Professional Documents
Culture Documents
Adli Bilimler Açisindan Yanmiş İnsan Kemiklerinin İncelenmesi
Adli Bilimler Açisindan Yanmiş İnsan Kemiklerinin İncelenmesi
Adli Bilimler Açisindan Yanmiş İnsan Kemiklerinin İncelenmesi
POLİS AKADEMİSİ
Danışman
ANKARA – 2019
2
ONAY
...........................................
………………………………………..
……………………………………….
…../……/2019
III
ÖNSÖZ
Her koşulda yanımda olmayı ihmal etmeyen ve beni destekleyen sevgili eşim Uğur
TEMELLİ’ye ve aileme teşekkürlerimi bir borç bilirim.
IV
ÖZET
T.C.
Pol s Akadem s
Adl B l mler Enst tüsü
Kr m nal st k Anab l m Dalı
Adl B l mler Açısından Yanmış İnsan Kem kler n n İncelenmes
Hazırlayan: Derya ATİK TEMELLİ
Yüksek L sans Tez
Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Nilgün ŞEN
2019-128 Sayfa (Ekler Hariç)
V
Yanma olaylarında kemikler ve dişler, yüksek sıcaklığın etkisiyle yanma
yoğunluğu, ulaşılan maksimum sıcaklık, kullanılan hızlandırıcının cinsi, ısıya maruz
kalma süresi hakkında bize yol göstermekte ve adli olayların çözülmesine yardımcı
olmaktadır. Yüksek sıcaklığın etkisiyle kemikler ve dişlerin kimyasal yapıları
değişikliğe uğramaktadır. Bu değişikliklere paralel olarak morfolojik yapılarında
(renk, büzülme, kırılma ve parçalanma) farklılıklar gösterdiği görülmektedir. Ayrıca
literatürde incelenen çalışmalardan sıcaklık derecesiyle yanma süresinin kemikler ve
dişler üzerinde renk değişikliklerine sebep olduğu görülmüştür. Adli olaylarda
yanmış kemikler ve dişlerdeki renk değişiklikleri, sıcaklığın derecesini belirlemek
için kullanılmakta ve DNA analizinin uygulanabilirliği konusunda yardımcı
olmaktadır.
VI
ABSTRACT
Police Academy
Institute of Forensic Sciences
Department of Criminalistic
Examination of Burnt Human Bones in The Way of Forensic Science
Prepared by: Derya ATİK TEMELLİ
Master's Thesis
Supervisor: Assit. Prof. Dr. Nilgün ŞEN
2019- 128 Page (Excluding attachments)
The fact of crime and the evaluation of the events have great importance in forensic
cases. Especially with the new technological developments, different studies have
emerged about the types of crime and how the crime is committed. Forensic
Anthropology, which is one of the sub-branches of Physical Anthropology, is used
when it is difficult to diagnose to a case due to the longness of the time after the
occurrence of death.
VII
In cases of burning, bones and teeth guide us about the intensity of
combustion, the maximum temperature reached, the type of accelerator used, the
duration of exposure to heat and thus they help us to solve forensic events. The
chemical structure of bones and teeth changes under the influence of high
temperature. Accordingly, the morphological structures of the bones (color,
contraction, fracture and fragmentation) vary. In addition, the studies examined in
the literature show that burning, temperature, duration of temperature cause color
changes on bones and teeth. Color changes in burned bones and teeth are used in
forensic events to determine the degree of temperature and helps for the applicability
of DNA analysis.
This thesis study emphasized that identification can be successful with the
help of human bones and teeth in a burning case, forensic anthropology has a great
contribution to the resolution of forensic cases in combustion events and that
multidisciplinary techniques should be used for identification.
Keywords: Burnt Human Remnants, Burned Human Bones, Burnt Human Teeth,
Forensic Anthropology
VIII
ADLİ BİLİMLER AÇISINDAN YANMIŞ İNSAN
KEMİKLERİNİN İNCELENMESİ
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ONAY……………………………………………………………………… II
ÖNSÖZ……………………………………………………………………. IV
ÖZET……………………………………………………………………… V
ABSTRACT………………………………………………………………. VII
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………… IX
ŞEKİLLER LİSTESİ…………………………………………………….. XV
EKLER…………………………………………………………………….. XVII
GİRİŞ ……………………………………………………………………… 1
BİRİNCİ BÖLÜM
ADLİ BİLİMLER AÇISINDAN İNSAN KEMİKLERİNİN ÖNEMİ
NEDİR?
IX
1.2.1.2. İnsan İskelet Sistemi……………………………….………………… 14
1.2.1.3 Antropometri…………………….………………………………..…… 22
1.3. ADLİ ODONTOLOJİ…………………………………….……………... 23
1.3.1. Diş Yapısı……………………………………………………….……… 24
İKİNCİ BÖLÜM
YANMA OLGUSU VE ISIYA MARUZ KALAN İNSAN KEMİĞİ
KALINTILARI
2.1. KREMASYON…………………………………………………………. 28
2.2. ATEŞ VE YANMA…………………………………………………….. 30
2.2.1 Yangın Türleri ………………………………………………..………. 34
2.2.2 Isı Transferi…………………………………………………….……… 35
2.3. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ İNCELENMESİ……………. 36
2.3.1. Kemiklerde Isı Kaynaklı Histolojik Değişimler…………………….. 44
2.3.1.1. Fourier Dönüşümü Kızılötesi Spektroskopisi (FTIR)……………… 51
2.3.1.2. Termogravimetrik Analiz (TGA) ve Diferansiyel Taramalı Kalorimetri
(DSC)………………………………………………………………………… 52
2.3.1.3. Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM)………………….………… 53
2.3.1.4. X-ışını Floresans Spektrometresi (p-XRD ve XRF).……………….. 54
2.3.1.5. Manyetik Rezonans Görüntüleme ( MRI)……………….………….. 54
2.3.1.6. Nükleer Manyetik Rezonans (NMR)………….……………………. 55
2.3.1.7. Bilgisayarlı Tomografi (CT)…………………………..…………… 55
2.3.2. Kemiklerde Isı Kaynaklı Morfolojik Değişimler………………….. 59
2.3.2.1. Yanmış Kemiklerde Farklı Kırık Türleri…………………………… 63
2.3.2.1.1. Boyuna Kırıklar…………..……………….................................... 63
2.3.2.1.2. Enine Kırıklar……………………..……………………………… 64
2.3.2.1.3. Aşamalı Kırıklar…………………………………………………. 65
2.3.2.1.4. Patina Kırıkları…………………………………………………… 66
2.3.2.1.5. Parçalara Ayrılma ve Delaminasyon Kırıkları…………………. 67
X
2.3.2.1.6. Yanık Çizgi Kırıkları……………………………………...…….. 67
2.3.2.1.7. Kavisli Kırıklar…………………………………………………... 68
2.3.3. Yanmış Kemiklerde Renk Değişimi………………………………… 73
2.3.4. Isıya Maruz Kalan Dişlerde Morfolojik ve Histolojik Değişimler… 84
2.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARINDA KİMLİKLENDİRME…....... 93
2.4.1. Morfolojik Kimliklendirme………………………………………….. 94
2.4.1.1. Tür Tahmini ………………………………………………………… 95
2.4.1.2. Cinsiyet Tahmini……………………………………………………. 95
2.4.1.3. Yaş Tahmini ………………………………………………………… 97
2.4.1.4. Boy Tahmini ………………………………………………………… 99
2.4.2. Radyolojik Kimliklendirme………………………………………..… 100
2.4.3. Dental Kimliklendirme………………………………………………… 100
2.4.4. DNA ve Kimliklendirme……………………………………………….. 101
2.4.5. Felaket Kurbanlarında Kimliklendirme……………………………… 102
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YANMANIN GERÇEKLEŞTİĞİ OLAY YERİNDE DELİLLERİN
TOPLANMASI VE YORUMLANMASI
XI
3.2.2.1. Gaz Kromatografisi / Kütle spektrometrisi…………………………. 114
3.3. YANGININ GERÇEKLEŞTİĞİ OLAY YERİNDE DELİLLERİN
TOPLANMASI VE KORUNMASI……………………………………….. 116
3.3.1. Paketleme ve Kanıtların Korunması………………………………… 118
3.3.2. Ateşleyiciler ve Diğer Kanıtlar………………………………………. 119
3.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ BULUNDUĞU ALANLARDA
OLAY YERİ İNCELEME…………………………………………………. 120
SONUÇ………………………………………………….…………………… 125
KAYNAKÇA………………………………………………..……………….. 129
EKLER………………………………………………….…………………… 138
XII
KISALTMALAR LİSTESİ
CT : Computational Tomography
H-I : Heat-İnduced
XIII
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 2.1: Yanma Tepkimesi Sırasında Gözle Görülebilir Parlaklığa Neden Olan Isı
Dereceleri ………………..…………………………………………………………31
Tablo 2.3: Maksimum Alev Sıcaklığı (Havada Ölçülen, Difüzyon Alevleri) …..…33
Tablo 2.7: Yakılmış Vücut, Taze ve Kuru Uzun Kemikler Üzerinde Gözlenen
Kırılma Kalıplarının Karşılaştırması …………… …………………………………61
XIV
ŞEKİLLER LİSTESİ
XV
Şekil 2.18: Farklı Zamanlarda Farklı Sıcaklığa Maruz Kalan Dişler (Sıcaklık ve
Süre)………………………………………………………………………………....85
Şekil 2.19: Farklı Sıcaklıklarda Isıya Maruz Kalan Dişlerin Renk Değişiklikleri… 86
Şekil 2.20: Sementoenamel Kavşağının Üstünde ve Altında Dentin Rengindeki
Farklılık…………………………………………………………………………….. 87
Şekil 2.21: Dişin Kök Kısmında Enine Kırılma ……………………………………88
Şekil 2.22: Adli Vakalarda Sık Görülen Durum, Enamel Kronunun Alttaki Parçadan
Ayrılması…………………………………………………………………………….89
Şekil 2.23: Pulpa Dokusu ve Dentini Gösteren İçyapı Fotoğrafı (H ve E, × 4) (D -
Dentin; P - Pulpa)……………………………………………………………………92
Şekil 2.24: Isıl İşlem Sonrası Hematoksilin ve Eozinle Boyanmış Pulpa
Histopatolojisi……………………………………………………………………… 92
Şekil 3.1: Olay Yeri İnceleme Yöntemleri ………………………………………..107
Şekil 3.2: Ateşlemeden 40 Dakika Sonra Yanmış Otomobil ve Domuz Kalıntıları
……………………………………………………………………………………...110
Şekil 3.3: Küçük Bir Uçak Kazasında Meydana Gelen Kafatası Kırığı………….. 111
Şekil 3.4: Gaz Kromatografisi GC/MS Kullanımı……………………………….. 116
Şekil 3.5: Yangın Enkazını Toplamak İçin Çeşitli Ebatlarda Boya Tenekeleri….. 119
Şekil 3.6: Yanma Sonrası Analiz Sırasında Kullanılan Tartı ve Elekler…………. 121
Şekil 3.7: Sıralı Yanmış Parçacık Boyutları: > 4 Mm, > 2 Mm ,> 1 Mm Ve <1 Mm
Ölçek Santimetre Cinsinden……………………………………………………… 122
XVI
EKLER
EK 2: Yangın Formu
XVII
GİRİŞ
1
Adl antropologlar patlama, uçak kazaları ya da deprem g b k tlesel
ölümler n yaşandığı durumlarda da kurbanların k ml klend r lmes ve yen den
yapılandırılması konusunda büyük b r rol oynamaktadır. K tlesel felaketler
sonucunda çok sayıda ölümün gerçekleşt ğ durumlarda beden bütünlüğünün
bozulduğu ve yüksek ısının yarattığı doku tahr batı k ml klend rmey
zorlaştırmaktadır. Bu g b k tlesel ölümlerde b reyler n sayısı ve toplanan kem kler n
anatom k ayrımı çok büyük önem taşımaktadır. Çok sayıda kem k parçası bulunsa da
kem kler yanmanın etk s le formlarını kaybedeceğ nden bu süreç oldukça detaylı ve
özver l b r çalışma gerekt rmekted r.
C nayet vakalarında del ller n ortadan kaldırılması amacıyla fa l tarafından
başvurulan yöntemlerden b r de cesed n yakılmasıdır. Fa ller tarafından genell kle
ateş n b r vücudu tamamen yok edeb leceğ düşünülmekted r. Yakılma doğrudan
ceset üzer nde olab leceğ g b c nayet olayını kaza g b göstermek amacıyla ev,
şyer veya arabanın yakılması şekl nde de olab lmekted r. Bu g b durumlarda
yanmayı hızlandırmak ç n çeş tl k myasal maddeler n kullanımı oluşan yangının
ş ddet n ve süres n etk lemekted r.
Bu nedenle yanma şlem n n gerçekleşt ğ durumlarda cesetler n ncelenmes ,
olayın b r kaza ya da kundaklama eylem olduğu konusunda yol göstermekted r. Bu
çalışmada da yanma sonucunda ceset üzer nde oluşan durumların değerlend r lmes
ve olay yer nde nelere d kkat ed lmes gerekt ğ konusunda b lg ver lmes
hedeflenm şt r.
Tez n konusunu, yanmış nsan kem kler n n h stoloj k ve morfoloj k değ ş kl kler ,
kem kler n maruz kaldığı ısının dereces , kem kler ve d şler üzer nde oluşan
farklılıkların değerlend r lmes oluşturmaktadır.
2
yapısal farklılıkları, kem ğ n ısı kaynaklı renk değ ş kl kler n ve h stoloj k
ncelemeler çermekted r.
Tez n Önem
3
Yapılan b l msel çalışmalar yanmış kem kler n değerlend r lmes nde öneml
b r yol göster c d r ancak deneysel çalışmalar et k kurallar neden yle nsan beden
üzer nde olmayıp çeş tl hayvanların kadavraları kullanılarak yapılmıştır. Bazı
çalışmalar se daha önce yaşanmış adl vakaların değerlend r lmes üzer ned r.
Bu çalışma yapılan çalışmaların değerlend r lmes ve tüm çalışmaların ortak
b r payda altında toplanarak adl olayların aydınlatılmasında yol göster c olması
amaçlanmaktadır.
Tez n Yöntem
4
BİRİNCİ BÖLÜM
Adli bilimler, 1880 yılından itibaren bir meslek dalı olarak görülmeye başlanmıştır.
Yirminci yüzyılın başlarında ise kendi başına bir bilime dönüşmüştür. Adli bilim,
olay yeri ve suç faaliyetlerinde kullanılan bulguları ilişkilendirme bilimi olarak
açıklanmaktadır. Bu bilimsel disiplin suçu, davaları soruşturmaya ve yargılamaya
yardımcı olmaktadır. Adli (Forensic) kelimesi, “kamu" anlamına gelen Latince
forumdan türetilmiştir. Antik Roma'da, Senato forumlarında bir araya gelerek günün
siyasi ve politika konularının tartışıldığı halka açık bir yer olarak bilmektedir. Teknik
olarak adli konular, kamu veya yasal kuruluşların uyguladığı ve mahkeme de
bilimsel sorulara cevap veren bir terimdir (Houck, 2007:1,2). Uzun yıllar boyunca,
“adli tıp” terimi, sınırlı bir görüşe sahip olmuş ve yasal bir soruşturmayı ifade
etmiştir, ancak günümüzde yaygın bir şekilde geçmiş olayların ayrıntılı bir analizi
için kullanılmaktadır (Gunn, 2009:1).
5
eski tarihi adli tıp ile ilişkilendirilmektedir. Tıp ve hukuk ilk tarih kayıtlarından beri
yakından ilişkilidir. En ilkel yerli kabilelerde bile, bu işlevler çoğu kez hekim, yargıç
ve manevi lider olan rahipler ile bütünleştirilmiştir. M.Ö. 2000’li yıllarda Babil Kralı
Hammurabi tarafından ilan edilen en eski belgelenmiş hukuk kanunu tıp
uygulamalarını düzenleyen yasaları içerirken, Eski Roma’da Julius Ceasar’ın M.Ö.
44’te forumda öldükten sonra bedeninde yirmi üç yaradan sadece birinin ölümcül
olduğuna karar veren bir doktor tarafından muayene edildiği bilinmektedir. M.S. 6.
Yüzyılda, İmparator Justinianus, hekimlerin sıradan tanıklar olmadığını ilan etmiştir.
1209’da İtalya’da III. Papa yaraları tanımlamak amacıyla otopsi yapmak için
mahkemeye doktor atamıştır. Tıp hukukunun bir uzmanlık olarak kabul edildiği ilk
ülkenin İtalya (Bologna Üniversitesi) olduğu bilinmektedir (Tilstone vd., 2006:3).
6
kabul edilmiştir. Bertillon’un erken çabaları ona suç tanımlamanın babası olarak
bilinme özelliği kazandırmıştır (Saferstein, 2015:24).
7
1.2. FİZİKİ ANTROPOLOJİ
8
Fiziksel antropologların tümü insan kemiklerini incelememektedir. Fiziksel
antropolog insan iskeleti sistemine hâkim olsa da adli antropoloji alanında birikime
sahip olması gerekmektedir (Pickering, 2009:17).
Adli antropologlar, yaş, cinsiyet, boy ve soy gibi bir bireyin biyolojik
bilgilerini tespit etmek için iskelet büyümesi, gelişimi, dejenerasyonu ve varyasyon
ilkelerini kullanmaktadırlar. Bu dört bileşen topluca biyolojik profil olarak
adlandırılmaktadır. Adli antropolog kalıntıların adli öneme sahip modern bir insana
ait olduğunu tespit ettiğinde, kimliği bilinmeyen kişinin ismini belirlemede kanun
uygulayıcıya yardımcı olmak için biyolojik bir profil oluşturmaktadır. Adli
9
antropologlar iskelet travmasını değerlendirmek için kemik biyomekaniği (yani, belli
yükler veya kuvvetler altında kemiğin nasıl davrandığı gibi) veya kemik iyileşme
anlayışını kullanabilmektedirler. Ayrıca, adli taphonomiyi güneş, toprak, bitkiler,
nem vb. çevresel faktörler veya hayvan aktivitesi nedeniyle kemik yıpranması gibi
durumlarda kullanmaktadırlar. Fiziksel antropoloji, Amerikan Akademisi tarafından
adli bilimlerin bir alt disiplini olarak kabul edilmektedir. Fiziksel antropologlar, adli
patologlar ve adli odontologlar birbirine en yakın çalışma disiplinleridir. Adli
patologlar otopsi yaparak ölüm nedenini belirlemektedirler. Adli patoloğun iskelet
kalıntılarının analizine ihtiyaç duyduğunda, kalıntıları incelemek ve bir vaka raporu
sunmak için adli antropolog ile birlikte çalışmaktadır (Tersigni-Tarrant ve Shirley
2012:25,27).
İnsan kemikleri oldukça dayanıklıdır. Yüzlerce yıl süren oldukça yavaş bir
parçalanma sürecinden geçmektedir. İskelet kalıntıları ayrışmaya karşın
dirençlerinden dolayı bir kurbanın ölümünden çok sonra bile kişisel özellikleri
konusunda bilgi sağlayabilmektedir. Kemik parçalarının bulunduğu alan suç mahallî
olarak görülmelidir. Bu alanlar kolluk kuvvetleri tarafından bir değişiklik olmadan
emniyete alınmalıdır. Araştırmada hava fotoğrafçılığı, metal dedektör, yere nüfuz
eden radar, kızılötesi fotoğrafçılığı, biyolojik bozulmadan kaynaklı kokular
tarafından üretilen gazları algılayan aygıtlar veya bunu algılayan kadavra köpekleri
de dâhil olmak üzere delil aranırken kullanılan birçok teknik cihazın faydası
olabilmektedir. Bulunan tüm öğeler etiketlenmeli, fotoğraflanmalı, çizilmeli ve notlar
alınarak belgelendirilmelidir. Tüm kemikler ve diğer kanıtlar bulunduğunda her bir
ögenin tam bir konumu GPS tarafından koordinatları girilmelidir ve tüm kanıtların
mekânsal ilişkisini göstermek için olay yeri taslağı yapılmalıdır (Saferstein, 2015:
128). İskelet kalıntıları bulunması genellikle kazara gerçekleşmektedir. Örneğin,
yürüyüşçüler veya inşaat ekipleri tarafından osteolojik materyaller bulunduğu zaman,
çoğunlukla yerel kanun uygulayıcı makamlara bildirilmektedir. Çoğu bulgu insan
kemiklerinden çok daha fazla köpek, at, inek ve keçi kemiği gibi hayvanlara aittir ve
bunlar genellikle meslekten olmayanlar ve amatörler tarafından insan kemikleriyle
karıştırılabilmektedir. Adli insan osteologları genellikle morfolojik tanımlamanın
kolayca tespit edilebildiği durumlarla karşılaşmaktadırlar bazı istisnai durumlarda
mevcuttur. Bununla birlikte, bir suç mahallindeki fiziksel antropologlar ile kanun
10
uygulayıcı uzmanlar arasında koordine edilen bir çalışma, mevcut tüm ipuçlarının
toplanması için gereklidir. İskelet ile karşılaşan bir osteolog kritik üç soruyu
sormaktadır: Kalıntılar insana mı ait? Eğer insana aitse kaç kişiye ait kemiklerdir?
Kemikler antik çağdan mıdır? İlk iki soruyu yanıtlama konusunda deneyim çok
büyük önem teşkil etmektedir. İskelet kalıntılarının antik döneme ait olup olmadığı
ya da kökeni gibi bilgiler için osteolog tarafından bulunan alan mutlaka incelemelidir
(White, Black ve Folkens, 2012:319).
2. Çürümüş kalıntılar
11
. Kemiğin işlevleri;
12
Kompakt (kortikal) ve spongioz (trabeküler) diye iki farklı tipte kemik
dokusu vardır. Kortikal kemik, kemiklerin dış katmanını oluşturan katı, yoğun
kısımdır. Uzun kemiklerin diyafizlerinde en kalın yapıdadır. Uzun kemik uçları
etrafında, düz ve düzensiz kemiklerin etrafında ince bir tabaka oluşturur (Mays,
1998:1).
13
uzun kemiklerin epifizlerinin çoğunu oluşturur, kaburgaların, omuz kemerlerinin,
kafatasının düz kemiklerinin ve iskeletin başka yerlerinde çeşitli kısa, düz kemiklerin
ana bileşenidir. Süngerimsi kemik, osteoblast denilen kemik oluşturucu hücrelerin
etkisiyle kompakt kemik haline gelebilmektedir. Bu şekilde embriyoda tüm uzun
kemikler gelişmektedir. Osteoblastlar, trabeküllerin etrafındaki katmanlar halinde
yeni kemik matrisi biriktirmektedir. Sonunda boşluklar elimine edilir ve
olgunlaşmamış kompakt kemik üretilir (White, Black ve Folkens, 2012:35).
14
çünkü her biri bir araya gelmemiş birkaç ayrı parçadan oluşmaktadır. Adli bir
antropolog için, sadece tüm kemiklerin adlarını bilmek yeterli değildir, aynı zamanda
her birinin tüm simgesel yapılarını ve özelliklerini yakından tanımak oldukça
önemlidir. İnsan iskeletinin büyümesine ve gelişimine aşina olmak da önemli
hususlardan biridir. İskelet anatomisinde uzmanlık, bir vakanın çözümünde kritik
olabilecek anomalilerin tanınmasını mümkün kılmaktadır (Adams, 2007:16).
15
Şekil 1.2’de yetişkin insan iskeleti kemikleri görseli verilmiştir ve bu
kemikler temel şekillerine göre üç sınıfa ayrılabilmektedirler. Uzun kemikler, yassı
kemikler ve düzensiz kemikler olarak sınıflandırılmaktadır (Mays, 1998:1).
Şekil 1.2: Yetişkin Bir İnsan İskeleti Sistemi, İskeletin Kemikleri Şekillerine ve
Yapılarına Göre Gruplandırılmıştır.
İnsan kafatası, detaylı bir embriyolojik geçmişi olan yirmi dokuz kemikten
oluşan karmaşık bir yapıdır. Anatomisini ve kendi elemanlarının eşsiz morfolojisini
16
tam olarak anlamak, herhangi bir osteolojik arayışın temel bir bileşenidir (Matshes
vd., 2005:7).
17
Şekil 1.3: Yetişkin Erkek Kafatası, Anterior
18
Vertebralar (omurga) vücudun gövdesine destek ve esneklik sağlayan bir dizi
düzensiz kemikten oluşmaktadır. Vertebralar (omurga), kafatasının tabanından
coccyx’e kadar sırtın orta çizgisini tanımlamaktadır. Her bir vertebra, omurilik
sinirinin korunmasını sağlayan vertebral kanalın bir parçasını oluşturur (Burns,
2013:74).
L1, T12 ile kolayca karışır, ancak T12 genellikle açık bir costal yüze sahiptir,
L1, normalde hiçbirine sahip değildir. Bel omurları, U şeklindedir, bel bölgesi
kuvvetli aktivitelerden zarar görme eğilimindedir, ancak eklem fasetleri hareket
19
aralığını sınırlandırır ve sırtın alt kısmında bir miktar durağanlık sağlayarak bu
eğilime karşı koymaya yardımcı olmaktadırlar (Burns, 2013:79).
Sacral vertebrae beş (dört ila altı arasında değişen) yapıdan oluşmaktadır. İlk
sacral vertebra bazen bağımsız bir omurdur. İlk sacral omur (en üst) en büyüğüdür;
her bir sacral omurun büyüklüğü aşağıya doğru gözle görülür şekilde daralmaktadır
(Matshes vd., 2005:208).
20
kabaca yamuk şeklindedir, clavicula ve ilk costalar ile birleştiği yerdir. Mezosternum
veya sternumun gövdesi, çocuklukta veya erken yetişkinlik döneminde kaynayan
dört sternebradan oluşur. Mezosternum, kenarları boyunca kaburgalar için eklem
fasetleri ile birlikte dar ve uzundur. Xiphisternum, küçük, genellikle kıkırdaklı
xiphoid (“kılıç şeklinde”) bir işleme indirgenmektedir. Sternum birkaç merkezden
taşınmaktadır. Xiphoid işlemi, orta yaşta vücutta kaynaşabilmektedir (Rogers,
2011:81). Scapula, iki temel yüzeye sahip büyük, düz ve üçgen bir kemiktir.
Clavicula ve humerus ile eklem yapmaktadır (White, Black ve Folkens, 2012:165).
Vücudun her iki tarafında on iki costae vardır, eğik olarak kıkırdak (kaburgalar 1’den
7’ye) aracılığıyla doğrudan sternuma bağlanmaktadırlar. Costae 1-2 ve 10-12
diğerlerinden özel olarak ayrılmaktadır (Matshes vd., 2005:222). Humerus iskeletin
en büyük uzun kemiklerinden biridir. Proximal ucunda yarım bilye şeklinde bir yapı
ile scapulae ile omuzda eklem yapmaktadır. Radius ön kolun başparmak ile aynı
uzantıda ulna kemiğine lateral uzun kemiktir. Ulna “dirsek kemiği” olarak
adlandırılır. Proximal ucundaki kanca şeklindeki olecranon ile kolayca
tanımlanmaktadır (Burns, 2013:86,91,94). Her insan elinde toplam yirmi yedi kemik,
iki sıra halinde düzenlenmiş sekiz carpal kemiği, beş metacarpal takip eder. Beş
proximal phalanx sırasını, tek bir sıra dört ara phalanx ve tek bir sıra beş distal
phalanx takip etmektedir. 27 büyük el kemiğine ek olarak, elin tendonları içinde
bulunan sesamoid kemik olarak adlandırılan küçük kemikler vardır (White, Black ve
Folkens, 2012:199). Femur genellikle “uyluk kemiği” olarak adlandırılır ve
genellikle vücudun en ağır ve en güçlü kemiğidir. Adli açıdan da önemlidir, çünkü
diğer kemiklerin çoğundan daha uzundur, boy tahmini ve genetik analizler için
faydalı olmaktadır. Femur, proximal uçtan bir çıkıntı yapan top şeklindeki kafa ve
distal uçtaki iki büyük condil tarafından kolayca tanınmaktadır. Distal olarak patella
ve proximal’de tibia ile eklemlenmektedir. Patella genellikle “dizkapağı” olarak
bilininmektedir. Vücudun en büyük sesamoid kemiğidir. Şekli kalın, hafif eğimli,
proximal bir kısmı ve distal bir tepe ile kabaca kalp şeklindedir. Tibia ve fibula, alt
bacağın kemikleridir, ancak ön kolun kemiklerinden farklıdır. Tibia ve fibula'nın
boyutu tamamen eşit değildir. Tibia ana ağırlığı taşıyan kemiktir ve fibula, kasın
tutunması için uzun sırtlara sahip ince bir kemiktir (Burns, 2013:123,129,130). İnsan
ayak kemiği yirmi altı kemikten meydana gelmektedir. Yedi tarsal, beş metatarsal
21
kemik ve on dört phalanx’dan oluşmaktadır. Tarsal kemikler bacağın altından öne
doğru çıkar, topuğun ve ayağın ana kemerini oluşturmaktadırlar. Metatarsaller ayak
tabanı kemiklerinden parmak kemiklerine doğru uzanmaktadır. Phalanx ayak
parmaklarındaki kemiklerdir (Burns, 2013:140).
1.2.1.3 Antropometri
Antropometri kelimesi, yunanca insan anlamına gelen “anthropos” ve “metron”
kelimelerinden türetilmiştir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:33). Fransız Alphonse
Bertillon tarafından bilimsel bir suç tanımlaması olan antropometri sistemi
geliştirilmiştir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:279). İnsan vücudunu birleştiren
parçalar üzerinde, vücut ağırlığı, boyu, kemik uzunlukları, pelvis kemiği, kafatası
gibi göreceli boyutların ölçülmesi antropometri olarak bilinmektedir. Antropometri,
halihazırda tıp, antropoloji, arkeoloji ve adli bilimi içeren birçok alanda, insan
grupları ve cinsiyetler arasındaki göreceli vücut oranlarını incelemek ve
karşılaştırmak için bilimsel bir araç olarak kullanılmaktadır. Antropologlar belirli bir
ırkın bireyleri için ortak olan özellik kümelerini ve ırklar arasındaki morfolojik
farklılıkları tanımlamak için cranial ve vücut oranlarını karşılaştırır. Antropoloji hem
modern adli bilim hem de arkeoloji için faydalı olan bir dizi güvenilir standart veri
ve matematiksel disiplin dalıdır. Antropometri cinsiyet ve ırksal farklılıklara ilişkin
spesifik kemiklerin ve kafatası özelliklerinin hesaplanması ile antropolojik veri
tabanlarını kullanan köklü bir adli tekniktir. Örneğin, pelvis kemiği ve kafatası
üzerindeki farklılıklar cinsiyeti belirlemede, uzun ekstremite kemiklerinin uzunluğu
boy tahminine yardımcı olmaktadır. Temporale kemikler ve mastoid çıkıntı,
supraorbital foramen, zygomaticum kemik, nasal kemik, mandibula gibi yapısal
kemiklerin boyut, şekil ve göreceli konumlarına göre verilen kafatası özelliklerinin
metrik oranları, ırk (Kafkas, Asya, Afrika veya Amerika yerlileri), yaş ve cinsiyeti
göstermektedir. Tam bir iskelet mevcut olduğunda cinsiyet, yaş ve ırk konusunda
güvenilirlik düzeyi neredeyse % 100’ dür. Pelvis kemiği tek başına % 95 güvenilirlik
sunarken pelvis ve kafatası kemiği birlikte % 98 doğru tahminler ile
sonuçlanmaktadır. Cinsiyet, kafatası kemiklerinin büyüklüğü ve şeklini inceleyerek
erkek ve kadın kafatası arasındaki şekil farklılıkları karşılaştırılarak belirlenmektedir.
Bir kişinin beslenme durumu, ölüm anında mevcut dejeneratif hastalıklar veya
22
enfeksiyonlar da gösterebilmektedir. Bu tür bilgiler insan kalıntılarını tanımlamak ve
ölüm nedenini belirlemek için adli verilerle birleştirilebilmektedir (K. Lerner ve B.
Lerner, 2006:33).
Dişler, kimliği tespit edilemeyen bir durumda olan şahısları tespit etmeye
yardımcı olmaktadır. Vücuttaki en sert madde olan dişler enamel ile çevrilidir.
Enamelin dayanıklılığı nedeniyle çürüme başladığında dişler geride kalmaktadır.
Dişlerin özellikleri, hizalanması ve ağzın genel yapısı, belirli bir kişiyi tanımlamak
için bireysel özellikleri sağlamaktadır. Röntgen ve diş izi gibi kayıtlar delil olarak
kullanılabileceği gibi kişinin gülümsediği bir fotoğraf da bir grup diş kalıntısı ile
23
karşılaştırılabilmektedir. Adli odontologlar ısırık izi analizi de yapmaktadır. Saldırı
vakalarında, zaman zaman kurbanda ısırık izleri kalabilmektedir. Adli odontolog,
mağdurun üzerinde kalan izleri ve şüphelinin diş yapısını karşılaştırmaktadırlar
(Saferstein, 2015:40; Li, 2011:6).
24
Şekil 1.4: Dişin Temel Anatomisi
Kaynak: Mays,(1998:12).
Yetişkin bir kafatasında üst ve alt çeneler arasında eşit olarak bölünmüş 32
dişe sahiptir (Şekil 1.5 ve 1.6). Çene, her biri 8 diş olmak üzere, sağ ve sol yarıya
bölünebilir, incisive (2 kesici), canine (köpek diş), 2 premolar (ön azılar) ve 3 molar
(azı dişler), bunlar 2.1.2.3 şeklinde formüle edilmektedir. Her diş, yukarıdaki dört
tipten birine kategorize edilebilen farklı bir morfolojiye sahip olduğundan, insanlar
heterodonts olarak adlandırılmaktadır (Matshes vd., 2005:120).
25
Şekil 1.5: Sağdan Sola Sırasıyla Üst ve Alt Dişler
26
Ön kesiciler “incisive” olarak adlandırılmaktadır çünkü keskin kesme
kenarlarına ve keski benzeri kronlara sahiptirler. İncisivler tek köklüdür. Caninler
(köpek dişi) çıktıklarında konik kronları oldukça belirgindir ve incisivelerden çok
daha uzun ve kalındır, tek köke sahiptirler. Premolar caninden daha küçük ve daha
kısadır. Kronların, buccal (yanağa doğru) ve lingual (dile doğru) kısmında piramit
biçiminde iki uç taşımaktadırlar. Bu nedenle premolarlara biscusid olarak atıfta
bulunulmaktadır. Premoların kökü düzleşmiş ve çatallanma eğilimi ile derinlemesine
oyuktur. Molar (azı dişleri) en büyük dişlerdir ve yiyecek öğütme için uyarlanmış
geniş kuronlara sahiptir. Üst azı dişlerinin üç kökü varken alt azı dişleri sadece iki
köke sahiptirler. Hem üst hem de alt üçüncü azı dişleri (yirmilik), en küçük azı
dişleridir ve genellikle geç çıkar ya da hiç çıkmamaktadır (Matshes vd., 2005:120).
27
İKİNCİ BÖLÜM
2.1. KREMASYON
Latince “cremare” kelimesinden gelmiş olan kremasyon “yakmak” anlamına
gelmektedir. Ölü yakılması hakkında yeniden doğma, kötülükten arınma, beden ve
ruh temizliği gibi çeşitli görüşler belirtilmektedir. Bir diğer neden ise hijyen ve yer
konusunda tasarruf olarak değerlendirilmektedir. Başka görüşlerden biri de ölü
bedenden ruhun uzaklaşıp öteki dünyaya geçişin hızlıca gerçekleşmesidir (Ekmen,
2012:24). Literatürde sıkça görülen “cremains” terimi cenaze endüstrisi tarafından
ortaya atılan ve insan kalıntısının yakılmasından sonra kalan kalsine edilmiş iskelet
parçalarını ifade eden yeni bir kelimedir. Cremain'ler, genellikle "kemik külleri"
olarak adlandırılan ince toz halinde mekanik öğütme yoluyla da işlenebilmektedir
(Ellingham, Thompson, Islam ve Taylor, 2015:182).
Ateş kullanarak insan kalıntılarını yok etme fikri çok eskiye dayanmaktadır.
Arkeolojik olarak, cenazeye ait odun yığınları bir şekilde insanlık tarihi ve tarih
öncesi çağlar boyunca bedenleri imha etmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Orta
Avrupa’da Neolitik çağlardan Orta Çağ'a kadar kremasyon, vücut atıklarını ortadan
kaldırma aracı olarak kullanılmıştır. Avustralya'nın Mungo Gölü bölgesinde 25.000
ila 32.000 yılına ait kalıntılar, erken ölü yakma uygulamasına işaret etmektedir.
Arkeolojik bağlamlarda "yakılmış" olan insan kalıntıları, birey sayısı, yaş, cinsiyet ve
patolojinin değerlendirilmesi çağdaş durumdaki kalıntılarında aynı şekilde
incelenmesi gerektiği öne sürülmektedir (Fairgrieve, 2008:1).
28
yapılarında ve bileşimlerinde de değişiklikler meydana gelebilmektedir. Isıtma
esnasında, nem azalır ve organik bileşenin (başlıca kolajen) yanmasıyla sadece
mineral kısım kalmaktadır. Kemikler ayrıca parçalanır, bozulur ve bir miktar
büzülme meydana gelmektedir. Her ne kadar kemik çok parçalanmış olsa da, parça
büyüklüğü modern krematoryumdan çıkan “küllerde” (aslında yanmış kemik
parçalarında) olduğu kadar küçük değildir. Yakma sırasında kemiğin uğradığı
parçalanma ve bozulma, hızlı su kaybından kaynaklanmaktadır. Büzüşme, kemik
mineralindeki hidroksiapatit’de meydana gelen yapısal değişikliklerle
ilişkilendirilebilir. Bu yapısal değişiklikler, kristalde ki değişiklikler şeklinde
olmaktadır. Yüksek kristallik, birlikte bulunma eğilimindeki nitelikleri taşıyan bir
mineralde büyük kristal boyutunu ve yapısal kusurların bulunmadığını
göstermektedir. Canlı kemikte, kemik mineralinin kristalleri çok küçüktür, ancak
ısıtırken kristallikte bir artış gözlenmektedir (Mays, 1998:208). Ateşin yumuşak
dokuyu ve altta yatan sert dokuları, kemikleri ve dişleri yok etme potansiyeli olduğu
kadar, bir vücudu ateşle veya bir çeşit yanmayla tamamen yok etmek neredeyse
imkânsızdır (Fairgrieve, 2008:1).
29
da 20 dakika sonra 670 ile 810 °C arasındaki sıcaklıklarda, kafa üstünde ve yassı
kemiklerde patlamalar ve çatlaklar gözlenmektedir. Vücut boşlukları yaklaşık 30
dakika sonra açılır ve 40 dakika sonra iç organlar ciddi şekilde küçülürken, 50 dakika
sonra ekstremiteler tahrip olur. Büzülmüş ve tahrip olmuş gövde 60-90 dakika sonra
dağılmaktadır. Organlar ve yumuşak dokular tamamen yanar ve vücut ağırlığının
yaklaşık % 5'inden küçük bazen de daha büyük yanmış kemik parçaları ve tabut
bileşenlerinden oluşan "kül" kalıntıları olarak geriye kalmaktadır (Madea, 2014:135).
30
oksijen (O2) atomlarından oluşmaktadır. Ayrıca yakıt azot (N), polieton, klor (Cl) ya
da polivinilklorid (C2H3CI)n içebilir (Quintiere, 2006:21).
Tablo 2.1: Yanma Tepkimesi Sırasında Gözle Görülebilir Parlaklığa Neden Olan Isı
Dereceleri
31
Tablo 2.2: AIT Değerleri (Kendiliğinden tutuşma sıcaklığı değerleri)
HRR (Isı tahliye oranı) belirli bir yakıt türünün bir yangında ısı akışına
katkıda bulunabileceği enerji miktarının ölçüsüdür. HHR (normalde kW cinsinden
ifade edilir) yakıtın kimyasal ve fiziksel özellikleri yakıt paketinin yüzey alanı
tarafından kontrol edilmektedir (Daéid, 2004:15). HRR ölçümü, watt (W), kilowat
(kW), megawatt (MW), saniye başına kilojoule (KJ / s) veya saniye başına İngiliz Isı
Birimleri (BTU/s) cinsinden ifade edilmektedir (Fairgrieve, 2008:30). İletken ısı
transferi, moleküler titreşim iletimi ile gerçekleşmektedir. Esas olarak katı bir madde
içerisinde gerçekleşmektedir. Isı doğrudan temasla aktarılmaktadır. Isı aktarımı;
aktarım hızı, malzemenin ısıl iletkenliği, daha soğuk ve daha sıcak alanlar arasındaki
sıcaklık farkı gibi faktörlere bağlıdır (Daéid, 2004:16). Bir alev veya yangının
HRR'si, bu ısı kaynağının temel özelliğidir. HRR alevin yüksekliği içinde,
bulunduğu bir odada sıcaklıkların ne kadar hızlı yükseleceğini, odanın ne kadar
çabuk dumanla dolduğunu ve en önemlisi, yangının yakınındaki veya temas
32
halindeki malzemeler üzerinde etkisini tahmin etmemizi sağlamaktadır (Schmidt ve
Symes, 2015:5).
Ahşap 1027 °C
Benzin 1026 °C
Metanol 1200 °C
Gaz yağı 990 °C
Hayvansal yağ 800-900 °C
Kömür 1390 °C
Kaynak: (Schmidt ve Symes, 2015:5).
33
miktarı doğrudan ateş üçgeni bölümlerinin etkileşimine bağlıdır. Basit bir dille,
yangının yoğunluğundan (sıcaklığından) ve süresinden sorumlu olan bu bileşenlerdir.
Yangınlar tarafından elde edilen belirli sıcaklıklar mevcut yakıt yükü (malzemenin
niteliği ve miktarı) ile sınırlandırılmaktadır. Plastik gibi insan yapımı ürünler, ahşap
veya doğal malzemeler daha yüksek sıcaklıklarda yanmaktadırlar. Ancak yangının
süresi mevcut yakıt miktarına göre belirlenmekdir. Bu etkileri izole etmek mümkün
olmamakla birlikte çeşitli senaryolarda; konut yangınları, açık alan yangınları ve
otomobil yangınları gibi yangınlarda ulaşılan ortalama sıcaklıklar için farkındalık
gerekmektedir. Deneysel olarak yakılan otomobil yangınlarından (son on yılda) elde
edilen veriler, otomobillerin 1800 °F'tan fazla sıcaklıklar meydana getirmediğini
ancak çok kısa bir süre sonra maksimum sıcaklıklara ulaştığını göstermektedir
(Tersigni-Tarrant ve Shirley 2012:308, 309).
34
sonunda AIT'sini aşan bir işlem olarak tanımlanabilmektedir. Isı biriktirme işlemi
çok fazla zaman alabilir. Bu tür bir yanmanın arkasındaki itici güç, ekzotermik bir
reaksiyonun ısı üretmesidir ve bu ısı dağıtılamazsa, yakıt kütlesi içinde birikebilir ve
sıcaklığı yükseltebilmektedir (Daéid, 2004:16,17; Fairgrieve, 2008: 24,25,26).
Isı transferi iletimi, moleküler titreşim iletimi ile gerçekleşir. Esas olarak katı
bir madde içerisinde gerçekleşir ve ısı doğrudan temasla aktarılmaktadır. Bu işlem
daha sıcak malzeme ile daha soğuk malzeme arasında doğrudan fiziksel temas
gerektirmektedir (Fairgrieve, 2008:26). Konveksiyon ısı transferi, malzemelerin
fiziksel hareketi ile ısının transferini içermektedir. Sıvılar ve gazların daha sıcak bir
yerden daha serin bir yere taşınmasının sonucudur. Sıcak gazlar yükselir yakındaki
tavanlara ve duvarlara ısı yaymaktadır. Bu, yanma sırasında ısı enerjisinin yayıldığı
ana mekanizmalardan biri olabilmektedir. Radyasyon ısı transferi, doğrudan bir
nesneden diğerine elektromanyetik enerji şeklinde transfer edilmektedir. Mutlak
sıfırın üzerinde bir sıcaklığa sahip tüm nesneler ısıyı yaymaktadırlar (Daéid,
2004:15; Fairgrieve, 2008:26).
35
2.3. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ İNCELENMESİ
Isı ve ateş, insan vücudunun yumuşak ve sert dokuları üzerinde muazzam
değişikliklere yol açan büyük bir etkiye sahiptir. Isıya maruz kalma yumuşak doku
kaybı, sert dokuların ve rengin değişmesi, parçalanma, büzülme gibi elementlerin
değişimine neden olmaktadır. Bu izler benzersizdir ve yangına maruz kalmanın
belirli göstergelerini oluşturmaktadır. Isıtma sıcaklığı ve ısıya maruz kalma süresinin
değişkenliği dokuların durumunu etkilemektedir. Bununla birlikte ateş, dinamik bir
varlıktır ve genel imha modellerini önceden tahmin etmemize rağmen, vücut dokuları
üzerinde yarattığı spesifik etkiyi kesin olarak tahmin etmek mümkün değildir. İnsan
vücudu genel olarak tahmin edilebilir bir şekilde ısıya tepki gösterse de, her yangın
olayındaki tüm mağdurların durumunu karakterize etmek için kullanılabilecek belirli
bir model bulunmamaktadır. Vücudun ateşe maruz kalması, başlangıçta yumuşak
dokuların (cilt, kas ve yağ gibi) azalmalarına neden olmaktadır. Bunlar yanmayı
devam ettirebilecek yakıt kaynaklarıdır ve aynı zamanda kemik de ateşe dayanıklı bir
yakıttır. Ateş yumuşak dokuların tamamen azalmasına neden olsa da, kemiğin
özellikleri yalnızca ısı veya ateşle tahrip edilemez bir cesedi ısı ile tamamen imha
etmek mümkün değildir. Bununla birlikte, ısı kemik dokusunu ciddi şekilde
etkileyebilmektedir. Yanmış kemik kırılgan hale gelmektedir, kemiğin bulunması ve
geri kazanılması durumlarına karşı aşırı hassastır (Tersigni-Tarrant ve Shirley
2012:307). Yanmış bir bireyin ölüm nedenini belirlemek, adli tıptaki en önemli
konular arasındadır. Yanmış bir vücudun ölüm nedenini ve ortada bir suç varsa
bunun nedenini tespit etmek adli bilimler açısından önemlidir. Yanıklardan başka
ölüme neden olabilecek bir yaralanma olup olmadığına bakılmaktadır. Bir bedeni
yakmanın her şeyden önce cinayeti örtmenin bir yolu olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır (Fanton vd., 2006:87,92). Vücudun yanma sonucu meydana
getirdiği değişikliklerin anlaşılması, yanma olayının durumu ve koşulları hakkında
önemli bilgiler sağlayabilmektedir. Olay yerinde yapılan gerekli incelemeler ve
analizler sonucunda yangının sıcaklığı, yangının konumunu ve hızlandırıcıların
varlığının tanımlanması yapılabilmektedir. Yanma eylemi ayrıca iskeletin içinde
meydana gelen birtakım önemli değişikliklere neden olmakta ve bu da ölen kişinin
tanımlanmasına yönelik girişimleri etkileyebilmektedir. Antropolojik değerlendirme,
tarihlendirme ve sabit izotop analiz (adli alanda önemi artan analitik bir teknik)
36
yöntemlerine ek olarak hem morfolojik hem de metrik yöntemlerden
yararlanılmaktadır. Geleneksel olarak, kemiklerin ateşe maruz bırakılıp
bırakılmadığını ortaya koymak için kalıntıların görsel olarak incelenmesi ve bunun
ötesinde, kemik rengi ile ateş sıcaklığı, kırılma ve yumuşak dokuların varlığı
arasında etkileşim sağlanmalıdır. Ancak bu yöntem oldukça karmaşıktır ve aradaki
ilişki yanıltıcı olabilmektedir. Hem deneysel hem de istatistiki olarak, kemikte
yanmayı öngörebilecek en önemli değişikliklerin iskelet mikro yapısındaki
değişikliklerdir (Piga, Thompson, Malgosa ve Enzo, 2009:534). Kemiklerin doğal
olarak meydana gelen ateşte yanması mümkündür ancak etkileri genellikle
kremasyon veya hızlandırıcı ile beslenen yanma uygulamalarından kaynaklanan
hasar kadar şiddetli değildir. Bu talihsiz bir durumdur çünkü ölüyü yakma
uygulamasının amacı vücudu imha etmektir. Yanan kemik dokusunun ayırt
edilebilmesi için mikroskobik ve kimyasal analizler gerekmektedir (White, Black ve
Folkens, 2012:464).
Kimyasal bir reaksiyon olan yanma birkaç durum gerektirir; uygun formda
yakıt, oksijen, tutuşma sıcaklığı. Bu koşulların ortaya çıkması yangının insan
vücudunu nasıl etkilediğini belirlemektedir. Yanmış kemik kalıntılar üzerinde
araştırma üç travma grubuna ayrılır; Kemik iç yapı değişiklikleri, kemik dış yapı
değişiklikleri, mekanik kemik değişiklikleri vb. (Becdelievre, Thiol, Santos ve
Rottier, 2015:212). Hızlandırıcılar, yakma işlemini tam anlamıyla hızlandıran veya
geliştiren materyallerdir. Adli bağlamda, gazyağı ve benzin kullanışlı olmasıyla en
sık rastlanan hızlandırıcılardır. Gazyağı veya benzinin bir sonucu olarak ortaya çıkan
yanıklar değişkenlik göstermektedir. Yanma, tutarsız, parçalı ve dağınık bir şekilde
yayılma sağlamaktadır. Hızlandırıcılar tamamen yanma eğilimi göstermediğinden,
hızlandırıcı maddenin varlığı elbise ve toprakta tespit edilebilmektedir. Yanma
sonrası cilt kömürleşir ve ısı yırtılmaları ortaya çıkar (Fairgrieve, 2008:44). Yangın,
biyolojik delillere zarar verebilen, değiştirebilen veya tahrip edebilen yıkıcı bir
kuvvettir. Antropolojik ve adli tıp çalışmaları, kremasyon sonrası perimortem ve
antemortem travmaların tespit edilip edilemeyeceğine, kremasyon sırasında vücudun
pozisyonuna ve ayrışma durumunun belirlenmesinin mümkün olup olmadığına,
ölümcül bir ateş ortamında ateşin kemiği nasıl ve ne kadar etkilediği üzerine
odaklanmaktadır. Adli antropoloji çalışmalarının yanmış deliller alanındaki asıl
37
amacı, kimlik oluşturmak ve cezai faaliyetin potansiyel kanıtını tanımak için ısıl
işlemlerle değiştirilen kemiklerin toplanması, korunması ve yorumlanmasıdır.
Delillerin etkili toplanması ve korunması, yanmaya bağlı tüm çalışmaların başarısını
arttırmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:17).
38
vardır. Kaza olaylarına ek olarak, soruşturmayı engellemek için mağdurun
vücudunun fail tarafından kasten yakıldığı ve imha edildiği cinayetlerle
karşılaşılmaktadır. Yanmış kemiklerin ısıya bağlı parçalanması ve ardından yapay
kırılma, antropolojik gözlemleri zorlaştırmaktadır (İmaizumi, 2015:68). Yanmış
insan kalıntılarının analizi, büyük ölçüde geri kazanma, sınıflandırma, yeniden
yapılanma ve tanımlamalarının mevcut olma zorluğundan dolayı adli antropologlar
arasında ilgi görmektedir. Bu analizin temel amacı, ısıl işlemlerin bir sonucu olarak
yanmış kemiklerin korunması ve yorumlanması için en iyi metodolojiyi
belirlemektir. Etli ve etsiz yanmış kemikler arasındaki farkın analizini, yangının
ulaştığı renk, sıcaklık, büzülme ve makro-mikroskobik yapısal değişimlerin analizini
yapabilmektedir. Son on yılda, araştırmalar, kristal yapıdaki kemik yüzey rengine ve
kontrollü bir ortamda makroskobik ve mikroskobik morfolojiye odaklanmaktadır
(Castillo, Ubelaker, Acosta ve Fuente, 2013:33).
Klinik olarak tanımlanmış doku yanık dereceleri, ısı kaynağına maruz kalma
yoğunluğuna ve süresine dayanmaktadır. Bu nedenle, birinci derecedeki yanıklar en
üsttedir. Dış deri tabakası, epidermisinin üst tabakasının soyulması olayını takip
edebilecek şekilde hasar görmektedir. Genellikle yanık bölgesinin kızarması ve
şişmesi ile karakterize olmaktadır. İkinci derece yanık süreci bir sonraki adımdır ve
cildin yüzeysel katmanlarının tahrip edilmesidir. Bu gibi durumlarda, ikinci derece
yanıkların ayırt edici özelliği, etkilenen alan üzerinde kabarcıkların oluşmasıdır.
Kabarcıkların tabanı cildin epidermal tabakasından daha derine inmez. Üçüncü
derece yanıklar da ısı derin olmayan (sığ/yüzeysel) tabakaların ötesine geçer, ısı
doğrudan dermisin tüm kalınlığına etki eder ve hipodermise ilerlemektedir. Bu
üçüncü derece yanıkların derinliği sinir uçlarının tahrip olmasına neden olacaktır.
Son olarak, dördüncü derece yanıklar kas, tendon ve kemik de dâhil olmak üzere
derinin tüm katmanlarının ve altta yatan dokuların tahrip olmasıyla karakterize
edilmektedir. Kas gibi yumuşak dokuların yanması, vücudun konumunu ve
kalıntıların korunmasının farklı durumlarını etkileyebilmektedir. Kemik etrafındaki
yumuşak doku ortadan kalktıktan sonra, kemik ve tüm bileşenlerine etki etmektedir
(Fairgrieve, 2008:38,39).
39
belirtilerinin olmaması, ölüm sonrası bir yanık olması tanıyı daha şüpheli hale
getirmektedir. Ölüm sonrası yanıkların çoğu, bir suçun kanıtını gizlemek için
sonradan gerçekleşmektedir. Bu tür yanıklar, ölüm öncesi dönemde veya kurban yeni
öldüğünde yapılır ve teşhisi daha zor hale getirmektedir (Tellewar, Yadav ve Kumar,
2013:398).
Vücudun maruz kaldığı ısı türü, vücudun yanması üzerinde bir etkiye sahiptir.
Genel olarak, ısı ilerledikçe, epidermis, saç ve tırnaklar da derinden etkilenir. Doku
yakma işlemi, doğrudan bir yakıt kaynağı olarak hareket eden ya da dehidrasyona
uğrayan dokular da derinin ısıya ilk tepkisi dermal ve epidermal kan damarlarının
genişlemesidir. Isıya maruz kalma veya sıcaklıktaki artış devam ettikçe, bu bölgede
dolaşım durur. Aynı zamanda, saçlar da ısıya bağlı değişimler geçirmektedir. 300
ºC'nin üzerindeki bir sıcaklığa ulaşıldığında, saçlar yanmaktadır. Saçın keratini 240
ºC'de erimeye başlamaktadır. Yumuşak dokunun yanması ilerledikçe, epidermisin ve
altta yatan dermisin kasılması, dehidrasyon etkisi nedeniyle, hipodermiyi ve deri altı
yağı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, yağ ateş için yakıt kaynağı olmaktadır. 670 ºC
ile 810 ºC arasındaki sıcaklıklara maruz kalan bir vücudun yaklaşık 10 dakika sonra
boksör (pugilistik) ve savaşçı pozisyonunu aldığı (Şekil 2.1), 20 dakika maruz
kaldıktan sonra ise kafatası yumuşak dokulardan arınmaktadır. Vücut 10 dakika daha
maruz kalmaya devam ederse, vücut boşlukları (yani iç organlar) görülebilmektedir.
40 dakika da iç organlar küçülmüş ve “ağ benzeri veya sünger benzeri bir yapı”
sergilenmektedir. Bu süreçte 50 dakika ekstremiteler (artık tam bir vücut durumda
değil) gövdeyi terk etmektedirler. 1-1.5 saat arasında gövde bütünlüğü
bozulmaktadır. Vücudun yakılması, bu sıcaklık aralığında toplamda yaklaşık 2-3 saat
sürmektedir (Fairgrieve, 2008:43). Yangının insan vücudunun yumuşak dokuları
üzerindeki etkisinin mekanik yaralanmalara benzer olduğu ve yanığın derinliği ısının
derecesi, maruz kalma süresi ve ısı ile temas eden vücudun bölgelerine bağlı olarak
değişmektedir. Yüzde ve kollarda 680 °C sıcaklıkta ateşe maruz kalan ortalama
yetişkin bir kişi için 15 dakikalık bir süreden sonra kaburgalar ve 20 dakika sonra
kafatası, kalça ve bacak kemikleri ise 35 dakika sonra ortaya çıkmaktadır. Vücutta
depolanan yağ miktarı, et ve yumuşak dokuların yanma oranlarını etkilemektedir
(Holden, Phakey ve Clement, 1995:30). Isıya aynı süre boyunca maruz kalınırsa
minimal doku ile kaplı frontal kemik ve mandibula, kalınlaştırılmış dokularla kaplı
40
femur başına göre daha hızlı ve daha büyük termal değişiklik geçermektedir (Keough
vd., 2015:17).
41
Şekil 2.1: Pugilistik Duruşta İskeletin Anterior ve Posterior Görüntüsü
Elin dorsal, palmar görüntüsü ve kafatasında frontal, lateral ilk ve son yanık
desenleri. Yeşil çizgiler yanık kırığının ortak alanlarını göstermektedir.
Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:36).
İskeletin her alanı, kemiği saran dokular nedeniyle, ilk, ikincil ve son
tahribatın izlerini sahiptir. Mantıken el parmakları gibi küçük kemiklerin yangından
en kolay etkilenen kemikler olacağı düşünülür ancak tersi durum geçerlidir. Tipik bir
pugilistik duruşta ulna ve radiusun distal ve proximal uçları tahrip edilir, kaslar
küçülürken elin yumruk yapmasına neden olmaktadır (Şekil 2.2). Elin flexör kasları
öncelikle proximal, ön önkoldan kaynaklanır. Kas lifleri ateşe maruz kaldığında,
parmakları esneten güçlü bir kas kasılması gerçekleşmektedir. Tahmin edilebileceği
gibi, bükülmüş parmak uçları, dorsal metacarpaları tahrip edildikten sonra bile
ateşten korunmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:35,37; Alunni vd., 2014:167).
42
Şekil 2.2: Pugilistik Duruşta Kolları Kötü Yanmış Bir Kurban, Yanma Sürecinden
Sonra Sağ Ulna ve Radius Kemiği
43
Tennessee Tıp Merkezinde Profesör, William M. Bass, cesetlerin açık havada
çürümesine izin vererek ayrışmasına ve buna benzer çeşitli durumlar yaratarak
çürüme, ayrışma gibi konuları incelemektedir. Bass’ın dış mekan laboratuvarı olarak
kullandığı bu tesis “Body Farm” olarak adlandırılmaktadır. Body Farm
araştırmacılarının incelediği konulardan biri de yanmış kemik üzerindeki travma
etkisidir. Yanma bölgeleri hazırlayıp, çeşitli şartlar altında insan vücudunun
parçalarını yakarak parçalanmış kemikleri toplayıp incelemektedirler ve çıkan
bulguları belgelemektedirler. Bu araştırmalar sırasında öğrenilen bilgilerin bir kısmı,
kafatası kemiğinin bir yangında küçük parçalara ayrıldığı, kemik renginin siyah ya
da gri sonra ise tüm organik maddeler yandıkça beyaza dönmüş olmasıdır. Daha
önceki araştırmacılar yangının bir suçun tüm izlerini yok ettiğine inanıyordu ancak
Body Farm araştırmacıları bir yangından sonra kemikleri yeniden birleştirerek
kimliklendirme yapmayı ve travma izlerinin açıkça görünebileceğini
savunmaktadırlar (Yancey, 2009:9,10,11,64).
44
yanar ve sadece mineral kısım kalır. Yanma sırasında kemikler parçalanır, bozulur ve
bir miktar büzülme meydana gelmektedir. Yakma sırasında kemiğin uğradığı
parçalanma ve bozulma, hızlı su kaybından kaynaklanmaktadır. Büzülme, kemik
mineralinde (hidroksiapatit) meydana gelen yapısal değişikliklerle
ilişkilendirilmektedir. Bu yapısal değişiklikler, kristallikte meydana gelen
değişiklikleridir. Canlı kemikte, kemik mineralinin kristalleri çok küçüktür, ancak
ısıtırken kristallikte bir artış gözlenir. Her ne kadar kemik çok parçalanmış olsa da,
parça büyüklüğü modern krematoryumdan çıkan “küllerde” (yanmış kemik
parçalarında) olduğu kadar küçük değildir (Mays, 1998:208). Ölü yakma işlemi
sırasında kemik yapısının belirgin bir şekilde değiştiği görülmektedir. 700-800 °C'nin
üstünde (kritik seviye) organik madde ve kemik mineral kaynağının kristalleri
tamamen yanmaktadır. Bu değişikliklerin sonucu olarak kemik belirgin bir şekilde
küçülmektedir. Kritik seviyenin altındaki sıcaklıklar "eksik kremasyona" neden
olmaktadır. Bu, organik maddenin kantitatif olmayan bir yakılmadan dolayı kapsamlı
karbon renklenmesiyle tanımlanmaktadır. Kalan karbon miktarına bağlı olarak, bu
tür parçalar kahverengi-siyah/gri ve hatta mavimsi renktedir. Yanan kemikler taze
kemikle kıyaslandığında kemiklerin dokusu neredeyse benzer olduğu sadece küçük
bir büzülme görülmektedir. Histolojik inceleme için, tamamen yakılmamış kemikler,
taze kemikle aynı değerdedir (Herrmann, 1977:101,102).
45
içerebilir. Her bir kemik bileşeninin bireysel oranı geometrik ve mekânsal sıralama:
diyet, metabolizma, patolojiler, ölüm yaşı, ölüm sonrası dönem ve kalıntılara temas
eden toprağın türü gibi sayısız faktörlere bağlıdır (Mamede vd., 2017:604,605;
Ellingham vd., 2015:239; Thompson vd., 2013:416).
46
Isıya maruz kalan kemikler hem mekanik hem de bileşenlerinde değişime
uğramaktadır. Isıya maruz kalan kemik dört değişim aşamasından geçmektedir:
Hidroksiapatit (HAP) yapısının X-Ray kırınımı yoluyla, 700 ile 1000 °C sıcaklık
arasında değişerek β trikalsiyum fosfata benzediği görülmektedir ve bu değişiklik
kristallerin birleşimine dayandırılmaktadır. Uygun terminoloji sağladığı için kemik
yakma sürecindeki aşamalar kısaca DDIF süreci olarak adlandırılır (Tablo 2.4).
Birinci kilo kaybı fazı dehidrasyon aşamasında hidroksil bağlarının kopması ve
gevşek bir şekilde mekanik olarak matrikse bağlı su kaybı yaşanmaktadır, ikincisi faz
olan dekompozisyon organik kemik bileşenlerinin özellikle de kolajenin yanmasına
bağlı ayrışma aşamasıdır. İnversiyon aşamasında kemiğin karbonat kaybı yaşanırken
füzyon aşamasında büyük bir ağırlık kaybı gözükmez daha ziyade kristalerin
sinterlenip erimesi ve ek bir mineral fazı olan β-trikalsiyum fosfat oluşumuyla
karakterizedir (Becdelievre vd., 2015:214, Ellingham vd., 2015:182, 240, Correia,
1997:280; Ellingham vd., 2015:240).
47
Tablo 2.4: Kemikte Isı Kaynaklı (H-I) Dönüşümün Dört Aşaması
48
Tablo 2.5: Farklı Sıcaklıklarda Kemik ve Diş Değişiklikleri
49
Cam veya metal gibi erimiş maddelerin bulunması, ulaşılan sıcaklık hakkında
fikir verir bazı zamanlarda sıcaklığın tanımlanmasına yardımcı olabilecek bilgiler
sunabilmektedir. Modern ev içi yangınlarda, dökme demirin bile eriyebileceği
bilinmektedir ve bu durum 1550 ºC'den daha yüksek bir sıcaklığın yaşandığını işaret
etmektedir (Holck, 2005:115).
Isı kaynaklı bozulma analizleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir H-I
boyut değişikliği olduğunu göstermektedir. Organiklerin uzaklaştırılması ve
inorganiklerin yeniden yapılandırılmasının H-I değişikliği ile ilgili etkili değişkenler
olduğunu göstermektedir. Tüm antropolojik tekniklerin H-I değişiminden
etkileneceği belirtilmektedir (Tablo 2.6). Sıcaklığın söz konusu H-I değişimini
öngörmek için kullanılacak güvenilir bir değişken olmadığı anlaşılmaktadır. Mikro-
yapısal değişime (gözenek ve kristal büyüklüğü gibi) dayalı yeni değişkenler ve çok
değişkenli tahmin denklemlerinin kullanımı savunulmaktadır (Thompson, 2004:204).
50
Kemiğin termal olarak ayrışmasının anlaşılması için ısının insan kalıntılarına
etkisini yeniden oluşturmak gerekmektedir. Bu alandaki araştırmalar, son yirmi yılda
önemli ölçüde ilerlemiş, çoğu zaman yanık kemikte meydana gelen makroskopik ve
mikroskobik ısı kaynaklı (H-I) değişikliklerini incelemek için laboratuvar deneyleri
ile yanma sıcaklığı ve yanma süresi arasında nasıl bir ilişki olduğu, hangi teknikler
kullanıldığı üzerine çalışmalar yapılmıştır (Carroll ve Smith, 2018:952).
51
FTIR katı, sıvı ve gaz halde ki örneklerin analizinde kullanılmaktadır (Büyüksırıt ve
Kuleaşan, 2014:236). Kızılötesi spektroskopi mükemmel bir kimyasal analiz
tekniğidir (Zhang vd., 2012:1608; Smith, 2011:16). Kızılötesi spektroskopi ve FTIR
spektrometrelerinin hem avantajları hem de dezavantajları vardır (Smith, 2011:16).
FTIR düşük yanma sıcaklıklarında sentetik apatitlerdeki kristalliği ölçmek için
kullanılmış ve mineral kemik matrisini anlamak için düzenli olarak uygulanmaktadır.
1990'ların başından beri yanık kemik araştırmalarında kullanılmaktadır (Ellingham
vd., 2015:185).
52
çalışmasında, kemik dokusunun çift kırılımının 750 ile 800 °C'de gözlemlendiğini
belirtmiştir (Correıa, 1997:280).
53
2.3.1.4. X-ışını Floresans Spektrometresi (p-XRD ve XRF)
Geleneksel kurulumlarda, X ışınları bir elektron kaynağı ve iki metal elektrottan
oluşan bir X ışını tüpünde üretilir. X ışını radyasyonu, elektronlar ve anot arasındaki
darbe noktasında elde etmektedir. Radyasyonun dalga boyu, anot olarak kullanılan
metale ve kullanılan tüpe uygulanan gerilime bağlı olarak değişmektedir.
Sonuncunun kritik bir değerin üzerine çıkarılması gerekir, böylece radyasyonun
yoğunluğu bu belirli dalga boyunda maksimum olmaktadır. Bununla birlikte, elde
edilen ışın sadece bir dalga boyunu içermemektedir ve üretilen diğer dalga boylarının
yoğunluğunu azaltmak için bir filtre kullanılması gerekmektedir. Bu filtre, anottan
daha az bir atom numarası olan bir metalden yapılır, örneğin, kemik araştırmalarında
genellikle kullanılan anot bakırdır (Mamede vd., 2017:614).
54
gösterebilmektedir. MR radyasyon gerektirmeyen noninvaziv bir tekniktir (Evlioğlu
ve Yengin, 1996:37). Görüntüleme nesnesinin emdiği ve yaydığı RF enerjisinin
fazındaki ve frekansındaki uzamsal değişikliklere dayalı görüntüler üretmektedir.
Hidrojen, oksijen, flor, sodyum ve fosfor gibi biyolojik olarak ilgili bazı elementler,
MR görüntüleri üretmek için potansiyel adaylardır. Oldukça fazla hidrojen atomu
içermekte olan yağ ve sudan meydana gelen insan vücudunun % 63’ü hidrojen atomu
içermektedir. Hidrojen çekirdekleri bir NMR sinyaline sahiptir. Bu nedenle bu
nedenlerden dolayı klinik MRI, insan vücudundaki bolca bulunan hidrojen
çekirdeklerinden NMR sinyalini görüntüler. MR görüntülemesinin diğer
görüntüleme yöntemlerine göre avantajları, iyonlaştırıcı radyasyon yokluğu, üstün
yumuşak doku kontrast çözünürlüğü, yüksek çözünürlüklü görüntüleme ve çok yönlü
görüntüleme yeteneklerini içermesidir (Chou vd.,2007:106).
55
Mikro-CT tarama sistemi iki ana birim kullanır: bir mikro-odak X-ışını kaynağı ve
yüksek çözünürlüklü bir X-ışını detektörü. Mikro-CT sisteminin sadece kemik ve diş
anatomisi araştırmalarında değil aynı zamanda arkeoloji alanında, fosil
kalıntılarındaki eklem bacaklıların sinir sistemini gözlemlemek için nöroanatomi gibi
çok çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. CT görüntüleme, hem yeniden oluşturulmuş
3D şekillerde hem de tek CT dilimlerinde yüksek çözünürlüğü nedeniyle adli yanık
kemik çalışmaları için büyük bir potansiyele sahiptir (İmaizumi, 2015:71,72).
56
olan doku kristalleşir, kübik kristaller bu doğrusal makromoleküler kristalin polimer
fazının başlangıcı ile ortaya çıkmaktadır. 600 °C’de, kristalli oluşumlar kaybolur ve
matris, sabit bir dağılım veya geometrik şekiller içermeyen kompakt bir yüzeyi ile
karakterize edilen düzensiz kristaloid bir yapı kazanmaktadır (Şekil 2.4) (Castillo
vd., 2013:34,35).
57
Şekil 2.5: 700 °C -1000 °C Değişen Sıcaklık Aralığında Kemik Matrisi
58
700 °C ve 800 °C sıcaklıkta, kemiğin kristalliğindeki homojenlik kaybı ile
karakterize edilmiştir ve 900 °C'nin üzerindeki sıcaklığa maruz kalan kemikler,
amorf kristal kümeleri, kemik yapısında kayıp, yıpranma ve damar kanallarında
belirginlik gözlemlenmiştir. 1000 °C ve üzeri sıcaklıklara maruz kalan kemik, mikro
kristallerden oluşan pürüzsüz bir kompakt yüzeye sahiptir, tüm taneli yapılar veya
yüzey düzensizlikleri kaybolmaktadır (Ellingham vd., 2015:184,185).
59
Uygun koşullar göz önüne alındığında, ısıya bağlı büzülme orijinal kemik oranlarının
% 20'sinden daha büyük olabilmektedir (Thompson, 2016:179).
60
yakılması konusunda birçok deneysel çalışma yapılmıştır ve bazılarının sonuçları
Tablo 2.7’de özetlenmiştir. Bu çalışmalar, ısının yoğunluğuna (sıcaklık ve süre) ve
sıcaklık derecesine bağlı olarak kemiklerin kalsine olup olamayacağını ortaya
koymaktadır. İnsan kremasyonundan kaynaklanan kalsine kemik parçaları, yamulma,
enine kavisli kırılma, derin veya ağ benzeri bir yapı sergilemektedir (Whyte,
2001:438).
61
Tablo 2.7: Yakılmış Vücut, Taze ve Kuru Uzun Kemikler Üzerinde Gözlenen
Kırılma Kalıplarının Karşılaştırması
Kaynak Vücut Taze Kemik Kuru Kemik
Baby (1954) Derin denetleme, Deney yok Yüzeysel kontrolü,
çapraz enine kırık, uzunlamasına çizgi,
yamulma uzunlamasına
parçalanma,
bükülme yok
Binford (1963) Derin enine kırıklar, Vücut Yüzeysel kontrol,
kavisli ve tırtıklı kremasyonunda düz çatlama,
kırıklar, yamulma olduğu gibi kavisli çatlak yok
62
2.3.2.1. Yanmış Kemiklerde Farklı Kırık Türleri
Kemiklerdeki organik bileşenin kaybı, gözeneklilikte artışa neden olmaktadır.
Organik bileşenlerin kaybolması kırıkların yayılmasını ve daha sonrada
parçalanmayı kolaylaştırmaktadır. Kemik içindeki su ve organik madde kaybı,
parçalanmaya neden olarak kemiğin bütünlüğünü zayıflatmaktadır. Kemik
bütünlüğünde bozulma ve parçalanma gerçekleşmeden önce kırıklar oluşmaktadır.
Genel olarak mevcut bilgiler yumuşak doku ile yakılan kemiğin, ısının kaynağına
yönelik kavisli U şeklinde çatlaklar sergileyeceği yönündedir. Oluşan bu kırıkların
daralan kasların sonucu olduğu düşünülmektedir. Kuru kemik yandığında (yani
yumuşak doku yoksa), kırıklar doğrusal ve ızgara benzeri bir düzende görünmektedir
(Thompson, 2016:179). Yapılan araştırmalar, ısının neden olduğu yedi farklı kırılma
türünü ana hatlarıyla tanımlamaktadır. Boyuna kırıklar, aşamalı kırıklar
(uzunlamasına kırıklara dik açılarda meydana gelen, genellikle onları birbirine
bağlayan), enine kırıklar, patine, kırığı ve delaminasyon, yanık çizgisi kırıkları
(yanık sınır çizgisinde meydana gelen) ve kavisli enine kırıklar olarak
sınıflandırılmaktadır (Waterhouse, 2013: 409 e1, 409 e2).
63
Şekil 2.6: Kalsine Fibulada Boyuna Kırık Örneği
64
Şekil 2.7: Uzun Kemikte Enine Kırık Örneği
65
Şekil 2.8: Aşamalı Kırık Örneği
66
Şekil 2.9: Patina Kırığı Örneği
67
2.3.2.1.7. Kavisli Kırıklar
68
Bennett, 1999:461). Yanmış arabada bulunan yangın kurbanının kafatası
incelendiğinde yoğun sıcaklığın etkisiyle meydana gelen kırılma ve parçalanma
olduğu ancak yanmamış bölgelerde de kırıklar görülmektedir. Kafatasının temporal
ve occipital kemiklerinde çok sayıda iki taraflı kırılmalar gözlemlenmektedir. Yüz
bölgesinde “Le Fort Kırığı” denilebilecek kırıklar vardır. Yanmamış kemikte
meydana gelen kırıklar perimortem olarak kabul edilmelidir. Kafatasının üst
bölgesinde meydana gelen çeşitli renk değişikleri gözlemlenebilmektedir. Parçalanan
kafatası yeniden yapılandırıldığında sol dış kulak kanalının üstünde bir silah yarası
ortaya çıkmıştır (Şekil 2.11). Oklar yüksek hızlı yaradan kaynaklanarak ileri doğru
hareket eden ve sonunda frontal kemikte sonlanan bir kırığı göstermektedir (Schmidt
ve Symes, 2015:41, 42, 43).
Şekil 2.11: Yanmış Arabada Bulunan Kurbanın Kafatasının Sol Görünümü, Kulağın
Yukarısındaki Silah Yarası
69
Yanmış iskeletlerde travma bulgularının yorumlanması, ısıyla ilgili kırıklar ve
parçalanma nedeniyle zor olabilmektedir. Deneysel çalışmalar ve vaka çalışmaları
travmanın tanısal izlerinin yanma durumundan kurtulabileceğini göstermektedir.
Pope ve Smith 2004 cranial kemik üzerinde, deneysel bir çalışma yaparak önceden
var olan travmanın yanma sonrası varlığının korunduğunu belgelemişlerdir. 2002'de
De Gruchy ve Rogers benzer araştırmalar yaparak yakılmış kemiklerdeki kırılma
izlerinin tespit edilebileceğini ancak görünümlerinin yanmaya bağlı parçalanmadan
etkilenebileceğini bulmuşlardır. Kemiklerin yüksek sıcaklığa maruz kalınması geniş
kemik kırıklarına neden olmaktadır bu yüzden perimortem travmayı postmortem
termal etki ile ilişkili değişikliklerden ayırt etmek zor olabilmektedir (Ubelaker,
2009:2).
70
Isınma ile iskelet malzemesinde, parçalanma, çatlama, renk değişimleri,
kuruma, organik bileşenlerin kaybına bağlı kemiğin kimyasal değişimi, gözeneklilik,
bükülme, kilo kaybı ve büzülme gibi bir dizi tafonomik değişiklik tanımlanmaktadır.
Kemiğin uzun süre yüksek sıcaklıklardaki etkileri ile ilgili literatürde bilgiler varken
100 °C’nin altındaki sıcaklık etkileri ile ilgili çalışma bulunmamaktadır. Bu yüzden
Bertrand ve Oxenham, altı kangurunun (Macropus giganteus) sağ femuru üzerinde
deneysel bir çalışma yapmışlardır. Bu çalışmanın amacı, kemiğin, özellikle
osteolojik boyutlarının uzun bir süre boyunca nispeten düşük sabit sıcaklıklara, 30
°C'de, 39 gün boyunca nasıl tepki gösterdiğini araştırmaktır. 30 °C’lik sabit
sıcaklıkta, 39 gün boyunca istatistiksel olarak önemli miktarlarda büzülme
gözlenmektedir. Hem maruz kalma süresi hem de kemiğin maruz kaldığı gerçek
sıcaklığın, osteolojik materyal tarafından elde edilen ısı kaynaklı dönüşüm derecesi
üzerinde derin bir etkisi olmaktadır. Sonuç olarak büzülme süngerimsi kemikte
kompakt kemikten daha fazla olduğu görüşleriyle tutarlıdır (Bertrand ve Oxenham,
2015:173,174,176).
71
Şekil 2.12: Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM) Görüntüsü Farklı Kırılma Örnekle
72
Waltenberger ve Schutkowsk’un yumuşak doku ile kaplı 9 aylık bir domuz
üzerinde yaptıkları bu araştırma, kesme işaretlerinin ısı değişimine yeni bir bakış
açısı sağlamayı amaçlamaktadır. Literatürde kemik büzülmesinin kesim izlerini de
etkilemesi gerektiği öne sürülse de, bu çalışma yanma sürecinin kesim izlerini
önemli ölçüde etkilemediğini ortaya koymaktadır. Çoğu özellik (derinlik, genişlik,
eğim ve açma açıları, zemin yarıçapı), kullanılan aletlerin ve bıçaklama eylemlerinin
düz bir şekilde yorumlanması için kullanılabilmektedir. Maksimum eğim yüksekliği
ve zemin açılarında bir dönüşüm gözlenmektedir (Waltenberger ve Schutkowsk
2017:56,57).
73
Kemikler çevresindeki yumuşak dokular tarafından korunurlar. Bir vücudun
bir yangında tamamen tahrip olma hızı, aynı zamanda, işlemi hızlandırabilecek
kıyafet veya obezite gibi diğer faktörlere de bağlıdır. Cildin tahribatından sonra, deri
altı yağ dokusu açığa çıkar, bu da bir kez ateşlendiğinde bağımsız olarak yanar ve
800 °C ile 900 °C arasındaki sıcaklıkta alev üreten bir yakıt kaynağı olarak işlev
görür. Yumuşak doku alındıktan ve kemik doğrudan ısıya maruz kaldıktan sonra
dışarıdan içeriye doğru yanmaktadır. Dışarıdan kalsine olmuş kemiklerin çoğu içsel
olarak siyah kömürleşmiş aşamadadır. Bu yanma, herhangi bir kemikte hiçbir zaman
tek tip değildir, ancak renk değişimleri tek tipe meyillidir. Symes, kemikteki renk
değişimi ilerleyişini kalsine, kömürleşmiş, sınır ve ısı hattı olarak kategorize
edilmesini önermiştir. Kalsine, beyaz renk tüm organik bileşenlerini yitirmiş ve
sadece kaynaşmış kemik tuzları çerçevesi ile bir arada tutulan kemik olarak
tanımlamaktadırlar. Kömürleşmiş kemik, iskelet malzemesini karbonize eden ısı ve
alevle doğrudan temas ettikten sonra siyah renk gösterir ve sık sık kalıntılı yanmış
yumuşak doku yapışmasına sahiptir. Uzaktaki yumuşak doku hala kemiği alevler ve
dumanla doğrudan temastan koruduğu için “sınır” genellikle beyaz renktedir.
Çevresel olarak sınıra, yanmış ve yanmamış kemik arasındaki birleşme noktasında,
iki faz arasındaki geçişi işaretleyen bir ısı hattı oluşabilir. Isı çizgisi ve sınır taze
numunelerde kolay tespit edilebilmektedir (Ellingham vd., 2015:182, 183, 184).
Kemik ilk olarak ısıya maruz kaldığında, hem karbon hem de kolajenin
yanmasından kaynaklanan normal fildişi renkten kahverengi ve daha sonra siyaha
74
dönüşür. Bunu, organik bileşiklerin polarizasyonuyla indüklenen gri ve ardından
kemiğin organik materyalinin tamamen yanmasından ve kemik mineralinin
kaynaşmasından kaynaklanan beyaz renk izler. Kemikteki bu renk değişimi sırası her
zaman tutarlıdır (Carroll ve Smith, 2018:953).
75
renkler çevredeki ortamda bulunan bakır, bronz, demir veya bitki varlığına
bağlanmıştır (Correia, 1997:276).
76
yanmasıyla çeşitli renklenmeler gözlenebilmektedir. Sıcaklığın yanı sıra maruz
kalma süresi, ısı kaynağından uzaklık, oksijenin kullanılabilirliği ve çevre yanma
derecesini etkiler bu nedenle kemiğin rengi farklılaşmaktadır. Kemiğin renk analizi
için çok sayıda yöntem önerilmiştir. Örnek vermek gerekirse ton (kırmızı, sarı, yeşil,
mavi veya önceki bir kombinasyon), renk (parlaklığa göre renklilik) ve değere
(hafiflik) dayalı standartlaştırılmış grafiklerle görsel bir karşılaştırmaya dayanan
Munsell Soil Colour çizelgeleri renk analiz yöntemlerinden biridir (Şekil 2.14) (Krap
vd., 2017:2,3).
Kaynak: https://munsell.com/
77
bileşeninin bir kombinasyonu ile tanımlanabilmektedir (ton, renk ve değer olarak)
(Ellingham, 2015:184; Shipman 1984:312).
Şekil 2.15: 25-1000 °C Sıcaklık Aralığı İçin İnsan Kemiğinde Isı Kaynaklı
Değişikliklerin Şematik Gösterimi
78
10 ile 30 nm arasında ve kristal faz yaklaşık 2 ile 9 nm kalınlığında artmaktadır. 500
°C'nin üzerinde, organik bileşenlerin kalıntılarında azalma meydana gelir ve aynı
zamanda NaCaPO4, NaCl ve KCl mineral fazlarları yeniden oluşmaktadır. 800 °C'de
kristalin boyutunda 110 nm ve kristalin kalınlığı 10 nm kadar artmaktadır. 900 °C'de
kristaller arası boşluk kaybı gözlenmektedir. 1000 °C'nin üzerinde, β-trikalsiyum
fosfat (Ca3 (P04) 2) oluşumu meydana gelmektedir (Mamede, 2017:606).
İlk CO2 salınımı organik bileşenlerin yanmasının bir sonucu olarak 250-500
°C arasında gerçekleşirken, ikinci CO2 salınımı yapısal karbonat kaybıyla tutarlı
olarak 500 °C’de salınmaktadır. Bioapatit kristallerin yapısı termal koruyucu organik
matristen ötürü 500 °C’nin üzerindeki ısıdan etkilenmeye başlamaktadır. Sağlam
kemik açık sarı renkte görünür. Düşük yanma sıcaklıklarına (>500 °C) maruz
kaldığında kemik rengi (siyah, koyu kahverengi veya koyu gri) koyulaşır. Sıcaklık
arttıkça kemikler aşamalı olarak daha açık renklere (açık griden beyaza doğru)
dönüşür. Seyrek olarak turuncu, gri, beyaz, sarı ve mavi çizgiler ya da noktalar
gözlenmektedir (Mamede, 2017:606,607).
Kemiğin ısı ile ilgili değişiklikleri kapsamlı bir şekilde çeşitli bilim adamları
tarafından çalışılmıştır. Bu çalışmaların bazıları Tablo 2.8’de verilmiştir. Basitliği
nedeniyle yanan kemiğin rengi, maruz kaldığı sıcaklığı tahmin etmek için en yaygın
kullanılan tekniklerin temelidir. Göreceli olarak uygun koşullar altında, dokular
tarafından en az kaplanmış iskelet elemanları radius, ulna, cranial kemikler ve costae
kemikleridir bu kemikleri çevreleyen yumuşak dokuyu yakmak yaklaşık 20 dakika
sürmektedir, sonrasında açığa çıkan kemikler ısı kaynağına doğrudan maruz
kalmaktadır. Organik matrisin yanması nedeniyle kemik, ısıtma işlemi sırasında
renk değiştirmektedir. Bu işlem birkaç aşamadan oluşmaktadır. Isıtılmamış kemik
fildişi veya sarımsı renginden, 300 °C sıcaklıkta renk (koyu) kahverengiye
79
dönüşmektedir. Organik bileşiklerin karbonizasyonu nedeniyle kemik 400 °C
sıcaklıkta tamamen kararmaktadır. Organik bileşikler yaklaşık 500 °C sıcaklıktan
itibaren kalsinasyon ile sonuçlanır bu durum hidroksiapatitin doğal rengi olan gri ve
beyazdır. Küçük, renk tonları gözlenmiştir; inorganik bileşenlerin varlığı ile ilişkili
olan mavimsi, sarımsı ve pembemsi renkler eksik kalsinasyon ile ilişkilendirilmiştir
(Krapa, 2017:22,23).
80
Tablo 2.8: Farklı Deneysel Çalışmalarda Renk Gözlemleri
81
Stiner ve arkadaşları 1995’te sıcaklık derecelerine özgü olmayan bir tablo
oluşturmuşlardır ancak renkleri yanma dereceleri arasında ayırt etmek için kodlarla
ilişkilendirmişlerdir. Bu kodlar Tablo 2.9’da listelenmiştir (Brown, 2004:17,18).
Reidsma ve arkadaşları olgun (9 yaşında) bir dişi sığır (Bos taurus) femur
kemiğinin kortikal kısmından örnekler almışlardır. Et ve yağ dokuyu mekanik olarak
uzaklaştırmışlardır, sonra kemiği 40 °C sıcaklıkta su ile temizlenerek havayla
kurutmuşlardır. Temizlenen kemikten yaklaşık 5 x 5 x 35 mm ölçülerinde numuneler
almışlardır. Tüm numuneleri aynı kemikten kesmişler ve ayrı ayrı istenen sıcaklığa
getirmişlerdir. Bu çalışma için kullanılan sıcaklıklar 200, 250, 300, 340, 370, 400,
450, 500, 600, 700, 800 ve 900 ° C’dir. Bu sıcaklıkları daha önce yapılmış
çalışmalardaki sıcaklıklara göre seçmişlerdir. Numunenin birini ısıtılmadan
bırakmışlardır (20 °C), toplam 13 numuneye yakma işlemi uygulamışlardır ve 24
saat boyunca fırının dışında yakılan numuneleri soğutmuşlardır. Yapılan deneysel
çalışmanın sonucunu gösteren kemik rengine ait görsel Şekil 2.16’da verilmiştir. Isıl
işlem uygulanan kemik numunesi 300 °C'de kırmızımsı kahverengiye dönüşmüştür,
kemikler > 600 °C sıcaklıkta siyahlaşmıştır (Reidsma vd., 2016:283, 284, 285).
82
Şekil 2.16: İndirgeyici Koşullar Altında Isınmanın Bir Sonucu Olarak Kemikteki
Renk Değişimleri (Sıcaklıklar °C Cinsinden)
83
Şekil 2.17: Birden Beşe Doğru Farklı Derecelerde Yanma Örnekleri
84
Şekil 2.18: Farklı Zamanlarda Farklı Sıcaklığa Maruz Kalan Dişler (Sıcaklık ve
Süre)
Şekil 2.18’te verildiği gibi süre ile sıcaklık derecelerine göre dişlerde
parçalanma ve renk değişimleri gösterilmiştir. Bazı durumlarda, ön dişlerin enameli
arka dişlerden termal olarak daha az etkilenebilmektedir. Bu yüzün yumuşak
dokuları yanmadan önce dişin çürümesinden kaynaklanır; diş eti ve periodontal
ligamentler geçtikten sonra ön dişler kolayca düşebilmektedir. Bazı araştırmacılar ön
dişlerin enamelinin molar enameline göre ısıdan daha fazla etkilendiğini
85
savunmuşlardır çünkü bu dişler hala orofasiyal dokular tarafından korunurken,
dudaklar hızlı bir şekilde yanar ve incisiveler ısıya maruz kalmaktadır. Premolar ve
molar kronları, ön dişlerde olduğu gibi renk değiştirmektedir. Kronlar boyuna veya
enine kırılır, ısıya uzun süre maruz kaldığında kireçli ve kırılgan hale gelmektedir
(Schmidt ve Symes, 2015:66).
Şekil 2.19: Farklı Sıcaklıklarda Isıya Maruz Kalan Dişlerin Renk Değişiklikleri
86
dişi olarak bilinen bu dişlerin kökleri çoğu zaman kaynaşır ve koni benzeri büyük bir
kök oluşturmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:70).
Köklerde ısıya bağlı renk değişimleri belirgindir (Şekil 2.20). Kökün ateşten
korunan kısmı siyah-koyu mavi veya gri olmaktadır, ısıya maruz kalan kök gri-beyaz
olacaktır. Kök alveoller soketinden yere düşerse, toprağa değdiği taraf ısıya maruz
kalan taraftan daha koyu renkli olmaktadır. Köklerin en azından bir kısmı yanma
süresin de korunduğundan, köklerin sıklıkla çok renkli olduğu gözlemlenmektedir
(Schmidt ve Symes, 2015:70).
87
ayrılmaktadır, çünkü dental pulpa boşlukları kırıkların toplam büyüklüğüne kıyasla
genellikle oldukça küçüktür (Schmidt ve Symes, 2015:71).
88
Enamel, 300 ºC'de koyu grimsi kahverengiden 1000 ºC'de porselen-beyaza
kadar değişen bir dizi renk değişiminden geçmektedir. Yapısal olarak, enamel
çatlamaya ve nihayetinde altta yatan dişten ayrılarak parçalanmaya başlamaktadır.
Mikroskopik olarak küçük çatlaklar, 300 ºC'de görülür ve sıcaklık arttıkça boyut ve
sayı olarak artmaktadır. Mine yüzeyinde granül oluşumu 700 ºC'de gerçekleşirken,
bu granüllerin eriyip kaynaşması 900 ºC'de ortaya çıkmaktadır. 1000 ºC'de enamelin
mikroyapısı tanınmaz hale gelmektedir (Fairgrieve, 2008:147).
Şekil 2.22: Adli Vakalarda Sık Görülen Durum, Enamel Kronunun Alttaki Parçadan
Ayrılması
89
doğrudan etkilenmemektedir (Fairgrieve, 2008:149). Diş çoğunluğu dentinden oluşan
bir doku matrisidir. 200 ºC'ye kadar olan sıcaklıklarda dentin, ısıdan
etkilenmemektedir. Yüzeyde renk değişikliği görülmektedir. Dişin pulpası DNA elde
etmek için mükemmel bir alandır, pulpa 500 ºC'ye kadar sağlam kalmaktadır. Dentin,
organik bileşenlerin karbonatlaşmasının göstergesi olarak koyu grimsi siyah renge
dönüşmektedir (Fairgrieve, 2008:151). Çoğu araştırmacı 500 ºC ısıya maruz
kaldıktan sonra dişlerden DNA elde etmenin çok zor olduğunu belirtmektedir.
Yanmış diş kalıntılarında DNA’nın korunması, maruz kalınan sıcaklığa, süreye ve
diş tipine bağlıdır. Genel olarak, diş DNA'sının bir saat boyunca 400 ºC sıcaklığa
kadar dayanabileceği bulunmuştur (Rubio vd., 2018:1).
Yanmış kemik çalışmaları, bir kemiğin daha yüksek sıcaklıklara veya daha
yüksek bir ısı süresine maruz kalması durumunda maruz kaldığı renk ve dokudaki
değişiklikleri belgelemek için standartlar üretmişlerdir. Genel olarak, kemik önce
kararır, siyah renk oluşmaktadır. Yanmanın sonunda, organik içerik tamamen
kaybolduğu için kemiği beyaza dönüştüren kalsinasyon sürecini izlemektedir.
Bilimsel topluluklar tarafından genellikle dişlerin de bu değişimlerden geçtiği
varsayılmaktadır, özellikle de kemiklere benzer şekilde renk değişikliği
geçirmektedirler. Aşağıdaki çalışma, termal değişiklikleri sistematik olarak
belgelemek için kontrollü laboratuvar koşullarında deneysel olarak yanan dişleri
içermektedir. Ağız cerrahisinden 32 yetişkin insan premolar ve molar diş örneği
alınmıştır. Dişler rutin diş prosedürleri sırasında çıkarılmış ve dehidrasyonu önlemek
için hemen bir tuzlu su çözeltisine yerleştirilmiştir. Isı değişiklikleri yapılmadan önce
dişler, dişçilik aletleri ve musluk suyu kullanılarak yapışan yumuşak dokulardan
temizlenmiştir. Dişler işlendikten sonra, deney başlayana kadar salin çözeltisinde
bekletilmiştir. Dişler, bir dijital ölçekte (0.1 g) tartılmıştır daha sonra BLUE M ™
Lab-Isı kül fırını içerisine yerleştirilmiştir ve fırında ısıya maruz kaldıkları süre
boyunca sabit bir sıcaklık uygulamışlardır. Tek seferde iki diş ısıtılmıştır,
numunelerin karışmasını önlemek için her bir dişi bireysel potaya yerleştirmişlerdir.
Numuneleri mufle fırınında, 204 °C ile 593 °C arasında değişen sıcaklıklarda aralıklı
olarak ısıtmışlardır. Numunelerin yarısını 30 dakika diğer yarısını ise 60 dakika
boyunca ısıtmışlardır.
90
Takma dişlerin sert dokularının bileşimi, özellikle kemikten farklı olduğu
için, ısınma reaksiyonlarınında farklı olması gerekmektedir. Örneğin, enamel
kemikten çok daha düşük bir organik içeriğe sahiptir ve bu nedenle, kemikte bu
değişikliklerin kolajen kaybıyla ilgili olması nedeniyle aynı renk değişikliklerinden
geçemeyebilmektedir. Enamel farklı bir temel organizasyona sahiptir; Ancak, Endris
ve Berrsche yaptıkları çalışmada, termal etkinin diş rengindeki ilerlemesini kemik
renk ilerlemesine benzer olduğunu söylemişlerdir. Dişler siyah ve kahverengiye
dönüştükten sonra maviler ve griler görülür, sonunda beyaz renk aldığını
belirtmişlerdir (Schmidt ve Symes, 2015:140,141).
91
Şekil 2.23: Pulpa Dokusu ve Dentini Gösteren İçyapı Fotoğrafı (H ve E, × 4) (D -
Dentin; P - Pulpa)
92
2.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARINDA KİMLİKLENDİRME
Kimlik tespiti, adli soruşturmanın en önemli yönlerinden biridir. On dokuzuncu
yüzyılda Bertillon, kimliğinin belirlenmesinde bir ölçüm sistemi olan antropometri
uygulamasını ortaya koymuştur. İnsan tanımlamasındaki ikinci devrim genetik
biliminde gerçekleşmiştir. Tüm canlılarda temel varyasyon kaynağı olan DNA ve
bazlarının doğrudan analizi, şimdi adli tanımlamanın altın standardıdır (Fairgrieve,
2008:161).
93
sonra, Bass yangının son derece yüksek sıcaklıkta olduğunu belirlemiştir. Yumuşak
dokuların neredeyse tamamı yanmamıştır ancak kemikler de ayrılmıştır.
Rutherford’un doktoru tarafından hayatta iken çekilen X-Ray görüntüleri, Bass
tarafından kemiklerinden alınan X-Ray görüntüleri ile eşleştirilmiş ve Rutherford’un
röntgenleri aynı desenleri göstermiştir. İskeletin çene kemiğinde ısıdan etkilenmemiş
iki yirmilik dişi (M3) vardır ve bunlar da Rutherford’un X-Ray görüntülerinde açıkça
mevcut olduğu yapılan çalışmada tespit edilmiştir (Yancey, 2009: 64,65,66,67).
94
2.4.1.1. Tür Tahmini
Adli araştırmacıların dikkatine sunulan hayvan kemiklerini içeren çoğu durumda,
eğitimli anatomist veya osteolog’un insan olmayan anatomik özellikleri belirlemesi
için gerekli olan basit bir görsel inceleme yeterlidir (Adams ve Byrd, 2014:84).
95
ve deforme olmaktadır. Erkek iskeletinde cinsiyet belirleme konusunda kesin
sonuçlar veren özelliklerden biri de sciatic notch’un dar yapısıdır, ancak bir yanma
işleminden sonra genişler ve kadın kemiği özelliği gösterebilmektedir (Holck,
2005:116). Cranium ve mandibulanın morfolojik özellikleri cinsiyet tahmini
yöntemlerinde kullanılmaktadır. Kadın kafatası yapısı, erkek kafatası yapısına göre
daha narindir bu nedenle bazı özellikleri karşılaştırılabilir. Kas bağlanma yapıları,
mastoid çıkıntının büyüklüğü, supraorbital torus şekli, mandibular açı gibi özellikler
karşılaştırılabilir. Bireyin cinsiyetini belirlemek için iki ana faktör kemiğin hayatta
kalması ve büzülme derecesidir (Correia, 1997:288). Parçalanmanın cinsel açıdan
dimorfik kemiklerde tahrip edici olmasının yanı sıra, pelvis ve kafatasındaki ısıya
bağlı büzülme ve boyutsal değişiklikler geleneksel osteometrik tekniklere engel
olmaktadır (Gonçalves vd., 2013:906).
96
Cinsiyetlerin iskelet radyolojisi ile farklılaşması ergenlik dönemine kadar
güvenilmezdir, çünkü erkeği kadından ayıran özellikler bu noktaya kadar yeterince
gelişmemiştir. Pelvisin, craniumun ve mandibulanın şekli, büyüklüğü, geometrisi ve
costal, tiroid ve ariteno kıkırdaklarının kalsifikasyon kalıpları, iskelet kalıntılarının
cinsiyetini radyolojik yollarla belirlemek için kullanılabilmektedir. Multidetektörlü
CT taramasındaki gelişmeler ve uygulamalar kalıntıların değerlendirilmesi için 3D
radyolojik görüntülerin kullanılmasına olanak sağlamıştır. Bu radyolojik yöntemler,
bilinen demografik profilin büyük ölçekli modern örneklerine erişerek, metodolojinin
doğrulanmasına ve iyileştirilmesine olanak sağlamaktadır (Adams ve Byrd,
2014:89).
97
durumunda kafatası bulunduğundan yaş tahminini için sütürlar kullanılır. Sütür
örnekleri biyolojik faktörler ve bireysel değişikliklerden etkilenir. Neurocranium
kemikleri erken çocuktan yaşlılığa kadar yavaş bir kaynaşma işlemine maruz
kalmaktadır. Teorik olarak, iskeletin post-cranial kısımlarındaki kaba bir yaş tahmini,
mikro yapılardaki değişikliklerin çalışılmasıyla desteklenebilir, çünkü havers
sistemlerinin genişliği normalde yaş ile artmaktadır. 700 ile 800 °C'nin üzerindeki
sıcaklıklarda kemik büzülmesi, yanlış hesaplamalara neden olabilmektedir.
Çocuklarda epifiz kapanmasının incelenmesiyle ya da korunmuş uzun kemiklerin
enine çapları ölçülerek yaklaşık yaşı tahmin edilebilmektedir (Holck, 2005:117,118).
Cranial sütürlar, yaşı tahmin etmek için kullanılmıştır aynı zaman da epifiz
kaynaşması, diş sürmesi ve aşınma, uzun kemik uzunluğu, symphysis pubis
değişiklikleri, costa uçlarında değişiklikler, cranial kemik kalınlığı, diş yoğunluğu,
osteonların yeniden yapılanması ve dejeneratif hastalıklar gibi durumlar
gözlemlenerek yaşın daha güvenilir tahmini yapılabilmektedir (Correia, 1997:287).
98
2.4.1.4. Boy Tahmini
Yanmış kemiklerde boyu tahmin etmek yanmamış kemiklerde olduğu gibi aynı
doğrulukta değildir. Yakılmış kemiklerde uzun kemikler nadiren tam ya da
ölçülebilir boyutta bulunmaktadır. Eğer ölçülebilir durumda bulunduysa büzülme
durumu dikkate alınmalıdır (Holck, 2005:118). Bir bireyin hayattayken var olan
boyunu parçalanmış kalıntılar üzerinde yeniden yapılandırmak oldukça problemlidir.
Müller, Strzalko ve arkadaşları tarafından önerilen yöntem radius, humerus ve femur
başı çapına dayanmaktadır. Tahminler, epifizlerde bulunan süngerimsi kemiğin (~%
12) büzülmesini hesaba katması yönündedir. Vertebraların bulunması zor
olduğundan tahmin için kullanmak mümkün değildir. Uzun kemikler (örneğin femur)
bir kas kütlesi tarafından korunmuşsa analiz için büyük şanstır. Holland parçalanmış
kalıntılarda, büzülme ve eğikliği göz önünde bulundurularak % 50 ile % 100
oranında doğru tahminler sağlamıştır (Correia, 2005:289).
99
2.4.2. Radyolojik Kimliklendirme
Antemortem radyografilerin kullanılması için yanmış kalıntıların olay yerinden
dikkatlice toplanması, ultrasonik olarak temizlenmesi ve daha sonra parçaların geri
kazandırılması gerekir. Bununla birlikte yeniden yapılanma, yanmış kalıntıların
tanımlanmasındaki ilk adımdır. Antemortem ve postmortem radyografilerin
karşılaştırılması, karşılaştırılan görüntüler arasındaki yapısal uyumluluk noktalarını
detaylı olarak incelemek için yapılır. Bu sürecin geçerli olması için iskeletin
mümkün olduğu kadar yeniden yapılandırılması esastır. Tanımlama için kullanılan
en yaygın radyografik karşılaştırma dental kayıtlardır. Dikkate alınacak diğer bir alan
da vertebra merkezinde bulunan trabeküler yapı yöneliminin karşılaştırılmasıdır
(Fairgrieve, 2008:162,163).
100
2.4.4. DNA ve Kimliklendirme
Geleneksel tanımlama yöntemleri başarısız olduğunda DNA analizi kimliğe ulaşmak
için tek bağlantıdır. Eski dişerden ve kemiklerden izole edilen eser miktarda insan
DNA’sı polimeraz zincir reaksiyonuna (PCR) dayanan yöntemleri kullanarak
bilinmeyen iskelet kalıntılarını, varsayılan akrabaları ile karşılaştırmalı bir genetik
analizle belirleme fırsatı sunmaktadır (Zgonjanina vd.,2015:444).
101
üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Yanmış kemiklerin DNA analizindeki diğer
problemler, DNA izolasyonu sırasında birlikte toz haline getirilen PCR inhibitörleri,
örneğin benzin, eritilmiş plastik veya yanma sırasında kemiğe sızan tekstil kumaşları
ve yabancı DNA kontaminasyonu ortaya çıkabilmektedir (Schwark vd., 2011:394;
Garriga vd., 2016: 437; Heinrich vd., 2009:253,254).
Toplu felaket, genellikle ani bir olayın meydana geldiği çok fazla kişinin
öldüğü durumlar olarak kabul edilmektedir. Çoğunlukla uçak ve tren kazaları
düşünülür; ancak daha yakın zamanda, 9 Eylül terörist saldırıları bu gibi durumlara
eklenmiştir. Endüstriyel kazalarda ve çatışmalarda çok sayıda ölüm meydana
gelebilmektedir. Deprem, kasırga, sel, orman ve çalılık yangınları, hatta çığ gibi
doğal afetler kısa sürede çok sayıda ölüme sebep olabilmektedir. Toplu ölümlerde
insan kalıntılarının tanımlanmasında büyük ölçüde dişler kullanılmaktadır. Herhangi
bir toplu ölüm olayının zorluğu kalıntıların belgelenmesi ve toplanmasıdır.
Parçalanmış insan kalıntıları, kurtarılmış anatomik yapılara sahip bireyleri yeniden
oluşturmak için bir envanter ve kataloglama işlemine tabi tutulur. Bu olaylarda insan
kalıntılarının kömürleşmesi düzensiz olma eğilimindedir. Uçak çarpmalarında ve
102
yangın durumlarında, jet yakıtı çok hızlı yanan ve aşırı sıcak bir hızlandırıcı görevi
görmektedir. Kalıntılar kalsinasyon noktasına kadar yanabilir ancak vücudun farklı
şekilde yanması daha olasıdır (Fairgrieve, 2008:178). Kalp pili, dental implatlar
kemik dokunun iyileşmesi için takılan cerrahi plaklar, yanmış vaka analizlerine
yardımcı olmaktadır. Buradaki zorluk yanmış bileşenlerin insan kalıntıları ile ilişkili
olup olmadığını tespit etmedeki karmaşıklıktır (Fairgrieve, 2008:180).
103
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Polis teşkilatları, fiziksel deliller için olay yeri araştırma bilgisine sahiptir.
Uygun bir eğitim ile polis teşkilatları suç mahallerinde yetkin performans
sağlayabilirler. Birçok yargı alanında, polis teşkilatları bu görevi uzman bir teknisyen
ekibi ile yürütmektedir (Saferstein, 2015:30).
104
Seddon ve Pass, 2009:311). Olay yeri araştırması olayın ihbar edilmesiyle başlar,
hâkimin kararıyla son bulmaktadır (Ragle, 2002:43).
Suç mahalli dinamik bir ortamdır. Kanıt, eylem gerçekleştikten hemen sonra
kelimenin tam anlamıyla değişmeye başlamaktadır. Suç işlendikten sonra geçen süre
ne kadar artarsa, olay yeri orijinaline o kadar az benzemektedir. Ayrıca, olay yerinde
ne kadar az insan olursa, kaza sonucu kirlenme veya potansiyel olarak önemli
kanıtların imha edilme olasılığı o kadar az olmaktadır (İnman ve Rudin, 2001:202).
105
3.1.1. Kanıt Arama Yöntemleri
Suç mahallindeki fiziksel delillerin kapsamlı ve sistematik olarak aranması
gerekmektedir. Kanun uygulayıcılar, delil bulma olasılığını en üst düzeye çıkarmak
ve mevcut delilleri bulmada başarısız olma ihtimalini en aza indirgemek için suç
mahalli incelemelerini düzenlemektedir. Şüpheliler ele geçirilmişse ya da suçun
nedenleri ve koşulları kolayca görünüyorsa da hemen fiziksel bir delil arayışı
yapılması gerekmektedir. Araştırmacılar, incelenecek olay yerlerine uygulanan çeşitli
geometrik şablonlardan birini seçmektedirler (Şekil 3.1).
106
3.1.1.5 Çeyrek veya Bölge Arama Yöntemi
Çeyrek veya bölge yöntemi olay yerini bölümlere ayırır ekip üyeleri her bölümü
aramak için görevlendirilmektedir. Bu bölümlerin her biri, daha küçük ekiplerin
detaylı arama yapması için daha küçük birimlere ayrılabilmektedir. Bu, geniş bir
alanı kapsayan olay yerleri için en uygun yöntemdir. Aranan alanlar, suçlular
tarafından kullanılan olası tüm giriş ve çıkış noktalarını içermektedir (Saferstein,
2015:40; Embae-Seddom ve Pass, 2009:321,322).
107
sağlayan iç ve dış mekânları içerir. Olay yerinin yeniden yapılandırılması olayın
hemen öncesinde, olay sırasında ve sonrasında ortaya çıkan eylemlerin seyri de dâhil
olmak üzere, bir suç olaylarını yeniden oluşturmak için kullanılan bir metodolojidir,
Yeniden yapılanma, olay yerindeki verilerin toplanmasıyla başlar; cinayet
durumunda ise kan sıçraması, ateşli silah kalıntısı, mermi yörüngeleri ve DNA
kanıtının toplanabileceği nesnelerdir. Bir cinayet davasında, konumlandırma ve
mağdurun vücudunun durumu, suç eyleminin belirli bir şekilde açılması ve
zamanlaması hakkında da değerli bilgiler verebilir. Kapsamlı bir yeniden yapılanma
olay yerindeki fotoğrafları, fiziksel kanıtların laboratuvar analizlerinin sonuçlarını ve
otopsi bulgularını içermektedir. Sahnenin ölçümleri ve eskizleri de cezai işlemin
mantıklı ve kanıta dayalı olarak yeniden yaratılması için dikkatlice incelenir ve
birleştirilir. Suç mahallinden gelen bilgiler sentezlenir, böylece araştırmacılar suç
sırasında neler olduğu, nerede olduğu, ne zaman olduğu ve nasıl olduğu hakkında
daha güçlü tahminler yapabilmektedir (Embar-Seddon ve Pass, 2009:317).
108
yangınlar bir insan müdahalesinden kaynaklanmaktadır. Ancak kasıtlı yangınların
tümü kundaklama değildir. Örneğin arka bahçesindeki otları yakan bir kişinin bu
eylemi kasıtlıdır ancak kundaklama olayı olarak değerlendirilmez. Kundaklama
terimi bir ülkeden diğerine veya bir eyaletten diğer eyalete göre büyük ölçüde
değişebilen yasal bir terimdir. Bir yangının kökeninin tespiti yangın mahallindeki
duman, sıcaklık ve yanma modellerinin gözlemlerine dayanarak yapılır. Yangın
kimyasal ve fiziksel kurallara göre gelişerek ilerlemektedir. Yanma bazı durumlarda
rastgele olabilen karmaşık bir durum olmasına rağmen yangının yönünü belirlemek
çoğu zaman mümkündür. Yangın soruşturmasının en önemli amaçlarından biri
yangınla bağlantılı bir suçun olup olmadığının belirlenmesidir. Yangının kundaklama
sonucu ortaya çıkması durumunda, suçlunun ortaya çıkması için delillerin toplanıp
tespitinin hemen yapılması gerekmektedir. Kazara veya doğal yolla çıkan bir
yangının meydana geliş sebebini ve yangının nasıl başladığını belirlemek önemlidir.
Kazara bir yangın gerçekleştiyse bunu belirlemek oldukça önemlidir çünkü insanlar
ve şirketlerin zararlarının sorumluluğunu karşılamak için önemlidir (K. Lerner ve B.
Lerner 2006:430).
109
Yanmış insan kalıntıları bir aracın içinde de bulunabilir bu yüzden taşıt
içerisinde bir bedenin yok olup olamayacağı konusunda çeşitli deneysel çalışmalar
yapılmaktadır. Otomobil içerisine evcil domuz bedeninin yerleştirilmesiyle yapılan
deneysel bir çalışmada, dizel yakıtla doldurulmuş aktif bir araç kullanılmıştır (Şekil
3.2). Bu şartlar altında domuz kalıntılarından, kafatasının ciddi parçalandığı, ön ve
arka bacakların distal uçlarının 1200 ºC'nin üzerindeki sıcaklıklarda 40 dakikalık bir
süre zarfında hala belirgin bir şekilde kurtulabildiğini göstermektedir. Sıcaklığa ve
geçen zamana rağmen gövde ve yumuşak dokuların mevcut olduğu belirtilmiştir
(Fairgrieve, 2008:68).
Uçak çarpmalarında jet yakıtı çok hızlı yanan ve aşırı ısınan bir hızlandırıcı
görevi görmektedir. Kalıntıların kalsinasyon noktasına kadar yandığı durumlar
meydana gelmiştir ancak vücudun farklı şekillerde yanmasıda olasıdır (Şekil 3.3).
Uçak kazası mağdurları, genellikle kurtarılmış diş yapılarının kullanılmasıyla tespit
110
edilmektedir. Daha yakın zamanlarda, yüksek oranda parçalanmış kalıntıların tespit
edilmesinde yardımcı olmak için geniş ölçekte DNA kulanılmaktadır (Fairgrieve,
2008:178,179).
Şekil 3.3: Küçük Bir Uçak Kazasında Meydana Gelen Kafatası Kırığı
3.2.1. Kundaklama
İngiliz ortak hukukuna göre “kundakçılık” terimi suç tanımı olarak bir kişinin başka
bir kişinin meskenine yaptığı ateşli kasıttan meydana gelmektedir. Kundaklama
tanımı, taşıtlar ve diğer kişisel mülklerin yanı sıra, ikamet edilmiş veya edilmemiş
herhangi bir yapıya karşı kasıtlı olarak ayarlanmış yangınları kapsayacak şekilde
genişletilmiştir (Embar-Seddom ve Pass, 2009:70). Kundaklama genellikle
araştırılması gereken karmaşık ve zor koşulları olan bir konudur. Normalde bu tip
olaylar, suç eylemini planlayan ve resmi araştırmacılar gelmeden olay yerinden
ayrılan bir fail tarafından yapılmaktadır. Ayrıca suç mahallindeki yıkım nedeniyle
111
suçun ispatlanması oldukça zordur (Safestein, 2015:408). Kasıtlı olarak kundaklama
eylemini yapan kişiler birçok sebepten dolayı olayı gerçekleştirmektedir. İntikam en
tetikleyici olay olarak ilk sıradadır, aynı zamanda öfkeli eşler, okula karşı öğrenciler,
işyerlerine karşı işçiler ya da eylemci guruplar tarafından başlatılabilmektedir.
Kundaklama için bir diğer sebep ise işlediği suçların kanıtlarını gizleme isteğidir.
Örneğin bir katil, kurbanın cesedini veya suçlayıcı delilleri yok etmek ya da ölümün
kaza gibi görünmesini sağlamak amacıyla cinayet olayını gizlemek için kundaklama
eylemine başvurabilmektedir. Kundaklama eylemleri için çeşitli yöntemler kullanılır
bunlardan bazıları diğerlerinden daha yaygın olarak tercih edilmektedir. En yaygın
yöntem, yapı boyunca bir hızlandırıcının (benzin, gazyağı veya daha hafif tutuşabilir
bir sıvı gibi) dökülmesini içermektedir. Hızlandırıcı kolay tutuşur aynı zamanda
hızlandırıcının akma düzeni, yangının hızını ve yayılımını takip ederek
ilerlemektedir. Bazı kundakçılar, yapımları basitten karmaşığa doğru çeşitlilik
gösteren ateşleme araçları kullanmaktadır bunlar çevrelenin ateşlenmesini sağlayan
yanan mumlar veya mercek parlamalarını içermektedir. Sıkça karşılaşılan bir diğer
ateşleme sistemi molotof kokteylidir (bir cam şişe içinde tutuşabilir bir sıvı ile
birlikte sıvıya batırılmış bir bezden oluşmaktadır). Bez tutuşturulur ve şişe fırlatılır,
çarpma anında şişe parçalanıp sıvı buhar bulutu yayılarak bir ateş topu halinde
etrafın alevlenmesini sağlamaktadır (Embar-Seddom ve Pass, 2009:71,72). Bir
bedeni ateşle gizlemeye ya da imha etmeye çalışan failler dış mekânlar yerine bir
yapı içinde yapmayı seçmektedirler çünkü bulunan cesetin yapısal bir yangının
kurbanı olduğu izlenimi yaratmak isterler (Fairgrieve, 2008:34). Suçlular yangının,
delilleri yok etmek için güçlü bir silah olduğunun farkındadırlar. Failin başka bir
suçu saklamaya çalıştığı durumlarda gerçekleşir. Bazı durumlarda, hırsızlıkla
ilişkilendirecek kanıtları yok etmek için çalınan araç ateşe verilebilir (K. Lerner ve
B. Lerner, 2006:40).
3.2.2. Hızlandırıcılar
Hızlandırıcı, bir yangının hızlı bir şekilde yayılmasına neden olmak için kullanılan
maddedir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:1). Hızlandırıcılar, kundaklama olaylarında
yaygın olarak kullanılır çünkü kolay yanmayacak alanlarda ek olarak yakıt desteği
112
sağlamaktadır. Kundaklama olayına teşebbüs eden kişiler yangının hasar ve
tahribatını en üst düzeye çıkarmak ve mümkün olduğunda yayılmasını sağlamak için
yakmak istedikleri alana hızlandırıcı madde dökmektedirler. Yangın için kullanılan
hızlandırıcılar, kundaklama eylemcisi tarafından kolayca erişilebilen benzin, çakmak
gazı ve gaz yağı gibi tutuşabilir sıvılardır (Embar-Seddom ve Pass, 2009:1).
Çoğunlukla kullanılan hızlandırıcı örneklerinden biri de petrol içeren sıvıların
buharlaşmasından toplanan petrol destinatlarıdır. Bu gibi hızlandırıcılar bir mangal
kömürünü tutuşturmak için kullanılır ve tüm hırdavat dükkânlarından kolayca satın
alınabilmektedir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:1). Bir hızlandırıcının belirlenmesi,
yangın soruşturmasında önemli bir delildir çünkü yangının kasıtlı olarak yapıldığını
göstermektedir (Embar-Seddom ve Pass, 2009:1).
113
toplandığında, dikkatlice paketlenip taşındığında ve en iyi yöntemlerle analiz
edildiğinde bile her zaman kesin sonuçlar elde edilemez. Doğru analizlerdeki
zorlukların bir kısmı hızlandırıcı olarak kullanılan petrol distilatlarının tipik olarak
yandıklarında veya buharlaştıklarında fiziksel veya biyokimyasal değişikliklere
uğramasıdır. Kundaklama eylemlerinde genellikle hızlandırıcı olarak benzin, kerosen
veya dizel yakıt bileşikleri kullanılmaktadır. Bu ham petrol ürünlerinin çoğu sadece
karbon ve hidrojen atomları içeren binlerce farklı organik bileşik karışımlardan
oluşmaktadır. Laboratuvar ortamlarındaki uçucu hızlandırıcıları tanımlamak için,
hızlandırıcı olarak şüphelenilen sıvının çevredeki yangından veya patlama
enkazından izole edilmesi gerekmektedir. Daha sonra gaz kromatografisi kullanılarak
analiz edilir, bu kromatogram adı verilen bir grafiğin üretilmesine neden olmaktadır.
Kromatogram daha sonra bilgisayarda analiz edilir ve bir eşleşme bulunana kadar
bilinen hızlandırıcıların kromatogramları ile karşılaştırılmaktadır. Gaz
kromatografisi, patlama veya yangın kalıntılarındaki hızlandırıcıları tespit etmek için
en etkili tekniklerden biridir. Gaz kromatografisi, gaz karışımı hidrokarbonların
farklı kaynama noktalarına dayanarak kendi kimyasal ayrılmasını içermektedir.
Karışımlardaki her gaz daha sonra tanımlanabilir çünkü her biri ayrı bir kromatogram
üretmektedir. Lucas, adli kundaklama araştırmalarında uçucu hızlandırıcı maddelerin
tanımlanması için dünya çapında bir standart belirlemiştir. Gaz kromatografisi yanıcı
hızlandırıcı tortulları tanımlamanın en doğru bilimsel araçları arasında kabul
edilmektedir (K. Lerner ve B. Lerner 2006:430).
114
bileşenlerinin nispi konsantrasyonlarını bozar, daha uçucu olanlar tercihen
buharlaşmaktadır (Fisher, Tilstone ve Waytonwicz, 2009:190).
115
belirli bir hızlandırıcı için seçilen iyonlarla ilişkili uçları görmektedir. Bu şekilde,
kromatografik model, deseni yok edebilecek yabancı tepe noktaları ortadan
kaldırarak basitleştirilebilmektedir (Safestein, 2015:421).
(a) Bir yangın alanında toplanan bir kalıntı numunesi, (b) numune kromatogramı,
benzine benzeyen bir model, (c) bilinmeyen içeriğe sahip yakıtın, bilinmeyen ikincil
uçları GC/MS kullanımı ile ortadan kaldırıldıktan sonra kesin bir sonuç elde
edilmektedir.
116
Araştırmacının genellikle olay yerinde toplanan kimyasal maddeleri tespit edip
tanımlaması, ateşleyicileri yeniden yapılandırması beklenir. Bir kimyager enkazdaki
eser miktarda benzin veya keroseni tanımlayabilir ancak hiçbir araştırmacı
kundaklama eyleminde ateşi yakmak için çöp veya kağıt kullanıp kullanılmadığını
belirleyememektedir. Ayrıca bir yangının başlamasına kablolar, aşırı ısınan elektrikli
cihazlar, ısıtma sistemleri veya yanmış bırakılan sigara gibi birden fazla durum
neden olabilir ve bu kaza sonucu yangınlarda kimyasal izler bulunmamaktadır. Bu
nedenle, yangının nedeninin kesin olarak belirlenebilmesi için çok sayıda faktör göz
önünde bulundurmalı ve kapsamlı bir saha araştırması gerekmektedir (Safestein,
2015:408).
117
temizleme ve kurtarma işlemlerinin mümkün olduğunca çabuk başlaması
gerekebilmektedir. Bu durumlar gerçekleştiğinde, yangın yerinin anlamlı bir şekilde
araştırılması imkânsızdır. Topraktaki ve bitki örtüsündeki hızlandırıcılar bakterilerin
etkisiyle hızla bozulabilir. Toprak veya bitki örtüsü içeren numunelerin
dondurulması, bu bozulmayı önlemenin etkili bir yoludur (Saferstein, 2015:415).
Plastik yer karoları, halı, linolyum ve yapıştırıcılar gibi sık karşılaşılan malzemeler,
yandıklarında uçucu hidrokarbonlar üretebilir. Bu ürünler bazen hızlandırıcılarla
karıştırılabilmektedir (Saferstein, 2015:417).
118
(Saferstein, 2015:417; Embar-Seddom ve Pass, 2009:73; Fisher, Tilstone ve
Waytowicz, 2009:189).
Şekil 3.5: Yangın Enkazını Toplamak İçin Çeşitli Ebatlarda Boya Tenekeleri
119
3.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ BULUNDUĞU
ALANLARDA OLAY YERİ İNCELEME
İnsan kalıntılarının çoğu bir rastlantı sonucu genellikle avcılar, orman yürüyüşüne
çıkan insanlar, tarlasını kazan bir çiftçi ya da inşaat çalışması yapan işçiler tarafından
bulunabilir (Yağmur, Körükçü ve Hancı, 2003:147). Araştırmacıların çoğu bilir ki
herhangi bir güvenli suç mahallinin ilk aşaması kanıt aramaktır. Bu aşama bir
soruşturmanın en kritik sürecidir. Kanıtları tanıyan, bozulmadan veya zarar
görmeden koruyabilen, belgeleyen ve geri kazandırabilen personel olmadan, olay
yerindeki bir soruşturma ciddi şekilde tehlikeye girmektedir. Yakılmış kalıntıların
bulunduğu ortam oldukça değişken olabilir. Parçalanmış ve yanmış insan kalıntılarını
tanıma konusunda deneyimli bir adli antropolog ile adli kimlik ekibinin ortak ekip
çalışması gerekmektedir. Bu nedenle yüzeyde kısmen gömülü, su içinde, yapılar
içinde, yanmış otomobillerin veya trenlerin içinde ve çarpan/yanan uçakların içinde
yanmış kalıntılar bulunabilmektedir. Bu durumların her biri, farklı bir arama
stratejisi, bir dizi dokümantasyon ve kurtarma protokolü gerektirir. Kısacası,
yakılmış kalıntıları olan alana yönelik tek bir araştırma yöntemi ve çözümü yoktur.
Alanda uzmanlığı olan personel tarafından alanın daha ayrıntılı bir şekilde
incelenmesi gerekmektedir. Alanın daha ayrıntılı araştırılması, dağınık kareler
halinde yapılmaktadır. Operasyonun bu aşamasında, alan belgeleme süreci başlar.
Belgelendirme yöntemleri, alan koşulları tarafından belirlenmektedir (Fairgrieve,
2008:62).
120
Adli antropologların çoğu, göreceli olarak tamamlanmış insan iskelet
kalıntılarının analizinde ustalaştığından, aşırı bir parçalanma durumundaki yanmış
kalıntıların analizi zorluklar doğurmaktadır. Yanmış kemik analizini uygun şekilde
tamamlamak için gerekli malzemeler; fotoğraf ve radyografik ekipman,
mikroskoplar, ölçekler ve test elekleri ile zemin kalıntıları incelenmelidir (Şekil 3.6).
İlk olarak, herhangi bir adli davada olduğu gibi tüm alanın ve beraberindeki
malzemelerin fotoğrafları çekilmeli ve aynı zaman da yazılı notlar ile belgelenmesi
gerekmektedir. Ek olarak kaplar ve içerikleri fotoğraflanmalıdır, kaplar açıldığında
ve içerikler çıkartıldığında yeniden fotoğraf çekilmelidir. Kaplar açılıp
belgelendikten sonra, kalıntılar tartılmalı ve genel renk, koşul, kalıntılara eşlik eden
öğeler veya nesneler not edilmeli ve görüntülenmelidir.
121
Şekil 3.7: Sıralı Yanmış Parçacık Boyutları: > 4 Mm, > 2 Mm ,> 1 Mm Ve <1 Mm.
Ölçek Santimetre Cinsinden
122
Bazı ilginç durumlarda, hayvan kalıntılarının varlığını belgelemek ve hatta
türlerini belirlemek gerekmektedir. Morfolojik değerlendirme, materyallerin teşhis
bilgileri sunması durumunda tercih edilen ilk yöntemdir. Kemik ve diş kırıkları,
parçalanmalar veya tafonomik değişiklik nedeniyle gerekli morfolojik özelliklerden
yoksundur ve bu yüzden mikroskobik incelemelerden yararlanılmaktadır. Tipik bir
insan mikroskobik modelinin varlığı, insan kemiği varlığı için kesin teşhis edici
değildir, çünkü bu genel model diğer hayvanlarla paylaşılabilen bir özellik olabilir.
Bu gibi durumlarda tercih edilen teknik, muhtemelen protein radyo-immünolojik
tahlili (pRIA) olmaktadır. Çok küçük numuneler (200 mg veya daha az), insan
kemiğini hayvan kemiğinden kesin ve niceliksel olarak ayırmak, tanımlamak için
kullanılabilir (Adams ve Byrd, 2014:3).
123
Yakılmış kalıntıları kurtarmanın en iyi yolu, işlem boyunca arkeolojik alan
araştırma yöntemi uygulanarak ilerlenmesidir. İlk adım, aralıklı yüzey araştırması
yapmaktır. Kalıntılar küçük bir yığın halinde olabilir veya geniş bir alana
yayılabilmektedir. Daha sonra, birincil referans noktası oluşturulur ve referans
noktasından kemik konsantrasyonunun alanı veya alanları üzerine bir ızgara
oluşturulmaktadır. Izgara yöntemi yanmış elementlerin haritalanmasını kolaylaştırır,
çünkü olay sahnesinin fotoğrafları her parça için gerekli olan ayrıntılı konum
bilgisini sağlamamaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:63).
Yangın müfettişleri, ısıya maruz kalmış kemik ve dişleri kurtarmak için iç/dış
mekânlar da ve birçok farklı ortamda araştırma yapmaktadırlar. Açık havada bulunan
deliller ele alındığında, kemirgenler, hayvanlar kalıntılara zarar verebilmekte, küfler
ve böcekler toprağa yayılarak yanık parçaların gömülebileceği tüneller
oluşturabilmektedirler. Yağmur suyu kemik ve diş parçaları üzerindeki izleri
temizleyebilir, bitki ve hayvanlardan kaynaklanan durumlarla kalıntılar
gömülebilmektedir. Bunların çoğu zaman daha iyi korunduğu gözlemlenmiştir.
Gömülü durumda yakılmış kalıntıların, yanma yeri tespit edilinceye kadar standart
arkeolojik kazı prosedürleri izlenmektedir. Saha çalışanlarında yanmış adli
kalıntıların arandığı her an eldiven giyilmesi gerekmektedir. Vücut sadece kısmen
yanmışsa ve yumuşak dokular tanımlanabiliyorsa yüz, ayakkabı ve eller için tam bir
biyolojik tehlike giysisi ve örtüleri göz önünde bulundurulmalıdır. Uzmanlar,
kalıntılar için uygun şekilde etiketlenmiş biyolojik tehlike poşetleri kullanmalı ve
saha geri kazanımı tamamlandığında uygun taşıma prosedürlerini takip etmesi
gerekmektedir (Schmidt ve Symes, 2015:62).
124
SONUÇ
Adli bilimler multidisiplinlerin bir araya gelerek adli vakaların incelenmesine katkı
sağlamaktadır. İnsan kalıntılarının bulunduğu bir yangın olayında antropologlar,
patologlar, toksikologlar, radyologlar ve odontologlar olması gereken muhtemel
uzmanlar arasındadır. Adli antropologlar dokularından yoksun iskelet kalıntılarını
inceleyerek bireysel özellikler ve olay olgusu konusunda değerlendirmeler
yapabilmektedir. Yüksek ısıya maruz kalan insan bedeninden biyolojik delillerin
tahrip olması nedeniyle, yanmış kemikler ve dişler bireyin tanımlanması ve
kimliklendirilmesi için çok önemli hale gelmektedir.
125
boyutlarındaki değişim, kilo kaybı, kırık oluşumu ve renk farklılıkları morfolojik
incelemeleri zorlaştırmaktadır.
Yanmış kemikte renk değişiklikleri, herhangi bir teknik araca gerek kalmadan
kemiğin temas ettiği maksimum sıcaklık hakkında tahminler sağlayabilir. Ancak
renk değerlendirmesinde sıcaklığa maruz kalma süresi, oksijen kullanılabilirliği,
yumuşak dokuların varlığı ve bu dokuların kalınlığı gibi durumlar sonuçların
kesinliğini etkilemektedir. Nem, minerallere maruz kalma gibi çevresel faktörler
kemiklerin kararmasına ve böylelikle ısı kaynaklı değişimlerin taklit edilmesine
neden olabilmektedir. Benzer şekilde, yüzey ve matris mikroyapısındaki değişiklikler
yumuşak doku varlığına, maruz kalma süresine ve etkilenen iskelet elemanının tipine
bağlıdır (Ellingham vd., 2015:186).
126
Yanmış kemikler ve dişler üzerinde gözlemlenen renk varyasyonları
sıcaklığın tahmin edilmesine katkı sağlayan basit bir yöntemdir. 1000 °C’nin
üstündeki sıcaklıklar kemik ve dişlerde kalsinasyona neden olmaktadır. Kalsinasyon
sürecine uğrayan kalıntılar yüksek sıcaklıklar sonucunda görülebildiğinden
hızlandırıcı madde varlığına ilişkin tahminleri güçlendirmektedir.
Yanmış kemik parçaları üzerinde yaş, cinsiyet ve boy gibi kişisel verilerin
tespit edilmesi kemik hacmindeki küçülmeden kaynaklı zorluklara sebep olmaktadır.
Yanmış kemik renginden hesaplanan yanma sıcaklığı tahmini, boy uzunluğunun
tahmini için büzülme faktörü dikkate alınarak hesaplanması önerilmektedir (Gévin
vd., 1998:131).
127
Yaş tahmini için gerekli olan histolojik inceleme yapıldığında, osteon ve
havers kanallarının 538 °C ile 816 °C arasındaki sıcaklıklarda tanımlanabildiği
bulunmuştur. Yaş tahmininde büzülmenin önemli bir etkisi olduğu saptanmıştır
(Imaizumi, 2015:69).
Yüksek sıcaklığa maruz kalan kemik ve diş kalıntıları üzerinde yaş, cinsiyet,
boy ve soy tayini yapmak için mevcut yöntemler yetersizdir. Yanmış kemik ve diş
kalıntıları çalışmalarında uygulanan teknikleri test etmek, terminolojiyi
standartlaştırmak için yeni araştırma yöntemleri ve uygulamalar arasında işbirliği
gerekmektedir. Yanmış kemik ve diş kalıntıları hakkında öğrenilecek yeni bilgiler
adli vakaların değerlendirilmesini kolaylaştıracaktır. Deneysel araştırmalar ve
uygulamalarlar literatüre önemli katkılar sağlayacaktır. Yapılan bu çalışma literatür
incelemelerini dikkate almaktadır. İncelenen çalışmalar antropolojik tekniklerin
uygulanmasının zorlaştığı yönündedir. Yapılan deneysel çalışmalar yeni tespit
yöntemlerinin geliştirilmesi ve farklı disiplinler ile ortak çalışmaların yapılmasını
önermektedir.
128
KAYNAKÇA
Alunni, V., Grevin, G., Buchet, L., ve Quatrehomme, G. (2014)., “Forensic Aspect of
cremation on wooden pyre.”, Forensic Science İnternational, 241, 167-172.
Amin, R., Shetty, P., Shetty, V., (2017). “Reliability of teeth for identification after
exposure to varying degrees of temperature.”, World Journal of Dentisty, 8(2):96-
103.
Becdelievre , C. D., Thiol, S., Santos, F., ve Rottier, S. (2015), “From fire-induced
alterations on human bones to the original circumstances of the fire: An integrated
approach of human cremains drawn from a Neolithic collective burial.”, Journal of
Archaeological Science, 210-225.
Bhat, R., (2013), “Potential Use of Fourier Transform Infrared Spectroscopy for
Identification of Molds Capable of Producing Mycotoxins.”, International Journal of
Food Properties, 1819-1829.
Boer, H., Blau, S., Delabarde , T., ve Hackman, L., (2018), “The role of forensic
anthropology in disaster victim identification (DVI): recent developments and future
prospects.”, Taylor ve Francis of the Academy of Forensic Science, 1-13.
Bohnert, M., Rost, T., ve Pollak, S. (1998)., “The degree of destruction of human
bodies in relation to the duration of the fire.”, Forensic Science International, 95, 11-
21.
129
Brown, T. L., (2004), “The Effects of Two Household Accelerants on Burned
Bone.”, Montana: ProQuest LLC.
Carroll, E. L., ve Smith, M., (2018)., “Burning questions: Investigations using field
experimentation of different patterns of change to bone in accidental vs deliberate
burning scenarios.”, Journal of Archaeological Science, 952-963.
Eckert, W. G., (2000), Introduction to Forensic Science 2th edition. Boca Raton: Crc
Press.
Ekmen, H., (2012), “Yeni Veriler Işığında Başlangıcından M.Ö. II. binin Sonuna
Kadar Anadolu'da Yakarak Gömme (Kremasyon) Geleneği.”, Hitit Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23-49.
Ellingham, S. T., Thompson, T. J., Islam , M., ve Taylor, G., (2015), “Estimating
temperature exposure of burnt bone: A methodological review.”, Science and Justice,
181-188.
130
Ellingham, S., Thompson, T., ve Islam, M., (2015), “Thermogravimetric analysis of
property changes and weight loss in incinerated bone.”, Palaeogeography,
Palaeoclimatology, Palaeoecology, 438, 239-244.
Fairgrieve, S. I., (2008), “Forensic Cremation Recovery and Analysis.”, Boca Raton:
Crc Press.
Fanton, L., Jdeed, K., Coartet, S. T. ve Malicier, D., (2006), “Criminal Burning.”,
Forensic Science İnternational ,158, 87-93.
Gonçalves, D., (2011), “The reliability of osteometric techniques for the sex
determination of burned human skeletal remains.”, HOMO-Journal of Comparative
Human Biology, 62, 351-358.
Gonçalves, D., Thompson, T., ve Cunha, E., (2013), “Osteometric sex determination
of burned human skeletal remains.”, Journal of Forensic and Legal Medicine, 20,
906-911.
Grévin, G., Bailet, P., Quatrehomme, G., ve Ollier, A., (1998), “Anatomical
reconstruction of fragments of burned human bones: a necessary means for forensic
identification.”, Forensic Science International, 96, 129-134.
131
Gunn, A., (2009), “Essential Forensic Biology.”, Hong Kong: Wiley-Blackwell.
Heinrich, A., Schwark, T., Simeoni, E., ve Wurmb-Schwark, N., (2009), “Genetic
identification of fire deaths.”, Forensic Science International: Genetics Supplement
Series 2, 253-254.
Houck, M. M., ve Siegel, J. A., (2016), Adli Bilimlerin Temeli. Ankara: Nobel
Akademik Yayıncılık.
İmaizumi, K., (2015), “Forensic investigation of burnt human remains.”, Dove Press
Journal, 67-74.
İmaizumi, K., Saitoh, K., Sekiguchi, K., ve Yoshino, M., (2002), “Identification of
fragmented bones based on anthropological and DNA analyses: case report.”, Legal
Medicine, 4, 251-256.
İmaizumi, K., Noguchi, K., Shiraishi, T., Sekiguchi, K., Senju, H., Fujii, K.,
Yoshino, M., (2005), “DNA typing of bone specimens—the potential use of the
profiler test as a tool for bone identification.”, Legal Medicine, 7, 31–41.
132
İşcan, M. Y., ve Steyn, M., (2013), “The Human Skeleton In Forensic Medicine.”,
Illinois: Charles C Thomas.
Jurmain, R., Kilgore, L., Trevathan, W., (2010). Essentials of Physical Anthropology.
Nelson Education.
Keough, N., L’Abbe ,́ E., Steyn, M., ve Pretorius, S., (2015), “Assessment of skeletal
changes after post-mortem exposure to fire as an indicator of decomposition stage.”,
Forensic Science International, 246, 17-24.
Krap, T., Goot, F., Oostra, R.-J., Duijst , W., ve Waters-Rist , A., (2017),
“Temperature estimations of heated bone: a questionnaire-based study of accuracy
and precision of interpretation of bone colour by forensic and physical
anthropologists.”, Legal Medicine, 29, 22-28.
Macoveciuc , I., Grant , N. M., Horsfall , I., ve Zioupos , P., (2017), “Sharp and blunt
force trauma concealment by thermal alteration in homicides: an in-vitro experiment
for methodology and protocol development in forensic anthropological analysis of
burnt bones.”, Forensic science international, 275, 260-271.
133
Masotti, S., Succi-Leonelli , E., ve Gualdi-Russo, E., (2013), “Cremated human
remains: is measurement of the lateral angle of the meatus acusticus internus a
reliable method of sex determination?”, Int J Legal Med ,127, 1039–1044.
Matshes, E., Burbridge, B., Sher, B., Mohammed, A., ve Juurlink, B. H., (2005),
“Human Osteology & Skeletal Radiology An Atlas and Guide.”, Boca Raton: Crc
Press.
Prakash, A. P., Reddy, S. D., Rao, M. T., & Ramanand, O. V. (2014). Scorching
effects of heat on extracted teeth-A forensic view. Journal of forensic dental
sciences, 6(3), 186.
Piga, G., Thompson, T. J., Malgosa, ve Enzo, S. (2009). “The Potential of X-Ray
Diffraction in the Analysis of Burned Remains from Forensic Contexts.”, American
Academy of Forensic Sciences, 534-539.
Ragle, L., (2002), “From Fingerprints to DNA Testing an Astonishing Inside Look at
The Real World of C.S.I.”, New York: Avon Books.
Reidsma, F. H., Hoesel, A., Os, B., Megens, L., ve Braadbaart, F., (2016), “Charred
bone: Physical and chemical changes during laboratory simulated heating under
reducing conditions and its relevance for the study of fire use in archaeology.”,
Journal of Archaeological Science, Reports 10, 282-292.
134
Rogers, K. (2011). Bone and muscle: structure, force, and motion. Newyork:
Britannica Educational Publishing.
Rubio, L., Sioli, J. M., Gaitán, M. J., & Martin-de-las-Heras, S. (2018). Dental color
measurement to predict DNA concentration in incinerated teeth for human
identification. PloS one, 13(4).
Shipman, P., Fosterb , G., ve Schoenin, M., (1984), “Burnt Bones and Teeth: an
Experimental Study of Color, Morphology, Crystal Structure and Shrinkage.”,
Journal of Archaeological Science , 307-325.
Singh, İ. (2012), Human Osteology for Dental Students. New Delhi: Jaypee Brothers.
Snoeck, C., Lee-Thorp, J., ve Schulting, R., (2014), “From bone to ash:
Compositional and structural changes in burned modern and archaeological bone.”,
Palaeogeography, Palaeoclimatology, Palaeoecology, 416, 55-68.
Symes, S., Dirkmaat, D. C., Ousley, S., Chapman, E., ve Cabo, L. (2012). Recovery
and interpretation of burned human remains. BiblioGov.
135
Tersigni-Tarrant, M. A., ve Shirley, N. R. (2012). Forensic Anthropology An
introduction. Boca Raton: Crc Press.
Thompson, T. (2004), “Recent advances in the study of burned bone and their
implications for forensic anthropology.”, Forensic Science International, 146, 203-
205.
Thompson, T., Islam, M., ve Bonniere, M., (2013), “A new statistical approach for
determining the crystallinity of heat-altered bone.”, Journal of Archaeological
Science, 40, 416-422.
Tilstone, W. J., Tilstone, W., Savage, K. A., & Clark, L. A. (2006). Forensic science:
An encyclopedia of history, methods, and techniques. ABC-CLIO.
Vassalo, A. R., Mamede, A., Ferreira, M., Cunha, E., ve Gonçalves, D. (2017), “The
G-force awakens: the influence of gravity in bone heat-induced warping and its
implications for the estimation of the pre-burning condition of human remains.”,
Australian Journal of forensic sciences, 1-8.
136
Waterhouse, K. (2013), “Post-burning fragmentation of calcined bone: Implications
for remains recovery from fatal fire scenes.”, Journal of Forensic and Legal
Medicine, 20, 1112-1117.
White, T. D., ve Folkens, P. A., (2005), The Human Bone Manual. Amsterdam:
Elsevier.
Zgonjanin, D., Petkovic, S., Maletin, M., Vukovic, R., ve Draškovic, D. (2015),
“Case report: DNA identification of burned skeletal remains.”, Forensic Science
International: Genetics Supplement, Series 5, 444-446.
Zhang, Q., Liu, C., Sun, Z., Hu, X., Shen, Q., ve Wu, J. (2012 ), “Authentication of
edible vegetable oils adulterated with used frying oil by Fourier Transform Infrared
Spectroscopy.”, Food Chemistry, 132, 1607–1613.
137
EKLER
EK 1: Veri Toplama Bilgi Formu
138
139
EK 2: Yangın Formu
140
141
142
EK 3: Fiziksel Delil ve Genel Durum Formu
143
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Eğitim Durumu
Stajlar
Sempozyum/Kongre
İletişim
E-Posta: derya.atik1989@gmail.com
Tel. : 05314397324
144