeye başlar
Saldırgan tepkiler daha fazla kabul görür
Acımasızlık ve yıkımdan duyduğumuz dehşet hissi uyuşur kurbanlara karşı sempati
duygmuz azalır
Öfke denetlenebilir bir şeydir, etkin yol içimizden 10 a kadar saymak – derin nefes almak *
dikkat dağıtıcı bir şeyler yapmak

12. Hafta – Önyargı slaytlarda var


13. Hafta – Kitle Davranışı
Le Bon XX. yüzyılın başında, bu yüzyılın bir “kitleler çağı” olacağı kehanetinde Bulunmuştu.
Kitle Davranışı: Bu terim genellikle çok sayıda insanın aynı yer ve zamanda bir
uyum içinde, duygusal ve sosyal normları ihlal eden yoğun davranışları için
kullanılmaktadır.

Kimilerine göre ister küçük grup isterse binlerce kişilik kitle olsun, psikolojik işleyiş mekanizmaları açısından
kitle davranışı farklılık göstermez. Diğer bir deyişle, kitle büyük bir gruptan başka bir şey değildir. Ancak,
kitle davranışının çoğu kez önceden planlanmadığı, önceden belirlenmiş bir lideri, kurulu bir iletişim ağı vb.
olmadığı, yani bir grupta olduğu gibi formel bir yapıdan ve süreklilikten söz edilemeyeceği açıktır. Genelde
olumsuz yanıyla kullanılan bir olgudur.
Özellikle dışarıdan izleyenler kitle davranışını korkutucu, “dizginlerinden boşalmış”, “aşırı”, “yıkıcı” vb.
görmektedirler. Oysa katılımcılar açısından kitle içinde olmak çoğu kez olumlu yaşantıları içermektedir.

insana, tek başınayken yakalamayacağı türden heyecanlar yaşatır. Her şey bir yana, kitleler, olumlu ya da
olumsuz olsun, her zaman toplumsal değişimin baş aktörleri oldukları için önemlidirler. 68’deki özgürlük
hareketi, soğuk savaşın ardından heykellerin bir bir yıkılışı, Berlin Duvarı’nın ortadan kaldırılması gibi nice
tarihsel dönüm noktasında sahnede hep kitleler olmuştur
Kitle konusundaki ilk kuramsal çaba, Fransız hekim Gustave Le Bon’a aittir. Yaşadığı çağın Fransa’sında
tanık olduğu sendikal eylemlerden etkilenerek kitle hakkındaki görüşlerini oluşturan Le Bon (1895/1999),
kitleyi ilkel, barbar ve korkunç olarak görmektedir. kitleleşme sonucu, yalnızca ve yalnızca bu nedenden
ötürü kollektif bir ruh kazanır; dolayısıyla her biri, tek başınayken hissedeceği, düşüneceği ve
davranacağından başka türlü hisseder, düşünür ve davranır.

rastgele bireyler topluluğunun kitle hâline gelebilmesi, bireylerin tek tek karakterlerinin değişmesi, bilinçli
kişiliğin silinmesi, kolektif ruhun oluşması ve topluluğun tek bir varlık hâline gelmesiyle mümkün olur.

Le Bon, kitleleşme sürecini üç psikolojik mekanizmayla açıklamaktadır: Anonimlik,


bulaşma ve telkine yatkınlık (etkiye açık olmak).

Anonimlik: Kitlede kişi sayısı fazlalığının verdiği rahatlık duygusu ile sorumluluk duygusunun
ortadan kalkmasıdır. Sorumluluk hissi ortadan kalkan bireyler, tek başınayken zaptettikleri içgüdülerini
serbest bırakırlar. Hemen eyleme geçmek isterler. Bireyler kendilerinde değildir, iradeleriyle hareket etmez,
bilinçdışılarının egemenliğine girerler
Bulaşma: Le Bon bulaşmayı, açıklaması zor olan bir mekanizma olarak görür. Bununla, kitledeki
bireylerin sanki hipnotize edilmiş gibi karşılıklı olarak birbirlerinin duygu ve davranışlarını taklit ettiğini ifade
etmek ister. Lider konumundaki kişi ya da kişilerden kaynaklanan duygu ve davranışlar, bir kar
topu gibi giderek büyür ve tüm kitleye yayılır. Bulaşma görüşünde, kitlenin davranışlarında bir sınır
olamayacağı, kitlenin kendisini kontrol edemeyeceği fikri yatar.

Telkine yatkınlık (etkiye açık olma): Bireyler, kitle içinde kişisel


bilinçlerini yitirdikleri için, kitledeki başat ve etkileme gücü yüksek olan kişiler tarafından kolayca ikna
edilebilir hâle gelirler. Zaten bulaşma süreci de etkiye açık olma haliyle mümkün olabilmektedir

“...Duyguları abartılmış ve basittir. Şüpheci ve kararsız


değillerdir. Hoşgörüsüz, yetkeci ve
muhafazakardırlar. Yerine göre hem çok ahlaklı (yüce
bir dava uğruna kendini feda etme), hem de çok ahlaksız
(cani, cellat) olabilirler. Hiçbir şey önceden
düşünülmez, engel tanınmaz. Rasyonel düşünce ve yargı
gücü kaybolur. Ahlaki yasaklar süpürülüp atılır,
kollektif ruhun etkisinde bir yenilmezlik duygusu
belirir; kör ve zaptedilmez bir güce dönüşen kitle, ipini
koparmış bir sosyal hayvan niteliğindedir... (Bilgin,
1994: 129).”

Le Boncu anlayış, sosyal psikolojide grup zihni adı verilen yaklaşımın içinde yer alır. Grup zihni yaklaşımı,
grup ya da kitlenin, onu oluşturan tek tek bireylerden ayrı olarak ve onların üzerinde ortak bir zihni
olduğunu iddia eder. Bu bakış açısından grup ya da kitleyi anlamak için tek tek bireylerin zihni değil grup
zihni incelenmelidir.
Allport davranışçı, grup zihni kavramını ve kitlenin gerçekliğini reddediyor. Dolayısıyla grup (ve kitle)
davranışını açıklamak için birey psikolojisine bakmaktan başka yol yoktur. Uyaran-tepki (davranışçı)
psikolojisini sosyal psikolojiye uygulayan Allport, bireyin grupta iken yalnız başına olduğu durumdan farklı
davranmasının özel bir durum olmadığını, bunun fiziksel uyaran yerine bu defa sosyal uyarana tepki
vermekten ibaret olduğunu ileri sürmüştür.

Allport’un “bireyselci yaklaşım” olarak adlandırılan bu yaklaşımını, kitle davranışına uyarlayan girişimlerden
biri, sosyal psikolojide “birleşme kuramları” (convergency theories) olarak bilinmektedir
Çıkış noktası birey olan bu kuramlarda kitlenin kompozisyonu önemli hâle gelmektedir. Bu görüşe göre
kitleler, genellikle ortak değer ve çıkarları paylaşan kişilerden oluşur. Kitle davranışı, belirli tarzlarda
davranmaya yatkın olan birbirine benzer insanların bir araya gelmesiyle ortaya çıkar

Kimliksizleşme:

anonimlik olgusunun kimliksizleşme (deindividuation) olarak yeniden kavramsallaştırıldığı yaklaşımdır.


Kimliksizleşme, bireyin davranışları üzerinde normalde varolan sınırlamaların gevşemesinin saldırgan,
antisosyal ve bencil davranışlara yol açmasına aracılık eden psikolojik bir durumdur. kitle ortamındaki
etmenler, bireyin benlik farkındalılığını azaltır ve bu da psikolojik bir durum olan kimliksizleşmeyi yaratır.
bu yaklaşımda kitleye giren birey, kişisel kimliğini (onu biricik kılan özelliklerini) kaybeder, kitlenin isimsiz
bir üyesi hâline gelir; bunun sonucu olarak da kitlelerde görmeye “alışık” olduğumuz “aşırı” davranışları
gösterir.

Genel olarak ifade etmek gerekirse bu çalışmalar sonucunda, kimliksizleşmenin otomatik olarak ve
kaçınılmaz bir biçimde saldırgan ve antisosyal davranışa yol açmadığı görülmüştür. Hatta bazı çalışmalarda,
kimliksizleşmenin deneklerde yardımseverlik gibi olumlu sosyal davranışa yol açtığı görülmüştür

Eleştiriler: tek başına bireyi mantıklı ve “aklı başında” görerek yüceltmesinin, diğer yandan kitledeki bireyi,
kitlenin kurbanı olarak görmesinin problemli bir durum olduğunu ileri sürmektedir. Büyük olasılıkla ne tek
başına birey o kadar mantıklıdır ne de kitledeki birey o kadar zavallıdır. Diğer yandan Postmes ve Spears
(1988) da otuz yıllık kimliksizleşme araştırmalarını değerlendirdiklerinde, grup ya da kitle içinde bireyin
kimliksizleştiğine dair bir kanıt bulamadıklarını belirtmektedirler. Başka araştırmacıların kimliksizleşme
dedikleri durumlarda deneklerin aslında grupla beraber hareket ettiklerini, grupla birlikte hareket etmenin ise
kimliksizleşme sayılamayacağını ileri sürmektedirler.

BELİREN NORM KURAMI


Beliren norm kuramı (emergent norm theory), modern sosyal psikolojide kitleyi anormal olarak
görmekten uzaklaşan ilk kuramdır. Diğer kitle kuramlarının tersine, bu kuram kitle davranışını kuralları olan
normal bir sosyal süreç olarak görmektedir. Kitle davranışı birtakım normlar
içeriyorsa ve kitle de kendiliğinden yani planlanmamış şekilde davranış gösteriyorsa o zaman hemen o anda ve
o duruma özgü norm oluşturuluyor, demektir. İşte bu yüzden kurama, ortaya çıkan (daha önceden var
olmayan anlamında), beliren norm kuramı adı verilmiştir

Beliren norm süreç - Daha önce birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan bireylerin bir araya
gelmesi ve bu yüzden daha önceden var olan norm olmaması -- Sıra dışı davranışların ya
da sıra dısı bireylerin davranışlarının örtük norm olarak algılanması - Normatifin devreye
girmesi ve kitledeki uymama eğilimleri üzerinde baskı yaratması - Çoğunluğun hiçbir
faaliyet göstermemesinin, örtük normun kabul edilmesi olarak yorumlanması; (norm)
uymama eğilimleri üzerindeki baskının gitgide artması ---- kolektif davranışın ortaya
çıkması
Bu kurama göre, aslında kitle bir örnek davranış göstermez ama hem kitlenin içindekiler hem de dışarıdan
bakanlar tüm kitle aynı davranışı gösteriyormuş yanılsamasını yaşar. Çünkü kitledeki belirli bireyler
diğerlerinden farklı ve daha dikkat çekici davranış gösterirler. Örneğin bir protesto kitlesinin içindeki küçük
bir grup yoldaki dükkanların camlarına taş atabilir. Bu eylem, kitledeki diğerleri tarafından bir norm gibi
görünebilir (yani o durumda yapılması gereken davranış olarak görünebilir) ve bunun sonucunda, normlara
(yapılması gerekenlere) uymayan niyetler ve duygular varsa bunlar bastırılır. Bu, kitlenin bu taş atan grup
dışındaki üyelerinin hiçbir şey yapmadıkları için, açıkça olmasa da küçük grubun yaptığı faaliyeti (taş atmak)
kabul ettiklerini ve desteklediklerini gösterir (Bkz. Şekil 5.3). Bir normun belirmesi, kitlenin duygu ve
davranışlarının da sınırları olduğu, kitlenin başıboş ve “dizginlerinden boşalmış” olmadığı anlamına gelir
grup ve kitlenin bireyden ayrı bir psikolojisi olduğunu bilimsel olarak kanıtlamak gerekmektedir. İşte aşağıda
verilen sosyal kimlik yaklaşımı bu paradoksu çözdüğü iddiasını taşımaktadır.

Sosyal Kimlik Kuramı

açısından en temel nokta, kitlenin gruplar arası bir olgu olmasıdır. Pek çok kitle
davranışında, kitle tek başına değildir, her zaman kitlenin karşı karşıya geldiği bir grup vardır. Yani kitle tek
başına ortaya çıkan ve sonra da öylece kaybolan bir varlık değildir. Çoğu kez, giriş kısmındaki örneklerde
olduğu gibi, kitlenin karşısında polis ya da jandarma olur. Başka bazı olaylarda iki sivil grup karşı karşıya
gelebilir. İki rakip futbol takımının taraftarlarının çatışması buna örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca, kitleyle
açık açık karşı karşıya gelen bir grup olmadığında bile hâlâ sembolik bir karşı karşıya gelme söz konusudur:
kitle ve devlet.
Sosyal kimlik kuramı, kitlesel süreci mümkün kılan şeyin bireyin kitlede erimesi ve
kaybolması değil, tam tersine bir kimlikten başka bir kimliğe geçişi olduğunu ileri
sürmektedir. Buna göre, kitle üyeleri, kitlede bireysel kimliklerini bir kenara bırakarak
sosyal kimlik temelinde eylemde bulunurlar. paylaşılan ortak kimlik temelinde davranış sergilerler. Kitlenin
karşısında fiziken bir grup olsun ya da olmasın, kitle üyeleri “biz” ve “onlar” ayrımını yapar. “Biz”
kategorisine içgrup, “onlar” kategorisine dışgrup denmektedir. Birey, kendini koyduğu
kategorinin diğer üyeleriyle, diğer bir deyişle içgrup üyeleriyle özdeşleşir. Artık her iki grup da kendilerini
konumlandırdıkları “biz” kategorisinin normlarına göre davranış gösterir. Yani, o grubun içinde bulunmak
neyi gerektiriyorsa öyle davranış gösterilir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki böyle bir açıklamayla kitle ile
grup arasındaki fark silinmiş olur. Oysa kitle, gruptan farklı olarak önceden belirlenmiş açık seçik normlara
sahip değildir. Kitlede o anda karşı grubun davranışına (örneğin polisin yürüyüşü engelleme girişimine) ne
tepki verileceğine kitle, anlık olarak karar vermek ve uygulamaya geçmek zorundadır. Kitle davranışının tam
ortasında, uygun eylemin ne olduğunu tartışmak ve demokratik bir tarzda karara ulaşılmasını düşünmek
anlamlı değildir.

Önceden belirlenen bir liderin olmadığı durumlarda “Kitleyi oluşturan bireyler, hep birlikte ve hemen tepki
göstermeyi nasıl başarmaktadır?” sorusu çok önemli hâle gelmektedir. Sosyal kimlik yaklaşımına göre bu tür
durumlarda kitle üyeleri, sosyal kimliklerine yani ait oldukları sosyal kategorilerin özelliklerine uygun tarzda
davranmak için o anda o kategoriyi temsil edici tarzda davranış gösteren kitle üyesinin davranışlarını rehber
edinirler. Sosyal kimlik kuramına göre bu davranışı, kör bir heyecandan galeyana gelerek, tüm kitleye bulaşan
bir davranış olarak yorumlamak doğru değildir. Tam tersine tüm kitle üyelerinin o anda söz konusu davranışı
sosyal kimliklerine uygun bulduğu ve benimsediği iddia edilmektedir

sosyal kimlik kuramına göre, tüm zamanlarda, tüm kitlelerin saldırgan bir davranışı benimseyeceği
düşünülmemelidir. Eğer kitle yukarıdaki örnekte olduğu üzere saldırgan bir davranışı benimsemiş olsa bile,
sosyal kimlik kuramına göre bunu meşru gördüğü için benimsemiş olmalıdır. Yani, bireyler, kitle üyesi olarak
edindikleri sosyal kimlikleri çerçevesinde, meşru olarak algıladıkları “hedef ”lere dönük, seçici bir biçimde
“saldırgan” davranmaktadırlar. Bu konuda yapılmış araştırmalar, kitle üyelerinin seçtikleri davranış
biçimlerinin ve seçtikleri hedeflerin rastgele olmadığını göstermektedir. kitle davranışı kontrolsüz değil,
aksine sınırları kitlenin kendisi tarafindan verili bağlam içinde çizilen kontrollü bir süreçtir

üniversite harçları konusunda yapılan yasal değişikliği protesto eden öğrenci kitlesi incelenmiştir (Reicher,
1996). Araştırmacı, eylemin başında öğrenci kitlesini gözlemlemiş ve kitlenin homojen olmadığını,
kendilerini çeşitli şekillerde tanımlayan alt gruplardan oluştuğunu saptamıştır. En belirgin alt gruplar,
amaçlarının yalnızca parlamentoya seslerini duyurmak olduğunu söyleyen “sıradan öğrenciler” ve haklarını
elde etmek için gerekirse otoriteyle çatışacaklarını söyleyen “politik öğrenciler”dir. Gösteri sırasında, “politik
öğrenciler”in çatışmacı eylemleri karşısında otorite yani polis, bütün kitleyi kordona almış, öğrencilerin
parlamento binasına ilerleyişini engellemeye çalışmış ve kordonu yarmaya çalışan öğrenciler geri
püskürtülmüştür. Bütün bu süreçte kritik olan nokta, polisin eylemlerinin kitlenin herhangi bir alt grubunu
değil, tümünü hedeflemesidir. Yani, bütün kitle üyelerine alt grup üyesi ya da birey olarak davranışları ne
olursa olsun, çatışmayı başlatan kişi muamelesi yapılmış ve düşmanca davranılmıştır. Bunun sonucunda,
başlangıçta pasif olan çoğunluk, dışgrubun -polisin- eylemini gayrimeşru ve kendi haklarına bir saldırı olarak
algılamış ve bunun üzerine polis kordonunu yarmaya teşebbüs eden öğrenciler kitleden daha büyük bir
destek almaya başlamışlardır. Araştırmacı, bu süreci, öğrencilerin başta parçalı bir yapısı olan grubun
dışgrupla etkileşimleri sonucunda kendilerini bir ve daha büyük bir kategorinin üyesi olarak görmeleri
şeklinde betimlemektedir. Bu, öğrenci kitlesinin kendisini polis karşısında daha güçlü hissetmesine yol açtığı
gibi, polise karşı çıkmak için gereken meşru zemini de yaratmıştır. Öğrenciler polis kordonunu tanısınlar ya
da tanımasınlar birbirlerine kenetlenerek yarmaya çalışmışlardır.
bütün bir kitlesel süreç boyunca her iki grubun davranışlarının birbirine nasıl bağımlı bir seyir izlediği
görülebilir.

14. Hafta – Toplumsal Cinsiyet

Günlük yaşamımıza daha yakından baktığımızda aslında bu yaşamın her yanının cinsiyetlenmiş olduğu çok
açık hâle gelir. Toplumsal yaşamın cinsiyetlendirilmesinden anladığımız sadece toplumsal cinsiyete göre
yapılandırılmış ve kadın aleyhine işleyen toplumsal iş bölümü, kadının ev içi emeği, ücretli emek piyasasında
toplumsal cinsiyete bağlı yatay ve dikey ayrımcılık, kadınların çoğunluğunun şiddete maruz kalması ve şiddet
tehdidi altında yaşamaları vb. gibi 1960’ların sonundan bu yana politik bir sorun olarak görülen makro
konuların toplumsal yaşamdaki iz düşümleri değildir
Toplumsal cinsiyete ilişkin açıkça politikleştirilmiş olsun ya da olmasın tüm bu ayrımlar kendimize ve
topluma ilişkin zihniyetimizi, diğer bir deyişle içinden “normal”i ve “makbul olan”ı ürettiğimiz “sağduyu”yu
yapılandırır.

toplumsal cinsiyet günlük yaşamlarımızda çok doğallaştırdığımız için farkına bile varmadığımız bir olgu
olabilir. Ancak eklemek gerekir ki bu görünmezlik, toplumsal cinsiyet normlarına uyanlar, bu normların
sınırlarını ihlal etmeyenler için söz konusudur. Toplumsal cinsiyet normlarına uymak, bir kadın için
toplumca kabul edilen ve onaylanan “kadınlık” standartlarına göre davranışlarını, giyimini, konuşma
biçimini vb., yani kısacası tüm yaşamını düzenlemek anlamına gelir. Erkek için de toplumda kabul edilen
“erkeklik” standartlarına uymak, yaşamın tüm yönlerini bu doğrultuda düzenlemek demektir. Oysa toplum
tarafından kabul edilmiş toplumsal cinsiyet normlarına uymayanlar, diğer bir deyişle bu normları şu ya da bu
biçimde ihlal edenler için toplumsal cinsiyet hiç de görünmez değildir, tam tersine hayatlarına damga vuran
deneyimler olarak yaşanır.

toplumsal cinsiyet çok çeşitli toplumsal eşitsizliklerle, dışlamalarla ve istismar deneyimleriyle


bağlantılı olduğu için önemlidir ve bir toplumsal sorundur. Örneğin toplumsal cinsiyet, şiddet uygulama ya
da şiddete uğrama ihtimali açısından belirleyicidir. Cinsel ve fiziksel şiddete uğrayan kadınların oranı
erkeklerden çok daha yüksektir. Diğer bir deyişle yalnızca ve yalnızca kadın olmalarından dolayı kadınların
şiddetle ya da şiddet tehdidi ile yaşamaları çok daha olasıdır.

Ecevit (2011) tüm toplumsal olgulara ilişkin bu bakışa “toplumsal cinsiyet merceği” adını vermektedir.
Toplumsal cinsiyet merceği, Ecevit (2011: 7) tarafından şöyle tanımlanmaktadır: “Toplumsal cinsiyeti her
türlü toplumsal olguda görebilmemizi sağlayan; bize toplumsal süreçler, standartlar ve fırsatlar sistematik bir
biçimde kadın ve erkekler için nasıl ve neden farklıdır sorusunu sorduran kavramsal bir araçtır”.

Doğal Olarak Toplumsal Cinsiyet


Aslında bu başlık altında bir kavram olarak toplumsal cinsiyet yoktur. Bu bakış 1970’lerden önce, yani
toplumsal cinsiyet kavramı kullanıma girmeden önceki cinsiyet temelli kavramlaştırmamızı ifade etmektedir.
1970’ler öncesi cinsiyet kavramı hem biyolojik olarak eril ve dişil oluşu hem de toplumsal anlamda kadın ve
erkek oluşu kapsayan bir kavramdı. Diğer bir deyişle, eril ve dişil bedenler (buna dışarıdan gözlenebilen
genital organlar kadar hormonlar ve cinsiyet genleri de dâhildir) ile toplumsal anlamda “kadınsı” ve “erkeksi”
olarak görülen kişilik özelliklerimiz, davranışlarımız, becerilerimiz, arzularımız vb.nin hepsi birden cinsiyet
kavramı ile karşılanmaktaydı. Bu model, bugün toplumsal olarak edindiğimizi kabul ettiğimiz “kadınsı” ve
“erkeksi” özellik veya davranışların biyolojiden kaynaklandığını öne sürmektedir. Bu modele göre,
örneğin kadınların ağlamasının “normal” karşılanması, erkeklerin ağlamasının “normal olmaması” biyoloji
(genital organlar, cinsiyet hormonları, cinsiyet genleri, evrim) ile açıklanmaktadır. Kadınlar ve erkekler
olarak bizim biyolojik bir özümüzün olduğu, bizi “kadın” ve “erkek” yapan özellikler ve
davranışlar ne ise hepsinin biyolojiden kaynaklandığını, dolayısıyla bu özelliklerin doğumdan
ölüme kadar sabit ve değişmez olduğunu ileri süren bu model, toplumsal cinsiyet kavramı
kullanıma girdikten sonra biyolojik indirgemeci olmakla ya da özcü olmakla (özcülük)
eleştirilmiştir. Bu bakış açısına artık günümüzde çok az rastlanmaktadır

Yetiştirilmenin Bir Sonucu Olarak Toplumsal Cinsiyet

Bu modelde toplumsal cinsiyet ise “kadınsı” ve “erkeksi” kişilik özelliklerini işaret eder. Diğer bir deyişle
cinsiyet biyolojik olan, toplumsal cinsiyet ise toplumsal olandır. Bu modelde cinsiyet ve toplumsal cinsiyet
birbirinden ayrıştırılmışsa da bu ikisi arasında bir ilişki olduğu düşünülür. biyolojik cinsiyetin toplumsal
cinsiyetin temelini oluşturduğu yönündedir. Clarke ve Braun’un (2012: 310) sözleriyle “toplumsal cinsiyet,
biyolojik cinsiyetin kültürel örtüsüdür; biyolojik ana kayaya kültürün eklediğidir”. Bebeklikten itibaren
insanlara (biyolojik) cinsiyetlerine uygun olduğu düşünülen seçimler, davranış biçimleri, beceriler, bilgi ve
inançlar öğretilir ve böylece
cinsiyetle toplumsal cinsiyet birbiriyle uyumlu hâle getirilmiş olur. Çocukların öğrendikleri toplumsal
cinsiyet, bir toplumda “kadın” ve “erkek” olmaktan anlaşılan tüm kültürel kodlardır.

Toplumsal cinsiyet rolleri, bir kadını “kadın” ve bir erkeği “erkek” yapan her
şeyin, toplumda öğrenilmeye hazır duran bir tür paket programlar gibi düşünülebilir. Bu paket programların
sosyal öğrenme teorisinden çok bildiğimiz model alma ya da taklit ile ödüllendirme ve cezalandırma gibi
öğrenme teknikleriyle öğrenildiği ve içselleştirilerek çocukların benliklerinin bir parçası hâline geldiği ileri
sürülür. Bu yaklaşım da bazı sosyal psikologlar tarafından özcü olmakla eleştirilir. Bu kez söz
konusu olan biyolojik değil, kültürel bir özcülüktür. Diğer bir deyişle toplumsal cinsiyetin
çocuklukta öğrenilen ve daha sonra yaşam boyu hiç değişmeden sabit kalan bir dizi kültürel inanç
ve pratik olduğu görüşü eleştirilmektedir
Bu yaklaşım içine cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımıyla ilişkili olduğu için androjen birey kavramı da dâhil
edilebilir. Bem’in kavramlaştırdığı androjen birey kavramı ile cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasında olması
gerektiğini varsaydığımız eşleşmeye (eril beden ve “erkeksi özellikler” ile dişil beden “kadınsı özellikler”
eşleşmesi) itiraz edilmiştir. Bem’e göre zihinsel sağlık ve psikolojik iyilik hâli, dişil bedenli olsun eril bedenli
olsun kişinin hem “kadınsı” hem de “erkeksi” özellikleri barındırmasına ve bunları yerine göre kullanmasına
bağlıdır.
Psikolojik bir olgu olarak androjenlik dişi bedenlilere sadece “kadınsı” kişilik özellikleri ve davranış biçimleri,
eril bedenlilere sadece “erkeksi” kişilik özellikleri ve davranış biçimleri kazandırmanın zorunlu olmadığını
göstermesi nedeniyle son derece önemlidir

İki temel eleştiri yapılmıştır: İlki, yaklaşımın sosyal yapıyı göz ardı ederek yalnızca bireye odaklanmış
olmasıdır. İkincisi ise yaklaşımın tam da karşı çıktığı “kadınsı” ve “erkeksi” özellikler ya da değerleri yeniden
üretmiş olmasıdır. Yani, yaklaşım androjen bireyi hem “kadınsı” hem de “erkeksi” özellikleri edinmiş bir
birey olarak tarif ederken, aynı zamanda ister istemez çeşitli sosyal özelliklerin ya da değerlerin “kadınsı” ve
“erkeksi” olarak ayrılabileceğini de kabul etmiş olur.

Toplumsal Bir Kurgu Olarak Toplumsal Cinsiyet

Toplumsal inşacı olarak adlandırılan bu yaklaşım toplumsal cinsiyetin doğal bir olgu
olduğunu kesinlikle reddeder. Yani toplumsal cinsiyet güneşin doğudan doğması, batıdan
batması gibi doğal bir olgu değil; belirli tarihsel ve kültürel koşullarda inşa edilen ya da
kurgulanan bir olgudur. Bu yaklaşım biyolojik özcülüğe de kültürel özcülüğe de karşıdır.
Toplumsal cinsiyetin içsel psikolojik ya da biyolojik süreçlerin bir ürünü olduğu fikrini kabul
etmez. Toplumsal cinsiyet içimizde hiç değişmeden sabit kalan bir öz değildir. Bununla ilişkili
olarak toplumsal cinsiyetin şeyleştirilmesine de karşı çıkar. Toplumsal cinsiyetin
şeyleştirilmesiyle kastedilen toplumsal cinsiyetin gerçek ya da canlı olması değil, gerçekte bir
soyutlama olmasıdır. Sosyal bilimciler insanlardaki birtakım davranış ya da özellik
örüntülerini toplumsal cinsiyet olarak kavramlaştırmışlardır. Sosyal dünyayı anlamak ve
tanımlamak için kullanılan bu kavram, sanki görünenin altında yatan, somut bir “şey”i
yansıtıyormuş gibi düşünüldüğünde şeyleştirme yapılmış olur. Oysa sosyal inşacılar içimizde
böyle bir öz ve böyle bir “şey” olmadığını, günlük yaşamdaki yapıp ettiklerimizle toplumsal
cinsiyeti inşa ettiğimizi savunurlar.

toplumsal cinsiyet belirli bir tarihsel döneme özgü olarak içinde yaşanılan ve paylaşılan
kültüre ait ortak bilgi ve dille üretilen bir olgudur

sosyal inşacılar kız çocukların kız oldukları için bebeklerle, erkek çocukların erkek oldukları
için arabalarla oynadığını değil; tam tersine çocukların bebeklerle oynayarak “kız” olduklarını,
çocukların arabalarla oynayarak “erkek” olduklarını ileri sürerler. Kadın ve erkek olmak tüm
yaşamımız boyunca yapıp ettiklerimizle kadınlaşmamız ve erkekleşmemizdir.

toplumsal cinsiyet tek tek bireylerin bir özelliği değil toplumsal bir sınıflandırma sistemidir.
Tarihsel olarak ortaya çıkmış, yani doğal olmayan bu sınıflandırma sistemi “kadın” ve “erkek”
kategorileri biçiminde ikiliği ve bu iki kategori arasındaki farklılığı üretmiştir. Yani topluma
baktığımızda, kendimiz de dâhil olmak üzere insanları birbirinden farklı olan iki kategoride
(kadın ve erkek) görmemiz bizim dışımızda, orada öylece duran gerçekliği (bu yaklaşıma göre
böyle bir gerçeklik yoktur zaten!) yansıtan değil, onunla gerçekliği oluşturduğumuz bir
ideolojidir.

Toplumsal cinsiyetin bir kurgu olması, onun gerçek sonuçlar üretmediği anlamına gelmez.
İkili toplumsal cinsiyetin gerçek olduğuna o kadar inanırız ki böyle bir sınıflandırma sistemi
içinden oluşan toplumsal cinsiyet normları sınırları içinde düşüncelerimizi, inançlarımızı ve
eylemlerimizi düzenleriz. Diğer bir deyişle, aslında bir kurgu olan şey bizim gerçekliğimiz
hâline gelir ve eğer toplumsal cinsiyet normlarının dışına çıkarlarsa kadınlar gerçekten
örneğin “namus” gerekçesiyle öldürülür.

Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargıları

bir sosyal grubun üyeleri hakkında, aşırı genellenmiş, katı inançlara kalıpyargı (stereotip) adı
verilmektedir. Kalıpyargılar, insanların belirli bir grubun üyelerinin nasıl düşündükleri, nasıl
davrandıkları, ne tür özelliklerinin olduğu, görünüşlerinin neye benzediği hakkında insanların
kafalarında taşıdıkları teoriler olarak düşünülebilir. Bir şemanın kalıpyargısal bir şema
olabilmesi için bu şemanın tüm ya da tüme yakın bir içeriğinin başkaları tarafından da
paylaşılması lazımdır.
Ama örneğin
Ali’nin “kriz anlarında kadınların erkeklerden daha duygusal davrandıklarına” ilişkin inancı
pek çok kişi tarafından paylaşıldığı için kalıpyargısaldır. Böylece toplumsal cinsiyet
kalıpyargıları, kadın ve erkekler hakkında ortak sağduyuyu yansıtan inançlar ağı ya da şeması
olarak tanımlanabilir.

Kalıpyargılar ya hep ya hiç meselesi değildir. Çünkü: 1. Zorlamadıkça insanlar kadınlar ve


erkeklerin birbirlerinin tam zıddı olduğunu söylemezler. Daha çok kadın ve erkeklerin
ortalama olarak farklı olduğunu söylerler ve dolayısıyla iki toplumsal cinsiyet arasındaki
benzerliğe de yer bırakırlar. 2. Bir sosyal gruptaki insanların birçoğu ya da ezici çoğunluğu
belirli bir kalıpyargıya sahip olsa da aynı kalıpyargıya inanmayan başkaları olabilir. Ayrıca aynı
kültür içinde yaşadığımız için kadın ve erkeklere ait kalıpyargıların bilgisine sahip olabiliriz
ama bu, onlara inandığımız anlamına gelmez. 3. İnsanlar söz konusu bir sosyal gruba ait
kalıpyargıları belirli bir zamanda kullanabilirler ya da kullanmayabilirler. Bu sosyal bağlama
bağlıdır. Tipik olarak birisiyle ilk tanıştığımızda, bizim için yabancı olan biri hakkında ilk
izlenim edinmek için kalıpyargılara daha sık başvururuz.

Endüstrileşme öncesi toplumların genel olarak toprağa bağlı ve geniş aile olarak yaşadığı
toplumlarda bugün anladığımız anlamıyla özel ve kamusal alan (ev ve ev dışı alan) ayrımı
yoktu. Kadınlar ve erkekler tarlada birlikte çalışıyorlardı. Endüstrileşmeyle birlikte
toplumların üretim eksenli örgütlenmesi ve dolayısıyla sosyal yaşamı değişti. Çoğunlukla
kentlere taşınan ailelerde, erkekler, ailelerini geçindirmek için dışarıda ücretli olarak
çalışmaya başladılar ve kadınlar evde kalıp ev işlerini ve çocuk bakımını üstlendiler.
Dolayısıyla, bugün artık Batıda’da değiştiği söylenen ve bizim gibi geç modernleşen
toplumlarda da bu değişimin başladığı gözlenen bu toplumsal cinsiyete bağlı iş bölümü doğal
bir olgu değil, 19. yüzyılda başlayan süreçle ortaya çıkan tarihsel ve toplumsal bir olgudur
(Brannon, 2010)
kadın ve erkek arasındaki bu geleneksel iş bölümünün Batı toplumlarında 1970’lerden
itibaren hızla değişmesi, daha yavaş olsa da diğer toplumlarda da değişmeye başlamasıdır.
Yani kadınlar da artık ev dışında ücretli olarak çalışıp, ev geçindirebilirken erkeklerin ev işleri
ve çocuk bakımını paylaşmaları beklenmektedir. İşte bu bağlamda, kalıpyargılar bu, cinsiyete
bağlı iş bölümünde gerçekleşen değişmenin hızına yetişemeyip, bu değişmelere direnen
inançlar olarak da görülebilir.

Toplumsal cinsiyet kalıpyargıları dört bileşenli bir sosyal/ zihinsel temsil olarak görülebilir:
Fiziksel kalıpyargılar, kişilik özelliklerine ait kalıpyargılar, rol kalıpyargıları ve mesleklere bağlı
kalıpyargılar

Fiziksel görünüm, toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının diğer bileşenlerini de etkileyen


neredeyse en önemli parçasıdır. Araştırmalar kadın ve erkeklere ait fiziksel görünüm
kalıpyargılarının kullanılarak diğer kalıpyargı bileşenlerinin de güçlü bir biçimde harekete
geçirildiğini göstermiştir. Yani eğer kadın fiziksel görünüm açısından “kadınsı” kalıpyargısal
özelliklere sahipse o kadının “kadınsı” kişilik özelliklerine, “kadınsı” cinsiyet rollerine ve
“kadınsı” bir mesleğe de sahip olduğu düşünülmektedir. Fiziksel görünüm açısından
“kadınsılık” “zarafet”, “incelik” “yumuşaklık” gibi kalıpyargısal özelliklerle betimlenmektedir.
Erkekler için de “erkeksi” fiziksel görünüm, diğer bileşenlerin “erkeksiliğini”
düşündürtmektedir. Fiziksel görünüm açısından “erkeksilik” “uzun”, “sağlam”, “dayanıklı”
gibi özelliklerle betimlenmektedir. Fiziksel görünüm kalıpyargıdan kaynaklanan beklentileri
bir paket hâlinde diğer insanlara iletme işlevi taşır. Diğer bileşenlere göre daha öne
çıkmasının nedeni biriyle ilk kez karşılaşıldığında ilk önce fiziksel görünümün algılanması ve
bu bilgiyle hareket edilmesidir

Toplumsal Cinsiyete Ait Kişilik Özellikleriyle İlişkili Kalıpyargılar


Bu konudaki araştırmalar, çok sayıda kişilik özelliğinden oluşan bir listede hangi özelliklerin
daha çok kadınları, hangi özelliklerin daha çok erkekleri betimlediğinin katılımcılar tarafından
seçilmesiyle gerçekleştirilmektedir. Bu araştırmalarda, erkekler genelde “bağımsız”, “aktif ”,
“öz güvenli”, “baskın”, “hırslı”, “duygularını belli etmeyen” gibi özelliklerle betimlenmişlerdir.
Bunun tersine kadınlar “sıcak”, “nazik”, “anlayışlı”, “şefkatli”, “duygusal”, “duyarlı” gibi
özelliklerle betimlenmişlerdir. Sosyal psikoloji literatüründe kadın ve erkeklere ilişkin
algılanan bu kişilik özellikleri kalıpyargılar iki boyutta bir araya getirilerek anlaşılmaktadır:
araçsal ve duygulanımsal. Erkekleri betimlediği düşünülen kişilik özellikleri araçsal özellikler,
kadınları betimlediği düşünülen kişilik özellikleri duygulanımsal özellikler olarak
adlandırılmıştır

• En güncel kullanımıyla toplumsal cinsiyet ilk kez, cinse dayalı ayrımların aslen
toplumsal olduğunda ısrar eden Amerikalı feministler arasında ortaya çıkmış
görünüyor. Bu sözcük, cins ya da cinsel farklılık gibi terimlerin kullanımında ima edilen
biyolojik determinizmin reddini ifade etmiştir.
• Kadın araştırmalarının çok sınırlı ve ayrışık bir biçimde kadınlara odaklanmasından
endişe edenler, toplumsal cinsiyet terimini analitik sözcük dağarcığımıza ilişkisel bir
kavram sunmak için kullandılar
• Bu görüşe göre kadınlar ve erkekler birbirlerine göre tanımlanmıştı ve herhangi
birinin tamamen ayrışık olarak yürütülen bir çalışmayla kavranması sağlanamazdı.
• Feminist akademisyenler daha en başlarda kadın çalışmalarının sadece yeni bir konu
başlığı olmayacağına, aynı zamanda mevcut akademik çalışmaların önermelerini ve
standartlarını eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirmeyi de zorlayacağına dikkat
çektiler.
• Kadın araştırmalarının siyasal açıdan en kapsayıcı akademisyenleri, yeni bir tarih
yazmak açısından çok önemli olan bu üç kategoriyi düzenli bir biçimde çalışmalarında
kullandılar.
• Sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyete duyulan ilgi ilk olarak, bir akademisyenin ezilenlerin
hikâyeleri ile bunların anlamını ve doğasını analiz eden bir tarihe bağlılık duymasına
ikinci olarak ise iktidar eşitsizliklerinin en azından bu üç eksende örgütlendiğine ilişkin
bir akademik anlayışa işaret etmiştir.
• Son zamanlardaki en basit kullanımında toplumsal cinsiyet , kadınlar ile eşanlamlıdır.
• Bu tür örneklerde toplumsal cinsiyet in kullanılması, çalışmanın akademik ciddiyetini
ortaya koymak anlamını taşır çünkü toplumsal cinsiyet in kadın sözcüğüne kıyasla
daha nötr ve nesnel bir duyumu vardır.
• Toplumsal cinsiyet , sosyal bilimlerin bilimsel terminolojisine uyuyor gibi
görünmektedir ve dolayısıyla kendisini (iddia edildiğine göre keskin) feminist
siyasetten ayrıştırmaktadır.
• toplumsal cinsiyet ifadesi, kadınları kapsar, ama isimlerini zikretmez ve böylece ciddi
bir tehdit oluşturuyor gibi görünmez.
• Kadınlar ın yerine toplumsal cinsiyet in kullanılması, aynı zamanda, kadınlar
hakkındaki bilginin ister istemez erkeklerle de ilgili bilgi olduğunu; birinin
incelenmesinin ötekinin de incelenmesini ima ettiğini öne sürmek içindir
• kadınların dünyasının, erkeklerin dünyasının bir parçası olduğu o dünyanın içinde ve
onun tarafından yaratıldığı konusunda ısrar eder.
• Bu kullanım, ayrı alanlar fikrinin yoruma dayalı faydasını reddeder çünkü, kadınları
yalıtılmış bir şekilde incelemenin, bir alana, bir cinse ait deneyimin diğeriyle ilişkisinin
çok az olduğu veya hiç olmadığı şeklindeki kurguyu sürdürdüğünü iddia eder.
• Buna ek olarak toplumsal cinsiyet, cinsler arasındaki toplumsal ilişkileri tanımlamak
için de kullanılır.
• Toplumsal cinsiyetin kullanılışı, biyolojik açıklamaları açıkça reddeder.

Toplumsal Cinsiyete Ait Rol Kalıpyargıları


Toplumsal cinsiyet rol kalıpyargıları denildiğinde erkekler ve kadınlar için tipik olduğu
düşünülen davranışlar ve roller kastedilmektedir. İnsanlar genel olarak tüm kadınlar ve tüm
erkekler için toplumsal cinsiyet rol kalıpyargıları geliştirmekten çok hem kadın hem de erkek
kategorisi içinde alt kategoriler oluşturarak kalıplaştırmaktadırlar. Örneğin kadınlar içinde en
yaygın olan kalıpyargısal kadın tipi “ev kadını/anne”dir. Gerçekte tüm bir kadın kategorisi “ev
kadını/anne” alt kategorisi ile özdeşleştirilmektedir. Çünkü dünyadaki pek çok toplum için
“gerçek kadın” olmak bir eş ve bir anne rolünü üstlenmek anlamına gelir
Ne kadar çok kadın ücretli iş yaşamına girerse girsin, yani kadınların sosyal rolleri ne kadar
değişirse değişsin, tüm kadınlara atfedilen özelliklerin “eş/anne” alt kategorisine atfedilen
özelliklerle aynı kalmaya devam etmesi dikkat çekicidir. Bu, çok farklı kültürlerde kadın ne
yaparsa yapsın, onu tanımlayan niteliğin “eş/anne” olmak olduğu anlamına gelir. Tersinden,
bunun, hayatlarında “eş/anne” olmayı seçmemiş kadınların “gerçek kadın” olmadığı ya da
olsa olsa “eksik kadın” olduğu yanlış inancını yansıttığını vurgulamak gerekir
Toplumsal Cinsiyete Ait Mesleki Kalıpyargılar
görülür. Mesleklerin cinsiyetlendirilmesi adı verilen bu süreç, yukarıda kadın ve erkeklerin
sahip olduğu varsayılan bazı kişilik özelliklerinin onlara yüklenmesiyle gerçekleşir. Diğer
yandan kamyon şöförlüğü, maden işçiliği, pek çok spor branşı birincil olarak “erkek işi” olarak
kodlanmıştır. Bu tür uç örneklerde, kadınlar için getirilebilecek itiraz, kadınların bu işler için
fazlasıyla “narin” olduğudur. Oysa bir yandan günümüz teknolojilerinin kullanımıyla fiziksel
güç gerektiren işlerin azlığına, diğer yandan ev temizliğine gündelikçi olarak giden kadınların
yaptığı işin fiziksel ağırlığına dikkat çekmek gerekir

Toplumsal Cinsiyet Kalıpyargılarının Doğruluğu Sorunu

günümüzde sosyal psikolojide kalıpyargılar zihinsel bir olgu olarak görülmektedir. Daha
spesifik olarak sosyal psikolojideki sosyal biliş adı verilen hâkim anlayışa göre kalıpyargılar
sosyal dünyaya ait bilginin zihinde yanlış, çarpıtılmış ya da abartılmış bir şekilde işlenmesinin
ürünüdür. Kadın ve erkekleri tanımladığı düşünülen kalıpyargısal özellikler gerçekliğin kendisi
midir ya da çok abartılı ve çok genellenmiş olsa bile hâlâ içlerinde gerçeğe ait bir parça var
mıdır

toplumsal cinsiyetlere dair kalıpyargılar kadınlığı ve erkekliği sadece betimlemekle kalmaz,


kadınlığın ve erkekliğin nasıl olması gerektiğine ilişkin normları da kapsar. Bu da
kalıpyargıların gerçeği ne kadar yansıttığı sorusunu daha da karmaşıklaştırır. Dolayısıyla
kalıpyargıların gerçeği ne kadar yansıttığı sorusu yanlış bir sorudur. Toplumsal cinsiyet
kalıpyargılarının gerçeği ne kadar yansıttığını sormaktan ziyade var olan toplumsal cinsiyet
ilişkileri düzeninde bu tür kalıpyargılara sahip olmak, diğer deyişle sosyal dünyayı bu tür
inançlarla anlamak ve bu dünya içinde bu inançlarla eylemek neye hizmet etmektedir,
sorusunu sormak daha anlamlıdır. İçinde yaşadığımız toplumda toplumsal cinsiyet ilişkilerini
bir eşitsizlik sorunu olarak görüyorsak kadınlara ve erkeklere genellenen bu kalıpyargıların
işlevi nedir, sorusunu sormak gerçekten daha önemlidir
Sosyal psikolojik anlayışa göre kalıpyargılar önyargı ve ayrımcılığa giden yolun ilk adımıdır.
Toplumsal cinsiyete dayalı önyargı ve ayrımcılık biçimi cinsiyetçilik olarak adlandırılır ve
toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının cinsiyetçiliğin inanç temelini oluşturduğu kabul
edilmektedir.
Tüm kalıpyargılar gibi toplumsal cinsiyet kalıpyargıları da topluma ilişkin ideolojik
bir bakışı temsil eder. Kendinize ve topluma bakıp bu kalıpyargıların doğru olduğunu
düşünüyorsanız, bunların bir neden değil, ataerkil (erkek egemen) toplum
yapısının sonuçları olduğunu unutmayınız.

Cinsiyetçilik

Cinsiyetçilik diğer sosyal bilim alanlarında daha çok ataerkil yani erkek egemen sistemi
meşrulaştırmaya hizmet eden bir ideoloji ya da insanların birbirleriyle etkileşimlerinde inşa
ettikleri bir söylem biçimi olarak ele alınırken, sosyal psikolojide yaygın olarak bir önyargı ve
ayrımcılık meselesi olarak çalışılmaktadır
cinsiyetçiliğin bir çalışma alanı olarak ortaya çıkışı cinsiyetçiliğin bir problem olarak
görülmeye başlanmasıyla ilişkilendirilmelidir. Cinsiyetçiliği bir toplumsal eşitsizlik problemi
olarak ortaya koyan, 1970’lerdeki kadın hareketi/feminist hareket idi. Ancak bundan sonra,
daha önce doğal ve sorunsuz görülen söylem ve davranış biçimleri karşı çıkılması ve
değiştirilmesi gereken söylem ve davranış biçimleri hâline geldi. Böylece cinsiyetçilik adı
verilen bir toplumsal problem tanımlanmış oldu
Sosyal psikolojide ilk cinsiyetçilik çalışmaları herhangi bir spesifik teoriden hareket eden
değil, daha çok çeşitli bağlamlarda kadına karşı ayrımcılığın varlığını gösteren çalışmalardı.
Aynı yıllarda toplumsal cinsiyet kalıpyargı çalışmaları da başlamıştır

Kadınlara yönelik ayrımcılığı davranış düzleminde gösteren çalışmaların ardından, sosyal


psikolojideki önyargı çalışmalarının tutum kavramı çerçevesine yerleştirilmesiyle birlikte
cinsiyetçilik çalışmaları da tutum yani önyargı çalışmaları hâline gelmiştir. Diğer bir deyişle
davranışlardan çok zihinsel eğilimlerin çalışılması ön plana çıkmıştır

Genel önyargı tanımından hareketle cinsiyetçiliğin de diğer önyargı türleriyle şu özellikleri


paylaştığını söyleyebiliriz: Cinsiyetçilik bir tutumdur, hatalı ve katı genellemelere dayanır,
değişime dirençlidir ve kötüdür. Ama daha spesifik olarak cinsiyetçilik şöyle tanımlanabilir:
“Kadınların bir grup olarak varsayılan ikincilliklerine ve farklılıklarına dayalı olarak gösterilen
önyargılı tutum ya da davranıştır” (Tougas vd. 1995: 843). Bu tanım şöyle daha açık hâle
getirilebilir: Kadını erkeklerden geri plana iten, kadını sadece kadın olduğu için aşağılayan,
küçümseyen, kadının kendisini ya da yaptığı işi değersizleştiren, kadının varoluşunu evle
sınırlandıran, kadının tüm işlevselliğini sadece eş ve çocuk bakımına indirgeyen, kadının
kendini geliştirmesini engelleyen, kadını cinsel bir nesne olarak gören, kadını erkek
tarafından korunup kollanması gereken “zayıf ” bir varlık olarak konumlayan vb. tüm söylem
ve pratikler cinsiyetçiliktir.
Bir önyargılı tutum olarak cinsiyetçilik, kadınları ikincilleştiren bu inançlara olumsuz
duyguların, bu bağlamda kadın düşmanlığının (mizojeni) eklenmesiyle ortaya çıkar. Önyargılı
bir tutum, yani zihinsel eğilim davranışa dönüştüğünde artık ayrımcılık biçimini alır ve bu
pratiklere de cinsiyetçilik adı verilir. Kısacası cinsiyetçilik sosyal psikolojik açıdan hem bir
tutum (düşünce ve duygu) hem de davranıştır

Yeni ya da Modern Cinsiyetçilik


Toplumda toplumsal cinsiyet rollerine dair hem normatif hem de hukuksal değişmeler olmuş,
kadın-erkek eşitliği toplum tarafından onaylanır hâle gelmiştir. Tartışmalar, bu gelişmelerle,
toplumda cinsiyetçiliğin bittiği mi yoksa aslında bitmediği ama tarihsel olarak biçim mi
değiştirdiği noktasında yoğunlaşmıştır. Kimileri kadın hareketinin başarılarından dolayı
toplumda, özellikle eğitimli kesimlerde kaba bir cinsiyetçiliği ifade etmenin artık sosyal olarak
onay görmediğini, dolayısıyla cinsiyetçiliğin “modernlik” kılıfı altında kaba değil de incelikli bir
biçimde gösterilmeye devam edildiğini ileri sürmüştür. Diğer bazıları ise insanların kendilerini
“modern ve önyargısız” olarak tanımlamaya başladıklarını, dolayısıyla da cinsiyetçi tutumları
kendi benlik değerlerine uygun olmadığı için kabul etmediklerini ama bir yandan da
tortulaşmış bir kadın düşmanlığı hissettiklerini ileri sürmüşlerdir.

sosyal psikolojideki cinsiyetçilik anlayışı, “kadınların bir grup olarak varsayılan ikincilliklerine
ve farklılıklarınandayalı olarak gösterilen önyargılı tutum ya da davranış” olarak tanımlanan
geleneksel cinsiyetçilikten “eşitlikçi değerler ile kadınlara yönelik tortulaşmış olumsuz
duygular arasındaki çelişkinin ifadesi” olarak tanımlanan yeni ya da modern cinsiyetçiliğe
evrilmiştir.

Günümüzde sosyal psikolojide yeni ya da modern cinsiyetçilik yaklaşımları içinde en yaygın


olanı Çelişik Duygulu Cinsiyetçiliktir (ÇDC) (Glick ve Fiske, 1996). Bu yaklaşım içinden aynı
zamanda Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Ölçeği de geliştirilmiştir. Cinsiyetçiliği yapısal olarak
analiz eden ÇDC yaklaşımı kadınlar ve erkekler arasında birbirini tamamlayıcı ilişki ve karşılıklı
bağımlılık ilişkisi öngörür. Bu öngörü gereğince diğer önyargı biçimlerinin tersine kadınlar ve
erkekler arasına sosyal mesafe (dışlama) konamaz. Yani istedikleri kadar kadınlara karşı
önyargılı olsunlar, erkekler cinsel üreme için kadınlara bağımlıdırlar. Bu bakış açısından
kadınlarla erkekler arasındaki ilişkinin karşılıklı bağımlılığa dayanması, bu iki grup arasında
hem düşmanlık üreten bir rekabet hem de sevgi üreten bir dayanışma ilişkisine yol açar.
Böylece buradan iki eksenli bir cinsiyetçilik tanımına ulaşılır: Düşmanca cinsiyetçilik ve
korumacı cinsiyetçilik. Her iki cinsiyetçilik de somut olarak üç alanla ilişkilidir: Himayecilik
(paternalizm), toplumsal cinsiyet rol ve kalıpyargılarında farklılaşma ve heteroseksüellik.
Düşmanca cinsiyetçilik, sosyal psikolojideki klasik önyargı tanımlamasına uygun biçimde
kadınlara yönelik olumsuz tutumları ifade eder. Bu cinsiyetçilik formu, geleneksel
cinsiyetçilikten farklı olarak günümüz toplumlarında kadının artan gücüne yönelik olumsuz
değerlendirmeleri içerir. Ampirik düzeyde bu cinsiyetçilik biçimi himayecilik, toplumsal rol ve
kalıpyargılarda farklılaşma ve heteroseksüellik alanlarına karşılık gelecek şekilde, erkek
egemenliğine karşı çıkan, toplumsal rollerde erkeklerle yarışan ve cinselliği erkeklere karşı
silah olarak kullanan kadınlara yöneliktir. Dolayısıyla düşmanca cinsiyetçilik formunun
geleneksel rollerin içinde kalan kadınlara değil, bu rollerin dışına çıkan feministlere, kariyer
yapmış kadınlara ve fahişelere yöneldiği kabul edilmektedir

Korumacı cinsiyetçilik ise klasik önyargı tanımına ters bir biçimde kadınlara yönelik görünüşte
“olumlu” tutumları ifade eder. Aslında buradaki “olumluluk” teorik ya da nesnel olumluluk
değil kişilerin kendi öznel algılarındaki olumluluktur. Bu cinsiyetçilik biçimi kadınların
“şefkatli”, “fedakâr” veya “romantik” oluşlarına gönderme yapar. Bu cinsiyetçilik türü de
yukarıda sözü edilen üç alanda (himayecilik, toplumsal cinsiyet rol ve kalıpyargılarında
farklılaşma ve heteroseksüellik) davranış üretir. Sırasıyla bu üç alana karşılık gelen davranış
biçimleri dayanışmacı tabiiyet (yani kadının erkeğe gönül rızası ile tabi olması ya da onun
egemenliğine girmesi), tamamlayıcı cinsiyet rolleri ve romantik yakınlıktır.

Düşmanca cinsiyetçilik biçimi için şu örnekler verilebilir: “Kadınlar erkekler üzerinde kontrol
sağlayarak güç kazanma hevesindeler”, “Feministler gerçekte kadınların erkeklerden daha
fazla güce sahip olmalarını istemektedir”. Korumacı cinsiyetçilik için de şu örnekler verilebilir:
“Erkekler yanlarında kadınlar olmadığı zaman eksiktirler”, “Kadınlar erkekler tarafından el
üstünde tutulmalı ve korunmalıdır

bu yaklaşım her ikisinin aynı ideolojik işlevi gördüğünü yani erkek üstünlüğüne dayanan bir
toplumsal cinsiyet düzenini pekiştirdiğini kabul eder. Bunlar kadınlar için bir tür “havuç” ve
“sopa” işlevi görmektedir. Toplumsal cinsiyet normlarının sınırları içinde yaşadıkları sürece
kadınlara “havuç” vardır, yani kadınlar toplumsal cinsiyet normlarının sınırları içinde
yaşamlarını sürdürdükleri sürece ödüllendirilirler. Ama normların sınırlarını geçmeye
yeltendikleri an “sopa” karşılarına dikilecektir
Korumacı cinsiyetçiliğin, genellikle kadınlar açısından cinsiyetçilik olarak görülmediği için
daha tehlikeli olduğu söylenebilir. Genellikle sevgi, koruma, kıskançlık gibi popüler kültürde
romantizmle ilişkilendirilen davranış biçimleri gerçekte kadınları kendi rızalarıyla erkeklerin
denetimine sokan mekanizmalardır

Erkeklerin kadını koruyan, ona kol kanat geren tutumları kadınlar tarafından genellikle çok
olumlu karşılanır. Ama bu tür tutumlar, aynı zamanda kadını romantik bir ilişkide
güzçsüzleştiren, erkek karşısında kadını edilgenleştiren, zayıf bir konuma yerleştiren sonuçlar
üretir

Sosyal psikolojide az sayıda da olsa söylemci perspektiften de yeni cinsiyetçilik çalışmaları


yapılmıştır. Bu çalışmalar yukarıda sözü edilen Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik yaklaşımından
farklı bir biçimde, araştırmanın katılımcılarının cinsiyetçilikle ilgili tutumlarına değil,
cinsiyetçilikle ilgili söylemi konuşmalarında nasıl inşa ettiklerine, ne tür söylemsel stratejiler
kullandıklarına odaklanmıştır. Sosyal psikolojide söylemci perspektif, çok genel olarak, tutum
gibi zihinsel olgu olarak kavramlaştırdığımız bir bakış açısından değil, anlamın kişiler arası
diyalogtan çıktığını, gerçekliğin dilde üretildiğini kabul ettiği için araştırmalarda tutum
ölçekleri gibi veri toplama teknikleri kullanmaz. Bunun yerine katılımcılarla derinlemesine
görüşmeler yaparak verilerini toplar.

Bu çalışmada birbiriyle çatışan iki söylemin varlığın gösteren araştırmacılar, bu durumu


“eşitsiz eşitlikçilik” olarak adlandırmışlardır. Bir yandan iş yaşamında toplumsal cinsiyet
ayrımcılığına ve genel fırsat eşitliği ilkesine hararetle sahip çıkan katılımcılar, diğer yandan
kendilerini, cinsiyet farklılıklarını doğallaştırarak ulaşılan çeşitli “pratik nedenler”
çerçevesinde evrensel eşitliğin altını oyan bir söylemin içinde konumlandıranlar

Cinsiyete dayalı iş bölümü) kurbanı olarak görmüşlerdir. Gough’a göre katılımcılar, cinsiyetçi
pratikleri desteklemek için toplumsal cinsiyet farklılıkları etrafında söylem kurarken diğer
yandan cinsiyetçilik karşıtı söylem de kurmaya uğraşmışlar, önyargılı görünmek
istememişlerdir. Önyargılı görünmemek için kullandıkları bir söylemsel strateji şöyledir:
Örneğin görüşme esnasında konu feministlere gelince ilk önce feministlere ne kadar
toleranslı olduğunu göstermişler (örneğin “feministler söyledikleri şeylerde kesinlikle
haklılar” demişler), ama hemen sonrasında cinsiyetçiliğe destek veren ifadeleri de
kullanmışlardır (örneğin “ama onlar da bu işi çok abartıyorlar”).

“tabii ki kadınların çalışmalarına izin verilmeli”), hemen arkasından bu eşitliğin de sınırları


olduğunu gösteren ifadeler (örneğin “ama kadınlar da yapamayacakları işler olduğunu kabul
etmeliler

yeni cinsiyetçilik ancak öyle ya da böyle toplumsal cinsiyetler arasında eşitlik olduğunu
kabul eden bir toplumsal normlar bağlamında ortaya çıkabilecek, kaba ve açık cinsiyetçilik
değil, daha incelikli bir cinsiyetçilik biçimini ifade etmektedir

You might also like