Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 5

Full Metal Jacket‘ın ilk yarısının geçtiği Deniz Kuvvetleri eğitim kampı, askeri bir üsten çok tıbbi

bir

tesisi andırıyor. Koğuşlar bir ameliyathane gibi aydınlık; duvarlar üniforma beyazı ve her bir yüzey

apak olana dek cilalanmış. Stanley Kubrick’in mekanına hoş geldiniz. Yönetmen, bizi acemi erlerin

kafalarının tıraş makinesiyle üç numaraya vurulduğu bir sahne ile karşılıyor. Sonradan öğreneceğiz

ki bu sahne, genç askerlerin benliklerini kaybetmesinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Film,

içindeki fikirleri amansızca beynimize kazıyarak ilerledikçe fark ediyoruz ki askerlerin kafaları bir
bakıma ameliyat için kazınmış. Temel eğitim aslında askerlerin içindeki medeniyetin ve insanlığın

son damlasına kadar söküp alındığı, yerinin soğukkanlı bir katil içgüdüsüyle doldurulduğu bir beyin

ameliyatı. Benzer bir süreci sayısız farklı savaş filminde izledik, ama Kubrick’in cezalarındaki bu

sertlik yeni. Kubrick, talim çavuşu Hartman ‘ın (Lee Ermey), askerleri işlediği gibi işliyor seyirciyi.

Duygularımız yerinde duruyor mu diye kafamızı şöyle bir yoklamaya itiyor bizi.

Kubrick’in yaklaşımı cüretkâr, ancak biraz demode bir cüretkârlık bu. Askerler hep bir ağızdan

anlamsız maniler söylüyor, Hartman ağıza alınmayacak sözleri bir büyü yaparcasına haykırıyor,

beyaz iç çamaşırlı askerler simetrik gruplar halinde kümeleniyor – öyle bir ritüel, öyle bir tören…
Sanırsınız 1960’ların avangart tiyatrolarından bir kesit. (Bu filme en yakın örnek muhtemelen 1964,

Jonas Mekas yapımı The Brig‘dir.) Kubrick, bu tekniği savunmak zorunda olsa muhtemelen derdi ki

savaş talimi gibi doğal olmayan bir şeyi anlamanın tek yolu, bizi tıpkı filmdeki askerler gibi manipüle

etmesine ve insanlıktan çıkarmasına izin vermektir. Kendimizi onun usta ellerine bırakırsak, aklımızı

ve irademizi ona teslim edersek, bizi yine bizim iyiliğimiz için suistimal edecektir. Sen onu benim

külahıma anlat, Stanley. Bu tören sahnesi tamamen bağımsız olsaydı, film savaş taliminin bitmesiyle

sonlansaydı -belki- bu agresif metotlar bir işe yarayabilirdi. Ancak filmde anlatılan hikaye (Kubrick,

Michael Herr ve Gustav Hasford tarafından, Hasford’un The Short-Timers romanından uyarlandı)

burada bitmiyor. Filmin devamında Private Joker (Matthew Modine) adlı bir karakter, Tet

taarruzunun yapıldığı sıralarda Vietnam’a gönderiliyor. Bu noktada, Kubrick’in radikal beyin

ameliyatı pek de iyi bir fikir gibi görünmüyor. Kubrick, karakterleri gereğinden fazla budadı.

Karakterler insanlıktan çıkarıldı, seyirci duyarsızlaştırıldı ve Vietnam, hiç daha gözden ırak olmamıştı.
Full Metal Jacket, kesinlikle beklediğimiz gibi bir Vietnam filmi değil. Ama şu da var ki film ancak ikinci

dereceden bir savaş filmi. Birincisi ve en önemlisi, bu bir Kubrick filmi: kendine odaklı, kendi içinde

göndermeler yapan, şeklen fazla belirli, nesnelliğinden ve rasyonelliğinden taviz vermeden seyirciye

belli bir mesafede duran bir film. Asıl soru, her zamanki gibi, Kubrick’in ne yaptığı değil neden

yaptığı. Bu garip teknik üzerine belki, -hayır kesinlikle- tezler yazılacak; ancak hiçbir stil analizi bir

adamın neden hayatının 3 yılını hatta daha fazlasını, insanların hunharca katledilmesinin bizi

etkilemeyeceği bir savaş filmi çekmeye adadığını açıklayamaz. Kubrick, savaş


konusunda yeterince vurdumduymaz olmadığımızı gerçekten düşünüyor mu? Anestezi altında savaşı

daha net göreceğimizi? Kubrick, bizi gerçek bir askeri eğitimin ortasına koyarak ve kaşla göz

arasında buradan alıp savaşın tam ortasına bırakarak -üstelik her iki seferde de karakterlerin

geçmişlerine dair en ufak bir detay verme zahmetine girmeden- her şeyi ve herkesi tamamen

fonksiyonele indirgedi. Filmin başlarında Hartman askerlere “Birer silah olacaksınız.” diye salık verdi

ve biz, bu gençlerin nesneleştirilmesine şaşamadık ya da üzülemedik bile, çünkü Kubrick onların

kaybedecek bir insanlıkları olduğunun sinyalini bize hiç vermedi. Filmin ikinci yarısında tanıtılan

askerler Hué’de bir keskin nişancı tarafından tek tek vurulduğunda dahi görsel efektler, fışkıran

boyamsı kan ve heykel misali cansız duran bedenler dışında tepki gösterilecek hiçbir şey yok.

Askerlerin hayatları o kadar silik ki yokluklarını hissetmedik bile. Yıkıntıların arasına titizlikle

serpiştirilmiş turuncu alevler sönse ya da kontrolden çıksa daha çok irkilirdik herhalde, zira bu,

filmin gidişatına göre çok daha etkileyici bir olay olurdu. Ancak tıpkı filmin kahramanları gibi, alevler
de arka planda, bu sanatsal tablonun kendilerine ayrılan yerinde, biri diğerinden ayırt edilmeksizin

stabil duruyorlar.

Kubrick’in “Vietnam filmi”, savaşın acımasızlığını gözler önüne sermeyen, hatta olduğu gibi bile

yansıtmayan bir soyutluk abidesi. Filmin uzun acemi birliği bölümü bir çok bakımdan, Kubrick’in

yıllardır yaptığı en etkileyici çalışma – ona korkunç derecede düşkün. (Hasford’un romanının altıda

biri anca olan bu sahneler, Kubrick’in filminin neredeyse yarısı.) Kubrick, talim çavuşunun emri

altındaki askerlerin kişiliklerini yıkıp yeniden şekil vermekten aldığı zevke bilfiil ortak oluyor. Yorucu

parkurları ve bitmek bilmeyen psikolojik baskısıyla Hartman bu gençleri duygusal ve fiziksel

anlamda, bir insanı insan yapan en temel özelliklere indirgiyor. Onları ham madde haline getiriyor ki

Deniz Kuvvetleri’nin imajına uygun bir biçimde yeniden işleyebilsin. İlk karşılaşmalarında onlara isim

bile veriyor -Joker, Kovboy, Gomer Pyle- ve askerler bir daha asla gerçek adlarını kullanmıyor, kendi

aralarında bile. Bu bölümler, bir dereceye kadar Yaradılış‘ın kafir bir parodisi ve insanın “yeniden

doğuş” sürecinin klinik bir araştırması olarak yorumlanabilir (Hartman, tanrıdan arkadaşı gibi

bahsederek “O kendi oyunlarını oynar, biz bizimkileri” diyor). Hartman’ın en sefil, ancak tehlikeli

derecede azimli, öğrencisi Pyle (Vincent D’onofrio). Silahıyla gizemli/psikozik bir ilişki kuran şişman,

koca bir bebek.

Başka bir bakış açısıyla bakarsak, Full Metal Jacket‘ın temel eğitimi, oyuncuların katı bir yönetmenin

göz hapsinde prova yapa… yapa… yapa kendilerini unutmayı ve rollerini canlandırmayı öğrendikleri

teatral bir süreç. Burada temel eğitim cehennemde bir metot, Katil Atölyesi’nde bir sömestr olarak

gösterilmiş. Hartman sadece Tanrı değil, sebep olduğu her şeyin mutlak kontrolünü elinde tutan bir

yönetmen: Adeta doğadaki en ham maddenin, hatta bireysel kişiliğin öngörülemez karmaşasının

bile kendi güçlü iradesi karşısında boyun eğmesini sağlayan, Kubrick’in kendi estetiğinin bir fantezi

projeksiyonu. Bu bölümlerin bu kadar yoğun olmasına şaşmamak gerek. – Kubrick’in derinden

anladığı konular bunlar.


Full Metal Jacket‘ın yürekleri parçalayan birinci yarısının en can alıcı noktasında ise, Kubrick olayları

er yatakhanesinden (romanda final sahnesi burada geçer) yeni, manidar bir yere taşır: Ürkütücü

renksizliği ancak iki duvara uzun uzadıya sıralanmış klozetlerin siyah oturaklarının bozduğu, beyaz

üzerine beyaz kaplı devasa tuvalet. Bu garip ortamda, Hartman, Pyle ve (o gece nöbette olan) Joker

filmin tek gerçek dramının son sahnesini oynar, yaratan ve yaratılanlar arasındaki sorunu şiddetli

bir duygu karmaşasıyla çözüme kavuştururlar. Buraya -Kubrick’in kendini evinde hissettiği tek yere-

askeri jargonda Kafa denir.

Yazar: Terrence Rafferty

Çevirmen: Beste Naz Yıldız

You might also like