Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 44

1.

ÜNİTE FELSEFEYE GİRİŞ

1. FELSEFENİN ALANI
A. Felsefenin Anlamı
Felsefe Yunanca Philia ve Sophia kelimelerinden meydana gelen bilgelik sevgisi anlamında bir kelimedir.
İlk defa Yunanlı filozof Pythagoras, insanın bilgeliğe ulaşamayacağını ancak onu sevebileceğini söyleyerek kendisine
“Ben filozofum” dermiş. Philiasophia önce Latince’ye oradan diğer Avrupa dillerine, daha sonra Arapça’ya ve Türkçe’ye
Felsefe olarak geçmiştir.
Felsefe terimi, gerçek anlamını Platon ve Aristoteles felsefesinde bulur. Aristo, felsefeyi “Varolanların ilk temellerini ve
ilkelerini araştıran bir bilgidir.” şeklinde tanımlar.
Ayrıca felsefe;
* İnsanın içinde yaşadığı evreni anlama uğraşıdır.
* Hem sağlam bilgi üretme hem de ahlaklı ve mutlu yaşama çabasıdır, şeklinde tanımlanmıştır.

B) Felsefenin Özellikleri
a) Felsefe sürekli soru sorma faaliyetidir. Herhangi bir konu hakkında sürekli soru sorar. Bir sorunun cevabını buldu mu onu
bırakır.
b) Felsefe nedir?li sorular sorma faaliyetidir. İnsan nedir? Evren nedir? Varlık nedir? Bilgi nedir? Vb. şekilde sorular sorar.
c) Felsefe bilgi üstüne bilgi faaliyetidir. Felsefe herhangi bir bilgi türünün verileri üzerinde veya o bilgi türünün yansıttığı, tanıttığı
varlık türü üzerinde düşünmedir. Bu düşünme bir bakıma onların değerlendirmesidir.
d) Felsefi bir sistemin doğruluğu ya da yanlışlığı araştırma konusu yapılamaz. Ancak kendi içinde tutarlı bir bütün oluşturup
oluşturmadığına çelişkili hükümlere yer verip vermediğine bakılır.
e) Felsefi bir sitem içinde bulunduğu çağın koşullarından etkiler ya da ondan etkilenir.
f) Felsefe belli bir refah ortamında doğar.
g) Felsefe yığılan bir bilgidir.
h) Felsefe öznel bir bilgidir.

C) Felsefenin İşlevleri
a) Felsefeden belli bir inanç sisteminin temellendirilmesinde yararlanılmıştır.
b) Filozofların düşünceleri büyük oluşum ve düşüncelerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
c) İnsanların her şeyi olduğu gibi kabul etmek yerine daha iyiye ulaşabilmek için sorgulama yapmalarına katkıda bulunur.
d) İnsanların bilme ve anlama merakının giderilmesine hizmet eder.

1
1. Bilgi

Bilgi, özne (süje, bilen) ile nesne (obje, bilinen) arasındaki ilişkilerden oluşan bir üründür. Bilgi düşünme, kavram
oluşturma ve çıkarım yapma sonucu oluşur. Bilgilerin tümünü biz doğrudan edinemeyiz. Hayatımız boyunca elde ettiğimiz bütün
bilgilerin ancak çok küçük bir kısmını doğrudan elde ederiz. Pek çok bilgi bize başka kaynaklardan verilir.

Felsefe araştırma tüm evreni seçmiştir. Diğer bilim dalları ve bilgi türleri de evreni araştırma konusu olarak seçmiştirler.
Bununla birlikte diğer bilim dalları evrenin belli bir parçasından hareketle evrenin tümünü tanımlamaya çalışmaktadırlar. Örneğin
biyoloji canlılardan ,fizik cansızlardan,sosyoloji toplumdan yola çıkarak realiteyi açıklamaya çalışmaktadır. Oysa nasıl filin
kulağından yola çıkılarak filin tamamı tanımlanamazsa, evrenin belli bir parçasından yola çıkılarak evren de tanımlanamaz. İşte
felsefe evrenin tümünü kendisini inceleme konusu olarak seçer. Ve diğer bilgi dalları gibi evreni parçalarına ayırmaz ve belli bir
parçadan yola çıkmaz. Ama sınırsız ve sonsuz bir varlık olarak evrenin tümünün herhangi bir duyu organıyla incelenebilme
olanağı yoktur. Bu yüzden de felsefe evreni incelerken salt akıl yürütme yolunu yöntem olarak benimsemek zorundadır. Nasıl ki,
fili bir bütün olarak kavrayabilmek için gözleri görmeyen insanların göze ihtiyacı vardıysa, evreni bir bütün olarak kavrayabilmek
için ise insanların akla ihtiyacı vardır. Bununla birlikte akılla da olsa evreni bir bütün halinde kavrayabilmek tam olarak mümkün de
değildir. Felsefe bu yüzden kesin hatları ve bilgileri olan bir bilim veya bilgi dalı olmaktan çok bir çaba,bir gayret veya bir uğraştır.
Kısacası felsefeyi, “evreni (realite) parçalara ayırmaksızın bir bütün halinde ve salt akıl yoluyla anlama ve kavrama çabasıdır”
biçiminde tanımlayabiliriz. Bilgi çok boyutlu ve çok yönlüdür. Bilgi varlığa ilişkindir. Bu nedenle bilgi ait olduğu alan,elde
edilişi,özne-nesne ilişkisi, ve bilgi akti açısından çeşitli türlere ayrılmaktadır. Bilginin türlere ayrılmasında birçok etken olmakla
birlikte en önemli etken obje ile subje arasındaki anlam aktıdır. Obje ile subje arasındaki anlam aktinin değişmesine göre
aşağıdaki bilgi türlerinden söz etmek mümkündür.

ANLAM AKTİ
SUBJE(ÖZNE) OBJE(NESNE)

I.GÜNDELİK BİLGİ:
*Obje ile subje arasındaki anlam bağı sezgi ve/veya deneyimlerdir
*Belirli bir yöntemle elde edilmiş bilgiler değildir.
*Sistemli ve tutarlı bilgiler değildir.
*Genel geçerliliğe sahip evrensel bilgiler değildir.
*Kesin bir nedenselliğe bağlı bilgiler değil, kısmi nedenselliğe bağlı bilgilerdir.
*Kesin deney ve gözleme bağlı bilgiler değildir,kısmi deney ve gözleme dayalı bilgilerdir.
*Her türlü gündelik yaşam bilgisi,deneyim ve tecrübeye bağlı bilgiler,batıl inançların bilgisi ve kocakarı ilaçları bu tür bilgilerden
oluşur.
*Örneğin “yeşil elmalar ekşi olur” veya “üşütmede nane limon kabuğu suyu içmek gerekir” bilgileri gibi

II.DİNSEL BİLGİ:
*Obje ile subje arasındaki anlam bağı iman-inanca dayanır
*İnanç bağına bağlı olduğu için öznel bir bilgidir.
*Mutlak ve kesin olma İDDİASINDAKİ bilgilerdir.
*Evrensellik iddiasındaki bilgilerdir.
*Dogmatik ve değişmez bilgilerdir.
*Vahiy yöntemiyle elde edilmiş bilgilerdir.
*Her türlü dinsel inanç ve ritüele ait bilgi bu türden bir bilgidir.
*Örneğin “Evreni var eden bir yaratıcı vardır” ya da “iyilik yapan insanlar cennete gider” vb. gibi

2
III.TEKNİK BİLGİ:
*Subje ile obje arasındaki anlam akti beceri-yeteneğe dayanır.
*Yarar amacı gözetilerek elde edilen bilgilerdir.
*Kesin bilgilerden meydana gelirler
*Evrensel bilgilerdir.
*Belirli bir metotla üretilmiştir.
*Değişen ve gelişen bilgilerdir.
*Yığılarak(kümülatif olarak) ilerler
*Nesnel bilgilerdir.
*Gündelik yaşantıda ürettiğimiz her türlü araç ve gereç ile bunları kullanma bilgisi teknik bilgidir.
*Örneğin bilgisayar üretimi ve üretilen bilgisayarların kullanımı için gereken her türlü bilgi teknik bilgidir.

IV.SANATSAL BİLGİ:
*Subje ile obje arasındaki anlam bağı imgelem-güzelduyu-yaratıcı hayal gücüdür.
*Belirli bir yönteme bağlı olarak üretilmezler,yaratıcı bireyin bireysel etkinliğidir.
*Sistemli bir bilgi türü değildir.
*Özneldir. Kişinin duyuş ve düşünüş biçimine göre değişir.
*Sanat yapıtı tektir ve ikinci kez üretilemez.
*Evrensel ve tümelin bilgisini hedefler.
*Tüm güzel sanatlarda kullanılan bilgiler sanatsal bilgilerdir.
*Örneğin Mozart’ın 40.Senfonisindeki notaların dizilişi sanatsal bilgiyi gerektirir.

V.BİLİMSEL BİLGİ:

*Obje ile subje arasındaki anlam bağı deney ve gözlemdir.


*Evrensel ve genel geçer bilgilerdir.
*Nesnel bilgilerdir.
*Yığılarak ilerler (kümülatiftir)
*Sistemli ve tutarlı bilgilerden oluşur.
*Belirli bir yöntem (Bilimsel Yöntem) kullanılarak üretilmiştir.
*Yüksek bir doğruluk değerine sahip bilgilerdir.
*Akılcı ve eleştirel yolla elde edilirler.
*Örneğin “su 100 derecede kaynar” ya da “bir cismi h yükseklikten serbest bırakırsak m x g kadar kuvvetle yere düşer” vb. gibi
Bilimsel bilgiler ele aldıkları konu, konuyu ele alış tarzları ve elde ettikleri bilginin niteliği bakımından birbirinden ayrılırlar:

VI.FELSEFİ BİLGİ:
*Subje ile obje arasındaki anlam bağı akıl yürütmedir.Kişi evrenin bilgisini salt akıl yürütme yoluyla elde etmeye çalışır.
*Evrensel bilgilerdir, genel geçerliliğe sahiptirler.Elde edilen bilgiler zamana ve mekana aşkın bilgiler olup her zaman ve her yerde
geçerlilik iddiası taşırlar.
*Öznel bilgilerdir. Yaratıcısı filozofun hayal gücüne bağlıdırlar.Bir filozofun elde ettiği bilgi diğer bir filozof tarafından kabul
görmeyebilir.
*Sistemli ve tutarlı bilgilerdir.Felsefi bilgiler kendi içinde tutarlı bir bütünlük, belirli bir sistem meydana getirirler.
*Evreni parçalara bölmeden bir bütün halinde kavrayan tümel bilgilerdir.Bilimler gibi belirli bir parçadan yola çıkan bilgiler olmayıp
evrenin tümüne ilişkin kavramları ele alırlar.
*Yığılarak ilerlerler (Kümülatiftir).Belirli bir felsefi bilgi ispatlanamadığı ya da çürütülemediğinden sürekli olarak artarak çoğalırlar.
*Olmuş bitmişlik ve kesinlik yoktur.Evren sürekli bir değişme halinde olduğundan felsefi bilgiler de sürekli yinelenmekte ve
böylelikle hiçbir zaman tam ve kesin bilgiye ulaşılamamaktadır.
*Elde ettiği bilgiler kanıtlanamaz; ancak temellendirilebilir. Temellendirme belirli bir iddianın ya da belirli bir kavramın kendisinden
daha açık başka iddialar veya kavramlarla desteklenmesi işidir.Bilimlerdeki deney ve gözlem yoluyla ispatlamanın yerine
felsefede temellendirme kullanılmaktadır.
*Örneğin “Varlığın özü toprak,su,hava ve ateştir”, ya da “ Evrensel genel geçer bir ahlak yasası vardır” vb. gibi

3
FELSEFENİN KONULARI

1.BİLGİ FELSEFESİ(EPİSTEMOLOJİ) Bilgi nedir?


2.BİLİM FELSEFESİ Bilim her şeyi bilebilir mi?
3.VARLIK FELSEFESİ(ONTOLOJİ) Varlık var mı? Özü nedir?
4.AHLAK FELSEFESİ(ETİK) İyi nedir?
5.SANAT FELSEFESİ(ESTETİK) Güzel nedir?
6.DİN FELSEFESİ Tanrı var mıdır?
7.SİYASET FELSEFESİ İdeal bir düzen var mıdır?
8.MANTIK FELSEFESİ(LOGİK) Doğru nedir?

(1)Felsefe-Bilim İlişkisi

Her iki bilgi türü de varlığı anlamaya yönelir. Basmakalıp bilgilerle yetinmez.Felsefe sorularıyla bilime yol gösterir, bilim
ise sorulara yanıt buldukça felsefenin yeni sorular sormasına neden olur.Her ikisi de eleştirel ve kuşkucu bir bakış açısıyla
konularını ele alır.Her ikisi de akılcılığa dayanır.Felsefe bilimin konu,yöntem,sınıflandırmalarını birer problem olarak görür ve
bundan Bilim Felsefesi alanı doğmuştur.Farklılıkları ise:

*Bilim deneysel yöntemi kullanarak doğa yasaları bulmaya çalışır;oysa felsefe akıl yürütme yoluyla varlığı anlamaya çalışır.
*Bilimsel bilgi teknoloji üretir;oysa felsefe bilgisi hiçbir yarar gözetmeden elde edilen bir bilgidir.
*Bilimler parçadan yola çıkarak varlığı açıklamaya yönelirler; felsefe tümel bir bilgidir,varlığı bir bütün halinde ele alır
* Bilim varlığın özünden çok olaylar ve olgular arasındaki neden sonuç bağlarıyla ilgilenir ve nasıl? Sorusunu sorar?; Felsefe ise
varlığın özünü bilmek ister ve buradan yola çıkarak varlığa nedir? Sorusu sorar;
*Bilimlerde ilerleme vardır ve ortaya atılan bir iddia ya çürütülür ya da ispatlanır. Felsefede ortaya atılan bir soru kalıcıdır ve hiçbir
zaman kesin bir yanıta ulaşılamaz

(2)Felsefe-Sanat İlişkisi

Felsefe ve sanatın amaç ve yönelişleri bakımından benzerlikleri vardır.Her ikisi de evreni,doğayı,insanı anlamaya
çalışır. Her ikisinde de yaratıcılık ön plandadır.Her ikisinde de zorunlu olarak uyulması gereken bir yöntem bulunmamaktadır. Her
ikisi de öznel bir bilgi türüdür.Her ikisi de tümel bilgileri hedefler. FARKLILIKLARI ise Sanatsal bilgi sezgi ve yaratıcı hayal gücüyle
elde edilen bir bilgi türü iken felsefe akıl yürütme yoluyla elde edilir.Filozofun amacı doğru bilgiye ulaşmakken sanatçının amacı
güzele ulaşmaktır. Alışverişleri ise felsefe sanatı ve güzeli kendisine problem edinerek Sanat Felsefi alanını doğurmuştur.Bununla
birlikte her sanat dalının da dayandığı bir felsefi anlayış bulunmaktadır.

(3)Felsefe-Din İlişkisi

Her ikisi de varlığı ve yaşamı bütünsellik içinde ele almaya çalışır.Amaç ve yöneliş bakımından benzerlikleri vardır.Her
ikisi de varlığın ilk nedenlerine yönelirler.Her ikisi de tümel bilgiler elde etmeye çalışır.Her ikisi de özneldir. Dinsel bilgiler varlığın
bilgisini inanca dayalı olarak edinmeye çalışır.Kaynağı ise ilahidir.Dinsel bilgilere vahiy yoluyla ulaşılmıştır ve buz yüzden de akıl
ve mantıkla sorgulanamazlar.Eleştiriye kapalı ve dogmatiktirler. Oysa felsefe bilgisi mantıksal analizler ve akıl yürütmeler yoluyla
bilgiye ulaşır ve dogmatik değildir.Bilgide otorite kabul etmez ve eleştirel sorgulayıcı bilgilerdir. Felsefe dini problem edinerek
inceler ve buradan Din Felsefesi ortaya çıkmıştır.Öte yandan her dinin de kendi içinde felsefi bir dayanağı bulunmaktadır.Örneğin
İslam Felsefesi,Hıristiyanlık Felsefesi vb.

4
FELSEFENİN GEREĞİ

Felsefe öğrenmenin bilimler gibi insan yaşamına doğrudan katkısı olmayabilir ancak dolaylı olarak insan yaşamını
etkiler. Bilgi pratik yaşamda kullanıldığı oranda önem kazanır.
Felsefi bilgi:
1-İnsanın dünyaya bakış açısını değiştirir olaylara eleştirici ve sorgulayıcı yaklaşmamızı sağlar.
2-Hoşgörü kazandırır ve insanı olgunlaştırır.
3-İnsanın anlama ve gerçeği görme ihtiyacını karşılar.İnsanın çevresinde olup bitenleri körü körüne kabullenmeyip her
şeye eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşmasını ve böylece kendi akıl ve düşünce gücüyle olayları anlamasını sağlar.
4-Kişiye kendi görüşlerinden başka görüşlerin de olabileceğini, başkalarının da doğru düşünebileceğini gösterir
başkalarının görüşlerine saygı duymayı onlara karşı hoşgörülü olmayı kazandırır.Düşünceyi ifade etme özgürlüğünün önemini
kavratır.
5-Evreni ve insanı düşünce temelinde sorgularken,bilimlere ışık tutar bilimlerin gelişmesine yol gösterir.Bilimlerin
gelişmesinin dinamiğini oluşturur.
6-Bilgi toplumu haline gelmemizde, bilginin üretilmesinde katkıda bulunur.
7-Toplumsal yaşam içerisinde başka insanlarla iletişim kurma, onları anlama ve sorunlarını paylaşmada yardımcı olur
Kısaca Felsefe; evrende düşünen, anlamaya çalışan, sorgulayan, eleştiren, yorumlayan bir varlık olmamızın ayrıcalıklı onurunu
hissettirir.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE FELSEFENİN FONKSİYONU

Felsefe eski yunanda doğa filozoflarıyla başlamıştır. Thales, Anaximandros, Anaximenes, Herakleitos, Parmenides,
Pisagor. Demokritos gibi ilk filozoflar varlığı merak etmişler evrenin nasıl ve nerden oluştuğu sorularına cevap aramışlardır.
Hepsinin evrenin ilk öğesi (arkhesi)nedir diye sorduklarını görürüz.

Evrenin ilk maddesi;

Thales’e göre; su
Anaximenese göre Hava
Herakleitosa göre Ateş
Demokritosa göre Atomdur.

Daha sonra varlık ve arkhe sorunun çözümsüzlüğünü gören ilk çağ filozofları sofistlerle birlikte insana yönelmişler,insan
ve sorunları üzerine tartışmışlar açıklamalar getirmişlerdir.Sokrates,Platon ve Aristoteles kendilerinden önceki görüşleri
toparlayarak daha bütüncül felsefi sistemler kurmuşlardır.Antik yunanın hemen ardından Hellenistik felsefe dönemi başlamıştır
İskender’in doğu seferinde doğu ve batı felsefesinin tanışması sağlanmıştır. Bu nedenle Hellenistik felsefe doğu felsefesinin kısmi
etkilerini taşır.Hellenistik Felsefe döneminde yaşamın amacını, insanın mutlu olmasının yollarını araştıran
Epikürosçuluk ,Stoacılık, Septisizm gibi akımlar doğmuştur.Roma İmparatorluğunun kurulmasıyla doğu ve batı felsefelerinin
senteze doğru gittiğini görürüz. Roma felsefesinde; doğu mistisizmiyle platon idealizmini uzlaştıran Plotinos yeni Platonculuk
akımını kurmuştur.Ortaçağa gelindiğinde batıda Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla felsefe ve akıl,dinin hizmetine girmiş Platonla
Hıristiyanlığın uzlaştırıldığı skolastik felsefe, döneme damgasını vurmuş;din merkezli teokratik ve dogmatik nitelikli skolastik
felsefe, batıda bilimde felsefede duraklamaya hatta gerilemeye yol açmıştır. Ortaçağda;Ticaret amacıyla batıya seferler yapan
Müslümanların, İlkçağ Yunan dönemine ait eserlerle tanışmaları, İslamiyet’in ilime,akla ve öğrenmeye verdiği önem neticesinde
onları alıp getirmeleri; Ayrıca orada kilisenin baskısından kaçanların ticaret kervanlarıyla doğuya gelmeleri sonucu oluşan kültürel
alışveriş neticesinde, İslam dünyası bilim ve felsefede altın dönemini yaşamıştır.İslam dünyası Felsefede, Farabi ve ibn-i

5
Rüşd;Bilimde, İbn-i Sina, Harezmi, Biruni gibi ünlü düşünürlerini yetiştirmiştir. Batı; İslam dünyasındaki felsefi ve bilimsel
gelişmelerin etkisiyle kendi geçmişini hatırlayınca Rönesans ve Reform hareketlerini yaşamış ve uzun mücadeleler sonucu
yeniden felsefe ve bilime yönelmiştir. Bu dönemde Kopernik, Kepler, Galilei, Newton’un buluşları kilisenin otoritesini sarsmış,
bilim yeniden güncelleşmiştir. 20 Y.Y. a gelindiğinde felsefenin salt soyut bir uğraş olmaktan çıkması gerektiği görüşü önem
kazanmış ve insanı toplum ve çevresi ile bağlantılı bir varlık olarak ele alan diyalektik materyalizm, pozitivizm, pragmatizm,
fenomenoloji ve egzistansiyalizm gibi akımlar doğmuştur. Özellikle pozitivizmin bilimi felsefenin temeline koyan yaklaşımının
etkisiyle bilim felsefesi güncelleşmiş modern mantık çalışmaları dil çözümlemeleri yeni pozitivizmle birlikte felsefede yeni bir
uğraşı alanı olmuştur.

METAFİZİK

Doğa üstü konuları ele alan bunları akıl yoluyla açıklamaya çalışan evren ve insanla ilgili çürütülmesi ve ispatlanması
mümkün olmayan yorumlar getiren felsefe alanı metafiziktir.Metafizik kavramı Aristo’nun yazılarını düzenleyen öğrencilerince
kullanılmış, Aristo’nun fizikle ilgili yazılarından sonra yazılanların Metetafizika (fizikten sonra gelen) olarak adlandırılmasıyla
doğmuştur. Metafiziğin konusu Aristo tarafından varlığın ilk nedenlerinin araştırılması olarak belirlenmiştir.Metafizik tarihsel
gelişim sürecinde varlığa, bilgiye, insana;Tanrı ve ruh gibi doğa üstü kavramlarla yaklaşmış duyu organlarının kavradığı nesnel
gerçekliği dışlamıştır.

Metafiziğin Tartıştığı Başlıca Sorunlar:

1-Varlıkla ilgili (ontolojik) sorunlar;


“Gerçekte var olan nedir?”sorusu metafiziğin yüzyıllardır tartıştığı temel sorunlardan biridir.Bu soruya verilen cevaplar iki
akımın doğmasına sebep olmuştur.
a-Materyalizm:Gerçekte var olan maddedir.Düşünce ve ruh maddenin ürünüdür.
b-İdealizm:Gerçekte var olan düşünce ve ruhtur.Madde düşünce ve ruhun ürünüdür.
2-Evrenle ilgili (kozmolojik)sorunlar:Metafizik evrenin nasıl oluştuğunu tartışır.Evrenin oluşumu ile ilgili sorunların
tartışılmasından üç ana akım doğmuştur.
a-Teleoloji(Erekbilim):Evren bir ereğe (amaca)göre oluşmuştur.Genelde Tanrının evreni bilinçli ve planlı bir biçimde
yarattığını savunan görüştür.
b-Mekanizm:Evrende her şey nedensellik ilkesine göre oluşmuştur.
c-Teoloji:evrende olup biten her şeyi Tanrıya bağlayan görüştür.
3-Ruhun varlığı ile ilgili sorunlar: Metafizik “Ruh var mıdır?” ,”Varsa Niteliği nedir?,Ruh bedenle nasıl ilişkiye
geçer?”,”Ruhun ölümsüzlüğü nasıl açıklanır?”gibi sorulara cevap arar.

6
2.ÜNİTE BİLGİ FELSEFESİ (EPİSTEMOLOJİ)

BİLGİ FELSEFESİ
Doğayı meydana getiren ana öğe (arkhe)’nin ne olduğunun merak edilip araştırılmasından itibaren ortaya çıkan
felsefeye önceleri İlkçağ Felsefesi daha sonra Metafizik denilmiştir.Metafiziğin başlıca problemlerinin (Varlık,Tanrı,Ruh) duyu
organlarımızın sağladığı bilgilerle çözümlenemeyeceği anlaşılınca;bu problemlerin akıl ve sezgiye başvurularak çözülebileceği
görüşü ortaya çıkmıştır.O halde bu yetiler (akıl ve sezgi ) gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa,varlığın gerisindekileri
bilmemizi sağlar mı? Türünden sorular ortaya çıkmıştır.Bu ve buna benzer soruların cevaplarının araştırılması,bilgi felsefesini
ortaya çıkaran en önemli gelişme olmuştur.Çünkü bu tür problemler bilgi felsefesini ilgilendirmektedir.

Bilgi Felsefesi;
1-Bilgi Kuramı(Epistemoloji)
2-Mantık alanlarından oluşur.

1-BİLGİ KURAMI (Epistemoloji):

Bilgi Kuramının Konusu:

Bilginin; kaynağı,yapısı,metotları,imkanı,sınırları ve değeri (doğruluğu) ile ilgili problemlerin eleştirici bir gözle
araştırılmasıdır.
Bilgi Kuramının Temel Kavramları:

Bilgi kuramının temel kavramları“suje”,”obje”, ve “bilgi” kavramlarının yanında; “doğruluk (hakikat,verite)”,


”gerçeklik(realite)”,”temellendirme” dir.

Doğruluk(hakikat,verite):
Algılar, kavramlar, bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur. Yani bir ifadenin nesnesine
uygunluğudur.Dünyadaki şeylerin ve olayların (olup bitenlerin)doğru ya da yanlış olması söz konusu değildir. Doğruluk, sadece
düşüncelerin, yargıların,önermelerin özelliğidir. Doğruluk aynı zamanda nesne ili ilgili bilgilere verdiğimiz niteliktir.

Gerçeklik (realite):
Zamanda ve mekanda var olanların tümüdür.Yani nesnenin kendisidir. Gerçeklikle hakikati (doğruluğu) birbiriyle karıştırmamak
gerekir.Çünkü gerçeklik, somut olarak var olanların bütünüdür.Hakikat (doğruluk)ise, var olana (ister gerçek var olana ister
düşünsel var olana) ilişkin bilginin özelliğidir. Örneğin;Pamuğun yumuşaklığı-Gerçeklik Yer çekimi kanunu-Hakikat(doğruluk) tur.
Matematik ve mantık kuralları da bir hakikattir.

Temellendirme:
Bir düşüncenin, bir yargının,önermenin doğruluğunu gösterme,bu doğruluğun dayanaklarını gerekçelerini ortaya koyma
demektir.Doğrulama daha çok deneysel bilimlerin,Temellendirme ise formel bilimler ile felsefenin başvurduğu bir yoldur.
Örneğin:Felsefede önermelerin yargıların deney ve gözlem yoluyla doğrulanması söz konusu olmadığından gerekçe ve dayanak
göstererek temellendirme yoluna gidilir.Bilgi Kuramı temellendirmek istediği kavram ya da soruları derinliğine,genişliğine araştırır
ve aydınlatmaya çalışır.Bunu da genellikle çözümleme (analiz) ve betimleme (tasvir etme) yoluyla yapar.

7
Bilgi Kuramının Temel Soruları:
1-Bilginin değeri ile ilgili sorular;Varlığın doğru bilgisi var mıdır?Varsa bu bilgiler gerçek midir? Elde edilen bilgiler kesin
midir? Kesin ve doğru bilgilerin ölçütü nedir? Hakikat var mıdır? Zihnimiz hakikate erişebilir mi?
2-Bilginin kaynağı ile ilgili sorular: İnsanın elde ettiği bilgilerin kaynağı nedir?Bilgilerimizin kaynağı akıl mıdır?
Bilgilerimiz,duyuma ve deneye mi dayanır?Bilgilerimiz doğuştan mıdır? Bilgilerimiz sezgiye mi dayanır? Bilgi kuramının
problemleri arasında,genel geçer doğru bilgi var mıdır? Sorusunun önemli bir yeri vardır. Bu soru birbirinden farklı cevapların
verilmesine yol açmıştır.Bu cevaplar şunlardır:
Akla dayanan bilgi doğru bilgidir (Rasyonalizm,İnneizm(doğuştancılık),A Priorizm)
Deneye,tecrübeye dayanan bilgi doğrudur.(Empirizm)
Fayda ve başarı sağlayan bilgi doğrudur (Pragmatizm)
Olgulara dayanan bilgi doğrudur. (Pozitivizm)
Duyulara dayanan bilgi doğrudur. (Sensüalizm)
Sezgiye dayanan bilgi doğrudur. (Entüisyonizm)
İnsanın iç tecrübesinden elde ettiği bilgi doğrudur.(Mistisizm,Egzistansiyalizm)
Vahye ve İmana dayanan bilgi doğrudur. (Fideizm)
Saf fenomenlere dayanan bilgi doğrudur. (Fenomenoloji)

2-MANTIK

Mantık; insan aklının kendi hakkındaki bilgisidir. Dar anlamda doğru düşünme kurallarını öğreten bilgidir. Bilgi Kuramı–
Mantık ilişkisi;
-Bilgi Kuramı bilginin objesi ile uygunluğunu temellendirirken mantığın kural ve ilkelerine dayanır.
-Mantık,düşüncenin akıl yürütme yoluyla ilgilenir,yargılar arası ilişkilerin doğruluğu önemlidir, Bilgi kuramı için ise, içeriklerin
doğruluğu önemlidir

BİLGİ KURAMININ TEMEL PROBLEMLERİ

Bilgi Kuramının temel problemi Doğru bilginin imkanı (mümkün olup olmadığı) problemidir. İlkçağ filozofları bilginin
kaynağını sorgulamadan önce,bilginin değeri yani kesin doğru bilginin olup olmadığı üzerinde durmuşlardır.Bu soruya iki şekilde
cevap verilmiştir:

1-Doğru Bilginin İmkansızlığı : İlkçağ felsefesinin ilk dönemi bir doğa felsefesi niteliği gösterir.O dönemin filozofları
sadece duyularla evrenin açıklamasını yapmaya çalışmışlardır.Yani naiv(yöntemsiz,sistemsiz) bir empirizm (deneycilik) ile evren
hakkında esin bilgilere varılabileceğini sanmışlardır. Evrenin oluşumu ve varlıkların kökeni ile ilgili sorulara cevap verilirken
çelişkili görüşlerin ortaya çıkması,her filozofun kendi görüşlerinin doğru,diğerinin yanlış olduğunu iddia etmeleri,bu tür görüşleri
şüphe(kuşku) ile karşılayan sofist denilen yeni bir grup düşünürün ortaya çıkmasına neden olmuştur.Sofistler genel-geçer doğru
bir bilginin varlığından ilk kez şüphe edenlerdir.

SOFİZM (Sofistler):

Sofistler, herkesin üzerinde birleşebileceği bir bilginin olamayacağını savunurlar. ”Gezgin öğretmenler” olarak da bilinen
sofistlere göre hakikatler ve değerler toplumlara ve hatta insanlara göre değişebilir.Çünkü bilgi olarak yalnızca duyu algılarından
oluşmuş zan(sanı)lar vardır. Bunlar da insandan insana değişir.Dolayısıyla herkesin kabul edebileceği genel-geçer bilgi olamaz.
NOT:Kişiden kişiye değişen bilgilere göreli bilgi; Bilginin kişiden kişiye değiştiğini savunan düşüncelere de görecilik (relativizm)
denir. Sofistlerin en ünlüsü Protagoras’tır.O’na göre İnsan her şeyin ölçüsüdür. Diğer bir sofist Gorgias’tır.O’na göre gerçek
yoktur,olsaydı bilinemezdi,bilinseydi bile başkasına bildirilemezdi.

8
SEPTİSİZM(şüphecilik) :

(Duyularımız bizi yanıltır,gerçeği bilmek mümkün değildir,yapılacak şey yargıdan kaçınmaktır) Septisizm Sofizm’in
sistemleştirilmiş şeklidir. Septisizm akımının önde gelen isimleri Pyrron,Timon,Arkesilaos ve Karneadestir. Septisizm, insan
zihninin kesin bilgiye ulaşamayacağını,gerçeğin özünü bilemeyeceğini bu bakımdan herhangi bir konuda (ana varlık,ruh,Tanrı gibi
konularda) olumlu ya da olumsuz yargıda bulunmanın yersiz olduğunu ileri süren bir öğretidir. Septikler gerçeği bütünüyle inkar
etmez, sadece KESİN yargıdan kaçınırlar.
Septiklerin şüphesi Descartes’in şüphesinden farklıdır. Septiklerde şüphe amaç, Descartes’te araçtır.Descartes şüpheyi
bir yöntem olarak kullanmıştır.Descartes açık ve seçik olmayan hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmez.Descartes;önce Tanrı da
dahil her şeyden şüphe etmiştir.Bu şüphesi kesinlik ifade eden bir esasa ulaşıncaya kadar devam etmiştir.Bu esas O’na
göre,DÜŞÜNMEKTİR.Sadece düşündüğünden şüphe edemez olmuştur.Böylece COGİTO ERGO SUM “düşünüyorum öyleyse
varım” formülüne ulaşmıştır.Bu formülü bulunca varlığın ancak Tanrıdan gelebileceğini düşünmüştür.”Tanrı da mükemmel
olduğuna göre aldanmaz ve aldatmazdır.Öyleyse O’nun bilgisi kesindir.” Diyerek doğru bilginin temeline Tanrının yanılmazlığını
almıştır. O’na göre artık “Tanrının bildirdikleri ve kendisinin düşünebildiği hakikatinin dışında her şeyden şüphe etmelidir. Ta ki
açık seçik bilgiye ulaşıncaya kadar. Bu şüpheciliğe Bilimsel şüphecilik de denir Bunda ilkçağ septisizminin (dogmatizme karşı
insan zihnini uyardığı için) etkisi büyüktür. Septisizm bilimin ve teknolojinin olağanüstü başarıları sonunda varlığını
sürdürememiştir.Çünkü “doğru bilgi mümkün müdür?” diye bir soru kalmamıştır.

2- Doğru bilginin İmkanı:

Doğru Bilginin mümkün olduğunu ileri sürenlerdir. Burada bilginin değeri ve kaynağı konusu birleştirilmiştir. Bunlara
Dogmatikler de denilebilir. Dogmatizm: Bir takım ilkelerle insan bilgisinin mutlak hakikate ulaşabileceğini iddia eden anlayışa
denir. Septisizmin tam zıddıdır.

RASYONALİZM:

(Genel geçerli doğru bilgi vardır ve kaynağı akıldır) Rasyonalizm; felsefede dogmatik bir akılcılık olarak
tanımlanırken;günlük dilde,önyargılardan ve duygusal saplantılardan arınmış bir akıl yürütme olarak tanımlanır. Rasyonalizme
göre;” genel-geçer bir bilgi vardır ve kaynağı akıl ve düşünmedir. Akıl doğuştandır. ”İlkçağdan günümüze kadar başlıca
Rasyonalistler şunlardır.Sokrates,Platon,Aristoteles,Farabi,Descartes,Hegel.

SOKRATES:

 Sokrates’e göre;”insan bilgisi doğuştan gelir.” Atina sokaklarında dolaşarak,her konuyu tartışır,halka değer
yargılarına körü körüne inanmanın yanlışlığını göstermeye çalışır.
 Bunu yaparken diyalektik yöntemini kullanmıştır.Bu yöntem diyalog esasına dayanır.İki aşaması vardır:
1-İroni (alay):Sorular sorarak çok şey bildiğini zanneden kişinin hiçbir şey bilmediğini ortaya çıkarır. Onunla alay ederek
yeni cevaplar aramaya yöneltir.
2-Maiotik (düşünce doğurtma):Hiçbir şey bilmediğine inanmaya başlayan kişinin bulduğu cevaplarla aslında çok şey
bildiğini kanıtlar. (örneğin bu yöntemle bir çobana geometri problemi çözdürdüğü söylenir)
 O’na göre; Bilgilerimiz doğuştandır ve doğuştan olan bu bilgilerimiz genel-geçerdir. Bu anlamda Sokrates’e
göre öğretmen aslında öğrencisine yeni bir şey öğretmez sadece doğuştan onun aklında var olan bilgiyi açığa
çıkarır.

9
PLATON: (MÖ.427-347)

 Platon’a göre İdealar ve görünenler(fenomenler) evreni olmak üzere iki türlü evren vardır.
 İdealar evreni;doğmadan önce içinde bulunduğumuz ve her şeyin gerçeğinin bulunduğu evrendir.Ancak akılla
kavranır.
 Görünenler (fenomenler) evreni;halen içinde yaşadığımız nesneler evrenidir. Görünenler evreni idealar
evreninin bir kopyası,gölgesi (yansımasıdır.).Görünüşler dünyası olan bu evrenin bilgisi duyu organları ile elde
edildiği için doxa (sanı) dır, aldatıcıdır.Çünkü duyu verileri kişiden kişiye değişen aldatıcı,göreceli bilgilerdir.
 Bu nedenle doğru bilginin kaynağı duyular olamaz.İdealar evreninin bilgisi akılla elde edildiği için doğru genel-
geçer bilgidir.Akılla idealar evreni hakkında kesin bilgi elde edilebilir.Bu nedenle doğru bilginin kaynağı
akıldır.Platon’a göre bilmek ideaları hatırlamaktır.

ARİSTOTELES (MÖ.384-322)

 Var olan bir şeyle ilgili gerçek bilgiye sahip olmak için onun varlığa gelişini sağlayan dört nedeni bilmek
gerekir. Bunlar:
a.maddi neden(neden yapıldığı)
b.formel neden(varlığın özü)
c.fail neden(varlığa getiren neden)
d.ereksel neden(varlığa geliş amacı)

 Aristo’ ya göre insan doğuştan bilgi getirmez , aksine doğuştan bilgiyi üretme kapasitesi olan aklı getirir.
Sonra aklını kullanarak bilgiye ulaşır.

NOT:

FARABİ:

 İslam felsefesinin kurucusudur.


 Akıl ile dini birleştirmeye çalışır.(İslam dinini felsefi bir teme oturtma)
 Bilginin iki kaynağı vardır. a. Duyu bilgisi: dış dünyayı algılarız.
b. Akıl bilgisi : kendi iç dünyamızın bilgisidir.
 Genel – geçer güvenilir bilgiye akıl ile ulaşılabileceğini söyler.

10
RENE DESCARTES <DECART>: (1596-1650)

 Modern felsefenin kurucusu sayılır.


 Modern Rasyonalizm’in öcüsü ve Analitik Geometrinin kurucusudur.
 Descartes’a göre üç türlü bilgi vardır:
1-Doğuştan gelen 2-Yapma 3-Arızi bilgiler
Allah fikri,ruh,uzay ve tüm matematiksel düşünceler doğuştandır.
 Aklın kavradığı doğuştan olan bu bilgilerin dışındaki bütün bilgilerimiz duyularla kavranmış niteliktedir, arızi
geçici bilgilerdir.
 Descaretes’ göre bu bilgiyi elde etmenin dört aşaması vardır;
1-Doğruluğunu apaçık bilmediğim şeyi doğru kabul etmemek (apaçıklık)
2-İncelenecek şeyleri bölümlere ayırmak (bölme,analiz)
3-En kolay bilinenden,en karmaşığa doğru yükselmek (Basitleştirme ve sıra)
4-Gözden geçirmek (sayma ve kontrol)

 Descartes, duyulara güvenmediği için, duyularla elde edilen bilgilerin şüpheli olduğunu düşündü. Matematiği
ve Fiziği apaçık ve kesin bilginin modeli olarak aldı. Onun dışındaki her şeyden bir kere de olsa şüphe etti.
O’na göre kesin bilgi bu şüphe edişten çıkmaktadır. Descartes böylece ;“Mademki her şeyden şüphe
ediyorum, öyleyse düşünüyorum; Madem ki düşünüyorum, öyleyse varım”(Cogito Ergo sum) formülüne ulaşır.
Bu sonuç O’na göre apaçık, kesindir.
 Descartes’in rasyonalizmi, iyi yönetilen her zihnin kesin, genel-geçer bilgiye ulaşabileceği örüşüne dayanır.

HEGEL: (1770-1831)

 Alman idealizminin ve rasyonalizminin öncülerindendir.


 Hegel’e göre deneye başvurmadan sırf akıl ile kesin bilgiye ulaşılabilir.
 Duyu organlarınca elde edilen bilgilerin kesin genel-geçer bilgiler olmadığını düşünür.
 Hegel felsefesi, gelişme kavramına dayanır. Her şeyin değişme ve hareket halinde ve birbirine bağlı olarak değiştiğini
savunur.Herakleitos’un diyalektik yöntemini geliştirmiştir.Düşüncedeki değişmeler maddedeki değişmelere yol açar. Bu
değişime yol açan doğadaki zıtların mücadelesidir.
 Hegel’e göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu gerçekleşir. Bu süreç Tez-Antitez-Sentez sürecidir.Örneğin;”varlık”
kavramı üzerinde düşünürsek,Varlık(tez) bunu düşününce hemen karşıtını düşünürüm,Yokluk (antitez) buradaki
çatışma uzlaştırıcı bir kavrama götürür,Oluş (sentez) sonucuna ulaşırız. Çiçek (tez),çiçeğin yok olması
(antitez),meyve(sentez) Çiçek,meyvenin ortaya çıkmasına yol açar,ama meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok
olması gerekmektedir.
 Her şeyin temelinde evrensel varlık olan GEİST (ide-saf akıl) vardır.

11
EMPİRİZM (DENEYCİLİK)

 İnsan doğuştan hiçbir bilgi getirmediğini, bilgilerimizin kaynağında yalnız deney ve gözlem olduğunu savunan akımdır.
Rasyonalizme karşı tepki olarak ortaya çıkmıştır.
 Temsilcileri: J. LOCKE, D. HUME, BERKELEY.

J. JOCKE: (1632-1704)

 İnsan zihni doğuştan boş bir levha gibidir.(tabula rasa)


 Bu boş levha üzerine bilgilerimiz deney sonucunda yazılır. Bilginin iki kaynağı vardır:
a. dış deney: dış dünyayı duyularımızla tanımamızı sağlar.
b. İç deney: insanın kendi bilicinde olup bitenleri anlamasını sağlar.

D. HUME: (1711-1776)

 Zihinde bulunan her şeyin tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde dış dünyanın beş duyu organıyla algılanması
vardır. Bütün bilgilerimiz dış deneyden(deneyimlerden) gelir.
 Bilincin içindekileri ikiye ayırır:
a. izlenimler: kuvvetli algılardan oluşan duyumlardır.
b. İdeler: zayıf algılarla oluşan hatırlama ve hayallerdir.

 Nedensellik ilkesi: zorunlu bir doğa ilkesi değil, alışkanlık ya da çağrışıma dayalıdır. Örnek: bugüne kadar ateşe konan
suyun kaynamak yerine buz tuttuğunu görseydik buna alışır ve benimserdik.

SENSUALİZM(DUYUMCULUK:

 Bilginin elde edilmesini beş duyu organına bağlayan görüştür. Empirizmin içinde erimiştir.
 Temsilcileri: EPİKÜROS ve CONDİLLAC’tır.
 CONDİLLAC “çayı tanımak istiyorsan tat, çiçeği tanımak istiyorsan kokla “ diyerek duyu organlarının önemini
vurgulamıştır.

12
KRİTİSİZM (ELEŞTİREL YAKLAŞIM)

 Temsilcileri : KANT

İ.KANT: (1724-1804)

 Kant bu felsefede rasyonalizm ve empirizm akımlarının sentezini yapar.


 Metafizik alanın bilinemeyeceğini söyleyen KANT ancak olgusal dünyanın tanınabileceğini ancak bunun da duyulardan
gelen bilginin akılla işlenerek ortaya konabileceğini savunur. Böylece insan bilgisinin sınırlarını çizer.
 Kant’a göre bilgilerimizin ham maddesi duyular aracılığı ile gelir. Ona göre zihnimizde doğuştan 12 kategori vardır. Bu
ham madde halindeki bilgi zihnimizde doğuştan bulunan kategorilere gelir. Burada akıl ilkeleri ile işlenerek doğru bilgi
elde edilir.

DUYULARIN BİLGİSİ + AKIL İLKELERİ = DOĞRU BİLGİ


EMPİRİZM + RASYONALİZM = KRİTİSİZM

ENTÜİSYONİZM (SEZGİCİLİK)

 Doğru bilgiye araçsız ve doğrudan sezgiyle ulaşılabileceğini savunan akımdır.


 Temsilcileri: H.BERGSON, GAZALİ

H. BERGSON: (1859-1941)

 Sezgiyi zekadan ayırır, onun içgüdüden geldiğini söyler.


 Ona göre zeka gerçeği kavramada başarısız olur. Zeka ancak dış dünyayı kavrayabilir. Zeka nesneleri ayırır, böler,
analiz eder sonra bilgi elde eder. Oysa hayat bir bütündür. Sezgi bir anda parçalara ayırmadan, bozmadan doğru bilgiyi
yakalar. Gerçeklik yalnızca sezgiyle kavranabilir.

GAZALİ: (1058-1111)

 Gazali’ye göre kesin bilgiye sezgi yoluyla ulaşılır.


 İnsanda iki göz bulunur. Bunlardan birincisi fiziki gözdür. İnsan bununla maddi dünyaya yönelir ve bazı bilgilere ulaşır.
Gazali bu bilgilerin kesinliğine güvenmez. İkincisi kalp gözüdür. İnsan kalp gözü, sezgiyle gerçeği kavrar.
 İnsan kalp gözünün açılması için kalbini temizlemeli, arzularından kurtarmalıdır. Buda uzun ve yorucu bir çabayı
gerektirir. Kalp gözü açılan biride dış dünyayı ve fizik ötesini daha iyi bilir.

13
POZİTİVİZM (OLGUCULUK)

 Doğru bilgiye somut olan olguların incelenmesiyle ulaşılabileceğini, bu tür bilgileri yalnızca deneysel bilimlerin
sağlayabileceğini ileri süren felsefi sistemdir.
 Temsilcileri: S. SİMON, A. COMTE

A . COMTE: (1798-1857)

 İngiliz filozofu ve sosyoloji biliminin kurucusudur.


 Comte’a göre bilimin tek amacı olgular arasındaki değişmez ilkeleri ya da doğal yasaları bulmaktır. Bu ise yalnızca
deney ve gözlem yoluyla gerçekleşir. Bu yolla elde edilen bilgi pozitif bilgidir.
 Ona göre deneyle denetlenmeyen sorunları(metafizik öğelerden arındırma) felsefe konusu dışına bırakmalıdır. (Comte
metafiziği felsefeden uzaklaştırıp doğa bilimlerine yaklaştırarak bilimsel felsefenin temellerini atmıştır. )
 Comte ‘a göre toplumun yeni baştan düzenlenmesinde kullanılacak bilgi pozitif bilgidir. İnsanlık bu bilgiye erişmek için
üç evreden geçmiştir. Buna üç hal yasası denir. Bu aşamalar:
a. teolojik evre: insan evreni tanrısal ve manevi nedenlerle açıklar. (DİN)
b. Metafizik evre: evreni açıklamada algılanamayan soyut kavramlar kullanılır. (FELSEFE)
c. Pozitif evre: bu evrede olaylar gözlem ve deneye dayanarak açıklanır.(BİLİM)
 Comte’a göre bu evrelerden nesnel ve genel-geçer bilgiyi ancak pozitif evre yani bilim verebilir.

ÖRNEK: YAĞMUR OLAYINI BAKIŞI ANLAT….

PRAGMATİZM (FAYDACILIK)

 Doğruluğu ve gerçekliği yalnızca eylemlerin sonuçları ile değerlendiren ve onlara fayda açısından bakan akıma
pragmatizm adı verilir.
 Temsilcileri : W. JAMES, J. DEWEY

W. JAMES: (1842-1910)

 Doğruyu ve gerçeği eylemin sonuçları açısından değerlendirir.


 Ona göre pratikte yararlı olan her şey anlamlı olarak kabul edilmelidir. Uygulamada yararlı sonuçlar getirmeyen her
kavram anlamsızdır.
 FELSEFESİ “DOĞRU BİLGİ İŞE YARAYAN BİLGİDİR, YARAMIYORSA DOĞRU DEĞİLDİR”

14
ANALİTİK FELSEFE (ÇÖZÜMLEYİCİ FELSEFE)

 Felsefenin görevini dil çözümlemeleriyle sınırlayan felsefi akımdır.


 Temsilcileri: WİTTENGSTEİN, CARNAP, REİCHANBACH
 Bu görüşe göre felsefenin görevi dil analizlerdir. Bilimin diline girmiş metafiziksel kavramları bilim dilinden çıkartmalıdır.
 Sınanamayan önermeler anlamsız metafizik önermelerdir.
 Önermeler olgulara uygunsa anlamlı değilse anlamsızdır.
 Doğru bilgiye ancak mantıklı dil çözümlemeleriyle ulaşılabilir.

FENOMENOLOJİ (ÖZ BİLİM)

 Fenomenleri ve bilincin verilerini inceleyerek fenomenin özünü yakalamaya çalışan felsefi akımdır.
 Temsilcileri: MAX SCHELER, E. HUSSERL

E. HUSSERL: (1859-1938)

Fenomen: bilincimizin kavrayabildiği bize göründüğü şekliyle varlık demektir.


Öz: bir nesneyi başka bir şey değil de kendisi yapan özelliklerdir.

 Ona göre felsefenin konusu zaman üstü ve zaman dışı özlerdir. Bu özlere fenomen denir.
 Bu fenomenleri bilincin kavramasıyla bilebiliriz.
 Doğru bilgi özlerin bilgisine ulaşıldığında elde edilir.
 Olayların özüne ulaşmak için önceki bilgilerden sıyrılmak gerekir. Buna parenteze alma yöntemi denir.

15
3. ÜNİTE BİLİM FELSEFESİ

Bilimlerde görülen büyük gelişmeler dikkatleri bilime yöneltmiştir. Bilim felsefesi bilimsel kesinlik ve bilimsel sistem
düzeyine erişen bir bilgiyi inceler. Bilim felsefesinin inceleme alanına, bilimin yanında bilimin özel yöntemleri, düşünce biçimleri
bilimlerin hangi ana gruplara girebileceği gibi problemler girer.

Konusu: bilimsel bilginin yapısını ve özelliklerini, bilimin kapsamını ve yöntemini, bilimsel kuram ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi
araştıran felsefe disiplinidir.

BİLİMİN TARİH İÇİNDEKİ GELİŞİMİ

İlk çağda bilim felsefe ile iç içe iken, matematiğin felsefeden ayrılmasıyla bilimlerin felsefeden ayrılışı başlamıştır.
Avrupa ortaçağda bir durgunluk dönemi geçirdiğinden 5. ve10. Y:Y arasında felsefe ve bilim alanında önemli bir gelişme
olmamıştır. Bu dönemde İslam ülkelerinde felsefe yanında bilim ve teknikte gelişmiştir. Ortaçağda duraklayan, bilimlerin
felsefeden ayrılma hareketi Rönesans ve sonrasında hızlanmıştır. Bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirerek; bilim
felsefesinin ortaya çıkmasını hızlandırdı.

BİLİMİN FELSEFENİN KONUSU OLUŞU


19. ve 20. Y:Y.da bilimin olağanüstü başarı sağlaması, ona olan ilgiyi büyük ölçüde arttırmıştır. Bu ilgi düşünen kişileri;
neyin bilim olduğu neyin olmadığını; ayırmaya, birtakım ölçütler aramaya ve bilimi sorgulamaya yöneltmiştir. Bu da bilimin
felsefenin konusu içine alınmasına yol açmıştır. Sorun, felsefeyi bilimleştirmekten çok bilime aykırı düşmeyen ve bilimlerle verimli
etkileşim içinde bulunan bir felsefe türünü oluşturmaktır.

BİLİME FARKLI YAKLAŞIMLAR

1-ÜRÜN OLARAK BİLİM:

 Temsilcileri Reichenbach , Carnap ve Hempel’ dir.

 Bu yaklaşıma göre: bilim, bilimsel yöntemlerle yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkan üründür. Bilimi anlamak için, yazılmış
metinlere, bilim adına ortaya konan ürünlere bakmak gerekir. Bu yapılırken bilim adamının yaşantısı, kişiliği, ilişkileri, içinde
yer aldığı kültür dikkate alınmaz.

 Bu ürünlerin mantıksal açıdan çözümlenmesi ve dilinin incelenmesi gerekir. Günlük konuşma diliyle yazılmış eserlerin
sembolik dile çevrilmesi gerekir. Bu görüşe mantıkçı pozitivizm denir.
 Bu yaklaşım bilimi diğer disiplinlerden, örneğin teoloji ve metafizikten ayırmak, felsefeye bilimsel bir kimlik kazandırmak
amacındadır.

16
2-ETKİNLİK OLARAK BİLİM:

 Temsilcileri Kuhn ve Toulmin’dir.

 Bu yaklaşıma göre bilim bir kültür ortamında oluşur ve bu ortamda yaşayan bilim adamlarının bir etkinliğidir. Bilimi anlamak
için; bilim adamlarının yaşayış biçimine, inançlarına, içinde yaşadıkları kültür ortamına bakmak gerekir.

 T. Kuhn bilimi paradigma kavramıyla açıklar. Paradigma “belli bir gerçekliğin ortak terimlerle algılanışı ve anlaşılmasını
sağlayan kavramsal çerçevedir.” Paradigma aracılığı ile dağınık ve düzensiz halde bulunan bilgilerimiz ve çalışmalarımız
düzenli ve tutarlı hale gelir. Bilimde paradigmal bir geçiş vardır.

 Paradigmanın değişmesi bir devrim niteliğinde olur. Paradigma gerçeği açıklamada yetersiz kaldığında yeni paradigmalar
aranır, bulunduğunda o bilimde devrimci bir yenileşme olur, o paradigma ekseni etrafında yeni bir bilimsel topluluk oluşur ve
yeni bir bilimsel dönem başlar.

 ÖRNEK: dünyanın oluşumuna ilişkin düşüncelerdeki değişiklikler….

KLASİK GÖRÜŞE GÖRE BİLİMİ NİTELEYEN ÖZELLİKLER


(bilimsel bilginin özellikleri)

1-Bilim olgusaldır

2-Bilim mantıksaldır

3-Bilim genelleyicidir

4-Bilim nesnel(objektiftir)

5- Eleştiricidir.

BİLİMSEL YÖNTEMİN ÖZELLİKLERİ

Bilimsel yöntem olguları betimleme –açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur. Betimleme ilk aşamayı
oluşturur. Betimleme gözlem ve deneyden oluşur. Açıklamayla ilk aşamada betimlenmiş olan olgular ve birbirleriyle ilişkilerini
yansıtan empirik genellemeler bazı teorik kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir.O zaman varsayımlara
başvurulur.Doğrulanmış varsayımlar teorileri oluşturur.Teorilerin genelleştirilmesiyle ortaya çıkan kesin,genel-geçer doğrular da
kanunları oluşturur.

17
KLASİK GÖRÜŞ AÇISINDAN BİLİM

Klasik görüşe göre;

1-Bilim yeryüzündeki nesneleri araştırma etkinliğidir.


2-Bütün bilimler temelde birleştiklerinden birbirleriyle bağlantılıdır.
3-Bilim (yanlış bilgilerin ayıklandığı) birikimsel bir süreç izler.
4-Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler kesinleştirilir,bilinmeyenler bilinir duruma getirilir.

Klasik görüşün en iyi temsil edildiği felsefe akımı Pozitivizm ve daha sonra Mantıkçı Pozitivizm’dir

KLASİK GÖRÜŞE YAPILAN ELEŞTİRİLER

 Bilim nesnel bir etkinliktir ama bilim adamından bağımsız olarak değerlendirilemez.

 Bilimsel gelişme, kuramların yanlışlanması yoluyla değil devrimler yoluyla olur.

 Doğadaki olguları inceleyen doğa bilimlerinin yanında kültür dünyasını inceleyen kültür bilimleri vardır. Kültür dünyası
matematiksel fiziğin yöntemleriyle incelenemez, dolayısıyla bilimler matematiksel fiziğe indirgenemez.

 Bilimin birikimsel bir süreç izleyerek ilerlediği ve mükemmele ulaşıp insanların tüm sorunlarını çözdüğü doğru değildir.
Bilimde ilerleme değil değişmeler vardır.

 Bilim gelecekte insanların tüm sorunlarını çözecek en yüce değer değil, insan etkinliklerinden yalnızca biridir.

BİLİMSEL AÇIKLAMA-ÖNDEYİNİN ÖZELLİKLERİ

Öndeyi olgular arası ilişkilerden ve ya bu ilişkileri ifade eden genellemelerden yararlanılarak henüz olmamış bir olguyu
önceden kestirmedir. Örnek: Newton fiziğindeki bazı yasalardan yararlanılarak gelecekteki ay ve güneş tutulmalarını önceden
bilmek gibi. Bir teori ve ya hipotezden çıkarılan her mantıksal sonuç bir öndeyidir.

Bir olguyu izah etme oluş nedenini ortaya koyma işi bir açıklamadır. Bilimsel açıklama nedenleri bilinmeyen olguların,
nedeni bilinen olgularla anlatılmasıdır. Bilimsel açıklama bir neden sorusunun yanıtıdır. Örnek: dünya neden döner? vb sorular.

Varsayım-Kuram İlişkisi:

1-Varsayımlar kuramlara dönüşebileceği gibi;gelişmiş kuramlar da genellikle varsayımsal öğeler içerir.


2-Varsayım bir tek önermeyle ifade edildiği halde ;kuram bir bütünlük içinde düzenlenmiş önermeler sistemiyle dile
getirilir.

18
3-Varsayım belli ve sınırlı bir açıklamadır;oysa kuram kapsamlı ve köklü açıklamalar getirir. Bilgi edinme süreci
aşamasında ortaya atılan geçerliliği ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar
bütününe BİLİMSEL KURAM denir.
BİLİMİN DEĞERİ

 Tarih boyunca; bilimi bilgiye giden önemli ve tek yol olarak görenler olduğu gibi bilimden korkan ve kuşku duyanlar da
olmuştur..
Oysa bilim ne en yüce varlığın en yüksek düzeydeki etkinliği ; ne de zavallı insanın zarar verici bir etkinliğidir.. Bilim
insanın diğer etkinliklerinden biri olarak çok yönlü bir varlık alanına sahiptir.. İnsan ilgi ve isteği doğrultusunda bilimsel bilgiden
başka gündelik bilgi,dini bilgi,sanat bilgisi, v.b ile de uğraşmaktadır.. Diğer bilgi türleriyle birlikte bilimsel bilginin ve onun ürünü
olan teknolojinin insan hayatındaki yeri açıkça bilinmektedir.

 Bilimin iki farklı önemi ve işlevi vardır. Birincisi bilimin teknolojiye uygulanmasında ve yarara yönelik buluşlarda kendini
gösterir. Diğeri ise nitelikleri belli bir düşünme yapısı ve akılcı bir dünya görüşü oluşturmada rol oynar.

 Bilimsel bilginin diğer bilgi türleriyle tamamlanması gerekliliği

 Yaşamla bilimsel bilginin iç içeliği

 Bilimin olumsuz getirilerinden örnekler verilecek.

19
4.VARLIK FELSEFESİ(ONTOLOJİ)

KONUSU:

Varlığın nedenlerini ve ilk ilkelerini araştıran felsefe disiplinidir. Varlık felsefesinin konusu “var olanlardır. Varlık
felsefesinin konusunu oluşturan “varlık”, şu ya da bu varlık olmayıp, tüm bu varlıkları da içine alan tümel varlık ya da varlık
kavramının kendisidir. Yani varlık felsefesi, bilimlerin konu edindiği reel varlıklar alanındaki varlıklarla değil, daha çok ideal
varlıklar alanındaki varlıkla ilgilenir.

Varlık Felsefesi açısından var olanlar iki biçimde ele alınır.

1-Gerçek(reel) Varlıklar: İnsan bilincinden bağımsız olan, zaman içinde değişebilen varlıklardır. Gerçekte,nesnel olarak
var olanlar: Gerçek varlık,gerçekliğini nesnelerden,olaylardan,kişilerden alan;belli bir zaman ve mekanda var olandır.Gerçekte var
olanlar duyu organları ile algılanır. Örneğin: masa, sıra,kitap v.b.

2-Düşünsel(İdeal) Varlıklar: İnsan bilincine bağlı olarak var olanlar varlıklardır. İdea’da (zihinde, düşünsel) olarak var
olanlar: İnsanların zihinlerinde oluşturdukları kavramlardır. Zihinde var olanları insanlar bir takım olay ve ilişkilerden soyutlayarak
elde ederler, bu nedenle duyu organları ile kavranamazlar. Örneğin: pi sayısı, geometrik şekiller vb.

BİLİM VE FELSEFE AÇISINDAN VARLIK:

Bilim ve Felsefenin varlığa bakış açıları şu noktalardan farklılaşır:

1. Bilime göre varlık tartışmasız vardır. Bilim varlığın var olduğunu ön kabul olarak benimser ve var kabul ettiği varlıkla
ilgili neden-sonuç ilişkileri kurar. Felsefe varlığın var olup olmadığını da tartışır, eleştirel bir tavırla yaklaşır.

2.Bilimler konularına göre varlığı parçalara ayırarak, kendilerine özgü yöntemlerle inceler. Felsefe, varlığı bütün halinde
görür ve bütün halinde incelemeye çalışır. Bunun içinse gerekirse tüm bilimlerin sonuçlarını kullanarak genel kuramsal
açıklamalar yapar.

3. Bilim sadece maddi fiziksel varlıkları konu alır, felsefe zihinsel ruhsal varlıklarla da ilgilenir.

4. Bilim varlığın bilgisine bilimsel yöntemlerle ulaşırken felsefe akıl yürütmelerle ulaşır.

METAFİZİK VE ONTOLOJİ:

Metafizik sözcüğünü felsefe tarihinde ilk kullanan filozof Aristoteles’tir. Yazmış olduğu ve daha çok ontoloji(varlık)
problemlerini ele aldığı kitabının ilk bölümüne “Fizik”,ikinci bölümüne “Metafizik” adını vermiştir. Buradaki anlamıyla “metafizik”,
“fizik” adlı bölümden sonra gelen bölüm anlamını taşımaktadır. Aristoteles kitabının bu bölümünde ontoloji problemlerini ele almış,
yani metafizik ile ontolojiyi bir ve aynı anlamda kullanmıştır.

20
Bununla birlikte geçen yıllar içerisinde “metafizik” sözcüğü ile “ontoloji” sözcüğünün anlamları farklılaşmıştır.
“Metafizik”;bugünkü anlamıyla, ispatlanması ve çürütülmesi mümkün olmayan, daha çok doğaüstü varlıklar alanına ilişkin
sorunlarla ilgilenir. Duyularla algıladığımız dünyanın ötesinde bulunan gerçekliği araştıran bir felsefe disiplinidir. “Ontoloji” varlığı
konu edinen ve onu sorgulayan felsefe dalıdır. Var olanın temel yapısını, türlerini, var oluş tarzlarını ele alır.

VARLIK FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI:

Ontolojinin soruları şunlardır:

1. Varlık var mıdır?


2. Varlığın ana maddesi nedir?
3. Evren nasıl oluşmuştur?
4. Evrenin bir amacı var mıdır?
5. Varlıkta özgürlük var mıdır?
6. Ruh nedir?
7. Ruh ölümsüz müdür?
8. Ölüm nedir?

ONTOLOJİ AÇISINDAN VARLIK

VARLIĞIN OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ:

Varlığın var olup olmadığı ilk çağlardan bugüne ontolojinin tartıştığı temel problemdir. Bu probleme genelde iki bakış açısıyla
yaklaşılmıştır.

A.VARLIĞIN OLMADIĞINI SAVUNANLAR

NİHİLİZM(HİÇCİLİK)

Felsefede hiçbir şeyin var olmadığını ve ya hiçbir şeyin bilinemeyeceğini savunan görüştür. Antik Nihilizm’in temsilcileri
Gorgias, Protogoras ve Hippias’dır. Antik nihilizmin temsilcisi olan sofistler, varlığı bir duyum ve algı problemi olarak ele alırlar.
Ontoloji alanında nihilizmin ilk temsilcileri ilk çağ sofist filozoflarından Gorgias’tır.
Gorgias,”varlık var mıdır?”sorusuna “yoktur” cevabını verir. Gorgias’a göre;”varlık yoktur. Olsa bile bilinemez. Bilinse
bile bildirilemez.”
Protogoras’a göre ise aynı varlığa ilişkin herkesin duyum ve algısı farklı farklıdır. Bu yüzden de bir tek değil pek çok
varlık anlayışı ortaya çıkmaktadır. Varlık göreceli, kişiden kişiye değişen bir özellik gösterir.

Taoizm:

İlk çağda Çin’de Lao-Tse ‘nin kurduğu taoizm gerçeğin tüm çeşitliliğine karşın “bir” (tao) olduğunu ve bunun adının,
biçiminin, maddesinin, görüntüsünün olmadığını savunur. Ona göre “Tao” evrendeki tüm karşıtlıkları kendisinde birleştiren
tanımlanamaz bir şeydir. İyidir, aynı zamanda kötüdür; güzeldir, aynı zamanda çirkindir; vardır, aynı zamanda yoktur vb. O’na
göre aldatıcı olan dünya, varlıktan yoksundur. Başlangıçta felsefi bir öğretiyken zamanla dinsel bir özelliğe bürünmüştür.

Anarşizm:

21
Nihilizm’e göre hiçbir varlık gerçekten var değildir ve varlığı var olan olarak kabul eden görüşlere karşı çıkar. Nihilizm
hiçbir değer ve kural tanımayan bir görüştür ve toplumda düzeni sağlayan tüm otoriteleri reddeder. Nihilizm bu biçimiyle siyasal
anlamda anarşizme temel oluşturur. Anarşizmin en önemli temsilcisi Cernişevski’dir. Öte yandan Nietzsche; Toplumsal değer ve
normları tümüyle inkar ederek nihilizmin 19.yy.daki önemli temsilcisi olmuştur.

B.VARLIĞIN VAR OLDUĞUNU SAVUNANLAR

REALİZM (GERÇEKÇİLİK)

Realizm varlığın insan bilincinin dışında insan bilincinden bağımsız olarak var olduğunu savunur. Realizme göre dış
dünya bizden bağımsız olarak vardır. Var olan nesnel olandır, duyu organları aracılığıyla algılanabilir olandır. Tarih içerisinde pek
çok realizm anlayışı görülür. Bunlar:

1.Kavram Realizmi
Kavramların insan zihninden bağımsız gerçek varlıklar olduğunu öne süren yaklaşımdır. Güzel insan, güzel çiçek, güzel
kuş geçici varlıklar iken güzellik kalıcı gerçekliktir.Bu örnekteki kavram, güzellik, soyut, genel ve değişmez bir varlıktır.Demek ki
asıl varolan şu ya da bu insan değil insan kavramıdır.Ortaçağ boyunca süren “tümel varlıklar mı, yoksa tekil varlıklar mı gerçek
varolandır?” tartışması kavram realizmini ikiye ayırmıştır:

a.Nominalizm
Bu görüşü savunan filozoflar kavramların sadece nesnelerin adları olduğunu,asıl gerçek varlıkların ise tekil kavramlar
“şu insan”,”bu ağaç”, “o ev” vb. olduğunu savunurlar.

b. Konseptualizm
Ortaçağın sonlarında görülen bu yaklaşım bu tartışmaya bir son vermek istemiş ve Aristotelesçi bir yaklaşımla tümel
tekil tartışmasını sentezlemeyi denemiştir.Tümel kavramların varolduğunu ama kendi başlarına bir anlam taşımadıklarını,ancak
bir tekille birleşmeleri halinde gerçek varlığın ortaya çıktığını öne sürerler.

2.Epistemolojik Realizm
Günümüzde yeni bir biçimle karşımıza çıkan ve ünlü matematikçi ve filozof Bertrand Russel’ın temsil ettiği epistemolojik
realizm,gerçek varlıkların duyu verilerinden ibaret olduğunu ileri sürer.Kısaca bu yaklaşıma gör gerçek varlık, dış dünyada insan
bilincine bağlı olmadan varolan nesnelere ait duyu verileridir.

VARLIĞIN NE OLDUĞU PROBLEMİ

Varlığın ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiştir.

1. VARLIĞI OLUŞ OLARAK KABUL EDENLER:


Varlığın durağan bir açıdan ele alınamayacağını, varlıkta sürekli bir değişme ve oluş sürecinin olduğunu savunan
görüştür. Temsilcileri Herakleitos ve Whitehead’ dir.

HERAKLEİTOS

 Herakleitos’ a göre evren sürekli bir akış ve oluş halindedir.


 Evrenin ana maddesi ateştir ve ateşten oluşan her şey yine ateşe geri dönecektir.
 Doğa gibi insanın kendisi de bu değişimin bir parçasıdır.
 Ona göre hiç kimse aynı ırmakta iki kere yıkanamaz. Yani evrende her şey akar.(Panta Rai).
 Evren boyuna akan durmadan değişen dönüşümlü olarak yok olup yeniden ortaya çıkan bir süreç bir oluştur.
 Bu oluşa karşıt güçlerin çatışması ve bu çatışma sonunda ortaya çıkan sentez neden olur. Oluş sırasında
çatışma, karşıtlık olmazsa evren ve evrendeki varlıklar olamaz.(DİYALEKTİK)
 Fakat bu değişme de rastlantısal bir değişme olmayıp belli bir mantığa bağlı olarak değişmektedir. Yani
değişmeden kalan tek şey değişme mantığı kanun (LOGOS)tur.

WHİTEHEAD

22
 Ona göre tek gerçeklik algılanan ve görünen gerçekliktir.
 Evrende sürekli bir oluş ve değişme vardır, statik hiçbir şey yoktur.
 Var olan her şey var oluşunu bir başka varlığa borçludur.
 Var olan her şey sürekli bir akış ve değişme içindedir
2. VARLIĞI İDEA OLARAK KABUL EDENLER:

Var olan her şeyi düşünceye bağlayan varlığın insan zihnine bağımlı olduğunu savunan görüştür.(İDEALİZM). Madde
bir hayaldir ve dünyadaki her şey zihinseldir. En önemli temsilcileri Sokrates, Platon, Aristoteles, Farabi, Hegel’dir.

PLATON

 Platon’a göre İdealar ve görünenler(fenomenler) evreni olmak üzere iki türlü evren vardır.
 İdealar evreni;doğmadan önce içinde bulunduğumuz ve her şeyin gerçeğinin bulunduğu evrendir.Ancak akılla
kavranır.
 Görünenler (fenomenler) evreni;halen içinde yaşadığımız nesneler evrenidir. Görünenler evreni idealar
evreninin bir kopyası,gölgesi (yansımasıdır.).Görünüşler dünyası olan bu evrenin bilgisi duyu organları ile elde
edildiği için doxa (sanı) dır, aldatıcıdır.Çünkü duyu verileri kişiden kişiye değişen aldatıcı,göreceli bilgilerdir.
 Bu nedenle doğru bilginin kaynağı duyular olamaz.İdealar evreninin bilgisi akılla elde edildiği için doğru genel-
geçer bilgidir.Akılla idealar evreni hakkında kesin bilgi elde edilebilir.Bu nedenle doğru bilginin kaynağı
akıldır.Platon’a göre bilmek ideaları hatırlamaktır.

ARİSTOTELES

 Ona göre varlığın ilk ve en önemli unsuru ideadır. Ancak idealar ve fenomenler dünyası olarak iki dünya
yoktur.
 Varlığın özü kendi içindedir. Dış dünyadaki varlıklar madde ve formdan(idea) meydana gelir. Form maddeye
girerek ona şekil verir ve yer kaplama özelliği sağlar.

FARABİ

 Ona göre iki tür varlık vardır. Zorunlu varlık ve Mümkün varlık.
 İlk varlık Tanrıdır ve zorunlu varlıktır. Varlığını hiçbir varlığa borçlu değildir. Nedeni olmayandır.
 Mümkün varlıklar var olmak için başka bir şeye gerek duyan varlıklardır. Mümkün varlıklar zorunlu varlık
tanrıdan var olmuşlardır.

HEGEL

 Ona göre var olanların hepsi ideadan çıkar.


 İdea evrensel bir gerçekliktir ve maddi değildir.
 Ancak sürekli bir değişme ve gelişme içindedir. (tez-antitez-sentez.)(DİYALEKTİK).

23
 Tüm var olanların temelinde bulunan bu ilkeye idea, akıl, cevher, tin, geist denir.

3. VARLIĞI MADDE OLARAK KABUL EDENLER:

Varlığı madde olarak kabul eden, maddenin düşünceden bağımsız olarak var olduğunu savunan ve tüm varlıkların
maddeden türediğini savunan yaklaşımdır. (MATERYALİZM). .En Önemli temsilcileri Demokritos, Hobbes, La Mettrie ve
K.Marx’tır.

DEMOKRİTOS

 Ona göre evren atomlardan meydana gelmiştir.


 Atomlar öncesiz ve sonrasızdır, baştan beri vardır, ne meydana gelir, ne yok olur nede değişir. Kimyasal
olarak aynıdırlar, yer kaplarlar ancak gözle görülmezler ve bölünmezler, şekil ve büyüklükleri farklıdır.
 Boşlukta değişik hızlarla sürekli hareket ederler. Çarpışmaları sonucunda evreni ve evrendi ki her şeyi
oluştururlar.
 Örneğin kaba ve ağır hareket edenler toprağı, hızlı ve ince olanlar suyu ve havayı oluşturur.

HOBBES

 Ona göre var olan her şey maddenin şekil almış hali olan cisimlerden ibarettir.
 Tüm cisimlerin paylaştığı ortak özellik harekettir. Hareket özelliği bize maddenin nasıl şekil aldığını, anlama
olanağı verir.
 Hobbes ruhun varlığını reddeder ve zihinsel faaliyetlerin, düşüncelerin, duyguların bile fiziksel süreçler
olduğunu düşünür.

LA MATTRİE

 Ruh maddeden bağımsız olarak düşünülemez.


 İnsanla hayvan, bitkiyle cansız varlık arasında madde bakımından hiçbir fark yoktur.
 İnsan hayvandan daha karmaşık olan, düşünebilen bir makinedir.

KARL MARX

 Marx’ın savunduğu DİYALEKTİK MATERYALİZMe göre gerçekten var olan ilk varlık maddedir. Madde zihin
dışında ve ondan bağımsız olarak vardır.
 Madde çatışma ve çelişmelerden (ZITLARIN MÜCADELESİ)geçerek bütün varlıkları meydana getirir.
 Evrendeki değişme yanlıca mekanik bir değişme değildir. O değişmenin bir takım diyalektik yasalara göre
olduğunu savunur.(zıtların birliği - zıtların mücadelesi – nicel değişmeler nitel patlamalar yaratır )
 Toplumun çelişme ve sınıf çatışmalarıyla geliştiğini söyler.(TARİHSEL MATERYALİZM). Bu sayede sınıfsız
toplumun kurulacağını söyler. Bu çatışmanın temelinde ekonomik faaliyetler vardır.
 Toplumların geçirdiği evreler: ilkel komünal dönem( ilk sınıfsız toplum örneği), köleci dönem (köle sahibi x
köle), feodal dönem (derebeyi x topraksız köylü), kapitalizm (burjuvazi x proletarya), sosyalizm, komünizm.

24
4. VARLIĞI HEM MADDE HEM DÜŞÜNCE OLARAK KABUL EDENLER:

Varlığın birbirine indirgenemeyen iki öğeden (madde-düşünce) oluştuğunu savunan akımdır.(DÜALİZM). En önemli
temsilcisi Descartes’ tir.

DESCARTES

 Ona göre cevher önce yaratan ve yaratılan (sonlu-sonsuz) olarak ikiye ayrılır.
 Tanrı sonsuz ve mükemmel cevherdir. Yaratılmamış ve sonsuzdur.
 Yaşadığımız dünyada ise iki töz vardır. Bunlar ruh ve maddedir.
 Bu tözlerden ruhun temel niteliği düşünme, maddenin temel niteliği ise yer kaplamadır.
 Bu iki töz göreli ve sonlu tözlerdir. Çünkü onlar kendi başlarına var olamazlar, var olmak için Tanrı’ya gerek
duyarlar.
 Diğer yaklaşımlar varlığın özünü tek cevherle açıkladıklarından tekçilik(monizm) adını almışlardır.

5.VARLIĞI FENOMEN OLARAK KABUL EDENLER:

Fenomenleri ve bilincin verilerini inceleyerek fenomenin özünü yakalamaya çalışan felsefi akımdır. Temsilcisi: E.
HUSSERL’dir.

E. HUSSERL

Fenomen: bilincimizin kavrayabildiği bize göründüğü şekliyle varlık demektir.


Öz: bir nesneyi başka bir şey değil de kendisi yapan özelliklerdir.

 Ona göre felsefenin konusu zaman üstü ve zaman dışı özlerdir. Bu özlere fenomen denir.
 Bu fenomenleri bilincin kavramasıyla bilebiliriz.
 Doğru bilgi özlerin bilgisine ulaşıldığında elde edilir.
 Olayların özüne ulaşmak için önceki bilgilerden sıyrılmak gerekir. Buna parenteze alma yöntemi denir.

25
5. ÜNİTE AHLAK FELSEFESİ(ETHİK)

1.AHLAK FELSEFESİNİN KONUSU:

Ahlak Felsefesinin konusu insanın davranışları, ahlakın yapısı, özü ve doğasının incelenmesidir. İnsanın yalnızca iradeli
davranışları ahlak felsefesinin konusuna girer. İstenç dışı davranımlarla ahlak felsefesi ilgilenmez.

Ahlak: Bir toplumda uyulması gereken kurallar bütünüdür. Toplumdan topluma, kültürden kültüre, zamandan zamana
değişiklikler gösterir. Göreceli ve özneldir. Bu anlamda” ahlak” değil “ahlaklar” vardır. Ahlak kuralları “iyi” ve “kötü” nün ne
olduğunu bildiğini savlar ve buna göre iyinin yapılmasını kötünün yapılmamasını emreder. Yani kural koyucu (normatif) bir özellik
gösterirler. Uyulmadığında yaptırımlara sahiptirler ve bireyleri kendisine uymaya zorlarlar.

Etik(Ethik): Var olan ahlak üzerine düşünme, var olan ahlakı sorgulama etkinliğidir. İnsanın ahlaka ilişkin davranışlarının
doğurduğu sorunları ele alan felsefe dalıdır. Etik her zaman, her yerde ve her koşul altında geçerli olabilecek ahlak kuralları olup
olmadığını sorgular.”İyi” ve “kötü”nün ne olduğunu bir problem olarak ele alır ve dolayısıyla “şunu yap”,” bunu yapma” biçiminde
kurallar koymaz. Yani normatif değildir. Ayrıca yaptırımlara da sahip değildirler. Kısacası “ahlak” bir toplumda kendisine uymaya
zorlayan kurallar bütününü ifade ederken, “etik” var olan bu kuralları sorgulama etkinliğini ifade etmektedir.

2.AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

BİREY: Toplumsallaşmış insan, toplum içerisinde yaşayan insanı ifade eder. Her birey biyolojik bir organizma olmak
zorundadır ama her biyolojik organizma olan insan birey olmayabilir.

İYİ: İnsanın yapması gereken davranışlardır. Ahlakça değerli olandır.

KÖTÜ: İnsanın yapmaması gereken davranışlardır.

ÖZGÜRLÜK: Bireyin salt kendi iradesi ile “iyi” ve “kötü” olan davranışlardan birisini seçebilme gücüdür.

ERDEM (FAZİLET):İnsanın eylemlerinde hep iyi olana yönelmesidir.

SORUMLULUK: Bireyin iyi ya da kötü olanı özgürce seçmesinin getirdiği sonuçlardır. İnsanın kendi eylemlerinin ya da
yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir.

VİCDAN: Tutum ve eylemlerimizin ahlakça değerli olup olmadığını yargılama bilincidir. Bir çeşit içsel mahkemedir.
Bireyin iyi ya da kötü olanı seçmesini içsel bir muhasebeye tabi tutmasıdır.

AHLAK YASASI: Uyulması ahlak açısından gereken, genel-geçer kurallardır.

AHLAKİ KARAR: Ahlak kurallarına özgürce uymaktır.

26
AHLAKİ EYLEM: Ahlaka uygun davranışı gerçekleştirmedir. Ahlaka uygun eylem davranış olarak dışa yansır. Eylemin
dışa yansımayan yönü ise tutumdur.

ÖRNEK: Derse geç gelen öğrencinin öğretmene gerekçeyi belirtirken doğruyu söylemesi “İYİ”,yalan söylemesi
“KÖTÜ”,bu davranışlardan birini seçmesi “ÖZGÜRLÜK”,Doğru söylemeyi seçmesi “ERDEM” dir.

3.AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI

1-Ahlaki eylemin amacı var mıdır? Varsa nedir?


2-Toplumca belirlenen, insana zorla kabul ettirilen eylem biçimleri gerçekten “iyi” midir?
3-İnsan ahlaki eylemde bulunurken özgür müdür?
4-İnsanın doğası ahlaklı olmasına elverişlimidir?
5-Tüm insanların ortaklaşa benimseyebilecekleri evrensel ahlak yasaları var mıdır?

4.AHLAK YARGISINI DİĞER YARGI TÜRLERİNDEN AYIRAN NİTELİKLER

Bir iddiayı dile getiren söz dizisine yargı denir. Yargılar ikiye ayrılır;
1-Gerçeklik yargıları; Nesneler dünyasına ilişkin yargılardır. Kişiden kişiye değişmez nesneldir.”Doğru” ve ya “yanlış”
olurlar. Kanıtlanabilir ya da çürütülebilirler.

2-Değer yargıları; Bir gerçekliği değil, bir değerlendirmeyi içeren yargılardır, özneldir. Kişiden kişiye değişir. Değer
yargılarının alanı geniştir.Kanıtlanamaz ve çürütülemezler.

*Mantık yargıları-“doğru”,yanlış”
*Sanat yargıları-“güzel”,”çirkin”
*Din yargıları –“sevap”,”günah”
*Ahlak yargıları-“iyi”,”kötü” şeklindedir.
*Bilim yargıları herkes tarafından kabul edilir.
Din yargıları (o dine inana kişilerce kabul edilir ve kişilere göre) değişmez, ahlak yargıları değişir.

5.ETİK’İN PROBLEMATİĞİ VE YAKLAŞIMLAR

*ÖZGÜRLÜK PROBLEMİ

Ahlak konusunda bazı filozoflar, insanın özgür olduğunu, bazı filozoflar özgür olmadığını savunur.

1- DETERMİNİZM : Özgür olmadığını savunanlar: (gerekircilik); deterministlere göre, insanın irade ve eylemleri içten ve
dıştan gelen nedenlerle belirlenmiştir.Bireyin içinde bulunduğu şartlar iradeyi belirler ve kişinin özgür karar vermesini engeller.Bu
yüzden insan eylemlerinde özgür değildir.

2- İNDETERMİNİZM : Özgür olduğunu savunanlar (gerekirci olmayanlar);indeterministlere göre,insan ahlaki eylemde


tamamıyla özgürdür.İnsan kendini özgür hissettiği için toplumdaki ahlak yasalarına özgürce uyar.Bu görüşlerden her ikisi de insan
gerçekleri ile bağdaşmadıklarından üçüncü bir görüş ortaya çıkmıştır.

27
3-OTO-DETERMİNİZM: Oto-deterministler, iradeyi ve ahlaki eylemleri bir kişilik ürünü olarak görürler . İnsan bilgi
birikimini zenginleştirerek, kişiliğini geliştirerek ve aklını kullanarak özgürleşmiştir. Sonuç olarak kişiliği gelişmiş olanlar,
gelişmemiş olanlardan daha özgürdür.

AHLAKİ EYLEMİN AMACI NEDİR?

Bu soruya filozoflar farklı yanıtlar vermişlerdir. Ahlak felsefesinde bu soruya Ödev, Mutluluk, Tanrı Sevgisi, Haz, Fayda,
Bencilik, Üstün İnsana Ulaşmak gibi çok çeşitli yanıtlar verilmiştir.

Epikuros ve Aristippos’a göre Ahlaki Eylemin amacı HAZDIR. Çünkü bu düşünürlere göre; iyi olan insana Haz
veren,kötü olan ise Acı veren şeydir.

David Hume, J. Bentham ve J. S. Mill gibi düşünürler, Ahlaki Eylemin amacının FAYDA olduğunu savunurlar. Çünkü
onlara göre, iyi olan şey insana fayda (Pragmatizm) sağlayan şeydir.

Aristoteles ve Platon’a göre Ahlaki Eylemin amacı MUTLULUKTUR. Çünkü mutluluk,hazdan farklı olarak Ruhun sürekli
huzur durumudur.

Kant’a göre Ahlaki Eylem, iyi davranış İYİ NİYETTEN KAYNAKLANAN DAVRANIŞTIR.

Thomas Hobbes ve Nietzsche gibi düşünürler için ise Ahlaki Eylemin amacı İNSANIN ARZULARININ
DOYURULMASIDIR. Çünkü iyi olan, insanın arzu ettiği şeydir.

* EVRENSEL AHLAK YASASININ OLUP OLMADIĞI PROBLEMİ

A-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL ETMEYEN GÖRÜŞLER

1.HEDONİZM (HAZ AHLAKI)

Kurucusu Aristippos’tur. O’na göre haz veren şey “iyi”,haz vermeyen “kötü”dür. İnsan sadece kendi yaşadığı hazzı
bilebilir. Başkalarının hazzını bilemez. Bu nedenle evrensel ahlak yasası yoktur.

2.FAYDA AHLAKI:

Bireye yarar sağlayan davranış “iyi”,sağlamayan “kötü”dür. Yararlı olan kişiden kişiye değiştiği için evrensel ahlak
yasası yoktur.

3.EGOİZM (BENCİLLİK)

28
Bencillik, başkalarını dikkate almadan sadece kendi çıkarını düşünme anlamına gelir. İnsanın yalnızca kendi “ben”ine
uygun olanı “iyi”nin ölçütü sayan düşüncesidir. Hobbes’a göre, insanı yönlendiren ‘kendini sevme’ ve ‘kendini koruma’
içgüdüsüdür. Bu yaklaşıma göre evrensel ahlak yasası yoktur.

3.ANARŞİZM

Başta devlet olmak üzere tüm baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini öne süren öğretidir. Bireye ve bireyin
doğuştan getirdiği özgürlüğe önem verir. Evrensel ahlak yasasını reddeder. O tüm ahlaki değerlerin bir takım soyutlamalardan
ibaret olduğunu düşünür. Bireyin doğuştan getirdiği özgürlük hakkını engelleyecek her şey kötüdür. (devlet-din-ahlak-kanun-örf-
adet- aile-toplum) olduğunu düşünür. Temsilcileri Max Stirner, Proudhon, Bakounine, Kropotkin’dir.

4.(ÖZGÜRLÜK AHLAKI)-FRIEDRICH NIETZSCHE

 O’na göre yapılması gereken; insanlığı ahlaktan kurtarmaktır. İnsanın doğasına yaraşan, güçlü, korkusuz, acımasız
olmaktır. Oysa tüm ahlaklar insanın güdülerini köreltir, onu pasifliğe yöneltir.
 Nietzche’ye göre; toplumda iki tür insan ve bunların oluşturduğu iki tür sosyal sınıf vardır.
 Birincisi Halk Sınıfı; sürü durumundadır Din ve ahlak kuralları bu sınıf için yeterlidir.
 İkincisi Seçkin Sınıf; Seçkin sınıfa yakışan ahlak, insanın doğasına uygun olan, bireyci, bencil, acımasız ahlaktır.
 Amaç, ”üstün insan”a ulaşmaktır. Üstün insan; sıradan, korkak, zayıflığı öğütleyen vicdan ahlakından kurtulup “iktidara
doğru giden güç” ahlakına ulaşmakla oluşur.
 O’na göre “güç” en yüce iyi; yenilgi, kaybetmek, zayıflık ise kötüdür. İnsan için gerekli olan güçlü olmaktır.

5. EXISTANSIYALIZM(VAROLUŞÇULUK)-JEAN PAUL SARTRE

 İnsanın kendi var oluşunu ancak özgürce davranarak gerçekleştirebileceğini savunur. Ancak bu özgürlük sınırsız değil,
sorumlulukla belirlenmiştir.
 Sartre’a göre insan insanlığını kendisi yapar, değerlerini kendisi yaratır, yolunu kendisi seçer. Bu nedenle seçiminde
tek başınadır ve sorumluluklar da kendisinindir.

B-EVRENSEL AHLAK YASASININ VARLIĞINI KABUL EDEN GÖRÜŞLER:

a)AHLAK YASASINI ÖZNEL (SUBJEKTİF)TEMELDE AÇIKLAYANLAR

Bu düşünceyi savunanlara göre evrensel bir ahlak yasası vardır. Ancak bu yasa varlığını insandan, insanın özel
dünyasından alır. İnsanın karşısına bir buyruk biçiminde çıkar. Dürüst ol,insanları sev,.... gibi.

*J.S.Mill J.Bentham: Onlara göre insan doğası gereği acıdan kaçınır hazza yönelir, mutluluğa erişmek ister. Ancak
kişinin mutluluğu, çevresindeki insanların mutluluğu ile ilişkilidir. Kişi mutluluğu ancak üyesi bulunduğu yarar sağlayan şeyi
yapmakla bulabilir.

*J.Bentham’a göre “Olabildiğince fazla sayıda insan için olabildiğince yararlı davranışlar yap!...” ahlak yasasını
karakterize ederken, J.St.Mill’e göre “Herkes için,tüm insanlık için,evrensel mutluluk için yararlı eylemlerde bulun!..”.ahlak
yasasını karakterize etmektedir.

29
* H.Bergson: O’na göre insan iyi ve kötüyü ancak sezgi ile kavrayabilir. İnsanın sezgisine uyarak yaptığı davranış
“iyi”,sezgisine uymayan davranışı “kötü” dür. Bergson’daki ahlak anlayışı “Sezgilerinin sesine kulak ver ve ona uygun
eylemlerde bulun!...” biçiminde özetlenebilir.
ÖRNEK: Boş zamanımı müzik dinleyerek, eğlenerek geçirebileceğim gibi, yardıma ihtiyacı olan birisine yardım ederek de
geçirebilirim. Ben içimden gelen sezgiye uyarak, eğlenmekten vazgeçip yardım edersem ahlaki olanı (iyi) yapmış olurum. O’na
göre zekanın oluşturduğu ahlak kapalı toplum ahlakıdır, yasakçıdır. Sezgi ahlakı ise; içinde sevgi ve özgürlüğün olduğu açık
toplum ahlakıdır.
b)AHLAK YASASINI NESNEL (OBJEKTİF)TEMELDE AÇIKLAYANLAR

Bu düşünceyi savunanlara göre evrensel ahlak yasası vardır ve bu yasa insandan bağımsızdır. Varlığını insana zorla
kabul ettirir.

1.SOKRATES

Sokrates’e göre akıl ve onunla elde edilmiş bilgi her şeyin üstünde başlı başına bir erdemdir.O’na göre bilgili insan aynı
zamanda erdemli insandır.Hiç kinse bilerek kötülük yapmaz.Kötülükle bilgisizlik aynı ve bir şeylerdir.İyi belirli bir amaca mutluluğa
hizmet der.Dolayısıyla hiç kimse isteyerek iyiden kaçmaz ;ancak bilmediğinden kaçar..Ona göre kişi duruma göre davranarak
ahlaklı olamaz.Durum ahlakı diye bir şey yoktur. Kişinin her zaman ve her yerde uyması gereken evrensel ilke ve evrensel ahlak
vardır. Bunlara ancak akıl ve bilgi aracılığıyla ulaşılabilir.

2.PLATON

Ona göre evren “gölgeler” ve idealar olmak üzere ikiye ayrılır. Nesnel varlıklar birer gölgedir çünkü sürekli
değişmektedirler. Hiçbir kalıcılıkları bulunmamaktadır. Aslolan varlıklar idealardır ve her ideanın bir gölgesi bulunmaktadır. Nesnel
varlıklar alanında iyi dediğimiz şeylerin aslı “iyilik” ideasıdır. Ahlaklı olmak için bu ideaya akıl yoluyla ulaşmamız gerekmektedir.

3.FARABİ

Farabi’ye göre iki türlü varlık bulunmaktadır. Birincisi özü tözü bir olan, karşıtı olmayan, herhangi bir belirlenimi
bulunmayan, kendi kendinin nedeni olan zorunlu varlık. Tanrı. İkincisi ise zorunlu varlığın var ettiği mümkün varlıklar. İnsan ve
diğer varlıklar. İyinin ne olduğu “Zorunlu Varlık”ın sahip olduğu etkin akıl tarafından bilindiği için, “mümkün varlık”, “ zorunlu
varlık”ın etkin aklına kendi aklıyla ulaşıp bu evrensel ilkeleri öğrenmelidir.

4.SPİNOZA

Spinoza’ya göre evren “Makro Kozmos” ve” Mikro Kosmos” olarak ikiye ayrılmıştır. Başlangıçta bir olan bu iki evren,
insanın duygu ve tutkularının esiri olması yüzünden ayrışmıştır. Neyin iyi neyin kötü olduğu “makro kosmos”un doğasında belli ve
gizlidir.”Mikro kosmos” olarak insan duygu ve tutkularının esiri olmaktan kurtularak “makro kosmos”un doğasına geri dönüp bu
evrensel ilkelere sahip olmalıdır.

5.KANT

Kant insan eyleminin amacının ne mutluluk ne de yarar olabileceğini söylemiştir. Ona göre insan Teorik Akıl ve Pratik
Akıl olmak üzere iki ayrı akla sahiptir. Teorik akıl insanı duyusal dünyanın bilgisine ulaştıran Fenomenler aleminin bilgisini
edindiğimiz aklımızdır. Öte yandan Pratik akıl ise numenler aleminin bilgisine ulaştıran aklımızdır. Kant’a göre insan pratik aklı
aracılığıyla kendisine ödev edindiği bir takım ilkelere sahip olmalı ve ne pahasına olursa olsun bu ilkelere uygun davranmalıdır.
Ancak o zaman ahlaklı olabilir. Örneğin: Doğru söyle!...(Güç durumda kalmamak için değil,ne olursa olsun,zarar görsen de,acı
çeksen de, hatta hayatına mal olacak olsa da)

Kant’ın ödev ahlakının belli başlı ilkeleri şunlardır:

30
1.Öyle davran ki;eylemine ölçü olarak aldığın ilkeyi herkes için geçerli bir yasa olarak isteyebilesin!...
2.Öyle davran ki,eylemlerinde insan basit bir araç değil başlı başına bir amaç olarak ortaya çıksın!.
3.Öyle davran ki;insan istenci kendisini bir yasa koyucu gibi hissetsin!...(Yani herkes kendi kendinin yargıcı olsun!...)

AHLAK YASASININ EVRENSEL DİNLERE GÖRE TEMELLENDİRİLMESİ

Dinlerde de tüm insanlar için geçerli olan Evrensel bir Ahlak Yasasının var olduğu kabul edilir. Evrensel Ahlak Yasası,
Çok Tanrılı eski dinlerde olduğu gibi,Yahudilik,Hristiyanlık ve İslamiyet gibi Tek Tanrılı dinlerde de Tanrıyla temellendirilir.Evrensel
Ahlak Yasası,Tanrının İradesine bağlıdır.Tanrı,her şeyin olduğu gibi,Ahlakın da nedenidir.Çünkü Tanrı olmasaydı,hiçbir şey
olmazdı.İlahi dinlere göre Tanrı,yalnızca insanı belirlemekle kalmaz,insanlara kendi yaşamlarında ve birbirleriyle olan ilişkilerinde
uyacakları Ahlaki kuralları da gösterir.

Tanrı, buyruklarını peygamberlere vahiy yoluyla bildirir. Bu buyruklar, peygamberler tarafından insanlara iletilir.
Tanrının buyrukları tartışılmaz doğrulardır ve inanan insanlar tarafından olduğu gibi kabul edilir. Ahlaklı davranmak, Tanrı
buyruklarına uygun davranmaktır.

TASAVVUF DÜŞÜNCESİNDE EVRENSEL AHLAK YASASININ TEMELLENDİRİLMESİ

Tasavvuf: İnsanın, akıl ve bilgi yoluyla değil de daha çok ‘sezgi’ ve ‘aşk’ yoluyla Tanrıya ulaşılabileceğini savunan
akımdır. İslamiyet’in doğuşundan 200 yıl sonra ortaya çıkmış olan İslam Tasavvufu, köklerini Kuran’dan almıştır. Tasavvuf
düşüncesinde insan, mükemmel bir varlıktır. Çünkü evrendeki her şey gibi insan da Tanrının kendisini açığa vuruş biçimi ve
görüntüsüdür. Tasavvufta, insan olarak peygamber, nasıl Tanrı katına yükselmişse, onun gibi mükemmel olan insanda aynı
deneyimi yaşayabilir fikri egemendir. Tasavvuf düşüncesinin temelinde ayrıca Hadisler ve Sünnette bulunmaktadır. Çünkü,
peygamberin Tanrıdan vahiy alma hali ile tasavvuf inancını benimsemiş olanların yaşayış tarzları, dinsel coşkuları birbirine çok
benzer.

Tasavvuf düşüncesinde, gerçek varlık olarak Tanrıyı görmek ve tüm diğer varlıkları Tanrının görüntüleri olarak
değerlendirmek esastır. Burada önemli olan tek şey, Tanrıyı sevmektir. Tüm diğer varlıklarda Tanrı adına sevilir. İnsana
eylemlerinde yol gösterecek olan Evrensel Ahlak Yasası da bu SEVGİ ve AŞKA dayanır. Tanrıya ve Tanrı adına yaratılmış
varlıklara duyulan Aşk, insanın tüm Ahlaki eylemlerini belirler. Tasavvufta, Tanrıya korku ya da yarar umarak değil, Aşkla
yaklaşılır.

Tasavvufta 2 türlü Aşk vardır: 1.Mecazi Aşk 2.Gerçek Aşk

1.MECAZİ AŞK: Gelip, geçici olana ve insana duyulan aşktır.

2.GERÇEK AŞK: Ezeli-ebedi ve gerçek olana yani Tanrıya duyulan aşktır.

İnsan, Tanrı aşkını, insana duyduğu aşkla dener ve geliştirir. Çünkü insan, Tanrının niteliklerini kendinde toplayan
seçilmiş bir varlıktır. Zira insanın Ruhu, Tanrı gibi ölümsüzdür. Tasavvuf felsefesinde insan değerli bir varlıktır. Çünkü, sadece
insan bağımsızdır ve özünü ortaya koyabilir. İnsan, tüm evreni bir bütünlük içinde yansıtan, Tanrıdan gelip yine Tanrıya dönecek
olan ölümsüz bir özün taşıyıcısıdır. İnsanın tekrar Tanrıya dönebilmesi için Gönül Bilgisi edinerek olgunlaşması ve aydınlanması

31
gerekir. Tanrı, böylece insanın ruhunda bir ışık olarak belirir. İnsanın gelişmesi aşama aşama gerçekleşir. Olgunlaşan, geçici
varlıklardan kendisini sıyıran insan, kalıcı özlere yönelebilir ve Tanrıya aşama aşama ilerler.
Tasavvuf felsefesinin başlıca temsilcileri arasında Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli sayılabilir.

MEVLANA

Ona göre gerçekten varolan yalnızca Tanrıdır.Fakat Tanrı; bilinmeyi,kendi mutlak varlığını,iyilik ve güzelliğini
göstermeyi istediği için,içinde yaşadığımız evreni yaratmıştır.Evren,varlığını Tanrıya borçlu olan ve yalnızca Tanrının
gücünü,iyiliğini,güzelliğini ve mükemmelliğini ifade etmeye yarayan bir görünüşler bütünüdür.
Mevlana’ya göre,evrendeki varlıklar arasında yalnızca insanın özel ve ayrıcalıklı bir yeri vardır.Çünkü
Tanrı,insanı,kendi mutlak gücünü ve büyüklüğünü bilecek ve sevecek şekilde yaratmıştır.Evrendeki varlıklar içinde sadece insan
varlığın özünü,mutlak güzelliğini ve iyiliğini fark edebilir.İnsan,varlıkların en değerlisidir.
Ona göre insan Ruh ve Beden denen iki ögeden oluşur.Beden ölümlü,Ruh ölümsüzdür.Ölümsüz olan Ruh,insanı
Tanrıya bağlayan ögedir.İnsan,Ruhu sayesinde Tanrının gücünü,iyiliğini,evrendeki uyum ve düzeni bilebilir.İnsan,sorumluluk ve
görevlerini Ruh sayesinde yerine getirebilir.Ruhun amacı,Tanrı katına yükselebilmektir.Bunun içinde,insanın yeryüzündeki
gelip,geçici zevklerden arınıp,asıl özüne, benliğine yaklaşması gerekir.İnsan için Tanrı katına ulaşmanın tek yolu Aşktır.Ona
göre,insanın başka insanlarla olan ilişkilerini kurala bağlayan Evrensel Ahlak Yasası da AŞKLA,SEVGİYLE temellendirilir.Buna
göre insan,yaşadığı sürece her şeyi Tanrı adına sevmeli,öğrenmeli ve korumalıdır.

YUNUS EMRE

Ona göre her şeyin temeli ve gerçekten var olan Tanrıdır.Tanrı; her şeyi bilen,her şeye gücü yeten,mutlak iyi,mutlak
güzel olan,ezeli-ebedi varlıktır.Tanrı bu dünyaya kendisindeki Sevgi yüzünden varlık vermiştir. Bundan dolayı da bu
dünya,Tanrıyla varolan,onun sevgisini,iyiliğini ve gücünü yansıtan bir dünyadır.Bu dünyadaki her şey Tanrıdan dolayı
varolup,Tanrıdan dolayı güzel,düzenli ve uyumludur.Yunus Emre’ye göre gerçek Bilgi, Tanrıyı Bilmektir.
Ona göre Ahlaklı davranış,Tanrıya ve Tanrıyı tanımaya yönelmektir.Tanrıyı tanımanın tek yolu SEVGİDİR.Tanrı;hem
seven hem sevilendir hem de Aşkın kendisidir.Tanrı, varlıkları kendisi seven, sevilen ve sevgi olduğu için yaratmıştır.Ona
göre,Tanrının yarattıklarını sevmeyen,Tanrıyı sevemez ve onunla bütünleşemez.Şu halde, Evrensel Ahlak Yasası;
Tanrıyı,dolaysıyla onun görüntüsü olanher varlığı,özellikle İnsanı sevmeye dayanır.

HACI BEKTAŞ-I VELİ

Onun felsefesinin temelinde Vahdet-i Vücut ( Varlığın Birliği ) düşüncesi bulunur. Varolan her şey ona göre Tanrıdan
çıkmıştır, Tanrının bir görüntüsüdür.Bu yaradılış ise bir zorunluluğun değil de Tanrının SEVGİSİNİN bir sonucudur.
Hacı Bektaş’a göre insan,varlığın birliğini tanıyabilmek ve Tanrıya ulaşmak için 3 aşamadan geçer: 1.aşamada
insan,çevresinde gördüğü her şeyi Tanrıyla açıklar.2.aşamada insan,çevresinde gör-düğü değişik nesnelerin aynı özden
oluştuğunu düşünür.Bu aşamada Ruhsal olan Tanrı ile Maddi olan Evren ikiliği belirginleşir.3.aşamada insan,varlığın birliği
görüşüne ulaşır ve kendisinin de Tanrının bir görünüşü olduğunu anlar.*Bu aşamaya gelen,erişen kişi ‘ Kamil
İnsan’dır.Kamilİnsan;yaratanın,yaratılanın iç yüzü olduğunu,yaratılanın ise Tanrının dış yüzü olduğunu fark eden İnsandır.Kişi, bu

32
aşamalardan geçerek Evreni tanır ve nefsini arındırarak Tanrıya kavuşur.Hacı Bektaş,yaratan ile yaratılanın birliğine ‘AYN-ÜL
CEM’ verir.
Hacı Bektaş-ı Veli’de de Evrensel Ahlak Yasası Tanrı ve İnsan Sevgisiyle temellendirilir. Ona göre en önemli Ahlaki
değerler; iyilik,sevgi,çalışkanlık ve dürüstlüktür.

6. SİYASET FELSEFESİ

SİYASET FELSEFESİNİN KONUSU

Siyaset (Politika Latince) dilimize Arapça’dan geçmiş bir sözcüktür ve devlet ve toplum yönetimi ile ilgili tüm
etkinlikleri ifade eder. Bu alanı, hem siyaset bilim hem de siyaset felsefesi inceler.
Siyaset bilim devlet biçimlerini, siyasi olguları ve süreçleri ele alır, betimler ve olanı olduğu gibi inceler.
Siyaset felsefesi ise var olan siyaset üzerine bir sorgulama ve akıl yürütme etkinliğidir.
Siyaset felsefesi ideolojiler üstü bir tutumla olması gerekeni araştırır.

SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Birey: Kendisini başkalarından ayıran, kendisine özgü bir kimliği olan her tek toplumsal insan

Toplum: Bireylerden oluşan ve kendisine özgü bir yapısı bulunan, aralarında sosyal ilişki ile ortak bir kültürü ve
sürekliliği bulunan insan topluluğudur.

Devlet: Bir yurt üzerinde yaşayan ortak bir kültür yaratmış olan insanların oluşturduğu hukuksal ve siyasal otoritedir.

Sivil toplum: İstek özlem ve haklarını devlete karşı koruyabilen toplumdur. (sivil toplum örgütleri)

İktidar: Yönetme gücünü elinde bulundurma demektir.

Meşruiyet: Egemenliğin haklı nedenlere dayalı olarak kullanılmasını ifade eder. Bir toplumda meşruiyet ya sosyal
haklılığa ya da yasalara dayalı olarak kullanılabilir.

Yönetim: Bir örgütün ya da bir kurumun belirlenen ilke ve amaçlar doğrultusunda işletilmesidir.

Egemenlik: Yönetme gücünün kaynağı yönetme yetkisini elinde bulundurmanın nedenidir.

Hak: Kullanma ve isteme yetkisine sahip olduğumuz şeylerdir.

33
Hukuk: Devlet-birey ve birey-birey ilişkilerini düzenleyen yazılı normlar bütünüdür.

Yasa: Hukuku meydana getiren zorlayıcı olan ve yaptırımları bulunan yazılı normların her biridir.

Bürokrasi: Kamu alanında çalışan aşamalı(hiyerarşik) bir düzen içinde örgütlenmiş olan memurlar topluluğudur.

SİYASET FELSEFESİNİN TEMEL SORULARI

1.Devletin varlık nedeni nedir?


2.Devlet olmalı mı olmamalı mı?
3.Devletin fonksiyonu nedir?
4.İktidar kaynağını nereden alır?
5.Egemenlik türleri nelerdir?
6.Sivil toplum nedir?
7.Demokratik yaşamda sivil toplumun yeri nedir?
8.Eşitlik nedir?
9.Adalet nedir?
10.Bürokrasiden vazgeçilebilir mi?
11.En iyi yönetim biçimi nedir?
12.Herkesin memnun olabileceği bir yönetim biçimi olabilir mi?

İKTİDAR KAYNAĞINI NEREDEN ALIR?

 İlk yaklaşım iktidarın, toplumun içten ve dıştan gelebilecek tehlikelere karşı korunması ihtiyacından
kaynaklandığını söyler.
 İkinci yaklaşım iktidarın kaynağı olarak Tanrı’yı görür. Bu yaklaşıma göre iktidar Tanrı’nın yeryüzündeki
temsilcisidir.
 Üçüncü yaklaşıma göre iktidar kaynağını toplumda yaşayan insanların ortak iradesinden kaynaklanır.

MEŞRUİYETİN ÖLÇÜTLERİNELERDİR?

 Birinci yaklaşıma göre devlet ve iktidar bireylerin ahlaki bakımdan olgunlaşma ihtiyacına yanıt vermek
amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu amacı yerine getirebildiği oranda meşrudur.
 Devlet Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir yaklaşımını savunanlara göre ise iktidar dinsel misyonun yerine
getirilmesi temelinde meşrudur.
 Marksizm’e göre devlet egemen sınıfların üretim araçlarını elinde bulundurmasına hizmet eden bir araçtır.
Devletin meşruluğu hizmet ettiği sınıfın çıkarlarını gözetmesi ve sonuçta sınıfsız bir toplumu amaç edinmesi
ile ölçülür.
 Bir başka yaklaşıma göre ise devlet ortak iradenin temsilcisidir. Devletin uygulamaları ortak iradeye hizmet
ettiği sürece meşrudur.

KAÇ TÜR EGEMENLİK TARZI VARDIR?

1.Geleneksel Egemenlik:
Geleneksel egemenliği toplumun dayandığı geleneksel değerler (gelenekler, örfler, adetler, görenekler) belirler. Bu
egemenlik türü gelişmemiş ilkel toplumlarda geçerlidir. Egemenlik halka değil belirli bir kişiye ya da belirli bir aileye aittir. Emirlik,
krallık, şeyhlik vb ülkeler bu egemenlik türüne örnek olarak verilebilir.

2.Karizmatik Egemenlik:

34
Liderde bulunan karizmaya dayalı bir egemenlik türüdür. Karizma üstün ve büyüleyici niteliklere sahip liderleri ifade
etmede kullanılan bir terimdir. Karizmatik liderler güçlerini topluma sağladıkları başarılardan alırlar.

3.Demokratik ve hukuksal Egemenlik


Bu egemenlik tarzı insanın akıl ve mantığına dayalıdır. Egemenlik hukuka dayanır ve hukuk kuralları çerçevesinde
kullanılır. Egemenliği elde etme ve kullanma yolları ve sınırları anayasalar tarafından belirlenmiştir. İktidarın egemenliği
kullanırken halkın iradesini kullanması esastır.

Devlet

Felsefe tarihinde devleti ele alan yaklaşımlar iki ana başlık altında toplanabilirler.

1.Devleti Doğal Bir Varlık Sayan Yaklaşımlar: Bu yaklaşımın en önemli temsilcisi Platon’dur. Ona göre toplum insan
vücuduna benzer. Nasıl vücudumuzda her organın bir görevi varsa toplumdaki her organın da belli bir görevi bulunmaktadır.
Devlet ise insan vücudundaki tüm organların birbiriyle uyumlu çalışmasını sağlayan beyni temsil etmektedir. Devletin belli bir
başlangıcı bulunmamaktadır. Ona göre devlet insan toplumuyla birlikte hep vardı ve hep var olmaya da devam edecektir.

2.Devleti Yapay Bir Varlık Sayan Yaklaşımlar: Bu yaklaşımın felsefe tarihindeki en önemli temsilcileri Thomas
Hobbes,J.J.Rousseau ve J.Locke’tur. Bunlara göre insan toplulukları başlangıçta “Doğal Durum” adı verilen bir durumda
yaşıyorlardı. Doğal durumda insanları yöneten ne kurallar ne de kurumlar bulunuyordu. Daha sonra insanlar barış içinde ve belirli
bir düzen içerisinde yaşama gereksinimi duyduklarında devlet düşüncesi ortaya çıktı. Yani onlara göre devlet sonradan insan
ihtiyaçlarına cevap vermek üzere oluşturulmuş bir kurumdur.

İDEAL DÜZEN ARAYIŞLARI:

Felsefe tarihinde ideal bir düzenin olup olmadığı tartışmaları iki ana grupta toplanır. Bunlardan ilki ideal bir düzenin
olamayacağını öne süren görüşler ve ikincisi ideal bir düzenin olabileceğini öne süren görüşlerdir.

1.)İDEAL BİR DÜZENİN OLAMAYACAĞINI SÖYLEYEN GÖRÜŞLER:

Sofistlere ve nihilistlere göre ideal bir düzen yoktur. Çünkü düzenin amacı insan mutluluğunu sağlamaktır. Tüm
insanların mutluluğunu sağlamak ise olanaksızdır. Bu anlamda bugüne kadar hiçbir düzen mutlak insan mutluluğunu
sağlayabilmiş ve bundan sonra da sağlayabilecek değildir ve bu yüzden de ideal bir düzenden söz edilemez.

2.)İDEAL BİR DÜZENİN OLABİLECEĞİNİ ÖNE SÜREN GÖRÜŞLER:

İkinci ana yaklaşımlar ideal bir düzenin olabileceğini söyleyen yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlara göre ise asıl sorun ideal
düzeni belirleyen ölçütlerdedir.

a.)Özgürlüğü Temel Alan Yaklaşım (Liberalizm)

Liberalizm olarak bilinen bu görüş Adam Smith,J.Locke ve St Mill tarafından savunulmuştur.Bu yaklaşım Batı
dünyasının kapitalist üretim tarzının dayandığı felsefi temel olarak karşımıza çıkar.Smith’in “bırakınız yapsınlar,bırakınız
geçsinler” sözüyle özetlenebilecek olan liberalizme göre ideal bir düzen mutlak anlamda birey özgürlüğünü sağlayabilen
düzendir.Bir düzenin ideal sayılabilmesi için özgürlükçü olması gerekmektedir.

b.)Eşitliği Temel Alan Yaklaşım (Sosyalizm)

Bu yaklaşımın başlıca temsilcileri S.Simon, C.Fourier, Prodhon,Owen ve Karl Marx’dır.Bunlara göre ideal düzeni
belirleyen ölçüt eşitlik ilkesidir. Bu ise ancak üretim araçlarının ortak mülkiyeti ile olanaklıdır. Bu yaklaşımla birlikte sosyalist
ekonomik sistemin felsefi düşüncesi ortaya çıkmış olmaktadır.

35
c.)Adaleti Temel Alan Yaklaşım (Sosyal Hukuk Devleti)

Özgürlüğü veya eşitliği temel alan yaklaşımların dayandığı ekonomik sistemler insan ve toplum problemlerini çözmeye
yetememiştir. Bu nedenle daha sonra ideal düzeni belirleyen ölçüt olarak adalet ilkesi öne sürülmüştür. Bu yaklaşıma göre
özgürlüğün olmadığı yerde eşitlikten, eşitliğin olmadığı yerde ise özgürlükten söz etmek olanaksızdır. Adalet ilkesini temel alan
yaklaşım sosyal hukuk devleti denilen yeni bir devlet modelinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

ÜTOPYALAR:

Şimdiye kadar öngörülen veya uygulanan hiçbir devlet tarzı mutlak anlamda insan mutluluğunu sağlayamamıştır. Bu
yüzden insanlar yeni devlet arayışlarını sürdürmektedirler. Bu çabalar kapsamında düş gücüne dayalı hayali devlet biçimleri de
üretilmiştir. Bu hayali düzen tasarımlarına olmayan yer anlamına gelen Ütopya denir. Ütopya hiçbir yerde bulunmayan hayali bir
devlet yazınıdır. Tarih içerisinde ütopya yazarları iki başlık altında toplanır:

1.İstenilen Ütopyalar:

Bu tür ütopyalar her şeyin yolunda gittiği, toplumsal alanda herhangi bir sorunun bulunmadığı, kusursuz bir devlet ve
düzen tasarımını ifade eder. Bunlar iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış ütopyalardır. Bu tür tasarımlara şunlar örnek olarak
verilebilir:

a.)Platon : Devlet
b.)Farabi :El Medinet’ül Fazıla
c.)Thomas More :Ütopia
d.)Campenella :Güneş Ülkesi
e.) F.Bacon: Yeni Atlantik

Platon’un Ütopyası

Platon, "Devlet" adlı eserinde ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar üç sınıfa bölünmüştür;
Çalışanlar (çiftçiler, zanaatkarlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler(bilginler özellikle filozoflar). İşçi sınıfı çalışıp üretimde
bulunarak devletin maddi ihtiyaçlarını karşılar. Bekçiler sınıfı toplum içinde güvenliği ve dışarıya karşı devletin varlığını savunur.
Yöneticiler sınıfı ise devleti yönetir.

Bu toplumda her sınıfın bir erdemi vardır. İşçi sınıfının erdemi kanaatkâr olmak, bekçi sınıfının erdemi cesaret, yöneticilerin
erdemi ise bilgeliktir.

Platon’un açtığı bu ütopik devlet anlayışı yolu, gelecekte hem doğu hem de batı felsefelerinde temsilciler bulmuştur. Doğu
felsefesinde böyle ütopik bir devlet anlayışını Fârâbî’de görmekteyiz.

Fârâbî’nin Ütopyası

Platon’dan etkilenen Fârâbî, "Medinet’ül Fâzila" (Erdemli Şehir) adlı eserinde böyle ütopik bir devlet tasarlamıştır. Ona
göre, insanlar yardımlaşarak bir arada yaşamalıdır. Sağlıklı bir organizmada bütün organlar nasıl uyumlu bir şekilde çalışıyorsa,
toplum da böyle olmalıdır.

Kötü insanlar toplumdan çıkarılmalıdır. Erdemli şehirde gerçeklikler, doğruluklar, iyilik ve güzellikler birleşirler. Bunu
sağlayan bu şehrin yöneticisidir. Yönetici, peygamber ile filozofun erdemlerini(zeki,dürüst, doğruluğu seven hafızası kuvvetli)
kendinde toplayan kişidir ve bu özeliklerini topluma yayarak devleti yönetir. Bireylerin de yöneticinin bilgilerine katılmasıyla mutlu
bir şehir doğar.

36
Thomas More‘un Ütopyası

Roman tarzında yazdığı "Utopia" adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı ortaya koyar. Bu devlette özel mülkiyet yoktur
ve yasaktır. Herkes devlet adına üretir. Para geçerli değildir. Üretilenlerden herkes ihtiyacı kadar alır. Bireyler günde altı saat
çalışır, geri kalan zamanlarını sanat ve bilimle uğraşarak geçirirler. Yöneticiler, tıpkı Platon’un ideal devletinde olduğu gibi, çok
sıkı bir eğitimle yetiştirilir.

Tommaso Campanella’nın Ütopyası

"Güneş Ülkesi" adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı yaparken, o da Platon’un etkisi altında kalır. Güneş kentte her
şey ortaktır. Aile yoktur. Eşlerin seçimi yönetimce yapılır. Kent bir rahip tarafından adilce yönetilir. Herkes dört saat çalışır. Geri
kalan zamanda sanat, eğlence, okuma, beden ve ruhları eğitme gibi zevk veren işlere ayrılır. Yöneticinin yetkisi mutlaktır. Adları
"Güç", "Akıl", " Sevgi" anlamına gelen üç yardımcısı vardır.

Francis Bacon’un Ütopyası

"Yeni Atlantis" adlı eserinde ütopik devletini tanıtır. "Ben Salen" adlı adada sağlam bir ahlâk anlayışı egemendir. Özel
bir örgüt, halkın bu yüksek bilgi ve kültürünü planlar ve yürütür. Buna göre "Yeni Atlantis" bir bilgi devleti olarak tasarlanmıştır.

2.İstenilmeyen Ütopyalar:

Dünyanın ve toplumun geleceği konusunda iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış yukarıdaki ütopyaların yanı sıra
kötümser bir bakış açısıyla yazılmış ütopyalar da vardır. Bunlar gelecek için karamsardırlar. İnsanlığın geleceğinin özellikle
kontrolsüz teknolojik gelişmeler yüzünden kötü olacağına ilişkin bir karamsarlık içermektedirler.Bu ütopyalara şunlar örnek olarak
verilebilir:

a.)Aldous Huxley :Yeni Dünya


b.)George Orwel :1984 Ütopyası

Aldous Leonard Huxley’in Ütopyası

"Yeni Dünya" adlı eseri bir bilim-kurgu özelliği taşır. "Yeni Dünya" da teknoloji çok gelişmiştir. İnsanlar suni yoldan
üremektedir. Evlilik yoktur. İnsanlar çalışır ve eğlenirler. Hastalanma ve yaşlanma yoktur. Geçmiş, tüm değerleriyle yok edildiği
için, geçmişi düşünme ve özlem duyma yoktur. Bu ütopya , doğal yaşamdan kopmayı dile getirme açısından geleceğe ilişkin bir
korku ütopyasıdır.

G. Orwell’in Ütopyası

George Orwell, "1984" adlı eserinde despotizmin (zorbalık) egemen olduğu bir dünyayı tasvir eder. Bu ütopyaya göre,
dünya eşit güce sahip üç bloka ayrılmıştır. Yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler
kaldırılmış, ahlâki ve insani duygular yok edilmiş, düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmış, yaşam tüm güzelliklerini
yitirmiştir. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline
getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir.

37
Orwell bu eserinde, gelecek üzerine korkularını dile getirmiştir. İnsanları, modern dünyayı etkileyebilecek sorunlar
üzerinde düşünmeye yöneltmek istemiştir. Ekonomik Ütopya bu eserde genellikle Dünya'yı değiştirmek amacı ile yazılmıştır.

BİREY VE DEVLET

Birey devlet ilişkileri insanların devlet kurma ihtiyacı doğduğundan beri çeşitli şekiller almıştır. Toplumlarda
önceleri bu ilişki daha çok devlet lehine bir ağırlık taşımaktaydı devlet veya otorite bireyi idare eden ona hükmeden bir
anlayış üzerinde varlığını sürdürüyordu. Bunun sonucunda bireye rağmen devlet hakimiyetini sürdürdü.

Modern devlet anlayışının yerleşmesiyle birlikte bu ilişki karşılıklı iş birliği şeklinde gerçekleşti. Devlet birey
kollayan ona çeşitli imkanlar sunmaya çalışan bir konuma geldi.

Bireyin ve devletin birbirine feda edilmemesi anlayışını Yusuf has Hacip’in, Kutadgu Bilig adlı eserinde
görmemiz mümkündür. O devleti idare edeni halka iyilik yapmakla görevli sayar çünkü halk adalete muhtaçtır halkın
devlete verebileceği pek çok şey yoktur. Ancak devletin halka verebileceği pek çok şey vardır eğer bu yapılmazsa,
zorbalık olursa devlet bozulur

Montesquieu

Ona göre devlette yasama yürütme yargı olmak üzere üç temel güç vardır hükümdar yasama gücüyle kanun
yapar yürütme gücüyle iç ve dış güvenlik sağlanır. Yargı gücüyle suçlular cezalandırılır.

Ona göre hiçbir gücün kullanımı sınırsız değildir yasalar insan hak ve özgürlüklerine saygılı olmalıdır birey
devlet ilişkisi sadece itaat eden, itaat ettiren bir ilişki olmamalıdır

38
7. ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

Estetik olaylar da, tıpkı bilgi olayında olduğu gibi, bize süje ile obje arasındaki ilgiyi gösterir. Estetik olay da aynı şekilde
estetik olarak algılayan süje ile bu süjenin estetik algı ile kendisine yöneldiği varlık, doğa ya da sanat eseri dediğimiz obje
arasındaki ilgidir.

ESTETİĞİN KONUSU

Eski Yunanca bir sözcük olan estetik duyumlamak, algılamak anlamındadır. Estetik güzellik felsefesidir. Güzel üzerine
düşünme ve ne olduğunu araştırma etkinliğidir. Estetik, 18. Yüzyılda Baumgarten (1714-1762) tarafından kurulmuştur. Her ne
kadar estetik bağımsız bir felsefe disiplini olarak iki yüz yıllık bir geçmişi gösteriyorsa da, aslında estetik problemler ile uğraşma
daha ilkçağa kadar geri gider. Uzun bir geçmişe sahip olan estetik problemler özel bir ad altında toplanmamıştı. İşte, Baumgarten
bu problemleri ortak bir ad altında toplayarak ona estetik adını vermiştir. Estetik olaylar da, tıpkı bilgi olayında olduğu gibi, bize
süje ile obje arasındaki ilgiyi gösterir. Estetik olay da aynı şekilde estetik olarak algılayan süje ile bu süjenin estetik algı ile
kendisine yöneldiği varlık, doğa ya da sanat eseri dediğimiz obje arasındaki ilgidir. Estetiğin görevi, bulanık ve karmaşık olan
duyusal bilginin mükemmelliğini araştırmaktır. Duyusal bilginin mükemmelliği güzellik adını alır. Buna göre, estetiğin konusu
güzelliktir. Estetiğin konusu içine yalnız güzellik ve estetik değerler girmez, sanat da girer . Çünkü sanatın amacı da sanat
eserlerinde güzelliği ya da estetik değerleri ortaya koymaktır.

FELSEFE AÇISINDAN SANAT

SANAT

Sanat da felsefenin bir konusu, bir disiplinidir. Sanata felsefe açısından yaklaşım sanat felsefesini oluşturmuştur. Sanat
felsefesinin temel sorusu, sanatın nasıl bir etkinlik olduğudur. Sanat felsefesi sanatın, beğenilerin, sanat eserinin özünü ve
anlamını konu alır. SANAT FELSEFESİ ESTETİĞİN BİR BÖLÜMÜDÜR . Yalnız insan etkinliği sonucu ortaya çıkan sanat
ürünlerini değerlendirir. Estetik ise, sanatın yanında doğadaki ‘güzeli’ de kapsamına alır. Sanat felsefesinde, sanat eserlerinin
nasıl oluştuğu üzerine değişik yaklaşımlar oluşmuştur. Bu yaklaşımlarım bazıları şunlardır.

Taklit Olarak Sanat :

Bu görüşe göre, sanat eserinde gördüğümüz, sanatçının algıladığı şeyleri taklit ederek bize yansıtmasıdır . Sanatçı,
doğanın güzelliğini eserinde ne kadar aslına uygun olarak yansıtabilirse, eseri o kadar güzel olarak yargılanır. Bu nedenle bu
kurama yansıtma kuramı da denir. Yansıtma kuramı İlkçağın idealist filozofu Platon’a kadar geri gider. Aristoteles’de sanatı bir
taklit olarak görür. şair dil, müzikçi ses, ressam da boya aracıyla nesneleri taklit
eder, onları yansıtır.

Yaratma Olarak Sanat :

39
Sanat eseri, sanatçının kendi yaratıcı gücü, yeteneği ve coşkusunun oluşturduğu estetik objedir. Doğa kendi başına
güzel değildir. Nesneler dünyası tinsellikten yoksun, bir madde dünyasıdır. Yaratma olayı, sanatçının algıladığı maddi varlığa
duygu, düşünce ve hayal gücünü katması olayıdır. Bir sanat eseri, sanatçının kendinden kattığı değerlerle anlam kazanır. Maddi
varlığı böyle tinselleştirmek, maddeye biçim vermek demektir. Biçim kazanmış, tinsellik kazanmış maddi varlık artık maddi varlık
olmaktan çıkar ve bir sanat eseri olur. Ölümlü olan madde, tinselleşince, biçim alıp bir sanat eseri haline gelince, ölümsüzleşir.
Sanat eseri bir kere oluşan bir üründür. Bu nedenle sanat eseri özgündür, ikinci örneği yoktur.Önemli temscilcisi Crocedir.

Oyun Olarak Sanat :

Sanat ile oyun arasında daima bir benzerlik görülmüştür. Çünkü, her iki etkinliğin de ereğinin kendinde olmasıdır. Oyun oynayan
bir çocuk için oyunun dışında bir başka erek , bir başka dünya yoktur, çocuk oynamak için oynar. Bu görüşe göre, sanat etkinliğini
bir oyun gibi değerlendirmek gerekir. Nasıl oyunda çıkar, günlük kaygı yoksa ve olabildiğince özgürlük varsa, sanatçı da bir
oyuncu gibi gerçek dışı bir dünyada eserini oluşturur. Alman Düşünür Kant, Alman şair Schiller ve psikolog Wundt bu görüşü
savunmuşlardır.

SANAT ESERİ :

Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir . Her sanat eserinin bu nedenle estetik değeri vardır.
Çünkü, sanatçının kendine özgü duyguları, heyecanları, hayal gücü ve yetenekleri eserinde birleşmiştir. Sanat eserinin en önemli
özelliği tek olmasıdır. Çünkü, sanatçı eserini oluştururken oluşan duyguları ve hayal gücünü bir kez daha aynen yaşayamaz. Bir
ürünün sanat eseri olarak belirlenmesinde üç temel öğe etkendir. Bunlar, estetik süje (sanatçı) , estetik obje (sanatçının sanat
eserine dönüştürmek istediği her şey) ve estetik yargıdır (sanat eseri hakkında ortaya konan beğeni değeri, yani güzel ya da
güzel olmamayı belirten yargı.)

ESTETİĞİN TEMEL KAVRAMLARI

Güzellik Problemi

Felsefe tarihi boyunca güzellik problemi filozofların çoğunu ilgilendirmiştir. Biz hoşumuza giden bir manzara karşısında
ya da dinlediğimiz bir müzik karşısında yalnız haz almakla kalmaz, aynı zamanda yaşadığımız estetik durumu bir değer yargısı ile
ifade ederiz. Güzel bir manzara, güzel bir müzik gibi. O halde güzel ya da güzellik estetik olayın ayrılmaz bir parçasıdır . Buna
göre güzellik nedir? Bu soru bir güzellik felsefesinin varlığına götürür ve estetik sorunlar arasında ilk sorulan soru olur. Güzelliğin
bir felsefe sorunu olması Platon ile başlar. Platon'a göre güzellik bir ideadır ve idea olduğu için de zaman ve mekan dışı mutlak
varlıktır. Böyle bir güzelliğe Platon "kendiliğinden güzel'' adını verir. Platon için yaşadığımız varlık alanı eksik ve kusurludur. İdea
dünyasına ait olan güzellik, sanat eserinde bir görüntü kazanır. Sanat, güzellik ideasından ne kadar pay alırsa o kadar güzel olur.
Aristoteles'e göre güzellik bir ahenk, orantı ve düzendir . Bu nedenle orantıdan yoksun olan hiçbir şey güzel olamaz. Buradan
anlaşılacağı gibi Aristoteles güzelliği matematik olarak açıklamıştır. Eski Yunan'da ortaya atılan, bütün güzellikleri açıklayıcı bir
formül olarak düşünülen " altın oran " düşüncesi özellikle Rönesans'ta ve sonrasında tekrar ön plana çıkar. Düşünürler bir biçimi
oluşturan parçaların oranının bir güzellik tılsımı olarak kendi içinde bulunduğunu düşünmüşler ve bu oranı bulmak için yüzyıllar
boyu doğada ve sanatta biçim araştırması yapmışlardır. Güzelliğin metafizik anlamda ele alınması İlkçağla başlamış, daha sonra
günümüze kadar yaşamını sürdürmüştür. Örneğin, Hegel'e göre, güzellik mutlak ruhun nesnelere yansımasıdır. Schopenhauer'e,
göre güzellik mutlak iradenin kendisini dışlaştırmasıdır . Çağdaş felsefede de , örneğin N. Hartman'a göre tinin maddede kendini
göstermesidir. Estetiğin kurucusu Baumgarten'e göre güzellik duyumsal bilginin mükemmelliğidir. Benedetto Croce'a göre ise
güzellik, mutluluk veren bir biçimleniştir. Görüldüğü gibi filozoflar güzel hakkında farklı yorumlar yapmışlardır. Ancak, hepsinin
ortak noktası, güzelin insanı olumlu etkileyen bir değer olarak görülmesidir.

Doğada Güzel - Sanatta Güzel

Güzellik problemi hem doğada hem de sanatta güzelliği kapsar. Doğadaki pek çok varlık ve varlıksal düzenlilik güzelliği
yansıtmaktadır. Sanatta güzellik ise doğadakinden farklı özellik taşır. Düşünürlerin doğa güzelliği ile sanat güzelliği üzerine
görüşleri farklılık göstermektedir. Kimileri doğada güzelliğin olamayacağını, kimileri sanattaki güzelliğin doğadaki güzellikten üstün
olduğunu, kimileri doğada güzelliğin var olduğunu, ancak, bunun sanatın gelişmesi ile fark edilebildiğini belirtmişlerdir. şimdi şu
sorular sorulabilir: Doğada karşılaştığımız güzellik ile sanat eserlerindeki güzellikler birbirleriyle örtüşen güzellikler midir ? Acaba
doğada güzel olarak nitelediğimiz bir varlık, bir sanat eseri haline gelince, doğada güzel olduğu için yine güzelliğini sürdürür mü?
Yine doğada çirkin diye nitelediğimiz bir varlık, sanat eseri haline gelince, bu yine çirkin olmakta devam eder mi? Doğada

40
bulduğumuz güzellik ile sanatta bulduğumuz güzellik arasında bir örtüşme yoktur . Eğer olsaydı, doğada güzel bulduğumuz bir
şeyin sanatta da zorunlu olarak güzel olması, yine doğada çirkin bulduğumuz bir şeyin de sanatta aynı şekilde çirkin olması
gerekirdi. Ama, durum hiç de öyle değil, doğada çirkin olan sanatta güzel olabildiği gibi, doğada güzel olan sanata çirkin olabiliyor.
Çünkü, her iki güzellik birbirinden farklıdır. Doğa güzelliğinde nesnelerin canlılığı, hareketi bir etken olduğu halde, sanat güzelliği
nesnelerin form özelliğine dayanır Bunun için sanat güzelliği doğa güzelliğinin bir yansıması değildir. Çoğunda insan, sanat
güzelliği ile eğitildikten sonra doğadaki güzelliği fark edebilir. Güzellik, bunu fark edende bir duyusal etkilenme oluşturabiliyorsa,
doğada da sanatta da güzellik söz konusudur. Ancak, hem doğa hem sanat güzelliğini fark edebilmek için estetik bir duyum, bir
tavır gereklidir. Delacroix (Delakrua) bunu şöyle belirtmiştir: " Biz romantik olduktan sonradır ki, dağlar güzelleşti."

ESTETİĞİN TEMEL SORULARINA YAKLAŞIMLAR

Estetik Yargıların Yapısı :

Bir sanat eseri hakkında verilen beğeniye ait yargılar estetik yargılardır. Estetik yargılar GÜZEL ve ÇİRKİN
kavramlarına dayanır. Bu nedenle estetik yargılara değer yargıları denir. Bu yargılar bilgi ve ahlâk yargılarından farklıdır.

Estetik yargıların özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

*Bilgisellik ve objektiflik yoktur. Yani doğrulanıp yanlışlanamaz.


*Sübjektif yargılardır. Zihin bütün insanlarda ortaktır. Beğeni ise kişilere göre değişir. Bu nedenle " beğeniler üzerine
tartışılamaz " denir. Bunun sonucu olarak da, estetik yargılar öznel olmaları nedeniyle genel - geçer olamazlar.
*Kültürden kültüre değişebilen yargılardır. Ancak, estetik eğitimin yaygınlaşması ve insanlar arasındaki kültür
farklılıklarının azalması, kişiler arasındaki estetik yargıların farklılığını en aza indirebilir.

ORTAK ESTETİK YARGILARIN OLUP OLMADIĞI :

Düşünürler tarafından estetik yargılar üzerine iki farklı görüş geliştirilmiştir. Bu görüşlerden biri ortak estetik yargıların
olamayacağını, diğeri ise olabileceğini savunan görüşlerdir.

Ortak Estetik Yargıların Varlığını Reddedenler :

İnsanların estetik yargıları arasında bir uzlaşma olabilir mi? Birinin güzel dediğine bir başkasının da güzel demesini
bekleyebilir miyiz? Bu konuda kimi düşünürler bunun mümkün olmadığını ileri sürer. Bunlardan biri B. Croce'dir. Croce'ye (Kroçe)
göre, sanat eserleri üstüne verilen yargılar, ortak yargılar niteliğinde değildir. Çünkü, sanat eserleri sanatçının ruhunda bir an için
meydana gelen bir ifadenin (güzelliğin) maddi görünüşleridir. Sanat adına ortaya konan her ifade tarzı bireysel bir nitelik taşır. Bu
nedenle herkesin bu ifade biçimi karşısındaki değerlendirmesi farklı olabilir. Öyleyse ortak estetik yargı olamaz.

Ortak Estetik Yargıların Varlığını Kabul Edenler :

Estetik yargıların genel - geçerliğini temellendiren Kant olmuştur . Kant'a göre sanat eserinin en önemli özelliği
insanlarda ortak bir duygu oluşturmasıdır. Sanat eserinde ortaya konan güzellik, her türlü çıkardan uzak haz duymayı sağlar. Bir
şeyden haz duyan kişi, başkalarının da aynı duyguya varmasını ister. Ortak duygu, zorunlu bir estetik duygudur. Bu duygu ortak
estetik yargıyı gerekli kılar. Kant sorunu metafizik bir ortak estetik duygu prensibine dayanarak çözmek istemiştir. Günümüzde
felsefe ve psikolojide yapılan araştırmaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Estetik yargılarda, beğeni yargılarında görülen
sapmalar tümden ortadan kaldırılamaz. Ancak, toplumlar arasındaki kültür farklılıklarının ve kişiler arasındaki eğitim farklılıklarının
azaltılmasıyla oldukça aza indirilebilir.

41
8. Din Felsefesi

A. DİN FELSEFESİNİN KONUSU

Din felsefesi, dini konu edinen, dinin temellerini ve öğelerini ele alan, sorgulayan felsefe dalıdır. Başka bir deyişle din
felsefesi, dinin felsefe açısından ele alınması, din hakkında düşünme ve açıklamadır. Din felsefesi dine ahlak ve sanat
felsefelerinde olduğu gibi rasyonel, objektif ve eleştirel olarak yaklaşır.

Dine Felsefi Açıdan Yaklaşım:

Dine felsefi yaklaşım her şeyden önce din gerçeğini kabul eden ve anlamladırmaya çalışan bir yaklaşımdır. Dini dinin
temel kavramlarını ve inançlarını değerlendirmek, din gerçeğine eleştirel bir gözle yaklaşmakla olur. Bunu da felsefe yapabilir.
Din felsefesi, dini tanımlamaya, açıklamaya ve anlamlandırmaya, dinsel kavramları ve davranış biçimlerini felsefi temeli
üzerinde savunmaya ya da eleştirmeye, dinlerin kullandığı dili çözümlemeye yönelik felsefe araştırmalarından meydana gelir.

Teoloji İle Din Felsefesinin Farkı:

Teoloji (ilahiyat) de tıpkı din felsefesi gibi dini ve Tanrıyı konu alır. Teoloji, doğrudan doğruya inanca dayanır; inancın
sınırları dışına çıkmaz. Teoloji açıklamalarında Tanrının gönderdiği kutsal kitaplara, peygamberlerin bildirdiklerine ve din
alimlerinin yorumlarına dayanır.
* Teoloji dogmatik ve otoriteye dayalıdır, din felsefesi özgür düşünme, nesnel olma ve sorgulamayı temel alır.
* Teolojinin amacı inananların inançlarını güçlendirmektir, din felsefesi ise dinin ilkelerini sorgular kişilerin dindar
olmalarına çalışmadığı gibi inançları sarsmaya da kalkışmaz.
* Teoloji belli bir dini ele alırken, din felsefesi genel olarak din ya da dinleri ele alır.

Dinin Felsefi Temellendirilmesi:

* Felsefe dini temellendirirken dine rasyonel açıdan bakmak zorundadır. Akla dayanmalıdır. Tutarlı olmalı çelişkilere
düşmemelidir.
* Felsefe dini temellendirme çabasında nesnel olmak ve eleştirel bir tavır takınmak durumundadır.
* Felsefe dini temellendirirken, konuya olabildiğince geniş kapsamlı ve kuşatıcı bakışla yaklaşmalıdır.
* Din felsefesi nesnel olmak zorundadır. Nesnel olmak, dogru olana varmak amacıyla taraf tutmadan inceleme yapmak,
yargıda bulunmak demektir.

B. DİN FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Tanrı: Evrende var olan herşeyin yaratıcısı olduğuna ve tekliğine inanılan yüce varlık.
Mucize: Mucize, insan aklının ölçülerini aşan, doğa yasalarının dışına çıkın, düşünce ilkelerinde değil de, dini inanca
dayanan bir oluştur.
Vahiy: Peygamberlere gelen ilahi ilham anlamına gelir. İlahi bir nitelik taşıyan ana düşünce, vahiy yoluyla
peygamberlere bildirilir.
Peygamber: Peygamber, her dinde Tanrı’nın buyruğnu insanlara bildiren elçidir.
İman: Dinin ortaya koyduğu doğrulara inanmaya denir.
İbadet: Tanrının buyruklarını yerine getirmeye ibadet adı verilir.
Yüce: İncanca ölçüleri aşan, sınırlanamayan, önünde eğinilen üstün varlık anlamına gelir.

42
Kutsal: Din açısından saygıya değer olan, Tanrı ya da peygamberler tarafından kutsanmış olandır.

C. DİN FELSEFESİNİN TEMEL PROBLEMLERİ

1. Dinin Tanımları: dinler kaynaklarında bulunan Tanrıya göre tanımlarınlar, tek Tanrılı (monoteist) ve çok Tanrılı
(politeist) söz edilmektedir.
2. Tanrının Varlığı Problemi: Din, Tanrının var olduğu inancına dayanır. Ban göre dinin temellendirilebilmesi için ,
Tanrının varlığının kanıtlanması gerekir. Din felsefesinin de temelinde Tanrının var oluşuyla ilgili kanıtlamalar bulunmaktadır.
Tanrı var mıdır? Tanrının varlığını gösteren kanıtlar nelerdir?
3. Tanrının Temel Niteliklerinin Tanımlanması Problemi: Bu konuda Tanrının evrene aşkın ya da içkin olduğu şeklinde
farklı yaklaşımlar görülür. Tanrı, bir olan, yaratılmamış olan, ezeli ve ebedi, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen varlık olarak
tanımlanır.
4. Vahyin İmkanı Problemi: İnsan ile Tanrı, iki ayrı kategoride varlıktırlar. İnsanın sonlu, ölümlü, bir yanıyla da maddi
varlık olduğu yerde, Tanrı sonsuz, ölümsüz ve tümüyle manevi bilinen bir varlıktır. Bundan dolayı vahiy açıklamasına ihtiyaç
duyulmaktadır.
5. Tanrıyla Evren Arasındaki İlişkinin Ne Olduğu Problemi: Tanrı doğaya aşkın bir varlıkmıdır yani doğaüstü bir varlık
mıdır yoksa panteistlerin (tümTanrıcılar) söylediği gibi Tanrı evrenin içinde midir?
6. Evrenin Yaratılışı Problemi:Evren Yaratılmış Mıdır? Yoksa evren öncesiz ve sonrasız mıdır? Bazı görüşler Tanrı
tarafından yaratıldığını söylerken bazıları ise yaratılmadığını ezeli ve ebedi olarak var olduğunu söylerler.
7. Ruhun Ölümsüzlüğü Problemi: insan ruhu acaba beden yok olup gittiği zaman ortadan kalkar mı yoksa başka bir
yerde var olmaya devam eder mi? Bu konuda da diğerleri gibi iki görüş ortaya çıkmıştır.

D. TANRI’NIN VARLIĞINA İLİŞKİN BAZI YAKLAŞIMLAR

Tanrının varlığı konusunda üç temel yaklaşım bulunmaktadır.

1. Tanrının Varlığını Kabul Edenler: Tanrının varlığını kabul eden yaklaşımlar üç tanedir. Teizm, Deizm, Panteizm.

a) Teizm: Tanrıya inanma anlamına gelir, Tanrıya inanmama anlamına gelen Ataizm’e karşıdır. Teizm, Tanrının
varlığını ve onun evrenin yaratıcısı, koruyucusu ve egemeni olduğunu kabul eden dini felsefedir. Teizme göre Tanrı öncesiz ve
sonrasızdır. Dünyayla sürekli ilişki içindedir. Evrende olup biten her şey onun iradesinin ürünüdür. Tanrının varlığını akıl yoluyla
kanıtlamak için kanıtlar ileri sürülmektedir bunlar;
* Ontoloji Kanıt: Kanıtın ontolojik olması Tanrının varlığından hareket edilmesinden kaynaklanmaktadır. İlk kez öne
süren St. Anselmus’tur. Tanrı tasarlanabilen en yetkin (mükemmel) varlık olarak tanımlanır. Tanrı kendisinden daha büyük ve
yetkin olan bir varlığın tasarlanamayacağı varlıktır. Yetkin bir varlık, var olmadığı takdirde yetkin olamaz. İşte bu anlaşıta, Tanrının
var oluşu Tanrı tanımından zorunlu olarak çıkacaktır. Descartes de bu kanıtı kullanmıştır.
* Kozmolojik Kanıt: İlk neden kanıtı olarak da bilinen bu kanıt, aynı zamanda nedensellik ilkesine dayanır. Hiçbir şey
nedensiz olamaz, var olan her şeye mutlak olarak, kendisinden önce gelen bir şey neden olmuştur. Kozmos (evren) de bu şekilde
dir. Evrenin var olduğunu bildiğimize gir onu bu günkü durumuna bir dizi neden ve sonucun getirmiştir. Neden sonuç ilişkisindeki
sonuç ilk nedenin Tanrı olduğudur.
* Düzen ve Amaç Kanıtı: Bu kanıt çevremizde doğal dünyaya baktığmızda, her şeyin kendi işlevini yerine getirecek
şekilde, en ince ayrıntısına kadar düzenlenmiş ve ayarlanmış olduğunu göreceğimizi belirtir. İşte bu durum bir yaratıcının var
oluşunu kanıtlar. Gözün yapısındaki düzen ve amaç bu kanıtı örneklendirir. Düzen ve amaç kendi kendine ortaya çıkmaz, belli
amaca hizmet eder, irade sahibi Tanrı tarafından gerçekleştirilir.
* Ahlak Kanıtı: Tanrı olmasaydı her şey mübah ( sevap ya da günah olmayan) olurdu. İyi ve kötünün bir anlam ifade
edebilmesi için karşılıklarının görülebilmesine bağlıdır. İyi ve kötünün karşılığının teminatı ise Tanrı’dır.
* Dini Tecrübe Kanıtı: Bir çok insan Tanrının varlığının kanıtı olarak iç duygularını ve sezgilerine başvurmaktadır.
Tasavvufta da Mevlana, Yunus Emre gibi düşünürler bu gruba girerler. Tanrıyı ispat etmeye gerek yoktur. O zaten sezgiyle
kavranabilir.

43
b) Deizm: Deizm, Tanrının varlığına inanmakla birlikte Tanrının evrenden aşkın (transandantal) olduğunu, evrenin
dışında olduğunu, bir kez yaratıp sonradan evrene müdahale etmediğini savunur. Deizm iki temel ilkeye dayanır.
* Varlığı akılla bilinen Tanrı anlayışı
* Evrenin yaratıldıktan sonra kendi yasalarına göre işleyişi
Deizm dine akılcı açıdan yaklaşmıştır. Mucizelere karşıdır. Batıl inançlara ve dogmalara itiraz eder. Locke, Rousseau
ve Voltaire bu görüşün savunucularıdır.

c) Panteizm: Panteizim, Tanrı ile evreni bir kılan, her şeyi Tanrı olarak gören felsefi öğretidir. Tanrı evrenden ayrı
değildir, tam tersine evren ile bir ve aynıdır. Tanrının doğanın dışında olması mümkün değildir . Tanrı evren ile özdeştir. En önemli
temsilcisi Spinozadır. İlk panteist filozof ise Xenofanes’tir.

2. Tanrının Varlığını Reddedenler:

Tanrının varlığını reddeden görüşlere ateizm, kişilere de ateist adı verilir. Ateizm “Tanrıtanımazlık” olarak dilimize
çevrilmiştir. Genel anlamda dini inançsızlığı ve tüm dinlere karşı olmayı ifade eder. Din felsefesinde ateizm evreni yine evrene
dayanarak açıkladığından Tanrı ya da doğal güç diye birşeyi mümkün kabul etmez. Ateizmin felsefi temeli Materyalizmdir.
Tanrının var olmadığını savunan kanıtlar bulmaya çalışır. Bunlar:
* Kötülük Kanıtı: İçinde yaşadığımız dünyada kötü olarak nitelediğimiz oluşumlar vardır. Savaşlar, hastalıklar,
depremler, açlık vb... Ateist bu noktada kötülüğün karşısında nasıl olup da mutlak iyi olan bir Tanrıdan bahsedileceğini sorar.
Olsaydı bu kötülüklere karşı çıkardı der. Ateizmin karşısındaki filozoflar bu kanıta “Bu dünyada kötülüğün var oluşu, daha yüksek
ahlaki iyiliklere yol açtığı için haklı kılınabilir. Buna göre eğer yoksulluk olmasa, yoksullara yardım etme gibi ahlaki bakımdan iyi
olan eylemler temelsiz kalırlar. Savaşlar, işkence ve toplu kıyımlar vardır ama, kahramanlar, azizler ancak bunlar sayesinde
ortaya çıkar.
* Ahlaki gerekçeler Kanıtı: Bu çerçevede içinde değerlendirmemiz gereken iki düşünür vardır. Nietzsche ve Sartre. İki
düşünür de felsefelerinde ahlakı ön plana çıkarmışlardır. Ahlak söz konusu olduğun da ise, insanın Tanrı tarafından önceden
belirlenmiş bir özü bulunmadığını, insanın özünü kendisinin yarattığını savunmuşlardır.
Sartre’a göre evrende kendi kendini yaratan tek varlık insandır. Her nesnenin bir özü, bir varlığı bir de varoluşu vardır.
Ona göre yalnız insanda varoluş özden önce gelir. İnsan önce vardır, sonra şöyle ya da böyle olur. Çünkü özünü kendisi yaratır.
(Varoluşculuk – Egzistansiyalizm)
Nietzsche’ye göre insan gücünün bir değeri olacaksa, insan için bir özgürlük ve ahlaktan söz edilebilecekse, soncuzca
güce sahip olan bir varlığın var olması gerekir. İnsanın kendisini özgürce yaratabilmesi için Tanrıdan vazgeçmek gerektiğini
söyler.

3. Tanrının Varlığının Bilinemeyeceğini Ya da Yokluğunun Bilinemeyeceğini Öne Sürenler

Tanrıya ilişkin bilgiye sahip olunamayacağını, dolayısıyla Tanrı’nın var olduğunun da var olmadığının da
kanıtlanamayacağını savunan öğretiye felsefe de agnostisizm (bilinemezlik) adı verilir. Tanrının var olduğunun ya da olmadığının
ilke olarak bilinemeyeceğini öne süren bir görüştür. Bu görüşü ilk olarak Sofist Protogoras vermiştir.

44

You might also like