12 Hafta Dersi Icin Yapilacaklar

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 60

From the Guest Editor: Editorial Introduction xi

Feminist Paradoks: Kadınlar ve Sanatçı Kimliği


Kadın/Woman 2000 dergisi için kadın ve sanat kapsamlı özel bir sayı hazırlama
çağrısı üzerine, kadınların sanatçı kimliği konusunda sık sık gündeme gelen bir
çelişkiden yola çıkmanın, temeldeki bazı tartışmaları açabileceğini düşündüm.
Böylece sayının başlığı, Feminist Paradoks: Kadınlar ve Sanatçı Kimliği oldu.
Feminist paradoks, farklı bağlamlarda kullanılan, ancak genel olarak kadınların
eşitliği mücadelesine bizzat kadınların mesafeli yaklaşımına işaret eden bir
kavram. Sanat dünyası, bu durumun, belirgin bir biçimde karşımıza çıktığı
ortamlar arasında. Kadınlar, sanat tarihi, müze koleksiyonları, sanat piyasası
gibi, salt istatistiki verilerden hareket edilse dahi belirgin bir biçimde
ayrımcılığa maruz kaldıkları ve kalmaya devam ettikleri alanlarda, feminizme
genel olarak mesafeli yaklaşıyorlar. Feminist ideoloji, özellikle ABD’de ikinci
dalga feminizmin etkisiyle 1960’lardan 1970’lere feminist sanat başlığıyla
andığımız bir akıma kaynaklık etmesi ve dönem dönem kadınların üretiminde
sanatsal bir trend olarak inmesi/çıkması dışında, sanatçılar arasında pek fazla
benimsenen bir düşünce biçimi değil. Peki, tarih boyunca aralarında
sanatçıların da bulunduğu çok sayıda yok sayılmış kadının görünür olması için
mücadele eden feminist ideolojiyi reddeden kadınlar için feminizm, sanatçı
kimliğinin önünde bir engel mi? Feminizmin kadın kimliğini benimsemek ya da
sorgulamak, irdelemek, araştırmak adına açtığı alan, sanatçı kimliğiyle
çelişiyor mu? Fiziksel, ruhsal, toplumsal deneyimlerle sanatsal ifade arasında
ne tür bağlar var? Bu bağları görmezlikten gelmek, nötr bir sanatçı kimliği
tahayyül etmek, mümkün mü?
Sanatçı kavramının, tıpkı dâhi kavramı gibi, tarihsel süreçte eril olarak
cinsiyetlendirildiği ve sanatçının erkek olduğu varsayımının tarihsel ve
ideolojik zemininin ayrı bir kategori olarak kadın sanatçı’yı gündeme getirdiği
açık. Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins’te kadın’ın ne olduğu sorusundan yola
çıkması ve bu bağlamda tespit ettiği eşitsizlikler gibi, kadın sanatçı kategorisi
etrafında da tanımın kendisinden başlayarak sorulabilecek çok soru var.
Elbette, her kadın sergisi, kadın dergisi vs. gruplamalar içinde pozitif de olsa
ayrım uyguladığımızda; farklılık vurgusu yaptığımızda; kadınların sanatsal
üretiminin doğrudan cinsiyet temelli bir üretim olduğunu ve kadın sanatçıların
cinsiyet kimliğinin onları başka bir yerde konumladığını ima ettiğimizde; sanat
alanında önce sanatçı kimliğiyle var olmak isteyen bireylere ayrıca dikkat
çekmiş oluruz. Fakat sanat üretimi, yaşam deneyiminin çok temel bir bileşeni
olan cinsiyet kimliklerinden –hem biyolojik, hem kültürel anlamda–
soyutlayabileceğimiz bir alan mı? Eğer öyleyse, bu soyutlamanın erkek
sanatçılar için daha fazla geçerli olmasının koşulları ne? Kadın olarak üretmek
deneyimi ile erkek olarak üretmek deneyimlerinin görselliğe yansıma biçimleri
arasında ne tür farklardan söz edilebilir? Ya da söz edilmesinden ya da
edilmemesinden kaynaklanan ne tür düşünsel çıkarımlarda bulunabiliriz?
Açık ki burada anahtar kavram, erkek ve kadın arasındaki farklılık(lar) ve
bunların nasıl algılandığı da. Sanat alanında farklılık kavramının, hem kadınlar
hem erkekler tarafından, öncelikle özgünlük olarak algılandığını iddia etmek
xii Ahu Antmen

mümkün. Sanat söz konusu olduğunda, bir sanatçıyı diğerlerinden farklı kılanın
öncelikle özgünlük olduğu şeklinde genel bir anlayış vardır. Aslında oldukça
soyut ve tartışmalı bir kavram olan özgünlük, sanat yapıtının aşkın bir nesne
olduğu kabulünden hareket ederken, sanatçı bireye de yüce bir varoluş yükler.
Sanatçı kimliği, kökenini Immanuel Kant’ın estetik felsefesinde
bulabileceğimiz bu yaygın anlayış doğrultusunda, toplumsal deneyimini aşan
cinsiyetsiz bir varlıkmış gibi, bir mistifikasyon süzgecinden geçerek oluşur.
Feminist sanat tarihi, bireylerin toplumsal deneyimini görmezlikten gelen
bu bakış açısının özünde maskülenist bir mit olduğunu göstermenin yollarını
aramıştır. Örneğin Griselda Pollock, Modernlik ve Kadınlığın Mekânları’nda
erkek cinselliğinin ve göstergelerinin modernizmin ve modern sanatın
tanımlanma sürecindeki yansımalarına bakarken, bu yaygın anlayışın
geçerliliğini sorgular (Pollock, 1998). 19. yüzyıl Paris’inde kadın olmakla erkek
olmak arasındaki tarihsel asimetriye, sosyal, ekonomik, öznel farklara
odaklanarak modernizm mitinin geçerliliğini sorgulayan Pollock, bireylerin
özgül toplumsal/kültürel koşullarının sanat üretimine yansımalarının
görmezlikten gelinemeyeceğini savunur. Neyin özgün olup olmadığının kim
tarafından nasıl tanımlandığı kültürel zemin de buna dahildir. Böyle
baktığımızda, tıpkı 19. yüzyıl Paris’inde bir erkek ya da kadın olarak var
olmanın nerelere gidilebileceği, ne tür sosyallikler yaşanabileceği, nasıl bir
eğitim görülebileceği, ne tür konulara/ malzemelere yönelim gösterilebileceği
vb., sanat üretimine etkileri gibi, günümüzde de farklı ve çeşitli toplumsal
koşullara bağlı olarak kadın ya da erkek olarak üretmenin koşullarının farklı
olabileceği açıktır. Peki sanat dünyasında kadınların (ve erkeklerin) sanatsal
üretiminin kendi toplumsal deneyimlerinin bir uzantısı, kaçınılmaz bir
yansıması olduğu düşüncesi neden hâlâ belirgin bir dirençle karşılaşmaktadır?
Sanat dünyasındaki feminist paradoks’un kaynağında, kadınların çeşitli
biçimlerde karşılaştıkları ayrımcılıkları aşabilmek için benimsedikleri çok
yaygın bir strateji yer alır. Bu, kadınlığının vurgulandığı ortamlarda, bu
kimliğin baştan reddidir. Ama bu somut bir varoluşsal red midir? Yoksa
savunmacı bir tepkiden mi ibarettir? Toril Moi, edebiyat dünyası bağlamında
‘Neden bazı kadın yazarlar kadın yazar olduklarını kabullenmek konusunda
isteksiz?’ sorusunu sorduğu Ben Bir Kadın Yazar Değilim makalesinde, bu
durumu bir savunma refleksi olarak yorumlar (Moi, 2008). Moi makalesinde
1970’lerin ortasından 80’lerin ortasına uzanan on yıllık süreçte akademik
dünyada son derece popüler olan écriture féminine (kadın yazını) sonrasına
odaklanırken, feminizm içinde kadınlık vurgusunun yaygınlığını yitirmesinin
temel nedenlerinden biri olarak post-yapısalcılığın yükselişini gösterir. Roland
Barthes, Jacques Derrida, Michel Foucault gibi düşünürlerin özneyi yapıbozuma
uğratan yaklaşımları doğrultusunda, değil kadın’ın, toptan özne’nin
yapıbozuma uğratılması ve sonrasında Judith Butler’ın performatif kimlik
düşüncesi başta olmak üzere, cinsiyet odaklı teorilerde kadın yerine bir kurgu
olarak toplumsal cinsiyet’e odaklanmanın getirisi, kadın’ların edebi/sanatsal
üretimininin artık pek fazla ilgi çekmemesi olmuştur.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xiii

Toril Moi’nin Nathalie Sarraute’den yaptığı alıntı, kadın kimliğini reddeden


yazar/sanatçıların bir tercümesi gibidir: “Yazdığımda kadın ya erkek, köpek ya
da kedi hatta kendim değilim, hiçbir şey değilim. Écriture féminine diye bir
şey yoktur, böyle birşeyi hiç görmedim.” (aktaran Moi, 2008: 260). Moi’ye göre
ise, kadın yazar’ı reddeden/görmezlikten gelen bu tür tavırlar ve açıklamalar,
cinsiyetçi geleneğin ekmeğine yağ sürmektedir. Moi, 1980’lerde Amerika’da
kadın yazarların statüsüne ilişkin Peggy Kamuf ve Nancy Miller arasındaki
tartışmaya yer vererek, Miller’ın pozisyonunu benimser ve feministlerin, kadın
yazarlara ilgi göstermesinin politik bir görev olduğunu savunur. Moi’ye göre,
Simone de Beauvoir’ın kadınlığın bir kurgu olduğu düşüncesi, kategorik olarak
kadınlığın yok sayılması anlamına gelmediği gibi, aslında kendimizi yok sayma
biçimlerimiz üzerine düşünmemizin de kapısını aralar:
Bir süre önce dinlediğim bir radyo programını arayan bir adam,
Demokratlar’ın konuşmalarında ırk ve cinsiyet olgusuna çok fazla yer
verilmesinin anlamsız olduğunu söyledi: ‘Burada başkan seçiyoruz, bir ırk
ya da cinsiyet değil’. Beauvoir’dan öğrenmemiz gereken şu ki cinsiyetçi
(ve ırkçı) toplumlarda, bu tür iyi niyetli iddiaların kadınların ve siyahların
ve diğer ırktan azınlıkların cinsiyetli (ve ırklı) öznelliklerini yok saymak ya
da başka bir deyişle, bu dünyada yaşadıkları gerçek, somut deneyimlerini
göz ardı ederek sanki genel bir evrensel insanmış gibi yapmalarını zorunlu
kılmasıdır. Diğer seçenek, yani ‘siyah’ ya da ‘kadın’ aday olarak
başkanlığa soyunmak, onları, Beauvoir’ın ‘evrensel’ dediği genel
kategorinin dışında bırakacak ve böylece cinsiyetlerine (ya da ırklarına)
hapsedecektir. Bir erkeğin, ‘ben bir yazarım, erkek yazar değil’ dediği bir
durumu hayal ettiğimde, bunu ancak bir feministin bir çeşit
provokasyonu sonucunda söyleyebileceğini düşünüyorum. Erkekler,
kadınların ağırlıkta olduğu mesleklerde çalıştıklarında bile, cinsiyetlerini
reddetmek zorunda hissetmiyorlar (Moi, 2008: 265).

Toril Moi’ye göre, cinsiyetçi bir toplumda bir erkeğe cinsiyetini hatırlatarak
onu aşağılamak mümkün değildir. Moi bu duruma erkek hemşire örneğini
verir. Erkeklerin hemşireliği, geleneksel toplumsal cinsiyet algısının
erkeklerden yana tavrını ortaya koymak açısından üzerinde durmaya değer bir
örnektir. ABD’nin Oregon eyaletinde gerçekleştirilen Hemşire Olabilecek Kadar
Erkek Misiniz? başlıklı kampanya afişlerini inceleyen Tristan Bridges ve Sarah
Mosseri’nin bir yandan da toplumsal cinsiyet temelli “mesleki gettolaşmaya”
dikkat çeken gözlemleri de burada anılmaya değer (Bridges & Mosseri, 2013).
Bridges ve Mosseri, erkek hemşire istihdamı içerikli afişlerde özellikle
erkeklikle özdeşleştirilen nesnelere (balıkçılık, futbolculuk, karate, vücut
geliştirme vs. ile ilgili nesneler) de simgesel olarak yer verildiğini, afişte yer
alan erkeklerin iri ve atletik olduğunu, böylece kadınlara özgü bir meslek
olarak görülen hemşireliğe soyunurken erkekliğin özellikle vurgulandığına
işaret ederler. Cinsiyetin bu şekilde olumlanarak pekiştirilmesi, kadın yazar ya
da sanatçının cinsiyetinin vurgulanması gibi bir durum mudur? Örneğin,
cinsiyet temelli mesleki gettolaşmaya dahil olan uçak pilotluğu, otobüs
şoförlüğü gibi mesleklere kadın çalışanları çekmeye çalışan bir reklam
xiv Ahu Antmen

kampanyasında, kadınlıklarını vurgulamak zorunda hisseder miydik? Otobüs


kullanabilecek kadar kadın mısınız? nasıl geliyor kulağa?
Tarihsel süreçte sanat ve edebiyat alanına dahil olmak için mücadele vermek
zorunda kalmış olan kadınlar için bu alanlar artık mesleki gettolaşmaya tâbi
alanlar değildir ama, bu alanların kendi içindeki gettolara çoğu zaman
mahkum oldukları da bir gerçektir. Kadın sergileri, kadın antolojileri aslında bu
gettolar arasındadır ve kadınlar çoğu zaman kendi aralarında ve en iyi kadın
yazar/sanatçı kategorisi içinde değerlendirildikleri yarışmalarda bulurlar
kendilerini. Sanatçı kadınların feminist bir paradoks içinde kalmaları,
kadınlıklarını reddetmek durumunda hissetmeleri, çoğu zaman bu gettoların
kısıtlayıcı ortamından uzak durmak içindir. Toril Moi’nin dediği gibi;
Kadın olan yazarlara sürekli olarak kadın olarak yazmaları ya da kadın
gibi yazmalarının söylenmesi çok sinir bozucu olsa gerek. Ne demektir ki
bu? Kadınlara özgü bir yazma şekli olan stereotipik bir norm var da ona
mı uymaları gerekiyor? (...) Öte yandan, bir kadın yazarın genel bir insan
olarak yazmak zorunda hissetmesi de aynı derecede sinir bozucudur,
çünkü bu da cinsiyetiyle insanlığı arasında bir yarık açılmış gibi
yabancılaştırır onu (Moi, 2008: 266).

Luce Irıgaray’in Alice Jardin’le yaptığı Kadın Olarak Yazmak başlıklı söyleşide
söyledikleri de burada anmaya değer:
Ben bir kadınım. Her kimsem, ona göre yazıyorum. Kadınların değerine
yönelik bir aşağılama ya da cinsel olanın özel bir öznel ya da nesnel
boyut taşıdığı kültürün reddi söz konusu değilse bu neden anlamsız olsun
ki? Öte yandan, ben nasıl hem bir kadın, hem de bir yazar olabilirim?
Kendileri hâlâ sözel bir ezber içinde olanlar, bu ezberleri taklit edenler
kadın kimliğiyle yazar kimliği arasındaki bu yarığı sürdürebilirler.
Bedenim, cinsiyetimdir. Cinsiyetim, salt cinsiyetim ya da cinselliğimle de
sınırlı değil. Baskının ve özellikle cinsel kültürün eksikliği –hem toplumsal
hem dinsel anlamda– hâlâ o kadar güçlü ki bugün de kalkıp ‘Ben bir
kadınım’ ya da ‘Ben bir kadın olarak yazmıyorum’ gibi garip cümleler
kurulmaya devam ediliyor. Bu tür tepkilerde, erkekler arası kültüre
yönelik örtük bir bağlılık da var. Unutmayalım ki alfabetik yazı tarihsel
olarak patriyarkal güçlerin toplumsal ve dinsel düzenlemelerinin bir
sonucudur. Dili ve yazıyı cinsiyetlendirmeye katkıda bulunmamak,
kökenini maskülen bir anlayışta arayabileceğimiz bir düzeni yücelten
yasaların ve geleneklerin sözde nötrlüğünü sürdürmek anlamına gelir
(Irıgaray, 1987).

Irıgaray’in sözünü ettiği erkekler arası kültür, sanat dünyasındaki değerler


sisteminin dile yansıyan bazı örneklerini akla getirir. Bunlar, modern sanat
tarihinin bilinen anekdotları arasındadır ve sık sık anlatıldığı gibi, sanat üreten
kadınların her yerde her zaman karşılaştıkları/karşılaşabilecekleri
deneyimlerine benzer. Alman ressam Hans Hofmann’ın New York’ta açtığı
okulda öğrencisi olan Lee Krasner’in bir resmi için söylediği, “Bu o kadar iyi ki
kadın yapmış demezsiniz” yorumu bu tür anekdotların başında gelir. Aslında
Lee Krasner’in bir bütün olarak yaşamöyküsü de ayrıca ele alınmaya değer bir
From the Guest Editor: Editorial Introduction xv

vaka sayılabilir; İkinci Dünya Savaşı öncesi New York sanat ortamının soyuta
yönelmiş dikkat çekici figürleri arasında yer almasına rağmen, Jackson
Pollock’la ilişkisinin başlaması ve evliliği sonrasında sanat ortamında önce
Pollock’un sevgilisi, sonra Pollock’un karısı, daha sonra Pollock’un dulu olarak
sanatına düşürülen gölge, sanatçı kimliği’ni belirleyen başlıca unsur olmuştur.
Hans Hofmann’ın yorumuna benzer bir yorum da sanatçı kadınları övmek için
kullanılan “sende erkek bileği var” cümlesidir. Gülsün Karamustafa’nın Bedri
Rahmi Eyüboğlu’yla ilgili bir anısında aktardığı bu yorum (Antmen, 2012)
yalnızca kendisine özgü değildir; Türkiye’de, güzel sanatlar akademilerinde
okuyan kız öğrenciler, erkek öğretim üyelerinden bu cümleyi duymaya devam
ederler. Sanat eğitim süreçlerinden başlayarak sanat piyasasına uzanan
süreçteki dil, kadınlar söz konusu olduğunda çoğu zaman cinsiyete ve
cinselliğe dair göndermeler içerir.
Örneğin, Türkiye Forbes dergisinin yayımladığı Resim Kokusu: Sanat Raporu
2016 (Türkiye Forbes, 2016) başlıklı araştırma, güncel bir örnek olarak, sanat
piyasasında ön plana çıkan biri kadın diğeri erkek iki sanatçının sanatıyla ilgili
haberlerdeki farklı dili karşılaştırmak açısından dikkate değer. 2016’da
Türkiye’de piyasa başarısı açısından ilk 20’ye giren sanatçılarla ilgili yazılan
raporda, birinci ve ikinci sıradaki sanatçılarla ilgili yazılan açıklamaların ilk
cümleleri şu şekildedir:
Müzayede cirosuyla 2016 Sanat Raporu’nda birinci sıraya oturan Burhan
Doğançay imzasına, 54 eser için vergiler ve komisyon hariç 4 milyon 420 bin
liranın üzerinde para ödendi. 2015’te bir önceki yıla göre arz yükselse de
sanatçının vefat ettiği 2013’e göre geride kaldı. O yıl 107 eser satışa çıkmıştı.
Sanatçı vefatının ardından oluşan yüksek arz, piyasanın genel eğilimi
(Türkiye Forbes).
Pek çok sanatçıyı yetiştiren Şakir Paşa Ailesi’nin ortanca kızı Fahrelnissa
Zeid’e duyulan aşk dinmiyor. Listemizin yine ilk sıralarındaki Zeid imzası,
2015’te 4 milyon 332 bin liralık bir hacim yarattı. Dahası ona sahip olan uzun
süre vazgeçmeye gönüllü olmuyor. Zira Zeid imzasında nadiren tekrar
satışlara rastlanıyor (Türkiye Forbes).

Yukarıda da görüldüğü gibi sıradan bir ekonomik rapor söz konusudur, ancak
Fahrelnissa Zeid’e piyasanın ilgisinin neden ona duyulan aşk gibi bir metaforla
aktarıldığı o kadar da sıradan bir soru olmayabilir. Doğançay’ın piyasa durumu,
ölümü de dahil, tümüyle ekonomik veriler üzerinden aktarılırken, Zeid’in
yapıtlarına sahip olmakla kendisine sahip olmak adeta aynı şeymiş gibi
aktarılmaktadır. Aynı rapor dahilinde ilk yirmiye giren bir diğer kadın sanatçı
olarak Selma Gürbüz’e listeye dahil oluşu konusundaki düşünceleri sorulunca,
“sanatta cinsiyetçiliğe karşıyım” demesi ve cinsiyetine dair bu ayrıntının
önemsiz ve gereksiz olduğunu belirtmesine de yer verilmektedir.
Açıklamalarda, listeye giren 18 sanatçı erkeğin erkek oluşlarıyla ilgili herhangi
bir vurguya, göndermeye, soruya ise rastlanmamaktadır.
Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili sanat yapan bazı sanatçılar
da istatistikleri/raporları ve benzeri verileri kullanmaktadır. Örrneğin
xvi Ahu Antmen

Amerikalı sanatçı Jennifer Dalton, sanat ortamında feminizme mesafeli


duruşun kadınlar için bir paradoks oluşunu yapıtlarıyla ortaya koyar. Özellikle
sanat piyasasında ve medyasında toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine çeşitli
projeler gerçekleştirilen Dalton’un Artforum dergisinin her yıl düzenlediği Best
of (en iyiler) sıralamalarında kadınlar ve erkekler için sıralanan sıfatları
karşılaştırdığı istatistik temelli yapıtları bunlar arasındadır. Dalton Artforum’da
kadınların sanatını tarif etmek için eleştirmenler tarafından kullanılan
sıfatların sayısıyla erkeklerin sanatını tarif etmek için kullanılan sıfatlar
arasında yüzlerle ifade edilebilecek sayısal farkı sergilemiş ve gerçekten
çarpıcı bir tablo ortaya koymuştur. Sanatçılar Nasıl Yaşar (Çocuk Yapmak
Kariyerime Zarar Verir Mi?) (2006) ise, sanat dünyasındaki cinsiyetçiliği açığa
vurduğu gibi her ortamda benzer noktalarda benzer eşitsizlikleri fark
edebilmek üzere temellenen bir bakış açısı içerir. Dalton’un vardığı sonuçlara
göre, çocuk yapmanın sanatçı kadınların kariyerine evet, ama sanatçı
erkeklerin kariyerine hiçbir zararı yoktur, hatta belki katkısı.
Kadın/Woman 2000, Journal for Women’s Studies dergisinin bu sayısı için
gerçekleştirdiğim Kadınlar ve Sanatçı Kimliği anketine katılan 60’a yakın
sanatçının yanıtlarında, yukarıda değinilen olguların yansımalarını görmek
mümkün. Benzer ama çok daha küçük çaplı bir anketi, 1994 yılında
Cumhuriyet gazetesinde yapmıştım: geçen süre içinde kadın olarak üretmenin
farkındalığı dikkat çekici ölçüde artmıştı. Anketi hazırlarken Helena Reckitt’in
Kim Feminist Bir Sanatçı Olmak İster? (Reckitt, 2006) başlıklı araştırmasından
yararlandım; Reckitt gibi, benim de günümüz sanatçılarının feminizmin
bugünkü anlamı, geçerliliği konusundaki düşünceleri ilgimi çekiyor. Türkiye’de
sanat yapan kadınların düşünceleri, ülkenin kendine özgü tarihsel koşulları
bağlamında, doğrusu daha da ilgimi çekiyor. Reckitt de adını öyle koymasa da
sanat ortamındaki “feminist paradoks”a bakıyor; “Neden bir sanatçı,
yapıtlarında cinsiyet temelli konulara değindiğinde dahi, kendisine feminist
demekten çekinir?” sorusuna yanıt arıyor. Sorduğu sorularda feminist
kimliğiyle feminist sanatçı kimliğini birbirinden ayırmış. Bu yaklaşımını ben de
benimsedim ve ilk iki soruyu öyle sordum. Bu konudaki sonuçlar, beklediğim
gibi, Reckitt’inkiyle benzer çıktı. Kadınlar, kendilerini feminist olarak
nitelendirseler dahi, feminist bir sanatçı olarak nitelendirmeyi tercih
etmiyorlar. Sanat alanında, cinsiyet kimliği ya da ideolojik/politik kimlikleriyle
değil, salt sanatçı kimliğiyle var olmayı istiyorlar. Belki de feminist sanat, başlı
başına bir sanat akımı olarak 1960’lar ve 70’lere damgasını vuran daha
biyolojik ayrımcı/özcü, daha beden odaklı yaklaşımlarla özdeşleştiriliyor ve
özellikle daha genç kuşağa çok fazla hitap etmiyor.
Ankete katılan 59 sanatçıdan 51’i kendisini feminist olarak nitelendirirken,
59’dan 26’sı kendisini feminist sanatçı olarak nitelendirdi, bu konuda emin
olmayanlar da vardı. Yanıtlar, feminist sanatçı olmanın, pek çok sanatçı
tarafından, toplumsal cinsiyet temelinde politik içerikli yapıt üretmekle
eşanlamlı algılandığını da ortaya koydu. Ama feminizme, daha geniş bir
çerçevede, kadın olarak üretmenin bir uzantısı, doğal bir sonucu olarak
bakanlar da vardı. Örneğin, bu sanatçılar arasında Elif Uras, “kadın imgesiyle
From the Guest Editor: Editorial Introduction xvii

ve formuyla uğraşmak, kadının görsel kimliğini sorgulamak, doğurganlık ve


cinsiyet rollerinin üzerinde durmak feminist sanat olarak nitelendirilebilir”
diyerek bu pozisyonu örnekledi.
Ankete katılan 59 kadından 33’ünün kadın sanatçı nitelemesinden genelde
rahatsızlık duyduğunu belirtmesi, bazılarının da bu konuda kararsız kalması,
Toril Moi’nin makalesinde tartıştığı Ben bir kadın yazar değilim yaklaşımının,
Türkiye ve az sayıda sanatçıyla örnekleniyor olsa da Kıbrıs sanat ortamında da
geçerli olduğunu düşündürdü. Ancak bu rahatsızlığın nedenlerini anlatırken
varoluşsal değil, tepkisel bir red içinde olduklarını ifade etmeleri de yine söz
konusu makalede tartışılan noktaları yansıttı. Örneğin, Ayşe Erkmen, Ani
Setyan, Aslı Sungu gibi sanatçılar, sanat ortamlarında cinsiyet kadar ırk,
etnisite belirtilmesini de aynı derecede tepki uyandırıcı bulduklarını belirttiler.
Pek çoğu, erkek sanatçı denmiyorsa kadın sanatçı da denmemesi gerektiğine
dikkat çektiler. Örneğin Ekin Saçlıoğlu, bu tür sıfatların gereksiz olduğuna
işaret ederek, “Nasıl ki erkek sanatçı denilmiyorsa kadın sanatçı tanımı da
bana anlamsız geliyor. Ben aynı zamanda anneyim. Ama anne sanatçı diye bir
tanımlama duymadım” dedi. Fulya Çetin ise, “[ ] kişinin cinsel kimliğini
belirterek mesleğini söylerken, o mesleğe o cinsel kimliğin katkısı nedir
acaba?” sorusunu sordu. Çetin’in sorduğu bu soru, aslında ankete katılan tüm
kadınların ortak sorusu. Her birinin yanıtlarından çok şey öğreniyoruz, yeni
sorularla karşı karşıya kalıyoruz. Ben artık sözü onlara bırakıyorum. Katılan
tüm sanatçılara çok teşekkür ederim.

Doç. Dr. Ahu Antmen


Misafir Editör
ORCID ID: 0000-0003-3283-0271

Kaynakça
Antmen A. (2012). Cinsiyetli Kültür, Cinsiyetli Sanat: 1970’lerden 1980’lere
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sanatçılar. Toplum ve Bilim, 125:63-
89.
Bayındır H. (2016). Resim Kokusu. Türkiye Forbes Dergisi, 2: 62-72.
Bridges T. & Mosseri S. (2013). Are You Man Enough to Be a Nurse? Available
at:Inequality by (Interior) Design. İnternet adresi: https://inequalityby
interiordesign.wordpress.com/2013/06/10/are-you-manenough-to-be-a-
nurse-campaign-posters.
Dalton J. (2006). How Do Artists Live (Will Having Children Hurt My Art
Career). Courtesy of the artist and The Winkleman Gallery.
Irigaray L. (1993). Writing as a Woman. In Irigaray L., Je, Tu, Nous: Toward a
Culture of Difference. New York, London: Routledge: 51-60.
xviii Ahu Antmen

Moi T. (2008). I Am Not a Woman Writer-About Women, Literature and


Feminist Theory Today. Feminist Theory, 9(3): 259-271.
Pollock G. (1998). Vision and Difference: Feminism, Femininity and the
Histories of Art. New York: Routledge.
Reckitt H. (2013). Who wants to be a Feminist Artist? Ratsalad DeLuxe.
Available at: Turtlenosedsnake. İnternet addresi: http://www.turtleno
sedsnake.com/ratsaladsite/reckitt.htm.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xix

Sanatçılarla Anket: Kadın Kimliği, Sanatçı Kimliği


1. Kendinizi feminist olarak nitelendirir misiniz?
2. Kendinizi feminist bir sanatçı olarak nitelendirir misiniz?
3. Kadın sanatçı nitelemesinden rahatsız oluyor musunuz?
4. Üretiminizde cinsiyet kimliğinizin bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
5. Sanatçı kimliğiniz diğer kimliklerinizin önünde midir?
6. Ürettiğiniz yapıtların cinsiyet kimliği bağlamında yorumlanması sizi rahatsız
eder mi?
7. Sanat ortamlarında (galeriler, sanat piyasası, yayın dünyası, müzeler, sanat
tarihi vb.) kadın olmanızdan kaynaklanan herhangi bir ayrımcılık
yaşadığınızı düşünüyor musunuz?
Ani Setyan (1965- )
1. Toplumsal yapı, aidiyet, var olduğum etnik yapının getirdiği koşullar gereği,
kendim olma yolunda verdiğim mücadele sürecinde ve çevremde olup
bitenlere duyarsız kalamama hali ile kendiliğinden bir kadın hakları
savunucusu olarak yaşantımızı sürdürürken buluyoruz kendimizi, dolayısıyla
bir niteleme gerkiyorsa eğer, evet feministim.
2. Kendimi feminist bir sanatçı olarak nitelendirmeye gelince, toplumun bize
sunduğu birtakım dayatmalara karşı bir duruş neticesinde, kişiliğimize
işlemiş birtakım normlar kendiliğinden düşüncemize ve de üretimlerimize
yansıyor diye düşünüyorum. Bazen ürettiğim bir yapıtla söz söylemekle
birlikte, kadınlarla bir arada oluşu ve birlikte çeşitli çalışmalar sürdürmeyi
de aynı oranda önemsiyorum; ancak yine de yapıtlarımın konuları gereği
kendimi feminist bir sanatçı olarak addetmedim hiç.
3. Kadın sanatçı söyleminin de bir ayrımcılık barındırdığından olsa gerek,
tercih etmiyorum. Hatta Ermeni asıllı sanatçı veya siyahi şarkıcı gibi...
4. Üretim sürecinde cinsiyet kimliğim benle birlikte hep var zaten, sanatçı ve
cinsiyet ve diğer kimliklerin de dolayısıyla iç içe olduğunu düşünüyorum.
5. Üretimimde ana temam genellikle aidiyet, bellek, etnik kimlik odaklı işler
olsa da, örneğin bellek ve aidiyetle birlikte kendi geçmişimden, yakın
çevremdeki kadınların sosyal konumunu irdeleleyerek ürettiğim yapıtlar
benim kadın kimliğimle alakalı olarak ortaya çıkıyor, diğer işlerimde de
yine birebir cinsiyet kimliğimi kullanarak ortaya çıkmasalar bile bir
sanatçının yapıtı tüm yaşanmışlıklarının, kimliğinin birleşimi olarak ortaya
çıkıyor diye düşünüyorum.
6. Ürettiğim yapıtların cinsiyet kimliği bağlamında yorumlanabileceğini
düşünmüyorum.
7. Bugüne değin sanat ortamlarında kadın olmamdan kaynaklanan bir
ayrımcılık yaşamadım.
Aslı Çavuşoğlu (1982- )
1. Evet.
2. Hayır, çünkü nasıl bir sanatçı olduğum hakkındaki kararı benim
yönlendirmem olmadan, başkalarının vermesini tercih ederim.
xx Ahu Antmen

3. Evet rahatsız oluyorum. Yalnızca sanatçı denmesi eserlerimin okumasını da


genişletiyor.
4. Farkında olarak ya da olmayarak elbette oluyordur.
5. Evet.
6. Tam tersine, yorumlamaların çeşitlenmesi adına değerli buluyorum.
7. Geçmişte taciz ve mobbing yaşadım. Artık bu tip durumlarla
karşılaşmıyorum, ama tabii bu başka kadın sanatçıların karşılaşmadığı
anlamına gelmiyordur.
Aslı Sungu (1975- )
1. Evet. Kadın haklarına ve eşitliğine, feminizme tabii ki inanırım. O nedenle
evet.
2. İşlerimde çıkış noktam hiçbir zaman feminizm olmadı. Bütün işlerimin
otobiyografik olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla elbette işlerimde kadın
olmakla ilgili şeyler de var. Ama tarihsel anlamda baktığımda bana feminist
sanatçı demek doğru olmazmış gibi geliyor. Kendi işlerime baktığımda da,
kendimi feminist sanatçı olarak görmüyorum.
3. Sadece sanatçıyı yeterli buluyorum. Ama kadın sanatçı dendiğinde rahatsız
olmuyorum. Fakat birisine sanatçı derken, cinsiyeti ön plana çıkarmayı
gereksiz buluyorum. Bu biraz bana Berlin’de yaşadığım zaman Türk sanatçı
diye tanıtılmamı hatırlatıyor.
4. İşlerim otobiyografik olduğu için elbette kadın olmamın getirdiği etkiler
var. Örneğin, anne ve babamla yaptığım videoda (Tıpkı Annesi ve Tıpkı
Babası) anne ve babamın hayallerindeki kız çocuğunu merak etmiştim.
Benden çok daha farklı olduğunu görmüştüm. Bu videoyu yaparken genç bir
kadındım. Ya da son dönem yaptığım rüyalarımdan çıkışlı kolajlardan
birinde kendimi satyr olarak göstermiştim. Sonuçta kendimden,
anılarımdan, engellerimden, rüyalarımdan çıkışlı işler yaptığım için,
cinsiyet kimliğimin de ister istemez bir etkisi var.
5. Hayatımın bir döneminde öyleydi. Kendimi sanatla özdeşleştirmiştim. Sanat
ve ürettiklerim benim için kendimi tanıdığım en güçlü, güvenli neredeyse
tek alandı. Daha sonra kendi içsel yolculuğumda karşıma çıkanlar ve
etrafımla beraber bu durum değişti. Şu anda sanatçı kimliğimin önde
olduğunu söyleyemem.
6. İşlerimin içinde cinsiyet kimliği var elbette. Beni rahatsız edecek olan
sadece cinsiyet kimliğiyle ele alınması olur. İşlerimin daha farklı yönlerden
de okunabilmesini dilerim.
7. Hayır.
Arzu Yayıntaş (1977-)
1. Evet
2. Evet.
3. Kadın ve sanatçı isen rahatsız olunacak bir durum olmadığını düşünüyorum
ama eğer ayrımcılık amaçlı "kadın" vurgusu yapılıyorsa rahatsız olurum.
4. Evet.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxi

5. Hayır ama sanat hayatımın ana meselelerinden biridir.


6. Hayır.
7. Evet, özellikle çocuk yaptıktan sonra.
Ayşe Erkmen (1949- )
1. Hayır, belki feminist gibi davranıyor olabilirim ama kendimi bu
tanımlamaya sokabileceğimi sanmıyorum.
2. Hayır.
3. Evet rahatsız olurum, Türk sanatçı denmesinden de rahatsız olduğum gibi.
4. Belki, çok da farkında ve niyetli olmadan. Belki içselleşmiş bir şekilde.
5. Hayır, tüm kimliklerimin yan yana olduğunu sanıyorum.
6. Evet, biraz rahatsız eder ama tabii ki yorumlayanın bu yorumu hangi
bağlamda yaptığına bağlı. Eğer iyi bir tartışma ortaya koyabiliyorsa ilginç
olabilir de.
7. Tabii, bu söz konusu kurumların kadınlara ayrımcılık yaptıklarını
düşünüyorum. Kadın sanatçıların çok daha ilginç olduklarını düşünüyorum
ama nedense erkek sanatçılar daha kolay onaylanabiliyor ve kabul ve hatta
saygı görüyor ve fazla da eleştirilmiyor.
Banu Cennetoğlu (1970- )
1. Evet.
2. Feministim ve sanatçıyım.
3. Tamlama olarak evet. Kadın komşu demiyoruz da neden kadın sanatçı
diyoruz?
4. Salt cinsiyet kimliği üstünden üretmiyorum. Üretilebileceğini de pek
sanmıyorum. Tüm kimliklerimin karışımı diyebilirim.
5. Aciliyete göre yer değiştirebilirler.
6. Hayır.
7. Birebir sık yaşamıyorum ama ortamda, farklı coğrafyalara rağmen,
normalize edilen bir ayrımcılığın hep olmuş olduğunu ve olmaya devam
edeceğini düşünüyorum.
Burçak Bingöl (1976- )
1. Kendimi özellikle feminist olarak vurguladığım söylenemez ama bu feminist
olmadığımdan değil, bu konuyu ayrıca işaret etmeyecek kadar
içselleştirdiğim içindir. Haklar konusuna hümanist bir açıdan yaklaşmanın
kapsayıcı ve daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte
yaşadığımız şartlarda kadına olumlu ayrımcılık yapmamak mümkün değil…
2. Bir sanat öğrenciyken Feminist Sanat ve ardındaki anlayışı ilk öğrendiğim
zamanlarda, kadın sanatçıların erkek egemen sanat dünyasında söz sahibi
olmak üzere erkek diline öykündüğü ve sanatlarını ona göre şekillendirdiği
eleştirisini ilk öğrendiğimde kendi ürettiklerime bakmış ve tam da benzer
bir tavrı –renksiz, çoğunlukla koyu, sert metal aparatların oldukça çok
kullanıldığı heykellerle– kendi çalışmalarımda da yapıyor olabileceğim
gerçeğiyle yüzleşmiştim. Bu farkındalık anının zihnimde hep kaldığını,
zaman içinde çalışmalarımı dönüştürdüğünü biliyorum. Bugün de
xxii Ahu Antmen

çalışmalarımda kullandığım, farklı fikirsel katmanlarla sürekli dönüşen


dekorasyon ve süs konularına özellikle eğilmeme neden oldu. Kadınsı,
minör ve daha aşağıda tanımlanan bu konuları bizzat seçerek –ki ilk çiçek
motifini çalışmalarımdan birine uygulamak yıllarımı almıştı– bu kaba
sınıflandırmaların önüne geçecek bir dilin arayışı içine girdim. Zaman
içinde, kullandığım çiçek motifleri de Doğu-Batı aksında bir kültürel sembol
ve yaratıcı potansiyelin tarihsel bir simgesi olarak bugün üretimimin bir
parçası. Yıllar önce, bir öğrenciyken yaşadığım kişisel yüzleşme ve
çözümleme ihtiyacı bugün toplumsal ve yerel üzerinden hâlâ “feminen” bir
görsellikle sürüyor. Şu haliyle söyleyebilirim ki kendimi feminist sanatçı
diye tanımlayamayacak kadar sahiplendiğim bir duruş bu.
3. Bu ifadeyle özellikle bir derdim yok ancak tabii –her ifade gibi– hangi
bağlamda kullanıldığı önemli. Eğer bir ikincillik, bir aşağıda konumlandırma
iması varsa durum değişir ve söz konusu ifadenin sahibiyle ilgili ciddi bir
soruna işaret eder. Böyle sorunlu hallere kıymet vermemek, ciddiye bile
almamak gerektiğini düşünürüm. Çünkü bunu ciddiye almak, kendini o
kişinin bakışıyla tanımlamak gibi sanki… İnandığın şeyi yapmaya ve olduğun
kişi olmaya devam etmek bana asıl mücadele gibi geliyor. Çok daha derin
bir eşitsizlik inancından kaynaklanan böyle talihsiz ifadelerin sorunların
tartışarak değil, eğitim ve görgüyle giderilebileceğini düşünüyorum.
4. Mutlaka. Fiziksel (hormonal) değişimler olduğu kadar beni ben yapan sosyal
ve psikolojik koşulların olduğu gibi...
5. Böyle olduğunu düşünmüyorum. Benim kafamda çok yer kaplamayan,
sıklıkla unuttuğum bir konu bu. Üretimin kendisinin daha önemli olduğunu
düşünüyorum… Ancak dışardan tanımlandığında yine bakan kişinin açısına
göre değişebiliyor. Bu hem “sanatçı” tanımının bu toplumun çok büyük
kesiminde karşılıksız –ve hatta marjinal– olması hem de çalışma ritmi ve
yoğunluğunun değişkenliği nedeniyle yerli yersiz herşeyin çevre tarafından
sanatçı kimliğine bağlanması hali söz konusu olabiliyor.
6. Rahatsız etmez ancak sadece bu bağlamda yorumlanması biraz eksik kalır.
Bir sanat yapıtını şekillendiren şeyin cinsiyet kimliği de dahil olmak üzere
çok daha karmaşık bir koşullar ve ilişkiler ağı olduğunu düşünüyorum.
Üretimim yorumlanırken tek bir açısından değil etraflıca
değerlendirilmesini daha doğru olur. Bugün malzeme, gelenek ve kültürel
kimlik konularına odaklanan projelerimde çözümlemeye çalıştığım ve
üzerine yoğunlaştığım bu konuları, vurguları es geçerek sadece cinsiyet
kimliği üzerinden yorumlamak büyük eksiklik olur.
7. Ben kadın oluşuma bağlı olarak bariz bir biçimde olumlu ya da olumsuz bir
ayrımcılık yaşadığımı hissetmiyorum. Ama sadece gözlemlerle
söyleyebilirim ki kafasında kadın sorunu olan erkekler (ya da kadınlar)
sadece eğitim şansı görmemiş, alt sosyo-ekonomik sınıflarla sınırlı değil.
İronik olarak bu konuları çalışmalarında işleyen, çağdaş sanat üreten sanat
insanlarında bile kadın konusunun içselleşmediğini gözlemleme fırsatım
oldu. Bu basitçe sosyal bir ortamda yok sayılma ya da ortaya attığın bir
fikrin sözel kredi verilmeden kullanılması, görüşünün hiç sorulmaması ya da
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxiii

merak bile edilmemesi şeklinde gelişebilen sosyal beceriksizlik ve


talihsizliklerden ibaret. Bununla birlikte ürettiğim çalışmaların “fazla
feminen” yanıyla belli sanat çevrelerde yüzeysel bir biçimde hızlıca
sınıflandırılarak değerlendirildiğinin farkındayım. Sanat dünyasında çok
makbul olmayan dekor, zanaat, gelenek gibi konuları özellikle işliyor ve
kullanıyor olmam nedeniyle hiç dahil olamadığım faaliyetlerin de olduğu
muhakkak. Şunu da kaydetmeliyiz ki sanat dünyasındaki biçimsel önyargılar
sadece erkeklerden değil, erkeksi bakışı aşırı içselleştirmiş kadınlardan da
gelebiliyor. Bitirirken ilk sorunun cevabına da dönmüş oluyoruz: sanat
üretimi samimiyetle yapılan kişisel ve/veya toplumsal yüzleşmeleri talep
ederken, aynı gerekliliğin sanat yazan/yönetenler için de ortada durduğunu
düşünüyorum.
CANAN (1970- )
1. Evet.
2. Evet.
3. Simone de Beauvoir’ın “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözünü hatırlayarak,
“kadın sanatçı doğulmaz, kadın sanatçı olunur” diyorum. Erkek sanatçıları
tanımlarken cinsiyetini belirten bir kelime kullanmayıp benden
bahsederken kadın sanatçı nitelendirmesini yapıyorlarsa bir sorun var diye
düşünüyorum. Diğerleri öteki’ni tanımlarken başına bir nitelendirme getirir
çünkü. Kadın sanatçı, siyahi sanatçı, Kürt sanatçı, Ortadoğulu sanatçı gibi.
Bu nitelendirilmelerle yeterince sanatçı olarak Kabul edilmediğimizi, o
tarafı temsilen sanat dünyasında var olduğumuzu, ama sanatçı tanımını hak
edenlerin bir temsile ihtiyaç duymadan da sanatçı olarak kabul edildiklerini
anlıyorum.
4. Elbette. Cinsel kimliğimden dolayı yaşadığım sıkıntılar, sorunlar işlerimin
konusunu oluşturuyor. Burada da özel olan politiktir diyeyim tam olsun!
5. Bilemiyorum, bulunduğum yere ve zamana göre değişiyor sanırım. Net
birşey söyleyemiyorum.
6. Feminizm üzerinden yapılan yorumlar beni rahatsız etmiyor.
7. Evet, düşünüyorum. Sanat hayatımın başlangıcında cinsiyet kimliğim
üzerinden yaptığım üretimlerimin, sığ, derinliksiz olduğu ima edildi,
feminizmin modası geçmiş bir kavram olduğu, Batılıların bu konuyu çoktan
işleyip bitirdiğini, bu yüzden modası geçmiş bir kavramla uğraştığım aleni
bir şekilde söylendi. Cinsel kimlikler üzerinden ne siyaset ne de sanat
üretilemeyeceğini hatta böyle yaparak ayrımcılık yaptığım ifade edildi.
(Düşünebiliyor musunuz böyle bir söz entelektüel ortamlarda bile
söylenebiliyor!) Bazı çok öğretici kişiler tarafından eğer feminizm üzerinden
birşey söylemem gerekiyorsa feminizmi de onların bana öğrettiği gibi
algılamam gerektiği konusunda uyarıldım. Bu ortamda feminizm
yapılacaksa onların kontrolü altında ve onların istediği şekilde
yapılmalıydı. Mobbing her daim arka kapıdaydı. Kadın arkadaşlarım
arkamda durmadılar, sahip çıkmadılar bu tartışmalarda. Dışlandığımın
farkındaydım, dışlanmamak için ve feminist olarak tanımlanmamak için
xxiv Ahu Antmen

tartışmalarda taraf olmadılar. Kendilerine feminist demekten çekindiler.


"Kadın haklarını savunuyorum ama feminist değilim", "feminist diyerek
kendimi sınırlamak istemiyorum" "kadın hakları değil insan hakları" gibi
cümleleri çekinmeden söylediler. Ve o zaman daha feminizm “in” değildi.
Çok şükür şimdi birçok kadın sanatçı çekinmeden “feminizme” sahip
çıkıyor. Erkek sanatçılar tarafından kategorize edildim, edildik. Bir
seferinde kadın sanatçılar arasında en iyisi olduğumu söyleyen bir erkek
sanatçı bana iltifat ettiğini sanırken aslında kendisi ile aynı düzlemde beni
görmediğini çok aleni bir şekilde ifade etmişti. Birçok sergi hazırlığı
aşamasında sanatçı seçimi yapılırken önce erkek sanatçı seçimi yapıldığını
daha sonra adil olsun (bunun açıklaması cinsiyetçi yaklaştığımız belli
olmasın) diye kadın sanatçı seçildiğine şahit oldum. Şu örnek gibi yani, evet
önce sanatçıları seçtik, şimdi de araya bir LGBT, birkaç Kürt ve kadın
sanatçı serpiştirelim ve ne kadar adil olduğumuzu gösterelim! Erkek sanat
çevresi, hangi bursların kimlere verileceğine, kimin dolaşıma sokulacağına,
kimlerin yurt dışındaki önemli sergilere önerileceği konusunda karar verici
oldular. Uysal itaatkar karakterli arkadaşlarımızı sözlerinden dışarı
çıkmamaları koşuluyla (bunlar sözlerle ifade edilmez, hissettirilir ve herkes
bunu anlar) sergilere, burslara, koleksiyonlara önerdiler. Hamile
kaldığımda, daha kariyerimin başında olduğum, çocuk yaptığımda
sergilerde yer alamayacağım söylendi. En iyi ürettiğim zamanların çocuk
sahibi olduğum dönem olmasına rağmen (evet yapmak çok zordu ama
yapabildim) üretemediğim söylendi, üretimler gösterilince hep aile, kadın,
hamilelik çocuk üzerine ürettiğim karşı tezi önüme getirildi (bu sorunlarla
uğraşırken mesela uzay ile ilgili bir üretim yapsaydım daha mantıklı olurdu
tabii, katılıyorum!!) Ben senin ikinci çocuğu da yapar evde dizinin üstüne
oturursun diye düşünüyordum, diyerek yine bu konuda da
küçümsendim. Bedenimi işlerimde kullandığımda kadınlar, “çıplak bedenini
kullanarak nereye kadar devam edeceksin, merak ediyorum” diyerek
çıplaklığımı kullanarak kariyer yapmaya çalıştığımı ima ettiler. “Bedenini
değil, ruhunu soymak daha mühim” diyerek de ruhumu işlerime
katamadığım, yalnızca bedenimi teşhir ettiğimi söyleyenler de oldu. Onlara
cevabım şöyle: 80 yaşında bile, buruşup sarkıncaya kadar bu bedeni
kullanmaya devam edeceğim. İzleyicilerden de ağzımın payını aldım
açıkçası. Cennet tasviri yaptığım bir işimde bedenimi kullandığımda, “bu
çirkin kadının cennette ne işi var” diyenler olduğu kadar, sergimde gördüğü
beden fotoğraflarına “biraz da güzel kadın koyun şuraya kaç defa söyledim”
diyenler de. Ha bir de unutmadan “seni de, memelerini de, işlerini de
sevmiyorum” ya da “işlerinin değil memelerinin arasında kaybolmak
istiyorum” gibi cümleler içeren tacizkar e-mailler sanat hayatımın bir rutini
haline geldi.
Canan Beykal (1948- )
1. Emin değilim.
2. Kimlik üzerinden iş yapmadığım için bundan da emin değilim.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxv

3. Kadın sanatçı olarak değerlendirilmekten rahatsız olmam.


4. Eril söyleme ve eril iktidar odaklı sisteme karşı savaşımım olduğu doğrudur
ama işlerimin kimlik ve özellikle 'ben' üzerine olduğunu söyleyemem.
5. Hayır.
6. Hayır.
7. Hemen hemen her alanda ve kadın-erkek ayırmadan pek çok kişinin
ayrımcılığına ciddi biçimde maruz kaldığım doğrudur. Hemcinslerim
de iktidarla işbirliği yapabiliyorlar ve eril söylemin içinde size onlarla
eşdeğer ayrımcılık uygulayabiliyor ya da bu ayrımcılığa yataklık
edebiliyorlar. Benim her zaman derdim siyasal düşüncelerim doğrultusunda
iktidar odaklarına, söylemine, diline karşı olmuştur. Eril söylem ve
iktidarıyla savaştığım her alanda (insan-kadın-sanatçı-yazar olarak) ne yazık
ki kendilerine güç atfedilmiş kadınların benzer öğrenilmiş davranış
biçimlerini uygulamakta bir sakınca görmediklerine tanık olmuşumdur. Bu
benim için daha da üzücü olmuştur. Çünkü diğerinde savaşım verdiğim şeyi
tanımlamakta zorlanmadım, bu kimlik açıktı. Bu her alana sinmiş olan
erillikti. Ancak benzer söylemi ve icraatı tüm yöntemleriyle ortaya koyan
kimlik (belki de bu bizim ülkemize has bir şeydir) hemcinsiniz
olunca zorlanmış ve büyük hayalkırıklığı yaşamışımdır.
Deniz Gül (1982- )
1. Evet.
2. Evet.
3. Hayır.
4. Evet.
5. Hayır.
6. Evet.
7. Hayır.
Didem Dayı (1973- )
1. Doğal olarak feministim ama bunu daha sonra anladım. Bir kadının feminist
olmamasının öz varlığına saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Feminizim
meselesi bence asıl erkeklere ait bir alan.
2. Sanatçı olup olmamak bir başkasının görüşü üzerinden bir paye. Ben beni
rahatsız eden, dikkatimi çeken, beni daha çok şaşırtan şeyler üzerine işler
üretiyorum çünkü yapmadan duramıyorum. Reklam ve tasarım
formasyonum olduğu için ise ürettiklerimin birileri ile buluşması gerektiğine
inanıyorum… Bu neden böyle diyorum, nasıl herkes bu kadar yanlış algılıyor
veya yanlış algılamış birşeyleri, neden razı gelinmiş olan bitene neden farklı
bakılmamış veya farklı bakan birileri olduysa da neden sesleri boğulmuş,
duyulmamış. Yanlış olanın bu kadar kabul görmüş olması bana inanılmaz
geliyor.
3. Birbirimizi sıfatlarla tanımladığımız bir dünyada hayır rahatsız edici değil.
Fakat yanına bir sürü sıfat daha ekleyebilirim eğer böyle tanımlanmayı
kabul edersem. Biliyorsunuz bir kadının birden çok adı ve kendini
xxvi Ahu Antmen

tanımlayabildiği birçok sıfat var. İlginç bulmuşumdur bir kadını; genç kız,
kız, kadın, kocakarı, kaynana, cadı, orospu, mal, yollu, oynak,
hafifmeşrep, kirli, kaşar, kezban, bakire, müsait, cenabet, prenses, ana,
melek vb. gibi birçok sıfatla tanımlayabilirsiniz ve her bir kelimeyi
düşündüğünüzde bir kişilik ve bir görüntü canlanır gözünüzde, çok tanımlı
bir kişilik. Düşündüğünüz zaman bunların her biri benim veya çok kolay ben
olabilirim. Dolayısıyla bir başkası için tanımlıyoruz birşeyleri. Kendimi
kendime tanımlamam.
4. Genel olarak evet. Aslında meselemin görünmeyen şiddet, şiddetin
içselleştirilmiş, genelleştirilmiş ve doğallaştırılmış hali olduğunu
düşünmüşümdür her zaman. Bu tip şiddetin en çok kadınlara yöneldiğini
gördüğümden ve deneyimlediğimden doğal olarak üretimlerim bu yönde.
5. Maalesef hayır. Anne, ev kadını, hoca, tasarımcı. Kimlik dediğiniz şey biraz
da görevler ile iç içe ne yazık ki, gizli toplumsal sözleşmelerle belirlenmiş
kimliklerim ve onların getirdiği görev ve sorumluluklar daha önce geliyor.
Her şey bittikten sonra sanatçı kimliğim var.
6. Elbette hayır.
7. Düşünmüyorum ama daha önce söylediğim gibi böyle bir ayrımcılığa
uğramış ve farketmemiş olabilirim. Bunu normalleştirmiş ve görünmez
kılmış olmam çok muhtemel. Şöyle bir düşündüğümde üretimimin her
zaman kadınlar tarafından desteklendiğini, önemsendiğini ve beğenildiğini
söyleyebilirim. Hatta düşününce yaptığım işi doğru anlayan beğenen ve
destekleyen (bir-iki kişi hariç) erkek olmadı aslında.
Didem Ünlü (1966-)
1. Evet.
2. Evet feminist bir sanatçıyım.
3. Kadın sanatçı nitelemesinden birçok kadın gibi ben de rahatsız oluyorum,
bu sanki erkeklerin kadınları kulvar dışı bırakmak icin uydurdukları bir
niteleme. Ben sanatçı kadın nitelemesini kendime daha uygun buluyorum
ve diğer sanatçı kadınlarla ortak çalışmalar yapmayı çok seviyorum.
4. Sanatçı olarak üretimime cinsiyet kimliğimin bir etkisi var mı? Evet bence
var, çünkü sahip olduğumuz tüm kimlikler birbirleriyle ilişkili, üretimlerimiz
yaşantımızdan soyutlanamaz.
5. Evet benim için sanatçı kimliğim diğer kimliklerimin hep önündeydi ve hâlâ
da öyle.
6. Bu benim için çok önemli değil, üçüncü şahıslar tarafından yapılan
yorumlara müdahale şansımız her zaman olmayabilir. İyi okuma yapabilen
yorumcuların çoğalmasını diliyorum.
7. Evet sanırım 80’li 90’lı yıllarda daha çok ve banal bir biçimde yaşıyorduk
bunu; “kadından sanatçı olmaz, güzel kadından hiç olmaz” lafını çok
duymuşumdur pişkin gülmeler eşliğinde. O zaman da şimdi de pozitif bir
ayrımcılık olmadığı kesin en azından. Sanat piyasasında daha çok kadın
yüzlerine ihtiyaç var; galerici, koleksiyoner, sanat tarihçisi, küratör vb. Ve
tabii ki erkek egemen sektörde güçlü bir yer edinebilmeleri için kadınlarla
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxvii

sırt sırta vermeleri gerektiğini bilmeleri gerekiyor. Bugün dünyadaki ve


Türkiye’deki sanatçı kadınlar gerçekten çok güçlü, günümüzdeki kadın
duyarlılığının dışavurumu sert ve feminist. Kadının hayat içerisindeki
varoluşu değiştikçe duyarlılıkları da değişiyor. Bu yüzyıla baktığımızda
dünyada ve Türkiye’deki sanatçı kadınların eserlerini daha başarılı ve
heyecan verici buluyorum. Bu güçlü potansiyel daha fazla göz ardı
edilmemeli diyorum.
Eda Gecikmez (1984-)
1. Evet.
2. Kendimi feminist bir sanatçı olarak nitendirebilirim, ama feminist sanatçı
olarak nitelendiremem. Bu ikisinin, sanatı deneyimleme pratiği açısından
birbirinden farklı olduğunu düşünüyorum.
3. Evet rahatsız oluyorum ama cinsiyetimden dolayı özellikle yaşadığım
haksızlıklar/mobbing/taciz devam ettiği sürece bu tanımlamaya karşı
değilim.
4. Özellikle cinsiyet kimliğim yüzünden yaşadığım durumlara karşı
geliştirdiğim hayat stratejisinin üretimime de yansıması olmuştur.
5. Evet.
6. Üretimim cinsiyet kimliği bağlamında elbette yorumlanabilir ama
açıklanamaz.
7. Evet.
Ekin Saçlıoğlu (1979-)
1. Evet nitelendiririm.
2. Kendimi bir feminist olarak ve bir sanatçı olarak nitelendiririm. Ancak bu
iki kimliği bir arada kullandığınızda birincisi ikincisinin sıfatı haline geliyor
sanki. Eğer yapıtlarımda özellikle feminizm üzerine çalışıyor olsaydım bu
belki olabilirdi. Mesela aynı zamanda sol görüşe mensubum, ama kendimi
solcu sanatçı diye de tanımlayamam. Bunlar bizi biz yapan dünya
görüşlerimiz, birer damgaya dönüşmeleri gerekmiyor.
3. Nasıl ki erkek sanatçı denilmiyorsa kadın sanatçı tanımı da bana anlamsız
geliyor. Ben aynı zamanda anneyim. Ama anne sanatçı diye bir tanımlama
duymadım. Demin dediğim gibi kadınım ve sanatçıyım. Ama kadın sanatçı
olarak tanımlanmak istemem.
4. Evet tabii. Ben sanatımda yaşantımdan çokça faydalandım. Kadın olmam,
eş olmam, anne olmam, çocuk olmam ve diğer bütün kimlikler farklı
şekillerde kendisini yapıtlarımda göstermiştir.
5. Dönem dönem harcadığım zamana bağlı olarak, (zihinsel meşguliyet olarak
da) kiminin daha öne çıktığı oluyor. Örneğin doğum yaptım 1,5 sene kendi
gündelik yaşantımda, zihnimde sanatçılığım ikinci planda kaldı. Oysa şimdi
yoğun olarak sergi hazırladığım bir dönemdeyim ve içinde olduğum
tempoya ve hissiyatıma da bağlı olarak sanatçı kimliğim daha önde. Bir
denge tutturmaya çalışıyorum.
xxviii Ahu Antmen

6. Olabilir, herkesin yorumu farklı, kimsenin yorumuna karışamam. Kimi yapıt


vardır bilinçli olarak zaten sanatçı bu kimliği öne çıkartmak istemiştir.
Kiminde daha dolaylıdır, üstü örtüktür. Bu benim zaten işaret ettiğim bir
konu ise böyle algılanmasını isteyebilirim de.
7. Evet, bu konularda çok spesifik olaylar üzerinden gitmesek bile kendimin
de pek çok hemcinsimin de pek çok farklı aşamada ayrımcılık yaşadığını
düşünüyorum. Yeteneklerini, zihinlerini, yapıtlarını düşündüğüm kimi
kadınların erkek olsalardı çok daha başka yerlerde olabileceklerini hep
düşünmüşümdür.
Elif Uras (1972-)
1. Evet, kadınlar hâlâ ev işlerinin ve çocuk bakımının büyük kısmını yapıyor ve
iş hayatında aynı işi yapan erkeklerden %20 az ücret alıyorlar. Her iki
alanda da eşitlik için savaşmamız gerektiğine inanıyorum.
2. Evet, kadın imgesiyle ve formuyla uğraşmak, kadının görsel kimliğini
sorgulamak, doğurganlık ve cinsiyet rollerinin üzerinde durmak feminist
sanat olarak nitelendirilebilir.
3. Kadın sanatçı nitelemesinden rahatsız olmuyorum. Ayrımcı bir
nitelendirme olduğunu düşünüyorum ama mesela sadece kadın sanatçıların
yer aldığı bir sergiye katılmamayı düşünmem.
4. Kadın kimliğinin yaptığım işlere yansıdığını düşünüyorum. Uzun süredir
seramik atölyelerinde homososyal bir ortamda çalışan kadınların yanı sıra iş
üretmek, kadının ev içinde ve çalışma hayatındaki varlığı, cinsiyet
rollerindeki dönüşüm, sanat, emek ve zanaat alanında kadının farklı yerleri
gibi konuları sorgulamama yol açtı. Sonra cinsiyet kimliğinin üzerine
annelik kimliği de eklenince kendime ait bir oda yaratıp kapıyı
kapatabilmek daha da zorlaştı.
5. Evet.
6. Hayır, zaten form ve içerik olarak kadının görselliği ile ilgileniyorum.
7. Ayrımcılık yapısal olarak var, Linda Nochlin Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı
Yok’u yazdıktan sonra kadınların sanat dünyasındaki temsiliyeti konusunda
ilerlemeler olmadı değilse de hâlâ erkek sanatçılar galerilerde ve müze
koleksiyonlarında daha çoğunlukta, müzayedelerde eserleri daha yüksek
fiyatlara satılıyor. Hâlâ eş ve anne rollerinin kadının sanatçı kimliğinin
önüne geçeceği düşünülüyor ki bunun tam tersi olmalı.
Elmas Deniz (1981-)
1. Evet. Kesinlikle.
2. Feminist olduğumu belirttiğim için zaten feminist sanatçı oluyorum, mesela
komünist olduğumda komünist sanatçı olabilmek gibi. ( Bu anket bağlamı
dışında sorulsaydı yani ilk soru olmadan ikinci soru gelseydi, feministim
ama feminizm konusunda çalışan bir sanatçı değilim, fakat işlerim
feminizm zemininde okunabilir derdim). Ancak "feminist sanat yapmayı"
ayırıyorum. İşlerimde konu "feminizm" değil. Gerçi feminizm yıllar içinde
anlamı ve kapsamı genişleyen de bir kavram, dolayısıyla sanatın kendisinin
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxix

ne olduğunun tarifine göre feminist sanat yapıyor sayılabilirim. Belki anarko


feminizmi kendime yakın buluyorum. Benim ilgilendiğim konular, yoksulluk,
tüketim kültürü, ekonomi ve doğa, doğanın tüketimi vb. Hem ezilenlerin
hem de doğanın zarar görmesinin karşısında genişletilmiş bir feminizm
benim sanatımı feminist yapar, sadece kadın olmam feminist sanat
yaptığımı söylemeye yetmez diye düşünüyorum. Feminizm, sanat, bunlar
hep kompleks kavramlar. Benim tarifime gore birbirleriyle uyumlu.
3. Hayır.
4. Aslında ben çocuk merakıyla düşünen birisi olduğuma inanıyorum, ilkokul
öğretmenim babamdı, insanları cinsiyetine göre ayırmamak gerektiğini çok
küçük yaşlarda bana öğrettiğinden bu konuda hep uyumsuzluk
yaşamışımdır. Çünkü Türkiye’de cinsel kimlik çok öncelikli. İlgimin cinsel
olarak yöneldiği kimse dışında aslında cinsiyetsiz bir kafam olduğunu
düşünüyorum. Uzattım, ancak zihinsel değil de biyolojik birtakım etkileri
var kadın olmanın. Üretimimde değil ama sonrasındaki süreçlerde hormonal
olarak çok fazla sıkıntıya düşdüğümü söyleyebilirim, kadın olmanın yegane
negatif etkisi, çalışma isteğinin bir iki hormonl kolayca yerle bir olması,
fikirlerde kararsız kalma, bir geri çekilme hali, birisinin sadece kadın olması
sanat konusundaki diğer insanlarla ilişkilerini aşırı etkileyen bir şey. İşlerimi
düşündüğümde, örneğin Otoportre (2012) (http://www.elmasdeniz.co
m/otoportre.html); buradaki kız çocuğu kültürel olarak kadının,
evlenmeden önce kız çocuğu olması, kadın olamaması, birey olamaması ile
ilgiliydi. En direkt referanslı işim budur. Ekonomik sistemin sorumlusu olan
bakış açısını erkek egemen yapıda görüyorsak, benim doğa ve ekonomi ile
ilgili işlerimin tamamı feminist görülebilir, görülmelidir de ama böyle
okuyan çıkmayacaktır zira feminist sanatçı denildiğinde daha reprezantatif
sanatçılar düşünülür, şu an Canan ve Zeyno Pekünlü’de olduğu gibi. (Bence
bu problemin kökünde yani feminizmin ne olduğu, feminizle hiç alakası
yokmuş gibi görünen sanatçıların incelenmesiyle ortaya çıkabilir
görüşündeyim.) Yani hem feminizmin 70'ler halini bıraktığını söyleyip hem
de geliştirecek okumaları sağlamadığımızda, kısıtlı bir feminizmi yeniden
üretiyormuşuz gibi düşünüyorum.
5. Sanatçı kimliğim ilk ve baskın kimliğimdir.
6. Yapıtlarımın istemediğim bağlamlarda da yorumlanabileceğini en baştan
kabul ettiğim için; etmez. Feminist teori etrafında okunması çok çok ilgimi
çeker ama benim kadın olmam üzerinden okumak konusunda pek emin
değilim. Ancak sanat sosyolojisi açısından bakılması ilgimi çekerdi.
7. Düşünüyorum. Bu tıpkı sınıf bilinci gibi bir durum, dikkat gösterilince ortaya
çıkan çok çok belirsiz hatlarla olan, sorulduğunda söylenen şeyler.
Hepimizin farkında olduğu şekliyle yani sadece kadın olmam nedeniyle
değil ancak ekonomik durumumdan dolayı bir tür ayrımcılığı yaşıyorum
(Büyük ihtimalle ekonomik durumum kadın olmamla ilişkilidir.). Benim ben
olmam, yukarıda bahsettiğim kadın kimliğimdense cinsiyetsizlik haline
yatkınlığım, aynı zaman benim ayrımcılıkları anlamama engel oluyor.
Kendini güçlü hisseden kadınlarda genel bir sorun bu, kendine
xxx Ahu Antmen

konduramamak ve sanat çevresini kadın erkek eşitliği meselesinde dikkatli


ve gelişkin olduğuna inanmak. Söz hakkı sıkıntısı var. Ancak bu
ayrımıcılıkları özel dikkat gösterince fark ettim. Bir erkek sanatçı bana,
“Seninle aynı zamanda başladık ama senin özgüvenin düşük olduğu için
fazla yol alamadın” dedi. Kendi başarı kriterlerini herkeste aramaktan daha
erkek egemen birşey düşünemiyorum. Bu olayı şahsıma yönelik bir hakaret
olarak aldım ve çok üzüldüm, ama kadın olmam ile ilgili olan kısmını
düşünmekteyim. Erkek olsaydım bunu söyleyemeyeceğini düşünüyorum.
İşte işin tuhaflaştığı noktalar bunlar oluyor. Kadın kimliğim durumları ne
derece etkiliyor, buna hiç diyemiyorum.
Fatma Tülin (1950-)
1. Kendimi doğuştan feminist olarak nitelendiriyorum. Hayata, topluma ve
ilişkilere bakışta, olup biteni yorumlamada sürekli etken olan bir farkındalık
durumu oldu bu benim için. Feminist olmadığını söylemek, insan haklarına
karşıyım demekten farksızdır. Uygar ve bilinçli her insanın feminist bakış
açısına sahip olması gerektiğine inanıyorum. Çocuk denecek yaşlardan
başlayarak toplumsal cinsiyeti hissetmiş, kadına ve erkeğe tanınan farklı
hakları ve davranış biçimlerini isyanla karşılamış biriyim; aynı yaştaki bir
genç erkekle benzer özgürlüğümün olmaması ergenlik çağında fark ettiğim
bir gerçekti örneğin. Neden bir a ya da b gibi geceleri yalnız dışarı çıkıp
gezemiyorum? Aydın bir ailenin bile cevabı netti: “çünkü o erkek!”,
sıradan ve tartışılmaz bir gerçek olarak. Bu açıklama benim gözümde kabul
edilebilirlik taşımıyordu elbette. Giderek kadın sorununun ve toplumsal
cinsiyet meselesinin daha çoğul olgularıyla karşılaşmak, bu konuda
mücadele vermiş kadınların hayatlarını, yazdıklarını, düşündüklerini
öğrenmek soruna daha bilinçle yaklaşmamı sağladı. İnsan haklarını,
eşitliğini baştacı edinmiş bir Fransız devrimi sırasında bile, Olympe de
Gouges, kadın hakları manifestosunu yazdığı ve kadınların toplumsal
eşitliğini savunduğu için 1793 yılında giyotine gönderildi. Bu bence çok
önemli bir göstergedir; kadının özgürlüğü insan haklarından sayılmıyor!
Dünyanın çeşitli ülkelerinde, farklı inançlarda ve toplum modellerinde
genellikle değişen ölçülerde kadın hep geride; ya insandan sayılmıyor, ya
da ikincil, üçüncül konumlarda. Eğitimden, kendini ifade etme
olanaklarından, ekonomik bağımsızlığını kazanma hakkından mahrum. Pek
çok toplumda kadın bir köle statüsündedir. Julia Kristeva Beauvoir Presente
adlı kitabında Simone de Beauvoir’ın gerçek bir antropolojik devrim
yarattığını söylüyor ve Le Deuxieme Sexe’ten yaptığı bir alıntıyla
Beauvoir’ın ünlü cümlesini tekrarlıyor: “Kadın doğulmaz, kadın olunur”,
yani kadın olma şartlarını yaratan, kadına ikincilliği yükleyen toplumdur. Bu
konumda kadın bir insan olarak kendini nasıl gerçekleştirebilir? Bir kadının
varlık nedeninin sadece ailenin ve türün devamını sağlamak olmadığına
inandığım için, kadının bireyselliğini ne pahasına olursa olsun koruması
gerektiğini düşünüyorum. Nüfusun artmasını sağlamakla görevli değildir
kadın; erkek gibi hayatta kendini ifade etmek, iş üretmek, kendi varlığını
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxxi

ve yeteneklerini gerçekleştirmek ve bağımsızlığını sağlamak durumundadır.


Biyolojik farklar bu alanda farklı olma sonucunu doğurmaz. 60’lı yıllardan
başlayarak Amerika ve Fransa’da gelişen feminist hareketle elde edilen
bazı kazançlara rağmen, erkekle kadının eşitliği konusunda kaydedilmesi
gereken çok mesafe var hâlâ. İlerleme şöyle dursun, bu konuda gerileme
olduğundan bile söz edilebilir. Kadını iş hayatından geri çekmek, eve
yeniden bağlamak için öne sürülen doğayı önemseme stratejisinin, örneğin
âdet günlerinin çalışmayı zorlaştırdığı fikrinin, emzirmenin kutsallığı
propagandasının, annelik içgüdüsünün pompalanmasının olumlu
karşılandığını gözlemliyoruz son yıllarda. Oysa buradaki tuzağı atlamamak
gerek. Feminist filozof Elisabeth Badinter, Le Conflit adlı kitabında, bu
tavrın iş piyasasının sadece erkeklere kalmasını amaçlamak, feminist
hareketlerle zedelenen erkek kişiliğinin ve cinsel kimliğinin onarılmasını
sağlamak amacıyla ortaya atıldığını öne sürüyor. Bu görüşe katılmamak
elde değil. Sonuçta feminizm bir bakış açısı olmaktan öte, kadının
özgürlüğünü sağlamak için sürekli çaba göstermesi gereken bir mücadele
alanı, uyanık olmayı, durumu sürekli sorgulamayı gerektiren aktif bir
sahadır.
2. İnandığım ve savunduğum fikirler doğrultusunda yaşadığımı ve ürettiğimi
düşünüyorum. Sanatın ifade alanı sinemaya ya da edebiyata kıyasla daha
kısıtlı; bir an ve bir bakışla belirleniyor; bu bağlamda yapıtlarım birebir ve
dolaysız bir biçimde feminist çağrışımlar yapmıyor olabilir. Çağdaş sanat
alanında, özellikle bu tür angaje konularda yapıtın metinle desteklenmesi
gerekliliği doğuyor. 80’lerde ve 90’lı yıllarda kadın gövdesine odaklandı
işlerim; şu aralar çoğunlukla kadın portreleri girdi resmime; onların
yüzlerine yansıyan hikâyeler, mırıldandıkları söylemler ilgilendiriyor beni:
kırıklıklar, hüzünler, eziklik genel bir kırgınlık görüyorum bazı bakışlarda.
Beklediğini bulamamak, çaresizlik, bir hayal kırıklığı hayata karşı. Bu
yüzden de son sergime Yüzler, Fısıltılar adını verdim. Bu bende doğal bir
eğilim olarak kendini gösterir; kadın meselesi’yle didişmemin, sürekli bu
sorunsalla varolmamın bir sonucudur. Rastlantısal bir oluşum değildir. Bu
yüzden kendimi feminist bir sanatçı olarak nitelendirebilirim.
3. Sanatçıyım ve kadınım. Bu bir gerçek, o yüzden de yanlış bir niteleme değil
elbette bu. Ama erkek sanatçı diye belirtilmediğine göre, burada yine bir
ayrımcılık devreye giriyor. Kullanıldığı bağlama da bağlı; bir araştırmada
örneğin, bir sanat tarihi ya da bir toplum incelemesinde kabul edilebilir,
ama sıradan bir biçimde kullanıldığında indirgeyici oluyor. Ben sanatçıyım,
o kadar. Neden erkek sanatçı tamlaması kullanılmıyor? Bunu sormak gerek.
Çünkü sanatçı zaten erkektir; kadın olunca belirtilmeli, çünkü doğal değil.
Altında yatan anlam bu olunca, elbette rahatsız ediyor. 8 Mart kadınlar
günü de benzer bir sıkıntı yaratıyor bende. Toplum senede bir gün bu
özürlü türe önem veriyor. Neden ‘erkekler günü’ yok? Toplum kadının
ikincilliğini, mağduriyetini kabul ediyor, onaylıyor çünkü. Sosyal vicdanını
da göstermelik bir kadın günüyle rahatlatıyor.
xxxii Ahu Antmen

4. Üretimimde cinsiyet kimliğimin etkisi olduğunu kısmen düşünüyorum;


kısmen dememden kasıt, snıflandırmaların kısıtlılığından çekindiğim için.
Sanatın kategorize edilmesi çok da doğru gelmiyor; ele avuca sığmaz,
esrarlı ve çelişkilerle dolu bir alan çünkü. Nedir kadının yaptığı resimle
erkeğinkinin farkı? Bunu çok net tanımlamak her zaman kolay olmayabilir.
Yine de üretimimde seçtiğim konular ve en önemlisi onlara yaklaşım ve
işleyiş biçimim açısından cinsiyet kimliğimin etkisi olma ihtimali vardır.
Resmimde farklı biçimde dönem dönem yer alan doğal nesnelerin örneğin,
diğer kadın sanatçılarda da konu olduğuna rastladım. Ayrıntılar işimde
genellikle önemli oldu. Bu daha çok kadınsı bir tavır mıdır? Belki! Doğrusu
bir noktada, kadın ve erkek ayrımının biyolojik olarak bile bu kadar net bir
biçimde farklılık göstermediğine inanıyorum. Cinsiyet kimliğini aşan bir
karmaşadır insan aslında.
5. Sanatçı kimliğim her tür kimliğimin önündedir. Bir önceki sorunun yanıtında
da belirttiğim gerçekle bağlantılı olarak, kadın olma kimliğimin de
ötesindedir. Hatta sanatçı olmaktan başka bir kimliğimin olmadığını
söylemek istiyorum. Ne bir yere ne de bir topluluğa aitim; kimsenin, kızı ya
da annesi değilim. Tek tarifim sanatçı olmak. Yurtdışında yaşadığım için
sıkça karşılaştığım soru hangi ülkeden, hangi kökenden olduğum. Sadece,
sanatçıyım ve adım Tülin, başka hiçbir kimliğim yok diyorum. Gerçekten de
başka hiçbir aidiyet duygusu taşımıyorum. Bu anlamda tamamen özgürüm.
Ama bazen işimin beni bağımlı kıldığını düşünmeden edemiyorum. Tutsak
hissettiğim tek kimlik bu.
6. Yapıtlarımla ilgili yorumlar beni rahatsız etmez. Sadece hazır giydirilen,
yani üstünde düşünülmemiş, cinsiyet kimliği önceden bilindiği için uygun
görülen saplantılı yorumlara sıcak bakmıyorum. Ama sonuç olarak sanat
ürünlerinde birtakım sınıflandırmalar kaçınılmazdır. Bu bağlamda ürettiğim
yapıtlar yoruma açıktır ve bu özgür bir alandır. Herkes bir işi farklı
açılardan yorumlayabilir, cinsiyet kimliği de bunlardan sadece birisidir. Bir
yapıtın yorumlanmasındaki çoğulluk o işin anlam zenginliğini, derin ifadeler
içerdiğini gösterir. Bu da bence bir sanatçı için sevindirici bir olgudur. En
azından benim için öyle.
7. İş hayatında kadının işi zor. Bu sanat alanı olsun ya da başka bir iş alanı
olsun, dinamikler değişmiyor. Sanat ortamlarında ayrımcılık oldukça
belirgin. Belki son yıllarda eskisine göre azaldığından söz edebiliriz. Bazı
koleksiyoncular örneğin, kadın sanatçıya güvenmez; evlenir, çocuğu olur,
hevesi geçer, işi bırakır diye düşünür. Tıpkı diğer iş dallarında olduğu gibi,
kadına önemli görev vermek istemez iş sahibi. Kadının inandırıcılığı azdır
erkeğe göre. Galericilerle de durum benzer biçimde gelişir çoğunlukla;
kadın galerici de erkek sanatçıyı tercih eder genelde, belki kimlik ve kişilik
sorunu yüzünden kadın sanatçıyla anlamsız bir çekişmeye girer. Herkes
sanatçıyı kötüler ama herkes sanatçı olmak ister. Hep aynı olguyla
karşılaşırız aslında kadının ikincilliği meselesi. Beyinlere, ruhlara daha
çocukluktan işlemiş. Bunu kolay aşamıyor kişiler, toplumsal hayatın her
eşiğinde aynı olguyla karşılaşıyoruz ve bu toplumları ve zamanları da aşıyor.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxxiii

17. YY’da yaşamış ve üretmiş Artemisia Gentileschi’den 20. YY başlarında


Paula Modersohn-Becker’e kadar sadece kadın oldukları için geride
bırakılmış, önemsenmemiş pek çok sanatçı var. Kadın ev işi yapar, çocuk
büyütür, yemek yapar, belki el işi uygundur. Çok enteresandır, bütün bu
uğraşlar beyni çalıştırmayan, düşünceyi engelleyen otomatize işler olması
açısından da kadına uygun görülmüştür toplum tarafından. Diğer işlerde
yeri olursa düşüncede gelişir ve erkeğin yerine talip olabilir, eşitlik
isteyebilir. Patriyarkal toplumun buna benzer kendini koruma yöntemleri
gelişmiştir. Bu sorunun cevabını yine Simone de Beauvoir’ın şu sözleriyle
bitirmek istiyorum: “İnsanoğlunun asıl amacı, peşinde koşması gereken en
üst değer özgürlüktür. Bu kişiye asla hediye edilmez, sürekli yeniden
kazanılması gerekir”. Kadının toplumsal cinsiyet açısından içinde bulunduğu
şartların bu sürekli mücadeleyi her zamankinden fazla gerekli kıldığını
düşünüyorum. Bu bağlamda kadın kendisini sürekli yenilemeli,
düşüncelerini her aşamada sınavdan geçirmelidir.
Figen Aydıntaşbaş (1946-)
1. Kendimi feminist olarak nitelendiririm, evet. Bu geniş anlamda kadın
haklarının savunulması, kadın erkek eşitliğinin savunulması, kadının özgür
ve bedenine ait kararlarda kendi iradesinin hakim olması gerekliligi vb. gibi
konulardır benim için.
2. Sanatımda feminizmi yansıtmayı önceleyen bir misyon edindiğimi
düşünmediğim için kendimi feminist bir sanatçı olarak nitelendirmiyorum.
3. Kadın sanatçı nitelemesini tercih etmem.
4. Kaçınılmaz olarak. Bu etki benim hayata bakışımı, duyarlılığımı belirleyen
etmenlerden biri olarak üretimime yansır diye düşünüyorum.
5. Sanıyorum evet.
6. Beni rahatsız etmez, zenginlik olarak düşünürüm yorum çeşitliliğini.
7. Hayır, kadın olmam dolayısıyla bir ayrımcılığa uğradığımı düşünmüyorum.
Fulya Çetin (1970-)
1. Daha önceki yıllarda bu soru beni hep düşündürürdü, hemen bir cevap
veremezdim, kendimi birşey olarak tanımlarsam onun sorumluluğu ve
gerekliliği gibi yaşıyormuyum acaba? Ne kadar dürüstüm bu konuda? gibi
düşüncelerim olur ve net tanımlardan korkardım hep. Zaman içinde
feminizmin tanımını dahi bilmeyecek kadınlardan o kadar feminist
yaklaşımlar gördüm ki bunun tanımla değil kadın olarak yaşamak, farkında
olarak yaşamak, direnç göstererek yaşamakla eşdeğer bir durum olduğunu
fark ettim. Bunu fark etmemi sağlayan sanat çevresi içindeki kadınlar değil
çeşitli sosyal çevrelerden tanıdığım, dertleştiğim, sorunlara çözüm
aradığım kadınlar oldu. Bunu bana mesleğim sağladı. Ben bir okulda
öğretmenlik yapıyorum dolayısıyla birbirinden çok farklı kadınlarla tanışma
fırsatı buluyorum. Sosyal konum olarak birbirimizden çok farklı yerlerde
duruyor olsak bile birçok noktada kadınlarla uzlaşabiliyor, fikir birliğine
varabiliyordum. Ne de olsa ortak dert ve problemlere sahiptik ya da
xxxiv Ahu Antmen

dünyayı anlama ve öğrenme süreçlerinde benzer aşamalardan geçmiştik,


aynı ayıplar, aynı yasaklar, benzer tahakkümler ile birbirimizi çok daha
kolay anlar olmuştuk. Bunlara yaşam pratiği içinde direnç gösterirken
buldum kendimi ve artık kendimi bir feminist olarak tanımlayabilirim. Ben
küçük bir kız çocuğu iken karanlıkta ışıkları yanan evlere bakıp şu anda
acaba kaç kadına tecavüz ediliyordur diye düşünüyordum. Küçük bir kız
çocuğu için fazla karanlık ama bir o kadar da gerçek. Ben kendimi feminist
olarak tanımlamadan önce başkaları beni feminist olarak tanımlamaya
başlamıştı bile, bu bir sürü kadın için aynı diye düşünüyorum. Geçen gün
derste bir öğrencim bir cümlem üzerine “Hocam siz feminist misiniz?” dedi
ve hiç düşünmeden ve gururla evet dedim, o da bana gülümseyerek, ben de
dedi.
2. Kadın olmam, sanatçı olmam ve feminist olmam birbirinden ayrılamaz ya
da benden ayrılamaz.
3. Bir meslekten bahsederken cinsel kimlik eklemek oldukça gereksiz geliyor
kulağa. O kişinin cinsel kimliğini belirterek mesleğini söylerken o mesleğe o
cinsel kimliğin katkısı nedir acaba? Ve cinsel kimlikleri kadın ve erkek
olarak kısıtlamak da ayrıca bir sorun zaten. Fakat kazanımlar açısından
bakarsak rahatsız olma halimi erteleyebilim.
4. Ben bir kadın olarak hayatımı sürdürüyorum, bu toplumda bir kadın olarak
var oluyorum, dünyaya kadın olarak bakıyorum ve işlerimi de kendimden
yola çıkarak üretiyorum ama kadın olmakla ilgili işler üretiyorum anlamına
gelmiyor söylediklerim. Kadın olmak ve özellikle Türkiye’de kadın olmak
üretimimi elbette etkiliyor. Ben bu toplumda bir kız çocuğu olarak
büyürken kadın olmanın bütün kodlarını, şifrelerini toplaya toplaya
büyüdüm bütün bunlardan sıyrılıp iş üretmek yerine bu tahakkümle baş
etme gücünden güç alıp üretmek benim üretim biçimim haline geldi.
5. Hepimiz bir sürü kimlikle yaşıyoruz anne, öğretmen, kadın, sanatçı, sevgili.
Benim için bu kimliklerin birinin diğerinin önüne geçmemesi, birbirine
karışmaması ya da birbiri ile hiç temas etmemesi çok mümkün değil.
Hiçbirini kendimden koparamayacağım gibi birini diğerinin önüne geçirmem
de gerekmedi. Sürekli değişen hayatımızın içinde öncelik sırası da değişiyor
sanırım ve bu öncelikleri bizim seçebildiğimizi pek düşünmüyorum.
6. Hayır, üretirken başkalarının ne diyeceği, nasıl yorumlayacağı, ne
düşüneceklerini düşünerek üretmezsiniz. Üretim nasıl özgür bir süreçse
sonrasındaki yorumlar da kontrol edilemez. İşimi paylaştığım andan itibaren
o işle ilişkim değişiyor zaten, o iş benden kopuyor.
7. Kadınların alanda daha az yer kapladıkları, galerilerin, sanat piyasasının
erkekleri tercih ettiği gerçeği çok açık. Ama başka bir durum var ki bütün
bu ayrımcılığa rağmen kadınların üretimlerinin güçlü olduğu da çok net.
Sanat alanı, kaygılarını, dünyalarını, cesaretlerini izlediğim ve işlerinin
gücünü hissettiğim, hayran olduğum, kadınlarla dolu.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxxv

Füruzan Şimşek (1975-)


1. Aktivist yanımın çok güçlü olmayışı sebebiyle kendimi kelimenin tam
anlamıyla feminist olarak nitelendiremiyorum maalesef. Kadınların
haklarının, durumlarının iyileştirilmesinde daha etkin rol üstlenmek
isterdim.
2. Sanatçı tarafım daha aktivist ve söylemlerinde daha cesur sanırım.
Temelde benim ilgim günümüz insanının geneliyle ilgili ama yaptığım
çalışmalarda kadın sorunlularını sıklıkla ele aldım. Hem kişiler hem grup
sergilerinde. Bir insan olarak kadınlara yaşatılanlara duyarsız kalmak
mümkün değil, çalışmalarıma yansımaya da elbette devam edecek. Acılar
ve eşitsizlikler karşısında bağırmasam da hiçbir zaman sessiz
kalmayacağım. Norveç fiyortlarında değiliz, hep olabilecek kötülüklerin
yakınında kendimizi hem fiziksel hem ruhsal olarak korumaya çalışarak
sanat yapmaya çalışıyoruz. Özgecan'ı ya da Pippa Pacca’yı unutabilmek
mümkün müdür ki hiçbir şey olmamış gibi sanatımıza ve hayatımıza devam
edelim? Yaşadıklarımız bizi ve algımızı değiştiriyor. Zaman zaman kaçar gibi
doğaya sığındığım oluyor çalışmalarımda, bu sadece arada kısa bir tatile
çıkmak gibi iyi geliyor.
3. Önceleri rahatsız oluyordum. Şimdilerde hiç umursamıyorum. Üstelik
kadınları bir araya getirip daha da güçlendiriyor bu tavır ve söylemler.
4. İster istemez oluyordur. İçinde bulunduğunuz şartlardan, durumlardan
bağımsız sanat yapmak mümkün görünmüyor benim açımdan.
5. Sanatçı kimliğim maalesef istediğim kadar ön planda değil. Sanat zamanı
hiçbir şeyle paylaşmayı sevmiyor.
6. Ürettiğim yapıtların önce yapan kişiden bağımsız olarak incelenmesini
isterim.
7. Eski kafalı bir grup, sanat piyasasındaki erkek egemen hali devam
ettirmeye çalışsa da şimdilerde çok azınlıkta kaldılar. Yine de zaman
zaman birtakım söylemlerde hissetmemek mümkün değildir. Ya da bizim
yumuşak karnımız, hemen üzerimize alınıveriyoruz.
Füsun Onur (1938-)
1. Hayır. Ben feminist değilim.
2. Hayır. Sanatçı olarak da feminist olarak nitelendirmiyorum.
3. Gruplarken kadın, erkek diye ayrılıyor ama özellikle kadın sanatçı değilim.
Grup halinde olduğunda kadın sanatçılardan Füsun Onur şunu yapmış gibi
bahsediliyor.
4. Bazı işlerimden kadın olduğum belli olabilir. Onu ben bilemiyorum ama
söyledikleri, kadın sanatçı olduğum; belki bazı kumaşlar, tüller ele
verebilir. Ben üretirken öyle bir şey hissetmiyorum. Bir erkek sanatçı da bu
malzemeleri kullanabilir. Çok öyle soru alıyorum, işlerin öyle hissettirdiğini
söylüyorlar bazıları ama ben yaparken öyle hissetmiyorum. Çekiç de
kullanıyorum sırası geldiğinde.
5. Hayır değil. Öyle bir kimlik bağlamında bir bakışım yok. Bu tür kimliklerin
sanat üretirken benim için önemi yok.
xxxvi Ahu Antmen

6. Kadın kimliğiyle bağdaştırılması beni rahatsız etmiyor. Ama farklı bir


bağlamda okunması, yorumlanması ilgimi çekerdi.
7. En başında işler daha zordu, ama belki de işler beğenilmiyordu.
Gamze Taşdan (1986-)
1. Daha önce öyle nitelendirmiyordum ama şimdi evet, kesinlikle kendimi
feminist olarak nitelendiriyorum. Son zamanlarda zihnimde bir aydınlanma
yaşadım diyebilirim. Şimdiye kadar önemsemediğim ya da fark etmediğim
küçük şeyleri daha farklı görmeye, okumaya başladım. Feminist bilincim
ortaya çıktı. İyi ki de çıktı...
2. Henüz değil. Ama zamanla onun da olacağına inanıyorum. Çünkü bu
coğrafya aklı başında her sanatçıyı feminist yapabilecek düzende. Eril
sistem insanı çileden çıkarır!
3. Tabii ki oluyorum. Birçok meslek gibi sanatın da erkek tekelindeymiş
algısını yaratıyor. Araba kullanmak, pilot olmak, asker olmak vb. gibi
sadece erkeklerin yapabileceğine inanılan meslek dalları kadın sürücü,
kadın asker, kadın pilot gibi tamlamalar doğuruyor. Ben buna mesleki
cinsiyet ayrımcılığı diyebilirim.
4. Kesinlikle düşünüyorum. Öncelikle kadın olmak zaten en önemli etki.
Toplumsal cinsiyet meselesi düşünceme haliyle üretimime de yansıyor.
Aslında aksini düşünemiyorum. Çünkü sanatın bireye herhangi bir konuya ya
da olaya karşı farkındalık hissi kazanımı sağladığına inanıyorum. Türkiye’de
cinsiyet ayrımı çok fazla ve uç noktalarda. Bu durum da kimliğinizi
şekillendiriyor.
5. Değil. Ancak öyle olmasını isterdim. O zaman önce kadın, abla, kız çocuğu,
kız arkadaş, bayan gibi sıfatlar ikinci plana geçebilir.
6. Etmez. Türkiye’de yaşayan bir kadın olduğum için çalışmalarımın da bu
doğrultuda olması çok normal. Yani bir anlamda içinde bulunduğum
toplumsal düzen cinsiyet kimliğimi etkiliyor. Keşke toplumsal cinsiyet
meselesi bu kadar yoğun ve derin olmasaydı da bizlerin üretimleri cinsiyet
kimliği bağlamında değil “insan olmak” kavramı üzerinden
yorumlanabilseydi.
7. Artık düşünüyorum. Eskiden bilinçsizce fark edemediğim ayrıntılar şu an
gözlerimin önünde. Başta sanat tarihi ve müzeler olmak üzere bu ayrımın
en önemli noktaları. Yayın dünyası hakkında pek bir bilgim yok ama sanat
piyasasında erkeklerin kadınlardan daha çok önemsendiği ve korunduğu
ortada. Akademide de böyle olduğunu düşünüyorum.
Gözde İlkin (1981-)
1. Feminizmi cinsiyetler arası farkındalık olarak tanımlamayı tercih ediyorum.
Kişisel olarak, gündelik yaşamın içinde kendimi geliştirdiğim,
deneyimlediğim farkındalık hallerinden biri. Üretim süreci ya da kişisel
süreçte tanımların akışkanlığını, iç içe geçerek birbirini tamamlamasını
tercih ediyorum.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxxvii

2. Kadın-erkek-queer-feminist vb. süreçleri sanatçı oluşa ek ve tek birer tanım


olarak kullanmaktan çok, bu süreçlerin nasıl aktarıldığı ve farklı
zeminlerdeki dönüşümlerine odaklanan işler üretiyorum.
3. Hayır.
4. Kimlik ve beden algısının deneyimlenen değil, öğretilen bir süreç olarak
dayatılması ve bu bilginin aktarımını sağlayan aracı nesneler, sınırlandıran
kalıplar ve süreçler işlerimin düğüm noktasını oluşturuyor. Cinsiyet kimliği
de bu sürecin önemli bir parçası.
5. Sadece sanatçı olarak tanımlanmak yeterli geliyor. Kimliğe ait bilgiyi
ürettiğim işler aracılığı ile sahnelemeyi tercih ediyorum.
6. Hayır.
7. Özellikle kadın olmakla ilgili bir sorun yaşamadım.
Gülçin Aksoy (1965-)
1. Evet. Hatta feminist olmamak mümkün değil derim. Feminizmin içerdiği
politik duruş her insan için geçerlidir bence. Öncelikle kadın, kadın hakkı,
eşitliği, cinsiyetini belirleme özgürlüğü denilebilir ama sonuçta benim için
varacağı nokta tüm insanlığı kapsayıcı olmasıdır. Feminist bakışı kendi
yaşantımla ilişkilendirmeyi, kendimce biçimlendirmeyi çok önemli
buluyorum. Biraz da herkesin feminizmi kendine noktasından yaklaşıyorum
sanırım. Yıllar önce kendime feminist demeyi tercih etmezdim, bir tür tek
merkezli sınıflandırma beni rahatsız ederdi. Yani erkek adam diyarında
kadın ve erkek kimlikleri üzerinden hareket edince, bu hiyerarşik ikilik
sonuçta yine erkek iktidarının sınıflandırmasına dayanıyor gibi gelirdi.
Haklarını erkek iktidardan istemek zorunda kalmaktan, ona göre
biçimlenen bir feminizmden söz ediyorum. Hatta TC’nin ilk yıllarında
kadının haklarının (bugün şükür ettiğimiz) erkek tarafından bahşedilmesi
meselesi gibi. Bulunduğum coğrafya, ayağımı bastığım yer ve kendimle
bağlantı kurmak önemliydi. Sanırım şimdi daha iyi algılayabiliyorum ki
açılımlı ve geniş bir perspektiften bakarak kendime feminist diyorum. Hele
de yaşadığım yerde feminist olmamanın imkansız olduğunu düşünecek
kadar da ileri götürüyorum işi. İşte bu noktada herkesin her coğrafyanın
feminizmi kendine noktasına varıyorum. Evet elbette tüm dünya erkek akıl
etrafında biçimleniyor veya biçimlendi. Uzun süre bu akıldan payımıza
düşeni yaşadık. Verenin alan üzerinde kurduğu babalar iktidarı gibi. Fakat
bunun dışı da var. Kadının tarihi, kadının dili üzerinden okumalar devam
ettiği sürece makus tarihe bir parmak atılacak sanki.
2. Feminist olduğuma göre, sanatçı kimliğimin yanına elbette feminist
nitelendirmesi gelebilir. Feminist bir bakışla dünyaya bakıyorsanız
yaptığınız işin bundan pay almaması imkansız. Belki başka nitelendirmeler
de gelebilir. Yine de bu nitelendirmelerin ucunu açık bırakmayı tercih
edebilirim.
3. İşte bu da ikilemin bir parçası. Simon de Beauvoir’a atıfla bir şekilde
doğuyor sonra da kadın oluveriyoruz. Nedir bu kadın olmak? Toplumsal
olarak verilen cevaplar gerçekten çok sıkıcı ve bir yaştan sonra insanı hiç de
xxxviii Ahu Antmen

kapsayamıyor. Eh ne yapalım kadınsanız kadın sanatçı oluveriyorsunuz.


Yine yaşadığım yere geleceğim. Keşke “kadın sanatçı” denmese derken,
denmesinde de sakınca görmüyorum. İçinde bulunduğumuz koşullar şu
güçlüler dünyasında bir tavır ortaya konmasını gerektirdiğinden bu
niteleme zorunlu hale geliyor. Ne yazık ki kendimi erkek dünyasından
ayırmak zorundayım. Diğer yandan kadınların da güç sahibi olmak gibi
dertleri olabiliyor veya adamın biri mesela: “Ben güç sahibi kadın severim”
diyor böyle kadınları daha çekici bulduğunu öne sürüyor. Bu sözler kadını
onurlandıran sözlermiş gibi görünüyor. Kadının güçlü veya güçsüz olması ve
bunun gibi ikilikler yine aynı erkek dilin konuşulmasını zorunlu kılıyor. O
dünyayı sevmiyorum ve o gücü istemiyorum. Bu yüzden kadın sanatçı
kelimesi aslında bir aşağılama değil, özel bir kategori bana göre. İdealize
etmekte sakınca görmüyorum, Er dünyaya hizmet eden bir çok kadın ve
erkeğin bilemeyeceği bilmediği bir dünya. İstenirse bilinebilecek bir dünya.
O dil üzerinden konuşabilmek için kadın sanatçı olmanın hiçbir şakıncası
yok. Tek sakıncası sınıflandırmanın erkek akıldan çıkmış olması. O yüzden
terimlerin içini farklı doldurmak gerekiyor. Kadın sanatçı nitelemesi bence
bir zıtlık değil karşıtlık içeriyor. Yine abartarak, kendinden menkul hoş bir
alandan, elimi kolumu rahat oynatabildiğim aslında erkeğinde olabileceği
bir dünyadan söz ediyorum. Gelin er adamlar kadın sanatçı olalım diyesim
var.
4. Sanırım bir önceki soruda değindim ama yine girişeyim. Evet düşünüyorum.
Etiketlendiğim kimliğimle uğraşmak bağlamında etkisi oldu bir dönem
sanırım. Etiketlendiğim kadın kimliğimle, kendimi hissettiğim kadın
olmaklık arasında fark var. Üretimim bu arada yer alıyor. Bana yapıştırılan
etiketi karşıma alarak onu eleştirmek onun üzerine doğrudan iş yapmak
değil de, o etiketin verileri ve kendi varoluşumla geliştirdiğim kadın oluş
arasında bir yerden bakıyorum dünyaya. Açıklaması biraz zor olsa da, bu dil
(erkek olan) açıklamak için çok yeterli olmasa da... İşlerimle verili cinsiyet
kimliğimin dilini konuşmadığımı düşünüyorum. Kullandığım dilin kadın
deneyimim ile şekillenen ve şekillenecek bir ifade olduğunu düşünüyorum
ve gülümsüyorum.
5. Yaşantımı bir bütün olarak algılıyorum. Kadınlık, annelik, hocalık vs. hepsi
yaşam deneyimimin bir parçası. Sanatla uğraşmak ise bu deneyimlerin
sanat bağlamında irdelenmesidir. Birbirinden ayrı olduklarını
düşünmüyorum. Sanat deneyimlerimi algılayış, dönüştürüş enstrümanımdır.
Hocalığım da sanat üretmektir, anneliğimde, kadınlığımda veya değildir.
Birbirlerini beslerler. Sanat alanı tüm bunları kendimde anlamlandırmaya
çalıştığım yerdir ama bu sanatı zirveye koyduğum anlamına gelmez.
Deneyimlerim en az, sanat dilini kullanarak ortaya çıkardığım şey, ‘O’ her
neyse onun kadar önemlidir. Sanat yapmak, sanatçı olmak diğerleri kadar
değerlidir.
6. Cinsiyet kimliği bağlamında bakınca, erkek sanatı ve kadın sanatı diye
ayırmamız gerekiyor ki sanat tarihinin en azından büyük bölümünü beyaz
heteroseksüel erkeğin yazdığını kabul edersek, tanımlayıcı olan bu
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxxix

betimlediğim figürün yani erkek figürün kurallarını belirlediği şeyin sanat


olması nosyonuna geliriz. Kadın sanatı ise hele bizim diyarda hâlâ ademin
kaburga kemiğinden çıkma olarak algılanmakta, yani erkeğin genetik
kodunu taşımakta. Şimdi yazdıklarım yukarıdaki cevaplarımla çelişiyor gibi
görünse de aslında bu ayrımın çıkış noktasının vurgulanması önemli. Yani
kadın sanatçı demekle kadın sanatı demek arasında fark var. Çıkış noktanız
doğrudan, Batılı olan ve olmayan gibi politik bir ayrımcılığa dayanıyor ise
(ki bu zamana dek, erkek iktidarını güçlendiren bu politik ikilemdir) bundan
rahatsız olurum. Zira bu tür bir ayrım kadın bakış açısından iktidar
söyleminin temsilinden öteye geçemez. Bana göre feminist duruş bu temsil
politikalarının ötesindedir ve ayrımlar değil, karşıtlıklar üzerinden işlem
yapar veya benim feminizmim böyle işler veya işlediğini sanıyorum.
Sanmaya devam ediyorum edeceğim.
7. Elbette. Tarihsel ve kestirme bir hiciv ile devam edeyim: Beyaz
heteroseksüel adamın yazdığı sanat tarihinin meseni erkekti, bütün başrol
oyuncuları da. Sonra bu erkeklerin kadınları koleksiyon yapmakla, vitrinleri
düzenlemekle görevlendirildiler. Sonra kadınlar daha çok erkek sanatçıların
işlerini satın aldılar veya desteklediler ki zaten ortada erkek sanatçılar
vardı. Derken kadın sanatçılar sahne almak isteyince sahne aldılar.
Koleksiyoner kadınlar da vardı erkekler de. Erkek satın almacının kadın
sanatçıya yaklaşımı konusunda rivayetler vardı. Sergi yapımcıları vardı,
seçicileri vardı. Çoğu erkekti. Kadın sanatçıya alan açtılar. Veren kişinin
iktidarına sahiptiler. Alanlarsa ezik hissiyatlarını arada sırada dağladılar.
Sanat ortamında veya özellikle akademik dünyada iseniz varlığınız nasıl
göründüğünüz ile oldukça bağlantılı oluyor. Şöyle başlıklarla karşılaşmak
sıklıkla olası: Türkiye’de feminist olmak isteyen bir kadının sahip olması
gereken… diye başlayıp koltuk altı kılları miktarı ile devam eden.
Diyarımızda çoğunlukla feminist bir kadın için biraz da aşağılamak
amacıyla, görünüşünü önemsemeyen kadın nitelendirmesi yapılır ki bu bir
tercihtir, hiçbir sakıncası yoktur. Öte yandan görünüşünüz dikkat çekiyorsa
ayrıca kendinizi kollamanız gerekir. Sizden bazen görünüşü yok etmeniz,
bazen de onu yetenekleriniz ile birlikte başkalarının hizmetine sunmanız
beklenir. Eğer bunları umursamıyorsanız işiniz gerçekten zordur.
Beklentiler kadın veya erkek beklentisi olsun kadın için her zaman hizmet
sektörüdür. Kararı veren değil, arada yapılması gereken işleri kotaran kişi
olmanız beklenir. Akademik dünyada çoğu işi kadınlar yapar ama
etiketleyen ve sahiplenen ‘O’nun adıyla bir erkektir. Kadın iktidardan pay
almak için işleri yapmaya kendini zorunlu hisseden kişidir. Elbette birçok
farklı ve güzel örnekler yok değil. Onlara saygım sonsuz, gerisine ancak
hiciv düşüyor yine. Kadın, sanatçı, akademisyen, hadi peşine bir de
muhteşem anneliği ekleyelim. Ki annelik biliyorsunuz resmi ideolojinin
kutsalıdır. Gelin görün ki sıralamayı bile isteye erkek akla göre yaptım.
Başta kadın olarak cinsel kimliğimi belirttim, sonra sanatçı olmayı
önemsedim, peşine akademisyenliği ekledim. Eh sanat dünyasında çok hoş
karşılanmaz ama bir de anneliği ekledim. Bu sıralama ile kabul görebilirim
xl Ahu Antmen

hem resmi ideoloji hem de sanat camiası yönünden. Huh... gerçekten iç


sıkıntısına neden oluyor. Hadi sıralama yapmadan bir daha yazayım: Anne
ve kadın, sanatçı yine kadın, sadece kadın, akademisyen ve kadın, ve kadın
akademisyen, sadece bir insan yavrusu. Bugün sanat dünyasında kadın
olmak her durumda ikilem değil midir?
Gülsün Karamustafa (1946-)
1. İdeolojik olarak evet fakat şu anda aktif bir feminist değilim.
2. Evet.
3. Başlangıçta oldum ama artık hayır.
4. Evet, bunu bir artı olarak görüyorum.
5. Evet.
6. Hayır.
7. Hayır, böyle bir ayrımla karşılaşmadım.
Güneş Oktay (1984-)
1. Evet.
2. Hayır, nitelendirmem. Çünkü üretimimde doğrudan bunu konu etmiyorum.
İşlerimde genel olarak anlık duygu durumum ve düşüncelerime
odaklanıyorum. Her ne kadar cinsiyetimin işlerimde etkisi de olsa,
üretimimde konu olarak doğrudan kadın olmaya odaklanmadığım ya da
bunu ön plana çıkartmadığım, daha doğrusu hiyerarşik olarak bu konu
diğerlerinden daha ön planda olmadığı için kendimi feminist sanatçı olarak
nitelendirmiyorum.
3. Bana göre sanatçının cinsiyeti ancak kendisi bunu ön planda tutuyorsa
önemlidir. Yoksa sadece kadın olduğu için bunun vurgulanması cinsiyeti
kadın olan bir sanatçıyı ötekileştirir. Yani erkek sanatçı betimlemesi
kullanılmıyorsa, yerli yersiz sanatçının kadın olduğunun vurgulanması bence
doğru değildir. Aynı şekilde üç erkek sanatçının açtığı sergi erkek sanatçılar
sergisi olarak nitelendirilmezken üç kadının bir sergide yer alması kadın
sanatçılar sergisi olarak nitelendiriliyorsa bence burada problem vardır.
Sanatçının kadın olduğunun sürekli vurgulanması onun kadın olarak sanata
yaptığı katkının vurgulanması anlamına gelir. Oysaki sanatçı kadın olarak
değil sanatçı olarak algılanmak istiyor olamaz mı?
4. Evet cinsiyet kimliğimin üretimimde etkisi var. Üretimimde anlık düşünce
ve duygu durumumun dışavurumuna odaklanıyorum. İçselleştirdiğim
problemler arasında yaşadığımız dünyayı düşünürsek önlenemez olarak
kadın olmam ya da kadın olmamın yarattığı sorunlar da bulunuyor.
5. Hayır değil. Bence var olan ya da edinilen kimliklerin hepsi aynı derece
önemlidir.
6. Yapılan yorumlara göre değişir. Eğer üslup ya da teknik adına bir
karşılaştırılma yapılırsa bundan rahatsız olurum. Örneğin daha önce “senin
olduklarını bilmiyor olsaydım işlerini bir erkeğin yapmış olduğunu sanırdım”
yorumu yapılmıştı. Bu yorumun nedeninin, işlerimde yer yer var olan güçlü
ve koyu kontürlerden kaynaklandığı belirtilmişti. Evet, buna karşıyım.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xli

Bunun büyük bir önyargı ve cinsiyetçilik olduğunu düşünüyorum. Ama kadın


olmamın da üretimimde, odaklandığım konular dahilinde etkili olduğunu
düşünürsek yapılacak genel bir okumada bundan bahsedilmesi beni rahatsız
etmez.
7. Kesinlikle düşünüyorum ve bunu yaşıyorum. Hem erkek olmanın daha güven
verdiği önyargısı olduğunu düşünüyorum hem de kadın olan sanatçıların
kendileri bunu vurgulamıyorken sürekli bu şekilde nitelendirilmelerinin
zaten başlı başına ayırımcılık olduğuna inanıyorum. Zaten bu yüzden
“feminist sanatçı” değil “feminist olan bir sanatçı”yım. Çünkü cinsiyet
kimliği üzerinden yapılan bütün ayrımlara karşıyım. Sadece insanların değil,
tüm varlıkların eşitliğine inanıyorum.
Güneş Terkol (1981-)
1. Evet, kendimi feminist olarak nitelendiriyorum.
2. Evet, kendimi feminist bir sanatçı olarak nitelendiriyorum.
3. Kadın sanatçı yerine feminist sanatçı nitelemesini tercih ederim ama
rahatsız olmam.
4. Evet, üretimlerimde cinsiyet kimliğimin etkisi olduğunu düşünüyorum.
5. Evet, sanat emekçisi olarak en çok önemsediğim ve zaman ayırdığım şey
sanat üretimi ve diğer kimliklerimden daha öncelikli olduğunu
düşünüyorum.
6. Hayır, rahatsız etmez, üzerine yoğunlaştığım işler cinsel kimlikler arası
meseleler üzerine. Kumaş, dikiş, ses ve desen üzerinden cinsel kimlikler
arası iletişime ışık tutmaya çalışıyorum.
7. Erkek sanatçılara oranla sanat eserlerinin daha düşük ücretlendiğini ve
galerilerde erkek sanatçılarının sayısının kadın sanatçılara oranla daha çok
olduğunu gözlemliyorum.
Hale Tenger (1960-)
1. Evet.
2. Kendimi feminist sanatçı olarak nitelendirmem, zira işlerimin geneline
bakılınca ağırlıklı olarak yer almıyor.
3. Evet oluyorum. Ayrımcılık olarak görüyorum.
4. Evet.
5. Hayır.
6. Esere göre değişir diye düşünüyorum. Tümü üzerinden yapılırsa zorlama
olur. Rahatsızlık değil de, yerinde bulup bulmamakla ilgii bir etki yaratır.
7. Sanat ortamında kadın olmamdan kaynaklanan doğrudan bir ayrımcılığa
maruz kalmadım. Ama indirekt olarak tüm kadın sanatçıların etkilendiğini
düşünüyorum.
Ilgın Seymen (1980-)
1. Hayır.
2. Hayır.
3. Cinsiyetimin belirtilmesinin çoğunlukla gereksiz olduğunu düşünürüm. Nasıl
bir metin içerisinde kullanıldığına bağlı olarak rahatsız edici olabilir.
xlii Ahu Antmen

Örneğin “Türkiye’de yaşayan ve üreten kadın sanatçılar şu kişilerdir, üretim


şekilleri şöyle farklılık/benzerlik gösterir…” gibi bir çalışmada ismimin dahil
olmasından hiç rahatsızlık duymazdım. Lakin, bir röportajda “Türkiye’de
kadın sanatçı olmanın zorluklarından bahseder misiniz?” gibi bir soruyla
karşılaştığımda mayhoş oluyorum.
4. Hayır.
5. Evet. Kendimi hep sanatçı olarak tanımlamadım, bundan önde ya da
beraberinde gelen içselleştirdiğim başka daimi bir kimlik taşıdığımı hiç
hissetmedim.
6. Hayır. Yorum yorumlayanın eseri olduğu için o kişinin dünya görüşünü
yansıtır, bundan rahatsız olmam ama en kötü ihtimalde yararlı
bulmayabilirim.
7. Yirmili yaşlarımdayken biri galeri sahibi biri akademi profesöründen evlenip
çocuk sahibi olacağıma ve sanat yapmayacağıma dair gelecek öngörüleri
duymuştum ama o zaman bile bunları cinsiyet ayrımcılığından ziyade
gevezelik olarak değerlendirmiştim. Kadın olduğum için sanat ortamlarında
ayrımcılığa maruz kaldığımı hissetmedim. Bu ortamlarda yaşanan
ayrımcılığın cinsiyete bağlı değil sınıfsal olduğunu düşünüyorum.
Işıl Eğrikavuk (1980-)
1. Evet.
2. Evet.
3. Gereksiz buluyorum.
4. Kesinlikle düşünüyorum. İçinde yaşadığım düzenin kimliğime, cinsiyet, din,
milliyet ve etnik kimliğime yansımasını işlerime aktarıyorum. Cinsiyet
bunun büyük bir parçası.
5. Hayır.
6. Hayır.
7. Bu soruyu şöyle yanıtlayabilirim. Cinsiyet üzerinden ayrımcılık ne zaman,
hangi noktada başladı? Yüzyıllar boyu erkekler tarafından üretilmiş bir
sanat tarihinin uzantılarıyız. Tüm sanat sistemi, sanata bakış açısı, hatta
belki sanatın ne olduğu erkekler tarafından yazılmış. Dolayısıyla illa ki
birebir ayrımcılık örneğini anlatmak yerine, bence tüm sanat tarihini ve
bunun sanatın tanımını, içeriğini ve ensititülerini nasıl etkilediğine bakmak
daha sağlıklı bir yanıt olacak. Ayrımcılığın kurbanı olmak yerine, sistemi
tümüyle sallamamız gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı yapılan kadın
yürüyüşleri gibi, 8 Mart gibi, işlerimizi de bir doğrultuda ürettiğimiz koşulda
ayrımcılığı da yok edebiliriz.
İnci Eviner (1956-)
1. Kendimi elbette feminist olarak görüyorum.
2. Kendimi femisnist olarak düşünüyorum. Feminizim yalnızca kadınların
varlık problemi değil tüm kimlik politikalarının temelini oluşturur.
Feminizm, toplum ve benlik konusunda düşünen ve davranan herkesin
sorunudur. Kendi kadın sanatçı kimliğim yeryüzündeki varlığım ve geçmişim
From the Guest Editor: Editorial Introduction xliii

ve meydan okuduğum savunduğum ve inandığım herşey buradan geçiyor.


Ayrıca Feminist Sanat Tarihi eleştirisinin çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Dünyaya bu gözle bakmak hele Türkiye’de pek çok üstü
örtülmüş konuyu cesaretle aralamak anlamına geliyor. Kadınların sahip
olduğu cesaret ve meydan okuma gücü sanıyorum şu umutsuz ortamda
verdiğimiz mücadeleye yeni bir boyut katacaktır. Sanat, seçilecek bir konu
değil hele siyasetin doğrudan temsil edildiği ahlaki bir sorumluluk hiç
değildir. Kadın sanatçılar, beden ve ruhlarını, toplumsal çatışma ve baskı,
önyargı ve söylemlerin elinden ancak mücadele ederek almak zorundadır.
Dolayısıyla kadın sanatçı olmak tarihsel yenilginin yükü ile oyun alanına
girmek ve yeni mücadele taktikleri geliştirmek durumundalar. Varoluş
sorunu kadınlar için hayati bir öneme sahiptir. Bu kadar kadın sanatçının
beden ve ruh arasındaki boşluğu işaret edecek işler yapmaları boşuna değil.
Bizden önceki kuşak bedenlerine sahip çıkmak için mücadele etti. Biz ise
dünyadaki mülteci, açlık, eşitsiz çalışma koşulları, şiddet vs. ile kadın
sorununu çok daha karmaşık bir şekilde ele almak durumundayız. Feminizm
son yıllarda değişen tanımlar ve kültürel farklara göre sınırlarını
genişletmiştir. Ortadoğulu kadınların bu konuyu nasıl ele aldıkları hep
merak konusu olmuştur. Bizim yaşadığımız isyanları yaşıyorlar mı ve
feminist yazın akademide önemli bir yer kapladı mı ve özgün akademik
çalışmalar yapılıyor mu? İçinde bulunduğum kültürde ise dine çakılıp kalan,
eleştirel arguman geliştiremeyen daha da önemlisi kültür üretemeyen
dindar kadınlarla kardeşlik kuramamak çok önemsediğim bir durum. Yani
eşitsizlik, zulüm, şiddet, sınıfsal farklılıklar vs. bu kadar açık yaşanırken
bunu tartışacak dilden mahrum olmak gerçekten korkunç... Gerçek
eleştirel düşüncenin feminizm ve toplumsal cinsiyet teorilerinden
geçeceğini düşünüyorum. Kadın sorununu bir azınlık ve seçkin sınıfın derdi
olarak ele almak daima iktidarın işine gelmiştir. Benim için politik bir özne
olmak ancak tarihsel ve bireysel varoluş olarak hesaplaşmak, cinsel
kimliklerin yüklendiği anlamın tartışılması ile mümkündür. Yani yeryüzünde
sınıfsal ve eşitsiz bir düzen oldukça feminist mücadelesi var olacaktır.
3. Batı’da kadın sanatçı nitelemesi yeni bir star sistemini desteklemiş olabilir.
Ayrıca 70’li yıllardaki kadın sanatçı günümüzle karşılaştırıldığında çok farklı
bir pratiğe sahipti. O yıllarda önemli olan görünürlülük ve eşit haklar ve
koşullara sahip olmaktı ama bugün artık önemini kaybetmiş durumda. Artık
kadın sanatçıyı niteleyen çok daha derin bir sanatsal yaklaşım var ve
eleştiri teorilerine katkısı çok oldu. Bu muhalif yaklaşım günümüzde
yerleştiği için böyle bir tanıma gerek yok. Ama bizde ve Ortadoğu’da bu
konunun ele alınışında bazı farklılıklar var.
4. Kimlik politikalarıyla ilgili iseniz ve yaşadığınız baskı ortamının arka planını
merak ediyorsanız ve kadın olmaktan utanmıyorsanız ve eleştiri retoriği
Judith Butler gibi benzersiz yazarlarla besleniyorsanız, elbette yapıtlarım
bunun içindedir.
5. Sanatçının tek bir kimliği vardır bu kimlik politik özne olarak kadın, anne
kadın, Kürt kadın... herşey demektir.
xliv Ahu Antmen

6. Doğru bir bilgi ve birikimle yorumlanırsa elbette etmez ama görüyorum ki


bu konuda inanılmaz bir cehalet ve kolaycılık var. Beni besleyecek her türlü
eleştiriye açığım ama bu konudaki bağnazlık ve indirgemeci yaklaşımlarla
mücadele etmekten daha önemli işlerim olduğunu düşünürüm.
7. Türkiye’de bu tür ayrımcılığa maruz kalmıyoruz ama içeride bir yerlerde,
ilişkilerde ve kendi kendimize kaldığımızda ve akademik çalışmalarda
cinsiyetçi olmaya devam ediyoruz. Bu konuda sanattan öğrenecek çok
şeyimiz var.
İnci Furni (1976-)
1. Öncelikle türlerin eşitliğine inanıyorum ve evet feministim.
2. Feminist bağlamda işler ürettim ve üretmeye devam ediyorum. Evet
feministim.
3. Evet oluyorum. Örneğin, basında sanatçıyı tanıtırken Kadın nitelemesinden
rahatsız oluyorum. Çoğu zaman bu vurgunun ne için kullanıldığını anlamak
mümkün değil. Dikkat! Farkı cinsiyetinde, yaptıklarına öyle bakınız, der
gibi.
4. Cinsiyet kimliğimin bir etkisi vardır elbette fakat yaptıklarımı salt bu açıdan
değerlendirmeye, hayır!
5. Ben kendime bu sorudaki gibi bakmıyorum kimliklerim var ve bunları da
istediğimde çıkarırım takarım gibi. Sanatçılık ayrıca girdiğim bir kılık değil.
Hayatım bu, yaptığım şey.
6. Cinsiyetlerin doğuştan gelen üslupları olduğunu düşünmüyorum. Farkları
sadece cinsiyet kimliği üzerinden ele alan yorumlardan elbette rahatsız
olurum. Şeylerle olan ilişkilerimiz sadece bir açıdan değerlendirilemez.
7. Evet yaşadım ve yaşıyorum, farkındalıkları arttırmak için uğraşıyoruz. Bu
arada ayrımcılık sadece diğer cinslerin uyguladığı bir şey değil,
hemcinslerimiz de ayrımcı olabiliyor.
İpek Duben (1941-)
1. 80’lerde kendimi feminist olarak nitelendiriyordum. Meseleye Türkiye
perspektifinden bakıyordum. İkinci dalga feminist hareketin üzerinde
durduğu kadınların eşit ücret, doğum kontrolu, kürtaj, yüksek eğitim alarak
her işte çalışabilme hakkı gibi meselelerin Türkiye’de halk arasında
yeterince fark edilmediği ve örgütlü bir hareketin daha çok başında ve
yeterli derecede etkin olmadığı bir dönemdi. Kadınların hak, hukuk ve
saygınlık kazanmaları zaruriydi ve acildi. Bu olmadan demokratik, çağdaş,
özgür bir toplum yaratmanın imkansız olduğuna inanıyordum. Yani feminist
hareketin bu açıdan zaruri olduğuna inanıyor kendimi feminist olarak
görüyordum.
2. Evet ve hayır. Bu tanım zaman içinde değişiyor. İlgi alanımda genişledikçe
feminist tanımı da sınırlı kalıyor. 1981-82’de “kimliksiz ve başsız” bir kadın
imgesi, sadece giydiği entari ile tanımlanan bir ikon olan “Şerife” ilk
sergimin baş oyuncusuydu. 80’ler boyunca kendimi feminist bir sanatçı
olarak tanımladım. O dönemde meseleyi kadının birey olarak varlığını ve
From the Guest Editor: Editorial Introduction xlv

dolayısıyla haysiyetini inkâr eden geleneksel toplumun örf, adet ve


davranışsal huylarına karşı dehşet hissediyordum, şiddetle karşıydım.
90’larda kadın hakları meselesini daha geniş bir açıdan görmeye başladım.
Cinsel, etnik, dinsel, ırkçı ayrımcılığın tümü insan hakları kapsamında siyasi
söylemin bir parçası olmuştu. Buna karşı Türkiye’de ve Batı’da kadın ve
erkeğin esasen farklı olduğuna inanan, geleneksel ve dini değerleri takip
ederek doğum kontrolüne, kürtaja, eğitim ve çalışma alanında eşit haklara
karşı duran, kadını çocuk yapmak ve yetiştirmekle sınırlı bir alana
hapseden anti-feminist söylemin karşısında kendimi feminist bir kişi olarak
görmekle beraber, tüm hakların kadın ve erkek ayrıştırması yapmadan
herkes için ve her alanda geçerli olduğunu savunarak feminizmin ötesinde
evrensel insan haklarına inanan bir insan olarak tanımladım ve
tanımlamaktayım. Bu dönemde kadın ve kadın sanatçı olarak çıplak
vücudumu ve portrelerimi kullandığım Manuscript 1994’te kadının
gelenekler ve dini inançlar karşısında bendensel varlığına, dini inançlarında
ve kutsallarında özgür ve özgül kalma hakkını tanıdım. 2001 tarihli
LoveBook ve LoveGame’de aile içi şiddet, töre cinayetleri, namus anlayışı
çerçevesinde kadını şiddet, taciz ve ölümle kontrol etme geleneğini
belgelerle mercek altına aldım. Interaktif olan bu eserlerde seyirciyi
bilinçlendirmeyi, görmek-bilmek istemediği gerçeklerle inkâr edemeden
karşılaşmasını sağladım. Türkiye’de geniş halk kitleleri arasında
geleneksellik güncel yaşam ve din alanlarında varlığını sürdürmekte. Bu
sosyolojik yapıya aynı değerleri kuvvetle savunan ve uygulayan siyasi
ideoloji de eklemlenmekte. Bu durumda Batı söylemindeki feminist
teorinin eleştirel ayrıntılarına katılmakta zorlanıyorum. Temelde kadın ve
erkeği farklı ama eşit gören bir insan olarak insan haklarını savunurken
eşitlikçi feminizm, bireyci feminizm, kültürel feminizm, cinsiyet feminizmi
diye tanımlanan inançları sanatımda uyguladım. Feminist tanımının farklı
toplumlarda farklı koşullara göre farklı tanımlanması gerektiğine de
inanıyorum.
3. Evet hep rahatsız oldum. Cinsiyet farklılığı sanatı ancak mesele edindiğimiz
konular açısından etkiler. Kadın siyasetçi, kadın doktor, kadın öğtetmen ne
anlama geliyor? Hassasiyetlerimiz farkı olabilir ama sonuç olarak iyi doktor,
iyi siyasetçi, iyi öğretmen olmak için paylaşılan ortak değerler vardır,
olmalıdır. Erkek doktorlara, erkek sanatçılara farklı kriterler mi
uygulayacağız?
4. Seçtiğim konular açısından etkili olduğunu söyleyebilirim. Kadın kimliği ve
kadın hakları meseleleri uzun süre sanatımın ana konusu oldu.
5. Sanat yaşamdan çıkıyor; kaynağında kişiliğimiz, deneyimlerimiz,
psikolojimiz var. Kimliğimi kadın-sanatçı-eğitimci-eş-anne gibi kategorilere
bölmekte zorlanıyorum. Mesleğimi sorduklarında “sanatçıyım” diyorum ve
Türkiye’de olursa, hemen ardından “ama şarkıcı değilim” diye ekliyorum.
Sanatçılığımı kişiliğimden kopararak sunamam dolayısıyla ben kendimi
sanat yapan İpek olarak görüyorum.
xlvi Ahu Antmen

6. Sanat eseri olarak değerlendirmelerini isterim. Yapıtlarımın üretildiği


dönemin tarihini, sosyolojisini, teknolojisini, diğer sanat akımları ile
diyaloğunu ne ölçüde yansıtıyor olduğu yorumlanmalı. Yani benim işlerimde
cinsiyet meselesi ancak kadın konusununda ne kadar yaşanmışlık ve
samimiyet yansıtıyor diye bakılabilir, ama samimiyet zaten sanatın
vazgeçilmez değeri olarak cinsiyet dışında her sanatçı için geçerlidir.
7. Türkiye’de böyle bir ayrımcılık yaşamadım. New York’ta öğrencilik
yaptığım 70’li yıllarda kadın sanatçıların ayrımcılık yaşadığını biliyorum.
90’larda New York’ta sanatçı olarak yaşadığım sürede piyasanın ve ortamın
kadın sanatçıya genelde daha olumlu ve eşitlikçi olarak baktıklarını
düşünüyorum. Bu feminist hareketin bir başarısı olarak görülebilir.
İz Öztat (1981-)
1. Evet.
2. Evet. İlgilendiğim konular ve oluşturduğum metodolojiler feminist ve quir
teorinin açtığı yollarla diyalog halinde oluşuyor.
3. İçinde kullanıldığı bağlama göre değişiyor. “Kadın” ve “sanatçı” benim
sahiplendiğim fakat aynı zamanda işimde yeniden ve yeniden kurguladığım
kimlikler. Özcü bir yaklaşımla dayatılan bir tanıma dönüştüğünde rahatsız
olabiliyorum, sahiplendiğim bir duruşa denk geldiğinde taşıyabiliyorum…
4. Evet, üretim sürecinde verdiğim tüm kararların, cinsiyet, sınıf, ırk
eksenlerindeki ayrılacıklarımı ve toplumsal dayatmaları sorgulayarak
şekillendiğini söyleyebilirim. Güç pozisyonlarını sorgulayarak, minör
anlatıları sessizce örmeyi tercih etmemde, kimliğin kurgulanmış ve
performatif oluşuna dair bir bilinci barındırmaya çalışmamda, “öteki”yle
şekillenmemi mümkün kılan akışkan kimlik algısıyla ve seçtiğim
malzemelerin politik ekonomisiyle cinsiyet kimliğim arasında yakın bir ilişki
var.
5. Sanatçı kimliğimi kurgulamak ve deneyimlemek, dayatmaları olsa da bana
en özgür hissettiren deneyim alanı. Dolayısıyla, pek çok durumda verdiğim
tepkiyi bu kimlik içinden oluşturmayı tercih ediyorum. Üretimimle pozisyon
almam söz konusu olduğunda, sanatçı kimliğim önde olacaktır. Fakat, diğer
kimliklerimin öne çıktığı durumlar da oluyor tabii ki!
6. Üçüncü sorudaki cevabımda dediğim gibi, eğer cinsiyet kimliğine dair alınan
pozisyon özcü ve benim cinsiyet kimliğine dair oluşturduğum yaklaşımı
görmezden gelen bir yaklaşımsa, rahatsız olurum. Fakat, benim cinsiyet
kimliğine yaklaşımımı dikkate alan bir yorum ise, cinsiyet kimliği
perspektifinden yorumlanmaktan rahatsız olmam.
7. Dünyanın her yerinde, evet!
Laleper Aytek (1960-)
1. Evet, kesinlikle.
2. Ürettiğim işlere bakınca ( Yük projem dışında) kendimi feminist bir sanatçı
olarak nitelendirmem.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xlvii

3. 20. yüzyılın ortasına kadar kadın sanatçı sayısı erkeklerin üçte biri olan,
kadınların temel kariyerlerinin evlilik olarak görüldüğü bir dünyada
geçmişin ve bugünün düzeninin erkek olarak doğma şansına erişmemiş
yahut tercih etmeyen herkes için yalnızca sanat alanında değil, başka
yüzlerce alanda da ayrımcı olduğunu biliyoruz. Kadınların ne kadar
yetenekli ya da dahi olsalar da, eksik, cılız (!!!) ve yetersiz görüldüklerini
hatta kabul edildiklerini de biliyoruz. Ve erkeklerle aynı ölçüde yetki ve
başarı elde etmelerinin tarih boyunca toplumsal, sosyal ve kurumsal olarak
engellenmiş olduğunu da. Fotoğrafın tarihi de bu engellemelerden ve
ayrımcılıklardan payını fazlasıyla almış bir tarihtir. Kadınların ve işlerinin
yüzyıllardır yok sayıldığı bir dünyada kadın fotoğrafçılar olarak duruyor ve
işler üretiyor olmak, bir ayrımcılık değil, görünür olma talebidir. Ve bu
talep sayılmayan tüm aidiyetler için geçerlidir. Her fotoğrafçı / sanatçı
tercih ettiği, taşıdığı aidiyetini fotoğrafçılığıyla/sanatçılığıyla birlikte
anmakta, fotoğrafçılığını /sanatçılığını bu aidiyetle birlikte yapmakta
özgürdür, özgür olmalıdır. Ve bu özgürlük ki, görüntünün öznel bir ima ile
(yeniden) inşasında çoğaltan ve katmanlaştıran vazgeçilmez bir unsurdur.
Önemli olan kadın fotoğrafçı/sanatçı denildiğinde “kadınsı” olduğu
vehmedilen özellikleri bir üslubun göstergesi olarak düşünmekten
vazgeçmektir.
4. Amin Maalouf’un Ölümcül Kimlikler’den bir cümlesi ile yanıtlamak isterim,
“Kendimden bir parçayı kesip atsaydım, daha mı gerçek olurdum?”
Fotoğraf, fotoğrafçısı üzerinden cinsiyetlidir. Bakış dediğiniz şey algınızdır,
yaklaşımınızdır, çığlığınız, sessizliğiniz, öfkeniz, akıl karışıklıklarınız,
sorularınız yahut aşkınızdır ve bakış, fotoğrafta da, hayatta da
cinsiyetlidir. Hayatlarımızı kadın ya da erkek olarak yaşıyor olmamız nasıl
bir fark yaratıyorsa, bu fark yazdıklarımıza, söylediklerimize,
düşündüklerimize, yok saydıklarımıza ve çektiğimiz fotoğraflara, aklımıza,
ruhumuza ve gözümüze de işlemiştir ve bu fark yaptığımız her şeye
kaçınılmaz olarak yansır.
5. Fotoğrafçı/Sanatçı kimliğim hayatımda daha önde gelse de, beni yapan tüm
aidiyetlerimle yan yana olduğunu düşünüyorum.
6. Nötr bir insan kavramı yok. İnsan olarak değil, toplumsal cinsiyete sahip
kadınlar ve erkekler olarak yaşıyoruz. Eğer bugün Türkiye’de düzenlenen
fotoğraf yarışmalarında kadın fotoğrafçılar katılımcı olarak seçilebildikleri
halde (ve hatta yüksek oranda da katılım sağlıyorlar) seç(e)miyorlar yani
neredeyse süs düzeyinde temsil edilerek (erkek fotoğrafçılar tarafından)
sadece seçiliyorlarsa; 13 yıldır fotoğraf yarışması düzenleyen bir kurum, bu
yarışmaların jürisinde bugüne kadar, hiçbir kadın fotoğrafçıya neden yer
verilmemiş olduğu sorulduğunda yanıtı, “hiç aklımıza gelmedi” olabiliyorsa;
2014’de Thames & Hudson tarafından yayınlanan ve David Gibson’un
hazırladığı Street Photographers Manual kitabı için seçilen 20 fotoğrafçıdan
sadece 3 tanesi kadın ise; dünyanın en önemli fotoğraf ajanslarından biri
olan Magnum’da toplam 89 üyenin 11’i kadın, bu 11 kadın fotoğrafçının 3’ü
hayatta değil, 3’ü de henüz aday durumunda yani tam üye olan 5 fotoğrafçı
xlviii Ahu Antmen

toplamın sadece %5.6 gibi bir oranına karşılık gelmekteyse; bu vb.


indikatörler önemlidir, önemsenmelidir ve kamusal alanda görünür olma
talebi olarak tartışılmalıdır. Bu talebin sadece kadın olmamızla bir ilişkisi
olmadığını ilave etmeme bilmem gerek var mı? Ama böyle düşünenler
olacağını düşünerek bir ekleme daha yapmak isterim: Türkiye’deki kadın
fotoğrafçıları işleriyle çok cılız bulan erkek bakışını açıkça rahatsız etmek,
kadın fotoğrafçıları ve fotoğraf üzerine çalışan akademisyenleri
sorgulamaya davet etmek ve Türkiye’de özellikle 90’li yılların ikinci
yarısından itibaren sayıları önemli ölçüde artan kadın fotoğrafçıları
üretmekte oldukları nitelikli projelerle birlikte görünür kılarak,
kemikleşmiş kanonik algıya karşı çıkmamız gerekmektedir. Bu coğrafyanın
yetiştirdiği ama çok yakın zamana kadar görmezden geldiği; Semiha Es,
Yıldız Moran, Maryam Şahinyan, Eleni Küreman ve daha pek çok kadın
fotoğrafçının sesini, sözünü ve gözünü gün yüzüne çıkarma çabası ve
gerekliliğidir. Bu çabadan özellikle geçmişteki kadın fotoğrafçıları(mızı)
sayılmayanlar kategorisinden kurtararak işlerini gün yüzüne çıkarmak ve
genç kuşak kadın fotoğrafçıların önünü açabilmek üzere vazgeçemeyiz, asla
vazgeçmemeliyiz.
7. Sorun Linda Nochlin’in de belirttiği gibi; “bizim kaderimizde,
hormonlarımızda, ay başı kanamalarımızda, kadın olmamızda değil,
kurumlarımızda ve eğitimimizdedir”. Erkeklerle birlikte modelden özgürce
çalışan kadın sanat öğrencilerinin ancak 19. yüzyılın sonunda görülebildiği,
20. yüzyılın ortasına kadar dünyadaki kadın sanatçıların sayısının erkeklerin
üçte biri olduğu, kadınların temel kariyerlerinin hâlâ evlilik olarak
görülebildiği bir dünyada, Nochlin şu tespitinde çok haklıdır; “kadınlar ne
kadar yetenekli ya da dâhi olurlarsa olsunlar, erkeklerle aynı ölçüde yetki
ve başarı elde etmeleri gerçekten de kurumsal olarak engellenmiştir.” Bu
engellenmenin en yakın örneğine, sadece bir yıl önce, 2016 yılında
Türkiye’nin ilk modern sanatlar müzesi olan İstanbul Modern’de Merih
Akoğul’un küratörlüğünde açılan İnsan İnsanı Çekermiş başlıklı sergide tanık
olmadık mı? Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yıllık bir dönemini kapsadığı ifade
edilen sergide yer alan 80 fotoğrafçıdan sadece 2 fotoğrafçının (Yıldız
Moran ve Sebla Selin Ok) kadın olması nasıl bir yok saymaya ve açık
ayrımcılığa karşılık gelmektedir? Sadece bu çarpıcı örnek bile bir önceki
sorudaki son dört paragrafta yazdıklarımı daha anlamlı kılmıyor mu?
Leyla Gediz (1974-)
1. Şayet feminizm gerektiğinde topluluk içinde veya hukuk önünde
eşitsizliklerle mücadele etmekse, evet, feministim.
2. Hayır, gerekli gördüğüm her yerde eşitsizliklerle mücadele ederim, ancak
bu sanatımın çıkış veya odak noktası değildir.
3. Her zaman değil. Eşitsizliğin olduğu yerde bu nitelemeye ihtiyaç
duyulabilir.
4. Kabaca konularımı seçerken yer yer etkili olmuş olabilir, ancak uygulamada
hayır.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xlix

5. Bana göre evet.


6. Hayır, merakımı uyandırır.
7. Hayır.
Maria Sezer (1954-)
1. Eğer ekonomik ve sosyal hakları ve fırsatların kadın ve erkekte eşit olması
gerektiğini demek istiyorsanız, evet.
2. Hayır, ama kadın olduğum için kadına ait olan meseleleri ele alıyorum.
Kadın penceresinden bakıyorum. Tabii ki erkekler de indirekt olarak ele
alınıyor, nitekim birbirimize bağımlıyız.
3. Hayır, zaten ismimden belli. Sanatçı denilmesi yeterli.
4. Kadın olmasaydım yaptığım işi yapmazdım, tamamen onunla alakalı.
5. O andaki dolaştığım ortama bağlı, ama kimliğim hakkında sürekli
düşünmüyorum. Kendimim, neyse o. Evet, kadınım ve kadın olmak ne
demek üzerinde çalışıyorum çoğu zaman.
6. Hayır.
7. Onların ayrımcılık yaptıklarını düşünmüyorum. Ben kendim ve işimi
satmadığım için ve işkadını kimliğim olmadığından dolayı olduğum
yerdeyim diye düşünüyorum. Ve bunun benim kadın kişiliğimden dolayı
olduğunu düşünüyorum. Yani kendi kendime ayrımcılık yapmış olabilirim.
Mürüvvet Türkyılmaz (1968-)
1. Feministim.
2. Feministim ve sanatçıyım. Feminist bir sanatçı nitelendirmesine
mesafeliyim, ihtiyaç duymuyorum. Belki, bunun sanat sistemi içinde
kolaylıkla bir markaya dönüşme riski taşıdığını ve feminizmin politik
hareketinin, sanat piyasasında kariyer ve görünürlük kaygısıyla pasifize
edilebileceğini düşünüyorum. Belki de, her iki nitelendirme, politik bir
harekette ve etik bir tavırda tutarlılığını sürdürdüğünde, dayanışma
gösterdiğinde bu mesafeye ihtiyaç duymayacağım.
3. Kadın sanatçı nitelemesi çok zorlayıcı ve gereksiz geliyor. Bir kimliğin altını
çizerken üstünü çizmek ya da nitelendirmeleri etkisiz hale getirmek gibi…
Bana göre, eril kaynaklı bir tanım.
4. Tabii ki. Üretimlerim, kişisel ve kolektif belleğin bir doğal sonucu olarak
doğuyor. Cinsiyet kimliğim tüm sorularıyla, sorunlarıyla, çelişkileriyle bu
belleğin bir parçası. Toplumdaki sıkıntıların, kaygıların hepsi birbiriyle
bağlantılı ve bu bağ siyasal, ekonomik ve kültürel iktidar ilişkileriyle
biçimleniyor.
5. Aslında, kimlikler arası bir öncelikten çok, bu kimlikler arası geçişlerde nötr
alan üzerinden eril dilin nasıl öne geçtiğini anlamaya çalışmak önemli
geliyor bana. Bu soruyla uğraşmamı, diğer kimliklerle buluşmamı ve
direnmemi ise, sanatçı kimliğim sağlıyor. Böylelikle, sanatçı kimliğimle
birlikte tüm diğer kimliklerin politik birer özne olarak nitelendirilmesi
öncelik kazanıyor.
l Ahu Antmen

6. Yapıtlarım farklı yorumlara açıktır. Bir sınırlama veya belli bir kalıba
sığdırma çabası olmadığı takdirde işe farklı bir bakış açısı ve olumlu katkı
sağlayacağına inanıyorum.
7. Sanat kurumlarında varolan ayrımcılığı görmezden gelemeyiz. Tarihsel
sürece baktığımızda veya bir yüzde hesabı yapıldığında sonuçlar ortada.
Özellikle, akademik ortamlarda, sanat eğitiminde bu ayrımcılık çok yoğun
bir şekilde yaşanmakta. Sanat kurumlarında yaşanan dolaylı, veya oldukça
açık sergilenen bu tavır, etik bir sorundur ve sadece iyi niyetli sosyal
dayanışmalarla çözülemez. Feminist sanatçı nitelendirmesiyle, sadece
kadınların haklarını sorgulayan işler üretip, sanat kurumlarında bu sorunu
sergilemek görünür kılmanın bir parçası olsa da, sanatçı kimliği içindeki
kariyer kaygılarını da beraberinde getiriyor ve yeterli gelmiyor artık. Sanat
kurumlarının iç işleyişindeki eril sorunlarla mücadele farklı bir eleştirel
dayanışma veya eleştirel direnme refleksini geliştirebilmeli diye
düşünüyorum. Çünkü, sanat sistemi eril bir sistemle mücadeleyi de
beraberinde getiriyor. Bana göre, bu mücadele biçimi öncelikle tekil
dirençlerde farkındalığı uyandırınca güçlü bir şekilde vücut buluyor. Tekil
politikanın da kolektif eleştirelliğe yön verdiğine inanıyorum. Bu yüzden,
feminist politika ile sanat politikasının ortak bir zeminde buluşmalarının ve
etik tavrı sorgulayan dayanışmalarla, ortak eleştirel eylemlerle sanat
kurumlarındaki her türlü ayrımcılığın, farklı sorunların görünür kılınmasında
ve dönüştürülmesinde doğrudan etkisi olabileceğini düşünüyorum.
Nalan Yırtmaç (1969-)
1. Evet.
2. Evet.
3. Evet.
4. Evet.
5. Hayır.
6. Hayır.
7. Kişisel olarak yaşadığımdan emin değilim.
Nancy Atakan (1946-)
1. Hayır. Feminist teori okurum ama ne protestolara katılırım ne de aktif
olarak kadınların haklarını elde etmek için çalışırım. Kadınların eğitimde,
çalışma hayatlarında ve yaşam seçeneklerinde eşit fırsatları olmalı. Ama
bir gruba üye değilim. Sınıflandırılmaktan da pek hoşlanmıyorum.
2. Hayır. Ama bazı yapıtlarımı yaparken feminist yazarların etkisinin altında
kaldım. Mesela Luce Irıgıray’in Sexes and Genealogies kitabını okuduktan
sonra ciddi olarak, Kadınların kadın rol modelleri var mı? diye sormaya
başladım. Londra’daki son sergim, Sporting Chances de bu konuyla ilgiliydi.
3. Hayır veya biraz belki. Amerikan sanatçı nitelemesinden rahatsız olurum
çünkü değilim. Amerika’da doğmuştum. Evet Amerikalıyım onu inkâr
edemem ama Amerikan sanatçı değilim. Sanatçı olarak hiç Amerika’da
çalışmadım. Amerikan Türk sanatçı daha doğru olabilir. Hiç bu sıfatlar
From the Guest Editor: Editorial Introduction li

olmazsa daha iyi tabii. Ama kadınım. Sanatım da kadınları ilgilendiren


konuları içerir. Kadın sanatçı sınıflandırma yapılırken neden erkek sanatçı
gruplaması gerekmez? Cevap kolay. Kadın azınlık olduğundan. Sanki
sınıflandıranlar bunu söyleme çalışılıyor. Şaşırılacak durumu var... Kadın
olduğu halde sanatçı olmuş bir grup insan varmış.
4. Tabii ki var. Kadınlara haksızlık yapılırsa çok derinden hissediyorum ve ses
çıkartmak isterim. Belki de kadın olduğumdan bütün toplumsal ve politik
olaylara farklı açıdan da bakıyorum.
5. Sanat benim için çok önemli. Sanatçı olduğumu yıllarca söyleyemedim.
Bunu hak etmem, bu ada layık olmam gerekiyordu. Benim için neredeyse
kutsal. Ama arkadaşlarım ve ailem de çok önemli. İyi sanatçı olmak
isterim ama aynı zamanda sanatçı cemiyetinde dürüst olmak, iyi arkadaş,
iyi anne, iyi büyükanne ve iyi eş olmak da isterim.
6. Yapıta bağlı. Konusu kadının toplumsal durumunu içerirse tabii ki cinsiyet
kimliğimin önemli rolü var. Ama konusu dil ve imgenin arsında bağlam veya
küreselleşme gibi bir konuysa cinsiyet kimliğin bağlamında yorumlanması
rahatsız edebilir.
7. Pek düşünmüyorum. Sanat hayatım bazı erkek sanatçılarla aynı zamanda
başladı. İlk sergilerimizi beraber açtık. Onlar hemen sisteme girmeye
çalıştılar ben ise çok sonra. Ama bu benden, benim sanat felsefemden ve
üretmek istediğim sanat yapıtlarından kaynaklandı. Piyasasının
ayrımcılığından kaynaklanmadı.
Nazan Azeri (1953-)
1. Kendi bedenime ve zihnime sahip çıkmak, böyle kabul edilmek, diğer
cinsiyetlerle birlikte eşit olarak yasal ve toplumsal haklardan yararlanmak
isterim. Bu anlamda feministim. Feminizm kavramı, modernlik, liyakat,
hümanizm, insan hakları kavramları ile de ilişkili bir durum. Bugün biliyoruz
ki, bu kavramları, bu kavramların taşıdığı hakikat algısını benimsemeyen
inanç dünyalarında yaşayan, liyakati, insan yaşamını önemsemeyen, kendi
inanç-çıkar dünyasındaki çocuk tacizlerinin bile üstünü örtmede erkeklere
omuz veren, bu ilişkiler içinde haksız kazanımlara erkekten fazla yapışan
kadınlar var. Kadın hakları kavramı onlar için ne ifade ediyor? Sırf kadın
oldukları için onları savunacak mıyım? Kendilerinin bile sahip çıkmak
istemedikleri ama benim için vazgeçilmez olan hakları istesinler diye
mücadele etmeli miyim? Böyle bir mücadele kendi dünyasından memnun
olanlar açısından bir anlam ifade edebilir mi? Feminist temsiliyet meselesi
bu ve benzer sorular açısından sorunsuz mudur? Bu çerçevelerden
bakıldığında feminizmin, belli bir dünya görüşü dışında tüm kadınları temsil
edebilecek bir kazanım olamayacağını düşünüyorum. Ama yine de feminist
mücadele önemli önyargıların kırılmasında başarılı olmuştur ve zaman
içerisinde etki alanı herkesi kapsamasa da genişliyebilir.
2. Kendimi salt feminist bir sanatçı olarak nitelendirmiyorum. İşlerimde
kadınla ilgili pek çok unsur vardır ama sadece feminist sanatçı olarak
nitelenmek beni sanatçı olarak tek bir boyuta hapsetmek olur. Feminist
lii Ahu Antmen

düşünce ve sanat hareketlerinin eril tanrılar döneminden günümüze


taşınan, kadınlık üzerindeki pek çok önyargıyı kırmada çok önemli katkıları
oldu. Bunun yanı sıra şu soruyu da sormak gerekebilir; feminist sanatçı
tamlaması katılaşmış bir kimlik oluşturmakta kimlikçi politikalara hizmet
etmekte midir? Sanat üretimi içerisinde nitelik, özgünlük ve yaratıcılık
bağlamında sorgulanabilir olanın da bu kimlik arkasında kendine yer açma
kolaycılığında aparat olarak kullanılabilir mi? Sizinle aynı hakikat algısında
ya da yaşam şartlarında olmayan tüm kadınları da temsil ettiğini iddia
edebilir mi?
3. Kadın sanatçı nitelemesi, sizi sadece kadınlıkla ilgili konularda bir şeyler
söyleyebilirmişsiniz gibi bir noktada tutuyormuş gibi duruyor. Adlarımız,
örneğin Nazan adı, zaten kendi başına cinsiyetimi belirleyen bir durum
iken, ayrıca sanatçı kelimesinin başına tekrardan kadın sıfatının takılması,
sanki üretiminize, salt kadınlıkla ilgili olduğu imâsı ekliyor ki, bana pek
doğru gelmiyor. Erkek sanatçı denmeye gerek görülmezken kadın sanatçı
denmesi, erkek=insan algısını pekiştiriyor. İyimser olursak, kadınların sanat
yapabilme tarihi pek uzun olamadığından belki de ne isim verileceğini
bilememekten kaynaklanıyordur. Sadece sanatçı denmesi yeterli.
4. Üretimimde, birçok unsurun yanı sıra, örneğin fizik, kimya, gen
bilimlerindeki gelişmeler, yapay zeka çalışmaları, ekolojik problemler,
savaşlar, tasarım olarak gelecek kurgusu, yaşadığım coğrafyada insan
problemleri gibi pek çok unsurun yanı sıra, bulunduğum coğrafyada ve belli
bir zihin durumunda kadın olmamın da etkisi vardır.
5. Sanatçı kimliğim, bazı kimliklerimden önemli ama bazılarına göre
önemsizdir. Örneğin, kadınlık, öğretim üyeliği, eş vb. kimliklerimden daha
önemli ama anne kimliğime göre daha az önemlidir.
6. Yapıtlarım, cinsiyet kimliği açısından da okunabilir, bir olgu olarak bu da
vardır içlerinde. Bazen konuda, bazen malzeme kullanımında, metaforların
seçiminde seçicilik yaratıyordur mutlaka. Ama salt bu açıdan okunmak,
onların içeriklerini daraltmak olur. Bir erkek sanatçı’nın işlerini, sırf erkek
kimliği açısından okumak da tek başına pek anlamlı olmazdı. Sadece
cinsiyet kimliği açısından tek boyutlu okuma, yapıtların içeriğini eksiltmek,
çarpıtmak olur. Belki kadınsı bir metaforla anlattığınız şey, hiç de salt
kadınlıkla ilgili olmayabilir.
7. Cinsiyet anlamında ayrımcılık yaşadığımı düşünmüyorum. Şu da var ki, katı
feminist bir sanatçı iddiası ile, böyle bir kimlik oluşturucu tavır
takındığınızda, işler daha kolay olabiliyor. Kimlikçilikle sanat yapmak, bazı
kapıları daha kolay açabiliyor. Herşeyi kestirmeden hemen tasnif edip bir
yere koymak isteyen bir ortamdayız, bu da pek çok detayı kaçırmamıza
neden oluyor. Kadın ya da erkek olmaktan çok, bizim alanımızda görünür-
görünmez güç ilişkileri söz konusu ve bazen işler, pek de nitelikle değil ama
bu güç ilişkileri çemberlerinin içinde olup olmadığınıza göre işliyor.
From the Guest Editor: Editorial Introduction liii

Necla Rüzgar (1972-)


1. Feminizm bana hep biraz örgütlü olmayı çağrıştırdığı için olsa gerek hiçbir
zaman yüksek sesle ve bir çırpıda ‘ben bir feministim’ diyemedim.
Örgütsüz olmanın bana verdiği gizli bir suçluluk duygusu olmasına karşın,
bir gruba dahil olmak için de hiçbir arzu hissetmiyorum. Ama bireysel
olarak verdiğim mücadeleye bakarsak feminist olduğumu söyleyebiliriz
sanırım.
2. Yaratma süreci içindeyken kendimi feminist sanatçı olarak algıladığımı,
böyle bir algıyla yarattığımı söyleyemem. Anlatmam gereken bir insanlık
durumu vardır ve ben onu anlatmaya çalışıyorumdur. Ama hikâyeleri
anlatma biçimim feminist bir söylem üretebilir. Aslında temelde şöyle bir
durum var; bu tür nitelemeler veya adlandırmalar, bize bir sınırlama
getirir. Her tanım bir sınır çizer ve çapımızı indirger. Bana kalırsa
tanımlamalar bizim değil, karşımızdakilerin işini kolaylaştırmak için
üretilmiştir. Dolayısıyla bu da yaratıcılığın doğasıyla pek uyuşan bir durum
değildir.
3. Terminolojimizde erkek sanatçı diye bir ifade olmadığı için, kadın sanatçı
ifadesi bir ayrımı belirtmek üzere üretilmiş gibi görünüyor. Bizim bütüncül
varlığımızı, algımızı ve değerimizi parçalara ayırarak bölen, bizi küçük bir
temsil kavramına sıkıştıran her ayrım gibi bu da rahatsız edici. Çünkü her
cinse bahşedilmiş farklı özellikler var ve bunların hepsi de çok değerli.
Ama kadınlara bahşedilen özelliklerin dönüp dolaşıp bir yetersizlik gibi
servis edilmesinden çok rahatsız oluyorum.
4. Cinsiyetimizi yadsımak patolojik bir durumdur. Kuşkusuz ki her cinsiyetin
kendine özgülüğü var. Bu özellikler hayatımızı ve dolayısıyla eylemlerimizi
ve üretme biçimimizi de belirliyor.
5. Evet, sanatçı kimliğim diğer kimliklerimin önünde. Bu konuda kafam her
zaman net oldu.
6. Yaptığım her işin cinsiyet kimliğine bağlanması bana anlamlı gelmiyor.
Çünkü benim ürettiğim imgeler çok sayıda ve çok çeşitli. Ama kuşkusuz ki
ürettiğim işlerde cinsiyetimin etkili olduğu, belirleyici olduğu bir bakma,
görme ve üretme biçimim de oluyor. Yapıtın bağlamı cinsiyet üzerinden
çözümlemeyi gerektiriyorsa bu gerçekliktir ve bunu yadsıyamam.
7. Uygarlığın bir gereği olarak kadınların eşitliğinden söz ediliyor ya da pek
çok insan bunu desteklediğini ifade ediyor. Ama bana kalırsa, hâlâ çoğu
insanın kafasında kadınlar için çizilmiş bir sınır var. Ola ki kadınlar o
öngörülen sınırın dışına çıkarsa, yani beklenenden daha “başarılı” olursa
çeşitli biçimlerde mobbinge maruz kalabiliyor. Çoğu kadın başına gelen
şeyin ne olduğunu bile anlayamıyor, çünkü çağımızın çok incelikli mobbing
stratejileri var. Sanki o başarı onun hakkı değilmiş, sanki başkasının
hikâyesini çalmış gibi davranılıyor mesela. Kuşkusuz ben de kalbimi kıran
durumlar yaşadım ve yaşıyorum.
liv Ahu Antmen

Neriman Polat (1968-)


1. Evet. Ben kendimi feminist olarak nitelendiriyorum. Çocukluğumdan beri
erkek egemen dünyanın üzerimde yarattığı sınırları kaldırmaya çalışmak
için mücadele ediyorum. Gündelik hayatın içinde de kendimi feminist
olarak tanımlıyorum.
2. Evet. Çalışmalarımın toplumsal cinsiyet bağlamında okunması, bakılması
gerektiğini düşünüyorum. Yoksa eksik kalacaktır.
3. Kadın sanatçı yerine feminist sanatçı teriminin kullanılmasını tercih
ederim. Kadın sanatçı terimi kullanım biçimine göre rahatsız edici
olabiliyor, eğer bizi ayrı bir kulvara sokup, ötekileştiriyorsa, zarar verici
hale gelebiliyor.
4. Evet, çalışmalarım benim hayatımın bir parçası olduğuna göre, cinsiyetim
de onun çok önemli bir parçası.
5. Evet, Benim için sanatçı kimliğim hayatımın merkezidir.
6. Hayır, tam tersi, işlerimin cinsiyet bağlamında okunmasını isterim.
7. Evet, ayrımcılığa uğradığımı düşünüyorum. Feminist olarak kendini
tanımlamak, hem galerileri, hem müzeleri ve hem de sanat piyasasını
korkutuyor. Eril dili sorguladığınızda karşınıza sanat tarihinin açmazları
çıkıyor. Ve bunu ifade alanınıza getirdiğinizde mutlaka ayrımcılığa
uğruyorsunuz. Ayrıca bir kadın sanatçının sözünün ya da yapıtlarının
kıymetinin bilinmesi, çok daha uzun ve zorlu bir mücadelenin sonucunda
gercekleşiyor. Piyasa açısından kadın sanatçının güvenilir, satılabilir olması
erkek sanatçıya göre çok daha zor. İstatistiklere baktığımızda yine kadın
sanatçıların galerilerde temsil edilme ve müzelerde kişisel sergilerinin
yapılma oranı çok daha düşük. Bu da bize farkında olalım ya da olmayalım,
ayrımcılığa uğradığımızı net olarak gösteriyor.
Nermin Er (1972-)
1. Evet, kendimi feminist görüşte biri olarak nitelendirebilirim.
2. Feminist görüşüm, sanat üretimime aksetmiyor sanırım. Cinsiyet ya da
cinsiyet politikalarıyla ilgili işler üretmiyorum (en azından şimdilik böyle).
3. Kadın sanatçı nitelendirilmesini beğenmiyorum.
4. Hayır. İşlerimde cinsiyet kimliği bilgisi yok. Bir etkisi de yok.
5. Evet.
6. İçerik olarak özellikle işlemediğim bir konu olduğu için evet eder. Öncelikle
yaptığımdan uzaklaşılmış olduğu için eder sanırım :).
7. Sanat tarihinde bahsi geçen kadın ve erkek sanatçıların sayısını
kıyasladığımızda, bu durumun eskiden çok bariz bir şekilde yaşandığını
düşünüyorum. Günümüzde çok belirgin bir ayrımcılık gözlemlemiyorum...
Nil Yalter (1938-)
1. Evet feministim.
2. Evet.
3. Sanatçı kadın daha uygun.
4. Evet.
From the Guest Editor: Editorial Introduction lv

5. Evet.
6. Hayır.
7. 1970/80 yıllarında ayrımcılık yaşadım, Türk asıllı olmanın da rolü oldu.
Nilbar Güreş (1977-)
1. Evet, kesinlikle ve herkes olmalı çünkü bu bir suç değil.
2. Bana göre sanatçılar feministtir, yani öyledirler diye umuyorum. Ama bu
tanım bir sanatçıyı baştan sona ifade etmez elbette. Feminist sanatçı ve
birçok başka şeyim.
3. Olmuyorum, kadınım ve sanatçıyım çünkü.
4. Muhakkak. Hislerini yansıtır sanatçı, taçınılmaz bir şey bu, planlanan bir şey
değil bu durum. Tabii bazen kurban durumu yaratarak bunu yenileyerek
kadın pozisyonunu suistimal eden sahte sanatçılar çıkıyor ara ara. Bu
insanların işlerine iyice baktığımızda aslında o mecralardan hissiyat olarak
çok uzak olduklarını ve tamamen farklı kazançlar peşinde olduklarını
anlayabiliyoruz.
5. Rengarenk bir nehir olduğumu düşünelim, akarken kayalara çarpıyorum,
hangi engel hangi renge denk gelirse o renk şahlanır bende.
6. Etmez, fakat şeylerin birbirinden bu kadar ayrılması, yani bu ayrımın
yapılmasını aptalca buluyorum; çünkü aslında bir hak ihlali diğerinden daha
ehemmiyetsiz olmamalı!
7. Guerilla Girls bunu sürekli işliyor, elbette ki dibine dek ayrımcılık yaşıyoruz
her alanda; kadınlar ve kadınsı herşey. Hatta bazı erkek sanatçılar dahi bizi
alenen küçümsüyor net şekilde.
Nur Koçak (1941-)
1. Adımın yanına ilk kez feminist ibaresini ekleyenler YAZKO Somut haftalık
gazetesi 4. sayfa ekibi oldu. 1983 yılı başında gazetenin söz konusu
sayfasını düzenleyenlerden Stella Ovadia, Handan Koç ve Zeynep Avcı'yla
tanıştım. Gazetede iki desenim Ablam İlkokul 3. Sınıfa Başladığı Gün
Taksim Anıtı Önünde (1981) ve Annem ve Ablam Aynı Gün Aynı Yerde
(1981) yayınlandı. O arada değişik feminist grupların birkaç toplantısına da
katıldım. 1986 yılı Mayıs ayında, Maçka Sanat Galerisi'nde, Aile
Albümü'nden başlıklı sergimin Güven Turan'la yaptığımız sergi konuşması
sırasında söz alan Stelle Ovadia, sanatsal tavrımın açıkça feminist olduğunu
dillendirdi. Böyle bir şeyi ilk kez yaşıyordum. İzleyenlerden, başta İpek
Aksüğür olmak üzere, itirazlar gelmedi değil. Aynı toplantıda üslubumun,
yani foto-gerçekçiliğin, sanat olmadığı yönünde şiddetli bir itiraz da
Alaattin Aksoy'dan geldi. Hepsini sineye çektim. Şimdi geriye dönüp
baktığımda bu hasmane tavırlara gülüyor ve evet feministim diyorum.
2. Sanat sahnesine adımımı attığım ilk yıllarda (devlet bursuyla öğrenci olarak
Paris'de yaşadığım 70'lerin ilk yarısı) feminizmin f’sini bilmediğimi, feminist
sanatçıları tanımadığımı, feminist literatürle hiç ilgilenmediğimi hep
söyleyegeldim. Beni asıl ilgilendiren göbeğinde yaşadığım tüketim toplumu,
yani kapitalizmdi. Toplumun sözlük ve mecaz anlamında
lvi Ahu Antmen

makinalaşmasından yola çıkarak ilk foto-gerçekçi çalışmalarımı (Machine I,


II ve III - hepsi 1973 tarihli) ürettim. Bu resimlerle Paris'te çeşitli Salon
Sergileri'ne katıldım. Paranın tek kutsal değer olması, her şeyin metaya
dönüştürülmesi, çabucak tüketilip atılmasına kafamı takmıştım. Böylece
makina resimlerinden bir sonraki aşama Fetiş Nesneler/Nesne Kadınlar
dizim oldu. Karıştırmayı sevdiğim renkli kadın dergilerinde karşıma çıkan
çarpıcı fotoğraf ve sloganlardan esinlendiğim bu dizinin ilk tuvali olan 1974
tarihli ve Paris'te airbrush'la çalışılmış Vivre parfüm şişesini teknik olarak
miladım kabul ettim hep. Yurda dönünce, bu kez de bir gazete köşesinde
yayınlanmış fotoğraflardan ve piyasadan topladığım kartpostallardan
oluşturduğum Mutluluk Resimleriniz ve Müdahale Edilmiş Kartpostallar
projelerim ortaya çıktı. 1981 tarihli bu diziler erkek egemen toplumumuza,
kadının sosyal hayattan dışlanmasına bakışımı dile getiriyordu. 80'lerin
sonuna tarihlenen ve bu kez kendi çektiğim fotoğrafların kaynaklık ettiği
Vitrinler dizim ise (ki bugün de çeşitli vesilelerle dönüyorum bu konuya)
Ortadoğulu Müslüman bir toplumun, yani toplumumuzun, bastırılmış
cinselliğinin vitrinlerimizde güldür güldür aktığına tanıklık ediyor. En son
geldiğim yer 2011-12 tarihli polyester üzerine akrilik heykeller. Onları
"nesne erkekler" olarak adlandırıyorum. Kapitalizmin herşey gibi erkekleri
de metaya dönüştürmesinin kaçınılmaz sonucu onlar. Bu arada bir foto-
gerçekçi olarak genel tavrımın eleştirel olmadığını, çeşitli olguları
büyüterek insanların gözüne sokmakla, biraz daha dikkatli bakın demekle
yetindiğimi, doğru/yanlış, güzel/çirkin, olmalı/olmamalı diyerek ahkâm
kesmekten özellikle kaçındığımı belirtmeliyim. Açılışından neredeyse 40 yıl
sonra, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (şimdi MSÜ) Mimar Sinan
Sergi Salonu'nda yer alan Fetiş Nesneler/Nesne Kadınlar başlıklı ilk kişisel
sergim (Aralık 1976) sanat tarihçisi Oğuz Erten tarafından Türk Plastik
Sanatlarında İlkler (Antik AŞ Kültür Yayınları) adlı kitapta ülkemizde açılan
ilk feminist sergi olarak değerlendirildi. Böylece feminist bir sanatçı
olduğum tescillenmiş oldu. Öncü olduğum için mutluyum. Sırada aynı
serginin Türkiye'de açılmış ilk foto-gerçekçi/hiper-realist sergi, benim de
ilk foto-gerçekçi/hiper-realist sanatçı olduğumun tescillenmesi kaldı.
Sabırsızlıkla o günü bekliyorum!
3. Kadın sanatçı nitelemesinden rahatsız olanlar eski keskin solcu
arkadaşlarım. Onlara göre sanatçı sanatçıdır, erkek ya da kadın olması hiç
fark etmez, ayrım yapılamaz. Dünyayı birlikte savaşarak kurtaracak,
birlikte düzlüğe çıkartacak ve sonunda birlikte mutlu-mesut
yaşayacaklardır! Benim için önemli olan yaptığım işin kalitesi. Nasıl
yaftalandığım onu değiştirmez.
4. Evet. Dünyaya bir kadın olarak bakıyorum. Bakışımın kaçınılmaz olarak
işlerime yansıdığını düşünüyorum.
5. Hayır. Önce kadın, sonra sanatçıyım. Emin Çölaşan'ın Önce İnsan, Sonra
Gazeteci kitap başlığında dile getirdiği gibi yani.
6. Hayır, ürettiklerimin cinsiyet kimliği bağlamında yorumlanmasından
rahatsız olmam.
From the Guest Editor: Editorial Introduction lvii

7. Sanat ortamında galeriler, yayın dünyası, müzeler vb. bağlamında


ayrımcılığa uğradığımı hiç düşünmüyordum ta ki sanat piyasasında oyuncu
olarak ufak tefek roller almaya başlayıncaya kadar. Piyasa erkek egemen.
Pasta çok küçük. Dilimleri daha da inceltmek, hele hele pastayı bir kadınla
paylaşmak hiç işlerine gelmiyormuş, bunu öğrendim. Yıllarca bir vitrin süsü
olarak görülmüş, tüm karma sergilere çağrılmış, sırtı aslansın, kaplansın!
diye sıvazlanmış biri iken birden tuu, kaka! biri oldum. Para kazanmadığım
sürece sorun yokmuş. Bir de bir kadının öncü olmasını hiç
kaldıramıyorlarmış. Kadınlar ancak takipçi olabilirmiş. Eğer öncülük
yapılacaksa Akademi çevresi ne güne duruyormuş! Örneğin, Eğer
memlekete feminizm gelecekse onu da Akademi getirirmiş! Bunu da
yaşayıp gördüm. Sanat tarihi yazımına gelince, çok yetersiz ellerde
olduğunu söylemekle yetineyim. Başlangıçta uzun süre yok sayıldım,
görmezden gelindim (örnek: Kaya Özsezgin); daha sonra ikincileştirildim,
sanat akımı takipçisi yapıldım (örnek: Burcu Pelvanoğlu).
Nurtane Karagil (1989-)
1. Kendimi herhangi bir -ist ya da -izm içerisinde nitelendirmediğim için
feminist olarak da nitelendirmiyorum. Fakat konuya, düşünce, davranış,
hal-tavır çerçevesinden bakılıyorsa evet yaşamımda başkalarının feminist
yaklaşımlar görüyor olması muhtemeldir.
2. Yukarıda yazıdıklarıma ilaveten, bu soruya yine başkalarının beni itelerken
kullanımı üzerine söylemem lazım ki zaten nitelenmek de çoğu zaman
başka gözler üzerinden anlatımı vurguladığı için konu istem dışı olarak
oraya bağlanacaktır. Kısaca ben kendimi nitelemiyorum fakat
nitelendirmek isteyen uygun görüyor.
3. Sanatçı nitelemesinden rahatsız olduğum kadar “kadın sanatçı”
nitelemesinden de rahatsız oluyorum. Fakat bunun rahatsızlık derecesi
bulunduğu konum ve anlam dizilimine göre bende belirsiz bir potansiyeli
var. Örneğin kalın bir kitabın üst başlığında örneğin WOMEN ARTISTS-
Looking from a Feminist Perspective gibi birşey gördüğümde çok rahatsız
olmam. Bunun sebebi başkalarının onları bir küme haline alıp da
nitelendirmesidir. Kendi kendilerini nitelemeyenlerde oraya konulmuştur.
Fakat Kadının Gözünden veya Uluslararası Kadın Sanatçılar gibi bir başlık
gördüğümde anlam veremem. Rahatsızlanırım.
4. Üretimlerim benden çıktığından benim de bir cinsiyet kimliğimin olduğunun
farkında oluşumdan bağlantılı olduklarını düşünüyorum.
5. Kendi kendime herhangi bir kimlikleşme süreci gerçekleştirmedim, aslında
farkında olarak gerçekleştirmemeye çalışıyorum. O yüzden çevre beni farklı
kimliklerle nitelendiriyor olsa bile bende bir sırası yok.
6. Etmez. Herhangi bir anlamaya çalışma, yorumlama, kendine yakın bulma
istemini doğurmak adına yapılan düşünme biçimi beni rahatsız etmemeli.
7. Bazen istem dışı da olsa gerçekleşiyor. Özellikle Kıbrıs içerisine bakacak
olursak daha kadın nitelemesine gerek olmadan ilk önce Kıbrıslı Türk
sanatçı oluyorsunuz. Sonra isteniyorsa kadın. Bu sanat piyasasında
lviii Ahu Antmen

kalıplaşmış stil örneklerinden dolayı ortaya çıkıyor herkes biraz farkında


olarak sürüklüyor. Ben böyle bir durumla karşılaştığımda bulunduğum
mekânın anlamını da kendiminki ile karıştırıp üretmeye çalışıyorum.
Alışveriş, etkileşimini ne kadar çok karşılıklı olarak yaşarsak o kadar
gerçekleşebiliriz gibi bir mantıkla ilerlemek adına.
Özlem Şimşek (1982-)
1. Evet, tanımlıyorum. İktidarın ve tüm tahakküm biçimlerinin kadın
bedeniyle ilişkisi nedir? Ondan ne/neler ister? Onu nasıl şekillendirmeye
çalışır? Bu sorular benim için önemli. Feminizm bana yaşamı, sistemi
anlamlandırmak için bir bakış ve düşünme yolu sunuyor.
2. Evet, feminist bir sanatçıyım ve bu nitelendirmeyi yapıyorum. Ancak bu
nitelendirmeyi yapmak ve yapmamak arasındaki fark üzerine de
düşünüyorum yakın dönemde. Örneğin Amerika’da 1970’lerin kültürel ve
sosyal ortamında rol oyunu ve karakter performansları dahil performatif
işler üreten feminist sanatçılar kendilerini, feminist ve feminist sanatçı
olarak tanımlıyorlardı. Dönemin kadın özgürlük hareketi içindeydiler. Ancak
1980’lere Cindy Sherman’a gelince ürettiği işlerde kullandığı stratejiler
1970’lerin feminist sanatçılarının mirası olsa da kendini feminist bir sanatçı
olarak tanımlamadı. Peki burada bugün benim kendimi feminist bir sanatçı
olarak nitelendirmem ya da bu nitelendirmeyi yapmamam ne anlama
geliyor? sorusunu düşünüyorum. Tek yönlü bir bakış mı öneriyorum? Ya da
daha doğrusu feminizme karşı hali hazırda var olan derin önyargı işlerimin
tek boyutlu okunmasına neden oluyor olabilir mi? Öbür taraftan kullandığım
yöntemler ve pratiğin kendisi toplumsal cinsiyetin bir inşa olduğu fikrini
dayanak alıyor, sabit bir kadınlık mefhumunun altını oymaya niyetleniyor.
Ayrıca bu nitelendirmeyi yapmamak erkekleri referans alan sistemin
olumlanması anlamına geliyor olabilir mi? Dolayısıyla evet kendimi feminist
bir sanatçı olarak tanımlıyorum ve bunun gerekli olduğunu düşünüyorum.
3. Hey siz oradaki 2.derecede kıymetli sanatçılar anlamına geldiğinde rahatsız
oluyorum.
4. Doğu-Batı yarığı üzerinde kültürel, sosyal ve tarihsel olarak inşa edilen
toplumsal cinsiyet kimliği ve genel olarak kimlik kavramı etrafında işler
üretiyorum. Bize ait olduğunu düşündüğümüz nitelikler, kostümler, jestler
ve rollerin sabitliği kavramıyla oynamak yaptığım. Evet etkisi var.
5. Evet. Ya da en sevdiğim kimliğim sanatçı kimliğim diyebilirim.
6. Hayır bu bağlamda yorumlanması rahatsız etmiyor. Beni rahatsız eden bu
bağlamın küçümsenmesi. Yakın zamanda şöyle bir olay geçti başımdan. Bir
erkek fotoğrafçı, Orhan Cem Çetin kadın fotoğrafçılarla ilgili Sanat
Tarihinde Kadın Kotası isimli bir yazı yazdı. Yazı, genel olarak problemli ve
keşke “kadın sanatçılar/fotoğrafçılar toplumsal cinsiyet, kimlik ve temsil
meseleleriyle uğraşmak yerine kadın bakışlarını dünyaya çevirseler” diye
bitiyor. Ayrıcalıklı bir yerde konumlanmış, büyük beyaz erkek biz kadın
sanatçılara öğüt verecek bir pozisyondan konuşuyor; hem toplumsal
cinsiyet, kimlik ve temsil meseleleriyle ilgili iş üreten tüm kadın
From the Guest Editor: Editorial Introduction lix

fotoğrafçıların/sanatçıların işlerini aynı kefeye koyuyor hem de bırakın


bunları, bunlar önemsiz meseleler, dünyaya bakın biraz diyor. Toplumsal
cinsiyeti, kimliği ve temsili önemsiz meseleler olarak işaretliyordu. Yazıyı
sorunlu bulduğumu söyledim, web sayfasından kaldırdı, ancak bu yazı
AFSAD’ın Kontrast Dergisi’nde yayınlanmış. Yazıyı sorunlu bulduğumu
söylediğimde şaşırdı. Bu olayı anlatmamın nedeni küçümseme meselesinin
neredeyse kusursuz bir örneğini oluşturması.
7. Evet, düşünüyorum. İstanbul Modern ilk kadın sanatçı retrospektif sergisini
İnci Eviner’e bu sezon açtı. Bu bir gelişme ancak çok geç kalınmış bir
gelişme. Aynı anda İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nde ise İnsan İnsanı
Çekermiş isimli bir sergi vardı ve sergide işleri sergilenen 80 fotoğrafçıdan
sadece 2’si kadındı. Bir atölyeye katıldım geçen sene 8 erkek 4 kadın.
Ardından jüri 4 erkek 1 kadın. Sadece sayı değil mesele. Yaşamın toplumsal
cinsiyetli örgütlenmesi tüm kurumların içinde var. Bunun farkına varmak ve
kişisel ya da bağımsız olarak sadece benim başıma gelen bir şey olmadığını
bilmek önemli. Bu noktada şöyle bir soru soruyorum, bir sanatçı olarak
eşitlik talep ederken sanat ortamının/sisteminin hali hazırda yerleşik
kurallarını, başarı ölçütlerini ve referans noktalarını kabul etmeli miyim?
Cevabım hayır. Evet eşit temsil talep ediyorum ancak erkekleri referans
alan bir eşitlik değil talebim. Yeni bir referans sistemi.
Seçil Yersel (1973-)
1. Hayır nitelendirmiyorum.
2. Hayır nitelendirmiyorum.
3. Evet rahatsız oluyorum. Buradaki rahatsızlığın erkek sanatçı tanımının var
olmamasından kaynaklandığını ve kadın sanatçı nitelemesi ile kasıtlı bir
ayrımcılık yaratıldığını düşünüyorum.
4. Elbette ki cinsiyet kimliğim üretimimde bir etkendir; ve onun bir etkisi
vardır ancak tek başına değil; coğrafyanın, toplumun, bireysel hafızanın,
kültürel belleğin, ailenin, eğitimin ne kadar etkisi varsa cinsiyet kimliğimin
de o kadar etkisi vardır. İç içe geçmiş ve birbirilerinden beslenen bu ve
benzeri hareket noktaları içinde üretimim tüm bu noktalarla ilişkidedir.
Üretimimi iki farklı alanda var kılıyorum. Birinci alan Oda Projesi sanatçı
kolektifi içerisindeki pozisyonum, diğer alan da Seçil Yersel olarak üretimde
bulunduğum, fotoğraflarım merkezinde oluşan alan. İlk alan üç kadın
sanatçıdan oluşan bir alan olduğu için çoğu zaman kadın sanatçı grubu
nitelendirmesiyle karşı karşıya kaldık, buradaki yorum ya da dışardan
çalışmalarımızı okuyan gözün tavrından ve kategorizasyonundan her zaman
rahatsız olduk. Ancak, tabii ki üç kadın olmamızın kolektif yan yana
duruşumuzda ve üretimimizde yoğun bir etkisi oldu, ancak biz bu etkiyi,
üretimin kendi içinde yoğururken, bizi okuyanlar için bu bir kategoriden
ibaret olarak kaldı. Bireysel üretimim olarak tarif ettiğim alanda kadın
olmamın tek başına bir etkisini görmediğimi düşünüyorum; mekân ve
durum potansiyelleri üzerinden kısaca açıklayabileceğim bu alanda, kadın
lx Ahu Antmen

olmamın kaçınılmaz etkisinin işlerimin okunmasında ya da alımlanmasında


tek başına bir etkisi yok.
5. Sanatçı kimliğim, diğer kimliklerimin önünde değil içindedir; profesyonel
olarak ayırmadığım varoluşuma içkin bir kimlik, bir duruş, bir potansiyeldir
sanatçı kimliğim.
6. Tek yorumlanma bağlamının cinsiyet kimliği olması beni rahatsız eder; ama
birçok bağlamda okunabilecek kolektif ve bireysel üretimim için cinsiyet
bağlamı tüm diğer bakışlarla beraber hareket eder ya da etmelidir.
7. Sanat ortamında ayrımcılığı anne olduktan sonra Oda Projesi kolektifi
olarak yaşadık. Üretimimizi tam anlamıyla gerçekleştiremeyeceğimize dair
kaygılar, kimi rezidans ya da projelere katılımımız yönünde bir engel
olmuştur. Kolektif olarak temsilî bir duruşla kadın, anne sanatçı
kategorizasyonuna sıkıştırılmaya çalışıldık. Bireysel alandaki üretimimde bir
ayrımcılık yaşamamış olsam da; anne olarak yaşadığım içe kapanmanın
sanat ortamı tarafından desteklendiğini ya da pekiştirildiğini söyleyebilirim.
Burada kasıtlı bir dışarda bırakma hali olmasa da toplumsal okunma
durumunda, alışık olunan yapı gereği bu toplumda her annenin yaşadığı içe
kapanmanın, onaylanarak, sorgusuz sualsiz kabul edilmesini yaşadım.
Dayanışma içinde olmamanın ve yaşanılanların konuşma yolu ile ya da
yollar ile dillenmemiş olmasının eksikliğini hissettim.
Sena Başöz (1980-)
1. Evet.
2. Kendimi feminist bir sanatçı diye tanıtmam. Üretimim feminist duruşumla
organik bir biçimde bağlı ancak işlerim feminizmi konu edinmiyor. Aktivist
bir sanatçı değilim.
3. Aslında bunun kendi içinde bir ayrımcılık olduğunun bilincindeyim. Hiçbir
zaman erkek sanatçı tamlamasını duymuyoruz ama ülkemiz koşullarında
rahatsız olmuyorum. Çünkü sanat dünyasında kadınların adı yeterince yok.
Hatta genel olarak kadın kelimesinin kullanımından kaçınılan bir ülkede
yaşıyoruz. 5 harfliler’in adını bu nedenle çok seviyorum. Kadın sanatçı
denilince burada kadın kelimesinin altının çizildiğini veya vurgulandığını
hissediyorum. Bu nitelemeden rahatsız olacağım günlerde görüşmek
dileğim.
4. Bence tüm hayatımda ve her tür eylemimde, üretimimde, duruşumda,
kendimi taşıyışımda, iç sesimde, diğer insanlarla her tür iletişimimde
cinsiyet kimliğimim etkisi var. Sanatsal üretimim de bundan bağımsız değil.
Bunun böyle olmadığını düşünmek saflık olur. Çünkü içinde bulunduğum
ortam toplumsal cinsiyetime göre beni sarmalıyor. Bu ortamla her
iletişimim ve tepkim ister istemez cinsiyet kimliğimle ilgili. Kendimi bundan
sıyırma çabaları bile yine cinsiyet kimliğimle ilgili olacaktır.
5. Önce kadın kimliğim geliyor. Sonra sanatçı kimliğim. Sanırım. Biraz dinamik
bir biçimde birbirlerinin önüne arkasına da geçiyor olabilirler. Durağan bir
durum değil sanki.
6. Etmez. Ama sadece buraya hapsedilmesi rahatsız eder.
From the Guest Editor: Editorial Introduction lxi

7. Evet. Hemen hemen her ortamda böyle bir ayrımcılığın var olduğunu
düşünüyorum. Sanat dünyası bundan muaf değil. Bu istatistiki olarak da
kanıtlanmış bir durum. Sanat dünyasında kadının adı yok. Bedeni var. 70’li
yıllardan beri bu konuşuluyor. Bizzat yaşıyoruz. Bu konuda bir farkındalık
var. Giderek iyiye doğru gittiğini düşünüyorum.
Sevil Tunaboylu (1982-)
1. Evet. Bence çocukluğumdan beri feministim. İdrak etmem zaman aldı
diyelim.
2. Feministsem ve sanat icra ediyorsam, pek tabii feminist bir sanatçı
oluyorum.
3. Hayır, rahatsız olmuyorum. Ama cevabım, kadın sanatçı dendiğinde nasıl
bir algı yaratılmak istendiğine bağlı olarak değişir. Örnekse; kadın bir şoför
kaza yaptığında, sürücünün ısrarla kadın olduğu vurgusu yapılır: Kadın şoför
ağaca çarptı! Erkekler ise, her gün onlarca trafik kazasına sebep oluyorlar.
Fakat cinsiyet kimlikleri üzerinden çoğunlukla kadınlara ayrımcılık
uygulanır. Kadın kadın olduğu için dikkatsizce ve beceriksizce kaza
yapmıştır.
4. Düşünüyorum. Bir erkek olsaydım, hayatım bambaşka olacaktı. Hayatın
akışında, kendime bir varoluş biçimi ararken belki de resim
yapmayacaktım. Belki de sanatla hiç uğraşmayacaktım. Ben daha annemin
karnındayken hevesle doğmamı bekleyenler, tatlı, iffetli, oturmasını
kalkmasını bilen, zamanı geldiğinde evlenip çoluk çocuğa karışacak Sevil’i
sevmeye hazırlardı. Üzerime rızam sorulmadan yapıştırılan normlara karşı
kafa tutabileceğimi fark etmem, sanat yoluyla gerçekleşti. Kadın olmasam,
belki de çoğu erkek gibi –insaflı olup erkekler diye genellemek
istemiyorum– bu meselelerle ilgili ancak oturduğum yerden ahkâm
kesecektim, pek sorgulamadan. Geçmişten küçük bir hikâye anlatayım.
Lisedeyken, resim eğitimi öğretmenim, bende erkek bileği olduğunu ve
bunun kıymetini bilmem gerektiğini söylemişti. O zaman ağrıma gitmişti bu
laf. Ama uyanmamı da sağlamıştı. Kendime sahip çıkmalıydım.
5. Sanmıyorum. Birinin sevgilisiyim. İki kedinin ev arkadaşıyım. Öğrencilerimin
hocasıyım. Annemin ve babamın kızlarıyım. Kardeşimin ablasıyım ve birkaç
kişinin daha arkadaşıyım. Sanatçı kimliğimin bu kimliklerimin önüne
geçtiğini sanmıyorum. Hepsiyle birlikte yürüyorum, duruyorum, koşuyorum.
6. Hayır, rahatsız etmez. Gene nasıl bir algı yaratılmak istendiğine bağlı
olarak değişir tabii.
7. Birebir ayrımcılık yaşamadım. Fakat sanat camiasında kadına karşı gardını
alan tavırlar çok. Geçtiğimiz sene İstanbul Modern’de gerçekleşen bir
fotoğraf sergisinde yer alan sanatçıların 78’i erkek, 2’si kadındı. Bu seçimi,
göstere göstere kadını yok saymak olarak değerlendiriyorum. Bunun gibi
birçok sergi yapıldı geçtiğimiz yıl. Bunlardan bir tanesi, Fikret Otyam’ı
anmak için düzenlenen bir sergiydi. 44 sanatçı var sergide. Sadece iki
tanesi kadın. Diyelim ki küratörler, galericiler yeterince ilgilenmiyorlar bu
konuyla, hâlâ derin bir uykudalar. Sanatçılar da mı uyuyorlar? Yahu
lxii Ahu Antmen

arkadaşlar, erkekten geçilmiyor burası! Ayıp olmuyor mu? diye sormuyorlar


mı? Galerilerin de hali vahim. Bünyelerinde daha çok erkek sanatçı var.
Yüzüme karşı pozitif ayrımcılığa inanmadığını söyleyen bir galeri sahibi bile
tanıdım. Üstelik kadındı. Fakat bu durumun, böyle devam etmeyeceğine
inanmak istiyorum. Burada önce sanatçılara iş düşüyor. Birbirimizi
eleştirmekten, öğrenmeye açık olmaktan çekinmesek iyi ederiz. Şu
günlerde en sık duyduğum cümle “Bizi sevgi kurtaracak”. Biz her kimsek,
bizi feminizm sağaltacak. İçinde sevgi, aşk, özgürlük, adalet, hepsi mevcut.
Seyhun Topuz (1942-)
1. Kendimi feminist olarak nitelemiyorum. Her alanda kadın-erkek eşitliğine
inanıyorum, ama ülkemizde pek çok alanda bu eşitliğin olmadığına şahit
oluyoruz. Bu bağlamda elbette kadın haklarının savunucusuyum.
2. Hayır.
3. Rahatsız olmuyorum, ancak sanatçı denmesini tercih ederim.
4. Kadın kimliğimin heykellerime yansıdığını düşünmüyorum. Sergi açtığım ilk
yıllarda bu işlerin erkek sanatçılar tarafından mı yapıldığını soran pek çok
izleyici tanıdım. Sanıyorum kullandığım malzeme, form, boyut gibi
faktörler etkili olmuş olabilir. Sonraki yıllarda herkes alıştı, ben sadece
heykel sanatçısı olarak bilinir oldum.
5. Evet. Sanat benim yaşamımda en ağırlıklı uğraş ve düşünce alanı.
6. Ürettiğim işlerin bu açıdan yorumlanabilir olduğu kanısında değilim. Böyle
bir durumla da hiç karşılaşmadım.
7. Sanat ortamlarında herhangi bir ayrımcılık yaşamadım. Bu durum belki az
sayıda sanatçının aktif olduğu heykel dünyasında başlangıçtan beri dostluk
ve dayanışma içinde oluşumuzdandır. Kadın heykelci, erkek heykelci
ayırımı akla bile gelmezdi.
Şükran Moral (1962-)
1. Feministim demenin hiç de moda olmadığı zamanlarda da feministim
dedim. Haykırdım adeta.
2. Aynı zamanda feminist bir sanatçıyım, ama bunu ne manada nerede ve
nasıl kullandıkları da önemli. Bunu bazen sınırlama açısından da
kullanıyorlar. Yani ötekileştirmek için.
3. Erkek sanatçı denmez mesela... Bu başıma çok sık gelir, “kadın sanatçılar
içinde en önemli” derken bir övgü değildir, yani erkeklerin içinde değil de
kadın sanatçılar içinde en önemli olmayı sana lütfederler. Kadınların ikinci
sınıf olduğu bir dünyada sanatçı olmak sadece üstün varlık olarak görülen
erkeklere bahşedilmiş bir yetenek sanki. Bunu yıkmak için ne çok savaş
verdim.
4. Kesinlikle, kadın oluşum, ayrımcılığı görmem, üretimimi etkiledi. 1992
yılından bu yana kadın sanatçı olmanın zorluğunu haykırdım, feminist
olduğumu haykırdım, çağdaş sanatta kadınlar kendilerini kabul ettirmek
için genelde bunu inkâr ettiler. Yani sorunu görmezden gelerek ve
konuşmayarak. Veya genelde erkek gibi giyinerek, kadınsı yanlarını
From the Guest Editor: Editorial Introduction lxiii

körelterek. İşin acı yanı sanat çevresi kadınlarla dolu ama onlar da erk
dilini öyle içselleştirmişler ki dünyaya o gözle bakıyorlar. Sanatçının
delidolu olması ancak dâhi olarak gördükleri erkek sanatçılara aitmiş gibi
davranırlar. Kadın sanatçının deliliği dâhilikten değil olsa olsa delilikten
veya zavallı olmaktan gelir diye adeta cadı kadın efsanesini günümüze dek
yaşatırlar.
5. Zor bir soru. Sadece sanatçı olmak için mücadele ettim, o nedenle evet
sanatçı kimliğimin oluşması kabül edilmesi için çok savaş verdim. Hâlâ
başarılı olmak için gereken tek yol yalnızlık yolunu seçecek kadar da
tercihim bu oldu evet.
6. Hayır rahatsız etmez ama kimin nasıl yazdığına da bağlı. O yazıları okurken
yazan kişinin gerçek anlamda kim olduğu da ortaya çıkıyor zaten. Çoğu kez
önyargılı olduğu belli. Bu adeta buz pateni üstünde düşmeden dans etmek
gibidir. Güçlü olmak zorundayız.
7. Dünya müzelerini de gezdiğinizde yayınların çoğunun erkek sanatçılarla
ilgili olduğunu görmek size ne düşündürüyor? Bende tarifi imkânsız bir öfke
ve hüzün. Benimle ilgili yayınları okursanız hemen anlarsınız. “Geneleve
memesi açık giren” diye de yazdılar. Sanat tarihinde böyle bir terim var mı?
Aynı gazeteci Venedik Bienali’nde gördüklerini NÜ olarak yazabiliyor.
Hayatım boyunca kadın olduğum için ayrımcılık gördüm ve bununla
mücadele ettim.
Tomur Atagök (1939-)
1. Evet, kendimi feminist olarak nitelendiririm. Bu, insanların gelişimlerine
katkıda bulunmak her iyi insanın yapmasına inanmamdan kaynaklanır.
Diğerlerine yaşamlarında yardımda bulunmak salt fiziki koşulları
iyileştirmek ile mümkün olabildiği gibi onların kendilerine inanmaları,
güvenmelerini sağlamak ile de mümkündür.
2. Evet, kendimi feminist bir sanatçı olarak nitelendiririm. Bunda benim 60
ve 70’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamam ve almış olduğum
eğitim etkilidir. San Francisco, Los Angeles gibi kentlerdeki yaşam gençlerin
birbirlerine destek vererek siyah beyaz ırk ayrımı, insan hakları ve
sanatçıya destek gibi konulardan etkilenmemden kaynaklanmaktadır.
Özetle feminist sanatçı olarak özelliğim başlıca iki basit nedenden
kaynaklanır. Sanatımda ilki kadının sorunlarını ve toplumda yerini almasını
sağlaması gereken ipuçlarını konu olarak ele almama dayanmaktadır.
Özellikle şiddet ve kadının maruz kaldığı şiddet en başta gelen konulardan
biridir. Feminist bir sanatçı olmamın ikinci temel nedeni ise kadın
sanatçının sanat ortamında yerini bulamamış olmasına dayanır. Bu konuda
özellikle kadın sanatçı sergileri düzenlemek, kadın sanatçılar hakkında
yazmak, kadın sanatçıların işlerine toplumun dikkatini çekmek yıllarca
üzerinde yoğunlaştığım eylemlerdir. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış
Bildiklerim Gördüklerimdir, Gördüklerim Bildiklerimdir çoğunluk kadın
sanatçılar için yazdıklarımı içerir.
lxiv Ahu Antmen

3. Hayır, kadın sanatçı nitelemesinden rahatsız olmam. Sanatçının cinsiyetinin


sanat eseriyle ne ilişkisi var sorusu birçok kişinin yanıt vermekten kaçındığı
bir konudur. Kadın sanatçı başta olmak üzere, sanatseverler bu konuda
rahatsızdırlar. Doğal olarak, sanat tarihine bakıldığında çok az kadın
sanatçının tanınmış sanatçılar arasında yer aldığını görmek bunun temel
nedenidir diyebilirim. Tabii her sanatçı yaptığı işlerle bir devrim yaptığına
inandığı sürece güçlü bir sanatçı olarak ileriye kalabilir. 60-70’li yıllarda
ABD’de kadın sanatçılar olarak birlikte eylem yaparak özellikle kendi
kimliklerini vurgulayarak dikkatleri yaptıkları eserlere çektiler. Kadın
sanatçı olmanın bir eksi değil, artı olduğuna inanmak bence çok önemli.
Türkiye’de kadın sanatçıların çoğu kendilerinin kadın olarak
nitelendirmelerinden çok rahatsızdırlar. Bunun temel nedenlerinden birisi
birçok kadın sanatçının özel dersler alarak sanat yapmaya başlamış
olmalarıdır. Önyargılar birçok kadının bu nitelemeyi, hatta bir arada
çalışmayı reddetmesine neden olmaktadır. Yurtdışında, özellikle kadınların
birlikteliği kendilerinin yeni girişimlere girmesine neden olmasına karşın
bizler birlikte çalışmayı maalesef reddetmekteyiz. Bu, varolan sivil toplum
dernekleri ile üniversitelerde kurulmakta olan Araştırma ve Uygulama
Merkezleri ile daha duyarlı bir ortam yaratılabilir.
4. Evet, üretimimde cinsiyet kimliğimin bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Sanatın bir devrim olmasında sanatçının kimliği çok önemlidir. Diğer bir
ifadeyle duyarlılık, dürtü/motivasyon ile üretim ve sunum, eserin diğer
kişiler ile ilişki kurmasında ve algılanmasında önemli öğelerdir. Sanatsal
ilişki eserlerin sunumuyla başladığında sanatçının ifadeleri karşı taraf
tarafından algılanırken, onun özgün ifadesinin kabul edilmesi önem kazanır.
Kadın sanatçı olarak yaşadığım toplumda kadının görüşlerine, hele hele
insan olarak çocukların yetişmesindeki rolüne, sevgi ve başkalarına değer
verme gibi özellikleri zaman zaman bir zayıflık olarak kabul edildiğinden
yaptığı ve ürettiği her şey bir biçimleyici değil, bir tamamlayıcı,
dekorasyon/süsleme olarak kabul edildiğinden, öncelikle sanatçının kendini
önemsemesi gereklidir. Ben, 60’lı yıllardan bu yana cinsiyet kimliğim ile
sanat izleyicisine kadının gerçek kimliği ve ona gösterilmesi gereken
duyarlığı anlatmaya çalışıyorum, ancak tabii sanatçının iletişimi karşı taraf
tarafından algılanmadığında sergilenmenin yanı sıra görsel ve yazınsal
iletişime destek olunmadığında eseri okuyamayan sanatsever sanatçıyı
anlamayabilir.
5. Hemen hemen diyebilirim. Uzun yıllar yurt dışında gördüğüm çok sayıda
müzeyi kendi toplumumuzdaki müzelerle karşılaştırmış, müzeciliğin yüksek
eğitim içinde yer almasının önemine inanmış bir kişi olarak, Yıldız Teknik
Üniversite’sinde Yüksek Lisans Programı’nı 1989’da başlatmış bir kişi olarak
bu konuda sanatım kadar uğraş vermişimdir. Mezunlarımız birçok müzede
görevlerini sürdürdüğünden bu konuda onlarla gurur duymaktayım.
6. Kesinlikle etmez!
7. Kadın olmamdan kaynaklanan bir ayrımcılık nedeniyle önemli bir
olumsuzluğu yaşadığımı burada anlatmadan geçemeyeceğim. 1997 yılında
From the Guest Editor: Editorial Introduction lxv

Amerika’da kadın sanatçılar üzerine bir Fulbright Bursu almışken, dönüşte


YTÜ Rektörlüğü tarafından yeni bir fakülte kurmak üzere görev bana
verilmişti. Sanat ve Tasarım Fakültesi adı altında disiplinlerarası bir fakülte
kurmak için bir grup danışmanla bir arada çalışmaktayken, o yıl Rektör olan
profesör arkadaşımız toplantılara pek katılmayan, mimarlık eğitimi almış ve
fotoğrafçılığı ile bilinen bir arkadaşımızı yeni kurulan ve Türkiye’de bir ilk
olan fakültemize dekan olarak atadı... Bu alanda bir ilk olan Sanat ve
Tasarım Fakültesi maalesef o yıllarda gereken atılımı yapamadı. Sanat
ortamlarında kadın olmamdan kaynaklanan bir ayırımcılık yaşamadımsa da
sanat ortamında tanıtım yapmak yerine zamanımı sanatıma ve müzeciliğe
vermem nedeniyle sanat ortamında yeterince ilişki kuramadığımı
söyleyebilirim. Ancak bunun kadın ya da feminist olmamla ilgili olmadığını
düşünüyorum.
Yasemin Özcan Kaya (1974-)
1. Evet, elbette.
2. Sanat ile hayatı ayırmayan biri olarak, bu sorunun cevabının da birinci
yanıtımdan farklı olmayacağını düşünüyorum. Ancak feminist sanatçı
tanımı, üretim motivasyonunu sadece feminizm üzerinden kurgulamayan
bir sanatçı için anlamı kapatan-hapseden bir okuma potansiyeli taşıyor.
Diğer yandan, kendini feminist tanımlasın, tanımlamasın her kadının
feminist olduğunu düşünüyorum.
3. Erkek sanatçı tanımının kullanıldığı her yerde, kadın sanatçı tanımının
simetrik duyulma potansiyeli var. Ancak sanattan, sanatçıdan söz ederken
kadın sanatçı tanımının nereyi tariflediğini öncelikle merak ederim.
Pratiğinde-yaşamında yoğun bir kendilik mücadelesi verirken; temel
meselenin kendi (Yasemin) olmaya çalışmak olduğunu düşünürüm. İlle de
tanımlayacaksak ardından gelir; kadın, sanatçı, feminist vb. Ama en çok ve
ille de kendi olmaya yatırımım. Bana kadın sanatçı demek, çok katmanlı
kendi olma mücadelesine ayıp etme potansiyeli taşıyabilir. Dolayısıyla bu
tanımın hangi bağlamda ve nasıl kullanıldığına bağlı rahatsız olmam,
Yasemin’i hapsediyorsa, anlamı daraltıyorsa tartışılabilir.
4. Nasıl olmasın diye düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet bağlamında bu denli
asimetrik, kamusal alanda her gün biraz daha ‘erkeklik’ giyinen bu
coğrafyada, tecavüze uğramanın öldürülmekten daha korkutucu olduğunda
ortaklaştığımız cinsiyet kimliği, şüphe yok, beni düşündürürken işlerimi de
etkileyecektir. Kaldı ki anneannem (nur içinde yatsın) hazırladığı yemekte,
etin çoğunu-büyüğünü oğluna (dayıma) yedirmiş.
5. Sanat; çoğu zaman gürültüyle şelaleye dönüşecekmiş gibi akan ya da birden
suyu kesilen bir nehir yatağında, tutkuyla sarıldığım bir dal parçası. Birlikte
akarken de akamazken de. O nedenle, (yakın dönem kültür sanat ortamının
muhtemel yakın gelecekteki taşınmalarla, kültür politikaları ile daha da
çoraklaşacağı evrende) herşeye rağmen Yasemin olmanın, varlığımın çok
güçlü bir parçası. Kadınlığımı kucaklayışım gibi, sanatçı kimliğimi
kucaklamam da vakit aldı. Son yıllarda coşkulu bir sükûnetle “sanatçıyım”
lxvi Ahu Antmen

diyebiliyorum. Bazen buruk ama umutla, iyi ki sanatçıyım. Tutunduğum,


kucakladığım, birlikte aktığım, yaşadığım, düşündüğüm, üzerinde
uyuduğum, beslediğim, beslendiğim dal. Anlaşılan diğer kimliklerim ile
birlikte ama kendi olmanın çok güçlü bir parçası. Açık ara önde.
6. Sadece cinsiyet kimliği bağlamında yorumlanması rahatsız eder. Eleştirinin
zenginlikle tecrübe edilemediği bir iklimde, üretimde varsa diğer
anlamların önünü kapama potansiyeline itirazım olur. Kadın sanatçı, gay
sanatçı, Türk sanatçı, Katalan sanatçı, feminist sanatçı dediğimizde cümle
sonlanmasa sanırım rahatsız olmayacağım. Yasemin dediğimizde ya da
özneyi değiştirelim Ahu dediğimizde, damakta kalan tat ile daha ilgiliyim.
Tanımlamanın kısırlaştırıcılığına itirazım. Birini sadece coğrafya, cinsiyet ile
tanımlamak çok eksik geliyor. Tabii karşımızda bu denli katmanlı bir üretim
var mı? Ya yoksa sorusu da burada dursun.
7. Mazlum ve zalim kavramları üzerinde düşünmeye çalışırken, mazlum
olmanın da bir gücü olduğunu hatırda tutuyorum. Et’lerin azını yemek
zorunda kalan kız çocuklar büyüdüklerinde, öfkelerinin kaynağına
bakmadıkları, haset kavramı üzerine düşünmedikleri sürece, düşlediğimiz
dayanışma ve farkındalıkta yavaş yol alacağız. Yazması kolay, uygulaması
zorsa da, erkek bakışına göre kendini pozisyonlamaktan
özgürleş/emediğimiz sürece, erkek onayına yatırımımız sürecek. Kadınlığı
ile barış içinde, mücadele ederken erkekleşmeden kendiliğine sahip
çıkabilmiş kadınların ve bu mücadeleyi duymaya niyetli erkeklerin önünde
saygıyla eğilmek istiyorum.
Yeşim Ağaoğlu (1966-)
1. Öncelikle kısa ve net yanıt vereyim evet! Çok küçük yaşlardan itibaren
kendiliğinden etrafımdaki herşeye cinsiyet ayırımı yapmadan bakmaya
başladım. Örneğin, “delikanlı, adam” gibi nitelemelerin her iki cins için de
olduğunu sanır ve öyle kullanırdım. Büyümeye başladığımda bunların
erkekler için kullanıldığının ayırdına vardım ve şaşırdım. Önceleri beynimde
kadın erkek gibi cins ayırımı yoktu, bunları sonradan öğrendim. Öğrenince
de sözcüklerde, kitaplarda, günlük yaşamın hemen her alanındaki
ayırımcılığa dikkat eder oldum. Yani, çok küçük yaşlardan itibaren bende
feminist bir algı adeta kendiliğinden oluştu. Küçükken “erkek Fatma,
büyümüş de küçülmüş” denen çocuklardandım, yani büyükler böyle derdi.
Hızlı koşar, futbol, kovboyculuk, vb. oynardım, takım ve oyun kurucuydum.
Yani, erkek çocuklara özgü görülen şeyleri yapardım ve bunlardan zevk
alırdım. Ama, tabanca, araba, top, vb. yanında, her zaman bebeklerle
oynamayı, evcilik oynamayı da çok sevdim ve zevk alarak oynadım. Bu
oyunlar sırasında hem diğer erkek çocukların bana yaptıkları hem de başka
kız çocuklarına yaptıkları haksızlıklara da karşı çıkardım. Arkadaşlarımı
kolay kolay ezdirmez, kız ya da erkek ayırt etmeksizin korurdum onları,
hatta mahalleden bir çocuğun buna tepki olarak bana “Behice Boran”
yakıştırması yaptığını bugün gibi anımsıyorum!
From the Guest Editor: Editorial Introduction lxvii

2. Kendimi rahatlıkla feminist olarak niteliyor olmama karşın feminist bir


sanatçı olarak niteleyebileceğime pek emin değilim. Bugüne değin yapmış
olduğum sanat pratiklerinde birbirinden farklı konularda işler ürettim.
Yaptığım işlerin konularını şöyle bir kabaca düşündüğümde şiir, metin,
mimari, ironi, politik ironi, savaşlar ve feminist konular olduğunu
söyleyebilirim. Yani, salt feminist konulara yönelik işler yaptığım
söylenemez. Ama, gerçekleştirmiş olduğum işlerin içinde bir tanesi var ki
feminist açıdan bakıldığında bana göre çok ama çok önemli bir çalışma. Bu,
2004 yılında ilk defa Karşı Sanat Galerisi’nde Beral Madra’nın
küratörlüğünde yapılmış olan Sfenks seni yiyip yutacak isimli uluslararası bir
kadın sergisinde duvara yapmış olduğum bir metin yerleştirmeydi. Bu
enstalasyon, Antoine de Saint-Exupéry’nin dünyaca tanınmış Küçük Prens
isimli kitabına kendi getirmiş olduğum feminist bir eleştiriydi. Bana göre bir
felsefe kitabı olan ve dünyayı açıklayan bu kitabın içinde hiçbir kadın
kahramanın yer almaması kabul edilemezdi. Küçük prens kitabında adı
geçen bütün hayvanların, bitkilerin, meslek sahiplerinin, erkek
kahramanların, vb.nin dökümünü yaptım ve bölümlere ayırıp tek tek
isimlerini yazdım. Ancak, sergiyi gezenlerin çoğu bu çalışmamdan çok
etkilendiklerini söyledikleri halde dünyayı anlatan bu kitapta tek bir kadın
karakter bile olmaması fazlasıyla dikkat çekiciyken böyle birşeye dikkat
etmedikleri için şaşkınlıklarını ve şimdi bunu anlamış oldukları için de hayal
kırıklığı yaşadıklarını belirttiler! Kimileri ise benim yanıldığımı, kitapta bir
kadın kahraman olduğunu ve onun da bir çiçek olan gül olduğunu
söylediler, bu ise hayli ironikti... Daha sonraki yıllarda kendi imkânlarımla
bu çalışmamı fotokopi minik bir kitap haline getirdim. Adını da Woman as a
Rose (Bir gül olarak kadın) koydum.
3. Bu benim, kendimde ya da başkalarında kullanmayı sevdiğim nitelemeler
değil. Yani, benim gündelik yaşamımda bu tür nitelemelerin bir karşılığı
yok! Ancak, kadın sanatçılarla ilgili bir sergi, bir kitap, bir dosya konusu,
vb.yapıldığında reddetmiyorum elbet. Çünkü böyle bir gerçeklik de var,
ama bu benim tercih ettiğim bir gerçeklik değil. Şiir de yazdığımdan çok
genç yaşlardan beri (18 yaş) bu nitelemelerle karşılaşmak zorunda kaldım.
Çünkü, bu durum, edebiyat dünyasının da senelerdir bitmeyen bir
konusudur, sorunudur. Birisi neyle uğraşıyorsunuz diye sorsa yanıt olarak
kadın şairim, kadın sanatçıyım diye kimsenin yanıt vereceğini sanmıyorum.
Çünkü kadın olduğumuz zaten açık değil mi?
4. Bu konuda epey netim, hayır düşünmüyorum. Üretimlerimde bana göre
öncelikle, kişiliğimin, ilgi alanlarımın, dert edindiğim konuların, hayata
bakış açımın, vb. payı var. Erkek de olsam aynı kişiliğe sahip olsaydım
sanırım aynı tip işleri üretirdim.
5. Sanırım önünde olabilir. Çünkü, hiç evlenmedim. Dolayısıyla, bir eş ya da
anne kimliğim yok. Kurumsal bir işyerinde de çalışmıyorum, bundan dolayı
herhangi bir ünvana da sahip değilim. Kendimi duyumsadığım ilk yaşlardan
itibaren (diyelim ki bu 5 yaş olsun) daima sanatsal faaliyetler içinde olan
bir çocuk oldum. Beni kimse yönlendirmedi, kendi kendime evde oturup,
lxviii Ahu Antmen

şiir yazan, pencere macunlarını çıkarıp heykeller yapan, resimler çizen,


yazılar yazan bir çocuk oldum. Bu, doğal olarak böyle başladı ve de
süregeldi. Sanat her zaman hayatımın en önemli öğesi, hatta anlamı oldu.
Ben sanat deyince bütün sanat dallarını kasdediyorum ve sanata bütüncül
bir bakış açım var. Salt kendimin üzerine yoğunlaştığım alanları değil, her
türlü sanat disiplinine hayranlık duyan ve elimden geldiğince yakından takip
eden birisiyim.
6. Rahatsız olmasam bile bunu eksik ve yanlış bir yorumlama olarak nitelerim.
Çünkü, daha önceki bir soruda söylediğim gibi kendi üretimlerim bana göre
cinsiyetimden değil, kişiliğimden, ilgi alanlarımdan ve dünyaya bakış
açımdan kaynaklanmakta.
7. Kendi adıma buna pek emin değilim! Evet, gerek sanat gerekse edebiyat
dünyasında birtakım haksızlıklara uğradığımı düşünüyorum. Ama bunların
doğrudan kadın olmamla bir ilgisi olduğuna da pek emin değilim. Farklı
nedenleri olabilir, belki bu nedenlerden bir tanesi de kadın olmamla
ilgilidir, kimbilir? Ama, çoğu konu dışı nedenler olduğunu düşündüğüm için
detaylara girmeye gerek yok sanırım. Ancak, hem kendi ülkemizi hem de
Batı ülkelerini ele aldığımızda gerek sanat tarihsel gerekse güncel olarak
yapılan istatistiklere baktığımızda, elbette kadın sanatçılar kadın oldukları
için her daim ayrımcılığa uğramışlardır. Ne yazık ki, günümüzde de
uğramaya devam ediyorlar. Örneğin, birkaç yıl önce gerçekleşen üç sergide
dikkatimi çeken bu yönde düşüncelerim ve gözlemlerim oldu. Hatta, bu
sergilerden birine konmuş olan sergi defterine bir eleştiri de yazdım. Bu
sergi, Işık Lisesi’nin sergi salonunda açılmıştı. Katılan tüm sanatçılar hayli
tanınmış olan erkek sanatçılardı, ancak, serginin ne konusu ne başlığı bir
erkek sergisi değildi. Basında ya da sanat camiasında bu sergi, bu haliyle ne
ele alındı ne de eleştirildi. Oysa ki, kadınlar biraraya gelip bir sergi
yaptığında teması, içeriği kadın olmasa dahi kolaylıkla o sergi bir kadın
sergisi olarak ele alınıyor. Erkek sanatçılar biraraya gelip kimi zaman adeta
göstermelik bir iki kadın sanatçı alarak sergi açıyorlar, fakat bu öylesine
olağan karşılanıyor ki dikkat bile çekmiyor. Keza, İstanbul Modern’de kısa
bir süre önce açılan bir fotoğraf sergisinde de (İnsan İnsanı Çekermiş)
durum böyleydi. Kalabalık bir sergi olmasına karşın, (ki adı da pek
manidardı) sadece bir ya da iki kadın fotoğrafçı vardı sanırım.
Zehra Şonya (1972-)
1. Kendimi en yakın hissettiğim düşünce yapısı, dünya görüşü ve yaşam
biçimidir. Sen Feminist misin? sorusuna verdiğim cevap evet olur genelde.
Ama feministim diye de bir söylemde bulunmadığımı belirteyim. Bu konuda
çığırtkanlık yapmıyorum.
2. Böyle bir nitelemem yok. Fakat son sergime baktığımda feminist
söylemlerin oldukça gün yüzüne çıktığını söyleyebilirim. Eski eserlerime de
dönüm bu açıdan bir daha bakma ihtiyacı duydum.
3. Hayır olmuyorum.
4. Kesinlikle olduğunu düşünüyorum.
From the Guest Editor: Editorial Introduction lxix

5. Bir kimliğim olmasını tercih ederim. Kimlik ayrımım yok. Her durumda ve
koşulda neysem oyum.
6. Etmez.
7. Oldukça fazla yaşadığımı düşünüyorum. Üstelik bunu yaşadığım toplumda
kendini ispatlamış bir sanatçı olarak kabul edildiğim halde söyleyebilirim.
Zeyno Pekünlü (1980-)
1. Evet, kendimi feminist olarak nitelendiriyorum. Yalnızca sorulduğu zaman
nitelendirmenin dışında feminist kelimesinin üzerine yapıştırılan olumsuz
anlamlardan kurtulmasını önemsediğim için gündelik hayatta ya da etkinlik
konuşmalarında sorulmadan da kendimi nitelendirmek için kullandığım
oluyor.
2. Evet. Feminizmin benim hayatımdaki anlamı yalnızca kadın haklarıyla
ilişkili olmanın ötesinde. Feminizmin gündelik hayattan sanat piyasasına,
ekolojiden göçe, aileden arkadaşlıklara pek çok konuda doğru soruları
sormamızı sağlayan eleştirel bir düşünce biçimi olduğuna inanıyorum. Bu
sebeple herhangi bir kimliğimin ya da siyaseten aktif olduğum bir alanın
önüne feminist nitelemesinin getirilmesinden imtina etmem.
3. Kadınlar kendi kendilerini tanımlamak için, belli bir gruplaşmayı, birlikteliği
tarif etmek için kullandıklarında rahatsız olmuyorum. Ancak dışarıdan biz’i
tanımlamak için kullanılmasından rahatsız oluyorum. Yine de çok sık
kullanılan ve çok kanıksadığımız bir niteleme olduğu için, her
kullanıldığında düzeltme ihtiyacı duymuyorum. Belli bir niyetle
kullanıldığını ya da pejoratif bir şekilde kullanıldığını hissettiğimde mutlaka
yüksek sesle sorguluyorum. Bu elbette sadece bu alana özgü değil. Siyaset
yaptığımız alanlarda da çoğu zaman “...sahnede, konuşmada, panelde,
dergide vs. bir de kadın olsun, sadece erkekler olmasın” sık duyduğumuz
bir cümle. Bu bir yandan bir kazanıma işaret ederken bir yandan da aslında
ilk akla gelen olunmadığına, yani geri bir pozisyona işaret ediyor.
4. Çoğu sanatçı gibi benim üretimlerim de kafama takılan, dikkatimi çeken,
canımı sıkan, öfkelendiren, heyecanlandıran şeyleri ya da konuları
araştırma süreçlerinden ortaya çıkıyor. Dolayısıyla kadın olmak içinde
olduğumuz her türlü durumu belirleyen bir etken olduğu için üretimlerim
üzerinde de etkisi oluyor.
5. Emin değilim. Sanırım bu sorunun cevabı zamana ve durumlara bağlı olarak
değişiyor. Yine de hayata dair önemli kararları alırken “Bu durum üretim
süreçlerini nasıl etkileyecek?”, “Şu işi kabul edersem üretim yapmak için
yeterli zamanım kalacak mı?” gibi sorular ilk aklıma gelen sorular oluyor.
6. Etmez ve zaten bu konudaki kendi yaklaşımımı da saklamaya çalışmıyorum.
7. Başlarda düşünmüyordum. Yeni mezun olurken sanat piyasası ve dünyası
pek çok başka alana göre daha eşitlikçi ve özgürlükçü görünüyordu. Ancak
yukarıdaki soruya verdiğim cevapta da bahsettiğim gibi hayatın bütün
alanlarına feminist düşüncenin içinden bakmaya başladığınız zaman gizli
cinsiyetçiliklerin farkına varmaya başlıyorsunuz. Senelerdir bazen sadece
sohbet ettiğimiz, bazen sadece mailleştiğimiz, bazen birlikte üretim ya da
lxx Ahu Antmen

eylem yaptığımız bir kadın sanatçılar grubumuz var. Aramızdan iki


arkadaşımız sanat piyasasında kadınların durumu/rolü üzerine bir makale
yazacakları zaman oturup deneyimlerimizi paylaşmıştık. Bu deneyim
paylaşımında hepimizin, kendi başına gelen tekil örnekler sandığı kimi
durumların aslında birer örüntü olduğunu çok açık bir şekilde gördük. Bu
konuşmada çıkan ortak tecrübeleri şöyle özetleyebilirim:
a. Güzel Sanatlar Fakültelerinde genç kadın öğrencilerin yaşlı erkek
hocalar tarafından taciz edilmesi.
b. “Çalışmalarından kadın olduğun hiç anlaşılmıyor.”, “Erkek gibi resim
yapmışsın”, “İşlerin çok analitik, oysa kadınların işleri daha duygusal
olur” gibi erkek olmayı yücelten yorumlar.
c. Özellikle erkek hocaların “Aşık olursun, evlenirsin, çocuk yaparsın
kariyerin biter”, “Erkekler sanata dair konsantrasyonlarını
duygularından dolayı kaybetmiyorlar, bu yüzden daha çok başarılı erkek
sanatçı var” gibi geleceğe dair hayalleri baltalayan ya da sanatçılıkla
özel hayat arasında seçim yapmaya zorlayan yorumlar.
d. Genç sanatçı kategorisindeyken erkek sanatçıların henüz bir kaç iş
üretmişken hızla parlaması, starlaşması olasılığının genç kadınlara göre
daha yüksek olması. Buna karşılık kadınların aynı düzeyde davetler
alabilmesi için kariyerinin oturmasının beklenmesi.
e. Seni önce bir proje için davet eden küratörün/yöneticinin sonra öpmeye
çalışması, flört etmeye başlaması ve bunun üzerine aldığın davetin
amacına dair kafanda oluşan soru işaretleri.
Daha sonra etrafımızdaki kültür kurumlarına, çalışanlarına ve piyasaya dair
gözlemlerimizi de paylaştık ve makaleyi yazan arkadaşlarımız bu gözlemleri
rakamlarla desteklemek için araştırma yaptılar. Buradan da çıkan maddeler
şunlardı: Pek çok kültür/sanat kurumunun çalışanlarının çoğunun kadın
olmasına karşın, yönetici kademesinde kadın sayısının azalması.Senelik yapılan
sergi dökümlerine bakıldığında sergilenen kadın ve erkek sanatçı oranının
neredeyse eşit olmasına karşın satışlarda ve müze koleksiyonlarına alınan
işlerde erkek sanatçıların işlerinin oranının daha fazla olması. Büyük
kurumlarda açılan retrospektif sergilerde kadın sanatçı sayısının düşüklüğü (Bu
çalışma sonrası ortaya çıkan makaleye Sosyalist Feminist Kolektif sayfasından
ulaşabilirsiniz http://www.sosyalistfeministkolektif.org/feminist-politika/buel
ten-mutfak-cad-lar/sanatta-kad-n-emegi).

You might also like