Professional Documents
Culture Documents
12 Hafta Dersi Icin Yapilacaklar
12 Hafta Dersi Icin Yapilacaklar
12 Hafta Dersi Icin Yapilacaklar
mümkün. Sanat söz konusu olduğunda, bir sanatçıyı diğerlerinden farklı kılanın
öncelikle özgünlük olduğu şeklinde genel bir anlayış vardır. Aslında oldukça
soyut ve tartışmalı bir kavram olan özgünlük, sanat yapıtının aşkın bir nesne
olduğu kabulünden hareket ederken, sanatçı bireye de yüce bir varoluş yükler.
Sanatçı kimliği, kökenini Immanuel Kant’ın estetik felsefesinde
bulabileceğimiz bu yaygın anlayış doğrultusunda, toplumsal deneyimini aşan
cinsiyetsiz bir varlıkmış gibi, bir mistifikasyon süzgecinden geçerek oluşur.
Feminist sanat tarihi, bireylerin toplumsal deneyimini görmezlikten gelen
bu bakış açısının özünde maskülenist bir mit olduğunu göstermenin yollarını
aramıştır. Örneğin Griselda Pollock, Modernlik ve Kadınlığın Mekânları’nda
erkek cinselliğinin ve göstergelerinin modernizmin ve modern sanatın
tanımlanma sürecindeki yansımalarına bakarken, bu yaygın anlayışın
geçerliliğini sorgular (Pollock, 1998). 19. yüzyıl Paris’inde kadın olmakla erkek
olmak arasındaki tarihsel asimetriye, sosyal, ekonomik, öznel farklara
odaklanarak modernizm mitinin geçerliliğini sorgulayan Pollock, bireylerin
özgül toplumsal/kültürel koşullarının sanat üretimine yansımalarının
görmezlikten gelinemeyeceğini savunur. Neyin özgün olup olmadığının kim
tarafından nasıl tanımlandığı kültürel zemin de buna dahildir. Böyle
baktığımızda, tıpkı 19. yüzyıl Paris’inde bir erkek ya da kadın olarak var
olmanın nerelere gidilebileceği, ne tür sosyallikler yaşanabileceği, nasıl bir
eğitim görülebileceği, ne tür konulara/ malzemelere yönelim gösterilebileceği
vb., sanat üretimine etkileri gibi, günümüzde de farklı ve çeşitli toplumsal
koşullara bağlı olarak kadın ya da erkek olarak üretmenin koşullarının farklı
olabileceği açıktır. Peki sanat dünyasında kadınların (ve erkeklerin) sanatsal
üretiminin kendi toplumsal deneyimlerinin bir uzantısı, kaçınılmaz bir
yansıması olduğu düşüncesi neden hâlâ belirgin bir dirençle karşılaşmaktadır?
Sanat dünyasındaki feminist paradoks’un kaynağında, kadınların çeşitli
biçimlerde karşılaştıkları ayrımcılıkları aşabilmek için benimsedikleri çok
yaygın bir strateji yer alır. Bu, kadınlığının vurgulandığı ortamlarda, bu
kimliğin baştan reddidir. Ama bu somut bir varoluşsal red midir? Yoksa
savunmacı bir tepkiden mi ibarettir? Toril Moi, edebiyat dünyası bağlamında
‘Neden bazı kadın yazarlar kadın yazar olduklarını kabullenmek konusunda
isteksiz?’ sorusunu sorduğu Ben Bir Kadın Yazar Değilim makalesinde, bu
durumu bir savunma refleksi olarak yorumlar (Moi, 2008). Moi makalesinde
1970’lerin ortasından 80’lerin ortasına uzanan on yıllık süreçte akademik
dünyada son derece popüler olan écriture féminine (kadın yazını) sonrasına
odaklanırken, feminizm içinde kadınlık vurgusunun yaygınlığını yitirmesinin
temel nedenlerinden biri olarak post-yapısalcılığın yükselişini gösterir. Roland
Barthes, Jacques Derrida, Michel Foucault gibi düşünürlerin özneyi yapıbozuma
uğratan yaklaşımları doğrultusunda, değil kadın’ın, toptan özne’nin
yapıbozuma uğratılması ve sonrasında Judith Butler’ın performatif kimlik
düşüncesi başta olmak üzere, cinsiyet odaklı teorilerde kadın yerine bir kurgu
olarak toplumsal cinsiyet’e odaklanmanın getirisi, kadın’ların edebi/sanatsal
üretimininin artık pek fazla ilgi çekmemesi olmuştur.
From the Guest Editor: Editorial Introduction xiii
Toril Moi’ye göre, cinsiyetçi bir toplumda bir erkeğe cinsiyetini hatırlatarak
onu aşağılamak mümkün değildir. Moi bu duruma erkek hemşire örneğini
verir. Erkeklerin hemşireliği, geleneksel toplumsal cinsiyet algısının
erkeklerden yana tavrını ortaya koymak açısından üzerinde durmaya değer bir
örnektir. ABD’nin Oregon eyaletinde gerçekleştirilen Hemşire Olabilecek Kadar
Erkek Misiniz? başlıklı kampanya afişlerini inceleyen Tristan Bridges ve Sarah
Mosseri’nin bir yandan da toplumsal cinsiyet temelli “mesleki gettolaşmaya”
dikkat çeken gözlemleri de burada anılmaya değer (Bridges & Mosseri, 2013).
Bridges ve Mosseri, erkek hemşire istihdamı içerikli afişlerde özellikle
erkeklikle özdeşleştirilen nesnelere (balıkçılık, futbolculuk, karate, vücut
geliştirme vs. ile ilgili nesneler) de simgesel olarak yer verildiğini, afişte yer
alan erkeklerin iri ve atletik olduğunu, böylece kadınlara özgü bir meslek
olarak görülen hemşireliğe soyunurken erkekliğin özellikle vurgulandığına
işaret ederler. Cinsiyetin bu şekilde olumlanarak pekiştirilmesi, kadın yazar ya
da sanatçının cinsiyetinin vurgulanması gibi bir durum mudur? Örneğin,
cinsiyet temelli mesleki gettolaşmaya dahil olan uçak pilotluğu, otobüs
şoförlüğü gibi mesleklere kadın çalışanları çekmeye çalışan bir reklam
xiv Ahu Antmen
Luce Irıgaray’in Alice Jardin’le yaptığı Kadın Olarak Yazmak başlıklı söyleşide
söyledikleri de burada anmaya değer:
Ben bir kadınım. Her kimsem, ona göre yazıyorum. Kadınların değerine
yönelik bir aşağılama ya da cinsel olanın özel bir öznel ya da nesnel
boyut taşıdığı kültürün reddi söz konusu değilse bu neden anlamsız olsun
ki? Öte yandan, ben nasıl hem bir kadın, hem de bir yazar olabilirim?
Kendileri hâlâ sözel bir ezber içinde olanlar, bu ezberleri taklit edenler
kadın kimliğiyle yazar kimliği arasındaki bu yarığı sürdürebilirler.
Bedenim, cinsiyetimdir. Cinsiyetim, salt cinsiyetim ya da cinselliğimle de
sınırlı değil. Baskının ve özellikle cinsel kültürün eksikliği –hem toplumsal
hem dinsel anlamda– hâlâ o kadar güçlü ki bugün de kalkıp ‘Ben bir
kadınım’ ya da ‘Ben bir kadın olarak yazmıyorum’ gibi garip cümleler
kurulmaya devam ediliyor. Bu tür tepkilerde, erkekler arası kültüre
yönelik örtük bir bağlılık da var. Unutmayalım ki alfabetik yazı tarihsel
olarak patriyarkal güçlerin toplumsal ve dinsel düzenlemelerinin bir
sonucudur. Dili ve yazıyı cinsiyetlendirmeye katkıda bulunmamak,
kökenini maskülen bir anlayışta arayabileceğimiz bir düzeni yücelten
yasaların ve geleneklerin sözde nötrlüğünü sürdürmek anlamına gelir
(Irıgaray, 1987).
vaka sayılabilir; İkinci Dünya Savaşı öncesi New York sanat ortamının soyuta
yönelmiş dikkat çekici figürleri arasında yer almasına rağmen, Jackson
Pollock’la ilişkisinin başlaması ve evliliği sonrasında sanat ortamında önce
Pollock’un sevgilisi, sonra Pollock’un karısı, daha sonra Pollock’un dulu olarak
sanatına düşürülen gölge, sanatçı kimliği’ni belirleyen başlıca unsur olmuştur.
Hans Hofmann’ın yorumuna benzer bir yorum da sanatçı kadınları övmek için
kullanılan “sende erkek bileği var” cümlesidir. Gülsün Karamustafa’nın Bedri
Rahmi Eyüboğlu’yla ilgili bir anısında aktardığı bu yorum (Antmen, 2012)
yalnızca kendisine özgü değildir; Türkiye’de, güzel sanatlar akademilerinde
okuyan kız öğrenciler, erkek öğretim üyelerinden bu cümleyi duymaya devam
ederler. Sanat eğitim süreçlerinden başlayarak sanat piyasasına uzanan
süreçteki dil, kadınlar söz konusu olduğunda çoğu zaman cinsiyete ve
cinselliğe dair göndermeler içerir.
Örneğin, Türkiye Forbes dergisinin yayımladığı Resim Kokusu: Sanat Raporu
2016 (Türkiye Forbes, 2016) başlıklı araştırma, güncel bir örnek olarak, sanat
piyasasında ön plana çıkan biri kadın diğeri erkek iki sanatçının sanatıyla ilgili
haberlerdeki farklı dili karşılaştırmak açısından dikkate değer. 2016’da
Türkiye’de piyasa başarısı açısından ilk 20’ye giren sanatçılarla ilgili yazılan
raporda, birinci ve ikinci sıradaki sanatçılarla ilgili yazılan açıklamaların ilk
cümleleri şu şekildedir:
Müzayede cirosuyla 2016 Sanat Raporu’nda birinci sıraya oturan Burhan
Doğançay imzasına, 54 eser için vergiler ve komisyon hariç 4 milyon 420 bin
liranın üzerinde para ödendi. 2015’te bir önceki yıla göre arz yükselse de
sanatçının vefat ettiği 2013’e göre geride kaldı. O yıl 107 eser satışa çıkmıştı.
Sanatçı vefatının ardından oluşan yüksek arz, piyasanın genel eğilimi
(Türkiye Forbes).
Pek çok sanatçıyı yetiştiren Şakir Paşa Ailesi’nin ortanca kızı Fahrelnissa
Zeid’e duyulan aşk dinmiyor. Listemizin yine ilk sıralarındaki Zeid imzası,
2015’te 4 milyon 332 bin liralık bir hacim yarattı. Dahası ona sahip olan uzun
süre vazgeçmeye gönüllü olmuyor. Zira Zeid imzasında nadiren tekrar
satışlara rastlanıyor (Türkiye Forbes).
Yukarıda da görüldüğü gibi sıradan bir ekonomik rapor söz konusudur, ancak
Fahrelnissa Zeid’e piyasanın ilgisinin neden ona duyulan aşk gibi bir metaforla
aktarıldığı o kadar da sıradan bir soru olmayabilir. Doğançay’ın piyasa durumu,
ölümü de dahil, tümüyle ekonomik veriler üzerinden aktarılırken, Zeid’in
yapıtlarına sahip olmakla kendisine sahip olmak adeta aynı şeymiş gibi
aktarılmaktadır. Aynı rapor dahilinde ilk yirmiye giren bir diğer kadın sanatçı
olarak Selma Gürbüz’e listeye dahil oluşu konusundaki düşünceleri sorulunca,
“sanatta cinsiyetçiliğe karşıyım” demesi ve cinsiyetine dair bu ayrıntının
önemsiz ve gereksiz olduğunu belirtmesine de yer verilmektedir.
Açıklamalarda, listeye giren 18 sanatçı erkeğin erkek oluşlarıyla ilgili herhangi
bir vurguya, göndermeye, soruya ise rastlanmamaktadır.
Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili sanat yapan bazı sanatçılar
da istatistikleri/raporları ve benzeri verileri kullanmaktadır. Örrneğin
xvi Ahu Antmen
Kaynakça
Antmen A. (2012). Cinsiyetli Kültür, Cinsiyetli Sanat: 1970’lerden 1980’lere
Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sanatçılar. Toplum ve Bilim, 125:63-
89.
Bayındır H. (2016). Resim Kokusu. Türkiye Forbes Dergisi, 2: 62-72.
Bridges T. & Mosseri S. (2013). Are You Man Enough to Be a Nurse? Available
at:Inequality by (Interior) Design. İnternet adresi: https://inequalityby
interiordesign.wordpress.com/2013/06/10/are-you-manenough-to-be-a-
nurse-campaign-posters.
Dalton J. (2006). How Do Artists Live (Will Having Children Hurt My Art
Career). Courtesy of the artist and The Winkleman Gallery.
Irigaray L. (1993). Writing as a Woman. In Irigaray L., Je, Tu, Nous: Toward a
Culture of Difference. New York, London: Routledge: 51-60.
xviii Ahu Antmen
tanımlayabildiği birçok sıfat var. İlginç bulmuşumdur bir kadını; genç kız,
kız, kadın, kocakarı, kaynana, cadı, orospu, mal, yollu, oynak,
hafifmeşrep, kirli, kaşar, kezban, bakire, müsait, cenabet, prenses, ana,
melek vb. gibi birçok sıfatla tanımlayabilirsiniz ve her bir kelimeyi
düşündüğünüzde bir kişilik ve bir görüntü canlanır gözünüzde, çok tanımlı
bir kişilik. Düşündüğünüz zaman bunların her biri benim veya çok kolay ben
olabilirim. Dolayısıyla bir başkası için tanımlıyoruz birşeyleri. Kendimi
kendime tanımlamam.
4. Genel olarak evet. Aslında meselemin görünmeyen şiddet, şiddetin
içselleştirilmiş, genelleştirilmiş ve doğallaştırılmış hali olduğunu
düşünmüşümdür her zaman. Bu tip şiddetin en çok kadınlara yöneldiğini
gördüğümden ve deneyimlediğimden doğal olarak üretimlerim bu yönde.
5. Maalesef hayır. Anne, ev kadını, hoca, tasarımcı. Kimlik dediğiniz şey biraz
da görevler ile iç içe ne yazık ki, gizli toplumsal sözleşmelerle belirlenmiş
kimliklerim ve onların getirdiği görev ve sorumluluklar daha önce geliyor.
Her şey bittikten sonra sanatçı kimliğim var.
6. Elbette hayır.
7. Düşünmüyorum ama daha önce söylediğim gibi böyle bir ayrımcılığa
uğramış ve farketmemiş olabilirim. Bunu normalleştirmiş ve görünmez
kılmış olmam çok muhtemel. Şöyle bir düşündüğümde üretimimin her
zaman kadınlar tarafından desteklendiğini, önemsendiğini ve beğenildiğini
söyleyebilirim. Hatta düşününce yaptığım işi doğru anlayan beğenen ve
destekleyen (bir-iki kişi hariç) erkek olmadı aslında.
Didem Ünlü (1966-)
1. Evet.
2. Evet feminist bir sanatçıyım.
3. Kadın sanatçı nitelemesinden birçok kadın gibi ben de rahatsız oluyorum,
bu sanki erkeklerin kadınları kulvar dışı bırakmak icin uydurdukları bir
niteleme. Ben sanatçı kadın nitelemesini kendime daha uygun buluyorum
ve diğer sanatçı kadınlarla ortak çalışmalar yapmayı çok seviyorum.
4. Sanatçı olarak üretimime cinsiyet kimliğimin bir etkisi var mı? Evet bence
var, çünkü sahip olduğumuz tüm kimlikler birbirleriyle ilişkili, üretimlerimiz
yaşantımızdan soyutlanamaz.
5. Evet benim için sanatçı kimliğim diğer kimliklerimin hep önündeydi ve hâlâ
da öyle.
6. Bu benim için çok önemli değil, üçüncü şahıslar tarafından yapılan
yorumlara müdahale şansımız her zaman olmayabilir. İyi okuma yapabilen
yorumcuların çoğalmasını diliyorum.
7. Evet sanırım 80’li 90’lı yıllarda daha çok ve banal bir biçimde yaşıyorduk
bunu; “kadından sanatçı olmaz, güzel kadından hiç olmaz” lafını çok
duymuşumdur pişkin gülmeler eşliğinde. O zaman da şimdi de pozitif bir
ayrımcılık olmadığı kesin en azından. Sanat piyasasında daha çok kadın
yüzlerine ihtiyaç var; galerici, koleksiyoner, sanat tarihçisi, küratör vb. Ve
tabii ki erkek egemen sektörde güçlü bir yer edinebilmeleri için kadınlarla
From the Guest Editor: Editorial Introduction xxvii
3. 20. yüzyılın ortasına kadar kadın sanatçı sayısı erkeklerin üçte biri olan,
kadınların temel kariyerlerinin evlilik olarak görüldüğü bir dünyada
geçmişin ve bugünün düzeninin erkek olarak doğma şansına erişmemiş
yahut tercih etmeyen herkes için yalnızca sanat alanında değil, başka
yüzlerce alanda da ayrımcı olduğunu biliyoruz. Kadınların ne kadar
yetenekli ya da dahi olsalar da, eksik, cılız (!!!) ve yetersiz görüldüklerini
hatta kabul edildiklerini de biliyoruz. Ve erkeklerle aynı ölçüde yetki ve
başarı elde etmelerinin tarih boyunca toplumsal, sosyal ve kurumsal olarak
engellenmiş olduğunu da. Fotoğrafın tarihi de bu engellemelerden ve
ayrımcılıklardan payını fazlasıyla almış bir tarihtir. Kadınların ve işlerinin
yüzyıllardır yok sayıldığı bir dünyada kadın fotoğrafçılar olarak duruyor ve
işler üretiyor olmak, bir ayrımcılık değil, görünür olma talebidir. Ve bu
talep sayılmayan tüm aidiyetler için geçerlidir. Her fotoğrafçı / sanatçı
tercih ettiği, taşıdığı aidiyetini fotoğrafçılığıyla/sanatçılığıyla birlikte
anmakta, fotoğrafçılığını /sanatçılığını bu aidiyetle birlikte yapmakta
özgürdür, özgür olmalıdır. Ve bu özgürlük ki, görüntünün öznel bir ima ile
(yeniden) inşasında çoğaltan ve katmanlaştıran vazgeçilmez bir unsurdur.
Önemli olan kadın fotoğrafçı/sanatçı denildiğinde “kadınsı” olduğu
vehmedilen özellikleri bir üslubun göstergesi olarak düşünmekten
vazgeçmektir.
4. Amin Maalouf’un Ölümcül Kimlikler’den bir cümlesi ile yanıtlamak isterim,
“Kendimden bir parçayı kesip atsaydım, daha mı gerçek olurdum?”
Fotoğraf, fotoğrafçısı üzerinden cinsiyetlidir. Bakış dediğiniz şey algınızdır,
yaklaşımınızdır, çığlığınız, sessizliğiniz, öfkeniz, akıl karışıklıklarınız,
sorularınız yahut aşkınızdır ve bakış, fotoğrafta da, hayatta da
cinsiyetlidir. Hayatlarımızı kadın ya da erkek olarak yaşıyor olmamız nasıl
bir fark yaratıyorsa, bu fark yazdıklarımıza, söylediklerimize,
düşündüklerimize, yok saydıklarımıza ve çektiğimiz fotoğraflara, aklımıza,
ruhumuza ve gözümüze de işlemiştir ve bu fark yaptığımız her şeye
kaçınılmaz olarak yansır.
5. Fotoğrafçı/Sanatçı kimliğim hayatımda daha önde gelse de, beni yapan tüm
aidiyetlerimle yan yana olduğunu düşünüyorum.
6. Nötr bir insan kavramı yok. İnsan olarak değil, toplumsal cinsiyete sahip
kadınlar ve erkekler olarak yaşıyoruz. Eğer bugün Türkiye’de düzenlenen
fotoğraf yarışmalarında kadın fotoğrafçılar katılımcı olarak seçilebildikleri
halde (ve hatta yüksek oranda da katılım sağlıyorlar) seç(e)miyorlar yani
neredeyse süs düzeyinde temsil edilerek (erkek fotoğrafçılar tarafından)
sadece seçiliyorlarsa; 13 yıldır fotoğraf yarışması düzenleyen bir kurum, bu
yarışmaların jürisinde bugüne kadar, hiçbir kadın fotoğrafçıya neden yer
verilmemiş olduğu sorulduğunda yanıtı, “hiç aklımıza gelmedi” olabiliyorsa;
2014’de Thames & Hudson tarafından yayınlanan ve David Gibson’un
hazırladığı Street Photographers Manual kitabı için seçilen 20 fotoğrafçıdan
sadece 3 tanesi kadın ise; dünyanın en önemli fotoğraf ajanslarından biri
olan Magnum’da toplam 89 üyenin 11’i kadın, bu 11 kadın fotoğrafçının 3’ü
hayatta değil, 3’ü de henüz aday durumunda yani tam üye olan 5 fotoğrafçı
xlviii Ahu Antmen
6. Yapıtlarım farklı yorumlara açıktır. Bir sınırlama veya belli bir kalıba
sığdırma çabası olmadığı takdirde işe farklı bir bakış açısı ve olumlu katkı
sağlayacağına inanıyorum.
7. Sanat kurumlarında varolan ayrımcılığı görmezden gelemeyiz. Tarihsel
sürece baktığımızda veya bir yüzde hesabı yapıldığında sonuçlar ortada.
Özellikle, akademik ortamlarda, sanat eğitiminde bu ayrımcılık çok yoğun
bir şekilde yaşanmakta. Sanat kurumlarında yaşanan dolaylı, veya oldukça
açık sergilenen bu tavır, etik bir sorundur ve sadece iyi niyetli sosyal
dayanışmalarla çözülemez. Feminist sanatçı nitelendirmesiyle, sadece
kadınların haklarını sorgulayan işler üretip, sanat kurumlarında bu sorunu
sergilemek görünür kılmanın bir parçası olsa da, sanatçı kimliği içindeki
kariyer kaygılarını da beraberinde getiriyor ve yeterli gelmiyor artık. Sanat
kurumlarının iç işleyişindeki eril sorunlarla mücadele farklı bir eleştirel
dayanışma veya eleştirel direnme refleksini geliştirebilmeli diye
düşünüyorum. Çünkü, sanat sistemi eril bir sistemle mücadeleyi de
beraberinde getiriyor. Bana göre, bu mücadele biçimi öncelikle tekil
dirençlerde farkındalığı uyandırınca güçlü bir şekilde vücut buluyor. Tekil
politikanın da kolektif eleştirelliğe yön verdiğine inanıyorum. Bu yüzden,
feminist politika ile sanat politikasının ortak bir zeminde buluşmalarının ve
etik tavrı sorgulayan dayanışmalarla, ortak eleştirel eylemlerle sanat
kurumlarındaki her türlü ayrımcılığın, farklı sorunların görünür kılınmasında
ve dönüştürülmesinde doğrudan etkisi olabileceğini düşünüyorum.
Nalan Yırtmaç (1969-)
1. Evet.
2. Evet.
3. Evet.
4. Evet.
5. Hayır.
6. Hayır.
7. Kişisel olarak yaşadığımdan emin değilim.
Nancy Atakan (1946-)
1. Hayır. Feminist teori okurum ama ne protestolara katılırım ne de aktif
olarak kadınların haklarını elde etmek için çalışırım. Kadınların eğitimde,
çalışma hayatlarında ve yaşam seçeneklerinde eşit fırsatları olmalı. Ama
bir gruba üye değilim. Sınıflandırılmaktan da pek hoşlanmıyorum.
2. Hayır. Ama bazı yapıtlarımı yaparken feminist yazarların etkisinin altında
kaldım. Mesela Luce Irıgıray’in Sexes and Genealogies kitabını okuduktan
sonra ciddi olarak, Kadınların kadın rol modelleri var mı? diye sormaya
başladım. Londra’daki son sergim, Sporting Chances de bu konuyla ilgiliydi.
3. Hayır veya biraz belki. Amerikan sanatçı nitelemesinden rahatsız olurum
çünkü değilim. Amerika’da doğmuştum. Evet Amerikalıyım onu inkâr
edemem ama Amerikan sanatçı değilim. Sanatçı olarak hiç Amerika’da
çalışmadım. Amerikan Türk sanatçı daha doğru olabilir. Hiç bu sıfatlar
From the Guest Editor: Editorial Introduction li
5. Evet.
6. Hayır.
7. 1970/80 yıllarında ayrımcılık yaşadım, Türk asıllı olmanın da rolü oldu.
Nilbar Güreş (1977-)
1. Evet, kesinlikle ve herkes olmalı çünkü bu bir suç değil.
2. Bana göre sanatçılar feministtir, yani öyledirler diye umuyorum. Ama bu
tanım bir sanatçıyı baştan sona ifade etmez elbette. Feminist sanatçı ve
birçok başka şeyim.
3. Olmuyorum, kadınım ve sanatçıyım çünkü.
4. Muhakkak. Hislerini yansıtır sanatçı, taçınılmaz bir şey bu, planlanan bir şey
değil bu durum. Tabii bazen kurban durumu yaratarak bunu yenileyerek
kadın pozisyonunu suistimal eden sahte sanatçılar çıkıyor ara ara. Bu
insanların işlerine iyice baktığımızda aslında o mecralardan hissiyat olarak
çok uzak olduklarını ve tamamen farklı kazançlar peşinde olduklarını
anlayabiliyoruz.
5. Rengarenk bir nehir olduğumu düşünelim, akarken kayalara çarpıyorum,
hangi engel hangi renge denk gelirse o renk şahlanır bende.
6. Etmez, fakat şeylerin birbirinden bu kadar ayrılması, yani bu ayrımın
yapılmasını aptalca buluyorum; çünkü aslında bir hak ihlali diğerinden daha
ehemmiyetsiz olmamalı!
7. Guerilla Girls bunu sürekli işliyor, elbette ki dibine dek ayrımcılık yaşıyoruz
her alanda; kadınlar ve kadınsı herşey. Hatta bazı erkek sanatçılar dahi bizi
alenen küçümsüyor net şekilde.
Nur Koçak (1941-)
1. Adımın yanına ilk kez feminist ibaresini ekleyenler YAZKO Somut haftalık
gazetesi 4. sayfa ekibi oldu. 1983 yılı başında gazetenin söz konusu
sayfasını düzenleyenlerden Stella Ovadia, Handan Koç ve Zeynep Avcı'yla
tanıştım. Gazetede iki desenim Ablam İlkokul 3. Sınıfa Başladığı Gün
Taksim Anıtı Önünde (1981) ve Annem ve Ablam Aynı Gün Aynı Yerde
(1981) yayınlandı. O arada değişik feminist grupların birkaç toplantısına da
katıldım. 1986 yılı Mayıs ayında, Maçka Sanat Galerisi'nde, Aile
Albümü'nden başlıklı sergimin Güven Turan'la yaptığımız sergi konuşması
sırasında söz alan Stelle Ovadia, sanatsal tavrımın açıkça feminist olduğunu
dillendirdi. Böyle bir şeyi ilk kez yaşıyordum. İzleyenlerden, başta İpek
Aksüğür olmak üzere, itirazlar gelmedi değil. Aynı toplantıda üslubumun,
yani foto-gerçekçiliğin, sanat olmadığı yönünde şiddetli bir itiraz da
Alaattin Aksoy'dan geldi. Hepsini sineye çektim. Şimdi geriye dönüp
baktığımda bu hasmane tavırlara gülüyor ve evet feministim diyorum.
2. Sanat sahnesine adımımı attığım ilk yıllarda (devlet bursuyla öğrenci olarak
Paris'de yaşadığım 70'lerin ilk yarısı) feminizmin f’sini bilmediğimi, feminist
sanatçıları tanımadığımı, feminist literatürle hiç ilgilenmediğimi hep
söyleyegeldim. Beni asıl ilgilendiren göbeğinde yaşadığım tüketim toplumu,
yani kapitalizmdi. Toplumun sözlük ve mecaz anlamında
lvi Ahu Antmen
7. Evet. Hemen hemen her ortamda böyle bir ayrımcılığın var olduğunu
düşünüyorum. Sanat dünyası bundan muaf değil. Bu istatistiki olarak da
kanıtlanmış bir durum. Sanat dünyasında kadının adı yok. Bedeni var. 70’li
yıllardan beri bu konuşuluyor. Bizzat yaşıyoruz. Bu konuda bir farkındalık
var. Giderek iyiye doğru gittiğini düşünüyorum.
Sevil Tunaboylu (1982-)
1. Evet. Bence çocukluğumdan beri feministim. İdrak etmem zaman aldı
diyelim.
2. Feministsem ve sanat icra ediyorsam, pek tabii feminist bir sanatçı
oluyorum.
3. Hayır, rahatsız olmuyorum. Ama cevabım, kadın sanatçı dendiğinde nasıl
bir algı yaratılmak istendiğine bağlı olarak değişir. Örnekse; kadın bir şoför
kaza yaptığında, sürücünün ısrarla kadın olduğu vurgusu yapılır: Kadın şoför
ağaca çarptı! Erkekler ise, her gün onlarca trafik kazasına sebep oluyorlar.
Fakat cinsiyet kimlikleri üzerinden çoğunlukla kadınlara ayrımcılık
uygulanır. Kadın kadın olduğu için dikkatsizce ve beceriksizce kaza
yapmıştır.
4. Düşünüyorum. Bir erkek olsaydım, hayatım bambaşka olacaktı. Hayatın
akışında, kendime bir varoluş biçimi ararken belki de resim
yapmayacaktım. Belki de sanatla hiç uğraşmayacaktım. Ben daha annemin
karnındayken hevesle doğmamı bekleyenler, tatlı, iffetli, oturmasını
kalkmasını bilen, zamanı geldiğinde evlenip çoluk çocuğa karışacak Sevil’i
sevmeye hazırlardı. Üzerime rızam sorulmadan yapıştırılan normlara karşı
kafa tutabileceğimi fark etmem, sanat yoluyla gerçekleşti. Kadın olmasam,
belki de çoğu erkek gibi –insaflı olup erkekler diye genellemek
istemiyorum– bu meselelerle ilgili ancak oturduğum yerden ahkâm
kesecektim, pek sorgulamadan. Geçmişten küçük bir hikâye anlatayım.
Lisedeyken, resim eğitimi öğretmenim, bende erkek bileği olduğunu ve
bunun kıymetini bilmem gerektiğini söylemişti. O zaman ağrıma gitmişti bu
laf. Ama uyanmamı da sağlamıştı. Kendime sahip çıkmalıydım.
5. Sanmıyorum. Birinin sevgilisiyim. İki kedinin ev arkadaşıyım. Öğrencilerimin
hocasıyım. Annemin ve babamın kızlarıyım. Kardeşimin ablasıyım ve birkaç
kişinin daha arkadaşıyım. Sanatçı kimliğimin bu kimliklerimin önüne
geçtiğini sanmıyorum. Hepsiyle birlikte yürüyorum, duruyorum, koşuyorum.
6. Hayır, rahatsız etmez. Gene nasıl bir algı yaratılmak istendiğine bağlı
olarak değişir tabii.
7. Birebir ayrımcılık yaşamadım. Fakat sanat camiasında kadına karşı gardını
alan tavırlar çok. Geçtiğimiz sene İstanbul Modern’de gerçekleşen bir
fotoğraf sergisinde yer alan sanatçıların 78’i erkek, 2’si kadındı. Bu seçimi,
göstere göstere kadını yok saymak olarak değerlendiriyorum. Bunun gibi
birçok sergi yapıldı geçtiğimiz yıl. Bunlardan bir tanesi, Fikret Otyam’ı
anmak için düzenlenen bir sergiydi. 44 sanatçı var sergide. Sadece iki
tanesi kadın. Diyelim ki küratörler, galericiler yeterince ilgilenmiyorlar bu
konuyla, hâlâ derin bir uykudalar. Sanatçılar da mı uyuyorlar? Yahu
lxii Ahu Antmen
körelterek. İşin acı yanı sanat çevresi kadınlarla dolu ama onlar da erk
dilini öyle içselleştirmişler ki dünyaya o gözle bakıyorlar. Sanatçının
delidolu olması ancak dâhi olarak gördükleri erkek sanatçılara aitmiş gibi
davranırlar. Kadın sanatçının deliliği dâhilikten değil olsa olsa delilikten
veya zavallı olmaktan gelir diye adeta cadı kadın efsanesini günümüze dek
yaşatırlar.
5. Zor bir soru. Sadece sanatçı olmak için mücadele ettim, o nedenle evet
sanatçı kimliğimin oluşması kabül edilmesi için çok savaş verdim. Hâlâ
başarılı olmak için gereken tek yol yalnızlık yolunu seçecek kadar da
tercihim bu oldu evet.
6. Hayır rahatsız etmez ama kimin nasıl yazdığına da bağlı. O yazıları okurken
yazan kişinin gerçek anlamda kim olduğu da ortaya çıkıyor zaten. Çoğu kez
önyargılı olduğu belli. Bu adeta buz pateni üstünde düşmeden dans etmek
gibidir. Güçlü olmak zorundayız.
7. Dünya müzelerini de gezdiğinizde yayınların çoğunun erkek sanatçılarla
ilgili olduğunu görmek size ne düşündürüyor? Bende tarifi imkânsız bir öfke
ve hüzün. Benimle ilgili yayınları okursanız hemen anlarsınız. “Geneleve
memesi açık giren” diye de yazdılar. Sanat tarihinde böyle bir terim var mı?
Aynı gazeteci Venedik Bienali’nde gördüklerini NÜ olarak yazabiliyor.
Hayatım boyunca kadın olduğum için ayrımcılık gördüm ve bununla
mücadele ettim.
Tomur Atagök (1939-)
1. Evet, kendimi feminist olarak nitelendiririm. Bu, insanların gelişimlerine
katkıda bulunmak her iyi insanın yapmasına inanmamdan kaynaklanır.
Diğerlerine yaşamlarında yardımda bulunmak salt fiziki koşulları
iyileştirmek ile mümkün olabildiği gibi onların kendilerine inanmaları,
güvenmelerini sağlamak ile de mümkündür.
2. Evet, kendimi feminist bir sanatçı olarak nitelendiririm. Bunda benim 60
ve 70’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamam ve almış olduğum
eğitim etkilidir. San Francisco, Los Angeles gibi kentlerdeki yaşam gençlerin
birbirlerine destek vererek siyah beyaz ırk ayrımı, insan hakları ve
sanatçıya destek gibi konulardan etkilenmemden kaynaklanmaktadır.
Özetle feminist sanatçı olarak özelliğim başlıca iki basit nedenden
kaynaklanır. Sanatımda ilki kadının sorunlarını ve toplumda yerini almasını
sağlaması gereken ipuçlarını konu olarak ele almama dayanmaktadır.
Özellikle şiddet ve kadının maruz kaldığı şiddet en başta gelen konulardan
biridir. Feminist bir sanatçı olmamın ikinci temel nedeni ise kadın
sanatçının sanat ortamında yerini bulamamış olmasına dayanır. Bu konuda
özellikle kadın sanatçı sergileri düzenlemek, kadın sanatçılar hakkında
yazmak, kadın sanatçıların işlerine toplumun dikkatini çekmek yıllarca
üzerinde yoğunlaştığım eylemlerdir. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmış
Bildiklerim Gördüklerimdir, Gördüklerim Bildiklerimdir çoğunluk kadın
sanatçılar için yazdıklarımı içerir.
lxiv Ahu Antmen
5. Bir kimliğim olmasını tercih ederim. Kimlik ayrımım yok. Her durumda ve
koşulda neysem oyum.
6. Etmez.
7. Oldukça fazla yaşadığımı düşünüyorum. Üstelik bunu yaşadığım toplumda
kendini ispatlamış bir sanatçı olarak kabul edildiğim halde söyleyebilirim.
Zeyno Pekünlü (1980-)
1. Evet, kendimi feminist olarak nitelendiriyorum. Yalnızca sorulduğu zaman
nitelendirmenin dışında feminist kelimesinin üzerine yapıştırılan olumsuz
anlamlardan kurtulmasını önemsediğim için gündelik hayatta ya da etkinlik
konuşmalarında sorulmadan da kendimi nitelendirmek için kullandığım
oluyor.
2. Evet. Feminizmin benim hayatımdaki anlamı yalnızca kadın haklarıyla
ilişkili olmanın ötesinde. Feminizmin gündelik hayattan sanat piyasasına,
ekolojiden göçe, aileden arkadaşlıklara pek çok konuda doğru soruları
sormamızı sağlayan eleştirel bir düşünce biçimi olduğuna inanıyorum. Bu
sebeple herhangi bir kimliğimin ya da siyaseten aktif olduğum bir alanın
önüne feminist nitelemesinin getirilmesinden imtina etmem.
3. Kadınlar kendi kendilerini tanımlamak için, belli bir gruplaşmayı, birlikteliği
tarif etmek için kullandıklarında rahatsız olmuyorum. Ancak dışarıdan biz’i
tanımlamak için kullanılmasından rahatsız oluyorum. Yine de çok sık
kullanılan ve çok kanıksadığımız bir niteleme olduğu için, her
kullanıldığında düzeltme ihtiyacı duymuyorum. Belli bir niyetle
kullanıldığını ya da pejoratif bir şekilde kullanıldığını hissettiğimde mutlaka
yüksek sesle sorguluyorum. Bu elbette sadece bu alana özgü değil. Siyaset
yaptığımız alanlarda da çoğu zaman “...sahnede, konuşmada, panelde,
dergide vs. bir de kadın olsun, sadece erkekler olmasın” sık duyduğumuz
bir cümle. Bu bir yandan bir kazanıma işaret ederken bir yandan da aslında
ilk akla gelen olunmadığına, yani geri bir pozisyona işaret ediyor.
4. Çoğu sanatçı gibi benim üretimlerim de kafama takılan, dikkatimi çeken,
canımı sıkan, öfkelendiren, heyecanlandıran şeyleri ya da konuları
araştırma süreçlerinden ortaya çıkıyor. Dolayısıyla kadın olmak içinde
olduğumuz her türlü durumu belirleyen bir etken olduğu için üretimlerim
üzerinde de etkisi oluyor.
5. Emin değilim. Sanırım bu sorunun cevabı zamana ve durumlara bağlı olarak
değişiyor. Yine de hayata dair önemli kararları alırken “Bu durum üretim
süreçlerini nasıl etkileyecek?”, “Şu işi kabul edersem üretim yapmak için
yeterli zamanım kalacak mı?” gibi sorular ilk aklıma gelen sorular oluyor.
6. Etmez ve zaten bu konudaki kendi yaklaşımımı da saklamaya çalışmıyorum.
7. Başlarda düşünmüyordum. Yeni mezun olurken sanat piyasası ve dünyası
pek çok başka alana göre daha eşitlikçi ve özgürlükçü görünüyordu. Ancak
yukarıdaki soruya verdiğim cevapta da bahsettiğim gibi hayatın bütün
alanlarına feminist düşüncenin içinden bakmaya başladığınız zaman gizli
cinsiyetçiliklerin farkına varmaya başlıyorsunuz. Senelerdir bazen sadece
sohbet ettiğimiz, bazen sadece mailleştiğimiz, bazen birlikte üretim ya da
lxx Ahu Antmen