Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 133

T.C.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAMİYETTE CİHAT ANLAYIŞINA DAEŞ’İN YAKLAŞIMI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü


Uluslararası İlişkiler ve İstihbarat İncelemeleri Bilim Dalı

Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üy. Filiz KATMAN


Anabilim Dalı: Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Program: Uluslararası İlişkiler ve İstihbarat İncelemeleri

MAYIS 2018
T.C.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAMİYETTE CİHAT ANLAYIŞINA DAEŞ’İN YAKLAŞIMI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Yusıf ABBASLI
(Y1512.305007)

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü


Uluslararası İlişkiler ve İstihbarat İncelemeleri Bilim Dalı

Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üy. Filiz KATMAN


Anabilim Dalı: Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Program: Uluslararası İlişkiler ve İstihbarat İncelemeleri

MAYIS 2018
ii
YÜKSEK LİSANS TEZ ONAY BELGESİ

İAÜ, Sosyal Bilimleri Enstitüsü’nün Y1512.305007 numaralı Yüksek Lisans


öğrencisi Yusıf ABBASLI, ilgili yönetmeliklerin belirlediği gerekli tüm şartları
yerine getirdikten sonra hazırladığı “İslamiyette Cihat Anlayışına DAEŞ’in
Yaklaşımı” başlıklı tezini aşağıda imzaları olan jüri önünde başarı ile sunmuştur.

Tez Danışmanı : Dr. Öğr. Üy. Filiz KATMAN ..............................


İstanbul Aydın Üniversitesi

Jüri Üyeleri : …………………………… .............................


İstanbul Aydın Üniversitesi

…………………….. ..............................
……….Üniversitesi

Teslim Tarihi : …/…/ 2018


Savunma Tarihi : …/…/ 2018
iii
iv
YEMİN METNİ

Yüksek Lisans “İslamiyette Cihat Anlayışına DAEŞ’in Yaklaşımı” adlı tezin proje
safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel ahlak ve geleneklere
aykırı düşecek bir yardıma başvurulmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin
Bibliyografya’da gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış
olduğunu belirtir ve onurumla beyan ederim. (11/05/2018)

Yusıf ABBASLI

İmza

v
vi
ÖNSÖZ

Her şeyden önce, İstanbul Aydın Üniversitesi’ne bu fırsatı sağladığı için teşekkür
ediyorum, özellikle danışmanım Dr. Öğr. Üy. Filiz KATMAN, tezimin babam ve
anneme, kız kardeşime ve aileme değerli katkıları ve desteği için sunma konusunda
tam destek için ve ilgili konularda daha ileri çalışmalar için faydalı olmasını
diliyorum.
Bu konuyu incelemek fikri, İstanbul Aydın ÜniversitesiSiyaset Bilimleri ve
Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisansı’nda kristalleştirildi. İslamiyetteDAEŞ’in cihat
yaklaşımı çok disiplinli bir konudur ve tarih, siyaset bilimi ve sosyoloji içerir. DAEŞ
dünyanın gündeminde olan bir konudur.
Günümüzde terörün başka boyut kazanması ve DAEŞ’in cihat yaklaşımının terörden
bir farkı olmadığı açıktır. İslam’da cihat yüzyıllar boyu insanların topraklarını elde
etmek isteyenlere karşı mücadele etmesi ve savaşması olmuştur. Ancak DAEŞ’in
İslam’ı ve hadisleri kendi amaçları için kullanması ve delil getirmesi İslami kurallara
karşı çıkmaya ve kendi cihatlarını yaratmalarına yol açmış ve onun cihata
yaklaşımının farkını ortaya koymuştur. Bu çalışmada, DAEŞ’in cihat yaklaşımına
teorik bir çerçeve, DAEŞ’in ortaya çıkışı ve cihatı, İslamiyet’te gerçek cihat
incelenecektir.

MAYIS 2018 Yusıf


ABBASLI

vii
viii
İÇİNDEKİLER

Sayfa
ÖNSÖZ....................................................................................................................................vii
İÇİNDEKİLER........................................................................................................................ix
KISALTMALAR.....................................................................................................................xi
ŞEKİLLER LİSTESİ............................................................................................................xiii
ÖZET.....................................................................................................................................xvii
ABSTRACT............................................................................................................................xix
1. GİRİŞ.....................................................................................................................................1
2. TEMEL KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE: KÜRESEL GÜVENLİK,
TERÖRİZM, DEVLET DIŞI AKTÖRLER...........................................................................3
2.1 Uluslararası İlişkiler ve Küresel Güvenlik............................................................................3
2.2 Terörizm..............................................................................................................................10
2.3 Devlet Dışı Aktörler............................................................................................................19
2.4 Dini Yapılanmalar...............................................................................................................25
3. DAEŞ’İN ORTAYA ÇIKIŞI VE DAEŞ’İN CİHAT ANLAYIŞINA
YAKLAŞIMI...........................................................................................................................30
3.1 DAEŞ’in Doğuşu................................................................................................................30
3.2 DAEŞ’in Cihatçı Yürüyüşü ve Eylemleri...........................................................................35
3.3 DAEŞ’in Savaşçıları...........................................................................................................50
3.4 DAEŞ’in CihatKabiliyeti ve Stratejisi................................................................................53
4. İSLAM DÜNYASINDA CİHAT ANLAYIŞLARI...........................................................61
4.1 İslam’da Cihat.....................................................................................................................61
4.2 Cihatın Tarifi.......................................................................................................................61
4.2.1 Cihatın lügat manası.................................................................................................61
4.2.2 Cihatın terim olarak anlamı......................................................................................62
4.2.3 Gayr-ı müslimlere İslam dinini tebliğ hususu..........................................................63
4.3 Cihatın Aşamaları Hakkında Ayetler..................................................................................65
4.4 Cihatın Hedefi ve Gayesi....................................................................................................69
4.5 MaddiCihatın Farzıyyeti.....................................................................................................72
4.6 Cihatın Hükmü....................................................................................................................75
4.7 Cihatın Kısımları.................................................................................................................78
4.8 Cihatın Hikmetler................................................................................................................85
4.8 Kur’an ve Sünnete Göre Cihatın Şeklive Tatbikat Usulü...................................................85
4.10 İslam’da İstişhad...............................................................................................................89
4. SONUÇ.................................................................................................................................92
KAYNAKLAR........................................................................................................................94
ÖZGEÇMİŞ...........................................................................................................................105

ix
x
xi
KISALTMALAR

AB:Avrupa Birliği
AP : Associated Press
ABD:Amerika Birleşik Devletleri
ACP:African, Caribbean and Pacific (Afrika, Karayipler ve Pasifik)
AQI : Air Quality Index (Hava Temizlik Endeksi)
ASALA :Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia (Ermenistan’ın
Özgürlüğü için Gizli Ermeni Ordusu)
BM : Birleşmiş Milletler
DAEŞ:Dawlah al-Islamiyah fil-’Iraq wa ash-Sham(Irak Şam İslam Devleti)
DHKP-C: Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi
FARC :Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia (Kolombiya Devrimci
Silahlı Güçleri)
JMA :Jaish el-Muhacireen wal-Ansar
IEK:Irak’taki El-Kaide
MHP:Milliyetçi Hareket Partisi
MSC : Mujahideen Shura Council (Mücahit Şura Konseyi)
MSCI:Mujahideen Shura Council (Irak)(Mücahit Şura Konseyi-Irak)
NATO:North Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)
NSA :Non-State Actors (Devlet Dışı Aktörler)
PUA : Pilotsuz Uçan Araç
RSF : Reporters Sans Frontieres (Sınır Tanımayan Gazeteciler)
RSS:Raqqa Is Slaughtered Silently
SSCB:Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
SERA : Special Emergency Response and Assistance (Özel Acil Müdahale ve
Yardım
TDK : Türk Dil Kurumu

xii
xiii
ŞEKİLLER LİSTESİ

Sayfa

Şekil 3.1:DAEŞ’in Türkiye’ye sınır ötesinde yaptığı saldırılar…………………. 56

xiv
xv
İSLAMİYETTE CİHAT ANLAYIŞINA DAEŞ’İN YAKLAŞIMI

ÖZET

Beş ana bölümden oluşan bu tezin ana sorusu günümüzde dünyayı ayağa kaldırmış
terör örgütü olan DAEŞ’in cihat yaklaşımıdır. Birinci bölümde tezin temel araştırma
sorusu, bölümleri, araştırma yöntemi ve veri toplama teknikleriyle kaynaklar
hakkında bilgi verilmektedir. İkinci bölümde uluslararası ilişkiler ve güvenlik,
terörizm, devlet dışı aktörler, dini yapılanmalar tartışılmakta ve temel kavramlar
incelenmektedir. Üçüncü bölümde DAEŞ’in ortaya çıkışı, ideolojik ve
teolojiktemelleri araştırılmakta, DAEŞ’in dini referansları,cihatı nasıl uyguladığı,
kabiliyeti ve stratejisi gözden geçirilmektedir. Dördüncü bölümdeİslamiyet’te cihat
kavramı, aşamaları, hedefi, hükmü, İslam’da istişhad ele alınmaktadır. Beşinci bölüm
olansonuç bölümünde bütün bilgilerden yola çıkılarak DAEŞ’in cihat yaklaşımı
değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: DAEŞ, Cihat, İslamiyet, Terörizm, Küresel Güvenlik.

xvi
xvii
APPROACH OF DAES TO JIHAD PERSPECTIVE IN ISLAM

ABSTRACT

Main question of this thesis, which consists of five main chapters, is jihad approach
of DAESH, a terrorist organization that alarmed the world today. The first chapter
includes subject of the thesis, sections, research method, techniques of information
gathering and references. In the second chapter described the international relations
and security, terrorism, non-state actors, religious structures and basic concepts. The
third chapter investigates the emergence of DAESH, its ideology and theological
foundations, religious references of DAESH, apply of jihad, its ability and strategy.
The fourth chapter includes concept of jihad in Islam, its stages, goal, judgment,
istishhad (martyrdom) in Islam. The conclusion, which is the fifth chapter, interprets
the jihad approach of DAESH by taking into account all information.
Keywords:DAES, Jihad, Islam, Terrorism, Global Security.

xviii
1. GİRİŞ

Bugün tüm dünyayı kapsamına alan, kendini cihatçı grup sayan DAEŞ’in, İslami
cihat grubunun eski bir İslami değerde somutlaşmış bir devlet ilan etmesine rağmen
çok modern bir proje olduğu açıkdır. Tezin konusu bu cihatçı grup ve onun
faaliyetlerini ele almaktadır.
Artık iş o yere gelmişki, terör tüm dünyayı kucağına aldı. Terörizmi araştırmak,
köklerini öğrenmek ve terör kaynağını boğmak için birçok toplantılar ve konferanslar
düzenlenmiştir. Ama bu konferanslar terörün mahiyeti ve onun önüne nasıl alınması
meselesi konusunda farklı görüşlerle karşı karşıya kaldı.
Bu çalışmanın amacı, DAEŞ’in cihat yaklaşımının İslamiyet’te olan cihatla
birilişkisinin olmadığını teorik çerçeve içinde ortaya koymaktır. Çalışmada,
küreselgüvenlik, terörizm, dini yapılanmalar, devlet dışı aktörler, DAEŞ’in dini
referanslarıve bunlarla ilgili faktörler incelemek suretiyle açığa
çıkarılmıştır.DAEŞ’in cihat yaklaşımı araştırmanın odağı olarak seçildi, çünkü
dünyada İslamofobi düşünceleri artmak üzereyken bu çalışma gerçek İslam’ın
hedefini ve amacını açıklamaya çalışıyor.Bu çalışma, DAEŞ’in cihat yaklaşımını
inceler. Yaklaşımın temel kavramlarınıanlamak için çalışma, cihat ve DAEŞ’le ilgili
teorik bir çerçeveye dayanıyor. Buamaçla, DAEŞ’in küresel bir mesele olduğunu
düşünerek küresel güvenlik, terörizm,devlet dışı aktörler, dini yapılanmaları
incelemekle başlar.Aşağıdaki sorular bu çalışmanın temel sorunlarını
oluşturmaktadır:
Küresel güvenlik nasıl sağlanır?Teröre zemin hazırlayan nedir? Terörle nasıl
mücadele etmek gerekir?Diğer terör örgütlerinden DAEŞ’i farklı kılan nedir?
Cihatçılar DAEŞ’e neden güvenmiş ve yapılanmada iştirak etmişler?DAEŞ cihatı
nasıl yapıyor? Ona cihat demek mümkünmü? İslam’daki cihatla DAEŞ’in cihatçı
yürüyüşünü farklı kılan temel unsurlar nelerdir?Giriş bölümünden sonraki ikinci
bölümde çalışma kavramsal ve teorik bir çerçeve ile başlamaktadır. Kavramsal
olarak, uluslararası ilişkiler ve küresel güvenlik kavramları, terörizm ve devlet dışı
aktörler, dini yapılanmalar hakkında tartışılmaktadır. Üçüncü bölümde DAEŞ’in

1
ortaya çıkışı, ideolojik ve teolojik temelleri araştırılmakta, DAEŞ’in dini referansları,
cihatı nasıl uyguladığı, kabiliyeti ve stratejisi gözden geçirilmektedir. Dördüncü
bölümde İslamiyette gerçek cihat kavramı,aşamaları, hedefi, hükmü, İslam’da
istişhad ele alınmaktadır.Beşinci bölüm olan sonuç bölümünde bütün bilgilerden yola
çıkılarak, cihat gerçek İslami açıdan sunulmakta ve bu süreçte DAEŞ’in cihat
yaklaşımı değerlendirilmektedir.

2
2. TEMEL KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE: KÜRESEL GÜVENLİK,
TERÖRİZM, DEVLET DIŞI AKTÖRLER

Bu bölümde uluslararası ilişkilerde güvenlik ve terörizm, devlet dışı aktörler konuları


ele alınmıştır. 11 Eylül 2001 olayları, dünya devletlerinin uluslararası terörizme karşı
daha hassas bir yaklaşım benimseyerek, terörizm ve destekleyici devletleri
konusunda tutarsız bir tutum takınmasına ve uluslararası toplumun küresel suçla
mücadeledeki çabalarının birleşmesine zemin hazırladı. Uzmanlar terörün köklerinin
eski zamanlara döndüğüne katılıyorlar. Terörizm esas olarak bir siyasi eylemdir.
Kesinlikle bu hareketleri ülkenin içinden veya dışından destekleyen güçler var. Aksi
takdirde, neredeyse hiç terörist saldırı olasılığı bulunmamaktadır. Modern çağda
uluslararası ilişkilerde devlet dışı aktörlerin rolühızla değiştiğinde, küresel siyaset
karmaşıklaşıyor ve yeni güvenlik ortamı büyüyor. Dünyadaki küreselleşme süreçleri,
devletin yeni tehditlere karşı yeterli tepki verme isteği ve siyasi, ekonomik, sosyal,
çevresel, bilimsel-teknik ve diğer sorunlar, uluslararası işbirliğinin geliştirilmesinde
kilit unsurdur. Devlet dışı aktörler sırasında şiddet taşıyan dini yapılanmalar, DAEŞ
gibi terör örgütleri de yer alır. Bu bölümde tüm bu kavramlar geniş ele alınacaktır.

2.1 Uluslararası İlişkiler ve Küresel Güvenlik

Uluslararası ilişkiler disiplinin temelinde, dünyanın algılanması ve tanımlanması,


aynı zamanda uluslararası sistemin temel aktörelerinin ve bunlar arasındaki ilişkilerin
incelenmesi durmaktadır. Disiplinin temel aktörlerinden olan devletin temel ihtiyacı
ise güvenlik olduğu için güvenlik kavramı, uluslararası ilişkiler disiplinin önemli
araştırma konularından biridir. Güvenlik, geçmişten günümüzdeki hayatın tüm
alanlarında yer almakta, her bir canlı öncelikli olarak yaşamını güvenli şekilde
sürdürmeye çalışmaktadır. Varlığını korumak ve sürdürmek, güvenlik anlayışının
özünü oluşturarak hem günlük hayatta, hem de uluslararası ilişkiler açısından sıklıkla
kullanılmaktadır. Böylece, güvenlik anlayışı insan, toplum, devlet ve sistem
seviyelerinde, farklı düzlemlerde ve farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır.

3
Türk Dil Kurumu (TDK) (2017)’na göre güvenlik, “toplum yaşamında yasal düzenin
aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet”
olaraktanımlanmaktadır. Bir devletin güvenlik anlayışı hem iç, hem de dış güvelik
olarak anlaşılır. İç güvenlik asayişle ilgili iken, dış güvenlik devletin sınırlarından
kenarda olan güçler tarafından olası saldırılar ve tehditler olarak açıklanmaktadır.
İnsanların özgürlük ve bağımsızlık uğruna yaptığı savaşlar, separatizm/ayrılıkçılık,
kaçakçılık, siber savaş, anarşizm ve en önemlisi terörizm, özellikle tehdit olgularını
daha kitlesel şekilde içerdiği için, devletlerin güvenlik politikalarında ilk sıralarda
yer almaktadır. Sun Tzu, Makyavelli, Yusuf Has Hacib, Vegetius ve Kenneth
Waltz’a kadar birçok filozof, düşünür ve politikacılar tarafından güvenlik kavramı,
uluslararası ilişkilerin en temel etkenlerinden biri olarak ele alınmış ve sürekli
gündeme getirilmiştir (Karabulut, 2015, s.70-71). Güvenlik kavramsal olarak hem
tehdit ve saldırı, hem de savunma, önlem ve caydırıcılığı içerir.
Waever (1995, s. 46-87), Securitization and Desecuritization”başlıklı kitabında
güvenlik söyleminin oluşturulması ve kullanılması üzerinde durarak herhangi bir
sorunun sadece söz sahibi bir otorite tarafından güvenlik meselesi olarak
tanımlandığı zaman güvenlik olarak algılandığını bildirmektedir.
Güvenlik kavramı, uluslararası ilişkiler disiplinin alt disiplini olarak ilk kez Arnold
Wolfers (1952, s.481) tarafından incelenmiştir. Tarih boyu devletler ve toplumlar
günümüzde “barış kuruculuğu” adı verilen işi yapmaya çalışırken, temel amaçları
kendilerini tehdit edecek savaş ve krizlerden kaçınmak ve birlikte güvenlik içerisinde
yaşamak olmuştur. 20. yüzyıla kadar güvenlik kavramı bölgesel önem taşımış ve
siyasal stratejiyi oluşturmuştur. 20. yüzyıldan sonra ise küresel güvenlik sorunsalı
gündeme gelmiştir (Graham ve Felicitio, 2006, s.25-26) .
Uluslararası ilişkilerin reel politik düşüncesi tarafından pratikte güvenlik
sağlanamadığına göre, güvenlik sorunsalı daha da önemli hale gelmiş ve
güvensizliğin nasıl çözümleneceğine dair yeni teorik ve metodolojik yaklaşımlar
gündeme gelmiştir. Yıllarca süren savaş ve şiddetin yok edilip edilemeyeceği
sorunsalı, uluslararası ilişkilerin temel konularından biri olarak, özellikle Birinci
Dünya Savaşı’nın ardından dikkatle araştırılmaya başlamıştır. İdealizm, ilk başta,
Milletler Cemiyeti daha sağlam ve barış içeren bir uluslararası sistem vaat etmesine
rağmen, İkinci Dünya Savaşı ve bunun ardından, 1991’e kadar devam eden Soğuk
Savaş döneminin yaşanması, realist düşünce ekolünün temel kavramlarından olan
güvenlik kavramının önemini arttırmıştır.

4
Güvenlik, uluslararası ilişkiler disiplininin en temel kavramlarından biri olmanın
yanı sıra, zaman-zaman, uluslararası sistemdeki değişiklere paralel olarak dönüşüme
uğramaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Soğuk Savaş ve sonraki dönem
dikkate alınarak, sistemdeki değişikliklerle ve uluslararası ilişkilere yeni aktörlerin
katılımı ile beraber, güvenlik kavramının nasıl dönüştüğünü görebiliriz. Bazı
düşünürler için, doğu ve batı arasındaki yoğun çatışmanın bitmesi, Soğuk Savaş’ın
sona ermesi, devletlerarası ilişkilerde şiddetin geçmişte kalacağı ve yenidünya
düzeninde hoşgörülü ilişkilerin önem kazanacağını ve bu bakımdan savaş ve
güvensizlik tarihinin sonunun geldiğini söyleseler de, yeni dönemde, özellikle 9/11
saldırılarının ardından, uluslararası güvenliğin en sert gerçekleri tekrar ortaya
çıkmıştır (Baylis, 2008, s.70-71).
Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu sistemindeki güvenlik çalışmaları, o dönemin
hakim teorisi olan realizm ve neo-realizmin etkisi altında şekillenmekteydi. 1960-
70’lerde yaşanan ısınma ve yumuşama döneminde klasik güvenlik anlayışı ne kadar
sorgulansa da, son olarak realist ve neo-realist düşüncenin ana varsayımları ile
belirlenmeye devam etmiştir. Realizm düşüncesine göre, güvenlik kavramı “sürekli
bir güvensizlik ortamı” veya “güvende olmama hali” ile tanımlanmaktadır. Realist
düşünürlere örnek olarak Nikolo Makyavelli, Thomas Hobbes, modern klasik
realistler ise Carl von Clausewitz, Hans Morgenthau, Reinhold Neibhur, Arnold
Wolfers’i örnek gösterebiliriz.Wolfers (1952, s. 481)’e göre güvenlik, “kazanılan
değerlere yönelik bir tehdidin olmaması halidir”. Realistlere göre aktörler, “herkesin
herkes ile çatıştığı” tehditlerle dolu güvensizlik ortamında kendi varlıklarını ve
kazandıkları değerleri korumak için güçlü olmak zorundadırlar.
Güç kavramı ise maddi gücü, bu anlamda, devletlerin maddi gücünü ifade ediyor.
Devletin askeri gücü ile korunan ulusal güvenliği oluşturan askeri-stratejik konular
birincil politika; ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel konular ise ikincil politikayı
meydana getirmektedir. Örneğin, 1940’ların sonlarında Birleşik Krallık’ta insanlar
açlık sorunu yaşamasına rağmen, devlet kısıtlı olan bütçesinin büyük kısmını nükleer
silah inşa etmeğe yönlendirmişti. Bir ülkenin dış politikası açısından güvenlik
sınırlarının ne olduğunu belirlemek kolay olmadığı gibi, güvenlik önlemlerinin kendi
sınırlarının dışına, diger ülkelere doğru uzanabileceğini belirtmek gerekir ama bu
uzantının nerede bittiği belirsizdir.
Klasik güvenlik çalışmalarına en fazla katkıda bulunan düşünürler olarak 1970’li
yıllarda ortaya çıkan neo-realistleri gösterebiliriz. Neorealizmde “güvenlik ikilemi”

5
(security dilemma) modeline göre, bir devletin kendi güvenliğini sağlamaya yönelik
davranışlarda bulunur ve bu davranışlar mevcut veya potensiyel düşmanların
güvenliğini tehdit etmekte, onları tehlike içerisine sokmaktadır. Özellikle Soğuk
Savaş dönemi, devletlerin nükleer silah yarışı başlatması sonucu oluşan tehlikeler ve
güvensizlik bu düşünürler tarafından ele alınmaktadır. Bu düşünce sahiplerinden
önemli isimler olarak, Kenneth Waltz veya John Mearsheimer’ı gösterebiliriz. Neo-
realistler, realistlerden farklı olarak aynı zamanda analizlerine ekonomik değişkenleri
de ekleyerek özellikle, Vietnam Savaşı, 1973 ve 1979 petrol şoklarını örnek
göstererek, devletlerin karar alma ve politikalarında ekonomik parametrelerin de
hesaba katılması gerektiğini ortaya koymuşlar. Klasik realistlerden diğer farkları ise,
yalnız ulus-devletin değil, uluslararası sistemin yapısının güvenliği etkilediği
yönünde fikirlerini belirtmeleridir (Sandıklı ve Emeklier, 2012, s.8-12). Realist ve
neo-realistler tarafından açıklanan ulusal çıkarların ahlakdışı olması özellikle liberal
teorisyenler tarafından eleştirilmiştir. Bu eleştirilere rağmen realistler, devletlerin son
amacının kendi egemenliğini koruması olduğunu, hatta Morgenthau ve Henry
Kissinger gibi meşhur ABD’li realistler, Vietnam Savaşı’nın bile ABD ulusal
çıkarları için yapıldığını belirtmiştir.
Realist ve neo-realistlerden farklı olarak liberaller, güvenlik anlayışına devletin
güvenliği açısından değil, bireyin güvenliği açısından yaklaşarak, uluslararası
ilişkilerin temel aktörü olarak ise devletlerin yanı sıra uluslararası kurumlar, çok
uluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları ve devletdışı aktörleri de incelemektedirler.
Liberallere göre, düşünceler ve algılar değişebilmekte, devletlerarası işbirliği ve
uzlaşı elde edilebilmektedir. Dünya tarihinin yalnız çatışmalar değil, aynı zamanda
işbirliğinden oluştuğunu berlirterek güvensizliğe neden olan koşulların düzeltilmesi
durumunda çatışma ve rekabetin azalabileceğini, devletlerin birbirleriyle işbirliği
yapabileceğini ifade etmektedirler. Bu amaç için, uluslararası hukuk ve normlar
vasıtasıylaa kolektif güvenliğin sağlanmasını savunmaktadırlar. Avrupa
bütünleşmesini örnek göstererek, işbirliğinin tüm dünya genelinde yapılabilmesine
ve “dünya toplumu” modeline ulaşılmasına olan inançlarını ifade etmektedirler. Bu
fikir, Marshall McLuhan tarafından “küresel köy” (global village) ve John Burton
tarafından “dünya toplumu” (world society) şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Buna
göre, küreselleşmeyle birlikte güvenliğin tesis edilmesinde devletler ve devletlerarası
ilişkiler yetersiz kalmaktadır. Böylece, farklı aktörlerin çözüm sürecine katılması
zorunluluk haline gelmiştir. Örneğin, küresel ölçekte tehdit oluşturan karbon

6
yayılımına karşı önlem alınması için sanayi kuruluşlarından sivil toplum
kuruluşlarına, uluslararası örgütlerden devlet mekanizmalarına kadar birçok aktörün
işbirliği içinde hareket etmesi gerekmektedir. Aynı şeyi terörizmle savaşla ilgili de
söyleyebiliriz. Artık nükleer caydırıcılık, sınır bölgelere veya ülke dışına asker
konuşlandırılması gibi geleneksel yöntemler uluslararası tehditlerle savaşta yeterli
olmamaktadır. Bu kapsamda, bilgiye hakim olabilmek ve bilgi güvenliğini
koruyabilmek önem kazanmıştır.
Marxistler, uluslararası ilişkiler veya ulusal politika açısından güvensizliğin nedeni
olarak kapitalist sistemi göstermiş ve çözüm yolu olarak sınıflar arası mücadeleyi ve
sosyalist devrimi göstermişlerdir. Soğuk Savaş dönemi, neo-realistlerle aynı
dönemlerde ortaya çıkan neo-Marxistler, küresel dünyada asıl çatışmanın doğu ve
batı arasında değil, kuzey ve güney arasında yaşandığını öne sürmüşlerdir. Bir
aktörün güvenliğinin diğeri tarafından tehdit edildiği dünyada güvenlik ikileminin
merkez kuzey ve çevre güney ülkeleri arasında yaşanmakta olduğunu bildirmişlerdir.
Bu kuramı savunanlara Johan Galtung ve Immanuel Wallerstein gibi düşünürleri
örnek gösterebiliriz.
Soğuk Savaş’ın bitmesi ve “Yeni Dünya Düzeni”nin kurulmasının ardından ortaya
çıkan bir dizi hibrid teorilerin “kim için, ne için, nerede, nereye kadar ve nasıl
güvenlik?” gibi temel soruları çerçevesinde çalışmalar gündeme gelmiştir. Bu
dönemde, güvenliğe ilişkin çalışmalar ortaya koyan Kopenhag Okulu, Aberystwyth
Okulu veya Sosyal Yapısalcılık teorisi gelişmiştir.
Sosyal yapısalcılık teorisine göre, dünyada meydana gelen olayları anlamak ve analiz
edebilmek için teoriler uydurmaktan daha fazla iç gözlem yapmak gerekir. Bu
düşünürlere göre, dünya devletleri, belki de herhangi yazılı kurallara, ortak çıkarlara
uymadan ve umursamadan, sadece kendi ekonomik çıkarları tarafından
yönetiliyorlar. Bu açıdan, sosyal yapısalcı düşünce, neo-realizme yaklaşmıştır.
Kopenhag Okulu daha ileriye giderek, tehlikenin yalnız askeri-militer değil, aynı
zamanda askeri tehdit içermeyen tehditlerden de oluşabileceğini belirtmiştir. Böylece
güvenlik, devletlerin ve toplumların tehditlerden kurtulma arayışı, rakip güçlere karşı
bağımsız kimliklerini ve bütünlüklerini koruma yetenekleri olarak tanımlanmıştır.
Örneğin, bir devlet dahilindeki farklı milletler arasında milliyetçilik davası da ulusun
güvenliği için tehdit oluşturabilir. Bu kapsamda, Yugoslavya’nın parçalanmasını ve
21. yüzyılda başlayan, hatta Avrupa’yı da saran milletçi ayrımcı hareketleri
gösterilebilir.

7
Bu okulun önde gelen kuramcıları, Barry Buzan ve Wyn Jones’dur. Buzan güvenliği,
siyasal, askeri, ekonomik, toplumsal ve çevre güvenliği olmak üzere beş boyutta
incelemiş ve bu çalışmasını uluslararası sistem, devlet ve etnik grup gibi 3 düzeyde
yapmıştır. Buzan (1991, s.439)’a göre, genel olarak güvenlik, tehditlerden özgür
olmak ve olası düşman güçlere karşı devletler ve toplumlar tarafından kendi kimlik
ve bütünlüklerini korumak demektir. Askeri güvenlik, devletlerin iki düzeyde
kapasitesini ele almaktadır: hücum ve müdafaa. Siyasal veya politik güvenlik,
devletlerin kendilerine meşruluk kazandıran ideolojilerinin korunmasıdır. Ekonomik
güvenlik, kaynaklara ulaşılabilirlik, mali ve pazar ekonomilerinin insanların refah
düzeyine uygun şekilde gelişmesini belirtmektedir. Sosyal güvenlik, toplumların
kendi kimliklerini, geleneksel desenlerini, örneğin dil, kültür, din ve milli
kimliklerini ve adetlerini korumaları ve gelişen şartlara uygunlaştırırken
kaybetmemeleri ile ilgilidir. Çevre güvenliği ise, yeryüzünün ve biosferin, canlı
alemin korunmasını öngörüyor. Örneğin, Filipinler’de ormanların mahvoluşu,
Ortadoğu ve Mısır’da su kıtlığı, Meksika’da aşırı nüfus çevresel tehditler olarak
algılanmaktadır. Soğuk Savaş’ın ardından üçüncü dünya ülkelerinin siyasal güvenliği
ortaya atılmış ve özellikle de Ortadoğu ve Afrika’da yaşanan birtakım siyasi
gelişmeler, “siyasal İslamı” öne çıkarmıştır. Dekolonize olan, ancak refaha
erişemeyen ülkelerde yaşanan olaylar, siyasal güvenliğin toplumsal güvenlikle ne
kadar ilişkili olduğunu açığa çıkarmıştır (Buzan, 1991, s.440).
Waever1 (2007, s. 558), güvenlik söyleminin oluşturulması ve kullanılması üzerinde
durarak herhangi bir sorunun sadece söz sahibi bir otorite tarafından güvenlik
meselesi olarak tanımlandığı zaman güvenlik olarak algılandığını bildirmektedir.
Yani, bir konunun güvenlik konusu olarak tanımlanması, bu konuya önem ve aciliyet
vererek, politik süreç dışında yöntemler kullanılmasını yasal kılmaktadır. Örneğin,
11 Eylül saldırıları, bir suçtan ziyade güvenlik konusu haline gelmiş ve ABD acil
askeri müdahele kararı almıştır. Buzan (1991, s. 441) ve Waever (2007, s. 558)’e
göre, terörizmin güvenlik konusuna dönüştürülmesi sorunu askerileştirerek daha çok
kronikleştirebilir.
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi (1997) tarafından geleneksel, modern ve
post-modern tehditler, şu şekilde bölünmüştür:

1
Waever, bu nedenle güvenliğin göreceliliğine işaret etmektedir. Ayrıca bireyin mutlak güvenlik
içinde olması durumunda bunun güvenlik olarak adlandırılmasının mümkün olmayacağını belirtmekte
ve bu sebeple hiç kimsenin mutlak güvenliğe sahip olamayacağını öne sürmektedir.

8
- Geleneksel tehditler: Devletlerarası savaşlar (örneğin İsrail/Arap devletleri,
Hindistan/Pakistan), barışın ihlali (örneğin Birleşik Krallık/Arjantin, Kore
Demokratik Halk Cumhuriyeti/Kore Cumhuriyeti, Irak/İran, Irak/Kuveyt),
saldırganlık (örneğin Çin tarafından Kore Savaşı’na karışma, Güney Afrika’nın
Angola’ya baskı yapması).
Konsey tarafından geleneksel tehdit olmasına rağmen ilan edilmeyen tehditler
(örneğin İngiliz ve Fransızların Mısır’a, ABD’nin Vietnam’a, Sovyetler Birliği’nin
Afganistan’a, Irak’ın İran’a müdahelesi).
- Modern tehditler: Özellikle 1990’larda siyasi durumla ilgili ayrılıkçı hareketlerin
bastırılması, ırkçılık, iç savaş, soykırım, insani felaketler.
- Post-modern tehditler: Nükleer silahların azaltılmaması, küresel terörizmin
gelişimi, paralı askerlik olaylarının çoğalması, silahların kanunsuz yayılması.
Konsey, aynı zamanda küresel hastalıkların yayılmasını da post-modern tehditler
sırasında göstermiştir (Graham and Felicitio, 2006, s.41). Bu tehditlerin her biri,
post-modern dünyada bir küresel güvenlik sorunu oluşturmaktadır. İster uluslararası
ilişkiler düşünceleri, ister reelpolitik açıdan olsun, post-modern dönemde bir
paradigma değişimi yaşanmaktadır. Bu bağlamda, bireyin güvenliği veya toplumun
güvenliği, devletin güvenliği veya sistemin güvenliğinin anlatılması açısından klasik
güvenlik tanımı yetersiz kalmaktadır. Artık hiçbir sorun, ulusal sınırlar içinde ve
klasik şekilde çözülememekte; hem aktör, hem de güvenlik konuları açısından çok
boyutluluk söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla, “yeni güvenlik” tanımlamasına göre,
devlet kadar bireyler, farklı toplumsal gruplar hedef alınarak hem iç, hem de dış
tehdit unsurları içerdiği; askeri olduğu kadar, hem de ekonomik, sosyal, dini veya
kültürel, ideolojik, çevresel, toplumsal ve başka sorunlar dikkate alınmaktadır.
Devlet boyutunda güvenlik anlayışından farklı olarak, küreselleşme ile birlikte
gelişen, devlet-altı kurumlar olarak algılanan birey ve çeşitli ekonomik, sosyal,
kültürel, etnik ve dini gruplar ön plana çıkmıştır. Bireyler ve gruplar, sahip
olduklarının yok olma ihtimali olduğunu düşünerek, kendilerini yönetenlerin
meşruiyetinin sorgulanması boyutuna varabilmişlerdir. Bireylerin artan taleplerini
karşılamada yetersiz kalan devletlerin bazı fonksiyonlarını devlet-dışı aktörler
üstlenme durumuna gelmiştir. Yeni güvenlik anlayışına giren süjelere yönelik
tehditler şunlardır:
- Uluslararsı terörizm, organize suç örgütleri, siber terör, saldırgan devletler,
kitle imha silahlarının yaygınlaşması,

9
- Ulusal ve küresel ekonomiye ve finans piyasalarına saldırılar, refaha ve
çevreye yönelik cinayetler, mülteci hareketleri,
- Evrensel demokratik değerlere, insan hak ve hürriyetlerine ve ortak değerlere
saldırılar.

10
2.2 Terörizm

Terörizm, hem devlete karşı şiddet direnmesi hem de devlet çıkarları çerçevesinde
gerçekleşir (Crenshaw, 1981, s.379).Thornton için, terör, terörün, siyasal davranışı
aşırı normal yöntemlerle etkilemek üzere tasarlanan ve şiddetin kullanımını ya da
tehdidini gerektiren sembolik bir eylem olarak kullanılması demektir (Wardlaw,
1989, s.9). Meydana getirdiği psikolojik zararlar ve ekonomik etkilere göre tüm
dünyanın gündeminde olan bir konudur. Dünyada ve ülkemizde yaşanan terör
eylemlerinin tarihine ve terörün ideolojisi ve mantığına geçmeden önce terör ve
terörün ne olduğunu belirtmek gerekir.
Terör, Latin dilinde “terrere” kelimesinden olup “korkudan sarsıntı geçirme,
korkudan dehşete düşmek” anlamına gelir (Kudashov, 2007, s.17). Terörizm ise
terörün sistemli biçimde, kasıtlı olarak, çoğu zaman gruplaşma ve uzun süreli olan
kuralsız savaş ve propaganda biçimi, stratejidir (Korolev, 2008, s.6). “Terör” ifadesi
ilk kez 1975 yılında Fransa’da 1973-74 yıllarında hüküm süren toplumsal kargaşaya
karşı hükümetin uyguladığı çekindirme siyasetini ifade etmek için kullanılmıştır
(Kudashov, 2007, s.18).
Terör kavramı sıkça kullanılmasına rağmen genel olarak kabul edilen bir ifade
değildir. 1936-1981 yılları arasında teröre 109 farklı tanım verilmiştir (Korolev,
2008, s.7). Bu tanımlamanın ne kadar zor olduğunu gösterir. Bu sıkıntılardan biri,
siyasi sistemdeki farklılıklardır. Bu nedenle, bir ülkedeki terör eylemi kavramı, diğer
ülkede farklılık göstermektedir. Batı devletlerine göre uluslararası terör, genellikle
kişilerin yabancılara karşı işlediği siyasi amaçlı, askeri olmayan şiddet uygulaması
veya devletin bekasına zarar veren, devleti veya uluslararası çapta faaliyet gösteren
örgütü belli bir davranışa zorlayan şiddet uygulaması olarak ifade edilir (Koçoi,
2005, s.16). Üçüncü dünya devletleri ise ulusal özgürlük hareketlerini ve halkın dış
etkilere karşı gösterdiği zorunluluk ve şiddeti terör kavramından uzak tutmak isterler.
Aynı zamanda ırkçı yabancı sistemlerin baskı gösterilen halka karşı kullandıklarını
devlet terörü adı altında değerlendirerek, bunu terör kavramına dahil ederler. Kısaca,
siyasi yönden farklı değerlendirdiklerine göre bazı ülkeler için terör olarak kabul
edilen ifade bazılarına göre “özgürlük mücadelesi”, “haklı savunma” olarak
değerlendirilir (Heveling, 2005, s.111).

11
1. Moskova İnsani Araştırmalar Üniversitesi professörü Анатолий Королев(2008, s.
6),“Международный терроризм на современном этапе”(“Günümüzde Uluslararası
Terörizm”) adlı kitabında terörizm sözünün ortaya çıkışı, kavramsal çerçevesini
açıklamıştır. Korolev A.A (2008). Uluslararası terörizm şu anki aşamada
(еждународный терроризм на современном этапе) // Elektronik günlüğü "Bilgisi.
Anlama. Beceri” dergisi

Terör kavramına devlet terörü, partizan savaşları, uyanış veya devrim gibi siyasi
mücadelelerin zorbalık ve şiddet içeren formları da dahildir. Neredeyse, bu
kavramlar birbirine bağlıdır. Bu da tanımı zorlaştıracak bir unsur olarak karşımıza
çıkar. Bir başka unsur ise, terör çeşidinin çok olmasıdır. Uygulama biçimine ve
amacına göre terörün türlerini 2 temel bölüme ayırabiliriz (Korolev, 2008, s.7).
1. Uygulama şekline göre terörizm
 Kitle imha silahları terörü
1. Nükleer terörizm
2. Biyolojik terörizm
3. Kimyasal terörizm
2. Amacına göre terörizm
 İdeolojik terörizm
 Etnik terörizm
 Dini motifli terörizm
Amaca göre terör türlerine devam edersek, uluslararası bir sorun olan terörist
akımların, genellikle ideolojik olduğu belirtilmelidir. Günümüzdeki terör örgütlerinin
ana ideolojileri, PKK, Aydınlık Yol ve FARC (Fuerzas Armadas Revolucionarias de
Colombia)örgütlerinde olduğu gibi Marxist-Leninist-Maoist ideolojidir. Bir başkası
da Neo-Naziler veya Altın Şafak gibi aşırı sağcı, faşist bir ideolojidir. İdeolojik
terörün stratejisi, mevcut olan siyasi sistemi yıkmak ve iktidarı ele geçirmektir. Bu
amaçla, silahlı çatışmalar gerçekleştirilir. Etnik terör ise bir ülkedeki farklı etnik
milletlere ait olan kişilerin kendi milli devletlerini kurmak adıyla teröre el atmalarıdır
(Koçoi, 2005, s.17).
İnandıkları din adına terör eylemi gerçekleştirdiklerini iddia edenlere geçmeden önce
şunu belirtmek gerekir: gerçek dinlerin hiçbirinde terör ve katliam asla kabul
edilmemektedir. Fakat dine doğru olmayan yorumlar yapan bazı gruplar, böyle bir

12
izlenimin oluşmasına sebep olmuşlardır. Haçlılar, Hristiyanlık dinini tamamen tahrif
ederek vahşet gibi göstermiş, kan dökmüşlerdir. İslam dünyasında da gerçek dinle
hiçbir ilgisi olmayan fanatik düşünceye sahip olan gruplar şiddet uygularlar. Basit ve
yanlış dini bilgilere sahip olan insanlar olmaları hepsinin ortak yanıdır. Son
zamanlarda gündemde olan DAEŞ (Dawlah al-Islamiyah fil-’Iraq wa ash-Sham), El-
Kaide, Boko Haram da böyle yapılanmalardandır.
Fransız Devrimi’nden sonra 1793 Eylül ve 1794 Temmuz ayları arasında iktidarı
Jakobenler ele geçirerek demokrasi ve cumhuriyeti korumak bahanesiyle terör
eylemleri düzenlediler. Bu kanlı dönem “Terör Dönemi” olarak adlandırılır.
Jakobenlerin lideri Fransız Devrimi’nin önderlerinden olan Maximilien Robespierre
idi. Robespierre tam olarak cumhuriyetçi idi. Demokratik hayata geçiş için büyük
çaba gösteren Jean Jacques Rousseau’dan ders almıştı. Robespierre, iktidarı ele
geçirdikten sonra devrimin getirdiği demokrasi, özgürlük, adalet gibi kavramlar
diktatörlük ve terörle değiştirildi. Robespierre, kendisi gibi düşünmeyen herkese
karşı mücadele ediyordu. Bu nedenle, meclisin aldığı kararlara muhalif çıkanlar
cumhuriyete karşı çıkmış oluyorlardı. Cumhuriyete karşı çıkanlar ise yeni Fransa’ya
gerekli değildi ve yok etmek gerekiyordu. Robespierre, iktidarda güçlenmek için
teröre başvurmaktan çekinmedi. Bu düşünce, Fransa’ya tarihinin en karanlık yıllarını
yaşatmıştır. Bu on aylık sürede, karşı devrimci olarak bilinen 20 bin kişi
mahkemelerde idam edildi, 300 bin kişi ise tutuklandı.
18. yüzyıldaki bu “Terör Devri”nden sonra I. Dünya Savaşı yüzyılın ilk büyük
felaketi oldu. Bu savaşın başlamasına da bir terör eylemi, bir suikast neden oldu.
1878 Berlin Kongresi ile Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun
himayesine geçti. Fakat ülkede yaşayan Müslüman ve Ortodoks cemaat tarafından bu
kabul edilmedi. Milliyetçi Sırp örgüt olan “Genç Bosna”, Avusturya-Macaristan
hükümetine karşı gizli faaliyete başladı. 28 Haziran 1914 yılında Avusturya-
Macaristan Arşidük Franz Ferdinand, Saraybosna’yı ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında
“Genç Bosna” örgütü üyesi silahından açtığı ateşle Ferdinand’ı ve eşini katletti.
Bundan sonra, Avusturya-Macaristan suikastta suç bildiği Sırbistan ile savaşa
başladı. Bu saldırı, I. Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep oldu (Koçoi, 2005, s.19).
1960’lı yıllar ise komünizmin dünyada en çok yükseldiği dönem oldu. Marksist
ideoloji, batı gençliği arasında hızla yayılmaya başlamıştı. Bu ideolojik akında,
Herbert Marcuse adlı Marxist mütefekkirin önemli rolü olmuştu. Marcuse, işçiler ve
köylüler olarak adlandırılan devrimci sınıfa yeni bir anlayış getirdi: “Gençler”. Bu

13
ifade ile 68 kuşağını sokaklara döken zihniyetlerin temelini atmıştır. İtaliya’da
muhalif gruplar terör eylemlerine başladı. En büyük olaylar ise Fransa’da yaşandı;
Marxist öğrenciler kendi üniversitelerini işgal etmişlerdi. Diğer muhalif gruplarla da
birleşerek Paris sokaklarını adeta savaş alanına çevirmişlerdi. 68 öğrenci olayları,
domino etkisi ile birçok ülkeye yayılmıştı. Her birinde de kitlesel çatışmalara, terör
olaylarına ve hatta iç savaşlara neden olmuştu (Heveling, 2005, s.111).
Avrupa’ya yine aynı dönemde bakıldığında, birçok terör örgütü karşımıza çıkar.
Bunlardan biri ETA (Euskadi Ta Askatasuna)’dır. ETA, 1959 yılında Franco
diktatörlüğüne karşı kurulan Marxist-Leninist bir örgüttür. Zamanla İspanya ve
Fransa’daki Bask bölgesinin bağımsızlığı için silahlı çatışmalara başladılar. 1979
yılında hükümet tarafından Bask bölgesine önemli ölçüde özerklik verildi. Buna
rağmen, tam özgürlüğü için silahlı mücadeleye devam eden ETA, İspanya’nın yanı
sıra Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından da terör
örgütleri listesine alındı. 20 Ekim 2011 tarihinde örgüt, silahlı mücadeleyi
durdurduğunu açıkladı.
Avrupa’da saldırılar düzenleyen diğer terör örgütü de Kızıl Ordu Fraksiyonu’dur.
Kızıl Ordu Fraksiyonu, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Almanya’nın en etkili
muhalif görüşlü radikal örgütü olmuştu. Kendilerini “şehir partizanları” olarak
adlandırmışlardı. Emperyalist merkezlerdeki savaşın silahlı mücadele olmadan başarı
kazanamayacağını manifestolarında ilan etmişlerdir. Örgüt, ilk silahlı saldırıyı 1972
yılında Federal Almanya’daki ABD temsilcilerine karşı bombalı terörle başladı
(Vityuk, Efirov 1987, s.46 . Витюк В.В., Эфиров С.А. «Левый» терроризм на
Западе. История и современность. М., 1987. ).BU QAYNAĞI MELLİMEDEN
SORUŞ 1977 yılında ulusal krize neden olan Alman Sonbaharı Harekatı dahil,
yasalar çerçevesinde çok ağır suç sayılan birçok terör eylemi da gerçekleştirdiler.
Batı Almanya hükümeti tarafından terör örgütü olarak belirlenen Kızıl Ordu
Fraksiyonu, 30 yıllık faaliyetinde 34 kişinin ölümüne, birçok insanın da
yaralanmasına neden olmuştur (Vityuk, Efirov 1987, s.48). 1998 yılında örgüt olarak
faaliyetini durdurmuştur.
Avrupa’da faaliyet gösteren başka bir kuruluş da Altın Tugay’dır. Altın Tugay, 1970
yılında kurulan Marxist bir örgüttür. Amacı, silahlı mücadele ile devrimci bir devlet
kurmak ve İtalya’yı batı bloğundan çıkarmaktır. Faaliyetlerine küçük yangınlar ve
bombalamalarla başlayan örgüt, şiddetini her geçen gün artırdı. Birçok insanı
suikastle öldürdü. Altın Tugay’ın en gürültülü faaliyeti ise 1978 yılında İtalya

14
Başbakanı Aldo Moro’yu kaçırarak öldürmeleri olmuştur. 90’lı yıllarda farklı
gruplara ayrılan Altın Tugay, faaliyetleri yok diyebilecek kadar azalmıştır (Korolev,
2008, s.9).
Türkiye’de ise 12 Mart 1971 Darbesi’nden sonra sosyalist hareketin tamamen
biteceği zannediliyordu ancak tam tersi oldu. Daha güçlü ve organize bir şekilde
gelişti. 12 Eylül 1980 Darbesi’ne kadar 38 muhalif terör örgütü faaliyet göstermiştir
(Eroğlu, 2015). Bu yapılanmalardan öne çıkarak geniş kitlelere ulaşan Devrimci Yol
Hareketi oldu.
1 Mayıs 1977 yılında ilk sayısını çıkaran Devrimci Yol Dergisi’nin basım adedi yüz
binlerdi (Eroğlu, 2015). Bu örgüt, adam öldürmekten uçak kaçırmağa kadar onlarca
suç işlemişler. 1978 yılında Devrimci Yol taraftarı olan bir grup, bu örgütle görüş
ayrılığına düştü. Bundan sonra, Devrimci Muhalif adlı bir dergi yayınlayarak yeni bir
örgütlenme başladı. Örgüt; gasp, soygun, devlet memurlarına ve güvenlik
organlarına yönelik silahlı saldırı gibi birçok suç işlemiştir. Bu suçlar 35 güvenlik
mensubunun, 23 askerin ve 240 sivil vatandaşın hayatını kaybetmesine neden
olmuştur (Eroğlu, 2015). Dönemin Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan
Yardımcısı Gün Sazak ve Eski Başbakan Nihat Erim’in katl edilmesi de örgütün
büyük cinayetlerindendir. 1980 darbesinden önce Devrimci Muhalif adı altında terör
eylemleri düzenleyen örgüt, 1994 yılında adını Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-
Cephesi (DHKP-C) olarak değiştirdi. Örgütün hedefi, mevcut anayasal düzeni silah
gücüyle yıkmak ve Marxist-Leninist ülkelere dayalı bir sistem kurmaktır. Türkiye,
ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği’nin terör örgütleri listesine bu örgütün adı
kaydedildi. Birçok yerli ve yabancı askeri merkezleri bombalamak, polise yönelik
silahlı saldırı, çatışmalar ve canlı bomba eylemleri, örgütün terör yöntemlerinden
bazılarıdır. Bu olaylar sonucunda çok sayıda asker, polis ve sivil vatandaş ölmüş,
birçoğu da yaralanmıştır. Örgüt, şimdi de terör eylemlerine ve faaliyetlerine devam
etmektedir.
1973-1985’li yıllarda Türkiye’de en çok ismi geçen terör örgütü Armenian Secret
Army for the Liberation of Armenia-ASALA (Ermenistan’ın Özgürlüğü için Gizli
Ermeni Ordusu) oldu. ASALA, 1975 yılında Akop Akopyan tarafından Lübnan İç
Savaşı sırasında kuruldu. Bağımsız bir Ermenistan kurmak, sözde Ermeni
soykırımını Türkiye hükümetine kabul ettirmek, tazminat ödettirmek ve iddia edilen
toprakları almak için çalışmıştır. ASALA, kendisini Ermeni milliyetçisi olarak
gösterse de, aslında Marxist-Leninist bir gruptur. Aynı ideolojiye sahip olan PKK ve

15
İtalyan Altın Tugay gibi terör örgütleri ile işbirliği yapmıştır. Türkiye’de iç
huzursuzluğun doruğa çıktığı 1979 yılından itibaren Ermeni teröründe büyük bir artış
gözleniyordu. Türkiye ile birlikte 16 farklı ülkede Türk ve diğer sivil ve siyasi
hedeflere yönelik terör eylemleri gerçekleştirmiştir. Bu cinayetlerde Türkiye’nin 42
politikacısı ile 4 yabancı asıllı kişi hayatını kaybetti, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu
kişi ise yaralandı (Eroğlu, 2015).
Türkiye, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde onbinlerce insanın
ölümüne, yüz binlerce insanın sakat kalmasına, yüz binlerce insanın evlerini terk
etmesine ve ulusal ekonominin milyarlarca dolar kaybetmesine neden olan PKK
terörü ile de yıllardır mücadele yürütmektedir. Terörde öldürülen sivil vatandaşlar ve
askerlerle birlikte Başarı Mumlu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç,
Ahmet Taner Kışlalı ve Mustafa Yücel Özbilgin gibi birçok mütüfekkir, politikacı ve
devlet memuru da terör eylemlerinde katl edilmiştir. PKK, etnik kökenli bir hareket
değil, bölgede dev bir komünist devlet kurmak arzusunda olan Marxist-Leninist-
Stalinist bir gruptur. Öcalan (2002, s. 201), PKK’nın Leninist yapısında izlediği
komünist düşünceyi şu şekilde ifade etmiştir: “Lenin, 1900’de ne idiyse, ben de 21.
yüzyıl sosyalizmini temsil ediyorum, gerçek sosyalizmle, emperyalizmle mücadele
ederek yeni sosyalizmi inşa ediyorum. Bizim çevremizde sosyalizmin ve
komünizmin şartları hakimdir. Bu PKK için de geçerlidir. Bu komünist toplumun
kurulacağı güne kadar da geçerli olacaktır”(Öcalan, 1993, s.153).
Öcalan’ın yıllar önce verdiği mesaja dikkat edersek, komünist grupların temel
hedefinin “komünist bir toplum” kurmak olduğunu görürüz. Komünistler, öncelikle
içinde yaşadıkları toplum üzerinde komünizmi hakim kılmaya çalışıyorlar. Sonra ise,
cinayetler işleyerek yollarına devam etmek istiyorlar. Asıl amaçları ise, tüm dünyaya
yayılmaktır. Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletler (BM), Kuzey Atlantik Paktı
(North Atlantic Treaty Organization-NATO) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD),
Türkiye, Suriye, Irak, İran ve birçok başka ülke PKK’yı terör örgütü olarak kabul
ediyorlar. Amacı, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu, Irak’ın kuzeyi, Suriye’nin
kuzeydoğusunu ve İran’ın kuzeybatısını kapsayan bir komünist devlet kurmaktır
(Eroğlu, 2015). Bu yüzden, bu toprakların Türkiye sınırının altında olan kısmına
sahip olmak için teröre başvuruyorlar. Polis kuvvetlerine saldırıyor ve sokakta gezen
polisle askeri arkadan vurarak katl ediyorlar. Öğretmenleri kaçırıyor ve sivil halkı
bombalıyorlar. Köylere baskın yaparak kadınları, çocukları ve yaşlıları, ayrım
yapmadan şehit ediyorlar. Yaklaşık 30 yıllık terör faaliyetleri sonucunda 7918 devlet

16
memuru öldürülmüş, 5557 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir; 14 yılda 386 bin
insan ise köylerinden göç etmek zorunda kalmıştır (Eroğlu, 2015, s.10).
1970’lerde İngiltere’de ise Neo-Naziler olarak adlandırılan dazlaklar hareketi
başladı. Bu hareketin özelliği, göçmenlere ve yabancılara karşı saldırgan olmalarıdır.
1990 yıllarında dazlakların çoğunluğu ırkçılığı benimsemiş ve Nazi taraftarları olarak
ırkçı faşist faaliyetlerine başlamıştır. Bu faaliyetleri gerçekleştiren örgütlerden biri,
Almanya’da faaliyet gösteren Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü’dür. 2001-2006
yılları arasındaki eylemlerinde 8 Türk ve 1 Yunan olan 9 Alman vatandaşı hayatını
kaybetti (Eroğlu, 2015). Rusya’da dazlaklar da kanlı terör eylemleri ve işledikleri
suçlarla zaman zaman haber konusu oluyor. Neo-Nazi hareketi gittikçe güçleniyor ve
yayılıyor. Bugün 33 ülkede ve 6 kıtada aktif durumdadır (Eroğlu, 2015). Aslında bu
durum, Avrupa’da her geçen gün büyüyen ırkçılığın bir yansıması olarak
düşünülmelidir.
Terörden bahsederken akla gelen en büyük terör olaylarından biri de 11 Eylül terör
eylemidir. 11 Eylül 2001’de “El-Kaide” terör örgütü tarafından ABD’nin iki büyük
şehrine terör saldırısı hazırlandı. Kaçırılan bir yolcu uçağı New York’ta bulunan İkiz
Kuleler olarak adlandırılan Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesine çarptı. Bina
saldırıdan 102 dakika sonra toz bulutu gibi yıkıldı. İkinci uçak ise güney kulesine
çarptı. Bu bina da çarpışmadan 56 dakika sonra aynı şekilde yerle bir oldu. Art arda
olarak meydana gelen saldırılarda kaçırılan başka bir uçak Washington DC’de
Pentagon’a çarptı. Dördüncü uçak ise Washington DC’nin dışına düştü. Saldırılar
binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına sebep oldu. Bu olaylardan
sonra, bütün dünya “terör” kavramını yeniden müzakere etmeye başladı. Çünkü bu
eylemler, dünyanın tek süper gücü olarak kabul edilen bir ülkeye karşı yapılmıştı.
Başta Amerika olmak üzere tüm dünyada büyük bir korku ve panik yaşanıyordu.
Herkes “terörle nasıl mücadele etmeliyiz?” sorusuna cevap aramaya başlamıştı. Her
ülkenin aynı tehlike ile karşılaşabileceği belli olmuştu. İnsanlar evlerinde, sokakta,
parkta veya işyerlerinde terörün karanlık yüzü ile karşılaşabileceklerinin farkına
varmışlardı ve teröristlerin amacının insanları sokağa çıkmayan, toplumsal ulaşıma
binmeyen ve alışveriş etmeyen bir varlığa dönüştürmek, kısacası, bir korku toplumu
oluşturmak olduğu anlaşılır. Amerika, saldırının etkisinden çıkan her ülke gibi dünya
çapında terörizme karşı mücadeleye başladı. 11 Eylül olayları sonrasında, batı
ülkelerinde Müslümanlara karşı nefret daha da artmıştır.

17
Halk Ordusu, FARC veya FARC-ER kısa adı ile tanınan dünyanın en büyük Marxist-
Leninist terör örgütlerinden biri de Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (Fuerzas
Armadas Revolucionarias de Colombia-FARC)’dır. FARC, 1960’lı yıllarda
Kolombiya Komünist Partisi’nin askeri kolu olarak kuruldu. Bugüne kadar FARC ile
güvenlik güçleri arasındaki mücadelede onbinlerce insan hayatını kaybetti. FARC’ın
bir diğer özelliği de “amaca giden yolda her şeyi normal kabul eden” bir örgüt
olmasıdır. Bugüne kadar askeri, sivili, kadını, çocuğu, yaklaşık 7 bin kişiyi fidye
olarak kaçırdı (Eroğlu, 2015). FARC, Kolombiya Devleti ile farklı zamanlarda barış
görüşmeleri için masaya oturmuş ve ateşkes anlaşması yapmıştır.
Peru Komünist Partisi, bilinen adıyla Aydınlık Yol ise Peru’da faaliyet gösteren
Marxist-Maocu bir terör örgütüdür. Örgüt, mücadelesinin temelini şiddetin
oluşturduğunu açıkça ifade etmiştir. Yapılanmanın lideri bir konuşmasında “gelecek
silahlarda ve toplarda uyuyor” demiştir (Eroğlu, 2015). Bu örgüt, yıllarca Peru
halkına çok büyük maddi ve manevi zarar vermiştir. Halkın korku ve dehşet içinde
yaşamasına neden olmuştur. Aktif olduğu 1980-1992 yıllarında işlediği suçlar
nedeniyle yaklaşık 70.000 kişi hayatını kaybetmiştir (Eroğlu, 2015). Bu nedenle
örgüt, son yüzyılın en kanlı terör örgütü olarak kabul edilir.
Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu da Meksika’nın en fakir eyaletlerinden olan
Chiapas’ta bulunan silahlı bir örgüttür. Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu adını 1910-
1917’li yıllarda Meksika Devrimi’nin önde gelen üyelerinden olan Emiliano
Zapata’dan almıştır. Bu örgüt, 1983 yılında kuruldu, fakat 1994 yılında Meksika
hükümetinin 12 gün içinde silahlı mücadelesi ile kamuoyu tarafından tanındı. Bu
çatışmalara sebep olarak da Meksika’nın ortak olduğu Kuzey Atlantik Serbest
Ticaret Anlaşması gösterildi. Zapatista üyeleri, bu anlaşma ile yerli halkın hızla
istismar edileceğini düşünüyordu. 12 günlük çatışmalardan sonra silahlarını
bırakmadılar, ancak başka bir silahlı olay da gerçekleştirmediler.
Günümüze gelince de terörün her zaman olduğu gibi göz önünde ve faaliyette
olduğunu görüyoruz. Birçok ülke terör örgütleri ile mücadele ettiği gibi, ülkemiz de
PKK terör örgütü ile mücadele ediyor.
İslam adına terör eylemi yapan radikal gruplar da vardır. Özellikle DAEŞ, El-Kaide,
El-Şebab ve Boko Haram gibi örgütler dünyanın birçok yerinde şiddet ve nefret
politikalarını hayata geçirmektedirler. Ticari tesisler ve pazarlar gibi halkın yoğun
olduğu yerlerde terör eylemi yapmaktan çekinmezler. Çünkü İslam’a yanlış açıklama

18
getiren, hurafelere dayanan bu bağnaz düşünce tarzı kendisi gibi olmayana yaşama
hakkı vermez (Korolev, 2008, s.18).
Bu düşünceye sahip olan kuruluşlardan en çok göz önünde olan DAEŞ’dir. Amerika
Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve Türkiye’nin terör listesinde örgütün adı
kaydedildi. Hedefi; Irak, Suriye, Filistin ve Ürdün topraklarını kendine bağlayarak
bölgede şeriata dayalı bir devlet kurmaktır. Kendini İslam grubu olarak tanıtır ama
İslam’ın sahip olduğu ahlaki değerlerden çok uzaktır. Bölgedeki mezhep
çatışmalarını şiddetlendiren DAEŞ, Şii Müslümanlar’a karşı da terör eylemleri
gerçekleştirmektedir. Kontrol altına aldığı bölgelerde kendi kanunlarını uygulamakta,
halkı farklı suçlamalarla hapsetmekte, işkence yapmakta veya öldürmektedir. Dava
sebepleri ise sigara içmek, zina etmek, gruplaşmanın kanunlarına karşı çıkmak veya
düşman birliklerine mensup olmaktır.
Günümüzde en tehlikeli terör gruplarından olan bir diğer kuruluş da Boko
Haram’dır. Amacının Nijerya’nın kuzeyinde şeriat kanunları ile yönetilen bir İslam
devleti kurmak olduğunu açıklamıştır. Boko Haram’a göre batıya ait her şey
yozlaşmış ve Müslümanlar için tehlikelidir. Örgütün adı da “Batı (eğitimi) haramdır”
anlamına gelmektedir. Bu yüzden, ders veren öğretmenleri ve öğrencileri hedef
olarak görüyorlar. Kiliseleri bombalayan örgüt, polis kuvvetlerine de saldırıyor. 14
Nisan 2014’de yaşı 12 ile 17 arasında 300’e yakın kız öğrenciyi kaçırarak dünyanın
dikkatini üzerlerine çekti.
El-Şebab da aynı düşünceye sahip olan silahlı bir gruptur. Birçok batı devleti ve
kurumları tarafından terörist olarak gösterilimektedir. El-Kaide ile bağlantıları olan
örgüt “İslam’ın düşmanları”na karşı cihat ettiğini ileri sürmektedir. Federal Geçiş
Hükümeti ile Afrika Birliği Somali Görevi’ne karşı mücadele ettiğini belirtmektedir.
2011 yılından itibaren ülkenin güneyinin büyük bölümünü kontrol eden örgütün
faaliyetlerine Somali’ye gelen yardım örgütlerinin çalışanlarını korkutmak, kaçırmak
ve öldürmek de dahildir. Bundan sonra, yardım kuruluşları bölgeden çekilmek
zorunda kaldılar. Kenya’nın başkenti olan Nairobi’de bir ticaret merkezine yapılan
saldırı tüm dünyada yankı uyandırdı. Bu saldırıda 68 kişi hayatını kaybetti, 293 kişi
ise yaralandı (Eroğlu, 2015).
Radikal silahlı diğer bir grup da 11 Eylül terör olaylarından sonra adını duyduğumuz,
El-Kaide’dir. Soğuk Savaş’tan sonra İsrail’i yok etmek ve Müslüman ülkelerde
hilafet düşüncesi altında büyük bir devlet kurma inancını benimsemiştir. El-Kaide,
dünyada yaşanan birçok terörden, doğrudan veya direkt sorumlu kabul ediliyor.

19
Örgütün kendi üstlendiği 11 Eylül olayları, dünyanın en büyük terör eylemi olarak
tarihe yazıldı. El-Kaide’nin diğer suçlarına bakıldığında, 2003 yılında İstanbul’da iki
Sinagog, banka ve İngiltere Başkonsolosluğu’na yönelik bombalı araçlarla yaptığı
terör eyleminde 57 kişinin hayatını kaybettiğini, 753 kişinin ise yaralandığını görürüz
(Eroğlu, 2015). 2004 yılında İspanya’nın Madrid kentinde yolcu trenine düzenlediği
saldırıda 191 kişi hayatını kaybetti ve 2000’den fazla kişi ise yaralandı (Politzin,
2015). (https://www.theguardian.com/world/2007/oct/31/spain.menezes) 2005
yılında İngiltere’nin başkenti Londra’da metro istasyonuna ve bir belediye otobüsüne
yapılan saldırıda 56 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 700 kişi ise yaralandı(Hürriyet,
2015).

20
2.3 Devlet Dışı Aktörler

Aktör, açıkça belirlenebilen, uluslararası alanda karar verebilme kapasitesine sahip


olan, egemen ve bağımsız eylemler gerçekleştirebilen, diğer aktörler üzerinde etki
yaratabilen ve berlirli bir süre varlığını devam ettirebilen birimlerdir (Çıgankov,
1994, s. 17). Aktörler, büyüklüğüne göre mikro ve makro olarak ikiye ayrılmaktadır.
Mikro düzeyde vatandaşlar, üyeler, liderler, bireyler; makro düzeyde ise devletler, alt
gruplar, ulusaşırı örgütler belirtilebilir.
Aktör denince uluslararası ilişkilerde, belli bir rol oynayabileceğini bilen, istenilen
otorite, istenilen örgüt, istenilen grup ve hatta istenen şahıs anlaşılır. Örneğin;
kararında bir özerklik varsa, uluslararası ilişki üzerine, yani devlet ve hükümet
üzerinde belirli bir etkiye sahip olduğu takdirde, sosyal toplum, uluslararası bir aktör
olarak rol oynayabilir. Herhangi bir örgüt veya grup, uluslararası aktör rolünü
oynayamaz ama herhangi bir şahıs uluslararası aktör rolünü oynayabilir. Böyle
olunca, birtakım sorular ortaya çıkıyor. Sosyal toplumlar, ne tür uluslararası aktör
olabilir? Uluslararası aktörler arasında hiyerarşi nedir? Başka bir deyişle hangisi
daha otoriter, perspektifli?
Teorisyenlerin çoğu devletleri, uluslararası örgütleri ve sistemleri tipik uluslararası
aktörler olarak görüyor. Morton Kaplan (1961, s. 5), üç farklı uluslararası aktör
gösterir: Ulusal (egemen devlet), uluslarüstü (bölgesel uluslararası örgütler, örneğin
Kuzey Atlantik Paktı-North Atlantic Treaty Organization-NATO) ve evrensel
(örneğin dünya örgütleri, Birleşmiş Milletler-BM). Merle (1986, s. 96), tipik bir
uluslararası aktör olarak devleti, uluslararası örgütleri ve uluslarüstü güçleri
(çokuluslu şirketler, hem de dünya kamuoyu) belirtiyor.
Gördüğümüz gibi uluslararası ilişkilerde temel aktör devlettir; özellikle de siyasi
realizm temsilcileri devleti temel aktör olarak görüyorlar. Geleneğe göre devlet,
kendini uluslararası arenada dış politikayla ifade ediyor. Devletlerin amacına ulusal
çıkarların sağlanması, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin ve egemenliğinin
korunması dahildir. Ancak, dış politika ve uluslararası ilişkiler kavramları dar bir
bağlamda olduğunu hissediyor yani dış politika, ekoloji ve bilim-teknik gelişme,
ekonomik ve medya, iletişim ve kültürel değerler konularını üstlenememektedir.
Böylece devlet dışı aktörlerin rolü ve yeri artmaktadır.

21
Devlet dışı aktörler (NSA-Non-State Actors), dünya sahnesine (uluslararası tiyatro)
katılan veya bölgesel mülkiyet, insan hakları, sosyal adalet ve küresel ticaret ile ilgili
işlerle uğraşmak için uluslararası ilişkilerde hareket eden kurumlardır (Belgin, 2016a
s. 15). Bunlar, bir devletin herhangi bir kurumuna ait olmamakla birlikte, bir
değişikliği etkilemek ve bunlara neden olmak için yeterli gücü olan örgütlerdir.
Devlet dışı aktörlerin uluslararası ilişkiler kuramına kabulü, gerçekçilik ve
uluslararası ilişkilerin kara kutu teorileri varsayımlarıyla çelişiyor;
devletlerarasındaki etkileşimlerin uluslararası olayların incelenmesindeki ana ilgi
ilişkileri olduğunu iddia ediyor. Devlet dışı aktörlerin türleri aşağıda sıralanmıştır
(Belgin, 2016b, s. 15):
 Sivil Toplum Kuruluşları: Devletin taraf olmadığı bir sivil toplumda,
diplomasiye dayanan uluslararası anlaşmalara dayalı devletlerin dışında
faaliyet gösterir.
 Uluslararası sivil toplum kuruluşları: Anlaşmalara dayalı olarak, ulus
devletten bağımsız olarak veya çok uluslu yargılama alanında uluslararası
düzeyde bulunan örgütlerdir. Uluslararası sivil toplum kuruluşlarının
yurtdışındaki misyonlarına katılan iyi niyet elçileri veya insani yardım
görevlileri, devlet dışı aktörler olarak düşünülebilir.
 Merkezi olmayan özerk kuruluşlar: Bazen ademi merkeziyetçi bir özerk şirket
olarak etiketlenmiş olup, akıllı sözleşmeler olarak adlandırılan bilgisayar
programları olarak kodlanmış kurallarla yönetilen ve devletten tamamen
bağımsız olarak var olan kuruluşlardır.
 Çokuluslu şirketler (ÇUŞ): Coca-Cola, Nike, Wal-Mart ya da McDonalds
gibi çok sayıda egemen devlette faaliyet gösteren ve halkın görüşünü
etkileyebilen kar amacı gütmeyen kuruluş veya kuruluşlardır.
 Uluslararası medya ajansları: Ulus devletin yetkisi dışında risk altındadır.
 Şiddet taşıyan devlet dışı aktörler: DAEŞ veya suç örgütleri gibi uyuşturucu
kartelleri gibi silahlı gruplardır.
 Dini gruplar: Kuveykırlar2 ve diğer dini mezhepler uluslararası savunuculuk
çabalarında oldukça aktiftirler. Uluslararası Af Örgütü, Greenpeace ve
OXFAM gibi devlet dışı aktörlerin bir bölümüne kısmen yardım ettiler. DAEŞ,

2
17. yüzyılda İngiltere’de siyasi ve dinsel mezhep kavgaları sebebiyle ortaya çıkmış dini mezhep
(İngilizce “quakers”).

22
dindar bir gruptur ve şiddet içeren, devlet dışı bir aktördür. İslam adına hareket
ettiklerini söylüyorlar (Belgin, 2016c, s. 5).
 Ulusötesi diaspora toplulukları: Orijinal ve güncel bölgelerini etkilemeye
çalışan etnik veya ulusal topluluklar.
 Temsil edilmeyen uluslar ve halklar: Yerli halklar ve dördüncü dünya
toplumları.
 Devlet veya hükümet tarafından bilinmeyen veya tanınmayan birleşmemiş
dernekler, gizli toplumlar ve sivil kuruluşlar devlet dışı aktörler olarak
düşünülebilir.
 Yurtdışında yaşayan ve devlet dışında çalışan dünya vatandaşları,
hareketlerde veya toplumsal nedenlerle yurtdışında faaliyette bulunmaları
durumunda, devlet dışı aktörler olarak düşünülebilir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde devlet dışı aktörlerin yaygınlaşması, Cobweb
Paradigması’na uluslararası siyasette yol açan faktörlerden biridir (Wagner, 2010a,
s.14). Bu paradigma uyarınca, geleneksel Vestfalya ulus devleti, bir iktidar ve
egemenlik erozyonu yaşar ve devlet dışı aktörler davanın bir parçası olur. Devlet dışı
aktörler, küreselleşmenin kolaylaşmasıyla ulus devlet sınırlarına ve egemenlik
iddialarına meydan okudu. Devlet dışı aktörler, her zaman ulusal çıkarlara sempati
duymazlar; bunun yerine şirketin menfaatlerine sadıktırlar. Devlet dışı aktörler,
toplumsal meselelerin savunuculuğu yoluyla ulus devletin iç konulardaki
egemenliğine karşı meydan okurlar (Warkentin, 2001, s.8).
Silahlı devlet dışı aktörler, devlet kontrolü olmadan çalışırlar ve iç ve sınır ötesi
çatışmalara katılırlar. Bu grupların silahlı çatışmalara girmesi, geleneksel çatışma
yönetimi ve çözümlemesine karmaşıklık katmaktadır. Bu çatışmalar, sadece devlet
dışı aktörler ve devletlerarasında değil, aynı zamanda birden fazla devlet dışı aktörler
grubu arasında da savaşmaktadır. Bu tür anlaşmazlıklardaki müdahaleler, uluslararası
hukuk ve müdahale veya barışı koruma amaçlı güç kullanımını düzenleyen normların
öncelikle ulus devlet bağlamında yazıldığı göz önüne alındığında, zorlayıcıdır.
Devlet dışı aktörler terimi, özellikle Avrupa Birliği (AB) ile Afrika, Karayipler ve
Pasifik (African, Caribbean and Pacific-ACP) ülkeleri arasındaki Cotonou
Anlaşması kapsamında, kalkınma işbirliğinde yaygın şekilde kullanılmaktadır.
Anlaşma, bu terimi ACP-AB kalkınma işbirliğine katılımı resmi olarak tanınan çok

23
çeşitli sivil toplum kalkınma aktörlerine atıfta bulunuyor. 6. Maddeye göre, devlet
dışı aktörler arasında şunlar bulunmaktadır (Belgin, 2016d, s. 12):
 Ulusal niteliklere göre sivil toplumu çeşitliliği ile,
 Ekonomik ve sosyal ortaklar, sendika örgütleri ve
 Özel sektör.
Uygulamada katılım ve topluluk temelli örgütler, kadın grupları, insan hakları
dernekleri, sivil toplum örgütleri, dini örgütler, çiftçi kooperatifleri, sendikalar,
üniversiteler ve araştırma gibi her türlü aktöre enstitüler, medya ve özel sektör
açıktır. Bu tanıma ayrıca örgütler, gayri resmi özel sektör dernekleri gibi gayrı resmi
gruplar da dahildir. Bununla birlikte, özel sektör yalnızca kar amacı gütmeyen
faaliyetlerde (örneğin özel sektör dernekleri, ticaret odalarında vb.) yer aldığı sürece
dikkate alınmaktadır.
Devlet dışı aktörler, İnsan Hakları Konseyi gibi uluslararası meselelerde fikir
oluşumuna yardımcı olabilirler. Resmi uluslararası örgütler, devlet dışı aktörlere,
özellikle ulusal bağlamda ortakların uygulanması biçimindeki sivil toplum
kuruluşlarına güvenebilirler. Devlet dışı aktörler, iklim değişikliği konusu gibi hem
ulusal, hem de uluslararası kalkınma hedeflerine ulaşmada yardımcı olan temel
ajanlardır. Devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen eylemler, hileli olmayan
veya kötü idam edilen ulusal iklim politikaları, Ulusal İstenilen Katkılar tarafından
bırakılan sera gazı salınım boşluğunun doldurulmasına önemli katkıda bulunur
(Belgin, 2016, s.19).
Devlet dışı aktörlerin barışın inşa edilmesindeki önemini gösteren başka bir örnek,
kara mayınlarının kullanımına ilişkin uluslararası yasaklamaya Kara Mayınlarını
Yasaklama Uluslararası Kampanyası katkısıdır. Kara Mayınlarını Yasaklama
Uluslararası Kampanyası, 1992 yılından beri 90’dan fazla ülkede faaliyet gösteren
sivil toplum kuruluşlarının küresel bir ağını oluşturmaktadır. İlk amacı, dünyada anti-
personel mayınları bulunmamasıdır. Küresel işbirliği için çekici tutkulu reklamları
Galler Prensesi Leydi Diana’yı ateşli bir savunucu haline getirdi.
Uluslararası ilişkilerin devlet dışı katılımcıları: Devlet dışı katılımcılarının arasına
uluslararası hükümetlerarası örgütler, sivil Toplum örgütleri, çokuluslu şirketler ve
toplumsal hareketler girer. Fransız uzman Zorqbib (1991, s. 12) uluslararası
kuruluşların 3 temel karakterini veriyor (Çıgankov, 1994, s.19):
1. Siyasi işbirliğine isteğin tahsis belgeleriyle resmileşmesi,
2. Örgütün gelişmesini sağlayan daimi cihazın olması,

24
3. Kararlarda ve yetkilerinde özerkliğin olması.
Belirtenler öncelikle uluslararası hükümetlerarası kuruluşlara aittir. Viyana Kongresi
1815 yılında Napolyon savaşlarının sona erdiğini ve yeni bir dönemin başladığını
ilan etti. Kongre’nin sonuç bildirisinde ilk uluslararası hükümetlerarası örgütlerin
Rende (Ren nehri), başta gemicilik üzere daimi komisyon oluşturulduğunu da ilan
etti. 19. yüzyılın sonlarında dünyada 10’dan fazla örgüt faaliyet gösteriyordu:
Uluslararası Telgraf Birliği (1865), Uluslararası Ağırlık ve Ölçü Bürosu (1875),
Uluslararası Posta Birliği (1878), Sanayi Mülkiyetinin Korunması Birliği (1883),
Uluslararası Suç Polisi Teşkilatı (Interpol) (1923), Uluslararası Tarım Enstitüsü vs.
Uluslararası hükümetlerarası örgütlerin siyasi karakteri I. Dünya Savaşı’ndan sonra
oluşuyor (Milletler Cemiyeti, Uluslararası Çalışma Örgütü); özellikle de II. Dünya
Savaşı’ndan sonra 1945’te San Francisco’da Birleşmiş Milletler’in kurulduğu zaman
barışın, ortak güvenlik ve işbirliğine hizmet edeceği ilan ediliyor. Buna paralel
olarak, onun uzmanlaşmış birimleri ve enstitüler oluşuyor; bu da çeşitli alanlarda
daha sıkı işbirliğinin gelişmesine hizmet ediyor.
1945 yılından itibaren uluslararası hükümetlerarası örgütlerin sayısı iki kat artıyor.
Bugün 400’den fazla uluslararası kuruluş faaliyet göstermektedirr. Örgütlerin faaliyet
göstermesi, düzenli olarak konferansların çağrılmasını, alınmış kararların hayata
geçirilmesi ve sürekli araçların oluşturulmasını gerektiriyor. Eğer önceleri bu dairede
çalışanların sayısı az olduysa, elbette dönemin taleplerine uygun olarak bugün daha
fazladır. Elbette hem uluslararası hükümetlerarası örgütler, hem de onlarda
çalışanların sayısının artması çeşitli alanlarda işbirliğinin genişlemesi ve karşılıklı
asılılğın artması ile ilgilidir. Ulusüstü kurumların kararları üye devletleri eğer tam
tatmin etmese dahi işleyiş mutlaka olmalıdır. Böyle kararlar bu gün hala Avrupa
Birliği çerçevesinde veriliyor.
Uluslararası örgüt, uluslararası anlaşma temelinde kurulmuş, sürekli faaliyet gösteren
organları olan, uluslararası hukuki katılımcılığı olan ve belli bir amacı yerine
getirmek için uluslararası hukuka uygun olarak tesis edilmiş egemen devletler
birliğidir. Uluslararası kuruluşlar; düzenleme, denetim, iç ve dış hızlı işlevler
gerçekleştirirler. Her örgütün içeriği her şeyden önce onun çalışmalarında ve
fonksiyonlarının gerçekleştirilmesinde ortaya çıkıyor. Uluslararası kuruluşların bir
dizi farklı özellikleri vardır (Wagner, 2010b, s. 25):
 Egemen devletlerin katılımı,
 BTN anlaşma temeli,

25
 Amaçların özgünlüğü,
 Sürekli faaliyet gösteren organlarının olması,
 Uluslararası hükuki subyektlik kalitesinin olması,
 Uluslararası hukuka uygun olması.
2. Uzmanlar, uluslararası hükümetlerarası örgütlerin çeşitli tanımını veriyorlar. Daha
başarılı sınıflandırma şöyledir (Çıgankov, 2003, s. 147): Çıgankov P.A. (1994).
Uluslararası ilişkilerin siyasal sosyolojisi (Политическая социология
международных отношений). Moskova, Radiks, 1994 BUNU DA SORUŞ
MELLİMEDEN

1.Örgütün hukuki doğasına göre (üyelik ilkeleri),


2. Örgütün faaliyet çapına göre (coğrafi ilke),
3. Örgütün faaliyet konusuna göre (fonksiyonel ilke).
Bu kriterlere göre, uluslararası örgütlerin aşağıdaki türlerini belirtilebilir:
Uluslararası evrensel örgütler: Amaç ve faaliyet konusu tüm üye devletler için ortak
çıkar arz eden örgütler (Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ),
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) vs).
Uluslararası bölgesel, alt bölge örgütler: İstenilen konu ile ilgili bir bölgede
yerleşmiş devletlerden organize edilmektedir.
Faaliyet alanına göre örgütler: Siyasi (Birleşmiş Milletler, Türkiye ve Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı), askeri-siyasi (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
(NATO-North Atlantic Treaty Organization), ekonomik (Uluslararası Para
Fonu,Ekonomik İşbirliği Teşkilatı-EİT ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü),
sosyal (Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Af Örgütü), kültürel-sosyal (UNESCO-
United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization) ve bilimsel-teknik
(Uluslararası Telekomünikasyon Birliği) ayırılırlar.
Belirtmek gerekir ki, bu bölümlerin her biri nispi niteliktedir. Yani herhangi bir örgüt
bu veya başka sınıfa aynen ait olabilir. Günümüzde uluslararası sivil toplum
örgütlerinin rolü çok hızla artmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin uluslararası
hükümetlerarası kuruluşlardan en temel farkı, uluslararası hükümetlerarası örgüt,
uluslararası hukukun katılımcısıdır ama sivil toplum örgütleri ise değildir ama
onların faaliyeti herhangi bir imkan dahilinde devletlerarası sisteme yol bulur ve

26
kamuoyunun sözcüsü olarak devletin ve devletlerarası kuruluşların politikasına etki
ediyor.
Uluslararası hükümetlerarası örgütten farklı olarak sivil toplum örgütleri, bir kural
olarak toprak kapsamıyor yahut onların üyeleri egemen devletler değildir. Üç yönü
var: İçeriğinin ve amacının uluslararası karakteri, örgütün özel karakteri ve faaliyetin
gönüllülük karakteri. Uluslararası sivil toplum örgütleri “egemen dışında” aktör,
“çokuluslu güç”, “çokuluslu kuruluş” vs. olarak adlandırıyorlar.
Uluslararası işbirliğinde çokuluslu şirketlerin rolü büyüktür. Büyük çokuluslu
şirketler, büyük ekonomik kaynaklara sahiptirler ki, bu da onlara sadece küçük
devletler, bazı durumlarda orta hatta büyük devletlerle ilişkilerde tercih etmelerine
neden olur (Çıgankov, 2003, s. 162). Çokuluslu şirketlerin kurulması çok çelişkilidir.
Onlar ülkenin çağdaşlaşmasına, gelişmesine, gelenek ve değerlerin yayılmasını,
ekonomik özgürlük ve siyasi liberalizme yol açıyor. Aynı zamanda onlar kendileriyle
birlikte sosyal etkileşim yapıyorlar. Yani, kurumsal yeniden yapılandırma ile emeğin
ve sanayinin verimliliğinin artmasıyla, yeni yönetim biçimleri ile vs. yeni köklü
sosyal değişiklikleri gerektiriyor. Bazı durumlarda onların faaliyeti yeni çevresel
sorunların oluşması, ulusal geleneklerin yıkılması ve kültürlerin çatışmasına götürür.
Ayrıca, çokuluslu şirketler ekonomik karşılıklı bağımlılık ve ekonomik ilişkilerinde
dünyanın gezegensel kültürün oluşmasını hızlandırır. Tüm bunlar birçok durumlarda
çokuluslu şirketlerin eleştirilmesine neden oluyor.
Modern dönemde çokuluslu şirketler, çeşitli yerlerde şubeleri olmak üzere sayısı 26
bini geçti (Çıgankov, 2003, s. 179). Bu demektir ki, dünya ekonomisinin çok büyük
kısmı bu şirketlerin elindedir. Bu süreç; Avrupa, Amerika ve Asya’da ekonomik
bütünleşmenin hızlanmasına neden oldu ve siyasi içerikli ciddi sonuçları da
olmuştur. Öyle ki, çokuluslu şirketler karar ve faaliyetlerinde özerklikleri var,
uluslararası ilişkilerde herhangi bir değişiklik yapmaya muktedirler ve devletlerin dış
politikasında onlarla hesaplaşıyor, yani etkili uluslararası aktörlerin özelliklerine
cevap veriyor.

27
Uluslararası ilişkilerde bu özelliklere uyan diğer katılımcılar da var: Ulusal
bağımsızlık hareketleri, ayrılıkçı hareketler, yeraltı dünyası grupları,
terör örgütleri, bölgesel ve yerel idareler ile farklı kişiler. Bunlar
uluslararası ilişkilerin aktörü olmak niyetiyle herhangi bir kurumda
müfettiş statüsünde olsa bile üye olmaya çalışıyorlar. Terörle
mücadelede çok önemli bir nokta olarak ifade edilmesi gereken nokta,
devlet veya devlet-dışı aktör olmasına bağlı olmayarak, hiç kimse
hukukun üzerinde değildir (Zeidan, 2004, s.494).
file:///C:/Users/misafir/Downloads/Documents/Quantitative%20World
%20System%20Studies%20Contradict%20Current%20Islamophobia-
%20World%20Political%20Cycles,%20Global%20Terrorism,%20and
%20World%20Development[#21061]-19497.pdf Sami Zeidan -
DergiPark BUNU BURDAN ALIB AMA ZEİDAN IN BELE SÖZÜ
YOXDU YAZIDA MELLİMEDEN BUNU DA SORUŞ

2.4 Dini Yapılanmalar

Dinin temel amacı; insanlara manevi değerler kazandırmak, iyi yaşam şekillerini
öğretmek ve kutsal kitaplar aracılığıyla bu dini değerleri ulaştırmaktır. Uluslararası
ilişkiler ise devletlerin çıkarlarını değerlileştirerek, politikaları bu bağlamda
oluşturmaktadır. Batı devletlerinin bazıları tarafından dinin mantıksız ve şiddet
içeren olması iddası tamamen yanlış olmasının yanı sıra herhangi dini özelliğe sahip
olan gruplarda şiddeti yaratan ve alevlendiren sosyal sorunların belirlenmesi
önemlidir. Çağdaş dönemde, özellikle stratejik ve ekonomik değeri olan bölgelerin
sosyo-kültürel ve dini açıdan farklılıklarına rağmen ulusal sınırlar içinde tutulması,
bazen yoğun etnik-dini çatışmalara neden olabilir. Bu açıdan bakıldığında,
Hindistan-Pencap (Hindi, Sih ve Müslümanlar arasında), Pakistan-Keşmir (Hindu-
Müslümanlar arasında), Güney Tayland (Budist-Müslümanlar arasında), Çin’in
Sincan bölgesi-Doğu Türkistan (Çin ve Türkler yani müslümanlar arasında), Kuzey
İrlanda (Protestan-Katolik Hıristiyanlar arasında), Nijerya (Müslüman-Hıristiyanlar
arasında), Balkanlar (Müslüman Bosnalılar-Hırvatlar-Sırplar arasında) gibi farklı
bölgelerde ve farklı dini gruplar arasında çatışmaların yaşanmaktadır. Bu durum,
İsrail-Filistin çatışmasında da görülmektedir. Çoğul etnik ve dini yapılara sahip olan
toplumlarda, milli kimliğin temel faktörlerinden olan din ve kesişen dini sınırlar
çatışmalara yol açmaktalar. Bu çatışmaların her bir tarafında belirli dini gruplar, dini
yapılanmalar dayanmaktadır. Dini yapılar denildiği zaman mezhep, tarikat, cemaat,
dini hareket gibi gruplar akla gelmektedir. Bu kavramlardan her birisinin kendine
özgü bir terim anlamı olsa da, son olarak bunların her biri dini yapılanmalar olarak

28
kaydedilmektedir. Dini grupların mantığı ve işleyişi diğer sosyal gruplara
benzemekte ve her birinin bir lideri, normatik kuralları, mensuplarının beklentileri,
kendilerinden olmayanlara ilişkin biçimleri, kendine özgü ilgi ve menfaatleri
olmaktadır. Farklı dinler arası çatışmalara neden olduğu gibi dini gruplar aynı din
içerisinde mevcut olan farklı mezhepler arasında da çatışma ve savaşlara neden
olmaktadır. Örneğin, Avrupa’da Protestanlık ve Katoliklik arasındaki fikir ayrılığı bu
dinleri benimseyen gruplar arasında büyük çapta savaşlara neden olmuştur. İslam
dini içerisindeki ciddi çatışmalar ise, M. S. 656’da Hz. Osman’ın şehit edilmesi,
ardından Muaviye’nin halifeliği ele gerçirmesine kadar olan ve İslam toplumu
tarafından “fitne dönemi” adı verilen dönemde yaşanmıştır (Aydınalp, 2010, s.198-
201).
Tarihte farklı dinler arasında çıkan çatışmaların, diyalogdan çok savaşlara neden
olduğu bilinmektedir. Çünkü her din, mutlak gerçeğin kendi dini sisteminde
olduğunu iddia ederek bu konuyu incelemektedir. Ortaçağ’da dinsel çoğulculuk,
mutlak gerçeğin farklı şekillerde uygulanabileceği anlamına gelmez ve her dinin
kendi gerçekleri ve kavramları kendi kavramları ve terimleri ile açıkladığı anlamına
gelir. Avrupa’da, Ortaçağ’ın başlangıcından itibaren farklı Hıristiyan mezhepler
arasındaki kanlı çatışmalar oldu. Dini yasalar ve yorumlar diktatörlüğü altında,
insanlar bağımsız ve rasyonel kararlar veremedi. İslam dünyasının ve Hıristiyan
dünyasının karşılaştığı Haçlı Seferi’ne de işaret edebiliriz. Bütün bu savaşlar, dini
isim, arzuların gücü ve arazinin işgali, dini elbiseler ve “İlahi Devlet” kavramına
atıfta bulunularak gerçekleştirildi. İslam mezhepleri ile hem Türk imparatorlukları,
hem de Hilafet’teki mezhepler arasında kanlı savaşlar da vardı. Tüm bunlar, dini
gerçeğe ilişkin çeşitli görüşlerin çoğulculuk tarafından kabul edilmemesi gerçeğine
bağlıydı. Tüm bu düşünceler temelinde, tarih üzerine baktığımızda din, güç ve iktidar
için farklı izleyicilerin elinde bir araç haline geldiği görülmektedir (Harrison, 2015,
s.14).
Hristiyan mezhepler, sadece ait oldukları mezhebin tüm inançlarını kabul etmekle
kalmaz, aynı zamanda bazı farklılıkları vardır. Bu tarikatların Ortodoks olanları
Ortaçağ Avrupası’nda teşekkül eden tarikatlardan farklı olarak, daha çok manastır
örgütlenmesi şeklinde mevcut olmuştur. Gerçek anlamda tarikatlar, 13. yüzyıldan
sonra Avrupa’nın kriz dönemlerinde merkezi otoriteye karşı çıkma sonucu meydana
gelen heterodoks (başka türlü düşünen) örgütlenmeler şeklinde ortaya çıkmıştır.
Kilise tarafından heret ilan edilen hareketlerin neden olduğu karışıklığın önüne

29
geçmek için 13. yüzyıldan itibaren Katolik öğretisi etrafında şekillenen çeşitli
mezheplerin ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bunlardan bir tanesi, Castilian Piskoposu
Dominic tarafından 1216’da oluşturulan Dominik Mezhebi’dir. Ağustos
toplantılarını kabul eden bu mezhebin, manastırın yaşamını sunan bir örgütsel tarzı
vardı. Misyonerlik faaliyetinde bir miktar başarı elde eden Dominik dini halavarlığını
sürdürüyor. Katolik Fransisken Tarikatı, 1209’da Assisi Francis tarafından kuruldu.
Manastırlar çevresinde kurulmuş olan Fransisken Mezhebi, fakirlik ve hayatta kalma
yaşıyor. Her iki tarikat Reform’a karşı Katolik geleneğini muhafaza etmek için
İqnatyus Loyola tarafından kurulan Cizvit Tarikatı’na da zemin hazırlamıştır. Bu
tarikat, 1534 yılında Paris’te Loyolalı İgnas (Ignace de Loyola) tarafından kurulmuş,
Roma Katolikliğine bağlı ve “İsa’nın dostları” adı ile tanınan bir Hıristiyan
tarikatıdır. 1540’da kilise Papa II. Paul tarafından onaylandı. Bu mezhebin üyeleri,
sağlamlıkları, askeri karakterleri ve entelektüel seviyeleri ile diğerlerinden farklıdır.
Loyola Ignacio’nun kuralları bugün haladevam ediyor. Herkes nazik, fakir olmalı ve
her yere misyoner olarak gitmeli ve içmelidir. Vizyon sayısı yaklaşık 30-40 bindir
(Stark ve Bainbridge, 1987, s. 5).ÇIXARD BURASINI (MELLİMEDEN SORUŞ
TAPSA ELAVE ELE, TAPMASA SİL) Aynı amaçla kurulan diğer bir fırka ise kökü
12. yüzyıla uzanan fakat 1539 yılından sonra ıslah edilen Karmeli Tarikatı’dır.
Bunlardan başka, 1533 yılında Kremonalı Doktor Antonio Maria Zaccaria ve
arkadaşları tarafından Milan’da misyonerlik amacıyla kurulan ve bugün de varlığını
sürdüren Barnabi Tarikatı, Giovanni Bosko’nun 1841 yılında Turin’de kurduğu ve şu
varlığını sürdüren Salesialılar, Katolik mezhepleri arasında en büyüklerindendir.
Görünüşe göre Protestan ülkelerde 19. ve 20. yüzyıllarda bazı mezhepler oluşmaya
başlamıştı. Richard Benson tarafından 1865 yılında kurulan monastik karakterli
“Kutsal Evanjelik Con Cemiyeti” (Society of Saint John the Evangelist) bu tip
tarikatlar arasında en dikkat çekici olanıdır. Trend, bugün Amerika, Kanada ve
Avustralya gibi ülkelerde devam ediyor (Kerley ve diğerleri, 2005,s. 446).
Çağdaş zamanlarda, din ve devlet ilişkileri farklı ülkelerde bütünleşmiş bir niteliğe
sahiptir. Örneğin, Almanya’da Hıristiyan Demokrat Parti gerçeği, Fransa’da
okulların çoğunun Katolik Kilisesi’ne ait olması, İtalya genelinde Vatikan gibi
Papalık kurumunun, İran İslam Cumhuriyeti’nin varlığı gibi faktörler ve çok yönlü
yaklaşım devlet ilişkilerini analiz ederken önemlidir. Birçok Müslüman ülkesinin
kendi anayasasında laik hukuka göre hazırlanmasına rağmen, dini kurumlar ve servis

30
merkezleri, kamu aracı ile kontrol edilir ve düzenlenir. Bunun en büyük örneği,
Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Genelde ise din-devlet ilişkilerinde laik sistem tarafından “özgürlük, demokrasi,
insan hakları ve hukukun üstünlüğü” anlayışı ilkesel, yasal ifade olarak kabul edilir.
Bu açıdan, modern bir devlet olarak iddia eden her devlet, bu ilkelere sadık kalmaya
çalışmaktadır. Fakat gerçekte, farklı bölgelerdeki bu sadakat düzgün bir şekilde
uygulanmamaktadır. Öyle ki, çeşitli dini akımlar ve tarikatler, siyasete etki ederek
kendi çıkarlarını hayata geçirmeye çalışıyorlar. Örneğin, son yıllarda Ortadoğu’daki
olayları analiz ettiğimizde, birbiriyle rekabet eden dini görüşler buluyoruz. Mısır’da
“Müslüman Kardeşler”in iktidara gelmesi, Suriye’de iktidarda olan Arap-Alevi
elitinin varlığı, Bahreyn’de çoğunluğu oluşturan Şii halk ile Sünni iktidarın
çekişmesi, Irak’taki etnik-mezhebi çeşitliliğin siyasete sıçraması vb. faktörler,
modern çağın din-siyasetinin tarihteki gibi “dalgalı” olduğunu gösteriyor. Öte
yandan modern çağlarda “ılımlı İslam” ın (modern İslam) kullanılması da bu
bağlamda önemlidir. Bu bağlamda, Müslüman askerler, diplomatlar ve şirketlerin
canlı bombalar tarafından saldırıya uğramadığı ve bu demokrasinin daha az çalıştığı
öngörülüyor (Stark ve Bainbridge, 1987, s. 7).Sonuç olarak, din-devlet ilişkileri, hem
batıda, hem de birçok Müslüman ülkede birçok açıdan sorunludur. Bunun nedeni,
modern devletin laikliğe dayandığı gerçeğidir.
Günümüzde dini radikalizm, dünya çapında endişeye neden olan sorunlardan biridir.
İster İslami dini akımlar arasında, gerekse Protestanlık, Hinduizm gibi gayri İslami
akımlarda radikallaşma eğilimleri 20. yüzyılın sonlarından itibaren hayli
artmıştır.Radikalizm, belli bir hedefe ulaşmak için başkalarının haklarına saygı
göstermeyen; başkalarının haklarını çiğnemek pahasına amaca ulaşma çalışmalarına
deniyor (Stark ve Bainbridge, 1987, s. 9).
Dini köktencilik de bu anlamda, kendisinden olmayan dini gruplara karşı barışmaz
tutum benimseyen, başkalarına karşı fiziksel ya da manevi güç uygulayan veya
radikalizmin en şiddetli türünü oluşturan terörist grupların faaliyetleri kapsıyor.
Batıda radikal dini gruplar, “yeni dini hareketler” kategorisi arasında tartışılıyor. Din
sosyolojisi alanında bu konuda geniş bir literatür yaratmıştır. Yeni dini hareketler,
geleneksel dinlerin dışında gelişen veya sonradan ayrılan cereyanlar için kullanılan
terimdir. Tehlikeli dinler arasına dahil edilen bu dini hareketler, yeni üyeler
kazanmak için beyin yıkama gibi ahlak dışı yöntemlere başvurmaları, dini grubun
yapısı yönünden ise karizmatik liderlik ve toplumdan izole etme gibi özelliklere göre

31
eleştirilere maruz kalmıştır (Sobelman, 2004, s.78).(GOOGLE DE HEC NE TAPA
BİLMEDİM BU HAQDA,MELLİMEDEN SORUŞ. TAPSA ELAVE ELE.
TAPMASA SİL)
İslam dininde radikalizm eğilimlerinin nedenlerini ise köktenticilik ve ekonomik-
siyasi sıkıntılar nedeni ile ilişkilendiriliyor. İslami köktenticilik, çeşitli şekillerde
anlatılmaktadır. Öncelikle köktencilik kutsal kitabın literal (sözlük anlamı)
yorumunu savunmaktır (Stark ve Bainbridge, 1987, s. 11). Literal açıklamaların
yarattığı sorun, böyle bir yaklaşımın dini metinler ile çağdaş bilimsel teorileri, bazı
durumlarda ise mevcut hukuki ve etik değerler ile çelişki oluşturmasıdır. Dinin temel
esaslarına dönme veya bunları günümüzde olduğu gibi uygulama düşüncesi İslami
fundamentalizmin diğer boyutunu oluşturuyor (Kerley ve diğerleriet al., 2005,
s.449).
Ekonomik sıkıntılar, dini radikalizme zemin hazırlayan en önemli etkendir. Dikkat
edince radikallerin safına daha çok gençlerin teşvik edildiğini görüyoruz. İktisadi
yönden tatmin edilmeyen genç kuşağın radikal ve bölücü düşüncelere meyletmesi
yaygın bir fenomendir. Cihat, “şehit olma” veya “ebedi kurtuluş” a ulaşma gibi
bölücü fikirler, bu durumda dünyevi sıkıntıları kısmen konpensasiya etme rolünü
oynuyor. Bu nedenle, radikalizmle mücadele ederken sadece dini aydınlanma ile
yetinmeyip, gençlerin ve genel olarak toplumun ekonomik fırsatlarını arttırmaya da
önem verilmelidir. Bazı radikal akımlar, ülkede herkesi düşman ilan ediyor, İslam
ülkesi kuracağını beyan ediyor ve şeriat hükümlerine karşı çıkanları katledeceğini
belirtiyor. Bu akımlardan biri de bugün dünyayı kaygılandıran DAEŞ terör
örgütüdür.

32
3. DAEŞ’İN ORTAYA ÇIKIŞI VE DAEŞ’İN CİHAD ANLAYIŞINA
YAKLAŞIMI

3.1 DAEŞ’in Doğuşu

Irak Şam İslam Devleti (İslam Devleti) Irak ve Suriye topraklarında faaliyet gösteren
silahlı para-militer terör gruplaşmadır. 3 Ocak 2014 tarihinde bağımsızlığını, 29
Haziran 2014 tarihinde ise yeni hilafet oluştuğunu ilan etmiş tanınmayan devlet ve
terör örgütdür.
Örgüt, 1999 yılında Ürdünlü Ebu Musab el-Zarkavi tarafından Jama’at al-Tawhid
wa-al-Jihad adı altında kuruldu ("Tevhid ve Cihat Örgütü")(Zelin, 2014). 2003
yılında Batılı güçler tarafından Irak’ı işgal ettikten sonra, Zarkavi ve Jama’at al-
Tawhid wa-al-Jihad, Şii camilere, sivillere, Irak hükümet kurumlarına ve ABD
liderliğindeki ‘Çok Milli Güç’ün İtalyan askerlerine yapılan intihar saldırılarından
dolayı Irak ayaklanmasının erken safhalarında şöhret elde etti.
2004’te Zarkavi, Usame bin Ladin’e ve El-Kaide’ye bağlılık sözü verdiğinde,
Irak’taki El-Kaide, Tanzim Qa’idat el-Jihad fī Bilad al-Rafidayn ("Mezopotamya’da
Cihat Üssü Örgütü" olarak adlandırıldı) olarak değiştirildi(Pool, 2014). Grup, Irak’ta
aslında El-Kaide olarak tanımlamış olmasına rağmen, yıllarca gayrı resmi olarak
kaldı. Sivillere, Irak hükümet kuvvetlerine, yabancı diplomatlara ve askerlere ve
Amerikan konvoylarına yapılan saldırılar aynı şiddette devam etti. El-Kaide’nin
yardımcısı Ayman el-Zavahiri, Temmuz 2005’te Zarkavi’ye gönderdiği bir mektupta
Irak Savaşı’nı genişletmek için dört aşamalı bir plan hazırladığını belirtti. Plan, ABD
kuvvetlerini Irak’tan çekmeyi, bir halifelik olarak bir İslami otoriteyi kurmayı ve
çatışmayı Irak’ın laik komşularına yaymayı ve İsrail ile çatışmasını içeriyordu ve
mektupta söylediği gibi: "[...] sadece herhangi bir yeni İslamcı varlığa meydan
okumak için kuruldu"(The Guardian, 2005)
Ocak 2006’da, Hava Kalitesi Endeksi (Air Quality Index-AQI),Mücahit Şura Konseyi
(Mujahideen Shura Council) adlı bir örgüt altında birkaç küçük Irak Sünni grupla bir
araya geldi. Terörle mücadele araştırmacısı Brian Fishman (2008, s. 48-49)’a göre,
bu birleşme, gruba daha fazla Irak tadı verme ve belki de El-Kaide’yi Amman’daki

33
üç bombalı saldırı gibi bazı taktik hatalarından uzak tutmaya yönelik bir girişimdi. 7
Haziran 2006’da ABD hava saldırısında grubun lideri seçilmiş Zarkavi öldürüldü3.
[3.] 12 Ekim 2006’da MSC (Mücahit Şura Konseyi), Mücahit Koalisyonu’nu kurmak için
üç küçük grup ve altı Sünni aşiret ile bir araya gelerek “Sünnileri retçilerin (Şii
Müslümanlar) ve Haçlı Seferi sakinlerinin zulmünden kurtarmaya”(To rid Sunnis from the
oppression of the rejectionists-Shi’ite Muslims-and the crusader occupiers) Allah’ın sözünü
dünyada en üst düzeyde tutmak ve İslam’ın şerefini yeniden yaşatmak için kendi
hayatımızın bedeli”olarak belirledi (Roggie, 2006). Roggio, Bill (12 October 2006). "al
Qaeda's Grand Coalition in Anbar". Long War Journal. Retrieved 11
November 2017. Bir gün sonra MSC, Irak’taki altı büyük çoğunluğun Sünni Arap
muhafızları (The Financial Times, 2006), Ebu Ömer el-Bağdadi ve onun emiri (Roggie, 2006a
Roggio, Bill (16 October 2006a). "The Rump Islamic Emirate of Iraq". Long War
Journal. Retrieved 2 June 2014.
https://www.longwarjournal.org/archives/2006/10/the_rump_islamic_emi.php

) El-Masri’nin DAEŞ’in on üyeli kabinesi içindeki Savaş Bakanı ile Irak İslam
Devleti’nin kuruluşunu ilan etti4.
[1.] 2007 başında Amerika Birleşik Devletleri istihbarat birimleri tarafından derlenen bir
araştırmaya göre DAEŞ, Irak’ın orta ve batı bölgelerinde iktidarı ele geçirip Sünni
hilafet haline getirmeyi planladı (Manaimi, 2007). Mahnaimi, Uzi (13 May
2007). "Al-Qaeda planning militant Islamic state within Iraq". The Sunday
Times. London. Archived from the original on 24 May 2011.

Al-Anbar, Diyala ve Bağdat’taki Irak valiliklerinde önemli bir yer edinmiş olan grup
Bagubah’ın başkent olduğunu iddia etti.
[1.] 2007’deki Irak savaşı birikimi, ABD ordusuna operasyonlar için daha fazla insan gücü
sağladı ve düzinelerce üst düzeyEL-kAİDE AQI üyesi yakalanarak öldürüldü(Roggie,
2007 Roggio, Bill (13 November 2007). "Targeting al Qaeda in Iraq's
Network". The Weekly Standard.

3
BBC (2006).Al-Qaeda in Iraq names new head. 12 June 2006.
http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5073092.stm
4
SITE Institute (19 April 2007).Islamic State of Iraq Announces Establishment of the Cabinet of
its First Islamic Administration in Video Issued Through al-Furqan Foundation, archived from the
original on 28 September 2007, retrieved on 20 November 2017,
https://ent.siteintelgroup.com/Multimedia/site-institute-4-19-07-isoi-video-establishment-cabinet-
ministers.html

34
). 2007 yılının Temmuz ve Ekim ayları arasında Irak’taki El-Kaide’nin Al-Anbar
eyaleti ve Bağdat bölgesindeki güvenli askeri üslerini kaybettiği bildirildi(The
Washington Post, 2007). 2008’de bir dizi ABD ve Irak saldırganı, AQI’ye
hizalanmış isyancıları, Diyala ve Al-Anbar valilikleri gibi eski güvenli liman
bölgelerinden, kuzeydeki Musul kenti bölgesine götürmeyi başardı.
2008 yılına gelindiğinde, DAEŞ kendini “olağanüstü bir kriz” hali olarak
tanımlıyordu(Phillips, 2009, s. 64–84). Phillips, Andrew (2009). "How al Qaeda
lost Iraq". Australian Journal of International Affairs. 63 (1): 64–

84. doi:10.1080/10357710802649840. Bölgeyi yönetme yönündeki şiddetli


çabaları, Sünni Arap Iraklıları ve diğer ayaklanmayan gruplardan bir geri tepmeye ve
grubun geçici bir düşüşe yol açtı. Bu, çeşitli faktörlere, özellikle Anbar Awakening’e
atfedilebilir.
2009’un sonlarında Irak’taki ABD kuvvetleri komutanı General Ray Odierno, “son
iki yılda DAEŞ’in büyük bir dönüşüm geçirdiğini ve bir zamanlar yabancı kişilerin
egemen olduğu şey şu anda Irak vatandaşları tarafından daha da baskın hale geldi”
dedi(Reuters, 2009). 18 Mayıs 2010’da DAEŞ’in iki önde gelen lideri el-Masri ve
Ömer el-Bağdadi, Tikrit yakınlarındaki birleşik ABD-Irak saldırısında öldürüldü(The
New York Times, 2014). Haziran 2010’da düzenlediği basın toplantısında General
Odierno, istihdam ve finansman da dahil olmak üzere DAEŞ’in en büyük 42 liderinin
% 80’inin öldürüldüğünü ya da yakalandığını ve sadece sekizinin büyük kısmının
kaldığını bildirdi. Pakistan’daki El-Kaide liderliğinden kesildiklerini söyledi(The
New York Times, 4 June 2010).
16 Mayıs 2010’da Ebu Bekir el-Bağdadi DAEŞ’in yeni lideri seçildi(The New York
Times, 16 May 2010). El-Bağdadi, grubun liderliğini, Saddam Hüseyin’in
yönetiminde görev yapan eski Irak askeri ve İstihbarat Servisi görevlilerini atayarak
yeniden doldurdu(The Washington Post, 2015). ABD ordusu tarafından neredeyse
tümü Bucca Kampı’nda tutsak tutulan bu adamlar, Bağdat’taki en büyük 25
komutanın yaklaşık üçte birini telafi ettiler; bunlar arasında Abu Abdurrahman el-
Bilawi, Abu Ayman el-Iraki ve Abu Müslim El-Türkmeni de vardı. Bunlardan birisi,
aynı zamanda Hacı Bekir olarak bilinen Samir el-Hilfavi adlı eski albay, grubun
operasyonlarını denetlemekle görevli genel askeri komutan oldu(The New York

35
Times, 10 August 2014). El-Hilfavi, DAEŞ’in gelişmesine yol açan zemin işlerinin
yapımında araç olmuştur5.
El-Bağdadi Temmuz 2012’de grubun, ABD birliklerinin ve Irak’ın Oğullarının
kendilerini 2007 ve 2008 yıllarında tahrik ettikleri eski kalelerine geri döndüğünü
duyuran bir sesli bildiriyi yayınladı(The Associated Press, 2012). Irak’ta
hapishanelerde tutulan grubun üyelerini serbest bırakmayı amaçlayan Irak’ta
Duvarları Kırmak adlı yeni bir saldırının başlamasını ilan etti. Irak’ta şiddet başta
AQI’nin araba bombası saldırılarıyla Haziran 2012’de tırmandırmaya başlamış ve
Temmuz 2013’e kadar aylık ölümler Nisan 2008’den bu yana ilk kez 1000’i aştı
(Lewis, 2013).
Mart 2011’de Suriye’de Beşar Esad’ın Suriye yönetimine protesto gösterileri başladı.
Takip eden aylarda, göstericiler ile güvenlik güçleri arasındaki şiddet çatışmanın
kademeli olarak militarize edilmesine yol açtı(BBC, 2014).
23 Ocak 2012’de Suriye grubu kendisini Jabhat el-Nusra li Ahl’i Sahra olarak
adlandırdı; daha yaygın olarak Nusra Cephesi olarak biliniyordu. El-Nusra, hızla
Esad hükümetine karşı Suriyeliler arasında halk desteğiyle, yetenekli bir savaş gücü
haline geldi(BBC, 2014).
8 Nisan 2013’te El-Bağdadi, sesli bir bildiri yayınlayarak, el-Nusra Cephesinin
kurulduğunu, finanse edildiğini ve DAEŞ tarafından desteklendiğini 6 ve iki grubun
Irak İslam Devleti adı altında birleştiğini açıkladı (MEMRI, 2013). Bununla birlikte,
El-Nusra ve El-Kaide’nin liderleri olan Ebu Muhammed el-Julani ve Ayman el-
Zavahiri birleşmeyi reddetti. Al-Julani, birleşmeyi inkar eden ve Nusra’nın
liderliğinde kendisinin de kimsenin istişarede bulunulmadığından şikayet
etti(Naharnet, 2013). Haziran 2013’te El-Cezire, El-Kaide’nin lideri Ayman el-
Zawahiri tarafından her iki liderin de birleşmesine karşı çıkan bir mektup aldığını ve
aralarındaki ilişkileri denetlemek için bir araya gelerek bir sona erdirmek üzere
gerginliğe karşı bir elçi atadığını bildirdi(Al Jazeera, 15 Haziran 2013). Aynı ay El-
Bağdadi el-Zawahiri’nin kararını reddeden ve birleşmenin devam edeceğini bildiren
bir sesli mesaj yayınladı(Al Jazeera, 15 Haziran 2013).

5
The Guardian (20 April 2015). Former Saddam Hussein spy masterminded the rise of Isis, says
report, retrieved on 21 April 2015, https://www.theguardian.com/world/2015/apr/20/former-saddam-
spy-masterminded-the-rise-of-islamic-state-says-report
6
The Straits Times (9 April 2013). Qaeda in Iraq confirms Syria's Nusra is part of network, archived
from the original on 13 May 2013, http://www.straitstimes.com/world/al-qaeda-in-iraq-confirms-
syrias-nusra-is-part-of-network

36
1. Bu arada, hapsedilen üyelerini serbest bırakmak için yapılan DAEŞ kampanyası,
birçoğu Irak ayaklanmasının gazileri olan 500’den fazla mahkumu serbest bırakarak
Temmuz 2013’te Taji ve Ebu Garib hapishanelerinde eşzamanlı baskınlarla
sonuçlandı(Suadad, 2013). Ekim 2013’te el-Zavahiri, El-Nusra cephesini Suriye’deki
cihat çabalarından sorumlu tutarakDAEŞ’in dağılmasınıemretti, ancak el-Bağdadi el-
Zavahiri’nin emrini reddetti ve grubunSuriye’de faaliyetlerine devam etti(Al Jazeera, 9
Haziran 2013). 2014 Şubat ayında sekiz aylık bir güç mücadelesinin ardından El-
Kaide, DAEŞ ile olan ilişkilerini açıkça reddetti(Sly, 2014). (Liz Sly, Sly, Liz (3
February 2014). "Al-Qaeda disavows any ties with radical Islamist ISIS
group in Syria, Iraq". The Washington Post

Gazeteci Sarah Birke (2013)’ye göre, el-Nusra cephesi ile DAEŞ arasında "önemli
farklılıklar" var. El-Nusra, Esad hükümetini devirmeyi aktif bir biçimde talep
ederken, DAEŞ "fethedilen topraklarda kendi yönetimini kurmaya odaklanmaya
eğilim" göstermektedir. DAEŞ bir İslam devleti kurmak, "mezhepsel saldırıları
gerçekleştirmek ve şeriat kanunu hemen dayatmak" için "çok acımasız". El-Nusra
"yabancı savaşçıların büyük bir birliği" taşırken, birçok Süriyeli tarafından evde
yetiştirilen bir grup olarak görülüyor. Buna karşın, DAEŞ savaşçıları birçok Suriyeli
mülteci tarafından "yabancı" işgalciler "olarak tanımlandı. Suriye’deki yabancı
savaşçılar arasında Jaish el-Muhacireen wal-Ansar (JMA)’nın bir parçası olan Rusça
konuşan cihatçılar yer alıyor(Platov, 2014). 2013 Kasım’da Jaish el-Muhacireen wal-
Ansar (JMA) genel başkanı olan Ebu Omar el-Şişani, El-Bağdadi’ye bağlılık sözü
verdi(Joscelyn, 2013); daha sonra grup, DAEŞ’e katılmışEl-Şişani’yi izleyenler
veyeni liderlik altında JMA’da bağımsız çalışmaya devam edenler arasında ikiye
bölündü.
Ocak 2014’te İslam Cephesi ve ABD tarafından eğitilmiş Özgür Suriye Ordusu’na
bağlı olan askerler(Cloud ve Abdulrahim, 2013), DAEŞ’in davranışlarıüzerine, aynı
zamanda isyancı gruplardan mülk ve silahların ele geçirilmesi ve eylemcilerin
tutuklanması ve öldürülmesi de dahilaylarca süren gerginliklerin ardındanHalep kenti
çevresinde DAEŞ militanlarınakarşı bir saldırı başlattı. Aylar süren çatışmalar,
DAEŞ’in İdlib ve Lazkiye bölgelerinden güçlerini geri çekmesi ve Rakka ve
Halep’teki kalelerini güçlendirmek için yeniden görevlendirmesiyle binlerce kişinin
yaralanmasına neden oldu. Ayrıca, Irak sınırındaki doğu eyalet Deir ez-Zor’da aktif

37
olan tüm muhalefet kuvvetlerine karşı bir saldırı başlattı. Haziran 2014’e
gelindiğinde, DAEŞ eyaletteki rakiplerini büyük oranda yendi; pek çok kişi
öldürüldü ya da kendisine bağlılık sözü verdi7. Irak’ta, DAEŞ Ocak 2014’te
Felluce’nin çoğunu yakalamayı başardı ve Haziran 2014’te Musul’un kontrolünü
eline alabildi(Suadad Al-Salhy, 2014). Sekiz aylık bir iktidar mücadelesinden sonra
el-Kaide, istişarede bulunulmaması ve "kötü şöhret" in gerekçesiyle Şubat 2014’e
kadar DAEŞ ile olan tüm bağlarını kesti(The Washington Post, 3 Şubat 2014).
2014’te Anbar kampanyasında Irak hükümet güçlerini kilit şehirlerden uzaklaştırdı,
ardından Musul ve Sinjar katliamı oldu(The New York Times, 10 Haziran 2014).
Kontrol kaybı neredeyse Irak hükümetinin çökmesine ve Irak’ta ABD’nin askeri
harekatının yenilenmesine neden oldu. Suriye’de DAEŞ hem Suriyeli Arap Ordusu
hem de isyancı gruplara zemin saldırısı düzenledi.
29 Haziran 2014’te DAEŞ kendini dünya çapında bir halifelik ilan etti(ABC News-
Australia, 2014). Yandaşları tarafından Amir al-Mu’minin Halife İbrahim olarak
bilinen Ebu Bekr el-Bağdadi, halife ilan edildive grup kendisini ad-Dawlah el-
Islamiya ("İslam Devleti") olarak adlandırdı(The Independent, 2014). "Hilafet"
olarak, tüm Müslümanlar üzerindeki dini, siyasi ve askeri yetkileri iddia
ediyor(Akyol, 2015). Bir halifelik ve "İslam Devleti" adlı konsepti, hükümetler ve
dünya çapındaki Müslüman liderler tarafından reddedildi.
Haziran ve Temmuz 2014’te, Irak hükümetinin sonradan DAEŞ ya da onu
destekleyen kabilelerin kontrolü altına girmişstratejik geçiş noktalarına kontrolünü
kaybetmesinin (ya da çekilmesinin) ardındanÜrdün ve Suudi Arabistanıbirliklerini
Irak’la sınırlarına çekti. Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin "Suudi Arabistan
üzerindeki baskıyı artırmak ve DAEŞ tehdidi sınırlarını aştı" haline getirmek için
Irak-Suudi geçişlerine asker çekilmesini emrettiği yönünde spekülasyon yapıldı(The
Financial Times, 3 Temmuz 2014).
Temmuz 2014’te DAEŞ, 6.300’den fazla savaşçı toplamıştır ve Suriye İnsan Hakları
Gözlemcisi’ne göre, bu savaşçıların bazıları daha önce Özgür Suriye Ordusu için
savaşmışlar(The Daily Star, 2014).23 Temmuz 2014’te lider Isnilon
HapilonDAEŞ’in Filipin’de olmasına izin vererek, bir video aracılığı ile el-
Bağdadi’ye sadakat sözü verdi(Rappler, 2014). Eylül 2014’te grup insanları fidye
karşılığında kaçırmaya başladı(The Guardian, 24 Eylül 2014).
7
The Daily Star Newspaper – Lebanon (10 Nisan 2015). Syria Qaeda loses ground to jihadist rivals on
Iraq border. http://www.dailystar.com.lb/News/Middle-East/2014/Apr-10/252903-syria-qaeda-loses-
ground-to-jihadist-rivals-on-iraq-border.ashx

38
2016’da, La Stampa Gazetesi’ne göre, EUROPOL yetkilileri DAEŞ için sahte
belgelerin ticareti hakkında soruşturma yürüttü. Yunanistan hükümetinin denetimini
önlemek ve Avrupa’nın diğer bölgelerine geçiş yapmak için, DAEŞ üyeleri olması
beklenen Yunanistan’daki mülteci kamplarında sahte Suriye pasaportları tespit
ettiler. EUROPOL başkanı, Yunanistan’ın teröristleri Avrupa’ya sızdırmak için
“stratejik” bir kampanya düzenleyememesine yardımcı olmak amacıyla Yunan sınır
muhafızlarının yanında Yunan adalarına 200 terörle mücadele görevlisinin yeni bir
görev gücünün konuşlandırılacağını söyledi8.

3.2 DAEŞ’in Cihatçı Yürüyüşü ve Eylemleri

DAEŞ üyeleri İslami aşırıcı şekilde tefsir eden cihatçılardır. Onlar sadece kendilerini
gerçek imanlı kişiler olarak görüyorlar. Onlar diyorlar ki, kalanları İslamı yıkmak
konusunda düşünürler ve bu inançtan konuşma yaparak Müslüman ve gayri-
Müslümanlar üzerine baskınlara hak veriyorlar.
Onlar kafa kesmelerden, çarmıha çekilmeler ve toplu kurşuna dizilmesinden
düşmanlarını korkutmak için kullanırlar. DAEŞ üyeleri kendi hareketlerine
Kuran’daki "inkarcıların boyunları vurulmalıdır" (Enfal, 12) gibi ayetlerle hak
veriyorlar. Fakat Müslümanlar böyle yaklaşımı reddederler. Hatta Suriye’deki
Irak’taki hareketlerindene dolayı g öre DAEŞ’le bağlantılarını kopardığını ilan eden
El-Kaida lideri Eyman Al-Zavahiri 2005 yılında Zarkavi’yi uyarmıştı. ve demiştir ki,
böyle işkenceler sonucunda "Müslümanların kalpleri ve düşünceleri" onlardan küser
(Starostin, 2015, s.17). Lizzie Dearden,

https://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/al-qaeda-leader-

ayman-al-zawahiri-isis-madness-lies-extremism-islamic-state-terrorist-

groups-compete-a7526271.html
Bir Ortadoğu haritasına bakılacak olursa, El-Kaide gibi örgütlerin Bağdat’ın
kuzeydoğusundaki Diyala vilayetinden Suriye’nin Akdeniz kıyı şeridinin kuzey
vilayeti Latakya’ya (Lazkiye) kadar uzanan bir bölgede ölümcül derecede kuvvetli
bir güç haline geldiğini görürsünüz. Batı Irak, doğu Suriye ve Türkiye sınırına kadar
çıkan tüm Fırat vadisi bugün DAEŞ’in ya da (ABD’li yetkililerin deyişiyle,
Pakistan’daki ‘çekirdek’ El-Kaide’nin resmi temsilcisi olan) El-Nusra’nın
8
The Telegraph (26 August 2016). 200 counter terrorism officers to hunt Isil in Greek islands.
http://www.telegraph.co.uk/news/2016/08/26/200-counter-terrorism-officers-to-hunt-isil-in-greek-
islands/

39
hakimiyetindedir. Batı ve kuzey Irak ile kuzey ve doğu Suriye’deki El-Kaide tipi
gruplar şimdi, Britanya ya da Michigan büyüklüğünde toprakları kontrolleri altında
tutmaktadırlar ve operasyon yapabilecekleri bölge bundan çok daha büyüktür.
1. Suriye-Irak sınırı çoktandır ortadan kalkmış durumda. Bu noktada iki ülkedeki
durumu ayrı ayrı almak gerekiyor. Irak’tan başlayalım. Irak’taki neredeyse bütün
Sünni bölgeler, ülkenin yaklaşık dörtte biri, ya tamamen ya da kısmen DAEŞ’in
kontrolü altında. DAEŞ Musul ve Tikrit’i ele geçirmeden önce 6 bin savaşçıyı seferber
edebiliyordu; ancak görkemli zaferlerin ardından Sünni gençlerin gözündeki
cazibesinin artması ve kazandığı prestij sayesinde bu rakam katlanarak çoğalmıştır.
Örgütün ismi (Irak-Şam İslam Devleti), niyetini ortaya koyar: Irak’ta ve ‘el-Şam’da,
yani büyük Suriye’de bir İslam devleti kurmayı planlar. 2010’dan beri, Ebu Dua
adıyla da bilinen Ebu Bekr el-Bağdadi’nin liderliğindeki DAEŞ, ABD’li yetkililerin, üssü
Pakistan’da olan Ayman el-Zevahiri’nin liderliğindeki ‘çekirdek’ El-Kaide saydığı
gruplardan çok daha şiddetçi ve mezhepçi olduğunu kanıtlamıştır (Krasnov, 2016a,
s.37). Краснов Ю. К. Исламское государство. Десять лет войны за
становление террористического халифата // Международное публичное и
частное право. - 2017. - № 1. - С. 37-41.

Ebu Bekr el-Bağdadi, eski liderlerinin ABD ve birliklerinin bir saldırısında


öldürülmesinden sonra Iraktaki El-Kaide’nin (IEK) lideri olduğu 2010 yazında
sahnede görünmeye başlamıştı. Eskiden öncü rol oynayan Sünni isyanı çökerken
IEK’nin konumu oldukça geri bir noktadaydı. Örgütü canlandıran, 201l’de Suri-
ye’deki Sünni isyanı ve sonraki üç yıl boyunca gerek Irak’ta gerekse Suriye’de
dikkatle planlanan bir dizi harekat oldu. El-Bağdadi’nin Lek’nin’nin ve daha sonra
DAEŞ’in askeri stratejisinden ne kadar doğrudan sorumlu olduğu belirsizdir: Bu
stratejiden Saddam devrinden kalma eski Irak ordu ve istihbarat subaylarının da
hayati rol oynadıkları söylenmektedir, fakat tabii El-Bağdadi’nin genel liderliği
altındadır.
Bağdadi 1971’de Bağdat’ın kuzeyinde büyükçe bir Sünni şehri olan Samarra’da
doğdu. İyi eğitim gördü; Bağdat İslam Üniversitesi’nden şiir, tarih ve soybilim dahil
olmak üzere İslami araştırmalar diplomasıyla mezun oldu. Güney Irak’ta Bucca
kampında Amerikalıların esiriyle çekilmiş bir El-Bağdadi fotoğrafı, siyah saçları ve

40
kahverengi gözleriyle yirmili yaşlarının ortalarında, sıradan görünümlü bir Iraklı
erkeği yansıtmaktadır(CBS News, 2015).
DAEŞ 2013 yılında, aynı yılın yazında Ebu Gurayb hapishanesine, liderleri ve
deneyimli savaşçılarını kurtaracak başarılı bir baskın düzenlemek dahil olmak
üzere iyi planlanmış bir harekat başlattı. DAEŞ askeri bakımdan, içinden çıktığı
El-Kaide örgütünden, 2006-2007’de Amerikalıların birçok Sünni aşiretini
aleyhlerine çevirmesinden önce başarılarının doruğuna çıktığı durumundan bile
çok daha gelişkindi.
DAEŞ’in büyük üstünlüğü, Suriye-Irak sınırının her iki tarafında harekete
geçebilmesidir. DAEŞ Suriye içinde El-Nusra, Ahrar el-Şam ve diğer gruplarla
cihatçılar arası bir iç savaşa girişmiş olsa da-Türkiye sınırına yakın Kürtlerin
elindeki adacıklar dışında- Rakka’yı ve doğu Suriye’nin büyük kısmını
halakontrolü altında tutmaktadır. Institute for the Study of War isimli kurumdan
Jessica D. Levvis(2013, s. 7 Al-QAedA in irAQ resurgent,
file:///C:/Users/misafir/Downloads/Documents/AQI-Resurgent-10Sept_0.pdf),
cihat hareketiyle ilgili bir çalışmasında, DAEŞ’i “Basra’dan Suriye’nin kıyı
bölgesine kadar faaliyet yürütebilecek son derece güçlü, becerikli ve kapasiteli
bir örgütlenme” olarak tanımlıyordu. DAEŞ’in hızla büyüyen gücü onun gelişme
sürecini takip edenlerin gözünde açık iken, yabancı hükümetlerin çok azı
bugelişmenin anlamının farkındaydı. Musul’un düşüşünün çok yaygın bir
şaşkınlıkla karşılanmasının bir sebebi buydu zaten.
1. DAEŞ nüfuzunu genişletirken iki faktöre yaslanabiliyordu: komşu Suriye’deki Sünni
ayaklanması ile Bağdat’ta Şiilerin hakimiyetindeki hükümetin Irak Sünnilerini
kendinden uzaklaştırması, Sünnilerin Aralık 2012’de başlayan protestoları ilk elde
barışçı bir çizgideydi. Fakat Başbakan Nuri el-Maliki’nin bu protestolar karşısında
taviz vermeye yanaşmaması, üstelik Nisan 2013’te Havicah’taki bir barış kampına
Irak ordusunun düzenlediği bir baskınla katliam yapması ve bu katliamın sonucunda
50’yi aşkın protestocunun hayatını kaybetmesi, barışçı protestoları bir anda silahlı
direnişe çevirdi. Nisan 2014’te yapılan parlamento seçimlerinde Maliki, kendini esas
olarak, merkezi Anbar’da olan bir Sünni karşı-devrimini bastıracak Şiilerin lideri
şeklinde takdim etti. Maliki Musul’un ardından da, DAEŞ’in cazip bir güç haline
gelmesini önleyecek reformları uygulamayı reddetmekle suçlandı, oysa Sünnilerin
eski egemenliklerini kaybetmelerini asla kabullenmeyeceklerine inanan tek Şii lider
o değildi(Brilev, 2015, s.79-85). Брилёв Д. В. Генезис "Исламского

41
государства" // Исламское государство: генезис и новые тренды. Сб.
статей / Под ред. З. Салаха, А. Аулина. - Львов: Манускрипт, 2015. - С. 79-
85.

Maliki bu başarısızlığıyla, çok belirgin olan uyarı işaretlerine gözlerini kapatmış


oluyordu. 2014 yılı başında DAEŞ, Bağdat’ın kırk mil batısındaki, Anbar kadar
geniş bir bölge ve batı Irak’ın büyük kısmına hakim bir vilayet olan Felluce’yi zapt
etti. DAEŞ’in silahlı adamları Mart ayında Felluce sokaklarında, Irak ordusundan
yeni ele geçirdikleri ABD yapımı zırhlı Humvee’leri göstermek amacıyla bir geçit
töreni yaptılar. ABD’nin deniz piyadelerinin 2004’te zorlu bir savaşın ardından al-
mış oldukları-ve bu zaferin üzerinden kendilerini pohpohlayan bir retorik
kurdukları-bir şehrin ufkunda yeniden DAEŞ’in siyah bayrağının dalgalanması
ABD adına kesin bir aşağılanma göstergesiydi. DAEŞ şimdi yalnızca şehri değil,
daha güneydeki şehirleri ya sular altında bırakmayı ya da boğarak öldürmeyi tercih
ederek Fırat nehrinin akışını düzenlemelerini sağlayacak olan, yakındaki Felluce
barajını da elinde tutmaktadır.
DAEŞ Haziran 2014’te daha kuzeyde, yörenin Sünnileriyle güçlerini birleştirip,
Irak ordusunu şehirden hemen çıkartarak Musul’un (nüfusu 1 milyonun üstünde
olan, Irak’ın ikinci büyük şehrinin) kontrolünü eline aldı. Fakat bir Iraklının dikkat
çektiği üzere, bazı bakımlardan “Musul, hükümetin otoritesini çoktandır kaybetmiş
olduğu bir yerdi”. DAEŞ daha şehri eline geçirmeden önce, pazarda meyve
satanlardan tutun cep telefonu şirketleri ve inşaat firmalarına kadar herkesten zorla
vergi toplamaktaydı. Bir tahmine göre, DAEŞ’in sırf bu zorla topladığı vergilerden
elde ettiği meblağ ayda 8 milyar dolar (4,8 milyar pound) tutarındaydı. Bağdat’ın
kuzeyindeki Tikrit’te de aynı şekilde ‘vergi’ topluyorlardı
Suriye’ye Esad hükümetine karşı silahlı muhalefete hakim olan güç, bir İslam devleti
kurmayı arzu eden cihatçılardır. Cihatçılar yabancı ülkelerden savaşçı kabul
ediyorlar ve Suriye’nin azınlıklarını, özellikle Alevileri ve Hıristiyanları hedef alan
bir dehşetengiz bir katliamcı sicilesahipler.
Bu bölgede farklı cihatçı gruplar birbirleriyle çekişiyorlar ve 2014’ten beri kıyıcı bir
savaşa tutuşmuş durumdalar. Türkiye ile Katar’ın desteklediği yeni kurulan, güçlü
bir muhalif tugaylar ittifakı olan İslami Cephe de, şeriatı katı biçimde uygulama
konusunda aynı hedefi gözetmelerine rağmen DAEŞ’le savaş halindeydi. Sosyal ve

42
dinsel adetler açısından DAEŞ ile El-Nusra arasında belirgin bir farklılık söz konusu
değildi; sadece Nusra daha az katı olmasıyla biliniyordu.
3 Ağustos 2014’te DAEŞ, Kuzey Irak’taki Zumar, Sinjar ve Wana şehirlerini ele
geçirdi. Binlerce Yezidi yaklaşan düşman DAEŞ militanlarından korkarak Sinar
Dağı’na kaçtılar. Mahsur kalmış yiyecek ve suya olan ihtiyacı, DAEŞ tarafından
kendilerine ve diğerlerine ilan edilen soykırım tehdidi yanı sıra ABD’ninIrak’taki
ABD vatandaşlarını korumakve Irak hükümetini DAEŞ’e karşı savaşta desteklemek
arzusu,7 Ağustos 2014’te Amerika’nın Irak’a müdahalesine sebep oldu. Ertesi gün
ABD’nin hava bombardımanı başladı. Ekim 2014’ün sonunda 800 militan Libya’nın
Derne kentini kısmen kontrol altına aldı ve Ebu Bekr el-Bağdadi’ye bağlılık sözü
verdi ve böylece Derne Suriye ve Irak’ın dışındaki ilk şehri "İslam Devleti Hilafeti"
nin bir parçası haline getirdi(CP24, 2014). 10 Kasım 2014’te, Mısır militan grubu
Ansar Bait el-Maqdis’in büyük bir kesimi de DAEŞ’e bağlılık sözü verdi. Ocak 2015
ortasında bir Yemenli yetkili, DAEŞ’in Yemen’de "düzinelerce" üyesi olduğuna ve
işe alım süreleri nedeniyle Arap Yarımadası’nda El-Kaide ile doğrudan rekabet içine
girdiklerini söyledi(CNN, 2015). Aynı ay Afgan yetkilileri, DAEŞ’in Taliban
komutanının DAEŞ tarafından katledildiğini söyledi. Mohammad Omar Safi, Logar
eyaletinde 70 DAEŞ militanının bulunduğunu açıkladı(Stermanve Shah, 2015).
Şubat 2015’ün başında, Libya’daki DAEŞ militanları, Sabha’nın batısındaki kırsal
kesimin bir bölümünü ve daha sonra, Sirte, Nofolia şehirlerini ve her iki şehrin
güneyindeki bir askeri üssü kuşatan bir alan yakalamayı başardı. Mart ayına
gelindiğinde DAEŞ, Derne’nin batısındaki bir şehir, Sirte yakınlarındaki ek alanlar,
güney Libya’daki bir alan, Bingazi çevresindeki bazı bölgeler ve Trablus doğusunda
bir alan da dahil olmak üzere ek toprakları da ele geçirmişti.
7 Mart 2015’te Boko Haram, DAEŞ’e resmi bağlılık sözü verdi ve DAEŞ’e Nijerya,
Nijer, Çad ve Kamerun’da resmi bir varlık kazandı. 13 Mart 2015’te Özbekistan
İslami Hareketi’nden bir grup militan 31 Temmuz 2015’te, ruhani liderinin
bağlılığını taahhüt ettiğini gösteren bir video daha yayınladı(Khaama Press, 2015).
Haziran 2015’te ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken, DAEŞ’in önceki
dokuz ay boyunca hava saldırılarında 10.000’den fazla üyesini kaybettiğini
açıkladı(The Guardian, 2015).
https://www.theguardian.com/world/2015/jun/03/10000-isis-fighters-killed-since-
start-coalition-assault-iraq-syria

43
2015 yılından bu yana, DAEŞ, Mart ve Nisan 2015’te Tikrit, Ekim’de Baiji, Kasım
2015’te Sinjar, Aralık 31’de Aralık 2015’te Ramadi, Fallujah’da olmak üzere Irak’ta
ve Suriye’de, Haziran 2016 ve Mart 2017’de Palmira topraklarını kaybetti.Irak
Başbakanı Abadi, 10 Temmuz 2017’de, Irak ordusunun DAEŞ’i Musul’dan sürdüğü
sırada DAEŞ üzerinden yerel bir Irak zaferini resmen ilan etti 9. DAEŞ’in Musul’da
çökmesinden bu yana, DAEŞ’in hem Suriye’de hem de Irak’ta toprak tutması genel
olarak azaldı. DAEŞ, 17 Ekim 2017’de Rakka’nın ikinci savaşında Rakka’nın
kontrolünü kaybetti. 3 Kasım’da, DAEŞ’in Suriye’deki son büyük şehri olan Deir ez-
Zor, yanı sıra son şehir olan Rawa da yeniden ele geçirildi.
21 Kasım 2017’de, İran Devlet Başkanı Hasan Rouhani DAEŞ üzerinde zafer ilan
etti. İslam Devriminin Muhafızları üst düzey askeri subayı Qasem Soleimani,
DAEŞ’ın yenildiği İran’ın en üst düzey lideri Ali Hamaney’e yazdı. Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin, aynı zamanda Suriye’de konusunda zafer ilan etti(The
Times, 2017). Irak Başbakanı Haider el-Abadi, Irak’ta Irak’ın askeri yenilgisini de
açıkladı.
DAEŞ, 2015, 2016 ve 2017 yıllarında Tunuslu bir turistik tesise toplu olarak silahlı
saldırı (38 Avrupalı turist)(Amara, 2015), Suruç’un Türkiye’deki bomba patlaması
(33 kişi), Tunus Ulusal Müzesi saldırısı (24 yabancı turist ve Tunuslu), Sana’a cami
bombalamaları (142 sivil Şii), Metrojet Uçuş 9268 kazası (224 kişi, çoğunlukla Rus
turistler), Kürt saldırıları, Beyrut’taki bombalamalar (43 sivil Şii), Kasım 2015 Paris
saldırıları (130 sivil), Aden Valisi Jaafar Muhammed Saad’ın öldürülmesi,
Ankara’da meydana gelen bombalı saldırılar (102), 2016 Nice saldırısı (86 sivil),
Temmuz 2016 Kabil bombardımanı (en az 80 kişi, çoğunlukla Şii Hazarlar) 2016
Berlin saldırısı (39 yabancı ve Türk öldürüldü),2017 Saint Petersburg Metro bomba
patlaması (15 siviller), 2017 Manchester Arena bomba patlaması (22 siviller) ve
2017 Tehran saldırıları (18 sivil) dahil olmak üzere Irak ve Suriye dışındaki bir dizi
yüksek profilli terör saldırısının sorumluluğunu üstlendi.(Al-Othman, 2015; Jennifer
2016). Suudi Arabistan hükümeti nispeten kısa bir sürede (2016’nın ilk 8 ayında)
DAEŞ tarafından krallıkta 25 saldırı olduğunu bildirdi.
30 Ağustos 2016’da Associated Press tarafından yapılan bir ankette, DAEŞ
denetiminden kurtarılan alanlarda yaklaşık 72 toplu mezar keşfedildi. Toplamda, bu
toplu mezarlar, DAEŞ tarafından öldürülen yaklaşık 15.000 kişinin cesetlerini
9
PressTV (11 Temmuz 2017).US created, allowed regional funding of Daesh. Alındığı tarih: 11
Temmuz 2017, adres: http://www.presstv.com/Detail/2017/07/11/528164/Lebanon-Hezbollah-
Nasrallah-Mosul- liberation-Daesh-terrorists- Middle-East

44
içeriyor (Laa, 2016). Rapor, toplu mezarların Yezidilerin soykırımı da dahil olmak
üzere bölgede DAEŞ tarafından gerçekleştirilen soykırım kanıtları olduğunu belirtti.
Suriye’de on yedi, geri kalan Irak’ta olmak üzere mezarlar bulunmuştur. Irak’taki
mezarlardan en az 16’sında tehlikeli çatışma bölgelerinde bulunduğu için sayılmayan
kalanlar vardı. Bunun yerine, bu mezarlarda ölenlerin sayısı tahmin edilmiştir(Laa,
2016).
Rakka’nın büyük bir kısmı Haziran-Ekim 2017’de Rakka savaşı sırasında büyük
hasar gördü. Aralık 2013’ten bu yana kabilelerle olan milisler, Irak güvenlik güçleri
ve İsrail arasında batı Irak’ta devam eden çatışmalar yaşandı. Ocak 2014 başlarında
DAEŞ militanları, Anbar Eyaletinin büyük kısmını kontrol altına alarak Fallujah ve
Hīt kentlerini başarıyla ele geçirdi. Haziran 2014’te DAEŞ, Irak’taki Musul kentini
devraldı. Aralık 2015’e gelindiğinde, İslam Devleti, 2,8 ila 8 milyon nüfuslu batı
Irak’taki ve doğu Suriye’de geniş bir karada oturan bölgeyi kapladı(Birke, 2015).
Irak ve Suriye’de DAEŞ, iddia edilen toprakları alt bölümlere ayırmak için bu
ülkelerin mevcut valilik sınırlarının çoğunu kullanıyor; bu bölünmeleri Wilayah veya
Vilayet olarak adlandırıyor. Haziran 2015’te Libya, Mısır (Sina Yarımadası), Suudi
Arabistan, Yemen, Cezayir, Afganistan, Pakistan, Nijerya ve Kuzey Kafkasya’da
resmi "iller" kurdu. O tarihten bu yana, DAEŞ, Somali, Bangladeş ve Filipinler gibi
ülkelerdeki gruplardan medya bültenleri sunmaya ve bağlılık sözü vermeye devam
etti; ancak daha basitçe "halifelik askerleri" olarak yeni resmi birlikler ilan etmedi;
bunun yerine yeni üyeleri belirledi(Winter, 2016).
1. DAEŞ tarafından yürütülen dini ve azınlık grupları sivilleri arasında Quiniyeh (70-90 Yezidi),
Hardan (60 Yezidi), Sinjar (500-2,000 Yezidi), Ramadi Jabal (60-70 Yezidi), Dhola (50
Yezidi), Khaki Sor (100 Yezidi), Hardan (250-300 Yezidi), el-Shimal (onlarca Yezidi), Khocho
(400 Yezidi öldürüldü ve 1,000’ı kaçırıldı) ve Tal Afar hapishanesinde Irak (200 kişi), Jadala

(14 Yezidi)10 ve Beşir (700 Şii Türkmen) (Lauretta, 2014) Lauretta, Braun (26 August
2014)."UN: ISIS Massacred 700 Turkmen – Including Women, Children,
Elderly"CNS News..
ve Musul yakınlarında (670 Şii tutuklu öldürülmüş Baduh hapishanesinden)
Yezididönüşümü reddettiğinden öldürüldü (Steve, 2014) (QAYNAQ DA
YOXDU MELLİMDEN SORUŞ. BM, Ağustos2014’te Kuzey Irak’ın parçalarının
devralınması sırasında 5.000 Yezidi’nin DAEŞ tarafından öldürüldüğünü tahmin
10
OHCHR (2014). Report on the Protection of Civilians in Armed Conflict in Iraq: 6 July – 10
September 2014.
http://www.ohchr.org/Documents/Countries/IQ/UNAMI_OHCHR_POC_Report_FINAL_6July_10Se
ptember2014.pdf

45
etti(Lauretta, 2014). İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre Mayıs 2014’ün sonlarında,
14-16 yaşlarındaki Kobani’li 150 Kürt erkek çocuğu kaçırıldı ve işkence ile tacize
maruz kaldı. Suriye’de bulunan Ghraneij kasabalarında Ebu Haman ve Kashkiyeh,
Sünni El-Shaitat kabilesinin 700 üyesi DAEŞ denetimine karşı ayaklanma
girişiminde bulunduğu için öldürüldü11. BM, Haziran 2014’te DAEŞ’in kendisine
sadakat sözü vermeyi reddeden bir dizi Sünni İslam din adamını öldürdüğünü
bildirdi(Zarocostas, 2014).
Bir grup Suriyeli askerin başının kesilme fotoğrafları, 25 Temmuz 2014’te, DAEŞ
üyeleri tarafından sosyal medyaya gönderildi. Burada, yakalanan bir üssün 75 kadar
Suriyeli askerinsokaklar boyunca başları ve bedenleri kesilmiş şekilde gösterildiği
belirtiliyordu12.
James Wright Foley, 22 Kasım 2012’de Suriye’nin kuzeybatısındaki bir ülkede
kaçırılan bir Amerikan serbest gazeteci ve foto muhabiriydi. Foley, "Cihadi John"
tarafından öldürülen ilk Amerikan vatandaşıydı(Alyssa, 2014). James Foley’in
DAEŞ tarafından kellesinin vurulması ABD’de geniş çaplı kınama aldı.
Lübnan Ordusu Çavuş Ali al-Sayyed DAEŞ tarafından Arsal Savaşı sırasında
yakalandıktan sonra kafası kesildi. DAEŞ üyesi Ebu Musab Hafid el-Bağdadi, kafa
kesme resmini Twitter’da yayınladı. Bu, Lübnan’da halkın öfkesine yol açtı. Al-
Seyyid’in cesedi 1 Eylül’de Lübnan yetkililerine teslim edildi ve kimliği 2 Eylül’deki
DNA testleri ile doğrulandı. Cenaze töreni 3 Eylül’de ailesi, arkadaşları, halkı,
yoldaşları ve Lübnan Ordusu Komutanı General Jean Kahwaji tarafından
yapıldı(Amrieh, 2014).
Steven Joel Sotloff, “Zaman” ve “Yeruselim Post”Dergisi’nin İsrail-Amerikalı
gazetecisiidi; ancak Post, Sotloff’un hayatı tehdit edildikten sonra herhangi bir
ilişkiyi reddetti. 2013’te Suriye’nin Halep şehrinde kaçırıldı. 2 Eylül 2014’te, Steven
Sotloff başını kesen "Cihadi John"un videosu yayınlandı(Marszal ve Sanzhez, 2014).
David Haines Mart 2013’te Suriye’de bulunan insani yardım grubu Teknik İşbirliği
ve Geliştirme Ajansı için çalışan bir İngiliz yardım görevlisi tarafından kaçırıldı.
Haines’in ailesi kaçırılmasının gizli tutulmasını istedi. Kaçırılma, Haines’in sözde
Sotloff’un kafa kesme video görüntüsünde ortaya çıktığı ve Haines’in bir sonraki

11
Al Jazeera (17 Ağustos 2014). Islamic State group 'executes 700 ’in Syria.
https://www.aljazeera.com/news/middleeast/2014/08/islamic-state-group-executes-700-syria-
2014816123945662121.html
12
Reuters (26 Temmuz 2014).‘Beheads scores of Syrian soldiers’ after daring assault on army base
(GRAPHIC). https://www.rt.com/news/175884-isis-syria-raqqa-beheadings/

46
kurban olacağı tehdidinde bulunan "Cihadi John" tarafından tutulduğu zaman ortaya
çıktı. İngiltere Dışişleri Bürosu ilk başta İngiltere medyasından Haines’in kimliğini
yayımlamamasını istedi, güvenlik nedeniyle korktu, ancak uluslararası basın onun
adını yayınladı. David Haines’in başını kesen "Amerika Müttefiklerine Bir Mesaj"
başlık başlığıyla ilgili bir video, DAEŞ tarafından 13 Eylül 2014’te
yayımlandı(Haberman, 2014).
Grup, Fransız hükümeti DAEŞ’e hava saldırıları yapmaya devam ederse, Gourdel’i
öldürmekle tehdit etti. 24 Eylül’de, 24 saatlik bir süre dolduktan sonra ona kafasını
kesmek için tehdit etdiler. Kafa kesme, "Fransız Hükümeti İçin Bir Mesajın Mesajı"
başlıklı bir video ile yayımlandı13.
Video, diğer DAEŞ kafa kesme videolarına benziyor. Fransız Cumhurbaşkanı
François Hollande’nin bir haber klibi ve bir başlık ekranıyla açılıyor. Ardından
Hervé Gourdel, silahlı dört maskeli adamın önünde kelepçelenerek diz çökmüş
olduğunu gösteriyor. Gourdel’den bir açıklama getiren militanlardan biri, bir
açıklama okuyor. İçinde bu adam kaçırma ve infazın, DAEŞ sözcüsü Ebu
Muhammed el-Adnani’nin İslam Devletine karşı ABD liderliğindeki koalisyona
katılan ülkelerin vatandaşlarına saldırması yönündeki emrine karşılık geldiğini
bildirdi. Diğer DAEŞ baş kesme videoları gibi, asıl başının kesilişini göstermez;
ancak son sahne Hervé Gourdel’in cesedini bükülmüş başını kucağında gösterir ve
daha sonra savaşçıları tutar(Hall ve Allen, 2014).
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi 1 Ekim’de, DAEŞ’in Suriye’deki Kobane
yakınlarındaki iki erkek ve üç kadın Kürt savaşçı, dört Suriyeli Arap isyancı ve bir
erkek Kürt sivil olmak üzere 10 kişinin kafasını kesdiyini bildirdi. Rami
Abdurrahman’a göre "Niçin tutuklanıldığı veya kafa kesildiğini bilmiyorum,
yalnızca İslam Devleti nedenini biliyor, insanları korkutmak istiyorlar". Ayrıca
DAEŞ’in, Suriye’nin doğusundaki başkesmeleri,Sünni Müslüman kabilelerin yerel
liderlerini savaş alanından çekilmek için korkutmak için kullandığını da belirtti. Baş
kesme genellikle kamuya açık uygulanıyor ve şiddet içeren ya da şiddet içermeyen
farklı düşünce tolere edilemez(Holmes, 2014).
Alan Henning (2014), İngiliz insani yardım görevlisi idi. Henning, DAEŞ tarafından
öldürülen dördüncü Batılı rehineyi oluşturuyordu. Henning, DAEŞ’in Suriye kenti
Al-Dana’yı Aralık 2013’te işgalinde insani yardım ettiği sırada yakalandı. İngiliz
13
SITE Intelligence Group (24 Eylül 2014).Jund al-Khilafah in Algeria Beheads French Hostage in
Video. http://news.siteintelgroup.com/blog/index.php/categories/jihad/entry/289-jund-
al-khilafah- in-algeria- beheads-french- hostage-in- video

47
Dışişleri Bürosu, Henning’in serbest bırakılması için müzakereye teşebbüs ederken
yakalanmasıyla ilgili haberivermedi. Alan Henning, 13 Eylül 2014’te serbest
bırakılan David Haines’in başını kesilişinin çekildiği videonun sonunda gösterildi ve
bir sonraki kurban olarak "Cihadi John" tarafından çağırıldı. Henning’in başsız bir
videosu 3 Ekim 2014’te DAEŞ tarafından yayımlandı.
Irak’ın Salahuddin eyaleti valisi, DAEŞ militanlarının Irak’takı Salahuddin
Televizyonunun kameramanı olan Raad el-Azzawi’yi öldürdüklerini söyledi. O, Irak
ve Suriye’deki ABD liderliğindeki koalisyon hava saldırılarına karşı DAEŞ’in böyle
misilleme yaptığını açıkladı.Sınır Tanımayan Gazeteciler (Reporters Sans
Frontieres–RSF)yaptığı açıklamada, DAEŞ militanlarının Sünni militan gruba
katılmayı reddettiği için Azzawi’yi öldürmekle tehdit ettiklerini ve bu nedenle 7
Eylül’de onun kaçırıldığını söyledi.Yetkililer, Tikrit’te ayrıca, dört şüpheli DAEŞ
militanının öldürülmesinden sonra Camp Speicher askeri üssüne yönelik saldırı
girişiminin engellendiğini söylediler (Yacoub, 2014).
Abdul-Rahman Kassig ismi ile bilinen ve tutsaklık içinde bulunduğu Peter Edward
Kassig, kafası kesildiğinde 26 yaşındaydı. Kassig Suriye ve Lübnan’da insani yardım
görevlisi olarak çalıştı. 2012’nin sonbaharında kurulan sivil toplum örgütü olan Özel
Acil Müdahale ve Yardım örgütünüSuriye’de yaşayan mültecilere Suriye ve
Lübnan’da tıbbi yardım, malzeme, giyim ve gıda ile mültecilik sağlamak için
kurmuştu.Kassig eğitimli bir tıp asistanıydı. (BBC, 2014)
16 Kasım 2014’te DAEŞ, kopmuş bir insan kafasının üzerinde duran "Cihadi John"u
gösteren bir video yayınladı. Baş vuruşunun kendisi videoda gösterilmedi. Beyaz
Saray daha sonra öldürülen kişinin Kassig olduğunu doğruladı. Daily Telegraph ve
güvenlik uzmanı Will Geddes, Kassig’in tutsaklarına meydan okumuş olabileceğini
ve başı kesilmiş bir video bildirimi sunmayı reddettiğini söyledi(Farmer, 2014).
16 Kasım 2014’te Peter Kassig’in ölümünü anlatan videoda DAEŞ, 22 Suriyeli
askerin başlarını kesme anınıdehşet verici ayrıntılarına kadar yer vermişti. BBC, bu
videonun "cazibeli" olduğunu belirtti ve önceki videolardan farklı olarak, bu
videonun birçoğu militanların yüzlerini gösterdi ve Halep’te Dabık olarak yerini
verdi14.
17 Kasım’da Fransız basınında, 22 yaşındaki Fransız vatandaşı Maxime
Hauchard’ın, videodakelle vuran cellatları arasında yer aldığı düşünülüyor. Hauchard

14
BBC (16 Kasım 2014). Abdul Rahman Kassig: US hostage Kassig 'killed by IS’.
http://www.bbc.com/news/world-middle-east-30073602

48
Normandiya’da yaşıyordu ve 17 yaşındayken İslam’ı kabul etmişti. Bir Fransız
savcısı başka bir Fransızın da bulunabileceğini söyledi. 19 Kasım’da, diğer militanlar
tarafından motosiklet reisi Abou Osman ismi iletanınan 22 yaşındaki Michael Dos
Santos, Fransız medyasında kafa kesme videoda yer alan ikinci Fransız cihatçı olarak
tespit edildi. Dos Santos, Paris’in doğusundaki Champigny-sur-Marne’de yaşıyordu
ve 2010’da İslam’ı kabul etmişti. Aralık ayında meydana gelen askeri aksaklıklardan
sonra, DAEŞ’in Rakka’yı terk etmeye çalışan yaklaşık 100 yabancı dövüşçünün
kafasını vurduğu bildirildi (Erika, 2014).
Şubat 2015’te, Mısır hükümeti Gazze-Mısır sınırında yer alan tampon bölgeye yanıt
olarak DAEŞ üyeleri, Mossad ve Mısır Ordusu için casus olduğuna inandıkları 10
kişinin boynunu vurdu15.15 Şubat 2015’te DAEŞ’in el-Hayat Medya Merkezi,
Twitter’da "Haçlı ulusuna kanla imzalanmış bir mesaj" başlıklı bir video yayınladı.
Libya’nın Trablus’taki deniz kıyısında 21 Mısırlı hıristiyanın kafa kesilmesini
gösterdi. Bu video yayını kıptilerin DAEŞ militanları tarafından idam edildiğini
gösteriyordu.16
12 Ağustos 2015’te, sosyal medyada DAEŞtaraftarlarının paylaşdığı bir görüntüde,
30 yaşındaki evli ve iki çocuk babası olan Tomislav Salopek’in vücudu tam olarak
göründü.5 Ağustos 2015’te yayımlanan ilk videosunda Tomislav, Mısır
hükümetinitehdit etmiş ve "Müslüman kadınlar"ın özgürlüğünü talep etmişti.
Yeni görüntüde Salopek, bir önceki videoda giymiş olduğu gibi bej renkli bir tulum
takımı giymişti. DAEŞ tarafından kullanılan kara bir bayrak ve bıçak, kopmuş
gövdesinin yanındaki kumun içine dikiliydi. DAEŞ’in Mısırlı üyesi Sinai, baş
kesmenin sorumluluğunu üstlendi. Görüntüde, iki Mısır gazetesinde çıkan haberler -
Hırvatistan’ın terörizm ve aşırıcılıkla mücadelesinde Mısır’a verdiği desteği bildiren
bir başlık ve diğerinde, Hırvatistan’ın Kürt bölgesine verdiği desteği tekrarladığını
söyleyen haberler yer aldı. Mayıs 2015’te, Tadmur (modern Palmyra kenti) ve komşu
antik Palmyra şehri, Irak İslam Devleti’nin ve Levant’ın (DAEŞ) kontrolü altında
kaldı. Palmyra’da eski emekli bir başkan olan Suriyeli bir arkeolog Al-Asaad,
DAEŞ’in devralmadan önce müzeyi tahliye etmeye yardım etti. O, bu dönemde

15
The Jerusalem Post (10 Şubat 2015). Sinai terrorists linked with ISIS decapitate 10 alleged Israeli
spies. Alındığı tarih: 28 Şubat 2015, adres: https://www.jpost.com/Arab-Israeli- Conflict/Sinai-
terrorists-linked- with-ISIS- decapitate-10- alleged-Israeli- spies-390574
16
Al Jazeera (15 Şubat 2015). ‫ قبطي””””””ا مص””””””ريا‬21 ‫تس””””””جيل يظه””””””ر إع””””””دام تنظيم الدول””””””ة‬
‫بليبيا‬.http://www.aljazeera.net/news/arabic/2015/2/15

49
yakalananlar arasındaydı ve DAEŞ, el-Asaad’dan saklanmasına yardımcı olduğu eski
eserlerin yerini öyrenmeye çalışıyordu.
Khaled el-Asaad, 18 Ağustos 2015’te 81 yaşındaki Tadmur’da taciz edilmekten
sonra kafası vuruldu.Vücudunun Tadmur’da, daha sonra antik Palmyra şehrinde
sergilendiği bildirildi. El-Asaad, DAEŞ tarafından "mürted" olmakla suçlandı; grup,
Suriye’yi "kafir toplantıları"nda temsil etmek, Palmyra’daki "putperestlik müdürü"
olarak hizmet etmek, İran’ı ziyaret etmek ve Suriye güvenlik servislerinde bir
kardeşle iletişim kurmak gibi iddia edilen suçları listeledi.İran İslam Devrim
Muhafızları Ordusu’ndan bir savaşçı olan Mohsen Hojjaji, DAEŞ tarafından Suriye
Çölü’nde tutuklanmasının ardından kafası vuruldu17.
2014’deki Irak ihtilafı sırasında DAEŞ, çoğunlukla dinlerinden veya etnik
kökenlerinden dolayı hedeflenen sivillere yönelik kötü muamelelerini gösteren
düzinelerce video yayınladı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komiseri Navi Pillay,
Irak savaş bölgelerinde savaş suçlarıyla mücadele edilmesi konusunda uyarıda
bulundu ve Birleşmiş Milletlerin Musul’daki tek bir sokakta Irak Ordusu askerlerini
ve 17 sivili öldürdüğü DAEŞ militanlarının bir raporunu açıkladı. BM raporu, 5 ila
22 Haziran tarihleri arasındaki 17 günde 1.000’i aşkın Iraklı sivilin öldürüldüğünü ve
1000’den fazla yaralı olduğunu bildirdi(Rttnews, 2014). DAEŞ savaşçılarının bir
sürü genç adama ateş açdığı ile ilgili çektiği fotoğrafları yayınladıktan sonra BM,
Kuzey Irak’taki militanlar tarafından soğukkanlı "infaz" ların neredeyse kesinlikle
savaş suçlarıyla sonuçlandığını ilan etti(Spencer, 2014).
DAEŞ’in 2014 yılının ortasındaki Irak’taki ilerlemesi, Suriye’de devam eden şiddet
eşliğinde yapıldı. 29 Mayıs’ta DAEŞ, Suriye’de bir kasabaya baskın düzenledi ve
İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre en az altı çocuk da dahil olmak üzere en az 15
sivil öldü18. Bölgedeki bir hastane, aynı gün 15 ceset aldığını doğruladı. Suriye İnsan
Hakları Gözlemevi, 1 Haziran’da 102 yaşındaki bir adamın Hama eyaletindeki bir
köyde bütün ailesi ile birlikte öldürüldüğünü bildirdi. Reuters’e göre, 2014’ün son
altı ayı boyunca Suriye’de DAEŞ tarafından 1878 kişi öldü, bunların çoğu
sivildi(Holmes, 2014)
Musul’da DAEŞ, sanat, müzik, ulusal tarih, edebiyat ve Hıristiyanlık öğretilerini
yasaklayan bir şeriat okulu müfredatını uygulamaya koydu. Her ne kadar Charles
17
Al-Monitor (14Ağustos 2017). Beheading of IRGC fighter unites Iranians, https://www.al-
monitor.com/pulse/originals/2017/08/iran- mohsen-hojjajji- irgc-beheading-isis- syria-iraq.html
18
Human Rights Watch (14 Haziran 2014). Syria: ISISSummarily Killed Civilians.
https://www.hrw.org/news/2014/06/14/syria-isis- summarily-killed-civilians

50
Darwin’in evrim teorisi Irak’taki okullarda öğretilmemiş olsa da, konu okul
müfredatında yasaklanmıştı. Yurtsever şarkılar küfür olarak ilan edildi ve okuldaki
ders kitaplarından bazı resimlerin çıkarılması yönünde emirler verildi. Iraklı
ebeveynler, yeni müfredatın verildiği okulları büyük oranda boykot ettiler(Holmes,
2014).
Irak’taki şehirleri ele geçirdikten sonra DAEŞ, elbise ve başörtülerinin nasıl
giyileceğine ilişkin talimatlar çıkardı. DAEŞ, Musul kentindeki kadınları tam yüzlü
başörtüsü giymek veya şiddetli cezayla yüz yüze bırakmak için uyardı. Bir din adamı
Musul’daki Reuters’e verdiği açıklamada, DAEŞ silahlı kuvvetleri, ibadet edenler
toplanınca camiden uyarılarını okumasını emrettiğini söyledi. DAEŞ, hem çıplak
mankenlerin kullanılmasını yasaklayan bir düzen içinde, hem erkek hem de kadın
mankenlerin yüzlerini örtbas etmesini emretti. Rakka’da grup, kadınların bireysel
davranışlar konusundaki katı kanunlarıyla uyumu zorlamak için kentteki kadın savaş
uçakları taburlarını kullanıyor(Winsor, 2014).
DAEŞ, Ninova’da sivillere yönelik bir dizi kural olan "Sözleşme Şehri" olarak
etiketlenmiş 16 nota yayınladı. Bir kural, kadınların evde kalmaları ve gerekmedikçe
dışarıya çıkmamaları şartını getirdi. Başka bir kural, çalınmanın amputasyon yoluyla
cezalandırılacağını söyledi. Müslümanların alkol satış ve kullanım yasağı
geleneğinin yanı sıra, DAEŞ sigara ve nargile borularının satışını ve kullanımını
yasaklamıştır. "Otomobillerde, partilerde, dükkanlarda ve halka ait müzik ve
şarkıların yanı sıra vitrinlerdeki insanların fotoğrafları" da yasaklandı.
Zina, kaçak, tecavüz, küfür, büyücülük kullanımı ve bulundurma İslam’dan ve
cinayetten vazgeçme gibi çeşitli eylemlerden suçlanan ve İslam aleyhinde suç işleyen
erkeklerle kadınlar hakkında idamlar gerçekleştirildi. Sanıklar idam edilmeden önce
suçlamalar kendilerine ve izleyicilere okunur. İcralar ölüme tırmalama, çarmıha
gerilme, küpe çekme, insanları canlı yakma ve insanlara yüksek binalar atma gibi
çeşitli biçimlerde davranıyor. Irak’taki DAEŞ sık sık Musul ve Hawija’da toplu
infazlar gerçekleştiriyor.
Kuntz (2016)’a göre, altı yaşındaki çocuklar işe alındı ya da kaçırıldı ve askerlere ve
dini eğitim kamplarına gönderildi. Bu kamplarda bebek külotlu başlıklar uygulandı
ve DAEŞ’in dini görüşleri alındı. Shelly Whitman’a göre, Roméo Dallaire Çocuk
Askerleri Girişimi’nin çocuklar cephe hatlarında insan kalkanı olarak ve DAEŞ
askerleri için kan nakli yapmak için kullanılmaktadır;çocuklar da propaganda için

51
Kate
kullanılır (Brannen, 2014). BM (Brannen, 2014) raporuna göre,

Brannan, "Children
of the Caliphate,"
Foreign Policy
, 24 October
2014.http://foreign
policy.com/2014/1
0/24/children-of-
the-caliphate/ [acce
ssed 21 September
2015].
52
"Ağustos ayı ortasında DAEŞ, Musul’da bir kanser hastanesine girdi, en az iki hasta
çocuğu DAEŞ bayrağını tutmaya zorladı ve resimleri internetten yayınladı".
Ürdün’teki mültecilerle birlikte çalışan Save the Children temsilcisi Misty Buswell,
"bütün nesil çocukları travma yüzünden kaybedeceğimizi söylemek abartı
değil"(Brannen, 2014). Çoğunlukla 12-16 yaş arası en az 89 çocuğun 2015’te İslam
Devleti için savaşta öldürüldüğü bildirildi. Bu çocukların %39’u intihar bombası
saldırılarında ölmüştür (Tomson, 2017).Der Spiegel, 2016’da 1,500 çocuğun DAEŞ
için çocuk askerliği yaptığı tahmininde bulundu (Tomson, 2017). 12 Mart 2017’de
DAEŞ, Deir Ez-zor’da kuşatılmış Suriyeli askerlere 6 çocuk intihar bombacısı
kullandığını bildirdi(Tomson, 2017).
Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre "özgür basına sahip olmadan, az sayıdaki
insan hakları elde edilebilir". DAEŞ, Sınır Tanımayan Gazeteciler’in “kara delik
haberleri” olarak adlandırdığı DAEŞ’in kontrol ettiği bölgelerde yerel gazetecilere
işkence yaptı ve öldürdü. Belirtildiğine göre, DAEŞ savaşçılarına gazetecileri
öldürmek veya yakalamak için yazılı talimat verildi19.
Aralık 2013’te, iki intihar bombacısı Salaheddin TV istasyonunun merkezine hücum
ederek ve istasyonu "Irak’taki Sünni topluluğun imajını bozmak"ta suçlayarak beş
gazeteciyi öldürdü. Sınır Tanımayan Gazeteciler, 7 Eylül 2014’te Tikrit’in
doğusundaki Samra köyünden olan Salaheddin TV’nin kameramanı Raad el-
Azzawi’nin DAEŞ tarafından ele geçirildiğini ve 11 Ekim’de kamu önünde kafasının
kesildiğini belirtti20. Ekim 2014 itibariyle, Gazetecilik Özgürlük Gözlemevi’ne göre,
DAEŞ dokuz gazeteci tutuyor ve dokuz diğerini Musul ve Salahuddin’de yakından
gözlem altında tutuyor21.
2013 yılının ve 2014 yılının bir bölümünde, ‘Beatles’ takma isimli bir DAEŞ birimi,
yardım görevlileri ve diğer yabancı rehinelerin yanı sıra 12 Batı gazetecisini, toplam
23 veya 24 rehin aldı. Polonyalı bir gazeteci Marcin Suder Temmuz 2013’te

19
Reporters Without Borders (23 Ekim 2014). Areas controlled by Islamic State are new 'black holes'.
https://rsf.org/en/news/areas-controlled-islamic-state-are-news-black-holes
20
Al Jazeera (11 Ekim 2014). ISIL 'publicly executes Iraqi journalist',
https://www.aljazeera.com/news/middleeast/2014/10/reports-isil-executes-iraqi-journalist-
20141010194149556427.html
21
Reporters Without Borders (23 Ekim 2014). Areas controlled by Islamic State are new 'black holes'.
https://rsf.org/en/news/areas-controlled-islamic-state-are-news-black-holes

53
yakalandı, ancak dört ay sonra kaçtı (Callimachi, 2014). Ünite Amerikan gazeteciler
James Foley ve Steven Sotloff’u idam edip kesilmiş kafaları içeren videoları
yayınladı. Danimarkalı gazeteci Daniel Rye Ottosen, Fransız gazeteci Didier
François, Edouard Elias, Nicolas Hénin ve Pierre Torres ve İspanyol gazeteciler
Marc Marginedas, Javier Espinosa ve Ricardo Garcia Vilanova, diğer 8 gazeteci
fidye karşılığında serbest bırakıldı.
Citizen Lab Siber güvenlik grubu, DAEŞ ile Suriye vatandaş grupuna Raqqa Is
Slaughtered Silently (RSS) tarafından dijital bir saldırı düzenleyen medya grubu
arasında olası bir bağlantı içeren bir rapor yayınladı. Medya grubunun destekçileri,
varsayılan hava saldırıları resmi ile ilgili e-posta ile gönderilen bir bağlantı aldı,
ancak bağlantıyı tıklattığında kullanıcının bilgisayarına kötü amaçlı yazılım geldi ve
kullanıcıya ait IP adresinin ve sisteminin her başlatıldığında ayrıntıları gönderildi. Bu
bilgiler, DAEŞ’in, RSS destekçilerini bulmasına izin vermek için yeterliydi. Citizen
Lab raporuna göre "Grup, kaçırma olayları, ev baskınları ve en az bir kişini
öldürmeyi hedeflediğini iddia etti"(Johnston, 2014).
8 Ocak 2015’te, Libya’daki DAEŞ üyeleri, Eylül 2014’te ortadan kaybolan Tunuslu
gazeteci Sofiene Chourabi ve Nadhir Ktari’yi idam ettiklerini iddia etti. Yine Ocak
2015’te Japon gazeteci Kenji Goto, 200 milyon dolarlık fidye ödemesine yönelik bir
talebin karşılanmadığı halde kaçırıldı ve kellesiz kaldı.
Bilinmeyen sayıda Suriyeli ve Iraklı, birkaç Lübnanlı asker, Kobani yakınlarındaki
kadın ve erkek Kürt savaşçıları, iki Amerikalı gazeteci, bir Amerikalı ve iki İngiliz
yardım çalışanı, 30 Etiyopyalı Hıristiyan ve Libya’daki 21 Mısırlı Kıpti Hıristiyan
Irak İslam Devleti tarafından kafaları kesilmişti. DAEŞ yerel popülasyonları
yıldırmak için küpeşat kullanıp Batı ülkelerini hedefleyen bir dizi propaganda
videosu yayınlamışdı. DAEŞ’in, Rakka’yı terk etmeye çalışan yaklaşık 100 yabancı
savaşçıyı kestiği bilinmektedir(Solomon, 2014).
Suriye ve Irak askerleri ve sivillerin kamusal ve toplu infazlarına girdiler; bazen
mahpusları tutukluların atışlarını yapmaya ve itmeye başlamadan önce kendi
mezarlarını kazmaya zorladılar. Yakalanan askerlerin DAEŞ tarafından
gerçekleştirilen toplu infazları arasında Tikrit’teki (DAEŞ, 12 Haziran 2014’te Tikrit
yakınlarındaki Camp Speicher’den 1,700 Şii Irak Hava Kuvvetleri öğrencisine kadar
idam edildi), El Thawrah (DAEŞ 27-28 Ağustos 2014 tarihleri arasında Al-Tabqa
hava üssünde tutulan 250 Suriyeli asker), Palmyra (22 Mayıs 2015’te en az 280
askerve hükumet müdavimleri halk meydanında ya başından vuruldu ya da başları

54
kesildi) ve Deir ez-Zor DAEŞ, 16 Ocak 2016’da en az 300 Suriye askerini, hükümet
milislerini ve ailelerini öldürdü22.
DAEŞ, Haziran 2014’te Musul’da 600 Şii mahkumu infaz etti. Kasım 2014’te,
DAEŞ savaşçılarının Irak’taki Albu Nimr kabilesinin 630’dan fazla üyesini
katlettikleri yönünde haberler çıktı. Albu Nimr DAEŞ’e şiddetle karşı çıkan Sünni
Arap kabilelerinden biriydi. 17 Aralık 2014 tarihinde Türk medyası DAEŞ’in,
Falluja’daki Albu Nimr kabilesi olan en az 150 kadın, DAEŞ militanlarıyla
evlenmeyi reddettiği iddiasıyla infaz etdiğini belirtmişiti (Saul, 2014).

3.3 DAEŞ’in Savaşçıları

Nüfus oranla DAEŞ’e en çok yabancı savaşçı gönderen ülke Belçika’dır. Rakamlar
sürekli değişiyor. Betül Soysal Bozdoğan (2016)’ın “DAEŞ: 2.Dünya Savaşı’nın
deşifresi” isimli kitabında 86 ülkeden İrak ve Suriye’ye katılan toplam yabançı
savaşçı sayısı 2015 yılı sonuna doğru 31.000 olduğu belirtiliyor. Genelde 20-30 yaş
aralığında olduğunu da belirtmek lazım.
Bugün dünyada DAEŞ’e en çok asker gönderen ülke Tunus olduğu halde, en az
savaşçı Afganistan’dan gidiyor. Liste üzere araştırırsak, günümüzde Avrupa ülkeleri
arasında DAEŞ’e en çok "asker" gönderen ülkeler "Yaşlı kıta"nın en büyük ülkeleri
olan Fransa, Büyük Britanya ve Almanya’dır. Şunu da vurgulayalım ki, DAEŞ
sıralarında savaşan avrupalı ücretlilerin çoğunluğu Suriye’de Esad rejimine karşı
savaşmak için bölgeye gidenlerdir. Haberlere göre, hazırda topyekun Batı
ülkelerinden DAEŞ kuvvetleri’ne 2,5 binden fazla kişi katıldı. Keza, Fransa’dan 900,
İngiltere’den 500, Almanya’dan ise 400 kişi herhangi yollarla "İslam Devleti"ne
gelerek Müslümanları idam etmekle meşguldür(Brilev,c, 2015b, s.79-85).
1. Komuta Merkezi (ikametgahı)Amerika’da bulunan ve güvenlik araştırmaları ile
ilgilenen Soufan Group (YIL, S. ??) "The Islamic State" (PDF). Soufan Group.

November 2014. Retrieved 23 April 2015. (qaynaq budu amma içinde yazdığı

yazını tapmaq olmur) tapa bilmese özü de çıkxard) adlı şirketin hazırladığı rapora
göre, Batı ülkelerinden Irak ve Suriye’ye ("İslam Devleti"ne) giden 2,5 bin kişinin
çoğunun yaşı 18-29 arasında. Raporda gösteriliyor ki, DAEŞ sıralarına katılanların yaşı
giderek azalıyor. Bu da şunu gösteriyor ki, bölgedeki savaşlara çekmek için genç ve

22
International Business Times (17 Ocak 2016). Isis massacre: At least 300 killed, several held
hostages in east Syria. https://www.ibtimes.co.in/isis-massacre- least-300- killed-several- held-
hostages-east- syria-663542. International

55
ergenleri daha kolay tuzağa düşürmek oluyor. Hatta bir ilginç olay da ortaya çıktı ki,
hıristiyan ve diğer dinlere mensup ülkelerden DAEŞ’e katılanların çoğunluğu sonradan
İslam’ı kabul ediyor. Hatta bir zamanlar DAEŞ’e katılan, fakat sonradan vatana dönen
bazı insanlarla sohbetler de yapıldı. Onlar diyorlar ki, "İslam Devleti"nde hangi ulusdan
olduğuna bakılmaksızın herkesi İslam amacı birleştiriyor ve bu nedenle de diğer
dinlerin takipçileri de memnuniyetle inançlarını değiştirerek Müslüman
olurlar(Krasnov, 2016, s.82-90) Краснов Ю. К. Феномен ДАИШ: генезис,
социальная база и цели Исламского государства // Публичное и частное
право. - 2016. - № II (XXX). - С. 82-90.

.Bugün DAEŞ savaşçılarının amacı dini koruma görevini yerine getirmek, saygı
duydukları örgütlere destek vermek ve aynı inancı paylaşan insanları korumaktır.
Avrupa polis teşkilatı olan "Europol"un 2014 yılının sonu açıkladığı rapora göre,
DAEŞ’e katılmak için Suriye’ye giden avrupalı gençlerin sayısı sürekli artmaktadır.
Polis teşkilatı "Suriye’deki sorunun çözülmediyini”söyledi ve "İslam Devleti"den
hesap sorulmalıdır” diyerek kamu uyarısında bulundu(Krasnov, 2017, s.37-41). Aksi
takdirde, Avrupa Birliği’nin kapıları önünde duran tehlike eşikten içeri girecek.
Çünkü bugün DAEŞ sıralarında savaşan savaşçılar yarın Avrupa’nın içinde
teröristlerin destek üssü rolünü oynayacaklar"(Brilev, 2015, s.79-85).
1. 5 milyon Müslümanın yaşadığı Almanya’dan, yukarıda belirtildiği üzere 400
kişiDAEŞ’e katılmak için Suriye’ye gidip, fakat onlardan yaklaşık 100 kişiyi vatana
döndü. Genellikle 25 yaştan küçük olan bu gençlerden 20’si orduda askeri görev
edinmiş ve yüksek eğitim almış insanlardır. Yeri gelmişken, bazı bilgilere göre, 1300
alman savaşa katılıyor (Muhametov, 2014, s.32-38). Мухаметов Р. М. Феномен
«Исламского государства» // Россия в глобальной политике. - 2014. - № 5.

3.[4.] Bu noktada "İslam Devleti"nin gizli şekilde Batı tarafından desteklenmesine dair
iddialara uygun olarak bir gerçeği vurgulayalım. Ortadoğu savaşlarına katılmış, ama
sonradan vatana dönen insanlar alman polisi ve istihbaratı tarafından izlenmesine ve
denetimde bulundurmasına rağmen, hükümet temkinli görünüyor. Almanya İçişleri
Bakanlığı başkanı Fomas de Maiziere belirtti ki, savaş bölgesine giden herkesi komple
terörist olarak adlandırmak olmaz (Sosnin, 2016, s.126). Соснин В. А. Проблема
ИГИЛ в современной геополитической ситуации: детерминанты феномена
привлекательности // Институт психологии Российской академии наук.

56
Социальная и экономическая психология. - М.: Институт психологии РАН,
2016. - Т. 1, № 1. - С. 126-142.

DAEŞ’e asker ihraç eden ülkelerden biri de Fransa’dır. Bilgiye göre, bu ülkeden
savaş bölgesine 900 kişi gitmiş, bunlardan yaklaşık 100’i sonradan geri dönmüştür.
Bir ilginç olgu da var ki, Fransa’dan "İslam Devleti"ne gidenler genellikle erkekler
olsa da, şu anda oraya giden kadınların sayısı artmaktadır. Toplam DAEŞ’e katılan
yabancıların her üç kişiden biri Fransa vatandaşıdır ve savaş bölgesine gittikten sonra
onların yüzde 20’sinin (180 kişi) İslam’ı kabul ettiği bildiriliyor(Starostin, 2015,
s.55).
Tarihsel dünyada sömürgecilik politikası yürüten Büyük Britanya da Ortadoğu’ya
savaşçı gönderen ülkelerdendir. Bilgiye göre, hazırda "İslam Devleti"nde 500’den
fazla, bazı kaynaklara göre ise 750 Britanya vatandaşı var. Örneğin ABD’de
yayınlanan bir basın kuruluşunda James Foleinin başını kesen savaşçının milliyyeti
ingiliz olduğu gösterilmişti(Krasnov, 2017, s.39).
Belçika’nın toplam 11 milyon nüfusu olsa da, yüzdelerle bakarsak, DAEŞ’e en çok
asker veren ülkelerden sayılıyor. Belçika’dan 150 kişi DAEŞ terör örgütüne
katılmıştır. Şunu da hatırlatalım ki, daha 2012 yılından itibaren, Suriye’de yaşanan iç
savaşına Belçika’da ücretli asker toplayan "Sharia4belgium" adlı örgütte polis
defalarca denetim yaparak, çok sayıda üyesini hapsetmişti(Brilev, 2015, s.81).
Hollanda vatandaşları da DAEŞ ordusunda "hizmet" etmektedir. Hollanda İstihbarat
ve Güvenlik Teşkilatının verdiği bilgiye göre, savaş bölgesine 130 vatandaş gidip
onlardan 30 kişiyi sonradan geri döndü, 14 kişi ise savaş sırasında öldü(Krasnov,
2016, s.84).
1. Avusturya’dan bölgeye giden savaşçılar arasında Müslümanlarla birlikte, Hıristiyan
ve Yahudiler de var. Resmi rakamlara göre bu ülkeden "İslam Devleti"nin çağrısına
giden 130 kişiden bazıları artık vatana dönmüşler. Ayrıca, savaşa yollanan
Avusturyalılardan 20 kişinin öldürüldüğü, vatana dönenlerden 10 kişinin ise
tutuklandığı bildiriliyor(Fedorençko, 2015, s.174). Федорченко А. В., Крылов А.
В. Феномен «Исламского государства» // Вестник МГИМО-
Университета. - М.: МГИМО (У), 2015. - № 2 (41). - С. 174-183

57
Danimarka’dan bölgeye gidenlerin sayısı yaklaşık 100 kişidir ki, onlardan 11 kişi
öldü. Onların savaşta askeri becerilerini geliştirmesi, vatana döndükleri takdirde
resmi Kopenhag’da endişe yaratıyor.Norveç polisi ise bildiriyor, bu ülkeden DAEŞ’e
katılanların sayısı hayli az - 50-60 kişidir. Onlardan 20’den fazla kişi vatana döndü.
(Bunu tapa bilmedim)
Bosna, Kosova, Arnavutluk, Sırbistan ve Makedonya’dan savaş bölgesine gidenler
de belli sayı teşkil etmektedir. Kosova’dan hazırda DAEŞ’e ne kadar mensubunun
olduğu açıklanmasa da, polisin verilerine göre, 120 kişi savaşta yer almış olarak
değerlendiriliyor. Üstelik yapılan denetimler sonucunda 42 kosovalı savaşa gittiği
için hapse atıldı. Bilgide yaklaşık 16 kosovalının ise savaşlarda öldürüldüğü
söyleniyor(Starostin, 2015, s.12).Bosna Hersek’te 127 kişi savaşa katılıyor. Onlardan
16 kişi döyüşdükleri için hapis edildi.Arnavutluk’tan ise savaş bölgesine giden sayısı
140 kişidir. Bazı kaynaklar ise bu rakamın resmi olmasına dikkat çekerek, aslında
DAEŞ takımlarında daha fazla arnavut’un olduğunu düşünüyor.
Dünyanın en istikrarlı ve bahtiyar ülkelerinden sayılan İsviçre’de de "İslam
Devleti"ne ilgi büyüktür. Bilgiye göre, yaklaşık 10 İsviçreli (buna da qaynaq iste)
hazırda savaşlarda yer alıyor. Onların çoğu ise İslam’ı kabul etti.
Gürcistan’dan da savaşa katılanlar az değildir. Gürcistan basını son yıl içinde
"DAEŞ"e katılmak için Pankisi’den 100’e kadar yerli insanın Suriye’ye gittiğini
yazdı(Krasnov, 2016, s.85).Ayrıca, Avrupa birimleri olarak İspanya’dan 140,
İsveç’ten 100, İtalya’dan 50, Ukrayna’dan 50, Ürdün’den 30, Finlandiya’dan 30
kişi vesaire DAEŞ sıralarında savaşıyor. (burasını da mellimeden soruş)
Müslüman ülkelerinden savaşa katılanların sayısı ise doğal olarak daha fazladır.
Yazının başında da belirttiğimiz gibi listeye Tunus önderlik ediyor. Bilgiye göre,
hazırda Tunus vatandaşlarından 3 bin kişi "İslam Devleti"nin ordusunda hizmet
ediyor(Krasnov, 2017, s.39).
İslamiyet’in siyasi ve manevi merkezi sayılan, istisna durumlar dikkate
alınmazsa neredeyse topraklarında hiçbir zaman terör-falan yapılmayan Suudi
Arabistan’ın 2,5 bin vatandaşı da DAEŞ sıralarında hizmet etmektedir.
Fas’ın de bu listede özgün yeri var. Araştırmaya göre, şu anda 1500 faslı DAEŞ
sıralarında savaşıyor.Toplam 3 milyon nüfusu olan Lübnan ise "İslam
Devleti"ne ihraç ettiği askerlerin sayısına göre farklıdır. Bu ülkeden 900 kişi
savaşta katılıyor. (burasını mellimeden soruş)

58
1. Bugün Libya’da sivil savaş tüm gücüyle devam ettiği halde, 600 libyalı Irak ve Suriye
topraklarının işgal edilmesi için DAEŞ’e destek vermektedir(Şkarovskiy, 2015, s. 76)
Шкаровский А. «Все грани „Исламского государства“. История о том, как
и при чьей помощи террористическая организация стала такой большой
силой» // «Независимое военное обозрение», 15.05.2015

1. Sınırında yaşanan gelişmelere seyirci kalan Türkiye’den de aslında bu örgütün


sıralarında savaşanlar az değil. Bilgiye göre, hazırda "İslam Devleti"nin ordusunda 400
türkiyeli savaşıyor(Vays, Hasan, 2016, s.18). Вайс М., Хасан Х. Исламское
государство: Армия террора = ISIS. Inside the Army of
Terror. - М.: Альпина нон-фикшн, 2016.

Şu anda başı Batı’nın yaptırımlarına karışan Rusya’nın da ismi listede önemli


yerlerdedir. Günümüzde "İslam Devleti"nin savunmasında 1200 kişiden fazla Rus
var.
ABD de DAEŞ’in temel "velilerindendir". Bilgiye göre, 700 kişiye yakın
Amerikalı’nın savaşa katıldığı bildiriliyor(Krasnov, 2016, s.88).
1. Listenin devamı ise aşağıdaki ülkelerle uzanmaktadır: Mısır 360 kişi, Filipinler 341
kişi, Pakistan 330 kişi, Avusturalya 250 kişi, Cezayir 200 kişi, Kazakistan 150 kişi,
Nijerya 150 kişi, İsrail (Filistin’le birlikte) 120 kişi, Yemen 110 kişi, Çin 254 kişi, Sudan
100 kişi, Somali 70 kişi, Kuveyt 70 kişi, Endonezya 60 kişi, Japonya 41 kişi, Kanada 80
kişi, Türkmenistan. 54 kişi, Seyşel adaları 32 kişi, Afganistan 25 kişi. Ayrıca, esas
listeye alınmayan ülkelerden Vietnam’dan 13, Barbados’tan 11, Kamboçya’dan 10,
Trinidad ve Tabakodan 8, Palaudan 7, Burundi’den 7, Guyana’dan 5, Tuvaludan 5 ve
Kiribatidən 5 kişi DAEŞ sıralarında savaşıyor. Genel olarak, dünyanın 124 ülkesinden
16 bin savaşçı DAEŞ sıralarında savaşta yer almaktadır (Fedorçenko, 2015, s.176).
Федорченко А. В., Крылов А. В. Феномен «Исламского
государства» // Вестник МГИМО-Университета. - М.: МГИМО (У),
2015. - № 2 (41). - С. 174-183

3.4 DAEŞ’in CihatKabiliyeti ve Stratejisi

59
1. DAEŞ’in siyasi vizyonunun hayata geçirilmesini sağlayan kendi jeopolitik vizyonudur.
Bu vizyon DAEŞ’in kısa, orta ve uzun vadeli stratejisini de etkiliyor. DAEŞ, üç coğrafi
çevrenin birleşimini jeopolitik bir vizyona sahiptir: Irak ve Suriye’den oluşan "iç coğrafi
daire", geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan oluşan " yakın çevre halkası" ve Avrupa,
Amerika ve Asya’dan oluşan "uzak dış çevre halkası"(Starostin, 2015, s.66).
Старостин А. Н. Идеологические истоки ИГИЛ, практики агитации и
методы информационного противодействия радикалам // Мусульманский
мир. - 2015. - № 4. - С. 66

Irak ve Suriye’den oluşan "iç çevre", jeopolitik açıdan "kalp" (jeopolitik)


oluştururken, DAEŞ savunma ve saldırganlık stratejisi açısından askeri öncelikler
arasında yer almaktadır. Irak devletinin ve görünüşe göre Esad rejiminin ve savaşın
parçalanması, iç çevrenin stratejik hedefleri arasında yer alsa da, DAEŞ açısından iç
coğrafi çevrenin önemi; ideolojik düzeyde etnokülarist ayrımları derinleştirerek
şiddet uygulamalarını sürdürmek ve bu yayılımı hemen çevredeki halkayı kapsayan
geniş bir coğrafi alana yaymak için örgütsel duruşunu sürdürmek. Bu nedenle, iç
çember, zorla savunulması ve ele geçirilmesi zor bir savunma hattı olduğu için,
jeopolitik savaşın merkezi savunma dalını teşkil eder. Komşu çevrenin uzak çevre
çemberinde kaos tabanlı terörist faaliyetler yürüterek yeni savaşçıların merkeze
alınmasını sağlıyor. Aşırılık üzerine kurulu üst öykü terörist saldırıları DAEŞ’i
propaganda için harekete geçirmeyi daha da kolaylaştırıyor. Bir bütün olarak ele
alındığında, bu jeopolitik zil örgütün organizasyonel/kurumsal olarak ve sosyolojik
olarak canlı tutulmasına bağlıdır, ancak topraklarını Irak ve Suriye’de, yani iç
halkanın merkezlerinde tutmaktadır(Krasnov, 2016, s.88).
DAEŞ’in "yakın çevre" dediği ikinci coğrafi çevre, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın
geri kalanıdır. Bu yüzüğün nihai hedefi, zulmü merkez halka yaymak, yabancı
savaşçıların merkeze akmasını teşvik etmek ve sonuçta "İslam Devleti"ne girmek
için yeni iller aracılığıyla jeopolitik genişleme alanından taviz vermektir. Özellikle,
ihtilafı Suriye iç savaşının yol açtığı siyasi, askeri ve beşeri krizlerin üstesinden
gelmek için bir fırsat olarak kullanan örgüt, bölgenin kontrolünü bu coğrafi yüzük
üzerindeki aşırı radikal gruplar vasıtasıyla genişletmekte ve sınırları
genişletmektedir. Sözde "İslam Devleti" çalışıyor. Böylece, daire içerisinde hassas
kırılganlıklar üzerinde yeni bir kuvvet yoğunlaşması ve nüfuz sağlayarak, bu

60
ülkelerdeki fay hatlarını (etnik veya mezhep bölünmeleri yoluyla) derinleştirebilir ve
ideolojik propagandaya zemin hazırlama fırsatı bulabilir. Buna ek olarak, DAEŞ’in
yakın çevresindeki faaliyetleri ve diğer yerel organizasyonlar, toprağın genişlemesini
sağlayarak merkezi coğrafyayı savunmada daha fazla esneklik kazanmasını sağlıyor.
Dolayısıyla, orta ve uzun vadede yayılma hedefi için uygun bir şiddet ve çatışma
seviyesi vardır. DAEŞ, yakın çevrede 2014 ve 2015 yıllarında Mısır, Libya,
Kırgızistan, Yemen, Nijerya, Afganistan, Pakistan ve Özbekistan’dan oluşan ülkeler
grubunu kurmuş ve aşırılık yanlısı gruplara belirli bir genişleme sağlamıştır. Bu grup
ülke içinde, organizasyon bazı alanlarda, özellikle Libya ve Mısır gibi ülkelerde
kontrol ederken, diğer ülkelerde örgütsel bağlılık gösteren gruplar için alan kontrolü
yok. Böyle bir eşitlik, örme için askeri stratejinin bütüncül bir yapı kazanmasını da
engeller(Brilev, 2015, s.80).
1. DAEŞ’in "uzak dış çevre" olarak adlandırılan üçüncü coğrafyası, İslam coğrafyasının
dışında kalan dünyadır. Burada, "küresel düşman" türünde bir tanımın etrafında
şekillenen ve sözde "İslam Devleti" sınırları dışındaki tüm ülkelerin hedef tahtalarına
yerleştirilen söylemsel ve operasyonel bir strateji var. Bu çevrede önemli olan yeni
savaşçıların saldırı ihtimali olan sansasyonel eylemler yaparak merkezi coğrafyaya
katılmalarını sağlamaktır. Son yıllarda meydana gelen terörist saldırıların, özellikle
de Avrupa ülkeleri tarafından hedeflenen terörist saldırıların, yakın çevrede yakın
çevrede motivasyon benzerliğini harekete geçirmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Özellikle Avrupa’daki Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerde, eylemler büyük
saldırılarla yeni savaşçılar için bir propaganda ortamı yaratmayı amaçlıyor. Böyle bir
hedefin ardında saldırı sonrası Müslümanlara karşı bir tepki bekleniyor. Böylece,
kendilerine yönelik ayrımcı ve baskıcı saldırıları artıracak insanlar "cihat için" Suriye
topraklarına yönlendirilecek. Bu nedenle, Müslüman karşıtı sosyolojinin doğrudan
motivasyon hedefinde yarattığı belirsiz ve kırılgan bir ortam var(Krılov, 2014, s.32).
Крылов А. В. Реинкарнация «халифата» // Российский совет по
международным делам. - 22.10.2014.

Bir bütün olarak ele alındığında, DAEŞ’in saldırı hedefi olan üç coğrafi çevredeki
karakterler arasında önemli farklar olmasına rağmen, saldırıların hedefleri açısından
birbirlerini stratejik olarak desteklemesi planlanmaktadır. Bu strateji, iç çevredeki
savunma ve yaygınlaşma üzerine kuruludur; Emirlikleri oluşturmak ve yakın çevrede
kaos yaratmak; uzaktaki ortamda saldırı ve polarizasyon şeklinde formüle edilir
61
(Şekil 3.1). DAEŞ’in 2015 öncesi stratejisi, iç halkada toprak kontrolü sağlamak, El-
Kaide’den El-Nusra’ya en yakın düşmanlara karşı savaşmak için bu alanda sahip
olduğu ideoloji ekseninde devletin inşasını sürdürmek. ABD liderliğinin 2014 yılı
sonunda başlattığı müdahale ile yakın ve uzak coğrafi çevrelerdeki terörist
hareketleri temel alan bir strateji geliştirdi(Sosnin, 2016, s. 130).

Şekil 3.1:DAEŞ’in Türkiye’ye sınır ötesinde yaptığı saldırılar


Kaynak: Yeşiltaş, M. ve diğerleri(2016). Sınırdakı düşman Türkiye’nin DAEŞ ile mücadelesi. SETA
Yayınları

DAEŞ’in askeri stratejisinin en önemli yönlerinden biri kameraya çekilen, internet ve


sosyal medya aracılığıyla geniş kitlelere ulaşan ünlü zulümleri ve kriminal
cinayetleri oldu. DAEŞ teröristlerinin oluşturduğu dehşet, hiç kuşku yok ki, sadece
Ortadoğu için değil, bütün insanlık için dehşetli bir deneyim olmaya devam ediyor.
Yine bir askeri planlaşdırıcının gözüyle bakılırsa, reklamı "korkutucu şekilde, ancak
teknik bir anlayışla" yapılan bu katliamlar terör örgütünün siyasi mücadelesinin ve
psikolojik operasyon stratejisinin bir parçasıdır(Muhametov, 2014, s.16).

Doktrinde düşmanın algılarını yönlendirmek etkili bir caydırma aracı olarak,


yaşamsal önem taşımaktadır. Bu nedenle, psikolojik operasyonların özü - hedef olan
kitlenin davranışlarını oluşturmak için bilgi ve propagandadan kullanmaktır.
Psikolojik operasyonun bitmesi arzulanan son nokta ise uygun bir davranış kalıbı
yaratabilir. Böyle bir kalıp sonraki adımda düşmanın savaşma isteğini kırmayı
hedefliyor(Vays, Hasan, 2016, s.67).

62
1. Bellidir ki, DAEŞ kendisinin herkesin onunla uğraşmaktan kaçınacağı inanılmaz
derecede vahşi, kana susamış ve acımasız bir katil olarak takdim edilmesini özellikle
istedi. Bu terör şebekesi, bölgede yaşayan gruplar üzerindeki hakimiyetini onları
terör ederek ve kanlarını donduracak operasyonlar yaparak temin etti. Özellikle
vahşi başkesme görüntülerinin internet aracılığıyla yayılması, korkutucu ve
esrarengiz bir şekilde ölümsüzleştirilen terör ayinine çok etkili biçimde hizmet
verdi(Kemal, 2015, s.15). Кемаль А. ИГИЛ. Зловещая тень
халифата. - М.: Алгоритм, 2015. - 224 с

Bu siyasi mücadele ve psikolojik operasyon stratejisi Batılı ülkelerin Suriye ve


Irak’ta, askeri ilişki ve özel eğitimli kuvvetler operasyonları dışında, asker
konuşlandırmaktan uzak durmasını temin ederek, büyük ölçüde işe yaradı. Nitekim
bölgeyi DAEŞ’den temizlemek ve güvenilir askeri güçle elde tutmak için operasyon
alanında büyük konvansiyonel askeri güç konuşlandıran NATO üyesi olan tek ülke
Türkiye’dir(Kemal, 2015, s.16).
DAEŞ’in siyasi mücadele ve psikolojik operasyon stratejisi sürekli siber alemde etki
yaratma eylemleriyle de sıkı bağlıdır. Terör ağı interneti kendi propagandasını
yaymanın ve yeni savaşçılar teşvik etmenin bir aracı olarak kurnazca kullanıyor.
DAEŞ’in amiral gemisine - bayraktar mahiyetindeki programlarına online katılmak
oluyor. Ayrıca, videokliplerinde şokedici derecede öncü, hatta neredeyse mükemmel
derecede profesyonel bir teknik kullanılır(Krasnov, 2016, s.43).
O da not edilmelidir ki, örgüt bu medya malzemelerini "Facebook" ve "Twitter" gibi
"web platformlar" üzerinden geniş bir kitleye ulaştırma imkanı da elde etti. Bir başka
deyişle, DAEŞ yüzyılın müthiş derecede artan hızla gelişen bilişim ve
telekomünikasyon devrimine dair sağlam bir kavram geliştirdi(Krasnov, 2016, s.50).
Askeri açıdan bakarsak, DAEŞ’in taktik düzeyde çok ölümcül ve belirleyici bir
faaliyet gösterdiği, ancak kontrol ettiği toprakları elinde tutmak için savunma
operasyonları yaparken, çeşitli eksikliklerle karşılaştığı düşünülüyor. İlginçtir, sayıca
az kalarak, elverişsiz durumlara düştüğünde bile, DAEŞ sadece savunmaya takılıp
kalan yaklaşmadan uzak durdu ve saldırı merkezli anlayışa hakim bir fikre dönüşmüş
derecede, haddinden fazla önem verdi. Bu saldırı girişimlerinden bazıları kötü
öngörüldüğünden, büyük kayıplara yol açtı(Starostin, 2015, s.23).

63
1. Ayrıca bazı uzmanlar, bu terör ağının radikal Selefi gruplardan edinmiş, Irak BAAS
güvenlik kurumunun eski çalışanlarına, yerli katillerden yabancı terörist savaşçılara
uzanan çeşitli gruplardan oluştuğu için, bu grupların arasındaki büyük farklılıkların
kaçınılmaz şekilde DAEŞ dizilerinde stratejik ve taktiksel düzeylerde büyük fikir
ayrılıklarına neden oluduğunu belirtiyorlar(Muhametov, 2014, s.25).Sonuçta, terör
örgütü 2015 yılının başı ile 2016 yılının sonları arasındaki sürede kontrol ettiği
toprakların dörtte birini kaybetti(Erel, 2016, s. 21). Эрель А. Я была
джихадисткой. Расследование в центре вербовочной сети ИГИЛ =
Danslapeaud’unedjihadiste:
Enqueteaucoeurdesfilieresderecrutementdel’EtatIslamique / Пер. с фр. О.
Иванова. - М.: Кучково поле, 2016. - 256 с

Buna rağmen DAEŞ bu toprak kayıplarını onunla savaşanlara çok pahasına ödetmeyi
başardı. DAEŞ’in planlama grubu, bazen mantıksız derecede, aşırı saldırıya
indekslenen savunma hatları kurdu. Bu bağlamda, onlar ev yapımı patlayıcılarla
doldurulmuş intihar makineleri, öldürmeye alışılmış savaşçı düzenlenen ve kurnazca
gizlenmiş keskin nişancı noktaları, bubi tuzakları kurulmuş evler, hatta ellerine
geçirdikleri kimyasal maddelerden hazırlanan taktik sürprizleri kullanarak, savunma
hatlarının ölümcül artırma yolunu seçtiler(Fedorçenko, 2015, s.180).Kısacası dünya
DAEŞ’in sadece toprak kaybetmesi şeklinde ortaya çıkan başarısızlıklarına değil,
vahşetinin "göz kamaştırıcı" sınırlarına de şahit oldu. Bu karanlık miras DAEŞ’in
tahmin edilen bölge temelli olmayan dönüşümünde veya "El-Kaide"leşme sürecinde
kullanacağı belli, ancak etkili temel aktifi olmaya devam etmektedir(Sheyn, 2015).
(tapmadım. Eger mellime tapa bilse yaz, olmasa sil)
DAEŞ füze saldırılarını çeşitli askeri eksenlerde gerçekten etkili bir şekilde kullandı.
Özellikle, 2. Dünya savaşında kullanılan ismiyle "Katyuşa" adlandırılan 122 mm’lik
BM-21 "Grad" füzeleri terörist ağının tüketme savaşında seçtiği silah oldu. Terör
örgütünün füze kullanmasındaki en önemli unsur, çıkış platformlarının taşına bilmesi
ve manevra kabiliyetidir. DAEŞ yaklaşık 20 km’lik bir mesafe içinde etkili olan
"Grad" değişikliklerini bırakmak için 4x4 ve 6x6 platformlarından kullandı. DAEŞ
milisleri bu saldırılara derhal sonra, karşı saldırılara maruz kalmamak için, çıkış
platformlarının yerini değiştirirler. DAEŞ’in füze saldırılarının en bahtsız kurbanı,
muhtemelen Türkiye, özellikle güneydoğu’daki sınır kenti Kilis oldu. Bu nedenle,

64
"Fırat kalkanı" hareketinin en büyük hedef ve başarılarından biri, terörist ağının
Türkiye ile sınır olan bölgelerdeki tüm çıkış konumlarıyla birlikte, Suriye’nin El-Bab
kentindeki füze üretimi müessesesinden de mahrum edilmesi oldu(Sosnin, 2016,
s.126).
Panik yaratma kampanyasında Pilotsuz Uçan Cihazlar (PUA) da DAEŞ tarafından
çok geniş bir şekilde kullandı. Teröristler istihbarat operasyonlarından tutun, nokta
vuruşlu terör saldırılarına uzanan, geniş bir talimat alanında çeşitli PUA kullandılar.
Derhal akla gelen terör örgütünün en çok ses getiren PUA misyonları olarak piyasada
da bulunabilir "DJİ Phantom FC40 Quadcopter" markalı PUA 2014 yılında Suriye
Arap Ordusunun Rakkadakı 93. üssünü tutmak için kullanması veya daha yakın
dönemden bir örnek olarak, ABD liderine doğu Suriye’de gerçekleştirilen
operasyonları bozmak için 40 mm’lik mühimmat taşıyan PUA kullanmasıdır(Brilev,
2015, s.83).
DAEŞ Irak’ta da PUA kullandı. Özellikle dikkat çeken şudur ki, 2016 yılının ekim
ayında Musul yakınlarında patlayıcılarla yüklenmiş sabit kanatlı bir PUA iki
peşmergeli öldürdü ve iki fransız özel görevlisini yaraladı. Bu hücumun en önemli
tarafı ise patlayıcıların peşmergelerin üstüne inerken veya onlar tarafından ele
geçirilirken, patlamamış olmasıdır. PUA bir bubi tuzağı idi ve peşmergeler
patlayıcıları o dönemde fransız askeri irtibat bürosuna ev sahipliği yapan operasyon
üssüne götürdüklerinde, onlar önceden kurulmuş bir zamanlayıcı veya uzaktan
kumandalı ateşleyici ile patlatıldı. Bu olay, DAEŞ’in taktik planlama ve yürütme
olanaklarını göstermesi açısından, endişe yaratan bir dönüm noktası oldu(Krasnov,
2016, s.54).
Nihayet, terör örgütünün ev yapımı patlayıcılarla yüklenmiş intihar yöntemlerini -
araçları kullanması da çok önemlidir. DAEŞ zırhlı yük arabalarını ve zırhlı personel
taşıyıcılarını güçlendirerek, onları anında müdahale eden hava desteği veya tanka
karşı yönetilen füzeler olmadan neredeyse durdurulmayan korkunç terör silahlarına
çevirdi. Böylece, patlayıcı yüklü bu intihar makineleri, "Fırat kalkanı" harekatında
şehit olan türk askerlerinin ölüm nedenlerinden biri oldu(Muhametov, 2014, s.56).
DAEŞ’ın hayatta kalmasına imkan veren uyguladığı askeri stratejidir. DAEŞ askeri
stratejisinin hibrid stratejisi, diğer terör örgütleriyle karşılaştırıldığında, belirli bir
arazinin kontrolü, devlet benzeri bir kurumsal mimari bağlamında iç düzeni kurma
kapasitesi ile uyumlu değildir; sanat ve her zaman harekete geçirebilecek düzenli
ordu benzeri bir yapıya sahiptir. Öte yandan DAEŞ’in düşman olarak gördüğü

65
aktörler arasındaki çeşitlilik de askeri taktiklerini büyük ölçüde etkiliyor. Bu nedenle,
DAEŞ hibrid savaş teknikleri kullanıyor. Hibrid savaş temelde düzenli ve düzensiz
savaş teknikleri birlikte kullanılan bir savaş türü olarak tanımlanır. Hibrid savaşın
temel özellikleri şunlardır(Krasnov, 2016, s.52):
1. Ordudan ve yarı özerk hücrelerden oluşan hibrid bir askeri yapı,
2. Tüm teknikler için aynı anda uygulanabilen esnek ve uyarlanabilir bir
pragmatik strateji,
3. Aşırı şiddeti kullanma eğilimi, oldukça yüksek derecede sansasyonel terör
eylemleri,
4. Sosyal medyayı aktif ve agresif kullanarak propaganda ağı ve bilgi savaş
teknikleri yürürlüğe konan bir iletişim stratejisi,
5. Mali kaynaklar sağlamak için yasadışı olan her şeyi kullanan yasadışı bir
suçlular ağı,
6. Savaş hukukunun temel ilkelerini görmezden gelen bir tür anarşik
uluslararası hukuk yorumu.
Bir bütün olarak, hibrid savaşı; terörizm, gerilla savaşı ve konvansiyonel savaş ve
tekniklerden oluşan ve aynı anda belirli bir hedefe yönlendirilebilen ve sonuçta
coğrafi bölgenin etrafında hızla bütünleşebilen/birleştirebilen bir çatışma biçimi
olarak düşünülebilir kriz yaşanmaktadır. DAEŞ, yukarıda adı geçen hibrid savaşın
tüm rahatsız edici özelliklerinin kapsamı dahilinde olduğunun bir anlayışına sahiptir.
Şimdiye kadar uygulanan eylem şekillerine göre, hibrid savaşın tüm unsurlarının bir
anda kullanıldığı söylenebilir. Yukarıda bahsedilen savaş ve saldırı tekniklerinin
tümü iç coğrafyada devreye sokulurken hibrit savaşın bazı unsurlarına yakınlardaki
bazı ülkelerde (devlet yapısının çökmesi ya da önemli bir kısmı olabilir),uzak
ülkelerde ise büyük çaplı terörist saldırılarına başvurulmaktadır(Starostin, 2015,
s.60).Tüm bunlar DAEŞ’in cihat kabiliyyeti ve kendine özgü tekfirci yaklaşımının
bütünüdür. İslam’da cihat nasıl olması gerektiği diğer bölümlerde incelenecekdir.

66
4. İSLAM DÜNYASINDA CİHAT ANLAYIŞLARI
Bu bölümdeilk olarak cihatın tarifinden bahs edilmiş, daha sonra ise cihatın terim
olarak anlamı geniş bir şekilde ele alınmıştır.Bura kadar geniş şekilde araştırma
yapıldıktan sonra ise gayr-ı Müslimlere İslam dinini tebliğ hususu başlığı ele alınmış,
Gayr-ı Müslimlere İslam dininin nasıl tebliğ edilebileceyinden bahs edilmiştir. Cihat
konusunu daha iyi anlamak için cihatın aşamaları hakkında ayetlerden geniş şekilde
istifade edilmiştir. Ayrıca cihatın hedefi ve gayesi, maddi cihatın farziyeti, cihatın
hükmü, cihatın yapılmasına karar verilmesi ve icrası, cihatın kısımları, cihatın
hikmetleri, Kur’an ve sünnete göre cihatın şekli ve tatbikat usulü hakkında geniş
şekilde bahs edildikten sonra son alt bölümde İslam’da istişhad mevzusu ele
alınmıştır.

4.1İslam’da Cihat

Herhangi bir hakikat, tam bir tarifle açıklığa kavuşturulmaz, hudut ve sınırları
çizilmezse, çok tefsirlere ve yorumlara uğrar; farklı şekillerde anlaşılır ve değişik
renklere sokulur. Bu durum, istismara hazır bir zemin hazırlar ve neticede mefhumlar
anarşisini doğurur ve nihayet içtimai, idari ve hukuki bir takım çıkmazlar meydana
çıkar. Yazımda cihatın ayet ve hadislerdeki yeri ve alimlerin ayet ve hadislerden
çıkardığı hükümler ele alınacaktır.

4.2 Cihatın Tarifi

4.2.1 Cihatın lügat manası

Arapça “Cihâd” kelimesi, ‫ جاه””د‬fiilinin mastarıdır. O da “cehd” veya “cühd”


kökünden müştaktır (alınmıştır). Lügat kitaplarında cihatın manası şöyle
açıklanmıştır:
“‘Cihat’ kelimesinin lügatta (Arap lisanında) asıl manası; ‘güç, kuvvet ve
meşakkat’ ma’nâlarına gelir. Cihâd ve mücâhede gibi kelimeler, örf-i
nâsta ‘düşmanla mukátele etmek (savaşmak)’ ma’nâsında kullanılır (İbn
Manzur, 1401-1981, s.331)”.
“‘el-Cihâd’, kıtâl vezninde; ‘el-mücâhede’, mukátele vezninde olup;
‘Düşman-ı dîn ile harb ve kıtâl eylemek (savaşmak)’ ma’nâsındadır ki;
murâd, ‘mukátelede ifrâğ-ı vüs’ eylemektir.’ (Savaşta bütün gücünü sarf
etmektir) (Mütercim Asım Efendi, 1304/1305, s.1112)

67
“Cihâd: Dîni müdâfaa için kıtâldır (savaşmaktır)(Maluf, s.106).
“Cihâd” ve “Mücâhede” kelimeleri; “düşman karşısında müdâfaa için bütün
gücünü kullanmak” manasını da ifade ediyor. Cihd kelimesi lügatta bu umumi
manasıyla kullanılmaktadır.

4.2.2 Cihatın terim olarak anlamı

“Müslümânların, musâleha (sulh ve barış) hâlinde olmadıkları kâfirleri


İslâmiyyete da’vetten sonra, onlar da bu da’veti kabûl etmeyip reddettikleri
takdîrde, i’lâ-yi kelimetullâh (İslam esaslarını ve yüceliğini yaymak için
gösterilen gayret, bu gaye ile yapılan cihat) için savaşmalarına’cihâd’
denir”(İlmi Heyet, 1404, s. 124).

Hanefi ulemasına göre cihatın ıstılahi(terimsel) manası; “Kâfirleri hak dîn olan
İslâm’a çağırmak, kabûl etmeyenlere karşı malla canla savaşmak” demektir
Şafiiulemasına göre ise cihat; “İslâm’ın muzaffer olması için kâfirlerle savaşmak”
(Şerkavi, 1418/1997, s.391) demektir. Görülüyor ki, Hanefiulemasının cihat tarifi ile
Şafiilerin tarifi arasında netice itibariyle bir fark yoktur(İbni Abidin, 1412∕1992,
s.273). Diğer mezhep imamlarının tarifleri de Hanefi ve Şafiiulemasının tarifine
yakındır (Zuhayli, 1996, s.16).

Kuran’da cihat kelimesi hangi anlamlarda kullanılmıştır?


Kur’an-ı Kerim’de “cihâd” kelimesi ve ondan türeyenkelimeler, 35 defa
zikredilmektedir. Bunlardan 8 tanesi Mekke’de nazil olan surelerde, 27 tanesi ise
Medine’de nazil olan surelerde yer alır.
a)Medenisureler ve ayetlerde geçen “cihâd” ve ondan türeyen kelimelerin manası,
“i’lâ-yi kelimetullâh için kâfirlerle savaşmak”tır. Çünkü cihat, Müslümanlara
Medine devresinde farz kılınmıştır. Bu devrede başta Peygamber ve sahabelerin
kafirlerle din ve iman için bilfiil (fiili olarak) savaşmaları isbat eder ki,
Medenisurelerde geçen cihat kelimesinin manası, kafirlerle maddeten savaşmaktır.
Peygamber ve sahabe-i kiramın (cömertlik ve şeref sahibi sahabeler) kafirlerle olan
bütün savaşları, Medenisurelerde geçen cihat ayetlerinin fiili tefsiridir.
b)Mekkisurelerde geçen “cihâd” ve ondan türemiş olan kelimelerin manası ise;
“hüccet ve delille hasmı ilzâm ve iknâ etmek” veya “nefisle olan mücâhede”dir.
c)Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de geçen “nefr” ve “katl” masdarlarından türeyen
kelimeler de maddicihatı ifade etmektedir.

68
4.2.3 Gayr-ı müslimlere İslam dinini tebliğ hususu

‫َيا َاُّيَها الَّرُسوُل َبِّلْغ َم ا ُاْنِز َل ِاَلْيَك ِم ْن َر ِّبَك َو ِاْن َلْم َتْفَع ْل َفَم ا َبَّلْغ َت ِر َس اَلَتُه‬
‘’Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan,
O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.
Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez’’ (Mâide, 67).

Allah Teala bu ayet-i kerime ile Muhammed (s.a.v)’e, ehl-i kitap hakkında indirdiği
hükümleri onlara tebliğ etmesini ve bunu onlara tebliğ ederken onlardan
çekinmemesini emretmiştir. Allah ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanların
kıssalarını bu surenin başından bu tarafa zikretmiş, onların sakat taraflarını, dinleri
hususunda kötü niyetli olduklarını, Rablerine karşı cür’etkar olduklarını,
Peygamberlerini sindirmeye çalıştıklarını, Allah’ın, kendilerine gönderdiği kitabı
değiştirdiklerini, yediklerinin ve içtiklerinin murdar şeyler olduğunu zikretmiş,
Muhammed (s.a.v)’e de onların bu hallerini kendilerine söylemekten çekinmemesini,
onların sayılarının çokluğunun kendisine herhangi bir zarar veremeyeceğini
bildirmiştir. Allah yolunda hiçbir kimsenin korkmamasını, zira Allah’ın, bütün
yaratıklara karşı kendisine yeteceğini ve onu savunacağını bildirmiştir.

‫َو ُاوِح َى ِاَلَّى هَذ ا اْلُقْر اُن ُاِلْنِذَر ُك ْم ِبه َو َم ْن َبَلَغ‬


‘’De ki: Hangi şey şahadetçe en büyüktür? De ki: (Hak peygamber
olduğuma dair) benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur’an bana,
kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah
ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: “Ben
buna şahitlik etmem”, “O ancak bir tek Allah’tır, ben sizin ortak koştuğunuz
şeylerden kesinlikle uzağım” de’’ (En’âm, 19).

Peygamberin tebliğ metodunda peygamberin kafirlere karşı olan tebliğ vazifesi, iki
devre halinde mütalea edilir. Birincisi Mekke Devresi’dir. Bu devrede Peygamberin
elinde güç ve kuvvet bulunmuyordu. Peygamber bu devrede müşriklere rıfk
(yumuşaklık) ile muamele ederek onları hikmet ve güzel öğütle hakka davet
ediyordu (Nahl, 125). İslam dinine girmeyenleri ve kelime-i tevhidi ikrar etmeyenleri
(açıktan söylemeyenleri) cehennemle korkutuyordu (Leyl, 8-16). Hak, yalnız ve
yalnız onun elinde olduğunu, onların üzerinde bulunduğu yolun batıl olduğunu ifade
ediyordu (Yunus, 32). Tapmış oldukları putların hiçbir fayda ve zarara kadir
olmadıklarını beyan ediyordu(En’am,71).Kafirlerin kah “akılsız” (Mâide, 58),kah

69
“kör, sağır ve dilsiz”, kah “hayvanlar mesâbesinde, hattâ daha aşağı bir
derekede” olduklarını anlatmak suretiyle(Bakara,18) küfürlerini çürütüp onları
İslamiyet’e davet ediyordu. Peygamber, hakkı tebliğ ederken dininden hiçbir taviz
vermiyor, kafirlere-dünyevimuamele hariç-yanaşmıyor(Bakara,18) ve onlara
meyletmiyordu (Hud, 113). Ümmetin önde gidenlerinin hemen hepsi, bu çizgide
gerçekleştirilen bir mücadele sayesinde İslam’la tanışmışdılar. Ebu Bekr (r.a), Ömer
(r.a), Osman (r.a) ve Ali (r.a) gibi birinci safı teşkil eden Mekke’nin en azimli,
itibarlı şahsiyetleri bu dönemde iman ederek Müslüman olmuşlardı. Bununla yanaşı,
bu dönem Müslümanları tehlikeleri göğüslemeye, dişlerini sıkıp sabretmeye
çağırdığı bir dönemdir ve bu dönemde sabrı tavsiye eden yetmişden fazla ayet nazil
olmuştur.

İkincisi Medine Devresi’dir. Bu devrede Müslümanlar kuvvet bulur ve İslam Devleti


kurulur. Artık bu devrede-tebliğle beraber-dini hakim kılmak ve Kur’an’ın mesajını
bütün insanlara ulaştırmak vazifesi vardı. Onun için Peygamber bu devrede, kah
ferdleri, kah gruplar halinde insanları ilmen İslamiyet’e davet ettiği gibi Hicret’in
ikinci yılından itibaren savaş yolu ile de kafirleri İslamiyet’e davet etmiştir. Ancak,
Peygamber kafirlerle savaşmadan evvel onları İslamiyet’e davet ederdi. Eğer kabul
etmeseler, onlara cizye vermelerini teklif ederdi. Eğer bunu da kabul etmeseler,
onlarla savaşırdı. Gelecek hadis-i şerifler, bu daveti şöyle ifade etmektedir:

Tebliğ Mektupları’ndan bir örnek olarak Peygamber Necran Hıristiyanları’na şöyle


bir mektup yazmıştır:

“İbrâhîm, İshâk ve Ya’kúb’un Allâh’ının adıyla! Allâh’ın Resûlü olan


Muhammed’den Necran piskoposuna, Müslümân ol selâmette kalırsın!
İbrâhîm, İshâk ve Ya’kúb’un Allâh’ına hamdettikten sonra sizi, kullara
kulluk etmekten Allâh’a kulluk etmeğe, kulların dostluk ve himâyesinden
Allâh’ın dostluk ve himâyesine çağırıyorum. Eğer bunu kabûl etmezseniz,
cizye vermeyi kabûl edin. Şâyet bunu da kabûl etmezseniz, o zamân benimle
savaşmaya hazırlanın. Vesselâm”(İbn Kesir, 1418/1997, s.48).

Süleyman b. Büreyde’den, o da babasından rivayet eder ki; Peygamber sahabeden


birini, bir ordunun veya bir seriyyenin (düşman üzerine gönderilen süvari askeri
birlik) başına emir tayin etseydi, başta o emire ve onunla beraber olan Müslümanlara
takva ve hayrı tavsiye ederdi. Sonra onlara şöyle derdi:

70
“Allâh’ın adıyla, Allâh’ın yolunda, Allâh’ın hâkimiyyetini inkâr edenlerle
savaşınız. Lâkin ganîmet malından bir şey saklamayınız, zulümde
bulunmayınız, (onlar yapmadığı müddetçe) müsle yapmayınız, çocukları
öldürmeyiniz, düşmanınız olan müşriklerle karşılaştığınız zamân onları üç
şeye da’vet ediniz:
1) Evvelâ onları İslâmiyyete da’vet edin. Kabûl ederlerse, onlardan ellerinizi
çekin.
2) Eğer onlar İslâmiyyeti kabûl etmeseler, onlardan cizye isteyin. Cizye
vermeyi kabûl etseler, onlardan kabûl edin.
3) Eğer cizye vermeyi kabûl etmeseler, onlarla savaşın ve bu konuda
Allah’tan yardım isteyin’’ (Muslim, Hadis no: 1731) .

Kafirlerle savaşa başlamadan evvel, onları İslamiyet’e davet etmek konusunda


Fukaha-i İslam’ın (İslam hukukçuları) rey ve görüşlerinde Hanefiler şöyle derler:
“İslâm mücâhidleri, önce kâfirleri İslâmiyet’e da’vet ederler. Eğer kabûl etmeseler,
Allah’tan yardım dileyerek savaşa başlarlar”(İbnu’l-Humam, 1424, s.447).

Şafiiler şöyle derler: “Kendilerine İslâm da’veti yetişmeyen kişileri, İslâm dînine
da’vet etmeden onlarla savaşmak câiz değildir. Onlar, önce İslâmiyet’e da’vet edilir.
Kabûl etmeseler, onlarla savaşılır’’ (Nevevi, 1412/1991, s.440).
Malikiler şöyle derler: “Kâfirler, üç gün İslâmiyet’e da’vet edilirler. Kabûl
etmeseler, cizye vermeye da’vet edilirler. Bunu da kabûl etmeseler, onlara karşı harb
i’lân edilir’’ (İbni Abidin, 1412/1992,s.293).

4.3 Cihatın Aşamaları Hakkında Ayetler

Cumhur-i ulemaya (alimlerin çoğunluğu) göre; cihattedriciolarak üç aşamada meşru


(şeriata uygun) kılınmıştır.

Cihatın Birinci Aşaması:davet ve iyi muameledir.

‌ ‫َفاْص َفِح الَّص ْفَح اْلَج ميَل‬

“Ey Resulüm! O halde (onlara şimdilik) güzel muamele ederek aldırma!” (Hicr, 85).

Bu ayet-i kerime, Mekke devresinde Peygamberin münkirlere karşı afv ve safh ile
memur olduğunun apaçık delilidir. Diğer bir ayette de:

‫ُاْدُع ِالى َس بيِل َر ِّبَك ِباْلِح ْك َم ِة َو اْلَم ْو ِع َظِة اْلَحَس َنِة َو َج اِد ْلُهْم ِباَّلتى ِهَى َاْح َس ُن‬

71
Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel )!Resûlüm(“
şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete
.erenleri de çok iyi bilir!” (Nahl, 125)

Yani;“ey rasulüm! Sen insanları hak yola davete ve kurtuluş yollarını herkese
göstermeye, dünya ve ahiret menfaatlarına irşada me’mur olunca, Allah’ın tariki olan
hak dine insanları şüpheleri izale edecek muhkem ve hikmetle dolu delillerle, güzel
vaazlarla, tatlı sözlerle, meşhur mukaddimelerle, yumuşak sözlerle ve zihinlerinde
tesir edecek darb-ı mesellerle hak yola davet et ki, davetinde güzel etki olsun”.Bir az
da açarsak, kati ve muhkem delillerle, insanların zeki ve eşyayı hakikatıyla bilmek
isteyenleri; güzel öğütlerle, selim fıtrat sahiplerini ve bir takım mukaddematla ve
münazara adabıyla da inatçı, mücadeleci ve düşmanca tavır takınan kimseleri davet
et. Ayette hitap olunan kişi Allah rasulü ise de, vaizlerin de bu üsluba riayet etmeleri
ve vaazlarında insanların haline riayet ederek zamana ve zemine muvafık olarak vaaz
etmeleri lazımdır.Netice olarak, İslam’a davete insanların liyakat ve istidatlarına göre
davetin vacip olduğu, davet eden zatın davetin tesiriyle me’mur olmadığı, ayetten
açıkca görülmektedir.

Cihatın İkinci Aşaması:Kafirler, Müslümanlarla savaştıkları takdirde, Müslümanlara


savaş için izin verilen merhaledir.

‫ُاِذ َن ِلَّلذيَن ُيَقاَتُلوَن ِبَاَّنُهْم ُظِلُم وا َو ِاَّن َهّللا َعلى َنْص ِرِهْم َلَقديٌر‬

“Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş


konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette
kadirdir”(Hac, 39).

‫َو َقاِتُلوا فى َس بيِل ِهّللا اَّلذيَن ُيَقاِتُلوَنُك ْم َو اَل َتْعَتُدوا ِاَّن َهّللا اَل ُيِح ُّب اْلُم ْعَتديَن‬
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin,
çünkü Allah aşırıları sevmez’’(Bakara, 190).

İslam’ın başlangıcında Allah azze ve celle müşriklerle savaşmaya müsaade


etmemişti. Zira ehl-i İslam, müşriklere nispetle zayıf olduklarından o zamanda
savaşmak felaketten başka bir şey olmazdı. Rasulullah’ın Medine’ye hicreti ve
İslam’ın bir miktar güç kazanması üzerine Allah Teala, müşriklerden ehl-i İslam’la
savaşanlarla savaşılmasını emretti ve bu emirden sonra Rasulullah da harp için

72
tedarik etmeye başlamış ve icabında savaşmıştır.

Ayette bununla yanaşı birlikte, amirler, yönetici ve idareciler için de iyi bir ders
vardır. Zira Allah Teala, Müslümanların azlığını ve mühimmatın noksanlığını
dikkate alarak, savaşanlarla savaşmayı ve savaşmayanlara da saldırmamayı
emretmiştir. Eğer Müslümanların zaafı zamanında savaşmayı emretmiş olsaydı,
Müslümanların din düşmanları ile muharebeye tahammülü olmadığından
dağılmalarına ve mağlup olmalarına sebep olurdu. Şu halde, İslam’ın işi başında
bulunan zatlar için bu esaslara dikkat etmek ve daima düşmanla Müslümanların
kuvvetini mukayese edip yerine ve zamanına göre misliyle karşılık vermek önemli
görevlerinden olduğuna ayet delalet eder. Cenab-ı Hak yardım ederse de, maddi
sebeplerin hazırlanması elbette lazımdır. Çünkü adetullah (Allah’ın kainatta
uyguladığı kanunları), maddi sebeplere başvurduktan sonra sonuçları yaratmaktır.
Cihatın üçüncü aşaması,kafirler savaş açsın veya açmasın eğer Müslümanlar savaşın
kendileri için uygun olduğuna inanıyorlarsa, savaş açabilirler.

‫ِاْنِفُروا ِخ َفاًفا َوِثَقااًل َو َج اِهُدوا ِبَاْم َو اِلُك ْم َو َاْنُفِس ُك ْم فى َس بيِل ِهّللا‬


‫ذِلُك ْم َخْيٌر َلُك ْم ِاْن ُكْنُتْم َتْع َلُم وَن‬
“(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve
canlarınızla Allah yolunda cihat edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha
hayırlıdır”(Tevbe, 41).

Bu ayette Allah mal ve bedenle muharebeyi emir buyurmuştur. Çünkü bazı


kimselerin zenginliyi bulunur, bedeni müsaid olmaz. Zengin kimseler savaş
malzemeleri almak ve asker teçhiz etmekle harb eder ve bazı kimselerin de bedeni
müsaid olur, lakin zenginliği bulunmaz. Böyle kimseler de yalnız bedenleriyle cihat
ederler ve bazı kimselerin de her iki ciheti müsait olur, hem malen hem de bedenen
cihat ederler. Cihatın efdal olanı da bu kısımdır. Zira iki cihetle fazileti ihtiva
etmiştir.

‫َلْيَس َع َلى الُّض َع َفاِء َو اَل َع َلى اْلَم ْر ضى َو اَل َع َلى اَّلذيَن اَل َيِج ُد وَن َم ا ُيْنِفُقوَن َح َر ٌج ِاَذ ا َنَص ُحوا ِهّلِل َو َر ُسوِله‬
“Allah ve Resûlü için (insanlara) öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve
(savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara günah yoktur. Zira iyilik edenlerin
aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur. Allah çok bağışlayan ve çok
esirgeyendir”(Tevbe, 91).

73
Ayetten göründüğü gibi, Allah harbe muktedir olmayanları askerlikten istisna
buyurmuştur. Çünkü teklif (Allah’ın sorumlu tuttuğu görev, yükümlülükler): Kudret
nispetinde olduğundan harbe kudreti olmayanlara teklif etmek, gücünün yetmediği
bir şeyi ona yüklemek türündendir. Bundan dolayı, böyle kimseler şer’an (şeriata
göre) askerlikle mükellef değillerdir. Zira aciz olan kimseleri mükellef tutmak,
muktedir olan kimselere yük olmaktan başka bir şey olmaz. Ayetten göründüğü gibi
zayıf, hasta ve harcayacak hiçbir şeyi olmayan kimselerden harbe bağlı olan
hükümler düşmüştür. Amma mükellef olmadıkları halde askerlerin eşyaları başında
beklemek, suyunu getirmek ve düşmanın gözüne askerlerin karaltısını çoğaltmak gibi
birtakım iyi maksadlarla askerlere yük olmayacak kadar kudret sahibi olanların harp
mevkiinde bulunup yardım etmeleri daha iyi olur.

‫َقاِتُلوا اَّلذيَن اَل ُيْؤ ِم ُنوَن ِباِهّلل َو اَل ِباْلَيْو ِم ااْل ِخ ِر َو اَل ُيَح ِّر ُم وَن َم ا َح َّر َم ُهّللا َو َر ُسوُلُه َو اَل َيديُنوَن ديَن اْلَح ِّق ِم َن اَّلذيَن‬
‫ُاوُتوا اْلِكَتاَب َح ّتى ُيْع ُطوا اْلِج ْز َيَة َع ْن َيٍد َو ُهْم َص اِغ ُروَن‬
“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve
Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen
kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar
savaşın”(Tevbe, 29).

İslam dini bütün dinleri nesheden (hükmünü yürürlülükten kaldıran) olduğu cihetle
efdal ve kabule her yönden uygun olduğundan hak din denmiştir. Çünkü hükümleri
insan aklına uygun olduğundan ona tabi olanların dünya ve ahiret rahatlarını ihtiva
etmiştir. Bundan dolayı itaat etmek vacip olduğu halde itaat etmeyenlerle savaşmak
müminler üzerine vacip olmuştur.

Yahudi ve Hıristiyanlar kendi kitaplarını tahrif ettiklerinden, heva ve heveslerine


uyduklarından, kendi kitaplarının beyan ettiği helal ve haramlara riayet
etmediklerinden ayet onların kafir olduklarına delalet eder. Şu halde böyle kimseleri
hak dine davet edip eğer kabul ederlerse, kardeş edinmek ve eğer kabul etmezlerse,
cizye teklif etmek, onu da kabul etmezlerse, savaşmak vacip olmuştur.
Peygamber döneminde cihat şu merhalelerden geçti:
Birinci Merhale: İslamiyet’in başlangıçında Allah Resulü, hak ve hakikatı açıklayan
İslam dinini yayma ve izhar etmek, müşriklerden yüz çevirmek, onların
müstehziyane hallerine iltifat etmemek, eza ve cefalarına sabredip onlardan intikam
almak hususunda acele etmemek ile emrolunmuştu.

74
İkinci Merhale:Bu merhalede Peygamber, müşrikleri hikmet ve mev’iza-i hasene
(güzel öğüt) ile dine davet etmekle emrolundu.
Üçüncü Merhale:Bu merhale, Hicret’ten sonra Medine devresinde Müslümanlara
cihatizninin verildiği devreyi kapsamaktadır. Bu merhalede Peygamber, kendilerine
din-i İslam tebliğ edildiği halde, İslamiyeti kabul etmekten yüz çevirerek
Müslümanlara zulmeden ve onlarla savaşan kafirlerle maddeten cihat etmekle
emrolundu.
Yani, şunu söylemek gerekir ki, Peygamber Efendimiz, peygamberliğini inkar
etmekte inatla veya cahillik ve sapıklıkla direnen kimselere karşı davasının
doğruluğuna deliller getirir ve vaazlar ederek halkın gönüllerini bir araya getirmeye,
hak yolu ve doğruluk alametlerini göstermeyedikkat ederdi. Peygamberlik iddiasına
kalkışmasından beri uzun zaman geçtiği halde yalnız hikmetli vaazlar ve güzel
mücadele edip yumuşaklık göstermekle emredilmişti. Fakat normal akıl ve sağlam
görüş sahiblerince anlaşıldı ki, bu fırkaya hüccetler, burhanlar getirip vaazlar etmek
kar etmeyecek, doğru yola getirilip durumlarının düzeltilmesi bu yolla olmayacak ve
onlar dini kabul edip doğruluk yoluna girerek ruhlarının kurtuluşunu elde etmeye
çalışmayacak, sapıklık sebeblerini de ellerinden bırakmayacakları gibi; gerek Hazret-
i Peygamber ve gerek ashabına ve ona tabi olanlara eziyet etmekten de geri
durmayacaklar. Fırsat buldukça tuzaklar kurup İslam’ın yolunu kapatmak için türlü
fitneler çıkartmak hep bunların işidir. Zarar verme üslupları bulmak ve türlü
kötülükler yapmak, bu bozgunculuk ocağının öğündükleri şeylerdir. Bütün bunlar
artık açıklığın son derecesine ulaştı.Bundan dolayı, teşviki bırakıp, korkutma yolunu
tutmak, fesatçılık ve inat damarlarını kökten kesmek hikmet ve kuralına uyularak; bu
azgın fırka ilesavaşmanın farz olduğuna dair Allah’ın emirleri geldi ve gereği
yapılmaya başlandı.

4.4 Cihatın Hedefi ve Gayesi

Cihatın gayelerini şöyle sıralayabiliriz:


1. İlim yoluyla aklı ikna etmek, nefsi deliller getirerek susturmak, kalbi
şüphelerden tasfiye etmek, ruhu ilmin nuruyla nurlandırarak tevhid bayrağını
her kalpte dalgalandırmak ve böylece insanlığı küfürden, şirkten ve
inançsızlıkdan kurtarmak.

75
2. Düşmanların baskılarına, zulümlerine engel olarak, vatan ve memleketi
düşman esaretinden korumak, müslümanların can, mal, iffet ve namuslarını
saldırılardan muhafaza etmek.
3. Dinin tebliği hususunda karşısına çıkan engelleri ortadan kaldırıp, İslam’a
kabule hazır olan insanlara yapılan işkencelere, baskılara mani olmak ve
onlar üzerindeki bu cebri kaldırarak hakkın kabulüne zemin hazırlamak.
4. Toplumu bölmeye çalışan ve insanların arasına düşmanlık ve nefret sokmaya
dönük propaganda ve terror faaliyetlerine karşı her türlü tebdir almak, sulhü
temin etmek.
5. Harici düşmanlara karşı yeterince kuvvet hazırlayarak, onları tecavüzlerinden
vaz geçirmek.

İslam aleyhinde olan bir takım kötü niyet sahipleri, İslam’ın cihat konusunda
çelişkiye düştüğünü iddia etmektedirler. Müslümanların bir taraftan ‘dinde zorlama
yoktur’ derken, diğer taraftan İslam’ın kılıç ile yayıldığını kabul ettiklerini
söylemektedirler. Diğer bir kısmı da sanki İslam’ı müdafaa etmek istemekte ve
Müslümanlara yönlendirilen bu ‘kabahat’i def etmek için kötü bir niyetle
Müslümanların kalplerinden cihat fikirlerini söndürmek istemektedirler.
Bunun için de gayet hileli metodlarla bugün Müslümanların cihat emriyle görevli
olmadıklarını ve buna ihtiyaç kalmadığını söylemektedirler ve bütün bunları da
İslam’a sürülmüş bir lekeyi temizleyici bir edave tavır içerisinde
yapmaktadırlar.Uzun tarihi boyunca Müslümanlar hem savaşlara, hem dövüşlere
katılmış, hem de kılıç kullanmıştır. Fakat bütün bunları başkalarını zorla İslam’a
girdirmek için değil, cihat idealinden doğan muayyen hedefler için kullanmıştır.
Bunlar aşağıdaki maddelerdir:
1) Evvela İslam, Müslümanların karşılaştıkları eziyyet ve fitneleri ortadan
kaldırmak için cihat etmiştir. Böylece Müslümanların can, mal ve inanç güvenliğini
sağlamıştır. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’in;

‫َو اْلِفْتَنُةَأَشُّد ِم َناْلَقْتِل‬

‘’Fitne, katilden daha beterdir’’ (Bakara, 191)ayet-i kerimesi delil olarak onları
susturucu mahiyettedir. İslam’ın nazarında inanca baskı, itikad için zulüm ve itikad
sahiblerini yollarından çevirmeye çalışmak, hayata tecavüz etmekten daha beterdir.
İslami prensiplere göre inanç, hayati değerlerin en büyüğü ve en ulusudur. Mümin,

76
hayatını ve malını korumak için savaşabileceğine göre, inancını ve dinini korumak
için elbette ki daha iyi savaşabilir.
2) İslam, inanç serbestiyetini temin ettikten sonra, davet özgürlüğünü ikame
etmek için cihat etmiştir. O, varlık ve hayat meselelerinde en mükemmel ideal ve
hayatın tekamülü için en ileri disiplini getiren bir dindir. İslam bu baştan ayağa kadar
hayırlar, iyilikler olan kurallarını, bütün beşeriyyeti hidayete götürmek ve insanların
gönüllerine ve kalblerine kadar ulaştırmak için getirmiştir. İslami hakikatlar
açıklanıp tebliğ edildikten sonra dileyen iman eder, dileyen inkar eder ve dinde
zorlama yoktur.
3) İslam, yeryüzünde kendi sistemini yerleştirmek, onu hakim kılıp muhafaza
etmek için cihata baş vurur. İnsanın, kardeşi olan insana karşı muhabbetini,
uhuvvetini gerçekleştiren yegane düzen İslam ve onun getirdiği hakikatlerdir.
Nitekim Kuran-ı Kerim’de Allah şöyle buyuruyor:

‫َو َأَّلَف َبْيَن ُقُلوِبِه ْم َلْو َأنَفْقَت َم ا ِفي اَألْر ِض َجِم يعًا َّم ا َأَّلَفْت َبْيَن ُقُلوِبِهْم َو َلِكَّن َهّللا َأَّلَف َبْيَنُهْم ِإَّنُه َع ِزيٌز َحِكيٌم‬
‘’Ve (birbirlerine düşman olanların) kalblerinin arasını (îman ve ihlâsla)
birleştirdi. Eğer yeryüzünde bulunanların hepsini sarf etseydin, yine onların
kalblerinin arasını birleştiremezdin; fakat Allah, (onları birbirlerine kardeş
yaparak) aralarını (muhabbetle)kaynaştırdı. Çünki O, Azîz (kudreti dâimâ
galib gelen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır’’(Enfal, 63).

Diğer bir ayet-i celilede ise:

‫َو اْعَتِصُم وْا ِبَح ْبِل ِهّللا َجِم يًعا َو َال َتَفَّر ُقوْا َو اْذ ُك ُروْا ِنْع َم َة ِهّللا َع َلْيُك ْم ِإْذ ُك نُتْم َأْع َداء َفَأَّلَف َبْيَن ُقُلوِبُك ْم َفَأْص َبْح ُتم ِبِنْع َم ِتِه‬
‫ِإْخ َو اًنا َو ُك نُتْم َع َلَى َشَفا ُح ْفَرٍة ِّم َن الَّناِر َفَأنَقَذُك م ِّم ْنَها َك َذ ِلَك ُيَبِّيُن ُهّللا َلُك ْم آَياِتِه َلَع َّلُك ْم َتْهَتُد وَن‬

‘’O hâlde hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın ve


parçalanmayın!Hem Allah’ın size olan ni’metini hatırlayın! Hani (siz)
(birbirinize) düşmanlar idiniz de (Allah)kalblerinizin arasını (İslâm ile)
birleştirdi; böylece O’nun ni’meti sâyesinde kardeşler oldunuz. Hem ateşten
bir çukurun kenarında (küfür içinde) idiniz de sizi oradan kurtardı. Allah,
size âyetlerini böyle açıklar, tâ ki hidâyete eresiniz’’ (Al-i İmran, 103).

Peygamberimizin getirdiği bu din, vahşi ve geleneklerine aşırı taraftar muhtelif


kavimlerin ilkel ve kötü ahlaklarını kısa bir zamanda ortadan kaldırarak güzel ahlakla
teçhiz edip başka milletler üzerine galib etti. İslam’dan önceki zamanlarda kalp

77
katılığı ve ve merhametsizlik o seviyeye ulaşmıştı ki, kız çocuklarını babaları
utandıklarından diri diri gömerlerdi. İslamiyet ve onun üstün peygamberinin getirdiği
merhamet, insaniyet sayesinde, kızlarını gömerlerken hiç üzülmeyen adamlar, bu
dinle tanıştıktan sonra karıncaya bile ayak basmaz hale geldiler.

‘‘İşte, şu Asr-ı Saadet’i görmeyenlere Ceziret’l-Arab’ı gözlerine sokuyoruz. Haydi,


yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. O Zat’ın, o zamana
nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?’’(Nursi, 2013: s.
234). (Nursi, Said, Sözler, İstanbul, Sözler Neşriyat)
Aynı zamanda her türlü şekil ve çeşidi ile yeryüzünde insanın insana kulluğunu
kaldırıp Allah’a kulluğu ikame eden yegane nizam yine İslam’dır. İslam’da insanlara
hüküm koyan ve hüküm koyma yoluyla insanı horlaştırmak isteyen bir topluluk veya
birey yoktur. Sadece tek bir Allah vardır. O, bütün insanların Rabbi’dir, herkese eşit
şekilde hükümler vaaz eder. Kullar, yalnız O’na tevazu ve mahviyet içerisinde
yönelirler. Sırf O’na iman ve ibadet ile teveccüh ederler.
“Yüce İslam nizamını yerleştirmek için bugün de cihat, Müslümanların üzerine
farzdır. ‘Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah için oluncaya
kadar...’
Elbette İslam’ın bir nizamı olacaktır. Elbette bu nizamın bir kuvveti bulunacaktır. O
halde elbette İslam’ın cihat ülküsü de ayakta duracaktır. Bunlar olmadan, gayet tabi
ki, ne İslam düzeni, ne de İslami bir hayat mümkün olabilir.

4.5 MaddiCihatın Farzıyyeti

Kafirlerle maddeten savaşın farzıyyetini sarahaten (açık bir şekilde) bildiren bazı
ayet-i kerimeler şunlardır:

‫َلُك ْم َو َعسى َاْن ُتِح ُّبوا َش ًْيا َو ُهَو َش ٌّر‬ ‫ُك ِتَب َع َلْيُك ُم اْلِقَتاُل َو ُهَو ُك ْر ٌه َلُك ْم َو َعسى َاْن َتْك َر ُهوا َش ًْيا َو ُهَو َخْيٌر‬
‫َلُك ْم َو ُهّللا َيْع َلُم َو َاْنُتْم اَل َتْع َلُم وَن‬
“O, ‘Ya üzerinize savaş farz kılındığı halde, savaşmayacak olursanız?’
demişti. Onlar, "Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış
olduğumuz halde Allah yolunda niye savaşmayalım" diye cevap
vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz
çevirdiler. Allah zalimleri hakkıyla bilendir” (Bakara, 246).

78
Bu ayet, düşman tarafından yurtlarından çıkarılmış ve zillete düşürülmüş
İsrailoğullarından bir kavmin hikayesini anlatmaktadır. Onlar kendilerine
gönderilmiş olan peygamberlerinden bu zillete karşı cihatı emretmesini istemişlerdi.
Cihat hükmü verilince içlerinden az bir kısmı müstesna, çoğunluk savaştan vazgeçti.
Niyetleri sarsıldı, metanetleri gevşedi.

Bu ayet İsrailoğullarının yaşamış olduğu bu olayı bir ibret olarak anlatmaktadır.


Yani, rahatına ve huzuruna meyleden ve dünya nimetlerine düşkün milletlerin
durumu budur. İçlerinden çoğu güçlü ve kararlı olduğu zamanlarda savaşı arzu eder,
ama savaşmak zamanı geldiğinde korkar ve nefislerinin peşinden koşarlar. Bundan
dolayı Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde böylesi duruma düşmeyi
yasaklayarak şöyle buyurmuştur:
‘‘Ey Müslümanlar! Düşmanla savaşmayı temenni etmeyiniz. Allah’tan afiyet
dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sebat ediniz ve biliniz ki, cennet kılıçların
gölgesi altındadır’’(Buhari, hadis no:112).
Diğer bir hadiste ise şöyle der: ‘‘(Düşmana) rastlarsa kaçar ve (savaşsız olarak)
ganimet elde ederse, elde ettiği ganimette hiyanet eder durumdaki seriyye (askeri
müfreze)’den uzak durunuz. Yani böyle bir seriyyeye katılmayınız’’ (İbni Mace, hadis
no:2829).

Alimler düşmanla karşılaşınca geri kaçmak ve ganimet malında hıyanet etmeyin


haramlığı görüşünü beyan etmişdirler. Bu vasıfları üzerinde taşıyan askeri birlikde de
görev almanın doğru olmadığını ifade etmişler.

‫َو َقاِتُلوُهْم َح ّتى اَل َتُك وَن ِفْتَنٌة َو َيُك وَن الّديُن ُك ُّلُه ِهّلِل‬
‘’Ve onlar ile(dîn-i İslâm düşmanlarıyla) bir fitne kalmayıncaya kadar,(ya’nî
yeryüzünden küfür ve şirk zâil oluncaya kadar veyâ mü’minler küffârın hakaret ve
zilletinden kurtulup, gálib ve azîz oluncaya kadar) ve dîn tamâmıyla Allah için
oluncaya(bâtıl dînler müzmahil ve o dînlerin sâlikleri mağlûb oluncaya)kadar
kâfirlerle savaşın!’’ (Enfâl, 39).
‫َفَقاِتْل فى َس بيِل ِهّللا اَل ُتَك َّلُف ِااَّل َنْفَس َك َو َح ِّر ِض اْلُم ْؤ ِم نيَن َع َس ى ُهّللا َاْن َيُك َّف َبْاَس اَّلذيَن َكَفُروا َو ُهّللا َاَشُّد َبْاًسا َو َاَشُّد‬
‫َتْنكياًل‬
“Allah yolunda kâfirlerle savaşın. Tâ ki, dîn-i Muhammed (asm)’ı takviye ve i’lâ-yi
kelimetullâh vazîfesini edâ etmiş olasınız. Ve bilin ki; Allah (cc) cihâda koşanların
da ve ondan geri kalanların da sözlerini işitendir ve hepinizin hâllerini bilendir”

79
(Bakara, 244).

Allah (bir önceki ayette savaştan kaçmak suretiyle) ölümden kaçanların


kurtulamadıklarını bildirdikten sonra, Müslümanları cesaratlendirmek için cihatla
emretmiştir. Cihattan maksat, İslam dinini güçlendirmek ve Allah’ın adını
yüceltmektir. Yani İslam hükümlerini dünyaya hakim kılmaktır. Çünkü cihat, her ne
kadar memleketlerin yıkılması, insanların ölmesi gibi görünsede; hakikatte alemin
ıslahına ve insanlığın adil bir hukuk sistemine kavuşmasına sebebiyet verdiği için
büyük faydaları olan bir ibadet olarak kabul edilmiştir.

‫َفَقاِتْل فى َس بيِل ِهّللا اَل ُتَك َّلُف ِااَّل َنْفَس َك َو َح ِّر ِض اْلُم ْؤ ِم نيَن َع َس ى ُهّللا َاْن َيُك َّف َبْاَس اَّلذيَن َكَفُروا َو ُهّللا َاَشُّد َبْاًسا َو َاَشُّد‬
‫َتْنكياًل‬
‘‘Şu halde Allah yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlu olursun. Müminleri de
teşvik et. Allah, inkâra sapanların gücünü kıracaktır. Allah’ın gücü daha çetin,
cezası daha şiddetlidir’’ (Nisa, 84).

Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Allah şöyle buyurmuştur:

‘‘Allah, kendi yolunda cihata çıkan Müslüman kimseye ‘Benim yolumda cihat,
bana iman ve peygamberlerini tasdikten başka bir neden onu evinden
çıkarmıyor’ diye (büyük ikram ve çok sevab) hazırlamıştır. (Allah) ‘O kimseyi
cennete dahil etmek veya elde ettiği sevab veya ganimete nail olarak, çıktığı
evine (selametle) geri getirmek benim kefaletim altındadır’ (diye taahhüdde,
garantide bulundu). Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sözüne
devamla:‘Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Müslümanlara
güçlük çıkarmam endişesi olmasaydı, Allah yolunda cihata çıkan hiç bir
seriyye (yani savaş müfrezesine katılmak) dan katiyen geri kalmazdım.
Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda
savaşıp öldürmeyi, sonra dirilerek savaşıp katlolunmayı, sonra tekrar
dirilerek savaşıp öldürülmeyi arzularım’’(İbni Mace, hadis no:2753).

Benzer diğer bir hadiste ise Ebu Said el-Hudri’den rivayet edildiğine göre Allah
şöyle buyurmuştur:

‘‘Allah yolunda cihat eden (Müslüman) kimse, Allah’ın şu garantisi


altındadır: Allah ya onu mağfiretine ve rahmetine katar ya onu sevab ve
ganimetle (evine selametle) geri döndürür. Allah yolunda cihat eden
(Müslüman) kimse, evine dönünceye kadar durumu, (bu sürece) gevşeklik

80
etmeksizin (gündüzleri) oruçlu ve (geceleyin) ibadete devamlı kimsenin
durumu gibidir’’ (İbni Mace, hadis no:2754).

Hadisten anlaşıldığı gibi mücahidin cennete dahil olmasının Allah’ın garantisi altında
olmasından murad olunan, Allah’ın bağış ve ihsanı ile cennete kavuşturulmasıdır.
Mücahidin selametle ve bol ecirle evine döndürülmesi ile ilgili cümleden maksat da,
onun hem maddi hem manevi veya yalnız manevi mükafatla evine dönmesidir.
Ancak mücahidlerin bu ecire kavuşabilmesi için bu cihattan niyetlerinin dünyevi,
yani nam, şöhret, ganimet gibi sebepler değil, sırf Allah rızası olmalı ve bu cihatın
ihlaslı olması şartları da vardır.Hadisin son kısmında da şehitliğin ve gaziliğin
faziletini, bunları arzu etmenin şeriata uygun olduğunu gösterir.

4.6 Cihatın Hükmü

Cihat, seferberlik zamanlarında farz-ı ayn (her müminin mutlaka yapması gereken
vazife), onun dışında farz-ı kifayedir (bir kısım Müslümanların yapması ile
diğerlerinin günahtan kurtuldukları farz).

Farz-ı ayn olan cihatın delili aşağıdakı şu ayet-i celiledir:

‫اْنِفُروْا ِخ َفاًفا َوِثَقاًال َو َج اِهُدوْا ِبَأْم َو اِلُك ْم َو َأنُفِس ُك ْم ِفي َس ِبيِل ِهّللا َذ ِلُك ْم َخْيٌر َّلُك ْم ِإن ُك نُتْم َتْع َلُم وَن‬
‘‘(Ey müminler!) Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın. Ve Allah yolunda cihat
edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.’’buyuruğudur. (Tevbe, 41)

Ayet-i kerime’de geçen ‘‘ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın’’ buyruğunda


müfessirler bir kaç görüş beyan etmişlerdir. İmam Kurtubi’nin mezkur ayetle bağlı
tefsirinde ‘‘ağırlıklı ve ağırlıksız olarak’’ emrini aşağıdaki şekilde açıklayanların
olduğunu söylemiştir.

İbni Abbas’dan nakledildiğine göre bu emir ‘‘askeri birlikler şeklinde savaşa çıkın’’
diye açıklanmıştır.
Katade ise ayetten murad olunanın ‘‘isteyerek ve istemeyerek’’ diye görüşünü beyan
etmiştir.
Diğerlerine göre ‘‘meşgaleniz bulunsun veya bulunmasın’’ diye ayeti tefsir
etmişlerdir.
Bütün bu görüşleri beyan ettikten sonra İmam Kurtubi kendi görüşünü şöyle
açıklamıştır:

81
‘‘İnsanlar toptan savaşmakla emrolunmuşlardır’’ (Kurtubi, 1997, Tevbe, 41).
Müslüman topraklarının sınırlarının, savaşlarında düşmana direnç gösterecek
kimselerden boş kalmaması gerekir. Herhangi bir sınırda direnç hususunda zayıflık
olursa ve onlar adına endişelenilirse, bulundukları yerin iç taraflarına doğru
kendilerine en yakın olan en yakın olan şeklinde Müslümanların sefere çıkmaları ve
onlara insan ve silah yardımı yapmaları gerekir. Zira böylece cihat, ebediyyen
devamlı olacaktır. El-Muhît’te bu şekilde ifade edilmiştir (İbn Mâze, 1424/2004,
s.393-394).
Savaşı bize karşı onlar başlatmasalar bile, Müslüman olmayan müşrik Arap
kafirleriyle ve cizye vermeyi kabul etmeyip Müslüman olmayan bunlardan başka
kafirlerle savaşmak vaciptir. Fethu’l-Kadîr’de bu şekilde zikredilmiştir (İbnü’l-
Hümâm, s. 441).(İbnu’l-Humam, Kemaluddin Muhammed ibni Abdilvahid es-Sivasi,
Fethu’l-Kadir, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, I. Baskı, 1424)
“Cihat; erkek, deli olmayan, sağlıklı, köle olmayan ve güç yetirebilecek herkese
vaciptir”şeklinde el-İhtiyâr Şerhu’l-Muhtâr’da ifade edilmiştir (Mevsili, 1356/1937,
s.118).Çocuğa, köleye, kadına, köre, kötürüme ve herhangi bir uvzu kesik olana cihat
farz değildir. el-Hidâye’de bu şekilde ifade edilmiştir (Merginânî, ,s. 378).
(Merginani, Burhaneddin Ebu’l-Hasen Ali b. Ebu Bekr b. Abdulcelil el-Fergani el-
Merginani, el-Hidaye fi şerhi Bidayeti’l-Mubtedi, tahkik: Talal Yusuf, Daru İhya-i’t-
Turasi’l-Arabi, Beyrut)
Cihata çıkmak isteyen bir kimsenin, babası veya anası varsa; ondan izin almadan
çıkması uygun olmaz.Ancak genel seferberlik olursa izin almadan çıkabilir.Bir
şahsın, hem babası, hem de anası bulunur ve bunlardan birisi, cihat için izin verdiği
halde, diğeri izin vermezse; izin vermeyenin hakkına riayet için bu şahıs cihata
çıkmaz.Ana ve babasının her ikisi veya herhangi birinin hoş görmemesi halinde,
kişinin cihata çıkması mübah değildir. Bu durum, ister ana-babasının fakir olmaları
ve nafakalarının bu şahsın boynunda olması sebebiyle helak olmalarından endişe
duysun, ister böyle bir endişesi bulunmasın aynıdır.
Ana-babayla ilgili bu zikrettiklerimiz, anne ve babanın Müslüman olmaları halinde
geçerlidir. Fakatcihata çıkacak kimsenin ana-babasından her ikisi veya yalnızca biri
kafir ise ve oğullarının cihata çıkmasını hoş görmezlerse yahut yalnızca kafir olan
kerih görürse; bu durumda, oğullarının araştırma yapması gerekir: Araştırması
sonucunda, kendisinin ölmesi halinde, onların meşakkat çekecekleri veya acı
duyacakları kanaatine varırsa; bu durumda, cihata çıkmaz. Fakat onun cihata

82
çıkmamasını istemelerinin, kendi milletleri ve dindaşları ile savaşmasını hoş
görmediklerinden dolayı olduğunu anlarsa; bu durumda, onların rızaları olmasa bile,
savaşa çıkar. Ancak, bu durumda da, onların helak olacaklarından korkarsa; yine
savaşa gitmez.Araştırması sonucunda, bir kanaate varmaması halinde, bu şahsın, ne
yapacağı hususunda, bu şahsın savaşa çıkmaması daha uygun olur.Eğer, ana-
babasının, onun cihata çıkmamasını istemeleri, onun, din ehilleri ile savaşmasını
sevimli bulmadıkları veya zahmet çekmesini istemedikleri içinse; bu şahıs, yine
savaşa çıkmaz.
Bir kimsenin, babası ve anası olur ve bunlar, onun cihata çıkmasına izin verdiği
halde; bu şahsın dedeleri ve büyük anneleri, bunu hoş karşılamazlarsa; bu şahıs,
onların, hoşlanıp hoşlanmadıklarına iltifat etmez ve savaşa çıkar.Ancak, bu şahsın,
babası ve annesi ölmüş olur ve dedesi ile büyük annesi bulunursa; bu durumda,
onların izni olmadan cihata çıkamaz.Bu durumda, bu şahsın, babasının babası ve
anası ile anasının anası varsa; izin, babasının babasına ve anasına aittir. Bu hüküm, o
şahsın, cihata çıkmak istemesi halindedir.
Ancak bu şahıs, ticaret için düşman diyarına gitmek ister ve bunu da onlar kerih
görür ve düşmanların emiri, kendisinden korkulmayan biri, kavmi de, ahde vefa
gösteren bir kavim olarak biliniyor; bu şahsın da, oraya gitmekte menfaati bulunuyor
ise; onlara karşı gelmesinde bir beis yoktur.
Bu kimse, ticaret maksadı ile düşman yurduna, Müslüman askerleri ile beraber gider;
bunu da, babası ve annesi veya bunlardan birisi hoş karşılamazsa; bu askerler, büyük
bir kuvvet olur da, düşmandan korkulmayacağı görüşü kuvvetli olursa; bu şahsın
gitmesinde, bir sakınca yoktur. Ancak, askerin düşmandan korkacağı kanaatinde
olursa; bu durumda, gitmez.Keza, bu şahıs, bu yere, bir seriyye (müfreze) ile gitmek
isterse; bu durumda, ancak, onların izni ile gidebilir. Çünkü bir seriyye ile düşman
yurduna gitmesi halinde, helak olması ihtimali fazladır.Bu söylediklerimiz, ana,
baba, dedeler ve büyük anneler hakkındadır.
Bu şahsın, yukarıda saydıklarımızdan başka, zevil erham (yakın akraba) olan
mahremlerinden kızları, oğulları, kız kardeşleri, halaları, teyzeleri ve zi-rahm (nesebi
akraba) olan bütün yakınları, cihata çıkmasını kerih görürler ve bu kendilerine zor
gelirse; bu şahıs da-cihata çıkması halinde-onların helak olacağından korkuyor ve-
başka malı olmayan bu yakınlarının-nafakasını, kendisi temin ediyor ve bunlar, yaşça
küçük veya çok yaşlı iseler; bunların izni olmadan da, bu şahıs, cihata
çıkamaz.Bunların, nafakalarını temin eden bir şahıs olur veya kendi malları bulunur

83
yahut yaşlı olmalarına rağmen sıhhatli olurlar ve bundan dolayı, onların helak
olmalarından korkmazsa; bu durumda,o şahıs, bunların izni olmadan cihata çıkabilir.
Bir kimsenin karısı bulunur ve cihata gitmesi halinde onun helak olacağından
korkarsa; bu şahıs, karısının izni olmadan, cihata çıkamaz. Ancak, böyle bir korkusu
olmayan şahıs, karısının izni olmadan, cihata çıkabilir. Bu durum, karısına zor gelse
bile, hüküm aynıdır. Bir kadın, oğlunu, cihattan men ettiği zaman, eğer mutlaka bir
zarar ihtimali varsa; böyle yapmasında, o kadın için, bir günah yoktur (Şeyh Nizam,
1421/2000, s. 209-210).

Cihata çıkmakta anne ve baba izni ile ilgili delil şu hadistir:

‘‘Abdullah b. Amr (bin el-As) radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre


bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gelerek:-Ya
Rasulullah! Ben Allah’ın rızasını ve ahiret mutluluğunu dileyerek seninle
cihata gitmek niyetiyle geldim. Ve and olsun ki babam ve annem gelişim
nedeniyle ağlamakta oldukları halde ben geldim, dedi. Allah rasulü
sallallahu aleyhi ve sellem:-’O halde sen onların yanına geri dön de onları
ağlattığın gibi güldür.’ buyurdu’’ (İbni Mace, hadis no:2782).

Kısacası, seferberlik zamanlarında cihat yalnız düşmanın yakınında olanlara farz-ı


ayn olur. Arka bölgelerdeki Müslümanlara ise farz-ı kifaye olur, hatta kendilerine
ihtiyac his edilmediğinde bölgeyi terk edebilirler ve en yakın Müslüman güçlerin
düşmana karşı koymaktan aciz kalmaları sebebiyle veya aciz kalma değil de
tembellik yaparak cihat etmemek suretiyle kendilerine ihtiyaç duyulduğunda ise,
hemen arkadaki Müslümanlara, hiçbir şekilde terk edemeyecekleri namaz ve zekat
gibi farz-ı ayn olur. Sonra bu, doğudaki ve batıdaki Müslümanlara sırayla farz olana
kadar bu şekilde devam eder.

Cihatın farz olan başka bir şekli ise Müslümanların halifesinin her yıl bir defa
düşman üzerine bir askeri birliyi savaşmak üzere göndermesidir. Bu savaştan maksat,
düşmanları İslam’a davet etmek ve İslam’a girmelerine isteklendirme, onların
ihtiyatdan dolayı zulümlerinin karşısını almak ve en esas İslam’ın üstünlüğünü
sağlamaktır. Bu durum, onlar Müslüman oluncaya veya kendi elleriyle vergi verene
kadar devam eder.

4.6 Cihatın Kısımları

84
İslam dininde cihat, maddi ve manevi olmak üzere iki kısma ayrılır:
1) Maddi cihat: Kur’an’ın hakimiyeti için haricidüşman olan kafirlere karşı
silahla yapılan cihattır.
2) Manevi cihat: Dahili düşman olan münafıklara karşı ilim ve hikmetle onları
hakka davet etmek suretiyle onlarla yapılan mücahededir.
İslam uleması, cihatın bu iki kısmını gelecek ayet-i kerimeden istihraç (delillerden
hareketle hüküm çıkarma) etmişlerdir.

‫َو َم ا َك اَن اْلُم ْؤ ِم ُنوَن ِلَيْنِفُروا َك اَّفًة َفَلْو اَل َنَفَر ِم ْن ُك ِّل ِفْر َقٍة ِم ْنُهْم َطاِئَفٌة ِلَيَتَفَّقُهوا ِفىالّد يِن َو ِلُيْنِذ ُروا َقْو َم ُهْم ِاَذ ا َر َج ُعوا‬
‫ِاَلْيِه ْم َلَع َّلُهْم َيْح َذ ُروَن‬
“Bütün mü’minler, birden toplanıp savaşa çıkmaları doğru değildir. Her
kabîleden bir kısım savaşa gitmeli, onlardan bir kısmı da dîn ilimlerini
öğrenmek ve kabîleleri savaştan kendilerine döndüğü zamân, onları Allâh’ın
azâbıyla korkutmak için geri kalmalıdır. Olur ki, Allâh’ın azâbından
sakınırlar’’(Tevbe, 122).

Bu ayet-i celile, Müslümanların iki kısım cihat ile mükellef olduğunu ifade ediyor:
Biri maddicihattır ki; Müslümanlardan bir kısmının Kur’an’ın hakimiyeti için
kafirlerle savaşmasıdır. Diğeri ise manevi cihattır ki; Müslümanlardan bir kısmının
ilim tahsilinde bulunması, dahil-i İslam’da bulunan münafıkları delillerle susturması
ve mü’minlere karşı emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker yani, iyiliği emrediğ
kötülükten sakındırmak vazifesini edaetmesidir, yani, iman edenlere hakkı anlatmak
ve günahtan sakınmaları için nasihat etmektir.

Maddi cihat: Müslümanlar, Medine devrinde Peygamber ile beraber cihat emrini
aldıktan sonra, kafirlere karşı bilfiil harbetmişler ve bu harpler, Peygamber ahirete
irtihal edinceye kadar devam etmiştir (Fazilet Neşriyat Araştırma Heyeti, 2006,
s.168).Hulefâ-yi Râşid’in devresinde de Müslümanlar kafirlerle savaşmaktan geri
kalmamışlardır (Ahmet Cevdet Paşa, 2016, s.356). Asr-ı Saadet’ten sonra gerek
Emeviler, gerek Abbasiler, gerek Selçuklular ve gerek Osmanlılar, kafirlere karşı bu
maddi cihatı sürdürmüşlerdir (Ahmet Cevdet Paşa, 2016, s.516). Zira İslamiyet’in
idamesi, cihana yayılıp hakim olması, insanların cemaatler halinde fevc fevc , bölük-
bölük) gelip İslam ile hidayet bulmaları ve bu sayede hem dünya, hem de ahiret
saadetine nail olmaları, maddi cihat iledir. İslam tarihinde bu devrelerde maddi cihat
sebebiyle Müslümanlar, devamlı kafirlere karşı izzet ve refah içinde yaşamışlar; buna

85
mukabil kafirler ise zillet ve sefalet içine düşmüşlerdir. Müslümanlar, bu asırda ise
kafirlere karşı olan maddi cihatı terk ettikleri için kafirlerin hakimiyeti altına girmiş,
bunun neticesi olarak da zillet ve sefalete mahkum olmuşlardır.
Manevi cihat: Bu mesele, üç bölümde mütala edilecektir. Birinci bölümde dahildeki
düşmanları (münafıkları) ilim ve hikmetle hakka davet etmek ve onları hüccet ve
bürhan ile ilzam etmek, yani akli ve ilmi delillerle susturmak suretiyle, onlarla
mücahede etmektir.
İlim bütün kemalat ve inkişafın üstadıdır, yani bilgi bütün yeniliklerin ve
gelişmelerin üstadıdır. O bireyin iradesine inkişaf, fikrine metanet, karakterine
necabet kazandırır. Yalnız ilimle ölmüş kalpler ihya olur. Karanlıklar kılıçla,
süngüyle değil, ancak güneşle ve nurla aydınlatılabilir. Kılıçların feth edemediği
kalpler, kılıçların parıltısı ile ortadan kaldırılmaz. Cehaletin şiddetine karşı, kılıç da
kuvvet de aciz kalır, onu hafifletemez. O, ancak ilim ve hikmetle, Kuran’ın nurlarıyla
aydınlatılır ve bununla mümkün olabilir. İlimle yapılan cihat, şümullü ve umumidir.
Hem ilimle cihat daimidir; kılıçla cihatta olduğu gibi belli zamanlara münhasır
değildir. Nitekim Allah, ‘‘Hayırlı bir şeyi öğrenmek veya öğretmekten başka hiç bir
maksadı olmayarak benim mescidime gelen kimse, Allah yolunda savaşan mücahidin
mertebesindedir’’(İbni Mace, hadis no:227) .

Hadiste ilim öğrenimi ve öğretimi ile meşgul olmanın cihata benzetilmesi sebebi ise
ilmi çalışmada, dinin ihyası, şeytanın yenilgiye uğratılması, nefsin sıkıntıya
düşürülmesi ve şehvani arzuların kırılması gayesi mevcuttur. Bu nedenledir ki Allah
şöyle buyurmuştur:

‫َو َم ا َك اَن اْلُم ْؤ ِم ُنوَن ِلَينِفُروْا َك آَّفًة َفَلْو َال َنَفَر ِم ن ُك ِّل ِفْر َقٍة ِّم ْنُهْم َطآِئَفٌة ِّلَيَتَفَّقُهوْا ِفي الِّديِن َو ِلُينِذ ُروْا َقْو َم ُهْم ِإَذ ا َر َج ُعوْا‬
‫ِإَلْيِه ْم َلَع َّلُهْم َيْح َذ ُروَن‬
‘‘Bununla beraber, müminler hep beraber (cihat için) seferber olacak değillerdir.
Fakat onların her kabilesinden bir taifenin sefere çıkmaları, (diğerlerinin) dini iyice
öyrenmeleri ve seferden döndükleri zaman, kavimlerini (Allah’ın tehdid ettiği
hususlarda, azabı ile) korkutmaları gerekmez miydi? Ta ki onlar (da günahlardan)
sakınsınlar’’(Tevbe,122).

Peygamber şöyle buyuruyor:“Ellerinizle, dillerinizle ve mallarınızla cihat


edin’’(Nesai, Cihat, hadis no: 48). (Nesai, Ahmed b. Şuayb, Sunen-i Nesai,2014,
Beyrut, Muessesetu’r-Risale Naşirun)

86
İmam Rabbani, manevi cihatın bu bölümünü şu veciz ifadeleriyle şöyle beyan
etmektedir: “Bugün sizin söz ile yapdığınız cihât, cihâd-ı ekberdir. Size nasîb olan bu
ni’metin kıymetini biliniz. Var kuvvetiniz ile dîn düşmânlarını rezîl edip, hakkı
söylemeğe çalışınız! Bu söz ve kalem ile olan cihâdı, kılınç ile olan cihâddan dahâ
kârlı biliniz!” (Serhendi, 2015: 65. Mektup).
İslam dünyasında Müslümanların, özellikle alimlerin dahilicihatı, ilmen ve
kalemledir; maddeten ve kılınçla değildir. Yani İslam beldelerinde Müslümanların,
özellikle alimlerin kendi ülkelerinde yaşayan insanlara karşı yapacakları cihat, ister
Müslüman olsunlar, ister gayri müslim olsunlar farketmez onlara kılıç çekilmez,
silaha başvurulmaz sadece ilimle ve nasihatladır.
Manevi cihatın ikinci bölümünde her Müslümanın, nefis ve hevası ile olan
mücahedesidir. Müslüman, kafirlerle maddeten cihat ettiği gibi; kendi nefsiyle de
cihat eden kimsedir. Nefsine karşı cihatı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak
için kendisinde güç ve cesaret bulamaz.
Manevi cihatın bu ikinci bölümünün faziletini beyan eden, ‘’Senin en zararlı
düşmanın nefsindir’’ (Acluni, 1420,hadis no: 143), (Acluni, İsmail bin Muhammed,
Keşfu’l-Hafa, tahkik: Abdullah b. Ahmed b. Yusuf b. Hendavi, el-Mektebetu’l-
Asrıyye, I. Baskı, 1420/2000) ‘’Pehlivan, rakibinin sırtına yerine getiren değil, öfke
anında nefsine galip gelendir’’ (Buhari, Edeb, hadis no: 102) hadisleridir.
Birçok yönden nefisle cihat, büyük cihattır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
1. Nefis, insana diğer düşmanlarından daha yakındır. Bu düşmanın şerri, uzak
düşmanların şerrinden daha büyüktür. O terbiye edilmedikçe veya
susturulmadıkça şerrinden kurtulmak mümkün değildir.
2. Nefisle cihat daimidir, düşmanlarla cihat ise muvakkattır; hatta bazen hiç
vuku bulmayabilir. Vuku bulduğu takdirde de bu cihatı bazı Müslümanların
yüklenmesiyle cihat diğerlerinden düşer.Harbe katılanlar için harbin
bitmesiyle bu cihat son bulur. Nefisle mücahede ise böyle değildir. Bu
cihatla herkes her zaman mükelleftir. İnsan, günün iyimi dörd saatinde,
senenin on iki ayında, hasılı, ömrünün sonuna kadar bıkmadan, usanmadan
onunla mücahede etmek zorundadır.
3. Harici düşmanlarla yapılan cihatta, insan galip olarsa, düşmanı öldürürse,
gazilik gibi şerefli bir ünvan kazanır; tarihin şeref levhalarında izzetle yad
edilir. Mağlup olursa şehit olur, velayet mertebesine erişir, kutsal ve daimi bir
hayat kazanır. İnsan, nefsine mağlup olduğu halde ise şeytanın komutası

87
altına girer. Nefsin pençesi altında kahrolur. Hayvani hislerin esiri olur.
Böylece insaniyetini yer bitirir, mahfeder.

İmam Rabbanibu mücahedenin ancak kitap ve sünnete ittiba’ (tabi olmak)ile


olacağını şu ifadesinde izah etmektedir: “Kâinâtın Efendisi (aleyhi minessalevâti
etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ), kâfirlerle cihâddan geri dönünce; ‘Küçük
muhârebeden döndük, büyük cihâda geldik’buyurdu. Nefs ile savaşmağa, ‘cihâd-ı
ekber’dedi’’ (Serhendi, 2015, 41. Mektup).

“Bu yolda riyâzet çekmek (nefsi terbiye etmek) ve nefs-i emmâre (insanı
kötülüğe sürükleyen nefis) ile cihât etmek, ahkâm-ı şer’iyyeye (şer’i
hükümler)uymakla ve sünnet-i seniyyeye (Rasulullah’ın sözlerine, emirlerine
ve hareketlerine dair en yüksek ve kıymetli haller) yapışmakla olur. Çünkü
peygamberlerin gönderilmesi ve kitâbların indirilmesi, hep nefs-i emmârenin
isteklerini yok etmek içindir. Çünkü nefs-i emmâre, Allâhu Teâlâ’ya
düşmanlık etmektedir. Nefsin isteklerini yok etmek, ancak İslâmiyyete
uymakla olur. Bir kimse İslâmiyete ne kadar çok uyarsa, nefsin arzuları o
kadar azalır. Bunun içindir ki, nefse en zor gelen şey, en ağır gelen yük,
İslâmiyetin emrlerine ve yasaklarına uymakdır. Nefsi ezmek için, İslâmiyete
uymakdan başka yol yokdur. Sünnet-i seniyyeye uymadan çekilen
riyâzetlerin ve yapılan mücâhedelerin hiç kıymeti yoktur. Hindistan’daki
Cûkiyye ve Brahman denilen dîn adamları ve eski Yunan feylesofları böyle
idiler. Çekdikleri riyâzetler, sapıtmalarını arttırdı ve onları zarâra soktu’’
(Serhendi, 2015, 221. Mektup).

Hakikaten insanın en büyük düşmanı nefsidir. Zira o tezkiye (temizlenme) edilmezse,


bütün kötülüklerin menbaı, bütün fenalıkların başıdır. Bütün fitne ve fesatların dalalet
ve sehafetlerin temeli yine odur. Nefsin tabiatında kötülüklere, isyana meyil vardır.
Hiddet ve öfke ile kalp ve ruhu, akıl ve vicdanı karıştırır ve bulandırır. Ruhları azab
içinde bırakır. İnsanı günaha bulaşdırarak ta küfre kadar götürür. Zalim eder, cahil
eder, mağrur eder ve onu rububiyet dava edecek kadar alçaltır, zelil ve rezil eder.

Nefis ilim ve fazilet ile terbiye edilmezse, hakkı batıldan ayıramaz. Neticeleri
düşünmez; hazır lezzet ile yetinir. Meşru olmayan lezzetlere düşkündür. Daima
kendini beğenir. Kusurunu görmez, hatta görmek de istemez. Kendi kusurunu
görmediğinden irşad ve nasihatlara da kulağını kapar, ilim ve faziletten mahrum
kalır; cehalet bataklığına saplanır.

88
Nefis, her insana karşı ayrı bir silah kullanır. Mümini günaha sevk eder. Günahkarı
günahında ısrar ettirir, tövbeden uzaklaştırır. Zengini kibre, alimi kendini beğenmeye,
yöneticiyi zulme, fakiri şikayete götürür. Şükür, tevekkül ve rıza kapılarını kapatarak
küfür ve isyan kapılarını açar.

Bundan dolayıdır ki Yusuf aleyhisselam gibi bir peygamber;

‫َو َم ا ُأَبِّرُئ َنْفِس ي ِإَّن الَّنْفَس َألَّم اَر ٌة ِبالُّسوِء ِإَّال َم ا َر ِح َم َر ِّبَي ِإَّن َر ِّبي َغ ُفوٌر َّر ِح يٌم‬
‘‘Ben nefsimi kötülüklerden temize çıkarmıyorum. Muhakkak ki nefis şiddetle
kötülüğü emreder; Rabbinin rahmet ettikleri müstesna’’(Yusuf, 53) buyurarak nefsin
kötülüklerinden Allah’a sığınmıştır.

Manevi cihatın üçüncü bölümünde mümin, sadece kendi nefsini kurtarmakla meşgul
olmaz. Başkalarının ıslahına vesile olmak için hakkı tebliğ etmekle de memur
olduğunu bilir. İslam dininde buna “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” denilir.
Bu vazife, ümmet-i Muhammed’den bir grup Müslüman üzerine farz-ı kifayedir. Zira
Allah şöyle buyuruyor:

‫َو ْلَتُك ْن ِم ْنُك ْم ُاَّم ٌة َيْدُع وَن ِاَلى اْلَخْيِر َو َيْاُم ُروَن ِباْلَم ْعُروِف َو َيْنَهْو َنَع ِن اْلُم ْنَك ر َو ُاولِئَك ُهُم اْلُم ْفِلُحوَن‬
“Ey ümmet-i Muhammed! Sizden bir cemâat olsun ki; onlar,
‘a) İnsânları hayra (din ve dünyâ salâhına) da’vet ederler.
‘b) Onlara ma’rûfu, ya’nî aklın ve şer’in güzel gördüğü kitâb ve sünnete
muvâfık her şeyi emrederler.
‘c) Münkeri, ya’nî aklın ve şer’in çirkin addettiği kitâb ve sünnete muhâlif her
şeyi nehyederler.’
İşte felâha kavuşanlar, yalnız bunlardır’’ (Âl-i Imran, 104).

Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i’ ani’l-münkerin yapılma mecburiyeti bazı kayıtlara


bağlıdır. Bunlar sözün tesir edeceğinin bilinmesi, tesiri bilinmese bile kötü tepki
görmeyeceğinden emin olunmasıdır. Edilen nasihata küfürle veya kavga ile karşı
gelinecekse ses çıkartılmaz, sadece kalben buğzetmekle yetinilir (Er-Razi,
1405/1985, s.27).

Peygamber de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Sizden biri, bir münkeri gördüğünde


onu eliyle düzeltsin. Eğer buna gücü yetmezse, diliyle onu izâle etsin. Buna da gücü
yetmezse, kalben onu değiştirsin; ya’nî o münkere tarafdâr olmasın ve onun ref’i için
duâ etsin. Bu ise îmânın en zayıf mertebesidir’’(Muslim, İman:78).

89
Kötülüğe el ile mani olmak, onu fiilen engellemektir. Kötülük aletini kırmak, içki ise
dökmek, bir malın gasbı ise gasbedilen malı sahibine geri vermektir. Kötülüğe fiili
olarak engel olmanın boyutları sadece bu değildir. Öyle ki, emr-i bi’l ma’ruf ve
nehy-i ‘ani’l-münkerin yani, iyiliği emredip kötülükden sakındırma birçok sahfasında
kendisini gösteren oldukça önemli bir konudur.
Dil ile mani olmak; kötülük işleyene nasihat etmek, Allah’ın o kötülüğü işleyenler
için vad ettiği cezayı hatırlatmak ve o konudaki ayetleri okumaktır.
Kalb ile mani olmak da; o kötülüğe razı olmamak, kötülük işleyene içinden buğz
etmektir. Davranışın bu şekli manen engellemektir. Çünkü onun gücü daha fazlasına
yetmemektedir.
Kötülüğe kalben buğzetmekle yetinmek, imanın en zayıf durumda oluşudur. Hadis
‘Münkeri defetmeye gücü yetmeyen bir müminin imanı zayıftır’ şeklinde
anlaşılmamalıdır. İmanın zaafiyetinden murad olunan, sevab ve faziletin
noksaniyetidir. Yani, böyle bir durumda münkeri def için yapılabilecek en küçük
cihat, ona kalben razı olmamak olduğundan, elbette bu küçük cihatın sevabı da o
nisbette az olacaktır.
Hadisin zahiri, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ‘ani’l-münkerin yani, iyiliği emredip
kötülükden sakındırma kademeli uygulanışı olan bu tarzı gruplara bölmemiş tüm
Müslümanlara şamil etmiştir. Yani kötülüğe el ile mani olmak şu grubun, dil ile mani
olmak öteki grubun, kalben buğzetmek de başka bir grubun işidir diye bir ayırım
yapmamıştır. Ancak bazı alimler kötülüğü el ile engellemenin devletin, dil ile
engellemenin alimlerin, kalben buğzetmenin de avamın vazifesi olduğunu
söylemişlerdir (Şeyh Nizam, 1421/2000, s. 353).
Evet, kanaatimizce bu doğru sınıflandırmadır. Bir münkeri kuvvet kullanarak
defetmek devletin vazifesidir, çünkü güç kullanmak selahiyeti onundur, ferde
verilmemiştir. Kuvvet kanundadır, kanunu tatbikle de devlet vazifelidir.
Fertler kendi sahalarını tecavüz ettikleri taktirde buna bir hudut çizmek mümkün
değildir. Çünkü her kuvvetliden daha kuvvetlisi de çıkar. Bu ise çeşitli zulümlere,
anarşiye, kargaşaya yol açar. Mesela, ölüm cezasını hak etmiş bir kimseyi
cezalandırmak devletin vazifesi iken, bu vazifeyi bir birey kendi başına yapmaya
kalkışamaz.
Fertlerin kuvvet kullanma hususundaki saha tecavüzleri fiili anarşi doğuracağı gibi,
bir alimin yapması gereken bir vazifeyi bir cahilin yapmaya kalkışması da fikri olarak
anarşi meydana getirir. Bu da netice olarak yine fiili anarşiyi doğurur.

90
Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker yani, iyiliği emredip kötülükten sakındırma
vazifesini yerine getirecek Müslümanlardan müteşekkil bir ilmiheyetin temin
edilmesi, ümmetin üzerine, dolayısıyla Kur’an’a dayalı devlet üzerine farzdır. Taki,
ümmet, din hususunda fetvayı onlardan alsın. Nitekim Allah bu hakíkatı şöyle beyan
etmektedir:

‫َفْسعُلوا َاْهَل الِّذْك ِر ِاْن ُكْنُتْم اَل َتْع َلُم وَن‬


“Eğer bilmiyorsanız, ehl-i ilimden sorunuz’’(Nahl, 43).

Bu ayet-i kerimenin sarahatiyle (açıklık), Müslümanın din hususunda bilmediği bir


meseleyi ehlinden sorması farzdır. Bu müracaatın farziyeti, o beldede bu vazifeyi
yerine getirecek ehl-i ilmin vücudunu iktizaeder, yani ilim kimselerin varlığını
gerektirir. O halde, Müslümanlara böyle bir grup ehl-i ilmi yetiştirmek de bu ayet-i
kerimenin delalet-i işarisiyle işaret ettiği gibi farzdır. Taki, dinimeseleleri ehlinden
sormak emrini yerine getirmiş olsunlar.

4.7 Cihatın Hikmetleri

Eğer cihat olmasaydı, İslam dini önündeki engeller kalkmazdı, engeller


kalkmayıncada Allah’ın insanlığa dünyevi ve uhrevi bir reçete olarak gönderdiği bu
dinde insanlığa ulaşmazdı.

‫َو َلْو اَل َد ْفُع ِهّللا الَّناَس َبْع َض ُهْم ِبَبْع ٍض َلَفَس َد ِت اَاْلْر ُض‬
“Eğer Allâhu Teâlâ insânların bir kısmıyla diğer bir kısmını def’ etmeseydi (ya’nî,
cihât vâsıtasıyla kâfirlerin şerrini mü’minlerle bertaraf etmeseydi) yeryüzünde fesâd
olacaktı ve yeryüzü, onların günâhlarından dolayı fesâda gidecekti”(Bakara, 251).

Allah, cihatı farz kılmakla, masum ve mazlumların hak ve hukukunu muhafaza altına
alır. Böylece, beşerin mazlum taifesi, zalim taifesinden kurtulmuş olur. Harbin yasal
oluşundaki hikmet, alemin intizamına neden olduğunu Allah bu ayetinde beyan
etmiştir. Çünkü Allah, bazı insanların (kafirlerin) zulmünü, bazı insanlarla
(Müslümanlarla) ortadan kaldırmamış olsaydı; zalimler galebe ederek mazlumlar
perişan olurdu. Bütün dünyazulümle dolar ve yeryüzü bütün bozukluk ve fenalık
içinde kalırdı. Şu halde savaşla, Allah’ın emrine uymayanları ve kafir ve zalimleri
yok etmekle mazlumlara yardım edip, zalimlerden onların intikamını almak adaletin

91
ta kendisi olduğundan; Allah yolunda savaşmanın, alemin kurtuluşuna sebeb
olacağında şübhe yoktur.

4.8 Kur’an ve Sünnete göre Cihatın Şeklive Tatbikat Usulü

Kur’ân’daki cihât emrine muhatap olan Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn (her


bakımdan olgun ve Allah rasulü sallallahu aleyhi ve selleme uyan yüksek dörd
halife) ve Sahâbe-i Kirâm (cömertlik ve şeref sahibi ve dünya gözüyle Allah rasulü
sallallahu aleyhi ve sellemi görüp onun yolundan gidenler), bu ilahi emrin nasıl
tatbik ve icra edileceğini, yaptıkları savaşlarda bilfiil göstermişlerdir. Nitekim
Bureyde radiyallahu anh’den rivayet olunan bir hadiste Allah rasulü aleyhi’s-selam
şöyle buyurmuştur:

‘‘Ey kumandan! Müşriklerden olan düşmanlarına vardığın zaman onlara şu


üç hasletten (seçenekten) birisini seçmeye davet et. Bunlardan hangisine
icabet ederlerse, sen onlardan kabul et ve onlardan vazgeç. O üç haslet
şunlardır: (Birincisi) Sen onları İslamiyet’e çağır. Eğer Müslüman olmaya
icabet ederlerse, bunu onlardan kabul et ve onlara dokunma. Eğer onlar
müslümanlık dinine girmekten imtina ederlerse (ikinci haslet olarak) cizye
vermeyi onlardan iste. Şayet (cizye denilen vergi ödeme işini) yaparlarsa,
onlardan kabul et ve onlardan vazgeç (yani savaşma). Eğer onlar (bundan
da) imtina ederlerse (üçüncü haslet olarak muharebe için) onlar aleyhine
Allah’tan yardım dile ve onlarla savaş’’ (İbni Mace, hadis no:2858).

Bu hadis devlet başkanının kumandanlara ve maiyetindeki mücahidlere takva


üzerinde olmaları, kumandanın mücahidlere iyi davranması için tavsiyede
bulunmasının müstehablığına (sevilen, beğenilen) delalet eder.

Müslümanlar ehl-i harb savaş halinde oldukları kişileri halkını bir şehirde veya
kalede kuşattıklarında onları evvela, daha önce hadisten dolayı, İslam’a çağırırlar.
Çünkü onların Müslüman olma ihtimali vardır. Müslüman oldukları takdirde onlarla
savaşmayı bırakır. Hem de asıl maksad onların Müslüman olmalarıdır ve o da
gerçekleşmiştir. Müslüman olmamaları durumunda, cizye ehli ise cizye vermeye
çağırılırlar. Zira Allah;

‫َص اِغ ُروَن َو ُهْمَيٍد َعناْلِج ْز َيَةُيْع ُطوْاَح َّتى‬

92
‘‘Küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.’’(Nur, 61) buyurmuştur. Cizyeyi
kabul ederlerse, bize ait tüm hak ve sorumluluklara sahip olurlar.

Şayet düşman bunu da kabul etmezse, o zaman İslam ordusu muharebe gereği
habersiz baskın düzenlemek dahil her taktiği kullanabilir. Nitekim Aişe radiyallahu
anha’dan rivayet edildiğine göre Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem:
‘‘Harb hiledir.’’ buyurmuştur(Müslim, Cihat, Hadis No: 17).

Savaşta yapılacak hile, aldatma ve oyunlar Müslümanlar tarafından kullanıldığına


göre Allah bu hadisle mücahidleri bu nevi taktik ve manevraları kullanmaya teşvik
buyurmuş olur. Diğer tarafta ise Peygamber mücahitleri uyararak, düşmanlarının
kurabilecekleri tuzaklara düşmemeleri için dikkatlerini çekmiş oluyor.Hanefifıkhında
şu ibare mevcuttur:

“İslâm mücâhidleri, önce kâfirleri İslâmiyyete da’vet ederler. Eğer kabûl etmeseler,
Allah’tan yardım dileyerek savaşa başlarlar. Onlara karşı mancınıkları dikerler. Eğer
başka şekilde onları yakalamak ve vurmak imkânı yoksa onları yakarlar, onların
üzerine sel bırakırlar, ağaçlarını keserler, ekinlerini bozarlar. Zîrâ bütün bunlarda
onları hiddete getirmek ve onların şevketlerini kırmak ve cemâat ve birliklerini
dağıtmak vardır’’(İbnu’l-Humam, 1424, s.447).

Müslümanların savaşmadan önce, davet ulaşmış toplulukları, tam uyarı yapmış olma
adına İslam’a tekrar davet etmeleri müstehabdır (beğenilen). Ama vacip değildir.
Ancak, örneğin kafirler savaşa hazır halde olduklarından dolayı Müslümanlar davetle
uğraşmaktan zarar göreceklerse, davet etmezler.

İslam’ı veya cizyeyi kabul etmediklerinden dolayı müslümanlar onlara harp açıp
savaşırlar. Düşmanlarını boğarak ve yakarak alt üst ederler. Müslümanlar fazla
zorluk olmayacaksa, meyveli de olsa kafirlerin ağaçlarını kesebilir, ekinlerini yok
edebilirler. Bunları fazla zorluk olmadan yapabilme imkanları varsa, öyle yapmaları
gerekir. Bunları yapmadan galip gelecekleri kanaati ağır bastığında müslümanların
bunları yapmaları mekruhtur (hoş karşılanmayan). Nitekim Abdullah b. Ömer’den
rivayet edildiğine göre:

‘’Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem muhasara esnasında Beni Nadir’in


(yahudi bir kabile) yaş hurma ağaçlarını (savaş gereği olarak) yaktırdı ve
kestirdi. Bu mıntıka, (Beni Nadir’in hurmalığı olan) Buveyre (denilen mevki)
dir. Bunun üzerine Allah azze ve celle;‘(İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında)

93
herhangi bir hurma ağacını kestinizse veya kökleri üzerinde dikili
bıraktınızsa (bu hareketiniz) Allah’ın izniyledir ve fasıkları perişan etmek
içindir.’ ayetini indirdi’’ (İbni Mace, Hadis no:2844).

Bu hadis, savaş esnasında kafir düşmanların yaş ağaçlarını kesmenin ve yakmanın


caizliğine delalet eder. Bunun düşmanları zayıflatmak veya yerin genişlemesi için
kesildiği anlaşılmaktadır. Bununla beraber, Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellemin
bu davranışı bir ibret olsun diye ve onların yahudilerin maneviyatını kırarak oradan
çıkmalarını sağlamakdan dolayı hurma ağaçlarını yaktığı açık bir şekilde gözüküyor.
Kalan diğer ağaçların zarar görmemesinden dolayı malın bir hissesini telef etmek,
şeriata göre doğru olan bir faydadır, aklen de bunun böyle yapılması mantıklıdır ve
olay zamanı inen Haşr suresi beşinci ayetde de Allah azze ve celle bunun bir
bozgunculuk veya fesat olmadığını açıklamıştır.

Şafiiler şöyle derler:‘’Kâfirleri beldelere ve kalelere sıkıştırmak, onların üzerine su


bırakmak, onlara ateş atmak ve mancınıkla birşeyler fırlatmak, geceleyin onları
ânîden yakalamak câizdir. Onların içerisinde Müslüman esîr veyâ tüccâr bulunsa
dahi bunları yapmak yine câizdir. Mezhebin hükmü bunun üzerinedir’’(Nevevi,
2017: s. 296).
Sahih bir isnadla Seleme bin el-Ekva’dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
‘‘Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hayatta iken biz Ebu Bekr
radiyallahu anh’ın kumandasında Hevazin savaşına gittik ve Beni Fezare
kabilesine ait bir suya varıp gecenin sonunda konakladık. Nihayet fecir
zamanı olunca onlara yaygın bir baskın yaptık. Sonra biz başka bir su sahibi
olan ailelerin olduğu yere vardık. Bunlara da geceleyin baskın yapıp dokuz
veya yedi aşiret olan bunları öldürdük’’(İbni Mace, hadis no:2840).

Bu hadis açık bir şekilde savaş halinde müşriklerin evlerine gece baskını
düzenlemenin caiz oluşuna delalet eder.Esirlere gelince, kafirler Müslümanları veya
esirleri kendilerine kalkan veya siper edinirlerse, Müslümanlar onlara ateş açmaktan
geri durmazlar. Çünkü Müslümanlar ateş açmadıkları takdirde kafirler bunu
kendileriyle savaş imkanını ortadan kaldırmak için hile edine bilirler. Fakat
Müslümanlar bunu yaparken silahlarını kafirlere çevirir, onlara atmaya çalışırlar.
Çünkü Müslümanı kasten öldürmek haramdır. Müslüman ile kafiri bir birinden ayırt
etmek imkansızlaşınca atışlarını kafirlere yöneltirler. Bu arada kafirlerin kendilerine
siper ettikleri müslümanlardan biri öldüğünde onu tazmin etmek (zarar verdiği

94
kimsenin zarar ve ziyanını ödemek) gerekmez. Müslüman maktülün velisi ‘‘kasten
öldürdüğü’’ ne dair dava açtığında onunki değil, kafirleri kastettiğine dair atıcının
yeminli sözü kabul edilir. Çünkü kırbaçlama veya el kesme gibi hadd cezalarının
birinde ölen kimse gibi, farzlar uygulanırken meydana gelen kazalardan dolayı ceza
yoktur.

Hanbeliler şöyle derler: “Kâfirlere geceleyin hücûm edip onları ansızın yakalamak ve
öldürmek câizdir. Şâyet bu durumda öldürülmesi câiz olmayan kadın, çocuk ve
yaşlılar da öldürülse, yine bu câizdir. Zîrâ bu savaştan gaye, kadın, çocuk ve
yaşlıların bilfiil öldürülmesi değildir. Ancak dolayısıyla onlar da arada giderlerse
bir beis yoktur”(El-Behuti, 1403/1983, s. 375-377).
Müslümanların hiçbir kadın, çocuk, deli, ihtiyar ve yatalak hastayı katletmemeleri
gerekir. Çünkü bunlar savaş ehli değillerdir. Kadın ve çocukların öldürülmelerinin
mubahlığı ancak ayırd etmenin mümkün olmadığı durumlara ve zamanlara aittir.
Ancak bunlardan biri kral ise, savaşabilecek iktidardaysa, savaşa teşvik ediyorsa,
savaş hususunda görüş sahibi ise, savaşta kullandığı malı varsa, ihtiyar hile sahibi bir
kişiyse öldürülebilir. İslam’da savaşı mubah (yapılması veya yapılmaması şeriata
göre caiz bulunan şey, işlenmesinde sevab ve günah olmayan) kılan şey savaşmaktır.
Dolayısıyla bunlardan biri savaşırsa, şerrini, mefsedetini ortadan kaldırmak için
öldürülür. Savaşa insanları teşvik eden de öldürülür. Görüşüne başvurulan görüş ve
fikir sahibi, savaşandan daha zararlıdır. Savaşa malıyla yardımda bulunan kimse de
savaşçı gibidir ve aynı hükümler uygulanır.

4.9 İslam’da İstişhad

“Ağah olunuz! Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, sizin hayatı
sevdiğiniz kadar ölümü seven bir toplulukla size geliyorum!”(Sünen-i Saîd İbnü
Mansûr, s. 2482).
Yukarıda Ashab-ı Kiram’ın büyüklerinden Halid ibnü Velid’in Pers komutanlarına
gönderdiği mektubun sonunda geçtiği gibi Müslümanlar ölümden korkmazlar.
Bilakis sevinerek giderler. Bunun önüne geçmek isteyen ehli küfür yaptığı
oyunlardan birini de yine faklı şekilde oynamaktadır.
İnsanları cihattan soğutmak, gidenlerde de şehadet aşkını söndürmek. Bu emellerine
ulaşmak için cihat hadislerini ve elemek ve bunlarla alakalı olan ayetleri farklı
yorumlamaktadırlar. Bu hususta şeytana papucunu ters giydirecek işler

95
yapılmaktadır. Modernist bir bakış açısı ile aşırıya kaçmış DAEŞ zihniyeti arasında
hakiki ehli sünnet ve gerçek İslam anlayışı boğdurulmakta/ezdirilmek istenmektedir.
Bir takım müsteşrikler İslam’da kendilerine verilen misyon çerçevesinde
ılımlaştırmakla meşgulken peşinden giden bir takım yerli kesim ise onların bu
fikirlerine ön ayak olmaktadır. Bu genel bir bakış açısıyla var olmakta ise de hususi
olarak sadece istişhad meselesinde incelenecektir.
İstişhad lugatte,şehadeti talep etmek/Allah yolunda öldürülmek/demektir. Bir başka
mana olarak şahitlerden şahitliği talep etmektir. Fıkıhçılara göre de aynı manalara
gelmektedir (Nesefi, 1311, s.132). (Nesefi, Şeyh Necmuddin Ebi Hafs Ömer ibni
Muhammed en-Nesefi, Tılbetu’l-Talebe, el-Matbaatu’l-Amire, 1311)
Bir kişinin kendini helak ederek düşman askerlerine zayiat verdirmesi ile alakalı
fıkıh kitaplarında ve hadislerde bir çok nakiller vardır. Vahiy dini demiş olduğumuz
Din-i Mübin-i İslam’ın (hak ve hakikatı açıklayan İslam dini) bu hüküm hakkında
hadisler ve eserlerde nasıl beyanı olduğunu öğrenmeye bakalım.
Burada ifade edelim ki, İslam’da harb hukuku vardır. Esasen İslam baştan sona hayat
nizamıdır. Hayatta müdahale etmediği bir kısım yoktur. Dolayısıyla bu hususta daha
ilk dönemlerde hicri ikinci asırdan itibaren müstakil kitaplar yazılmıştır. Bazı
kitaplarda ise “Kitâbu’s-Siyer” ve benzer isimlerde kitaplarda bölüm olarak
zikredilmiştir. Bu mesele hayati önem taşıyıp devletin hareket sahasını tayin
ettiğinden dolayı günümüze kadar ehemmiyetini korumuştur.
Düşman üzerine hucum edip zannı galibince şehid olacak kişi hakkında üç görüş
vardır:Düşmana hezimet verecekse, ehli ilmin ekserisi caizdir demişlerdir.İmam-ı
Serahsî şöyle demiştir: ‘‘Bir kişi müşriklerden büyük bir topluluk üzerine hücum
ederse, şayet onlardan birçok kişiyi vuracak ise veya onlara galip gelecek ise bunda
beis yoktur. Eğer bilirse ki, onlara galip gelmeyecekse, bunu yapması caiz
olmaz’’(Serahsi, 1409/1989, s.76). (Serahsi, Ebu Bekr Muhammed ibnu Ebi Sehl es-
Serahsi, Kitabu’l-Mebsut, Daru’l-Marife, Beyrut, 1409/1989

İmâm-ı Muhammed ibnü Hasen eş-Şeybânî (1417/1997, s. 250)’ın Kitâbu’s-Siyeri’l-


Kebîr isimli kitabında şunları demektedir:
“Bir Müslüman kişi bin kişiye hucum etse; eğer onlara galip geleceğini ümit
ediyorsa veya onları hezimete uğratacağını düşünüyorsa bunda beis yoktur.
Bunu Rasûlüllâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in önünde Uhud savaşında ve
başka yerlerde yaptılar. Bunu yanlış görmedi. Bu hususta izin isteyenlere
izin verip bazısını şehadetle müjdeledi. Ancak onları yenmeyi ve galip

96
gelmeyi ümit etmiyorsa, bu yaptığı ona mekruh (haram) olur [Çünkü o kişi
Müslümanlara menfaati olmadan kendini helak etmiştir. Bunda müşriklere
hiçbir zayiat yoktur]”.
Maliki mezhebi fıkıh kitaplarından Hirâşî(1317, s. 120)’nin Muhtasaru’l-Halîl
Şerhi’de özetle şöyle geçmektedir: “Bir adamın ikiden fazla (kalabalık) müşriği
öldürmek için üzerine öleceğini bilse bile, hücum etmesi caizdir. Bu durum eğer
niyeti Allah Te’âlâ’nın rızası, onlara yeteceğini ve onları hezimete uğratacağını
bilmesiyle mukayyettir. Ancak bunu cesaretini izhar etmek için olursa caiz olmaz” (.
İmâm-ı Şâfii’nin el-Üm isimli eserinde özetle şöyle zikredilmektedir:“Ben bir adama
öleceği zannı galibinde olsa bile, düşman topluğu üzerine saldırmasında bir sıkıntı
görmüyorum. Çünkü Rasûlüllâh Efendimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem önünde
yapıldı” (Şafii, 1393/1973, s.169). (Şafii, İmam Ebu Abdilleh Muhammed ibnu İdris
eş-Şafii, el-Um, Daru’l-Marife, Beyrut, 1393/1973)Muhaddislerin büyüklerinden
olan İbnü Hacerel-Askalânî (1379, s. 316)de Sahîhu’l-Buhârî üzerine yazdığı
Fethu’l-Bârî isimli eserinde Mühelleb’ten naklederek; “Cihatta helak olacak yerlere
hücüm etmenin caiz olduğunda icma vardır” demiştir.İbnu Hacer, İmam Hafız
Ahmed ibnu Ali ibni Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, thk:
Abdulaziz ibnu Abdullah ibni Baz, Daru’l-Marife, Beyrut, 1379) İhyâ-u
Ulûmu’d-Dîn’de İmam-ı Gazali özetle şöyle demiştir:
“Bir Müslümanın kafirler safına üzerine hücum etmesi ve savaşması,
öleceğini bilse bile, caiz olmasında hiç hilaf yoktur. Ancak eğer bilse
ki,kafirlere hücumundan onlara bir hezimet olmayacak ama kişinin veya aciz
kişinin savaş meydanına kendini atması gibi bu haramdı. Kafirlerin üzerine
hücum etmenin caiz olması ölünceye kadar savaşacağını bildiği zamandadır.
Veya kafirler onun bu cesaretini müşahede etmesiyle kalplerinin (birliğinin)
kırılmasını; kafirlerde diğer Müslümanlarda ölüme pek aldırış etmeyip Allah
Te’âlâ yolunda şehadete olan sevgileriyle güçlerinin kırılmasını bildiği
zamandadır” (Gazali, 1426/2005, s. 796).
Bu hususta bir çok rivayetler vardır (Buhârî, hadis no: 3045):
a) Düşmana hezimet vermeyecekse bile, sadece şehadet için kafirlerin
safına hücum edebilir.Bunu bazı Maliki’ler zikrediyorlar (Karafi, 1994,
s.410). (Karafi, Şihabuddin Ahmed ibnu İdris el-Karafi, ez-ZEHİRA,
THK: Ustaz Muhammed Buhubze, Daru’l-Garbi’l-İslami, Beyrut,
1994)

97
b) Mücahid kişinin hiçbir şekilde düşman safına saldırmasının caiz
olmamasıdır.
c) Bunu da yine en zahir olan görüşün karşısında malikiler
zikretmektedir (Desûkî, s.183).
Bu üç görüşten birinci görüş sahih olan görüştür. Kişi bu ameli ile şehadet
mertebesine ulaşacak ve ecir alacaktır. Dolayısıyla ehli küfrün cephesinden
konuşulan bunun intihar olması ve bununla kişinin günah kazanacağı görüşünün batıl
olduğu zahir olur.

98
4. SONUÇ
Bu çalışma, DAEŞ’in cihat yaklaşımını ve İslam’da cihatı analiz etmiştir. Çalışma
kapsamında, DAEŞ’in nasıl bir terör örgütü olduğu, yaptığı eylemler, gruplaşmanın
cihat kabiliyyeti ve stratejisi incelenmiştir. Her şeyden önce, çalışma kavramsal ve
teorik bir çerçeve oluşturmuştur. Kavramsal olarak, uluslararası ilişkiler ve küresel
güvenlik kavramları, terörizm ve devlet dışı aktörler, dini yapılanmalar hakkında
tartışılmıştır.
Uzun süredir, DAEŞ terör örgütü Ortadoğu’yu panik içinde tutuyor. Musul’daki
Türkiye başkonsolosluğuna hain saldırı ve diplomatları, Türkiye vatandaşlarını rehin
alındıktan sonra bu örgüte ilgi daha da arttı. Üstelik DAEŞ’in Irak’ın kuzeyini
tamamen kontrole alması süreci devam ediyor.Bu radikal grup herkes için, seküler
hayat sürenler, çeşitli dini görüşlere mensup olanlar için baş ağrısına dönüştü.
Dünyada temel terörist örgüt olarak tanınan DAEŞ din alimleri tarafından da şiddetle
kınanıyor.
DAEŞ Irak savaşının ilk yıllarında kuruldu. 2004 yılında El-Kaide ile bağlılığını ilan
etti. Şiilere karşı nefreti gizlemeyen DAEŞ Mücahitlerin Konsey Birliği, El-Fetih, El-
Tevhid vel Sunne, El-Taiif El-Mansuri gibi tekfirci kuruluşlardan destek
alıyor.DAEŞ daha çok ehl-i sünnet’in yaşadığı bölgesinde aktiftir ve karşısına şeriat
hükümleri ile yönetilen hilafet devleti kurmak amacı koymuştur.
Bilgiye erişmenin çok kolay olduğu 21. yüzyılın bilgisayar çağında, İslam kendi
özgünlüğüyle anlaşılmadı ve sonuç olarak İslam’a karşı ciddi bir yanlış algı ve
önyargı olduğu kesin. Bunun iki temel nedeni var: Birincisi bugün İslam’dan
korkmak ve soğutmak için "İslamofobi" olarak ifade edilen projeleri gerçekleştirmek
için uluslararası arenada etkili ve güçlü bir medya imparatorluğu. İkincisi ve en
önemlisi İslam’ın temsili meselesidir. Müslüman bir tutum sergilemekten uzak
olabilir. Haziran 2007’de Aljazire gibi uluslararası çapta tanınmış televizyon
kanallarında her zaman ilk haberi olan El-Kaide tarafından kaçırılan sivillerin oyunu
sadece bir örnektir. Bununla birlikte, bu gibi olumsuz koşullara rağmen, İslam şu
anda dünyadaki en hızlı büyüyen dindir.
Dünyadaki uluslararası medyanın dünyada İslam’a karşı en çok çarpıtan ve
dünyadaki insanların zihninde sahte bir imaj yarattığının cihat anlayışının Kuran’a ve
sünnete göre yorumlanması ve düzeltilmesi gerekiyor. Cihat yalnızca "İslam’da
kutsal savaş" boyutuna indirilmemelidir. Efradî’yi ‘uygarlık’ ve ‘bütünlük’ olarak
nitelendirmek için savaşın öncelikle dini bir mesele olmaktan çok politik bir unsur

99
olduğu vurgulanmalıdır. Küçük ve büyük cihatın anlamı geniş anlamıyla ifade edilir;
bu demektir ki, cihat yolunda atılan her adım, gösterilen her çabadır ve bu nedenle
pozitif hareketle çelişen bir nokta yoktur.Cihat savaş, kutsal savaş, İslam’ın eseri,
Allah’ın gayreti için mücadele, kötülüğü yok etme operasyonu, kötülüğü yok etme
eylemi, bütün gücü ya da mücevheratı tüketmek olarak tarif edilmiştir.Bunların
dışında, Müslümanların egemenliği dışındaki toprakları dönüştürme mücadelesi ve
adamın kendi benliği ile mücadelesi olarak da tanımlanır.
Cihat, topluluktaki yolsuzluğu kaldırmak, zulümleri önlemek, Allah’nın adını
yüceltmek ve bu noktadaki tüm engelleri kaldırmak için yapılan eylemlerin genel
ifadesidir. Bu sayede insanlar zulümden kurtulabilir ve İslam’ı iyi bir sebeple tanımış
olurlar. Aksi halde, dünya toplumda yolsuzluk, zulüm ve sıkıntı çeker ve insanlık
bozulur ve dünya yaşanmaz olur.
Bugün Müslümanların zihinlerinde sömürgeciler ile vatanseverler arasında cereyan
eden savaşın, cihatrûhundan doğan bir akde savaşı olmadığı zihniyyeti hakim
olmuştur. Artık Müslümanların giriştiği savaşlar bir akíde savaşı değil; bir takım açık
pazarlar ve ham madde kaynakları te’mîn etmek için girişilen savaşlar olarak kabûl
edilmektedir. O yüzden de bu savaşlarda cihat mefkûresinden bahsetmek
lüzûmsuzdur
Ancak, DAEŞ’in acımasız eylemleri ve çirkin icraatları, ehli sünnet ve Kur’an-ı
Kerim’in dışında bozuk bir faaliyete sahip olduğunu göstermektedir.İslam dininin
nezaket, nezahet, şefkat, merhamet ve adaletine taban tabana zıt olan icraatlarıyla
daha çok kadim Haricilikgörüntüsünü vermektedir.

100
101
KAYNAKLAR

Aydınalp, H. (2010). Sosyal Çatışma ve Din. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


Dergisi, C. 19, S. 2, s. 198-201.
Birke, S. (2013). How al-Qaeda Changed the Syrian War. New York Review of
Books.
Birke, S. (2015). How ISIS Rules. The New York Review of Books.
Bozdoğan, B. S. (2016). DAİŞ: 3.Dünya Savaşı’nın deşifresi. Hayykitap.
Buhari.Sahihu’l-Buhari, Daru Tavki’n-Necat. Tahkik: Muhammed ibnu Zuheyr en-
Nasır.
Buzan, B. (1991). “New Patterns of Global Security in the Twenty-First Century”,
International Affairs, C. 67, S. 3, s. 439-441.
Crenshaw, M.(1981). The Causes of Terrorism. Comparative Politics, Vol. 13, No.
4, pp. 379-399.
Çıgankov, P.A. (1994). Uluslararası İlişkilerin Siyasal Sosyolojisi (Политическая
социология международных отношений). Moskova: Radiks.
Desûkî.Hâşiyetü’d-Desûkî ale’ş-Şerhi’l-Kebîr. Dâru İhyâ-i’l-Kütübi’l-Arabiyye.
El-Behuti (1403/1983).Keşşafu’l-kına an metni’l-ikna. Tahkik: Muhammed Emin
ed-Danavi, Alemu’l-Kutub, Beyrut.
Er-Razi (1405/1985).Mefatihu’l-Ğayb. I-XVI, 3. Baskı, Beyrut.
Fishman, B. (2008). Using the Mistakes of al Qaeda’s Franchises to Undermine Its
Strategies. Annals of the American Academy of Political and Social Science, 618:
46–54. doi:10.1177/0002716208316650.
Fazilet Neşriyat Araştırma Heyeti (2016).Muhtasar İslam Tarihi. Fazilet Neşriyat,
İstanbul.
Gazali (1426-2005).İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn.Dâru İbni Hazm, Beyrut.
Graham, K. ve Felicitio, T. (2006). Regional Security and Global Governance: A
Study of Interaction Between Regional Agencies and the UN Security Council with a
Proposal for a Regional-Global Security Mechanism. Brussels.
Harrison, P. (2015). The Territories of Science and Religion. University of Chicago
Press.

102
Heveling, L. V. (2005). Yolsuzluk politik finansman biçimleri: terörün yayılmasının
maddi temelleri (Коррупционные формы политического финансирования:
материальная основа распространения терроризма ) // Finansal terörizmi
önlemek için sermaye akımlarının finansal izlenmesi. Moskova: MNEPU Yayınevi.
Hirâşî (1317).Şerhu’l-Muhtasar li’l-Halîl.Matbaatü’l-Kübrâ el-Emîriyye, Bulak.
İbn Mâze (1424/2004).El-Muhîtü’l-Burhânî. Tahkik: Abdülkerim Sâmi el-Cüneydî,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.
İbni Abidin(1412/1992).Reddu’l-muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtâr, Daru’l-Fikr. Beyrut.
İbn Kesir (1418/1997).El-Bidâye ve’n-nihâye. Tahkik: Abdullah et-Turki, Daru’l-
Hacer.
İbni Mace.Sunen-i İbni Mace. Tahkik: Muhammed Fuad Abdulbaki, Daru İhyai’l-
Kutubi’l-Arabi.
İbnu’l-Humam (1424).Fethu’l-Kadir. Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye.
İbnü Hacer el-Askalânî (1379).Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî.Thk:
Abdulazîz ibnü Abdullah ibni Bâz, Dâru’l-Marife, Beyrut.
İbn Manzur (1481-1981).Lisanu’l-Arab. Dâru’l-Maârif, Kâhire.
İlmi Heyet(1404).El-Mevsu’atu’l-Fıkhiyye. Vizeratü’l-Evkaf ve Şuuni’l-İslamiyye,
Kuveyt.
Kaplan, M. A. (1961). Problems of Theory Building and Theory Confirmation in
International Politics.World Politics, Vol. 14, No. 1.
Kerley, K. R.et al. (2005). Religiosity, Religious Participation, and Negative Prison
Behaviors. Journal for the Scientific Study of Religion, Vol. ??, Issue ??,pp. 443–457.
Koçoi, S. M. (2005). Terörizm ve Aşırılık: Cezaî olarak hukuki özellik (Терроризм и
экстремизм: уголовно-правовая характеристика). Moskova: Prospect.
Kudashov, V. I. (2007).Küreselleşmenin Bir Ürünü Olan Terörizm (Терроризм как
порождение глобализма) // Küresel Dünyanın Anlaşılması: Kol. Monografi / otv.
N.N. Moskvich, Krasnoyarsk: Yayınevi "LITERA-print".
Kurtubi (1997).El-Camiu Li Ahkami’l-Kuran. Buruc Yayınları, İstanbul.
Kurtûbî(1353-1934). el-Câmî’ li Ahkâmi’l-Kur’ân.Dâru’l-Kütübi’l-Mısrıyye,
Kâhire.
Maluf, L.El-Muncid. Kasuliciyye Matbaası, Beyrut, XIX. Baskı.
Merle, M. (1986). Les Acteurs dans les relations internationales. Paris: Economica.
Mevsili (1356/1937).El-İhtiyar li talili’l-Muhtar. Talik: Şeyh Muhammed Ebu
Dukeyke, Matbaatu’l-Halebi, Kahire.

103
Muslim (1414/1991).Sahihu Muslim. Tahkik: Muhammed Fuad Abdulbaki, Daru
İhyai’l-Kutubi’l-Arabiyye.
Mütercim Asım Efendi (1304-1305).Tercemetü’l-Kámûs, İstanbul.
Nevevi, M. (2017). Muğnîl-Muhtâc. Mutercim Yayınları.
Nevevi, M. (1412/1991). Ravzatu’t-Talibin. Tahkik: Zuheys eş-Şaviş.
Öcalan, A. (1993). Tasfiyeciliğin Tasfiyesi.Serxwebu.
Öcalan, A. (2002). Özgür Yaşamla Diyaloglar, 1995-1998 Çözümlemeleri.Çetin
Yayınları.
Sandıklı, A. ve Emeklier, B. (2012). “Güvenlik Yaklaşımlarında Değişim ve
Dönüşüm”, Teoriler Işığında Güvenlik, Savaş, Barış ve Çatışma Çözümleri, İstanbul.
Serahsî (1409-1989).Şemsü’l-Eimme Ebu Bekir Muhammed ibnü Ebî Sehl es-
Serahsî, Kitâbu’l-Mebsût, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut.
Serhendi (2015).Mektûbât Tercemesi. 1. Cilt, Tercüme eden Hüseyn Hilmi Işık,
İstanbul, Hakikat Kitabevi.
Şerkavi (1418/1997).Haşiye ala Tuhfeti’t-tullab. Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut.
Şeybânî (1417-1997).Kitâbu’s-Siyeri’l-Kebîr.Thk: Ebu Abdullah Muhammed Hasen
Muhammed Hasen İsmâil eş-Şâfîi’, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut.
Şeyh Nizam(1421/2000). El-Fetava’l-Hindiyye. Tashih: Abdullatif Hasan
Abdurrahman, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1. Baskı, , Cilt 2, Sayfa 209-210.
Wæver, O. (1995). Securitization and Desecuritization. In R. D. Lipschutz (Ed.), On
Security. Columbia University Press.
Wardlaw, G. (1989). Political Terrorism: Theory, Tactics and Counter-
Measures,Cambridge:Cambridge University Press.
Wolfers, A. (1952).‘National Security’ as an Ambiguous Symbol.Political Science
Quarterly, Vol.67, No.4, pp.481-502.
Yeşiltaş, M. ve diğerleri (2016). Sınırdakı düşman Türkiye’nin DAEŞ ile
mücadelesi. SETA Yayınları.
Zuhayli, V. (1996). İslam Hukukunda Savaş. İhtar Yayıncılık, İstanbul.
Internet Kaynakları:
ABC News-Australia (2014). Iraq crisis: Could an ISIS caliphate ever govern the
entire Muslim world?. Alındığı tarih: ???, adres: http://www.abc.net.au/news/2014-
07-02/could-an-isis-caliphate-ever-govern-the-muslim-world/5559806
Ahmet Cevdet Paşa (2016).Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa, Kısas-ı Enbiya ve
Tevarih-i Hulefa. I-II. Cilt, Bedir Yayınevi, İstanbul.

104
İNTERNET QAYNAĞI DEYİL
Akyol, M. (21 Aralık 2015). "A Medieval Antidote to ISIS". ( 12.11.2017) Alındığı
tarih: ???,adres: https://www.nytimes.com/2015/12/21/opinion/a-medieval-antidote-
to-isis.html
Al Jazeera(15 Haziran 2013). Iraqi al-Qaeda chief rejects Zawahiri (01.12.2018)
orders. Alındığı tarih: ???,
adres:http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2013/06/2013615172217827810.ht
ml
Al Jazeera(9 Haziran 2013). Qaeda chief annuls Syrian-Iraqi jihad merger.
(10.12.2017) Alındığı tarih: ???,
adres:http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2013/06/2013699425657882.html
Al Jazeera (17 Ağustos 2014). Islamic State group 'executes 700’in Syria.
https://www.aljazeera.com/news/middleeast/2014/08/islamic-state- group-executes-
700-syria-2014816123945662121.html
Al Jazeera (11 Ekim 2014). ISIL 'publicly executes Iraqi journalist',
https://www.aljazeera.com/news/middleeast/2014/10/reports-isil- executes-iraqi-
journalist-20141010194149556427.html
Al Jazeera (15 Şubat 2015). ‫ قبطيا مصريا بليبيا‬21 ‫تسجيل يظهر إعدام تنظيم الدولة‬. Alındığı
tarih: ???,(21.12.2017) adres: http://www.aljazeera.net/news/arabic/2015/2/15
Al-Othman, H.(14 November 2015). "Paris attacks: Islamic State claims
responsibility as French President Francois Hollande promises "merciless"
revenge". Alındığı tarih: ???,(20.12.2017) adres:
http://www.standard.co.uk/news/world/paris-attacks-french-president-francois-
hollande-says-shootings-were-an-act-of-war-by-islamic-state-a3114476.html
Alyssa, N. (20Ağustos 2014). Another American hostage threatened with
death. Alındığı tarih: 22.0128.20174), adres: http://www.cbsnews.com/news/steven-
sotloff-american-journalist-threatened-with-isis-execution
Amara, T. (26 Hazn 2015). "Gunmankills 39 at Tunisian beachside hotel, Islamic
State claims attack". Alındığı tarih: (0522.018.2018)5,
adres:https://www.reuters.com/article/us-tunisia-security/gunman-kills-39-at-
tunisian-beachside-hotel-islamic-state-claims-attack-idUSKBN0P61F020150626
Amrieh, A. (3 Eylül 2014).Thousands mourn beheaded Lebanese
soldier. Alındığı tarih: ???(10.01.2018) ,adres:

105
http://www.dailystar.com.lb/News/Lebanon-News/2014/Sep-03/269411-gunfire-in-
nlebanon-after-beheaded-soldier-identified.ashx#axzz3CYVvVcAd
Baylis, J. (2008). “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler
Dergisi, C. 5, S. 18, s. 69-85, (20.01.2018) Alındığı tarih: ???,adres:
http://www.uidergisi.com.tr/wp-content/uploads/2011/06/UIde-Guvenlik-
Kavrami.pdf
BBC (12 Haziran 2006). Al-Qaeda in Iraq names new head. 12 June 2006.
Alındığı tarih(22.01.2018) : 01.01.2018, adres:
http://news.bbc.co.uk/2/hi/middle_east/5073092.stm
BBC (14 Mart 2014). Syria: The story of the conflict.Alındığı tarih: 22.08.2014,
adres:http://www.bbc.com/news/world-middle-east-26116868
BBC (16 Kasım 2014). US hostage Kassig ‘killed by IS’. Alındığı tarih: ???,
(25.01.2018) adres: http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-30073602
Brannen, K. (24 Ekim 2014). Children of the Caliphate. (30.01.2018)Alındığı
tarih: ???, adres: https://foreignpolicy.com/2014/10/24/children-of-the-caliphate/
Callimachi, R. (25 Ekim 2014). The Horror Before the Beheadings.Alındığı
tarih: ???, (05.02.2018)
adres:https://www.nytimes.com/2014/10/26/world/middleeast/horror-before-the-
beheadings-what-isis-hostages-endured-in-syria.html
CBC News (2015). Face of ISIS. Alındığı tarih: ???,
adres:https://www.cbsnews.com/pictures/faces-of-isis//18.2.2015
Cloud, D. S. ve Abdulrahim, R. (21 Haziran 2013). US training Syrian rebels;
White House ‘stepped up assistance’. Alındığı tarih: ???,(10.02.2018) adres:
http://articles.latimes.com/2013/jun/21/world/la-fg-wn-cia-syria-20130621
CNN (22 Ocak 2015). ISIS gaining ground in Yemen, competing with al Qaeda.
(15.02.2018) Alındığı tarih: ???, adres:
http://edition.cnn.com/2015/01/21/politics/isis-gaining-ground-in-yemen/
CP24(9 Kasım 2014). Libyan city declares itself part of Islamic State caliphate.
Alındığı tarih: ???,(20.02.2018) adres: http://www.cp24.com/world/libyan-city-
declares-itself-part-of-islamic-state-caliphate-1.2093900
Erika, S. (19 Aralık 2014). Isis morale falls as momentum slows and casualties
mount. Alındığı tarih: ???,(20.02.2018) adres:
http://www.ft.com/intl/cms/s/0/f1705f00-85e6-11e4-a105-
00144feabdc0.html#axzz3MUryVrW7

106
Eroğlu, H.(2015). Terörün Tarihi ve Perde Arkası. Alındığı tarih: 28.11.2017, adres:
http://www.gercekler.net/index.php/terorun-tarihi/
Farmer, B. (16 Kasım 2014). Peter Kassig may have defied captors over beheading
video statement. Alındığı tarih: ???,(22.02.2018) adres:
http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/islamic-state/11234241/Peter-Kassig-
may-have-defied-captors-over-beheading-video-statement.html
Henning, A. (3 Ekim 2014). Killed by Islamic State. Alındığı tarih: ???,
(24.02.2018) adres: http://www.bbc.com/news/uk-29485405
Haberman, Z. (13 Eylül 2014). David Haines video: Full transcript of ISIS footage
that allegedly depicts beheading of British aid worker. Alındığı tarih: ???,
(27.02.2018) adres: http://www.nydailynews.com/news/world/transcript-isis-video-
alleged-beheading-david-haines-article-1.1938691
Hall, J. ve Allen, P. (25 Eylül 2014). Beheaded French hostage will be avenged,
country vows as tributes paid to married father of two. Alındığı tarih: ???,
(28.02.2018) adres: http://www.dailymail.co.uk/news/article-2769375/Beheaded-
French-hostage-avenged-country-vows-tributes-paid-married-father-two.html
Holmes, O. (28 Aralık 2014). Islamic State executed nearly 2,000 people in six
months: monitor.Alındığı tarih: ???, (01.03.2018) adres:
https://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-casualties/islamic-state-executed-
nearly-2000-people-in-six-months-monitor-idUSKBN0K60EK20141228
Human Rights Watch (14 Haziran 2014). Syria: ISIS Summarily Killed Civilians.
https://www.hrw.org/news/2014/06/14/syria-isis- summarily-killed-civilians
Johnston, C. (9 Aralık2014). Islamic State suspected of cyber-attack on Raqqa
opponents.Alındığı tarih: ???, (05.03.2018) adres:
https://www.theguardian.com/world/2014/dec/19/islamic-state-cyber-attack-raqqa-
opponents-isis-syria-malware
Joscelyn, T. (27 Kasım2013). Chechen-led group swears allegiance to head of
Islamic State of Iraq and Sham. Alındığı tarih: ???,(07.03.2018) adres:
http://www.longwarjournal.org/archives/2013/11/muhajireen_army_swea.php
Karabulut, A. ve Değer, F. (2015). Uluslararası İlişkilerden Güvenlik Kavramı ve
Realist Yaklaşım’a Genel Bakış.İGÜSB Dergisi,C.2, S.2, s. 70-71, Alındığı tarih:
23.10.2017, adres: http://dergipark.gov.tr/download/article-file/89291

107
Korolev, A.A. (2008). Uluslararası Terörizm Şu Anki Aşamada (еждународный
терроризм на современном этапе).Elektronik günlüğü "Bilgisi. Anlama, Beceri”
Dergisi,Volume ??, Sayı ??, S. ??-??.sayı 39, s-142-144
Kuntz, K. (29 Temmuz2016). Islamic State’s Child Soldiers: First Come the Sweets,
Then the Beheadings. (10.03.2018)Alındığı tarih: ???, adres:
http://www.spiegel.de/international/world/islamic-state-how-the-is-trains-child-
soldiers-a-1103941.html
Laa (30 August 2016). Forces in Iraq and Syria discovers 72 mass graves in areas
freed from ISIS. Alındığı tarih: ???,(12.03.2018) adres:http://www.iraqinews.com/iraq-
war/forces-in-iraq-and-syria-discovers-72-mass-graves-areas-freed-from-isis/
Lewis, J. D.(2013).Al Qaeda in Iraq Resurgent.Middle East Security Report No. 14,
Institute for the Study of War, Alındığı tarih: ???,(15.03.2018) adres:
http://www.understandingwar.org/sites/default/files/AQI-Resurgent-10Sept_0.pdf
Marszal, A. ve Sanchez, R. (2 Eylül 2014). Steven Sotloff ‘beheaded by Islamic
State’–latest. Alındığı tarih: ???,(16.03.2018) adres:
https://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/iraq/11071159/Steven-
Sotloff-beheaded-by-Islamic-State-live.html
MEMRI(8 Nisan 2013). ISI Confirms That Jabhat Al-Nusra Is Its Extension in
Syria, Declares ‘Islamic State of Iraq and Al-Sham’ As New Name of Merged
Group. Alındığı tarih: 6.10.2014, (18.03.2018)
adres:https://web.archive.org/web/20141006085808/http:/www.memri.org/report/
en/0/0/0/0/0/0/7119.htm
Naharnet(10 Nisan2013).Al-Nusra Commits to al-Qaida, Deny Iraq Branch
‘Merger’.Alındığı tarih: 01.01.2018, (25.03.2018) adres:
http://www.naharnet.com/stories/en/78961
Platov, V. (18 January 2014). Growth of International Terrorist Threat from
Syria. Alındığı tarih: ???,(27.03.2018) adres:http://journal-neo.org/2014/01/18/rus-
rost-mezhdunarodno-terroristicheskoj-ugrozy-s-territorii-sirii/
Pool, J. (16 Aralık 2004). Zarqawi’s Pledge of Allegiance to Al-Qaeda: From
Mu’Asker Al-Battar. Issue 21, Terrorism Monitor, Vol. 2, No. 24,Alındığı
tarih: 30.07.2014,(30.03.2018)
adres:https://web.archive.org/web/20070930180847/http:/www.jamestown.org/
publications_details.php?volume_id=400&issue_id=3179&article_id=2369020

108
PressTV (11 Temmuz 2017). US created, allowed regional funding of
Daesh. Alındığı tarih: 11 Temmuz 2017(01.04.2018), adres:
http://www.presstv.com/Detail/2017/07/11/528164/Lebanon-Hezbollah- Nasrallah-
Mosul- liberation-Daesh-terrorists- Middle-East
Rappler (4 Ağustos 2014). Senior Abu Sayyaf leader swears oath to ISIS. Alındığı
tarih: ???,(02.04.2018) adres: http://www.rappler.com/nation/65199-abu-sayyaf-
leader-oath-isis
Reporters Without Borders (23 Ekim 2014). Areas controlled by Islamic State are
new ‘black holes’. Alındığı tarih: ???,(05.04.2018) adres:
https://rsf.org/en/news/areas-controlled-islamic-state-are-news-black-holes
Reuters(18 Kasım 2009). Al Qaeda in Iraq becoming less foreign-US general.
Alındığı tarih: ???,(06.04.2018) adres:
https://www.reuters.com/article/idUSLI176502
Rttnews (24 Haziran 2014). ISIL Militants Killed More Than 1000 Civilians in
Recent Onslaught in recent Onslaught in Iraq: UN. Alındığı tarih: ???,(06.04.2018)
adres: http://www.rttnews.com/2340932/isil-militants-killed-more-than-1000-
civilians-in-recent-onslaught-in-iraq-un.aspx
Saul, H. (17 Aralık 2014). Isis ‘executes 150 women for refusing to marry militants’
and buries them in mass graves. (07.04.2018Alındığı tarih: ???,
adres:https://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/isis-execute-150-
women-for-refusing-to-marry-militants-and-bury-them-in-mass-graves-
9930766.html
Solomon, E. (19 Aralık 2014). Isis morale falls as momentum slows and casualties
mount.Alındığı tarih: ???,adres:https://www.ft.com/content/f1705f00-85e6-11e4-
a105-00144feabdc0
Spencer, R. (16 Haziran 2014). Iraq crisis: UN condemns ‘war crimes’ as another
town falls to Isis. Alındığı tarih: ???, adres:
https://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/iraq/10904414/Iraq-crisis-
UN-condemns-war-crimes-as-another-town-falls-to-Isis.html
Sterman, D. ve Shah, N. (2 Şubat 2015). ISIS Reportedly Kills Afghan Taliban
Commander; Modi to Visit China; Pakistan Tests Cruise Missile. Alındığı
tarih: ???, adres: https://foreignpolicy.com/2015/02/02/isis-reportedly-kills-afghan-
taliban-commander-modi-to-visit-china-pakistan-tests-cruise-missile/

109
Suadad,A. (23 Temmuz 2013).Al Qaeda says it freed 500 inmates in Iraq jail-
break. Alındığı tarih: ???, adres: https://www.reuters.com/article/2013/07/23/us-iraq-
violence-alqaeda-idUSBRE96M0C720130723
The Associated Press(22 Temmuz 2012). Al-Qaida: We’re returning to old Iraq
strongholds. Alındığı tarih: 22.08.2014, adres: https://news.yahoo.com/al-qaida-
were-returning-old-iraq-strongholds-131645698.html
The Daily Star(29 Ağustos 2014).Syrians adjust to life under ISIS rule. Alındığı
tarih: ???, adres: http://dailystar.com.lb/News/Middle-East/2014/Aug-30/269031-
syrians-adjust-to-life-under-isis-rule.ashx
The Financial Times (15 Ekim 2006). Call for Sunni state in Iraq. Alındığı
tarih: 21.11.2017, adres: https://www.ft.com/content/e239159e-5c6a-11db-9e7e-
0000779e2340
The Financial Times(3 Temmuz 2014). Saudi Arabia sends 30,000 troops to Iraq
border. Alındığı tarih: ???,adres: ???
The Guardian (13 October 2005). Revealed: Al-Qaida plan to seize control of
Iraq. Alındığı tarih: 19.09.2014, adres:
https://www.theguardian.com/world/2005/oct/13/alqaida.iraq
The Guardian (24 Eylül 2014). Islamists in Philippines threaten to kill German
hostages. Alındığı tarih: ???,
adres:https://www.theguardian.com/world/2014/sep/24/islamists-philippines-
threaten-kill-german-hostages-isis
The Independent(29 Haziran 2014). Iraq crisis: Isis changes name and declares its
territories a new Islamic state with ‘restoration of caliphate’ in Middle East.
Alındığı tarih: ???, adres:
https://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/isis-declares-new-islamic-
state-in-middle-east-with-abu-bakr-albaghdadi-as-emir-removing-iraq-and-syria-
from-its-name-9571374.html
The New York Times(16 Mayıs 2010). Iraqi Insurgent Group Names New
Leaders. Alındığı tarih: 22.08.2014,
adres:http://atwar.blogs.nytimes.com/2010/05/16/iraqi-insurgent-group-names-new-
leaders/?_php=true&_type=blogs&_r=0
The New York Times(4 Haziran 2010). Qaeda Leaders in Iraq Neutralized, US
Says.Alındığı tarih: ???,
adres:https://www.nytimes.com/2010/06/05/world/middleeast/05military.html

110
The New York Times(10 Haziran 2014). Sunni Militants Drive Iraqi Army Out of
Mosul. Alındığı tarih: ???,
adres:https://www.nytimes.com/2014/06/11/world/middleeast/militants-in-
mosul.html
The New York Times(10 Ağustos 2014). US Actions in Iraq Fueled Rise of a
Rebel, Alındığı tarih: 28.09.2014,
adres:https://www.nytimes.com/2014/08/11/world/middleeast/us-actions-in-iraq-
fueled-rise-of-a-rebel.html
The New York Times(22 Ağustos 2014). Top Qaeda Leaders in Iraq Reported
Killed in Raid. Alındığı tarih: ???, adres:
https://www.nytimes.com/2010/04/20/world/middleeast/20baghdad.html
The Times(21 Kasım 2017). Putin claims victory over Isis in Syria during surprise
visit from Assad. Alındığı tarih: ???, adres: https://www.thetimes.co.uk/article/putin-
pulls-out-of-syria-ngt8sgmbm
The Washington Post(15 Ekim 2007). Al-Qaeda in Iraq Reported
Crippled. Alındığı tarih: 13.02.2015, adres: https://www.washingtonpost.com/wp-
dyn/content/article/2007/10/14/AR2007101401245.html
The Washington Post(3 Şubat 2014). Al-Qaeda disavows any ties with radical
Islamist ISIS group in Syria, Iraq. Alındığı tarih: ???, adres:
https://www.washingtonpost.com/world/middle_east/al-qaeda-disavows-any-ties-
with-radical-islamist-isis-group-in-syria-iraq/2014/02/03/2c9afc3a-8cef-11e3-98ab-
fe5228217bd1_story.html
The Washington Post(4 Nisan 2015). The hidden hand behind the Islamic State
militants? Saddam Hussein’s. Alındığı tarih: 21.04.2015, adres:
http://www.ft.com/cms/s/0/3312faba-0286-11e4-aa85-00144feab7de.html
Tomson, C. (14 Mart 2017). In pictures: ISIS launches fresh attacks against the
Syrian Army in Deir Ezzor. Alındığı tarih: ???, adres:
https://www.almasdarnews.com/article/pictures-isis-launches-fresh-attacks-syrian-
army-deir-ezzor/
Türk Dil Kurumu (2017). Güncel Türkçe Sözlük. Alındığı tarih: (Erişim Tarihi:
10.12.2017,adres: http://www.tdk.gov.tr/index.php?
option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a2e12554765c5.32018144

111
Winsor, B. (15 Ekim 2014).ISIS Is Actively Recruiting Female Fighters To
Brutalize Other Women. Alındığı tarih: ???,
adres:http://www.businessinsider.com/isis-has-female-battalions-too-2014-10
Winter, C.(22 July 2016). Has the Islamic State Abandoned Its Provincial Model in
the Philippines?. Alındığı tarih: ???, adres: http://warontherocks.com/2016/07/has-
the-islamic-state-abandoned-its-provincial-model-in-the-philippines/
Yacoub, S. Abdul-Zahra N. (11 Ekim 2014). Car bombs kill 38 in Iraq’s capital,
Baghdad. Alındığı tarih: ???, adres:
https://apnews.com/277f1444d8014dde95afbfeb3fa8f77c/islamic-state-group-kills-
iraqi-tv-journalist
Zarocostas, J. (8 Temmuz 2014). UN: Islamic State executed imam of mosque
where Baghdadi preached. Alındığı tarih: ???,
adres:http://www.mcclatchydc.com/2014/07/08/232563/un-islamic-state-executed-
imam.html
Zelin, A. Y. (2014). The War between ISIS and al-Qaeda for Supremacy of the
Global Jihadist Movement. Research Notes (Report) 20, Washington Institute for
Near East Policy. Alındığı tarih: 15.09.2014,
adres:http://www.washingtoninstitute.org/uploads/Documents/pubs/ResearchNote_2
0_Zelin.pdf

112
ÖZGEÇMİŞ

BURAYA
RESMİNİ KOY.

Adı/Soyadı :Yusif Yaqub ABBASLI


Doğum Yeri ve Tarihi:Bakü, 10.08.1991
Uyruğu:Azerbaijan
E-posta:yusufabbasli91@gmail.com

EĞİTİM
 Lisans:yıl, ….Üniversitesi, ?????Fakültesi,... Bölümü.
 Yüksek Lisans: 2018, İstanbul Aydın Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü,Uluslararası İlişkiler ve İstihbarat İncelemeleri.

İŞ DENEYİMİ

113

You might also like