Ziyafet 3 (Ekstra 3)

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

Ziyafet – Üçüncü Kısım

O ne kadar ciddi görünürse, Wei WuXian’ın da o kadar çok şeytanlık yapası geliyordu.

Parmaklarıyla siyah porselen kaseye hafifçe vurdu, sadece ikisinin duyabileceği hafif bir çınlama
yükseldi. Sesi duyunca Lan WangJi’nin gözleri fark edilmez bir şekilde birkaç milim ona döndü.

Wei WuXian, Lan WangJi nereye bakıyor olursa olsun, onun yaptığı tüm hareketleri göz ucuyla takip
ettiğini biliyordu. Ve bu yüzden sanki yudumlamak ister gibi kaseyi kaldırdı. Kaseyi hafifçe ellerinde
çevirdikten sonra Lan WangJi’nin içtiği yerde durdu ve kasenin kenarını dudaklarıyla sardı.

Tam da beklediği gibi, Lan WangJi’nin normalde kucağında düzgünce durmakta olan elleri hiç hareket
etmemiş ama beyaz kol yenlerinin altındaki parmakları hafifçe kıvrılmıştı.

Bunu görünce Wei WuXian’ın kalbi sanki kanatlandı. Bir anlığına gevşediği için de tam kontrol
edilemez bir şekilde Lan WangJi’ye doğru eğilecekti ki aniden Lan QiRen sertçe öksürdü. Wei WuXian
hemen yarı eğilmiş bedenini tekrar düzeltti, uygun oturma pozisyonuna geri döndü.

Çorba bittikten ancak uzun bir zaman sonra ana yemek servis edilmişti. Herkesin küçük tabağında üç
farklı yemek vardı, ya beyaz ya yeşil. Wei WuXian burada çalışırken de benzer yemekler verilirdi.
Geçen onca yılın ardından yemeğin sadece buruk tadı artmıştı, onun dışında hiçbir şey değişmemişti.
Kısmen yaşadığı yer, kısmen de kişiliği dolayısıyla Wei WuXian güçlü tatları severdi, özellikle baharatlı
olan ve et barındıran yemekleri. Böylesine sade bir yemek önüne koyulunca bir parça bile iştahı
kalmamıştı, ne yediğini bile bilmeden öylesine çiğniyordu sadece. Bu sırada Lan QiRen’in gözleri ise
zaman zaman ona doğru çevriliyordu, öğretmeni olduğu zamanlardaki gibi ona ters ters bakıyor, her
an kusur bulmaya ve onu kovmaya hazırdı. Ancak Wei WuXian anormal derecede uslu olduğu için
elinden hiçbir şey gelmiyordu ve pes etmesi gerekmişti.

Tatsız yemeklerin ardından hizmetçiler tabakları ve masaları kaldırdı. Adet gereği Lan XiChen sektin
son günlerdeki planlarını açıklamaya başladı. Ancak Wei WuXian birkaç cümle dinledikten sonra onun
aklının başka bir yerde olduğu hissine kapıldı. İki gece avı bölgesini yanlış söylemiş ve sözler ağzından
çıktıktan sonra bile fark etmemişti, Lan QiRen’in ona birkaç bakış atmasına ve keçi sakalını uçurarak
puflamasına neden olmuştu. Bir süre sonra ise dayanamayarak araya girmişti. Neyse ki ziyafet acele
bir şekilde de olsa en sonunda bitirilmişti.

Sıkıcı bir başlangıç, sıkıcı bir süreç ve sıkıcı bir son – Wei WuXian iki saatten uzun bir zaman boyunca
bu sıkıcılığa maruz kalmıştı. Ne yemekler lezzetliydi ne eğlence vardı. O kadar boğulmuştu ki, bütün
bir sene üzerinde pireler gezmiş gibi hissediyordu. Bir de üzerine Lan QiRen sertçe Lan XiChen ve Lan
WangJi’yi çağırmıştı, muhtemelen bu kez ikisini birden azarlayacaktı. Kafasını dağıtacağı hiç kimsesi
yoktu. Bir süre boş boş yürüdükten sonra gözüne bir grup genç ilişti. Tam onları selamlamak ve biraz
eğlenmek için yanına çekmek üzereydi ki, onu gördükleri anca Lan SiZhui, Lan JingYi ve diğer gençlerin
ifadesi bir anda değişti. Hemen arkalarını döndüler ve uzaklaştılar.

Wei WuXian anlamıştı. Bir grup ağacın ortasında daha tenha bir yere geçti. Sadece birkaç dakika
beklemesi gerekmişti, hemen ardından gençler gizlice yanına geldi. Lan JingYi. “Wei-xiong, sana
istemeden öyle davrandık, Efendi seninle konuşan herkesin baştan aşağıya tüm sekt kurallarını
yazacağını söyledi…”

‘Efendi’ GusuLan Sektinin tüm efsuncuları ve görevlileri tarafından Lan QiRen’e hitap ederken
kullanılırdı. ‘Efendi’ sadece ama sadece ona söylenirdi. Wei WuXian neşelendi. “Sorun değil,
biliyorum. Efendiniz ilk defa ateş geçirmez, hırsız geçirmez ve Wei-Ying geçirmezlik yapmıyor.
Muhtemelen iyi huylu lahanasının bir domuz tarafından eşelendiğini düşünüyordur. Normalden
biraz daha sinirli olması oldukça normal, hahahaha…”
*ÇN: Ebeveynlerin el üstünde tuttukları kızları aşık olunca hissettikleri şeyleri tarif etmek için kullanılan bir deyim.

Lan JingYi. “…”

Lan SiZhui. “… Hahaha.”

Wei WuXian’ın kahkahaları dindi. “Sahi, Wen Ning’le gece avına gittiğiniz için cezalandırıldığınızı
duydum.” Lan SiZhui’ye döndü. “O neler yapıyor?”

Lan SiZhui. “Muhtemelen dağın orda bir yerlerde saklanıyor, bizim bir sonraki gece avında onu
bulmamızı bekliyordur.” Bir süre düşündükten sonra endişeli bir sesle devam etti. “Yanından
ayrıldığımız zaman Jiang Sekt Lideri hala çok sinirli görünüyordu. Umarım ona zorluk çıkartmamıştır.”

Wei WuXian. “Ne? Jiang Cheng mi? Gece avında onunla nasıl karşılaştınız?”

Lan SiZhui. “Genç Efendi Jin’i gece avına davet etmiştik, o yüzden de…”

Wei WuXian hemen anlamıştı.

Lan SiZhui bir ekibi gece avına götürürken Wen Ning’in boş duramayacağını tahmin etmek kolaydı.
Muhtemelen onları korumak için gizlice takip etmiş, eğer kendilerini zor bir durumda bulurlarsa
onlara yardım etmeye hazırlanmıştı. Jiang Cheng de başına tekrar bir şey gelmesinden korkarak Jin
Ling’i gizlice takip ediyor olmalıydı. Ve böylece ikisi tehlikeli bir durumda karşılaşmışlardı. Wei WuXian
yine de sorduğunda, olayların tam da bu şekilde geliştiğini öğrendiği. Gülse mi bilemiyordu.

Bir an duraksadıktan sonra tekrar sordu. “Jiang Sekt Lideri ve Jin Ling nasıl?”

Jin GuangYao’nun ölümünün ardından LanlingJin Sektinin lideri olmaya en yakın aday Jin Ling’di.
Ancak ailenin yan dallarından gelen pek çok büyük, aç ve sabırsız bir şekilde fırsat kolluyorlardı.
LanlingJin Sekti diğer herkes tarafından küçümseniyor, bir yandan da iç sorunlarla boğuşuyordu. Jin
Ling hala çok gençti. Nasıl tüm bunlarla tek başına mücadele edebilirdi ki? En sonunda Jiang Cheng
elinde Zidian’la Jinlin Kulesine gitmiş ve Jin Ling’in kısa bir süreliğine de olsa sekt lideri pozisyonunu
koruyabilmesi için etrafta şöyle bir dolaşmıştı. Ancak gelecekte neler olacağını kimse bilmiyordu.

Lan JingYi surat astı. “Baya iyi görünüyorlardı. Jiang Sekt Lideri her zamanki gibi, insanları kırbaçlayıp
duruyor yine. Genç Hanım Efendinin huyu ise gittikçe iyileşiyor. Eskiden sadece üç kez konuştuğunda
amcası onu azarlardı. Artık on cümle kurabiliyor.”

Lan SiZhui azarladı. “JingYi, başkalarının arkasından nasıl böyle konuşabiliyorsun?”

Lan JingYi karşı çıktı. “Yüzüne karşı da söylüyorum ama?”

Lan JingYi’nin sözlerini duyunca Wei WuXian biraz rahatlamıştı. Aslında sormak istediklerinin bunlar
olmadığını o da biliyordu. Ancak Jiang Cheng ve Jin Ling’in iyi olduklarını duyunca, başka söyleyecek
bir şeyi kalmamıştı. Ayağa kalktı ve cübbesinin eteklerini silkeledi. “İyi o zaman. Gayet iyi. Böyle
devam ederler umarım. Siz de gidebilirsiniz. Benim ilgilenmem gereken bir şey var.”

Lan JingYi tepeden baktı. “Bulut Kovuğunda bütün gün boş boş yatıyorsun. İlgilenmen gereken ne var
ki?”

Wei WuXian arkasını dönmedi bile. “Lahanamı kemirmek!”

Sabahları nadiren erken kalkardı. Jingshi’ye döndüğü zaman uzunca bir süre uyudu. Bu kadar dengesiz
bir uyku düzeninin sonucunda, uyandığında çoktan alacakaranlık vaktiydi. Böylece akşam yemeğini
kaçırmış oluyordu ve yiyebileceği hiçbir şey yoktu. Wei WuXian da aç hissetmiyordu zaten. Lan
WangJi’yi beklerken eski yazılarını ve notlarını karıştırmaya devam etti. Ancak gece çöktükten sonra
bile büyük lahanası hala geri dönmemişti.

En sonunda Wei WuXian da midesindeki boşluğun farkına vardı. Ancak Bulut Kovuğunda bu saatten
sonra dışarı çıkmak yasaktı. Sekt kurallarına göre izni olmayan kişilerin duvardan tırmanıp dışarı
çıkmaları bir yana, sokaklarda bile dolaşmazlardı – eskiden olsa istediği kadar ‘yapamaz’ veya ‘yasak’
olsun, Wei WuXian açken sadece yiyeceği yemeği düşünürdü, yorulduğunda uyur, sıkıldığında sataşır,
başı belaya girdiğinde kaçardı. Ama artık işler değişmişti. Artık onun hataları Lan WangJi’nin
sayılıyordu. Ne kadar aç ne kadar sıkılmış olursa olsun, tek yapabileceği şey derin bir iç geçirip
katlanmaktı.

Bu sırada Jingshi’nin dışından hafif bir ses duyuldu. Kapı itilerek açıldı.

Lan WangJi geri dönmüştü.

Wei WuXian yerde ölü taklidi yaptı.

Lan WangJi’nin hafifçe masaya doğru ilerlediğini ve üzerine bir şey bıraktığını duydu, ama hiçbir şey
söylememişti. Wei WuXian ölü taklidi yapmaya devam etmek istiyordu, ancak Lan WangJi bir şeyin
kapağını kaldırarak, Jingshi’nin her zamanki soğuk sandal ağacı kokusunu güçlü bir baharat kokusuyla
bastırmıştı.

Wei WuXian anında dönerek yerden fırladı. “Er-Gege! Ömrümün sonuna dek istediğin her şeyi
yapacağım!”

Lan WangJi ifadesiz bir yüzle kutudan tabakları çıkarttı ve masaya koydu. Wei WuXian oraya doğru
çekildi. Yarım düzine beyaz tabağın üzerindeki kırmızı yemekler keyfini o kadar yerine getirmişti ki
gözleri kızıl bir ışıkla parlıyordu. “Çok naziksin HanGuang-Jun, onca yol gidip bana yemek getirmen
çok düşünceli bir davranış. Bundan sonra canın her istediğinde bana bütün ayak işlerini
kitleyebilirsin.”

Lan WangJi son olarak bir çift fildişi yemek çubuğu çıkarttı ve kasenin üzerine bıraktı, sesi sakindi.
“Yemek yerken konuşmak yasaktır.”

Wei WuXian. “Ve yatarken de konuşmak yasaktır diyorsun. Her gece bir sürü şey söylüyorum, o kadar
çok inliyorum, neden beni daha hiç susturmadın?”

Lan WangJi ona bir bakış attı. Wei WuXian. “Tamam, tamam. Susuyorum. Bunlara çoktan alışmış
olman lazım neden hala bu kadar utanıyorsun? Hemen mahcup oluyorsun, ama ben de zaten bu
huyunu çok seviyorum. Yemekleri Caiyi Kasabasındaki Hunan mutfağından mı aldın?”

Lan WangJi hiçbir şey söylemedi, Wei WuXian da sessizliğini onaylama olarak kabul etti. Masaya geçti.
“Hala açık mı diye merak ediyordum bende. Eskiden biz hep orada yemek yerdik, yoksa senin sektinin
yemeklerine o kadar ay dayanamayabilirdim. Ahh şunlara bir bak. Ziyafet dediğin böyle olur.”

Lan WangJi. “‘Biz’?”

Wei WuXian. “Jiang Cheng ve ben. Bazen Nie HuaiSang ve birkaç kişi daha gelirdi.”

Lan WangJi’yi şöyle bir süzen Wei WuXian sırıttı. “Neden öyle bakıyorsun? Unutma HanGuang-Jun, o
zamanlar seni de bizimle yemeğe gelmen için davet etmiştim. O kadar çabalamıştım! Beni reddeden
sendin. Seninle ne zaman konuşsam bana ters ters bakardın hep ve söylediğin her cümle ‘hayır’la
başlardı. Karşımda tonla engel vardı. Ben sana daha hesap sormadım, sense mutsuz oluyorsun. Lafı
açılmışken…” Lan WangJi’ye doğru yaklaştı. “Sekt kurallarını ihlal etmek istemediğim için kendimi
zorla tuttum, uslu uslu senin dönmeni bekliyordum. Senin sekt kurallarını ihlal edip bana yemek
getirmeye gideceğin kimin aklına gelirdi ki HanGuang-Jun? Kurallara karşı geldiğini amcan duysa ne
çok üzülür.”

Lan WangJi başını eğdi ve kollarını Wei WuXian’a sardı. Sessiz ve hareketsiz görünüyordu, ancak Wei
WuXian belindeki parmakların belki isteyerek belki istemsiz bir şekilde hafifçe okşadığını
hissedebiliyordu. Parmakları o kadar sıcaktı ki, ısı kıyafetlerini geçerek tenine doğru süzüldü. Hissettiği
heyecan çok açıktı. Wei WuXian da ona sarıldı ve fısıldadı. “HanGuang-Jun… Sektinin çorbasını içtiğim
için ağzım buruk bir tatla dolu. Hiçbir şey yiyemiyorum. Ne yapsam?”

Lan WangJi. “Bir yudum.”

Wei WuXian. “Evet. Sadece bir yudum aldım ama çorbanızın sahiden çok çarpıcı bir tadı var. Tüm o
burukluk dilimin ucundan boğazıma dek süzüldü. Söylesene – ne yapmam gerek?”

Bir anlık sessizlikten sonra Lan WangJi cevapladı. “Dengele.”

Wei WuXian tevazuyla sordu. “Nasıl dengeleyebilirim?”

Lan WangJi kafasını kaldırdı.

Hafif, şifalı bir tat ikisinin de dudaklarına dokundu. Burukluk öpücüklerin daha da uzamasına neden
olmuştu.

En sonunda ayrıldıklarında Wei WuXian derin bir nefes aldı. “HanGuang-Jun şimdi aklıma geldi. Sen o
çorbadan iki kase içtin. Benden daha kötü bir haldesin.”

Lan WangJi. “Mn.”

Wei WuXian. “Ama yine de tadın çok güzel. Ne tuhaf.”

“…” Lan WangJi. “Önce ye.” Bir an durduktan sonra ekledi. “Yemeğin bittikten sonra.”

Wei WuXian. “Önce lahana yemek istiyorum.”

Lan WangJi hafifçe kaşlarını çattı, aniden lahana dediğini duyunca neden bahsettiğini anlamamış
gibiydi. Wei WuXian kahkaha attı ve kollarını onun boynuna doladı.

En güzel ziyafetler kapalı kapıların ardında olurdu.

Çeviri Notu: ‘Kitlemek’ kelimesinin tdk’da olmaması çok üzücü… ‘Kilitlemek’le ‘kitlemek’ tamamen
farklı bence. Buradan BL-sever yetkililere sesleniyorum, lütfen en kısa zamanda bu güzide kelimemizi
Türkçemize kazandıralım.

You might also like