Sayın Stach-KAFKA Söyleşisi

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 14

Sayın Stach, dünya edebiyat çevrelerinde Kafka’nın yaşamı üzerine

uzmanlaşmış Kafka biyografi yazarı olarak tanınıyorsunuz. Kafka’nın ilk


hangi kitabını okudunuz? Onunla ilk karşılaştığınız zamanı, bunun
Kafka’nın hangi kitabıyla olduğunu merak ediyorum. Kaç yaşınızdaydınız
mesela, öğrenci miydiniz, neler yapıyordunuz Kafka ile karşılaştığınızda?

Benden yaşça büyük okul arkadaşlarım Kafka’nın Dava romanını elime


tutuşturduklarında 15-16 yaşlarında, Almanya’nın güneyinde bir kentte
lise öğrencisiydim. Bu olayın bizi çok eğlendirdiğini anımsıyorum; bu
hikâyenin barındırdığı trajediyi henüz anlayamayacak kadar genç,
ancak mizahını kavrayacak kadar büyüktük anlaşılan. Ne yazık ki
öğretmenlerimizden hiçbir destek alamıyorduk. Zira Kafka o yıllarda
(1966) henüz müfredatta yer almıyordu. Oysa cep kitapları formatında
yayımlanan eserleri çoktan çoksatan kitaplar arasındaydı. Hatta bu
yazarın Yahudi olduğunu ve kitaplarının bu yüzden Almanya’da uzun
süre yasaklandığını bile bilmiyorduk. Daha sonra üniversitede edebiyat
bilimi eğitimi alırken Kafka’yla yakından ilgilendim ve farklı yorumlama
yöntemleriyle tanıştım.

İlk kitabını okur okumaz, hemen mi başladı Kafka’ya düşkünlüğünüz?

Kafka’nın yaşamına ilgi duymam ağır ağır gelişen bir süreçti. Belirttiğim
gibi, üniversitede neredeyse yalnızca eserlerinin “doğru” yorumlamasıyla
ilgileniliyordu. Eskiden Kafka şöyle okunurdu: Daima doğru anahtar
aranırdı ve özellikle teoloji, sosyal bilimler ve psikanaliz bu bulmacayı
çözmek için birbirleriyle yarışırdı. Biyografiler ise akademik açıdan
bilimsel olarak pek ciddiye alınmaması gereken yan ürünler olarak
görülürdü. Ne yazık ki bu önyargının etkisinde ben de uzun yıllar kaldım.
Üstelik 1970’li yılların sonlarına kadar elle tutulur tek bir Kafka
biyografisinin bulunmadığı gerçeği bu inancımı destekler nitelikteydi.
Reiner Stach
İşte o dönemde Kafka’nın günlükleriyle ve mektuplarıyla ilk kez detaylı
olarak ilgilenmeye başlamıştım. Müthiş bir deneyimdi bu. Şunu
anlamıştım: Bu yazar için günlük konuşma diliyle edebi dil arasında bir
ayrım yoktu, o yalnızca bir dil tanıyordu ve eserlerinde olan aynı
yaratıcılığı ve özgünlüğü mektuplarında da sergiliyordu. Bu durumda
mektuplarını ve günlüklerini edebi yapıtlarından saymamak için nasıl
bir gerekçemiz olabilirdi ki? Vaktiyle şunu anlamıştım:
Kafka’yı bütünsel olarak anlamak için bir de biyografik araştırma gerekli
olacaktı. Bir insan böylesi bir sanatsal mükemmelliğe nerelerden
geçerek ulaşır? Rol modelleri ve etkisi altında kaldığı kişiler var mıydı?
O yıllarda biyografik
bir çalışmanın doktora tezi kabul edilmesi henüz mümkün değildi. Bu
yüzden Kafka’nın da kendi çağının tipik ideolojilerine karşı bir
bağışıklığı bulunmadığını, ancak bu ideolojileri eserlerine son derece
özgün bir şekilde yansıttığını gözler önüne serebileceğim bir tez konusu
seçtim. Konum eserlerinde kadın rolünün temsiliydi, başlık “Kafkas
erotischer Mytos” (“Kafka’nın Erotik Efsanesi”) idi. İşte o tarihten sonra
Kafka biyografisini yazmayı deneme fikrine adım adım yaklaşmaya
başladım.

Üç ciltlik Kafka biyografinizi yazarken 20 yıla yakın bir süre –Prag


kütüphanelerinde başlayıp İsrail kütüphanelerine ulaşan– bir dönem
geçiriyorsunuz. İlk yola çıktığınızda bu kadar büyük, kapsamlı ve detaylı,
külliyat olarak tanımlanacak bir biyografiye imza atacağınızı düşünmüş
müydünüz? Yoksa yolculuk esnasında ulaştığınız belgeler, tanıştığınız,
konuştuğunuz kişiler vasıtasıyla biyografi genişledi ve büyüdü mü?
Felice Bauer ile Franz Kafka, 1917.
Dürüst olmak gerekirse, benim için kütüphaneler eskiden diğer biyografi
yazarları için olduğundan daha az önem taşıdı. Çünkü 2000 yılına doğru
pek çok belge online okunabiliyor ve sipariş edilebiliyordu. Örneğin
Kafka’nın okuduğu Prag günlük gazeteleri o yılların anlayışına ulaşmam
açısından benim için çok önemli bir kaynaktı. Daha da önemlisi
karşılıklı sohbetlerdi. Örneğin Kafka’nın nişanlısı Felice Bauer hakkında
1990’lı yıllara kadar neredeyse hiç bilgi yoktu, üstelik Kafka’nın
günümüze ulaşan onca mektubuna rağmen.
Çok büyük bir şans olarak ABD’de Felice Bauer’in oğluyla, Cenevre’de ise
yeğeniyle tanıştım; bana ikisi de Bauer ailesinin pek çok sorununu
anlattı; ayrıca Felice Bauer’in boğuşmak zorunda kaldığı sıkıntıları da
öğrendim. Mesela Amerika’ya kaçıp hapse düşmemesi için erkek
kardeşine bütün birikimini vermişti. Bunlar aile sırlarıydı, nişanlıya bile
anlatılamazdı. Londra’da ayrıca Kafka’nın yeğenlerinden biri olan
Marianne Steiner ile tanıştım. Dayısını hâlâ hatırlıyordu.
Biyografi çalışmalarıma başladığım günlerde yeni neler keşfedeceğimi
elbette bilemezdim. Daha o tarihlerde Kafka hakkında yüzlerce bilimsel
makaleye dağılmış olarak pek çok biyografik bilgi vardı. Ben de bu
bilgileri bir araya toplamanın, anlaşılır bir formatta ve en güncel haliyle
geniş kitlelere sunmanın zamanının geldiği fikrini benimsedim.
Bunların tek bir cilde sığamayacağı henüz o tarihte belliydi.

"ÖZELLİKLE MAX BROD’UN ESKİ, HENÜZ


YAYIMLANMAMIŞ GÜNLÜKLERİ BENİ ÇOK ETKİLEMİŞTİ –
EDEBİ DEĞERLERİ DEĞİL, AKSİNE KISMEN İNANILMAZ
NAİFLİKLERİ NEDENİYLE. KAFKA VE BROD ARASINDAKİ
ENTELEKTÜEL UÇURUM, SONRAKİ YILLARDA BROD’UN
ANLATTIĞINDAN (ANLAŞILACAĞI ÜZERE) ÇOK DAHA
DERİN OLMALIYDI."

Onunla ilgili doğru soruları sormama ve doğru cevapları bulmama çok


yardımcı oldu diyebileceğiniz, sizi en çok etkileyen bilgi belge, kayıt ne
oldu? Eğer yanıtlamak isterseniz, elinizde olup da biyografiye dahil
etmediğiniz bir belge oldu mu?
Max Brod
Özellikle Max Brod’un eski, henüz yayımlanmamış günlükleri beni çok
etkilemişti – edebi değerleri değil, aksine kısmen inanılmaz naiflikleri
nedeniyle. Kafka ve Brod arasındaki entelektüel uçurum, sonraki yıllarda
Brod’un anlattığından (anlaşılacağı üzere) çok daha derin olmalıydı.
Burada başka bir husus daha var. Kafka’nın kadınlarla karmaşık ve
korkuya dayalı bir ilişkisi olduğu fikri her zaman itibar görmüştür. Max
Brod ise, çok sayıda sevgilileri ve evlendikten sonra da devam ettiği
kaçamaklarıyla “sağlıklı” erkeği temsil etmiştir. Günlükler bana bunların
hiçbirinin doğru olmadığını, o dönemlerde cinselliğin daima korkunun
gölgesinde yaşandığını gösterdi: En çok da gayrimeşru hamilelikten ve
frengiden korkuluyordu. Bu durum Kafka’nın günlüklerinde konu
edilmezken Brod’un günlüğünde iki sayfada bir tekrarlanıyor. Bu da bana
öncelikle o dönemde cinsler arasındaki yaygın ilişki biçimlerinin
ayrıntılı şekilde tanımlanması gerektiğini, ancak ondan sonra Kafka’nın
bu normlara uyup uymadığının değerlendirilebileceğini gösterdi. O
dönemdeki hayatla empati kurabilmemiz ancak böyle mümkün
olabilirdi.

Elime geçen neredeyse her belgeyi değerlendirdim. Tek istisna,


ölümünden önceki son haftalarda Kafka’nın durumu hakkındaki tıbbi
bilgilerdir. Bir kısmı korkunç olan bu fiziki ayrıntıları özetleyerek
aktardım. Çünkü okurlara iki bin sayfadan sonra sadece bedensel
acılardan söz eden bir bölümle veda etmek istemedim.

Reiner Stach
Bu Kafka mı? 99 Keşif
çev. Regaip Minareci

Türkiye İş Bankası Yayınları


2023
368 s.
Bu Kafka mı?-99 Keşif pek çok okuyucunun hâlâ Kafka hakkında tarihsel
gerçeklikle pek ilgisi olmayan sabit fikirlere sahip olduğu gerçeğine bir
tepkidir.
Bu Kafka mı?-99 Keşif için Kafka üzerine yazdığınız üç ciltlik biyografinin
bir nevi fragmanı diyebilir miyiz? Bazı mecralarda böyle yorumlar var fakat
en az üç ciltlik biyografiniz kadar önemli bir kitap. Açısı ve sunumu farklı
ama en az diğer biyografileriniz kadar doyurucu. Ne dersiniz?
Bu Kafka mı?-99 Keşif pek çok okuyucunun hâlâ Kafka hakkında tarihsel
gerçeklikle pek ilgisi olmayan sabit fikirlere sahip olduğu gerçeğine bir
tepkidir. Örneğin, onun sosyal gerçekliğe pek ilgisi olmayan ve kendi
hayalleriyle daha çok ilgilenen bir nevrotik olduğunu düşünüyorlar. Bu
okuyucular kendilerine böyle bir kişinin üç ciltlik biyografisini okumaya
gerçekten değip değmeyeceğini soruyorlar. Bu nedenle eski klişelerle
tamamen çelişen olaylar, anekdotlar ve alıntılardan bir seçki
oluşturdum. Başlığı da buradan geliyor: “Bu Kafka mı?” Okuyuculara
muhtemelen henüz bilmedikleri başka bir Kafka’nın daha olduğunu ve
biyografinin okumaya değer olabileceğini göstermek istedim. Yani bir
fragman, evet, buna öyle diyebilirsiniz. Ama elbette biyografi detaylar
açısından fragmandan çok daha zengin. Ve taslağı resme dönüştüren
bağlantılar yalnızca biyografide kurulur.

Kafka’nın doğduğu günden öldüğü güne kadar dünyada ve onun hayatında


olanları günbegün takip edip bine yakın sayfada topladığınız Kafka von
Tag zu Tag, (“Günbegün Kafka”) kitabınız çok çılgınca bir arşiv kitap
gerçekten. Kafka bu kitabı görseydi, “Siz benden daha çılgın ve daha
saplantılısınız bayım” diye bir yorumda bulunur muydu? Neydi böylesine
çılgınca bir çalışmanın altına imzanızı atmanızın sebepleri?
Bu proje gerçekten garip bir hikâye. 1996 yılından itibaren biyografik
çalışmamın temeli olarak Kafka ailesinde ve Prag’da yaşanan tüm
önemli olayların günbegün yer aldığı bir zaman çizelgesi oluşturdum. Bu
çizelge bütün mektupların, günlük kayıtlarının ve önemli alıntıların da
özetlerini içeriyordu. Bir gün bu veritabanını yayıncıma gösterdim, o da
derhal, “Bunu da yayımlamalıyız!” dedi. Kendisine bunu ancak
biyografinin son cildi de yayımlandıktan sonra yapabileceğimizi, zira
veritabanının yazarken sürekli geliştiğini anlattım. Böylece bu çalışma
ancak 22 yıl sonra okurla buluşabildi.
Dünya edebiyatının yönünü değiştiren fakat yaşamı, karakteri ve aldığı
kararlarla bu derece karanlıkta kalan böyle bir yazar için suçluluk duygusu
mu ön plandaydı, yoksa yazdığı metinlerle hem kendisinden hem
çevresinden hem de dünyadan intikamını mı almak istedi?

Suçluluk ve ceza Kafka’nın birkaç yıl ilgi odağında olmuştur


gerçekten. Yargı, Dönüşüm, Dava ve Ceza Kolonisinde bu temanın
çeşitlemeleridir. Ancak bunun intikamla bir ilgisi yok. Kimden intikam
alacaktı ki? Bu, onu en çok meşgul eden ve edebi hayal gücünü harekete
geçiren bir soruydu. 1915’ten sonra başka konulara yöneldi. Örneğin
konuşan ve düşünen hayvanlar üzerine birçok öykü yazdı ve orada
suçluluk konusu artık bir rol oynamıyordu.
"EDEBİ BİR SANAT ESERİ YARATMA MUTLULUĞU
ELBETTE BİRAZ DA NARSİSTİK BİR MUTLULUKTUR. VE
KAFKA BU ÜRETME EYLEMİNE OLDUKÇA TAKINTILIYDI.
BUNUN MUHTEMELEN ONU SIK SIK PENÇESİNE ALAN
AŞAĞILIK KOMPLEKSİYLE İLGİSİ VAR. EDEBİ BİR
BAŞARIYA ULAŞTIĞINDA, ONA İŞKENCE EDEN ÖZGÜVEN
EKSİKLİĞİ BİR SÜRELİĞİNE KAYBOLUYORDU. YANİ
YAZMAYI BİR BAKIMA UYUŞTURUCU GİBİ
KULLANIYORDU."

Ben Kafka’yı “karanlık” olarak da algılamıyorum. Gerçi eserleri


çoğunlukla bulmaca gibidir, bazıları kâbuslarımıza benzer, ancak bu
durum hiçbir şekilde eserlerinin tamamı ve özellikle de mektupları için
geçerli değildir. Kafka’nın güçlü bir mizah anlayışı vardı, empati duygusu
güçlüydü, kendini kolayca başkalarının yerine koyabiliyordu ve iyi bir
dinleyiciydi. Çevresinde çok sevilirdi; onların arasında karanlık, hatta
esrarengiz görünmezdi.

Narsisizm meselesine gelince konu biraz zorlaşıyor. Edebi bir sanat eseri
yaratma mutluluğu elbette biraz da narsistik bir mutluluktur. Ve Kafka
bu üretme eylemine oldukça takıntılıydı. Bunun muhtemelen onu sık sık
pençesine alan aşağılık kompleksiyle ilgisi var. Edebi bir başarıya
ulaştığında, ona işkence eden özgüven eksikliği bir süreliğine
kayboluyordu. Yani yazmayı bir bakıma uyuşturucu gibi kullanıyordu.

Çok iyi biyografi yazarlığı bir yandan da takıntılı/saplantılı biri olmayı


gerektiriyor, öyle değil mi? Ne dersiniz?

Kafka’ya karşı yoğun bir merakım var. Böylesine mükemmel eserlerin


yaratılmasının nasıl mümkün olduğunu bilmek istiyorum. Bunu merak
ettiğim için Kafka gibi mi olmak zorundayım? Kesinlikle hayır. Bir
biyografi yazarı olarak mesafe ve özdeşleşme arasında bir denge
kurmam gerekiyor – “kontrollü özdeşleşme” biyografi yazarı için uygun
bir yaklaşımdır denebilir belki. Nasıl mutlak bir hayran iyi bir biyografi
yazamazsa, Kafka’nın onun için pek çok konudan biri olduğu bir edebiyat
bilimcisi de başaramaz bunu. Kişisel bir ilişki kaçınılmazdır. Bunu belki
doktor-hasta ilişkisine benzetebiliriz. Kendini tümüyle insani
duygularına teslim eden bir doktor, iyi doktor olamaz tabii ki. Aynı
şekilde yalnızca bilgisini uygulayan ve hiçbir kişisel etkilenme
göstermeyen doktor da iyi bir doktor değildir.

2024 Kafka’nın 100. ölüm yılı. 2024’ün Avrupa’da Kafka yılı olması
dolayısıyla sizin biyografileriniz gündemde olacak. Hazırlık içerisinde
olduğunuz yeni projeler, programlar var mı? Belki yeni bir kitap olabilir, bu
bizleri çok heyecanlandırır.

2024’te Avrupa’nın her yerinde Kafka’yla ilgili çok sayıda organizasyon


yapılacak, medyanın tüm alanlarında gerçekleşecek bu. Böyle bir Kafka
dalgası şimdiye kadar yaşanmamıştı. Sanat dünyası da çizgi film, çizgi
roman, tiyatro, müzik ve sinemayla bu akımın içinde yer alacak. Benim
kişisel zirvem, biyografimi baz alarak çekilen altı bölümlük detaylı bir
televizyon dizisi oldu. Mart ayının sonundan itibaren önce Almanya ve
Avusturya televizyonlarında, ardından mutlaka birçok başka ülkede
gösterilecek. Senaryoları ünlü Alman yazar Daniel Kehlmann yazdı,
onunla yaptığımız işbirliği entelektüel düzeyde büyük bir mutluluktu.
Stach, Kafka'yı mini bir dizide canlandıran aktör Joel ile ... Fotoğraf: Dizinin senaristi Daniel
Kehlmann. Sağda, Kafka dizisinin afişi.
Kafka’yla ilgili bir de kitap projesi hazırladım. Eserlerinin dünya çapında
eleştirel baskılarının bulunmadığı dikkatimi çekmişti. Bununla
yorumlara yer veren bir baskıyı değil, terimlerin, motiflerin, imaların,
anlatım tekniklerinin açıklandığı, detaylı okumayı mümkün kılan bir
baskıyı kastediyorum. Kafka’nın atölyesine daha derin bir bakış
diyebiliriz. Kafka’nın bütün külliyatı için bu çalışmayı yapmak üzere
Wallstein yayıneviyle anlaştım. İlk cilt Dava, Şubat 2024’te raflarda
olacak, ardından dört cilt daha gelecek. Bu benim Kafka’ya ilgili son
büyük projem olacak ve birkaç yıllık bir çalışma gerektirdiği açıkça
ortada.
Çağdaş Avrupa edebiyatını ve çağdaş biyografi yazarlarını nasıl
buluyorsunuz? Mesela Kafka ve Dostoyevski gibi her döneme, her zamana
uygun, kalıcı metinler yazan var mı bu çağın içinde? Biyografi yazarlığı
açısından da, kayıt almak ve arşiv oluşturmak bilgiye ulaşma açısından bu
çağın biyografi yazarları için daha mı kolay?

Avrupa edebiyatının elbette ki çok küçük bir kısmını tanıdığım için


ancak bireysel okuma deneyimlerinden bahsedebilirim. Özellikle kalıcı
bir şeyler yarattıklarını ve insanların onları uzun süre okuyacağını
hissettiğim özellikle iki yazar var: Javier Marías ve John Banville.
Banville’le bir kez Prag’da karşılaştım; kendisi çok katı bir eleştirmendir
ve bu özelliğiyle kendi romanlarına benim kadar inanmıyor. Ona sadece
şunu söyleyebildim: Göreceksiniz!
Biyografi türünün geleceği ise bambaşka bir konu. Ancak son birkaç
yıldır bu sorunu daha derinlemesine incelemeye başladım; örneğin
biyografi tarihi üzerine üç saatlik bir radyo programı hazırladım. Ve o
sırada anladım ki, kendimizi sadece yazarların biyografileriyle
sınırlamamanız gerekiyor. Çünkü tüm biyografi yazarlarının karşılaştığı
bazı sorunlar var; örneğin başka birinin hayatıyla, hatta başka bir
dönemle empati kurmanın ne kadar mümkün olduğu sorusu gibi. Ayrıca
her biyografi, çok farklı bilimlerden elde edilen sonuçların bir araya
getirildiği ve birbiriyle bağlantıya geçtiği disiplinlerarası bir projedir.
Genel olarak standardın yükseldiği ve artık bir veya iki nesil öncesine
göre daha fazla üstün nitelikli biyografinin ortaya çıktığı izlenimi hâkim.

Bu bağlamda biyografinin itibarı arttı, hem de her alanda. Geçmişte çoğu


zaman okunması zor olan sporcular veya oyuncular hakkındaki
biyografiler bile artık genellikle çok daha doğru ve daha iyi anlatılıyor.
Son yıllarda okuduğum en iyi biyografi Simon Sebag Montefiore’nin
Stalin biyografisidir. Olağanüstü bir başarı ve öyle çarpıcı anlatılmış ki,
bir roman tadı veriyor. Edebi biyografiler arasında Brian Boyd’un
Nabokov hakkındaki çalışmasına dikkat çekmek isterim. Bu çalışmalar
göz önüne alındığında, biyografinin bir zamanlar ikinci sınıf bir tür
olarak görülmesi neredeyse gülünç kalıyor artık.

çeviren: REGAİP MİNARECİ

You might also like