Birinci

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 273

T.C.

MARMARAÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
MUHASEBE-FİNANSMAN BİLİM DALI

TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANSIN TARİHİ VE


KULLANILAN FİNANSMAN YÖNTEMLERİNİN
KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ

Yüksek Lisans Tezi

AYŞE CELEBCİOĞLU

İstanbul, 2017
T.C.
MARMARA NİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
MUHASEBE-FİNANSMAN BİLİM DALI

TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANSIN TARİHİ VE


KULLANILAN FİNANSMAN YÖNTEMLERİNİN
KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ

Yüksek Lisans Tezi

AYŞE CELEBCİOĞLU

DANIŞMAN: PROF.DR. BARIŞ SİPAHİ

İstanbul, 2017
ÖZET

Yürütülen çalışma, son zamanlarda sayıları hızla artmakta olan Katılım Bankalarında
kullanılmakta olan İslami Finans yöntemleri olmaktadır. Bilindiği gibi Kâr/Zarar ortaklığına
dayalı İslami Finans kurumlarında, ortaklık esası söz konusudur. Bu ortaklıkta risk taraflara
dağıtılmakta, riskin yaratacağı tehlike kısmen azaltılmaktadır. Ortaklık şeklinde gelirin
dağılımında, isminden de anlaşılacağı üzere riskin paylaşımı, eşit gelir dağılımı yani bir adalet
yapısı hakimdir. Bu kurumlarda; menfaat yerine fedakarlık, yıpratıcı rekabet yerine işbirliği
esasları geçerlidir. Hal böyle olunca faizin hüküm sürdüğü kapitalist piyasa koşulları içerisinde
faaliyet sürdürmeye çalışan İslami Finans kurumları; bu olumsuzlukları kökten bitirmek
maksadıyla sürekli kendini yenilemenin yanısıra, çıkış noktası İslam dini olması sebebiyle her
açıdan sektörde örnek teşkil edecek davranış ve tutumlar içerisinde bulunmak durumunda
kalacaktır. Sağladıkları “üretim-yatırım-istihdam-fayda-denge” unsurlarıyla İslami Finans
kuruluşları; toplumda zenginleşme, yardımlaşma ve kardeşlik duygularını pekiştirerek, her
geçen gün insanların güven ve huzur içersinde yaşamasına imkan veren kurumlar olmaktadırlar.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek hazırlanan çalışmanın temel hareket noktası;


İslami Finans yöntemlerinin şayet usulüne uygun şekilde uygulanırsa faizden kaçmaya
altarnatif bir yol olduğu, ancak usulüne uygun ve kurallarına riayet edilmeden yapıldığında üstü
örtülü bir faiz hükmüne büründürüleceği için durumun büyük sakıncalar doğuracağı, bu
sakıncaların da doğrudan İslam dini ile ilişkilendirileceği hususu olmaktadır. Çalışmada
bilhassa “İslami Finans Yöntemleri” ayrıntılı ve tarafımca hazırlanan “tablo-grafik-çizim ve
karşılaştırmalarla” daha anlaşılır olması hedeflenmiştir. Bunu sağlamak için, tez genelinde
yöntemler tek tek ele alınarak ilgili yöntemlerin “özellikleri-işleyişi-üstün yönleri-zayıf yönleri-
benzer yöntemlerle mukayesesi” hususlarına ayrıntılı değinilmiş olup, özellikle son bölümde
belirtilen yöntemlerin kendi aralarında mukayesesi tarafımca hazırlanılan karşılaştırmalı
tablolar yardımıyla, daha net ve anlaşılır hale getirilmeye çalışılmıştır.
ABSTRACT

The study discusses the Islamic finance methods used by the Participation Banks, rapidly
increasing lately. As known, the issue in the Islamic finance institutions, based on profit/loss
partnership, is the principle of partnership. In this partnership, the risk is distributed to the
parties and the danger likely to be caused by the risk is partly reduced. In the distribution of
the income in the form of partnership, sharing the risk, as their name implies, equal income
distribution so a justice structure predominates. In these institutions; sacrifice rather than
interests, cooperation instead of harsh competition applies. So when it comes to operating
within the capitalist market conditions, ruled by interest, since the Islamic finance institutions
attribute to the Islamic religion, the will be forced to act and behave as an exemplary in every
aspects in the sector besides continuous self-renewal in order to finish such negativities. Due
to the "production-investment-employment-benefit-balance" elements that they provide, -
Islamic finance institutions become increasingly institutions enabling the people to live in
peace and trust every other day by reinforcing the senses of enrichment, solidarity and
fraternity within the community.

The main incentive of the study, which was performed by taking all such issues into
consideration, the Islamic finance method, if duly implemented, is an alternative way to
prevent from interest, however if not implemented duly and in compliance with the rules, it
will lead to implied interest, thus create serious drawbacks that could directly be associated
with the Islamic Religion. In the study, the aim is particularly to describe the "Islamic
Finance Methods" in details and to make it more understandable through the "table-chart-
drawing and comparisons" that I prepared. For this purpose, the methods throughout the
thesis have been discussed one by one and the comparison of the "properties-function-
strengths and weaknesses” of the relevant methods are addressed in details and particular
attention has been paid to make the methods given in the last chapter more clear and more
understandable through the comparative charts, where I classified them.

2
SUNUŞ

Tez konusundaki çalışmalara henüz başlanılmadan önce yapılan kısa bir ön araştırma
neticesinde; 1980’li yıllardan buyana aracı kurum vasfıyla faaliyetlerine başlayan ve en son
2005 yılında bankacılık hüviyetine kavuşturulan İslami Finans kurumları ve dolayısıyla İslami
Finansın ülkemizde yeni keşfedilmeye başlanılan bir konu olması, dolayısıyla bu konuda
yazılan bilimsel çalışmaların istenilen seviyede ve yeterli olmaması, birbirinin tekrarı
sayılabilecek nitelikteki mevcut çalışmaların ise ayrıntılı ve doyurucu nitelik arzetmediği, faizin
fıkhi durumu yada ekonomi üzerindeki etkileri konusunda yazılan eserlerin dahi bir yığın
çelişki ve tutarsızlık barındırdığı, dolayısıyla ortak bir görüş birliğine varılmadan yazılan sınırlı
sayıdaki eserlerin yatırımcıların kafasını büsbütün karıştırıp İslami Finansa şüpheyle bakmasına
neden olduğu, diğer yandan kullanılmakta olan İslami Finans yöntemlerinin halen kanunlarda
tam karşılıklarının bulunmamasının da etkisiyle uygulamada bir takım karışıklıkların yaşandığı,
yazılan kitaplarda bahsedilen yöntemlere yönelik fetva hususu dahil halen bir yığın belirsizlikle
beraber tam bir birliğin sağlanamadığı, dolayısıyla yöntemin işlerliği açısından görüş birliğine
varılmış eserlere ihtiyaç olduğu gibi hususlar müşaade edilmiş olup; tüm bu konular üzerindeki
eksiklikler göz önünde bulundurularak birlikte değerlendirildiğinde “İslami Finans”a ilişkin bir
çalışma konusu seçilmesi kanaâti hâsıl olmuştur.

Çalışmanın başlangıcından itibaren savunulan tez; “ekonomi ve ülke geleceği


açısından potansiyel bir güç ifade eden, oluşturduğu “üretim-fayda-ticaret-emek-işgücü-
istihdam” gibi etkenlerle ekonomiyi olumlu yönde etkileyen kârpayı sistemine dayalı mevcut
yöntemlerin daha da geliştirilmesi gerektiği, İslami Finans kurumları içerisinde mevcut bulunan
bu yöntemlerin usulüne uygun yapıldığında aslında İslami çerçevede kalınarak geleneksel
bankalara altarnatif ve tamamlayıcılık kazandırabileceği, ancak kötü niyetli kişilerce usulüne
uygun yapılmadığı takdirde “Îne yani Aldatıcı Satış” hükmüne bürünerek doğrudan İslam Dini
ile ilişkili olumsuz sonuçlar doğurabileceği, bu nedenle olumsuz örneklerin sistemden biran
önce ayıklanması gerektiği” gibi hususlar olmaktadır. Ülke ve ekonomi üzerinde bunca olumlu
etkiye sahip olan ilgili finans kurumlarını kullanılan yöntemler açısından incelemek üzere
oluşturulan tez çalışmasının ilk bölmünde; ülkemizdeki İslami Finansın tarihine kısa bir giriş
yapılmış, ikinci bölümde bu yöntemlerin ayrıntılı ve tarafımca hazırlanılan tablolar ışığında
işlem akışı anlatılmış, ayrıca sahip oldukları avantaj ve dezavantajlar değerlendirilmiş olup, son
bölümde ise ilgili yöntemlerin benzerlerinden ayırd edilmesi için kendi arasında tablolar
vasıtasıyla ayrıntılı karşılaştırılmasına ve değerlendirilmesine yer verilmiştir.

3
İÇİNDEKİLER TABLOSU

Yüksek Lisans Tez Kabul Formu......................................................................0


Türkçe Özet.........................................................................................................I
İngilizce Özet......................................................................................................II
Sunuş..................................................................................................................III
İçindekiler..........................................................................................................IV
Tablolar Listesi.......................................................................................... ......VII
.

Kısaltmalar Listesi.................................................................................. ..........IX


.

Giriş.....................................................................................................................X

BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANSIN TARİHİ GELİŞİM SEYRİ

1.1.OSMANLI’DA İSLAMİ BANKACILIĞIN GELİŞİM SEYRİ..........................................11


1.1.1.İslami Bankacılık Yerine Geçen Para Vakıflarının Gelişim Seyri……........................ ...11 .

1.1.2.Para Vakıflarının Uygulama Türleri………….................................................................12


1.1.3.Para Vakıfları Üzerindeki Tartışmalar.......................................................................... ....13 .

1.2.TÜRKİYE’DE İSLAMİ BANKACILIĞIN GELİŞİM SEYRİ...........................................14


1.2.1.Özel Finans Kurumları......................................................................................................14
1.2.2.Özel Finans Kurumlarının Kuruluş Nedenleri.................................................................16
1.2.2.1.Dış Faktörler............................................................................................... ...........17
.

1.2.2.2.İç Faktörler............................................................................................................18
1.2.3.Katılım Bankacılığı Kavramının Doğuşu ve Gelişimi ......................................................19
1.2.4.Türkiye’de ve Dünyada Katılım Bankalarının Tecih Edilme Nedenleri.................... ......21 .

1.2.4.1.Faizden Korunma Düşüncesi................................................................................23


1.2.4.2.Karlılık Etkinlik ve Müşteri Memnuniyeti................................................... .........23 .

1.2.4.3.Ürünler ve Fon Kullandırım Şekilleri...................................................... ..............23 .

1.2.5.Ülkemizde ve Dünyada Mevcut İslami Bankalar Birliği Kuruluşları...............................24


1.2.5.1.Ülkemizde Katılım Bankaları Birliğinin Kurulması ve Görevleri........................24
1.2.5.2.Ülkemizde Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulunun Kurulması ve Görevleri....26
1.2.5.3.Uluslararası İslami Finans Birliği Kuruluşları.......................................................27
1.2.6.Türkiye’de Katılım Bankalarının Sektör İçerisindeki Yeri........................................ ......28 .

1.2.7.Katılım Bankalarının Türkiye Ekonomisi ve Türk Mali Sistem İçindeki Yeri........... .....35 .

1.2.7.1.Katılım Bankalarının Ekonomi İçerisindeki Yeri ................................................35


1.2.7.2. Katılım Bankalarının Mali Sistem İçerisindeki Yeri…................................... ....39 .

1.2.8.Türkiye’de Özel Finans Kurumlarının Katılım Bankalarına Dönüşme Sebepleri..... .......41 .

1.2.8.1.Hukuki Sebepler............................................................................................... ....42 .

1.2.8.2.Pisikolojik Sebepler...............................................................................................42
1.2.9.Özel Finans Kurumlarının Katılım Bankalarına Dönüşmesinin Sonuçları.............. ........43 .

4
1.2.10.Türkiye’de Geçmişte Faaliyet Göstermiş Özel Finans Kurumları.................................43
1.2.10.1.Faisal Finans Kurumu (Family Finans)............................................................44
1.2.10.2.Anadolu Finans Kurumu...................................................................................45
1.2.10.3.İhlas Finans Kurumu.........................................................................................45
1.2.11.Türkiye’de Halen Faaliyet Göstermekte Olan Katılım Bankaları..................................46
1.2.11.1.Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş.................................................................46
1.2.11.2.Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş....................................................................47
1.2.11.3.Asya Katılım Bankası A.Ş. (Bank Asya)..........................................................48
1.2.11.4.Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş................................................................50
1.2.11.5.Ziraat Katılım Bankası A.Ş...............................................................................51
1.2.11.6.Vakıf Katılım Bankası A.Ş................................................................................52

İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANS ALANINDA KULLANILAN FİNANSMAN
YÖNTEMLERİ

2.1.İSLAMİ FİNANS KURUMLARINDA FON TOPLAMA YÖNTEMLERİ........................53


2.1.1.Cari (Vadesiz) Hesaplar......................................................................................................54
2.1.2.Katılım (Vadeli) Hesapları.................................................................................................58
2.1.2.1.Birim Değerden Kar/Zararın Hesabı...............................................................................62
2.1.2.2.Hesap Değerden Kar/Zararın Hesabı...............................................................................62
2.1.2.3.Birim Hesap Değerden Kar/Zararın Hesabı................................................................. ...63 .

2.2. İSLAMİ FİNANS KURUMLARINDA FON KULLANDIRMA YÖNTEMLERİ........... .63 .

2.2.1.İslami Finansın Dayanağı Olan Akitler ve Kavram Karşılıkları........................................63


2.2.1.1.Teverruk Akdi Kavramı..........................................................................................65
2.2.1.2.Karz-ı Hasen Akdi Kavramı...................................................................................65
2.2.1.3.Vekalet Akdi Kavramı............................................................................................65
2.2.1.4.Murâbaha Akdi Kavramı........................................................................................66
2.2.1.5.Selem Akdi Kavramı...............................................................................................66
2.2.1.6.İstisnâ Akdi Kavramı...............................................................................................67
2.2.1.7.İcâre Akdi Kavramı........................................................................................ ........67
.

2.2.1.8.Mudârabe Akdi Kavramı................................................................................. .......68.

2.2.1.9.Muşârake Akdi Kavramı.........................................................................................68


2.2.1.10.Sukuk Akdi Kavramı............................................................................................69
2.2.1.11.Tekâfül Akdi Kavramı..........................................................................................69
2.2.2.İslami Finans Kurumlarında Fon Kullandırmaya Yönelik Finansman İşlemleri........... ....70 .

2.2.2.1.Murâbaha (Peşin Alım, Vadeli-Kârlı Satım)..........................................................72


2.2.2.2.Mudârabe (Emek Sermaye Ortaklığı).....................................................................80
2.2.2.3.Îcare (Finansal Kiralama-Leasing).........................................................................92
2.2.2.4.Müşârake (Sermaye Ortaklığı)..............................................................................112
2.2.2.5.İstisna (Sipariş Ödemeli Üretim Desteiği)............................................................127
2.2.2.6.Selem (Para Peşin, Mal Veresiye Satım)..............................................................135
2.2.2.7.Diğer Fon Kullandırma İşlemleri..........................................................................145
2.2.2.7.1.Karz-ı Hasen (Karşılıksız Borç).............................................................146
2.2.2.7.2.Teverruk (Vadeli Alım, Peşin Satım).............................................. ......155 .

2.2.2.7.3.Îne Satış (Vadeli Satış, Peşin Geri Alış)................................................168


2.2.2.7.4.Sukuk (İslami Katılım Sertifikası)..................................................... ....177 .

5
2.2.2.7.5.Tekâfül (İslami Sigortacılık)..................................................................190
2.2.2.7.6.Muzâraa ve Musâkaat (Ziraat Ortaklıkları).......................................... .204 .

2.2.2.7.7.İstiğlâl Satış (Geri Satma Vaadiyle Kiralama).......................................211


2.2.2.7.8.Vefâ Satış (Geri Alma Vaadiyle Satış)..................................................213
2.2.2.7.9.Joala-Cuala (Sipariş Ödemeli Hizmet Desteği)......................................217

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANSMAN YÖNTEMLERİNİN KENDİ İÇERİSİNDE
KARŞILAŞTIRMALI OLARAK ANALİZ EDİLMESİ

3.2.İSLÂMİ YÖNTEMLERİN KENDİ İÇERİSİNDE KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ.......219


3.2.1.Benzerlik Arzeden Murâbaba-İcâre Yöntemlerinin Karşılaştırması................................223
3.2.2.Benzerlik Arzeden Muşârake-Mudârabe Yöntemlerinin Karşılaştırması........................226
3.2.3.Benzerlik Arzeden İstisna-Selem Yöntemlerinin Karşılaştırması....................................230
3.2.4.Benzerlik Arzeden Teverruk-Îne Satış Yöntemlerinin Karşılaştırması............................234
3.2.5.Benzerlik Arzeden Sukuk Türleri-Sukuğa Konu Yöntemlerin Karşılaştırması...............238
3.2.6.Benzerlik Arzeden Tekâfül-Faizli Sigorta Yöntemlerinin Karşılaştırması......................243
3.2.7.Benzerlik Arzeden İstiğlâl-Îne Satış Yöntemlerinin Karşılaştırması........................... ....250 .

3.2.8.Benzerlik Arzeden Vefâ-Îne Satış Yöntemlerinin Karşılaştırması...................................253


3.2.9.Benzerlik Arzeden Joala (Cuala)-İstisna Yöntemlerinin Karşılaştırması.........................259

SONUÇ ....................................................................................................................................263
KAYNAKÇA............................................................................................................................264

6
TABLOLAR
Sayfa
- [Tablo-1] Kartılım Bankaları Hakkında Geçmişten Günümüze Mevzuat Dizini.........26
- [Tablo-2] Katılım Bankaları Göstergeleri ve Sektörel Payları......................................28
- [Tablo-3] Katılım Bankalarının Bankacılık Sektöründen Aldıkları Paylar..................29
- [Tablo-4] Katılım Bankalarının Bankacılık Sektörü İçindeki Payları..........................29
- [Tablo-5] Türk Bankacılık Sektörünün Büyüklüğü ve Sektördeki Payları............... ...30 .

- [Tablo-6] Bankacılık Sektörü Başlıca Finansal Büyüklükleri......................................30


- [Tablo-7] Türk Bankacılık Sektörü GSYH’ye Oranı....................................................31
- [Tablo-8] Katılım Bankaları Şube Personel Saysı Gelişimi (2004-2015)................ ....31 ..

- [Tablo-9] Katılım Bankalarında Toplanan Fonların Gelişimi.......................................32


- [Tablo-10] Katılım Bankalarında Kullandırılan Fonların Gelişimi........................ ......33 .

- [Tablo-11] Katılım Bankalarının Aktif Gelişimi ve Sektördeki Payları.......................33


- [Tablo-12] Katılım Bankalarının Özkaynak Gelişimi...................................................34
- [Tablo-13] Katılım Bankalarının Aktif Gelişimi ve Sektördeki Payları.......................34
- [Tablo-14] Katılım Bankalarının Sektöre ve Ekonomiye Faydaları.......................... ...36 .

- [Tablo-15] Ülkemizde Geçmişten Günümüze Kurulan İslami Finans Kuruluşları.......43


- [Tablo-16] Ülkemizde Halen Faaliyette Bulunmayan İslami Finans Kuruluşları...... ..44 .

- [Tablo-17] Ülkemizde Halen Faaliyet Gösteren İslami Finans Kuruluşları...... ...........46 .

- [Tablo-18] Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş.’nin Bilançosu...................................47


- [Tablo-19] Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş.’nin Bilançosu............................. ........48 .

- [Tablo-20] Asya Katılım Bankası A.Ş.’nin Bilançosu..................................................49


- [Tablo-21] Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş.’nin Bilançosu..................................50
- [Tablo-22] Ziraat Katılım Bankası A.Ş.’nin Bilançosu....................................... .........51 .

- [Tablo-23] İslami Finansta Yer Alan Finansal Yöntemler.................................... .......71 .

- [Tablo-24] Murâbaha İşleminin Şematik Anlatımı.......................................................75


- [Tablo-25] Kredi Müşterisinin Murâbaha Talebinin Şematik Aşamaları.....................76
- [Tablo-26] Mudârabe İşleminden Önceki Aşama.........................................................87
- [Tablo-27] Mudârabe İşleminin Şematik Anlatımı.......................................................88
- [Tablo-28] Kredi Müşterisinin Mudârabe Talebinin Şematik Aşamaları.....................89
- [Tablo-29] İcâre İşleminin Şematik Anlatımı.............................................................106
- [Tablo-30] Kredi Müşterisinin İcâre Talebinin Şematik Aşamaları................... ........107 .

- [Tablo-31] Müşârake İşleminin Şematik Anlatımı........................................... ..........121


.

- [Tablo-32] Kredi Müşterisinin Müşârake Talebinin Şematik Aşamaları.............. .....123 .

- [Tablo-33] İstisnâ İşleminin Şematik Anlatımı...........................................................131


- [Tablo-34] Kredi Müşterisinin İstisnâ Talebinin Şematik Aşamaları.........................132
- [Tablo-35] Selem İşleminin Şematik Anlatımı...........................................................140
- [Tablo-36] Kredi Müşterisinin Selem Talebinin Şematik Aşamaları...................... ...141 .

- [Tablo-37] İslami Finans Yöntemlerinin Sektörel Dağılımı.......................................145


- [Tablo-38] Kredi Müşterisinin Karz-ı Hasen Talebinin Şematik Aşamaları..............152
- [Tablo-39] Teverruk İşleminin Şematik Anlatımı.......................................................160
- [Tablo-40] Kredi Müşterisinin Teverruk Talebinin Şematik Aşamaları............. ........161 .

- [Tablo-41] Îne İşleminin Şematik Anlatımı................................................................171


- [Tablo-42] Kredi Müştersinin Îne Talebinin Şematik Aşamaları................................173

7
- [Tablo-43] Sukuk İşleminin Şematik Anlatımı...........................................................185
- [Tablo-44] Kredi Müşterisinin Sukuk Talebinin Şematik Aşamaları.........................186
- [Tablo-45] Tekâfül Sigorta ve Geleneksel Sigorta Mukayesesi....................... ..........191
.

- [Tablo-46] Tekâfül İşleminin Şematik Anlatımı.........................................................199


- [Tablo-47] Kredi Müşterisinin Tekâfül Talebinin Şematik Aşamaları.......................200
- [Tablo-48] Talep Edilen Muzâraa-Musâkatın Şematik Yapılış Aşamaları.................209
- [Tablo-49] Talep Edilen İstiğlâl Satışın Şematik Yapılış Aşamaları..........................212
- [Tablo-50] Talep Edilen Vefâ Satışın Şematik Yapılış Aşamaları..............................215
- [Tablo-51] Talep Edilen Joala Satışın Şematik Yapılış Aşamaları.............................218
- [Tablo-52] İslami Bankacılıkta Kullanılan Finansman Yöntemleri..................... .......219 .

- [Tablo-53] İslami Finansman Yöntemlerinin Öne Çıkan Bazı Özellikleri............ .....222 .

- [Tablo-54] Murâbaha-İcâre Yöntemlerinin Mukayesesi...................................... .......225 .

- [Tablo-55] Mudârabe-Müşârake Yöntemlerinin Mukayesesi.....................................229


- [Tablo-56] İstisnâ-Selem Yöntemlerinin Mukayesesi............................................. ...233 .

- [Tablo-57] Teverrûk-Îne Satış Yöntemlerinin Mukayesesi................................. .......237


.

- [Tablo-58] Sukuk Türleri ve Sukuğa Konu Yöntemlerin Mukayesesi................. ......242 .

- [Tablo-59] Tekâfül Sigorta-Faizli Sigorta Yöntemlerinin Mukayesesi......................249


- [Tablo-60] İstiğlâl-Îne Satış Yöntemlerinin Mukayesesi............................................253
- [Tablo-61] Vefa-Îne Satış Yöntemlerinin Mukayesesi...............................................258
- [Tablo-62] Joala-İstisnâ Satış Yöntemlerinin Mukayesesi........................... ..............262
.

8
KISALTMALAR

- A.g.e.: Adı Geçen Eser


- S.a.g.e.: Son Adı Geçen Eser
- Ö.F.K: Özel Finans Kurumları
- A.B.D: Amerika Birleşik Devletleri
- K/Z: Kâr Zarar
- ABD: Amerika Birleşik Devletleri
- OPEC: Petrol Konfederasyonu Kısaltması
- İKB: İslam Kalakınma Bankası
- TKBB: Türkiye Katılım Banakalar Birliği
- TMSF: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
- ÖFK: Özel Finans Kurumu
- SPK: Sermaye Piyasası Kurumu
- BDDK: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
- GSYH: Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla
- KDV-KKDF-BSMV: Katma Değer Vergisi-Kaynak Kullanım Destekleme
Fonu-Banka ve Sigorta Muamele Vergisi
- İMKB: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
- SAMA (Saudi Arabian Monetary Agency): Suudi Arabistan Para Ajansı
- KOBİ: Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler
- TDHP: Tek Düzen Hesap Planı
- TCMB: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
- KKDF: Kaynak Kullanım Destekleme Fonu
- BSMV: Banka ve Sigorta Muamele Vergisi
- LME: Uluslar Arası Emtia Borsası
- AAOIFI: İslami Finansal Muhasebe ve Denetim Örgütü
- YKB: Yapı Kredi Bankası

9
GİRİŞ

İslami Finans kurumlarının topladığı fonlar; yasal olarak ayrılması gereken karşılıklar
haricinde tamamen reel ekonomiye aktarılmakta ve proje bazlı yatırımcılar uzun vadeli
kredilendirilmektedir. Dolayısıyla; mal alımı, üretim, emek ve yatırıma dayalı ilgili krediler
yoluyla, rant ekonomisinin önüne geçilmekte, ülke refahına yönelik olarak kaynaklar etkin ve
verimli kullanılmaktadır. Katılım Bankaları sağladığı bu istihdamla, ülke ekonomisinin en
büyük sorunlarından olan işsizliğin bir nebze olsun azalmasına doğrudan etki katkı sağlamakta,
dağıttığı üretim ve yatırım kredilerinin reel ekonomide kullanılarak üretimi artırmasıyla da
dolaylı istihdam artışına neden olarak ekonominin canlanmasına katkı sağlamaktadır. Üretim-
yatırım-istihdam-kaynak vs kalemlerle doğrudan ilişkili olan sosyal adalet ve refah unsuru,
sahip olduğu bu prensiplerle bir bakıma İslami Finansı özetlemektedir. Çalışma genelinde
belirtildiği üzere bu kurumlar faizli ekonominin neden olduğu tekelleşmeyi tümden bitirerek,
sermayenin belirli güç odaklarının elinde bulunması sonucu toplumda baş gösteren
olumsuzluklara aslında çare olmakta; piyasaya getirdikleri canlılık nedeniyle GSMH’nın
yükselmesini tetikleyerek, yükselen milli gelir sonucu toplumsal refahı da artırmaktadırlar.
Katılım bankaların; mal ve hizmet üretimine vasıta olması, çalışmalarını emek üzerine
yapılandırması üretimi ve işgücünü destek sağlamakta, bu durumun ekonomiyi canlandırması
sonucu ülke kalkınmaktadır. Birebir somut üretim ve kaynak akışını baz alan İslami Finans
kurumları, üretime olan destekleri yoluyla enflasyonun düşmesine katkı sağlamakta, yeni
istihdam alanları oluşturarak ekonominin canlanmasına da bu yolla destek olmaktadırlar. Diğer
taraftan, ekonomik faaliyetler var olmasına ve belli oranlarda kârlar elde edilmesine karşın,
kayıtların tutulmaması yada bir kısmının tutulması, var olan denetim zafiyeti, vergi
bildirimlerinin eksik olmasına yada hiç bildirilmemesine yol açmaktadır ki, vergi gelirlerinin
azlığı karşısında borç tedarikine giden devletin artan borç yükü karşısında gelir-gider
dengesinin bozulması doğal olarak kaçınılmaz bir hâl almaktadır.
Her malı gerçek değeri üzerinde kayda geçirdiğinden ve her işlemini bir belgeye
dayandırmak zorunda olduğundan İslami Finans kurumları aynı zamanda kayıt dışı ekonomiyle
mücadele konusunda önemli bir yapı taşı olmaktadır. Hal böyle olunca gelir olduğu gibi
gösterilip vergi artışında ilerleme kaydedilince, ülkenin en başta gelen sorunu olan kayıtdışı
ekonomi ve dolayısıyla enflasyonun üstesinden bu yolla gelindiği görülmektedir. Sağladığı
istihdam, topladıkları fonları yasal karşılıklar haricinde tamamen reel ekonomiye aktarması ve
proje bazlı olarak yatırımcıları uzun vadeli kredilendirmesi gibi pek çok açıdan ülkeye artısı
dokunan bu kurumların, önemi ve etkisi her geçen gün daha fazla hissedilmektedir.

10
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANSIN TARİHİ GELİŞİM SEYRİ

1.1.OSMANLI’DA İSLAMİ BANKACILIĞIN GELİŞİM SEYRİ


1.1.1.İslami Bankacılık Yerine Geçen Para Vakıflarının Gelişim Seyri

Vakıf kelime olarak Arapça’dan dilimize geçmiştir. Sözlük anlamı olarak, “durdurma,
alıkoyma, ayırma, bağlama, bir malı yada mülkü satın almama kaydıyla bir hayır işine
bağışlama”1 anlamlarına gelmektedir.Vakıfların tarihsel gelişim sürecine bakıldığında;
insanların var oluşlarıyla birlikte ortaya çıktıkları görülür. Osmanlı devletinde ise mali sistem
Adem-i Merkeziyetçi bir yapıda olduğundan, böyle bir yapıda olan devlet; kamu hizmetlerinin
yürütülmesinden, savunma, güvenlik, sağlık masraflarının karşılanmasına kadar her türlü
parasal kaynakları bulmakla görevliydi. Bu doğrultuda Osmanlı mali sistemi; merkezi maliye,
tımar sistemi ve vakıflardan teşekkül etmekteydi.2 Osmanlı devleti toplumsal konuları
ilgilendiren meselelerde bizzat kendisi kaynak bulmak yerine bu kaynağı vakıflar aracılığıyla
temin ederdi. Osmanlıda bu kurumlar toplumların “dini-bedeni-mali-ticari” vs ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla oluşturulan bizzat hayatın içerisindeki kuruluşlardı. Toplumu ilgilendiren
konularda; bayındırılık ve dini hizmetlerini finanse eden vakıflar konuya örnek olabilmektedir.
Osmanlı döneminde vakıfların bu denli yaygın olmasının nedeni; bu sistemlerin
toplumun sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılanması görevinden kaynaklanmaktadır. Çünkü
Osmanlıda, eğitim gibi toplumu ilgilendiren konular; masrafları bizzat devletçe karşılanan
devlete bağlı hizmetler olmayıp, hali vakti yerinde olan sultan, idareci, devlet adamlarının
bağışlarıyla devamlılığı garanti altına alınmış kurumlardı. Para vakıflarıysa; herhangi bir gayri
menkulün değil de belirli bir nakdin vakfedilmesiyle oluşan vakıf türleriydi. Söz konusu
vakıflarda toplanan birikimler, “mütevelli heyeti” adlı sorumlu kişilerce işletilir, oluşan kâr
vakfın amacına göre tahsis edilirdi.3 İşleyiş bakımından para vakıflarının gayrımenkul
vakıflarından pek farkı görülmeyen bu sistemler, eğitim-sağlık-din hizmetleri gibi toplumsal
yönü ağır basan hizmetlerin finansmanı için oluşturulmuş kuruluşlar olarak ortaya çıkmışlardır.
Söz konusu vakıfların gelirleri genellikle o yöre halkının zengin ve hayır sever kişilerinden
toplanan bedellerden karşılanarak halka yük olmadan bazı hizmetler verilmektedir.

1 Develioğlu Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara, 1993, s.1134
2 Tabakoğlu Ahmet, Yenileşme Dönemi Osmanlı Ekonomisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.616
3
Akdemir M.Sadık, Osmanlı Burdur Vakıfları Arşiv Belgeleri, Süleyman Demirel Üniv. Yayınları, Isparta, 2007, s.101

11
İlk defa nezaman ortaya çıktıları konusunda resmi bir belge olmamasına rağmen, yine
de tarihi arşivlere bakıldığında, ilk örnekleri ve uygulamalarının geniş şekilde yer alması
dolayısıyla bu kurumların Osmanlıya has kurumlar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Dolayısıyla Osmanlıda çok geniş uygulama alanı bulan söz konusu kurumların ilk örneklerinin,
Fatih Sultan Mehmet dönemine dayandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Fatih’in yeniçeri
ocağına 24.000 altın vakfettiği bilinmektedir.4 Diğer yandan başka kaynaklara bakıldığında
İstanbul tahrir kayıtlarına göre en eski para vakfının; Hicri 866/ Miladi 1461 tarihinde, İstanbul
Şer’i Mahkeme Sicil kayıtlarına göre ise Hicri 888/ Miladi 1493 tarihinde ortaya çıktığı
görülmektedir.5 Cumhuriyet dönemine geldiğimizde; düğer bütün kurumlar gibi vakıfların da
bir çatı altında birleştirilip, kurumsal bir yapı haline getirilmesi amaçlanmış, 2 Mayıs 1920’de
Şer’iyye ve Evkaf Vekaletine devredilen para vakıfları, 3 Mart 1924’te başbakanlığa bağlanarak
Vakıflar Genel Müdürlüğü adını almıştır.6 Halen ülkemizdeki tüm vakıfları denetlemekle
görevli olan söz konusu kurum; gerçekleştirdiği denetim hizmetine ilave olarak, çalışmalarını
daha kapsamlı ve çağın gereklerine uygun yürütmek için 11 Ocak 1954 tarihinde 6219 sayılı
özel kanunla Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O.’nı kurmuş olup, çalışma genelinde belirtildiği
üzere 2016 yılında bunlara bir de Vakıf Katılım Bankası A.Ş.’yi dahil etmiştir. Bayezid Han-ı
Sani (2.Bayezid) Vakfı, Mahmut Han-ı Evvel Mustafa Han (1.Mahmut) Vakfı, Mahmut Han-ı
Sani Bin Abdül Hamit Han-Evvel (2.Mahmut) Vakfı ve Murat Paşa Bin Abdusselam (Murat
Paşa) Vakfı tarafından 805.000.000 TL sermaye7 ile 2016 yılında kurulan “Vakıf Katılım
Bankası A.Ş.” ile, ülkemizde faaliyet gösteren katılım bankaları sayısı 6’ya yükselmiştir.

1.1.2.Para Vakıflarının Uygulama Türleri


Tamamen değişen ve gelişen ihtiyaçlar paralelinde ortaya çıkan para vakıflarının
türleri de gelişen ve değişen ihtiyaçlar paralelinde şekillenmiş olup aşağıda Osmanlı döneminde
faaliyet sürdüren para vakıflarının sınıflandırılması başka bir değişle türleri kısaca açıklanarak
belirli bir sıralama yapılmıştır. Para vakıflarının uygumla türleri;8
1-) Avarız Vakıfları; Mahalle ve köylerde ihtiyaçları karşılmak için kurulan avarız vakıfları,
özellikle vergi ödemelerinde ve toplum ihtiyaçlarının karşılanmasında faydalanılan kuruluşlar
olmuşlardır. Vakıf harcamaları arasında; muharrem ve recep tekalifleri, yeniçeri salyaniyesi,
nizam-ı cedid askeri masrafı, çeşme, suyolu, kaldırım, fener, mum, mahkeme masrafları, cami,
mescid, dükkan tamirleri, fakirlere yiyecek ve evlerinin onarılması gibi kalemler yer almıştır.
4 Özcan Tahsin, Osmanlı Para Vakıfları Üsküdar Örneği, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Sayı:199, Ankara, 2003, s.10
5 Kurt İsmail, Para Vakıfları, İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, Ensar Neşriyat, Toplantı:23, İstanbul, 1996, s.170
6 Öztürk Nazif, 19.yy.Batılılaşmanın Vakıflar Üzerine Etkisi, İslami Araştırmalar Dergisi 8/1, İstanbul, 1995, s.32
7 http://vakifkatilim.com.tr/hakkimizda/index.html [Erişim Tarihi: 12.06.2016]
8
Özcan Tahsin, Osmanlı Para Vakıfları Üsküdar Örneği, A.g.e., s.81-82-143

12
2-) Esnaf Sandıkları; Bu vakfın sermayesini, herhangi zengin birinin bağışı, esnafın bağışları,
esnafların terfi ederken yaptığı ödemeler oluşturmaktadır. Esnaf olan kişilerin ortak
çalışmalarının finanse edilmesinde kullanılan birikimler, bazı ortak kararların
gerçekleştirilmesinde, esnaf içerisindeki fakir ailelerin ihtiyaçlarının giderilmesinde, bu
ailelerin cenazelerinin kaldırılmasında, düğün gibi önemli günlerde oluşan masrafların
karşılanmasında kullanılmıştır.
3-) Orta Sandıkları; Başlangıçta yeniçerilerin masaraflarını karşılamak amacıyla kurulan bu
sandıkların ne zaman ortaya çıktığı ile ilgili elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Özellikle
yardıma muhtaç kişilerin kendilerine ve ailelerine yardımcı olmak maksadıyla oluşturulmuş
ilgili sosyal güvenlik kurumları, yeniçerileri ocaklarının kaldırılmasıyle birlikte gelirleri yeni
kurulan askeri birliklere aktarılmıştır. Günümüzde bir holding haline gelen ve ordu mensupları
arasında dayanışmayı tesis eden OYAK Kurumunu bu anlayışın modern tarzı olarak
düşünebiliriz.
4-) Eytam Sandıkları; Eytam, yetim kelimesinin çoğulu olup, Arapça bir kelimedir. Bu
sandıklar, yetim çocukların mallarının işletilmesi ve sahip çıkılması amacıyla tesis edilmiş
sandıklar olmaktadır. Yetim çocukların asli mallarının işletilerek kâr elde edilmesi, elde edilen
kârın çocukların ihtiyaçlarında kullanılması esasına dayandırılmıştır. Bu sandıklarda yetim
çocuklara ait birikimler, çocuklar rüştlerini isbat ettikleri anda kendierine iade edilmiştir.
Bununla birlikte savaşta ölen yada öldürülen askerlerin yetim kalan çocuklarının, gerek sahip
çıkılmasında gerekse ihtiyaçlarının karşılanmasında da, orta sandıkları ile birlikte bu
sandıkların birçok faydası ve desteği olmuştur.

1.1.3.Para Vakıfları Üzerindeki Tartışmalar


Para vakıfları konusundaki tartışma ve ihtilaflar, emlak ve arazi vakıflarıyla ilgili olan
tarışmalardan daha çetin ve sert olmuştur. Çünkü yüzyıllardır zihinlerde yer eden vakıf sistemi,
herkesçe bilinen gayrı menkul üzerinden gerçekleşen sistemdi. Burada devreye nakit bir bedelin
girmiş olması hususu, vakıfların yeniden sorgulanması gerekliliğini gündeme getirmiştir.
Osmanlıda para vakıflarına tamamen karşı gelenlerin ilki Çivici Zade Mehmet
Muhyiddin Efendi’dir. 1547’de şeyhülislamlık makamından alınarak, Rumeli Kazaskerliğine
getirilen Çivici Zade Mehmet Efendi, göreve geldiğinde para vakıflarını yasaklayarak,
cemiyette huzursuzlukların doğmasına neden olmuştur. Çivicizade’nin; “vakıfların sadece gayrı
menkulden ibaret olabileceği, nakdi bağışların mudarabe de olsa, ticarete sermaye de yapılsa,
başkasının mülkü olduğu” düşüncelerinden ibaret olan para vakıfları fetvasını, ilgili dini
otoritelere göndermesi, kendisine müdahele eden zıt görüşlerin doğmasına sebebiyet vermiştir.

13
Bu fetvaya ilk karşı çıkanlardan olan, zamanın şeyhülislamı Ebu Suud Efendi (1574);
“yüzyıllardır halkın faydasına çalışmış ve toplumda belli bir yeri olan bu kurumların asla
yasaklanamayacağı, kötü niyetli olan bu engellemenin toplumsal düzeni alt üst edeceği”
yönündeki kendi görüşlerine din ulemalarının görüşlerini de ekleyerek bir risale yazmıştır. Ebu
Suud Efendi bu risaleyi yazarak, ilgili vakıflardan geçinen milyonlarca bakıma muhtaç kişinin
hakkını korumayı, Çivicizade’nin ortaya attığı bu görüşle toplumda ortaya çıkan kargaşanın
önüne geçmeyi amaçlamıştır.9 Çivicizade’ye karşı çıkan bir diğer âlim de; Sofya’lı Bâli Efendi
olmuştur. Bâli Efendi, 300 yıldır devam eden ve tamamen hayır üzerine bina edilmiş bu
kurumların kaldırılmasının toplumda fitne ve karışıklık doğuracağını, bu görüşünden vaz
geçerek fetvasından geri dönmesini Çivicizade’den istemiş, Padişah Kanuni dahil birçok
otoriteye çeşitli mektuplar yollamıştır.10 Ancak Çivicizade’nin ölümüne kadar nakdi vakıfların
kabul edilemeyeceği yönündeki görüşlerinden caymadığını, Ebu Suud’un “usul hatasına düşüp
güçlü delilleri zayıf delillere tercih ettiğini” söylediğini, çeşitli kaynaklardan anlamaktayız.11
Osmanlıda Para vakıflarıyla ilgili söz konusu tartışmalara baktığımızda; aslında
günümüz İslami Finans kuruluşlarının fetva müesseselerince tartışılan yönüyle benzerlik
arzettiği görülmektedir. Zira çalışma genelinde kaynağından bizzat alıntı yapılan Mehmet
Şimşek yaptığı yorumunda; “Çivicizade’nin şeyhülislamken bu vakıflara karşı çıkmaması,
şeyhülislamlık makamından alındıktan sonra böyle yorumlara gitmesinin, kişisel hırslarına
yenilmesinden kaynaklandığını” anlamak pek de güç olmayacaktır.

1.2.TÜRKİYE’DE İSLAMİ BANKACILIĞIN GELİŞİM SEYRİ


1.2.1.Özel Finans Kurumları
Özel Finans Kurumları (Katılım Bankaları); sermayesine ek olarak gerek yurt dışı
gerekse yurt içi hususi cari hesaplar vasıtasıyla kâr ve zarara katılma imkanı veren, hesaplar
vasıtasıyla kaynak toplayıp, piyasaya kaynak tedarik etmek amacıyla faaliyette bulunan,
toplanan kaynakları kanundan belirtilen esaslarla, herçeşit zirai, ticari işlemlerin ve hizmetlerin
finansmanında, müşterek yatırımlarda, yurt dışı teminat mektubu dağıtımı, dış satım ve dış
alımın finansmanında, yatırımlara dair ekipmanların tahsis edildiği, işletmelere taksitli olarak
satımı ve kiralanması gibi meselelerde kullandırılan mali kurumlardır.12 Ticari hayat içerisinde
yalnız dini değil, piyasadaki dalgalanmalardan anında etkilenerek piyasayı felce uğratan
ekonomik olumsuzluklar da insanları altarnatif finansman kuruluşları bulmaya yönlendirmiştir.

9 http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/772/9837.pdf [Erişim Tarihi: 28.06.2016]


10 Şimşek Mehmet, Osmanlıda Para Vakıfları Münakaşalar, Ankara İlahiyat Dergi, Sayı;27/1, Ankara, s.207
11 Özcan Tahsin, Osmanlı Para Vakıfları Üsküdar Örneği, A.g.e., s.37
12 16.02.1983 tarih ve 83/7506 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi, 19.12.1983 tarih ve 18256 Sayılı Resmi Gazate’de

yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

14
Birikimlerini daha sağlam daha güvenilir finans kuruluşlarında değerlendirmek, her
insanın doğası gereğidir. Ülkelere yön veren ekonomilerin de piyasadaki istikrarsızlıklardan
minimum düzeyde etkilenen kurumları tercih etmesi ekonomilerin doğası gereğidir. İşte tamda
bu aşamada belirlenen amaçlar doğrultusunda Özel Finans Kurumları devreye girmiştir. Özel
Finans kurumları yapısı gereği fert ve ülke bazında önemli avantajlar barındıran bir sistemdir.
Özellikle son 25 yılın trendleri arasına giren, bir takım avantajları dolayısıyla giderek daha fazla
ön plana çıkan İslâm Bankacılığı dolayısıyla Özel Finans Kurumları yada bugünkü tabirle
Katılım Bankaları, ağırlıklı olarak Pakistanlı ekonomistlerin etkin çabalarıyla geliştirilmiş yada
geliştirilmeye çalışılmaktadır.13 Mali sistem içerisinde her geçen gün önemi daha da anlaşılan
ilk olarak Özel Finans Kurumları adıyla faaliyete başlayan faizsiz bankalar, halen ülkemizde
Katılım Bankaları adıyla faaliyetlerini devam ettirmektedir. Dünya genelinde önceleri Faizsiz
Bankalar olarak tanınan ilgili sistem; zamanla İslam ülkelerinden tüm dünyaya yayılması ve
önemini arttırması nedeniyle artık daha yerini “İslamî Bankacılık” kelimesine bırakmıştır. En
belirgin özelliği faizin haram olması nedeniyle faizsiz bir piyasa ekonomisi meydan getirmek
olan bu kurumlar; ilgili faiz hassasiyeti nedeniyle, faizli bankalara gitmeyen kaynakları
ekonomiye kazandırmak maksadıyla kurulmuştur. Bu kurumlar; halkın faiz yasağı nedeniyle
yastık altında tuttukları yada altına yönlendirdiği kaynaklarını, ülkenin gelişmesi için piyasaya
çekilmesi düşüncesini bünyesinde barındırdığı için, devletin de desteklediği önemli bir politika
haline gelerek önemini daha da artırmıştır.
Özel Finans Kurumlarının en belirgin özelliği; İslamiyetin faizi yasaklaması
dolayısıyla, faizsiz bir ekonomik sistemi kurup geliştirme maksadında olmasıdır. İslamî
Bankaların dayandığı 2 temel prensipten birincisi paranın bir mal değil değişim aracı bir
finansman ölçüsü olması; ikincisi ise emek ve sermayesini ortaya koyanın sonuca birlikte
katılmasıdır.14 Atıl duran kaynakları değerlendiren, altarnatif yöntem olarak riski ve belirsizliği
minimuma indiren, özünde işbölümü ve uzmanlaşma olan, açıklık ve şeffaflık ilkesiyle
güvenirliği öne çıkan, Hakk’a ve hukuka verilen ehemmiyetten dolayı hukukun üstünlüğünü
merkeze alan kurum olarak ortaya çıkan Özel Finans Kurumları (Katılım Bankası); aynı
zamanda işsizliği azaltan, özündeki kuruluş niteliğiyle yıkıcı rekabeti önleyen, kalite ve
verimliliği esas alan, kayıt dışı ekonomiye engel olarak vergi gelirlerini düzene sokan, yabancı
sermaye transferine imkan tanıyan, maliyet düşürücü teknikleriyle yeni finansman tekniklerini
bünyesinde barındıran sistemlerdir.15

13 Akgüç Öztin, 100 Soruda Türkiye’de Bankacılık, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1989, s.145
14 Akgüç Öztin, 100 Soruda Türkiye’de Bankacılık, S.a.g.e., s, 145
15 Eskici Mustafa Mürsel, Türkiye’de Katılım Bankacılığı Uygulaması ve Müşteri Özellikleri, Süleyman Demirel

15
1.2.2.Özel Finans Kurumlarının Kuruluş Nedenleri
İslamiyette faizin haram olması, Müslüman toplumlarda İslamın uygun gördüğü
şartlara haiz faizsiz bankacılık sisteminin doğuşunu mecburi kılmıştır. Bu bir zorunluluk olarak
kendini göstermiştir çünkü; günümüz ekonomisinde bankaların olmadığını kabul edersek,
faaliyetlerin hızlı ve etkin bir şekilde devamlılığı ortadan kalkar. İslam ülkelerinin de hızla
değişen ve gelişen bir ortamda; şartların gerisinde kalmamak ve yenilikleri yakalamak için,
faizden uzak bir şekilde bankacılık yapan kuruluşları inşa etmesi gereklilik haline gelmiştir. Hal
böyle olunca Müslümanların var olan sistem içerisinde inancından taviz vermeden varolan
ekonomiye ayak uydurması ancak İslami inançlara göre oluşturulan bir yapıyla mümkün
olacağından sistemin oluşması kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu kurumların kuruluş nedenleri;
1-) Özel Finans Kurumları (Katılım Bankaları), İslami prensiplere uygun bir yapıdadır. Kur-an
ve Sünnete paralel şekilde, helal haram ayrımına dikkat ederek, faaliyetlerini sürdürürler.
2-) Faizli bankalardaki müşteri profili, “alacaklı-borçlu” ilişkisine dayanırken; katılım
bankalarında bu ilişki alacak borçtan ziyade kar yada zararı paylaşma esasına dayanır, müşteri
bankanın aynı zamanda ortağı hükmündedir.
3-) Faizli bankalardaki paradan para kazanma hırsının yerini, katılım bankalarında üretim ve
emek almıştır. Bu yolla ekonomi canlanarak istihdam yaratılmakta, üretim aratarak enflasyon
düşmektedir. Oysa faizli bankalarda para hareketi dışında bir faaliyet olmamaktadır. Katılım
bankalarında para bir mübadele aracı ve değer ölçüsüdür
4-) Katılım bankaları topladıkları kaynakların tamamına yakınını reel ekonomiye arz ederler,
faizli bankalardan farklı olarak finansal kiralama işlemi de yapabilmektedirler.
5-) Faizli bankalarda alınacak faiz sabitken; katılım bankalarında kullandırılan kaynaklardan
gelecek gelire göre tesbit edilir.
6-) Faizli bankalarda “faiz riski” kavramı vardır ve en ufak bir dalgalanmadan etkilenmeye son
derece açıktır. Katılım bankalarıysa faizden etkilenen bir enstürüman kullanmadığından faiz
riski yoktur. Bu nedenle kriz ve piyasa dalgalanmalarından daha az etkilenirler. Ülkemizde
yaşanan büyük krizler neticesinde, birçok büyük faizli bankaya el konulması ve TMSF’ye
aktarılması buna en güzel örnektir.
7-) Katılım bankaları, halkın faiz yasağı nedeniyle yastık altında tuttukları yada altına
yönlendirdiği kaynaklarını, ülkenin gelişmesi için piyasaya çekilmesi düşüncesiyle kuruldukları
için, ülke ekonomisinde önemli yere sahip devlet destekli kuruluşlardır.

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2007, s.21

16
8-) Katılım bankalarının ortaya çıkmasındaki en büyük etken; faizli bankaların yatrımcıyı değil
de kendilerini düşünerek, uzun vadeli kredi yerine yüksek oranlı kısa vadeli kullandırma yoluna
girmeleridir. Kısa vadeli krediyi alan yatırımcının, faaliyette bulunup gelir elde etmesine fırsat
kalmadan verilen parayı hemen geri ödenmeye zorlanması, bu durumun gerek ülke ekonomisi
gerekse kredi müşterisini olumsuz etkilenmesi; faaliyetleri gereği uzun vadeli kredi temin eden
katılım bankalarının doğuşunu hızlandırmıştır.
9-) Faizli bankalar, müşteriyle ticaret yada sanayiye yönelik bir ortaklık kurmadıklarından,
öncelikle alacakları faize bakıp çıkarları peşinde koşmaktadırlar. Kredi verdikleri müşterinin
verimli çalışması yada bunların denetlenmesi faizli bankalar için hiç önemli değildir. Haliyle bu
durum ülke ekonomisini baltalamaktadır. Buna karşın katılım bankaları, müşteriyle ortaklık
tahsis ettikleri için, ülke ekonomisini gözeterek, fon kullanımını denetlemek zorundadırlar.
10) Katılım bankalarının; krizlerin reel sektör üzerindeki yıkıcı etkilerini yumuşatma ve
krizlerden daha az etkilenme özelliği vardır. Çünkü bu tür bankalar kaynaklarını doğrudan reel
ekonominin finansmanında kullanmaktadırlar.
Çalışma genelinde bahsedilen bilgiler ışığında yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız,
faizsiz bankacılık yada ülkemizdeki adıyla Katılım Bankalarının kurulma nedenleri; görüldüğü
üzere ülke kalkınması ve faizden kaçan yatırımcıların fonlarını piyasaya çekme düşüncesine
dayanmakta ise de, ağırlıklı olarak İslami esaslara ve faiz yasağıyla ilişkilidir. Genel olarak
bakıldığında; Osmanlı’nın parlak dönemleri hariç olmak üzere, ülkemizde dinî ve iktisadî
kurallar arasında köprünün tam olarak tesis edileme sıkıntısı mevcuttur. Bu konuda, ele alınan
kitaplar son derece yetersizdir. Üniversitelerin çok azında İslam İktisadı, İslami Finans
kürsüleri yada dersleri mevcuttur. Bankalarının kuruluşunda birtakım “İç ve Dış Faktörler” de
etkindir. Bunlar;

1.2.2.1.Dış Faktörler
İslâm ülkelerinin çoğunda mevcut bulunan petrol rezervlerinin ilgili ülkeler tarafından
ekonomik açıdan değlendirilmesi ortaya büyük bir para artışının çıkmasına neden olmuştur.
Bilhassa 1970’li yılların başında OPEC üyesi ülkelerin beraber aldıkları kararlar neticesinde,
petrol fiyatlarını artırmışlar bu durum petrol zengini ülkelerin daha da zenginleşmesi ve elde
ettikleri kaynakların inanılmaz derecede katlanmasına yol açmıştır.16 Bu konuda tecrübesiz olan
söz konusu ülkelerin aşırı döviz getirisinden oluşan dış ticaret fazlalıkları Batı ülkelerine
transfer olmuş, İslam ülkerinin kendi petrolünden sağladığı yüklü paralar Batı ekonomisine
yaramış ve İslam ülkelerinin kalkınması ve gelişmesine katkıda bulunamamıştır.

16 Özsoy İsmail, Özel Finans Kurumları, A.g.e., s.98

17
Uluslar arası çevrede meydana gelen bu gelişmeler; bir yandan petrol zengini
ülkelerdeki finansal fazlalıkların nasıl değerlendirileceği, diğer yandan da perol alıcısı olan
ülkelerin söz konusu fonları kendi ülkelerine çekmede yoğun çaba içerisine girmelerine yol
açmıştır. İslam ülkelerinin içinde bulunduğu bu arayışın farkına varan Batılı ülkler, ilgili fonları
ülkelerine çekmek için çeşitli yollar denemişlerdir. Özellikle Avupa ve ABD’de bu konuda
verilen gazete ilanları, gerçekleştirilen yatırım ve ortaklıklar ile hiçbir ilgileri bulunmamasına
rağmen ülkelerinde açtıkları İslâmi Bankalar bu çabaların en önemli delilleri olmaktadır. Bu
arada kendi ülkelerindeki petrol gelirlerinin yoğun bir şekilde Batılı bankalara kanalize
olduğunu keşfeden ilgili İslâm ülkeleri, bu durumun farkına vararak ilgili sıcak parayı
ülkelerinde nasıl değerlendirebilecekleri konusunda çareler aramaya başlamışlarıdır. İslam
ekonomistleri konunun parasal boyutunun yanısıra, perol yatakları bulunmayan ancak doğal
kaynak ve insan gücü bakımından zengin olan geri kalmış diğer İslami ülkelerini de düşünerek,
kendi sermaye fazlalarıyla bu durumu dengelemek istemişler ve yapılacak işbirliğiyle İslam
ülkeleri arasında ihtiyaç duyulan dayanışma ve gelişmenin sağlanacağı fikrine varmışlardır.
İslâm ülkeleri arasında sermaye hareketini geliştirecek, işbirliği ve parasal akışı
hızlandıracak, en önemlisi İslâmi esaslara göre faaliyette bulunacak uluslar arası İslâmi
bankacılık düşüncesi bilhassa Suudi Arabistan Kralı Faysal tarafından şiddetle desteklenmiştir.
Bu destek düşünce aşamasında kalmamış, 1975’te Suudi Arabistan Kralı Faysal “İslâm
Kalkınma Bankası” (The Islamic Development Bank) kurulmuştur.17
Türkiye’de geliştirilen faizsiz Özel Finans Kurumlarının kuruluş aşamasına
baktığımızda ise, önceleri tıpkı Batıda olduğu gibi daha çok Ortadoğu ve Arap ülkelerinden
kaynak temini sağlamak maksadıyla oluşturulduğunu görmekteyiz. Özel Finans Kurumlarının
kurulmasıyla ilgili kararname daha çok bu maksatla yürürlüğe sokulmuştur. Bunun yanısıra, bu
kurumlar vasıtasıyla faizden kaçınan halkın fonlarını çekmek de amaçlanan konular arasında
yeralmıştır.18

1.2.2.2.İç Faktörler
Yukarıda Dış Faktörler başlığı altında ele alınan, Özel Finans Kurumlarının körfez
sermayesini yurda çekmek düşüncesiyle kurulmuş olması fikri, 1990 sonrası dönemde iç unsur
haline geldiği, yani faiz hassasiyeti yüzünden elinde kaynak bulunan halkın ilgili kaynaklarını
ekonomiye kazandırma düşüncesinin hakim olduğu görülmektedir.19 İslâmın faiz hassasiyeti
nedeniyle ülkemizdeki bazı kesimlerin faizli bankalarla arasındaki mesafe, İslam ülkelerinin

17 Akgüç Öztin, 100 Soruda Türkiye’de Bankacılık, A.g.e., s.146


18 Özsoy İsmail, Özel Finans Kurumları, A.g.e., s.100
19 Önal Recep, Türkiye’de Özel Finans Kurumları ve Uygulaması, Albaraka Türk Yayınları, İstanbul, 2000, s.16

18
ekonomik ve ticari açısından gelişimini yavaşlatmıştır. Ülkemizde; bazı dini otoritelerin faizsiz
finansman olsa da bu konuya halen cevaz vermiyor olmaları, ilgili alanda dini ulemayla iktisatçı
bilim adamları arasında hâla bir görüş birliğinin bulunmaması ve bu yönde sade anlaşılır
kitapların yazılmamış olması, üniversitlerde İslam İktisadı konusunda kürsülerin ve
araştımaların yetersizliği, halkın ilgili alandaki araştırma eksikliği ve cehaleti gibi nedenlerle
İslami Finans halen istenilen seviyeye gelememektedir.
İç Faktör başlığa altında incelediğimiz bu konu; yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı
üzere faizden kaçınan kesimin elindeki atıl fonlarının ekonomiye çekilmesi ve yatırımların
finansmanında kullanılması düşüncesinden ibaret olmaktadır. Her ne kadar halkın tamamını
kendisine çekmese de, uzun vadeli krediler gibi sağladığı avantajlar dolasıyla özellikle sanayici
ve yatırımcı kesmin ilgisini artan oranda bünyesinde barındırmaktadır. Bu nedenle Özel Finans
Kurumları, çalışma genelinde belirtilen hususiyetleri dolayısıyla sadece inanç konusunda hassas
davranan kesmin değil, diğer kesimlerin de her geçen gün ilgisini artarak çekmektedir. Bu ilgi
sadecede ülkemizde değil, yurtdışında da artan oranda devam etmektedir.

1.2.3.Katılım Bankacılığı Kavramının Doğuşu ve Gelişimi


Ülkemizde ve dünyada Katılım Bankaları’nın kuruluşuna temel olan faktör; yukarıda
da belirtildiği 1975’te Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın petrol gelirlerini değerlendirecek İslami
Bankacılık Sistemini “İslâm Kalkınma Bankası” (İKB) (The Islamic Development Bank) adıyla
ülkesinde kurulmasıyla başlamıştır. Aslında bundan önce faizsiz uygulamanın bilinçli ve
organize şekilde kuruluşuna zemin hazırlayan olay, 1973’te Kahire’de toplanan; Suudi
Arabistan, Libya, Ürdün, Sudan, Fas, Yemen, İran, Afganistan, Pakistan, Endenozya, Malezya,
Türkiye, Mali temsilcilerinden oluşan komitenin aldığı kararlar sistemin çıkış noktasını
hazırlamıştır. İlgili komite; İslam ekonomisinin oluşturulması, İslami ülkelerdeki kaynak
fazlasının diğer İslam ülkelerinde kullanıma sunulması kararı doğrultusunda, halen mevcut
Dünya Bankası tarzında bir sistemin oluşturulması amacıyla İslam Bankacılığının temelleri
atılmıştır. Ancak zamanla Kral Faysalın kurduğu “İslam Kalkınma Bankası”nın (İKB) özel
sektör projelerine konusunda yetersiz kalması üzerine, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap
Emirlikleri öncülüğünde 1981 yılında “Dar Al-Maal Al-İslami” isimli holding kurulmuştur.
Ancak zaman içerisinde Kral Faysal’ın kurduğu İKB’nin kendi içerisinde örgütlenmesi ve üye
ülkelerin ekonomilerini İslami prensipler çerçevesinde destekleyen bir kuruluş haline gelmesi,
“İslâmi Finans”ın dünyada hak ettiği yeri geç de olsa bulmasına vesile olmuştur.20

20 Darçın Ahmet Cüneyt, ÖFK’nın Katılım Bankalarına Dönüşümü, Yüksek Lisans Tezi,Atılım Üniv, Ankara, 2007, s.12-48

19
Türkiye İslâmi Finans konusunda dünyada çığır açan İKB’nin en önemli ortaklarından
biri olup, 1984 yılında yaptığı sermaye artışıyla ilgili kurumun yönetim kurulunda sürekli elçi
bulundurma hakkını elde etmiştir.21 Türkiye’de faizsiz bankacılık yolundaki ilk çalışma,
11.11.1975 tarih ve 13 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan “Devlet Sanayi ve İşçi
Yatırım Bankası A.Ş.”nin (DESİYAB), bankacılık konusunda Kâr/Zarar ortaklığı prensibini
esas alan, faizsiz kredi veya faizsiz finansman temini için kurulmasıdır. İlgili bankanın kuruluş
sözleşmesinde yönetim kurulunun, faizli-faizsiz çalışmayı tercihe bırakmış olması dikkat çekici
bir unsur olmaktadır. Yine ilgili banka kurulurken yönetim kurulu sözleşmede; bankaya fon
toplama ve yurtdışında şube açma yetkisini vermemiştir. Sınırlı faaliyet alanı bir süre sonra
ilgili bankayı, proje denetimi yapan küçük bir büro şekline dönüştürmüştür. Söz konusu
yönetim kurulu bankayı bu karmaşık durumdan kurtarmak için, 1978 yılında “DESİYAB faizli
olarak çalışacaktır” kararını almış ardından bankanın 1988’de adını “Türkiye Kalkınma
Bankası” olarak değiştirmiştir.22 Görüldüğü üzere, ilk çıktığında faaliyet konusunda yazmasına
rağmen DESİYAB’ta K/Z ortaklığı işlemi hiç uygulanmamış, kağıt üzerinde kalmıştır.
Ülkemizde başarısızlıkla sonuçlanan ve sadece kağıt üzerinde kalan bu ilk girişimin
ardından, ikinci girişim 24 Ocak 1980 yılında alınan kararlar doğrultusunda ekonomide ve
özellikle finansal alanda liberal politikalar izlenmeye başlanmıştır. İlgili dönemlerde yaşanan
döviz krizini etkisiyle, bozulan ekonomiyi düzeltmek için 13 yabancı bankanın Türkiye’de şube
açmasına müsaade edilmiş, faizsiz şekilde tasarruflarını değerlendirmek isteyen kimselerin
ihtiyaçlarına cevap vermek için 16 Aralık 1983 yılında 83/7506 sayılı kararnameyle “Özel
Finans Kurumları”nın temelleri atılmıştır. Hazine ve Dış Ticaret Bakanlığı ile Merkez
Bankası’nın yayımladığı tebliğlerle sistemin alt yapısı hazırlanmış, ardından çıkarılan yasalar
ile 1985 yılında Türkiye’nin ilk Özel Finans Kurumu olan “Albaraka Türk Özel Finans Kurumu
A.Ş.” ve “Faisal Finans Kurumu A.Ş.” adlı kurumlar yabancı sermayeli şekilde kurulmuştur.
Resmi olarak 1985 yılında ülkemizde açılan yukarıda adı geçen ilk finans kurumlarının
ardından, ard arda başka özel finans kurumları da açılmış olup, çalışmanın ilerleyen
bölümlerinde detayı verilecektir. Resmi olarak kurulduğu 1985 yılından 2005 yılına kadar
ülkemizde “Özel Finans Kuruluşu” adıyla faaliyet gösteren söz konusu kurumlar, 1 Kasım 2005
tarihinde yürürlüğe giren yeni bir kanun ile banka statüsünü kazanmış, 2006 yılında ismi
“Katılım Bankaları” olarak değiştirilmiştir. Belirtilen son değişiklikle ilgili kurumlar hakkında
işleyiş ve düzenleme alanında herhangi bir değişime gidilmemiş olup, sadece unvan
değişikliğinde bulunulmuştur.
21 Darçın Ahmet Cüneyt, ÖFK’nın Katılım Bankalarına Dönüşümü, A.g.e., s.5
22 Akın Cihangir, Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1986, s.281

20
1.2.4.Türkiye’de ve Dünyada Katılım Bankalarının Tecih Edilme Nedenleri
Çalışma genelinde de belirtildi üzere Katılım Bankaları; faizli bankacılık sistemiyle
çalışmayı inançları gereği yanlış bulan yada inançları dışında kendine göre başka nedenlerden
dolayı faizli bankalara mesafeli olan kişilerin, ellerindeki yastık altı birikimleri ekonomiye
çekmeye çalışma düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Dinimizde faizin yasak olması, alan yada
veren fark etmeden uzaktan yada yakından bu illete bulaşanların büyük günah işledikleri kabul
edildiğinden, butür kurumların ortaya çıkması kaçınılmaz bir zaruret haline gelmiştir. Ancak
dini sebepler bir tarafa, yukarıda tarihi geçmişini verdiğimiz İslami Bankaların ilk kuruluşunda,
daha çok ekonomik ve iktisadi sebeplerin ön plana çıktığını görmekteyiz. İster dini ister
ekonomik hangi sebeplerle kurulmuş olurlarsa olsunlar, Katılım Bankaları bünyesinde
barındırdığı birtakım avantajlar nedeniyle, İslami sebepler dışında da tercih edilen ve her geçen
gün yoğun bir şekilde artan oranlı ilgi göremeye devam eden finansal kuruluşlar olmaktadır.
Gerek ülke gerekse şahıslar nezdinde faydalı bu kurumların tercihindeki nedenler önemlidir.
Katılım Bankalarının tercih edilme sebepleri aşağıdaki şekilde maddelenebilir;
1-) Katılım Bankaları, günümüz bankalarının tüm işlevlerini yerine getirmekle, faizli bankaların
bir altarnatifi konumundadır. Bunun da ötesinde Katılım Bankaları, faizli bankaların kanunen
gerçkleştiremedikleri “Finansal Kiralama” (Leasig) faaliyeti yerine getirirler. Çünkü kanunen
faizli bankalar finansal kiralama yapamazlar fakat finansal kiralama şirketi kurabilirler,
2-) Katılım Bankaları, kendisinden borç para alan yatırımcısının faaliyetleri neticesine bakarak
uzun vadeli kredi kullandırma prensibine sahiptir. Çünkü kanun gereği butür bankalar borç para
verdikleri kredi müşterisiyle proje bazında ortak olmaktadır ve faaliyetleri yakından takip edip
denetleyerek sonuca göre borcu tahsil etmektedirler. Faizli bankaların kullandırdıkları krediler
ise müşterinin faaliyetleriyle ilişkili olmaksızın çoğunlukla kısa vadeli olmaktadır.
3-) Katılım bankalarında her nekadar Kar/Zarar ortaklığı söz konusu olsa da, aslında çok nadir
de olsa zarar edilen proje maliyetini müşteriye yansıtmazlar. Çünkü butür kurumlarda güven
temel esas olduğundan zarar etmemek için olağan üsütü titiz davranırlar. Şayet nadirde olsa
bazı projelerden zarar edilmişse, bunların payı toplam kazanç içerisinde az yer kaplıyor
olduğundan, bedelleri havuzda biriken fonlardan karşılanır.
4-) Krizi yumuşatma ve etkilerini azaltma etkisine sahip katılım bankaları, kendisine
birikimlerini yatırmış olan müşterilerini böylesi kritik dönemlerde mağdur etmezler. Çünkü
prensip gereği faaliyetleri “faiz riski” taşımadığından, geçmişte örneklerini sıkça gördüğümüz
faizli bankalar gibi, en ufak dalgalanmadan etkilenip, fona devredilmezler.

21
5-) Katılım Bankaları; gözünü kâr hırsı bürümüş, faizli bankalar gibi paradan para kazanma
prensibiyle hareket etmez. Bu tür bankalar için üretim-emek-faaliyet ön plandadır, fon
kullandıran banka projenin başından sonuna kadar müşterisinin yanındadır ve ona destek olur.
Bu durum hem ekonomiye hem de müşteriye güven unsurunu getirir, istikrarı artırır.
6-) Katılım Bankalarının tercih edilmesindeki en büyük etken; hitab ettiği müşterilerini
pisikolojik yönden kendilerini iyi hissetmelerine neden olmalarıdır. İslami hassasiyetlere uygun
olarak düzenlenmiş ilgili kurumlar; faiz yerine kâr payını merkeze alarak bunu yapmaktadırlar.
İslami açıdan yaptığının doğru olduğunu kabul eden kişilerin motivasyonu da artmaktadır.
7-) Faizin yıkıcı etkisi, kardeşlik, dayanışma birlik beraberlik duygularını zedelemesi nedeniyle
yatırımcılar katılım bankalarını tercih ederler. Bu yönüyle katılım bankaları sadece ekonomik
değil, aynı zamanda sosyal içerikli sorumlulukları olan kuruluşlardır.
8-) Faizli bankalarda banka ile müşteri arasında; alacaklı-borçlu ilişkisi mevcutken, katılım
bankalarında müşteri proje bazında da olsa kurumun ortağı konumundadır. Bu durum
müşterinin kendisini iyi hissetmesine neden olur.
9-) Katılım Bankalarının devlet güvencesi ve denetimindeki kuruluşlar olmaları tercih
edilmesinde belirleyici rol oynamaktadır. Örneğin; Katılım Bankalarının kurulması Bakanlar
Kurulu Kararıyla olmaktadır. Bakanlar Kurulu iznine tabi olan bu kurumlarda; fonların bir
kısmının Merkez Bankası’nca bloke edilmesi, K/Z katılma belgesinin ve bu belgenin içeriğinin
Merkez Bankası’nca düzenlenmiş olması hep güven unsurunu artırıcı koşullar olmaktadır.
10-) Ülke ekonomisi açısından bakıldığında; üretim ve emek unsuru ön planda olduğundan
ekonomik faaliyetlere canlılık gelmesi, işgücü ve istihdamı artırması, krizi yumuşatıcı ve
krizden etkilenmeyen bir yapısının olması, İslami kesimin yastık altı follarını piyasaya
kazandırması, üretim artırdığından enflasyon üzerinde düşürücü bir etkisinin olması ve pek çok
nedenden dolayı Katılım Bankaları tercih edilecek ve edilmeye devam edilecektir.
Çalışma genelinde bahsedilen bilgiler ışığında yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız,
faizsiz bankacılık yada ülkemizdeki adıyla Katılım Bankalarının tercih edilme nedenleri; gerek
ülke bazında gerekse fon kullanan yada fon yatıran müşteriler gözünde küçümsenmeyecek
kadar fazladır. Elbette bu gelişmeler henüz arzu edilen boyutlarda değildir. Bu kurumların
dahada geliştirilmesi ve ekonomimizin Batıyla boy ölçüşecek seviyeye gelmesi, tabiîdir ki
siyasilerin yanısıra ülke politikalarına da bağlıdır. Bu alanda; halkın tamamına yakınını ilgili
kurumlara çekebilmeyi sağlayacak yöntemler araştırılmalıdır. Aşağıda maddler halinde
sıraladığımız Katılım Bankalarının tercih sebeplerini, genel olarak belirli ana başlıklar halinde
toplamak incelemek de elbette mümkündür. Bu maddeler aşağıda sıralanmıştır;

22
1.2.4.1.Faizden Korunma Düşüncesi
Katılım Bankalarının tercihiyle alâkalı, 2005 tarihindeki, H. Şaduman Okumuş’un beş
Özel Finans Kurumunun İstanbul Şubelerinde 161 şahısla yaptığı araştırma ve aynı konuyla
ilgili yayınladığı makalesinde; ilgili kurumların tercih edilme nedenlerinin başında faizin haram
olması yani dini inançların etkili olduğu ortaya çıkmıştır.23 Yine aynı araştırmada yer aldığına
göre; birinci sırada yer alan dini kriterin arkasından, personelin cana yakın tavrı ve işlemleri
takip yada tamamlama konusundaki gayreti ve hızının geldiği anlaşılmıştır. Araştırmada yüksek
gelir etme şıkkının ise önemsiz sayılarak, anketin en aşağılarında kendine yer bulduğu
gözlemlenmiştir.24 Çalışma genelinde bahsedildiği üzere; Katılım Bankalarının ilk ortaya
çıkmasındaki düşüncenin Kral Faysal’ın ekonomik yönden para akışını Müslüman ülkeler
arasında gerçekleştirmek olduğundan hareketle daha çok ekonomik faktörün etken olduğu
anlaşılmış olsa da; halkın ilgili kurumları tercihinde temel faktörün daha çok “faiz hassasiyeti
ve dini duygular” olduğu görülmektedir.

1.2.4.2.Karlılık Etkinlik ve Müşteri Memnuniyeti


Türkiye’de Katılım Bankalarının etkinliğiyle ilgili Ersan Özgür tarafından 2007 yılında
tamamlanan doktora çalışmasına göre; “Katılım bankalarının üstün özelliği olarak; genel
ekonominin finansal yapısıyla alakalı problemlerden ve konjonktürel krizlerden faizli bankalara
göre daha dayanıklı yapısının olması sonucu, daha az etkilenmesi gösterilebilir. Katılım
Bankalarının bu yönü etkinlik ve kârlılık açısından önemli bir özellik olmaktadır. İlgili tezden
elde edilen sonuçlara göre katılım bankaları ve veri zarflama analizi doğrultusunda şu yorumu
da yapmak mümkündür; Katılım Bankaları finansal açıdan faizli bankalara nazaran daha etkin
kurumlardır. Bu tesbit rekabet edebilme yönünden önemli olduğu için faizsiz bankacılık
alanında yeni kurumların kurulması var olanların geliştirilmesi önerilebilir”25

1.2.4.3.Ürünler ve Fon Kullandırım Şekilleri


Çalışmanın ilerleyen dönemlerinde yer vereceğimiz konu başlıklarından olan Katılım
Bankalarının kullandığı finansman yöntemlerinin faizli bankalardan önemli farklarla ayrıldığı
bilinen bir geçektir. Kuruluş ve işleyiş prosedürü bunu gerektiren Katılım Bankaları; para değil,
ürün ve emekle ilgilenmekte, süreci de projenin ortağı sıfatıyla kanuni zorunluluk olarak baştan
sona takip edip denetlemektedirler.

23 Okumuş H. Şaduman , İnterest Free Banking in Turkey A Study Customer Satisfaction Anda Selection Criteria,
Jurnal Of Economic Cooperation, İstanbul, 2005, pg.51-58 [Aktaran: Raci Kaya, Katılım Bankalarının Tercih Nedeni,
Doktora Tezi, Marmara Üniv.Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2013, s.75]
24 Okumuş H. Şaduman, S.a.g.e., s.80
25
Özgür Ersan, Katılım Bankalarının Finansal Etkinliği ve Rekabet Edebilirliği, Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Kocatepe Üniv., Afyonkarahisar, 2007, s.202 [ Aktaran: Raci Kaya, Katılım Bankalarının Tercih Nedeni,
Doktora Tezi, Marmara Üniv.Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2013, s.75]

23
1.2.5.Ülkemizde ve Dünyada Mevcut İslami Bankalar Birliği Kuruluşları
1.2.5.1.Ülkemizde Katılım Bankaları Birliğinin Kurulması ve Görevleri
4389 sayılı Bakanlar Kurulu Kanunu ile Özel Finans Kurumları’nın tabi olduğu
mesleki kuruluş olan “Özel Finans Kurumları Birliği” 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun
geçici 3. maddesinin 3. fıkrası ile Türkiye Katılım Bankaları Birliği olarak adlandırılmış ve bu
kanun hükümlerine tâbi kılınmıştır.26 Birliğin görevleri yani amacı; serbest piyasa ekonomisi ve
tam rekabet çerçevesinde bankacılık düzenleme, ilke ve kuralları doğrultusunda katılım
bankalarının menfaatlerini savunmak, bankacılık sisteminin büyümesi, sağlıklı olarak çalışması,
bankacılık mesleğinin gelişmesi, rekabet gücünün artırılması amacıyla çalışmalar yapmak,
rekabetçi bir ortamın yaratılması ve haksız rekabetin önlenmesi için gerekli kararları
almak/alınmasını sağlamak, uygulamak ve uygulanmasını talep etmektir.27
1984’te Albaraka Türk ile başlamış, 1985’te Faysal Finans, 1989’da Kuveyt Türk,
1996’da Asya Finans sektördeki yerini almıştır. İlgili kurumlar içerisindeki Faysal Finans
sonradan Family Finans’a dönüşmüştür. Family Finans 1991’de sektöre giren Anadolu Finans
İle 2005’te birleşmiş ve halen faaliyet göstermekte olan Türkiye Finans adını almıştır. Enson
Mayıs 2015’de Ziraat Katılım ve Şubat 2016’da Vakıf Katılım sektöre katılmıştır. Haziran 2016
itibariyle Türkiye’de adıgeçen 6 Katılım Bankası faaliyet göstermektedir.
Aktif finans kuruluşları haricinde geçmişte faaliyet gösteren ancak faaliyetlerine son
verilen İhlas Finans kuruluşu, 1995’te kurulduğu tarihten tasfiyesine kadar güçlü bir bankacılık
profili sergilemesine rağmen, yaşadığı yönetim zafiyeti nedeniyle 2001 ekonomik kriziyle
likidite sıkıntısına girmiş ve ardından Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)
tarafından faaliyetleri durdurulmuştur. 4389 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle tüzel
kişiliğe haiz ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak kurulan Katılım Bankaları,
04.10.2001 tarih ve 2001/3138 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Birlik Statüsü’nün yürürlüğe
konulmasıyla faaliyete geçmiştir. En son Resmi Gazete’nin 01.11.2005 tarih ve 25983 mükerrer
sayılı nüshasında yayımlanan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile Özel Finans Kurumları,
“Katılım Bankaları” adını almış, bağlı bulundukları birliğin adı da “Türkiye Katılım Bankaları
Birliği” olarak değiştirilmiştir.28 Halen Üsküdar Altunizade’de faaliyetlerine devam ettirmekte
olan ilgili kurum, Katılım Bankalarını aynı çatı altında toplayan koruyucu bir işlev yüklenerek,
söz konusu kurumların çıkarları doğrultusunda hareket eden bir misyona sahip olmaktadır.

26 4389 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi, 29.05.2001 tarih ve 24416 Sayılı Resmi Gazete’de 4672 Sayılı Kanunla
Yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
27 http://www.tkbb.org.tr/tarihce [Erişim Tarihi: 06.06.2016]
28 http://www.tkbb.org.tr/tarihce [Erişim Tarihi: 06.06.2016]

24
KATILIM BANKALARI (ESKİ ÜNVANIYLA ÖZEL FİNANS
KURUMLARI) HAKKINDA KURULUŞLARINDAN GÜNÜMÜZE
KADAR YÜRÜRLÜĞE KONULAN MEVZUAT DİZİNİ

RESMİ GAZETENİN
Tarihi Sayısı DÜZENLEMENİN ADI / MAHİYETİ
Özel Finans Kurumları (ÖFK) Kurulması Hakkında
19/12/1983 18256
83/7506 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ÖFK Kurulması Hakkında 83/7506 Sayılı Karara
25/02/1984 18323
İlişkin Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Tebliği
ÖFK Kurulması Hakkındaki 83/7506 Sayılı
21/03/1984 18348 Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair
84/7833 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
21/03/1984 18348 T.C. Merkez Bankası 1 No.lu Tebliği
ÖFK Kurulması Hakkındaki 83/7506 Sayılı
11/12/1985 18955 Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair 85/10129
Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ÖFK Kurulması Hakkındaki 83/7506 Sayılı
02/10/1991 21009 Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair 91/2130
Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
27/05/1992 21240 T.C. Merkez Bankası 2 No.lu Tebliği
ÖFK Kurulması Hakkındaki 83/7506 Sayılı
13/01/1994 21817
Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 93/5104
02/06/1994 21948 Sayılı Bakanlar
T.C. Merkez Kurulu3 Kararı
Bankası No.lu Tebliği
27/01/1995 22184 T.C. Merkez Bankası 4 No.lu Tebliği
ÖFK’nın Şube Açma Esaslarına İlişkin Hazine
11/01/1997 22874
Müsteşarlığı Tebliği
Hazine Müsteşarlığının, ÖFK’nın Kurulması
11/01/1997 22874 Hakkındaki 83/7506 Sayılı Kararnameye İlişkin
Sermaye Tabanı/Risk Ağırlıklı Varlıklar ve Gayrinakdi
Yükümlülükler
25/02/1984 tarihStandart
ve 18323Rasyosu TebliğiGazetede
sayılı Resmi
11/04/1997 22961 Yayımlanan Tebliğde Değişiklik Yapılması Hakkında
Hazine Müsteşarlığı Tebliğ
26/11/1997 23182 T.C. Merkez Bankası 5 No.lu Tebliği
ÖFK’nın Şube Açma Esaslarına İlişkin Tebliğde
05/03/1998 23277
Değişiklik Yapılmasına Dair Hazine Müsteşarlığı
05/06/1998 23363 Tebliğ
T.C. Merkez Bankası 6 No.lu Tebliği
ÖFK Kurulması Hakkında 83/7506 Sayılı Kararname
25/09/1998 23474 Eki Karara İlişkin Tebliğde Değişiklik Yapılması
Hakkında Hazine Müsteşarlığı Tebliği
06/11/1998 23515 T.C. Merkez Bankası 7 No.lu Tebliği
ÖFK Kurulması Hakkındaki 83/7506 Sayılı
01/12/1998 23540 (Mük.)
Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair 98/12065
13/02/1999 23610 Sayılı Bakanlar
T.C. Merkez Kurulu8 Kararı
Bankası No.lu Tebliği
ÖFK’nın Kurulması Hakkında Kararda Değişiklik
11/12/1999 23903
Yapılmasına Dair 99/13621 Sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı

25
4389 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik
19/12/1999 23911
Yapılmasına İlişkin 4491 Sayılı Kanun
25/11/2000 24241 T.C. Merkez Bankası 9 No.lu Tebliği
4389 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik
29/05/2001 24416
Yapılmasına İlişkin 4672 Sayılı Kanun
20/09/2001 24529 ÖFK’nın Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik
26/10/2001 24565 Özel Finans Kurumları Birliği Statüsü
ÖFK’nın Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkında
07/03/2002 24688
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Özel Finans Kurumları Özel Cari ve Katılma Hesapları
18/09/2002 24880
Güvence Fonu Yönetmeliği
ÖFK’nın Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkında
31/12/2002 24980
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
ÖFK’nın Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkında
20/06/2003 25144
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Özel Finans Kurumları Özel Cari ve Katılma Hesapları
27/06/2003 25151
Güvence Fonu Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Yönetmelik
ÖFK’nın Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkında
22/04/2004 25441
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
ÖFK’nın Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkında
10/11/2004 25639
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
01/11/2005 25983 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu
28/02/2006 26094 Türkiye Katılım Bankaları Birliği Statüsü
Katılım Bankalarınca Uygulanacak Tekdüzen
26/01/2007 26415 (Mük.)
Hesap Planı ve İzahnamesi Hakkında Tebliğ (THP
Tebliği)
Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-1]

1.2.5.2.Ülkemizde Kurulan Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulu ve Görevleri


Türkiye’de faizsiz finans sistematiğinin etkin ve hızlı bir şekilde gelişmesi amacıyla 15
Aralık 2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2015/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile
faaliyetlerine başlayan “Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulu” faizsiz finans konusunda
gelişmelerin daha etkin bir şekilde sürdürülmesi için konuyla ilgisi olan tüm kurumlarla
işbiriliği ve koordinasyon içerisinde gereken uyumu sağlayacak bir kurum olarak ortaya
çıkmıştır. Katılım Bankalarının hergeçen gün sektördeki pazar payını artırması ve belirli bir
fanansal büyüklüğe ulaşması sonucu, işlemlerin daha kolay ve koordineli bir şekilde
yürütülmesini sağlamak ve varolan potansiyeli daha da artırmak amacıyla hükümetçe kurulması
öngörülen bu kurum; önecelikle halkın bu konuda daha fazla bilgilendirmesi, konunun
bilinirliğinin artırılması ve ülkemizde faizsiz finansın daha fazla geliştirilip yaygınlaştırılması
amacıyla hükümetçe etkin hale getirilmek istenmiştir.29

29 http://www.tkbb.org.tr/Documents/Yonetmelikler/Mevzuat [Erişim Tarihi: 06.06.2016]

26
Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulu, T.C. Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu
bankanın başkanlığında; Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı, Maliye Bakanlığı Müsteşarı, Hazine
Müsteşarı, TC Merkez Bankası Müsteşarı, BDDK Denetleme Kurumu Başkanı, SPK Başkanı,
Borsa İstanbul A.Ş. Genel Müdürü, Türkiye Katılım Bankaları Bankaları Birliği Başkanı ve
Katılım Sigortacılığı Başkanı’ndan oluşmaktadır.
Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulu’nun görev ve sorumlulukları genelge kapsamında
düzenlenmiş olup, söz konusu görev ve sorumluluklar; 1.Faizsiz finans sitemine yönelik olan
mevcut algının iyileştirilmesi, 2.Faizsiz finans alanına ilişkin insan kaynağının eğitimler vs ile
geliştirilmesi, 3.Faizsiz finans sisteminin kurumsal yapı ve hukuki altyapısının genişletilmesi,
3.Faizsiz finans ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılması şeklinde düzenlenmiştir.30

1.2.5.3.Uluslararası İslami Finans Birliği Kuruluşları


Faizsiz ekonomiye dayanan İslami Finansın dünya genelinde yaygınlaşması, faaliyet
gösterdikleri ülkede yüksek getiriler elde etmesi var olan kurumlara olan ilginin her geçengün
artmasına yol açtığı, İslamiyetle hiçbir ilgisi olmayan ülkelerde dahi bu fonları bünyelerine
çekebilmek gayretiyle ülkelerinde İslami Finans kuruluşlarına yer verdikleri bilinen bir
gerçektedir. Durum böyle olunca; İslami Finansın bilinirliğini artırmak, işleyişini anlatmak,
oluşabilecek ekonomik sosyal sorunlara çare bulamak, araştırma geliştirme faaliyetlerinde
bulunmak, uluslararası kriterler oluşturup denetim yöntemleri geliştirmek gibi amaçlarla, dünya
genelinde bazı birleştirici kuruluşlar oluşturulmuştur. Bunlar aşağıdaki şekilde sıralanabilir;31
1-) İslam Kalkınma Bankası ( IDB - Islamic Development Bank)
2-) İslam Ülkeleri İstatistiksel, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC-
Statistical, Economic and Social Research and Training Centre for Islamic Countries)
3-) İslami Finans Kurumları için Muhasebe ve Denetim Örgütü (AAOIFI- The Accounting and
Auditing Organization for Islamic Financial Institutions)
4-) İslami Finansal Hizmetler Kurulu (IFSB- The Islamic Financial Services Board)
5-) Uluslararası İslami Dereceleme Kurumu (IIRA-The International Islamic Rating Agency)
6-) İslami Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (IRTI-Islamic Rearch and Training Institution)
7-) Uluslararası İslami Finans Piyasası (IIFM - The International Islamic Financial Market)
8-) Uluslararası İslami Likidite Yönetimi Şirketi (IILM–Int. Islamic Liquidity Manegemet Corp.)
9-) Uluslararası İslami Fıkıh Akademisi (IIFA – International Islamic Fiqh Academy)

30 http://www.tkbb.org.tr/Documents/Yonetmelikler/Mevzuat [Erişim Tarihi: 06.06.2016]


31
Darçın Ahmet Cüneyt, ÖFK’nın Katılım Bankalarına Dönüşümü, A.g.e., s.12

27
1.2.6.Türkiye’de Katılım Bankalarının Sektör İçerisindeki Yeri
Bir ülkenin ekonomik anlamda ulaşabileceği sınırlar hususunda, finansal sektörün
gelişme oranı önemli bir gösterge olmaktadır. Finansal açıdan gelişme katetmiş devletler, hem
yerli hem yabancı kaynaklara rahatça ulaşabilmekte, kaynakların verimli kullanımında daha
etkin olmaktadırlar. Bu günün mali açıdan zengin ekonomisi güçlü ülkelerine baktığımızda;
gücün ve otoritenin bu ülkelerin elinde olduğunu, dünyanın gidişatına yön verdiklerini, hatta
global bazda ekonomiyi ve sektörleri etkilediklerini görmekteyiz.
Ülkemizde temelleri 1985’de atılan Katılım Bankacılığı, son dönemde süratli bir
büyüme ve gelişme göstermiştir. Sektörde faaliyet göstermekte olan 4 Katılım Bankasına, 2015
yılında Ziraat Katılım, 2016 yılı başlarında Vakıf Katılım’ın dahil olmasıyla ilgili Katılım
Bankası sayısı 6’ya yükselmiştir. Türk bankacılık sektörü içerisindeki payı 2015 yılı sonu
itibariyle %5,1 olan Katılım Bankalarının, 2016 yılı Şubat’ında Vakıf Katılım’ın dahil
olmasıyla 2016 yılı sonunda daha da artacağı düşünülmektedir.32

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-2]

Türk finans sektörü içerisinde varlıklarını ve rekabetini hızla geliştirmekte olan


Katılım Bankaları, son dönemde bankacılık sektörü ortalamalarının üzerinde bir büyüme
göstermiştir. Bunun yanısıra Katılım Bankaları 2008 küresel ekonomik krizini ve ardı sıra
ortaya çıkan dalgalı dönemi başarıyla geçmiş, kriz sonrası büyümesini hızlandırmıştır.

32 Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB] Dökümantasyon Birimi, 2015 Sektör Raporu, s.44

28
Ekonominin can damarı olan KOBİ’lere kullandırılan krediler ve sunulan ürün, hizmet
ve çözümlerde son yıllarda önemli çapta gelişme izlenmiştir. Katılım Bankaları, 2015 tarihinde
de reel sektörün (piyasa) fon ihtiyaçlarını karşılamanın yanısıra bireylerin de fon
gereksinimlerini karşılmayı sürdürmüştür. Bünyesinde bulunan kredi kartı ve elektronik
bankacılık hizmet ağıyla Katılım Bankaları sektör içerisindeki payını pekiştirmiş, faizsiz fians
sistemin uygumla alanını ülkemizde yaygınlaştırmıştır.33

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-3]

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-4]

33 Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB] Dökümantasyon Birimi, 2015 Sektör Raporu, s.44

29
Katılım Bankacılığı sektörünün 2015 yılında sergilediği performansı bankacılık
sektörü açısından değerlendirildiğinde; ülkemizde bankacılık sektörünün toplam aktif
büyüklüğü 2015 yılında %18,2 büyüme kaydederek 2.357 milyar TL olduğunu görüyoruz. 2015
yılı bankacılık sisteminin aktif büyüklüğünün GSYH (Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla)’ye oranı
%120,7’ye ulaşmıştır. Müşterilere kullandırılan kaynağın toplam yekünü ise %20 seviyesinde
artışla 1.485 milyar TL tutarına ulaşmıştır. BDDK tarafından yayınlanan verilerde, bankacılık
sektörü 2015 tarihinde 26 milyar TL net kâr gerçekleştirdiği görülmüştür. Buna karşın
sektördeki aktif kârlılığının ise bir önceki yıla göre tüm gruplarda azalma göstermiştir.

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-5]

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-6]

30
Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-7]

2015 yılı sonu itibariyle Katılım Bankaları, gerek şubeleşme ve istihdam gerekse
teknolojik imkanları kullanıp altarnatif dağıtım kanallarında yaptıkları yeniliklerle sağlıklı bir
büyüme sürecine girmiştir. 2015 yılı sonunda Türkiye’de faaliyet gösteren 5 Katılım
Bankasının 1.080 şubesi bulunmaktaydı. Katılım Bankacılığı sektörü olarak 2015 yılında
toplam 90 yeni şube açılması, Tükiye Finans Kurumu’nun Bahrey’de şube açmasıyla
yurtdışında hizmet noktası birimlerimizin sayısının 5’e yükseltilmesi yüz ağartıcı gelişmelerden
olmaktadır. 2015 yıl sonu itibariyle Katılım Bankalarında toplam 16.554 kişi istihdam
edilmekte olup, Bu sayı toplam sektör istihdamının %7,6’sını oluşturmaktadır.

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-8]

31
TKBB (Türkiye Katılım Bankaları Birliği) verilerine göre; son on yıllık seyirde, faizli
bankaların topladıkları fonları krediye dönüştürme oranı, yani reel sektörü fonlama oranı
%47’lerde iken, Katılım Bankaları’nda bu oranın %85’e dayandığı altı çizilmesi gereken bir
konu olmaktadır.34 Çalışma genelinde belirtildiği üzere Katılım Bankaları; Merkez Bankası’na
yatırılan munzam karşılıkları ve bünyede bekletilen havuzdaki fonlar dışında topladığı
kaynakların tamamına yakınını reel sektörde kullanmakta yani piyasayı fonlamaktadır. Hal
böyle olunca çıkabilecek krizler karşısında, oluşturduğu likit fonlama sayesinde adeta bir
koruyuculuk vazifesi gören Katılım Bankaları’nın bu noktalardan hareketle sektör içerisindeki
payı yadsınamaz boyuttadır. Türkiye Katılım Bankaları Birliği 2015 sektör verilerilerine göre;
Katılım Bankalarının reel sektörde kullandırdıkları fonlarda artış gelişimini sürdürmüştür. İlgili
fonların 2015 yılına kadarki 12 yıllık dökümü aşağıda verilmiştir;

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-9]

Katılım bankalarının reel sektöre kullandırmış olduğu fonlarda görülen artış gelişimini
sürdürmüş olup, kullandırılan fon toplamı %14,1 artış gerçekleştirerek %79,2 milyar TL’ye
ulaşmıştır. Kullandırılan fon toplar/toplanan fonlar oranı 2014 yılı seviyesini kurumuş olup,
%106 olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, şube başına düşen toplanan ve kullandırılan fon tutarında
%10 seviyesinde artış gerçekleştirilmiştir. 2015 tarihinde, sektör üyeleri toplanan fonlarda
başarılı bir performans sergilemişlerdir. Toplanan fonların artış hızı %13,7 olurken, fon toplamı
74,4 milyar TL seviyesine çıkmıştır. Görüldüğü üzere düzenli ve artan oranlı bu gelişim aynı
şekilde Katılım Bankalarının sektör bazın kullandırdığı fonlarda da görülmektedir.

34 http://www.tkbb.org.tr/Documents/Yonetmelikler/Mevzuat [Erişim Tarihi: 07.06.2016]

32
Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-10]

Katılım Bankacılığı sektörü özkaynaklar yönünden değerlendirildiğinde, 2015 yılında


özkaynak yapısının sağlıklı yapısını koruduğu gözlemlenmiş ve büyüme devam etmiştir.
Katılım Bankalarının toplam özkaynakları %10 artışla 10,6 milyar TL seviyesine çıkmıştır.
Katılım Bankaları toplam özkaynaklarının, bankacılık sektörü toplam özkaynakları içerisindeki
payı %4 olduğu kaydedilmiştir. Bu tablodan özkaynakların artırılması gerektiği anlaşılmaktadır.
Asya Katılım Bankası A.Ş. (Bank Asya)’nin 2014 yılında yönetimi TMSF’ye
devredildiğinden, açıkladığı zarar nedeniyle kâlılık oranlarında belirgin ve keskin düşüş
yaşayan Katılım Bankaları sektörü, 2015 yılında baz etkisinin de katkısıyla net kârını %181
artırmıştır. Böylece özkaynak kârlılığı 2014 yılındaki %0,9 düzeyinden %4,1’e çıkmıştır.
Sektörün sermaye yeterlilik rasyosu 2014 yılındaki %14,5’lik güçlü düzeyini korumuş ve 2015
yılında da aynı değeri sürdürmüştür.

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-11]

33
Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-12]

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-13]

Ekonomiyi reel ve finansal sektör olarak iki aşamalı düşünürsek, reel sektör yani
piyasadaki dalgalanmalardan finansal sektörün etkileneceği kapanan bankaları örneğinden
anlaşılacağı üzere kaçınılmaz bir geçektir. Çalışma genelinde vurguladığımız üzere, Türkiye’de
reel sektör (piyasa) olarak Katılım Bankaları kullandığı enstürümanların faize dayalı bir
enstürüman olmaması ve “faiz riski” taşımaması dolayısıyla, reel sektördeki dalgalanmalara
nispeten kapalı konumdadır. Yine çalışma genelinde belirttiğimiz üzere, bu etkilerinden dolayı
Katılım Bankaları, piyasada baş gösteren krizlerden değil etkilenmek, bu etkileri yumuşatma ve
en aza indirgeme vasfına sahip olmaktadır. Bu sebeple bu durum, onlarla çalışan müşterilere ilk
anda olumsuz bir şekilde yansımamakta, sektör genelinde en fazla talep ve tercih edilen finans
kuruluşlarının Katılım Bankaları olmasına neden olmaktadır.

34
1.2.7.Katılım Bankalarının Türkiye Ekonomisi ve Türk Mali Sistem İçindeki Yeri
1.2.7.1.Katılım Bankalarının Ekonomi İçerisindeki Yeri
Katılım Bankaları; dini inançları dolayısıyla, faizli sistemle duyduğu huzursuzluk
nedeniyle ilişki içerisinde olmak istemeyen kişilerin mevcut birikimlerini milli ekonomiye
yönlendirmesine aracı olan kuruluşlardır.35 Çalışma genelinde belirtildiği üzere Katılım
Bankaları; faizli sistemin neden olduğu üretim azlığına ve dolayısyla yükselen enflasyona çare
olan, adeta ekonominin mihenk taşı olan kurumlardır. Bu özelliği dolayısıyla Katılım
Bankalarına, ekonomik yönden Batılı devletlerle aramızdaki açığı kapatacak, İslamî
Kalkınmayı özlediği düzeylere çıkarabilecek kurumlar gözüyle bakılmaktadır. Faizsiz
ekonominin elbette mümkün olacağını bu kurumlar bizlere gayet açık şekilde ısbat etmektediler
ki, bunun mümkün olduğunu asırlarca dünyanın lideri konumunda hüküm süren ecdadımız
engüzel şekilde ortaya koymaktadır.
Belirtildiği üzere, bir ülkede faiz oranları ve enflasyon alıp başını gitmişse, ülkede faiz
esasına dayalı bir ekonomi hüküm sürüyorsa, herkes birikimlerini faize yatırıp çalışmadan
bundan gelen faizle geçiniyorsa elbette böyle bir ülkenin değil gelişmesi, bir süre sonra
varlığını sürdürmesinin bile tehlikeye gireceği gayet açıktır. Hiç kimse faizli ve yüksek
enflasyonlu bir ekonomide elbette yatırım yapmak istemez, yatırım yapmak isteyenler faizlerin
düşük olduğu enflasyonun aşağılarda seyrettiği, istikrarlı bir ekonomi arzularlar. İlgili
girişimciler; faaliyetleri gereği borçlandıklarında, bugün düşük seyreden faizin yarın birkaç kat
katlanarak borç tutarını artırmasını, yada faizle bağlantılı olarak yükselen dolar kurundan dolayı
aynı şekilde borç tutarlarının yukarılara fırlamasını arzu etmez. Ekonomiler açısından
bakıldığında; yüksek faiz, yüksek kur politikası, yüksek enflasyon bunlar hep birbirini
tetiklemektdir. Bir ülkede; faiz yüksekse, döviz kurları da yükselecek, yüksek faiz nedeniyle
yatırımdan kaçınan yatırımcı nedeniyle üretim azalacak, üretim azlığı nedeniyle fiyatlar genel
seviyesi yükselecek, bunun sonucu toplam arz azalarak bu durum enflasyonu tetikleyecektir.
Oysa Katılım Bankaları işte tamda bu olumsuzluklara çare olacak şekilde, faiz riskinin
barındırdığı ilgili olumsuzlukları bertaraf edecek şekilde karşımızda durmaktadır. Faizin neden
olduğu üretim azalması, enflastyonist baskının tetiklenmesi gibi olumsuz etkilere karşı
koymasının yanısıra inancı gereği faize karşı tavır sergileyen yatrımcıların birikimlerini
bünyesine çekmesiyle GSMH’yı artırıcı etkisi de bulunan Katılım Bankaları; faiz riskine
karşılık Kâr/Zarara katılım ile, üretimin bizzat içerisinde olmakta ve söz konusu üretim esasına
dayalı projede “ortak” sıfatıyla, başından sonuna faaliyetlere destek vermekte, denetlemektedir.

35 Özsoy İsmail, Türkiye’de ÖFK’lar ve İslam Bankacılığı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1987, s.162

35
Faiz riskine dayalı sistem yerine, Kâr/Zarar ortaklığı esasına dayalı böyle bir yapının ülkeler
tarafından sayıca artırılma yoluna gidilmesi, ilgili kurumların ülke çapında çoğalmasını
sağlayacak olup; risk alma ve üretime destek verme alanlarında “katılım” daha fazla artırılarak
daha fazla projenin hayata geçirilmesine ortam hazırlanacak, bu doğrultuda artan üretim
potansiyeli sayesinde ekonomi büyüyerek ülke refahı yükselecektir.

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-14]

Katılım Bankaları belirtilen faydalara ilave olarak; yabancı kanak transferi, sektöre
etkiler başlığı altında geniş yer verdiğimiz toplanan fonların piyasada kullandırıması yani reel
sektörün fonlanması, doğrudan istihdam edilen personel yoluyla reel sektörün desteklenmesi,
alım-satıma konu her malın gerçek değeriyle finanse edilmesi yoluyla her işlemin kayıt altına
alınmasını teşvik etme, şirketlerin risksiz bir kaynak olan kârla finanse edilmesi sonucu
maliyetleri düşürme vs. yoluyla başka açılardan da ekonomiye katkı sağlamaktadır. Bunların
yanısıra Katılım Bankaları; çalışma genelinde belirttiğimiz üzere, petrol zengini Orta Doğu
ülkelerinde bulunan fonların ülkemize çekilmesi, dini hassasiyet olmasa da faaliyetleri için
kredi bulmakta zorlanan firmalara, hiçbir maliyet gerektirmeden kârdan sağlanan fonlarla düşük
maliyetli altarnatif fon sağlaması, belirli bir ortaklık tahsis etme yoluyla müşteriyle dostluk
bağlarını güçlendirmesi, bu yolla zorunlu olarak projeye müdahil olup denetlemesi gibi daha
pek çok alanda ülke ekonomisine doğrudan yada dolaylı olarak faydalar sağlamaktadır.

36
Katılım Bankalarının ekonomiye katkılarını aşağıdaki şekilde maddelemek mümkündür;
1-) Girişimciliği ve İstihdamı Teşvik; Faizli sistemde gözünü kâr hırsı bürümüş kapitalist
banka, sadece elde edeceği faize bakar. Yüksek faiz oranıyla kısa vadeli olarak verdiği borcun
sadece faiz getirisiyle ilgilenir. Oysa Katılım Bankalarında Kâr/Zarar ortaklığı söz konusu
olduğundan, faizin haricinde projenin verimliliğiyle yani kâr edip etmemesiyle ilgilenilir.
Süreci baştan sona destekleyen Katılım Bankası; yaptığı denetimler ve para desteğiyle projenin
etkinliğini hızlandırır ve müşteriye manevi bir destek sağlar. Kullandırdığı krediler uzun vadeli
olduğundan, müşteri sık boğaz edilmeden projenin sonuçlanması ve kâr etmesi beklenir. Elde
edilen kârdan borç tahsil edilir. Bunun yanısıra proje çok düşük ihtimalle zarar bile etmiş olsa,
zarar müşteriye yansıtılmadan biriken fon havuzundan karşılanır. Bu kadar olumlu işlevi
sonucunda yatrımcılar özgürce girişimlerini gerçekleştirme fırsatı bulurlar. Girişimciliğin
teşviki sonucu yeni işletmeler açılır, istihdam artırıcı bu etki sonucu ekonomi kalkınır.
2-) Gelir Dağılımında Adalet ve Denge; Bütün kargaşa ve anarşilerin kökeni olan gelir dağılımı
adaletsizliği sorunu, ekonomilerin acilen alması gereken tebirlerin başında gelmektedir. Sorunu
Katılım Bankacılığı açısından değerlendirirsek mevcut Kâr/Zarar bölüşümü; toplumda zenginle
fakir arasındaki uçurumu azaltmakta, üretime katkı ilkesiyle gelirin toplumun her kademesine
dağılmasını sağlamaktadır. Böylelikle halkın tabanındaki tasarrufları ilgili kurumlara çekilerek,
ekonomik kalkınmanın tabandan başlaması ve tabana yayılması sağlanmaktadır.36
3-) Verimli ve Etkin Kaynak Kullanımı; Topladığı fonların tamamına yakınını üretim ve
ticarete yönlendiren Katılım Bankaları; faizli bankaların çok sık karşılaştığı “şüpheli yada
tahsili imkansız” alacaklar problemiyle minimum düzeyde karşılaşmaktadır.37 Faizli bankalarda
nereye gittiği belli olmayan fonların geri dönmeme riskinin çok fazla olmasına karşılık, Katılım
Bankalarında bu riskin az olma sebebi; fonların nereye gittiğinin belli olması, bu fonların mal
ve ticaret gibi para dışında bir faaliyete yönlendirilmesidir. Çalışmada defaatle belirtildiği üzere
Katılım Bankalarının topladığı fonlar; yasal olarak ayrılması gereken karşılıklar haricinde
tamamen reel ekonomiye aktarılmakta ve proje bazlı olarak ilgili yatırımcılar uzun vadeli
kredilendirilmektedir. Dolayısıyla; mal alımı, üretim, emek ve yatırıma dayalı ilgili krediler
yoluyla, rant ekonomisinin önüne geçilmekte, ülke refahına yönelik olarak kaynaklar etkin ve
verimli kullanılmaktadır. Katılım Bankaları ayrıca sağladığı istihdamla, ülke ekonomisinin en
büyük sorunlarından olan işsizliğin bir nebze olsun azalmasına doğrudan etki katkı sağlamakta,
dağıttığı üretim ve yatırım kredilerinin reel ekonomide kullanılması ve bu yolla artan üretim
sonucu dolaylı yoldan istihdam artışına neden olmakta, böylece ekonomiye yön vermektedir.
36 Zaim Sebahattin, ÖFK’nın Etkin Çalışmasında İnsan Unsuru, Albaraka Türk Yayınları, İstanbul, 2000, s.166
37 Özsoy İsmail, Özel Finans Kurumları, A.g.e., s.186

37
4-) Ekonomik ve Reel Sektöre Güvence; Katılım Bankaları yapıları gereği “Faiz Riski”nden
uzak olmaları, paradan para kazanma prensibine göre deği lde, üreterek para kazanma esasıyla
hareket ettikleri için, piyasadaki dalgalanmalar yada büyük ölçekteki ekonomik krizlerden daha
az etkilenme özelliğine sahiptirler. Gerek topladıkları fonların tamamına yakınını reel sektöre
aktarıp, kaynak akışını hızlandırarak gerekse oluşturduğu istihdam etkisi ve üretim
potansiyeliyle ekonomiyi canlandırma özelliğiyle Katılım Bankaları; değil krize neden olma,
krizleri yatıştırma ve engelleme yönünde bir yapı sergilemektedirler. Bu nedenle Katılım
Bankalarına; “hem reel sektörün hem de ekonominin sigortasıdır” demek yanlış olmayacaktır.
5-) Kayıtlı Ekonomi ve Vergisel Artış; Bilindiği gibi Türkiye ekonomisinin en canalıcı
sorunlarından biri de; kayıt dışı ekonomi yoluyla kaçırılan vergilerdir. Ekonomik faaliyetlerin
varolması ve belli oranlarda kârlar elde edilmesine karşın, kayıtların tutulmaması yada bir
kısmının tutulması; var olan denetim zafiyeti sonucu gelir bildirimlerinin eksik olmasına yada
hiç bildirilmemesine, bütün bunlar sonucunda da devletin topladığı vergilerin azalmasına yol
açmaktadır. Vergi geliriyle ülkeyi çeviremeyen devlet bu durumda içerden yada dışarıdan borç
tedarikine giderek ülkeyi fonlamaya çalışmakta, bu durum borç yükünü ve enflasyonu
tetiklemektedir. Oysa Katılım Bankaları prensip gereği; her malı gerçek değeri üzerinden kayda
geçirdiğinden aynı zamanda yağtığı her işlemi bir belgeye dayandırmak zorunda olduğundan
kayıt dışı ekonomiyle mücadele konusunda önemli bir yapı taşı olmaktadır. Hal böyle olunca
gelir olduğu gibi gösterilmekte, ülkedeki vergi artışında bir ilerleme kaydedilmektedir.
6-) Müslüman Ülkelerle İşbirliği; Katılım Bankalarının önemli bir işlevi, dini teamüller gereği
ortak noktası olan Ortadoğu ülkeleriyle ekonomik işbirliğini desteklemesi ve geliştirmesi
faaliyetidir. Çalışma genelinde belirtildiği üzere; Ortadoğu ülkeleri yoğun petol gelirlerini
değerlendirme ve gelirin yabancı ülkelere akmasını önlemek maksatlı, İslam Kalkınma
Bankası’nı kurmuşlardır. Türkiye’nin de üyesi bulunduğu ilgili kuruluş, tamamen belirtilen
işbirliğini tahsis etme ve İslam ülkelerini geliştirme maksatlı tahsis edilmiştir.
7-) Maliyet Düşürücü Etki; Faizli bankalar, gerek üretim gerekse ticaretin her kademesinde
maliyet artırıcı bir unsur olarak mal ve hizmet üretiminde sistemli şekilde maliyet artışına
sebebiyet verirler. Oysa Katılım Bankaları; faiz gideri gibi bir kalemi bünyesinde
bulundurmama özelliği nedeniyle mal yada hizmete eklenen maliyetleri azaltma etkisinin
yanısıra, dini hassasiyeti olmasa da faaliyetleri için kredi bulmakta zorlanan firmalara, hiçbir
maliyet gerektirmeden kârdan sağlanan fonlarla düşük maliyetli altarnatif krediler şeklinde
uzun vadeli esnek fonlar sağlamaktadır. Ekonomilerin en büyük sorunlarından olan yüksek
maliyetlere Katılım Bankaları belitilen nedenler dolayısıyla çözüm bulmaktadırlar.

38
8-) Atıl Fonlar ve Yeni Müşteri Kazanımı; Katılım Bankaları daha çok faiz hassasiyeti bulunan
kesmin elindeki atıl fonları ilgili kişilerden toplayarak ekonomiye kazandırması nedeniyle en
büyük faydayı ekonomiye bu yoldan sağlamaktadır. Faizli bankalardan uzak duran bu kesmi
kazanmak; Katılım Bankalarının hem müşteri kazanma anlamında hem de atıl fonların
ekonomiye kazandırılması anlamında ülke genelinde daha pek çok olumlu etkiye sahip
olduğunun önemli ısbatlarından olmaktadır.
9-) Altarnatif Finansman Yöntemleri; Fon toplama ve kullandırmaya yönelik olarak, faizli
bankalarda görülmeyen pek çok finansman yöntemi Katılım Bankalarında görülmektedir.
Katılım Bankalarının kullanmakta olduğu finansman tekniklerinden olan mudaraba ve
muşaraka teknikleri bir üretim faaliyetine dayanmaktan çok, ticari faaliyetlerin finansmanında
kullanılan teknikler olmaktadır. İşletmenin bu yöntemleri kullanarak elde etmekte olduğu
birikimler ilave sermaye birikimine neden olabilir. Üretimin söz konusu olmadığı bazı
fonlamalarda, uzun dönemli yatrımların finansmanı için bu yöntemler etkin olmayabilirler.
Buna benzer ticarete dayanan diğer teknikler; üretim planlamasından çok ticaretin
finansmanında kullanılırlar. Bilindiği üzere, Katılım Bankaları faizli bankalardan farklı olarak
doğrudan leasing işlemi gerçekleştirebilmektedir. Katılım Bankalarına doğrudan tanınan bu
hak, faizli bankalarda leasing şirketi kurarak bu şirket aracılığıyla leasing gerçekleştirme
esasına dayanmaktadır. Belirli bir uzman kadroya ihtiyacın olduğu ilgili teknik, işletmeler için
uzun vadeli fonların planlanmasında bir araç olarak kullanılabilmektedir. Söz konusu teknikler
çalışma dahilinde olup; ilerleyen bölümlerinde yeri geldikçe değinilecektir.

1.2.7.2. Katılım Bankalarının Mali Sistem İçerisindeki Yeri


Katılım Bankaları faaliyetleri gereği, topladıkları fonları Devlet İç Borçlanma Senetleri
gibi menkul kıymetlere yönlendirmemekte ve Merkez Bankası’nda bloke edilmesi zorunlu olan
kaynaklar ile günlük nakit gereksinimi haricinde kalan fonlar haricinde kalan bedellerin
tamamını direkt olarak reel ekonominin finansmanına aktarmaktadır.38 Çalışma genelinde de
belirttiğimiz üzere, Katılım Bankalarının piyasaya aktardığı bu fonlar sayesinde girişimciler
artan üretim neticesinde yeni tesisler ve işletmeler kurarak gelirlerini artırmakta, böylelikle
sisteme dahil olan yeni işletmeler ve artan gelir atışıyla birilikte devletin vergi geliri artışında
önemli bir gelişim sağlanmaktadır. Bütün bunlar sonucu artan vergi geliri; daha müreffeh bir
toplum daha güçlü bir devlet demek olduğundan Katılım Bankaları; gerek fert bazında gerekse
toplum ve devlet bazında sağladığı gelişmeler sonucu sektördeki yerini sağlamlaştırmaktadır.

38 Tosun Mustafa, Türk Mali Sisteminde ÖFK Deneyimi ve Sektördeki Yeri, Alabara Türk Yayınlrı, İstanbul, 2000, s.189

39
Katılım Bankalarına mâli açıdan baktığımızda; ilgili kurumların Türk Mâli Sistemine
“Çeşitlilik ve Derinlik” unsurlarını kazandırdığını görürüz. Katılım Bankalarının kullandığı fon
toplama ve kullandırmaya yönelik yöntemlerin birikim sahipleri ve fon kullanan işletmeler yada
sektörlerce kabul görmüş olması; mâli sisteme yeni usullerin girmesine neden olmuştur. Diğer
taraftan Katılım Bankalrının topluma sunduğu Kâr/Zarar ortaklığı esası, ekonomik açıdan
altarnatif yatırım ve birikimleri değerlendirme fırsatları sunarak, gerek ekonomik
enstürümanları gerekese vergi politikalarını çeşitlendirmiştir.39 Katılım Bankalarının; faiz
nedeniyle sisteme girmeyen fonları sisteme dahil ederek birikim sahiplerine kazanç sağlaması,
reel sektöre ilgili kaynakları aktararak yatırımcılara kazanç sağlaması, istihdamı artırarak yeni
çalışanların sosyal güvenlik kesintileri yoluyla oluşan kazançlar, sistemin önemli sorunlarından
olan kayıt dışılığa çözüm bularak bunları kayıt altına alarak ilave fon oluşturması, bizzat kendi
bünyesinde “Kurumlar Vergisi-KDV-KKDF-BSMV” ödemek suretiyle devlete sağladığı vergi
kazancı olmak üzere, tüm bu kazançlar ışığında önemli bir vergi potansiyeli oluşturmaktadır.
Yukarıda belirttiğimiz üzere Katılım Bankalarının önemli işlevlerinden bir tanesi de;
kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almada katettiği gelişmelerdir. Bilindiği üzere bir ülkedeki
kayıt dışılık demek, o ülkede önemli oranda vergi kaçağının bulunduğunun göstergesidir.
Piyasadan topladıkları fonların tamamına yakınını sanayi-ticaret-hizmet sektörüne yönlendiren
Katılım Bankaları; şirket adına yaptıkları tüm alım-satımları kanun gereği belgeye dayandırmak
zorunda olduklarından ekonominin kayıt altına alınmasında ve vergi gelirlerinin artırılmasında
önemli bir vasıta olmaktadır. Kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasında devlete yardımcı
olan Katılım Bankaları; bu yolla KDV, KKDF, BSMV, Kurumlar Vergisi gibi vergi
kalemlerinin artırılmasında dolaylı bir etki oluşturmaktadırlar. Katılım Bankaları yapıları gereği
“Faiz Riski”nden uzak olmaları, paradan para kazanma prensibine göre değilde, üreterek para
kazanma esasıyla hareket ettikleri için, piyasadaki dalgalanmalar yada büyük ölçekteki
ekonomik krizlerden daha az etkilenme özelliğine sahiptirler. Güvenli ve istikrarlı bir
ekonominin oluşmasına ortam hazırlayan ilgili Katılım Bankaları; böylelikle girişimcilerin
korkusuzca yatırım yapıp risk almasına, var olan kapasitesini artırma düşüncesini
frenlememesine, birikim sahiplerinin güven içinde birikimlerini ilgili kurumlara yatırımasına
neden olarak gelir artırıcı bir işlev üstlenmektedirler. Mâli açıdan olumlu katkıları yadsınamaz
bir geçek olan Katılım Bankalarının; sayılarının artırılarak yeni kurumların eklenmesi, var olan
kurumların sınırlı olan şube ağlarının sayısının atırılması, halk arasında çok fazla bilinmeyen bu
kurumların daha fazla tanıtımı mevcut vergi artışlarının daha da artmasına vesile olacaktır.

39 Özsoy İsmail, Faiz ve Problemleri, A.g.e., s.186

40
1.2.8.Türkiye’de Özel Finans Kurumlarının Katılım Bankalarına Dönüşme Sebepleri
19.10.2005 tarih 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile ülkemizde “Özel Finans
Kurumları” adıyla faaliyet gösteren finansal kurumların “Katılım Bankaları” unvanını alması
kararlaştırılmış olup, ilgili kanunun devamında; özel cari ve katılma hesapları yoluyla fon
toplamak ve kredi kullandırmak asıl olmak üzere faaliyet gösteren ilgili kuruluşlar ile yurt
dışındaki aynı özelliğe sahip kuruluşların Türkiye’deki şubeleri40 şeklinde bir tanımlama
yapılmıştır. Belirtilen kanun maddesinin ardından Türkiye’de bankacılık faaliyetleri 3 kola
ayrılmış olup bunlar; 1.Katılım Bankaları, 2.Yatırım Bankaları, 3.Mevduat Bankaları’dır.
Gelişen ve değişen ekonomik ve sosyal yapıya paralel olarak, ilerleyen zamanlarda
bankacılık sisteminin yalnızca yurt içine hapsedilmesinin gelişmeyi sınırladığı, ilgili
faaliyetlerin yurt dışına taşınması zorunluluğunu beraberinde getirdiği gözlemlenmiştir. Bu
zorunluluk, ülkemizde sınırlı düzeyde de olsa belirli bir tanınmışlık seviyesi yakalayan Özel
Finans Kurumlarını, yabancılara anlatma ve tanıtmak gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Yabancılara anlatımda bir takım güçlükler yaşansa da dünyada “Faizsiz Banka yada İslami
Banka” adıyla bilinen Özel Finans Kurumlarını, bankaların yaptığı işlemlerin tamamını
yapmalarına rağmen yabancıların gözünde küçük bir aracı kurum olmaktan kurtaramıyordu.
Tüm bu önyargılar ışığında, 2005 yılında ülkemizdeki yatkililerce Özel Finans Kurumlarının
adları “Katlım Bankaları” adıyla değiştirilmeye karar verildi. Böylece ülkemizde yapılan bu
değişimin ardından “Katılım Bankaları” tabiriyle ilgili kurumların faizsiz olmak koşuluyla
gerçekte yaptığı işlemlerin bankacılık işlemi olduğu daha da netlik kazanmış oldu. Banka
sözcüğünün uluslar arası çevrede bilinebilirlik ve kimlik sorununu çözmede daha etkin bir
konumda olması nedeniyle yapılan bu basit değişikliğin ardından ilgili sorun çözülmüş, daha
fazla etkinlik gerçekleştirilmiştir. Öte yandan banka kelimesinin başına getirilen “Katılım”
sözcüğüyle de Özel Finans Kurumlarından sistem açısından herhangi bir farkı bulunmadığı
vurgulanmak istenmiştir.41 İlgili gelişimin ardından yurtdışı sektörede yabancılara ifade etmekte
zorlananılan Özel Finans Kurumu tabirinde yapılan değişiklikle varolan belirsizlik giderilmiş,
birçok yabancı yatırımcının ilgi ve katkısı sağlanmıştır.42 İslami sermayeyi daha üst boyutlara
taşımak, İslam ülkeleri arasında işbirliğini güçlendirmek, güçlü ve ayakları üzerinde durabilen
bir ekonomiyle dünyada söz sahibi olmak gibi amaçlarla yapılan bu girişimlerden biri olan Özel
Finans Kurumlarındaki ilgili isim değişikliği; dayandığı sebepler açısından bakıldığında Hukuki
ve Pisikolojik nedenler olmak üzere iki ana başlıkla özetlenerek aşağıdaki şekilde anlatılabilir;
40 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu, Madde:3
41 Uyan Ufuk, Dünyada ve Türkiyede Faizsiz Bankacılık, TKBB Yayınları Arşivi, İstanbul, 2005, s.2
42 İngilizce Karşılığı; Katılım Bankaları ve üniversite camiaasında; Katılım Bankacılığı terimine ingilizce karşılık gelen

tabir “participation banking” olup, yabancılara yapılan tercümelerde söz konusu terim kullanılmaktadır.

41
1.2.8.1.Hukuki Sebepler
Ülkemizde faaliyet göstermekte olan Özel Finans Kurumları; 19.10.2005 tarih 5411
sayılı Bankacılık Kanunu ile kesin bir şekilde banka hükmüne kavuşturulmadan önce, 4389
sayılı Bankalar Kanununda normal bankalar ile aynı düzenlemeye tabi tutulan Özel Finans
Kurumlarıyla ilgili “banka olarak addolunur” hükmü yer almaktaydı. Bu durum kavram olarak
“banka olmakla - banka addolunmak (sayılmak)” hükümlerinin biribirinden farklı şeyler olduğu
bu nedenle Özel Finans Kurumlarının hiçbir zaman banka sayılmayacağı gibi bir çok
tartışmanın gündeme gelmesine sebebiyet vermişti.43 Gerek ülkemizdeki bu tartışmaları ortadan
kaldırmak, gerekse yurtdışı kavram karmaşasına son vermek amacıyla, Katılım Bankaları
hususunda isim değişikliğine gidilmesi bir zaruriyet haline gelmiştir.

1.2.8.2.Pisikolojik Sebepler
Özel Finans Kurumlarının, faiz harici tüm bankacılık işlemlerini fazlasıyla yapması
nedeniyle bankacılık yönü vurgulanarak Katılım Bankaları haline dönüştürülmesinin yukarıda
belirttiğimiz kavram karmaşası haricinde elbette birçok pisikolojik faydaları da mevcuttur. Söz
konusu pisikolojik faydaları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.44
1-) Katılım Bankacılığı kavramının net bir tabirle ifadesi; konunun herkesçe rahatça ve doğru
şekilde anlaşılmasını kolaylaştıracak, böyle olunca yurt içi ve yurt dışı kavram karmaşası
ortadan kalkacaktır,
2-) Böyle net bir tanımla Katılım Bankları; yeni bir anlayış ve heyecanla farklı bir dönemece
girecek, böylece oluşan netlikle finans sektöründe kendini daha rahat ısbatlayacaktır,
3-) Oluşacak netlikle pisikolojik yönden kendini sektörde daha doğru ve güvenle tanıtacak olan
Katılım Bankaları; ekonomik yönden katılımcı bir tarzda topladığı fonları yine katılımcı bir
yaklaşımla ekonomiye kullandıracak, ülkenin ekonomik gelişimine katkıda bulunacaktır,
4-) Katılım Bankacılığı tabiriyle oluşan güven ortamında, ülkede devam eden kayıtdışılık
minimuma indirilecek, kayıt altına alınan kaynaklardan dolayı devletin mali yönden vergi
mükellefi ve dolayısıyla vergi geliri artacak, böylelikle ülke ekonomisine dolaylı yoldan katkı
sağlanacaktır.
Tüm bu gelişim ve değişimlerden beklenen maksimum fayda; çalışmada vurguladığımız üzere,
ulusal ve uluslar arası çevrede İslami Finansın tanınmasını ve güven duyulmasını sağlamak, bu
yolla İslami Birliğin dünya çapında teşekkülünü gerçekleştirmek olmaktadır. Elbette bu durum
gerekli alt yapı çalışmalarının tamamlanmasıyla mümkün olacaktır.

43 Battal Ahmet, Bankalar Kanunu Şerhi, Gazi Kitap Evi, Ankara, 2004, s.215
44 Hazıroğlu Temel, Katılım Bankalarının Tarihçesi, Bereket Dergisi-20, Albaraka Türk Yayınları, İstanbul, 2006, s.7

42
1.2.9.Özel Finans Kurumlarının Katılım Bankalarına Dönüşmesinin Sonuçları
Yukarıda belirttiğimiz gibi Özel Finans Kurumlarının banka olup olmadığı
hususundaki yoğun çekişmeler; 19.10.2005 tarihli 5411 sayılı Bankalar Kanununun 3.
maddesindeki “Mevduat Bankaları-Katılım Bankaları-Yatırım Bankaları” tabirle üç çeşit banka
olarak gruplanan bankacılık faaliyetleri sonucu son bulmuş, Özel Finans Kurumları artık
Katılım Bankaları adıyla resmi olarak banka sayılmıştır. İlgili kanunla Katılım Bankaları “özel
ve cari hesaplar vasıtasıyla fon toplamak ve kredi kullanmak faaliyeti başta olmak üzere hizmet
veren kuruluşlar ile Türkiye’deki mevcut şubeleri” halinde tanımlamaya gidilmiş olup,
böylelikle yeni bir banka türünün teşekkül ettirildiği pekiştirilmiştir.45 Bu pekiştirmenin
ardından ilgili kanunun geçici 3. maddesinin 3. fıkrası uyarınca “Halen faaliyet gösteren Özel
Finans Kurumları, bir sene içerisinde ticaret unvanlarını Katılım Bankası adını taşıyacak
şekliyle yeniden düzenleyecekler, kanunun finansal raporlamaya ilişkin hükümlerine uyum
sağlayacak şekilde intibakını zorunlu olarak gerçekleştireceklerdir.” Özel Finans Kurumlarının,
Katılım Bankası unvanını kullanmaya mecbur oldukları kanunla birkez daha dile getirilmiştir.46

1.2.10.Türkiye’de Geçmişte Faaliyet Göstermiş Özel Finans Kurumları

ÜLKEMİZDEKİ GEÇMİŞ VE GÜNÜMÜZDE KURULUŞ SERMAYE


KURULAN TÜM FAİZSİZ FİNANS KURUMLARI TARİHİ MENŞEİ

ALBARAKA TÜRK A.Ş. 12.11.1984 YABANCI

FAİSAL FİNANS KURUMU A.Ş. (FAMİLY) 05.09.1985 YABANCI

KUVEYT TÜRK EVKAF FİNANS KURUMU A.Ş. 09.10.1988 YABANCI

ANADOLU FİNANS KURUMU A.Ş. 03.10.1991 YERLİ

İHLAS FİNANS KURUMU A.Ş. 13.02.1995 YERLİ

ASYA FİNANS KURUMU A.Ş. 24.10.1996 YERLİ

TÜRKİYE FİNANS KATILIM BANKASI A.Ş. 30.12.2005 YERLİ

ZİRAAT KATILIM BANKASI A.Ş. 12.05.2015 YERLİ

VAKIF KATILIM BANKASI A.Ş. 17.02.2016 YERLİ


Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Veriler:TKBB/2016]-[Tablo-15]

45
Boz Nihat, Katılım Bankalarının Hukuki Düzenlemeleri, Bereket Dergisi, Albaraka Türk Yaynl., İstanbul, 2006, s.10
46 5411 Sayılı Bankalar Kanununun Geçici 3. Maddesinin 3. Fıkrası.

43
Yukarıda belirtilen tabloda ülkemizde şimdiye kadar kurulan tüm finans kuruluşları
kuruluş tarihleriyle birlikte sıralanmış olup, detayına baktığımızda; ilk olarak 1984 yılında
yabancı sermaye Albaraka Türk başlamış, 1985’te Faysal Finans, 1989’da Kuveyt Türk,
1996’da Asya Finans sektördeki yerini almıştır. İlgili kurumlar içerisindeki Faysal Finans
sonradan Family Finans’a dönüşmüştür. Family Finans 1991’de sektöre giren Anadolu Finans
İle 2005’te birleşmiş ve halen faaliyet göstermekte olan Türkiye Finans adını almıştır. Enson
Mayıs 2015’de Ziraat Katılım ve Şubat 2016’da Vakıf Katılım sektöre katılmıştır. Haziran 2016
itibariyle Türkiye’de adı geçen 6 Katılım Bankası faaliyet göstermektedir. 2016 itibariyle halen
aktif olarak faaliyet gösteren 6 tane Katılım Bankası bulunmakta olup; geçmişte kurulmuş olan
ancak günümüzde aktif olarak faaliyet göstermeyen, başka finans kuruluşlarıyla birleşmiş yada
tasfiye olmuş faizsiz finans kuruluşlarımız aşağıda tablo halinde yeniden düzenlenmiştir;

ÜLKEMİZDE HALEN FAALİYETTE KURULUŞ SERMAYE


BULUNMAYAN FAİZSİZ FİNANS KURUMLARI TARİHİ MENŞEİ

FAİSAL FİNANS KURUMU A.Ş. (FAMİLY) 05.09.1985 YABANCI

ANADOLU FİNANS KURUMU A.Ş. 03.10.1991 YERLİ

İHLAS FİNANS KURUMU A.Ş. 13.02.1995 YERLİ


Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Veriler:TKBB/2016]-[Tablo-16]

1.2.10.1.Faisal Finans Kurumu (Family Finans)


Özel Finans Kurumları camiasının okulu sayılan ve ülkemizin ilk finans kurumlarından
kabul edilen Faisal Finans 1985 tarihinde İstanbul’da faaliyetine başladı. 2001 senesinde ilgili
kurumun adı “Family Finans” olarak değiştirildi. 1991 senesinde Ankara’da %100 yerli
sermaye ile kurulan ilk finans kurumu olma özelliğine sahip olan Anadolu Finans Kurumu ise
1999 tarihinde Boydak Grubu bünyesinde yer aldı. Mobilya, ev tekstili, ve kablo sektörünün
öncü kuruluşlarının sahibi Boydak Grubu bünyesindeki Anadolu Finans Kurumu ile; bisküvi,
çikolata ve birçok gıda ürünlerinin sektörde öncü kuruluşu olan Ülker Grubu’na ait eski adı
Faisal Finans olan Family Finans’ın birleşmesine BDDK’nın 28.12.2005 tarih 1764 sayılı karar
ile onay vermiştir. BDDK ilgili birleşme kararının ardından ilgili kurum ile ilgili, 30.12.2005
tarih 1747 sayılı karar ile ilgili unvanın “Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş.” olmasına onay
vermiştir.47 Halen faaliyet gösteren kurumlar başlığında bu kuruma yeniden değinilecektir.

47 Eşiyok Zeynel, Katılım Bankalarının Kullandırdıkları Krediler ve Karşılaştıkları Riskler, Yüksek Lisans Tezi,

44
1.2.10.2.Anadolu Finans Kurumu
Anadolu Finans Kurumu A.Ş. Bankalar Kanunu’nun 04.03.1991 tarihli 91/1588 sayılı
kararı kuruluş izni almış ve ilgili kararın 20866 sayılı Resmi Gazate’de yayınlanması ile
06.11.1991’de resme faaliyetlerine başlamıştır. Türkiye’nin %100 sermaye ile kurulan ilk yerli
finans kurumudur. Anadolu Finans Kurumu A.Ş.’nin ortakları bir grup sanayici ve iş
adamından oluşmaktadır. Toplam 100 kurucu ortak sayısı ile ”Halka Açık Şirker” statüsünde
kurulmuştur.48 Yukarıda belirtildiği üzere; 1999 yılında mobilya, ev tekstili, kablo alanında
öncü kuruluş olan Boydak Grubu bünyesinde yer alan Anadolu Finans Kurumu; gıda
sektörünün öncülerinden olan Ülker Grubu’na ait eski adı Faisal Finans olan Family Finans ile
birleşmiş, ilgili karar BDDK’nın 28.12.2005 tarih 1764 sayılı karar ile onaylanmıştır. BDDK
ilgili birleşme kararının ardından yine aynı kurum ile ilgili, 30.12.2005 tarih 1747 sayılı karar
ile unvanının “Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş.” olmasına karar vermiştir. Halen faaliyet
gösteren faizli kurumlar başlığında “Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş.”ye yeniden
değinilecektir.

1.2.10.3.İhlas Finans Kurumu


İhlas Finans Kurumu A.Ş. Özel Finans Kurumları’nın kurulması hususundaki
kararname ile 28.04.1995 tarihinde kurularak faaliyete geçmiştir. Sermayesinin tamamı yerli
olup, %100’lük kısmı İhlas Grubu’na ait şekilde kurulmuştur. Sermayesinin %28’lik bölümünü
halka arzederek, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) hisseleri işlem gören ilk
Faizsiz Finans Kuruluşu statüsüyle tarihe geçmiştir. Kurulduğu dönemde 35 şubesiyle 800’e
yakın personel istihdamında bulunmuştur. 2000 yılının sonlarına doğru, bankacılık ve finans
sektöründe ortaya çıkan krizden diğer şirketler gibi etkilenerek nakit sıkıntısı içerisine giren
ilgili kurum; yaşanan tüm olumsuzluklar neticesinde BDDK’nın 10.02.2001 tarih, 171 sayılı
Bankalar Kanunu’nun 20. maddesinin 6. fıkrası uyarınca faaliyetleri durdurulmuştur.49
Genel olarak bakıldığında ülkemizde 2016 itibariyle 32 yıllık geçmişi olduğu görülen
halen 6 Katılım Bankası ile faaliyetlerine devam etmekte olan Faizsiz Finans kuruluşları;
19.10.2005 tarihinde kabul edilen 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun, 1 Kasım 2005 tarih ve
25983 mükerrer Resmi Gazete nüshasında yayımlanmasıyla, ”Özel Finans Kurumu” unvanını
bırakıp ”Katılım Bankaları” unvanını almışlardır. Unvan bir zorunluluk olarak düzenlenmiştir.

Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2008, s.20


48 http://www.bankahaberleri.org/component/content/article/20-yerel-bankalar-haberleri/115-anadolu-finans-

kurumu- subeleri-hakkinda-bilgi.html, [Erişim Tarihi: 12.06.2016]


49 http://www.ifk.com.tr/detay.asp?ContentID=643 [Erişim Tarihi: 12.06.2016] [NOT:Konuya İlişkin Haber Detayları

İlgili Sitede Yer Almaktadır. http://www.ifk.com.tr/index.asp ] [Erişim Tarihi: 12.06.2016]

45
1.2.11.Türkiye’de Halen Faaliyet Göstermekte Olan Katılım Bankaları
Haziran 2016 itibariyle Türkiye’de adı geçen 6 Katılım Bankası faaliyet
göstermektedir. 2016 itibariyle halen aktif durumda olan 6 tane Katılım Bankası bulunmakta
olup bunlar; 1-) Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş., 2-) Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş.,
3-) Asya Katılım Bankası A.Ş., 4-) Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş., 5-) Ziraat Katılım
Bankası A.Ş., 6-) Vakıf Katılım Bankası A.Ş.’dir ve aşağıda tablo halinde yeni unvanlarıyla
birilikte tarafımca yeniden düzenlenmiştir;

ÜLKEMİZDE HALEN FAALİYET GÖSTEREN KURULUŞ SERMAYE


FAİZSİZ FİNANS KURUMLARI TARİHİ MENŞEİ

ALBARAKA TÜRK KATILIM BANKASI A.Ş. 12.11.1984 YABANCI

KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI A.Ş. 09.10.1988 YABANCI

ASYA KATILIM BANKASI A.Ş. 20.10.1996 YERLİ

TÜRKİYE FİNANS KATILIM BANKASI A.Ş. 30.12.2005 YERLİ

ZİRAAT KATILIM BANKASI A.Ş. 12.05.2015 YERLİ

VAKIF KATILIM BANKASI A.Ş. 17.02.2016 YERLİ


Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Veriler:TKBB/2016]-[Tablo-17]

1.2.11.1.Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş


Faizsiz bankacılığın Türkiye’deki öncü kuruluşu olarak 1984’te kurulmuş, 1985’te
aktif olarak faaliyete başlamıştır. Ortadoğu ülkelerinin güçlü sermayedarlarından olan Albaraka
Bankacılık Grubu (AGB), İslam Kalkınma Bankası (İKB) ve yerli bir sanayi grubu
öncülüğünde kurulan Albaraka Türk Katılım Bankası A.Ş.’de 2016 yılı itibariyle sermaye
yapısı; Yabancı Ortaklık Payı %65.98, Yerli Ortaklık Payı %9.20, Halka Açık Olan Pay ise
%24.82 şeklinde gerçekleşmektedir.
Ana ortak konumunda olan Albaraka Banking Group’un faaliyet gösterdiği körfez,
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da finansal hizmet konusunda en iyi olma vizyonuna sahip Albaraka
Türk Katılım Bankası A.Ş., Singapur, İngiltere, Güney Afrika, Fas, Avustralya, Kazakistan vs.
olmak üzere 80 ülkede 1000’e yakın bankayla faaliyet göstermektedir. Ülkemizde ise; biri
yurtdışı olmak üzere toplam 213 şubesi ve 3753 personeliyle hizmet veren kurum; 2012’de
dünyanın en iyi Katılım Bankası vizyonuyla “Simurg” dönüşüm programını başlatmıştır.50

50 http://www.albaraka.com.tr/albarakayi-taniyin.aspx [Erişim Tarihi: 12.06.2016]

46
Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB/2015 Sektör Raporu]-[Tablo-18]

1.2.11.2.Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş


16.12.1983 tarih 831/7506 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile faaliyet göstermek üzere
1988 yılında Özel Finans Kurulu statüsünde kurulan ilgili kurum; Mayıs 2016 itibariyle Kuveyt
Türk Katılım Bankası A.Ş. unvanını almıştır. Sermayesinin %62’si Kuveyt Finans Kurumu’na
(Kuwait Finance House), %9’u Kuvet Devlet Sosyal Güvenlik Kurumu’na, %9’u İslam
Kalkınma Bankası’na, %18’i Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne, %2’si diğer ortaklara aittir.
%62’lik paya sahip Kuveyt Finans Kurumuyla dünyada öncü finans kuruluşları arasındadır.

47
Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB/2015 Sektör Raporu]-[Tablo-19]

1.2.11.3.Asya Katılım Bankası A.Ş. (Bank Asya)


Asya Katılım Bankası A.Ş. Türkiye’nin altıncı Özel Finans Kuruluşu olarak 24 Ekim
1996 yılında Üsküdar Altunizade’deki merkez şubesi ile çalışmalarına başlamış olup,
20.12.2005 tarihinde “Asya Finans Kurumu A.Ş.” olan unvanını “Asya Katılım Bankası A.Ş.”
olarak kanunen değiştirmiştir. Bankacılık Kanunu’nun ilgili hükümleri gereği 29 Mayıs 2015’te
temettü hariç ortaklık hakları ve yönetim ile denetimi TMSF’ye devredilen ilgili bankanın;
satış, birleşme, devir vs. yoluyla çözümleme süreci halen devam etmektedir. 30 Eylül 2015’de

48
Toplam 200 şube, 2.986 personel, 850 adet ATM ağıyla faaliyetlerine devam etmekte olan ilgili
kurum; TMSF’nin el koyması nedeniyle 2015 Eylül itibariyle bir küçülme sürecine girmiş olup,
toplam aktifleri 30 Eylül 2015 tarihi itibariyle geçen yılın aynı dönemine göre %43,15’lik
azalmayla 9.376 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bankanın bilanço büyüklüğünde meydana
gelen ilgili azalışın nedeni; katılım fonlarındaki azalış ve buna paralel olarak kredilerde
meydana gelen azalış olmaktadır. Devirin etkileri sektör genelinde de hissedilmektedir.51

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB/2015 Sektör Raporu]-[Tablo-20]

51 Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB] Dökümantasyon Birimi, 2015 Sektör Raporu, s.58

49
1.2.11.4.Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş
Yukarıda belirtildiği üzere; 1999 yılında mobilya, ev tekstili, kablo alanında öncü
kuruluş olan Boydak Grubu bünyesinde yer alan Anadolu Finans Kurumu ile, gıda sektörünün
öncülerinden olan Ülker Grubu’na ait eski adı Faisal Finans olan Family Finans ile
birleşmesinden oluşan ilgili Finans Kurumu; 28.12.2005 tarih 1764 sayılı Bankalar Kanunu
kararı ile onaylanarak kurulmuştur. BDDK ilgili birleşmenin ardından, 30.12.2005 tarih 1747
sayılı kararla söz konusu kurumun unvanın “Türkiye Finans Katılım Bankası A.Ş.” olmasına
karar vermiştir.

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-21]


1.2.11.5.Ziraat Katılım Bankası A.Ş

50
Ziraat Katılım Bankası; tamamı T.C. hazinesi tarafından ödenmiş 675.000.000 TL’lik
sermayesi ile BDDK’nun 15.10.2014 tarih 29146 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 10.10.2014
tarih ve 6046 sayılı izniyle kurulmuş, BDDK’nun 14.05.2015 tarih ve 29355 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanan 12.05.2015 tarih, 6302 sayılı kararı ile faaliyet iznini almıştır. Kuruluş
sermayesi; 24.05.2016 tarih ve 9081 sayılı Resmi Gazetede yayımlandığı haliyle 72.000.000 TL
artırılarak, 747.000.000 TL’ye çıkarılmıştır.52

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB]-[Tablo-22]

52 http://www.ziraatkatilim.com.tr/bankamiz/Sayfalar/hakkimizda.aspx [Erişim Tarihi: 12.06.2016]

51
Türkiye’nin kamu sermayesiyle kurulan ilk Katılım Bankası olan Ziraat Katılım;
hedeflenen şube sayısını 2015 yılı sonunda 22’ye yükseltmiş olup, 2016 yılı sonuna kadar ilgili
şube sayısını 50’ye çıkarmayı planlamaktadır. Çalışan sayısı 2015 sonu itibariyle 458’e ulaşan
Ziraat Katılım; şube sayısının artmasına paralel olarak fon toplama ve kullandırma hacmini de
geliştirmeyi başarmış, aktif büyüklüğünde %15 seviyelerinde bir artışı yakalamıştır. İlk faaliyet
yılını istikrarlı bir büyümeyle tamamlayan Ziraat Katılımın; sermaye yeterlilik rasyosu da
%47,41 dolaylarında gerçekleşmiştir.53

1.2.11.6.Vakıf Katılım Bankası A.Ş


Tamamı T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü, Bayezid Han-ı Sani (2.Bayezid)
Vakfı, Mahmut Han-ı Evvel Mustafa Han (1.Mahmut) Vakfı, Mahmut Han-ı Sani Bin Abdül
Hamit Han-Evvel (2.Mahmut) Vakfı ve Murat Paşa Bin Abdusselam (Murat Paşa) Vakfı
tarafından ödenmiş 805.000.000 TL sermayesi ile BDDK’nın 03.03.2015 tarih ve 29284 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanan 27.02.2015 tarih ve 6205 sayılı kuruluş izniyle 25.06.2015
tarihinde bir A.Ş. olarak kurulmuş, 17.02.2016 tarihinde BDDK’ndan faaliyet izni alınmıştır.
Katılım Bankacılığı sektörünün en genç üyesi olan Vakıf Katılım; yüz yıllardır
kültürümüzün önemli parçası olarak günümüze gelen, ana kurucusu T.C. Başbakanlık Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından yaşatılan “Vakıf Kültürü”nün önemli bir kurumu olarak
faaliyetlerine devam etmektedir. Asırlarca sosyal dayanışmanın önemli unsuru olan Vakıf
Kültürü ile faizsiz bankacılık ilkelerini bir araya getiren Vakıf Katılım, üstlendiği misyonla
çalışmalarını sadece kâr elde etmeye değil, bu yolla tüm topluma fayda sağlamaya adamıştır.54
Şubat 2016 itibariyle faaliyetlerine başlayan Vakıf Katılım ile ilgili, henüz çok yeni olması
dolayısıyla herhangi bir bilanço yayınlanamamaktadır.

53 Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB] Dökümantasyon Birimi, 2015 Sektör Raporu, s.74
54 http://vakifkatilim.com.tr/hakkimizda/index.html [Erişim Tarihi: 12.06.2016]

52
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANS ALANINDA KULLANILAN FİNANSMAN
YÖNTEMLERİ

2.1.İSLAMİ FİNANS KURUMLARINDA FON TOPLAMA YÖNTEMLERİ

İslami Finans kurumlarının fon kaynakları; kendi kaynakları yani “özkaynaklar” ile
dışarıdan toplamakta olduğu “yabancı kaynaklar” olmak üzere iki ayrı kalemden oluşmaktadır.
Bilindiği gibi özkaynaklar; ana sermaye ve katkı sermaye toplamından, sermayeden indirilecek
olan tutarların düşülmesi sonucu bulunan tutarı ifade etmektedir. İslami Finans kuruluşlarındaki
ana sermaye diye tabir edilen tutarın içerisinde; ödenmiş sermaye, kanuni-ihtiyari-fevkalade
yedek akçeler, vergi düşüldükten sonraki dönem kârı ve geçmiş yıllar kârları yer almakta olup,
bu kurumlarda elde edilen zararlar ve geçmiş yıllar zararları birer indirim kalemi olarak ana
sermeyeden düşülmektedir. Ana sermaye haricindeki katkı sermayesi diye tabir edilen tutarın
içerisinde ise; iştirakler, bağlı ortaklıklar, sermayelerine iştirak edilen diğer ortaklıklar, genel
kredi karşılığı, sabit kıymetler yeniden değerleme fonları ve bunlara ait karşılıklar, kullanılan
sermaye bazlı krediler, oluşması muhtemel riskler için ayrılan kanuni karşılıklar ile menkul
değer artış fonları toplamından meydana gelmektedir.55 Bankacılıktan beklenen de zaten;
özkaynakları yada dışarıdan temin edeceği yabancı kaynaklarla elde ettiği fonları,
müşterilerinin faydasına olacak şekilde kullandırarak, kendisinden talep edilen kaynakları
bünyesindeki çeşitli finansman yöntemleriyle onlara bir şekilde sunmak, öte yandan diğer
bankacılık hizmetlerini gerçekleştirerek piyasadaki para akışına müdahale etmek olmaktadır.
Çalışma genelinde belirtildiği üzere; 19.10.2005 tarih 5411 sayılı Bankacılık Kanunu
ile ülkemizde “Özel Finans Kurumları” adıyla faaliyet gösteren finansal kurumların “Katılım
Bankaları” unvanını alması kararlaştırılmış olup, bu kanunla yıllardan beri süre gelen kimlik
kargaşasına son verilmesi amaçlanmıştır. Böyle bir düzenlemeye gidilmeden önce; söz konusu
Özel Finans Kurumlarını yabancılara anlatımda bir takım güçlükler yaşanıyor, ülkemizle
işbirliği yapmak isteyen bir takım yabancı kuruluşlar yaşanılan kimlik karmaşası nedeniyle bu
kurumlara banka gözüyle bakamıyordu. Kuruldukları 1985 yılından beri yaşadıkları sırf bu
kimlik karmaşası nedeniyle birçok müşteri kaybına uğrayan ilgili İslami Finans kurumları;
bankaların yaptığı işlemlerin tamamını yapmalarına rağmen yabancıların gözünde küçük bir
aracı kurum olmaktan öte gidemiyordu. 2005 yılında çıkarılan adı geçen kanunla “Katlım
Bankaları” unvanını alan İslami Finans kurumları; kavuştukları bankacılık kimliğiyle piyasada

55Arabacı Nihat, Katılım Bankalarının Türkiye’de Yeri, İşleyişi ve Performans Analizi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitütüsü, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, 2007, s.38

53
daha etkin bir yer edinmeye başlamış olup, faaliyetlerinin finansmanı için müşterilerden
gelecek kaynak birikimlerini daha güvenli bir şekilde bünyelerine çekebilmeli için gerekli alt
yapı devlet eliyle tesis edilerek, işlerliği artırılan söz konusu kurumların önü böylece daha da
açılmıştır. İslami Finans kurumlarının bünyesine çekmeyi amaç edindiği dış kaynaklı “Fon
Toplama Yöntemleri”, aslında ilgili İslami Finans kurumlarına müşterilerinin değişik amaçlarla
açtırdıkları hesaplardan oluşmaktadır.
Elinde belirli bir birikime sahip olan kişilerin bankaya para yatırmalarında üç bilinen
amaçları vadır. Bunlar; 1-) Güvenlik Amacı; Söz konusu birikimlerin çalınma riskine karşı
bankaya yatırılmasını ifade eder. 2-) Kazanç Amacı; İlgili birikimden belirli bir gelir elde
etmeyi ifade eder. 3-) Ödeme Amacı; Ticari işlemleri kolaylaştırmaya aracı olmayı ifade eder.
Bu amaçlar doğrultusunda bankalarda belirtilen üç farklı amaç için, üç farklı türde hesap çeşidi
kullanılmaktadır.56 Bu hesap türleri; 1-) Cari (Vadesiz) Hesaplar, 2-)Tasarruf Hesapları, 3-)
Ticari Hesaplar olmaktadır. İslami Finans kurumlarının bünyesine çekmeyi amaç edindiği dış
kaynaklı “Fon Toplama Yöntemleri” aynı zamanda bu hesap türlerinin adı olmaktadır. İslami
Finans kurumlarında çeşitli amaçlarla açılmış bu hesapların, İslami usul ve kaidelere uygun
olması elbette kurum açısından başta gelen amaçlardan biri olmaktadır. Zira sırf İslami
kaidelere uygun olduğu için, birikimlerini söz konusu finansal kuruluşlardan yana kullanan
ilgili müşteriler, duydukları güven neticesinde böyle davranmakta, elde ettikleri birikimlerini
gönül hoşluğuyla bu kurumlara teslim etmektedirler. Yukarıda belirtilen amaçları
gerçekleştirmek üzere ilgili kurumlarda açtırılan hesaplar müşterilerin amaçlarına göre türlere
ayrılmaktadır. Bu hesaplar aşağıdaki şekilde açıklanarak sıralanabilmektedir;

2.1.1.Cari (Vadesiz) Hesaplar


Gerçek veya tüzel kişiler tarafından açılan, arzu edildiği zaman tamamen veya kısmen
geri çekilme özelliği taşıyan, karşılığında herhangi bir faiz yada kâr payı ödenmeyen hesaplara
vadesiz hesaplar yada cari hesaplar adı verilmektedir.57 Bu hesaplar, ticari veya tüketim amaçlı
olmak üzere, istenildiği zaman hesap sahibi tarafından çekilebilen, karşılığında hesap sahibine
herhangi bir getirisi olmayan hesaplar olup, burada müşterinin herhangi bir pazarlık şansı
bulunmamaktadır. Ticari bankalarda vadesiz mevduat hesabına denk gelen söz konusu
hesaplarda; karşılık olarak herhangi bir faizi yada kâr payı ödenmemesi asıl olup, tam tersine
bazı durumlarda hizmet bedeli adı altında belirli ücretlerin alınması da mümkün olmaktadır.
için yatırdıkları söz konusu bedelleri, işletme ve kullanma hakkını elde eder.

56 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.129


57 Günal Vural, Özel Finans Kurumları, TKBB Yayınları, Ankara, 1984, s.18

54
İlgili bedellerin kullanılması esnasından kullanılan paranın başına bir şey geldiğinde,
4672 sayılı kanun 11. maddesi gereği daha önceden “Özel Finans Kurumu Güvence Fonu”
garantisinde olan özel cari hesaplar58; 2005 yılında İslami Finans kurumlarının banka
hüviyetine kavuşturulup, bankalar kanunu kapsamına alınmasıyla birlikte, cari katılma hesapları
da değişikliğe uğramış olup, ilgili tutarların 100 bin TL’ye kadar olan kısmı TMSF güvencesine
bağlanmıştır.59 Böyle bir uygulama ile faizli bankalarla arasındaki açığı kapatan, rekabet şansını
yükselten İslami Finans kurumları, elde ettikleri bu güvenceyle artık birikimleri bünyelerine
daha güvenli ve yoğun şekilde çekme üstünlüğüne kavuşturulmuşlardır. Daha önceden sadece
faizli bankalarda bulunan söz konusu TMSF güvencesi, elinde belirli bir birikim bulunan ancak
güvensizlik nedeniyle kararsız bir duruş sergileyen İslami Finans sempatizanlarını, bu
güvensizlikten kurtararak daha kendinden emin hale getirmiştir.
Bankanın sağlayacağı ticari çek kullandırma, havale, çek ve senet tahsili, ithalat-
ihracat bedeli tahsilat ve ödemeleri, EFT, maaş hesapları, aylık enerji faturası ödemeleri, diğer
otomatik ödeme talimatları gibi hizmetlerden daha etkili ve hızlı şekilde yararlanmak isteyen
bireysel ve ticari müşteriler; ayrıca ticari ilişki kurmak istedikleri kişiler hakkında bankadan
bilgi alma hakkına da sahip olmaktadırlar.60 Diğer taraftan, mevzuata göre ilgili hesaplarda, her
ne kadar hesap sahibine herhangi bir getirisi olmayacağı kararlaştırılmış ise de; bu tür hesaplara
sahip müşterilerin fon kullanma talepleri, limit tahsisleri, fon kullanma maliyetleri elbette ilgili
kurum tarafından daha uygun seviyelere çekilebilmektedir. Zira yüksek verim sağlayan bir
müşteriye böyle bir kolaylık tanınması, elbette tabi bir davranış olmaktadır.
İslami Finans kurumları, müşterileri tarafından cari hesap şeklinde açılan hesaplarda
biriken fonları, çeşitli şekillerde değerlendirerek yatırımlar yapabilmektedirler. Bunun yanısıra
İslami Bankacılık uygulamasında, cari hesaplarda tutulan birikimlerin değerlendirilmesi başlı
başına bir sıkıntı olmaktadır. Çünkü faizli bankalar, bünyelerinde atıl olarak duran bu tür
nakitleri gecelik repo ve diğer finansal yöntemlerle değerlendirirlerken, İslami Finans kurumları
faizsizlik özelliği nedeniyle böyle bir girişimde bulunamamaktadır. İlgili sıkıntı nedeniyle,
İslami Finans kurumlarında söz konusu atıl yani kullanılmayan paraların, herhangi bir işleme
tabi tutulmadan bekletilmesi sıklıkla şahit olunan hususlardan biri olmaktadır.61 İslami
kaidelerden ödün vermeden, kazancına herhangi bir şüpheli getiriyi karıştırmak istemeyen
İslami Finans kurumları, bu şekilde hareket ederek, faizden uzak kalmaktadır. Ancak
kurumların menfaati açısından bu birikimler, faiz harici alanlarda değerlendirilmelidir.
58 Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, Araştırma Yayınları, Ankara, 2010, s.53
59 http://www.tmsf.org.tr/mevduat.sigortasi.tr [Erişim Tarihi: 12.07.2016]
60 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.53
61
Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.133

55
İslami Finans kurumlarına başlı başına banka hüviyeti kazandıran 5411 sayılı
Bankacılık Kanunun 3. maddesindesine bakıldığında; ilgili kurumların vadesiz hesap şeklinde
cari hesap adıyla topladıkları fonlar için, Merkez Bankası tebliğleri çerçevesinde munzam
karşılıklar ayırmaları ve ayrılan bu karşılığın Merkez Bankası nezdindeki İslami Finans
kurumları adına açılan hesaplara yatırmaları zorunlu olduğu yönünde düzenlemelerin olduğu
görülmektedir. Öte yandan, İslami Finans kurumlarının topladığı fonların yaklaşık %20’sini
oluşturan Özel Cari Hesaplar,62 aynı zamanda söz konusu kurumlar için birer yedek vazifesi
görmekte olup, katılım hesaplarından kısa dönemde yüklü miktarda para çekilmesi halinde,
meydana gelebilecek geçici dengesizlikler bu hesaplar vasıtasıyla kapatılabilmektedir.63
Adı geçen 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 62. maddesi Özel Cari Hesaplar
konusunda önemli bir düzenleme daha getirmiştir ki bu düzenleme; 10 yıl içerisinde sahipleri
tarafından aranıp sorulmayan söz konusu hesapların zaman aşımına tabi olması hususudur.64
Başka bir deyişle hesap sahibinin herhangi bir yazılı talimatla gerçekleştirdiği son işlem
tarihinden başlayarak 10 yılllık bir süre içerisinde, hiçbir surette işlem görmeyen, aranıp
sorulmayan Özel Cari Hesaplar otomatik olarak İslami Finans kurulunun kasasına konarak,
gelir şeklinde kayıt düşülmektedir.
Aşağıda “ Özel Cari Hesapların” öne çıkan bazı özellikleri maddeler halinde özetlenmiştir;
1-) Hukuki muamele ehliyetine haiz her gerçek yada tüzel kişi, cari hesap açmaya yetkilidir.
2-) Cari Hesaplar, bir tür vadesiz mevduat hesabı olmaktadır. Gerçek ve tüzel kişiler tarafından
ülkedeki yasalar elverdiği sürece, Türk Lirası yada Döviz cinsinden açılabilmektedir.
3-) Müşteri talep ettiği anda, derhal kendisine yatırmış olduğu bedel eksiksiz iade edilir. Cari
hesap şeklinde yatırılan bedel herhangi bir şekilde zarara uğramışsa, bu tutarın 100 Bin TL’ye
kadar olan kısmı TMSF yani devlet tarafından karşılanmaktadır.
4-) Müşteriye iade edilen tutar, herhangi bir kâr payı yada ilave bir getiriyi kapsamamaktadır.
5-) Müşteri bankaya cari hesap şeklinde bir hesap açtırdığında, bu paranın tüm kullanım hakkını
İslami Finans kuruluşuna devretmiş olmaktadır. Kurum bu bedel üzerinde istediği gibi
tasarrufta bulunabilmekte olup, faaliyet sonucu oluşan kâr da bütünüyle kuruma kalmaktadır.
6-) Açılan cari hesaplar, İslami Finans kurumlarında katılım hesaplarından ayrı olarak
izlenmekte, TL yada Döviz olarak farklı olanda muhasebeleştirilmektedir.
7-) Cari hesapların en büyük özelliği, sahibine geri ödenme vaadiyle alınmış olmasıdır. Bu
açıdan cari hesaplara emanet alınmış bedeller gözüyle de bakılabilir.

62 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, S.a.g.e., s.129


63 Akın Cihangir, Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1986, s.147
64 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu 62.Madde

56
8-) Cari hesaplar çalışma genelinde belirtildiği üzere sahibine; çek kullandırma, havale, çek ve
senet tahsili, ithalat-ihracat bedeli tahsilat ve ödemeleri, EFT, maaş hesapları, aylık enerji
faturası ödemeleri, diğer otomatik ödeme talimatları gibi hizmetlerden daha etkili ve hızlı
şekilde yararlanması maksadıyla açılmış olan hesaplar olmaktadır.
9-) Cari hesaplar, 2005 yılında İslami Bankacılık alanında düzenlenen Bankacılık Kanunu
kapsamında TMSF güvencesine kavuşturulmuş olup; ilk anda 50 Bin TL’ye kadar olan
kayıplara uygulanan güvence bedeli, bugün itibariyle 100 Bin TL olarak gerçekleşmektedir.
10-) İslami Finans kurumları cari hesaplarda toplanan fonlar için, Merkez Bankası tebliğlerine
uygun olmak koşuluyla munzam karşılıklar ayırmak ve bu karşılıkları Merkez Bankası
nezdinde İslami Finans kurumları adına açılan hesaplara yatırmak zorunda olmaktadırlar.
11-) Cari hesapların açılması yada takip edilmesinde, kurumca uygulanan herhangi bir alt limit
yada üst limit bulunmamaktadır.
12-) Faizli bankalarda vadesiz mevduat hesapları gecelik repo vs ile çok yönlü şekilde
değerlendirilebildiği halde, cari hesaplarda faizli işlemler kullanılmadığı bu hesaplarda biriken
paralar çoğu kez boşta kalmakta, ilgili paraların değerlendirilmesi İslami Finans kuruluşları
açısından çoğu kez bir sıkıntı teşkil etmektedir.
13-) İslami Finans kuruluşunun tasfiyesi halinde, özel cari hesap alacakları kanuna göre; devlet
ve personel alacaklarından sonra öncelikli alacaklar hükmünde olmaktadır.
14-) Özel cari hesaplar sadece nama yazılı açılabilmektedir, hamiline yazılı özel cari hesap
açılamamaktadır.
15-) Cari hesaplarda şube, internet, ATM kanalıyla işlem yapılabilmektedir.
16-) Cari hesap sahipleri, İslami Finans kuruluşu vasıtasıyla çek karnesi kullanabilmekte olup,
bu hesaplar çek kullanımına müsait hesaplar olmaktadır.
17-) Cari hesapları açtırma yada bu hesapları kapatmaya yönelik olarak, kanunen herhangi bir
şekil şartı söz konusu değildir. Müşteri istediği anda bu hesapları açtırıp, kapattırabilir.
Cari hesabın İslami Finans literatüründe geçerliliğine yani fıkhi açıdan durumuna
baktığımızda cari hesap akdinin; 1-) Yeni Akit, 2-) Vedia, 3-) Karz Akdi şeklinde isimlerle
anıldığı ve her birinin ayrı savunucusu olduğu kaynaklarda yer almaktadır. Cari hesap akdinin
“Yeni Akit” olduğunu savunanlar; bu akdin finans kurumu ile müşteri arasında karşılıklı rızaya
dayalı bir akit olduğunu ileri sürmektedirler. Her iki tarafın menfaati asıl olduğundan bu akit
yardımlaşma ilkesi üzerine kurulmuştur. İslam yardımlaşmayı teşvik ettiğine göre bu akitte
meşru sayılmaktadır. Cari hesap akdinin “Vedia Akdi” olduğunu savunan görüşe göre ise, vedia
akdinde asıl amaç yatırılan paranın korunması olup, yatırılan para emanet hükmündedir.

57
Emanet bırakılan malda, alan tarafın kusuru yoksa zarar karşılanmayacağı için, akdin vedia
kabul edilmesi müşterinin aleyhine olmaktadır. Son olarak cari hesap akdini “Karz Akdi” yani
faizsiz ödünç verme sayanların görüşüne göre ise; vedia akdinde geçen emanet hükmü, karz
akdindeki ödünç vermeden tamamen farklı olmaktadır. Ödünç verme işleminde kusur olsun
olmasın ödünç verilen kurum zararı eksiksiz karşılmak zorunda olduğundan, cari hesabı karz
akdi saymak müşterinin lehine görülmektedir. Dolayısıyla karz akdi; parayı kullanma açısından
finans kurumu, paranın güvende olması açısından müşteri olmak üzere her iki tarafın da lehine
bir tablo sergilediğinden, İslam alimleri açısından caiz kabul edilmektedir. Vedia akdi kabul
etmek, zararın karşılanmaması durumunda müşteriyi mağdur edeceğinden pek caiz
görülmemektedir.65 Kanaâtimce cari hesap ilişkisinde, durduk yere artan herhangi bir mesnetsiz
artışın olmaması ve tarafların hiçbirinin bu işlemden zarar görmeyerek karşılıklı menfaatleri
olması nedeniyle İslami açıdan problem teşkil edecek bir yön bulunmamaktadır.

2.1.2.Katılım (Vadeli) Hesapları


Katılım diğer adıyla tasarruf hesapları, sahiplerinin belirli bir süre sonunda gelir
sağlamasını amaçladığı hesaplardır.Ülkemizde bu türden olan hesaplara ”Katılım Hesapları”
denilmektedir.66 5411 sayılı Bankalar Kanunu kapsamında Katılma Hesapları; katılım
bankalarına yatırılan fonların bu kurumlarca kullandırılmasından doğacak kâr veya zarara
katılma hakkını veren, karşılığında hesap sahibine önceden belirlenmiş herhangi bir getiri
ödenmeyen ve anaparanın olduğu gibi geri ödenmesi herhangi bir şekilde garanti edilmeyen,
fonların oluşturduğu hesaplar olarak tanımlanmaktadır.67 İslami Finans kuruluşlarında, Kâr ve
Zarara katılma şeklinde algılnan söz konusu hesaplarda, tasarrufunu faiz amacı gütmeyen
kuruluşlara yatıran birikim sahibi, belirlenmiş bir vadenin sonunda oluşan kârdan yada zarardan
katılımı oranında pay alma beklentisi içerisinde olup, bu miktar önceden bilinmemektedir.
Katılma hesapları, cari hesaplardan farklı olarak bünyelerinde belirli bir vadeyi
barındırırlar. İslami Finans kurumu, topladığı kaynakları vadelerine göre; 1 ay, 2 ay, 3 ay, 6 ay,
1 yıl ve daha uzun süreli olmak üzere bir sınıflandırmaya tabi tutar ve benzer hesaplardan gelen
paraların toplamından oluşan bir havuza aktarır.68 Vadelere göre tasniflenen paraların
tamamından oluşan bu havuzda; yatrıdıkları paraların miktar ve müddetine göre havuz
sonucuna başka bir deyişle projeden doğan Kâr yada Zarara ortak edilen katılım hesabı
sahipleri, başlangıçta belirlene ortaklık hissesi oranında kâr elde eder. Burada hesap sahibi her

65 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.57


66 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.133
67 5411 Bankacılık Kanunu, 3. Madde.
68 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.58

58
zaman kâr elde edecek diye birşey söz konusu değildir. Şayet proje verimli sonuç elde
edememişse, katılım hesabı sahibi; beklediğinden daha düşük kâr elde edebilir yada tam tersine
zarar elde ederek hiç bir getiri kazanmayabilir. Dolayısıyla Katılım Hesaplarında; tıpkı ticaret
gibi elde edilecek kâr yada zararın önceden kestirilmesi mümkün değildir. Bu özellik Katılım
Hesaplarının en belirgin özelliği olmaktadır.
Kâr payının tesbitinde, İslami Finans kuruluşunun bu hesapların işletilmesinden doğan
Kâr yada Zarardan alacağı pay, ülkeden ülkeye değişeceği gibi, söz konusu ülkedeki
yönetmelikler çerçevesinde belirlenen bir orandır. Ülkemizde, İslami Finans kuruluşunun
kârdan alabileceği âzami oran %20 olarak belirlenmiştir.69 Bu doğrultuda İslami Finans
kuruluşu, ilgili projeden şayet kâr elde etmişse, gelirin %80’ini kanunen havuza iade etmek
zorundadır. Katılım hesabı vadeli bir hesap olduğundan, sözleşmede yazılı vade geldiğinde
hesap sahibi başlangıçta ortak olduğu oranda havuzdaki paradan pay alır. Elbetteki bu sonuç her
zaman kâr olmamakta, katılım hesabı sahibi bazen zararla karşılaşabilmektedir. Ancak proje
zarar etmiş olsa bile, bu durumla nadiren karşılaşıldığından İslami Finans kuruluşlarınca; gerek
müşteriyi mağdur etmemek gerekse yardımlaşma ilkesinden hareketle oluşan zarar tazmin
edilmekte ve bu olumsuz durum müşteriye yansıtılmamaktadır.
Katılım hesaplarını bünyesinde barındırdığı özelliklerinden dolayı, esasen “Yatırım
Hesabı” olarak değerlendirmek en doğrusu olmaktadır. Çünkü bu tür hesaplarda anaparanın bile
ödenmesi garanti edilmemekte olup, vade sonunda birim hesap değeri olarak nitelendirilen
değer, yatırımcının hesabına alacak kaydedilmektedir. Faizli bankalarda bankanın zarar etme
ihtimali müşterilerde bir tür panik havası oluştursa da, faizsiz İslami Finans kurumlarında
yapılmakta olan bu işlem ile risk almaya yatkın müşteri baştan muhtemel zararı sözleşmeyle
kabul etmektedir. Bu hesaplarda, vadeden önce müşteri hesabını kapatmayı talep ederse, vade
sonuna kadar olan kâr müşteriye iade edilmemekte, havuz hesabında biriktirilerek, diğer proje
sahiplerine dağıtılmaktadır. Bu uygulama sistemin dayandığı işbirliğine örnek teşkil etmektedir.
Açılış biçimlerine göre Katılma Hesaplarının 4 çeşidi bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Vade
Bitiminde Kâr Payı Ödemeli Hesaplar; Bu hesaplar 1ay, 3 ay, 6 ay, 1 yıl vadeli olarak açılabilir.
Dönem sonunda ilgili hesaplara tahakkuk eden Kâr/Zarar banka tarafından hesaplara
paylaştırılır. 2-) Dönemsel Kâr Payı Ödemeli Hesaplar; Bu hesaplar 1 yıldan daha uzun vadeli
olarak açılan hesaplardır. Uzun vadeli olsa da müşteri dönemsel ödeme aralığına göre kâr payı
kazancını tahsil edebilmektedir. Söz konusu dönemsel ödeme aralığı; 1ay, 3 ay, 6ay ve yıllık
olarak belirlenmiştir. Düzenli gelir elde etmek isteyen müşterilerin kullandığı bu hesaplarda

69 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, S.a.g.e., s.58

59
İslami Finans kurumları, kârdan daha fazla oran tahsis ederek, uzun vadeli bu hesaplar
vasıtasıyla aktif-pasif hesapları arasındaki uyumsuzluğu azaltmaya çalışırlar. 3-) Birikimli
Katılma Hesapları; En az 5yıl vadeli olarak açılan, sözleşme çerçevesinde tesbir edilen aylık
veya 3 aylık sürelerde hesaba para yatırmaya fırsat veren katılma hesaplarıdır. Bu hesaplarda,
belirli zaman aralıklarında hesaba para yatırılarak, hesap sürekli büyütülmeye çalışılmaktadır.
4-) Özel Fon Havuzları; Belirtilen 3 maddedeki vadelere bağlı kalmaksızın, özel projelerin veya
diğer bazı yatırımların finansmanında kullanılmak üzere İslami Finans kuruluşları bünyesinde;
vadesi 3 aydan daha az olmayan “Özel Fon Havuzları” oluşturulabilmektedir. Bu nitelikteki
hesaplar, proje finansmanında kullanılmak üzere açılan hesaplar olmaktadır. İslami Finans
kuruluşları yukarıdaki ilk üç maddede geçen hesaplara bütün fon kullandırma teknikleri
uygulanabilmekte iken, Özel Fon Havuzları hesaplarına sadece Kâr/Zarar yatırım ortaklığı
proje tekniği uygulanabilmektedir.70 Faizli bankaların hiç birinde mevcut olmayan bu altarnatif
finansman yöntemleri; piyasada önemli bir ihtiyacı karşılamakta olup, bu yönüyle sektörde
tamamlayıcılık ve altarnatif olma rolünü üstlenmektedirler.
Yukarıda ana hatlarıyla açıklanan, “Katılım Hesaplarının Özellikleri” tekrar özetlenecek olursa;
1-) Birikimlerini katılıma hesabına yatıran müşterilere İslami Finans kuruluşunca; herhangi bir
getiri taahhüdünde bulunulmadığı gibi, ana para garantisinde de bulunulmaz.
2-) İslami Finans kuruluşunun, katılım hesaplarının işletilmesinden doğacak kâr yada zarardan
alacağı pay %20’yi geçemeyeceği gibi, %20’lik sınır içinde kalmak koşuluyla bu oranın
değiştirilmesi İslami Finans kuruluşunca yapılsa da, TCMB’nın iznine tabi olmaktadır.
3-) Katılım hesaplarında toplanan fonların işletilmesiyle oluşan Kâr yada Zarar ve bu Kâr yada
Zarara katılma oranları, kanuni sınırlar içerisinde kalmak koşuluyla İslami Finans kuruluşunca
serbestçe tayin edilmekle birlikte, ilgili oranlar yürürlüğe konulmadan önce TCMB’na
bildirilmeli ve şubede görülecek bir yere asılmalıdır.71
4-) İslami Finans kuruluşlarının zarara katılma oranları, TCMB 2006/1 sayılı tebliğinde “kâra
katılma oranının %50’sinden az olamaz” şeklinde hükme bağlanmış olup,72 Kâr yada Zarara
katılmanın üst limiti ise %20 olarak gerçekleşmektedir. Örnek vermek gerekirse; İslami Finans
kuruluşu katılım hesabından en üst limit olan %80 kâr veriyor, kendisi yine üst limit olan %20
kâr alıyor ise; zarara katılma oranı İslami Finans kuruluşunun kendisine ait kâra katılım
oranının %50’sinden az olamayacağı için, finans kuruluşunun zarara katılım oranı minimum

70 Boz Fatih, Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Katılım Bankacılığı Bilimsel Araştırma Ödülleri, Tkbb Yayınları, 2008,
Cilt 2, s.1210
71 Özsoy Şerafettin, Katılım Bankacılığına Giriş, Kuveyt Türk Yayınları, İstanbul, 2012, s.140
72 Özsoy Şerafettin, Katılım Bankacılığına Giriş, s.140

60
%10 (%20/2), maksimum ise %100 olabilecektir. Yani İslami Finans kuruluşunun zarara
katılmasında bir üst limit bulunmayıp, isterse zararın tamamını havuzdan karşılayabilmektedir.
5-) 1ay, 3ay, 6ay, 12ay ve 1 yıldan uzun vadeli olarak açılan Katılım Hesaplarının vadeleri ve
bu hesapların türleri, TC Merkez Bankası’nca belirlenmektedir.
6-) Katılım hesabı müşterilerinin kazançları ve İslami Finans kuruluşunun sorumluluğu vade
sonunda geçerli olan “Birim Hesap Değeri” kadar olmaktadır. Birim hesap değerin işleyişi ve
hesaplanışı ilgili kanun maddesinde düzenlenmiş olup, aşağıda kısaca bahsedilmiştir.
7-) Katılma hesabında toplanan fonların, birim hesap değeri üzerinden muhasebeleştirilmesi ve
6 aylık devreler halinde yılda iki defa hesap vaziyeti düzenlenerek kamuoyuna duyurulması
mecburiyeti bulunmaktadır.
8-) Katılım hesaplarından doğan gelirler, mali mevzuat gereği mevduat geliri kapsamında olup,
İslami Finans kurumları sadece kendi payına düşen kâr ile bu hesapların işletilmesinden dolayı
ortaya çıkan masrafları bilançolarında gösterme hakkına sahiptirler. Hesapların işletilmesinden
doğan her türlü masrafı kendisi üstelenen, ilgili İslami Finans kuruluşları; İşlemler sonucu
ortaya çıkan Kâr yada Zarardan hisselerine düşen miktarları, günlük yada haftalık olarak
hesaplarına kaydetmektedirler.
9-) Katılma hesapları; vade sonlarından itibaren 5 iş günü içerisinde kapatılmazlarsa, mevcut
bulunan şartlarla yenilenmiş sayılmaktadır.
10-) İslami Finans kuruluşlarında alacaklı olan üçüncü şahısların yalnızca kuruma ait;
“sermaye-ihtiyat-dağıtılmamış kârlar” üzerinde talep hakları bulunmaktadır. Kurumdan alacaklı
konumda bulunanların, katılma hesabında biriken fonlar üzerinde hiçbir hakları mevcut
olmamaktadır.
11-) Katılım hesaplarının en önemli özelliklerinden biri de; bu hesaplarda biriken fonların
TMSF yani Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu güvencesinde olmamasıdır. Tamamen risk
üstlenme üzerine kurulmuş olan bu hesaplarda, birikim sahibi sözleşme kapsamı gereğince her
türlü sonuca önceden hazırlıklı olmaktadır.
İslami Finans Kurumlarında ”Kâr Dağıtımı”yla ilgili düzenlemeler, 01 Kasım tarihli
26333 sayılı Resmi Gazete kararıyla yayınlanan ”Mevduat ve Katılım Fonunun Kabulüne,
Çekilmesine ve Zaman Aşımına Uğrayan Mevduat, Katılma Fonu, Emanet ve Alacaklara
İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde gerçekleştirilmektedir.
İlgili yönetmelik kârın dağtımında ”Havuz Sistemi”ni öngörmekte olup, ilgili sisteme göre para
birimi yada kârın bölüşüm oranına göre farklı tip havuzlar bulunmaktadır. İslami Finans
kurumlarında bu sisteme göre oluşturulmuş iki tip havuz bulunmakta olup bunlar; 1-) Açık

61
Havuz, 2-) Kapalı (Özel) Havuz olarak kurum bünyesinde hizmet vermektedir. Açık havuz
sisteminde; toplanan birikimler para birimi veya kârın bölüşüm oranına göre bir havuzda
toplanması sağlanmakta, ilgili havuza rutin olarak ilave birikimler aktarılmakta ve havuzdan
düzenli olarak çıkışlar gerçekleştirilmektedir. Tahakkuk eden Kâr ve Zararlar da havuzdaki
birikimlerin kapasitesini etkilemektedir.73 Kapalı havuzda ise, daha nceden tespit edilen proje
ve yatırımların finansmanında kullanılmak üzere bağımsız hesaplardan fon toplamak şeklinde
gerçekleşen vadesi 1 aydan az olmayan özel havuzlardır. Bu havuzlarda toplanan katılım
hesapları, vadeleri itibariyle diğer hesaplardan bağımsız hesaplarda işlem görmekte ve burada
biriken fonlar diğer hesaplara aktarılamamakta olup, sınırlı mudarabayı andırmaktadır.74
2.1.2.1.Birim Değerden Kar/Zararın Hesabı
İslami Finans kurumunun katılım hesaplarına fon kabul ettiği ilk güne karşılık 100
olarak kabul edilen, faaliyetler sonucu gerçekleşen kâr yada zarara göre değişkenlik gösteren
bir değer olup, kâr ve zarar kayıtlarının işlendiği günlerde vadelerine göre tasniflenmiş her bir
fonun toplam değerinin, fonun bir önceki günkü toplam hesap değerine bölünmesi suretiyle
hesâb edilir. Birim değerden hesaplana Kâr/Zarar hesabında, Kâr veya Zarar kaydı yapılmayan
günlerde ise, bir önceki günün birim değerine eşit olan katsayı esas alınmakta olup, bir sonraki
gün veya hafta sonuna kadar geçerli olmak üzere ilan edilir.75 Birim değer yüksekse, Kâr o
kadar fazla gerçekleşmiştir ve fonun kâr ile sonuçlanması halinde birim değer yükselmekte,
tersi durumda zarar olduğunda ise birim değer düşmektedir. Kısaca formüle edecek olursak76;
Birim Değer=[Fonda Mevcut Aktifler Toplamı (Anapara+K/Z)] / [Bir Önceki Dönem Hesap
Değer Toplamı (Günlük/Haftalık)] şeklinde bir hesaplamayla sonuç bulunabilecektir.
2.1.2.2.Hesap Değerden Kar/Zararın Hesabı
Katılma hesabına para yatırarak birikimlerini değerlendiren kişilerin, İslami Finans
kuruluşunun mevcut aktiflerine katılma oranı olup, hesaba para eklenmesiyle artan,
çekilmesiyle eksilen bir kat sayıyı ifade etmektedir. Hesap sahibince yatırılan fonların hesap
değeri, o günkü birim değere bölünmek suretiyle bulunmaktadır. Takip eden günlerde yatırılan
yada çekilen fonların hesap değeri ise, yatırılan yada çekilen fonların birim değere bölünmesi
suretiyle elde edilen tutara, yatış olmuşsa eklenmesi, çekilme olmuşsa çıkrarılması suretiyle
hesâb edilmektedir.77 Kısaca formüle edecek olursak78; Hesap Değer=[Hesap Sahibince
Yatırılan Fonlar] / [Bir Önceki Dönem Birim Değer Toplamı] hesap edilebilir.

73 Tunç Hüseyin, Katılım Bankacılığı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2010, s.196


74 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.138
75
Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, A.g.e., s.55
76 Karapınar Aydın, Özel Finans Kurumları ve Muhasebe Uygulamaları, Gazi Kitapevi, Ankara, 2003, s.43
77 Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, S.a.g.e., s.55

62
2.1.2.3.Birim Hesap Değerden Kar/Zararın Hesabı
Yukarıda hesaplamasını gerçekleştirdiğimiz, birim değer ile hesap değerinin çarpılması
sonucu bulunan yeni değer, katılım hesabı sahibinin üzerinde hak iddia edebileceği tutarı
gösteririr.79 Hesabın açıldığı günkü birim hesap değeri, doğal olarak hesabın kendisine eşit
olup; ilerleyen günlerde elde edilen kâr sonucu meydana gelen artış paralelinde birim değer
artacak, bu tutarın hesap değeriyle çarpımı sonucu bulunan birim hesap değeri, vade sonunda
hesap sahibinin mülkiyetine geçmiş bir bedel olduğundan, elbette üzerinde hak iddia
edebileceği artı bir değer olmaktadır. Kısaca formüle edecek olursak 80; Birim Hesap Değer=
[Birim Değer x Hesap Değer] hesap edilebilir.
Yöntemlerin İslami Finansça geçerliliği yani fıkhi açıdan durumuna bakıldığında
”Katılım Hesapları” hakkındaki tartışmaların, İslami Finans kurumlarının ortaya çıktığı dönem
olan 20.yy. başlarına kadar uzandığı görülmektedir. Bu konudaki görüşleri sıraladığımızda; 1-)
Katılma Hesaplarıyla Vadeli Hesapları Aynı Kabul Eden Görüş, 2-) Vadeli Hesaplarla Katılma
Hesaplarını Ayıran Görüş olmak üzere temelde iki tür görüşün olduğu görülmektedir. Katılma
hesaplarıyla fazili bankalardaki vadeli hesapları aynı kabul eden görüşün temel savunucuları;
Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Mahmut Şeltut ve Muhammed Seyyid Tantâvî olmaktadır. Bu
düşünürlere göre; paranın zamana bağlı olarak belli bedel karşılığı işletilip kazanç sağlanması
faiz olmamakta ve sağladığı menfaatin ötesinde taraflara herhangi bir zararı olmadığından
haram sayılmamaktadır. Bu görüş katılma hesaplarının da aynı grupta saymaktadır.81

2.2. İSLAMİ FİNANS KURUMLARINDA FON KULLANDIRMA YÖNTEMLERİ


2.2.1.İslami Finansın Dayanağı Olan Akitler ve Kavram Karşılıkları
Akit, hukukî sonuç doğurmak amacı ile iki veya daha çok kimsenin yada kuruluşun;
karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile gerçekleştirdiklerş işlem, sözleşme, mukavele,
kontrat tarzı işlemlerdir.82 Akit kavramı sözlükte, ”bir şeyin kenarlarını toplamak, ipin uçlarını
birbirine düğüm atmak” tarzında anlamlarda kullanılmakta olup; terim olarak
değerlendirildiğinde ise ”hukuki sonuç oluşturmak üzere karşılıklı iki tarafın iradelerinin
bibirleriyle uyumlu şekilde açıklanması” şeklinde tanımlamalarla karşılaşılmaktadır.83

78 Karapınar Aydın, Özel Finans Kurumları ve Muhasebe Uygulamaları, A.g.e., s.44


79 Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, A.g.e., s.56
80 Karapınar Aydın, Özel Finans Kurumları ve Muhasebe Uygulamaları, A.g.e., s.44
81
Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.61
82 http://www.tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1326 [Erişim Tarihi: 31.07.2016]
83 Diyanet İşleri Başkanlığı İlmihali, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1.Cilt, s.343

[Bkz. https://selimiyewernau.wordpress.com/islam-ilmihali/ Erşim: 31.07.2016]

63
İslam hukukunda, akit konusunda bir serbestlik vardır ve İslam dini akitleşmeyi yani
alım-satım nevinden işlemlerde yapılan faaliyetlerin kayıt altına alınmasını, başka bir deyişle
yapılan işlemlerde şartların önceden belirlenmesini teşvik ederek doğru olanın bu olduğunu
vurgulamıştır. İslam dinindeki söz konusu akit özgürlüğü yalnız ticari işlemlerle kalmayıp,
sosyal alandaki faaliyetleri de kapsayacak şekilde oldukça geniş bir sahayı kapsamaktadır.
Akitleşmenin İslam dinine göre meşru sayılması için, elbette öncelikle akidi gerçeleştirilen
faaliyet konusunun da meşru olması gerekmektedir. Alım-satımı caiz olan malların ticarete
konu olması haricinde, ortada söz konusu malın mevcut olması yani elle tutulur gözle görülür
tarzda olması gerekmektedir.
İnsanlar arasında çeşitli gerekçelerle yapılan akitlerin; tarafların haklarını koruması,
akdi gerçekleştiren kişilerin kötü niyetli kişilerce kandırılmalarının önlenmesi için, işleme konu
alan akitlerin içerik ve şekil açısından bazı unsurları taşıması gerekmektedir. Bu şartlara
baktığımızda; 1-) Akdolunma, 2-) Sıhhat, 3-) Geçerlilik, 4-) Lazım Olma şeklinde bir sınıflama
söz konusu olmaktadır. İlgili şartlardan akdolunma ilkesi; İslam hukukuna göre akdin mevcut
olması için bulunması gereken asgari hususları kapsamakta olup, bu hususlar bunmadığı
takdirde ilgili akit yok hükmünde yani batıl sayılacağı hususunun anlaşıldığı önemli bir
geçerlilik ilkesidir. Bu ilkelerden bazıları; İcap ve kabul şeklinde öne çıkan kalıplaşmış akit
sözlerinin ikisinin de birbirine uygun olması, akit yapmaya uygun ehliyetli kişilerin bu akdi
gerçekleştirmesi, bazı istisnaî durumlar hariç tek kişinin akdin her iki tarafını temsil
edememesi, konusunun fayda unsurunu içermesi ayrıca konunun mevcut-meşru-mümkün
sayılacak nitelikleri taşıması, kararlaştırılan hususların akdi yapan taraflarca bilinmesi, pis-
yasaklanmış-haram sayılacak akit türlerinden olmaması gibi hususlar olmaktadır. Sıhhat şartı;
akdin taraflarından birinin akitte yer almaması durumunda akdin geçersiz yani fâsit olduğunu
belirten bir şarttır. Bununla birlikte akdin sıhhat şartı taşıması için; akdin cehalet ve tehdit gibi
unsurları taşımaması, akdin sürekli değil geçici özellikte olması, bünyesinde garar yani aldatma
unsurunun olmaması ayrıca akdin zarar verici bir muhteviyatta olmaması gerekmektedir.
Yapılan akitlerin geçerlilik şartı genel olarak mülkiyet ve vekâlete dayanmaktadır. Akdin lâzım
olması ise, akdin her iki tarafından birinin içlerinden birine akdi fesh etme iznini vermemesi
demektir ki buda her iki tarafın irade beyanıyla olacak bir şey olmaktadır. Yapılan akitler; akdi
yapan taraflardan birinin yada her ikisinin ölmesi, akdin karşılıklı rıza ile fesh edilmesi,
karşılıklı izin anlaşmasına dayalı akitlerde anlaşmadaki iznin ortadan kalması gibi hallerde son
bulmakta olup, kanunen hiçbir hüküm ifade etmeyecek hale gelirler.84

84 Zuhayli Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Cilt:5, Risale Yayınları, 1994, İstanbul, s.140-172

64
2.2.1.1.Teverruk Akdi Kavramı
Nakde ihtiyacı olan bir kişinin, nakit sağlamak amacıyla bir kişiden vadeli olarak satın
aldığı bir malı başka bir şahsa peşin olarak satmasına ”Teverruk Satış” yani ”Ters Murabaha”
denilmektedir.85 Başka bir ifade ile vadeli olarak alınan bir malın, spot piyasada peşin şekilde
satılması işlemi teverruk satış olarak adlandırılmaktadır. Örnek vercek olursak; 120.000 TL’ye
48 ay vade karşılığı alınan bir taşınmaz, 100.000 TL’ye peşin bedelle satılıyorsa ve satış
işleminde malın mülkiyeti tamamen farklı bir kişiye geçiyorsa bu teverruk satıştan doğan bir
işlem olmaktadır. Eğer ikinci satış işlemi, başta yapılan bir anlaşma ile ilk satıcıya yeniden
geçerse bu satış işlemi teverruk satış olmayıp ”Îne Satış” olur ki, dinmizce helâl olmayan bir
satış işlemidir ve meşru değildir. Başka bir ifade ile dinimizce îne satış meşru değilken,
teverruk satış meşru bir satış işlemi olmakradır. Çünkü alınıp satılan malın mülkiyeti teverruk
satışta tamamen farklı bir kişiye geçmekte olup, bu mülkiyet değişikliği tamamen gerçeği ifade
etmekte ve göstermelik bir yanı bulunmamaktadır.86

2.2.1.2.Karz-ı Hasen Akdi Kavramı


Günlük olarak dilimize de girmiş olan bu kavram, herhangi bir karşılık beklemeksizin
borç verme işlemine denilmektedir. Türkçe karşılığı ”Güzel Borç” anlamına gelmekte olup,
mâna olarak ”ALLAH (c.c.) adına verilen karşılıksız güzel borç”u ifade etmektedir. Hâl böyle
olunca ticari amaçla kurulan ve amacı kâr elde etmek olan İslami Finans kurumları, bu
yöntemden sınırlı seviyede fon kullandırma faaliyeti gerçekleştirmektedirler. Yöntem asıl
olarak, kâr elde etmeden ziyade sıkıntıda olan birine karşılıksız yardım etme ve hayır yapma
esasına dayanmakta olduğundan, ihtiyaç giderildikten sonra verilen bedel üzerinden herhangi
bir faiz yada fazlalık ilave edilmeksizin anapara doğrudan borçludan talep edilmektedir.

2.2.1.3.Vekâlet Akdi Kavramı


Vekâlet kelimesi sözlükte; korumak ve muhafaza etmek anlamında kullanılmakta olup,
literatürde; “caiz olarak bilinen bir birikim konusunda bir şahsın kendisi yerine diğer bir
kimseyi vekil tayin etmesi” olarak gelmektedir.87 Günümüz piyasasında vekâlet kavramı, bir
çeşit acentelik sözleşmesi yerine kullanılmaktadır. İslami finansman yöntemlerinden olan
murabaha, selem, istisna ve icare gibi uygulamaların bir çeşit ön koşul aşaması olan vekâlet
sözleşmesinde; müşteri elindeki birikimleri finans kuruluşuna teslim etmekte, finans kuruluşu
ise bir bakıma bir yatırım uzmanı gibi ilgili birikimleri değerlendirmektedir.88

85 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s172


86 http://www.tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1371 [Erişim Tarihi: 31.07.2016]
87 Döndüren Hamdi, Çağdaş Akademik Problemlere İslami Yaklaşımlar, A.g.e., s.546
88 http://www.tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1371 [Erişim Tarihi: 01.08.2016]

65
2.2.1.4.Murabaha Akdi Kavramı
İslami Finans kurumunun kredi müşterisi konumunda olan işletmenin, faaliyetlerinin
finansmanıyla ilgili ihtiyaç duyduğu hertürlü mal, gayrı menkul ve hizmet bedellerinin ilgili
finans kuruluşunca işletme adına satıcıya ödenmesi ve bunun sonucu olarak söz konusu
işletmenin işlemi gerçekleştirren finans kuruluşuna borçlandırılması işlemidir.89 Günümüzde
İslami Finans kuruluşlarının en yaygın olarak gerçekleştirdiği akit kavramı ”Murabaha”
şeklinde gerçekleşmekte olup, ilgili İslami Finans kuruluşlarının sahip oldukları fonların
yaklaşık %90’ını bu akit yoluyla kullnadırmaktadır. Murabaha akdi kavramı bir bakıma
işletmenin sermaye ihtiyacını karşılamaya dönük olup; ülkemizde ”kurumsal finansman
desteği- bireysel finansman desteği - üretim desteği” gibi isimlerle anılmaktadır.90 Murabaha
işleminde; finans kuruluşu kredi müşterisi adına satıcıdan malı alırken, burada müşteri
vekaleten bankayı temsil etmektedir. Piyasada ticari bilgisi ve iş deneyimi az olan
müteşebbislerin, yaptıkları ticarette aldatılmaktan kaçındıkları için genellikle başvurdukları bir
yöntem olan murabaha işleminde, malın fiziki olarak ortada mevcut olması ve finans
kuruluşunun malı satın aldıktan sonra satması hususu önem arzetmektedir. Sadece ülkemizde
değil tüm dünyada faizsiz finansman talebi olan müşterilerin en fazla kullandığı yöntem olan
murabaha için; ülkemizdeki ve dünyadaki İslami Finans kurumlarının aslında murabaha yoluyla
fon toplayıp yine murabaha yoluyla fon dağıttıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Murabaha
işleminde; önceden sözleşme kapsamında kararlaştırılan müşterinin de bildiği bir maliyet
kavramı vardır. Müşteri adına masraflar karşılanırken İslami Finans kuruluşu, gerçekleşen bu
maliyete, yine müşterinin bildiği bir kâr ekler ve bunu müşterisinden(vadeli/peşin) tahsil eder.

2.2.1.5.Selem Akdi Kavramı


Selem veya selef sözleşmesi kısaca ”para peşin, mal veresiye satış” demek olup, peşin
para ile veresiye mal almak şeklinde ifade edilir. Selem yada selef sözleşmesi vadeli alışverişin
tersi olup; vadeli alışverişte bedel, selemde ise mal veresiyedir. Selem sözleşmesinde satılan
malın; miktarı özellikleri, teslim yeri, teslim tarihi, teslimin gerçekleştirileceği malın vadesi vs.
özelliklerin eksiksiz olarak yer alması gerekir. Uygun şartlarda hazırlanmış selem akdinde,
ileriki bir tarihte üretilecek olan mallar şimdiden satılmış, bedeli ise nakit olarak tahsil edilmiş
olmaktadır.91 Bu açıdan bakıldığında, bir nevi üretimin finansmanında kullanılan bir yöntem
olan selem akdinde; özellikle üretim ve teslim arasındaki sürelerin çok uzun olması durumunda
bir nevi üreticinin likidite ihtiyacının karşılanması amaçlanmaktadır. Üretim ve yatırım

89 Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Türkiye’de Özel Finans Kurumları, Tkbb Yayınları, İstanbul, 2005, s.39
90 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.154
91 Bayındır Abdülaziz, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s.145

66
projelerinde likidite akışının planlanması ve bu akışın sorunsuz olarak atlatılması çok önemli
olduğundan, işletmelerde çok sıkıntılı geçen bu aşamanın sağlıklı ve problemsiz atlatılmasında
İslami Finans kuruluşları, müteşebbislere üretim yada yatırım aşamasında destek olarak çok
büyük bir misyon gerçekleştirmektedirler. İslami Finans kuruluşu bunu gerçekleştirirken selem
akdi vasıtasıyla; önce gelecekte üretilecek malı piyasa fiyatı değerinde belirli bir kar marjı
eklenmiş şekilde peşin para ödeyerek kreidili müşteriden satın alır, daha sonra üretim
tamamlanınca piyasa fiyatı doğrultusunda üzerine belirli bir kâr marjı koyarak satar. Kredili
müşterinin ürünün üretimi ile İslami Finans kuruluşuna satımı sırasında kazanç sağladığı bu akit
türünde, vade genellikle (1) yıl olarak gerçekleşmekte, satış işlemi sırasında malın mülkiyeti
tam olarak İslami Finans kuruluşu üzerine geçmekte ve malın fiyatının piyasa fiyatını
aşmayacak şekilde sözleşmeye yansıtılması önem arzetmektedir.

2.2.1.6.İstisna Akdi Kavramı


İstisna üretim ile ilgili bir akit türü olup, İslami Finans’ta gerek üretim gerekse ticarî
faaliyetlerin desteklenmesinde büyük önem arzetmektedir. İstisna genel anlamada selem gibi
bir malın ileriki bir vadede üretilip teslim edilmek üzere, önceden sözleşmede kararlaştırılan
fiyatla satılışının gerçekleştirildiği bir akit türü olmakla birlikte selemden farkı; inşaat, gemi
inşaası, alt yapı projeleri gibi büyük hacimli projelerde söz konusu olması, sözleşme konusunun
inşa yada imal edilmeye dayalı olması, ödemenin avans olarak önceden gerçekleştirilmesinin
zorunlu olmayarak kademeli ödemeyi de kapsayabilmesi gibi hususlara dayalı olmasıdır.92
İstisnada, üretime başlanılmadan önce iki tarafın haber vermeleri şartıyla tek taraflı olarak
sözleşme sonlandırılabilirken, üretim başladıktan sonra bu mümkün olamamaktadır.

2.2.1.7.İcâre Akdi Kavramı


Terim olarak ”herhangi bir varlıktan faydalanma yetkisinin satılması yada bir mefaatin
belirli bir ücret karşığında satılması” şeklinde tanımlanmakta olup93, taşınan, taşınamayan
varlıkları ve insan emeğini kapsayan bir akit türü olmaktadır. İcâre diğer bir ifade ile menfaat
satışı olarak da isimlendirilmekte olup, kullanılmayan bir evin kiralanmasının icâre akdi
kavramının konusunu oluşturmasının yanısıra bugün yapılan iş sözleşmeleri de aslında
insanların emeklerinin belirli bir süre için kiralandığı icâre akdi kavramına dahil olabilmektedir.
Günümüzde ”Lasing Yöntemi” olarak da anılan icâre akdi kavramı, aslında orta yada uzun
vadeli bir finansman yöntemi olup; müşterinin talep ettiği ekipman, bina gibi taşınmazların
yada bazı hakların sözleşmede belirlenen kira bedeli karşılığında finansmanı söz konusudur.
92 Eskici Mustafa Mürsel, Türkiye’de Katılım Bankacılığı Uygulaması ve Müşteri Özellikleri, A.g.e., s.72
93 Diyanet İşleri Başkanlığı İlmihali, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2.Cilt, s.378
[Bkz. https://selimiyewernau.wordpress.com/islam-ilmihali/ [Erşim: 02.08.2016]

67
2.2.1.8.Mudarabe Akdi Kavramı
Diğer adı, ”Emek-Sermaye Ortaklığı” olan mudarabe akdi kavramı; taraflardan birinin
sermaye, diğerinin emeğini koyarak bir ortaklık teşekkül ettirmelerini ve karşılıklı
yardımlaşmalarını ifade etmektedir. İslami Finans kurumlarındaki katılım hesapları doğrudan
Kâr/Zarar ortaklığı esasına dayandığı için mudarabe olarak değerlendirilmekte olup; sermayeyi
koyan Rabb’ul Mal, bu sermayeyi işleten Mudârip olmaktadır. Günümüz bankacılığına
uyarlandığında; müşterilerin açtırdığı katılım hesapları aslında Rabb’ul Mal yani sermaye, bu
sermayeyi değişik projelerde kullanarak işleten girişimci konumundaki Mudâripin ise İslami
Finans kurumu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Uygulamada fazlaca kullanılan ve
güvene dayalı bir yöntem olan mudârabe akdinin tarafları; 1-) Sermayedar 2-) Girişimci 3-)
Aracı Kurum (Finans Kurumu) olmaktadır. İslami Finans kurumu tam ortada aracı kurum
niteliğinde olup; elinde atıl birikim olan kişilerden katılım hesapları yoluyla topladığı fonları,
sermayesi olmayan emek sahibi girişimcilere mudârabe akdi yoluyla bir bakıma kredi yoluyla
kullandırmaktadır. Burada finans kurumunun yaptığı; sermayesi olup bilgi ve tecrübesi
olmayan yada girişimci vasıflarına sahip olup yeterli birikimi olmayan kişileri bir araya
getirerek, üretim yada ticareti finanse etmek böylece ülke ekonomisinin gelişmesine de katkıda
bulunmaktatır. Kısa ve uzun vadeli olarak düzenlenen bu akit; karşılıklı yardımlaşmayı esas
almakta olup; günümüzdeki bireysellik dikkate alındığında, fon kullandırmalarda taşıdığı risk
açısından İslami Finans kurumlarına birçok dezavantaj ve zararı da beraberinde getirmektedir.

2.2.1.9.Muşârake Akdi Kavramı


Muşârake kavramının sözlük anlamı “iştirak etmek”, terim anlamı ise “herhangi bir
şirketin sermayesine katılarak ortak olmak” şekilde açıklanmaktadır. 94 Her iki tarafın da
kurulacak şirkete sermayeleriyle katılarak pay sahibi olduğu müşârake akdi kavramında, kâr
sözleşmede kararlaştırılan şartlara göre paylaştırılmakta, zarar ise sermayedeki hisseye göre
dağıtılmaktadır.95 Anlaşılacağı üzere, ortaklardan birinin sermaye diğerinin emek koyduğu
mudarabe akdi kavramından farklı olarak müşarake sözleşmesinde, her iki taraf da hem emek
hem de sermayeyi koyabilmekte yani emek yada sermaye sadece bir tarafa özgü bir katılım
olmamaktadır. Yöntem daha çok teçhizat, makina, ekipman finansmanına yönelik olarak
sanayinin finansmanında kullanılmakla birlikte ticaretin finansmanında da kullanıldığı
görülmektedir.

94 Uçar Mustafa, ÖFK’larda Fon Temini ve Tahsisinin Muhasebesi, A.g.e., s.129


95 http://www.tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1371 [Erişim Tarihi: 03.08.2016]

68
2.2.1.10.Sukuk Akdi Kavramı
Sözlükte ”sertifika veya vesika” anlamına gelen sukuk kelimesi, terim olarak ”isteğe
bağlı olarak ticareti yapılabilen İslami katılım vesikası” anlamlarına gelmektedir. Sukuk; faizi
bünyesinde barındırmaması ve İslami olarak haram sayılmayan bir faaliyet konusunu ihtiva
etmemesi dolayısıyla, İslami Finansta gönül rahatlığıyla kullanılan bir menkul kıymet
olmaktadır. İslami Finans açısından bakıldığında; ticarete konu olan bir varlığın, menkul kıymet
haline getirilerek sertifikalar vasıtasıyla satılmasını ifade etmektedir. İlgili sertifika yada
vesikalardan alan müşteriler ise, söz konusu varlığa sahibi bulundukları sertifika yada vesikalar
oranında ortak olmaktadırlar. İslami Finans kurumlarında kullanılmakta olan ”murabaha-selem-
istisna-icâre-muşarake-selem-mudarabe” gibi çeşitli finansman yöntemlerinin herbiri için ayrı
bir sukuk akdi ve yöntemi söz konusu olup, uygulamada ençok ”icâre sukuk” kullanılmaktadır.

2.2.1.11.Tekâfül Akdi Kavramı


Tekâfül bir nevi ”İslami Sigortacılık” anlamına gelmektedir.96 Bilindiği üzere
İslamiyette sigortacılık, bünyesinde bulunduruduğu ”ribâ-garar-kumar” unsurları nedeniyle
yasak bir uygulama olmaktadır. Ancak yasak olan bu uygulama İslami Finans kurumlarınca,
karşılıklı yardımlaşma temellerine oturtularak İslami açıdan kabul edilebilir bir hale
getirilmiştir. Tekâfül, karşılıklı ”yardımlaşma-dayanışma-bağış-ortaklık” esasına dayanan, prim
sahiplerinin doğrudan katılımcılar olduğu bir yöntem olup; bu yöntemde ödenen primler
vasıtasıyla katılımcılara sigorta tazminatı ödenerek sistem meşrû hâle getirilmektedir.

Yukarıda sadece kısaca tanımlanılarak verilen ayrıntısına ilerleyen bölümlerde


değinelecek olan ilgili yöntemler, İslami Finans kurumlarının faiz hassasiyeti olanlara yönelik
olarak getirdiği çözümler ve altarnatif yöntemler olmaktadır. İslami Finans yöntemlerinin şayet
usulüne uygun şekilde uygulanırsa faizden kaçmaya altarnatif bir yol olduğu, ancak usulüne
uygun ve kurallarına riayet edilmeden yapıldığında üstü örtülü bir faiz hükmüne
büründürüleceği için durumun büyük sakıncalar doğuracağı, bu sakıncaların da doğrudan İslam
dini ile ilişkilendirileceği herkesçe bilinen bir gerçek olmaktadır. İlerleyen bölümlerde bilhassa
“İslami Finans Yöntemleri” ayrıntılı ve tarafımca hazırlanan “tablo-grafik-çizim ve
karşılaştırmalarla” daha anlaşılır olması hedeflenmiştir. Bunu sağlamak için, tez genelinde
yöntemler tek tek ele alınarak ilgili yöntemlerin “özellikleri-işleyişi-üstün yönleri-zayıf yönleri-
benzer yöntemlerle mukayesesi” hususlarına ayrıntılı değinilmiş olup, çalışmanın son
bölümünde bu yöntemler kendi arasında karşılaştırılarak ayrıntılı incelenmiştir.
96
http://www.tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1371 [Erişim Tarihi: 03.08.2016]

69
2.2.2.İslami Finans Kurumlarında Fon Kullandırmaya Yönelik Finansman İşlemleri
İslami Finans kurumları; bünyesinde bulunan birikimlerle müşterileri tatmin edecek en
yüksek ve en güvenli getiriyi tesis etmenin yanısıra, amacı yatırım ve ticaret yapmak olan
girişimcilere de en az maliyetli ve en fazla faydayı sağlayacak krediyi sunarak topladıkları bu
fonları kullandırma gayesinde olan faizsiz finans kurumları olmaktadır. Bu faaliyetleri
gerçekleştirirken parayla para kazanma yolunu seçmeyen, doğrudan üretim ve ticarete destek
olarak ülke ekonomisini de kalkındıran İslami Finans kurumları; “Kar/Zarara Katılma Yoluyla
Fon Kullandırma- Üretim Desteği Sağlama Yoluyla Fon Kullandırma- Finansal Kiralama
(Leasing) Yoluyla Fon Kullandırma” şeklinde97 başlıca üç yoldan fon kullandırma faaliyetinde
bulunup, çok az bir karşılık haricinde bünyesindeki fonların tamamına yakınını bu yoldan reel
sektöre aktarmaktadırlar. Piyasaya sıcak para girişi, üretimin finansmanı, yatırımların
canlanması, ticaretin finansmanı gibi faydaları neticesinde; ekonominin canlanması, fiyatlar
genel seviyesi yani enflasyonun düşmesi, işsizliğin azalması, ülke istikrarı ve gelişmesine katkı
sağlama gibi konularda önemli bir lokomotif vazifesi gören İslami Finans kurumlarının, sayılan
bu özellikleri nedeniyle her geçen gün daha belirgin şekilde önem kazandıkları görülmektedir.
Faizli bankaların aksine İslami Finans kurumlarının; temelini İslam dininden alan bazı
hassasiyetleri ve sınırları olduğu, kullandığı finansman yöntemleri de bu sınırların korunmasına
yönelik olarak ortaya çıkartılıp geliştirildiği çalışma genelinde defaâtle belirtilmiştir. İslami
Finans kurumları; câri hesaplar ve tasarruf hesapları yoluyla topladıkları fonları kullandırırken,
bazı prensip ve ilkeler etrafında bu çalışmalarına yön vermektedirler. Bunlar; 1-) Faizsizlik
Prensibi İlkesi; Bu ilke İslami Finans kurumlarının dayandığı en temel ilke olup, kurum bu ilke
ile özedeşleşmiştir de denilebilmektedir. Bilindiği gibi faiz, mal yada üretim cinsinden herhangi
bir karşılığı olmayan görünüşte bir artışı ifade etmektedir. İslami Finans kurumları doğrudan
üretim, ticaret, kiralama gibi yöntemlerle ortaklık ilişkisi tesis ederek doğrudan ekonomiye
katkı sağlamakta, böylece hem kendisi kâr etmekte hem de ülkeyi kalkındırmaktadır. 2-) Sektör
Seçiciliği İlkesi; İslami Finans kurumları, haramla ilişkili olmayan sektörleri finanse edip, gayrı
ahlaki yada İslam dinine aykırı olan işkolu yada faaliyetleri desteklememektedir. Bu ilke sadece
kurumun kendi faaliyetini değil, çalıştığı kurumları da seçerek belli bir çizgi belirlediğinin
göstergesi olmaktadır. 3-) Şüpheden Uzaklık İlkesi; İslami terim olarak karşılığı garar olan söz
konusu ilkeye göre, akdin tarafları sıkıntıya sokacak şekilde kapalı olması, tarafları zarara
uğratacak şekilde belirsizlik gibi anlamlara gelmektedir. İslami Finansın dayandığı temel ilke;
açıklık olduğuna göre, faaliyetlerin de sağlam temellere dayanması önemli bir konu olmaktadır.

97 Özsoy İsmail, Özel Finans Kurumları, A.g.e., s.181

70
İSLAMİ FİNANSTA YERALAN “FİNANSAL YÖNTEMLER” TABLOSU

Kaynak: Suna Ayten Çürük, Türkiye’de İslami Finansın Gelişimi, Sorunlar ve Çözümler, Doktora Tezi,
Selçuk Üniverisitesi Sosyal Bilimler Enstitütüsü, Konya, 2013, S.39- [Tablo-23]

İslami Finansta kullanılan finansman yöntemlerinin tamamı, kaynağını “İslam


Hukuku”ndan almakta olup; her birinin kendine has uygulanma ve ortaya çıkış nedeni
bulunmaktadır. Bu yöntemlerin zenginliği ve her birinin değişik amaçlara hitap etmesi, sektörde
önemli bir açığı kapatarak tamamlayıcılık rolü üstlenmiş olup; özellikle yastık altında atıl duran
İslami kesime ait fonların reel piyasaya çekilmesi, sektöre makro düzeyde fayda sağlamaktadır.

71
2.2.2.1.Murâbaha (Peşin Alım, Vadeli-Kârlı Satım)
Genel anlamda bir tarafın sermaye, diğer tarafın bilgi ve tecrübesini ortaya koyduğu
ortaklık modeli olan murabâha tamamen güvene dayalı bir akit türü olup; yapılan projenin tüm
masrafları sermaye sağlayan tarafça yani İslami Finans kurumunca üstlenilmekte, yönetim
faaliyeti ise emeğini ortaya koyan girişimci yani kredi kullanıcısı olan müşteri tarafından
gerçekleştirilmektedir.98 Yasal olarak murâbahanın tarafları arasında satıcı taraf olarak İslami
Finans kurumu, alıcı taraf olarak işletme yani faaliyetleri kredi yoluyla finanse edilen müşteri
bulunmakta olup; tesis edilen sözleşmede kârın önceden belirlenen oran üzerinden taraflar
arasında paylaştırılması, zararın tamamının ise sermayeyi koyan sermayedar tarafından
karşılanması esas olmaktadır. Uygulanış yönünden ikiye ayrılan murâbahanın türlerine
baktığımızda; bunlardan fıkıh kitaplarında geçen en eski türüne “Klasik Murâbaha” denilmekte,
diğer taraftan İslami Finans kurumlarının aracı olarak devreye girmesiyle gerçekleşen murâbaha
türüne ise “Çağdaş Murâbaha” adı verilmektedir. Alıcı ve satıcı olarak iki tarafın bulunduğu
klasik murâbahada; satıcı kâr ekleyerek alıcı tarafa malı peşin yada vadeli olarak doğrudan
satmaktadır ki, ilgili yöntemin fıkhî yönden caizliği konusunda ittifak bulunmaktadır.99 İslami
Finans kurumunun taraf olduğu çağdaş murâbahanın işleyişi ise çalışmanın yöntemler başlığı
altındaki konusu olup, ayrıntsına aşağıda değinilmiş bulunmaktadır.
Murâbahada sermayesini koyan İslami Finans kurumu; müşterinin talebi üzerine bir
malı öncelikle tedarikçi firmadan satınalmakta, sonra üzerine belirli bir kâr payı ekleyerek kredi
müşterisine tekrar vadeli olarak satması söz konusu olmaktadır. Ticaretle iştigal etmekte olan
bir tacir, faaliyetleri ile ilgili bir mala ihtiyaç duyarak İslami Finans kurumuna baş vurduğunda,
kurum talep edilen krediyi nakit olarak vermemekte, kredi müşterisinin yazılı talimatı üzerine
malı öncelikle tedarikçi firmadan satın almakta, daha sonra ilgili malın maliyeti üzerine
önceden anlaşılan kâr payını da ekleyerek en son kredi müşterisine vadeli ve kârlı olarak
satmaktadır. Daha çok acil talep edilen ticari malların karşılanması için işletmelerce kısa vadeli
fonların finansmanında kullanılmakta olan murâbaha akdi, İslami Finans kurumlarının faizsiz
finansman talebi olan müşteriler hususunda en fazla kullandıkları yöntemlerden biri olup;
günümüzde özellikle bireysel ve kurumsal finansmanın temininde bu yöntem çok fazla öne
çıkmaktadır. Aslında bu yöntemde temel amaç; piyasada ticaret yada üretim deneyimi yetersiz
girişimcilere üretim desteği vermek ve onların tecrübesizlik nedeniyle hatalı davranmasına
engellemek olup; finans kurumu önceden belirlenen kâr karşılığında bunu gerçekleştirmektedir.

98 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.141


99
Bayındır Servet, İslam Hukuku Penceresinden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.78

72
“Murâbaha Yönteminin” Geçerliliğinde, Yöntemin Sahip Olması Gereken Özellikler Şunlardır;
1-) Her şeyden önce satışa konu olan mal gerçek olmalı ve satışın yapıldığı anda var olmalıdır.
Burada ticarete konu edilen varlığın gerçek olması onun fiziki yani elle tutulur vaziyette somut
olması anlaşılmamalıdır.100 Daha önceden sadece “hammadde-mamul-yarı mamul” gibi elle
tutulur fiziki varlıklar murâbaha akdine konu edilirken, 20.09.2001 tarihli ÖFK’ların faaliyetleri
hakkındaki yönetmelik ve 24529 sayılı Resmi Gazete ile artık haklar, markalar, patentler,
menkul kıymetler gibi hak ve hizmet bedelleri de alım-satıma tâbi hale getirilmişlerdir.101
2-) Malı satın almak isteyen kredili müşterinin sonradan yaptığı akitten vaz geçmesi İslami
Finans kuruluşu açısından ciddi bir risk oluşturacağından; müşterinin bankaya baş vurusu
yeterli kabul edilmeyerek, baş vurunun yazlı şekilde talimatla olmasına özen gösterilmelidir.102
3-) Satış işlemi yapıldığı anda satıcı konumunda olan İslami Finans kurumu, satışa konu edilen
malın maliki olmalı yani ilgili malın sahipliğini elinde bizzat bulunduruyor vaziyette olmalıdır.
4-) Satış işleminin gerçekleştirildiği anda satıcı konumunda olan İslami Finans kurumu, satışa
konu edilen varlığın fiziki ve hukuki tasarrufunu bizzat elinde bulunduruyor halde olmalıdır.
5-) Satış işlemi yapılırken, satış o anda ve kesin olarak gerçekleşmiş olmalıdır. Satış işleminde
yapılması gereken mülkiyet devirleri önemli olduğundan muallakta kalan işlem olmamalıdır.
Ayrıca satışta kesinlik; şarta bağlı bir satışın kabul edilemeyeceği hususunu da kapsamaktadır.
Satışın şarta bağlı olmamasının yanısıra, satışa konu varlığın alıcıya teslimi de kesin olmalı,
şansa yada tesadüfe mahâl verilmeyecek şekilde teslimatın yapıldığından emin olunmalıdır.
6-) Satışa konu edilen varlığın belirli bir değer ifade etmesi gerekmektedir. Murâbaha akdi;
sadece mal ve eşya için yapılabildiği halde, para yerine geçen altın ve gümüş gibi değerler için
murâbaha akdi yapılamamaktadır. Bunların satış anında eşzamanlı olarak değişimi yapılmalıdır.
7-) Malın alış ve satış fiyatının yanısıra, İslami Finans kurumunun satıştan sağlayacağı kârın
sözleşmede açıkça belirtilmiş olması gerekir. Örneğin; alış fiyatı ve alış fiyatı içerisinde hangi
maliyet kalemlerinin bulunduğu, satış fiyatı içerisinde yer alan kârın tutarının ne olduğu ve
taraflara açıkça bildirilerek sözleşmede de ayrıntılı olarak detaylandırılması gerekmektedir.103
8-) Satışa konu edilen malın; İslami kâidelere uygun olması, İslamın yasakladığı haram bir mal
olmaması, dolaylı da olsa harama hizmet eden amaçlara tahsis edilmemiş olması lazımdır.
9-) Satışı gerçekleştirilecek malın özelliklerinin ve muhteviyatının sonradan bir sürprizle
karşılaşmamak açısından önceden alıcıya detaylı bilgisi verilerek, ürünün tanıtımı yapılmalıdır.

100
Ayub Mohammed, Understanding İslamic Finance, John Wiley and Sons Pub, England, 2007. Page:217
101
Boz Fatih, Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Katılım Bankacılığı Bilimsel Araştırma Ödülleri, A.g.e., s.1220
102 Akgüç Öztin, 100 Soruda Türkiye’de Bankacılık, A.g.e.. s.149
103
Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.94

73
10-) Murâbaha yöntemi kâr üzerine kurulu bir satım işlemi olduğundan, malın satış fiyatının
malın alış fiyatından daha fazla şekilde belirlenmesi gerçerlilik açısından önemli olmaktadır.104
11-) Murâbahada kredi müşterisinin ihtiyaç duyduğu her türlü mal, gayrimenkul ve hizmet
bedelleri İslami Finans kurumunca müşteri adına tedarikçi firmaya ödendiğinden, ilgili İslami
Finans kuruluşunun tedarikçi firmayla müşteri adına yaptığı bu ilk alım-satım anlaşmasının
kanunen geçerli olması gerekmektedir. Çünkü İslami Finans kuruluşu kârını belirlerken bu
sözleşmeyi baz alacağından, her kalem detayı ayrıntılı olarak birinci sözleşmede yer almalıdır.
12-) Satıcı konumundaki İslami Finans kurumu; malı kredi müşterisine vadeli olarak satmışsa
bu durum murâbahada fiyatı etkilememekle birlikte, sözleşmede beyan edilmesi gerekmektedir.
13-) Murâbahada malın eksikliği, kusuru, mülkiyet devirlerinden önce mal üzerinde meydana
gelmiş değişimlerin karşı tarafa bildirilmesi, yapılacak indirimler açısından önemli olmaktadır.
14-) Murâbahada en temel unsur, alıcı konumunda olan müşterinin, mala ait maliyet, satış ve
kârı bilmesi hususu olmaktadır. Murâbaha artırılmış yani kârlı satış anlamına geldiğinden
özellikle kâr müşteriye açıkça bildirilmelidir. Bunun yanında ödeme peşin yapılacağı gibi,
vadeli olarak da yapılabilmektedir. Satış vadeli olacaksa vade tarihleri sözleşmeye yazılmalıdır.
15-) Ödemenin belirli bir vadede yapılması planlandıysa, taraflar sözleşmede aksini
belirtmedikleri sürece vadeye ilişkin süre, malı teslim edilme tarihinden itibaren başlayacaktır.
16-) Vadeli fiyat, peşin fiyattan fazla olabilmektedir ancak satış anında bu değiştirilemeyecek
şekilde kesin şekilde kararlaştırılmalı, sözleşmede fiyatın kesinliği hususu unutulmamalıdır.
17-) Ödemenin taksitlere bağlanması söz konusu ise, taksitlerden birinin ödenmemesi halinde
ileriki vadedeki taksitlerle birlikte ödeneceği hususu, sözleşme metnine ilave edilebilmektedir.
18-) Murâbahada, satıcı konumunda olan İslami Finans kurumu, alıcı konumundaki kredili
müşterisinden ödemeyi garanti altına alabilmek için, ipotek vb. teminatlar talep edebilmektedir.
19-) İslami Finans kurumu ödemeyi garanti altına alabilmek için, kredili müşterisinden
imzalanmış senet veya poliçe alabilecektir ancak, finans kurumu almış olduğu bu senet yada
poliçeyi piyasada nominal değerinden daha düşük bedelle üçüncü kişilere satamayacaktır.105

Yukarıda belirtilen özelliklere uygun olarak yapılan murâbaha akdinde; günümüzde


sorun teşkil eden konulardan birisi de “Temerrüt” yani “Gecikme Tazminatı” hususudur.
Borçlunun zamanında ödeme yapmaması halinde, borçta oransal olarak artış söz konusu
olmadığından İslami Finans kuruluşları herhangi bir faiz işletemeyecekleri için başka caydırıcı
yöntemler arasalar da, ilgili bu durum günümüzde hâlen tartışılan önemli bir konu olmaktadır.

104 Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 31.Cilt, s.149


105 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.95

74
MURÂBAHA İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: [http://www.kpmgvergi.com/Blog/Pages/FullBlog.aspx?article=360] - [Tablo-24]


[İnternet Sayfasına Erişim Tarihi: 06.08.2016]

Yukarıda işlem akışı şematik olarak anlatılmaya çalışılan murâbaha işleminde öncelikle
“Murâbaha Tarafları”nın ayırt edilmesi önem arzetmektedir. Buna göre bir murâbaha işleminde
başlıca dört taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Birinci Satıcı; Diğer adı tedârikçi firma olup, kredi
talebinde bulunan müşteri, ilgili satıcıdan yani tedarikçiden, beğendiği malı tesbit ederek bunu
kendisi adına satın alması için İslami Finans kurumuna başvurur ve ilgili finans kuruluşunu
kendisi adına bir bakıma vekil tayin eder. 2-) Birinci Alıcı; Diğer adı İslami Finans kuruluşu
olup, kredili müşterisinin talep ettiği ürünü, tüm masrafları üstlenerek müşterisi adına ilk elden
satın alan, malın ilk alıcısı konumunda olan taraftır. 3-) İkinci Satıcı; Diğer adı yine İslami
Finans kurumu olup; bu sefer kredili müşterisi adına aldığı ürünü, müşterisine önceden
bildirerek üzerine eklediği belirli orandaki kâr payı ile yine söz konusu kredili müşterisine satan
taraftır. 4-) İkinci Alıcı; Diğer adı İslami Finans kurumundan kredi talebinde bulunan kredili
müşteri olup; yöntemin “Nihai (Son) Alıcı”sıdır. Aslında her şey bu müşterinin faaliyetlerinin
finansmanı için, İslami Finans kurumundan emtia yada ürün talep etmesiyle başlamıştır.
Basit bir matıkla düşünüldüğünde, aslında bir satıcının bir alıcıya belirli bir malı belirli
bir kâr oranıyla vadeli yada peşin olarak satması murâbaha anlamına gelmekte olup, bunu
mevcut bilgi birikimi ve sermayesiyle gerçekleştiremeyecek durumda olan kredi müşterisinin
(işletme sahibi yada girişimci), bankadan yardım alma yoluna gitmesiyle basit olan işlem biraz
daha kapsamlı hale gelmektedir. Burada kredi müşterisi yada girişimci olan tarafın maksadı,
parası çıkışmadığı için vade kazanmak yada finans kurumunun tecrübesinden faydalanmaktır.

75
KREDİ MÜŞTERİSİNİN “MURÂBAHA” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMLARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Veriler:Tkbb/Fatih Boz]-[Tablo-25]

İslami esaslara bağlı kalarak düzgün şekilde işleyen bir murâbaha işlemi için yukarıda
şematik olarak özetlemeye çalıştığımız murâbaha prosedürünü maddeler halinde tekrar edecek
olursak; 1-) Kredi talebinde bulunan müşteri, öncelikle emtia yada ürünü beğenir ve İslami
Finans kurumuna beğendiği emtia yada ürünü kendisine sonradan satması için baş vurur. 2-)
İslami Finans kurumu, kendisinden talepte bulunan kredili müşterisinden başvuru formu
doldurmasını ister. 3-) İslami Finans kurumu, söz konusu emtia yada ürünü sonradan
kendisinden satın alacağını kesinleştirmek maksadıyla, kredili müşterisinden taahhütnâme
(satın alma vaadi) imzalamasını ister. 4-) İslami Finans kurumu, teminat yada taahhütnamelerle
güvence aldıktan sonra, kredili müşterisinin talep ettiği malı ilk satıcı olan tedarikçi firmadan
satın alır. 5-) İslami Finans kurumu tedarikçi firma olan ilk satıcıdan aldığı emtia yada ürünü,
üzerine belirli bir kâr payı koyarak peşin yada vadeli şekilde nihâi alıcı konumunda olan kredili
müşterisine yeniden satar. İslami Finans kuruluşu bunu yaparken, “Murâbaha Sözleşmesi veya
Tüketici yada Genel Kredi Sözleşmesi” kullanır. İlgili sözleşmede; malın maliyeti, alıcının
ödeme plânı, vade ve taksit tutarları, varsa masraflar açıkça detaylandırılır. 6-) Son olarak
kredili müşteri ödemelerini yapar ve vade sonunda, varsa tüm rehin ve kısıtlamalar kaldırılır.

76
İslami Finans kuruluşlarının yoğun bir şekilde gerçekleştirmekte oldukları murâbaha
işleminin yapılış amaçlarına göre başlıca üç türü bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Mal Murâbahası;
Ülkemizde en fazla kullanılmakta olan bu murâbaha çeşidinde satışa konu olan fiziksel ve
somut bir varlık mevcut olmaktadır. Kredili müşterinin talebi üzerine tedarikçi firma
konumunda olan birinci satıcıdan alınan mallar, üzerine kâr payı konularak vadeli yada vadesiz
olarak yine kredili müşteriye satılmaktadır. Satışı yapılan fiziki mallara; arsa gibi gayrı
menkuller, araçlar, iş makinaları, makine ve teçhizatlar, büro yada bina demirbaşları örnek
olarak gösterilebilmektedir. 2-) Hizmet Murâbahası; Mal murâbahasından farklı olarak ortada
fiziki türden somut bir mal bulunmayıp, henüz tüketilmemiş bir hizmet bulunmaktadır.
Dolayısıyla hizmeti tedarik edici kurum yada birey söz konusu hizmeti önce İslami Finans
kurumuna satmakta, İslami Finans kurumu ilgili hizmetin üzerine belirli bir kâr payı ekleyerek
tekrar kredili müşterisine satmaktadır. 3-) Emtia Murâbahası; Bu murâbaha çeşidi İslami Finans
kurumlarının fon toplamalarına imkan sağlayacak bir metod olmaktadır. Bu yöntemde;
müşteriler yatırdıkları birikim kadar emtia satın alıp, bunun üzerine belirli miktarda kâr
ekleyerek vadeli olarak tekrar İslami Finans kurumuna satmaktadırlar. İlgili finans kurumlarının
söz konusu emtiayı aracı kurumlar vasıtasıyla nakde çevirerek kendi faaliyetlerinde
kullanmaları, bu yöntemin fon toplamaya yönelik bir vasıta olduğunu göstermektedir.
İslami Finans kurumlarının kullanmakta oldukları yöntemler arasında %90 oranla
vadeli satış yöntemi ilk sırada yeralmakta olup106; bu durum yöntemde kullanılmakta olan
işlemlerin basit ve karmaşadan uzak olması ve yöntemin ticari hayata elverişli, koşullara uyum
sağlayan bir metot olmasından kaynaklanmaktadır. Bünyesinde taşıdığı bunca kolaylık ve bu
doğrultuda ortaya çıkan yoğun kullanıma rağmen, yöntemin risk sınrıkları bulunmaktadır.

Murâbaha Yönteminin Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdıkları Riskler Aşağıdaki Şekildedir;


1-) Hukukî Altyapı Yetersizliği; Osmanlı dönemini hariç tutarsak, İslami Finans kuruluşlarının
ülkemizde 1980’li yıllaradan itibaren modern anlamda kullanıldığı düşünüldüğünde, uzunca bir
süre piyasalarda mevcut olan faiz saltanatı yüzünden, gerek faizsiz finans kuruluşlarının geneli
hakkında gerekse kullanmakta oldukları yöntemler alanında maalesef çalışılmış ve ortaya
konulmuş eksiksiz bir hukuki alt yapı bulunmamaktadır. Her ne kadar 19.10.2005 tarihinde
kabul edilen 5411 sayılı kanun ile Özel Finans Kurumları statüsünde bulunan İslami Finans
kurumları Bankacılık Kanunun kapsamına alınarak, banka statüsüne kavuşturulmul olsalar da,
bu düzenleme henüz yeni olduğundan eksikliklerin tesbit edilip etkin bir düzenleme yapılması
hususundaki alt yapı henüz tam yerleşmemiş olup, murâbaha da bu kapsamda bulunmaktadır.

106 Büyükdeniz Adnan, Türkiye’de Faiz Politikaları, İstanbul Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları, İstanbul, 1991, s.26

77
2-) Vadesinde Ödenmeyen Taksitler; Bilindiği üzere İslami Finans kurumları faizden uzak bir
duruş sergilediklerinden, kullandırdıkları kredilerin vadesinde ödenmemesi halinde herhangi bir
“Gecikme Faizi” uygulamamaktadırlar. İslam hukukunda; hangi nedenle olursa olsun,
kullandırılan borcun oransal olarak artışı mümkün olmadığından, alışıla gelmiş bir yöntem olan
gecikme faizi İslami Finans kurumlarında geçerli olamamaktadır. Ancak buradan, İslami Finans
kurumları böylesi durumlarda hiçbir yaptırım uygulamadan zarar etmektedir sonucu
çıkarılmamalıdır. Geçmişten günümüze gelinceye kadar tarihin her aşamasında İslam hukuku
açısından çetrefilli konuların başında gelen bu sorun; maalesef halen bu konudaki otoritelerce
çözüme kavuşturulamayıp, tartışılan konuların başında gelmektedir. Vadesinde ödenmeyen
borçlarla ilgili olarak, tarihten günümüze farklı coğrafyalarda uygulanmakta olan caydırıcı
önlemlerden bazıları; hapis, haciz, cebir, dayak, evlilikten men gibi cezalar olsa da; günümüzde
ödenmeyerek atlanan bir borcun, gelecek aylarla birlikte tahsil edilmesi yada dövize
endekslenerek alınması halen uygulanmakta olan daha güncel cezalardan olmaktadır.
3-) Helâlliği Konusundaki Eleştiriler; İslamiyetin ilk dönemlerinde yapılmakta olan Klasik
Murâbaha işleminin karmaşadan uzak olması sebebiyle, yöntemin helâlliği konusunda herhangi
bir tartışma görülmezken, devreye finans kuruluşunun girmesi nedeniyle karmaşıklaşan
işlemler, bir takım fıkhi tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Son dönem murâbaha
tartışmaları içerisinde; ilgili yöntemle kullandırılan kredinin, faize dayalı krediden herhangi bir
farkının bulunmadığı konusu da yoğunluk arzetmektedir. Murâbahanın faizli krediden herhangi
bir farkı olmadığı düşüncesine dayanarak yöneteme getirilen eleştirilerin dayandığı temeller ise
şöyle şekillenmektedir; a-) İlgili yöntemde İslami Finans kuruluşunun, sadece talep halinde
malları satın alması, bunun haricinde kurumun mal alımı şeklinde herhangi bir faaliyetinin
bulunmuyor olması, b-) Müşterinin mal alım talebini takiben, gerçekleşen alım-satımın çok
hızlı bir şekilde gerçekleşmesi, dolayısıyla İslami Finans kurumunun malın mülkiyetini elinde
bulundurduğu sürenin çok kısa olması, c-) İslami Finans kurumlarının murâbahaya dayalı kâr
oranlarının, faizli bankaların faiz oranlarıyla neredeyse başa baş gerçekleşmesi, d-) İslami
Finans kurumlarının murâbaha kredisi, aynı faizli bankalarda olduğu gibi bir vade takside
bağlanması.107 Bu ve benzeri eleştiriler nedeniyle bazı alimler, murâbahayı faizli kredilerle bir
tutarak, helâl olmadığını savunmaktadırlar. Ancak murâbahada hepimizin de bildiği gibi
paranın ticareti değil, bir malın yada hizmetin ticareti yapılmaktadır. Bu ticaret ise sadece
İslamın müsaade ettiği helâl mallar üzerinden olmaktadır. Ayrıca mal üzerinde elde edilecek
kâr müşterice bilinir ve vadesinde ödenmeyen malın fiyatı her zaman sabittir, artma olmaz.

107
Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.159

78
4-) Fonlama Maliyetindeki Artışlar; Bilindiği gibi murâbaha yönteminin en başında gelen temel
unsur, önceden belirlenmiş bir kâr oranın varolmasıdır. Kâr oranının önceden sözleşme ile
belirlenerek sabitlenmesi, malın teslimine kadar tüm masrafları üstlenmiş olan İslami Finans
kurumuna bazı külfetler yüklemektedir. İlerleyen zamanlarda piyasa koşullarında meydana
gelen dalgalanmaların etkisiyle, proje maliyetlerinin birden yükselmesi, sabit olan kârın
getirisini daraltacağından, bu durumda İslami Finans kurumunun kazancı artan maliyetler
dolayısıyla azalacak belki de satışı zararla kapatacaktır. Öte yandan murâbaha yönteminin kısa
vadeli bir fonlama yöntemi olması, var olan keskin piyasa koşullarından daha fazla
etkilenmesine neden olmaktadır. Yöntemin oldukça teknik bir yapı içermesi bunun yanısıra
depolamadan satışa kadar birçok bilgiyi bünyesinde toplayan kalifiye elaman temini gibi
konular maliyetleri artırıcı diğer hususlardandır. Kanaâtimce, vadenin daha orta ve uzun vadeye
yayılarak, kâr oranlarının biraz yüksek tutulması olmsuzlukları nisbeten azaltabilecektir.
5-) Teslimden Önceki Sorumluluk; Bilindiği üzere İslami Finans kurumu; müşteri tarafından
talep edilen malı, müşteriye teslim edene kadar doğabilecek zararı karşılamak, oluşabilecek
hertürlü maliyeti üstlenmekle yükümlüdür. Hal böyle oluca İslami Finans kurumu, müşterisinin
talebi üzerine malı doğrudan birinci satıcıdan yani tedarikçi firmadan satın aldığı için; bir defa
malın sıhhatini, istenilen vasıflara sahip olup olmadığını mümkünse bir eksper yollayarak
önceden tesbit ettirmelidir. Zira mal yada hizmetler üzerinde önceden sözleşmeyle
kararlaştırılan özelliklere aykırılık yada bu özelliklerde meydana gelebilecek olumsuz bir
durumdan, malın müşteriye teslimine kadar İslami Finans kurumu sorumlu olacağından, bu
konuda son derece titiz davranılmalı, gerekirse faiz içermeyen sigorta güvencesiyle ilgili mal
sigortalanarak, buradaki sorumluluk minimum seviyeye indirilmelidir.
7-) Proje Vadesinin Kısalığı; Murâbaha yönteminin en önemli ayırt edici özelliği kısa vadeli bir
finansman yöntemi olmasıdır. Bu durum kredili müşteri açısından bir risk teşkil etse de, İslami
Finans kurumu açısından getirinin daha hızlı bir döngüyü takip etmesi açısından bir avantaj
olmaktadır. Müşteri açısından bakıldığında; talep ettiği bir malı temin etmek için bu yöntemi
seçtiği ve zaten nakit sıkıntısı içerisinde oduğundan hareketle, hünüz elde ettiği mal ile borcunu
ödeyecek bir kazanç sağlayamamıştır. Hal böyle olunca, var olan nakit sıkışıklığı, vadelere
bölünmüş kısa vadeli murâbaha kredisinin ilavesiyle daha da artacaktır. Fakat durum bundan
ibaret olsa da, piyasaya daha fazla uyum sağlaması ve işlemlerin basitliği nedeniyle kredili
müşteriler açısından en fazla tercih edilen yöntem, murâbaha yöntemi olmaktadır. Buna karşılık
İslami Finans kurumu açısından bakıldığında ise, yaptığı masrafları kısa vadelerden oluşan
ödeme planlarıyla kısa sürede tahsil edeceğinden, olumlu bir durum söz konusu olmaktadır.

79
Yöntemin İslami Finans yani fıkhî açıdan geçerliliğine bakıldığında, günümüzde
bankaların aracı olduğu çağdaş murâbha ile ilgili bir takım tereddütlerin olduğu görülmektedir.
Bu tereddütlerden ilki; murâbaha kârının faiz olduğu ile ilgili bir takım görüşlerdir ki, bu
görüşte murâbaha yoluyla kullandırılan kredi ile faizli bankaların kullandırdıkları kredi arasında
herhangi bir farkın olmadığı savunulur. İlk bakışta bir takım ortak yanlar mevcut olsa da,
işlemin detayına inildiğinde murâbaha ile faizcilik arasında belirgin farkların olduğu
anlaşılacaktır. Çünkü her şeyden önce murâbahada paradan para kazanma değil, mal alım-
satımından kaynaklanan ticaretten para kazanılmaktadır. Finans kuruluşu ister elindeki malı
müşteriye satıp kâr elde etsin, isterse müşterinin istediği malı satın alıp belirli bir kâr ekleyerek
satsın ortada bir ticaret söz konusudur ve ticarette de kâr asıldır. Diğer yandan murâbahada;
ancak İslamın müsaade ettiği malların ticaretinin yapılması, malın mülkiyetinin teslim tarihine
kadar finans kurumunda olması, müşterinin vadesinde taksidi ödememesi halinde malın
fiyatında bir artma olmaması gibi unsurlar faizli bankalarda bulunmamakta olup, iki yöntem
arasındaki farkları belirgin şekilde ortaya koymaktadır. Bu konuda ortaya atılan diğer bir
görüşte ise; murâbahanın aynı malın, aynı kişi yada ilişkili olduğu kişilere satıldığı yani
aldatmacadan ibaret sahte bir satış olduğu ileri sürülür ki, bu satışa fıkıh dilinde “Beyu’l Îne”
(Sahte Satış) denilmektedir. Gerçekte bu satış türünde ticaret amacı güdülmemekte, satıcı
rolündeki kişi alıcıya daha fazla vadeye dayanan faizli borç vermeyi amaçlamakta, alıcı
rolündeki kişi ise faizi önceden kabullenerek daha fazla borç almak olmaktadır. Kanaâtimce,
yukarıda belirttiğimiz murâbaha şartları yerine getirilmediğinde, yada yapılan akde gereği gibi
önem verilemediğinde elbette her yöntemde olduğu bu yöntemin de amacından sapmalar
görülebilecektir. Ancak özü itibariyle murâbaha gerçek bir akde ve ticarete dayanan bir alım
satımdan ibarettir. Îne yani sahte satışla bir ilişkisi olmayıp, bu insanların saptırmalarıyla ortaya
çıkacak bir olumsuzluk olmaktadır. Yapılan sözleşme vadeye ve taksitli ödemeye dayandığı
için faizle çok fazla karıştırılan bu yöntem; fon kullandırmaya yönelik olarak kulanılan
yöntemler arasında en az riskli olan, en fazla talep edilen ve kullanılan yöntem olmaktadır.

2.2.2.2.Mudârabe (Emek Sermaye Ortaklığı)


Emek-Sermaye Ortaklığı olarak da anılan mudarabe akdi kavramında; taraflardan
birinin sermaye, diğerinin emeğini koyarak bir ortaklık teşekkül ettirmeleri ve karşılıklı
yardımlaşmaları söz konusu olmaktadır. İslami Finans kurumları bünyesinde fazlaca
kullanılmakta olan mudârabe yönteminde, ortakların kârdan alacakları pay aralarındaki
sözleşmeyle belirlenirken, zararın tamamının sermaye sahibi tarafından karşılanması kanun ile

80
sabit olmaktadır. İslami Finans kurumlarının kullandıkları katılım hesapları doğrudan Kâr/Zarar
ortaklığı esasına dayandığı için aslında mudarabe olarak değerlendirilmekte olup;108 mudârabe
akdinde ise; sermayeyi koyan Rabb’ul Mal, bu sermayeyi işleten Mudârip olmaktadır.
Günümüz bankacılığına uyarlandığında; müşterilerin açtırdığı katılım hesapları aslında Rabb’ul
Mal yani sermaye, bu sermayeyi değişik projelerde kullanarak işleten girişimci konumundaki
Mudâripin ise İslami Finans kurumu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Genel olarak
bakıldığında mudârabe akdinde başlıca üç ayrı taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Rabb’ul Mal
(Sermayedar); Parasını kârpayı almak için finans kurumuna yatıran, sermayenin asıl sahibi olan
yatırımcı taraf, 2-) Mudârib (Girişimci); Mudârabe kredisi kullanarak emeğiyle ilgili sermayeyi
işleten girişimci taraf, 3-) İslami Finans Kurumu; İki taraf arasında aracı olan ve tarafları bir
araya getiren kurum. Mudârabe akdinde; biri İslami Finans kurumu ile yatırımcı, diğeri İslami
Finans kurumu ile girişimci olmak üzere iki yönlü bir ilişki söz konusu olmaktadır.109 Elinde
birikimi bulunan herhangi bir kişi yatırım yapmak maksadıyla, parasını yeterli girişimcilik
kabiliyeti bulunan bir kişiye kullandırmak istediğiyle İslami Finans kurumuna başvurduğunda,
taraflardan ”Rabbü’l Ma”l yani sermayedar konumundaki yatırımcı olmaktadır. Bu durumda
ilgili sermayeyi işletecek olan emek sahibi taraf ise ”Mudârib” yani işletmeci olmaktadır.
Tamamen güvene dayalı bir ortaklık olan yöntemde, İslami Finans kurumunun başlıca
iki konumu bulunmaktadır. Birinci konumda; İslami Finans kurumu mudârib olan taraf
olmakta, birikimini değerlendirmek isteyen yatırımcı ise sermayedar olarak projede yerini
almaktadır. İslami Finans kuruluşunun yer aldığı ikinci konum ise; yatırımcı yani sermayedar
olduğu konumdur ki, bu durumda sermayesi olmayan ve projeye emeği ile dahil olan girişimci
taraf ise mudârib olmaktadır. Tarafların bir proje etrafında bir araya geldiği ilgili akitte; kârın
önceden tesbit edilen oranda sözleşmeyle taraflar arasında bölüştürülmesi; zararın ve proje
genelinde ortaya çıkan masrafların ise bütünüyle sermaye sahibi tarafından karşılanması esas
olmaktadır. Mudârib olan girişimci tarafın herhangi bir kasdının olması durumu hariç olmak
üzere, genellikle geçen süre üçerisinde boşa çalışarak yeteri kadar zarara uğradığı
düşünüldüğünden, gerçekleşen zarara emeği ile müdahil olması kanunen daha uygun
bulunmuştur. Projenin nötr olarak yani kâr yada zararla sonuçlanmaması durumunda ise taraflar
bir kazanç elde etmemiş olurlar ki, bu durumda sermayedar konumundaki yatırımcı koymuş
olduğu sermayesini aynen geri alırken, mudâribin koyduğu emek ise karşılıksız kalmaktadır.
Her nekadar faaliyet sonucu belirsiz olsa da; tarafların oluşması mümkün sıkıntıları önlemek
adına sözleşmede istedikleri kâr oranlarını yaklaşık olarak belirtmeleri gerekmektedir.
108 http://tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1355 [Erişim Tarihi: 12.08.2016]
109 Bulut Halil İbrahim, Er Bünyamin, Mudârabe ve Risk Sermayesi Tekniği, Tkbb Yayınları, İstanbul, 2009, s.25

81
Mudârabenin günümüz uygulamalarına baktığımızda, gerekli tecrübe ve deneyime
sahip uzmanlaşmış konumdaki İslami Finans kuruluşu tarafından; gösterilen teminat ve proje
ölçeğine bakılmaksızın, getirisinden emin olunan, verdiği güvenle kendisini ısbatlamış, yeni bir
teknoloji üretme hedefindeki her tür yatırıma kâr/zarar ortaklığı şeklinde sermaye temin eden
bir finansman çeşidi olduğu görülmektedir.110 Daha çok iç ve dış ticaretin finansmanına yönelik
olarak, kısa ve uzun vadeli şekilde tesis edilen mudârabe yöntemi; piyasaya yeni girmiş,
yetenekli ancak mali gücü yetersiz seviyede olan, çalışkan, başarılı, doğru, güvenilir özellikteki
girişimcilerden faydalanma amacına uygun olan bir sözleşme türü olmaktadır. Sermayeye
muhtaç konumda olan güvenilir ve başarılı girişimcilerin projeleriyle birlikte İslami Finans
kurumuna baş vurmaları halinde, İslami Finans kurumuna çok büyük sorumluluklar
düşmektedir. Belirtilen durumda İslami Finans kurumu; proje genelinde ortaya çıkacak tüm
masraflar ve sermayenin tamamını karşılayan taraf olmasına ilave olarak, herhangi bir nedenle
proje zarar ederse oluşacak zararın da tamamını da üstlenmektedir. Bu nedenle kendisine gelen
bir projeyi uygun ve kazançlı görüp, mudârabe yöntemiyle fon kullandırmaya karar verdiği
andan itibaren İslami Finans kurumu; herşeyden önce faaliyetle ilgili çok yönlü teknik etütler
yapıp, gerekli fizibilite çalışmalarıyla desteklemeli, verdiği kararları bu ve benzeri yöntemler ve
ilave bazı tekniklerle sağlam temellere oturtmalıdır.
Mudârabe yönteminde önemli olan diğer hususlara bakıldığında111; bu hususlardan
ilki; sözleşmeye taraf olanların hukuki durumları olmaktadır. Bilindiği gibi mudârabe akdinde
tesis edilen ortaklığın tek sahibi, sermayenin tamamını koyan taraf olan sermayedar olmaktadır.
Zira ilgili sözleşmede emeği ile ortak olan girişimci konumundaki mudârib, proje sonucunda
oluşacak kârdan pay isteme dışında herhangi bir hakkı olmayıp, ortaklık içerisindeki varlıklar
üzerinde de herhangi bir sahipliği bulunmamaktadır. Yalnız bu konuyla ilgili olarak dikkati
çeken önemli konu; yatırımcı konumundaki sermayedarın; ortaklığın tek sahibi olmasına karşın,
tesisis edilen ortaklıkta yönetim işlerine karışma hakkının bulunmamasıdır. Bu konuyla ilgili
olarak yatırımcı konumundaki sermayedar; faaliyetlerle ilgili girişimcinin yani mudâribin
aldığı kararlara karışamadığı gibi, projeyi yöneten kişi olarak talep ettiği kâr payı haricinde
ortaklıktan herhangi bir maaş yada ücret de talep edememektedir. Tamamen karşılıklı güven,
işbirliği, yardımlaşma esasına dayalı olarak bir değer üretmeyi hedefleyen mudârabe
yönteminde, fon kullandırma sıfatıyla sermayedar konumunda olan İslami Finans kurumunun;
kârların yanısıra günümüzün bireysel hırs ve hevesleri düşünüldüğünde çok da kazançlı
çıkmadığı, bu yöntem nedeniyle bir takım dezavantajlar ve kayıplara uğradığı da bir gerçektir.
110 Bulut Halil İbrahim, Er Bünyamin, Mudârabe ve Risk Sermayesi Tekniği, S.a.g.e., s.51
111 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.89

82
Öte yandan mudârabe yönteminde; projeninin “sınırlandırılması” ve “sonlandırılması”
hususları da önem arzetmektedir. Mudârabe akdinde projenin sınırlandırılması hususundan;
mudâribin yatırım yapma konusunda serbest olması yada olmaması anlaşılmalıdır. Mudârabe
yöntemindeki, “serbest mudârabe” ve “sınırlı mudârabe” projenin sınırlandırılması ile ilgili
kavramlar olup; bunlardan serbest mudârabede, mudârip yani girişimci faaliyetlerle ilgili
istediği gibi yatırım yapma hakkına sahip olmaktadır. Sınırlamayla ilgili ikinci kavram olan
sınırlı mudârabede ise, mudârip istediği gibi yatırım yapamamakta olup, sermayedar mudâribi
sadece perakende yada inşaat sektörü gibi belirli alanlarda yatırım yapması konusunda
sınırlamaktadır. Mudârabe yönteminde projenin sonlandırılması konusuna gelindiğinde ise
sonlandırmaktan kasıt; yöntemin istenildiği anda karşı tarafa haber vermek kaydıyla taraflarca
bitirilebileceği hususudur. Sonlandırılma işleminde ise; eğer proje nakit esasa dayanıyorsa,
öncelikle proje sahibi olan sermayedarın koymuş olduğu sermaye eksiksiz iade edilecek,
projede artan bir oran yani kâr varsa sözleşmede kararlaştırılan oranda taraflar arasında pay
edilecektir. Nakdin haricinde, projede herhangi bir likit olmayan varlık söz konusu ise
sermayedar konumundaki İslami Finans kurumu bu tür varlılara mülkiyet iddiasıyla kesinlikle
el koyamayacak, bu varlıların satılarak nakde çevrilmesi halinde oluşan kârın tahsili hakkı,
sadece mudâribe ait olacaktır.112
Katılım hesaplarından topladığı fonları, gelen talepler doğrultusunda mudârip
konumundaki girişimcilere, mudârabe akdi vasıtasıyla kredi olarak kullandırmakta olan İslami
Finans kurumları, ilgili projede aslında bir bakıma sermayedar konumundadır. Bu doğrultuda
gerek projenin etkinliği ve kabulüne karar verilmesi gerekse, faaliyetlerin sürdürülüp
sonuçlandırılması aşamalarında aldıkları riskler açısından çok büyük sorumluluklar
üstlenmektedir. Gelen proje kapsamında öncelikle kredili müşteri konumundaki girişimcinin
güvenilir ve dürüst olmasına dikkat eden İslami Finans kurumu; bunun yanısıra projeye
başlanılmadan önce ayrıntılı fizibilite çalışmalarının yapılması, söz konusu projenin başından
sonuna oldukça titiz bir şekilde takip edilmesi, müşteri konumundaki mudâribten alım-satım
işlemlerinin düzenli ve detaylı şekilde tutulmasının talep edilmesi, düzenli aralıklarla yapılan
sürekli denetim faaliyetlerinin yürütülmesi gibi bir takım teknik prosedürlerden de sorumlu
olmaktadır. Sermayedar sıfatıyla kredi kullandıran İslami Finans kurumu; yapılan işlemlerde
hareket noktası olup, bir çeşit garantörlük de üstlenmektedir. Bu doğrultuda sermayedar olduğu
bir projenin zararını, mudaribin herhangi bir ihmali olmadığı sürece biriken fondan ödeyecek
olan İslami Finans kurumunun bu tutumu, onun projedeki garantörlüğün bir gereği olmaktadır.

112 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, S.a.g.e., s.90

83
“Mudârabe Yönteminin” Mevcut Sahip Olduğu Özellikler ve Piyasaya Sağladığı Ayrıcalıklar;
1-) Konulacak Sermayenin Vasfı; Her şeyden önce konulacak sermayenin, bir kısmının değil;
tamamının taraflardan biri tarafından konulması gerekmektedir. Mudârabe akdinde söz konusu
olan sermaye; elinde atıl fonu bulunan birikim sahiplerinin İslami Finans kurumlarına açtırmış
oldukları katılım hesaplarının toplamından oluşmaktadır. Aracı niteliğinde olan söz konusu
İslami Finans kurumu, havuzda beklettiği söz konusu katılım fonlarını; ticaret yada yatırım
yapmak maksadıyla kendisine baş vuran ancak yeterli sermayesi olmadığından bunu
gerçekleştiremeyen güvenilir girişimcilerin, verimli ve kârlı buldukları projelerine
yönlendirmesiyle “Mudârabe Akdi” tesis edilmekte ve böylece ihtiyacı olan girişimcinin
fonlanması suretiyle proje bazlı sermaye transferi sağlanmaktadır.
2-) Kâr/Zarar Durumu; İslami Finans kurumunca; sermayeye ihtiyaç duyan girişimcinin projesi
onaylandığında, ilk yapılması gereken taraflar arasında tesis edilecek sözleşme ve bu
sözleşmeyle belirlenecek kâr/zarar dağılımı olmaktadır. Tesis edilen sözleşmede projeye dahil
olan tarafların kâr oranlarının açıkça yazılması esas olmakla bilikte zarara katılımda kanunî bir
düzenleme mevcuttur. İlgili düzenlemeye göre; mudârabe akdinde herhangi bir kasdı olmadığı
sürece emeğiyle projeye taraf olan mudârip yani girişimci, zarara katılmamakta herhangi bir
ödemede bulunmamaktadır. Çünkü emeğini koyarak boşa çalışmış, boşuna zaman kaybetmiş
olan girişimci bu çabalarıyla zaten yeteri kadar fedakarlıkta bulunmuştur. Bu nedenle girişimci
konumundaki mudâribin oluşan zararı emeğiyle telafi etmesine kanunun müsaade etmiştir.
Dolayısıyla gerçekleşen zararın ve proje müddetince ortaya çıkan masrafların tamamının
Rabb’ul Mal yani sermayedar tarafından karşılandığı mudârabe akdinde; mudaribe verilecek
kâr oranının, kârdan belirlenmesi yani anaparadan kâr dağıtımının olmaması hususu da önem
arzetmektedir. Kâr zarar paylaşımı bu şekilde gerçekleşmekte olan mudârabe akdinde; durumun
nötr çıkması yani ne kâr nede zararın oluşmaması durumunda ise, bir kazanç elde edilmemekte
olup; yalnız sermayedarın koymuş olduğu sermayesini aynen alması esas olmaktadır.
3-) Faaliyetlerin Tâkibi Vasfı; Mudârabe yönteminde en önemli hususlardan bir tanesi, sermaye
sahibi olan sermayedarın yönetime katılma hakkının bulunmamsı hususudur. Zaten normal bir
kredi işleminde de krediyi veren taraf; kredinin nasıl kullanılmakta olduğuyla pek
ilgilenmemektedir. Ancak durum her nekadar böyle olsa da, sermayedar konumundaki İslami
Finans kurumu taşıdığı sorumluluk nedeniyle başından sonuna projeyi takip etmekte, belirli
aralıklarla sürekli denetim çalışmaları yapmaktadır. Alınacak kararlara doğrudan katılmasa bile
İslami Finans kurumunun bu şekildeki sıkı denetimi; aslında sermayedarın projede gerçek bir
ortak gibi hareket ettiğini, yapılan işlemin de gerçek bir ticaret işlemi olduğunu kanıtlamaktadır.

84
4-) Tarafların Sorumluluğu Vasfı; Belirtildiği üzere mudârabe akdinde; gerçekleşen sıkı takip
ve denetime karşın, sermayedarın yönetime karışmaması, alınan kararlara müdahale etmemesi,
esas olmaktadır. Bu önemli noktaya ilave olarak, mudârabe akdinde sermayedar aslında, tesis
edilen ortaklığın da tek sahibi konumundadır. Emeği ile projeye ortak olan girişimci
konumundaki mudâribin; gerçekleşecek kârdan, payını istemek dışında, proje genelindeki
varlıklar üzerinde herhangi bir hakkı bulunmamaktadır. Faaliyetlerin yürütülmesi esnasında,
alınan kararlar ve yapılan çalışmalardan sorumlu olan girişimci konumundaki mudâribin
sorumluluğu; bir bakıma aktif olarak projenin işlerliğiyle sınırlı olmaktadır. Buna karşın daha
ilk andan itibaren sermayedar konumundaki İslami Finans kurumu; gerek projenin etkinliği ve
kabulüne karar verilmesi gerekse, faaliyetlerin sürdürülüp sonuçlandırılması aşamalarında
aldıkları riskler açısından çok büyük sorumluluklar üstlenmektedir. Gelen proje kapsamında
öncelikle kredili müşteri konumundaki girişimcinin güvenilir ve dürüstlüğüne kanâat getiren
İslami Finans kurumu; bunun yanısıra projeye başlanılmadan önce ayrıntılı fizibilite
çalışmalarının yapılması, söz konusu projenin başından sonuna oldukça titiz bir şekilde takip
edilmesi, müşteri konumundaki mudâribten alım-satım işlemlerinin düzenli ve detaylı şekilde
tutulmasının talep edilmesi, düzenli aralıklarla yapılan sürekli denetim faaliyetlerinin
yürütülmesi gibi bir takım teknik prosedürlerden de sorumlu olmaktadır. Katılım hesaplarından
topladığı fonları, mudârabe akdi şeklinde ihtiyaç duyan girişimcilere kredi şekilde kullandıran
İslami Finans kurumunun; yukarıda belirtildiği üzere zararı da karşılama sorumluluğunun
bulunması, onun bir çeşit garantörlük rolünü üstlenmesinden ileri gelmektedir.
5-) İşbirliği ve Dayanışma Vasfı; Mudârabe akdi daha başlangıçta şartlar belirlerinirken
paylaşma ve yardımlaşmayı esas alan bir akit olmaktadır. Yöntem bilindiği üzere baştan
itibaren, bir tarafın sermayesini diğer tarafın ise emeğini bir araya getirerek, ortaya bir fayda
çıkarmak, herkesin önceden belirlenmiş hissesi oranında kârdan pay almak şeklinde tesis
edildiğinden karşılıklı paylaşma ve dayanışma esasına dayanmaktadır. Hiçbir mecburiyeti
olmamasına rağmen, sermaye temininde bulunan sermayedar tarafın; ortaklar zarar görmesin
diye başından sonuna projeyi takip etmesi, ayrıntılı analiz ve sürekli denetim faaliyetlerinde
bulunması, bunun yanısıra her nekadar kanunda yer alsa da sadece kendisi sorumlu olmamasına
rağmen, müşterisi zarar görmesin bilinciyle zararın tamamanı sermayedar sıfatıyla üstleniyor
olması hep bir “fedakârlık-işbirliği-paylaşım” vasıflarının bir unsuru olmaktadır. Hal böyle
olunca, günümüzdeki kemikleşmiş bireysellik dürtüleri düşünüldüğünde, İslami Finans
kurumlarının böylesine dayanışmayla hareket etmesi, onun birtakım dezavantaj ve kayıplara
uğramasına da neden olsa da, sağlanan toplumsal kazançlar bu zararları bertaraf etmektedir.

85
6-) Sınırlandırma ve Sonlandırma Vasfı; İslami Finans kurumlarında ağırlıklı olarak kullanılan
mudârabe akdinde projenin sınırlandırılması hususundan; mudâribin yatırım yapma konusunda
serbest olması yada olmaması anlaşılmalıdır. Mudârabe yöntemindeki, “serbest mudârabe” ve
“sınırlı mudârabe” projenin sınırlandırılması ile ilgili kavramlar olup; bunlardan serbest
mudârabede mudârip yani girişimci faaliyetlerle ilgili istediği gibi yatırım yapma hakkına sahip
olmakta, sınırlı mudârabede ise mudâribin istediği gibi yatırım yapma hakkına sahip
olamamaktadır. Mudârabe yönteminde projenin sonlandırılması konusuna gelindiğinde ise
sonlandırmaktan kasıt; yöntemin istenildiği anda karşı tarafa haber vermek kaydıyla taraflarca
bitirilebileceği hususudur. Sonlandırılma işleminde ise; eğer proje nakit esasa dayanıyorsa,
öncelikle proje sahibi olan sermayedarın koymuş olduğu sermaye eksiksiz iade edilecek,
projede artan bir oran yani kâr varsa sözleşmede kararlaştırılan oranda taraflar arasında pay
edilecektir. Nakdi olmayan sermayenin paraya çevrilmesinden doğacak kazanç ise, çalışma
genelinde belirtildiği üzere mudâribe ait olacak, sermayedar sadece sermayesini alabilecektir.
8-) Ekonomiye Avantaj Sağlama Vasfı; Katılım hesapları vasıtasıyla toplanan fonların piyasada
kullandırılması yani reel sektörün fonlanması, doğrudan istihdam edilen personel yoluyla reel
sektörün desteklenmesi, alım-satıma konu her malın gerçek değeriyle finanse edilmesi yoluyla
her işlemin kayıt altına alınmasını teşvik etme, ülkenşn gelişmesi üzerinde önemli konulardan
olan KOBİ’lerin fonlanması yoluyla üretimin artıp piyasanın canlanması, tüm bu olumlu
gelişmeler sonucunda fiyatlar genel seviyesinin düşüp enflasyonun azalması konuları hep
İslami Finans kurumlarının faaliyetlerinde üretim ve ticareti esas almasından ileri gelmektedir.
İslami Finans kurumlarında; üretim cinsinden hiçbir karşılığı olmayan paradan para kazanma
ilkesi söz konusu olmayıp, doğrudan karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğine dayalı bir fayda
üretme çabası vardır. Topladığı fonların tamamına yakınını üretim ve ticarete yönlendiren
İslami Finans kurumları; mal alımı, üretim, emek ve yatırıma dayalı ilgili krediler yoluyla, rant
ekonomisinin önüne geçilmesine yardımcı olmakta, ülke refahına yönelik olarak kaynaklar
etkin ve verimli kullanılmaktadır. Mudâraba akdi yoluyla KOBİ’lere sağladığı sermaye desteği
sonucu, ülke ekonomisinin en büyük sorunlarından olan işsizliğin bir nebze olsun azalmasına
doğrudan etki katkı sağlayan İslami Finans kurumları, dağıttığı üretim ve yatırım kredilerinin
reel ekonomide kullanılmasını sağlayarak, üretimi artırmakta, bu durum dolaylı istihdam
artışına neden olmakta, sağlanan canlılıkla enflasyon ve işsizliğin önüne geçilmekte böylelikle
ekonomi bu gelişmelerden olumlu yönde etkilenmektedir. Diğer yandan İslami Finans
kurumları; fon kullandırma haricinde faiz hassasiyeti bulunan kesmin elindeki atıl fonları
ekonomiye kazandırarak da piyasayı canlandırmakta ve ekonomiye katkıda bulunmaktadır.

86
MUDÂRABE İŞLEMİNDEN ÖNCEKİ AŞAMA

Kaynak: [Obaidullah Mohammed, İslamic Financial Services, 2005, S.53] - [Tablo-26]

Yukarıda mudârabe akdinde kullanılan fonların nasıl temin edildiği açıklanmış olup;
işlem öncesi taraflar şunlardır; 1-) Birinci Sermayedar; Diğer adı “Rabb’ul Mâl-Katılım Hesabı
Açtıran Müşteri” olup; mudârabe akdinde kullanılan paranın asıl sahibi “Asıl Sermayedar”
konumundadır. Elinde atıl fon bulunan ve faiz hassasiyeti dolayısıyla birikimlerini faizli
kurumlarda değerlendirmek istemeyen ve İslami Finans kurumunda katılım hesabı açtırarak,
gerçekleştirilecek projelerde kâr payına katılmayı hedefleyen yatırımcı konumundaki müşteri
tarftır. Proje zarar etse de, gerçekleşen zarar söz konusu müşteriye yansıtılmamakta olup; fon
havuzundan karşılanmaktadır. 2-) Birinci Girişimci; Burada İslami Finans kurumu halktan
fonları “Mudarip-Girişimci” sıfatıyla toplamaktadır. Mudârabe akdinde, birikimlerini katılım
hesabı yoluyla değerlendirmek için hesap açtıran ve emeğiyle iş yapmak istediği halde gerekli
sermayesi olmadığı için bunu gerçekleştiremeyen taraflar İslami Finans kurumu vasıtasıyla
amaçlarına ulaşmaktadırlar. Bu akitte İslami Finans kurumu; katılım hesabı yoluyla topladığı
birikimleri, kendisine üretim yada ticaret finansmanı için gelen projelerden birine kanalize
ederek bu faaliyete aracılık etmekte olup, kârın paylaşılması esas almaktadır.
Görüldüğü üzere mudârabe akdi öncesi, girişimcilere sağladığı fonu, kendi bünyesine
yatırılan “Katılım Hesapları”ndan karşılamakta olduğu görülen İslami Finans kurumunun;
bundan sonraki aşamada gerçekleştireceği işlem, kendisine başvuruda bulunan projeler arasında
seçim yaparak bu fonları kullandırmak olmaktadır ki, burada finans kurumunun işlevi sadece
gerçekleştirilen işlemlere aracılık etmek olmaktadır. Bu durum aşağıda şemayla anlatılmaktadır.

87
MUDÂRABE İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANALATIMI

Kaynak: [Obaidullah Mohammed, İslamic Financial Services, 2005, S.58] - [Tablo-27]

Mudârabe akdini özetleyen yukarıdaki şemada; ön aşamada olduğu gibi yine iki taraf
vardır. Bunlar; 1-) İkinci Sermayedar; Burada İslami Finans kurumu ikinci sermayedar yani
Rabb’ul Mal konumundadır. Katılım hesabında biriken fonları uygun ve kârlı gördüğü
projelerde, faaliyetlerin finansmanına yönelik olarak mudârabe akdi vasıtasıyla nakdi kredi
şeklinde sermaye olarak kullandırmakta olan İslami Finans kurumu, bu yönüyle ilgili projede
sermayedar rolünü üstlenmekte olup, kullandırdığı sermaye birinci aşamada anlatıldığı üzere
katılım hesabında toplanan birikimlerin sahibi olan katılım hesabı müşterilerine ait olmaktadır.
2-) İkinci Girişimci; Burada kredili müşteri, “Asıl Mudârib” yani girişimci olmaktadır. Gerekli
emek, tecrübe, bilgi ve işgücüne sahip olduğu halde elinde sermayesi olmadığı için üretim yada
ticaret faliyetinde bulunamayan; söz konusu sözleşmede girişimci konumundaki mudârip, yani
İslami Finans kurumunun kredili müşterisi olan taraftır. Proje kapsamında girişimci konumunda
olan kişi yada kurum, öncelikle mevcut projesiyle mudârabe kredisi kullanmak üzere İslami
Finans kurumuna baş vurmaktadır. İslami Finans kurumu, diğer porjeler arasından seçtiği
verimli ve kârlı projeye, mudârabe kredisini nakdi olarak kullandırılmaktadır.
Mudârabe kredisinin ne şekilde ortaya çıktığı, taraflarının kimler olduğu, söz konusu
işlemlerde önceliğin neler olduğu yukarıdaki şemalar vasıtasıyla anlatılmış olup, şemalardan da
anlaşılacağı üzere, yapılan işlem; kaynakların toplanması ve kullandırılması olmak üzere
başlıca iki aşamadan oluşmaktadır. Mudârabe akdinde sözleşmeye taraf olanların İslami Finans
kurumunun durumu, tarafımca hazırlanmış olan aşağıdaki tabloda daha net görülmektedir.

88
KREDİ MÜŞTERİSİNİN “MUDÂRABE” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-28]

İslami esaslara bağlı kalarak düzgün şekilde işleyen bir mudârabe işlemi için yukarıda
şematik olarak özetlemeye çalıştığımız mudârabe prosedürünü maddeler halinde tekrar edecek
olursak; 1-) Kaynak Temini; Mudârabe akdinde; katılım hesabı açtırmak üzere finans
kuruluşuna kaynak temin eden “Mevduat Müşterisi” ile, faaliyetlerinin finansmanı için sermaye
ihtiyacı içerisinde olan ve bu ihtiyacını mudârabe akdi yoluyla gerçekleştiren “Kredi Müşterisi”
farklı kişiler olmaktadır. Mudârabe yöntemi, öncelikle elinde belirli bir birikimi olan ancak bu
birikimi faizli bankalarda değil de, İslami yönü ağır basan faizsiz finansman kuruluşlarında
değerlendirmek isteyen mevduat müşterilerinin “Katılım Hesabı” açtırmaları yoluyla başlar.
Birikim sahibi müşterilerin katılım hesabı açtırmaları suretiyle elde edilen birikim, ilgili İslami
Finans kuruluşunca çeşitli projelerde değerlendirilmek üzere belirli fon havuzlarında bekletilir.
Katılım havuzları denilen özel fon havuzlarında belirli tutarlardaki fonları biriktiren ilgili İslami
Finans kuruluşu; böylelikle hem kendisine mudârabe akdi yoluyla kullandırıcağı kredi için
kaynak temin etmekte olup, hem de elinde fon fazlası olup yatırım yapmak isteyen yada gerekli
alt yapısı olduğu halde elinde sermayesi olmadığı için herhangi bir girişimde bulunamayan
kişileri bir araya getirerek iki tarafın da isteklerine karşılık vermektedir. Daha çok iç ve dış
ticaretin finansmanına yönelik olarak, kısa ve uzun vadeli şekilde tesis edilen mudârabe
yöntemi; piyasaya yeni girmiş, yetenekli ancak mali gücü yetersiz seviyede olan, çalışkan,
başarılı, doğru, güvenilir girişimcilerin ihtiyaçlarına karşılık vermek amacıyla kullanılmaktadır.

89
2-) Projenin Seçilmesi; İslami Finans kurumu yatırım yapmak isteyen ve elindeki fonları
katılım hesabı açtırarak değerlendiren mevduat sahiplerinden aldıkları fonları, kâr payı getirsin
diye belirli projelere yönlendirir. İslami Finans kurumlarına gelen söz konusu projeler; her türlü
emek ve bilgi birikimine sahip olduğu halde yeterli sermayesi olmadığı için herhangi bir üretim
yada ticaret faaliyetinde bulunamayan kredi müşterilerinin, elde edecekleri ilgili sermaye ile
gerçekleştirecekleri faaliyetlerin tekliflerinden oluşmaktadır. Mevcut projeler arasından en fazla
gelir getirecek, verimli ve etkin olan proje hangisi ise onu seçmeye çalışan İslami Finans
kurumları; garantör sıfatıyla belirli bir sorumluluk üstlendikleri için bu aşamada çok dikkatli ve
temkinli olmak zorundadır. Zira tarafların elde edecekleri kâr payı bu projeye bağlı olduğundan,
proje seçim aşamasında söz konusu finans kurumları ayrıntılı analiz ve fizibilite
çalışmalarından oluşan bir dizi teknik detaydan yardım alarak kararlarını vermektedirler.
Gerekli seçim yapıldıktan sonra ilgili İslami Finans kurumu; girişimci konumundaki mudârip
ile gerekli şartları tesis ederek “Mudârabe Akdini” imza ederek, projeyi başlatacak yani start
verecektir. İmzası gerçekleştirilen projede, krediyi kullanacak olan girişimci konumundaki
mudârip, sermaye temininde bulunacak olan “Kredili Müşteri” olup; ilgili sermayeyi katılım
havuzundan alarak müşteriye sunacak taraf olan İslami Finans kurumu ise “Sermayedar”
statüsünde olmaktadır. 3-) Kredinin Kullandırımı; İslami Finans kurumunca en uygun ve
verimli olduğuna inanılan proje seçilip, taraflarca mudârabe akdi imzalandıktan sonra, sıra
girişimci konumundaki mudâribe faaliyetlerinin finansmanı için ihtiyaç duyduğu krediyi
kullandırmaya gelecektir. İhtiyaç duyulan sermayenin nakdi olarak kullandırılmasının ardından
başlanılan faaliyetlerde, girişimci konumundaki mudârip bütün yönetim işlerinden sorumlu
olup; alınacak kararlara sermayedar konumundaki İslami Finans kurumu faaliyetler süresince
karışamamaktadır. Olağan üstü bir durum olmadıkça alınacak kararlara müdahale etmeyen
İslami Finans kurumu; faaliyetler esnasında garantör sıfatıyla çok fazla sorumluluk taşıması
nedeniyle, faaliyetleri başından sonuna çok sıkı takip etmekte ve sürekli denetim faaliyetlerinde
bulunmaktadır. Gerçekleştirilen faaliyetler sonucunda, söz konusu projenin kâr yada zarar
etmesi yada nötr olarak ne kâr neden zarar etmemesi söz konusu olabilmektedir. Kâr olduğu
durumlarda elde edilen fazlalık taraflara sözleşmede belitilen oranlarda dağıtılmakta olup, zarar
olması halinde ise şayet kasıt yoksa oluşan zarar sermayedar konumundaki İslami Finans
kurumunca fon havuzundan karşılanmaktadır. Bu özelliği nedeniyle mudârabe akdi İslami
Finans kurumlarınca oldukça riskli bir kredi kullandırım aracı olsa da, zarar ile sonuçlanma
ender gerçekleşen bir durum olduğundan kurumu çok fazla etkilememektedir. Bütün bunların
ötesinde nötr olma durumu vardır ki; bu durumda sermayedar sermayesini aynen almaktadır.

90
Mudârabe Yönteminin Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdıkları Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Kârın Proje Sonunda Dağılımı; Mudârabe akdinde söz konusu projenin başlangıç süresi ile
kâra geçme süresi arasında geçen süre, eğer üretim söz konusu ise oldukça uzun bir zamanı
içerebilmektedir. Dolayısıyla gerek projenin başlangıcı aşamasından itibaren gerekse proje
devam ederken, sermayedar olma sıfatıyla sağladığı sermayeye ilave olarak, gerçekleşen bütün
masrafları bizzat katılım fonundan karşılayan İslami Finans kurumu; söz konusu sürenin uzun
olması durumunda epey bir harcama yapacak olup, eğer elde edilirse gerçekleşecek kâr payını
ancak projenin sonunda almaktadır. Aradaki süre içerisinde, paranın değer kaybetmesi, olası
kur hareketleri, enflasyon oranlarının değişken olması, proje başlangıcıyla sonu arasındaki
maliyetlerin sabit seyretmemesi gibi riskler hep İslami Finans kurumunun aleyhine seyreden
hususlar olmaktadır. Dolayısıyla söz konusu İslami Finans kurumu bu olası unsurları dikkate
alarak, sözleşme aşamasında başlangıçtaki kâr oranını ona göre ayarlamalıdır.
2-) Zararın Havuzdan Karşılanması; İslami Finans kurumlarındaki yapılan akitlerde, girişimci
konumundaki kredili müşterinin sözleşmede belirlenen akitleri ihlâl etmesi yada aşırı bir
ihmalinin olması durumları hariç olmak üzere, proje sonucunda oluşan zararın tamamının
sermayedar konumundaki finans kurumuna ait olmakta ve oluşturulan özel havuzdan
karşılanması esas alınmaktadır. Burada müşterinin normal şartlarda zarara katılması talep
edilmemektedir çünkü, geçen süre içinde herhangi bir gelir elde etmeden boşa çalışıp zaman
kaybetmiş olmakla müşterinin yeterince zarara uğradığı kabul edilmekte ve böylece onun
oluşan zararı emeğiyle telafi etmesi yeterli görülmektedir. Tüm bu unsurların yanısıra İslami
Finans kurumları oldukça nadir gerçekleşmekte olan zarar sonucunun hiçbir şekilde ortaya
çıkmaması yada en az şekilde gerçekleşmesi için gerekli tedbirleri almaktadır. Bu tedbirlere
yönelik olarak proje tekliflerini çok yönlü olarak etüt ettirip gereken fizibilite çalışmalarını
yaptıran İslami Finans kurumu, ilgili incelemelerin neticesine göre projeyi kabul yada red
etmekte olup; şayet projenin kâlılığına kanâat getirirse talep edilen krediyi kullandırmaktadır.
3-) Sürekli Denetim Zorunluluğu; Proje seçiminde gösterdiği titiz çalışmaları proje faaliyete
geçtiğinde de devam ettirmekte olan İslami Finans kurumu; herhangi bir mecburiyeti
olmamasına rağmen, gerek projeden kâr beklentisi olan tarafların zarar görmemesi için, gerekse
garantörlük vasfının da etkisiyle başından sonuna yaptığı sürekli denetim faaliyetleriyle, zararın
gerçekleşme olasılığını minimize etmeye çalışmaktadır. Bu tür kredi kullandırımlarında,
girişimci konumundaki mudaribin proje genelindeki faaliyetlerine başladıktan itibaren proje
sonuçlanıncaya kadar alınacak kararlara müdahale yetkisi olmamaktadır. Buna rağmen İslami
Finans kurumu; sözleşmedeki tarafların yararına olarak bu denetimi gerçekleştirmektedir.

91
Yöntemin İslami geçerliliğine fıkhî açıdan bakıldığında; mudârabe akdi ile ilgili olarak
fıkıh alimleri arasında henüz bir görüş birliğinin olmadığı gözlemlenmektedir. Görüş birliğine
varılamayan noktalar arasında önde gelen konu akdin süresi olup; Hanefi ve Hanbeli ekolüne
göre bu akdin süresinin 6 ay ile 1 yıl arasında sınırlandırılması gerektiği, Şafi ve Maliki ekolüne
göre ise bu akdin süresinin sınırlandırılamayacağı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Mudârabe
akdiyle ilgili görüş birliğine varılamayan önemli bir hususta, tarafların belirli bir sürenin
sonunda mudârabe akdini sonuçlandırıp sonuçlandıramayacakları konusudur. Zira mudârabe
akdinin taraflarca istenildiği an sonuçlandırılması durumu, devam eden projenin finansal açıdan
çok büyük kayıplar vermesine neden olabilecektir.113 Gerek mudârabe akdi gerekse İslami
Finansla ilgili diğer yöntemler hakkında İslam hukukçularının aralarında herhangi bir görüş
birliğinin olmaması, sistemin tercih edilebilirliğine ciddi sınırlamalar getirmekte olup; İslami
Finansman yöntemlerinin fıkhi açıdan kesin kaideler üzerine oturtulması hususu, temelini İslam
dininden alan İslami Finans kurumlarının geleceği açısından önem arzetmektedir.

2.2.2.3.Îcare (Finansal Kiralama-Leasing)


İslam borçlar hukukunda “menfaâtin ücret karşılığı temlik edilmesi”ni konu edinen,
dilimize ise “iş sözleşmesi” olarak tercüme edilebilen İcâre kavramı; “iş karşılığı verilen şey,
amelin karşılığı” anlamına gelmekte olup114, yaygın bir biçimde ise “kiralama” anlamına
gelmektedir. İslam hukukunda karşılığını “ecir” kelimesinden alan İcâre kavramı; Kur-an’ı
Kerim’de doğrudan geçmese de; ecir kelimesi olarak 105 yerde zikredilmekte olup; ağırlıklı
olarak uhrevi karşılık, azda olsa dünyevi karşılık ve bunlar neticesinde alınacak ücreti ifade
etmektedir.115 Faydalanma şekli ve muhatapları açısından değişik hükümler içeren İcâre
işleminin klasik kaynaklarda; “mülkiyeti mal sahibinde kalmak şartıyla, taşınır taşınmaz mallar
ve emek dahil her türlü menfaâtten yararlanmak” olarak tanımlandığı görülmektedir. Ancak
günümüzdeki kiralama işlemlerine bakıldığında, çoğunlukla menfaâtle birlikte menfaâtin
kaynağı olan malın mülkiyetinin de kiracıya geçtiği göz önüne alındığında bu tanımın icâre
yada kiralamayı kapsamadığı anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda daha kapsayıcı bakacak olursak;
“bir şahsın, diğerine daha önceden kararlaştırılan taksitleri ödedikten sonra mülkiyeti ilgili
şahsa geçmek üzere, belirli bir malı belirli bir ücret karşılığında kiralaması” şeklide bir
tanımlama yapmak daha doğru olacaktır.116 Ramazan Ebû Suûd’un son tanımına baktığımızda;
İlgili malın mülkiyetin mal sahibinde kalması diye bir zorunluluğun olmadığı görülmektedir.

113 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, S.a.g.e., s.90
114 Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 23.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s.379
115
Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, Araştırma Yayınları, Ankara, 2010, s.38
116
Bayındır Servet, İslam Hukuku Penceresinden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.135

92
Genel anlamda kiralama ve menfaât satışı olarak tabir edilen icâre akdinde, taşınır
taşınmaz hertürlü menfaât kiralamaya konu edilmekte olup; örnek olarak bir evin kullanım
hakkının (menfaâtinin) belirli bir süreliğine başkasına devredilmesi icâre akdine konu edildiği
gibi, insanların emeklerini de belirli bir süreliğine bir başkasına kiralamaları da icâre akdi
kapsamında değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda bir iş yerinde çalışan personelin, işe girişi
sırasında iş yeri ile gerçekleştirdiği “iş sözleşmesi” de aslında bir çeşit icâre akdi olmaktadır.117
İcâre akdinde kiralamaya dahil olan varlıklar oldukça fazla çeşitli olup, bunlar arasında
bilgisayar, uçak, fabrika makinaları, tarım makinaları, büro makinaları, ev, fabrika, tarla,
nakliye aracı gibi her çeşit taşınır taşınmaz mallar bu akdin kapsamına girebilmektedirler. Bir
varlığı satın almak yerine belirli bir süreliğine kiralamak, daha az maliyetli ve avantajlı
olduğundan, her geçen gün kullanım sahası daha fazla genişlemekte olan icâre yöntemi, ticari
ve sınai faaliyetlerin finansmanında önemli bir altarnatif oluşturmaktadır. Genel olarak
bakıldığında işletmelerde özellikle üretim-ticaret-yatırım alanında çok fazla tercih edilmekte
olan bir kiralama yöntemi olan icâre akdinin; dilimizde yaygın bir kullanım alanı olan İngilizce
karşılığı ise kiralama anlamına gelen “Leasing” olmaktadır.
3226 sayılı “Finansal Kiralama Kanunu”na göre Finansal Kiralama (Leasing); malın
mülkiyetinin kiralamayı yapan kurumda kaldığı, ödenmekte olan kira bedelleri sonucu kullanım
hakkının kiralayana geçtiği, ödemelerin tamamlandığı süre bitiminde sözleşmede belirtilen
şartlar eşliğinde mülkiyetin kiralayana devredilebildiği finansal destek yöntemi olarak
tanımlanmaktadır.118 Sözleşme süresince kiralamayı gerçekleştiren kurum ilgili malın hukuki
mülkiyetini, kiralayanın ise ekonomik mülkiyetini üzerine aldığı icâre (kiralama) akdinde;
kiralamaya konu olacak mallar yüzeysel olarak menkul (taşınır) ve gayrımenkuller (taşınmaz)
olarak belirlenmiş olup, patent gibi fikrî ve sınaî hakların ilgili sözleşmeye konu olmayacağı
3226 sayılı “Finansal Kiralama Kanununun” genel hükümler başlığının 5.maddesinde kesin
olarak belirtilmiş bulunmaktadır. Yine aynı kanunun kiralamaya konu malın satın alınması
başlığının 9.maddesinde ise; finansal kiralamaya konu olan malların mülkiyetinin kiralayan
şirkete ait olduğu ancak, tarafların aralarında yaptıkları sözleşmenin süresi sonunda kiralayanın
malın mülkiyetini satın alma hakkının mevcut olduğu özellikle belirtilen konular arasında
bulunmaktadır.119 Uygulamada sahip olduğu avantajlar ve kolaylıklar nedeniyle tercih edilen
finansman yöntemlerinin başında gelmekte olan İcâre Akdi’nin (Finansal Kiralama-Leasing)
ülkemizde görülen başlıca üç türü bulunmakta olup, bunlar aşağıda kısaca açıklanmaktadır;

117 http://tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1338 [Erişim Tarihi: 28.08.2016]


118 http://www.finansleasing.com.tr/leasing-kanunu.asp#genel-hukumler [Erişim Tarihi: 28.08.2016]
119 http://www.finansleasing.com.tr/leasing-kanunu.asp#genel-hukumler [Erişim Tarihi: 28.08.2016]

93
İcâre (finansal kiralama-leasing) akdi; 1-) Normal Kiralama, 2-) Mülkiyet Devriyle Sonuçlanan
Kiralama, 3-) Satıp-Geri Kiralama, 4-) Kasa Kiralama olmak üzere dört türe ayrılmaktadır.
Kullanım amacına göre değişik vasıfları olan, icaâre akdi türleri aşağıda kısaca açıklanmıştır;
1-) Normal Kiralama; İsminden de anlaşılacağı üzere, mülkiyetin mal sahibinde olduğu
herhangi bir şekilde malı kiralayan kişiye geçmediği, kiralayanın sadece belirlenen süre
içerisinde o malın kullanım hakkını yada menfaât hakkını elde ettiği kiralama türü olmaktadır.
İlgili yöntemde İslami Finans kurumu, işletmenin faaliyetlerinin finansmanı için gereksinim
duyduğu makine yada üretim sistemini bizzat satın alarak, talep eden işletmelere kiraya
vermektedir.120 Kiralama müddeti içerisinde kiracının elinde olmayan nedenlerden kaynaklı
kusurlar hariç olmak üzere; meydana gelebilecek her türlü borç, sorumluluk ve yükümlülük
kiralayan konumundaki müşteriye ait olmaktadır. Menfaât hakkını bir süreliğine elde eden
kiracı belirtilen vadelerde kira bedelini ödemekle yükümlü olup, normal kiralama usulüne göre
vade bitiminde mevcut mal, İslami Finans kurumuna aynen iade edilmektedir.
2-) Mülkiyet Devriyle Sonuçlanan Kiralama; Nakit sıkıntısı nedeniyle normal kiralama
metodunu seçerek, faaliyetlerinin finansmanı için ihtiyaç duyduğu mevcut bir malın kullanım
hakkını belirli bir süreliğine elinde bulunduran kredili bir müşteri, faaliyetlerinden yeteri kadar
kazanç sağlayıp durumunu düzeltince kullanmış olduğu bu malı satın almak
isteyebilmektedir.121 İcâre akdine taraf olan kredili müşteri, normal kiralamamı yoksa
mülkiyetle sonuçlanan kiralamamı yapacağına baştan karar verebileceği gibi kiralama faaliyeti
sürecinin sonunda da karar verebilmektedir. Böyle bir durumda ilgili kredili müşteri ile iki adet
sözleşme yapılmakta olup, bu sözleşmelerden ilkinde kiracıyla kiralayan arasında kurallara
uygun bir biçimde bir kiralama sözleşmesi yapılmakta daha sonra mülkiyet devrine yönelik bir
sözleşme daha yapılmaktadır. Bu durumda kiralama ile birlikte satım akdininde söz konusu
olduğu ilgili yöntemde; öncelikle mal belirli hisselere bölünerek birinci hissesi müşteriye satılıp
bedeli alınmakta, daha sonra geri kalan kısmı ise kiraya verilmektedir. Her ödeme gününde
yeniden yenilenmekte olan ilgili sözleşmeyle, ödemler eklendikçe ve zaman geçtikçe
müşterinin mevcut mal üzerindeki mülkiyet hisselerinde artış olmakta, kiraladığı hisler ise
zamanla düşerek sıfırlanmaktadır. Mülkiyet hissesinin %100’e ulaştığı durumda malın
mülkiyetinin tamamının kredili müşteriye geçtiği ilgili yöntemde tercih edilen mal grubu
genellikle; otomobil, iş makinası, bilgisayar gibi ürünler olmaktadır. Görüldüğü üzere yapılan
işlem aslında basit bir ticari eylem gibi görülse de, hem mülkiyetin hem kiranın aynı anda
devam ediyor olması , bankacılık açısından yapılan işlem aslında teminat almak olmaktadır.
120 Uçar Mustafa, Türkiye’de ve Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, Fey Yayınları, İstanbul, 1993, s.56
121 Uçar Mustafa, Türkiye’de ve Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, S.a.g.e., s.141

94
3-) Önce Satıp-Geri Kiralama; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca yasaklanması nedeniyle
ülkemizde uygulama alanı bulamayan, ancak 28 Mayıs 2008 tarihinde hükümetçe getirilen
düzenlemeyle önü açılan, bir icâre (kiralama) çeşidi daha vardır ki, İslam fıkhında temeli
olmayan tartışmalı satış (îne satış) olarak görülen bu akit; “Sat ve Geri Kirala Akdi” (Sale And
Lease Back) olmaktadır. Bu akdin detayına baktığımızda; müşterinin elinde olan bir varlığı,
İslami Finans kurumuna satması ve hemen ardından geri kiralaması söz konusu olup, temelinde
malın asıl sahibi olan kiracı konumundaki kredili müşterinin nakdî kaynak ihtiyacını
giderilmesi yatmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun “Sat ve Geri Kirala Akdi”ni
başlangıçta yasaklarken; işlemin temelinde ikili bir ilişkinin bulunduğunu, malı kiralayacak
olan tarafın aynı zamanda malın üreticisi yada sahibi konumunda olduğunu ayrıca sahibi
bulunulan malın önce kiralayana satılması ardından ondan tekrar kiralanmasının kamuoyunu
yanıltılcı vasıfları bünyesinde barındırması gibi bir takım nedenleri öne sürmekle birlikte122,
günümüzde sektörden gelen talepleri karşılamak adına ilgili yöntem bir altarnatif olarak İslami
Finans kurumlarınca kullanılmaktadır. İslam hukuku kaynaklarına bakıldığında ilgili akdin;
oldukça tartışmalı ve henüz karara varılmamış konular arasında bulunduğu ancak az sayıda
İslam alimince kabul edildiği müşaâde edilmiştir. Yukarıda belirtildiği üzere ilgili ilgili
yöntemin geçerlilik kazanmasına temel kanun taslağının detayına baktığımızda; söz konusu
taslak 28 Mayıs 2008 tarihinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nca (BDDK)
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı makamına gönderilen, yukarıdaki Yargıtay yasağı
kaynaklı sorunun çözümlenmesine ilişkin bir taslak olduğu görülmektedir. İlgili makamlarca
onayı gerçekleşen söz konusu taslak ile, “Finansal kiralama sözleşmesi, kiralayanın, kiracının
talebi ve seçimi üzerine üçüncü bir kişiden veya bizzat kiracıdan satın aldığı…”123 hükümlerine
“bizzat kiracıdan” ibaresinin eklenmesi suretiyle ilgili uygulamanın önü açılmış bulunmaktadır.
4-) Kasa Kiralama; İslami Finans kurumları, diğer faizli bankalar gibi, kasa dairesinde bulunan
kiralık kasaların kullanım hakkını, kendisinden talepte bulunan kişilere devretmesi kasa
kiralama faaliyeti olarak adlandırılmaktadır.124 Altın, mücevher gibi menkuller için kiraladığı
kasalar karşılığında belirli bir ücret elde etmekte olan İslami Finans kurumlarının
gerçekleştirmekte oldukları kasa kiralama faaliyetleri, hem kiralayanı hem de İslami Finans
kurumlarını bir takım yükümlülükler altına sokmaktadır ki; bunlardan İslami Finans
kurumlarının en başta gelen yükümlülüğü emaneti olduğu gibi mufaza etmek, kiralayanın
yükümlülüğü ise kiraladığı kasanın taksitlerini eksiksiz ve zamanında ödemek olmaktadır.
122 Erden Kuntualp, Finansal Kiralama Uygulamasındaki Sorunlar-Sat Geri Kirala, Leasing Dünyası, Sayı;1, 2001, s.4
123 BDDK, “BDDK’nın 28 Mayıs 2008 Tarih ve 2632 Sayılı Kararı Uyarınca Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı
. Makamına Gönderilen Finansal Kiralama, Factoring ve Finansman Şirketleri Kanun Tasarısı Taslağı”, m.18
124 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, s.134

95
Piyasa uygulamalarına bakıldığında giderek artan oranda ve çok sık kullanılmakta
olduğu görülen icâre (finansal kiralama-leasing) yöntemi, faizle çalışan geleneksel bankaların
5411 sayılı bankacılık kanununda geçen hükümler sebebiyle uygulayamadıkları bir yöntem
olup; faizli geleneksel bankalar ancak bünyelerinde açtıkları bir takım aracı kurumlar yada
leasing şirketleri vasıtasıyla söz konusu leasing yada finansal kiralama işlemini
gerçekleştirebilmektedirler.125 Çalışma genelinde belirtildiği üzere faizli bankaların yaptığı
bankacılık faaliyetlerinin tamamına yakınını gerçekleştirmekte olan İslami Finans kuruluşları;
faizli bankaların gerçekleştiremediği birçok işlemleri de yaparak, bu yönüyle faizli bankalara
önemli bir altarnatif olmaktadır. Faizli bankaların yaptığı işlemlere ilave olarak; yine faizli
bankaların doğrudan değil de kurudukları şirketler vasıtasıyla gerçekleştirdikleri sigortacılık,
takas, finansal kiralama (leasing), factoring vs. faaliyetlerini doğrudan bünyesinde
gerçekleştirmekte olan İslami Finans kuruluşları; bu açıdan finans sektörüne derinlik ve
çeşitlilik sunmaktadırlar. Ayrıca yapısı gereği faizden uzak bir duruş sergileyen İslami Finans
kuruluşları; faizle ilgili olmayan işlemler konusunda faizli bankalara altarnatif olurken, diğer
yandan faizli bankaların yapamadıkları kimi işlemleri de gerçekleştirerek finans sektörünün bir
bakıma tamamlayıcısı ve destekçisi olmaktadırlar.
Faizli bankaların doğrudan bünyelerinde gerçekleştiremedikleri ancak kurdukları bir
takım şirketlerle bu işlemi yapabildikleri icâre (finansal kiralama-leasing) yönteminde; İslami
Finans kurumları doğrudan ilgili işlemi bünyelerinde yapmaları sebebiyle, sektörde bu konuda
aktif bir rol üstlenmektedirler. Hal böyle olunca faaliyetleri içerisinde önemli bir yekün teşkil
eden icâre işlemine yönelik olarak devlet tarafından belirlenen vergi oranları İslami Finans
kurumlarını doğrudan etkilemektedir. Bu konuyla ilgili olarak, devletin aldığı finansal
kiralamaya konu olan mallardaki KDV oranlarının bir dönem yükseltilmesinden, İslami Finans
kurumları oldukça mağduriyet yaşamıştır. Alınan kararlar doğrultusunda artan mağduriyetler
neticesinde, önceden yüksek seyretmekte olan KDV oranları devletçe; “27 Aralık 2011 tarihli
Resmi Gazete’de yayımlanan 2011/2004 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bazı malların
Finansal Kiralama Kanunu kapsamında teslim ve kiralanması işlemlerinde uygulanan KDV
oranı %1’e indirilmiştir. İlgili kanuna ek olarak 01 Aralık 2013 tarih ve 28838 Bakanlar Kurulu
Kararı ile KDV oranı %1’e inen ürünlerin kapsamı genişletilmiştir.”126 İslami Finans kurumları
ağırlıklı olarak gerçekleştirdikleri finansal kiralama işlemlerinde, kiralamaya konu olan emtiaya
uygulanan KDV oranının devlet tarafından bir ara yükseltilmesiyle, müşteri portföylerinde bir
sorun yaşasalar da, yukarıda belirtilen ilgili tarihteki düzenlemeyle, yapılan KDV indirimi ve
125 Uçar Mustafa, Türkiye’de ve Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, S.a.g.e., s.143
126 http://www.bankasya.com.tr/kobi-kdv-uygulamasi.aspx [Erişim Tarihi: 03.07.2016]

96
kapsam genişletilmesi hususundaki kanunlar bu konuda bir rahatlamaya neden olmuştur.
Ülkemizde İslami Finans kurumları olarak, ilk kez Albaraka Türk’ün kendi bünyesinde
başlattığı finansal kiralama yoluyla fon kullandırma işlemi, söktörün uzun vadeli finansman
sağlama ihtiyacı hususunda önemli bir altarnatif oluşturmuştur. İslami Finans kurumlarının
önemli kalemlerinden olan finansal kiralamaya ilişkin, devletin attığı kolaylaştırıcı adımların
daha da genişletilmesi sektör açısından önem arzetmektedir.
Bir malın icâre yani finansal kiralama akdine konu olabilmesi için bir takım şartları
bünyesinde taşıması gerekmektedir. Her şeyden önce ilgili sözleşmeye sadece taşınır ve
taşınmaz mallar ile bir kısım menfaâtler konu olmakta olup; patent gibi fikri ve sınai haklar
konu olamamaktadır.127[Finansal Kiralama Kanunu-Md.5] Diğer yandan finansal kiralama
kanunu ile, yapılan kiralama işlemlerine minimum finansman süresi getirilmiş olup,
“sözleşmeler en az 4 yıl süre ile fesh edilemez, hangi hallerde bu sürenin kısalacağı, Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurulunca (BDDK) çıkarılacak yönetmelikle belirlenir”128[Finansal
Kiralama Kanunu-Md.7] hükmü ile 4 yıldan kısa süreli icâre (finansal kiralama-leasing)
sözleşmesinin yapılamayacağı, yapılacaksa özel yönetmelikle bunun mümkün olacağı açıkça
hükme bağlanmış bulunmaktadır. İcâre akdi (finansal kiralama-leasing) süresi ile ilgili olarak,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)’nun 10.10.2006 tarihinde 26315 sayılı
Resmi Gazetenin 21. maddesinde, ilgili süreye istisnai bir hal yer almaktadır ki, ilgili maddede;
“teknolojik niteliği veya ekonomik yararlanma ve işletme süresi itibariyle kullanımının 4 yıldan
az olduğu BDDK’nca onaylanan mallar ile yurt içinde ve yurt dışında savaş hali ile savaşa yol
açabilecek durumlar veya sabotaj, yangın, ağır kaza ve tabi afetler sebebiyle zarar gören
mallar”129 için kiralama sözleşmesinin 4 yıldan kısa süreli yapılabileceği yada 4 yıldan kısa
sürede fesh edilebileceği kesin bir şekilde hükme bağlanmış bulunmaktadır.
Gerçekleştirmekte oldukları icâre akitlerinde, malını kiraya veren taraf olan İslami
Finans kurumu; mala ait bütün menfaât ve riskleri aynen malın sahibiymiş gibi kiralayana
devretmektedir ve bu doğrultuda kiralama süresi içerisinde meydana gelebilecek her türlü
bakım-onarım-masraf-borç-sorumluluk ilgili malı kiralayan konumundaki kredili müşteriye ait
olmaktadır. Genel olarak bakıldığında 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu’na göre icâre
(fiansal kiralama) akdinin; bilgisayar ve “Rent A Car” firmalarının gerçekleştirdikleri araba
kiralaması hariç olmak üzere, diğer sabit kıymetler için 4 yıllık bir süre için yapılan orta ve
uzun vadeli bir finansman tekniği olduğu açıkça ifade edilmekte olup; kanundaki açık ifadeye
127 http://www.finansleasing.com.tr/leasing-kanunu.asp#genel-hukumler [Erişim Tarihi: 30.08.2016]
128 http://www.finansleasing.com.tr/leasing-kanunu.asp#genel-hukumler [Erişim Tarihi: 30.08.2016]
129 BDDK, “Finansal Kiralama, Factoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet Esasları Hakkında

. Yönetmelik” Resmi Gazete: 10.10.2006, Sayı:26315, m.21

97
rağmen söz konusu süreyle ilgili olarak Türkiye’deki bazı finansal kiralama şirketlerinin, ilgili
vadeyi esnettikleri ve bazı durumlarda bu süreyi 1 yıla kadar indirdikleri gözlemlenmektedir.
Ülkemizde finansal kiralamaya yönelik vade esnetmesinde kimi finansal kiralama
kurumlarının; 1 yılı geçmeyecek şekilde sözleşmede vade ayarlaması yaptıkları, kanuna aykırı
davranmamak için de söz konusu 4 senelik süreyi tamamlayacak şekilde, geriye kasıtlı olarak
çok az ödemeler bıraktıkları bilinmektedir. Bu şekilde süre ayarlaması yapılan kiralama
sözleşmelerinde; kiralama süresi olan 4 yıllık sürenin sonuna gelindiğinde ise geriye bırakılan
çok az miktardaki sembolik kirayı ödeyerek, müşteri malın mülkiyetini doğrudan üzerine
almaktadır.130 Diğer taraftan herhangi bir mal kiraya verildiğinde, kiracı bu süre zarfında “ben
bu maldan istifade etmedim” diyerek kira ödemeden kesinlikle imtina edememektedir. Kira
akdi yürürlüğe girdikten sonra normal şartlarda, kiracı maldan ister istifade etsin ister etmesin,
ilgili malın kira taksidini ödemekle mükellef olmaktadır.131
İslami Finans kurumlarının üretim ve ticaretin finansmanına yönelik olarak
kullanmakta oldukları yöntemlerden, murâbaha ve İcâre yöntemleri birçok yönden birbirine
benzediği gibi ayrıldıkları noktalar da bulunmaktadır. Yöntemler arası fark ve benzerlikler
çalışmanın son bölümü olan karşılaştırmalar kısmında ayrıntılı olarak ele alınacak olmakla
birlikte, murâbaha ve icâre akdi karşılaştırıldığında; icâre akdinin sahip olduğu prensipler
nedeniyle karşılaşılması muhtemel risklere karşı İslami Finans kurumlarını, daha fazla
koruduğunu söylemek, elbette yanlış olmayacaktır. Her şeyden önce icâre akdinde, kredili
müşteriye daha önceden haber vermek şartıyla kira tutarları vadeler sonraki aylara
kaydırılmakta yada değiştirilebilmektedir. Kiranın neye göre ve hangi arlıklarla değiştirileceği
konusunda müşteriyle birebir mutabık kalınarak yapılan bu esnetmeler; hem kredili müşteri
hem de finans kurumunu oldukça fayda sağlamakta olup, herhangi bir esnetmenin bulunmadığı
murâbaha yöntemine göre “İcâre Akdi”nin daha üstün ve kullanışlı bir yöntem olduğunu ortaya
koymaktadır. Diğer taraftan icâre akdinde İslami Finans kurumu, müşterinin kira borçlarını
ödememe riskine karşı, sahip olduğu malı daha kolay bir şekilde nakde çevirebilmektedir. Buna
karşılık murâbaha işleminde; İslami Finans kurumu ödenmeme riskine karşılık mal üzerine
sadece rehin koydurma hakkına sahip olmakta, bu durum ise hukuksal prosedürlerin uzamasına
ve işlemlerin karmaşıklaşmasına sebebiyet vermektedir. Hal böyle olunca her iki taraf için daha
avantajlı bir kullanım imkanı sergileyen “İcâre Akdi” daha pek çok alanda sahip olduğu
kullanım kolaylığı ve üstün vasıfları sebebiyle piyasada fazlaca tercih edilen finansman
yöntemi olarak her geçen gün yerini korumakta ve pazar payını gittikçe artırmaktadır.
130 Arabacı Nihat, Katılım Bankalarının Türkiye’de Yeri, İşleyişi ve Performans Analizi, s.50-51
131 Çeker Orhan, İslam Hukukunda Akitler, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, S:20, Ekim 2012, s.14

98
“İcâre Yönteminin” Geçerliliğini Sağlayan Özellikler, Aşağıdaki Şekilde Sıralanabilmektedir;
1-) İcâreye Konu Varlığın Özellikleri; Kiralama ve menfaât satışı olarak tabir edilen icâre
akdinde, taşınır taşınmaz hertürlü menfaât kiralamaya konu edilmektedir. Genel olarak
kiralamaya konu olacak mallar yüzeysel olarak menkul (taşınır) ve gayrımenkuller (taşınmaz)
olarak belirlenmiş olup, patent gibi fikrî ve sınaî hakların ilgili sözleşmeye konu olmayacağı
3226 sayılı “Finansal Kiralama Kanununun” genel hükümler başlığının 5.maddesinde kesin
olarak belirtilmiş bulunmaktadır. Diğer yandan icâre akdine konu olacak varlığın, kullanılarak
fayda yaratan bir özelliğe sahip olması gerekmekte olup; fayda yaratmayan ve kullanınca
tükenen varlıkların icâreye konu olması söz konusu olamamaktadır.132 İcâreye konu varlığın
taşıması gereken diğer bir özellik malın mülkiyetinin, kiralama süresi boyunca malı kiralayan
İslami Finans kurumunda kalmasıdır. Mülkiyetin devriyle sonuçlanan finansal kiralama söz
konusu olsa da burada ilgili malın mülkiyeti; kiralama akdine konu olup, kiralama
szöleşmesinin yapıldığı tarihten itibaren başlamak üzere, sözleşme süresi sona erip son kira
taksidi ödeninceye kadar kirlayan konumundaki İslami Finans kurumuna ait olmaktadır.
2-) Maldan Doğan Sorumluluğun Özellikleri; İcâre akdinde İslami Finans kurumu, malın sahibi
sıfatıyla talep eden müşterisine söz konusu malı kiralamakta, bir bakıma ilgili müşterisini
kredilendirmektedir. Bundan dolayı elde olmayan sebepler hariç olmak üzere ilgili mala ilişkin;
cins, vasıf, teslim, taşıma, çevreye verdiği zarar vs. sebeplerden doğabilecek riskler ile bu malın
kullanımı sırasında oluşan bakım, onarım, vergi, ücret, ceza, diğer masraflar, her türlü
yükümlülükler doğrudan kiracıya ait olmaktadır.133Burada kısaca özetlemek gerekirse;
“sahiplikten doğan bütün sorumluluklar kiraya veren tarafa; kullanıma bağlı sorumluluklar ise
malı kiralayana ait olacaktır” dersek, bu söz yanlış söylenmiş olmayacaktır.134Diğer taraftan
kiracı konumundaki kredili müşteri için elde olmayan sebeplerden kasıt; unutma, gecikme,
yanılma gibi kendi hatasından değil de konu ile ilgili diğer kişilerin hata ve kusurundan
meydana gelen zararlardır ki, kendi elinde olmayan bu zararlardan kiracı elbette sorumlu
olmayacaktır. Müşteri icâre akdiyle söz konusu malı, adeta malik vasfıyla finans kurumunu
temsilen aldığından, malın kullanıma hazır hale getirilmesi dahil, malın teslimine kadar oluşan
her türlü risk ve sorumluluktan bizzat kendisi mesul olmaktadır. Hatta üreticinin malı geç teslim
etmesi, nitelik, nicelik uyumsuzluğu, mala ait kusurlar vs. durumlardan bile kiracı sorumlu
tutulmakta olup, İslami Finans kurumu burada hiçbir sorumluluk kabul etmemektedir. Malın
kötü ve hor kullanımından doğan zarar ve masraflar da, doğal olarak kiracıya ait olmaktadır.

132 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.97
133 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, s.141
134 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.97
.

99
3-) Maldan Doğan Mülkiyetin Özellikleri; İcâre akdinde kiralama sözleşmesi süresince, malın
mülkiyetinin İslami Finans kurumunda kalması önemli olmaktadır. Sözleşme süresi bittiğinde
malın mülkiyeti malı kiralayan müşteriye geçecek olsa da; sözleşme süresince mülkiyet yinede
ilgili finans kurumunda kalmaktadır. Kiralayan konumundaki kredili müşteri ise; malın
zilyedi135 yani elinde bulunduranı hükmündedir. Dolayısıyla kiracı malın zilyedi olma sıfatıyla,
söz konusu malı hibe etme, başkalarıyla ortaklaşa kullanma, yeniden kiraya verme gibi
eylemlerde bulunamayacağı gibi, malın sahibi olan kiralayan konumundaki İslami Finans
kurumunun izni olmaksızın söz konusu mal bir başka bir yere dahi taşıyamaz.136
4-) Malın Tesliminden Doğan Özellikler; Malı kiralayan konumunda olan kredili müşteri,
kiralama sözleşmesi süresince malın sahibi olan İslami Finans kurumunun temsilcisi
konumunda olduğundan, temsilci sıfatıyla satıcıdan malı teslim almaktadır. Kiracının malı,
satıcı firmadan İslami Finans kurumu adına teslim aldığı andan itibaren, hukuken ve sözleşme
gereğince mal kiracıya teslim edilmiş kabul edilmektedir. Dolayısıyla teslim ile birlikte ilgili
mal kiracıya devredilmiş olduğundan, mala gelebilecek her türlü zarar ve ziyanı karşılama
sorumluluğu da kiracıya geçmiş olacak ve bunları kiracı yüklenmiş olacaktır.137 Yani kiracının
sorumluluğu, malı satıcıdan teslim aldığı andan itibaren başlamaktadır. Yukarıda belirtildiği
üzere kiracının İslami Finans kurumuna; geç yada sorunlu teslim yada teslim etmeme gibi, mal
tesliminden kaynaklanan sorunlarla ilgili herhangi bir talep hakkı bulunmamaktadır.
5-) Sözleşmenin Sahip Olması Gereken Özellikler; İcâre akdi “kira sözleşmesi” olarak
isimlendirilmekte olup, İslami Finans kurumu kiralayan, kredili müşteri ise kiracı hükmündedir.
İcâre akdi kiracının amacına uygun olarak, noter vasıtasıyla düzenlenmekte, kiralamaya konu
olan mal; patent ve fikri haklar hariç her türlü taşınır mallar ve menfaâtleri içermektedir. İcâre
sözleşmesinde her şeyden önce; kiralama dönemi ve kiralama süresi, kiralanan varlığın ne
amaçla ve ne şekilde kullanılacağı açıkça belirtilmelidir. Kiralanan varlığın hangi amaçla
kullanıldığının sözleşmeye yazılması, kiracının sözleşmede geçen amaçlar dışında kiralanan
malı kullanamayacağı hükmünden hareketle önem arzetmektedir. İlgili sözleşmede kira
bedelinin de açıkça yazılmış olması, icâre sözleşmesi sona ermeden tek taraflı olarak ilgili kira
tutarının artırılmayacağı kuralı nedeniyle ısbat açısından önemli olmaktadır. İcâre akdi
süresince, kiracı müşterinin sözleşmeye aykırı davranması, kira taksitlerini zamanında
ödememesi halinde; finans kurumu kira borcunu tahsil ederek, ilgili mala el koyabilmektedir.

135 NOT: [Zilyet Nedir? Sahibi kendisi olsun olmasın, bir malı kullanmakta olan ve uzun süre bu malı elinde
bulunduran demek olup, zilyetlik hukuki açıdan; mülk sahibi olmanın dışında bir anlam ifade etmektedir. Zilyet hukuki
olarak; söz konusu maldan yarar sağlamak üzere, o malı fiilen elinde bulunduran gerçek ve tüzel kişilerdir olmaktadır.]
136
Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.141
137
Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, S.a.g.e., s.141

100
6-) Giderlerin Ödenmesindeki Prosedürün Özellikleri; Yukarıda belirtildiği üzere malın satıcı
tarafından kiracıya teslimi gerçekleştiği andan itibaren, kiracının elinde olmayan sebepler hariç
olmak üzere ilgili mala ilişkin; cins, vasıf, teslim, taşıma, çevreye verdiği zarar vs. sebeplerden
doğabilecek riskler ile bu malın kullanımı sırasında oluşan bakım, onarım, vergi, ücret, ceza,
diğer masraflar, her türlü yükümlülükler doğrudan kiracıya ait olmaktadır. Sahiplikten doğan
bütün sorumlulukların kiraya veren tarafa, kullanıma bağlı sorumlulukların ise malı kiralayana
ait olduğu icare akdinde; sigorta hususu da önem arzetmektedir. Kiralama akdinde malını icâre
akdiyle kiralayan İslami Finans kurumu; kiracının istediği bir sigorta şirketinde, masraflar
kiracıya ait olmak üzere, kiralamaya konu olan malın sigortasını yaptırması zorunlu olmaktadır.
Belirtilen durumlar haricinde, müşterinin sözleşmeye aykırı davranması, taksitleri aksatması
hallerinde ise; bankanın ilgili mala el koyması durumunda, kiracı ilgili malın kullanımından
mahrum olmasına rağmen, geçen süre içerisindeki kira ödemesinden sorumlu olmaktadır.138
Bilindiği üzere İslami Finans kurumlarının “İcâre Akdi” uygulamasının faizli
bankalardaki karşılığı “Finansal Kiralama/Leasing” olmaktadır. Bu iki yöntem uygulanış
yönünden bir takım faklılıkları bünyesinde barındırmaktadır. İslami Finans kurumlarının icâre
akdiyle gerçekleştirdiği kiralama uygulamasının ile faizli bankaların leasing sözleşmesiyle
gerçekleştirdiği kiralama uygulamasından ayrıldığı beş temel nokta bulunmaktadır. Bunlar; 139
1-) İslami Finans kurumu, kiraya verdiği maliki olduğu varlığa kiralama süresince sahip
olmaktadır. Mülkiyetin devriyle sonuçlanan kiralama akitlerinde dahi, mülkiyetin sözleşme
süresi boyunca İslami Finans kurumunda kalması önem arzeden bir konu olmaktadır.
2-) Kredili müşteri konumundaki kiracının, ödemelerinde temerrüde düşmesi yada bir süre
geciktirilmesi halinde, İslami Finans kurumu prensip olarak faiz işletmemektedir. Yukarıda
belirtildiği üzere, aksatılan ödemenin boyutuna göre İslami Finans kurumu, geçen sürede kira
almak koşuluyla, kiralanan varlığa bir süreliğine el koyarak, onu maldan mahrum etmektedir.
3-) İcâre akdinde kiralama ve dolayısıyla kiracının sorumluluğu, sözleşmenin akdedilmesi ile
değil, kiraya konu varlığın satıcı tarafından kiracıya teslimiyle başlamaktadır.
4-) İcâre akdinde, kiraya verilen varlığın kullanımına ilişkin amaç, usul ve şartların sözleşmede
açıkça yazılması, kira tutarının değiştirilmemesi ve malın amaç dışında kullanılamaması gibi
yukarıda bahsedilen konular nedeniyle özellikle önem arzetmektedir.
5-) Mülkiyetin devriyle sonuçlanan kiralama akitlerinde, şayet mülkiyet sözleşme süresi
sonunda kiracıya geçecekse, söz konusu devir için de ayrıca bir satış sözleşmesi yapılarak
gereken şartların belirlenmesi, icâre akdinin taşıması gereken özellikler arasında olmaktadır.
138 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, S.a.g.e., s.142
139 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.161

101
“İcâre Yönteminin” Sahip Olduğu Üstünlükler ve Sektöre Sağladığı Avantajlı Yönler Şunlardır;
1-) Aracı Kurumsuz Doğrudan Yapılabilme Üstünlüğü; Çalışma genelinde belirtildiği üzere,
piyasa uygulamalarına bakıldığında giderek artan oranda ve çok sık kullanılmakta olduğu
görülen icâre (finansal kiralama-leasing) yöntemi, faizle çalışan geleneksel bankaların 5411
sayılı bankacılık kanununda geçen hükümler sebebiyle doğrudan uygulayamadıkları bir yöntem
olup; faizli geleneksel bankalar ancak bünyelerinde açtıkları bir takım aracı kurumlar yada
leasing şirketleri vasıtasıyla söz konusu leasing yada finansal kiralama işlemini
gerçekleştirebilmektedirler.140 Bilindiği üzere İslami Finans kurumları, fazili bankaların yaptığı
bankacılık faaliyetlerinin tamamına yakınını gerçekleştirmekte olup; faizli bankaların
gerçekleştiremediği birçok işlemleri de yaparak, bu yönüyle faizli bankalara önemli bir
altarnatif olmaktadır. Faizli bankaların yaptığı tüm işlemleri aşağı yukarı gerçekleştirmesinin
yanısıra, yine ilgili faizli bankaların doğrudan değil de kurudukları şirketler vasıtasıyla
gerçekleştirdikleri sigortacılık, takas, finansal kiralama (leasing), factoring vs. faaliyetlerini
doğrudan bünyesinde gerçekleştirmekte olan İslami Finans kuruluşları; bu açıdan sektörde
üstün bir konuma sahip olmakta, belirtilen nedenlerden dolayı finans sektörüne derinlik ve
çeşitlilik sunmaktadırlar. Ayrıca yapısı gereği faizden uzak bir duruş sergileyen İslami Finans
kuruluşları; faizle ilgili olmayan işlemler konusunda faizli bankalara altarnatif olurken, diğer
yandan faizli bankaların yapamadıkları kimi işlemleri de gerçekleştirerek finans sektörünün bir
bakıma tamamlayıcısı ve destekçisi olmaktadırlar.
2-) Muhtemel Risklere Karşı Koruyuculuk Üstülüğü; Yukarıda belirtildiği üzere İslami Finans
kurumlarının üretim ve ticaretin finansmanına yönelik olarak kullanmakta oldukları birçok
yöntem bulunmaktadır. İlgili yöntemlerden murâbaha ve İcâre akitlerinin birçok yönden
birbirine benzediği ancak ayrıldıkları noktaların da olduğu çalışma genelinde belirtilmiş
bulunmaktadır. İlerleyen bölümlerde ayrıntısına değinilecek olmakla birlikte, murâbaha ve icâre
akdi karşılaştırıldığında; icâre akdinin sahip olduğu prensipler nedeniyle karşılaşılması
muhtemel risklere karşı İslami Finans kurumlarını, daha fazla koruduğunu söylemek, elbette
yanlış olmayacaktır. Her şeyden önce icâre akdinde, kredili müşteriye daha önceden haber
vermek şartıyla kira tutarları vadeler sonraki aylara kaydırılmakta yada değiştirilebilmektedir.
Kiranın neye göre ve hangi arlıklarla değiştirileceği konusunda müşteriyle birebir mutabık
kalınarak yapılan bu esnetmeler; hem kredili müşteri hem de finans kurumunu oldukça fayda
sağlamakta olup, herhangi bir esnetmenin bulunmadığı murâbaha yöntemine göre “İcâre
Akdi”nin daha üstün ve kullanışlı bir yöntem olduğunu ortaya koymaktadır.

140 Uçar Mustafa, Türkiye’de ve Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, S.a.g.e., s.143

102
3-) Ödenmeme Riskine Karşılık Nakde Çevrilebilme Üstünlüğü; Geleneksel bankacılık dilinde
“Seküritizasyon” olarak tabir edilen, uzun vadeli taksitlere dayanan alacakların likit değerlere
çevrilmesi işlemi; “Finansal Kiralama-Leasing” işlemleri için de getirilmiş kanunen tanınan bir
hak olmaktadır.141 İslami Finans kurumlarının da 19.10.2005 tarih 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu ile kesin bir şekilde banka hükmüne kavuşturulması nedeniyle kullanmakta oldukları
icâre akitlerinin belirtilen “menkul kıymetleştirme-seküritizasyon” hakkından yararlanmasına
ve bu doğrultuda finansal kiralamaya konu olan malın likit değere çevirilmesine olanak
tanımaktadır. Bahsi geçen kolaylık ve yöntemin sahip olduğu esnek ve kullanışlı yapı nedeniyle
İslami Finans kurumu; müşterinin kira borçlarını ödememe riskine karşı, sahip olduğu malı bu
yolla daha kolay bir şekilde nakde çevirebilecektir. Buna karşılık murâbaha işleminde; mala
ilişkin borçlarının ödenmeme riskine karşılık İslami Finans kurumunun mal üzerinde sadece
rehin koydurma hakkının bulunmasının, bunun haricinde herhangi bir yaptırım ve gücünün
bulunmayışının; işlemleri zorlaştırdığı, hukuksal prosedürlerin uzamasına neden olduğu,
işlemlerin karmaşıklaştırdığı, hatta ödeme güçlüğü içerisinde bulunan müşteriden borcun tahsil
edilmesinin imkansızlaşmasına kadar varan olumsuzluklara yol açtığı çalışmanın ilgili
bölümlerinde defaâtle vurgulanmıştır. Hal böyle olunca ödeme ve vadeler hususunda katı
kurallarının yumuşatılması nedeniyle, her iki taraf için daha avantajlı bir kullanım imkanı
sergileyen “İcâre Akdi” daha pek çok alanda sahip olduğu kullanım kolaylığı ve üstün vasıfları
sebebiyle piyasada fazlaca tercih edilen finansman yöntemi olarak her geçen gün yerini
korumakta ve pazar payını gittikçe artırmaktadır.
4-) Vadesinde Ödenmeyen Taksitlere Faiz İşletilmemesi Üstünlüğü; İcâre yönetmi dahil olmak
üzere İslami Finans kurumunun kullanmakta olduğu tüm yöntemlerde, paradan para kazanma
prensibi söz konusu olmadığından faiz diye bir anlayışın olmaması elbette doğal
karşılanmalıdır. İslami Finans kurumu İcâre Akdi ile her şeyden önce paradan para kazanma
değil, kiralama yoluyla mal kullandırımından kaynaklanan ticaretten para kazanılmaktadır.
Finans kuruluşu ister elindeki malı müşteriye satmadan sadece kiralasın, isterse müşterinin
istediği malı satın alarak belirli süreliğine kiralayıp daha sonra üzerine bir miktar kâr ekleyerek
satsın ortada bir ticaret söz konusudur ve ticarette de doğal olarak kâr asıl olmaktadır. Yalnız
İslamın müsaade ettiği malların ticaretinin yapılması, vadesinde ödenmeyen taksitlere faiz
işletilmemesi İslami Finansın temel prensibi olup; icâre akdinde ödenmeyen borçlar hususunda
diğer yöntemlere nazaran “nakde çevirme-mala el koyma-vadeyi esnetme-borcu ileriye alma”
gibi esnek seçeneklerin bulunması, kredinin geri dönüşünü destekleyen bir üstünlük olmaktadır.

141 http://www.finansofisi.com/sekuritizasyon-menkul-kiymetlestirme-nedir/ [Erişim Tarihi: 01.09.2016]

103
5-) Taksitlendirme ve Vadelerde Esneklik Sağlama Üstünlüğü; İcâre akdinin en önemli
özelliklerinde biri, yukarıda belirtildiği üzere diğer yöntemlere nazaran, fiyat aynı kalmak
üzere, karşılıklı mutabakatlar sonucu kira taksitleri ve ödeme seçeneklerinde, müşterinin lehine
olacak şekilde bir takım esnetmelerin söz konusu olabilmesidir. Orta ve uzun vadeli bir
fiansman yöntemi olan icâre akdinde; hedef müşteri kitlesinin uzun vadeli sözleşmelerle ortak
olduğu düşünülürse, sürekli değişen ve gelişen piyasa ortamında, beklentilerin de değişmesi
doğal karşılanmalıdır. Kullandığı krediyle çoğunlukla uzun vadeli üretim sürecine giren kredili
müşteri, değişen şartlarla karşılaştığında bu durumdan ancak sözleşmeyi iptal ederek
kurtulabilecektir. Oysa zor durumda olan bu tür işletmelerin kaybedilmesinden ziyade
kazanılması, onlara esnek seçenekler sunulması toplumsal açıdan daha önemli olmaktadır. 3226
sayılı Finansal Kiralama Kanunun 7.maddesine göre her ne kadar kiralama sözleşmesi 4 yıldan
az olamaz şeklinde bir madde bulunsa da; söz konusu sürenin genel olarak 1 yıl olarak
gerçekleştiği, kalan 3 yıla ise sembolik ödemelerin bırakıldığı, ödemelerin ise müşterinin
kaynak durumuna göre taksitli değilde, bazen toplu şekilde ödeme kabul edilebildiği bu
yöntemle ilgili olarak piyasa koşullarında karşılaşılan uygulamalardan olmaktadır.
6-) Yatırımcıya Her Açıdan Destek Olma Avantajı; Nakit sıkıntısı nedeniyle normal kiralama
metodunu seçerek, faaliyetlerinin finansmanı için ihtiyaç duyduğu mevcut bir malın kullanım
hakkını belirli bir süreliğine elinde bulunduran kredili bir müşteri, faaliyetlerinden yeteri kadar
kazanç sağlayıp durumunu düzeltince kullanmış olduğu bu malı satın almak isteyebilmektedir.
Diğer yöntemlerde olmayan ancak icâre akdinde var olan bu sistemle, zaten kaynak ihtiyacı
içerisinde ve zor durumda olan müşteri, kiralamaya dayalı uzun vadeli finansman tekniği ile bir
taraftan durumunu düzeltmek ve kâra geçmek için zaman kazanmakta olup; diğer taraftan
kullanmış olduğu makine ve ekipmanı kazancı nisbetinde mülkiyetine geçirebilme hakkını
elinde bulundurmaktadır. İcâre akdine taraf olan kredili müşteri, normal kiralamamı yoksa
mülkiyetle sonuçlanan kiralamamı yapacağına baştan karar verebileceği gibi kiralama faaliyeti
sürecinin sonunda da karar verebilmektedir. Diğer taraftan esnek kullanım koşulları ve vadeler
nisbetinde rahat bir çalışma ortamı edinen kredili müşteri yukarıda belirtilen avantajların da
birlikte düşünülmesiyle bireysel olarak birçok faydayla karşı karşıya kalmaktadır. Belirtilen
avantajlara ilave olarak, çalışma genelinde belirtildiği üzere, çoğunlukla uzun vadeli olarak
düzenlenmekte olan icâre akdinde fiyat gibi kriterler sözleşmenin başında belirlediğinden,
ilerleyen dönemlerde alınan ekonomik kararlar, enflasyon, faiz, kur farkı gibi olumsuzluk
ortaya çıkaracak bir takım dalgalanmalara karşı işletme bir bakıma kendisini garantiye
almaktadır. Çünkü geçen süre içerisinde bunlar değişse de, sabitlenen fiyat değişmeyecektir.

104
7-) Kiralama Maliyetinin Düşük Olması Avantajı; İcâre akdine (finansal kiralama) konu olan
mal, sözleşme son buluncaya kadar İslami Finans kurumunun mülkiyetinde kalmakta olup, bir
bakıma bu vasfıyla ilgili yöntem kredili müşteriye nispeten garantili bir kullanım sunarak
maliyet avantajı oluşturmaktadır. Orta ve uzun vadeli bir kredi seçeneği olan icâre akdi, kanun
kapsamında en az 4 yıllık bir süre için düzenlenmekte olduğundan, kredilendirmenin ilk yılı ile
son yılları arasındaki maliyetler diğer bir deyişle kira tutarları sabit olduğundan; enflasyon, kur
farkı ve fiyat artışlarından etkilenmeyerek müşteriye düşük bir kaynak kullanım olanığı
sunmaktadır. Daha önceden bahsedildiği üzere yapılan icâre akitlerinde; her nekadar taksitler ve
vadeler esnetilmekte ise de, sözleşmenin hazırlanama aşamasında fiyat tek seferde tesbit
edilmekte olup, bir daha bu fiyatta artırma yada azaltma yapılamamaktadır. Bu yöntemdeki
sözleşme diğer yöntemlerden farklı olarak “Noter Tasdikli” yapıldığından, sözleşmenin ana
unsurlarında herhangi bir değişiklik söz konusu olamamaktadır. Haliyle sözleşmenin sabit
olması ve fiyatların bir seferde belirlenip adeta dondurulması, dalgalı seyir izeleyn ekonomik
koşullar düşünüldüğünde firmaya rahat bir ortamda likidite oluşturma fırsatı sağlamaktadır.
8-) Kârlılık ve Vergi Yönünden Sahip Olunan Avantajlar; Geleneksel (Faizli) bankalardaki
kredilendirmelerde devlete ödenmekte olan K.K.D.F (Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu) ve
B.S.M.V.(Banka ve Sigorta Muamele Vergisi) yerine, İcâre Akdi (Finansal Kiralama-
Leasing)’nde sadece düşük oranlı KDV ödemesi söz konusu olmaktadır. İslami Finans
kurumları; kanun gereği kiralama işlemini doğrudan kendi bünyelerinde yapmaları sebebiyle,
sektörde bu konuda aktif bir rol üstlenmektedirler. Hal böyle olunca faaliyetleri içerisinde
önemli bir yekün teşkil eden icâre işlemine yönelik olarak devlet tarafından belirlenen vergi
oranları İslami Finans kurumlarını doğrudan etkilemektedir. Çalışma genelinde belirtildiği
üzere, daha önceden yükseltilen ilgili KDV oranının 2011 tarihinde tekrar %1’e indirilmiş
olması, İslami Finans kurumlarını oldukça rahatlatmış bulunmaktadır. Faaliyetleri içerisinde
önemli bir yekün teşkil eden finansal kiralamaya ilişkin, devletin attığı kolaylaştırıcı adımların
daha da genişletilmesi, piyasanın lokomotifi olan KOBİ’lerin finansmanında önemli bir yere
sahip olan İslami Finans kurumlarının geleceği açısından önem arzetmektedir. Diğer yandan
bilindiği üzere menkul ve gayri menkul varlıklardan finansal kiralamaya konu olanlar sadece
amortismana tabi olan varlıklar olacağından ve bu varlıklara ait kira tutarları da işletmeler
tarafından doğrudan gider yazılacağından, işletmelerin bilançolarında vergi sonrası kârlar daha
yüksek görülecektir. Yani bu durum işletmeyi kâra geçirme ve ilave kaynak temini sağlama
yönünden işletmeye; işletmelerin toplu halde üretim ve istihdam sağlama fonksiyonu yönünden
ise ülke ekonomisine büyük faydalar sağlayıp, bireysel ve toplumsal refahı desteklemektedir.

105
İCÂRE İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-29]

İcâre akdini özetleyen yukarıdaki şemada; toplam üç taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-)
Tedarikçi Firma (Satıcı veya Üretici-1.Satıcı), 2-) Kiralayan (İslami Finans Kurumu-1.Alıcı-
2.Satıcı), 3-) Kiracı (Kredili Müşteri-2. Son Alıcı)’dır. İcâre Akdinde adı geçen tarafları kısaca
açıklayacak olursak; 1-) Birinci Satıcı-Tedârikçi; Diğer adı “Üretici yada Satıcı Firma-Birinci
Mâlik”tir. İcâre akdindedi yeri “Birinci Malik” konumundadır. Faaliyetlerinin finansmanı için
gereksinim duyduğu malı, önceden bir araştırma yaparak almaya kesin bir şekilde karar veren
kredili müşteri; söz konusu malı ilk önce satıcı firmadan görür ve beğenir ve ardından bu
talebini finans kurumuna iletir. İşte müşterinin ilk anda görüp beğendiği ve almaya karar
verdiği malın ilk sahibi olan yada söz konusu malın ilk satıcısı yada üreticisi olan tarafa icâre
akdinde; “Tedarikçi-Üretici-Satıcı Firma” adı altında “Birinci Malik” denilmektedir. 2-) Birinci
Alıcı-Kiralayan-İkinci Satıcı; Diğer adı “Kiralayan-İslami Finans Kurumu-İkinci Mâlik”tir.
İcâre akdinde kendisine “Âcir-İkinci Malik” denilmektedir. Faaliyetlerinin finansmanı için
ihtiyacı olan malı tesbit edip, satıcı firmayla iletişime geçerek almaya karar veren kredili
müşteri; elinde yeteri kadar kaynağı olmadığından yada kendisine daha ekonomik geldiğinden
İslami Finans kurumuna giderek, söz konusu varlığın önce satın alınmasını ardından belirli bir
süreliğine kendisine kiralanmasını talep edebilmektedir. İşte bu aşamada devreye girmekte olan
İslami Finans kurumu; kredili müşteri ile satıcı firma arasında bir çeşit aracılık vazifesi gören,
kredili müşterisinin ihtiyaç duyduğu malı bizzat satın alarak malın resmen maliki konumuna

106
yükselen, ardından sahibi bulunduğu malı kendisinden talep eden kredili müşterisine kiralayan
taraf olmaktadır. Belirtildiği üzere, ilerleyen zamanlarda söz konusu mülkiyet, kiralayan
konumundaki kredili müşteriye geçebilmekte olup, bunun için tarafların ayrıca bir sözleşme
yapmaları ve malın devrini gerçekleştirmeleri gerekmektedir. 3-)Kiracı-İkinci (Son/Nihâi)Alıcı;
Diğer adı “Kiracı-Kredili Müşteri-Son Mâlik”tir. İcâre akdinde kendisine “Müstecir-Üçüncü
(Son) Malik” denilmektedir. Yatırımlarının finansmanı için akde konu mallar içerisinde
çoğunlukla makine, ekipman vs gibi valıklara ihtiyaç duyan ancak gerekli birikimi
olmadığından yada daha ekonomik bulduğundan ihtiyacını kiralama yoluyla gerçekleştirmeyi
düşünen ve bu niyetle İslami Finans kurumuna giderek “İcâre Akdi” yapmaya karar veren
yatırımcı taraftır. Kiracı konumundaki söz konusu kredili müşteri, ilk başta yeteri kadar
sermayesi olmadığı için akde konu olan menkul yada gayrımenkulü kiralamayı düşünmüş olsa
da, ilerleyen zamanda faaliyetlerinden yeteri kadar gelir elde edip kaynak oluşturduğunda, söz
konusu kiraladığı malı mülkiyetine geçirmeyi, finans kurumundan talep edebilmektedir. Bu
durumda söz konusu finans kurumu, kiracı konumundaki kredili müşteri ile yeni bir sözleşme
yaparak, ilgili varlığın devrini gerçekleştirirse, kiracı konumundaki ilgili müşteri söz konusu
varlığın gerçek sahibi başka bir deyişle “Üçüncü (Son) Malik”i konumuna yükselmiş olacaktır.
İcâre Akdi’nin tarafları kısaca özetlenmiş olup, aşağıda işlemin yaplış aşamaları yer almaktadır;

KREDİ MÜŞTERİSİNİN “İCÂRE” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-30]

107
Yukarıda İcâre Akdi’ne taraf olan kişi ve kurumların kimler olduğu, söz konusu kişi ve
kurumların yapılan akitteki rollerinin neler olduğu, ilgili kişi ve kurmların birbirleri arasındaki
ilişkilerin ne şekilde gerçekleştiği kısaca özetlenmiş olup; gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri
maddeler halinde daha ayrıntılı olarak tekrar edecek olursak; 1-) Kiracı ve Satıcının Anlaşması;
İcâre Akdini ilk başltan kişi, faaliyetlerinin finansmanı için kaynak ihtiyacı içerisinde olan
ancak imkanı olmadığı için bunu faizsiz faaliyette bulunan İslami Finans Kurumları aracılığıyla
gerçekleştirmek isteyen yatırımcı konumundaki kredili müşteri yani “Müstecir” olmaktadır.
Yatırımcı konumundaki kredili müşteri ilk önce ihtiyacı olan mal hakkında kısa bir araştırma
yaparak, hangi özelliklerde mal alacağını tesbit eder. Ardından bu malı hangi satıcı yada
üreticiden alacağına karar veren müşteri, satıcı yada üretici firmayla fiyat pazarlığı yaparak bir
ön anlaşma gerçekleştirir. Kredili müşterinin anlaşmış olduğu, ihtiyacı olan malın üreticisi yada
satıcısı olan firma malın ilk satıcısı olan “Birinci Malik”i hükmündedir. 2-) Kiracının İcâre
Akdi Talebi; Yatırımcı konumundaki kredili müşteri, gerekli tetkikleri yapıp fiyat konusunda
satıcı yada üretici firmayla mutabakata vardıktan sonra, İslami Finans kurumuna giderek
beğendiği malın “İcâre Akdi” vasıtasıyla kendisine kiralanmasını talep eder. İslami Finans
kurumu burada “Acir” yani yapılan işlemlere aracı olan taraf olmaktadır. Bunun üzerine İslami
Finans kurumu; kiralama yoluyla kredilendirilmek isteyen müşterisi ile “malın fiyatı, akdin
tarafları, kira taksitleri, vade” dahil olmak üzere birçok seçeneğin içerisinde bulunduğu “İcâre
Akdini” hazırlar ve karşılıklı mutabakatta bulunmak üzere tarafları bir araya çağırır. Daha
önceden hazırlanmış akit ve tarafların hazır bulunduğu bir ortamda, noter de davet edilerek, hep
birlikte imza edilir. Yalnız burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus vardır ki; icâre
akdi diğer akitlerden farklı olarak taraflarca imzalanmış alelâde bir kağıt parçası değildir, bütün
tarfların hazır bulunarak imzaladığı “Noter Tasdikli” bir sözleşmedir. Bu nedenle fiyat gibi bir
seferde belirlenen hususların bir daha değiştirilmesi mümkün olmamaktadır. 3-) Malın Satın
Alınarak Kiralanışı; İslami Finans kurumu taraflarca noter tasdikli bir sözleşme yaptıktan sonra,
malın üreticisi yada satıcısı ile bağlantı kurarak söz konusu malı bizzat satın alır. İslami Finans
kurumu malı bir fiil mülkiyetine geçirdiğinden burada ilgili malın “İkinci Malik”i olmaktadır.
Orta veya uzun vadeli olarak gerçekleşen icare akdinde; malın taksitleri ödenip vadesi dolunca,
gelen talep üzerine kredili müşterinin mülkiyetine devredilebilmektedir. Kredili müşteri
konumundaki yatırımcı, İslami Finans kurumundan böyle bir talepte bulunursa, kendisi ile
karşılıklı mutabakat halinde yeni bir sözleşme tesis edilerek devir işlemi gerçekleştirilecektir.
Şayet kredili müşteri kiraladığı malın mülkiyetine geçmesini talep ederse ve şartlarda
gerçeleşirse; bu durumda söz konusu kredili müşteri malın “Üçüncü (Son) Malik”i olacaktır.

108
“İcâre Yönteminin” Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdıkları Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Orta ve Uzun Vadenin Getirdiği Belirsizlikler; Bilindiği üzere icâre akdi, orta ve uzun
vadeli olarak düzenlenmekte olan bir akittir. Sözşleşme süresinin uzun olması, ilgili süre
içerisinde gerek kredili müşteri gerekse İslami Finans kurumunun şartlarında bir takım
değişikliklerin meydana gelmesi sonucunu çıkarabilmektedir. Haliyle uzun süre içerisinde
tarafların birbirine kolaylık tanımaması durumunda, tesis edilen sözleşmeler bazen iptal
edilerek neticelendirilebilmektedir. Sektörde özellikle KOBİ’ler gibi ekonominin lokomotifi
olan firmalarla çalışıldığı düşünülürse, başlanılan prejelerin basit işlemler yüzünden iptal
edilmesi, gerek firmalar gerekse ülke ekonomisi açısından da kötü sonuçlar doğurabilmektedir.
2-) Mevcut Esnetmelerdeki Kanun Dışılık; Çalışma genelinde belirtildiği üzere icâre akitleri;
3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunun 7.maddesine göre her ne kadar 4 yıldan az
düzenlenememektedir. Ancak uygulamada düzenelemenin aksine; sürenin genel olarak 1 yıl
olarak gerçekleştiği, kalan 3 yıla ise sembolik ödemelerin bırakıldığı, ödemelerin ise müşterinin
kaynak durumuna göre taksitli değilde, bazen toplu şekilde ödeme kabul edilebildiği
görülmektedir. Uzun vadenin getirdiği belirsizlikler nedeniyle, yapılan sözleşmelerin vadesinin
belirtildiği şekilde kısaltılması, ödemelerin bazı aylarda alınmayıp diğer aylarda toplu olarak
tahsil edilmesi her nekadar piyasa uygulamarında görülse de bunlar aslına kanuna aykırı şekilde
yapılmaktadır. Bu nedenle düzenlemelerin piyasa şartlarına göre yeniden ayarlanmalıdır.
3-) Satıp-Geri Kiralama Akdinde Yaşanan Sıkıntılar; İcâre akdinin çeşitleri anlatılırken
değindiğimiz söz konusu akit, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca yasaklanması nedeniyle
ülkemizde uygulama alanı bulamayan, ancak 28 Mayıs 2008 tarihinde hükümetçe getirilen
düzenlemeyle önü açılan bir akit olmaktadır. 2008 yılından itibaren sektörede uygulama alanı
bulan söz konusu akit; İslam fıkhında temeli olmayan tartışmalı satış yani îne satış olarak
görülmektedir. Uygulamada kimin sahip kimin satıcı olduğu konusunda kafa karışıklığına
sebep olan “Sat ve Geri Kirala Akdi”nde; müşterinin nakdî kaynak ihtiyacını giderilmesi
sözkonusu olup; karışıklığa neden olan husuların düzenlemesi önem arzetmektedir.
4-) Ödenmeme Riskine Karşı Malın Geri Çekilmesi; Bilindiği üzere İslami Finans kurumu
ödenmeyen kredi borçları karşısında faiz işletmemektedir. Kredili müşteri konumundaki
kiracının ödemelerinin temerrüde düşmesi yada bir süre geciktirilmesi söz konusu olduğunda,
İslami Finans kurumu faiz yerine bir dizi önelem alamaktadır. Aksatılan ödemenin boyutuna
göre geçen sürede kira almak koşuluyla, kiralanan varlığa bir süreliğine el koyarak onu maldan
mahrum etmek, varlığı nakde çevirmek bu uygulamalardan bazıları olmaktadır. Ancak bu
uygulamalar üretimin durdurulması ve projenin zarar görmesi nedeniye yapıcı olmamaktadır.

109
5-) Teslimde Yaşanan Sıkıntıların Sonuçları; İcâre akdinde kiralamanın ve kiracı olan tarafın
sorumluluklarının başladığı tarih “Teslim Tarihi” olmaktadır. Kiracının söz konusu malı, satıcı
firmadan İslami Finans kurumu adına teslim aldığı andan itibaren, hukuken ve sözleşme
gereğince mal kiracıya teslim edilmiş kabul edilmektedir. Dolayısıyla teslim ile birlikte ilgili
mal kiracıya devredilmiş olduğundan, mala gelebilecek her türlü zarar ve ziyanı karşılama
sorumluluğu da kiracıya geçmiş olacak ve bunları kiracı yüklenmiş olacaktır.142 Yani kiracının
sorumluluğu, malı satıcıdan teslim aldığı andan itibaren başlamaktadır. Hukuki açıdan bir değer
ifade etmesi nedeniyle böylesine önemli olan teslim tarihi hususunda; İslami Finans kurumunun
“geç teslim-teslim etmeme-malda çıkan sorunlar nediyle teslimin gerçekleşmemesi” gibi
hususlarda kesinlikle sorumluluk kabul etmemesi ve tüm riskleri kredili müşteriye devretmesi
uygulamada sorunlar yaşanmasına neden olmaktadır.
6-) Uzun Vadede Sabitlenmiş Fiyatın Sakıncaları; Noter tasdikli olarak yapılan icâre akdinde
bir seferde ve kesin olarak sabitlenmiş fiyat; her nekadar değişen piyasa koşullarında kredili
müşteri açısından olumlu bir avantaj olsa da, bu durum İslami Finans kurumu açısından bazı
gelir kayıplarına neden olabilmektedir. Çünkü projenin orta ve uzun vadeli olması dolaysıyla,
geçen bu süre içerisinde “enflasyon-kur farkı-zamlar-alınan kararlar” gündeme gelebilmektedir.
Hal böyle olunca sahibi bulunduğu malı, uzun vadeli bir kullanıma bağlayan İslami Finans
kurumu artan fiyatlar karşısında, daha düşük bir gelirle karşı karşıya kalabilmektedir. Tüm bu
olumsuzluklara, malın eskiyip yıpranması ihtimali de eklendiğinde İslami Finans kurumları
önemli kayıplar vermektedir ve fiyat belirlenirken bu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.
7-) Vergi Kanunlarındaki Değişikliklerin Sonuçları; Çalışma genelinde belirtildiği üzere İslami
Finans kurumları; ağırlıklı olarak gerçekleştirdikleri finansal kiralama işlemlerinde, kiralamaya
konu olan emtiaya uygulanan KDV oranının devlet tarafından bir ara yükseltilmesiyle, müşteri
portföylerinde bir sorun yaşasalar da, hükümet tarafından söz konusu kanunun geri çekilmesi ve
KDV oranlarının yeniden indirilmesi hususundaki düzeltici kanunlar bu konuda bir rahatlamaya
neden olmuştur. Bilindiği üzere KDV oranları devletçe; “27 Aralık 2011 tarihli Resmi
Gazete’de yayımlanan 2011/2004 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bazı malların Finansal
Kiralama Kanunu kapsamında teslim ve kiralanması işlemlerinde uygulanan KDV oranı %1’e
indirilmiştir. İlgili kanuna ek olarak 01 Aralık 2013 tarih ve 28838 Bakanlar Kurulu Kararı ile
KDV oranı %1’e inen ürünlerin kapsamı genişletilmiştir.”143. İslami Finans kurumlarının
aracısız gerçekleştiridiği önemli kalemlerinden olan finansal kiralamaya ilişkin, devletin attığı
kolaylaştırıcı adımların daha da genişletilmesi, sektör açısından son derece önem arzetmektedir.
142 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, S.a.g.e., s.142
143 http://www.bankasya.com.tr/kobi-kdv-uygulamasi.aspx [Erişim Tarihi: 03.07.2016]

110
8-) Yöntemler Hakkında Devam Eden Fıkhî Tartışmalar; İslam Hukuku (Fıkhı) açısından,
İcaâre Akdinin neredeyse bütün çeşitleri konusunda hâla tartışmalar yoğun bir şekilde devam
etmeketedir. Özellikle “Önce Satıp Geri Kiralama” akdine İslam alimlerinin yoğun bir eleştiri
getirdikleri gözlemlenmektedir. İslamiyetin doğduğu yıllar dahil olmak üzere, yüzyıllardır
uygulanagelmekte olan bu yöntemler arasında hâla bir görüş birliğinin olmayışı; temelini
İslamdan alan İslami Finans kurumlarının olumsuz yönde etkilenmesine ve meydanın faizli
sisteme kalmasına neden olmaktadır. Bu nedenle bu konu tüm İslam ülkelerinin ve dolayısıyla
alimlerinin bir araya gelerek çömesi gereken öncelikli konular arasında bulunmaktadır.
İslamî geçerlilik yani fıkhı yönden; icâre çeşitlerinden olan normal kiralamanın İslami
Finans kurumlarında nadir olarak baş vurulan bir yöntem olduğu, daha çok “Mülkiyetin
Devriyle Sonuçlanan Kiralama” ve “Önce Satıp Sonra Geri Kiralama” akitlerinin kullanıldığı,
tartışmaların da bunlar üzerinde yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. Çünkü normal kiralamada,
satın alınan teçhizatın muhafazası, bakım onarım ve tamiri banka ve finans kurumlarının
gerçekleştirdiği faaliyetler olmamaktadır. Ülkemizde daha çok aracı leasing şirketleri tarafından
gerçekleştirilmekte olan bu işlemler, zor ve külfetli işlemler olmaktadır. Gerek finans kurumu
gerekse müşterinin buradaki amacı, belirli bir süreliğine ilgili maldan faydalanmak olduğuna
göre, bu malları satın alıp muhafaza etmek de gereksiz olmaktadır. İslami Finans kurumlarınca
nadir olarak yapılmakta olan normal kiralama yönteminde, mülkiyet müşteriye geçmediğinden,
finans kurumu kiralama süresi bitiminde kendisine iade edilen malı, satıcı ve üretici firmaya
tekrar iade etmektedir. Fıkhî açıdan tartışmalı olan yöntemlerden olan “Mülkiyetin Devriyle
Sonuçlanan Kiralama Akdi”ne bakılacak olursa; bu konuda tartışmaların daha çok yapılan
satım akdinin geçerli olup olmadığı üzerine olduğu görülmektedir. Çünkü başından beri
kiralama maksatlı bir işlemin hakim olduğu söz konusu yöntemde; ikinci bir sözleşmeyle
devredilecek olan mal ile ilgili olarak ortada gerçek bir alım-satım söz konusu olmamaktadır ve
malın bedeli zaten kira süresi boyunca ödenmiş olduğundan sembolik bir bedel üzerinde
sembolik bir satış gerçekleştirilmektedir. Tartışmaların yoğunlaştığı diğer yöntem olan “Önce
Satıp Sonra Geri Kiralama Akdi”nde ise; nakit talebi karşılanmak istenen müşteriden elindeki
malın satın alınması, aradından aynı müşteriye aynı malın tekrar geri kiralanması söz konusu
olmaktadır ki, bazı fıkıhçılar açısından bu akit “Îne Akdi” yani şüpheli ve tartışmalı akit olarak
nitelendirilmekte olup, bazıları ise mekruh ve câiz görmektedir.144 Tüm bu tartışmalar genel
olarak değerlendirildiğinde kanaâtimce; yapılmakta olan icâre (finansal kiralama) işlemi; her
nekadar kiralama olarak geçse de, aslında bir tür vadeli yada taksitli alım-satım olmaktadır.

144 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.143

111
2.2.2.4.Müşârake (Sermaye Ortaklığı)
Müşârake kavram olarak, ”iştirâk etmek” manâsında kullanılmakta olup; terim olarak,
”bir şirketin sermayesine iştirâk etmek yada katılmak” anlamlarına gelmektedir. ”Şirket’ul
Emvâl” olarak da ifade edilen müşârake;145 iki veya daha fazla kişinin ticaret gerçekleştirmek
ve bu ticaretten elde edilecek kârı bölüşmek üzere kurdukları adi bir ortaklık türü olmaktadır. 146
İslami Finans kurumunun tamamen sermayedar olduğu, girişimci konumundaki kredili
müşterinin ise emeği ile ortak olduğu mudârabe ortaklığından farklı olarak; müşârakede her iki
tarafın sermaye katkısına ilavetan girşimci konumundaki kredili müşterinin ayrıca emeğini
koyması söz konusu olmaktadır.147 Anlaşılacağı üzere bir ortaklık türü olan müşârake akdinde;
her iki taraf da hem sermaye hem de emeklerini koyarak ortaklık tesis edebilmektedirler. İslami
Finans kurumlarının kuruluş amaçları düşünüldüğünde en uygun finansman yöntemi olduğu
görülen müşârake akdinin; tüm tarafların yatırıma finansman sağlaması, zararın tüm ortaklarca
bölüşülmesi, daha gerçekçi bir ortaklık anlayışına sahip olması, genellikle sanayinin
finansmanına yönelik olarak finans kurumu ve müteşebbis işletmelerin birlikte girişecekleri
projelerde kullanılması gibi hususlarıyla ön plana çıktığı görülmektedir.
İslam hukuku’nda ”Şirket’ül İnan” olarak geçen müşârake akdinde; hem sermaye
hemde emek aktif olarak ortaya konduğundan tam bir ortaklık söz konusu olmaktadır. Öte
yandan bu emek ve sermaye paylarının eşit olarak konulması gerekli olmadığı gibi, konulan
sermaye payları eşit olmamasına rağmen sözleşmedeki kâr paylarının oranları sermaye
mitarıyla bağlantılı olmadan tarafların anlaşmasıyla serbestçe belirlenebilmektedir. Diğer bir
deyişle tesis edilen ortaklıkta, sermaye payları eşit olduğu halde kâr payları farklı olabilmekte
yada sermaye payları farklı olduğu halde kâr payları eşit olabilmektedir.148 İslami Finans
sektöründe önde gelen finansman yöntemlerinden olan müşârake akdinde; daha çok belirli bir
yatırımın bazen de ticaretin finansmanı için taraflardan birinin banka konumunda olmak şartıyla
iki yada daha fazla tarafın çoğunlukla tüzel kişiliği olmayan adi ortaklık vasfında bir ortaklık
tesis ettirmektedirler.149 Sözleşme sona erip proje sonuçlandığında şayet sonuç kâr ise
sözleşmede belirlenen oranlarda kârdan pay alınmakta olup; buna karşın faaliyetler sonucunda
zarar meydana geldiği durumlarda ise sadece sermayeye katılım oranının esas alınması söz
konusu olmaktadır.150 Tanımdan da anlaşılacağı üzere ortakların alacakları kârlar sözleşmede
sabit bir miktar olarak değil, yüzde olarak belirlenmekte olup, miktar buna göre değişmektedir.
145 Uçar Mustafa, Türkiye’de ve Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, A.g.e., s.129
146 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.90
147 Takan Mehmet, Bankacılık Teori Uygulama ve Yönetimi, Nobel Kitab Evi, İstanbul, 2001, s.17
148 Akgüç Öztin, 100 Soruda Türkiye’de Bankacılık, A.g.e. s.142
149 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.145
150 Gürdoğan Nazif, ÖFK’ların Fonksiyonları ve Mekanizmaları, Marmara Üniv.Ortadoğu Araşt.Merk.,İstanbul,1988,171

112
Müşârake Akdi kendi içerisinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlar; 1-) Sürekli veya Dâimi Müşârake,
2-) Süreli veya Mülkiyetin Devriyle Sonuçlanan Müşârake’dir. Aşağıda kısaca açıklanmaktadır;
1-) Sürekli veya Dâimi Müşârake; İslami Finans kurumu ile faaliyetlerinin finansmanı için
kaynak desteği talebinde bulunan işletmeler arasında tesis edilen ve ortaklığa konu olan
projenin sonuçlanmasına kadar devam etmesi planlanan ortaklığa “Sürekli veya Dâimi
Müşârake” adı verilmektedir. Bu ortaklık türünde finans kurumu ve işletmeci olmak üzere
toplam iki taraf bulunmaktadır. İslami Finans kurumu, kullandırmayı taahhüt ettiği sermayenin
miktarı oranında işletmenin mülkiyetine yahut hisselerine ortak olur. Böylece girişilen projede
oluşacak kâr yada zarara yada yönetime hissesi oranında katılma hakkını elde eder. Her ne
kadar İslami Finans kurumunun; işletme yönetime katılma hakkı bulunsa da, işletmenin asıl
amacı işletmecilik olmadığından, hesapları inceleme ve denetimde bulunma hakkı saklı kalmak
üzere bu faaliyetleri diğer ortaklara bırakırlar. Bu tür ortaklıkta İslami Finans kurumu, ticaret
yapmayı hedeflemeksizin sadece sermaye desteğinde bulunduğu projenin sonucuna katılmayı
amaçlar. Proje sonucunda elde edilen tahsilattan öncelikle, İslami Finans kurumunun
kullandırdığı sermaye ödenir, daha sonra varsa kâr sözleşmedeki oranlar üzerinden paylaştırılır.
Projenin zarar etmesi durmunda ise; İslami Finans kurumunun zarar dolayısıyla ödeyeceği
bedel, kullandırdığı sermaye ile sınırlı olmaktadır.151 Bu ortaklık türünde; proje gelir getiren bir
yapıya sahipse, sözleşme sona erse bile, taraflar karar alarak süreyi uzatabilirler. Bu nedenle bu
orataklığa aynı zamanda “Sürekli yada Devam Eden Müşarake” adı verilmektedir.152
2-) Süreli veya Mülkiyetin Devriyle Sonuçlanan Müşârake; Diğer adı “Müşâreke-i Mütenakısa”
olan ortaklık türü; adında anlaşılacağı üzere belirli bir süre ile sınırlı olmakta, belirli sürenin
sonunda İslami Finans kurumunun ortaklıktaki haklarını yönetici ortağa devr ederek
ayrılmaktadır. Ortaklığın İslami Finans kurumu açısından belirli bir sürenin sonunda sona
ermesi amaçlandığından bu ortaklık türüne “Süreli veya Mülkiyetin Devriyle Sonuçlanan
Müşârake” adı verilmiştir. Bu ortaklık türünde İslami Finans kurumu özellikle işletmelerin araç,
gereç ve ekipman ihtiyaçların karşılamak üzere daha çok sanayinin finansmanına yönelik olarak
finansal destek sağlamaktadır. Gelen proje teklifler içerisinde en verimli ve kârlı olanı tercih
ettikten sonra, taraflarca anlaşılan oranda semaye desteği sağlayarak projenin mülkiyetine
sermayesi oranında ortak olan İslami Finans kurumu; diğer ortaklık akitlerinden farklı olarak bu
akit türünde projenin belirli aşamasından sonra karşılıklı mutabakat halinde hisselerini kısım
kısım diğer oraklara devrederek projeden ayrılır. Hesapları takip ve denetim hakkı saklı kalmak
üzere, daha çok pasif görev üstlenen İslami Finans kurumu, süreçten çok sonuca katılmaktadır.
151 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.98
152 Özsoy İsmail, Özel Finans Kurumları, A.g.e., s.148

113
Süreli veya Mülkiyetin Devriyle Sonuçlanan Müşârake Akdi”nde İslami Finans kurumuyla
kredili müşteri konumundaki müteşebbis (girişimci) arasında belirli bir süreliğine varolan
ortaklık, aşağıdaki üç çeşitten oluşan yöntemlerden biri takip edilerek sonuçlandırılmaktadır;153
1-) Ayrı Sözleşme Yöntemi; Mülkiyetin devriyle sonuçlanan ortaklık türünde, İslami Finans
kurumunun ortaklığını sonlandırma yöntemlerinde ilki olan ayrı sözleşme yönteminde, gerek
ortaklık gerekse mülkiyetin devri işlemleri için ayrı ayrı sözleşmeler yapılmaktadır. İlgili
yöntem; ortaklık sözleşmesinde ayrı olarak İslami Finans kurumunun ortaklıktaki payını yeni
bir sözleşme yaparak, mevcut ortaklara yada herhangi birine istediği zaman devrederek
ortaklıktan ayrılmasına imkan veren bir yöntem olmaktadır. İslami Finans kurumu söz konusu
yöntemle, mevcut ortağa yada başkasına hisseleri devrederek ortaklıktan ayrılmaktadır.
2-) Gelirden Pay Ayrılması Yöntemi; İslami Finans kurumunun ortaklığını sonlandırma
yöntemlerinde ikincisi olan, gelirin belirli bir oranının devir işleminde kullanılmak üzere
ayrılması yönteminde; İslami Finans kurumu gelirin paylaşılması esnasında şirkette payına
düşen kârdan ayrı olarak, sözleşme esnasında belirlenen miktarı da mülkiyet hakkının devri
karşılığında almaktadır. Söz konusu işlemde ilgili durum, sözleşme esnasında İslami Finans
kurumunun ortaklıktaki payı için tesbit edilen tutar tamamen ödeninceye kadar devam etmekte
olup; işlem sıfırlandığında ise böylece İslami Finans kurumunun ortaklığı da sıfırlanmaktadır.
3-) Hisse Senetli Ortaklık Yöntemi; Ortaklığı sonlandırma yöntemlerinin üçüncü ve sonuncusu
olan, ortaklığın hisse senetleri üzerine kurulması yönteminde; projenin en başta belirli sayıda
hisselere bölünmesi, ortaklığın hisse senetleri üzerine inşa edilmesi söz konusu olmaktadır.
İlgili yöntemde sözleşmeye, İslami Finans kurumunun hisseleri ve bu hisselere düşen kâr-zarar
payının düzenli taksitlerle ödenmesi maddesi eklenmektedir. Söz konusu taksitler ödendikçe,
ortaklıktaki hisselerin kredili müşteri konumndaki girişimci ortakların lehine bir şekilde sürekli
arttığı ilgili yöntemde, son taksidin ödenmesi neticesinde ortaklığa konu olan hisselerin tamamı
İslami Finans kurumundan çıkarak girişimci ortakların mülkiyetine geçmiş olacaktır.
Mülkiyetin devriyle sonuçlanan ortaklık yöntemi; yeni bir ürün, yeni bir teknoloji,
inşaat projeleri gibi ticari hayatın pek çok alanında rahatlıkla kullanılmakta olan bir yöntem
olmaktadır. Uygun arazisi olan anacak, konut yada işmerkezi gibi bina yapımı için gerekli
sermayesi olmayan girşimcilerin sıkça baş vurduğu bu yöntemde; bina tamamlanıp inşa edilince
girişilen ortaklık da bitmekte ve taraflar önceden tesbit edilen oranda paylarına düşen kâr payını
alarak sözleşmeyi sonlandırmaktadırlar. Böylece girişimci ihtiyaç duyduğu sermayeyi temin
ederek, atıl konumda olan arzisini faizli kurumlara bulaşmadan değerlendirmiş olmaktadır.

153
::
Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.99

114
Uluslar Arası İslam Kalkınma ve Yatırım Bankası (International Islamic Bank For
Investment and Development) tarafından; İslami Finans kurumlarının kullanmakta olduğu en
iyi ve en kullanışlı finansman yöntemi “Müşârake Yöntemi” olarak kabul edilmiş
bulunmaktadır.154 Zira diğer bankacılık sistemlerinde bulunmayan söz konusu yöntem; özellikle
sermaye ihtiyacı içerisindeki proje aşamasında bulunan yeni fikir ve teknolojilere büyük
katkılar sağlamaktadır. Günümüzde özellikle A.B.D.’de bu yöntemi kullanarak projelerini
olağan üstü başarılara ulaştırmış pek çok tanınmış firma bulunmaktadır. Örneğin; günümüzde
oldukça başarılar yakalamış bulunan “Google, Yahoo, Amazon” gibi yeni teknoloji şirketleri
başarıları hep bu yöntem vasıtasıyla elde ettikleri sermayeye borçlu olmaktadırlar.
Özellikle az sayıda sermayedarın kaldıramayacağı kadar büyük çapta projelerin
mevcut olması halinde baş vurulmakta olan muşârake akdi, menkul kıymetleştirilebilecek bir
finansman yöntemi olmaktadır. Muşârake akdinde, mevcut projedeki her katılımcıya;
devredilebilir ve ikincil piyasalarda alınıp-satılabilir nitelikte olan ve ayrıca müşterinin mevcut
proje aktiflerindeki payını göstermek maksatlı olarak “muşârake sertifikası” verilmektedir.155
Çalışma genelinde “İcâre Yöntemi- Murâbaha Yöntemi”nin benzer yönlerinin
bulunduğu konusuna değinilmiş olup; diğer taraftan konumuzla ilgili olarak “Muşârake
Yöntemi- Mudârabe Yöntemi”ninde her şeyden önce bir ortaklık yöntemi olarak yine benzer
yönlerinin bulunması dikkate değer konular olmaktadır. Çalışmamamızın değerlendirmeler ve
karşılaştırmalar bölümünde ayrıntısı ile değinilecek olan söz konusu benzerliklerin yanısıra,
ilgili yöntemlerin ayrıldıkları pek çok noktanın bulunması elbette kaçınılmazdır. Müşârake ve
Mudârabe yöntemlerinin ayrıldıkları yönlere kısaca baktığımızda; mudârabe yönteminde kredili
müşteri konumundaki girişimci projeye sermaye yönünden hiçbir katkı yapmamakta sadece
emeğiyle ortak olmaktadır. Proje tamamlanıp zarar ettiğinde ise, emeğiyle projeye ortak olan
kredili müşteri (girişimci); mudârabe akdinde hiçbir şekilde zarara iştirak etmeyerek boşa
harcadığı emeğinin zarara sayılması kâfi gelmektedir. Buna karşılık diğer bir ortaklık yöntemi
olan müşârake akdinde; her iki tarafında sermayeye iştiraki söz konusu olup, proje zararla
sonuçlandığında girişimci dahil bütün ortaklar koydukları sermaye oranında zararı
karşılamaktadırlar. Diğer taraftan muşârake akdinde havuzda birleştirilen varlıklara ve değer
artışlarına ortakların hepsi sermaye payları oranında sahip olurlarken; mudârabe akdinde kredili
müşteri konumundaki girişimcinin aldığı malın mülkiyeti ve bunda oluşan değer artışları
Rabb’ul Mal’a yani dolaylı sermayedar konumundaki İslami Finans kurumuna ait olmaktadır.

154 Abdullah Saeed, Islamic Banking and Interest- A Study Of The Prohibition Of Riba And Its Contemporary
. Interpretation, Leiden, E.J.Brill, 1996, p.62
155 Bulut Halil İbrahim, Er Bünyamin, Mudârabe ve Risk Sermayesi Tekniği, A.g.e., s.62

115
“Müşârake Yönteminin” Geçerliliğini Sağlayan Özellikler Aşağıdaki Şekilde Sıralanabilecektir;
1-) Ortaklığın Kuruluş Şekli ve İçeriği; İslami Finans kurumu, topladığı kaynaklarından
faydalanarak sermayesini değerlendirmek üzere bir şirket kurabileceği gibi, başka gerçek veya
tüzel kişilerle kurduğu ortaklıklar yoluyla da elindeki sermayesini değerlendirebilmektedir.156
İslami Finans kumrunun kendi kaynaklarıyla şirket kurarak bir projeyi yönetmesi “mudârabe
akdi” olarak adlandırılmakta olup, çalışmanın önceki bölümlerinde ayrıntısı ile değinilmiştir.
Ancak İslami Finans kurumu başka gerçek ve tüzel kişilerden oluşan girimcilerle sermayesini
değerlendirmek üzere birleşerek bir ortaklık tesis ettiğinde, bu ortaklık “müşârake akdi” olarak
adlandırılmaktadır ve bu ortaklığın “sürekli yada belirli süreyi içeren” türleri bulunmaktadır.
Yukarıda adı geçen müşârake ortaklık türleri ve koşullarına sözleşmede yer verilmelidir.
2-) Kârpayı Oranlarının Dağılımı; Müşârake akdinde taraflar arasında kârpayı dağılım
oranlarının mutlaka mutabakata varılarak sözleşmede açıkça belirtilmiş olması gerekir. İslam
hukuku açısından sözleşmede kârın dağıtım oranları ile ilgili olarak net bir oran belirtilmemişse
şer’i kurallar gereği sözleşme geçersiz kabul edilmektedir.157 Bilindiği üzere müşârake akdinde;
sözleşme sona erip proje sonuçlandığında şayet sonuç kâr ise sözleşmede belirlenen oranlarda
kârdan pay alınmakta olup; buna karşın faaliyetler sonucunda zarar meydana geldiği
durumlarda ise sadece sermayeye katılım oranının esas alınması söz konusu olmaktadır.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ortakların alacakları kârlar sözleşmede sabit bir miktar olarak
değil, yüzde yani oran olarak belirlenmekte olup, alınacak miktar buna göre değişmektedir.
3-) Oranlar Harici Ödeme Yapılamaması; Müşârake akdinde taraflardan birine yatırım sonucu
ne olursa olsun, önceden sözleşmeyle belirlenmiş oranlar haricinde herhangi bir ödeme
yapılamayacağı gibi herhangi bir düzenleme de yapılamamaktadır. Kâr söz konusu olmuş ise
belirtilen oranlar üzerinden zarar söz konusu olmuş ise sermayeye katılım oranları üzerinden
paylaşılmakta olup; bu maddelerin harici bir ödeme olabilmesi için, ortakların hep birlikte
varacakları mutabakat sonucu oluşturulmuş sözleşmede bunların yer alması gereklidir.
4-) Sözleşmenin Konusu ve Süresi; Müşârake akdi ile tesis edilen ortaklığın iştigal (faaliyet)
konusu, İslami Finans kurumlarının var olan prensiplerine aykırı olmayan bir alanda olması
gerekmektedir. Zira İslami Finans kurumlarının tek dayanağı ve varoluş nedeni ”İslam Dini”
olduğundan, bu konuda oluşan herhangi bir şüphe yada olumsuz bir durum kuruma ve dolaylı
olarak İslam dinine mal edileceğinden, bu konuda çok titiz davranılması önem arzetmektedir.
Diğer taraftan yukarıda belirtildiği üzere, müşârake akdi süreli olarak tesis edilebileceği gibi,
projenin kârlılık durumuna göre var olan süre uzatılıp, süresiz olarak da tesis edilebilmektedir.
156 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.94
157 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.91

116
5-) Ortaklık Yapısı ve Kriterleri; Müşârake akdinde her nekadar yöntem İslam dini esasları
üzerine kurulmuş olsa da; ortakların din, dil, ırk vs. önemli olmadığı gibi İslam dini dışındaki
gayrımüslimlerin de tesis edilen ortaklığa ortak olarak alınmaları mümkün olabilmektedir.
Müşârake akdiyle kurulan ortaklıkta, ortakların dini ve etnik yapısından ziyade; yapılan iş
kolunun İslami kriterlere uygun olması, helâl dairede gerçekleşmesi, projenin verimli ve kâr
getirecek bir yapıda olması tercihte özellikle önem verilen konular arasında bulunmaktadır.
6-) Sermaye ve Kârlılık Yapısı; Müşârake akdinde gerek İslami Finans kurumunun gerekse
diğer ortakların en çok önem verdiği iki unusur; sermaye ve kâr hususları olmaktadır. Tesis
edilen ortaklığa konulan sermaye eşit olmayacağı gibi, dağıtılan kâr da sermaye ile orantılı
olmak zorunda değildir. Bir ortağın koyduğu sermaye az olmakla birlikte, şirketin beyni
konumunda ise ve ağırlıklı işler ondan soruluyorsa pek tabiidir ki bu ortağın alacağı kâr
sermayesine göre fazla olabilecektir. Fakat faaliyetler sonucunda zarar elde edilmişse, önceden
belirlenen kâr paylaşım oranına göre değli, konulan sermaye oranında zararlar üstlenilmektedir.
İslami Finans kuruluşlarının amaçları ve faaliyet yapıları göz önüne alıdığında;
kendileri için en uygun, daha fazla gelir getiren ve daha riskli yöntem olan müşârake akdini
işlevsel olarak incelediğimizde; söz konusu yöntem sayesinde toplumda önemli bir açığın
kapattıldığı, bir çok girişim ve ekonomik faaliyetin finanse edilmesi nedeniyle dolaylı olarak
ülkenin geleceğinde artan oranda ağırlıklı bir yerinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
“Müşârake Yönteminin” Sahip Olduğu Üstünlükler ve Sektöre Sağladığı Avantajlar Şunlardır;
1-) Zararın Ortaklarca Paylaşılması Üstünlüğü; Bilindiği üzere diğer ortaklık yöntemlerinden
olan mudârabe yönteminde kredili müşteri konumundaki girişimci projeye sermaye yönünden
hiçbir katkı yapmamakta sadece emeğiyle ortak olmaktadır. Proje tamamlanıp zarar ettiğinde
ise, emeğiyle projeye ortak olan kredili müşteri konumundaki girişimci; mudârabe akdi yoluyla
ortak olduğu projede hiçbir şekilde zarara iştirak etmeyerek boşa harcadığı emeğinin zarara
sayılması kâfi gelmekte olup, herhangi bir ödemede bulunmamaktadır. Ancak mudârabe
akdinde karşılanan zararla ilgili olarak Rabb’ul Mal yani sermayedar konumundaki İslami
Finans kurumunun zararın tamamını kaşılaması için; kredili müşteri konumundaki mudârib yani
girişimcinin gerçekleşen zararda herhangi bir kasdının bulunmaması gerekmektedir. Buna
karşılık konu başlığımız olan diğer bir ortaklık türü müşârake akdinde ise; her iki tarafın da
sermayeye iştiraki söz konusu olup, proje zararla sonuçlandığında girişimci dahil bütün ortaklar
koydukları sermaye oranında zararı karşılamak zorunda olmaktadırlar. Hal böyle olunca, İslami
Finans kurumu açısından müşârake akdi; daha az riskli olması nedeniyle üstün görülmektedir.

117
2-) Süreli ve Süresiz Türler Arasında Tercih Üstünlüğü; İslami Finans kurumunun müşârake
akdi yoluyla dahil olduğu proje tipi sürekli ortaklık esasına göre kurulabileceği gibi, mülkiyetin
devriyle sonuçlanan ve belirli bir süreyle sınırlı olarak kurulan ortaklık esasına
dayandırılabilmektedir.“Süresiz Ortaklık” türünde; proje gelir getiren bir yapıya sahipse,
sözleşme sona erse bile, taraflar karar alarak süreyi uzatabilmektedirler. İslami Finans
kurumunun; işletme yönetime katılma hakkı bulunsa da, işletmenin asıl amacı işletmecilik
olmadığından, hesapları inceleme ve denetimde bulunma hakkı saklı kalmak üzere bu
faaliyetleri diğer ortaklara bırakırlar. Bu tür ortaklıkta İslami Finans kurumu, ticaret yapmayı
hedeflemeksizin sadece sermaye desteğinde bulunduğu projenin sonucuna katılmayı
amaçlamaktadır. Buna karşın “Süreli Ortaklık” türünde ise; İslami Finans kurumu özellikle
işletmelerin araç, gereç ve ekipman ihtiyaçların karşılamak üzere daha çok sanayinin
finansmanına yönelik olarak finansal destek sağlamaktadır. Gelen proje teklifler içerisinde en
verimli ve kârlı olanı tercih ettikten sonra, taraflarca anlaşılan oranda semaye desteği
sağlayarak projenin mülkiyetine sermayesi oranında ortak olan İslami Finans kurumu; diğer
ortaklık akitlerinden farklı olarak bu akit türünde projenin belirli aşamasından sonra karşılıklı
mutabakat halinde hisselerini kısım kısım diğer oraklara devrederek projeden ayrılmaktadır.
3-) Borçlanma ve Mülkiyet Avantajı Üstünlüğü; Müşârake akdi yoluyla tesis edilen ortaklıkta,
faaliyetler devam ederken borçlanmaya gidildiğinde, borçlanmanın yatırım sermayesini aşması
halinde; ortaklardan dileyen ek sermaye koyarak sermaye artışı sağlayabilmekte, yada diğer
bütün ortakların onay vermesi durumunda bir ortak bu borcun tamamını kapatarak ortaklıktaki
payını da artırabilmektedir. Diğer bir deyişle müşârake akdinde, ortakların borçlanması sınırsız
olmakta ve borcun sermayeyi aşması halinde gerçekleştirilen sermaye artışı ile bu açık
kapatılmaktadır. Buna karşın çalışma genelinde değindiğimiz mudârabe ortaklık tipinde ise
“Rabb’ul Mal’ın yani İslami Finans kurumunun onayı olmaksızın konulan sermaye değerini
aşan bir borçlanmaya gidilememekte ve Rabb’ul Mal konumundaki İslami Finans kurumunun
borçlanması onun koyduğu sermaye ile sınırlı olmaktadır. Diğer taraftan mülkiyet konusuna
baktığımızda; bilindiği üzere müşârake akdinde taraflar mümkün olduğunca kazandıkları
birikimleri ortak bir havuzda toplamakta ve şirket varlıkları üzerinde tarafların mülkiyeti
koydukları sermaye ile sınırlandırılmakta, dolayısıyla havuzda birleştirilen varlıklara ve bu
varlıklardaki değer artışlarına ortakların hepsi sermaye payları oranında sahip olmaktadır.
Mudârabede akdinde ise, varlıklar zaten sermayedarın mülkiyetinde olduğundan kredili müşteri
konumundaki girişimcinin aldığı malın mülkiyeti ve bunda oluşan değer artışları; Rabb’ul
Mal’a yani dolaylı sermayedar konumundaki İslami Finans kurumuna ait olmaktadır.

118
4-) Tarafların Faaliyet Serbesliği Üstünlüğü; Müşârake yönteminde sermaye tüm taraflarca
bölüşüldüğünde, tüm taraflar şirketin sahibi gibi ortak alınan kararlar doğrultusunda yatırım
yapma serbestisine sahip bulunmaktadır. Sermayenin dağılımı eşit olarak gerçekleşmiyor olasa
da tüm ortakların sahiplikte hissesi olduğundan aynı zamanda yönetime ve kararlara katılma
hakları da mevcut bulunmaktadır. Gerçi İslami Finans kurumu yapılan faaliyetlerin
yönetiminde ziyade işlemin sonucuna ortak olduğundan, yönetimde aktif rol almak istemese de;
her zaman şirket kayıtlarını inceleme ve denetim hakkı saklı kalmak üzere, yönetim faaliyetini
diğer girişimci ortaklara devredebilmektedir. Buna karşılık çalışma genelinde değinilen
mudârabe ortaklığında ise, sermayedar İslami Finans kurumu olduğundan sadece onun yaptığı
yatırımlar geçerli olup, yönetimsel konulardaki kararlara karışılması söz konusu olmamaktadır.
5-) Yöntemin Uluslararası Otoritelerce Kabul Gören Üstünlüğü; Çalışma genelinde değinildiği
üzere, Uluslar Arası İslam Kalkınma ve Yatırım Bankası (International Islamic Bank For
Investment and Development) tarafından; İslami Finans kurumlarının kullanmakta olduğu en
iyi ve en kullanışlı finansman yöntemi “Müşârake Yöntemi” olarak kabul edilmiş
bulunmaktadır. Zira diğer bankacılık sistemlerinde bulunmayan söz konusu yöntem; özellikle
sermaye ihtiyacı içerisindeki proje aşamasında bulunan yeni fikir ve teknolojilere büyük
katkılar sağlamaktadır. Günümüzde özellikle A.B.D.’de bu yöntemi kullanarak projelerini
olağan üstü başarılara ulaştırmış pek çok tanınmış firma bulunmaktadır. Örneğin; günümüzde
oldukça başarılar yakalamış bulunan “Google, Yahoo, Amazon” gibi yeni teknoloji şirketleri
başarıları hep bu yöntem vasıtasıyla elde ettikleri sermayeye borçlu olmaktadırlar. Uluslar arası
otoritelerce üstün görülmesinin yanısıra, İslami Finans kurumlarının amaç ve hedefleri göz
önüne alındığında da ilgili yöntemin, kumru çok fazla zora sokmayan, riski paylaştıran,
dolayısıyla amaç ve hedefleri yakalamaya yardımcı olduğu zaten açıkça anlaşılmaktadır.
6-) Yatırımcıya ve Sosyal Refaha Destek Avantajı; Emek ve teknik bilgiye sahip olmasına
rağmen, yeterli sermayesi olmadığı için geliştirdiği teknolojiyi hayata geçiremeyen yada
üretimde bulunamayan girişimcilerin, İslami Finans kurumunu da aralarına almak suretiyle
birleşerek emek ve sermayelerini bir araya getirmek suretiyle bir ortaklık tesis etmeleri, elbette
hem bireysel hem de ülke çapında ekonomik ve soysal refahı olumlu yönde etkileyen bir
gelişme olmaktadır. Taraflardan her birinin sermayeye ortak olarak, belirledikleri kârpayları
oranında kazanç sağladıkları müşârake akdi yönteminde; projenin kazançlı ve kârlı olması
durumunda kurulan şirket süresiz faaliyet gösterecek olup; böylelikle kazançlı şirketlerin
sayısının artması durumunda ise istihdam sayaesinde işsizlik azalacak, üretimin artması
sonucunda ülke ekonomisi canlanarak fiyatlar genel seviyesi yani enflasyon düşecektir.

119
5-) Dayanışma ve İşbirliğine Destek Avantajı; İslami Finans kurumlarında Kâr/Zarara katılma
esasına dayanan bütün ortaklık tiplerinde toplumu oluşturan bireyler bir dayanışma ve kardeşlik
atmosaferinde çalışmaktadır. Faizli bankalarda böyle bir ortamın oluşması mümkün olmadığı
gibi fon kullanımında bulunan kişiler ile faizli bankalar arasındaki ilişki klasik “borçlu-
alacaklı” ilişkisine dayanmaktadır. Buna karşın İslami Finans kurumundan fon kullanımında
bulunan kişiler ile oluşan ilişki tam bir “ortaklık” ilişkisi olmaktadır. Kâr/Zarar ortaklığına
dayanan bu tür ortaklıklarda, ortak çıkarlar etrafında bir araya gelen finans kurumuyla bireyler
arasındaki ilişki hep birlikte toplumu kader birliğine ve toplumsal refaha ulaştırmaktadır.
6-) Düşük Finansman Maliyeti Avantajı; Müşârake yöntemiyle tesis edilen ortaklıklarda,
mevcut proje için ihtiyaç duyulan kaynak İslami Finans kurumu dahil birçok ortağın koyduğu
sermaye ile karşılanacağından, kredili müşteri konumundaki girişimciler para sorununu
düşünmeden sahip oldukları fikir yada teknolojileri rahatça hayata geçirme fırsatını yakalamış
olacaklardır. Ortak menffaâtler etrafında birleşmiş ortaklardan kurulu daha rahat bir ortamda
faaliyetlerini gerçekleştirmekte olan girişimciler, hedefledikleri üretim ve kaynak yaratma
potansiyeline ulaştıklarında; oluşan üretim artışından ekonomi canlanacak, oluşan istihdam
sayesinde işsizlik azalacak, üretim artışı sonucu fiyatlar genel seviyesi ve enflasyon düşecek
tüm olumlu gelişmeler sonucu da ülke ekonomisi daha fazla gelişecektir.
7-) Faizden Kaçanların Ekonomiye Kazandırılması Avantajı; İslami Finans kurumlarının
kullanmakta olduğu, müşârake yöntemi dahil olmak üzere Kâr/Zarar ortaklığına dayalı tüm
finansman yöntemlerinde; elinde atıl fonu bulunan ancak, faiz hassasiyeti olması sebebiyle
bunu değerlendirme fırsatı bulamayan tüm kesmin elindeki sıcak para ekonomiye
kazandırılmakta olup; bu yönde ülke ekonomisine çok büyük faydalar sağlanmaktadır.
Toplanan bu fonlarla, yatırımlarının finansmanı için sermaye ihtiyacı çeken girişimcilere
sermaye desteği sağlanmakta olup; böylece elindeki fonları yatırım yaparak değerlendirmek
isteyen yatırımcılarla, emek dehal tüm alt yapısı olduğu halde sermayesi olmadığından bunu
gerçekleştiremeyen girişimciler bir araya getirilerek bir kamu hizmetide gerçekleştirilmektedir.
8-) Sosyal Sınıf Oluşumlarının Engellenmesi Avantajı; Üretim cinsinde karşılığı olmayan faizli
kazançda; paradan para kazanma ilkesi söz konusu olduğundan, güç parayı elinde bulunduranda
olacaktır. Böylece herhangi bir üretim yada değer yaratma kaygısı olmayan toplumda kimin
elinde daha çok para varsa o daha fazla kazanacak ve güç tamamen paranın olduğu yöne
kayacaktır. Zenginin daha zengin, fakir ise daha fakir olmasına sebebiyet veren faizli
sistemelere altarnatif sistem ise elbette ki; İslami ilkeler üzerine kurulu, faiz yerine kâr payı
esasına dayalı, gelir uçurumunu giderici, üretimi esas alan İslami Finans kurumları olmaktadır.

120
MÜŞÂRAKE İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANALATIMI

Kaynak: [Obaidullah Mohammed, İslamic Financial Services, 2005, S.59] - [Tablo-31]

Müşârake Akdinde aynı Mudârabe Akdinde olduğu her şeyden önce; İslami Finans
kurumuna para yatırıp, fonlarını faizsiz şekilde değerlendirmek isteyen “Fon Sahibi
Müşteriler”in varlığı gerekmektedir. Aracı konumunda olan İslami Finans kurumlarının pek
tabiidir ki kendi özkaynaklarıyla bu tarz ortaklıklara girişmesi mümkün değildir. Ortaklık tesisi
için çoğu zaman katılım hesabı yoluyla müşterilerinden topladıkları fonları kullanan İslami
Finans kurumları; kimi zaman da sırf ortaklık maksatlı olarak özel fon havuzları oluşturmakta
ve böylelikle elde ettiği fonları verimli ve kârlı projelere yönlendirmektedir. İslami Finans
kurumlarının varoluş amaçları; fon fazlası bulunan müşterilerle, fon açığı bulunan müşterileri
bir araya getirmek ve bunlar arasında aracılık faaliyeti gerçekleştirerek kazanç sağlamak
olduğuna göre, bu tarz ortaklıkların yapısına uygun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
İslami Finans kuruluşları; birikimlerini katılım hesabı yoluyla değerlendirmek için hesap açtıran
ve emeğiyle iş yapmak istediği halde gerekli sermayesi olmadığı için bunu gerçekleştiremeyen
tarafları ortak bir zeminde bir araya getirerek amaçlarına ulaşmalarını sağlamaktadır. Gerek
oluşturulan özel havuzdan gerekse katılım hesabı yoluyla, topladığı birikimleri üretim yada
ticaret finansmanı için gelen projelerden birine kanalize ederek kârın paylaşılmasını esas
almakta olan İslami Finans kurumlarının; fon kullandırmakta oldukları müşterilerin amaçlarına
göre değişiklik gösteren birçok finansman yöntemi bulunmaktadır ki; sözkonusu altarnatif
finansman yöntemlerinden biride konu başlımız olan “Müşârake (İştirâk) Ortaklığı” olmaktadır.

121
“Müşârake Yönteminin” Gerçekleştirilmesinde Şirket Sahibi Konumundaki Taraflar Şunlardır;
1-) Aracı Konumundaki İslami Finans Kurumu; Yukarıda belirtildiği üzere, bir takım akitler
yaparak proje bazlı çeşitli ortaklıklar tesis etmekte olan İslami Finans kuruluşları; birikimlerini
katılım hesabı yoluyla değerlendirmek için hesap açtıran ve emeğiyle iş yapmak istediği halde
gerekli sermayesi olmadığı için bunu gerçekleştiremeyen tarafları ortak bir zeminde bir araya
getirerek amaçlarına ulaşmalarını sağlamaktadır. Konu başlığımız olan “Müşârake Akdi” ile de
İslami Finans kurumları; katılım hesabı yoluyla topladığı birikimleri, kendisine üretim yada
ticaret finansmanı için gelen projelerden birine kanalize ederek bu faaliyete aracılık etmekte
olup, kârın paylaşılması esas almaktadır. Bunu yaparken diğer ortaklarla birlikte sermayeye
iştirak etmekte olan İslami Finans kurumunun, mudârebe akdinde olduğu gibi sermayenin
tamamını finanse etmek gibi zorunluluğu bulunmamakta olup; ilgili sermaye tamamen
tarafların özgür iradeleriyle konulmuş şirket varlıkları olmaktadır.
2-) Kredili Müşteri Konumundaki Girişimciler; Gerekli emek, tecrübe, bilgi ve işgücüne sahip
olduğu halde elinde sermayesi olmadığı için sanayi, üretim yada ticaret faliyetinde
bulunamayan; söz konusu sözleşmede girişimci konumundaki müteşebbis, yani İslami Finans
kurumunun kredili müşterisi olan taraftır. Proje kapsamında girişimci konumunda olan kişi
yada kurum, öncelikle mevcut projesiyle müşârake kredisi kullanmak üzere İslami Finans
kurumuna baş vurmaktadır. İslami Finans kurumu, diğer porjeler arasından seçtiği verimli ve
kârlı projeye, muşârake kredisini bizzat kendi topladığı fonlardan oluşan sermayesini yatırıp
proje bazlı ortaklık kurarak destek olmaktadır. İslami Finans kurumu dahil çok sayıda ortaktan
oluşan ve büyük sermaye gerektiren projeler için tesis edilen ortaklıkta; tüm hisse sahiplerinin
ortak müzekkereleriyle oluşturulmuş bir sözleşme tayin edilmekte, bu sözleşmede kârpayları
dahil pek çok husus ortak kararlar doğrultusunda oluşturulmuş maddeler halinde
sıralanmaktadır. Sonuç olarak yeni bir teknoloji yada kapsamlı üretimler için oluşturulmuş
ortaklık vasıtasıyla girişilen proje el birliğiyle bütün ortaklarca yönetilmekte ve faaliyetler
sonuçlandırılmaktadır. Faaliyet sonucunda oluşan kâr yada zarar ise yukarıda ayrıntısı
belirtildiği şekilde ilgili ortaklar arasında pay edilmektedir.
Muşârake kredisinin ne şekilde ortaya çıktığı, taraflarının kimler olduğu, söz konusu
işlemlerde önceliğin neler olduğu yukarıdaki şema vasıtasıyla anlatılmış olup, ilgili şemadan da
anlaşılacağı üzere yapılan işlem; kaynakların katılım hesapları aracılığıyla toplanması ve
sermayeye katılım yoluyla kurulan şirket vasıtasıyla kullandırılması olmak üzere başlıca iki
aşamadan oluşmaktadır. Muşârake akdinde İslami Finans kurumunun ve sözleşmeye taraf olan
diğer ortakların durumu, tarafımca hazırlanmış olan aşağıdaki tabloda daha net görülmektedir.

122
KREDİ MÜŞTERİSİNİN “MÜŞÂRAKE” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-32]

Gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri maddeler halinde aşamalı olarak tekrar edecek olursak;
1-) Uygun Projenin Seçilmesi; İslami Finans kurumu yatırım yapmak isteyen ve elindeki fonları
katılım hesabı açtırarak değerlendiren mevduat sahiplerinden topladıkları fonları, kâr payı
getirsin diye belirli projelere yönlendirir. İslami Finans kurumlarına gelen söz konusu projeler;
her türlü emek ve bilgi birikimine sahip olduğu halde yeterli sermayesi olmadığı için herhangi
bir üretim yada ticaret faaliyetinde bulunamayan kredi müşterilerinin, elde edecekleri ilgili
sermaye ile gerçekleştirecekleri faaliyetlerin tekliflerinden oluşmaktadır. Mevcut projeler
arasından en fazla gelir getirecek, en verimli ve en etkin olanını seçmeye çalışan İslami Finans
kurumları; katılım hesabı sahiplerinin fonlarını sermaye koymak suretiyle projeye dahil
olduğundan ve bu doğrultuda garantörlük sıfatıyla belirli bir sorumluluk üstlendikleri için bu
aşamada çok dikkatli ve temkinli olmak zorundadır. Zira tarafların elde edecekleri kâr payı bu
projeye bağlı olduğundan, proje seçim aşamasında söz konusu İslami Finans kurumlarının titiz
davranmaları gerekmektedir. Verimli ve etkin projenin seçiminden sonraki aşama ise; söz
konusu proje için sermaye koymaya gelir ki, bu sermayenin tutarı ve tarafların alacakları kâr
payı oranları, ortaklıkta hissesi olan diğer ortakların hep birlikte verecekleri ortak kararla tesbit
edilecektir. Girişimci konumundaki diğer sermayedar ortaklarla varılan kararlar sonucu, gerekli
şartlar tesis edilerek “Müşârake Akdi”nin imza edilmesinin ardından, sıra faaliyetlere start
verilmesine gelir ki; böylece kurulunan ortaklıkla hayata geçen proje de yürürlüğe girmiş olur.

123
2-) Proje Kapsamlı Sözleşmenin Tanzim Edilmesi; Çalışma genelinde belirtildiği üzere;
Müşârake akdinde gerek İslami Finans kurumunun gerekse diğer ortakların en çok önem
verdiği iki unusur; sermaye ve kâr hususları olmaktadır. Tesis edilen ortaklığa konulan sermaye
eşit olmayacağı gibi, dağıtılan kâr da sermaye ile orantılı olmak zorunda değildir. Bir ortağın
koyduğu sermaye az olmakla birlikte, şirketin beyni konumunda ise ve ağırlıklı işler ondan
soruluyorsa pek tabiidir ki bu ortağın alacağı kâr sermayesine göre fazla olabilecektir. Fakat
faaliyetler sonucunda zarar elde edilmişse, önceden belirlenen kâr paylaşım oranına göre değli,
konulan sermaye oranında zararlar üstlenilmektedir. Yalnız burada dikkat çekilmesi gereken
husus; tesis edilen ortaklıkta sözleşme harici herhangi bir ödemede bulunulamamakta olup,
sözleşme şirketin adeta anayasası hükmünde olmaktadır. Yani müşârake akdi yoluyla kurulan
ortaklıkta; ancak sözleşmede belirlenen oranlarda kârdan, konulan sermaye miktarınca da
zarardan pay alınabilmekte ve bunlar sözleşmeyle fikir birliğine varılarak oluşturulmaktadır.
3-) Proje Sonucunda Oluşan Kâr/Zararın Paylaşımı; Müşârake akdi yoluyla tesis edilen
ortaklıkta; sözleşme sona erip proje sonuçlandığında şayet sonuç kâr ise sözleşmede belirlenen
oranlarda kârdan pay alınmakta olup; buna karşın faaliyetler sonucunda zarar meydana geldiği
durumlarda ise sadece sermayeye katılım oranının esas alınması söz konusu olmaktadır.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ortakların alacakları kârlar sözleşmede sabit bir miktar olarak
değil, yüzde olarak belirlenmekte olup, miktar buna göre değişmektedir. Çalışma genelinde
belirtildiği üzere şayet proje oldukça verimli ve çok gelir getiren bir performans sergilemişse;
İslami Finans kurumunca bu sözleşme elbette tarafların oy birliğiyle aldıkları kararlar sonucu,
süre açısından uzatılarak ”Süresiz Ortaklık” haline dönüştürülebilemektedir.
İslami Finans kurumlarının kullandığı ortaklık esasına dayanan yöntemlerden olan
”Mudârabe ve Müşârake” yöntemleri; ülkemizde oldukça tartışılması ve çok fazla tanıtımı
yapılması rağmen, dünyadaki yaygın kullanım oranı karşısında ülkemizde maâlesef hakettiği
ilgiden yoksun kalmıştır. Ülkemiz uygulamalarına bakıldığında genellikle konut ve varlık
finansmanı olarak kullanılmakta olan söz konusu ortaklık modellerinin sayısı oldukça azdır.158
Genellikle sanayinin finansmanı için kullanılmakta olan müşârake yönteminde; azalan
müşârake hariç olmak üzere ülkemizde çok fazla kullanım alanı bulamamasının elbette çok ve
çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Herşeyden önce böyle ortaklıklar, sonucu belirli olmayan ve
zararla sonuçlanması halinde İslami Finans kurumlarına ilave külfetler yükleyen niteliktedirler.
Faizli bankalar gibi kullandırdıkları kredilerden yüklü faizler alma prensibi bulunmayan İslami
Finans kurumları; haliyle azda olsa karşılaştıkları proje sonucu zararlarından etkilenmektedirler.

158
.
Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.149

124
“Müşârake Yönteminin” Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdıkları Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Kâr/Zarar Paylaşımının Sahip Olduğu Sınırlılıklar; Bilindiği müşârake akdinde kâr
paylaşımı tamamen sözleşmede yazılı oranda dağıtılmakta ve en ufak şekilde bunun dışına
çıkılmamakta olup; buna karşın zarar paylaşımında sermaye dağılımına göre hareket
edilmektedir. Tesis edilen ortaklığa konulan sermaye eşit olmayacağı gibi, dağıtılan kâr da
sermaye ile orantılı olmak zorunda değildir. Bir ortağın koyduğu sermaye az olmakla birlikte,
şirketin beyni konumunda ise ve ağırlıklı işler ondan soruluyorsa pek tabiidir ki bu ortağın
alacağı kâr sermayesine göre fazla olabilecektir. Fakat faaliyetler sonucunda zarar elde
edilmişse, önceden belirlenen kâr paylaşım oranına göre değli, konulan sermaye oranında
zararlar üstlenilmektedir. Hâl böyle olunca tesis edilen ortaklığa daha fazla sermaye koyan
ancak daha az kârpayı almak durumunda olan ortaklar, zarar geçekleşmesi sonucunda bu
durumdan daha fazla etkilenerek, daha fazla kayıplar vermek durumunda kalacaktır. Bu nedenle
girişilen bu tür ortaklıklarda; projeye karar verilmeden önce, ayrıntılı fizibilite ve ön inceleme
çalışmaları yapılmalı diğer taraftan ortakların bilgi, beceri ve tecrübelerine önem verilmelidir.
2-) Faaliyetler Sonucu Oluşan Zarar Riski Sınırlılığı; İslami Finans kurumlarınca kullanılan
mudârabe ve müşârake tarzı ortaklıkların en büyük sınırlılığı, bu yöntemlerin muhtemel zarar
riskini bünyesinde barındırma ihtimalidir. Bilindiği gibi İslami Finans kurumları bu tür
ortaklıklara kendi özkaynakları ile değil, tasarruf sahiplerinden katılım hesabı yoluyla
topladıkları birikimlerle dahil olmaktadır. Hâl böyle olunca birçok insanın alın terini
simgeleyen söz konusu fonlar, aynı zamanda büyük bir vebali de beraberinde getirmektedir.
Her nekadar İslami Finans kurumunun özünde ve kuruluş mantığında zaten böyle bir zarar riski
mevcut olsa da; hiç kimse böyle bir sonuçla karşı karlıya kalmak istemediğinden, girişilen bu
tür ortaklıklarda garantörlük sıfatının da etkisiyle İslami Finans kurumları azami titizlik dikkati
göstermek durumundadır. Nitekim zararlı projelerin sayısı arttıkça, birikimlerini bu tür faizsiz
finans kurumlarına yönelten tasarruf sahiplerinin bir süre sonra bu kurumlardan uzaklaşmaları
mümkün olabilecektir. Kaybedildiğinde ülke ekonomisi dahil çok geniş kitleleri etkileyen bu
tür ortaklıklar; buna karşın kazanılması halinde de yine çok geniş kitleleri etkileyerek yeni
yatrımlara zemin hazırlayabilecek potansiyele sahip olmaktadırlar. Bu nedenle giriştikleri bu tür
projelerde azami titizlik göstermesi gereken İslami Finans kurumlarının, seçtikleri proje devam
ederken de düzenli denetim çalışmalarıyla bu faaliyetleri yakından takip etmeleri, çok fazla
kişinin kâr beklentisine olumlu karşılık verilmesi açısından önem arzetmektedir. Elbette İslami
Finans kurumlarının mantığında zarar kaçınılmaz bir ilkedir, zira üretime maksatlı faaliyetler
doğrudan ticaret bilincine dayanmaktadır ve ticarette de elbetteki zarar kaçınılmaz bir risktir.

125
3-) Kapsamlı Olumsuz Etkilere Maruz Kalma Sınırlılığı; İslami Finans kurumları bünyesinde
kurulan bu tür ortaklıklar; sadece içinde bulunula sektörle değil, başka sektörler, alınan
ekonomik kararlar, ülkedeki ekonomik istikrar, siyasi çalkantılar, piyasadaki dalgalanmalar, kur
politikaları, para değerindeki değişimler, sosyo-kültürel yapı, teknolojik ve ekonomik
değişmeler dahil olmak üzere olmak üzere pek çok etkenden doğrudan doğruya etkilenebilecek
bir yapıya sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla yapı itibariyle bu kadar etkiye açık olan bir faaliyet
sürecinin; verimli ve kârlı bir şekilde sonuçlanmasını güçleştiren çok sayıda etken
bulunmaktadır. Söz konusu olumsuzlukların etkilerini yumuşatmak yada bu olumsuzluklardan
enaz seviyede etkilenmek için; devletin bu projelere bazı düzenleyici önlemler alması, söz
konusu projelere bazı istisnalar getirmesi makro ekonomi açısından önem arzetmektedir.
4-) Girişimci Taleplerinin Yetersiz Kalması Sınırlılığı; Gerek mudârabe gerekse müşârake tarzı
ortaklıklarda girişimci konumundaki kredili müşterilerin; ellerinde getirisi çok yüksek kârlı
projeler olmasına rağmen bu tür finansman yöntemi kullanarak riske girmeyi göze alamadıkları
gözlemlenmektedir. Zira faizli bankalarda önceden ne kadar gelir elde edileceği sabit ve
bilinebilirken, İslami Finans kurumlarının proje bazlı ortaklık finansmanında hiç bir şeyin
getirisi önceden kestirilememektedir. Bunun bilincinde olan kredili müşteriler özellikle
müşârake tarzı ortaklıklarda; muhtemel zarar riskine ilaveten birde kendi cebinden sermaye
koyarak böyle bir ortaklığa girmeyi maâlesef göze alamamaktadırlar.
5-) Ortaklarca Sûistimal Edilme Riski Sınırlılığı; İslami Finans kurumlarınca girişilen mudârabe
ve müşârake tarzı ortaklıkların en belirgin özelliği, tamamen iyiniyet ve karşılıklı güven
unsuruna dayalı olmasıdır. Hal böyle olunca elinde projesiyle gelen kredi kullanmak niyetinde
olan müşterilerin çok fazla tanınmaması yada niyetlerinin bilinememesi, yöntemin
kullanılabilirliğini de elbette sınırlamaktadır. Zira uygulamalara bakıldığında, bazı müşterilerin
faaliyetler sonucu oluşan kârı düşük gösterdikleri yada kasıtlı olarak ortaklığın zarar ettirilmeye
çalıştıkları maâlesef birer vâkıa olmaktadır.159 Dolayısıyla yaşanan bu tatsız olumsuzluklardan,
İslami Finans kurumları ile çalışmakta olan kişilerin yolsuzluğa meyilli olabilecekleri sonucu
da çıkarılabilmektedir. Sonuç olarak İslami Finans kurumları bünyesinde kullanılmakta olan bu
tür ortaklık çeşitlerinde; krediyi kimin kullanacağı, bu ortaklığı hangi yöntemlerle ve hangi
standartlarla kullanacağı, projenin durumu, yolsuzluk olması halinde uygulanacak hukuki
prosedür gibi konular ayrı ayrı önem taşımaktadır. Bu nedenlerle İslami Finans kurumlarının
yürüttükleri proje konularında projenin helal ve kârlı bir proje yanısıra projeyi sunanların
güvenilir ve ahlaklı oluşlarıda önemli olup; seçimlerin bu yönde yapılması gerekmektedir.

159 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.153

126
İslam geçerlilik yani fıkhı yönünden; sermaye ortaklığı diğer bir ifadeyle müşârake
akitlerinde, akdin sahih olması iki kurala bağlıdır. Bunlardan ilkinin sermaye diğerinin ise kâr
olduğu müşârake akdinde; fıkhi açıdan konulan sermeyenin para cinsinden altın ve gümüş türü
kıymetli maden olmasında görüş birliği, konulan sermayenin para dışında mal yada ticaret
eşyası olmasında ise görüş ayrılığı bulunduğu görülmektedir. Fıkhi kaynakların geneli
değerlendirildiğinde; tarafların sermaye üzerindeki haklarının belirli olması, sermayenin
herhangi bir borca zimmetlenmiş olmaması, kârın anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde belirli
ve makdu değil, nisbi yani oransal olması fakihlerce aranan ortak şartlar olduğu müşâade
edilmektedir. Sonuç olarak müşârake akdi dahil, İslam literatüründe ortaklıkla ilgili konular
günümüz şartlarına uyarlandığında görülen tablo; “İslami kurallar çerçevesinde uygulanacak
ortaklık akitlerinin fıkhî açıdan bir sakınca oluşturmayacağı, hatta İslam kardeşliğinin gelişmesi
ve güçlenmesi için teşvik edilmesi gereken bir sistem olduğu yönündedir” şeklindedir.160

2.2.2.5.İstisnâ (Sipariş Ödemeli Üretim Desteği)


İstisnâ, bir kişinin belirli bir ücret karşılığında özellikleri önceden tesbit edilmiş bir
malı üretmesi için yapılan akit anlamındaki bir fıkhî terim olmaktadır.161Sözlük anlamı; sanat
ve maharet gerektiren bir şey üretmek, imâl etmek, ortaya çıkarmak olan istisna; ”sun”
kelimesinden türemiş olup; ürünün sanatkârından sanatıyla ilgili bir ürünü imal etmesini
istemek, sanatkâra siparişte bulunmak anlamlarına gelmektedir.162İslam borçlar hukukunda ise,
sanatkârla ısmarlayan arasında tesis edilen ve belirli bir ücret karşılığında nitelikleri önceden
belirlenmiş bir şeyin üretilmesini konu edinen bir sözleşme türü olarak geçmektedir. Bu
doğrultuda İslam fıkhında hernagi bir şeyi üretilmesi yönünde ısmalamada bulunan kişiye
”müstasnî”; üretimi gerçekleştirecek olan sanakâra ”sâni”; siparişi verilen şey de ”masnu”
olarak adlandırılmaktadır.163
İslam Hukuku’nda; şeriatın satış hususuna getirdiği temel kâidelere bakıldığında her
satışta bulunması gereken 3 temel hususun varlığı gerekmektedir. Bunlar; 1-) Varlığın fizîken
mevcut olması, 2-) Satıcının söz konusu varlığın mülkiyetini elinde bulundurması, 3-) Satıcının
varlığın kontrolünü elinde bulunduruyor olması hususlarıdır. İslami Finans kurumlarının
kullandığı ”İstisna ve Selem Akitleri”nde, yukarıda belirtilen hususlar mevcut olmayıp; ilgili
satışlarda şeriatın, belirtilen üç temel şarta getirdiği istisnâi bir durum söz konusu olmaktadır.164

160 Bayındır Servet, İslam Hukuku Yönünden Faizsiz Bankacılık, A.g.e., s.114-132
161 Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 23.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s.393
162 Hammâd Nezih, İktisadi Fıkıh Terimleri, Çeviri; Recep Ulusoy, İz Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.185
163 Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 23.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s.393
164
Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.98

127
Hâlihazırda mevcut olmayan ve gelecekte üretilecek bir malın şimdiden satılması
işlemi olan İstisnâ165; şeriatın satışla ilgili ”fiziken var olma” dahil belirlediği üç temel vasfına
belirtilen nedenlerle uymamaktadır. Genellikle tarım ve inşaat gibi alanlarda ve büyük çaplı
inşaat projelerinde kullanılmakta olan istisnâ akdi; özellikle Körfez ülkelerindeki büyük ölçekli
inşaat projelerinde başarılı bir şekilde kullanılmıştır.166 Üretim faaliyetleriyle ilgili olan istisnâ
akdinde, belirli bir malın ileriki bir vadede teslim edilmek üzere bugünden anlaşılan fiyat
üzerinden, satışının tamamlanması öngörülmekte olup; sözleşme konusu malın inşa yada imal
edilmeye dayalı olması, ödememin avans gibi önceden yapılma şartının olmaması, ödemenin
daha esnek bir yapıda gerçekleşmesi kademeli ödeme kolaylığını içermesi gibi bir takım
özellikleri bulunmaktadır.167 Siparişe dayalı satın alım olarak da isimlendirilen istisnâ akdi;
inşaât projeleri, üretilmesi kararlaştırılan ürünler ve altyapı projeleri için düzenlenebilmektedir.
İslami Finans kurumlarının üretimin tamamlanma oranına göre yüklenici firmaya ücretini
ödediği168 istisnâ akdinde; daha önce de belirtildiği üzere ortada mevcut olmayan bir malın
satışı konu edildiğinden, İslam hukukunun satış sözleşmelerinde alışık olunmayan bir durum
yani bir tür istinâi durum söz konusu olmaktadır.
Peşin yada vadeli ödeme karşılığında, bir malın üretilip temin edilerek teslim
edilmesini konu olan istisnâ akdinde satıcı olan taraf; masrafları kendinden olmak üzere,
nitelikleri ve fiyatı belirlenmiş bir malın imalatını yada inşâsını üstlenerek, önceden siparişi
verilmiş malın üretimini tamamlayıp alıcıya teslim eder. Günlük hayatta karşılaştığımız; bir
marangoza ölçüler vererek bir mutfak dolabı sipariş etmek, bir terziye belirli ölçüler verip bir
takım elbise siparişi vermek yada bir evin planını verip bu evi belirli sürede mütaahhitten
tamamlamasını istemek hep ”istisnâ satışı” kapsamında gerçekleşen faaliyetler olmaktadır. Bu
tür satışlarda bedelin önceden avans mukabili verilemesi şart olmayıp, iki tarafın anlaşmasına
bağlı olarak ödemeler daha esnek yapıda seyretmektedir. Diğer taraftan istisnâ satışında
siparişte bulunan kişi, verdiği siparişe uygun olarak üretim yapılmasından emin olmak ister.
Üretim tamamlandığında üretilen mamulü gören müşteri, şayet sipariş ettiği vasıflara uygun bir
mal üretilmediğini görürse, alış-verişten cayma hakkına sahip olmaktadır. Diğer taraftan ilgili
müşteri ancak sipariş harici istediği vasıflara uymayan tarzda üretilen mallarda cayma hakkını
elinde bulundurup, şayet mal siparişe uygun üretilmişse söz konusu malı almak zorundadır. 169
Yani bu konuda bir muhayyerlik yada beğenilmediğinde iade hakkı mevcut olmaktadır.

165 http://tkbb.org.tr/haber-detay/en-cok-kullanilan-islami-finans-urunleri--borsa-gundem- [Erişim; 06.09.2016]


166 http://tkbb.org.tr/haber-detay/en-cok-kullanilan-islami-finans-urunleri--borsa-gundem- [Erişim; 06.09.2016]
167 Eskici Mustafa Mürsel, Türkiye’de Katılım Bankacılığı Uygulaması ve Müşteri Özellikleri, A.g.e., s.72
168 Sabir Mohammed Hassan, Issues İn The Regulation Of İslamic Banking, Bank Of Sudan,Sudan,Sayı:5,2004,s.11
169 Asutay Hasip, Alım-Satım ve Faiz (7.Baskı), Hecegân Yayınları (Kitap Yurdu), İstanbul, 2011, s.53

128
Günümüz koşulları değerlendirildiğine, ihtiyaç ve beklentilerin kişi sayısı kadar fazla
ve değişik olduğu düşünülürse, fabrikadan çıkmışçasına aynı ebat ve standartlara sahip
ürünlerin bazen ihtiyacı karşılamadığı görülmektedir. Hal böyle olunca bazen kişiye özel ve
standart dışı üretimlerin yapılması elzem hale gelebilmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere
İstisna akdi işte bu ihtiyaca binâen ortaya çıkmış, istisnâi ve özel bir satış şekli olmaktadır. Şer’i
kurallara göre normalde bir satıştan bahsedebilmek için; 1-) Varlığın fizîken mevcut olması, 2-)
Satıcının söz konusu varlığın mülkiyetini elinde bulundurması, 3-) Satıcının varlığın kontrolünü
elinde bulunduruyor olması hususlarının bizzat var olması gerekir. Oysa ”İstisnâ Akdi” ile
İslam Hukuku yani ”Şeriat”’ın belirlediği bu kaidelere aykırı bir üretim ve satış söz konusu
olmaktadır. Mesela mal fiziken ortada olmadığı halde, gelecekte üretilecek malın satışı
şimdiden gerçekleşmektedir. İşte İslami Finans kurumlarının kullandığı ”İstisna ve Selem
Akitleri”nde, yukarıda belirtilen hususlar mevcut olmayıp, ilgili satışlarda şeriatın; belirtilen üç
temel şarta istisnâi bir hüküm getirmesi, istisnâ ve selem satışlar vasıtasıyla ”Kişiye Özel”
üretimlerin olabileceği vurgusu bulunmaktadır.
“İstisnâ Yönteminin” Geçerliliğini Sağlayan Özellikler, Aşağıdaki Şekilde Sıralanabilmektedir;
1-) Sözleşmeye Konu Malların Özellikleri; İstisnâ akdi, her şeyden önce daha özellikli mallar
için geçerli olan bir sözleşme olup; burada üretim hususunda birtür “kişiye özellik” söz konusu
olmaktadır. İstisnâ akdinde sözleşmeye konu olan mal; inşa yada imâlata dayalı bir mal
olmalıdır. Bu doğrultuda istisnâ akdine; inşaya dayalı olan ticaret yada yatırım binaları konu
olurken, hayvanlar, sebze ve meyvelar gibi zirâi ürünler konu olamamaktadır.170Belirli bir bedel
karşılığında kişinin, o işin ehli olan sanat erbabıyla gerçekleştirdiği anlaşma hükmünde olan
İstisnâda; malın cinsi, çeşidi, özellikleri, miktarı belli olmak zorundadır. Diğer bir deyişle
istisnâ akdi, yalnızca niteliği ve niceliği kesin bir şekilde belirlenebilen varlıklar için
yapılabilmektedir. İslami açıdan nitelik ve özellikleri belirlenemeyen mal; şüpheli yani gararlı
bir maldır ki, bu da İslami Finans kurumlarının yaptığı sözleşmelere zaten konu olamaz. Çünkü;
miktarı, özellikleri, ölçüleri önceden belirlenemeyen mallar taraflar arasında ihtilafa neden olur
ki, bu tür belirsizlikler içeren sözleşmeler İslam Hukuku açısından geçersiz niteliktedir.
2-) Ödemeye İlişkin Şartların Özellikleri; Belirtildiği üzere istisnâ sözleşmesinde, ödeme
hususunda bir esneklik ve kademe söz konusu olup, avans gibi önceden bir ödeme zorunluluğu
olmadığı gibi, söz konusu ödeme tamamen tarafların anlaşmasıyla tesbit edilebilmektedir. Peşin
yada vadeli ödeme karşılığında, üretim ve teslimi konu olan istisnâ akdinde ödeme; üretim
bittikten sonra toplu halde olabileceği gibi üretim esnasında taksitler halinde de olabilmektedir.

170 Ayub Mohammed, Understanding İslamic Finance, John Wiley and Sons Pub, A.g.e., s.264

129
3-) Akdin Sahip Olduğu İstinâi Şartların Özellikleri; Çalışma genelinde belirtildiği üzere,
ihtiyaçların çok ve çeşitli olması nedeniyle, standar üretimin yeterli olmadığı alanlarda ihiyaca
binâen ortaya çıkmış olan İstisnâ akdi; istisnâi ve özel bir satış şekli olmaktadır. Şer’i kurallara
göre normalde bir satıştan bahsedebilmek için; 1-) Varlığın fizîken mevcut olması, 2-) Satıcının
söz konusu varlığın mülkiyetini elinde bulundurması, 3-) Satıcının varlığın kontrolünü elinde
bulunduruyor olması hususlarının bizzat var olması gerekir. Oysa ”İstisnâ Akdi” ile İslam
Hukuku yani ”Şeriat”’ın belirlediği bu kaidelere aykırı bir üretim ve satış söz konusu
olmaktadır.Meselâ mal fiziken ortada olmadığı halde, gelecekte üretilecek malın satışı şimdiden
gerçekleşmektedir. İşte İslami Finans kurumlarının kullandığı ”İstisna ve Selem Akitleri”nde,
yukarıda belirtilen hususlar mevcut olmayıp, ilgili satışlarda şeriatın; belirtilen üç temel şarta
istisnâi bir hüküm getirmesi ve ”Kişiye Özel” üretimlerin olabileceği vurgusu bulunmaktadır.
4-) Teslimata İlişkin Düzenlemenin Özellikleri; İstisnâ akdi sahip olduğu kişiye özellik ve
istisnâi bir takım hususları dolayısıyla, daha çok üretici ve satıcı arasında varılan mutabakatla
şartları belirlenen bir satış şekli olmaktadır. Hal böyle olunca, malın üretimi neticesinde kime
teslim edileceği, ne zaman teslim edileceği, nerede teslim edileceği çok fazla önemli olmayıp,
sözleşmeye konulmasına da gerek bulunmamaktadır. Çünkü ödeme dahil pek çok hususta
getirilen esneklik teslimat ve diğer hususlarda dasöz konusu olup, geçerliliğini korumaktadır.
5-) Teslimatta Sahip Olunan Muahayyerlik Özelliği; Belirtildiğ üzere, istisnâ satışında siparişte
bulunan kişi, verdiği siparişe uygun olarak üretim yapılmasından emin olmak ister. Üretim
tamamlandığında üretilen mamulü gören müşteri, şayet sipariş ettiği vasıflara uygun bir mal
üretilmediğini görürse, alış-verişten cayma hakkına sahip olmaktadır. Diğer taraftan ilgili
müşteri ancak sipariş harici istediği vasıflara uymayan tarzda üretilen mallarda cayma hakkını
elinde bulundurup, şayet mal siparişe uygun üretilmişse söz konusu malı almak zorundadır.
Yani muhayyerlik hakkı sadece, ürün istenilen vasıflara uymadığında söz konusu olmaktadır.
6-) Sözleşmenin İptaline İlişkin Şartların Özellikleri; İstisnâ akdi özelliği olan istisnâi bir nitelik
taşıdığından ve karşılıklı rıza ile şartların belirlendiği bir akit olduğundan; üretime başlanmamış
olma şartıyla yine tarafların karar almasıyla ”Tek Taraflı” olarak sona erdirilecek bir yapıya
sahip olmaktadır. Üretime konu olan malların imâlatına henüz başlanmadığı sırada, iki tarafın
da karar alıp biribirini haberdar etmesi neticesinde, tek taraflı olarak sonlandırılabilen istisnâ
akdinde; üretime başlandıktan sonra sözleşmeyi sonlandırmak mümkün olamamaktadır. İstisnâ
sözleşmesi sahip olduğu bu esnek vasıfları nedeniyle; belki de sözleşmede mevcut bulunan iki
tarafın sorumluluklarının ileriki bir vadeye sarktığı, hali hazırda herhangi bir malın olmadığı bu
nedenle ancak üretilen mala bakılarak bir sonuca gidileceği tek sözleşme türü olmaktadır.

130
İSTİSNÂ İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-33]

Yukarıda işlem akışı şematik olarak anlatılmaya çalışılan “İstisnâ Satışı” işleminde
öncelikle “İstisnâ Tarafları”nın ayırt edilmesi önem arzetmektedir. Buna göre bir istisnâ
işleminde başlıca dört taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Birinci Satıcı; Diğer adı “İmâlatçı”
firma olup, elinde yeteri kadar nakdi bulunmayan ve kredi talebinde bulunan müşteri, önce
imalatçı firmaya giderek istediği standartlarda mamul üretimi yada bina inşası için anlaşır.
Talep edilen işin erbabı ve sanatkârı konumunda bulunan imâlatçı firma, siparişi verilen ürün
ile ilgili gerekli nitelikleri tesbit ederek netleştirir ve bu ürünü imâl edeceğine dair müşteriye
taahhütte bulunur. Ardından nihâi alıcı konumundaki kredili müşteri, İslami Finans kurumuna
giderek siparişini verdiği ürünün kendi adına üretiminin sağlanıp, teslimatının yapılması
husussunda anlaşır. 2-) Birinci Alıcı; Diğer adı yine İslami Finans kurumu olup; ürünün
imaltaçısından peşin para ödeyerek kredili müşterisi adına teslim aldığı ürünü, üzerine eklediği
belirli orandaki kâr payı ile yine söz konusu kredili müşterisine satarak kâr sağlayan taraftır.
İslami Finans kurumu, istisnâ akdi talep eden ve bu amaçla ilgili birime gelen kredili müşterisi
ile bir “İstisnâ Sözleşmesi” imzalar. 3-) İkinci Satıcı; Diğer adı yine İslami Finans kurumu olup;
bu sefer kredili müşterisi adına imâlatçıdan aldığı ürünü, üzerine eklediği belirli orandaki kâr
payı ile yine söz konusu kredili müşterisine satan taraftır. 4-) İkinci Alıcı; Diğer adı İslami
Finans kurumundan kredi talebinde bulunan kredili müşteri olup; yöntemin “Nihai (Son)
Alıcı”sıdır. Aslında her şey bu müşterinin kendisi için özelliği olan bir malın üretimi hususunda
siparişte bulunması ve İslami Finans kurumundan emtia yada ürünü talep etmesiyle başlamıştır.

131
Basit bir matıkla düşünüldüğünde, aslında işinin erbabı olan bir imâlatçının, alıcıya
önceden siparişi verilmiş belirli bir malı belirli bir kâr oranıyla üreterek vadeli yada peşin
olarak satması istisnâ anlamına gelmekte olup, bunu mevcut bilgi birikimi ve sermayesiyle
gerçekleştiremeyecek durumda olan kredili müşterisinin, bankadan yardım alma yoluna
gitmesiyle basit olan işlem biraz daha kapsamlı hale gelmektedir. Burada kredi müşterisi yada
özelliği olan imalat yada inşâ konulu mala sahip olma arzusunda olan tarafın maksadı, parası
çıkışmadığı için vade yoluyla taksit avantajı kazanmak yada finans kurumunun tecrübesinden
faydalanmak olmaktadır. İlgili ürünle ilgili olarak kredili müşteri; anlaşılan süre içerisinde
taksitler halinde ödeme yapacağı gibi, üretim sonunda tek seferde toplu olarak da ödeme
yapabilmektedir. Sonuç olarak; müşterisinden alınan para ile, imâlatçıya ödenecek para
arasındaki fark, İslami Finans kurumunun kârını oluşturacaktır.

KREDİ MÜŞTERİSİNİN “İSTİSN” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-34]


Yukarıda İstisnâ Akdi’ne taraf olan kişi ve kurumların kimler olduğu, söz konusu kişi
ve kurumların yapılan akitteki rollerinin neler olduğu, ilgili kişi ve kurumların birbirleri
arasındaki ilişkilerin ne şekilde gerçekleştiği kısaca özetlenmiş olup; daha çok taraflar üzerinde
durulan kısa özete ilave olarak, gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri ayrıntılı ve aşamalı olarak
maddeler halinde tekrar edecek olursak, aşağıdaki açıklamaları yapmak daha uygun olacaktır.

132
Gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri maddeler halinde aşamalı olarak tekrar edecek olursak;
1-) Kredili Müşterinin Sipariş Vermesi; İmâl yada inşâ konulu bir takım özellikleri olan malın
kendisi için üretiminin gerçekleştirilip teslim edilmesini arzulayan ancak elinde yeteri kadar
nakdi bulunmadığından bunu gerçekleştiremeyen kredili müşteri, önce imalatçı firmaya giderek
istediği standartlarda mamul üretimi yada bina inşası için anlaşır. Talep edilen işin erbabı ve
sanatkârı konumunda bulunan imâlatçı firma, kredili müşteri tarafından siparişi verilen ürün ile
ilgili gerekli ölçüleri alıp, ayrıntılı nitelikleri tesbit ederek ortaya bir proje çıkarır ve bu ürünü
imâl edeceğine dair müşteriye taahhütte bulunur. Ardından nihâi alıcı konumundaki kredili
müşteri İslami Finans kurumuna giderek; imalatçı firmaya ücretinin ödenmesini, siparişini
verdiği ürünün kendi adına üretiminin sağlanıp teslimatının yapılmasını, finans kurumunca
ücreti ödenen ürün bedelinin kendisi tarafından taksitler halinde yada ürün bitiminde toplu
olarak ödeneceğini belirten hususları içeren “İstisnâ Sözleşmesi” yapılması talebinde bulunur.
2-) Finans Kurumunca İstisnâ Akdinin Düzenlenmesi; İmâl yada inşâ konulu özelliği olan
ürünün kendisi adına üretilerek teslimatının gerçekleştirilmesini talep eden kredili müşteri,
İslami Finans kurumuyla “İstisnâ Akdini” imzaladıktan sonra İslami Finans kurumu; ürünün
imalatçısına giderek siparişi verilen ürünün üretimine başlanılamasını ister. Ürün ücreti İslami
Finans kurumunca önceden imalatçı firmaya ödenmekte olup, İslami Finans kurumu; bedelini
ödeyip kredili müşterisi adına teslim aldığı ürünü, üzerine eklediği belirli orandaki kâr payı ile
yine söz konusu kredili müşterisine satarak kâr sağlamaktadır. Dolayısıyla İslami Finans
kurumunun; sonradan peşin yada taksitlerle müşterisinden aldığı para ile, baştan imâlatçıya
ödediği para arasındaki fark, İslami Finans kurumunun beklenti olan kârını oluşturmakdır.
3-) İmâlatçının Ürünü Tamamalayıp Teslim Etmesi; Siparişini aldığı ürünü belirtilen özelliklere
uygun şekilde üreten “İmâlatçı Firma” İslami Finans kurumuna giderek söz konusu ürünün
teslimatını gerçekleştirir. Bu aşamada bitmiş ürünün kredili müşteri ve İslami Finans kumrunca
incelenmesi önem arzetmektedir. Zira istenilen özelliklere sahip olmayan üründen, kredili
müşterinin kanunen cayma hakkı bulunmaktadır. Diğer taraftan ilgili müşteri ancak sipariş
harici istediği vasıflara uymayan tarzda üretilen mallarda cayma hakkını elinde bulundurup,
şayet mal siparişe uygun üretilmişse söz konusu malı almak zorundadır. Yani bu konuda bir
muhayyerlik yada beğenilmediğinde iade hakkı mevcut olmaktadır. Ürün istenilen özelliklerde
üretilip teslim alındığında, ücreti İslami Finans kurumunca imâlatçı firmaya ödenir. İslami
Finans kurumu ödemiş olduğu ücreti, sonradan üzerine kârpayı koyarak kredili müşteriden
taksitler halinde yada toplu olarak ödenmesini talep eder. Burada müşterinin kazancı parası
çıkışmadığı için vade yoluyla taksit avantajı kazanmak ve bu ilgili yolla ürüne kavuşmaktır.

133
“İstisnâ Yönteminin” Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdıkları Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Üretilen Ürünün Beklentiyi Karşılamama Riski; İstisnâ akdinin uygulamasında karşılaşılan
en büyük sıkıntı, üretimi tamamlanılan ürünün istenilen vasıflarda olmaması başka bir deyişle
müşterinin beklentilerini karşılamamsı riskidir. Çalışma genelinde belirtildiği üzere, üretilen
ürünün müşterinin beklentisini karşılamaması durumunda, istenilen özelliklere sahip olmayan
üründen, kredili müşterinin kanunen cayma hakkı bulunmaktadır. Diğer taraftan ilgili müşteri
ancak sipariş harici istediği vasıflara uymayan tarzda üretilen mallarda cayma hakkını elinde
bulundurup, şayet mal siparişe uygun üretilmişse söz konusu malı almak zorundadır. Yani bu
konuda bir ”muhayyerlik” yada beğenilmediğinde malını ”iade hakkı” mevcut olmaktadır. Ürün
istenilen özelliklerde üretilip teslim alındığında, ücreti İslami Finans kurumunca imâlatçı
firmaya ödenir. İslami Finans kurumları bu sıkıntılara düşmemek için, baştan inşâ edilecek
varlığın imâlatçının kredili müşteri tarafından seçilmesini ve üretim başladığında üretim
aşamasını yine kredili müşterinin denetlemesini ve kontrol edilmesini şart koşmaktadırlar.
2-) Kârın Önceden Sabitlenmiş Olması Sınırlılığı; İstisnâ işleminde satışa konu olan kâr kredili
müşteriyle yapılan sözleşme esnasında bir kerde sabitlendiğinden, her ne kadar müşteri
açısından avantajlı bir durum söz konusu olasa da; İslami Finans kurumu oluşan fiyat riski
nedeniyle daha az gelir elde etme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Malzemesi imâlatçıya ait
olarak üretimine başlanılan ürünün, özellikle inşât gibi uzun vadeyi kapsayacağı düşünülürse,
her çeşit piyasa koşulundan olumsuz etkilenen söz konusu proje; kur farkı, malzeme fiyatlarına
gelen zamlar, enflasyon gibi pek çok etki karşısında maliyetini bile karşılayamacak hale
gelebilmektedir. Çok nadir durumlarda ”değişen oranlı kâr” politikasına izin verilmekte olan
istisnâ akdi, İslami Finans kurumları açısından bu konuda bir risk oluşturmaktadır.
3-) Olumsuzlukların Tarafları Karşı Karşıya Getirme Riski; Yukarıda ayrıntısı verilen pek
olumsuzluğun yanı sıra, özellikle üretimine başlanılan ürünün zamanında üretilmemesi
durumunda; İslami Finans kurumları ve proje yüklenicisi konumundaki imâlatçı firma karşı
karşıya gelebilmektedir. Bu nedenle İslami Finans kurumları, özellikle müşterinin seçimiyle
belirlenen ve müşteri kontrolünde sürekli denetlenen proje için; güvenilir firma seçimi
konusunda da titiz davranmalıdır. Çalışılmaya karar verilen imâlatçı firmanın; geçmişi, ticari
ahlakı ve referansları özellikle gözönüne alınarak, ona göre bir karar verilmelidir.
4-) Finans Kurumunun Saygınlığına Zarar Gelmesi Riski; Yüklenici konumundaki imâlatçı
firma yada İslami Finans kurumundan kaynaklanan herhangi bir olumsuzluk sonucu, kredili
müşterilen gözünde İslami Finans kurumlarının itibarının düşeceği elbette bir realite
olmaktadır. Bu nedenle butür işlemlerde İslami Finans kurumları çok isbatli kararlar vermelidir.

134
İslamî geçerlilik yani fıkhî yönden; İslam hukukunda İstisnâ Akdinin kökeninin
Efendimiz (S.A.V.) dönemine kadar uzandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira “Mecid-i
Nebevî” için bir münber ve kendisi için de bir yüzük yapımında sipariş usulünü kullandığını
biliyoruz. Bu açıdan bakıldığında meşru bir yöntem olduğu aşikâr olan İstisnâ Akdi ile ilgili
olarak elbette halen tartışılan bazı fıkhi yönler de bulunmaktadır. Bu tartışmaların başında;
henüz ortada olmayan mal satışının tarafları zarara uğratabileceği hususu ve söz konusu akdin
üretilen mala göre geçerlilik kazanacağı diğer bir deyişle istenilen vasıflara uygun şekilde
üretimiyle yürürlüğe gireceği hususları gelmektedir. Belirtilen olumsuzluklar “üretimin müşteri
kontrolünde onun seçeceği bir üreticiyle” olması şeklinde getirilen bir dizi önlemlerle elbette
giderilebilmektedir. Ancak fıkhi açıdan her ne kadar bazı ihtilafları bünyesinde barındırsa da
söz konusu akit; Efendimiz (S.A.V.) zamanında kullanılmıştır ve dinen meşru bir akittir.

2.2.2.6.Selem (Para Peşin, Mal Veresiye Satım)


Selem sözlükte ”Takdîm” anlamına gelir, buna ”Selef” de denilmektedir.171Peşin
verilen para ve mal ile veresiye olarak bir malı satın almak anlamına gelen selem; daha sonra
teslim edilecek bir malın peşin para karşılığında satımı anlamına gelmektedir.172Selem akdinde
peşin para yada mal veren müşteriye ”Sahibüsselem” yada ”Rabbüsselem”, buna karşılık
veresiye mal verecek satıcıya ise ”Mülemün İleyh” adı verilmektedir. 173Selem, ödemenin nakdi
olarak tamamen yada kısmen sözleşme anında yapıldığı ve alış-verişin bitirildiği bir işlem olup;
bu işlemde satın alınan varlığın teslimi önceden tespit edilmiş bir tarihe kadar
ertelenmektedir.174İleriye dönük satın alma olarak da adlandırılan selem işleminde; çoğunlukla
küçük çiftçi ve tacirlerin finansman ihtiyaçlarının karşılanması söz konusudur. Genellikle hasat
zamanında küçük çiftçilerin duyduğu finansman ihtiyaçlarının karşılanmasında çokça kullanılan
bu yöntemde; vadeli alış-verişin tersi bir uygulama söz konusu olup, vadeli alış-verişte bedel,
selemde ise mal veresiye bir şekilde alış-veriş gerçekleştirilmektedir. Terim olarak, ”peşin para
ile veresiye mal almak” şekilde ifade edilen selemde; malın miktarı, nitelikleri, teslim yeri,
teslim tarihinin sözleşme esnasında ayrıntılı ve kesin bir şekilde belirtilmesi mecburî
olmaktadır. Teslim tarihi ve teslim yerinin istisnâ akdinde yer almadığı düşünülürse, selem
akdinin daha detaylı olduğu anlaşılmakta olup; usûlüne uygun şekilde yapılmış selem akdi ile
ileriki bir tarihte üretilecek ürünler şimdidien satılmış ve bedelide nakden alınmış olmaktadır.175

171 Akın Cihangir, Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, A.g.e., s.162


172 Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, A.g.e., s.44
173 Akın Cihangir, Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, A.g.e., s.162
174 Eskici Mustafa Mürsel, Türkiye’de Katılım Bankacılığı Uygulaması ve Müşteri Özellikleri, A.g.e., s.72
175 Bayındır Abdülaziz, Ticaret ve Faiz, A.g.e., s.145

135
İslam Hukuku’nda; şeriatın satış hususuna getirdiği temel kâidelere bakıldığında her
satışta bulunması gereken 3 temel hususun varlığı gerekmektedir. Bunlar; 1-) Varlığın fizîken
mevcut olması, 2-) Satıcının söz konusu varlığın mülkiyetini elinde bulundurması, 3-) Satıcının
varlığın kontrolünü elinde bulunduruyor olması hususlarıdır. Çalışma genelinde belirtildiği
üzere, İslami Finans kurumlarının kullandığı ”İstisna ve Selem Akitleri”nde, yukarıda belirtilen
hususlar mevcut olmayıp; ilgili satışlarda şeriatın, belirtilen üç temel şarta getirdiği istisnâi bir
durum söz konusu olmaktadır.176 Selem akdinde de tıpkı istisnâ akdinde olduğu gibi İslam
Hukuku yani ”Şeriat”’ın belirlediği mevcut kaidelere aykırı bir üretim ve satış söz konusu
olmaktadır. Mesela mal fiziken ortada olmadığı halde, peşin ödeme karşılığı gelecekte teslim
edilecek malın satışı şimdiden gerçekleşmektedir. Diğer taraftan aynı istisnâ akdinde olduğu
gibi müşterinin malı beğenmemesi halinde ona iade hakkı (muhayyerlik) veren selem akdi;
istisnâ akdi gibi nakit sağlamak amacına yönelik olup; belirtilen özellikleri dolayısıyla İslami
Finans kurumlarınca olağan bir sözleşme olarak görülmemektedir
Günümüz koşulları değerlendirildiğinde, malın üretimiyle teslim edilmesi tarihleri
arasında çok uzun bir süreç olduğunda, üretcinin üretim süreci içerisinde ihtiyaç duyduğu nakit
ihtiyacının karşılanması üretimin tamamlanabilmesi açısından hayati bir önem taşımaktadır. İşte
bu problemin çözülmesi ve üreticiye gerekli olan nakit desteğinin sağlanabilmesi açısından
başvurulan selem satışlar, likit fon sağlamak üzere oluşturulmuş bir finansman yöntemi
şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İşletmelerde faaliyetlerin başarısı için gerek süreç başında
gerekse üretim devam ederken, etkin bir likidite planlaması çok elzem bir konu olmaktadır. Zira
çok başarılı bir proje, üretim süreci içerisinde etkin olmayan bir kaynak planlaması ile karşı
karşıya kaldığında iflas edip olumlu sonuç veremeyebilmektedir. Ödemelerin zamanında
yapılmaması, ihtiyaç duyulam malzemelerin nakit sıkıntısı nedeniyle alınamaması gibi hususlar
üretimin sekteye uğramasına sebebiyet verebilmekte hatta çok yüksek kâr beklentisi olan
işletmelerin bu yüksek kazançlardan mahrum kalmasına dahi yol açabilmektedir. İşte selem
akdi bu aşamada işletmeye destek olabilecek bir akit olmaktadır.
Geleceğe yönelik satın alma olarak da isimlendirilen selem akdi; büyük çaplı üretim
projelerinin yanısıra, küçük çifçi ve tacirlerin finansman ihtiyaçlarında da kullanılmaktadır.
Selem akdinin geleceği ilgilendiren yönü, onun forward (vadeli işlem) ve future (gelecek)
sözleşmelerine benzetilmesine neden olmuştur. Ancak selem akdi bu sözleşmelerden farklıdır.
Çünkü selemde ücret ve üretilen mal, belirtilen vadede eksiksiz teslim edilmek zorundadır.177
Bu açılardan selem sözleşmesi; forward ve future sözleşmelerden iki yönüyle ayrılmaktadır.
176 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.98
177 http://www.katilimbankaciligi.com/selem-nedir/ [Erişim Tarihi: 08.09.2016]

136
Çalışma genelinde değinildiği üzere İslam Hukuku’nda şeriatın satışa ilişkin getirdiği
şartları taşımaması nedeniyle istisna düzenlemeler arasında değerlendirilen “İstisnâ ve Selem”
satışlar; birbirleriyle karşılaştırıldıklarında benzer yönlerinin yanısıra farklı yönlerinin de
bulunduğu görülmektedir. Çalışmanın son bölümü olan yöntemlerin birbiriyle mukayesesi
başlığı altında ayrıntılı değineceğimiz söz konusu iki yöntem, ana hatlarıyla karşılaştırıldığında;
“Selem ve İstisnâ Akitlerinin” Birbiriyle Mukayesesi Ortaya Çıkan Farklar Aşağıdaki Gibidir;
1-) İstisnâ akdi seleme göre daha özellikli malların imâlatı için düzenlenmektedir. Özel siparişe
göre “Kişiye Özel” üretim olan İstisnâ Akdi, belirtilen yönüyle Selem Akdinden ayrılmaktadır.
2-) Selem sözleşmesinde malın bedeli sözleşme esnasında peşin olarak ödendiği halde, istisnâ
sözleşmesinde böyle bir mecburiyet bulunmayıp sonuçta toplu ödeme dahi yapılabilmektedir.
3-) Selem akdine tarım ürünü gibi doğal yada standart ürünler konu olabildiği halde, istisnâ
akdine mevcut olmayan imâl yada inşâya dayanan “özelliği olan ürünler” konu olabilmektedir.
4-) Selem akdinde süresi içerisinde herzaman bulunabilen misli mallar sözleşmeye konu
olurken, istisnâ akdinde piyasada bulunmayan özgün ürünler sözleşmeye konu olabilmektedir.
5-) Tıpkı istisnâ akdinde olduğu gibi selem akdinde de, hayvanlar sözleşmeye konu olmazlar.
6-) Selem sözleşmesi kuralların detaylı olarak tanzim edildiği bağlayıcı bir sözleşmedir ve
tarafların rızası olmaksızın fesh edilemez, buna karşılık istisnâ sözleşmesi üretime başlanmadığı
sürece bağlayıcı değildir ve taraflardan biri tek taraflı olarak sözleşmeyi fesh edebilmektedir.
7-) Selem sözleşmesinde “malın teslim tarihi-teslim yeri” gibi detay hususlar ayrıntılı olarak
düzenlendiği halde, istisnâ sözleşmesinde teslim konusuyla ilgili düzenleme bulunmamaktadır.
Selem Akdi, İslami Finans kurumlarınca; sanayi, ticaret ve ziraatın finansmanında
kullanıldığı gibi özellikle konut ve dayanıklı tüketim mallarının finansmanı gibi tüketici
ödünçlemesinin önemli bir tarzını teşkil etmektedir. Pakistan’da HBFC yani House Building
Finance Corporation; konut kredi avanslarını selem tarzında finanse etmektedir. Bu sistemde
İslami Finans kurumu, bu tür malların satın alma finansmanını, emniyet ve teminatı sağlama
bakımından müşterek mülkiyet düzenlemeleri şeklinde gerçekleştirmektedir. İlgili sistemde
sözleşmeye konu olan mallar aynı zamanda sigorta ettirilebilmekte ve sigorta masrafı mevcut
yatırımdaki hisseleri oranında banka ve diğer taraflar arasında paylaştırılabilmektedir. İstisnâ ve
Selem gibi bu tür uygulamalarda İslami Finans kurumu, sözleşmeye konu olan malları önce
satın almakta, ardından bu varlıkları taksitler halinde yada toplu ödemelerle kredili müşterisine
satmaktadır. Bu tür finansman yöntemlerinde sözleşmeye konu olan malın mülkiyeti; ödenen
taksitler oranında, “tedirici olarak” yani aşamalı bir şekilde kredili müşteriye geçmektedir.178

178
Akın Cihangir, Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, A.g.e., s.163

137
“Selem Yönteminin” Geçerliliğini Sağlayan Özellikler, Aşağıdaki Şekilde Sıralanabilmektedir;
1-) Sözleşmeye Konu Malların Özellikleri; Selem akdi, istisnâ akdindeki gibi daha spesifik ve
özelliği olan “Kişiye Özel” mallar üzerinde değil, doğada kolaylıkla bulunabilen ve üretilebilen
eğer üretilemezse pazardan satın alınabilen mislî mallar üzerinde gerçekleşebilmektedir.
Selemin gerçerliliği için; malın ölçü-tartı-adet yönünden miktarının; eksiklik-kalınlık-incelik
yönünden sıfatının bilinmesi mecburi olup, kalitesi ve miktarı bilinmeyen mallarda selem
mümkün olmamaktadır. Ayrıca belirli bir ürün yada bir arazinin hasılatı üzerine de selem
olmamaktadır. Örneğin; satıcı yani üretici belirli bir bahçeden toplanılan ürünler üzerine selem
sözleşmesine giriyorsa, bu sözleşme geçersizdir. Zira bahçe adı verilerek yapılan sözleşme aşırı
şekilde belirsizlik yani garar içermektedir. Çünkü bu bahçe yok olabilir yada o sene ürün
vermeyebilir. Bu nedenle selem sözleşmesi, sadece niteliği belirli olan portakal meyvesi üzerine
yapılabilecektir.179 Belirtildiği üzere “özellikle niteliği, cinsi, nevi daha sonra kalitesi, miktar ve
ölçüleri” net bir şekilde belirlenebilmesi mümkün ürünler selemin vazgeçilmezi olup; ilgili
sözleşmede “teslim tarihi-teslim yeri-yükleme ve nakliyenin kime ait olduğu-malın cinsi-
nev’i(çeşidi)-sıfatı-miktarı-birim fiyatı-adet/kg cinsinden birimi” vs.’nin bulunması önemlidir.
2-) Ödemeye İlişkin Hususların Özellikleri; Yukarıda belirtildiği üzere selem, ödemenin nakdi
olarak tamamen yada kısmen sözleşme anında yapıldığı ve alış-verişin bitirildiği bir işlem olup;
bu işlemde satın alınan varlığın teslimi önceden tespit edilmiş bir tarihe kadar ertelenmektedir.
Selem akdinde, alıcı sözleşmeye konu ürünün ücretini sözleşme yapıldığı anda yani satışın
gerçekleştirildiği anda peşin şekilde yapmalıdır. Zaten selem akdinin mantığında, satıcının
üretim esnasında ihtiyaç duyduğu finansman ihtiyacını kendisine sağlamak ve üretimi sorunsuz
şekilde para sıkıntısı yaşamadan sonlandırmak olduğundan; söz konusu ödemenin önceden
yapılmamış olması, selem sözleşmesinin haliyle gerçekleşmemesine sebebiyet vermiş olacaktır.
3-) Akdin Sahip Olduğu İstinâi Şartların Özellikleri; Bilindiğ gibi İslam Hukuku’nda; şeriatın
satış hususuna getirdiği temel kâidelere bakıldığında her satışta bulunması gereken 3 temel
hususun varlığı gerekmektedir. Bunlar; 1-) Varlığın fizîken mevcut olması, 2-) Satıcının söz
konusu varlığın mülkiyetini elinde bulundurması, 3-) Satıcının varlığın kontrolünü elinde
bulunduruyor olması hususlarıdır. İslami Finans kurumlarının kullandığı ”İstisna ve Selem
Akitleri”nde, yukarıda belirtilen hususlar mevcut olmayıp; ilgili satışlarda şeriatın, belirtilen üç
temel şarta getirdiği istisnâi bir durum söz konusu olmaktadır. Selem akdinde de tıpkı istisnâ
akdinde olduğu gibi ”Şeriat”’ın belirlediği mevcut kaidelere aykırı bir üretim ve satış söz
konusu olmaktadır. Meselâ; ortada olmayan malın finans kurumuna peşin bedelle satılması gibi.

179 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.99

138
4-) Teslimata İlişkin Düzenlemenin Özellikleri; Selem sözleşmesinde “malın teslim tarihi-
teslim yeri-yükleme ve nakliyenin kime ait olduğu” gibi detay hususlar ayrıntılı olarak
düzenlenmelidir. İstisnâ akdine göre daha detaylı ve bağlayıcı olan selem akdinde teslimat ve
teslimatın detayına ilişkin hususlar özellikle önem arzetmektedir. Çünkü ürünün bedeli nakit ve
tam olarak ödenmiştir, bu nedenle belirtilen zamanda ve yerde teslimatın yapılmaması
müşterinin mağdur olmasına yol açacaktır. Şayet mal sözleşmede belirtilen zamanda ve yerde
alıcıya teslim edilmezse, alıcı parasını satıcıdan geri alabilecek ve teslim yapılıncaya kadar
bekleyebilecektir. Bu açıdan selem akdi, istisnâ akdinden “teslimat” hususunda ayrılmaktadır.
5-) Teslimatta Sahip Olunan Muahayyerlik Özelliği; Selem akdi tıpkı istisnâ akdinde olduğu
gibi, üretimi taahhüt edilen malın istenilen vasıflara uymaması halinde, alıcı konumundaki
tarafa iade hakkı veren bir ”muhayyerlik” söz konusu olmaktadır. Çünkü alıcı, üretimini
beklediği ve bedelini peşin ödediği malın, isteklerine uygun olarak üretilmesinden emin olmak
ister. Üretim tamamlandığında üretilen mamulü gören alıcı, şayet istediği vasıflara uygun bir
mal üretilmediğini görürse, alış-verişten cayma hakkına sahip olmaktadır. Diğer taraftan ilgili
alıcı, ancak istediği vasıflara uymayan bir tarzda üretilen mallarda cayma hakkını elinde
bulundurup, şayet mal siparişe uygun üretilmişse söz konusu malı almak zorundadır. Yani
uygun olmayan üretimde, ”muhayyerlik yada beğenilmediğinde iade” hakkı mevcut olmaktadır.
6-) Sözleşmenin İptaline İlişkin Şartların Özellikleri; Selem sözleşmesi kuralların detaylı olarak
tanzim edildiği bağlayıcı bir sözleşmedir ve tarafların rızası olmaksızın fesh edilemez, buna
karşılık istisnâ sözleşmesi üretime başlanmadığı sürece bağlayıcı değildir ve taraflardan biri
tek taraflı olarak sözleşmeyi fesh edebilmektedir. Selem sözleşmesinin daha ayrıntılı ve
bağlayıcı bir özelliğe sahip olması, mal bedelinin tamamının sözleşme anında peşin şekilde
ödenerek hesabın kapatılmasından ileri gelmektedir. Parası ödenmiş mal hususunda, elbette
alıcı tüm haklarını garanti altına almak isteyecektir, bu nedenle selem akdindeki sözleşme daha
detaylı ve bağlayıcı şekilde düzenlenmektedir. Selem sözleşmesinin iptali ancak, sözleşme
işleme konulmadan önce ve tarafların rızasıyla söz konusu olabilmektedir. Şayet selem
sözleşmesi işleme konulmuşsa, artık sözleşmenin iptal işlemi gerçekleştirilememektedir.
7-) Finans Kurumunun Aldığı Malı Başkasına Satmasındaki Şartlar; Henüz ortada olmayan ve
gelecekte üretilecek olan ürün yada hasadı peşin bedelle alan İslâmi Finans kurumu, bu malı
elbette üreticiye nakit sağlamanın yanısıra başkasına satıp kâr elde etmek amacıyla almaktadır.
Yalnız almış olduğu bu malın satılabilmesi için180 İslami Finans kurumunun; “malın fiziki
mülkiyetini ele geçirmiş olması ayrıca satış fiyatının piyasa fiyatını aşmaması” gerekmektedir.

180
Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, A.g.e., s.45

139
SELEM İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-35]

Yukarıda işlem akışı şematik olarak anlatılmaya çalışılan “Selem Satışı” işleminde
öncelikle “Selem Tarafları”nın ayırt edilmesi önem arzetmektedir. Buna göre bir selem
işleminde başlıca dört taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Birinci Satıcı; Diğer adı “Kredili
Müşteri-Üretici-Çiftçi” olup, üretimini yada hasadını gerçekleştireceği ürünü nakit sıkıntısı
çekmeden rahatça üretmek yada hasat etmek isteyen, bu amaçla İslami Finans kurumuna giden
taraf olmaktadır. İslami Finans kurumunun genellikle küçük çaptaki çiftçiye fon temininde
bulunmak için kullanmış olduğu bu yöntem, elbette sanayi, ticaret, dayanıklı tüketim malları
finansmanı gibi başka alanlarda da kullanılabilmektedir. 2-) Birinci Alıcı; Diğer adı İslami
Finans kurumu olup; üreritimi yada hasadı gerçekleştirilecek ürünü, tamamını peşin para
ödeyerek üretici yada çiftçiden satın alan taraf olmaktadır. İslami Finans kurumu peşin para ile
satın almış olduğu bu ürünü yada hasadı, teslimatı belirlenen süreye göre daha sonra yapılmak
üzere, belirli bir kârpayı ekleyerek başka bir alcıya satar. 3-) İkinci Satıcı; Diğer adı yine İslami
Finans kurumu olup; satmak üzere peşin para ödeyerek satın aldığı ürünü, üzerine eklediği
belirli orandaki kâr payı ile yine başka bir alıcıya satan taraftır. 4-) İkinci Alıcı; Üretimi yada
hasadı gerçekleştirilen ürünü, İslami Finans kurumundan, içerisinde maliyet fiyatı ve
kârpayından bulunan belirli bir ücret karşılığında satın alan, malın “Nihâi Alıcı”sı olan taraftır.

140
KREDİ MÜŞTERİSİNİN “SELEM” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-36]

Yukarıda Selem Akdi’ne taraf olan kişi ve kurumların kimler olduğu, söz konusu kişi
ve kurumların yapılan akitteki rollerinin neler olduğu, ilgili kişi ve kurumların birbirleri
arasındaki ilişkilerin ne şekilde gerçekleştiği kısaca özetlenmiş olup; daha çok taraflar üzerinde
durulan kısa özete ilave olarak, daha açıklamalı şekilde sürecin de açıklanması gerekmektedir.
Gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri maddeler halinde aşamalı olarak tekrar edecek olursak;
1-) Kredili Müşterinin (Üretici) Üreteceği Ürünü Satması; Ürün yada mahsullerin üretimiyle
teslim edilmesi tarihleri arasında çok uzun bir süreç olduğunda, üreticinin üretim süreci
içerisinde ihtiyaç duyduğu nakit ihtiyacının karşılanması üretimin tamamlanabilmesi açısından
hayati bir önem taşımaktadır. İşte bu problemin çözülmesi ve üreticiye gerekli olan nakit
desteğinin sağlanabilmesi açısından başvurulan selem satışlar, likit fon sağlamak üzere
oluşturulmuş bir finansman yöntemi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu doğrultuda üretim
faaliyetini likidite sıkıntısı çekmeden rahat bir şekilde gerçekleştirmek isteyen kredili müşteri
konumundaki üretici taraf; bu amaçla selem kredisi kullanmak üzere İslami Finans kurumuna
başvuruda bulunur.Gelecekte üreteceği yada hasat edeceği ürünü, peşin para karşılığında İslami
Finans kurumuna satar. İslami Finans kurumu satış esnasında üretici konumundaki kredili
müşteri ile ”Selem Akdi” tesis ederek karşılıklı imzalar. Mal bedeli sözleşme esnasında nakit
olarak İslami Finans kurumunca ödenir ve yeniden başka müşteriye satılarak kazanç sağlanır.

141
2-) İslami Bankanın Aldığı Malı Başka Alıcıya Satması; İslami Finans kurumu sözleşmede
yazılı vade süresince gelecekte üretmeyi taahhüt ettiği malı, sözleşme esnasında ve tamamı
kapatılarak peşin bedelle üretici konumundaki kredili müşteriden aldıktan sonra, “ancak malın
fiziki mülkiyetini eline geçirdikten sonra” başka bir alıcıya üzerine kârpayı ekleyerek satar.
Selem sözleşmesinde üretici yani kredili müşteriye ödenen nakit bedel malın maliyetini
oluşturacak olup, İslami Finans kurumunun mülkiyetini ele geçirdiği mala eklediği kârpayını
kapsayan yeni fiyat ise malın satış fiyatını oluşturacaktır. Tesis edilen selem akdiyle, satış fiyatı
ve maliyet fiyatı arasındaki fark da; İslami Finans kurumunun beklentisi olan kârını
oluşturacaktır ki, söz konusu satış fiyatının elbette piyasa fiyatını aşmaması gerekmektedir.
3-) Belirtilen Tarihte Ürün Teslimatının Yapılması; Bilindiği üzere selem sözleşmesi, istisnâdan
farklı olarak daha bağlayıcı ve daha detaylı bir sözleşme olmaktadır. Zira selem sözleşmesinde
“teslim tarihi-teslim yeri-yükleme ve nakliyenin kime ait olduğu” gibi detay hususlar ayrıntılı
olarak düzenlenmektedir. İstisnâ akdine göre daha detaylı ve bağlayıcı olan selem akdinde
teslimat ve teslimatın detayına ilişkin hususlar özellikle önem arzetmektedir. Çünkü ürünün
bedeli nakit ve tam olarak ödenmiştir, bu nedenle belirtilen zamanda ve yerde teslimatın
yapılmaması müşterinin beklentisini karşılamayarak mağdur olmasına yol açacaktır. Bu
doğrultuda sözleşmede belirtilen vade tarihi teslimat açısından oldukça önem arzetmektedir.
Çalışma genelinde belirtildiği üzere, günümüz koşulları değerlendirildiğinde, malın
üretimiyle teslim edilmesi tarihleri arasında çok uzun bir süreç olduğunda, üreticinin üretim
süreci içerisinde ihtiyaç duyduğu nakit ihtiyacının karşılanması üretimin tamamlanabilmesi
açısından hayati bir önem taşımaktadır. Bazen herşey yolunda gittiği halde, aniden ortaya çıkan
kaynak ihtiyacı üretimin alt üst olması hatta durmasına sebebiyet verebilmektedir. Özellikle
çifçi gibi küçük sermaye grupları, doğadaki sürprizlerle çok fazla içli dışlı olduklarından
herhangi bir destek olmaksızın hasat süresini sorunsuz geçirememektedirler. İşte bu gruplara
destek fikrinden doğmuş olan selem akdinin sağladığı bu avantajların yanısıra bir takım zayıf
yönlerinin olması elbette ki kaçınılmaz olmaktadır. Mevcut zayıf yönler aşağıda maddlenmiştir.
“Selem Yönteminin” Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdıkları Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Belirlenen Vadede Teslimatın Gerçekleşmemesi Riski; Tesis edilen selem sözleşmesinin
sahip olduğu en önemli sınırlılık, ürün yada hasadın sözelşmede belirlenen vadede teslim
edilmemesi sorunudur. Çünkü ürünün bedeli İslami Finans kurumunca nakden ve tamamen
ödenmiştir, bu nedenle belirtilen zamanda ve yerde teslimatın yapılmaması; İslami Finans
kurumunun ve eğer mal ikinci kez maliyet ele geçirildikten sonra finans kurumunca satılmışsa
ikinci alıcının da mağdur olmasına yol açacaktır. Bunların olmaması teslimata bağlı olmaktadır.

142
2-) Belirtilen Fiyatlarda Fazlalık Ribası Olması Riski; Selem akdinin, diğer bir deyişle asalında
tüm akitlerin İslam Hukuku açısından geçerli olması için, bedellerde fazlalık ribası olmaması
diğer bir deyişle üründe “cins ve miktar birliğinin” olması gerekmektedir. Eğer bu şart
gerçekleşmezse faiz ortaya çıkar ki bu durumda, yapılan işlem fâsit (geçersiz) olur. Yukarıda
kısmen bahsedildiği üzere selem sözleşmesinde, “malın teslim tarihi-teslim yeri-yükleme ve
nakliyenin kime ait olduğu” gibi hususların yanısıra; “malın cinsi-malın nev’i (çeşidi)-malın
sıfatı-malın müktarı-malın birim fiyatı-adet/kg cinsinden birimi” vs hususların da sözleşmede
açıkça beyan edilmesi gerekir. Örneğin; malın cinsiyle ilgili olarak buğday-arpa olduğu, malın
nev’i yani çeşidiye ilgili olarak ekmeklik yada durum buğdayı olduğu, malın sıfatıyla ilgili
olarak kalın yada ince olduğu, malın mitarıyla ilgili olarak ise kg/adet/litre/metre vs. ölçü ve
tartı birimleriyle ifade edilmesi gibi. Altın, gümüş, nakit para gibi değerlelerle belirli hale
gelmeyen ürünler selem konusu olmayacağından, malın belirli olması da önem arzetmektedir.
3-) Üretilen Ürünün Beklentiyi Karşılamama Riski; Tıpkı istisnâ akdinde olduğu gibi, selem
uygulamasında karşılaşılan en büyük sıkıntı, üretimi tamamlanılan ürünün istenilen vasıflarda
olmaması başka bir deyişle müşterinin beklentilerini karşılamamsı riskidir. Çalışma genelinde
belirtildiği üzere, üretilen ürünün müşterinin beklentisini karşılamamsı durumunda, istenilen
özelliklere sahip olmayan üründen, kredili müşterinin kanunen cayma hakkı bulunmaktadır.
Diğer taraftan ilgili müşteri ancak sipariş harici istediği vasıflara uymayan tarzda üretilen
mallarda cayma hakkını elinde bulundurup, şayet mal belirlenen hususlara uygun üretilmişse
söz konusu malı almak zorundadır. Yani bu konuda bir ”muhayyerlik” yada beğenilmediğinde
malını ”iade hakkı” mevcut olmaktadır. Selemde bedel peşin ödendiğinden, ileriki bir vadede
teslim alınan malın istenilen özellikte olmaması, uygulamada büyük sıkıntılara yol açmaktadır.
4-) Fiyatın Önceden Sabitlenmiş Olması Sınırlılığı; Selem sözleşmesinde satış fiyatının
belirlenmesi hususu, ürünün üretici konumndaki kredili müşteriden alınırken değilde, ürün
teslim alınarak aynı ürünün başka alıcıya satılmasında finans kurumuna bir külfet
yüklemektedir. İslami Finans kurumu ilk alışta zaten üreticiye bedeli peşin ödediğinden böyle
riskin olması mümkün olmamaktadır. Zira finans kurumu, üreticiye nakit desteğinin yanısıra
ürünü başkasına satıp kâr elde etmek amacıyla da satın almaktadır. Mülkiyetini ele geçirdiği
ürünü kâr elde etmek maksadıyla başka alıcıya satan İslami Finans kurumu, bu aşamada yeni
alıcıyla da bir sözleşme tesis etmekte ve baştan fiyatı belirleyerek sabitlemektedir. Sözleşmesini
yaptığı ve fiyatını sözleşmede belirlediği ürünü genellikle vadeli olarak satmakta olan İslami
Finans kurumu, vade nedeniyle arada geçen sürede üründe meydana gelen fiyat artışları
dolayısıyla kayba uğramakta olup, bu yüzden düşük kâr elde ederek gelir kaybına uğramaktadır.

143
5-) Olumsuzlukların Tarafları Karşı Karşıya Getirme Riski; Yukarıda ayrıntısı verilen pek
olumsuzluğun yanı sıra, özellikle üretimine başlanılan ürünün zamanında teslim edilememesi
durumunda; İslami Finans kurumları ve proje yüklenicisi konumundaki üretici yada çiftçi olan
taraflar karşı karşıya gelebilmektedir. Bu nedenle İslami Finans kurumları, özellikle kredili
müşterinin seçiminde ve üretimin kontrolünde dikkatli davranmalı, üreticinin geçmişi-ticari
ahlakı ve referansları göz önüne alınarak, bu hususlar doğrultusunda uygun karar verilmelidir.
6-) Finans Kurumunun Saygınlığına Zarar Gelmesi Riski; Üretici yada çitçi konumundaki
kredili müşteri ve İslami Finans kurumundan kaynaklanan herhangi bir olumsuzluk, özellikle
ikinci satışta malın nihâi alıcısı konumundaki diğer müşteriyi birebir etkileyebilecektir. Teslim
almadığı ürünle ilgili satışa girişen ve bu konuda aksaklık yaşayan İslami Finans kurumu,
elbette üreticiyi suçlayarak bir yere varamayacaktır. Ortaya çıkacak bütün olumsuzluklarda
doğrudan suçlanacak bir konumda olan İslami Finans kurumu böyle bir durumda; yaşadığı
maddi kayıpların yanısıra elbette itibar da kaybedecektir ki, en önemlisi de bu itibar kaybı
olmaktadır. Zira ”İslam Dinini” temsilen böyle sözleşmeler altına giren finans kurumu;
kendisine gelecek en ufak bir itibar kaybının İslam diniyle ilişkilendirileceğini asla unutmamalı
ve yaptığı işlemleri daima bu bilinçle yapmalı ve sonuçlandırmalıdır.
İslami geçerlilik (fıkhî) yönden; bazı hadis-i şeriflerin bulunduğu görülkmektedir ki,
bunlardan en önemlisi; ”Kim bir şeyde selem akdi yaparsa, belirli ölçüde, belirli tartıda, belirli
zamana kadar yapsın. [Buhârî, Selem, 1,2,7; Müslîm, Müsâkat, 128]” şelindedir. Bazı Ayetlerin
de selem akdine işaret ettiği yönünde tartışmalar da bulunmaktadır ki bütün bunlardan İslam
dininin selem cevaz verdiği, selemin ”Kitap-sünnet-icmâ” delilleriyle meşrû olduğu
anlaşılmaktadır. Diğer taraftan ”Ey iman edenler, belli zamana kadar birbirinize borçlandığınız
zaman, onu yazın [Bakara, 2-282] ayet-i kerimesini İbn Abbas (R.A) selem olarak yorumlamış
[Zeylâî, Nasbu’r-Râye, IV,44] ve selem akdinin caiz olduğunu vurgulamıştır. Bütün bu delillere
ilave olarak, para peşin mal veresiye akdi yani selem akdinin caiz olduğu yönünde İslam
alimleri görüş birliği halindedir. Çünkü toplumun bu çeşit alış-verişlere ihtiyacı vardır. Aslında
selem akdi İslam alimlerince ”henüz mevcut olmayan ve meydana gelmeme tehlikesi olan”
ma’dumun satışlardan ayrı tutulmuş ve Efendimiz (S.A.V.) zamanında yapılan bir uygulama
olması nedeniyle de aleyhinde çok fazla tartışılmamıştır. Meselâ ilgili tartışmalar içerisinde; on
dönüm tarladan çıkacak ürünün peşin parayla satılması selem olmayıp ma’dumun satış yani
caiz olmayan satış olarak nitelendirilmiştir. Buna karşın ”bir ton şu vasıftaki ürünü, şu kadar
süreyle teslim etmek üzere peşin bedelle satmak” ise selem ve caiz bir satış kabul edilmiştir.181

181 https://sorularlaislamiyet.com/olmayan-mali-satmak-caiz-midir [Erişim Tarihi: 10.09.2016]

144
2.2.2.7.Diğer Fon Kullandırma İşlemleri
İSLAMİ FİNANSMAN YÖNTEMLERİNİN SEKTÖREL DAĞILIMI

Kaynak: [Ayub Mohammed, Understanding İslamic Finance-2007-S.195]-[Tablo-37]

Yukarıda açıklanan “1-) Murâbaha, 2-) Mudârabe 3-) İcâre, 4-) Müşârake, 5-) İstisnâ,
6-)Selem” dahil toplam altı tane akit; her alanda karşımıza çıkan İslami Finans kurumlarının
çokça kullandığı temel akitlerdir. Bu akitler İslami Finans’taki pek çok finansal araç ve işlemin
yapılandırılmasında esas kabul edildiğinden; bundan sonra açıklanacak olan diğer akitlerin bu
akitlerden türetilmiş olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. [Bkz.Yanpar Atillâ, A.g.e., S.87]

145
2.2.2.7.1.Karz-ı Hasen (Karşılıksız Borç)
Sözlükte ”kesmek-parçalamak” anlamlarına gelen182 karz-ı hasen; terim olarak ”geri
ödenmek üzere ödünç olarak verilen mal yada para” şeklinde183 kullanılmaktadır. KUR-AN’I
Kerim’de on üç yerde geçmekte olan ve ağırlıklı olarak ”borç vermek” anlamında kullanılan184
karz-ı hasen kavramı, Hadis-i Şeriflerde hukukî boyuttan ziyade ahlakî yönüyle anılmaktadır.185
Ödünç verme işine ”ikraz”, ödünç alma işie ”istikraz”, ödünç verene ”mukriz”, ödünç alana
”mustakriz” denildiği karz-ı hasen akdinde,186 dinin emirlerine uygun olma özelliği ağırlık
kazanmakta olup; dinî terminolojide, tüketim amaçlı olarak bir kimseye para yada eşya bazında
ödünç verme anlamında kullanılan karz- hasen eylemi, ALLAH (c.c.) katında sevap kazandıran
erdemli bir davranış olarak görülmektedir.187 Tüm bu bilgiler ışığında genel bir değerlendirme
yapıldığında ise karz-ı hasen kavramı; ”herhangi bir karşılık beklemeksizin, yalnız ALLAH
(c.c.) için verilen güzel bir borç” demektir. Bilindiği üzere Arapça bir kelime olan ”karz” borç
demek olup, ”hasen” ise güzel ve hoş olan anlamına gelmektedir. Bu iki kelimenin
birleşmesiyle oluşan ve ”karşılıksız” olma özelliği ön plana çıkan karz-ı hasen akdi İslami
Finans kurumları açısından; sadece ticari değil, aynı zamanda Kur-an ve Sünnette yeri olan ve
ahlakî yönü ağır basan dinî bir kavram olmaktadır.
İslami Bankacılık alanında kullanılmakta olan karz-ı hasen akdi, daha çok finans
kurumunun; personeline, güvenilir müşterilerine, öğrencilere, küçük çaptaki projeleri
destekleme maksatlı olarak finansman sağlanılan kişi ve kurumlara verilmektedir.188 Özü
itibariyle her nekadar hiç bir maddi çıkar gözetmeksizin yalnızca ALLAH (c.c.)’ın rızasını
gözeterek, din kardeşinin bir müşkülünü gidermek maksadıyla verilen ayni yada nakdi borca
karz-ı hasen denilse de; finans kurumları elbette bu borcu kendi özkaynaklarından
vermemektedir. Kaynağını, faize bulaşmadan katılım hesabı yoluyla birikimlerini
değerlendirmek isteyen müşterilerin İslami Finans kurumlarına yatırdıkları fonlardan alan karz-
ı hasen kredisi; bankanın kendi parası olmaması dolayısıyla, İslami Finans kurumlarını aynı
zamnada ”ticari ve sorumlu” davranmaya da zorlamaktadır. Çünkü katılım hesabı yoluyla
İslami Finans kurumuna para yatıran müşterilerin, yatırdıkları fonlar karşılığında faiz olmasa da
bir kârpayı beklentisi bulunmaktadır. İslami Finans kurumları söz konusu beklentileri, ancak
ellerindeki emanet fonları verimli ve kârlı projelere yöneltmek suretiyle karşılayabileceklerdir.

182 Eskicioğlu Osman, İslam ve Ekonomi, A.g.e., s.118


183 Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, A.g.e., s.45
184 Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 24.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s.520
185 Hammâd Nezih, İktisadi Fıkıh Terimleri, Çeviri; Recep Ulusoy, A.g.e., s.98
186 http://samil.ihya.org/ansiklopedi/karz-i-hasen.html [Erişim Tarihi; 17.09.2016]
187 Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 24.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s.521
188 Bayındır Servet, Ö.F.K’nın İslam Hukuku Yönünden Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, A.g.e., s.17

146
Bir kimsenin mislî yani ölçülebilir, tartılabilir ve sayılabilir bir malı yada nakit parayı
menfaât temin etmek üzere başka bir şahsa karşılıksız olarak vermesi anlamına gelen karz-ı
hasen kredisinde önemli olan nokta; para dışında krediye konu olan malların misliyattan
olmaları bir başka deyişle her zaman piyasada bulunabilir nitelikte benzerlerinin var olması
hususudur. Bu doğrultuda nakit para, altın, gümüş, arpa, buğday, yağ, bal, yumurta, ceviz gibi
ölçülebilir, tartılabilir nitelikte olan ve piyasada her an benzeri bulunabilir nitelikte olan
mallarda karz-ı hasen işleminin yapılması mümkün olmaktadır. Bir kimse karz-ı hasen akdiyle
elde ettiği şeyin maliki olmakta, ödünç veren (mukriz) İslami Finans kurumuna da bunun
mislini yani aynısını vermekle yükümlü olmaktadır. Başka bir deyişle faiz nevinden herhangi
bir artış yada fazlalık söz konusu olmaksızın, ödünç alan kişi aynıyla yani misliyle aldığı bedeli
iadeye memur olmaktadır. İslam akâidinde, karz-ı hasen dışındaki her borcu geciktirme yani
tecil mümkün olmakta iken, karz-ı hasen akdinden alınan para yada malın iadesinde geciktirme
mümkün olmamaktadır. Ödünç veren konumundaki İslami Finans kurumu (mukriz), vade
dolmadan da istediği anda ödünç verdiği (ikraz ettiği) mal yada parayı aynıyla isteme hakkını
elinde bulundurmakta olup; şayet ödünç veren mukriz vade öncesinde ödünç verdiği şeyi geri
istemişse, ödünç alan taraf olan mustakriz talep edilen şeyi derhal iade etmek durumunda
kalmaktadır. Ödünç alınan malların ödenmesinde ise, misliyyat yani artışa tabi olmadan aynı
cinsten olması önem arzettiğinden; piyasada bulunmayan yada bulunsa da ölçülüp tartılamayan
malların karz-ı hasen muammelesine tabi tutulması haliyle imkansız olmaktadır.189
Karz-ı hasen’in rüknü, icâb ve kabul ile bu esnada malın tesliminden ibaret olmaktadır.
Karz-ı hasen akdinin sağlıklı ve geçerli olabilmesi için; tarafların akıllı ve mümeyyiz olması,
karza konu olan malların piyasada mislinin bulunması, karz akdi sırasında herhangi bir
menfaâtin şart koşulmaması,190 emanet verenin istediği anda mal yada parayı geri isteme
selâhiyetinin bulunması gibi hususların bulunması gerekmektedir. Belirtilen şartlar içersinde
geçen ”herhangi bir menfaâtin şart koşulmaması” hususu geçerlilik açısından oldukça önemli
bir husus olmaktadır. Zira karz-ı hasen akdinde, ödünç veren mukrizin verdiği ödünç sebebiyle
ödünç alan müstakrizden herhangi bir menfaât talebi ”faiz” hükmünde olacağından haram
olmaktadır. Bilindiği gibi, karz yani borcun karşılığında herhangi bir fazlalık istemek faiz
hükmünde olup; ancak ödünç alan müstakriz isterse, ödünç veren mukrize faiz şeklinde
karşılığı olmayan bir fazlalık değil de, teşekkür mahiyetinde hediye nevinden bir ikramda
bulunmasında dinimizce herhangi bir sakınca görülmediği kaynaklarımızda belirtilmektedir.191

189 Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, Benli Kitapevi, İstanbul, 1986, s.94-104
190 Kerimoğlu Yusuf, Emanet ve Ehliyet, Cilt:II, Benli Kitapevi, İstanbul, 1985, s.474-475
191 Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, A.g.e., s.99-100

147
İslami Finans kurumlarının borç vermede kullanmakta oldukları karz-ı hasen akdi;
daha çok mudârabe ve muşârake kredisi kullanmış müşterilerin olağanüstü durumlar nedeniyle
sıkıntıya düşmeleri, sıkıntıda olan söz konusu kişi ve kurumların acil destek fonlarıyla
desteklenmesi amacıyla kullandırılmakta olup, verilen destek karşılığında ilgili müşteriden
sadece anaparanın geri ödenmesi talep edilmektedir. Karz-ı hasen akdinde, her nekadar
”karşılıksızlık” esas olsa da, faiz yada kârpayı yerine, ödünç alan müstakrizden güçlü teminatlar
alınmaktadır.192 Topladıkları fonları karz-ı hasen akdi yoluyla karşılıksız olarak kredi şeklinde
kullandıran İslami Finans kurumları, bunu yaparken elbette çok büyük bir risk altına
girmektedirler. Diğer bütün akitlerde vade aşımı söz konusu olduğu halde, karz-ı hasen akdinde
belirtilen vadede hatta vadeden önce ödemenin söz konusu olması; bünyesinde barındırdığı
karşılıksızlılık unsurundan başka bir deyişle nadir de olsa ”vade aşımında dahi” her hangi faiz
yada kârpayı talebinin bulunmayışından ileri gelmektedir. Hal böyle olunca uygulamadaki
zorlukları ortada olan karz-ı hasen akdinde; herhangi bir karşılık yada gelir elde etmekten
ziyade, sıkıntıda olan kişi yada kuruma yardım etmek yada hayırseverlik ön planda olmaktadır.
Çoğu kaynakda karz-ı hasen akdi tâli yani yardımcı finansman teknikleri arasında
değerlendirse de, bir takım kaynaklarda da karz-ı hasen akdinin aslî finansman teknikleri
arasında yer aldığı gözlemlenmektedir. Karz-ı hasen akdinin aslî finansman yöntemleri arasında
zikredilme nedeni hiç kuşkusuz, İslami Finans kurumlarının sosyal ve dinî yönü ağır basan
kurumlar olmasından ileri gelmektedir.193 İslami Finans kuruluşlarının faizli bankalarda
olmayan Karz-ı Hasen yani faizsiz borç uygulaması, tamamen sosyal yardım ve dayanışma
mantığıyla tahsis edilmiş bir uygulama olmaktadır. Gözünü para hırsı bürümüş kapitalist faizli
bankaların toplumdaki yıkıcı etkileri, salt faiz anlayışıyla meydana getirdikleri tekelleşmeler
sonucu zenginin daha zengin fakirinse daha fakirleşmesine yol açan katı tutumları
düşünüdüğünde; İslami Finans kuruluşlarının nedenli üstün olduğu daha iyi anlaşılabilmektedir.
Diğer taraftan faizli sistemin yıkıcı etkisinin; “kardeşlik-dayanışma-birlik” duygularını
zedelediği herkesçe bilinen bir gerçektir. Sağladıkları “üretim-yatırım-istihdam-fayda-denge”
unsurlarıyla İslami Finans kuruluşları; toplumda zenginleşme, yardımlaşma ve kardeşlik
duygularını pekiştirerek, insanların güven ve huzur içersinde yaşamasına imkan vermektedirler.
Oluşturdukları bu ilave katkıların en üst seviyesi konumunda olan karz-ı hasen akdinin, sahip
oldukları ticari amaçlarına rağmen İslami Finans kurumlarınca bu kadar kullanılma nedeni;
elbette KUR-AN’I Kerim’de çok fazla zikredilmesi ayrıca dini hassasiyetten ileri gelmektedir.

192 Günal Vural, Özel Finans Kurumları, TKBB Yayınları, Ankara, 1985, s.14 [Aktaran; Uçar Mustafa, Türkiye’de ve
Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, Fey Yayınları, İstanbul, 1993, s.152]
193 Uçar Mustafa, Türkiye’de ve Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, A.g.e., s.153

148
“Karz-ı Hasen”nin Geçerliliğini Sağlayan Özellikler ve Mevcut Durum Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Sözleşmeye Konu Mal Yada Paranın Özellikleri; Karz-ı hasen akdine konu olan malların,
mislî yani ölçülebilir (mekilât), tartılabilir (veznî) ve sayılabilir (adediyyat) nitelikteki
mallardan olması; mal haricindeki nakdî değerlerin (nukûtun) ise altın, gümüş, banknot gibi
piyasada kullanılmakta olan para değerlerinden oluşması gerekmektedir. Mal yada nakit
paranın menfaât temin etmek üzere başka bir şahsa karşılıksız olarak verilmesi anlamına gelen
karz-ı hasen kredisinde önemli olan nokta; para dışında krediye konu olan malların misliyattan
olmaları bir başka deyişle her zaman piyasada bulunabilir nitelikte benzerlerinin var olması
hususudur. Bu doğrultuda ancak nakit para, altın, gümüş, arpa, buğday, yağ, bal, yumurta, ceviz
gibi ölçülebilir, tartılabilir nitelikte olan ve piyasada her an benzeri bulunabilir nitelikte olan
mallarda, karz-ı hasen işleminin yapılması mümkün olmaktadır. Faiz nevinden herhangi bir
artış yada fazlalığın söz konusu olmadığı karz-ı hasen akdinde, ödünç alan kişi aynıyla yani
misliyle aldığı bedeli iadeye mecbur olmaktadır. Ödünç veren konumundaki İslami Finans
kurumu, vade dolmadan da istediği anda ödünç verdiği mal yada parayı aynıyla isteme hakkını
elinde bulundurmakta olup; şayet ödünç veren vade öncesinde ödünç verdiği şeyi geri
istemişse, ödünç alan tarafın talep edilen şeyi derhal aynıyla iade etmesi gerekmektedir. Ödünç
alınan malların ödenmesinde ise, misliyyat yani artışa tabi olmadan aynı cinsten olması önem
arzettiğinden; piyasada bulunmayan yada bulunsa da ölçülüp tartılamayan malların karz-ı hasen
akdine konu olması başka bir deyişle karşılıksız olarak kullandırılması mümkün olmamaktadır.
2-) Kullanımın Faizden Uzak ve Karşılıksız Olma Özelliği; Karz-ı hasen akdi herhangi bir
menfaât karşılığı olmaksızın sadece ihtiyaç halinde olan kişi yada kurumun acil ihtiyacını
karşılamaya yönelik bir nevi yardımdan ibaret olmaktadır. Buradaki mefaât beklemeksizin
karşılıksız kullanım hususu geçerlilik açısından oldukça önemli bir husus olmaktadır. Zira karz-
ı hasen akdinde, ödünç veren verdiği ödünç sebebiyle ödünç alandan herhangi bir menfaât
talebinde bulunursa bu durum otomatikman ”faiz” hükmüne gireceğinden haram olması
nedeniyle akdi amacından saptıracaktır. Verilen borç karşılığı oluşan herhangi bir fazlalık faiz
sonucunu doğuracağından geçerli kabul edilmemekle birlikte, ödünç alan tarafın verilen
karşılıksız borçtan maksimum dercecede faydalanması yada onun için hayati öneme sahip
olması nedeniyle, duyduğu minnettarlığı ıspat etmek amacıyla sırf içinden geldiği için, ödünç
verene teşekkür mahiyetinde hediyeler verip ikramlarda bulunması dinimizce haram
sayılmamıştır. Karz-ı hasen akdinde alınan bedelin aynen geri ödenmesi, faiz yada fazlalık
nevinden bir artışın olmaması o kadar önemlidir ki, elde olmayan sebeplerle vade aşıldığında
bile bu yasak aynen işlemekte olup, sonucu ne olursa olsun ana paranın dışına taşılmamaktadır.

149
3-) Kullanımın Ödünç Vermeye Göre Farklılık Arzeden Özellikleri; Karz-ı hasen benzer
özelliklere sahip ödünç verme (âriyet) işlemine çok fazla benzetilmekle birlikte, birçok açıdan
birbirinden ayrılmaktadır. Bir kere karz-ı hasende alınan mal yada paralar harcanıp bitmekte,
sıra ödemeye geldiğinde ise harcanan mal yada paranın kendisi değil, onun yerine aynıyla yani
misliyle olan bir bedel, herhangi bir artışa maruz kalmadan karşı tarafa iade edilmektedir. Buna
karşılık ödünçte yani âriyette ise, alınan mal tıpkısının aynısı olarak karşı tarafa iade
edilmektedir. Örneğin kişinin aile büyüğünden aldığı parayı harcayıp bitirmesi, ardından
belirlenen gün geldiğinde aldığı maaşla söz konusu borcu anaparadan ibaret olmak üzere
ödemesi karz-ı hasen olduğu halde; aynı kişinin tarlada kullanmak üzere komşusundan saban
alması ve bir hafta sonra belirlenen günde iade etmesi ise ödünç olarak nitelendirilmektedir.
4-) Kullanımın Ortaya Çıkışını Etkileyen Sebeplerin Mâhiyeti; Çalışma genelinde belirtildiği
üzere, karz-ı hasen diğer amaçların yanısıra daha çok mudârabe ve muşârake kredisi kullanmış
kredili müşterilerin olağanüstü durumlar nedeniyle sıkıntıya düşmeleri, sıkıntıda olan söz
konusu kişi ve kurumların acil destek fonlarıyla desteklenmesi amacıyla kullandırılmakta olup,
verilen destek karşılığında ilgili müşteriden sadece anaparanın geri ödenmesi talep
edilmektedir. Bunun yanısıra İslami Finans kurumları; ortaklık kurdukları zaman çalışma
sermayesi temin etmek için, güvenilir ve kredibilitesi hayli yüksek müşterilenin zaman zaman
yaşadıkları nakit ihtiyacının karşılanması için, finans kurumunda yüklü miktarda katılım hesabı
olan müşterilerin yaşadıkları ani nakit sıkıntısını aşmalarına yardımcı olarak onların ilgili
hesapları sıfırlanmalarını için zaman zaman karz-ı hasen akdine başvurmaktadırlar. Bütün
bunların haricinde ayrıca; personele, öğrencilere, küçük çaptaki projeleri destekleme maksatlı
olarak da karz-ı hasen kredisi İslami Finans kurumlarınca verilebilmektedir. Yalnızca İslami
Finans kurumlarının kullanımına has olmayan karz-ı hasen kredisi (karşılıksız borç); zaman
zaman devletin, vakıfların ve özel kuruluşların da baş vurduğu, bu yolla karşılıksız olarak kişi
yada kurumların finanse edildiği toplumda olumlu etkileri olan bir mekanizma olmaktadır.
5-) Kredinin Sahip Olduğu Mevcut Riskli Yapının Özellikleri; Topladıkları fonları karz-ı hasen
akdi yoluyla karşılıksız olarak kredi şeklinde kullandıran İslami Finans kurumları, bunu
yaparken elbette çok büyük bir risk altına girmektedirler. Çünkü karşılıksız olarak karz-ı hasen
şeklinde kullandırılmakta olan fonlar, elbette İslami Finans kurumunun kendi özkaynağından
karşılanmamaktadır. Kaynağını, faize bulaşmadan katılım hesabı yoluyla birikimlerini
değerlendirmek isteyen müşterilerin Özel Finans kurumlarına yatırdıkları fonlardan alan karz-ı
hasen kredisi; söz konusu müşterilerin her an ilgili fonları çekme ihtimali bulunması, verilen
borcun geri ödenmeme riski, oluşan vade aşımları nedeniyle oldukça fazla riskler taşımaktadır.

150
6-) Finans Kurumunun Sahip Olduğu Sorumluluğun Özellikleri; Yukarıda belirtildiği üzere özü
itibariyle her nekadar hiç bir maddi çıkar gözetmeksizin yalnızca ALLAH (c.c.)’ın rızasını
gözeterek, din kardeşinin bir müşkülünü gidermek maksadıyla verilen ayni yada nakdi borca
karz-ı hasen denilse de; finans kurumları elbette bu borcu kendi özkaynaklarından
vermemektedir. Kaynağını, faize bulaşmadan katılım hesabı yoluyla birikimlerini
değerlendirmek isteyen müşterilerin Özel Finans kurumlarına yatırdıkları fonlardan alan karz-ı
hasen kredisi; bankanın parası olmaması dolayısıyla bu açıdan İslami Finans kurumlarını aynı
zamanda ”ticari ve sorumlu” davranmaya da zorlamaktadır. Çünkü katılım hesabı yoluyla
İslami Finans kurumuna para yatıran müşterilerin, yatırdıkları fonlar karşılığında faiz olmasa da
bir kârpayı beklentisi bulunmaktadır. Diğer taraftan kârpayından oluşan kazanç beklentisinin
ötesinde, parasını İslami Finans kurumuna yatıran fon sahibi müşteri, bu fonların kazanç
getirmeyen alanlarda tüketilerek batırılmasından da aelbette razı olmayacaktır. Bu nedenlerden
dolayı İslami Finans kurumu sorumluluğun verdiği garantörlük sıfatıyla dikkatli olmalıdır.
7-) Finans Kurumunun Sahip Olduğu ”Sosyal ve Dinî” Özellikler; İslami Finans kurumlarının
enönemli varoluş gayesi, elbette onun İslam Dini’ni temsilen sahip olduğu sosyal sorumluluk
misyonudur. Hal böyle en üst seviyede güveni temsil etmesi gereken söz konusu kurumlar,
faaliyetlerinde ekstra dikkatli ve titiz davranmak zorunda olmaktadırlar. Zira onlara gelen en
ufak bir leke doğrudan doğruya İslam diniyle ilişkilendirilecektir. Konu karz-ı hasen akdiyle
ilişkilendirildiğinde de, yine bu finans kurumlarının İslam dininin yardım severlik ve kuşatıcılık
etkisiyle tamamen hayır maksatlı olarak karşılıksız borç vermesi elbette doğal karşılanmaktadır.
Çünkü İslami Finans kuruluşlarının, faizli bankalarda olmayan Karz-ı Hasen yani faizsiz borç
uygulaması, tamamen sosyal yardım ve dayanışma mantığıyla tahsis edilmiş bir uygulama
olmaktadır. Günümüz kapitalist zihniyeti açısından düşünüldüğünde imkansız gibi görülen söz
konusu uygulama İslam dinin özünde olduğundan, elbette İslami Finans kuruluşlarının da
kullanım alanlarından birini oluşturmaktadır. Zira gözünü para hırsı bürümüş kapitalist faizli
bankaların toplumdaki yıkıcı etkileri, salt faiz anlayışıyla meydana getirdikleri tekelleşmeler
maâlesef bu erdemleri bir kenara itmiş, toplumdaki “kardeşlik-dayanışma-birlik” duygularını
zedelemiştir. Tüm bu olumsuzluklara karşın, sağladıkları “üretim-yatırım-istihdam-fayda-
denge” unsurlarıyla İslami Finans kuruluşları; toplumda zenginleşme, yardımlaşma ve kardeşlik
duygularını pekiştirerek, insanların güven ve huzur içersinde yaşamasına imkan vermektedirler.
Oluşturdukları bu ilave katkıların en üst seviyesi konumunda olan karz-ı hasen akdinin, sahip
oldukları ticari kaygılara rağmen İslami Finans kurumlarınca ısrarla kullanılmakta oluşunun
nedeni ise; elbette ki Kur-an’ı Kerim’de ilgili konunun oldukça fazla bahsi geçmesi olmaktadır.

151
8-) Kapitalist Zihniyetin Uygulamayı Daraltıcı Özellikleri; Düz bir mantıkla düşünüldüğünde,
İslami Bankaların ana gayesi faizsiz ve karşılıksız borç vermek olduğu halde; günümüz
ekonomik şartları ve toplumun faize endekslenmiş zihinleri birlikte düşünüldüğünde ne yazık ki
bu imkansız hâle gelmektedir. Çünkü yüzlerce yıl hüküm süren ve dünyayı etkisi altına alan
kapitalist faizci zihniyet, o kadar cazip koşullarla sermaye sahiplerini etkilemektedir ki, elinde
birikimi bulunan sermaye sahibi, parasıyla kat kat daha fazla kazanç elde edeceğini bile bile,
uzun vadeye nazaran karşılıksız borç vermeyi aklına bile getirmemektedir. Bunlar İslami
hassasiyeti olan İslami Finans kuruluşları bile olsa; yaşanılan olumsuz örnekler, verilen
karşılıksız borçların anaparalarının tahsil edilememesi, katılım hesabı sahiplerinin her an
paralarını finans kurumundan çekme ihtimali, fon sahibi müşterilerin paralarını karşılık
getirmeyen alanlara yatırmanın getirdiği risk ve daha pek çok etken ilgili kurumları “karşılıksız
borç” verme fikrinden vazgeçirmekte ve âdeta onları ticari kaygıların pençesine itmektedir.

KREDİ MÜŞTERİSİNİN “KARZ-I HASEN” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-38]

Yukarıda İslami Finans kuruluşuna karz-ı hasen kredisi kullanmak gayesiyle başvuruda
bulunan yada İslami Finans kurumunun kendi bünyesinde tanıdığı müşteri yada personel
nevinden birine karşılıksız olarak karz-ı hasen kredisi tahsis etmesi halinde; yukarıda görüldüğü
gibi başlıca 2 taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Kredili Müşteri; Karz-ı hasen kredisi kullanmak
isteyen; kredili müşteri, katılım hesabı müşterisi, personel, öğrenci vs. kişi yada firmalardan
oluşan taraftır, 2-) İslami Finans Kurumu; Karz-ı hasen kredisini karşılıksız kullandıran taraftır.

152
Gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri, maddeler halinde aşamalı olarak tekrar edecek olursak;
1-) Kredi Talebinin Uygunluk Analizinin Yapılması; İslami Finans kurumuna karz-ı hasen
adıyla ana para geri ödemeli faizsiz karşılıksız kredi kullanmak maksatlı olarak başvuruda
bulunan kredili müşteri; öncelikle İslami Finans kurumunca birtakım değerlendirmelere tâbi
tutulmaktadır. İki aşamalı olarak gerçekleşen bu değerlendirmelerin başında kredi talebinde
bulunan kişi yada kurumun gerçekten bu krediye muhtaç olup olmadığının tespiti gelmekte
olup; diğer bir değerlendirme konusu ise muhtaç olan kişi yada kuruluşun İslami Finans
kurumunun politikalarına uygun olup olmadığının analizi olmaktadır. İhtiyaç halindeki kişi
yada kurumun söz konusu politikalara uygunluğu ise elbette finans kurumun presiplerinden
olan; helâl-haram ayrımı, faaliyet konusunun yada parayı kullanacağı alanın İslami prensiplere
uygun olması gibi hususlar olmaktadır. Bu hususların İslam diniyle çelişmemesi gerekmektedir.
2-) Kredinin Açılıp, Limit Tahsisinin Yapılması; İslami Finans kuırumu birtakım kriterlerden
geçirerek gerçekten ihtiyacı olan kişi yada kurumlara karz-ı hasen kredisi kullandırmaya karar
verdikten sonra, ilgili kredinin ne kadar olacağı ile ilgili limit belirlenmesi, geri ödenmeye dair
koşul ve vade tesbiti gibi hususlar sözleşme düzenlenerek kesin karara bağlanır. İlgili limit
tahsisinde borç verilen tutar, alınan tutara eşit olmak zorundadır. Zira karz-ı hasen karşılıksız
bir kredi olduğundan anapara haricindeki herhangi bir artış doğrudan faiz hükmünde olacaktır.
Ancak borç ödenirken sözleşmede yer almamak şartıyla, karşılıksız krediden faydalanmak
karşılığı olarak, borç veren tarafa fazladan ödeme yapabilmektedir. Bir çeşit hediye yerine
geçen söz konusu para yada mal nevinden ödemeler zorunlu olmayıp, teşekkür mahiyetindedir.
3-) Teminat Alınarak Ödeme Sürecinin Takip Edilmesi; İslam hukuku açısından karz-ı hasende
borç alandan herhangi bir karşılık alımaması ve bir mefaât beklenmemesi asıl olduğu halde,
uygulamada İslami Finans kurumlarınca alınan borcun çok üstünde teminatlar alındığı
gözlemlenmektedir. Piyasa koşullarının belirsizliği, yöntemin kötü niyet ve suistimallere açık
olması nedeniyle kendisini güvence altına almak isteyen İslami Finans kurumlarının
başvurduğu yöntem olan teminat alımı, günümüz koşullarında maâlesef bir realite olmaktadır.
Kökeni tamamen hayırseverlik ve ALLAH (c.c.) rızasını kazanmak olan karz-ı hasen kredisi,
alınan teminatlar yöneyle fıkhî açıdan tartışma konusu olmuştur. Geri ödemelerde yaşanan
sıkıntıların önüne geçmek için başvurulan teminatlandırma, anapara eksiksiz olarak
ödendiğinde elbette aynıyla iade edilmektedir. İslami Finans kurumları açısından karz-ı hasen
kredilerinin takibi ve geri ödemelerdeki sıkıntılar haliyle çok riskli bir boyutta seyretmektedir.
Belirlenen vadede yada bu vadeden önce talep edilebilen karz-ı hasen kredileri; vade aşımına
uğradığında dahi her hangi bir faiz alınmayarak, anapara tutarı müşteriden tahsil edilmektedir.

153
“Karz-ı Hasen Kredisi”nin Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdığı Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Kredinin Geri Dönmeme Riski; Yöntemin bünyesinde barındırdığı ”karşılıksızlılık vasfı” en
başta gelen risklerden olmakla birlikte, bu risklere ilave olarak kullandırılan fonların
müşterilerin yatırdığı paralar olması ve bu paraların etkin değerlendirlememesi gibi hususlar
haliyle İslami Finans kurumlarını çok zor durumlarla karşı karşıya getirmektedir. Belirtilen
olumsuzluklara bir de kredinin anaparasının geri ödenmeme tehlikesi eklendiğinde mevcut
sıkıntı âdeta içinden çıkılamaz boyutlara ulaşmaktadır. Çünkü karşılıksız olarak karz-ı hasen
şeklinde kullandırılmakta olan fonlar, elbette İslami Finans kurumunun kendi özkaynağından
karşılanmamaktadır. Kaynağını, faize bulaşmadan katılım hesabı yoluyla birikimlerini
değerlendirmek isteyen müşterilerin İslami Finans kurumlarına yatırdıkları fonlardan alan karz-
ı hasen kredisi; ilgili müşterilerin yatırdıkları fonları her an geri çekme ihtimali, verilen borcun
geri ödenmeme riski, oluşan vade aşımları nedeniyle yaşanan kayıplar ve daha pek çok nededen
dolayı oldukça riskli bir yöntemdir.
2-) Yöntemin Suistimallere Açık Olma Riski; Karşılığında herhangi bir gecikme tazminatı yada
faiz olmaması, anapara ödemesi haricinde bir şey talep edilmemesi nedeniyle oldukça rahat
davranan karzı hasen kredi müşterileri; bu rahatlığın etkisiyle belirlenen vadeyi zaman zaman
aşmakta hatta anaparayı geri ödememektedirler. Belirtilen olumsuzluklar nedeniyle ancak çok
fazla güvenilen yada yakından tanınan kişi yada kurumlara kullandırılan karz-ı hasen kredileri;
alınan teminatlar yoluyla İslami Finans kurumlarına bir parça güven telkin edebilmektedir.
3-) Finans Kurumunun Sorumluluk Riski; Çalışma genelinde değinildiği üzere, kullandırılan
kredinin özkaynaklardan olmayıp yatırlan fonlardan kullandırılması hususu; İslami Finans
kurumlarının omuzlarına çok ağır bir yük yüklemekte olup, onları haddinden fazla ”sorumlu”
davranmaya zorlamaktadır. Çünkü katılım hesabı yoluyla İslami Finans kurumuna para yatıran
müşteriler; yatırdıkları bu fonların kazanç getirmeyen alanlarda tüketilerek batırılmasından da
elbette razı olmayacakları gibi yatırdıkları fonlar karşılığında faiz olmasa da bir kârpayı elde
etmek isteyeceklerdir. Bu nedenle finans kurumları garantörlük sıfatıyla çok dikkatli olmalıdır.
4-) Alınan Teminatlardaki Aşırılık Riski; Özünde kârdan ziyade, sıkıntıda olan birine sadece
ALLAH (c.c.) rızası için yardım etme düşüncesi olan karz-ı hasende; verilen kredinin çok
üstünde teminatlar alınarak, belirtilen amacın dışına çıkıldığı görülmektedir. Oysa İslam
hukuku açısından karz-ı hasende borç alandan herhangi bir karşılık alımaması ve bir mefaât
beklenmemesi asıl olduğu halde, bu şekilde yüksek teminatlar alınması yoluna gidilmesi;
yönteme şüpheyle yaklaşılmasına ve fıkhî açıdan tartışmaya açık hale gelmesine yol açmıştır.

154
İslam dininde ”Karz-ı Hasen Akdi” tamamen ALLAH (c.c.)’ın rızası gözetilerek
verilen ve karşılığında hiçbirşey alınmayan bir akit türü olmaktadır. İslam Hukuku açısından
karzı-hasen akdinde durum böyle olmasına rağmen, uygulamada verilen borcun çok çok
üzerinde teminatlar alındığı görülmektedir.194 Yöntemin sahip olduğu ”karşılıksızlık esası” ve
yukarıda sıralanan riskler birarada değerlendirildiğnde İslami Finans kurumunun kendini
güvenceye almak için kullandığı ”teminat metodu”, gerek alınıp alınmama, gerekse borcun çok
üzerinde alınması nedenleriyle İslam alimleri arasında tartışmalara neden olmaktadır. Öte
yandan sözleşmede yer almamasına rağmen İslami Finans kurumlarının değişik isimler altında
müşterilerden ek ödemeler talep ettikleri de bilinmektedir. Zira kârdan ziyade sıkıntıda olan
birine karşılıksız yardım etme esasına dayanan karz-ı hasen akdinde butür uygulamaların
görülmesi; faizden kaçarak yatırım yapmayı amaçlayan ve bu doğrultuda kârpayı beklentisi ile
hesap açtıran olan müşterilerin durumuyla birilikte düşünüldüğünde tam bir tezat
oluşturmaktadır. Bu hususların İslam Hukuku açısından ayrıntısı ile elealınıp, yönteme ilişkin
teminat ve risklerin durumu İslam alimlerince değerlendirilmelidir.

2.2.2.7.2.Teverruk (Vadeli Alım, Peşin Satım)


Diğer adı ”Ters Murâbaha” olan teveruk kavramı sözlükte; ”hayr, mal, para, gümüş”
anlamlarına gelmekte olup; terim olarak ise ”paralanmak, para bulmak, nakit elde etmek”
şeklinde kullanıldığı görülmektedir.195 Tanımına baktığımızda; ”kişinin bir malı bir başkasına
yüksek fiyattan vadeli şekilde satıp onu tesliminden sonra, yüksek ödenen tutar müşteride
kalmak (borç olarak) kaydıyla, aynı malı daha düşük fiyattan peşin bedelle geri satın alması” 196
şeklinde detaylandırılmaktadır. Kısa vadede nakit temin etmek isteyen müşterilerin başvurduğu
yöntem olan teverruk akdi; ”bir malın taksitle alınıp, satıcısından başka birine peşin olarak
satılması” şeklinde de tanımlanmakta olup; İslami Finans kurumlarınca daha çok ödeme
güçlüğü içerisinde bulunana müşterilerin borçlarının yeniden yapılandırılmasında sıklıkla
kullanılmaktadır.197 Yöntemin kullanılma amacının kişinin nakit ihtiyacı içerisinde olması
şeklinde kendini belli eden tevarruk akdinin; İslam hukukçularınca ters murâbaha olarak
adlandırılmasının sebebi ise, murâbahadan farklı olarak ”elde edilen malın tekrar piyasaya
satılarak karşılığında nakit elde edilmesi” olmaktadır.

194 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.166
195 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2015, s.196
196 Şirbînî Şemsüddîn B. Ahmed, Muğni’i-Muhtâc İlâ Ma’rifati Meâni’l Minhâc, Darul Mârife, Beyrut, 1998, s.II-54

. [Aktaran: Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2015, s.197]
197 http://tkbb.org.tr/haber-detay/en-cok-kullanilan-islami-finans-urunleri--borsa-gundem- [Erişim: 19.09.2016]

155
Günümüzde İslami Finans kurumlarınca düzenlenmekte olan teverruk akdi; hem ilgili
finans kurumlarının kendi likidite yönetimlerini kontrol altında tutmak hem de müşterilerinin
ihtiyaç duyduğu acil nakit ihtiyacına cevap vermek maksadıyla sıklıkla kullanılmaktadır.198
Klasik fıkıh kitaplarında ”Bireysel Teverruk - Fıkhî Teverruk” olarak geçen teverrûk akdinde;
kişinin nakit ihtiyacını karşılamak için bir malı murâbaha veya pazarlık usulüyle vadeli olarak
satın alıp, daha sonra o malı satıcı dışındaki birine peşin bedelle satması işlemi söz konusu
olmakta, kişi vadeli aldığını peşin satarak aslında acil nakit ihtiyacını karşılmış olmaktadır.
İşleme fıkhî yada bireysel denilmesinin nedeni ise, taraflar arasında açık bir işbirliği yada
anlaşmanın olmaması, malın dönüp dolaşıp aynı kişiye geri gelmesinden ziyade nispeten gerçek
bir alım-satıma dayanmasıdır. Acil nakit ihtiyacının karşılanması amacıyla kullanılmasının
yanısıra vadesi gelmiş borcun kapatılması amacıyla da kullanılan teverruk işleminde; borcu
olupda ödeme sıkıtısı yaşayan kişi, bir malı genelde murâbaha yöntemiyle peşin fiyatından daha
yüksek bir fiyatla satın almakta, daha sonra düşük fiyattan alacaklı dışındaki birine peşin
satarak temin ettiği nakitle borcunu kapatmaktadır.199 Borcunu bu şekilde kapatma yoluna giden
ilgili kişi; daha sonra murâbaha yöntemiyle ilk olarak aldığı malın borcunu vadeli şekilde
taksitler halinde ödeme şansını yakalamış olmakta, üstelik bu yolla borcunu da kapatmaktadır.
Yukarıda değinilen bireysel teverruk haricinde ”Organize Teverruk” adında bir
çeşidinin daha bulunduğu bilinen teverruk yöntemi; 1-) Bireysel Teverruk, 2-) Organize
Teverruk olarak ikiye ayrılmaktadır. Organize Teverrukta; yukarıda değinilen bireysel
teverruktaki bilinen birbirinden bağımsız iki akitten farklı olarak birbirine bağımlı birden çok
akdin bir araya gelmesi yada organize olması, işlemlerin gerçek mal üzerinden değil de kaydi
yada hayalî mallar üzerinden gerçekleşmesi, satılan malın taraflar arasında fiilen teslim
alınmaması, dolayısyla yöntemin îne yani aldatıcı satışa yaklaşması gibi caydırıcı hususlar söz
konusu olmaktadır. Belirtilen olumsuz nedenler ”Organize Teverruk”un fıkhî açıdan kabul
görmesini engellemiş; bireysel teverruk akdinin İslam Hukuku'nda ”Bireysel Teverruk-Fıkhî
Teverruk” adıyla anılmasına ve kapsamlı şekilde kullanımına sebebiyet vermiştir.200
İslam Hukuku’nda tartışmalı akitlerden olan Îne Satış (Vadeli Satış, Peşin Geri Alış)
konu başlığımız olan Teverruk Satış (Vadeli Alım, Peşin Satım) akdine benzerliğinden dolayı,
”Teverruk Akdini” de tatışmalı hale getirmiştir. Genel olarak bakıldığında birbirine benzerliği
görülmekle birlikte önemli farklarla birbirlerinden ayrılan bu iki akdin, temelinde acil nakit
ihtiyacının bulunduğu anlaşılmaktadır. Çalışmanın ileriki bölümlerinde detaylandırılacak

198 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.173
199 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.198
200 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.208

156
olmakla birlikte kısaca ilgili farklara değinecek olursak ”Îne Satışta”; vadeli olarak satın alınan
mal, malın satın alındığı aynı kişiye satış bedelinden daha düşük bir fiyatla peşin olarak geri
satılmakta olup, aradaki fark satışı yapan kişiye kâr olarak kalmakta ve böylece nakit ihtiyacını
karşılmaktadır.201 Dikkat edilirse Îne Satışta, ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal
yine dönüp dolaşıp malın ilk sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri
alarak, aslında aradaki olumlu fark olan kârdan faydalanmaktadır. Buna karşılık konu
başlığımız olan Teverruk Satışta ise, alım-satımı yapılan kişiler aynı olmayıp, araya başka bir
şahıs yani alıcı girmektedir. Mukayese yapılacak olunursa; teverrukda malın birinci asıl satıcı
dışında bir başkasına satılması, îne satışta ise doğrudan veya araya üçüncü bir şahsın girmesiyle
dolaylı olarak malın en nihayetinde birinci satıcıya tekrar geri dönmesi söz konusu
olmaktadır.202 Dolayısıyla ulaşılmak istenen sonuç aynı olsa da, vadeli olarak satın alınan mal
satıcıya değil de, üçüncü bir tarafa satılınca yapılan işlem İslam Hukuku açısından farklı
değerlendirmelere tâbi tutulmaktadır.203 Yapılan işlemler arasında belirtilen farklılıklara ilave
olarak, teverruk ve îne satış arasında görülen en belirgin fark, aslında işleme taraf olan kişilerin
sayısı olmaktadır. Îne satışta yapılan işlem alıcı-satıcı olmak üzere aynı iki kişi arasında
gerçekleştirilirken, teverrukta bağımsız ve gerçek üçüncü bir taraf daha satışa dahil olmaktadır.
“Teverruk Akdi”nin Geçerliliğini Sağlayan Özellikler ve Mevcut Durum Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Sözleşmeye Konu Mal Yada Ürünün Özellikleri; Modern teverruk diye tabir edilen ve
yukarıda kısaca değindiğimiz organize teverruku da içine alan, bu yönüyle İslam fıkıhçıları
tarafından hileli yada îne satış içerisinde değerlendirilen teverruk işlemlerinde; sözleşmeye
konu ürünler genellikle gerçek mallar değilde, ürünlerin kaydi şekilde alınıp satıldığı uluslar
arası emtiâ borsalarında (LME) yoğun olarak işlem gören altın-gümüş-döviz hariç olmak üzere
aliminyum, nikel, bakır gibi metal tarzı ürünler olmaktadır. Buna karşın İslam hukukçuları
tarafından gerçek teverruk olarak kabul edilen ve fıkıh kitaplarında bu nedenle adının “bireysel
teverruk” olarak geçtiği teverruk türünde ise işlemler gerçek mallar üzerinde yapılmakta olup;
gerçek satış işleminin olmadığı modern tevrrukta olduğu gibi görünüşte alım-satım yada kaydi
şekilde üretilen ve emtiâyı temsil ettiği öne sürülen türev ürün türündeki evrakların alım-satımı
söz konusu olmamaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere teverruk akdinin geçerli olabilmesi
için işlemin kaydi değil de gerçek mal üzerinden yapılması gerektiği teveruk akdinde; belirtilen
özelliklere ilave olarak; müşterinin talebi üzerine sözleşmeye konu edilmesine karar verilen
emtiânın her şeyden önce taraflarca var olduğunun tesbit edilmesi, satıcının satılmayan diğer

201 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.172
202 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.197
203 Ayub Mohammed, Understanding İslamic Finance, John Wiley and Sons Pub, A.g.e., s.349

157
mallarından ayrılmış olması gerekmektedir. Emtiânın akit yapılan yerde hazır ve mevcut
olmadığı hallerde satış işleminin formalite olmasına engel olmak maksadıyla, emtiâya ilişkin
malın özellikleri, miktarı, örneği ve mevcut olduğu yer müşteriye bildirilmesi ve bizzat
gösterilmesi ayrıca bu malların altın, gümüş, döviz cinsinden ürünler olmaması gerekmektedir.
2-) Yapılan Sözleşmenin Geçerlilik Özellikleri; Yapılan işlemlerin teverrukla hiçbir ilgisi
olmadığı, tamamen kaydi ve hayali ürünler yada işlemler üzerinden yapıldığı için gerçek alış-
verişinde söz konusu olmadığı günümüzde modern diye tabir edilen ve İslam hukukçularının
hileli işlem olarak gördüğü organize teverrukta; yukarıda kısaca bahsedildiği üzere birbirine
bağımlı birden çok akdin bir araya gelmesi yada organize olması söz konusu olmaktadır. Birden
fazla sözleşmenin birbirine bağımlı olarak yapılması, müşterinin malı daha düşük fiyattan peşin
satacağına dair söz vermesi şartıyla düzenlenmesi, belirtilen nedenle faize aracılık etmesi
nedenleriyle İslam fıkhında kabul görmeyen organize teverruk; böylece îne yani aldatıcı satışa
daha fazla yakınlaşarak gerçersizliğini kendi kendine doğrulamaktadır. Diğer yandan gerçek
teverruk olan bilinen bireysel teverrukta ise; işlemler birbirinden bağımsız olarak
gerçekleştiğinden yapılan sözleşmeler de birbirinden bağımsızdır. Bireysel teverukta olması
gerektiği gibi, sözleşme tarafları olan ilk müşteri, satıcı ve ikinci müşteri arasında bir anlaşma
olmadığı gibi yapılan sözleşmelerin birbirleriyle herhangi bir irtibatı da yoktur. Diğer bir
deyişle geçersiz görülen organize teverrukta olduğu gibi bir sözleşme diğerine aracılıkda etmez.
3-) Tarafların Hedeflediği Amaçların Özellikleri; Normal bir alım-satım işleminde tarafların
birbirinin amaçlarını önceden bilmesi söz konusu değildir, ayrıca buna gerek de
bulunmamaktadır. İslam hukukçuları tarafından batıl görülen organize teverruk işleminde,
tarafların tamamı birbirlerinin amaçlarından haberdardır. Belirtilen işlemde müşterinin amacı
nakde ulaşmak olup, satıcının amacı ise alım-satım görüntüsü altında gelir elde etmek
olmaktadır. Buna karşın gerçek tevrruk olan adlandırılan bireysel teverrukda ise, olması
gerektiği gibi müşterinin maksadı nakde ulaşmak olup; aldığı malı kullanmak yada bu mal ile
kâr elde etmek değildir. Ayrıca müşterinin bu amacını organize tevruukun aksine ne birinci
satıcı nede ikinci satıcı bilmez. Bu doğrultuda teverruk akdinde amaç yönünden olması gerken;
tarafların birbirinin amacını bilerek, bir tür danışıklı dövüş için teverruk akdi yapmamalarıdır.
4-) Satışın Yapıldığı Tarafların Özellikleri; Yukarıda değinildiği üzere bir işlemin teverruk akdi
sayılabilmesi için; alım-satımı yapılan kişilerin aynı olmamaması, araya başka bir şahıs yani
alıcının girmesi gerekmektedir. Yani bir kişinin nakit ihtiyacı sonucu mal satılıp, tekrar o kişiye
yani malın sahibine dönmemesi gerekir. Olması gereken teverruk işleminde mal asıl ilk satıcıya
yani malın sahibine değil, sonuç olarak başkasına satılmaktadır. Buna karşın îne yani aldatıcı

158
satışta ise; ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal yine dönüp dolaşıp malın ilk
sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak, aslında aradaki olumlu fark
olan kârdan faydalanmaktadır. Dolayısıyla teverrukda malın birinci asıl satıcı dışında bir
başkasına satılması, îne satışta ise doğrudan veya araya üçüncü bir şahsın girmesiyle dolaylı
olarak malın en nihayetinde birinci satıcıya tekrar geri dönmesi söz konusu olmaktadır ki
elbette îne olarak tabir edilen aldatıcı satış, İslam fıkhı açısından geçerli bir akit
sayılmamaktadır. Sözleşmeye taraf olan kişilerin sahip olduğu özellikler husussunda bir diğer
husus, kişi sayısı olmaktadır. Olması gereken teverruk işleminde mal dönüp dolaşıp birinci asıl
satıcıya geri gelmediğinden ve dışardan bağımsız ve gerçek bir kişi daha dahil olduğundan
sözleşmede üç taraf bulunmaktadır. Buna karşın îne yani aldatıcı satışta; nakit ihtiyacının
karşılanmasına yönelik olarak mal dönüp dolaşıp asıl sahibine geri gelmekte olduğundan,
sözleşmede alıcı-satıcı olmak üzere toplam iki taraf bulunmaktadır. Son olarak teverruk
sözleşmesine taraflardan biri de hiç kuşkusuz İslami Finans kurumu olmaktadır. Tevrruk olarak
sayılmayan ve geçersiz nitelikte olan organize teverrukta İslami Finans kurumu hem asıl olarak
kendini hem de vekil olarak müşterisini temsil etmektedir. Ortada bir vekâlet sözleşmesi olmasa
uluslar arası borsa piyasasında müşteri adına işlem yapma tarzına bürünen organize teverrukta
böyle bir ilişkinin kabul edilmesi mümkün görülmemektedir. Buna karşın olması gereken
teverrukta ise satıcı olan finans kurumunun, böyle bir temsili ve vekilliği mevcut olmamaktadır.
5-) Satıştaki Mülkiyet Kavramının Özellikleri; Olması gereken geçerli bir teveeruk işleminde
emtiâ üçüncü tarafa yani enson müşteriye satılmadan evvel satıcının mülkiyetine geçmiş olması
gerekmektedir. Normal bir prosedür akışına göre mal, mâlikten ilk müşteriye ordan da ikinci
müşteriye nakledilir. Yani mal, satıcının mülkiyetinde ve onun elinde fiilî olarak mevcut
olmakta müşteri onu fiîlen satın almaktadır. Buna karşın gerçersiz hükmünde olan organize
yada hileli teverrukda; fiiliyatta gerçek bir satış söz konusu olmamasına rağmen mal alınıp
satılıyor görünse de, aslında borsada brokırlar aracılığıyla el değiştirmekte, hal böyle olunca da
ilk satıcıya dönme ihtimali herzaman mevcut olmaktadır.204 İslam hukukuna göre bir alım-
satımın caiz olması için ve satışı yapacak tarafın satış işlemini gerçekleştirebilmesi için mutlaka
mala mâlik olması gerekir. Aksi halde bir kişi yada kuruluş hiçbir zaman sahibi olmadığı şeyi
satamaz, şayet satarsa alıcıyı kandırmış olur. Durumun aynen teverruk akdinde de geçerli
olduğu sistemede; satışı bizzat sözleşmedeki tarafların yapması, malı satarken herhangi bir kişi
yada kuruluşun satışta vekil tayin edilmemesi ve mevcut vekâletin bulunmaması gerekmektedir.

204
.
Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.209

159
6-) Satıştaki Teslimât Kavramının Özellikleri; Olması gereken geçerli teverruk işleminde, mal
fiîlen teslim alınırken, geçerli olmayan ve teverruk olarak da kabul edilmeyen organize
teverrukta ne İslami Finans kuruluşu ne de müşteri tarafından ilgili mal kabz edilmemekte yani
teslim alınmamaktadır. Günümüz uygulamalarını da kapsayan modern diye tabir edilen bu
yönüyle geçersiz bir işlem olan organize teverruka kapı aralayan sistemde, işlemler birkaç saat
içerisinde sadece talimatlar yoluyla kaydi olarak gerçekleşmekte, bunlar yapılırken elbette
teslimat diye birşey de söz konusu olmamaktadır. İslam hukukçularının, emtiânın hiçbir zaman
kabz yani teslim edilmemesi ve dolayısyla satışa ilişkin şartların oluşmaması nedeniyle yapılan
işlemin de geçersiz olduğunu ifade ettikleri teverruk akdi; hızın egemen olduğu günümüz
koşullarında, giderek ”îne” yani aldatıcı satışa meyl ederek, tartışmalı bir vasfa bürünmektedir.
7-) Yönetmin Susitimal ve Aldatmaya Yakın Özellikleri; Her şeyden önce İslam Hukuku’nda
tartışmalı akitlerden olan Îne Satış, konu başlığımız olan Teverruk Satışa benzemesinden
dolayı, ”Teverruk Akdini” de tatışmalı hale getirmiştir. Gerek îne satışa benzerliği, gerekse
İslami Finans kurumlarınca, 1-2 saat gibi kısa süre içerisinde gerçekleşen ve şeriatın satışa
ilişkin şartlarından olan teslimat ve mülkiyet gibi hususları tam teşekkül etmediğinden geçersiz
hükmüne bürünen teverruk akdi hususunda; İslam alimleri arasında tam bir görüş biriliği
bulunmamaktadır.
TEFERRUK İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-39]

160
Yukarıdaki işleme göre başlıca dört taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-)Tedârikçi Firma;
Nakit ihtiyacı içerisinde olan kredili müşterinin İslami Finans kurumuna başvurmasının
ardından, İslami Finans kurumu gerçek firmadan yada emtia piyasasından demir, aliminyum,
platin, bakır, nikel (altın, gümüş, döviz hariç) vs. tarzı ürünü bedeli peşin ödenmek suretiyle
kendi adına satınaldığı taraf olmaktadır. 2-)Birinci Satıcı; Diğer adı İslami Finans kurumu
olup, teverruk akdini düzenleyen ve işleme aracılık eden taraf olmaktadır. Nakit ihtiyacı
içerisinde olan müşteri kendisine başvurduğunda, teverruka konu olan ürünleri tedarikçi
firmadan yada uluslar arası emtia borsasından temin ederek, kredili müşteriye talebine göre
vadeli olarak satma işlemini üstelenmiştir. 3-)Birinci Alıcı; Diğer adı kredili müşteridir. Acil
nakit ihtiyacı ile İslami Finans kurumuna başvuran kredili müşteri konumundaki birinci alıcı;
İslami Finans kurumundan sözleşme karşılığı olarak, talebine göre vadeli şekilde satın aldığı
malı, herhangi bir alıcıya peşin bedelle satarak, nakit sağlama amacı güden ve işlemi ilk
başlatan taraf olmaktadır. 4-) İkinci Alıcı; Diğer adı nihâi yani son alıcıdır. Kredili müşteri
konumundaki birinci alıcının, İslami Finans kurumundan vadeli olarak satın aldığı malı; peşin
bedelle sattığı ve bundan da kazanç elde ettiği son alıcı konumundaki, bağımsız ve gerçek kişi
yada kurumdan oluşan taraf olmaktadır. Burada son alıcı konumunda bulunan ikinci alıcının,
kredili müşteri yada İslami Finans kurumu olmaması önem arzetmektedir. Zira işlemin geçerli
olabilmesi için, ikinci yani son alıcının konu dışı gerçek bir kişi yada kurum olması gerekir.

KREDİ MÜŞTERİSİNİN “TEVERRUK” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-40]

161
Gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri, maddeler halinde aşamalı olarak tekrar edecek olursak;
1-) Emtianın Peşin Bedelle Tedârikçiden Satınalınması; Nakit ihtiyacı içerisinde olan kredili
müşterinin İslami Finans kurumuna başvurmasının ardından, İslami Finans kurumu gerçek
firmadan yada emtia piyasasından demir, aliminyum, platin, bakır, nikel (altın, gümüş, döviz
hariç) vs. tarzı ürünü bedeli ”peşin ödenmek” suretiyle kendi adına satınalır. İlgili malın peşin
bedelle satın alınmasının ardından mülkiyet İslami Finans kurumuna geçer. Peşin parasını
ödeyip, mülkiyetine sahip olduğu malı normal şartlarda İslami Finans kurumunun teslim alması
gerekecektir. Fakat İslami Finans kurumunun gerek malı muhafaza edecek alt yapısının
olmaması, gerekse müşterisine satmak niyetiyle satın almış olması nedeniyle malı teslim
almadan doğrudan kredili müşterisine ”vadeli şekilde” satar. Elbette burada İslam hukuku
açısından satışın geçerlilik hususları arasında yer alan ”teslimat” konusunda vurgulanması
gereken bir konu vardır. Teslimatın belirtilen nedenler dolayısıyla bazen gerçekleşmesi
mümkün olamayabilmektedir. Burda önemli olan husus, teslimat olmasa bile ”teslimata engel
bir hususun olmaması” konusudur. Yukarıda anlattığımız husus elbette geçerli ve olması
gereken teverruk işlemi olduğu halde, günümüz modern uygulamalarında İslam hukukunda
olması gereken pek çok husus gözardı edilerek, işlemler geçersiz hale gelebilmektedir. Hızın
zirvede olduğu günümüz koşullarında İslami Finans kurumlarının gerçekleştirmekte oldukları
modern teverruk işlemleri, adeta 1-2 saatlik zaman dilimi içerisinde olup bitmekte, bu süre
içerisinde haliyle İslam hukukunda olmazsa olmaz olan ”teslimat ve mülkiyet” kavramlarının
gereği yerine getirilmemmektedir. Usulüne uygun yapılanlar olmakla birlikte, kimi günümüz
teverruk uygulamalarının, kaydi olarak yapılan alım-satımlar sonucu adeta borsada kağıt alım-
satımına dönüştüğü de maâlesef gözlemlenmektedir. İslam hukukuna göre geçerlilik
arzetmeyen bu işlemde, malın satın alındığı tedarikçi firmada çoğunlukla uluslar arası emtia
borsası olmakta ve gerçek alım-satımdan ziyade kağıt üzerinde kaydi alım-satımlarla, işlemler
süratle sonuçlandırılmaktadır. Tekrar belirtmek gerekirse, geçerli ve kabul edilebilir bir
teverrukta hiçbir zaman mülkiyet ve teslimattan ödün verilmemekte olup, malın satın alındığı
tedarikçi firmada gerçek olmaktadır. Geçirlilik açısından İslamî kurallara özellikle uyulmalıdır.
2-) Emtianın Belirlenen Vadeyle Kredili Müşteriye Satılması; Nakit ihtiyacı içerisinde olan
kredili müşteri kendisine başvurduğunda, teverruka konu olan ürünleri tedarikçi firmadan yada
uluslar arası emtia borsasından peşin bedelle temin ederek, kredili müşteriye vadeli olarak satan
İslami Finans kurumu; vadeli satıştan elde ettiği kârpayı karşılığında, teverruk akdini
düzenlemek ve yapılan işlemlere aracılık etmekle görevli olmaktadır. Gerçekleştirdiği vadeli
satışta, satışı kısa sürede gerçekleştireceği için çoğu zaman malı teslim almayan İslami Finans

162
kurumu, bedeli tedarikçi firmaya peşin olarak ödediğinden mülikyeti elinde bulundurmaktadır.
İslami Finans kurumu satın aldığı malı, talebe göre vadeli olarak hemen sattığından malı bizzat
teslim almasına gerek olmamakla birlikte, burada anlaşılması gereken konu belirtildiğ üzere
”teslimata engel bir hususun olmaması” gerektiği konusudur. Buraya kadar anlatılanlar
murâbaha işlemiyle aynı olmaktadır. Tekrar etmek gerekirse, ayrıntısı belirtilen teslimat ve
mülkiyet kavramları, bireysel ve organize teverruk akdine göre farklılık arzetmektedir. Bireysel
teverrukta olması gerektiği gibi, teslimat ve mülkiyet kavramları gayet sağlıklı şekilde işlediği
halde; gerçek bir teverruk olmayan organize teverrukda teslimat ve mülkiyet kavramları gerçek
alış-veriş değilde kaydi alış-veriş olduğundan sağlıklı gerçekleşmemekte, İslam hukuku
açısından da ilgili durum netlik olmaması nedenleriyle haliyle şüphe ve tartışma yaratmaktadır.
Diğer taraftan İslami Finans kurumunca yapılan satışın, kredili müşteri tarafından satın
alınması, teverruk işleminin en önemli kanadını oluşturmaktadır. Çünkü kredili müşterinin
vadeli olarak İslami Finans kurumundan satın aldığı malı, peşin bedelle başka bir alıcıya
satması ve bu satışla acil nakit ihtiyacını karşılması teverruk akdinin yapılış gayesini ve işlemin
kilit noktasını oluşturmaktadır. Kredili müşteri konumundaki birinci alıcının, İslami Finans
kurumundan satın aldığı malı normal şartlarda teslim alması ve mülkiyetininde kendisine
geçmesi İslam fıkhı açısından zorunlu olduğundan, ilgili alıcı kimi zaman teslim aldığı malları
antrepolarda saklanabilmekte yada bunlara gerek olmadan doğrudan başka bir alıcıya
satılabilmektedir. Ancak söz konusu teverruk işlemin, acil nakit ihtiyacı için yapıldığı
düşünülürse; teslim alınan malların saklamadan, kısa sürede başka bir alıcıya satılması daha
fazla tercih edilen bir durum olmaktadır. Tekrar belirtmek gerekirse, geçerli olan teverruk
akdinde kredili müşteri konumundaki birinci alıcı, vadeli olarak satın aldığı malın mülkiyetini
tamamen ele geçirdiğinden dolayı, başka bir alıcıya malı rahatlıkla peşin bedelle satıp kazanç
elde edebilmektedir. Oysa organize diye tabir edilen ve İslam fıkhınca geçersiz kabul edilen
düzenlemede, alım-satım kaydi değerler üzerinden yapıldığından mülkiyette tam olarak
taraflara geçmediğinden, başka bir alıcıya yapılan satış işlemi de haliyle geçerli olmayacaktır.
3-) Emtianın Peşin Bedelle Başka Bir Alıcıya Satılması; Kredili müşteri konumundaki birinci
alıcının, İslami Finans kurumundan vadeli olarak satın aldığı malı; peşin bedelle sattığı ve
bundan da kazanç elde ettiği son alıcı konumundaki taraf olmaktadır. Kredili müşteri
konumundaki birinci alıcının malı kısa sürede satmaya karar vermesinin ardından, aracı
konumundaki İslami Finans kurumuna satım emri vermesiyle, mal başka bir alıcıya peşin
bedelle satılmakta ve bunun karşılığı olan ilgili para da kredili müşteri olan birinci alıcının
hesabına geçmektedir. Böylece işlemi başlatan taraf olan kredili müşteri, tüm bu işlemlerin

163
ardından acil nakit ihtiyacını gidermiş olmaktadır. Bireysel diye tabir edilen geçerli teverruk
işleminde, malın ikinci olarak satışının yapıldığı ikinci alıcı, her halükarda sözleşmeye taraf
olmayan dışarıdan ve gerçek bir alıcı oluğu halde; organize diye tabir edilen ve geçerliliği kabul
edilmeyen teverruk işleminde işlemler kaydi olarak ve emtia borsası üzerinden
yürütüldüğünden ikinci alıcının gerçek ve geçerli bir kişi olması herzaman mümkün
olamamaktadır. Çünkü fiiliyatta gerçek bir satış söz konusu olmamasına rağmen malın alınıp
satılıyor olarak görüldüğü organize teverrukda, aslında ilgili mal borsada brokırlar aracılığıyla
el değiştirdiğinden, bunun sonucunda ilk satıcıya dönme ihtimali herzaman mevcut olmaktadır.
Şayet böyle bir durum ortaya çıkarsa artık yapılan satış; teverruk akdiyle yapılmış olan geçerli
bir satış değil, tümüyle batıl kabul edilen ”Îne Satış” yani aldatıcı satış hükmüne bürünecektir.
Yukarıda batıl ve geçerli yönleriyle anlatılmaya çalışılan teverruk akdinin; genel olarak
murâbah işlemine benzemesi söz konusu olsa da, aslında söz konusu işlemin murâbahadan
farkı; kredili müşteri tarafından elde edilen malın acil nakit ihtiyacını karşılamak üzere tekrar
piyasada satılıp nakit elde edilmesidir. Bu sebeple ilgili yöntemde murâbaha işlemindeki tüm
risklerin tamamının mevcut olmasının yanısıra, elde edilen nakdin müşteri tarafından nasıl ve
ne şekilde kullanılacağının takibi ve denetimi problemi de söz konusu olmaktadır.
“Teverruk Akdinin”nin Sahip Olduğu “Sınırlılıklar ve Taşıdığı Riskler” Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Emtianın Tedarikine Yönelik Sınırlılıklar; Çalışma genelinde belirtildiği üzere, teverruk
işlemi usûlüne uygun yapıldığında, kredili müşteriye nakit sağlayan ve birçok İslam alimi
tarafından kabul gören bir yöntem olmaktadır. Ancak îne yani aldatıcı satışa fazlasıyla
benzemesi ve suistimal yada aldatmaya açık bir nitelikte olması; yöntemin her geçen gün
tartışmalı ve geçersiz hale gelmesine sebep olmaktadır. Usulüne uygun yapan finans kurumları
hariç tutulmak kaydıyla, günümüzde çoğunlukla 1-2 saat gibi kısa sürelerde yapılmakta olan
teverruk işlemi; İslam hukuku açısından belirlenen kâidelerin de tam olarak oluşmasını haliyle
engellemektedir. İslamî açıdan geçersiz hükmünde olan ve modern yada organize teverruk diye
tâbir teverrukda; sözleşmeye konu ürünler genellikle altın-gümüş-döviz hariç olmak üzere
uluslar arası emtiâ borsalarında (LME, yoğun olarak işlem gören ve kaydi olarak alınıp satılan
aliminyum, nikel, bakır gibi metal tarzı ürünler olmaktadır. Söz konusu ürünler emtia
borsasından işlem gören, kaydi yani kağıt üzerinde alınıp satılan ürünler olduğundan, bu ürünler
üzerinden yapılan ticarette gerçek olmamakta, dolayısyla İslam hukukunda olmaz olmaz
kaidelerden olan mülkiyet ve teslimiyet hususlarının sağlıklı işlememesi nedeniyle, yapılan
işlemler de batıl hükmüne bürünmektedir. İşlemlerin hızlı gerçekleşmesini sağlamak gayesiyle
âdeta malların devreye girmediği, sadece talimatlar bazında alım-satımın gerçekleştirildiği bu

164
işlemlere elbette teverruk denilmesi mümkün olmamaktadır. Olsa olsa borsada kağıt alıp
satmaktan öte bir şey olmayan söz konusu işlemleri gerçek teverruktan ayırmak ve bunları
İslâm diniyle ilişkilendirmemek gerekmektedir. İşlemin gerçek bir teverruk akdi olması için;
her şeyden önce malın kaydi yani hayali değil, gerçek bir mal olması, gerçek bir pazarda alınıp
satılması, gerçekten teslim alınması, mülkiyetin taraflara gerçekten geçmesi gerekmektedir.
Mülkiyet, teslimat gibi hususlar tam olmaması durumunda, kişi sahibi olmadığı bir malı satmış
olmaktadır ki, bununda İslâm hukuku açısından geçersiz olduğunu söylemeye gerek bile yoktur.
2-)Yapılan Sözleşmenin Geçerliliğine İlişkin Sınırlılıklar;Teverruk akdi başlığı altında anlatılan
tüm bilgiler göz önüne alındığında, günümüzde usulüne uygun şekilde yapılmayan teverrukun
îne yani aldatıcı satışla eşdeğer görüldüğünü, başka bir ifadeyle kılıfı uydurulmuş hileli işlem
olduğunu söylemek elbette yanlış olmayacaktır. Bu şekilde hileli vasıfları bünyesinde
barındırıan organize teverrukta; yapılan sözleşmelerin de haliyle usulüne uygun olmayacağı
açıktır. Her şeyden önce organize diye tâbir edilen teverruk akdinde; yukarıda kısaca
bahsedildiği üzere birbirine bağımlı birden çok akdin bir araya gelmesi yada organize olması
söz konusu olmaktadır. Birden fazla sözleşmenin birbirine bağımlı olarak yapılması, müşterinin
malı daha düşük fiyattan peşin satacağına dair söz vermesi şartıyla düzenlenmesi, belirtilen
nedenle faize aracılık etmesi nedenleriyle İslam fıkhında kabul görmeyen organize teverruk;
böylece îne yani aldatıcı satışa daha fazla yakınlaşarak gerçersizliğini kendi kendine
doğrulamaktadır. Oysa olması gereken teverruk işleminde, işlemler birbirinden bağımsız olarak
gerçekleştiğinden yapılan sözleşmeler de birbirinden bağımsız olmaktadır. Sözleşme
taraflarından olan ilk müşteri, satıcı ve ikinci müşteri arasında önceden planlanmış bir anlaşma
olmadığı gibi yapılan sözleşmelerin birbirleriyle herhangi bir irtibatı da yoktur. Diğer bir
deyişle geçersiz görülen organize teverrukta olduğu gibi bir sözleşme diğerine aracılıkda etmez.
3-) Satıştaki Mülkiyet Durumuna İlişkin Sınırlılıklar; İslâm hukukuna göre olması gereken
geçerli bir teverruk işleminde emtiâ üçüncü tarafa yani enson müşteriye satılmadan evvel
satıcının mülkiyetine geçmiş olması gerekmektedir. Malın, İslami Finans kuruluşundan ilk yani
kredili müşteriye ordan da ikinci müşteriye nakledildiği gerçeli teverrukta; bu geçişler
sıırasında mülkiyetin de usulüne uygun devri gerekmektedir. Yani mal, satıcının mülkiyetinde
ve onun elinde fiilî olarak mevcut olmalı, müşteri onu fiîlen ve teslimata uyarak satın almalıdır.
Buna karşın gerçersiz hükmünde olan organize yada hileli teverrukda; fiiliyatta gerçek bir satış
söz konusu olmamasına rağmen mal alınıp satılıyor görünse de, aslında borsada brokırlar
aracılığıyla el değiştirmekte, hal böyle olunca da ilk satıcıya dönme ihtimali herzaman mevcut
olmaktadır. Bilindiği gibi malın ilk satıcısına dönmesi îne yani aldatıcı ve gerçesiz bir işlem

165
olmaktadır ki, şayet teverruk akdinde böyle bir durum meydana gelmişse, taraflar aslında
teverruk satış değil batıl bir satış yapmışlar demektir. İslam hukukuna göre bir alım-satımın caiz
olması için ve satışı yapacak tarafın satış işlemini gerçekleştirebilmesi için mutlaka mala mâlik
olması gerekir. Hiç bir kişi yada kuruluş sahibi olmadığı bir şeyi satamaz, satsa da geçersizdir.
Yapılan satış işleminin İslam hukukuna göre uygun gerçekleşmesi ve teverruk işleminin
şartlarına riayet edilmesi yapılması isteniyorsa; tarafların gerçek mallar üzerinden, gerçek
alışveriş yapmaları, her aşamayı kayıt ederek geçerli sözleşmeler tesis etmeleri gerekmektedir.
4-) Satıştaki Teslîmat Hususuna İlişkin Sınırlılıklar; Geçerli ve olması gereken teverruk
işleminde, mal fiîlen teslim alınırken; geçerli olmayan ve teverruk olarak da kabul edilmeyen
organize teverrukta, ne İslami Finans kuruluşu tarafından ne de müşteri malı kabz etmemekte
yani teslim almamaktadır. Günümüz uygulamalarını da kapsayan modern diye tabir edilen bu
yönüyle geçersiz bir işlem olan organize teverruka kapı aralayan sistemde, işlemler birkaç saat
içerisinde sadece talimatlar yoluyla kaydi olarak gerçekleşmekte, bunlar yapılırken elbette
teslimat diye birşey de söz konusu olmamaktadır. İslam hukukçularının, emtiânın hiçbir zaman
kabz yani teslim edilmemesi ve dolayısyla satışa ilişkin şartların oluşmaması nedeniyle yapılan
işlemin de geçersiz olduğunu ifade ettikleri teverruk akdi; hızın egemen olduğu günümüz
koşullarında, giderek ”îne” yani aldatıcı satışa meyl ederek, tartışmalı bir vasfa bürünmektedir.
5-) Yöntemin Suistimal ve Aldatmaya Yatkın Olması Sınırlılığı; Teverruk akdi başta da
belirtildiği üzere İslam hukukunda aldatıcı satış olarak tâbir edilen satış olarak tâbir edilen îne
satışa benzemesinden dolayı zaten tarışmalı yöntemler arasında bulunmaktadır. Birde bunlara
İslami Finans kurumlarının işlemi gerçekleştirirken yaptıkları ihmal ve kusurların eklenince
yöntem iyice içinden çıkılmaz ve kabul edilemez boyutlara ulaşmaktadır. İslami Finans
kurumlarınca, birkaç saat gibi kısa süre içerisinde gerçekleşen ve şeriatın satışa ilişkin
şartlarından teslimat ve mülkiyet başta olmak üzere pekçok hususun tam teşekkül etmediği
teverruk akdinde; İslam alimleri arasında tam bir görüş birliği bulunmamaktadır. Hızın egemen
olduğu günümüz koşullarında, adeta uluslar arası borsada kağıt alıp satma işine dönen günümüz
teverruk akdi, sadece nakde ihtiyacı olan yatrımcı müşteriler arasında değil, finans kurumları ve
bankalar arasında da sıklıkla kullanılan bir kazanç yöntemine maâlesef dönüşmüş durumdadır.
6-) Kullandırılan Fonların Denetimindeki Sınırlılıklar; Teverruk akdine aynı zamanda ”ter
murâbaha” denilmesinin sebebi, belirli aşamaya kadar murâbahaya benzemesinden ileri
gelemketedir. Bilindiği gibi murâbaha işleminde kredili müşterinin amacı faaliyetlerinin
finansmanı için ihtiyaç duyduğu malı ele geçirmektedir. Oysa teverruk denilen ters murâbahada
satın alınanan malın daha sonradan başka bir alıcıya satılarak nakit elde edilmesi söz konusu

166
olmaktadır. Bu sebeple ilgili yöntemde murâbaha işlemindeki tüm risklerin tamamının mevcut
olmasının yanısıra, elde edilen nakdin müşteri tarafından nasıl ve ne şekilde kullanılacağının
takibi ve denetimi problemi de gündeme gelmektedir. Örneğin bir gayrimenkul murâbahasında,
gayrımenkul bedeli satıcıya nakden ödendiği için söz konusu finansmanın nasıl ve neşekilde
kullanıldığı İslami Finans kurumunca tesbit edildiği halde; teverruk akdinde böyle bir tesbitin
yapılması mümkün olamamaktadır. Çünkü ihtiyacı olan nakdi ele geçiren müşteri, bu nakdi
faaliyetleri haricinde başka alanlarda da rahatlıkla kullanabilme imkanına sahip olabilmektedir.
İslami geçerlilik (fıkhî) yönü değerlendirildiğinde; Uygulamada birkaç saat içerisinde
sonuçlandırılan, uluslararası borsada işlemlerde aynı aracı kurumların denk gelmesi olası olan
teverruk akdinde; İslami Finans kurumunun emtiayı satın aldığı kişi ile müşterinin emtiayı
sattığı kişi aynı olabilmektedir. Dolayısıyla mal dönüp dolaşıp ilk satıcısına geldiği için tam bir
îne yani aldatıcı satış hükmüne bürünen teverruk akdinde tartışmaya konu olan bir diğer husus
ise; kredili müşterinin İslami Finans kurumunun kendisine sattığı emtiayı geri satmak için yine
bankayı vekil tayin etmesi hususudur. Hal böyle olunca İslam hukukçularının bir kısmı, ilgili
aracılık hizmetlerinde işlemlerin formaliteye bindiğini, emtianın hiçbir zaman kabz yani teslim
edilmediğini ve dolayısıyla satışa ilişkin şartların hiç doğmadığını savunmuşlar205 ve yöntemi
red etmişlerdir.
Tevveruk akdini caiz görenlerin delillerine baktığımızda; 1-)”ALLAH (c.c.) alışverişi
helal, faizi haram kıldı” [Bakara,275] ayet-i kerimesiyle bütün alışverişlerin helâl sayıldığı
kabul edilir. 2-)Bakara, 282 ayet-i kerimesinden hareketle, malın mülkiyeti müşteriye geçtikten
sonra, müşterinin mal üzerinde ”satmak-kiralamak-hibe etmek” gibi herçeşit tasarruf hakının
bulunduğu düşünülerek teverrukun da caiz olduğu savunulur. 3-)Diğer taraftan teverrukda ”mal
asıl satıcısına dönmediği sürece istendiği kadar satılabilinir, alınabilinir” mantığından hareketle
teverrukun da caiz olduğu savunulmuştur.206 Genel olarak değerlendirildiğinde mantık olarak
aslında İslam hukukuna uygun bir yapısı olduğu halde, söz konusu yöntemin kabul edilmeyen
ve dışlanan yönü ”usulüne uygun” yapılmama ve hileye sapma durumunda kendini
göstermektedir. Zira piyasada organize teverruk olarak yapılan ve gerçek teverrukla hiçbir ilgisi
olmayan söz konusu işlem; adeta uluslararası piyasada borkırlar aracılığıyla kağıt alışverişine
dönmüş durumdadır. Dolayısıyla kabul edilmeyenve caiz olmayan teverruk, işte bu amacından
sapan ve gerçeğini perdeleyen teverruk çeşidi olmaktadır. Kanaâtimce yukarıda vurgulanan
aleyhteki deliller ve ortaya konan işlemler, ilgili aldatıcı teverrukun neden kabul edilmez
olduğunu ve neden caiz görülmediğini açıklamaya ve anlamaya yeterli gelecek yapıdadır.
205 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.174
206 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.210

167
2.2.2.7.3.Îne Satış (Vadeli Satış, Peşin Geri Alış)
İslami tabir olarak ”Bey-ül Îne” olarak kullanılmakta olan ve sözlükte ”el değiştirmek,
mübadele etmek, satmak, satınalmak” ilgili kavram; terim olarak ”bir malı başka bir mal ile
değiştirmek” anlamında kullanılmaktadır. Tanım anlamına baktığımızda, ”kişinin bir malı
başka birine yüksek fiyattan vadeli şekilde satıp teslim ettikten sonra, yüksek olan bedel
müşterinin borç bakiyesinde kalmak üzere, aynı malı daha düşük bir fiyattan peşin şekilde satın
alması” olan îne satış; aynı zamanda ”bir malı peşin olarak satıp, aynı malı yüksek fiyattan
vadeli olarak satınalması” anlamında da gelmektedir.207 En yaygın tanımlamaya göre îne satış;
”bir malın belirli bir fiyat karşılığında vadeli olarak satılıp, satışı gerçekleştirilen fiyattan daha
düşük bir fiyatla geri satın alınması”dır. Belirtilen işlem alıcı ve satıcı olmak üzere iki taraf
arasında gerçekleştirileceği gibi, aynı işlem devreye üçüncü bir kişinin girmesiyle de
yapılabilmektedir. Îne satış yönteminin genelde faiz yasağını aşmak ve bu yolla vadeli kredi
temin etmek isteyen kimseler tarafından kullanılmakta olması; yöntemi bir usulsüzlüğe aracı
ederek, satış işlemini normal bir alım-satım olmaktan çıkarmaktadır.208 İslam hukukunda faiz
yasak olduğu için, faize kılıf uydurularak kolay yoldan nakit sağlamak maksadıyla suistimale
yatkın kişiler tarafından kullanılmakta olan söz konusu aldatıcı işlem; gerek alışverişi doğrudan
faizle ilişkili hale getirdiğinden dolayı, gerekse bir çeşit ”faiz hîlesi” olarak algılanması
sebebiyle İslam hukukçularının çoğunlu tarafından red edilmiştir.
Bir kimsenin vadeli olarak sattığı malı, satış bedelinden daha ucuz bir fiyata peşin
olarak geri alması şeklinde gerçekleşen îne satış, kişinin sahibi olduğu maldan ihtiyacaı olan
nakdi sağlaması esasına dayanmaktadır. Daha çok ödünç para alımında başvurulmakta olan îne
satış yöntemi; ödünç verene satış sözleşmesi aracılığıyla belirli bir kâra sağlarken, nakit para
ihtiyacı olan tarafa da nakit sağlamaktadır. Gerçelilik şartları ve özellikleri net çizgilerle
belirlenemediğinden üzerinde bir türlü ittifaka varılamayan îne satışı yönteminde; ödünç para
talebinde bulunan müşterinin o andaki müşkül durumundan faydalanarak, bir malı veresiye
yüksek fiyattan satıp, talep edenlere kredi vermek ve kârı ile birlikte tekrardan geri almak
düşüncesi gibi daha pek çok ard niyetli düşünce de gündeme gelebilmektedir. 209 Aynı kişi
etrafında dönenen bir malın normal yollarla alım-satımı söz konusu olmadığından, adetâ bir
güvensizlik ve aldatmacayı çağrıştıran ilgili yöntem; belirtilen özellikleri dolayısıyla piyasadaki
susitimale yatkın kişilerin elinde maâlesef, faiz alıp-verme seramonisine dönüşmüş durumdadır.

207 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.174
208 http://www.dunyadinleri.com/tr-TR/dunya-dinleri/muslumanlik-ve-ticar-hayat/oku_islam-hukukunda-ine-satisi-
bai-al-inah-ne-yoluyla-satis-helal-mi-haram-mi [Erişim Tarihi: 22.09.2016]
209 Döndüren Hamdi, Karz-ı Hasen, Altınoluk Dergisi, 1991, s.31 [Aktaran: Yanpar Atilla, İslami Finans, Scala Yayınları,

İstanbul, 2014, s.167]

168
Fazile eşdeğer görülemn îne satışta; ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal
yine dönüp dolaşıp ilk sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak,
aslında aradaki olumlu fark olan kârdan faydalanmaktadır. Nakit ihtiyacını karşılamak üzere
kişinin, sahibi bulunduğu malı sattığı sonra tekrar geri aldığı ilgili yöntemde; satışa konu malın
doğrudan veya araya üçüncü bir şahsın girmesiyle dolaylı olarak en nihayetinde birinci satıcıya
tekrar geri dönmesi söz konusu olmaktadır. İslam alimlerinin neredeyse tamamına yakınının
faizle eşdeğer gördüğü ve dolayısıyla İslamla ilişkilendirilmesine şiddetle karşı çıktığı îne
satışın geçerliliği ile ilgili olarak; azınlık da bir grup İslam hukukçusunun ”piyasadaki mevcut
yapıya uydurabilmek için kullanmakta olunan İslami Finans yöntemlerinin esnetilmesi ve
doğrudan faiz olmayan altarnatif yollara cevaz verilmesi” yönünde görüşleri bulunmaktadır.
İslam Hukuku’nda tartışmalı akitlerden olan Îne Satış (Vadeli Satış, Peşin Geri Alış);
Teverruk Satışa (Vadeli Alım, Peşin Satım) benzerliğinden dolayı, uygulamada ”Teverruk
Akdini” de tatışmalı hale getirmiştir. Genel olarak bakıldığında birbirine benzerliği görülmekle
birlikte önemli farklarla birbirlerinden ayrılan bu iki akdin, temelinde acil nakit ihtiyacının
bulunduğu anlaşılmaktadır. Çalışmanın ileriki bölümlerinde detaylandırılacak olmakla birlikte
kısaca ilgili farklara değinecek olursak ”Îne Satışta”; vadeli olarak satın alınan mal, malın satın
alındığı aynı kişiye satış bedelinden daha düşük bir fiyatla peşin olarak geri satılmakta olup,
aradaki fark satışı yapan kişiye kâr olarak kalmakta ve böylece nakit ihtiyacını
karşılmaktadır.210 Dikkat edilirse Îne Satışta, ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal
yine dönüp dolaşıp malın ilk sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri
alarak, aslında aradaki olumlu fark olan kârdan faydalanmaktadır. Buna karşılık önceki
bölümde geçen Teverruk Satışta ise, alım-satımı yapılan kişiler aynı olmayıp, araya başka bir
şahıs yani alıcı girmektedir. Mukayese yapılacak olunursa; teverrukda malın birinci asıl satıcı
dışında bir başkasına satılması, îne satışta ise doğrudan veya araya üçüncü bir şahsın girmesiyle
dolaylı olarak malın en nihayetinde birinci satıcıya tekrar geri dönmesi söz konusu
olmaktadır.211 Dolayısıyla ulaşılmak istenen sonuç aynı olsa da, vadeli olarak satın alınan mal
satıcıya değil de, üçüncü bir tarafa satılınca yapılan işlem İslam Hukuku açısından farklı
değerlendirmelere tâbi tutulmaktadır.212 Yapılan işlemler arasında belirtilen farklılıklara ilave
olarak, teverruk ve îne satış arasında görülen en belirgin fark, aslında işleme taraf olan kişilerin
sayısı olmaktadır. Îne satışta yapılan işlem alıcı-satıcı olmak üzere aynı iki kişi arasında
gerçekleştirilirken, teverrukta bağımsız ve gerçek üçüncü bir taraf daha satışa dahil olmaktadır.

210 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.172
211 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.197
212 Ayub Mohammed, Understanding İslamic Finance, John Wiley and Sons Pub, A.g.e., s.349

169
“Îne Satış Akdi”nin Geçersizliğini Sağlayan Özellikler ve Mevcut Durum Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Sözleşmeye Konu Mal Yada Ürünün Özellikleri; Îne satış akdinde sözleşmeye konu olan
mallar iki şekilde değerlendirilir. Bunlardan ilki sözleşmenin bankanın kendi mülkiyetinde olan
bir mal üzerinden yapılma şekli; diğeri ise sözleşmenin kredili müşterinin mülkiyetinde olan bir
mal üzerinden yapılma şekli olmaktadır. İkisinde de malın önce satılıp, sonradan aynı satıcısı
tarafından geri alınması söz konusu olmaktadır ki, ikisinde de amaç nakit sağlamaktır.213
2-) İlk Sözleşmenin Murâbaha Esasına Göre Tanzimi; Yapılan işlem bir çeşit vadeli alım-
satıma dayandığından malın ilk satmı sırasında düzenlenen sözleşme de murâbaha sözleşmesi
olmaktadır. Müşteri sahibi olduğu bir malı müşteriye vadeli şekilde sattığına dair hazırladığı
sözleşmeye istinaden malın mülkiyetini müşteriye geçirir. Ardından bir satış sözleşmesi daha
yaparak, bu sefer sattığı malı daha düşük fiyattan geri almak üzere müşteriye para kazandırır.214
3-) Tarafların Hedeflediği Amaçların Özellikleri; Normal bir alım-satım işleminde tarafların
birbirinin amaçlarını önceden bilmesi söz konusu değildir, ayrıca buna gerek de
bulunmamaktadır. Belirtilen işlemde müşterinin amacı nakde ulaşmak olup, satıcının amacı ise
alım-satım görüntüsü altında kârpayı vasıtasıyla gelir elde etmek olmaktadır.
4-) Satışın Yapıldığı Tarafların Özellikleri; Yukarıda değinildiği üzere bir işlemin normal bir
alım satım akdi sayılabilmesi için; alım-satımı yapılan kişilerin aynı olmamaması, araya başka
bir şahıs yani alıcının girmesi gerekmektedir. Yani bir kişinin nakit ihtiyacı sonucu mal satılıp,
tekrar o kişiye yani malın sahibine dönmemesi gerekir. Buna karşın îne yani aldatıcı satışta;
ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal yine dönüp dolaşıp malın ilk sahibine geri
gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak, aslında aradaki olumlu fark olan kârdan
faydalanmaktadır. Sözleşmeye taraflarının özellikleri husussunda bir diğer husus, kişi sayısı
olmaktadır. Îne yani aldatıcı satışta; nakit ihtiyacının karşılanmasına yönelik olarak mal dönüp
dolaşıp asıl sahibine geri gelmekte olduğundan, sözleşmede alıcı-satıcı olmak üzere toplam iki
taraf bulunmaktadır. Bazen başka kişiler araya girsede, mal yine ilk sahibine dönemketedir.
5-) Satıştaki Mülkiyet Kavramının Özellikleri; Îne satışta ortada bir alım-satım olmakla birlikte,
sonuçta mal yine dönüp dolaşıp malın ilk sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra
da geri alarak, aslında aradaki olumlu fark olan kârdan faydalanmaktadır. Hâl böyle olunca
formalite icabı yapılan göstermelik satışta, mülkiyet her ne kadar malın sahipliğine göre,
müşteri yada bankaya geçiyor gibi görünse de, gerçekte malın mülkiyeti her halükârda malın ilk
satıcısı yani malın ”mâliki” olmaktadır. Görünüşte mülkiyet değişikliği, işlmin gerçek bir alış-
veriş olmadığına önemli bir kanıt olup; bu doğrultuda yapılan işlem de geçerisiz olmaktadır.
213 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.186
214 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.172

170
6-) Satıştaki Teslimât Kavramının Özellikleri; Olması gereken geçerli bir alım-satım işleminde
”teslimat yada malın teslimine ilişkin herhangi bir engelin olmaması” konusu olmazsa olmaz
kâidelerden olmakla birlikte, îne diye tâbir edilen satış işleminde, mal yine aynı kişiye döneceği
için teslimat hususlarına riâyet etmenin elbette herhangi bir espirisi kalmamaktadır.
7-) Yönetmin Susitimal ve Aldatmaya Yatkın Özellikleri; Her şeyden önce İslam Hukuku’nda
tartışmalı akitlerden olan Îne Satış, faizi meşrulaştırmak için âdeta uydurulmuş bir kılıf olarak
nitelendirildiği için daha baştan aldatma ve hîleyle dolu bir kavram olmaktadır. Bütün bu
hususlara, satışın gerçek bir alım-satım olmaması, İslam hukukunun satışa ilişkin hususlarından
olan teslimat ve mülkiyet konularının şüpheli yada uydurma olması gibi hususların
eklenmesiyle yöntem iyice içinden çıkılmaz bir belirsizliğe sürüklenmektedir.

ÎNE İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-41]

Yukarıda kısaca ifade edilen îne yani gerçesiz satış işlemi, malın ilk sahibine göre
farklılık arzetmektedir. Îne satışında malın sahibi yukarıdaki şematik anlatımda olduğu gibi
banka olabileceği gibi, kredili müşteri de olabilmektedir. Kimi zaman kredili müşteri acil nakit
ihtiyacını karşılamak maksadıyla, sahibi olduğu malı İslami Finans kurumuna daha düşük
bedelden peşin şekilde satıp, ardından yüksek fiyattan vadeler halinde geri alabilmektedir.

171
İşlem akışı ilgili tablo ile şematik olarak anlatılmaya çalışılan “İne Satış” işleminde
öncelikle “Îne Satış Tarafları”nın ayırd edilmesi önem arzetmektedir. Buna göre bir îne satış
işleminde araya başka kişiler gerse de, mal dönüp dolaşıp malın sahibine geleceği için başlıca
iki taraf bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.Bunlar; 1-) Kredili Müşteri; Îne satışındaki
“alıcı-satıcı” ilkişkisi malın ilk sahibine göre değişiklik arzetmektedir. Bu alım-satım ilişkisinde
malın ilk sahibi İslami Finans kurumu olabileceği gibi, bazen de kredili müşteri olabilmektedir.
(*) Malın ilk sahibinin İslami Finans kurumu olduğu durumda; acil nakit ihtiyacı ile İslami
Finans kurumuna başvuruda bulunan kredili müşteri, İslami Finans kurumunun sahibi olduğu
malı önce daha yüksek fiyattan ve vadeli olarak satın alan, ardından aynı malı aynı finans
kurumundan peşin ve daha düşük fiyattan geri satan taraf olmaktadır. Bu ilişki türünde kredili
müşteri “Alıcı Konumunda” olmaktadır. (*) Malın ilk sahibinin kredili müşteri olduğu durumda
ise; bu defa kredili müşteri, sahibi olduğu malı İslami Finans kurumuna daha düşük bedelden
peşin şekilde satıp, ardından aynı malı daha yüksek fiyatlı ve vadeler halinde geri satın alan
taraf olmaktadır. Bu ilişki türünde ise kredili müşteri “Satıcı Konumunda” olmaktadır. 2-)
İslami Finans Kurumu; Belirtildiği üzere îne satışındaki “alıcı-satıcı” ilkişkisi malın ilk sahibine
göre değişiklik arzetmektedir. Bu alım-satım ilişkisinde malın ilk sahibi İslami Finans kurumu
olabileceği gibi, bazen de kredili müşteri olabilmektedir. (*) Malın ilk sahibinin İslami Finans
kurumu olduğu durumda; acil nakit ihtiyacı ile kendisine bir kredili müşteri başvurduğunda bu
defa İslami Finans kurumu, sahibi olduğu malı önce daha yüksek fiyattan ve vadeli olarak
kredili müşterisine satan, ardından aynı malı aynı müşterisinden peşin ve daha düşük fiyattan
geri satın alan taraf olmaktadır. Bu ilişki türünde İslami Finans kurumu “Satıcı Konumunda”
olmaktadır.(*) Malın ilk sahibinin kredili müşteri olduğu durumda ise; acil nakit ihtiyacı ile
kredili müşterinin kendisine başvurması halinde İslami Finans kurumu, kredili müşterinin
sahibi olduğu herhangi bir malı, daha düşük bedelden peşin şekilde satın alan, ardından aynı
malı kredili müşteriye daha yüksek fiyatlı ve vadeler geri satan taraf olmaktadır. Bu ilişki
türünde ise İslami Finans kurumu “Alıcı Konumunda” olmaktadır.
Belirtilen îne satış türlerinde; ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal yine
dönüp dolaşıp ilk sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak, aslında
aradaki olumlu fark olan kârdan faydalanmaktadır. Nakit ihtiyacını karşılamak üzere kişinin,
sahibi bulunduğu malı sattığı sonra tekrar geri aldığı ilgili yöntemde; satışa konu malın
doğrudan veya araya üçüncü bir şahsın girmesiyle dolaylı olarak en nihayetinde birinci satıcıya
tekrar geri dönmesi söz konusu olmaktadır. Birçok İslam âlimi tarafından faizle eşdeğer
görülmekte olan îne satış, belirtilen özelliği dolayısıyla red edilerek kendisine yer bulmamıştır.

172
KREDİ MÜŞTERİSİNİN “ÎNE TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-42]

Gerçekleşen akitteki yapılan işlemleri, maddeler halinde aşamalı olarak tekrar edecek olursak;
1-) Kredili Müşterinin Nakit Talebiyle Finans Kurumuna Başvurması; Îne satışındaki “alıcı-
satıcı” ilkişkisi malın ilk sahibine göre değişiklik arzetmektedir. Bu ilişkiden ilkinde malın ilk
sahibi İslami Finans kurumu olabileceği gibi, bazen de kredili müşteri olabilmektedir. Yani
kredili müşteri sahibi bulunduğu malını İslami Finans kurumuna satıp sonra tekrar geri alarak
acil nakit ihtiyacını karşılayabilmektedir. Bu finansman türünün ilki olan ve malın sahibinin
İslami Finans kurumu olduğu kredi ilişkisinde; acil nakit ihtiyacı ile İslami Finans kurumuna
başvuruda bulunan kredili müşteri, İslami Finans kurumunun sahibi olduğu malı önce daha
yüksek fiyattan ve vadeli olarak satın almakta, ardından aynı malı aynı finans kurumuna peşin
ve daha düşük fiyattan geri satmaktadır. Bu ilişki türünde kredili müşteri “Alıcı Konumunda”
olmaktadır. İlgili finansman türünün diğer bir türünde ise; bu defa kredili müşteri, kendi sahibi
olduğu malı İslami Finans kurumuna daha düşük bedelden ve peşin şekilde satıp, ardından aynı
malı daha yüksek fiyatlı ve vadeler halinde geri satın almaktadır. Böylece peşin satım esnasında
elde ettiği nakit bedel ile söz konusu ihtiyacını kredili müşteri bu alım-satım ilişkisinde “Satıcı
Konumunda” olmaktadı. Dikkat edilirse mevcut işlemde alıcı-satıcı olan taraflar değişse de aynı
sonucun sözkonusu olsuğu îne işleminde, belirtilen aldatıcı özellikler nedeniyle sağlanan getiri
üstü örtülü faiz hükmüne bürünmektedir. Yapılış şekli farklı olmakla birlikte sonuçta aynı
gayeye hizmet eden söz konusu iki farklı yöntem litaratürde ”Îne Satış” olarak geçmektedir.

173
2-) Kredili Müşterinin İslami Bankadan Malı Satın Alması; Acil nakit talebiyle İslami Finans
kurumuna başvuruda bulunanan ve İslami Bankanın mülkiyetinde olan bir malı, piyasa
değerinin üzerinde ber fiyata vadeli olarak satın alan kredili müşteri, elbette bu malı faaliyet
döngüsü içerisinde kullanmak ve faydalanmak gayesiyle almamaktadır. Kredili müşterinin
İslami Finans kurumunun mülkiyetinde olan malı satın almasındaki amaç; bu malı finans
kurumuna daha düşük fiyattan ve peşin bedel karşılığı satmak olmaktadır. Peşinattan sağladığı
geliri ihtiyaç duyduğu alanda kullanma fırsatı yakalayan kredili müşteri, sonuç aynı olmak
kaydıyla ilgili işlemi başka yoldan daha gerçekleştirebilmektedir. Diğer bir yönteme göre,
sahibi olduğu bir malı İslami Finans kurumuna piyasa değerinin altında bir fiyatla ve peşin
olarak satan kredili müşteri; ihtiyaç duyduğu nakdi sağlamak gayesiyle sattığı malı finans
kurumundan bu defa daha yüksek bir fiyattan ve vadeli şekilde gerisin geri satın almaktadır.
3-) Kredili Müşterinin Satın Aldığı Malı, Geri Satması; İslami Finans kurumundan daha yüksek
fiyatlı ve vadeli olarak satın aldığı malı, nakit sağlamak gayesiyle finans kurumuna daha düşük
fiyatlı ve peşin bedel karşılığı geri satan kredili müşteri; bunu yaparken elbette finans
kurumuyla alım-satım fiyat ve iadeleri konusunda anlaşma yapmaktadır. Bu doğrultuda her ne
kadar sözleşmeye yazılmıyor olsa da taraflar bu alım-satımların hangi amaçlarla yapıldığını ve
düşük yada yüksek fiyattan mı işlem göreceğini önceden bilmektedirler. Yukarıda belirtildiği
üzere yapılan işlemin aynı sonuca götüren bir başka yolu daha bulunmakatadır. Buna göre,
kredili müşteri bu sefer sahibi olduğu malı İslami Finans kurumuna düşük fiyatlı ve peşin
bedelle satmakta olup, daha sonra aynı malı yüksek fiyatlı ve vadeler halinde geri almaktadır.
Yukarıda nasıl işlediği ve tarafların söz konusu işlemdeki rolleri aşamalı olarak verilen
îne satış işleminin, belirtilen olumsuz özellikleri nedeniyle elbette kendisi bir risk olup, İslami
Finans çevrelerinde kabul edilmeyen bir yöntem olarak görülmektedir. Hâl böyle olunca finans
çevrelerinde kabul görmeyen böyle bir yöntemin bazı risk ve sınırlılıkları olmaktadır. Bunlar;
“Îne Satış Akdinin”nin Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdığı Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Yöntemin Aldatmaca ve Hîleyi Çağrıştırması Sınırlılığı; İslam alimlerinin neredeyse
tamamına yakınının faizle eşdeğer görünmesi nedeniyle kabul etmediği, bu sebeple de İslamla
ilişkilendirilmesine şiddetle karşı çıktığı îne satışla ilgili olarak; azınlık da bir grup İslam
hukukçusunun ”piyasadaki mevcut yapıya uydurabilmek için kullanmakta olunan İslami Finans
yöntemlerinin esnetilmesi ve doğrudan faiz olmayan altarnatif yollara cevaz verilmesi”
yönünde görüşleri bulunsa da bunlar yöntemin geçerliliğine etki etmemektedir. Faizin üstü
örtülü hali olarak görülen îne satışta; ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal yine
dönüp dolaşıp ilk sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak, aslında

174
aradaki olumlu fark olan kârdan faydalanmaktadır. Nakit ihtiyacını karşılamak üzere kişinin,
sahibi bulunduğu malı sattığı sonra tekrar geri aldığı ilgili yöntemde; satışa konu malın
doğrudan veya araya üçüncü bir şahsın girmesiyle dolaylı olarak en nihayetinde birinci satıcıya
tekrar geri dönmesi söz konusu olmaktadır. Belirtilen nedenlerle yönteö hîleli görülkmektedir.
2-) Tarafların Hedeflediği Amaçlar Yönünden Sınırlılık; Normal bir alım-satım işleminde
tarafların birbirinin amaçlarını önceden bilmesi söz konusu değildir, ayrıca buna gerek de
bulunmamaktadır. Belirtilen işlemde müşterinin amacı nakde ulaşmak olup, satıcının amacı ise
alım-satım görüntüsü altında kârpayı vasıtasıyla gelir elde etmek olmaktadır. Yapılan sözleşme
öncesi; müşterinin sahibi olduğu malı daha düşük fiyattan peşin satacağına dair söz vermesi,
yada İslami Finans kurumunun müşteriye sattığı malı daha düşük fiyattan peşin şekilde geri
alacağına dair vaadde bulunması karşılığında düzenlenmesi nedeniyle bir çeşit danışıklı dövüş
niteliğinde olan îne satış sözleşmesi; belirtilen nedenle faize aracılık ettiğinden dolayı İslam
fıkhında kabul görmeyip, gerçersizliğini ve güvensizliğini kendi kendine doğrulamaktadır.
3-) Satıştaki Mülkiyet Kavramına İlişkin Sınırlılıklar; Îne satışta ortada bir alım-satım olmakla
birlikte, sonuçta mal yine dönüp dolaşıp malın ilk sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp
sonra da geri alarak, aslında aradaki olumlu fark olan kârdan faydalanmaktadır. Hâl böyle
olunca formalite icabı yapılan göstermelik satışta, mülkiyet her ne kadar malın sahipliğine göre,
müşteri yada bankaya geçiyor gibi görünse de, gerçekte malın mülkiyeti her halükârda malın ilk
satıcısı yani malın ”mâliki” olmaktadır. Görünüşte mülkiyet değişikliği, işlemin gerçek bir alış-
veriş olmadığına önemli bir kanıt olup; bu doğrultuda yapılan işlem de geçerisiz olmaktadır.
Şayet yapılan alış-verişin İslam fıkhına uygun bir alım-satım olması arzu ediliyorsa; bir defa
öncelikle niyetin düzgün olması gerekir. Alım satımın taraflar arasında faizin üstünü örtmek
gayesiyle yapılması, yöntemin geçersizliğini daha baştan ortaya koyduğundan; daha sonraki
sıralarda gelen teslimat ve mülkiyet kavramları önemini yitirerek arka planlarda kalmaktadır.
4-) Satıştaki Teslimât Kavramının Sınırlılıkları; Olması gereken geçerli bir alım-satım
işleminde ”teslimat yada malın teslimine ilişkin herhangi bir engelin olmaması” konusu
olmazsa olmaz kâidelerden olmaktadır. Bununla birlikte, îne diye tâbir edilen satış işleminde;
satışa konu mal sonuç olarak dönüp dolaşıp ilk sahibine geri geleceğinden, teslimat hususlarına
riâyet etmenin elbette herhangi bir espirisi kalmamaktadır. Taraflar, birbirinin niyetini ve
sözleşmenin sonucunu bilerek alım-satım vaadinde bulundukları için, dolayısıyla mal yerinden
hareket ettitilmeyerek yani teslimata uyulmadan, işlemler süratle sonuçlandırılmakta ve nakit
sağlama yoluna gidilmektedir. Amacın kabul edilemez oluşu nedeniyle satışa ilişkin önemli
kaidelerden olan teslimat kavramı, ikinci plana gerileyerek âdeta önemini kaybetmektedir.

175
5-) Yönetmin Susitimal ve Aldatmaya Yakın Sınırlılıkları; Faiz hassasietiyle İslami Finana
kurumuna başvuran kredili müşterilerin, şüpheli olduğunu bile bile böyle bir aldatıcı satışı
gerçekleştirmeleri elbette mümkün değildir. İslam alimleri arasında görüş birliği olmaması veya
bazı İslami ülkeler tarafından yoğun bir şekilde kullanılmakta oluşu gibi sebeplerden dolayı,
söz konusu akit ülkemizde de zaman zaman kullanılmaktadır. Her şeyden önce İslam
Hukuku’nda tartışmalı akitlerden olan Îne Satış, faizi meşrulaştırmak için âdeta uydurulmuş bir
kılıf olarak nitelendirildiği için daha baştan aldatma ve hîleyle dolu bir kavram olmaktadır.
Bütün bu hususlara, satışın gerçek bir alım-satım olmaması, İslam hukukunun satışa ilişkin
hususlarından olan teslimat ve mülkiyet konularının şüpheli yada uydurma olması gibi
hususların eklenmesiyle yöntem iyice içinden çıkılmaz bir belirsizliğe sürüklenmektedir.
İslami geçerlilik (Fıkhî) yönü değerlendirildiğinde, ağırlık fıkıh alimleri tarafından
tartışmalı bulunan ve kabul görmeyen îne satış yöntemi; Şâfi mezhebi tarafından bazı zâhiri
deliller ışığında kabul görmesi dolayısyla, Şâfi mezhebinin yaygın olduğu Malezya ve
Endonezyada uzun yıllar kullanılmıştır. En son Malezya Merkez Bankası’nın finans
kurumlarını uyarması neticiesinde, 2008 yılında kullanımı oldukça gerileyen, ancak bankalar
arası para piyasası işlemlerinde kullanımı devam etmekte olan215 ilgili yöntemin; Hanefî, Mâliki
ve Hanbelî ekollerinde gerçeliliği kabul edilmemektedir.216 İmam-ı Şâfi’nin ”niyetten ziyade
yapılan davranışların sonuç doğuracağı, dolaysıyla îne satışta tarfların ne niyetle sözleşme
yaptıklarının pek öneminin olmadığı” görüşünden hareketle zâhire bakarak îne akdini geçerli
sayması hususu; Şâfi mezhebinin yoğunlukta olduğu Hindistan, Yemen, Endonezya, Malezya
gibi ülkelerde söz konusu yöntemin kullanılmasına da kapı aralamıştır. Şâfi mezhebinin
dayanağı olan söz konusu görüş günümüz alimleri tarafından tekrar değerlendirilmiş ve
”tarafların bu akitle alım-satım değil, aslında bu görüntü altında vade farkına dayalı borç
sözleşmesi gerçekleştirdikleri” fikrine varılmış olup, bu doğrultuda çoğunluk fukuhâ tarafından
bu delilin çapıtıldığı ve yanlış anlaşıldığı sonucuna ulaşılmıştır.217 Genel olarak bakıldığında bir
tür aldatıcı satış hükmünde olan îne satışın, belirtilen olumsuzluklara rağmen bazı çevrelerce
kullanılması ve caiz sayılması gerektiğini savunanların dayandığı deliller; imam-ı Şâfi’nin
görüşlerinin yanısıra, toplum menfaâtini gerektirmesi ve faizli sistem karşısında ayakta durmak
için doğrudan faiz niteliğinde olmayan yöntemlerin esnetilmesi gerektiği düşünceleri
olmaktadır. Kanaâtimce böyle yöntemler, elbette çağın gereksinimlerine göre düzenlenmelidir.
Ancak düzenlemelerdeki ölçü; âzami titizlik ve İslami kurallardan ödün vermemek olmalıdır.

215 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.168
216 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.174
217
Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a.g.e., s.182-194

176
2.2.2.7.4.Sukuk (İslami Katılım Sertifikası)
Sukuk Arapça kökenli bir kelime olup; Türkçesi ”menkul kıymet”, İngilizcesi
”security” dir. Arapça ”sak” kökünden türeyen sukuk kelimesi köken olarak; sertifika ve
vesikalar anlamına gelmektedir. Sertifika veya vesika analmına gelen ”sak” kelimesinin çoğulu
ise ”sukuk” olmaktadır ki, kavram olarak ”sertifikalar” yada ”saklar” anlamına gelmektedir.218
Tanım anlamına bakıldığında; ”mevcut mal, menfaât veya proje halindeki varlığın ortaklığı
ifade eden eşit değerli kıymetli evrak haline getirilerek yatırımcılara arz edilmesi işlemine
”menkul kıymetleştirme”, bu işlemi temsil eden belgeye ise ”sukuk” denilmektedir. Ticari
hayatta yükümlülükleri gösteren kağıtları ifade eden sukuk kelimesi dolayısıyla, bir evrak
olarak ortaklık hakkı sağlayan ve belirli bir meblağı temsil eden mislî yani satandart nitelikte
bir belge olmaktadır.219 Arap piyasalarında bono ve tahviller için ”senet” kelimesi kullanılırken,
İslami finansman bonoları olan saklar için ise sukuk kelimesi kullanılmaktadır. İslami Finans
mühebdislerince ”varlık senedi” şeklinde isimlendirilebilecek olan sukuklar, diğer senetlerden
farklı olarak, herhangi bir varlığa dayanmak zorundadır. Burada varlık olarak ifade edilme hali,
malın somut olarak gözle görülür şekilde var olması demektir. Günümüz İslami Finans
kurumlarının, bir müşterisini kredilendirmesi halinde onun aldığı kaynağı nerede kullanacağını
bilmesi ve ona göre kredi tahsisine gitmesi, varlığın aslında gözle görülür yani somut hale
gelmesine bir örnek teşkil etmektedir. Dolayısıyla İslami Finansta ihraç edilen bütün
sertifikaların temelinde gerçek bir ticari ilişki ve gözle görülür bir maddi gerçeklik aranması
aslında bu ihtiyaçtan ortaya çıkmaktadır. Hâl böyle olunca Arapların menkul kıymetleri ”senet”
ve ”sukuk” olarak ayırmalarının temelinde de bu gerçekliğin yattığı aşikâr olmakatır.220

Günümüz koşullarında devletlerin ve anonim şirketlerin faiz karşılığı borçlanacakları


finansal enstürümanlar bulunmakta olup, tahvil ve hazine bonoları bunlardan ikisidir. Faiz geliri
elde etmek isteyen yatırımcılara çıkarılan menkul kıymaetlerle bu şekilde bir yatırım aracı
sunulmuş olmaktadır. İslami Finansta ise faizle borçlanmak diye bir anlayış olmadığından,
gerek İslami hassasiyeti olan devletlerin, gerekse diğer kişi ve kuruluşların ticari işlemler
vasıtasıyla gelir temin etmek isteyen çevrelerin bu ihtiyaçlarına cevap vermek maksadıyla
”sukuk” diğer bir deyişle ”İslami Katılım Sertifikaları” ihracı gündeme gelmiştir. Bu doğrultuda
bankacılık piyasasında en yagın şekilde kullanılan ve atıl fonların değerlendirilmesine yarayan
tahvil ve bono gibi faizli yatırım enstürümanlarına, bir altarnatif olarak İslami Finans
çevrelerince ”sukuk” modeli geliştirilmiş olup, bugelişim İslamın doğuşu kadar eski olmaktadır.

218 Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 38.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s.178
219 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.98
220 Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, Araştırma Yayınları, Ankara, 2010, s.43

177
Modern anlamda ilk kez 1977 yılında Ürdün’de mudârabe senetleri olarak piyasaya
sürülen sukuk yada İslami katılım sertifikaları, aradından 1981 yılında Pakistan’da, 1983
yılında ise Malezya’da mudârabe senetleri olarak piyasaya arz edilmiştir. Günümüz
uygulamalarına en yakın kullanım ise 1997 yılında Malezya’da mudârabe senetlerinin piyasaya
sürülmesi ile olmuştur. Halen İslam ülkeleri arasında en fazla Malezya ve Körfez ülkelerinde
kullanılmakta olan sukuk uygulaması; bazı batılı ülkelerde de menkul kıymetleştirme yani
”securitization” adıyla kullanım alanı bulmaktadır. Batıda sukuka ilham kaynağı olan menkul
kıymetleştirme yani securitizasyon; özellikle ipotekle satılmış konutlar, finansal kiralama,
factoring ve kredi kartı işlemlerinden doğan alacaklar gibi daha çok getirisi sabit ve düzenli
varlılar esas alınarak geliştirilmiştir.221 Belirtilen işlemlere altarnatif olan sukuk ise teoride
icâre, murâbaha, mudârabe, müşârake, selem ve istisnâ gibi bir proje veya kira gelirine dayalı
sabit yada değişken nitelikli varlıklar esas alınarak üretilmiştir.222
Sukuk ticari bir varlığın menkul kıymetleştirilerek sertifikalar aracılığıyla satımı
olduğundan, bu sertifikalardan alanlar ilgili varlığa ellerindeki sertifikalar oranında sahip
olmak hakkıyla ilgili varlığın gelirine de hisseleri oranından ortak olurlar. İslami Finansal
Muhasebe ve Denetim Örgütü’nün- AAOIFI (Accouting and Auditing Organization For Islamic
Financial Institutions) tanımlamasına göre 14 değişik alanda farklı türü bulunana sukuk
işleminin en çok kullanılmakta olan çeşitleri ise; icâre yani leasinge dayalı sukuk, müşârake ve
mudârabeye dayalı sukuk, murâbahaya dayalı sukuk, selem ve istisnaya dayalı sukuk
olmaktadır. Ülkemizde sıklıkla ve büyük oranda kullanılmakta olan türlerin başında ise; icâre
(leasing) yani finansal kiralama sukuku gelmektedir. Bir varlığa sahip olma ve ondan
yararlanma hakkını göstermekte olan sukukta, mevcut hak sadece faydalanma ve borcu temsil
etme değil, aynı zamanda mülkiyeti de göstermektedir. Sıradan tahvil yada bonolar
ihracatçılarının borcunu gösteren araçlar olmasına karşın, sukukun pay oranında mülkiyet tesis
etmeye yarayan bir mülkiyet sertifikası olması, aslında onu diğer finansman yöntemlerinden
ayıran en önemli özellik olmaktadır.223 AAOIFI’nın ”dayanak teşkil eden bir varlık sepetinde
yeralan varlıklar üzerindeki ortak mülkiyeti temsil eden eşit değerdeki sertifikalar” şeklinde
tanımladığı sukuk işlemi; tanımda geçtiği üzere bir mülkiyeti temsil etmektedir ve bu
mülkiyetin diğer ayırd edici özelliği ise; mülkiyete konu varlığın şeriata uygun olmasıdır.224 Bu
doğrultuda sukuk, bir mülkiyet sertifikasıdır bu mülkiyet şeriat kaidelerine uygun olmaktadır.
221 Erdönmez Pelin Ataman, Aktif Menkul Kıymetleştirmesi, Bankacılar Dergisi, Sayı:57, 2006, s.75 [Aktaran: Bayındır
. Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2015, s.99]
222 El Belvârî, Şaban Muhammed İslâm, Borsatü’l Evrakı’l Maliyye Min Manzûrin İslâmiyyin, Dımaşk, 2002, s.158-160

. [Aktaran: Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2015, s.99]
223 https://www.turkiyefinans.com.tr/Lists/BasinBultenlerimiz/Attachments/301/Sukuk.pdf[Erişim Tarihi:24.09.2016]
224 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.205

178
Çalışma genelinde belirtildiği üzere, İslami Finansal Muhasebe ve Denetim
Örgütü’nün- AAOIFI (Accouting and Auditing Organization For Islamic Financial Institutions)
tanımlamasına göre sukuk işleminin 14 değişik alanda farklı türü bulunmakla birlikte,
bunlardan ençok kullanılmakta olanlar; başta icâre yani leasinge dayalı sukuk olmak üzere
müşârake ve mudârabeye dayalı sukuk, murâbahaya dayalı sukuk, selem ve istisnaya dayalı
sukuk olmaktadır. Belirtilen türler içinde en fazla kullanılanı icâre (kiralama) sukuk olmaktadır.
Kullanım amacına göre değişik vasıfları olan, “Sukukun Türleri” aşağıda kısaca açıklanmıştır;
1-) İcâre Sukuku; Arapçada “kiralama karşılığı bir şey verme” anlamına gelen icâre akdi,
günümüzde sukuk uygulamasında yoğun olarak kullanılmakta olan bir finansman türü
olmaktadır. İcâre sözleşmesinin sukuk ihracında yoğun olarak kullanılma nedeni, icâre
sözleşmesiyle sukuğun kolaylıkla satılabilir nitelikte uygulanabilmesidir. Bu sukuk çeşidi,
sahibine kirada bulunan bir gayrı menkulün üzerinde bulunan eşit ortaklığın sahibini ve gayrı
menkulün intifa hakkını sunmak anlamına gelmektedir. İcâre sukuku sahibi bulunduğu kişilere;
gayrı menkulün mülkiyet hakkını, bu gayrı menkulün kirasını alma hakkını ve kiracıyı mağdur
etmeden alım-satımını yapma gibi hakları tesis etmektedir.225 Ülkemizde sukuk uygulamaları
ilk olarak SPK düzenlemeleri ile mevzuata girmiş olup; başlangıçta bu uygulamanın sadece
icâre (kiralama) esası ile ihraç edileceği şarta bağlanmıştır. Belirtilen nedenden dolayı sadece
icâre yani kiralama alanında yapılan söz konusu düzenlemeler; ülkemizde sukuk sertifikasının
“kira sertifikası” olarak anılmasına sebebiyet vermiştir. Ülkemizde geçmişte sadece bu alanda
yapılan düzenlemeler nedeniyle yerleşmiş kira sertifiaksı deyiminin, günümüzdede diğer sukuk
türlerinde kullanılması elbette birçok karışıklığa sebep olmaktadır ve bu konu düzeltilmelidir.226
2-) Müşârake Sukuk; Çalışma genelinde belirtildiği üzere müşârake sözleşmesi, esasen iki yada
daha fazla kişinin ticaret yapmak ve bu ticaretten elde edilecek kârı paylaşmak üzere tesis
edilen ortaklığa aracılık eden sözleşme olmaktadır. Tarafların emekle birlikte sermaye de
koyabildikleri söz konusu ortaklık türünde; bu konuda yapılan sukuk işleminin de “girişim
ortaklığı sukuku” yada joint venture sukuku” olarak adlandırıldığı görülmektedir. 227 Müşârake
ortaklık türünde, sukuku ihraç eden taraf, belirli bir projenin yada aktivitenin
gerçekleştirilebilmesi için tesis edilmiş bir ortaklığa daveti yapan taraf olmaktadır. Fon
sağlayıcıların ortak hükümünde olduğu müşârakede, ortaların payları belirli hisselerle temsil
edilmekte olup; sukuk sahipleri bu ortaklık üzerinde hisseleri oranında söz sahibi olurken, 228
gerçekleşecek kârdan pay almakta ve tesisedilen ilgili ortaklık üzerinde hak iddia etmektedirler.
225 Ahmet Tok, Sukuk-u İcâre Örneği Çerçevesinde Katılım Bankaları, Active Finans Dergisi, Sayı:55, 2008, s.11-12
226 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.215
227 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.215
228 Ahmet Tok, Sukuk-u İcâre Örneği Çerçevesinde Katılım Bankaları, A.g.e., s.11-12

179
3-) Mudârabe Sukuk; Mudârabe sukuk, mudârabe sözleşmesinin esas alındığı bir sukuk türü
olmaktadır. Çalışma genelinde belirtildiği üzere mudârabede, bir taraf sermayesiyle diğer
tarafsa emeğiyle katkıda bulunarak bir ortaklık tesis edilmektedir. Sermayedar konumundaki
ortağın, projenin tüm masraflarını üstlenmesi ve şayet kasıt yoksa gerçekleşen zararı da
karşılmasının esas olduğu mudârabe ortaklık türünde, tamamen güvene dayalı bir ortaklık
ilişkisi söz konusu olmaktadır. Belirtilen özellikleri aynen geçerli olduğu mudârabe sukukta229
ise, sertifika ihracatçısı yani sertifikayı çıkaran taraf, sözleşmeye emeğiyle ortak olan girişimci
konumundaki mudârib olmaktadır. İlgili ortaklıkta, fon verenler sermaye sahiplerini, toplanan
fonlar da mudârabe sermayesini temsil etmektedir. Öte yandan söz konusu ortaklıkta sertifika
sahipleri ise, mudârabe faaliyetindeki varlıkların ve anlaşma başına düşen kârpayının sahibi
konumunda olmaktadırlar. Setifika sahipleri para vererek hisseleri oranında sermayedar
olduklarından, şayet gerçekleşirse oluşan zarar ve kayıpları aynı zamanda üstlenmektedirler.230
4-) Murâbaha Sukuk; Bilindiği üzere murâbaha, malın alış fiyatı veya maliyeti üzerine bir
miktar kârpayı ekleyerek yapılan satış olarak tanımlanmaktadır. Murâbahada alıcı ödemeyi spot
olarak yapabildiği gibi vadeli ve taksitli şekilde de yapabilmektedir. Murâbah sukuk, murâbaha
satıştan kaynaklanan ödemelerin bir borcu temsil etmesi ve İslam hukukunda borçların alış-
verişe konu olmaması nedeniyle halen kabul görülmeyen ve tartışmalı bir yapıya sahip
olmaktadır.231 Murâbaha sukuk, murâbahaya konu olan malın alımını fonlamak amacıyla, eşit
değerli olarak ihraç edilen sertifikalar olmaktadır. Bu sukuk türünde sertifika ihraç eden yani
çıkarıp satan taraf emtia murâbahasının satıcısı, murâbaha alan emtianın alıcısı ve söz konusu
fon da emtianın satın alma maliyeti oluşturmaktadır. Sertifika sahipleri, murâbaha emtiasına
sahip olurlar ve emtianın tekrardan satışında nihâi satışının gelirine de ortak olmaktadırlar.232
5-) Selem Sukuk; Selem hatırlanacağı üzere, ödemenin alıcısı tarafından sözleşmenin
düzenlendiği anda yapılması, ancak satışa konu varlığın belirli bir vade sonunda alıcıya
teslimini öngören istisnâi bir akit türü olmaktadır. Selem sukuk ise, selem sözleşmesine
dayanmakta olup, yatırımcıların sukuk satın alarak sağladıklaro fonları, yükümlü şirketin
gelecekte teslim edeceği varlıkları satın almak maksadıyla kullanılır.233 Burada selam sermayesi
toplanması gayesiyle eşit değerli olarak selem sukuku ihraç edilmekte olup, ihraç edilen bu
sertifikaları satın alanlar, selem bazlı satılan malların aynı mülkiyetinide satın almaktadırlar.234
Selem sukuk, genellikl e işletmelerin kısa vadeli likidite gereksinimleri için kullanılmaktadır.
229 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.220
230 Ahmet Tok, Sukuk-u İcâre Örneği Çerçevesinde Katılım Bankaları, A.g.e., s.11-12
231 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.225
232 Ahmet Tok, Sukuk-u İcâre Örneği Çerçevesinde Katılım Bankaları, A.g.e., s.11-12
233 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.224
234 Ahmet Tok, Sukuk-u İcâre Örneği Çerçevesinde Katılım Bankaları, A.g.e., s.11-12

180
6-) İstisnâ Sukuk; Daha önceden belirtildiği üzere istisnâ akdi, üretici ve alıcı arasında
düzenlenen ve üreticinin ürettiği malı ileriki bir vadede teslim etmeyi taahhüt ettiği bir akit türü
olmaktadır. Fiyatın önceden net bir şekilde belirlendiği ancak ödemenin ister mal tesliminden
sonra isterse üretim bitmeden taksitler halinde yapıldığı bu akit türünde, fiyatın baştan
sabitlenmesi ve ürüne ilişkin özelliklerin net bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. İstisna
sukuk ise, istisnâ sözleşmesinin esas alındığı bir sukuk tipi olmaktadır. Bu sistemde sukuk
sahipleri olan yatırımcılar alıcı, yükümlü şirket ise üretici konumunda olmaktadır.235 İstisnâ
sözleşmesine dayanan sukukta sertifikaların, istisnâ akdine konu olan projeyi tamamlamak yada
konu emtianın üretimini sağlamak maksadıyla eşit değerli çıkarılması söz konusu olmaktadır.
“Sukuk İşlemi”nin Geçerliliğini Sağlayan Özellikler ve Mevcut Durum Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Dünya Coğrafyasında Kullanılan İsimlerin Özellikleri; Sukuk kavramı Türkiye’de “varlığa
dayalı menkul kıymet” ihracı, Batıda “securitization”, Orta Doğuda “et-taskîk” veya “et-tevrîk”
şeklinde adlandırılmakta olup, bu yapı içerisinde çıkarılmakta olan menkul kıymetlere ise genel
olarak “sukûk” adı denilmektedir.236 Yukarıda da belirtildiği üzere yapılan işlemin türüne göre
bu isimler “sukuku’l icâre-sukuku’l müşârake-sukuku’l müdârabe-sukuku’l murâbaha, sukuku’l
selem-sukuku’l istisnâ” gibi isimler almakta böylece temsil ettiği amaca göre kullanılmaktadır.
2-) Fıkhî Açıdan Kesin Bir Dayanağının Bulunmaması; İsim ve uygulama şekli bakımından
İslamın ilk çıktığı devirlere kadar uzanan bir geçmişi olan sukuk kavramı konusunda, Kur-an’ı
Kerim ve hadislerde onaylandığı yada yasaklandığına dair kesin kayıtlara rastlanmaz. Bu
doğrultuda Kur-an’ı Kerim’de faizi haram kılan ayetlerden faizle ilgili sukukun yasaklandığı
anlaşılırken, diğer yandan faizle ilgili ayetlerin hemen ardından vadeli borç ilişkisini
düzenleyen ayetlerin gelmesi, faizsiz akitlere dayalı bir sukukun meşrû olduğunu akla getirir. 237
Yukarıda belirtildiği üzere, “murâbaha satıştan kaynaklanan ödemelerin bir borcu temsil etmesi
ve İslam hukukunda borçların alış-verişe konu olmaması nedeniyle halen kabul görülmeyen ve
tartışmalı bir yapıya sahip olmaktadır” şeklindeki değerlendirmeden de fıkıh kaynaklarında
borcun satımı hakkında ileri sürülen görüşlerin ve sukuk yorumlarnı etkilediği anlaşılmaktadır.
3-) Mislî, Standart ve Somut Bir Varlığa Dayanma Özellikleri; Çalışma genelinde belirtildiği
üzere, ticari hayatta yükümlülükleri gösteren kağıtları ifade eden sukuk kelimesi dolayısıyla, bir
evrak olarak ortaklık hakkı sağlayan ve belirli bir meblağı temsil eden mislî yani satandart
nitelikte bir belge olmaktadır. Arap piyasalarında bono ve tahviller için ”senet” kelimesi
kullanılırken, İslami finansman bonoları olan saklar için ise sukuk kelimesi kullanılmaktadır.

235 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.227
236 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.112
237 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.112

181
İslami Finans mühendislerince ”varlık senedi” şeklinde isimlendirilebilecek olan sukuklar,
diğer senetlerden farklı olarak, herhangi bir varlığa dayanmak zorundadır. Burada varlık olarak
ifade edilme hali, malın somut olarak gözle görülür şekilde var olması demektir.238 Günümüz
İslami Finans kurumlarının, bir müşterisini kredilendirmesi halinde onun aldığı kaynağı nerede
kullanacağını bilmesi ve ona göre kredi tahsisine gitmesi, varlığın aslında gözle görülür yani
somut hale gelmesine bir örnek teşkil etmektedir. Dolayısıyla İslami Finansta ihraç edilen bütün
sertifikaların temelinde gerçek bir ticari ilişki ve gözle görülür bir maddi gerçeklik ve mislî,
standart ve somut gerçeklere dayanması özelliği, aslında bu ihtiyaçtan ortaya çıkmaktadır.
4-) Sertifikaların Borcu Değil Mülkiyeti Temsil Etmesi Özelliği; Sukuk sertifikalarının en
öndemli özelliği, Bir varlığa sahip olma ve ondan yararlanma hakkını göstermekte olan
sukukta, mevcut hak sadece faydalanma ve borcu temsil etme değil, aynı zamanda mülkiyeti de
göstermektedir. Sıradan tahvil yada bonolar ihracatçılarının borcunu gösteren araçlar olmasına
karşın, sukukun pay oranında mülkiyet tesis etmeye yarayan bir mülkiyet sertifikası olması,
aslında onu diğer finansman yöntemlerinden ayıran en önemli özellik olmaktadır. AAOIFI’nın
”dayanak teşkil eden bir varlık sepetinde yeralan varlıklar üzerindeki ortak mülkiyeti temsil
eden eşit değerdeki sertifikalar” şeklinde tanımladığı239 sukuk işlemi; tanımda geçtiği üzere bir
mülkiyeti temsil etmektedir. Bu doğrultuda sukuka, bir ”mülkiyet sertifikas”dır diyebiliriz.
5-) Sertifikaları, Hisse Senedi ve Diğer Menkul Kıymetlerden Ayıran Özellikler; Bilinen sukuk
sertifikalarında mülkiyetin belirli bir sürenin sonunda bitecek olması ve işletmenin belirli bir
varlığıyla sınırlı olması özelliği, bu sertifikaları hisse senetlerinden ayırmaktadır.240 Sukuk
çalışma genelinde belirtildiği üzere, likidite yönetimi için önemli bir araç olmaktadır. Sukuk
sertifikalarında diğer bono ve tahvillerde olduğu gibi faiz temelli bir getiriden ziyade, ”mülkiyet
temelli” bir getiri söz konusu olmaktadır. Yine belirtildiği üzere sıradan tahvil yada bonolar
ihracatçılarının borcunu gösteren araçlar olmasına karşın, sukukun pay oranında mülkiyet tesis
etmeye yarayan bir mülkiyet sertifikası olmasıdır. Diğer taraftan sukuk sertifikaları oransal bir
mülkiyeti gösterdiğinden, sukuk sahibi belirlenmiş bir süre için ilgili varlığın sağlayacağı
getirilerden faydalanmak ve oluşması muhtemel risklere katlanmak durumunda olmaktadır.
6-) Sukuk Sertifikasına Konu Malların, Şeriata Uygun Olması Özelliği; Yalnız sukuk sertifikası
değil aslında İslami Finans kurumlarının kullanmakta olduğu tüm yöntemler ve araçların İslami
prensiplere uygun olması gerekmektedir. Bunun yanısıra bu yöntemlerden biri olan sukuktada,
mülkiyete konu olan varlıkların İslami usul ve esaslara uygun ve uyumlu olması gerekmektedir.

238 Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, Araştırma Yayınları, Ankara, 2010, s.43
239 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.205
240 Ahmet Tok, Sukuk-u İcâre Örneği Çerçevesinde Katılım Bankaları, A.g.e., s.15

182
7-) Konu Ürünün İkincil Piyasada İşlem Görme Özelliği; Sukuk işleminde amaca ulaşmanın en
önemli şartı, sistemin ikincil piyasada varlığıdır. Bu durum haliyle emtia ve menfaât satımına
dayanan sukuk içinde geçerli olmaktadır. Ancak henüz proje aşamasında olan valıklar
üzerinden ”mudârabe-müşârake-istisnâ” gibi sözleşmelere dayalı olarak ihraç edilen yada
çıkarılan sukukun, ikincil piyasalarda satılması onun faize düşme ihtimalini güçlendirecektir.
Zira ilgili sukuk sertifikaları yatırıma dönüşünceye kadar sahiplerinin parasal alacaklarını,
yatırıma dönüştükten sonra ise mal varlıklarını temsil etmektedir. Bu nedenle ilgili akitlere
dayanarak çıkarılan sertifikaların, ancak sermaye yatırıma dönüştükten sonra satılması isabetli
bir karar olacaktır. Aksi halde sukuk sertifikasının faize düşme ihtimali söz konusu olacaktır.241
8-) Sistemin Fazili Borç Satımına Eşdeğer Olma Özelliği; Fıkıh literatüründe borç satımının
hükmüne ilişkin yaklaşımlar incelendiğinde, genelde iki temel nokta üzerinde durdukları
görülür. Bnlardan birincisi faiz yasağının çiğnenmesi sorunu, diğeri ise borcu satınalan
müşterinin mağdur olmasına yol açma sıkıntısıdır. İslami Finans kurumlarının ağırlıklı olarak
kullanmakta olduğu murâbaha akdinde daha fazla görülen borç satımı uygulaması; ”murâbaha
alacaklarının bir havuzda toplanması ve ardından kaynak kuruluş yada özel amaçlı kuruluşlar
tarafından sukuka dönüştürülüp, murâbaha alacakları karşılığında somut mal karşılığı satılarak
nakde dönüştürülmesi” hususunun oluşan riskleri bertaraf ettiği görüşü, yukarıda yer verilen
tartışmalara karşılık olarak, cevap niteliğinda getirilen bir çeşit karşıt görüş olmaktadır.242
9-) Mal ve Menfaât Satımına Yönelik Olma Özelliği; Mal satımına yönelik olarak yapılmakta
olan selem akitleri arasında”mudârabe-müşârake-selem-istisnâ-murâbaha”nın buluduğu,
menfaât satımına konu olarak yapılan selem akitleri arasında ise icâre yani kira sözleşmesinin
bulunduğu sukuk işlemlerinde; faiz yasağı ve adı geçen akitler için fıkıhta belirtilen kurallar
çiğnenmediği sürece yapılmasında bir sakınca bulunmadığı, kaynaklarda belirtilmektedir.243
10-)Alacağın Aynî Mal Karşılığı Peşin Satımla Nakde Çevrilebilme Özelliği; İslami Finans
kuruluşları; murâbaha, icâre (kiralama) ve diğer uzun vadeli işlemlerden doğan alacaklarını,
alacağın aynî yani somut mal karşılığında peşin bedelle satımına dayanan sukuk yöntemiyle
nakde çevrilebilmesi mümkün olmaktadır.244 Böylelikle yukarıda belirtilen borç satımından
doğan fıkhî sorunun da önüne geçilerek yöntem bir bakıma caiz bir hale getirilmiş olmaktadır.
Sukuk yöntemi içerisinde bulunan ”borç satım riski” mal ve menfaât satımına yönelik ticaret
kuralları çervesinde yürütüldüğü sürece herhangi bir sorun kalmamakta olup; bu işlemlerin
fıkıhtaki borç satımına aykırı yapılması ise yöntemin caiz olmamasına sebebiyyet vermektedir.
241 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.116
242 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.117
243 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.118
244 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.118

183
11-) Uygulamada Görülen Hîleli Türlerin Özellikleri; Gerçekte faizli olmasına rağmen kira, mal
yada menfaât satımı görüntüsüne büründürülerek gerçekleştirilmekte olan hîleli sukuk
uygulamaları, yöntemin bir zaafını ve sınırlılığını ortaya koymaktadır. Fıkhî olarak söz konusu
hîleli yolların caiz olmayacağı elbette ki açıktır. İslami Finansal Muhasebe ve Denetim Örgütü-
AAOIFI (Accouting and Auditing Organization For Islamic Financial Institutions)’nün bu tür
hîleli sukuk işlemlerini önleyici bir dizi kararları bulunmakatdır. İlgili kararlar arasında, ”butür
sukuk işlemlerinin valığın mülkiyet ve riskini içermesi, diğer yandan sukukun doğrudan yada
dolaylı olarak anapara garantisi içermemesi” gibi hükümler bulunmasına karşın; uygulamada
çoğu hileli sukuğun, belirtilenlerin tersi vasıflara sahip olduğu maâlesef gözlemlenmektedir.245
12-) AAOIFI’nın Getirdiği Sukuğa İlişkin Önemli Kurallar; İslami Finansal Muhasebe ve
Denetim Örgütü (AAOIFI)’nün sukuğa ilişkin getirdiği belli başlı standarları özetle sıralayacak
olursak; (*) Sukuk sahibi, gerçek varlığa ilişkin tüm hak ve yükümlülüklere tek başına sahip
olmalıdır. Bu doğrultuda sukuk çıkaran ihracatçı, hiçbir hakkı kendi üzerinde bulundurmamalı,
sukuk sahibine devretmiş olmalıdır. (*) Gerçekleşen gelirin, beklenen gelirden az olması
durumunda sukuk ihracatçısının, beklenen geliri sukuk sahiplerine borç olarak vermesi caiz
değildir. (*) Sukuk ihracatçısı, mudâribi ortak yada vekilin sukuka konu varlıkları, sukuk
sahiplerinden vade sonundaki ödeme zamanında nominal yani yazılı değeri üzerinden geri
alması caiz değildir. Bu varlıların ”piyasa-net-makul değer-satış anında karar verilen değer”
anlamına gelen reel değerden geri alınması gerekir. (*) Sukuka ilişkin her konu ve anlaşma
taraflar arasında dikkatli bir şekilde incelenmeli ve takip edilmelidir. Bu kurallar ile finansal
sektörde, standart oluşturmak amaçlanmaktadır.246 (*) Bir sukuk, sahip olunması mümkün olan
ve satılabilen gerçek varlıkları temsil etmelidir. Sukuk ihracını idare eden kimsenin, sahiplik
taransfer edildiği durumda bunu yasal kayıtlarda mutlaka göstermelidir. (*) Çıkarılmış bir
sukuğun sadece alacak yada borçları temsil etmesi caiz değildir. Ancak ticari yada mali bir
kuruluşun finansal yükümlülük portföyünü sarması durumunda, satışa giren borç ve alacaklar
bundan istisna olmaktadır. (*) Mudârip, sukuk ihracatçısı, ortak yada vekil olmamak şartıyla
kiracının, bir icâre sukuğa esas olan varlıkları, sukuğun itfa tarihinde nominal değeriyle satın
alma taahhüdünde bulunması caizdir. (*) Şeriata dayanan danışma kurulları, sadece fetva
vermekle kendilerini sınırlamamalı, aynı zamanda ihraca ilişkin bütün sözleşme dökümanlar
incelenmeli ve bunlara ilişkin uygulamalar düzenli olarak gözlemlenlemlidir.247 2008 yılında
AAOIFI’nın getirdiği ilgili düzenlemeler, dünya sukuk piyasasına büyük bir darbe vurmuştur.

245 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.119
246 Alparslan Halil İbrahim, Finansal Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi, Cilt:6, Sayı:11, Temmuz 2014, s.15-31
247 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.212

184
SUKUK İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: [Kaya Râci, Katılım Bankalarının Tercih Nedenleri, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi
Bankacılık ve Sigortacılık Ens. Bölümü, Bankacılık Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2013, s.60]-[Tablo-43]

Yukarıda sukuk işlemine ilişkin bazı noktalar tabloda toplu olarak gösterilmiştir.
Geçerli sukuk işleminde belirli taraflar bulunmakta olup, bu taraflar sözleşmedeki konumuna
göre beş aktörden oluşmaktadır. Bunlar;248 1-)Yükümlü; Sukuk ihracından yani çıkarılmasından
fayda sağlayan hükümet yada şirkettir. Yükümlü, paraya ihtiyacı olan yada fon talep eden
taraftır. Para ihtiyacı olan yükümlü, bu ihtiyacını bir sukuk ihraç sistemi oluşturarak gidermeye
çalışmakyadır. 2-) İhraççı; SPV249 şeklinde oluşturulan ve yükümlüyle yatırımcı arasındaki
bağlantıyı kuran tüzel kişiliğe haiz olan taraf olmaktadır. 3-) Yatırımcılar; Çıkarılmış sukukları
satın alan kişilerden oluşan taraf olmaktadır. Yatırımcılar aynı zamanda, sukuk sahipleri olarak
da adlandırılabilmektedir. 4-)Terustee; SPV’nin ihraç yapısındaki görevlerini yerine getirmesini
sağlayan ve bağımsız olması beklenilen yöntetici taraflardır. 5-) Şer’î Kurul; Sukuk ihracı yani
çıkarılması amacıyla oluşturulan sistemin, İslam Hukukuna yani şeriat kurallarına uygun olup
olmadığını kontrol ederek denetleyen, ardındanda onaylayan bir tür danışma kurulu olmaktadır.

248 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.210
249 SPV Nedir? Sukuk ihracında ilk yapılması gereken finanse edilecek projenin menkul kıymetleştirme esasları çerçevesin-
de ayrı bir tüzel kişilik tarafından sahiplenilmesi ve yönetilmesinin sağlanılmasıdır. Bu süre ç bir özel amaçlı kuruluşun
veya finans literatüründe genel kabul görmüş ismiyle SPV’nin kuruluşuyla sağlanmaktadır. Finans literatüründe, Special
Purpose Vehicle ifadesinin kısaltılmışı olarak, SPV kullanılır. Special Purpose Entity (SPE) olarak da adlandırılmaktadır.

185
TALEP EDİLEN “SUKUK ” İŞLEMİNİN ŞEMATİK YAPILIŞ AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-44]

Gerçekleşen “Sukuk İşlemi”nde Yapılan işlemleri, gerçekleşen aşamaları tekrar edecek olursak;
1-) Kaynak Şirketin, Aracı Kurumu (SPV)250 A.Ş. Olarak Kurması; Nakit gereksinimi sebebiyle
Sukuk işlemi gerçekleştirmek isteyen ve finans literatüründe kendisine “Kaynak Şirket” denilen
bir şirket; her şeyden önce sukuk ihracatı gerçekleştirmek ve bu işlemlere aracılık etmesi için
yetkilendirilecek başlı başına bir tüzel kişiliği olan bağımsız bir şirketi A.Ş. ünvanıyla kurmak
durumundadır. Finans literatüründe bu şirkete “Special Purpose Vehicle”nin kısaltılması olan
kısaca SPV denilmektedir. Kendi şirketinin iflas etmesi halinde, bu olusuz durumdan sukuk
satın alarak yatırımda bulunan yatrıcıların etkilenmemesi adına SPV denilen aracı kurumu
kurmak zorunda olan kaynak şirket; sadece bu şirketi kurmakla kalmayıp, şirket binası dahil
bütün varlıklarını kurmuş olduğu SPV adlı aracı kuruma devretmektedir. İslam hukuku
açısından gerçek bir alım-satım işleminin gerçekleşmesi için, kaynak şirketin bürün sahiplik ve
yönetiminin, başlı başına tüzel kişiliği olan, ilgili SPV adlı aracı şirkete devri gerekmektedir.
Burada SPV adlı aracı kurum niteliğindeki kuruluşun, kaynak şirketten farklı olarak başlı
başına tüzel kişiliğin olması ve A.Ş. ünvanıyla kurulması önem arzetmektedir. Tüzel kişiliğin
kaynak şirketten farklı oluşturulmasıyla,yatırımcıların menfaatinin korunması amaçlanmaktadır.

250 SPV Nedir? Kendine nakit sağlamak isteyen “kaynak şirket”in kurduğu, kaynak şirketten tüm varlıklarını devr alarak, bu
. varlıklar karşılığında sukuk ihraç eden kuruluştur.Varlıkların bağımsız bir tüzel kiliği olan ve A.Ş. olarak kurulan . SPV
.

. ye devredilmesinin nedeni; kaynak şirketten etkilenmeden sukuk ihraç etmeyi sağlamak, ayrıca kaynak şirketin iflas etme
v si durumunda, sukuk satın alan yatırımcıların bu olumsuz durumdan etkilenmeyerek menfaâtlerini korumayı sağlamaktır.

186
2-) SPV’nin Kaynak Şirkete Borcunu Ödemek İçin, Sukuk İhracına Gitmesi; Sukuk ihracatını
gerçekleştirmek ve paılan işlemlere aracılık etmekle görevli olan aracı kurum niteliğindeki tüzel
kişiliğe sahip SPV adlı şirket; kaynak şirketin varlıklarını devralmakla aslında kaynak şirkete
borçlanmaktadır. Devirden doğan borcunu ödemek için söz konusu SPV şirketi, işlemin
kaynağını teşkil eden “sukuk iharacatı” na gidecek yani sukuk çıkaracaktır. Bilindiği gibi ihraç
edilen sukuklar, şirket üzerinde belirli bir süre ile sınırlı sahiplik hakkını gösteren sertifikalar
olmaktadır. Çıkarılan sukuklar elbette yatırım yapmak isteyen yatrımcılara satılmak ve
karşılığında gelir elde etmek maksatlı olarak çıkarılmaktadır. Çıkarılan sukukları satın alan
yatırımcılar, SPV şirketine belirli bir nakdî ödemede bulunmaktadırlar. Çıkardığı sukuklar
sonucu nakit elde eden SPV şirketiyse, bu nakdi kaynak şirkete ödeyerek devirden kaynaklanan
borcunu kapatma yoluna gitmektedir. Böylece de kaynak şirket, istediği nakde kavuşmaktadır.
3-) Sukuk Çeşidine Göre Yatırımcılara Kaynak Tesisinin Sağlanması; Ülkemizdeki sukukların
ilk olarak icâre yani kiralama sukuku olarak çıkarılması nedeniyle, sukuk denilince akla ilk
olarak kiralama sukuku gelmekte ve sukuk işlemi âdeta bu adla anılmakta olup; belirtilen
nedenle biz de bu aşamada devreye giren sukuk çeşidiyle ilgili olarak “kiralama sukuku”nu
örnek vereceğiz. Kaynak şirket tüm varlıklarını SPV adlı aracı kuruma devrettiği için, SPV
şirketi şirket binasını kaynak şirkete kiraya vererek gelir elde edebilecektir. Kiraya verilen
şirketin genellikle kaynak şirket olduğu “kiralama sukuku”nda; SPV adlı aracı şirket, elde ettiği
kira gelirlerini, sukuk sattığı yatırımcılarına ödemekte ve onların kira sukuku vasıtasıyla kazanç
sağlamasına olanak vermektedir. Yapılan bu işlemler sonucunda kaynak şirket, bir yandan
yatırımcıların sukuk karşılığında SPV’ye ödedikleri paraları, SPV’nin devirden doğan borcuna
karşılık olarak tahsil ederek ihtiyaç duyduğu finansmanı karşılamakta; diğer yandan SPV’nin
binasını kiralaması sonucu aylık yaptığı kira taksitleri yoluyla da sukuk satın alan yatırımcılara
payları oranında kazanç sağlamış olmaktadır. Burada SPV adındaki aracı şirket bina kiralama
faaliyetiyle ilgili olarak elde ettiği nakdi, sukuk sahiplarine dağıtmaktadır. Sukuk işlemine
başlanırken en başta tespit edilen vade dolduğunda ise SPV adlı aracı şirket; devir yoluyla
sahibi olduğu şirketi kaynak şirkete satacacak ve böylece sukuk işlemi tamamlanmış olacaktır.
Yukarıda anlatılan işlemde, SPV adlı şirket belirli bir süreliğine işletmeye sahip
olmakta, vade bitiminde tekrar şirketi asıl sahibi olan kaynak şirkete devetmektedir. Burada
SPV şirketle, faaliyetlerine aracılık edilen kaynak şirketin aynı şahıslar olması; vade sonunda
şirketin başka bir şirkete satılmasını da öneleyecektir. Bu nedenle başlangıçta bağlayıcı
sözleşmeler yapılması önem arzetmektedir. Taraflar arasında belirtilmeyen “trustee” adlı bir
aracı kurum daha vardır ki, bu da SPV’ye yardımcı olan bir servet yönetim kurumu olmaktadır.

187
Yapılan “Sukuk İşlemi”nin Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdığı Riskler Aşağıdaki Şekildedir;
1-) Hukukî Alt Yapı ve Uygulamaya Yönelik Sınırlılıklar; Ülkemizde ilk defa 1992 yılında
SPK mevzuatı ile birlikte, “Varlığa Dayalı Menkul Kıymet”ler aslaından bu günkü sukuk
işleminin temelini oluşturmaktadır. 13.05.1992 tarih ve 21227 sayılı kanun ile atılan ilk adım,
daha sonra eklenen 13/A maddesiyle duran varlık ve alacaklara endeksli menkul kıymet (sukuk)
ihracına izin verilmiştir.251 2008 yılında İslami Finansal Muhasebe ve Denetim Örgütü
(AAOIFI)’nün belirlediği ve yukarıda değinilen bazı ilkeler, dünyada yaygın olarak
kullanılmakta olan Malezya uygulaması ile büyük ölçüde çeliştiği için, dünya sukuk
uygulamasına büyük bir darbe burulmuştur denilebilir.252 Yine ülkemizde 2010 yılı Mart ayında
SPK tarafından yayınlanan tebliğ ile varlığa dayalı kira sertifikaların ihracına imkan
sağlanmıştır. En son 2013 yılında düzenlenen kira sertifikalarına ilişkin tebliğ ile, sukuk
alanında getirilen yeni düzenlemeler sonucu içerik bakımından zeginleştirilmeye gidilmiştir.253
Belirtildiği üzere ülkemizde sukuk uygulamaları ilk olarak SPK düzenlemeleri ile mevzuata
girmiş olup; başlangıçta bu uygulamanın sadece icâre (kiralama) esası ile ihraç edileceği şarta
bağlanmıştır. Belirtilen nedenden dolayı sadece icâre yani kiralama alanında yapılan söz konusu
düzenlemeler; ülkemizdeki sukuk sertifikasının “kira sertifikası” olarak anılmasına sebebiyet
vermiştir. Ülkemizde geçmişte sadece bu alanda yapılan düzenlemeler nedeniyle yerleşmiş kira
sertifiaksı deyiminin, günümüzdede diğer sukuk türlerinde kullanılması elbette birçok
karışıklığa sebep olmaktadır.254 Belirtilen düzenlemelerin oldukça yetersiz kaldığı ve bu konuda
bir çok kanun boşluğunun bulunduğu diğer İslami Finans yöntemleriyle birlikte sukuk
yönteminin de bir önce ele alınarak, yeni kanunlarla çözüme ilişkin düzenlemeler yapılmalıdır.
2-) Fıkhî Açıdan Kesin Bir Dayanağın Olmama Sınırlılığı; İsim ve uygulama şekli bakımından
geçmişi İslamın ilk çıktığı devirlere dayanan sukuk kavramı konusunda, Kur-an’ı Kerim ve
hadislerde onaylandığı yada yasaklandığına dair kesin kayıtlara rastlanmaz. Bu doğrultuda Kur-
an’ı Kerim’de faizi haram kılan ayetlerden faizle ilgili sukukun yasaklandığı anlaşılırken, diğer
yandan faizle ilgili ayetlerin hemen ardından vadeli borç ilişkisini düzenleyen ayetlerin gelmesi,
faizsiz akitlere dayalı bir sukukun meşrû olduğunu akla getirir.255 Uygulamada murâbaha
satıştan kaynaklanan ödemelerin bir borcu temsil etmesi ve İslam hukukunda borçların alış-
verişe konu olmaması konusu başta olmak üzere, fıkhî açıdan birçok tartışma bulunmaktadır.

251 Parasız İlker, Para Banka ve Finansal Piyasalar, Banksis Yayınları, Bursa, 1994, s.243 [Aktaran: Bayındır Servet,
. Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2015, s.120]
252 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.213
253 Yılmaz Mustafa Kemal, Türk Sermaye Piyasasında Faizsiz Araçların Değerlendirilemesi, Finans, Politik ve Ekonomik

. Yorumlar, Cilt:49, Sayıs:563, s.24 [Aktaran: Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.120]
254 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.215
255 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, A.g.e., s.112

188
3-) Sistemin Fazili Borç Satımına Eşdeğer Olma Sınırlılığı; Fıkıh literatüründe borç satımının
hükmüne ilişkin yaklaşımlar incelendiğinde, genelde iki temel nokta üzerinde durdukları
görülür. Bunlardan birincisi faiz yasağının çiğnenmesi sorunu, diğeri ise borcu satınalan
müşterinin mağdur olmasına yol açma sıkıntısıdır. İslami Finans kurumlarının ağırlıklı olarak
kullanmakta olduğu murâbaha akdinde daha fazla görülen borç satımı uygulaması; ”murâbaha
alacaklarının bir havuzda toplanması ve ardından kaynak kuruluş yada özel amaçlı kuruluşlar
tarafından sukuka dönüştürülüp, murâbaha alacakları karşılığında somut mal karşılığı satılarak
nakde dönüştürülmesi” hususunun oluşan riskleri bertaraf ettiği görüşü, yukarıda yer verilen
tartışmalara karşılık olarak, adeta cevap niteliğinde getirilen bir çeşit karşıt görüş olmaktadır.256
4-) Uygulamada Karşılaşılan Hîleli Sukuk Sınırlılığı; Gerçekte faizli olmasına rağmen kira, mal
yada menfaât satımı görüntüsüne büründürülerek gerçekleştirilmekte olan hîleli sukuk
uygulamaları, yöntemin bir zaafını ve sınırlılığını ortaya koymaktadır. Fıkhî olarak söz konusu
hîleli yolların caiz olmayacağı elbette ki açıktır. İslami Finansal Muhasebe ve Denetim Örgütü-
AAOIFI (Accouting and Auditing Organization For Islamic Financial Institutions)’nün bu tür
hîleli sukuk işlemlerini önleyici bir dizi kararları bulunmakatadır. İlgili kararlar arasında, ”butür
sukuk işlemlerinin valığın mülkiyet ve riskini içermesi, diğer yandan sukukun doğrudan yada
dolaylı olarak anapara garantisi içermemesi” gibi hükümler bulunmasına karşın; uygulamada
çoğu hileli sukuğun, belirtilenlerin tersi vasıflara sahip olduğu maâlesef gözlemlenmektedir.257
İslami geçerlilik (Fıkhî) açıdan; mevcut veya ileride tahsil edilecek bir varlığın belge
haline dönüştürülerek piyasaya sunulması işlemi yeni değil, sahabe dönemine kadar uzanan
geçmişi olan bir uygulamadır. Alacağın faiz yasağı ihlâl edilerek yapılan satımı bütün
mezheplerce haram görülmüşken, bunun dışında kalanlara ise ihlâflı gözüyle bakılmaktadır.258
Kur-an’ı Kerim ve hadislerde sukuk konusunun onaylandığı yada yasaklandığına dair kesin
kayıtlara rastlanmadığı görülmektedir. Bu doğrultuda faizi haram kılan ayetlerden faizle ilgili
sukukun yasaklandığı anlaşılırken, diğer yandan faizle ilgili ayetlerin hemen ardından vadeli
borç ilişkisini düzenleyen ayetlerin gelmesi, faizsiz akitlere dayalı bir sukukun meşrû olduğunu
akla getirmektedir. Sukuk hakkındaki tartışmaların en başında gelen konu, sukukun faizli borç
satımına eşdeğer olduğu konusu olmaktadır. Bu konudaki borç satımının hükmüne ilişkin
yaklaşımlar incelendiğinde, genelde iki temel nokta üzerinde durulduğu görülür. Bunlardan
birincisi faiz yasağının çiğnenmesi sorunu, diğeri ise borcu satınalan müşterinin mağdur
olmasına yol açma sıkıntısıdır. Geçmişten beri süregelen tatışmalar, halen devam etmektedir.

256 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.117
257 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.119
258 Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, S.a..g.e., s.105

189
2.2.2.7.5.Tekâfül (İslami Sigortacılık)
Tekâfül kelimesi Arapça’dan gelme bir kelime olup, ”kefâlet” yani ”kafala” kökünden
gelmektedir. Karşılıklı garanti yada karşılıklı işbirliği anlamlarını taşıyan tekâfül kavramının
kökeni; eski Arap kabilelerine ve Efendimiz (S.A.V.) dönemine kadar uzanmaktadır.259 Tekafül
kavramı en kısa haliyle, ”İslami Sigorta” yada ”Faizsiz Sigorta” olarak adlandırılmakta olup,
finans literatüründe ”Tekâfül Sigorta” sistemi olarak da bilinen bu sigortacılık türü, karşılıklı
yardımlaşma anlamına gelmektedir. Bu doğrultuda yardımlaşma sigortasının anlamı; değişik
kesimlerdeki fertlerin birleşerek, içlerinden birinin ileride başına gelecek felaketten doğan
hasarı tazmin etmek üzere, şimdiden önlem almak üzere bir yardımlaşma fonu oluşturmalarıdır.
Geleneksel sigorta anlayışında var olmayan söz konusu karşılıklı dayanışma ve işbirliği
esasının, tekâfül sigorta sisteminde bariz şekilde var olması, İslami sigorta olarak bilinen
tekâfül sigortanın geleneksel sigortaya bir altarnatif oluşturmasına neden olmuştur.260 Belirli
risk gruplarındaki bireyleri bir araya getirerek, zararı en az seviyeye indirmek veya bireylerin
toplumsal yaşantılarını çok fazla etkilemeden bu zararların etkisini azaltmak amacıyla
oluşturulan bu sistemde; kâr endişesi düşünülmeksizin riskin bir diğeri hesabına üstlenilmesi ve
bu yolla müşterek garantinin sağlanması hedeflenmektedir.261
Geleneksel sigortada olduğu gibi, bir tarafın koruma teklifini karşı tarafa sattığı, diğer
tarafın da belirli bir ücret karşılığında bu teklifi satın aldığı bir sözleşme mantığından ziyade
tekâfül sigortada; ileride doğabilecek risklere karşı yardımlaşma esasına göre bir araya gelen
tarafların oluşturduğu bir havuz sistemi esas olmaktadır. İhtiyaç anında aynı amaçla bir araya
gelmiş kişilerin karşılıklı yardımlaşma istek ve samimiyetini gösteren böyle bir havuz
sisteminin varlığı; aynı zamanda İslamın yerleştirmeye çalıştığı vasıflardan olan, taraflar
arasındaki iyiniyet, kardeşlik, sorumluluk bağlarını da ortaya koymaktadır.262 Tekâfül adı
verilen İslami sigorta sistemine taraf olan her katılımcı, sadaka veya teberru olarak bilinen
belirli miktardaki bedeli oluşturulan havuza bağışlamaktadır. İhtiyaç husule geldiğinde belirli
bir katılımcıya ödenen bedel aslında, katılımcıların bağış niteliğindeki katkılarından oluşturulan
havuzdan karşılanmaktadır. Tekâfül sigortada ilgili ihtiyaç sahibine söz konusu bedelin
ödenmesinin aradından havuzda kalan diğer birikimler, katılımda bulunan kişilere geri
dağıtılmaktadır. Dolayısyla tamamen zorda kalan birinin yardımına koşmak mantığıyla
oluşturulmuş bu sistemde; amacın berraklığı olası bir şâibenin oluşmasına engel olmaktadır.

259 Çalık Abdurrahman, Tekâfül Sigorta Sistemi ve Katılım Bankalarına Uygulanabilirliği, Yüksek Lisans Tezi, Van
. Yüzüncü Yıl Üniv, Van, 2011, s.32 [Aktaran: Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.215]
260 https://www.sigorta.com.tr/tekaful-sigortaciligi-nedir [Erişim Tarihi: 27.09.2016]
261 Karayazgan Ahmet, Tekâfül İslami Sigorta, Sigorta Araştırmaları Dergisi, İstanbul, Sayı:4, 2008, s.109
262 Obaidullah Mohammed, İslamic Financial Services, King Abdul Aziz University, Jeddah, 2005, s.124-125

190
TEKÂFÜL SİGORTA VE GELENEKSEL SİGORTA MUKAYESESİ

Kaynak:[AbdurRahman Çalık, Tekâfül Sigorta Sistemi ve Katılım Bankalarında Uygulanabilirliği, Yüksel Lisans
Tezi, Van Yüzünciyıl Üniversitesi Sosyal Bilm. Enstitütüsü, İşletme Ana Bilim Dalı, Van, 2011, s.35]- [Tablo-45]
Geleneksel Sigorta Anlayışının, Tekâfül (İslâmi) Sigorta Anlayışıyla Mukayesesi Şu Şekildedir;
1-) Herşeyden önce geleneksel sigorta maksimum derecede kâr amacıyla oluşturulmuş,
kapitalist sistemin bir ürünü olmaktadır. Geleneksel sigortada sigorta şirketinin sahibi
konumunda olan kişi, ticari ortaklıklarda olduğu gibi şirketin kâr payı ortağı olmaktadır. Buna
karşılık tekâfül sigortada; salt kâr etme hırsıyla katılımcıların menfaâti ikinci plana itilmemekte,
kâr ortaklığından ziyade zor durumda olan kişilere yardım ve dolayısıyla toplum refahının
sağlanması hedeflenmekte, bununların sonucunda da yaptığı iş karşılığında yatırım geliri
payından yada yönetim hizmeti karşılığı olarak bir ücret almaktadır. Geleneksel sigortada,
tekâfül sigortada olduğu gibi prim ödeyenler şirkete ortak olmamakta bir çeşit kârın
paylaşımına ortak olmaktadırlar. Geleneksel sigortada sigortalanan kişilere ”poliçe sahibi” adı
verildiği halde; tekafül sigortada sisteme katılanlara ”katılımcı” adı verilmekte ve bu
katılımcılar ortak hükmünde olmaktadırlar.

191
2-) Geleneksel sigortacılık anlayışında; sigorta şirketinin kârını toplanan pirimler ile riskin
gerçekleşemesi halinde sigortalılara ödenen bedeller farkından geriye kalan olumlu fark
oluştururken; kârın dağıtımı yönetim kurulunun alacağı bir karara bağlı olmaktadır. Şayet
yönetim kurulu kârın dağıtımına karar verirse, kârpayı ortaklılıkları ile sigortalılar arasında
çıkar anlaşmazlığı gündeme gelecektir. Buna karşlık tekâfül (İslâmi) sigortada, sigortalayanın
fazlalıktan herhangi bir kazanç sağlaması söz konusu değildir. Kârın ne şekilde dağıtılacağına
yönetim kurulu değil, en başta yapılan tekâfül sözleşmesi belirler. Sözleşmeyle başta herşey
belirlendiğinden, tekafül ortaklarıyla, sigortalılar arasında bir menfaât anlaşmazlığı da oluşmaz.
3-) Geleneksel sigortada pirimlerin yatırılmasına ilişkin kararları sigorta şirketi verir. Tekâfül
sigortada ise pirimlerin ne kadar olacağı, nerede ve nasıl kullanılacağı tekâfül sözleşmesiyle
daha başlangıçta belirlenir. Başlangıçta tüm bu kararları kapsayan tekâfül sözleşmesinin, İslami
kaideleri esas alan hizmetleri kapsaması, yasaklanmış yatırımlardan oluşmaması gerekmektedir.
4-) Geleneksel sigortada sigorta sözleşmesinin iptali halinde ödenen primler ve oluşan kâr
sigorta şirketinde kalır. Oysa tekâfül sigortada riskin oluşması halinde kullanılan fonlardan arta
kalan bedeller katılımcılara iade edilir yada ilgili katılımcılar tarafından havuza hîbe edilir.263
5-) Geleneksel sigortada sigortacı bir anonim şirket iken, tekâfül sigortada üyelerin herbiri
kooperatif çatısı altında birer sigortacı konumundadır. Tekâfül sigortada dayanışma esas
olduğundan bu sigortayı kabul edenler aynı risk grubundaki diğer üyelerin olası risklerini de
üstlenmişlerdir. Örneğin yangın sigortası için biraraya gelmiş bir grup birey, bir kooperatif
kurarak; her üye, üyelerden birinin zarar görmesi halinde zarara katılacağını sözleşmeyle
taahhüt etmektedirler. Böylelikle tekâfül sigortada; üye olan herkes hem sigorta güvencesine
kavuşan birer sigortalı, hemde diğer üyelere güvence sağlayan bir sigortacı konumunda264
olmaktadır. Bu durum tekâfülün ne kadar insani ve kapsayıcı olduğuna bir kanıt olabilmektedir.
6-) Ülkemizde karşılıklı sigortacılığın, kooperatifler aracılığıyla yapılması yönünde ”TTK
Md.1402 ve Resmi Gazete; 2011-24846” gibi zorlayıcı kanunlar bulunmasına rağmen, maâlesef
zamanla geleneksel sigortacılığın işi ticarete dökmesi ve kooperatif mantığından ayrılması
sistemi bu günkü hale getirmiştir. Bu konuda kurulmuş ilk ve tek kooperatif olan ”Sınırlı
Sorumlu Birlik Sigorta Kooperatifi” yıllar önce sigorta maksatlı kurulmasına rağmen bu devam
ettirilememiş, kısa süre sonra geleneksel sigorta şirketlerinin bu çizgisinden ayrılması sistemin
ticarileşmesine sebebiyet vermiştir. Sigorta alanındaki bu ticarileşme karşısında, tekâfül sigorta
şirketleri ise kooperatif mantığını bırakmamış ve faaliyetlerini bu çatı altında birleştirmiştir.265

263 Obaidullah Mohammed, İslamic Financial Services, King Abdul Aziz University, Jeddah, 2005, s.125-126
264 TTK Md.1402,“Karşıklık Sigorta Faaliyeti Ancak Kooperatif Şirket Şeklinde Yürütülebilir” Resmî Gazete: 2011,24846
265 Dalgın Nihat, İslamın Işığında Sigortacılık, Samsun, İlahiyat Fakültesi Araştırma Derneği, 2002, s.214-216

192
7-) Geleneksel sigorta şirketlerinde poliçe sahipleri sigorta şirketine ortak olmadıkları için, bu
sigorta şirketlerinin temel faaliyeti; biriken fonları yönetmek, hasar taleplerini incelemek,
gerekli ödemeleri tesbit etmek, kârı mümkün olduğunca artırmak olmaktadır. Buna karşın
tekâfül sigortada üye olan herkes hem sigortalı hem de sigortacı konumunda olduğundan,
geleneksel sigortadaki gibi kâr elde etmeye odaklanmış bir yönetim anlayışı bulunmamaktadır.
8-) Geleneksel sigortacılık ile tekâfül sigortacılık arasındaki temel fark; katılımcıların
yüklendiği pozisyon olmaktadır. Geleneksel sigortada sigortalanan kişilere ”poliçe sahibi” adı
verildiği halde; tekafül sigortada ise sisteme katılanlara ”katılımcı” adı verilmektedir.
Katılımcılar belirli bir katılım ücreti ödeyerek tekâfül fonuna aynı zamanda ortak olmaktadırlar.
9-) Tekâfül sigortada, geleneksel sigortada olmayan bir başka farklılık ise; tekâfül fonunun
negatif bakiye vermesi halinde yani varlıkların borçları karşılayamaması halinde, katılımcıların
sermaye desteğinde bulunarak sermaye artırımına gitmek sorumluluğunda olmaları hususudur.
Ancak pratikte katılımcılardan böyle bir fon talep etme yoluna gidilmemekte, ilgili durumla
karşılaşılması halinde fona katılımcılar tarafından karz-ı hasen esasına dayalı borç verilmesi
şeklinde bir uygulama işletilmektedir. Fondaki açığın bu yolla karşılandığı söz konusu
sistemede, havuzda fon birikmesi halinde ilgili borç katılımcılara burdan geri ödenmektedir.266
10-) Geleneksel sigorta ile tekâfül sigorta sistemi arasındaki diğer bir fark kuruluş sermayesi
olmaktadır. Tekâfül sigorta sisteminin kurulması için teorik olarak belirli bir sermaye gerekli
değildir. Ancak 5684 sayılı sigortacılık yasasına göre tekâfül sigortacılığının yapılabilmesi için
şirketler ya anonim şirket yada kooperatif şeklinde kurulabilecekleri için, dolayısyla minimum
sermaye yasal zorunluluk haline gelmektedir.267 Buna karşılık geleneksel sigorta şirketleri
anonim şirket halinde kurulacakları için, sermeye taahhüdü zaten zorunlu olmakta, ortaklardan
her biri kanunda belirtilen sermaye oranlarını ödeyerek söz konusu şirketi tesis etmektedirler.
11-) Tekâfül sigortacılıkta bulunmayıp, geleneksel sigortacılığın harket noktasını oluşturan ve
çoğunluk İslam alimlerinin fikir birliğine vardığı bazı çelişkili hususlar; aslında geleneksel
sigortanın ne kadar problemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Herşeyden önce geleneksel
sigortalarda ”hasar geçekleşmesi halinde ödeneceği, gerçekleşmezse ödenmeyeceği” yönünde
bir kural bulunması, sistemin aşırı bir belirsizlik yani ”garar” içermesine bir kanıt olmaktadır.
Diğer taraftan geleneksel sigortalarda, ”risk gerçekleşmezse, süre bitiminde tüm gelirin sigorta
şirtketine kalacağı” şeklinde bir kural olması, işlemin kumar yani meysir hükmüne bürümesine;
ilgili pirimlerimlerin ”faiz içeren araçlarda kullanılması” da faiz yönüne birer kanıt olmaktadır.
Sonuç olarak geleneksel sigorta; ”faizli, kumar yönü olan, aşırı belirsiz” bir tablo çizmektedir.
266 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.256-261-262
267 https://www.sigorta.com.tr/tekaful-sigortaciligi-nedir [Erişim Tarihi: 27.09.2016]

193
Tekâfül (İslâmi) Sigorta Anlayışının Uygulanma Amacına Göre Çeşitleri Aşagıdaki Şekildedir;
1-) Mudârabeye Dayalı Tekâfül; Bu tekâfül türünde işlemler; bir kurucu şirketin tekâfül
şirketini kurması ve ilk sermayeyi koyması ile başlamakta, bir yönetici şirket yani operatörün
mudârabe esasına göre bir sözleşme oluşturarak ortaklığın yönetimini bu kurulan şirkete
devretmesi ile devam etmektedir. Uygulamada kurucu şirket genellikle İslami Finans kurumu
olurken, sigorta işlemlerine yön veren yönetici şirket ise bu finans grubuna bağlı bir sigorta
şirketi olmaktadır. Bunun aradından tekâfül yöneticisi bu fona katkı yapacak katılımcıları
bulmakta, böylece bulunan katılımcılar mudârabe sözleşmesiyle yürütülen fona ortak
olmaktadırlar. Geleneksel sigortada sigortalılar poliçe vasıtasıyla prim ödemesi yaparak
kendilerini sigortalarlarken, mudârabe tekâfülde katılımcılar bir girişim faaliyetine ortak
olmaktadırlar. Bu girişimin amacı, girişim ortaklıklarının başına gelecek risklerde onlara
yardım etmek olup; örneğin katılımcılar arasındakilerden birinin arabası zarar görümüşse, bu
zararın telaffisi mudârabe tekâfülden doğan ortaklıktaki, ortaklar tarafından karşılanmaktadır.268
2-) Vekâlete Dayalı Tekâfül: Bilindiği gibi hukuk dilinde vekâlet sözleşmesi, bir kimsenin bir
işlemi yapmak üzere bir başkasını kendi yerine vekil tayin etmesine yönelik sözleşme
olmaktadır. Vekâlet sözleşmesine dayalı tekâfül sigortası işleminde, tekâfül yöneticisi tekâfül
katılımcılarının vekili olarak çalışmakta olup, bu işlem karşılığında belirli bir yönetim ücreti
almaktadır. Yukarıda bahsedilen mudârabe sözleşmesinde yönetici mudârabe sözleşmesiyle
girişimi yönetmekte ve ancak bu ortaklık kâr elde ettiğinde kazanç sağlamakta olduğu halde;
vekâlet sigortasında doğrudan ücret almaktadır. Vekâlete dayalı tekâfül sisteminde aynen
mudârabeye dayalı tekâfül sisteminde olduğu gibi, katılımcıların yaptıkları ödemelerin bir
kısmı teberru yani bağış olarak ayrılıp risk fonuna devredilirken, kalan kısım yatırım ve gider
fonuna pay edilmektedir. Yalnız buradaki gider fonu, yöneticiye ödenen ücret olmaktadır. 269
3-) Vekâlet ve Vakıfa Dayalı Tekâfül; Vakıf tekâfül aslında, vekâlete dayalı tekâfülün biraz
değişiklik yapılarak içirisine vakıf sisteminin alındığı bir tekâfül türü olmaktadır. Bu tekâfül
sisteminin diğer iki tekâfülden farkı, katılımcıların tekâfül fonu ve vakıf üzerinde herhangi bir
sahipliğinin bulunmuyor olmasıdır. Kuruluş aşamasında tekâfül katılımcılarının da dahil
olabileceği kurucular, bazı varlıklar bağışlayarak bir vakıf kurmaktadırlar. Kurucuların vakfın
malları üzerinde hiçbir sahipliğinin bulunmadığı vakıf tekâfülünde, söz konusu kurucular yada
katılımcılar vakıf senedine yazılmış olma şartı ile yönetim hakkına sahip olabilmektedirler. Bu
tekâfül türünde, aynı yönetici tarafından idare edilen vakıf dahil iki kurum bulunmaktadır.270

268 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.262
269 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.266
270 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, S.a.g.e., s.267

194
“Tekâfül İşlemi”nin Geçerliliğini Sağlayan Özellikler ve Sahip Olduğu Üstünlükler Aşağıdadır;
1-) Ortak Risk Paylaşım Özelliği; Tekâfül sisteminin en başta gelen özelliği, katılımcılar
arasında ortak risk paylaşım esasının olmasıdır. Tekâfül katılımcıları ortak bir havuza önceden
sözleşmeyle belirlenmiş oranda parasal katkıda bulunmakta, riskin gerçekleşmesi halinde, tüm
üyelerin katılımıyla ödenen paraları içeren havuzdan ihtiyacı oranında yardım almaktadır.
Geleneksel sigortacılıkta, sigorta sözleşmesi imzalayanlar, sigorta şirketine prim ödeyerek
riskin tamamını üstlendikleri halde, tekafül sigortada risk üyeler arasında paylaşılmakta,
havuzdaki bedelin yetersiz kalması halinde ise gönüllü katılımcılardan karzı-ı hasen yoluyla
borçlanmaya gidilerek eksiklik tamamlanmaktadırlar. Havuz yeniden artı bakiyeye geçtiğinde
ise ilgili gönüllü katılımcıdan “karzı- hasen” yoluyla alınan borç, buradan iade edilmektedir.
2-) Karşılıklı Sorumluluk Özelliği; Tekâfül sigortada kâr elde etmek amacından ziyade,
karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan bir sorumluluk bilinci olduğundan, katılımda bulunan
her üye diğerine karşı kendisini sorumlu hissetmektedir. Yardımlaşma duygusunun getirdiği
karşılıklı sorumluluk bilinciyle üyeler, aslında diğer tüm üyelerin risklerini paylaşmakta ve
böylece sorumluluğunu da üstlenmektedir. Diğer taraftan oluşan karşılıklı yardım, dayanışma
ve risk paylaşımının sonucunda tüm katılımcılar, aynı zamanda birbirlerini korumaktadırlar.
3-) Karşılıklı Dayanışma ve Yardım Özelliği; Geleneksel sigorta anlayışında var olmayan söz
konusu karşılıklı dayanışma ve işbirliği esasının, tekâfül sigorta sisteminde bariz şekilde var
olması, İslami sigorta olarak bilinen tekâfül sigortanın geleneksel sigortaya bir altarnatif
oluşturmasına neden olmuştur. Belirli risk gruplarındaki bireyleri bir araya getirerek, zararı en
az seviyeye indirmek veya bireylerin toplumsal yaşantılarını çok fazla etkilemeden bu
zararların etkisini azaltmak amacıyla oluşturulan bu sistemde; kâr endişesi düşünülmeksizin
riskin bir diğeri hesabına üstlenilmesi mantığıyla müşterek garantinin sağlanması
hedeflenmektedir. Böylece karşılıklı dayanışmanın etkisiyle toplumda ”kardeşlik-işbirliği-
sevgi” bağları güçlenmekte, İslamın yerleştirmeye çalıştığı söz konusu bağlar güçlenmektedir.
4-) Yöntemin Üstün Amaç Özelliği; Tekâfül sigortada herhangi bir dalda sigorta yaptırmak
isteyen kişiler, kanuni açıdan hiç bir mecburiyetleri olmamasına rağmen, aynı amaç
doğrultusunda bir araya gelerek; gerek vücutları gerekse diğer maddi varlıklarında oluşması
muhtemel maddi hasarları gidermek için karşılıklı dayanışmayı taahhüt ederler. Amacın sâfiyeti
ve kutsallığı, gözünü para hırsı bürümüş ve tek amacı kâr elde etmek olan günümüz kapitalist
zihniyetiyle karşılaştırıldığında anlaşılması zor olsa da, ilgili yöntem bu vasıflarıyla geleneksel
sigortacılık anlayışına her geçengün bir altarnatif olmakta kullanım alanını genişlemektedir.
Gelenekselde tek amaç kâr etme olduğu halde, tekâfülde kâr değil dayanışma amaçlanmaktadır.

195
5-)Katılımcıların Ayrıcalıklı Konum Özelliği; Geleneksel sigortada sigortalanan kişilere ”poliçe
sahibi”adı verildiği halde; tekafül sigortada bu sisteme katılanlara ”katılımcı” adı verilmektedir.
Tekâfül sigortada, amacın kâr elde etmek olmayıp karşılıklı dayanışma ve işbirliğini içermesi,
sisteme dahil olan herkesin hem sigortalı hem de sigortacı konumunda olmasına sebebiyet
vermektedir. Geleneksel sigortada sigortalılar poliçe vasıtasıyla prim ödemesi yaparak
kendilerini sigortalarlarken; tekâfülde katılımcılar bir girişim faaliyetine ortak olmaktadırlar. Bu
girişimin amacı, ortaklıklarının başına gelecek olası risklerde onlara destek vermek olmaktadır.
6-) Şartların Sözleşmeyle Tesbit Özelliği; Tekâfül sigortada pirimlerin ne kadar olacağı, nerede
ve nasıl kullanılacağı tekâfül sözleşmesiyle daha başlangıçta belirlenir. Başlangıçta tüm bu
kararları kapsayan tekâfül sözleşmesinin, İslami kaideleri esas alan hizmetleri kapsaması,
yasaklanmış yatrımlardan oluşmaması gerekmektedir. Tekâfül sigortada, kâr amacıyla bir araya
gelmiş şirket sahipleri söz konsu olmadığından, kârın ne şekilde dağıtılacağı ve oluşturulan
sistem ile ilgili diğer kararlara yönetim kurulu değil, en başta yapılan tekâfül sözleşmesi yön
verecektir. Tekafül sigortada sözleşmeyle daha baştan herşeyin belirlenmesi, ileride tekafül
ortaklarıyla sigortalılar arasında olması muhtemel sorunların, önüne geçilmesini sağlamaktadır.
7-) Sistemin Kooperatif Vasfı Özelliği; Geleneksel sigorta şirketleri anonim şirket şeklinde
kurulurken tekâfül sigortanın kooperatif ortaklık şeklinde tesis edilmesi, aynı zamanda tekâfül
üyelerin herbirinin de kooperatif çatısı altında birer sigortacı konumunda olmasına sebebiyet
vermektedir. Tekâfül sigortada dayanışma esas olduğundan bu sigortayı kabul edenler aynı risk
grubundaki diğer üyelerin olası rislerini de üstlenmişlerdir. Böylelikle tekâfül sigortada; üye
olan herkes koopertafi mantığıyla hem sigorta güvencesine kavuşan birer sigortalı, hemde
diğer üyelere güvence sağlayan bir sigortacı konumunda olmaktadır. Çalışma genelinde
belirtildiği üzere, geleneksel olsun tekâfül olsun aslında tüm sigorta sistemlerinin koopertatif
mantığıyla kurulmasına dair kanuni bir zorunluluk bulunmaktadır. Fakat zaman içerisinde işi
ticarete döken geleneksel sigorta anlaşıyışı, maâlesef bugün kooperatif mantığından ayrılmıştır.
8-) Yetersiz Fonların Tamamlanış Özelliği; Tekâfül fonunun negatif bakiye vermesi halinde
yani varlıkların borçları karşılayamaması halinde, normalde katılımcıların sermaye desteğinde
bulunarak sermaye artırımına gitmeleri sorumluluğu bulunmaktadır. Ancak pratikte
katılımcılardan böyle bir fon talep etme söz konusu olmayıp; ilgili durumla karşılaşılması
halinde fona gönüllü katılımcılar tarafından karz-ı hasen esasına dayalı borç verilmesi yoluna
gidilmektedir. Fondaki açığın bu yolla karşılandığı söz konusu sistemede; ilerleyen dönemlerde
havuzda fon birikmesi halinde karz-ı hasen kredisi olarak temin edilen söz konusu borç, artı
bakiyeye geçen havuzdan gönüllü katılımcıya ödenerek sıfırlanmakta ve sorun giderilmektedir.

196
9-) Sistemin Sahip Olduğu Havuz Özelliği; Tekâfül sigortada; ileride doğabilecek risklere karşı
yardımlaşma esasına göre bir araya gelen tarafların oluşturduğu bir havuz sistemi esas
olmaktadır. İhtiyaç anında aynı amaçla bir araya gelmiş kişilerin karşılıklı yardımlaşma istek ve
samimiyetiyle oluşturulmuş böyle bir havuz sisteminin varlığı; aynı zamanda İslamın
yerleştirmeye çalıştığı vasıflardan olan, taraflar arasındaki iyiniyet, kardeşlik, sorumluluk
bağlarını da ortaya koymaktadır. Tekâfül adı verilen İslami sigorta sistemine taraf olan her
katılımcı, sadaka veya teberru olarak bilinen belirli miktardaki bedeli oluşturulan havuza
bağışlamaktadır. İhtiyaç husule geldiğinde ilgili katılımcıya ödenen bedel aslında, diğer
katılımcıların bağış niteliğindeki katkılarından oluşturulan havuzdan karşılanmaktadır. İhtiyaç
sahibine hasar bedelinin ödenmesinin aradından havuzda kalan diğer birikimlerin, sözleşmeye
göre katılımcılara geri dağıtıldığı bu sistemde; gerek geleneksel sigortada olduğu gibi ”hasar
gerçekleşmediğinde ilgili primlere el konulması” gibi bir prensibin olmaması gerekse özünde
varolan yardımlaşma düşüncesi olası şâibelerin önüne geçmektedir. Diğer yandan tekâfüldeki
sözleşme ile tesbit hususuda, ilerideki muhtemel çıkar çatışmalarını bir ölçüde engellemektedir.
10-) Kuruluş Sermayesinin Özellikleri; Tekâfül sigorta sisteminin kurulması için teorik olarak
belirli bir sermaye gerekli değildir. Ancak 5684 sayılı sigortacılık yasasına göre tekâfül
sigortacılığının yapılabilmesinde şirketler ya anonim şirket yada kooperatif şeklinde
kurulabilecekleri için, dolayısyla kuruluşuta taahhüt edilen minimum sermaye yasal zorunluluk
haline gelmektedir. Buna karşılık geleneksel sigorta şirketleri anonim şirket halinde
kurulacakları için, her halükârda sermeye taahhüdü zaten zorunlu olmakta, ortaklardan her biri
kanunda belirtilen sermaye oranlarını ödeyerek ardından söz konusu şirketi tesis etmektedirler.
11-) Faiz-Kumar-Belirsizlik Taşımama Özelliği; Tekâfül sigortacılık herşeyden önce İslam
Dini’ni temsil ettiğinden, sahip olduğu vasıflar da islama uygun olmaktadır. Bugün tekâfül
sigortada bulunmayıp geleneksel sigortada bulunan birçok şüpheli sıkıntılı hususlar, aslında
tekâfül sigortanın ne kadar insan fıtratına uygun ve özlenen bir sigorta türü olduğunu net bir
şekilde ortaya koymaktadır. Çoğunluk İslam alimlerinin fikir birliğine vardığı bazı sıkıntılı
hususlar; ”faiz, kumar ve aşırı belirsiz” hususları olup, bunlar geleneksel sigortanın
vasıflarındandır. Bu doğrultuda herşeyden önce geleneksel sigortalarda ”hasar geçekleşmesi
halinde ödeneceği, gerçekleşmezse ödenmeyeceği” yönünde bir kural bulunması, sistemin aşırı
bir belirsizlik yani ”garar” içermesine bir kanıt sayılmaktadır. Diğer taraftan geleneksel
sigortalarda, ”risk gerçekleşmezse, süre bitiminde tüm gelirin sigorta şirtketine kalacağı”
şeklinde bir kural olması, işlemin kumar yani meysir hükmüne bürünmesine; ilgili sigorta
pirimlerimlerin ”faiz içeren araçlarda kullanılması” da işlemin faiz yönüne bir kanıt olmaktadır.

197
12-) İptal Halinde Fonların Dağıtım Özellikleri; Bilindiği gibi geleneksel sigortada sigorta
sözleşmesinin iptali halinde, sigortalılar tarafından ödenen primler ve faaliyetlerden sağlanılan
kâr, sigorta şirketinde kalmaktadır. Buna karşılık tekâfül sigortada riskin meydana gelmesi
halinde kullanılan fonlardan arta kalan bedeller kimi zaman katılımcılara iade edildiği gibi
kimi zaman da söz konusu katılımcılar tarafından teberrû olarak havuza hîbe edilebilmektedir.
Tekâfül sigortada ihtiyaç husule geldiğinde, ilgili ihtiyaç sahibine söz konusu bedelin
ödenmesinin aradından havuzda kalan diğer birikimler, sözleşmede yer alıp almamasına göre,
katılımda bulunan kişilere geri dağıtılmaktadır. Tekâfül sözleşmesinde daha baştan tüm şartlar
sözleşmeyle tesbit edildiğinden, böylelikle ileride oluşabilecek çıkar çatışmalarının da önüne
geçilmiş olmaktadır. Dolayısyla tamamen zorda kalan birinin yardımına koşmak mantığıyla
oluşturulmuş bu sistemde; amacın berraklığı olası bir şâibenin oluşmasına engel olmaktadır.
Yukarıda özelliklerini sıraladığımız İslami sigortacılık yani tekâfül sisteminin temeli
İslamiyetin doğuş yıllarına dayansa da, modern anlamda tekâfül ilk kez 6-8 Mayıs 1981 yılında
Batı Almanya Baden’de gerçekleştirilen ”İslam Bankaları Ekonomik İşbirliği Stratejileri
Sempozyumu”nda ele alınmıştır. Söz konusu sempozyum, dünyada yeni olan faizsiz banka
oluşumunu geliştirmek ve var olan farklılıkları ele almak amacıyla oluşturulmuştur. İlgili
sempozyumda ayrıca; faizsiz banka, faizsiz yatırım şirketi, faizsiz sigorta üçlüsünün birlikte
hizmet vermesi ve bütün kuruluşların kâr zarar katılması konuları hedeflenmiştir. Bu
görüşmenin ardından 1985 yılında İslam Hukuku Akademisi Konseyi tarafından ilgili tekaâfül
sistemi; bünyesinde bulundurduğu dayanışma, risk paylaşımı, yardımlaşma, işbirliği prensipleri
dolayısıyla onaylanmış; Suudî Arabistan merkezli tanınmış bir kurum olan söz konusu
akedeminin vermiş olduğu bu onay ise, dünyadaki diğer müslüman ülkeler tarafından referans
alınarak tekâfül sistemi yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. İlk tekâfül sigırta şirketi
1979 yılında Sudan’da The Islamic Insurance Co. ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde The Islamic
Arab Insurance Co. olarak tesis edilmiştir. Aradından bu ülkeleri Malezya, Suudî Arabistan gibi
ülkeler takip etmiş, hatta Sri Lanka gibi müslüman olmayan pek çok ülke de söz konusu
yöntemi kullanışlı bularak uygulmaya koymuştur.271 Ülkemizdeki tekâfül sigortacılığı
uygulamasına bakıldığında oldukça yeni bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. Ülkemizde
bulunan ”Neova Sigorta Şirketi”nin Türkiye’de tekâfül sigortacılığı yaptığı bilinen ilk ve tek
sigorta şirketi olduğu bilinmektedir.272 Görüldüğü üzere dünyada yeni olmasına rağmen başta
Arap ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede örnekleri bulunan tekâfül uygulaması; ülkemizde
istenilen seviyede kullanım alanı bulmamış olup, gelişme seyrinde olan uygulama olmaktadır.
271 Çalık Abdurrahman, Tekâfül Sigorta Sistemi ve Katılım Bankalarına Uygulanabilirliği, A.g.e., s.
272 Aslan Hasan, Ululararası İslam Ekonomisi ve Finans Araştırmaları Dergisi, 2015, Yıl:1, Cilt:1 Sayı:1, s.107

198
TEKÂFÜL İŞLEMİNİN ŞEMATİK ANLATIMI

Kaynak: [Aslan Hasan, Ululararası İslam Ekonomisi ve Finans


Araşt. Dergisi, 2015, Yıl:1, Cilt:1 Sayı:1, s.104]-[Tablo-46]

Yukarıda detayı verilen şemayla kısaca açıklanmaya çalışılan tekâfül işleminde,


başlıca üç taraf bulunmaktadır. Bunlar; 1-) Hissedarlar; Diğer adı tekâfül şiketinin sahipleri
olup, tekâfül fonunu ilk başlatan ve tekâfül şirketini kuran taraftır. 2-) Yönetici; Diğer adı
tekâfül operatörü olup, sigortalıların fonlarını ve tekâfül işlemlerini idare eden taraftır. 3-)
Poliçe Sahipleri; Diğer adı sigorta edilen katılımcılar olup, sigorta şirketinin çıkardığı poliçeleri
satın alan ve oluşumun amacı olan sunulmakta olan hizmetten faydalanan taraftır. İlgili taraflar
haricinde; kullanılan yöntemin ”fıkhî uygunluğunu” denetleyen bir kurul daha bulunmaktadır.
(*) Elbette bütün İslami Finans kurumlarındaki ”Şer’î Danışma Kurulu” da bir taraf olmaktadır.

199
Belirtilen taraflarlar arasında tekâfül fonunu ilk olarak kuran ve işlemleri başlatan taraf
olan ”hissedarlar” yaptıkları yatırım karşılığında, tekâfül fonu varlığını devam ettirdiği süre
boyunca belirli bir ücret almakta, ayrıca fonun girişimleri sonucu kâr elde etmesi halinde yine
kârdan pay alabilmektedirler. Bu doğrultuda her ne kadar tekâfül fonunun amacı kâr elde etmek
olmasa da, pratikte ticari faaliyette bulunan girişimciler doğal olarak kâr elde etmektedirler.
Diğer yandan tekâfül fonu kurmak için bir grup insanın bu amaçla bir araya gelmesi yeterli olsa
da pratikte söz konusu girişim, finans kurumlarınca başlatılmaktadır.273 Çünkü kuruluşta sigorta
mevzuatının çok kapsamlı ve karmaşık bir yapıya sahip olması, belirli bir sermaye birikimi ve
idari kapasite şartı gerektirmesi; ayrıca kuruluş işlemlerinin yanısıra faaliyetlerini devam
ettirmesi ve yönetiminin de oldukça zor ve yoğun yasal mevzuatlar barındırması bu işlemlerin
ehil ve uzman kişilerce yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Belirtilen zorunlu nedenler
sigortacılık uygulmasında yukarıda belirttiğimiz taraflardan olan, ”tekâfül yöneticisi” diye bir
tarafın çıkmasına sebebiyet vermiştir. Tekâfül taraflarından olan ”hissedarlar” yani kurucular
genelde İslami Finans kurumları olurken, adı geçen tekâfül yöneticisi ise, söz konusu İslami
Finans kurumunun kurduğu bir ”sigorta yönetim şirketi” yada ”tekâfül operatörü” olmaktadır.
Belirtilen tekâfül operatörü yada yöneticisi, aslında bildiğimiz sigorta şirketinin kendisidir.

TALEP EDİLEN “TEKÂFÜL” İŞLEMİNİN ŞEMATİK YAPILIŞ AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-47]

273 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.261

200
Gerçekleşen “Tekâfül İşlemi”nde Yapılan işlemleri, Aşamalar Halinde Tekrar Edecek Olursak;
1-) Katılımcıların Sigortalanmak Maksadıyla İlgili Kuruma Başvurması; Kurucu şirtketin
tekâfül şirketini kurup ilk sermayesini koymasının ardından; söz konusu kurucu şirket işlemleri
idare edecek ve poliçe sahiplerinin fonlarını yönetecek bir yönetici şirket tesis eder. Genellikle
kurucu şirketin İslami Finans kurumu yöneticinin ise bu finans kurumunun kurduğu bir sigorta
şirketi olduğu söz konusu oluşumda kurluşun ardından sıra, poliçe sahipleri yani sigortalıları
bulmaya gelecektir. Kendilerine “katılımcı” denilen sigortalacak tarafların sigorta faaliyetinden
faydalanmak maksadıyla ilgili sigorta şirketine başvuruda bulunmasının ardından, sıra her iki
tarafın imzalayacağı sözleşmenin tesis edilmesine gelmiştir. Tarafların bütün şartları baştan
tasarlayıp, karşılıklı mutabakatla oluşturdukları sözleşmeyi imzalamalarının ardından,
katılımcılardan yıllık yada aylık süreler halinde sigorta şirketine pirim diye tabir edilen bir
bedel ödemeleri istenir. Her katılımcının kendi namına kaydının yapıldığı söz konusu bedeller,
belirli bir tasnife tabi tutulduktan sonra, bir kısmı gelir sağlamak üzere muhtelif girişimlere
yönlendirilmekte böylece yatırılan primlerin ayrıca gelir getirip kazandırması sağlanmaktadır.
2-) Sözleşmenin İmzalanması ve Tahsil Edilen Primlerin Dağıtımı; Tekâfül sigortada sözleşme
diğer geleneksel sigortalardaki sözleşme türlerinden farklılık ve önem arzetmektedir. Çünkü
tekâfül sigortadaki sözleşme ile ileride olması muhtemel sorunların önüne geçilmesi amacıyla
baştan akla gelebilecek her şey kararlaştırılır ve kayıt altına alınır. Tarafların bütün şartları
baştan tasarlayıp, karşılıklı mutabakatla oluşturdukları sözleşmenin imzalanmasının ardından
ise sıra sigortalı katılımcılardan toplanan fonların dağıtımına gelecektir. Toplanan fonların bir
kısmı ileride gerçekleşebilecek hasaların karşılanması için ayrılacak olup, kalan kısmın ise
ortaklık bünyesinde yapılacak ticaret yada yatırımın finansmanında kullanılmaktadır. Bu
aşamada tekâfül sigortanın diğer sigorta şirketlerinden farkı ortaya çıkmaktadır ki bu fark;
toplanan fonlarla yapılan yapılan ticaret yada yatırım faaliyeti nedeniyle şirketteki poliçe
sahiplerinin aslında bir sigortalı değil, şirketin ortağı yada katılımcısı olmak şeklindedir.
Yapılan ticâri faaliyetler oluşumun çeşidine göre; “mudârabe-vekâlet-vekâlet vakıf” şeklinde
bir ayrıma tâbi tutulmakla birlikte, aslında yapılan ticâri işlem aynı olup; aralarında “ortaklık-
gelir-gider” gibi konularda bazı ayrımlar bulunmaktadır. Örneğin; işlem eğer “vekâlet tekâfül”
ise yöneticinin sigortalı ortakların vekili olması dolayısıyla alacağı ücreti doğrudan
katılımcılardan alması yada işlem “vekâlet-vakıf tekâfül” ise vakıf mantığıyla geleneksel
sigortadaki gibi katılımcıların yatırdıkları fonların bağış sayılıp geri alınamaması ve
katılımcıların tekâfül fonu ile vakıf üzerinde herhangi bir sahipliğinin bulunmaması dolayısıyla
kârpayı hakkının bağlayıcı olmaması gibi farklardır ki, bunların ticari faaliyetle ilgisi yoktur.

201
3-) Faaliyet Sonucu Oluşan Kârın Paylaşımı ve Dağılımı; ”Mudarabe-Vekâlet-Vakıf Vekâlet”
olmak üzere üç tür tekâfül türünde de tesis edilen ortaklık mudârabeye dayalı ortaklık tipi olup,
yapılan ticari faaliyetin mantığı aynıdır. Yalnız ortaklık ve kârın paylaşımı esnasında bu
yöntemlerde bir takım farlılıklar ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi mudârabe ortaklık tipinde bir
tarafın sermayedar diğer tarafın girişimci olduğu bir yapı söz konusu olmaktadır. Burada
sermayeyi koyan ve dolayısıyla şirkete ortak olan sermayedarlar; şirket kurucusu (İslami Finans
Kurumu) ve yatırdıkları bedelller nedeniyle şirkete ortak olan katılımcılar olup; bunları kârdan
yada zarardan alacakları paylar da katılım oranlarına göre değişmektedir. Oluşan zarar
tekâfülde elbette katılımcıların başına gelecek risklerin gerçekleşmesi olmaktadır ki, bu zararlar
oluşturulan havuzdan karşılanmakta, havuz yeterli gelmediğinde ise ortaklara rücû
edilmektedir. Yalnız uygulamada ortaklardan hasarı karşılamaları talebine çok sık
raslanılmamakta olup; genelde gönüllü ortaklardan karz-ı hasen şeklinde alınan borçlarla bu
açık kapatılmakta, ardından havuz artı bakiyeye geçtiğinde borç iade edilmektedir. Ancak
anlatılan bu durumun vakıf türünde söz konusu olmadığı, bu doğrultuda ”vekâlet-vakıf
tekâfülde” diğer tekâfül türlerinden farklı olarak; vakıf mantığından hareketle yatırılan fonların
bağış niteliği taşıması, dolayısıyla tıpkı geleneksel sigortada olduğu gibi sigortalanan
katılımcılara herhangi bir iadenin mümkün olmaması, bu mantıktan hareketle katılımcıların
aslında tekâfül sigortaya ortak olmamaları, dolayısyla elde edilen kârın kendilerine dağıtımı
yönünde bağlayıcı bir hükmün olmaması, üyelerin karşılaşacakları risklerin geleneksel sigorta
matığıyla vakıftan karşılanması gibi bazı hususlar vardır ki, yukarıda bunlara kısmen
değinilmiştir. Belirtilen farklara rağmen bahsedilen bu vakıf türünde, diğer yöntemlerde olduğu
gibi mudârabe ortaklık esasına göre ticrari faaliyet yapılmakta dolayısıyla bir kâr beklentisi
doğmaktadır. Vakıf tekâfüldeki bu kârın yatırımcı sigortalılara dağıtılması hususunda bağlayıcı
bir hususun olmaması söz konusu kârdan birinci derecede yönetim şirketi ve vakıfın pay alması
sonucunu doğrmaktadır ki, katılımcıların kârdan pay almaması hususu da kesin olmayıp, bu
konuyu engelleyici bir hüküm de bulunmamaktadır. Sonuç olarak tekâfül sigorta türünde;
belirtilen farklar haricinde ticâri mantık aynı olup, oluşan hasarlar ve yapılan masraflar havuz
diye tabir edilen ”tekâfül fonu”ndan ve faaliyetler sonucu elde edilen kârlardan
karşılanmaktadır. Belirtilen kaynakların hasarları karşılamada yetersiz kalması halinde ise,
yukarıda bahsedildiği üzere ortaklara dönülmekte yada karz-ı hasen kredisi ile ilgili açık
kapatılmaktadır. Yukarıda kısaca değinilmeye çılışılan tekâfül sigorta uygulaması her nekadar
dünyadaki müslüman ülkelerde kullanılan temelleri ”yardımlarşma-kardeşlik-işbirliği”
duygusuna dayanan sistem olsa da maâlesef ülkemizde çok fazla uygulama alanı bulamamıştır.

202
Yapılan “Tekâfül İşlemi”nin Sahip Olduğu Sınırlılıklar ve Taşıdığı Riskler Aşağıdaki Gibidir;
1-) Ülkemizde Kullanım Alanı Bulamaması Sınırlılığı; Diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi
ve ülkemizde de, başlangıçta sigortacılık sistemine “kumar-belirsizlik-faiz” içermesi ve İslami
ilkelere aykırı olması nedeniyle oldukça mesafeli bakılmıştır. Ancak bilgi eksikliğinden dolayı
mesafeli bakış açısına neden olan sigorta çeşidi elbette tekâfül sigortacılık olmayıp; elbette
“geleneksel sigortacılık” olmaktadır. İslami sigorta diye tâbir edilen “tekâfül sigortacılık”
bünyesinde barındırdığı “kardeşlik-yardımlaşma-işbirliği” gibi pek husus dolayısıyla İslam
diniyle birebir ilişkili olmasına rağmen, halen yeterli ilgili görmeyip ülkemiz dahil pek çok
ülkede arzu edilen düzeyde kullanılmamasının nedeni; sigortaya olan ön yargı ve yöntemin çok
iyi bilinmemesi olmaktadır. Çalışma genelinde belirtildiği üzere, ülkemizde tekâfül
sigortacılığı yaptığı bilinen ilk ve tek sigorta şirketi ”Neova Sigorta Şirketi” olmaktadır.
Görüldüğü üzere dünyada yeni olmasına rağmen başta Arap ülkeleri olmak üzere pek çok
ülkede örnekleri bulunan tekâfül uygulaması, ülkemizde halen istenilen düzeye ulaşamamıştır.
2-) Yetersiz Fonların Tamamlanış Sınırlılığı; Tekâfül fonunun negatif bakiye vermesi halinde
yani varlıkların borçları karşılayamaması halinde, normalde katılımcıların sermaye desteğinde
bulunarak sermaye artırımına gitmeleri sorumluluğu bulunmaktadır. Ancak pratikte
katılımcılardan böyle bir fon talep etme söz konusu olmayıp; ilgili durumla karşılaşılması
halinde fona gönüllü katılımcılar tarafından karz-ı hasen esasına dayalı borç talep edilmesi
yoluna gidilmektedir. Fondaki açığın bu yolla karşılandığı söz konusu sistemede; ilerleyen
dönemlerde havuzda fon birikmesi halinde karz-ı hasen kredisi olarak temin edilen söz konusu
borç, artı bakiyeye geçen havuzdan gönüllü katılımcıya ödenerek kapatılması sağlanmaktadır.
3-) Kuruluş Sermayesinin Uygulama Sınırlılığı; Tekâfül sigorta sisteminin kurulması için teorik
olarak belirli bir sermaye gerekli değildir. Ancak 5684 sayılı sigortacılık yasasına göre tekâfül
sigortacılığının yapılabilmesinde şirketler ya anonim şirket yada kooperatif şeklinde
kurulabilecekleri için, dolayısyla kuruluşta taahhüt edilen minimum sermaye, herhangi bir
zorlayıcı etken olmamasına rağmen belirtilen neden ile yasal zorunluluk haline gelmektedir.
4-) Ortak Risk Paylaşımı Sınırlılığı; Tekâfül sisteminin en başta gelen özelliği, katılımcılar
arasında ortak risk paylaşım esasının olmasıdır. Tekâfül sigorta ile mudârabe türünde bir
ortaklık tesis edildiğinden ve dolayısıyla sermayedar sıfatıyla bütün katılımcılar şirket ortağı
sayıldıklarından, bunun sonucunda sermayedar sıfatıyla oluşan hasarları da karşılamakla
yükümlüdürler. Ancak yasalarda böyle bir yükümlülükleri olmasına rağmen, tekaâfül sigorta
uygulamasında ilgili ortaklar hasarı karşılamaya zorlanmamakta; bunun yerine gönüllü “karz-ı
hasen borcu” yoluyla açıklar kapatılmakta ve borç sonradan gönüllü ortağa iade edilmektedir.

203
İslami geçerlilik (Fıkhî) açıdan; İslam hukukçuları tekâfül sigortaya, bünyesinde
bulunan olumlu vasıflar nedeniyle ılımlı yaklaşmaktadırlar. Ancak elbette İslam hukukçularının
sigortaya ilişkin ılımlı yaklaşımı, günümüzdeki modern ve geleneksel sigortacılığın
faaliyetlerine ilşkin bir yaklaşım değildir. Günümüzdeki modern sigortacılık anlayışı
bünyesinden barındırdığı; garar yani aşırı belirsizlik, kumar yani meysir ve riba yani faiz
özellikleri nedeniyle bugün İslam hukukçları nezdinde olumlu bir fetvâ alamamıştır. Tekâfül
sigorta sistemi konusunda, ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 04.07.2005 tarihli kurul
kararı bulunmaktadır. Bu kararlara göre;274 (*) Sosyal sigortalar, karşılıklı sigortalar ve ticâri
sigortaların caiz olduğu, (*) Kârpayı esasına dayalı hayat sigortası ile bireysel emeklilik tasarruf
ve yatırım sisteminin, yatırılan primlerin dinen helal alanlarda değerlendirilmesi şartıyla caiz
olduğu yönünde hümler bulunmakta olup; dinen helal alanlarda değerlendirilmeyen sigortaların
caiz olmadığı konusunda hükümlerin kapsamında tekâfüle ilişkin madde bulunmamaktadır.
Belirtilen hususlara ilave olarak fıkhî yönden değinilmesi gereken bir husus daha
bulunmaktadır ki, oda İslami sigortaclıkla geleneksel sigortacılığın birbirinden ayrıldığı “hayat
sigortası” olmaktadır. Geleneksel hayat sigortacılığında, bireyin ölmesi yada kalıcı olarak
sakatlanması halinde kendisine ödeme yapılabilmektedir. Bu konuda İslam hukukçuları ağırlıklı
kısmı; insan hayatı konusundaki sigorta çeşidini aşırı spekülatif bulmakta, bu sebeple ilgili
sigorta çeşidinin şeriata uygun düşmediğini ileri sürmektedirler. Buna karşın tekâfül sigortacılık
bünyesinde, “aile tekâfülü” denilen sistem ilgili uygulamaya bir altarnatif oluşturup, bireysel
emeklilik hesabı yada uzun vadeli tasarruf hesabı şeklinde çalışarak bu konudaki belirsizlikleri
ortadan kaldırmakta ve sistemin İslami açıdan uygulanmasına imkan sağlamaktadır.275

2.2.2.7.6.Muzâraa ve Musâkaat (Ziraat Ortaklıkları)


Genel anlamda ziraat ortaklığı anlamına da gelen bu kavramlar, tarımsal gelişmeyi ve
ilerlemeyi sağlamak, ürünü finanse etmek maksadıyla kullanıma sunulmuştur. Bu kavramlardan
ilki olan olan muzâraa kelimesi; sözlükte ”zerr” kökünden türemiştir ve ”ekini tarlada bitirmek”
anlamına gelmektedir.276 Bir taraftan arazi, diğer taraftan çalışmak ve emek konulmak suretiyle
çıkacak ürünün, belirli şartlar dahilinde paylaşılması şartıyla yapılan bir ortaklık anlaşması olan
muzâraa kavramının diğer adı ”muhâbere” olup;277 mülk sahibinin tarlasını mahsulün bir
bölümü karşılığında ziraatçiye vermesi anlamı da bulunmaktır.278

274 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.259
275 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.270
276 http://www.ilimdunyasi.com/dort-mezheb-fikhi/muzaraa-musakat-ve-mudarebe/?wap2 [ErişimTarihi:30.09.2016]
277 [Mecelle Madde:1431] Döndüren Hamdi, Çağdaş Akademik Problemlere İslami Yaklaşımlar, A.g.e., s.441
278 http://www.sistani.org/turkish/book/59/3247/ [Erişim Tarihi: 30.09.2016]

204
Ürünün tarla sahibi ile emek sahibi arasında eşit olarak bölüşüldüğü ortaklık akdi akdi
olan muzâraa akdinde;279 bir taraf sermaye olarak arazisini, diğer taraf işgücünü üstlenmekte
olup;280 yetiştirilcek ürünün paylaşımı esas alınmaktadır. Bir tarafın sermaye (ki sermayedar
çoğunlukla İslami Finans kurumu olmaktadır) diğer tarafın emeğiyle ortak olması nedeniyle
mudârabe akdine benzeyen ilgili ortaklıkta; faaliyetler neticesinde elde edilen kâr veya ürün
taraflar arasında önceden sözleşmeyle kararlaştırılan oran üzerinden payalaştırılır. İslami Finans
kurumu burada; çifçiyi veya araziyi kiralamak suretiyle de böyle bir girişimde bulunabilir.
Şayet finans kurumu kiralama yoluyla bir girişimde bulunmuşsa, karşılığında kâr yada
mahsulden pay almak yerine bu sefer kira talep ederek kazanç sağlama yoluna gidecektir.281
Diğer kavram olan musâkat ise, kelime olarak ”sulama” anlamına gelen ”sakyi”
kökünden gelmekte olup; ıstılah anlamı ”meyvesini paylaşmak üzere bağ, bahçe veya hurma
ağaçlarını sulaması karşılığında bir işçiyle anlaşmak ve ilgili ilgili hizmetin sorumluluğunu söz
konusu işçiye devretmek üzere yapılan akit olmaktadır. Yönteme sulama hizmetini
gerçekleştiren manasına gelen ”musâkaat” isminin verilme nedeni ise bu işlemde ve kazancın
sağlanmasında, sulama işleminin hayati derecede önem taşıması olmakradır. Çünkü sulama
olmadan ağaçların ürün vermesi ve dolayısıyla kazancın ortaya çıkması imkansızdır.
Uygulamada musâkaat yöntemine aynı zamanda ”muamele” adı da verilmekle birlikte,
musâkaat kelimesi anlam itibariyle daha uygun düştüğünden en fazla bu tabir
kullanılmaktadır.282 Bir tarafın sermayedar sıfatıyla ağaçların teminini üstlendiği (ki sermayedar
çoğunlukla İslami Finans kurumu olmaktadır), diğer tarafın ise bu ağaçların bakımı ve
meyvelerin toplanması karşılığında emeğini sermaye olarak koyduğu musâkaat akdinde; tıpkı
muzâraa yönteminde olduğu gibi mudârabe akdine benzeyen bir özellik söz konusu
olmaktadır.283 Diğer taraftan bahçe ortaklığı olarak anılan bir tür daha bulunmaktadır ki, burada
”boş arazinin teslim edilip, ağaç dikilmesi ve dikilen ağaçlara ortak olunması” şeklinde bir
işlem gerçekleştirilmekte ve buna da ”muğarase” ortaklığı denilmektedir.284 Genel olarak
bakıldığında, Türklerde toprağın ekilmesi ve boş olarak kalmaması özellikle Osmanlı ve
Selçuklu geleneğinden gelen çok önemli bir gelenek olmaktadır. Gerek sağlık sorunları
nedeniyle, gerekse kalifiye eleman bulunmasındaki sıkıntılar nedeniyle zor ve zahmetli olan
ziraatçilik faaliyeti, belirtilen yöntemlerle kolaylaştırılıp, kaynak haline getirilmektedir.
279 http://www.mumsema.org/y-z/1704-yaricilik-nedir-islamda-muzaraa-kavrami.html [Erişim Tarihi: 30.09.2016]
280 http://tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1359 [Erişim Tarihi: 30.09.016]
281 Şekerci Osman, İslam Şirketler Hukuku, Marifet Yayınları, İstanbul, 1981, s.56 [Aktaran: Şahin Ekrem, Türkiye’de

.Dünden Bugüne Katılım Bankaları, Kadir Has Üniv.Sosyal Bilimler Ens., İşetme Anabilim Dalı, İstanbul, 2007, s.51]
282 http://www.haznevi.net/safii-fikhi/musakat-muzaraa-ve-muhabara.html [ Erişim Tarihi: 30.09.2016]
283 Şekerci Osman, İslam Şirketler Hukuku, Marifet Yayınları, İstanbul, 1981, s.56 [Aktaran: Şahin Ekrem, Türkiye’de

.Dünden Bugüne Katılım Bankaları, Kadir Has Üniv.Sosyal Bilimler Ens., İşetme Anabilim Dalı, İstanbul, 2007, s.51]
284 Döndüren Hamdi, Çağdaş Akademik Problemlere İslami Yaklaşımlar, A.g.e., s.441

205
Muzâraa işleminin rüknü; icâb ve kabul olmak üzere ikidir. Arazi sahibi çifçiye
hitaben “şu tarlamı, çıkacak mahsulün yarısı sana ait olmak üzere muzâraa niyetiyle sana
verdim” derse ziraatçi olan iş görecek taraf da “kabul ettim” derse aralarındaki muzâraa akdi
gerçekleşmiş olur. Ancak bu iki rükün haricinde faaliyete başlamak için gerekli şu dört rüknüde
bünyesinde taşıması gerekmektedir. Bunlar; faaliyete başlamak için gerekli olan “arazi-tohum-
iş-ziraatte kullanılacak hayvanlar”dan ibaret olup, bugün ilgili hayvanların yerine ziraatte
kullanılan traktörleri koymak mümkündür.285
“Muzâraa İşlemi”nde Geçerliliği Sağlayan Özellikler ve Bulunması Gereken Şartlar Şunlardır;
1-) Taraflarının Taşıması Gereken Özellikler; Muzâraa akdinin sahih olması için her şeyden
önce, tarafların muzâraa akdini yapmaya ehil olması diğer bir deyişle; tarla sahibinin ve ziraatçi
mükellefin, akıllı ve temyiz kuvvetini elinde bulunduruyor olması, anlaşmayı kendi iradeleriyle
yapmaları ve hukuken muzâraa akdiyle yapılacak bu tasarruftan men edilmiş olmaması gerekir.
Ayrıca müzâraa akdini yapanların hasat meydana geldiğinde ortak sayılmaları da şarttır.
2-) Muzâraa Müddetine İlişkin Özellikler; Ziraatçinin ihtiyarında olan ilgili müddete ilişkin;
sözleşmede başlangıç tarihinin belirlenmiş bir gün, bitiş tarihinin ise mahsulün alındığı zaman
olarak sözleşmede belirtilmesi genellikle yeterli görülen bir durum olmaktadır. İlgili akitte;
muzâraa müddeti bittiğinde mahsul hasad edidiğinde ziraatçi tarlayı sahibine teslim etmekte,
mahsül hasad edilmediğinde ise hasat vaktine kadar ekimi gerçekleştirilen tarlada kalmaktadır.
3-) Tarafların Önceden Anlaşmaları Özelliği; Tarla sahibi ve ziraatçi olan tarafların önceden
anlaşmalarının ve dolayısıyla aralarında önceden imzalanmış bir sözleşmenin bulunması, diğer
akitlerde olduğu gibi muzâraada da önemli bir husus olmaktadır. Bu konuda önceden bir
anlaşmaya varılması ileride olması muhtemel anlaşmazlıkların da önüne geçmiş olacaktır.
4-) Ziraatin Yapılacağı Tarlanın Elverişlilik Özelliği; Muzâraa akdinde amaç, arazinin ekilip,
hasadın alınması ve karşılığında sözleşmeye konu olan tarafların kazanç sağlaması olduğuna
göre, muzâraa akdine konu olan tarlanın da ziraate elverişli ve ekilip dikilmeye müsait olması,
müsait değilse de bazı çalışmalar yapılarak ziraate elverişli hale getirilmesi gerekmektedir.
5-) Ekilecek Mahsulün Cinsinin Belirlenmesi Özelliği; Ziraatçinin tarlaya hangi ürünü yada
hangi cinsten bir ürünü ekeceğinin önceden belirlenmesi ve bunun tesbitinin yapılması
gereklidir. Yani söz konusu ziraatçi; pirinç, buğday, pamuk, tütün yada başa türden bir
mahsulün ne olduğunu ayrıca bu ürünlerin cinsinin ne olacağını önceden ayrıntılı olarak
bilmelidir. Ancak bu ortaklıkta hedeflenen bir ziraat türü yoksa yada bu zaten söylemeye gerek
olmadan örfen biliniyorsa, bu durumda ürün cinsinin taraflarca bilinmesine gerek olmayacaktır.

285 http://www.sadakat.net/fetvalar/3670-ziraat-ortakligi-muzaraa.html [Erişim Tarihi: 30.09.2016]

206
6-) Tarafların Kazanç Oranlarının Belirtilmesi Özelliği; Tarla sahibi ve ziraatçinin elde edilecek
mahsulden ne kadar kazanacaklarına ilişkin hisselerin önceden nisbet olarak belirtilmesi
gerekmektedir. Yani “yarı yarıya”, “üçte bir” gibi oranlarla bu kazanç payları önden
belirtilmelidir. Bu şekilde olmayıp, göz kararı yapılan yada 50 kilogram gibi tesbitler de sahih
olmamaktadır. Diğer yandan tarla sahibi, “bu tarlayı ek, gelen mahsulden de bana verirsen ver”
gibi bir belirlemeyle söz konusu akit bir hüküm ifade etmeyecek ve geçersiz olacaktır. Bu tür
girişimlerde mülk sahibi ve ziraatçi, ilgili malın mahsulünden yarı veya üçte bir hisse almalıdır.
7-) Tarlanın Belirli Olması ve Teslimi Özelliği; Mülk sahibinin birden fazla tarlası varsa, ilgili
ziraat için ayrılan tarlanın önceden belirlenmiş olması önemli bir husus olmaktadır. Zira
tarafların alacakları hisse, bizzat akde konu olan tarlanın mahsulü olması gerekmektedir. Ancak
birden fazla tarla olup da, ilgili yerler arasında herhangi bir fark yoksa, bu durumda
belirtilmesine gerek yoktur. Mülk sahibi “tarlalarımdan birini al, ziraat yap” deyip bir şart öne
sürmemişse, bu durumda ziraate konu olan tarlanın belirlenmesine elbette gerek olmayacaktır.
Diğer taraftan tarlanın ziraateçiye teslimi de, faaliyete başlanılması açısından şart olmaktadır.
8-) Tohum Gibi Araçların Sahipliğinin Tesbiti Özelliği; Tohum, gübre gibi ziraate lazım olan
araçların kime ait olduğu yapılan akitle belirlenmelidir. Ancak başlangıçta kimin ne kadar
harcama yapacağı önceden belirlenmişse, bu durumda belirtilen araçların belirlenmesine gerek
olmamaktadır. Bu konudaki tesbit özellikle Şâfî mezhebi dışındaki mezhepler için önemli
olmaktadır. Çünkü Şâfî mezhebine göre ekilecek tarladaki tohumun tarla sahibine ait olması
özelliği olduğundan, ilgili şartın Şâfî mezhebi dışındaki mezhepler için olduğu açıktır.286
Diğer taraftan konu başlığımızın ikinci bölümü olan “musâkaat akdine” yani sulama
akdine geldiğimizde; değinildiği üzere musâkaati meyvesini paylaşmak üzere bağ veya hurma
ağaçlarını sulama hizmetini işçiye vermek üzere yapılan bir akit olmaktadır. Bir tarafın
sermayedar sıfatıyla ağaçların teminini üstlendiği, diğer tarafın ise bu ağaçların bakımı ve
meyvelerin toplanması karşılığında emeğini sermaye olarak koyduğu musâkaat akdinde; tıpkı
muzâraa yönteminde olduğu gibi mudârabe akdine benzeyen bir özellik söz konusu
olmaktadır.287 Genel olarak bakıldığında, toprağın ekilmesi ve boş olarak kalmaması adına,
girişilen bir hizmet niteliğinde olan musâkaat akdinde, gerek sağlık sorunları nedeniyle, gerekse
kalifiye eleman bulunmasındaki sıkıntılar nedeniyle zor ve zahmetli olan ziraatçilik faaliyeti;
oldukça kolay ve kazançlı bir faaliyet haline gelmektedir. Gerek muzâraa gerekse musâkaat
yöntemlerinde, arazi sahiplerine bu yönde kolaylık ve kaynak sağlanması amaçlanmaktadır.

286 http://www.mumsema.org/y-z/1704-yaricilik-nedir-islamda-muzaraa-kavrami.html [Erişim Tarihi: 30.09.2016]


287 Şekerci Osman, İslam Şirketler Hukuku, Marifet Yayınları, İstanbul, 1981, s.56 [Aktaran: Şahin Ekrem, Türkiye’de
.Dünden Bugüne Katılım Bankaları, Kadir Has Üniv.Sosyal Bilimler Ens., İşetme Anabilim Dalı, İstanbul, 2007, s.51]

207
“Musâkaat İşlemi”nde Geçerliliği Sağlayan Özellikler ve Bulunması Gereken Şartlar Şunlardır;
1-) Mal Sahibi (Mâlik); Mal sahibi musâkaat akdini kendisi için yapmışsa, tam bir ehliyetinin
var olması gerekir. Bu ehliyetten kasıt, yukarıda muzâraa akdinde belirttiğimiz ehliyet
şartlarıyla aynı olmaktadır. Eğer mal sahibi çocuk, deli veya sefihlik nedeniyle hacr yani
kısıtlama altına alınmış biri olursa ve ihtiyaça binaen böyle bir akdin yapılması gerekiyorsa, bu
durumda onun velîsi veya mülk üzerinde velî olan kişi bu musâkaat akdini yapacaktır.
2-) Çalışan Kişi (Âmil); Çalışan kişi, bahsi geçen ağaçları sözleşme vasıtasıyla sulamak için
görevlendirilmiş kişi olmaktadır. Kanunen çalışan kişi yani âmilinde, mal sahibinde olduğu
akid ehliyetine sahip olması gerekmektedir. Şayet sözleşmede belritilen çalışacak kişi deli veya
çocuk ise, bu durumda yapılan musâkaat akdi geçerli olmayacak ve velî tayini gerekecektir. Bu
akitte âmil tek başına çalışmalıdır ve çalışmanın ne kadar süreceğinin de belirli olması gerekir.
3-) İcâb ve Kabul (Siga); Musâkaat akdinin geçerli olması için siga yani icâb ve kabul şarttır.
Kanunen icâb ve kabul ifadelerinin “şu kadar bedel karşılığında, teslim ettim” gibi sarih ve
açıkça sözleşmede belirtilmiş olması gerekmektedir. En sarih görüşe göre icâre kelimesiyle
musâkaat akdi yapılamamaktadır. Zira icâre akdi başka bir akde delalet eden bir kavram
olmaktadır. Bu durumda yapılan akit icâre akdi olmayacağı gibi musâkaat akdi de olmayacaktır.
Öte yandan musâkaat akdinde örfen kabulün icâba ayrıca bitişik olması gerekmektedir.
4-) İçinde Çalışılacak Arazi; Musâkaat akdinin sahih olduğu mal genellikle bahçe yada boş bir
arazi olup, ilgili arazinin sözleşmeyle açıkça belirlenmiş ve tesbitinin yapılmış olması gerekir.
Öte yandan, üzerinde çalışılacak arazinin ziraate elverişli ve ekilip dikilmeye müsait olması,
müsait değilse de bazı çalışmalar yapılarak ziraate elverişli hale getirilmesi gerekmektedir.
5-) Çalışma (Amel); Musâkaat akdinde amelden kasıt, ağaçları ıslah etmek ve sulamak
çalışmasıdır. Âmil yani çalışan, meyvenin artması ve güzelleşmesi için hertürlü çabayı
göstermekle yükümlüdür. Meselâ su yollarını açmak, su arkını temizlemek, gereksiz otları
yolmak, ağaçların aşılarını yapmak, böceklere karşı önlemler almak vs. bu çabalar arasındadır.
6-) Meyve (Mahsul); Mahsul yada meyve, musâkaat akdinin kendisi için yapıldığı ağaçların
meyvesi olmaktadır. Sözleşmeye konu olan meyveler hususunda; (*) Meyveler, mâlik ile âmile
ait olmalıdır. Bu meyvelerden bir kısmının başkasına verilemsinin kararlaştırılması câiz
değildir.(*)Mâlik ile âmil meyvelere ortak olmalıdır. Çıkacak mahsul olan meyvelerin
tamamının sadece mâlike yada tamamının âmile ait olması kararlaştırılmış ise yapılacak akid
geçersiz olacaktır. (*) Mâlik ile âmilin hisselerinin belirli olması gerekir. Bu ifadelerin “yarısı,
üçte biri gibi” ifadeler olması, 50 kilo, 5 çuval gibi ifadelerin kullanılmaması gerekir.288

288 http://www.haznevi.net/safii-fikhi/musakat-muzaraa-ve-muhabara.html [Erişim Tarihi: 30.09.2016]

208
TALEP EDİLEN “MUZÂRAA-MUSÂKAAT”IN ŞEMATİK YAPILIŞ AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-48]

Gerçekleşen “Muzâraa-Musâkaat” İşleminde Yapılan İşlemleri,Aşamalar Halinde Tekrarlarsak;


1-) Finans Kurumunun Tarla Bulması Yada Kiralaması; Yukarıda tarafımca hazırlanmış ve
kurgulanmış olan şema vasıtasıyla anlatılmaya çalışlan “muzâraa ve musâkaat” işleminde;
çalışma genelinde değinildiği üzere “mudârabe akdi”ne benzer bir ortaklık tesis edilmektedir.
Bir tarafın sermaye (ki sermayedar çoğunlukla İslami Finans kurumu olmaktadır) diğer tarafın
emeğiyle ortak olması nedeniyle mudârabe akdine benzeyen ilgili ortaklıkta; İslami Finans
kurumu gelen taleplere göre, öncelikle tarla bulmak yada kiralamak yoluna gidecektir. Şayet
İslami Finans kurumu, çifçiyi veya araziyi kiralamak suretiyle de böyle bir girişimde
bulunacaksa, bu durumda karşılık olarak kâr yada mahsulden pay almak yerine bu sefer kira
talep ederek kazanç sağlama yoluna gidecektir. Ancak bu tür ziraat ortaklığı işlemlerinde genel
olarak, elinde arazisi yada tarlası olan mülk sahipleri İslami Finans kurumuna baş vurarak, ilgili
arazinin ekilip ziraatinin yapılması suretiyle değerlendirilmesini, bunun sonucunda elde edilen
kârın paylaşılmasını talep edebilmektedirler. Bu durumda finans kurumu tarla sahibiyle
sözleşme yapıp, arazisinin kullanım hakkını elde ettikten sonra; bu tarlayı ekecek ve ziraatini
gerçekleştirecek işçilerle bağlantıya geçmesine sıra gelecektir. Finans kurumunun söz konusu
tarlanın ziraatini yapmak üzere işçilerle anlaşması durumunda ”muzâraa akdi”, söz konusu
tarlanın sulamasını yapmak üzere anlaşması durumunda ise ”musâkaat akdi” gündeme gelmekte
olup; her ikiside atıl (boş) durumda kalan boş arazilerin değerlendirilmesi amacını taşımaktadır.

209
2-) Ziraatçi-Sulayıcının Bulunup, Sözleşmenin İmzalanması; Finans kurumunun tarla sorununu
çözmesinin aradından, sıra bu tarlanın ziraatinin yapılması yada sulanması aşamasına
gelmektedir ki, bu durumda İslami Finans kurumu emeğiyle sözleşmeye ortak olacak işçileri
bulup yada başvuruda bulunanalar arasından seçip, bunlarla mudârabe akdine benzer bir
sözleşme tesis etmektedir. Arazisini kullanamayanlardan aldığı arazi vasıtasıyla sermayedar
konumunda olan İslami Finans kurumu, emeğiyle ortak olan girişimcilerle bir araya gelip
şartları tesis ettikten sonra onlarla sözleşme imzalama yoluna gider. Bu sözleşmelerde gerek
ziraat gerekse sulamaya ilişkin şartlar tesis edilmekte olup, hisselerin belirtilmesi önemlidir.
3-) Faaliyetler Sonucu Elde Edilen Kârın Paylaştırılması; Tarla sahibi (İslami Finans Kurumu)
ve ziraatçinin elde edilecek mahsulden ne kadar kazanacaklarına ilişkin hisselerin önceden
nisbet olarak belirtilmesi gerekmektedir. Yani “yarı yarıya”, “üçte bir” gibi oranlarla bu kazanç
payları önden belirtilmelidir. Bu şekilde olmayıp, göz kararı yapılan yada 50 kilogram gibi
tesbitler de sahih olmamaktadır. Diğer yandan tarla sahibi, “bu tarlayı ek, gelen mahsulden de
bana verirsen ver” gibi bir belirlemeyle söz konusu akit bir hüküm ifade etmeyecek ve geçersiz
olacaktır. Bu tür girişimlerde mülk sahibi ve ziraatçinin bu ornaları tesbiti ileride olması
muhtamel anlaşmazlıkların önüne geçmesi açaısından önemli arzetmektedir.
İslami geçerlilik (Fıkhî) açıdan; muzâraa tohum sahibi açısından, tohum ekilmeden önce
bağlayıcı olmayan, tohum atıldıktan sonra ise bağlayıcı olan bir akit olmaktadır. Bu akitte
tohumu verenin ihtiyarı daha fazla olup, söz konusu tohum sahibi olan taraf istediği anda
sözleşmeyi fesh etme imkanına sahip olmaktadır. Buna karşın bu akitte tohum sahibi olmayan
taraf szöleşmeyi istediği anda bitirme ihtiyarına sahip olmamaktadır. Çoğunluk İslam aliminin
görüşü bu yöndedir. Diğer yandan şartları tam taşıyan bir muzâraa akdi sahih, şartlardan biri
dahi bulunmayan yada geçerliliği bozan bir şartın olduğu akit geçersiz olmaktadır.289 Diğer
taraftan musâkaat akdine fıkhî açıdan baktığımızda; musâkaatin meşruiyetine hem sünnet hem
de icmâ (çoğunluğun görüşü) delâlet etmektedir. Zira Hayber’in fethi sırasında Efendimiz
(S.A.V.)’in bizzat hurma bahçeleri hususunda “her mahsulün yarısı ahaliye ait olmak üzere,
onlara bakma ve sulama muamelesi” karşılığında musâkaat akdi yaptığı bilinmektedir.290
[Buhârî-2203, Müslim-1551] Musâkaat akdinin câiz olmasının nedeni buna halkın muhtaç
olmasından da ileri gelmektedir. Zira bazen kişinin arsası arazileri olup, onlara bakmaktan aciz
kalıyorsa; bu durumda bir işçi tutup boş duran araziyi değerlendirerek gelir sağlayabilecektir.
Böylece bu muameleyle, hem arazi sahibinin, hem çalışanın hemde toplumun mefaâtine faydalı
bir iş yapılacak olup; boş bir arazi vasıtasıyla herkes bu işlemden kazançlı çıkmış olacaktır.
289 http://www.mumsema.org/y-z/1704-yaricilik-nedir-islamda-muzaraa-kavrami.html [Erişim Tarihi: 30.09.2016]
290 http://www.mumsema.org/y-z/1704-yaricilik-nedir-islamda-muzaraa-kavrami.html [Erişim Tarihi: 30.09.2016]

210
2.2.2.7.7.İstiğlâl Satış (Geri Satma Vaadiyle Kiralama)
Bey satmak veya satın almak; İstiğlâl ise gelirini istemek, kâr ve gelirini almak,
sömürmek gibi anlamlara gelir. İstiğlâl yoluyla satış, ”bey bi’l-vefa yani vefa yoluyla satış
sonunda ortaya çıkabilir. Bu iki satış şekli de ödünç para bulabilmek için başvurulan yollardan
olmaktadır. Örneğin; para ihtiyacı olan bir kişi, sermaye sahibine gidip ”bana 50 altın ver,
karşılığında sana şu dükkanımı borcumu ödeyinceye kadar geçici olarak satayım. Borç
sıfırlanınca dükkanı geri alırım. Bu arada sende dükkanın kira gelirinden yararlanabilirsin” der.
Sermaye sahibinin bu teklifi kabul edip, parayı teklifte bulunan kişiye vermesiyle ortaya çıkan
akit ”bey bi’l-vefa” akdi yapılmış olur. Bu arada dükkanı teslim alan sermaye sahibi, onu bizzat
kullanabileceği gibi kiraya da verebilir. Çünkü bu akitle iktisâb edilen mal, temelde rehin yani
ipotekli mal niteliğinde bürünmüştür.291 Hanefî mezhebine göre malı yada örneğimizdeki
dükkanı rehin alan kimse, mal sahibinin izni olmak kaydıyla söz konusu maldan yararlanma
yada her türlü kiraya verme hakkına da sahip olmaktadır. İşte alacaklının böyle bir dükkânı mal
sahibine kiraya vermesiyle ortaya çıkan muameleye ”bey’bi’l-istiğlâl” satış adı verilmektedir.292
İstiğlâl satışta, malı esas sahibi sattığı malı sözleşmede belirtilen kira bedeli
karşılığında kullanıp, kira süresi sona erdiğinde, malı kullanmaya devam ederse bu süre için
bundan sonra belirlenmiş ücreti değil, rayiç ücreti (ecr-i misil) öder. Kira süresinin dolmasından
sonra, ücret ödemesinin gerekmediği yönünde görüş bildiren hukukçular da vardır ki; bu
şekilde vefaen sattığı malı, kira ilişkisiyle tekrar zilyetliğine alan malik yada satıcı, ilgili malı
alacaklının (müşteri) izni olmadan başkasına satamaz.293 İstiğlâl yoluyla satışta malı geçici
olarak satınalan müşteri, üzerinde ipotek bulunan malı kabzetmesinin ardından, aynı malı malın
gerçek sahibine tekar kiralaması gerekir. Malı istiğlâl yoluyla elinde bulunduran kiracı, onu
alacaklının izni olmadan başkasına satamaz. Bu konuda borçlunun durumu da aynı olup, ilgili
hak ölüm halinde tarafların mirasçılarına intikâl eder.294 İstiğlâl kelime olarak, bir şeyin
kârından ve gelirinde faydalanmak demektir. Farklı bir ifadeyle, ”bir kimsenin bir malı tekrar
kendisinin kiralaması şartıyla bir başkasına vefâ satış yoluyla satması” olarak da bilinir. Burada
bir mala sahip olan kişi, satıştan sonra da aynı malı kullanmaya devam eder. Bu nedenle bu akit
istiğlal ve vefâ satışın karşımından meydana gelen bir satış olmaktadır. Vefâ satıştaki hükümler
ve ihtilâflar istiğlâl satışta da geçerli olup, istiğlâl satışın câiz olması için, tahliye ve teslimden
sonra, satıcıya tekrardan kiralanması gerekir, aksi halde bu şekildeki istiğlâl satış câiz olmaz.295

291 [Mecelle Madde: 397] Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, İstanbul, 1912, s.664-666
292 [Mecelle Madde: 119] Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, İstanbul, 1912, s.664-666
293 Bayındır Abdülazîz, Bey’Bi’l-Vefa, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 6.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996, s.21
294 http://www.enfal.de/ticaretilmihali/040.htm [Erişim Tarihi: 30.09.2016]
295 Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, Benli Kitapevi, İstanbul, 1986, s.127

211
Günümüzde halkın faizden korunmak için yagın olarak kullandığı, istiğlâl ve vefa satış
işlemleri, gerçekte rehin yani ipotekten başka birşey olmamaktadır. Çünkü bu işlemlerde alıcı,
mala gerçek anlamda mâlik olmaz ve mal sahibinin izni olmadan o maldan yararlanamaz. Şayet
malda izinsiz yararlanırsa ve mala zarar verirse, ilgili zararı tazmin etmekle yükümlüdür.
İpotekli mal telef olursa, borç hukûken düşer. Bu açılardan rehin yani ipotekli mal hükümleriyle
bu yöntemler arasında hiç bir fark bulunmamaktadır. İslam fıkhında îne satış yani aldatıcı satış
olarak görülen söz konusu yöntemlere akdi yapanlar satış deseler de, aslında bu görüş tamamen
teâmül yani örf haline gelmiş bir uygulama olmasından ileri gelmektedir. İlgili akitlerde asıl
amaç, alacağı teminat altına almaktan başka birşey olmamaktadır.296

TALEP EDİLEN “İSTİĞLÂL SATIŞ”IN ŞEMATİK YAPILIŞ AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-49]

Yukarıda tarafımca oluşturulmuş şemada kısaca açıklanan ”İstiğlâl Satış” ilişkisini


incelediğimizde, nakit gereksinimi içerisinde olan bir kişinin, nakdi sağlaması karşılığında,
karşı tarafı geçici olarak ilgili malından faydalandırmasının söz konusu olduğu açıkça
görülmektedir. Satıcı konumundaki mal sahibi, alıcıya malını geçici satmasının ardından eğer
sermayedar konumundaki alıcı bu malı faydalanma süresi içerisinde kiraya verirse, bu durumda
”vefa satış” olan akit türü, ”istiğlâl satış” olan kiralama sözleşmesi türüne dönüşmüş olacaktır.

296 Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, İstanbul, 1912, s.655-664-666

212
İslami geçerlilik (Fıkhî) açıdan; gerek” vefâ satış” gerekse ”istiğlâl satış” her nekadar
satış olarak isimlendirilse de, gerçekte ilgili akitler meydana gelme şekli ve sonuçları itibariyle
normal bir satış akdinden oldukça farklıdır. Bir kere herşeyden önce ortada gerçek bir satış
olmayıp, İslam fıkhında ”îne satış” diye tabir edilen aldatıcı bir satış söz konusudur. Zira gerçek
bir satış akdinde; satıcı bedele, alıcı da mala gerçek anlamda sahip olur ve söz konusu mallar
üzerinde süresiz olarak tasarrufta bulunabilir. Halbuki vefâ ve istiğlâl isimli geçici satış
işlemlerinde, alıcının mülkiyeti geçici olmaktadır. Bu nedenle böyle bir akdin yapılmasının
nedeni, bir malın mülkiyetini karşı tarafa geçirmek değil; tam tersine bununla satıcı nakit
ihtiyacını karşılamak, alıcı ise borcu garanti altına almaya çalışmaktadır. Belirtilen nedenlerden
dolayı tıpkı îne satış gibi, vefâ ve İstiğlâl satışları da hîleli satış olarak görmek mümkündür.
Çünkü İslamda satışa ilişkin bazı kaideler vardır. Mülkiyet teslim gibi bir dizi unsurdan oluşan
bu kaidelerin gerçek anlamda yerine gelmesi gerekir ki, alış-verişte caiz olabilsin. Belirtilen
akitlerde bu unsurların gerçek anlamda yerine gelmemesinden dolayı, birçok İslam fıkıhçısı bu
akitleri caiz görmemektedirler.297 Bu doğrultuda, Hanefî ve Şafiler bu yöntemleri kısmen caiz
görse de, Mâliki ve Hanbelîler bu yöntemleri ”örtülü faiz” görerek red ederler. 298 Caiz gören
çok az bir kesim ise, ihtiyaç ve zorunluluk neticesinde ilgili akitlerin örf haline gelmesinden
etkilenmişlerdir. İlgili akdi geçerli sayanların bir bölümü ise; ”taşınmazların teslim alınmadan
önce satılmasının mümkün olduğunu” göz önünde bulundurarak bu tür malların teslim
alınmadan kiralanabileceğini de kabul etmektedir.299 Müslümanların, ne kadar zorunluluk olsa
da, bu tür şüpheli akitlerden uzak kalması, uygulamasında şüphe dahi bulunmayan meşrû
yöntemlere yönelmesi kanaâtimce daha isabetli olacaktır.

2.2.2.7.8.Vefâ Satış (Geri Alma Vaadiyle Satış)


Arapça ”bey’bi’l-vefâ” şeklinde kullanılan kelimede; ”bey” satış, ”vefâ” vefalı satış
anlamına gelmektedir. Bu alışverişe ”vefâ” denilmesinin sebebi, bedelin ödenmesi halinde,
malın geri verilecek olmasından ileri gelmektedir.300 Vefâ satış; satış bedeli iade edilince, geri
alınmak üzere, bir malın geçici olarak satılmasıdır. Bu satış işleminde satıcının müşteriye
hitaben ”bu malı sana, şu fiyata, bedelini sana geri ödediğimde, senin de malı geri vermen
karşılığında satıyorum” deyip; bu teklifi de müşterinin kabul etmesiyle başlayan, geçici bir
alım-satım söz konusu olmaktadır.301 Satış işlemi geçicidir, çünkü malın geri iadesi olacaktır.

297 http://hikmet.net/tag/bey-bil-vefa-vefaen-satis/ [Erişim Tarihi: 30.09.2016]


298 Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, A.g.e., s.47-48
299 Bayındır Abdülazîz, Bey’Bi’l-Vefa, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 6.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996, s.21
300 Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, A.g.e., s.127
301 Gözübenli Beşir, Bey’Bi’l-Vefâ ve Bey’Bi’l-İstiğlâl, Atatürk Üniv.İlahiyat Fakl.Dergisi, Erzurum, 1990, Sayı:9, s.110

213
Vefâ yolula satım akdi yapıldığında; nakde ihtiyacı olan bir mal sahibi, aldığı nakdi
geri ödediğinde geri almak üzere malını geçici olarak bir sermayedara satması, aldığı borcu
sıfırladığında ise bu malı tekrar sermayedardan geri alması söz konusu olmaktadır. Bu
doğrultuda böyle bir akit bazı fıkıh alimlerince, alıcının maldan yararlanabilmesi dikkate
alınırsa sahih bir satım akdi; buna karşın tarafların akdi istedikleri anda feshedebilme
yetkilerinin bulunması nedeniyle de fâsid yani geçersiz bir satım akdi olmaktadır. Diğer yandan
söz konusu akit; alıcının vefâ yoluyla satınaldığı malı başkasına satamaması nedeniyle de
”rehin” hükmünde görülmüş ve bazı fakihlerce câiz kabul edilmiştir.302 Vefâ satış sonucunda
mal sahibi konumunda olan satıcı, bu satış sonrasında ihtiyacı olan parayı faizsiz olarak temin
etmiş olmakta, bu sırada borç para veren sermayedar da mülkiyeti kendine geçmeden mal
sahibinin izniyle ilgili maldan faydalanmaktadır. Vefâ satışta sermayedarın geçici olarak satın
aldığı maldan faydalanmasında ”satıcının izni” önemli olmaktadır. Zira vefâen bir bahçe
satınalan sermayedar konumundaki alıcı, malın kullanım hakkı kendinde olduğu süre içinde bu
bahçede yetişen meyvelerden ”izinsiz olarak” yemişse, bu meyvelerin ücretini borç verdiği
satıcıya ödemek zorundadır.303 Çünkü bu satım işleminde alıcı, maldan gelen mahsule ortak
olmaz, malın mülkiyetini ele geçirmiş olmadığından, ilgili maldan ancak satıcının izni dahilinde
faydalanmak ve kullanmak hakkını elde etmiş olmaktadır. Diğer taraftan kullanım süresi
içerisinde malda zarar oluşmuşsa, alıcı bu zararı da tazmin etmek zorundadır.
Vefâ yoluyla yapılan geçici satış işlemi aslında, satıcı tarafından aldığı borç
karşılığında faizden kaçınma, sermayedar konumundaki alıcı tarafından ise borcu teminata
bağlamak ve bu süre içinde maldan istifade etmek şeklinde tarafla bazı imkanlar sunmaktadır.
Bu akitle satıcı ileriki bir vadede satış bedelini geri vermeyi yada önceden kalma borcunu
ödemeyi, alıcıda buna karşılık maldan bir süre istifade edip sonra iade etmeyi taahhüt ettiği için
akit ”ahde vefa” anlamına gelen ”vefa satış” adını almıştır. Vefâ yoluyla satışta, taraflar tek
yanlı irade beyanıyla diledikleri zaman akdi fesh etmek hakkına sahip olmaktadırlar. Bu akit
türünde sermayedar konumundaki alıcı ,akit süresi boyunca ilgili malın mâliki olamaz. Satıcı bu
akde göre istediği zaman, satış bedelini iade edip malını geri isteyebilir. Buna karşın alıcı da,
malı geri verip, parasını talep etme hakkına sahip olmaktadır. Bu nedenle tarafların sözleşmede
belirlenen süreye uymaları mecburiyetleri bulunmamaktadır. İlgili akitte satışa konu olan mal
rehin hükmünde olduğu için, ne satıcı nede alıcı diğerinin izni olmaksızın malı başkasına
satamaz ve bu hak miras yoluyla tarafların mirasçılarına da intikâl eder. Satışa konu mal rehin
hükmünde olduğu için, karşı tarafın izniyle alıcının maldan yararlanması mümkün ve câizdir.
302 Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, A.g.e., s.126-127
303 Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, A.g.e., s.779

214
Vefâ satış akdi, müslüman ahalinin faizsiz borç temin etmek sırasında karşılaştırkları
zorlukları, faize altarnatif bir yöntemle karşılamak gayesiyle, XI. Yüzyılda (Hicrî V) Hanefî
fıkıh alimlerince geliştirilmiş bir yöntem olmaktadır. Ortaya çıkışı ve sonuçları bakımından
normal satışa göre birçok farkı bünyesinde barındıran vefâ satış, İslam hukukçularının değişik
değerlendirmelerine maruz kalmıştır. Bu doğrultuda bazı hukukçular tarafından vefâ satışı;
rehin, sahih (geçerli), fasit (geçersiz) kabul ederken; bazı hukukçular da rehin, sahih (geçerli),
fasit (geçersiz) kabul edilen akitlerin birleşmesinde meydana gelen karma bir akit olarak
görülmektedir.304 Günümüzde halkın faizden korunmak için yagın olarak kullandığı, vefâ satış
işlemleri, çalışma genelinde belirtildiğ üzere, gerçekte rehin yani ipotekten başka birşey
olmamaktadır. Çünkü bu işlemlerde alıcı, mala gerçek anlamda mâlik olmaz ve mal sahibinin
izni olmadan o maldan yararlanamaz. Şayet malda izinsiz yararlanırsa ve mala zarar verirse,
ilgili zararı tazmin etmekle yükümlüdür. İpotekli mal telef olursa, borç hukûken düşmektedir.
Bu açılardan rehin yani ipotekli mal hükümleriyle bu yöntem arasında hiç bir fark
bulunmamaktadır. İslam fıkhında ağırlıklı olarak îne satış yani aldatıcı satış olarak görülen söz
konusu yöntemlere; akdi yapanlar satış deseler de, aslında bu görüş yöntemin tamamen teâmül
yani örf haline gelmiş bir uygulama olmasından ileri gelmektedir.

TALEP EDİLEN “VEFA SATIŞ”IN ŞEMATİK YAPILIŞ AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-50]

304 Bayındır Abdülazîz, Bey’Bi’l-Vefa, Diyanet İslam Ansiklopedisi, A.g.e., s.20

215
Yukarıda tarafımca oluşturulmuş şemada kısaca açıklanan ”Vefâ Satış” ilişkisini
incelediğimizde, nakit gereksinimi içerisinde olan bir kişinin, nakdi sağlaması karşılığında,
karşı tarafı geçici olarak ilgili malından faydalandırmasının söz konusu olduğu açıkça
görülmektedir. Satıcı konumundaki mal sahibinin alıcıya malını geçici satmasının ardından,
sermayedar konumundaki alıcının ilgili maldan elinde bulunduğu süre içerisinde ancak satıcının
izniyle faydalandığı söz konusu akitte; kiralama bu faydalanmanın kapsamına girmez. Çünkü
alıcının geçici olarak uhdesinde bulunan malı kiralamasıyla söz konusu vefâ akdi; İslam
hukukunda başka bir geçici satış olan ”istiğlâl satış” hükmüne bürünecektir.
İslami geçerlilik (Fıkhî) açıdan, ”bey’bi’l-vefâ” ismi her nekadar satış anlamına gelen
”bey” olarak nitelendirilse de, ilgili akit meydana gelişi ve oluşturduğu sonuçlar itibariyle
normal bir satıştan oldukça farklı olmaktadır. Zira normal bir satış akdinde; satıcı aldığı paraya,
alıcı da mala tam anlmıyla mâlik olur ve süre sınırlaması olmaksızın bu mal üzerinde istediği
gibi tasarruf etme hakkını elinde bulundurur. Buna karşın vefâ satışta; alıcının mülkiyeti geçici
olmakta, satıcının istediği zaman malı geri alma hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle böyle bir
akitte, malın mülkiyetinin karşı tarafa nakledilmesi diye bir amaç bulunmamakta; tam tersine
bu mal vasıtasıyla satıcının borç para sağlama, alıcının da borcu garanti altına alıp maldan bir
süreliğine faydalanma amaçları söz konusu olmaktadır. Belirtilen vasıfları nedeniyle îne yani
aldatıcı satış olarak görülen vefâ satış; yapılan akitlerin geneline uymadığı için İslam
alimlerinin çoğunluğu tarafından câiz görülmemiştir. Azınlıkta kalan bir tarafça ilgili akdin câiz
görülme nedeni de, tamamen ihtiyaca binâen örf haline gelmesi olmaktadır.
Mezhep alimlerinde ”vefâ satış”ın hükmüne bakıldığında ise, ”Hanbelî-Şâfî-Mâlikî”
alimler bu yöntemi câiz görmemişlerdir. Bu alimler vefâ satış akdini, bir çeşit mefaât sağlayan
ve ipotek karşılığı alına bir borç muâmelesi olarak gördüklerinden ve gerçek bir alımsatım
olmadığından câiz görmemişleridir. Yöntemi geliştiren Hanefî alimlere gelince, onların büyük
çoğunluğu yöntemi câiz olarak değerlendirmişlerdir. Dayanakları ise; ”ihtiyaçların aşırı ve
zorlayıcı olması nedeniyle, tam olarak faiz olmayan hususlar da esnek davranılması gerektiği,
borç para almak yada borcu ertelemeye yönelik olan bu çarelere hoşgörülü bakılması”
düşünceleri olmaktadır.305 Kanaâtimce, İslamın faiz konusundaki tavrının kesin ve katî
olduğunu bile bile, dolambaçlı yollardan dönüp dolaşıp fazie çıkan bu şüpheli yöntemlerin
İslami Finansla hiçbir ilgisi olmayacağı açıktır. Tam tersine kutsal bir amaç için oluşturulmuş
bu kurumlara zarar vermekten öte gitmeyen söz konusu yöntemlerin bırakılıp, ”Karz-ı Hasen”
gibi faydalı bir müessesinin geliştirilmesi konusunda âzamî gayret sarfedilmesi gerekmektedir.

305 http://hikmet.net/bey-bil-vefa-vefaen-satis/ [Erişim Tarihi: 30.09.2016]

216
2.2.2.7.9.Joala-Cuala (Sipariş Ödemeli Hizmet Desteği)
Joala, bir çeşit hizmet akdi olup, uygulamada ”istisnâ akdi”nin hükümlerine tâbi
olmaktadır. Ancak istisnâ akdinde, satıcı fiziki bir malı temin ederken, joalada satıcı fiziki mal
yerine bir hizmeti sunmaktadır. İstisnâ akdinde, mal yerine hizmet konulduğunda, joalanın
şartları yerine gelmiş olacaktır. Çünkü joalanın işleyişi tıpkı istisnâ akdinin işleyişine
benzemektedir. Joala yönetiminin işleyişinde, satıcı gelecekte sunacağı bir hizmetin fiyatını
şimdiden belirlemektedir. Uygulamada, gerçekleştirilen bir işlemin istisnâ mı yoksa joala mı
olduğunu kestirmek çok güç olduğundan, çoğu zaman bu iki akit birbirine karıştırılmaktadır.306
İstisnâ hatırlanacağı üzere, belirli bir malın ileriki bir vadede teslim edilmek üzere
bugünden anlaşılan fiyat üzerinden, satışının tamamlanması öngörülmekte olup; sözleşme
konusu malın inşa yada imal edilmeye dayalı olması, ödememin avans gibi önceden yapılma
şartının olmaması, ödemenin daha esnek bir yapıda gerçekleşmesi kademeli ödeme kolaylığını
içermesi gibi bir takım özellikleri bulunmaktadır. Peşin yada vadeli ödeme karşılığında, bir
malın üretilip temin edilerek teslim edilmesini konu olan istisnâ akdinde satıcı olan taraf;
masrafları kendinden olmak üzere, nitelikleri ve fiyatı belirlenmiş bir malın imalatını yada
inşâsını üstlenerek, önceden siparişi verilmiş malın üretimini tamamlayıp alıcıya teslim eder.
Günlük hayatta karşılaştığımız; bir marangoza ölçüler vererek bir mutfak dolabı sipariş etmek,
bir terziye belirli ölçüler verip bir takım elbise siparişi vermek hep ”istisnâ satışı” kapsamında
gerçekleşen faaliyetler olmaktadır. Bu tür satışlarda bedelin önceden avans mukabili verilemesi
şart olmayıp, iki tarafın anlaşmasına bağlı olarak ödemeler daha esnek yapıda seyretmektedir.
Üretim tamamlandığında üretilen mamulü gören müşteri, şayet sipariş ettiği vasıflara uygun bir
mal üretilmediğini görürse, alış-verişten cayma hakkına sahip olmaktadır. Diğer taraftan ilgili
müşteri ancak sipariş harici istediği vasıflara uymayan tarzda üretilen mallarda cayma hakkını
elinde bulundurup, şayet mal siparişe uygun üretilmişse söz konusu malı almak zorundadır.
Yukarıda kısaca özelliklerini anlattığımız istisnâ satışa; mal yerine hizmet unsurunu
koyduğumuzda, aslında “joala akdi”nin vasıfları ve özellikleri anlatılmış olacaktır. Joala akdine
örnek vermek gerekirse, bir iş yerinde çalışarak hizmet veren bir işçi yada aynı iş yerinde
hukûkî işleri takip etmesi için alınmış bir avukatın gördüğü iş karşılığında maaşının önceden
peşin olarak ödenmesi aslında joalaya bir örnek oluşturabilmektedir. Çünkü bu işçi yada
memurlarla kurum olarak, sonuçta bir hizmet sözleşmesi imzalanmaktadır ve bu işçi yada
memurlar henüz sunmadıkları hizmetin parasını bugünden peşin şekilde alarak, belirlenenen
süre içerisinde çalışacaklarını bir nevî çalıştıkları işyerine vaad etmektedirler.
306 Khan Fahim, Islâmic Futures Markets As Means For Mobilizing Resources For Development, Isamic Researce And
. Training Institute Seminar Proceedings, No:39, Islamic Development Bank, Jeddah

217
KREDİ MÜŞTERİSİNİN “JOALA” TALEBİNİN ŞEMATİK AŞAMALARI

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-51]

Yukarıda İstisnâ Akdi’ne taraf olan kişi ve kurumların kimler olduğu, söz konusu kişi
ve kurumların yapılan akitteki rollerinin neler olduğu, ilgili kişi ve kurumların birbirleri
arasındaki ilişkilerin ne şekilde gerçekleştiği tarafımca hazırlanan tabloda kısaca özetlenmiştir.
Basit bir matıkla düşünüldüğünde, aslında hizmet erbâbının, alıcıya önceden siparişi verilmiş
belirli bir hizmeti belirli bir kâr oranıyla ifâ ederek, vadeli yada peşin olarak satması “joala”
anlamına gelmekte olup, bunu mevcut bilgi birikimi ve sermayesiyle gerçekleştiremeyecek
durumda olan kredili müşterisinin, bankadan yardım alma yoluna gitmesiyle basit olan işlem
biraz daha kapsamlı hale gelmektedir. Burada kredi müşterisi yada özelliği olan hizmete sahip
olma arzusunda olan tarafın maksadı; parası çıkışmadığı için vade yoluyla taksit avantajı
kazanmak yada finans kurumunun tecrübesinden faydalanmak olmaktadır. İlgili hizmetle ilgili
olarak kredili müşteri; anlaşılan süre içerisinde taksitler halinde ödeme yapacağı gibi, hizmetin
sonunda tek seferde toplu olarak da ödeme yapabilmektedir. Sonuç olarak; müşterisinden alınan
para ile, hizmet erbâbına ödenecek para arasındaki fark, İslami Finans kurumunun kârını
oluşturacaktır. Yalnız şurası unutulmamalıdır ki; istisnâ işlemiyle joala işlemi birbirine çok
benzediğinden uygulamada çok sık karıştırılmaktadır. Buradaki farkı anlamanın en önemli yolu,
çıktıya bakmak olacaktır. İstisnâda çıktı olarak bir mal söz konusu olduğu halde, joalada çıktı
olarak bir hizmet söz konusu olmaktadır.

218
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İSLAMİ FİNANSMAN YÖNTEMLERİNİN KENDİ İÇERİSİNDE
KARŞILAŞTIRMALI OLARAK ANALİZ EDİLMESİ

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
”Ekonomi aslında doğal bir bilim değil, ahlâki bir bilimdir”
[Jonhn M. Keynes, 1938]
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

3.2.İSLÂMİ FİNANSMAN YÖNTEMLERİNİN KENDİ İÇERİSİNDE ANALİZİ


İslami Finans yöntemleri kendi içeriisnde sınıflamaya tâbi tutulduğunda; 1-) Ortaklık
esasına dayalı yöntemler, 2-) Kiralama esasına dayalı yöntemler, 3-) Satış esasına dayalı
yöntemler olmak üzere üç ana başlığa ayrılmakta olup; bu yöntemlerin neler oludğu ve ayrıntılı
sınıflaması aşağıda tarafımca oluşturulan tabloda özetlenmiştir;

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-52]

Yukarıda tarafımca hazırlanan tabloda İslami Finans kurumlarının kullanmakta


oldukları yöntemler toplu bir şekilde verilmiş olup, bu yöntemler içerisinde en fazla kullanılan
ve tercih edilen yöntem murâbaha yöntemi olmaktadır. Çünkü murâbaha sistemi kâr/zarar
ortaklığı yöntemi ile İslami Finansta faizin yerine ikâme edilen bir yöntem olmaktadır. Bu
nedenle İslami Finans kurumlarının kullandıkları yöntemler içerisinde başı çeken yöntem, olan
murâbaha yani “peşin alıp vadeli satma” yöntemi olmaktadır. Diğer taraftan ortaklık esasına
dayalı “muşârake-mudârabe” yöntemleri; gerek İslami prensiplere uygun yapıda olması gerekse
İslami Finans kurumlarının amacına en elverişli yöntemler olmasına rağmen günümüz faizli ve
kapitalist sistemin kuşatması nedeniyle maâlesef ülkemizde yaygın olarak kullanılamamaktadır.

219
İSLAMİ FİNANSMAN YÖNTEMLERİNİN ÖNE ÇIKAN BAZI ÖNEMLİ ÖZELLİKLERİ

İşlemin adı Anlamı Özelliği Sağladığı yenilik

Cari İstenildiğinde 1-Kapitalist ticaret bankalarındaki “ada Bu hesaplara İslami bankalar hiç
hesaplar her an kısmen ya da taşıyana yazılı olabilen” vadesiz bir şekilde faiz, kâr payı vb.
(CH) ya da tamamen hesaplara benzer. herhangi bir ödeme yapmaz(*).
geri çekilebilen 2-CH sahiplerine herhangi bir bedel (kâr
payı, faiz vb.) ödenmez.
vadesiz
3-Mevduat sigortası geçerlidir.(1)Ancak
hesaplar.
CH alacaklıları, yatırmış oldukları fonlar
için bu fonları kabul etmiş kurumun öz
sermaye ve yedek akçeleri ile CH
karşılığı aktifleri üzerinde
alacaklı olmakta ilk sırada ayrıcalıklıdır.
4-CF’ye kabul edilebilecek fon tutarının,
en çok özkaynakları toplamının 10 katı
ile sınırlandırılması, dolaylı bir güvence
sağlamaktadır.

Katılım Bankaya yatırılan 1-Kapitalist ticaret bankalarındaki İslami bankalar katılım hesapları
hesapları tasarruflar vadeli hesaplara benzetilebilir(**). yoluyla yatırımcılarını kâr-zarara
(KH) karşılığında kâr- 2-KH, hangi para cinsinden ortak eder. Sağlanan gelir faiz
zarar elde edilen açtırılmışsa kâr payı da o para cinsinden değil, kâr payıdır.Kârın %80'i
vadeli hesaplar. sahibine ödenir. hesap sahiplerine katılma
oranlarına göre dağıtılır,
%20'si kurum payı olarak ayrılır.(2)

Mudaraba İki taraftan birinin 1-Sermayedar ile faaliyetin yönetimini 1-İslam bankaları, mudaribolarak
(Modarab) emek, bilgi ve üstlenen emek sahibinin kâra ortak binlerce yatırımcının birikimlerini
=iş ortaklığı deneyimini, olmaları, toplayarak kısa süreli ticari
=kâr-zarar diğerinin ise 2-Sermayenin tüzel kişi emek sahibi projeleri hızla finanse etmektedir.
ortaklığı sermayesini tarafından yönetilmesi, 2-Kârı önceden kesin ve belirli
koyarak 3-Tarafların kâr paylarının belirli olmadığı halde zarardan da
yürüttükleri bir (maktu) olmaması, tümüyle sorumlu olduğu için
faaliyet. 4-Sermayedarın zararın hepsini sermayedar, kaynakları optimal
Faaliyete salt üstlenmesi, fakat buna karşılık, denetim değerlendirmek zorundadır.
sermayesi ile yetkisini tek başına elinde bulundurması. Klasik bankalar kâr etsin ya da
katılan kişi ya da etmesin mudilerine tahakkuk eden
kuruma “Rab-El- faizi anaparayla birlikte ödemek
Mal”, emek ve zorunda iken İslami bankalar
bilgi birikimiyle mudileri ile kâr-zarar paylaşımı
katılana ise için yaptıkları sözleşmeye uygun
“mudarib” denir. hareket ederler.

(1) 5411 sayılı ve 2005 tarihli Bankacılık Kanunu’na (Md.63) göre; kredi kuruluşları nezdlerindeki tasarruf mevduatı ve
gerçek kişilere ait katılım fonları, TMSF tarafından sigorta edilir. Kredi kuruluşları, nezdlerindeki tasarruf mevduatı ve gerçek
kişilere ait katılım fonlarını, sigortaya tâbi kısım üzerinden sigort a ettirmek ve bunun üzerinden prim ödemek zorundadır. Risk
esaslı sigorta priminin oranı, yıllık bazda sigortaya tâbi tasarruf mevduat ve katılım fonunun binde yirmisini aşamaz..
(2) Türkiye’de bu oranlar, tutara ve vadeye göre (%70-%30 ve %75-%25 şeklinde) değişiklik göstermektedir. Ayrıca ilgili
katılım bankaları, bankanın zarara katılım oranını, kâra katılma oranının yarısı olarak açıklamaktadırlar

220
Murabaha Sermaye 1-Bir tacir, bir malı satın almak için Murabahayı faizden ayıran
=Üretim sahibinin bir İslam bankasından kredi istediğinde yönü;paranın para (p-p) ile ticaretinin,
desteği malı satın alıp bankanın krediyi para olarak vermemesi, paranın mal (p-m) ticaretiyle
sağlanması belli bir kâr payı bunun yerine, müşterisinin yazılı isteği değiştirilmiş olmasıdır.
ekleyerek doğrultusunda, o malı satın alması ve
müşterisine uzlaştıkları kâr oranını ekleyerek bu
vadeli olarak tacire satması(***).
satması. 2-Maliyet artı kârı içeren bir işlem
Kredili alış olması. Kâr oranının alıcı ile satıcı
finansman arasında uzlaşı ile belirlendiği bir satış
tekniği. şekli.

Muşaraka Bir işletmenin 1-Sermayedar olarak banka, bir Muşarakadasermayenin eşit olması
(Moşharaa) sermayesine ve işletmeye sermaye koyar, ortak sıfatıyla şartı ve aynı zamanda kâr oranının
=iştirak yönetimine kâr-zararı paylaşır. sermaye oranına bağlı olması
katılma, ona 2-Azalan muşaraka çeşitlemesinde, ilk zorunluluğu yoktur.
ortak olma. olarak banka ile girişimci bir ortaklık Banka iştirak ilkesiyle; ortaklarına
kurar. Yatırım projesi çalışmaya sermaye sağlarken, kâr paylaşma
başladıktan sonra diğer taraf girişimci oranını anlaşma ile belirlemekte
projenin tamamını özel mülkiyetine serbesttir. Kâr paylarının önceden
geçirmek isterse belli dönemlerde saptanmış olması gerekir. Zararın
bankanın hisselerini satın alır. Zamanla paylaşımında ise serbestiyet yoktur;
bankanın projedeki kâr-zarar zarar payı her bir tarafın sermayesinin
toplam ortaklık sermayesine
payı sıfırlanır ve proje tümüyle
bölünmesiyle hesaplanır(****).
girişimcinin mülkiyetine geçer.

İcara ve Bir mülkün ya 1-İcarada bir girişimcinin üretim için İcara ve iktina yöntemi bankanın,
İktina da makine ya da gereksinme duyduğu bir bina ya da işletme üzerindeki denetim yükünü
=finansal gerecin kiraya makine, İslam bankası tarafından satın azaltarak yeterli kâr marjını elde
kiralama verilmesi. alınarak üreticiye kiralanır; iş sahibi etmesini sağlar.
(Leasing) Bir başka üretimde kullanacağı bu bina ya da
deyişle; bir makina için belli bir kira öder. Bu
gayri/menkulun ödeme, genellikle, kiraya verenin
kullanım amortisman giderlerini + belirli bir kâr
hakkının (risk ve payını kapsayacak şekilde saptanır.
yaralarının) 2-İcara ve iktina yoluyla İslam
sahibi (lessor) bankasının kiraya verdiği bina ya da
tarafından belirli makinenin mülkiyeti, kira dönemi
bir süre için ve boyunca kira + mülkiyet taksitlerini
belirli bir kira ödeyen kiracı iş sahibine geçer.
karşılığında bir
kiracıya (lessee)
verilmesi
işlemidir.

221
1-Havale ve BBDK (daha önce MB aracılığıyla
Diğer
transfer işleri, Hazine) izni dahilinde
faaliyetler
2-Fizibilite 1-Teminat mektubu vermek,
raporları 2-Ticari amaçla mülk alım- satımını
hazırlamak, yapmak,
3-Kasa kiraya 3-Özel projelerin finansmanı için
vermek,
4-TCMB. bağımsız hesaplarda fon toplamak.

Notlar:
(*)Normalde ve yakın bir zamana (1980’lerin ortalarına) kadar vadesiz mevduat hesaplarına yapılmayan faiz ödemeleri kapitalist ticaret
bankaları tarafından -sembolik düzeyde de olsa- düşük oranlarda yapılmaktadır.
(**)Türk vergi sistemi, katılma hesapları karşılığında elde edilen kâr paylarını ticari kazanç olarak değil, menkul sermaye iradı olarak
nitelendirerek vergilendirir. Hazinenin tebliğlerinde de hesap sahipleri yararına hesaplanan gelirler vergi mevzuatı açısından “mevduat
geliri” sayılmaktadır.
(***)Murabaha, fiziksel varlığı olmayan soyut varlıklar (marka, patent, ticari isim gibi sınai haklar) için geçerli değildir.
(****)İslam hukukçuları; muşarakanın işleyemediği bir alanda murabaha ve kiralama gibi sabit finans tekniklerinin kullanılmasına izin
veriyorlar. İslami bankalar net sonucun faize dayalı işlemlerden pek farklı olmadığı yerde libor gibi geleneksel ölçüler çerçevesinde
murabaha ve kiralama araçlarını kullanıyorlar (Siddiqui, islamic-banking.com).

Kaynak: Kalaycı İrfan, Katılım Bankacılığı Mali Kesimde Nasıl Bir Seçenek?, Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi
İnönü Üniv.,Cilt:9, Sayı:19, 2013 s.62-64 [Alıntılar: Akgüç Öztin, 100 Soruda Türkiye’de Bankacılık, A.g.e., s.164 - [Tablo-53]

Yukarıda tablo halinde detayı verilen yöntemler arasında, çalışma genelinde de


değinildiği üzere; sıklıkla karşımıza çıkan ve pekçok işlemin yapılmadırılmasında esas alınan
ayrıca İslam fıkhı açısından da detayının ve işleyişinin bilinmesi önem taşıyan altı tane yöntem
bulunmaktadır. İlgili finansal yöntemler; 1-) Mudârabe, 2-) Müşârake, 3-) Murâbaha, 4-) İcâre,
5-) İstisna, 6-) Selem307 sözleşmeleri olup; bu yöntemler arasında da en çok kullanılanı
”Murâbaha” olmaktadır. İslami Finansta gerek fon toplamada gerekse fon kullandırmada
kullanılan ve diğer yöntemlerin toplamından daha fazla şekilde kullanılan ”Murâbaha”, sadece
ülkemizde değil aynı zamanda İslami Finansla ilgilenen pek çok ülkede de ençok kullanılan
yöntemler arasında bulunmaktadır. Faizle yakından ilişkilendirilese de, kullanmakta olan
yöntemlerin başında gelen murâbaha işlemi sayesinde, İslami Finans kuruluşları sahip oldukları
fonların yaklaşık % 90’ını bu akit yoluyla sağlanmaktadırlar. Murabaha akdi kavramı bir
bakıma işletmenin sermaye ihtiyacını karşılamaya dönük olup; ülkemizde ”kurumsal finansman
desteği- bireysel finansman desteği - üretim desteği” gibi isimlerle anılmaktadır.308 Çalışmanın
değerlendirme bölümünde, yöntemin çok kullanılma sebeplerine değinilecektir.

307 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.87
308 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.154

222
3.2.1.Benzerlik Arzeden Murâbaba-İcâre Yöntemlerinin Karşılaştırması
İslami Finans kurumlarının üretim ve ticaretin finansmanına yönelik olarak
kullanmakta oldukları yöntemlerden, murâbaha ve İcâre yöntemleri birçok yönden birbirine
benzediği gibi ayrıldıkları noktalar da bulunmaktadır. Murâbaha ve icâre akdi
karşılaştırıldığında; icâre akdinin sahip olduğu prensipler nedeniyle karşılaşılması muhtemel
risklere karşı İslami Finans kurumlarını, daha fazla koruduğunu söylemek, elbette yanlış
olmayacaktır. Her şeyden önce icâre akdinde, kredili müşteriye daha önceden haber vermek
şartıyla kira tutarları vadeler sonraki aylara kaydırılmakta yada değiştirilebilmektedir. Kiranın
neye göre ve hangi arlıklarla değiştirileceği konusunda müşteriyle birebir mutabık kalınarak
yapılan bu esnetmeler; hem kredili müşteri hem de finans kurumunu oldukça fayda sağlamakta
olup, herhangi bir esnetmenin bulunmadığı murâbaha yöntemine göre “İcâre Akdi”nin daha
üstün ve kullanışlı bir yöntem olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer taraftan icâre akdinde İslami
Finans kurumu, müşterinin kira borçlarını ödememe riskine karşı, sahip olduğu malı daha kolay
bir şekilde nakde çevirebilmektedir. Buna karşılık murâbaha işleminde; İslami Finans kurumu
ödenmeme riskine karşılık mal üzerine sadece rehin koydurma hakkına sahip olmakta, bu
durum ise hukuksal prosedürlerin uzamasına ve işlemlerin karmaşıklaşmasına sebebiyet
vermektedir. Hal böyle olunca her iki taraf için daha avantajlı bir kullanım imkanı sergileyen
“İcâre Akdi” daha pek çok alanda sahip olduğu kullanım kolaylığı ve üstün vasıfları sebebiyle
piyasada fazlaca tercih edilen finansman yöntemi olarak her geçen gün yerini korumakta ve
pazar payını gittikçe artırmaktadır.
Diğer yandan kullanılmakta olan söz konusu iki finansal yöntem olan icâre (finansal
kiralama-leasing) ve murâbaha (vadeli satış) yöntemlerinde; sermaye kullanan taraf,
sermayenin asıl sahibine ne miktarda para ödeyeceğini, sermaye sahibi de ne miktarda para
alacağını bildiği için bu durumların faizli bankalarla benzerlik arzettiği söylenebilmektedir.
Ancak burada asıl önemli olan husus, sermayedar için yatırımdan elde edilecek kârın;
sermayeyi alıp kullanan ve proje sonunda ürettiği değer sonucu oluşan getiriyle ve bu getiriye
bağlı olarak oluşmasıdır. Yani faizli bankalarda olduğu gibi durduk yere hiçbir faaliyette
bulunmadan oluşan getiriden ziyade burada bir faaliyet yada ticaretin sonucu oluşmuş bir getiri
söz konusudur. Bu iki yöntemde de sermaye sahibi, baştan oluşacak belirsizlikleri kabul etmiş
olmakta bu kabul ediş sırasında; murâbahada şartsız olarak malın tümden mülkiyetinin devri
gerçekleşmekte, icârede ise önceden mülkiyet devri şartı konulmamışsa malın kullanım
hakkının belirli bir süreliğine devri söz konusu olmaktadır. Aşağıda tarafımca hazırlanan
tabloda bu iki yöntem arasındaki farkların daha net bir şekilde anlaşılacağı düşünülmektedir;

223
MURÂBAHA VE İCÂRE YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [1]

Alan Murâbaha Yöntemi İcâre Yöntemi

- Limit tahsisi ve ödeme prosedüründe - Limit tahsisi ödeme prosedüründe


herhangi bir esnetme söz konusu murâbahaya nazaran daha esnek ve
Limit Tahsisi olmayıp, başlangıçtaki sözleşme ile müşteri yanlısı bir uygulma vardır.
belirlenen şartlara sadık Ödemlerin aksaması halinde
kalınmaktadır. müşteriye haber verilerek ödemeler
sonraki vadeye ertelenebilmektedir.

- Murâbahada kredi kullnadırımı ve - 3226 sayılı “Finansal Kiralama”


kullnadırımdan sonraki aşamalarda hükümleri geçerli olmaktadır.
Tâbi Olunan Kanunlar “Bankacılık Kanunu-Borçlar Kanunu-
Medeni Kanun” hükümleri geçerli
olmaktadır.
---------------------------------------------------
[Boz Fatih, KB Bilimsel Araştırma - (2)
Ödülleri, Tkbb Yayınları, 2008, s.1210]
---------------------------------------------------

- Murâbaha sözleşmesi diğer - İcâre kullanılmakta olunan


yöntemlerde kullanılan sözleşmeler sözleşme diğer sözleşmelerden farklı
Sözleşme Prosedürü gibi taraflar arasında yapılan ve olarak “Noter” tasdikli olarak
karşılıklı imza edilen sıradan bir yapılan ve tarafları daha fazla
sözleşmedir. güvenceye alan bir sözleşmedir.

- Murâbaha yönteminde kullandırılan - İcâre yönteminde kullandırılan


kredinin vadesi kısa ve orta vadeli bir kredinin vadesi orta ve uzun vadeli
Kredinin Vadesi işleme dayanmaktadır. bir işleme dayanmaktadır.

- Murâbaha akdinin kapsamı - 3226 sayılı Finansal Kiralama


içerisinde her türlü emtia, taşınır ve kanununda belirtildiği üzere, taşınır
Kredinin Konusu taşınmaz mallar, haklar ve hizmetler taşınmaz hertürlü menfaat kiralama
kredi kapsamında olduğu halde; daha konusu olup, patent gibi fikri ve sınai
önceden kapsam içerisinde olmayan haklar bu kapsam dışındadır. Diğer
hak, patent ve markalar 2001 tarih yandan ilgili varlıklardan sadece
24529 sayılı resmi gazete ile kapsam amortismana tabi olanlar kredi
dahiline alınmıştır. kapsamı içerisinde olmaktadır.

- Murâbaha akdinde vadeli şekilde - İcâre yönteminde, yapılan işlemde


satışı gerçekleştirilecek malın sigorta malın iadesi söz konusu olacağından
Sigorta Kapsamı yaptırılmasına yönelik herhangi bir kredi konusu mal sigortaya tâbidir.
mecburiyet bulunmamaktadır. İlgili sigorta işleminde, sigortayı
kiralayan yaptırmakta ve primleri de
yine kiracı ödemektedir.

224
MURÂBAHA VE İCÂRE YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ – [2]

Alan Murâbaha Yöntemi İcâre Yöntemi

- Murâbahada KDV ve diğer vergiler - İcâre yönteminde, düşük oranlı


kanunda belirtilen mevcut oranlardan KDV indirimimi söz konusudur.
Vergisel Avantaj devam eder. Herhangi bir istisna yada Kanun gereği ilgili işlemi aracısız
muafiyet söz konusu değildir. gerçekleştiren İslami bankalarda,
icâre işlemi faaliyetleri içersinde
önemli yer tutmakta olup, bu
nedenle ilgili KDV indirimi önemli
bir avantaj olmaktadır.

- Murâbaha şeklinde gerçekleştirilen - İcâre işleminde kiralamaya konu


vadeli satış işleminde satışa konu olan olan malın mülkiyeti; şayet sözleşme
malın mülkiyeti teslimden itibaren
Mülkiyetin Devri ile mülkiyetin kira süresi sonunda
kredili müşteriye geçmekte olup;
kredili müşteri sonradan ilgili malın müşteriye geçeceği yönünde bir
bedelini belirlenen vadeler halinde karar alınmamışsa, kiralama süresi
İslami Finans kurumuna ödemektedir. boyunca finans kuruluşuna aittir.

- Murâbahada vadesinde ödeme söz - 2005 tarihli 5411 sayılı kanun ile
konusu olmaması durumunda, malın banka kapsamına alınan İslami
Nakde Çevrilebilme satılarak nakde çevrilebilmesi diye bir Finans kuruluşları, ödenmeyen kira
avantaj söz konusu olmamaktadır. taksitlerine “menkul kıymetleştirme-
seküritizasyon” yaparak, kiralanan
varlıkları nakde çevirebilmektedirler.

- Murâbahada sözleşme ile - İcâre yönteminde kira taksitlenin


belirlenmiş ödeme planına sadık ödenmemesi durumunda, ilgili
Ödeme Esnekliği kalınması söz konusudur. takitler müşteriyle mutabık kalınarak
sonraki aylara ertelenebilmektedir.

- Murâbaha yönteminde kısa ve orta - İcâre yöntemi orta ve uzun vadeli


vadeli alımsatım söz konusu bir finansman aracı olduğundan ve
Yatırımcıya Destek olduğundan, faaliyetlerinin kiralanacak malın fiyatı bir seferde
finansmanı için daha çok uzun vadeye belirlendiğinden kredili müşteri
ihtiyaç duyan kredili müşteri; icâre birçok avantaj yakalamaktadır. Uzun
yöntemine göre nispeten daha düşük vadede yaşanacak fiyat artışları, kur
avantaj sağlamaktadır. farkları vs. icârede; sözleşmeyle
sabitlenmiş fiyata etki etmemektedir.

- Murâbahada ödeme olmama - İcârede ödeme olmama durumunda;


durumunda; “nakde çevirme-mala el “nakde çevirme-mala el koyma-
Dönüşüm Kabiliyeti koyma-vadeyi esnetme-borcu ileriye vadeyi esnetme-borcu ileriye alma”
alma” gibi avantajlar söz konusu gibi avantajlar vadır. Zira mülkiyet
değildir. Zira mülkiyet müşteridedir. kira süresince İslami bankadadır.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-54]

225
3.2.2.Benzerlik Arzeden Muşârake-Mudârabe Yöntemlerinin Karşılaştırması
İslami Finans kurumlarının kullandığı ortaklık esasına dayanan yöntemlerden olan
”Mudârabe ve Müşârake” yöntemleri; ülkemizde oldukça tartışılması ve çok fazla tanıtımı
yapılması rağmen, dünyadaki yaygın kullanım oranı karşısında ülkemizde maâlesef hakettiği
ilgiden yoksun kalmıştır. Ülkemiz uygulamalarına bakıldığında genellikle konut ve varlık
finansmanı olarak kullanılmakta olan söz konusu ortaklık modellerinin sayısı oldukça azdır.309
Genellikle sanayinin finansmanı için kullanılmakta olan müşârake yönteminde; azalan
müşârake hariç olmak üzere ülkemizde çok fazla kullanım alanı bulamamasının elbette çok ve
çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Herşeyden önce böyle ortaklıklar, sonucu belirli olmayan ve
zararla sonuçlanması halinde İslami Finans kurumlarına ilave külfetler yükleyen niteliktedirler.
Faizli bankalar gibi kullandırdıkları kredilerden yüklü faizler alma prensibi bulunmayan İslami
Finans kurumları; haliyle azda olsa karşılaştıkları proje sonucu zararlarından etkilenmektedirler.
Muşârake ve Mudârabe yöntemleri her şeyden önce bir ortaklık yöntemi olup; ilgili
yöntemlerin ayrıldıkları ve benzeştikleri pek çok nokta bulunmaktadır. Müşârake ve Mudârabe
yöntemlerinin ayrıldıkları yönlere kısaca baktığımızda; mudârabe yönteminde kredili müşteri
konumundaki girişimci projeye sermaye yönünden hiçbir katkı yapmamakta sadece emeğiyle
ortak olmaktadır. Proje tamamlanıp zarar ettiğinde ise, emeğiyle projeye ortak olan kredili
müşteri (girişimci); mudârabe akdinde hiçbir şekilde zarara iştirak etmeyerek boşa harcadığı
emeğinin zarara sayılması kâfi gelmektedir. Buna karşılık diğer bir ortaklık yöntemi olan
müşârake akdinde; her iki tarafında sermayeye iştiraki söz konusu olup, proje zararla
sonuçlandığında girişimci dahil bütün ortaklar koydukları sermaye oranında zararı
karşılamaktadırlar. Diğer taraftan muşârake akdinde havuzda biriktirilen varlıklara ve akde
konu olan projedeki değer artışlarına ortakların hepsi sermaye payları oranında sahip
olurlarken; mudârabe akdinde tüm varlık ve projedeki değer artışlarına, Rabb’ul Mal yani
dolaylı sermayedar konumundaki İslami Finans kurumu sahip olmakta, oluşan değer
artışlarından belirli miktarını kendisi alarak kalanını katılım hesabı sahiplerine dağıtmaktadır.
Uygulamaya bakıldığında bu yöntemlerin murâbahaya nazaran bu kadar az
kullanılmasının sebebi, elbette taşıdığı risklere de bağlı olmaktadır. Özellikle mudârabe tipi
finansman yönteminin, İslami Finans kurumları açısından çok ciddi riskler taşıdığı bir gerçektir.
Gerek müşârake gerekse mudârabe tipi ortaklık şekilllerinde esas sorun, zarar oluşması halinde
bunların finans kurumuna getirdiği ağır yükler olmaktadır. Zira bilindiği gibi, oluşan zararların
mudârabede tamamı, müşârakede ise sermaye payı oranı kadarı finans kurumuna ait olmaktadır.

309
.
Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.149

226
Mudârabe ve müşârake yöntemlerinin İslami Finans kurumlarınca tercih
edilmemesinin bir diğer nedeni ise, sistemin kötü niyetli kişilerin kullanımına açık olmasıdır.
Zira her iki sistem de bir ortaklık yöntemi olduğundan, tamamen karşılıklı güven esas
alınmaktadır. Her iki yöntemde de kötü niyetli olabilecek ortaklar; kârı düşük gösterme, kâr
elde edildiği halde bilinçli olarak sonucu zarar şeklinde açıklama gibi uygulamalara
gidebilmektedirler. Dolayısıyla bu yöntemleri kullanması halinde, İslami Finans kurumlarına
ortak sıfatıyla çok titiz denetim yapma sorumluluğu düşmektedir. İlgili yolsuzlukların ortaya
çıkması halinde ise hukuksal sorunların nasıl çözümleneceği hususunda da gerekli alt yapıya
sahip olması gereken İslami Finans kurumları; bu açılardan konusuna hakim, gerekli eğitimleri
almış, konusunda uzmanlaşmış personellere her geçen gün daha fazla ihtiyaç duymaktadır.
Mudârabe müşârake yöntemlerinin ülkemizde tercih edilmemesinin bir diğer nedeni ise, ilgili
finansman yöntemini girişimcilerin tercih etmemesi hususudur. Sonucu önceden kestirilemeyen
ve zarar ihtimali de bulunan böyle projelere girerek gerek emek gerekse sermayelerini
bağlamak istemeyen girişimcilerin bu isteksizliği de elbette İslami Finans kurumlarınca ilgili
yöntemlerin daha az tercih edilmesinin sebepleri arasında bulunmaktadır.

MUDÂRABE VE MÜŞÂRAKE YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [1]

Alan Mudârabe Yöntemi Müşârake Yöntemi

- Mudârabe akdinde, taraflardan biri - Her iki tarafın da hem sermaye hem
sermayesini diğeri emeğini koyarak de emeğini koyarak tesis ettirdikleri
Ortaklık Tesisi bir ortaklık tesis ettirilir. Bu ortaklık bir ortaklık türü olmaktadır. Burada
tipinde sermayedar konumundaki her iki taraf da sermaye katkısında
“Rabb’ul Mâl” genellikle İslami bulunmakla birlikte, kredili müşteri
Finans kurumu olmaktadır. aynı zamanda emeğini koymaktadır.

- Mudârabede İslami Finan kurumu - Müşârake akdinde projeye ortak


bir ortaklık tesis eder ve bu ortaklığın olanların tamamı sermayedar
sahibi ve yöneticisi kendisidir.
Mülkiyet Kavramı konumunda olduklarından, sermaye
Mudârib sıfatıyla emeğiyle ortak
olanların, kârdan pay isteme haricinde payları oranında şirketin sahibi ve
herhangi bir hakları bulunmamaktadır. yöneticisi olmaktadırlar.

- Mudârabe, piyasaya yeni girmiş - Müşârake, özellikle az sayıda


yetenekli ancak mali gücü yetersiz sermayedarın kaldıramayacağı büyük
girişimcilerin; tekbolojik bir buluş
Kurulma Amacı çaptaki projelerin finanmanında
veya başarılı ve özelliği olan
projelerini değerlendirmek için kullanılmakta olup; daha çok yeni bir
sermaye tedarikine yönelik olarak, fikir yada teknolojik projelerin
giriştikleri uzun vadeli finansman ortaya çıkarılmasında etkili olmakta
yöntemidir. Tamamen güvene dayalı ve mudârabeye nazaran daha geniş
ortaklık olan mudârabede; İslami
kapsamlı bir ortaklık olmaktadır.
banka sermayedar konumundadır.

227
MUDÂRABE VE MÜŞÂRAKE YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [2]

Alan Mudârabe Yöntemi Müşârake Yöntemi

Mudârabede, sözleşme belirlenirken Müşârakede kâra katılma oranı


ilk yapılacak husus, ortakların kâra mudârabede olduğu gibi sözleşmeyle
Kâra Katılma katılma oranlarının tesbit edilmesidir. tesbit edilmekte olup; sermaye
Kâra katılma oranı sözleşmede oranına bağlı değildir. Sermayesi
belirlenen tutar nispetinde olan
mudârabe akdinde; ilgili kâr dağıtımı- düşük olduğu halde şirketin beyni
Nın kârdan verilmesi yani anaparadan olduğu için bir ortak daha fazla kâr
kâr dağtımının yapılmaması önem payı alabilir. Ayrıca belirtilen kâr
arzetmektedir. oranları miktar değil oran üzerinedir.

Mudârabede kasdı olmamak şartıyla Müşârake akdinde projeye ortak olan


müdârib konumundaki girişimci tarafların tamamı sermayedar
zarara katılmamaktadır. İlgili kanun
Zarara Katılma konumunda olduğu için, dolayısıyla
kasıt olmaksızın, girişimcinin boşa
geçen zamanını zarara katılmaması girişimci dahil bütün ortaklar
için yeterli saymıştır. Dolayısıyla koydukları sermaye payı oranında
zarar havuzdan karşılanmak üzere ilgili zararın karşılanmasından
tamamıylasermayedar konumndaki sorumlu olmaktadırlar.
İslami bankaya ait olmaktadır.

Mudârabede sonucun ne kâr nede Müşârakede sonucun nötr olması


zararla sonuçlanmaması yani nötr durumunda herhangi bir kâr/zarar
olması halinde, taraflar kâr yada zarar
Nötr Sonuç paylaşımı olmayıp, tarafların hepsi
paylaşımında bulunmamakta olup;
yalnız sermayedarın koymuş olduğu sermayedar olduğundan hepsinin
anaparanın garantisi bulunmaktadır. anapara garantileri bulunmaktadır.

Mudârabede; sermayedar konumunda Müşârake akdinde, zarara katılmda


olan Rabb’ul Mal (genelde İslami olduğu gibi maliyetlere katılım da
banka), kasıt olmaksızın zararı
Maliyete Katılma konulan sermaye ile sınırlı olup;
üstlenmesine ilave olarak, projenin
başından sonuna tüm maliyet ve ortaklar sermaye payları oranında
masraflardan da sorumlu olmaktadır. ilgili maliyetlere katılmaktadırlar.

Mudârabede sermayedarın (genellikle Müşârak akdinde de, sermayeyi aşan


İslami banka) onayı olmaksızın ve borçlanmaya izin verilmemekle
srmayeyi aşan oranda borçlanmaya
Borçlanma Kriterleri birlikte, sermayedarların sınırsız
gidilmemekte olup; Rabb’ul Mal
konumdaki sermayedarın alacağı borç borçlanma hakları bulunmaktadır.
ise koyduğu sermaye miktarı ile sınırlı Ortakların sermayeyi aşan oranda
olmaktadır. Yani kanunen sermayeyi borçlanması halindeyse, sermaye
aşan borçlanma olmamaktadır. artışıyla ilgili açık kapatılmaktadır.

Mudârabede sermayedar olan İslami Müşârakede, sermayedar komundaki


Finans kurumu olduğundan, sadece tüm ortaklar sermaye tutarları eşit
onun yaptığı yatırımlar geçerli olmasa da, aldıkları ortak kararlar
Faaliyet Serbestisi
olmaktadır. Mudarip konumundaki
doğrultusunda, yatırım yapma ve
kredili müşteri emeğiyle ortak olduğu
projede parasal işlere karışmadığından yönetime katılıp, şirketle ilgili
herhangi bir yatırıma iştirak etmeside kararlar alma hakkına ve selahiyetine
söz konusu olmamaktadır. sahip olmaktadırlar.

228
MUDÂRABE VE MÜŞÂRAKE YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [3]

Alan Mudârabe Yöntemi Müşârake Yöntemi

Mudârabede sermayedar konumunda Müşârakede ortakların tamamı


olan İslami Finans kurumunun sermayedar olduğundan, her biri
sorumluluğu; sınırsız olmaktadır. Zira
Tarafların Sorumluluğu hisseleri oranında ilgili projenin
sermayenin tamamı sermayedara ait
olduğundan, şirketin sahibi olarak sahibi konumundadır. Dolayısyla
doğabilecek tüm sorumluluklar da ona sorumlulukları da sermaye payları ile
ait olmaktadır. sınırlı olmaktadır.

Mudârabede mevcut ortaklıktaki süre, Müşârake akdinin “Süreli-Süresiz”


sözleşmede belirlenen süreyle sınırlı ortaklık tipleri olduğundan, sözleşme
olmaktadır. Dolayısıyla ilgili süre
Ortaklıkta Süre Uzatımı süresi sona erse bile, şayet gelir
sona erdiğinde herhangi bir süre
uzatımı olmayıp, uztma talep edilirse getiren bir proje ise ortak kararla
yeni bir ortaklık tesis edilecektir. uzatmaya gidilebilmektedir.

Mudârabede, sözleşmede belirlenen Müşârakede de, benzer şekilde


oranlar haricinde herhangi bir ödeme başlangıçta belirlenen sözleşmedeki
yapılmaması, ödenecek kârpaylarının
Oranlar Harici Ödeme oranlar üzerinden kârpayının
da ancak kârdan ödenmesi, daha
doğrusu anaparadan herhangi bir ödenmesi, ayrıca oranlar harici bir
ödemenin yapılmaması sözkonusudur. ödeme yapılmaması sözkonusudur.

Mudârabe akdinde, her nekadar Müşârake akdinde de, aynı


yöntem İslami Finans yöntemi olsa mudârabede olduğu gibi, yöntem
Ortaklık Kriterleri da, ortakların etnik kökeni yada dini İslami bir yöntemi olsa da, ortakların
önemli değildir. Gayrımüslim kişiler etnik kökeni yada dini önemli
de sözleşmeye ortak olabilmektedir. olmamaktadır.

Mudârabe akdinde İslam dini temsil Müşârake akdinde de aynı şekilde


edildiğinden, yapılan işlerin ve İslam dini temsil edildiğinden,
Sahip Olunan Prensipler kurulan ortaklıkların İslam dinine yapılan işlerin yada kurulan
uygun olması “haram, aşırı şüphe, ortaklıkların İslam dinine uygun
kumar, belirsizlik” gibi unsurları olması “haram, aşırı şüphe, kumar,
içeren işler yapılmamalı yada bu işleri belirsizlik” gibi unsurları içeren
yapanlarla ortaklık kurulmamalıdır. işlerin yapılmaması yada bunlara racı
olunmaması gerekmektedir.

Mudârabe herşeyden önce bir ortaklık Müşârake akdi de aynı mudârabede


türü olduğundan diğer faizli olduğu gibi bir dayanışma ve
bankalarda görülmeyen bir yardım ve
İşbirliği ve Dayanışma işbirliği ürünü olan ortaklık türü
dayanışma ön planda olmaktadır.
Daha başlangıçta başarılı bir projesi olmaktadır. Bir buluş yada projeyi
olan ve bunu hayata geçirmek için hayata geçirmek için çok sayıda
yeterli sermayesi olmayan girişimciye ortağın kurdukları bu ortaklık türüde
destek olmak fikrinden doğan aynı mudârabe gibi işbirliği ve
mudârabe yöntemi; tamamen işbirliği
dayanışma üzerine kuruludur.
ve dayanışma üzerine binâ edilmiştir.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-55]

229
3.2.3.Benzerlik Arzeden İstisna-Selem Yöntemlerinin Karşılaştırması
Çağımızdaki piyasa koşulları değerlendirildiğinde, malın üretimiyle teslim edilmesi
tarihleri arasında çok uzun bir süreç olduğunda, üretcinin üretim süreci içerisinde ihtiyaç
duyduğu nakit ihtiyacının karşılanması üretimin tamamlanabilmesi açısından hayati bir önem
taşımaktadır. İşte bu problemin çözülmesi ve üreticiye gerekli olan nakit desteğinin
sağlanabilmesi açısından başvurulan istisna ve selem satışlar, likit fon sağlamak üzere
oluşturulmuş bir finansman yöntemi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İşletmelerde faaliyetlerin
başarısı için gerek süreç başında gerekse üretim devam ederken, etkin bir likidite planlaması
çok elzem bir konu olmaktadır. Zira çok başarılı bir proje, üretim süreci içerisinde etkin
olmayan bir kaynak planlaması ile karşı karşıya kaldığında iflas edip olumlu sonuç
veremeyebilmektedir. İşte bu aşamada faaliyetlerini aksatmadan devam ettirmek isteyen ancak
bir yandan da faize bulaşmak istemeyen girişimciler; kendileri için tasarlanmış bulunan ”istisna
ve selem” akitleri vasıtasıyla, kendi zevkine ve ihtiyacına göre siparişi verilmiş özelliği olan
malı İslami Finans kurumu aracılığıyla satınalamkta ve daha sonradan vadeli şekilde ilgili
finans kurumuna ödemektedir. Böylece acil ihtiyacı olan mal için gerekli acil nakit ihtiyacını
kısa vadede karşılamakta olan kredili müşteri, İslami Finans kurumunun kendisine sunduğu
vade kolyalığından da bu yolla istifade etmiş olmaktadır.
Bilindiği üzere İslam Hukuku’nda; şeriatın satış hususuna getirdiği temel kâidelere
bakıldığında her satışta bulunması gereken 3 temel hususun varlığı gerekmektedir. Bunlar; 1-)
Varlığın fizîken mevcut olması, 2-) Satıcının söz konusu varlığın mülkiyetini elinde
bulundurması, 3-) Satıcının varlığın kontrolünü elinde bulunduruyor olması hususlarıdır.
Çalışma genelinde belirtildiği üzere, İslami Finans kurumlarının kullandığı ”İstisna ve Selem
Akitleri”nde, yukarıda belirtilen hususlar mevcut olmayıp; ilgili satışlarda şeriatın, belirtilen üç
temel şarta getirdiği istisnâi bir durum söz konusu olmaktadır.310 Selem akdinde de tıpkı istisnâ
akdinde olduğu gibi ortada olmayan bir malın satışı söz konusu olduğundan, İslam Hukuku yani
”Şeriat”’ın belirlediği mevcut kaidelere aykırı bir üretim ve satış söz konusu olmaktadır.
Mesela mal fiziken ortada olmadığı halde, peşin ödeme karşılığı gelecekte teslim edilecek
malın satışı şimdiden gerçekleşmektedir. Diğer taraftan aynı istisnâ akdinde olduğu gibi
müşterinin malı beğenmemesi halinde ona iade hakkı (muhayyerlik) veren selem akdi; istisnâ
akdi gibi nakit sağlamak amacına yönelik olup; belirtilen özellikleri dolayısıyla İslami Finans
kurumlarınca olağan bir sözleşme olarak görülmemektedir. İslam Hukuku’nda istisna yöntemler
arasında sayılan bu yöntemlerin karşılıklı mukayeyesi aşağıda belirtildiği üzere olmaktadır;

310 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.98

230
“Selem-İstisnâ Akitlerinin” Birbiriyle Mukayesesindei Ortaya Çıkan Farklar Aşağıdaki Gibidir;
1-) İstisnâ akdi seleme göre daha özellikli malların imâlatı için düzenlenmektedir. Özel siparişe
göre “Kişiye Özel” üretim olan İstisnâ Akdi, belirtilen yönüyle Selem Akdinden ayrılmaktadır.
2-) Selem sözleşmesinde malın bedeli sözleşme esnasında peşin olarak ödendiği halde, istisnâ
sözleşmesinde böyle bir mecburiyet bulunmayıp sonuçta toplu ödeme dahi yapılabilmektedir.
3-) Selem akdine tarım ürünü gibi doğal yada standart ürünler konu olabildiği halde, istisnâ
akdine mevcut olmayan imâl yada inşâya dayanan “özelliği olan ürünler” konu olabilmektedir.
4-) Selem akdinde süresi içerisinde herzaman bulunabilen misli mallar sözleşmeye konu
olurken, istisnâ akdinde piyasada bulunmayan özgün ürünler sözleşmeye konu olabilmektedir.
5-) Tıpkı istisnâ akdinde olduğu gibi selem akdinde de, hayvanlar sözleşmeye konu olmazlar.
6-) Selem sözleşmesi kuralların detaylı olarak tanzim edildiği bağlayıcı bir sözleşmedir ve
tarafların rızası olmaksızın fesh edilemez, buna karşılık istisnâ sözleşmesi üretime başlanmadığı
sürece bağlayıcı değildir ve taraflardan biri tek taraflı olarak sözleşmeyi fesh edebilmektedir.
7-) Selem sözleşmesinde “malın teslim tarihi-teslim yeri” gibi detay hususlar ayrıntılı olarak
düzenlendiği halde, istisnâ sözleşmesinde teslim konusuyla ilgili düzenleme bulunmamaktadır.

İSTİSNÂ VE SELEM YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [1]

Alan İstisnâ Yöntemi Selem Yöntemi

İstisnâ akdi, sanatkârla ısmarlayan Selem akdi, sözleşme esnasında mala


arasında tesis edilen, siparişi veren ve fiyata ilişkin tüm şartların
Ortaklık Tesisi kredili müşterinin finans kurumu kesinleştirildiği, genellikle çifiçi
vasıtasıyla ilgili malı satın aldığı, yada küçük tacirlerin kullandığı, mal
sonradan bedelini finans kurumuna bedelinin üreticiye ödenip malın
vadeli olarak ödediği bir ortaklıkdır. sonradan teslim alındığı bir akittir.

İstisnâ akdinde, tıpkı selemde olduğu Selem akdide tıpkı istisna işleminde
gibi ortada mevcut omayan bir ürün olduğu gibi, “istisnâ akitler”den
Mülkiyet Kavramı sözleşmeye konu edildiğinden, malın olup; mal henüz mevcut olmadığı
mülyetinin kimde olduğu da bir önem için dolayısıyla teslimat ve mülkiyet
arzetmemektedir. İslam fıkına aykırı oluşmamakla birlikte, ertelenmiş mal
olarak olmaları nedeniylede “istisnai teslimatına mukabil, “alım-satım”
işlemler” olarak adlandırılmaktadır. sözleşme esnasında bitirilmektedir.

İstisnâ akdi selemde olduğu gibi İslam Selem akdi de tıpkı istisnâi akitlerde
fıkının satışa ilişkin “fiziki mevcudi olduğu gibi, İslam fıkının satışa
İstisnâi Hususlar yet-teslimat-mülkiyet” gibi hususlara ilişkin “fiziki mevcudiyet-teslimat-
aykırı olarak gerçekleşmekte olup; bu mülkiyet” gibi hususlara aykırı olup;
nedenle fıkıh literatüründe “istisnâi bu nedenle fıkıh usulünde “istisnâi
akitler” olarak görülmektedir. akitler” olarak görülmektedir.

231
İSTİSNÂ VE SELEM YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [2]

Alan İstisnâ Yöntemi Selem Yöntemi

İstisnâ akdi, sanatkârla ısmarlayan Selem akdi, ödemenin nakdi olarak


arasında tesis edilen, belirli bir ücret tamamen yada kısmen yapılarak alış-
Yöntemin Amacı karşılığında nitelikleri önceden verişin tamamlandığı, teslimatın
belirlenmiş bir ürünün üretilmesini ileriki bir vadeye ertelendiği bir
konu edinmekte olup; aslında amaç yöntem olmaktadır. Çifçi yada küçük
özelliği olan ürünü finans kurumu tüccarların kullandığı bu yöntemde,
vasıtasıyla satın almak, sonradan mahsul henüz oluşmadan, bedel
kuruma vadeli şekilde ödeyerek nakit üreticiye ödenmekte böylece üretici
gereksinimini gidermek olmaktadır. bu şekilde fonlanmaktadır.

İstisnâ akdi hereşyden önce daha Selemde akdine özelliği olan değil,
özellikli mallar için ve kişiye özel standartlaşmış üretilmesede pazardan
Akde Konu Mal üretimin söz konusu olduğu bir rahatlıkla satın alınabilen ve ölçülüp
sözleşmedir. Sözleşmeye inşa yada tartılarak miktarı belirlenebilen, misli
imalata dayalı mallar dahil olurken; mallar sözleşmeye dahil olmakta;
sebze, meyve gibi zirai ürünler ve istisnâda olduğu gibi hayvanlar
hayvanlar dahil olamamaktadır. sözleşmeye konu olmamaktadır.

İstisnâ akdinde daha çok “kişiye özel” Selem akdinde herhangi bir “kişiye
üretim söz konusu olduğu için, özellik” mevcut olmayıp, sıradan
Müşteri Kitlesi özellikli ve seçkin müşterilerden gelen ürünlerin ekimi ve ticaretiyle ilgili
siparişler, alanında uzmanlaşmış esnaf olarak müşteri çevresi; çiftçi ve
ve sanatkârlara yönlendirilmektedir. tacirlerden oluşmaktadır.

İstisnâ akdinde imal yada inşaya Selem akdinde sözleşme esnasında


dayalı ürünün üretimi için avans tüm hususların belirlenip, ödemenin
Ön Ödeme Mecburiyeti mukabilinde herhangi bir ön ödeme de peşin olarak yapılıp çoğunlukla
mecburiyeti bulunmamakta olup, hesabın kapatılması söz konusu
anlaşmaya bağlı olarak istenirse olurken, bazen ödemenin bir kısmı
ödeme teslimat esanasında toplu daha sonraya da bırakılabilmektedir.
olarak da yapılabilmektedir.

İstisnâ akdinde satıcı taraf yani imal Selem akdinde, ziraatçi yada tüccar
ve inşa faaliyetini üstelenen taraf; tarafa ilgili ürünün bedeli çoğunlukla
Üretim Masrafları masrafları kendinden olmak üzere peşin ödendiğinden, dolayısıyla bu
daha önce siparişi verilmiş ürünün satış fiyatına üretici tarafından zaten
imalatını yüklenerek, sorunsuz şekilde üretime ilişkin masraflar da dahil
teslimatını üstlenmektedir. edilmiş bulunmaktadır.

İstisnâ akdinde ortada bir mal olmasa Selem akdinde sözleşme esnasında
da sözleşme esnasında malın fiyatı bir kerede belirlenen fiyat zaten
Sabit Fiyat Avantajı belirlenerek kayıt altına alınmakta çoğunlukla peşin şekilde üretici yada
olup; ilerde oluşacak fiyat artışları bu çifçiye ödenediği için bu şekilde bir
fiyatı etkilememektedir. avantaj söz konusu olmamaktadır.

232
İSTİSNÂ VE SELEM YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [3]

Alan İstisnâ Yöntemi Selem Yöntemi

İstisnâ akdi sahip olduğu “kişiye Selem akdinde çoğunlukla bedel


özellik” vasfı dolayısıyla daha çok peşin ödendiği için, parayı ödeyen
Teslimat Şartları üretici ve satıcı arasındaki mutabakat taraf kendini garantiye almak için
neticesinde şartların belirlendiği bir sözleşmeye; malın “nerede-nasıl-
akit olup; malın “nerede, nasıl, kime” kime” teslim edileceği ve nakliyenin
teslim edileceğinin bu nedenle akitte kime ait olduğu hususlarını ayrıntılı
yeralmasına gerek olmamaktadır. olarak yazdırmak durumundadır.

İstisnâ akdi siparişe dayalı bir üretim Selem akdinde de aynı istisnâda
olduğundan, müşteri malın teslimatı olduğu gibi, her nekadar malın bedeli
Muhayyerlik Vasfı sırasında ancak belirlenen hususlara peşin ödenmiş olsada, ancak alıcının
aykırı bir şekilde üretim söz konusu isteğine uygun üretim olmadığında
olduğunda ilgili alış-verişten cayma sözleşmeden “cayma hakkı” mevcut
hakkına sahip olmaktadır. Kayıt altına olmaktadır. Mal bedelini peşin
alınan sipariş hususlarına uygun ödeyen alıcı bu nedenle üretim
üretim olduğunda, müşterinin cayma boyunca üretimden emin olmak için,
hakkı bulunmamaktadır. konrolllerini sürdürmelidir.

İstisnâ akdinde siparişi verilen malın Selem akdinde bedel peşin ödendiği
istenilen vasıflarda ve zamanında için, malın istenilen vadede
Beklentilere Uygunsuzluk üretilmemesi durumu, üretici ve alıcı üretilmeme durumu alıcı tarafından
tarafı karşı karşıya getirebilmektedir. birçok mağduriyetin yaşanmasına
Bu nedenle sürekli denetlenmelidir. sebebiyet vermektedir.

İstisnâ akdinin konusu imal ve inşayı Selem akdi sayılabilen ölçülebilen


ilgilendirse de, yinde sözleşmeye ürünlerle tesis edildiği için, bunların
Fazlalık Ribası konu olacak malların “nitelik ve arasında cins ve miktar birliği olması
nicelikleri”nin açıkça belirtilmesi, net gerekir. Aralarında uyum olmayan
olarak görülmesi gerekmektedir. ölçümlerde faiz gündeme gelebilir.

İstisnâ akdi üretici tarafla anlaşmaya Selem akdi; başta sözleşmeyle


bağlı bir akit olduğundan, ancak herşeyin kesinleştirildiği, bedelin
Akdi Sonlandırma “üretime başlanılmaması” şartıyla nakden ödendiği, ayrıntılı ve
“tek taraflı” olarak sonlandırılmaya bağlayıcı bir akit olduğundan tek
müsait bir akit olmaktadır. Üretime yanlı sonlandırılamamaktadır. Selem
başlanıldıktan sonra istisnâ akdinden akdi, ancak karşılıklı rıza ile
geri dönüş olmayıp, selem nazaran sözleşme işleme konulmadan önce
daha esnek yapı arzetmektedir. sonlandırılabilmektedir.

İstisnâ akdinde, finans kurumu yada Selem akdinde gelecekte üretilecek


yüklenici imalatçıdan kaynaklanan bir malın satışı sözkonusu olduğu için,
Kurmun Saygınlığı olumsuzluk, elbette finans kurmunun üretici seçiminde saygınlığa zarar
saygınlığına gölge düşürecektir. gelmemesi için dikkat edilmelidir.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-56]

233
3.2.4.Benzerlik Arzeden Teverruk-Îne Satış Yöntemlerinin Karşılaştırması
Çalışma genelinde belirtildiği üzere teverruk yöntemi; 1-) Bireysel Teverruk, 2-)
Organize Teverruk olarak ikiye ayrılmaktadır. İlgili teverruk çeşitlerinden olan bireysel
teverrukda söz konusu olmamakla birlikte, ”organize teverruk” adıyla bilinen teverruk
çeşidinde; birbirine bağımlı birden çok akdin bir araya gelmesi yada organize olması, işlemlerin
gerçek mal üzerinden değil de kaydi yada hayalî mallar üzerinden gerçekleşmesi, satılan malın
taraflar arasında fiilen teslim alınmaması, dolayısyla yöntemin îne yani aldatıcı satışa
yaklaşması gibi caydırıcı hususlar söz konusu olmaktadır. Hal böyle olunca İslami Finans
alanında belirtilen olumsuz nedenler ”Organize Teverruk”un fıkhî açıdan kabul görmesini
engellemiş; bireysel teverruk akdinin İslam Hukuku'nda ”Bireysel Teverruk-Fıkhî Teverruk”
adıyla anılmasına ve kapsamlı şekilde kullanımına sebebiyet vermiştir. Öte yandan İslami
Finans literatüründe tıpkı ”Oraganize Teverruk” gibi aldatıcı satış olarak adlandırılan, gerçelilik
şartları ve özellikleri net çizgilerle belirlenemediğinden, üzerinde bir türlü ittifaka varılamayan
”Îne Satış” yöntemi de; aynı kişi etrafında dönenen bir malın normal yollarla alım-satımına
neden olduğundan adetâ bir güvensizlik ve aldatmacayı çağrıştırmakta, piyasadaki susitimale
yatkın kişilerin elinde maâlesef, faiz alıp-verme seramonisine dönüşmektedir. Fazile eşdeğer
görülen îne satışta; ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal yine dönüp dolaşıp ilk
sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak, aslında aradaki olumlu fark
olan kârdan faydalanmaktadır. Belirtilen aldatıcılık vasıfları dolayısyla, aslında her iki
yöntemde aynı zeminde buluşmakta, usulüne uygun yapılmayan teverruk akdi, bir anda İslami
Finans literatürende makbul karşılanmayan îne satışa yani ”aldatıcı satışa” dönüşebilmektedir.
İslam Hukuku’nda tartışmalı akitlerden olan Îne Satış (Vadeli Satış, Peşin Geri Alış)
konu başlığımız olan Teverruk Satış (Vadeli Alım, Peşin Satım) akdine benzerliğinden dolayı,
”Teverruk Akdini” de tatışmalı hale getirmiştir. Genel olarak bakıldığında birbirine benzerliği
görülmekle birlikte önemli farklarla birbirlerinden ayrılan bu iki akdin, temelinde acil nakit
ihtiyacının bulunduğu anlaşılmaktadır. Her iki akit üzerinde gerçekleşen, ilgili farklara
değinecek olursak ”Îne Satışta”; vadeli olarak satın alınan mal, malın satın alındığı aynı kişiye
satış bedelinden daha düşük bir fiyatla peşin olarak geri satılmakta olup, aradaki fark satışı
yapan kişiye kâr olarak kalmakta ve böylece nakit ihtiyacını karşılmaktadır. Dikkat edilirse Îne
Satışta, ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal yine dönüp dolaşıp malın ilk
sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak, aslında aradaki olumlu fark
olan kârdan faydalanmaktadır. Teverruk Satışta ise, alım-satımı yapılan kişiler aynı olmayıp,
araya başka bir şahıs yani alıcı girse de, organize teverrukda bu durum bazen atlanmaktadır.

234
Mukayese yapılacak olunursa; teverrukda malın birinci asıl satıcı dışında bir başkasına
satılması, îne satışta ise doğrudan veya araya üçüncü bir şahsın girmesiyle dolaylı olarak malın
en nihayetinde birinci satıcıya tekrar geri dönmesi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla
ulaşılmak istenen sonuç aynı olsa da, vadeli olarak satın alınan mal satıcıya değil de, üçüncü bir
tarafa satılınca yapılan işlem İslam Hukuku açısından farklı değerlendirmelere tâbi
tutulmaktadır.311 Yapılan işlemler arasında belirtilen farklılıklara ilave olarak, teverruk ve îne
satış arasında görülen en belirgin fark, aslında işleme taraf olan kişilerin sayısı olmaktadır. Îne
satışta yapılan işlem alıcı-satıcı olmak üzere aynı iki kişi arasında gerçekleştirilirken, teverrukta
bağımsız ve gerçek üçüncü bir taraf daha satışa dahil olmakta, böylece fıkhen farklı
değerlendirmektedir. İslam alimlerinin neredeyse tamamına yakınının faizle eşdeğer gördüğü ve
dolayısıyla İslamla ilişkilendirilmesine şiddetle karşı çıktığı ”îne satış”, usulüne uygun
yapılmayan ”organize teverruk”la aslında aynı konumda olmaktadır.
Uygulamada birkaç saat içerisinde sonuçlandırılan, uluslararası borsadaki işlemlerde
aynı aracı kurumların denk gelmesi olası olduğu organize teverruk akdinde; İslami Finans
kurumunun emtiayı satın aldığı kişi ile müşterinin emtiayı sattığı kişi aynı olabilmektedir.
Dolayısıyla mal dönüp dolaşıp ilk satıcısına geldiği için tam bir îne yani aldatıcı satış hükmüne
bürünen teverruk akdinde tartışmaya konu olan bir diğer husus ise; kredili müşterinin İslami
Finans kurumunun kendisine sattığı emtiayı geri satmak için yine bankayı vekil tayin etmesi
hususudur. Hal böyle olunca İslam hukukçularının bir kısmı, ilgili aracılık hizmetlerinde
işlemlerin formaliteye bindiğini, emtianın hiçbir zaman kabz yani teslim edilmediğini ve
dolayısıyla satışa ilişkin şartların hiç doğmadığını savunmuşlar 312 ve yöntemi red etmişlerdir.
Kanaâtimce; piyasada organize teverruk olarak yapılan ve gerçek teverrukla hiçbir ilgisi
olmayan söz konusu işlem; adeta uluslararası piyasada brokırlar aracılığıyla kağıt alışverişine
dönmüş durumdadır. Dolayısıyla kabul edilmeyen ve caiz olmayan teverruk, amacından sapan
ve gerçeğini perdeleyen bu teverruk çeşidi olmaktadır. Bu doğrultuda yukarıda vurgulanan
aleyhteki deliller ve ortaya konan işlemler, ilgili aldatıcı teverrukun neden kabul edilmez
olduğunu ve neden caiz görülmediğini açıklamaya ve anlamaya yeterli gelecek yapıdadır. Bir
yandan toplum menfaâti nedeniyle faizli sistem karşısında ayakta durmak için doğrudan faiz
niteliğinde olmayan yöntemlerin esnetilmesi gerektiği yönünde birtakım düşüncelerin ileri
sürülmesi diğer yandan çağımızdaki İslami Finans yöntemlerinin çağın gereksinimlerine göre
düzenlenmesi bir zarureti mevcut olsa da; kanaâtimce düzenlemelerde âzami titizlik
gösterilmesi ve İslami kurallardan ödün verilmemesi öncelikli ve elzem bir konu olmaktadır.
311 Ayub Mohammed, Understanding İslamic Finance, John Wiley and Sons Pub, A.g.e., s.349
312 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.174

235
TEVERRUK VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [1]

Alan Teverruk Yöntemi Îne Yöntemi

- Teverruk akdinin îne satışa karşılık - Îne akdinde sözleşmeye konu


gelen organize türünde; satışa konu mallar iki şekilde değerlendirilir.
Satışa Konu Mallar mallar gerçek mal olmayıp, uluslarar- İlkinde alış-verişin bankanın kendi
ası emtia borsalarında (LMI) yoğun mülkiyetinde olan mallar üzerinden
olarak işlem gören, “altın-gümüş- yapılması durumu,
döviz” haricindeki “nikel-aliminyum- - İkincisinde ise; alış-verişin kredili
bakır” tarzı metaller olmaktadır. müşterinin mülkiyetinde olan mallar
- Diğer taraftan bireysel diye tabir üzerinden yapılma şekli söz
edilen hileli sayılmayan teverrukda konusudur.
ise, sözleşmeye konu mallar gerçek - İkisinde de, mal önce satılıp sonra
mallar olup; teslimat ve mülkiyet aynı sahibine geri dönmektedir ki,
konularına dikkat edilmektedir. amaç nakit nakit sağlamaktır.

Teverruk akdinin geçerliliği için Îne akdi daha baştan nakit sağlama
herşeyden önce malın taraflarca gayesiyle yapılmış, aldatıcı bir işlem
Satışın Geçerliliği varlığının tesbit edilmesi, satıcının olduğundan ve taraflar da bunu
diğer mallarından ayırd edilmesi, açıkça bildiğinden, mala ilişkin
malın akit yapılan yerde hazır olma- gerçelilik-geçersizlik-özellik-nitelik
ması halinde malın özellik-nitelik-cins gibi hususların tesbiti yada bunların
özelliklerinin belirlenip, bir örneğinin müşteriye bildirilmemesi herhangi
alıcıya gösterilmesi gerekmektedir. birşey ifade etmekmektedir.

- Teverruk akdinin îne satışa karşılık - Îne akdinde sözleşmenin murâbaha


gelen organize türünde yapılan esasına göre tanzim edilmesi söz
Sözleşmenin Mahiyeti işlemlerin teverrukla hiç bir alakası konusu olduğundan, yapılan işlemde
olmadığı için, yapılan sözleşmelerde vadeli alım-satım olmaktadır.
içiçe geçmiş biribiriyle bağlantılı ve - İlgili akitte finans kurumu sahibi
organize olmuş birçok sözleşmeden olduğu malın mülkiyetini vadeli satış
teşekkül etmektedir. şeklindeki düzenlediği sözleşmeyle
müşteriye geçirir. Aradından bir satış
- Geçerli tevrruk işleminde ise,
sözleşmesi yaparak, bu sefer sattığı
işlemler birbirinden bağımsız gerçek- malı müşteriden tekrar geri almak
leştiği için yapılan sözleşmelerde ayrı suretiyle aynı müşteriye bilinçli
ve bağımsız olmaktadır. olarak para kazandırmaktadır.

- Teverruk akdinin geçerli olabilmesi -Îne akdinde; daha başlangıçtan nakit


için alım-satımı yapılan kişilerin aynı ihtiyacı içerisinde bulunan müşteriye
Tarafların Özellikleri olmaması yani araya dışarıdan nakit sağlamak maksadıyla görünüş-
bağımsız ve yabancı bir üçüncü bir te bir satış akdiyle oluşturulduğu için
kişinin gerekmektedir. ortada alıcı ve satıcı olmak üzere
- Bir başka deyişle tevarruk akdinin, toplam iki taraf bulunmaktadır.
geçersiz bir satıl olan îne satış - Teverruk akdinde malın asıl sahibi,
hükmüne bürünmemesi için, mal ilk finans kurumu ve yabancı alıcı
sahibi dışında bir başkasına satılmalı, olmak üzere toplam üç taraf
dönüp dolaşıp tekrardan aynı sahibine olmasına karşın, înede alıcı-satıcı
geri dönmemelidir. dan oluşan iki taraf bulunmaktadır.

236
TEVERRUK VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİNİN MUKAYESESİ = [2]

Alan Teverruk Yöntemi Îne Yöntemi

-Teverruk akdinin geçerli olabilmesi - Îne akdinde ortada bir alım-satım


için, malın enson müşteriye satılmasın olmakla birlikte mal dönüp dolaşıp
Mülkiyet Kavramı dan evvel satıcının mülkiyetine tam aynı sahine geri gelmekte; bir kişi
olarak geçmiş olması gerekmektedir. aslında sahibi bulunduğu malı önce
Yani yapılan satış işleminin görünüşte satıp sonra da tekrar geri alarak
değil gerçek devir ve teslim üzerine aradaki olumlu farkdan gelir elde
kurulu olması işlemin geçerliliği için etmektedir.
önem arzetmektedir. - Hâl böyle olunca her nekadar mal
- Buna karşın geçersiz bir teverrukda, alıcı ve satıcıya göstermelik olarak
görünüşte bir alış-veriş olsa da, geçiyor görünse de, gerçekte malın
gerçekte mal borsada brokırlar üzerin- gerçek sahibi her halukarda ilk sahibi
den el değiştirmekte dolayısıyla ilk olmaktadır. Görnüşte gerçekleşen
satıcısına dönme ihtimali herzaman mülkiyet devri nedeniyle îne satış,
mevcut bulunmaktadır. gerçek bir satış olmamaktadır.

- Teverruk akdinin geçerli olabilmesi - Îne akdinde mal dönüp dolaşıp aynı
için, mülkiyeti satıcının elinde olan sahibine geri dönmekte olduğundan
Teslimat Kavramı malın fiilen teslim edilmesi ve teslim haliyle satıştaki teslimat ve mülkiyet
alınması gerekmektedir. kavramlarının da bir espirisi kalma-
- Buna karşın geçersiz bir teverrukda, maktadır.
işlemler birkaç saat içerisinde - Olması gereken bir satış işleminde
talimatlar aracılığıyla gerçekleştirildi- “malın tesliminde” herhangi bir
ğinden, malda kaydi olarak el değiştir- engelin olmaması malın alıcıdan
mekte ve teslimat olmamaktadır. satıcıya doğrudan geçmesi gerekir.

- Teverruk akdi, İslam hukukunda - Îne akdi, İslam hukukunda faize


tartışmalı akitlerden olan îne satışa aracılık etmesi dolayısıyla tartışmalı
Suistimale Elverişlilik benzerliğinden dolayı, daha başta yöntemler arasında görülmekte olup;
susitimale elverişli bir yöntemdir. adeta faizi meşrulaştırmak için uydu-
- Diğer taraftan 1-2 saat gibi bir rulmuş bir kılıf hükmünde olmaktadır.
sürede borsada brokırlar aracılığıyla - Daha başlangıçta taşıdığı amacın
çarpıklığından suistimal edildiği
yapılan bir satış yöntemi haline gelen
anlaşılan bu yöntem, maâlesef İslam
bu yöntem, maâlesef kötü niyetli dininine mal edilmektedir.
kişilerin kazanç kapısı olmaktadır.

Teverruk akdinin diğer adı ters Îne akdinde tarafların tamamen nakit
murâbaha olup; murâbahadan farklı tedarikine yönelik olarak, karşılıklı
Denetim Sınırlılığı olarak müşteri malı değil, mal anlaşmak suretiyle alış-verişi bahane
karşılığı oluşacak nakdi ele geçirmek- ettikleri, asıl gayenin kısa vadeli
tedir. Dolayısıyla almış olduğu nakdi nakit gereksinimini sağlamak olduğu
farklı alanlarda da kullanma ihtimali düşünülürse, kredinin geri dönüşü-
bulunan kredili müşterinin, faaliyet müne yönelik yapılacak denetim-
denetimleride sınırlı olmaktadır. lerinde bir anlamı kalmamaktadır.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-57]

237
3.2.5.Benzerlik Arzeden Sukuk Türleri-Sukuğa Konu Yöntemlerin Karşılaştırması
İslami Finansta ise faizle borçlanmak diye bir anlayış olmadığından, gerek İslami
hassasiyeti olan devletlerin, gerekse diğer kişi ve kuruluşların ticari işlemler vasıtasıyla gelir
temin etmek isteyen çevrelerin bu ihtiyaçlarına cevap vermek maksadıyla çıkarılan ”sukuk”
diğer bir deyişle ”İslami Katılım Sertifikaları”, İslami Finansın doğuşu kadar eski bir yöntem
olup; bankacılık piyasasında en yagın şekilde kullanılan ve atıl fonların değerlendirilmesine
yarayan tahvil ve bono gibi faizli yatırım enstürümanlarına, bir altarnatif olarak geliştirilmiştir.
Bir varlığa sahip olma ve ondan yararlanma hakkını göstermekte olan sukukta, mevcut hak
sadece faydalanma ve borcu temsil etme değil, aynı zamanda mülkiyeti de göstermektedir.
Sıradan tahvil yada bonolar ihracatçılarının borcunu gösteren araçlar olmasına karşın, sukukun
pay oranında mülkiyet tesis etmeye yarayan bir mülkiyet sertifikası olması, aslında onu diğer
finansman yöntemlerinden ayıran en önemli özellik olmaktadır. İslami Finansal Muhasebe ve
Denetim Örgütü (AAOIFI)’nün tanımlamasına göre 14 değişik alanda farklı türü bulunanan
sukuk işleminin en çok kullanılmakta olan çeşitleri ise; icâre yani leasinge dayalı sukuk,
müşârake ve mudârabeye dayalı sukuk, murâbahaya dayalı sukuk, selem ve istisnaya dayalı
sukuk işlemleri olup; ülkemizde belirtilen türler içinde en fazla kullanılanı icâre (kiralama)
sukukudur. Aşağıda İlgili sukuk işlemlerinin yapıldığı sözleşme şekline göre belirlenen çeşitleri
sıralanmakta olup; ilgili İslami Finans yöntemleri ile sukuk işlemi arasındaki en belirgin ortak
yön ve dolayısıyla yöntemin çıkış sebebi, aslında ilgili sukuğun kullanım amacı olmaktadır.
Kullanım amacına göre değişik vasıfları olan, “Sukukun Türleri” aşağıda kısaca açıklanmıştır;
1-) İcâre Sukuku; Arapçada “kiralama karşılığı bir şey verme” anlamına gelen icâre akdi,
günümüzde sukuk uygulamasında yoğun olarak kullanılmakta olan bir finansman türü
olmaktadır. İcâre sözleşmesinin sukuk ihracında yoğun olarak kullanılma nedeni, icâre
sözleşmesiyle sukuğun kolaylıkla satılabilir nitelikte uygulanabilmesidir. Bu sukuk çeşidi
sahibine, kirada bulunan bir gayrı menkulün üzerinde bulunan eşit ortaklığın sahibine ve gayrı
menkulün intifa hakkını sunmak anlamına gelmektedir. İcâre sukuku sahibi bulunduğu kişilere;
gayrı menkulün mülkiyet hakkını, bu gayrı menkulün kirasını alma hakkını ve kiracıyı mağdur
etmeden alım-satımını yapma gibi hakları sağlamaktadır. Ülkemizde sukuk uygulamaları ilk
olarak SPK düzenlemeleri ile mevzuata girmiş olması, başlangıçta bu uygulamanın sadece icâre
(kiralama) esası ile ihraç edileceği şarta bağlanmış olup; haliyle sukuk sertifikasının “kira
sertifikası” olarak anılmasına ve bu konuda birçok karışıklığa sebebiyet vermiştir. Sonuç olarak
icâre sözleşmesiyle icra edilen bu yöntemde, icâre ile sukukun biraraya gelmesi; icâre
yöntemine dayanarak sukuğun kolayca satılabilir olması vasfına bağlı olduğunu söyleyebiliriz.

238
2-) Müşârake Sukuk; Esasen iki yada daha fazla kişinin ticaret yapmak ve bu ticaretten elde
edilecek kârı paylaşmak üzere tesis ettikleri, tarafların emekle birlikte sermaye de
koyabildikleri ortaklık türü olan müşârake sözleşmesinin sukuk işleminde kullanılıyor olması,
ilgili sukukun “girişim ortaklığı sukuku” yada joint venture sukuku” olarak adlandırılmasına
sebebiyet vermiştir. Fon sağlayıcıların ortak hükümünde olduğu müşârakede, ortaların payları
belirli hisselerle temsil edilmekte olup; sukuk sahipleri bu ortaklık üzerinde hisseleri oranında
söz sahibi olurken, gerçekleşecek kârdan pay almakta ve tesisedilen ilgili ortaklık üzerinde hak
iddia etmektedirler. Müşârake sukuk türünde en belirgin husus; yükümlü şirket konumundaki
SPV’nin, müşârake sözleşmesinin bitimi yani sukuğun vadesinin sona erdiği zamana kadar
müşârake ortaklıktaki payları satın almış olmasıdır. Böylece müşârake sözleşmesinin vadesi
dolduğunda, sukuk sahiplerinin ortaklık ve varlıklar üzerinde hiçbir hakları kalmamakta olup;
dönem içinde koydukları sermayeye karşılık olarak aldıkları kârpayına ilave olarak tesis edilen
ortaklığın sonlanmasıyla birlikte anaparalarını da alarak ilgili ortaklıkdan ayrılmaktadırlar.
3-) Mudârabe Sukuk; Mudârabe sukuk, mudârabe sözleşmesinin esas alındığı bir sukuk türü
olmaktadır. Çalışma genelinde belirtildiği üzere mudârabede, bir taraf sermayesiyle diğer
tarafsa emeğiyle katkıda bulunarak bir ortaklık tesis edilmektedir. Sermayedar konumundaki
ortağın, projenin tüm masraflarını üstlenmesi ve şayet kasıt yoksa gerçekleşen zararı da
karşılmasının esas olduğu mudârabe ortaklık türü, tamamen güvene dayalı bir ortaklık ilişkisi
söz konusu olmaktadır. Belirtilen özellikleri aynen geçerli olduğu mudârabe sukukta ise,
sertifika ihracatçısı yani sertifikayı çıkaran taraf, sözleşmede aracı kurum niteliğinde taraf olan
SPV şirtketi olmaktadır. İlgili ortaklıkta, fon verenler sermaye sahiplerini, toplanan fonlar da
mudârabe sermayesini temsil etmekte olup; söz konusu ortaklıkta sertifika sahipleri mudârabe
faaliyetindeki varlıkların ve anlaşma başına düşen kârpayının sahibi konumunda olmaktadırlar.
Setifika sahipleri para vererek hisseleri oranında sermayedar olduklarından, şayet gerçekleşirse
oluşan zarar ve kayıpları da aynı zamanda mudârabe sukuk vasıtasıyla üstlenmiş olmaktadırlar.
Mudârabe yönteminde yapılan sözleşmeyle ilgili ortaklık tesis edilip proje bazlı bir faaliyet
gerçekleştirilirken; mudârabe sözleşmesi kullanılarak tesis edilen mudârabe sukukda ise
sözleşmeye ilave olarak sermaye sahiplerine dağıtılan kârpayı sertifikaları bulunmaktadır.
4-) Murâbaha Sukuk; Bilindiği üzere murâbaha, malın alış fiyatı veya maliyeti üzerine bir
miktar kârpayı ekleyerek yapılan satış olarak tanımlanmaktadır. Murâbahada alıcı ödemeyi spot
olarak yapabildiği gibi vadeli ve taksitli şekilde de yapabilmektedir. Murâbah sukuk ise,
murâbaha satıştan kaynaklanan ödemelerin bir borcu temsil etmesi ve İslam hukukunda
borçların alış-verişe konu olmaması nedeniyle halen kabul görülmeyen ve tartışmalı bir yapıya

239
sahip olan bir yöntem olsa da; Kur-an’ı Kerim ve hadislerde sukukun onaylandığı yada
yasaklandığına dair kesin kayıtlara rastlanmaz. Bu doğrultuda Kur-an’ı Kerim’de faizi haram
kılan ayetlerden faizle ilgili sukukun yasaklandığı anlaşılırken, diğer yandan faizle ilgili
ayetlerin hemen ardından vadeli borç ilişkisini düzenleyen ayetlerin gelmesi, faizsiz akitlere
dayalı bir sukukun meşrû olduğunu akla getirmektedir. Murâbaha yötemi ile sukuk yöntemi
mukayese edildiğinde; murâbaha sukuk işleminde murâbaha sözleşmesinin kullanılması ve
normal murâbahadan farklı olarak arada SPV denilen bir aracı şirketin var olması haricinde;
murâbaha sukukda yapılan ödemelerin borcu temsil etmesi ve İslam hukukunda borçların alış-
verişe konu edilmemesi nedeniyle sertifika çıkarılmasının da caiz olmayacağı gibi bir takım
fıkhi yorum ve açıklamaları içeren hususların ön plana çıktığı görülmektedir.
5-) Selem Sukuk; Selem hatırlanacağı üzere, ödemenin alıcısı tarafından sözleşmenin
düzenlendiği anda yapılması, ancak satışa konu varlığın belirli bir vade sonunda alıcıya
teslimini öngören istisnâi bir akit türü olmaktadır. Selem sukuk ise, selem sözleşmesine
dayanmakta olup, yatırımcıların sukuk satın alarak sağladıkları fonları, yükümlü şirketin
gelecekte teslim edeceği varlıkları satın almak maksadıyla kullanılır. Burada selem sermayesi
toplanması gayesiyle eşit değerli olarak selem sukuku ihraç edilmekte olup, ihraç edilen bu
sertifikaları satın alanlar, selem bazlı satılan malların aynı mülkiyetinide satın almaktadırlar.
Selem sukuk, genellikle işletmelerin kısa vadeli likidite gereksinimleri için kullanılmaktadır.
Selem sözleşmesinden farklı olarak selem sukukda, arada SPV adlı bir aracı kurumun olması,
yapılan işlemlerin bir vekil ve garantör vasıtasıyla yapılması kolaylığı söz konusu olup; söz
konusu vekil firma selem sukuk çıkararak ileride teslim edilecek malların satışını
sağlamaktadır. Burada sukuk satın alan yatrımcıların asıl gayesi satıcının teslim ettiği malı satın
almakdan ziyade, sözleşme bitiminde anaparalarını geri almak ve sukuğa konu malın nihai
alıcısına satılmasından kaynaklanan gelirden pay almak olmaktadır.
6-) İstisnâ Sukuk; Daha önceden belirtildiği üzere istisnâ akdi, üretici ve alıcı arasında
düzenlenen ve üreticinin ürettiği malı ileriki bir vadede teslim etmeyi taahhüt ettiği bir akit türü
olmaktadır. Fiyatın önceden net bir şekilde belirlendiği ancak ödemenin ister mal tesliminden
sonra isterse üretim bitmeden taksitler halinde yapıldığı bu akit türünde, fiyatın baştan
sabitlenmesi ve ürüne ilişkin özelliklerin net bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. İstisna
sukuk ise, istisnâ sözleşmesinin esas alındığı bir sukuk tipi olmaktadır. Bu sistemde sukuk
sahipleri olan yatırımcılar alıcı, yükümlü şirket ise üretici konumunda olmaktadır. İstisnâ
sözleşmesine dayanan sukukta sertifikaların, istisnâ akdine konu olan projeyi tamamlamak yada
konu emtianın üretimini sağlamak maksadıyla eşit değerli çıkarılması söz konusu olmaktadır.

240
SUKUK TÜRLERİ VE SUKUĞA KONU YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [1]

Alan Sukuğa Konu Yöntemler Sukuk Türleri

-İcâre sukuka konu yöntem olan icâre -İcâre yönteminin konu edildiği icâre
akdi, kiralama karşılığı birşey verme sukukda ise, kirada bulunan gayrı-
İcâre Sukuk anlamına gelmekte olup; faaliyetleri- menkulün üzerinde bulunan eşit
nin finansmanı için bir mal yada ortaklığın sahibine gayrımenkulün
gayrımenkulü satın almak yerine intifa hakkını ve kira gelirini sunmak
kiralamak yoluyla bundan fayda sağla söz konusudur. İcârenin yönteminin
ması ve bunu gerçekleştirirken İslami sukukda bu kadar yoğun kullanılma
Finans kurumunu buna aracı etmesi sebebi, icâre sözleşmesi ile sukuğun
anlamına gelmektedir. kolay satılabilir nitelikde olmasıdır.
- Normal şartlarda gerçekleşen icâre - Bu sukuk çeşidi sahibine kirada
işleminde İslami Finans Kuruluşları bulunan gayrı menkulün mülkiyet
hakkını ve gayrımenkulün kirasını
depolama, saklama vs. hususlar alma hakkını ve kiracıyı mağdur
nedeniyle aldıkları malları genellikle etmeden alım-satımını yapma hakkı
“mülkiyetin devri sonuçlanan icâre” vermekte olup; ülkemizden fazla
akdi şeklinde kullandırmakta ve malı kullanılan yöntem olduğundan diğer
elinde fazla bekletmemektedir. yöntemlerde bu adla anılmaktadır.

- Müşârake sukuka konu yöntem olan -Müşârake yönteminin konu eldildiği


müşârake akdi; iki yada daha fazla müşârake sukukda ise, fon sağlayıcı-
Müşârake Sukuk kişinin ticaret yapmak ve bu ticaretten lar ortak hükmünde olup, sukuk
sağlayacakları kârı paylaşmak üzere sahipleri hisseleri oranında ilgili
tesis ettikleri, tüm tarafların sermaye- ortaklıkda pay sahibi olmaktadır.
emek katılımında bulu-nabildikleri, - Girişim ortaklığı sukukuda denilen
ortaklık türü olmaktadır. ilgili yöntemde, normal müşarakeden
-Normal olan müşârake yönteminde; farklı olarak aracı konumundaki SPV
faaliyetlerinin finansmanına yönelik vade bitimine kadar tüm payları satın
olarak İslami Finans kurumuna başvu- almaktadır. Vade dolduğunda sukuk
ran kredili müşteri, çok büyük serma- sahiplerinin ortaklık üzerinde hiçbir
ye gerektiren projelerde bir bakıma haklarının kalmadığı bu yöntemde,
sermaye tedarikinde bulunmaktadır. katılanlar kârdan elde ettikleri paya
Bu ortaklıkta sukuk kullanılmamakta ileve olarak anaparalarını alarak
ve sözleşme kâfi gelmektedir. ortaklığı sonlandırmaktadırlar.

- Mudârabe sukuka konu yöntem olan - Mudârabe yönteminin konu edildiği


mudârabe akdi, bir tarafın sermayesi mudârabe sukukta ise, sertifikayı
Mudârabe Sukuku ile diğer tarafın ise emeği ile ortak çıkaran taraf SPV şirketi olup;
olduğu bir ortaklık türü olup; burada sertifika satın alarak fon verenler
sermayedar olan taraf genelde İslami sermayedar, sağlanan fonlar ise
Finans kurumu olmaktadır. şirketin sermayesi olmaktadır.
- İlgili ortaklıkta sermayedar hükmün- - Sertifika sahipleri hisseleri oranın-
de olan tarafın, tüm masraf ve maliyet da şirketin sahibi olduklarından
lere katılma yükümlülüğü bulunmakta gerçekleşen kârdan pay aldıkları gibi
olup; ayrıca kasıt olmaksızın tüm zarar ve masraflara da hisseleri
zararları da karşılması gerekmektedir. oranında iştirak etmektedirler.

241
SUKUK TÜRLERİ VE SUKUĞA KONU YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [2]

Alan Sukuk Türleri Sukuğa Konu Yöntemler

- Murâbaha sukuka konu yöntem olan - Murâbaha yönteminin konu edildiği


murâbaha akdi, bir malın alış fiyatı ile murâbaha sukukta ise, SPV denilen
Murâbaha Sukuk maliyeti üzerine bir miktar kârpayı aracı kurum sukuk ihracı yoluyla
eklenerek yapılan vadeye dayalı satış elde ettiği fonlardan aldığı malı nihai
işlemi olmaktadır. alıcıya satmakta, malı talep eden
- Murâbaha yönteminde alıcı ödeme- alıcı ise satışa ilişkin ödemeleri
yi spot şekilde yapabildiğ gibi vadeli belirli vadeler halinde taksitli olarak
ve taksitli olarak da yapabilmektedir. ödemektedir.
Bu yöntemde kredili müşteri faalşyet- - Yapılan taksitli ödemelerden hisse-
lerinin finansmanına yönelik olarak leri oranında gelir elde eden sukuk
ihtiyaç duyduğu malı finans kurumu sahiplerinin almış olduğu bu fonlar
vasıtasıyla satın alamakta, ardından fıkhen borç üzerine tesis edilmiş bir
finans kurumuna bedeli vadeli şekilde kazanç olarak görüldüğünden, fıkhen
sonradan yapmaktadır. faize eşdeğer sayılmaktadır.

- Selem sukuka konu yöntem olan - Selem yönteminin konu edildiği


selem akdi, ödemenin alıcısı tarafın- selem sukukta ise, yatırımcıların
Selem Sukuk dan sözleşmenin düzenlendiği anda sukuk alarak sağladıkları fonlar,
çoğunlukla tamamen ve nakden üreticinin gelecekte teslim edeceği
yapıldığı ancak, sözleşmeye konu malın satın alınmasında kullanılır.
malın ileriki bir vadede teslim edildiği - SPV adı verilen aracı kurum vasıta-
bir akit türü olmaktadır. sıyla ihrac edilen sertifikaları satın
- Genellikle ziraat ve bazı ticaret alan sukuk sahipleri, ilgili malın
işlemlerinde yapıldığı görülen selem mülkiyetinide hisseleri oranında ele
akdinde, ziraatçi üreteceği malın geçirmektedirler.
parasını önceden alarak, mahsulü - Sukuk sahiplerinin buradaki amacı,
daha sonradan alıcıya teslim ilgili malın nihai alıcısına satılması
etmektedir. Söz konusu yöntem mal sırasında oluşan gelirden pay almak
ortada olmadan yapılan bir alışverişe ve sukukun vadesinin bitiminde
dayandığından fıkhi açıdan istisnâi koydukları anaparayı geri alarak
satış işlemleri arasında yer almaktadır. ortaklığı sona erdirmektedir.

İstisnâ akde konu yöntem olan istisnâ İstisnâ yönteminin konu edildiği
akdi, özelliği olan bir malın gelecekte istisnâ sukukta ise, yatırımcılardan
İstisnâ Sukuk üretilmesi amacıyla önceden sipari- sukuk ihrac edilerek temin edilen
şinin verilmesi, ödemenin anlaşmaya fonlar, üreticinin gelecekte üretimini
bağlı olarak sonradan mal teslimi tamamlayıp teslim edeceği ürünün
sırasında toptan yada vadeler halinde satın alınmasında kullanılmaktadır.
kısım kısım ödendiği bir akit türü Sukuk sahiplerinin buradaki amacı
olmaktadır. Bu akit türünde maksat üretilen ürünü satın almak değil,
özelliği olan kişiye özel ürünün ürünün satışından gelir elde etmek
finansmanında nakit sağlamak ve vade sonunda koydukları anaparayı
belirlenen vadeden yararlanmaktır. geri almak olmaktadır.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-58]

242
3.2.6.Benzerlik Arzeden Tekâfül-Faizli Sigorta Yöntemlerinin Karşılaştırması
Tekafül kavramı en kısa haliyle, ”İslami Sigorta” yada ”Faizsiz Sigorta” olarak
adlandırılmakta olup, finans literatüründe ”Tekâfül Sigorta” sistemi olarak da bilinen bu
sigortacılık türü, karşılıklı yardımlaşma anlamına gelmektedir. Bu doğrultuda yardımlaşma
sigortasının anlamı; değişik kesimlerdeki fertlerin birleşerek, içlerinden birinin ileride başına
gelecek felaketten doğan hasarı tazmin etmek üzere, şimdiden önlem almak üzere bir
yardımlaşma fonu oluşturmalarıdır. Geleneksel sigorta anlayışında var olmayan söz konusu
karşılıklı dayanışma ve işbirliği esasının, tekâfül sigorta sisteminde bariz şekilde var olması,
İslami sigorta olarak bilinen tekâfül sigortanın geleneksel sigortaya bir altarnatif oluşturmasına
neden olmuştur.313 Belirli risk gruplarındaki bireyleri bir araya getirerek, zararı en az seviyeye
indirmek veya bireylerin toplumsal yaşantılarını çok fazla etkilemeden bu zararların etkisini
azaltmak amacıyla oluşturulan bu sistemde; kâr endişesi düşünülmeksizin riskin bir diğeri
hesabına üstlenilmesi ve bu yolla müşterek garantinin sağlanması hedeflenmektedir.314
Geleneksel Sigorta Anlayışının, Tekâfül (İslâmi) Sigorta Anlayışıyla Mukayesesi Şu Şekildedir;
1-) Herşeyden önce geleneksel sigorta maksimum derecede kâr amacıyla oluşturulmuş,
kapitalist sistemin bir ürünü olmaktadır. Geleneksel sigortada sigorta şirketinin sahibi
konumunda olan kişi, ticari ortaklıklarda olduğu gibi şirketin kâr payı ortağı olmaktadır. Buna
karşılık tekâfül sigortada; salt kâr etme hırsıyla katılımcıların menfaâti ikinci plana itilmemekte,
kâr ortaklığından ziyade zor durumda olan kişilere yardım ve dolayısıyla toplum refahının
sağlanması hedeflenmekte, bununların sonucunda da yaptığı iş karşılığında yatırım geliri
payından yada yönetim hizmeti karşılığı olarak bir ücret almaktadır. Geleneksel sigortada, prim
ödeyenler şirkete ortak olmamakta bir çeşit kârın paylaşımına ortak olmakta olup; sigortalanan
kişilere ”poliçe sahibi” adı verilmektedir. Tekafül sigortada ise sisteme katılanlara ”katılımcı”
adı verilmekte olup, sigortalanan bu katılımcılar ortak hükmünde olmaktadırlar.
2-) Geleneksel sigortacılık anlayışında; sigorta şirketinin kârını toplanan pirimler ile riskin
gerçekleşemesi halinde sigortalılara ödenen bedeller farkından geriye kalan olumlu fark
oluştururken; kârın dağıtımı yönetim kurulunun alacağı bir karara bağlı olmaktadır. Şayet
yönetim kurulu kârın dağıtımına karar verirse, kârpayı ortaklılıkları ile sigortalılar arasında
çıkar anlaşmazlığı gündeme gelecektir. Buna karşlık tekâfül (İslâmi) sigortada, sigortalayanın
fazlalıktan herhangi bir kazanç sağlaması söz konusu değildir. Kârın ne şekilde dağıtılacağına
yönetim kurulu değil, en başta yapılan tekâfül sözleşmesi belirler. Sözleşmeyle başta herşey
belirlendiğinden, tekafül ortaklarıyla, sigortalılar arasında bir menfaât anlaşmazlığı da oluşmaz.
313 https://www.sigorta.com.tr/tekaful-sigortaciligi-nedir [Erişim Tarihi: 27.09.2016]
314 Karayazgan Ahmet, Tekâfül İslami Sigorta, A.g.e., s.109

243
3-) Geleneksel sigortada pirimlerin yatırılmasına ilişkin kararları sigorta şirketi verir. Tekâfül
sigortada ise pirimlerin ne kadar olacağı, nerede ve nasıl kullanılacağı tekâfül sözleşmesiyle
daha başlangıçta belirlenir. Başlangıçta tüm bu kararları kapsayan tekâfül sözleşmesinin, İslami
kaideleri esas alan hizmetleri kapsaması, yasaklanmış yatırımlardan oluşmaması gerekmektedir.
4-) Geleneksel sigortada sigorta sözleşmesinin iptali halinde ödenen primler ve oluşan kâr
sigorta şirketinde kalır. Oysa tekâfül sigortada riskin oluşması halinde kullanılan fonlardan arta
kalan bedeller katılımcılara iade edilir yada ilgili katılımcılar tarafından havuza hîbe edilir.315
5-) Geleneksel sigortada sigortacı bir anonim şirket iken, tekâfül sigortada üyelerin herbiri
kooperatif çatısı altında birer sigortacı konumundadır. Tekâfül sigortada dayanışma esas
olduğundan bu sigortayı kabul edenler aynı risk grubundaki diğer üyelerin olası risklerini de
üstlenmişlerdir. Örneğin yangın sigortası için biraraya gelmiş bir grup birey, bir kooperatif
kurarak; her üye, üyelerden birinin zarar görmesi halinde zarara katılacağını sözleşmeyle
taahhüt etmektedirler. Böylelikle tekâfül sigortada; üye olan herkes hem sigorta güvencesine
kavuşan birer sigortalı, hemde diğer üyelere güvence sağlayan bir sigortacı konumunda316
olmaktadır. Bu durum tekâfülün ne kadar insani ve kapsayıcı olduğuna bir kanıt olabilmektedir.
6-) Ülkemizde karşılıklı sigortacılığın, kooperatifler aracılığıyla yapılması yönünde ”TTK
Md.1402 ve Resmi Gazete; 2011-24846” gibi zorlayıcı kanunlar bulunmasına rağmen, maâlesef
zamanla geleneksel sigortacılığın işi ticarete dökmesi ve kooperatif mantığından ayrılması
sistemi bu günkü hale getirmiştir. Bu konuda kurulmuş ilk ve tek kooperatif olan ”Sınırlı
Sorumlu Birlik Sigorta Kooperatifi” yıllar önce sigorta maksatlı kurulmasına rağmen bu devam
ettirilememiş, kısa süre sonra geleneksel sigorta şirketlerinin bu çizgisinden ayrılması sistemin
ticarileşmesine sebebiyet vermiştir. Sigorta alanındaki bu ticarileşme karşısında, tekâfül sigorta
şirketleri ise kooperatif mantığını bırakmamış ve faaliyetlerini bu çatı altında birleştirmiştir.317
7-) Geleneksel sigorta şirketlerinde poliçe sahipleri sigorta şirketine ortak olmadıkları için, bu
sigorta şirketlerinin temel faaliyeti; biriken fonları yönetmek, hasar taleplerini incelemek,
gerekli ödemeleri tesbit etmek, kârı mümkün olduğunca artırmak olmaktadır. Buna karşın
tekâfül sigortada üye olan herkes hem sigortalı hem de sigortacı konumunda olduğundan,
geleneksel sigortadaki gibi kâr elde etmeye odaklanmış bir yönetim anlayışı bulunmamaktadır.
8-) Katılımcı profiline bakıldığında; geleneksel sigortada sigortalanan kişilere ”poliçe sahibi”
adı verildiği halde; tekafül sigortada ise sisteme katılanlara ”katılımcı” adı verilmektedir.
Katılımcılar belirli bir katılım ücreti ödeyerek tekâfül fonuna aynı zamanda ortak olmaktadırlar.

315 Obaidullah Mohammed, İslamic Financial Services, A.g.e., s.125-126


316 TTK Md.1402,“Karşıklık Sigorta Faaliyeti Ancak Kooperatif Şirket Şeklinde Yürütülebilir” Resmî Gazete: 2011,24846
317 Dalgın Nihat, İslamın Işığında Sigortacılık, A.g.e., s.214-216

244
9-) Tekâfül sigortada, geleneksel sigortada olmayan bir başka farklılık ise; tekâfül fonunun
negatif bakiye vermesi halinde yani varlıkların borçları karşılayamaması halinde, katılımcıların
sermaye desteğinde bulunarak sermaye artırımına gitmek sorumluluğunda olmaları hususudur.
Ancak pratikte katılımcılardan böyle bir fon talep etme yoluna gidilmemekte, ilgili durumla
karşılaşılması halinde fona katılımcılar tarafından karz-ı hasen esasına dayalı borç verilmesi
şeklinde bir uygulama işletilmektedir. Fondaki açığın bu yolla karşılandığı söz konusu
sistemede, havuzda fon birikmesi halinde ilgili borç katılımcılara burdan geri ödenmektedir.318
10-) Geleneksel sigorta ile tekâfül sigorta sistemi arasındaki diğer bir fark kuruluş sermayesi
olmaktadır. Tekâfül sigorta sisteminin kurulması için teorik olarak belirli bir sermaye gerekli
değildir. Ancak 5684 sayılı sigortacılık yasasına göre tekâfül sigortacılığının yapılabilmesi için
şirketler ya anonim şirket yada kooperatif şeklinde kurulabilecekleri için, dolayısyla minimum
sermaye yasal zorunluluk haline gelmektedir.319 Buna karşılık geleneksel sigorta şirketleri
anonim şirket halinde kurulacakları için, sermeye taahhüdü zaten zorunlu olmakta, ortaklardan
her biri kanunda belirtilen sermaye oranlarını ödeyerek söz konusu şirketi tesis etmektedirler.
11-) Tekâfül sigortacılıkta bulunmayıp, geleneksel sigortacılığın harket noktasını oluşturan ve
çoğunluk İslam alimlerinin fikir birliğine vardığı bazı çelişkili hususlar; aslında geleneksel
sigortanın ne kadar problemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Herşeyden önce geleneksel
sigortalarda ”hasar geçekleşmesi halinde ödeneceği, gerçekleşmezse ödenmeyeceği” yönünde
bir kural bulunması, sistemin aşırı bir belirsizlik yani ”garar” içermesine bir kanıt olmaktadır.
Diğer taraftan geleneksel sigortalarda, ”risk gerçekleşmezse, süre bitiminde tüm gelirin sigorta
şirtketine kalacağı” şeklinde bir kural olması, işlemin kumar yani meysir hükmüne bürümesine;
ilgili pirimlerimlerin ”faiz içeren araçlarda kullanılması” da faiz yönüne birer kanıt olmaktadır.
Sonuç olarak geleneksel sigorta; ”faizli, kumar yönü olan, aşırı belirsiz” bir tablo çizmektedir.
12-) Geleneksel sigortada olmayıp, tekâfül sisteminde olan en belirgin özellik; katılımcılar
arasında ortak risk paylaşım esasının olmasıdır. Tekâfül katılımcıları ortak bir havuza önceden
sözleşmeyle belirlenmiş oranda parasal katkıda bulunmakta, riskin gerçekleşmesi halinde, tüm
üyelerin katılımıyla ödenen paraları içeren havuzdan ihtiyacı oranında yardım almaktadır.
Geleneksel sigortacılıkta, sigorta sözleşmesi imzalayanlar, sigorta şirketine prim ödeyerek
riskin tamamını üstlendikleri halde, tekafül sigortada risk üyeler arasında paylaşılmakta,
havuzdaki bedelin yetersiz kalması halinde ise gönüllü katılımcılardan karzı-ı hasen yoluyla
borçlanmaya gidilerek eksiklik tamamlanmaktadırlar. Havuz yeniden artı bakiyeye geçtiğinde
ise ilgili gönüllü katılımcıdan “karzı- hasen” yoluyla alınan borç, buradan iade edilmektedir.
318 Yanpar Atilla, İslami Finans İlkeler Araçlar Kurumlar, A.g.e., s.256-261-262
319 https://www.sigorta.com.tr/tekaful-sigortaciligi-nedir [Erişim Tarihi: 27.09.2016]

245
TEKÂFÜL SİGORTA VE FAİZLİ SİGORTA YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [1]

Alan Tekafül Sigorta Faizli Sigorta

- Tekafül sigortada, salt kâr elde - Faizli sigorta, maksimum kâr amacı
etmekden ziyade, zor durumda olan ile oluşturulmuş, sigorta şirketi
Amaç Fonksiyonu kişilere yardım ve dolaylı yoldan sahibinin kârpayı ortağı olduğu,
toplum refahının sağlanması hedeflen- pirim ödeyenlerin ortaklıkdan ziyade
mekte; bütün bunlar sonucunda da bir çeşit kârpayı ortağı olduğu,
yönetim hizmet karşılığı olarak yapı- sigortalanan kişilere poliçe sahibi
lan işin karşığı olarak belirli oranda denildiği bir yapı söz konusudur.
gelir sağlanması amaçlanmaktadır. Kısacası faizli sigortada toplum
- Tekâfül sigortada bir herhangi dalda menfati ve bireysel destekden ziyade
sigorta sigorta yaprımak isteyen tek amaç fazla kâr elde etmekdir.
kişiler kanunen hiçbir mecburiyetleri - Gözünü para hırsı bürümüş kapita-
olmamasına rağmen, diğer ortaklarla list zihniyetin bir ürünü olan faizli
birlikte karşılıklı dayanışma ve yar- sigorta şirketlerinde, böyle bir
dımlaşmayı tahhüt ederler. dayanışma sözkonusu değildir.

Tekâfül sigortada, kâr elde etmekden Faizli sigortada kapitalist zihniyetin


ziyade karşılıklı yardımlaşma esasına bir yansıması olarak, daha fazla kâr
Sorumluluk Fonsiyonu dayanan sorumluluk bilinci olduğun- elde etmek duygusu ön planda
dan, katılımda bulunan her üye olduğundan, sigortalanan katılımcıla-
diğerine karşı kendisini sorumlu his- rın zor durumda olması nedeniyle
setmektedir. Yardımlaşma duygusu- onlara yardımcı olma diye bir
nun getirdiği karşılıklı sorumluluk sorumluluk bilinci bulunmamakta
biliciyle üyeler diğer üyelerin riskini olup, tam tersine “hasar gerçekleşti-
paylaşmakta ve sorumluluğunu üstlen ğinde ödemenin olması gerçekleşme-
mektedir. Karşılıklı yardım, dayanış- diğinde olmaması” prensibi katılım-
ma işbirliğinin etkisiyle de aslında cılara büyük kayıplar verdirmekte,
katılımcılar biribirini korumktadır. belirsizlik ve kumar içermektedir.

Tekâfül sigortada, pirimlerin ne kadar Faizli sigortada, sigorta şirketinin


olacağı, nerede ve nasıl kullanılacağı kârını toplanan pirimler ile riskin
Sözleşme Fonksiyonu tekâfül sözleşmesiyle başlangıçta tes- gerçekleşmesi halinde, sigortalılara
bit edilir. Başlangıçta tüm bu kararları ödenen bedeller farkından geri kalan
kapsayan tekâfül sözleşmesinin,İslami olumlu fark oluşturduğundan, kârın
kaideleri kapsaması, yasaklanmış yatı- dağıtımı yönetim kurulunun alacağı
rımları içermemesi gerekir. Tekâfülde karara bağlı olduğundan imzalan
kâr amacıyla biraraya gelmiş şirket sözleşme tekâfülden çok farklıdır.
sahipleri sözkonusu olmadığından Zira faizli sigorta sisteminde, tek
kârın dağıtımı ve sisteme ilişkin yöne- amacı kâr elde etmek olan, şirket
timsel kararlara yönetim kurulu değil, ortaklarının biraraya gelmesinden
tekâfül sözleşmesi yön verecektir. oluşan bir ortaklık sözkonusu olmak-
Böylelikle ileride oluşabilecek muhte- tadır. Yönetim kurulu kâr dağıtımına
mel sorunların önüne baştan hazırla- karar veridiğinde kârpayı ortaklarıyla
nan sözleşme ile geçilmiş olmaktadır. sigortalılar çatışma yaşamaktadır.

246
TEKÂFÜL SİGORTA VE FAİZLİ SİGORTA YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [2]

Alan Tekafül Sigorta Faizli Sigorta

- Ülkemizde karşılıklı sigortacılığın - Ülkemizde karşılıklı sigortacılığın


kooperatifler aracılığıyla yapılması ile kooperatifler aracılığıyla yapılması
Şirketin Nevî Fonsiyonu ilgili olarak, TTK 1402. Madde ‘de konusunda, TTK 1402. Madde ile
zorunlu bir karar olmasına rağmen, getirilmiş zorunlayıcı bir karar
faizli sigortalar ticaret mantığı ile olmasına rağmen, faizli sigortalar
zamanla bu çizgiden ayrılmış, buna daha fazla kâr elde etmeyi içeren
karşılık tekâfül sigorta şirketleri kâr ticaret mantığı ile zamanla bu
amacı gütmeyen kooperatif mantığı çizgiden ayrılarak kooperatifçilikten
ile aynı çizigilerini sürdürmüştür. tamamen uzaklaşmışlardır.
- Tekâfül sigortada üye olan herkes - Sözü geçen amaç çizgisinden
kooperatif mantığıyla hem sigorta kopmanın bir sonucu olarak artık
güvencesine kavuşan bir sigortalı hem faizli bankalar kanunda yer alan
de diğer ortaklara güvence sağlayan kooperatif şeklinde kurulmayı terk
bir sigortacı olmaktadır. Çünkü ederek, ticari amaç giden anomim
kooperatif matığında kârdan ziyade şirket olarak kurulmaya başlamıştır.
dayanışma unsuru esas olmaktadır. Bu nedenle tekâfülden ayrılmaktadır.

Tekâfül sigortada, şirtket kooperatif - Ülkemizdeki 5684 sayılı sigorta


hükmünde olduğu için herhangi bir yasası; önceleri sigorta şirketlerinin
Kuruluş Sermayesi Vasfı sermaye taahhüdü de söz konusu koopperatif şeklinde kurulmasını
olmamaktadır. Ancak 5684 sayılı hükme bağlasa da; sonraları bu
sigortacılık yasası; kooperatiflerde kuralın faizli sigortalar tarafından
yasal sermaye tahhüdü bulunmaması- ihlal edilmesi ve ihtiyaca binanen; bu
na rağmen, konu sigortacılık olduğu şirketlerin AŞ ve Kooperatif olarak
için ve toplum menfaati söz konusu kurulmasına hükmetmiştir.
olduğundan, tekâfül sigorta şirketleri- - Faizli sigortada, şirketin kuruluşu
ninde kanunda belirlen oranda mini- A.Ş. olarak gerçekleştiğinden ve
mum sermaye taahhüdünü yerine zaten anonim şirketlerde kanunda
getirmelerini karara bağlamıştır. Hal belirlenen oranlarda sermaye
böyle olunca tekâfül sigortalarda da taahhüdü mecburi olduğundan her
minimum sermaye zorunlu olmuştur. hangi bir sorun bulunmamaktadır.

- Tekâfül sigortada amacın kâr elde - Faizli sigortada şirket sahiplerinin


etmek olmayıp, karşılıklı dayanışma amacı kâr elde etmek olduğundan
Ortakların Konumları işbirliğini içermesi; sisteme dahil olan katılımcıların ortak olması söz
herkesin hem sigortalı hemde sigorta- konusu olmadığı gibi karşılıklı daya-
cı olmasına sebebiyet vermiştir. nışmanında bir önemi yokdur.
- Tekâfül sigortada sigortalılar aynı - Faizli sigortada, sigortalanan kişiler
zamanda bir girişim faaliyetine ortak sahip oldukları poliçe nedeni ile
olmakta, diğer ortaklarla dayanışma “poliçe sahibi” ünvanı ile anılmakta
ön planda tutulmakta ve ödedikleri olup; sigortalanan kişiler pirim
pirim karşılığı kendilerine “katılımcı” ödemesi yoluyla edindikleri poliçeler
yani şirketin ortağı adı verilmektedir. vasıtası ile sigortalanmaktadır.

247
TEKÂFÜL SİGORTA VE FAİZLİ SİGORTA YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [3]

Alan Tekafül Sigorta Faizli Sigorta

Tekâfül sigortada, herşeyden önce Faizli sigortada; tekâfülün tam tersi


İslam dini rehber alındığından yapılan “faiz-kumar-belirsizlik” hususlarını
Faiz, Kumar, Belirsizlik işlemlerde İslama uydun olmaktadır. bünyesinde fazlasıyla bulundurmak-
Tekâfül sigorta, faizli sigortanın sahip tadır. Faizli sigortada; hasar gerçek-
olduğu “faiz-kumar-belirsizlik” husus leştiğinde ödemenin yapılması, aksi
ları mevcut değildir. Tekâfül sigorta- halde yapılmaması onun aşırı belirsiz
nın tüm bu olumsuz vasıflardan beri (garar) olduğunun, vade sonunda risk
olması, aslında nekadar insan fıtratına oluşmadığında tüm gelirin şirkete
uygun ve özlenen sigorta olduğunun geçmeside onun kumar (meysir)
bir ısbatı ve göstergesi olmaktadır. olduğunun bir göstergesi olmaktadır.

Tekâfül sigortada, ileride doğabilecek Faizli sigortada, amaç kâr elde etmek
risklere karşı yardımlaşma esasına olduğundan katılımcıların zor anları
Ortak Havuz Fonksiyonu göre biraraya gelmiş tarafların oluş- için oluşturulmuş yardımlaşma havu-
turduğu “havuz sistemi” mevcut olup, zunun varlığı söz konusu değildir.
sadaka yada teberru olarak bilinen Faizli sistemde dayanışma diye bir
bağışların birikerek zor durumda olan amaç bulunmamakda olup; ödenen
katılımcılara dağtılması esas alınmak- pirimlerin bir havuzda bekletilmesi
tadır. İlgili havuz sisteminde; ihtiyaç de mümkün değildir. Pirimlerin tama
falası fonlar alınan kararla katılımcı- mı beklenen şayet risk gerçekleşşirse
lara dağıtılabilmektedir. katılımcılara ait olmaktadır.

Tekâfül sigortanın en belirgin özelliği Faizli sigortada, sigorta sözleşmesi


katılımcılar arasında ortak risk payla- imzalayanlar, sigorta şirketine pirim
Risk Paylaşım Fonksiyonu şım esasının olmasıdır. Tekâfülde ödeyerek riskin tamamını tek başla-
katılımcılar ortak bir havıza önceden rına üstlenmektedirler. Faizli sigorta-
sözleşmeyle belirlenmiş oranda öde- da herhangi bir havuz sistemi olma-
mede bulunmakta, risk gerçekleşmesi dığından, riskin diğer katılımcılarla
halinde tüm üyelerin katılımıyla öde- bilikte paylaşılması söz konusu
nen bedelleri içeren havuzdan ihtiyaç olmadığı gibi, sigorta şirketi ancak
oranında ödeme yapılmaktadır. Fonla- risk gerçekleştiğinde sigortalıya
rın yetersiz kalması halinde ise karz-ı ödeme yapılmakta gerçekleşmezse
hasen yoluyla açık kapatılmaktadır. tüm gelirlere kendisi el koymaktadır.

Tekâfül sigorta, kooperatif esasınına Faizli sigortada, sigorta şirketinin


göre kurulmuş kâr amacı gütmeyen kârını; toplanan pirimler ile riskin
Kârın Oluşum Fonksiyonu bir oluşum olduğundan, tekâfül sigor- gerçekleşmesi halinde sigortalılara
ta şirketinin oluşan fazlalıkdan her- ödenen bedeller farkından geriye
hangi bir pay alması söz konusu değil kalan olumlu fark oluştururken, kârın
dir. Tekâfül şirketinin buradaki kazan- dağıtımı yönetim kurulunun alacağı
cı ancak verdiği hizmet karşılı olarak karara bağlı olmaktadır. Oranların
almış olduğu “ücret” olmaktadır. belirsizliği soruna neden olmaktadır.

248
TELAFÜL SİGORTA VE FAİZLİ SİGORTA YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [4]

Alan Tekafül Sigorta Faizli Sigorta

Tekâfül sigortada, fonun negatif baki- Faizli sigortada, böyle bir açığın
ye vermesi yani varlıkların borçları gündeme gelmesi durumunda, tekâ-
Negatif Bakiye Fonksiyonu karşılayamaması halinde; katılımcılar fül benzeri bir havuz olmadığından
sermaye desteğinde bulunarak gidile- faizli sigorta şirketi doğrudan zararı
cek sermaye artışıyla çözülmesi gere- karşılmakla mükellef olmaktadır.
kirken buyönde bir zorlamada bulu- Ancak risk gerçekleştiğinde ödeme
nulmamakta, gönnüllü ortaklardan yapan ilgili kurumlarda, risk olmazsa
bedeli sonradan ödenmek kaydıyla tüm fonlar bünyede kalmakda olup;
“karz-ı hasen” (karşılıksız borç) ver- negatif bakiye durumu çok nadir
meleri talep edilmektedir. durumlarda gerçekleşmektedir.

Tekâfül sigortada, sözleşmenin iptali Faizli sigorta sözleşmesinin iptali


halinde, kullanılan fonlardan arta ka- halinde, sigortalılar tarafından öde-
Sözleşme İptalinin İçeriği lan bedeller kimi zaman katılımcılara nen pirimler ve faaliyetlerden sağla-
iade edildiği gibi, bazen de teberru nılan kârın tamamı sigorta şirketinde
yani bağış niteliğinde olarak havuza kalmaktadır. Normal zamanlarda da,
hîbe edilmektedir. Ödemeler esnasın- sigorta şirketi, ancak risk gerçek-
da sözleşme oranlar tesbit edildiğin- leştiğinde ödeme yapan risk yoksa,
den dağıtımda sorun çıkmamaktadır. herhangi bir ödeme yapmamaktadır.

Tekâfül sigortada varolan diğer faizli Faizli sigortada, tamemen daha fazla
sigortalarda söz konusu olmayan kâr elde etme düşüncesi üzerine
Dayanışma Fonksiyonu dayanışma unsuru, tekâfül sigortanın kurulu ticaret zihniyeti söz konusu
faizli sigortaya altarnatif olmasına olduğundan, toplumda kardeşlik ve
neden olmaktadır. Kâr amacı gütme- yardımlaşmayı güçlendirecek daya-
yen bu kurumların temel amacı nışma duygusu da kurumca çok fazla
karşılıklı dayanışma olmaktadır. önemsenmemektedir.

Tekâfül sigortada, katılım havuzunda Faizli sigortada bütün kârlar ve olu-


bulunan fazla bedel, bazen sigortalılar şan fazlalıkların tamamı sigorta şir-
Kârın Dağıtım Fonksiyonu arasında dağıtılmakla birlikte kimi ketine ait olmaktadır. Tek amacı kâr
zaman hîbe olarak havuzda bırakıl- elde etmek olan ilgili kurum; kimi
maktadır. İlgili fazlalığın dağıtımı zaman kârın dağıtımına karar verdi-
sadece katılımcılar arasında vekâlet- ğinde, oranlar sözleşmeyle tesbit edil
mudârabe usulüyle olmaktadır. mediğinden sorun oluşabilmektedir.

Tekâfül sigortada ve diğer bütün Faizli sigorta şirketleri herhangi bir


İslami Finans yöntemlerinde “Şer-i “Şer-i Denetim Kurulu” söz konusu
Denetim Fonksiyonu Denetim Kurulu”nun denetimi söz olmadığından, sadece mevcut kanuni
konusu olup; aynı zamanda kanunlar düzenlemeler vasıtası ile denetim
yoluyla da denetimler sağlanmaktadır. faaliyetleri gerçekleştirilmektedir.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-59]

249
3.2.7.Benzerlik Arzeden İstiğlâl-Îne Satış Yöntemlerinin Karşılaştırması
Günümüzde halkın faizden korunmak için yagın olarak kullandığı, istiğlâl ve vefa satış
işlemleri, gerçekte rehin yani ipotekten başka birşey olmamaktadır. Çünkü bu işlemlerde alıcı,
mala gerçek anlamda mâlik olmaz ve mal sahibinin izni olmadan o maldan yararlanamaz. Şayet
malda izinsiz yararlanırsa ve mala zarar verirse, ilgili zararı tazmin etmekle yükümlüdür.
İpotekli mal telef olursa, borç hukûken düşer. Bu açılardan rehin yani ipotekli mal hükümleriyle
bu yöntemler arasında hiç bir fark bulunmamaktadır. İlgili akitlerde asıl amaç, alacağı teminat
altına almaktan başka birşey olmamaktadır.320 Örneğin; para ihtiyacı olan bir kişi, sermaye
sahibine gidip ”bana 50 altın ver, karşılığında sana şu dükkanımı borcumu ödeyinceye kadar
geçici olarak satayım. Borç sıfırlanınca dükkanı geri alırım. Bu arada sende dükkanın kira
gelirinden yararlanabilirsin” der. Sermaye sahibinin bu teklifi kabul edip, parayı teklifte
bulunan kişiye vermesiyle ortaya çıkan akit ”bey bi’l-vefa” akdi yapılmış olur. Bu arada
dükkanı teslim alan sermaye sahibi, onu bizzat kullanabileceği gibi kiraya da verebilir. Çünkü
bu akitle iktisâb edilen mal, temelde rehin yani ipotekli mal niteliğinde bürünmüştür.321
Diğer taraftan karşılaştırmaya konu olan diğer başlığımız olan ”Îne Satış”; en yaygın
tanımlamaya göre; ”bir malın belirli bir fiyat karşılığında vadeli olarak satılıp, satışı
gerçekleştirilen fiyattan daha düşük bir fiyatla geri satın alınması”dır. Belirtilen işlem alıcı ve
satıcı olmak üzere iki taraf arasında gerçekleştirileceği gibi, aynı işlem devreye üçüncü bir
kişinin girmesiyle de yapılabilmektedir. Îne satış yönteminin genelde faiz yasağını aşmak ve bu
yolla vadeli kredi temin etmek isteyen kimseler tarafından kullanılmakta olması; yöntemi bir
usulsüzlüğe aracı ederek, satış işlemini normal bir alım-satım olmaktan çıkarmaktadır.322 İslam
hukukunda faiz yasak olduğu için, faize kılıf uydurularak kolay yoldan nakit sağlamak
maksadıyla suistimale yatkın kişiler tarafından kullanılmakta olan söz konusu aldatıcı işlem;
gerek alışverişi doğrudan faizle ilişkili hale getirdiğinden dolayı, gerekse bir çeşit ”faiz hîlesi”
olarak algılanması sebebiyle İslam hukukçularının çoğunlu tarafından red edilmiştir.
Bir kimsenin vadeli olarak sattığı malı, satış bedelinden daha ucuz bir fiyata peşin olarak geri
alması şeklinde gerçekleşen îne satış, kişinin sahibi olduğu maldan ihtiyacaı olan nakdi
sağlaması esasına dayanmaktadır. Daha çok ödünç para alımında başvurulmakta olan îne satış
yöntemi; ödünç verene satış sözleşmesi aracılığıyla belirli bir kâra sağlarken, nakit para ihtiyacı
olan tarafa da nakit sağlamaktadır. Gerçelilik şartları ve özellikleri belirlenemediğinden
üzerinde bir türlü ittifaka varılamayan îne satış; ard niyetli uygulamalara konu olmaktadır.
320 Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, A.g.e., s.655-664-666
321 [Mecelle Madde: 397] Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, İstanbul, 1912, s.664-666
322 http://www.dunyadinleri.com/tr-TR/dunya-dinleri/muslumanlik-ve-ticar-hayat/oku_islam-hukukunda-ine-satisi-

bai-al-inah-ne-yoluyla-satis-helal-mi-haram-mi [Erişim Tarihi: 22.09.2016]

250
İSTİĞLÂL VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [1]

Alan İstiğlâl Satış Îne Satış

- Îstiğlâl satışta, satışa konu mal, nakit - Îne satışta, sözleşmeye konu mallar
ihtiyacını karşılma gayesinde olan iki şekilde değerlendirilir. İlkinde
Satışa Konu Mallar kişinin sahibi olduğu mal olup; söz alış-verişin bankanın kendi
konusu mal, karşı tarafa satılmış gibi mülkiyetinde olan mallar üzerinden
yapılıp bir süre kullanımına sunularak yapılması durumu, İkincisinde ise;
borç sıfırlandıktan sonra tekrardan alış-verişin kredili müşterinin
geri alınmaktadır. mülkiyetinde olan mallar üzerinden
- İstiğlâl satışta, mal önce satılıp sonra yapılma şekli söz konusudur.
aynı sahibine geri dönmektedir ki, - İkisinde de, mal önce satılıp sonra
amaç elbette sahibine acil olarak nakit aynı sahibine geri dönmektedir ki,
sağlamak ve olmaktadır. amaç nakit sağlamak olmaktadır.

- Îstiğlâl satış, daha baştan nakit - Îne satış, aynı şekilde daha baştan
sağlama gayesiyle yapılmış, aldatıcı nakit sağlama gayesiyle yapılmış,
Satışın Geçerliliği bir işlem olduğundan ve taraflar da aldatıcı bir işlem olduğundan ve
bunu açıkça bildiğinden, mala ilişkin taraflar da bunu açıkça bildiğinden,
“gerçelilik-geçersizlik-özellik-nitelik” mala ilişkin “gerçelilik-geçersizlik-
gibi hususların tesbiti yada bunların özellik-nitelik” gibi hususların tesbiti
müşteriye bildirilmemesi herhangi yada bunların müşteriye bildirilme-
birşey ifade etmekmektedir. sinin herhangi bir önemi yokdur.

- Îstiğlâl satışta, bir kişi sermaye sahi- - Îne satışta, sözleşme murâbaha
bine gidip “bana 50 altın ver karşışı- esasına göre tanzim edilmekte ve
Sözleşmenin Mahiyeti lığında sana şu dükkanımı, borcumu yapılan işlemde vadeli alım-satım
ödeyinceye kadar geçici satayım” der. söz konusu olmaktadır.
Sermaye sahibinin bu teklifi kabul - İlgili akitte finans kurumu sahibi
edip, parayı teklifte bulunan kişiye olduğu malın mülkiyetini vadeli satış
vermesi ile “akit “ gerçekleşmiş olur. şeklindeki düzenlediği sözleşmeyle
- İlgili akitle sermaye tedarikinde müşteriye geçirir. Aradından bir satış
bulunan alıcı, iktisab ettiği malı bizzat sözleşmesi yaparak, bu sefer sattığı
kullanabileceği gibi malın sahibine malı müşteriden geri almak suretiyle
sözleşmeyle kiraya verilebilmektedir. aynı müşteriye para kazandırır.

- Îstiğlâl satışta, daha başlangıçtan - Îne satış, daha başlangıçtan nakit


nakit ihtiyacı içerisinde bulunan ihtiyacı içerisinde bulunan müşteriye
Tarafların Özellikleri müşteriye nakit sağlamak maksadıyla nakit sağlamak maksadıyla görünüş-
görünüşte bir satış akdi vasıtasıyla te bir satış akdiyle oluşturulduğu için
oluşturulduğu için ortada alıcı ve ortada alıcı ve satıcı olmak üzere
satıcı olmak üzere toplam iki taraf toplam iki taraf bulunmaktadır. Bu
bulunmaktadır. Bu şahıslardan biri şahıslardan biri acil nakit sağlamak
maldan geçici faydalanmak, diğeri diğeri ise satıştan doğan kârdan
nakit elde etmek amacındadır. faydalanmayı amaçlamaktadır.

251
İSTİĞLÂL VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [2]

Alan İstiğlâl Satış Îne Satış

- Îstiğlâl satışta, elindeki malı karşı - Îne satışta, elindeki malı karşı
tarafa geçici olarak satan mal tarafa geçici olarak satan mal sahibi,
Tarafların Amaçları sahibi,malını karşı tarafa geçici olarak acil nakit ihtiyacını gidermeyi
faydalandırması karşılığında acil nakit ardından yeniden malıa sahip olmayı
ihtiyacını gidermeyi amaçlamaktadır. amaçlamaktadır.
- Diğer yandan sermaye tederikinde - Diğer yandan sermaye tedarikinde
bulunan alıcı; söz konusu malın kulla- bulunan alıcı; satıştan doğan kârdan
faydalanmayı hedeflemekte olup;
nım hakkına geçici olarak sahip olup;
istiğlal ve înede gerçek amaç alacağı
aynı zamanda bu malı başkasına
teminat altına almak olmaktadır.
kiralayarak kira geliri elde etmektedir.

Îstiğlâl satışta, en önemli özelliği Îne satışta, ortada bir alım-satım


sermaye tedarikinde bulunan alıcı olmakla birlikte mal dönüp dolaşıp
Kiralanabilme Fonksiyonu tarafından kiralanabilme özelliğidir. aynı sahine geri gelmekte; bir kişi
istiğlâl satışın diğer adı “geri satma aslında sahibi bulunduğu malı önce
vaadiyle kiralamak” olduğundan, alıcı satıp sonra da tekrar geri alarak
geçici süre mülkiyetinde bulunan aradaki olumlu farkdan gelir elde
malı kullanabileceği gibi aynı zaman- etmektedir. Ancak îne satışda istiğ-
da asıl sahibine kiraya vererek kira lâlde olduğu gibi malın kiralanması
gelirinden istifade edebilmektedir. yönünde bir şerh bulunmamaktadır.

- Îstiğlâl satışta, malı geçici satın alan - Îne satış, daha baştan nakit sağlama
alıcı maldan, sahibinin izni dışında gayesiyle yapılmış, aldatıcı bir işlem
Geçersizlik Şartları istifade edemez. Çünkü burada gerçek olduğundan ve taraflar da bunu
bir mülkiyet sözkonusu değildir. Alıcı açıkça bildiğinden, mala ilişkin
maldan izinsiz yararlanırsa ve mala gerçelilik-geçersizlik-özellik-nitelik
bir zarar gelirse, bu zararı tanzim gibi hususların tesbiti yada bunların
etmekle yükümlüdür. müşteriye bildirilmemesi herhangi
- İpotekli mal telef olursa hukuken birşey ifade etmekmektedir.
borç düşer, bu açıdan rehinli yada - İlgili akitte mülkiyet devir gibi hu-
ipotekli malla hukuken benzerlik söz suslar göstermelik olduğundan
konusu olmaktadır. satışın geçersizliği aşikar olmaktadır.

- Îstiğlâl satışta, malın tek sahibi malı - Îne satışta, ortada bir alım-satım
geri almak şartıyla nakit sağlamak olmakla birlikte mal dönüp dolaşıp
Mülkiyet Kavramı gayesiyle satan satıcı olmaktadır. aynı sahine geri gelmekte; tamamen
- Malın satışının yapıldığı kişi malın nakit tmin amacı güdülmektedir.
geçici sahibidir ve taraflar bundan - Hâl böyle olunca her nekadar mal
haberdardır. Dolayısıyla mülkiyet her alıcı ve satıcıya göstermelik olarak
nedar görünüşte el değiştirmiş görün- geçiyor görünse de, gerçekte malın
sede gerçekte değişmemekte olup; gerçek sahibi her halukarda ilk sahibi
burada malın sadece kullanıcısı oda olmaktadır. Görünüşte gerçekleşen
belirli bir süreliğine değişmektedir. mülkiyet devri nedeniyle îne satış,
gerçek bir satış olmamaktadır.

252
İSTİĞLÂL VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [3]

Alan İstiğlâl Satış Îne Satış

- İstiğlâl satışta her nekadar geçici bir - Îne akdinde mal dönüp dolaşıp aynı
süreyi kapsasada ve mal aynı sahibine sahibine geri dönmekte olduğundan
Teslimat Kavramı kirayaverikmekte, ortada bir kira haliyle satıştaki teslimat ve mülkiyet
sözleşmesi ve belirli süreli fayda- unsurlarının espirisi kalmamaktadır.
lanma hakkı söz konusu olsada tesli- - Olması gereken bir satış işleminde
mat ve mülkiyet tam oluşmamaktadır. “malın tesliminde” herhangi bir
Çünkü bu nedenle alıcı malı sahinin engelin olmaması malın alıcıdan
izni olmakasızın satamamaktadır. satıcıya doğrudan geçmesi gerekir.

Gerek îne gerek istiğlâl gerekse vefâ - Îne akdi, İslam hukukunda faize
satış işlemleri usulsüz ve tamamen aracılık etmesi dolayısıyla tartışmalı
Suistimale Elverişlilik aldatmacaya dayandığı için zaten başlı yöntemler arasında görülmekte olup;
başına suistimal konusu olduğu açıkça adeta faizi meşrulaştırmak için uydu-
anlaşılmaktadır. Yöntemlerin usulsüz- rulmuş bir kılıf hükmünde olmaktadır.
lüğü ve kabul edilmezliği İslami - Daha başlangıçta taşıdığı amacın
Finans otoriteleri tarafından da bizzat çarpıklığından suistimal edildiği
anlaşılan bu yöntem, maâlesef İslam
doğrulanmaktadır.
dininine mal edilmektedir.

İstiğlâl akdinin diğer adı geri satma Îne akdinde tarafların tamamen nakit
vaadiyle kiralama olup; kredili tedarikine yönelik olarak, karşılıklı
Denetim Sınırlılığı müşteri burada malı değil, mal anlaşmak suretiyle alış-verişi bahane
karşılığı oluşacak nakdi ele geçirmek- ettikleri, asıl gayenin kısa vadeli
tedir. Dolayısıyla almış olduğu nakdi nakit gereksinimini sağlamak olduğu
farklı alanlarda da kullanma ihtimali düşünülürse, kredinin geri dönüşü-
bulunan kredili müşterinin, faaliyet müne yönelik yapılacak denetim-
denetimleride sınırlı olmaktadır. lerinde bir anlamı kalmamaktadır.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-60]

3.2.8.Benzerlik Arzeden Vefâ-Îne Satış Yöntemlerinin Karşılaştırması


Vefâ satış; satış bedeli iade edilince, geri alınmak üzere, bir malın geçici olarak
satılmasıdır. Bu satış işleminde satıcının müşteriye hitaben ”bu malı sana, şu fiyata, bedelini
sana geri ödediğimde, senin de malı geri vermen karşılığında satıyorum” deyip; bu teklifi de
müşterinin kabul etmesiyle başlayan, geçici bir alım-satım söz konusu olmaktadır.323 Satış
işlemi geçicidir, çünkü malın geri iadesi olacaktır. Vefâ yolula satım akdi yapıldığında; nakde
ihtiyacı olan bir mal sahibi, aldığı nakdi geri ödediğinde geri almak üzere malını geçici olarak
bir sermayedara satmakta, borcunu sıfırladığında malını tekrar sermayedardan geri almaktadır.

323 Gözübenli Beşir, Bey’Bi’l-Vefâ ve Bey’Bi’l-İstiğlâl, A.g.e., s.110

253
Fıkıh alimlerince, alıcının maldan yararlanabilmesi dikkate alınırsa sahih bir satım
akdi; buna karşın tarafların akdi istedikleri anda feshedebilme yetkilerinin bulunması nedeniyle
de fâsid yani geçersiz bir satım akdi olmaktadır. Diğer yandan söz konusu akit; alıcının vefâ
yoluyla satınaldığı malı başkasına satamaması nedeniyle de ”rehin” hükmünde görülmüş ve
bazı fakihlerce câiz kabul edilmiştir.324 Vefâ satış sonucunda mal sahibi konumunda olan satıcı
bu satış sonrasında ihtiyacı olan parayı faizsiz olarak temin etmiş olmakta, bu sırada borç para
alan alıcı da her nekadar mülkiyet kendine geçmemekle birlikte mal sahibinin izniyle ilgili
maldan faydalanmaktadır. Vefâ satışta sermayedarın geçici olarak satın aldığı maldan
faydalanmasında ”satıcının izni” önemli olmaktadır. Zira vefâen bir bahçe satınalan sermayedar
konumundaki alıcı, malın kullanım hakkı kendinde olduğu süre içinde bu bahçede yetişen
meyvelerden ”izinsiz olarak” yemişse, bu meyvelerin ücretini borç verdiği satıcıya ödemek
zorundadır.325 Çünkü bu satım işleminde alıcı, maldan gelen mahsule ortak olmaz, malın
mülkiyetini ele geçirmiş olmadığından, ilgili maldan ancak satıcının izni dahilinde faydalanmak
ve kullanmak hakkını elde etmiş olmaktadır. Diğer taraftan kullanım süresi içerisinde malda
zarar oluşmuşsa, alıcı bu zararı da tazmin etmek zorundadır.
Vefâ yoluyla yapılan geçici satış işlemi aslında, satıcı tarafından aldığı borç
karşılığında faizden kaçınma, sermayedar konumundaki alıcı tarafından ise borcu teminata
bağlamak ve bu süre içinde maldan istifade etmek şeklinde tarafla bazı imkanlar sunmaktadır.
Bu akitle satıcı ileriki bir vadede satış bedelini geri vermeyi yada önceden kalma borcunu
ödemeyi, alıcıda buna karşılık maldan bir süre istifade edip sonra iade etmeyi taahhüt ettiği için
akit ”ahde vefa” anlamına gelen ”vefa satış” adını almıştır. Vefâ yoluyla satışta, taraflar tek
yanlı irade beyanıyla diledikleri zaman akdi fesh etmek hakkına sahip olmaktadırlar. Bu akit
türünde sermayedar konumundaki alıcı ,akit süresi boyunca ilgili malın mâliki olamaz. Satıcı bu
akde göre istediği zaman, satış bedelini iade edip malını geri isteyebilir. Buna karşın alıcı da,
malı geri verip, parasını talep etme hakkına sahip olmaktadır. Bu nedenle tarafların sözleşmede
belirlenen süreye uymaları mecburiyetleri bulunmamaktadır. İlgili akitte satışa konu olan mal
rehin hükmünde olduğu için, ne satıcı nede alıcı diğerinin izni olmaksızın malı başkasına
satamaz ve bu hak miras yoluyla tarafların mirasçılarına da intikâl eder. Satışa konu mal rehin
hükmünde olduğu için, karşı tarafın izniyle alıcının maldan yararlanması mümkün ve câizdir.
İslam hukukçularının bazıları tarafından vefâ satış; rehin, sahih (geçerli), fasit (geçersiz) kabul
ederken; bazı hukukçular da rehin, sahih (geçerli), fasit (geçersiz) kabul edilen akitlerin
birleşmesinde meydana gelen karma bir akit olarak görülmektedir.
324 Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, A.g.e., s.126-127
325 Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, A.g.e., s.779

254
”Îne Satışta”; vadeli olarak satın alınan mal, malın satın alındığı aynı kişiye satış
bedelinden daha düşük bir fiyatla peşin olarak geri satılmakta olup, aradaki fark satışı yapan
kişiye kâr olarak kalmakta ve böylece nakit ihtiyacını karşılmaktadır. Dikkat edilirse Îne
Satışta, ortada bir alım-satım olmakla birlikte, sonuçta mal yine dönüp dolaşıp malın ilk
sahibine geri gelmekte ve bir kişi malını satıp sonra da geri alarak, aslında aradaki olumlu fark
olan kârdan faydalanmaktadır. Zira normal bir satış akdinde; satıcı aldığı paraya, alıcı da mala
tam anlmıyla mâlik olur ve süre sınırlaması olmaksızın bu mal üzerinde istediği gibi tasarruf
etme hakkını elinde bulundurur. Buna karşın vefâ yada îne satışta; alıcının mülkiyeti geçici
olmakta, satıcının istediği zaman malı geri alma hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle bu akitlerde,
malın mülkiyetinin karşı tarafa nakledilmesi diye bir amaç bulunmamakta; tam tersine bu mal
vasıtasıyla satıcının borç para sağlama, alıcının da borcu garanti altına alıp maldan bir
süreliğine faydalanma amaçları söz konusu olmaktadır. Belirtilen vasıfları nedeniyle îne yani
aldatıcı satış olarak görülen vefâ satış; yapılan akitlerin geneline uymadığı için İslam
alimlerinin çoğunluğu tarafından câiz görülmemiştir. Azınlıkta kalan bir tarafça ilgili akdin câiz
görülme nedeni de, tamamen ihtiyaca binâen örf haline gelmesi olmaktadır. Mukayese
yapılacak olursa; her iki yöntemde de malın sahibi aslında malın gerçek maliki olup, ortada
görünüşte bir satış olmakta ve mal dönüp dolaşıp ilk sahibine geri dönmektedir. Bu nedenlerle
zaten İslam fıkhında ”Îne-İstiğlâl-Vefâ” satış yöntemleri ”Aldatıcı Satış” olarak nitelendirilmiş
ve çoğunluk İslam alimince red edilerek uzak durulması gereken şüpheli ve bünyesinde faiz
bulunduran satışlar arasında sayılmıştır.

VEFÂ VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [1]

Alan Vefâ Satış Îne Satış

- Vefâ satışta, satışa konu mal, nakit - Îne satışta, sözleşmeye konu mallar
ihtiyacını karşıalma gayesinde olan iki şekilde değerlendirilir. İlkinde
Satışa Konu Mallar kişinin sahibi olduğu mal olup; söz alış-verişin bankanın kendi
konusu mal, karşı tarafa satılmış gibi mülkiyetinde olan mallar üzerinden
yapılıp bir süre kullanımına sunularak yapılması durumu, İkincisinde ise;
borç sıfırlandıktan sonra tekrardan alış-verişin kredili müşterinin
geri alınmaktadır. mülkiyetinde olan mallar üzerinden
- Vefa satışta, mal önce satılıp sonra yapılma şekli söz konusudur.
aynı sahibine geri dönmektedir ki, - İkisinde de, mal önce satılıp sonra
amaç elbette sahibine nakit sağlamak aynı sahibine geri dönmektedir ki,
olmaktadır. Buradaki satış geçici amaç nakit sağlamaktır. Buradaki
olmaktadır, çünkü iadesi olacaktır. satış geçicidir ve iadesi olacaktır.

255
VEFÂ VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [2]

Alan Vefâ Satış Îne Satış

- Vefâ satış, geri vermek “Ahde Vefa” - Îne satış, vefâ satış gibidir.
anlamında vefa satış adını almıştır. - Îne satışta, tek taraflı irade beya-
Satışın Vasıfları - Vefâ satışta, tek taraflı irade beya- nıyla taraflar istedikleri sözleşmeyi
nıyla taraflar istedikleri sözleşmeyi sonlandırabilmektedir.
sonlandırabilmektedir. - Bu akitte sermayedar olan alıcı, akit
- Bu akitte sermayedar olan alıcı, akit süresince malın gerçek maliki olmaz.
süresince malın gerçek maliki olmaz. Çünkü sahiplik olmadığından malı
Çünkü sahiplik olmadığından malı satma hakkı bulunmamaktadır.
satma hakkı bulunmamaktadır. -Tarafların sözleşmede belirlenen
-Tarafların sözleşmede belirlenen süreye uyma mecburiyeti yokdur.
süreye uyma mecburiyeti yokdur. Alıcı malı geri verip parasını geri al-
Alıcı malı geri verip parasını geri al- ma hakkı da mevcuttur.
ma hakkı da mevcuttur. - İlgili akitte satışa konu mal rehin
- İlgili akitte satışa konu mal rehin hükmünde olduğundan taraflar diğe-
hükmünde olduğundan taraflar diğe- rinden izinsiz malı başkasına satamaz.
rinden izinsiz malı başkasına satamaz. - İlgili akitten doğan hak, miras yolu
- İlgili akitten doğan hak, miras yolu ile tarafların mirasçılarına geçer.
ile tarafların mirasçılarına geçer. - İlgili akitte ancak satıcının izniyle
- İlgili akitte ancak satıcının izniyle alıcının maldan yararlanma hakkı
alıcının maldan yararlanma hakkı var- vardır. Çünkü mal rehin hükmün-
dır. Çünkü mal rehin hükmündedir. dedir. Şayet bir bahçe rehin
Şayet bir bahçe rehin verilmişse ve verilmişse ve alıcı bu bahçedeki
alıcı bu bahçedeki ağacın meyvesini ağacın meyvesini izinsiz yemişse,
izinsiz yemişse, bunun parasını satıcı- bunun parasını satıcıya aynen geri
ya ödemek zorundadır. ödemek zorundadır.

- Vefâ satış, daha baştan nakit - Îne satış, aynı şekilde daha baştan
sağlama gayesiyle yapılmış, aldatıcı nakit sağlama gayesiyle yapılmış,
Satışın Geçerliliği bir işlem olduğundan ve taraflar da aldatıcı bir işlem olduğundan ve
bunu açıkça bildiğinden, mala ilişkin taraflar da bunu açıkça bildiğinden,
“gerçelilik-geçersizlik-özellik-nitelik” mala ilişkin “gerçelilik-geçersizlik-
gibi hususların tesbiti yada bunların özellik-nitelik” gibi hususların tesbiti
müşteriye bildirilmemesi herhangi yada bunların müşteriye bildirilme-
birşey ifade etmekmektedir. sinin herhangi bir önemi yokdur.

- Vefâ satışta, daha başlangıçtan nakit - Îne satış, daha başlangıçtan nakit
ihtiyacı içerisinde bulunan müşteriye ihtiyacı içerisinde bulunan müşteriye
Tarafların Özellikleri nakit sağlamak maksadıyla görünüşte nakit sağlamak maksadıyla görünüş-
bir satış akdi vasıtasıyla oluşturulduğu te bir satış akdiyle oluşturulduğu için
için ortada alıcı ve satıcı olmak üzere ortada alıcı ve satıcı olmak üzere
toplam iki taraf bulunmaktadır. Bu toplam iki taraf bulunmaktadır. Bu
şahıslardan biri maldan geçici şahıslardan biri acil nakit sağlamak
faydalanmak, diğeri acil olarak nakit diğeri ise satıştan doğan kârdan
elde etmek amacındadır. faydalanmayı amaçlamaktadır.

256
VEFÂ VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [3]

Alan Vefâ Satış Îne Satış

- Vefâ satışta, bir kişi sermaye sahi- - Îne satışta, sözleşme murâbaha
bine gidip “bu malı sana şu fiyata esasına göre tanzim edilmekte ve
Sözleşmenin Mahiyeti bedelini sana geri ödediğimde seninde yapılan işlemde vadeli alım-satım
bana geri vermen karşılığında satıyo- söz konusu olmaktadır.
rum” deyip bunu da müşterinin kabul - İlgili akitte finans kurumu sahibi
etmesi ile vefâ akdi gerçekleşmiş olur. olduğu malın mülkiyetini vadeli satış
- İlgili akdin en önemli özelliği, iade şeklindeki düzenlediği sözleşmeyle
edileceği için geçici olmasıdır. müşteriye geçirir. Aradından bir satış
- İlgili akitle alıcı, iktisab ettiği mal- sözleşmesi yaparak, bu sefer sattığı
dan satıcının izni olmadan istifade malı müşteriden geri almak suretiyle
edmez ve kiraya veremez. Zira kira aynı müşteriye para kazandırır.
istiğlâl satışın konusu olmaktadır.

- Vefâ satışta, elindeki malı karşı - Îne satışta, elindeki malı karşı
tarafa geçici olarak satan mal tarafa geçici olarak satan mal sahibi,
Tarafların Amaçları sahibi,malını karşı tarafa geçici olarak acil nakit ihtiyacını gidermeyi
faydalandırması karşılığında acil nakit ardından yeniden malıa sahip olmayı
ihtiyacını gidermeyi amaçlamaktadır. amaçlamaktadır.
- Diğer yandan sermaye tedarikinde - Diğer yandan sermaye tedarikinde
bulunan alıcı; ancak satıcının izniyle bulunan alıcı; satıştan doğan kârdan
faydalanmayı hedeflemekte olup;
maldan faydalanabilmekte, ancak kira
vefâ ve înede gerçek amaç alacağı
ya verememektedir. Bir bakıma ala-
teminat altına almak olmaktadır.
cak teminat altına alınmış olmaktadır.

Vefa satışta, istiğlâl satışta olduğu Îne satışta, ortada bir alım-satım
gibi “kiralama” fonksiyonu bulunma- olmakla birlikte mal dönüp dolaşıp
Kiralanabilme Fonksiyonu maktadır. Zira geçici alınan malın kira aynı sahine geri gelmekte; bir kişi
lanabilmesi istiğlâl satışa özgü bir ku- aslında sahibi bulunduğu malı önce
ral olmaktadır. Geçici tedariki sağla- satıp sonra da tekrar geri alarak
nan malın kullanım hakkı da ancak aradaki olumlu farkdan gelir elde
satıcının iznine bağlıdır. İzinsiz etmektedir. Ancak îne satışda istiğ-
kullanımdan doğan zararların karşı- lâlde olduğu gibi malın kiralanması
lanması ise alıcıya ait sorumluluktur. vasfı bulunmamaktadır.

-Vefâ satışta, malı geçici satın alan - Îne satış, daha baştan nakit sağlama
alıcı maldan, sahibinin izni dışında gayesiyle yapılmış, aldatıcı bir işlem
Geçersizlik Şartları istifade edemez. Çünkü burada gerçek olduğundan ve taraflar da bunu
bir mülkiyet sözkonusu değildir. Alıcı açıkça bildiğinden, mala ilişkin
izinsiz kullanımdan oluşan zararları gerçelilik-geçersizlik-özellik-nitelik
tazmin etmekle yükümlüdür. gibi hususlar ve bunların bildirimi
- İpotekli mal telef olursa hukuken birşey ifade etmekmektedir.
borç düşer, bu açıdan rehinli yada - İlgili akitte mülkiyet devir gibi hu-
ipotekli malla hukuken benzerlik söz suslar göstermelik olduğundan
konusu olmaktadır. satışın geçersizliği aşikar olmaktadır.

257
VEFÂ VE ÎNE SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [4]

Alan Vefâ Satış Îne Satış

- Vefâ satışta her nekadar geçici bir - Îne akdinde mal dönüp dolaşıp aynı
süreyi kapsasa da mal dönüp dolaşıp sahibine geri dönmekte olduğundan
Teslimat Kavramı aynı sahibine geri döneceği için geçici haliyle satıştaki teslimat ve mülkiyet
bir teslimat söz konusu olmaktadır. unsurlarının espirisi kalmamaktadır.
- İlgili satışta satıcının izni şatıyla - Olması gereken bir satış işleminde
faydalanma hakkı söz konusu oldu- “malın tesliminde” herhangi bir
ğundan geçicide olsa teslimat unsuru engelin olmaması malın alıcıdan
yerine getirilmektedir. satıcıya doğrudan geçmesi gerekir.

- Vefâ satışta, malın tek sahibi malı - Îne satışta, ortada bir alım-satım
geri almak şartıyla nakit sağlamak olmakla birlikte mal dönüp dolaşıp
Mülkiyet Kavramı gayesiyle satan satıcı olmaktadır. aynı sahine geri gelmekte; tamamen
- Malın satışının yapıldığı kişi malın nakit tmin amacı güdülmektedir.
geçici sahibidir ve taraflar bundan - Hâl böyle olunca her nekadar mal
haberdardır. Dolayısıyla mülkiyet her alıcı ve satıcıya göstermelik olarak
nedar görünüşte el değiştirmiş görün- geçiyor görünse de, gerçekte malın
sede gerçekte değişmemekte olup; gerçek sahibi her halukarda ilk sahibi
burada malın sadece kullanıcısı belirli olmaktadır. Görünüşte gerçekleşen
bir süreliğine değişmektedir. mülkiyet devri nedeniyle îne satış,
gerçek bir satış olmamaktadır.

- Gerek îne gerek istiğlâl gerekse vefâ - Îne akdi, İslam hukukunda faize
satış işlemleri usulsüz ve tamamen aracılık etmesi dolayısıyla tartışmalı
Suistimale Elverişlilik aldatmacaya dayandığı için zaten başlı yöntemler arasında görülmekte olup;
başına suistimal konusu olduğu açıkça adeta faizi meşrulaştırmak için uydu-
anlaşılmaktadır. Yöntemlerin usulsüz- rulmuş bir kılıf hükmünde olmaktadır.
lüğü ve kabul edilmezliği İslami - Daha başlangıçta taşıdığı amacın
Finans otoriteleri tarafından da bizzat çarpıklığından suistimal edildiği
anlaşılan bu yöntem, maâlesef İslam
doğrulanmaktadır.
dininine mal edilmektedir.
- İslam fıkhında aldatıcı satış olarak
- İslam fıkhında aldatıcı satış olarak
geçen ilgili finansman işlemlerine
geçen ilgili finansman işlemlerine
akdi yapanlar her nekadar satış işlemi
bazıları, satış işlemi deselerde,
deselerde, bu örf adet haline gelen
aslında bu tamamen yöntemlerin örf
teâmüllerden kaynaklanmaktadır. ve adet haline gelmesindendir.

Vefâ akdinin diğer adı geri satma Îne akdinde tarafların tamamen nakit
vaadiyle kiralama olup; kredili tedarikine yönelik olarak, karşılıklı
Denetim Sınırlılığı müşteri burada malı değil, mal anlaşmak suretiyle alış-verişi bahane
karşılığı oluşacak nakdi ele geçirmek- ettikleri, asıl gayenin kısa vadeli
tedir. Dolayısıyla almış olduğu nakdi nakit gereksinimini sağlamak olduğu
farklı alanlarda da kullanma ihtimali düşünülürse, kredinin geri dönüşü-
bulunan kredili müşterinin, faaliyet müne yönelik yapılacak denetim-
denetimleride sınırlı olmaktadır. lerinde bir anlamı kalmamaktadır.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-61]

258
3.2.9.Benzerlik Arzeden Joala (Cuala)-İstisna Yöntemlerinin Karşılaştırması
Joala, bir çeşit hizmet akdi olup, uygulamada ”istisnâ akdi”nin hükümlerine tâbi
olmaktadır. Ancak istisnâ akdinde, satıcı fiziki bir malı temin ederken, joalada satıcı fiziki mal
yerine bir hizmeti sunmaktadır. İstisnâ akdinde, mal yerine hizmet konulduğunda, joalanın
şartları yerine gelmiş olacaktır. Çünkü joalanın işleyişi tıpkı istisnâ akdinin işleyişine
benzemektedir. Joala yönetiminin işleyişinde, satıcı gelecekte sunacağı bir hizmetin fiyatını
şimdiden belirlemektedir. Uygulamada, gerçekleştirilen bir işlemin istisnâ mı yoksa joala mı
olduğunu kestirmek çok güç olduğundan, çoğu zaman bu iki akit birbirine karıştırılmaktadır.326
Özel bir hizmet karşılığı belirli bir işin tamamlanması karşığı olarak hizmet sağlayana
ödenen ücret ödemesi anlamına gelen joala (cuala-jualah); İslami bankacılık, danışmanlık,
muhafaza, aracılık hizmetleri gibi faaliyetlerde bankaların talep ettiği komisyon ücretlerini
kapsamaktadır.327 Genel çerçevesi çizilmeye çalışan joalada; mal yerine hizmet unsurunu
koyduğumuzda, aslında “joala akdi”nin vasıfları ve özellikleri anlatılmış olacaktır. Joala akdine
örnek vermek gerekirse, bir iş yerinde çalışarak hizmet veren bir işçi yada aynı iş yerinde
hukûkî işleri takip etmesi için alınmış bir avukatın gördüğü iş karşılığında maaşının önceden
peşin olarak ödenmesi joala olarak düşünülebilmektedir. Çünkü bu işçi yada memurlarla kurum
olarak, sonuçta bir hizmet sözleşmesi imzalanmaktadır ve bu işçi yada memurlar henüz
sunmadıkları hizmetin parasını bugünden peşin şekilde alarak, belirlenenen süre içerisinde
çalışacaklarını bir nevî çalıştıkları işyerine vaad etmektedirler.
Karşılaştırmanın diğer kanadını oluşturan ve joalaya çok benzeyen istisnâ akdinde ise
hatırlanacağı üzere, belirli bir malın ileriki bir vadede teslim edilmek üzere bugünden anlaşılan
fiyat üzerinden, satışının tamamlanması öngörülmekte olup; sözleşme konusu malın inşa yada
imal edilmeye dayalı olması, ödememin avans gibi önceden yapılma şartının olmaması,
ödemenin daha esnek bir yapıda gerçekleşmesi kademeli ödeme kolaylığını içermesi gibi bir
takım özellikleri bulunmaktadır. Peşin yada vadeli ödeme karşılığında, bir malın üretilip temin
edilerek teslim edilmesini konu olan istisnâ akdinde satıcı olan taraf; masrafları kendinden
olmak üzere, nitelikleri ve fiyatı belirlenmiş bir malın imalatını yada inşâsını üstlenerek,
önceden siparişi verilmiş malın üretimini tamamlayıp alıcıya teslim eder. Günlük hayatta
karşılaştığımız; bir marangoza ölçüler vererek bir mutfak dolabı sipariş etmek, bir terziye belirli
ölçüler verip bir takım elbise siparişi vermek hep ”istisnâ satışı” kapsamında gerçekleşen
faaliyetler olmaktadır. Bu tür satışlarda bedelin önceden avans mukabili verilemesi şart
olmayıp, iki tarafın anlaşmasına bağlı olarak ödemeler daha esnek yapıda seyretmektedir.
326 Khan Fahim, Islâmic Futures Markets As Means For Mobilizing Resources For Development, A.g.e.
327 Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, A.g.e., s.87

259
Üretim tamamlandığında üretilen mamulü gören müşteri, şayet sipariş ettiği vasıflara
uygun bir mal üretilmediğini görürse, alış-verişten cayma hakkına sahip olmaktadır. Diğer
taraftan ilgili müşteri ancak sipariş harici istediği vasıflara uymayan tarzda üretilen mallarda
cayma hakkını elinde bulundurup, şayet mal siparişe uygun üretilmişse söz konusu malı almak
zorundadır. Basit bir matıkla düşünüldüğünde, aslında hizmet erbâbının, alıcıya önceden
siparişi verilmiş belirli bir hizmeti belirli bir kâr oranıyla ifâ ederek, vadeli yada peşin olarak
satması “joala” anlamına gelmekte olup, bunu mevcut bilgi birikimi ve sermayesiyle
gerçekleştiremeyecek durumda olan kredili müşterisinin, bankadan yardım alma yoluna
gitmesiyle basit olan işlem biraz daha kapsamlı hale gelmektedir. Burada kredi müşterisi yada
özelliği olan hizmete sahip olma arzusunda olan tarafın maksadı; parası çıkışmadığı için vade
yoluyla taksit avantajı kazanmak yada finans kurumunun tecrübesinden faydalanmak
olmaktadır. İlgili hizmetle ilgili olarak kredili müşteri; anlaşılan süre içerisinde taksitler halinde
ödeme yapacağı gibi, hizmetin sonunda tek seferde toplu olarak da ödeme yapabilmektedir.
Sonuç olarak; müşterisinden alınan para ile, hizmet erbâbına ödenecek para arasındaki fark,
İslami Finans kurumunun kârını oluşturacaktır. Yalnız şurası unutulmamalıdır ki; istisnâ
işlemiyle joala işlemi birbirine çok benzediğinden uygulamada çok sık karıştırılmaktadır.
Buradaki farkı anlamanın en önemli yolu, çıktıya bakmak olacaktır. İstisnâda çıktı olarak bir
mal söz konusu olduğu halde, joalada çıktı olarak bir hizmet söz konusu olmaktadır.

JOALA VE İSTİSNA SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [1]

Alan Joala Satış İstisnâ Satış

- Joala akdi, bir tür hizmet akdi olup, - İstisnâ akdi hereşyden önce ortada
uygulamada istisnâ akdinin hükümle- olmayan ancak belirli bir üretim
Satışa Konu Mallar rine dahil olmaktadır. Ancak istisnâ süreci sonundan üretilecek olan
akdinde satıcı fiziki bir malı teslim somut bir mala dayanmaktadır.
ederken, joala akdinde bu malın yerini - Özelliği olan mallar için ve kişiye
hizmet almaktadır. özel üretimin söz konusu olduğu bir
- İstisnâ akdinin yerine hizmeti koy- sözleşme olan istisnâ akdine, inşa
duğumuzda aslında joalanın şartları yada imalata dayalı mallar dahil
yerine gelmiş olacaktır. olurken; sebze, meyve gibi zirai
- Satıcı gelecekte sunacağı hizmetin ürünler ve hayvanlar sözleşmeye
fiyatını şimdiden belirlemektedir. dahil olamamaktadır.
- Uygulamada çok fazla karıştırılan bu - Kişiye özel özellikli ve seçkin
akitlerde; çıkdının mal mı yoksa hiz- müşterilerden gelen siparişle kurum-
met mi olduğuna bakılması karar ca alanında uzmanlaşmış esnaf ve
verilemesi açısından kâfi olacaktır. sanatkârlara yönlendirilmektedir.

260
JOALA VE İSTİSNA SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [2]

Alan Joala Satış İstisnâ Satış

Joala akdi, sanatkârla ısmarlayan İstisnâ akdi, sanatkârla ısmarlayan


arasında tesis edilen, belirli bir ücret arasında tesis edilen, belirli bir ücret
Yöntemin Amacı karşılığında nitelikleri önceden karşılığında nitelikleri önceden
belirlenmiş bir hizmetin sunulmasını belirlenmiş bir ürünün üretilmesini
konu edinmekte olup; aslında amaç konu edinmekte olup; aslında amaç
özelliği olan hizmeti finans kurumu özelliği olan ürünü finans kurumu
vasıtasıyla satın almak, sonradan vasıtasıyla satın almak, sonradan
kuruma vadeli şekilde ödeyerek nakit kuruma vadeli şekilde ödeyerek nakit
gereksinimini gidermek olmaktadır. gereksinimini gidermek olmaktadır.

Joala akdinde taahüt edilen hizmetin İstisna akdinde imal yada inşaya
sunulması için avans mukabilinde dayalı ürünün üretimi için avans
Ön Ödeme Mecburiyeti herhangi bir ön ödeme mecburiyeti mukabilinde herhangi bir ön ödeme
bulunmamakta olup, anlaşmaya bağlı mecburiyeti bulunmamakta olup,
olarak istenirse ödeme teslimat anlaşmaya bağlı olarak istenirse
esanasında da toplu bir şekilde ödeme teslimat esanasında toplu
yapılabilmektedir. olarak da yapılabilmektedir.

- Joala satışta, hizmet faaliyetini - İstisnâ satışta, satıcı taraf yani imal
üstelenen yani satıcı taraf; masrafları ve inşa faaliyetini üstelenen taraf;
Satışa Konu Mallar kendinden olmak üzere daha önce masrafları kendinden olmak üzere
siparişi verilmiş hizmetin sunumunu daha önce siparişi verilmiş ürünün
yüklenerek, sorunsuz şekilde yürütül- imalatını yüklenerek, sorunsuz
mesini üstlenmektedir. şekilde teslimatını üstlenmektedir.

Joala akdinde ortada bir hizmet İstisnâ akdinde ortada bir mal
olmasada sözleşme esnasında hizme- olmasa da sözleşme esnasında malın
Sabit Fiyat Avantajı tin fiyatı belirlenerek kayıt altına fiyatı belirlenerek kayıt altına
alınmakta olup; ilerde oluşacak fiyat alınmakta olup; ilerde oluşacak fiyat
artışları bu fiyatı etkilememektedir. artışları bu fiyatı etkilememektedir.

Joala akdi siparişe dayalı bir hizmet İstisnâ akdi siparişe dayalı bir üretim
olduğundan, müşteri hizmetin sunumu olduğundan, müşteri malın teslimatı
Muhayyerlik Vasfı sırasında ancak belirlenen hususlara sırasında ancak belirlenen hususlara
aykırı bir şekilde îfa söz konusu aykırı bir şekilde üretim söz konusu
olduğunda ilgili alış-verişten cayma olduğunda ilgili alış-verişten cayma
hakkına sahip olmaktadır. Kayıt altına hakkına sahip olmaktadır. Kayıt altına
alınan sipariş hususlarına uygun alınan sipariş hususlarına uygun
sunum olduğunda, müşterinin cayma üretim olduğunda, müşterinin cayma
hakkı bulunmamaktadır. hakkı bulunmamaktadır.

261
JOALA VE İSTİSNA SATIŞ YÖNTEMLERİN MUKAYESESİ = [3]

Alan Joala Satış İstisnâ Satış

Joala akdi sahip olduğu “kişiye İstisnâ akdi sahip olduğu “kişiye
özellik” vasfı dolayısıyla daha çok özellik” vasfı dolayısıyla daha çok
Teslimat Şartları alıcı ve satıcı arasındaki mutabakat üretici ve satıcı arasındaki mutabakat
neticesinde şartların belirlendiği bir neticesinde şartların belirlendiği bir
akit olup; hizmetin “nerede, nasıl, akit olup; malın “nerede, nasıl, kime”
kime” îfa edileceğinin ilgili akitte teslim edileceğinin bu nedenle akitte
yeralmasına gerek olmamaktadır. yeralmasına gerek olmamaktadır.

Joala akdinde siparişi verilen hizmetin İstisnâ akdinde siparişi verilen malın
istenilen vasıflarda ve zamanında istenilen vasıflarda ve zamanında
Beklentilere Uygunsuzluk üretilmemesi durumu, üretici ve alıcı üretilmemesi durumu, üretici ve alıcı
tarafı karşı karşıya getirebilmektedir. tarafı karşı karşıya getirebilmektedir.
Bu nedenle sürekli denetlenmelidir. Bu nedenle sürekli denetlenmelidir

Joala akdi üretici tarafla anlaşmaya İstisnâ akdi üretici tarafla anlaşmaya
bağlı bir akit olduğundan, ancak bağlı bir akit olduğundan, ancak
Akdi Sonlandırma “hizmete başlanılmaması” şartıyla “üretime başlanılmaması” şartıyla
“tek taraflı” olarak sonlandırılmaya “tek taraflı” olarak sonlandırılmaya
müsait bir akit olmaktadır. Hizmete müsait bir akit olmaktadır. Üretime
başlanıldıktan sonra joala akdinden başlanıldıktan sonra istisnâ akdinden
geri dönüş olmayıp, seleme nazaran geri dönüş olmayıp, selem nazaran
daha esnek yapı arzetmektedir. daha esnek yapı arzetmektedir.

Vefâ akdinin konusu bir hizmeti İstisnâ akdinin konusu imal ve inşayı
ilgilendirse de, yinde sözleşmeye ilgilendirse de, yinde sözleşmeye
Fazlalık Ribası konu olacak hizmetin “nitelik ve konu olacak malların “nitelik ve
nicelikleri”nin açıkça belirtilmesi, net nicelikleri”nin açıkça belirtilmesi,
olarak görülmesi gerekmektedir. net olarak görülmesi gerekmektedir.

Kaynak: Tablo Tarafımca Hazırlanmıştır. [Tablo-62]

Yukarıda ”Yöntemlerin Kendi İçinde Karşılaştırması” konusu tarafımca hazırlanan


karşılaştırmalı tablolar halinde anlatılmış olup; görüldüğü üzere birbirine benzer altarnatif pek
çok yöntem bulunmaktadır. Şüphesiz yöntemlerin daha iyi anlaşılması ve birbirleri arasındaki
farkların tesbiti ve tahlili için karşılaştıma konusu oldukça önem arzetmektedir. Çalışmanın
bundan sonraki son bölümünde ise; İslami Finansın genel olarak değerlendirilmesi ve tahlili
yapılacak olup; daha sonra çalışmaya son verilecektir. Bu değerlendirme genel başlıkları
içermekte olup; çalışma genelinde öne çıkan hususlar dikkate alınarak analatılacaktır.

262
SONUÇ:
Her geçen gün sayıları hızlı artan ve geleneksel bankalara birer altarnatif oluşturan
katılım bankaları diğer adıyla İslami Finans kurumları, paradan para kazanmak esasına değil,
doğrudan üretim ve ticaret gibi somut faydası olan unsurlardan beslenmektedir. Hal böyle
olunca, üretime doğrudan etkisi nedeniyle ekonomik ve mali kesimlerde oluşturduğu canlılık ve
kaynak akışı sonucu ülkede; istihdamı artıran, işsizliği azaltan, kâr artışı sonucu devletin
topladığı vergi gelirleri yükseltilmesine aracılık eden, ekonomik canlanma ve üretim artışı
sonucu enflasyon düşüren, faiz aşağılara çekerek, kur farkını dengeleyen İslami Finans
kurumları gün geçtikçe sektörde artan oranda ilgi görmektedir. Ekonomiye getirdiği söz konusu
istikrar nedeniyle geleneksel bankalarla rekabet edebilir seviyeye gelen İslami Finans
kurumları; günden güne mevcut gücünü daha da artırarak, altarnatif finansman yöntemleri
şeklinde piyasada tamamlayıcı bir rol üstlenmektedir.
Bilindiği gibi İslami Finans kurumlarında ticareti gerçekleştirilen nesne “mal”dır. Bu
nedenle bu kurumların; mal ve hizmet üretimine vasıta olması, çalışmalarını emek üzerine
yapılandırıp üretim ve işgücüne destek sağlaması gibi hususlar ekonomiyi canlandırmakta bu
durum da dolaylı yoldan ülkeyi kalkındırmaktadır. Faiz gibi hayali bir getiri yerine birebir
somut üretim ve kaynak akışını baz alan İslami Finans kurumları, üretime olan destekleri
yoluyla enflasyonun düşmesine katkı sağlamakta, yeni istihdam alanları oluşturarak
ekonominin kalkınmasına katkıda bulunmaktadır. Diğer yandan İslami Finans kurumlarının
topladığı fonlar; yasal olarak ayrılması gereken karşılıklar haricinde tamamen reel ekonomiye
aktarıldığından ve proje bazlı yatırımcılar uzun vadeli kredilendirilmekte; dolayısıyla mal alımı,
üretim, emek ve yatırıma dayalı ilgili krediler yoluyla da, rant ekonomisinin önüne geçilerek,
ülke refahına yönelik olarak kaynaklar etkin ve verimli kullanılmaktadır. Sağladıkları istihdam
artışıyla önemli sorun olan işsizliği azalttığı görülen katılım bankaları; dağıttıkları üretim ve
yatırım kredilerinin tamamına yakınının reel ekonomiye aktarmaları nedeniyle de piyasayı
canlandırarak adeta ekonomiye yön vermektedirler. Hal böyle olunca sektördeki inanılmaz
yükseliş trendine bakıldığında, pek çok alanda geleneksel bankalarla boy ölçüşecek bir hale
geldiği izlenilen katılım bankaları; son yıllarda “banka hüviyetine kavuşturulma” gibi bazı
hukuki düzenlemelerin de etkisi ile her geçen gün sektördeki “tamamlayıcılık ve altarnatiflilik”
vasfını daha da ötelere taşımaktadır. Ancak elbette bu düzenlemeler arzu edilen boyutlara henüz
taşınamamıştır. Örneğin; kullanılan yöntemlerin henüz yeni olmasının da etkisiyle yöntem
bazında halen hukuksal boşlukların olması, bu yöntemleri destekleyici dini fetvalarda da bazı
çelişkilerin bulunması; maâlesef bu günkü mevcut durumu yansıtan bir realite olmaktadır.

263
KAYNAKÇA:

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Kitap ve Ansiklopediler:

─ Abdullah Saeed, Islamic Banking and Interest- A Study Of The Prohibition Of Riba And
Its Contemporary. Interpretation, Leiden, E.J.Brill, 1996.
─ Ahmet Tok, Sukuk-u İcâre Örneği Çerçevesinde Katılım Bankaları, Active Finans
Dergisi, Sayı:55, 2008.
─ Akdemir M.Sadık, Osmanlı Burdur Vakıfları Arşiv Belgeleri, Süleyman Demirel Üniv.
Yayınları, Isparta, 2007.
─ Akgüç Öztin, 100 Soruda Türkiye’de Bankacılık, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1989.
─ Akın Cihangir, Faizsiz Bankacılık ve Kalkınma, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1986.
─ Arabacı Nihat, Katılım Bankalarının Türkiye’de Yeri, İşleyişi ve Performans Analizi,
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitütüsü, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir,
2007.
─ Asutay Hasip, Alım-Satım ve Faiz (7.Baskı), Hecegân Yayınları (Kitap Yurdu), İstanbul,
2011.
─ Ayub Mohammed, Understanding İslamic Finance, John Wiley and Sons Pub, England,
2007.
─ Battal Ahmet, Bankalar Kanunu Şerhi, Gazi Kitap Evi, Ankara, 2004.
─ Bayındır Abdülazîz, Bey’Bi’l-Vefa, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 6.Cilt, Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara, 1996.
─ Bayındır Abdülaziz, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007.
─ Bayındır Servet, Fıkhî ve İktisaî Açıdan İslamî Finans, Süleymaniye Vakfı Yayınları,
İstanbul, 2015.
─ Bayındır Servet, İslam Hukuku Penceresinden Faizsiz Bankacılık, Rağbet Yayınları,
İstanbul, 2005.
─ Bayındır Servet, Ö.F.K’nın İslam Hukuku Yönünden Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul, 1995.
─ Bilmen Ömer Nasûhî, Hukûk-ı İslîmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye, Cilt:VI, Benli Kitapevi,
İstanbul, 1986.
─ Boz Fatih, Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Katılım Bankacılığı Bilimsel Araştırma
Ödülleri, Tkbb Yayınları, 2008, Cilt 2.
─ Bulut Halil İbrahim, Er Bünyamin, Mudârabe ve Risk Sermayesi Tekniği, Tkbb Yayınları,
İstanbul, 2009.

264
─ Büyükdeniz Adnan, Türkiye’de Faiz Politikaları, İstanbul Bilim ve Sanat Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1991.
─ Çalık Abdurrahman, Tekâfül Sigorta Sistemi ve Katılım Bankalarına Uygulanabilirliği,
Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniv, Van, 2011.
─ Dalgın Nihat, İslamın Işığında Sigortacılık, Samsun, İlahiyat Fakült. Araşt. Derneği, 2002.
─ Darçın Ahmet Cüneyt, ÖFK’nın Katılım Bankalarına Dönüşümü, Yüksek Lisans Tezi,Atılım
Üniv, Ankara, 2007.
─ Develioğlu Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları,
Ankara, 1993.
─ Diyanet İşleri Başkanlığı İlmihali, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1.Cilt.
─ Diyanet İşleri Başkanlığı İlmihali, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2.Cilt.
─ Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 23.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 2000.
─ Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 24.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 2000.
─ Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 31.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 2002.
─ Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 38.Cilt, Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 2000.
─ Döndüren Hamdi, Çağdaş Akademik Problemlere İslami Yaklaşımlar, Çelik Yayınevi,
İstanbul, 1993.
─ El Belvârî, Şaban Muhammed İslâm, Borsatü’l Evrakı’l Maliyye Min Manzûrin
İslâmiyyin, Dımaşk, 2002.
─ Eşiyok Zeynel, Katılım Bankalarının Kullandırdıkları Krediler ve Karşılaştıkları
Riskler, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2008.
─ Eskici Mustafa Mürsel, Türkiye’de Katılım Bankacılığı Uygulaması ve Müşteri
Özellikleri, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Yüksek Lisans
Tezi, Isparta, 2007.
─ Günal Vural, Özel Finans Kurumları, TKBB Yayınları, Ankara, 1985.
─ Gürdoğan Nazif, ÖFK’ların Fonksiyonları ve Mekanizmaları, Marmara Üniv.Ortadoğu
Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 1988.
─ Hammâd Nezih, İktisadi Fıkıh Terimleri, Çeviri; Recep Ulusoy, İz Yayıncılık, İstanbul,
1996.
─ Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, İstanbul, 1912.
─ Karapınar Aydın, Özel Finans Kurumları ve Muhasebe Uygulamaları, Gazi Kitapevi,
Ankara, 2003.

265
─ Kerimoğlu Yusuf, Emanet ve Ehliyet, Cilt:II, Benli Kitapevi, İstanbul, 1985.
─ Khan Fahim, Islâmic Futures Markets As Means For Mobilizing Resources For
Development, Isamic Researce And Isamic Researce And Training Institute Seminar
Proceedings, No:39, Islamic Development Bank, Jeddah.

─ Kurt İsmail, Para Vakıfları, İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, Ensar Neşriyat,
Toplantı:23, İstanbul, 1996.
─ Obaidullah Mohammed, İslamic Financial Services, King Abdul Aziz University, Jeddah,
2005.
─ Okumuş H. Şaduman, İnterest Free Banking in Turkey A Study Customer Satisfaction
Anda Selection Criteria, Jurnal Of Economic Cooperation, İstanbul, 2005.
─ Önal Recep, Türkiye’de Özel Finans Kurumları ve Uygulaması, Albaraka Türk Yayınları,
İstanbul, 2000.
─ Özcan Tahsin, Osmanlı Para Vakıfları Üsküdar Örneği, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Sayı:199, Ankara, 2003.
─ Özgür Ersan, Katılım Bankalarının Finansal Etkinliği ve Rekabet Edebilirliği,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kocatepe Üniv., Afyonkarahisar, 2007.
─ Özsoy İsmail, Türkiye’de ÖFK’lar ve İslam Bankacılığı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1987.
─ Özsoy Şerafettin, Katılım Bankacılığına Giriş, Kuveyt Türk Yayınları, İstanbul, 2012.
─ Parasız İlker, Para Banka ve Finansal Piyasalar, Banksis Yayınları, Bursa, 1994.
─ Şekerci Osman, İslam Şirketler Hukuku, Marifet Yayınları, İstanbul, 1981.
─ Şirbînî Şemsüddîn B. Ahmed, Muğni’i-Muhtâc İlâ Ma’rifati Meâni’l Minhâc, Darul
Mârife, Beyrut, s.II-54, 1998.
─ Tabakoğlu Ahmet, Yenileşme Dönemi Osmanlı Ekonomisi, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 2002.
─ Takan Mehmet, Bankacılık Teori Uygulama ve Yönetimi, Nobel Kitab Evi, İstanbul, 2001.
─ Tosun Mustafa, Türk Mali Sisteminde ÖFK Deneyimi ve Sektördeki Yeri, Alabara Türk
Yayınalrı, İstanbul, 2000.
─ Tunç Hüseyin, Katılım Bankacılığı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2010.
─ Türkiye Katılım Bankaları Birliği [TKBB] Dökümantasyon Birimi, 2015 Sektör Raporu.
─ Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Türkiye’de Özel Finans Kurumları, Tkbb Yayınları,
İstanbul, 2005.

─ Uçar Mustafa, ÖFK’larda Fon Temini ve Tahsisinin Muhasebesi, Yayınlanmamış Doktora


Tezi, İstanbul, 1987.
─ Uçar Mustafa, Türkiye’de ve Dünyada Faizsiz Bankacılık ve Hesap Birimleri, Fey
Yayınları, İstanbul, 1993.

266
─ Uyan Ufuk, Dünyada ve Türkiyede Faizsiz Bankacılık, TKBB Yayınları, İstanbul, 2005.
─ Yanpar Atilla, İslâmi Finans İlke Araç ve Kurumları, Scala Yayıncılık, İstanbul, 2014.
─ Yozgat Fazıl, Faizsiz Ekonomi, Araştırma Yayınları, Ankara, 2010.
─ Zaim Sebahattin, ÖFK’nın Etkin Çalışmasında İnsan Unsuru, Albaraka Türk Yayınları,
İstanbul, 2000.
─ Zuhayli Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Cilt:5, Risale Yayınları, İstanbul, 1994.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Süreli Yayınlar:

─ Alparslan Halil İbrahim, Finansal Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi, Cilt:6, Sayı:11,


Temmuz 2014.
─ Aslan Hasan, Ululararası İslam Ekonomisi ve Finans Araştırmaları Dergisi, Yıl:1, Cilt:1
Sayı:1, 2015.
─ Boz Nihat, Katılım Bankalarının Hukuki Düzenlemeleri, Bereket Dergisi, Albaraka Türk
Yayınları, İstanbul, 2006.
─ Çeker Orhan, İslam Hukukunda Akitler, İslam Hukuku Araşt. Dergisi, S:20, Ekim 2012.
─ Döndüren Hamdi, Karz-ı Hasen, Altınoluk Dergisi, Sayı: 63, 1991.
─ Erden Kuntualp, Finansal Kiralama Uygulamasındaki Sorunlar-Sat Geri Kirala, Leasing
Dünyası, Sayı;1, 2001.
─ Erdönmez Pelin Ataman, Aktif Menkul Kıymetleştirmesi, Bankacılar Dergisi, S:57, 2006.

─ Gözübenli Beşir, Bey’Bi’l-Vefâ ve Bey’Bi’l-İstiğlâl, Atatürk Üniv.İlahiyat Fakültesi


Dergisi, Erzurum, Sayı:9, 1990.
─ Hazıroğlu Temel, Katılım Bankalarının Tarihçesi, Bereket Dergisi-20, Albaraka Türk
Yayınları, İstanbul, 2006.
─ Karayazgan Ahmet, Tekâfül İslami Sigorta, Sigorta Araştırmaları Dergisi, İstanbul,
Sayı:4, 2008.
─ Öztürk Nazif, 19.yy.Batılılaşmanın Vakıflar Üzerine Etkisi, İslami Araştırmalar Dergisi
8/1, İstanbul, 1995.

─ Sabir Mohammed Hassan, Issues İn The Regulation Of İslamic Banking, Bank Of Sudan,
Sudan, Sayı:5, 2004.
─ Şimşek Mehmet, Osmanlıda Para Vakıfları Münakaşalar, Ankara İlahiyat Dergi,
Sayı;27/1, Ankara.
─ Yılmaz Mustafa Kemal, Türk Sermaye Piyasasında Faizsiz Araçların Değerlendirilmesi,
Finans- Politik ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Cilt:49, Sayı:563.

267
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Kanun Maddeleri:

─ Mecelle Madde: 119- Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, İstanbul,


1912.
─ Mecelle Madde: 397- Haydar Ali, Dürerü’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’i-Ahkâm, İstanbul,
1912.
─ Mecelle Madde:1431- Döndüren Hamdi, Çağdaş Akademik Problemlere İslami Yaklaşımlar.
─ 3226 Sayılı Finansal Kiralama Kanunu, Madde:4 , Tarih:10.06.1985.
─ 83/7506 sayılı Bakanlar Kurulu Kararname, 16.02.1983 tarih, 19.12.1983 tarih ve 18256
Resmi Gazate [RG].
─ 4389 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi, 29.05.2001 tarih ve 24416-4672 Sayılı R.G.
─ 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu, 62.Madde
─ 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu, Madde:3
─ 5411 Sayılı Bankalar Kanunu; 3.Madde ve Geçici 3.Madde 3.Fıkra
─ BDDK, “BDDK’nın 28 Mayıs 2008 Tarih ve 2632 Sayılı Kararı Uyarınca Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcılığı Makamına Gönderilen Finansal Kiralama, Factoring ve Finansman
Şirketleri Kanun Tasarısı Taslağı”, m.18
─ BDDK, “Finansal Kiralama, Factoring ve Finansman Şirketlerinin Kuruluş ve Faaliyet
Esasları Hakkında Yönetmelik” Resmi Gazete: 10.10.2006, Sayı:26315, m.21
─ TTK Md.1402,“Karşıllık Sigorta Faaliyeti Ancak Kooperatif Şirket Şeklinde Yürütülebilir”
Resmî Gazete: 2011,24846
─ TTK Md.1402,“Karşıklık Sigorta Faaliyeti Ancak Kooperatif Şirket Şeklinde Yürütülebilir”
Resmî Gazete: 2011,24846

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Web Siteleri:

─ http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/772/9837.pdf [Erişim: 28.06.2016]


─ http://hikmet.net/bey-bil-vefa-vefaen-satis/ [Erişim: 30.09.2016]
─ http://samil.ihya.org/ansiklopedi/karz-i-hasen.html [Erişim: 17.09.2016]
─ http://tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1338 [Erişim: 28.08.2016]
─ http://tkbb.org.tr/haber-detay/en-cok-kullanilan-islami-finans-urunleri--borsa-gundem-
[Erişim: 06.09.2016]

268
─ http://tkbb.org.tr/haber-detay/en-cok-kullanilan-islami-finans-urunleri--borsa-gundem-
[Erişim: 19.09.2016]

─ http://vakifkatilim.com.tr/hakkimizda/index.html [Erişim: 12.06.2016]


─ http://www.albaraka.com.tr/albarakayi-taniyin.aspx [Erişim: 12.06.2016]
─ http://www.bankahaberleri.org/component/content/article/20-yerel-bankalar-haberleri/115-
anadolu-finans-kurumu- subeleri-hakkinda-bilgi.html, [Erişim: 12.06.2016]
─ http://www.bankasya.com.tr/kobi-kdv-uygulamasi.aspx [Erişim: 03.07.2016]
─ http://www.diyanetislamansiklopedisi.com/garar/ [Erişim: 16.06.2016]
─ http://www.dunyadinleri.com/tr-TR/dunya-dinleri/muslumanlik-ve-ticar-hayat/oku_islam-
hukukunda-ine-satisi- bai-al-inah-ne-yoluyla-satis-helal-mi-haram-mi [Erişim: 22.09.2016]
─ http://www.enfal.de/ticaretilmihali/040.htm [Erişim: 30.09.2016]
─ http://www.finansleasing.com.tr/leasing-kanunu.asp#genel-hukumler [Erişim: 28.08.2016]
─ http://www.finansofisi.com/sekuritizasyon-menkul-kiymetlestirme-nedir/
[Erişim Tarihi: 01.09.2016]
─ http://www.haznevi.net/safii-fikhi/musakat-muzaraa-ve-muhabara.html [Erişim: 30.09.2016]
─ http://www.haznevi.net/safii-fikhi/musakat-muzaraa-ve-muhabara.html [Erişim: 30.09.2016]
─ http://www.ifk.com.tr/detay.asp?ContentID=643 [Erişim Tarihi: 12.06.2016]
─ http://www.ifk.com.tr/index.asp [Erişim: 12.06.2016]
─ http://www.ilimdunyasi.com/dort-mezheb-fikhi/muzaraa-musakat-ve-mudarebe/?wap2
[Erişim Tarihi: 30.09.2016]
─ http://www.katilimbankaciligi.com/selem-nedir/ [Erişim: 08.09.2016]
─ http://www.mumsema.org/y-z/1704-yaricilik-nedir-islamda-muzaraa-kavrami.html
[Erişim Tarihi: 30.09.2016]
─ http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/01/20070126M1-2.htm [Erişim: 25.06.2016]
─ http://www.sadakat.net/fetvalar/3670-ziraat-ortakligi-muzaraa.html [Erişim : 30.09.2016]
─ http://www.sistani.org/turkish/book/59/3247/ [Erişim: 30.09.2016]
─ http://www.tkbb.org.tr/Documents/Yonetmelikler/Mevzuat [Erişim: 06.06.2016]
─ http://www.tkbb.org.tr/faizsiz-finans-sozlugu#1326 [Erişim: 31.07.2016]
─ http://www.tkbb.org.tr/tarihce [Erişim Tarihi: 06.06.2016]
─ http://www.tmsf.org.tr/mevduat.sigortasi.tr [Erişim Tarihi: 12.07.2016]
─ http://www.ziraatkatilim.com.tr/bankamiz/Sayfalar/hakkimizda.aspx [Erişim: 12.06.2016]
─ https://sorularlaislamiyet.com/olmayan-mali-satmak-caiz-midir [Erişim: 10.09.2016]

269
─ https://www.sigorta.com.tr/tekaful-sigortaciligi-nedir [Erişim: 27.09.2016]
─ https://tr.wikipedia.org/wiki/Hammurabi_Kanunları- [Erişim:28.05.2016]
─ https://www.turkiyefinans.com.tr/Lists/BasinBultenlerimiz/Attachments/301/Sukuk.pdf
[Erişim Tarihi: 24.09.2016]
─ http://dergi.altinoluk.com/index.php?sayfa=yillar&MakaleNo=d046s030m1
[Erişim Tarihi: 31.05.2016]

270

You might also like