Adli Bilimler Açisindan Yanmiş İnsan Kemiklerinin İncelenmesi

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 162

T.C.

POLİS AKADEMİSİ

ADLİ BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KRİMİNALİSTİK ANA BİLİM DALI

ADLİ BİLİMLER AÇISINDAN

YANMIŞ İNSAN KEMİKLERİNİN İNCELENMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Derya ATİK TEMELLİ

Danışman

Dr. Öğret m Üyes N lgün ŞEN

ANKARA – 2019
2
ONAY

Derya Atik Temelli tarafından hazırlanan “Adli Bilimler Açısından Yanmış


İnsan Kemiklerinin İncelenmesi” başlıklı bu çalışma, …./…./….tarihinde yapılan
savunma sınavı sonucunda (oybirliği/oyçokluğu) ile başarılı bulunarak jürimiz
tarafından Kriminalistik Anabilim Dalında Yüksek Lisans tezi olarak kabul
edilmiştir

...........................................

Doç. Dr. Nurcan ACAR (Başkan)

………………………………………..

Dr. Öğr. Üyesi Nilgün ŞEN (Danışman)

……………………………………….

Doç. Dr. Nevin GÖKSAL


TELİF HAKLARI BEYANNAMESİ

ADLİ BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum bu çalışmayı bilimsel ahlak ve


geleneklere aykırı düşecek bir yol ve yardıma başvurmaksızın yazdığımı,
yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlardan her
seferinde yollama yaparak yararlandığımı belirtir; bunu şerefimle beyan ederim.
Enstitü veya başka herhangi bir mercii tarafından belli bir zamana bağlı
kalmaksızın, tezimle ilgili bu beyana aykırı bir durumun tespit edilmesi durumunda,
ortaya çıkacak tüm ahlaki ve hukuki sonuçlara katlanacağımı bildiririm.

…../……/2019

Derya ATİK TEMELLİ

III
ÖNSÖZ

Tezimin hazırlanmasında, etik ilkeler ve bilimsel perspektif noktasında bilgi ve


tecrübelerini aktararak bana her aşamada yardımcı olan değerli hocam Dr. Öğretim
Üyesi Nilgün ŞEN’e

Tez yazım sürecinde destek ve yardımlarını esirgemeyen arkadaşım Sinecan İrem


BOZKUŞ’a

Her koşulda yanımda olmayı ihmal etmeyen ve beni destekleyen sevgili eşim Uğur
TEMELLİ’ye ve aileme teşekkürlerimi bir borç bilirim.

IV
ÖZET
T.C.
Pol s Akadem s
Adl B l mler Enst tüsü
Kr m nal st k Anab l m Dalı
Adl B l mler Açısından Yanmış İnsan Kem kler n n İncelenmes
Hazırlayan: Derya ATİK TEMELLİ
Yüksek L sans Tez
Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Nilgün ŞEN
2019-128 Sayfa (Ekler Hariç)

Adli olaylarda suç olgusu ve olayların değerlendirilmesi büyük önem teşkil


etmektedir. Özellikle yeni teknolojik gelişmelerle birlikte suç türlerinde ve suçun ne
şekilde işlendigi ile ilgili farklı çalışmalar ortaya çıkmaktadır. Ölüm olayının
gerçekleşmesi ve üzerinden uzun zaman geçmesi nedeniyle yapılan tanıların
zorlaştığı durumlarda fiziki antropolojinin bir alt dalı olan adli antropoloji
uygulamalarından yararlanılmaktadır.

Yanmış kemikler özellikle taşıt kazalarında, toplu felaketlerde veya ev


yangını gibi çeşitli vaka türlerinde karşımıza çıkmaktadır. Adli antropolojik yaklaşım
bu tür adli olayların çözümlenmesine yardımcı olmaktadır. Yapılan bu çalışma ile
yanmış insan kemiklerine herhangi bir tanı koyulamadığında, yani parmak izi ya da
vücut bütünlüğü bulunmamasından kaynaklı kimliklendirme yapılamadığında, kemik
ve diş kalıntıları incelenerek bulguların insana ait olduğu tespit edilir. Daha sonra da
yapılan bu çalışma kemik kalıntıları üzerinde cinsiyet, yaş, boy, ırk ve patolojik
bulgular değerlendirilerek olayın aydınlatılmasına katkıda bulunmaktır. Literatürde
yapılan çalışmalar incelendiğinde, yanmış insan kemiklerinin yapısında ısı etkisiyle
histolojik ve morfolojik değişiklikler meydana geldiği anlaşılmaktadır. Oluşan bu
değişiklikler sıcaklığın derecesinin anlaşılmasına ve buna bağlı olarak hızlandırıcı
madde varlığının tespitine dayanmaktadır. Isı kaynaklı değişiklikler; kemiklerin ve
dişlerin maruz kaldığı sıcaklığın yarattığı yapısal farklılıkları, kemiğin ısı kaynaklı
renk değişikliklerini ve histolojik değişmeleri içermektedir.

V
Yanma olaylarında kemikler ve dişler, yüksek sıcaklığın etkisiyle yanma
yoğunluğu, ulaşılan maksimum sıcaklık, kullanılan hızlandırıcının cinsi, ısıya maruz
kalma süresi hakkında bize yol göstermekte ve adli olayların çözülmesine yardımcı
olmaktadır. Yüksek sıcaklığın etkisiyle kemikler ve dişlerin kimyasal yapıları
değişikliğe uğramaktadır. Bu değişikliklere paralel olarak morfolojik yapılarında
(renk, büzülme, kırılma ve parçalanma) farklılıklar gösterdiği görülmektedir. Ayrıca
literatürde incelenen çalışmalardan sıcaklık derecesiyle yanma süresinin kemikler ve
dişler üzerinde renk değişikliklerine sebep olduğu görülmüştür. Adli olaylarda
yanmış kemikler ve dişlerdeki renk değişiklikleri, sıcaklığın derecesini belirlemek
için kullanılmakta ve DNA analizinin uygulanabilirliği konusunda yardımcı
olmaktadır.

Yapılan bu tez çalışması; yanma durumunun gerçekleştiği bir olayda insan


kemikleri ve dişlerin yardımıyla kimliklendirilmenin yapılabileceğini, adli
antropolojinin yanma olaylarında adli olayların çözülmesine katkısının büyük
olduğunu ve kimliklendirme yapılması için multidisipliner çalışılması gerektiği bir
kez daha vurgulamıştır.

Anahtar Kelimeler: Yanmış İnsan Kalıntıları, Yanmış İnsan Kemikleri, Yanmış


İnsan Dişleri, Adli Antropoloji

VI
ABSTRACT
Police Academy
Institute of Forensic Sciences
Department of Criminalistic
Examination of Burnt Human Bones in The Way of Forensic Science
Prepared by: Derya ATİK TEMELLİ
Master's Thesis
Supervisor: Assit. Prof. Dr. Nilgün ŞEN
2019- 128 Page (Excluding attachments)

The fact of crime and the evaluation of the events have great importance in forensic
cases. Especially with the new technological developments, different studies have
emerged about the types of crime and how the crime is committed. Forensic
Anthropology, which is one of the sub-branches of Physical Anthropology, is used
when it is difficult to diagnose to a case due to the longness of the time after the
occurrence of death.

Burned bones are especially encountered in car accidents, mass disasters or


other cases such as house fire. Forensic anthropological approach helps such forensic
events to be solved. With the help of this study, when no diagnosis can be made on
the burned human bones, that is, no identification can be made due to lack of
fingerprints or body integrity, the bone and tooth remains are examined and it can be
determined whether it belongs to a human or not. And then, this study was conducted
to evaluate the gender, age, height, race and pathological findings on bone remains
and to contribute to the elucidation of the event. According to the previous studies, it
is understood that there are histological and morphological changes in the structure
of burned human bones by the effect of heat. It was concluded that these changes
depend on the temperature and the presence of an accelerator. Heat-induced changes
include structural differences caused by the temperature which bones and teeth are
exposed, heat-induced color changes of bone, and histological changes.

VII
In cases of burning, bones and teeth guide us about the intensity of
combustion, the maximum temperature reached, the type of accelerator used, the
duration of exposure to heat and thus they help us to solve forensic events. The
chemical structure of bones and teeth changes under the influence of high
temperature. Accordingly, the morphological structures of the bones (color,
contraction, fracture and fragmentation) vary. In addition, the studies examined in
the literature show that burning, temperature, duration of temperature cause color
changes on bones and teeth. Color changes in burned bones and teeth are used in
forensic events to determine the degree of temperature and helps for the applicability
of DNA analysis.

This thesis study emphasized that identification can be successful with the
help of human bones and teeth in a burning case, forensic anthropology has a great
contribution to the resolution of forensic cases in combustion events and that
multidisciplinary techniques should be used for identification.

Keywords: Burnt Human Remnants, Burned Human Bones, Burnt Human Teeth,
Forensic Anthropology

VIII
ADLİ BİLİMLER AÇISINDAN YANMIŞ İNSAN
KEMİKLERİNİN İNCELENMESİ

İÇİNDEKİLER
Sayfa
ONAY……………………………………………………………………… II

TELİF HAKLARI BEYANNAMESİ…………………………………… III

ÖNSÖZ……………………………………………………………………. IV

ÖZET……………………………………………………………………… V

ABSTRACT………………………………………………………………. VII

İÇİNDEKİLER…………………………………………………………… IX

KISALTMALAR LİSTESİ………………………………………………. XIII

TABLOLAR LİSTESİ…………………………………………………… XIV

ŞEKİLLER LİSTESİ…………………………………………………….. XV

EKLER…………………………………………………………………….. XVII

GİRİŞ ……………………………………………………………………… 1

BİRİNCİ BÖLÜM
ADLİ BİLİMLER AÇISINDAN İNSAN KEMİKLERİNİN ÖNEMİ
NEDİR?

1.1. ADLİ BİLİMLER………………………………………………………… 5


1.2. FİZİKİ ANTROPOLOJİ……………………….………………………… 8
1.2.1. Adli Antropoloji………………………………….……………………… 9
1.2.1.1. Kemik Yapısı………………………………………….………………… 11

IX
1.2.1.2. İnsan İskelet Sistemi……………………………….………………… 14
1.2.1.3 Antropometri…………………….………………………………..…… 22
1.3. ADLİ ODONTOLOJİ…………………………………….……………... 23
1.3.1. Diş Yapısı……………………………………………………….……… 24

İKİNCİ BÖLÜM
YANMA OLGUSU VE ISIYA MARUZ KALAN İNSAN KEMİĞİ
KALINTILARI

2.1. KREMASYON…………………………………………………………. 28
2.2. ATEŞ VE YANMA…………………………………………………….. 30
2.2.1 Yangın Türleri ………………………………………………..………. 34
2.2.2 Isı Transferi…………………………………………………….……… 35
2.3. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ İNCELENMESİ……………. 36
2.3.1. Kemiklerde Isı Kaynaklı Histolojik Değişimler…………………….. 44
2.3.1.1. Fourier Dönüşümü Kızılötesi Spektroskopisi (FTIR)……………… 51
2.3.1.2. Termogravimetrik Analiz (TGA) ve Diferansiyel Taramalı Kalorimetri
(DSC)………………………………………………………………………… 52
2.3.1.3. Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM)………………….………… 53
2.3.1.4. X-ışını Floresans Spektrometresi (p-XRD ve XRF).……………….. 54
2.3.1.5. Manyetik Rezonans Görüntüleme ( MRI)……………….………….. 54
2.3.1.6. Nükleer Manyetik Rezonans (NMR)………….……………………. 55
2.3.1.7. Bilgisayarlı Tomografi (CT)…………………………..…………… 55
2.3.2. Kemiklerde Isı Kaynaklı Morfolojik Değişimler………………….. 59
2.3.2.1. Yanmış Kemiklerde Farklı Kırık Türleri…………………………… 63
2.3.2.1.1. Boyuna Kırıklar…………..……………….................................... 63
2.3.2.1.2. Enine Kırıklar……………………..……………………………… 64
2.3.2.1.3. Aşamalı Kırıklar…………………………………………………. 65
2.3.2.1.4. Patina Kırıkları…………………………………………………… 66
2.3.2.1.5. Parçalara Ayrılma ve Delaminasyon Kırıkları…………………. 67

X
2.3.2.1.6. Yanık Çizgi Kırıkları……………………………………...…….. 67
2.3.2.1.7. Kavisli Kırıklar…………………………………………………... 68
2.3.3. Yanmış Kemiklerde Renk Değişimi………………………………… 73
2.3.4. Isıya Maruz Kalan Dişlerde Morfolojik ve Histolojik Değişimler… 84
2.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARINDA KİMLİKLENDİRME…....... 93
2.4.1. Morfolojik Kimliklendirme………………………………………….. 94
2.4.1.1. Tür Tahmini ………………………………………………………… 95
2.4.1.2. Cinsiyet Tahmini……………………………………………………. 95
2.4.1.3. Yaş Tahmini ………………………………………………………… 97
2.4.1.4. Boy Tahmini ………………………………………………………… 99
2.4.2. Radyolojik Kimliklendirme………………………………………..… 100
2.4.3. Dental Kimliklendirme………………………………………………… 100
2.4.4. DNA ve Kimliklendirme……………………………………………….. 101
2.4.5. Felaket Kurbanlarında Kimliklendirme……………………………… 102

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YANMANIN GERÇEKLEŞTİĞİ OLAY YERİNDE DELİLLERİN
TOPLANMASI VE YORUMLANMASI

3.1. OLAY YERİ İNCELEME……………………………………………. 104


3.1.1. Kanıt Arama Yöntemleri…………………………………………… 106
3.1.1.1. Şerit veya Çizgi Arama Yöntemi …………………………………. 106
3.1.1.2. Izgara Arama Yöntemi…...………………………………………… 106
3.1.1.3. Spiral Arama Yöntemi ……………………………………………. 106
3.1.1.4. Çark veya Işın Arama Yöntemi …………………………………… 106
3.1.1.5. Çeyrek veya Bölge Arama Yöntemi…… …………………………. 107
3.2. YANGIN SORUŞTURMASI………………………………………….. 108
3.2.1. Kundaklama………………………………………………………….. 111
3.2.2. Hızlandırıcılar………………………………………………….......… 112

XI
3.2.2.1. Gaz Kromatografisi / Kütle spektrometrisi…………………………. 114
3.3. YANGININ GERÇEKLEŞTİĞİ OLAY YERİNDE DELİLLERİN
TOPLANMASI VE KORUNMASI……………………………………….. 116
3.3.1. Paketleme ve Kanıtların Korunması………………………………… 118
3.3.2. Ateşleyiciler ve Diğer Kanıtlar………………………………………. 119
3.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ BULUNDUĞU ALANLARDA
OLAY YERİ İNCELEME…………………………………………………. 120
SONUÇ………………………………………………….…………………… 125
KAYNAKÇA………………………………………………..……………….. 129
EKLER………………………………………………….…………………… 138

XII
KISALTMALAR LİSTESİ

AAFS : American Academy of Forensic Sciences

AIT : Auto İgnition Temperature

ASTM : American Society for Testing and Materials

BTU/s : British Thermal Units per second

CAT : Computed Axial Tomograpy

CIELAB : Commission Internationale de l'Eclairage LAB

CT : Computational Tomography

DNA : Deoksiribo Nükleik Asit

DSC : Differential Scanning Calorimetry

FTIR : Raman And Fourier Transform İnfrared

GPS : Global Positioning System

GC-MS : Gas Chromatography–Mass Spectrometry

H-I : Heat-İnduced

HRR : Heat Release Rate

MRI : Magnetic Resonance İmaging

NMR : Nuclear Magnetic Resonance

PCR : Polymerase Chain Reaction

p-XRD : X-Ray Powder Diffraction

SEM : Scanning Electron Microscopy

TGA : Thermogravimetric Analysis

WHO : World Health Organization

XRF : X-Ray Fluorescence

XIII
TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1.1: Yetişkin İnsan İskeleti Kemikleri……...……………….……………….15

Tablo 2.1: Yanma Tepkimesi Sırasında Gözle Görülebilir Parlaklığa Neden Olan Isı
Dereceleri ………………..…………………………………………………………31

Tablo 2.2: AIT Değerleri (Kendiliğinden tutuşma sıcaklığı değerleri)……...…..... 32

Tablo 2.3: Maksimum Alev Sıcaklığı (Havada Ölçülen, Difüzyon Alevleri) …..…33

Tablo 2.4: Kemikte Isı Kaynaklı (H-I) Dönüşümün Dört Aşaması…………..…… 48

Tablo 2.5: Farklı Sıcaklıklarda Kemik ve Diş Değişiklikleri ……………...…..….49

Tablo 2.6: Isı Kaynaklı Değişimin (H-I) Antropolojik Tekniklere Etkisi………… 50

Tablo 2.7: Yakılmış Vücut, Taze ve Kuru Uzun Kemikler Üzerinde Gözlenen
Kırılma Kalıplarının Karşılaştırması …………… …………………………………61

Tablo 2.8: Farklı Deneysel Çalışmalarda Renk Gözlemleri…………..……...…….81

Tablo 2.9: Yanmış Kemiklerde Kodlama ……………………….………...……….82

Tablo 3.1: Kundaklama Hızlandırıcıların Sınıflandırılması………….…...………115

XIV
ŞEKİLLER LİSTESİ

Şekil 1.1: İnsan Kemiğinin Yapısı………………………………………………….14


Şekil 1.2: Yetişkin Bir İnsan İskeleti Sistemi, İskeletin Kemikleri Şekillerine ve
Yapılarına Göre Gruplandırılmıştır………………………………………………….16
Şekil 1.3: Yetişkin Erkek Kafatası, Anterior ……………………………………… 18
Şekil 1.4: Dişin Temel Anatomisi ………………………………………………….25
Şekil 1.5: Sağdan Sola Sırasıyla Üst ve Alt Dişler………………………………… 26
Şekil 1.6: Maxilla ve Mandibula Sağ Yarım, Oclusial Yüzey…………………….. 26
Şekil 2.1: Pugilistik Duruşta İskeletin Anterior ve Posterior Görüntüsü…………. 42
Şekil 2.2: Pugilistik Duruşta Kolları Kötü Yanmış Bir Kurban, Yanma Sürecinden
Sonra Sağ Ulna ve Radius Kemiği…………………………………………………. 43
Şekil 2.3: Bioapatit Kristal Kafesindeki Temel Kimyasal Değişimi ………………46
Şekil 2.4: 100 °C Sıcaklıktan 600 °C Sıcaklığa Kemik Matrisi ……………………57
Şekil 2.5: 700 °C -1000 °C Değişen Sıcaklık Aralığında Kemik Matrisi………… 58
Şekil 2.6: Kalsine Fibulada Boyuna Kırık Örneği ………………………………….64
Şekil 2.7: Uzun Kemikte Enine Kırık Örneği ……………………………………...65
Şekil 2.8: Aşamalı Kırık Örneği…………………………………………………… 66
Şekil 2.9: Patina Kırığı Örneği ……………………………………………………..67
Şekil 2.10: Femur Şaftının Kavisli Enine Kırık Örneği ……………………………68
Şekil 2.11: Yanmış Arabada Bulunan Kurbanın Kafatasının Sol Görünümü, Kulağın
Yukarısındaki Silah Yarası………………………………………………………… 69
Şekil 2.12: Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM) Görüntüsü Farklı Kırılma Örnekle
……………………………………………………………………………………….72
Şekil 2.13: Kemikte Isı Kaynaklı Renk Değişimi …………………………………75
Şekil 2.14: Munsell Renk Çizelgesi ………………………………………………..77
Şekil 2.15: 25-1000 °C Sıcaklık Aralığı İçin İnsan Kemiğinde Isı Kaynaklı
Değişikliklerin Şematik Gösterimi …………………………………………………78
Şekil 2.16: İndirgeyici Koşullar Altında Isınmanın Bir Sonucu Olarak Kemikteki
Renk Değişimleri (Sıcaklıklar °C Cinsinden) ………………………………………83
Şekil 2.17: Birden Beşe Doğru Farklı Derecelerde Yanma Örnekleri…………….. 84

XV
Şekil 2.18: Farklı Zamanlarda Farklı Sıcaklığa Maruz Kalan Dişler (Sıcaklık ve
Süre)………………………………………………………………………………....85
Şekil 2.19: Farklı Sıcaklıklarda Isıya Maruz Kalan Dişlerin Renk Değişiklikleri… 86
Şekil 2.20: Sementoenamel Kavşağının Üstünde ve Altında Dentin Rengindeki
Farklılık…………………………………………………………………………….. 87
Şekil 2.21: Dişin Kök Kısmında Enine Kırılma ……………………………………88
Şekil 2.22: Adli Vakalarda Sık Görülen Durum, Enamel Kronunun Alttaki Parçadan
Ayrılması…………………………………………………………………………….89
Şekil 2.23: Pulpa Dokusu ve Dentini Gösteren İçyapı Fotoğrafı (H ve E, × 4) (D -
Dentin; P - Pulpa)……………………………………………………………………92
Şekil 2.24: Isıl İşlem Sonrası Hematoksilin ve Eozinle Boyanmış Pulpa
Histopatolojisi……………………………………………………………………… 92
Şekil 3.1: Olay Yeri İnceleme Yöntemleri ………………………………………..107
Şekil 3.2: Ateşlemeden 40 Dakika Sonra Yanmış Otomobil ve Domuz Kalıntıları
……………………………………………………………………………………...110
Şekil 3.3: Küçük Bir Uçak Kazasında Meydana Gelen Kafatası Kırığı………….. 111
Şekil 3.4: Gaz Kromatografisi GC/MS Kullanımı……………………………….. 116
Şekil 3.5: Yangın Enkazını Toplamak İçin Çeşitli Ebatlarda Boya Tenekeleri….. 119
Şekil 3.6: Yanma Sonrası Analiz Sırasında Kullanılan Tartı ve Elekler…………. 121
Şekil 3.7: Sıralı Yanmış Parçacık Boyutları: > 4 Mm, > 2 Mm ,> 1 Mm Ve <1 Mm
Ölçek Santimetre Cinsinden……………………………………………………… 122

XVI
EKLER

EK 1: Veri Toplama Bilgi Formu

EK 2: Yangın Formu

EK 3: Fiziksel Delil ve Genel Durum Formu

XVII
GİRİŞ

Dünyada ve ülkem z de hızlı b r nsan nüfusu artışı yaşanmaktadır. Nüfus artışına


paralel olarak suç ve suça l şk n olaylarda artış gözlenmekted r. Nüfus yoğunluğu
beraber nde suç şleme oranlarının artışını get rd ğ g b k tlesel n tel kl ölümler ve
kazaları da ortaya çıkarmaktadır. Bu duruma bağlı olarak suç olgusu ve olayların
değerlend r lmes büyük önem teşk l etmekted r. Özell kle yen teknoloj k
gel şmelerle b rl kte suç türler nde ve suçun ne şek lde şlend ğ yle lg l farklı
çalışmalar ortaya çıkmaktadır.
İşlenen suçlar sosyal düzen bozmakta, suça karışmayan b reyler de olumsuz
yönde etk lenmekted r. Suçun ortaya çıkmasına neden olan olaylar, toplum düzen n
korumak adına kontrol altında tutulmak zorundadır. Adl n tel ğ olan b r olayın
değerlend r lmes ve ncelenmes , adl b l mler çatısı altında mult d s pl nlerle ortak
b r çalışma yapılması gerekt rmekted r. Adl b l mler adalet yönet m açısından kr t k
öneme sah pt r. Kolluk kuvvetler ve adl yargının olayları değerlend rmes ne
yardımcı olmaktadır. Adl b l mler günümüzde b rçok yardımcı d s pl n le adl
n tel ğ olan olayları, olay yer nde bulunan del ller nceleyerek gerekl merc lere
hukuka uygun b r şek lde sunmaktadır.
Adl b l mler b rçok farklı d s pl n n temel n oluşturmaktadır. Bu
d s pl nler n her b r farklı b r amaca h zmet etmekted r. Ölüm olayının gerçekleşt ğ
ve üzer nden geçen süren n uzunluğu neden yle yapılan tanımlamaların zorlaştığı
durumlarda f z k antropoloj n n b r alt dalı olan adl antropoloj uygulamalarından
yararlanılmaktadır.
Adl antropoloj geleneksel yöntemlerle herhang b r tanımlamanın
yapılamadığı yan parmak z ya da vücut bütünlüğünün olmadığı, k ml klend rmen n
yapılamadığı durumlarda kem k ve d ş kalıntılarını nceleyerek bulguların b r nsana
a t olup olmadığı konusunda yol göstermekted r. Y ne bu bulguların nsana a t
olduğunun tesp t ed lmes hal nde kem k kalıntılar üzer nde c ns yet, yaş, boy, ırk ve
patoloj k bulgular değerlend r lmekted r. Bu değerlend rmeler zorlaştıran durumlar
le de karşılaşılmaktadır. Örneğ n; patlama olaylarında vücut bütünlüğünün
bozulması neden yle, ısıya maruz kalan kem kler ve d şler ncelemeler
zorlaştırmaktadır.

1
Adl antropologlar patlama, uçak kazaları ya da deprem g b k tlesel
ölümler n yaşandığı durumlarda da kurbanların k ml klend r lmes ve yen den
yapılandırılması konusunda büyük b r rol oynamaktadır. K tlesel felaketler
sonucunda çok sayıda ölümün gerçekleşt ğ durumlarda beden bütünlüğünün
bozulduğu ve yüksek ısının yarattığı doku tahr batı k ml klend rmey
zorlaştırmaktadır. Bu g b k tlesel ölümlerde b reyler n sayısı ve toplanan kem kler n
anatom k ayrımı çok büyük önem taşımaktadır. Çok sayıda kem k parçası bulunsa da
kem kler yanmanın etk s le formlarını kaybedeceğ nden bu süreç oldukça detaylı ve
özver l b r çalışma gerekt rmekted r.
C nayet vakalarında del ller n ortadan kaldırılması amacıyla fa l tarafından
başvurulan yöntemlerden b r de cesed n yakılmasıdır. Fa ller tarafından genell kle
ateş n b r vücudu tamamen yok edeb leceğ düşünülmekted r. Yakılma doğrudan
ceset üzer nde olab leceğ g b c nayet olayını kaza g b göstermek amacıyla ev,
şyer veya arabanın yakılması şekl nde de olab lmekted r. Bu g b durumlarda
yanmayı hızlandırmak ç n çeş tl k myasal maddeler n kullanımı oluşan yangının
ş ddet n ve süres n etk lemekted r.
Bu nedenle yanma şlem n n gerçekleşt ğ durumlarda cesetler n ncelenmes ,
olayın b r kaza ya da kundaklama eylem olduğu konusunda yol göstermekted r. Bu
çalışmada da yanma sonucunda ceset üzer nde oluşan durumların değerlend r lmes
ve olay yer nde nelere d kkat ed lmes gerekt ğ konusunda b lg ver lmes
hedeflenm şt r.

Tez n Konusu ve Amacı

Tez n konusunu, yanmış nsan kem kler n n h stoloj k ve morfoloj k değ ş kl kler ,
kem kler n maruz kaldığı ısının dereces , kem kler ve d şler üzer nde oluşan
farklılıkların değerlend r lmes oluşturmaktadır.

Bu çalışmanın amacı, Adl vakalardak antropoloj k ncelemeler zorlaştıran


durumlardan b r de yanmış kem k kalıntılarının yapılarında oluşan değ ş kl klerd r.
Isı etk s yle kem ğ n yapısında morfoloj k ve h stoloj k değ ş kl kler meydana
gelmekted r. Bu değ ş kler kem kler n ve d şler n maruz kaldığı sıcaklığın yarattığı

2
yapısal farklılıkları, kem ğ n ısı kaynaklı renk değ ş kl kler n ve h stoloj k
ncelemeler çermekted r.

Bu çalışma kapsamında cevabı aranan sorular;

 Isıya maruz kalan kem klerde k myasal değ ş mler nelerd r?


 Yanmış kem kler b r nsana mı a t?
 Yanmış kem kler üzer nde morfoloj k değ ş kl kler nelerd r?
 Yanmış kem kler üzer nde ısı kaynaklı renk değ ş mler nasıldır?
 Isıya maruz kalan d şlerde k değ ş mler nelerd r?
 Yanmış nsan kem kler nde travma bulguları ölüm önces ne m yoksa
ölüm sonrasında mı oluştu?
 Yangın ve yanma durumunun gerçekleşt ğ olay yer ç n uygulanması
gereken yöntemler nelerd r?

Tez n Önem

Adl olayların ncelenmes ve değerlend r lmes b r olayın seyr n öneml ölçüde


değ şt rmekted r. Bu yüzden farklı adl d s pl nler n yardımı le olay ver ler n n
gerekl ncelemeler yapılarak doğru b r şek lde sonuca ulaşılması hedeflenmekted r.
Bu bakımdan adl antropoloj k b r yaklaşım le yanmış kem kler taşıt
kazalarında, toplu felaketlerde veya ev yangını g b çeş tl vaka türler nde karşımıza
çıkmaktadır. Kaza olaylarına ek olarak mağdurun vücudunun soruşturmayı
engellemes amacıyla kasten yakıldığı yan fa l tarafından mha ed ld ğ c nayet
vakaları le karşılaşılmaktadır. Isı kaynaklı bozulmaya uğrayan kem k parçaları
antropoloj k ncelemeler ve yüksek derecelerde oluşan ısı k ml klend rme
çalışmalarını zorlaştırmaktadır.
Çalışmayı zorlaştıran yanmış kem kler n üzer nde oluşan hasar ve DNA
kayıpları olayın sadece b r kaza olmayacağını çünkü normal b r yanmanın bu denl
büyük hasarları yaratamayacağını göstermekted r. Ancak c nayet saklamak ç n
yanmayı hızlandırıcı maddeler n kullanıldığı kem klerde kem k üzer nde oluşan renk
değ ş kl kler ısının derecelend r lmes adına yol göstermekted r.

3
Yapılan b l msel çalışmalar yanmış kem kler n değerlend r lmes nde öneml
b r yol göster c d r ancak deneysel çalışmalar et k kurallar neden yle nsan beden
üzer nde olmayıp çeş tl hayvanların kadavraları kullanılarak yapılmıştır. Bazı
çalışmalar se daha önce yaşanmış adl vakaların değerlend r lmes üzer ned r.
Bu çalışma yapılan çalışmaların değerlend r lmes ve tüm çalışmaların ortak
b r payda altında toplanarak adl olayların aydınlatılmasında yol göster c olması
amaçlanmaktadır.

Tez n Yöntem

Konu le lg l l teratür çalışmaları ncelenerek yapılan deneysel çalışmalar ve


sonuçları detaylı b r şek lde tartışılacaktır. Bu çalışma le elde ed len ver ler dünyada
ve ülkem z de yürütülen adl çalışmalara ve l teratüre katkı sağlaması
amaçlanmaktadır.

4
BİRİNCİ BÖLÜM

ADLİ BİLİMLER AÇISINDAN İNSAN KEMİKLERİNİN ÖNEMİ


NEDİR?

1.1. ADLİ BİLİMLER

Adli bilimler, 1880 yılından itibaren bir meslek dalı olarak görülmeye başlanmıştır.
Yirminci yüzyılın başlarında ise kendi başına bir bilime dönüşmüştür. Adli bilim,
olay yeri ve suç faaliyetlerinde kullanılan bulguları ilişkilendirme bilimi olarak
açıklanmaktadır. Bu bilimsel disiplin suçu, davaları soruşturmaya ve yargılamaya
yardımcı olmaktadır. Adli (Forensic) kelimesi, “kamu" anlamına gelen Latince
forumdan türetilmiştir. Antik Roma'da, Senato forumlarında bir araya gelerek günün
siyasi ve politika konularının tartışıldığı halka açık bir yer olarak bilmektedir. Teknik
olarak adli konular, kamu veya yasal kuruluşların uyguladığı ve mahkeme de
bilimsel sorulara cevap veren bir terimdir (Houck, 2007:1,2). Uzun yıllar boyunca,
“adli tıp” terimi, sınırlı bir görüşe sahip olmuş ve yasal bir soruşturmayı ifade
etmiştir, ancak günümüzde yaygın bir şekilde geçmiş olayların ayrıntılı bir analizi
için kullanılmaktadır (Gunn, 2009:1).

Adli bilimlerin en geniş tanımı, pozitif bilimin hukuka uygulanmasıdır.


Toplumlar daha karmaşık hale geldikçe, toplum üyelerinin faaliyetlerini düzenlemek
için hukuk kurallarına daha bağımlı hale gelinmiştir. Suç oranlarındaki endişe verici
artışı önlemek için yasalar sürekli genişletilip revize edilmektedir. Kamuoyunun
endişesine cevaben, kolluk kuvvetleri ve asker, artan suç oranlarını durdurmak için
devriye ve soruşturma işlevlerini genişletmektedir (Saferstein, 2015:22). Adli
bilimler yasal soruşturmaların tespitine kanıt sağlamak için bilimsel teknik ve
ilkelerin uygulanmasıdır. Adli bilim insanları bir suç mahallinde veya şüphelilerin
evlerinde, iş yerlerinde kanıtlar üzerinde incelemeler yapmaktadır (Tilstone vb.,
2006:1).

Adli bilimlerin tarihi incelendiğinde birçok makale eski Roma ve Çin


kaynaklarında adli tıp uygulama örneklerine atıflar yapmaktadır. Adli bilimlerin en

5
eski tarihi adli tıp ile ilişkilendirilmektedir. Tıp ve hukuk ilk tarih kayıtlarından beri
yakından ilişkilidir. En ilkel yerli kabilelerde bile, bu işlevler çoğu kez hekim, yargıç
ve manevi lider olan rahipler ile bütünleştirilmiştir. M.Ö. 2000’li yıllarda Babil Kralı
Hammurabi tarafından ilan edilen en eski belgelenmiş hukuk kanunu tıp
uygulamalarını düzenleyen yasaları içerirken, Eski Roma’da Julius Ceasar’ın M.Ö.
44’te forumda öldükten sonra bedeninde yirmi üç yaradan sadece birinin ölümcül
olduğuna karar veren bir doktor tarafından muayene edildiği bilinmektedir. M.S. 6.
Yüzyılda, İmparator Justinianus, hekimlerin sıradan tanıklar olmadığını ilan etmiştir.
1209’da İtalya’da III. Papa yaraları tanımlamak amacıyla otopsi yapmak için
mahkemeye doktor atamıştır. Tıp hukukunun bir uzmanlık olarak kabul edildiği ilk
ülkenin İtalya (Bologna Üniversitesi) olduğu bilinmektedir (Tilstone vd., 2006:3).

Adli bilim uygulamaları bazı durumlarda ölümle ilgili felsefi ve dini


düşüncelerde önemli yer tutmaktadır. Dini inançlar adli olayları etkileyebilmektedir
çünkü hala dünyanın bazı bölgelerinde otopsi yapılmasını saygısızlık olarak gören
gruplar bulunmaktadır (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:IX).

Adli bilimlerde ilerleme, dünya genelinde tekdüze şekilde gerçekleşmemiştir.


Bazı Avrupa ülkelerinde, ağırlıklı olarak hekimlerin, avukatların ve hukukçuların,
kanun uygulayıcılarının eğitimine adanan adli merkezlerde yüzyıllarca süren bir
gelişme yaşanmıştır. Modern adli bilimler ve pratik uygulamaları 19. yüzyılın
ortalarında çıkmıştır. 19. yüzyıldan önce kimya, fizik, biyoloji, tıp alanlarında
kargaşa ve eksiklikler nedeniyle, kanıtlarının araştırılması, şüpheli zehirlenme
ölümleri duruşmalar sırasında büyük tartışmalara ve yasal zorluklara yol açtığı
bilinmektedir (Eckert, 2000:21). Adli bilimin temelleri Avrupa'da 19. yüzyılın
sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında atılmıştır. Pozitif bilim ve teknolojinin
ilerlemesiyle Amerika Birleşik Devletleri sonraki 50 yılda adli bilim çalışmalarında
en fazla ilerlemenin gerçekleştiği ülke olmuştur (Tilstone vd., 2006:16).

1879’da Alphonse Bertillon kişisel tanımlamanın ilk bilimsel sistemini


tasarlamıştır. Bertillon bir kişiyi diğerlerinden ayırmak için bir dizi vücut ölçümünü
almanın sistematik bir prosedürü olan antropometri bilimini geliştirmiştir. Yaklaşık
20 yıl boyunca bu sistem kişisel kimlik belirleme yönteminin en doğru yolu olarak

6
kabul edilmiştir. Bertillon’un erken çabaları ona suç tanımlamanın babası olarak
bilinme özelliği kazandırmıştır (Saferstein, 2015:24).

Bertilonaj sistemi Avrupa ve Amerika’da çok popüler hale


geldi. Tutukluların takibi için bir arayış içinde olan ABD
hapishanelerinde yaygın olarak kullanıldı. Bir süre sonra Bertillon
sistemi tekrarlanabilirlik konusunda değer kaybetmeye başladı ve
Amerika Birleşik Devletleri Laevenworth Kansas cezaevinde
kullanılmamaya başladı. 1903’te William West mahkûm edildi.
Bertillonun sistemi ile ölçümleri alındığında William West ile
tamamıyla aynı ölçümlere sahip birinin hâlihazırda hapishanede
olduğu anlaşıldı. Bu Bertilonaj sisteminin ölüm fermanı oldu ve
parmak izi çalışmalarının yolunu açtı (Houck ve Siegel, 2016:9).

Kolluk kuvvetleri ve asker soruşturmalarında bir suçu çözme konusunda


yardımcı olan üç ana yol itiraflar, mağdurların ve tanıkların ifadeleri, suç
mahallinden alınan fiziksel delillerin değerlendirilmesidir. Adli bilim insanının ceza
soruşturması sırasında elde edilen çok sayıda fiziksel delil türünü analiz etmek için
fiziksel ve doğa birimlerinin ilke ve tekniklerini uygulama becerisine sahip olması
gerekmektedir (Saferstein, 2015:32).

Amerika Adli Bilimler Akademisi, kanıtların toplanması ve suç soruşturması


yolu ile 1948’de kurulan ve kar amacı gütmeyen bilimsel uzmanlığın yasal sürece
uygulandığı profesyonel bir organizasyondur. Ayrıca modern adli bilime ve bilimsel
tekniklerin uygulanmasına yol açan birçok adli disiplin hakkında kanun uygulayıcı,
yasal ve bilimsel toplulukları eğitmeyi amaçlamaktadır (K. Lerner ve B. Lerner,
2006:17).

Amerika Adli Bilim Akademisi tarafından Adli bilim uygulamalarında çeşitli


meslek gruplarını listelemiştir. Kriminalistik, Dijital ve Multimedya, Adli
Mühendislik, Toksikoloji, Hukuk, Adli Biyoloji, Adli Odontoloji ve Fiziki
Antropoloji gibi bilim dalları adli bilim çalışmalarına çeşitlilik kazandırmaktadır
(Saferstein, 2015:4).

7
1.2. FİZİKİ ANTROPOLOJİ

Yunanca “anthropos” ve “logos” kelimelerinden türetilmiş olan antropoloji, geçmiş


ve şimdi arasında insan davranışına, biyolojiye, dile ve kültüre ışık tutmayı
amaçlamaktadır. Antropoloji çoklu alt disiplinlere ayrılmıştır ve en yaygın olan dört
disiplin arkeoloji, sosyo-kültürel antropoloji, dilbilimsel antropoloji ve
fiziksel/biyolojik antropolojidir. Bu disiplinler birbiri ile uyum içinde çalışmaktadır.
Arkeoloji, geçmiş popülasyonların tarihini, bu popülasyonların geride bıraktığı
eserler ve yapıların (yani maddi kültür) bağlamsal analizi yoluyla yeniden
yapılandırılmaktadır. Sosyo-kültürel antropoloji kültürel grupları veya alt kültürleri
anlamak için katılımcı gözlemini ve röportajlarını kullanmaktadır. Dil antropolojisi,
zaman içinde dil değişimlerinin yanı sıra dilin kökenini ve kullanımını
araştırmaktadır. Fiziksel / biyolojik antropoloji, insanın biyolojik kökenlerini,
adaptasyonunu ve varyasyonunu evrimsel bir bağlamda incelemektedir. Ayrıca,
antropolojinin her bir alt disiplini, daha özel alt alanlara ve farklı yönlere odaklanan
uygulamalı çalışma alanlarına da ayrılmaktadır (Tersigni-Tarrant ve Shirley 2012:1).

Fiziksel antropoloji, insan biyolojisinin evrim çerçevesi ve biyoloji ile kültür


arasındaki etkileşime vurgu yaparak incelenmektedir. Bu alt disiplin aynı zamanda
biyolojik antropoloji olarakta adlandırılmaktadır. Biyolojik antropolojinin tanımı,
genetik, evrimsel biyoloji, beslenme, fizyolojik adaptasyon, büyüme ve gelişme gibi
daha biyolojik açıdan konulardaki değişimi yansıtmaktadır. Fiziksel antropologlar
ayrıca arkeolojik bölgelerden gelen iskelet kalıntılarını incelemek için
antropometrinin birçok tekniğini kullanmaktadırlar. Antropometrik teknikler günlük
hayatta tekerlekli sandalyelerden ofis mobilyalarına kadar birçok ürünün tasarımında
önemli bir uygulama ve kullanım alanına sahiptir (Jurmain, 2010:9).

Fiziksel antropolojinin tarihi ulusal ve uluslararası alanda etkilenmiş olsa da,


fiziksel antropolojinin kapsamı, konusu ve toplumsal rolü ülkeler arasında farklılık
göstermektedir. Bu nedenle disiplinin bir ülkedeki gelişimi, uluslararası gelişimi ile
ilişkilidir, ancak bu süreç benzememektedir (Kyllingstad, 2014: XVI).

Fiziksel antropoloji alanında çalışan bir antropolog, insanları biyolojik


varlıklar olarak incelemektedir. Fiziki antropoloji konularının yelpazesi çok geniştir.

8
Fiziksel antropologların tümü insan kemiklerini incelememektedir. Fiziksel
antropolog insan iskeleti sistemine hâkim olsa da adli antropoloji alanında birikime
sahip olması gerekmektedir (Pickering, 2009:17).

1.2.1. Adli Antropoloji

Adli antropoloji, fiziksel/biyolojik antropolojinin uygulamalı bir alt disiplinidir. Adli


antropologlar, yasa uygulayıcıların kimliği bilinmeyen mağdurlarla ilgili bilgilerin
elde edilmesinde ve mümkünse o kişinin ölümünü çevreleyen koşullar hakkında bilgi
vermeye yardımcı olmak için modern insan iskelet bilgilerini kullanmaktadırlar.
Amerikan Adli Antropoloji Kurulu, adli antropolojiyi “fiziksel veya biyolojik
antropoloji biliminin yasal sürece uygulanması” olarak tanımlamaktadır. Adli
antropoloji, biyolojik antropoloji içerisinde nispeten genç bir alt alandır. “Adli tıp
alanında uzmanlaşan“ bilimsel veya biyolojik antropologların çalışmaları ağırlıklı
olarak insan iskeleti üzerinde yapılan çalışmalardır (Tersigni-Tarrant ve Shirley
2012:1,2).

Adli antropoloji, insan iskelet kalıntılarının tanımlanması ve incelenmesi


olarak nitelendirilmektedir. İskelet kalıntıları, bir bireyi tanımlamaya çalışmak için
yararlı olabilecek birçok bireysel özelliği ortaya çıkarmaktadır. Kemik muayenesi bir
bireyin kökenini, cinsiyetini, yaklaşık yaşını, ırkını ve iskelet yaralanmasının
varlığını ortaya koymaktadır. Bir adli antropolog ayrıca, iskelet kalıntılarını
tanımlamaya ve yeniden yüzlendirmeye yardımcı olabilmektedir. Uçak kazaları gibi
kitlesel afet kurbanlarının tespitinde kemik parçalarının toplanmasına ve organize
edilmesine yardımcı olmakta ve adli olayın aydınlatılmasına katkı sağlamaktadır (Li,
2011:5).

Adli antropologlar, yaş, cinsiyet, boy ve soy gibi bir bireyin biyolojik
bilgilerini tespit etmek için iskelet büyümesi, gelişimi, dejenerasyonu ve varyasyon
ilkelerini kullanmaktadırlar. Bu dört bileşen topluca biyolojik profil olarak
adlandırılmaktadır. Adli antropolog kalıntıların adli öneme sahip modern bir insana
ait olduğunu tespit ettiğinde, kimliği bilinmeyen kişinin ismini belirlemede kanun
uygulayıcıya yardımcı olmak için biyolojik bir profil oluşturmaktadır. Adli

9
antropologlar iskelet travmasını değerlendirmek için kemik biyomekaniği (yani, belli
yükler veya kuvvetler altında kemiğin nasıl davrandığı gibi) veya kemik iyileşme
anlayışını kullanabilmektedirler. Ayrıca, adli taphonomiyi güneş, toprak, bitkiler,
nem vb. çevresel faktörler veya hayvan aktivitesi nedeniyle kemik yıpranması gibi
durumlarda kullanmaktadırlar. Fiziksel antropoloji, Amerikan Akademisi tarafından
adli bilimlerin bir alt disiplini olarak kabul edilmektedir. Fiziksel antropologlar, adli
patologlar ve adli odontologlar birbirine en yakın çalışma disiplinleridir. Adli
patologlar otopsi yaparak ölüm nedenini belirlemektedirler. Adli patoloğun iskelet
kalıntılarının analizine ihtiyaç duyduğunda, kalıntıları incelemek ve bir vaka raporu
sunmak için adli antropolog ile birlikte çalışmaktadır (Tersigni-Tarrant ve Shirley
2012:25,27).

İnsan kemikleri oldukça dayanıklıdır. Yüzlerce yıl süren oldukça yavaş bir
parçalanma sürecinden geçmektedir. İskelet kalıntıları ayrışmaya karşın
dirençlerinden dolayı bir kurbanın ölümünden çok sonra bile kişisel özellikleri
konusunda bilgi sağlayabilmektedir. Kemik parçalarının bulunduğu alan suç mahallî
olarak görülmelidir. Bu alanlar kolluk kuvvetleri tarafından bir değişiklik olmadan
emniyete alınmalıdır. Araştırmada hava fotoğrafçılığı, metal dedektör, yere nüfuz
eden radar, kızılötesi fotoğrafçılığı, biyolojik bozulmadan kaynaklı kokular
tarafından üretilen gazları algılayan aygıtlar veya bunu algılayan kadavra köpekleri
de dâhil olmak üzere delil aranırken kullanılan birçok teknik cihazın faydası
olabilmektedir. Bulunan tüm öğeler etiketlenmeli, fotoğraflanmalı, çizilmeli ve notlar
alınarak belgelendirilmelidir. Tüm kemikler ve diğer kanıtlar bulunduğunda her bir
ögenin tam bir konumu GPS tarafından koordinatları girilmelidir ve tüm kanıtların
mekânsal ilişkisini göstermek için olay yeri taslağı yapılmalıdır (Saferstein, 2015:
128). İskelet kalıntıları bulunması genellikle kazara gerçekleşmektedir. Örneğin,
yürüyüşçüler veya inşaat ekipleri tarafından osteolojik materyaller bulunduğu zaman,
çoğunlukla yerel kanun uygulayıcı makamlara bildirilmektedir. Çoğu bulgu insan
kemiklerinden çok daha fazla köpek, at, inek ve keçi kemiği gibi hayvanlara aittir ve
bunlar genellikle meslekten olmayanlar ve amatörler tarafından insan kemikleriyle
karıştırılabilmektedir. Adli insan osteologları genellikle morfolojik tanımlamanın
kolayca tespit edilebildiği durumlarla karşılaşmaktadırlar bazı istisnai durumlarda
mevcuttur. Bununla birlikte, bir suç mahallindeki fiziksel antropologlar ile kanun

10
uygulayıcı uzmanlar arasında koordine edilen bir çalışma, mevcut tüm ipuçlarının
toplanması için gereklidir. İskelet ile karşılaşan bir osteolog kritik üç soruyu
sormaktadır: Kalıntılar insana mı ait? Eğer insana aitse kaç kişiye ait kemiklerdir?
Kemikler antik çağdan mıdır? İlk iki soruyu yanıtlama konusunda deneyim çok
büyük önem teşkil etmektedir. İskelet kalıntılarının antik döneme ait olup olmadığı
ya da kökeni gibi bilgiler için osteolog tarafından bulunan alan mutlaka incelemelidir
(White, Black ve Folkens, 2012:319).

Adli antropologlar parçalanan veya iskelet durumunda olan insan kalıntılarını


hızlı, etkili bir şekilde kurtarılmasına ve analiz edilmesine yardımcı olmaktadırlar.
Antropologlar ayrıca ölen kişinin ölmeden önceki, bedenine yapılan doğal veya
kasıtlı değişikliklerin yeniden yapılandırılasına yardımcı olabilmektedirler. Adli
antropolog ölen kişinin kimliğini belirlemek için gerekli olan iskeletin biyolojik
özelliklerinin çoğunu belirleyebilmektedir. Antropolog, ölüm nedeni ile ilişkili
olabilecek kemikler ve dişler ile ilgili ipuçlarını değerlendirebilmektedir. Adli
antropoloğun insan kalıntılarını incelediği dört farklı durum mevcuttur.

1. Eksik kalıntılar ya da en az bozulmanın olduğu durumlar

2. Çürümüş kalıntılar

3. İskelet haline gelen kalıntılar

4. Yangın, parçalanma, yüksek etkili travma gibi birçok doğal, yapay


yöntemlerden herhangi biri ile değişikliğe uğramış kalıntılar

Bu dört farklı durumda da amaç, kişinin kimliğini belirlemek ve çevresindeki


olayları yeniden yapılandırmaktır (Pickering ve Bashman, 2009:18).

1.2.1.1. Kemik Yapısı


Kemik, diş minesi ve dentinden sonra insan vücudunda bulunan en sert yapıdır.
Sürekli bir değişim geçiren canlı bir dokudur. İki ana bileşeni olan kolajen ve
kalsiyum fosfat kemiği, kitin, enamel ve kabuk gibi diğer sert dokulardan
ayırmaktadır. Kemik doku insan iskelet sistemi ve diğer omurgalı iskeletlerini
oluşturmaktadır.

11
. Kemiğin işlevleri;

 Kasların kasılması ve akciğerin genişlemesi gibi yumuşak dokulara mekanik


destek, kafatası gibi yumuşak organ ve dokuların korunması,
 Kan oluşturma sistemi (kemik iliği) gibi özel dokular için koruyucu bir alanın
sağlanması,
 Endokrin sistemin (hormon salgılayan kanalsız bez grubu) dolaşımdaki vücut
sıvılarında kalsiyum ve fosfat seviyesinin düzenlendiği bir mineral deposudur
(Rogers, 2011:43).

Kemik organik ve inorganik yapılardan oluşan bir malzemedir. Ağırlıkça


kuru kemik yaklaşık %70 inorganik, %30 organik bir bileşiktir. Organik bileşenin
büyük çoğunluğu uzun lifleri oluşturan bir protein olan kolajendir. Kemiğin
inorganik bölümünü oluşturan küçük kristaller kolajen bir lif matrisine gömülüdür.
Kemiğin inorganik yapısı hidroksiapatittir, Ca10 (PO4)6 (OH)2 kimyasal formülüne
benzeyen bileşim bir kalsiyum fosfat şeklidir. İnorganik bileşen kemiğe sertliğini ve
organik bileşen ise dayanıklılık, az miktarda yumuşaklık ya da esneklik verir.
Organik kısım ölümden sonra parçalanır bu da çoğu arkeolojik kemiğin kırılgan
doğasını açıklanmaktadır (Mays, 1998:1).

Bir kemiğin moleküler seviyede hangi şekli aldığına bakılmaksızın, dokusu


temelde tüm memelilerde aynıdır. Kemik dokusu, iki tür malzemeden oluşan bir
bileşiktir. İlk bileşen, kemiğin organik içeriğinin yaklaşık % 90'ını oluşturan kolajen
olarak bilinen büyük bir protein molekülüdür. Kolajen vücuttaki en yaygın
proteindir. Kolajen molekülleri kemik içinde esnek, hafif elastik kabarcıklar
oluşturmak için iç içe geçmiştir. Olgun kemiklerin kolajeni, ikinci bileşen olan
hidroksiapatitin yoğun bir inorganik karışım ile sertleştirilir. Bir kemik organik
kolajeni yakmak için ısıtıldığında veya bazı arkeolojik durumlarda süzüldüğünde,
son derece kırılgan hale gelerek parçalanmaktadır (White ve Folkens, 2005:35).

Sağlıklı kemik dokusunu oluşturan üç temel hücre tipinden birincisi


osteobalstlar; kemik büyümesi, onarımı ve yeniden şekillenmesini sağlarlar, ikincisi
osteoklastlar; kemiği parçalayabilen büyük, çok çekirdekli hücrelerdir, üçüncüsü ise
osteositler; onarım ve tadilat alanında bulunurlar uzun süreli bakım hücreleridir
(Burns, 2013:13).

12
Kompakt (kortikal) ve spongioz (trabeküler) diye iki farklı tipte kemik
dokusu vardır. Kortikal kemik, kemiklerin dış katmanını oluşturan katı, yoğun
kısımdır. Uzun kemiklerin diyafizlerinde en kalın yapıdadır. Uzun kemik uçları
etrafında, düz ve düzensiz kemiklerin etrafında ince bir tabaka oluşturur (Mays,
1998:1).

Kompakt kemiğin organik zemin maddesi, inorganik tuzlarla sağlam bir


şekilde doldurulmuş kemikli bir matrise sahiptir. Kompakt kemik insan iskeletinin %
80'ini oluşturur, kalan kısım süngerimsi kemiktir. Her ikisi de çoğu kemikte
bulunmaktadır. Kompakt kemik süngerimsi kemiğin etrafında bir kabuk
oluşturmaktadır, daha fazla kuvvet ve sertlik gerektiren diğer kemiklerin de ana
bileşenidir. Olgunlaşmış kompakt kemik yapısı lamelli ve tabakalıdır. Şekil 1.1’de
kemik yapısı görseli verilmiştir. Osteositler için kan teminini sağlayan, havers
sistemlerini birbirine bağlayan ayrıntılı bir yapı olan damarlara izin verilmektedir;
kemik, bu kanalların etrafındaki eş merkezli katmanlar halinde düzenlenir ve osteon
adı verilen yapısal birimler oluşturmaktadır. Korteksin uzun eksenine dik uzanan
enine damarlara, volkman kanalları denir. Volkman kanalları komşu osteonları
bağlamaktadır, ayrıca havers kanalları kan damarlarını kemiğin dış yüzeyini
kaplayan doku olan periosteumla bağlamaktadır. Olgunlaşmamış kompakt kemik,
osteon içermez ve dokuma bir yapıya sahiptir (Rogers, 2011:48,51).

Kompakt kemik, yüzey kan damarlarından difüzyonla beslenemeyen yoğun


kemikten oluşmaktadır. Buna karşılık, daha gözenekli trabeküler kemik, çevresindeki
ilik alanlarındaki kan damarlarından beslenir ve havers sistemlerinden yoksundur.
Kemiğin gövdesinde genellikle enine kesitler, havers kanalları olarak bilinen
yaklaşık dört ila sekiz eş merkezli halkayı göstermektedir. Daha küçük kanal olan
volkman kanalları, kemik hücrelerine kan ve lenfleri besleyen bir ağ oluşturmak için
eğik ve dik açılarla gelmektedir. Her lamelde bulunan küçük boşluklara lakuna denir.
Her lakuna, yaşayan bir kemik hücresi olan bir osteositi barındırmaktadır (White,
Black, ve Folkens, 2012:36,37).

Trabeküler kemik de denilen süngerimsi kemik, hafif, gözenekli ve peteksi


görünüme sahip sayısız geniş alanı kapsamaktadır. Kemiğin aradaki boşluklar
genellikle ilik ile doludur. Süngerimsi kemik insan iskeletinin yaklaşık % 20'sini,

13
uzun kemiklerin epifizlerinin çoğunu oluşturur, kaburgaların, omuz kemerlerinin,
kafatasının düz kemiklerinin ve iskeletin başka yerlerinde çeşitli kısa, düz kemiklerin
ana bileşenidir. Süngerimsi kemik, osteoblast denilen kemik oluşturucu hücrelerin
etkisiyle kompakt kemik haline gelebilmektedir. Bu şekilde embriyoda tüm uzun
kemikler gelişmektedir. Osteoblastlar, trabeküllerin etrafındaki katmanlar halinde
yeni kemik matrisi biriktirmektedir. Sonunda boşluklar elimine edilir ve
olgunlaşmamış kompakt kemik üretilir (White, Black ve Folkens, 2012:35).

Şekil 1.1: İnsan Kemiğinin Yapısı

Kaynak: Paulsen ve Waschke (2011:15).

1.2.1.2. İnsan İskelet Sistemi


Adli antropolojinin temellerini anlamak için, insan iskeletini oluşturan ana kemikleri
tanımak gerekmektedir. Toplamda, yetişkin iskeletinde genellikle 206 kemik
bulunur, yeni doğan ve bebeklerde bu sayı artmaktadır. Kafa kemikleri (Cranium, iç
kulak, mandibula ve os hyoideum) 29 farklı kemikten oluşur, postcranial iskelet 177
kemikten oluşmaktadır. Tablo 1.1’de tüm vücut kemikleri ve kaç adet olduğu
listelenmiştir. Bir çocuk iskeletinde, yetişkin insana göre daha fazla kemik vardır,

14
çünkü her biri bir araya gelmemiş birkaç ayrı parçadan oluşmaktadır. Adli bir
antropolog için, sadece tüm kemiklerin adlarını bilmek yeterli değildir, aynı zamanda
her birinin tüm simgesel yapılarını ve özelliklerini yakından tanımak oldukça
önemlidir. İnsan iskeletinin büyümesine ve gelişimine aşina olmak da önemli
hususlardan biridir. İskelet anatomisinde uzmanlık, bir vakanın çözümünde kritik
olabilecek anomalilerin tanınmasını mümkün kılmaktadır (Adams, 2007:16).

Tablo 1.1:Yetişkin İnsan İskeleti Kemikleri


(mandibula ve malleus, incus,
Kafatası: 28 stapes dâhil)
Hyoideum 1
(7 cervical, 12 thorax, 5
Omurga: Vertebrae 24 lumbar)
Sacrum 1
Coccyx 1
Göğüs
Kafesi: Costae 24 (12 çift)
Sternum 1
Omuz
Kemeri: Clavicula 2
Scapula 2
Kalça
Kemikleri: Pelvis 2
Uzuv
Kemikleri: Kol Kemikleri: Humerus 2
Radius 2
Ulna 2
El/Bilek: Carpal 16
Metacarpal 10
Phalanx 28
Bacak Kemikleri: Femur 2
Patella 2
Tibia 2
Fibula 2
Ayak/Bilek: Tarsal 14
Metatarsal 10
Phalanx 28
Toplam: 206

Kaynak: Mays, (1998:3).

15
Şekil 1.2’de yetişkin insan iskeleti kemikleri görseli verilmiştir ve bu
kemikler temel şekillerine göre üç sınıfa ayrılabilmektedirler. Uzun kemikler, yassı
kemikler ve düzensiz kemikler olarak sınıflandırılmaktadır (Mays, 1998:1).

Şekil 1.2: Yetişkin Bir İnsan İskeleti Sistemi, İskeletin Kemikleri Şekillerine ve
Yapılarına Göre Gruplandırılmıştır.

Kaynak: Paulsen ve Waschke (2011:14).

İnsan kafatası, detaylı bir embriyolojik geçmişi olan yirmi dokuz kemikten
oluşan karmaşık bir yapıdır. Anatomisini ve kendi elemanlarının eşsiz morfolojisini

16
tam olarak anlamak, herhangi bir osteolojik arayışın temel bir bileşenidir (Matshes
vd., 2005:7).

Kafatası çok sayıda kemikten oluşmaktadır. Bu kemikler sutur adı verilen


dikişler ile birbirlerine sağlam bir şekilde bağlanmaktadır ve toplu olarak kafatasını
oluşturmaktadır. Kafatasına yukarıdan bakıldığında dört kemik görünmektedir.
Kafatası sağ ve sol tarafta bulunan parietal kemiklerden oluşmaktadır. İki parietal
kemik sagittal sutur orta çizgisinde toplanmaktadır. Parietal kemikler coronal sutur
ile frontal kemiğe bağlanmaktadır. Kafatasına önden bakıldığında en göze çarpan
özellik çenedir. Alt çeneyi oluşturan kemiğe mandibula denir. Üst çene, sağ ve sol
maxilla’dan oluşmaktadır. Alın bölgesi frontal kemik, yanağın belirginliği
zygomaticum kemik tarafından oluşmaktadır. Şekil 1.3’te yetişkin erkek kafasının
önden görünümü verilmektedir. İki maksilla arasında bir burun açıklığı bulunur,
açıklığın derinliğinde, üç kemiğin parçaları görünür. Bunlar ethmoidale, inferior
nasale kubbe ve vomer’dir. Nasale açıklığının üstünde ve lateralinde, gözlerin içinde
yatan sağ ve sol orbitler yer alır. Diğer bir kemik ise sphenoidaledir. Sphenoidale
kafatasının tabanında bulunan büyük, eşleşmemiş bir kemiktir ve her bir yörüngede
sadece küçük bir kısmı görülmektedir (Singh, 2012:3,4). 22 ayrı kemiğin yanı sıra, 6
kulak kemiği malleus, incus ve stapes olmak üzere her bir kulakta 2 adettir (Matshes
vd., 2005:8).

17
Şekil 1.3: Yetişkin Erkek Kafatası, Anterior

Kaynak: White, Black ve Folkens, (2012:45)

Kafatasının arkası occipitale kemikten oluşmaktadır. Occipitale kemiği


parietale kemiklere birleştiren sutur, Yunanca "lambda" harfine benzemektedir (ters
çevrilmiş bir "Y" gibidir) bu nedenle, lambdoid sutur denilmektedir. Occipitale
kemiğe lateral taraftan bakıldığında temporale kemiğin bir kısmını görülmektedir.
Büyük kanat denilen sphenoidalenin bir kısmı da kafatasının lateral yüzeyinde
görülmektedir. Temporal kemik, zygomatic kemer ile birleşmektedir (Singh,
2012:3,4).

18
Vertebralar (omurga) vücudun gövdesine destek ve esneklik sağlayan bir dizi
düzensiz kemikten oluşmaktadır. Vertebralar (omurga), kafatasının tabanından
coccyx’e kadar sırtın orta çizgisini tanımlamaktadır. Her bir vertebra, omurilik
sinirinin korunmasını sağlayan vertebral kanalın bir parçasını oluşturur (Burns,
2013:74).

Her omurun üç ana işlevi vücut ağırlığını taşımak, kasları bağlamak ve


omuriliği korumaktadır. Vertebral kolon çoğunlukla yetişkin bir insanda 33 parçadan
oluşmaktadır. Bu parçaların 24 tanesi birbirinden ayrılmaktadır ve diğerleri pelvis
içinde değişken bir şekilde kaynaşmaktadır. Vertebraların hareketli parçaları kendi
içerisinde tanımlanmaktadır; 7 cervical, 12 thorax, ve 5 lumbar (L, lumbar; T, thorax;
ve C, cervical) vertebralar aldıkları isimlerin baş harfleri ile tanımlanır ve baştan
sona doğru numaralandırılır. Cervical vertebranın ilk ikisi özel adlandırılmıştır, atlas
C1 olarak sınıflandırılır cranium ile axis arasında vertebra gövdesine sahip olmayan
dikenli bir yapıya sahiptir. Axis C2 olarak tanımlanır vertebral gövdeden yoksundur
hareket genellikle C1 ve occipital condil arasında ki eklemdedir. Cervical omurların
geriye kalanları C3-C7 olarak tanımlanmaktadır (White, Black ve Folkens,
2012:131,136).

Thorasic vertebralar T1-T12 olarak tanımlanır ve costalar (göğüs kafesi) ile


eklem halindedir. Thorasic vertebra kaburga ile eklemlenmek için costal fasetlere
temas etmektedir. T1’den T10’a kadar vertebra gövdelerinin her bir yanında
transversal düzlemin ön yüzeyinde kaburga yüzeylerine sahiptir. T11 ve T12’de
transversal düzlemde değil yalnızca vertebral gövdede fasetlere sahiptir.
Kaburgaların omur ile eklemlenme biçiminde farklılıklar vardır (Burns, 2013:78).

Lumbar vertebraların bireysel pozisyonlarını belirlemek nispeten daha


kolaydır. Thorax ve cervical vertebrada olduğu gibi lumbar vertebralarında (L1’den
L5’e) kalınlıkları yukarıdan aşağıya doğru artmaktadır (White, Black ve Folkens,
2012:143).

L1, T12 ile kolayca karışır, ancak T12 genellikle açık bir costal yüze sahiptir,
L1, normalde hiçbirine sahip değildir. Bel omurları, U şeklindedir, bel bölgesi
kuvvetli aktivitelerden zarar görme eğilimindedir, ancak eklem fasetleri hareket

19
aralığını sınırlandırır ve sırtın alt kısmında bir miktar durağanlık sağlayarak bu
eğilime karşı koymaya yardımcı olmaktadırlar (Burns, 2013:79).

Sacrum, vertebra tabanında ki kama şeklinde üçgen bir kemiktir. Kuyruk


omurgası veya coccyx’nin üstünde bulunur ve pelvis ile birleşmektedir. İnsanlarda
sacrum genellikle erken yetişkinlik döneminde kaynayan beş omurdan oluşmaktadır
(Rogers, 2011:78).

Sacral vertebrae beş (dört ila altı arasında değişen) yapıdan oluşmaktadır. İlk
sacral vertebra bazen bağımsız bir omurdur. İlk sacral omur (en üst) en büyüğüdür;
her bir sacral omurun büyüklüğü aşağıya doğru gözle görülür şekilde daralmaktadır
(Matshes vd., 2005:208).

Coccyx vertebrae “kuyruk kemiği” olarak nitelendirilmektedir. Kemiğin


parçalarının sayısı üç ila beş (genellikle dört) arasında değişmektedir. Cornua olarak
adlandırılan boynuzlara sahiptir, birbirleri ya da sacrum ile kaynaşması olağan
değildir. Kaynaşmazsa, bu küçük kemikler sıklıkla kaybolur veya fark
edilememektedir (Burns, 2013:81). Hyoideum kemiği boyunda bulunur ve tiroid
kıkırdağının hemen üstünde boynun ön yüzeyindeki çıkıntıdır. U şeklindeki
hyoideum, değişken biçimde kaynaşık üç ana parçadan oluşmaktadır. Vücuttaki,
başka bir kemikle eklemlenmeyen tek kemiktir (White, Black ve Folkens, 2012:225).
Pelvis, sağ ve sol olmak üzere iki coxae ile sacrum ve coccyx'ten oluşmaktadır.
Gelişimsel olarak, her coxae üç temel parçadan oluşur: bunlar erişkinlikle bir araya
gelen ilium, ischium ve pubis’tir. Pelvis, bir iskeletin cinsiyetini belirlemek için en
güvenilir kemik yapısı olarak kabul edilmektedir. Kadın pelvis kemiği doğum
esnasında bebeğin çıkışını kolaylaştırıcı bir yapıdadır. Gövde ve alt ekstremiteler
arasında bir bağlantı sağlamaktadır (Matshes vd., 2005:327,328). Claviculae
köprücük kemiği olarak adlandırılır ve omurgalılarda omuz kemerinin kavisli ön
kemiğidir. Yarasalar ve ön ayakları tutmaya yarayan memelilerde bulunur ancak
deniz memelileri ve koşmaya uyarlanmış memelilerde yoktur. İnsanlarda, boynun ön
tabanının her iki tarafındaki iki clavicula, omuz eklemini oluşturan S biçiminde
sternum kemiğine bağlanmaktadır (Rogers, 2011:9). Sternum göğüs kemiğidir,
clavicula ve scapula ile eklem yapmaktadır. 1. Costa’dan 7. Costa’ya kadar uçlardan
kıkırdaklar vasıtasıyla tutunmaktadır. Sternum 3 ana bölümden oluşur: Manubrium

20
kabaca yamuk şeklindedir, clavicula ve ilk costalar ile birleştiği yerdir. Mezosternum
veya sternumun gövdesi, çocuklukta veya erken yetişkinlik döneminde kaynayan
dört sternebradan oluşur. Mezosternum, kenarları boyunca kaburgalar için eklem
fasetleri ile birlikte dar ve uzundur. Xiphisternum, küçük, genellikle kıkırdaklı
xiphoid (“kılıç şeklinde”) bir işleme indirgenmektedir. Sternum birkaç merkezden
taşınmaktadır. Xiphoid işlemi, orta yaşta vücutta kaynaşabilmektedir (Rogers,
2011:81). Scapula, iki temel yüzeye sahip büyük, düz ve üçgen bir kemiktir.
Clavicula ve humerus ile eklem yapmaktadır (White, Black ve Folkens, 2012:165).
Vücudun her iki tarafında on iki costae vardır, eğik olarak kıkırdak (kaburgalar 1’den
7’ye) aracılığıyla doğrudan sternuma bağlanmaktadırlar. Costae 1-2 ve 10-12
diğerlerinden özel olarak ayrılmaktadır (Matshes vd., 2005:222). Humerus iskeletin
en büyük uzun kemiklerinden biridir. Proximal ucunda yarım bilye şeklinde bir yapı
ile scapulae ile omuzda eklem yapmaktadır. Radius ön kolun başparmak ile aynı
uzantıda ulna kemiğine lateral uzun kemiktir. Ulna “dirsek kemiği” olarak
adlandırılır. Proximal ucundaki kanca şeklindeki olecranon ile kolayca
tanımlanmaktadır (Burns, 2013:86,91,94). Her insan elinde toplam yirmi yedi kemik,
iki sıra halinde düzenlenmiş sekiz carpal kemiği, beş metacarpal takip eder. Beş
proximal phalanx sırasını, tek bir sıra dört ara phalanx ve tek bir sıra beş distal
phalanx takip etmektedir. 27 büyük el kemiğine ek olarak, elin tendonları içinde
bulunan sesamoid kemik olarak adlandırılan küçük kemikler vardır (White, Black ve
Folkens, 2012:199). Femur genellikle “uyluk kemiği” olarak adlandırılır ve
genellikle vücudun en ağır ve en güçlü kemiğidir. Adli açıdan da önemlidir, çünkü
diğer kemiklerin çoğundan daha uzundur, boy tahmini ve genetik analizler için
faydalı olmaktadır. Femur, proximal uçtan bir çıkıntı yapan top şeklindeki kafa ve
distal uçtaki iki büyük condil tarafından kolayca tanınmaktadır. Distal olarak patella
ve proximal’de tibia ile eklemlenmektedir. Patella genellikle “dizkapağı” olarak
bilininmektedir. Vücudun en büyük sesamoid kemiğidir. Şekli kalın, hafif eğimli,
proximal bir kısmı ve distal bir tepe ile kabaca kalp şeklindedir. Tibia ve fibula, alt
bacağın kemikleridir, ancak ön kolun kemiklerinden farklıdır. Tibia ve fibula'nın
boyutu tamamen eşit değildir. Tibia ana ağırlığı taşıyan kemiktir ve fibula, kasın
tutunması için uzun sırtlara sahip ince bir kemiktir (Burns, 2013:123,129,130). İnsan
ayak kemiği yirmi altı kemikten meydana gelmektedir. Yedi tarsal, beş metatarsal

21
kemik ve on dört phalanx’dan oluşmaktadır. Tarsal kemikler bacağın altından öne
doğru çıkar, topuğun ve ayağın ana kemerini oluşturmaktadırlar. Metatarsaller ayak
tabanı kemiklerinden parmak kemiklerine doğru uzanmaktadır. Phalanx ayak
parmaklarındaki kemiklerdir (Burns, 2013:140).

1.2.1.3 Antropometri
Antropometri kelimesi, yunanca insan anlamına gelen “anthropos” ve “metron”
kelimelerinden türetilmiştir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:33). Fransız Alphonse
Bertillon tarafından bilimsel bir suç tanımlaması olan antropometri sistemi
geliştirilmiştir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:279). İnsan vücudunu birleştiren
parçalar üzerinde, vücut ağırlığı, boyu, kemik uzunlukları, pelvis kemiği, kafatası
gibi göreceli boyutların ölçülmesi antropometri olarak bilinmektedir. Antropometri,
halihazırda tıp, antropoloji, arkeoloji ve adli bilimi içeren birçok alanda, insan
grupları ve cinsiyetler arasındaki göreceli vücut oranlarını incelemek ve
karşılaştırmak için bilimsel bir araç olarak kullanılmaktadır. Antropologlar belirli bir
ırkın bireyleri için ortak olan özellik kümelerini ve ırklar arasındaki morfolojik
farklılıkları tanımlamak için cranial ve vücut oranlarını karşılaştırır. Antropoloji hem
modern adli bilim hem de arkeoloji için faydalı olan bir dizi güvenilir standart veri
ve matematiksel disiplin dalıdır. Antropometri cinsiyet ve ırksal farklılıklara ilişkin
spesifik kemiklerin ve kafatası özelliklerinin hesaplanması ile antropolojik veri
tabanlarını kullanan köklü bir adli tekniktir. Örneğin, pelvis kemiği ve kafatası
üzerindeki farklılıklar cinsiyeti belirlemede, uzun ekstremite kemiklerinin uzunluğu
boy tahminine yardımcı olmaktadır. Temporale kemikler ve mastoid çıkıntı,
supraorbital foramen, zygomaticum kemik, nasal kemik, mandibula gibi yapısal
kemiklerin boyut, şekil ve göreceli konumlarına göre verilen kafatası özelliklerinin
metrik oranları, ırk (Kafkas, Asya, Afrika veya Amerika yerlileri), yaş ve cinsiyeti
göstermektedir. Tam bir iskelet mevcut olduğunda cinsiyet, yaş ve ırk konusunda
güvenilirlik düzeyi neredeyse % 100’ dür. Pelvis kemiği tek başına % 95 güvenilirlik
sunarken pelvis ve kafatası kemiği birlikte % 98 doğru tahminler ile
sonuçlanmaktadır. Cinsiyet, kafatası kemiklerinin büyüklüğü ve şeklini inceleyerek
erkek ve kadın kafatası arasındaki şekil farklılıkları karşılaştırılarak belirlenmektedir.
Bir kişinin beslenme durumu, ölüm anında mevcut dejeneratif hastalıklar veya

22
enfeksiyonlar da gösterebilmektedir. Bu tür bilgiler insan kalıntılarını tanımlamak ve
ölüm nedenini belirlemek için adli verilerle birleştirilebilmektedir (K. Lerner ve B.
Lerner, 2006:33).

Adli ve arkeolojik durumlarda osteolojik kalıntılar elde edildiğinde, osteolog


çoğu zaman kalıntıların insan olup olmadığının belirlenmesinden daha fazlasını
yapmaya çağrılmaktadır. Osteolog bireysel cinsiyeti, yaş, boy veya ataları hakkında
herhangi bir bilgi olmadan ulaşmaktadır. İnsan osteolojisi literatürünün büyük bir
kısmı, iskelet kalıntılarındaki bireysel özelliklerin doğru ve kesin bir şekilde
tanımlanmasına olanak sağlayan yöntemlerin geliştirilmesini anlatan kaynaklara
sahiptir. Adli osteoloji, bireysel biyolojik özellikler, araştırma alanlarını belirli alt
gruplara daraltmada ve kalıntıların bireysel kimliğinin oluşturulmasında önem
taşımaktadır. İskelet kalıntılarından cinsiyet tayininin yanı sıra ele alınan diğer
özellikler bireysel yaş, boy ve soy, insan/insan olmayan gibi ayrıntılı incelemeleri
içermektedir (White, Black ve Folkens, 2012:379).

1.3. ADLİ ODONTOLOJİ


Günümüzde adli diş hekimliği adli bilimlerde aktif rol oynamaktadır. Amerikan Adli
Diş Hekimliği Derneği 1970 yılında kurulmuştur. Amerikan Adli Odontoloji Kurulu
1976'da kurulmuş ve AAFS (Amerikan Adli Bilimler Akademisi) tarafından
desteklenmektedir (Eckert, 2000:306). Adli odontoloji, diş hekimliği uzmanlığının
hukuk sistemine uygulanması olarak tanımlanabilir. Adli diş hekimliği terimi eş
anlamlı olarak kullanılmaktadır. Adli diş hekimliği hizmetleri hem ölüm
araştırmalarında hem de cinsel saldırı, çocuk istismarı, diğer aile içi şiddet
mağdurlarının değerlendirilmesi ve klinik adli tıp için önem taşımaktadır (Eckert,
2000:304).

Dişler, kimliği tespit edilemeyen bir durumda olan şahısları tespit etmeye
yardımcı olmaktadır. Vücuttaki en sert madde olan dişler enamel ile çevrilidir.
Enamelin dayanıklılığı nedeniyle çürüme başladığında dişler geride kalmaktadır.
Dişlerin özellikleri, hizalanması ve ağzın genel yapısı, belirli bir kişiyi tanımlamak
için bireysel özellikleri sağlamaktadır. Röntgen ve diş izi gibi kayıtlar delil olarak
kullanılabileceği gibi kişinin gülümsediği bir fotoğraf da bir grup diş kalıntısı ile

23
karşılaştırılabilmektedir. Adli odontologlar ısırık izi analizi de yapmaktadır. Saldırı
vakalarında, zaman zaman kurbanda ısırık izleri kalabilmektedir. Adli odontolog,
mağdurun üzerinde kalan izleri ve şüphelinin diş yapısını karşılaştırmaktadırlar
(Saferstein, 2015:40; Li, 2011:6).

1.3.1. Diş Yapısı

Dişler iskeletin çevre ile etkileşime girmesine, yiyecekleri yakalama ve çiğnemeye


hizmet eden tek parçasını oluşturmaktadır. Hem iç kompozisyonu hem de dişlerin dış
morfolojisi, memeliler arasında ayrıntılı bir şekilde işlevsel olarak adapte olmuştur
(White, Black ve Folkens, 2012:102). Her dişin taç ve kök kısmı vardır. Kökler
çenede alveoler soketlere gömülüdür. Dişin tacı, insan vücudunun en sert malzemesi
olan enamel ile kaplanmıştır. Enamel’in altında, taç ve kök kütlesini içeren dentin
vardır. Mine'den farklı olarak, dentin canlı ve ağrı geçirme yeteneğine sahiptir. Kök,
sementum denilen ince bir kemik benzeri doku tabakası ile çevrilidir (Eckert,
2000:308). Şekil 1.4’de dişin anatomisi verilmiştir. Enamel ağırlıklı olarak yaklaşık
% 96 inorganik maddeden oluşur (hacimce yaklaşık % 90), geri kalan % 4 ise
organik bileşenler ve sudan oluşmaktadır (Sandholzer, 2014:2). Dentin, dişin
çekirdeğini oluşturmaktadır. Sementum, diş köklerinin dış yüzeyini kaplayan kemik
benzeri bir dokudur. Bu doku hiçbir damara sahip değildir ancak damar sistemi
tarafından desteklenir ve pulpa boşluğunun iç yüzeyinde dentin üreten hücreler
(odontoblastlar) tarafından kaplanmıştır (White, Black ve Folkens, 2012:104).

24
Şekil 1.4: Dişin Temel Anatomisi

Kaynak: Mays,(1998:12).

Mandibula alt çene kemiğidir ve U şeklinde bir gövdeden oluşmaktadır.


Gövde (corpus ve yatay ramus), mandibulanın dişleri bağlayan kalın, kemikli
kısmıdır. Mandibula sağ ve sol ramuslar tarafından kafatasına bağlanmaktadır
(Singh, 2012:49). Kafatasına önden bakıldığında sağ ve sol maxilla görülmektedir.
Maxilla, damağı, burun boşluğunun tabanını ve yan duvar tabanını oluşturur ve üst
dişleri taşımaktadır (Singh, 2012:54).

Yetişkin bir kafatasında üst ve alt çeneler arasında eşit olarak bölünmüş 32
dişe sahiptir (Şekil 1.5 ve 1.6). Çene, her biri 8 diş olmak üzere, sağ ve sol yarıya
bölünebilir, incisive (2 kesici), canine (köpek diş), 2 premolar (ön azılar) ve 3 molar
(azı dişler), bunlar 2.1.2.3 şeklinde formüle edilmektedir. Her diş, yukarıdaki dört
tipten birine kategorize edilebilen farklı bir morfolojiye sahip olduğundan, insanlar
heterodonts olarak adlandırılmaktadır (Matshes vd., 2005:120).

25
Şekil 1.5: Sağdan Sola Sırasıyla Üst ve Alt Dişler

Kaynak: White, Black ve Folkens, (2012:108).

Şekil 1.6: Maxilla ve Mandibula Sağ Yarım, Oclusial Yüzey

Kaynak: White, Black ve Folkens, (2012, 111).

26
Ön kesiciler “incisive” olarak adlandırılmaktadır çünkü keskin kesme
kenarlarına ve keski benzeri kronlara sahiptirler. İncisivler tek köklüdür. Caninler
(köpek dişi) çıktıklarında konik kronları oldukça belirgindir ve incisivelerden çok
daha uzun ve kalındır, tek köke sahiptirler. Premolar caninden daha küçük ve daha
kısadır. Kronların, buccal (yanağa doğru) ve lingual (dile doğru) kısmında piramit
biçiminde iki uç taşımaktadırlar. Bu nedenle premolarlara biscusid olarak atıfta
bulunulmaktadır. Premoların kökü düzleşmiş ve çatallanma eğilimi ile derinlemesine
oyuktur. Molar (azı dişleri) en büyük dişlerdir ve yiyecek öğütme için uyarlanmış
geniş kuronlara sahiptir. Üst azı dişlerinin üç kökü varken alt azı dişleri sadece iki
köke sahiptirler. Hem üst hem de alt üçüncü azı dişleri (yirmilik), en küçük azı
dişleridir ve genellikle geç çıkar ya da hiç çıkmamaktadır (Matshes vd., 2005:120).

27
İKİNCİ BÖLÜM

YANMA OLGUSU VE ISIYA MARUZ KALAN İNSAN KEMİĞİ


KALINTILARI

2.1. KREMASYON
Latince “cremare” kelimesinden gelmiş olan kremasyon “yakmak” anlamına
gelmektedir. Ölü yakılması hakkında yeniden doğma, kötülükten arınma, beden ve
ruh temizliği gibi çeşitli görüşler belirtilmektedir. Bir diğer neden ise hijyen ve yer
konusunda tasarruf olarak değerlendirilmektedir. Başka görüşlerden biri de ölü
bedenden ruhun uzaklaşıp öteki dünyaya geçişin hızlıca gerçekleşmesidir (Ekmen,
2012:24). Literatürde sıkça görülen “cremains” terimi cenaze endüstrisi tarafından
ortaya atılan ve insan kalıntısının yakılmasından sonra kalan kalsine edilmiş iskelet
parçalarını ifade eden yeni bir kelimedir. Cremain'ler, genellikle "kemik külleri"
olarak adlandırılan ince toz halinde mekanik öğütme yoluyla da işlenebilmektedir
(Ellingham, Thompson, Islam ve Taylor, 2015:182).

Ateş kullanarak insan kalıntılarını yok etme fikri çok eskiye dayanmaktadır.
Arkeolojik olarak, cenazeye ait odun yığınları bir şekilde insanlık tarihi ve tarih
öncesi çağlar boyunca bedenleri imha etmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Orta
Avrupa’da Neolitik çağlardan Orta Çağ'a kadar kremasyon, vücut atıklarını ortadan
kaldırma aracı olarak kullanılmıştır. Avustralya'nın Mungo Gölü bölgesinde 25.000
ila 32.000 yılına ait kalıntılar, erken ölü yakma uygulamasına işaret etmektedir.
Arkeolojik bağlamlarda "yakılmış" olan insan kalıntıları, birey sayısı, yaş, cinsiyet ve
patolojinin değerlendirilmesi çağdaş durumdaki kalıntılarında aynı şekilde
incelenmesi gerektiği öne sürülmektedir (Fairgrieve, 2008:1).

Kremasyon sürecinde sıcaklıktan ilk etkilenen kaslar ve tendonlar


kasılmaktadır böylece sonuç olarak ekstremitelerin görünür hareketlerine yol
açmaktadır. Deri ve kaslar ayrılmadan önce içindeki gaz genişlemesi nedeniyle karın
bölgesinde şişme olabilmektedir. Ölü yakma süreci ilerledikçe üst üste yumuşak
dokular yok olduğundan, iskeletin bir kısmı açığa çıkmaktadır. Sonunda tüm
yumuşak parçalar tahrip olmaktadır (ligamentler ve beyin dokusu genellikle en son
kalan) ve sadece kemikler kalmaktadır. Kemikler sıcaklıkla tahrip olmaz, fakat

28
yapılarında ve bileşimlerinde de değişiklikler meydana gelebilmektedir. Isıtma
esnasında, nem azalır ve organik bileşenin (başlıca kolajen) yanmasıyla sadece
mineral kısım kalmaktadır. Kemikler ayrıca parçalanır, bozulur ve bir miktar
büzülme meydana gelmektedir. Her ne kadar kemik çok parçalanmış olsa da, parça
büyüklüğü modern krematoryumdan çıkan “küllerde” (aslında yanmış kemik
parçalarında) olduğu kadar küçük değildir. Yakma sırasında kemiğin uğradığı
parçalanma ve bozulma, hızlı su kaybından kaynaklanmaktadır. Büzüşme, kemik
mineralindeki hidroksiapatit’de meydana gelen yapısal değişikliklerle
ilişkilendirilebilir. Bu yapısal değişiklikler, kristalde ki değişiklikler şeklinde
olmaktadır. Yüksek kristallik, birlikte bulunma eğilimindeki nitelikleri taşıyan bir
mineralde büyük kristal boyutunu ve yapısal kusurların bulunmadığını
göstermektedir. Canlı kemikte, kemik mineralinin kristalleri çok küçüktür, ancak
ısıtırken kristallikte bir artış gözlenmektedir (Mays, 1998:208). Ateşin yumuşak
dokuyu ve altta yatan sert dokuları, kemikleri ve dişleri yok etme potansiyeli olduğu
kadar, bir vücudu ateşle veya bir çeşit yanmayla tamamen yok etmek neredeyse
imkânsızdır (Fairgrieve, 2008:1).

Modern krematoryum vücudun yüksek derece ısıda yakılması için tasarlanmış


binalardır ve kontrollü koşullar altında vücudun sürekli bir ısı kaynağına maruz
kalması sağlamaktadır. Her ne kadar teknik özellikler krematoryumdan
krematoryuma göre değişse de, yakma fırını genellikle gaz, elektrik veya yağ ile
ısıtılan iki odadan oluşmakta ve içinde ağır ısıya dayanıklı kiremit veya tuğla ile
kaplanmış yüksek dereceli çelik levhadan yapılmıştır. Birincil yakma fırını, aşırı ısı
kaybını önlemek için ilk önce iç kısımda bulunan tabut fırına konveyör yoluyla
taşınmadan önce 650 ile 700 °C arasında önceden ısıtılmış sıcaklıklarda
çalışmaktadır. Tabut birincil yakma fırının içerisine yerleştirilir ve ısı artışıyla
birlikte tutuşur. Daha sonra yakıcı gaz devreye girmektedir ve yalnızca kalan
bileşenleri değil aynı zamanda kremasyon işlemi sırasında ortaya çıkan duman ve
kokuyu yakmak için soba sıcaklığı 1200 °C'ye çıkmaktadır. Daha sonra, kalıntılar,
soğumaları için otomatik olarak ikinci yanma odasına aktarılır. Tüm yakma işlemi,
verilen sıcaklığa, vücut kütlesine, vücudun su içeriğine, cinsiyete, yaşa, obezite, aşırı
zayıf ve diğer faktörlere bağlı olarak yaklaşık 90 ile 120 dakika sürmektedir. Ölü
yakma sırasında meydana gelen vücudun değişiklikleri üzerine yapılan bir araştırma

29
da 20 dakika sonra 670 ile 810 °C arasındaki sıcaklıklarda, kafa üstünde ve yassı
kemiklerde patlamalar ve çatlaklar gözlenmektedir. Vücut boşlukları yaklaşık 30
dakika sonra açılır ve 40 dakika sonra iç organlar ciddi şekilde küçülürken, 50 dakika
sonra ekstremiteler tahrip olur. Büzülmüş ve tahrip olmuş gövde 60-90 dakika sonra
dağılmaktadır. Organlar ve yumuşak dokular tamamen yanar ve vücut ağırlığının
yaklaşık % 5'inden küçük bazen de daha büyük yanmış kemik parçaları ve tabut
bileşenlerinden oluşan "kül" kalıntıları olarak geriye kalmaktadır (Madea, 2014:135).

2.2. ATEŞ VE YANMA


Ateş, enerjinin ışık ve ısı şeklinde salınmasına neden olan bir yakıt oksidasyonunu
içeren ekzotermik kimyasal bir reaksiyon olarak tanımlanmaktadır. Yanmanın
gerçekleşmesi için gerekli şartlar yakıt, oksijen kaynağı (hava), ısı ve kimyasal
oksidasyon tepkimesinin sağlanmasıdır. Yakıt, oksijen ve ısı yangın üçgeni oluşturur
ve bu üç koşuldan herhangi birinin çıkarılması yangının bastırılmasına neden
olmaktadır (Daéid, 2004:2,3). İki tür yanma vardır: alevlenme (gözle görülen kısım)
ve içten içe yanma. Alevlenme yanma tepkimesinin gözle görülen oksijen içerikli
kısmıdır. Bu yanma, ısı vermesinden kaynaklı gözle görülebilen gaz-gaz
reaksiyonudur. İçten içe yanma ise tam tersi olarak yanıcı maddenin oksijenle
doğrudan oluşan yanma tepkimesidir. Ateş yanıcı maddenin yüzeyinden içine doğru
gerçekleşen katı-gaz tepkimesidir. Eğer bu tepkime ortalama 500 °C’yi aşacak
şekilde gerçekleşirse yanan maddenin yüzeyindeki parlaklık çıplak gözle
gözlemlenebilmektedir. Bu olay yanma sırasındaki rengi alan korlaşma olarak
adlandırılmaktadır. Diğer yanma türü olan alevlenme ise yangınlarda sıkça gözlenen
ve hızlı bir şekilde yayılarak yüksek derecede ısı veren yanma türüdür (Tablo 2.1).
Çünkü bu yanma türü bir gaz tepkimesidir ve yanma sürecinde metan gazı gibi farklı
gazlar yanmayı sürdürebilmektedir. Metan gazı, yanma tepkimesine kolayca
girebilmektedir (Schmidt ve Symes, 2015:1). Parlama noktası, bir sıvının yanmayı
destekleyecek hava ile oluşan karışımın yeterli buhar çıkardığı en düşük sıcaklıktır
(Saferstein, 2015:411). Yanma reaksiyonları genellikle oksijen içerir; Yakıt (F) +
Oksijen (O2) = Sonuç olarak temsil edilmektedir. Oksijen genel olarak havadan elde
edilmektedir. Yakıt genellikle moleküler bir yapıdaki karbon (C), hidrojen (H) ve

30
oksijen (O2) atomlarından oluşmaktadır. Ayrıca yakıt azot (N), polieton, klor (Cl) ya
da polivinilklorid (C2H3CI)n içebilir (Quintiere, 2006:21).

Tablo 2.1: Yanma Tepkimesi Sırasında Gözle Görülebilir Parlaklığa Neden Olan Isı
Dereceleri

Renk Yaklaşık Sıcaklık (°C)


Koyu Kırmızı 500-600
Soluk Kırmızı 600-800
Parlak Vişne Rengi 800-1000
Turuncu 1000-1200
Parlak Sarı 1200-1400
Beyaz 1400-1600
Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:2).

Ateşleme, AIT (kendiliğinden tutuşma sıcaklığı) ek bir tutuşma kaynağı


olmadan bir yakıtın kendi kendine tutuşacağı sıcaklıktır (Tablo 2.2). Tüm yangınlar
(birkaç istisna hariç), yanıcılık aralığında yakıt-hava karışımının olduğu bir alanda
yüksek sıcaklıkların olması nedeniyle görülmektedir. Bu alan çok küçük olabilir,
ancak yakıtın ateşleme sıcaklığına ulaştığı veya aştığı alandır. Lokalize yüksek
sıcaklıklara ulaşmak, küçük alanlar için zor veya nadir bir durum değildir, önemli
olan faktör elde edilen sıcaklıktır. Isı enerjisi kaynaktan yakıt tutuşmasına
aktarılabildiği sürece yangın meydana gelebilmektedir (Daéid, 2004:5).

31
Tablo 2.2: AIT Değerleri (Kendiliğinden tutuşma sıcaklığı değerleri)

Yakıt Sıcaklık (˚C)


Aseton 465
Etanol 363
Metanol 385
Petrol eteri 288
Gaz yağı 210
Petrol (100 oktan) 456
Petrol (düşük oktan) 280
Keten tohumu yağı 206
Polietilen 488
Pelistiren 573
PVC 507
Poliüretan 456–579
Yumuşak ahşap 320–350
Sert ahşap 313–393
Kaynak: Daéid, (2004:5).

HRR (Isı tahliye oranı) belirli bir yakıt türünün bir yangında ısı akışına
katkıda bulunabileceği enerji miktarının ölçüsüdür. HHR (normalde kW cinsinden
ifade edilir) yakıtın kimyasal ve fiziksel özellikleri yakıt paketinin yüzey alanı
tarafından kontrol edilmektedir (Daéid, 2004:15). HRR ölçümü, watt (W), kilowat
(kW), megawatt (MW), saniye başına kilojoule (KJ / s) veya saniye başına İngiliz Isı
Birimleri (BTU/s) cinsinden ifade edilmektedir (Fairgrieve, 2008:30). İletken ısı
transferi, moleküler titreşim iletimi ile gerçekleşmektedir. Esas olarak katı bir madde
içerisinde gerçekleşmektedir. Isı doğrudan temasla aktarılmaktadır. Isı aktarımı;
aktarım hızı, malzemenin ısıl iletkenliği, daha soğuk ve daha sıcak alanlar arasındaki
sıcaklık farkı gibi faktörlere bağlıdır (Daéid, 2004:16). Bir alev veya yangının
HRR'si, bu ısı kaynağının temel özelliğidir. HRR alevin yüksekliği içinde,
bulunduğu bir odada sıcaklıkların ne kadar hızlı yükseleceğini, odanın ne kadar
çabuk dumanla dolduğunu ve en önemlisi, yangının yakınındaki veya temas

32
halindeki malzemeler üzerinde etkisini tahmin etmemizi sağlamaktadır (Schmidt ve
Symes, 2015:5).

Alev sıcaklıklarını herhangi bir noktada ölçmeye çalıştığımız zaman,


sıcaklığın hızla yükseldiği ve alçaldığı tespit edilmektedir Yapılabilecek en iyi
ortalama, bir alev sıcaklığını ölçmektir (bu ortalama aynı zamanda alevin kendisiyle
temas eden katı bir yüzey üzerinde ki etkilerini de yansıtmaktadır). Yakıtların
ölçülen “yanma ısısı”, önemli ölçü de değişkenlik göstermektedir. Türbülanslı bir
ateş olarak çoğu yakıtın hava da yaktığı ortalama alev sıcaklıkları neredeyse tümüyle
800–1000 °C’dir. En yaygın istisnalar alev sıcaklığı 1200 °C aralığında olabilen
metanoldür. Stiren ve poliüretan gibi bazı plastikler ve kömürün ölçülen alev
sıcaklıkları 1400 °C olabilmektedir. Bir zamanlar benzinle yanan alevlerin ahşap
veya plastik gibi sıradan yanıcılardan daha sıcak olduğu düşünülmekteydi ancak
yanan bir benzin havuzundan gelen bir alevin ortalama sıcaklığı odun yığınından
ayırt edilememektedir. Tablo 2.3’te çeşitli maddelerin havada ölçülen maksimum
alev sıcaklık örnekleri verilmektedir. Nadir görülen istisnalar havai fişek karışımları
ya da reaktif metallerdir (sodyum, magnezyum ve benzeri). 3000 °C’den daha
yüksek seviyeye ulaşabilen alevler ve oksijen ile zenginleştirilmiş ortamlardaki
yangınlar yüksek alev sıcaklıkları üretmektedirler (Schmidt ve Symes, 2015:3).

Tablo 2.3: Maksimum Alev Sıcaklığı (Havada Ölçülen, Difüzyon Alevleri)

Ahşap 1027 °C
Benzin 1026 °C
Metanol 1200 °C
Gaz yağı 990 °C
Hayvansal yağ 800-900 °C
Kömür 1390 °C
Kaynak: (Schmidt ve Symes, 2015:5).

Isı, bir nesnenin sıcaklığının buharları serbest bırakarak yanmayı sürdüreceği


en düşük sıcaklığı içermektedir. Hava veya oksijen miktarı (oksitleyici), yanmayı
devam ettirecek belirli bir seviyede olması gerekmektedir. Yanma olayını başlatmak
ve yakıtı tutuşma sıcaklığına yükseltmek için bir tutuşturma kaynağının olması
gerekmektedir. Ateşi, ısı ve ışık olarak kabul etmemize rağmen her ikisinin de

33
miktarı doğrudan ateş üçgeni bölümlerinin etkileşimine bağlıdır. Basit bir dille,
yangının yoğunluğundan (sıcaklığından) ve süresinden sorumlu olan bu bileşenlerdir.
Yangınlar tarafından elde edilen belirli sıcaklıklar mevcut yakıt yükü (malzemenin
niteliği ve miktarı) ile sınırlandırılmaktadır. Plastik gibi insan yapımı ürünler, ahşap
veya doğal malzemeler daha yüksek sıcaklıklarda yanmaktadırlar. Ancak yangının
süresi mevcut yakıt miktarına göre belirlenmekdir. Bu etkileri izole etmek mümkün
olmamakla birlikte çeşitli senaryolarda; konut yangınları, açık alan yangınları ve
otomobil yangınları gibi yangınlarda ulaşılan ortalama sıcaklıklar için farkındalık
gerekmektedir. Deneysel olarak yakılan otomobil yangınlarından (son on yılda) elde
edilen veriler, otomobillerin 1800 °F'tan fazla sıcaklıklar meydana getirmediğini
ancak çok kısa bir süre sonra maksimum sıcaklıklara ulaştığını göstermektedir
(Tersigni-Tarrant ve Shirley 2012:308, 309).

2.2.1 Yangın Türleri


Profesyonel literatürde yanma dört türde kabul edilmektedir. Difüzyon (tutuşma),
yavaş yanma, smoldering (içten içe yanma) ve kendiliğinden yanma olarak
tanımlanmaktadır. Bir yangının büyüme ve gelişme hızı çok karmaşıktır ve çeşitli
faktörler gerekmektedir. Yanmanın gerçekleşeceği mevcut alan çok önemlidir.
Gelişme hızı aynı zamanda yanıcı maddelerin hem yapılarına hem de geometrilerine
ve ateşleme kaynağının konumuna bağlıdır. Difüzyon alevleri bir yakıtın yüzeyinden
çevredeki havaya yayılan gazlardan veya buhardan kaynaklanır. Yavaş yanma,
alevler ateşlemeden önce yakıt ve oksijen kombinasyonunun bir sonucudur. Yanıcı
maddenin yetersiz oksijen nedeniyle, yeterli miktarda ısı, buhar ya da gaz
üretemediği durumlarda meydana gelir. İçten içe yanma oksijenin doğrudan yakıt
yüzeyinde veya yüksek oranda gözenekli olması halinde yakıtın içinde birleştiği
yavaş bir ekzotermik işlemdir. Yanma sonunda mevcut yakıt tükendiğinde, açık
alevli yanma yavaş yavaş azalır ve yanma daha yaygın hale gelmektedir. Bu,
gelişmekte olan bir yangındaki oksijen seviyesi düşerse de oluşabilmektedir. Yakıt
hala ısıtılmış halde kalabilir ve oksijenin tekrar verilmesi yangının patlayıcı hızda
yeniden tutuşmasına neden olabilmektedir. Böyle bir senaryoya backdraft
denilmektedir. Kendiliğinden yanma, bir maddenin kendiliğinden ısındığı ve

34
sonunda AIT'sini aşan bir işlem olarak tanımlanabilmektedir. Isı biriktirme işlemi
çok fazla zaman alabilir. Bu tür bir yanmanın arkasındaki itici güç, ekzotermik bir
reaksiyonun ısı üretmesidir ve bu ısı dağıtılamazsa, yakıt kütlesi içinde birikebilir ve
sıcaklığı yükseltebilmektedir (Daéid, 2004:16,17; Fairgrieve, 2008: 24,25,26).

2.2.2 Isı Transferi


Yangın bir bölgede ısının ateşlenmesi ile başlamaktadır. Bir yangının anatomisinin
anlaşılması, ısının yanan bir yapı içinde nasıl ilerlediği, ısının yanmayı desteklemek
için yeterli yakıt buharı üretmesi ve ayrıca ısı kaynağının yakıtın buharını
tutuşturmaya yetecek kadar sıcak olması gerekmesidir. Yangın başladığında, yakıtın
hava ile reaksiyona girmesinden kaynaklanan ısı, kimyasal reaksiyonun devam
etmesi için tekrar yakıt-hava karışımıyla beslenir. Bir yangın ilerledikçe, yanma
işleminin yarattığı ısı, yüksek sıcaklıktaki bir bölgeden daha düşük sıcaklığa hareket
etme eğilimindedir. Bir konumdan diğerine ısı transferini anlamak, yangının
nedenini, nasıl bir yapıya yayıldığını ve yangının kaynağını yeniden yapılandırmak
için önemlidir. Isı transferinin üç mekanizması iletim, radyasyon ve taşınımdır
(Saferstein, 2015:413). Çoğu durumda, üç yöntemden biri baskın olma eğilimindedir,
ancak hepsi katkıda bulunmaktadır (Daéid, 2004:15).

Isı transferi iletimi, moleküler titreşim iletimi ile gerçekleşir. Esas olarak katı
bir madde içerisinde gerçekleşir ve ısı doğrudan temasla aktarılmaktadır. Bu işlem
daha sıcak malzeme ile daha soğuk malzeme arasında doğrudan fiziksel temas
gerektirmektedir (Fairgrieve, 2008:26). Konveksiyon ısı transferi, malzemelerin
fiziksel hareketi ile ısının transferini içermektedir. Sıvılar ve gazların daha sıcak bir
yerden daha serin bir yere taşınmasının sonucudur. Sıcak gazlar yükselir yakındaki
tavanlara ve duvarlara ısı yaymaktadır. Bu, yanma sırasında ısı enerjisinin yayıldığı
ana mekanizmalardan biri olabilmektedir. Radyasyon ısı transferi, doğrudan bir
nesneden diğerine elektromanyetik enerji şeklinde transfer edilmektedir. Mutlak
sıfırın üzerinde bir sıcaklığa sahip tüm nesneler ısıyı yaymaktadırlar (Daéid,
2004:15; Fairgrieve, 2008:26).

35
2.3. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ İNCELENMESİ
Isı ve ateş, insan vücudunun yumuşak ve sert dokuları üzerinde muazzam
değişikliklere yol açan büyük bir etkiye sahiptir. Isıya maruz kalma yumuşak doku
kaybı, sert dokuların ve rengin değişmesi, parçalanma, büzülme gibi elementlerin
değişimine neden olmaktadır. Bu izler benzersizdir ve yangına maruz kalmanın
belirli göstergelerini oluşturmaktadır. Isıtma sıcaklığı ve ısıya maruz kalma süresinin
değişkenliği dokuların durumunu etkilemektedir. Bununla birlikte ateş, dinamik bir
varlıktır ve genel imha modellerini önceden tahmin etmemize rağmen, vücut dokuları
üzerinde yarattığı spesifik etkiyi kesin olarak tahmin etmek mümkün değildir. İnsan
vücudu genel olarak tahmin edilebilir bir şekilde ısıya tepki gösterse de, her yangın
olayındaki tüm mağdurların durumunu karakterize etmek için kullanılabilecek belirli
bir model bulunmamaktadır. Vücudun ateşe maruz kalması, başlangıçta yumuşak
dokuların (cilt, kas ve yağ gibi) azalmalarına neden olmaktadır. Bunlar yanmayı
devam ettirebilecek yakıt kaynaklarıdır ve aynı zamanda kemik de ateşe dayanıklı bir
yakıttır. Ateş yumuşak dokuların tamamen azalmasına neden olsa da, kemiğin
özellikleri yalnızca ısı veya ateşle tahrip edilemez bir cesedi ısı ile tamamen imha
etmek mümkün değildir. Bununla birlikte, ısı kemik dokusunu ciddi şekilde
etkileyebilmektedir. Yanmış kemik kırılgan hale gelmektedir, kemiğin bulunması ve
geri kazanılması durumlarına karşı aşırı hassastır (Tersigni-Tarrant ve Shirley
2012:307). Yanmış bir bireyin ölüm nedenini belirlemek, adli tıptaki en önemli
konular arasındadır. Yanmış bir vücudun ölüm nedenini ve ortada bir suç varsa
bunun nedenini tespit etmek adli bilimler açısından önemlidir. Yanıklardan başka
ölüme neden olabilecek bir yaralanma olup olmadığına bakılmaktadır. Bir bedeni
yakmanın her şeyden önce cinayeti örtmenin bir yolu olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır (Fanton vd., 2006:87,92). Vücudun yanma sonucu meydana
getirdiği değişikliklerin anlaşılması, yanma olayının durumu ve koşulları hakkında
önemli bilgiler sağlayabilmektedir. Olay yerinde yapılan gerekli incelemeler ve
analizler sonucunda yangının sıcaklığı, yangının konumunu ve hızlandırıcıların
varlığının tanımlanması yapılabilmektedir. Yanma eylemi ayrıca iskeletin içinde
meydana gelen birtakım önemli değişikliklere neden olmakta ve bu da ölen kişinin
tanımlanmasına yönelik girişimleri etkileyebilmektedir. Antropolojik değerlendirme,
tarihlendirme ve sabit izotop analiz (adli alanda önemi artan analitik bir teknik)

36
yöntemlerine ek olarak hem morfolojik hem de metrik yöntemlerden
yararlanılmaktadır. Geleneksel olarak, kemiklerin ateşe maruz bırakılıp
bırakılmadığını ortaya koymak için kalıntıların görsel olarak incelenmesi ve bunun
ötesinde, kemik rengi ile ateş sıcaklığı, kırılma ve yumuşak dokuların varlığı
arasında etkileşim sağlanmalıdır. Ancak bu yöntem oldukça karmaşıktır ve aradaki
ilişki yanıltıcı olabilmektedir. Hem deneysel hem de istatistiki olarak, kemikte
yanmayı öngörebilecek en önemli değişikliklerin iskelet mikro yapısındaki
değişikliklerdir (Piga, Thompson, Malgosa ve Enzo, 2009:534). Kemiklerin doğal
olarak meydana gelen ateşte yanması mümkündür ancak etkileri genellikle
kremasyon veya hızlandırıcı ile beslenen yanma uygulamalarından kaynaklanan
hasar kadar şiddetli değildir. Bu talihsiz bir durumdur çünkü ölüyü yakma
uygulamasının amacı vücudu imha etmektir. Yanan kemik dokusunun ayırt
edilebilmesi için mikroskobik ve kimyasal analizler gerekmektedir (White, Black ve
Folkens, 2012:464).

Kimyasal bir reaksiyon olan yanma birkaç durum gerektirir; uygun formda
yakıt, oksijen, tutuşma sıcaklığı. Bu koşulların ortaya çıkması yangının insan
vücudunu nasıl etkilediğini belirlemektedir. Yanmış kemik kalıntılar üzerinde
araştırma üç travma grubuna ayrılır; Kemik iç yapı değişiklikleri, kemik dış yapı
değişiklikleri, mekanik kemik değişiklikleri vb. (Becdelievre, Thiol, Santos ve
Rottier, 2015:212). Hızlandırıcılar, yakma işlemini tam anlamıyla hızlandıran veya
geliştiren materyallerdir. Adli bağlamda, gazyağı ve benzin kullanışlı olmasıyla en
sık rastlanan hızlandırıcılardır. Gazyağı veya benzinin bir sonucu olarak ortaya çıkan
yanıklar değişkenlik göstermektedir. Yanma, tutarsız, parçalı ve dağınık bir şekilde
yayılma sağlamaktadır. Hızlandırıcılar tamamen yanma eğilimi göstermediğinden,
hızlandırıcı maddenin varlığı elbise ve toprakta tespit edilebilmektedir. Yanma
sonrası cilt kömürleşir ve ısı yırtılmaları ortaya çıkar (Fairgrieve, 2008:44). Yangın,
biyolojik delillere zarar verebilen, değiştirebilen veya tahrip edebilen yıkıcı bir
kuvvettir. Antropolojik ve adli tıp çalışmaları, kremasyon sonrası perimortem ve
antemortem travmaların tespit edilip edilemeyeceğine, kremasyon sırasında vücudun
pozisyonuna ve ayrışma durumunun belirlenmesinin mümkün olup olmadığına,
ölümcül bir ateş ortamında ateşin kemiği nasıl ve ne kadar etkilediği üzerine
odaklanmaktadır. Adli antropoloji çalışmalarının yanmış deliller alanındaki asıl

37
amacı, kimlik oluşturmak ve cezai faaliyetin potansiyel kanıtını tanımak için ısıl
işlemlerle değiştirilen kemiklerin toplanması, korunması ve yorumlanmasıdır.
Delillerin etkili toplanması ve korunması, yanmaya bağlı tüm çalışmaların başarısını
arttırmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:17).

Kemiğin hem fiziksel hem de kimyasal özellikleri, yanma sırasında büyük


ölçüde değişir ve bu değişiklikler, adli tanımlama testlerinde zorluklara neden
olmaktadır. Isı kaynaklı büzülmeden kaynaklanan deformasyon ve parçalanma gibi
yanmış kemikte meydana gelen fiziksel değişiklikler, antropometrik analizi, cinsiyet,
yaş ve boy tahmini için kritik olan morfolojik göstergeleri değiştirmektedir. Fiziksel
değişikliklere ek olarak, yanma sürecindeki ısı aynı zamanda kimyasal maddelerin
yanması ve ısıl ayrışım nedeniyle kemiklerin kimyasal olarak değişmesine neden
olmaktadır. Yükselen sıcaklıklar değişiklik derecesini arttırır ve adli tanımlama
tekniklerini tehlikeye atarak DNA’nın bozulmasına neden olmaktadır (İmaizumi,
2015:67). Yanığın şiddeti ısının yoğunluğuna ve maruz kalma süresine bağlıdır.
Ateşin sıcaklığı yanmakta olan malzemeye göre değişiklik göstermektedir. Bazı odun
türlerinin daha farklı sıcaklıklarda ve hızlarda yandığı bilinmektedir, diğerleri ise
tutarlı bir sıcaklıkta uzun, sabit bir yanma göstermektedir. Potansiyel yakıt
kaynaklarını göz önünde bulundurursak, herhangi bir durumda mümkün olan geniş
bir sıcaklık aralığı vardır. İçerisinde ısının yoğun olabileceği sınırlı bir alan,
sıcaklığın artmasına neden olmaktadır. Buna en aşırı örnek, yakıt kaynağı olarak
doğal gaz kullanan bir krematoryumdur. Bir yetişkinin gövdesi 1-1,5 saatte yaklaşık
1500 ºF'de kemik ve küle dönüşebilmektedir. Bir çocuğun vücudu (5 yaş ve altı),
boyut farkı ve kemiklerin mineralizasyon seviyesinin düşük olması nedeniyle daha
hızlı kemik ve küle indirgenebilir. Aslında yeni doğmuş bir bebeğin vücudu normal
bir fırında 2 saatten daha az bir sürede yakılabilmektedir. Elbette, bir vücudun nasıl
yanacağını etkileyebilecek başka faktörler de vardır. Bununla birlikte, bu faktörler
vücutta diferansiyel koruma olarak görülecek küçük değişikliklere neden olmaktadır.
Ateşin insan dokusu üzerindeki etkileri, vücudun ateşe olan yakınlığına, ateşin
ulaştığı sıcaklığa (yakıt türü) ve ateşe maruz kalma süresine bağlı olarak
değişmektedir (Fairgrieve, 2008:37,38). Adli vakalarda yanmış kemikler, taşıt
kazalarında, toplu felaketlerde ve ev yangınların da yangın kurbanları da dâhil olmak
üzere adli laboratuvarda yanmış kemiklerinin araştırıldığı çok çeşitli vaka türleri

38
vardır. Kaza olaylarına ek olarak, soruşturmayı engellemek için mağdurun
vücudunun fail tarafından kasten yakıldığı ve imha edildiği cinayetlerle
karşılaşılmaktadır. Yanmış kemiklerin ısıya bağlı parçalanması ve ardından yapay
kırılma, antropolojik gözlemleri zorlaştırmaktadır (İmaizumi, 2015:68). Yanmış
insan kalıntılarının analizi, büyük ölçüde geri kazanma, sınıflandırma, yeniden
yapılanma ve tanımlamalarının mevcut olma zorluğundan dolayı adli antropologlar
arasında ilgi görmektedir. Bu analizin temel amacı, ısıl işlemlerin bir sonucu olarak
yanmış kemiklerin korunması ve yorumlanması için en iyi metodolojiyi
belirlemektir. Etli ve etsiz yanmış kemikler arasındaki farkın analizini, yangının
ulaştığı renk, sıcaklık, büzülme ve makro-mikroskobik yapısal değişimlerin analizini
yapabilmektedir. Son on yılda, araştırmalar, kristal yapıdaki kemik yüzey rengine ve
kontrollü bir ortamda makroskobik ve mikroskobik morfolojiye odaklanmaktadır
(Castillo, Ubelaker, Acosta ve Fuente, 2013:33).

Klinik olarak tanımlanmış doku yanık dereceleri, ısı kaynağına maruz kalma
yoğunluğuna ve süresine dayanmaktadır. Bu nedenle, birinci derecedeki yanıklar en
üsttedir. Dış deri tabakası, epidermisinin üst tabakasının soyulması olayını takip
edebilecek şekilde hasar görmektedir. Genellikle yanık bölgesinin kızarması ve
şişmesi ile karakterize olmaktadır. İkinci derece yanık süreci bir sonraki adımdır ve
cildin yüzeysel katmanlarının tahrip edilmesidir. Bu gibi durumlarda, ikinci derece
yanıkların ayırt edici özelliği, etkilenen alan üzerinde kabarcıkların oluşmasıdır.
Kabarcıkların tabanı cildin epidermal tabakasından daha derine inmez. Üçüncü
derece yanıklar da ısı derin olmayan (sığ/yüzeysel) tabakaların ötesine geçer, ısı
doğrudan dermisin tüm kalınlığına etki eder ve hipodermise ilerlemektedir. Bu
üçüncü derece yanıkların derinliği sinir uçlarının tahrip olmasına neden olacaktır.
Son olarak, dördüncü derece yanıklar kas, tendon ve kemik de dâhil olmak üzere
derinin tüm katmanlarının ve altta yatan dokuların tahrip olmasıyla karakterize
edilmektedir. Kas gibi yumuşak dokuların yanması, vücudun konumunu ve
kalıntıların korunmasının farklı durumlarını etkileyebilmektedir. Kemik etrafındaki
yumuşak doku ortadan kalktıktan sonra, kemik ve tüm bileşenlerine etki etmektedir
(Fairgrieve, 2008:38,39).

Ölüm öncesi yanıklar nedeniyle her ölüm vakasında yasal otopsiler


yapılmaktadır. Bir otopside, ölen kişinin vücudundaki ölüm öncesi yanık

39
belirtilerinin olmaması, ölüm sonrası bir yanık olması tanıyı daha şüpheli hale
getirmektedir. Ölüm sonrası yanıkların çoğu, bir suçun kanıtını gizlemek için
sonradan gerçekleşmektedir. Bu tür yanıklar, ölüm öncesi dönemde veya kurban yeni
öldüğünde yapılır ve teşhisi daha zor hale getirmektedir (Tellewar, Yadav ve Kumar,
2013:398).

Vücudun maruz kaldığı ısı türü, vücudun yanması üzerinde bir etkiye sahiptir.
Genel olarak, ısı ilerledikçe, epidermis, saç ve tırnaklar da derinden etkilenir. Doku
yakma işlemi, doğrudan bir yakıt kaynağı olarak hareket eden ya da dehidrasyona
uğrayan dokular da derinin ısıya ilk tepkisi dermal ve epidermal kan damarlarının
genişlemesidir. Isıya maruz kalma veya sıcaklıktaki artış devam ettikçe, bu bölgede
dolaşım durur. Aynı zamanda, saçlar da ısıya bağlı değişimler geçirmektedir. 300
ºC'nin üzerindeki bir sıcaklığa ulaşıldığında, saçlar yanmaktadır. Saçın keratini 240
ºC'de erimeye başlamaktadır. Yumuşak dokunun yanması ilerledikçe, epidermisin ve
altta yatan dermisin kasılması, dehidrasyon etkisi nedeniyle, hipodermiyi ve deri altı
yağı ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, yağ ateş için yakıt kaynağı olmaktadır. 670 ºC
ile 810 ºC arasındaki sıcaklıklara maruz kalan bir vücudun yaklaşık 10 dakika sonra
boksör (pugilistik) ve savaşçı pozisyonunu aldığı (Şekil 2.1), 20 dakika maruz
kaldıktan sonra ise kafatası yumuşak dokulardan arınmaktadır. Vücut 10 dakika daha
maruz kalmaya devam ederse, vücut boşlukları (yani iç organlar) görülebilmektedir.
40 dakika da iç organlar küçülmüş ve “ağ benzeri veya sünger benzeri bir yapı”
sergilenmektedir. Bu süreçte 50 dakika ekstremiteler (artık tam bir vücut durumda
değil) gövdeyi terk etmektedirler. 1-1.5 saat arasında gövde bütünlüğü
bozulmaktadır. Vücudun yakılması, bu sıcaklık aralığında toplamda yaklaşık 2-3 saat
sürmektedir (Fairgrieve, 2008:43). Yangının insan vücudunun yumuşak dokuları
üzerindeki etkisinin mekanik yaralanmalara benzer olduğu ve yanığın derinliği ısının
derecesi, maruz kalma süresi ve ısı ile temas eden vücudun bölgelerine bağlı olarak
değişmektedir. Yüzde ve kollarda 680 °C sıcaklıkta ateşe maruz kalan ortalama
yetişkin bir kişi için 15 dakikalık bir süreden sonra kaburgalar ve 20 dakika sonra
kafatası, kalça ve bacak kemikleri ise 35 dakika sonra ortaya çıkmaktadır. Vücutta
depolanan yağ miktarı, et ve yumuşak dokuların yanma oranlarını etkilemektedir
(Holden, Phakey ve Clement, 1995:30). Isıya aynı süre boyunca maruz kalınırsa
minimal doku ile kaplı frontal kemik ve mandibula, kalınlaştırılmış dokularla kaplı

40
femur başına göre daha hızlı ve daha büyük termal değişiklik geçermektedir (Keough
vd., 2015:17).

41
Şekil 2.1: Pugilistik Duruşta İskeletin Anterior ve Posterior Görüntüsü

Elin dorsal, palmar görüntüsü ve kafatasında frontal, lateral ilk ve son yanık
desenleri. Yeşil çizgiler yanık kırığının ortak alanlarını göstermektedir.
Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:36).

İskeletin her alanı, kemiği saran dokular nedeniyle, ilk, ikincil ve son
tahribatın izlerini sahiptir. Mantıken el parmakları gibi küçük kemiklerin yangından
en kolay etkilenen kemikler olacağı düşünülür ancak tersi durum geçerlidir. Tipik bir
pugilistik duruşta ulna ve radiusun distal ve proximal uçları tahrip edilir, kaslar
küçülürken elin yumruk yapmasına neden olmaktadır (Şekil 2.2). Elin flexör kasları
öncelikle proximal, ön önkoldan kaynaklanır. Kas lifleri ateşe maruz kaldığında,
parmakları esneten güçlü bir kas kasılması gerçekleşmektedir. Tahmin edilebileceği
gibi, bükülmüş parmak uçları, dorsal metacarpaları tahrip edildikten sonra bile
ateşten korunmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:35,37; Alunni vd., 2014:167).

42
Şekil 2.2: Pugilistik Duruşta Kolları Kötü Yanmış Bir Kurban, Yanma Sürecinden
Sonra Sağ Ulna ve Radius Kemiği

Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:35).

Christopher ve Steven’e göre; antropologlar bedeni incelemek için tanısal üç


süreç kullanarak vücut yanma modellerini kategorize etmişlerdir:

• Vücut pozisyonu ve kemiği koruyan doku.

• Termal değişime uğramış kemikte renk değişimi.

• Yanmış kemik kırığı biyomekaniği (Schmidt ve Symes, 2015:18).

Yanmış kemik araştırması üç genel kategoride düzenlenir: Görsel özelliklerin


analizi, histolojik özelliklerin analizi ve yaş, cinsiyet, boy, soy tahmininin de dâhil
olduğu demografik analiz. Dördüncü bir bilgi kaynağı da tıbbi topluluklar tarafından
adli vakaların analizidir (Correia, 1997:276).

43
Tennessee Tıp Merkezinde Profesör, William M. Bass, cesetlerin açık havada
çürümesine izin vererek ayrışmasına ve buna benzer çeşitli durumlar yaratarak
çürüme, ayrışma gibi konuları incelemektedir. Bass’ın dış mekan laboratuvarı olarak
kullandığı bu tesis “Body Farm” olarak adlandırılmaktadır. Body Farm
araştırmacılarının incelediği konulardan biri de yanmış kemik üzerindeki travma
etkisidir. Yanma bölgeleri hazırlayıp, çeşitli şartlar altında insan vücudunun
parçalarını yakarak parçalanmış kemikleri toplayıp incelemektedirler ve çıkan
bulguları belgelemektedirler. Bu araştırmalar sırasında öğrenilen bilgilerin bir kısmı,
kafatası kemiğinin bir yangında küçük parçalara ayrıldığı, kemik renginin siyah ya
da gri sonra ise tüm organik maddeler yandıkça beyaza dönmüş olmasıdır. Daha
önceki araştırmacılar yangının bir suçun tüm izlerini yok ettiğine inanıyordu ancak
Body Farm araştırmacıları bir yangından sonra kemikleri yeniden birleştirerek
kimliklendirme yapmayı ve travma izlerinin açıkça görünebileceğini
savunmaktadırlar (Yancey, 2009:9,10,11,64).

2.3.1.Kemiklerde Isı Kaynaklı Histolojik Değişimler


Kemik minerali, birçok disiplinde çeşitli kullanımlara sahip önemli bir
biyomateryaldir. Bununla birlikte, kemik karmaşık bir heterojen materyal
olduğundan, bu özellikler kolaylıkla analiz edilememektedir. Bir malzeme olarak,
hem organik (büyük ölçüde kolajen) hem de inorganik (büyük ölçüde kalsiyum
fosfat) bileşenlerine sahiptir ve makroskopik olarak tipik bir kemik birkaç farklı
katmandan (periosteum, kortikal kemik ve endosteum) ve farklı kemik tiplerinden
(kompakt ve süngerimsi) oluşmaktadır (Thompson, Islam ve Bonniere, 2013:216).
Isının organik malzemeler üzerindeki etkisi biyolojik materyal olan kemiği kırılgan
hale getirmektedir. Kemikte yüksek miktarda inorganik bileşiğin bulunması odun,
diğer organik bitki ve hayvansal dokulardan farklı olmasını sağlamaktadır. Odun,
ağırlıkça %2 kadar inorganik bileşiklerden oluşurken, kemik, ortalama olarak
ağırlıkça %70 inorganik malzeme içermektedir. Kemik, organik ve inorganik
bileşenlerin eşit hacimlerinin iç içe geçtiği bir kompozit malzemedir (Reidsma vd.,
2016:283). Kemikler ısıtmada tahrip edilmez, fakat yapılarında ve bileşiminde
değişiklikler meydana gelir. Isıtmada, nem alınır ve organik bileşen (başlıca kolajen)

44
yanar ve sadece mineral kısım kalır. Yanma sırasında kemikler parçalanır, bozulur ve
bir miktar büzülme meydana gelmektedir. Yakma sırasında kemiğin uğradığı
parçalanma ve bozulma, hızlı su kaybından kaynaklanmaktadır. Büzülme, kemik
mineralinde (hidroksiapatit) meydana gelen yapısal değişikliklerle
ilişkilendirilmektedir. Bu yapısal değişiklikler, kristallikte meydana gelen
değişiklikleridir. Canlı kemikte, kemik mineralinin kristalleri çok küçüktür, ancak
ısıtırken kristallikte bir artış gözlenir. Her ne kadar kemik çok parçalanmış olsa da,
parça büyüklüğü modern krematoryumdan çıkan “küllerde” (yanmış kemik
parçalarında) olduğu kadar küçük değildir (Mays, 1998:208). Ölü yakma işlemi
sırasında kemik yapısının belirgin bir şekilde değiştiği görülmektedir. 700-800 °C'nin
üstünde (kritik seviye) organik madde ve kemik mineral kaynağının kristalleri
tamamen yanmaktadır. Bu değişikliklerin sonucu olarak kemik belirgin bir şekilde
küçülmektedir. Kritik seviyenin altındaki sıcaklıklar "eksik kremasyona" neden
olmaktadır. Bu, organik maddenin kantitatif olmayan bir yakılmadan dolayı kapsamlı
karbon renklenmesiyle tanımlanmaktadır. Kalan karbon miktarına bağlı olarak, bu
tür parçalar kahverengi-siyah/gri ve hatta mavimsi renktedir. Yanan kemikler taze
kemikle kıyaslandığında kemiklerin dokusu neredeyse benzer olduğu sadece küçük
bir büzülme görülmektedir. Histolojik inceleme için, tamamen yakılmamış kemikler,
taze kemikle aynı değerdedir (Herrmann, 1977:101,102).

Kemik su dışında inorganik ve organik bileşenleri içeren heterojen bir


malzemedir. İnorganik faz olan bioapatit, yaklaşık Ca10 (PO4)6-x (OH)2-y (CO32-)x+y
formülüne sahip karbonatın yerini almış bir hidroksiapatittir. Aslında, yaşayan
organizma karbonatlar (CO32-) hidroksiapatit matrisindeki (B tip yerine) veya
hidroksil grupları (OH-) şematik olarak (A tip yerine) gösterildiği gibi fosfat grupları
(PO43-) yerine kullanılabilir (Şekil 2.3). Düşük yüzdesine rağmen, kemiğin
metabolizmasında hayati bir rol oynayan karbonat sadece kemiğin kristalliğini
azaltmaz aynı zamanda biyolojik bozulma oranını hızlandırır. Karbonat (CO32-)
grupları fosfat (PO43-) gruplarından farklı yük ve geometriye sahiptir aynı zamanda
hidroksil (OH-) gruplarından da çok daha büyük olduğu için kristal kafesteki
bioapatit kristalliğinde azalmaya yol açan bozulmalar oluşturur. Bu subsitasyonların
yanı sıra bioapatittin kristal kafesi su, kalsiyum (Ca2+), sodyum (Na+), magnezyum
(Mg2+), stronsiyum (Sr2+), potasyum (K+), florin (F-) ve klor (CI-) gibi iyonları

45
içerebilir. Her bir kemik bileşeninin bireysel oranı geometrik ve mekânsal sıralama:
diyet, metabolizma, patolojiler, ölüm yaşı, ölüm sonrası dönem ve kalıntılara temas
eden toprağın türü gibi sayısız faktörlere bağlıdır (Mamede vd., 2017:604,605;
Ellingham vd., 2015:239; Thompson vd., 2013:416).

Şekil 2.3: Bioapatit Kristal Kafesindeki Temel Kimyasal Değişimi

Kaynak: Mamede, Gonçalves, Marques, ve Carvalho, (2017:605).

Yanmış kemikte meydana gelen makroskobik ve mikroskobik ısı kaynaklı


(HI) değişiklikleri, yanma sıcaklığı ve süresi ile nasıl ilişkili olduğu hangi teknikleri
kullandığı çoğunlukla laboratuvar deneyleriyle yapılan çalışmalar önemli ölçüde
ilerlemiştir (Carroll ve Smith, 2018:952). Kemikteki ısı kaynaklı (H-I) değişiklikler
Mayne Correia tarafından kategorize edilmiş, Thompson tarafından Tablo 2.4'de
yeniden düzenlenmiştir. Tüm ısı kaynaklı (HI) değişiklikler (renk, mekanik dayanım,
kırılma düzenleri vb.) kemik dört dönüşüm aşamasına uğrar; bu aşamalara katılan
mikro ve nano yapısal değişiklikler, kemiklerin rengi, morfolojisi, mikro yapısı,
mekanik kuvveti ve kristalliği gözlemlenebilir değişikliklerde kendini gösterir.

46
Isıya maruz kalan kemikler hem mekanik hem de bileşenlerinde değişime
uğramaktadır. Isıya maruz kalan kemik dört değişim aşamasından geçmektedir:

1. Dehidrasyon (<600 ºC): Hidroksil bağlarının kopması ve gevşek bir şekilde


mekanik olarak matrise bağlı su kaybı
2. Dekompozisyon (500-800 ºC civarında meydana gelen organik elementlerin
yer değiştirmesi): Kemiklerin organik bileşenlerinin ısı nedeniyle erimesi,
ayrışma
3. İnversiyon (700-1100 ºC’de yeniden kristalleşme): Kemiğin karbonat kaybı
4. Füzyon (1200-1600 ºC’den fazla): Kristal matrisin erimesi ve birleşmesi

Hidroksiapatit (HAP) yapısının X-Ray kırınımı yoluyla, 700 ile 1000 °C sıcaklık
arasında değişerek β trikalsiyum fosfata benzediği görülmektedir ve bu değişiklik
kristallerin birleşimine dayandırılmaktadır. Uygun terminoloji sağladığı için kemik
yakma sürecindeki aşamalar kısaca DDIF süreci olarak adlandırılır (Tablo 2.4).
Birinci kilo kaybı fazı dehidrasyon aşamasında hidroksil bağlarının kopması ve
gevşek bir şekilde mekanik olarak matrikse bağlı su kaybı yaşanmaktadır, ikincisi faz
olan dekompozisyon organik kemik bileşenlerinin özellikle de kolajenin yanmasına
bağlı ayrışma aşamasıdır. İnversiyon aşamasında kemiğin karbonat kaybı yaşanırken
füzyon aşamasında büyük bir ağırlık kaybı gözükmez daha ziyade kristalerin
sinterlenip erimesi ve ek bir mineral fazı olan β-trikalsiyum fosfat oluşumuyla
karakterizedir (Becdelievre vd., 2015:214, Ellingham vd., 2015:182, 240, Correia,
1997:280; Ellingham vd., 2015:240).

47
Tablo 2.4: Kemikte Isı Kaynaklı (H-I) Dönüşümün Dört Aşaması

Dönüşüm Kanıt Mevcut Gözden


Aşaması Sıcaklık Aralığı Geçirilmiş
(ºC) Sıcaklık Aralığı
(ºC)
Dehidrasyon Kırılma örnekleri; 100-600 100-600
kilo kaybı
Dekompozisyon Renk değişimi; kilo 500-600 300-800
kaybı; mekanik
güçte azalma;
gözenekli yapıda
değişiklikler
Inversiyon Kristal boyutunda 700-1000 500-1100
azalma

Füzyon Mekanik kuvvette 1000+ 700+


artış; boyutlarda
azalma; kristal
boyutunda artış;
gözenekli yapı da
değişiklikler
Kaynak: Thompson, (2004:204).

Kemikleri farklı yakılma derecelerine göre sınıflandırmak bazen bir kişinin


ölümüne yol açan işlem ile ilgili sıcaklıklar ve koşullar hakkında bilgi
sağlayabilmektedir. Tablo 2.5’te farklı sıcaklıklarda kemiklerde meydana gelen
değişimler listelenmektedir (Holck, 2005:115).

48
Tablo 2.5: Farklı Sıcaklıklarda Kemik ve Diş Değişiklikleri

Sıcaklık °C Kemik Değişiklikleri


100 Kemik ve dişlerde önemsiz değişiklikler görülür. Kolajen hala
sağlamdır.
200 Kemik ve dişlerde yüzeysel renk değişir. Kolajen önemli ölçüde
azalmıştır. Çekirdekler (DNA) tahrip olur.
300 Ağırlık azalır, su kaybolur ve yoğunluk düşer. Kolajen tamamen yok
olur. Renk: kahverengimsi / koyu gridir.
400 Kemik yapısın da dayanıklılık çok düşüktür. Kemik yüzeyinde
mikroskobik çatlakların oluşur ve dişlerin minesinde küçük çatlaklar
meydana gelir. Renk: siyah / koyu gri
500 Kemik deformasyonu. Kemik yüzeyinde büyük, ağ şeklinde
mikroskobik çatlaklar meydana gelir. Renk: grimsi
600 Kemik yüzeyinde ayrıca makroskopik ve mikroskobik çatlaklar.
Pirofosfat oluşumu (ısıtılmış fosforik asit tuzları). Renk: açık gri
700 Mineral kristallerinin füzyonu nedeniyle hacimde azalma.
Kristalleşme suyunun serbest bırakılması. Önceden oluşan pirofosfat,
whitlokitete hidroksiapatit ile birleştirilmesi. Havers sistemlerinin
lamel yapımında büzülme ve değişiklikler.
800 Kemikte daha fazla büzülme ve deformasyon. Kemikte mineral
kristallerinin daha fazla füzyonu. Dentin erir ve kristalleşir, ancak
dentin tübülleri yıkılmaz. Renk: beyaz / gri
900 Kemik yüzeyinde makroskopik çatlaklar. Osteon yapısının tahrip
olması. Mineral kristallerinin daha fazla füzyonu. Diş minesinin
çatlaması, erimesi ve tahrip olması.
1000 Kemik yüzeyinde çeşitli boyutlarda mikroskobik oval delikler
görülür. Dentin tübülleri hala sağlamdır ve küre şeklinde oluşumlar
olarak görünür. Renk: beyaz, tebeşir benzeri yapıdadır.
1100 Dentin tübülleri erir.
1200 Kemik ve diş mikroyapısı tamamen ayrışır.
Kaynak: Holck, (2005:115).

49
Cam veya metal gibi erimiş maddelerin bulunması, ulaşılan sıcaklık hakkında
fikir verir bazı zamanlarda sıcaklığın tanımlanmasına yardımcı olabilecek bilgiler
sunabilmektedir. Modern ev içi yangınlarda, dökme demirin bile eriyebileceği
bilinmektedir ve bu durum 1550 ºC'den daha yüksek bir sıcaklığın yaşandığını işaret
etmektedir (Holck, 2005:115).

Isı kaynaklı bozulma analizleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir H-I
boyut değişikliği olduğunu göstermektedir. Organiklerin uzaklaştırılması ve
inorganiklerin yeniden yapılandırılmasının H-I değişikliği ile ilgili etkili değişkenler
olduğunu göstermektedir. Tüm antropolojik tekniklerin H-I değişiminden
etkileneceği belirtilmektedir (Tablo 2.6). Sıcaklığın söz konusu H-I değişimini
öngörmek için kullanılacak güvenilir bir değişken olmadığı anlaşılmaktadır. Mikro-
yapısal değişime (gözenek ve kristal büyüklüğü gibi) dayalı yeni değişkenler ve çok
değişkenli tahmin denklemlerinin kullanımı savunulmaktadır (Thompson, 2004:204).

Tablo 2.6: Isı Kaynaklı Değişimin (H-I) Antropolojik Tekniklere Etkisi

Isı Kaynaklı Etkilenen Etkinin Nedeni


Değişim Teknik
Renk Değişimi Metrik Dolaylı: Renk değişimi büzülmeye neden olan
organik madde kaybolmaktadır.
Kilo Kaybı Metrik Dolaylı: Kilo kaybı yaşanmakta ve büzülmeye
neden olan organikler kaybolmaktadır.
Kırık Oluşumu Morfolojik/ Doğrudan: Artan parçalanma teknik uygulama
Metrik olasılığını azaltmaktadır.
Sertlik Morfolojik/ Dolaylı: Zayıf kemik parçalanma olasılığını
Değişikliği Metrik arttırır bu da teknik uygulama olasılığını azaltır.
Yeniden Morfolojik/ Doğrudan: Mikro yapıdaki değişiklikler şekli ve
Kristalleşme Metrik boyutları etkileyebilir.
Gözenekli Metrik Dolaylı: Organiklerin kaybını ve mikro yapının
Yapı Değişimi yeniden yapılandırılması.

Boyut Morfolojik/ Doğrudan: Diferansiyal boyut değişiklikleri şekli


Değişimi Metrik ve boyutları etkileyebilir.
Kaynak: Thompson, (2004:204).

50
Kemiğin termal olarak ayrışmasının anlaşılması için ısının insan kalıntılarına
etkisini yeniden oluşturmak gerekmektedir. Bu alandaki araştırmalar, son yirmi yılda
önemli ölçüde ilerlemiş, çoğu zaman yanık kemikte meydana gelen makroskopik ve
mikroskobik ısı kaynaklı (H-I) değişikliklerini incelemek için laboratuvar deneyleri
ile yanma sıcaklığı ve yanma süresi arasında nasıl bir ilişki olduğu, hangi teknikler
kullanıldığı üzerine çalışmalar yapılmıştır (Carroll ve Smith, 2018:952).

Mikroskobik seviyede, kemiğin yapısal morfolojisi de ısıtıldığında değişir.


Kemik içindeki osteonların ve havers kanallarının çapı küçülürken, kemiğin
inorganik bileşeninden yapılan kristalitlerin boyutu ve oluşumu, yüksek sıcaklığa
maruz kaldıklarında artış göstermektedir. Histomorfoloji, yanık kemikteki bu
mikroskobik değişiklikleri incelemek için başarıyla kullanılmıştır ve bu
değişikliklerin, termal ayrışmanın duyarlı bir göstergesi olduğu bulunmuştur (Carroll
ve Smith, 2018:953).

Makroskopik, mikroskobik ve submikoskopik değişiklikler farklı tekniklerin


kullanılmasıyla ısı tarafından uyarılmış kemik yapısının analizinde tamamlayıcı
bilgiler vermektedir. Uygulacak olan teknikler ulaşılması gereken hedefe yönelik
belirlenmektedir. Biyo-antropolojik araştırmaların temel umudu biyolojik süreçlerin
parametrilerini hızlı ve güvenilir şekilde tahmin edilmesini sağlayan yöntemleri
bulmaktır. Kemikte ısıya bağlı yapısal değişimi inceleme potansiyeline sahip
teknikler arasında raman ve fourier dönüşümü kızılötesi (FTIR), X-Ray toz kırınımı
(p-XRD), X-Ray floresansı (XRF), diferansiyel taramalı kalorimetre (DSC), taramalı
elektron mikroskobu (SEM), nükleer manyetik rezonans (NMR), manyetik rezonans
görüntüleme (MRG), bilgisayarlı tomografi (CT) ve termogravimetrik analiz (TGA)
gibi titreşimsel spektroskopi bununmaktadır (Mamede vd., 2017:607).

2.3.1.1. Fourier Dönüşümü Kızılötesi Spektroskopisi (FTIR)


FTIR, çeşitli mikroorganizmaların kimyasal bileşimini veya fonksiyonel grupları
tanımlamak için kullanılabilecek hızlı, tahrip etmeyen, güvenilir, hassas ve uygun
maliyetli bir teknik olarak kabul edilmektedir (Bhat, 2013:1820). IR (kızılötesi
spektroskopisi), organik ve inorganik bileşiklerin tanımlanmasında kullanılmaktadır.

51
FTIR katı, sıvı ve gaz halde ki örneklerin analizinde kullanılmaktadır (Büyüksırıt ve
Kuleaşan, 2014:236). Kızılötesi spektroskopi mükemmel bir kimyasal analiz
tekniğidir (Zhang vd., 2012:1608; Smith, 2011:16). Kızılötesi spektroskopi ve FTIR
spektrometrelerinin hem avantajları hem de dezavantajları vardır (Smith, 2011:16).
FTIR düşük yanma sıcaklıklarında sentetik apatitlerdeki kristalliği ölçmek için
kullanılmış ve mineral kemik matrisini anlamak için düzenli olarak uygulanmaktadır.
1990'ların başından beri yanık kemik araştırmalarında kullanılmaktadır (Ellingham
vd., 2015:185).

2.3.1.2. Termogravimetrik Analiz (TGA) ve Diferansiyel Taramalı


Kalorimetri (DSC)
TGA ve DSC materyal mühendisliği biliminde çok iyi bilinen ve doku mühendisliği
için doğal ve sentetik hidroksiapatitlerin özelliklerini belirlemek için sıkça uygulanan
tekniklerdir. Bu iki teknikte sıcaklığın bir fonksiyonu olan kimyasal reaksiyonlara ve
faz geçişlerine eşlik eden ısı etkilerini ölçmektedir (Ellingham, Thompson ve Islam,
2015:239). DSC, termal geçişleri yani katı-katı geçişlerinin yanı sıra katı-sıvı ve
çeşitli başka geçişlerin reaksiyonlarını incelemek için yaygın olarak kullanılan bir
termal analiz yöntemidir (Lukas ve LeMaire, 2009:808).

Termogravimetri analizi ile sıcaklık arttıkça kemik dokusunun yaşadığı kilo


değişikliklerine dair kanıt sağlanmaktadır. Kemiklerde su kaybı, organik bileşenlerin
sıcaklığın etkisiyle erimesi, karbonat ve kristal füzyon kaybı ile ilgili üç faz
tanımlanmaktadır. İlk faz 105 °C'de başlar ve 300 °C'ye kadar sabittir. Bu aşamada
çıkarılan su, adsorbe edilir veya fiziksel olarak soğurulmuş sudur. Bu, kristal yüzeye
gevşekçe ve en kolay şekilde çıkarılabilen sudur. Bu aşama yaklaşık 500 ila 600
°C'de tamamlanmaktadır. Birinci fazın ikinci bölümünde, organik madde kaybı
başlamaktadır. Organik maddeler (mukopolisakaritler, amino asitler, kolajen, vb.),
600 °C'lik bir sıcaklığa ulaşıldığında sıcaklığın etkisiyle erime başlar. Bu kayıp,
ağırlıkta azaltmanın ikinci aşamasını ortaya koymaktadır. Kolajenin çıkarılması 500
ile 600 °C'de tanımlanabilir çünkü bu noktada kemik dokusu izotropik hale
gelmektedir; kolajen polarize ışıkta çift kırılımını yitirmektedir. Schultz

52
çalışmasında, kemik dokusunun çift kırılımının 750 ile 800 °C'de gözlemlendiğini
belirtmiştir (Correıa, 1997:280).

2.3.1.3. Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM)


SEM mikroyapı morfolojisi, kimyasal bileşim karakterizasyonlarının incelenmesi ve
analizi için mevcut çok yönlü olarak kullanılan cihazlardan biridir. Elektron
mikroskobunun temellerini anlamak için ışık optiğinin temel prensiplerini bilmek
gerekmektedir. Çıplak gözle, ~ 0.1 mm'lik bir çözünürlüğe karşılık gelen (25 cm'lik
optimum görüş mesafesinde) yaklaşık 1/60˚ görsel açıya sahip nesneleri ayırt
edebilmektedir. Optik mikroskop, optik açıyla görsel açı genişletilerek ~ 2.000 Å
çözünürlük sınırına sahiptir. Işık mikroskobu, bilimsel araştırma için büyük öneme
sahip olmuştur ve olmaya devam etmektedir (Wells vd., 1990:2351,2353). Elektron
mikroskobu, ışık kaynağının yüksek enerjili elektron ışınıyla değiştirilmesiyle
geliştirilmiştir. Taramalı Elektron Mikroskobu, birçok alanda kullanılabilmektedir.
Biyoloji bilimlerinde, tıp ve kriminal uygulamalarda yaygın olarak kullanılmaktadır.
Taramalı elektron mikroskobu (SEM) kemik yüzeyini incelemek için kullanılabilir
özellikle kemikte kırılma örneklerini ve ısı kaynaklı değişiklikleri incelemek için
rutin olarak kullanılmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:327).

Kemikte temel ısı kaynaklı makroskopik değişiklikler; renk değişimi, kırık


desenlemesi, mekanik kuvvet, parçalanma ve büzülmedir. Isı kaynaklı makroskopik
değişiklikler altta yatan mikroskopik kemik değişikliklerinin sonucudur. Kemikteki
tüm ısı kaynaklı değişimin araştırılmasında kilit bir yaklaşım, bu değişimin
görselleştirilmesidir. Çok çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. En basit yöntem basit
makroskopik fotoğrafçılıktır. Bu fotoğrafçılık, renk ve kırık modelleriyle ilgili
olanlar gibi makroskobik ısı kaynaklı değişikliklerin incelenmesi için idealdir.
Makroskopik fotoğrafçılığın elde edemediği şey kemikteki mikroskobik veya birincil
seviye değişikliklerin incelenmesidir. SEM ve TEM (Transmisyon elektron
mikroskobu) düşük sıcaklığa maruz kalan kemiklerdeki değişiklikleri belirlemek için
kullanılmaktadır. Isınan kemik dönüşümünün dört aşamasından füzyon aşaması
sırasında kırık desenlemesini ve inorganik fazın ilerlemesini incelemek için yaygın
olarak kullanılmaktadır (Thompson ve Chudek, 2007:99).

53
2.3.1.4. X-ışını Floresans Spektrometresi (p-XRD ve XRF)
Geleneksel kurulumlarda, X ışınları bir elektron kaynağı ve iki metal elektrottan
oluşan bir X ışını tüpünde üretilir. X ışını radyasyonu, elektronlar ve anot arasındaki
darbe noktasında elde etmektedir. Radyasyonun dalga boyu, anot olarak kullanılan
metale ve kullanılan tüpe uygulanan gerilime bağlı olarak değişmektedir.
Sonuncunun kritik bir değerin üzerine çıkarılması gerekir, böylece radyasyonun
yoğunluğu bu belirli dalga boyunda maksimum olmaktadır. Bununla birlikte, elde
edilen ışın sadece bir dalga boyunu içermemektedir ve üretilen diğer dalga boylarının
yoğunluğunu azaltmak için bir filtre kullanılması gerekmektedir. Bu filtre, anottan
daha az bir atom numarası olan bir metalden yapılır, örneğin, kemik araştırmalarında
genellikle kullanılan anot bakırdır (Mamede vd., 2017:614).

XRF spektrometresi, radyasyonla bir numunenin yüzeyini sıkıştırmak için


birincil X ışınlarını kullanan, tahribatsız bir temel analiz yöntemidir. Tespit edilen
flüoresan X-ray enerjisi, numunedeki elementleri tanımlamak için kullanılırken, X
ışını yoğunluğu tespit edilen elementleri yansıtır (Adams ve Byrd, 2014:146).

XRF adli antropolojik ve odontolojik malzemelerin kimyasal analizlerin yanı


sıra insan kemiği ve dental kalıntılarının diğer materyallerden ayrılması için
kullanılan önemli bir araçtır. İnsan vücudunda iz element katılımı içindeki bireysel
varyasyonun ortaya çıkması nedeniyle, pXRF analizi, bir dizi insan iskelet
kalıntısının tek bir bireye veya çok sayıda bireye ait olup olmadığını belirlemek için
çokça tercih edilen cihazdır. Bu nedenle, pXRF kullanımı küçük ölçekli felaketler
veya az sayıda mağduru olan ülke içi davalar gibi zorlayıcı durumlarda iskelet
malzemenin başarılı bir şekilde ayrılma olasılığını ortaya koymaktadır. İnsan
vücudunda iz element katılımı içindeki bireysel varyasyonun ortaya çıkması
nedeniyle, pXRF analizi, bir dizi insan iskelet kalıntısının tek bir bireye ya da çok
sayıda bireye ait olup olmadığını belirlemek için kullanılmaktadır (Adams ve Byrd,
2014:148).

2.3.1.5. Manyetik Rezonans Görüntüleme ( MRI)


Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) anatomik yapıları çeşitli yapılarda
görüntüleyebilen ve doku karakteri hakkında bilgi veren tekniktir. Görüntüler
incelenen dokunun fiziksel ve biyokimyasal özelliklerine bağlı olarak değişkenlik

54
gösterebilmektedir. MR radyasyon gerektirmeyen noninvaziv bir tekniktir (Evlioğlu
ve Yengin, 1996:37). Görüntüleme nesnesinin emdiği ve yaydığı RF enerjisinin
fazındaki ve frekansındaki uzamsal değişikliklere dayalı görüntüler üretmektedir.
Hidrojen, oksijen, flor, sodyum ve fosfor gibi biyolojik olarak ilgili bazı elementler,
MR görüntüleri üretmek için potansiyel adaylardır. Oldukça fazla hidrojen atomu
içermekte olan yağ ve sudan meydana gelen insan vücudunun % 63’ü hidrojen atomu
içermektedir. Hidrojen çekirdekleri bir NMR sinyaline sahiptir. Bu nedenle bu
nedenlerden dolayı klinik MRI, insan vücudundaki bolca bulunan hidrojen
çekirdeklerinden NMR sinyalini görüntüler. MR görüntülemesinin diğer
görüntüleme yöntemlerine göre avantajları, iyonlaştırıcı radyasyon yokluğu, üstün
yumuşak doku kontrast çözünürlüğü, yüksek çözünürlüklü görüntüleme ve çok yönlü
görüntüleme yeteneklerini içermesidir (Chou vd.,2007:106).

2.3.1.6. Nükleer Manyetik Rezonans (NMR)


Nükleer Manyetik Rezonans (NMR) spektroskopisi, bir numunenin moleküler
yapısının yanı sıra numunenin içeriğini ve saflığını belirlemek için kalite kontrolünde
ve araştırmada kullanılan bir analitik kimya tekniğidir. Bu yöntem atom
çekirdeklerinin bulunduğu radyo frekansı alanı içerisindeki elektromanyetik ışınları
emilmesi üzerine kurulmuş olan bir yapı aydınlatma yöntemidir. Larmor presesyonu
adı verilen bir fenomene dayanır ve bu fenomene göre manyetik bir alandaki bir
dönmenin manyetik momenti, manyetik alanın ekseni etrafında dönecektir. Bu
frekansın sıklığını (larmor frekansı) ölçerek, partikül etrafındaki yerel manyetik
alanın gücünün son derece kesin bir ölçümü alınabilmektedir. Bu yöntemle, bir
molekülde hidrojen molekülü içeren grupların sayıları yanı sıra bu gruplara komşu
olan gruplar da tespit edilebilmektedir (Purcell vd., 1946:37) NMR Spektroskopisi
kimya, fizik, biyokimya, eczacılık ve tıp alanında moleküllerin yapı tayininde ve bazı
özelliklerinin incelenmesinde kullanılmaktadır.

2.3.1.7. Bilgisayarlı Tomografi (CT)


CT görüntüleme tekniği, küçük malzemelerin ayrıntılı morfolojisini gözlemlemek
için mevcut en gelişmiş teknolojilerden biridir. Parçalanmış kemiğin sadece yüzey
tabakasının üç boyutlu (3D) şekillerini değil aynı zamanda kırılgan, ciddi şekilde
yanmış kemiğin dilimlenmiş histolojik görüntüsününde elde edilmesini sağlar.

55
Mikro-CT tarama sistemi iki ana birim kullanır: bir mikro-odak X-ışını kaynağı ve
yüksek çözünürlüklü bir X-ışını detektörü. Mikro-CT sisteminin sadece kemik ve diş
anatomisi araştırmalarında değil aynı zamanda arkeoloji alanında, fosil
kalıntılarındaki eklem bacaklıların sinir sistemini gözlemlemek için nöroanatomi gibi
çok çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. CT görüntüleme, hem yeniden oluşturulmuş
3D şekillerde hem de tek CT dilimlerinde yüksek çözünürlüğü nedeniyle adli yanık
kemik çalışmaları için büyük bir potansiyele sahiptir (İmaizumi, 2015:71,72).

Ölü yakma işlemi sırasında yüksek ısının kemik yapısını makroskopik


düzeyde boyut, renk, şekil olarak değiştirdiği ve tahrip ettiği gözlemlenmektedir. 100
ile 300 °C arasında kemik susuz kalmaktadır ve boyut hacminde % 1-2 oranında
düşmeye neden olmaktadır. Daha sonra, 300 ile 600 °C arasında, mineralize kemik
dokusunda yapısal değişiklik gerçekleşen bir faz başlamaktadır. 600–800 °C’lik bir
sıcaklıkta, organik materyal tamamen yanar ve kemik yapısının kasılması
artmaktadır. 800 °C’den yüksek sıcaklıklarda, artışla meydana gelen kristaller daha
büyük kristallerin içine erimekte ve kemik yapısı daha kırılgan hale gelmektedir.
Erime noktası yaklaşık olarak 1630 °C 'dir (Castillo vd., 2013:33).

Castillo ve arkadaşları sıcaklığın kemik dokusu üzerindeki etkileri ve kemik


matrisindeki değişikliklerin histolojik incelenmesi üzerine adli kadavra otopsilerinde
yaşları 26 ila 88 arasında değişen toplam 165 bireyden örnek almışlardır. Alınan
örneklerdeki bireyler beklenmedik bir şekilde ölmüşlerdir ve hastalık belirtisi olan
bazı numuneler bu çalışmaya dâhil edilmemiştir. Çalışılan 150 örneğin 87'si erkek,
63'u kadındır. Örnekler bireylerin sol ilium’undan kemik biyopsisi kullanılarak elde
edilmiştir. Numunelerin her biri 20 dakika boyunca 100 ile 1100 °C arasında değişen
kontrollü sıcaklıklarda bir fırında yakılmıştır. Castillo ve arkadaşlarının yaptığı
çalışmaya göre, 100 °C de matris üzerinde mikro çatlaklar görülür, ancak en
karakteristik işaret, ısı ve kemik mikro kırılmasının etkisiyle ayrılma eğiliminde olan
kolajen liflerine karşılık gelen ip benzeri yapıdır. 200 °C 'de, kolajen liflerinin dizilişi
daha sert ve kompakt hale gelir, çünkü yapı ısı karşısında sağlamlığını yitirmektedir.
300 °C’de bu faz çok karakteristiktir ve yapı kırılmaya başlamaktadır. 400 °C’de ise
doku deformasyonu görülür, liflerin bazıları daha sonra kristal oluşumları
göstermeye başlarlar ve düzensiz bir yüzeye yol açarak diğerlerini
sıkıştırmaktadırlar. 500 °C’de kristalizasyon fazı başlamaktadır, daha önce kaotik

56
olan doku kristalleşir, kübik kristaller bu doğrusal makromoleküler kristalin polimer
fazının başlangıcı ile ortaya çıkmaktadır. 600 °C’de, kristalli oluşumlar kaybolur ve
matris, sabit bir dağılım veya geometrik şekiller içermeyen kompakt bir yüzeyi ile
karakterize edilen düzensiz kristaloid bir yapı kazanmaktadır (Şekil 2.4) (Castillo
vd., 2013:34,35).

Şekil 2.4: 100 °C Sıcaklıktan 600 °C Sıcaklığa Kemik Matrisi

Kaynak: Castillo vd., (2013:34,35).

700 °C’de, kristal yapılar tekrar ortaya çıkmaya başlamaktadır, ağırlıklı


olarak yuvarlak yapılar kübik forma kıyasla karakteristiktir. 800 °C’de, önceki
aşamada oluşmaya başlayan kristalli oluşumlar daha büyük bir boyut kazanır hatta
erimeye başlamaktadır. 900 °C’de, yapı sıkışır önceki aşamadaki büyük kristaller çok
daha küçük yuvarlak kristallere yol açmaktadır. 1000 °C’de, önceki fazdan küçük
yuvarlak kristaller kaybolur ve mikro kristallerden oluşan kompakt bir yüzeye neden
olmaktadır. 1100 °C’de mikro kristaller bir araya gelerek gruplanır ve önceki
kompakt form, ip benzeri şekiller oluşturarak aralarında büyük lakunar
gözlenmektedir (Şekil 2.5) (Castillo vd., 2013:35).

57
Şekil 2.5: 700 °C -1000 °C Değişen Sıcaklık Aralığında Kemik Matrisi

Kaynak: Castillo vd., (2013:35,36).

Nicholsonın yaptığı deneysel çalışmalardan yirmi yıl sonra Castillo ve


arkadaşlarının yaptığı deneysel çalışmada 100 X kadar büyütülmüş ticari bir
mikroskop kullanarak 100 °C ile 1100 °C sıcaklıkları arasında ısıtılan kemik
matrisinin organik ve inorganik yapısındaki histolojik değişikliklerini sistematik
olarak incelemişlerdir. Her ikisi de dört tanısal ısı değişikliği kategorisi
geliştirmişlerdir. 100 °C ile 300 °C arasında, ara sıra boyuna kırılmalar, net bir
şekilde belirlenebilir kemik hücrelerinin ve kalan organik dokuların oluşumu ile
dalgalı, “camsı” bir yüzey gözlemlenmektedir. Kolajen, kordon benzeri bir yapı
içinde değişir, ayrılır ve daha kompakt hale gelmektedir. 300 °C ile 400 °C arasında
düzensiz bir yüzey sergilenmektedir. Castillo ve arkadaşları 400 °C ile 600 °C
arasında kübik kristal şeklindeki değişikliğin hidroksiapatitin ayrışmasından ve
kolajenin termal yıkımından kaynaklanan yüzeyin, pürüzlü görünmesine neden olan
makro-moleküler kolajen polimer kristallerinin oluşumunu gözlemlemişlerdir.
Nicholson ayrıca eklem yüzeyleri etrafında geniş poligon çatlakları gözlemlemiştir.

58
700 °C ve 800 °C sıcaklıkta, kemiğin kristalliğindeki homojenlik kaybı ile
karakterize edilmiştir ve 900 °C'nin üzerindeki sıcaklığa maruz kalan kemikler,
amorf kristal kümeleri, kemik yapısında kayıp, yıpranma ve damar kanallarında
belirginlik gözlemlenmiştir. 1000 °C ve üzeri sıcaklıklara maruz kalan kemik, mikro
kristallerden oluşan pürüzsüz bir kompakt yüzeye sahiptir, tüm taneli yapılar veya
yüzey düzensizlikleri kaybolmaktadır (Ellingham vd., 2015:184,185).

Isıya maruz kalan kemiği mikro yapısı ve histolojik değişikliklerini inceleyen


birçok çalışma vardır. Birkaç araştırmacı, yanma sıcaklığını belirlemek amacıyla
osteonların ısıyla ilgili davranışlarını incelemişlerdir. Absolonova ve arkadaşlarına
göre, cinsiyetler arasında osteon hareketlerinde ısınma üzerine bir fark olduğu dişi
osteonların erkek osteonlara göre artan sıcaklıkla karşı daha kompakt ve uzamış
olduklarını gözlemlemişlerdir (Ellingham vd., 2015:185).

2.3.2. Kemiklerde Isı Kaynaklı Morfolojik Değişimler


Yanma ortamında kemik mikroyapısı, ısıya maruz kalma süresinin artmasıyla boyut
olarak artan hidroksiapatit kristalleri ile değişmektedir. En etkili ısı kaynaklı değişim
parçalanmadır. Kemik ısıya maruz kaldığında kristal matris yapısındaki değişimler
kemiğin boyut ve şekil değişikliklerine neden olmaktadır. Farklı kemik türleri ısıdan
farklı oranlarda ve derecelerde etkilendiğinden değişken boyutsal değişimlere yol
açmaktadır.

Büyüklük ve şekil değişiklikleri, kemik içindeki stres-gerinme ilişkisini


etkiler ve mekanik arıza kırılmaya neden olabilecek yeni kuvvetler ortaya
çıkarmaktadır. Kemik kırılganlığı, kalsinasyon sırasındaki kolajen kaybından
etkilenerek elastikiyeti azaltır bu durumda kemiğin boyutunda ve şekildeki dinamik
kaymalar direncini azaltmaktadır (Waterhouse, 2013: 409 e1, 409 e2). Yoğun yanma
koşulları inorganik fazın erimesine neden olmakta buna bağlı olarak su ve organik
bileşenlerin kaybıyla oluşturulan gözeneklerin dolmasına neden olmaktadır. Bu
durumun iki etkisi vardır. Birincisi kemiğin mekanik gücünü artırmak diğeri ise
kemiğin boyutunu azaltmaktır. Isı kaynaklı büzülme derecesi iskelet boyunca
değişkendir ve süngerimsi ile kompakt kemiğin oranına bağlı olarak görünmektedir.

59
Uygun koşullar göz önüne alındığında, ısıya bağlı büzülme orijinal kemik oranlarının
% 20'sinden daha büyük olabilmektedir (Thompson, 2016:179).

Yapısal değişikliklerin tümü yanma ilerledikçe kemiğin su kaybetmesiyle


veya kurumasıyla ilişkilidir. Renk değişikliği, ısı ile ilgili tek makroskopik değişiklik
değildir. Yanan kemikte su kaybı işlemi, organik maddelerin yanmasından
kaynaklanmaktadır. Bu işlem daha sonra sert matrisin yeniden kristalleşmesiyle
devam eder ve kemiğin normal boyutlarında büzülmeye neden olmaktadır. Buna
bağlı olarak, kemiğin soğuması çatlakları ve kırıkları arttırmaktadır. Kemiğin
uğradığı değişikliklerin tümü, osteobiyografik karakterizasyon için gerekli olan
metrik analizi etkilemektedir (Fairgrieve, 2008:49,50; Waterhouse 2013:1112).
Büzülme, kolajen yapının bir bileşeni olan hidroksiapatitin yeniden kristalleşmesi,
kimyasal olarak hidroksiapatitin β trikalsiyum fosfat olarak değişmesi ve bu
kristallerin erimesiyle meydana gelmektedir. Bu büzülme ve deformasyon,
antropometrik testler için sorunlara neden olmaktadır (İmaizumi, 2015:69; Herrmann
ve Bennett, 1999:461). Kapsamlı olarak araştırılmış olan makroskopik H-I
değişiklikleri arasında kırılma örnekleri, büzüşme, ısınma sonucu boyut değişiklikleri
ve ağırlık kaybıdır. Son laboratuvar uygulamalarına göre, kırılma örnekleri ve
büzüşme işleminin kemikte kolajenin korunmasının yanı sıra inorganik fazda
yeniden kristalleşmeyle ilişkili olduğunu ve araştırmacıların ön yanma koşullarını
anlamlandırmalarına katkı sağlamaktadır. Yani, etli ve kuru kemiğin yakılması, ısı
kaynaklı boyut değişiminin ve kilo kaybının incelenmesinde yanık kemiğin analitik
değerlendirmesine faydalı olmaktadır (Carroll ve Smith, 2018:953). Kuru kemiklerde
organik kolajen ya yoktur ya da eksiktir. Kuru kemikler üstteki dokular tarafından
korunmamaktadır. Yumuşak dokular ile yakılan kemikler dengesiz ısınmaya maruz
kalmaktadır. Isı kemiğe ilerledikçe, aşırı bükülme ve fincan şeklinde enine kırılmaya
eğilimlidir. Ateşin vücutta ilerlediği yön, kopuk kırıkların yönü ile ayırt
edilebilmektedir (Warren vd., 2011:237). Kuru kemiklerin dış yüzeyleri,
uzunlamasına ayrılma ve daha az bükülme göstermektedir. Yakılan etli kemiklerde
enine kırıklar, sık sık eğrisel bir düzende ve daha düzensiz uzunlamasına bölünmeler
sergilemektedir. Yanan etli kalıntılar bükülme ile bağlantılı olarak bazen belirgin
çatlaklar üretmektedir. Yanan kuru kemiğin kırılma örnekleri daha az değişiklik ve
eğrilme göstermektedir (Ubelaker, 2009:3). İnsan bedeni ve insan kemiğinin

60
yakılması konusunda birçok deneysel çalışma yapılmıştır ve bazılarının sonuçları
Tablo 2.7’de özetlenmiştir. Bu çalışmalar, ısının yoğunluğuna (sıcaklık ve süre) ve
sıcaklık derecesine bağlı olarak kemiklerin kalsine olup olamayacağını ortaya
koymaktadır. İnsan kremasyonundan kaynaklanan kalsine kemik parçaları, yamulma,
enine kavisli kırılma, derin veya ağ benzeri bir yapı sergilemektedir (Whyte,
2001:438).

61
Tablo 2.7: Yakılmış Vücut, Taze ve Kuru Uzun Kemikler Üzerinde Gözlenen
Kırılma Kalıplarının Karşılaştırması
Kaynak Vücut Taze Kemik Kuru Kemik
Baby (1954) Derin denetleme, Deney yok Yüzeysel kontrolü,
çapraz enine kırık, uzunlamasına çizgi,
yamulma uzunlamasına
parçalanma,
bükülme yok
Binford (1963) Derin enine kırıklar, Vücut Yüzeysel kontrol,
kavisli ve tırtıklı kremasyonunda düz çatlama,
kırıklar, yamulma olduğu gibi kavisli çatlak yok

Buikstra and Derin boylamasına Vücut Çatlak, yarık ve


Swegle (1989) çatlaklar, enine kremasyonunda bölünmeler daha sığ
bölünme, kavisli olduğu gibi ancak ve daha az kapsamlı
çatlaklar, pul pul çatlaklar daha az
dökülme
Heglar (1984) Ağ şeklinde çatlak, Deney yok Deney yok
eğik halka kırığı,
yamulma
Webb and Snow Eksik yanma, Deney yok Çatlama ya da ince
(1974) Kemik içzarı suyun çatlama
tutulması
Thurman and Kontrolsüz çapraz Epifizlerin Deney yok
Willmore (1981) kırıklar, kemik yakınında tırtıklı
içinden çapraz kırıklar, kontrol
kırıklar, yamulma hatları boyunca
kemik boyunca
paralel kırıklar,
daha az belirgin
çarpıklık
Ubelaker (1978) Kavisli enine kırık, Deney yok Çatlama, boyuna
düzensiz bölünme
uzunlamasına
bölünme, işaretli
yamulma
Wells (1960) Boyuna bölünme, Deney yok Deney yok
uzun eksen
etrafında boru
şeklinde kıvrılma
Kaynak: Whyte, (2001:439).
Keskin bir cisimle veya başka tür bir travma ile oluşan cinayetler de
genellikle yanma yoluyla gizlenmektedir. Bu gibi durumlarda, yanık örnekler ve
farklı kemik kırığı yayılımının oluştuğu durumlarda uzman bir antropolog tavsiye
edilmektedir (Macoveciuc vd., 2017:5).

62
2.3.2.1. Yanmış Kemiklerde Farklı Kırık Türleri
Kemiklerdeki organik bileşenin kaybı, gözeneklilikte artışa neden olmaktadır.
Organik bileşenlerin kaybolması kırıkların yayılmasını ve daha sonrada
parçalanmayı kolaylaştırmaktadır. Kemik içindeki su ve organik madde kaybı,
parçalanmaya neden olarak kemiğin bütünlüğünü zayıflatmaktadır. Kemik
bütünlüğünde bozulma ve parçalanma gerçekleşmeden önce kırıklar oluşmaktadır.
Genel olarak mevcut bilgiler yumuşak doku ile yakılan kemiğin, ısının kaynağına
yönelik kavisli U şeklinde çatlaklar sergileyeceği yönündedir. Oluşan bu kırıkların
daralan kasların sonucu olduğu düşünülmektedir. Kuru kemik yandığında (yani
yumuşak doku yoksa), kırıklar doğrusal ve ızgara benzeri bir düzende görünmektedir
(Thompson, 2016:179). Yapılan araştırmalar, ısının neden olduğu yedi farklı kırılma
türünü ana hatlarıyla tanımlamaktadır. Boyuna kırıklar, aşamalı kırıklar
(uzunlamasına kırıklara dik açılarda meydana gelen, genellikle onları birbirine
bağlayan), enine kırıklar, patine, kırığı ve delaminasyon, yanık çizgisi kırıkları
(yanık sınır çizgisinde meydana gelen) ve kavisli enine kırıklar olarak
sınıflandırılmaktadır (Waterhouse, 2013: 409 e1, 409 e2).

2.3.2.1.1. Boyuna Kırıklar


Boyuna kırıklar, uzun kemikler üzerinde muhtemelen düzenli ve tahmin edilebilir
şekilde ortaya çıkan temel yanık kırıkları arasında en yaygın olanıdır (Şekil 2.6).
Boyuna kırıklar uzun bir kemiğin uzun eksenini takip eder ve bu kırıklar kemik
iliğine nüfuz edebilmektedir. Havers kanallarına paraleldir. Kemik matrisi
buharlaşma ve protein denaturalizasyonu noktasında ısıtıldığında daralır ve yapısal
bozukluk kolaylaşmaktadır (Fairgrieve, 2008:50; Schmidt ve Symes, 2015:46; İşcan
ve Steyn, 2013:352).

63
Şekil 2.6: Kalsine Fibulada Boyuna Kırık Örneği

Kaynak: Bohnert, (1998:17).

2.3.2.1.2. Enine Kırıklar


Enine kırıklar medular boşluğa nüfuz etme eğilimindedir ve hatta kemiğin tam bir
enine kesilmesi ile sonuçlanır. Enine kırıklar, havers kanallarını kestikleri için
uzunlamasına kırıklardan farklıdır. Enine kırıklara sıkça rastlanmaktadır çünkü ateş
uzun kemikleri enine doğru tüketmektedir (Şekil 2.7). Doku kalınlığının artması ve
pugilistik duruş, bu ilerlemeyi bir yönden engelleyebilmektedir. Bu kırıklar, adım
kırıklarına çok benzemektedir (Fairgrieve, 2008:50; Schmidt ve Symes, 2015:46;
İşcan ve Steyn, 2013:352).

64
Şekil 2.7: Uzun Kemikte Enine Kırık Örneği

Kaynak: Fairgrieve, (2008:52).

2.3.2.1.3. Aşamalı Kırıklar


Aşamalı kırıklar sıklıkla boyuna kırıklarla ilişkilendirilmektedir.. Kompakt kemik
boyunca uzanır ve kemik şaftını bir başka uzunlamasına kırılmanın kesişiminden
kırmaktadır. Şekil 2.8’de gösterilen aşamalı kırılma, uzunlamasına kırılmanın
kenarından kemik şaftı boyunca çapraz olarak ilerlemektedir (Fairgrieve, 2008:50;
Schmidt ve Symes, 2015:46; İşcan ve Steyn, 2013:352).

65
Şekil 2.8: Aşamalı Kırık Örneği

Kaynak: İşcan ve Steyn, (2013:354).

2.3.2.1.4. Patina Kırıkları


Patina kırıkları tipik olarak düz kemiklerde ve hatta uzun kemiklerin yüzeylerinde
gözlenen bir kırılma şeklidir. Patina kırıkları ayrıca epifiz uçlarında ve cranial
kemiklerde de görülmektedir (Şekil 2.9). Çatlaklar kemiğin medüller boşluğuna
nüfuz etmezler. Bazı araştırmacılar patina kırıklarının zayıf yumuşak dokuların
yakılmasından kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir. Patina kırık örneklerinin
yorumlanması oldukça zordur (Fairgrieve, 2008:50; Schmidt ve Symes, 2015:46;
İşcan ve Steyn, 2013:352).

66
Şekil 2.9: Patina Kırığı Örneği

Kaynak: Fairgrieve, (2008:50).

2.3.2.1.5. Parçalara Ayrılma ve Delaminasyon Kırıkları


Bu kırıklar süngerimsi kemikten uzaklaşan, kafatasının iç ve dış katmanlarını
ayırmaktadır. Epifizlerin süngerimsi kemiğini açığa çıkaran kortikal kemik tabakaları
ile karakterizedir. Delaminasyon kırılmaları, özellikle uzun bir kemiğin epifiz
bölgesindeki kortikal kemiğin süngerimsi kemikten ayrılması ile kemik
katmanlarının soyulması ve toplanması gibi görünmektedir. (Fairgrieve, 2008:50;
Schmidt ve Symes, 2015:46; İşcan ve Steyn, 2013:352).

2.3.2.1.6. Yanık Çizgi Kırıkları


Bu kırıklar, yeniden yapılanmalarda açıkça görülen yanık sınır çizgisini izlemektedir.
Yanmış ve yanmamış kemiğin ayrımını sağlamaktadır (Fairgrieve, 2008:50; Schmidt
ve Symes, 2015:46; İşcan ve Steyn, 2013:352).

67
2.3.2.1.7. Kavisli Kırıklar

Isınma nedeniyle kemik çatllar, koruyucu yumuşak dokular ve periosteum büzülür,


bu durum kas büzülme çizgileri olarak adlandırılır. Termal olarak değişen kemiğin
kırılgan yüzeyi çekerek eş merkezli halkalar oluşabilmektedir (Şekil 2.10)
(Fairgrieve, 2008:50; Schmidt ve Symes, 2015:46; İşcan ve Steyn, 2013:352).

Şekil 2.10: Femur Şaftının Kavisli Enine Kırık Örneği

Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:47).

Adli antropologlar ve patologlar genel olarak travmatik olayları keskin


kuvvet, ateşli silah ve künt kuvvet travması olarak sınıflandırmışlardır. Travmatik
izlerin belgelenmesi ve yorumlanması yoluyla adli antropologlar ölüm şekliyle ilgili
ayrıntıları çıkarabilmektedir. Keskin kuvvet travması kortikal ve süngerimsi kemik
yüzeylerinin keskin kenarlar, bıçak çizgileri, testere izi ile kesilmesi olarak
tanımlanmaktadır. Eğik, yayılan kırıklar eş merkezli kırıklar ile karakterizedir ve
genellikle kurşun izi varlığı onaylanmaktadır. Travma yaygın olarak farklı kırılma
örnekleriyle ilişkilidir, sıklıkla çarpma noktası ile kanıtlanmaktadır (Herrmann ve

68
Bennett, 1999:461). Yanmış arabada bulunan yangın kurbanının kafatası
incelendiğinde yoğun sıcaklığın etkisiyle meydana gelen kırılma ve parçalanma
olduğu ancak yanmamış bölgelerde de kırıklar görülmektedir. Kafatasının temporal
ve occipital kemiklerinde çok sayıda iki taraflı kırılmalar gözlemlenmektedir. Yüz
bölgesinde “Le Fort Kırığı” denilebilecek kırıklar vardır. Yanmamış kemikte
meydana gelen kırıklar perimortem olarak kabul edilmelidir. Kafatasının üst
bölgesinde meydana gelen çeşitli renk değişikleri gözlemlenebilmektedir. Parçalanan
kafatası yeniden yapılandırıldığında sol dış kulak kanalının üstünde bir silah yarası
ortaya çıkmıştır (Şekil 2.11). Oklar yüksek hızlı yaradan kaynaklanarak ileri doğru
hareket eden ve sonunda frontal kemikte sonlanan bir kırığı göstermektedir (Schmidt
ve Symes, 2015:41, 42, 43).

Şekil 2.11: Yanmış Arabada Bulunan Kurbanın Kafatasının Sol Görünümü, Kulağın
Yukarısındaki Silah Yarası

Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:43).

69
Yanmış iskeletlerde travma bulgularının yorumlanması, ısıyla ilgili kırıklar ve
parçalanma nedeniyle zor olabilmektedir. Deneysel çalışmalar ve vaka çalışmaları
travmanın tanısal izlerinin yanma durumundan kurtulabileceğini göstermektedir.
Pope ve Smith 2004 cranial kemik üzerinde, deneysel bir çalışma yaparak önceden
var olan travmanın yanma sonrası varlığının korunduğunu belgelemişlerdir. 2002'de
De Gruchy ve Rogers benzer araştırmalar yaparak yakılmış kemiklerdeki kırılma
izlerinin tespit edilebileceğini ancak görünümlerinin yanmaya bağlı parçalanmadan
etkilenebileceğini bulmuşlardır. Kemiklerin yüksek sıcaklığa maruz kalınması geniş
kemik kırıklarına neden olmaktadır bu yüzden perimortem travmayı postmortem
termal etki ile ilişkili değişikliklerden ayırt etmek zor olabilmektedir (Ubelaker,
2009:2).

Bıçaklama için en savunmasız vücut bölgesi göğüstür. Deneysel bir çalışma


olarak yeniden yapılması zordur, kuvvet ve sıkıştırma üreten karmaşık bir dizi
hareketi içermektedir. Bu güçlerin yanı sıra, bıçağının ucunun şekli, geometrisi ve
keskinliği, saldırı hızı ve direnç faktörleri mağdurun yaralanması üzerinde çok
önemli bir etkiye sahiptir. Bıçaklama kuvvetlerinin yanı sıra, kesme işaretlerinin
özelliklerini tanımlamak daha da önemlidir. Kesim izlerinin şeklini tanımlamak için
ölçülebilen birçok özellik vardır. Genel olarak, keskin metal bıçaklar V biçimli
çentikler ve şeffaf aplikler üretirken, kazıma ve dilimleme kesimleri U şeklinde
çukurlar oluşturmaktadır (Waltenberger ve Schutkowsk 2017:49).

Treyman ve Willmore tarafından yanmış taze insan kemikleri üzerinde


yapılan deneysel çalışmada, epifizlerin yakınında tırtıklı kırıklar, kemik boyunca
paralel kırıklar ve daha az belirgin tırtıklı kırıklar görülmüştür. Buikstra ve Swegle
tarafından yapılan deneysel çalışmalarda, çatlakların kapsamı ve konumları yalnızca
ince farklılıklar ürettiği belirtilmiştir. Baby, Binford, Buikstra, Swegle, Spennemann
ve Colley tarafından yapılan kuru kemikler üzerinde yakma işleminde, uzunlamasına
yüzeysel parçalanma ve yamulma görülmüştür. Spennemann ve Colley, deneysel
olarak yakılmış kuru insan humerusunun, büyük olasılıkla şaft oyuklarında sıkışan
aşırı ısının neden olduğu bir bozulma sergilediğini bildirmişlerdir (Whyte,
2001:439).

70
Isınma ile iskelet malzemesinde, parçalanma, çatlama, renk değişimleri,
kuruma, organik bileşenlerin kaybına bağlı kemiğin kimyasal değişimi, gözeneklilik,
bükülme, kilo kaybı ve büzülme gibi bir dizi tafonomik değişiklik tanımlanmaktadır.
Kemiğin uzun süre yüksek sıcaklıklardaki etkileri ile ilgili literatürde bilgiler varken
100 °C’nin altındaki sıcaklık etkileri ile ilgili çalışma bulunmamaktadır. Bu yüzden
Bertrand ve Oxenham, altı kangurunun (Macropus giganteus) sağ femuru üzerinde
deneysel bir çalışma yapmışlardır. Bu çalışmanın amacı, kemiğin, özellikle
osteolojik boyutlarının uzun bir süre boyunca nispeten düşük sabit sıcaklıklara, 30
°C'de, 39 gün boyunca nasıl tepki gösterdiğini araştırmaktır. 30 °C’lik sabit
sıcaklıkta, 39 gün boyunca istatistiksel olarak önemli miktarlarda büzülme
gözlenmektedir. Hem maruz kalma süresi hem de kemiğin maruz kaldığı gerçek
sıcaklığın, osteolojik materyal tarafından elde edilen ısı kaynaklı dönüşüm derecesi
üzerinde derin bir etkisi olmaktadır. Sonuç olarak büzülme süngerimsi kemikte
kompakt kemikten daha fazla olduğu görüşleriyle tutarlıdır (Bertrand ve Oxenham,
2015:173,174,176).

Carroll ve Smith’in yaptığı deneysel çalışmada termal olarak değişmiş her


kemik parçasına gözlemlenen kırılma türünü temsil eden bir sayı vermişlerdir (Şekil
2.12). Her bir parçanın kırılma şeklinden ziyade, yalnızca element içindeki yüzey
kırıkları kaydedilmiştir. Mevcut bir kırık yoksa 0 puan verilmiştir.

71
Şekil 2.12: Taramalı Elektron Mikroskobu (SEM) Görüntüsü Farklı Kırılma Örnekle

Kaynak: Carroll ve Smith, (2018:957).

Vassalo ve arkadaşları Coimbra Üniversitesi'ne bağışlanan iskeletlerden 23


kuru uzun kemik örneğini deneysel çalışmada kullanmışlardır. Taze uzun kemik
örneklerine ulaşmak zor olduğu için sadece kuru kemikler kullanılmıştır.
Araştırmanın amacı ısı uygulanan kemiklerde yerçekimi kuvvetinin bükülme
üzerindeki potansiyel etkisinin incelenmesi yönündedir. Uzun kemikler
seçilmesindeki amaç bükülmenin çoğunlukla kompakt yapıdan oluşan kemiklerde
daha sık görülmesidir. Kemikler 120 dakika boyunca farklı sıcaklıklarda 800, 900,
1000 °C kadar bir Barracha K-3 üç fazlı elektrikli fırın içinde kontrollü bir şekilde
yakılmıştır. Eğer bükülme aşağıya doğru gözlemlenirse, yerçekimi ile uyumlu
olacağı, başka bir yöne doğru bükülme gösterirse, yerçekimi ile uyumlu olmadığı
şeklinde değerlendirilmiştir. Kemiklerin sadece % 56'sı yerçekimi kuvvetinin etkisi
yönünde ısıya bağlı bükülme göstermiştir. Teorik olarak bir kemik büküldüğünde,
bükülmenin ağırlık nedeniyle yerçekimine doğru olması gerekmektedir. Bu
çalışmada amaçlanan ısı kaynaklı bükülmeleri belirleyerek yanma öncesinde insan
kalıntılarının tüm değişkenlerini belirlemektir. Sonuçlar numunelerde birkaç kemik
için durumun böyle olmamasından dolayı yerçekimi kuvvetinin ısı kaynaklı
bükülmede bir faktör olmadığını göstermektedir (Vassalo vd., 2017:3,4,5,6).

72
Waltenberger ve Schutkowsk’un yumuşak doku ile kaplı 9 aylık bir domuz
üzerinde yaptıkları bu araştırma, kesme işaretlerinin ısı değişimine yeni bir bakış
açısı sağlamayı amaçlamaktadır. Literatürde kemik büzülmesinin kesim izlerini de
etkilemesi gerektiği öne sürülse de, bu çalışma yanma sürecinin kesim izlerini
önemli ölçüde etkilemediğini ortaya koymaktadır. Çoğu özellik (derinlik, genişlik,
eğim ve açma açıları, zemin yarıçapı), kullanılan aletlerin ve bıçaklama eylemlerinin
düz bir şekilde yorumlanması için kullanılabilmektedir. Maksimum eğim yüksekliği
ve zemin açılarında bir dönüşüm gözlenmektedir (Waltenberger ve Schutkowsk
2017:56,57).

Waterhouse’un yaptığı araştırma sıcaklık ve yağış gibi hava koşullarının


yanık kemiğin parçalanma sürecini nasıl etkilediğini değerlendirmektedir. İnsan
kalıntılarının ölümcül yangın sahnelerinden geri kazanılması çoğu zaman
malzemenin parçalara ayrılmış doğası nedeniyle engellenir ve hava durumu
faktörlerinin bu parçalanmayı nasıl etkilediğini anlayarak malzemelerin geri
kazanılması amaçlanmaktadır. Bu veriler ayrıca, farklı hava koşullarında beklenen
parçalanma ve parçalanmaya bağlı farklılıklar için bir temel oluşturmaktadır.
Kalıntıların geri kazanılmasının gecikmesi durumunda dalgalı sıcaklıkların kısa
vadede parçalanma üzerinde daha büyük bir etkiye sahip olduğu ve donma
koşullarının uzun vadede daha önemli olduğu görülmektedir. Islak hava koşullarının
parçalanma seviyesini arttırdığı tespit edilmiştir (Waterhouse, 2013:494).

2.3.3. Yanmış Kemiklerde Renk Değişimi


Yanmanın gerçekleştiği alanlarda karşılaşılan en kalıcı malzemeler kemik ve diş
kalıntılarıdır. Bu kalıntılarda karşılaşılan çeşitli renklerin makroskopik görünümü,
araştırmacılar için ilgi çekici olmuştur. Kemiğin renginin, kemiğin fiziksel durumuna
ve yanığın içeriğine ilişkin bilgiler sağlayabileceği düşünülmektedir. En temel
seviyede yanık kemik özellikleri, bir ısıtma sıcaklığı ve maruz kalma süresinin
birleşmesinden kaynaklanır. Araştırmalarda renk değişiklikleri, kemiğin organik ve
inorganik bileşenlerinin sıcaklığa verdiği tepkinin yansımasıdır (Carroll ve Smith,
2018:953; Schmidt ve Symes, 2015:119; Fairgrieve, 2008:47; Ellingham vd.,
2015:182).

73
Kemikler çevresindeki yumuşak dokular tarafından korunurlar. Bir vücudun
bir yangında tamamen tahrip olma hızı, aynı zamanda, işlemi hızlandırabilecek
kıyafet veya obezite gibi diğer faktörlere de bağlıdır. Cildin tahribatından sonra, deri
altı yağ dokusu açığa çıkar, bu da bir kez ateşlendiğinde bağımsız olarak yanar ve
800 °C ile 900 °C arasındaki sıcaklıkta alev üreten bir yakıt kaynağı olarak işlev
görür. Yumuşak doku alındıktan ve kemik doğrudan ısıya maruz kaldıktan sonra
dışarıdan içeriye doğru yanmaktadır. Dışarıdan kalsine olmuş kemiklerin çoğu içsel
olarak siyah kömürleşmiş aşamadadır. Bu yanma, herhangi bir kemikte hiçbir zaman
tek tip değildir, ancak renk değişimleri tek tipe meyillidir. Symes, kemikteki renk
değişimi ilerleyişini kalsine, kömürleşmiş, sınır ve ısı hattı olarak kategorize
edilmesini önermiştir. Kalsine, beyaz renk tüm organik bileşenlerini yitirmiş ve
sadece kaynaşmış kemik tuzları çerçevesi ile bir arada tutulan kemik olarak
tanımlamaktadırlar. Kömürleşmiş kemik, iskelet malzemesini karbonize eden ısı ve
alevle doğrudan temas ettikten sonra siyah renk gösterir ve sık sık kalıntılı yanmış
yumuşak doku yapışmasına sahiptir. Uzaktaki yumuşak doku hala kemiği alevler ve
dumanla doğrudan temastan koruduğu için “sınır” genellikle beyaz renktedir.
Çevresel olarak sınıra, yanmış ve yanmamış kemik arasındaki birleşme noktasında,
iki faz arasındaki geçişi işaretleyen bir ısı hattı oluşabilir. Isı çizgisi ve sınır taze
numunelerde kolay tespit edilebilmektedir (Ellingham vd., 2015:182, 183, 184).

Taze kemikte kömürleşme; organik maddeler karbon ve kolajenin


yakılmasının bir sonucu olarak açık fildişi renkten kahverengiye sonrasında siyaha
dönüştüğü bir renk sergiler. Yanma işleminde bir sonraki aşama, organik bileşiklerin
termal ayrışmasıdır, bu da kemiğin gri bir şekilde gölgelenmesine neden olur ve
kemiğin beyazlaşmasına yol açar, tüm organik bileşiklerin tamamen kaybolmasını ve
kemik mineralinin kaynaşmasını sağlar. Sıcaklık değişiklikleri farklı çalışmalar ve
deneysel durumlar arasında değişkenlik göstermesine rağmen, bu aşamaların
gerçekleştiği sıralama daima sabit kalır. Nicholson, renk değişimlerini, memeliler,
kuşlar ve balıkların kemikleri arasında büyük ölçüde farklılık gösterdiğini ve bu
gözlemlerin organik içerik ve kemik kimyasındaki farklılıklara bağlandığını
söylemiştir (Ellingham vd., 2015:182).

Kemik ilk olarak ısıya maruz kaldığında, hem karbon hem de kolajenin
yanmasından kaynaklanan normal fildişi renkten kahverengi ve daha sonra siyaha

74
dönüşür. Bunu, organik bileşiklerin polarizasyonuyla indüklenen gri ve ardından
kemiğin organik materyalinin tamamen yanmasından ve kemik mineralinin
kaynaşmasından kaynaklanan beyaz renk izler. Kemikteki bu renk değişimi sırası her
zaman tutarlıdır (Carroll ve Smith, 2018:953).

Şekil 2.13: Kemikte Isı Kaynaklı Renk Değişimi

Kaynak: Thompson, (2016:179).

Şekil 2.13’de gösterildiği gibi yanmış kemik parçaları, sıcaklığın derecelerine


göre kahverengi ile gri-mavi, siyah, gri, gri-beyaz ve tebeşir beyazı arasında değişen
çeşitli renkler göstermektedir. Daha az görülen diğer renkler yeşil, sarı, pembe ve
kırmızıdır. Kahverengi renklenme hemoglobin veya toprak renk değişikliği ile
ilişkilendirilirken, siyah oksijene bağlı bir durumda yakılan kemiğin
karbonizasyonundan kaynaklanmaktadır. Kemiğin organik bileşenleri termal
ayrışmayla gri-mavi ve gri olurken, beyaz, kemiğin çini benzeri dokusunun organik
kısmın tamamen kaybını ve kemik tuzlarının kaynaşması yanarak toz haline gelme
son aşamayı ifade etmektedir. İkinci renk grubu yeşil, sarı, pembe ve kırmızıdır, bu

75
renkler çevredeki ortamda bulunan bakır, bronz, demir veya bitki varlığına
bağlanmıştır (Correia, 1997:276).

1989'da Spennemann ve Colley tarafından yapılan deneysel çalışmada,


artırılmış sıcaklık ve sıcaklığa maruz kalma süresi yüksek oranda beyaz renklenme
göstermektedir ancak ciddi şekilde çeşitlilik olduğu belgelenmiştir. Renklenmede
çeşitlilik gösteren kemik kırıkları, çevresinde bulunan farklı malzemelerle temas
etmesi sonucu da lekelenebilir. Dunlop tarafından yanmış kemiklerde bakırın pembe,
demirin yeşil, çinkonun ise sarı bir renk ürettiği bildirilmiştir (Ubelaker, 2009:3).

Marsh ve Klem tarafından yapılan bir pilot çalışmada, sıcaklık artışı ve


sıcaklığa maruz kalma süresi kemikteki kolajeni azalmaktadır. 600 ºC'de kemik
dokudaki kolajen lifler, proteinler ve yağlar yok olur. Sıcaklığın artışıyla altıgen tip
kristallerin üretimi artmaktadır. Buna ek olarak, renk beyaza dönüşmektedir
(Fairgrieve, 2008:49). Holden’a göre 300 ºC’de kortikal kemiğin rengi siyah, 200-
400 ºC'de iyi korunmuş kolejen liflerin yapısal uyumu, 600 ºC'de organik kısımda bir
sızıntı olduğunu gösteren gri renk oluşumu, 800 ºC'de kemik renginde beyazlama
görülmekredir (Fairgrieve, 2008:49).

Renk değişiklikleri bileşim ve yapıdaki değişikliklerinin sonucudur.


Laboratuvar uygulamaları, kemik apatitindeki karbonat yoğunlaşması ham kemikte
% 6, yanmış kemikte % 0.5-% 1'e düştüğünü göstermiştir. İlk önce, 225 °C'nin
altında su buharlaşmaktadır. Organik fazın yanmasının bir sonucu olarak başlangıçta
225 ile 500 °C arasında CO2’nin bir kısmı kaybolmaktadır. 500 °C'nin üstünde,
ikinci kez karbonatlar ayrışır, ikinci bir CO2 kaybına neden olmaktadır. Deneyler,
CO2 kaybının sadece sıcaklığa değil aynı zamanda süreye bağlı olduğunu
göstermektedir. Bazı bilim adamları 600, 625, 650, 725 °C sıcaklıklarda kemiğin
kalsine olduğunu söylemektedirler. Bu farklılıkların nedeni maruz kalma sürelerinin
ve deneylerde kullanılan kemik parçalarının boyutlarının bir sonucu olması
muhtemeldir. Tam kalsinasyona (beyaz renk) ulaşıldığında, kemiğin bileşimi ve
yapısı önemli ölçüde değişmiş olmasına rağmen sadece inorganik kısım hayatta
kalmaktadır (Snoeck, Lee-Thorp ve Schulting, 2014:56).

Sıcaklığa maruz kalmış tüm iskelet ve tek kemik kalıntısı incelendiğinde,


kemiğin göreceli küçük bir bölümünde çok sayıda ısı çizgisi ve yumuşak dokunun

76
yanmasıyla çeşitli renklenmeler gözlenebilmektedir. Sıcaklığın yanı sıra maruz
kalma süresi, ısı kaynağından uzaklık, oksijenin kullanılabilirliği ve çevre yanma
derecesini etkiler bu nedenle kemiğin rengi farklılaşmaktadır. Kemiğin renk analizi
için çok sayıda yöntem önerilmiştir. Örnek vermek gerekirse ton (kırmızı, sarı, yeşil,
mavi veya önceki bir kombinasyon), renk (parlaklığa göre renklilik) ve değere
(hafiflik) dayalı standartlaştırılmış grafiklerle görsel bir karşılaştırmaya dayanan
Munsell Soil Colour çizelgeleri renk analiz yöntemlerinden biridir (Şekil 2.14) (Krap
vd., 2017:2,3).

Şekil 2.14: Munsell Renk Çizelgesi

Kaynak: https://munsell.com/

Kemik renginin tanımlanmasını standartlaştırma girişimi olarak Shipman ve


arkadaşları tarafından Munsell Soil Colour kullanılmıştır. Munsell şeması 1954'te
üretilmiştir, çıkarıldığı tarihten beri jeoloji ve adli bilimler gibi çeşitli disiplinlerde
renklerin standardizasyonu için başvurulmaktadır. Grafikler gruplandırılmış dokuz
renk kartı içermektedir ve her bir renk yongası standart bir adla ve üç renk

77
bileşeninin bir kombinasyonu ile tanımlanabilmektedir (ton, renk ve değer olarak)
(Ellingham, 2015:184; Shipman 1984:312).

Fredericks ve arkadaşları, yanık kemiği renklendirme ve DNA tipleme


başarısı arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Kemik renginin tanımlanması için
CIELAB kolorimetresini ve geleneksel Munsell renk skorlama yöntemini
uygulamışlardır. Yanmış kemik rengindeki değişikliğin DNA analizinin
uygulanabilirliği konusunda bir teşhis aracı olabileceği sonucuna varmışlardır
(İmaizumi, 2015:68).

Şekil 2.15: 25-1000 °C Sıcaklık Aralığı İçin İnsan Kemiğinde Isı Kaynaklı
Değişikliklerin Şematik Gösterimi

Üst Kısım: Renk Değişiklikleri. Alt Kısım: Submikroskopik Varyasyonlar


Kaynak: Mamede, (2017:606).

Kemiğin üç ana bileşeni su, organikler ve apatit artan sıcaklıklara farklı


tepkiler vermektedir. Su ve organik bileşenler hızla yanar buna paralel olarak,
mineral fazın yapısı ve bileşeni değişmektedir (Snoeck, Thorp ve Schulting,
2014:55). Şekil 2.15’te gösterilen kemik dokusunun üç ana bileşeni ısıdan farklı
şekilde etkilenir bu durumun ayrıntılı açıklaması şöyledir, 25-250 °C arasında su
kaybı yaşanır ancak 100 °C’ye kadar bu kayıp sınırlıdır ve 250 °C’ye kadar yapısal
su proteinlerden ve mineral yüzeyden sınırlı H2O içermektedir. 300-500 °C’de
organik fazın yaklaşık % 50’sinin yanması sonucunda kristal büyüklüğünde yaklaşık

78
10 ile 30 nm arasında ve kristal faz yaklaşık 2 ile 9 nm kalınlığında artmaktadır. 500
°C'nin üzerinde, organik bileşenlerin kalıntılarında azalma meydana gelir ve aynı
zamanda NaCaPO4, NaCl ve KCl mineral fazlarları yeniden oluşmaktadır. 800 °C'de
kristalin boyutunda 110 nm ve kristalin kalınlığı 10 nm kadar artmaktadır. 900 °C'de
kristaller arası boşluk kaybı gözlenmektedir. 1000 °C'nin üzerinde, β-trikalsiyum
fosfat (Ca3 (P04) 2) oluşumu meydana gelmektedir (Mamede, 2017:606).

İlk CO2 salınımı organik bileşenlerin yanmasının bir sonucu olarak 250-500
°C arasında gerçekleşirken, ikinci CO2 salınımı yapısal karbonat kaybıyla tutarlı
olarak 500 °C’de salınmaktadır. Bioapatit kristallerin yapısı termal koruyucu organik
matristen ötürü 500 °C’nin üzerindeki ısıdan etkilenmeye başlamaktadır. Sağlam
kemik açık sarı renkte görünür. Düşük yanma sıcaklıklarına (>500 °C) maruz
kaldığında kemik rengi (siyah, koyu kahverengi veya koyu gri) koyulaşır. Sıcaklık
arttıkça kemikler aşamalı olarak daha açık renklere (açık griden beyaza doğru)
dönüşür. Seyrek olarak turuncu, gri, beyaz, sarı ve mavi çizgiler ya da noktalar
gözlenmektedir (Mamede, 2017:606,607).

Bonucci ve Graziani sıcaklığın yaklaşık değerini çıkarmak için bir dereceye


kadar kemiğin aldığı renklerin kullanılabileceğini belirtmişlerdir. 200-300 °C
sıcaklıklarında kahverengi, 300-350 °C sıcaklıklarında siyah, 550-600 °C
sıcaklıklarında grimsi ve 650 °C aşan sıcaklıkta beyazdır. Organik materyal kolajen
ve karbonun yanması kemiğin kırılganlığını artırır ve siyah renk oluşumuna sebep
olmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:121).

Kemiğin ısı ile ilgili değişiklikleri kapsamlı bir şekilde çeşitli bilim adamları
tarafından çalışılmıştır. Bu çalışmaların bazıları Tablo 2.8’de verilmiştir. Basitliği
nedeniyle yanan kemiğin rengi, maruz kaldığı sıcaklığı tahmin etmek için en yaygın
kullanılan tekniklerin temelidir. Göreceli olarak uygun koşullar altında, dokular
tarafından en az kaplanmış iskelet elemanları radius, ulna, cranial kemikler ve costae
kemikleridir bu kemikleri çevreleyen yumuşak dokuyu yakmak yaklaşık 20 dakika
sürmektedir, sonrasında açığa çıkan kemikler ısı kaynağına doğrudan maruz
kalmaktadır. Organik matrisin yanması nedeniyle kemik, ısıtma işlemi sırasında
renk değiştirmektedir. Bu işlem birkaç aşamadan oluşmaktadır. Isıtılmamış kemik
fildişi veya sarımsı renginden, 300 °C sıcaklıkta renk (koyu) kahverengiye

79
dönüşmektedir. Organik bileşiklerin karbonizasyonu nedeniyle kemik 400 °C
sıcaklıkta tamamen kararmaktadır. Organik bileşikler yaklaşık 500 °C sıcaklıktan
itibaren kalsinasyon ile sonuçlanır bu durum hidroksiapatitin doğal rengi olan gri ve
beyazdır. Küçük, renk tonları gözlenmiştir; inorganik bileşenlerin varlığı ile ilişkili
olan mavimsi, sarımsı ve pembemsi renkler eksik kalsinasyon ile ilişkilendirilmiştir
(Krapa, 2017:22,23).

80
Tablo 2.8: Farklı Deneysel Çalışmalarda Renk Gözlemleri

Sıcaklık °C Renk Gözlemi


100 °C I. Sarı-Beyaz
II. Nötr-Beyaz/Sarı
III. Sarımsı
200 °C I. Sarı-Beyaz
II. Nötr-Beyaz/Sarı
III. Sarımsı
300 °C I. Kahverengi/Siyah
II. Kırmızımsı Kahverengi/Koyu Kahve/Koyu Gri/Kırmızımsı Sarı
III. Koyu Gri
400 °C I. Kahverengi/Siyah
II. Kırmızımsı Kahverengi/Koyu Kahve/Koyu Gri/Kırmızımsı Sarı
III. Gri-Siyah
500 °C I. Gri
II. Siyah/Mavi-Gri/Bazen Kırmızımsı Sarı Parçalar
III. Siyah
600 °C I. Süt Beyaz
II. Çoğunlukla Beyaz/Bazen Gri-Mavi Parçalar
III. Açık Gri
700 °C I. Süt Beyaz
II. Çoğunlukla Beyaz/Bazen Gri-Mavi Parçalar
III. Açık Gri
800 °C I. Beyaz
II. Çoğunlukla Beyaz/Bazen Gri-Mavi Parçalar
III. Açık Gri
900 °C I. Beyaz
II. Çoğunlukla Beyaz/Bazen Gri-Mavi Parçalar
III. Beyaz
1000 °C I. Beyaz
II. Beyaz/Bazen Kırmızımsı Sarı Parçalar
III. Beyaz

(I: Wahl, II: Shipman ve arkadaşları, III: Quatrehomme ve arkadaşları)

Kaynak: Ellingham vd., (2015:182).

81
Stiner ve arkadaşları 1995’te sıcaklık derecelerine özgü olmayan bir tablo
oluşturmuşlardır ancak renkleri yanma dereceleri arasında ayırt etmek için kodlarla
ilişkilendirmişlerdir. Bu kodlar Tablo 2.9’da listelenmiştir (Brown, 2004:17,18).

Tablo 2.9: Yanmış Kemiklerde Kodlama

0 Yanmamış (krem/ten rengi)


1 Hafifçe yanmış; sınırlı < yarı kömürleşmiş
2 Hafifçe yanmış; > yarı karbonize
3 Tamamen kömürleşmiş (tamamen siyah)
4 Sınırlı < yarı kalsine (beyazdan daha siyah)
5 > yarım sınırlı (siyahtan daha beyaz)
6 Tamamen kalsine (tamamen beyaz)
Kaynak: Brown, (2004:17,18).

Reidsma ve arkadaşları olgun (9 yaşında) bir dişi sığır (Bos taurus) femur
kemiğinin kortikal kısmından örnekler almışlardır. Et ve yağ dokuyu mekanik olarak
uzaklaştırmışlardır, sonra kemiği 40 °C sıcaklıkta su ile temizlenerek havayla
kurutmuşlardır. Temizlenen kemikten yaklaşık 5 x 5 x 35 mm ölçülerinde numuneler
almışlardır. Tüm numuneleri aynı kemikten kesmişler ve ayrı ayrı istenen sıcaklığa
getirmişlerdir. Bu çalışma için kullanılan sıcaklıklar 200, 250, 300, 340, 370, 400,
450, 500, 600, 700, 800 ve 900 ° C’dir. Bu sıcaklıkları daha önce yapılmış
çalışmalardaki sıcaklıklara göre seçmişlerdir. Numunenin birini ısıtılmadan
bırakmışlardır (20 °C), toplam 13 numuneye yakma işlemi uygulamışlardır ve 24
saat boyunca fırının dışında yakılan numuneleri soğutmuşlardır. Yapılan deneysel
çalışmanın sonucunu gösteren kemik rengine ait görsel Şekil 2.16’da verilmiştir. Isıl
işlem uygulanan kemik numunesi 300 °C'de kırmızımsı kahverengiye dönüşmüştür,
kemikler > 600 °C sıcaklıkta siyahlaşmıştır (Reidsma vd., 2016:283, 284, 285).

82
Şekil 2.16: İndirgeyici Koşullar Altında Isınmanın Bir Sonucu Olarak Kemikteki
Renk Değişimleri (Sıcaklıklar °C Cinsinden)

Kaynak: Reidsma vd., (2016:285).

Carroll ve Smith yaptıkları deneysel çalışmada, bir dişi ve erkek geyiği


(Capreolus capreolus) kullanmışlardır. İki örnekte deneyden üç gün önce ölmüştür.
Ölen geyiklerin ayrışmasını önlemek için deneyden önce dondurucuda saklanmıştır.
Deneyin ilki açık alanda ölü yakmak için hazırlanan odun yığınında ikincisi ise metal
nakliye konteynırının içerisine ahşap tahtalar ve sunta eklenerek ateşlenmiştir.

Carroll ve Smith tarafından yapılan deneysel çalışmadan elde edilen görsel


Şekil 2.17’de verilmektedir. Hayvan kemikleri üzerinde yapılan deneyler sonucunda
yanmış insan kemiklerinin değerlendirilmesi için çeşitli ölçütler oluşturulmaktadır.
Yanma derecesi 1’den 5’e sıralanarak analiz edilmiştir. Bu yöntem, karbonizasyonun
kalsinasyona ilerlemesini göstermektedir. 1, minimum kömürleşme-kararma ile
yumuşak dokunun varlığını gösterirken, 5 > % 50 kalsinasyon (beyazlatma) anlamına
gelmektedir.

83
Şekil 2.17: Birden Beşe Doğru Farklı Derecelerde Yanma Örnekleri

Kaynak: Carroll ve Smith, (2018:956).

2.3.4. Isıya Maruz Kalan Dişlerde Morfolojik ve Histolojik


Değişimler
Dişler, bir bireyin yaşı, cinsiyeti, soyu ve biyolojik profilini oluşturmak için vücudun
en yararlı yapıları arasındadır. Dişler üzerinde belirli kültürel alışkanlıklar örnek
vermek gerekirse pipo içme, kişisel süsleme türleri, diş doldurma gibi durumlarda
gözlemlenebilmektedir (Schmidt ve Symes, 2015:61). Kemik dokusu gibi dişler de
inorganik bir hidroksiapatit matrisinden oluşmaktadır. Bununla birlikte, bir diş birbiri
ile ilişkili üç sert dokudan oluşmaktadır. Bu dokular enamel, sementum ve dentindir.
Bu dokular ısıya maruz kaldıklarında birbirlerinden farklı tepkiler verebilmektedir.
Dişler, genellikle ısı kaynağına maruz kaldığında kısmen korunabilmektedirler.
Genel olarak bir diş, enamel ile kaplı bir taç ve sement ile kaplı bir kökten
oluşmaktadır. Dişin bu iki bölgesi boyun veya sementoenamel kavşağında
toplanmaktadır. Dentin, taç ve kökün sementumunu kaplayan enameli
desteklemektedir (Fairgrieve, 2008:141). Dişlerin ayrıntılı açıklaması birinci
bölümde yapılmaktadır.

84
Şekil 2.18: Farklı Zamanlarda Farklı Sıcaklığa Maruz Kalan Dişler (Sıcaklık ve
Süre)

Kaynak: Garriga vd., (2016: 338).

Şekil 2.18’te verildiği gibi süre ile sıcaklık derecelerine göre dişlerde
parçalanma ve renk değişimleri gösterilmiştir. Bazı durumlarda, ön dişlerin enameli
arka dişlerden termal olarak daha az etkilenebilmektedir. Bu yüzün yumuşak
dokuları yanmadan önce dişin çürümesinden kaynaklanır; diş eti ve periodontal
ligamentler geçtikten sonra ön dişler kolayca düşebilmektedir. Bazı araştırmacılar ön
dişlerin enamelinin molar enameline göre ısıdan daha fazla etkilendiğini

85
savunmuşlardır çünkü bu dişler hala orofasiyal dokular tarafından korunurken,
dudaklar hızlı bir şekilde yanar ve incisiveler ısıya maruz kalmaktadır. Premolar ve
molar kronları, ön dişlerde olduğu gibi renk değiştirmektedir. Kronlar boyuna veya
enine kırılır, ısıya uzun süre maruz kaldığında kireçli ve kırılgan hale gelmektedir
(Schmidt ve Symes, 2015:66).

Rubio ve arkadaşlarının yaptığı çalışmaya göre dişler artan sıcaklık


derecelerinin etkisiyle beyazdan koyu kahverengiye kadar renk değişikliği
göstermektedir (Şekil 1.19). 100 °C’de sarımsı beyaz bir renk gözlenmekte, 200
°C’de sarımsı kahverengi, 400 °C’de koyu kahverengi ve siyah olduğu
gözlenmektedir (Rubio vd., 2018:4).

Şekil 2.19: Farklı Sıcaklıklarda Isıya Maruz Kalan Dişlerin Renk Değişiklikleri

Kaynak: Rubio vd., (2018:4).

Diş kalıntıları yoğun bir şekilde yandığında, kökler daha az mineralleşmesine


rağmen taç parçaları daha fazla bulunmaktadır. Kökler her zaman alveollere
gömülüdür ve sürekli korunmaktadırlar. Ön dişler tek köklüdür ve yumuşak dokular
çürümeye veya yanmaya başladığında düşmeye yatkındırlar. Çok köklü olmaları
nedeniyle molarlar alveollere sıkıca yerleşmiştir ve kökler kırılana kadar
dayanabilmektedirler. Genellikle bu kuralın istisnası üçüncü molardır çünkü yirmilik

86
dişi olarak bilinen bu dişlerin kökleri çoğu zaman kaynaşır ve koni benzeri büyük bir
kök oluşturmaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:70).

Köklerde ısıya bağlı renk değişimleri belirgindir (Şekil 2.20). Kökün ateşten
korunan kısmı siyah-koyu mavi veya gri olmaktadır, ısıya maruz kalan kök gri-beyaz
olacaktır. Kök alveoller soketinden yere düşerse, toprağa değdiği taraf ısıya maruz
kalan taraftan daha koyu renkli olmaktadır. Köklerin en azından bir kısmı yanma
süresin de korunduğundan, köklerin sıklıkla çok renkli olduğu gözlemlenmektedir
(Schmidt ve Symes, 2015:70).

Şekil 2.20: Sementoenamel Kavşağının Üstünde ve Altında Dentin Rengindeki


Farklılık.

Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:143).

Kökler organik maddelerini kaybederek renk değiştirdikçe kırılgan hale


gelmektedirler. Kökler, en küçük kırılma alanlarını ifade etmenin yanı sıra enine
kırılma eğilimindedirler (bir dama tahtası üzerinde kareler gibi kesişen boyuna ve
enine kırıklar). Enine kırıklar kök boyunca tamamen uzanabilmekte (Şekil 2.21) ve
kökü yaklaşık birkaç milimetre kalınlığındaki halka şeklindeki kesitlere
bölebilmektedir. Makroskopik olarak, bunlardan biri benzer kemik kırıklarından

87
ayrılmaktadır, çünkü dental pulpa boşlukları kırıkların toplam büyüklüğüne kıyasla
genellikle oldukça küçüktür (Schmidt ve Symes, 2015:71).

Şekil 2.21: Dişin Kök Kısmında Enine Kırılma

Kaynak: Schmidt ve Symes, (2015:65).

Genel olarak, dişlerdeki termal değişiklikler kemik yapılarına benzemektedir.


Düşük sıcaklıklara ve sıcaklık sürelerine maruz kalan dişler koyu siyah veya
kahverengi renkte olma eğilimindedirler. Sıcaklık ve süre arttıkça, dişler maviye
dönmekte daha sonra gri ve beyaz renk almaktadırlar. Bu, kalsinasyon olarak bilinen
bir durumdur. Kalsinasyon aşamasında, protein ve suyun çoğu yanarak
buharlaşmıştır ve geriye kalanların tümü inorganik maddelerdir. Bununla birlikte,
dişler farklı mineral içerikli dokulardan oluştuğu için düzgün bir şekilde
değişmemektedirler. Dentin siyah ve gri görünmesine rağmen izole bir diş yanmamış
gibi görünen enamel parçalarına sahip olabilmektedir. Dentindeki bu fark yanmakta
olan ve renkteki değişiklikleri meydana getiren, daha fazla mineral olmayan
malzeme içeriğine sahip olması nedeniyle ortaya çıkmaktadır (Schmidt ve Symes,
2015:61; Fairgrieve, 2008:141).

88
Enamel, 300 ºC'de koyu grimsi kahverengiden 1000 ºC'de porselen-beyaza
kadar değişen bir dizi renk değişiminden geçmektedir. Yapısal olarak, enamel
çatlamaya ve nihayetinde altta yatan dişten ayrılarak parçalanmaya başlamaktadır.
Mikroskopik olarak küçük çatlaklar, 300 ºC'de görülür ve sıcaklık arttıkça boyut ve
sayı olarak artmaktadır. Mine yüzeyinde granül oluşumu 700 ºC'de gerçekleşirken,
bu granüllerin eriyip kaynaşması 900 ºC'de ortaya çıkmaktadır. 1000 ºC'de enamelin
mikroyapısı tanınmaz hale gelmektedir (Fairgrieve, 2008:147).

Isının hidroksiapatit üzerindeki etkisi kemikte gözlenenler ile aynıdır. 1100


ºC'nin üzerinde ve 1300 ºC'nin üzerindeki sıcaklıklarda, bu tuzların eriyip
kaynaşması, enamelin cam benzeri bir yapı geliştirmesine neden olmaktadır. Üç diş
dokusunun her biri farklı kimyasal bileşime sahiptir, sıcaklıklara her biri farklı
tepkiler vermektedir. Bu üç dokudan enamel en az miktarda suya sahiptir. Bu
nedenle, altta bulunan dentinden ayrılmış enamel kronlarla karşılaşmak oldukça
yaygın görülmektedir (Şekil 2.22) (Fairgrieve, 2008:148).

Şekil 2.22: Adli Vakalarda Sık Görülen Durum, Enamel Kronunun Alttaki Parçadan
Ayrılması

Kaynak: Fairgrieve, (2008:148).


Sementum, diş eti, periodontal ligament, mandibula alveolü ve maxilla ile
korunmaktadır. Yüzün yumuşak doku özellikleri ve ağız boşluğunun parietal yönleri
ateşte kolayca yandığından, diş eti yanarak tükenene kadar cementum ateşten

89
doğrudan etkilenmemektedir (Fairgrieve, 2008:149). Diş çoğunluğu dentinden oluşan
bir doku matrisidir. 200 ºC'ye kadar olan sıcaklıklarda dentin, ısıdan
etkilenmemektedir. Yüzeyde renk değişikliği görülmektedir. Dişin pulpası DNA elde
etmek için mükemmel bir alandır, pulpa 500 ºC'ye kadar sağlam kalmaktadır. Dentin,
organik bileşenlerin karbonatlaşmasının göstergesi olarak koyu grimsi siyah renge
dönüşmektedir (Fairgrieve, 2008:151). Çoğu araştırmacı 500 ºC ısıya maruz
kaldıktan sonra dişlerden DNA elde etmenin çok zor olduğunu belirtmektedir.
Yanmış diş kalıntılarında DNA’nın korunması, maruz kalınan sıcaklığa, süreye ve
diş tipine bağlıdır. Genel olarak, diş DNA'sının bir saat boyunca 400 ºC sıcaklığa
kadar dayanabileceği bulunmuştur (Rubio vd., 2018:1).

Yanmış kemik çalışmaları, bir kemiğin daha yüksek sıcaklıklara veya daha
yüksek bir ısı süresine maruz kalması durumunda maruz kaldığı renk ve dokudaki
değişiklikleri belgelemek için standartlar üretmişlerdir. Genel olarak, kemik önce
kararır, siyah renk oluşmaktadır. Yanmanın sonunda, organik içerik tamamen
kaybolduğu için kemiği beyaza dönüştüren kalsinasyon sürecini izlemektedir.
Bilimsel topluluklar tarafından genellikle dişlerin de bu değişimlerden geçtiği
varsayılmaktadır, özellikle de kemiklere benzer şekilde renk değişikliği
geçirmektedirler. Aşağıdaki çalışma, termal değişiklikleri sistematik olarak
belgelemek için kontrollü laboratuvar koşullarında deneysel olarak yanan dişleri
içermektedir. Ağız cerrahisinden 32 yetişkin insan premolar ve molar diş örneği
alınmıştır. Dişler rutin diş prosedürleri sırasında çıkarılmış ve dehidrasyonu önlemek
için hemen bir tuzlu su çözeltisine yerleştirilmiştir. Isı değişiklikleri yapılmadan önce
dişler, dişçilik aletleri ve musluk suyu kullanılarak yapışan yumuşak dokulardan
temizlenmiştir. Dişler işlendikten sonra, deney başlayana kadar salin çözeltisinde
bekletilmiştir. Dişler, bir dijital ölçekte (0.1 g) tartılmıştır daha sonra BLUE M ™
Lab-Isı kül fırını içerisine yerleştirilmiştir ve fırında ısıya maruz kaldıkları süre
boyunca sabit bir sıcaklık uygulamışlardır. Tek seferde iki diş ısıtılmıştır,
numunelerin karışmasını önlemek için her bir dişi bireysel potaya yerleştirmişlerdir.
Numuneleri mufle fırınında, 204 °C ile 593 °C arasında değişen sıcaklıklarda aralıklı
olarak ısıtmışlardır. Numunelerin yarısını 30 dakika diğer yarısını ise 60 dakika
boyunca ısıtmışlardır.

90
Takma dişlerin sert dokularının bileşimi, özellikle kemikten farklı olduğu
için, ısınma reaksiyonlarınında farklı olması gerekmektedir. Örneğin, enamel
kemikten çok daha düşük bir organik içeriğe sahiptir ve bu nedenle, kemikte bu
değişikliklerin kolajen kaybıyla ilgili olması nedeniyle aynı renk değişikliklerinden
geçemeyebilmektedir. Enamel farklı bir temel organizasyona sahiptir; Ancak, Endris
ve Berrsche yaptıkları çalışmada, termal etkinin diş rengindeki ilerlemesini kemik
renk ilerlemesine benzer olduğunu söylemişlerdir. Dişler siyah ve kahverengiye
dönüştükten sonra maviler ve griler görülür, sonunda beyaz renk aldığını
belirtmişlerdir (Schmidt ve Symes, 2015:140,141).

Prakash ve arkadaşları yeni çıkarılan 54 kalıcı diş üzerinde deneysel bir


çalışma yapmışlardır. Toplanan dişleri yaşlara göre kategorize etmişler ve
gruplandırmışlardır. Grup A 30 yaş altı, Grup B 30-45 yaş arası ve Grup C 45 yaş
üstü hastaların dişlerden oluşmaktadır. Her grupta 18 diş (6 incisive, 6 premolar ve 6
molar) vardır ve her gruptan 2 incisive, 2 premolar ve 2 molar spesifik bir sıcaklığa
maruz bırakılmıştır. Isıtma işlemi 100 °C, 300 °C ve 600 °C’dir dişler belirtilen
sıcaklıklara kademeli olarak getirilmiştir ve 15 dakika sıcaklığa maruz bırakıldıktan
sonra oda sıcaklığında kademeli olarak soğutulmuştur. Histolojik inceleme için üç
grubun tüm örneklerinde enamel tabakasını ayırmışlardır. Sıcaklıktaki artışa bağlı
olarak dişler aşamalı bir şekilde kırılgan hale gelmiştir. 600 °C'lik bir sıcaklıkta
dişler kireç çözme işlemi için % 10 formal formik asit içerisine sokulur sokulmaz
tamamen parçalanmışlardır. Tüm gruplarda 100 °C sıcaklıkta dişlerin morfolojisinde
önemli bir değişiklik olmamıştır. Hematoksilen ve eozin ile boyanmış bölümler
incelendiğinde, sıcaklık artışıyla birlikte dokuların boyanabilirliğinin giderek
azaldığını fark etmişlerdir. 100 °C'de eozin ile boyanan dentin ve pulpa net bir
şekilde görülebilmektedir (Şekil 2.23). 300 °C'de dentin, “buhar kabarcığı deseni”
olarak adlandırılan tübüller düzensiz genişleme gösterdiği, 600 °C sıcaklığa maruz
kalan dişler tamamen parçalandığından yapılan histolojik çalışmada etkisiz olduğu
belirtilmiştir (Prakash vd., 2014:192).

91
Şekil 2.23: Pulpa Dokusu ve Dentini Gösteren İçyapı Fotoğrafı (H ve E, × 4) (D -
Dentin; P - Pulpa)

Kaynak: Prakash vd., (2014:193).

Amin ve arkadaşları, yaşları 12 ile 70 arasında değişen hastalardan toplanan


128 adet yeni çekilmiş molar ve premolar dişler üzerinde çalışma yapmışlardır. 128
diş numunesini üç gruba ayırarak elektirikli bir fırında 100 °C, 200 °C, 500 °C 600
°C, 700 °C ve 800 °C’lik değişen sıcaklık aralıklarında ısıya maruz bırakmışlardır.
Hematoksilin ve eozinle boyanmış bölümlerin histopatolojisine bakıldığında, 100 ° C
ve 200 ° C'ye kadar ısıya dayanabilmiştir. 500 ° C'de, bir veya iki bozuk morfolojili
hücre ile çok az kömürleşmiş pulpa dokusu tespit etmişlerdir (Şekil 2.24) (Amin vd.,
2017:101).

Şekil 2.24: Isıl İşlem Sonrası Hematoksilin ve Eozinle Boyanmış Pulpa


Histopatolojisi

Kaynak: Amin vd., (2017:101).

92
2.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARINDA KİMLİKLENDİRME
Kimlik tespiti, adli soruşturmanın en önemli yönlerinden biridir. On dokuzuncu
yüzyılda Bertillon, kimliğinin belirlenmesinde bir ölçüm sistemi olan antropometri
uygulamasını ortaya koymuştur. İnsan tanımlamasındaki ikinci devrim genetik
biliminde gerçekleşmiştir. Tüm canlılarda temel varyasyon kaynağı olan DNA ve
bazlarının doğrudan analizi, şimdi adli tanımlamanın altın standardıdır (Fairgrieve,
2008:161).

Parçalanmış durumunda olan kemikler değerlendirilirken kalıntılarının doğru


bir şekilde ayrılması daha sonra mevcut kişi sayısını belirlemek için önemlidir. Adli
antropologlar, eşleştirmeye ilişkin değerlendirme yapmak için iskelet elemanlarını
tanımlar, tanımlanan kemiklerde görsel ve osteometrik çift eşleşmesi, eklem
yüzeyleri arasındaki eklem uyumunun değerlendirilmesi, iskelet yaşı karşılaştırması
ve ilgili patolojik değerlendirme gibi laboratuvar yöntemlerini rutin olarak
kullanırlar. Nükleer ve m-DNA gibi testler karmaşık kalıntıları tanımlamak için
kullanılır. Bu yöntemler maliyetli ve zaman alıcı teknikleri içermektedir (Adams ve
Byrd, 2014:145).

Bir yangın durumunda tanımlama işlemine yardımcı olacak kıyafetler,


belgeler, dövmeler, parmak izleri ve saç gibi fiziksel kanıtlar yoktur. Ölümcül uçak
kazalarının araştırılmasında Stevens, çarpma sonrası yanan kalıntıları tespit etmenin
en iyi yolunun, varsa mücevher, metal cerrahi implantlar ve yangına dayanıklı kişisel
eşyalar veya diş kayıtlarının X-Ray görüntüleri olduğunu iddia etmiştir (Holden,
Phakey ve Clement, 1995:30).

Body Farm araştırmacıları bir yangından sonra kemikleri yeniden


birleştirerek kimlikliklendirme yapmayı ve travma izlerinin açıkça görünebileceğini
savunmuşlardır. Bass, bu bilgi sayesinde 1989'da polise bir vakayı çözmesinde
yardımcı olmuştur. Kemik parçaları, o yılın başlarında bir araba yangında ölen orta
yaşlı bir erkekten kalan tek kalıntılardır. Adamın maddi sıkıntıları olan ve en son
birkaç ay önce görülen Owen Rutherford olduğu düşünülmekteydi. Arabadaki vücut
tanınmayacak kadar yakılmış ve Rutherford’un hayatı 250.000 dolara sigortalı
olduğundan, sigorta müfettişleri para almak için ölümünün sahte olmadığından emin
olmak istemişlerdir. Otomobilde bulunan tamamen yanmış kalıntıları inceledikten

93
sonra, Bass yangının son derece yüksek sıcaklıkta olduğunu belirlemiştir. Yumuşak
dokuların neredeyse tamamı yanmamıştır ancak kemikler de ayrılmıştır.
Rutherford’un doktoru tarafından hayatta iken çekilen X-Ray görüntüleri, Bass
tarafından kemiklerinden alınan X-Ray görüntüleri ile eşleştirilmiş ve Rutherford’un
röntgenleri aynı desenleri göstermiştir. İskeletin çene kemiğinde ısıdan etkilenmemiş
iki yirmilik dişi (M3) vardır ve bunlar da Rutherford’un X-Ray görüntülerinde açıkça
mevcut olduğu yapılan çalışmada tespit edilmiştir (Yancey, 2009: 64,65,66,67).

2.4.1. Morfolojik Kimliklendirme


Yanmış iskelet kalıntılarının analizini yapmak çok zordur. Isı kaynaklı değişiklikler
ve parçalanma, kemik incelemesine ve biyolojik profil için yaygın olarak kullanılan
analitik yöntemlere engel teşkil etmektedir (Gonçalves, 2011:352). Isı kaynaklı
değişimler (parçalanma gibi), bu alanda genel olarak kabul edilen geleneksel
yöntemlerin (biyoantropolojik analiz) kullanımını kısıtladıkları için oldukça
zorlaşmaktadır (Gonçalves vd., 2013:906). Isı kaynaklı değişikliklerden kaynaklanan
temel sorunlardan bir tanesi de insan kimliği üzerindeki etkileridir. Kemikte ısı ile
indüklenen değişim aralığı oldukça geniş olduğu ve hem makro hem de mikro
düzeydeki değişiklikleri içerdiğinden, çoğu antropolojik tanımlama yöntemi bir
şekilde etkilenmektedir. Thompson, güvenilir demografik bilgilerin yanık iskelet
kalıntılarından da elde edilebileceği belirtmiştir. Buradaki önemli hususlar, yanmanın
antropolojik tanımlamanın metrik ölçümlerini etkileyen kemiklerin büzülmesine
neden olduğu ve kemiklerin ısı kaynaklı bükülmesinin morfolojik yöntemlere etki
ettiğidir. Yakılmış kalıntıların parçalanma olasılığı daha yüksektir, bu nedenle
antropolojik tekniğin her iki formunda da potansiyel hata artmaktadır. Araştırmacılar
ve uygulayıcılar tarafından yapılan çalışmalar, patolojilerin yanma ve yakma
işlemlerinden sonra hala tespit edilebileceğini göstermiştir. Ayrıca, kişiler arası
şiddet ve ısı kaynaklı kırılma ile ilişkili travmayı ayırt etmede zorluklar olmasına
rağmen travmalarda belirlenebilmektedir. Yanmış insan kalıntılarına kaydedilen
travma biçimleri arasında künt kuvvet, keskin kuvvet ve ateşli silah hasarı
sayılabilmektedir (Thompson, 2016:180).

94
2.4.1.1. Tür Tahmini
Adli araştırmacıların dikkatine sunulan hayvan kemiklerini içeren çoğu durumda,
eğitimli anatomist veya osteolog’un insan olmayan anatomik özellikleri belirlemesi
için gerekli olan basit bir görsel inceleme yeterlidir (Adams ve Byrd, 2014:84).

Hem adli hem de arkeolojik durumlarda kemik kalıntılarının insana mı yoksa


bir hayvana mı ait olduğu konusu oldukça önemlidir. Hayvan kemikleri insan
kemiklerinden daha kalın, daha kompakt yapıya sahiptir. Trabeküler birimleri farklı
boyut ve şekildedir. İnsan kemikleri nispeten daha gözenekli ve daha hafiftir, hayvan
kemikleri daha ağır ve sağlam bir yapıdadır. Hayvan kemiğinin süngerimsi ve
kompakt kısmı arasındaki çizgi de insan kemiklerinden daha az belirgindir. Dış / iç
yüzeyleri genellikle daha pürüzsüzdür ve sağlamdır. Bazı uzmanlar, insanı kökeni
belirsiz hayvan kemiklerinden ayırmak için mikroskobik incelemeyi önermektedir,
çünkü insan havers kanalları hayvan kemiklerinde ki havers kanallarından çok daha
geniştir. Yanmış kemik incelemesi morfolojik ve anatomik farklılıkları araştırmayı
zorlaştırır çünkü kemik küçülür, deforme olur ve değerlendirilmesi çok zordur
(Holck, 2005:116).

Osteon ve havers kanallarının ortalama büyüklüğü türler arasında önemli


ölçüde farklılık gösterir. Hayvan kemikleri yetişkin insan kemiklerinde bulunmayan
primer osteonların oluşturduğu lamelli bir yapıya sahip olma eğilimindedir. Cattaneo
ve arkadaşlarının yaptığı deneysel çalışmada, insan ve birkaç hayvanın (inek, at,
domuz ve koyun) kompakt kemiklerini yakmışlardır. Bu deneysel çalışma sonucunda
insan kemikleri ve hayvan kemikleri mikroskobik yöntem sonucunda kolayca
ayrılabilmiştir (İmaizumi, 2015:69).

2.4.1.2. Cinsiyet Tahmini


Yakılmış kemiklerde cinsiyet oldukça zor belirlenmektedir. Diğer inceleme
yöntemlerinden daha fazla materyal gerekmektedir. Seksüel dimorfizm derecesi
bireyler arasında ve farklı insan ırkları arasında değişmektedir. Bununla birlikte,
yanma işleminde dimorfik kriterler değerlendirildiğinde erkek iskeleti daha büyük ve
daha ağırdır. Yanmış kemiklerin orijinal şekli tahmin edilemeyecek şekilde küçülür

95
ve deforme olmaktadır. Erkek iskeletinde cinsiyet belirleme konusunda kesin
sonuçlar veren özelliklerden biri de sciatic notch’un dar yapısıdır, ancak bir yanma
işleminden sonra genişler ve kadın kemiği özelliği gösterebilmektedir (Holck,
2005:116). Cranium ve mandibulanın morfolojik özellikleri cinsiyet tahmini
yöntemlerinde kullanılmaktadır. Kadın kafatası yapısı, erkek kafatası yapısına göre
daha narindir bu nedenle bazı özellikleri karşılaştırılabilir. Kas bağlanma yapıları,
mastoid çıkıntının büyüklüğü, supraorbital torus şekli, mandibular açı gibi özellikler
karşılaştırılabilir. Bireyin cinsiyetini belirlemek için iki ana faktör kemiğin hayatta
kalması ve büzülme derecesidir (Correia, 1997:288). Parçalanmanın cinsel açıdan
dimorfik kemiklerde tahrip edici olmasının yanı sıra, pelvis ve kafatasındaki ısıya
bağlı büzülme ve boyutsal değişiklikler geleneksel osteometrik tekniklere engel
olmaktadır (Gonçalves vd., 2013:906).

Dokládal, kafatasının yüksek sıcaklığa maruz kaldığında birçok parçaya


ayrıldığını belirtmiştir. Yüz kemikleri nadiren sağlam kalmaktadır, ama pars petrosa,
occipital sırt, supraorbital sınır, mandibular parçalar ve yassı kemik parçaları
(parietal, frontal ve occipital) daha yoğun şekilde geride kalmaktadır. Metrik
olmayan yöntemler büzülmenin etkisiyle, erkeğe ait kemik parçaları kadın kemiği
olarak değerlendirilip yanlış sınıflandırmaya neden olabilmektedir. Postcranial
kalıntıların morfolojik analizi daha karmaşıktır. Pelvis, cinsiyet tahmininde en iyi
alan olarak görünse de sıklıkla ateş tarafından parçalanır. Parçalanma derecesi ateşin
sıcaklığına bağlıdır. Uzun kemiklerin kortikal kalınlığı da sıkça cinsiyet tayininde
kullanılır. Femur, humerus ve radius başının büyüklüğü cinsiyet tayininde
kullanılmaktadır ancak süngerimsi kemiğin yoğun sıcaklığa maruz kalma derecesi
(%12 kadar) tahminleri belirsiz hale getirmektedir. Diskriminant analizler tercih
edilirse daha fazla kemik kalıntısı kullanılacağından cinsiyeti belirlemede doğruluk
yüzdesi artmaktadır. Wahl ve Henke, ısı nedeniyle oluşan %10'luk büzüşmenin
cinsiyetin belirlenmesini az miktarda etkilediğini savunmuşlardır. Holland tarafından
yapılan bir araştırmaya göre craniumun 800 °C'nin altındaki sıcaklıklarda % 2.25'ten
daha fazla büzülmediğini göstermiştir (Correia, 1997:288). Wahl, modern insan
kremasyonları üzerine yaptığı analizler sonucunda carnium, femur, humerus ve
Radius üzerinde yapılan bir dizi ölçümde cinsel dimorfizmin var olduğunu
belirtmiştir (Gonçalves, 2011:353).

96
Cinsiyetlerin iskelet radyolojisi ile farklılaşması ergenlik dönemine kadar
güvenilmezdir, çünkü erkeği kadından ayıran özellikler bu noktaya kadar yeterince
gelişmemiştir. Pelvisin, craniumun ve mandibulanın şekli, büyüklüğü, geometrisi ve
costal, tiroid ve ariteno kıkırdaklarının kalsifikasyon kalıpları, iskelet kalıntılarının
cinsiyetini radyolojik yollarla belirlemek için kullanılabilmektedir. Multidetektörlü
CT taramasındaki gelişmeler ve uygulamalar kalıntıların değerlendirilmesi için 3D
radyolojik görüntülerin kullanılmasına olanak sağlamıştır. Bu radyolojik yöntemler,
bilinen demografik profilin büyük ölçekli modern örneklerine erişerek, metodolojinin
doğrulanmasına ve iyileştirilmesine olanak sağlamaktadır (Adams ve Byrd,
2014:89).

Petrous kemiği modern yanmamış yapısıyla cinsiyet tayini için kullanılmıştır.


Yanal açı 45 °’nin altında ise erkek, 45 °’nin üstünde ise kadın olduğu % 83,2
oranında yetişkin cinsiyet sınıflandırmasında doğru bilgi sağlamıştır. Petrous kemiği
adli bağlamda cinsiyet tahminine yardımcı olabileceği düşünülmüştür çünkü
temporal kemiğin petrous kısmı genellikle kompakt ve yoğun yapısı nedeniyle
korunaklıdır. Bu nedenle, yüksek sıcaklıklarda (850–1200 °C) ölü yakma işleminden
kaynaklanan kemik dokusunun hızlı bir şekilde dehidrasyonu petrous kemiğinin
bükülmesine ve büzülmesine yol açmıştır. Masotti ve arkadaşlarının yaptığı deneysel
çalışmaya göre, yakılmış petrous kemiğinin 45 °'lik yan açısı cinsiyet belirleme
işleminde geçerliliğini yitirmiştir (Masotti vd., 2013: 1039,1040, 1043).

2.4.1.3. Yaş Tahmini


Yakılmış malzemelerde yanlış hesaplamalar olabileceğinden, “yaş tespiti”
teriminden kaçınılmalıdır. Epifizler ve diş gelişimi normalde çocuklarda ve
gençlerde iskelet yaşını tahmin etmek için kullanılır. Çocuklarda yaş nispeten yüksek
bir doğrulukla belirlenir. Yetişkinlerde yaş, sütür izlerine göre belirlenir ya da
dişlerin gelişimi genellikle yaşlanmanın bir ölçütü olarak kullanılır. Ancak dişlerin
gelişimi yaş belirleme için uygun değildir. Çünkü ısı kolayca enameli çatlatır ve
kökler matlaşır. Symphysis pubis nadiren yaş tahmininde kullanılır çünkü iskeletin
bu kısmı yanmaya maruz kaldıktan sonra korunmuş halde bulunur. Costaların sternal
ucunun morfolojisi de tahminler için uygun değildir, çünkü 700 °C'lik bir sıcaklıkta
sadece 20 dakika sonra vücudun bu kısmında boyutsal küçülme görülür. Yanma

97
durumunda kafatası bulunduğundan yaş tahminini için sütürlar kullanılır. Sütür
örnekleri biyolojik faktörler ve bireysel değişikliklerden etkilenir. Neurocranium
kemikleri erken çocuktan yaşlılığa kadar yavaş bir kaynaşma işlemine maruz
kalmaktadır. Teorik olarak, iskeletin post-cranial kısımlarındaki kaba bir yaş tahmini,
mikro yapılardaki değişikliklerin çalışılmasıyla desteklenebilir, çünkü havers
sistemlerinin genişliği normalde yaş ile artmaktadır. 700 ile 800 °C'nin üzerindeki
sıcaklıklarda kemik büzülmesi, yanlış hesaplamalara neden olabilmektedir.
Çocuklarda epifiz kapanmasının incelenmesiyle ya da korunmuş uzun kemiklerin
enine çapları ölçülerek yaklaşık yaşı tahmin edilebilmektedir (Holck, 2005:117,118).

Cranial sütürlar, yaşı tahmin etmek için kullanılmıştır aynı zaman da epifiz
kaynaşması, diş sürmesi ve aşınma, uzun kemik uzunluğu, symphysis pubis
değişiklikleri, costa uçlarında değişiklikler, cranial kemik kalınlığı, diş yoğunluğu,
osteonların yeniden yapılanması ve dejeneratif hastalıklar gibi durumlar
gözlemlenerek yaşın daha güvenilir tahmini yapılabilmektedir (Correia, 1997:287).

İskeletin doğumdan çocukluğa, ergenliğe, erken yetişkinliğe kadar gelişimi ve


olgunlaşması güvenilir yaş göstergeleri sağlamaktadır. Kemik dokusunda ki
büzülme, bozulma ve parçalanma yaş tahmini için uygulanan makroskopik
yöntemleri sınırlandıran faktörlerdir. Isıya maruz kalan diş enameli çatlar ve alttaki
dişin kütlesinden uzaklaşır. Açıkta kalan dentin ateşe maruz kaldığında zayıflar, çoğu
zaman kırılır ve sonra kaybolmaktadır. Bu nedenle, yanmış dişlerin taç kısmı çoğu
zaman eksiktir, ancak dişler genellikle çenedeki konumları nedeniyle yanmaya karşı
korunur ve sağlam olarak bulunabilmektedir. Yaş tayininde, mikroskobik tekniklerin
kullanımı çok önemlidir (Holden, Phakey ve Clement, 1995:30).

Osteon ve havers kanalları mikroskop altında incelendiğinde yaş tahmini için


gerekli histolojik yapıların 1000 °F (538 °C) ile 1500 °F (816 °C) arasında yakılan
kemiklerde tanımlanabildiği bulunmuştur. Büzülmenin yaş tahmini konusunda
önemli bir etkisi olmadığı bulunmuştur (İmaizumi, 2015:69).

98
2.4.1.4. Boy Tahmini
Yanmış kemiklerde boyu tahmin etmek yanmamış kemiklerde olduğu gibi aynı
doğrulukta değildir. Yakılmış kemiklerde uzun kemikler nadiren tam ya da
ölçülebilir boyutta bulunmaktadır. Eğer ölçülebilir durumda bulunduysa büzülme
durumu dikkate alınmalıdır (Holck, 2005:118). Bir bireyin hayattayken var olan
boyunu parçalanmış kalıntılar üzerinde yeniden yapılandırmak oldukça problemlidir.
Müller, Strzalko ve arkadaşları tarafından önerilen yöntem radius, humerus ve femur
başı çapına dayanmaktadır. Tahminler, epifizlerde bulunan süngerimsi kemiğin (~%
12) büzülmesini hesaba katması yönündedir. Vertebraların bulunması zor
olduğundan tahmin için kullanmak mümkün değildir. Uzun kemikler (örneğin femur)
bir kas kütlesi tarafından korunmuşsa analiz için büyük şanstır. Holland parçalanmış
kalıntılarda, büzülme ve eğikliği göz önünde bulundurularak % 50 ile % 100
oranında doğru tahminler sağlamıştır (Correia, 2005:289).

Hayattayken boyu tahmin etmenin çeşitli metrik yöntemleri yanmış kemiklere


uyarlanmıştır. Humerus, radius ve femur başlarının çapı ve karşılık gelen diaphysis
uzunluğu arasındaki ilişkiye dayanarak elde edilen verilere, yanma işlemi nedeniyle
bir daralma faktörü uygulanmaktadır. Eşleşen parçalar birbirine yapıştırılarak uzun
kemiklerin yeniden yapılandırılması ölçümleri mümkün kılmaktadır. Bu uzunluk
ölçüsü, kemiklerin renginden tahmin edilen yanma sıcaklığının bir özelliği olarak %
8 ile % 14 arasında bir daralma faktörü ile çarpılmaktadır. Herhangi bir rakam
verilmeden bireyin uluslararası standartlara göre kısa, orta ve uzun şeklide kategorize
edilmesi önerilmektedir (Grévin vd., 1998:131).

Fiziksel antropologlar etli insan kalıntılarından doğrudan ölçüm yaparak boy


tahminleri yapabilirler. Femur uzunluğu ölçümü genellikle güvenilir olduğu
kanıtlandığı için kullanılır. Kalıntılar etli durumdaysa aynı ölçümler radyolojik
yöntemler kullanılarakta daha doğru bir şekilde yapılabilir. Bir X-ray ışınının 360
derecelik dönüşü boyunca elde edilen verileri kullanan CT tarama, son derece hassas
ölçümler sağlayabilir. Büyütmeler için düzeltme yapılması şartıyla, iki boyutlu
(düzlemsel) radyograflar kullanılarak da ölçüm yapılabilir. Uyarlanmış bir
radyografik teknik, basit bir düzeltme faktörü uygulayarak veya modern görüntüleme
tekniklerini kullanarak gerçekleştirilebilir (Adams ve Byrd, 2014:89).

99
2.4.2. Radyolojik Kimliklendirme
Antemortem radyografilerin kullanılması için yanmış kalıntıların olay yerinden
dikkatlice toplanması, ultrasonik olarak temizlenmesi ve daha sonra parçaların geri
kazandırılması gerekir. Bununla birlikte yeniden yapılanma, yanmış kalıntıların
tanımlanmasındaki ilk adımdır. Antemortem ve postmortem radyografilerin
karşılaştırılması, karşılaştırılan görüntüler arasındaki yapısal uyumluluk noktalarını
detaylı olarak incelemek için yapılır. Bu sürecin geçerli olması için iskeletin
mümkün olduğu kadar yeniden yapılandırılması esastır. Tanımlama için kullanılan
en yaygın radyografik karşılaştırma dental kayıtlardır. Dikkate alınacak diğer bir alan
da vertebra merkezinde bulunan trabeküler yapı yöneliminin karşılaştırılmasıdır
(Fairgrieve, 2008:162,163).

Tüm kafataslarında frontal sinüslerin değerlendirilmesinde diğer karmaşık


faktörler, kafatasının postmortem radyografisinin antemortem pozisyonunu taklit
edecek şekilde konumlandırılmasını içermesidir. Kafatası vücudun en savunmasız
bölgelerinden biridir ve genellikle ısı kaynaklı kırıklara maruz kalan ilk alandır. Bu
nedenle, frontal sinüslerin kullanımında dikkatli olunmalıdır. Bireyin benzersizliğine
katkıda bulunabilecek olağandışı morfolojik özelliklerin varlığı değerlendirmede
dikkate alınmalıdır (Fairgrieve, 2008:164,165).

2.4.3. Dental Kimliklendirme


Diş dokularının pozitif bir tanımlama aracı olarak kullanılması, adli odontoloji de
yaygın bir uygulamadır. Ölü yakma analizi durumunda, adli odontologlar, adli
antropologlarla yakın çalışmalıdır (Fairgrieve, 2008:169). Diş kökleri, alveolde yer
alması nedeniyle daha fazla korunur. Kökler toplanmalı ve bunlar kırık kök
parçalarıyla eşleştirilmeye çalışılmalıdır. Diş kökleri ayrıca mandibula veya
maxillada ki alveollerde tutunabilir. Bu durumda, antemortem radyografilerle
doğrudan karşılaştırma için radyografisi istenmelidir. Eğer kökler soketlerden
düşmüşse iyi bir yapıştırma işlemi uygulanarak değerlendirilmelidir (Fairgrieve,
2008:171). Diş kronunda en sık görülen şekil dolgudur. Dolgunun yapımı
aşamasındaki işlemlerin, SEM veya 40X büyütmede ışık mikroskobu kullanılarak
kolayca ayırt edilebilmektedir (Fairgrieve, 2008:173).

100
2.4.4. DNA ve Kimliklendirme
Geleneksel tanımlama yöntemleri başarısız olduğunda DNA analizi kimliğe ulaşmak
için tek bağlantıdır. Eski dişerden ve kemiklerden izole edilen eser miktarda insan
DNA’sı polimeraz zincir reaksiyonuna (PCR) dayanan yöntemleri kullanarak
bilinmeyen iskelet kalıntılarını, varsayılan akrabaları ile karşılaştırmalı bir genetik
analizle belirleme fırsatı sunmaktadır (Zgonjanina vd.,2015:444).

DNA analizinin amacı, ortak DNA'ların % 99,5'ine sahip olan bireyleri


birbirinden ayırmaktır. DNA'nın yalnızca küçük bir kısmı bireyler arasındaki
farklılaşmada yararlanılabilecek değişkenlik göstermektedir. DNA'nın değişkenliği
kısa ardışık tekrarlar (STRs) şeklindedir. STR, tipik olarak değişken bir sayıyı
tekrarlayan kısa baz çiftleri dizisi (çoğu durumda dört) ile karakterize edilmektedir.
Yanmamış insan kalıntılarındaki DNA kaynağı genellikle kas doku, cilt, saç,
biyolojik sıvılar, kemik ve dişlerden elde edilmektedir. Yanmış durumdaki
kalıntılarda genellikle DNA kaynağı olarak kemikler ve dişler kullanılmaktadır
(Fairgrieve, 2008:176). Kemik iliği, şiddetli sıcaklıklardan bir süre
korunabilmektedir. İlium, ischium ve os pubic bölümleri DNA kaynağı olarak
korunaklı alanlardır. Yüzeye yakın kemiklerde DNA az elde edilebilmektedir. Dişin
pulpası yüksek derecede korunmuş bir ortam sağladığından DNA kaynağı olarak
kullanılabilmektedir (Fairgrieve, 2008:177).

Mitokondriyal DNA (mtDNA) analizini içeren DNA tanımlama teknikleri


rutin olarak doğrulanmış tipleme sistemindeki kemik tanımlamada uygulanır.
Antropolojik yöntemler cinsiyet, boy, yaş, ölümden bu yana geçen süre gibi bilgileri
sağlamaktadır (Imaizumi vd.,2002:251). Standart antropolojik yaklaşımlarla
birleştirilen polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) bazlı DNA tipleme yöntemleri kemik
tanımlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Bazı vaka raporları, mitokondriyal
DNA (mtDNA) tipini kullanan iskelet kalıntılarını başarıyla tanımlamış ve gerçek
vakalarda 30'dan fazla kemik örneği kullanılarak nükleer DNA tiplendirmesinin
faydası da kanıtlanmıştır (Imaizumi vd., 2005:32).

Aşırı kömürleşmiş cisimler oldukça bozulmuş DNA, STR analizini engeller.


Günümüzde son derece bozulmuş DNA örneklerini araştırmak için miniSTR'ler,
SNP analizi veya çok kısa mitokondriyal DNA (mtDNA) parçalarının dizilimi

101
üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Yanmış kemiklerin DNA analizindeki diğer
problemler, DNA izolasyonu sırasında birlikte toz haline getirilen PCR inhibitörleri,
örneğin benzin, eritilmiş plastik veya yanma sırasında kemiğe sızan tekstil kumaşları
ve yabancı DNA kontaminasyonu ortaya çıkabilmektedir (Schwark vd., 2011:394;
Garriga vd., 2016: 437; Heinrich vd., 2009:253,254).

Ciddi şekilde yanmış kemik parçalarında, örnek DNA yüksek derecede


bozulur ve genetik işaretleyicilerin başarılı bir şekilde yükseltilmesi zordur. Bu gibi
durumlarda mtDNA sıralaması ve son zamanlarda mitokondriyal SNP analizi
tanımlama amaçlı tercih edilen bir yöntemdir (Heinrich vd., 2009:253,254).

2.4.5. Felaket Kurbanlarında Kimliklendirme


Felaket, toplumun işleyişinin ciddi şekilde bozulması olarak tanımlanmıştır.
Felaketler doğal ya da insan kaynaklı olabilir. Bu olayların mağdurlarının
belirlenmesi, sadece ölenler için değil, aynı zamanda hayatta kalan aile ve arkadaşlar
için de önemli bir saygı işareti olarak kabul edilmektedir. Adli antropolog tarafından
sağlanabilecek biyolojik parametreler cinsiyet ve ölümdeki yaş tahminidir, soy ve
boyun faydası genellikle sınırlı bir değere sahiptir, diğer yararlı bilgiler iskelet
patolojileri, iskelet anomalileri ve varyasyon ile ilgili detaylardır. Biyolojik bir profil
geliştirilirken popülasyona özgü standartların gerekli olduğu bilinmektedir (Boer vd.,
2018:1,3,4).

Toplu felaket, genellikle ani bir olayın meydana geldiği çok fazla kişinin
öldüğü durumlar olarak kabul edilmektedir. Çoğunlukla uçak ve tren kazaları
düşünülür; ancak daha yakın zamanda, 9 Eylül terörist saldırıları bu gibi durumlara
eklenmiştir. Endüstriyel kazalarda ve çatışmalarda çok sayıda ölüm meydana
gelebilmektedir. Deprem, kasırga, sel, orman ve çalılık yangınları, hatta çığ gibi
doğal afetler kısa sürede çok sayıda ölüme sebep olabilmektedir. Toplu ölümlerde
insan kalıntılarının tanımlanmasında büyük ölçüde dişler kullanılmaktadır. Herhangi
bir toplu ölüm olayının zorluğu kalıntıların belgelenmesi ve toplanmasıdır.
Parçalanmış insan kalıntıları, kurtarılmış anatomik yapılara sahip bireyleri yeniden
oluşturmak için bir envanter ve kataloglama işlemine tabi tutulur. Bu olaylarda insan
kalıntılarının kömürleşmesi düzensiz olma eğilimindedir. Uçak çarpmalarında ve

102
yangın durumlarında, jet yakıtı çok hızlı yanan ve aşırı sıcak bir hızlandırıcı görevi
görmektedir. Kalıntılar kalsinasyon noktasına kadar yanabilir ancak vücudun farklı
şekilde yanması daha olasıdır (Fairgrieve, 2008:178). Kalp pili, dental implatlar
kemik dokunun iyileşmesi için takılan cerrahi plaklar, yanmış vaka analizlerine
yardımcı olmaktadır. Buradaki zorluk yanmış bileşenlerin insan kalıntıları ile ilişkili
olup olmadığını tespit etmedeki karmaşıklıktır (Fairgrieve, 2008:180).

103
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

YANMANIN GERÇEKLEŞTİĞİ OLAY YERİNDE DELİLLERİN


TOPLANMASI VE YORUMLANMASI

3.1. OLAY YERİ İNCELEME

Maddi delillerin tespit edilip mağdur ve sanıklar arasındaki ilişkisinin saptanabildiği


alana olay yeri denir (Ceylan, 2008:3). Olay Yeri İnceleme; suç mahallinde bulunan
kanıtları tanıma, koruma, toplama, analiz etme ve yeniden yapılandırma sürecidir.
Bir ceza soruşturması sırasında uygulanan çeşitli yöntem ve teknikleri ifade etmek
için sıkça kullanılan bir terimdir. Adli bilim adamlarının kullandığı temel olay yeri
prosedürü fiziksel kanıtları tanıma, belgeleme, toplama, paketleme, koruma ve analiz
etme konularına odaklanmaktadır. Soruşturma görevine sistematik bir şekilde
yaklaşıldığında hata olasılığı azalarak araştırmacıların hedefe ulaşma şanslarını
arttırmaktadır (Embar-Seddon ve Pass, 2009:308).

Polis teşkilatları, fiziksel deliller için olay yeri araştırma bilgisine sahiptir.
Uygun bir eğitim ile polis teşkilatları suç mahallerinde yetkin performans
sağlayabilirler. Birçok yargı alanında, polis teşkilatları bu görevi uzman bir teknisyen
ekibi ile yürütmektedir (Saferstein, 2015:30).

Locard Değişim Prensibi, bir cezai soruşturmada fiziksel kanıtların


kullanılmasına temel oluşturmuştur. İki nesne temas ettiğinde, aralarında daima
karşılıklı bir madde alışverişinin olacağı locard prensip ilkesinde belirtilmektedir
(Miller, 2014:17). Edmond Locard’ın “her temas bir iz bırakır” sözü en açık şekilde
suçluların bıraktığı delilleri özetlemektedir. Yıllar önce böyle bir ifade söylendiğinde
anlamsız gelmekteydi fakat günümüzde modern teknolojinin yardımıyla birçok delil
tespit edilebilmektedir (Horswell ve Fowler, 2004:48, 49).

Modern olay yeri incelemelerinde kullanılan araçlar, yöntemler ve teknikler,


son elli yılda muazzam gelişmeler göstermiştir. Adli bilimlerde uygulanan yeni
yöntemler kolluk kuvvetlerinin araştırmalarındaki rolünü giderek arttırmıştır (Embar-

104
Seddon ve Pass, 2009:311). Olay yeri araştırması olayın ihbar edilmesiyle başlar,
hâkimin kararıyla son bulmaktadır (Ragle, 2002:43).

Olay yerine gelindiğinde ilk olarak hayatta kalanların kontrol edilmesi


gerekmektedir. Soruşturma için olay yeri güvenliği sağlanmadan hemen önce tıbbi
yardıma ihtiyaç duyan kişiler tespit edilmelidir. Olay yerinde bulunan kişiler suçun
mağduru veya faili olabilir (İnman ve Rudin, 2001:198). Suç mahalline gelen
memurlar, alanı mümkün olduğunca korumaktan sorumludurlar. Suçun gerçekleştiği
alanın merkezi, giriş, çıkış yolları ve delillerin taşınabileceği alanlar sınırlarla
belirlenmelidir. Görevli memurlar, olay yerine kimin girip çıktığını ve zamanlamayı
doğru bir şekilde kaydetmelidir. Personel olay yerinde asla sigara içmemeli, yemek
yememeli, çöp atmamalıdır. Ayrıca memurlar, pencereleri, kapıları, ısıtma veya
klimayı ayarlayarak olay yerindeki sıcaklık koşullarını değiştirmekten kaçınmalıdır
(Saferstein, 2015:30).

Suç mahalli dinamik bir ortamdır. Kanıt, eylem gerçekleştikten hemen sonra
kelimenin tam anlamıyla değişmeye başlamaktadır. Suç işlendikten sonra geçen süre
ne kadar artarsa, olay yeri orijinaline o kadar az benzemektedir. Ayrıca, olay yerinde
ne kadar az insan olursa, kaza sonucu kirlenme veya potansiyel olarak önemli
kanıtların imha edilme olasılığı o kadar az olmaktadır (İnman ve Rudin, 2001:202).

Değişikliğe uğramamış haliyle bir suç mahallinde çalışmak için görevli


memurların süreleri sınırlıdır. Olay yerini orijinal haliyle kalıcı olarak kaydetme
fırsatı kaçırılmamalıdır. Olay yeri kayıtlarından sonraki soruşturma sürecinde
yararlanılacaktır. Suç mahallinin durumunu ve fiziksel kanıtların yerini belgelemek
dava sürecinde gerekli olmaktadır. Olay yeri kaydı için fotoğraflar, eskizler ve notlar
çok önemlidir. Olay yeri notlarını kaydetmek için dijital ses kayıt cihazları da
kullanabilir. Fotoğraflar tek başına yetersizdir bu yüzden notlarla ve eskizlerle
tamamlanmalıdır. Tüm olay yeri alanı ve yakın çevreyi içeren video kaydı çekilebilir.
Video kaydı, temel olarak notları ve fotoğrafçılığı birleştirmektedir (Saferstein,
2015:31,32).

105
3.1.1. Kanıt Arama Yöntemleri
Suç mahallindeki fiziksel delillerin kapsamlı ve sistematik olarak aranması
gerekmektedir. Kanun uygulayıcılar, delil bulma olasılığını en üst düzeye çıkarmak
ve mevcut delilleri bulmada başarısız olma ihtimalini en aza indirgemek için suç
mahalli incelemelerini düzenlemektedir. Şüpheliler ele geçirilmişse ya da suçun
nedenleri ve koşulları kolayca görünüyorsa da hemen fiziksel bir delil arayışı
yapılması gerekmektedir. Araştırmacılar, incelenecek olay yerlerine uygulanan çeşitli
geometrik şablonlardan birini seçmektedirler (Şekil 3.1).

3.1.1.1 Şerit veya Çizgi Arama Yöntemi


Çizgi veya şerit yönteminde, bir suç mahalli uzun ve dar bölümlere ayrılmaktadır.
Görevliler şeridin her iki ucunda da delil aramaya başlayabilmektedir. Bu tür bir
arama genellikle geniş arazilerde delilleri aramak için kullanılmaktadır. Tipik bir
şerit deseni yönteminde, araştırmacılar omuz omuza yürürler veya alanda aynı anda
hareket eden bir çizgide bir kolun uzunluğu ile ayrılmaktadırlar.

3.1.1.2 Izgara Arama Yöntemi


Izgara yöntemi, bitişik köşelerden kaynaklanan ve dik çizgiler oluşturan çizgi
aramaları yapan iki kişiyi içermektedir. Bu yöntem çok ayrıntılıdır, ancak bu
yöntemin kullanabilmesi için sınırların iyi belirlenmesi gerekmektedir.

3.1.1.3 Spiral Arama Yöntemi


Spiral arama modeli genellikle bir kişiyi içermektedir. Araştırmacı, sınırdan olay
yerinin merkezine içten sarmal ya da merkezden sınıra bir dış sarmal olarak hareket
etmektedir. İçeri doğru spiral yöntemi kullanışlıdır, çünkü araştırmacı, kanıt içeren
bir alan ışığından daha fazla kanıtın bulunabileceği bir alana doğru hareket
etmektedir. Bununla birlikte, mükemmel bir spiral uygulamak genellikle zordur ve
kanıtlar gözden kaçabilmektedir.

3.1.1.4 Çark veya Işın Arama Yöntemi


Çark veya ışın yöntemi, sınırdan dümdüz sahanın merkezine (içe doğru) veya
merkezden dümdüz dışarıya doğru hareket eden birkaç kişiyi içermektedir. Bu
yöntem tercih edilmemektedir.

106
3.1.1.5 Çeyrek veya Bölge Arama Yöntemi
Çeyrek veya bölge yöntemi olay yerini bölümlere ayırır ekip üyeleri her bölümü
aramak için görevlendirilmektedir. Bu bölümlerin her biri, daha küçük ekiplerin
detaylı arama yapması için daha küçük birimlere ayrılabilmektedir. Bu, geniş bir
alanı kapsayan olay yerleri için en uygun yöntemdir. Aranan alanlar, suçlular
tarafından kullanılan olası tüm giriş ve çıkış noktalarını içermektedir (Saferstein,
2015:40; Embae-Seddom ve Pass, 2009:321,322).

Şekil 3.1: Olay Yeri İnceleme Yöntemleri

Kaynak: Saferstein, (2015:39).

Suç mahalleri, yasadışı işlemlerin yapıldığı ve fiziksel kanıtların bulunduğu


yerlerdir. Suç mahalleri birincil, ikincil veya üçüncül olarak sınıflandırılabilir.
Örneğin, bir suçlu, kurbanını evinden kaçırabilir (birincil suç mahalli) ve onu araba
ile (ikincil suç mahalli) başka bir yere (suç mahalli cinayet mahalli) taşıyabilir;
Suçlunun, mağdurun cesedini elden çıkardığı yer üçüncü derece suç mahallidir. Suç
mahalleri bu nedenle doğrudan fiziksel suç kanıtlarının geri kazanılması için fırsatlar

107
sağlayan iç ve dış mekânları içerir. Olay yerinin yeniden yapılandırılması olayın
hemen öncesinde, olay sırasında ve sonrasında ortaya çıkan eylemlerin seyri de dâhil
olmak üzere, bir suç olaylarını yeniden oluşturmak için kullanılan bir metodolojidir,
Yeniden yapılanma, olay yerindeki verilerin toplanmasıyla başlar; cinayet
durumunda ise kan sıçraması, ateşli silah kalıntısı, mermi yörüngeleri ve DNA
kanıtının toplanabileceği nesnelerdir. Bir cinayet davasında, konumlandırma ve
mağdurun vücudunun durumu, suç eyleminin belirli bir şekilde açılması ve
zamanlaması hakkında da değerli bilgiler verebilir. Kapsamlı bir yeniden yapılanma
olay yerindeki fotoğrafları, fiziksel kanıtların laboratuvar analizlerinin sonuçlarını ve
otopsi bulgularını içermektedir. Sahnenin ölçümleri ve eskizleri de cezai işlemin
mantıklı ve kanıta dayalı olarak yeniden yaratılması için dikkatlice incelenir ve
birleştirilir. Suç mahallinden gelen bilgiler sentezlenir, böylece araştırmacılar suç
sırasında neler olduğu, nerede olduğu, ne zaman olduğu ve nasıl olduğu hakkında
daha güçlü tahminler yapabilmektedir (Embar-Seddon ve Pass, 2009:317).

3.2. YANGIN SORUŞTURMASI


Yangın soruşturmacısı, yangının kaynağını ve nedenini belirlemek için yangının
nerede başladığı sorusuna yanıt aramaktadır. Yangının oluşması için yakıt, oksijen ve
yeterli enerji kaynağı bulunmalıdır. Yangının nedenini belirleyen kilit unsurlar
tutuşan ilk malzemelerin ve tutuşma kaynağının tespitine dayanır. Isı enerjisi
mekanik, elektiriksel, kimyasal veya radyoaktif yollarla üretilir. Yangın
soruşturmacısının rolü, yanıcı, oksitleyici ve yangını başlatan ateşleme kaynağını bir
araya getiren olayı tanımlamaktır (K. Lerner ve B. Lerner 2006:430). Bir yangın
soruşturmasının temel hedeflerinden biri, yangının tam olarak nasıl başladığını
belirlemektir. Çoğu durumda, yangın elektrik çarpması, gaz sızıntısı ve yıldırım
düşmesinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, diğer durumlarda, yangınlar
kasıtlı olarak, kötü niyetli insanlar tarafından yapılabilmektedir. Yangın nedeni doğal
nedenlerle, kazara, kasıtlı veya belirlenemeyen sebeplerden dolayı olabilmaktedir.
Doğal yangın nedenleri yıldırım düşmesi veya volkanik lav gibi doğanın tüm
hareketleri yangın nedeni olabilmektedir (Embar-Seddom ve Pass, 2009:472).
Yangınlar, insan ihmalleri veya bir kaza nedeniyle meydana gelebilmektedir. Kasıtlı

108
yangınlar bir insan müdahalesinden kaynaklanmaktadır. Ancak kasıtlı yangınların
tümü kundaklama değildir. Örneğin arka bahçesindeki otları yakan bir kişinin bu
eylemi kasıtlıdır ancak kundaklama olayı olarak değerlendirilmez. Kundaklama
terimi bir ülkeden diğerine veya bir eyaletten diğer eyalete göre büyük ölçüde
değişebilen yasal bir terimdir. Bir yangının kökeninin tespiti yangın mahallindeki
duman, sıcaklık ve yanma modellerinin gözlemlerine dayanarak yapılır. Yangın
kimyasal ve fiziksel kurallara göre gelişerek ilerlemektedir. Yanma bazı durumlarda
rastgele olabilen karmaşık bir durum olmasına rağmen yangının yönünü belirlemek
çoğu zaman mümkündür. Yangın soruşturmasının en önemli amaçlarından biri
yangınla bağlantılı bir suçun olup olmadığının belirlenmesidir. Yangının kundaklama
sonucu ortaya çıkması durumunda, suçlunun ortaya çıkması için delillerin toplanıp
tespitinin hemen yapılması gerekmektedir. Kazara veya doğal yolla çıkan bir
yangının meydana geliş sebebini ve yangının nasıl başladığını belirlemek önemlidir.
Kazara bir yangın gerçekleştiyse bunu belirlemek oldukça önemlidir çünkü insanlar
ve şirketlerin zararlarının sorumluluğunu karşılamak için önemlidir (K. Lerner ve B.
Lerner 2006:430).

Yangın enkazının görsel olarak incelenmesi, araştırmacının attığı ilk adımdır.


Araştırmacı, yanma düzenlerinin yönünü ve yoğunluğunu değerlendirerek yangının
kaynağını belirleyebilmektedir. Kundaklama eylemcisi, yangının tüm yapıya
yayılmasını garanti altına almak amacıyla, odadan odaya sabit bir akımda genellikle
hızlandırıcı malzeme dökmektedir (Embar-Seddom ve Pass, 2009:472). Normalde
bir yangın yukarı doğru hareket etme eğilimindedir bu nedenle alevler dikey bir
duvara V şeklinde bir desen oluşturmaktadır. Yanıcı sıvılar her zaman zemine
aktıklarından, zeminde tavandan daha şiddetli yanma meydana gelir bu da
hızlandırıcının varlığını gösterebilmektedir (Saferstein, 2015:415). Yanmış bir olay
yerinde tipik olarak çok büyük miktarda döküntü bulunmaktadır. Yoğun bir
yangında, bir yapının kütlesi kurum ve kül ile kaplanmaktadır. Yangın döküntüsü
analizi sonuçları, yangının nedenini ve kökenini belirlemede genellikle kritik bir rol
oynamaktadır. Ayrıca, yangın araştırmacısı için yanmış numunelerde hasar çok fazla
olduğundan tanımlamak çok zordur ve aynı zamanda mevcut numuneler yanıltıcı
olabilmektedir (Embar-Seddom ve Pass, 2009:472).

109
Yanmış insan kalıntıları bir aracın içinde de bulunabilir bu yüzden taşıt
içerisinde bir bedenin yok olup olamayacağı konusunda çeşitli deneysel çalışmalar
yapılmaktadır. Otomobil içerisine evcil domuz bedeninin yerleştirilmesiyle yapılan
deneysel bir çalışmada, dizel yakıtla doldurulmuş aktif bir araç kullanılmıştır (Şekil
3.2). Bu şartlar altında domuz kalıntılarından, kafatasının ciddi parçalandığı, ön ve
arka bacakların distal uçlarının 1200 ºC'nin üzerindeki sıcaklıklarda 40 dakikalık bir
süre zarfında hala belirgin bir şekilde kurtulabildiğini göstermektedir. Sıcaklığa ve
geçen zamana rağmen gövde ve yumuşak dokuların mevcut olduğu belirtilmiştir
(Fairgrieve, 2008:68).

Şekil 3.2: Ateşlemeden 40 Dakika Sonra Yanmış Otomobil ve Domuz Kalıntıları

Kaynak: Fairgrieve, (2008:69).

Uçak çarpmalarında jet yakıtı çok hızlı yanan ve aşırı ısınan bir hızlandırıcı
görevi görmektedir. Kalıntıların kalsinasyon noktasına kadar yandığı durumlar
meydana gelmiştir ancak vücudun farklı şekillerde yanmasıda olasıdır (Şekil 3.3).
Uçak kazası mağdurları, genellikle kurtarılmış diş yapılarının kullanılmasıyla tespit

110
edilmektedir. Daha yakın zamanlarda, yüksek oranda parçalanmış kalıntıların tespit
edilmesinde yardımcı olmak için geniş ölçekte DNA kulanılmaktadır (Fairgrieve,
2008:178,179).

Şekil 3.3: Küçük Bir Uçak Kazasında Meydana Gelen Kafatası Kırığı

Kaynak: Fairgrieve, (2008:179).

3.2.1. Kundaklama
İngiliz ortak hukukuna göre “kundakçılık” terimi suç tanımı olarak bir kişinin başka
bir kişinin meskenine yaptığı ateşli kasıttan meydana gelmektedir. Kundaklama
tanımı, taşıtlar ve diğer kişisel mülklerin yanı sıra, ikamet edilmiş veya edilmemiş
herhangi bir yapıya karşı kasıtlı olarak ayarlanmış yangınları kapsayacak şekilde
genişletilmiştir (Embar-Seddom ve Pass, 2009:70). Kundaklama genellikle
araştırılması gereken karmaşık ve zor koşulları olan bir konudur. Normalde bu tip
olaylar, suç eylemini planlayan ve resmi araştırmacılar gelmeden olay yerinden
ayrılan bir fail tarafından yapılmaktadır. Ayrıca suç mahallindeki yıkım nedeniyle

111
suçun ispatlanması oldukça zordur (Safestein, 2015:408). Kasıtlı olarak kundaklama
eylemini yapan kişiler birçok sebepten dolayı olayı gerçekleştirmektedir. İntikam en
tetikleyici olay olarak ilk sıradadır, aynı zamanda öfkeli eşler, okula karşı öğrenciler,
işyerlerine karşı işçiler ya da eylemci guruplar tarafından başlatılabilmektedir.
Kundaklama için bir diğer sebep ise işlediği suçların kanıtlarını gizleme isteğidir.
Örneğin bir katil, kurbanın cesedini veya suçlayıcı delilleri yok etmek ya da ölümün
kaza gibi görünmesini sağlamak amacıyla cinayet olayını gizlemek için kundaklama
eylemine başvurabilmektedir. Kundaklama eylemleri için çeşitli yöntemler kullanılır
bunlardan bazıları diğerlerinden daha yaygın olarak tercih edilmektedir. En yaygın
yöntem, yapı boyunca bir hızlandırıcının (benzin, gazyağı veya daha hafif tutuşabilir
bir sıvı gibi) dökülmesini içermektedir. Hızlandırıcı kolay tutuşur aynı zamanda
hızlandırıcının akma düzeni, yangının hızını ve yayılımını takip ederek
ilerlemektedir. Bazı kundakçılar, yapımları basitten karmaşığa doğru çeşitlilik
gösteren ateşleme araçları kullanmaktadır bunlar çevrelenin ateşlenmesini sağlayan
yanan mumlar veya mercek parlamalarını içermektedir. Sıkça karşılaşılan bir diğer
ateşleme sistemi molotof kokteylidir (bir cam şişe içinde tutuşabilir bir sıvı ile
birlikte sıvıya batırılmış bir bezden oluşmaktadır). Bez tutuşturulur ve şişe fırlatılır,
çarpma anında şişe parçalanıp sıvı buhar bulutu yayılarak bir ateş topu halinde
etrafın alevlenmesini sağlamaktadır (Embar-Seddom ve Pass, 2009:71,72). Bir
bedeni ateşle gizlemeye ya da imha etmeye çalışan failler dış mekânlar yerine bir
yapı içinde yapmayı seçmektedirler çünkü bulunan cesetin yapısal bir yangının
kurbanı olduğu izlenimi yaratmak isterler (Fairgrieve, 2008:34). Suçlular yangının,
delilleri yok etmek için güçlü bir silah olduğunun farkındadırlar. Failin başka bir
suçu saklamaya çalıştığı durumlarda gerçekleşir. Bazı durumlarda, hırsızlıkla
ilişkilendirecek kanıtları yok etmek için çalınan araç ateşe verilebilir (K. Lerner ve
B. Lerner, 2006:40).

3.2.2. Hızlandırıcılar
Hızlandırıcı, bir yangının hızlı bir şekilde yayılmasına neden olmak için kullanılan
maddedir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:1). Hızlandırıcılar, kundaklama olaylarında
yaygın olarak kullanılır çünkü kolay yanmayacak alanlarda ek olarak yakıt desteği

112
sağlamaktadır. Kundaklama olayına teşebbüs eden kişiler yangının hasar ve
tahribatını en üst düzeye çıkarmak ve mümkün olduğunda yayılmasını sağlamak için
yakmak istedikleri alana hızlandırıcı madde dökmektedirler. Yangın için kullanılan
hızlandırıcılar, kundaklama eylemcisi tarafından kolayca erişilebilen benzin, çakmak
gazı ve gaz yağı gibi tutuşabilir sıvılardır (Embar-Seddom ve Pass, 2009:1).
Çoğunlukla kullanılan hızlandırıcı örneklerinden biri de petrol içeren sıvıların
buharlaşmasından toplanan petrol destinatlarıdır. Bu gibi hızlandırıcılar bir mangal
kömürünü tutuşturmak için kullanılır ve tüm hırdavat dükkânlarından kolayca satın
alınabilmektedir (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:1). Bir hızlandırıcının belirlenmesi,
yangın soruşturmasında önemli bir delildir çünkü yangının kasıtlı olarak yapıldığını
göstermektedir (Embar-Seddom ve Pass, 2009:1).

Kökeni şüpheli bir yangının soruşturmasına başlandığında, adli araştırmacı


araştırmanın parçası olarak hızlandırıcı bir maddenin varlığı veya kullanımına dair
kanıt aramaktadır. Yangın alana hızlı bir şekilde yayılmışsa yangının kökeni farklı
olabilir. Yangının kaynağı tespit edildikten sonra yangın alanı, hızlandırıcı maddenin
miktarı için tekrar incelenebilir. Kimyasal maddeyi tam anlamıyla koklayan özel
olarak eğitilmiş köpekler kullanılabilir. Ek olarak örnekler toplanır ve özel cihazlarda
analiz için laboratuvarlara alınmaktadır. Sıvı numuneler için tipik olarak gaz
kromatografi adı verilen bir alet kullanılmaktadır. Bu alet sıvı numuneyi ısıtarak bir
gaz numunesine dönüştürmektedir. Gaz bileşenlerinin her birinin kimliği
belirlenebilir ve bu araştırmacılara sıvının bir hızlandırıcı olup olmadığını
söylemektedir. Kıyafetler, eşyalar ya da şüphelinin cildinden bile benzer analizler
yapılabilmektedir. Kişinin veya kıyafetlerinin üzerinde hızlandırıcı madde izlerinin
tespiti kişiyi kundakçılık alanına bağlayan güçlü bir kanıt olabilmektedir (K. Lerner
ve B. Lerner, 2006:1). 1960 yılında Douglas N. Lucas, şüpheli kundaklama
vakalarında hızlandırıcı olarak kullanılan petrol ürünlerinin tanımlanması aracı
olarak gaz kromatografi tekniğini kullanan ilk adli bilim adamıdır (K. Lerner ve B.
Lerner, 2006:430).

Hızlandırıcılar yangınların daha yüksek sıcaklıklarda yanmasına, çok hızlı bir


şekilde yayılmasına ve söndürülmesinin aşırı zor olmasına neden olan kimyasal
yakıtlardır. Hızlandırıcının izleri olay yerinde kalmaktadır. Hızlandırıcıların varlığı
kundaklamanın adli kanıtı olarak kullanılmaktadır. Olaydan hemen sonra

113
toplandığında, dikkatlice paketlenip taşındığında ve en iyi yöntemlerle analiz
edildiğinde bile her zaman kesin sonuçlar elde edilemez. Doğru analizlerdeki
zorlukların bir kısmı hızlandırıcı olarak kullanılan petrol distilatlarının tipik olarak
yandıklarında veya buharlaştıklarında fiziksel veya biyokimyasal değişikliklere
uğramasıdır. Kundaklama eylemlerinde genellikle hızlandırıcı olarak benzin, kerosen
veya dizel yakıt bileşikleri kullanılmaktadır. Bu ham petrol ürünlerinin çoğu sadece
karbon ve hidrojen atomları içeren binlerce farklı organik bileşik karışımlardan
oluşmaktadır. Laboratuvar ortamlarındaki uçucu hızlandırıcıları tanımlamak için,
hızlandırıcı olarak şüphelenilen sıvının çevredeki yangından veya patlama
enkazından izole edilmesi gerekmektedir. Daha sonra gaz kromatografisi kullanılarak
analiz edilir, bu kromatogram adı verilen bir grafiğin üretilmesine neden olmaktadır.
Kromatogram daha sonra bilgisayarda analiz edilir ve bir eşleşme bulunana kadar
bilinen hızlandırıcıların kromatogramları ile karşılaştırılmaktadır. Gaz
kromatografisi, patlama veya yangın kalıntılarındaki hızlandırıcıları tespit etmek için
en etkili tekniklerden biridir. Gaz kromatografisi, gaz karışımı hidrokarbonların
farklı kaynama noktalarına dayanarak kendi kimyasal ayrılmasını içermektedir.
Karışımlardaki her gaz daha sonra tanımlanabilir çünkü her biri ayrı bir kromatogram
üretmektedir. Lucas, adli kundaklama araştırmalarında uçucu hızlandırıcı maddelerin
tanımlanması için dünya çapında bir standart belirlemiştir. Gaz kromatografisi yanıcı
hızlandırıcı tortulları tanımlamanın en doğru bilimsel araçları arasında kabul
edilmektedir (K. Lerner ve B. Lerner 2006:430).

3.2.2.1. Gaz Kromatografisi / Kütle spektrometrisi


Gaz kromatografisi (GC), yangın kalıntısı numunelerindeki hızlandırıcı kalıntıların
tanımlanmasında kullanılan evrensel araçtır. Teknik analizden önce numunelerin
işlenmesi için kullanılan prosedürlerin çeşitli varyantları vardır. Çoğu yangın
hızlandırıcıları; benzin, boya, tiner ve daha hafif sıvılar gibi uçucu organik
bileşiklerin karışımlarıdır (Tablo 3.1). Hızlandırıcılar, yangın enkazından toplanan
numunede bulunan tepe noktaları modelinin bilinen bir standartta kromatografik
olarak karşılaştırılması yoluyla tanımlanır. Hızlandırıcılar ASTM (Amerikan Test ve
Malzemeler Derneği) tarafından geliştirilen ve korunan standart bir sisteme göre
sınıflandırılmaktadır (Embar-Seddom ve Pass, 2009:33). Yangının ısısı, karışım

114
bileşenlerinin nispi konsantrasyonlarını bozar, daha uçucu olanlar tercihen
buharlaşmaktadır (Fisher, Tilstone ve Waytonwicz, 2009:190).

Tablo 3.1: Kundaklama Hızlandırıcıların Sınıflandırılması

Sınıf Kaynama Noktası Örnekler


°C
Sınıf 1: Hafif petrol <120 Petrol eterleri, hafif yakıtlar;
distilatları (LPD) kauçuk çimento çözücüleri;
lake tinerleri
Sınıf 2: Yakıtlar 50-120 Tüm markalar ve otomotiv
yakıtlarının
Sınıf 3: Orta petrol 60-200 Kömür; boya incelticiler,
mineral spirit, kuru çözücüler
Sınıf 4: Gazyağı 90-290 1 numaralı akaryakıt; jet-A
yakıtı, böcek spreyleri, hafif
yakıtlar
Sınıf 5: Şiddetli petrol 210-410 2 numaralı akaryakıt; dizel
yakıt
Sınıf 0: Değişken Sınıflandırılmamış Tekli bileşenler: alkoller,
lake tinerleri aseton, tolüen, kamp
yakıtları; lamba yağları,
Kaynak: Fisher, Tilstone ve Waytonwicz, (2009:191).
Bazı durumlarda, gaz kromatografisi ile bilinen desenlere ulaşılamaz. Bu
durum hızlandırıcıların bir kombinasyonundan ya da hızlandırıcı tortusunun yangın
mahallinde yanan malzemelerin ısı kaynaklı kırılmalarından kaynaklanabilir. Bu
şartlar altında, yorumlanması imkânsız değildir ancak gaz kromatografisi desenine
ulaşmak zor olabilir. Bu durumlarda, kütle spektrometrisi ile birleştirilmiş gaz
kromatografisi, hızlandırıcı kalıntılarının tespitinde kullanılır. Karmaşık
kromatografik desenler, gaz kromatografisi kolonundan ayrılan bileşenlerin bir kütle
spektrometresinden geçirilmesiyle basitleştirilebilir. Her bir bileşen kütle
spektrometresine girerken, bir iyon koleksiyonuna parçalanır. Temelde, kütle
spektrometresi izin veren bir filtre gibi davranmaktadır (Şekil 3.4). Analist, yalnızca

115
belirli bir hızlandırıcı için seçilen iyonlarla ilişkili uçları görmektedir. Bu şekilde,
kromatografik model, deseni yok edebilecek yabancı tepe noktaları ortadan
kaldırarak basitleştirilebilmektedir (Safestein, 2015:421).

Şekil 3.4: Gaz Kromatografisi GC/MS Kullanımı

(a) Bir yangın alanında toplanan bir kalıntı numunesi, (b) numune kromatogramı,
benzine benzeyen bir model, (c) bilinmeyen içeriğe sahip yakıtın, bilinmeyen ikincil
uçları GC/MS kullanımı ile ortadan kaldırıldıktan sonra kesin bir sonuç elde
edilmektedir.

Kaynak: Safestein, (2015:421).

3.3. YANGININ GERÇEKLEŞTİĞİ OLAY YERİNDE


DELİLLERİN TOPLANMASI VE KORUNMASI

Yangın enkazı, laboratuvar incelemeleri için kanıt olarak toplanan yangının


döküntülerini tanımlamak için kullanılan genel bir terimdir. Bir yangın araştırmacısı
ateşi tutuşturabilir sıvılar gibi hızlandırıcıları kullanarak yapılmış olduğundan
kuşkulanabilir. Bu tür ürünlerin olup olmadığını görmek için yangın kalıntılarını
toplayarak analiz etmek mümkündür. (K. Lerner ve B. Lerner, 2006:297).

116
Araştırmacının genellikle olay yerinde toplanan kimyasal maddeleri tespit edip
tanımlaması, ateşleyicileri yeniden yapılandırması beklenir. Bir kimyager enkazdaki
eser miktarda benzin veya keroseni tanımlayabilir ancak hiçbir araştırmacı
kundaklama eyleminde ateşi yakmak için çöp veya kağıt kullanıp kullanılmadığını
belirleyememektedir. Ayrıca bir yangının başlamasına kablolar, aşırı ısınan elektrikli
cihazlar, ısıtma sistemleri veya yanmış bırakılan sigara gibi birden fazla durum
neden olabilir ve bu kaza sonucu yangınlarda kimyasal izler bulunmamaktadır. Bu
nedenle, yangının nedeninin kesin olarak belirlenebilmesi için çok sayıda faktör göz
önünde bulundurmalı ve kapsamlı bir saha araştırması gerekmektedir (Safestein,
2015:408).

Yangın enkazında araştırmacının amacı yangının nasıl başladığını (kaza veya


kundaklamanın sonucu olup olmadığını) belirlemektir, ancak nadiren yangına dâhil
olmuş kişilerin kanıtları bulunabilir. Örneğin, alışılmadık bir hızlandırıcı türü
tanımlanırsa, malzemenin satın alındığı yer ve kişiler ile ilgili bilgilere dayanarak bir
şüpheliye ulaşılabilir. Yangın enkazdaki hızlandırıcının kanıtı genellikle kasıtlı
olarak ateşe verildiğine dair iyi bir göstergedir. Yangın alanı incelenmesi iki aşamalı
bir süreçtir. Yanmış bir elektrikli cihaz gibi tutuşma kaynağının fiziksel kanıtları
aranmaktadır. Kaynağın lokalize olduğu ancak muhtemel bir neden ile ilişkili
olmadığı durumlarda, bir hızlandırıcı kullanımı ile kundaklanmadan
şüphelenilmelidir. Kötü bir yangından sonra bile, hızlandırıcıya ait izler kalmaktadır.
İzler enkazdan toplanıp laboratuvarda tanımlanabilmektedir. Olası hızlandırıcı
kalıntıların yerini belirtmek için olay yerinde eğitimli köpekler kullanılabilir.
Laboratuvarda, gaz kromatografisi-kütle spektrometresi (GC-MS) kullanılır. Benzin
gibi tutuşabilir sıvı hızlandırıcılar genellikle karmaşık yapılardır. Ateşin ısısı,
bileşenlerin nispi oranlarını bozar ve daha uçucu bileşenler, daha yüksek bir
kaynama noktasına sahip olanlardan daha büyük oranda kaybolmaktadır. Aynı
zamanda yanmış olan malzemenin etkileri konusunda da dikkat gerekir. Örneğin,
çam terebentin bileşenleri ile aynı sınıftaki kimyasalların etkilerine dikkat etmek
gerekmektedir (Tilstone, Savage ve Clark, 2006:68,69).

Kundaklama olaylarında araştırmacı sürekli zamana karşı yarışmaktadır. Bir


yangının sönmesinden sonra kalan herhangi bir hızlandırıcı kalıntısı, birkaç gün
içinde veya saatler içerisinde buharlaşabilir. Ayrıca, güvenlik, sağlık koşulları,

117
temizleme ve kurtarma işlemlerinin mümkün olduğunca çabuk başlaması
gerekebilmektedir. Bu durumlar gerçekleştiğinde, yangın yerinin anlamlı bir şekilde
araştırılması imkânsızdır. Topraktaki ve bitki örtüsündeki hızlandırıcılar bakterilerin
etkisiyle hızla bozulabilir. Toprak veya bitki örtüsü içeren numunelerin
dondurulması, bu bozulmayı önlemenin etkili bir yoludur (Saferstein, 2015:415).
Plastik yer karoları, halı, linolyum ve yapıştırıcılar gibi sık karşılaşılan malzemeler,
yandıklarında uçucu hidrokarbonlar üretebilir. Bu ürünler bazen hızlandırıcılarla
karıştırılabilmektedir (Saferstein, 2015:417).

3.3.1. Paketleme ve Kanıtların Korunması


Bir kundaklama olayından şüphelenildiğinde yangının çıkış noktasında iki ile üç litre
kül ve kurum enkazı toplanmalıdır. Toplama, tüm gözenekli malzemeleri ve yanıcı
kalıntı içerdiği düşünülen diğer tüm maddeleri içermelidir. Bunlar; tahta, kâğıt,
kumaş, halı, ahşap döşeme, kilim, yanmış bezler gibi emici materyaller hızlandırıcı
izlerini tutabileceği için olay yerinden toplanmalıdır (Saferstein, 2015:417).

Toplanan örnekler en kısa sürede hava geçirmez kaplar ile paketlenmelidir


çünkü bu kaplarda olası maddeler buharlaşma yoluyla kaybolamaz. Toplanan deliller
laboratuvara taşınması için hava geçirmez, kullanılmayan metal boya tenekelerinde
(Şekil 3.5) depolanmalıdır. Bu tür kaplar, hızlandırıcıların bir delil olarak toplandığı
ve en sık tercih edilen materyaldir çünkü toplanan uçucu bileşenlerin kaybolmasını
önlemektedir. Yeni, temiz boya tenekeleri düşük maliyetli, hava geçirmez, kırılmaz
ve çeşitli ebatlarda bulunduğu için iyi bir alternatiftir. Geniş ağızlı cam kavanozlar,
hava geçirmez kapakları olması koşuluyla şüpheli numunelerin paketlenmesi için
kullanılabilir. Naylon torbalar, kâğıtlar asla kullanılmamalıdır. Plastik polietilen
torbalar ambalaj örnekleri için uygun değildir, çünkü hidrokarbonlarla reaksiyona
girerler ve uçucu hidrokarbon buharlarının tükenmesine neden olurlar. Keskin
kenarlı nesneler plastik poşetleri delebileceklerinden teneke kutularda toplanmalıdır.
Toplanan delillerle kutuların ve kavanozların üçte ikisi dolu olmalıdır. Büyük
hacimli numuneler olay yerinde gerektiği gibi küçültülerek, kaplara sığacak şekilde
kesilmelidir. Açık şişelerde veya kutularda bulunan sıvılar toplanmalı ve ağızları
iyice kapatılmalıdır. Sıvı numune örnekleri küçük cam şişelere alınmalıdır

118
(Saferstein, 2015:417; Embar-Seddom ve Pass, 2009:73; Fisher, Tilstone ve
Waytowicz, 2009:189).

Şekil 3.5: Yangın Enkazını Toplamak İçin Çeşitli Ebatlarda Boya Tenekeleri

Kaynak: Saferstein, (2015:417).

3.3.2. Ateşleyiciler ve Diğer Kanıtlar


Bir yangını ateşleyen kibrit yangın sırasında tamamen tüketilir ve bulunması
imkânsızdır. Yangını başlatmak için birçok farklı araç kullanılmaktadır. Bunlar;
yanan sigaralar, ateşli silahlar, mühimmat, “Molotof kokteyli” (içinde bir bez parçası
bulunan yanıcı sıvı içeren bir cam şişe) ve elektrikli kıvılcım çıkaran aygıtlardır.
Nispeten karmaşık mekanik cihazların yangında yok olmama olasılığı çok daha
yüksektir. Molotof kokteylinin kırılmış camı ve fitili, geri kazanılması durumunda da
korunmalıdır. Önemli bir diğer kanıt, şüpheli failin kıyafetleridir. Bu şahıs yangını
başlattıktan birkaç saat sonra tutuklanırsa, hızlandırıcı madde kalıntısı giysi içinde
mevcut olabilir. Her bir giysi, ayrı bir hava geçirmez kap içine tercihen yeni, temiz
bir boya kabına yerleştirilmelidir (Saferstein, 2015:417).

119
3.4. YANMIŞ İNSAN KALINTILARININ BULUNDUĞU
ALANLARDA OLAY YERİ İNCELEME
İnsan kalıntılarının çoğu bir rastlantı sonucu genellikle avcılar, orman yürüyüşüne
çıkan insanlar, tarlasını kazan bir çiftçi ya da inşaat çalışması yapan işçiler tarafından
bulunabilir (Yağmur, Körükçü ve Hancı, 2003:147). Araştırmacıların çoğu bilir ki
herhangi bir güvenli suç mahallinin ilk aşaması kanıt aramaktır. Bu aşama bir
soruşturmanın en kritik sürecidir. Kanıtları tanıyan, bozulmadan veya zarar
görmeden koruyabilen, belgeleyen ve geri kazandırabilen personel olmadan, olay
yerindeki bir soruşturma ciddi şekilde tehlikeye girmektedir. Yakılmış kalıntıların
bulunduğu ortam oldukça değişken olabilir. Parçalanmış ve yanmış insan kalıntılarını
tanıma konusunda deneyimli bir adli antropolog ile adli kimlik ekibinin ortak ekip
çalışması gerekmektedir. Bu nedenle yüzeyde kısmen gömülü, su içinde, yapılar
içinde, yanmış otomobillerin veya trenlerin içinde ve çarpan/yanan uçakların içinde
yanmış kalıntılar bulunabilmektedir. Bu durumların her biri, farklı bir arama
stratejisi, bir dizi dokümantasyon ve kurtarma protokolü gerektirir. Kısacası,
yakılmış kalıntıları olan alana yönelik tek bir araştırma yöntemi ve çözümü yoktur.
Alanda uzmanlığı olan personel tarafından alanın daha ayrıntılı bir şekilde
incelenmesi gerekmektedir. Alanın daha ayrıntılı araştırılması, dağınık kareler
halinde yapılmaktadır. Operasyonun bu aşamasında, alan belgeleme süreci başlar.
Belgelendirme yöntemleri, alan koşulları tarafından belirlenmektedir (Fairgrieve,
2008:62).

Yanık ve yakılmış kemiğin suç mahallerinden geri kazanılması, kemiğin


genellikle kırılgan ve parçalanmış doğası nedeniyle zor olabilir. Bu tür kalıntıları geri
kazanmanın başarısının anahtarı iyi planlama ve dokümantasyondur. Hareket
sırasında kalıntıların imha edilme ihtimalinin normalden yüksek olması nedeniyle
fotoğrafların sık sık çekilmesi hayati öneme sahiptir. Bu çok zaman alan bir süreçtir
ve aceleye getirilmemelidir. Bu durumun diğer adli araştırmacılara ve suç mahalli
uygulayıcılarına ifade edilmesi gerekmektedir. Yanık kalıntılar gerektiği gibi
ambalaj malzemeleriyle (aside dayanıklı kâğıt gibi) uygun boyutta kaplarda
paketlenmelidir (Thompson, 2016:180).

120
Adli antropologların çoğu, göreceli olarak tamamlanmış insan iskelet
kalıntılarının analizinde ustalaştığından, aşırı bir parçalanma durumundaki yanmış
kalıntıların analizi zorluklar doğurmaktadır. Yanmış kemik analizini uygun şekilde
tamamlamak için gerekli malzemeler; fotoğraf ve radyografik ekipman,
mikroskoplar, ölçekler ve test elekleri ile zemin kalıntıları incelenmelidir (Şekil 3.6).
İlk olarak, herhangi bir adli davada olduğu gibi tüm alanın ve beraberindeki
malzemelerin fotoğrafları çekilmeli ve aynı zaman da yazılı notlar ile belgelenmesi
gerekmektedir. Ek olarak kaplar ve içerikleri fotoğraflanmalıdır, kaplar açıldığında
ve içerikler çıkartıldığında yeniden fotoğraf çekilmelidir. Kaplar açılıp
belgelendikten sonra, kalıntılar tartılmalı ve genel renk, koşul, kalıntılara eşlik eden
öğeler veya nesneler not edilmeli ve görüntülenmelidir.

Şekil 3.6: Yanma Sonrası Analiz Sırasında Kullanılan Tartı ve Elekler

Kaynak: Adams ve Byrd, (2014:244).

Kalıntılar tartıldıktan ve koşulları yazılı olarak tanımlandıktan sonra,


kalıntılar standart elekler kullanılarak ayrılmalıdır; genellikle standart elekler No. 18,
10 ve 5 kullanılır (Şekil 3.7). Bu, kalıntılar dört parçacık büyüklüğü kategorisinde
ayrılır: > 4 mm,> 2 mm,> 1 mm ve <1 mm (Şekil 3.7).

121
Şekil 3.7: Sıralı Yanmış Parçacık Boyutları: > 4 Mm, > 2 Mm ,> 1 Mm Ve <1 Mm.
Ölçek Santimetre Cinsinden

Kaynak: Adams ve Byrd, (2014:245).

Toplanan kemik parçaları anatomik pozisyonlara getirilirse kalıntıların


sıralanması kolaylaştırılır. Yanmış kemik parçalarının birleştirilmesi gereken
zamanlar olabilir. Yanmış ve yakılmış kemiğin geri kazanılmasının yanı sıra, adli
araştırmacılar vücutla ilişkili olabilecek cerrahi implantlar ve dental sabitleyicileri de
geri kazanabilmektedir (Thompson, 2016:180).

Kemik ve dişin diğer malzemelerden ayrılması parçalanmış ve yanmış halde


küçük parçacık analizlerinde ortaya çıkmaktadır. DNA analizi, tanımlamaya katkıda
bulunmak için küçük, parça parça kanıtlarla bile kullanılabildiğinden, sunulan birçok
vaka bu kanıtları içermektedir. Alçıpan, plastik, jeolojik malzemeler ve diğer birçok
ürün parçacıkları, özellikle yoğun ısıya veya diğer tafonomik faktörlere maruz
kaldıktan sonra, kemiğe ve dişe benzeyebilmektedir. Aynı şekilde, kemik ve dişin,
tafonomik değişimden sonra olduğu gibi tanınması zor olabilir. Morfoloji bu gibi
durumlarda malzemeleri ayırt etmek için yetersiz olduğunda, mikroskobik yöntemler
faydalı olabilir. Taramalı elektron mikroskobu / enerji dağıtıcı spektroskop (SEM /
EDS), kemik olmayan ve diş materyalini ayırmada yararlı bir araçtır (Adams ve
Byrd, 2014:2).

122
Bazı ilginç durumlarda, hayvan kalıntılarının varlığını belgelemek ve hatta
türlerini belirlemek gerekmektedir. Morfolojik değerlendirme, materyallerin teşhis
bilgileri sunması durumunda tercih edilen ilk yöntemdir. Kemik ve diş kırıkları,
parçalanmalar veya tafonomik değişiklik nedeniyle gerekli morfolojik özelliklerden
yoksundur ve bu yüzden mikroskobik incelemelerden yararlanılmaktadır. Tipik bir
insan mikroskobik modelinin varlığı, insan kemiği varlığı için kesin teşhis edici
değildir, çünkü bu genel model diğer hayvanlarla paylaşılabilen bir özellik olabilir.
Bu gibi durumlarda tercih edilen teknik, muhtemelen protein radyo-immünolojik
tahlili (pRIA) olmaktadır. Çok küçük numuneler (200 mg veya daha az), insan
kemiğini hayvan kemiğinden kesin ve niceliksel olarak ayırmak, tanımlamak için
kullanılabilir (Adams ve Byrd, 2014:3).

Yakılmış kemik bulguları incelendiğinde, iskeletin bazı bölümleri diğer


bölümlerden daha iyi korunmaktadır. Neurocranium (kafatasının beyni içine alan
kısmı) kemikleri genellikle 10 cm'ye kadar olan parçalar olarak bulunmaktadır, ancak
yüz iskeleti kemikleri zaman zaman bu kadar büyük parçalar olarak
bulunabilmektedir. Termal olarak ayrılmış parçaların yeniden yüzlendirilmesi
mümkün değildir. Bir yetişkin kafatası yaklaşık 700 °C sıcaklığa maruz kaldığında
yüz 15 dakika içinde bir iskelet haline gelmektedir. Eğer frontal sinüs deforme
olmadıysa, kişinin kimliğine ilişkin X-Ray görüntüsü alınarak karşılaştırma
yapılmaktadır. Neurocranium ince ve korunmasız yapısına rağmen, beyin ve beyin
omurilik sıvısı nedeniyle sıklıkla bulunmaktadır. Isıya maruz kalan dişlerin kökleri
bozulmadan kalırken enamel ve kronlar genellikle kaybolmaktadır. Genç bireylerin
dişleri genellikle yaşlı bireylere göre ısıya karşı daha fazla direnç göstermektedir. Bu
nedenle, tanımlama amacıyla ateşe maruz kalan kişilerin dişlerini kullanmak çoğu
zaman mümkün değildir. Omurga, genel olarak iyi korunur. Bu durum vücudun
yanma sırasındaki konumu ile ilgilidir. Bununla birlikte, sternum, costae, clavicula
ve scapula kemikleri, büyük olasılıkla narin ve vücutta korunmasız bölgeler olması
nedeniyle yanmış kalıntılar içerisinde nadiren görülmektedir. Uzun kemikler, birkaç
santimetre uzunluğundaki parçalar olarak bulunabilmektedir. Yanmış adli
malzemeler olarak nadiren phalanxlar ile karşılaşılmaktadır. Pelvis vücutta korunaklı
olmasına rağmen çok az bulunmaktadır (Holck, 2005:115,116).

123
Yakılmış kalıntıları kurtarmanın en iyi yolu, işlem boyunca arkeolojik alan
araştırma yöntemi uygulanarak ilerlenmesidir. İlk adım, aralıklı yüzey araştırması
yapmaktır. Kalıntılar küçük bir yığın halinde olabilir veya geniş bir alana
yayılabilmektedir. Daha sonra, birincil referans noktası oluşturulur ve referans
noktasından kemik konsantrasyonunun alanı veya alanları üzerine bir ızgara
oluşturulmaktadır. Izgara yöntemi yanmış elementlerin haritalanmasını kolaylaştırır,
çünkü olay sahnesinin fotoğrafları her parça için gerekli olan ayrıntılı konum
bilgisini sağlamamaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:63).

Yangın müfettişleri, ısıya maruz kalmış kemik ve dişleri kurtarmak için iç/dış
mekânlar da ve birçok farklı ortamda araştırma yapmaktadırlar. Açık havada bulunan
deliller ele alındığında, kemirgenler, hayvanlar kalıntılara zarar verebilmekte, küfler
ve böcekler toprağa yayılarak yanık parçaların gömülebileceği tüneller
oluşturabilmektedirler. Yağmur suyu kemik ve diş parçaları üzerindeki izleri
temizleyebilir, bitki ve hayvanlardan kaynaklanan durumlarla kalıntılar
gömülebilmektedir. Bunların çoğu zaman daha iyi korunduğu gözlemlenmiştir.
Gömülü durumda yakılmış kalıntıların, yanma yeri tespit edilinceye kadar standart
arkeolojik kazı prosedürleri izlenmektedir. Saha çalışanlarında yanmış adli
kalıntıların arandığı her an eldiven giyilmesi gerekmektedir. Vücut sadece kısmen
yanmışsa ve yumuşak dokular tanımlanabiliyorsa yüz, ayakkabı ve eller için tam bir
biyolojik tehlike giysisi ve örtüleri göz önünde bulundurulmalıdır. Uzmanlar,
kalıntılar için uygun şekilde etiketlenmiş biyolojik tehlike poşetleri kullanmalı ve
saha geri kazanımı tamamlandığında uygun taşıma prosedürlerini takip etmesi
gerekmektedir (Schmidt ve Symes, 2015:62).

124
SONUÇ

Adli bilimler multidisiplinlerin bir araya gelerek adli vakaların incelenmesine katkı
sağlamaktadır. İnsan kalıntılarının bulunduğu bir yangın olayında antropologlar,
patologlar, toksikologlar, radyologlar ve odontologlar olması gereken muhtemel
uzmanlar arasındadır. Adli antropologlar dokularından yoksun iskelet kalıntılarını
inceleyerek bireysel özellikler ve olay olgusu konusunda değerlendirmeler
yapabilmektedir. Yüksek ısıya maruz kalan insan bedeninden biyolojik delillerin
tahrip olması nedeniyle, yanmış kemikler ve dişler bireyin tanımlanması ve
kimliklendirilmesi için çok önemli hale gelmektedir.

Isı kaynaklı değişimler antropolojik teknikleri etkilemektedir. Bu teknikler


yerine, mikro yapısal (gözeneklilik ve kristal büyüklüğü gibi) farklılıklara dayalı yeni
değişkenler ve çok değişkenli tahmin denklemleri kullanılmalıdır (Thompson,
2004:204).

Suç mahallerinde yanmış insan kalıntıları çok çeşitli sıcaklıklara maruz


kalmış olabilmektedir. Bir kamp ateşinin ortalama sıcaklığı 400-700 °C arasında, ev
yangınları yaklaşık 700-900 °C’ye ulaşabilmektedir. Yanan motorlu taşıtların
sıcaklıkları özellikle benzin kullanıldığında 800 ile 1100 °C arasındadır. Modern bir
krematoryum 900 ile 1000 °C’de çalışırken doğal yangın fırtınalarının 2000 °C’ye
kadar ulaştığı kaydedilmiştir. Yangının süresi ve sıcaklığın yüksekliği yanıcı
maddenin ve oksijenin varlığına göre belirlenmektedir (Schmidt ve Symes,
2015:366).

Büzülme, yamulma ve parçalanma kemiklerin yapısını ciddi şekilde


değiştirmektedir bu nedenle metrik ve morfolojik yöntemlerin değerlendirilmesini
etkilemektedir (İşcan ve Steyn, 2013:355).

Kemikler ve dişleri yanma derecelerine göre sınıflandırmak, sıcaklık koşulları


ve geçen süre hakkında bilgi sağlamaktadır. Kemikler ve dişler termal etkilere karşı
benzer tepkiler vermektedir. Artan sıcaklık insan kalıntılarının yapısını fazlasıyla
bozmaktadır. Bozulmalar antropolojik tekniklerin uygulanabilirliğini doğrudan ya da
dolaylı yoldan etkilemektedir. Sıcaklığın etkisiyle kemikler ve dişlerin

125
boyutlarındaki değişim, kilo kaybı, kırık oluşumu ve renk farklılıkları morfolojik
incelemeleri zorlaştırmaktadır.

Organik ve inorganik bileşenlerin sıcaklığa verdiği tepki histolojik


yapılarında bir takım değişikliklere neden olmaktadır. Kemiklerin ve dişlerin
üzerinde görülen en ayırt edici belirti bu bileşenlerin sıcaklık karşısındaki renk
değişiklikleridir. Çeşitli deneysel çalışmalar yapılarak yükselen sıcaklığın renkler
üzerindeki etkisi listelenmiştir (Schmidt ve Symes, 2015:119; Fairgrieve, 2008:47;
Carroll ve Smith, 2018:953; Elligham vd., 2015:182).

Yanmış kemikte renk değişiklikleri, herhangi bir teknik araca gerek kalmadan
kemiğin temas ettiği maksimum sıcaklık hakkında tahminler sağlayabilir. Ancak
renk değerlendirmesinde sıcaklığa maruz kalma süresi, oksijen kullanılabilirliği,
yumuşak dokuların varlığı ve bu dokuların kalınlığı gibi durumlar sonuçların
kesinliğini etkilemektedir. Nem, minerallere maruz kalma gibi çevresel faktörler
kemiklerin kararmasına ve böylelikle ısı kaynaklı değişimlerin taklit edilmesine
neden olabilmektedir. Benzer şekilde, yüzey ve matris mikroyapısındaki değişiklikler
yumuşak doku varlığına, maruz kalma süresine ve etkilenen iskelet elemanının tipine
bağlıdır (Ellingham vd., 2015:186).

Wahl, Shipman ve Quatrehomme gibi bilim insanları farklı sıcaklık


aralıklarında yaptıkları deneysel çalışmalarda gözlenen renk varyasyonlarını
listelemişlerdir (Tablo 2.8). Renk varyasyonlarının değerlendirilmesi basitliği
nedeniyle sıcaklık değerlerinin tespitinde bir tanımlama aracı olarak kullanılmaktadır
(Elligham vd., 2015:182).

Fredericks ve arkadaşları, yanmış kemikte renk farklılığı ve DNA tipleme


başarısı arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Kemik renginin tanımlanması için
CIELAB kolorimetresini ve geleneksel Munsell renk skorlama yöntemini
uygulamışlardır. Yanmış kemik rengindeki değişikliğin DNA analizinin
uygulanabilirliği konusunda bir teşhis aracı olabileceği sonucuna varmışlardır
(İmaizumi, 2015:68). Yanmış kemikler ve dişlerdeki renk değişimi sırası her zaman
tutarlıdır (Carroll ve Smith, 2018:953).

126
Yanmış kemikler ve dişler üzerinde gözlemlenen renk varyasyonları
sıcaklığın tahmin edilmesine katkı sağlayan basit bir yöntemdir. 1000 °C’nin
üstündeki sıcaklıklar kemik ve dişlerde kalsinasyona neden olmaktadır. Kalsinasyon
sürecine uğrayan kalıntılar yüksek sıcaklıklar sonucunda görülebildiğinden
hızlandırıcı madde varlığına ilişkin tahminleri güçlendirmektedir.

Yüksek sıcaklık, kemiklerin ve dişlerin kimyasal yapılarında farklılıklara


neden olmaktadır. Ellingham ve arkadaşları yaptıkları deneysel çalışmada,
termogravimetrik analizlerin kemiğin termal davranışlarını daha kapsamlı şekilde
anlamak için değerli bir araç olduğunu savunmuşlardır. (Ellinghom vd., 2015:244).

Taramalı elektron mikroskopu (SEM) analizi yanlızca incelenen yüzey alanı


hakkında bilgi sağlarken XRD gibi diğer teknikler toplu numuneler hakkında bilgi
sağlamaktadır (Schmidt ve Symes, 2015:327).

Geleneksel tanımlama yöntemleri başarısız olduğunda DNA kimliğe ulaşma


konusunda tek bağlantıyı sağlamaktadır. Yanmış kemiklerin DNA analizlerinde bazı
problemler ortaya çıkmaktadır. DNA izolasyonu sırasında toz haline getirilen
numunede benzin, erimiş plastik, tekstil malzemeleri ya da yabancı DNA
kontaminasyonu ortaya çıkabilmektedir (Schwark vd., 2011:394; Garriga vd.,
2016:437; Heinrich vd., 2009:253, 254).

Yanmış kemik parçaları üzerinde yaş, cinsiyet ve boy gibi kişisel verilerin
tespit edilmesi kemik hacmindeki küçülmeden kaynaklı zorluklara sebep olmaktadır.
Yanmış kemik renginden hesaplanan yanma sıcaklığı tahmini, boy uzunluğunun
tahmini için büzülme faktörü dikkate alınarak hesaplanması önerilmektedir (Gévin
vd., 1998:131).

Antropolojik uygulamalar ile iskeletlerden yaş tahmini yapmak mümkündür.


Ancak ısıl etkiler karşısında formları bozulan kemikler ve dişler yaş tahmini
sonuçlarını etkilemektedir. Yanmış bir olay yerinde bulunan kemik ve diş kalıntıları
morfolojik yaş tahmin yöntemlerinin güvenilirliğini zedelemektedir. Yaş tahmini
çalışmalarında bulunan materyallerin mikro yapılarındaki değişikliklerde incelemeye
dâhil edilerek yaş tahmininin doğruluğu desteklenmelidir.

127
Yaş tahmini için gerekli olan histolojik inceleme yapıldığında, osteon ve
havers kanallarının 538 °C ile 816 °C arasındaki sıcaklıklarda tanımlanabildiği
bulunmuştur. Yaş tahmininde büzülmenin önemli bir etkisi olduğu saptanmıştır
(Imaizumi, 2015:69).

Radyolojik kimliklendirme çalışmalarında kafatası çok büyük önem teşkil


etmektedir. Kafatası kemiğinin yeniden yapılandırılması ve frontal sinüslerin
radyolojik kimliklendirmede bir tespit aracı olarak kullanılması muhtemeldir. Ancak
kafatası yanma olayı gerçekleştiğinde en savunmasız bölgelerden biridir bu yüzden
ısı kaynaklı kırıklara maruz kalan ilk alandır. Bu nedenle frontal sinüslerin
tanımlama aracı olarak kullanılmasına dikkatli edilmelidir (Fairgrieve, 2008:165).

Kafatası yanma durumunda en fazla etkilenen bölgelerden biridir. Dişler de


bu yüzden fazlasıyla etkilenmektedir. Dental kimliklendirme çalışmalarında çene
kemikleri içerisinde korunan kökler incelemelere nispeten daha fazla yardımcı
olmaktadır. Yanmış diş kalıntıları, kimliklendirme çalışmalarında radyografi
görüntülerini karşılaştırmaktadır. Diş dolguları ya da implant gibi durumlarda dental
kimliklendirme için oldukça önemlidir (Fairgrieve, 2008:173).

Yüksek sıcaklığa maruz kalan kemik ve diş kalıntıları üzerinde yaş, cinsiyet,
boy ve soy tayini yapmak için mevcut yöntemler yetersizdir. Yanmış kemik ve diş
kalıntıları çalışmalarında uygulanan teknikleri test etmek, terminolojiyi
standartlaştırmak için yeni araştırma yöntemleri ve uygulamalar arasında işbirliği
gerekmektedir. Yanmış kemik ve diş kalıntıları hakkında öğrenilecek yeni bilgiler
adli vakaların değerlendirilmesini kolaylaştıracaktır. Deneysel araştırmalar ve
uygulamalarlar literatüre önemli katkılar sağlayacaktır. Yapılan bu çalışma literatür
incelemelerini dikkate almaktadır. İncelenen çalışmalar antropolojik tekniklerin
uygulanmasının zorlaştığı yönündedir. Yapılan deneysel çalışmalar yeni tespit
yöntemlerinin geliştirilmesi ve farklı disiplinler ile ortak çalışmaların yapılmasını
önermektedir.

128
KAYNAKÇA

Adams , B. J., ve Byrd, J. E. (2014). Commingled Human Remains Methods in


Recovery, Analysis, and Identification. Amsterdam: Academic Press.

Adams, B. J. (2007). Forensic Anthropology. Newyork: Chealsea House.

Alunni, V., Grevin, G., Buchet, L., ve Quatrehomme, G. (2014)., “Forensic Aspect of
cremation on wooden pyre.”, Forensic Science İnternational, 241, 167-172.

Amin, R., Shetty, P., Shetty, V., (2017). “Reliability of teeth for identification after
exposure to varying degrees of temperature.”, World Journal of Dentisty, 8(2):96-
103.

Becdelievre , C. D., Thiol, S., Santos, F., ve Rottier, S. (2015), “From fire-induced
alterations on human bones to the original circumstances of the fire: An integrated
approach of human cremains drawn from a Neolithic collective burial.”, Journal of
Archaeological Science, 210-225.

Bertrand, J., ve Oxenham, M. F. (2015), “Low-temperature-induced bone shrinkage:


a controlled study using kangaroo femora.”, Australian Journal of Forensic Sciences,
173-181.

Bhat, R., (2013), “Potential Use of Fourier Transform Infrared Spectroscopy for
Identification of Molds Capable of Producing Mycotoxins.”, International Journal of
Food Properties, 1819-1829.

Boer, H., Blau, S., Delabarde , T., ve Hackman, L., (2018), “The role of forensic
anthropology in disaster victim identification (DVI): recent developments and future
prospects.”, Taylor ve Francis of the Academy of Forensic Science, 1-13.

Bohnert, M., Rost, T., ve Pollak, S. (1998)., “The degree of destruction of human
bodies in relation to the duration of the fire.”, Forensic Science International, 95, 11-
21.

129
Brown, T. L., (2004), “The Effects of Two Household Accelerants on Burned
Bone.”, Montana: ProQuest LLC.

Burns, K. R., (2013), “Forensic Anthropology Training Manual.”, Boston: Pearson.

Büyüksırıt, T., ve Kuleaşan, H., (2014), “Fourier Dönüşümlü Kızılötesi (FTIR)


Spektroskopisi ve Gıda Analizlerinde Kullanımı.” Gıda 39 (4) , 235-241.

Ceylan, B. (2008), “Ülkemizde Olay Yeri İnceleme Uygulamalarına Genel Bakış ve


Mevcut Sistemin Değerlendirilmesi”, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Fen
Bilimleri Anabilim Dalı.

Carroll, E. L., ve Smith, M., (2018)., “Burning questions: Investigations using field
experimentation of different patterns of change to bone in accidental vs deliberate
burning scenarios.”, Journal of Archaeological Science, 952-963.

Castillo, R. F., Ubelaker, D. H., Acosta, J. A., ve Fuente, G. A. ,(2013), “Effects of


temperature on bone tissue. Histological study of the changes in.”, Forensic Science
International, 33-37.
Chou, E. T., ve Carrino, J. A. (2006). Magnetic Resonance Imaging. In Pain
Management (pp. 106-117). Elsevier Inc..

Correia, P. M. (1997), “Fire modification of bone: a review of the literature. Forensic


taphonomy: the postmortem fate of human remains.”, Crc Press, 275-293.

Daéid, N. N. (2004), “Fire Investigation. Boca Raton”, Crc Press.

Eckert, W. G., (2000), Introduction to Forensic Science 2th edition. Boca Raton: Crc
Press.
Ekmen, H., (2012), “Yeni Veriler Işığında Başlangıcından M.Ö. II. binin Sonuna
Kadar Anadolu'da Yakarak Gömme (Kremasyon) Geleneği.”, Hitit Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 23-49.

Ellingham, S. T., Thompson, T. J., Islam , M., ve Taylor, G., (2015), “Estimating
temperature exposure of burnt bone: A methodological review.”, Science and Justice,
181-188.

130
Ellingham, S., Thompson, T., ve Islam, M., (2015), “Thermogravimetric analysis of
property changes and weight loss in incinerated bone.”, Palaeogeography,
Palaeoclimatology, Palaeoecology, 438, 239-244.

Embar-Seddon, A., ve Pass, A. D. (Eds.). (2009). Forensic Science. Salem Press, a


division of EBSCO Information Services.

Evlioğlu, G., Yetkin, E., (1996), “Manyetik rezonas görüntüleme tekniğinin


tempormandibular ekleminin incelenmesinde kullanımı.”, İstanbul Üniversitesi Diş
Hekimliği Dergisi, (37-41):30.

Fairgrieve, S. I., (2008), “Forensic Cremation Recovery and Analysis.”, Boca Raton:
Crc Press.

Fanton, L., Jdeed, K., Coartet, S. T. ve Malicier, D., (2006), “Criminal Burning.”,
Forensic Science İnternational ,158, 87-93.

Fisher, B. A., Tilstone, W. J., ve Woytowicz, C., (2009), “Introduction to


Criminalistics The Foundation of Forensic Science.”, Amsterdam: Elsevier.

Paulsen, F., Waschke J. (2011), “Sobotta Atlas of Human Anatomy.”, Munich:


Elsevier.

Garriga, J. A., Ubelaker, D. H., ve Zapico, S. C., (2016). “Evaluation of macroscopic


changes and the efficiency of DNA profiling from burnt teeth.”, Science and Justice,
56, 437-442.

Gonçalves, D., (2011), “The reliability of osteometric techniques for the sex
determination of burned human skeletal remains.”, HOMO-Journal of Comparative
Human Biology, 62, 351-358.

Gonçalves, D., Thompson, T., ve Cunha, E., (2013), “Osteometric sex determination
of burned human skeletal remains.”, Journal of Forensic and Legal Medicine, 20,
906-911.

Grévin, G., Bailet, P., Quatrehomme, G., ve Ollier, A., (1998), “Anatomical
reconstruction of fragments of burned human bones: a necessary means for forensic
identification.”, Forensic Science International, 96, 129-134.

131
Gunn, A., (2009), “Essential Forensic Biology.”, Hong Kong: Wiley-Blackwell.

Heinrich, A., Schwark, T., Simeoni, E., ve Wurmb-Schwark, N., (2009), “Genetic
identification of fire deaths.”, Forensic Science International: Genetics Supplement
Series 2, 253-254.

Herrmann, B. (1977), “On Histological Investigations of Cremated Human


Remains.”, Journal of Huraan Evolution 6, 101-103.

Herrmann, N. P., ve Bennett, J. L. (1999). “The Differention of Tavmatic and Heat-


Related Fractures in Burned Bone.”, Journal of forensic science, 44:3, 461-469.

Holck, P. (2005 ), “Cremated Bones.”, Elsevier, 113-119.

Holden, J. L., Phakey, P. P. ve Clement, J. G., (1995), “Scanning electron


microscope observations of heat-treated human bone.”, Forensic Science
International, 74, 29-45.

Houck, M. M. (2007), “Forensic science: modern methods of solving crime.”,


London: Praeger.

Houck, M. M., ve Siegel, J. A., (2016), Adli Bilimlerin Temeli. Ankara: Nobel
Akademik Yayıncılık.

Horswell, J., ve Fowler, C. (2004). Associative evidence–the Locard exchange


principle. In The Practice Of Crime Scene Investigation (pp. 77-88). CRC Press.

İmaizumi, K., (2015), “Forensic investigation of burnt human remains.”, Dove Press
Journal, 67-74.

İmaizumi, K., Saitoh, K., Sekiguchi, K., ve Yoshino, M., (2002), “Identification of
fragmented bones based on anthropological and DNA analyses: case report.”, Legal
Medicine, 4, 251-256.

İmaizumi, K., Noguchi, K., Shiraishi, T., Sekiguchi, K., Senju, H., Fujii, K.,
Yoshino, M., (2005), “DNA typing of bone specimens—the potential use of the
profiler test as a tool for bone identification.”, Legal Medicine, 7, 31–41.

İnman, K., ve Rudin, N. (2001). Principles and Practice of Crımınalıstıcs The


Profession of Forensic Science. Boca Raton: CRC Press.

132
İşcan, M. Y., ve Steyn, M., (2013), “The Human Skeleton In Forensic Medicine.”,
Illinois: Charles C Thomas.

Jurmain, R., Kilgore, L., Trevathan, W., (2010). Essentials of Physical Anthropology.
Nelson Education.

Keough, N., L’Abbe ,́ E., Steyn, M., ve Pretorius, S., (2015), “Assessment of skeletal
changes after post-mortem exposure to fire as an indicator of decomposition stage.”,
Forensic Science International, 246, 17-24.

Krap, T., Goot, F., Oostra, R.-J., Duijst , W., ve Waters-Rist , A., (2017),
“Temperature estimations of heated bone: a questionnaire-based study of accuracy
and precision of interpretation of bone colour by forensic and physical
anthropologists.”, Legal Medicine, 29, 22-28.

Kyllingstad, J. R., (2014), “Measuring the Master Race Physical Anthropology in


Norway.”, Cambridge: Open Book.

Lerner, L. K., ve Lerner, B. W. (2006), “World of Forensic Science.”, Detroit:


Thomsan Gale.

Li, R. (2011), Forensic Biology. Boca Raton: Crc Press.

Lukas, K., ve Le Maire, P. K., (2009), “Differential scanning calorimetry:


Fundamental overview.”, Resonance ,Volume 14, Issue 8, 807-817.

Macoveciuc , I., Grant , N. M., Horsfall , I., ve Zioupos , P., (2017), “Sharp and blunt
force trauma concealment by thermal alteration in homicides: an in-vitro experiment
for methodology and protocol development in forensic anthropological analysis of
burnt bones.”, Forensic science international, 275, 260-271.

Madea, B. (2014), “Handbook of Forensic Medicine.”, Bonn: John Wiley ve Sons.

Mamede, A. P., Gonçalves , D., Marques, M. M., ve Carvalho, L. A., (2017),


“Burned bones tell their own stories: A review of methodological approaches to
assess heatinduced diagenesis.”, Applied Spectroscopy Reviews, 603-635.

133
Masotti, S., Succi-Leonelli , E., ve Gualdi-Russo, E., (2013), “Cremated human
remains: is measurement of the lateral angle of the meatus acusticus internus a
reliable method of sex determination?”, Int J Legal Med ,127, 1039–1044.

Matshes, E., Burbridge, B., Sher, B., Mohammed, A., ve Juurlink, B. H., (2005),
“Human Osteology & Skeletal Radiology An Atlas and Guide.”, Boca Raton: Crc
Press.

Mays, S., (1998), The Archaeology of Human Bones, Newyork: Routledge.

Miller, M. T. (2014), “Exercise C - Locard Exchange Principle.”, Crime Scene


İnvestigation Laboratory Manual, 15-20.

Prakash, A. P., Reddy, S. D., Rao, M. T., & Ramanand, O. V. (2014). Scorching
effects of heat on extracted teeth-A forensic view. Journal of forensic dental
sciences, 6(3), 186.

Piga, G., Thompson, T. J., Malgosa, ve Enzo, S. (2009). “The Potential of X-Ray
Diffraction in the Analysis of Burned Remains from Forensic Contexts.”, American
Academy of Forensic Sciences, 534-539.

Purcell, E. M., Torrey, H. C. ve Pound, R. V., (1946), “Resonance absorption by


nuclear magnetic moments in a solid.”, Physical review, 69 (1-2), 37.

smittiere, J. G., (2006), “Fundamentals of Fire Phenomena.”, Chichester: John Wiley


& Sons.

Ragle, L., (2002), “From Fingerprints to DNA Testing an Astonishing Inside Look at
The Real World of C.S.I.”, New York: Avon Books.

Reidsma, F. H., Hoesel, A., Os, B., Megens, L., ve Braadbaart, F., (2016), “Charred
bone: Physical and chemical changes during laboratory simulated heating under
reducing conditions and its relevance for the study of fire use in archaeology.”,
Journal of Archaeological Science, Reports 10, 282-292.

Pickering, R. B., ve Bachman, D. (2009). The Use of Forensic Anthropology. Crc


Press.

134
Rogers, K. (2011). Bone and muscle: structure, force, and motion. Newyork:
Britannica Educational Publishing.

Rubio, L., Sioli, J. M., Gaitán, M. J., & Martin-de-las-Heras, S. (2018). Dental color
measurement to predict DNA concentration in incinerated teeth for human
identification. PloS one, 13(4).

Saferstein, R. (2015). Criminalistics An Introduction to Forensic Science. United


States: Pearson Education Limited.

Sandholzer, M. (2014). Heat-induced alterations of dental tissues (Doctoral


dissertation, University of Birmingham), 4.

Schmidt, C. W., ve Symes , S. A. (2015). The Analysis of Burned Human Remains.


Amsterdam: Elsevier.

Schwark, T., Heinrich, A., Preuße-Prange, A., ve Wurmb-Schwark, N. (2011),


“Reliable genetic identification of burnt human remains.”, Forensic Science
International: Genetics 5, 392-399.

Shipman, P., Fosterb , G., ve Schoenin, M., (1984), “Burnt Bones and Teeth: an
Experimental Study of Color, Morphology, Crystal Structure and Shrinkage.”,
Journal of Archaeological Science , 307-325.

Singh, İ. (2012), Human Osteology for Dental Students. New Delhi: Jaypee Brothers.

Smith, B. C. (2011), “Fundamentals of Fourier Transform İnfrared Spectroscopy.”,


Boca Raton: Crc Press.

Snoeck, C., Lee-Thorp, J., ve Schulting, R., (2014), “From bone to ash:
Compositional and structural changes in burned modern and archaeological bone.”,
Palaeogeography, Palaeoclimatology, Palaeoecology, 416, 55-68.

Symes, S., Dirkmaat, D. C., Ousley, S., Chapman, E., ve Cabo, L. (2012). Recovery
and interpretation of burned human remains. BiblioGov.

Tellewar , S., Yadav, A., ve Kumar, G. (2013), “Doctor’s Perspective in a Post-


Mortem Burn Solving of a Crime: A Case Report.”, J Indian Acad Forensic
Medicine, 398-400.

135
Tersigni-Tarrant, M. A., ve Shirley, N. R. (2012). Forensic Anthropology An
introduction. Boca Raton: Crc Press.

Thompson, T. (2004), “Recent advances in the study of burned bone and their
implications for forensic anthropology.”, Forensic Science International, 146, 203-
205.

Thompson, T. (2016), “Anthropology: Cremated Bones-Anthropology.”,


Encyclopedia of Forensic and Legal Medicine Vol:1, 177-182.

Thompson, T., ve Chudek, J. (2007), “A Novel Approach to the visualisation of heat-


induced structural change in bone.”, Science and justice, 47, 99-104.

Thompson, T., Islam, M., ve Bonniere, M., (2013), “A new statistical approach for
determining the crystallinity of heat-altered bone.”, Journal of Archaeological
Science, 40, 416-422.

Tilstone, W. J., Tilstone, W., Savage, K. A., & Clark, L. A. (2006). Forensic science:
An encyclopedia of history, methods, and techniques. ABC-CLIO.

Ubelaker, D. H. (2009), “The Forensic Evaluation of Burned Skeletal Remains: A


Synthesis.”, Forensic science İnternational, 183, 1-5.

Vassalo, A. R., Mamede, A., Ferreira, M., Cunha, E., ve Gonçalves, D. (2017), “The
G-force awakens: the influence of gravity in bone heat-induced warping and its
implications for the estimation of the pre-burning condition of human remains.”,
Australian Journal of forensic sciences, 1-8.

Wells, O. C., LeGoues, F. K., ve Hodgson, R. T. (1990), “Magnetically filtered low‐


loss scanning electron microscopy.”, Applied physics letters, 56(23), 2351-2353.

Waltenberger, L., ve Schutkowki, H. (2017), “Effect of heat on cut mark


characteristics.”, Forensic Science İnternational, 271, 49-58.

Warren, M. W., Parr, N. M., Skorpinski, K. E., ve Zambrano, C. J. (2011). Bare


Bones A Survey of Forensic Anthropology. Dubuque: Kendall Hunt.

136
Waterhouse, K. (2013), “Post-burning fragmentation of calcined bone: Implications
for remains recovery from fatal fire scenes.”, Journal of Forensic and Legal
Medicine, 20, 1112-1117.

Waterhouse, K. (2013), “The effect of victim age on burnt bone fragmentation:


Implications for remains recovery.”, Forensic Science International, 231, 409 e1-e7.

Waterhouse, K. (2013), “The effect of weather conditions on burnt bone


fragmentation.”, Journal of Forensic and Legal Medicine, 20, 489-495.

White, T. D., ve Folkens, P. A., (2005), The Human Bone Manual. Amsterdam:
Elsevier.

White, T. D., Black, M. T., ve Folkens, P. A. (2012). Human Osteology. Amsterdam:


Elsevier.

Whyte, T. R. (2001), “Distinguishing Remains of Human Cremations from Burned


Animal Bones.”, Journal of Field Archaeology, 28:3-4, 437-448.

William J. Tilstone, K. A. (2006), Forensic Science An Encyclopedia of History,


Methods, and Techniques. Santa Barbara: ABC-CLİO.

Yağmur, F., Körükçü, M., ve Hancı, H. (2003), “Gömülmüş Cesetlerin


İncelenmesi.”, Sted, Cilt 12 Sayı 4, 146-151.

Yancey, D. (2009). Body Farm. Detroit: Gale Cengage.

Zgonjanin, D., Petkovic, S., Maletin, M., Vukovic, R., ve Draškovic, D. (2015),
“Case report: DNA identification of burned skeletal remains.”, Forensic Science
International: Genetics Supplement, Series 5, 444-446.

Zhang, Q., Liu, C., Sun, Z., Hu, X., Shen, Q., ve Wu, J. (2012 ), “Authentication of
edible vegetable oils adulterated with used frying oil by Fourier Transform Infrared
Spectroscopy.”, Food Chemistry, 132, 1607–1613.

137
EKLER
EK 1: Veri Toplama Bilgi Formu

138
139
EK 2: Yangın Formu

140
141
142
EK 3: Fiziksel Delil ve Genel Durum Formu

Kaynak: Symes vd., (2012: 201-208).

143
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler

Adı Soyadı: Derya ATİK TEMELLİ

Doğum Yeri: 29/06/1989-Ayvacık

Medeni Hali: Evli

Eğitim Durumu

Lisans Öğrenimi: Ahi Evran Üniversitesi/Antropoloji 2013

Yüksek Lisans Öğrenimi: Polis Akademisi/ Adli Bilimleri Enstitüsü

Yabancı Diller: İngilizce

Yabancı Dil Puan ve Türü: 58,75 (YÖKDİL)

Stajlar

Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kemik Şube (Temmuz-Ağustos) 2012

Sempozyum/Kongre

V. Biyolojik Antropoloji Sempozyumu 2013

I. Uluslarasası Adli Biyoloji ve Genetik Kongresi 2014

İletişim

E-Posta: derya.atik1989@gmail.com

Tel. : 05314397324

144

You might also like