Professional Documents
Culture Documents
File
File
File
2021
- Sosyal psikolojiyle ilgili konular, bireyler arasındaki ve bireylerle toplumları ya da
kültürleri arasındaki ilişkilerle ilgilenir, bu ilişkileri hem eşzamanlı olarak hem de
tarihsel gelişimleri içinde ele alır.
- İlgi alanına giren konuların pek çoğu klasik ilkçağdan bugüne kadar tartışılmaktadır.
- Sosyoloji ile sosyal psikoloji arasındaki ayrım çok geç ortaya çıkmıştır, bugün bile
aralarında epeyce bir ortaklık bulunmaktadır.
- Aydınlanma – bilimsel devrim * insanları hem doğal hem de sosyal dünyanın bir
parçası olarak görmeyi olanaklı kıldı. İnsanlar arasındaki sosyal ilişkilerin bilimsell
değilse bile sistematik bir biçimde açıklanması için o tarihten günümüze kadar pek
çok girişim yapılmıştır.
- 18. Yy. avrupasında insan gelişiminin sürekliliğine inanılıyordu. Fransa’da insan
doğasını e toplumun gelişimini daha iyi anlamaya hizmet edecek deneysel bir yöntem
arayışı dikkat çekiyordu. Almanya Fransa Britanya 19. Yy ilk yarısında büyük
kuramlara yöneldi. 19. Yy sona ererken sosyal psikoloji kendi başına kimlik edinerek
bu adla anılmaya başlandığında, disiplinin ağırlık merkezi de ABD’ye kaymaya
başladı.
Aronson – Wilson * Akert
- Temelinde sosyal etki fenomeni vardır. Sosyal etki – diğer insanların
söylediklerinin eylemlerinin ya da yalnızca varlıklarının, düşüncelerimiz
duygularımız tutum ya da davranışlarımız üzerinde yarattığı etkidir.
- Doğrudan ikna * doğrudan etkidir. Etkinin kapsamı bununla sınırlı değildir, sosyal
etki davranışın ötesine geçer – görünür davranışlarımızın ötesinde düşünce ve
duygularımızı da içine alır. Bilinçli ikna çabalarından daha başka birçok biçimde
de olabilir. Yalnızca bir başkasının varlığı bizi etkileyebilir. Bunların dışında
hepimiz sosyal ve kültürel bir bağlam içinde yaşarız.
- Düşünce ve duygularımızın neden ve nasıl, toplumsal çevrenin bütünü
tarafından şekillendirildiği konusu sosyal psikolojinin konusudur.
- Sosyal psikoloji insanların düşünce, duygu ve davranışlarının başka
insanların gerçek ya da hayal edilmiş varlıkları tarafından nasıl etkilendiği
üzerine bilimsel bir çalışma olarak tanımlanabilir.
- Çeşitli etkilerin birbirleriyle çatışması durumunda bireyin zihninde olup bitenler de
sosyal psikologların ilgilendiği konular arasındadır.
- Antropologlar ve sosyologlar da insanların toplumsal çevrelerinden nasıl
etkilendiği konusuyla ilgilenir. Sosyal psikoloji toplumsal durumları herhangi
nesnel bir açıdan değil, öncelikle insanların sosyal çevrelerini değerlendirmeleri ya
da yorumlamaları sonucunda bu çevreden nasıl etkilendikleri konusuna
eğilmesiyle farklılık gösterir.
Sosyoloji ne yapar? Sosyoloji, bizim neden olduğumuz gibi olduğumuz ve neden
davranıyor olduğumuz gibi davrandığımız hakkında, çok daha geniş bir bakış acısını
benimsememiz gerektiğini ortaya koymaktadır. Bize, doğal, kaçınılmaz, iyi ya da
doğru diye gördüklerimizin böyle olmayabileceklerini ve yaşamımızın “verilerinin”
tarihsel ve toplumsal güçler tarafından büyük ölçüde belirlendiklerini öğretir. Bireysel
yaşamlarımınız, toplumsal yaşantılarımızın bağlamlarını yansıttığı o ince, ancak
karmaşık ve esaslı yolları anlamak, sosyolojik bakış acısı için temeldir.
“insan dünyasına ilişkin ilk ve en önde gelen bir düşünce biçimidir; çünkü insanlar,
aslında, aynı dünyayı farklı yöntemlerle de düşünebilir.”
Sosyolojik bulgulara hammadde sağlayan deneyimlerin tümü, yani sosyolojik bilginin
yapısını oluşturan şeyler, sıradan insanların günlük yaşam deneyimleridir. Bunlar
prensipte herkesin her zaman erişebileceği deneyimlerdir. İnsanlarla birlikte
yaşamamız için çok fazla bilgiye gereksinimimiz vardır ve bu bilginin adı sağduyudur.
Kendi özel yaşam deneyimimizi başkalarının kaderiyle karşılaştırma fırsatını,
bireydeki toplumsalı, özeldeki geneli görme olanağı ise daha seyrek kullanırız ve
sosyologlar bunu bizim için yapar.
Sosyal psikologlar – çözümleme düzeyinde farklılık vardır.
Sosyal psikoloji psikolojinin bir dalıdır ve temelinde bireylerin içsel psikolojik süreçler
üzerinde yoğunlaşarak incelenmesi yarar. Çözümleme düzeyi, toplumsal bir durum
bağlamındaki bireydir. Toplumsal durum ise sosyolojinin konusuna girer. Toplumsal
kurumlar, sosyal yapı vb sosyolojinin konusudur. Örneğin saldırganlık konusu, sosyoloji
neden belirli bir toplumun ya da grubun üyelerinde farklı düzeylerde saldırganlık
vardır? Toplumsal değişimlere saldırgan davranıştaki değişimler arasında bir ilişki var
mıdır? Nedir?
Sosyal psikolojinin amacı ise insan doğasının, sosyal sınıf ya da kültür fark etmeksizin,
herkesi sosyal etkiye açık kılan evrensel özelliklerini belirlemektir.
sosyal dünyanın kendi nesnel özelliklerinden çok, insanların bu dünyayı nasıl algıladığı,
anladığı ve yorumladığını kavramaya çalışırlar. Deneye dayalı bir bilimdir.
- Sağduyuya dayalı açıklamalarla yetindiğimiz sürece geçmiş olaylar hakkında fazla
bir şey öğrenemeyiz.
- Sosyal psikoloji bilimsel bir araştırma yürütür, önce * şu ya da bu sonucu verecek
belirli durumlar hakkında hipotez adı verilen bilgiye dayalı tahminler yürütür.
Sosyal psikolog toplumsal dünyanın doğası üzerine hipotezlerini, deneyler yoluyla
sınar. Bu hipotezleri test edebilecek iyi kontrol edilen deneyler tasarlar.
Sosyal psikoloji ile kişilik psikolojisi karşılaştırması – sosyal davranışları açıklamaya
çalışan kişilik psikolojları genellikle bireysel farklılıklar, kişileri birbirinden ayırt eden
özellikler üzerine yoğunlaşırlar. Açıklamaları insan davranışına yönelik anlayışımızı
güçlendirir ama sosyal psikologlar davranışları öncelikle kişilik etmenleri üzerinden
açıklamanın sosyal etkinin oynadığı rolü es geçtiğine inanırlar.
Bir durumla ilgili önemli bilgilerin eksikliğinde, birisinin karmaşık bir durumdaki
davranışlarını anlamaya çalışırken çoğu insanın bu davranışı bireyin kişiliğine bağlaması söz
konusudur. Oysa kişinin içinde bulunduğu durum, sosyal psikologlar açısından son derece
önemlidir. Bu durum insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler üzerinde büyük bir etkiye
sahiptir.
Kısaca – sosyal psikoloji çoğu insan tarafından paylaşılan ve onları sosyal etkiye açık
kılan psikolojik süreçlere odaklanır.
Barlas Tolan Galip İsen Veysel Batmaz * Sosyal Psikoloji –
Bireylerin grup içi ve çevreye yönelik davranışlarını açıklamakta tek başlarına yetersiz
kalan psikoloji ve sosyolojinin melezleştirilmiş bir biçimi olarak ortaya çıkmıştır.
Bireyin grupsal davranışına toplumsal bir çerçeve çizmeyi ve sosyolojik bir bakış açısı
getirmeyi amaçlamaktadır.
Bireyin psikolojisi mi toplumsal davranışlarını açıklamakta yoksa toplumsal düzenleme
ve yapılar mı bireyin psikolojisini biçimlendirmekte?
Artık toplumsal ve psikolojik biçimlenmelerin birbirini karşılıklı ve çoğu kez aynı anda
etkileyerek insan davranışlarını ortaya çıkardıkları varsayılmaktadır. Sosyal psikoloji
de bu varsayımların en çok sınandığı disiplinlerden biridir.
1908 yılında aynı anda yayınlanan William McDougall ve E.A. Ross un kitapları *
mcdougall toplumsal davranışı oluşmasını içgüdülere bağlıyor (psikolog ) Ross ise
sosyolog – taklit davranışlarının toplumsal eylemlerde temel bir rol oynadığını ileri
sürüyor.
1930lara kadar çok ilerleme kaydedilmedi – II. Dünya savaşı öncesi ve sırasında abd de
olgunlaşmaya başladı – askerler bir laboratuvar olarak kullanıldı ve sosyal psikolojinin
ilk bulguları sağlandı.
Sosyal etkinin gücü –
Hepimiz insan davranışlarını kişilikleri açısından açıklamaya çalışırız. Bu engel, kendi
davranışlarımızı ve başkalarının davranışlarını bütünüyle ayırıcı kişilik özellikleri
çerçevesinde tanımlama ve bu şekilde sosyal etkinin gücünü göz ardı etme eğilimi gösteriririz.
Buna temel yükleme hatası denir.
Sosyal etkinin gücünü hafife aldığımızda yanıltıcı bir güvenlik duygusuna kapılırız.
Kurbanlara kusurlu insanlar deyip geçmek hem kolaydır hem de garip şekilde
rahatlatıcıdır. Böylece aynı şeylerin bizim başımıza gelmeyeceğini varsayarız. Bu durum
sosyal psikolojik süreçlerin daha az farkında olmamız, olası zararları sosyal etkilere
karşı daha savunmasız kalmamıza neden olacaktır. Ayrıca karmaşık durumları aşırı
basitleştirme eğilimi sergileriz, böylece insan davranışlarının büyük bir bölümünün
nedenlerine yönelik analizimiz ya da anlayışımız zayıflar.
Bir oyun oynanıyor adı borsa olduğunda yaklaşık 3te2si rekabetçi bir tepki veriyor
oyunun adı ortaklık oyunu olduğunda üçte biri rekabetçi tepki veriyor. Oyunun adı
oyunculara nasıl davranması gerektiği konusunda güçlü bir mesaj veriyor. Oyunun adı
ne tür bir davranışın uygun olduğuna dair güçlü sosyal normlar iletiyor. Sosyal durum
kişilik arası farklılıkları gölgede bırakabilir.
Sosyal Durumun Öznelliği
Sosyal durum dediğimizde tam olarak neyi kast ettiğimiz belli değildir.
• Davranışçılık: İnsan davranışlarını anlamak için çevredeki pekiştirici özelliklere,
yani çevredeki olumlu ve olumsuz olayların belirli davranışlarla nasıl
bağdaştırıldığına bakmanın yeterli olduğunu savunan psikoloji okulu
• John Watson, Burhuss Frederic Skinner – davranışların ödül ve ceza
incelemesi yoluyla anlaşılacağını savunurlar.
• Örneğin köpekler çağrıldığında gelirler çünkü komuta uyduklarında pozitif
pekiştiricinin yani ödül olarak yemek ya da okşama olacağını öğrenmişlerdir,
• Biliş, düşünme ve duygu üzerinde durmazlar çünkü bu kavramların çok
muğlak ve zihinsel olduklarını gözlemlenebilir davranışla aralarında
yeterli bağlantı bulamazlar.
• Ancak insanın toplumsal deneyimlerinin temelinde yatan biliş düşünme ve
duyguyu ele almadığı için davranışçılık sosyal dünyanın tam olarak
anlaşılmasında yetersiz kalır. Gözlemlerimizi bir durumun fiziksel
özellikleriyle sınırlı tutarak sosyal davranışları tam olarak anlayamayız.
•
• Gestalt psikolojisi (Geştalt psikolojisi şeklinde okunur)
veya gestaltizm (Almanca’da şekil ve form anlamlarına gelmektedir), bilişsel süreçler
içerisinde özellikle algı ve algısal örgütlenme konularında yoğunlaşmış psikoloji teorisidir.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Almanya'da ortaya çıkmıştır. Gestalt psikolojisi kaotik
görünen bir dünyada anlamlı bir algıya sahip olmamızın temelde hangi kanunlara
dayandığını anlamaya çalışır. Gestalt psikolojisinin ana prensibi zihnin kendi kendisini
algıladığı şeylerde bir bütün görmeye organize etmesidir.
• Bu prensip şu düşünce üzerine kuruludur: İnsan zihni (algı sistemi), gerçekliğin kendisinin
onu oluşturan parçalardan bağımsız bir bütünlüğe sahip olduğu algısını oluşturur. Gestalt
psikoloğu Kurt Koffka’nın bu konudaki ünlü söylemi şu şekildedir: “Bütün kendisini
oluşturan parçaların bir araya gelmesinden farklı bir şeydir.”[1]
Bütün bağımsız bir varoluşa sahiptir.
James Mark Baldwin – Britanyanın ilk psikoloji laboratuvarını kurdu ancak felsefe bölümüne
atandığı için burada devam etmedi, Princeton a gitti.
Spencer’ın hem toplumsal hem de doğal çevreye “uyum sağlama” kavramını benimsedi,
GENEL ÖZET Sosyal Psikolojinin kökeni 19. yüzyılın sonunda Avrupa’da ortaya çıkan iki
entelektüel akıma dayanır: Völkerpsikoloji ve kitle psikolojisi. Bu iki akım, grup ya da kitle davranışını
anlamak için bireysel psikolojinin yeterli olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Avrupa’dan gelen bu etkiye
toplu olarak grup zihni yaklaşımı denilebilir. 20. yüzyılın başında davranışçılığın sosyal psikolojide
güçlenmesiyle, Allport tarafından grup zihni yaklaşımı reddedilmiş ve onun yerine grup, birey
temelinde açıklanmıştır. Yine aynı dönemde, başka bir koldan tutum çalışmaları başlamıştır. 2. Dünya
savaşında Almanya’dan Lewin ve Asch ve Türkiye’den Muzafer Sherif ABD’ye göç etmişler ve hem
davranışçı yaklaşımı hem de grup zihni yaklaşımını reddetmişlerdir. Gestalt psikolojisinden etkilenen
bu araştırmacılar, grubu grup düzeyinde açıklamışlar ve zihin çalışmasını tekrar sosyal psikolojiye
dahil etmişlerdir. Aynı zamanda davranışçılıkla başlayan deney geleneğini de sürdürmüşlerdir. 2.
Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ırkçı önyargılarla ilgili çalışmalar, tutum değişimi çalışmaları ve
uygulamalı çalışmalar artmıştır. 1960’ların sonlarında sosyal psikolojide “kriz” başlamış, ve özellikle
“sosyal”in anlamı sorgulanmıştır. Aynı dönemde Avrupa’da iki sosyal psikoloji kuram ve araştırma
geleneği ortaya çıkmıştır: Moscovici’nin Sosyal Temsiller ve Henri Tajfel’in Sosyal Kimlik Kuramı. Aynı
dönemde gerileyen tutum çalışmalarının yerini, temelini Heider’ın attığı atıf kuramı almıştır.
1970’lerin ortalarında, günümüzde hala etkisini gösteren sosyal biliş yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Sosyal
biliş yaklaşımı, zihinsel olguları çalışması bakımından sosyal psikolojide yeni değildir. Ancak belirli bir
zihinsel yaklaşımı, yani insan zihnini bir bilgi işleme süreci olarak gören yaklaşımı benimsediği için
yenidir. Bu yaklaşıma göre, sosyal dünyaya ait bilgiyi işleme kapasitesi sınırlı olan insan zihni, sosyal
dünyaya ait bilgiyi işlerken kestirme yollar kullanır ve bunun sonucunda da bilişsel hatalar ortaya
çıkar.
Sosyal Psikolojide Araştırma Yöntemleri –
Sosyal sorunlar bilimsel olarak incelenebilir. Örneğin şiddetin nedenleri ve şiddete verilen
tepkiler gibi… Sonuçlar genelde aşina gelir ya da bariz gelir çünkü sosyal davranış ya da
sosyal etki hepimizin yakından bildiğimiz konulardır. Sonradan baktığımızda sonuçları
önceden tahmin edebileceğimizi düşünürüz. Buna geçmiş görüş yanlılığı denir; bir şey olup
bittikten sonra sonuçları öngörebilme olasılığını abartma eğilimi demektir. Siyasi seçimlerin
galibini bilmek gibi…
Araştırma bir hipotezle başlar * test etmek istediğimiz bir önsezi ya da bir tespitimiz
olabilir bunun gerçekliğini araştırmaya yöneliriz. Aslında çoğu araştırmacı mevcut kuramların
ya da açıklamaların yetersizliğiyle başlar çalışmaya, örneğin davranışçılık sizi tatmin
etmiyorsa başka bir kuram arayışına girersiniz. Sosyal psikologlar da sürekli bir kuram
geliştirme süreci içerisindedir. Bir kuram öne sürülür, kuramın dayandığı belirli hipotezler test
edilir, elde edilen sonuçlara göre kuram gözden geçirilir ve yeni hipotezler üretilir.
Gözlem Yöntemi; Sosyal psikoloji gündelik hayatta karşılaştığımız olayları ele alır.
Araştırmacılar genellikle kendi yaşamlarında ya da başkalarının yaşamlarında onlara ilgi
çekici gelen ya da merak uyandıran bir şeyi inceler. Bir hipotez ortaya atılır, dayanaksız
görüşlere yer yoktur, o hipotezi test etmek için veri toplanır.
Belirli bir insan grubunu ya da insanların davranışı betimlemek amaçlandığında gözlem
yöntemi çok yararlı olur. Araştırmacı insanları gözlemler ve ölçümlerini ya da insanların
davranışlarından edindiği izlenimleri kaydeder. Araştırmacı bir grup ya da kültürü içinden
gözlemleyerek anlamaya çalıştığı ve bunu yaparken önceden sahip olduğu fikirlerini inceleme
konusuna dayatmaktan kaçındığı yöntem etnografyadır. Burada hedeflenen, grubun
zenginliğini, karmaşıklığını grubu canlı olarak izleyerek anlamaktır. İnsan kültür ve
topluluklarını inceleyen kültürel antropolojinin başlıca yöntemidir. Farklı kültürlerdeki sosyal
davranışları da kapsayacak şekilde genişletilince sosyal psikolojinin de yöntemi olur. Farklı
kültürleri betimlemek ve bu kültürlerin psikolojik ilkeleri hakkında hipotezler üretmek üzere
giderek daha fazla kullanılmaya başlanmıştır.
Etnografyanın püf noktası, incelenen insanların bakış açısını anlayabilmek için öncellikle
araştırmacının kendi yerleşik fikirlerini dayatmaktan olabildiğince kaçınmaktır. Gözlemcinin
işini doğru yaptığını nasıl bilebiliriz? Birbirinden bağımsız olarak gözlem yapan ve bir veri
kümesini kodlayan iki ya da daha çok kişi arasındaki anlaşma düzeyi anlamına gelen
gözlemciler arası güvenilirlik büyük önem taşır. Birbirlerinden bağımsız olarak aynı
gözlem sonuçlarıyla geldiğini ortaya koyan araştırmacılar gözlemlerinin öznel olmadığını,
bireyin doğruyu çarpıtan izlenimlerine dayanmadığını da göstermiş olur.
Arşiv analizi: Gözlem yöntemi yalnızca gerçek hayattaki davranışların gözlemlenmesiyle
sınırlı değildir. Bir kültürle ilgili toplanmış belgeleri * ya da arşivler de incelenebilir. Bu arşiv
analizidir, günlükler romanlar intihar mektupları müzik sözleri tv programları sinema filmleri
dergiler gazete yazıları bize toplumun kendini nasıl gördüğüyle ilgili çok şey söyler. Burada
iyi tanımlanmış kategoriler yaratılır, daha sonra bunlar arşiv kaynağına uygulanır. Toplumun
değerleri ve inançları konusunda çok şey söyleyebilir.
Gözlem yönteminin sınırları: Ender görülen davranış türleri ya da özel hayatta sergilenen
davranış türlerini gözlemlemek zordur. Ya da arşiv çalışmalarında araştırmacının kaderi
derleyicinin merhametine kalmıştır, muhabirlerin bir haberi hazırlama amaçları farklıdır ve
araştırmacının sonradan gereksinim duyacağı bilgilerin tümünü haber içeriğinde kullanmamış
olabilirler. Bunun yanı sıra, sosyal psikologlar yalnızca davranışı betimlemek değil, aynı
zamanda öngörmek ve açıklamak isterler. Bu sebeple de diğer araştırma yöntemleri daha
uygun görünmektedir.
Surveyin güçlü yanları: 1. Surveyle çok sayıda kişiden çok miktarda bilgi toplama olanağı vardır.
3. Bu yöntem, diğer yöntemlere göre zaman ve maddi kaynakların kullanımı açısından daha
tasarrufludur.
Surveyin sınırlılıkları: 1. Survey ile çok miktarda bilgi toplanır, ancak bu bilgi yüzeyseldir.
2. Büyük örneklem alınması gereken durumlarda çok zaman ve paraya ihtiyaç vardır.
3. Kendisine genelleme yapılmak istenen evren çok geniş ise, örneklem oluşturma bir sorun
yaratabilir.
4. Surveyde katılımcıların yanıtlarına bağlı kalma zorunluluğu vardır. Katılımcılar ise anket ve
görüşmede çok çeşitli etmenlerin etkisi altında kalarak yanıt verebilirler (Kağıtçıbaşı, 1999).
Deneysel Yöntem; nedensel ilişkileri saptamanın tek yoludur. Araştırmacı sistematik
olarak olayı kontrol eder, insanların olayı şu ya da bu şekilde yaşamasını sağlar. Deneyi
düzenleyenin nedensel çıkarımlar yapmasına olanak tanıdığı için, deneysel yöntem
sosyal psikolojik araştırmalarda en çok tercih edilen yöntemdir.
Araştırmacının doğrudan müdahalesi söz konusudur. Araştırmacı durumun yalnızca
tek bir yönünü dikkatli bir şekilde değiştirerek, incelenen davranışın nedeni olup
olmadığını görür.
Bu yöntemde araştırmacı katılımcıları farklı koşullara rastgele atar ve koşuların
(insanların tepkileri üzerinde nedensel bir etkisi olduğu düşünülen) bağımsız değişken
dışında aynı olmasını sağlar.
Bağımsız değişken: diğer bir değişken üzerinde etkisi olup olmadığını görmek için
araştırmacı tarafından değiştirilen ya da kaldırılan değişken
Bağımlı değişken: bağımsız değişkenden etkilenip etkilenilmediğini araştırmacı tarafından
ölçülen değişken: araştırmacının hipotezine göre bağımlı değişken bağımsız değişkenin
düzeyine bağlıdır.
Örn. Bir cinayet işleniyor – 34 kişi tanık oluyor ama kimse yardım çağırmıyor/yardım
etmiyor.
Burada tanık olanların sayısının olaya yardımı zorlaştırıp zorlaştırmadığı üzerine bir
deney yapılıyor, bağımsız değişken tanık olanların sayısı, bağımlı değişken yardım edip
etmeyecekleri. Tanık olanların sayısının yardım etme oranını güçlü bir şekilde etkilediğini
gösteriyor, az tanık varsa yardım çoğalıyor çok tanık varsa yardım azalıyor.
Bir deneyde bağımsız değişken dışında her şeyin aynı kalmasını sağlamak iç geçerlilik
olarak anılır….herkesin aynı acil duruma tanık olmasını sağlamak deneyin iç
geçerliliğini yüksek tutmaktır.
Belki yardım karakteristik özelliklerden kaynaklanıyrdu? Acil durumun bilgisi ya da
acil durumu yaratan koşulları daha önce yaşamış olmak yardımı çoğaltıyordu?
Bu durumda – katılımcılar arasında var olan ve sonuca etki edecek farklılıkları en aza
indirgemeye yarayan bir teknik kullanılır: koşula seçkisiz atama. Tüm katılımcıların deneyin
herhangi bir koşulunda eşit yer alma şansı olmasını sağlayan işlem: araştırmacılar
katılımcıların kişilik ya da geçmişlerindeki farklılıkların koşullara eşit bir şekilde
dağıldığından görece daha emin olur.
Ancak koşula seçkisiz atama bile farklı insan karakteristiklerinin koşullara dağılmama
olasılığını garanti altına almaz. Araştırmacıya deneyin sonuçlarından bağımsız değişkenin
değil, şans eseri ortaya çıkma olasılığını gösteren bir sayı olan olasılık düzeyini gösteren bir
sayı bulunur. Bu sayı eğer yüzde 5 in altındaysa sonuçlar güvenilir kabul edilir.
İyi bir deneyin püf noktası bağımsız değişkenin ve yalnızca bağımsız değişkenin bağımlı
değişkeni etkilemesini sağlamaktır. Buna iç geçerlilik denir; bunun için tüm dış
değişkenler kontrol edilir ve katılımcılar farklı deney koşullarına rastgele atanır. İç
geçerlilik yüksek olduğunda bağımlı değişkeni etkileyenin bağımsız değişken olup
olmadığına karar verilebilir Deneysel yöntemin ayırt edici yanı budur.
Deneysel yöntemin olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanları da vardır. Dış değişkenlerin
kontrolünü sağlamak, durum üzerinde kontrol sahibi olmak yapay bir durum ortaya
çıkarabilir ve gerçek hayattan kopuk bir deney ortamı yaratılabilir.
Dış geçerlilik: bir çalışmanın sonuçlarının diğer durumlara ve başka insanlara ne kadar
genellenebilir olduğu ile ilgili önemli bir sorun. Deneyi düzenleyenler tarafından
kurulan durumun gerçek hayattaki durumlara genellenebiliriği (durumlar arası
genellenebilirlik) ve deneye katılan insanlardan genel olarak başka insanlara genelleme
(insanlar arası genellenebilirlik
İnsanlar gerçek bir olayın içinde olduklarını düşündüklerinde psikolojik gerçeklik
düzeyi de yükselir, deneyi düzenleyenler bunu sağlamaya çalışır, çalışmanın amacını
gizleyen bir göstermelik öykü anlatılır
Dış geçerliliği arttırmanın en iyi yollarından biri de alan deneyleri düzenlemektedir.
Laboratuvar ortamı dışında, doğal ortamında davranış incelenir. Katılımcılar
yaşadıkları olayların aslında deneyin bir parçası olduğunu bilmezler. Gerçek dünyada
çok daha fazla farklılık gösteren gerçek insanlarla düzenlenen bu tip bir deneyin dış
geçerliliği de elbette ki daha yüksek olur.
Ancak hemen her zaman ya iç geçerlilikten ya da dış geçerlilikten yanı dış değişkenlerin
sonuçlarını önlemek için durumu yeterince kontrol etmek, insanları koşullara rastgele
atamak ve sonuçların gündelik hayata genellenebilir olmasından ödün vermek gerekir.
En iyi kontrol laboratuvar ortamında sağlanır ancak o da gerçek hayattan farklıdır.
Gerçek hayat koşulları en iyi alan deneylerinde yakalanır ama dış değişkenler zor kontrol
edilir. Bu sebeple tekrarlı deneyler yani tekrarlamalar yapılır. Dış ve iç geçerlilik temel
bir ikilemdir. Tekrarlamalar farklı katılımcı popülasyonu ile ya da değişik ortamlarda deneyin
yenilenmesidir. Bir deneyin dış geçerliliğin son test aşamasıdır. İki ya da daha fazla
çalışmada elde edilen bulguların sonuçlarının ortalaması alınır, üst-analiz olarak
adlandırılır.
Farklı çalışma alanları: temel araştırma: entelektüel merakla insanların neden belirli
biçimlerde davrandığı sorusuna yanıt bulmak için yapılan çalışmalar
Uygulamalı araştırma: belirli bir sosyal sorunu çözmek üzere tasarlanan çalışmalar
3. Hafta – SOSYAL BİLİŞ – sosyal algı ile beraber işle
Sosyal psikolojinin başlıca konularından biri toplumsal bilinç çalışmaları, yani insanların
sosyal bilgiyi nasıl seçtikleri, yorumladıkları, anımsadıkları ve kullandıklarını içine alacak
şekilde kendileri ve sosyal dünya üzerine düşünme biçimlerinin incelenmesidir.
İki farklı sosyal biliş türü: birincisi hızlı ve otomatik düşünme biçimidir.
İkincisi:dha fazla çabayı ve düşünceleri tartmayı gerektiren kontrollü düşünme.
Çoğu zaman otomatik düşünme ile kontrollü düşünme uyum içinde çalışabilirler. İnsanlarda
çevreyi denetleyen, sonuçlar çıkaran ve davranışlara yön veren birer “otomatik pilot” bulunur.
Otomatik Pilot: Düşük Eforlu Düşünme
İnsanlar yeni bir durumu genellikle hızlı ve doğru bir şekilde değerlendirebilirler. Yeni bir
durumla her karşılaşmamızda durup bunun üzerine yavaş ve dikkatlice düşünemeyiz. İnsanlar
çaba sarf etmeden, hızlı bir şekilde izlenimler edinebiliyor ve yeni bir yolda ilerlerken bilinçli
çözümlemelere çok fazla gerek duymuyoruz. Bunlar geçmiş deneyimlerimiz ve dünyayla
ilgili bilgilerimizle çevremizi otomatikman analiz ederek yapıyoruz.
Otomatik düşünme bilinçdışı, kasıtsız, istemsiz ve çabasız düşüncedir
Şemalarla otomatik düşünme: Otomatik düşünme önceki deneyimlerimiz ile bağlantı
kurarak yeni durumları anlamamıza yardım eder. İnsanlar sosyal dünya ile ilgili bilgilerimizi
düzenleyen ve şemalar olarak adlandırılan zihinsel yapılardan yararlanırlar. Bu zihinsel
yapılar farkına vardığımız, üzerine düşündüğümüz ve anımsadığımız bilgileri etkiler. Sosyal
roller, belirli olaylar gibi birçok şey hakkında bilgimizi kapsar şemalar, temel bilgi ve
izlenimlerimizi içerir.
Stereotip: Cinsiyet ırk gibi sosyal gruba atfedilen şemalar genel olarak stereotipler
olarak adlandırılır. Beyaz katılımcılara parkta tren istasyonunda fln genç adam fotosu
gösteriyorlar yarısı afrika kökenli yarısı değil yarısı silah yarısı zararsız nesneler
tutuyor, silah tutuyorsa ateş et yazılı düğmeye basacaklar, zararsız nesne varsa ateş
etmeye.. kısa sürede karar vermek zorundalar, silah taşımayan birine ateş etmeyenlere 5
puan silah olan birine ateş edene 10 puan. Elinde zararsız nesne tutana ateş edildiğinde -
20 silah tutana ateş edilmediğinde - katılımcılar siyah kökenli olduğunda ateş etme
eğiliminde
Şemaların işlevleri: yanlış bir şekilde boşlukları doldurabildikleri gibi dünyayı
anlamlandırabilmemiz, düzenlememiz ve bilgilerimizdeki boşlukları doldurmamız açısından
genellikle yararlılardır. Şemanız olmasa karşılaştığınız er şey kafa karıştırıcı olur, yeni anılar
oluşturamayan insanlara benzeriz, hayatta ilk defa görüyormuşuz gibi olur.
Şemalar bir sürekliliğe sahip olmak ve yeni deneyimleri geçmiş şemalara bağlayabilmek için
gereklidir. İnsanlar kullandıkları şemaların doğru olduğuna inandıkları sürece, belirsizlikleri
çözmek için bunları kullanmaları da son derece mantıklıdır. Ancak doğru olmayan şemaları
otomatik olarak uygulamak tehlike yaratmaktadır.
Erişebilirlik: zihnimizde ön planda olduğu için belirli şema ve kavramları sosyal dünyayla
ilgili yargılarımızda kullanma eğiliminin fazla olması
Erişebilirliğin üç kaynağı: geçmiş deneyimlerimizden dolayı kronik erişilebilir, sürekli
etkindir ve belirsiz durumlarda kullanılmaya hazırdır. (alkoliklik akıl hastalığı
deneyimi)
2. neden bir şey eğer mevcut hedeflerinizden birisiyle ilişkili ise daha erişebilir hale
gelmektedir.
3 neden şemalar yakın zamanda yaşanan deneyimler nedeniyle erişebilir olabilir. Belirli
şema ya da ayırıcı özelliğin her zaman erişebilir olmadığı ancak insanların bir olayla
karşılaşmadan önce düşündüğü ya da yaptığı bir şey tarafından hazırlandığı anlamına
gelir.
Hazırlama: kısa zaman önce yaşanan deneyimlerin bir şemanın, ayrıcı özelliğin ya da
kavramın erişebilirliğini etkilemesi
Şemaları gerçek kılmak: Kendini doğrulayan kehanet
İnsanlar yeni kanıtlarla karşılaştığında şemalarını değiştirebilir ancak bilgiyi her zaman
edilgin bir şekilde almazlar, çoğu zaman kendi şemalarını destekleme ya da yadsıma
düzeylerini etkileyecek şekilde şemalar üzerinde de etkili olurlar. Farkında olmadan
şemalarının gerçekleşmesini de sağlayabilirler.
Kendini doğrulayan kehanet: başkası hakkındaki beklentilerimiz vardır bu beklentiler
başkasına karşı davranışlarımızı etkileyerek kişinin ona en baştaki beklentileri ile tutarlı bir
şekilde davranmasına yol açar, böylece beklentiler gerçekleşmiş olurlar. Kendini
doğrulayan kehanet bilinçli, kasıtlı bir hareket değil, otomatik bir düşünme örneğidir.
Bu denli otomatikleşmiş olmasının ortaya koyduğu rahatsız edici izlenimlerinden biri de
şemalarımızın değişime oldukça dirençli oluşudur.
“en baştan beri haklı olduklarını göstermek için olayların mevcut akışından söz ederler” bu da
bi hata krallığı yaratır.
İş görüşmesi örneği - görüşmeci dikkatini kişiye vermediği zaman kendini doğrulayan
kehanet ortaya çıkabilir. Görüşmeci doğru bir izlenim elde etmek için yola çıktığında ve
dikkatini iş başvurusu yapana yönlendirdiğinde beklentisini bir yana bırakıp
karşısındaki insanın nasıl biri olduğunu görebilir.
Bu yöntemler her gün karşılaştığımız bilgileri idare edilebilir bir düzeye indirmek
içindir. “hızla büyüyen kafa karıştıran karmaşa” ile başa çıkma yöntemleridir. Hızlı
çabasız ve kasıtsız bir şekilde yani otomatik olarak uygulanır. Bunların yanı sıra belli kural ve
kısa yollar kullanılır.
Zihinsel Stratejiler ve Kısayollar –
Hangi işi kabul edeceğimize, hangi üniversitede okuyacağımıza karar verirken genellikle
bütün seçenekleri uzun uzadıya incelemeyiz. Kararları kolaylaştıran, her bir kararı büyük bir
araştırma projesine dönüştürmeden hayatımıza devam edebilmemizi sağlayan zihinsel
stratejileri ve kısayolları kullanırız. Bu kısa yollar her zaman en iyi karar varmamızı sağlamaz
ancak etkin bir yoldur ve genellikle makul bir zaman içerisinde iyi kararlar verebilmemizi
sağlarlar.
Şemalar: seçeneklerimizi incelerken her şeye en baştan başlamak yerine genellikle
geçmiş bilgi ve şemalarımızı kullanırız. Hemen her şey için birçok şemamız bulunur.
Bazen elimizde bir şema olmaz bazen de çok şema olur hangisini kullanacağımıza karar
veremeyiz.
Yargıya varmada sezgisel kestirme yol: sosyal biliş alanında sezgisel kestirme yollar
insanların hızlı ve etkin bir şekilde yargıya varmak için başvurduğu kısayollara karşılık
olarak kullanılır.
Mevcut sezgisel kestirme yollar: bir yargının akla en kolay gelen düşünceye dayandırıldığı
zihinsel karar kıstası. Birçok durumda iyi bir strateji. Sakıncası bazen akla en kolay gelen
şeyin genel resmin tipik bir özelliği olmaması ve yanlış sonuçlara yol açabilmesidir.
İnsanlar kendileriyle ilgili çeşitli yargılara varırken de mevcut sezgisel kestirme yollar
kullanır mı? Kendi kişiliklerimizde ilgili oturmuş fikirlerimiz olduğunu düşünürüz ancak çoğu
zaman kendi ayırıcı özelliklerimize dair yerleşmiş şemalarımız yoktur. Kendimizle ilgili
yargılara varırken kendi davranışlarımızla ilgili en kolay anımsadığımız örneklere dayanırız.
Bir profesör öğrencilerinden dersin daha iyi olabilecek 2 ya da 10 yönünü
düşünmelerini istiyor sonra dersle ilgili genel izlenimlerini puanlandırmalarını istiyor.
Kendilerinden dersin daha iyi olabileceği 10 yönünü düşünmesi istenenler derse daha
yüksek puan veriyor çünkü derste bu denli eksik yön bulmakta zorlanıyorlar
Temsil edilebilir sezgisel kestirme yol: insanların bir şeyi tipik bir vakaya ne kadar benzer
olduğu doğrultusunda sınıflandırdığı zihinsel bir kısayol. Şeyleri temsil edilebilirliğine göre
sınıflandırmak genelde gayet akla yakın bir durumdur.
Temel oran bilgisi: popülasyondaki farklı kategorilere ait üyelerin görülme sıklığı ile ilgili
bilgi
Temel oran bilgisi yeterince kullanılmıyor, belirli bir kişiyle ilgili bilginin genel kategoriyi ne
kadar temsil edebildiğine daha çok dikkat ediyor. İnsanların gözlemledikleri bireysel
karakteristik özellikler üzerinde daha çok duruluyor ancak bir kuş gözlemcisi kuşu
tanımlarken bölgedeki farklı kuş türlerinin yayılımına dikkat eder.
Örneğin tarih boyunca insanlar, doğru olmadığı zamanlarda bile, bir hastalığın
tedavisinin bu hastalığın belirtilerine benzemesi – hastalığı temsil edebilmesi –
gerektiğini düşünmüştür. Tilkilerin güçlü solunum sistemler – tilki akciğeri yemenin
astıma iyi gelmesi * temsil edilebilirliğe bu denli güvenmek hastalığın gerçek nedenini
ortaya koymayı bile engelleyebilir.
Bilinçdışı düşünce: Otomatik düşünme bilinçdışıdır. Yalnızca yavaş, bilinçli düşünmeye
dayanmak zorunda olsaydık zor durumda kalırdık çünkü genelde çevremizde olup
bitenler neye dikkat etmemiz ve hangi hedefin peşinde gitmemiz gerektiği konusunda
çok hızlı karar vermemiz gerekir aksi takdirde hayat önümüzden hızla akıp giderken
biz bekleriz. Bir partide adınızı odanızın diğer ucundan duyulduğunu farkedersiniz bunu
ancak bilinçdışı izlemekle mümkün kılabilirsiniz, kokteyl etkisi.
Sosyal bilişte kültürel farklılıklar: Kültürün sosyal biliş üzerindeki etkileri her geçen gün
daha fazla fark ediliyor.
Herkes dünyayı anlamak için şemaları kullansa da şemaların içeriği yaşadığımız
kültürden etkilenir. Kültür şemaların kaynadığıdır. Şemalar kültürel etkilerin kendini
gösterdiği önemli alanlardan biridir - kültür bize dünyayı anlama ve yorumlama
biçimlerimizi etkileyen zihinsel yapılar aşılar.
Bütünselci düşünme/çözümleyici düşünme:
İnsan zihni sosyal dünya ile düşünmemize ve bu dünyada hareket etmemize yardım
eden araçlarla dolu bir alet kutusu gibidir. Herkes bu aletleri kullanabilir ancak
hangilerini daha çok tercih ettiğimizi içinde büyüdüğümüz kültür etkileyebilir.
Kültür, insanların kendi dünyalarını anlamak için otomatikman kullandığı düşünme
biçimlerini de etkiler. Kültür bütün düşünme biçimlerini değil bilinçdışı düşünme ya da
şemaları kullanma gibi tüm insanlarda gözlemlenen otomatik düşünme biçimlerini
etkiler. Öte yandan genel olarak insanların dünyaya yönelik bazı temel algılama ve
düşünme biçimleri de kültürden etkilenir.
Çözümleyici düşünme: insanların çevrelerindeki bağlamı düşünmeden nesnelerin
özelliklerine odaklandığı düşünme biçimi: bu düşünme tarzı batı kültürlerinde
yaygındır.: sayfadaki resimlere bakan batılılar büyük olasılıkla resimde öne çıkan
nesnelere odaklanır
Bütünselci düşünme tarzı: insanların genel bağlama, özellikle de nesneler arasındaki
ilişkilere odaklandığı düşünme tarzı, doğu asya kültürlerinde yaygın.
Bu farklılığın sebebi felsefe geleneğindeki farklılık olabilir. Doğu düşüncesi her şeyin
bağlantılı ve görece olduğunu vurgular (konfüçyus) batı ise temelde nesneleri
bağlamlarından bağımsız olarak yöneten yasalara odaklanan yunan felsefe geleneği
Bütün kültürlerdeki insanlar hem bütünsel hem de çözümleyici düşünme yeteneğine sahiptir.
Ancak yaşadıkları çevre, hatta kısa süre öncesinde kendilerini hangi çevrenin etkilediği bu
tarzlardan birine doğru bir eğilim yaratır.
Aslında insanların eylemlerini bilinçli bir istemle kontrol ettiğini sanması bir
yanılsamadan, eylemlerimizi aslında otomatik düşünmemiz ya da dış çevre kontrol
ediyorken kapıldığımız boş bir duygudan ibaret olabilir.
Olaylar üzerinde gerçekte olduğundan daha fazla kontrol sahibi olduğumuzu sanarız
Kontrollü Sosyal Biliş: Yüksek eforlu düşünme
Irk ön yargısı otomatik düşünmeden ya da bilinçli, kasıtlı düşünmeden kaynaklanıyor
olabilir.
Kontrollü düşünme bilinçli, kasıtlı, istemli ve eforlu-çabalı düşünme olarak tanımlanır.
İnsanlar genellikle istençli olarak bu düşünmeyi etkinleştirebilir ya da devre dışı bırakabilirler
ve ne düşündüklerinin bütünüyle farkında olurlar. Ayrıca, bu düşnmenin eforlu olması,
zihinsel enerji gerektirdiği anlamına gelir. İnsanlar bir kerede yalnızca tek bir şeyi
bilinçli, kontrollü bir şekilde düşünebilirler; ancak arka planla gerçekleşen otomatik
düşünme herhangi bi bilinçli çaba gerektirmez
İnsanlar ne zaman otomatik pilottan çıkıp bir şeyi daha yavaş ve bilinçli düşünmeye başlar?
Hedefi Kıl payı kaçırdığımız olumsuz bir olay yaşadığımız zamanlar - zihnimizde geçmişin
bir yönünü, olabilecekleri hayal ederek değiştirdiğimiz karşıolgusal düşünme devreye girer
Karşıolgusal düşünme: olabilecekleri hayal etmek için geçmişin bir yönünü zihinde
değiştirme.
Duygusal tepkilerimiz üzerinde etkisi büyük olabilir olimpiyatlarda 2 mi 3 mü daha mutlu
olur
Farklı kontrollü düşünme biçimleri:
Karşıolgusal akıl yürütmenin bilinçli ve çaba harcayarak yapıldığı çok açık. Ancak her
zaman kasıtlı ve istemli olmayabilir. Geçmişin üzerine perde çekmek ve yolumuza
devam etmek istediğimizde bile karşıolgusal akıl yürütmenin karakteristik özelliği olan
ah keşke tarzı düşünceleri bir yana bırakmak kolay olmayabilir.
Karşıolgusal düşünme insanın dikkatini gelecekteki olaylarla daha iyi başa çıkabilmenin
çarelerine yönelttiği zaman yararlı olabilir. İnsana kendi yazgısı üzerinde daha fazla
denetim sahibi olduğu duygusunu aşılayabilir ve hareket etmek için motivasyon
sağlayabilir.
Düşünceyi bastırma ve İronik bilgi işleme
Zihnimizdeki bir şeye takılıp kalacağımıza basitçe artık bu konuda düşünmemek için
elimizden geleni yapabiliriz. Düşünceyi bastırma – unutmayı yeğlediğimiz bir şey
hakkında düşünmekten kaçınmaya çalışmak – bu süreç biri görece otomatik diğeri
görece kontrollü iki sürecin etkileşimine bağlıdır
Sistemin otomatik bölümü, yani izleme süreci, bilince girmeye çalışan davetsiz
düşüncelerin izlerini arar. İstenmeyen düşünce saptandıktan sonra sistemin daha
kontrollü bölümü, yani işletim süreci devreye girer. Bu kişinin düşünecek başka bir şey
bularak dikkatini dağıtmaya yönelik bilinçli çabasıdır. Bu iki süreç, tıpkı alışveriş
merkezinde çocukların abur cubur yiyeceklerden uzak tutmak isteyen anne babanın
gizlice iş birliği yapması gibi.
Kişi yorgun ya da dalgınsa İzleme sürecinde istenmeyen düşüncelerin örnekleri
bulunmaya devam eder ve bu davetsiz düşünceler kontrollü sistemin engeline
takılmadan bilince girer. Sonuçta istenmeyen düşüncelerin yüksek sıklıkla ortaya çıktığı
bir aşırı erişilebilirlik durumu meydana gelir.
İnsan yorgun ya da dalgın olduğunda, bilişsel yük altındadır ve bir şeyi ne kadar
düşünmemeye uğraşsa da bu düşünceler peşi sıra sökün etme eğilimi gösterirler.
Düşünceleri bastırmanın duygusal ve fiziksel bedeli de vardır. (bağışıklık sistemi
örneği)
İnsan düşünüşünü geliştirmek:
Kontrollü düşünmenin bir amacı da otomatik düşünmenin denetim ve dengesini
sağlamaktır. Kontrollü düşünme sıra dışı olaylar meydana geldiğinde denetimi devralır.
Daha iyi düşünmenin yolları olabilir mi?
İnsanları akıl yürütme yetenekleri konusunda daha alçak gönüllü olmaya yönlendirmek
* vardığımız yargılara olması gerekenden daha fazla güven duymamak
Aşırı güven engeli: yargıların doğruluğuna çok fazla emin olması – kendi bakış
açılarının tam tersini düşünmeleri istendiğinde, insanlar dünyayı farklı bir şekilde
yorumlamanın da mümkün olduğunu görürer sonuç olarak da vardıkları yargılara
daha az güvenirler
6. Hafta – Benlik
İnsanların kendi yeteneklerini görme ve davranışlarının nedenlerini yorumlama
biçimleri başarıları üzerinde çok önemli ve belirleyici bir etkiye sahip olabilir.
Amerikan psikolojisinin kurucusu William James (1842 -1910) benlik algımızda temel ikiliği
tanımlamıştır. Benlik kendimizle “bilinen” hatta daha basit olarak “benim” ile ilgili
düşünce ve inançlarımızdan oluşur. Benlik aynı zamanda “bilen” ya da “ben” olarak
etkin bilgi işlemcisidir.
Çağdaş deyimiyle benliğin bilinen yönünü benlik-kavramı, bilen yönünü de öz-
farkındalık olarak adlandırırız. Benlik kavramı benliğin içeriği kim olduğumuzla ilgili
bildiklerimiz öz farkındalık ise kendimiz hakkında düşünme eylemidir. benliğin bu iki
yönünü bir araya gelerek bütün bir kimlik duygusu yaratır. Benliğiniz hem bir kitap
hem de bu kitabın okurudur.
“benlik duygusu olan tek canlı türü biz miyiz?” ayna örneği – şempaze orangutan yunus –
kırmızı boya
İnsanlar kendilerini 18 ay civarında tanımaya başlıyorlar. Büyüdükçe basit benlik kavramı
karmaşıklaşıyor. Ben kimim sorusu soruluyor- bir çocuğun benlik kavramı daha somut, yaş
cinsiyet oturduğu yer hobileri
Olgunlaştıkça fiziksel karakteristiklere daha az, psikolojik durumlara duygu ve düşüncelere
daha fazla odaklanıyorlar ve başkalarının bizimle ilgili yargıları üzerine düşünmeye
başlıyoruz.
Benliğin işlevleri * 1. Benlik bilgisi ile kendimiz hakkında bildiklerimizi formülleştirir ve
organize ederiz
2 benlik denetimi ile planlar yapar kararlarımızı uygularız
3 Kendini-sunma ile kendimizi başkalarına en iyi şekilde göstermek için çabalarız
4 kendini mazur gösterme yoluyla da kendimizi kendimize en iyi şekilde göstermek için
elimizden geleni yaparız.
BENLİK BİLGİSİ
Benlik Tanımında Kültürel Farklılıklar
Batı kültürlerinde insanlar kendilerini, başkalarının değil, kendi içsel düşünce, duygu ve
eylemleri ile tanımladıkları bir bağımsız benlik görüşüne sahiptir. Batılılar kendilerini
başkalarından oldukça ayrı olarak tanımlamayı öğrenirler ve bağımsızlık ile tekliğe
değer verirler
Çoğu Asyalı ve Batılı olmayan kültürler kişinin kendisini başkaları ile ilişkisi bağlamında
tanımladığı ve davranışlarının genellikle başkalarının düşünce, duygu ve eylemleri
tarafından belirlendiğini düşündüğü karşılıklı bağımlı benlik görüşüne sahiptir.
Kültürler içerisinde benlik kavramı konusunda farklılıklar söz konusudur ve kültürler
arasındaki temas arttıkça bu kültürler arasındaki farklılıklar da azalabilir.
Benlik duygusundaki farklılıklar o kadar temel niteliktedir ki bağımsız benlikleri olan
insanlar ile karşılıklı bağımlılık duygusu olan insanların birbirlerini bu açıdan
anlamaları çok zordur. Batı toplumunda benlik her şeyin ölçüsüdür. Ancak benlik doğal
bir şey değildir, sosyal bir yapıdır ve kültürden kültüre farklılık gösterir.
Benlik Tanımında Cinsiyete Bağlı Farklılıklar
Kadınlar ilişkiler ve duygular ve sorunlar konuşurken erkekler duygulardan başka her
şey konuşur – bu bir stereotip bunda doğruluk payı var mıdır? Kadın ve erkeklerin
benlik kavramları arasında farklılık vardır.
Kadınların ilişkisel karşılıklı bağımlılık düzeyi daha yüksektir, yani yakın ilişkilerine
daha çok odaklanırlar. Erkeklerde ise kolektif karşılıklı bağımlılık daha yüksektir yani
daha geniş gruplardaki yerlerine daha çok odaklanırlar. Çocukluğun erken
dönemlerinden itibaren kızlar yakın ilişkiler kurmaya, başkalarıyla iş birliği yapmaya
ve dikkatlerini sosyal ilişkilere odaklamaya daha eğilimli olurken erkekler daha çok
grup üyeliklerine önem verirler.
Ancak kadın ve erkekler arasındaki psikolojik farklılıklar benzerliklerin sayısından çok
daha azdır.
1 Kendimizi İçe Bakış Yoluyla Tanımak *
2 gözlemleyerek tanımak
İçe bakış düşünce, duygu ve güdülerimiz hakkında yalnızca bizim sahip olduğumuz iç
bilgiler yoluyla kendimizi tanıyabiliriz. İçe bakışın iki yönü var – insanlar bu bilgi
kaynağına zannettiğimiz kadar çok sık başvurmazlar – insanlar kendileri hakkında çok
fazla düşünmezler, düşündükleri zaman da duygu ve davranIşlarının nedenleri bilinçli
farkındalıklarından gizleniyor olabilir.
İçe bakış 1 Benliğe odaklanmak – öz farkındalık kuramı:
İçe bakış 2 Nedenler hakkında içe bakış
19-65 yaş arası 107 çalışandan 1 hafta boyunca çağrı cihazı taşımaları isteniyor, 7-9 kez
çalıyor gün içinde – o anki ruh halleriyle ilgili bir dizi soru yanıtlıyorlar
Kaydedilen düşüncelerin yalnızca %8 i katılımcıların kendisi hakkındaydı. Katılımcılar
daha çok iş, angaryalar ve zaman hakkında düşünüyorlardı. Hiçbir şey düşünmüyorum
yanıtının sıklığı kendileri hakkındaki düşüncelerinden daha fazlaydı. İçe bakış sık
kullanılan bir bilişsel etkinlik değil. Gündelik hayatla ilgili sıradan düşünceler ve tabii ki
başkaları ve onlarla konuşmalarımız üzerine düşünceler gündelik düşüncelerimizin
büyük bir bölümünü kaplar.
Kendimizi bir videoda ya da aynada gördüğümüzde öz farkındalığımız tetiklenir. Kendi
dikkatimizin odağında yer alırız. Öz farkındalık kuramına göre böyle bir durum
yaşadığımızda mevcut davranışlarımızı değerlendirip içsel standart ve değerlerimizle
karşılaştırırız. Kısacası kendimizin farkında oluruz, yani kendimizin nesnel, yargılayıcı
gözlemcileri haline gelir, kendimizi dış bir gözlemcinin gözüyle görürüz.
Bir karar verdiğimizde ve uygulamadığımızda davranışımız ile içsel standardımız
arasındaki uyuşmazlığın farkına varırız. Davranışlarımızı iç yönergelerimize göre
değiştirebilirsek içsel standardımızla uyum içerisinde oluruz. Ancak davranışımızı
değiştiremeyeceğimizi hissedersek benlik-farkındalığı durumunda olmak bizi rahatsız
edecektir.
Örn. Bağımlılıklar – iç sahne ışıklarını kişinin kendi üzerinden uzaklaştırmasının etkin
yollarıdır. Sarhoş olmak olumsuz düşüncelerden kaçılmasını sağlayabilir. İnsanların,
tüm risklerine karşın, düzenli bir şekilde bu tip tehlikeli davranışlara yönelmesi kendine
odaklanmanın ne kadar itici bir şey olabildiğini gösterir.
Bununla birlikte, benlikten kaçmanın bütün yolları bu denli zarar verici değildir. Dinsel
ifadeler ve tinsellik biçimleri de kendine odaklanmadan kaçmanın etkili yollarındandır.
Kendine odaklanma her zaman kötü de değildir.
Bize eksik yönlerimizi hatırlattığında öz farkındalıktan özellikle kaçınmak isteriz ve bu
koşullar altında örn kötü geçen bir sınavdan hemen sonra insanlar benlik farkındalığından
kaçmaya çalışır.
Doğu Asya kültürlerinde büyüyen insanların benlikle ilgili daha çok karşılıklı bağlılığa
dayanan bir görüşe sahip oldukları, kendilerini başkaları ile ilişkileri bağlamında
tanımladıkları düşünülürse onlardaki öz farkındalık eğilimi de farklı olabilir mi?
Asyalılarda benliğe dışardan bakış yanı kendilerini başkalarının gözüyle görme eğilimi
daha yüksektir. Kronik öz farkındalık durumundalardır
Nedensel kuramlarla içe bakış:
Benlik farkındalığı söz konusu olsa ve içimize bakabilsek bile neden belirli bir şekilde
hissettiğimizi söyleyebilmek o kadar kolay değildir. Bunun sebebi temel zihinsel
işleyişlerin çoğu farkındalık dışında gerçekleşiyor olması. Bizi sonuca götüren bilişsel
süreçlerin farkında olmayız. İçe bakış duygu ve davranışlarımızın doğru nedenlerine
ulaşmamızı sağlamayabilir ancak biz kendimizi bunun doğruluğu konusunda ikna
edebiliriz. Bu aslında “bilebileceğimizden daha fazlasını söylemektir” insanların kendi
duygu ve davranışlarına getirdiği açıklamalar genellikle makul şartlarda bilebileceklerinin
ötesine geçer.
Gün içerisindeki ruh hallerini 5 hafta boyunca her gün not etmeleri isteniyor – gündelik
ruh hallerini öngörebilecek şeylerin de güncesini tutuyorlar (hava durumu iş yükü uyku
gibi) 5 haftanın sonunda ruh halleri ile diğer değişkenler arası ilişkiyi
değerlendiriyorlar.
İnsanlar kendi ruh hallerini öngören şeyler konusunda yanılıyorlar. Kendi nedensel
kuramları yani kendi duygu ve davranışlarını neyin etkilediği konusunda birçok kuram
üretiyorlar ve bu kuramları neden belirli bir şekilde davrandıklarını açıklamak için
kullanıyorlar. Nedensel kuramlar da büyüdüğümüz kültürden öğreniliyor
İnsanların kendileri hakkındaki bilgileri, örneğin geçmişteki tepkileri ve bir seçim
yapmadan önce akıllarından geçenler, kültürel yoldan öğrenilmiş nedensel kuramlardan
çok daha fazladır. Geçmişteki eylemlerimiz ve şimdiki düşüncelerimiz hakkında kendi
içimize bakmamızın, hissettiklerimiz konusunda her zaman doğru sonuçlara ulaşmamızı
sağlamayacağı da bir gerçektir.
Nedenler Hakkında içe bakışın sonuçları: duygularımızın nedenlerini çözümlemenin her
zaman iyi bir strateji olmadığı ve aslında her şeyi daha da kötü hale getirebileceği
sonucuna ulaşan bir çalışma… nedenleri bilmediğimizde akla en yakın görünen
nedenleri göz önüne alırız akla yakın görünseler de bunlar doğru olmayabilir. Bunların
doğruluğuna kendimizi ikna edebilir böylece hislerimizi nedenlerimize uyduracak
şekilde düşünmeye başlayabiliriz.
Nedenlerin doğurduğu tutum değişimi: kişinin tutumlarının nedenlerini düşünmesi
sonucunda tutumun değişmesi; insanlar tutumlarının akla yakın ve kolayca dile
getirilebilen nedenlere uyduğunu düşünür. Nedenleri çözümlemenin etkisi zamanla
azalır ve insanlar en baştakı açıklaması zor tutumlara geri döner. Dolayısıyla nedenleri
çözümledikten hemen sonra önemli kararlar verdiğimizde bu kararlardan sonra pişman
olabiliriz. Bunun nedeni de insanların nedenleri çözümledikten hemen sonra sözcüklere
dökmesi kolay şeyler üzerinde odaklanması ve açıklaması zor duyguları göz ardı
etmesidir. Uzun vadede asıl önemli olan ise açıklaması zor duygulardır.
Kendi Davranışlarımızı gözlemleyerek kendimizi tanımak
Benlik algısı kuramına göre tutum ve duygularımız belirsiz ya da muğlak olduğunda bu
durumlar hakkında davranışlarımızı ve bu davranışların ortaya çıktığı durumu
gözlemleyerek çıkarımlara varırız. Duygularımızı yalnızca nasıl hissettiğimizden emin
olmadığımız zaman, davranışlarımıza bakarak değerlendiririz. Ya da duygularımız
keskin olmayabilir bu konuda daha önce düşünmemiş olabilişiniz. Böyle bir durumda
neler hissettiğimizi anlamak için davranışlarımıza bakarız.
İçsel/dışsal güdülenme
İlk okul öğr – çocuklara kitap sevgisi aşılamaya çalışıyor, okuma karşılığı ödül verebilir –
ödüller güçlü güdüleyiciler ancak ödüllerin içte insanların kendi hakkındaki düşüncelerinde
benlik kavramlarında ve gelecekteki okuma güdülerinde ne gibi etkiler yarattığını da göz
önünde bulundurmak gerekir.
İçsel Güdülenme * bir etkinliği dış ödül ya da baskılar nedeniyle değil hoşlandığımız ya
da ilgilendiğimiz için gerçekleştirmek
Dışsal güdülenme – görevden hoşlandığımız ya da ilgilendiğimiz için değil dış ödül ya da
baskılar nedeniyle gerçekleştirmek
Benlik algısı kuramına göre ödüller içsel güdülenmeye zarar verebilir. Daha önce zevk
aldığı için kitap okuyan çocuk bunu artık ödül için yapar ve içsell güdülenme yerini
dışsal güdülenmeye bırakır.
Bunun sonucunda Aşırı doğrulama etkisi: insanlarda davranışlarının nedenini zorlayıcı dış
nedenlere bağlama ve içsel nedenlerin rolünü küçük görme eğilimi
En baştakindan yani ödüller devreye girmeden önce olduğundan çok daha az zaman
geçirilebilir. Ödüller içsel güdülenmeyi yok eder. Ancak aşırı doğrulama etkilerinin
engellenebileceği koşullar da vardır. Ödüller ancak en baştaki ilgi düzeyi yüksek
olduğunda ilgiyi azaltacaktır. Teşvik için ödül kötü bir fikir değildir, zaten daha önce
ilgi olmadığı için ilginin azalması söz konusu değildir.
Ödül de önemlidir * göreve bağlı ödüller yani insanlara bir işi ne kadar iyi yaptıklarına
bakılmaksızın yalnızca yaptığı için ödül vermek * ya da başarıya bağlı ödüller * başarıya
bağlı ödüllerde ilginin azalma olasılığı düşüktür
Duygularımızı anlamak: İki Etmenli Duygu Kuramı
Duygularımızı anlamak iki adımlı bir süreçtir. Önce psikolojik bir uyarılmışlık durumu
yaşarız daha sonra da bunun için uygun bir açıklama ya da etiket ararız.. Fiziksel
durumlarımızı tek başlarına açıklamak zordur bu nedenle de neden uyarıldığımızı
anlamak için bir yükleme yaparız ve bu bilgilerin yardımına başvururuz. (Schachter)
İnsan duygularının bazen gelişigüzel olduğunu uyarılmışlıklarına getirilebilecek en akla yakın
açıklamaya dayanmasını öne süren deney.
Uyarılmışlıklarının gerçek nedeni gizlenmiş olan katılımcılar davranışlarına getirdikleri
açıklamaları durumsal ipuçlarına dayandırırlar. – epinefrin örneği
Yanlış nedeni bulmak: Yanlış uyarılmışlık yüklemesi
Uyarılmışlığın kesin nedenini hatasız saptamak zordur bu sebeple bazen duygularımızı yanlış
tanımlarız. Bu durumda yanlış uyarılmışlık yüklemesi yani insanların hissettikleri duyguların
nedenleri konusunda yanlış sonuçlara varması söz konusudur. Örnek 275. Sayfa köprü
örneği
Sosyal Dünyayı yorumlamak: değerlendirmeye bağlı duygu kuramları
Bazen de fiziksel bir uyarılmışlık hissetmeyeceğimiz duygular yaşıyoruz. Temel düşüncesi
hissedeceğiniz duygu, fizyolojik bir uyarılma olmadığı takdirde bu olayı nasıl
yorumlayacağınıza ya da açıklayacağınıza bağlı olacaktır. İki değerlendirme türü özellikle
önemlidir. Bu olayın sizin için ifade ettiği şey iyi mi yoksa kötü mü? Siz bu olayın nedenlerini
nasıl açıklıyorsunuz.
Bilişsel değerlendirme kuramlarına göre uyarılma durumu her zaman önce gelmez;
bilişsel değerlendirmeler tek başlarına duygusal tepkiler için yeterli bir neden
oluştururlar. İki etmenli duygu kuramı ve bişişsel değerlendirme birbirini tamamlar
niteliktedir. Bu iki kuram da insanların olayları, bu olaylara kendi davranışları da dahil,
gözlemleyerek ve daha sonra açıklamaya çalışarak kendileri hakkında bir şeyler öğrendiği
konusunda hemfikirdir.
Zihniyet: Kendi Yeteneklerimizi Anlamak
Herkesin değişmeyen oranda yetenekleri olduğu düşüncesi sabit zihniyet olarak adlandırılır.
Zekamız, spor yeteneğimizin vs oranı sabittir. Ancak gelişim zihniyeti olduğu, yeteneklerin
serpilip gelişebilen işlenebilir nitelikler olduğunu ortaya koyar. Zihniyet başarı konusunda çok
önemli – gelişim zihniyetine sahip insanlar engelleri aşma çok çalışma yoluyla
kendilerini geliştirmek için fırsat kollarlar.
Kendimizi tanımak için başkalarını kullanmak
Benlik kavramı ıssız bir ortamda tek başına gelişmez, çevremizdeki insanlar tarafından
şekillendirilir. Başka insanlarla iletişime geçmek kendi imgemizi de netleştirmektedir.
Kendi yetenek ve tutumlarımızı ölçmenin yollarından biri, başkaları arasında nasıl
durduğumuza bakmaktır. Sosyal karşılaştırma kuramına göre insanlar kendi yetenek ve
tutumlarını, kendilerini başkalarıyla karşılaştırarak öğrenirler. Sosyal karşılaştırmayı,
kendilerini kıyaslayacakları nesnel bir standart olmadığı zaman ve belirli bir alanda
kendileri hakkında bir belirsizlik yaşadıklarında yaparlar.
– aslında en başta herhangi bir kişiyle otomatik bir karşılaştırmaya gireriz ancak bu
süreçten sonra bu karşılaştırmanın ne kadar uygun olduğunu düşünmeye başlar ve
bütün karşılaştırmaların eşit derecede bilgilendirici olmadığını fark ederiz.
Kendimizi benzer geçmişe sahip insanlarla karşılaştırmak, belirli bir yetenek
konusunda bizden daha iyi olan insanlarla karşılaştırmak… ancak bize benzeyen
birisiyle karşılatırmak benlik bilgisi açısından daha anlamlı.
Aşağı doğru sosyal karşılaştırma – kendini belirli bir ayırıcı özellik ya da yetenek
konusunda daha kötü durumdaki insanlarla kıyaslama eğilimi – benliği korumaya, benliği
güçlendirmeye yönelik bir stratejidir. Mevcut başarılarımızı geçmiş başarılarımızla
karşılaştırmak da da aşağı doğru sosyal karşılaştırma yaparız. Karşılaştırmanın konusu geçmiş
benliktir – yine daha iyi hissettirir. Yukarı doğru karşılaştırma ise ulaşılacak ileri bir
noktayı görmek istediğimizde kullanırız
Sosyal dünyayla ilgili görüşlerimizde genellikle arkadaşlarımızın sahip olduğu görüşleri
benimseriz.
Ayna benlik: kendimizi ve sosyal dünyayı başkalarının gözleriyle görür ve genellikle bu
görüşleri benimseriz. İki kişi iyi geçinmek istediğinde bu durum söz konusudur.
Bu tip bir sosyal uyumlamanın ilk defa karşılaştığımız ve iyi geçinmek istediğimiz birisi
olduğunda da söz konusu olduğu şaşırtıcıdır.
Benlik Kontrolü: Benliğin Yönetsel işlevi
Benliğin diğer bir önemli işlevi de şu anda neler yapılacağı ve geleceğe dair planları seçen
baş yönetici konumunda olmasıdır. Henüz gerçekleşmemiş olayları hayal edebilen ve
uzun vadeli planlar yapabilen tek canlı insandır. Bu planlar üzerinde denetim
uygulayan ise benliktir. Düşünceyi bastırma konusu – engellemeye çalışmaktan
vazgeçerek yasaklı konu üzerinde düşünmeye başlamak ancak bu düşünceler üzerinden
eyleme geçme söz konusu olduğunda benlik kontrolü uygulamak iyi bir stratejidir.
Kendini düzenleyici kaynak modeline göre eylemlerimizi kontrol etmeye çalıştığımız
sırada enerjimizin çok olmasıdır. Benlik kontrolü için enerji gerekir. Enerji- glikoz
düzeyidir- beyne enerji sağlayan yakıt * bu yakıta benlik kontrolünde daha çok ihtiyaç
duyuluyor –
İzlenim yöntemi - başkalarının bizi görmelerini istediğimiz şekilde yönlendirmeye
çalışmak
Erving Goffman “seyircilerimizi” belirli biri gibi olduğumuza ikna etmeye çalışan sahne
aktörlerine benzetir bizi.
Birisine yağ çekmek, kendini-engelleme (insanların kendilerine engel ve mazeretler yaratarak
bir görevde iyi olmadıklarında kendilerini suçlamaktan kaçınması= iki şekilde olur, başarılı
olma olasılığı azaltılır başarısız olursa suçu yeteneksizliğe değil yarattığı engellere atar.
İkincisi – engel yaratmazlar ancak başarısızlıkları için mazeretler üretirler
7. Hafta – Tutumlar ve Tutum Değişimi
Hepimiz dünyamızı değerlendiririz. Herhangi bir şeye karşı nötrüm demek oldukça zordur.
Tutumlar insanların diğer insanlar, nesneler ya da düşüncelerle ilgili değerlendirmeleridir.
Tutumlar genellikle davranışımızı belirledikleri için önemlidir.
Tutumların kaynağı: Genlerimiz; kimi tutumlar genetik yapının dolaylı birer işlevidir ve
genlerimizle doğrudan bağlantılı mizaç ya da kişilik gibi özelliklerle ilişkilidir.
Sosyal deneyimler de tutumların şekillenmesinde çok önemi bir rol oynar. Tutumlar üç
bileşenden oluşur, tutum nesnesi ile ilgili oluşturulan düşünce ve inançlar yani bilişsel
bileşen, tutum nesnesi ile duygusal tepkiler yani duygulanımsal bileşen ve tutum
nesnesine yönelik davranışlar yani davranışsal bileşen. Ayrıca herhangi bir tutumun
birden fazla deneyim tipine dayanabileceğini de anımsamak önemlidir.
Bilişsel kaynaklı tutumlar: Öncelikle kişinin bir tutum nesnesi ile ilgili inançlarına dayanan
tutumdur. Bu tutum tipinin amacı bir şeye sahip olmak isteyip istemediğimize hızlı bir şekilde
karar verebilmek için nesnesin artı ve eksilerini sınıflandırmaktadır (elektrik süpürgesi kahve
makinesi karşılaştırmak * nesnel özellikleri ile ilgili inançlarımıza dayanır)
Duygusal Kaynaklı Tutumlar: artı ve eksilerin nesnel değerlendirmesinden çok, duygu ve
değerlere dayanan tutumlar duygulanım kaynaklı tutumlardır. Bazen kilometre başına kaç
litre benzin yaktığına aldırmadan bir arabadan sadece hoşlanırız. Kimi zaman da olumsuz
inançlarımız olmasına karşın birisinin harika olduğunu düşünürüz. İnsanlar oy verirken
adayların belirli politik görüşlerine yönelik inançlarından çok, adayın kendisi hakkında
hissettiklerine daha çok önem vermektedir.
Duygulanımsal tutumlar olguların incelenmesinden kaynaklanmaz. Kendi değerlerine
dayanır, işlevleri dünyanın doğru bir resmini çizmekten çok, kişinin kendi temel değer
sistemini ifade etmesi ve doğrulamasıdır. Estetik tepkilerden kaynaklanabilir. Kaynak
koşullanma da olabilir.
Klasik koşullanma: duygusal bir tepki doğuran bir uyarıcıya nötr bir uyarıcı eşlik
ettiğinde en sonunda bu nötr uyarıcı tek başına aynı duygusal tepkiyi doğurur. (naftalin,
büyük anne, kurabiye kokusu)
Edimsel koşullanma: İstemli olarak sergilediğimiz davranışlar, bu davranışları bir
ödülün ya da cezanın izlemesine bağlı olarak daha sık ya da daha az görülür.
Duygulanım kaynaklı tutumlar (1)meselelerin rasyonel bir şekilde incelenmesinden
kaynaklanmazlar (2) mantıksal değerlendirmeye dayanmazlar (3) genellikle insanların
değerleriyle bağlantılıdır ve bu nedenle bu tutumları değiştirmek değerlere meydan
okumak anlamına gelir.
Davranış kaynaklı tutumlar: kişinin bir nesneye yönelik davranışlarını gözlemlemesine
dayanan tutumlardır. Benlik algısı kuramı:belirli koşullar altında insanlar nasıl
davrandıklarını görmeden nasıl hissedeceklerini bilmezler. Burada tutum bilişsel ya da
duygulanım temelli olmaktan çok kendi davranışını gözlemlemeye dayanır
Tutumların davranışlara dayandırılması: başlangıçtaki tutumlar zayıf ya da belirsiz
olduğunda – davranışlara başka bir olası açıklama getiremediklerinde
Açık/ Örtük tutumlar – açık tutumları kolaylıkla aktarıp anlatabiliriz, örtük tutumlar
ise istemsiz kontrol edilemez ve kimi zaman bilinçdışı tutumlardır. İnsanların hemen
her şeyle ilgili açık ya da örtük tutumlara sahip olabilir. Örtük çağrışım testi -
implicit.harvard.edu/implicit
Örtük tutumlar daha çok çocukluk deneyimlerinden kaynaklanır, açık tutumlar ise
yakın dönemdeki yaşantımıza dayanır.
Tutumlar Nasıl Değişir –
Tutumların değişmesi genellikle toplumsal etkiye bir tepki olarak gerçekleşir. Başkanlık
adayından çamaşır deterjanına kadar her şeyi kapsayan tutumlarımız başkalarının
söylediklerinden ya da yaptıklarından etkilenebilir. Tutum gibi son derece kişisel ve içsel
olan bir şey bile son derece sosyal bir fenomendir ve başkalarının hayali ya da gerçek
davranışlarından etkilenir. Reklamcılığın bütün çıkış noktası tüketim eşyaları
konusundaki tutumlarımızın reklamlar aracılığıyla nasıl etkileneceğidir.
Davranışları değiştirerek tutumları değiştirmek: Yeniden bilişsel çelişki kuramı:
İnsanlar tutumları ile tutarsız bir şekilde davrandıklarında ve bu davranış için bir dışsal
mazeret bulamadıklarında tutumlarını değiştirirler. İnsanlar kendilerini iyi nazik
dürüst biri olarak görmelerini tehdit eden bir şey yaptıklarında özellikle de bu davranışı
dışsal koşullarla açıklamaz olanaksız olduğundu çelişki yaşarlar. Çelişkiyi azaltmaya
çalışarak davranışlarını değiştirirler.
Kişisel değişiklik kolaydır ancak kitlesel değişiklik nasıl olur? Kanserle savaş derneği -
sigara karşıtı bir kampanya –
İknaya yönelik iletişim * bir konuda belirli bir görüşü savunan iletişim –
Amerikalı askerlerin moralini yükseltmek için çalışamalar yürüten bir ekip – kim kime ne
diyor? İletişimin kaynağına, iletişimin doğasına ve dinleyicinin doğasına göre iletişim
kurulur.
Yale tutum değişimi yaklaşımı olarak anılır – iknaya yönelik mesajların hangi koşullar altında
insanların tutumlarını değiştirme olasılığının daha yüksek olduğunun incelenmesi *
Doğrudan/dolaylı ikna yolları:
İki ana model: insanların güdülendiğini ve iletişimdeki mesajlara dikkat etme yetisine sahip
olduğu doğrudan ikna ve insanların mesajlara dikkat etmediği yüzeysel karakteristiklerden
etkilendiği dolaylı yol
Doğrudan iknada kişi iletişim üzerinde düşünür, iletişimi dikkatle dinler ve mesajları
değerlendirir. İnsanlar bazen duyduklarını detaylandırır, iletişimin içeriği konusunda
dikkatlice düşünür. Diğer koşullarda ise dikkat vermeye güdülenmeler, bunun yerine
mesajın yalnızca yüzeysel özelliklerine örneğin ne kadar uzun olduğu ve kimin
tarafından aktarıldığını fark ederler. Bu durumda mantıkla kişiler etkilenemez, mesajın
yüzeysel özellikleri mesajın kabul edilebilirliğini etkiler bu da dolaylı iknadır
İnsanların doğrudan ya da dolaylı iknayı tercih etmesinin nedeni insanların olgulara
dikkat etme güdüsü ile birlikte dikkat etme yetisine sahip olmasıdır. Konuya gerçekten
ilgilerse yakından ilgilenmeye güdülenmişlerdir ve doğrudan ikna yolunda ilerlemeleri
daha olasıdır.
Konuya kişisel ilgileri yoksa ise mesajların sağlamlığıyla değil konuşmacının kim
olduğuyla ilgileneceklerdir. Burada zihinsel kestirme yoldan gider ve prestijli
konuşmacılara güvenebilirim benzeri dolaylı kurallara uyar.
Ayrıca dinleyicinin kişiliği de önemlidir, bazıları düşünmekten zevk alır, bu insanların bilişsel
gereksinimleri yüksektir ve bu insanlar mesajları dikkatlice dinler
Uzun süreli tutum değişikliği nasıl sağlanır? Tutumlarını mesajların dikkatlice
çözümlenmesine dayandıran insanlarda bu tutumun uzun süreli olma, bu tutumla
tutarlı bir şekilde davranma ve karşı-ikna çalışmalarına direnme olasılığı tutumların
dolaylı ipuçlarına dayandıran insanlara oranla daha yüksektir.
Duygu ve Tutum değişikliği – insanların titizlikle hazırladığınız mesajları göz önüne
almaları için öncelikle onların dikkatini çekmeliyiz * bunun yollarından biri onların
duygularına oynamaktır.
Korku yaratan iletişimler – bu tip ikna edici mesajlar kamuoyu duyuruları genellikle
güvenlik, cinsellik, uyuşturucudan uzak durmak gibi konularda benimsenir – kamu
spotları – ortalama bir korku yaratıldıysa ve insanları mesajı dinleyerek bu korkuyu
azaltmanın yollarını öğreneceklerine inandılarsa mesajı dikkatli bir şekilde çözümlerler
ve doğrudan ikna yöntemini kullanacaklar ve tutumlarını değiştirecekler.
İnsanlara korku salıp korkuyu nasıl azaltacağını anlatmazsanız başarılı olamazsınız.
Korku yaratan mesajlar insanları boğacak şekilde güçlüyse başarısız olunur.
Savunmaya geçilir, rasyonel düşünceyi tetiklemezler.
Sezgisel kestirme yol olarak duygular: Duygular bir şey hakkında nasıl hissettiğimizle ilgili
sinyal göndererek de tutum değişikliğine yol açabilirler. Sezgisel sistematik ikna modeline
göre insanlar dolaylı ikna yolunu seçtiklerinde genellikle sezgisel kestirme yollara
başvururlar. Hızlı ve etkin bir şekilde yargıda bulunmalarını sağlayan zihinsel kısayollar
herhangi bir konu ile ilgili bir detayı çözümlemek ve tutumlarının ne olduğuna zaman
kaybetmeden karar verebilmek için kullandığı basit bir kuraldır. “bunun hakkında ne
hissediyorum”
Tek sorun hislerimizin kaynağını bilmememizdir. Kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan
alacağımız koltuk mudur yoksa alakasız bir şey mi? Güneş, müzik vs olabilir. Ruh halimizi
yanlış anlamış olabilir, bir kaynaktan gelen duygularımızı başka bir kaynaktan gelen
duygularımıza atfedebiliriz.
Reklamcılar veya satıcılar iyi duygular yaratmaya ve böylece insanların bu duygulardan
en azından bazılarını pazarlanan mala yüklemesini sağlamaya çalışırlar
Duygu ve Farklı Tutum Tipleri: farklı tutum değiştirme tekniklerinin başarısı
değiştirilmeye çalışılan tutumun tipine bağlıdır. Bir tutum bilişsel kaynaklıysa bunu
değiştirmenin en iyi yolu rasyonel mesajlar kullanmak, duygulanım kaynaklıysa
duygusal yaklaşımları benimsemek olur.
Kültür ve farklı tutum tipleri - batı kültürü bireysel bağımsız doğu kültürü karşılıklı
bağımlılık ve ortaklaşacalılık
Sf 386 ekle
İkna Edici Mesajlar Karşı Koymak
Tutumun aşılanması – birisi saldırıya geçmeden önce tutumunuza karşı mesajları gözden
geçirebilirsiniz. Tutum aşılanması olarak adlandırılan tekniği kullanarak lehte ve alehte
mesajlar üzerine ne kadar çok düşünürse mantıksal argümanlar kullanarak düşüncelerini
değiştirme girişimlerini o denli iyi bertaraf edebilir. Aşı mantığı – mesajları önceden
değerlendiren insanlar daha sonraki iletişimlerin etkilerine karşı görece bağışık olurlar.
Tutumu dolaylı yoldan oluşan birisi saldırılara karşı özellikle savunmasız olur
Ürün yerleştirmeye karşı uyanık olmak - reklamlardan kaçınma eğilimine karşılık olarak
reklamcılar ürünlerini program içine sergilemenin yollarını ararlar. Bu yöntemin etkili
olmasının sebeplerinden biri insanların tutum ve davranışlarının etkilenmeye çalışıldığını
fark etmemesidir. Karşı fikir üretmeyiz, çocuklar savunmasızdır. Tutumlarının
değiştirilmeye çalışılacağını bilen insanlar az savunmasız olurlar
Akran baskısına karşı koymak: duygusal tepkilere karşı koymaktır aslında. Mantığa dayalı
tartışma gerçekleşmez, akran baskısı değer ve duygulara yöneliktir; reddedilme
korkusunu, özgürlük ve özerklik isteğini hedef alır. Arkadaşlar sosyal onay kaynağıdır,
karşılaşabilecekleri duygusal baskılardan örnekler verilebilir, yüreklendirilebilirler.
Bumerang etkisi: çok sert yasaklamaların bumerang etkisi yarattığı görülmektedir.
Yasaklanan etkinliğe ilgi artar. Tepkisellik kuramına göre insanlar yapma düşünme ve
isteme özgürlüklerinin kısıtlandığı hissinden hoşlanmazlar. Sert uyarı alan insanların
kişisel özgürlük ve seçim duygularını yeniden kazanmak için yasaklanan davranışı
sergileme olasılıkları artar.
Tutumlar davranışı ne zaman öngörür:
Reklamlara para harcanmasının sebebi: insanların tutumları değiştiğinde davranışları da
değişir argümanıdır. Peki gerçekten İnsanların tutumları değiştiğinde davranışları da değişir
mi? Örn 394 sayfa Tutumlar davranışları yalnızca belirli koşullar altında öngörmektedir.
Önemli etmenlerden birisi davranışın kendiliğinden mi yoksa planlı mı olduğudur
Kendiliğinden davranışları öngörmek?
Bazen spontane davranır, yapmak üzere olduğumuz şey üzerine çok az düşünürüz. Restorana
bir yabancı geldiğinde hizmet edip etmeme konusunda çok kısa bir sürede karar vermemiz
gerekir. Tutumlar yalnızca erişilebilirlikleri yüksek olduğunda kendiliğinden davranışları
öngörür. Tutum erişebilirliği bir nesne ile onun bir değerlendirmesi arasındaki çağrışım
gücüdür ve genellikle birisinin bir konu ya da nesne hakkındaki duygularını ne kadar hızlı bir
şekilde aktarabildiği ile ölçülür. Erişebilirlik yüksek olduğunda tutum nesnesini her
görüşünüzde ya da düşünüşünüzde tutumumuz aklımıza gelir, düşük olduğunda ise tutum
daha yavas akla gelir. Erişebilirliği yüksek tutumların davranışları öngörme olasılığı daha
yüksektir. Erişebilirliğin kaynağı ise, tutumun nesnesi ile davranışın deneyiminin derecesidir.
Kimi tutumlar yaparak edinilen deneyimlere dayanır, diğer tutumlarsa deneyim olmadan
şekillenir. Tutum nesnesi ile ilgili deneyim ne kadar doğrudansa erişebilirlik yüksektir.
Üzerinde düşünülmüş davranışları öngörmek: çoğu durumda davranış kendiliğinden değildir,
üzerinde düşünülmüştür. Bu durumda tutumumuzun erişilebilirliği daha az önemlidir. Nasıl
hissettiğimiz üzerine düşünebiliriz. Planlı davranış kuramına göre, insanların nasıl
davranacakları konusunda düşünmeye zamanları olduğu zaman davranışları en iyi öngören
şey niyetleridir bunu da üç şey belirler: spesifik davranışa yönelik tutumları, öznel normları
ve algılanan davranış kontrolleri.
Spesifik tutumlar – planlı davranış kuralına göre yalnızca davranışa yönelik spesifik
tutumların bu davranışı öngörmesi beklenebilir. Hangi çinliye hizmet verip vermeyeceği
hakkında spesifik soru
Öznel normlar: davranışa yönelik tutumları ölçmenin yanı sıra insanların öznel normlarını,
yani önemsedikleri insanların söz konusu davranışı nasıl görecekleri ile ilgili inançlarını da
ölçmemiz gerekir. Birisinin niyetini ön görürken bu inançları bilmek kişinin tutumlarını
bilmek kadar önemli olabilir.
Algılanan davranış kontrolü: insanların niyetleri bir davranışı ne kadar rahatlıkla
sergileyebilecekleri konusundaki inançlarından, yani algılanan davranış kontrolünden de
etkilenebilir. Davranışı uygulamanın kolay olduğuna inandıklarında güçlü bir niyet oluşturup
davranışı uygulayabilirler.
Reklamın gücü – insanlar kendilerinin dışında herkesin reklamdan etkilendiğini düşünür.
Reklamlar nasıl etkili olur – duygulara karşı duygular, mantığa karşı mantık –
Kişisel alakalı ürünlerle ilgileniriz ancak kişisel olarak ilgilenmediğimizde ne olur?
Duygularımızı tetiklemeyen ve gündelik hayatlarımızla doğrudan alakalı olmayan bir ürün
olduğunda bu ürünü kişisel kılmak püf noktadır. Boğaz antiseptiği olan listerin -kimse
kullanmıyor o yüzden önce hastalık icat ediliyor, “birçok kez nedime oldu ama hiç gelin
olmadı” diye bir slogan, ağız kokusu bi anda milyonları etkileyen bir problem haline geliyor.
L
Eşikaltı reklamlar – bilinçli olarak algılanmayan ancak yine de insanların yargılarını tutum ve
davranışlarını etkileyebilen sözcük ya da resimler. Bunlar hem görsel hem işitsel olabilir
ancak düşünüldüğü kadar etkili değildir. Gündelik yaşamda karşılaşılan eşikaltı mesajların
insan davranışını etkilediğini gösteren bir veri yok. Ancak laboratuvar ortamında etkili olduğu
keşfediliyor. Lipton buzlu çay mesajı verilen susamış öğrenciler soda yerine bunu tercih
ediyor.
Reklamlar kültürel stereotipler ve sosyal davranış – reklamlar aslında insanlar onları
bilinçli algıladıklarında daha etkilidir. İnsan davranışlarını temelden etkileyebilir.
Yalnızca müşteri tutumunu etkilemekle kalmazlar sözcük ve imgeler ürünleri arzu
edilen imajlarla ilişkilendirerek kültürel stereotipleri aktarır ( erkek adam Marlboro
içer gibi) – sosyal gruplarla ilgili stereotipik düşünme biçimlerini pekiştirir
(heteroseksüel insanlar geleneksel aile yapıları beyazlar). Cinsiyet stereotipleri çok
yaygındır, beden algısı güzellik algısı gibi..
9. Hafta - Grup Süreçleri
Hemen herkes grup yaşantısının özünü oluşturan aidiyet duygusunu hissetmek ister. Bir
sosyal grup, kendilerini bir diğeriyle tanımlayan ve birbirleriyle etkileşime giren iki veya
daha fazla kişidir. İnsanlar çiftler, aileler, arkadaş grupları, dini kuruluşlar, kulüpler, işler,
komşuluklar ve büyük örgütler içerisinde bir araya gelebilir. Bu gruplar ortak deneyimleri
bağları ve çıkarları olan kişilerden oluşur.
Bireylerden oluşan her topluluk grup oluşturmaz. Ülke çapında ortak statüyü paylaşan
kadınlar ev sahipleri askerler milyonerler birer grup değil kategoridir. Benzer şekilde bir
stadyumda beraber oturan insanlar da bir grup değil kalabalıktır.
• Toplumsal grubu oluşturan unsurlar;
– Ortak amaç birliğinin olması
– Grup üyeleri arasında belirli bir etkileşimin olması
– Bu etkileşimin belirli bir süreklilik kazanması.
– Normlar, statüler ve rollerin olması
– Toplumsal hedefin olması
İnsanlar gündelik hayatlarında çok sayıda ve birbirinden farklı grubun üyesidir.
İnsanların içinde bulunduğu gruplar, üyeler arası ilişki/etkileşim biçimlerine göre türlere
ayrılmaktadır.
• Gruplara katılma nedenleri:
– İlişki kurma ihtiyacı
– Özdeşleşme/ait olma ihtiyacı
– Güç sağlama
– Sosyal kimlik edinme, statü sağlama
– Güvenlik sağlama
– Benzerleriyle birlikte olma
Birincil ve İkincil Gruplar
Sosyal Grup: Kendilerini bir diğeriyle tanımlayan ve birbirleriyle etkileşime giren iki veya
daha fazla kişi. Sosyal gruplar üyelerinin birbirine karşı ilgi derecelerine göre ikiye ayrılır.
Birincil Grup: Üyelerinin kişisel ve kalıcı ilişkileri paylaştığı küçük grup. Birbirileri ile çok
fazla zaman geçirirler. Geniş kapsamlı faaliyetleri beraber yürütürler. Birbirlerini iyi tanırlar.
Aile tüm toplumların en önemli birincil grubudur. İlişkiler biçimsel değildir, esnek ve uzun
sürelidir. Kişisel ve sıkı bir şekilde bütünleşmişlerdir. İlk tecrübe edilen gruplardır. Grup
üyeleri birbirlerini eşi olmayan ve yeri doldurulamayan olarak görmektedir. Duygu ve sadakat
ile bağlıdırlar. Çıkar duygusu ve ortak bir amaç birliği söz konusu değildir.
İkincil Grup: Üyelerinin belirli bir hedef veya faaliyet için bir araya geldiği büyük ve kişisel
olmayan grup. Birincil gruplara zıt niteliktedir. Kişisel olmayan, zayıf duygusal bağlar ve
diğer kişiler hakkında az bilgi içerir, kısa vadelidir. Etkileşim sınırlı ve kurallar önemlidir.
Üniversitede aynı dersi alan öğrenciler ikincil gruba örnektir. Birincilerden daha fazla üye
içerir. Grubun üyeleri kendilerini «biz» olarak düşünmez. Hedef yönelimi sergilerler. Resmi
ve kibar kalınır.
Kimilerine göre ister küçük grup isterse binlerce kişilik kitle olsun, psikolojik işleyiş mekanizmaları açısından
kitle davranışı farklılık göstermez. Diğer bir deyişle, kitle büyük bir gruptan başka bir şey değildir. Ancak,
kitle davranışının çoğu kez önceden planlanmadığı, önceden belirlenmiş bir lideri, kurulu bir iletişim ağı vb.
olmadığı, yani bir grupta olduğu gibi formel bir yapıdan ve süreklilikten söz edilemeyeceği açıktır. Genelde
olumsuz yanıyla kullanılan bir olgudur.
Özellikle dışarıdan izleyenler kitle davranışını korkutucu, “dizginlerinden boşalmış”, “aşırı”, “yıkıcı” vb.
görmektedirler. Oysa katılımcılar açısından kitle içinde olmak çoğu kez olumlu yaşantıları içermektedir.
insana, tek başınayken yakalamayacağı türden heyecanlar yaşatır. Her şey bir yana, kitleler, olumlu ya da
olumsuz olsun, her zaman toplumsal değişimin baş aktörleri oldukları için önemlidirler. 68’deki özgürlük
hareketi, soğuk savaşın ardından heykellerin bir bir yıkılışı, Berlin Duvarı’nın ortadan kaldırılması gibi nice
tarihsel dönüm noktasında sahnede hep kitleler olmuştur
Kitle konusundaki ilk kuramsal çaba, Fransız hekim Gustave Le Bon’a aittir. Yaşadığı çağın Fransa’sında
tanık olduğu sendikal eylemlerden etkilenerek kitle hakkındaki görüşlerini oluşturan Le Bon (1895/1999),
kitleyi ilkel, barbar ve korkunç olarak görmektedir. kitleleşme sonucu, yalnızca ve yalnızca bu nedenden
ötürü kollektif bir ruh kazanır; dolayısıyla her biri, tek başınayken hissedeceği, düşüneceği ve
davranacağından başka türlü hisseder, düşünür ve davranır.
rastgele bireyler topluluğunun kitle hâline gelebilmesi, bireylerin tek tek karakterlerinin değişmesi, bilinçli
kişiliğin silinmesi, kolektif ruhun oluşması ve topluluğun tek bir varlık hâline gelmesiyle mümkün olur.
Anonimlik: Kitlede kişi sayısı fazlalığının verdiği rahatlık duygusu ile sorumluluk duygusunun
ortadan kalkmasıdır. Sorumluluk hissi ortadan kalkan bireyler, tek başınayken zaptettikleri içgüdülerini
serbest bırakırlar. Hemen eyleme geçmek isterler. Bireyler kendilerinde değildir, iradeleriyle hareket etmez,
bilinçdışılarının egemenliğine girerler
Bulaşma: Le Bon bulaşmayı, açıklaması zor olan bir mekanizma olarak görür. Bununla, kitledeki
bireylerin sanki hipnotize edilmiş gibi karşılıklı olarak birbirlerinin duygu ve davranışlarını taklit ettiğini ifade
etmek ister. Lider konumundaki kişi ya da kişilerden kaynaklanan duygu ve davranışlar, bir kar
topu gibi giderek büyür ve tüm kitleye yayılır. Bulaşma görüşünde, kitlenin davranışlarında bir sınır
olamayacağı, kitlenin kendisini kontrol edemeyeceği fikri yatar.
Le Boncu anlayış, sosyal psikolojide grup zihni adı verilen yaklaşımın içinde yer alır. Grup zihni yaklaşımı,
grup ya da kitlenin, onu oluşturan tek tek bireylerden ayrı olarak ve onların üzerinde ortak bir zihni
olduğunu iddia eder. Bu bakış açısından grup ya da kitleyi anlamak için tek tek bireylerin zihni değil grup
zihni incelenmelidir.
Allport davranışçı, grup zihni kavramını ve kitlenin gerçekliğini reddediyor. Dolayısıyla grup (ve kitle)
davranışını açıklamak için birey psikolojisine bakmaktan başka yol yoktur. Uyaran-tepki (davranışçı)
psikolojisini sosyal psikolojiye uygulayan Allport, bireyin grupta iken yalnız başına olduğu durumdan farklı
davranmasının özel bir durum olmadığını, bunun fiziksel uyaran yerine bu defa sosyal uyarana tepki
vermekten ibaret olduğunu ileri sürmüştür.
Allport’un “bireyselci yaklaşım” olarak adlandırılan bu yaklaşımını, kitle davranışına uyarlayan girişimlerden
biri, sosyal psikolojide “birleşme kuramları” (convergency theories) olarak bilinmektedir
Çıkış noktası birey olan bu kuramlarda kitlenin kompozisyonu önemli hâle gelmektedir. Bu görüşe göre
kitleler, genellikle ortak değer ve çıkarları paylaşan kişilerden oluşur. Kitle davranışı, belirli tarzlarda
davranmaya yatkın olan birbirine benzer insanların bir araya gelmesiyle ortaya çıkar
Kimliksizleşme:
Genel olarak ifade etmek gerekirse bu çalışmalar sonucunda, kimliksizleşmenin otomatik olarak ve
kaçınılmaz bir biçimde saldırgan ve antisosyal davranışa yol açmadığı görülmüştür. Hatta bazı çalışmalarda,
kimliksizleşmenin deneklerde yardımseverlik gibi olumlu sosyal davranışa yol açtığı görülmüştür
Eleştiriler: tek başına bireyi mantıklı ve “aklı başında” görerek yüceltmesinin, diğer yandan kitledeki bireyi,
kitlenin kurbanı olarak görmesinin problemli bir durum olduğunu ileri sürmektedir. Büyük olasılıkla ne tek
başına birey o kadar mantıklıdır ne de kitledeki birey o kadar zavallıdır. Diğer yandan Postmes ve Spears
(1988) da otuz yıllık kimliksizleşme araştırmalarını değerlendirdiklerinde, grup ya da kitle içinde bireyin
kimliksizleştiğine dair bir kanıt bulamadıklarını belirtmektedirler. Başka araştırmacıların kimliksizleşme
dedikleri durumlarda deneklerin aslında grupla beraber hareket ettiklerini, grupla birlikte hareket etmenin ise
kimliksizleşme sayılamayacağını ileri sürmektedirler.
Beliren norm süreç - Daha önce birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan bireylerin bir araya
gelmesi ve bu yüzden daha önceden var olan norm olmaması -- Sıra dışı davranışların ya
da sıra dısı bireylerin davranışlarının örtük norm olarak algılanması - Normatifin devreye
girmesi ve kitledeki uymama eğilimleri üzerinde baskı yaratması - Çoğunluğun hiçbir
faaliyet göstermemesinin, örtük normun kabul edilmesi olarak yorumlanması; (norm)
uymama eğilimleri üzerindeki baskının gitgide artması ---- kolektif davranışın ortaya
çıkması
Bu kurama göre, aslında kitle bir örnek davranış göstermez ama hem kitlenin içindekiler hem de dışarıdan
bakanlar tüm kitle aynı davranışı gösteriyormuş yanılsamasını yaşar. Çünkü kitledeki belirli bireyler
diğerlerinden farklı ve daha dikkat çekici davranış gösterirler. Örneğin bir protesto kitlesinin içindeki küçük
bir grup yoldaki dükkanların camlarına taş atabilir. Bu eylem, kitledeki diğerleri tarafından bir norm gibi
görünebilir (yani o durumda yapılması gereken davranış olarak görünebilir) ve bunun sonucunda, normlara
(yapılması gerekenlere) uymayan niyetler ve duygular varsa bunlar bastırılır. Bu, kitlenin bu taş atan grup
dışındaki üyelerinin hiçbir şey yapmadıkları için, açıkça olmasa da küçük grubun yaptığı faaliyeti (taş atmak)
kabul ettiklerini ve desteklediklerini gösterir (Bkz. Şekil 5.3). Bir normun belirmesi, kitlenin duygu ve
davranışlarının da sınırları olduğu, kitlenin başıboş ve “dizginlerinden boşalmış” olmadığı anlamına gelir
grup ve kitlenin bireyden ayrı bir psikolojisi olduğunu bilimsel olarak kanıtlamak gerekmektedir. İşte aşağıda
verilen sosyal kimlik yaklaşımı bu paradoksu çözdüğü iddiasını taşımaktadır.
açısından en temel nokta, kitlenin gruplar arası bir olgu olmasıdır. Pek çok kitle
davranışında, kitle tek başına değildir, her zaman kitlenin karşı karşıya geldiği bir grup vardır. Yani kitle tek
başına ortaya çıkan ve sonra da öylece kaybolan bir varlık değildir. Çoğu kez, giriş kısmındaki örneklerde
olduğu gibi, kitlenin karşısında polis ya da jandarma olur. Başka bazı olaylarda iki sivil grup karşı karşıya
gelebilir. İki rakip futbol takımının taraftarlarının çatışması buna örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca, kitleyle
açık açık karşı karşıya gelen bir grup olmadığında bile hâlâ sembolik bir karşı karşıya gelme söz konusudur:
kitle ve devlet.
Sosyal kimlik kuramı, kitlesel süreci mümkün kılan şeyin bireyin kitlede erimesi ve
kaybolması değil, tam tersine bir kimlikten başka bir kimliğe geçişi olduğunu ileri
sürmektedir. Buna göre, kitle üyeleri, kitlede bireysel kimliklerini bir kenara bırakarak
sosyal kimlik temelinde eylemde bulunurlar. paylaşılan ortak kimlik temelinde davranış sergilerler. Kitlenin
karşısında fiziken bir grup olsun ya da olmasın, kitle üyeleri “biz” ve “onlar” ayrımını yapar. “Biz”
kategorisine içgrup, “onlar” kategorisine dışgrup denmektedir. Birey, kendini koyduğu
kategorinin diğer üyeleriyle, diğer bir deyişle içgrup üyeleriyle özdeşleşir. Artık her iki grup da kendilerini
konumlandırdıkları “biz” kategorisinin normlarına göre davranış gösterir. Yani, o grubun içinde bulunmak
neyi gerektiriyorsa öyle davranış gösterilir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki böyle bir açıklamayla kitle ile
grup arasındaki fark silinmiş olur. Oysa kitle, gruptan farklı olarak önceden belirlenmiş açık seçik normlara
sahip değildir. Kitlede o anda karşı grubun davranışına (örneğin polisin yürüyüşü engelleme girişimine) ne
tepki verileceğine kitle, anlık olarak karar vermek ve uygulamaya geçmek zorundadır. Kitle davranışının tam
ortasında, uygun eylemin ne olduğunu tartışmak ve demokratik bir tarzda karara ulaşılmasını düşünmek
anlamlı değildir.
Önceden belirlenen bir liderin olmadığı durumlarda “Kitleyi oluşturan bireyler, hep birlikte ve hemen tepki
göstermeyi nasıl başarmaktadır?” sorusu çok önemli hâle gelmektedir. Sosyal kimlik yaklaşımına göre bu tür
durumlarda kitle üyeleri, sosyal kimliklerine yani ait oldukları sosyal kategorilerin özelliklerine uygun tarzda
davranmak için o anda o kategoriyi temsil edici tarzda davranış gösteren kitle üyesinin davranışlarını rehber
edinirler. Sosyal kimlik kuramına göre bu davranışı, kör bir heyecandan galeyana gelerek, tüm kitleye bulaşan
bir davranış olarak yorumlamak doğru değildir. Tam tersine tüm kitle üyelerinin o anda söz konusu davranışı
sosyal kimliklerine uygun bulduğu ve benimsediği iddia edilmektedir
sosyal kimlik kuramına göre, tüm zamanlarda, tüm kitlelerin saldırgan bir davranışı benimseyeceği
düşünülmemelidir. Eğer kitle yukarıdaki örnekte olduğu üzere saldırgan bir davranışı benimsemiş olsa bile,
sosyal kimlik kuramına göre bunu meşru gördüğü için benimsemiş olmalıdır. Yani, bireyler, kitle üyesi olarak
edindikleri sosyal kimlikleri çerçevesinde, meşru olarak algıladıkları “hedef ”lere dönük, seçici bir biçimde
“saldırgan” davranmaktadırlar. Bu konuda yapılmış araştırmalar, kitle üyelerinin seçtikleri davranış
biçimlerinin ve seçtikleri hedeflerin rastgele olmadığını göstermektedir. kitle davranışı kontrolsüz değil,
aksine sınırları kitlenin kendisi tarafindan verili bağlam içinde çizilen kontrollü bir süreçtir
üniversite harçları konusunda yapılan yasal değişikliği protesto eden öğrenci kitlesi incelenmiştir (Reicher,
1996). Araştırmacı, eylemin başında öğrenci kitlesini gözlemlemiş ve kitlenin homojen olmadığını,
kendilerini çeşitli şekillerde tanımlayan alt gruplardan oluştuğunu saptamıştır. En belirgin alt gruplar,
amaçlarının yalnızca parlamentoya seslerini duyurmak olduğunu söyleyen “sıradan öğrenciler” ve haklarını
elde etmek için gerekirse otoriteyle çatışacaklarını söyleyen “politik öğrenciler”dir. Gösteri sırasında, “politik
öğrenciler”in çatışmacı eylemleri karşısında otorite yani polis, bütün kitleyi kordona almış, öğrencilerin
parlamento binasına ilerleyişini engellemeye çalışmış ve kordonu yarmaya çalışan öğrenciler geri
püskürtülmüştür. Bütün bu süreçte kritik olan nokta, polisin eylemlerinin kitlenin herhangi bir alt grubunu
değil, tümünü hedeflemesidir. Yani, bütün kitle üyelerine alt grup üyesi ya da birey olarak davranışları ne
olursa olsun, çatışmayı başlatan kişi muamelesi yapılmış ve düşmanca davranılmıştır. Bunun sonucunda,
başlangıçta pasif olan çoğunluk, dışgrubun -polisin- eylemini gayrimeşru ve kendi haklarına bir saldırı olarak
algılamış ve bunun üzerine polis kordonunu yarmaya teşebbüs eden öğrenciler kitleden daha büyük bir
destek almaya başlamışlardır. Araştırmacı, bu süreci, öğrencilerin başta parçalı bir yapısı olan grubun
dışgrupla etkileşimleri sonucunda kendilerini bir ve daha büyük bir kategorinin üyesi olarak görmeleri
şeklinde betimlemektedir. Bu, öğrenci kitlesinin kendisini polis karşısında daha güçlü hissetmesine yol açtığı
gibi, polise karşı çıkmak için gereken meşru zemini de yaratmıştır. Öğrenciler polis kordonunu tanısınlar ya
da tanımasınlar birbirlerine kenetlenerek yarmaya çalışmışlardır.
bütün bir kitlesel süreç boyunca her iki grubun davranışlarının birbirine nasıl bağımlı bir seyir izlediği
görülebilir.
Günlük yaşamımıza daha yakından baktığımızda aslında bu yaşamın her yanının cinsiyetlenmiş olduğu çok
açık hâle gelir. Toplumsal yaşamın cinsiyetlendirilmesinden anladığımız sadece toplumsal cinsiyete göre
yapılandırılmış ve kadın aleyhine işleyen toplumsal iş bölümü, kadının ev içi emeği, ücretli emek piyasasında
toplumsal cinsiyete bağlı yatay ve dikey ayrımcılık, kadınların çoğunluğunun şiddete maruz kalması ve şiddet
tehdidi altında yaşamaları vb. gibi 1960’ların sonundan bu yana politik bir sorun olarak görülen makro
konuların toplumsal yaşamdaki iz düşümleri değildir
Toplumsal cinsiyete ilişkin açıkça politikleştirilmiş olsun ya da olmasın tüm bu ayrımlar kendimize ve
topluma ilişkin zihniyetimizi, diğer bir deyişle içinden “normal”i ve “makbul olan”ı ürettiğimiz “sağduyu”yu
yapılandırır.
toplumsal cinsiyet günlük yaşamlarımızda çok doğallaştırdığımız için farkına bile varmadığımız bir olgu
olabilir. Ancak eklemek gerekir ki bu görünmezlik, toplumsal cinsiyet normlarına uyanlar, bu normların
sınırlarını ihlal etmeyenler için söz konusudur. Toplumsal cinsiyet normlarına uymak, bir kadın için
toplumca kabul edilen ve onaylanan “kadınlık” standartlarına göre davranışlarını, giyimini, konuşma
biçimini vb., yani kısacası tüm yaşamını düzenlemek anlamına gelir. Erkek için de toplumda kabul edilen
“erkeklik” standartlarına uymak, yaşamın tüm yönlerini bu doğrultuda düzenlemek demektir. Oysa toplum
tarafından kabul edilmiş toplumsal cinsiyet normlarına uymayanlar, diğer bir deyişle bu normları şu ya da bu
biçimde ihlal edenler için toplumsal cinsiyet hiç de görünmez değildir, tam tersine hayatlarına damga vuran
deneyimler olarak yaşanır.
Ecevit (2011) tüm toplumsal olgulara ilişkin bu bakışa “toplumsal cinsiyet merceği” adını vermektedir.
Toplumsal cinsiyet merceği, Ecevit (2011: 7) tarafından şöyle tanımlanmaktadır: “Toplumsal cinsiyeti her
türlü toplumsal olguda görebilmemizi sağlayan; bize toplumsal süreçler, standartlar ve fırsatlar sistematik bir
biçimde kadın ve erkekler için nasıl ve neden farklıdır sorusunu sorduran kavramsal bir araçtır”.
Bu modelde toplumsal cinsiyet ise “kadınsı” ve “erkeksi” kişilik özelliklerini işaret eder. Diğer bir deyişle
cinsiyet biyolojik olan, toplumsal cinsiyet ise toplumsal olandır. Bu modelde cinsiyet ve toplumsal cinsiyet
birbirinden ayrıştırılmışsa da bu ikisi arasında bir ilişki olduğu düşünülür. biyolojik cinsiyetin toplumsal
cinsiyetin temelini oluşturduğu yönündedir. Clarke ve Braun’un (2012: 310) sözleriyle “toplumsal cinsiyet,
biyolojik cinsiyetin kültürel örtüsüdür; biyolojik ana kayaya kültürün eklediğidir”. Bebeklikten itibaren
insanlara (biyolojik) cinsiyetlerine uygun olduğu düşünülen seçimler, davranış biçimleri, beceriler, bilgi ve
inançlar öğretilir ve böylece
cinsiyetle toplumsal cinsiyet birbiriyle uyumlu hâle getirilmiş olur. Çocukların öğrendikleri toplumsal
cinsiyet, bir toplumda “kadın” ve “erkek” olmaktan anlaşılan tüm kültürel kodlardır.
Toplumsal cinsiyet rolleri, bir kadını “kadın” ve bir erkeği “erkek” yapan her
şeyin, toplumda öğrenilmeye hazır duran bir tür paket programlar gibi düşünülebilir. Bu paket programların
sosyal öğrenme teorisinden çok bildiğimiz model alma ya da taklit ile ödüllendirme ve cezalandırma gibi
öğrenme teknikleriyle öğrenildiği ve içselleştirilerek çocukların benliklerinin bir parçası hâline geldiği ileri
sürülür. Bu yaklaşım da bazı sosyal psikologlar tarafından özcü olmakla eleştirilir. Bu kez söz
konusu olan biyolojik değil, kültürel bir özcülüktür. Diğer bir deyişle toplumsal cinsiyetin
çocuklukta öğrenilen ve daha sonra yaşam boyu hiç değişmeden sabit kalan bir dizi kültürel inanç
ve pratik olduğu görüşü eleştirilmektedir
Bu yaklaşım içine cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımıyla ilişkili olduğu için androjen birey kavramı da dâhil
edilebilir. Bem’in kavramlaştırdığı androjen birey kavramı ile cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasında olması
gerektiğini varsaydığımız eşleşmeye (eril beden ve “erkeksi özellikler” ile dişil beden “kadınsı özellikler”
eşleşmesi) itiraz edilmiştir. Bem’e göre zihinsel sağlık ve psikolojik iyilik hâli, dişil bedenli olsun eril bedenli
olsun kişinin hem “kadınsı” hem de “erkeksi” özellikleri barındırmasına ve bunları yerine göre kullanmasına
bağlıdır.
Psikolojik bir olgu olarak androjenlik dişi bedenlilere sadece “kadınsı” kişilik özellikleri ve davranış biçimleri,
eril bedenlilere sadece “erkeksi” kişilik özellikleri ve davranış biçimleri kazandırmanın zorunlu olmadığını
göstermesi nedeniyle son derece önemlidir
İki temel eleştiri yapılmıştır: İlki, yaklaşımın sosyal yapıyı göz ardı ederek yalnızca bireye odaklanmış
olmasıdır. İkincisi ise yaklaşımın tam da karşı çıktığı “kadınsı” ve “erkeksi” özellikler ya da değerleri yeniden
üretmiş olmasıdır. Yani, yaklaşım androjen bireyi hem “kadınsı” hem de “erkeksi” özellikleri edinmiş bir
birey olarak tarif ederken, aynı zamanda ister istemez çeşitli sosyal özelliklerin ya da değerlerin “kadınsı” ve
“erkeksi” olarak ayrılabileceğini de kabul etmiş olur.
Toplumsal inşacı olarak adlandırılan bu yaklaşım toplumsal cinsiyetin doğal bir olgu
olduğunu kesinlikle reddeder. Yani toplumsal cinsiyet güneşin doğudan doğması, batıdan
batması gibi doğal bir olgu değil; belirli tarihsel ve kültürel koşullarda inşa edilen ya da
kurgulanan bir olgudur. Bu yaklaşım biyolojik özcülüğe de kültürel özcülüğe de karşıdır.
Toplumsal cinsiyetin içsel psikolojik ya da biyolojik süreçlerin bir ürünü olduğu fikrini kabul
etmez. Toplumsal cinsiyet içimizde hiç değişmeden sabit kalan bir öz değildir. Bununla ilişkili
olarak toplumsal cinsiyetin şeyleştirilmesine de karşı çıkar. Toplumsal cinsiyetin
şeyleştirilmesiyle kastedilen toplumsal cinsiyetin gerçek ya da canlı olması değil, gerçekte bir
soyutlama olmasıdır. Sosyal bilimciler insanlardaki birtakım davranış ya da özellik
örüntülerini toplumsal cinsiyet olarak kavramlaştırmışlardır. Sosyal dünyayı anlamak ve
tanımlamak için kullanılan bu kavram, sanki görünenin altında yatan, somut bir “şey”i
yansıtıyormuş gibi düşünüldüğünde şeyleştirme yapılmış olur. Oysa sosyal inşacılar içimizde
böyle bir öz ve böyle bir “şey” olmadığını, günlük yaşamdaki yapıp ettiklerimizle toplumsal
cinsiyeti inşa ettiğimizi savunurlar.
toplumsal cinsiyet belirli bir tarihsel döneme özgü olarak içinde yaşanılan ve paylaşılan
kültüre ait ortak bilgi ve dille üretilen bir olgudur
sosyal inşacılar kız çocukların kız oldukları için bebeklerle, erkek çocukların erkek oldukları
için arabalarla oynadığını değil; tam tersine çocukların bebeklerle oynayarak “kız” olduklarını,
çocukların arabalarla oynayarak “erkek” olduklarını ileri sürerler. Kadın ve erkek olmak tüm
yaşamımız boyunca yapıp ettiklerimizle kadınlaşmamız ve erkekleşmemizdir.
toplumsal cinsiyet tek tek bireylerin bir özelliği değil toplumsal bir sınıflandırma sistemidir.
Tarihsel olarak ortaya çıkmış, yani doğal olmayan bu sınıflandırma sistemi “kadın” ve “erkek”
kategorileri biçiminde ikiliği ve bu iki kategori arasındaki farklılığı üretmiştir. Yani topluma
baktığımızda, kendimiz de dâhil olmak üzere insanları birbirinden farklı olan iki kategoride
(kadın ve erkek) görmemiz bizim dışımızda, orada öylece duran gerçekliği (bu yaklaşıma göre
böyle bir gerçeklik yoktur zaten!) yansıtan değil, onunla gerçekliği oluşturduğumuz bir
ideolojidir.
Toplumsal cinsiyetin bir kurgu olması, onun gerçek sonuçlar üretmediği anlamına gelmez.
İkili toplumsal cinsiyetin gerçek olduğuna o kadar inanırız ki böyle bir sınıflandırma sistemi
içinden oluşan toplumsal cinsiyet normları sınırları içinde düşüncelerimizi, inançlarımızı ve
eylemlerimizi düzenleriz. Diğer bir deyişle, aslında bir kurgu olan şey bizim gerçekliğimiz
hâline gelir ve eğer toplumsal cinsiyet normlarının dışına çıkarlarsa kadınlar gerçekten
örneğin “namus” gerekçesiyle öldürülür.
bir sosyal grubun üyeleri hakkında, aşırı genellenmiş, katı inançlara kalıpyargı (stereotip) adı
verilmektedir. Kalıpyargılar, insanların belirli bir grubun üyelerinin nasıl düşündükleri, nasıl
davrandıkları, ne tür özelliklerinin olduğu, görünüşlerinin neye benzediği hakkında insanların
kafalarında taşıdıkları teoriler olarak düşünülebilir. Bir şemanın kalıpyargısal bir şema
olabilmesi için bu şemanın tüm ya da tüme yakın bir içeriğinin başkaları tarafından da
paylaşılması lazımdır.
Ama örneğin
Ali’nin “kriz anlarında kadınların erkeklerden daha duygusal davrandıklarına” ilişkin inancı
pek çok kişi tarafından paylaşıldığı için kalıpyargısaldır. Böylece toplumsal cinsiyet
kalıpyargıları, kadın ve erkekler hakkında ortak sağduyuyu yansıtan inançlar ağı ya da şeması
olarak tanımlanabilir.
Endüstrileşme öncesi toplumların genel olarak toprağa bağlı ve geniş aile olarak yaşadığı
toplumlarda bugün anladığımız anlamıyla özel ve kamusal alan (ev ve ev dışı alan) ayrımı
yoktu. Kadınlar ve erkekler tarlada birlikte çalışıyorlardı. Endüstrileşmeyle birlikte
toplumların üretim eksenli örgütlenmesi ve dolayısıyla sosyal yaşamı değişti. Çoğunlukla
kentlere taşınan ailelerde, erkekler, ailelerini geçindirmek için dışarıda ücretli olarak
çalışmaya başladılar ve kadınlar evde kalıp ev işlerini ve çocuk bakımını üstlendiler.
Dolayısıyla, bugün artık Batıda’da değiştiği söylenen ve bizim gibi geç modernleşen
toplumlarda da bu değişimin başladığı gözlenen bu toplumsal cinsiyete bağlı iş bölümü doğal
bir olgu değil, 19. yüzyılda başlayan süreçle ortaya çıkan tarihsel ve toplumsal bir olgudur
(Brannon, 2010)
kadın ve erkek arasındaki bu geleneksel iş bölümünün Batı toplumlarında 1970’lerden
itibaren hızla değişmesi, daha yavaş olsa da diğer toplumlarda da değişmeye başlamasıdır.
Yani kadınlar da artık ev dışında ücretli olarak çalışıp, ev geçindirebilirken erkeklerin ev işleri
ve çocuk bakımını paylaşmaları beklenmektedir. İşte bu bağlamda, kalıpyargılar bu, cinsiyete
bağlı iş bölümünde gerçekleşen değişmenin hızına yetişemeyip, bu değişmelere direnen
inançlar olarak da görülebilir.
Toplumsal cinsiyet kalıpyargıları dört bileşenli bir sosyal/ zihinsel temsil olarak görülebilir:
Fiziksel kalıpyargılar, kişilik özelliklerine ait kalıpyargılar, rol kalıpyargıları ve mesleklere bağlı
kalıpyargılar
• En güncel kullanımıyla toplumsal cinsiyet ilk kez, cinse dayalı ayrımların aslen
toplumsal olduğunda ısrar eden Amerikalı feministler arasında ortaya çıkmış
görünüyor. Bu sözcük, cins ya da cinsel farklılık gibi terimlerin kullanımında ima edilen
biyolojik determinizmin reddini ifade etmiştir.
• Kadın araştırmalarının çok sınırlı ve ayrışık bir biçimde kadınlara odaklanmasından
endişe edenler, toplumsal cinsiyet terimini analitik sözcük dağarcığımıza ilişkisel bir
kavram sunmak için kullandılar
• Bu görüşe göre kadınlar ve erkekler birbirlerine göre tanımlanmıştı ve herhangi
birinin tamamen ayrışık olarak yürütülen bir çalışmayla kavranması sağlanamazdı.
• Feminist akademisyenler daha en başlarda kadın çalışmalarının sadece yeni bir konu
başlığı olmayacağına, aynı zamanda mevcut akademik çalışmaların önermelerini ve
standartlarını eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirmeyi de zorlayacağına dikkat
çektiler.
• Kadın araştırmalarının siyasal açıdan en kapsayıcı akademisyenleri, yeni bir tarih
yazmak açısından çok önemli olan bu üç kategoriyi düzenli bir biçimde çalışmalarında
kullandılar.
• Sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyete duyulan ilgi ilk olarak, bir akademisyenin ezilenlerin
hikâyeleri ile bunların anlamını ve doğasını analiz eden bir tarihe bağlılık duymasına
ikinci olarak ise iktidar eşitsizliklerinin en azından bu üç eksende örgütlendiğine ilişkin
bir akademik anlayışa işaret etmiştir.
• Son zamanlardaki en basit kullanımında toplumsal cinsiyet , kadınlar ile eşanlamlıdır.
• Bu tür örneklerde toplumsal cinsiyet in kullanılması, çalışmanın akademik ciddiyetini
ortaya koymak anlamını taşır çünkü toplumsal cinsiyet in kadın sözcüğüne kıyasla
daha nötr ve nesnel bir duyumu vardır.
• Toplumsal cinsiyet , sosyal bilimlerin bilimsel terminolojisine uyuyor gibi
görünmektedir ve dolayısıyla kendisini (iddia edildiğine göre keskin) feminist
siyasetten ayrıştırmaktadır.
• toplumsal cinsiyet ifadesi, kadınları kapsar, ama isimlerini zikretmez ve böylece ciddi
bir tehdit oluşturuyor gibi görünmez.
• Kadınlar ın yerine toplumsal cinsiyet in kullanılması, aynı zamanda, kadınlar
hakkındaki bilginin ister istemez erkeklerle de ilgili bilgi olduğunu; birinin
incelenmesinin ötekinin de incelenmesini ima ettiğini öne sürmek içindir
• kadınların dünyasının, erkeklerin dünyasının bir parçası olduğu o dünyanın içinde ve
onun tarafından yaratıldığı konusunda ısrar eder.
• Bu kullanım, ayrı alanlar fikrinin yoruma dayalı faydasını reddeder çünkü, kadınları
yalıtılmış bir şekilde incelemenin, bir alana, bir cinse ait deneyimin diğeriyle ilişkisinin
çok az olduğu veya hiç olmadığı şeklindeki kurguyu sürdürdüğünü iddia eder.
• Buna ek olarak toplumsal cinsiyet, cinsler arasındaki toplumsal ilişkileri tanımlamak
için de kullanılır.
• Toplumsal cinsiyetin kullanılışı, biyolojik açıklamaları açıkça reddeder.
günümüzde sosyal psikolojide kalıpyargılar zihinsel bir olgu olarak görülmektedir. Daha
spesifik olarak sosyal psikolojideki sosyal biliş adı verilen hâkim anlayışa göre kalıpyargılar
sosyal dünyaya ait bilginin zihinde yanlış, çarpıtılmış ya da abartılmış bir şekilde işlenmesinin
ürünüdür. Kadın ve erkekleri tanımladığı düşünülen kalıpyargısal özellikler gerçekliğin kendisi
midir ya da çok abartılı ve çok genellenmiş olsa bile hâlâ içlerinde gerçeğe ait bir parça var
mıdır
Cinsiyetçilik
Cinsiyetçilik diğer sosyal bilim alanlarında daha çok ataerkil yani erkek egemen sistemi
meşrulaştırmaya hizmet eden bir ideoloji ya da insanların birbirleriyle etkileşimlerinde inşa
ettikleri bir söylem biçimi olarak ele alınırken, sosyal psikolojide yaygın olarak bir önyargı ve
ayrımcılık meselesi olarak çalışılmaktadır
cinsiyetçiliğin bir çalışma alanı olarak ortaya çıkışı cinsiyetçiliğin bir problem olarak
görülmeye başlanmasıyla ilişkilendirilmelidir. Cinsiyetçiliği bir toplumsal eşitsizlik problemi
olarak ortaya koyan, 1970’lerdeki kadın hareketi/feminist hareket idi. Ancak bundan sonra,
daha önce doğal ve sorunsuz görülen söylem ve davranış biçimleri karşı çıkılması ve
değiştirilmesi gereken söylem ve davranış biçimleri hâline geldi. Böylece cinsiyetçilik adı
verilen bir toplumsal problem tanımlanmış oldu
Sosyal psikolojide ilk cinsiyetçilik çalışmaları herhangi bir spesifik teoriden hareket eden
değil, daha çok çeşitli bağlamlarda kadına karşı ayrımcılığın varlığını gösteren çalışmalardı.
Aynı yıllarda toplumsal cinsiyet kalıpyargı çalışmaları da başlamıştır
sosyal psikolojideki cinsiyetçilik anlayışı, “kadınların bir grup olarak varsayılan ikincilliklerine
ve farklılıklarınandayalı olarak gösterilen önyargılı tutum ya da davranış” olarak tanımlanan
geleneksel cinsiyetçilikten “eşitlikçi değerler ile kadınlara yönelik tortulaşmış olumsuz
duygular arasındaki çelişkinin ifadesi” olarak tanımlanan yeni ya da modern cinsiyetçiliğe
evrilmiştir.
Korumacı cinsiyetçilik ise klasik önyargı tanımına ters bir biçimde kadınlara yönelik görünüşte
“olumlu” tutumları ifade eder. Aslında buradaki “olumluluk” teorik ya da nesnel olumluluk
değil kişilerin kendi öznel algılarındaki olumluluktur. Bu cinsiyetçilik biçimi kadınların
“şefkatli”, “fedakâr” veya “romantik” oluşlarına gönderme yapar. Bu cinsiyetçilik türü de
yukarıda sözü edilen üç alanda (himayecilik, toplumsal cinsiyet rol ve kalıpyargılarında
farklılaşma ve heteroseksüellik) davranış üretir. Sırasıyla bu üç alana karşılık gelen davranış
biçimleri dayanışmacı tabiiyet (yani kadının erkeğe gönül rızası ile tabi olması ya da onun
egemenliğine girmesi), tamamlayıcı cinsiyet rolleri ve romantik yakınlıktır.
Düşmanca cinsiyetçilik biçimi için şu örnekler verilebilir: “Kadınlar erkekler üzerinde kontrol
sağlayarak güç kazanma hevesindeler”, “Feministler gerçekte kadınların erkeklerden daha
fazla güce sahip olmalarını istemektedir”. Korumacı cinsiyetçilik için de şu örnekler verilebilir:
“Erkekler yanlarında kadınlar olmadığı zaman eksiktirler”, “Kadınlar erkekler tarafından el
üstünde tutulmalı ve korunmalıdır
bu yaklaşım her ikisinin aynı ideolojik işlevi gördüğünü yani erkek üstünlüğüne dayanan bir
toplumsal cinsiyet düzenini pekiştirdiğini kabul eder. Bunlar kadınlar için bir tür “havuç” ve
“sopa” işlevi görmektedir. Toplumsal cinsiyet normlarının sınırları içinde yaşadıkları sürece
kadınlara “havuç” vardır, yani kadınlar toplumsal cinsiyet normlarının sınırları içinde
yaşamlarını sürdürdükleri sürece ödüllendirilirler. Ama normların sınırlarını geçmeye
yeltendikleri an “sopa” karşılarına dikilecektir
Korumacı cinsiyetçiliğin, genellikle kadınlar açısından cinsiyetçilik olarak görülmediği için
daha tehlikeli olduğu söylenebilir. Genellikle sevgi, koruma, kıskançlık gibi popüler kültürde
romantizmle ilişkilendirilen davranış biçimleri gerçekte kadınları kendi rızalarıyla erkeklerin
denetimine sokan mekanizmalardır
Erkeklerin kadını koruyan, ona kol kanat geren tutumları kadınlar tarafından genellikle çok
olumlu karşılanır. Ama bu tür tutumlar, aynı zamanda kadını romantik bir ilişkide
güzçsüzleştiren, erkek karşısında kadını edilgenleştiren, zayıf bir konuma yerleştiren sonuçlar
üretir
Cinsiyete dayalı iş bölümü) kurbanı olarak görmüşlerdir. Gough’a göre katılımcılar, cinsiyetçi
pratikleri desteklemek için toplumsal cinsiyet farklılıkları etrafında söylem kurarken diğer
yandan cinsiyetçilik karşıtı söylem de kurmaya uğraşmışlar, önyargılı görünmek
istememişlerdir. Önyargılı görünmemek için kullandıkları bir söylemsel strateji şöyledir:
Örneğin görüşme esnasında konu feministlere gelince ilk önce feministlere ne kadar
toleranslı olduğunu göstermişler (örneğin “feministler söyledikleri şeylerde kesinlikle
haklılar” demişler), ama hemen sonrasında cinsiyetçiliğe destek veren ifadeleri de
kullanmışlardır (örneğin “ama onlar da bu işi çok abartıyorlar”).
yeni cinsiyetçilik ancak öyle ya da böyle toplumsal cinsiyetler arasında eşitlik olduğunu
kabul eden bir toplumsal normlar bağlamında ortaya çıkabilecek, kaba ve açık cinsiyetçilik
değil, daha incelikli bir cinsiyetçilik biçimini ifade etmektedir