Istanbul Barosu Dergisi 20234

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 588

TEMMUZ-AĞUSTOS 2023

CİLT: 97 • SAYI: 2023/4 ISSN 1304-737X


Dergide yayımlanan yazılar yazarların, kişisel görüşünü yansıtır.
Gönderilen yazının hiçbir yerde yayımlanmamış olması gereklidir.
Yazılar yayımlansın ya da yayımlanmasın geri verilmez.
Yayımlanmayan yazılar için, gerekçe gösterme zorunluluğu
yoktur. Gönderilen yazılarda, Yayın Kurulu’nun saptadığı
yayın ilkeleri doğrultusunda biçimsel düzeltmeler yapılabilir.

Dergi'de yayımlanan tüm yazılarda (12 Eylül Cuntası tarafından kapatılan)

Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı Yazım Kılavuzu esas alınır.

ABONELİK KOŞULLARI
Yıllık Abonelik Ederi 250.00 TL’dir.
Abonelik bedelinin, İstanbul Barosu’nun Vakıflar Bankası Beyoğlu Şubesi nezdindeki
TR 510001 5001 5800 7286 2874 96 no’lu hesabına yatırılması,
dekontun Derginin gönderileceği
adres eklenerek 0212 245 63 52‘ye fakslanması gerekmektedir.
Bilgi için: guleryuzh@istanbulbarosu.org.tr 0212 393 07 57
(Dergi, İstanbul Barosu üyelerine ücretsizdir.)

Dergimizin bu sayısı İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Kararı ile


2. 000 adet basılmıştır.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ
Yerel Süreli Yayın
İki Ayda Bir Yayımlanır.

Sahibi
İstanbul Barosu Adına Baro Başkanı
Av. Filiz SARAÇ

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Av. Burcu ÖZTOPRAK ALSULU

Yayından Sorumlu
Yönetim Kurulu Üyeleri
Av. Sinan NAIPOĞLU

YAYIN KURULU
Başkan
Av. Oya Şahin MCCARTHY

Genel Yazman
Av. Gökce IŞIK ÇOŞKUN

Üyeler
Av. Burhan ÖĞÜTCÜ
Av. Lütfi BAŞÖZ
Av. Humral TAN
Av. Hakan MURAN
Av. Gökce IŞIK ÇOŞKUN
Av. Kardelen KILIÇ
Av. Pınar ŞİŞMAN

Yönetim Yeri
İstiklal Cad. Orhan Adli Apaydın Sok. No: 2 Beyoğlu-İst.
Tel: (0212) 393 07 00 Faks: (0212) 293 89 60
istbarosudergisi@gmail.com
www.istanbulbarosu.org.tr

Yayıncı Sertifika No: 47929

Baskı
Ege Reklam ve Basım Sanatları San. Tic. Ltd. Şti.
Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4 / 1 347047 Ataşehir İSTANBUL
Tel: (0216) 470 44 70 Fax: (0216) 472 84 05
www.egebasim.com.tr
İÇİNDEKİLER

Yayın Kurulu’ndan............................................................................ 11

İstanbul Barosu Dergisi Makale Yazım Kuralları................................13

İdari Yargılamada Islah


ASLAN, Zehreddin - KARAKUŞ, Metin.............................................23

Rekabet Kurulu Karalarına Karşı İdari Yargıya Başvurulmasının


Soruşturma Zamanaşımına Etkisi...........................................................49
ALABAŞ, Müge - ŞENTÜRK, Metehan

İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası


ARSLAN, Derya................................................................................. 76

Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması


ASLANTEPE, Ülkü Nur................................................................... 103

CISG’nin 35. Maddesi Uyarınca Satıcının Malların Sözleşmeye


Uygunluğundan Sorumluluğu Sübjektif ve Objektif Beklentiler
ATLI, Nusret Taylan....................................................................... 111

Bireysel Başvuru Harcının Artırılması Tartışması:


Bireysel Başvuru Ne Kadar Bireysel?
ÇİFCİ, Hasan Basri......................................................................... 143

7223 Sayılı Kanun Kapsamında Ürün Sorumluluğu Tazminatı


ÇAMCI, Şerife Aleyna..................................................................... 155

Paylı Mülkiyete Konu Taşınmazlarda, Payın, Mirasçılara Devredilmesi


Halinde Yasal Ön Alım Hakkının Kullanılması – YIBHGK’nın Muvazaaya
Bakış Açısı
ERGİN, Nuri Taner......................................................................... 182

Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı


KAYA, Baran Can........................................................................... 198
Rekabet Hukukunda Düzenlenen Taahhüt Kurumunun, Rekabetin
Sınırlanmasından Kaynaklı Tazminat Davaları Yargılamalarında
Hukuka Aykırılığın Tespiti Açısından Değerlendirilmesi
KOYUNCUOĞLU, Hikmet - BALKAN, Duygu................................... 219

Adi Konkordatoda Çekişmeli Alacaklar ve Çekişmeli


Alacaklar Hakkında Dava (İİK Madde 308/B)
OCAK, Muhammet Baki.................................................................. 232

Rekabet Yasağı Sözleşmesi (TBK MD. 444- 447)


PAKEL, Nafi................................................................................... 241

Beyan Hatası (Açıklamada Yanılma) ve Sözleşmeye Etkisi


SALDIROĞLU, Burak..................................................................... 249

Kat Mülkiyeti Hukukunda Yöneticinin Seçilmesi


Atahan YALÇINKAYA..................................................................... 272

Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu


YÜCEEFEGÜÇ, Murat..................................................................... 294

ANAYASA MAHKEMESI KARARLARI.......................................... 319


YARGITAY KARARLARI............................................................... 401
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu.............................................................403
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi...................................................................440
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi...................................................................443
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi...................................................................452
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi.................................................................459
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi.................................................................464
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi.................................................................468
Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları.................................................471
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları...........................................................476
KANUN YARARINA BOZMA KARARLARI..................................... 510
DANIŞTAY KARARLARI............................................................... 539
DANIŞTAY İÇTIHATLARI BIRLEŞTIRME KURULU KARARLARI...... 549
UYGULAMADA AVUKAT
Ceza Muhakemesinde Hakikati Ortaya Çıkartmak
DİZDAR, Ali Rıza........................................................................... 555

CHATBOT Uygulamaları ve CHATGPT Örneği


KILIÇ, Kardelen............................................................................. 561

YİTİRDİKLERİMİZ, NAKİLLER VE AYRILMALAR


Yitirdiklerimiz.....................................................................................569
Nakiller...............................................................................................575
Ayrılmalar...........................................................................................580

KAVRAM DIZINI....................................................................... 583


YAYIN KURULU'NDAN
ZAFERDEN BU YANA

"Zafer, zafer benimdir diyebilenindir!


Başarı ise başaracağım diye başlayarak
sonunda başardım diyenindir."

Mustafa Kemal Atatürk

Bazı aylar bazı ülkeler için duygusu daha yüksek acta non
oldukça önemlidir. Ülkemiz ve verba ilkesi ile hareket ederek,
tarihimiz açısından Ağustos ayı birlik içerisinde olması ve en çok
zafer ayı olarak adlandırılır. Ma- da kurucu ilkelerimize sıkı sıkıya
lazgirt Zaferi Mercidabık Zaferi bağlı olması gerekmektedir.
gibi Türk tarihinin önemli Zafer-
Gazi Mustafa Kemal 30 Ağus-
leri Ağustos ayı içerisinde yaşan-
mıştır. tos’un altında yatan motivasyo-
nunu ve birlik olmanın önemini
Şüphesiz en önemlisi yakın aşağıdaki sözleri ile belirtmiştir.
tarihimizde yaşanan Gazi Mus-
tafa Kemal ve silah arkadaşları “30 Ağustos’ta sevk ve idare
önderliğinde başlatılan kurtuluş ettiğim muharebede Türk milleti
mücadelesinin 30 Ağustos Başko- yanımdaydı. Bir insan, milletiyle
mutanlık Meydan Muharebesi so- beraber hareket ettiği zaman ne
nucunda kazanılan zaferimizdir. kadar kuvvetli hissediyor bilir
misiniz? Bunun tarifi zordur.
30 Ağustos Zaferimizi elde
edebilmek amacıyla yapılan fe- Bunu anlatmakta güçlük çeker-
dakarlıkların anlam kazanması sem beni mazur görünüz.”
adına mücadelenin altında yatan Ulusumuzun milli mücadele
ilkelerin ve zaferin kazanımları- sürecindeki en önemli ilerleme
nın kuşaktan kuşağa aktarılması adımı olan Mustafa Kemal Ata-
ve korunması gerekmektedir. türk ve ordumuzun elde ettiği bu
Özellikle bu dönemde genç büyük zaferi yeniden eski coşku-
kuşakların, onlardan önceki ku- suyla kutlamanın gururunu ya-
şaklardan daha çalışkan, daha şayacağımız günlerin geleceğine
azimli, daha zeki, farkındalık inanıyoruz.
Ayrıca temmuz ayında tarihi- Cumhuriyet’imizin 100. yılı
mizde yaşanan en önemli olaylar- için özel hazırlanacak dergi ve
dan birisi de Kabotaj ve Denizcilik kitapçık için siz sevgili meslek-
Bayramı’mızdır. taşlarımızın hazırlayacağı ve biz-
Başkomutan Savaşı zaferi son- lerle paylaşacağın kıymetli içerik-
rası Atatürk, “Efendiler, işte şim- leri yayınlamak için sabırsızlıkla
di diplomasi sahasına geçebiliriz” beklediğimizi belirtmek isteriz.
(Nutuk Söylev, C: II, Ankara1986,
s. 902) ifadeleriyle rotayı göster- Ayrıca, dijitalleşen dünya ko-
miştir. Bu doğrultuda bağımsızlık şullarına ayak uydurmak ve ka-
mücadelemizin siyasi alandaki ğıt maaliyetini azaltmak amacıyla
en somut göstergelerinden biri dergimizin fiziki basımını azaltıl-
olan “Kabotaj” hakkı, 815 sayı ve mış ve siz değerli meslektaşları-
19.04.1926 kabul ve 01.07.1926 mıza birçok pratiklik ve avantaj
yürürlük tarihli Kanun ile mil- sağlayan dijital platforma aktarıl-
letimize kazandırılmıştır. Türk mıştır. Mail ve sms’ler yolu ile de
denizciliğinin gelişiminde çok
Dergi’nin dijital baskısı paylaşıl-
önemli katkılar sunmuş ve sun-
makta olduğundan, Dergimizde-
makta olan bu hakkın 1936’dan
beri “Kabotaj ve Denizcilik Bay- ki içerikleri takip etmek isteyen
ramı” adıyla süregelen geleneksel değerli meslektaşlarımızdan Ba-
kutlamalarının artık resmî bir ro’muza kayıtlı tüm iletişim ad-
düzenlemeyle hukuken somut- reslerini güncellemelerini tavsiye
laştırılması ve Kanunun Türk ederiz.
Denizciliği lehine güncellenmesi
Keyifli okumalar dileriz!
gereğini Temmuz-Ağustos 2023
nüshamızda vurguluyoruz. Yayın Kurulu
13

İSTANBUL BAROSU DERGİSİ


MAKALE YAZIM KURALLARI

İstanbul Barosu Dergisi’ne gönderilecek makalelerin, yayınlana-


bilmesi için belirli yazım kurallarına uygun olması gerekmektedir.
Bu kurallar, hem makalelerin daha okunaklı ve anlaşılır olmasını
sağlamak hem de derginin biçimsel görünümünü korumak ama-
cıyla belirlenmiştir.

İstanbul Barosu Dergisi’ne makale gönderilmeden önce maka-


leler aşağıdaki yazım kurallarına göre hazırlanmalıdır. İstanbul
Barosu Dergisi’nin yazım dili Türkçe’dir. Dergiye gönderilen yazı-
ların, yazım düzeltmesi Yayın Kurulu tarafından yapılır. Makalele-
rin yazımında, noktalamasında ve kısaltmalarda Türk Dil Kurumu
Yazım Kılavuzu’nun en son baskısı esas alınır.

Yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmayan makaleler yayın-


lanmayacaktır.

Makalelerin Gönderilmesi

Makaleler, yazar tarafından İstanbul Barosu Dergisi’nde bulu-


nan elektronik posta adresine gönderilmelidir. Ayrıca dergiye gön-
derilen makalenin ekinde mutlaka gönderen yazarın unvanı, adı ile
soyadı, hangi baroya kayıtlı olduğu ve telefon numarası bulunma-
lıdır.

Dergiye gönderilen makalelerin daha önce herhangi bir yerde


yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere herhangi bir yayıncı kuru-
luşa gönderilmemiş olması gerekir.
14 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Makale Değerlendirme Aşamaları


Makaleler amaç, konu, içerik, sunuş tarzı ve yazım kurallarına
uygunluğu bakımından Yayın Kurulu tarafından incelenir. Makale-
lerin reddine sebep olabilecek durumlara örnekler şunlardır:
- Makalenin salt mevzuat metninden oluşması,
- Makale içeriğinde yer verilen mevzuat hükümlerinin bir veya
birkaçının güncel olmaması,
- Makalenin intihal içermesi,
- Yazının hukuk alanına sağlayacağı katkının sınırlı kalması
veya özgün nitelik taşımaması,
- Yazının nesnel niteliğinin olmaması ve sırf öznel görüşlerle
kaleme alınmış olması,
- Yazının konusunun güncel olmaması,
- Yazının derdest bir dava hakkında olması,
- Yazının veya yazıdan türetilmiş benzer çalışmanın yazılı veya
dijital ortamda önceden yayımlanmış olması,
- Makale metninde fahiş miktarda anlatım bozukluğu ve/veya
yazım hatası bulunması.
İncelemeler sonucunda olumlu değerlendirilen makaleler için
“Yayınlanabilir Onayı” verilir.
Değerlendirme olumlu sonuçlandığı takdirde, yazara bu yönde
bilgi verilir. Şu kadar ki, makaleye verilen “Yayınlanabilir Onayı”,
makalenin hangi sayıda yayınlanacağına dair bir taahhüdü içerme-
mektedir.
Yayın Kurulu, yazardan makalenin belli yönlerinin geliştirilme-
sini isteyebilir. Bu durumda Yayın Kurulu makale hakkındaki ni-
hai kararını, yazar bu düzeltmeleri gerçekleştirdikten sonra verir.
Düzeltme sonrası değerlendirme de ilk değerlendirme gibi olumlu
yahut olumsuz olabilir.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ 15

Yayınlanması uygun bulunan makaleler, Yayın Kurulu’nun uy-


gun bulduğu bir sayıya dahil edilerek hem basılı hem de elektronik
ortamda yayınlanır.
Yayınlanmasına karar verilen makalelerde tespit edilen yazım
hataları, imla hataları, yayın ilkeleri doğrultusunda biçimsel dü-
zeltmeler ve gerek görüldüğünde sınırlı olarak esasa yönelik küçük
düzeltmeler yazara gönderilmesine gerek olmaksızın Yayın Kurulu
tarafından düzeltilir.
Yayın Kurulu, gerekçe göstermeksizin makaleyi yayınlamama
kararını yazara bildirebilir.

Özet ve Anahtar Kelimeler


Makalede, makalenin özünü ve içeriği konuları verecek şekilde,
makalenin “Giriş” bölümü ile aynı olmamak ve 200 kelimeyi geç-
memek kaydıyla bir özet kısmına yer verilmelidir. Ayrıca, en az 3
ve en fazla 5 adet olmak üzere makalenin ayırt edilmesini sağlaya-
cak anahtar kelimelere yer verilmelidir. Her makale, giriş ve sonuç
bölümü hariç en az 2 ana başlık içermelidir.
Ana Başlık
Yazı tipi Times New Roman, 16 Punto, düz, kalın, ortalanmış,
tüm kelimelerin büyük harfle yazılması gerekmektedir. Başlığın
derginin mizanpaj düzenini bozacak derecede uzun olmaması gere-
kir, uzun olması halinde Yayın Kurulu tarafından gerekli kısaltma
yazara gönderilmesine gerek olmaksızın yapılabilir.

Alt Başlık
Yazı tipi Times New Roman, 12 Punto, italik, kalın, sola hizalan-
mış, üstten 12 nk boşluk, alttan 6 nk boşluk bırakılmalıdır. Her
kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır.
Makalede, Giriş dahil tüm başlıklar numaralandırılmalıdır.
Başlıktan itibaren alt başlıklar aşağıdaki şekilde olmalıdır.
16 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

1.
1.1.
1.2.
1.2.1.
2.
2.1.
2.2.
2.2.1.

3.
3.1.
3.2.
3.2.1.

Dipnotlar

Dipnotlarda Times New Roman, 10 punto, satır aralığı 1 olmalı-


dır. Metin içinde dipnot numarası noktalama işaretlerinden sonra
verilmelidir. Atıflar, metin içinde gösterilmez. İlk atıfta kaynağın
tam künyesi verilmeli, aynı esere takip eden atıflar, aşağıda göste-
rilen örneklere uygun olarak kısaltılmış olarak verilir. (Age, agm,
agk, ibid, id, loc. cit.) bir önceki kaynağa işaret eden kısaltmalar
kullanılmaz. Eserlere yapılan atıflarda dipnotta önce yazar ad ve
soyadı, sonra sırasıyla eser adı ve sayfa numarasına yer verilir. Kay-
nakça kısmında ise, önce yazar ad ve soyadı, sonra sırasıyla eser
adı ve sayfa numarasına yer verilir. Dipnot ve kaynakçada atıflar
aynı stilde olmaldır. Metin içinde makalenizin başka bir bölümüne
dikkat çekmek için dipnotta sayfa numarası verilmemelidir. Metin
içinde atıf yapılmamış eserler, kaynakçada gösterilmemelidir. Atıf
yapılan dijital kaynakların tam adresleri ve son erişim tarihleri ve-
rilmelidir.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ 17

Kimlik Bilgileri ve İletişim Bilgileri


Yazar adı, soyadı ve unvanı ana başlığın altında yer alacaktır.

Başlıklar ve Düzen
Makalenin tüm alanlarında “Times New Roman” yazı karakteri
kullanılmalıdır.
Makalede alt başlık ve her alt başlıktan sonraki paragraf arasın-
daki satır aralığı “1.5 satır” aynı alt başlık arasındaki paragraflar
makale alanlarında satır aralığı “tek” olmalıdır.

Makalenin Bölümlerine İlişkin Düzenleme


Giriş ve Başlık

Bu bölümde, çalışmanın amacı belirtilmeli ve daha sonra yön-


tem, süreçler ve kullanılan araçlar açıklanmalıdır.
Giriş başlığı öncesi 12 nk, sonrası 6 nk boşluk bırakılmalıdır.
Metin (paragraflar) arasında boşluk bırakılmamalıdır.
Tüm metin, Times New Roman yazı karakteri, 12 punto, düz ve
iki yana yaslanarak yazılmalıdır.
Tüm makalede paragraf başları sola yaslanmış olmalıdır ve satır
aralığı 1,5 satır olmalıdır.

Girişten Sonraki İkinci Başlık ve Diğer Başlıklar (Birinci


Düzey Başlık)
Birinci düzey başlıklar 12 punto, düz, kalın ve sola hizalı yazıl-
malıdır.
Her kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır. Birinci düzey başlık
öncesi 12 nk, başlık sonrası 6 nk boşluk bırakılmalıdır.
Metin öncesi boşluk olmamalı, metin sonrası 6 nk boşluk bıra-
kılmalıdır.
Metin, Times New Roman yazı karakteri, 12 punto, düz ve iki
yana yaslı olarak yazılmalıdır.
18 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Yazar makalesinde belirtmek isteği kadar birinci düzey başlık


kullanılabilir.

İkinci Düzey Alt Başlık (2.1. Alt Başlık)


İkinci düzey başlıklar 12 punto, italik ve sola hizalı olmalıdır.
Her kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır. İkinci düzey başlık ön-
cesi 12 nk, başlık sonrası 6 nk boşluk bırakılmalıdır.
Metin (paragraflar) öncesi boşluk olmamalı, metin (paragraflar)
sonrası 6 nk boşluk bırakılmalıdır. Metin, Times New Roman yazı
karakteri, 11 punto, düz ve iki yana yaslı olarak yazılmalıdır.
Yazar makalesinde belirtmek isteği kadar ikinci düzey başlık
kullanılabilir.

Üçüncü Düzey Alt Başlık (2.1.1. Alt Başlık)


Üçüncü düzey başlıklar 12 punto, italik ve sola hizalı olmalıdır.
Her kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır. Üçüncü düzey başlık
öncesi 12 nk, başlık sonrası 6 nk boşluk bırakılmalıdır.
Metin öncesi boşluk olmamalı, metin sonrası 6 nk boşluk bıra-
kılmalıdır.
Metin, Times New Roman yazı karakteri, 12 punto, düz ve iki
yana yaslı olarak yazılmalıdır.
Yazar makalesinde belirtmek isteği kadar üçüncü düzey başlık
kullanılabilir.

Metin Bölümü
Birinci düzey başlıklar 12 punto, düz, kalın ve sola hizalı yazıl-
malıdır. Her kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır. Birinci düzey
başlık öncesi 12 nk, başlık sonrası 6 nk boşluk bırakılmalıdır.
Metin öncesi boşluk olmamalı, metin sonrası 6 nk boşluk bıra-
kılmalıdır. Metin, Times New Roman yazı karakteri, 12 punto, düz
ve iki yana yaslı olarak yazılmalıdır.
Tarih yazımında 19.05.1919 veya 29.10.1923 metodu kullanıl-
malıdır. Makalelerde başlıklar dışında bold, italik ve altı çizili yazı
kullanılmamalıdır.
İSTANBUL BAROSU DERGİSİ 19

Tablolar ve Şekiller
Tablolar ve şekiller ilgili metnin içinde yer almalıdır.
Bütün tablo ve şekiller ayrı ayrı (Tablo 1) şeklinde numaralandı-
rılmalıdır. Şekil ve Tablo başlıkları şeklin altında, ortaya hizalı bir
şekilde yer almalıdır. Şekil ve tablolarda dipnot olarak kaynakça
belirtilmelidir.
Tablolar ve şekiller metin içerisine resim (.jpeg, .png) olarak
yerleştirilmelidir. Görüntü kalitesinde sorun yaşanması ihtimaline
karşın tablo ve resimler makaleye ek olarak jpeg şeklinde ayrıca da
gönderilmelidir.

Kaynakça ve Açıklamalar
Kaynakça başlığı, 12 punto, düz ve sola hizalı yazılmalıdır. İlk
harfi büyük yazılmalıdır. Kaynakça başlığı öncesi 12 nk, başlık
sonrası 6 nk boşluk bırakılmalıdır.
Kaynaklar, kaynakça bölümünde yazarın soyadına göre alfabe-
tik olarak sıralanmalı ve metinde belirtilen tüm kaynakları içerme-
lidir. Her kaynakta yazarlar, yayın yılı, başlık, yayınevi veya dergi
adı, sayfa numaraları ve diğer tanımlayıcı bilgiler yer alır. Kaynak-
ça da sözlük, kitap, web sitesi gibi ayrıca başlıklandırılma yapıl-
mamalıdır.
Kaynakça gösteriminde, alfabetik sırada Yazarın SOYADI bü-
yük/koyu ve Adının ilk harfi büyük kalanı küçük ve koyu olmalıdır.
Örneğin: “ÖZEN Atilla, Avukatlık Hukuku, Ankara 2022.”
Bibliyografik kimlikte “Dergi” ve “Kitap” adları İtalik yazılmalıdır.
Kaynakça sayfası, yeni bir sayfada başlamalı ve metin kısımları
paragraf başı yapmadan iki yana yaslanmalıdır.

Diğer Hususlar
- Aynı yazar veya yazarlara ait farklı makaleler aynı sayıda veya
kural olarak ardışık sayılarda yayımlanmaz. Aynı yazar, ya-
yımlanmak üzere dergiye tek bir makale gönderir. Yazısı ya-
yımlanmasının sonrasında diğer bir makale göndermelidir.
20 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

- Dergide yayımlanan makalelerin, elektronik ortamda tam


metin olarak yayımlanmaları da dâhil olmak üzere, tüm ya-
yın haklarına İstanbul Barosu sahiptir. Yazılar için telif ücreti
ödenmez.
- Dergimizin yayın ilkeleri ve yayın kuralları yazı gönderen ya-
zar tarafından önceden kabul edilmiş sayılır.
- Yazar gönderdiği makalesini çekmek istediğini derhal aynı
iletişim yoluyla bildirmelidir. Dizgiye girmiş yazı kural olarak
yazar tarafından geri çekilemez.
- Kural olarak makalelere, yazarların soyadlarının alfabetik sı-
ralaması dikkate alınarak Dergide yer verilir. Yayın Kurulu
istisnai olarak, konunun güncelliği ve yazının önemine göre
sıralamada değişiklik yapabilir.
- Dergide yayımlanan makalelerde ileri sürülen görüşler yazar-
ların sorumluluğundadır. İstanbul Barosu makalelerde ileri
sürülen görüşlerden dolayı herhangi bir sorumluluk üstlen-
memektedir.
- Dergiye gönderilen yazılar bilimsel etik kurallarına uygun ol-
malı, benzerlik oranı %10’u aşmamalı ve yapay zekâ yazılım-
ları (AI) kullanılmadan hazırlanmış olmalıdır.
- Makaleler Kaynakça dahil 6,000 kelimeyi (yaklaşık 20 sayfa-
yı) aşmamalıdır.
YAZILAR
23

İDARİ YARGILAMADA ISLAH

Prof. Dr. Zehreddin ASLAN1


Av. Metin KARAKUŞ2

I- GENEL OLARAK
İdari yargıda ıslah 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu-
nun (İYUK) 16’ncı maddesinin 4’üncü fıkrasında düzenlenmiştir.
Anılan düzenlemeye göre;
“Taraflar sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmala-
ra veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. (Ek
cümle: 11/04/2013-6459 S.K./4. md) Ancak, tam yargı davala-
rında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul
kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı
ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere arttırılabilir
ve miktarın arttırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap
verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”
Ayrıca 6459 sayılı Kanunla İYUK’a Geçici 7. Madde eklenmiştir.
Buna göre bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16’ncı
maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşa-
ması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygu-
lanır.”
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin
4. fıkrasına, 6459 Sayılı Kanun’un 4. maddesi ile eklenen 2. cümle-
nin gerekçesi incelendiğinde, söz konusu yasal düzenleme ile, idari
yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha
yüksek olduğunun davanın devamı sırasında anlaşıldığı durumlar-
da , davacıya talep miktarını arttırım hakkı tanınmamasının sebep
olduğu adil yargılanma hakkı ihlallerinin engellenmesi ve bu konu-

1 İstanbul Barosu Avukatı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabi-
lim Dalı Öğretim Üyesi, İstanbul Barosu Vergi ve İdare Hukuku Komisyonu Sözcüsü.
2 İstanbul Barosu Avukatı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Huku-
ku Anabilim Dalı Doktora Programı Öğrencisi.
24 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından ülkemiz aleyhine


verilen hak ihlali kararlarının da önüne geçilmesinin amaçlandığı
görülmektedir.
İdari yargılamada ıslah, hukuk yargılamasından farklı olarak
uygulaması çok eskiye dayanmayan, daha sonra ortaya çıkan ve sı-
nırlı uygulanan bir kurumdur, idari yargıda ıslah yalnızca tam yar-
gı davaları bakımından söz konusu olan ve dava dilekçesinde talep
konusu miktarın (dava değerinin) arttırılmasına imkân tanıyan bir
kurumdur. Islahın amacı İdari yargılamada da yer alan iddia ve
savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağına tam yargı
davası açısından istisna getirmektir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi İdari yargılamada ıslah, idari dava
türlerinden yalnızca tam yargı davasında söz konusu olup, iptal da-
vasında uygulanabilme kabiliyeti yoktur. Ayrıca İdari yargılamada
ıslah, hukuk yargılamasında olduğu gibi usul işlemleri bakımından
geniş olmayıp çok dar kapsamlıdır. Çünkü idari yargıda ıslah usul
işlemlerinden yalnızca dava dilekçesindeki miktarın arttırılmasına
indirgenmiş haldedir.
İdari yargıda davacının dava açtıktan sonra talep sonucunu de-
ğiştirmesi de kabul edilmemektedir. Şöyle ki; davacı iptal davası
olarak açtığı bir davada davayı tam yargı davasına çevirememekte,
ayrıca yalnızca maddi tazminat istemli açılan tam yargı davasında
sonradan manevi tazminat veya yalnızca manevi tazminat istem-
li açılan tam yargı davasında sonradan maddi tazminat isteneme-
mektedir.
Hukuk yargılamasında ve idari yargılamada ıslah ile ilgili düzen-
lemeler karşılaştırıldığında özetle aşağıdaki hususları ifade edebi-
liriz.
1. Hukuk yargılamasında davacı veya davalı taraf ıslah yapabi-
lirken, idari yargılamada yalnızca davacı taraf ıslah yapabilir.
2. Islahın kapsamı idari yargılamada daha sınırlıdır. Hukuk
yargılamasında birçok usul işlemi ıslahın konusu olabilirken, ida-
ri yargılamada ıslahın konusu yalnızca dava dilekçesindeki dava
miktarının arttırılması şeklinde düzenlenmiştir. Yine bu bağlamda,
hukuk yargılamasında “tamamen ıslah” ve “kısmen ıslah” mümkün
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 25

iken idari yargılamada yalnızca “kısmen ıslah” mümkündür. İdari


yargılamada ıslahla, dava dilekçesindeki miktarın azaltılması ise
mümkün değildir.
3. Hukuk yargılamasında dava türleri bakımından bir sınırlama
bulunmamakta olup tüm hukuk davalarında ıslahın uygulanabil-
mesi mümkündür. Islah idari yargılamada idari dava türlerinden
yalnızca tam yargı davasında uygulanabilmektedir.
4. Islah halinde faizin hesaplanmaya başlayacağı tarih olarak;
idari yargılamada ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ edildiği
tarih esas alınırken, hukuk yargılamasında ıslahın yapıldığı (harca
tabi olanlarda ıslah harcının yatırıldığı) tarih esas alınmaktadır.
5. Islahın yapılma zamanı hukuk yargılamasında “tahkikatın
sona ermesine kadar”, idari yargılamada “nihai karar verilinceye
kadar” şeklinde öngörülmüştür.
6. Islahın şekli idari yargılamada dilekçeyle (yazılı) yapılması
olarak öngörülmekte iken, hukuk yargılamasında ıslah beyanı ya-
zılı veya sözlü yapılabilir.
7. Islah dilekçesi hem hukuk yargılamasında hem idari yargıla-
mada karşı tarafa tebliğ edilir. Islah dilekçesine cevap verme süresi
idari yargılamada otuz gün, hukuk yargılamasında iki haftadır.
8. İdari yargıda maddi ve manevi tazminat istemlerinde ıslah
uygulanabilirken, hukuk yargılamasında manevi tazminat istemle-
rinde ıslah uygulanmamaktadır.

II- USULE İLİŞKİN HUSUSLAR3


“İdari yargıda davanın her aşamasında taraflar, ıslah talebinde
bulunarak dava konusu miktarı artırabileceklerdir. Ancak ıslah ta-
lebinde bulunulabilmesi için, dava dilekçesinde ilerde miktarı ıs-
lah edeceğine ilişki açık bir beyanda bulunulması aranmamaktadır
İYUK’a getirilen ıslah müessesesine göre, tam yargı davasında
talep edilen tazminat tutarının, bilirkişi raporu ile daha yüksek bir

3 Bu bölüm Açıklamalı ve İçtihatlı İdari Yargılama Usulü Kanunu (Vergi Yargılaması Da-
hil) adlı eserin 241 vd. yararlanılarak yazılmıştır; ASLAN Zehreddin, (Editör), Açık-
lamalı ve İçtihatlı İdari Yargılama Usulü Kanunu (Vergi Yargılaması Dahil), 3 Baskı,
Ankara, Seçkin Yayınları, s. 241 vd.
26 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tutar olarak tespit edilmesi halinde davacı, harcını ödemek koşu-


luyla, dilekçesinde istemde bulunduğu tazminat tutarının artırıl-
masını talep edebilecektir. Islahın mümkün olabilmesi için dava-
cının bu konuda açık bir talebinin bulunması gerekmektedir. İdari
yargı mercilerinin bilirkişiden gelen rapora istinaden miktarı resen
artırması ve talep edilen meblağı artırması hukuken mümkün de-
ğildir4.
Ayrıca ıslah müessesesinin hukuka uygun bir şekilde işletile-
bilmesi için mahkemelerin uyuşmazlığa ilişkin bilirkişi raporlarını
veya buna ilişkin ara kararları davacıya tebliğ ederek ıslah imkânı
tanıması gerekmektedir.
Danıştay da bir olayda, mahkemece verilen ara karar sonucun-
da davacının yoksun kaldığı döner sermaye miktarının daha fazla
olduğunun anlaşılması üzerine, davacının ıslah müessesesini işle-
tebilmesi için ara kararın da davacıya tebliğ edilerek, davacının
cevabı alındıktan sonra veya cevap süresi geçtikten sonra karar
verilmesi gerekirken, bu usul uygulanmadan davacının dava dilek-
çesindeki talebi göz önünde bulundurularak karar verilmesinde
hukuki isabet bulunmadığına hükmetmiştir5.
Danıştay bu yönde vermiş olduğu başka bir kararında, 2577 sa-
yılı Kanun’da açık bir hüküm olmasa da hak kayıplarının önlen-
mesi amacıyla, tazminat davalarında mahkemelerce esas hakkında
karar verilmeden önce bilirkişi incelemesi yaptırılmış ise bilirkişi
raporunun veya yoksun kalınan parasal hak davalı idareye hesap-
latılmışsa idarenin hesaplamaya ilişkin cevabının tebliğ edilmesini
ya da bunların hiçbirine başvurulmamış ise ara kararı ile dosyanın
esas hakkında karar verilebilecek durumda olduğunun veya dosya-
da yer alan bilgi ve belgelere göre karar verileceğinin davacıya bil-
dirilerek tazminat talep miktarını artırmak isteyenlere ıslah hakkı

4 Bu yöndeki karar için bkz. Danıştay 15. Dairesi, T. 27.04.2017, E. 2017/144,


K.2017/2126, DBB.
5 Danıştay 5. Dairesi, T. 28.12.2015, E. 2015/4858, K. 2015/11073, www.kazanci.com.
tr. Aynı yöndeki kararlar için bkz. Danıştay 10. Dairesi, T.18.02.2021, E. 2020/1420,
K. 2021/1267, yayımlanmamıştır; Danıştay 15. Dairesi, T. 18.05.2017, E. 2017/388,
K. 2017/2705; Danıştay 15. Dairesi, T. 27.04.2017, E. 2017/144, K. 2017/2126, www.
legalbank.net.
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 27

imkanı tanınmasını hakkaniyetin gereği olduğunu ifade etmiştir6.


Danıştay aynı kararın devamında, davacının dava dilekçesinde
“fazla ilişkin haklarını saklı tutması” yahut dava konusu miktarı
ıslah etme niyetinde olduğunu farklı bir şekilde ifade etmesi duru-
munda, davacıya bu imkân tanınmadan esas hakkında karar veril-
mesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiştir.
Islah, 16. maddenin 4. fıkrasına göre idari yargıda nihai karar
verilinceye kadar yapılabilir. İdari yargıda nihai karardan, ilk dere-
ce Danıştay, idare veya vergi mahkemesinin verdiği nihai kararlar
anlaşıldığından, kural olarak, kanun yolunda dava konusu tutarın
artırılması olanaklı değildir. Çünkü İYUK’un Geçici 7. maddesinde,
16. maddenin 4. fıkrasına eklenen hükmün, kanun yolu aşaması
dahil yürürlük tarihinde derdest olan davalarda uygulanacağı dü-
zenlenmiştir. Bu geçici maddeyle, ıslah kurumunun sadece yürür-
lük tarihinde kanun yolu aşaması dahil olmak üzere tüm derdest
davalar için uygulanması sağlamıştır. Bu maddeden hareketle, ka-
nunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra açılan davalarda ıslahın yal-
nızca ilk derece aşamasında kabul edileceği, kanun yolunda ıslahın
idari yargıda mümkün olmadığı ifade edilebilir.
Ancak ıslah hakkının ilk derece yargılamasında kullanılmış olup
olmadığına bakılmaksızın istinaf merciinin ilk derece mahkemesi
kararını hukuka aykırı bularak kaldırması ve işin esası hakkın-
da yeniden karar vermek üzere yargılama yapması halinde, istinaf
merciine verilecek dilekçe ile istinaf aşamasında artırım talebinin
yapılabileceği de ileri sürülmektedir7. Buna göre, ilk derece mah-
kemesi tarafından verilen nihai kararın kaldırılması durumunda,
ilk derece yargı merciinin ilk kararı ortadan kalkmış sayıldığından
istinaf merciince yapılacak yeniden yargılama yeni bir yargılama
olacaktır. Bu nedenle, Kanun’da yer alan nihai karar engeli de orta-
dan kalkacaktır. Başka bir ifadeyle, istinaf mercii yapacağı yargıla-

6 Danıştay 8. Dairesi, T. 21.01.2021, E. 2016/9559, K. 2021/212, www.kazanci.com.


tr. Aynı yöndeki karar için bkz. Danıştay 8. Dairesi, T. 10.02.2021, E. 2016/1618, K.
2021/759, www.kazanci.com.tr.
7 BARDAKÇI Mehmet Akif, “Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Karşılaştırmalı Olarak
Tam Yargı Davalarında Dava Dilekçesinde Talep Edilen Miktarın Arttırılması”, Me-
denî Usul İcra İflâs Hukuku Dergisi, C. 12, S. 35, 2016/3, s. 647.
28 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ma sonucu belirlenecek miktar üzerinden davacının ıslah talebini


kabul ederek yeni bir hüküm kurabilecektir.
Danıştay da bir kararında, istinaf aşamasında ıslah yapılabilece-
ğini ifade etmiştir.
Danıştay, “2577 Sayılı Kanun’un miktar artırımına ( ıslah ) iliş-
kin anılan düzenlemelerinde, istinaf aşamasında miktar artırı-
mını yasaklayan bir düzenlemeye yer verilmediğinden, istinaf
yargılaması aşamasında uyuşmazlığın esası incelenmek sure-
tiyle tazmini talep edilen gerçek zararın ortaya çıkması halinde
olduğu gibi, belli şartların gerçekleştiği durumlarda, bu aşama-
da da miktar artırım hakkının bir defaya mahsus olarak kul-
lanılabileceğini” ifade ederek istinaf aşamasında ıslah talebinde
bulunulabileceğini kabul etmiştir8.
Kanaatimizce kanun yolunda ıslah konusunda istinaf ve temyiz
arasında bir ayrım yapılmalıdır. Davanın esasının yeniden yargı-
landığı istinaf aşamasında tazminat miktarına ilişkin bir değişik-
lik söz konusu olduğunda ıslah yapılabilmesi kabul edilmeli iken,
yeniden bir yargılama yapılmayan ve mahkeme kararının hukuka
uygunluğunun denetimi ile sınırlı bir inceleme yapılan temyiz aşa-
masında ıslah yapılabilmesi mümkün olmamalıdır.
Ayrıca ıslah müessesesine başvurma hakkı İYUK’ta bir kereye
mahsus olarak düzenlenmiştir. Danıştay da hem ilk derece mahke-
mesinde ikinci kez yapılan ıslah talebi esas alınarak kurulan hük-
mü9; hem de istinaf mercii önünde, ilk derecede yapılan ıslahtan
ayrı olarak, ikinci kez ıslah yapılarak kurulan hükmü10 hukuka
aykırı bulmuştur.
Ancak ek bilirkişi raporunun alınması, yeni bir bilirkişi ince-
lemesi yaptırılması veya yeni hukuki durumların ortaya çıkması
gibi hallerde, nihai sonuca göre davacı tarafından miktar artırım
talebinde bulunulması halinde, önceki miktar artırımı göz ardı
edilerek ilk derece aşamasında verilen ikinci miktar artırım dilek-

8 Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, T. 09.06.2020, E. 2019/2001, K. 2020/854,


www.kazanci.com.tr.
9 Danıştay 2. Dairesi, T. 14.06.2017, E. 2016/5431, K. 2017/5042, Danıştay Dergisi, S.
146, s. 86.
10 Danıştay 10. Dairesi, T. 09.02.2021, E. 2020/5287, K. 2021/339, yayımlanmamıştır.
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 29

çesinin kabul edilmesi hakkaniyete daha uygun düşmektedir. Ni-


tekim Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İkinci İdari Dava Dairesi
bir kararında11, “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun
16. maddesinin 4. fıkrasında; nihai karar verilinceye kadar bir
defaya mahsus olmak üzere dava değerini artırma talebinde bu-
lunulabileceği hükme bağlanmış ise de, ikinci kez miktar artırı-
mı talebinde bulunulduğundan söz edebilmek için, ilk dilekçenin
verilmesinden önce miktar artırımı talebinde bulunulabilmesinin
elverişli hukuki koşullarının davacıya sağlanmış olması gerek-
tiği, / Başka bir ifadeyle, ek bilirkişi raporunun alınması, yeni
bir bilirkişi incelemesi yaptırılması veya yeni hukuki durumların
ortaya çıkması gibi hallerde nihai sonuca göre davacı tarafından
miktar artırım talebinde bulunulması halinde, önceki miktar ar-
tırımı dilekçesinin geçersiz sayılarak, son duruma göre verilen
miktar artırım dilekçesinin kabulünün kanun koyucunun ama-
cına ve hakkaniyete daha uygun bir çözüm olduğu” gerekçesiyle
ikinci ıslah talebinin kabulünü hukuka uygun bulmuş ve bu karar
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından onanmıştır12.
Bunun yanında, bozmadan sonra ıslah bakımından, daha ön-
ceden idari yargı mercilerinde hiç ıslah yapılmamışsa ıslah mües-
sesesinin işletilebilmesi gerekecektir13. Ancak burada tartışılması
gereken diğer bir husus, ilk derecede yapılan ilk yargılama sıra-
sında ıslah imkânının kullanılması nedeniyle bozmadan sonra bir
daha ıslah yapılıp yapılamayacağıdır. Kanaatimizce bu durumda
da ıslah yapılabilmelidir. Zira ilk derece mahkemesi tarafından ve-
rilen nihai kararın bozulması durumunda, ilk derece merciinin ilk
kararı ortadan kalkmış sayıldığından, yapılacak yargılama yeni bir
yargılama olacaktır. Bu nedenle Kanun’da yer alan nihai karar en-
geli de ortadan kalkacaktır. Başka bir ifadeyle, bozma kararından
sonra ilk derece yargı mercii, yapacağı yeni bir yargılama sonucu
belirlenecek miktar üzerinden davacının ıslah talebini kabul ede-
rek tazminat miktarı konusunda yeni bir hüküm kurabilecektir.

11 Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İkinci İdari Dava Dairesi, T. 22/05/2019, E. 2019/806,
K:2019/1010, yayımlanmamıştır.
12 Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, T. 19.02.2020, E. 2019/2428, K. 2020/388, ya-
yımlanmamıştır.
13 ASLAN Esra, İdari Yargılama Hukukunda Bir Müessese Olarak Islah, İstanbul, On İki
Levha Yayıncılık, 2020.s. 170.
30 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Doktrinde ve içtihatta tartışılan diğer bir husus da manevi taz-


minat talebinde ıslahın mümkün olup olmadığıdır. Adli yargıda,
manevi tazminat bir bütün kabul edildiğinden ıslahın mümkün
olmadığı ileri sürülmüştür14. İdari yargı bakımından ise, İYUK’ta
manevi tazminat miktarının artırılmasına engel olan açık bir dü-
zenleme olmadığından, ıslahın mümkün olduğunu savunan görüş-
ler bulunmaktadır15.
Danıştay da bazı kararlarında “zararı doğuran nedenlerin ve
olayların tespitinde ve uğranılan zararın miktarında bir değişik-
lik olması durumunda zararı doğuran olayın meydana geliş bi-
çiminin yeni ortaya çıkan bulgu ve tespitler sonucu kişilerin ma-
nevi yönden çok fazla etkilendiğinin saptanması halinde manevi
tazminatta da ıslahın uygulanabileceğini” ifade etmiştir16.
Islah konusunda son olarak, ıslah edilen miktara uygulanacak
faizin başlangıç tarihine de değinmek gerekmektedir. Danıştay, bir-
çok kararında ıslah edilen miktara uygulanacak faizin başlangıç
tarihinin, ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ tarih olduğu yö-
nünde hüküm kurmaktadır17. Ancak Danıştay İdari Dava Daireleri
Kurulu aksi yönde verdiği bir kararında, ıslah talebinin yeni bir
dava olmadığını ve mevcut davadaki talebin artırılmasından iba-
ret bir hak olduğunu ifade ederek, temerrüt tarihi açısında önemli
olanın miktardan ziyade davalı idarenin uyuşmazlığın esasında te-
merrüde düştüğü tarihin faiz başlangıcı olarak esas alınması ge-
rektiğine karar vermiştir18.

14 KURU Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 2, 6. Bası., İstanbul, Demir Yayıncılık,
2001, s. 1528.
15 Bu konudaki görüşler için bkz. Aslan, İdari Yargılama Hukukunda Bir Müessese Ola-
rak Islah, s. 153.
16 Bu yöndeki kararlar için bkz. Danıştay 10. Dairesi, T. 23.03.2021, E. 2019/1235, K.
2021/1333, yayımlanmamıştır; Danıştay 10. Dairesi, T. 16.02.2021, E. 2019/10269, K.
2021/530, yayımlanmamıştır.
17 Bu yöndeki kararlar için bkz. Danıştay 6. Dairesi, T. 02.02.2022, E. 2019/17728, K.
2022/964; Danıştay 10. Dairesi, T. 20.05.2021, E. 2021/1773, K. 2021/2430; Danış-
tay 6. Dairesi, T. 06.04.2021, E. 2021/3344, K. 2021/5040; Danıştay 10. Dairesi, T.
12.03.2020, E. 2019/6258, K. 2020/1242; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, T.
06.05.2019, E. 2018/3022, K. 2019/2134; Danıştay 15. Dairesi, T. 10.01.2019, E.
2018/1755, K. 2019/76, www.kazanci.com.tr.
18 Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, T. 09.06.2020, E. 2019/53, K. 2020/853, Danış-
tay Kararlar Dergisi, S. 4, s. 111.
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 31

Kanaatimizce İdari Dava Daireleri Kurulu kararı hakkaniyete


daha uygundur. Zira, ıslah talebi yeni bir dava olmayıp, mevcut
davada ihtilaf konusu uyuşmazlığa ilişkin talebin güncellenmesi-
dir. Esasen zarar miktarının yüksek olduğu dava açıldığı tarihte
de bilinmektedir; ancak yargı harçlarının yüksekliği nedeniyle da-
vacılar zarar miktarının net olarak hesaplanmasına kadar, düşük
bir miktar talebiyle ve yaygın olarak “fazlaya ilişkin haklarını saklı
tutarak” dava açmaktadır. Başka bir deyişle, davalı idare dava tari-
hinde veya idari eylemlerden kaynaklanan zararlarda ön karar baş-
vurusu tarihinde uyuşmazlıktan haberdar olmakta ve uyuşmazlık
kapsamında doğan zarara ilişkin temerrüde düşmektedir. Yalnızca
yargı harçlarının yüksekliği nedeniyle başvurulan bir imkân olan
dava miktarının dava dilekçesinde düşük gösterilmesi nedeniyle,
davalı idarenin daha az faiz ödemesi hakkaniyete aykırıdır. Nite-
kim, ön karar başvurusunda veya dava dilekçesinde yer alan dü-
şük miktardaki tazminat talebini kabul etmeyen davalı idarenin,
gerçek zararın talep edilmesi halinde, bu talebi de kabul etmeyece-
ği açıktır. Bu nedenle temerrüt tarihinin ıslah dilekçesinden itiba-
ren değil, ön karar başvurusu veya dava tarihinden hesaplanması
gerekmektedir ‘’

III. İdari Yargıda Islaha İlişkin Yargısal İçtihatlar


İdari yargıda ıslah uygulamasına dair fikir vermesi açısından,
ıslahın farklı yönlerden değerlendirildiği yargısal içtihatlara -tespit
edebildiklerimiz kadarıyla- aşağıda yer verilmiştir.

1. Islahta Faizin Hesaplanma Tarihi Yönünden İçtihatlar


A. İdarenin temerrüde düştüğü tarih olan miktar artırımına
dair dilekçenin (ıslah dilekçesinin) idareye tebliğ edildiği tarihten
itibaren faizin hesaplanması gerektiğini belirten Danıştay içtihatla-
rı şöyledir:
a) “Tam yargı davalarında, dava dilekçesindeki miktarın ar-
tırımına (ıslah) olanak tanıyan söz konusu düzenleme uyarınca,
dava dilekçesinde istenilen tazminat miktarının sonradan artı-
rılan kısmının, miktar artırımı dilekçesinin Mahkemesince karşı
tarafa tebliğ edildiği tarihten itibaren hesaplanacak yasal fai-
32 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi gerekmektedir. Yani,


fazlaya ilişkin hakkın saklı tutularak, bir bedel üzerinden tazminat
davası açıldıktan sonra, yargılama aşamasında ilgili yargı mercii
tarafından konuya ilişkin yaptırılan bilirkişi incelemesi vs. araş-
tırmalar neticesinden bulunan yeni değer davacı tarafından ıslah
edilerek, talebe konu tazminat miktarı, belirlenmiş olan yeni değer
üzerinden güncellenmektedir. İlgili yargı mercii tarafından gün-
cellenen bu değerin tazminine karar verilirken, hükmedilen taz-
minata yürütülecek faizin de, davanın ilk açıldığı zaman belir-
tilen tazminat miktarına; dava tarihinden veya dava tarihinden
önce davacı tarafından idareye bir başvuru yapılmış ve davacı
tarafından, faizin, bu başvuru tarihinden itibaren ödenmesi yö-
nünden bir talepte bulunulmuş ise idareye başvuru tarihinden
itibaren, tazminatın ıslah ile belirlenen diğer kısmına ise; ıslah
dilekçesinin karşı tarafa tebliğ edildiği tarihten itibaren faizin
yürütülmesi gerekmektedir.” 19
b) “Temyize konu Mahkeme kararının, maddi tazminata iş-
letilecek yasal faizin başlangıç tarihine ilişkin kısmının incelen-
mesi;2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. madde-
si, 4. fıkrasına, 30/04/2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 Sayılı
Kanun’un 4. maddesiyle eklenen, tam yargı davalarında, dava
dilekçesindeki miktarın artırımına olanak tanıyan düzenleme
uyarınca, davanın kabul edilmesi halinde artırılan tazminat
miktarı yönünden faize, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan
miktar artırımına ilişkin dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarih-
ten itibaren hükmedilmelidir. İdare Mahkemesince, maddi tazmi-
nata işletilecek yasal faizin, miktar artırımından önceki tutara “ida-
reye başvuru tarihinden”, miktar artırım dilekçesi ile talep edilen
miktara ise, “miktar artırımı dilekçesinin davalı idareye tebliğ edil-
diği tarihten” itibaren yürütülmesi gerekirken, kabul edilen maddi
tazminat miktarının miktar artırımı ile artırılan kısmının, “miktar
artırım dilekçesinin Mahkeme kaydına girdiği tarihten” itibaren iş-
letilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verildiği görüldü-
ğünden, bu kısım yönünden de hukuka uyarlık görülmemiştir.” 20

19 Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, T.6.5.2019, E.2018/3022, K.2019/2134.


20 Danıştay 10. Dairesi, T.6.12.2021, E.2017/3884, K.2021/6023.
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 33

c) “2577 Sayılı Kanun’da, tam yargı davalarında, dava di-


lekçesindeki miktarın artırımına olanak tanıyan düzenleme uya-
rınca, davanın kabul edilmesi halinde artırılan tazminat miktarı
yönünden faizin, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan miktar
artırımına ilişkin dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihten iti-
baren uygulanması gerekir. Bu nedenle İdare Mahkemesince
davacılar tarafından miktar artırım dilekçesi ile artırılan kısım
yönünden de idareye başvuru tarihinden itibaren faiz uygulan-
masında hukuki isabet görülmemiştir.” 21
d) “2577 Sayılı Kanunda, tam yargı davalarında, dava dilek-
çesindeki miktarın artırımına olanak tanıyan düzenleme uyarın-
ca, arttırılan tazminat miktarı yönünden davanın kabul edilme-
si halinde, arttırılan 39.101,01-TL tazminat miktarı yönünden
faize, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan miktar artırımına
ilişkin dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren hükme-
dilmesi gerektiği(nden), (…), mahkemece kabul edilen toplam
139.101,01-TL maddi tazminat miktarının tamamına adli yar-
gıda dava açma tarihi olan 20.01.2009 tarihinden itibaren yasal
faiz uygulanması(na) (…) ilişkin İdare mahkemesi kararında hu-
kuki isabet bulunmamaktadır.” 22
e)“2577 Sayılı Kanun’da, tam yargı davalarında, dava dilek-
çesindeki miktarın artırımına olanak tanıyan düzenleme uyarın-
ca, davanın kabul edilmesi halinde artırılan tazminat miktarı
yönünden faize, idarenin temerrüde düştüğü tarih olan miktar
artırımına dair dilekçenin idareye tebliğ edildiği tarihten itiba-
ren hükmedilmelidir.
Bakılan davada, davacı tarafından, 25/03/2016 havale tarihli
dilekçeyle bilirkişi raporu uyarınca maddi tazminat miktarı ar-
tırılmış, anılan dilekçe 04/04/2016 tarihinde davalı idare kayıt-
larına girmiştir. Dolayısıyla bakılan davada artırılan tazminat
miktarına (79.004,43TL), miktar artırım dilekçesinin idare kayıt-
larına girdiği 04/04/2016 tarihinden itibaren faiz yürütülmesi ge-

21 Danıştay 10. Dairesi, T.12.3.2020, E.2019/6258, K.2020/1242.


22 Danıştay 15.Dairesi, T.10.1.2019, E.2018/1755, K.2019/76.
34 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rekirken, idareye başvuru tarihi olan 10/04/2013 tarihinden iti-


baren faiz yürütülmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.”23
“2577 Sayılı Kanun’da, tam yargı davalarında, dava dilekçe-
sindeki miktarın artırımına olanak tanıyan düzenleme uyarın-
ca, artırılan tazminat miktarı yönünden davanın kabul edilme-
si halinde, artırılan tazminat miktarı yönünden faize, idarenin
temerrüde düştüğü tarih olan miktar artırımına dair dilekçenin
idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren hükmedilmelidir.”24
f) “2577 Sayılı Kanun’da, tam yargı davalarında, dava dilek-
çesindeki miktarın artırımına olanak tanıyan düzenleme uyarın-
ca, arttırılan tazminat miktarı yönünden davanın kabul edilmesi
halinde, arttırılan tazminat miktarı yönünden faize, idarenin te-
merrüde düştüğü tarih olan miktar artırımına ilişkin dilekçenin
idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren hükmedilmelidir. Bakılan
davada, davacılar tarafından, 16/05/2016 tarihli dilekçeyle bilir-
kişi raporu uyarınca tazminat miktarı arttırılmış, anılan dilekçe
24/05/2016 tarihinde davalı idare kayıtlarına girmiştir. Dolayısıy-
la bakılan davada artırılan tazminat miktarı bakımından, idarenin
temerrüde düştüğü tarih olan 24/05/2016 tarihinden itibaren faiz
yürütülmesi gerekirken, arttırılan tazminat miktarına, idareye ilk
başvurulduğu tarih olan 11/05/2015 tarihinden itibaren faiz yürü-
tülmesinde hukuka uygunluk görülmemiştir.”25

B. Faizin ıslah tarihi itibariyle hesaplanması gerektiği


hakkında içtihatlar da bulunmaktadır. Şöyle ki:

a) “Öte yandan, hukuki el atma nedeniyle açılan tam yargı da-


vaları, adli yargıdaki fiili el atma nedeniyle açılan davalardan
farklı olarak, 3194 ve 2942 Sayılı Kanunlar kapsamında açılan
davalar olduğundan, hükmedilecek faizin; dava açma tarihi iti-
barıyla talep edilen miktar için dava tarihinden geçerli olmak

23 Danıştay 15. Dairesi, T.24.10.2017, E.2017/1169, K.2017/5908.


24 Danıştay 2. Dairesi, T. 14.06.2017, E.2016/5431, K.2017/5042.
25 Danıştay 15. Dairesi, T. 09.01.2019, E.2017/414, K.2019/59.
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 35

üzere, ıslah edilen kısım için ıslah tarihi itibariyle hesaplanması


gerekmektedir.” 26
b) “2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. mad-
desi, 4. fıkrasında (…) hükmüne yer verilmiş, aynı kanunun
geçici 7. Maddesinde (…) denilerek, ıslah müessesinin derdest
davalara da uygulanabilmesine imkân tanınmıştır. 2577 Sayı-
lı İdari Yargılama Usulü Kanununda, 6459 Sayılı Kanun ile yapı-
lan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen
miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest
olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin
artırılmasına olanak tanınmıştır. Madde gerekçesinde de ifade
edildiği üzere, yasal değişiklikle ilgililerin uğramış olduğu zararın,
dava dilekçesinde gösterilen zarar miktarından fazla olmasına kar-
şın, davacı veya davacıların dava dilekçesinde gösterdikleri zarar
miktarını artırmalarına yönelik taleplerinin mahkemelerce kabul
edilmeyerek istemle bağlı kalma kuralını uygulayarak dava dilek-
çesinde gösterilen zarar tutarı kadar tazminata hükmetmelerinden
doğan hak kayıplarının giderilmesi amaçlanmıştır. Bir başka ifade
ile, mahkemelerce istemle bağlı olma kuralı uygulanmak suretiyle
verilen kararlara karşı taraflardan herhangi birinin kanun yoluna
başvurmuş olması şartıyla davacı veya davacıların artırılan miktara
isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren Mahkemeye vere-
cekleri dilekçeyle bir defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesin-
de gösterilen miktarı arttırmaları mümkündür. Kamulaştırmasız
el atma nedeniyle açılan tam yargı davaları, adli yargıdaki fiili
el atma nedeniyle açılan kamulaştırmasız el atma davalarından
farklı olarak; 3194 Sayılı Kanun kapsamında açılan davalar ol-
duğundan hükmedilecek faizin; dava açma tarihi itibariyle talep
edilen miktar için dava tarihinden, ıslah edilen kısım için ise ıs-
lah tarihinden itibaren hesaplanması gerekmektedir.
Uyuşmazlıkta, Bölge İdare Mahkemesince ıslah bakımından
bir ayrım yapılmaksızın dava açma tarihinden itibaren faize
hükmedildiği görülmekte ise de dava açma tarihi itibariyle talep

26 Danıştay 6.Dairesi, T.2.2.2022, E. 2019/17728, K.2022/964.


36 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

edilen miktar için dava tarihinden, ıslah edilen kısım için ise ıs-
lah tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekmektedir.”27

2. Islah Hakkının / İmkanının Davacıya Kullandırılması


Gerekliliği Yönünden İçtihatlar
A. “Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının se-
bep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 Sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin dördüncü fık-
rasına (…) cümlesi eklenmiştir.
Nitekim, 6459 Sayılı Kanun’un 4. maddesinin gerekçesinde,
‘’AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, da-
vacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını orta-
dan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz
aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda
açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek
olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya
talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama
hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilin-
ceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma
hakkı tanınmaktadır.’’ ifadesine yer verilmiştir.
Bu durumda, hak kayıplarının önlenmesi amacıyla, tam yargı
davalarında mahkemelerce esas hakkında karar verilmeden önce
bilirkişi incelemesi yaptırılmış ise bilirkişi raporunun veya yoksun
kalınan parasal hak miktarının davalı idareye hesaplattırılması
halinde idarenin hesaplamaya ilişkin cevabının tebliğ edilmek su-
retiyle ya da bunların hiçbirine başvurulmamış ise, ara kararı ile
dosyanın esas hakkında karar verilebilecek durumda olduğunun
veya dosyada yer alan bilgi ve belgelere göre karar verileceğinin da-
vacıya bildirilerek tazminat talep miktarını artırmak amacıyla ıslah
hakkı imkanı tanınması hakkaniyet gereğidir.
Dosyanın incelenmesinden; İdare Mahkemesince, ara kararı ile
01/10/2007- 14/05/2010 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olarak
davacıya ait bordroların ve giydirilmemiş çıplak aylık ücretlerine

27 Danıştay 6.Dairesi, T. 06.04.2021, E.2021/3344, K.2021/5040.


İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 37

ilişkin bilgi ve belgelerin istenildiği, davalı idare tarafından ara ka-


rarına cevaben gönderilen belgeler üzerinde, bilirkişi marifetiyle
hesaplanması yoluna gidilmeksizin, Mahkemece hesaplandığı ve
harcırah tutarının 93.805,94-TL olarak belirlendiği; ancak, dava-
cı tarafından fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmaksızın 50.000,00-
TL görev yolluğu talep edildiği gerekçesiyle, daha önce hükmedilen
35.870,38-TL mahsup edilerek 14.129,62-TL’nin başvuru tarihin-
den itibaren yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine hükmedil-
diği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla; İdare Mahkemesince karar verilmeden önce yu-
karıda belirtildiği şekilde davacıya dosyadaki bilgi ve belgelere
göre esas hakkında karar verileceği bildirilerek davacıya 2577
Sayılı Kanun’un 16. maddesinin dördüncü fıkrasında tanınan
dava konusu miktarı artırım hakkını kullanmasına imkân veril-
mesi gerekirken, anılan hususa uyulmadan verilen kararda hu-
kuki isabet görülmemiştir.”28
B. “ (…) her ne kadar 2577 Sayılı Yasa’da bu yönde açık bir
düzenleme bulunmasa da hak kayıplarının önlenmesi amacıyla,
tazminat davalarında mahkemelerce esas hakkında karar veril-
meden önce bilirkişi incelemesi yaptırılmış ise bilirkişi raporunun
veya yoksun kalınan parasal hak davalı idareye hesaplatılmışsa
idarenin hesaplamaya ilişkin cevabının tebliğ edilmek suretiyle
ya da bunların hiçbirine başvurulmamış ise ara kararı ile dosya-
nın esas hakkında karar verilebilecek durumda olduğunun veya
dosyada yer alan bilgi ve belgelere göre karar verileceğinin da-
vacıya bildirilerek tazminat talep miktarını artırmak isteyenlere
ıslah hakkı imkanı tanınması hakkaniyet gereğidir.
Nitekim, davacı dava dilekçesinde “fazlaya ilişkin haklarımız
saklı kalmak kaydıyla” ifadesini kullanarak miktar arttırımın-
da bulunabileceği ihtimalini de ortaya koymuştur. Sonuç olarak
uyuşmazlık konusu olayda, idare mahkemesince davalı idarenin
davacıya performansa dayalı ek ödemelerinin eksik ödendiğinden
bahisle maddi tazminat ödenmesine hükmedildiği halde karar ve-

28 Danıştay 12. Dairesi, T. 09.03.2021, E.2020/4853, K.2021/1169.


38 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rilmeden önce yukarıda belirtildiği şekilde davacıya ara kararı ce-


vabına göre esas hakkında karar verileceğinin bildirilmediği, yani
bir başka anlatımla davacıya 2577 Sayılı Yasa’da tanınan miktar
arttırım hakkını kullanmasına fırsat tanınmadığı anlaşıldığından,
davacıya istenilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmak su-
retiyle yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.”29
C. “Mahkeme aşamasında davacıya iş gücü kaybının belirlen-
mesine ilişkin raporun tebliğ edilip ıslah etme hakkı tanındıktan
sonra bir karar verilmesi gerekirken; %44 iş gücü kaybına ilişkin
raporun davacıya tebliğ edilmesi ve bu rapora göre davacının
ıslah hakkını kullanması sağlanmadan, taleple bağlı kalınarak
verilen Mahkeme kararında bu yönüyle hukuki isabet bulunma-
maktadır.” 30
D. “6459 sayılı Kanun ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununa eklenen yukarıda belirtilen hükümlerle; ıslah mües-
sesesinin, idari yargıda da uygulanma imkânı getirilmiş; tam
yargı davalarında, dava dilekçesinde belirtilen miktarın, süre
veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak
tanınmıştır. Anılan değişiklikle, ilgililerin uğramış olduğu mad-
di kaybın dava dilekçesinde göstermiş oldukları tutardan fazla
olmasına rağmen, Mahkemelerce taleple bağlı kalınarak, istem-
den fazlasına hükmedilmemesi nedeniyle doğan hak kayıpları-
nın giderilmesi amaçlanmıştır. Nitekim, 6459 sayılı Kanun’un 4.
maddesinin (Tasarının 3. maddesi) gerekçesinde, “AİHM, devletin
sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargıla-
manın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak
yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal ka-
rarları vermektedir. Düzenlemeyle, idari yargıda açılan tam yargı
davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava
devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen mik-
tarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali
olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah
suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmak-
tadır.” ifadesine yer verilmiştir. Davacı vekili tarafından verilen ve

29 Danıştay 8.Dairesi, T. 10.02.2021, E.2016/1618, K.2021/759.


30 Danıştay 10. Dairesi, T. 27.06.2019, E.2019/6674, K.2019/5150.
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 39

20/05/2015 tarihinde kayda giren temyiz dilekçesiyle, dava dilekçe-


sinde 10.00,00 TL olarak bildirilen maddi tazminat isteminin ıslah
yoluyla 27,707,61 TL’ye çıkarıldığı ve harcının tamamlandığını be-
lirterek, artırılan maddi tazminat miktarı esas alınarak Mahkeme
kararının bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin
2. fıkrasında “Davacının ikinci dilekçesi davalıya, davalının verece-
ği ikinci savunma da davacıya tebliğ edilir. Buna karşı davacı cevap
veremez. Ancak davalının ikinci savunmasında, davacının cevap-
landırmasını gerektiren hususlar bulunduğu, davanın görülmesi
sırasında anlaşılırsa, davacıya cevap vermesi için bir süre verilir.”
hükmü yer almaktadır.
2577 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 2. fıkrasında ara karar-
ların taraflara tebliğ edilmesi gerektiğine ilişkin bir düzenleme
bulunmamakla birlikte, davanın görülmesi sırasında davacının
durumunda değişiklik yaratabilecek yeni hususların ortaya çık-
ması durumunda davacıya cevap vermesi için süre verilmesi
gerektiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Mahkemece verilen ara
karar sonucunda davacının yoksun kaldığı döner sermaye mik-
tarının daha fazla olduğunun anlaşılması üzerine, davacının ıs-
lah müessesesini işletebilmesi için ara kararının davacıya teb-
liğ edilerek davacının cevabı alındıktan sonra veya cevap süresi
geçtikten sonra karar verilmesi gerekirken, bu usul uygulanma-
dan davacının dava dilekçesindeki talebi göz önünde bulundu-
rularak karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.”31
E. “2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 Sa-
yılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil,
yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer
usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmış-
tır. Böylece ilgililerin uğramış olduğu zararın, dava dilekçesin-
de gösterilen zarar miktarından fazla olmasına karşın, davacı
veya davacıların dava dilekçesinde gösterdikleri zarar miktarını
artırmalarına yönelik taleplerinin mahkemelerce kabul edilme-
yerek istemle bağlı kalma kuralının uygulanması sonucu dava

31 Danıştay 5. Dairesi, T. 20.10.2015, E.2015/4089, K.2015/8104.


40 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dilekçesinde gösterilen zarar tutarı kadar tazminata hükmedil-


mesinden doğan hak kayıplarının giderilmesi amaçlanmıştır.
(…) Davacı tarafından, maddi tazminatın belirli hale getirilmediği,
ıslah edilecek miktarın yargılama sırasında öğrenilemediği ve hak
kaybına uğranıldığı iddia edilerek anılan Mahkeme kararı temyiz
edilmiş, temyiz aşamasında da 15/12/2015 havale tarihli dilekçeyle
ıslah talebinde bulunulmuştur. Dava konusu uyuşmazlıkta, dava-
nın 23/05/2013 tarihinde açıldığı, bu tarihte ıslaha ilişkin hüküm-
lerin yürürlükte olduğu, Mahkemece yapılan bilirkişi incelemesi
sonucu düzenlenen hesaba ilişkin raporun davacıya 19/09/2014
tarihinde tebliğ edildiği, diğer yandan anılan bilirkişi raporunda
davacıdaki iş gücü kaybının oranının bilinmediğinden yüzde yüz
üzerinden hesaplama yapıldığı, bu sebeple davacıda oluşan iş gücü
kaybının belirlenmesi amacıyla sağlık kuruluşundan rapor alındı-
ğı, anılan raporun ise davacıya tebliğ edilmediği, böylece davacı-
nın ıslah hakkını kullanması sağlanmadan karar verildiği, bilirkişi
raporu sonucunda hesaplanan maddi zararın ( %100 üzerinden )
308.712,18 TL olduğu, davacının iş gücü kaybının ise %44 olduğu,
buna göre oluşan zararın 135.833,20 TL olduğu, (medikal malze-
me alımı sebebiyle yaptığı harcama -205.20 TL- dikkate alındığın-
da 136.038,48-TL maddi zararın oluştuğu) davacının dilekçesinde
100.000,00 TL maddi tazminat talebinde bulunduğu, Mahkemenin
de taleple bağlı kalarak 100.000,00 TL maddi tazminatın ödenme-
sine hükmettiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Mahkeme aşamasında davacıya iş gücü


kaybının belirlenmesine ilişkin raporun tebliğ edilip ıslah etme
hakkı tanındıktan sonra bir karar verilmesi gerekirken; %44
iş gücü kaybına ilişkin raporun davacıya tebliğ edilmesi ve bu
rapora göre davacının ıslah hakkını kullanması sağlanmadan,
taleple bağlı kalınarak verilen Mahkeme kararında bu yönüyle
hukuki isabet bulunmamaktadır.”32
32 Danıştay 10. Dairesi, T.27.06.2019, E.2019/6674, K.2019/5150.
İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 41

3. İYUK Geçici m.7 ile Bağlantılı İçtihatlar


A. “Davacının maddi tazminata yönelik ıslah istemine
gelince;

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin


4. fıkrasında; “ Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri
savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemez-
ler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen mik-
tar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar ve-
rilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak
üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına dair dilekçe otuz gün
içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” hükmü yer
almaktadır.
Yine 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun geçici 7.
maddesinin 1. fıkrasında ise; “Bu Kanunun 16. maddesinin dör-
düncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürür-
lük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” hükmü yer al-
maktadır. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 07.04.2014
havale tarihli Başkanlığımıza sunmuş olduğu ıslah dilekçesinde;
2577 Sayılı Kanun’un 6459 Sayılı Kanun ile değişik 16/4 maddesi
uyarınca, maddi tazminat miktarını 418.834,00-TL tutarında ar-
tırdığı, bu maddi tazminat miktarlarına olay tarihinden itibaren
işletilecek yasal faiz uygulanmasına karar verilmesini talep ettiği
görülmüştür.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 Sayılı Ka-
nun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde
belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde
derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetil-
meksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Madde gerekçesinde de
ifade edildiği üzere, yasal değişiklikle ilgililerin uğramış olduğu za-
rarın, dava dilekçesinde gösterilen zarar miktarından fazla olması-
na karşın, davacı veya davacıların dava dilekçesinde gösterdikleri
zarar miktarını artırımlarına yönelik taleplerinin mahkemelerce
kabul edilmeyerek istemle bağlı kalma kuralını uygulayarak dava
dilekçesinde gösterilen zarar tutarı kadar tazminata hükmetme-
lerinden doğan hak kayıplarının giderilmesi amaçlanmıştır. Bir
42 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

başka ifade ile mahkemelerce istemle bağlı olma kuralı uygulan-


mak suretiyle verilen kararlara karşı taraflardan herhangi birinin
kanun yoluna başvurmuş olması şartıyla davacı veya davacıların
artırılan miktara isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren
Mahkemeye verecekleri dilekçeyle bir defaya mahsus olmak üzere
dava dilekçesinde gösterilen miktarı artırmaları mümkündür. Bu
durumda, mahkeme aşamasında maluliyete dayalı maddi tazminat
talebi taleple bağlı kalınarak kabul edilen davacının, yasal değişik-
likten yararlanmak istemiyle yaptığı başvuru dilekçesinin 6459 Sa-
yılı Kanun değişikliği kapsamında değerlendirilerek, davalı idareye
gönderilerek verilecek cevabın alınmasından sonra, artırılan taz-
minat miktarına göre (tazminat verilmesini gerektiren koşulların
bulunup bulunmadığı yönünden inceleme de yapılarak) yeniden
bir karar verilmesi gerekmektedir.”33
a. “Davacının 2577 sayılı Kanunun 16/4. maddesi kapsamın-
daki talebi yönünden;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin
4. fıkrasında; “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri sa-
vunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.
Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar,
süre veya usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye ka-
dar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere art-
tırılabilir ve miktarın arttırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde
cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” hükmü yer almak-
tadır.
Anılan Kanunun geçici 7. maddesininin 1. fıkrasında ise; “Bu
Kanunun 16’ncı maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm,
kanun yolu aşaması dahil, yürürlük tarihinde derdest olan dava-
larda da uygulanır.” düzenlemesi getirilmiştir. Dava dilekçesinde
belirtilen ve mahkemece hüküm altına alınan 33.000,00 TL mad-
di tazminat miktarının, temyiz aşamasında verilen ek dilekçe ile
46.197,41 TL olacak şekilde arttırılması talebinde bulunulmuştur.
İdare mahkemesince verilen ara kararına cevaben gönderilen ala-

33 Danıştay 15.Dairesi, T. 24.01.2018, E.2017/1947, K.2018/384.


İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 43

cak dökümünde, davacının açıkta geçirdiği süreye ilişkin maaş ve


eğitime hazırlık ödeneği toplamının 41.495,70-TL, bu miktara te-
kabül eden yasal faiz miktarı ise 3.840,00 TL olarak belirlenmiştir.
İdare mahkemesince her ne kadar istemle bağlı kalınarak
33.000,00 TL maddi tazminata hükmedilmiş ise de, yukarıda
belirtilen 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 16/4.
maddesi ve geçici 7/1. maddeleri uyarınca dava dilekçesinde
maddi tazminata ilişkin olarak belirtilen miktar, temyiz aşama-
sında verilen ek dilekçe ile bir defaya mahsus olmak üzere art-
tırıldığından; idare mahkemesince, söz konusu dilekçenin yuka-
rıda belirtilen şekilde tebligatı yapılarak daha önce hükmedilen
maddi tazminat tutarını aşan talep hakkında, dosyada mevcut
ara karar cevabında asıl alacak olarak belirtilen miktar dikkate
alınarak bir karar verilmesi gerekmektedir.”34
b. “Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 27.03.2013
havale tarihli dilekçede, bilirkişi raporunda 7.838,34 TL iş gücü
kaybından doğan maddi zarar hesaplandığı, dava dilekçesinde
belirtilen 5.000,00-TL maddi tazminat talebi ile bilirkişi raporun-
da hesaplanan zarar farkı olan 2.838,34-TL’lik kısım için dava-
nın ıslah edildiği maddi tazminat talebinin 7.838,34-TL kabul
edilmesini talep ettiği görülmektedir. Olayda, davacı tarafından
27.03.2013 tarihinde ıslah talebinde bulunulmuş olup, idari yar-
gıda ıslah müessesesi olmadığından davacının bu talebinin dik-
kate alınmaması gerektiği sonucuna varan mahkemenin karar
tarihi 11.04.2013’ tür. Davanın açılış tarihi ve mahkeme karar ta-
rihinden sonra yürürlüğe giren 6459 Sayılı Kanun’la 30.04.2013
tarihinden itibaren ıslahın mümkün hale geldiği anlaşılmakta-
dır. Bu durumda mahkeme aşamasında maddi tazminat talebi-
nin tamamı kabul edilen davacı yönünden, ıslah istemiyle yapılan
başvuru dilekçesinin, 6459 Sayılı Kanun değişikliği kapsamında
değerlendirilmesi, davalı idareye gönderilerek verilecek cevabın
alınmasından sonra, artırılan tazminat miktarına göre yeniden bir
karar verilmesi gerektiği görülmüştür.”35

34 Danıştay 12. Dairesi, T.18.11.2015, E.2013/6362, K. 2015/6024.


35 Danıştay 15.Dairesi, T. 10.01.2019, E.2018/1756, K.2019/75.
44 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

4. Davacının Islah (Miktar Artırım) Talebinin


Değerlendirilmesi Gerekliliği Yönünden İçtihat
“Bilindiği üzere, tam yargı davalarında talep edilen maddi tazmi-
natın miktarının davacı tarafından dava açılırken tam olarak tes-
pit edilmesi çoğunlukla mümkün olamamaktadır. Bu tespitin tam
olarak yapılamamasında, dava konusu olayın gelişimi içinde taraf-
ların kusur oranları ile uğranılan maddi zararın boyutlarının tam
olarak bilinmeyişi yatmaktadır. Bu da dava konusu tazminat mik-
tarının belirlenebilmesi için bilirkişi incelemesi ve benzeri araştır-
maların yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda; açılan bir
tam yargı davasında, davacının gerçek zararının ortaya çıkartılarak
tam olarak tazmin edilebilmesi bakımından, mahkemece öncelikle
taraflara atfedilen kusur oranları da dikkate alınarak bilirkişi ince-
lemesi yaptırılması, alınan bilirkişi raporunun taraflara tebliği sağ-
lanarak davacıya tazminat miktarını artırma olanağının tanınması,
davacı tarafından miktar artırımı dilekçesi sunulması halinde ise
harcın tamamlanması ve dilekçenin karşı tarafa tebliğine ilişkin
usulü işlemlerin tamamlanarak, davacının miktar artırım talebi de
dikkate alınarak hüküm kurulması gerekmektedir. Dosyanın ince-
lenmesinden; Mahkemenin ara kararına cevaben davacı tarafından
dosyaya sunulan miktar artırım dilekçesinde; her ne kadar artırım
yapılmak istenen miktar belirtilememiş ise de davacı tarafından
miktar artırım hususundaki iradesinin açıkça ortaya konulduğu
ve miktar artırımında bulunabilmesi için maddi zararının tespit
amacıyla öncelikle bilirkişi incelemesi yaptırılmasının talep edil-
diği anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının miktar artırım tale-
bi yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde değerlendirilmeden,
dava dilekçesinde belirtilen taleple bağlı kalınarak verilen İdare
Mahkemesi ısrar kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.”36

5. Islahla Dava Miktarının Azaltılamaması Yönünden İçtihat


“(…) davacının Mahkeme kayıtlarına 10/06/2016 tarihinde giren
miktar artırım ( ıslah ) dilekçesinde maddi tazminat taleplerinin
27/05/2016 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah edildiğinin
belirtildiği, ancak söz konusu dilekçe ile, talep edilen destekten

36 Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, T. 03.10.2019, E.2017/2819, K.2019/4020.


İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 45

yoksun kalma tazminatı miktarı bilirkişi raporu doğrultusunda


artırılmakla birlikte defin ve cenaze giderleri için talep edilen taz-
minat miktarının 2.500,00 TL’ye düşürüldüğü, Mahkemece bu hu-
susun davacı tarafından cenaze ve defin gideri isteminin 2.500,00
TL’lik kısmından feragat edilmiş olduğu yönünde değerlendirilmek
suretiyle cenaze ve defin gideri isteminin 2.500,00 TL’lik kısmı
hakkında feragat nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar
verildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesin-
den; feragat beyanının dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü
olarak hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın, yoruma imkan bırak-
mayan, açık ve anlaşılabilir biçimde yapılması gereken ve dava-
yı sonlandıran bir taraf işlemi olması karşısında, dava açıldıktan
sonra açık ve anlaşılabilir bir feragat beyanı olmaksızın maddi taz-
minat taleplerinin ıslah edildiğinin belirtildiği dilekçeyle S.A. için
talep edilen cenaze ve defin gideri miktarının düşürülmesine ilişkin
beyanın davacının talebinden zımnen feragat ettiği yönünde değer-
lendirilmesinin mümkün olmadığı, diğer taraftan 2577 Sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 16. maddesinin 4. fıkrasında dava
dilekçesinde belirtilen miktarın yalnızca artırılabileceğinin düzen-
lenmiş olması karşısında dava dilekçesinde talep edilen tazminat
miktarının ıslah yoluyla azaltılmasının mümkün olmadığı, bu du-
rumda Mahkemece davacılardan S.A. için talep edilen cenaze ve
defin gideri yönünden dava dilekçesindeki talep üzerinden değer-
lendirme yapılmak suretiyle hüküm kurulması gerektiği sonucuna
varıldığından, davanın kısmen kabulü, kısmen reddi, kısmen fera-
gat nedeniyle karar verilmesine yer olmadığı yolunda verilen İdare
Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.”37

6. Manevi Tazminat Yönünden İçtihatlar


A. “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 sa-
yılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dahil, yü-
rürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer usul
kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Gö-

37 Danıştay 14.Dairesi, T. 08.05.2018, E.2018/1270, K.2018/3365.


46 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rüldüğü üzere, Yasanın “tam yargı davalarında, dava dilekçe-


sinde belirtilen miktarın arttırılabileceği” ifadesine yer verdiği;
tazminat tutarının maddi veya manevi zararların karşılanma-
sına yönelik olup olmamasına ilişkin olarak bir ayrımdan söz
etmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, söz konusu artırım olana-
ğının maddi tazminat tutarının yanında manevi tazminat tuta-
rı için de uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bir başka
ifade ile davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek
suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir de-
faya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen maddi ve
manevi tazminat miktarını artırmaları mümkündür. Temyizen
incelenen uyuşmazlıkta, İdare Mahkemesince Dairemizin bozma
kararına uyulması halinde, davacıların yukarıda anılan hüküm-
ler çerçevesinde, hesaplama sonucunda belirlenen tutarın talep
edilen maddi tazminat tutarından fazla olması halinde, istemde
bulundukları maddi tazminat miktarının artırılmasını isteyebile-
cekleri gibi, manevi tazminat miktarının da artırılmasını isteye-
bilecekleri tabiidir.” 38
B. “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. mad-
desinin dördüncü fıkrasına 11/04/2013 tarih ve 6459 sayılı Ka-
nunun 4. maddesi ile eklenen hüküm ile tam yargı davalarında
dava dilekçesinde belirtilen miktarın, süre veya diğer usul kural-
ları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı öden-
mek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabileceği ve
miktarın artırılmasına ilişkin dilekçenin otuz gün içinde cevap
verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edileceği kuralı getirilmiştir.
Yukarıda yer alan hükümler uyarınca; ıslah müessesi davanın
görülmesi sırasında tarafların kusurlarında, zararı doğuran ne-
denlerin ve olayların tespitinde ve uğranılan zararın miktarında
bir değişiklik olması durumunda maddi tazminat için işletileceği
gibi; zararı doğuran olayın meydana geliş biçiminin yeni orta-
ya çıkan bulgu ve tespitler sonucu, kişilerin manevi yönden çok
daha fazla etkilendiğinin saptanması halinde manevi tazminat
için de uygulanabilir. Ancak bu durumun istisnai bir durum ol-
duğu ve manevi zararın sonradan gerçekten artmış olduğunun

38 Danıştay 10. Dairesi, T. 25.02.2014, E.2009/9938, K.2014/1117.


İdari Yargılamada Islah • Z. ASLAN - M. KARAKUŞ 47

tespiti halinde işletilebileceği kuşkusuzdur. Ayrıca manevi taz-


minat talepleri açısından konunun manevi tazminatın amacı ve
niteliğinin dikkate alınması suretiyle ele alınması gerektiğinde
de duraksama bulunmamaktadır. Manevi zarar, kişinin fizik
yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve se-
vincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve
haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin
günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade
etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozu-
lan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğra-
mış olduğu kabul edilmektedir. Manevi tazminat, olay nedeniyle
duyulan elem ve ıstırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar.
Manevi zararın niteliği gereği sonradan gelişen veya öğrenilen
yeni bir olgu olmadığı sürece kişinin manevi varlığında oluşan
zararın arttığından bahsedilemez.” 39

7. Islah Harcı Yönünden İçtihat


“…Mahkeme aşamasında istemlerinin tamamı kabul edilen
davacılar yönünden, yasal değişiklikten yararlanmak suretiy-
le yapılan başvuru dilekçesinin, 6459 sayılı Kanun değişikliği
kapsamında değerlendirilerek, eksik harç davacılara tamam-
latıldıktan sonra davalı İdareye gönderilerek verilecek cevabın
alınmasından sonra, artırılan tazminat miktarına göre (tazmi-
nat verilmesini gerektiren koşulların bulunup bulunmadığı yö-
nünden inceleme de yapılarak) yeniden bir karar verilmesi ge-
rektiği…” 40

Sonuç
1. İdari yargıda ıslah yalnızca tam yargı davalarında uygulanmak
üzere düzenlenmiştir. Tam yargı davalarında ise ıslah hakkı,
dava dilekçesinde belirtilen miktarın (dava değerinin) arttırıl-
ması ile sınırlıdır. İdari yargıda ıslahın amacı, taleple bağlı olma
kuralının sebep olabileceği hak kayıplarının giderilmesine ve

39 Danıştay 10. Dairesi, T. 16.02.2021, E.2019/10269, K.2021/530.


40 Danıştay 15. Dairesi, T. 24.12.2014, E.2013/5477, K.2014/10049.
48 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

idarenin işlem ve/veya eylemlerinden dolayı zarara uğrayan kişi-


lerin gerçek zararlarının tazmin edilmesine imkân sağlamaktır.
2. İdari yargıda ıslahın yasal dayanağı İYUK m.16/4’teki düzenle-
medir. 11.04.2023 tarihinde kabul edilen 6459 sayılı Kanunla
İYUK m.16/4’e ıslah hakkında ekleme yapılmış ve 30.04.2023
tarihinden itibaren idari yargıda ıslah yasal uygulama alanı ka-
zanmıştır. Söz konusu düzenlemenin getirilmesi olumlu bulun-
makla birlikte, kapsamının sınırlı tutulması başlıca eleştiri ko-
nusu olmaktadır.
3. Yargısal içtihatlarda uygulamaya ışık tutması bakımından ıslaha
dair farklı yönlerden değerlendirmeler mevcuttur. Yasada ısla-
hın düzenlenme şekline bağlı kalınarak uygulamaya yönelik fikir
veren içtihatlar bulunduğu gibi, yasadaki düzenleniş şeklinden
ayrılan ve idari yargıda ıslaha yeni boyutlar katan içtihatlara da
rastlanılmaktadır. Bu hususta başlıca örnek olarak ıslahın za-
manı konusu verilebilir. Yasal düzenlemede ıslahın zamanı “ni-
hai karar verilinceye kadar” şeklinde öngörülmekte iken, bazı
içtihatlarda ıslahın istinaf aşamasında da uygulanmasına imkân
tanındığı görülmektedir. Yasal düzenlemede ıslahta faizin he-
saplanma tarihi, manevi tazminatta ıslahın uygulanabilirliği gibi
hususlarda açıklık bulunmazken bu hususlar yargısal içtihatlar-
la netleştirilmiş haldedir.
49

REKABET KURULU KARALARINA KARŞI


İDARİ YARGIYA BAŞVURULMASININ
SORUŞTURMA ZAMANAŞIMINA ETKİSİ

Av. Müge ALABAŞ1


Stj. Av. Metehan ŞENTÜRK2

GİRİŞ
4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un (4054
sayılı Kanun) yasakladığı filler esas itibariyle kabahat olarak ni-
telendirilmektedir. Bu fiiller soruşturma zamanaşımı süreleri içe-
risinde Rekabet Kurulu tarafından soruşturulur ve kabahat ger-
çekleşmişse yaptırıma bağlanır. Rekabet Kurulu, görev alanına
giren bir kabahat hakkında soruşturma zamanaşımı içerisinde
karar verse dahi, bu kararların hukuka uygunluğunun denetimi
için idari yargıya başvurulabilmekle birlikte davanın sonuçlanması
uzun zaman alabilmektedir. İdari yargı denetimi neticesinde Reka-
bet Kurulu tarafından gerçekleştirilen idari işlemin iptal edilmesi
durumunda iptal kararı, Rekabet Kurulu kararını geçmişe dönük
ortadan kaldıracak ve bu karar hukuk âleminde hiç doğmamış gibi
sonuç doğuracaktır3.
Bazı hallerde iptal kararının ardından Rekabet Kurulu tarafın-
dan söz konusu kabahat hakkında yeni bir soruşturma başlatılabil-
mektedir. İşbu makalenin ele aldığı soru, tam bu noktada gündeme
gelmektedir. İşlemin iptali için açılan dava sonuçlanıncaya kadar
geçen süre zarfında, soruşturma zamanaşımının dolması halinde
Rekabet Kurulu nasıl hareket edecektir? Bu çalışmada, 4054 sayılı
Kanun’un yasakladığı fiillerin soruşturulup karara bağlanması için
öngörülen soruşturma zamanaşımının idari yargıda dava açılma-

1 İstanbul Barosu Avukatı.


2 İstanbul Barosu Stajyer Avukat.
3 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref/TAN Turgut, İdari Hukuku Cilt 2, 5. Bası, Turhan Kitapevi,
Ankara 2012 s. 564
50 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

sı halinde kesilmesinin veya durmasının mümkün olup olmadığı,


şayet bu olanaklı ise kesilme/durma sürelerinin en fazla ne kadar
olabileceğine dair sorulara cevap aranmaktadır. Bu kapsamda,
Ceza Hukuku ile Kabahatler Hukuku’na ilişkin mevzuat hüküm-
lerinin değerlendirmesi yapılacak ve normların tarihsel gelişimine
göz atılacaktır. Daha sonra Ceza Hukuku hükümlerinin Kabahatler
Hukuku hükümlerine kıyasen uygulanabilirliği üzerine değerlen-
dirmeler yapılacaktır. Son olarak Anayasa Mahkemesi (AYM) ve
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararları çerçevesinde
Kabahatler Hukuku ve Ceza Hukuku arasındaki ilişki ortaya ko-
nacaktır.

1. SORUŞTURMA ZAMANAŞIMI: KAVRAM VE KURUM


Zamanaşımı, genel olarak bir işin üzerinden belirli bir süre geç-
mekle o işin hükümsüz kalmasını ifade eder4. Müeyyide gerektiren
fillerin soruşturulması ve neticesinde yaptırıma bağlanması için
bir zamanaşımı ihdas etmekte pek çok amaç vardır. Bu amaçlar-
dan birisi, toplumun, kabahat teşkil eden filleri ve bu fillerin ne-
ticelerini, belirli bir süre geçtikten sonra unutması ve artık değer
vermemesiyle açıklanmaktadır. Zamanaşımının bir diğer amacı ise
kabahat teşkil eden fiilin üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra
fiile ait iz ve delillerin maddi gerçeği yansıtmakta yetersiz kalacağı
ve bu sebeple doğru neticeye varacak sağlıklı bir soruşturma yapıl-
masının mümkün olmayacağı fikrine dayanır5. İdareye verilen yap-
tırım yetkisini zamanaşımına bağlamak ise idareyi, işlenen fiilin
yaptırımını zamanında ve etkin olarak vermek noktasında tetikler-
ken6 yaptırıma muhatap olacak kişi için idarenin işlemlerine karşı
hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik sağlamaktadır.
Zamanaşımı sadece devletin yaptırım uygulama yetkisini or-
tadan kaldıran bir kurum değildir. Hukukun diğer dallarında da

4 ARTUK, M. Emin/ GÖKÇEN, Ahmet/ YENİDÜNYA, A. Caner, Ceza Hukuku Genel Hü-
kümler, 9.Bası, Adalet Yayınları, Ankara 2015, s. 974.
5 ÖZBEK, Veli Özer/ KANBUR, M. Nihat/ DOĞAN, Koray/ BACAKSIZ, Pınar/TEPE, İlker,
Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Bası, Seçkin Yayınları, Ankara 2011, s. 669.
6 ÖZDEMİR, Ayşe Nur, İdari Yaptırımlarda Zamanaşımı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Üniversitesi, SBE, Ankara 2021, s.142.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 51

süreler bulunur ve farklı sonuçlar doğurmaktadır7. Devlet ile bi-


rey arasındaki ödev ilişkisini düzenleyen vergi hukukunda zama-
naşımı, devletin vergi alacağını ortadan kaldırır8. Kişiler arasında-
ki borç ilişkileri bakımından tesis edilen zamanaşımı süreleri ise
belirli bir süre geçmesi halinde alacaklının ifadan kaçınabilmesini
sağlar9. Alacaklı istemediği takdirde borçlunun alacağını dava ve
takip ile alabilme imkânı sona erer10.
5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’nda (Kabahatler Kanunu) za-
manaşımı müessesesi “soruşturma” ve “yerine getirme” olarak iki-
ye ayrılmaktadır. Soruşturma zamanaşımının dolması halinde ka-
bahatten dolayı kişi hakkında idari para cezasına karar verilmesi
olanaklı olmamakla birlikte yerine getirme zamanaşımının dolması
halinde, idarî para cezasına veya mülkiyetin kamuya geçirilmesine
ilişkin karar artık yerine getirilemez. Çalışmanın konusunu oluş-
turan zamanaşımı soruşturma zamanaşımı ekseninde oluşmuştur.
Soruşturma zamanaşımı, kabahate ilişkin kanunlarda tanımlanan
fiilin işlenmesi veya neticenin gerçekleşmesiyle başlayacak ve dol-
duğunda kişi hakkında idari para cezası verilemeyecektir11.

2. NORMATİF TEMELLER
2.1.Kabahatler Kanunu’nda Soruşturma Zamanaşımı
Kabahatler Kanunu’nun 20. maddesinde soruşturma zamana-
şımının dolması halinde kişi hakkında idari para cezası verileme-
yeceği düzenlenmiş olup aynı madde içerisinde kabahatlere ilişkin
idari para cezasının miktarı ölçüt alınarak farklı zamanaşımı süre-
leri öngörülmüştür12.

7 TUTUMLU, Mehmet Akif, Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması,


3.Bası, Seçkin Yayınları Ankara, 2007 s.27.
8 SABAN, Nihal, Vergi Hukuku, 8. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2016, s.183
9 NOMER, Haluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 10. Bası, Beta Yayınları, İstan-
bul, 2011, s.280.
10 EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9.Bası, Beta Yayınları, İstanbul,
2006, s.1232.
11 YALÇIN, İsmail, Tüm yönleriyle Kabahatler Hukuku, 1.Bası, Seçkin Yayınları, Ankara,
2007, s.125.
12 Kabahatler Kanunu, madde 20, Soruşturma zamanaşımı: “(1) Soruşturma zamanaşı-
mının dolması halinde kabahatten dolayı kişi hakkında idarî para cezasına karar
52 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

4054 sayılı Kanun’un “Para Cezaları ve Süreli Para Cezaların-


da Zamanaşımı” başlıklı 19. maddesinin, 5728 sayılı Temel Ceza
Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Ka-
nunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 578. maddesi ile
yürürlükten kaldırılmasıyla, 4054 sayılı Kanun’da düzenlenen ka-
bahatlere ilişkin zamanaşımı hükümlerine artık Kabahatler Kanu-
nu’nun ilgili maddeleri uygulanacaktır.

2.1.1. Soruşturma Zamanaşımının Durması veya Kesilmesi


Yargıda geçen sürelerde soruşturma zamanaşımının “işleyip
işlemeyeceği” meselesi esasen zamanaşımının durması ya da ke-
silmesi ile ilgilidir. Kabahatler Kanunu’nun 20. maddesinde, so-
ruşturma zamanaşımı bakımından birtakım süreler öngörülmüş
olmakla beraber zamanaşımının durmasına ya da kesilmesine iliş-
kin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kapsamda doktrin
ve içtihatların konuya yaklaşımları değerlendirilmelidir. Kabahat-
ler Hukuku’na ilişkin doktrin, sadece yargıda geçen süre için de-
ğil, hiçbir suretle soruşturma zamanaşımının kesilmesinin yahut
durmasının mümkün olmadığı görüşünü benimsemektedir13. Bir
görüşe göre; soruşturma zamanaşımı 5237 Sayılı Türk Ceza Kanu-
nu’nda (TCK) düzenlenen dava zamanaşımına benzer bir kurum
olsa da dava zamanaşımını durması ve kesilmesi mümkünken, Ka-
bahatler Kanunu’nda düzenlenen soruşturma zamanaşımının dur-
masının ve kesilmesinin pek olanaklı olmadığı belirtilmiştir14. Bu
sebeple 2005 yılında yürürlüğe giren Kabahatler Kanunu’nda so-
ruşturma zamanaşımının, mülga zamanaşımı sürelerine göre daha
uzun tutulduğu ifade edilmiştir15.

verilemez. (2) Soruşturma zamanaşımı süresi; - Yüzbin Türk Lirası veya daha fazla
idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde beş, - Ellibin Türk Lirası veya daha fazla
idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde dört, - Ellibin Türk Lirasından az idarî
para cezasını gerektiren kabahatlerde üç, yıldır. (3) Nispî idarî para cezasını ge-
rektiren kabahatlerde zamanaşımı süresi sekiz yıldır. (4) Zamanaşımı süresi,
kabahate ilişkin tanımdaki fiilin işlenmesiyle veya neticenin gerçekleşmesiyle işle-
meye başlar. (5) Kabahati oluşturan fiilin aynı zamanda suç oluşturması halinde
suça ilişkin dava zamanaşımı hükümleri uygulanır”.
13 KORKUT, Levent/OTACI, Cengiz, Türk Kabahatler Hukuku, 4.Bası, Seçkin Yayıncılık,
Ankara, 2022, s.100; KANGAL, Zeynel T. , Kabahatler Hukuku, 2. Bası, On İki Levha
Yayıncılık, İstanbul, 2019, s. 429.
14 AKBULUT, Berrin, Kabahatler Hukuku, 1.Bası, Adalet Yayınevi, 2022, s. 553 vd, (Ka-
bahatler).
15 AKBULUT, (Kabahatler), s. 553 vd.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 53

Tarafımızca yerinde görülen bir diğer değerlendirmeye göre ise;


kabahatler uzun ve karmaşık usuller ile yaptırıma bağlanan fiiller
değildir. Zamanaşımının durması ve kesilmesi yoluyla kanunda
belirlenen soruşturma zamanaşımı süresinin ayrıca uzatılmasına
gerek yoktur16.Ancak bu görüşe göre denetleyici ve düzenleyici ku-
rumların verdikleri idari para cezaları uzun ve karmaşık usullere
tabidir. Böyle olsa dahi bu kabahatlere ilişkin zamanaşımı sürele-
ri, yukarıda ifade edildiği gibi, düzenleyici ve denetleyici kurumla-
rın kendi kanunlarından kaldırılmış ve Kabahatler Kanunu’na tabi
tutulmuştur17.

2.1.2. Soruşturma Zamanaşımının İşleyişine Dair Yargıç


Yorumu
Kabahatler sebebiyle verilen idari para cezalarına karşı hem adli
yargıya hem de idari yargıya başvurulabilir. Örneğin Kabahatler Ka-
nunu’nun özel hükümlerinde düzenlenen kabahatlere ilişkin idari
para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı adli
yargıya başvurulurken, Rekabet Kurumu gibi düzenleyici ve denet-
leyici kurumlar tarafından verilen regülatif18 idari para cezalarına
karşı ise idari yargı yoluna gidilmektedir19. Kabahatler bakımından
yeknesak bir yargı yolu olmaması ve kabahatlere ilişkin normların
uygulama suretiyle şekillenmesinde hem idari yargı hem de adli
yargının etkisinin olması dikkate alındığında, Danıştay ve Yargıtay
kararlarının birlikte değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Yargıtay’a göre, verilen idari para cezasına karşı adli yargı yo-
luna başvurulduğunda soruşturma zamanaşımı işlemeye devam
etmektedir:

16 ÖZDEMİR, s. 141.
17 ÖZDEMİR, s.141.
18 Ulusoy, Regülatif cezaları spesifik bir alanda kamu düzenini koruma veya belirli bir
sektörü düzenlemek amacıyla yetkilendirilen idari makamların verdikleri cezalar ola-
rak tanımlar. Rekabet Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve De-
netleme Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu gibi kurulların verdikleri idari para
cezaları örnek olarak gösterilebilir.
İlgili Bilgi İçin bkz. ULUSOY, Ali D., İdari Yaptırımlar, 1. Bası, On İki Levha Yayıncılık,
İstanbul, 2013, s. 203.
19 ULUSOY, s. 203.
54 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

“Sanığın, silah niteliğinde olduğunu bilmediği tabanca ile ha-


vaya ateş etme eyleminin 5237 sayılı TCK’.nın 170/1-c madde
ve fıkrasında tanımlanan ve içinde silah öğesi bulunan suç ti-
pine uygun olmayacağı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun
36/1. madde ve fıkrasında tanımı yapılan gürültüye neden olma
kapsamında olup idari yaptırımı gerektireceği ve anılan Yasa-
nın 20/2-c maddesi uyarınca soruşturma zamanaşımı süresinin
3 yıl olduğu, kabahat tarihinden temyiz incelemesine kadar bu
sürenin gerçekleştiği anlaşılmakla sanığın temyiz itirazları bu
nedenle yerinde görülmekle sair yönleri incelenmeyen hükmün
5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken
1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, an-
cak; yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta
anılan Yasanın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak ka-
rar verilmesi mümkün olduğundan sanık hakkında açılan kamu
davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle 5226 sayılı Kaba-
hatler Kanunu’nun 20/2-c maddesi gözetilerek İDARİ PARA CE-
ZASI VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 15.06.2021 gününde oy
birliğiyle karar verildi.”20
Yargıtay’ın bir diğer kararında benzer yönde şöyle karar veril-
miştir:
“Kabahatler Kanunu’nun 40. maddesinde “görevle bağlantılı
olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiy-
le ilgili bilgi vermekten kaçınılması veya gerçeğe aykırı beyanda
bulunulması” şeklinde tanımlanan “kimliği bildirmeme” kabaha-
tini oluşturacağı, bunun da aynı maddeye göre idari yaptırımı
gerektirdiği, ancak anılan Yasanın 20/2-c maddesi uyarınca so-
ruşturma zamanaşımı süresinin 3 yıl olduğu, kabahat tarihin-
den karar tarihine kadar bu sürenin gerçekleştiği anlaşılmakla,
sanığın temyiz itirazı bu nedenle yerinde görülmekle sair yönleri
incelenmeyen hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gere-
ğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi
uyarınca BOZULMASINA, ancak sanığın lehine bulunan ve eyle-
mine uyan 5326 sayılı Yasanın 40/1. maddesinde öngörülen idari
para cezasının miktarına göre aynı Yasanın 20/2-c maddesinde

20 Yargıtay 8. Ceza Dairesi, T. 15.06.2021, E.2021/3566, K.2021//16085.


Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 55

yazılı soruşturma zamanaşımının eylemin gerçekleştiği tarihten


temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiği anlaşıldığından
yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta 1412
sayılı CMUK’nın 322 ve Kabahatler Kanunu’nun 24. maddesinin
verdiği yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün bulundu-
ğundan Kabahatler Kanunu’nun 20/1. maddesi uyarınca sanık
hakkında İDARİ PARA CEZASI VERİLMESİNE YER OLMADIĞI-
NA, 19.10.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.”21
Görüldüğü üzere Yargıtay, idari yaptırım kararına karşı adli yar-
gı yoluna gidildiğinde, yargıda geçen sürelerin kabahatlere ilişkin
soruşturma zamanaşımını kesmeyeceği/durdurmayacağı yönünde
kararlar vermiştir. Ancak Rekabet Kurulu kararlarına karşı dava
açılması halinde yargıda geçen sürelerin soruşturma zamanaşımı-
na etkisi konusunda gerek Rekabet Kurulu’nun gerekse de Danış-
tay’ın konuya farklı yaklaştığı görülecektir.
Rekabet Kurulu’nun konuya dair önemli değerlendirmelerini
içeren ÖTV-1 kararında22Kurul kararlarına karşı dava açılmasının
zamanaşımına etkisi ile ilgili olarak Kabahatler Kanunu’nda bir
düzenleme bulunmadığı, bu konuda TCK’ya atıf yapılmaması ne-
deniyle TCK’daki dava zamanaşımını kesen ya da durduran sebep-
lerin, kabahatler açısından kıyasen uygulanmasının olanaklı olma-
dığı ifade edilmiştir. Böylesi bir yaklaşımla, Rekabet Kurulu’nun
önceki kararları ve idari yargı kararlarında benimsenen ilkeler dik-
kate alınarak sorunun çözümlenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Rekabet Kurulu ayrıca, ÖTV-1 kararında soruşturma zamanaşı-
mının, idari yargıda geçen sürede işlemeyeceğine ilişkin bazı Danış-
tay kararlarında yer alan aşağıdaki ifadelere atıfta bulunmuştur23:
“Her ne kadar 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 20. mad-
desinin 3. fıkrasında nispi idarî para cezasını gerektiren kaba-
hatlerde zamanaşımı süresi sekiz yıl olarak öngörülmüş ise de,
Danıştay’ın bu konuya ilişkin olarak yerleşmiş kararlarında
belirtildiği üzere, zamanaşımı süresi geçirilmeden verilmiş

21 Yargıtay 8. Ceza Dairesi, T. 19.10.2021, E. 2020/16827, K. 2021/19230.


22 Rekabet Kurulu, T. 26.08.2021 ve 21-40/595-290.
23 Danıştay,13. Dairesi, T. 1.11.2011 E. 2008/13179 K. 2011/4829 ve T. 1.11.2011 E.
2008/13175 K. 2011/4830.
56 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

bir idarî yaptırımın, idarî yargı yerince aynı konuda yeni-


den işlem tesisini gerektirecek biçimde iptali üzerine verilen
idarî yaptırımlarda, zamanaşımı süresinin işletilme olanağı
bulunmamaktadır.”
Kurul’un ÖTV-1 kararında atıf yaptığı Danıştay kararlarında
idari yargıda geçen sürede zamanaşımının kesileceği ya da duraca-
ğı şeklinde teknik bir ifade kullanılmamış olup “zamanaşımı süre-
si işletilmeyecektir” şeklinde görece daha genel ve tartışmaya açık
bir ifade kullanılmıştır24. Ayrıca kararlarda konuya ilişkin hukuki
değerlendirmelere yer verilmeden Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına
atıf yapılmıştır. Kanaatimizce Danıştay’ın işaret ettiği yerleşik içti-
hatlar, 4054 Sayılı Kanun’da bulunan mülga 19. maddenin25 yü-
rürlükte olduğu döneme ilişkin karalardır. Bu maddeye göre Kurul
kararları aleyhine yargı yoluna başvurulması zamanaşımını kese-
cektir. Keza söz konusu madde yürürlükten kaldırılmasına karşın,
yürürlükte olan bir hüküm gibi uygulanması, tartışma konusunun
kaynağını oluşturmaktadır.

2.2. Ceza Hukukunda Dava Zamanaşımı


765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (Eski TCK) yürürlükte oldu-
ğu dönemde, günümüzde kabahat olarak nitelendirilen birçok fiil,
suç olarak düzenlenmişti. Daha sonra Eski TCK’da kabahat olarak
düzenlenen hafif haksızlıklar suç olmaktan çıkarılmış ve bunlar
Kabahatler Kanunu kapsamına alınmıştır26.Doktrinde, Kabahatler
Kanunu’nun ceza hukuku ile yakın ilişkili olduğu, kabahatleri an-
lamak ve açıklamak için ceza hukukunun kullanılması gerektiğine
ilişkin görüşler yer almaktadır. Keza bu görüşlere göre, kabahat
teşkil eden fiillere ilişkin inceleme ve değerlendirme yapılırken ceza
hukuku dışında kalmak mümkün değildir. Bu sebeple kabahatler
hukuku da geniş anlamda ceza hukuku kapsamına girmektedir27.

24 Danıştay 13. Dairesi, T. 11.01.2011 2008/13699 E. 2011/4828 K., T. 01.11.2011


2008/14083 E. 2011/4827 K., T. 04.12.2017 2011/1012 E. 2017/3533 K.
25 4054 sayılı Kanun Mülga madde 19: “Kurulun para cezası ve süreli para cezası ver-
me yetkisi aşağıdaki zamanaşımı sürelerine tabidir: …Karar aleyhine yargı yoluna
başvurulmuş olması zamanaşımı süresini keser.”
26 ÖZEN, Mustafa, İdari Ceza Hukuku, 1.Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.13.
27 AKBULUT, Berrin, Türk Ceza Hukuku Temel Bilgiler, 2.Bası, Seçkin Yayıncılık, Anka-
ra 2020, s. 29.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 57

Bununla birlikte kabahatlerin, idare hukukunun bir alt dalı oldu-


ğuna ilişkin düşünceler28 hem ceza hukuku hem de idare hukuku
çatısı altında karma bir hukuk dalı olduğuna yönelik görüşler de
bulunmaktadır29.
Yasalarımızda suçun ya da kabahatin tanımı, işlenen fiil üze-
rinden değil, fiile bağlanan yaptırım üzerinden yapılmıştır. Keza
TCK’nın 45. maddesine göre suç, karşılığında hapis veya adli para
cezası verilen fiillerdir. Kabahatler Kanunu’nun 2. maddesine göre
ise kabahatler, karşılığında idari para cezası verilen haksızlıklar-
dır. Hangi fiillerin suç hangilerinin kabahat olacağına ilişkin takdir
yetkisi yasa koyucuya verilmiştir. Bu aynı zamanda suç politikası-
nın bir sonucudur30.
TCK’nın 66. ve 67. maddelerinde düzenlenen dava zamanaşımı,
niteliği itibariyle soruşturma zamanaşımına benzemektedir. Şöyle
ki; her iki zamanaşımı da belirli bir sürenin geçmesi halinde dev-
letin soruşturma yapma ve yaptırım uygulama yetkisinin ortadan
kalkmasına sebep olmaktadır. Bu başlık altında cevap aradığımız
soru ise dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesine iliş-
kin TCK’nın 67. maddesinin 4. fıkrasının31Kabahatler Hukuku’na
ilişkin soruşturma zamanaşımı hükümlerine uygulanabilmesinin
mümkün olup olmadığıdır. Keza TCK’da dava zamanaşımının ke-

28 ÖZAY, İl Han, İdari Yaptırımlar,1985. s.144’den aktaran KANGAL, s. 34.


29 KANGAL, s. 34.
30 SÖYLER Y., Kabahatler Kanununa İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı Üzerine Bir
Değerlendirme, Yasama Dergisi, Sayı: 12, 2009, s.154.
31 TCK madde 67: Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi
1) Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir
mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde; izin
veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında
kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılın-
caya kadar dava zamanaşımı durur.
2) Bir suçla ilgili olarak; a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifade-
sinin alınması veya sorguya çekilmesi, b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında
tutuklama kararının verilmesi, c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi, d) Sa-
nıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi, halinde, dava
zamanaşımı kesilir.
3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava
zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi
son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirle-
nen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.
58 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

sileceği haller ortaya koyulduktan sonra bu kesilmenin, zamana-


şımını kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısı kadar uzatacağı
ifade edilerek bir denge mekanizması oluşturulmuştur. Böylece
zamanaşımı müessesinin devre dışı kalması engellenmiş ve daha
önce açıklanan amaçların gerçekleşmesi amaçlanmıştır.
Önemle ifade etmek gerekir ki Kabahatler Kanunu’nda düzen-
lenen soruşturma zamanaşımının durmayacağı ve kesilemeyeceği
hükmü gözetildiğinde, zamanaşımı süresi başladıktan sonra kesin-
tisiz işleyecektir. Bu durumda Kabahatler Kanunu’nda TCK’nın 67.
maddesinin 4. fıkrasındaki gibi bir hükme zaten ihtiyaç duyulma-
yacaktır, zira durmayan ve kesilmeyen zamanaşımının, herhangi
bir sebeple uzatılması da mümkün olmayacaktır.
Bu kapsamda akıllara gelen soru; Danıştay’ın kararlarında bahsi
geçen zamanaşımı süresinin işletilmemesi ifadesinden, kesilmenin
mi yoksa durmanın mı anlaşılacağıdır. Keza TCK’nın 67. madde-
sinin 4. fıkrası kesilme hallerine ilişkin düzenlemeyi içermektedir.
Yukarıda ifade edildiği gibi Danıştay idari yargıda geçen süre zar-
fında, zamanaşımının işlemeyeceğini vurgulamış ve fakat “kesilme”
veya “durma” terimlerini kullanmamıştır. Dolayısıyla bu noktada
kaçınılmaz bir belirsizlik gündeme gelmektedir.
4054 sayılı Kanun’un mülga 19. maddesinin son fıkrasında,
Kurul kararları aleyhine yargı yoluna başvurulması halinde soruş-
turmaya ilişkin zamanaşımının kesileceği ifade edilmiş olup bu
mülga hüküm ile Danıştay’ın kastının da kesilme yönünde olduğu
çıkarımında bulunulabilecektir. Keza doktrinde bir görüşe göre za-
manaşımının durması ve kesilmesine ilişkin mantık özel hukukta
şekillenmiştir. Zamanaşımının kesilmesi, alacağının peşinde olan
ve alacağına ulaşmak isteyen alacaklıyı korumak için getirilmiş-
tir. Durma ise alacaklının fiili, ahlaki, hukuki sebeplerle alacağını
ileri sürmesine imkân bulamadığı durumların varlığı halinde hak
kaybına uğramaması için getirilmiştir. Özel hukukta şekillenen bu
mantık, devlet tarafından uygulanan yaptırımlara getirilen zamana-
şımı kurallarına da uygulanabilir. Bu yönde düşünüldüğünde, Re-
kabet Kurulu bir karar verdiğinde kabahat teşkil eden fiile yönelik
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 59

cezalandırma iradesini ortaya koymuştur. Bu karara karşı yargı


yoluna başvurulduğunda yargıda geçen sürelerde artık zamanaşı-
mının kesileceği düşünülebilecektir32.

3. TÜRK CEZA KANUNU İLE KABAHATLER KANUNU


ARASINDAKİ İLİŞKİ
3.1.TCK Hükümlerinin Kabahatler Kanunu’na
Uygulanabilirliği
Kabahatler Kanunu’nda TCK’ya doğrudan atıf yapan maddeler
vardır. Örneğin Kabahatler Kanunu’nun 5. ve 6. maddeleri uyarın-
ca TCK’nın zaman ve yer bakımından uygulamaya ilişkin hüküm-
leri kabahatler için de uygulanır. Ancak Kabahatler Kanunu’nda
düzenlenen soruşturma zamanaşımına ilişkin 20. maddede böyle
bir açık bir atıf söz konusu değildir. Yine Kabahatler Kanunu’nun
genel hükümlerindeki herhangi bir maddeden TCK’daki zamana-
şımına ilişkin hükümlerin kabahatlere uygulanabileceği anlamına
varmak mümkün olmamaktadır. Bu doğrultuda normların tarihsel
gelişimine göz atmak faydalı olabilir.
Eski TCK’nın 102. maddesi dava zamanaşımına ilişkin düzen-
lemeleri; 104. maddesi ise zamanaşımının kesilmesine ilişkin
hükümleri içermektedir33. Yürürlükteki TCK’da ise bu hükümler
sırasıyla 66. ve 67. maddelerde düzenlenmiştir34.Bu maddeler in-

32 ÖZDEMİR, Ayşe Nur, Rekabet Kurulu Kararlarında Zamanaşımının uygulanması,


Rekabet Dergisi, Cilt: 22 Sayı: 1, 2021, s. 89, (Rekabet).
33 765 sayılı TCK madde 102/6: “…Bundan evvelki bendlerde beyan olunan miktardan
aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesi ile ortadan kalkar.” … 765 sayılı
TCK madde 104: Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkûmiyet hükmü
yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznu-
nun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan ka-
rar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.
Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer
müruru zamanın kesen muameleler müteaddit ise müruru zaman bunların en so-
nuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman
müddetini 102’nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ila-
vesiyle baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.
34 5237 sayılı TCK Madde 67, Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi: …
2) Bir suçla ilgili olarak;
- Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya
sorguya çekilmesi,
- Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
60 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

celendiğinde görülmektedir ki Eski TCK’nın dava zamanaşımını


düzenleyen 104. maddesinin 6. fıkrası, kabahatler bakımından da
zamanaşımı düzenlemesi getirmiştir. Kabahatler Kanunu ile aynı
günde yürürlüğe giren TCK’nın 66. maddesinde ise, kabahatlere
ilişkin zamanaşımını düzenleyen herhangi bir hüküm yer alma-
maktadır. Bu durumun sebebi, kabahatlere ilişkin zamanaşımı hü-
kümlerinin bundan sonra, diğer bir genel kanun olan Kabahatler
Kanunu’nda düzenlenmesidir. Yine görüldüğü üzere, Eski TCK’nın
104. maddesi dava zamanaşımının kesilmesine ilişkin düzenleme-
leri ihtiva etmektedir. Maddenin son cümlesine göre kesilme halin-
de zamanaşımı süresinin 102. maddede düzenlenen sürelerin ya-
rısından fazla uzamayacağı ifade edilmiştir. Dikkat etmek gerekir
ki hüküm, 102. maddedeki 6 aylık zamanaşımına tabi kabahatleri
de kapsamaktadır.
Her iki kanuna ilişkin ilgili maddeler incelendiğinde kanaatimiz;
Eski TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde işlenen kabahatlere za-
manaşımının kesilmesi ve kesilme halinde zamanaşımının kanun-
da belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacağına ilişkin
düzenlemelerin uygulanabileceği, TCK’nın yürürlükte olduğu son-
raki dönemde işlenen kabahatler bakımından ise doğrudan TCK
üzerinden böyle bir çıkarımda bulunmanın mümkün olmadığı yö-
nündedir.
3.2. TCK’nın 67. Maddesinin 4. Fıkrası Soruşturma
Zamanaşımına Kıyas Yoluyla Uygulanabilir mi?
Yukarıdaki incelemeler kapsamında görülmektedir ki meri mev-
zuat ya da mahkeme kararları uyarınca Ceza Hukuku’na ilişkin
bir hükmün doğrudan kabahatlere uygulanması mümkün değil-
dir. Meğerki bu hükme ilişkin Kabahatler Kanunu’nda açık bir atıf
olsun. Bu sebeple aşağıda, TCK’nın 67. maddesinin 4. fıkrasının

- Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,


- Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi, halinde,
dava zamanaşımı kesilir.
3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava
zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi
son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.
4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda
belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 61

kıyasen kabahatlere ilişkin soruşturma zamanaşımına uygulanabi-


lirliği üzerine bir değerlendirme yapılacaktır.
Kıyas “(Analoji) yasalarda düzenlenen belli bir hukuki durum
ve ilişki için konulmuş hükümlerden yararlanarak o durum ve
ilişkiye benzeyen ve fakat yasalarda düzenlenmemiş bir durum
ve ilişkiyi çözümleme yöntemi” olarak tanımlanmıştır35.
Bilindiği üzere Ceza Hukuku’nun temel ilkelerinden biri, kanu-
nilik ilkesidir. Kanunilik ilkesi doktrinde; suçta ve cezada yasal-
lık olarak da ifade edilmektedir. Suçta ve cezada yasallık ilkesi-
nin zorunlu sonuçlarından biri, ceza kurallarının açık seçik, belirli
olması anlamına gelen belirlilik ilkesi iken, diğerleri kıyas yasağı
ve geçmişe uygulama yasağıdır36. Bu ilkelerin kabahatler bakımın-
dan da uygulanacağı, doktrin ve mahkeme kararları uyarınca ka-
bul edilmektedir37. Ceza Hukuku’na ilişkin hükümlerin kıyas ya da
yorum ile genişletilemeyeceği ilkesi, maddi Ceza Hukuku için ka-
bul edilmiş olup usul hukuku kuralları bakımından geçerli değil-
dir. Bu durumda öncelikle zamanaşımı kurumunun maddi huku-
ka mı yoksa usul hukukuna mı ilişkin olduğunun ortaya konması
gerekmektedir. Zira doktrinde bu konuda farklı görüşler bulun-
maktadır.
Zamanaşımının usul hukukuna ait bir kurum olduğunu kabul
eden yazarlar, aradan geçen zamanın devletin ceza verme yetkisi-
ni ortadan kaldırmadığı; ancak ceza kovuşturmasına ve cezanın
verilebilmesine engel olduğu düşüncesindedirler38. Buna göre za-
manaşımının olumsuz bir muhakeme şartı niteliğinde olduğu ileri
sürülmüştür39.
Zamanaşımı süresinin dolması halinde, mahkûmiyet veya be-
raat kararı yerine düşme kararı verilmelidir. Gerek önceki TCK
gerekse halihazırda yürükte bulunan TCK zamanaşımı kurumunu

35 YILMAZ E, Hukuk Sözlüğü, 9.Bası, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 685.


36 KARABULUT M, İdari Yaptırımların Hukuki Rejimi, Turhan Kitabevi, Ankara 2008,
s.113.
37 KANGAL, Kabahatler Hukuku, 2019 s.64.
38 DÖNMEZER Sulhi / ERMAN Sahir, Nazari ve Tatbikî Ceza Hukuku, C.III, İstanbul
2020, s.251; ÖNDER, Genel Hükümler, C. II-III, s. 775.
39 ÖNDER Ayhan Ceza Hukuku Genel Hükümler, C. II-III, İstanbul 1989, s. 775.
62 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kamu davasını düşüren sebepler arasında düzenlediğine göre, ka-


nunun da kurumun usul hukukuna ait olduğunu kabul ettiği so-
nucuna ulaşılabilir. Zamanaşımının 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nda (“CMK”) değil, ceza kanununda düzenlenmesi, bunun
bir maddi ceza hukukuna dair bir kurum olduğu sonucunu doğur-
maz. Zira usul hukukuna ait olup ceza kanunu içerisinde düzenle-
nen pek çok kurum bulunmaktadır40.
Zamanaşımının maddi ceza hukukuna ait bir kurum oldu-
ğunu kabul eden yazarlar kendi aralarında ikiye ayrılır. Bazı ya-
zarlar zamanaşımının suçun cezalandırılabilme niteliğini ortadan
kaldıran bir etkisi olduğunu ileri sürerken; diğerleri ise zamana-
şımının fiilin suç olma niteliğini ortadan kaldırmadığını, yalnızca
devletin ceza verme yetkisini ortadan kaldırdığını ileri sürmekte-
dirler. Her iki görüşe göre de zamanaşımı cezayı kaldıran bir se-
beptir ve yalnızca ceza kovuşturmasını değil, devletin ceza verme
yetkisini de ortadan kaldırmaktadır41.Bu görüşü kabul eden kimi
yazarlar, zamanaşımı süresinin dolması halinde artık dava açıla-
mayacağı, açılmış davalara devam edilemeyeceği ve hükmedilmiş
cezaların yerine getirilemeyeceği görüşündedirler42.
Kurumun maddi ceza hukukuna ait olduğunu ileri süren yazar-
lar hem dava hem de ceza zamanaşımının CMK’da değil, TCK’da
düzenlenmiş olmasını argüman olarak ileri sürmüşlerdir. Kanaati-
mizce her suç bakımından ayrı zamanaşımı öngörülmesi de zama-
naşımı müessesesinin, maddi ceza hukukuna ait olduğunu göste-
rebilecektir.
Yüksek mahkeme kararlarına bakıldığında zamanaşımının,
maddi hukuka ilişkin bir kurum olduğu kabul edilmekte olup, aksi
görüşü içerir bir karara rastlanmamıştır43. Bu sebeple değerlen-
dirmelerimize zamanaşımını, maddi hukuka ilişkin kabul ederek
devam edilecektir.

40 DÖNMEZER-ERMAN, s. 251; ÖNDER, s. 775; UZUN, Ceza Hukukunda Zamanaşımı


(Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul 1994, s. 19.
41 ÖNDER, s. 775.
42 İÇEL-AKINCI-ÖZGENÇ-SÖZÜER-MAHMUTOĞLU-ÜNVER, İçel Yaptırım Teorisi, 3.
Kitap, Beta Yayıncılık, İstanbul 2000, s.350.
43 Danıştay 13. Dairesi, T. 14.5.2013 E. 2010/3211 K. 2013/1351, T. 21.5.2013 E.
2011/860 K. 2013/1453, T. 1.4.2015 E. 2012/413 K. 2015/1320.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 63

Soruşturma zamanaşımının maddi hukuka ilişkin bir kurum


olduğunun kabulü, bizi kıyas yasağı kapsamında olacağı sonucu-
na götürebilir. Ancak kabahatler hukukundaki maddi hükümlere
yaptırım uygulanacak kişi lehine ise diğer kanunlardaki hükümle-
rin kıyasen uygulanabileceği, diğer bir değişle kabahatler hukuku
bakımından “lehe kıyas”ın mümkün olduğu doktrinde kabul edil-
mektedir44.
Yukarıda ifade edildiği üzere TCK’nın 67. maddesinin 4. fıkra-
sında kesilme halinde, zamanaşımı süresinin ilgili suça ilişkin ola-
rak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacağı
öngörülmüştür. Bu düzenleme, suç işleyen kişinin belirsiz bir süre
boyunca cezalandırma tehdidi altında kalmaması maksadıyla, za-
manaşımı kurumunun genel amaç ve mantığına uygun olarak geti-
rilmiştir. Suçların kabahatler ile yakın ilişkisi ise doktrin ve yargı
kararları üzerinden makalenin bütününde ortaya konmuştur.
Evleviyet metodu ile yapılan yorum da kıyasın bir türüdür. Be-
lirli olaylara hüküm getiren bir norm, hâkimin karşılaştığı ve hak-
kında hüküm bulunmayan bir olaya daha rahat bir şekilde uygula-
nabiliyorsa, evleviyet metodu ile yapılan bir kıyas söz konusudur45.
Suç teşkil eden fiilin kabahat teşkil eden fiile göre elbette daha ağır
bir haksızlık teşkil ettiği kabul edilebilecektir. Bu durumda hak-
sızlık muhteviyatı kabahatlere göre daha ağır olan suçlarda dahi
kesilen dava zamanaşımı bakımından bir üst sınır bulunduğu göz
önüne alındığında, böyle bir üst sınırın kabahatlere ilişkin soruş-
turma zamanaşımı bakımından evleviyetle bulunması gerektiği dü-
şünülmelidir.
Halihazırda Rekabet Kurulu kararlarına karşı yargı yoluna baş-
vurulduğunda, yargıda geçen sürede, zamanaşımı işlemez/kesilir.
Ancak bu kesilmenin belirsiz bir süre devam etmesi, yaptırım teh-
didi altındaki kişiler bakımından zamanaşımı hükümlerinin etki-
siz olmasına sebep olmaktadır. Danıştay’ın bu yaklaşımının altında
yatan saik belirsiz olmakla beraber, kanaatimizce kesilen zamana-
şımına bir üst sınır getirilmesi gerektiği elzemdir. Aksi halde orta-
ya çıkan belirsizlik, telafi edilemez ölçüde olacaktır.

44 KANGAL, s. 94; AKBULUT, s. 139 vd.


45 DEMİR A., Karşılaştırmalı Bir Yaklaşımla Kıyas, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 20-21, 2009, s. 175.
64 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Bu noktada Danıştay’ın 4054 sayılı Kanun özelinde uyguladığı


kıyas yorum metodu içeren bir kararına değinmek gerekir. An-
cak öncelikle kararın hukuki dayanağına yer verilmelidir. Rekabet
Kurulu, bir kabahate karşı uygulayacağı idari para cezasını tespit
ederken Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar
ile Hâkim Durumun Kötüye Kullanılması Halinde Verilecek Para
Cezalarına İlişkin Yönetmelik’in (“İdari Para Cezası Yönetmeliği”) 6.
maddesindeki46 ağırlaştırıcı unsurları dikkate alır. Bu ağırlaştırıcı
unsurlardan birisi de ihlalin tekerrürü olarak ifade edilmektedir.
İdari Para Cezası Yönetmeliği’nde; tekerrürü, idari para cezasını
arttıran bir hal olarak düzenlemiş, ancak başkaca bir açıklama-
ya yer vermemiştir. Genel kanun niteliğinde olan Kabahatler Ka-
nunu’nda da tekerrüre ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır.
Doktrinde, kabahatlere ilişkin bazı özel kanunlardan tekerrürün
unsurlarını çıkarmanın mümkün olduğu ifade edilmiştir. Bu du-
rumda tekerrürün unsurları “İlki kesinleşmiş birden fazla kaba-
hatin olması, ikinci kez kabahat nev’inden bir eylemin işlenmesi
ve ikinci kabahatin belirli bir süre sonra işlenmiş olması” olarak
ifade edilmektedir47.Çalışmamızın kapsamı dışına çıkmamak adı-
na sadece son unsura değinilecektir.
Rekabet Hukuku’nda tekerrür teşkil eden ikinci kabahatin, ilk
kabahate ilişkin verilmiş ihlal kararının kesinleşmesinden itibaren
belirli bir süre sonra işlenmesi gerekmektedir48. Ancak ne İdari
Para Cezası Yönetmeliği’nde ne 4054 sayılı Kanun’da ne de Kaba-
hatler Kanunu’nda tekrar etme süresine dair bir düzenleme bulun-

46 Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar ile Hâkim Durumun Kötüye
Kullanılması Halinde Verilecek Para Cezalarına İlişkin Yönetmelik, madde 6, Ağırlaştı-
rıcı unsurlar:
(1) Temel para cezası,
- İhlalin tekerrürü halinde, her bir tekrar için,
- Soruşturma kararının tebliğinden sonra kartele devam edilmesi halinde, yarısın-
dan bir katına kadar arttırılır.
(2) Temel para cezası,
- Kanunun 4’üncü veya 6’ncı maddeleri kapsamında ortaya çıkan rekabet sorunla-
rının giderilmesine yönelik olarak verilen taahhütlere uyulmaması halinde, yarısın-
dan bir katına kadar,
- İncelemeye yardımcı olunmaması halinde yarısına kadar,
- Diğer teşebbüslerin ihlale zorlanması gibi hallerde dörtte bire kadar, arttırılabilir.
47 KORKUT, Levent/ OTACI, Cengiz, Türk Kabahatler Hukuku, 2022 s.93
48 ASLAN Y., Rekabet Hukuku, 6. Bası, Ekin Yayınları, 2021, s. 1135.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 65

maktadır. Doktrinde, TCK’nın adli para cezalarına ilişkin tekerrür


süresi olan 3 yıllık sürenin uygulanması gerektiği ileri sürülmüş-
tür49. Bir diğer görüşe göre ise Kabahatler Kanunu 21. maddesinde
düzenlenen yerine getirme zamanaşımına ilişkin süreler uygulan-
malıdır50.
Danıştay ise incelemeye konu kararında51 kıyas yorum metodu-
nu kullanmak suretiyle şu değerlendirmeleri yapmıştır:
“Usul kurallarının uygulanmasında kıyasın mümkün olduğu-
na ilişkin genel hukuk ilkesi uyarınca, nispi para cezaları için
5326 sayılı Kanun’da öngörülen sekiz yıllık zamanaşımı süre-
sinin, rekabet hukukunda Yönetmelik uyarınca cezanın artırımı
için tekerrür kuralları uygulanırken de esas alınabileceği, böy-
lece teşebbüslerin tekerrür nedeniyle sınırsız bir süre cezanın
ağırlaştırılması tehdidi altında olmalarının önüne geçilebileceği
sonucuna ulaşıldığından, tekerrür sebebiyle cezanın ağırlaştırı-
labilmesi için, ihlâle konu eylemin başladığı tarihten sekiz yıl
geriye gidilerek bu süre içerisindeki ihlâl tespiti yapılmış olan
Kurul kararlarının tekerrüre esas alınması gerekmektedir.”
Söz konusu Danıştay kararı işbu çalışma bakımından iki hu-
susta önem arz etmektedir. İlk husus, Danıştay’ın kararda belirtti-
ği4054 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası uygulanacak kişinin
sınırsız bir süre cezanın ağırlaştırılması yani ceza tehdidi altında
bırakılmasından duyulan rahatsızlık olarak gösterilebilir. İkinci ve
daha önemli olan husus ise, Danıştay’ın halihazırda tekerrüre iliş-
kin düzenlemeler ihtiva eden TCK hükümlerinin varlığına rağmen,
ceza hukuku mevzuatını kıyasen uygulamaktan kaçınıp Kabahatler
Kanunu hükümlerini uygulamasıdır.

3.3. Yargının Konuya Yaklaşımı


3.3.1. Anayasa Mahkemesi’nin Yorumu
Çalışmamızı işbu kısmında Kabahatler Hukuku ve Ceza Huku-
ku arasındaki bağlantıya dair AYM kararları ele alınmakla birlikte
bu bağlamda AYM kararları üzerinden 4054 sayılı Kanun kapsa-

49 ASLAN Y., s. 1136.


50 KORKUT-OTACI, s. 94.
51 Danıştay 13. Dairesi, 11.12.2019 ve 2015/3353 E. 2019/4244.
66 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

mında yasaklanan fiillerin ceza hukuku ile bağlantısı, ceza huku-


kuna ilişkin mevzuatın kabahatler hukukuna uygulanabilirliği ir-
delenmiştir.
Kabahatler Kanunu’na ilişkin bazı hükümlerin Anayasa’ya aykı-
rılığının somut norm denetimi ile AYM’ye taşındığı2009 tarihli bir
kararda52kabahatler ile suçlar arasındaki ilişki şöyle açıklanmış-
tır53:
“Ceza hukukundaki gelişmelere koşut olarak, kimi yasal dü-
zenlemelerde basit nitelikte görülen suçlar hakkında idari yaptı-
rımlara yer verildiği görülmektedir. Kanunun, karşılığında idari
yaptırım uygulanmasını öngördüğü kabahatlerden bir kısmının
ceza hukuku kapsamında suç niteliği taşıdığı açıktır. Nitekim,
Kabahatler Kanunu’nun İkinci Kısmında ‘Çeşitli kabahatler’ baş-
lığı altında düzenlenen fiilleri, ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş
olan kabahatler oluşturmaktadır. Ayrıca, çeşitli yasalarda yer
alan ve yaptırımı hafif hapis ya da hafif para cezası veya her
ikisi olan fiiller, 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkında Kanun›un 7. maddesiyle idari para ce-
zasına dönüştürülmüşlerdir. Uygulanacak yaptırımın yasa ile
‘idari’ para cezasına dönüştürülmesinin bu tür yaptırım uy-
gulanacak eylemlerin gerçekte ceza hukuku alanına giren
suç olma özelliklerini etkilemeyeceği açıktır.”
Yine AYM’nin2006 tarihli bir başka kararında54 idari para cezası
gerektiren eylemlerin “suç “olma niteliği taşıdığı, “5326 sayılı Ka-
bahatler Kanunu’nun İkinci Kısmında “Çeşitli kabahatler” başlığı
altında düzenlenen fiilleri, ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk Ceza
Kanunu’nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan ka-
bahatler oluşturmaktadır. 5252 sayılı Yasa’nın 7. maddesiyle,
çeşitli yasalarda hafif hapis veya hafif para cezası olarak ön-

52 Anayasa Mahkemesi, T. 11.06.2009, E. 2007/115, K. 2009/80


53 Kararda, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2. maddesinin, 6.12.2006 günlü, 5560
sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinin, 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, 27. maddesine 5560 sayılı Yasa’nın
34. maddesiyle eklenen (8) numaralı fıkranın, Anayasa’nın 2., 5., 9., 125., 138., 140.,
142., 153., 155. ve 157. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüklerinin durdu-
rulması istenmektedir. Mahkemece anayasanın 38.maddesi de konuyla ilgili görülmüş
ve incelenmiştir.
54 Anayasa Mahkemesi, T. 01.03.2006 ve E. 2005/108, K. 2006/35
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 67

görülen yaptırımlar idari para cezasına dönüştürülmüştür. Yap-


tırımın adının yasa ile “idari” olarak değiştirilmesinin, bu
tür yaptırım uygulanacak eylemlerin gerçekte ceza hukuku
alanına giren suç olma özelliklerini etkilemeyeceği açıktır.
İfadeleriyle belirtilmiştir.
Görüldüğü üzere AYM, Eski TCK’da düzenlenen fiillerin daha
sonra Kabahatler Kanunu’nda düzenlenmesinin, bu fiillerin suç
olma özelliklerini etkilemeyeceği yönünde değerlendirme yapmıştır.
Eski TCK’da suçlar; cürümler ve kabahatler olarak ikiye ayrılmıştı.
AYM, bu durumu mer’i TCK döneminde de devam ettirmiştir.
İdari yaptırım sınıflandırılması konusunda Ulusoy, idari cezala-
rı “Regülatif Cezalar”, “Kabahat Cezaları” ve “Disiplin Cezaları” ol-
mak üzere üç başlığa ayırmaktadır. Kabahat cezaları Eski TCK’da
düzenlenirken daha sonra Kabahatler Kanunu’nun özel hüküm-
lerinde düzenlenen kabahatlerdir55. Yukarıda ifade edildiği üzere
Rekabet Kurulu tarafından verilen cezalar regülatif cezalar olup,
söz konusu Anayasa Mahkemesi Kararı’nda ceza olarak değerlen-
dirilen kabahat cezaları ile aynı nitelikte değildir. Keza Kurul’un
idari para cezasına bağladığı kabahatler başından beri 4054 sayılı
Kanun’da düzenlenmiştir. Kararda kabahatlerin suç özelliği; işle-
nen fiilin haksızlık boyutu ya da fiile bağlanan yaptırımın ağırlığı
gibi temeller üzerinden değil, eskiden ceza kanununda düzenlen-
mesi temeline dayandırılmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu
yaklaşımı, anayasal bir ölçütten uzak olduğu için eleştirilmiştir56.
Kanaatimizce, regülatif ceza gerektiren fillerin de suç özelliği taşı-
dığı söylenebilir. Hatta Kabahatler Kanunu’nun özel hükümlerinde
düzenlenen kabahat cezalarına göre regülatif cezalar çok daha ağır
yaptırımlar içerebildiğinden, Ceza Hukuku’nun getirdiği geniş ko-
rumaya daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere
yaptırımın ağırlığı, Anayasa Mahkemesi özelinde kabahatleri ceza
hukuku kapsamına alacak bir kriter olarak görülmemiştir. Anca
kaşağıda açıklandığı üzere İHAM, Anayasa Mahkemesi’nin aksine
bu kritere ayrı bir değer atfetmiştir.

55 ULUSOY, s. 8 vd.
56 SÖYLER Y., Kabahatler Kanununa İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı Üzerine Bir
Değerlendirme, s.162
68 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

3.3.2. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Yorumu


İHAM’ın, idari yaptırımlara ilişkin kült birçok kararı bulunmak-
la birlikte işbu araştırma kapsamında kararların tamamına doğru-
dan yer verilmeyip genel muhteviyatına ilişkin değerlendirmeler ile
yetinilecektir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki İnsan Hakları Avru-
pa Sözleşmesi’nde (“İHAS”), idari yaptırımlara ilişkin herhangi bir
düzenleme bulunmamaktadır57. Yani idari yaptırımlara karşı İHAS
hukuki bir güvence sağlanmamaktadır. Ancak İHAS’ın adil yargı-
lanma hakkını düzenleyen 6. maddesi cezai nitelikteki yargılama-
ları koruması altına almaktadır ve bu maddedeki “cezai nitelikteki
yargılama” ifadesi iç hukukta şeklen ceza olarak kabul edilen yargı-
lamaları değil, İHAM tarafından belirlenen maddi ölçütleri taşıyan
yargılamalardır58.Diğer bir deyişle, İHAM’a taraf ülkeler, bir yaptı-
rımı, ceza yerine başka bir başlık altında nitelendirse dahi İHAM
tarafından aşağıda ifade edilecek olan maddi ölçütler karşılanıyor-
sa, bu yaptırım ceza olarak kabul edilecek ve İHAS’ın koruması
kapsamına girecektir.
İHAM Engel/Hollanda Kararında59, bir yaptırımın ceza olarak
kabul edilmesi için üç kriterin dikkate alınacağını ifade etmiştir.
i)İlgili yaptırımın iç hukukta nasıl tanımlandığı; ii) fiilin gerçek ni-
teliği ve iii) fiile bağlanan yaptırımın ağırlığı. Bu unsurların sadece
bir tanesinin varlığı bu yaptırımın Has’ın korumasına alınması için
yeterli görülmüştür60.İHAM, daha sonra Jussille/Finlandiya kara-
rında61 bu üç kriterden ayrılarak, yaptırımın bastırıcı ve caydırıcı
amaç gütmesini, ceza olarak nitelendirilmesi için yeterli görmüş-
tür62.

57 ULUSOY, s. 37.
58 ÖZEN, s. 12.
59 İHAM, Engel ve diğerleri – Hollanda, 5100/71, 5101/71.5102/71, 5354,/72, 5370/72,
8.6.1976.(para. 82, 83)
60 Kararın ilgili yeri hakkında bkz; Guide on Article 6 - Right to a fair trial (criminal limb)
(Turkish) - 6. Madde Rehberi - Adil yargılanma hakkı (Ceza Hukuku Yönü), son gün-
celleme tarihi 30.04.2021, s.9.
61 Jussille v. Filand, Application No: 73053/01, 23 November 2006.
62 Ulusoy, s.38.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 69

Türk Rekabet Kurulu tarafından verilen idari para cezalarının,


ihlalin niteliği ve yaptırımın ağırlığı/caydırıcılığı göz önüne alındı-
ğında, İHAM ölçütleri kapsamında ceza olarak kabul edilebileceği
kanaatindeyiz. Nitekim Rekabet Kurulu da daha önce verdiği bir
kararında63 İHAM içtihadına atıf yapmak suretiyle şu değerlendir-
meyi yapmıştır:
“Ceza hukuku prensiplerinin rekabet hukukunda da geçerli
olması uluslararası hukukta da kabul edilmektedir. Nitekim
rekabet ihlallerine verilen idari para cezalarının ve idari sü-
reçlerin ceza hukuku ilkeleri çerçevesinde değerlendirilebile-
ceğine ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
tarafından alınan çeşitli kararlar bulunmaktadır. Örneğin
Menarini kararında AİHM, ihlalin niteliğini değerlendirirken
rekabet kurallarının normalde ceza hukuku kuralları tarafın-
dan korunan genel kamu menfaatlerini etkilediğini belirttik-
ten sonra, İtalyan rekabet otoritesi tarafından verilen idari
para cezasının bastırıcı, önleyici ve caydırıcı olduğunu tes-
pit etmiş ve adil yargılanmaya ilişkin AİHS m. 6’nın cezai bo-
yutunun olaya uygulanabileceğine hükmetmiştir. Bu tespitten
hareketle, ceza hukukunda geçerli olan temel ilkelerin reka-
bet hukuku alanında da geçerli olacağı ve olaylara uygulana-
bileceği sonucuna ulaşılmaktadır.”
Her ne kadar Rekabet Kurulu tarafından verilen idari para ce-
zalarının, İHAM ölçütleri uyarınca ceza niteliğinde olduğu kabul
edilse de salt bu tespitten yola çıkarak iç hukuktaki cezalara iliş-
kin mevzuat hükümlerinin Rekabet Kurulu tarafından verilen idari
para cezalarına uygulanabileceği sonucuna varılamayabilecektir.
İHAM’ın bu tespiti yapma amacı, iç hukukta her ne isimle anılırsa
anılsın, şayet getirilen maddi ölçütleri taşıyan bir yaptırım varsa,
bunu İHAS’ın 6. ve 13. maddelerinin korumasına almaktır64.

63 Rekabet Kurulu T. 26.08.2021, 21-40/595-290.


64 ULUSOY, s.39.
70 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

4. SORUŞTURMA ZAMANAŞIMININ HUKUKİ BELİRLİLİK


İLKESİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
Anayasa Mahkemesi’ne göre Hukuki belirlilik ilkesi; “…yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otorite-
lerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içerme-
sini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni, bireylerin,
gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem
ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını
belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek
düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması ön-
cesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede
öngörülebilir olması gereklidir”65.
Kanaatimizce, zamanaşımını düzenleyen hükümlerde salt zama-
naşımı süresinin belirtilmesi yeterli olmayıp, zamanaşımının baş-
langıç anı, zamanaşımını kesen/durduran hallerin neler olduğu ve
durma/kesilme hallerinin üst sınırları açıkça belirtilmelidir.
Örneğin 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 114. maddesinde dü-
zenlenen ve tarh zaman aşımının, takdir komisyonuna başvurul-
ması halinde duracağına ilişkin hüküm, durma süresinin ne kadar
olduğuna ilişkin bir üst süre belirlenmediği için hukuki belirlilik
ilkesine aykırı görülmüş ve iptal edilmiştir66.
“Zamanaşımı hükümlerindeki açıklık, sadece zamanaşımı
süresinin, başlangıç ve bitişinin yasada gösterilmesiyle
kendisini göstermez. Vergilemede hukuksal kararlılığın sağ-
lanması amacıyla getirilen zamanaşımını durduran neden-
lerle, durma süresinin ve duran zamanaşımının işlemeye
başlama tarihinin de açık, belirgin, somut ve öngörülebilir
olması, keyfiliğe izin vermemesi yasallık ve hukuk devleti
ilkesinin gereğidir. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural,
Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.”

65 Anayasa Mahkemesi, T. 22.03.2013 ve E. 2013/39, K. 2013/65


66 Anayasa Mahkemesi, T. 15.10.2009 ve E. 2006/124, K. 2009/149
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 71

AYM’nin zamanaşımı kurumuna aynı hassasiyetle yaklaşmadı-


ğı kararları67 da vardır.1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 40.
maddesine göre; “Bildirim dışı kalan bina ve arazinin vergi ve
cezalarında zamanaşımı, bu bina ve arazinin bildirim dışı bıra-
kıldığının idarece öğrenildiği tarihi takip eden yılın başından iti-
baren başlar. Söz konusu madde Anayasa’nın 2. maddesine aykırı
olduğu gerekçesi ile AYM önüne gitmiştir. İtiraz konusu hüküm ile
vergi ve cezalarında zamanaşımı vergiyi doğuran olaya değil, ida-
renin öğrenme tarihine bağlanmıştır. Dolayısıyla bina ve arazinin
bildirim dışı bırakıldığının idarece öğrenildiği tarihe kadar zama-
naşımı süresi işlemeyecek olup idarenin bildirim yapılmadığından
haberdar olduğu tarihi takip eden yılın başı itibarıyla zamanaşımı
işlemeye başlayacaktır68. Bu belirsiz ve ucu açık süre zamanaşımı-
nın amacını ve işlevini bertaraf etmekte vergi yükümlüsü üzerinde
sürekli bir vergi ve ceza tehdidi oluşturmaktadır69.Keza AYM ka-
rarında geçen şu ifadeler önem arz etmektedir. “Zamanaşımının
işlemesi için vergiyi doğuran olay yerine “öğrenme” tarihini esas
alan kural, idarenin öğrenmesi ile vergiyi doğuran olay arasındaki
süreci kapsayan tüm vergi alacağının geçmişe yönelik takip ve tah-
siline imkân vermektedir. Bu ise bildirimde bulunmayan mükel-
lefin idarenin öğreneceği tarihe kadar geçecek süreye ilişkin tüm
vergi ve cezalar yönünden vergi tehdidi altında kalması sonucunu
doğurmaktadır.”70
Mahkeme, bu durumun vergi yükümlüsü yönünden sürekli ce-
zalandırmaya yönelik bir tehdit olduğunu kararda kabul etmiştir.
Ancak bu durumun, bildirimde bulunma yükümlülüğü altında olan
mükellefin kasıt ve ihmalinden kaynaklı olduğu ve ortaya çıkan so-
nuca yine mükellefin katlanması gerektiği sonucuna varmıştır71.
Kanaatimizce, soruşturma zamanaşımının duracağı ya da kesi-
leceğine ilişkin olumlu ya da olumsuz bir hüküm içermeyen, bu
sebeple teori ve uygulamada farklı değerlendirmeler doğmasına

67 Anayasa Mahkemesi, T. 01.11.2017 ve E. 2016/43, K. 2017/146


68 AYM, Emlak Vergisinde Zamanaşımı Kararı, para. 7, 8.
69 AŞCI AKINICI, Nuray, Teoride ve Uygulamada Emlak Vergisi, 1.Bası, On İki Levha Ya-
yınları, İstanbul, 2022. s.311
70 AYM, Emlak Vergisinde Zamanaşımı Kararı, para. 22.
71 AŞCI AKINCI, s.310.
72 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

sebep olan Kabahatler Kanunu’nun soruşturma zamanaşımına


ilişkin hükmü, kişiler ve idare açısından hukuki belirlilik ilkesi-
nin sağladığı güvenceyi karşılayamamaktadır. Dahası, Danıştay’ın,
Kurul kararlarına karşı yargı yoluna başvurulduğunda zamanaşı-
mının işlememesinin hangi hukuki sebebe dayandırıldığı da ifade
edilmemiştir. Ancak ne olursa olsun kişiler açısından hukuki belir-
lilik ve öngörülebilirlik sağlayan zamanaşımı kurumunun hukuki
bir dayanak dahi olmaksızın işlevsiz bırakılmasının kabul edile-
mez olduğu kanaatindeyiz.

SONUÇ
Kabahatler için soruşturma zamanaşımının düzenlendiği Kaba-
hatler Kanunu’nun 20. maddesinde soruşturma zamanaşımının
kesileceği ya da duracağına yönelik herhangi bir düzenleme bulun-
mamakla birlikte doktrinde, soruşturma zamanaşımının kesilmesi
ya da durmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir.
Yargıtay, adli yargıda geçen sürelerde soruşturma zamanaşı-
mının kesilmeyeceğini ve durmayacağını, yargıda geçen sürede
soruşturma zamanaşımının dolması halinde idari para cezası ve-
rilmesine yer olmadığı yönünde karar verilmesi gerektiğini ifade
etmektedir.
Danıştay ise, en azından Rekabet Kurulu kararları bakımından,
idari yargıda geçen sürelerde soruşturma zamanaşımının işlemeye-
ceğini ifade etmekte ve gerekçe olarak da yerleşik Danıştay içtihat-
larını göstermektedir.
Kanaatimizce, Eski TCK’da ve mülga edilmeden önce özel ka-
nunlarda görece daha kısa sürelere (Eski TCK’da 6 ay) bağlanan
zamanaşımının, Kabahatler Kanunu’nda 3, 5, 8 yıl gibi daha uzun
sürelere çıkartılması kanun koyucunun zamanaşımının kesilme-
yeceği ve durmayacağı yönündeki iradesini ortaya koymaktadır.
Keza zamanaşımı süreleri durmadan ve kesilmeden işleyeceği için
süreler daha uzun tutulmak suretiyle yaptırım uygulayan devlet ve
yaptırım tehdidi altındaki kişiler arasında bir denge mekanizması
oluşturulmuştur. Bu sebeple Yargıtay’ın soruşturma zamanaşımı-
na yaklaşımının daha hukuki bir çözüm yolu olduğu söylenebilir.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 73

Diğer yandan Danıştay’ın idari yargıda geçen uzun süreleri dik-


kate alarak, Rekabet Kurulu’nun cezalandırma yetkisinin ortadan
kalmasını engellemek amacıyla böyle bir içtihat oluşturduğu da id-
dia edilebilecektir. Ancak bu düşünce, yaptırım tehdidi altındaki
kişiye yönelik ne kamu yararı ne de ölçülülük ilkesi ile açıklana-
bilecek bir hak kaybı doğurmaktadır. Devletin kurumlarının ağır
işlemesinin sonuçlarına kişiler katlanmamalıdır.
Soruşturma zamanaşımının idari yargıda işlemeye devam etme-
si ve bu işleme süresine TCK’nın 67.maddesinin 4. fıkrasındaki
gibi bir üst sınır getirilmemesi kabahati işlediği iddia edilen kişi
bakımından hukuki belirsizlik ve sonsuz bir yaptırım tehdidi do-
ğurmaktadır. TCK’nın 67. maddesinin 4. fıkrasındaki güvencenin,
diğer bir deyişle yargıda geçen sürede dava zamanaşımının en fazla
kanunda suça ilişkin belirlenen dava zamanaşımı süresinin yarısı
kadar kesilebileceğine ilişkin hükmün, soruşturma zamanaşımına
uygulanmasını sağlayan açık bir kanun hükmü ya da yargı kararı-
na rastlanılmamıştır. Kanaatimizce eğer soruşturma zamanaşımı-
nın kesileceği yönünde bir görüş kabul edilirse ki yasal dayanağı
yoktur, bu hükmün lehe kıyas yolu ile zamanaşımı süresinin yarısı
kadar uzayabileceği ve bu üst limit ile sınırlanması gereğinin soruş-
turma zamanaşımına da uygulanması gerekmektedir.
Sonuç olarak Kabahatler Kanunu’nun 20. maddesinde düzenle-
nen soruşturma zamanaşımı başlıklı hüküm, soruşturma zamana-
şımının kesilmesi ya da durması yönünden olumlu ya da olumsuz
herhangi bir düzenleme içermemesinden dolayı belirsizlik yarat-
makta ve bu suretle gerek adli gerekse de idari yargı mercilerinin
tutarsız kararlar vermesine neden olmaktadır. Bu durum ise hem
idare hem de idareye kıyasla daha zayıf statüde bulunan kişiler
bakımından hukuk devletinin güvence ölçütlerinden olan belirlilik
ilkesine gölge düşürmektedir. Bununla birlikte 4054 sayılı kanun-
da zamanaşımı başlığı altında zamanaşımın kesilmesini de düzen-
leyen 19. Madde hükmü yürürlükten kaldırıldığına ve Kabahatler
kanununun zamanaşımının kesilmesini düzenlemeyen hükmünün
Rekabet Kurulu soruşturmalarında da uygulanması söz konusu ol-
duğuna göre artık bu hükümlerdeki zamanaşımı sürelerinin kesin
olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Böylece, teşebbüsler açı-
sından yasal belirlilik ve güvenlik ilkesinin kanunun öngördüğü ve
74 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

genel ilkelere de uygun olarak tecelli etmesi söz konusu olabilecek-


tir. Devletin kurumlarının özellikle mahkemelerin ağır işlemesinin
sorumluluğunun teşebbüslere yüklenebilmesi için kanunda zama-
naşımının kesilmesine yönelik düzenleme olması gerekir. Böyle bir
düzenleme var iken yürürlükten kaldırılmış olduğuna göre artık
Rekabet Kanuna aykırı fiillerin soruşturma zamanaşımı süresinin
Rekabet Kurulu kararlarının iptali için yargı süreci boyunca işle-
meye devam edeceğinin ve kesilmeyeceğinin kabul edilmesi gerekir.

KAYNAKÇA

AKBULUT, Berrin, Türk Ceza Hukuku Temel Bilgiler, 2.Bası, Seçkin


Yayıncılık, Ankara 2020.
AKBULUT, Berrin, Kabahatler Hukuku, 1.Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2022,
(Kabahatler).
ARTUK, M. Emin/ GÖKÇEN, Ahmet/ YENİDÜNYA, A. Caner, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, 9.Bası, Adalet Yayınları, Ankara 2015.
ASLAN Yılmaz., Rekabet Hukuku, 6. Bası, Ekin Yayınları, Bursa 2021.
AŞÇI AKINICI, Nuray, Teoride ve Uygulamada Emlak Vergisi, 1.Bası, On İki
Levha Yayınları, İstanbul, 2022.
DEMİR A., Karşılaştırmalı Bir Yaklaşımla Kıyas, Dicle Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 20-21, 2009.
DÖNMEZER Sulhi / ERMAN Sahir, Nazari ve Tatbikî Ceza Hukuku, C.III,
İstanbul 2020.
EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9.Bası, Beta Yayınları,
İstanbul, 2006.
İÇEL-AKINCI-ÖZGENÇ-SÖZÜER-MAHMUTOĞLU-ÜNVER, İçel Yaptırım
Teorisi, 3. Kitap, Beta Yayıncılık, İstanbul 2000.
KANGAL, Zeynel T. , Kabahatler Hukuku, 2. Bası, On İki Levha Yayıncılık,
İstanbul, 2019.
KARABULUT M., İdari Yaptırımların Hukuki Rejimi, Turhan Kitabevi, Ankara
2008.
KORKUT, Levent / OTACI, Cengiz, Türk Kabahatler Hukuku, 4.Bası, Seçkin
Yayıncılık, Ankara, 2022.
NOMER, Haluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 10. Bası, Beta Yayınları,
İstanbul, 2011.
ÖNDER Ayhan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, C. II-III, İstanbul 1989.
ÖZAY, İl Han, İdari Yaptırımlar,1985.
ÖZBEK, Veli Özer/ KANBUR, M. Nihat/ DOĞAN, Koray/ BACAKSIZ, Pınar/
TEPE, İlker, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Bası, Seçkin Yayıncılık,
Ankara 2011.
Soruşturma Zamanaşımına Etkisi • Av. M. ALABAŞ - Av. M. ŞENTÜRK 75

ÖZDEMİR, Ayşe Nur, İdari Yaptırımlarda Zamanaşımı, Yüksek Lisans Tezi,


Ankara Üniversitesi, SBE, Ankara 2021.
ÖZDEMİR, Ayşe Nur, Rekabet Kurulu Kararlarında Zamanaşımının
uygulanması, Rekabet Dergisi, Cilt: 22 Sayı: 1, 2021, (Rekabet).
ÖZEN, Mustafa, İdari Ceza Hukuku, 1.Bası, Adalet Yayınevi, Ankara 2013.
SABAN, Nihal, Vergi Hukuku, 8. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2016.
SÖYLER Y., Kabahatler Kanununa İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı Üzerine
Bir Değerlendirme, Yasama Dergisi, Sayı: 12, 2009.
TUTUMLU, Mehmet Akif, Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve
Uygulaması, 3.Bası, Seçkin Yayınları Ankara, 2007.
ULUSOY, Ali D., İdari Yaptırımlar, 1. Bası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul,
2013.
UZUN, Ali, Ceza Hukukunda Zamanaşımı (Yayınlanmamış Doktora Tezi),
İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul 1994.
YALÇIN, İsmail, Tüm yönleriyle Kabahatler Hukuku, 1.Bası, Seçkin Yayınları,
Ankara, 2007.
YILMAZ Ejder, Hukuk Sözlüğü, 9.Bası, Yetkin Yayınları, Ankara 2005.
76

İŞ YARGILAMASINDA BELİRSİZ
ALACAK DAVASI

Stj. Av. Derya ARSLAN1

1. GİRİŞ
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’yla yeni bir dava türü
olarak hukukumuza giren belirsiz alacak davası beraberinde bir-
çok tartışmayı da getirmiştir. Bu tartışmaların en sık görüldüğü
alanlardan biri şüphesiz iş hukukudur. Belirsiz alacak davasının
sağladığı avantajlardan yararlanmak için işçi alacaklarının konu
edildiği davalar belirsiz alacak davası olarak açılmaya başlanmış-
tır. Böylece davacı yüksek yargılama gideri ödeme ya da alacağın-
dan daha azına kavuşma risklerinden2 kurtulmuş şekilde alacağı-
nı talep edebilmektedir. Ancak istisnai bir dava türü olan belirsiz
alacak davasının iş yargılamasında sıkça başvurulan bir dava türü
haline gelmesi, uygulamacılar, öğreti görüşleri ve Yargıtay’ın fark-
lı uygulamaları nedeniyle belirsiz alacak davasının iş hukukunda
uygulanması karmaşık bir hale gelmiştir. Bu bağlamda içtihatların
birleştirilmesi gündeme gelmiş, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Bü-
yük Genel Kurulunca3 yapılan değerlendirme ile içtihadı birleştir-
meye gerek olmadığı kararı verilmiştir.

2. BELİRSİZ ALACAK DAVASINA KONU OLMA BAKIMINDAN


FESHE BAĞLI OLMAYAN İŞÇİLİK ALACAKLARI
2.1. Ücret
2.1.1. Ücret Alacağı
Ücret, hem İş Kanunu madde 32’de hem de Türk Borçlar Kanu-
nu’nu madde 401’de düzenlenmiştir. Ücret, işçinin iş görme edimi-

1 Stj. Av., Kırıkkale Barosu. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk
Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi.
2 Karamercan, İnci, “Yargıtay İçtihatları Işığında İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Dava-
sı”, DEÜHFD, Prof. Dr. Şeref ERTAŞ’ a Armağan, C. 19, Özel Sayı-2017, s. 2507-2550,
s.2509.
3 YİBBGK., E.2016/6 K.2017/5, K.T.15.12.2017 (Sinerji E.T. 13.01.2022).
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 77

ne karşılık işverenin işçiye ödediği para olarak tanımlanmıştır (İş.


K. md32/1). Kural olarak iş veren tarafından, yapılan işe karşılık
olarak para ile ödenen ücret asıl ücret olarak adlandırılır.4 Asıl üc-
ret, diğer isimleriyle çıplak ücret, dar anlamda ücret, temel ücret,
kök ücret, ücretin işçiye verilen diğer tüm yardım ve ödemelerden
arındırılmış hali ifade eder.5 İş verenin işçinin emeği karşılığı olma-
yan, sosyal ve ekonomik olarak işçiye destek olmak amacıyla yaptı-
ğı bazı ödemeler vardır. İşte işverence yapılan bu ödemelere sosyal
ücret denir ve asıl ücretin aksine para olarak ödenmesi zorunlu
değildir.6 Bu bağlamda işçiye ödenen asıl ücrete ek olarak, taraflar
arasında sözleşmeyle kararlaştırılan ya da toplu iş sözleşmesiyle
kavuşulan yahut kanundan doğan çeşitli menfaatlerin de ödenme-
siyle ortaya çıkan ücrete de geniş anlamda ücret denilmektedir7 .
Uyuşmazlık konusunun ücret alacağı olduğu bir dava, belirsiz
alacak davası olarak açılabilir mi sorusunun cevaplanması için
belirsiz alacak davasının koşullarının oluşup oluşmadığı tespit
edilmelidir. Öğretide bir görüşe göre8 işçi, aldığı ücreti, genel tatil
günlerinde çalışıp çalışmadığı gibi bilgileri bilebilecek ve alacağını
bu bağlamda hesap edebilecek durumdaysa, ücret alacağı için be-
lirsiz alacak davası açılmasında gerekli olan şartlardan, alacağın
belirlenemiyor olması şartını taşımadığı için belirsiz alacak davası
açmasında hukuki yarar yoktur. Bizim de katıldığımız bir diğer gö-
rüş ise9 ülkemizdeki kayıt dışı istihdamın fazla olması, bordrodaki
ücretle işçiye ödenen gerçek ücretin farklı olması gibi gerekçelerle,
işçiye verilen ücretin kayıtlarının tutulduğu ve işçiyle paylaşıldığı,
başka bir deyişle işçinin ücretini tam ve kesin olarak hesaplaya-
bilmesi için gerekli tüm bilgi ve belgelere sahip olduğu durumlar
istisna olmak üzere, işçinin alacağını tam ve kesin olarak hesapla-

4 Sümer, Haluk Hadi, İş Hukuku, Ankara 2019, s.77.


5 Sümer, s.77; Akyiğit, Ercan, Bireysel İş Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2021, s.198.
6 Sümer, s.77; Akyiğit, s.198.
7 Senyen Kaplan, Emine Tuncay, Bireyse İş Hukuku, Ankara 2019, 169; Sümer, s.77;
Akyiğit, s.210.
8 Pekcanıtez, Hakan, “Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması”, Dokuz
Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 15, Özel S., 2013, s.933-968, s. 949.
9 Bilgili, Abbas, İş Yargısında Belirsiz Alacak Davası, Adana 2016, s.77.
78 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

yamaması, ücret alacağı için belirsiz alacak davasının açılmasına


imkan verdiğini savunur.
Ücret alacağının belirsiz alacak davasına konu olması bakımın-
dan Yargıtay uygulamaları incelendiğinde, somut olayın özellikleri-
ne vurgu yapılarak birbirinden farklı kararların verildiği görülmek-
tedir. Yargıtay bir Hukuk Genel Kurulu Kararı’nda10 işçinin somut
olayda çalışma süresini, aldığı ücreti belirleyebilecek durumda ol-
duğu gerekçesiyle ücret alacağı için belirsiz alacak davasının şart-
larını taşımadığına hükmedilmiştir. Bir diğer Hukuk Genel kurul
Kararı’nda11ise işverenin İş K. md.8/3’teki yükümlülüğüne aykırı
davrandığı, işçiye ücretinin ne kadar olduğunu gösterir belgeyi ver-
mediği gerekçesiyle alacağın belirli olmasının söz konusu olmadığı,
belirsiz alacak davasının şartlarının oluştuğu hüküm altına alın-
mıştır.

2.1.2. Fazla Çalışma Ücreti ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücreti


Çalışma süresi İş K. md.63’te haftada en fazla kırk beş saat
olarak düzenlenmiştir ve taraflar aksini kararlaştırmamışlarsa,
günlük çalışma süresi kırk beş saatin çalışılan günlere eşit olarak
bölünmesiyle hesaplanır. Fazla çalışma İş Kanunu’nda, belirtilen
koşullar çerçevesinde haftalık kırk beş saati aşan çalışmalar olarak
(İş K. md.41/1), Türk Borçlar Kanunu’nda ilgili kanunlarda belir-
lenen normal çalışma süresinin üzerinde ve işçinin rızasıyla yapı-
lan çalışma olarak tanımlanmıştır (TBK md.398/1). Bu bağlamda
işçinin, haftanın bir gününde günlük çalışma süresinin üzerinde
çalışması, çalışma süresi haftalık kırk beş saati aşmadığı takdirde
fazla çalışma olarak adlandırılamaz.12
Fazla sürelerle çalışma, haftalık çalışma süresinin kırk beş saa-
tin altında belirlendiği sözleşmelerde, fazla çalışma esaslarına da-
yalı olarak, sözleşmede belirlenen süreden fazla ve haftalık kırk
beş saati aşmayan çalışmaları tanımlar (İş K. md.41/3).

10 YHGK., E.2016/1548, K. 2019/865, K.T.04.07.2019 (Sinerji E.T.15.01.2022).


11 YHGK., E.2016/2368, K. 2019/878, K.T.17.09.2019 (Sinerji E.T.15.01.2022).
12 Sümer, s. 144.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 79

Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma alacaklarında belirsiz


alacak davasının açılıp açılamayacağı öğretide tartışmalıdır. Bizim
de katıldığımız bir görüş13 fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma
ücreti alacakları için belirsiz alacak davası açılabileceğini savun-
maktadır. Çünkü hem fazla çalışma hem de fazla sürelerle çalışma
yapan işçilerin alacakları miktarı belirlemek için yalnızca güncel
ücret bilgilerinin bilinmesi yetmeyecek, geçmiş yıllardaki ücretinin
de bilinmesi gerekecek, özellikle puantaj kayıtlarının işveren ta-
rafından düzgün tutulmadığı ve işçiyle paylaşılmadığı durumlarda
işçi, alacağını tam olarak hesaplayabilecek durumda olmadığı için
belirsiz alacak davası açabilecektir. Ayrıca işverenin kayıtları dü-
zenli tutmaması halinde işçi fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma
yaptığını tanıkla ispat yoluna gidecek ve alacağın belge deliline değil
de tanık deliline göre hesaplanması sonucunda alacak miktarının
fazla çıktığı durumlarda, (örneğin işçinin her tatil gününde çalış-
mış olduğu iddiası) bunun hayatın olağan akışına uygun olmadığı
gerekçesiyle Yargıtay’ın yerleşik uygulaması olan hakkaniyet indi-
rimi gündeme gelecektir ve hakkaniyet indiriminin söz konusu ol-
duğu alacaklar belirsiz alacak olarak kabul edildiği için belirsiz
alacak davası açılabilecektir14.
Diğer bir görüş15 ise işçi çalıştığı süreyi, aldığı ücreti ve yaptığı
fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışmayı bilebilecek durumdadır.
Bu nedenle alacağın belirsizliğinden bahsedilemez. Ancak işçi uzun
süre çalışmışsa ve geçmişe dönük fazla çalışma veya fazla sürelerle
çalışma yaptığı süreleri ve o zamanki ücretinin tespit edilmesi için
işverenin tuttuğu kayıtların incelenmesi gerekiyorsa belirsiz alacak
davasının açılabileceği kabul edilmiştir.

13 Alp, Mustafa/ Çelebi, Duygu, “İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası”, İÜHFM, Prof.
Dr. Fevzi Şahlanan’ a Armağan, C. LXXIV, Özel Sayı, İstanbul 2016, s.108.
14 Bilgili, Abbas, “İş Yargısında Belirsiz Alacak Davası”, Çukurova Üniversitesi Hukuk Fa-
kültesi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Aralık 2014, s. 77-114, s.107; YHGK., E. 2020 / 13, K.
2021 / 431 K.T. 06.04.2021; Y22HD., E. 2017/14297, K.2018/20346, K.T. 27/09/2018;
YİBGK., E. 2016 / 6, K. 2017 / 5, K.T. 15.12.2017 (Sinerji E.T.11.01.2022)
15 Pekcanıtez, s.44; Erkoçkar, Tolga, Belirsiz Alacak Davası ve İşçilik Alacaklarında Uy-
gulanabilirliği Ankara 2021 s.96.
80 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

2.2. Ücret Ekleri

Ücret ekleri, işçiye kanun ya da sözleşmeyle, asıl ücret dışında


çeşitli isim ve nedenlerle sağlanan menfaatler olarak tanımlanabi-
lir16. Hukukumuzda işçiye sağlanan ek menfaatler öğretide ek ücret
olarak kabul edilmekte ve geniş anlamda ücrete dahil edilmekte-
dir17.Aşağıda en çok karşılaşılan ücret ekleri ve bunların belirsiz
alacak davasına konu olup olamayacakları incelenecektir.

2.2.1. Prim

Prim, işverenin çalışmasından memnuniyet duyduğu, işinde ba-


şarılı işçiyi motive etmek amacıyla ödediği ek ödeme olarak tanım-
lanır.18 Prim, işveren tarafından verilebileceği gibi iş sözleşmesiyle
kararlaştırılmış ya da toplu iş sözleşmesiyle belirlenmiş olabilir.
Burada belirtmek gerekir ki işveren tarafından verilen prim, iş yeri
uygulaması haline gelmişse işveren bu uygulamayı tek taraflı ola-
rak kaldıramaz.

Prim ödemelerinin varlığı, miktarı işçi tarafından ispat edilme-


liyken primin ödendiği işveren tarafından ispat edilmelidir. Yargı-
tay uygulamalarında da prim alacaklarının belirsiz alacak dava-
sına konu olabileceği görülmektedir.19 Belirtmeliyiz ki, işverenin
tutması gereken kayıtları tuttuğu ve işçiyle paylaştığı, primin toplu
iş sözleşmesi ile belirdiği hallerde belirsizlikten bahsedilemeyeceği
için belirsiz alacak davası açılamayacaktır20.

16 Sümer, s.77; Senyen Kaplan s.180.


17 Sümer, s. 77; Doğan, Sevil, “İş Hukukunda İş Yeri Uygulaması Olarak İkramiye”, İS-
GHD C.17 S.67 Y.2020 s.1013-1042, s.1015.
18 Sümer, s.78; Senyen Kaplan, s.181; Kayık Aydınalp, Aslıhan, İş Hukukunda Prim,
TAAD, Yıl:9, Sayı:36 (Ekim 2018) s.56.
19 Y9HD., E. 2021 / 12494, K. 2021 / 16689, K.T.20.12.2021; Y9HD., E. 2009/8001, K.
2011/12171, K.T.21.04.2011 (Sinerji E.T. 24.01.2022).
20 Yakar, Habibe, “Belirsiz Alacak Davasının İş Yargılamasında Uygulanması”, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2019, s.110 (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), s.97.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 81

2.2.2. Kârdan Pay


İşveren, işçiye asıl ücretin yanında kârdan pay verebilir (TBK.
md.403/1). İşçilerin iş yerine olan bağlılığını arttırmak, iş yerin-
deki verimini arttırmak amacıyla21 verilen kâr payı, o iş yerinde
çalışan tüm işçilere verilebileceği gibi örneğin yalnızca satış birimi
ya da yalnızca üretim birimindeki işçilere verileceği kararlaştırıla-
bilir. Verilen kâr payı, işçinin işçi statüsünü değiştirmeyecek, işçiyi
ortak konumuna getirmeyecektir.22 Verilen kâr, işverenin kara-
rıyla işçiye sağlanan ek bir menfaattir. Öğretide taraflar arasında,
asgari ücretin altında kalmaması koşuluyla kârdan payın asıl ücret
olarak kararlaştırılabileceği görüşü23 olsa da bir diğer görüşe göre24
ise işçinin ücreti kârdan alacağı pay olarak belirlenemez.
Kârdan pay alacağı bakımından yaşanacak uyuşmazlıkta işvere-
nin tuttuğu defterlerin incelenmesi gerekecektir (TBK md.403/2).
Bu bağlamda işçi kârdan pay alacağını tam ve kesin olarak belir-
leyemeyeceği için belirsiz alacak davası açabilecektir. Yargıtay’ın
verdiği kararlar da bu yöndedir.25

2.3. Ulusal Bayram ve Genel Tatil Ücreti (UBGT Ücreti)


Ulusal bayram ve genel tatiller 2429 Sayılı Ulusal Bayram ve
Genel Tatiller Hakkında Kanunla düzenlenmiştir. Ulusal Bayram,
Kanunun birinci maddesinde açıkça belirtildiği üzere 1923 sene-
sinde Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim günüdür. 28 Ekim saat
13.00’te başlayan Bayram 29 Ekim günü devam eder. Genel tatil
ise kanunun ikinci maddesinde düzenlenmiştir.
İş K. md.44’te açıkça belirtildiği gibi, UBGT günlerinde işçinin
çalışması iş sözleşmesinde ya da toplu iş sözleşmesinde hüküm
bulunmasına bağlıdır. Şayet sözleşmelerde hüküm yoksa işçi an-
cak bu çalışmaya onay verirse UBGT günlerinde çalışabilir. UBGT
ücret hesabı asıl (çıplak) ücret üzerinden yapılır26.

21 Senyen Kaplan, s.181.


22 Sümer, s.79.
23 Süzek, Sarper, İş Hukuku, İstanbul 2020, s.358.
24 Sümer, s.79.
25 Y9HD., E. 2016/17867, K. 2016/22085, K.T.13.12.2016 (Sinerji E.T.24.01.2022).
26 Senyen Kaplan, s.401.
82 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

İşçinin UBGT ücret alacağı için belirsiz alacak davası açıp aça-
maması konusu gündeme geldiğinde, işçinin UBGT günlerini bildi-
ği, bu günlerde çalışıp çalışmadığını bilebilecek durumda olduğu
söylenebilir ancak unutulmamalıdır ki işçi, çalıştığı gün sayısını
bilse de hak kazandığı ücretin hesaplayabilmesi için o anki ücre-
tini de bilmesi gerekir. Bu bağlamda, işveren tarafından tutulup
işçiyle de paylaşılması zorunlu olan gerçeğe uygun kayıtların işçiye
verilmediği durumlarda, işçi alacağını tanık deliliyle ispatlama yo-
luna gidecek, bu halde de Yargıtay’ın yerleşik uygulaması olan hak-
kaniyet indirimi gündeme gelecektir. Tüm bu sebeplerle bu halde
UBGT ücreti için belirsiz alacak davası açılabilmelidir.

2.4. Hafta Tatili


Hafta tatili, işçinin İş Kanunu kapsamına giren iş yerlerinde İş
K. md.63’te belirtilen iş günlerde çalışmaları şartıyla, yedi günlük
süre içerisinde, kesintisiz yirmi dört saat olmak üzere verilen din-
lenme olarak tanımlanır (İş K. md.46/1). Hafta tatili adı altında
parçalar halinde verilen süre, hafta tatili olarak nitelendirilemez27.
İş K. md.46/3,4’te belirtilen, fiili çalışmanın yapılmadığı süreler de
işçinin hafta tatili hakkı kazanması için gereken sürenin hesabına
katılır.
Hafta tatili kural olarak Pazar günüdür (Ulusal Bayram ve Ge-
nel Tatiller Hakkında Kanun md.3/A, TBK md.421) fakat taraflar
pazar günü dışında herhangi bir günü de hafta tatili olarak belirle-
yebilirler28.
İşçinin, hafta tatili ücreti alacağı için belirsiz alacak davası açı-
labileceği öğretide savunulmaktadır. Fazla çalışma süresinin be-
lirlenmesi bakımından benzer olan hafta tatili ücreti için de fazla
çalışma süresinin hesaplanması sürecinde yaşanan problemler or-
taya çıkmaktadır. İşçinin özellikle uzun süre çalıştığı bir iş yerinde
geriye dönük hafta tatili ücreti söz konusu olduğunda, işçi çalış-

27 Akyiğit, s.424; Y9HD., E.2021/ 7386, K. 2021/ 11845, K.T. 15.09.2021 (Sinerji
E.T.25.01.2022)
28 Akyiğit, s.424.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 83

tığı hafta tatilini ve o zamanki asıl ücretini her zaman bilebilecek


durumda değildir. İşveren usulüne uygun tuttuğu belgeleri işçiyle
paylaşmadığı takdirde, işçi bu bilgileri kendi çabasıyla kayıt altına
almış olsa bile bu bilgiler yazılı delil niteliği taşımadığı için hak-
kaniyet indirimi yapılacak, bu nedenle de hafta tatili alacağı için
belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmektedir29. Unutul-
mamalıdır ki, iş verence kayıtların usulüne uygun tutulduğu ve bu
kayıtların işçiyle de paylaşıldığı durumlarda, karar yazılı delillere
dayanılarak verildiğinden, takdiri indirim yapılmasına gerek yok-
tur. Bu nedenle de alacak belirsiz olmadığı için hafta tatili ücreti
alacağı belirsiz alacak davasına konu olamayacaktır30. Öğretide,
işverenin zamanaşımı def’ini ileri sürüp sürmeyeceği bilinmediği
için, zamanaşımı süresi olan beş yıllık alacaktan daha fazlasının
talep edildiği durumlarda alacağın belirsiz hale geldiği ve bu gerek-
çeyle belirsiz alacak davasının açılabileceğini bir görüş31 bulunsa
da bize göre bu mümkün değildir. Çünkü, işveren tarafın zama-
naşımı def’inde bulunması alacağı belirsiz hale getiren bir durum
değildir.
Yargıtay uygulaması açısından bakıldığında da ispat yükü bakı-
mından fazla çalışma ile paralellik gösteren hafta tatilinde de ça-
lıştığının ispat yükü işçide, hafta tatili ücretinin ödendiğinin ispat
yükü ise işverendedir32. Yazılı delillerle ispatlanamayan hafta tati-
li çalışması, takdiri delillerle ispat yoluna gidildiğinde Yargıtay’ın
hakkaniyet indirimi uygulaması gündeme gelecek, hâkimin yapa-
cağı takdiri indirimin ne kadar olacağı yargılamanın başında bilin-
mesi mümkün olmadığı için de alacak belirsiz kabul edilecektir33.

29 Yakar, s.110; Karakimseli, Ayşe, “İşçi Alacakları Bakımından Belirsiz Alacak Davası
Uygulaması “ERÜHFD, C. XI, S. 1, s.216.
30 Y9HD., E. 2019/7414, K.2019/20003, K.T.14.11.2019 (Sinerji E.T.27.01.2022).
31 Çil, Şahin/ Kar, Bektaş, İş Yargısında Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava, Ankara
2012, s.119.
32 Kılıçoğlu, Mustafa, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa Uyarlı İş Yargılama
Usulü, İstanbul 2011 s.219; YHGK., E.2016/1924, K.2018/1826 K.T.04.12.2018 (Si-
nerji E.T.27.01.2022).
33 YHGK., E. 2015/907, K. 2018/23, K.T.17.01.2018 (Sinerji E.T.27.01.2022).
84 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

3. BELİRSİZ ALACAK DAVASINA KONU OLMA BAKIMINDAN


FESHE BAĞLI İŞÇİLİK ALACAKLARI
3.1.Yıllık İzin Ücreti
Yıllık ücretli izin hakkı Anayasa ile güvence altına alınmış temel
haklardan biridir (AY. Md.50). İşçilerin maddi kaygı gütmeden din-
lenebilmesi için verilen ücretli izin, işçinin sosyal hayatını olumlu
yönde etkilediği, iş yerine dinlenmiş olarak döneceği için iş verimi-
ni arttıracağı göz önünde bulundurulduğunda hem toplum hem de
işveren açısından da büyük önem taşımaktadır34.
İşçinin kullanmadığı yıllık izinlere ait ücretinin belirsiz alacak
davasına konu olup olamayacağı öğretide tartışmalıdır. Bir görüş35
işçinin çalıştığı günler ve ücret bakımından tartışmanın varlığı ha-
linde belirsiz alacak davasının açılabileceğini savunurken bir diğer
görüş36 işçinin çalıştığı günler ve ücretini bilebilecek durumda oldu-
ğu, ücretin tartışmalı olmasının yıllık izin ücreti alacağını belirsiz
hale getirmeyeceğini savunmuştur. Bu görüş taraftarları da işçinin
çalışma süresinde ihtilaf bulunduğu durumlarda görüş farklılığına
düşmüş bir görüş37 işçinin çalışma süresinin uzun olduğu durum-
larda yıllık ücretli izninin kaç gün kullandığını bilememesi duru-
munun varlığında işçinin alacağını belirsiz alacak davasıyla talep
edebileceğini savunurken, diğer görüş38 işçinin işverenle çalıştığı
dönemde kullanıp kullanmadığı izinleri bilebilecek durumda oldu-
ğu gerekçesiyle, yıllık ücretli izin alacağı için belirsiz alacak dava-
sının açılamayacağını savunmuştur. Bu görüşe katılmak mümkün
değildir. İşçinin özellikle uzun yıllar çalıştığı iş yerinde hangi günler
çalıştığını, hangi günler tatil yaptığını bilmesi, asıl ücretini bilmesi
ve alacağı tam ve kesin olarak belirleyebilmesi, iş verenin tutmak
zorunda olduğu belgelerin (İş K. md.56/6, YÜİY md.6/8) tutulup
işçiyle paylaşmadığı durumlarda mümkün değildir. Bu nedenle de
belirsiz alacak davası açılabilmelidir.

34 Sümer, s.163.
35 Bilgili s.98.
36 Karakimseli, s.217; Kantemir, s.1178.
37 Karakimseli, s.217.
38 Kantemir, s.1178.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 85

Yargıtay, hayatın olağan akışı kriteri bağlamında işçinin uzun


çalışma hayatı boyunca hiç ücretli izin kullanmamasını hayatın
olağan akışına uygun olmadığını belirtmektedir39. Bu kararda iş-
çinin yıllık ücretli izinler ve fazla çalışma alacaklarında, işçinin
hiç durmadan, aralıksız çalıştığı iddiasının gerçeği yansıtmadığı
inancıyla, Yargıtay içtihatlarıyla benimsenen alacakta yapılan in-
dirim bakımından “makul indirim” terimi kullanılmış, hakkaniyet
indirimi ya da takdiri indirim terimlerinin neden tercih edilmediği
açıklanmıştır. Yargıtay yeni tarihli kararlarında da makul indirim
terimini kullanmış, “…İşçinin, ulusal bayram ve genel tatil günle-
ri, yıllık izinli, mazeret izinli vs. sebeple çalışamadığı günler yılın
yaklaşık olarak 1/3’üne tekabül ettiğinden kural olarak yapılacak
indirimde bu oranın esas alınması isabetli olacaktır…” gerekçesiy-
le yapılması gereken indirim oranını belirtmiştir. Makul indirim
terimi yeni tarihli Yargıtay kararlarında da HGK kararına atıf yapa-
rak sıkça kullanılmıştır.40

3.2.Kıdem Tazminatı
Kıdem tazminatı, iş sözleşmesi kanunda belirtilen sebeplerden
biriyle sonlanmış, belirli asgari sürede çalışmış olan işçiye ödene-
cek paradır.41 Kıdem tazminatıyla amaçlanan, belli bir süre iş
yerinde çalışmış, yıpranmış ve iş yerine katkı sunmuş olan işçinin
bu çalışmaları karşılığında, işini kaybetmesi sebebiyle yeni iş arar-
ken karşılaşacağı zorlukların giderilmesidir.42
İşçinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için işverenin ya-
nında en az bir yıl çalışmış olma şartını sağlaması gerekmektedir.
Bir yıllık süre, iş sözleşmesinin yapıldığı tarih değil işçinin fiilen
çalışmaya başladığı tarihtir43.

39 YHGK., E. 2015/ 2698K., 2017 / 1557 (Sinerji E.T.28.01.2022).


40 YHGK., E. 2020/ 235, K. 2021 / 375K.T. 30.03.2021; Y9HD., E. 2021/ 12454,
K.2021/16665, K.T. 20.12.2021; Y9HD., E.2021/ 12458, K. 2021 / 16667, K.T.
20.12.2021; Y9HD., E. 2021/ 7212K. 2021 / 11592K.T. 13.09.2021; Y9HD., E.2017/
26327K.2020 / 19678K.T.23.12.2020 (Sinerji E.T.27.01.2022)
41 Sümer, s.127; Karakimseli, s.208.
42 Ertabak, Ünal, “İş Güvencesinin Kapsamı, Geçerli/Geçersiz Fesih Sebepleri, Geçersiz
Fesih İtirazı ve Sonuçları”, İstanbul 2012, s.508.
43 Sümer, s.129; Göktaş, Seracettin, Türk İş Hukukunda Haksız Fesih, Ankara 2020,
s.375.
86 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Kıdem tazminatına hak kazanmanın bir diğer şartı da iş söz-


leşmesinin kanunda belirtilen hallerin biri sebebiyle sonlanmış ol-
ması şartıdır. 1475 sayılı İş Kanunu döneminde, kanunda sayılan
haller dışında bir sona erme şekline ilişkin kıdem tazminatının
ödenmesinin kararlaştırılamayacağı kabul edilmişti. 4857 sayılı İş
Kanunu bu hükmü saklı tutmamış bu bağlamda artık tarafların
herhangi bir sona erme şeklinde kıdem tazminatı ödenebileceğine
dair yapacakları sözleşmelerin önünde bir engel kalmamıştır.
İşçinin hak kazandığı kıdem tazminatı işçinin son brüt giydiril-
miş ücreti esas alınarak hesaplanır44. Akort, parça başına, götürü
ve yüzde usulü gibi işçinin ücretinin sabit olmadığı durumlarda
kıdem tazminatına esas alınacak ücret, son bir sene içinde işçiye
ödenen ücretin o yılda çalışılan günlere bölünerek bulunan ortala-
ma ücrettir (1475 s. İş K. md.14/9).
Yukarıda açıkladığımız bilgiler ışığında, kıdem tazminatının be-
lirlenebilmesi için işçinin çalışma süresi ve son brüt giydirilmiş
ücretinin bilinmesi gerektiği açıktır. Öğretide kıdem tazminatının
belirsiz alacak davasına konu olması bakımından görüş birliği yok-
tur. Bir görüş45 giydirilmiş ücret hesabının yapılmasının barındır-
dığı zorluklar sebebiyle işçiden beklenemeyeceğini, bu sebeple iş-
çinin belirsiz alacak davası açabileceğini savunmuştur. Ülkemizde
çoğu zaman işveren tarafından tutulması gereken kayıtlar tutulma-
dığı, eksik, hatalı bilgilerle tutulduğu ve tutulsa dahi işçilerle payla-
şılmadığı düşünüldüğünde işçinin kıdeme esas olacak giydirilmiş
ücretini bilme olanağı gözükmemektedir. İşçi ve işveren arasında
işçinin çalışma süresi bakımında tartışmanın bulunduğu hallerde,
işçinin kıdeminin hesabı için gerekli olan çalışma süresinin tespi-
ti mahkemece yapılacağından, dava belirsiz alacak davası olarak
açılabilecektir46. Bir diğer görüş47 ise kıdem tazminatında alacağın
tam belirlenemediği hallerde belirsiz alacak davasının açılabilece-
ğini ancak kayıtların tutulmaması veya yanlış tutulması, işçinin be-
lirsiz alacak davası açmasına imkân vermeyeceğini savunmaktadır.

44 Sümer, s.134; Göktaş, s.377.


45 Karakimseli, s.209; Karamercan, s.2526.
46 Karamercan, s.2526; Bilgili (Makale), s.111.
47 Pekcanıtez, (Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması), s.951.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 87

Yargıtay’ın bir kararında48 belirttiği üzere, kıdem tazminatı he-


sabında, işverenin elindeki belgelere ihtiyaç duyulduğunda ya da
yargılama ile belirlenebileceği durumlarda işçi belirsiz alacak da-
vası açabilmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise bir kara-
rında da49 işverenin tuttuğu kayıtları işçiye vermediği durumlarda
belirsiz alacak davasının açılabileceğine karar vermiştir. Bir diğer
kararında50 işçi tarafından belirlenen alacaklar için belirsiz alacak
davasının açılamayacağına hükmetmiştir. Bu bağlamda şunu söy-
lemeliyiz ki, işçi alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olması
bakımından her somut olayın kendi içinde değerlendirilip, belirsiz
alacak davasına konu edilip edilemeyeceği incelenmesinin avan-
tajlarının varlığı kabul edilse de beraberinde bazı dezavantajları
da birlikte getirmektedir. Barındırdığı fayda bakımından özellikle
işçilik alacakları için her durumda belirsiz alacak davasının açı-
labileceği algısı, ilerde tüm alacak kalemleri için yalnızca belirsiz
alacak davasının açılabilmesi tehlikesini barındırdığı görüşüne51
katılıyoruz.

3.3. İhbar Tazminatı


Belirsiz süreli iş sözleşmelerinde, taraflar iş sözleşmesini İş K.
md.17’te belirtilen bildirim sürelerine riayet ederek sonlandırma-
dığı takdirde, bu sürelere riayet etmeyen taraf, bildirim sürelerine
ilişkin ücret tutarını karşı tarafa tazminat olarak ödemek zorunda-
dır (İş K. md.17/4). İşte bu tazminata ihbar tazminatı denilmekte-
dir ve ihbar tazminatı teknik anlamda bir tazminat değildir52 karşı
taraf herhangi bir zarara uğramamış olsa da ihbar tazminatına hak
kazanır.
İhbar tazminatının hesaplanmasında işçinin aldığı son giydiril-
miş ücret dikkate alınır.53 İşçinin ihbar tazminatı için dava açma-
sı durumunda, ücret hesabında yaşayacağı zorluklara daha önce
değinmiştik. Özellikle çıplak ücretin değil de giydirilmiş ücretin

48 Y9HD., E.2021/ 11789, K. 2021 / 15887, K.T. 29.11.2021(Sinerji E.T.29.01.2022).


49 YHGK., E. 2016/ 2682, K. 2019/ 862, K.T. 04.07.2019 (Sinerji E.T.29.01.2022).
50 HD., E. 2021/ 10607, K. 2021 / 14961, K.T. 26.10.2021 (Sinerji E.T.28.01.2022).
51 Pekcanıtez, (Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması), s.953.
52 Sümer, s.111.
53 Göktaş, s.66; Akyiğit, s.244; Senyen Kaplan, s. 274.
88 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dikkate alındığı gerek kıdem gerekse ihbar tazminatı için açılacak


davalarda işçinin tek başına giydirilmiş ücreti üzerinden ihbar taz-
minatı alacağını tam ve kesin olarak belirleyemeyeceği ve bu halde
belirsiz alacak davası açabileceğini savunan görüşler vardır.54
İhbar tazminatının hesaplanmasında önem taşıyan bir diğer
unsur da işçinin çalışma süresidir. İhbar tazminatı, kanunda be-
lirtildiği üzere işçinin çalışma süresine göre değişiklik gösteren
bildirim süreleri dikkate alınarak hesaplanmaktadır. Bu nedenle
işçinin uzun yıllar boyunca çalıştığı durumlarda çalışma süresi-
ni ve buna bağlı olarak ihbar süresini değiştirebilecek tartışma ve
uyuşmazlıkların varlığında ihbar tazminatı alacağının da belirsiz
alacak davası olarak açılabilir55 görüşüne katılmayıp kıdem tazmi-
natında olduğu gibi burada da işçinin çalıştığı süre ve aldığı ücreti
bilmesinin gerektiğini, bu nedenle belirsiz alacak davası açılamaya-
cağını savunan görüş56 de vardır.
Yargıtay bir kararında57 işçinin alacağını belirleyebilmesi için iş-
veren tarafından tutulan ve kendisiyle paylaşılması gereken kayıt-
lara sahip olmadığı durumlarda belirsiz alacak davası açabileceği-
ni kabul etmiştir. Yargıtay bir diğer kararında58 dava dilekçesinde
ücret ve çalışma süresinin belirtildiği ve taraflar arasında ihtilaf
bulunmadığı, bu nedenle belirsizlikten söz edilemeyeceği gerekçe-
siyle somut olayda ihbar tazminatı için belirsiz alacak davasının
açılamayacağına hükmetmiştir.

3.4. İş Güvencesi Tazminatı


İş güvencesi, işçiyi iş sözleşmesinin keyfi olarak sonlandırılma-
sına karşı korumak olarak tanımlanabilir.59 Bu nedenle iş güven-
cesi kapsamına dahil olan işçilerin (İş Kanunu md.18’de sayılan
şartlara sahip işçiler) iş sözleşmesinin feshinde geçerli nedenin bu-
lunmaması, işçiye işe iade talep hakkı vermektedir. Mahkemece işe

54 Bilgili, s.92.
55 Karakimseli, 211.
56 Pekcanıtez, (Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması), s.949.
57 Y9HD., E.2021/ 11923, K. 2021 / 16166, K.T. 06.12.2021 (Sinerji E.T.29.01.2022).
58 Y9HD., E. 2021/ 10607, K. 2021 / 14961, K.T.26.10.2021(Sinerji E.T.29.01.2022).
59 Senyen Kaplan, s.281.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 89

iade talebi kabul edilen işçiyi işe başlatıp başlatmama konusunda


işverene tanınan seçimlik haklar bakımından tercih hakkı tanın-
mıştır ve işveren işçiyi işe başlatabileceği gibi işe başlatmayarak iş
güvencesi tazminatını ödeyip işçiyle arasındaki iş ilişkisini sonlan-
dırabilecektir.
İş güvencesi, iş verenin fesih hakkını sınırlayan, kanunda belir-
lenen şartların varlığı halinde ve kanunda belirtilen usulle iş söz-
leşmesinin feshine olanak veren bir korumadır. Bu bağlamda işçi-
nin iş sözleşmesini feshi iş güvencesi kapsamı dışındadır.60
4857 sayılı İş Kanunu md.18’deki açık düzenlemeye göre, iş söz-
leşmesinin feshi için geçerli sebep gösterme zorunluluğu İş Kanu-
nu kapsamında çalışan işçilerin ve Basın İş Kanunu kapsamında
çalışan gazeteciler bulunduğu iş yerlerinde o iş yerinde otuz veya
daha fazla işçinin çalışması durumunda var olur61. Tarım ve or-
man işlerinin yapıldığı iş yerlerinin İş Kanunu kapsamına girmesi
için işçi sayısının ellinin üzerinde olması şartı getirildiği için, bu
iş yerlerinde çalışan işçilerin iş güvencesinden faydalanabilmeleri
için o iş yerinde en az elli bir işçinin çalışıyor olması gerekir.62
İş Kanunu md.18/1’de belirtiği üzere iş güvencesi hükümlerinin
uygulanabilmesi için işçinin altı aylık kıdeminin bulunması şarttır
ancak yer altı işlerinde çalışan işçilerde belirtilen altı aylık kıdem
şartı aranmaz. Belirtilen altı aylık süre, işçinin fiilen işe başladığı
tarihten başlayıp63 iş sözleşmesinin feshedildiği tarih arasında ka-
lan süredir. Fesih bildirimi ile başlayacak olan bildirim sürelerinin
altı aylık kıdemin hesabında bir önemi yoktur. Başka bir deyişle,
bildirim süreleri, iş güvencesi koşulu olan işçinin altı aylık kıdeme
sahip olma şartında, altı ayın hesaplanmasında dikkate alınmaz.64
İşçinin iş güvencesi hükümlerinden faydalanması için gerekli bir
diğer şart da iş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olması-

60 Centel, s.12; Sümer, s.102.


61 Tulukçu, s.134; Senyen Kaplan, s.28.
62 Tulukçu, s.135; Çelik, Nuri / Canikoğlu, Nurşen/ Canbolat, Talat, İş Hukuku Dersleri,
İstanbul 2019, s.490.
63 Sümer, 104; Centel, s.57.
64 Sümer, s.104.
90 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dır. Bu bağlamda belirli süreli iş sözleşmesiyle çalışan işçinin iş


güvencesinden yararlanması mümkün değildir.
İş güvencesinin koşulları gerçekleştiği takdirde işçi artık iş gü-
vencesi hükümleri kapsamındadır. İş güvencesi kapsamında olan
işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden iş veren, işçinin ye-
tersizliğinden, davranışlarından veya iş yerinin, işletmenin ya da
işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zo-
rundadır (İş Kanunu md.18/1).
Geçerli sebep, iş sözleşmesinin bildirimsiz feshine olanak sağ-
layan haklı sebep ağırlığında olmayan ve fakat işçinin asli edimi
olan iş görme borcunun ifasını olumsuz etkileyen ve bu sebeple
iş ilişkisinin devamının iş verenden beklenemeyeceği hallerdir65.
Kanunda hangi hallerin geçerli sebep olarak kabul edileceği dü-
zenlenmemiştir. Bu sebeple var olan sebeplerin hangi durumlarda
geçerli sebep olarak kabul edileceği somut olayın özelliklerinin in-
celenmesi sonucu ortaya konacaktır. Ancak hangi hallerin geçerli
sebep olmayacağı İş Kanunu md.18’de düzenlenmiştir.
Geçerli sebep, iş yerinin işleyişini etkileyen, iş yerinde olumsuz-
luk yaratan ve iş veren tarafından makul karşılanması bekleneme-
yen sebeplerdir.66 Bu nedenledir ki Yargıtay bir kararında67 işçinin
sosyal açıdan onaylanmayacak davranışları iş yerinde olumsuzluk
yaratmadığı takdirde geçerli sebep olarak gösterilemez diyerek, ge-
çerli sebep olarak gösterilen sebebin, iş yerindeki işleyişi olumsuz
yönde etkileme şartını aradığını belirtmektedir.
İş güvencesi tazminatının miktarını Yargıtay, İş K. md.53’te be-
lirtilen, işçinin kıdemine göre belirlenmesinin gerektiğini kararla-
rında vurgulamıştır. Bu bağlamda, altı ay- beş yıllık arasında kı-
demi olan işçiye ödenecek iş güvencesi tazminatı dört aylık ücreti
tutarında, beş- on beş yıllık kıdem arasında kıdemi olan işçiye beş
aylık ücret tutarında, on beş yıldan fazla süre kıdemi olan işçi için-
se altı aylık ücret tutarında iş güvencesi tazminatına hükmedilmesi

65 Tulukçu, s.162; Centel, s.72; Sümer, 104.


66 Senyen Kaplan, s.286; Sümer, s.105; Tulukçu, s.162; Centel, s.72.
67 Y22HD., E.2011/4246 K.2011 /7014 K.T. 08.12.2011 (Sinerji E.T.01.02.2022).
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 91

gerektiğini belirtmekte ve feshin sebebine bağlı olarak sekiz aya


kadar çıkarılabilmektedir.
İş güvencesi tazminatı işçinin dava tarihindeki çıplak brüt ücreti
esas alınarak hesaplanır (İş K. md.21/4). İşçi dava tarihinde işvere-
ne ait işyerinde çalışmadığı için dava tarihinde ücreti bilmesi ken-
disinden beklenmemektedir. Bu nedenle iş güvencesi tazminatının
belirsiz alacak davasına konu olması gerekmektedir.
Yargıtay da bir kararında68 iş güvencesi tazminatı bakımından,
dava açıldığı tarihte alacağın tam ve kesin olarak belirlenemeyece-
ği, bu nedenle belirsiz alacak davasının açılmasında hukuki yara-
rın olduğu şeklinde karar vermiştir.

3.5. Kötüniyet Tazminatı


İş sözleşmesinin bildirimli fesih yoluyla sona erdirilmesinde ge-
çerli sebep sunma zorunluluğu yoktur. Belirsiz süreli iş sözleşme-
lerinde hem işçi hem işveren taraf, bildirim sürelerine uyarak, fesih
nedenini belirtmek zorunda olmadan iş sözleşmesini feshedebilir-
ler. Ancak sözleşmenin feshedilmesinin altında dürüstlük kuralına
aykırı bir sebebin varlığı halinde yapılan fesih kötü niyetli fesih ola-
rak adlandırılır.69 Kötüniyetli fesih hem işçi hem de işveren tarafın-
dan yapılabilir.70 Kötüniyetli feshin varlığından söz edebilmek için,
fesih bildirimin kanuna uygun şekilde yapılmış ya da yapılmamış
olmasının bir önemi yoktur. Başka bir deyişle, kötüniyetli feshin
sözleşmeyi kanunda belirtilen bildirim önellerine uyularak yapıl-
ması halinde de fesih iradesinin altında dürüstlük kuralıyla bağ-
daşmayan bir halin varlığında kötüniyetli fesihten bahsedilecektir.
İşveren, bildirimli fesih hakkını kötüye kullandığı takdirde,
sözleşmesini feshettiği işçiye, kanunda belirtilen bildirim süresi-
ne ait ücretin üç katı tutarındaki tazminatı ödemek zorundadır
(İş K. md.17/6, TBK. md.434). Bu tazminata kötüniyet tazminatı
denir. İş K. md.17’de açıkça belirtildiği üzere kötüniyet tazmina-
tı iş güvencesi kapsamında olmayan işçiler için hükmedilecek bir

68 Y9HD., E. 2015/ 3775, K. 2015 / 12009 K.T. 25.03.2015 (Sinerji E.T.01.02.2022).


69 Sümer, s.111; Senyen Kaplan, s.275; Akyiğit, s.250.
70 Senyen Kaplan, s.275.
92 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tazminattır, iş güvencesi kapsamında olan işçi kötüniyet tazminatı


talebinde bulunamaz71. İş güvencesi kapsamında olan işçiler feshin
geçersizliği, işe iade davası açabilme hakkına sahip olduğu için kö-
tüniyet tazminatı talep etme hakları yoktur, kötüniyet tazminatı, iş
güvencesine alternatif olarak düzenlenmiş bir tazminattır72.
Kötüniyet tazminatı, giydirilmiş brüt ücret üzerinden hesaplanır
(İş K. md.17/son). Bu bağlamda, kanunda öngörülen bildirim süre-
leri üzerinden hesaplanan kötüniyet tazminatının hesaplanmasın-
da, ihbar tazminatının hesaplanmasında yaşanan belirsizliklerin
yaşanacağı açıktır. Bu nedenle kötüniyet tazminatının belirsiz ala-
cak davasına konu olup olamayacağı tartışması öğretide tartışma
konusu olmuştur. Tartışmadaki görüşleri ihbar tazminatında be-
lirttiğimiz için burada tekrar etmiyoruz ancak özellikle iş ilişkisi-
nin kısa sürdüğü ve taraflar arasında açıkça tartışma bulunmayan,
tarafların üzerinde mutabık kaldıkları çalışma süresi ve ücretin
söz konusu olduğu durumlarda, kötüniyet tazminatının belirsiz
alacak davasına konu edilemeyeceği düşünüyor, kötüniyet tazmi-
natının kural olarak, işçinin ücretini ve çalışma süresiyle bağlantı-
lı bildirim sürelerini bilmesi gerektiği gerekçesiyle belirsiz alacak
davasına konu olamayacağı görüşüne73 katıldığımızı belirtiyoruz.
Yargıtay bir kararında74 davacının ihbar süresini ve çalışma
süresini bilebilecek durumda olduğu, alacağın belirlenmesinde
objektif bir imkânsızlık hali bulunmadığı gerekçesiyle, kötüniyet
tazminatı alacağının belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına
hükmetmiştir. Yargıtay bir diğer kararında75 ise, işçinin kötüniyet
tazminatının hesabında giydirilmiş ücretin esas alınacağı, bu hesa-
bın yapılması için alacaklıdan ücret karşılığında mütalaa almasının

71 Çelik, Nuri, “İş Güvencesi-Kötüniyet Tazminatı İlişkisi (Karar İncelemesi)” İstanbul Ti-
caret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:5 Sayı:10 Güz 2006/2 s.1- 6 s.5; Temel/
Bayrak, s.497.
72 Bilgili, s.94.
73 Karakimseli, s.212.
74 Y22HD., E.18/02/2016, K. 2014/32610, K.T. 2016/4409“…davacı, çalışma süresini,
yıllık izin sürelerini, ihbar süresini ve ücretini belirleyebildiğinden anılan alacaklar
yönünden objektif imkansızlıktan bahsedebilme imkanı bulunmamaktadır…” (Si-
nerji E.T.01.02.2022).
75 Y9HD., E. 2015/13515, K. 2018/8175 K.T.09.04.2018 (Sinerji E.T.01.02.2022).
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 93

beklenemeyeceği gibi gerekçelerle kötüniyet tazminatı için belirsiz


alacak davası açılabileceğini karar bağlamıştır.

4. BELİRSİZ ALACAK DAVASINA KONU OLMA


BAKIMINDAN DİĞER TAZMİNATLAR
4.1.Ayrımcılık Tazminatı
İş sözleşmesi tarafları olan işçi ve işverenin bu sözleşmeden
kaynaklanan birtakım borçları vardır. İşverenin iş sözleşmesinden
kaynaklanan borçlarından biri de eşit davranma borcudur. Buna
göre işveren, aynı işyerinde çalışan işçilere farklı davranmasını
haklı kılacak objektif sebeplerin varlığı dışında işçilere eşit davran-
mak zorundadır. Eşit davranma ilkesi İş Kanunu md.5’te düzen-
lenmiş, işverenin sözleşmesinin devamı sırasında ya da sona erme-
sinde eşit davranma borcuna aykırı davranışlarının varlığı halinde
işçi dört aya kadarki ücreti tutarında tazminat ve yoksun kaldığı
hakları da talep edebilir (İş K. md.5/6). İşçinin talep edebileceği bu
dört aya kadar ücreti tutarındaki tazminata ayrımcılık tazminatı
denir.
Ayrımcılık tazminatı çıplak ücret üzerinden hesaplanır76. Ka-
nunda ayrımcılık tazminatı için üst sınır olarak dört aylık ücret
belirlenmiş fakat tazminatın alt sınırının ne olacağıyla ilgili bir dü-
zenleme yapılmamıştır. Yargıtay kararlarında77 görüldüğü üzere
somut olayın özelliklerine göre bir ile dört ay arasındaki bir süre
hâkim tarafından belirlenmektedir. Ayrımcılık tazminatının belir-
siz alacak davasına konu olması bakımından değerlendirildiğinde,
tazminatın hesabında dikkate alınacak sürenin hâkim tarafından
tayin edilmesi, alacak için belirsiz alacak davası açılabileceğini gös-
termektedir78. Ancak Yargıtay 22. Hukuk D airesi geçmiş yıllar-
da ayrımcılık tazminatı için belirsiz alacak davası açılamayacağını,
çünkü işçinin alacağı belirleyebilmek için gereken bilgilere sahip
olduğunu gerekçe göstererek farklı bir karar vermiştir79.

76 Karakimseli, s.212; Karagöz, s.69.


77 Y9HD., E. 2015/ 13426, K. 2017 / 15364, K.T. 10.10.2017; Y9HD., E. 2012/ 33702,
K. 2014 / 18386, K.T.09.06.2014; Y22HD., E. 2013/ 2207, K. 2014 / 1155, K.T.
31.01.2014 (Sinerji E.T.01.02.2022).
78 Karakimseli, s.213.
79 Y22HD., E. 2015/ 12522, K. 2015 /17817, K.T. 18.05.2015 (Sinerji E.T.01.02.2022).
94 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

İşverenin tutması gereken kayıtları tutmayıp, işçiyle paylaşma-


dığı durumlarda işçinin tek başına alacağını tam ve kesin olarak
belirlemesi her zaman beklenemez. Kaldı ki ayrımcılık tazminatı-
nın hesabında üst sınır olarak kanunda dört ay olarak belirlenen
sürenin tayini hâkimin takdirindedir. Tüm bu sebepler göz önüne
alındığında ayrımcılık tazminatının belirsiz alacak davasına konu
edilebileceğini düşünüyoruz.

4.2.Maddi Tazminat
İşverenin iş sözleşmesiyle doğan borçlarından biri de işçiyi gö-
zetme borcudur. İş sözleşmesini diğer iş görme sözleşmelerinden
ayıran farklardan biri şüphesiz iş sözleşmesinde bulunan bağım-
lılık unsurudur. İşçi, iş sözleşmesiyle hem kişisel hem de huku-
ki anlamda işverene bağımlıdır80. Kişisel ilişki kuran bir sözleşme
olması nedeniyle doğan işçinin sadakat borcuna karşılık olarak
işveren de işçiyi gözetme borcu altındadır.81 İşçi iş sözleşmesiyle
hem kişisel hem hukuki anlamda işverene bağımlı olarak çalıştığı
gerekçesiyle hem maddi hem de kişisel olarak işçinin korunması
zorunluluğu ortaya çıkmış, bu düşünce işverenin gözetme borcu-
nun temelini oluşturmuştur.
İşverenin gözetim borcunun getirdiği yükümlülükler bakımın-
dan en kapsamlısı, iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması konusu-
dur. İşverenin alması gereken önlemler 6331 sayılı İş Sağlığı ve Gü-
venliği Kanunu’nda ayrıntılarıyla düzenlenmiştir. İşveren, gerekli
önlemlerin alınmaması sebebiyle ortaya çıkan, sigortalı işçinin iş
kazası ya da meslek hastalığı nedeniyle uğramış olduğu zarardan,
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun karşılamadığı kısmı bakımından, si-
gortasız çalıştırılan işçinin ise uğradığı tüm zararlarından sorum-
lu olduğu kabul edilmiştir. Bu sorumluluğun kusur sorumluluğu
mu kusursuz sorumluk mu olduğu öğretide tartışmalıdır.82 Bizim
de katıldığımız görüşe göre83 buradaki sorumluluk kusur sorum-
luluğudur (TBK md.417/3). İşçi bu bağlamda, zararı tazmini için

80 Sümer, s.38; Senyen Kaplan, s.189.


81 Akyiğit, s.212; Senyen Kaplan, 189.
82 Tartışmalı görüşler için bknz. Senyen Kaplan, s.205-208.
83 Sümer, s.90; Cengiz, İştar, “İşverenin İş Kazasından Doğan Hukuki Sorumluluğu”,
TAAD, Yıl:9, Sayı:34, s.123 – 142, s.132.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 95

işverene karşı maddi-manevi tazminat davası açabilecektir (TBK.


md.51, 56). İşçinin vefat etmesi durumunda ise işçinin yakınları
manevi tazminat ve destekten yoksun kalma tazminatı isteyebilir-
ler (TBK. md.53 -56).
İş kazası ya da meslek hastalığı sonucunda açılan maddi tazmi-
nat davasında, tazminatın nasıl hesaplanacağı konusunda kanun-
da hüküm bulunmamaktadır. Hesaplamada kullanılan unsurlar
Yargıtay içtihatlarıyla ortaya çıkmıştır84 .
Maddi tazminatın belirlenmesinde işçinin gelirinin yanı sıra bi-
linmesi gereken birçok değişken vardır. Tazminat hesabı, işçi ve
işverenin kusur oranları, işçinin aktif olarak çalışabileceği süre ve
PMF (yaşam tablosuna) göre muhtemel yaşam süresi gibi bilgiler
ışığında yapılmaktadır. Bu nedenle maddi tazminat davasının be-
lirsiz alacak davası olarak açılabileceği öğreti tarafından çoğunluk-
la savunulmuştur. Maddi tazminat davası açılırken alacağın tam
olarak bilinmesi bazı hallerde imkansızken bazı hallerde davacının
bunu hesaplayabilmesi çok zordur.85 Bu nedenle maddi tazminat
davasının belirsiz alacak davasına konu edilmesi mümkündür.86
Maddi tazminat davalarında, işçinin tedavisi bitmeden ortaya çı-
kan zararın miktarı belli olmadığından ve zararın miktarının be-
lirlenmesi bilirkişi incelemesi sonucu netlik kazanacağı için maddi
tazminat davaları belirsiz alacak davası olarak açılabilir87 ve Yar-
gıtay’ın88 da maddi tazminat davalarının belirsiz alacak davasına
konu olabileceği görüşlerine katılıyoruz.

4.3.Manevi Tazminat
Manevi tazminat, kişinin uğramış olduğu haksız fiil neticesinde
yaşadığı üzüntü, keder, iç dünyasında meydana gelen tahribatın
giderilmesi için ödenen tazminat olarak tanımlanabilir89. Manevi

84 Yakar, s.144.
85 Pekcanıtez, (Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması) s.936; Kantemir,
s.1187.
86 Kılıçoğlu, (6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu El Şerhi), s.583.
87 Karakimseli, s.219.
88 21HD., E.2016/ 13009, K. 2017 / 2956, K.T. 10.04.2017 (Sinerji E.T.05.02.2022).
89 Basım, Aybüke, “Kısmi Dava, Belirsiz Alacak Davası ve Manevi Tazminat Taleplerinin
Bu Davalara Konu Olup Olamayacağı Sorunu”, AÜHFD, C. 65, S. 4, Ankara 2016, s.
2702.
96 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tazminatın amacı, kişinin bedenen ya da ruhen gördüğü zararın


manevi dünyasında meydana getirdiği zararın, duyulan ruhsal acı-
nın tamamen sonlanmasa da en azından acının bu yolla azaltılma-
sının sağlanmasıdır.90
Türk Borçlar Kanunu’ndaki düzenlemelere bakıldığında kişi
hem bedenen uğradığı zararlar sebebiyle hem de kişilik haklarına
yapılan saldırı neticesinde yaşadığı zarar sebebiyle manevi tazmi-
nat davası açabilir (TBK. md.56, 58). 4857 sayılı İş Kanunu’nda,
manevi tazminatla ilgili hükümler bulunmadığı için bu kapsamda
talep edilecek manevi tazminat açısından da Türk Borçlar Kanunu
hükümleri uygulanacaktır.
İş kazası, meslek hastalığı gibi işçinin bedensel olarak uğradığı
zararlar neticesinde işçi, şartların da varlığı halinde manevi tazmi-
nat talebinde bulunabileceği gibi, işçinin yaşadığı bu zarar sebebiy-
le, diğer yakınlarının da manevi tazminat davası açabileceği kabul
edilmektedir (TBK. md.56/2).
İş hukuku çerçevesinde manevi tazminat davası incelendiği za-
man, işçinin iş kazası, meslek hastalığı ya da fiziksel- ruhsal taciz
yaşaması durumunda yaşadığı zararların tazmini için açacağı ma-
nevi tazminat davasının belirsiz alacak davası olarak açılıp açıla-
mayacağı öğretide tartışmalıdır.
Bir görüşe göre91tıpkı maddi tazminat davasında olduğu gibi ma-
nevi tazminat davasında da işçinin tazminat miktarını belirlemesi
olanaksızdır. Bu nedenle, belirsiz alacak davasının kabul edilmesi-
nin en büyük amacı olan, alacaklının alacağın tamamını belirleme-
sinin kendisinden beklenemeyeceği, imkânsız olduğu hallerde hak
kaybı yaşamadan alacağına kavuşmasıdır. Bu bakımdan, özellikle
manevi tazminatlarda hâkimin takdir yetkisinin üst düzeyde oldu-

90 Cengiz, s.137; Basım, s.2702; Bostancı, Yalçın/ Çetinel, Tunahan, “İş Kazası ve Mes-
lek Hastalığından Doğan Tazminat Taleplerinin Usûl Hukukunun Bazı Kurumları Ba-
kımından Değerlendirilmesi”, SDÜHFD C. 11, S. 1, s.346.
91 Pekcanıtez, Hakan, “Manevi Tazminat Alacakları Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıla-
bilir mi?” MİHDER C. 11, S:30, s.26; Pekcanıtez, (Belirsiz Alacak Davasının İş Huku-
kunda Uygulanması) s.936; Basım, s.2709; Karakimseli, s.203.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 97

ğu düşünüldüğünde92 manevi tazminat davasının belirsiz alacak


davası olarak açılması son derece isabetlidir.
Diğer bir görüşe göre93 ise, manevi tazminat davasında hâkime
tanınan geniş takdir yetkisi alacağın belirsiz alacak olmasını sağ-
layan unsurlardan değildir. Kaldı ki eski Borçlar Kanunu’nda olan
ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’na alınmayan bölünmezlik ilkesi ge-
reğince, zarar görenin yaşadığı haksız fiil neticesinde yaşadığı acı,
üzüntü, kederin manevi tazminatla biraz da olsa giderilmesi amaç-
lanmaktadır ve bu üzüntü ve elemin parçalar halinde farklı dava-
lar açılarak giderilmeye çalışılması manevi tazminatın düzenlenme
amacına aykırılık teşkil etmektedir. Kişi yaşadığı acıyı, kederi en
iyi kendisi bilecek ve bunu tam eda davası olarak açtığı manevi taz-
minat davası ile talep edebilecek durumdadır. Bu yüzden manevi
tazminat davalarının belirsiz alacak davası olarak açılması müm-
kün değildir.
Yargıtay94 manevi tazminatın bölünemeyeceğini, belirsiz alacak
davasına konu olamayacağı görüşünü benimsemektedir. Yargıtay’ın
bu görüşüne katılmıyoruz. Manevi tazminat davasının belirsiz ala-
cak davasına konu olması, manevi tazminatın bölünmezliği ilkesi-
ne aykırılık teşkil etmediği gibi, çekilen elem ve acının bölündüğü
anlamına da gelmez95. Belirsiz alacak davasında, talep edilen kıs-
mın bölündüğü, bölünerek talep edildiği düşüncesi belirsiz alacak
davasının uygulanma amacıyla bağdaşmamaktadır. Belirsiz alacak
davasında alacaklı, dava tarihinde alacağını tam ve kesin olarak
belirleyemediği için, dilekçesinde talep sonucu olarak alacağın
belirleyebildiği kısmını talep ediyor olmasına rağmen alacaklının
amacı, alacağının tümüne kavuşmaktır. Burada talebin bölündü-
ğü, bölünerek talep edildiği düşüncesi hatalıdır. Kaldı ki, belirsiz

92 Cengiz, s.138; Bostancı/Çetinel, s.346; TBK md.58/2’de “…Hâkim, bu tazminatın


ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekle-
yebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına
hükmedebilir…” hükmünden de anlaşılacağı üzere, alacaklının, yaşananlardan nasıl
etkilendiği, iç dünyasında duyduğu üzüntü ve acının maddi olarak belirlenebilmesi çok
güçtür ve hâkimin burada takdir yetkisi vardır.
93 Öztemir, Zekiye Heval, Türk İş Hukukunda Belirsiz Alacak Davaları, İstanbul 2021, s.77.
94 Y4HD., E. 2020/ 2597, K. 2020 / 3357, K.T. 13.10.2020; Y21HD., E. 2016/ 953,
K. 2017/ 4094, K.T. 16.05.2017(Sinerji E.T.05.02.2022); Y17HD., E.2014/16810,
K.2017/609, K.T. 26.01.2017 (www.lexpera.com.tr E.T.05.02.2022).
95 Pekcanıtez, (Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması), s.942.
98 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

alacak davasının bir diğer önemli özelliği, zamanaşımı süresinin


dava açıldığı tarihte tüm alacak için kesiliyor olması ve faizin, tüm
alacak için dava tarihinden başlıyor olmasıdır ve bu bağlamda de-
ğerlendirildiğinde belirsiz alacak davasın açılması durumunda ala-
cağın bölündüğü düşüncesi doğru bir yaklaşım değildir. Tüm bu
bilgiler ışığında manevi tazminat davasının belirsiz alacak davasına
konu olabileceğini düşünüyoruz.

4.4.Sendikal Tazminat
Sendika, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu
md.2/1-ğ’de tanımlanmıştır. Sendika özgürlüğü Anayasa md.51 ile
güvence altına alınmış bir haktır.
6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu
md.25/1’de işçilerin işe alınmalarında işçinin bir sendikaya üye
olması, olmaması, üyeliğini sonlandırması gibi bir şarta bağlana-
mayacağı açıkça belirtilmiştir. STİSK md.25/2’de belirtildiği gibi,
ücret, prim, ikramiye ve paraya dair sosyal yardım konularındaki
toplu iş sözleşmesi hükümleri saklı kalmak şartıyla, işveren farklı
sendika üyesi işçilere ya da bir sendikaya üye olan işçilere yahut
sendika üyesi olmayan işçilere çalışma veya iş ilişkisinin sonlandı-
rılmasında bu sebepler yüzünden ayrım yapamaz. Md. 25/3’te ise
işçilerin sendika üyeliği ya da sendikaya üye olmamaları, iş saatleri
dışında ya da işverenin izniyle iş saatleri içinde yaptıkları sendikal
faaliyetlere katılmaları sebebiyle iş sözleşmeleri feshedilemeyeceği,
farklı bir işleme tabi tutulamayacağı belirtilmiştir. Md.25/4’te işve-
renin yukarıdaki fıkralarda belirtilenin aksine hareket etmesi du-
rumunda, işçinin bir yıllık ücretinden az olmamak üzere sendikal
tazminata hükmedileceği ifade edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin E.2013/1, K. 2014/161, 22.10.2014 ta-
rihli kararı ile STİSK md.25/4’teki “fesih dışında” ve md. 25/5’teki
“18” ibaresi Anayasaya ayrılık sebebiyle kaldırılmıştır. Bu karar
neticesinde, iş sözleşmesi işveren tarafından sendikal sebeplerle
sonlandırılan iş güvencesi kapsamında olmayan işçiler de işe iade
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 99

davası açabilecekler ve sendikal tazminat talep edebileceklerdir96.


İş sözleşmeleri sendikal nedenlerden dolayı feshedilen işçiler işe
iade davası açmadan sendikal tazminat talebinde bulunabilir97.
İşçi, işe iade davası açmışsa, sendikal tazminata hükmedilmesi
açısından, işverenin işçiyi işe başlatıp başlatmamasından bağımsız
olarak sendikal tazminata hükmedilir98.
Sendikal tazminata hükmedilirken esas alınan ücret işçinin son
çıplak brüt ücretidir.99
Sendikal tazminatın belirsiz alacak davasına konu olması bakı-
mından öğretide tartışma vardır. Bir görüş100 sendikal tazminatın
kanunda alt sınırı gösterilmiş, işçinin en az bir yılık ücreti tuta-
rında tazminata hükmedileceği belirtilmiştir ancak üst sınır belir-
tilmemiştir. Bu nedenle alacak, dava açıldığı tarihte belirlenebilir
olmadığından belirsiz alacak davasının açılması savunmaktadır.
Ayrıca bu görüşe göre, işçinin çalıştığı yerdeki son çıplak brüt ücret
üzerinden hesaplanan sendikal tazminatın hesaplanması için bilin-
mesi gereken ücretin tartışmalı olduğu durumlarda belirsiz alacak
davası açılmalıdır. Biz de bu görüşe katılıyor ve hâkimin takdir
yetkisinin kullanıldığı bu tür davalarda, belirsiz alacak davası açıl-
ması şartlarından biri olan imkânsızlık halinin var olduğunu düşü-
nüyoruz. Diğer görüş ise101 uyuşmazlık kavramı ile objektif imkân-
sızlık hallerinin birbirine eş tutulmaması gerektiğini, işçinin aldığı
son ücreti bilmemesinin mümkün olmadığını, sendikal tazminat
için bir tavan öngörülmemiş olsa da Yargıtay102 uygulamalarından
anlaşıldığı üzere sendikal tazminata hükmederken hâkimin taban
süre üzerinden hüküm kurduğunu, bu nedenle sendikal tazmina-
tın belirsiz alacak davasına konu olamayacağını savunmuştur.

96 Temel/ Bayrak, s.499.


97 Temel/ Bayrak, s.499.
98 Karakimseli, s.213.
99 Sümer, s.222.
100 Karakimseli, s.213; Bilgili, s.96.
101 Öztemir, s.69.
102 Y9HD., E. 2018/2273, K. 2018/10557, K.T. 14.05.2018 (Sinerji E.T.01.02.2022).
100 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

5. SONUÇ
Belirsiz alacak davası, 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu ile hukukumuza giren istisnai bir dava çe-
şididir. Bu nedenle öğretide ve Yargıtay uygulamaları bakımından
tartışmaların varlığı makul görünmekle birlikte aradan geçen yılla-
ra rağmen özellikle Yargıtay uygulamaları bakımından içtihat birli-
ğinin olmaması, belirsiz alacak davasının iş hukukunda sıkça baş-
vurulan bir dava çeşidi olması sebebiyle özellikle işçilik alacakları
için açılan davalarda bazı sorunları da beraberinde getirmektedir.
İşçilik alacaklarının belirsiz alacak davası olarak açılamayaca-
ğını savunan görüşlerin temel dayanağı, işçinin işyerinde çalıştığı
süre ve maaşını bilmemesinin mümkün değildir görüşüdür. Şu-
rada hemfikiriz ki, işverenin işçiye ödediği ücrete ait kayıtların
tam ve eksiksiz tutulduğu, işçiyle paylaşıldığı, bu bağlamda işçi-
nin işçilik alacaklarını hesaplarken hiçbir imkansızlıkla karşılaş-
mayacağı durumlarda, işçilik alacakları için belirsiz alacak davası
açılmasının şartları oluşmamıştır. Bu halde belirsiz alacak davası
açılamaz. Ancak ülkemizde hem kayıt dışı istihdam verilerinin bu
denli yüksek olduğu hem de işverenin kanunla belirtilen ücrete ait
kayıtları işçiyle paylaşma yükümlülüğünü yerine getirmemesi se-
bebiyle işçinin, işçilik alacaklarını tam ve kesin olarak belirlemesi-
nin beklenmesi gerçekle bağdaşmayacaktır. Daha açık bir ifadeyle,
işverenin tutması gereken kayıtları işçiyle paylaşmadığı dava dos-
yasından anlaşıldığı hallerde, işçilik alacakları için belirsiz alacak
davası açılabilmelidir.

KAYNAKÇA
AKYİĞİT, Ercan: Bireysel İş Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2021
ALP, Mustafa/ ÇELEBİ, Duygu: “İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası”,
İÜHFM, Prof. Dr. Fevzi Şahlanan’ a Armağan, C. LXXIV, Özel Sayı, İstanbul
2016.
BEDÜK, Mehmet Nusret: İş Sözleşmesinin İşçi Tarafından Feshi ve Feshin
Hukuki Sonuçları, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.27, S.2,
2019, s.679-726.
BİLGİLİ, Abbas: İş Yargısında Belirsiz Alacak Davası, Adana 2016.
BİLGİLİ, Abbas: İş Yargısında Belirsiz Alacak Davası, Çukurova Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 2, Aralık 2014, s. 77-114.
İş Yargılamasında Belirsiz Alacak Davası • Av. D. ARSLAN 101

BOSTANCI, Yalçın/ ÇETİNEL, Tunahan: İş Kazası ve Meslek Hastalığından


Doğan Tazminat Taleplerinin Usûl Hukukunun Bazı Kurumları Bakımından
Değerlendirilmesi SDÜHFD C.11, S. 1.
CENGİZ, İştar: İşverenin İş Kazasından Doğan Hukuki Sorumluluğu, TAAD,
Yıl:9, S:34, s.123 – 142.
CENTEL, Tankut: İş Güvencesi, İstanbul 2020.
ÇELİK, Nuri/ CANİKOĞLU, Nurşen/ CANBOLAT, Talat: İş Hukuku Dersleri,
İstanbul 2019,
ÇELİK, Nuri: İş Güvencesi-Kötüniyet Tazminatı İlişkisi (Karar İncelemesi)
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:5 Sayı:10 Güz 2006/2
s.1- 6.
ÇİL, Şahin / KAR, Bektaş: İş Yargısında Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava,
Ankara 2012.
DOĞAN, Sevil: İş Hukukunda İş Yeri Uygulaması Olarak İkramiye İSGHD
C.17 S.67 Y.2020 s.1013-1042.
ERKOÇKAR, Tolga: Belirsiz Alacak Davası ve İşçilik Alacaklarında
Uygulanabilirliği Ankara 2021.
ERTABAK, Ünal: İş Güvencesinin Kapsamı, Geçerli/Geçersiz Fesih Sebepleri,
Geçersiz Fesih İtirazı ve Sonuçları, İstanbul 2012.
GÖKTAŞ, Seracettin: Türk İş Hukukunda Haksız Fesih, Ankara 2020.
KANTEMİR, Taylan: “İşçilik Alacaklarının Belirsiz Alacak Davası Bakımından
İncelenmesi” İSGHD C.18 S.71 Y. 2021 s.1147-1195
KARAGÖZ, Veli: İş Hukukunda Ayrımcılık Tazminatı Erzincan Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Y.2012, Cilt 5, Sayı 1, 57- 76.
KARAKİMSELİ, Ayşe: İşçi Alacakları Bakımından Belirsiz Alacak Davası
Uygulaması ERÜHFD, C. XI, S. 1. s. 199-227.
KARAMERCAN, İnci: “Yargıtay İçtihatları Işığında İş Yargılamasında
Belirsiz Alacak Davası”, DEÜHFD, Prof. Dr. Şeref ERTAŞ’A Armağan, C. 19,
Özel Sayı-2017, s. 2507-2550.
KAYIK AYDINALP, Aslıhan: İş Hukukunda Prim TAAD, Yıl:9, Sayı:36 (Ekim
2018).
KILIÇOĞLU, Mustafa: 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa Uyarlı İş
Yargılama Usulü, İstanbul 2011.
ÖZTEMİR, Zekiye Heval: Türk İş Hukukunda Belirsiz Alacak Davaları,
İstanbul 2021.
PEKCANITEZ, Hakan. Manevi Tazminat Alacakları Belirsiz Alacak Davası
Olarak Açılabilir mi? MİHDER C. 11, S:30.
PEKCANITEZ, Hakan: Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması,
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 15, Özel S., 2013,
s.933-968.
PEKCANITEZ, Hakan: Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması,
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 15, Özel S., 2013,
s.933-968 (Basım Yılı: 2014).
102 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

SENYEN KAPLAN, Emine Tuncay: Bireysel İş Hukuku, Ankara 2019.


SÜMER, Haluk Hadi / KAYIRGAN, Hasan: İşçilik Alacakları ve Hesaplamaları,
Ankara 2021.
SÜMER, Haluk Hadi: İş Hukuku, Ankara 2019.
SÜZEK, Sarper: ‘Yeni Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Genel İş Koşulları’,
Sicil – İş Hukuku Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 24, Aralık 2011.
TULUKÇU, Nezihe Binnur: İş Mahkemeleri Kanunu ve Arabuluculuk
Hükümlerine Göre İş Güvencesi – İşe İade Ankara 2017.
YAKAR, Habibe: Belirsiz Alacak Davasının İş Yargılamasında Uygulanması
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2019.
103

TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN ARALANMASI

Av. Ülkü Nur ASLANTEPE1

GİRİŞ
Tüzel kişiler hukuki işlemle gerçek kişiler yararına kurulan ve
kendini kuran kişiliklerden ayrı tamamen yeni kişiliklerdir. Anı-
lan sebeple gerçek kişiler gibi dürüstlük ilkesine uygun hareket
ederek hakkın kötüye kullanılmasına yol açacak eylem ve işlem-
lerden uzak durmaları gerekmektedir. Ancak kural bu olmakla
birlikte tüzel kişiyi kuran gerçek ve tüzel kişiler bu yeni oluştur-
dukları ve kendi kişiliklerinden bağımsız olan bu tüzel kişinin
arkasına sığınarak üçüncü kişilerin zararına olabilecek eylemler
içine girebilmektedirler. Dürüstlük kuralına aykırı davranarak
hareket edildiğinin ve hakkın kötüye kullanıldığının mahkemeler
tarafından tespiti halinde tüzel kişilik perdesinin aralanması söz
konusu olacaktır. Tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisinin
amacı tüzel kişiliğin kötüye kullanılmasını önleyerek hukuki gü-
venliği ve hakkaniyeti sağlamaktır. Yargıtay 19. Hukuk Dairesi E.
2014/7187 K. 2015/4144 T. 24.3.2015 sayılı kararında; “Maddi
vakaların tespiti yönünden birbirini doğrulayan bilirkişi raporla-
rında yer alan veriler birlikte değerlendirildiğinde, somut olayda
davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki
savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, TMK’.
nun 2.maddesinde öngörüldüğü gibi yasaca korunamayacağı ve
olayda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisini uygulama
koşullarının gerçekleşmiş olması sebebiyle davalı.....’ nin, dava-
cıya olan borcundan dolayı diğer davalı ......’ nin de müştereken
ve müteselsilen sorumlu olduğunun kabulü gerekirken, delillerin
değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm
kurulması doğru görülmemiştir.” demek suretiyle TMK m.2 de yer
alan dürüstlük kuralının ihlali halinde tüzel kişilik perdesinin kal-
dırılması gerektiğinden bahsetmiştir.2

1 İstanbul Barosu Avukatı


2 Y 19.HD, T. 24.3.2015, E. 2014/7187, K. 2015/4144.
104 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Tüzel kişiler ile onları kuran gerçek ve tüzel kişilerin arasına


kişilik noktasında sert bir ayrım yapılması halinde bu ayrımdan
güç alan ve tüzel kişilik kılıfının arkasına saklanarak tüzel kişiliği
hukuka aykırı olarak kullanan art niyetli kişilerin ortaya çıkması
kaçınılmaz olacaktır.
Gerek tüzel kişiler gerekse gerçek kişiler haklarına ve borçla-
rına saygılı davranmalıdır. Tüzel kişilik perdesi insan haklarının
ihlal edilmesinde kullanılan araç olamaz. Gerektiğinde insan hak-
larını korumak için bu örtü bertaraf edilebilmelidir. Yalnız şuna
dikkat etmek gerekir ki, tüzel kişilik perdesi kaldırılırken örtünün
altındaki diğer kişilerin haklarını da korumak ve bu kişilerin hak-
larının ihlal edilmediğine emin olmak gerekir.
Türk hukukunda şirketler; şahıs şirketleri ve sermaye şirket-
leri olarak ikiye ayrılmaktadır. Şahıs şirketlerinde tüzel kişinin
borçları sebebiyle ortakların şahsi malvarlıklarına gidilebilmesine
karşılık sermaye şirketlerinde ortaklar ortaklığa koymayı borçlan-
dıkları sermaye miktarı kadar sorumluluk altında olup tüzel kişi-
nin borçları sebebiyle ortakların şahsi malvarlığına gidilemez. Aynı
şekilde ortakların şahsi alacaklıları da alacaklarını şirket malvar-
lığından tahsil edemezler. Alacaklıların, alacaklarının tahsili amacı
ile şirkete karşı takipte bulunmasına rağmen alacağı tamamen veya
kısmen alamaması halinde belirli hallerde tüzel kişilik perdesinin
aralanmasını talep hakları bulunmaktadır. Bu halde şirket tüzel
kişiliğinin ortadan kaldırılması ile ortakların şahsi malvarlığına
başvurulabilecektir.
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi E. 2005/8774 K. 2006/5232 T.
12.5.2006 sayılı kararında tüzel kişilik perdesini kaldırılması hu-
susunu ilk kez kabul ederek, tüzel kişilik perdesini kaldırmıştır.
Türk hukukunda perdenin kaldırılması davaları malvarlık-
larının karışmasından doğan davalar, görünüşe güvene dayanan
davalar, dürüstlük kuralına aykırı davalar, şirketler topluluğunda
hâkimiyetin kullanılmasının sebep olduğu davalar ve TTK’ya özel
sorumluluk davası olmak üzere beş başlık altında özetlenmekte-
dir.3

3 TEKİNALP Ünal; Tek Kişilik Ortaklık, C.1: Tek Paysahipli Anonim Ortaklık, İstanbul
2011, (Tek Kişi), s.336-338.
Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması • Av. Ü.N. ASLANTEPE 105

1- TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN ARALANMASI ÖRNEKLERİ


Tüzel kişiliğin kötüye kullanılması, yetersiz sermaye, tüzel kişi-
nin malvarlığı ile ortakların malvarlığının birbirine karışması gibi
hallerde tüzel kişilik perdesinin aralanacağından söz edilebilir.
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi E. 2016/3472 K. 2019/745 T.
27.2.2019 sayılı kararında, Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması
gereken hallerden bazılarını şöyle sıralamıştır;
- “Bir ortaklık, iştigal konusunu elde etmek için gerekli olan
sermayeyi koymadan faaliyet gösteriyorsa, şirketin ortakları
tüzel kişiliğin sağladığı sınırlı sorumluluktan faydalanamaz.
Bu durumda ortaklığın kötüye kullanılan bir araç olduğu, var-
sayılır ve “perdenin aralanması ilkesi” uygulanabilir.
- Bir sermeye şirketinin pay sahibinin tüzel kişiliğe haiz başka
bir şirket olması durumunda ortağın (hakim şirket) sırf ken-
di menfaatini ön planda tutarak ortağı olduğu (bağlı) şirketin
menfaatlerini hiçe sayarak hareket etmesi; bir başka değişle
hakim şirketin, hakimiyetini bağlı şirketin zararına olacak şe-
kilde kötüye kullanması halinde tüzel kişilik perdesinin kaldı-
rılması ıuygulanabilir.
(TTK.m.202,203)(19.HD.07.04.2005.T.2004/9514;3750;19.
HD.29.09.2006.T1122/9002)
- İktisadi bütünlüğün ve organik bağın söz konusu olduğu hal-
lerde veya ortağın bizzat kendisinin tüzel kişinin ayrı bir kişilik
olduğunu önemsemediği durumlarda «ayrı tüzel kişilik ilkesine»
dayanılması kabul edilemez. Özellikle bir gruba bağlı şirketlerin
aralarında, organik bir bağ bulunması sebebiyle özdeşleştikleri
veya ortak ile tüzel kişi adlarının, malvarlıklarının, organizas-
yonlarının, faaliyet alanların, faaliyet konularının, personelin,
banka hesaplarının, mallarının ve ticari defterlerinin bir biri-
ne karıştırıldığı veya aynı olduğu durumlarda “perdenin ara-
lanması ilkesi” uygulanabilir.4

4 Y 23.HD, T. 27.2.2019 E. 2016/3472 K. 2019/745.


106 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

1.1- Malvarlıklarının Ya Da Tüzel Kişi İle Ortaklarının


Alanlarının Karışması
Alanların karışması ortaklığın malvarlığı ile ortağın malvarlığı-
nın ayrımının muhasebe hileleri ya da başka sebeplerle mümkün
olmadığı haller söz konusu olur. 5 Bu husus en çok tek ortaklı tüzel
kişiliklerde görülmektedir. Sınırlı sorumluluk ilkesinin temelinde
tüzel kişilik ile bu kişiliği oluşturan kişilerin malvarlıklarının ayrı
olması varır. Tüzel kişi ile tüzel kişiyi oluşturan kişilerin, kişilikle-
rinin iç içe geçmesi en çok ve en sık rastlanan tüzel kişilik perdesi-
nin kaldırılmasını gerekli kılan haldir. Örneğin, ortaklığa ait taşıt
araçlarının bedelsiz bir biçimde bir ortağın kullanımına sunulma-
sı, devredilmesi durumunda tüzel kişi ile ortakların malvarlıkla-
rı birbirine karışmış olacaktır. Başka bir örnek verilecek olursa,
tek kişi tarafından kurulan tüzel kişilerin muhasebelerinin şeffaf
şekilde tutulmaması halinde şirket gelirlerinin tüzel kişiyi kuran
kişi veya kişilerce şahsi malvarlığı gibi kullanılması durumunda da
malvarlığı içi içe geçmiş olacaktır. Birden fazla ortaklığa hâkim du-
rumda bulunan ana ortaklık, bir ortaklığın malvarlığına dâhil olan
bir unsuru herhangi bir biçimde kayıtlara yansıtmaksızın diğer bir
ortaklığın faaliyetlerinde kullanırsa yine tüzel kişilik perdesinin
aralanması uygulanmasına maruz kalabilecektir. Tüzel kişi ile or-
takların alanlarının karışmasını ilişkin olarak şunu belirtmeliyiz
ki; mal ayrılığı kurallara uymayan bir ortak, ortaklık alacaklıları
karşısında dikildiğinde onlara karşı mal ayrılığı kalkanını kullana-
maz. Yani ortaklık borçlarından ötürü şahsi malvarlığı ile sorumlu
olabilecektir. Burada Ortağın gerçek ya da tüzel kişi olması fark
yaratmayacaktır.6

1.2- Tüzel Kişi Üzerinde Belli Bir Grubun Hâkimiyet Kurması


Tüzel kişi üzerinde belli bir grubun hâkimiyet kurması ortaklar-
dan birinin veya birkaçının başka iktisadi çıkarlar peşinde koşması

5 DURAL, s.105.
6 SAĞLAM, İpek, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Kavramına Genel Bir Bakış,
06.12.2020, http://dosya.marmara.edu.tr/huk/Sempozyumyay%C4%B1nlar%C4%B1/
t%C3%BCzelki%C5%9Fillikperdesininaralanmas%C4%B1/ipeksaglam.pdf, 2020.
Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması • Av. Ü.N. ASLANTEPE 107

ve ortaklık faaliyetlerini kendi çıkarları yönünde şekillendirmeleri


durumunda soyut olarak bu ortaklık içerisinde belli bir grubun
hâkimiyet kurduğu söylenebilecektir.7

1.3- Yetersiz Sermaye


Sermaye şirketlerinde pay sahipleri, şirketin kuruluşu sırasında
taahhüt ettikleri sermaye miktarını şirkete sağlamakla sorumlu-
durlar. Sermaye tutarı, şirketin faaliyetleri ve bu faaliyetleri sıra-
sında ortaya çıkabilecek riskler göz önüne alınıp belirlenmelidir.
Bu tutarın yetersiz olması ve bu eksikliğe rağmen şirketin üçüncü
kişiler ile ilişkiye girmesi sonucu üçüncü kişilerin zarara uğraması
halinde tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ve ortakların sorumlu-
luğuna gidilmesi mümkün olmalıdır.

2- TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASI ÇEŞİTLERİ


Tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasının üç yolla olacağı huku-
kumuzda kabul edilmektedir. Bu yollar; tüzel kişilik perdesinin
düz kaldırılması, ters kaldırılması ve çapraz kaldırılmasıdır.
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi E. 2016/3472 K. 2019/745 T.
27.2.2019 sayılı kararının muhalefet şerhinde Tüzel kişilik perde-
sin kaldırılması çeşitlerinden bahsetmiştir.8

2.1- Tüzel Kişilik Perdesinin Düz Kaldırılması


Tüzel kişinin malvarlığı kendisini oluşturan kişilerden bağım-
sızdır. Ancak perdenin düz kaldırılmasının söz konusu olduğu hal-
lerde; tüzel kişinin borçlarından sorumluluğu sadece tüzel kişiliğin
malvarlığı ile sınırlı olmamaktadır. Şöyle ki, tüzel kişinin alacak-
lıları tüzel kişiyi oluşturan kişilerin malvarlıklarından alacaklarını

7 TEKİNALP/TEKİNALP s.396-397.
8 Y. 23.HD, T.27.2.2019, E. 2016/3472, K. 2019/745 :“Tüzel kişilik perdesinin kaldırıl-
ması üç şeklide olabilir: a) Tüzel kişinin borçlarından dolayı, tüzel kişiyi oluşturan or-
taklar ve şirket yöneticilerinin sorumlu tutulabilmesi, (tüzel kişilik perdesinin düz kal-
dırılması) b) Ortağın şahsi borcundan dolayı doğrudan şirketin mal varlığı ile sorumlu
tutulması, (tüzel kişilik perdesinin tersten kaldırılması). c) Bağlı ortaklık üzerinden
ana ortağın mal varlığına gidilebilmesi, sonra da tekrar perdenin kaldırılması suretiyle
diğer bir yavru ortağın mal varlığına müracaat edilebilmesi (tüzel kişilik perdesinin
çapraz kaldırılması)”.
108 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tahsil edebileceklerdir. Bu halde alacaklı olan üçüncü kişiler tüzel


kişiyi oluşturan kişilerin malvarlığına da başvurabileceklerdir.

2.2- Tüzel Kişilik Perdesinin Ters Kaldırılması


Perdenin ters kaldırılmasının söz konusu olduğu hallerde; tüzel
kişiyi oluşturan kişilerin tüzel kişi ile ilgisi olmayan borçlarından
dolayı, tüzel kişinin malvarlığına gidilebilmesi imkânı doğmakta-
dır. Şöyle ki, tüzel kişiyi oluşturan kişilerin şahsi alacaklıları, ala-
caklarının tahsili için tüzel kişinin malvarlığına başvurabilecektir.

2.3- Tüzel Kişilik Perdesinin Çapraz Kaldırılması


Perdenin çapraz kaldırılmasının söz konusu olduğu hallerde;
şirket grupları ve holdinglerin faaliyet alanlarında bütünlük olması
sebebiyle iktisadi açıdan da bir bütünlüğün olması halinde bu şir-
ketler arasındaki tüzel kişilik ayrılığı durumu ortadan kalkacaktır.
Şöyle ki, bağlı şirketlerden birinin alacaklısı hâkim şirkete ve bağlı
diğer şirketlere başvurarak alacağını tahsil edebilecektir.

3- TÜZEL KİŞİLİK PERDESİNİN KALDIRILMASINDA İSPAT


YÜKÜ
Borçlunun hileli işlemleri ile alacaklının alacağını tahsil etmesi-
ni engellendiğini ispat yükü davacı üzerindedir. Davacı bu iddiasını
tanık vs. gibi her tür delil ile ispatlayabilir. İspat hususunda şekli
bir şartın olmaması ispat hususunu bir nebze olsa da kolaylaş-
tırsa da, tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını sağlayacak şekilde
dürüstlük kuralının ihlal edildiğini edilmesi ispatı kolay bir husus
olmayıp somut her türlü delille de desteklenmesi gerekmektedir.
Hâkim somut olayda elindeki verileri ve TMK m.2 de yer alan dü-
rüstlük kuralını değerlendirerek bu hususta bir karar verecektir.
Zira tüzel kişilik perdesinin kaldırılması mevzuat hükümleri kap-
samında düzenlenmemiş istisnai bir yoldur.

4- İŞ HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRME


Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinden ticaret huku-
ku, icra iflas hukuku gibi hukuk dallarında yararlanıldığı gibi iş
hukukunda da yararlanılmaktadır. Zira işverenlerin işçiye zarar
Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması • Av. Ü.N. ASLANTEPE 109

verme, onun haklarını almasını veya iş güvencesi hükümlerinden


yararlanmasını engelleme şeklindeki dürüstlük kuralına aykırı
davranışları sonucunda işçiler, işçilik alacaklarını tahsil edeme-
mektedirler.
İş hukukunda işveren olan sermaye şirketinin ortaklarının so-
rumluluğu ancak tüzel kişilik perdesinin kaldırılması durumunda
söz konusu olabilir. Örneğin, bir tüzel kişinin bir şirkette tamamı-
na yakın oranda sermaye sahibi olması durumunda şirketin işçi-
sinin alacaklarından tüzel kişinin işveren sıfatı ile dava edilmesi
durumu söz konusu olabilecektir.9
Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi, mevzuattan ziyade
Yargıtay kararlarında kendine yer bulduğu için, iş hukuku açısın-
dan incelemede Yargıtay kararlarına değinmek zorunluluk oluş-
turmaktadır. Yargıtay kararları incelendiğinde işverenlerin değişik
isimlerle tüzel kişilikler kurarak aynı yerde farklı isimler altında
faaliyette bulundukları, işçilerin değişik tarihlerde girdi çıktı iş-
lemleri yaparak kıdem gibi işçilik alacaklarına hak kazanmaları-
nı engellemeye çalıştıkları ve bu suretle kendi lehlerine menfaat
sağlamaya çalıştıkları sıkça görülmektedir. Bu halde organik bağın
varlığı halinde işçiler, işçilik alacakları için diğer şirkete başvura-
bilme imkânı kazanabilmektedirler. Organik bağ kavramı sonucu
dürüstlük kuralına aykırı hareket eden ve gerçekte sorumluluğu
bulunan şirkete ilişkin perdenin kaldırılması ile bahsi geçen şirket-
lere başvurulması mümkün hale gelmiştir.
İşverenin kim olduğunun tespitinde salt hukuki ölçütlerin dik-
kate alınmasının ve bu nedenle her bir şirketin ayrı bir tüzel kişi-
lik ve farklı işverenler olduğunun ileri sürülmesinin iş hukukunun
gereklerine uygun düşmeyeceği belirtilmektedir10. Gerçekte ekono-
mik ve sosyal bir bütünlük gösteren bu şirketler bakımından tüzel
kişilik perdesinin kaldırılması suretiyle işçinin gerçek işvereninin
(örneğin yavru şirket yerine holdingin) sorumlu kılınması gerek-
mektedir.11Hukuken işveren görünen kimsenin yahut tarafların iş-

9 BAŞBUĞ Aydın/ YÜCEL BODUR Mehtap; İş Hukuku, 5. Baskı, Ankara 2018, s.66.
10 MOLLAMAHMUTOĞLU Hamdi/ASTARLI Muhittin/BAYSAL Ulaş, İş Hukuku, 6. Bası,
Ankara 2014, s.202. 25
11 MOLLAMAHMUTOĞLU/ASTARLI/BAYSAL, s.202-203.
110 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

veren olarak nitelendirdiği kimsenin değil, gizlenen fakat gerçekte


işveren olan kimsenin belirlenmesi ILO tarafından da gerçeklerin
önceliği (primarity of fact) ilkesi doğrultusunda kabul edilmekte-
dir.12

KAYNAKÇA
BARTKIW Timothy J. ; LabourLawandTriangularEmploymentGrowth, La-
bourLawResearch Network Conference, PompeuFabraUniversity, Barcelona,
June 13-15, 2013, 1-41, s.5.
BAŞBUĞ Aydın/ YÜCEL BODUR Mehtap; İş Hukuku, 5. Baskı, Ankara 2018,
s.66.
ÇAĞLAYAN, Ramazan; Hukukumuzda Kamu Tüzel Kişiliği Kavramı Ve Kıstas-
ları,22.11.2020, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/229908,2020.
DURAL, Mustafa, s.105.
MOLLAMAHMUTOĞLU Hamdi/ASTARLI Muhittin/BAYSAL Ulaş, İş Huku-
ku, 6. Bası, Ankara 2014, s.202. 25
SAĞLAM, İpek, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Kavramına Genel Bir Ba-
kış ,06.12.2020,http://dosya.marmara.edu.tr/huk/Sempozyumyay%C4%B1n-
lar%C4%B1/t%C3%BCzelki%C5%9Fillikperdesininaralanmas%C4%B1/ipek-
saglam.pdf, 2020.
TEKİNALP/TEKİNALP s.396-397.
TEKİNALP Ünal; Tek Kişilik Ortaklık, C.1: Tek Pay Sahipli Anonim Ortaklık,
İstanbul 2011, (Tek Kişi), s.336-338.
YÜCEL BODUR, Mehtap, Vergi Dünyası Dergisi, Yıl 38, Sayı 451, Mart 2019

12 26 BARTKIW Timothy J. ; LabourLawandTriangularEmploymentGrowth, LabourLaw-


Research Network Conference, PompeuFabraUniversity, Barcelona, June 13-15, 2013,
1-41, s.5.
111

CISG’nin 35. MADDESİ UYARINCA SATICININ


MALLARIN SÖZLEŞMEYE UYGUNLUĞUNDAN
SORUMLULUĞU
SÜBJEKTİF VE OBJEKTİF BEKLENTİLER

Av. Nusret Taylan ATLI1

GİRİŞ
Çalışmamızın konusunu oluşturan, Milletlerarası Mal Satımına
İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması ((Uni-
ted Nations Convention on Contracts for the International Sale of
Goods _CISG), satım hukuku özelinde hukukun yeknesaklaştırıl-
masına ilişkin 20. yüzyılda yapılan çalışmaların en somut örnekle-
rinden biri olarak mevcudiyetini korumaktadır.
CISG, günümüzde uygulaması en yaygın olan uluslararası anlaş-
malardan olup amacı kullanıcılarına uluslararası ticaretin özü olan
mal satımına dair pratik çözümler sunmaktır.
Birinci bölümde, ihtilafların mevcudiyeti halinde taraflar arasın-
daki sözleşme ilişkisinde CISG hükümlerinin uygulanıp uygulan-
mayacağı tespitinin önemli olmasından dolayı; yer, zaman, konu
ve taraf iradeleri bakımından CISG’nin uygulama alanları ilgili
hükümler kapsamında incelenmiştir. İkinci bölümde ise, çalışma-
mızın ana konusunu oluşturan, CISG m.35 çerçevesinde düzen-
lenmiş olan malların sözleşmeye uygunluğu konusu ve maddede
ortaya koyulan sübjektif ve objektif beklentiler üzerinde ayrıntılı
olarak durulmuştur.

1. CISG’NİN UYGULAMA ALANI


1.1.Yer Bakımından Uygulama Alanı
CISG’nin hedefinin; uluslararası satım sözleşmelerine uygulana-
cak hukukun yeknesak hale getirilmesi olduğu değerlendirilmekte-

1 İstanbul Barosu Avukatı.


112 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dir2. Hal böyle iken; CISG m.1’e göre; “(1) Bu Antlaşma, işyerleri
farklı devletlerde bulunan taraflar arasındaki mal satımı söz-
leşmelerine, a) bu devletlerin âkit devletlerden olması veya (b)
milletlerarası özel hukuk kurallarının âkit bir devletin hukukuna
atıf yapması halinde uygulanır.”3.CISG m.1’in ilk ve ikinci fıkrası
birlikte değerlendirildiğinde, bu işyerlerinin CISG akit devleti olan
farklı ülkelerde olmasının aranmasının yanında, bunun anlaşılır
olmasının da arandığı görülmektedir4. Anlaşılırlık kuralı, tarafla-
rın “milletlerarası sözleşme yaptığının bilincinde olması” şeklinde
nitelendirilmektedir5. Yine, üçüncü fıkra hükmüne bakıldığında,
tarafların tabiiyetlerinin veyahut tacir olup olmadıklarının da bir
önemi olmadığı izahtan varestedir6. Sözleşme’nin birinci fıkrasın-
da düzenlenen durum “doğrudan uygulanırlık”, ikinci fıkrası “do-
laylı uygulanırlık” şeklinde nitelendirilirken, üçüncü fıkrasındaki
hüküm ise “kişi unsuru” olarak değerlendirilmektedir7.
Burada, “iş yeri” ile “farklı devletler” tanımının CISG’de yapılma-
dığının altını çizmek ve bu kavramların tanımını yapmakta yarar

2 Atamer, Yeşim M., “Uluslararası Satım Sözleşmelerine İlişkin Birleşmiş Milletler Ant-
laşması (CISG) Uyarınca Satıcının Yükümlülükleri ve Sözleşmeye Aykırılığın Sonuç-
ları”, Beta Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul, 2005, S. 48; Atamer, S. 31.
3 CISG metninin Türkçesi için bkz: Https://CISG.Bilgi.Edu.Tr/Tr/Sayfa/CISG-Metni/
(Erişim Tarihi: 13.01.2023)
4 Atamer, S. 48; Mistelis, Loukas, “CISG’ın Uygulama Alanı: Yer, Zaman Ve Kişi Bakı-
mından, Milletlerarası Satım Hukuku, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşme-
ler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması”, Çeviren: Yasan, Candan, Editör: Ata-
mer, Yeşim, M., On İki Levha Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2012,7-25, S. 14; Honnold,
John, “Uniform Law For International Sales, Under The 1980 United Nations Con-
vention”, Kluwer Law And Taxation Publishers,, Second Edition, Netherlands 1991,
S. 76; Balkar Bozkurt, Süheyla, “Uluslararası Satım Sözleşmelerinin Maddi Kurallar
İçeren Konvansiyonlarla Düzenlenmesi Bağlamında Bir Yeknesaklaştırma Başarısı:
11 Nisan 1980 Tarihli Uluslararası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Konvan-
siyonu (Viyana Konvansiyonu)”, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.
16, S. 2, 2017, S. 295-324, S. 305, (Erişim Tarihi: 13.01.2023).
5 Balkar Bozkurt, S. 305.
6 Honnold, S. 94; Mistelis S. 20; Oker, Ali Gümrah, “11 Nisan 1980 Tarihli Uluslararası
Taşınır Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin (Viyana Sözleşmesi)
Uygulama Alanı”, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005, S. 31; Atamer, Yeşim, M., S. 54;
Schlechtriem, Peter / Schwenzer Ingeborg, “Commentary On The Un Convention On
The International Sale Of Goods (CISG)”, Oxford University Press, 3rd Edition, New
York 2010, S. 167.
7 Atamer, S. 51-54; Honnold, S. 80-94; MistelisS. 16-20; Reyhani Yüksel, Sera, “Millet-
lerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması
(CISG) Uyarınca Hasarın Geçişi”, Legal Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2020, S. 60.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 113

bulunmaktadır. CISG’de, iş yeri kavramının somut olaya uygun de-


ğerlendirilmesinin daha uygun düşeceği gerekçesi ile tanım yapıl-
maktan kaçınılmıştır8. İş yeri kavramı CISG özelinde doktrinde,
“Sözleşme tarafının mesleki faaliyetini fiilen ve ağırlıklı olarak yü-
rüttüğü yerdir.” şeklinde tanımlanmaktadır9.
Tarafların iş yerlerinin farklı ülkelerde bulunması şartı bir ön
şart ya da temel bir koşul niteliğini haiz olarak değerlendirilmek-
tedir10. Bu halde; uluslararası özel hukuk çerçevesinde yabancılık
unsurunun varlığına delalet eden; tarafların vatandaşlığı, sözleş-
menin kurulduğu yer ve ifa yeri gibi hususlar CISG kapsamında
önem arz etmemekte olup tarafların iş yerleri farklı devletlerde bu-
lunmaması halinde CISG uygulama alanı bulmayacaktır11.
Taraflardan birinin birden çok iş yeri bulunması halinde, söz-
leşme ile ve sözleşmenin ifası ile en yakın ilişkili iş yeri değerlendir-
meye esas alınacak olup bu husus CISG m. 10’da düzenlenmiştir12.
Bununla birlikte, bu iş yerinin belirlenmesinde, tarafların sözleş-
menin kuruluşu aşamasında bildikleri ve göz önüne aldıkları hu-
susların dikkate alınacağına ilişkin bir şüphe bulunmamaktadır13.

1.2.Zaman Bakımından Uygulama Alanı


CISG m.99’da Sözleşme’nin yürürlüğe girdiği tarih, ülkeler açı-
sından ve sonradan taraf olan ülkeler açısından gibi çeşitli ihti-
mallerin göz önüne alındığı hükümler bulunmaktadır. Bu maddeye
göre, CISG’nin bütün ülkeler açısından yürürlük tarihi1 Ocak 1988
olup maddenin2. fıkrasında CISG’ye sonradan taraf olan ülkeler
açısından yürürlük tarihi, 3., 4., 5., ve 6. fıkralarda ise CISG’nin

8 Karğılı, Sezin, “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş


Milletler Antlaşması (CISG) Kapsamında Elektronik Sözleşmelerin Kurulması”, Bah-
çeşehir Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, S. 10; Atamer,S. 49.
9 Atamer,S. 49; Toker, S. 37.
10 Atamer,S. 48; Tarman, Zeynep Derya, “Viyana Satım Antlaşmasını Uygula-
mak Veya Uygulamamak (CISG’ın Uygulama Alanı)”, Beta Yayınevi,1. Bas-
kı, İstanbul, 2015, S. 21.
11 Atamer,S. 48; Tarman, S. 21.
12 Atamer,S. 49; Mistelis S. 17; Honnold, S. 76-77; Toker, S. 38-40; Schlechtriem, S.
181.
13 Atamer,S. 49; Mistelis S. 17; Honnold, S. 76-77; Toker, S. 38-40; Schlechtriem, S.
181.
114 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

1964 tarihli Lahey Sözleşmeleri ’ne taraf olan ülkeler bakımından


öngörülmüş olan süreçle ilgili hükümler yer almaktadır14. Türkiye
Cumhuriyeti bakımından; katılma, onay, kabul, intikal tarihi 7 Ni-
san 2010 olup söz konusu hüküm nedeniyle 1 Ağustos 2011 tari-
hinde sözleşme yürürlüğe girmiştir15.
CISG m.100’e göre, CISG’nin yürürlüğe girmesinden önce kuru-
lan sözleşmelerde CISG uygulanmayacak olsa da doktrinde genel
olarak taraflar ortak iradeleri ile CISG’nin uygulanmasını karar-
laştırmış ise bunun uygulama alanı bulacağı ileri sürülmekte olup
mahkemeler genellikle CISG hükümlerindeki gerekliliklerin karşı-
lanmadığı gerekçesi ile bu savı kabul etmemektedirler16.
Son olarak; CISG m. 101’de, taraf ülkelerin sözleşmeden çekil-
mesine ilişkin hükümler yer almaktadır17.

1.3.Konu Bakımından Uygulama Alanı


CISG m.1/f.1’e göre bu Sözleşme “mal satım sözleşmelerine”
uygulanacaktır18. Fakat sözleşmede mal ve satış sözleşmesine dair
bir tanımlama bulunmamakta olup sözleşmenin kapsamının belir-
lenmesi için bu kavramların tanımlarının milli hukuk düzenlerine
bırakılması, hepsinin bu kavramları farklı nitelendirmesi nedeniy-
le “yeknesaklaştırma” amacına uygun düşmeyeceğinden, genel ola-
rak mal kavramı için CISG m.2, satım sözleşmesi için ise m. 30 ve
53’ün göz önünde tutulması gerektiği değerlendirilmektedir19.
Söz konusu maddelere göre, satıcının malları teslim etmek ile
mallara dair belgeleri teslim etmeyi ve mülkiyeti geçirmeyi, alıcının
ise akdedilen sözleşmedeki semeni ödemeyi ve malları teslim alma-
yı taahhüt ettiği sözleşmenin bir satım sözleşmesi olduğundan söz
edilebilecektir20. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse; CISG’nin

14 Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Toker, S. 135-144.


15 Bkz: 07.04.2010 Tarihli 27545 Sayılı Resmî Gazete, https://www.resmigazete.gov.tr/
eskiler/2010/04/20100407-1.Html (Erişim Tarihi: 14.01.2023).
16 Schlechtriem, S. 1362.
17 Ayırntılı Bilgi İçin Bkz: Reyhani Yüksel, S. 89-vd.
18 Atamer, S. 36.
19 Atamer, S. 36; Toker, S. 76; Tarman, S. 35-vd.
20 Atamer, S. 36; Toker, S. 76.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 115

kapsam açısından satım sözleşmesini, tarafların karşılıklı mal ve


bedel değişimini konu alan ve tam iki tarafa borç yükleyen ilişkileri
düzenleyen sözleşme olarak nitelemek mümkündür21
CISG’nin mal kavramı anlayışı, hukuk sistemlerindeki mal kav-
ramı anlayışından daha dar kapsamlı olup ancak taşınır mallar
CISG sözleşmesinin konusunu oluşturabilmektedir22. Mal kavra-
mından bahsetmişken, maddi olmayan malların, bilgisayar yazı-
lımları özelinde olmak üzere, taşınır sayılıp sayılmayacağına ilişkin
bir değerlendirmede bulunmak gereklidir. Bilgisayar yazılımları-
nın, maddi kabul edilsin ya da edilmesin, CISG kapsamındaki mal-
lardan olduğu ve taraflarca kararlaştırılmış olması halinde CISG
hükümlerinin uygulanacağı, tarafımızca da isabetli olarak değer-
lendirildiği üzere, doktrinde genel olarak kabul edilmekte olup ya-
zılımın telsim şeklinin online ya da disk üzerinden olmasının bir
farklılık yaratmayacağı da değerlendirilmektedir23.
CISG çerçevesinde konu dışı bırakılan sözleşmeler ve mallara
ilişkin de bir irdeleme yapılmasında fayda görmekteyiz. CISG kap-
samında bir satıma konu taşınır mallar açısından birtakım istisna-
lar mevcuttur. Söz konusu istisnaların, 2. maddede tahdidi şekilde
sayıldığı ve bu hükmün geniş yorumlanmasının CISG’nin uygula-
ma alanının daraltılmasına yol açacağı ve bunun isabetli olmayaca-
ğı değerlendirilmektedir24CISG tarafından uygulama dışı bırakılan
söz konusu sözleşmeler; malın türüne veya sözleşme türüne göre
ikili bir ayrıma tabi tutulmuştur.
Sözleşme türüne göre yapılan ilk tasnifte, tüketici sözleşmele-
ri yer almaktadır25. Bunun yanında; açık artırma ya da cebri icra
yoluyla gerçekleşen satımlar da CISG’nin kapsamının dışında bı-
rakıldığı, olmayacağı CISG’nin 2. maddesinin (b) ve (c) bendi ile
hükümleri ile açıkça ortaya koyulmuştur26.

21 Schlechtriem, S. 168.
22 Atamer, S. 44.
23 Erdem, H. Ercüment, “Milletlerarası Ticaret Hukuku”, On İki Levha Yayıncılık, 2. Bas-
kı, İstanbul, 2020, S. 203 vd.; Tarman, S. 38-39; Toker, S. 89-90; Schlechtriem, S.
172; Atamer, S. 44.
24 Tarman, S. 39.
25 Atamer, S. 40.
26 Bu Konuda Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Atamer, S. 40-43.
116 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Satım konusu mala göre yapılan ayrımda ise; menkul kıymet,


kambiyo senedi ve para satımına dair sözleşmelerin CISG kapsa-
mının dışında olacağı hükmolunmuştur27. Mal türüne dair başkaca
bir kısıtlama ise; her türlü gemi, tekne, hava taşıtı ve hava yastıklı
araç satışında kendisini göstermektedir28. Son olarak kapsam dışı
bırakılan mal ise elektrik olup buna ilişkin sözleşmeler hakkında
CISG uygulanmayacak olup bu kısıtlama diğer enerji kaynaklarına
dair sözleşmelere uygulanmamaktadır29.

1.4.Taraf İradeleri Bakımından Uygulama Alanı


CISG çerçevesinde uygulama ilkesi “convention integrale” olup
buradaki amaç uluslararası yeknesaklaşmış uygulama doğrultu-
sundaki hükümler ULFC ve ULIS’te antlaşmanın ekinde bulun-
makta iken, CISG’de ana metinde bulunmaktadır. Bu çerçevede;
CISG’nin doğrudan ve kendiliğinden uygulandığına ilişkin bir şüp-
he bulunmamaktadır30.
CISG’nin uygulama alanı bulabilmesi için aranmakta olan tüm
şartlar yerine getirilmiş olsa bile, taraflarca akdedilen sözleşmede
CISG’nin tamamen ya da kısmen uygulanmaması doğrultusunda
açık ya da zımni olarak bir anlaşmanın varlığından söz edilebili-
yorsa, CISG’nin ya da dışarıda bırakılan kısmın uygulanmasından
söz edilemeyecektir31.
Bunun karşıtı olarak; tarafların sözleşmeye CISG’ye taraf bir
ülkenin hukukunun uygulanacağını seçmek sureti ile CISG’nin
uygulama alanının içerisine girme fırsatları olduğu gibi32, incorpo-
ration33 yolu ile de emredici hükümlere aykırı olmamak şartı ile

27 Atamer, S. 45.
28 Erdem, S. 208-209; Tarman, S. 39; Toker, S. 95.
29 Atamer, S. 46; Schlechtriem, S. 197.
30 Schlechtriem, S. 161; Atamer, S. 57.
31 Atamer, S. 57; Ekşi, Nuray / Şanlı, Cemal, “Uluslararası Ticaret Hukuku”, Arıkan Ya-
yınları, 5. Baskı, İstanbul 2006, S. 63-64; Reyhani Yüksel, S.90; Schlechtriem, S. 241
Vd.
32 Atamer, s. 62; Toker, S. 131.
33 “Kanunlar İhtilafı Alanında İse, “İncorporation” Sözleşmeye Dahil Etme, Sözleşme-
nin Bir Hükmü veya Bir Parçası Haline Getirme Anlamlarında Kullanılmaktadır.”
Ekşi, Nuray, “Kanunlar İhtilafı Alanında “Incorporation””, Milletlerarası Hukuk Ve
Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni 19 / 1-2 (Haziran 2011),263-291, S. 263.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 117

de sözleşmenin CISG kapsamı içerisine alınma şansı bulunmak-


tadır34.

2. CISG ÇERÇEVESİNDE MALLARIN SÖZLEŞMEYE


UYGUNLUĞU
2.1.Malların Sözleşmeye Uygunluğu Kavramı ve Önemi
CISG’nin üçüncü ayrımında (m. 35-44), sözleşmeye uygunluk
kavramı ve buna ilişkin şartlara dair hükümler bulunmaktadır.
Sözleşmeye uygunluk kavramına ilişkin tanımlamalar bulunmak
ile birlikte, bu kavrama dair bütünsel bir tanımlama yapmanın
çok mümkün olmadığı izahtan varestedir. Bunun nedeni bu kav-
ramın, birçok hukuki prensibi temel alarak oluşturmasına rağmen
esas unsurunu, içeriğinin somut olayın özelliğine göre değişmesi
oluşturmaktadır. Söz konusu kavramın tarihsel gelişim sürecinin
irdelenmesinde, kavramın özünün anlaşılabilmesi için fayda bu-
lunmaktadır. Buna göre; birtakım hukuk sistemlerinde, sorumlu-
luğun satıcıdan daha çok alıcıya yüklenmesi şeklinde bir sistem
oluşturulduğunu (caveat venditor), diğer sistemlerde ise satıcının
daha fazla sorumluluğa sahip olduğu görülmektedir35. CISG çerçe-
vesinde ise, bu iki farklı bakış açısına ilişkin bir denge oluşturma
saiki göze çarpmaktadır.
CISG’nin bu konuya ilişkin hükümleri incelendiğinde, Ang-
lo-Sakson sisteminde var olan warranty (garanti) kurumu ile Kara
Avrupası sisteminde yer alan “ayıp” kurumu kullanılmamış olup
bunun yerine “sözleşmeye uygunluk” kavramının kullanıldığı görül-
mektedir36. Bu hususun, CISG’nin uzlaşmacı ve yeknesaklaştıran
etkisinin bir örneği olduğu değerlendirilmektedir37.CISG çerçeve-
sinde, uluslararası ticaretin hızlı doğasına bir engel oluşturmamak

34 Atamer,S. 62; Reyhani Yüksel, S. 92-93.


35 Schwenzer, S. 362-363.
36 Zeytin, Zafer, “Milletlerarası Mal Satım Sözleşmeleri Hukuku – CISG”, Seçkin Ya-
yıncılık, 5. Baskı,Ankara 2011, S. 126; Schwenzer, S. 367-369; Atamer, S. 181-182;
Honnold, S. 301 Vd.
37 Flechtner, Harry M., “Malların Sözleşmeye Uygunluğu, Üçüncü Kişinin Talepleri ve
Alıcının İhlal Bildirimi”, Çeviren: Erverdi, Zeynep, Editör: Atamer, Yeşim M., İstanbul
2008, 163-192, Milletlerarası Satım Hukuku., S. 166.
118 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ve satıcının alıcı tarafından belirli bir nedenle sorumlu tutulması


gerekliliği sebepleri ile yerel hukuk sistemlerine göre daha sade bir
sistemin öngörülmüş olduğu söylenebilecektir.
CISG kapsamında, birtakım ifa engelleri tek bir türe dönüştü-
rülmüş olup buna ilişkin yaptırımlar da bütünsel eştirilmiş ve bu
durum uygulama bakımından kolaylığı sağlamıştır. Açıklanan hu-
sus sayesinde; aliud38, imkânsızlık, eksik veya fazla ifa, temerrüt ve
ayıp gibi kavramlar ayrı ayrı değil aynı hükümde düzenlenmiş bu-
lunmaktadır39. Yine belirtmek gerekir ki, CISG kapsamında sözleş-
me ihlallerinin esaslı olup olmamasına göre bir ayrım yapılmıştır.

2.2.Malı Sözleşmeye Uygun Teslim Etme Yükümlülüğü


2.2.1. Genel Olarak
Teslim edilen malın sözleşmeye uygun olup olmadığı iki şekilde
belirlenmektedir. İlk olarak; ifa edilecek olan mala dair sözleşme-
de yapılan bir düzenleme var ise buna bakılacak olup bu durum-
da tarafların beklentilerine(sübjektif) uygunluğun ön planda oldu-
ğu söylenebilecektir. Bu durum CISG m.35/f.1’de düzenlenmiştir.
İkinci ihtimal ise, sözleşmede bir düzenleme bulunmuyor ya da
bulunuyor ise dahi bu düzenlemenin eksik olduğunun görülüyor
olması durumudur. Bu hallerde ise, sözleşmeye uygunluk objektif
kriterlere göre belirlenecek olup tarafların objektif beklentilerinin
önemli olacağı söylenebilecektir40.
Antlaşmada malların sözleşmeye uygun olup olmadığının ortaya
koyulmasına dair m. 35 hükmündeki kriterler, TBK’na tabi sözleş-
melerde ayıbın varlığına dair ölçütlerle uyuşmaktadır. CISG’de de
önce tarafların akdettikleri sözleşmede kararlaştıkları özelliklerin,

38 “Aliud, Basit Bir Tarifle, Borçlunun Borçlanılan Edimden Başka Bir Şey Teslim Et-
mesidir.” Acemoğlu, Kevork, “Alıud” Ve Federal Mahkemenin “Alıud” Konusundaki
Tutumu Üzerine, İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, 6 / 9,
(Haziran 2011), 19-29, S. 19.
39 Schlechtriem, S. 570
40 Atamer, S. 182; Subjektif Beklentilere Dair Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Schwenzer, S. 370-
384; Objektif Beklentilere Dair Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Schwenzer, S. 385-395; Flecht-
ner, S. 166-168; Honnold, S. 303 Vd.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 119

bu yok ise bu tür malların tahsis edildikleri kullanım amacının,


bunun yanında satıcının alıcının bilgisine ve değerlendirmesine gü-
venerek açıkça veya zımnen bildirmiş olduğu özel kullanım amacı
varsa bu amacın da esas alınacağı düzenlenmiştir41.
CISG’de, sözleşmeye aykırılık durumlarının belirtilmesi değil,
hangi ihtimallerde malın sözleşmeye uygunluk kriterini sağlayacağı
hükmolunmuştur. Bu doğrultuda CISG’nin, olumlu sayma yönte-
mini kullandığına ilişkin bir şüphe bulunmamaktadır. Mala dair
ayni veya fikri haklarda ortaya çıkan sözleşmeye aykırılıklara iliş-
kin ise, CISG m. 35’te değil m. 41 vd. maddelerinde düzenlemele-
rin bulunduğu görülmektedir.

2.3.Sözleşmeye Uygunluğun Belirlenmesinde Sübjektif


Beklentiler
2.3.1. Genel Olarak
CISG m. 35/f.1 maddesi; “(1) Satıcı, miktarı, kalitesi ve türü
sözleşmede öngörülen malları, sözleşmede belirtilen paket veya
muhafaza içinde teslim etmek zorundadır.42” şeklindedir. Bu hü-
kümde; sözleşmeye uygunluğun belirlenmesindeki sübjektif kri-
terler düzenlenmiş olup CISG’nin, sözleşmeye uygunluğun belir-
lenmesinde esas olarak tarafların sözleşme ile ortaya koydukları
ortak iradelerine öncelik verdiği değerlendirilmektedir43.
Satıcı; miktar, kalite, tür, paket ve muhafaza açısından sözleş-
me ile öngörülmüş kriterlere uygun bir mal teslim etmek ile yü-
kümlüdür. Fakat burada hemen belirtmek gerekir ki, bunlar tah-
didi nitelikte değildir44. Tarafların akdettikleri sözleşmede, değişik
birtakım hususlara dair birçok kriter belirleyebilecekleri kabul

41 Öz, M. Turgut, “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş


Milletler Antlaşması (CISG)”, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Mil-
letlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın (CISG) Türk Borçlar
Kanunu Çerçevesinde Değerlendirilmesi Sempozyumu Özel Sayısı, 3-17. S. 6-7.
42 Https://CISG.Bilgi.Edu.Tr/Tr/Sayfa/CISG-Metni,/ (Erişim Tarihi: 18.01.2023)
43 Schlechtriem, S. 571; Flechtner, S. 165; Atamer, S. 185; Zeytin, S.126; Honnold, S.
303.
44 Atamer, S. 185.
120 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

edilmektedir45. Taraflarca böyle bir belirlemenin yapılması duru-


munda, bunun CISG m.35/f.1çerçevesinde değerlendirilebilmesi
için bu belirlemenin, malın nesne olmasına dair niteliklerine iliş-
kin olması gerektiği görüşü ileri sürülmektedir46.
Tarafların CISG m.35/f.1 çerçevesinde sözleşmede belirledikleri
düzenleme, açık olarak yapılabileceği gibi zımni olarak da yapıla-
bilir47. CISG’nin buna ilişkin bir hükmü bulunmamasına rağmen
bu sonuca, sözleşme hukukunun genel ilkeleri ile ulaşılmaktadır48.
Zımni anlaşma, genelde birtakım standartlara atıf yapılması şek-
linde mevcut bulmaktadır49. Bunun yanında, genel işlem koşulları
yolu ile de zımni anlaşmanın yapılabileceğinin kabulü gerekmekte-
dir50.
Mala yönelik olarak, reklamlarda yer alan birtakım vasıf va-
atlerinin CISG m.35/f.1 çerçevesinde değerlendirilmesi hususu
tartışmalıdır. Bu durumun, temel olarak CISG m. 8 kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir yorum problemi olduğu değerlendi-
rilmektedir51. Hâkim görüşe göre; somut olayın özelliklerine göre
bakılmak suretiyle, satıcının reklamda kullandığı ifadelerin de icap
çerçevesinde değerlendirilmesi ve alıcının kabul beyanı ile sözleş-
menin içeriğine girebilmesi gerekmektedir52.

2.3.2. Miktar
CISG m. 35/f.1’e göre göz önüne alınması gereken ilk kriter,
miktardır. Satıcının, miktarı sözleşmede kararlaştırılmış olan
miktardaki malı teslim yükümlülüğü bulunmaktadır. Taraflar-
ca kararlaştırılmış olan miktardan eksik ya da fazla bir miktarın

45 Atamer, S. 185.
46 Atamer, S. 185.
47 Schlechtriem, S. 571; Atamer, S. 186.
48 Atamer, S. 185.
49 Schlechtriem, S. 571; Zeytin, S.126; Atamer, S. 185; Schwenzer, S. 371.
50 Atamer, S. 185.
51 Schlechtriem, S. 572; Atamer, S. 185.
52 Atamer, S. 185. Aynı Doğrultuda: Schwenzer, S. 372.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 121

teslim edilmesi halinde, sözleşmeye aykırılığın gerçekleştiği kabul


edilmektedir53.
Türk ve İsviçre hukuk sistemlerinde, eksik ifa54 bir temerrüt
sebebi olarak kabul edilmekte olup CISG’nin benimsediği ifa en-
gelleri sistemi bakımından eksik ifa kurumu ayıpta olduğu gibi,
sözleşmeye aykırılık olarak düzenlenmiştir55. Bu hususun, ihbar
yükümlülüğünün doğumu açısından önemli olduğu izahtan vares-
tedir. Bununla beraber, fazla ifa durumunun varlığı halinde ise, bu
da bir sözleşmeye aykırılık şekli olarak düzenlenmektedir56. Fazla
ifa durumu as1ında CISG m.52’de düzenlense de m.35 hükmünün
de göz önüne alınmasında fayda bulunmaktadır57.
Eksik ifanın varlığından bahsedilebilmesi için, borçlunun bor-
cun tamamını yerine getirmek saiki ile ettiği ifanın, akdedilen söz-
leşmede kararlaştırılan ifadan eksik olması gerekir58. Bunun ya-
nında; borçlunun borcunu halihazırda kısmi ifa maksadı ile ifa
ettiği durumlarda eksik ifadan söz etmek mümkün olmadığını bah-
setmekte fayda vardır. Eksik ifa değerlendirmesinde bulunurken,
söz konusu alan kapsamında ortaya çıkabilecek ve önemsiz olarak
nitelendirilebilecek miktar farklılıklarının da göz önüne alınması
gerekmektedir59. Bu husus, yaklaşık miktarlar üzerinden yapı-
lan anlaşmalardaki makul olarak nitelendirilebilecek bir eksikli-

53 Atamer, S. 187; Schwenzer, S. 374;


54 Oğuzman, M. Kemal / Öz, M. Turgut, “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Vedat Kitap-
çılık,7. Baskı, İstanbul 2009 S. 219-223; Güven, Koray, “Alman, İsviçre, Türk Hukuk-
larında ve Viyana Satım Antlaşması’nda Eksik İfa Karşılaştırmalı Bir Değerlendir-
me”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 423-466, S.
427; Reisoğlu, Sefa, Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 25. Baskı, Beta Yayınevi,
İstanbul 2014, S. 299-300.
55 Atamer, S. 187.
56 Zeytin, S. 127; Schwenzer, S. 374-376.
57 “Fazla Teslimat Durumunda, Alıcı Fazla Miktarı Da Teslim Alabilir Ve Daha Yüksek
Bir Fiyat Ödemek Zorunda Kalabilir Veya Fazla Miktarı Teslim Almayı Reddede-
bilir. Bununla Birlikte, Bazen, Fazla Miktardaki Teslimatlar,satıcının artan satın
alma fiyatı talebini hariç tutacak şekilde talep edilmemiş malların gönderilmesi
olarak kabul edilir.” Schwenzer, S. 376; Atamer, S. 189; Zeytin, S. 188.
58 Atamer, S. 188.
59 Bunun, CISG M.9’da Düzenlenmiş Olan LexMercatoria İlkesinin Bir Sonucu Olduğuna
Dair: Schlechtriem, S. 572.
122 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ğin, eksik bir ifa olarak değerlendirmeyeceği ileri sürülmektedir60.


Miktarda var olan eksikliğin mala dair belgelerden anlaşılması da
mümkün olup eksik ifanın varlığı halinde alacaklının ihbar yüküm-
lülüğünün mevcut olduğunu belirtmekte fayda vardır61.

2.3.3. Kalite
Tarafların sözleşmeye dair kararlaştırabilecekleri bir başka süb-
jektif kriter ise kalite olarak karşımıza çıkmaktadır62. Sözleşme
ilişkisinin tarafları, serbestçe malın kalitesine dair özel kriterleri
kararlaştırabilirler ve teslim edilen malın sözleşmede kararlaştı-
rılan kalitede olması gerekmektedir63. Bunun yanında; malın söz-
leşmede kararlaştırılan kaliteden daha kaliteli malın da sözleşme
ihlali anlamına geleceği de ileri sürülmektedir64.

60 Schlechtriem, S. 572.
61 Schlechtriem, S. 572.
62 “Mahkeme, CISG Madde 35(1)’i uygulamak suretiyle, alıcının malların sözleşmenin
gerektirdiği kalitede olmadığına ilişkin iddiasını kanıtlayamadığına hükmetmiştir.
Bunun yanında Mahkeme, alıcının sözleşmede belirtildiği gibi üçüncü bir şahıs ta-
rafından muayene gerektirmeden malı kabul ettiğini ve alıcı tarafından sunulan
yeni delilin kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir.” Railscase, France, Court of Ap-
peal Lyon, 27 Mart 2014, CISG Online Number: 2547, https://CISG-online.org/sear-
ch-for-cases?caseId=8461, (erişim tarihi: 13.01.2023); “Becwood(Davalı), Dingxi’nin
(Davacı) inülinin “gıda üretiminde kullanım için belirli bir kalite ve standartta” ola-
cağını açıkça garanti ettiğini iddia etmektedir. Ek olarak, Becwood, CISG’nin 35.
Maddesi uyarınca sözleşmeye zımni bir satılabilirlik garantisinin tabi olduğunu ileri
sürer. 35. madde, «satıcının, sözleşmenin gerektirdiği miktar, kalite ve nitelikteki ve
sözleşmenin gerektirdiği şekilde kapsanmış veya paketlenmiş malları teslim etmesi
gerekir.» Uluslararası Mal Satış Sözleşmelerine İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşme-
si, m. 35(1), 11 Nisan 1980, S. Antlaşması Doc. 98-9 (1983), 1489 U.N.T.S. 3.
Bununla birlikte, bu garantilerin geçerli olduğu varsayıldığında bile, Becwood ihlal
veya nedensellik tesis edememiştir. Mahkeme huzurunda hiçbir kanıt, Dingxi’nin
eylemlerinin veya ihmallerinin inüline zarar verdiğini veya başka bir şekilde onun
açık veya zımni garantilere uymamasına neden olduğunu göstermemektedir. Ak-
sine, mahkeme önündeki kanıtlar, Dingxi tarafından Becwood’a teslim edilen inu-
lin’in hasar görmediğini ve bu nedenle garanti ihlali olmadığını göstermektedir.
Gerçekten de kanıtlara bakıldığında, Becwood’un daha sonra bu amaç için tekrar
satın alıp müşterilere satması ile açıkça, inülinin insan tüketimine uygun olduğu
görülmektedir. Bu nedenle mahkeme, Dingxi’nin Temyiz Mahkemesi’ne yaptığı
Becwood’un açık ve zımni garanti karşı iddiasının gerçek olmadığına ilişkin talebini
kabul etmektedir.” Dingxi Longhai Dairy, Ltd. v. Becwood Technology Group, L.L.C.,
USA, U.S. District Court for the District of Minnesota, 17 Haziran 2010, CISG Online
Number: 3186, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=9100(erişim tarihi:
19.01.2023)
63 Atamer, S. 190; Schwenzer, S. 377;
64 Schlechtriem, S. 572-573.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 123

Malın menşei, imal yılı, hammaddesi, yeniden satılabilirliği(-


merchantibility), kullanım süresi, görünüşü, belirli bir piyasaya
veya kullanım koşuluna uygunluğu gibi hususlarda dair ortaya ko-
yulan belirlemeler bu çerçevede değerlendirilebilecek olup bu hu-
susların tahdidi olmadığını da belirtmekte fayda bulunmaktadır65.
Bunun yanında; tarafların bir kalite standardına atıf yapması da
mümkündür66.

2.3.4. Tür
CISG açısından sözleşmeye aykırılık çerçevesinde çözüme ka-
vuşturulmuş olan konulardan bir başkası da kararlaştırılan mal-
dan başkaca bir malın teslim edilmesidir67. Özellikle Kara Avru-
pası hukuk sistemlerine tabi yerel hukuk düzenlerinde yer alan
“aliud68”, gibi kavramlar CISG’nin kapsamında ortak sonuca bağ-
lanmak sureti ile Sözleşme’nin amacına uygun olarak yeknesak bir
çözüme kavuşturulmuştur69. Türk Hukuk’unda aliud durumu, bir
ifa olarak anlaşılmamakta olup bu halde temerrüt hükümleri uygu-
lanmaktadır70.Aliud durumunun; ihbar külfeti, zarar taleplerinin
niteliği ve zamanaşımı süresi ile ilgili olduğu değerlendirilmekte-
dir71.
Burada, CISG Sekreterya şerhinde yer almış olan, “Mısır tes-
limi için anlaşılması halinde, patates teslim edilirse bu bir ifa

65 Schlechtriem, S. 572-573; Atamer, S. 189; “Malların Sözleşmeye Göre Sahip Olma-


sı Gereken Özelliklerin Belirlenmesi, Kalite Gerekliliklerini Belirlemenin Belirli Bir
Amaca Uygunluk Gerektirmekten Farklı Bir Yoludur.”, Schwenzer, S. 378.
66 Zeytin, S. 127; Schlechtriem, S. 572-573.
67 “Mahkeme, davalının CISG Madde 35(1) kapsamındaki sözleşmedeki tanıma uy-
gun malları teslim etmediğini tespit etmiştir.Sonuç olarak, olağanüstü durumlar
mevcut değil ise, davalının kural olarak sorumluluğu bulunmakta olup bu nedenle
satış fiyatını düşürmesi ve zararı karşılaması gerekmektedir.” Porkcase IV,Korea,
Republic of (South Korea), Central District Court Seoul, 29 Kasım 2013, CISG online
number: 2830, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=8744 (erişim tarihi:
19.01.2023).
68 Bu Kavrama İçin Açıklama İçin Bkz: S. 13, Dipn. 62.
69 Atamer, S. 190; Schlechtriem, S. 573-574.; Zeytin, S. 128; Schwenzer, S. 382-383.
70 Bu Konudaki Bilgiler İçin Bkz: Oğuzman, S.216-219;Nomer, Halûk Nami, “Borçlar
Hukuku Genel Hükümler”, Beta Yayınevi, 16. Baskı, İstanbul, 2018, S. 307.; Reisoğlu,
S. 336-337.
71 Atamer, S. 190.
124 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

olarak nitelendirilemez.72” ifadesi doktrinde tartışmalara yol aç-


mıştır. Birtakım yazarlar tarafından, aliud durumunda ifa etme-
meye dair CISG m. 31 ve devamı hükümlerinin uygulanması savu-
nulmuştur73. Bu görüş taraftarlarına göre, aliud halinde ifanın hiç
gerçekleşmediği kabul edilerek buna uygun yaptırımlar gündeme
gelmelidir. Bunun yanında, alıcı bu halde ihbar külfeti devreye gir-
meyeceğinden ihbar külfeti ile uğraşmadan CISG m.49’da yer alan
hakların kullanılabileceği, bu görüş kapsamında ileri sürülen baş-
kaca bir husustur74.
Doktrinde hâkim olan görüşe göre ise, aliud durumunda söz-
leşmeye aykırı ifanın varlığından bahsedilebilecek olup sözleşmeye
aykırılık hükümleri uygulanacaktır75. Bu görüş, CISG m.35/f.1’de-
yer alan “tür” ifadesinin, aliud durumunda da malın sözleşmeye
uygun olmayacağının kabul edildiğini ileri sürmekte olup karşıt
görüşün ortaya koyduğu ihbar külfetine dair problemlerin CISG
m.40 hükmü ile çözülebileceği değerlendirilmektedir76.

2.3.5. Paketleme – Muhafaza


CISG m.35/f.1 çerçevesinde sözleşmeye uygunluğun sağlanabil-
mesi için, malın taraflarca kararlaştırılan paketleme ve muhafaza
biçimine de uygun olması gerekmektedir77. Bu yükümlülüğü sağla-
yamayan satıcının, CISG kapsamında sözleşmeye aykırılıkla karşı-
laşacağı izahtan varestedir.
Paket ya da muhafaza yalnızca malın korunması amacı ile söz-
leşmede kararlaştırılmışsa, malın bir zarara uğramadan alıcıya
ulaştırılmasının esaslı unsur olduğu ve hal böyle iken, paket ve
muhafazanın sözleşmeye aykırılığından bahsedilebilecek olsa dahi,
alıcının bu hükümlere gitmesi imkanının var olmadığı kabul edil-
mektedir78. Bunun tam tersi olarak ise, paket ya da muhafazanın

72 Atamer, S. 191.
73 Atamer, S. 191.
74 “Halbuki, Maddenin Hazırlanma Sürecine Bakıldığında, Bu Şekilde Bir Yorumun
Elverişli Olmadığı Görülecektir.” Schlechtriem, S. 573-574.
75 Atamer, S. 191; Schlechtriem, S. 573-574.
76 Atamer, S. 192.
77 Atamer, S. 194; Schlechtriem, S. 574; Schwenzer, S. 383-384.
78 Atamer, S. 194; Schwenzer, S. 384.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 125

malın aranan niteliklerinden biri şeklinde kabul edilmiş ise, malın


zarara uğramadan teslim edilmiş olması ancak paket veya ambala-
jın taraflar arasında kararlaştırılan niteliklere uygun olmamasının
alıcıya CISG çerçevesinde sözleşmeye aykırılık hükümlerine gitme
imkânı verdiği kabul edilmektedir79.

2.4. Sözleşmeye Uygunluğun Belirlenmesinde Objektif


Beklentiler
2.4.1. Genel Olarak
CISG m.35/f.2 hükmü; “(2) Taraflarca aksi kararlaştırılmadı-
ğı takdirde, mallar ancak aşağıdaki hallerde sözleşmeye uygun
sayılırlar: (a) aynı türden malların mutat olarak tahsis edildi-
ği kullanım amacına uygun iseler; (b) sözleşmenin kurulması
esnasında açıkça veya zımnen satıcıya bildirilen her türlü özel
kullanım amacına uygun iseler; meğerki koşullardan, alıcının,
satıcının bilgisine ve değerlendirmesine güvenmediği veya gü-
venmesinin makul olmadığı anlaşılsın; (c) satıcının alıcıya örnek
veya model olarak sunduğu malların kalitesine sahip iseler; (d)
ilgili türden mallar için mutat sayılan şekilde veya böyle mutat
bir şeklin var olmadığı hallerde, malın muhafazası ve korunma-
sına uygun olan şekilde paketlenmiş iseler” şeklindedir80.
Madde hükmü, sözleşmeye uygunluk olgusunun varlığından
bahsedebilmek için tarafların objektif beklentileri olarak ifade edi-
len kriterleri ortaya koymuştur. CISG, maddenin ilk fıkrası ile taraf
iradelerine öncelik verdikten sonra, taraflar arasında kararlaştırıl-
mış hususların var olmadığı durumlar için çeşitli kriterler belirle-
miştir81. Bu kriterleri sıralamak gerekir ise bunlar; mutat kullanım
amacına uygunluk, özel kullanım amacına uygunluk, numune veya
modele uygunluk ve mutat paket ve muhafazaya uygunluk şeklinde
ifade edilebilecektir.
Objektif kriterlerin ortaya koyulmasının sebebi, taraflarca söz-
leşmede üzerine anlaşılmayan, belirlenmeyen hususların tespiti-

79 Atamer, S. 194; Schwenzer, S. 384.


80 CISG Metni İçin Bkz: Https://CISG.Bilgi.Edu.Tr/Tr/Sayfa/CISG-Metni/ (Erişim Tarihi:
20.01.2023).
81 Schlechtriem, S. 589; Atamer, S. 196; Schwenzer, S. 385; Honnold, S. 304-308.
126 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dir82. Çünkü taraflarca, sözleşmede yer alan her husus üzerinde


bir kararlaştırmaya ihtiyaç duyulmamış olması ihtimali mevcut
olup bu kriterler tarafların üzerinde kararlaştırmasına ihtiyaç ol-
mayan malda yer alması gereken zorunlu unsurların belirlenmesi
amacıyla mevcuttur83.
CISG m.35/f.2’de ortaya koyulan objektif kriterlerin kaynağı hu-
susunda doktrinde görüş birliği bulunmamaktadır. Bir görüş, bun-
ların yasal bir yükümlülük olduğunu savunur iken, diğer bir görüşe
göre ise kriterler tarafların varsayılan iradesinden ortaya çıkmak-
tadır84. Bu görüşler irdelendiğinde, ilk görüşün kaynağını Kara Av-
rupası hukuk sisteminde yer alan yasal tekeffül görüşünden alır
iken, ikinci görüş ise Anglo-Sakson Hukuku’nda yer alan implied
terms (farazi irade) görüşünden kaynaklanmaktadır85. İkinci gö-
rüş, benzer durum içindeki tüm kişilerin makul şekilde öngörmüş
olabileceği fakat somut olayda belirtilmemiş olan kriterlerin tespit
edilmesi amacını haizdir. Kara Avrupası hukuk sistemlerinde, ta-
rafların açık şekilde sözleşmeye uygunluğa dair kriterlerin karar-
laştırılmamış olduğu durumlarda Kanundaki yedek hukuk kural-
ları uygulanmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu görüşlerin farklılığı
yalnızca teorik alanda etki göstermeyecek olup ilk görüşün uygu-
lanması durumunda CISG m.7 hükmü uygulanmak suretiyle genel
ve tüm sözleşmelere uygulanacak bir yorum yapılacakken, ikinci
görüşün uygulanması ihtimalinde ise, tarafların iradelerinin yoru-
muna dair CISG m.8 göz önüne alınarak her sözleşmede tarafların
iradelerine özgü bir yorum prensibi söz konusu olacaktır.
Hal böyle iken; CISG m. 35/f.2 hükmünün lafzı ve CISG’nin ge-
nel niteliklerinin göz önüne alınması durumunda, tarafların varsa-
yımsal iradesinin bu kriterlerde esas alınmasının daha isabetli ola-
cağı görüşü tarafımca da daha isabetlidir. Bunun gerekçesini ise,
CISG’nin sözleşmeye uygunluk kurumu çerçevesinde Anglo-Sak-
son Hukuk sistemine daha çok yaklaşması oluşturmaktadır. Be-
lirtmekte fayda vardır ki, objektif kriterlerin yorum kuralı olarak

82 Honnold, S. 304.
83 Atamer, S. 196.
84 Atamer, S. 197.
85 Atamer, S. 197.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 127

benimsenmesi ve akit tarafların varsayımsal iradelerinin ortaya


çıkarılması ile bir sonuca varılması diğer görüşe göre daha müm-
kündür86.

2.4.2. Mutat Kullanım Amacına Uygunluk


2.4.2.1. Genel Olarak
CISG m.35/f.2-a hükmü, aynı cins malların mutat şekilde tahsis
edilmiş olduğu kullanım amacına uygun olmaları halinde bunların
sözleşmeye uygun sayılacağı hükmünü ihtiva etmektedir. Bu kriter,
tarafların buna dair aralarında bir belirleme yapmadığı durumlar-
da tarafların objektif beklentileri göz önüne alınarak oluşturulmuş-
tur87. Bu hükme ilişkin temel problemi, mutat kullanım amacının
ne şekilde belirleneceği oluşturmaktadır88.

2.4.2.2. Mutat Kullanım Amacının Belirlenmesine Yönelik


Görüşler
Mutat kullanım amacı kavramı, çeşitli hukuk sistemlerinde yer
alan farklı kavramlar ile açıklanmaktadır. Türk hukuku bakımın-
dan yasal tekeffül görüşü çerçevesinde bu kavram açıklanmakta
olup söz konusu kriterin TBK m. 219 uyarınca, maldan dürüstlük
kuralı göz önüne alınarak beklenebilecek faydaların anlaşılması ge-
rektiği değerlendirilmekte iken, İngiliz hukukunda ise “tatmin edici
kalite (satisfactory quality)” kavramı çerçevesinde değerlendiril-
mektedir89.

86 Honnold, S. 304.
87 Zeytin, S. 128; Honnold, S. 305; Schwenzer, S. 390; Atamer, S. 199; “Bordeaux Tem-
yiz Mahkemesi, iki tarafın iş yerlerinin Sözleşmeye taraf iki farklı Devlette olması
nedeniyle Sözleşmenin uygulanabilir olduğuna karar vermiştir. Yine Mahkeme ta-
rafından, Sözleşme’nin 35. maddesi uyarınca, satıcının, sözleşmenin gerektirdiği
nitelik ve tanımdaki malları teslim etmesi gerektiği ve malların, aynı tanımdaki
malların mutat kullanım amacına uygun olmadıkça sözleşmeye uygun olmadığı
hatırlatılmıştır. Mahkeme, bilirkişi raporuna göre, karoların emaye kaplaması ye-
terince kalın olmadığı için, malların bu tür malların amaçlandığı normal kullanıma
uygun olmadığının altını çizmiştir.”bkz: CeramicheMarca Corona v. Bois&Matériaux,
Court of Appeal Bordeaux, France, CISG Online number: 2552, https://CISG-online.
org/search-for-cases?caseId=8466, (erişim tarihi: 24.01.2023).
88 Atamer, S. 199; Honnold, S. 305; Schwenzer, S. 390.
89 Atamer, S. 199-200; Schlechtriem, S. 577; Honnold, S. 304; Schwenzer, S. 390.
128 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Yukarıda bahsi geçen hukuk sistemlerdeki kavramların ortak


noktası, bu kavramların temelinde ticaret aktörleri tarafından sü-
regelen uygulama ve anlayışlara göre dizayn edilmiş olmasıdır90.
Bu noktada, çeşitli görüşlerin ortak noktasının da bu kriter olduğu
değerlendirilmektedir91. Burada tartışmaya sebebiyet veren husus,
ticaret hayatına uygunluk kriterinin belirlenmesinde ortaya koyula-
cak kriterin malın yeniden satılabilirliği olup olmadığıdır.
Genelde, çeşitli hukuk sistemlerinde satım konusu malın “or-
talama kalite” niteliğini haiz olmasına dair düzenlemeler bulun-
maktadır92. Ancak, Anglo-Sakson hukuk sistemlerinde, “ticarete
elverişlilik” kavramı kullanılmış olup buna göre malın ortalama
kalitede olmamasına karşın yeniden satılabilirliği açıkça ortada
ise, mutat kullanım amacına uygunluk gerçekleşmektedir93. Bu ko-
nuda CISG’ye ne şekilde bir ekleme yapılacağı tartışılmış94 olup
bu tartışmaların yapıldığı sıralarda Hollanda Tahkim Enstitüsü
tarafından verilen bir karar bu konuda önemli bir içtihat yaratmış-
tır95. Hakem heyeti söz konusu iki yaklaşımı da reddederek ortaya
“reasonable quality (makul kalite)” kriterini çıkarmıştır. Hakem
kararına göre, mutat kullanım amacının anlamı yerel hukuk sis-
temlerini kaynak alarak değil bizzat CISG hükümleri çerçevesin-
de, otonom yorum şekliyle belirlenmelidir. Bunun aksi, CISG’nin
uluslararası niteliğine uygun düşmeyecektir. Heyet, yorum metodu
olarak CISG m. 7’de yer alan standartlara göre bir sonuca varıl-
ması gerektiğini de belirtmiş olup ortaya makul kalite kavramını
çıkarmış ve bu kriterin temelinin de alıcının kabul edilebilir bek-
lentilerinden kaynaklandığına hükmetmiştir96.

90 Zeytin, S. 128; Atamer, S. 200.


91 Schlechtriem, S. 575.
92 Bu husus örnek teşkil etmesi açısından bkz: 6098 Sayılı TBK m. 86, https://www.mev-
zuat.gov.t r/mevzuat?MevzuatNo=6098&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 , (erişim
tarihi: 23.01.2023)
93 SCHLECHTRİEM, s. 575; ATAMER, s. 200; HONNOLD, s. 304; SCHWENZER, s. 390.
94 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Schlechtriem, S. 577.
95 Bu konudaki ayrıntılı tartışma için bkz: RijnBlendoilcase, Netherlands Arbitration
Institute, Rotterdam (Netherlands), 15 October 2002, CISG Online Number: 740,
Başlık 5.1, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=6670, (erişim tarihi:
23.01.2023).
96 Atamer, S. 200; Schlechtriem, S. 577.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 129

Söz konusu karar, CISG’nin uluslararası özelliğinin vurgulan-


ması yolu ile bir sonuca varılması dolayısıyla çok önemli olduğu,
bunun nedeninin ise yukarıda bahsi geçtiği üzere CISG’nin ho-
meward trend olarak nitelendirilen yerel teamüllere göre açık-
lanmaya çalışılmasının sözleşmenin yapısına zarar verdiği, yekne-
saklaştıran niteliğini ortadan kaldırdığı değerlendirilmektedir97.
Burada; CISG’de kullanılmış olan kavramların, uluslararası tica-
ret teamülleri ile dürüstlük kuralını göz önüne alınarak m.7 uya-
rınca yorumlanması gerektiği ve tarafların farazi iradelerinin m.
8 uyarınca önem arz ettiğini belirtmekte fayda vardır98. Açıklanan
nedenlerle, CISG kapsamına giren bir durumda, somut olay ve ko-
şulları çerçevesinde tarafların iradeleri göz önüne alınarak yorum
yapılması en isabetli yol olacaktır99.

2.4.2.3. Mutat Kullanım Amacı Standardının Belirlenmesi


Mutat kullanım amacı hususunda bir diğer sorun ise, hangi ül-
kenin düzenlemesinin göz önüne alınması gerekliliğidir. CISG’nin
uluslararası niteliği haiz olduğu düşünüldüğünde, birçok farklı
devletin farklı sebeplerle ortaya koyduğu kısıtlamaların soruna yol
açabileceği izahtan varestedir. Ulusal hukuk sistemleri; tüketici-
nin, çevrenin korunması ya da ürünün güvenliğine dair birçok kı-
sıtlama getirmektedirler100.
Alıcı ülkesi, satıcının ülkesi ya da malın kullanılacağı ülkenin
hukuk düzenlerinde bu şekilde sınırlamaların bulunduğu durum-
da, hangi ülkenin kurallarının esas alınacağına dair doktrinde gö-

97 Flechtner S. 168; Honnold, S. 306.


98 Honnold, S. 305; Atamer, S. 200.
99 “CISG Madde 35(2)(a) ve (b)’de bulunan bu iki yükümlülük, UCC’de bulunan satıla-
bilirlik ve belirli bir amaca uygunluk zımni garantilerine benzemektedir. İlk olarak,
UCC ve CISG’de ifadesini bulan satılabilir kalitede mal sağlama yükümlülüğü ile
ilgili olarak, Davacı, Davalı tarafından sağlanan çimin “tanımlama kapsamında-
ki adil ortalama kaliteyi” karşılamadığını veya “tarife göre uygun olmadığını” ya
da “bu tür malların kullanıldığı mutat kullanım amacına” (UCC Bölüm 2-314(2))
veya “aynı tanımdaki malların mutat olarak kullanılacağı amaçlara uygun” ol-
madığını ortaya koymalıdır.” bkz: Global Syn-Turf, Inc. v. Hebei Mighty Synthetic
Rubberand Plastic Co. Ltd., American Arbitration Association – International Centre
for Dispute Resolution (AAA/ICDR), New York (U.S.A.), 17 Mayıs 2021, CISG Online
Number: 5794, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=13708 , (erişim tari-
hi: 24.01.2023)
100 Atamer, S. 201; Schwenzer, S. 391-392; Schlechtriem, S. 578-579.
130 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rüş birliği bulunmamaktadır. Bu görüşlerden biri; istisnalar bu-


lunmakla birlikte satıcının ülkesindeki düzenlemelerin göz önüne
alınacağını savunur iken, diğer görüş alıcının ülkesinin standart-
larının değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir101. Bir yan-
dan da bu şekilde genel bir değerlendirme yapmanın isabetli ol-
mayacağı, yorum ve ticari teamüllerin odak noktasını oluşturması
gerektiği değerlendirmesi yapılmaktadır102. Buna göre; öncelikle
m.35/f.2-b kapsamında özel bir kullanımın varlığından söz edilip
edilmeyeceği irdelenmesi gerekmekte olup akabinde böyle bir du-
rum söz konusu değil ise uluslararası ticari teamüllerin standart
olarak kullanılması gerektiği de doktrindeki mevcut değerlendir-
meden bir tanesidir103.
Bunun yanında; bu standartların belirlenmesi hususunda mah-
kemeler nezdinde yeknesaklaştırılmış bir içtihadın varlığından söz
edilebilecektir104. Bu konuda verilmiş ve yapıtaşı olarak nitelendi-
rilebilecek kararlardan biri, Alman Federal Mahkemesi tarafından
verilmiş olan 8 Mart 1995 tarihli karar105 olarak kendisini göster-
mektedir106. Davaya konu olayda; davalının, iş yeri İsviçre’de bu-
lunmakta olan davacıdan 1750 kg midye satın aldığı ve davacının
malı kararlaştırılmış zamanda teslim ettiği ancak davacı ödeme ta-
lep ettiğinde davalı maldaki bir maddenin miktarının Almanya’nın
ilgili kanununda getirdiği sınırlamanın üzerinde olması sebebiyle
ödeme yapmayacağını kendisine iletmiştir. Mahkeme tarafından
söz konusu olaya dair, malın alıcının ülkesinde ya da malın bulun-
duğu ülkedeki spesifik standartlara uyması zorunluluğu ancak bu
durumun sözleşmede açıkça kararlaştırmasına bağlı olduğu yoru-
mu yapılmıştır. Yine Mahkeme’ye göre, Malın mutat kullanım ama-
cının belirlenmesinde, alıcının ülkesinde kamu hukuku kaynaklı
düzenlemelere uygunluk kural olarak aranmayacak olup bunun
istisnaları olabilecektir. Bu istisnalara örnek olarak; alıcı ile satı-

101 Atamer, S. 203.


102 Honnold, S. 305-306; Atamer, S. 203.
103 Schlechtriem, S. 577-578.
104 Atamer, S. 201.
105 Karar metni için bkz: New ZealandMussels Case, Germany, GermanSupreme Court,
08 Mart 1995, CISG Online Number: 144, https://CISG-online.org/search-for-cases?ca-
seId=6122, (erişim tarihi: 23.01.2023).
106 ATAMER, s. 201; SCHWENZER, s. 387-388.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 131

cının ülkelerindeki standartların aynı olması, alıcı tarafından bu


husus özelinde satıcıya bilgilendirme yapılmış olması ya da taraflar
arasında uzun süredir süregelen bir ticaret ilişkisinin varlığı gös-
terilebilecek107 olup somut olayda böyle bir durum mevcut olma-
dığından Mahkeme malların sözleşmeye uygun olduğu sonucuna
varmıştır108. Söz konusu karar önemli bir içtihat başlatmış olup
birçok mahkeme benzer kararlara imza atmıştır109.
Bu tartışmalar genel olarak alıcının ülkesi açısından daha yük-
sek standardın söz konusu olduğunda yapılmakta ise de bunun
tersi bir durumun varlığı da mümkün olup malın satıcının ülke-
sindeki standartlara uygun olmaması ancak alıcının ülkesindeki
standartlara uygun olması halinde bu durumun sözleşmenin ih-
lali olmayacağı doktrindeki genel değerlendirmedir110. Burada bu
hususlara dair ispat yükünün alıcıya ait olduğunu belirtmekte de
fayda vardır111.

107 Söz Konusu İstisnalara Dair Ayrıntılı Açıklamalar İçin Bkz: Yeşim M., CISG’de Satıcı-
nın Yükümlülükleri, S. 205; Schlechtriem, S. 577-578; Flechtner, S. 169; Zeytin, S.
129; Schwenzer, S. 392-393; “Yargıç, bir dizi denizaşırı kararı ve akademik maka-
leyi değerlendirdi. Özellikle Bundesgerichtshof (Alman Yüksek Mahkemesi), 18 ve
Medical Marketing v Internazionale (Temyiz Mahkemesi, Grenoble, Fransa), Me-
dicoScientifica (Federal Bölge Mahkemesi, Louisiana, Amerika Birleşik Devletleri).
Yargıç, aşağıdaki ilkelerin yukarıda sayılan Mahkemeler tarafından oluşturulan
içtihatlardan ortaya çıktığı sonucuna varmıştır:
Genel bir kural olarak, satıcı, malların varış yerini bilse bile, ithalatçı ülkenin düzen-
leyici hükümlerine veya standartlarına uyulmasından aşağıdaki durumlar dışında
sorumlu değildir: a.. Aynı düzenlemeler satıcının ülkesinde de mevcutsa, b. Alıcı,
kendi ülkesindeki sınırlamalar hususunda satıcıyı uyarmış ve satıcının uzmanlığına
güvenmişse. c. Satıcı, özel durumlar nedeniyle gereksinimleri biliyor veya bilmesi
gerekiyordu ise. Özel durumlar şunları içerebilir: i. Satıcının ithalatçı ülkede bir şu-
besi olması. ii. Taraflar arasında uzun süredir devam eden bir bağlantının varlığı.
iii. Satıcının genellikle alıcının ülkesine ihracat yaptığı gerçeği. iv. Satıcının ürünle-
rini alıcının ülkesinde tanıttığı gerçeği.” Smallmon v. Transport Sales Limited, Court
of Appeal of New Zealand, New Zealand, 22 July 2011, CISG Online Number: 2215,
https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=8131 , (erişim tarihi: 24.01.2023)
108 Zeytin, S. 129; Atamer, S. 202; Schlechtriem, S 578-579.
109 Bu Kararlar İçin Bkz: Atamer, S. 202-203.
110 Atamer, S. 205; Schlechtriem, S. 577-578.
111 “Ayrıca, Madde 35(2) uyarınca, alıcı, ödeme yapılmamasına karşı olumlu bir sa-
vunma olarak malların uygun olmadığını kanıtlama yükünü taşır. Chicago Prime
Packers, Inc. v. NorthramFoodTradingCo., 408 F.3d 894, 898 (7th Cir. 2005).” Bkz:
Sunrise Foods Int’l, Inc. v. Ryan HintonInc., U.S. District Court for the District of
Idaho, U.S.A., 08 Ağustos 2019, CISG Online Number: 4522, https://CISG-online.org/
search-for-cases?caseId=11435 , (erişim tarihi: 24.01.2023).
132 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

2.4.3. Özel Kullanım Amacına Uygunluk


CISG m.35/f.2-b’ye göre; alıcı tarafından satıcının bilgisine ve
değerlendirmesine güvenilmediği ya da bunun makul olmadığı an-
laşılmadığı sürece, sözleşmenin kurulması sırasında açıkça ya da
zımnen satıcıya bildirilmiş olan kullanım amacına uygunluğun ara-
nacağı şeklindeki hükmüyle, özel kullanım amacına uygunluk kri-
teri getirilmiştir112. Burada hemen belirtmek gerekir ki, bu noktada
bir mal mutat kullanım amacına uygun olmakla birlikte, özel kulla-
nım amacına uygun değil ise, sözleşmenin ihlalinin varlığından söz
edilebileceği değerlendirilmektedir113.
CISG m.35/f.1 ile m. 35/f.2-b arasındaki ilişkinin irdelenmesin-
de, satıcı tarafından açık ya da zımni olarak bir kabulün varlığı-
nın önemli olduğu değerlendirilmektedir114. Özel kullanım amacı
şartının uygulama alanı bulabilmesi için satıcının bilgilendirilmiş
olması yeterli görülmekte olup bu bilgilendirmenin satıcının mala
ve özel niteliklere dair bir sözleşmesel yükümlülüğü üstlendiğini
kabul ettiği anlamına gelmeyeceği değerlendirilmektedir115.
Kara Avrupası hukuk sisteminde bu şekilde bir özel kullanım
amacının varlığından söz edebilmek için bunun sözleşmede ka-
rarlaştırılması gerektiği kabul edilmektedir116. Bunun yanında,
CISG’nin, Anglo-Sakson hukukuna benzer bir şekilde özel kulla-
nım amacı için bildirimi yeterli gördüğü ve hatta Alman delege-
nin, özel kullanım amacı için satıcının buna onay vermiş olması-
nın aranması şartı teklifinin reddedilmesinin de bunun gerekçesini

112 Atamer, S. 206; Honnold, S. 306; Schwenzer, S. 385.


113 Atamer, S. 206; “Satıcı tarafından sağlanan malın, genellikle aynı türden malın hiz-
met vermesi beklenen kullanım için uygun olup olmadığının kontrol edilmesi işbu
mahkeme kararı ile bizzat ilintilidir. (CISG Madde 35(a)). Ayrıca, sağlanan malze-
me, taraflar sözleşmeyi imzalarken satıcının dikkatine açıkça veya zımnen sunulan
özel kullanım için de uygundur (CISG Madde 35(b)). Gerçekten de, yargıç tarafından
atanan uzman, belirli soruyu şu şekilde yanıtlamıştır: “Testere, maça ve nakliye
işlemlerinden sonra sağlanan bazalt, dış mekan kullanımı için uygun olabilir.” bkz:
ALAKartKft. v. PizzulS.r.l.,District Court Trieste, Italy, 17 Haziran 2019, CISG Online
Number: 5184, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=13098, (erişim tarihi:
24.01.2023).
114 Honnold, S. 306; Schwenzer, S. 386; Atamer, S. 206-207.
115 Schlechtriem, S. 581.
116 Atamer, S. 206.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 133

oluşturduğu öne sürülmektedir117 . Bir yandan, birtakım yazarlarca


bu teklifin reddedilmesinin, satıcının hiçbir şekilde onayı olmadan
böyle bir yükümlülüğe maruz kalmasının onaylandığı anlamına
gelmeyeceği savunulmaktadır118. Bu maddeye dair bir başka bakış
açısı ise, bunun bir yorum kuralı olduğu ve bu maddenin hâkime
zımni olarak sözleşmenin içeriğine hangi hususların dahil olduğu-
nu belirlemede kullanılacak bir araç verdiğini ileri sürmektedir119.
Tarafımızca da en isabetli ve CISG’nin yeknesaklaştırma ve denge
unsuru olma amacına en uygun bakış açısı, bu yorum olmaktadır.
Bu hükmün uygulanabilmesi için, mutat kullanımı aşan bir ih-
tiyacın varlığından söz etmek gerekecek olup mala ilişkin kültürel/
dini kullanımın ya da etik standartların mevcut olduğu bir pazarda
malı özel kullanım amacı kapsamına alacaktır120.
Özel kullanım amacının varlığından bahsedebilmek için bilgi-
lendirmenin mevcudiyeti de önem arz etmekte olup bu durumda
alıcı açıkça bilgilendirmeyi yaptı ise sorun bulunmayacak, satıcı-
nın bunu kabul etmemesi halinde sözleşme akdetmeme serbestisi
bulunacaktır121. Bu noktada esas problem oluşturan husus, alıcı-
nın bu bilgilendirmeyi zımnen yapmış olması ve bunun makul bir
satıcının fark edebileceği bir bilgilendirme olması durumudur. Bu
noktada kabul gören görüş; satıcının durumun hal ve şartlarından
anlayabileceği özel kullanım amacına uygunluktan da sorumlu ol-
masıdır122.

117 Schlechtriem, S. 581.


118 Atamer, S. 207.
119 Atamer, S. 212; Honnold, S. 306.
120 Atamer, S. 209; Schlechtriem, S. 581; Schwenzer, S. 386.
121 Schlechtriem, S. 581; Atamer, S. 209.
122 Atamer, S. 209; Schlechtriem, S. 581; “Bu açıdan satıcının olduğu kadar alıcının da
tacir olduğunu vurgulamak önemlidir. Alıcı, blokların nasıl yerleştirileceğini, yani
yapılarda hangi malzemeden, hangi şekilde, hangi çapta tam olarak açıklama-
mıştır. Alıcı, satıcıdan taşa 10 cm çapında delikler açmasını istemiş olup akabinde
satıcıdan çapı 11 cm’ye çıkarmasını talep etmiş ve bu da blokların sadece hala
deliksiz olan son kısmı için yapılmıştır. Bu noktada, satıcının yalnızca yukarıda
belirtilen tüm unsurların farkında olması halinde, alıcının CISG m.35(b) maddesi-
nin uygulanmasını talep edebileceğinin kabulü gerekmektedir.” Bkz: ALAKartKft. v.
PizzulS.r.l.,District Court Trieste, Italy, 17 Haziran 2019, CISG Online Number: 5184,
https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=13098, (erişim tarihi: 24.01.2023);
“35. Maddenin (2)(b) paragrafı kapsamında ortaya çıkan ilk olgusal sorun, ilgili her
bir sözleşmenin yapıldığı sırada Bay Venuti tarafından Cortem’e açıkça veya zımnen
134 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Bilgilendirme ile ilgili belirtilmesi gereken bir diğer husus, bu-


nun sözleşmenin kurulmasından önce yapılması gerektiği olup sa-
tıcıya teklifi reddetme olanağının sunulması ile bu bilgilendirme-
nin alıcı tarafından ispat edilmesidir123. Bunun yanında; alıcının
satıcıdan onay aldığına dair bir ispat yükünün bulunmadığını da
belirtmekte fayda vardır124.
Son koşul olarak ise, alıcının satıcının bilgisine ve değerlendir-
mesine güvenmesi ya da güvenmesinin haklı olarak kabul edilmesi
sayılmaktadır. Bu koşula ilişkin CISG’nin, alıcıya satıcının yeterli-
liğine güvenerek işlem yapma külfeti getirdiği söylenebilecektir125.
Burada, alıcının söz konusu mal üzerinde bilgi sahibi olabileceği
ihtimalini irdelemek gerekmektedir. Bu durumda, genel bir kural
şeklinde, üçüncü şartın oluşmadığına kanaat getirmek isabetli ol-
mayacaktır126. Satıcı tarafından alıcıya, alıcının seçtiği parçaların
uygun olmadığı söylenmesine rağmen ısrar ile karşılaşılması hali
ile satıcının alıcıyı mala ilişkin bilgisinin olmadığı hususunda uyar-
ması halinde artık satıcının sorumluluğundan bahsetmek müm-
kün olmayacaktır127. Son olarak; alıcının güveninin haklı bir güven
olmadığı ispat külfetinin satıcı üzerinde olduğunu belirtmekte fay-
da bulunmaktadır128.

bildirilen amaç veya amaçlarla ilgilidir. SA serisi bağlantı kutuları ile ilgili olarak, satış
sözleşmeleri, ürünler TestSafe sertifikasını aldıktan sonra yapılanlardır. Bay Venu-
ti’nin amacı, bu nedenle, ürünlerin sertifikasyon için sunulması değil, ürünlerin pa-
zara satışıdır. Herhangi bir görüşe göre bu amaç açıkça Cortem’e bildirilmemişse,
bu zımnen sayılmaktadır. Bay Venuti’nin ürünlerin bu amaca uygun olmadığı iddi-
ası - daha önce çıkarım yoluyla yaptığım bir bulgunun kapsadığı - ürünleri bu amaç
için kullanmış olması gerçeğiyle karmaşıklaşmaktadır. Teknik bir amaca uygunluk
eksikliği mevcut olabilecek olsa da, yukarıda da belirtildiği gibi Bay Venuti’nin tes-
lim aldığı malların herhangi bir kayıp veya hasara uğramadığı anlaşılmaktadır.
EVF ve FSQC serisi ürünler söz konusu olduğunda, Bay Venuti’nin satıldıkları söz-
leşmelere uymadıklarını Cortem’e bildirmediği söylenemez. Burada, yukarıdaki pa-
ragraf 95’teki nedenlerime atıfta bulunuyorum. Bu koşullar altında, Bay Venuti’nin
35(2)(b) Maddesine dayanarak talepte bulunma hakkı, 39(1) veya (2) Maddesi tara-
fından geçersiz kılınmaz.” bkz: CortemSpA v. Controlomatic Pty Ltd, Federal Court of
Australia, Australia, 13 Ağustos 2010, CISG Online Number: 2128, https://CISG-onli-
ne.org/search-for-cases?caseId=8044 , (erişim tarihi: 24.01.2023).
123 Atamer, S. 212; Schlechtriem, S. 581; Zeytin, S. 130.
124 Atamer, S. 212.
125 Honnold, S. 306; Atamer, S. 209; Schlechtriem, S. 581; ; Schwenzer, S. 388.
126 Atamer, S. 210; Schlechtriem, S. 582; Schwenzer, S. 389.
127 Schlechtriem, S. 582; Zeytin, S. 131.
128 Honnold, S. 306.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 135

2.4.4. Örnek ya da Model Üzerinden Gerçekleştirilen Satımlar


CISG m.35/f./2-c hükmü uyarınca, satıcı tarafından alıcıya bir
model ya da örnek sunulmuş ise, onun tarafından teslim edilen mal
da bunlara benzer nitelikleri haiz olmalıdır. Maddede bahseden ör-
nek sözcüğü, esasen numuneyi belirtmektedir129. Model kavramı
ise, tamamen veya kısmi olarak özelliklerinin asıl mala benzediği
prototipi belirtmek için kullanılan bir kavramdır130. Örnek teslim
eden satıcının, örnek ile aynı özelliğe sahip mal ya da malları tes-
lim etmeyi yüklendiğini belirtmekte fayda vardır. Bu durum, malın
tedarik edilmediği ancak satıcının elinde bir prototip bulunduğu
ve bununla gerekli tanıtımı yaptığı ihtimalde ortaya çıkmaktadır131.
Modelin asıl malın belli bir kısmını (renk, malzeme kalitesi vs.)
yansıtmak için değil de asıl malın tamamını temsil ettiği durum-
larda satıcının o modelde ortaya koyulan niteliklerin sağlanmasını
üstlendiği ve sözleşmenin bir unsurunu oluşturduğu göz önüne alı-
narak bir değerlendirme yapılmalıdır132.
Modele ya da örneğe uygunluk hususunun sözleşmeye uygunluk
şeklinde bir kriter olarak ele alınması için bunların model ya da
örnek olarak alıcıya sunulmuş olması yeterli sayılmaktadır133. Ta-
rafların sözleşmede kararlaştırmış olduğu özellikler ile model ya
da numune uyuşmakta ise, bu durumda CISG m.35/f.1 hükmünün
uygulama alanı bulacağı değerlendirilmektedir134. Ancak, sözleş-
mede belirlenmiş niteliklerin, model ya da örnekler ile uyuşmama-
sı ihtimalinde problemler ortaya çıkabilecek olup bu alin mevcut
olduğu durumlarda, hangi niteliklerin aranmakta olduğu somut
olayın özelliklerine göre irdelenip yorum prensipleri ile bir sonuç
ortaya çıkarılması gerektiği ileri sürülmektedir135. Burada hemen
belirtmek gerekir ki, bu tespitte kullanılacak yorumda CISG m.7
ve 8 ve 9uyarınca ticari teamüllerin de göz önüne alınması gerek-
mektedir.

129 Atamer, S. 212; Schlechtriem, S. 582; Zeytin, S. 131.


130 Zeytin, S. 132; Atamer, S. 212; Schlechtriem, S. 582-583.
131 Schlechtriem, S. 583.
132 Schlechtriem, S. 583; Atamer, S. 212.
133 Schlechtriem, S. 582-584; Atamer, S. 213.; Honnold, S. 307.
134 Honnold, S. 307.
135 Schlechtriem, S. 582-584; Atamer, S. 213.
136 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Bunun yanında; model ya da numuneye uygun olma koşulunun,


mutat kullanım amacına ve özel kullanım amacına uygunluk kriter-
leriyle karşılaştırılmasında fayda bulunmaktadır. Bir malın teslimi
sunulan model ya da örneğe uygun olarak nitelendirilebilse bile,
söz konusu mal için kabul edilebilecek mutat kullanım amacına
aykırılığın mevcut bulunması halinde, satıcı kural olarak model ya
da örneğe uygunluğu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamamak-
tadır136.

2.4.5. Uygun Paketleme ya da Muhafazanın Yapılması


CISG m. 35/f.2-d hükmüyle, tarafların paket veya muhafazaya
dair açık ya da zımni şekilde bir belirlemenin mevcut olmadığı du-
rumlarda paket ve muhafazanın uygun yapılmasına ilişkin bir dü-
zenleme getirilmiştir137.
Hükmün ilk kısmı uyarınca, önce sözleşme konusu mallara dair
bir paketleme ya da muhafaza biçiminin olup olmadığı belirlenme-
li ve bu belirlemenin CISG m.9’a göre yapılması gerekmekte olup
ticari teamüller ve yerleşik uygulamaların varlığı dikkate alınacağı
değerlendirilmektedir138.
Sözleşme konusu mallar dair mutat bir paket veya muhafaza
biçiminin varlığından bahsedilemediği durumlarda ise, malın mu-
hafazası ve korunması için zaruri ve uygun paket ya da muhafaza-
nın mevcudiyeti aranmakta olup bu husus genelde özel üretim ya
da yeni üretilmiş niteliği haiz mallar için geçerli olmaktadır139. Uy-
gun muhafaza ve korunmanın tespitinde; malın içeriği, nitelikleri,
taşınma şekli ve süresi ile iklim koşulları gibi farklı hususlarında
göz önüne alınmasının gerektiği belirtilmekte olup bunun yanında
satıcının bildiği ya da bilmesinin beklendiği özel durumların da
dikkate alınması gerektiği değerlendirilmektedir140.

136 Schlechtriem, S. 583.


137 Atamer, S. 213.
138 Atamer, S. 214; Schlechtriem, S. 584; Honnold, S. 307; Zeytin, S. 132.
139 Schlechtriem, S. 585.
140 Atamer, S. 214; Zeytin, S. 132.
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 137

2.4.6. Sözleşmeye Uygunluk Bakımından Önemsiz Aykırılıklar


CISG sistematiğinde, ulusal hukuk sistemlerinden farklı olarak,
sözleşme aykırılıklarında önemsiz sayılabilecek aykırılıklarda dahi
bunun aykırılık sayılacağı düzenlenmiştir141. CISG sistemi çerçeve-
sinde, önemsiz sözleşmeye aykırılıkların, yaptırımlar aşamasında
etki göstereceğini belirtmekte fayda vardır. Bazı haklar ancak esas-
lı ve önemli sözleşme ihlallerinde kullanılabilecektir. Önemsiz ihlal
durumlarında, alıcının sözleşmeden dönmesi veya aynen ifa talep
etmesi mümkün olmayacaktır142.

2.5.Sözleşmeye Uygunluk Bakımından Alıcının Bilgisi


CISG m. 35/f.3 hükmü “Alıcının sözleşmenin kurulması anında
bildiği veya bilmemesinin mümkün olmadığı sözleşmeye aykırı-
lıklardan satıcı, fıkra 2’nin (a) ilâ (d) bendleri çerçevesinde so-
rumlu değildir.” şeklindedir. Bu hükme göre alıcının, sözleşmenin
kurulduğu sırada bildiği ya da bilmemesinin mümkün olmadığı
sözleşmeye aykırılıklardan dolayı, objektif kriterlerin yerine geti-
rilmediği iddiasına başvuramayacaktır143. Özellikle 2.el mal satımı
gibi belirli niteliklere haiz malların satımında bu hükmün günde-
me geleceği değerlendirilmektedir144. CISG m.35/f.2 hükmünde sa-
tıcıya yüklenen sorumluluk bu düzenleme ile yumuşatılmış olup
bu düzenlemede alıcının sübjektif ve objektif bilgisinin odak nok-
tasına alındığı görülmektedir145.

141 Bu Konuda Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Atamer, S. 215; Schlechtriem, S. 585.
142 “Sözleşmenin ihlali 49. madde kapsamında “esaslı” olarak değerlendirilmesi halin-
de, zarar gören taraf tazminat talep edebilir. CISG 25. Madde uyarınca sözleşmenin
ihlali, taraflardan birinin, sözleşmenin ihlalini öngörmemiş olması ve bu ihlalin ma-
kul kişi tarafından öngörülemeyecek olması durumları dışında, sözleşme uyarınca
beklemekte haklı olduğu şeyden önemli ölçüde yoksun bırakacak bir olumsuzluğa
sebep oluyorsa, esaslı sayılmaktadır.” Bkz: SunriseFoodsInt’l, Inc. v. RyanHintonInc.,
U.S. District Court for the District of Idaho, U.S.A., 08 Ağustos 2019, CISG Online
Number: 4522, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=11435 , (erişim tari-
hi: 24.01.2023).Ayrıca CISG’nin “esaslı ihlal” sistemi ile Türk Hukukundaki sistemin
karşılaştırması için bkz: ÖZ, M. Turgut, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşme-
ler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması(CISG), (2013) (1), Galatasaray Üniver-
sitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler
Anlaşması’nın (CISG) Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Değerlendirilmesi Sempoz-
yumu Özel Sayısı 3-17, 10.
143 Honnold, S. 308.
144 Honnold, S. 308; Schlechtriem, S.586.
145 Schlechtriem, S. 586; Atamer, S. 216; “Diğer bir ifadeyle, alıcının satıcıya karşı ile-
138 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Alıcının bilgisinin tespit edilmesi, bir ispat sorunu olarak değer-


lendirilmekte olup alıcının bunu yüklenmesinin yanında “alıcının
bilmesinin mümkün olmaması” hususu da bu ispat yükünün bir
yumuşatma çabası olduğu ileri sürülmektedir146. Alıcının bilme-
sinin beklendiği durumlar, özellikle satıcı ile alıcının daha önce
de ilişkisinin bulunup da satıcının öncesinde de düşük kalitede
sağladığı mal bulunması halinde mevcut olabilecektir. Alıcının söz-
leşmeye aykırılıkları bilmesi ve sözleşmenin kurulması halinde,
bu aykırılıkların da sözleşmenin bir parçası olduğunu söylemek
mümkündür147.
Alıcının bilmesinin mümkün olmadığı aykırılıkların, nasıl belir-
leneceği hususunda doktrinde bir görüş birliği bulunmamaktadır.
Bir görüş; bu kavramın ağır kusuru kastettiğini savunurken, diğer
görüş sadece açık aykırılıklar göz önüne alınıyor ise ağır kusur-
dan daha üst düzey bir özensizliğin olması gerektiği ileri sürmek-
tedir148.
Alıcının sözleşme kurulduğu sırada aykırılıkların farkında ol-
masına karşın, sözleşmeye uygun bir malı teslim almak için ısrarlı
olduğu durumda, satıcının CISG m. 35/f.3’e göre sorumluluktan
kurtulması şansı bulunmamakta olup alıcının sözleşme öncesi mu-
ayeneyi önermesi ancak bunun gerçekleşmemiş olması durumun-
da ne olacağı tartışmalı olsa da doktrindeki genel görüşe göre yine
satıcının sorumluluktan kurtulamayacaktır149. Burada yine, somut

ri sürdüğü ve sorumluluğa yol açtığını iddia ettiği, sözleşmeye aykırılığa yol açan
fiilî haller, sözleşmenin kurulduğu sırada alıcı tarafından bilinmiyorsa, Madde
CISG’nin 35(3) maddesi, yalnızca alıcı tarafından farklı bir uyum eksikliğine yol
açan farklı olgusal koşulların bilinmesi nedeniyle alıcının talebini geçersiz kılmaz.
Madde 35(3)’ün odak noktası, alıcının kaybını telafi etmeye çalıştığı “sorumluluk”
üzerinedir. Madde 35(3), alıcının talebini yerine getirme girişimine karşı satıcıya,
ancak bu yükümlülüğe yol açan gerçekler sözleşmenin yapıldığı sırada alıcı ta-
rafından biliniyorsa, bir savunma sağlar.” Bkz: CastelElectronicsPtyLtd v. Toshiba
SingaporePteLtd, Federal Court of Australia, Australia, 20 Nisan 2011, CISG Online
Number: 2219, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=8135, (erişim tarihi:
24.01.2023)
146 Schlechtriem, S. 586; Honnold, S. 308.
147 Atamer, S. 217.
148 Schlechtriem, S. 586; Atamer, S. 217; Honnold, S. 308.
149 Zeytin, S. 133
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 139

olayın ve malın özellikleri, tarafların bilgi düzeyi gibi hususların


değerlendirme kapsamına alınması gerekmektedir150.

Satıcı tarafından malın belirli bir niteliği haiz olduğu taahhü-


dünde bulunmak suretiyle bir garanti verilmesi durumuyla veya
maldaki sözleşmeye aykırılıkların hile suretiyle gizlenmesi ihti-
mallerinde CISG m.35/f.3maddesinin uygulama alanı bulup bul-
mayacağı belirsizdir. İlk durumda CISG m.35/f.1 kapsamında bir
anlaşmanın var olduğu isabetli şekilde savunulmaktadır151. İkinci
durumda ise, CISG m.7 ve 40 yolu ile satıcının bildiği veya bilme-
mesinin mümkün olmadığı ve alıcıya açıklamadığı olgulara dayan-
dığından sorumluluğu devam edecektir152.

Madde hükmünden de açıkça anlaşıldığı üzere, CISG m.35/f.3


sadece objektif kriterlere dair bir sınırlama getirmektedir. CISG
m.35/f.1 çerçevesindeki anlaşmalar bu istisna kapsamında nite-
lendirilemez153. Fakat birtakım ihtimallerde, CISG m.35/f.3 dü-
zenlemesinin kıyas yoluyla, tarafların aralarında kararlaştırıldığı
hususlardaki eksikliğin sözleşmenin kurulduğu sırada, alıcının
bildiği veya bilmesi gerektiği durumlarda da uygulanabileceği de-
ğerlendirilmektedir154. Somut olayın özelliklerinin değerlendirile-
rek çözümlenmesi esas olsa da alıcının malların anlaşmaya uygun
olmadığını bilmesine rağmen önce sözleşmenin kurulup akabinde
CISG m.35/f.1çerçevesinde sözleşmeye aykırılık iddiasında bulun-
ması çelişkili ve dürüstlük kuralına aykırı bir davranış olarak nite-
lendirilmektedir155.

150 Atamer, S. 217.


151 Schlechtriem, S. 587.
152 Atamer, S. 218; “[Satıcının] iddiasının aksine, [satıcının] sorumluluğu CISG 35(3)
uyarınca hariç tutulmaz, çünkü [satıcı] sözleşmenin bitiminde hileli hareket etmiş-
tir.” bkz:Used car case I, Court of AppealCologne, Germany, 21 Mayıs 1996, CISG
Online Number: 254, https://CISG-online.org/search-for-cases?caseId=6228, (erişim
tarihi: 24.01.2023)
153 Schlechtriem, S. 588.
154 Schlechtriem, S. 588.
155 Schlechtriem, S. 588.
140 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

SONUÇ
CISG m.35/f.1maddesinde, sözleşmeye uygunluğun belirlenme-
sine dair sübjektif beklentiler düzenlemektedir. Bu madde uya-
rınca satıcı tarafından, sözleşme ile kararlaştırılan nitelik, nicelik,
tür, paket ve muhafazaya sahip mal teslimi yükümlülüğü üstlenil-
mektedir. Bir başka anlatımla, CISG’nin tarafların sözleşme özgür-
lüğü çerçevesinde ortaya koydukları belirlemelere öncelik verdiği
anlaşılmaktadır kriterlere aittir. CISG m.35/f.2 maddesinde ise
her sözleşmede bulunması makul olarak beklenebilecek objektif
beklentiler düzenlenmiştir. Bu hüküm uyarınca, satıcı, alıcı tara-
fından mutat kullanım amacına veya alıcının özel olarak bildirilen
kullanım amacına uygun, sunulan model veya örnek ile aynı nite-
likleri taşımakta olan ve uygun biçimde paketlenmiş bir mal tes-
lim etmekle yükümlüdür. Mutat kullanım amacı belirlenirken çe-
şitli kriterlerin kullanılması mümkünse de önem arz eden husus,
somut olayda tarafların iradesine en uygun görünen amacı tespit
edebilmektir. Özel kullanım amacının ise, alıcı tarafından satıcıya
bildirilen ve normalden farklı niteliği haiz özel istekleri kapsadığı
kabul edilmektedir. Model ya da numuneye uygunluk çerçevesinde
ise CISG’nin yerel hukuk düzenlerinde yer alan hükümlere ben-
zer bir sistematik benimsediği görülmektedir. Alıcının malın söz-
leşmeye uygun olmadığını bilmesi durumunda ise, alıcı tarafından
malın kabul edildiği varsayılarak objektif kriterler kapsamında bir
sözleşmeye aykırılık iddiasında bulunulma hakkının yitirileceğinin
kabulü gerekmektedir.
Sonuç olarak; CISG’nin uluslararası ticaretin yeknesaklaştırıl-
masında önemli bir rolü bulunmakta olup birçok maddede taraf-
ların iradelerine öncelik tanındığı açıkça anlaşılmaktadır. Bunun
yanında; CISG’nin Anglo-Sakson hukuk sistemi ile Kara Avrupa-
sı hukuk sistemi arasında bir yaklaşım benimsediği ancak Ang-
lo-Sakson sistemine yakın olduğu genel olarak kabul edilmektedir.
Son olarak ise; 35. maddede düzenlenen hükümlerde boşluk ya da
belirsizlik bulunması halinde, yerel hukuk sistemlerinde düzen-
lenen hükümlere göre bir yorum yolu benimsemek Sözleşme’nin
CISG’in 35. Maddesi Uyarınca Satıcının... • Av. N.T. ATLI 141

yeknesak ve uluslararası niteliğinin yitirilmesine neden olacağın-


dan, bu gibi durumlarda CISG m.8 ve 9 uyarınca, burada yer alan
yorum metotlarına göre ve uluslararası ticari teamüller dikkate alı-
narak bir yorum geliştirilmesi en isabetli yol olacaktır.

KAYNAKÇA

ACEMOĞLU, Kevork, ““Alıud” Ve Federal Mahkemenin “Alıud” Konusundaki


Tutumu Üzerine”, İstanbul Üniversitesi Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Der-
gisi, 6 / 9, (Haziran 2011).
ATAMER Yeşim M., “Uluslararası Satım Sözleşmelerine İlişkin Birleşmiş
Milletler Antlaşması (CISG) Uyarınca Satıcının Yükümlülükleri ve Sözleşme-
ye Aykırılığın Sonuçları”, Beta Yayınevi,1. Baskı, İstanbul, 2005.
BALKAR BOZKURT, Süheyla, “Uluslararası Satım Sözleşmelerinin Maddi
Kurallar İçeren Konvansiyonlarla Düzenlenmesi Bağlamında Bir Yeknesak-
laştırma Başarısı: 11 Nisan 1980 Tarihli Uluslararası Mal Satımına İlişkin
Birleşmiş Milletler Konvansiyonu (Viyana Konvansiyonu)”, Galatasaray Üni-
versitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, S. 2, 2017.
EKŞI, Nuray / Şanlı, Cemal, “Uluslararası Ticaret Hukuku”, 5. Baskı, Arıkan
Yayınları, İstanbul 2006.
EKŞI, Nuray, “Kanunlar İhtilafı Alanında “Incorporation””, Milletlerarası Hu-
kuk ve Milletlerarası Özel Hukuk Bülteni 19 / 1-2 (Haziran 2011), 263-291.
Erdem, H. Ercüment, “Milletlerarası Ticaret Hukuku”, On İki Levha Yayıncı-
lık, 2. Baskı, İstanbul, 2020.
FLECHTNER, Harry M., “Malların Sözleşmeye Uygunluğu, Üçüncü Kişinin
Talepleri ve Alıcının İhlal Bildirimi”, Çeviren: Erverdi, Zeynep, Editör: Ata-
mer, Yeşim M., İstanbul 2008, 163-192, Milletlerarası Satım Hukuku. İstanbul
2008.
GÜVEN, Koray, “Alman, İsviçre, Türk Hukuklarında ve Viyana Satım Antlaş-
ması’nda Eksik İfa Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme”, Marmara Üniversite-
si Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi.
HONNOLD, John, “Uniform Law For International Sales, Under The 1980
United Nations Convention”, Kluwer Law And Taxation Publishers,Second
Edition, Netherlands 1991.
KARĞILI, Sezin, “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında
Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG) Kapsamında Elektronik Sözleşmelerin
Kurulması”, Bahçeşehir Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
KEE, Christopher & PASCAL, Hachem &SCHWENZER, Ingeborg, “Global
Sales And Contract Law”, Oxford University Press, 1st Edition, Oxford 2012.
142 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

MISTELIS, Loukas, “CISG’ın Uygulama Alanı: Yer, Zaman ve Kişi Bakımın-


dan, Milletlerarası Satım Hukuku, Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Söz-
leşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması”, Çeviren: Yasan, Candan,
Editör: Atamer, Yeşim, M., On İki Levha Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul 2012.
NOMER, Halûk Nami, “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Beta Yayınevi, 16.
Baskı, İstanbul, 2018.
OĞUZMAN, M. Kemal & ÖZ, M. Turgut, “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”,
Vedat Kitapçılık,7. Baskı, İstanbul 2009.
OKER, Ali Gümrah, “11 Nisan 1980 Tarihli Uluslararası Taşınır Mal Satımı-
na İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin (Viyana Sözleşmesi) Uygulama
Alanı”, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2005.
ÖZ, M. Turgut, “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında
Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG)”. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fa-
kültesi Dergisi Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Anlaşma-
sı’nın (CISG) Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Değerlendirilmesi Sempoz-
yumu Özel Sayısı.
REISOĞLU, Sefa, “Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Beta Yayınevi,25.
Baskı, İstanbul 2014.
REYHANI YÜKSEl, Sera, “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler
Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG) Uyarınca Hasarın Geçişi”,
Legal Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2020.
SCHLECHTRIEM, Peter & SCHWENZER Ingeborg, “Commentary On The
Un Convention On The International Sale Of Goods (CISG)”, Oxford Univer-
sity Press, 3rd Edition, New York 2010.
TARMAN, Zeynep Derya, “Viyana Satım Antlaşmasını Uygulamak veya
Uygulamamak (CISG’ın Uygulama Alanı)”, Beta Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul,
2015.
ZEYTIN, Zafer, “Milletlerarası Mal Satım Sözleşmeleri Hukuku – CISG,” Seç-
kin Yayıncılık, 1. Baskı, Ankara 2011.
143

BİREYSEL BAŞVURU HARCININ


ARTIRILMASI TARTIŞMASI:
BİREYSEL BAŞVURU NE KADAR BİREYSEL?1

Arş. Gör. Hasan Basri ÇİFCİ2

1. GİRİŞ
Anayasa Mahkemesinin yayınladığı bireysel başvuru istatistikle-
rine göre, sadece 2021 yılında yapılan başvuruların sayısı toplam
başvuru sayısının yüzde 18.3’üne karşılık gelmektedir.3 Neredeyse
her beş başvurudan biri 2021 yılında yapılmıştır. 2012 yılından bu
yana başvuruları karşılama oranı yüzde 83.7 olsa da bu oran 2021
yılında ortalamanın altına düşerek yüzde 69 olarak kaydedilmiştir.
Mezkûr tablo karşısında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvu-
ruya ilişkin iş yükünün arttığı bir sorun olarak tespit edilmekte
ve bu sorunu ortadan kaldırmak üzere konuyla ilgili farklı meslek
ve alanlardan birçok kişinin katkısıyla çeşitli çözüm önerileri geti-
rilmektedir. Kamusal alanda tartışmaya açılan önerilerden biri de
bireysel başvuru harcının artırılmasıdır.
30.3.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kurulu-
şu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 47. maddesinin ikinci
fıkrası uyarınca, Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuru-
lar harca tabidir. Bu doğrultuda, mezkûr kanunun 75. maddesinin
sekizinci fıkrasıyla, 2.7.1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanu-
nunda yargı harçlarının düzenlendiği (I) sayılı tarifede değişiklik
yapılmış ve bireysel başvuruda 150.00 Türk lirası harç uygulan-
ması öngörülmüştür. 2022 yılında bu miktar 664.10 Türk lirasına

1 Bu çalışma İstanbul Barosu Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Komisyonu tarafından 2022


yılında düzenlenen “Yargı Sisteminin Sorunları ve Çözüm Yolları” başlıklı makale ya-
rışmasında üçüncülük ödülü almıştır.
2 T.C. Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Malî Hukuk Anabilim Dalı, Araştırma Gö-
revlisi.
3 AYM Başkanlığı, Bireysel Başvuru İstatistikleri, http://www.anayasa.gov.tr/media/7946/
bb_2022-1_tr.pdf, (Erişim Tarihi: 15.6.2022).
144 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ulaşmıştır. Başvuru harcını ödeyemeyecek durumda olanlar, bu


durumlarını muhtarlıklardan aldıkları yoksulluk belgesiyle veya
başka birtakım kayıtlarla belgelendirerek adlî yardım talebinde
bulunabilmektedir. Başvuru harcının artırılmasının, başvuruda
bulunmayı düşünen kişilerden bu miktarı ödemek istemeyenleri
caydıracağı savunulmaktadır.
Bu çalışmanın amacı, bireysel başvuru harcının artırılması öne-
risini, malî hukukun kamu gelirleri veçhesine geri çağırmak ve bu
tarafta tartışmaya açmaktır. Bu doğrultuda, öncelikle ilk bölümde
bir malî yükümlülük olarak harcın özellikleri açıklanacak, ardın-
dan ikinci bölümde bireysel başvuru harcının artırılması önerisi
bu özellikler çerçevesinde değerlendirilecektir.

2. BİREYSEL YARARIN KARŞILIĞI OLARAK HARÇ


Harç, kamu idaresinin belli edimlerinden veya belli kamu hiz-
metlerinden yararlanan kişinin, bu yararlanmasının karşılığında,-
kamu gücüne dayanan hukukî zor altında, kamu giderlerini kar-
şılamak üzere katlandığı bir malî yükümlülüktür.4 Harcı vergiden
ayıran temel özellik, verginin karşılıksız olma niteliğinin harçta bu-
lunmamasıdır.5 Diğer bir deyişle, harç karşılıklıdır; bireyin kamu
idaresinin belirli edimlerinden veya belirli kamu hizmetlerinden
yararlanmasının bir karşılığı olarak alınmaktadır.
Harcın belli bir yararlanmanın karşılığı olarak alınması, vergi
yükümlülüğü açısından geçerli olan malî güce göre vergilendirme
prensibinden farklı olarak, kamu hizmetlerinin maliyetinin karşı-
lanmasında yararlanma prensibinin uygulandığını gösterir. Yarar-
lanma prensibi, “kamusal ihtiyaçların devletçe üstlenilmesi”ni
ifade eden kamu hizmetleri6 ile bu hizmetlerden yararlanmakla
belli ihtiyaçları karşılananların elde ettiği bireysel yarar arasında
bir irtibat kurulması anlamına gelir. Bu irtibat doğrultusunda, bi-
reyin hizmetin görülmesinden elde ettiği yararın karşılığı olarak,

4 Selim Kaneti, Esra Ekmekci, Gülsen Güneş ve Mahmut Kaşıkcı, Vergi Hukuku, Filiz
Kitabevi, İstanbul, 2019, s. 6; MuâllaÖncel, Ahmet Kumrulu, Nami Çağan ve Cenker
Göker, Vergi Hukuku, 28. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2019, s. 465; Nihal Saban,
Vergi Hukuku, 10. Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2020, s. 7.
5 Kaneti vd., s. 6.
6 Onur Karahanoğulları, Kamu Hizmeti, 3. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2015, s. 54.
Bireysel Başvuru Ne Kadar Bireysel? • H.B. ÇİFÇİ 145

ilgili hizmetin maliyetine doğrudan katkıda bulunması sağlanır.7


Yararlanma prensibinin uygulanması, kamu hizmetinden elde
edilen yararın tekil hâle getirilebildiği durumlarda mümkün ola-
bilir. Harçta yararlanma prensibi uygulanabilir, çünkü harç kamu
hizmetinden elde edilen yararın tekil olarak da ortaya çıktığı du-
rumlarda söz konusu olur. Bununla birlikte, kamu hizmetlerinden
elde edilen yararın bireyselleştirilmesi ve her tek bireyin ne kadar
yarar elde ettiğinin belirlenmesi her zaman mümkün değildir. Dev-
letin adalet, güvenlik, savunma ve diplomasi fonksiyonlarına karşı-
lık gelen bazı kamu hizmetlerinin, hizmetten yararlananları aşan,
“toplumun tüm üyelerinin ortak yararı”8anlamında bir kamu ya-
rarı taşıdığı kabul edilir. Örneğin, ülke sınırlarının korunmasına
ilişkin hizmetlerden elde edilen yararın bireyselleştirilmesi müm-
kün olmaz. Çünkü o ülkede yaşayanların sınırın korunmasından
tekil olarak ne kadar yarar elde ettiği belirlenemez. Elde edilen
yararın bireyselleştirilememesinin önemli bir sonucu da hizmetin
maliyetine katılmayanların hizmetten dışlanamamasıdır.9 Diğer
bir deyişle, hizmetin maliyetine katılmayanların hizmetten yarar-
lanmasını engellemek mümkün olmaz. Aynı örnekten gidildiğin-
de, ülke sınırlarının korunmasına ilişkin hizmetlerin maliyetine
katılmayan kişiler de bu hizmetler kamu yararına yönelik olarak
gerçekleştirildiğinde, hizmetten yararlanmış olurlar. Burada kamu
hizmetinin ağırlık noktasının, kamu yararı tarafında kaldığı savu-
nulabilir. Çünkü ne bireysel yararı belirlemek ne de maliyete katıl-
mayanı dışlamak mümkündür. Bu yüzden de yararlanma prensibi
çalışmaz. Bu özellikteki kamu hizmetlerinin maliyetinin bütünüyle
kamu üzerinde kalması, yani vergilendirme yoluyla karşılanması
gerektiği söylenebilir.
Kamu hizmetinden elde edilen bireysel yarar harcın miktarı açı-
sından belirleyici rol oynar. Harcın belli bir yararlanmanın karşılı-
ğı olarak alınması söz konusu olduğundan, miktar tayin edilirken
kamu yararı ve bireysel yarar unsurlarının değerlendirilmesi gere-
kir. Eğer kamu hizmetinden yararlanmakla elde edilen bireysel ya-

7 Salih Turhan, Vergi Teorisi ve Politikası, 7. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2020, s. 18.
8 Oktay Uygun, Demokrasi, 4. Baskı, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2020, s. 405.
9 David N. Hyman, Public Finance – A Contemporary Application of TheorytoPolicy, 10.
Baskı, Cengage Learning, Mason, 2010, s. 146.
146 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rar kamu yararına kıyasla çok daha fazlaysa harcın miktarı bu fark
ölçüsünce tayin edilir. Buna karşılık, kamu yararı bireysel yararı
aşıyorsa, bu kez de harcın miktarının düşürülmesi ve ilgili kamu
hizmetinin masraflarının vergilendirme yoluyla karşılanması gere-
kir.10
Bu açıklamaları düşünce egzersizi niteliği taşıyan bir spektrum
şeklinde yeniden kurgulamak, konunun kavranmasına yardımcı
olabilir.

Tablo 1: Kamu Yararı ve Bireysel Yarar Spektrumu

Spektrumun bir ucunda salt kamu yararı, diğer ucundaysa salt


bireysel yarar vardır.11 Farazî bir orta noktadaysa kamu yararı ve
bireysel yarar birbirine denktir. Orta noktadan salt bireysel yara-
ra doğru gidildiğinde, kamu hizmetinden elde edilen yararın tekil-
leştirilmesine daha çok yaklaşıldığı ve hizmetin ağırlık noktasının
bireysel yarar tarafında kaldığı söylenebilir. Orta noktadan salt
kamu yararına doğru gidildiğindeyse, bu kez, kamu hizmetinden
elde edilen yararın tekilleştirilmesinden uzaklaşıldığı ve hizmetin
ağırlık noktasının kamu yararı tarafında kaldığı söylenebilir. Kamu
hizmetinden elde edilen yararın tekilleştirilmesinden uzaklaşılıyor-
sa ve hizmetin ağırlık noktası kamu yararında kalıyorsa, hizmetin
maliyetinin vergilendirme yoluyla tüm mükellefler tarafından kar-
şılanması gerektiği savunulabilir. Spektrumun diğer tarafındaysa
yararlanma prensibinin uygulanması ve hizmetten bireysel olarak

10 GastonJèze, Maliye İlmi ve Fransız Malî Mevzuatı Hakkında Başlangıç Dersleri, Çev.
M. Ertuğruloğlu, Kitapçı-Tabi, İstanbul, 1956, s. 372.
11 Burada salt bireysel yarar farazîdir. Çünkü salt bireysel yarara yönelen bir faaliyet, top-
lumun genel ihtiyaçlarını karşılama özelliği göstermez. Diğer bir deyişle, salt bireysel
yarara yönelen bir faaliyetkamu hizmeti olamaz.
Bireysel Başvuru Ne Kadar Bireysel? • H.B. ÇİFÇİ 147

yararlanan kişilerden harç alınması söz konusu olabilir. Uygulana-


bilecek harcın miktarı, salt bireysel yarar noktasına yaklaşıldıkça
artırılabilir.
Malî yükümlülüğün miktarı ve ilgili kamu hizmetinden elde
edilen bireysel yararın ölçüsü arasında yukarıdaki gibi bir irtibat
kurulamıyorsa, bu yükümlülüğün harç niteliği taşıdığını söylemek
mümkün olmaz. Hizmetin ağırlık noktası kamu yararıysa ve tek
tek bireylerin bu hizmetten yararlanmakla katlandığı malî yüküm-
lülük yukarıdaki bağı taşımıyorsa, görünüş itibariyle bir harç olsa
da nitelik itibariyle bir vergiden söz etmek gerekir.12
Öyleyse, bireysel başvuru harcına ilişkin olarak sorulması gere-
ken soru şudur: Bireysel başvuru bu farazî spektrumun neresin-
dedir? Bir kişinin bireysel başvuru hizmetinden elde ettiği yarar
ne ölçüde tekil hâle getirilebilir? Bireysel başvuru harcının artı-
rılmasının en azından malî hukuk zaviyesinden bir çözüm teşkil
edip etmediğini görebilmek için, öncelikle yararlanma prensibinin
gerektirdiği bu soruları tartışmaya açmak gerekir.

3. BİREYSEL YARAR AÇISINDAN BİREYSEL BAŞVURU


Bir önceki bölümde çizilen çerçeve doğrultusunda, bireysel baş-
vuru harcına ilişkin tartışmanın iki basamağı olduğu söylenebilir.
İlk basamak bireysel başvuruda kamu yararının mı, yoksa bireysel
yararın mı ağır bastığına ilişkindir. Bireysel başvuru harcının ar-
tırılmasını savunan biri, bireysel başvurunun harca tabi olmasını
evleviyetle savunur. Dolayısıyla, bireysel başvurunun yukarıdaki
spektrumun sol tarafında yer aldığını düşünür. Bireysel başvuru
harcının kaldırılması gerektiğini savunan biriyse, bunu bireysel
başvuruda hizmetin ağırlık noktasının kamu yararı tarafında kal-
dığı düşüncesiyle temellendirebilir.
Bir kez bireysel başvurunun ağırlık noktasını bireysel yarar
tarafında tespit eden kişi, ikinci basamakta harcın miktarına iliş-
kin bir değerlendirme yapacaktır. Yukarıda açıklandığı üzere, har-
cın miktarının belirlenmesinde kamu yararı ve bireysel yarar un-
surlarının değerlendirilmesi gerekir. Eğer bu kişi bireysel başvuru

12 Jèze, s. 372.
148 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

harcının artırılmasını istiyorsa iddiasını iki temele dayandırabilir:


Ya bireysel başvurudan elde edilen bireysel yararın miktarı zaman-
la artmıştır, ya da bu yararın miktarı önceden olması gerekenin
altında tasavvur edilmiştir.
Bu çerçevede, bireysel başvuru harcının artırılmasını bir çözüm
olarak öneren kişilerin sırayla şu sorulara cevap vermesi beklene-
bilir: Birinci basamakta, bireysel başvuruda ağırlık noktası birey-
sel yarar tarafında mıdır? Diğer bir deyişle, bireysel başvuru yu-
karıdaki farazî spektrumun solunda mı kalır? Bu sorulara olumlu
yanıt verildikten sonra, ikinci basamakta şu sorulardan en az biri-
ne daha olumlu yanıt verilmesi beklenir: Bireysel başvurudan elde
edilen bireysel yarar geçmişe kıyasla artmış mıdır veya bu yarar
aslında olması gerekenden az mı tasavvur edilmiştir?
Birinci basamaktaki sorulara yanıt ararken, bireysel başvuru-
nun işlevlerine bakmak yardımcı olabilir. Bireysel başvurunun iki
işlevi olduğundan söz edilir: Anayasanın temel hak ve özgürlükleri
düzenleyen hükümlerinin yorumlanması bireysel başvurunun ob-
jektif işlevine karşılık gelirken, incelenen hükümlerin somut olay
açısından değerlendirilmesi bireysel başvurunun sübjektif işlevine
karşılık gelir.13 Bireysel başvurunun bu iki işlevi kabul edilebilirlik
şartlarından da okunabilir. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca, Anayasa Mahkemesi “anayasanın uygulan-
ması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınır-
larının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun
önemli bir zarara uğramadığı başvurular[ın]” kabul edilemezli-
ğine karar verebilir. Bu düzenleme de minimis non curat praetor
(praetor önemsiz konularla ilgilenmez) prensibinin bireysel baş-
vurudaki izdüşümüdür.14 Buna göre, bireysel başvurunun anaya-
sal ve kişisel önem taşıması gerekir. Anayasal önem, başvurunun
Anayasanın uygulama ve yorumuyla veya temel hakların kapsamıy-
la ve sınırıyla ilgili bir ehemmiyete sahip olması gerektiğini, yani
mezkûr düzenlemenin ilk kısmını ifade eder. Kişisel önemse, bi-

13 Muharrem İlhan Koç, “Bireysel Başvuruda Anayasal Önem Kriteri”, Bireysel Başvuru
Kabul Edilebilirlik Kriterleri Rehberi, Ed. Muharrem İlhan Koç ve Recep Kaplan, Ana-
yasa Mahkemesi Yayınları, Ankara, 2017, s. 368.
14 Zelal Pelin Doğan, Bireysel Başvuru Usulünde Önemli Zarar Ölçütü, On İki Levha
Yayıncılık, İstanbul, 2021, s. 9.
Bireysel Başvuru Ne Kadar Bireysel? • H.B. ÇİFÇİ 149

reysel başvuruda bulunanın önemli bir zarara uğramış olmasına,


yani mezkûr düzenlemenin ikinci kısmına karşılık gelir.15
Başvurunun anayasal önem taşımasının bir kabul edilebilirlik
şartı olarak aranması, bireysel başvurunun objektif işleviyle ve bir
önceki bölümde yapılan açıklamaların kamu yararı tarafıyla ilgili-
dir. Bireysel önem şartıysa, bireysel başvuruda bulunan kişinin te-
kil yararının, yani bireysel yararın arandığını gösterir. Kanundaki
“ve” bağlacından da anlaşıldığı üzere, anayasal önemin ve bireysel
önemin aynı anda bulunması lâzımdır.16Dolayısıyla, kabul edilebi-
lir nitelik taşıyan bireysel başvurular açısından hem kamu yararı-
nın hem bireysel yararın bulunması gerekir. İkisinden biri olmadı-
ğında kişinin bireysel başvuru hizmetinden yararlanması mümkün
olmaz. Diğer bir deyişle, kamu yararı ve bireysel yarar unsurlarının
aynı anda bulunması hizmetten yararlanmanın şartı haline gelmiş-
tir. Bu durumda, yararlanma prensibinin uygulanmasına müsait
bir temelin oluştuğu söylenebilir.
Kamu yararının ve bireysel yararın bir arada bulunması bireysel
başvurunun kabul edilebilirlik şartı olduğundan, ikisinden birinin
diğerine kıyasla ağır bastığını savunmak güçtür. Bu güçlüğe karşın,
şartların istisnalarına bakmak, hizmetin ağırlık noktasını bulabil-
mek için elverişli bir yol sunabilir.
Anayasa Mahkemesi anayasal öneme ilişkin incelemesini yapar-
ken, konuyla ilgili yerleşik bir içtihadın bulunması durumunda,
anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların
kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından yeni bir farklı-
laşmanın gerekmediğini düşünmekte ve başvuruyu kabul edilemez
bulmaktadır.17 Ancak, hukuk öğretisinde, böyle bir farklılaşma
gerekmese bile, başvuru konusunun yapısal bir soruna ilişkin ol-
ması durumunda başvurunun kabul edilmesi gerektiği düşünce-
si dile getirilmektedir.18Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
içtihadında da, başvurucuyla aynı durumda olan diğer kişileri de

15 Tolga Şirin, Bireysel Başvuru Usul Hukuku, 2. Baskı, Avrupa Konseyi, Ankara, 2019,
s. 219.Ayrıca bkz. AYM, K.V. Başvurusu, 2014/2293, 1.12.2016, R.G. 6.4.2017-30030,
par. 57-59.
16 Doğan, s. 44; Şirin, s. 219.
17 AYM, K.V. Başvurusu, 2014/2293, 1.12.2016, R.G. 6.4.2017-30030, par. 62 vd.
18 Doğan, s. 249.
150 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

etkileyen yapısal sorunlar, insan haklarına saygı prensibinin baş-


vurunun esasının incelenmesini gerekli kıldığı durumlar arasında
yer almaktadır.19 Bu durumda, yapısal sorunların bulunmasını
anayasal önemin kapsamında görmeyenler için, bu durum mezkûr
şartın istisnası olarak belirlenebilir. Ama buradaki itirazın daha zi-
yade yapısal sorunların da anayasal önemin kapsamına girdiği yö-
nünde olduğu da savunulabilir. Diğer bir ifadeyle, “anayasal önem
taşımasa da yapısal sorunlar söz konusuysa başvuru kabul edi-
lebilir” yerine, “yapısal sorunların varlığı anayasal önem taşır”
dendiği deöne sürülebilir. Dolayısıyla, yapısal sorunların anayasal
önem şartına tam mânâsıyla bir istisna getirip getirmediği tartışı-
labilir.
Kişisel önem şartınınsa açık bir istisnası vardır. Kişisel önem
taşımasa bile, insan haklarına saygı prensibinin bir gereği olarak
Anayasa Mahkemesi başvuruyu kabul edilebilir bulabilir. Bunun
temel gerekçesi, Mahkemenin başvurucu hakkında vereceği kara-
rın yalnızca başvurucunun mevcut durumunu etkilemekten öteye
geçmesidir. Verilecek karar, incelenen hakkın kapsamına ve bu
hakka ilişkin olarak devletin yükümlülüklerine yönelik bir değer-
lendirme içerecektir.20Böyle durumlarda, bireysel başvuruda yuka-
rıdaki farazîspektrumun kamu yararı tarafına daha çok yaklaşıldı-
ğı öne sürülebilir. Çünkü bireysel yarar olmasa bile, kamu yararı
bireysel başvuru hizmetinin ifası için yeterli olur. Diğer bir deyişle,
başvurunun görülmesindeki kamu yararı, bireysel yarara baskın
gelebilir. Böyle bir değerlendirme benimsenecek olursa, ağırlık
noktasının kamu yararı olduğundan bahisle, bireysel başvuruda
harç alınması yerine, hizmetin vergilerle finanse edilmesi gerektiği
de söylenebilir. Diğer bir deyişle, yukarıdaki iki basamaklı soru de-
metinin ikinci basamağına geçilemeden, ilk soruya olumsuz yanıt
verilebilir.
Buraya kadar açıklanan ve birinci basamaktaki soruya olumlu
yanıt vermeyi şüpheli hâle getiren değerlendirmeler benimsenmez
ve bireysel başvurunun ağırlık noktasının kamu yararı tarafında ol-
madığı yine de söylenirse, ikinci basamaktaki sorulara geçilebilir.

19 Ibid.
20 Karş. Ibid., s. 252.
Bireysel Başvuru Ne Kadar Bireysel? • H.B. ÇİFÇİ 151

Bu kez, bireysel başvurudan elde edilen yararın olması gerekenden


az tasavvur edildiği veya geçmişe kıyasla arttığı açıklanmalıdır.
Bunun için ancak şöyle bir temellendirme düşünülebilir: Birey-
sel başvuru sayısındaki artış, hizmetten yararlanmak isteyenlerin
sayısının, yani hizmete olan talebin arttığını gösterir. Bu durum-
da, daha fazla talep varken hizmetten yararlanan bir kişinin, daha
az talep varken hizmetten yararlanan bir kişiye kıyasla elde etti-
ği yararın arttığı savunulabilir. Çünkü bireysel başvurudan bugün
yararlanan bir kişi, daha çok kişi tarafından istenen bir hizmete
ulaşmış durumdadır. Açıkça söylendiğinde, daha zor bir işi başar-
mıştır. Bu yüzden, bu kişiden önceki döneme kıyasla daha fazla
harç alınması söz konusu olabilir.
Böyle bir temellendirme kolaylıkla çürütülebilir. Çünkü devletin
adalet fonksiyonuna karşılık gelen yargı hizmetinden yararlanmada
talebin fiyat esnekliği azdır.21 Bunun anlamı şudur: Haksızlığa uğ-
rayan kişilerin yargı erkine başvurması, bunun için katlanacakları
maliyetin ne olduğundan çok az etkilenir. Diğer bir deyişle, adalete
ulaşmanın kişisel maliyeti daha uygun olduğu için daha çok baş-
vuru gelmez. Bunun tersi de geçerlidir, kişisel maliyeti daha çok
olduğu için pek az kişi başvuru yapmaktan vazgeçer. Zira talebin
temel belirleyicisi bu değildir. Anayasa Mahkemesine bireysel baş-
vuruda bulunan bir kişi, kamu gücünün eylem, işlem veya ihmâ-
li sebebiyle, güncel ve kişisel bir hakkının doğrudan etkilendiğini
düşündüğü için başvuru yapar.22Dolayısıyla, bireysel başvuruda
talebin asıl belirleyicisi, kamu gücünün kişilerin güncel ve kişisel
haklarını doğrudan etkileyen eylem, işlem veya ihmâlleridir. Bu ey-
lem, işlem veya ihmâllerin sayısı aynı kaldıkça talebin değişmesi
kolay değildir.
Hem sonra, yukarıdaki temellendirme aynı zamanda şunu söy-
lemiş olur: “Kamu gücünü kullananlar, kişilerin güncel ve kişi-
sel haklarını önceden daha az ihlâl ediyordu, şimdiyse daha çok
ediyor. Daha çok ihlâl varken, kendi hakkına ilişkin ihlâlin gide-
rilmesine dair talebi kabul gören kişi, bireysel olarak daha bü-

21 Kenan Bulutoğlu, Kamu Ekonomisine Giriş, 7. Baskı, Maliye ve Hukuk Yayınları, An-
kara, 2008, s. 408.
22 Rona Aybay ve Demirhan Burak Çelik, İnsan Hakları Hukuku, 5. Baskı, DER Yayınları,
İstanbul, 2022, s. 289 vd.
152 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

yük yarar elde eder. Bu yüzden daha fazla harç ödemesi yerinde
olur.” Bu sonuca varan bir düşünme mantıksal akıl yürütme tarzı
açısından akla uygun gibi gözükebilir, ama insan haklarının ko-
runması açısından yerinde değildir. Dikkatli bakıldığında, bu tarz
açıklamaların, aslında çözümün değil, sorunun ne olduğunu açığa
çıkarmaya yaradığı görülebilir.
Sonuç olarak, bireysel başvurunun ağırlık noktasının bireysel
yarar tarafında kaldığını savunmak şüphelidir. Öncelikle bu şüphe
giderildikten sonra, bu kez, bireysel başvuru sayısının artmasıyla
her tek başvurucunun elde edeceği farazî bireysel yararın geçmişe
kıyasla değişmesi arasında yeterli bir irtibatın kurulması aranır.
Bu da başka şüpheli mülâhazaları beraberinde getirir. Nihayetin-
de, yukarıda iki basamaklı olarak açıklanan sorulara kolaylıkla
olumlu yanıt verilemez. Hem sorunu hem de çözümü başka bir
yerde aramak gerekir.

4. SONUÇ: ROTA YENİDEN OLUŞTURULUYOR


Bireysel başvuru sayısının artması, yargı sistemi açısından bir
sorundur. Ancak, bu sorunun gerisinde daha genel nitelikli bir
sorun vardır: insan haklarının korunması sorunu. İnsan hakla-
rı gereğince korunmadığı için bireysel başvuru sayısı artmaktadır.
Bireysel başvuru sayısı artmıştır, çünkü kamu gücünün eylem, iş-
lem veya ihmâli sebebiyle, güncel ve kişisel bir hakkının doğrudan
etkilendiğini düşünen kişi sayısı artmıştır. Bu artışın sebebi birey-
sel başvuru harcının az olması olmadığı gibi, çözümü de bireysel
başvuru harcının artırılması değildir.
İnsan haklarının korunması sorunu bir boyutuyla etik bir so-
rundur, çünkü hayatın akışında insan haklarına saygı gösteren
veya onları çiğneyen tek tek kişilerdir.23 Kamu gücünün eyleminin,
işleminin veya ihmâlinin arkasında,bunları gerçekleştiren tek tek
kişiler vardır.İnsan haklarının korunması sorunu aynı zamanda
siyasal bir sorundur, çünkü bir ülkede insan haklarının gerçek-
leşeceği koşulları doğrudan veya dolaylı şekilde sağlamak devletin

23 İoanna Kuçuradi, İnsan Hakları: Kavramları ve Sorunları, 4. Baskı, Türkiye Felsefe


Kurumu, Ankara, 2018, s. 8.
Bireysel Başvuru Ne Kadar Bireysel? • H.B. ÇİFÇİ 153

görevidir.24 Devleti yönetenler ve işletenler de yine tek tek kişiler-


dir. Bu kişilerin insan haklarını koruması veya çiğnemesi, bireysel
başvuruya konu oluşturabilecek insan hakları ihlâllerinin sayısı
açısından belirleyicidir. Diğer bir deyişle, bireysel başvuru hizme-
tine olan talebi, başvuru harcının miktarı değil, kamu gücünü kul-
lanan kişilerin insan haklarını koruması veya çiğnemesi belirler.
Etik ve siyasal boyutları olan bir sorunu malî hukukun kamu
gelirleri veçhesinden hareketle çözmeye çalışmak, üstelik bunu
harçlar teorisinin temelini oluşturan yararlanma prensibine ilişkin
soruları yanıtsız bırakma tehlikesine rağmen yapmak, ele alınan
sorunun çözülmesi için elverişli bir yol değildir. Sebep olacağı şüp-
heli mülâhazaların yanında, devletin adalet fonksiyonuna karşılık
gelen yargı hizmetine yönelik talebin bundan pek az etkileneceği
de göz önünde bulundurulmalıdır. Bireysel başvuru sayısının art-
masının gerisindeki sorun insan haklarının korunması sorunuysa,
bireysel başvuru sayısını azaltacak çözüm de insan haklarını ko-
ruyacak çözümdür. Bireysel başvuru harcının miktarının bu denk-
lemle irtibatı yoktur. Çözümü, kamu gücünü kullanarak eylem ve
işlemlerde bulunan her tek kişinin, bunları gerçekleştirirken insan
haklarını çiğnememesi gerektiğini bilerek ve bunu isteyerek hare-
ket etmesini sağlamakta aramak gerekir.

24 Ibid.
154 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

KAYNAKÇA

AYBAY, Rona ve BURAK ÇELİK, Demirhan, İnsan Hakları Hukuku, 5. Baskı,


DER Yayınları, İstanbul, 2022.
BULUTOĞLU, Kenan, Kamu Ekonomisine Giriş, 7. Baskı, Maliye ve Hukuk
Yayınları, Ankara, 2008.
DOĞAN, Zelal Pelin, Bireysel Başvuru Usulünde Önemli Zarar Ölçütü, On
İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2021.
HYMAN, David N., Public Finance – A Contemporary Application of
TheorytoPolicy, 10. Baskı, Cengage Learning, Mason, 2010.
JZE, Gaston, Maliye İlmi ve Fransız Malî Mevzuatı Hakkında Başlangıç
Dersleri, Çev. M. Ertuğruloğlu, Kitapçı-Tabi, İstanbul, 1956.
KANETİ, Selim, EKMEKÇİ Esra, GÜNEŞ, Gülsen, KAŞIKÇI, Mahmut, Vergi
Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2019.
KARAHANOĞULLARI, Onur, Kamu Hizmeti, 3. Baskı, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2015.
KOÇ, Muharrem İlhan, “Bireysel Başvuruda Anayasal Önem Kriteri”,
Bireysel Başvuru Kabul Edilebilirlik Kriterleri Rehberi, Ed. Muharrem İlhan
Koç ve Recep Kaplan, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Ankara, 2017.
KUÇURADİ, İoanna, İnsan Hakları: Kavramları ve Sorunları, 4. Baskı, Türkiye
Felsefe Kurumu, Ankara, 2018.
ÖNCEL, Muâlla, KUMRULU, Ahmet, ÇAĞAN, Nami ve GÖKER, Cenker,
Vergi Hukuku, 28. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2019.
SABAN, Nihal, Vergi Hukuku, 10. Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2020.
ŞİRİN, Tolga, Bireysel Başvuru Usul Hukuku, 2. Baskı, Avrupa Konseyi,
Ankara, 2019.
TURHAN, Salih, Vergi Teorisi ve Politikası, 7. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul,
2020.
UYGUN, Oktay, Demokrasi, 4. Baskı, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2020.
155

7223 SAYILI KANUN KAPSAMINDA ÜRÜN


SORUMLULUĞU TAZMİNATI

Av. Şerife Aleyna ÇAMCI1

1. GİRİŞ
Ürün güvenliği veya üreticinin ürettiği üründen doğan sorum-
luluğu çok eski zamanlardan beri gündemde olan bir konudur.
Modern toplum yaşantısı içerisindeki gelişmeler ve endüstri dev-
riminin etkileriyle birlikte artan ihtiyacı da karşılamak amacıyla
fabrikasyon üretimi aracılığıyla seri üretime geçilmesi bir zorun-
luluk haline gelmiştir. Elbette üretim oranında meydana gelen bu
artış üretilen ürünlerdeki uygunsuzlukların ve eksiklerin artmasını
da beraberinde getirmiş ve uygunsuz üründen kaynaklı meydana
gelen zararlar da ciddi bir artış yaşanmıştır.
Hem üretim oranında hem de ürün çeşitliliğinde meydana ge-
len bu artış üreticilerin, üründeki ayıbın ya da üreticinin kusuru-
nun tespit edilebilme imkanını da her geçen gün daha zor bir hale
getirmiştir. Bu nedenle üreticinin kusursuz sorumlu olduğu genel
anlamda kabul görmüştür. Üreticinin kusursuz sorumluluğu, üre-
tici tarafından piyasaya sürülen uygunsuz ürünlerden kaynaklanan
zarardan kaynaklanan objektif sorumluluğunu ifade etmektedir2.
Ürün sorumluluğunun niteliği Türk hukuku açısından uzun süre
en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Kanunlarda açıkça dü-
zenleme altına alınmamış olan bu sorumluluk türü yargı kararları
ile doktrindeki tartışmalar ışığında şekillenmeye başlamıştır. An-
cak ürün sorumluluğu ile ilgili yasal bir düzenleme bulunmadığı
için doktrinde görüş farklılıkları ve yargı uygulamasında da çeliş-

1 Antalya Barosu Avukatı. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk
Anabilim dalında yüksek lisans öğrencisi
2 Kanışlı, Erhan, Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu (ÜGTDK) Uyarınca
Üreticinin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.78, S.3,
2020, s.1413.
156 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kili kararlar ortaya çıkmış ve artık ürün sorumluluğunun yasal bir


temele oturtulması gerekmiştir.
Ürün sorumluluğu gibi önemli bir konuda Türk hukukunda
mevcut olan bu eksikliği giderebilmek amacıyla bu konunun yasal
bir temele oturtulması gerekmiştir. Bu nedenle 7223 Sayılı Ürün
Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu tanzim edilmiştir. Bu
kanun hazırlanırken 85/374 Sayılı AET Direktifi de göz önünde
bulundurulmuştur. Her ne kadar büyük oranda bir uyum sağlan-
mışsa da Direktif’le 7223 Sayılı Kanun arasında önemli farklılıklar
da bulunmaktadır. Her şeyden önce ürün sorumluluğu gibi özel
hukuk temelli bir konunun kamu hukuku niteliği baskın olan bir
kanunla düzenleme altına alınmış olması yanlış bir tercih olmuş-
tur. Özel hukuk temelli olan bu konunun kamu hukuku yönü ağır
basan 7223 Sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu
içerisinde düzenlenmesindense özel hukuk yönü ağır basan ayrı
bir ürün sorumluluğu tazminatı kanunu tanzim edilerek düzenle-
me altına alınması düzenlemeden beklenen amacın sağlanmasına
daha çok katkı sağlardı.
Bu çalışmada öncelikle Türk hukukunda ürün sorumluluğunun
gelişimine değinilecek daha sonra ürün sorumluluğunun hükmü,
hukuki niteliği ve ürün sorumluluğu tazminatının koşulları ile so-
rumluluk türü 7223 Sayılı Kanun ve 85/374 Sayılı AET Direktifi’ne
de değinilerek incelenecektir.

2. 7223 SAYILI KANUN’A GÖRE ÜRÜN SORUMLULUĞUNA


GENEL BİR BAKIŞ
Ürün sorumluluğu, ürünün hammadde aşamasından piyasaya
sunulduğu ve gözlendiği sürece üründen beklenen güvenlik beklen-
tisini karşılamakta eksik kalması nedeniyle, kişinin ürün dışında-
ki şahıs ve malvarlığı değerleri üzerinde oluşan zararın tazminini
konu almaktadır3. Bu borç ilişkisinin tarafı olmak için mutlaka
ürünün alıcısı konumunda bulunulması gerekli değildir. Zararın
tazminini talep eden üçüncü kişinin tesadüfü olarak zarar görme-

3 Akipek, s.66; Ünal/ Kalkan, s.45.


Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 157

si hali dahi sorumluluğun doğmasına neden olmaktadır4. Zira bu


sorumluluk türünde amaç ürünün yarattığı tehlike nedeniyle risk
altında olan kişilerin korunmasıdır5.
7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’n-
da, ürün sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk türü olarak düzen-
lenmiştir6. Bu düzenleme ile birlikte Türk hukukunda üreticinin
eksik ya da uygunsuz üründen kaynaklanan kusursuz sorumlulu-
ğu ilk defa özel bir kanunda düzenleme altına alınmıştır.

3. ÜRÜN SORUMLULUĞUNUN HÜKMÜ


3.1.Genel Olarak
Ürün sorumluluğu; zamana, yaşanan olaylara, teknolojik geliş-
melere ve daha birçok sebebe bağlı olarak zaman içerisinde sürekli
bir değişim ve gelişim göstermiştir. Özellikle sanayide ve pazarla-
ma tekniklerinde gerçekleşen değişikliklerle ürünlerin tüketiciye
ulaşma hızı oldukça artmış bu durum beraberinde birçok sorun
getirmiş ve artık kusura dayanan sorumluluk ihtiyaçlara cevap ver-
mede eksik ve yetersiz kalmıştır7.

3.2. Sorumlu Kişiler


3.2.1.Üretici
3.2.1.1.Genel olarak
Üreticinin üretmiş olduğu ürünler nedeniyle sorumlu olabilmesi
için ürünün ayıplı olması, bir zarar meydana gelmesi, üründeki
ayıp ile meydana gelen zarar arasında uygun illiyet bağının bulun-
ması gerekmektedir. Sorumluluk öznesinin tespitini yapabilmek
için hem 85/374 sayılı AET Direktifi’nin hem de Ürün Güvenliği ve
Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun ilgili hükümlerinin incelenmesi
gerekmektedir.

4 Havutçu, s.107.
5 Havutçu, s.107.
6 Kara, İlhan, İmalatçının Ürün Sorumluluğu, Ankara 2021, s.156.
7 Aydos, Oğuz Sadık, Ürün Sorumluluğu, Ankara 2009, s.92.
158 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

85/374 sayılı AET Direktifi’nin 1. maddesinde uygunsuz ürü-


nün neden olduğu zararlardan üretici8 sorumlu tutulmuştur. Ürün
Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6.maddesinde ise
ürünün üreticisi9 ya da ithalatçısının zararı gidermekle yükümlü
olduğu hüküm altına alınmıştır. Görüldüğü üzere ürünü piyasa-
ya güvenlik hatası olmadan sürme imkanının ilk başta üreticinin
elinde olmasından dolayı üretici hem direktife göre hem de Ürün
Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’na göre birinci derece
sorumlu tutulmuştur10.

3.2.1.2. 7223 Sayılı Kanun’a Göre Üreticinin Sorumluluğu


Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/1.mad-
desinde, ürünün bir kişiye ya da mala zarar vermesi halinde bu
ürünün üreticisinin zarar görenin tüketici olup olmadığı fark et-
meksizin oluşan zararı giderme yükümlülüğü altında olduğu dü-
zenleme altına alınmıştır.
Aynı kanunun 6/2.maddesinde ise üreticinin hangi şartlar ger-
çekleştiği takdirde sorumlu olacağı düzenleme altına alınmıştır. İl-
gili düzenlemeye göre üreticinin sorumluluğunun doğabilmesi için
zarar görenin uğradığı zarar ile uygunsuzluk ve zarar arasındaki
nedensellik bağını ispat etmesi gerekmektedir. İlgili maddede üre-
ticinin kusurundan söz edilmemesi nedeniyle üreticinin kusursuz
sorumlu olduğunun özel bir kanunla düzenleme altına alındığı gö-
rülmektedir11.

8 Üretici, Direktif’in 3.maddesinde; ‘’Üretici’, nihai bir ürünün imalatçısını, herhangi


bir ham maddenin üreticisini veya bir bileşen parçasının imalatçısını ve ismini, ti-
cari markasını ya da diğer ayırt edici özelliğini ürün üzerinde belirtmek suretiyle
kendisini ürünün üreticisi olarak tanıtan herhangi bir kişiyi ifade eder.’’ şeklinde
tanımlanmıştır.
9 Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 3/1-g maddesinde üretici imalatçı
kavramı ile ifade edilmiş ve ’’ İmalatçı: Ürünü imal ederek veya ürünün tasarımını veya
imalatını yaptırarak kendi isim veya ticari markası ile piyasaya arz eden gerçek veya
tüzel kişi’’ şeklinde tanımlanmıştır. Üretici yerine imalatçı kavramına yer verilmesi
ürünün kapsamının daralmasına neden olmaktadır. Zira üretim imalata göre daha
geniş bir kavramdır. İmalat yalnızca işlenerek yapılan üretim anlamına gelmektedir.
Ancak ürün sorumluluğunun kapsamı içerisinde sadece sınai ürünler değil hayvansal
ve tarımsal ürünler de girer (Ünal/ Kalkan, s. 71).
10 Çelt,s. 99.
11 Ünal/Kalkan, s.63; Er, Burak Hamza, Türk Hukukunda Üreticinin ve İthalatçının Sa-
tım Sözleşmesinde Ayıptan Sorumluluğu, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, C.11,
S.38, 2019, s.285 vd.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 159

Üründen kaynaklı meydana gelen maddi ve manevi tazminat


miktarının ise nasıl belirleneceği ise Ürün Güvenliği ve Teknik
Düzenlemeler Kanunu’nun 6/5.maddesinde Türk Borçlar Kanunu
hükümlerinin uygulanacağı şeklinde düzenlenmiştir. Görüldüğü
üzere;Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu ile tazminat
sorumluluğunun doğması için gerekli şartların belirlenmesi nok-
tasında uygulama alanı bulurken tazminatın hesaplanması aşama-
sında Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulama alanı
bulacaktır12.

3.2.1.3. Direktif’e Göre Üreticinin Sorumluluğu


Yukarıda da değindiğimiz üzere Direktif’in 1.maddesinde ürün-
deki hatanın neden olduğu zararlardan üreticinin sorumlu olacağı
düzenleme altına alınmıştır. Direktif’te, Ürün Güvenliği ve Teknik
Düzenlemeler Kanunu’ndan farklı olarak manevi zararlara ilişkin
de bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Direktif’in 9.maddesinde, manevi zararlardan kaynaklı sorum-
luluk hallerinde üye devletlerin kendi milli hukuklarının uygulama
alanı bulacağı düzenleme altına alınmıştır13. Görüldüğü üzere Di-
rektif’e göre üreticinin sorumlu olduğu zarar kapsamında maddi
zararın yanı sıra manevi zararın da yer aldığı görülmektedir14. Yani,
ürün nedeniyle zarar gören kimse bedensel zarar, maddi ve manevi
zararına ilişkin tazminatı üreticiden talep etme hakkına sahiptir.

3.2.2.İthalatçı
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’na ve Direk-
tif’e15 göre; uygunsuz ürünlerden kaynaklanan zararlardan dolayı
sorumlu olan kişilerden bir diğeri de ithalatçıdır. Ürün Güvenliği
ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 3/1-ğ maddesine göre itha-

12 Al, s.1810.
13 Ünal/ Kalkan, s.68.
14 Al, s.1810.
15 85/374 Sayılı AET Direktifinin 3/2.maddesinde; ‘’Üreticinin sorumluluğuna halel
getirmeksizin, ticari faaliyetleri çerçevesinde satış, kiralama, finansal kiralama
veya herhangi bir şekilde dağıtım amacıyla Topluluğa ürün ithal eden herhangi bir
kişi, bu Direktif uyarınca bir üretici sayılır ve üretici gibi sorumlu olur.’’ hükmüyle
ithalatçının sorumluluğu düzenleme altına alınmıştır.
160 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

latçı; ürünü yurt dışından ithal ederek piyasaya arz eden gerçek ya
da tüzel kişidir. İthalat, yurt dışından yurt içine ürün getirilmesi
faaliyeti olarak tanımlanabilir. Ürün sorumluluğu bakımından asıl
sorumlu olan kişi her ne kadar üretici olsa da yurt dışından ithal
edilen ürünlerden kaynaklı meydana gelen zararlar açısından it-
halatçının sorumlu tutulmaması bu zararın giderilmesi açısından
oldukça zor olacaktır16. Zira ithalatçının sorumlu tutulmaması ha-
linde bu zararın tazmini talebi yurt dışındaki üreticiye karşı ileri
sürülecektir. Bu halde de yurt dışında icra takibi başlatmanın ya
da dava açmanın nihai kullanıcı açısından ulaşılması zor bir yol
olacağı ve Kanun’un kendisinden beklenen amacın gerçekleşeme-
yeceği açıktır. Bu nedenle Kanun’ da ithalatçının sorumluluğu da
düzenleme altına alınmıştır.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/1.mad-
desine göre; ürün bir kişiye veya bir mala zarar vermiş ise bu ürü-
nün imalatçısı veya ithalatçısı zararı gidermekle yükümlülüğü altın-
dadır. İlgili Kanun yürürlüğe girmeden önce de ithalatçının hukuki
takip imkanlarının zor olduğu ülkeler bakımından aynen üretici
gibi sorumlu tutulduğu uygulamada görülmekteydi17.
İthalatçının sorumluluğu, Kanun’un 6/1.maddesindeki düzenle-
menin yanı sıra 11.maddede üretici gibi sorumlu sayılan kişiler
arasında da başka bir sorumluluk hali düzenlenmiştir. Ürün Gü-
venliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 11.maddesine göre;
Eğer ithalatçı, ürünü kendi isim veya ticari markası ile piyasaya
sunarsa ya da piyasada bulunan ürünü teknik düzenlemesine veya
5/3.maddede belirtilen genel ürün güvenliği mevzuatına uygunlu-
ğunu etkileyecek şekilde değiştirirse imalatçı sayılır. Bu halde 6/1.
maddede yer alan düzenlemeden farklı olarak ithalatçı artık üretici
gibi tazminattan sorumlu olur18.

16 Havutçu, s.91; Kara, s. 417; Çelt, s.99.


17 Y13HD., 21.11.2003, E. 2003/8269 K. 2003/14027 ‘’…Hasara, aracın sağ arka las-
tiğindeki gizli ayıbın neden olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı
BK. 96. maddesine dayanarak akidi olan I..... Yardım ve Hastane Cihazları A.Ş.den
uğradığı zararın tazminini isteyebileceği gibi aynı Yasanın 98/2 maddesindeki «haksız
fiillerden rnütevellik mesuliyete müteallik hükümler, kıyasen akde muhalif hare-
ketlere de tatbik olunur” hükmüne dayanarak ithalatçı firma T..... Oto A.Ş. den de
talepte bulunabilir. Mahkemenin bu hususu göz ardı ederek yazılı şeklide hüküm
kurmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…’’ (Lexpera Hukuk
Bilgi Sistemi) Erişim Tarihi: 08.01.2022
18 Al, s.1809.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 161

Sonuç olarak uygunsuz üründen kaynaklı olarak meydana gelen


zararın giderilmesinde üretici ve ithalatçı birinci dereceden sorum-
ludur19. Eğer bu zarara birden fazla üretici ya da ithalatçı neden
olmuşsa bunlar zararın giderilmesinden müteselsilen sorumlu tu-
tulurlar.

3.2.3.Dağıtıcı
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 3/1-ç
maddesine göre dağıtıcı; ürünün üreticisi ya da ithalatçısı olmayıp
ürünün tedarik zincirinde bulunan gerçek ya da tüzel kişidir. Bu
düzenlemeye göre ürünün tedarik zinciri içerisinde yer alan bayi,
acente, tek satıcı gibi kişilerin tümü dağıtıcı sayılmaktadır20.
Dağıtıcının sorumluluğu hem Ürün Güvenliği ve Teknik Düzen-
lemeler Kanunu’nda hem de Direktif’te düzenleme altına alınmış-
tır21. Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 11/2.
maddesine göre; ürünün üreticisi ya da ithalatçısı tespit edilemiyor
ise uygunsuz üründen kaynaklanan zararlardan ürünün dağıtıcısı
sorumlu olmaktadır.
Dağıtıcının, ayrıca Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Ka-
nunu’nun 11/3.maddesine göre bazı hallerde üretici gibi sorumlu
olabileceği de hüküm altına alınmıştır. İlgili maddeye göre; ürün-
den kaynaklanan tazminat sorumluluğuna ilişkin olarak ürünün
üreticisi, yetkili temsilcisi veya ithalatçısının belirlenemediği du-
rumlarda, zarara uğrayan kişiye bu iktisadi işletmecilerin isim ve
irtibat bilgilerini, bu bilgilere sahip değil ise tedarik zincirinde yer
alan bir önceki iktisadi işletmecinin isim ve irtibat bilgilerini bu
talebin kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on iş günü içinde
bildirmeyen dağıtıcı üretici gibi tazminattan sorumlu olur. Bu dü-

19 Kırca, s.217-218; Çelt, s.100.


20 Kara, s.420.
21 85/374 Sayılı AET Direktifi’nin 3/3.maddesinde; ‘’Ürünün üreticisinin belirlenemediği
durumlarda, ürünün tedarikçilerinin her biri, zarara uğrayan kişiye üreticinin veya
kendisine ürünü tedarik eden kişinin kimliğini makul bir süre içinde bildirmediği
takdirde ürünün üreticisi olarak muamele görür. İthal edilen bir ürün söz konu-
su olduğunda, bu ürün 2. paragrafta belirtilen ithalatçının kimliğini belirtmiyorsa,
üreticinin ismi belirtilmiş olsa dahi aynı hüküm geçerlidir.’’ hükmüyle dağıtıcının
sorumluluğu düzenleme altına alınmıştır.
162 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

zenlemelerde görüldüğü üzere Kanun’da dağıtıcı bakımından bir


kurtuluş kanıtı düzenlenmiştir. Eğer dağıtıcı uygunsuz ürünü te-
min ettiği kişiyi ve bu kişinin iletişim bilgilerini bildirirse sorumlu-
luktan kurtulur22.

3.3. Üründen Zarar Gören Kişiler


6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da, mül-
ga 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’dan fark-
lı olarak üreticinin sorumluluğu ile ilgili herhangi bir düzenleme
bulunmamaktadır. Üreticinin sorumluluğuna ilişkin Türk Borçlar
Kanunu’nda da herhangi bir düzenleme bulunmaması nedeniyle
mevcut düzenlemeler böyle önemli bir konudaki ihtilafların çözü-
mü için yeterli kalmamaktaydı23. İşte üreticinin sorumluluğunun
özel olarak düzenlenmesine duyulan ihtiyaç neticesinde 7223 sayı-
lı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanun’u hazırlanmıştır.
Böylelikle, Avrupa Birliği düzenlemeleri ile paralel şekilde üretici-
nin sadece tüketiciye karşı değil, uygunsuz üründen dolayı zarar
gören herkese karşı sorumluluğu özel bir düzenlemeye kavuşturul-
muştur. Zira 85/374 sayılı AET Direktifi’ne göre uygunsuz üründen
kaynaklı olarak doğrudan doğruya zarar gören kişi tüketici olup
olmadığına bakılmaksızın tazminat talebinde bulunabilir24.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda Direktif’e
uygun olarak tazmin talebinde bulunma hakkı olan kişilerin tüketi-
ci ile sınırlandırılmaması hakkaniyete ve hukukun temel ilkelerine
en uygun yaklaşımdır. Zira uygunsuz ürünler kişilerin can ya da
mal güvenliğini olası bir tehlike riski altına sokmaktadır25. Bu ne-
denle uygunsuz üründen kaynaklı olarak zarar gören herkes Ürün
Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/1.maddesine da-

22 Havutçu, s.92; Kara, s.421.


23 ‘’Üretici hatalı ürünün yarattığı tehlikeni etki alanında olan herkese karşı sorumlu
olmalıdır. Üründeki hata nedeniyle zarara uğrayan kişinin kim olduğuna bakılarak
tazminat talebi yönünden ayırım yapılmasının haklı bir gerekçesi olamaz. Üretici-
nin sorumluluğunda, ürünün yarattığı tehlike nedeniyle risk altında olan kişiler ko-
runmak istenildiğinden, risk alanına giren herkesin üründeki hata nedeniyle zarara
uğradığında, üreticiden tazminat talep edebilmesi mümkün olmalıdır.’’ (Havutçu,
s.107).
24 Kırca, s.231.
25 Kara, s.429.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 163

yalı olarak sorumlu kişilerden maddi ve manevi tazminat talep ede-


bilir. Doktrine göre de; ürünü satın alanlar, tüketenler, ürünü satın
alan ya da tüketenlerin aileleri, misafirleri ya da zararın doğduğu
anda oradan geçen kimseler dahi ürün sorumluluğunun kapsamı-
na dahildir26.
Sonuç olarak; Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanu-
nu’nun ürün sorumluluğuna dayalı olarak tazmin talebinde bulu-
nabilecek kişileri tüketici ile sınırlı tutmamış olması Kanun’dan
beklenen amacın gerçekleşmesini sağlamış ve ilgili kanun yürürlü-
ğe girmeden önce meydana gelen tartışmalar ile hakkaniyete aykırı
sonuçların önüne geçmiştir.

4. ÜRÜN SORUMLULUĞU TAZMİNATININ ŞARTLARI


4.1. Ürünün Uygunsuzluğu
4.1.1. Ürün Kavramı ve Kapsamı
Ürün sorumluluğuna dayalı olarak tazmin talebinde bulunabil-
mek için, zararın bir ürün nedeniyle meydana gelmiş olması gerek-
mektedir. Ürün sorumluluğu esasen taşınırların verdiği zararları
kapsamına almış, taşınmazları kapsam dışı bırakmıştır27. Fakat
85/374 sayılı AET Direktifi’nde hukukumuzdaki uygulamanın ak-
sine ürünün kapsamı dar tutulmamış ve taşınıra dahil edilen ta-
şınmazlar ya da taşınmaza dahil edilen taşınırlar da ürün kapsamı
içerisinde kabul edilmiştir28.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 3/b-s.
maddesinde ürün; her türlü madde, müstehzar veya eşya olarak ta-
nımlanmıştır. Madde metninde görüldüğü üzere Kanun ürün kav-
ramına oldukça geniş tanımlamışsa da taşınmazlar ürün kavramı
içerisine alınmamıştır. Zira neticede madde metninde ürünün bir
eşya olduğu belirtilmiştir. Türk eşya hukuku hükümlerine göre ta-
şınır eşya; Bir yerden bir yere özüne zarar gelmeksizin taşınabilir

26 Öztan, s.29; Erlüle, Fulya, Yapımcının Sorumluluğu, Marmara Üniversitesi Hukuk


Araştırmaları Dergisi, C.14, S.14, 2008, s.328.
27 Taşınmazlara ilişkin yapım bozuklukları nedeniyle TBK m.69 hükmüne dayalı olarak
yapı malikinin sorumluluğuna ilişkin hükümlerin uygulama alanı bulabilmesi müm-
kündür.
28 Kırca, s.183; Erlüle, s.312.
164 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

eşyadır29. Bu tanım nedeniyle yukarıda bahsedildiği üzere taşın-


mazlar kapsam dışı kalmaktadır.
Doğal tarım ürünleri ile hayvancılık ürünlerinin ise Ürün Güven-
liği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu uyarınca ürün niteliğinde olup
olmadığı net değildir. Ancak Kanun’da yapılan geniş tanım ile tarım
ve hayvancılık ürünlerindeki hatalardan kaynaklı olarak doğabile-
cek zararın tehlike boyutu da göz önünde bulundurulduğunda bu
zararların da ürün sorumluluğunun kapsamında yer aldığını kabul
etmek gerekir. Bu kabul direktifle de uyumlu bir haldir30.
Direktif’in 2.maddesinde görüldüğü üzere elektrik ürün ola-
rak ayrıca belirtilmiştir. Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler
Kanunu’nda ise direktifte yer alan düzenlemenin aksine elektrik
açıkça ürün olarak değerlendirilmemiştir. Ancak Türk Medeni Ka-
nunu’nun 762.maddesinde yer alan hüküm uyarınca taşınır mül-
kiyetinin konusuna, taşınmaz mülkiyetinin kapsamına girmeyen
doğal güçler de dahil olduğundan elektrik de taşınır eşya niteliğin-
de kabul edilmeli ve ürün sorumluluğunun kapsamında değerlen-
dirilmelidir31.

4.1.2. Hata (Uygunsuzluk) Kavramı


Üreticinin, ürün sorumluluğunun doğduğunu söyleyebilmek
için öncelikle ürünün uygunsuz olması gerekmektedir. Direktif’in
6.maddesinde yer alan düzenlemeye göre güvenli olmayan ürün uy-
gunsuz ürün niteliğindedir32. Doktrine göre güvenli olmama hali,

29 Oğuzman, M.Kemal/ Seliçi, Özer/ Oktay Özdemir, Saibe, Eşya Hukuku, 21.Baskı,
İstanbul 2018, s.4.
30 85/374 sayılı AET Direktifi’nin ilk halinin 2.maddesinde; ‘’Bu Direktifin amacı doğ-
rultusunda ‘ürün’, başka bir taşınır mala ya da bir taşınmaza dâhil edilmiş olsa-
lar dahi, birincil tarım ürünleri ve av ürünleri haricindeki tüm taşınır malları ifade
eder. ‘Birincil tarım ürünleri’, ilk işlemden geçmiş ürünler haricindeki toprak, be-
sicilik ve balıkçılık ürünlerini ifade eder. ‘Ürün’ tanımı içinde elektrik de yer alır.’’
hükmü yer almaktadır. Ancak Avrupa Birliği Konseyi’nin 10.05.1999 Tarih ve 99/34
Sayılı Ayıplı Ürünlerden Dolayı Sorumluluğuna İlişkin Üye Ülkelerin İdari ve Hukuki
Düzenlemelerinin Uyumlaştırılmasına Dair Konsey Yönergesi ile madde metninden
doğal tarım ürünleri ve av ürünleri hariç olmak üzere ibaresi çıkartılmıştır. (Kırca,
s.189; Çelt, s.89).
31 Oğuzman, M.Kemal/ Seliçi, Özer/ Oktay Özdemir, Saibe, s.9; Havutçu, s.121; Kırca,
s.186; Erlüle, s.313; Aydos, s.132-133.
32 Doktrinde yer alan çoğunluk görüşe göre; Kullananın güvenlik beklentilerini
karşılamayan ürün, güvenli olmayan anlamına gelebilecek bir kelime ile bağdaştırılabilir.
Fakat böyle bir tabirin kullanılması ürün sorumluluğuna kamu hukuku karakteri
kazandırabileceğinden bu doğru bir kullanım değildir. (Ünal/ Kalkan, s.56; Kırca, s.129).
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 165

tasarım hatası33, üretim hatası34, bilgilendirme hatası35 ve gelişim


hatası36 olmak üzere dört farklı hata halinden kaynaklanabilir.

Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda ise uygun-


suz ya da güvenli olmayan ürünün tanımı yapılmamıştır. Ancak
kanunun 3/b-e maddesinde güvenli ürünün tanımına yer verilmiş-
tir. İlgili maddeye göre; kullanım süresi, hizmete sunulması, kuru-
lumu, kullanımı, bakımı ve gözetimine ilişkin talimatlara uygun ve
normal kullanım koşullarında kullanıldığında risk taşımayan veya
sadece ürünün kullanımına özgü asgari risk taşıyan ve insan sağlı-
ğı ve güvenliği için gerekli düzeyde koruma sağlayan ürün güvenli
üründür.

Direktif’in 6/1.maddesine göre; ürünü kullanmak amacıyla alan


tüketici ya da tüketici olmayan nihai kullanıcıların üründen bek-
lediği haklı güvenliği sağlamayan ürünler uygunsuz ürün olarak
kabul edilir37. Direktif’te hata türleri üzerinde özel olarak durul-
mamış ancak 6.maddede üründeki hatayı belirlemek maksadıyla
kullanılabilecek bazı ölçütler örnek olarak sayılmıştır. 6.madde-
ye göre bunlar; Ürünün sunumu, üründen makul olarak beklenen
kullanım ve ürünün piyasaya sürüldüğü tarihtir. Direktif’te sayılan
bu ölçütler açılan bir davada hakim tarafından ürünün uygunsuz
olup olmadığının tespitinde somut olayın özellikleri de göz önünde
bulundurularak değerlendirilebilir38.

33 Üretilmesi düşünülen ürünün hazırlanan tasarımlarda yapılan hata nedeniyle güvenli


olmasının engellenmesidir. (Kırca, s.151).
34 Ürünün tasarımında herhangi bir hata yapılmamasına rağmen, üretim aşamasında
ürün güvenliğini etkileyecek önemli bir hatanın yapılmasıdır.
35 Üretici tarafından, üretilen ürün piyasaya arz edilmeden önce ürünle ilgili olarak
kullanıcılara olağan risklerle ilgili bilgi verilmelidir. (Kırca, s.241; Aydos, s. 168 vd.).
36 Üreticinin sorumluluğu ürünü piyasaya arz ettiği anda sona ermez. Ürün piyasaya
sürüldükten sonra da bu ürünün güvenliği ile ilgili olarak bazı sorunlar meydana
gelebilir. Bu nedenle piyasaya sürülen ürünün takip altında tutulması ve gözlemlenmesi
gerekmektedir. ( Günergök, Özcan, Üreticinin Sorumluluğu Çerçevesinde Üreticinin
Ürün Gözleme Yükümlülüğü, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C.12, S.3-4, 2008, s.317).
37 Havutçu, s.79.
38 Kırca, s.145; Aydos, s.165; Kara, s.71.
166 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

4.1.3. Ürünün Piyasaya Arz Edilmiş Olması Şartı


Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 3/b-k
maddesine göre piyasaya arz; ürünün ilk kez piyasada bulundu-
rulmasını ifade etmektedir. Ürün sorumluluğu hükümlerine daya-
lı olarak üreticiden tazmin talebinde bulunulabilmesi için ürünün
piyasaya arz edilmiş olmalı ve üründeki hata piyasaya arz edildiği
anda mevcut olmalıdır39.
85/ 374 Sayılı AET Direktifi’nin 6/2.maddesi uyarınca ürün sa-
dece sonradan daha iyi bir ürünün piyasaya sürülmüş olması sebe-
biyle uygunsuz sayılmaz. Bu düzenlemenin uygulamadaki anlamı,
zarar gören kişinin ürünün uygunsuz olduğunu iddia ederken ürü-
nün piyasaya arz edilmesinden sonraki ölçütlere dayanamayacak
olmasıdır40. Bunun yanı sıra ürünün piyasaya sürüldüğü anda üre-
ticinin üründeki uygunsuzluğu bilmemesi ya da gerekli tüm izinleri
almış olması üreticiyi sorumluluktan kurtarmaz41.

4.2. Uygunsuz Ürün Kaynaklı Zarar


Üreticinin, uygunsuz üründen kaynaklı sorumluluğunun söz ko-
nusu olabilmesi için en önemli şart uygunsuz üründen kaynaklı bir
zararın meydana gelmesidir. Uygunsuz üründen kaynaklı olarak
zararın doğduğunun söylenebilmesi için eşyada esaslı bir değişik-
lik meydana gelmesi şart olmayıp eşyanın kullanım fonksiyonları-
nın azalması yeterlidir42.
Direktif’in 9.maddesinde ürün nedeniyle sorumluluk doğuran
zararın, ölüm ve kişisel yaralanmalardan meydana gelen zarar-
lar ile mala verilen zarar olduğu ifade edilmiştir. Direktif’te ayrıca
mala verilen zararlardan doğan sorumlulukla ilgili bazı sınırlar çi-
zilmiştir43. Bu sınırlardan ilki; ürünün genel olarak özel kullanıma
ya da tüketime yönelik olması ve zarara uğrayan kişi tarafından
kendi özel kullanımı ya da tüketimi için kullanılmış olması şartı-

39 Çelt, s.93.
40 Kırca, s.144.
41 Kırca, s.124; Ünal/Kalkan, 54.
42 Kara, s.370.
43 Kırca, s.157; Ünal/ Kalkan, s.65.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 167

dır44. Diğer bir sınır ise mala verilen zarar açısından 500 Euro’ya
kadar olan zararlardan üreticinin sorumlu olmamasıdır. Zira Di-
rektif’te 500 Euro’ya kadar olan zararların zarar gören üzerinde bı-
rakıldığı düzenlenmiştir45. Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler
Kanunu’nda ise Direktif’in aksine böyle bir miktar sınırlamasına
ne asgari ne de azami sınır açısından yer verilmediği görülmekte-
dir46. Türk hukukunda hakimin Türk Borçlar Kanunu’nun 51 ve
52.maddeleri uyarınca tazminatın belirlenmesinde geniş bir takdir
yetkisi olduğu da düşünüldüğünde; Ürün Güvenliği ve Teknik Dü-
zenlemeler Kanunu’nda tazminat miktarının belirlenmesinde bir
sınırlamaya ver verilmemesinin hukukumuz uygulamasına da uy-
gun olduğu söylenebilir47.

Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/1.mad-


desine göre; ürünün bir kişiye ya da bir mala zarar vermesi ha-
linde, bu ürünün üreticisi ya da ithalatçısı meydana gelen zararı
giderme yükümlülüğü altındadır. Madde metninden de anlaşıldığı
üzere, üreticinin ürün sorumluluğunun doğabilmesi için aranan
diğer tüm şartlar gerçekleşmiş olsa dahi üründen kaynaklanan be-
densel zarar veya mala gelen zarar meydana gelmemesi halinde
üreticinin sorumluluğu doğmaz.

Uygunsuz üründen kaynaklı meydana gelen zararlar sebebiyle,


zarar gören kişiler diğer şartların da gerçekleşmiş olması koşuluy-
la hem maddi zararlarının hem de manevi zararlarının tazminini
talep edebilirler. Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanu-
nu’nun 6/5.maddesi uyarınca; maddi ve manevi tazminat miktarı
belirlenirken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu uygulanır.

44 Havutçu, s.157 vd.; Aydos, 185 vd.


45 Direktif’te zarar miktarı açısından getirilen 500 Euro’luk sınırlama ile küçük miktarlı
birçok davanın açılmasının önüne geçilmek istenmiştir. Bu miktar sınırlaması, zarar
verici her olayda ve zarara uğrayan her kişi için bir defaya mahsus olarak dikkate alı-
nır. (Havutçu, s.88).
46 Ünal/Kalkan, s.69; Aydos, s.178.
47 Öztan, s.311-312.
168 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

4.3. Zarar İle Uygunsuzluk Arasında Nedensellik Bağının


Varlığı
Ürün sorumluluğu kapsamında sorumlu olan kişiler ancak
üründeki hata ile meydana gelen zarar arasında uygun illiyet bağı-
nın bulunması halinde sorumlu olur. Yani ürün sorumluluğunun
doğabilmesi için öncelikle ürün uygunsuz olmalıdır. Ayrıca ürünün
uygunsuz olması bu zararlı sonucun da uygun nedeni olmalıdır48.
Ancak ürün zarar gören tarafından kullanım amacına uygun olarak
kullanılmamışsa zarar verici olay üründeki uygunsuzluk nedeniyle
meydana gelse dahi ürün sorumluluğu hükümleri uygulama alanı
bulmaz49.
Direktif’in 8/2.maddesi gereği eğer zarar, hem üründeki uygun-
suzluktan hem de zarar görenin veya bu kişinin sorumluluğundaki
herhangi bir kişinin hatasından kaynaklı olarak meydana gelmiş
ise üreticinin sorumluluğunun azaltılması ya da kaldırılması müm-
kündür50. Ayrıca mücbir sebebin varlığı halinde de, üreticinin so-
rumluluktan kurtulması mümkündür. Ancak Direktif’in 8/1.mad-
desi gereği; zarar hem üründeki hata nedeniyle hem de üçüncü
kişinin hatası nedeniyle meydana gelmişse üreticinin sorumlulu-
ğunun azaltılması mümkün değildir. Uygun illiyet bağının varlığı
zarar gören tarafından ispat edilmelidir51.

5. SORUMLULUĞU ORTADAN KALDIRAN YA DA


SINIRLAYAN HALLER
5.1. Sorumluluğu Sınırlayan Haller
5.1.1. Zarar Görenin Kusuru
Zarar görenin kusuru, sorumluluğun sınırlanması bakımından
önem arz eden bir durumdur. Zarar gören, bizzat ürünü kullanan

48 Kırca, s.163.
49 Çelt, s.97.
50 Ünal/Kalkan, s.173.
51 Ürün Sorumluluğu ve Teknik Düzenlemeler Kanunu m.6/2; ‘’İmalatçı veya ithalatçının
sorumlu tutulabilmesi için, zarar gören tarafın uğradığı zararı ve uygunsuzluk ile zarar
arasındaki nedensellik bağını ispat etmesi zorunludur.’’,85/374 sayılı AET direktifi
m.4; ‘’Zarara uğrayan kişinin zararı, hatayı ve hata ile zarar arasındaki nedensellik
bağını ispat etmesi gerekir.’’
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 169

kişi olabileceği gibi herhangi bir üçüncü kişi de olabilmektedir. Za-


rar gören kişin eğer ürünün kullanıcısı ise kendisinden ürünü ma-
kul bir şekilde kullanması beklenmektedir. Makul kullanım ölçütü
her ürün ve her somut olay bakımından ayrıca değerlendirilmeli-
dir52.

Zarar görenin kusuru kast ya da ihmal şeklinde meydana gelebi-


lir . Bu durumlarda zarar gören kişinin kastı, tazminat miktarını
53

azaltan bir neden olabileceği gibi tazminatı ortadan kaldıran bir


neden de olabilir54. Her somut olay açısından bu husus zarar gören
kişinin tüketici olup olmadığı hususu da göz önünde bulunduru-
larak ayrıca değerlendirilmelidir. Zarar gören kişinin kusurunun
tazminat miktarında indirim nedeni olabilmesi için ise nedensellik
bağını kesecek nitelikte olmaması gerekmektedir55. Zira eğer zarar
görenin kusuru nedensellik bağını kesecek nitelikte ise artık ürün
sorumluluğundan bahsedebilmek mümkün değildir.

5.1.2. Zararın, Zarar Gören Kişinin Sorumluluğunda Yer


Alan Bir Kişinin Kusurundan Kaynaklanması
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 21/4.mad-
desi uyarınca; zararın zarar gören kişinin sorumluluğunda yer alan
bir kişinin kusurundan kaynaklanması tazminatı ortadan kaldı-
rabileceği gibi tazminat miktarında indirim yapılmasına da neden
olabilir. Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 21/3.
maddesine göre, zararın üçüncü bir kişinin fiili ya da ihmalinden
kaynaklanmış olması tazminat sorumluluğuna herhangi bir etki et-
meyeceğinden56 burada önem arz eden husus zarar görenin sorum-
luluğundaki kişilerin kimler olduğudur.

52 Keser, s.187.
53 Kırca, s.241; Eren, Borçlar Genel, s.866 vd.
54 85/374 sayılı AET Direktifi m.8/2; ‘’Üreticinin sorumluluğu, bütün şartlar göz önünde
tutularak, zarara hem üründeki bir hatanın hem de zarara uğrayan kişinin veya
bu kişinin sorumluluğundaki herhangi bir kişinin hatasının neden olması halinde
azaltılabilir ya da kaldırılabilir.’’
55 Antalya, s.69; Oğuzman/ Öz, Cilt- 2, s.45.
56 Bu durumda üretici ya da ithalatçının üçüncü kişiye rücu hakkı saklıdır. (Çelt, s.103).
170 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Zarar görenin sorumluluğundaki kişilerin içerisine öncelikle


zarar görenin adam çalıştıran sıfatı ile sorumlu olduğu kişiler gir-
mektedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 66.maddesi uyarınca adam
çalıştıran kişi, çalışanın kendisine verilen işin yapılması sırasında
başkalarına verdiği zararı giderme yükümlülüğü altındadır. Eğer
zarar görenin çalışanı, zarar görenin onayı ile başkalarını da çalış-
tırtmışsa bu halde hem zarar gören hem de zarar görenin çalışanı
adam çalıştıran sıfatı ile ürün sorumluluğu hükümleri uyarınca so-
rumlu olmaktadır57.
Zarar görenin sorumluluğundaki kişi kavramının içerisinde yer
alan diğer bir grup da zarar görenin yardımcı kişileridir. Borç iliş-
kisinde, borcun ifasının tamamen ya da kısmen yardımcı bir ki-
şiye bırakılabilmesi mümkündür. Türk Borçlar Kanunu’nun 116.
maddesi uyarınca eğer yardımcı kişinin fiili borca aykırılık teşkil
edecek nitelikte ise alacaklıya verilen zarardan borçlu sorumlu ol-
maktadır. Bir kişinin yardımcı kişi kapsamında yer alabilmesi için
borcun ifasına katılmış olması yeterli olup borcun ifasına yardım
etmiş olması ya da borcun ifasını tamamen yerine getirmiş olması
arasında fark bulunmamaktadır58. Bu nedenle ürün sorumluluğu
açısından, eğer zarar gören borçlu alacaklıya olan borcunu ifa es-
nasında uygunsuz ürünü yardımcı kişi ile ya da yardımcı kişinin
aracılığı ile kullanıyorsa ve bu anda zarar doğarsa yardımcı kişi
zarar görenin sorumluluğu kapsamındaki kişi niteliğinde değer-
lendirilerek ürün sorumluluğu hükümlerine dayalı olarak doğacak
tazminatta yardımcı kişinin kusuru dikkate alınır59.
Bunun yanı sıra zarar görenin rızası olmadan ifaya katılan ki-
şiler, zarar görenin bağımsız olarak işini görmekte olan kişiler za-
rar görenin sorumlu olduğu kişiler arasında yer almamaktadır. Bu
nedenle bu kişilerin kusurları ürün sorumluluğuna dayalı olarak
doğacak tazminat miktarının belirlenmesinde göz önünde bulun-
durulmaz.

57 Eren, Borçlar Genel, s.700; Oğuzman/Öz, Cilt- 2, s.145.


58 Oğuzman/Öz, Cilt- 1, s.428.
59 Keser, s. 190.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 171

5.2. Sorumluluğu Ortadan Kaldıran Haller


5.2.1. Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’na
Göre Sorumluluktan Kurtuluş Sebepleri
5.2.1.1. Ürünün Piyasaya Arz Edilmemesi
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 21/2-a
maddesine göre; üretici ya da ithalatçı ürünü piyasaya kendisinin
arz etmediğini ispat ederse sorumluluktan kurtulabilmektedir. Ka-
nunun 3/k maddesine göre piyasaya arz kavramı, ürünün piyasaya
da ilk kez bulundurulması anlamına gelmektedir. Yani eğer ürün
henüz üretim aşamasında ya da yolda ise bu durum ürünün he-
nüz piyasaya arz edilmediğini göstermektedir60. Ürünün piyasaya
arz edildiğini söyleyebilmek için ürünün kullanıcı kitlesi tarafın-
dan incelenebilir ve alışverişe konu olabilir nitelikte olması gerek-
mektedir61. Direktif’in 7/a maddesinde de üreticinin ürünü piyasa-
ya sürmediğini ispatlaması halinde sorumluluktan kurtulabileceği
düzenleme altına alınmıştır. Bu sorumluluktan kurtulma sebebi
açısından da Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun
Direktif’e uygun olduğunu söylemek mümkündür.
Ürünün piyasaya arz edildiğinin söylenebilmesi için mutlaka üre-
ticinin ürün üzerindeki zilyetliğinin sona ermesi gerekmemektedir.
Örneğin, ürünün satışının yapılabilmesi için temsilciye teslim edil-
mesi halinde üreticinin asli zilyetliği devam etmesine rağmen ürün
piyasaya arz edilmiştir62. Bunun yanı sıra üreticinin ürün üzerin-
deki zilyetliğinin kendi iradesi dışında sona ermesi halinde ürünün
piyasaya sürülmemiş olduğu kabul edilmektedir63.

60 Keser, s.242; Aydos, s. 193.


61 Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 3/h maddesinde mal tanımı yapılırken
alışverişe konu olan eşya kavramına yer verilmiştir. Malın alışverişe konu olabilmesi
ile piyasaya sürülmüş olması birebir aynı kavramlar olmasa da elbette malın alışverişe
konu olabilmesi için piyasaya sürülmüş olması şarttır. Bu nedenle üretici, malın piya-
saya sürülmemiş yani alışverişe konu olmayan bir mal olduğunu iddia ederek sorum-
luluktan kurtulabilir. (Kırca, s. 167).
62 Keser, s.242.
63 Havutçu, s.102; Kırca, s.167.
172 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

5.2.1.2. Uygunsuzluğun Dağıtıcının ya da Üçüncü Bir


Kişinin Ürüne Müdahalesinden Kaynaklanması
Ürün piyasaya arz edildikten sonra dağıtıcıdan kaynaklanan bir
sebepten dolayı üründe yapılan değişiklik nedeniyle ürün, Ürün
Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’na uygunsuz hale ge-
lirse bu durumda üretici ya da ithalatçı ürün sorumluluğundan
kurtulur. Direktif’in 7/a maddesinde de, üreticinin ürünü piyasa-
ya sürmediğini ispatlaması halinde sorumluluktan kurtulabileceği
düzenleme altına alınmıştır. Bu sorumluluktan kurtulma sebebi
açısından da Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun
Direktif’e uygun olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin, dağı-
tıcının ürünün paketi içerisinde yer alan ek ekipmanları çıkarıp
yerine başka ekipmanlar yerleştirmesi ya da ürünün kurulumunun
yetkili servise yaptırılması uyarısına rağmen ürünün kurulumunun
ilgisiz üçüncü bir kişiye yaptırılması halinde meydana gelen zarar-
dan üretici sorumlu olmaz64.
Üründeki uygunsuzluğun dağıtıcının ürüne müdahalesinden
kaynaklanmasının yanı sıra ürünün piyasaya arz edildikten sonra
üçüncü bir kişinin müdahalesi nedeniyle uygunsuz hale gelmesi
halinde de üretici ya da ithalatçının bu sorumsuzluk hükümlerine
dayanması mümkün olmaktadır65. Burada üçüncü kişi kavramın-
dan anlaşılması gereken dağıtıcı ve kullanıcı olmayan kişilerdir.

5.2.1.3. Uygunsuzluğun Kullanıcının Müdahalesinden


Kaynaklanması
Üründeki uygunsuzluğun dağıtıcı ya da üçüncü bir kişinin mü-
dahalesinin yanı sıra kullanıcıdan da kaynaklanması mümkündür.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 3/h madde-
sine göre; nihai kullanıcı Bir ürünü ticaret, iş, zanaat ve mesleki
faaliyetler dışında tüketici olarak ya da sanayi veya mesleki faaliyeti
için elinde bulunduran, Türkiye’de yerleşik veya ikamet eden ger-
çek ya da tüzel kişidir.

64 Aydos, s. 199; Kara, s.463.


65 Havutçu, s.103; Kırca, s.169-170.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 173

Üreticinin bu sorumsuzluk sebebine dayalı olarak ürün sorum-


luluğundan kurtulabilmesi için kullanıcının ürünü kullanımının
makul kullanım niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi gerek-
mektedir66. Kullanımın makul olup olmadığı tespit edilirken nihai
kullanıcının tüketici mi tacir mi olduğu başta olmak üzere somut
olayın diğer özellikleri ve ürünün amacına uygun olarak kullanılıp
kullanılmadığı gibi kriterler göz önünde bulundurulmalıdır. Nihai
kullanıcı tarafından ürün kullanma talimatına ve amacına uygun
olarak kullanılmalıdır. Üretici, ürünün kullanma talimatında belir-
tilenden başka bir amaçla kullanılması sonucunda meydana gelen
zararı tazmin yükümlülüğünden bu sorumsuzluk sebebine dayalı
olarak kurtulabilir67.

5.2.1.4. Uygunsuzluğun Teknik Kurallara Uygun Üretim


Zorunluluğundan Kaynaklanması
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 21/2-c
maddesine göre; üründeki uygunsuzluk, ürünün teknik düzenle-
melere ya da diğer zorunlu teknik kurallara uygun olarak üretilme-
sinden kaynaklanıyor ise üretici sorumluluktan kurtulabilir. Zira
ürünün, yetkili kuruluşlarca belirlenen özel teknik düzenlemeye
ya da niteliği gereği özel teknik düzenlemesi bulunmuyorsa genel
ürün güvenliği mevzuatına uygun olması bir zorunluluktur.
Direktif’in 7/d maddesinde de üreticinin hatanın, ürünün kamu
otoriteleri tarafından çıkarılan zorunlu düzenlemelere uygunluğu-
nun sağlanması nedeniyle oluştuğunu ispatlaması halinde sorum-
luluktan kurtulacağı düzenleme altına alınmıştır. Madde metninde
görüldüğü üzere, üreticinin dayanabileceği zorunlu normların ne-
ler olduğu üye ülkelerin iç hukuklarına göre belirlenecektir68. Bu
sorumluluktan kurtulma sebebi açısından da Ürün Güvenliği ve
Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun Direktife uygun olduğunu söyle-
mek mümkündür.

66 85/374 sayılı AET Direktifi’nin 6.maddesinde üründen beklenen haklı güvenlik sevi-
yesinin sağlanıp sağlanmadığı belirlenirken göz önünde bulundurulacak kriterler ara-
sında makul kullanım şekli de sayılmışken Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler
Kanunu’nda bu kavrama yer verilmemiştir. (Keser, s.445).
67 Kara, s.464.
68 Havutçu, s. 103; Kırca, s. 175.
174 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Hem Direktif’te hem de Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenleme-


ler Kanunu’nda yer alan düzenlemelerde görüldüğü üzere; üretici,
üründeki uygunsuzluğun uyulması zorunlu olan düzenlemeler ya
da teknik kurallardan kaynaklandığını ispat etmesi halinde sorum-
luluktan kurtulur. Çünkü buradaki uygunsuzluk, yetkili kuruluş-
ların belirlediği teknik standartların hatalı olmasından dolayı mey-
dana gelmektedir69.

6. İSPAT YÜKÜ
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/2.mad-
desine göre; üreticinin sorumluluğunun doğabilmesi için zarar gö-
renin uğradığı zararı ve üründeki uygunsuzluk ile zarar arasındaki
illiyet bağını ispat etmesi gerekmektedir. Madde metninde görüldü-
ğü üzere üretici, üründeki hata ile ortaya çıkan zarar arasında uy-
gun illiyet bağının varlığının bulunması ve illiyet bağının varlığının
zarar gören tarafından ispatlanması halinde sorumlu olmaktadır70.
Direktif’in 4.maddesinde de zarara uğrayan kişinin zararı, hatayı
ve hata ile zarar arasındaki illiyet bağını ispatlaması gerektiği dü-
zenleme altına alınarak ispat yükü zarar gören üzerinde bırakıl-
mıştır71.
Zarar görene üründeki hata ile meydana gelen zarar arasında-
ki uygun illiyet bağını ispatlama yükümlülüğü yüklenmiş olsa da
zarar görenin ayrıca üreticinin kusurlu olduğunu ispatlaması ge-
rekmemektedir. Zira üretici, üründeki hatadan kaynaklı olarak
meydana gelen zararlardan objektif sorumluluk hükümlerine göre
sorumludur72. Objektif sorumlulukta, zarar görenin üreticinin ku-
surlu olduğunu ispatlaması gerekmemekte olup bu sorumluluk
türünde zarar görenin tazminat talebinde bulunabilmesi için mey-
dana gelen zarar ile üründeki hata arasındaki illiyet bağını ispatla-
ması yeterlidir73.

69 Üretime ilişkin emredici kurallara uyulmaması nedeniyle hatanın ortaya çıktığını


ispatlayarak sorumluluktan kurtulma, üreticinin kanunun emredici kurullarına
uymak zorunda olması ile tazminat sorumluluğunun doğması arasındaki çatışmayı
engellemeyi amaçlamaktadır. (Kırca, s.175).
70 Kırca, s.163; Aydos, s.229; Çelt, s.98.
71 Havutçu, s.106; Kırca, s.164.
72 Antalya, Cilt-2, s.432.
73 Kara, s.455.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 175

7. ZAMANAŞIMI SÜRESİ VE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE


Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/6.mad-
desinde Direktif’in 10 ve 11.maddeleriyle uyumlu olarak, tazminat
talebi için zamanaşımı süresi, zarar görenin zararı ve tazminat yü-
kümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren üç yıl ve her halde zararın
doğduğu tarihten itibaren on yıl olarak düzenleme altına alınmıştır.
Direktif’te üç yıllık süre zamanaşımı süresi, on yıllık süre ise hak
düşürücü süre olarak düzenleme altına alınmışken, Ürün Güven-
liği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda böyle bir ayrıma gidilme-
miş ve her iki süre de zamanaşımı süresi olarak düzenlenmiştir74.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda on yıllık
sürenin zararın meydana gelme anından itibaren başlatılması bir-
çok sakıncayı beraberinde getirmektedir75. Zira ürünün, piyasa-
ya sürülmesinin üzerinden çok uzun yıllar geçtikten sonra da bir
zarar meydana getirme ihtimali mevcuttur76. Bu nedenle on yıllık
zamanaşımı süresi belirlenirken böylesine sübjektif bir anın esas
alınması üretici bakımından adil olmayan sonuçlar doğuracağı
açıktır77. Çünkü bu halde zarar görenin üreticiden zararın tazmi-
nini talep etmesi yıllar sonra dahi mümkündür78. Ancak bu kadar
uzun bir süreden sonra üründeki hatanın üreticiye yükletilip yük-
letilemeyeceğinin tespiti oldukça güçtür.
Direktif’e göre zamanaşımının durması ve kesilmesi hakkında
üye devletlerin kendi milli hukukları uygulama alanı bulacaktır.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda ise bu konuda
bir düzenleme yapılmamıştır. Bu nedenle zamanaşımının durması
ve kesilmesi hakkında Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri
uygulama alanı bulacaktır79. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Ürün Gü-
venliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/4.maddesi uyarınca,
üreticiyi ürün nedeniyle ortaya çıkan tazminat sorumluluğundan

74 Tarman, Zeynep Derya, Türk Hukukunda İmalatçının Sorumluluğuna Genel Bir Ba-
kış, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.65, S. 2, 2007, s. 324.
75 Çelt, s.105.
76 Eren, Borçlar Genel, s.940; Oğuzman/Öz, Cilt-2, s.75.
77 Eren, Borçlar Genel, s.937; Oğuzman/Öz, Cilt-2, s.71.
78 Çelt, s.105.
79 Kırca, s.247; Aydos, s.260 vd.; Kara, s. 503 vd.
176 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kurtaran ya da sorumluluğu azaltan sözleşme hükümleri geçersiz


sayılacağından üç ve on yıllık zamanaşımı sürelerinin kısaltılması
mümkün değildir80. Ancak bu süre üretici aleyhine uzatılabilir.

8. MÜTESELSİL SORUMLULUK
Ürün Sorumluluğu ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun 6/3.
maddesi uyarınca; uygunsuz ürünün sebep olduğu zarardan bir-
den fazla üretici ya da ithalatçı sorumlu ise sorumlu olan kişiler,
zarar görene karşı müteselsil olarak sorumludurlar. Ürün Güven-
liği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda sorumlular arasındaki
müteselsil sorumluluk ilişkisini düzenleme altına alan bu hüküm
Direktif’le de uyumludur81.
Müteselsil sorumluluk, borçlulardan her birinin alacaklılara
karşı borcun tamamından sorumlu olduğu ve bu borçlulardan her-
hangi birinin yaptığı ödeme miktarınca diğer borçluların borçtan
kurtulabildiği borç ilişkisini ifade etmektedir82. Türk Borçlar Ka-
nunu’nun 162.maddesine göre müteselsil borç ilişkisinin kanun-
dan ya da hukuki işlemden kaynaklı olarak doğması mümkündür.
Ürün sorumluluğu bakımından sorumlu olan kişiler arasındaki
müteselsil sorumluluk ilişkisi kanundan doğmaktadır. Zarar gö-
ren davacının bu yönde bir talebi olmasa dahi hakim tarafından
sorumlular arasındaki müteselsil sorumluluk ilişkisinin re’sen gö-
zetilip gözetilmeyeceği tartışmalıdır83. Yargıtay uygulamasına göre
davacı tarafından talep edilmesi halinde diğer şartlar da gerçekleş-
mişse hakim tarafından sorumluların müteselsil sorumlu olduğu-
na karar verilmelidir84.

80 Al, s.1811.
81 85/474 sayılı AET Direktifi m.5; ‘’Bu Direktif hükümlerinin bir sonucu olarak, aynı
zarardan iki ya da daha fazla kişinin sorumlu olduğu hallerde, bu kişiler, payı ora-
nında sorumlu olma ve rücu hakkına ilişkin ulusal mevzuat hükümlerine halel gel-
meksizin, müştereken ve müteselsilen sorumludurlar.’’
82 Antalya, Cilt-2, s.659; Eren, Borçlar Genel, s.913; Oğuzman/ Öz, Cilt-2, s.449.
83 Keser, s.217.
84 Y17HD., 08.05.2019, E. 2016/11283 K. 2019/5765‘’…Davacı, dava dilekçesinde
müteselsil sorumluluk ilkesi gereği zararın tamamını, isterse sorumluların tama-
mından isterse bir kısmından talep edebilir. Buna göre zarara sebebiyet verenlerin
dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı BK.’nun 50 ve 51. maddele-
ri gereğince zarardan müteselsil sorumluluk esaslarına göre sorumlu olacakları
açıktır. Davacılar vekilinin, dava dilekçesinde davalının her iki aracın da trafik si-
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 177

9. SONUÇ
7223 Sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun
6.maddesinde Üreticinin ve ithalatçının uygunsuz ürünlerden kay-
naklı tazminat sorumluluğu düzenleme altına alınmıştır. Kanun’da
ürün sorumluluğu tazminatı talep edebilecek kişiler, sadece tüke-
ticilerle sınırlı tutulmamış, uygunsuz ürün nedeniyle zarar gören
herkesin ürün sorumluluğu kapsamında zararının tazminini talep
edebileceği düzenleme altına alınmıştır. Böylelikle, Avrupa Birliği
düzenlemeleri ile paralel şekilde üreticinin sadece tüketiciye karşı
değil, uygunsuz üründen dolayı zarar gören herkese karşı sorum-
luluğu özel bir düzenlemeye kavuşturulmuştur.
Uygunsuz ürünün neden olduğu zarardan sorumlu olan kişiler
açısından ise hem Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanu-
nu’nda hem de Direktif’te birinci derece sorumlular ile ikinci dere-
ce sorumlular ayrımına gidilmiştir. Yani uygunsuz ürün nedeniyle
ortaya çıkan zarardan ilk olarak üretici ve ithalatçı müteselsilen so-
rumlu tutulmuştur. Bunun yanı sıra eğer üretici, üreticinin yetkili
temsilcisi ya da ithalatçı tespit edilemiyor ise dağıtıcıların sorumlu
olacağı düzenleme altına alınarak dağıtıcılara ikincil derecede bir
sorumluluk yüklenmiştir. Bu durum oldukça isabetli olup zarar
gören kişinin uygunsuz üründen kaynaklanan zararının tazminini
talep edebileceği bir muhatap bulmasını sağlamaktadır.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda Direktif ile
uyumlu olarak üreticinin sorumluluğu kusursuz sorumluluk ola-
rak düzenleme altına alınmıştır. Ürün sorumluluğu kapsamında
sorumlu olan kişiler, üründeki hata ile meydana gelen zarar arasın-
da uygun illiyet bağının bulunması halinde sorumlu olur. Buradaki
kusursuz sorumluluk halinde üreticinin sorumluluktan kurtulma-

gortacısı olduğu ve zarardan sorumlu olduğunu belirterek zararın tahsiline karar


verilmesini talep ettiği anlaşılmakla yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler gereği
davalının müşterek ve müteselsilen sorumluluk ilkeleri gereği tazminatın tama-
mından sorumluluğuna hükmetmek gerekirken yazılı şekilde kusur oranına göre
belirlenen miktardan sorumlu olacağı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş,
kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir...’’; Y17HD., 29.04.2019, E. 2016/12954
K. 2019/5179 ‘’…Davacı vekilinin davacı ... için müteselsilen talepte bulunduğu gö-
zetilmeksizin, bu halde davacı eş Hatun için hesaplanan destekten yoksun kalma
tazminatının müteselsilen tahsiline karar verilmesigerekirken, yazılı olduğu şekilde
karar verilmesi de isabetli değildir…’’ (Lexpera Hukuk Bilgi Sistemi) Erişim Tarihi:
25.01.2022
178 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

sını sağlayan haller sınırlı olduğundan sorumluluğun ağırlaştırıl-


mış sebep sorumluluğu olduğu söylenebilir. Ancak bazı hallerde
ürünün niteliği gereği tipik bir tehlike barındırması mümkündür.
Kanaatimce bu gibi hallerde sorumluluğun türünün tehlike sorum-
luluğu olduğunun kabulüne ilişkin özel bir düzenleme yapılması
isabetli olur. Zira tehlike sorumluluğu faaliyetin ya da ürünün tipik
bir tehlike içermesini konu almaktadır.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda, kusur-
suz sorumlu olan üreticinin sorumluluktan kurtulabilmesine im-
kan sağlayan sebepler düzenleme altına alınmıştır. Üretici, ürünü
kendisinin piyasaya arz etmediğini, uygunsuzluğun dağıtıcının,
kullanıcının ya da üçüncü bir kişinin ürüne müdahalesinden kay-
naklandığını veya uygunsuzluğun teknik kurallara uygun üretim
zorunluluğundan kaynaklandığını ispatlaması halinde sorumlu-
luktan kurtulma imkanına sahiptir. Ürün Güvenliği ve Teknik Dü-
zenlemeler Kanunu’nda, Direktif’te yer alan bazı sorumluluktan
kurtuluş sebeplerine ise yer verilmediği görülmektedir.
Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’na göre zarar
gören kişi tazmin talebini, zararı öğrendiği tarihten itibaren üç yıl
ve her halükarda zarar tarihinden itibaren on yıl içerisinde ileri
sürmelidir. Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nda
düzenleme altına alınan bu süreler zamanaşımı süresidir. On yıllık
sürenin zamanaşımı süresi olarak düzenlenmesi ve zarar tarihin-
den itibaren işlemeye başlıyor olması beraberinde birçok sakınca
barındırmaktadır. Zira bu halde zarar görenin, üreticiden zararın
tazminini talep etmesi yıllar sonra dahi mümkündür. Ancak bu
kadar uzun bir süreden sonra ürünün uygunsuz olduğunun ispatı
oldukça güçleşeceği gibi üretici öngörülemeyen bir süre boyunca
sorumlu olmuş olacaktır. Bu nedenle kanaatimce sürenin ürünün
piyasaya sürülmesinden itibaren işlemesi daha isabetli olur.
Netice olarak, 7223 Sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenle-
meler Kanunu ile ürün sorumluluğu gibi önemli bir konuda Türk
hukukunda mevcut olan eksikliğin büyük bir ölçüde giderildiğini
ve çelişkili uygulamaların azaltıldığını söylemek mümkündü
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 179

KAYNAKÇA

AKÇAAL, Mehmet / UYUMAZ, Alper: 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması


Hakkında Kanunun Bazı Hükümlerine (M. 1-16) İlişkin Bir İnceleme, İnönü
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.4, S.2, 2013, s.241-276.
AKİPEK, Şebnem: Bedensel Zararların Tazmini Kapsamında Tüketici Huku-
ku Yönünden Ürün Sorumluluğu, Yeni Gelişmeler Işığında Bedensel Zararla-
rın Tazmini, Türkiye Barolar Birliği Yayınları (309), Cilt II, Ankara 2016, s.
23-38.
AL, Dursun: 7223 Sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu
Kapsamında Ürün Kavramı ve Üreticinin Sorumluluğu, Terazi Hukuk Dergisi,
C.15, S.169, 2020, s.1802-1814.
ANTALYA, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-1, 2. Baskı,
Ankara 2019 (Cilt-1).
ANTALYA, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-2, 2. Baskı,
Ankara 2019 (Cilt-2).
ANTALYA, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-3, 2. Baskı,
Ankara 2019 (Cilt-3).
ARAL, Fahrettin/ AYRANCI, Hasan: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri,
11.Baskı, Ankara 2018.
AYDOĞMUŞ, Hale: Ürün Sorumluluk Sigortasında Teminatın Kapsamı ve Ri-
ziko, Ankara 2020.
AYDOS, Oğuz Sadık: Ürün Sorumluluğu, Ankara 2009.
CANPOLAT, Önder: Üretici ve Sorumluluğu, Ankara Barosu Dergisi, S.2,
2013, s.371-398.
ÇABRİ, Sezer: Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Şerhi, 2.Baskı, An-
kara 2021.
ÇELT, Damla Özden: Ürün Sorumluluğunda Yaşanan Güncel Gelişme: 7223
Sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu, AndHD, C.7, S.1,
2021, s. 73-114.
ÇINAR, Ömer: Avrupa Konseyinin 25.07.1985 Tarihli ve 85/374 Sayılı Yöner-
gesi ve Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönet-
melik Hükümlerine Göre Ayıp Kavramı, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, C.9, S. 18, 2010, s. 135- 151.
DALCI, Nurcihan: TBK md. 71 Bağlamında İlaç Üreticisinin Tehlike Sorum-
luluğu, TBBD, S. 114, Ankara 2014, s.49-78.
DEMİRCİ, Serdar: Ürün Sorumluluk Sigortasına Sorumluluk Hukuku ve
Genel Şartlar Çerçevesinde Genel Bir Bakış, Ankara Barosu Dergisi, S. 3,
2019, s. 119-180.
ER, Burak Hamza: Türk Hukukunda Üreticinin ve İthalatçının Satım Sözleş-
mesinde Ayıptan Sorumluluğu, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, C. 11, S.
38, 2019, s.267-294.
180 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

EREN, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 24.Baskı, Ankara 2019


(Borçlar Genel).
EREN, Fikret: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 7.Baskı, Ankara 2019 (Borç-
lar Özel).
ERLÜLE, Fulya:Yapımcının Sorumluluğu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fa-
kültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, C.14, S.4, 2008, s. 303-338.
GÜNERGÖK, Özcan: Üreticinin Sorumluluğu Çerçevesinde Üreticinin Ürün
Gözleme Yükümlülüğü, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C.12, S.3-4, 2008, s.313-345.
HAVUTÇU, Ayşe: Türk Hukukunda Örtülü Bir Boşluk: Üreticinin Sorumlulu-
ğu, Ankara 2005.
KANIŞLI, Erhan: Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu (ÜGTDK)
Uyarınca Üreticinin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mec-
muası, C.78, S. 3, 2020, s. 1413-1468.
KARA, İlhan: İmalatçının Ürün Sorumluluğu, Ankara 2021.
KARYOT, Uluç Ali: Üreticinin Ayıplı Malın Sebep Olduğu Zararlardan Sorum-
luluğu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2020, https://tez.yok.gov.
tr/, (Erişim Tarihi: 10.01.2022).
KESER, Yıldırım:Ürün Sorumluluğu, Ankara 2021.
KIRCA, Çiğdem: Ürün Sorumluluğu, Ankara 2007.
KİBAR, Ahmet Fevzi: Ürün Sorumluluğu Bağlamında Hatalı Tıbbi Cihazdan
Doğan Hukuki Sorumluluk, Ankara 2020.
OĞUZMAN, M.Kemal/ÖZ, M.Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-
1, 10.Baskı, İstanbul 2013 (Cilt-1).
OĞUZMAN, M.Kemal/ ÖZ, M.Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-
2, 10.Baskı, İstanbul 2013 (Cilt-2).
OĞUZMAN, M.Kemal/ SELİÇİ, Özer/ OKTAY ÖZDEMİR, Saibe: Eşya Huku-
ku, 20.Baskı, İstanbul 2018.
ÖZ, Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt- 2, 10.Baskı, İstanbul
2013 (Borçlar Genel).
ÖZ, Turgut: Üreticinin Sorumluluğu, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fa-
kültesi Dergisi, Y.6, C.6, S.2, 2007, s. 7-18 (Üreticinin Sorumluluğu).
ÖZEL, Çağlar: Tüketicinin Korunması Hukuku, 7.Baskı, Ankara 2021.
ÖZTAN, Bilge: İmalatçının Sorumluluğu, Ankara 1982.
TARMAN, Zeynep Derya: Türk Hukukunda İmalatçının Sorumluluğuna Ge-
nel Bir Bakış, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.65, S. 2,
2007, s. 299-326.
ÜNAL, Akın/ KALKAN, Arif: Türk Hukukunda Ürün Sorumluluğu Üzerine
Olan ve Olması Gereken Hukuka Dair Genel Düşünceler, Türkiye Adalet Aka-
demisi Dergisi, C. 11, S. 39, 2019, s. 45-82.
ÜNLÜTEPE, Mustafa: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2021.
Ürün Sorumluluğu Tazminatı • Av. Ş.A. ÇAMCI 181

YASAN, CANDAN:İmalatçının Sorumluluğuna Uygulanacak Hukuk, Yayım-


lanmamış Doktora Tezi, Ankara 2015, https://tez.yok.gov.tr/, (Erişim Tarihi:
16.01.2022).
YAVUZ, Cevdet:Borçlar Hukuku Dersleri Özel Hükümler, 16.Baskı, İstanbul
2019.
YILDIRIM, ABDÜLKERİM: Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Tasarısı
Taslağının Bazı Maddelerine İlişkin Değerlendirmeler, GÜHFD, C. 17, S. 1-2,
2013, s. 1015-1048.
ZEVKLİLER, Aydın/ GÖKYAYLA, Emre: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri,
20.Baskı, Ankara 2020.
ZEVKLİLER, Aydın/ AYDOĞDU, Murat: Tüketicinin Korunması Hukuku, 3.
Baskı, Ankara 2004.
182

PAYLI MÜLKİYETE KONU TAŞINMAZLARDA,


PAYIN, MİRASÇILARA DEVREDİLMESİ
HALİNDE YASAL ÖN ALIM HAKKININ
KULLANILMASI – YİBHGK’NIN MUVAZAAYA
BAKIŞ AÇISI

Av. Nuri Taner ERGİN1

1. GİRİŞ
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun, 732, 733 ve 734. mad-
delerinde, “Taşınmaz Mülkiyetinin Kısıtlamaları” başlığı altında
düzenlenen yasal ön alım hakkı, paylı mülkiyette, paydaşlardan
biri tarafından üçüncü bir kişiye satılan payı, diğer paydaşların,
tercihen iktisap edebilmelerini sağlayan bir hak olarak tanımla-
nabilir.2Yasal ön alım hakkı, paylı mülkiyete tabi bir taşınmazın
paydaşlarından birinin, payını, bir üçüncü kişiye satması halinde,
diğer paydaşlara, aynı şartlarla bu payın alıcısı olabilme yetkisini
veren yenilik doğuran bir haktır.3 Bu hak, kaynağını, kanundan
ya da sözleşmeden alabilir.4 Paylı mülkiyetten doğması sebebiyle,
eşyaya bağlı bir hak niteliğine sahip olan ön alım hakkı, mülkiyet
el değiştirse bile hukuki varlığını yeni malik nezdinde sürdürmeye
devam eder5.
Mülga Medeni Kanunumuzda, “kanuni şufa hakkı” adıyla yer
alan bu kurum, sözlük anlamıyla ön alım hakkı anlamına gelmek-
tedir6 ki meri kanunumuzda da sözlükteki bu ifade tercih edilmiş-

1 İstanbul Barosu Avukatı.


2 TEKİNAY, Taşınmaz Mülkiyetinin Takyitleri, Cilt II/1, sf:38, Filiz Kitabevi, İstanbul
1988,
3 OĞUZMAN, SELİÇİ, OKTAY-ÖZDEMİR, Eşya Hukuku, sf:554, Filiz Kitabevi, İstanbul
2018
4 SUATA, Kanuni Ön Alım Hakkı, sf:25, Yetkin Yayınları, Ankara 2020
5 SUATA, age, sf: 25
6 TDK, Büyük Türkçe Sözlük.
... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 183

tir. Bununla birlikte, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda, ön alım


hakkı, açık bir şekilde tanımlanmamış, kanun koyucu, bu hakkın,
kim tarafından, hangi koşullarda, kimlere karşı, ne şekilde kul-
lanılabileceği, hakkın kullanılmasında uygulanacak hak düşürücü
süreler ve hakkın kullanılamayacağı halleri açıklanmakla yetinmiş-
tir. Buna göre yasal ön alım hakkı, paydaşlardan birinin, payını
kısmen veya tamamen üçüncü kişiye satması halinde, diğer pay-
daşlar tarafından, bu satışın öğrenildiği tarihten itibaren üç aylık
ve her halde satış tarihinden itibaren iki yıllık hak düşümü süresi
içinde, dava açmak suretiyle kullanılabilecektir. Bu hakkın kulla-
nılamayacağı haller ise 733. Maddede, cebri arttırmayla satış ve bu
haktan feragat edilmesi olarak belirlenmiştir.
Yasal düzenlemeye bakıldığında, cebri arttırma ve feragat halleri
dışında, yasal ön alım hakkının kullanılmasını yasaklayan başka
bir hükme rastlanmamasına rağmen Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Hukuk Genel Kurulu (YİBHGK), 27.03.1957 tarih, E. 1956/12 ve
K.1957/2 sayılı kararında, paylı mülkiyette, paydaşlardan birinin,
mirasçılarına, tapuda satış sözleşmesi yapılmak suretiyle sağladığı
kazandırmalarda yasal ön alım hakkının kullanılamayacağına hük-
metmiştir.
Bu çalışmada, YİBHGK’nın, 27.03.1957 tarih, E. 1956/12 ve
K.1957/2 sayılı kararı; yasal ön alım hakkının tanımı, bu hakkı dü-
zenleyen yasa maddeleriyle amaçlanan hukuki koruma ve hakkın
kullanılmasına yönelik olarak getirilen koşulların yanında, TBK’nın
19. Maddesinde düzenlenen muvazaa hükmü de değerlendirilmek
suretiyle incelenecektir.

2. YİBHGK’NIN 27.03.1957 TARİH, E. 1956/12 VE K.1957/2


SAYILI KARARI
İnceleme konusu Yüksek Mahkeme kararı aşağıdadır:
“Müşterek mülkün hissedarı onun şayi hissesini kendisine mi-
rasçı olacak bir kimseye satması halinde dahi diğer hissedarla-
rın şufa hakkının tanınması öteden beri Altıncı Hukuk Dairesi’nce
takarrür etmiş içtihat cümlesinden iken sonradan meşfu hisse-
nin müstakbel mirasçıya vaki olacak satışlarında şufa cereyan
etmeyeceğine dair hilafına bir içtihat tahassül etmiş olduğundan
184 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

mesele hakkında Tevhidi içtihat Hukuk Kısmı Umumi Heyetinde


yapılan münakaşa ve müzakere neticesinde aşağıdaki karar it-
tihaz edilmiştir.
Şufa hakkı malikle üçüncü şahıs arasında vaki satış aktine yer
tutmak hakkıdır. Medeni Kanun’un 658 inci maddesi, akte müs-
tenit şufa münasebetini, 659 uncu madde ise bir gayrimenkulün
şayi hissesini satın alan üçüncü şahsa karşı şerikin doğrudan doğ-
ruya kanundan doğan şufa hakkını tanzim etmektedir. Vazu kanu-
nun bu hükümle iki gaye takip ettiği görülmektedir.
1- Gayrimenkulün parçalanmasını önlemek, yani hisselerin
mümkün olduğu kadar hissedar elimde toplanmasını temin ey-
lemek,
2- Hissedarlar arasında öteden beri mevcut münasebeti ida-
me ederek yabancı bir şahsın araya girmesine mâni olmak,
Ancak esas hukuk kaidelerine göre mülkiyet serbestisini ve
tasarruf muhtariyetini ana prensip olarak nazara alan vazu ka-
nun, hissedarın temlik hakkını tahdit ederken bu esas kaideyi
de gözden uzak tutmamış ve bu tahdidi, mücerret satış akti ile
mukayyet kılmıştır. Bu itibarladır ki gerek nazariyat ve gerek
içtihatlar hibe, trampa, sermaye vaz’ı gibi tasarruflarda şufa
hakkının cereyan etmeyeceğini kabul etmiş bulunmaktadır.
Binnetice gayesinde hibe veya buna mümasıl maksatlar, mün-
demiç bulunan akitlerde zahiren satış şekli bulunsa bile âkitin
hakiki maksadı satış olmadığı halde satış hakkındaki hüküm-
leri onlara teşmil ve tatbik etmek hem vazu kanunun maksadına
ve hem de esas hukuk prensiplerine aykırı olur.
İmdi bugün miras hukukuna müteallik kaidelere tevfikan veya
sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapma-
sı halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktası yukarıda izah
olunan kaidenin ışığı altında mülahaza olunmak icap eder. Bu gibi
akrabaya satışta ortada, satış aktinin bir unsuru olan bedel zik-
redilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye
imkân yoktur. Çünkü burada mümellikin maksadı malının bede-
lini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu te-
sahüp etmek ve kendi yerine geçirmektir. Kaldı ki, bu gibi birçok
hadiselerde bedel tayini bir tenkis davasını önlemeye matuf bir
... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 185

tedbir olarak görüldüğü gibi herhangi bir muvazaalı muamele


tarzında da tezahür etmekte bulunduğu müşahede olunmakta-
dır. Ancak bu konuda mühim ve tespiti zaruri bulunan husus âki-
tin maksadını tayindir. Bunu da akti muhit olan ahval ve şerait
tayin edebilir. Müşterinin bayiin mirasçısı olması, semeni me-
biindûn bulunması veya kendisine temlik olunan şahsın ödeme
kabiliyeti bulunması gibi haller aktin mahiyetini ve vasfını tayin
ve takdire yardım eden amillerdir. Doktrin de bu mülahazayı
teyit etmektedir. Nitekim İsviçre Medeni Kanun’u şarihlerinden
Profesör Haab şerhinde şu mütalaada bulunmaktadır. (Şufa
hakkının ne zaman kullanılacağı hakkında kanun sakıttır. Ge-
rek nazariyat ve gerek tatbikatta hâkim olan telakkiye göre her
el değiştirme şufa hakkında istimaline esas olamaz. Şufa haki-
ki, ancak malikin meşfu hakkında üçüncü Sayfa 1/2 bir şahısla
kendi arzusuyla bir hukuki muamelede bulunarak meşfuu pa-
raya çevirmesi halinde dermeyan olunabilir. Şu şartla ki, temlik
eden bakımından diğer âkitin bir ehemmiyeti olmamak lazımdır.
Yani temlik edenin esas maksadının ivaz elde etmek bulunması
ve âkitin de eda edebilecek durumda bulunmasıdır). Yine İsviçre
şarihlerinden Wieland (hakikate tenkis ve iadeye tabi tasarruf-
lardan olduğu halde satış şeklinde yapılan temliklerde “malikin
hemşiresinin çocuğuna gayrimenkulün kıymetinden aşağı bir su-
rette az bedelle yaptığı satışlarda olduğu gibi” şufa hakkı iddia
olunamaz. Mevcut içtihat ve doktrinlere göre satış mahiyetinde
olmayan temliklerde şufa cereyan etmez; miras hakkı gözönün-
de tutularak kanuni mirasçıya temliklerde böyledir) demektedir.
İsviçreli şarih Tuor da Federal Mahkeme kararlarına göre “ka-
nuni mirasçıya miras hissesine mahsuben vaki satışlarda da
şufa hakkı cereyan etmez” mütalaasındadır. Aynı görüşe Rosel
de iştirak ederek (vazukanunşefi’e yalnız meşfuun bir başkasına
satılması halinde tercih hakkı. kabul ettiğine işaret etmek isti-
yor. Kelimenin kanuni manasında bey’ olmayan intikal sebep-
lerinde şufa ihtimali ve binaenaleyh mezkûr hakkın istimali de
hadisenin, nevi itibariyle bertaraf edilmiş olur. İntikal maksadı-
nın akti maksada galip geldiği ahvalde şufa cereyan etmez)
demektedir. Bundan başka şufa mevzuunu tetkik eden eserlerde
ve resmi mukarrerat dergisinde neşredilmiş olan İsviçre Fede-
186 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ral Mahkeme kararlarında bu görüş daha açık bir surette teba-


rüz ettirilmiştir. Scihmit eserinde (hakim telakkiye göre kanuni
mirasçıya ve eşine müstakbel miras hakkı nazara alınarak ya-
pılan temliklerde şufa cereyan etmeyeceğini) beyan eylemiştir.
Bundan başka son bir kararında Federal Mahkeme (bir malikin
kızına sattığı hisse hakkında açılan şufa davasında şufa hakiki
meşfuun her türlü temlikinde bahis mevzuu olamayacağından
zahiren ve müstakilen temlik olmasına ve bedel de tesmiye edil-
miş bulunmasına rağmen hakikatte miras hakkı göz önünde tu-
tularak kızına satış yapılmış olduğundan bahisle şufa cereyan
etmeyeceği içtihadında bulunduğu görülmektedir. Bu mevzuu
tetkik eden profesör, şarih ve müelliflerimiz de aynı görüşe işti-
rak etmektedirler. Netice:
Müşterek mülkün hissedarı, hissesini kan ve kocaya evlada
veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akti bulun-
sa hile hakikatte satıştan gayri miras hukukuna müteferri
maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ah-
valde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa
hakkının cereyan etmeyeceğine 27/3/1957 tarihinde ittifakla
karar verildi7.” (Vurgulamalar tarafımızca yapılmıştır.)
Yüksek Mahkemeye göre, kanun, kural olarak mülkiyet serbesti-
sini ve tasarruf muhtariyetini kabul etmekle birlikte, bu serbestliği
mücerret satış sözleşmeleri koşuluna bağlamıştır. Bu sebeple hibe,
trampa, sermaye koymak gibi tasarruflarda yasal ön alım hakkı
kullanılamaz. Yine Yüksek Mahkemeye göre, amacı hibe veya buna
benzer olan sözleşmeler, görünürde satış olsalar da sözleşmenin
gerçek amacı satış değilse, yasal ön alım hakkının uygulanması-
na dair hükümleri, burada da uygulamak, hem kanunun amacına
hem de genel hukuk ilkelerine aykırı olacaktır.Yüksek Mahkeme,
sözü geçen kararında, miras hukuku kuralları uyarınca veya di-
ğer düşüncelerle, alt soy veya akrabaya yapılan satışların da bu
kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, bu tip devir iş-
lemlerini; satış sözleşmesinin unsurlarından olan satış bedeli zik-
redilmiş olsa bile mücerret bir satış olarak kabul etmemekte, bu

7 YİBHGK 27.03.1957 tarih, E. 1956/12 ve K.1957/2(Lexpera.com.tr) (erişim tarihi:


03.06.2021)
... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 187

görüşünü ise paydaşın amacının, malın bedelini almak değil devir


yapılan kişiyi korumak veya kendi yerine geçirmek olduğu şeklin-
de gerekçelendirmektedir.
Yüksek Mahkemenin bu kabul tarzına göre, esas olan sözleş-
menin amacıdır. Bunu da durum ve koşullar belirlemektedir. Alı-
cının, satıcının mirasçısı olması, satış bedelinin ödenmesi, alıcının
ödeme kabiliyetinin olması gibi unsurların sözleşmenin niteliğinin
belirlenmesinde yardımcı olacağını belirten Yüksek Mahkeme, bu
sonuca, İsviçre Doktrininden bazı yazarların görüşlerine atıfta bu-
lunarak ulaşmıştır. Özetle Yüksek mahkeme, paylı mülkiyette, pay-
daşın, payı üzerinde, mirasçıları lehine yaptığı devir işlemlerinde;
bu işlemler görünürde satış olmasına rağmen, temelde miras hu-
kukundan doğan bir amaca dayanıyorsa veya bağış kastıyla yapıl-
mışsa yasal ön alım hakkının kullanılamayacağına hükmetmiştir.
Bu karar, içtihadı birleştirme kararı olduğu için de 2797 sayılı Yar-
gıtay Kanununun 45/V. Maddesi gereğince mahkemeleri bağlayıcı
güçtedir.8
Buradan hareketle, uygulamada “muris muvazaası” olarak ta-
nımlanan ve miras bırakan tarafından, paydaşı olduğu bir taşın-
mazdaki payı üzerinde, mirasçısı olan bir kişiye, diğer mirasçılar-
dan mal kaçırma kastıyla yapılan, tapuda satış şeklinde görünmekle
birlikte, gerçekte bağışlama amacı taşıyan bir devir işlemi söz ko-
nusu olduğunda, diğer paydaşlar tarafından, yasal ön alım hakkı-
nın kullanılmasına yönelik bir dava açıldığında, davalının, bu satış
işleminin muvazaalı olduğuna yönelik bir savunma yapması,
ön alım hakkını kullanmak isteyen paydaşın açtığı davanın red-
dedilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bir diğer söyleyişle hukukun
korumadığı bir olgu, yani muvazaalı işlem olgusu, böyle bir davada
davalı tarafça savunma olarak ileri sürülebilmekte ve ilginçtir, bu
savunma ile diğer paydaşların yasal ön alım hakkını kullanmaları-
nın önüne geçilmektedir.
Böylesi ilginç bir sonuç doğuran bu kararı incelemeye başlama-
dan önce “yasal ön alım hakkı” ve “muvazaa” hakkında açıklama
yapmakta yarar ummaktayız.

8 RESMİ GAZETE,2797 Sayılı Yargıtay Kanunu, 08.02.1983 tarih, sayı:17953


188 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

3. YASAL ÖN ALIM HAKKI


743 sayılı, Mülga Medeni Kanunumuzda, “kanuni şufa hakkı”
başlığı ile 659. Maddede, “bir gayrimenkulün hissedarları onun
şayi bir hissesini satın alan üçüncü kişiye karşı kanuni şufa hak-
kını haizdir” ifadesiyle yer alan yasal ön alım hakkı kurumu, 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nda, üç ayrı maddede düzenlenmiştir.
Konu ile ilgili yasal düzenleme aşağıdaki gibidir.

a. Önalım Hakkı sahibi:


Madde 732: Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerinde-
ki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde
diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler.

b. Kullanma yasağı, feragat ve hak düşürücü süre:


Madde 733: Cebri arttırmayla satışlarda ön alım hakkı kulla-
nılamaz.
Önalım hakkından feragatin resmi şekilde yapılması ve tapu
kütüğüne şerh verilmesi gerekir. Belirli bir satışta önalım hakkını
kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle tabidir ve satıştan önce veya
sonra yapılabilir.
Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara no-
ter aracılığıyla bildirilir.
Önalım hakkı, satışın sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç
ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer.

c. Kullanılması:
Madde734: Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kulla-
nılır.
Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden
önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hakim tara-
fından belirlenen süre içinde hakimin belirleyeceği yere nakden
yatırmakla yükümlüdür.”9

9 Resmî Gazete, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 08.12.2001 tarih, sayı:24607.
... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 189

732. maddenin gerekçesinde yeterince açık bir ifade bulun-


mamakla birlikte, kanun koyucu tarafından, yasal önalım hakkı
kurumunun getirilmesindeki temel amaç, diğer paydaşların izni
olmaksızın, paydaş olmayan bir yabancının paylı mülkiyet iliş-
kisine girmesinin engellenmesi10ve mülkiyeti, mümkün oldu-
ğunca tek elde toplayarak, yürütülmesi hiç de kolay olmayan paylı
mülkiyet ilişkisinin olduğundan daha da zor bir hale gelmesinin
önüne geçilmek istenmesi olmalıdır.
732. Maddede, ön alım hakkı sahibinin kim olduğu, ön alım
hakkının kullanılması için gereken koşulun ne olduğu ve bu hak-
kın ne zaman kullanılacağı belirtilmiştir. Madde metninde, ön alım
hakkı sahibi net olarak tanımlanmamakla birlikte, maddenin laf-
zından, yasal ön alım hakkı sahibinin, payını tamamen veya kısmen
üçüncü kişiye satan paydaş dışında kalan diğer paydaşlar olduğu
anlaşılmaktadır. Yasal ön alım hakkı, paydaşlardan birinin, payını,
paydaş olmayan üçüncü kişi satması halinde kullanılabilecektir.
Yasal ön alım hakkının kullanılamayacağı haller ise 733. mad-
dede sayılmıştır. İlgi maddenin ilk fıkrasına göre cebri icra yoluy-
la yapılan satışlarda yasal ön alım hakkı kullanılamaz. Maddenin
ikinci fıkrasında ise ön alım hakkından feragat edilmesinden bah-
sedilmektedir ki bir haktan feragat edilmesi halinde artık o hakkın
kullanılamayacağında zaten duraksamaya yer bulunmamaktadır.
Yasal ön alım hakkının kullanılmasından feragat işlemi, resmi şe-
kilde ve tapu kütüğüne şerh verilmesi koşuluyla yapılabilmektedir.
O halde, feragat bir yana bırakılacak olursa, kanun koyucunun,
yasal ön alım hakkının kullanılmasını, sadece cebri arttırma yoluy-
la yapılan satışlarda yasakladığını söylemek yanlış veya eksik bir
ifade olmayacaktır.
733. maddenin ikinci fıkrasında paydaş tarafından yapılan satış
işleminin alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara bildirilece-
ğinden bahsedilmekte ise de bu yükümlülüğün yerine getirilmeme-
si hali için herhangi bir yaptırım düzenlenmemiştir.
Nihayet, maddenin son fıkrası ile yasal ön alım hakkının kul-
lanılması için satış işleminin, hak sahiplerine bildirildiği tarihten

10 SUATA, age, sf: 23.


190 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

itibaren üç ay ve her halde satışın gerçekleştiği tarihin üzerinden


iki yıllık hak düşümü süreleri getirilmiştir.
Yasal ön alım hakkının kullanım şekli, 734. maddede, dava aç-
mak olarak belirlenmiştir. Bu hakkı kullanmak isteyen paydaş,
hak düşürücü süre içinde, alıcıya karşı dava açmalı ve satış bedeli
ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkimin belirleyeceği süre içinde,
yine hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmalıdır.
Yasal ön alım hakkının temel amacının, paylı mülkiyet yapısı içi-
ne yabancı bir kişinin; daha doğru bir ifadeyle, paydaşlarca benim-
senmeyen bir ortağın girmesinin engellenmesi olduğunda tartışma
bulunmamakla beraber, kanun koyucunun, 732. Maddede, sadece
satıştan bahsetmesi akla, satış dışında başka bir yolla üçüncü ki-
şiye yapılan devir işlemlerinde ön alım hakkının kullanılabilip kul-
lanılamayacağı sorusunu getirmektedir. TBK’da, “taşınmaz satışı
ve satış ilişkisi doğuran haklar” başlığı altında, “ön alım hakkı” alt
başlığı ile düzenlenen 240. Maddede, ön alım hakkının, taşınmazın
satışı ya da ekonomik bakımdan satışa eşdeğer her türlü işlemin
yapılması hallerinde kullanılabileceğinden bahsedilmekle birlikte,
taşınmazın, miras paylaşımında mirasçılardan birine özgülenmesi,
cebri icra yoluyla satışı ve kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi ve
bunlara benzer amaçlarla edinilmesi hallerinde bu hakkın kullanı-
lamayacağı belirtilmiştir11.
Kanun koyucu, madde metninde, satış ilişkisi doğuran işlem-
lerin neler olduğunu açıklamamış, ancak, bu ifadeden neyin an-
laşılması gerektiğini ya da bu ifadenin nasıl anlaşılması gerekti-
ğini maddenin gerekçesinde anlatmıştır. Madde gerekçesinde yer
alan şu örnek, tarafların gerçek iradelerini satış görünümü ardına
gizleyerek yaptıkları işlemlerin, ön alım hakkının kullanılmasını
engelleyemeyeceğini ve bu şekilde yapılan muvazaalı işlemlerin ko-
runmayacağını göstermesi bakımından önemlidir. Gerekçede yer
alan örnekte, bir gayrimenkul yatırım ortaklığına ait hisselerin bü-
tünüyle devredilmesi halinde, bu işlemin satışa eşdeğer işlem ni-
teliğinde sayılacağı belirtilmektedir. Zira böyle bir olasılıkta taraf-
ların gerçek iradeleri şirket hisselerinin satılması değildir. Gerçek
irade, taşınmazın satışı yönündedir. Oysa taraflar, tapuda resmi

11 RESMİ GAZETE, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, 04.02.2011 tarih, sayı:27836
... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 191

satış işlemi yapmak yerine taşınmazın mülkiyetini, taşınmazdaki


payın maliki olan şirkete ait hisseleri satarak devretmek istemek-
tedirler. Böylece ortada taşınmazın satıldığını gösteren resmi bir
satış sözleşmesi olmadığı için ön alım hakkının kullanılmasının
önüne geçilmiş olacaktır. İşte, kanun koyucu, ön alım hakkının
kullanılmasının sadece satış işlemine özgülenmesinin doğuracağı
sakıncaları ortadan kaldırmak için ekonomik bakımdan satışa eş
değer işlemleri de ön alım hakkının kullanılması için yeterli kabul
etmiştir.
Doktrinde, TBK’nın 240. Maddesinde yer alan “ekonomik ba-
kımdan satışa eşdeğer işlemin” sadece sözleşmeden doğan ön
alım hakkının kullanılmasında mı dikkate alınması gerektiği, yok-
sa yasal ön alım hakkının kullanılmasında da dikkate alınıp alın-
mayacağı tartışma konusu olmuştur. Bir görüş, TBK’da, sözleşme-
den doğan ön alım hakkının düzenlendiği 240 -vd. maddelerinde
yer alan esasların, yasal ön alım hakkına da uygulanabileceğini sa-
vunmaktadır.12 Bu görüşü benimseyen yazarlara göre sözleşmeden
doğan ön alım hakkının kullanılmasına esas teşkil eden her ön
alım olgusu, yasal ön alım hakkının kullanılmasına da esas teşkil
edebilmelidir. Bir kısım yazarlar, burada örtülü bir kanun boşlu-
ğu olduğunu ve ekonomik olarak satışa eşdeğer bir işlemin varlığı
söz konusu oldukta, bunun yasal ön alım hakkının kullanılmasını
engellemeyeceğini savunmaktadırlar13. Ekonomik bakımdan satışa
eşdeğer işlemlerin yasal ön alım hakkının kullanılmasında dikka-
te alınamayacağını benimseyen görüş ise TMK’nında yasal ön alım
hakkının bağımsız bir şekilde düzenlendiğini, bu düzenlemenin
asli nitelik taşıdığını, sözleşmeden doğan ön alım hakkı kuralları-
nın ise tali nitelikte olduğunu ileri sürmekte; buna gerekçe olarak
da TMK’nun 735/III maddesinde yer alan, yasal ön alım hakkının
kullanılmasına ve vazgeçmeye ilişkin hükümlerin sözleşmeden do-
ğan ön alım hakkına da uygulanacağına dair hükmü göstermek-
tedirler.14Konuyu mülkiyet hakkı esasına göre değerlendiren bir
diğer görüş ise ön alım hakkının, mülkiyet hakkını sınırlayan bir

12 OĞUZMAN, age, sf: 556.


13 KIRKBEŞOĞLU, Kanundan ve sözleşmeden doğan ön alım hakkı, sf:74, On İki Levha,
İstanbul 2020
14 KIRKBEŞOĞLU, age, sf: 76.
192 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

yapıya sahip olduğundan hareketle bu konudaki yasa hükümleri-


nin malik lehine ve genişletici değil, daraltıcı şekilde yorumlanması
gerektiğini ileri sürmektedir. Zira esas olan mülkiyet hakkı olup,
bunu kısıtlayan hükümler istisnaidir.15Yargıtay da yasal ön alım
hakkının, yalnızca gerçek satış işleminin varlığı halinde kullanıla-
bileceğini benimsemektedir.
Kanaatimizce, “ekonomik bakımdan satışa eşdeğer her türlü
işlem” unsurunu sadece sözleşmeden doğan ön alım hakkının kul-
lanılmasında dikkate almak, kanun koyucunun, yasal ön alım hak-
kının ihdas edilmesi ile amaçladığı hukuki yararın gerçekleşmesine
hizmet etmemektedir. Zira az yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yasal
önalım hakkı ile hedeflenen temel amaç, diğer paydaşların izni
olmadan, paydaş olmayan bir yabancının paylı mülkiyet ilişki-
sine girmesini engellemek ve paylı mülkiyet ilişkisinin müm-
kün olduğunca kolay yürütülmesini ve sürdürülebilir olmasını
sağlamaktır. Bu amaç dikkate alındığında, yasal ön alım hakkının
kullanılmasını, Yargıtay’ın ifadesiyle, mücerret satış işlemleriyle
sınırlamak, bu hakkın uygulama alanını son derece daraltmakta-
dır. Burada, payın üçüncü kişiye satılmasından kastedilen, sadece
satış sözleşmeleri olmamalıdır. Burada esas olan mülkiyet hakkı-
nın üçüncü kişiye geçmesi ve üçüncü kişinin paydaş olması duru-
mudur. Yasal ön alım hakkı da diğer paydaşlarca onaylanmayan
üçüncü kişinin paydaş olmasının engellenmesi amacına yönelik
bir kurum olduğuna göre (ki yasal ön alım hakkı kullanılıyorsa
bu hakkı kullanan paydaş, payı devralan üçüncü kişinin, paylı
mülkiyet ilişkisine girmesini istemiyor demektir) üçüncü kişiler
bakımından mülkiyetin kazanılması sonucunu doğuran her hu-
kuki işlem için paydaşlara yasal ön alım hakkı tanınması, kanun
koyucunun amacına daha uygun bir bakış açısı olsa gerektir. Mad-
de metninde, sadece satış sözleşmesinden bahsedilmesinden ha-
reketle mülkiyetin devri sonucunu doğuran diğer işlemleri hakkın
kapsamı dışında tutmak, muvazaalı işlemleri teşvik etmekten öte
bir nitelik de taşımamaktadır. Bu ise diğer paydaşların hak arama
özgürlükleri üzerine adeta ipotek koymak anlamına gelir.

15 KIRKBEŞOĞLU, age, sf: 76.


... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 193

Öte yandan, TMK’nun konuya ilişkin hükümlerinde, “ekonomik


bakımdan satışa eşdeğer her türlü işlem” ifadesinin geçmemesin-
den hareketle bu kavramı, yasal ön alım hakkının kullanılmasında
yok sayarak sadece sözleşmeden doğan ön alım hakkının kulla-
nılmasında dikkate almak, TBK’nun, TMK ile ilişkisini düzenle-
yen 646. Maddesine de açıkça aykırıdır. Sözü geçen maddede,
TBK’nun, TMK’nun beşinci kitabı olduğu ve onun tamamlayıcısı ol-
duğu net bir şekilde belirtilmektedir. O halde, TMK’da düzenlenen
yasal ön alım hakkını doğuran “satış” olgusunu yorumlarken, bu
kanunun beşinci kitabı olan TBK’nun kabul ettiği kavramlardan da
yararlanılabileceğinde duraksamaya yer olmamalıdır. Ekonomik
bakımdan satışa eşdeğer işlem olgusu, muvazaanın önüne geçebil-
mek adına, yasal ön alım hakkının kullanılmasında da dikkate alı-
nabilir, hatta alınmalıdır.

4. MUVAZAA
Muvazaa, kavram olarak tarafların, yaptıkları sözleşmenin hiç
hüküm doğurmaması veya görünüşteki sözleşme dışında başka
bir sözleşmenin hükümlerini doğurması hususunda anlaşmaları-
dır16. Bir diğer söyleyişle, tarafların, gerçekte yapmak istedikleri
sözleşme ile üçüncü kişilere yapıldığını gösterdikleri sözleşme ya
birbirinden farklı olmakta ya da gerçekte hiçbir sözleşme yapılma-
maktadır. Bunlardan ilki, yani tarafların, aralarındaki sözleşme-
nin, üçüncü kişilere gösterdikleri sözleşmeyle farklılık göstermesi
nisbi muvazaa, tarafların, yaptıkların sözleşmenin hiç hüküm do-
ğurmaması ise mutlak muvazaa olarak tanımlanmaktadır. Muva-
zaa, TBK’nun, 19. Maddesinde şu şekilde yer almaktadır.

D. Sözleşmenin yorumu ve muvazaalı işlemler


Madde 19: Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenme-
sinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek
amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksı-
zın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.
Borçlu, yazılı bir borcu tanımasına güvenerek alacağı kazan-

16 OĞUZMAN, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, sf:132, Vedat Kitapçılık, İstanbul


2019.
194 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

mış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu sa-


vunmasında bulunamaz.”17
Kanun koyucu, sözü geçen maddenin ilk fıkrasında, gizlenen iş-
lemin hukuken korunmayacağını belirttikten sonra ikinci fıkrasın-
da, bu hususun yani muvazaanın bir savunma aracı olarak kulla-
nılamayacağını ifade etmektedir.
Muvazaayı, görünürdeki sözleşme ve gizlenen sözleşme açısın-
dan ayrı ayrı incelemek gerekir. Buna göre, görünürdeki sözleşme,
gizlenen sözleşme ile çeliştiği oranda geçersizdir. Yani, muvazaanın
yaptırımı geçersizliktir. Eğer gizli anlaşma, görünürdeki sözleşme-
nin hüküm doğurmayacağına yönelik ise görünürdeki sözleşme
külliyen geçersiz olacaktır. Gizli sözleşme, görünürdeki sözleşme-
nin yerine geçen bir nitelik taşımaktaysa görünürdeki sözleşme,
gizli sözleşmeyle çeliştiği ölçüde geçersiz olacaktır. Böyle bir du-
rumda kural olarak gizli sözleşmenin geçerli olduğu kabul edilme-
lidir.18 Zira 19/I. Maddenin son cümlesinde, sözleşmenin yorum-
lanmasında, tarafların gerçek ve ortak iradelerinin esas alınacağı
belirtilmektedir. Burada esas sorun, gizli sözleşmenin, kanunda,
sıhhat bakımından şekle tabi bir sözleşme olması durumunda or-
taya çıkmaktadır. Bu konuya ilişkin olarak uygulamada “muris mu-
vazaası” olarak da anılan klasik örnek şu dur: Taraflardan biri, ta-
şınmazını diğer tarafa bağışlamak istemektedir. Ancak taraflar bu
iradeyi gizlemek için tapu memuru önünde satış sözleşmesi imza-
lamışlardır. Bu durumda, görünürdeki satış sözleşmesi, tarafların
gerçek iradelerini yansıtmadığından, bir diğer söyleyişle muvazaalı
olduğundan geçersiz sayılmaktadır. Gizli sözleşme, yani bağışlama
sözleşmesi ise kanun koyucunun öngördüğü şekil şartına uygun
yapılmadığı için geçersiz sayılmaktadır.19Muvazaa olgusunun bir
savunma aracı olarak kullanılamayacağı ise aynı maddenin ikinci
fıkrasında son derece açık ve anlaşılır bir şekilde ifade edilmiştir.
“Borçlu, yazılı bir borcu tanımasına güvenerek alacağı kazanmış
olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunma-
sında bulunamaz.” Şu hâlde muvazaaya dayalı hukuki işlemlerin

17 Resmî Gazete, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, 04.02.2011 tarih, sayı: 27836.
18 TEKİNAY, ERMAN, BURCUOĞLU, ALTOP, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Filiz
Kitabevi, İstanbul 1993, sf: 412-413.
19 TEKİNAY, ERMAN, BURCUOĞLU, ALTOP, age, sf: 413.
... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 195

mutlak butlanla batıl yani kesin hükümsüzlükle geçersiz olduğu


ve muvazaanın üçüncü kişilere karşı bir savunma unsuru olarak
kullanılamayacağı yasal gerçekliktir. Sözü geçen hüküm, lafzı itiba-
riyle, emredici niteliktedir.

5. İNCELEME KONUSU İÇTİHAT HAKKINDAKİ


GÖRÜŞLERİMİZ
Yüksek Mahkemece verilen içtihadı birleştirme kararında, ön
alım olgusuna konu satış işleminin gerçek bir satış işlemi olması
gerektiği ve ancak gerçek bir satış işleminin bulunması halinde ön
alım hakkının kullanılabileceği, miras hukuku kaynaklı bir amaca
dayanılarak, görünürde satış şeklinde yapılan bir devir işlemi söz
konusu ise ön alım hakkının kullanılamayacağı ifade edilmektedir.
Yüksek Mahkeme, gerçek bir satış sözleşmesinin varlığı koşulunu
o kadar benimsemiştir ki bu uğurda, ön alım olgusunu doğuran
satış sözleşmesinin, aslında muvazaalı bir sözleşme olduğuna yö-
nelik savunmalara bile itibar etmiş, muvazaanın varlığını, ön alım
hakkının kullanılması talebinin reddi için bir gerekçe olarak kabul
edebilmiştir.
İnanılması güç ama Yüksek Mahkeme, payını, mirasçısına dev-
reden paydaşın gerçek amacının, devir konusu payı mirasçısına sa-
hiplendirmek ve onun, kendi yerine geçmesini sağlamak olduğunu
kabul etmekte ve bu amaca ulaşabilmek için yapılan muvazaalı iş-
lemi, taşınmaz üzerinde pay sahibi olan diğer paydaşların, yasadan
doğan haklarından daha üstün tutmaktadır.
Yüksek Mahkemenin kararında geçen şu ifade gerçekten çok il-
ginçtir: “Çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini al-
mak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp
etmek ve kendi yerine geçirmektir. Kaldı ki, bu gibi birçok hadi-
selerde bedel tayini bir tenkis davasını önlemeye matuf bir tedbir
olarak görüldüğü gibi herhangi bir muvazaalı muamele tarzında
da tezahür etmekte bulunduğu müşahede olunmaktadır. Yüksek
Mahkeme tarafından, “kendi yerine geçirmek” şeklinde ifade edi-
len saik, yasal ön alım hakkının getiriliş sebebini ve kanun koyucu-
nun bu kurumun ihdasıyla elde etmek istediği amacı en hafif tabir-
le işlevsiz hale getirmektedir. Oysa az yukarıda da belirttiğimiz gibi
196 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kanun koyucu tarafından, yasal önalım hakkı ile hedeflenen temel


amaç, diğer paydaşların izni olmaksızın, paydaş olmayan bir ya-
bancının, paylı mülkiyet ilişkisine girmesinin engellenmesi ve
mülkiyeti, mümkün olduğunca tek elde toplayarak, paylı mülkiyet
ilişkisinin kolay yürütülebilmesinin sağlanmasıdır. Bu amaç, âdeta
bir fotoğraf karesi gibi ortadayken, sanki, paylı mülkiyet ilişkisi
kurulabilmesi için tek yol gerçek bir satış sözleşmesiymiş düşünce-
siyle, bağışlama, trampa veya mülkiyetin devrini gerektiren başka
sözleşmeleri, hatta mülkiyetin devri amacını güden gizli sözleşme-
leri bu hakkın kullanılmasının kapsamı dışında tutan üstelik de
yasal ön alım hakkını kullanarak, mülkiyet ilişkisine, istemediği
bir kişinin girmesini önlemek isteyen paydaşın yolunun, ön alım
olayını doğuran işlemin muvazaalı olduğu savunmasıyla kesilme-
sini öngören bu bakış açısı, kanaatimizce hakkaniyetli olmamak
gerekir.

6. SONUÇ
Paylı mülkiyette, paydaşlardan birinin, payını üçüncü kişiye sat-
ması halinde, diğer paydaşların, bu payı satın alabilmelerine olanak
tanıyan yasal ön alım hakkı kurumunun amacı, paylı mülkiyet iliş-
kisine, paydaşlarca benimsenmeyen kişi ya da kişilerin girmesinin
önüne geçmektir. Kanun koyucu, bu kurumu ihdas ederek, paylı
mülkiyet ilişkisinin sorunsuz ve istikrarlı bir şekilde yürütülmesini
hedeflemektedir. O halde, bu amacın gerçekleşebilmesi için yasal
ön alım hakkının kullanılmasını, mücerret satış sözleşmeleriyle sı-
nırlamak yerine ekonomik bakımdan satışa eşdeğer işlemleri de
kapsayacak şekilde genişletmek, yasal ön alım hakkı kurumundan
daha fazla hukuki yarar elde edilmesini sağlayacaktır.
Mülkiyetin devrini hedefleyen fakat bu hedefi, gerçek bir satış
iradesi yerine, gizli bir irade ile gerçekleştirmeye çalışan, bir di-
ğer söyleyişle muvazaalı bir işlem gerçekleştiren tarafın, muvazaa
yaptığını söyleyerek, yasal ön alım hakkının kullanılmasını engelle-
yebilmesine izin veren bu bakış açısı, hem yasal ön alım hakkının
işlevsiz kalması sonucunu doğurmakta hem de hukuk düzeninin
kesin hükümsüzlükle geçersiz saydığı muvazaayı hukuki bir sa-
vunma delili haline getirmektedir ki konunun en garip yönü de bu
dur.
... YIBHGK’nın Muvazaaya Bakış Açısı • Av. N.T. ERGİN 197

Paylı mülkiyette yasal ön alım hakkının kullanılmasından bek-


lenen hukuki yararın elde edilebilmesi, ancak satış dışında, eko-
nomik bakımdan satışa eşdeğer işlemlerde, örneğin muvazaalı bile
olsa bağış, trampa gibi mülkiyetin üçüncü kişiye geçmesi sonucunu
doğuran işlemlerde de kullanılabilmesi ile mümkün olacaktır. Ka-
naatimizce bu konuda en geniş anlamda bir hukuki yarardan bah-
sedebilmek için miras yoluyla intikal eden, ortaklığın giderilmesi
davasına konu olan hatta cebri icra yoluyla satışa çıkarılan paylar
için de diğer paydaşların yasal ön alım hakkını kullanabilmeleri
düşünülmeli ve tartışılmalıdır.

KAYNAKÇA
KIRKBEŞOĞLU, Kanundan ve sözleşmeden doğan ön alım hakkı, On iki Lev-
ha, İstanbul 2020.
OĞUZMAN, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Vedat Kitapçılık, İstanbul
2019.
OĞUZMAN, SELİÇİ, OKTAY-ÖZDEMİR, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstan-
bul 2018.
SUATA, Kanuni Ön Alım Hakkı, Yetkin Yayınları, Ankara 2020.
TEKİNAY, Taşınmaz Mülkiyetinin Takyitleri, Cilt II/1, sf:38, Filiz Kitabevi, İs-
tanbul 1988.
TEKİNAY, ERMAN, BURCUOĞLU, ALTOP, Borçlar Hukuku, Genel Hüküm-
ler Filiz Kitabevi, İstanbul 1993.
198

GELİŞEN TEKNOLOJİLER IŞIĞINDA


UNUTULMA HAKKI

Av. Baran Can KAYA1

1- GİRİŞ
Teknolojinin gelişimiyle birlikte bilgiye ulaşım yeni veya eski
fark etmeksizin epey kolaylaşmıştır. İnsanlar artık sadece bir tık
ile 10 sene önce yaşadığı şeyleri internet üzerinden görebilmekte ve
tekrar o ana dönebilmektedir. Dolayısıyla, günümüz dünyası eski
zamanların aksine bilgiye erişimin bu kadar kolay ve çabuk olması
nedeniyle bir şeyleri unutmanın zor olduğu bir dünyadır.2 Ayrıca
bu durum verilerin kaydedilmesini de çok basitleştirmiştir. Z ira
telefon, kamera, ses kaydı cihazı vs. gibi cihazlar aracılığı ile artık
verilerin kaydedilmesi çok kolay bir noktaya ulaşmıştır.3 Bu veriler
çoğu zaman insanların kişisel verileri olmaktadır. Ö rneğin, Japon-
ya’da akıllı telefonlar aracılığıyla kadınların gizlice fotoğraflarının
çekilmesine ilişkin suçlar konuşulmaya başlanmıştır.4 Dolayısıyla
buradan teknolojinin gelişmesiyle birlikte kişisel verilere ulaşımın
kolaylaştığına ilişkin bir sonuca varılabilecektir. Bu konu da aslın-
da en büyük nesnelerin interneti olarak adlandırılan yeni teknolo-
jidir; bu teknolojiye göre televizyon, çamaşır makinesi vb. cihazlar
internete bağlanarak veri alışverişi yapabilecektir.5 Bu teknoloji
ilgili cihazların insanların kişisel verileri ile ilgili pek çok bilgiye
sahip olduğu için insanların kişisel verileri açısından büyük tehdit
arz ettiği düşünülmektedir.6

1 İstanbul Barosu Avukatı


2 Cemile Turgut, “Kişilik Hakkının Bir Görünümü Olarak Unutulma Hakkı”, Doktora
Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2021, s. 1.
3 Can Yavuz, İnternet’teki Arama Sonuçlarından Kişisel Verilerin Kaldırılması, Seçkin
Yayınları, 2020, s.19.
4 “Japonya’da akıllı telefon kameralarının deklanşör sesi neden kapatılamıyor?”, Son
Güncelleme 17.01.2023, https://www.log.com.tr/japonya-da-akilli-telefon-kameralari-
nin-deklansor-sesi-neden-kapatilamiyor/ .
5 Yavuz, Unutulma Hakkı, s. 20; “Why is Internet of Things (IoT) so important?”, Son
Güncelleme 17.01.2023, https://www.oracle.com/internet-of-things/what-is-iot/ .
6 Yavuz, Unutulma Hakkı, s. 20; “Yeni teknolojiler özel hayatın gizliliğini tehdit ediyor”,
Son Güncelleme 17.01.2023, https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150107_
ozel_hayati_tehdit_eden_cihazlar .
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 199

Tüm bunlarla birlikte yukarıda ifade edilen veriler çok kolay bir
şekilde sistem üzerinde saklanabilecektir; zira günümüz teknoloji-
si sayesinde USB, hard disk ve hatta günümüzde bulut sistemi gibi
verilerin kolayca unutulmasının önüne geçen birçok sistem hayatı-
mıza girmiştir. Bu sistemler birçok veriyi korumak gibi avantajlara
sahip olsa da insanların verilerini unutmasına engel olmaktadır.
Ayrıca bilindiği üzere insanlar YouTube, Twitter, F acebook vb. sos-
yal mecralara da kişisel verilerini yüklemektedir. Bu mecralarda
verilerin uzun süre kalması da unutulma hakkı açısından problem
oluşturmaktadır. 7 Bununla birlikte günümüzde en çok konuşulan
teknolojiler yapay zeka ve blokzincir teknolojisidir. Blokzincir tek-
nolojisinin değişmeyen ve merkeziyetsiz bir yapıya sahip olmasının
unutulma hakkını nasıl etkileyeceği çok büyük bir soru işaretidir.8
Zira, blokzincir teknolojisinin değiştirilemez olması ve herkes ta-
rafından ulaşılabilir olması unutulma hakkı üzerinde olumsuz so-
nuçlara neden olabilecektir.
Tüm bu hususlardan ötürü yazımızda unutulma hakkının kav-
ramsal olarak ne olduğu, ülkemizdeki yargı pratiğinin incelenmesi,
unutulma hakkı kapsamında nasıl başvuruların yapılacağı, gelişen
teknolojiler ve gelişen teknolojilerin unutulma hakkına etkisine de-
ğinilecektir.

2- UNUTULMA HAKKININ HUKUKEN VE KAVRAMSAL


OLARAK İNCELENMESİ
Unutulma hakkı Türk hukukunda 6698 Sayılı Kişisel Verilerin
Korunması Hakkında Kanun’un (“KVKK”) 11/1-e maddesinde “7
nci maddede öngörülen şartlar çerçevesinde kişisel verilerin si-
linmesini veya yok edilmesini isteme” şeklinde ifadelere yer ve-
rerek düzenlenmiştir. Bu bölümde unutulma hakkının kavramsal
olarak incelenmesi, diğer haklar ile olan ilişkisi ve bu kapsamda
ülkemizde ve karşılaştırmalı hukukta bu kapsamda verilmiş olan
içtihatlara yer verilecektir.

7 Yavuz, Unutulma Hakkı, s. 22.


8 Beyhan Yaşlıdağ, Kripto Paralar Nedir?- Nasıl İşlem Yapılı? Yatırım Stratejileri, Seç-
kin Yayınları, 2021, s.13
200 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

2.1-Unutulma Hakkı Kavramı


Son yıllarda yaşanan gelişmeler nedeniyle internet hayatımızın
vazgeçilmez parçalarından biri haline gelmiş ve internet ortamının
üçüncü kişilerin ulaşımına çok açık bir yer olması, hakkında ara-
ma yapılan bir kimsenin kişisel verilerine çok kolay bir şekilde
erişilebilmesine neden olmuştur.9 Ancak bir veri tabanı olan bu
internet kendisine yüklenen verilerin doğru veya yanlış olduğuna
ilişkin bir filtreleme yapmamakta ve hatta bahse konu veriler kimi
zaman gerçek olsa dahi güncelliğini yitirmektedir. İşte bu noktada
bireyler bahse konu verilerin internet ortamında kalmasını iste-
memekte ve bu verilerin silinmesini talep etmektedir; tam da bu
noktada unutulma hakkı devreye girmektedir.10 Tüm hususlardan
unutulma hakkının kişisel veriler ile doğrudan bağlantılı bir hak
olduğu görülecektir.
Bu kapsamda unutulma hakkı öğretide de ifade edildiği üzere
kişilere ait sosyal medyada veya diğer internet ortamında yer alan
izlerin veya bilgilerin silinip silinemeyeceğinin tartışıldığı yeni ku-
şak bir hak olarak tanımlanabilecektir.11 Unutulma hakkı kavra-
mına ilişkin öğreti ve yargı kararlarında farklı görüşler söz konu-
sudur. Bu kapsamda, unutulma hakkının yanında sildirme hakkı,
listeden çıkarma hakkı, referanstan çıkarma hakkı veya bilinmez-
lik hakkı gibi tabirler de kullanılmaktadır.12 Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi’nin bir içtihadında da unutulma hakkı “üstün bir kamu
yararı olmadığı sürece dijital hafızada yer alan geçmişte yaşa-
nan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını, başkaları-
nın bilmesini istemediği kişisel verilen silinmesini ve yayılmasını
önleme hakkı” şeklinde ifade edilmiştir.13 Yine öğretide bir görüş

9 Ezgi Akmenek, “Türk Hukukunda Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı”, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2022, s. 88; Sinem Göçmen Uyarer, Kişisel Verilerin
Korunması Kanunu ve Türk Ceza Kanunu Kapsamında: Kişisel Verilerin Korunması,
Seçkin Yayınları, 2020, s. 35.
10 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s.88.
11 Yeşim Çelik, “Özel Hayatın Gizliliğinin Yansıması Olarak Kişisel Verilerin Korunma-
sı ve Bu Bağlamda Unutulma Hakkı”, https://dergipark.org.tr/en/download/article-fi-
le/981639 , s. 400, Erişim Tarihi: 19.01.2023.
12 Turgut, Unutulma Hakkı, s. 2.
13 Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, T. 14.1.2020, E. 2017/2479, K. 2020/30. “AİHS’nin 8.mad-
desinde yer alan özel hayata ilişkin düzenleme Anayasa’mızın 20, 21 ve 22. madde-
lerinde karşılığını bulmaktadır. Anayasa’mızın 20. maddesinin 3. fıkrasında Herkes
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 201

unutulma hakkını kişilere ait kişisel verilerin kaydedilmiş olduk-


ları ortamlardan silinmesi, bu sayede verilerin üçüncü kişilerce ele
geçirilmesini, yayılmasını veya aktarılmasının önüne geçilmesini
talep etmek hakkı olarak tanımlamaktadır.14
Türk hukukunda bu hususta doğrudan bir düzenleme olmayıp
bu konuda en önemli kaynaklar KVKK’nın 7. maddesi , Kişisel Ve-
rilerin Silinmesi Yok Edilmesi Veya Anonim Hale Getirilmesi Hak-
kında Yönetmelik (“İmha Yönetmeliği”) Kişisel Verilerin Korunması
Kurulu kararları, rehberi, Anayasa Mahkemesi kararları ve Yargı-
tay kararlarıdır.

kendisiyle ilgili kişisel verilen korunmasını isteme hakkında sahip olduğu belirtil-
miştir. Konuyla ilgisi nedeniyle burada Avrupa Birliği içerisinde en üst mahkeme
olan Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından açıklanan 95/46/EC sayılı direktife de
değinmek gerekmektedir. Söz konusu direktifte ve sonrasında oluşturulan yargı ka-
rarlarında yer alan unutulma hakkı da kişisel verilerin korunması hakkı ile yakın-
dan ilgilidir. Unutulma hakkı, bireyin çerçevesi ulusal ve uluslararası metinlerle
çizilen her türlü kişisel verinin korunmasını sağlayan bir haktır. Kişisel verilerin
kişinin rızası dışında yayılması sonucunda kişinin temel hak ve özgürlüklerinin
tamamı doğrudan etkilenmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 135. maddesinin gerekçe-
sinde “gerçek kişiyle ilgili her türlü bilginin kişisel veri olarak kabul edildiği, kişi-
sel verilerin, bilgisayar ortamında veya kağıt ortamında kayda alınması arasında
bir ayrım gözetilmediği belirtilmiştir.” Yine 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması
Hakkındaki Kanunu’nun 3.cü maddesinde, kimliği belirli yada belirlenebilir gerçek
kişiye ilişkin her türlü bilgi kişisel veri olarak nitelendirilmiştir. Gerek AİHM’nin ge-
rekse AYM’nin bir çok kararında belirtildiği üzere kişinin Adı, Soyadı, siyasi görüşü,
üye olduğu dernekler, alışkanlıkları, sevdiği kitaplar, yaptığı spor faaliyetleri, aldığı
cezalar, yargılandığı suçlar, bu suçlara ilişkin bilgi ve kayıtlar vs. gibi veriler, korun-
ması gereken kişisel veri olarak kabul edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun
17/06/2014 tarih, 2012/12-1510 E, 2014/331 K sayılı kararında nelerin kişisel veri
olduğu örneklendirilmek suretiyle sayılmıştır. Buna göre bir kişinin beraat etmiş
olsa bile yargılandığı bir suça ilişkin bilgi ve belgeler, siyasi eğilimi, dünya görüşü,
bir derneğe üye olması v.s. gibi veriler kişisel veri olarak kabul edilmiştir. Konuyla
ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17/06/2015, 2014/4-56 E, 2015/1679 K. sayılı
kararında unutulma hakkı ve bunun sonucu olan kişisel verilerin ve kişilik hakları-
nın korunmasının sınırları açıklanmış, üstün bir kamu yararı olmadığı sürece dijital
hafızada yer alan geçmişte yaşanan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını,
başkalarının bilmesini istemediği kişisel verilen silinmesini ve yayılmasını önleme
hakkı olarak tanımlanmıştır. HGK’ ca unutulma hakkına ayrı bir boyut daha kazan-
dırılarak sadece dijital verileri için değil, bu hakkın insan haklarıyla ilişkisi dikkate
alındığında, kamunun kolayca ulaşabileceği diğer fiziksel yerlerde tutulan kişisel
verilere yönelik olarak da kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Kişisel verilerin ko-
runması hakkı ile unutulma hakkı birbiriyle bağlantılı kavramlardır. Her iki hak-
kında özünde de bireyin onurlu yaşaması, kişiliğini serbestçe geliştirmesi, kişisel
verileri üzerinde serbestçe tasarrufta bulunması, geçmişte kalmış ancak tekrar gün-
deme gelmesi rahatsızlık uyandıracak kişisel verilerin kişi aleyhine kullanılmasının
önüne geçilmesi düşüncesi yatmaktadır.”, https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargi-
tay/4-hukuk-dairesi-e-2017-2479-k-2020-30-t-14-1-2020 , Erişim Tarihi: 19.01.2023.
14 Murat Volkan Dülger, Kişisel Verilerin Korunması Hukuku, Hukuk Akademisi, 2020,s.
108.
202 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Yine Yargıtay 19. Ceza Dairesi unutulma hakkını “İnternet va-


sıtasıyla ulaşılması kolay olan ve dijital hafızada bulunan ha-
berlere erişiminin engellenmesi için Anayasa’nın 5., 17. ve 20.
maddelerinin doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.”
Şeklinde ifade etmiştir.15
Yine kuruma ait rehberde unutulma hakkı “Dolayısıyla unutul-
ma hakkı pek çok hakkı içinde barındıran bir üst kavram olarak
değerlendirildiğinde bu hakkın tesisi ve gereklerinin yerine ge-
tirilmesi adına; “silme”, “yok etme veya anonim hâle getirme”
ile “indeksten çıkarma” işlemi gibi somut olaya göre belirlenen
birçok araç söz konusudur.” Şeklinde tanımlanmaktadır.16
Dolayısıyla yukarıda ifade etmiş tanımlar baz alınarak kişilerin
kendilerine ait kendilerini rahatsız eden kişisel verilerin dijital or-
tamlardan kaldırılmasını, silinmesini talep etme hakkı olarak ifade
edilebilecektir. Bu hak Anayasa’mızda doğrudan yer alan bir hak
olmayıp birkaç hakkın bir araya gelmesi ile oluşan yeni kuşak bir
haktır. Yazının devamında unutulma hakkının diğer haklar ile olan
ilişkisine değineceğiz.

2.2-Unutulma Hakkı ve Diğer Haklar


Unutulma hakkının Anayasa ve kanunlarda doğrudan tanımlan-
mayan bir hak olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Bu kapsamda
unutulma hakkı içerinde birçok eski kuşak hakkı barındıran ve bu
hakların birleşiminden oluşan bağımsız ve yeni kuşak bir haktır.
Bununla birlikte unutulma hakkı bazen uygulamamda basın hürri-
yeti gibi belirli haklar ile de çatışabilmektedir. Dolayısıyla, yazımı-
zın bu kısmında unutulma hakkının diğer haklar ile olan ilişkisine
değineceğiz.

15 Yargıtay 19. Ceza Dairesi, T. 10.3.2021, E. 2021/633 K. 2021/2773, https://www.lex-


pera.com.tr/ictihat/yargitay/19-ceza-dairesi-e-2021-633-k-2021-2773-t-10-3-2021, Eri-
şim Tarihi: 20.01.2023.
16 “Unutulma Hakkının Arama Motorlar Üzerinde Değerlendirilmesi”, Son Gün-
celleme 20.01.2023, https://www.kvkk.gov.tr/SharedFolderServer/CMSFiles/
11b6fd99-d42a-45b1-a009-21f2d36ded21.pdf .
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 203

2.2.1- Unutulma Hakkı ve Özel Hayatın Gizliliği


Unutulma hakkı aslına bakılırsa doğrudan kişinin özel hayatı-
nın gizliliği ile ilgilidir; bu kapsamda unutulma hakkı doğruluğunu
veya güncelliğini kaybeden verilerin kişiler tarafından ilgili mec-
ralardan kaldırılması veya silinmesi olarak tanımlanabilecektir.17
Zira literatürde de bu hak “ bireyin geçmişte hukuka uygun ola-
rak yayılmış ve doğru nitelikteki bilgilerinin zamanın geçmesine
bağlı olarak erişimden kaldırılmasını ya da gündeme getirilme-
mesini talep edebilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır.18 Unutulma
hakkının konusu olan veriler de kişilere ait internette yer alan fo-
toğrafları, kimlik bilgileri, adres bilgileri, sağlık bilgileri, gibi, üçün-
cü şahıslarca bilinmesinde, izlenmesinde yahut kullanılmasında
sorun görülen doğruluğunu ve güncelliğini yitirmiş verilerdir.19
Anayasa’da yer alan ve Anayasa’ya 2010 yılındaki değişiklikle
gelen kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının da temeli özel
hayatın gizliliğine dayanmaktadır.20 Zira, teknolojinin gelişmesi
ile insanlara ait kişisel veriler internet ortamına girmiş ve uçsuz
bucaksız internet ortamında insanların kişisel verilerini korumak
için belirli araçlara başvurması bir zaruret haline gelmiştir. İşte
unutulma hakkının özel hayatın gizliliği hakkı ile ilişkisi tam ola-
rak bu noktada devreye girmektedir. Unutulma hakkı da tıpkı ki-
şisel verilerin korunmasını isteme hakkı gibi özel hayatın gizliliği
hakkından gelen yeni kuşak bir haktır.

2.2.2- Unutulma Hakkı ve Lekelenmeme Hakkı


Bireyler hayatları boyunca olumlu ve olumsuz birçok davranışta
bulunurlar. Bunlardan bazıları suç teşkil edebileceği gibi bazıları
toplum nezdinde suç olarak algılanmasına rağmen ceza kanunları

17 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s.90.


18 “Kişilerin Ad ve Soyadı ile Arama Motorları Üzerinden Yapılan Aramalarda Çıkan
Sonuçların İndeksten Çıkarılmasına Yönelik Talepler ile ilgili olarak Kişisel Verileri
Koruma Kurulunun 23/06/2020 Tarihli ve 2020/481 Sayılı Kararı”, Son Güncelleme
20.01.2022, https://www.kvkk.gov.tr/Icerik/6776/2020-481 .
19 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s.90.
20 Sinan Sami Akkurt, “Kişisel Veri Kavramının Hukuki Niteliğine İlişkin Yaklaşımlara
Mukayeseli Bir Bakış”, Kişisel Verileri Koruma Dergisi, 2020, C: II, Sayı: 1, s. 26,
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1187007 , Erişim Tarihi: 19.01.2023;
Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s.109.
204 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kapsamında suç olarak tasnif edilmeyebilir. Özellikle son zaman-


larda internet ve sosyal medyanın hayatımıza yayılmasıyla birlik-
te bu durum daha da artmış artık halk dilinde de yerleşmiş olan
Twitter mahkemeleri isimli bir tabir konuşulmaya başlanmıştır.
Bu kapsamda insanlar yargı makamlarını hiç umursamadan yargı-
lamayı kendileri yapıp dosyanın içeriğini dahi bilmeden kafalarına
göre o süreçte yargılanan insanları mahkûm etmektedirler. Oysaki,
hukuk devletinde yargılama ve hüküm sadece mahkemeler tara-
fından yapılabilir. 21 Aksi durum söz konusu olduğunda Anayasa
madde 38/3’te “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse
suçlu sayılamaz.” Şeklinde ifade edilen masumiyet karinesi ve
daha mahkum olmayan kişilerin itibarı zarar görecektir.
Lekelenmeme hakkı da temelinde masumiyet karinesini barın-
dıran bir hak olup yargılanan ancak henüz mahkum olmayan veya
bahse konu suçtan aklanmış olan kişilerin şeref ve haysiyetini ko-
rumak için var olan ve kişilerin vazgeçmesinin mümkün olmadı-
ğı bir haktır.22 Lekelenmeme hakkının masumiyet karinesi ile de
yakından ilişkisi bulunmaktadır; zira burada suçluluğu sabit ol-
mayan kişi kendi şeref ve haysiyetini korumaktadır.23 Dolayısıyla,
lekelenmeme hakkı yargılanan ve suçluluğu sabit olamayan kişi
üzerinde telafisi mümkün olmayan zararların önüne geçmektedir.24
Lekelenmeme hakkı ile unutulma hakkının ilişkisini inceledi-
ğimizde de mesela bir kimse 20 yıl önce toplum nezdinde epey
olumsuz kabul edilen bir suçtan yargılanıp aklanmış ancak kendisi
ile alakalı haberler hala basında yer alıyor ise işte tam olarak bu
noktada lekelenmeme hakkı ile unutulma hakkı birbiriyle kesiş-
mektedir.25 Zira unutulma hakkı da yukarıda ifade edildiği üzere
dijital hafızada yer alan geçmişte yaşanan olumsuz olayların bir

21 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s. 111.


22 Ramazan Gülsün, “İnsan Onuru ve Lekelenmeme Hakkı (Human Dignity and Right
not to be Labelled as Criminal)”, International Journal of Legal Progress, C: I, Sayı:
2, 2015, s. 18https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/227226 ,Erişim Tarihi:
21.01.2022
23 Fatih Akıncı, “Lekelenmeme Hakkı”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Yıl: 11, Sayı:
43, 2020, s. 177, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1553707 , Erişim Ta-
rihi: 21.01.2022.
24 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s. 112.
25 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s. 112.
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 205

süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği kişisel


verilen silinmesini ve yayılmasını önleme hakkı olarak tanımlan-
maktadır. Bu kapsamda lekelenmeme hakkı ile unutulma hakkı
birçok noktada kesişmektedir.
2.2.3- Unutulma Hakkı ve İfade Özgürlüğü
Kişilere ait temel hak ve özgürlükler içerisinde en önemli olan-
lardan biri de düşünceyi ifade etme özgürlüğü olarak ifade edile-
bilecektir. Zira, ifade özgürlüğü hem toplumun hem de bireylerin
çağa uygun bir şekilde gelişmesi ve kişilerin kamu menfaatlerinin
farkında olup buna sahip çıkabilmesi için gerekli en önemli özgür-
lüklerdendir.26 İfade özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(“AİHS”) madde 10 27 ile Anayasa madde 26’da28 yer almaktadır.
İfade özgürlüğü ile unutulma hakkı daha çok yarışan haklardır.
Zira, bir kimsenin internet ortamında yayınlamış olduğu bir içerik
başka bir kimseye ait kişisel verileri içeriyorsa ve bu kişide bahse
konu verileri unutulma hakkı kapsamında kaldırmak istiyorsa bu-
rada unutulma hakkı ile verileri yayınlayan kişinin ifade özgürlüğü
arasında hakların yarışması durumu söz konusu olacaktır. Burada

26 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s. 114.


27 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 10 “1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sa-
hiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları göze-
tilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü
de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin
rejimine tabi tutmalarına engel değildir. 2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu
özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal
güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeni-
nin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının
şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı
erkinin 12 13 yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı
formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”, https://www.
echr.coe.int/documents/convention_tur.pdf , Erişim Tarihi: 22.01.2022.
28 Anayasa Madde 26 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yol-
larla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet
Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek
serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yol-
larla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetle-
rin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel
nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suç-
ların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayat-
larının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama gö-
revinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”,https://
www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 ,
Erişim Tarihi: 22.01.2022.
206 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

çok ciddi bir dengenin gözetilmesi gerekmektedir. Ancak, bu kap-


samdaki en önemli formül kamunun menfaati ilgili kişinin menfaa-
tinin üstündeyse ifade özgürlüğünü esas almak, kamunun menfaati
söz konusu değilse unutulma hakkını esas almak gerekecektir.29

2.2.4- Unutulma Hakkı ve Basın Özgürlüğü


Basın özgürlüğü aslında bilindiği üzere ifade özgürlüğünün bir
çeşididir. Bu kapsamda basın özgürlüğü; Anayasa Mahkemesi
Genel Kurulunun Youtube LLC Corporation Service Company ve
Diğerleri başvurusu hakkındaki 2014 yılındaki kararı da dikkate
alındığında; görsel ve yazılı medya araçları yoluyla fikir, düşünce ve
haberlerin yayılmasının hukuk tarafından güvence altına alınma-
sı olarak tanımlanabilecektir.30Yine basın özgürlüğü ile unutulma
hakkı arasındaki ilişki incelendiğinde benzer açıklamalar bu kısım
için de yapılabilecektir. Zira, yine bir hakların yarışması söz ko-
nusu olup burada da hangi menfaatin üstün geldiği tartışması söz
konusu olacaktır. Zira, Kurul da bu konuda kararında belirli kri-
terler oluşturmuş; bu kriterlerde bahse konu kişisel verinin kamu
ilgi ve yarar taşıması, gerçek ve güncel olması ve özü ile biçimi ara-
sında denge olması şeklindedir.31 Sonuç olarak basın özgürlüğün-
de de tıpkı ifade hürriyetinde yer verdiğimiz açıklamalardaki gibi
üstün kamu yararının söz konusu olup olmadığına, üstün kamu
yararı söz konusu ise unutulma hakkından ziyade basın özgürlü-
ğüne öncelik tanınacaktır.

2.2.5- Unutulma Hakkı ve Bilgiye Erişim Hakkı


Bilgiye erişim hakkı da de tıpkı basın özgürlüğü gibi ifade hürri-
yetinin yansımalarından biridir. Zira Yargıtay 16. Ceza Dairesi de
2020 tarihli bir içtihadında “Anayasanın 25 ve 26. AİHS’nin 10.
maddeleri ile teminat altına alınan, düşünce ve kanaate sahip
olma, bilgiye erişme (haber alma), düşünce ve kanaati açıkla-

29 Akmenek, Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s. 117-118.


30 AYM, Youtube LLC Corporation Service Company ve Diğerleri Başvurusu, Başvuru
Numarası: 2014/4705, Karar Tarihi: 29/5/2014, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.
gov.tr/BB/2014/4705 , Erişim Tarihi: 22.01.2022.
31 Kişisel Verileri Koruma Kurulunun 22.05.2020 tarihli ve 2020/414 sayılı Karar Özeti
https://www.kvkk.gov.tr/Icerik/6915/2020-414 , Erişim Tarihi: 22.01.2022; Akmenek,
Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı, s. 119.
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 207

ma ve yayma haklarını da kapsayan ifade özgürlüğü; demokra-


tik toplumun vazgeçilmez unsurlarından biri olarak, toplumun
gelişmesi, bireyin kendini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi için
en temel haklardan birisidir. Basın özgürlüğü ise AİHS’ nin 10.
maddesi çerçevesinde korunurken, Anayasanın 28. maddesinde
özel bir himaye görmüştür” şeklinde ifadelere yer vererek bu hu-
susu açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur.32 Dolayısıyla, aslına
bakılırsa ifade özgürlüğü ve unutulma hakkı kapsamında yapmış
olduğumuz değerlendirmeler bu kısım için de geçerlidir.
Kaldı ki konuya ilişkin olarak Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın
(“ABAD”) 2014 yılında vermiş olduğu “Mario Costeja Gonzálezv.
Google Spain Sl, Google Inc.” Kararında bilgiye erişim hakkı ile
kişinin özel hayatın gizliliği hakkı arasında bir yarışma söz konusu
olduğu bu kapsamda da bakılması gerekenin üstün kamu yararı-
nın mevcut olup olmadığı olduğu ifade edilmiştir.33Yine benzer bir
İHAM kararında üstün kamu yararının olduğu hallerde bilgi edin-
me hakkının kişisel haklardan daha önemli olduğu ifade edilmiş-
tir.34 Dolayısıyla, burada da tıpkı ifade hürriyetinde yer verdiğimiz
açıklamalardaki gibi üstün kamu yararının söz konusu olup olma-
dığına, üstün kamu yararı söz konusu ise unutulma hakkından
ziyade bilgiye erişim hakkına öncelik tanınacaktır.

2.3-Unutulma Hakkının Konusu


Unutulma hakkı kişisel verileri işlenen kişinin internetteki ara-
ma motorlarında çıkan sonuçlarda kendi ismiyle ortaya çıkan bağ-
lantıyı ortadan kaldırmaya yönelik talep hakkı olarak da ifade edi-
lebilecektir.35 Bu kapsamda kişi kendisiyle ilgili internet ortamında
mevcut olan toplanma ve işlenme amacı gereksiz ve hiçbir kamu

32 Yargıtay 16. Ceza Dairesi, T. 24.9.2020, E. 2020/82, K. 2020/4391, https://www.lexpe-


ra.com.tr/ictihat/yargitay/16-ceza-dairesi-e-2020-82-k-2020-4391-t-24-9-2020, Erişim
Tarihi: 22.01.2022.
33 Google İspanya Kararı, T. 13 Mayıs 2014, K. 131/12, https://eur-lex.europa.eu/le-
gal-content/EN/TXT/HTML/?uri=CELEX:62012CJ0131&from=EN, Erişim Tarihi:
22.01.2022.
34 İHAM, M.L. ve W.W. v. Almanya Kararı, Başvuru Numaraları: 60798/10 ve
65599/10, Karar Tarihi: 28/09/2018, https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22ite-
mid%22:[%22001-183947%22]}, , Erişim Tarihi: 22.01.2022.
35 Yavuz, Unutulma Hakkı, s. 49.
208 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

menfaati içermeyen ve yayınlanmasından sonra kendisiyle ilişki-


li olan ve arama motorlarında çıkan verilerin kendi ismiyle olan
bağlantısını ortadan kaldırmak istemektedir.36 Ayrıca, yukarıda da
ifade etmiş olduğumuz üzere bu hak sınırsız bir hak değildir. Zira
yukarıda da ifade etmiş olduğumuz üzere Yargıtay da unutulma
hakkını “üstün bir kamu yararı olmadığı sürece dijital hafıza-
da yer alan geçmişte yaşanan olumsuz olayların bir süre sonra
unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği kişisel verilen
silinmesini ve yayılmasını önleme hakkı” şeklinde ifadelere yer
vererek tanımlamıştır.37
Neticeten unutulma hakkının konusu kişisel verileri işlenen
kişinin internetteki arama motorlarında çıkan sonuçlarda kendi
ismiyle ortaya çıkan bağlantıyı ortadan kaldırmaya yönelik talep
hakkı olarak açıklanabilecektir.

3- UNUTULMA HAKKININ UYGULAMASI


Unutulma hakkı aslına bakılırsa yeni bir kuşak hak olmasına
rağmen hukuk sistemimizde yeni yer edinmiş olan bir hak değildir.
Zira 2010 yılında gerçekleşen Anayasa değişikliği ile madde 20/3’te
yer alan “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını is-
teme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel ve-
riler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzel-
tilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda
kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler,
ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller
kanunla düzenlenir” şeklindeki hüküm ile unutulma hakkı huku-
kumuza giriş yapmıştır.
6698 Sayılı KVKK’nı n 7’inci maddesinde yer alan düzenlemeler
ile bu hak mevzuatımıza Anayasa dışında da girmiştir. Madde aşa-
ğıdaki gibidir;

36 Yavuz, Unutulma Hakkı, s. 49.


37 Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, T. 14.1.2020, E. 2017/2479, K. 2020/30, https://www.
lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/4-hukuk-dairesi-e-2017-2479-k-2020-30-t-14-1-2020 ,
Erişim Tarihi: 22.01.2023.
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 209

“(1) Bu Kanun ve ilgili diğer kanun hükümlerine uygun olarak


işlenmiş olmasına rağmen, işlenmesini gerektiren sebeplerin or-
tadan kalkması hâlinde kişisel veriler resen veya ilgili kişinin
talebi üzerine veri sorumlusu tarafından silinir, yok edilir veya
anonim hâle getirilir.
(2) Kişisel verilerin silinmesi, yok edilmesi veya anonim hâle
getirilmesine ilişkin diğer kanunlarda yer alan hükümler saklıdır.
(3) Kişisel verilerin silinmesine, yok edilmesine veya anonim
hâle getirilmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.”
6698 Sayılı KVKK’nı n yanında 5651 Sayılı İnternet Ortamın-
da Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 9/10’uncu mad-
desinde de “İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle
kişilik hakları ihlal edilenlerin talep etmesi durumunda hâkim
tarafından, başvuranın adının bu madde kapsamındaki karara
konu internet adresleri ile ilişkilendirilmemesine karar verilebi-
lir. Kararda, Birlik tarafından hangi arama motorlarına bildirim
yapılacağı gösterilir” şeklinde ifadelere yer verilerek unutulma
hakkına yer verilmiştir.
Yargıtay ise bu hakkı ilk defa 2015 yılında vermiş olduğu karar
ile ortaya koymuş Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 17.06.2015 tari-
hinde vermiş olduğu “Unutulma hakkına gelince; unutulma hakkı
ve bununla ilişkili olan gerektiği ölçüde ve en kısa süreliğine ki-
şisel verilerin depolanması veya tutulması konuları, aslında ki-
şisel verilerin korunması hakkının çatısını oluşturmaktadır. Her
iki hakkın temelinde bireyin kişisel verileri üzerinde serbestçe
tasarruf edebilmesini, geçmişin engeline takılmaksızın geleceğe
yönelik plan yapabilmesini, kişisel verilerin kişi aleyhine kul-
lanılmasının engellenmesini sağlamak yatmaktadır. Unutulma
hakkı ile geçmişinde kendi iradesi ile veya üçüncü kişinin ne-
den olduğu bir olay nedeni ile kişinin geleceğinin olumsuz bir
şekilde etkilenmesinin engellenmesi sağlanmaktadır. Bireyin
geçmişinde yaşadığı olumsuz etkilerden kurtularak geleceğini
şekillendirebilmesi bireyin yararına olduğu gibi toplumun ka-
litesinin gelişmişlik seviyesinin yükselmesine etkisi de tartışıl-
mazdır.Unutulma hakkı; üstün bir kamu yararı olmadığı sürece,
210 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dijital hafızada yer alan geçmişte yaşanılan olumsuz olayların


bir süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği
kişisel verilerin silinmesini ve yayılmasının önlemesini isteme
hakkı olarak ifade edilebilir.Bu hak bir yandan kişiye “geçmi-
şini kontrol etme”, “belirli hususların geçmişinden silinmesini
ve hatırlanmamayı isteme hakkı” sağladığı gibi, diğer yandan
muhataplarına kişi hakkındaki bir kısım bilgilerin üçüncü kişi-
lerin kullanmamasını veya üçüncü kişilerin hatırlamamasına
yönelik önlenmeleri alma yükümlülüğü yükler. Bu hakkın; birey-
lerin fotoğraf, internet günlüğü gibi kendileri hakkındaki içerik-
leri silmek için üçüncü şahısları zorlamayı içermesinin yanında
geçmişteki cezalarına ilişkin bilgilerin veya haklarında olumsuz
yorumlara neden olabilecek bilgi ve fotoğraflarının kaldırılması-
nı isteme hakkını tanıdığı kabul edilmektedir. Diğer taraftan bu
hak, bireyin geçmişindeki belirli yönlerinin mümkün olmayacak
biçimde hatırlanmaması için önlemler alınmasını gerektirmekte-
dir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 8. maddesinde
yer alan özel yaşama saygı hakkı altında korunan “mahremiyet
hakkı”nın, bireyin kendisi hakkındaki bilgileri kontrol edebilmesi
şeklindeki hukuki çıkarlarını da içerdiği ifade edilmektedir. Zira
bireyin kendisine ait herhangi bir bilginin, kendi rızası olmak-
sızın açıklanmaması, yayılmaması ve bu bilgilere başkalarının
ulaşamaması kısacası kişisel verilerinin mahrem kalması ko-
nusunda hukuki menfaati bulunmaktadır. ( Gülay Arslan Öncü,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Özel Yaşamın Korunması,
Beta Yayınları, İstanbul 2011, s.182)Kişiye unutulma hakkının
sağlanması ile birlikte özel hayatının gizliliği korunmuş olacak-
tır” şeklinde ifadelerle unutulma hakkına il defa yer vermiştir.38
Kararda ifade edildiği üzere bilim ve sanat özgürlüğü ile bireyim te-
mel hakları arasında denge kurulması gerekmekte olup kişi üstün
bir kamu yararı olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan geçmişte
yaşanılan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını isteyebi-
lecektir.39

38 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, T. 17.6.2015, E. 2014/56, K. 2016/1679, https://www.lex-


pera.com.tr/ictihat/yargitay/hukuk-genel-kurulu-e-2014-56-k-2015-1679-t-17-6-2015 ,
Erişim Tarihi: 22.01.2023.
39 Yavuz, Unutulma Hakkı, s. 134.
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 211

Daha sonra unutulma hakkına ilişkin başka bir karar Yargıtay


19. Ceza Dairesi tarafından verilmiştir. Yargıtay bu kararında aşa-
ğıdaki değerlendirmeler yapmıştır.40
“a-) Başvuruya konu haberin ilk kez yayınlandığı tarihte, her
hangi bir eleştiri veya yorum yapılmaksızın internet üze-
rinde yorumsuz biçimde yayınlanmasının, olay tarihinde
kişilik haklarına karşı bir saldırı veya ihlal içermediği, bu
haliyle ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendiri-
lebileceği,
b-) Başvuranın beraat etmeleri sonucu, aradan geçen dokuz
yıl sonra, haberin “güncellik” değerini yitirdiği, dolayısıyla
haberin o tarihte “gerçeklik ve doğruluk” kriterlerini karşı-
lamasının artık bir önemi kalmadığı,
c-) Habere konu olan yargılama sürecinin tüm aşamalarıyla
sona ermesiyle birlikte, habere konu olan kişi için hak-
sızlık içeren durumun, toplum tarafından öğrenilmesinin,
geçmişte gerçeklik ve doğruluk payı varmış gibi ifşa edil-
mesi anlamına gelebileceği, dolayısıyla adı geçen habere
istenildiği zaman ulaşılmasının, toplum açısından yanlış
algılamaya yol açabileceği,
d-) Başvuranın, beraatle sonuçlanan bir yargı sürecinde gö-
zaltına alınması ve tutuklanması süreçlerine dair haberin
basının arşivinde bulunmasının, haberin kamu yararı için
gelecekte hatırlanması veya istatistiki açıdan değerlendi-
rilmeye alınması gibi işlevi de taşımadığı, dolayısıyla ha-
berin yayında kalmasının, toplumun ilerlemesi, gelişmesi
için bir katkı sağlamayacağı gibi, kamu yararına toplum
hafızasında yer etmesi gibi bir etkisi de olmadığı,
e-) Haberin içeriğini oluşturan kişi; toplumu temsil ve topluma
hizmet etme gayesiyle seçilmiş veya atanmış siyasetçiler-
den olmadığı gibi, topluma kendini anlatma ve toplumu
aydınlatma gayesiyle eser veren sanatçılardan veya ay-
dınlardan da olmaması nedeniyle, suç geçmişine dair bil-

40 Yargıtay 19. Ceza Dairesi, T. 25.6.2017 , E. 2016/15510, K. 2017/5325, https://nasuh-


bugrakaradag.av.tr/unutulma-hakki-yargitay-karari/, Erişim Tarihi: 22.01.2022.
212 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

gilerin kamuyu ilgilendirmediği, ayrıca bu bilgilerin sade-


ce devletin belirli organlarınca kayıt altında tutulabileceği,
f-) Başvuranın isminin açıkça yazılması suretiyle “uyuşturucu
çetesi, gizli kasa, örgüt” gibi kelimelerin yanında anılma-
ya devam etmesinin, kişilik haklarını ihlal eder bir eylem
olduğu gibi, bu nedenle gözaltına alındığı bilgisinin arşiv-
lenmesinin kişisel verilerin izinsiz olarak işlenmesi ve ya-
yınlanması anlamına geleceği,
g-) Yukarıda yer alan değerlendirmeler karşısında, başvura-
nın istememesine rağmen, geçmişinde yer eden olumsuz
tecrübelere dair haberlere, toplum tarafından istenen her
anda kolaylıkla ulaşılmasının başvuranın kişilik haklarını
zedelediği sonuç ve kanaatine varılmakla,”
Görüldüğü üzere yukarıdaki içtihatta Yargıtay 19. Ceza Daire-
si bir haberin sitede kalmasında kamu yararının söz konusu ola-
bilmesi için güncel olması gerektiğini, güncel olmayan bir haberin
ilgili kişinin kişilik haklarına zarar verebileceğini, dolayısıyla ilgili
verilerin sitede kalmaya devam etmesinin kişilik haklarını zedele-
diğini ifade etmiştir.
Bunların dışında unutulma hakkıyla bağlantılı Anayasa Mahke-
mesi’nin vermiş olduğu ihlal kararları da mevcuttur. İlk olarak,
Anayasa Mahkemesi N.B.B başvurusuna ilişkin olan 2016 tarih-
li kararında “73. Başvuru tarihi itibarıyla söz konusu haberin
yaklaşık on dört yıl önceki bir olaya ilişkin olduğu ve böylelikle
güncelliğini yitirdiği açıktır. Haberin içeriği açısından uyuşturu-
cu kullanımı ile ilgili bir haberin tarihi, istatistiksel veya bilim-
sel amaçlarla İnternet ortamında kolaylıkla ulaşılabilirliğinin
sağlanmasının zorunlu olduğu da söylenemez. Bu bağlamda
kamu yararı bakımından siyasi veya medyatik bir kişiliğe sahip
olmayan başvurucu hakkında İnternet ortamında yayınlanan
haberlerin kolaylıkla ulaşılabilirliğinin başvurucunun itibarını
zedelediği açıktır.74. Sonuç olarak başvurucu hakkında yapılan
haberler unutulma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken
haberlerdir. İnternet ortamının sağladığı kolaylıklar gözetildiğin-
de başvurucunun şeref ve itibarının korunması için anılan habe-
re erişimin engellenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda erişiminin
engellenmesine yönelik talebin reddedilmesiyleifade ve basın
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 213

özgürlükleri ile kişinin manevi bütünlüğünün korunması hakkı


arasında adil bir dengenin kurulduğu söylenemez.” Şeklinde ifa-
delere yer vererek unutulma hakkına değinmiştir. 41 Bu kapsamda
14 yıl önce yaşanmış olması sebebiyle güncelliğini yitiren bir olaya
ilişkin haberin unutulma hakkı kapsamında değerlendirilmemesi-
nin hak ihlaline sebep olduğu ifade edilmiştir.
Tüm bu hususlardan anlaşılacağı unutulma hakkı kapsamında
ülkemizde yer alan hem mevcut düzenlemeler hem de yargı pratik-
lerinde epey bir ilerleme söz konusudur. Bu konuda ayrıca deği-
nilmesi gereken husus da Kişisel Verileri Korunması Kurulu’nun
bu konuyla ilgili uygulamasıdır. Kurul, Unutma Hakkının Arama
Motorları Özelinde Değerlendirilmesi başlıklı rehberinde konuyla
ilgili yukarıda ifade edilen unutulma hakkının değerlendirilmesi
kapsamındaki kriterlerinin yer verilmiş olduğu kararına yer ver-
miş ve hangi şartlar kapsamında unutulma hakkına başvurulabi-
leceğini ifade etmiştir.42 Kişilik haklarının ihlal edildiğini düşünen
ilgili kişi rehberde de ifade edildiği üzere öncelikle 13’üncü mad-
de kapsamında veri sorumlusuna başvuracaktır. Zira 6698 sayılı
KVKK’nı n 13’üncü maddesi “(1) İlgili kişi, bu Kanunun uygulan-
masıyla ilgili taleplerini yazılı olarakveya Kurulun belirleyeceği
diğer yöntemlerle veri sorumlusuna iletir.(2) Veri sorumlusu baş-
vuruda yer alan talepleri, talebin niteliğine göre en kısa sürede
ve en geç otuz gün içinde ücretsiz olarak sonuçlandırır. Ancak,
işlemin ayrıca bir maliyeti gerektirmesi hâlinde, Kurulca belir-
lenen tarifedeki ücret alınabilir .(3) Veri sorumlusu talebi kabul
eder veya gerekçesini açıklayarak reddeder ve cevabını ilgili ki-
şiye yazılı olarak veya elektronik ortamda bildirir. Başvuruda
yer alan talebin kabul edilmesi hâlinde veri sorumlusunca gereği
yerine getirilir. Başvurunun veri sorumlusunun hatasından kay-
naklanması hâlinde alınan ücret ilgiliye iade edilir.” Şeklindedir.
Veri sorumlusunun bahse konu başvuruyu 30 gün içinde sonuç-
landırmaması veya reddetmesi halinde ilgili kişi tarafından, veri
sorumlusunun cevabını öğrendiği tarihten itibaren otuz ve her hal-

41 AYM,N.B.B. ve Diğerleri Başvurusu, Başvuru Numarası: 2013/5653, Karar Tarihi:


3.3.2016, https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5653 , Erişim Tarihi:
22.01.2022.
42 Kişisel Verileri Koruma Kurulunun 22.05.2020 tarihli ve 2020/414 sayılı Karar Özeti
https://www.kvkk.gov.tr/Icerik/6915/2020-414 , Erişim Tarihi: 22.01.2022.
214 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

de başvuru tarihinden itibaren altmış gün içinde Kurul’a şikâyette


bulunulması mümkün olacaktır.43 Kurul’un kararına karşı da ilgili
kişi idare mahkemesine başvurabilecektir. Aynı zamanda ilgili kişi-
ler her koşul altında özel hukuk mahkemelerinde tazminat davası
açabilecektir.44
Dolayısıyla tüm bunlardan anlaşılacağı üzere hukukumuzda
unutulma hakkı kapsamında hem başvuru yolu, hem yasal düzen-
leme hem de mahkeme kararları bulunmaktadır. Ancak, doğrudan
unutulma hakkına ilişkin bir Anayasal düzenleme söz konusu de-
ğildir. Bu hususa sonu kısmında değinilecektir. Ancak, kanımızca
artık unutulma hakkı tüm dünyada çok önemli bir boyuta gelmiş
ve bağımsız yeni kuşak bir hak olmuştur. Bu hakka ilişkin değer-
lendirmenin diğer haklar üzerinden yapılıyor olması yanlıştır. Do-
layısıyla, kanımca unutulma hakkının artık Anayasamıza girmesi
gerekmektedir.

4- BLOKZİNCİR TEKNOLOJİSİ VE UNUTULMA HAKKI


Blokzincir teknolojisi son yıllara damgasını vuran ve geleceğe
de muhtemelen damgasını vuracak teknolojilerden en önemli biri-
dir. Bu teknolojinin reel hayata etkileri günümüzde henüz sanıldı-
ğı kadar etkili değildir. Bu teknolojinin günümüzde bu kadar çok
konuşulmasının en temel sebebi altında yatan fikirsel altyapı olup
bahse konu fikirsel altyapı da “merkeziyetsizliktir”. Bilindiği üze-
re, 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un gö-
revinden istifa etmesi ve daha sonra Sovyetler Birliği’ni oluşturan
bazı devletlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle birlikte 26 Aralık
1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmış ve iki ku-
tuplu dünya son bulmuştur.45 Ancak, Sovyetler Birliği’nin yıkılma-
sından sonra dünyada yer alan yapı ve kurumlar Amerika merkezli

43 “Unutulma Hakkının Arama Motorlar Üzerinde Değerlendirilmesi”, Son Gün-


celleme 22.01.2023, https://www.kvkk.gov.tr/SharedFolderServer/CMSFiles/
11b6fd99-d42a-45b1-a009-21f2d36ded21.pdf
44 “Unutulma Hakkının Arama Motorlar Üzerinde Değerlendirilmesi”, Son Gün-
celleme 22.01.2023, https://www.kvkk.gov.tr/SharedFolderServer/CMSFiles/
11b6fd99-d42a-45b1-a009-21f2d36ded21.pdf
45 “Sovyetler dağıldı, dünya değişti”, Son Güncelleme 22.01.2023, https://www.cumhuri-
yet.com.tr/dunya/sovyetler-dagildi-dunya-degisti-1895450
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 215

olarak dizayn edilmiş olup bu durumun 2008 yılında tüm dünyada


görülen bir ekonomik krize sebep olmuştur. 46
Bu teknoloj uzun yıllar önce kriptografi uzmanı grupların için-
de ortaya çıkmış olup 2009 yılında Satoshi Nakamoto adı altında
bilinmeyen bir kişi veya bir grup tarafından yayınlanan bir maka-
le ile tarihte insanlar bilinen ilk kripto para birimi Bitcoin’in al-
tında yatan teknoloji olarak sektör dışındaki insanlara merhaba
demiştir.47Ayrıca, bu teknoloji dünyada krize sebebiyet veren mer-
keziyetçi sisteme karşı bir çözüm önerisi olarak uzun süredir ileri
sürülmektedir. Bu sistemin blokzincir olarak adlandırılmasının
nedeni grup halindeki blokların birleşiminden oluşan zincir veya
zincirlerden oluşmasıdır.48Uygulamada, her ne kadar blokzincir
teknolojisi ile Dağıtılmış Defter Teknolojisinin(İng. Distibuted Led-
ger Technology, “DLT”) bir çok defa aynı şey olduğu söylenmekte-
dir; ancak, blokzincir teknolojisi söylenenin aksine DLT’nin sadece
bir örneğidir.49Aynı zamanda blokzincir teknolojisi merkeziyetsiz
yapıya sahip olduğu için değişmeyen ve dağıtılmış bir sistemdir.50
İşte blokzincir ile unutulma hakkının ilişkisi tam olarak bu nok-
tada ortaya çıkmaktadır. Blokzincir sisteminde verileri yok etmek,
silmek çok kolay değildir. Bilindiği üzere web 3 sistemine geçildi-
ğinde blokzincir teknolojisi artık internette kullanılacak ve unutul-
ma hakkını kullanmak isteyen bireylerin verilerinin nasıl silineceği
büyük bir soru işareti olacaktır. Kanımca bu konuda hukukçular
ve teknoloji uzmanları birlikte çalışmalı hem teknolojinin yapısına
zarar vermeyecek hem de bireyleri koruyan bir düzenleme yapma-
lıdır.

46 Bedrettin Gürcan, Blockchain Teknolojisi, Seçkin Yayınları 2022, s. 15.


47 Emmanuelle Ganne, “Can Blockchain revolutionize international trade?” , https://
www.wto.org/english/res_e/booksp_e/blockchainrev18_e.pdf , s. 3, Erişim Tarihi:
22.01.2022.
48 Mete Tevetoğlu, Hukuki Yönleriyle Kripto Varlıklar ve Kripto Varlıkların İlk Arzı, Aris-
to Yayınları 2021, s. 7.
49 Eylem Aksoy Retornaz ve Osman Gazi Güçlütürk, Gelişen Teknolojiler ve Hukuk I:
Blokzincir, On İki Levha Yayıncılık 2021, s. 21.
50 Yalıdağ , Kripto Paralar, s. 13.
216 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

5- SONUÇ
Yazımızda da detaylıca ifade ettiğimiz üzere teknoloji her geçen
gün daha da gelişmekte ve bu gelişimin olumlu etkileri olduğu gibi
olumsuz etkileri de olmaktadır. Bu kapsamda insanlar unutmak
istedikleri uzun yıllar önce yaşadıkları olayları internet üzerinden
görebilmekte ve bunların önüne geçmek istemektedirler. Unutulma
hakkı da tam olarak burada devreye girmektedir. Kişiler bu hak-
ka dayanarak güncelliğini yitiren ve itibarlarını sarsan haberlerin
silinmesini talep edebileceklerdir. Ancak bu durum ne yazık ki bu
kadar kolay olmamaktadır. Bu hak bazen ifade özgürlüğü, basın
özgürlüğü ve bilgiye erişim hakkı gibi haklarla yarışmakta ve hangi
hakka öncelik tanınacağı hususunda ciddi tereddütler söz konusu
olmaktadır. Hukukumuzda hem Anayasa’da hem yasada unutul-
ma hakkına ilişkin dolaylı düzenlemeler bulunmakta olup doğru-
dan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kanımızca hem kanunlarda
hem Anayasa’da unutulma hakkına ilişkin sınırları açık ve net bir
şekilde ortaya koyan bir düzenleme yoluna girmektir. Aksi takdir-
de uygulamada yer alan bu sorunlar bu şekilde devam edecektir.
Yasa koyucu bu düzenleme sayesinde uygulamada mevcut olan bu
sorunları minimalize edebilecektir. Ayrıca günümüzde blokzincir
başta olmak üzere bir çok teknoloji gelişmektedir. Blokzincirde ve-
rilerin silinmesi veya değiştirilmesi çok zor bir husus olup bu unu-
tulma hakkı talep edecek ilgililer için büyük sorun teşkil edebile-
cektir. Bu kapsamda kanımca hem hukukçuların hem de teknoloji
uzmanlarının birlikte çalışacağı bir çözüm önerisine gidilmelidir.

KAYNAKÇA
TURGUT C., “Kişilik Hakkının Bir Görünümü Olarak Unutulma Hakkı”, Dok-
tora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2021,
YAVUZ C., İnternet’teki Arama Sonuçlarından Kişisel Verilerin Kaldırılması,
Seçkin Yayınları, 2020
YAŞLIDAĞ B., Kripto Paralar Nedir?- Nasıl İşlem Yapılı? Yatırım Stratejileri,
Seçkin Yayınları, 2021
AKMENEK E., “Türk Hukukunda Kişisel Verilere Yönelik Unutulma Hakkı”,
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2022.
Gelişen Teknolojiler Işığında Unutulma Hakkı • Av. B.C. KAYA 217

UYARER S. G., Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve Türk Ceza Kanunu


Kapsamında: Kişisel Verilerin Korunması, Seçkin Yayınları, 2020.
DÜLGER M. V., Kişisel Verilerin Korunması Hukuku, Hukuk Akademisi, 2020.
GÜRCAN B., Blockchain Teknolojisi, Seçkin Yayınları 2022,
TEVETOĞLU M., Hukuki Yönleriyle Kripto Varlıklar ve Kripto Varlıkların İlk
Arzı, Aristo Yayınları 2021
RETORNAZ E. A. ve GÜÇLÜTÜRK O. G., Gelişen Teknolojiler ve Hukuk I:
Blokzincir, On İki Levha Yayıncılık 2021.
218 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023
219

REKABET HUKUKUNDA DÜZENLENEN


TAAHHÜT KURUMUNUN, REKABETİN
SINIRLANMASINDAN KAYNAKLI TAZMİNAT
DAVALARI YARGILAMALARINDA HUKUKA
AYKIRILIĞIN TESPİTİ AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ

Av. Dr. Hikmet KOYUNCUOĞLU1


Av. Duygu BALKAN2

1. GİRİŞ
Dayanağını Anayasa’nın 167. maddesinden3 alan 4054 sayılı Re-
kabetin Korunması Hakkında Kanun4 (Rekabet Kanunu) içerdiği
düzenlemeler ile mal ve hizmet piyasalarındaki rekabetin korun-
masını amaçlamaktadır. Rekabet Kanunu’nda, rekabeti engelleyi-
ci, bozucu ve kısıtlayıcı anlaşma, uygulama ve kararlar, piyasaya
hâkim olan teşebbüslerin bu hâkimiyetlerini kötüye kullanmaları
ve rekabeti önemli ölçüde azaltacak birleşme ve devralma niteliğin-
deki hukuki işlem ve davranışlar yasaklanan faaliyetler olarak be-
lirlenmektedir. Rekabet Kurumu (Kurum) ise Rekabet Kanunu’nun
uygulanmasını gözetmek ve kanunun kendisine verdiği görevleri
yerine getirmek üzere teşkil etmiş idari ve mali bakımdan özerk
bir kurumdur.
Kurum’un Rekabet Kanunu’nun uygulanmasını gözetmekle ilgi-
li faaliyetleri ve denetimi sonucunda teşebbüslere uyguladığı idari
para cezaları, rekabet ihlallerinin engellenmesi esas hedefine yönel-

1 İstanbul Barosu Avukatı, Doktor


2 İstanbul Barosu Avukatı
3 “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemele-
rini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak
tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.”
4 Yayımlandığı Resmî Gazete Tarih: 13.12.1994, Sayı: 22140.
220 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

miş yaptırım sisteminin ilk ayağını oluşturmakta iken, rekabetin


sınırlanmasının özel hukuk alanındaki sonuçları ve özellikle zarar
görenlerin tazminat hakkı düzenlemesi (Rekabet Kanunu madde
56-58)5 yaptırım sisteminin ikinci ayağını oluşturmaktadır.
Bu şekilde özetlenebilecek ikili yaptırım sisteminden idari yargı
denetimine tabi Kurum faaliyetleri, Türk rekabet hukuku külliya-
tına yapılan katkının büyük çoğunluğunu oluşturmakta iken özel
hukuk mahkemeleri nezdinde yürütülen rekabet hukuku ilintili
yargılamaların bu anlamdaki etkinliğinin oldukça kısıtlı kaldığını
belirtmek yerinde olacaktır. Son senelerde bir nebze ivme kazan-
dığı görülmesine karşın mahkemeler nezdindeki rekabet hukuku
ilintili yargılamaların halen usul ve esasa yönelik çeşitli hukuksal
problemlerin gölgesinde ilerlediği önemli bir tespit noktasıdır. Bu
noktalar ise huzurdaki çalışmamızın konusu değildir.
2020 yılında Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişik-
lik Yapılmasına Dair Kanun6 (Değişiklik Kanunu) ile Rekabet Ka-
nunu’nda önemli değişiklikler yapılmıştır. Değişiklik Kanun’u ile
taahhüt, uzlaşma ve “de minimis7” kurumları Türk rekabet huku-
kuna kazandırılırken, muafiyet değerlendirmesinde; Rekabet Ku-
rulu’nun (Kurul) münhasır yetkisinin kaldırılması, yoğunlaşmala-

5 Rekabetin sınırlanmasının özel hukuk alanındaki sonuçlarından biri olan tazminat


sorumluluğu Rekabet Kanunu’nun 57. ve 58. maddeleri arasında düzenlenmektedir. İl-
gili maddeler tazminat hakkı ve zararın tazminine ilişkin özel hükümlere yer vermekle
birlikte tazminatın şartları, zamanaşımı, usule yönelik konular hakkında herhangi bir
düzenleme getirmemektedir. Rekabet Kanunu’nun öngördüğü tazminat sorumluluğu
genel hükümlere göre eylemin hukuka aykırı olması, kusurla işlenmesi ve bu eylemle
uygun nedensellik bağı içinde bulunan bir zararın varlığı halinde doğmaktadır. Bu şe-
kilde, rekabete aykırılıktan doğan tazminat sorumluluğunun hukuki niteliğine yönelik
Rekabet Kanunu’nunda açık bir düzenleme yer almasa da hukuki nitelik haksız eylem
sorumluluğu şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Temeli haksız eyleme dayanan tazminat
sorumluluğunun belirlenmesinde ve gerçekleştirilen yargılamalarda Türk Borçlar
Kanunu ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu uygulama alanı bulmaktadır.
6 Yayımlandığı Resmî Gazete Tarih: 24.06.2020 Sayı: 31165.
7 Rekabet hukuku bağlamında de minimis kuralı, açık ve ağır ihlaller hariç olmak üzere,
piyasada rekabeti kayda değer ölçüde kısıtlamayan anlaşma, uyumlu eylem ve teşeb-
büs birliği karar ve eylemlerinin Kurul tarafından soruşturma konusu yapılmamasını
ifade etmektedir. De minimis kuralı, 2021/3 sayılı Rekabeti Kayda Değer Ölçüde Kı-
sıtlamayan Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Teşebbüs Birliği Karar ve Eylemlerine İlişkin
Tebliğ (Tebliğ) kapsamında belirlenen pazar payı eşiklerinin aşılmaması halinde uygu-
lanmaktadır. Ancak Tebliğ’de soruşturma açıp açmama yetkisi Kurul’a bırakılmış olup
pazar payı eşikleri aşılmasa dahi Kurul’un gerekli görmesi durumunda soruşturma
açılabilecektir.
Rekabet Hukukunda ... • Av.H.KOYUNCUOĞLU - Av. D.BALKAN 221

rın kontrolünde “etkin rekabetin önlenmesi” kriterinin getirilmesi,


Kurul’a davranışsal ve yapısal tedbir getirme yetkisinin tanınması,
yerinde incelemeler yönünden yetki kapsamının genişletilmesi gibi
yine önemli değişiklikler gerçekleştirilmiş ve çıkartılan ikincil dü-
zenlemeler ile değişikliklere ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.
Bu kapsamda düzenlenen taahhüt kurumunun, mevcut hukuk-
sal sorunlar ve engeller bir yana, mahkemeler nezdinde devam eden
rekabet hukuku ilintili yargılama süreçlerine yönelik yeni tartışma
noktaları doğurması kaçınılmaz gözükmektedir. Buna göre, Kurum
ve teşebbüslerin taahhüt kurumuna olan ilgisinin teyit edilebileceği
belirgin bir dönemin de geçmiş olması karşısında, taahhüt kuru-
munun ve işleyişinin rekabet hukuku ilintili yargılama süreçlerine
etkisinin değerlendirilmesi gerekliliği açıkça bulunmaktadır.8

2. TÜRK REKABET HUKUKU VE TAAHHÜT KURUMU


2.1. Kanun Değişikliği
Yukarıda değinildiği üzere Değişiklik Kanunu ile Rekabet Kanu-
nu’nun 43. maddesinde yapılan düzenleme uyarınca taahhüt ku-
rumu Türk rekabet mevzuatına ve uygulamasına kazandırılmıştır.
Değişiklik Kanunu’nun madde gerekçesinde belirtildiği üzere ta-
ahhüt kurumunun hedefi; ihlal niteliğinin resmî bir kararla tespiti
ayrıntılı bir inceleme ve soruşturma süreci gerektirebilecek türde
anlaşma, karar ve uygulamaların çok daha kısa sürede ortadan
kaldırılmasıdır. Böylelikle ortaya çıkabilecek zararların büyümesi-
nin önlenmesi ve kamu kaynaklarının daha etkin bir şekilde kulla-
nılması söz konusu olacaktır. Bu açıdan taahhüt kurumunun usul
ekonomisine katkı sunacağını, ön araştırma ve soruşturma süre-
cinin daha etkin yürütülerek zamandan ve kamu kaynaklarından
tasarruf sağlayacağını böylece pazardaki rekabetin ve belirliliğin
daha kısa sürede tesis etme amacını taşıdığını söylemek mümkün-
dür.

8 Hikmet Koyuncuoğlu / Başak Doğan, “Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Ger-


çekleştirilen Değişikliklerin Rekabet İhlalinden Doğan Özel Hukuk Davalarına Yöne-
lik Etkisinin Değerlendirilmesi”, İstanbul 2020, Erişim Linki: “Lexpera Blog, https://
blog.lexpera.com.tr/rekabetin-korunmasi-hakkinda-kanunda-gerceklestirilen-degisik-
liklerin-rekabet-ihlalinden-dogan-ozel-hukuk-davalarina-yonelik-etkisinin-degerlen-
dirilmesi/, (Erişim Tarihi: 21.12.2022).
222 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Taahhüt kurumu ile yürütülmekte olan bir ön araştırma ya da


soruşturma sürecinde Rekabet Kanunu’nun 4. veya 6. madde-
si kapsamında ortaya çıkan rekabet sorunlarının giderilmesine
yönelik olarak ilgili teşebbüs ya da teşebbüs birliklerine taahhüt
sunma imkânı tanınmaktadır. Aynı şekilde Kurul’a da söz konusu
taahhütler yoluyla rekabet sorunlarının giderilebileceğine kanaat
getirmesi koşuluyla, bu taahhütleri ilgili teşebbüs veya teşebbüs
birlikleri açısından bağlayıcı hale getirerek soruşturma açılmama-
sına veya açılan soruşturmaya son vermesine karar verme yetki-
si tanınmaktadır. Ancak rakipler arasında fiyat tespiti, bölge veya
müşteri paylaşımı ya da arz miktarının kısıtlanması gibi açık ve
ağır ihlaller9 bakımından taahhüt sunulamamaktadır.
Avrupa Birliği müktesebatına bakıldığında taahhüt kurumunu
düzenleyen 1/2003 sayılı Tüzüğün 9. maddesinde “concern” ifade-
sinin kullanıldığı görülmektedir.10 Yukarıda ifade edildiği üzere,
Değişiklik Kanunu’nda concern ifadesinin karşılığı olarak “sorun”11
kelimesi tercih edilmiştir. Ancak Kurul, taahhüt kararlarında yer
yer “endişe”12 kelimesini de kullanmaktadır.13 Avrupa Komisyonu

9 “Bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabeti doğrudan ya da dolaylı olarak engelleme,
bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek
nitelikte olan; (i) rakip teşebbüsler arasında fiyat tespiti, müşterilerin, sağlayıcıların,
bölgelerin ya da ticaret kanallarının paylaşılması, arz miktarının kısıtlanması veya
kotalar konması, ihalelerde danışıklı hareket, gelecekte uygulanması planlanan fiyat,
üretim ya da satış miktarı gibi rekabete duyarlı bilgilerin paylaşılması, (ii) üretim veya
dağıtım zincirinin farklı seviyelerinde faaliyet gösteren teşebbüsler arası ilişkide alıcı-
nın sabit veya asgari satış fiyatının belirlenmesi, konularında gerçekleşen anlaşma ve/
veya uyumlu eylemler ile bu konulara ilişkin teşebbüs birliği karar ve eylemlerini ifade
etmektedir.” (Bkz. “Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar ile Hâkim
Durumun Kötüye Kullanılmasına Yönelik Ön Araştırmalarda ve Soruşturmalarda Su-
nulacak Taahhütlere İlişkin Tebliğ”, Madde 4) https://www.mevzuat.gov.tr/File/Genera-
tePdf?mevzuatNo=38414&mevzuatTur=Teblig&mevzuatTertip=5, (21.12.2022).
10 “Where the Commission intends to adopt a decision requiring that an infringement
be brought to an end and the undertakings concerned offer commitments to meet the
concerns expressed to them by the Commission in its preliminary assessment, the
Commission may by decision make those commitments binding on the undertakings.
Such a decision may be adopted for a specified period and shall conclude that there are
no longer grounds for action by the Commission.” Erişim Linki: https://eur-lex.europa.
eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32003R0001&from=EN
11 Araştırılıp öğrenilmesi, düşünülüp çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması gereken du-
rum. Bkz. Türk Dil Kurumu Erişim Linki: https://sozluk.gov.tr/, (21.12.2022).
12 Tasa, korku, kaygı, kuşku. Bkz. Türk Dil Kurumu Erişim Linki: https://sozluk.gov.
tr/,(21.12.2022).
13 Bkz. Kurul tarafından verilen Coca Cola Kararı, Karar Tarihi: 02.09.2021 Karar Sa-
yısı: 21-41/610-297 Erişim Linki: https://www.rekabet.gov.tr/Karar?kararId=4b-
1486b7-4413-4bf1-96de-75896053bfdc, (21.12.2022).
Rekabet Hukukunda ... • Av.H.KOYUNCUOĞLU - Av. D.BALKAN 223

(“Komisyon”) tarafından verilen taahhüt kararları incelendiğinde


ise, Komisyon tarafından “competitive concern (rekabetçi endişe)”
olarak ifade edilen ve taahhüt kararı ile sonuçlandırılan inceleme-
lere ağırlıklı olarak hâkim durumun kötüye kullanılması uygula-
malarının (ayrımcılık, münhasırlık düzenlemeleri, mal verme-
yi reddetme, yıkıcı fiyatlama, aşırı fiyatlama, en çok kayrılan
müşteri gibi)14 konu olduğu görülmektedir. Türk rekabet hukuku
pratiğinde de şimdiye dek, ağırlıklı olarak hâkim durumun kötüye
kullanılması uygulamaları taahhüt kararlarına konu edilmiştir.15

2.2. Tebliğ
Kanun değişikliğinin ardından Kurum tarafından çıkarılan Re-
kabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar ile Hâkim
Durumun Kötüye Kullanılmasına Yönelik Ön Araştırmalarda ve
Soruşturmalarda Sunulacak Taahhütlere İlişkin Tebliğ (Tebliğ),
16.03.2021 tarihli 31425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiş ve Tebliğ ile taahhüt kurumuna ilişkin usul ve
esaslar belirlenmiştir. Buna göre, haklarında yürütülen bir ince-
lemeye16 taahhütle son verilmesini isteyen taraflar, ön araştırma

14 Bkz. Avrupa Komisyonu tarafından verilen örnek taahhüt kararları: 40335 Romani-
an Gas Interconnectors; 39530 Microsoft (Tying); 39692 IBM Maintenance Services;
40153 E-book MFNs and Related Matters (Amazon); 40023 Cross-border Access to
Pay-Tv; 39939 Samsung Enforcement of UMTS Standard Essential Patents Erişim:
eu.europa.eu/competition, (21.12.2022).
15 Kurul, 04.06.2020 tarih ve 20-27/336-M sayılı kararıyla, Yemek Sepeti Elektronik İleti-
şim Perakende Gıda Lojistik A.Ş.’nin çevrimiçi yemek siparişi-servisi platform hizmet-
leri pazarında yürüttüğü uygulamaların Rekabet Kanunu’nun 4. ve 6. maddelerini ihlal
edip etmediğinin tespiti amacıyla soruşturma açmıştır. Soruşturma Raporu’nda yer
verilen rekabet sorunları yaratan uygulamalar temel olarak; dar en çok kayrılan müşte-
ri uygulaması, zorunlu joker uygulaması, minimum sepet tutarı uygulamaları ve Yemek
Sepeti vale modelinin fiyatlama politikalarına ilişkindir. Kurul ayrıca, 04.06.2020 tarih
ve 20-27/335-M sayılı kararı uyarınca fiili münhasırlık yaratmaya yönelik uygulamala-
rıyla rakiplerinin faaliyetlerini zorlaştırdığı ve hâkim durumunu kötüye kullandığı id-
dialarıyla Rekabet Kanunu’nun 4. ve 6. maddelerini ihlal edip etmediğinin tespiti ama-
cıyla Çiçek Sepeti İnternet Hizmetleri A.Ş. hakkında soruşturma açmıştır. Yine gazlı
içecek, kolalı içecek ve aromalı gazlı içecek pazarlarında hâkim durumda olan Coca
Cola’nın uyguladığı indirim sistemi ve dolap politikaları, sözleşmelerinde yer alan mün-
hasırlık hükümleri ve rekabet etmeme yükümlülükleri ile münhasırlığa yol açan çeşitli
uygulamalar rekabet sorunları olarak tespit edilmiş ve Kurul, 02.04.2020 tarih ve 20-
18/244-M sayılı kararı uyarınca Coca Cola Satış ve Dağıtım A.Ş.’ne yönelik soruşturma
başlatmıştır. Tüm bu soruşturmalar, ilgili teşebbüslerin sundukları taahhütlerin
yeterli görülmesiyle Kurul tarafından Tebliğ kapsamında sonlandırılmıştır.
16 İnceleme ile hem ön araştırma ve hem soruşturma birlikte ifade edilmektedir.
224 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

veya soruşturma sürecinde taahhüt sunma talebini yazılı şekilde


Kurum’a ileterek süreci başlatabilmektedir.
Soruşturma sürecindeki taahhüt sunma taleplerinin soruştur-
ma bildiriminin tebliğinden itibaren yazılı olarak 3 ay içinde Ku-
rum’a iletilmesi gerekmektedir. Bu noktada teşebbüsler, soruştur-
ma bildiriminde yer verilen rekabet sorunlarına ilişkin ayrıntılar
ve eldeki deliller doğrultusunda taahhüt sunmaya karar verecek
ve sunacakları taahhütleri bu çerçevede belirleyebilecektir. Sunu-
lacak taahhütlerin detayları ise Kurum ile yapılacak görüşmeler ne-
ticesinde belirlenecek ve nihai hale getirilecektir.
Taahhüt sunma talebi, Kurul tarafından değerlendirilmekte ve
değerlendirmenin ardından Kurul ya taahhüt görüşmelerinin baş-
latılmasına ya da taahhüt talebinin reddiyle birlikte taahhüt sü-
recinin sonlandırılmasına karar vermektedir. Bu noktada Kurul,
soruşturma bildirimini tebliğ etmiş olsa ve soruşmanın tarafları
taahhüt sunma talebinde bulunmuş olsalar bile, inceleme konusu
rekabet sorunlarının yeterli açıklıkta ortaya konamamış olması ve
daha detaylı araştırmaya ihtiyaç duyulması halinde vereceği kararı
erteleme yetkisine sahiptir. Bu durumun ön araştırma sürecinde
söz konusu olması halinde Kurul bu defa ilgili kararın verilmesini
soruşturma sürecine bırakabilecektir.
Taahhüt görüşmeleri sırasında inceleme konusu rekabet sorun-
ları açıklanarak sorunların tespitine dayanak teşkil eden bilgi ve
belgeler taraflara sunulmaktadır. Taahhüt görüşmelerinin akabin-
de taahhüt sunmaya karar verilirse bir “taahhüt metni” hazırlan-
maktadır. Taahhüdün rekabet sorunlarıyla orantılı, bu sorunları
gidermeye elverişli, kısa sürede yerine getirilebilir ve etkili şekilde
uygulanabilir olması gerekmektedir. Bu noktada rekabet sorununa
sebebiyet veren teşebbüslerin ya da teşebbüs birliklerinin Rekabet
Kanunu’na uyacakları yönünde genel bir beyanın taahhüt niteliği
taşımayacağı ve üçüncü kişilerin eylemlerine yönelik bir taahhütte
bulunulamayacağı belirtilmelidir.
Hazırlanan taahhüt metninin Kurul’a sunulmasının ardından
Kurul yaptığı değerlendirme neticesinde taahhüdü uygun bulur-
sa, ilgili taraf açısından bağlayıcı hale getirerek soruşturma açıl-
mamasına veya açılmış bulunan soruşturmaya son verilmesine ya
Rekabet Hukukunda ... • Av.H.KOYUNCUOĞLU - Av. D.BALKAN 225

da Tebliğ’in 11. maddesi uyarınca taahhüt hakkında üçüncü kişi-


lerin görüşlerinin alınmasına karar verebilecektir. Ancak üçüncü
tarafların görüşlerinin alınması Avrupa Birliği mevzuatının aksine
zorunlu olmayıp ihtiyari niteliktedir. Oysaki Avrupa Birliği mük-
tesebatında 1/2003 sayılı Tüzüğün 27/4. maddesi doğrultusunda
Komisyon’un taahhüt kararı vermesinden önce soruşturmanın ve
taahhütlerin özetini yayınlaması ve Komisyon tarafından belirlene-
cek ancak 1 aydan az olmayan sürede ilgili üçüncü tarafların gö-
rüşlerinin alınması zorunlu kılınmaktadır.17
Kurul, ilk taahhüt metninin rekabet sorunlarını çözmede ye-
tersiz kaldığını değerlendirirse taraflar, bir defaya mahsus olmak
üzere Kurul’un değerlendirmeleri ve belirlediği süre çerçevesinde
taahhütte değişiklik yapabilmektedir. Bunun yanında Kurul’un ih-
tiyari olarak taahhüt hakkında üçüncü kişilerin görüşlerini alma
ve görüşlerin alınması sonrasında taahhüdün rekabet sorunlarını
gidermesine ilişkin değerlendirmesini gözden geçirme yetkisi bu-
lunmaktadır.
Rekabet Kanunu’nun 52. maddesi saklı kalmak üzere Kurul ve-
receği taahhüt kararında;
- Rekabet sorunlarına,
- Taahhüdün içeriğine,
- Taahhüdün ne zamandan başlanmak suretiyle yerine getirile-
ceğine,
- Taahhüdün geçerlilik süresine,
- Taahhüdün uygulanma sürecine,
- Taahhüdün rekabet sorunlarını nasıl çözeceğine,
- Taahhüdün izlenmesine yönelik detaylı sürece,
- Taahhüdün hangi hallerde geçersiz olacağına ve taahhüde
uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımlara yer verecektir.

17 Bkz. Council Regulation (EC) No 1/2003 of 16 December 2002 on the implementa-


tion of the rules on competition laid down in Articles 81 and 82 of the Treaty, Ar-
ticle 27/4 Erişim Linki: https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CE-
LEX:32003R0001&from=EN, (Erişim Tarihi: 29.11.2022).
226 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Tebliğ’in 14. maddesinde, Kurul’un taahhüdü ilgili taraflar açı-


sından bağlayıcı hale getirerek soruşturma açılmamasına veya açıl-
mış bulunan soruşturmanın son verilmesine yönelik kararında;
rekabet sorununu ortaya çıkaran anlaşmanın, kararın ya da uy-
gulamanın ihlal olduğu veya ihlal olmadığı tespitini içermeyeceği
düzenlemesine yer verilmektedir.18

3. TAAHHÜT KURUMU VE ÖZEL HUKUK TAZMİNAT DAVASI


YARGILAMALARINDA HUKUKA AYRKIRILIĞIN TESPİTİ
Taahhüt kurumunun mahkemeler nezdinde devam eden reka-
bet hukuku ilintili yargılama süreçlerine yönelik etkisi birçok nok-
tada kendini gösterebilecektir. Bunlar; hukuka aykırı bir eylemin
tespiti, hukuka aykırı eylem ile varlığı iddia edilen zarar arasın-
daki nedensellik bağının kurgulanması ve hatta üç kat tazminat
talebine yönelik olarak kusur derecesinin belirlenmesi gibi çeşitli
başlıklar kapsamında ortaya çıkabilecektir. Buna karşın taahhüt
kurumunun özel hukuk tazminat davalarına ilişkin yargılamalara
yönelik ortaya çıkaracağı en önemli ve aynı zamanda en hararetli
tartışmaların haksız eylemin ilk şartı olan hukuka aykırı eylemin
tespiti noktasında olacağı tarafımızca değerlendirilmiş olup aşağı-
da bu kapsamdaki analiz ve değerlendirmelerimize yer verilmiştir.
Buna göre, rekabet hukukuyla ilintili yargılama süreçlerinde en
önemli meselelerden biri hukuka aykırılığın yani rekabetin sınır-
lanmış, engellenmiş, ortadan kalkmış veya hâkim durumun kötü-
ye kullanılmış olup olmadığının tespiti hususundadır. Süregelen
uygulama ve Yargıtay içtihatları dikkate alındığında haksız eylemin
“hukuka aykırılık” şartının Kurul tarafından “rekabet ihlalinin bu-
lunduğu” yönündeki tespit ile karşılandığı görülmektedir.
Hukuka aykırılığın tespitinde ayrıntılı ekonomik analize ihtiyaç
duyulması ve buna ilişkin olarak Kurum kapasitesinin mahkeme-
lere nazaran daha üst seviyede olması bu tercihin altını dolduruyor

18 “Kurul, sunulan taahhüt yoluyla rekabet sorunlarının giderilebileceğine kanaat geti-


rirse taahhüt sürecinin herhangi bir aşamasında taahhüdü ilgili taraflar açısından
bağlayıcı hale getirerek soruşturma açılmamasına veya açılmış bulunan soruşturmaya
son verilmesine karar verebilir. Kurulun bu kararı rekabet sorununu ortaya çıkaran
anlaşmanın, kararın ya da uygulamanın ihlal olduğu veya olmadığı tespitini içermez.”
(Tebliğ Madde 14 Fıkra 1).
Rekabet Hukukunda ... • Av.H.KOYUNCUOĞLU - Av. D.BALKAN 227

gibi gözükse de ifade edilmelidir ki, Rekabet Kanunu’nun 4. ve 6.


maddeleri ihlalin tespiti bakımından Kurul’a münhasır bir yetki
vermemektedir. Kurul kararlarının özel hukuk mahkemeleri karşı-
sında üstünlüğü olmadığı gibi rekabet hukukuyla ilintili yargılama
sürecinde mahkemelerin hukuka aykırılık değerlendirmesini biz-
zat yapmaları hususunda da esasen bir engel bulunmamaktadır.
Ancak belirtildiği üzere, yerleşik içtihatlar doğrultusunda mahke-
melerin, eylemin hukuka aykırılığı konusunda bir değerlendirme
yapmaktan kaçınarak ihtiyari olarak Kurul kararlarını “bekletici
mesele” yapması, bu konuda Kurul’un idari yargıda kesinleşmiş
“ihlal” tespitini beklemesi veya kesinleşmiş bir Kurul kararı yoksa
bu hususu dava şartı olarak kabul ederek davayı doğrudan reddet-
mesi söz konusudur.19
Buna göre, Kurul’un ihlal tespiti olmadan tazminat davasının
görülemeyeceğine yönelik Yargıtay içtihatlarının ve mahkemelerin
hukuka aykırılık değerlendirmesine ilişkin bu yöndeki tutumunun,
taahhüt kurumu nezdinde getirilen kurallar çerçevesinde yeniden
değerlendirilme zarureti açıktır. Zira yukarıda değinildiği üzere,
Değişiklik Kanunu’nun ardından Kurum tarafından çıkarılan Teb-
liğ’in 14. maddesi uyarınca Kurul, sunulan taahhüdün rekabet so-
runlarını giderebileceği kanaatine varırsa taahhüdü ilgili taraflar
açısından bağlayıcı hale getirerek soruşturma açılmamasına veya
açılmış bulunan soruşturmaya son verilmesine karar verecek; an-
cak, ihlal olup olmadığına ilişkin bir tespitte bulunmayacaktır.

19 Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından verilen kararda tazminata hükmedilebilmesi için
öncelikle Kanun’un yetkili kıldığı Kurul tarafından hâkim durumun kötüye kullanıl-
mış olduğunun saptanması gerektiği, Kurul’a başvuruda bulunulup bulunulmadığının
araştırılması, böyle bir başvuru yoksa yapılacak başvurunun “ön mesele” olarak sonu-
cunun beklenmesi gerektiği belirtilmiştir. (Yargıtay 19. H.D. 1999/3350 E. 1999/6364
K. 1.11.1999 T.) Yine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi rekabet etmeme yasağının Kurul’un
kararı ile sona erdiğinden bahisle ortada bir “ihlalin” bulunmadığını ifade ederek da-
vanın kabulünü yerinde bulmamıştır. (Yargıtay 19. H.D. 2011/330 E. 2011/1771 K.
14.02.2011 T.; Aynı yönde Yargıtay 19. HD 2002/2817 E. 2002/7580 K. 29.11.2002 T.)
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ise Kurul kararının “kesinleşmemesi”, incelemenin devam
etmesi, zamansız açılan davanın bulunması sebebiyle davanın reddine karar vermiştir.
(Yargıtay 11. HD 2012/15359 E. 2014/5834 K. 25.03.2014 T. Aynı yönde Yargıtay 19.
HD 2006/2809 E. 2006/10346 K. 06.11.2006 T.) Benzer şekilde Yargıtay 11. Hukuk
Dairesi kararında, dava açılmadan önce davacının Kurula başvurmadığı, henüz dava
şartının bulunmadığı ve dava açma zamanının gelmediği gerekçesiyle “dava şartı” yeri-
ne getirilmediğinden davanın reddine karar vermiştir. (Yargıtay 11. HD. E. 2008/5575
K. 2009/100045 05.10.2009 T.), https://karararama.yargitay.gov.tr/, (21.12.2022).
228 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Dolayısıyla Tebliğ’de yer alan bu hüküm karşısında mahkemelerin


“ihlal (hukuka aykırılık)” tespitine yönelik Kurul’un kesinleşmiş
kararını bekletici mesele yapması mümkün olmayacaktır.
Buna karşın, her ne kadar taahhüt kararında “rekabet sorunla-
rının” ihlal niteliğinde olup olmadığı Kurul tarafından tespit edilme-
se de bunların rekabetçi endişeye yol açabilecek teşebbüs uygulama
ve davranışlarını kapsadığına yönelik şüphe bulunmamaktadır. Bu
anlamda ihlal niteliği ortaya konamayacak bir rekabet sorununun,
özel hukuk boyutunda haksız eylemin unsurlarından hukuka aykı-
rılık şartını karşılaması ihtimal dâhilindedir. Bu nedenle taahhüt
kurumu ile sonlandırılan ve ihlal niteliği Kurul kararıyla ortaya ko-
namayan bir rekabet sorununun, özel hukuk yargılamasına konu
edilmesi halinde rekabet hukuku kaynaklı meselenin mahkemeler
tarafından ele alınıp değerlendirilmesi ve mahkemenin Kurul tes-
piti olmadan bir karar vermesi gerekecektir. Zira aksinin kabulü,
Kurul’un ihlal tespitinin bulunmaması nedeniyle davanın reddedil-
mesi ile rekabet sorunlarına neden olan teşebbüsün idari para ce-
zasının yanında olası bir tazminat sorumluluğundan da kurtulması
anlamına gelecektir.
Hatırlatmak isteriz ki Kurum ile teşebbüs arasındaki tarafları
bağlayıcı anlaşma (taahhüt ilişkisi), rekabetçi sorunların varlığı
veya bunların giderim şekline ilişkin meseleler bakımından ida-
ri yargının konusu olamayacaktır zira teşebbüs tarafından imza-
lanmış ve kabul edilmiş taahhüt metni doğrultusunda Kurul ta-
rafından karar verilmekte ve taraflar bu metnin içeriği üzerinde
mutabık kalmaktadırlar.20 Bu doğrultuda ve ayrıca Tebliğ’in lafzi
yorumu dikkate alındığında, taahhüt sunan teşebbüsün rekabet-
çi bir sorunun varlığını Hukuk Muhakemeleri Kanunu anlamında
ikrar ettiği unutulmamalıdır. Buna göre, taahhüt konusu rekabet-
çi sorunun öncelikle varlığına ve sonrasında hukuka aykırılık ni-
teliğine yönelik olarak tazminat talebi bağlamında değerlendirme
yapacak ilk yargı yeri olan özel hukuk ilk derece mahkemesinin

20 Her ne kadar, uzlaşma kurumunun aksine, taahhüt kurumu ile ilgili Kurul kararının
idari yargı konusu olamayacağı açıklıkla düzenlenmemiş dahi olsa, bu hakkın, Ku-
rul’un gerekçeli kararı ile sunulan taahhüt metni arasında ortaya çıkabilecek maddi
hata niteliğinde bir farklılığa ilişkin kullanılabileceği tarafımızca değerlendirilmekte-
dir.
Rekabet Hukukunda ... • Av.H.KOYUNCUOĞLU - Av. D.BALKAN 229

ağırlıklı incelemesinin, rekabetçi sorun olarak taahhüt metninde


yer bulan uygulamanın varlığından ziyade hukuka aykırılık şartını
karşılayacak bir ihlal niteliğinde olup olmadığı noktasında olacağı
vurgulanmalıdır.
Bu noktada ifade edilmelidir ki, bir incelemenin ihlal tespiti ile
sonuçlandırılması halinde Kurul tarafından geçmişe yönelik “ex
post” bir değerlendirme yapılmakta ve bu değerlendirmeler ışığın-
da ihlal tespitinde bulunulmaktadır. Fakat taahhüt kurumunun
hizmet ettiği amaçlar arasında ekonomik olanların ağır basması ve
gerek zamandan gerekse maliyetlerden tasarruf ederek rekabetçi
endişelerin diğer bir ifadeyle sorunların hızlı ve kısa sürede orta-
dan kaldırılması hedeflendiğinden taahhüt kurumunun “ex ante”
özelliği ön plana çıkmaktadır.21
Buna paralel olarak, teşebbüslerin taahhüt başvurusunda bu-
lunmalarının arkasındaki en önemli gayenin, Kurul ile müzake-
reler yürüterek Kurul’un tespit ettiği ve devam ettirildiği takdirde
rekabeti bozucu nitelikte olabilecek yahut hali hazırda rekabetçi
endişe yaratan uygulamalara yönelik yeni davranışlar benimsemek
ve böylece olası bir ihlal kararının ve potansiyel para cezasının
önüne geçmek olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla Kurul, te-
şebbüs davranışlarını geriye dönük incelemek yerine daha erken
müdahale ederek ilgili teşebbüsler ile bu hususları müzakere et-
mek suretiyle tespit etmektedir.
Tüm bu değerlendirmeler kapsamında ve rekabet hukuku ilin-
tili yargılamalara etki noktasında kanımızca vurgulanması gerekli
ilk temel nokta, taahhüt mekanizmasının geleceğe yönelik çalışma
biçiminin, teşebbüsün taahhüt konusu geçmiş faaliyetlerine yöne-
lik bir muafiyet veya hukuka uygunluk hali kazandırmayacağıdır.
Bu tespit, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (“ABAD”) Gasorba
kararında da vurgulanmıştır. Komisyon tarafından Repsol CCL ile
distribütörleri ile arasındaki sözleşmelerde yer alan rekabet etme-
me yükümlülüklerinin pazara giriş engelleri ve pazar kapama etki-
leri yaratacağı ve marka içi rekabeti azaltacağından bahisle Repsol

21 Frederic Jenny, Worst Decision of the EU Court of Justice: The Alrosa Judgement in
Context and the Future of Commitment Decisions, Fordham International Law Jour-
nal, New York 2015, Volume 38, Issue 3, Article 2.
230 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

CCL hakkında başlatılan incelemenin taahhüt ile sonlandırılması-


na karar verilmiştir. Ardından açılan ve nihayetinde ABAD’ın önü-
ne gelen Gasorba davasında mahkeme; “Taahhüt kararı, ilgili te-
şebbüsün piyasa davranışını meşru hale getirmez ve kesinlikle
geriye dönük etkili olamaz.”22 diyerek taahhüt kararının teşebbü-
sün geçmiş faaliyetlerini hukuka uygun hale getirmeyeceğini açık-
lıkla vurgulamıştır. Bunun yanında, ulusal mahkemelerin taahhüt
kararlarını göz ardı edemeyeceği ve Komisyon tarafından gerçek-
leştirilen ön araştırmayı dikkate alarak buradaki tespitleri rekabet
dışı eylemlerin göstergesi olarak değerlendirmesi gerektiği 23 yine
karar kapsamında ifade edilmiştir.
ABAD’ın yukarıda ifade edilen yaklaşımına da uygun olarak,
Kurum tarafından taahhütle sonlandırılmış bir incelemenin varlığı
durumunda, taahhüde konu rekabet sorunlarının mevzuatı ihlal
niteliği ve dolayısıyla hukuka aykırılık şartını karşıladığı özel hu-
kuk mahkemesi tarafından kanımızca fiili bir karine olarak kabul
edilebilecektir. Buna göre, özel hukuk yargılamasının davacısı, ka-
rinenin temelini ispat yükünden Kurul’un taahhüt kurumu ile sona
erdirdiği soruşturmayı göstererek kurtulabilecek ve hukuka aykırı-
lığın ispatı olarak ortaya çıkacak karine sonucundan faydalanabile-
cektir. Bu şekilde, varlığı bilinen bir vakıadan hareketle (Kurul’un
rekabet sorunlarının varlığına ilişkin tespiti), tecrübe kurallarına
dayanan bir değerlendirme sonucu, tartışmalı olan vakıanın (hu-
kuka aykırılığın) gerçekleşmiş olduğu kanaati oluşacaktır. Davalı
konumunda bulunan ve taahhüt sunan tarafın ise bu karinenin ak-
sini ispat şansı yargılama boyunca bulunacaktır.
Taahhüdün bulunduğu hallerde hukuka aykırılığın karine ola-
rak varlığının kabulü, taahhütle son verilen inceleme sırasında Ku-
rum tarafından kullanılacak bilgi isteme ve yerinde inceleme gibi
münhasıran idari organa ait yetkilerin getireceği kapsamlı deliller-

22 C-547/16, Gasorba ve Diğerleri, 23.11.2017, Para. 28, Erişim Linki: https://curia.


europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=197046&pageIndex=0&-
doclang=EN&mode=lst&dir=&occ=first&part=1&cid=167741, (Erişim Tarihi:
25.12.2022).
23 C-547/16, Gasorba ve Diğerleri, 23.11.2017, Para. 29, Erişim Linki: https://curia.
europa.eu/juris/document/document.jsf?text=&docid=197046&pageIndex=0&-
doclang=EN&mode=ls t&dir=&occ=first&part=1&cid=167741, (Erişim Tarihi:
25.12.2022).
Rekabet Hukukunda ... • Av.H.KOYUNCUOĞLU - Av. D.BALKAN 231

den mahrum kalacak özel hukuk mahkemesi davacısı açısından


da hakkaniyetli bir yaklaşım olacaktır. Zira “dava malzemesinin
taraflarca getirilmesi” ilkesi doğrultusunda mahkeme tarafından
aynı şekilde delil toplanması ya da re’sen araştırma yapılması söz
konusu olamayacağından ve aynı zamanda dava malzemesi ile is-
pat araçlarının büyük çoğunluğunun davalı elinde bulunacağından
davacının, özellikle hukuka aykırılık boyutunda iddiasını ispatla-
masının yaratacağı zorluğun önüne bu sayede geçilebilecektir.

KAYNAKÇA
FREDERİC Jenny, Worst Decision of the EU Court of Justice: The Alrosa
Judgement in Context and the Future of Commitment Decisions, Fordham
International Law Journal, New York 2015, Volume 38, Issue 3, Article 2.
KOYUNCUOĞLU Hikmet / DOĞAN Başak, “Rekabetin Korunması Hakkın-
da Kanunda Gerçekleştirilen Değişikliklerin Rekabet İhlalinden Doğan Özel
Hukuk Davalarına Yönelik Etkisinin Değerlendirilmesi”, İstanbul 2020 Eri-
şim Linki: “Lexpera, https://blog.lexpera.com.tr/rekabetin-korunmasi-hak-
kinda-kanunda-gerceklestirilen-degisiklik lerin-rekabet-ihlalinden-dogan-o-
zel-hukuk-davalarina-yonelik-etkisinin-degerlendirilmesi/ (Erişim Tarihi:
21.12.2022).
232

ADİ KONKORDATODA ÇEKİŞMELİ ALACAKLAR


VE ÇEKİŞMELİ ALACAKLAR HAKKINDA DAVA
(İİK MADDE 308/B)

Av. Muhammet Baki OCAK1

GİRİŞ
Genel itibariyle borçlunun, alacaklılarının çoğunluğunun kara-
rı ve mahkemenin tasdiki ile birlikte mevcut olan borçlarının bir
kısmından kurtulmasını ve/veya ödeme şartlarının değiştirilerek
düzenlenmesini sağlayan kollektif bir cebri icra müessesesi olan
konkordato, bilindiği üzere konkordato projesine sadık olan borç-
luların haciz veya iflas yolu ile takibe maruz kalmasını engelleye-
rek yine bu borçluların ticari faaliyetlerini ve ekonomik varlıklarını
devam ettirmelerini sağlamaktadır. Bu doğrultuda konkordatonun
da değişik kriterler ile çeşitlere ayrılabileceğini belirtmekle beraber
bu yazı kapsamında adi konkordato bağlamında değerlendirme ya-
pılacaktır.

1- ADİ KONKORDATO TANIMI


Adi konkordato, borçlu hakkında iflas kararı verilmeden önce
başvurulan, mahkeme dışı konkordato ile malvarlığının terki sure-
tiyle konkordato dışında kalan iflas dışı konkordatonun bir diğer
adıdır. Bu konkordato türünde konkordato projesine başvurmak
isteyen ve konkordato talep eden borçlunun alacaklıları, 2004 sayı-
lı İcra ve iflas Kanunu(İİK) madde 299 hükmü gereği yapılacak olan
ilanla, ilan tarihini takiben 15 (on beş) gün içinde alacaklarını bil-
dirmeye davet edilir. Süresi içerisinde yapılan alacak bildiriminin
akabinde konkordato komiseri tarafından işbu alacaklar hakkında
borçlunun görüşleri alınır. İşte, borçlunun varlığını veyahut mikta-

1 İstanbul Barosu Avukatı


Adi Konkordatoda Çekişmeli Alacaklar...• Av. M.B. OCAK 233

rını kabul etmediği bu alacaklar çekişmeli alacaklar olarak anıla-


caktır. Bu minvalde önem arz eden husus çekişmeli olarak anılan
bu alacakların konkordato nisabına katılıp katılmayacağıdır. Bu
noktada konkordato yargılamasını yapan ticaret mahkemesi tara-
fından çekişmeli alacakların nisaba katılıp katılmayacağına ilişkin
değerlendirme yapılarak karar verilecektir.

1.1- Çekişmeli Alacaklar


Önemle belirtilmelidir ki konkordato sürecinde bir alacağı çe-
kişmeli hale getirme yetkisi münhasıran borçluya aittir. Yukarıda
da ifade edildiği şekliyle alacaklıların bildirimi üzerine konkorda-
to komiseri salt bir şekilde bu bildirimleri borçluya bildirmekle
görevli ve yetkilidir. Akabinde borçlu tarafından, bilançoda kayıtlı
olmayan veya bilançoda bildirilmiş olandan farklı miktarda talep
edilen alacaklara borçlu tarafından itiraz edilebilmektedir. İtiraz
edilen bu alacaklara ilişkin konkordato komiseri tarafından ivedi
bir şekilde dosya oluşturularak ticaret mahkemesi incelemesine
sunulacaktır. İncelemeye sunulan dosya kapsamında alacak kayıt
dilekçeleri, alacağa ilişkin dayanak teşkil eden belgeler, borçlunun
itirazlarını içeren yazılar ile itiraza ilişkin sebepler ve de delilleri
mevcut olacaktır.
Komiser tarafından gerekli bilgi ve belgeleri içeren dosya ticaret
mahkemesi incelemesine sunulduktan sonra mahkeme tarafından
basit yargılama usulüne göre inceleme yapılmaktadır. Bu inceleme
neticesinde verilen karar maddi hukuk yönünden bir anlam ifade
etmeyeceği gibi salt bir şekilde alacaklıya oy hakkı tanınıp tanın-
mayacağına ilişkin bir değerlendirme içerecektir. Mahkeme, basit
yargılama usulünü benimsediği için derinlemesine bir inceleme
söz konusu olmayacak; dosya üzerinden inceleme yapılacaktır. Hal
böyle olmakla birlikte gerekli görüldüğü takdirde tarafların sözlü
olarak dinlenmesine karar verilebilmesi de pek tabi mümkündür.
Ayrıca, mahkeme gerekli gördüğü takdirde konkordato komiseri-
nin de görüşünü alabilecektir. Bu hususlarla birlikte önemle be-
lirtmek gerekir ki konkordato incelemesini yapan mahkeme de-
234 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rinlemesine bir inceleme yapmayacağı için mahkeme tarafından


tesis edilen hüküm kesin hüküm etkisini de haiz olmayacaktır.2
Alacağın gerçekten var olup olmadığı ise esas hakkında inceleme
yapacak mahkemenin tesis edeceği hüküm ile ortaya çıkacaktır.

1.2- Mahkemenin Çekişmeli Alacakları Nisaba Katmama


Kararı
Nihayet, borçlunun itirazı ile çekişmeli hale gelmiş alacaklar
hakkında konkordato mahkemesince yapılacak inceleme netice-
sinde işbu alacakların nisaba katılmaması kararı verilmiş olabi-
lir. İşte bu noktada İİK’nın 308/b-1 hükmü gereği tasdik kararının
ilanı tarihinden itibaren bir ay içinde alacaklılar tarafından dava
açılabilecektir. Bu meyanda konkordato mahkemesi tarafından
konkordatonun tasdiki kararı ile birlikte çekişmeli alacaklar için
ayrılmış olan payın borçlu tarafından bir bankaya yatırılmasına ka-
rar verilebilecektir (İİK m 308/b-2).
İİK’nın 308/b- 1 hükmünde yer alan bir aylık süre içerisinde dava
açmamış olan alacaklılar, mahkeme tarafından bankaya yatırılma-
sına karar verilen paydan ödeme yapılmasını talep edemeyecekler-
dir. Haliyle bu durumun varlığı halinde de yatırılan pay borçluya
iade edilecektir. Bu bakımdan bankaya yatırılmasına karar verilen
payın teminattan farklı olarak bankaya nakit olarak ödenmesi ge-
rektiğini de ifade etmek gerekir.

2- ÇEKİŞMELİ ALACAKLAR HAKKINDA DAVA AÇILMASI


Konkordato süreci bu şekilde ilerlemekte iken borçlu tarafın-
dan, alacağının miktarı ya da niteliği çekişmeli hale getirilen ala-
caklı, alacağını maddi hukuk hükümlerine göre hüküm altına al-
dırmak maksadıyla İİK’nın 308/b hükmüne göre tasdik kararının
ilanı tarihinden itibaren bir ay içinde çekişmeli alacakları hakkın-
da dava açabilecektir.

2 Kale, Serdar, İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 5 (1), Bahar 2018, s.247
Adi Konkordatoda Çekişmeli Alacaklar...• Av. M.B. OCAK 235

Bu noktada doktrinde farklı görüşlerin bulunmaktadır. Şöyle


ki, çekişmeli alacağın miktarı veya niteliği bakımından ihtilafın
giderilmesi talebi ile birlikte açılan dava bir tespit mi yoksa eda
davası mı olarak anılacaktır? Bu kapsamda davacının amacının
alacağının itiraza uğrayan kısmının konkordatoya tabi bir alacak
olduğunu hâkime kabul ettirmek olduğu ve hâkimin de tespitiyle
alacağın konkordato hükümlerine göre ödeneceği düşünüldüğün-
de açılmış olan davanın türünün tespit davası olduğu söylenebi-
lecektir. Öte yandan alacaklının amacının alacağını tahsil etmek
maksadıyla tahsil hükmü elde etmek üzere işbu davayı ikame ettiği
düşünüldüğünde bu durumda davanın eda davası olduğu söylene-
bilecektir.
Bu doğrultuda, yukarıda da ifade edildiği üzere, görüş ayrılıkları
bulunmakla beraber Kuru’nun bu davayı bir alacak davası olarak
nitelendirmektedir.3 Öte yandan, Atalı, Ermenek ve Erdoğan da
açılmış olan davanın hukuki niteliği itibariyle belirli bir miktarı
teşkil eden paranın konkordato hükümlerine göre tahsili amacıyla
açılmış bir eda davası olduğunu ileri sürmüşlerdir.4

2.1- Çekişmeli Alacak Davasının Hukuki Niteliği


İİK madde 308/b hükmü doğrultusunda ikame edilen dava iste-
nen hukuki korumaya göre kanaatimce de bir eda davasıdır. Zira,
çekişmeli alacak davasının bir tespit davası ve çekişmeli alacağa
ilişkin yargılamayı yürüten mahkemenin vereceği hükmün de bir
tespit hükmü olduğu düşünüldüğünde; alacaklının tespit hükmüne
dayanarak alacağını tahsil edemeyeceğini, tespit hükmüne dayanı-
larak borçludan ödeme yapılması istendiğinde ayrı bir yargılama
sürecine başlanması söz konusu olacaktır. Bununla birlikte çekiş-
meli alacak davası devam ederken konkordato feshedilmişse bu
sefer alacaklının alacağına kavuşmak adına tespit hükmüne daya-
narak tahsilat yapması da mümkün olmayacaktır.

3 Kuru, B. (2013). İcra ve iflâs hukuku: el kitabı. Adalet Yayınevi. s. 1500


4 Atalı, M., Ermenek, I., & ERDOĞAN, E. (2020). İcra ve İflâs Hukuku, 3. Bası, Yetkin
Yayınları, Ankara. s. 697
236 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Oysa ki açılmış olan davanın bir eda davası ve verilen hükmün


de bir eda hükmü olduğu düşünüldüğünde bu durumun varlığı ha-
linde alacaklının çekişmeli alacak için ayrılmış olan paydan ken-
disine ödeme yapılmasını ilamların icrası hakkındaki hükümlere
göre talep edebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Hal
böyle olmakla birlikte davanın bir eda davası olduğu düşünüldü-
ğünde, alacaklının ilama dayanan alacağına kavuşamaması halinde
de yine aynı ilama dayanarak konkordatonun feshini talep ederek
bu sefer alacağının tamamını borçludan talep edebilecektir. Daha
efektif bir çözümü benimseyen bu ihtimalde alacaklının alacağına
kavuşması olanağı artmakla birlikte lehine de sonuçların doğması
pek tabi mümkün olacaktır. Bununla birlikte İsviçre doktrininde
de çekişmeli alacak davasının bir eda davası olduğunun kabul edil-
diğini de ifade etmek gerekir.5

2.2- Çekişmeli Alacak Davasında Görevli ve Yetkili


Mahkeme
Açılacak olan çekişmeli alacak davasının hangi mahkemede gö-
rüleceği de doktrinde görüş ayrılığına düşülen bir diğer durumdur.
Zira, çekişmeli alacak hakkında açılacak davada görevli ve yetkili
mahkemenin hangi mahkeme olduğu konusunda açık bir düzenle-
me yoktur. Dolayısıyla bu noktada farklı fikirler öne sürülmüştür.
Bir görüşe göre mahkemelerin görevi kanunla belirleneceğinden
ve açılacak olan davanın hangi mahkemede açılacağına ilişkin bir
hüküm bulunmadığından bu dava genel hükümlere göre belirlene-
cek görevli ve yetkili mahkemede açılmalıdır.6 Bir diğer görüşe göre
de davaya bakacak olan mahkemenin belirlenmesinde temel kıstas
bu davanın konkordato ile ilişkisinin dikkate alınmasıdır.7 Dokt-
rindeki bu görüşe göre, davaya konu edilen çekişmeli alacağın han-

5 Hunkeler ve Wohl in SK SchKG (2017), Art. 315, Kn.7; Hunkeler in KUKO SchKG,
2014, Art. 315. Kn.6
6 ÖZTEK, Selçuk/ BUDAK, Ali Cem/TUNÇ YÜCEL, Müjgan/KALE, Serdar/ YEŞİLOVA,
Bilgehan : Yeni Konkordato Hukuku, Ankara 2018 (Yazar-Konkordato Şerhi); PEK-
CANITEZ, H., ATALAY, O., SUNGURTEKİN, Ö. M., & ÖZEKES, M. (2020). İcra İflâs
Hukuku, 5. Bası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul.
7 Yılmaz, E. (2016). İcra ve İflâs Kanunu Şerhi. Ankara, Yetkin Yayınları.
Adi Konkordatoda Çekişmeli Alacaklar...• Av. M.B. OCAK 237

gi oranda nisaba dahil edileceğine karar verecek olan konkordato


mahkemesi olduğundan ve yine çekişmeli alacak hakkında teminat
yatırılmasına karar verilebileceğinden, tasdik tarihinden itibaren
bir ay içinde açılacak olan bu davanın konkordato ile organik bağı
bulunduğundan, davanın konkordato mahkemesinde açılması ge-
rekmektedir. Neticeten her ne kadar uygulamada görüş ayrılıkları
olsa da mahkemelerin görevlerinin kanunla düzenlendiği hususu-
nun göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünmekle beraber;
açık bir düzenleme bulunmadığından ve maddi hukuka uygun da
bir karar verilmesi gerektiğinden açılacak olan çekişmeli alacak
davasında genel hükümlere göre görevli ve yetkili mahkemenin be-
lirlenmesi gerekecektir.8

2.3- Çekişmeli Alacak Davasında Zorunlu Dava Şartı Olarak


Arabuluculuk
Bu hususların yanı sıra çekişmeli alacak davasının arabulucu-
luğa tabi olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurmanın
zorunlu olduğu davalarda bu şartın yerine getirilmemiş olması ha-
linde mahkeme usulden ret kararı verecektir.9 Çekişmeli alacak
düşünüldüğünde de arabuluculuğa başvurmanın dava şartı oldu-
ğu bir uyuşmazlık söz konusu olduğunda, çekişmeli alacak davası
açmadan önce arabuluculuğa başvurulması gerekebilecektir. Zira,
açılacak olan çekişmeli alacak davası, yukarıda da ifade edildiği
üzere, genel hükümlere göre görülecek olan bir alacak davasıdır.
Nitekim, ticari dava niteliğindeki çekişmeli alacak davasında
arabuluculuğa başvurulması gerekliliği İstanbul Bölge Adliye Mah-
kemesi 13. Hukuk Dairesi’nin 12.11.2020 tarihli ve 1616/1268 sa-
yılı kararında da ortaya konmuştur. Kararda belirtildiği üzere TTK
5/A maddesine göre TTK’nın 4. maddesinde ve diğer kanunlarda
belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi

8 bkz., İstanbul Anadolu 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, K.T. 22.01.2020 -11/61,www.lex-


pera.com.tr
9 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu madde18/A, II.
238 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

olan ve alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce


arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Hal böyle olmakla
birlikte çekişmeli alacağa konu davada ticari nitelikte bir dava ol-
duğundan İİK madde 308/b hükmü doğrultusunda dava açılırken
arabuluculuğa başvurulması gerekmektedir.
Öte yandan, doktrinde, tasdikten sonraki arabuluculuk sürecin-
de farklı koşullarda anlaşılması halinde konkordato hükümlerinin
bütün alacaklar için zorunlu olacağı ve alacaklılar arasındaki eşit-
liğin bozulacağı gerekçesiyle aksi yönde de bir görüş mevcuttur.

2.4- Çekişmeli Alacak davasının Açılma Süresi


Bu hususun akabinde çekişmeli alacaklar hakkındaki dava ba-
kımından öngörülen süre bağlamında alacağı çekişmeli hale gelen
alacaklının, çekişmeli alacak davası açmak için tasdik kararını
beklemek zorunda olmadığını ifade etmek gerekir. Şayet tasdik ka-
rarından önce dava açılmışsa alacaklının İİK madde 308/b hükmü-
ne dayanarak tekrar dava açmasına gerek yoktur. Bununla beraber
pek tabi çekişmeli alacaklar hakkındaki davanın da süresinde açıl-
mamasının birtakım sonuçları vardır. Şöyle ki, mevcut düzenle-
me ile birlikte çekişmeli alacaklar hakkındaki davanın süresinde
açılmamasının yaptırımı, alacaklının kendisi için ayrılan paydan
ödeme yapılmasını isteyememesi ve bu durumda bankaya yatırı-
lan payın borçluya iade edilmesidir.10 Bununla birlikte, öngörülen
süre içerisinde dava açılmaması halinde, alacaklının alacak hak-
kının maddi hukuk bağlamında ortadan kalkacağını; konkordato
hükümlerine göre alacağın talep edilmesi hakkının düşeceğini söy-
lemek de doğru olmayacaktır.11
Netice itibariyle alacaklı davasını süresi içerisinde açmamışsa
maddi hukuk bakımından alacağı ortadan kalkmayacaktır. Sadece
bankaya kendisi için ayrılan payın kendisine ödenmesini talep ede-

10 2004 sayılı İcra İflas Kanunu m. 308/b, II


11 İsviçre’de süresinde dava açılmamasının maddi hukuk bağlamında hakkın sona erdiği
anlamına gelmeyeceği kabul edilmektedir (Guggisberg ve Hardmeier in BSK SchKG,
2010, Art. 315, Kn. 19; Vock ve Meister-Müller, 2018, s. 414).
Adi Konkordatoda Çekişmeli Alacaklar...• Av. M.B. OCAK 239

meyecektir. Bununla birlikte, süresi geçtikten sonra dava açılması


halinde, işbu dava alacaklı lehine sonuçlanması halinde, konkor-
dato hükümlerine göre alacaklıya ödeme yapılması gerekecektir.
Şayet, ilama rağmen ödeme yapılmazsa alacaklı bu durumda kon-
kordatonun feshini de talep edebilecektir.
Nihayet, açılmış olan çekişmeli alacak davasında alacağın teme-
lini oluşturan hukuki ilişkiye göre yargılama usulü belirlenecek
ve görevli ve yetkili mahkemece yargılama sürdürülecektir. Dava
devam ederken mahkemenin vereceği bir tedbir kararı ile birlikte
borçluya, ayrılan paydan ödeme yapılabilmesi de mümkündür. Bu-
nunla birlikte dava alacaklı lehine sonuçlandığı takdirde, alacaklı,
kendisine ayrılan paydan konkordato hükümlerine göre ödeme ya-
pılmasını talep edebilecektir.

2.5- Çekişmeli Alacak davasında yargılama Giderleri ve


Vekalet Ücreti
Bu arada, yargılama giderleri ve vekalet ücreti noktasında da
konkordatoya tabi olmayan bir alacak kalemi söz konusu olduğu
için tam olarak ödeme yapılması gerekmektedir. Neticede, davayı
lehine sonuçlandıran alacaklı, elde ettiği ilama dayanarak vadesi
gelmiş taksitlerin bir defada kendisine ödenmesini talep edebile-
cektir. Vadesi henüz gelmemiş olan taksitlerin de vadesi gelince
alacaklıya ödeme planına göre ödenmesi zorunludur. Ödemeler
alacaklıya yapılmazsa, alacaklı kendisi yönünden konkordatonun
feshini talep edebilecek; hüküm altına alınmış olan alacağının tam
tahsilini de talep edebilecektir.
Son olarak belirtmek gerekir ki, genel dava hükümlerine göre
çözülecek olan çekişmeli alacak davasında kabul kararı verilme-
si halinde, ikili bir ayrım gözetilmesi; konkordato halihazırda yü-
rürlükte ise alacağın konkordato hükümlerine göre; konkordato
ortadan kalkmış ise alacağın tam olarak tahsilinin gerekeceğinin
mahkemenin kararında belirtilmesi de infaz hukuku bakımından
önem arz etmektedir.
240 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

KAYNAKÇA
ATALAY, O./ SUNGURTEKİN, Ö./ M.,ÖZEKES, M. (2020). İcra İflâs Hukuku,
5. Bası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul.
ATALI, Murat/ ERMENEK, İbrahim / ERDOĞAN, Ersin (2020). İcra ve İflâs
Hukuku, 3. Bası, Yetkin Yayınları, Ankara. s. 697
HUNKELER VE WOHL İN SK SchKG (2017), Art. 315, Kn.7; HUNKELER İN
KUKO SchKG, 2014, Art. 315. Kn.6
KALE, Serdar, İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 5 (1),
Bahar 2018, s.247
KURU, Baki. (2013). İcra ve iflâs hukuku: el kitabı. Adalet Yayınevi. s. 1500
ÖZTEK, Selçuk/ BUDAK, Ali Cem/TUNÇ YÜCEL, Müjgan/KALE, Serdar/
YEŞİLOVA, Bilgehan : Yeni Konkordato Hukuku, Ankara 2018 (Yazar-Kon-
kordato Şerhi); PEKCANITEZ, H.,
YILMAZ, E. (2016). İcra ve İflâs Kanunu Şerhi. Ankara, Yetkin Yayınları.
241

REKABET YASAĞI SÖZLEŞMESİ


(TBK md. 444- 447)

Av. Nafi PAKEL1

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 444-447 maddelerinde Re-


kabet Yasağı başlığı altında yer alan düzenlemenin amacı, bir iş
yerinde çalışan kişinin o iş yeri ile ilişkisi son bulup ayrıldığında,
aynı işkolunda faaliyet gösterip eski işvereni ile rekabet etmemek
yükümlülüğünün koşul ve sınırlarını belirlemektir.
Yasanın 444. maddesinde bu yükümlülük:
• İş yerinden ayrılma sonrasında herhangi bir şekilde rekabet et-
memek, özellikle de kendi hesabına rakip bir işletme açmamak,
• Rakip bir işletmede çalışmamak,
• Rakip işletmeyle bir menfaat ilişkisine girmemek, olarak tanım-
lanmış ve o iş yerinde çalışan kişinin bu kabil bir rekabete giriş-
mekten kaçınmak konusunda iş verenine yazılı taahhütte bulu-
nabileceği hüküm altına alınmıştır.
444. maddenin 2. bendinde işçinin rekabet etmeme taahhüdü-
nün geçerli olabilmesi için:
• Söz konusu işin mahiyeti gereği çalışma süreci içerisinde çalı-
şan kişiye özel bir bilgi edinme imkanının sağlanması,
• Keza o işyerinde edinilen bilgilerin bilahare kullanılmasının iş
verenin önemli bir zarar görmesine yol açacak nitelikte olması,
koşulları aranmıştır.
Yasanın aradığı bu koşulların olmaması halinde, velev ki işçi
tarafından imzalanıp taahhüt bulunmuş olsa dahi, rekabet yasağı
sözleşmesi geçersizdir. Örneğin, bir markette kasiyer olarak çalı-

1 İstanbul Barosu Avukatı.


242 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

şan bir elemanın, o marketteki işinden ayrıldıktan sonra aynı iş


kolunda faaliyet gösteren başka bir işletmede çalışıp rekabet et-
meyeceğine ilişkin taahhüdü geçersizdir. Buna mukabil, elektronik
cihazlar üreten bir fabrikada çalışan, bu nedenle de üretim tekno-
lojisi sırlarına vakıf olan bir mühendisin rekabette bulunmama ta-
ahhüdünün geçerli olduğu tartışmasızdır. Her iki durum arasında-
ki fark TBK 444/2 hükmünde “yaptığı işin işçiye, üretim sırları
ya da iş verenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı,
sağlaması” olarak tanımlanmıştır.
Görüldüğü gibi bu düzenleme ile söz konusu bilginin sıradan
bir bilgi değil, işçinin yaptığı işe ilişkin özel bir bilgi olması koşulu
aranmıştır.
Önceki yasanın 348. maddesinde rekabet yasağının geçerli ol-
ması için aranan koşul “işlerin esrarına nüfuz ederek iş sahi-
bine hissolunacak derecede bir zarar verebilecek ise” olarak
tanımlanmıştır.
Yasanın, Sınırlandırma başlıklı 445. maddesinde rekabet ya-
sağının, “işçinin ekonomik geleceğini tehlikeye düşürecek
şekilde sınırlanamayacağı ve özel durumlar dışında iki yılı
aşamayacağı” hüküm altına alınmıştır. 445. maddenin 2. fıkra-
sında ise gerek sınırlamanın kapsamı gerekse süresi bakımından,
hâkime takdir hakkı tanınmıştır. Bu takdir hakkının “işverenin
üstlenmiş olabileceği karşı edinimi de hakkaniyete uygun
biçimde göz önünde tutmak suretiyle” kullanacağına ilişkin hü-
küm açık değildir. Çünkü, işten ayrıldıktan sonra rekabet etmeme
taahhüdünde bulunan işçidir, işverenin ise bu sözleşmede mukabil
bir taahhüdü görünürde yok gibidir.
Gerçekte ise bu ilişkide işverenin, işçiye o işin özelliklerini öğ-
renmesi, müşterileri tanıma imkanının sağlanması, eski yasanın
söylemi ile “o işçiye işin esrarına nüfuz etmesi imkanını vermesi”
gibi zımmî /üstü örtülü mukabil bir taahhüdü mevcuttur.
Bu nedenle işçinin tek taraflı gibi gözüken rekabet etmeme ta-
ahhüdü aslında işçi ve işveren arasında karşılıklı bir taahhüttür.
İşveren nezdinde işe başlarken, o işten ayrıldığında rekabet et-
memek taahhüdünde bulunan işçiye karşı işverenin üstlendiği mu-
Rekabet Yasağı Sözleşmesi • Av. M. PAKEL 243

kabil edim işçiye o işin özelliklerini öğretmek ve işin esrarına nüfuz


etmek imkanını sağlamaktır.
İşçi ve işveren arasındaki ilişki bu şekilde belirlendiğinde 445/2
maddede hâkime tanınan takdir yetkisinin bu doğrultuda yorum-
lanması ve o olayda iş verenin mukabil bir ediminin söz konusu
olup olmadığı, şayet varsa işverenin bu yükümlülüğü yerine getirip
getirilmediğinin hâkim tarafından araştırılması gerekmektedir.
Yasanın 445/1 maddesinde rekabet yasağı sözleşmesindeki sü-
renin, özel bir durum ve koşullar dışında, iki yılı aşamayacağı hük-
mü mevcuttur. Bu hükümden, özel bir durum ve koşulun varlığı
halinde yasak süresinin iki yıldan fazla olabileceği anlamı çıkıyorsa
da uygulamada iki yılı aşan bir süre kabul görmemektedir. Esasen
445/2 madde hükmünde hâkime söz konusu iki yılı, kapsam ve
süre yönünden sınırlama / kısaltma yetkisi de tanınmıştır.
Önceki Borçlar Kanunun 348. maddesinde rekabet yasağı akdi
tarihinde işçinin reşit olması gereğine ilişkin hüküm yeni yasanın
444. maddesinde, işçinin akit tarihinde fiil ehliyetine sahip olması
şeklinde ifade edilmiştir.
Rekabet Yasağı Sözleşmesinde bu yasağın geçerli olduğu coğrafi
sınırları da açıkça belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü yargı merci-
leri öncelikle yasağın kapsamını incelemek sureti ile hüküm tesis
etmektedir.
Günümüz ulaşım imkanları dikkate alındığında, özellikle de bü-
yük şehirlerimizde, rekabet yasağı coğrafi sınırının işçinin çalışma
ihtiyacının engelleyip engellemediği konusunda verilecek sübjektif
bir kararın işveren için ne derece hakkaniyete uygun olduğu tartış-
maya açıktır.
Yasanın 446. maddesi uyarınca, rekabet yasağına aykırı davra-
nan işçi bu nedenle işverenin uğradığı tüm zararı gidermekle yü-
kümlüdür. Ayrıca, sözleşmede ihlal halinde cezai şart öngörülmüş
ise işçi cezai şartı da ödemek zorundadır.
Madde 446/2 hükmünde, sözleşmede aksine bir hüküm olma-
ması halinde, cezai şartı ödeyen işçinin rekabet yasağı borcundan
244 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kurtulacağı öngörülmüştür. Bu nedenle sözleşmeye, cezai şart öde-


yen işçinin bakiye süre için rekabet yasağı yükümlülüğünün devam
edeceğine ilişkin hüküm konulması gerekmektedir.
446. madde hükmünde işçinin rekabet yasağını ihlal etmesi ha-
linde cezai şart ödemesine ilişkin düzenleme, sair sözleşmelerde
cezai şartın geçerliliği için tek taraflı değil karşılıklı bir edim olma-
sının aranması kuralının istisnasıdır.
Madde 446/3 hükmü uyarınca, cezai şartın ödenmesi ve doğmuş
zararın tazmini dışında, işveren ayrıca yasağa aykırı davranışa son
verilmesini de isteyebilir. İşverenin yasağa aykırı davranışın son-
landırılması isteyebilmesi için bu hükümde aranan, “kendisinin ih-
lal veya tehdit edilen menfaatlerinin önemi ile işçinin davranışı
haklı gösteriyorsa” koşulunun ifade şekli kaynak İsviçre Borçlar
Kanunu’nda daha farklı olarak ifade edilmiştir.
Virgile Rossel baskısı İsviçre Borçlar Kanunu’nun TBK’nin 446
maddesi karşılığı olan 359 maddesi, “İstisnai olarak ve bu hak
özellikle yazılı şekilde saklı tutulmuş olması kaydı ile işveren
cezai şart ve gerçekleşmiş ek zarar dışında ayrıca yasaya aykı-
rılığın sonlandırılmasını da isteyebilir. Bu yoldaki istemin, işve-
renin ihlal edilmiş veya tehdit altında olan menfaatlerinin önemi
ve işçinin davranışı ile doğrulanmış olması gerekir” şeklinde dü-
zenlenmiştir.
Madde 447 hükmünde, işverenin yasağın sürdürülmesinde ger-
çek bir yararın olmadığının belirlenmesi halinde bu yasağın sona
ereceği keza, işçinin haklı bir nedenle iş akdini feshetmesi veya
işverenin haksız yere iş akdinin feshetmesi halinde de yasağın son
bulacağı hükme bağlanmıştır.
İsviçre Borçlar Kanunun 361. maddesinde “Serbest Meslekler”
başlığı altında yer alan, rekabet yasağı hükümlerinin belirli bir
ücret karşılığı verilen serbest meslek faaliyeti çalışmalarına da
uygulanabileceğine ilişkin hükme TBK düzenlemesinde yer veril-
memiştir.
Özel bir öğrenim dayalı bir ihtisas gerektiren serbest meslek
faaliyetinin rekabet yasağı düzenlemesi amil unsurlarını haiz bu-
lunması halinde bu faaliyetlere ilişkin bir rekabet yasağı sözleş-
Rekabet Yasağı Sözleşmesi • Av. M. PAKEL 245

mesinin yapılmasının, hukukumuzda geçerli akit serbestisi kuralı


uyarınca mümkün olması gerekir.
Yasanın 444. Maddesinde bu sözleşmenin, işçinin işveren nez-
dindeki görevinin son bulmasından sonraki dönem için yapılabile-
ceği öngörülmüştür. Oysa bu sözleşmede, işçinin o işyerinde çalış-
tığı süre içinde de geçerli olduğuna ilişkin bir hükme yer verilmesi
kanımızca mümkündür. Çünkü işçinin işyerinde çalıştığı süre zar-
fında da bizzat veya yakın akrabaları vasıtası ile, iş yeri faaliyet
veya üretim konusu olan işleri yapmak suretiyle işvereni ile haksız
rekabete girişmesi mümkündür.
İşçinin iş yerinde çalıştığı sırada, aynı konuda faaliyet gösteren
bir şirket kurması, dışarıda üçüncü kişilere verdiği teknik bilgi
doğrultusunda üretimini yaptırdığı elektronik aletleri işverenin
müşterilerine daha düşük bir fiyatla satması dava konusu olmuş-
tur.
Tedbirli davranan işçinin işbu haksız rekabeti, güven duyduğu
yakın akrabaları adına kurulmuş şirketler aracılığı ile de yapması
mümkündür. Bu nedenle Rekabet Yasağı Sözleşmesine, işçinin iş-
yerinde çalıştığı süre içinde, şirketin faaliyet konusu iş ve işlemleri
bizzat veya eşi ve çocukları, kardeşleri, anne ve babası, eşinin kar-
deşleri ve anne ve babası aracılığı ile yapamayacağına ilişkin açık
hüküm konulması gerekir.
Rekabet yasağı sözleşmesi kaynaklı bir davada görevli mahkeme
konusunda uyuşmazlık yaşanması bu davaların sürüncemede kal-
masına neden olmaktadır. Rekabet yasağının ihlal edildiği iddiası
ile açılan, özellikle de cezai şartın tahsiline ilişkin davalarda bazı
mahkemeler İş bazıları ise Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğu
yolunda karar vermişlerdir.
Bu yoldaki görüş ayrılığı istinaf safhasında da süregelmiş, İs-
tanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12 ve 14. Hukuk Daireleri Asliye
Ticaret Mahkemesinin görevli olduğuna, 13 ve 43. Hukuk Daireleri
ise İş Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermişlerdir.
İstanbul Asliye 2. Ticaret Mahkemesinin bu yoldaki görüş farkı-
nın giderilmesi istemini inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkeme-
246 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

si Hukuk Daireleri Başkanlar Kurulu bu görüş ayrılığı konusunda


Yargıtay 11. Hukuk Dairesine başvurulması kararı almıştır. 11.
Hukuk Dairesi 03.02.2021 gün 2021/1534 E. 2021/6811 K sayılı
ilamında:
“RYS’nin işçi ve işveren arasındaki hizmet sözleşmesinin ve
buna bağlı iş ilişkisinin sona ermesini müteakip hüküm ifade ede-
cek mahiyette olması, kaldı ki TTK’nin Ticari Davalar Başlıklı
4.maddesi C bendinde 6098 sayılı TBK’ nın Rekabet Yasağına
ilişkin 444 ve 447 maddelerinden kaynaklanan davaların Ticari
Dava olarak tanımlandığı, TTK’ nın 5. maddesinde ise ticari da-
vaların Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmesi gerektiği hükmü
nedeniyle RYS ihlalinden kaynaklanan davalarda görevli mah-
kemenin Ticaret Mahkemesi olduğu”, sonucuna varmıştır.
“Bilindiği gibi Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin RYS den kaynakla-
nan uyuşmazlıklarda 7036 sayılı iş yasasının 5. maddesi hükmü
uyarınca İş Mahkemesinin görevli olduğu yönünde kararları mev-
cuttur.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 30.11.2021 gün, 2021/10133 Esas,
2021/15959 Karar sayılı ilamında özet olarak:
“İş Mahkemeleri Kanunu ile işçi ve işveren arasında iş ilişkisi
nedeniyle sözleşmeden doğan uyuşmazlıkları çözme görevinin
iş mahkemesine verilmiş olması, Türk Ticaret Kanunu’nun 5.
maddesinde yer alan “aksine hüküm bulunmadıkça” ibaresinin
karşılığıdır. Başka bir anlatımla, İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5.
maddesi, Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilen tica-
ri davalara bakma görevinin ticaret mahkemelerine ait olduğunu
belirten 5. maddedeki ‘aksine hükmü’ öngören bir düzenlemedir.
Rekabet yasağına ilişkin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun
444–447.maddeleri hizmet sözleşmesine ilişkin hükümler için-
de düzenlenmiştir. Her iki kanunda da rekabet yasağına ilişkin
sözleşmenin kurulması ve sınırları özellikle işçinin korunması il-
kesi dikkate alınarak düzenlenmiştir. Gerçekten, işçinin çalışma
hakkı, rekabet yasağına ilişkin sözleşmelerin yer, süre ve konu
itibariyle sınırlandırılmasını gerektirmektedir.
Rekabet Yasağı Sözleşmesi • Av. M. PAKEL 247

İşçi ile işveren arasında sözleşmenin sona ermesinden sonra-


ki dönem için rekabet yasağına ilişkin bir anlaşma olmadıkça,
Borçlar Kanunu’ndaki hükümler tek başına işverene talep hakkı
vermez. Başka bir anlatımla, taraflarca rekabet yasağı konu-
sunda anlaşma yapılmışsa işveren, sözleşmeye aykırı davranıl-
dığını ileri sürerek cezai şart ya da tazminat talebinde buluna-
bilecektir. Bu nedenle, burada borcun kaynağı kanun değil, iş
sözleşmesidir.
İş sözleşmesi devam ederken işçinin sadakat borcu gereği za-
ten rekabet yasağı bulunduğundan bu konuda ayrı bir anlaşma-
nın varlığına gerek yoktur.
Rekabet yasağının ihlali halinde işveren, iş sözleşmesine ay-
kırı davranıştan ötürü sözleşmeyi haklı nedenle feshedebileceği
gibi, varsa zararının tazminini de isteyebilecektir.
Türk Borçlar Kanunu’nun rekabet yasağının sona ermesini
düzenleyen 447. maddesinde iş sözleşmesinin işveren tarafın-
dan haksız olarak ya da işçi tarafından haklı nedenle feshedil-
miş olması halinde rekabet yasağının sona ereceği düzenlenmiş
olup, haklı fesih müessesesinin iş hukuku ilkeleri çerçevesinde
ticaret mahkemesince değerlendirilmesinin güçlüğü ortadadır.
Uyuşmazlığın kaynağı iş sözleşmesi olduğundan Türk Borçlar
Kanunu’nun 444 ve devamı maddelerine dayalı olarak İş Kanu-
nu kapsamında işçi sayılan kişinin, rekabet yasağı sözleşmesi-
nin ihlali nedeniyle açılan cezai şartın tahsiline ilişkin davalarda
iş mahkemeleri görevlidir.
Dairemizin önceki kararlarında işçinin iş sözleşmesi sona er-
dikten sonrası dönem bakımından rekabet yasağına ilişkin ola-
rak cezai şart ve tazminat davaları bakımından ticari dava oldu-
ğu belirtilmiş ise de konunun yeniden değerlendirilmesi gerektiği
anlaşılmakla, yukarıda belirtilen açıklamalar uyarınca görevli
mahkemenin iş mahkemesi olduğu belirlendiğinden bu karar-
dan dönülmesi gerektiği anlaşılmıştır.” yolundaki kararı ile söz
konusu davalarda Ticaret Mahkemesinin değil, İş Mahkemesinin
görevli olduğuna hükmetmiştir.
248 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Bu durumda, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ve 9. Hukuk Dairesi


arasındaki görüş ayrılığının Yargıtay İçtihat Birleştirme Kurulunca
çözüme bağlanması ve söz konusu davaların bu görüş ayrılığı nede-
ni ile sürüncemede kalmasının önlenmesi gerekmektedir.
249

BEYAN HATASI (AÇIKLAMADA YANILMA) VE


SÖZLEŞMEYE ETKİSİ

Av. Burak SALDIROĞLU1

1. İRADE BEYANI
1.2.Beyan Kavramı
Hukuksal açıdan önemli olan, iç iradeden ziyade, onun dış şek-
lidir. İrade dışa yönelmedikçe hukuk onunla ilgilenmez. Hukuk
düzeni bakımından açıklanmış bir irade önem taşır. Sonraki baş-
lıkta açıklanacak olan irade kavramının açıklanmasına irade beya-
nı denmektedir.
İrade, dış dünyada anlaşılacak şekilde açıklanmalıdır. İrade be-
yanının objektif unsuru beyandır. Beyan, işlem iradesinin dış dün-
yaya yansıtma ve özellikle muhataba bildirme amacıyla bir fiil veya
davranışla açıklanmasıdır.

1.3.İrade Kavramı
İrade kavramı Arapçadan dilimize geçmiş olup, Türkçeye istenç
olarak çevrilmişse de hukuk âleminde irade olarak kullanımı yay-
gındır. İrade, bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücüdür. Bü-
tün hukuki işlemlerin temelinde en az bir irade vardır. Dolayısıyla
iradenin tam anlaşılması önemlidir. İrade henüz bir fiile dönüş-
memiş yani dış dünyaya yansımamış bir durumu belirtir. Bunun-
la birlikte irade kişiyi bir fiili yapmaya yönlendirir ve fiil de bu
iradeye bağlı olarak gerçekleşme imkânı bulur. Dolayısıyla ortada
bir fiil varsa bu iradeden bağımsız düşünülemeyecektir. Fahred-
din er-Râzî’nin kaydettiğine göre filozoflar, bir fiilin yapılmasında
tamamen veya büyük ölçüde fayda bulunduğuna dair bizde bir ka-

1 Türk-Alman Üniversitesi Özel Hukuk Yüksek Lisans


250 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

naat uyandığında içimizde onu elde etme yönünde bir eğilim hâsıl
olacağını, bu eğilime irade denildiğini belirtmişlerdir.2
İradenin üç unsuru olduğu doktrinde kabul edilmektedir. Bun-
lar; eylem iradesi, beyan iradesi ve işlem iradesidir. Eylem iradesi
(Handlungswille), dış dünyaya iradeyi yansıtmak için kullanılacak
olan eyleme yönelen iradedir. Beyan teşkil edecek bir hareketi is-
temek buraya girer. Örneğin; bir yazı yazmayı istemek bu irade
biçimidir. Fakat birisine zorla yazı yazdırılması konusunda kişinin
eylem iradesi olmadığı için bu unsurun varlığından bahsedilemeye-
cektir. Beyan iradesi (Erklärungswille), kişinin iradesinin dış dün-
yaya yansıtma arzusunun, en azından hareket tarzının hukuken
önemli bir beyan olduğunu, bu davranışından hukuki bir sonuç
iradesinin anlaşılabileceğini dış dünyaya ve özellikle muhataba bil-
dirilmesini ifade eder. İşlem iradesi ise (Geschäftswille), beyanda
bulunan kişinin belirli bir hukuki sonuç doğurma iradesine sahip
olmasını ifade eder.3
İrade konusunu farazi bir örnek ile pekiştirmek gerekirse “A, B
ile bir yazılı bir sözleşme yapmak niyetindedir. A tarafından söz-
leşmeyi düzenlemek veya sözleşmeyi imzalamak adına yapılması
gereken fiil, fiil(eylem) iradesini; bu yazılı metni imzalama veya
düzenleme konusundaki iradesini özellikle B’ye ve dış dünyaya
yansıtma iradesi, beyan iradesini ve metinde yer alan edimini ger-
çekleştirme iradesi de hukuki sonuç yani işlem iradesini oluştura-
caktır.” denilebilir.

1.4.İrade Beyanı
İrade beyanı kişinin iç iradesi ve onun beyan edilmesinden olu-
şur. Buradan da irade beyanının irade ve iradeyi dış dünyaya yan-
sıtan beyan olarak iki unsuru olduğu anlaşılmaktadır. İrade beya-
nı açık veya örtülü olabilir. Bir sözleşmenin kurulabilmesi için de
karşılıklı ve birbirine uygun iki irade beyanına ihtiyaç vardır. TBK
m.1’de irade beyanı şöyle tanımlamıştır: “Sözleşme, tarafların
iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamala-
rıyla kurulur. İrade açıklaması, açık veya örtülü olabilir. Bir

2 HÖKELEKLİ Hayati, ÇAĞRICI Mustafa, İrade, DİA(XXII), 2000 s.380-384.


3 KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, a.g.e. s. 22-23.
Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 251

kimsenin iradesini söz, yazı veya anlaşılır herhangi bir işaretle ile
ifade ediyorsa açık irade beyanından söz edilir. Örtülü irade beyanı
ise, kişinin hareket tarzı ve davranışlarından çıkarılabilir. İrade
beyanının geçerliliği ve bağlayıcılığı kural olarak herhangi bir şekle
tabii değildir. Herhangi bir şekilde açıklanmış irade beyanı kural
olarak bağlayıcıdır.
İrade beyanının geçerli bir hukuki sonuç doğurması için onun
sahih ve sağlam olması lazımdır.4 Bu da irade beyanında bulunan
kişinin o irade beyanında bulunmasında bir sakınca bulunmama-
sına yani bu beyan için ehliyetinin bulunmasına bağlıdır. Bu da
kişinin ergin olması ve ayırt etme gücüne sahip olması şartlarına
bağlıdır. Dolayısıyla bir irade beyanının geçerliliği için irade beya-
nının varlığının yanı sıra beyanda bulunan kişi yönünden de geçer-
lilik şartı olarak kişinin işlem ehliyetinin bulunması gerekmekte-
dir. Kural olarak işlem ehliyeti bulunmayan kişinin yönelttiği irade
beyanı geçerli olmayacaktır. Fakat belirtmek gerekir ki geçersizliği
ileri süren karşı tarafın kötü niyetli olduğu durumlarda işlemin
geçersizliği kabul edilmeyecektir.
İrade beyanının, irade ve beyan unsurları ile ilgili olarak, ge-
çerliliği bu iki unsurun birbirine uygunluğuna da bağlıdır. Dolayı-
sıyla bir iç irade ve bir beyanın bulunduğu fakat bunların birbiri-
ne uygun olmadığı durumlarda geçerli bir irade beyanından kural
olarak bahsedilemeyecektir. Örneğin marketten bir çikolata alma
isteği(irade) ve bu isteğin markette kasiyere ödeme yapılarak yerine
getirilmesi(beyan) durumunda çikolata almak için geçerli bir irade
beyanından bahsedilebilecektir. Elbette ki çikolata alacak kişinin
burada işlem ehliyeti olduğunu varsayıyoruz. Fakat her zaman ira-
de ve beyan birbirine uygun olmamaktadır. Bu durum da farklı
sebeplerden ileri gelebilmektedir. Bunlar kasıtlı olabileceği gibi ka-
sıtlı olmadan da yapılabilir. Kişinin iç iradesi ile beyanı arasındaki
uyuşmazlık kasıtlı olarak, muvazaadan veya latife beyanından ileri
gelebilir. Kasıt durumu bilerek ve isteyerek bir işlemi gerçekleş-
tirmektir. Muvazaada, iki taraf kural olarak açıklanan iradenin,
aslında iç irade yani arzu edilen sonuç olmadığında uyuşmaktadır.
Bu da üçüncü kişileri aldatmak veya bir hukuki ilişkiyi gizlemek

4 BİLGE Necip, Hukuk Başlangıcı, Ankara, 2013, s.264.


252 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

adına tarafların hukuka aykırı olarak yaptığı işlemlerdir. Muvaza-


ada görünürdeki işlem başkaca bir işlemi gizlemek amacıyla ya-
pılabileceği gibi görünürdeki işlem dışında başkaca bir işlem de
olmayabilir. Bu durumda görünürdeki işlem genellikle hükümsüz
olacak, eğer gizlenen başkaca bir ilişki varsa onun geçerliliği devam
edecektir. Görünürdeki işlem ile birlikte gizlenen bir işlem yoksa,
ortada geçerli bir işlem olmayacaktır. Latife beyanı ise, iradenin
bağlanma niyeti olmaksızın açıklanması, karşı tarafın bunu ciddi-
ye almayacağının düşünülmesi ile hareket edilmesidir. Bir Borçlar
Hukuku hocasının satım sözleşmesini anlatırken, elindeki telefonu
örnek olarak bir öğrencisine satmak istediğini söylemesi buna bir
örnek olarak verilebilir. Kasıtlı olmadan yapılan uygunsuzluklar
ise, yanılma, aldatma ve korkutma halleridir. Yanılma bu çalışma-
nın konusu olduğu için ileride daha uzun bir şekilde açıklanacak-
tır. Aldatma(hile), bir kişinin, diğer kişide yanlış kanaat oluştura-
rak onun irade beyanını sakatlaması halidir. Burada aldatan kişi
buna bilerek sebep olmaktadır. Korkutma hali ise, bir kişiye iç ira-
desinde istemediği bir şeyi, beyanı ile dış dünyaya yansıtması için
zorlama halidir. Burada kişi yapmak istemediği bir irade beyanına
zorlanmaktadır. Bu hallerin hepsinde kişinin iç iradesi ile irade
beyanı arasında bir uyuşmama söz konusudur. Dolayısıyla ortada
sağlıklı bir irade beyanı bulunmamaktadır. İrade beyanı sakattır ve
kural olarak bu irade beyanında bulunan kişiyi bağlamaz. 5
İşte geçerli bir irade beyanı tüm bu sakatlık hallerinden uzak, iç
irade ile beyanın örtüştüğü ve beyanda bulunan kişinin fiil ehliyeti-
nin bulunduğu bir hukuki işlemdir.

1.5.Sözleşmenin Kurulması
Birbirine uygun karşılıklı iki irade beyanı ile sözleşme kurulur.
Bunlardan zaman olarak daha önce olan irade beyanı öneri, buna
cevap niteliği taşıyan olumlu irade beyanı ise kabuldür. Öneride
bulunan taraf bir sözleşmeyi meydana getirmek amacıyla karşı ta-
rafa teklifini yöneltir. Öneri ile birlikte karşı tarafa sözleşmeyi kur-
ma imkânı doğar ve öneren kural olarak buna engel olamaz. Öne-
rinin geçerlilik şartını taşıması ve sözleşmenin esaslı unsurlarını

5 BİLGE Necip, a.g.e. s. 265-266.


Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 253

içermesi gerekmektedir. Öneride bulanan taraf geçerli bir önerme


ile bağlanmış olur ve bunun sonucunda karşı tarafın kabul beyanı
ile sözleşme kurulabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, öneri hazır
olmayan bir kişiye yapılmışsa, öneride bulunan önerisinden caydı-
ğı beyanını karşı tarafa öneriden önce ulaştırdığı takdirde öneren
önerisinden dönebilir.6
Kabul ise, öneride bulunana yöneltilen, sözleşmeyi öneriye uy-
gun olarak meydana getirme arzusunu kesin olarak ifade eden
irade beyanıdır. Kabul, öneri kendisine yöneltilen kişi tarafından
yapılır. Kabul ile birlikte sözleşme kurulmuş olur.
Öneri ve kabul ile birlikte karşılıklı ve birbirine uygun irade be-
yanları mevcut olmuş olup, sözleşme kurulmuş olur. Bu irade be-
yanlarının sözleşmenin esaslı unsurlarını kapsaması sözleşmenin
kurulması için yeterlidir. Diğer hususlar sonrasında görüşülmek
üzere ileri bir tarihe bırakılabileceği gibi, yorum ile de sözleşmenin
tamamlanması yoluna gidilebilir. Fakat burada diğer hususlarda
da uyuşma olmazsa sözleşme kurulmaz.

1.6.Sözleşmenin Geçerliliği
Birbirine uygun ve karşılıklı iki irade beyanı ile kurulan sözleş-
menin hüküm ifade etmesi için geçerlilik şartları vardır. Bunlar
bütün sözleşmeler için aranan ve bazı sözleşmelerde aranan geçer-
lilik şartlarıdır. Bazı sözleşmeler için örneğin şekil şartı varsa buna
uyulmalıdır. Bütün sözleşmeler için aranan şartlar ise, tarafların
ehliyeti, sözleşmenin konusunun hukuka uygunluğu, sözleşmenin
konusunun imkânsız olmaması, irade fesadı halinin bulunmaması
ve muvazaanın bulunmamasıdır. Bütün bu şartları sağlayan söz-
leşmeler eğer özel geçerlilik şartı da yoksa geçerli bir sözleşme ola-
rak kabul edilirler.
Sözleşmeye taraf olacak kişilerin ayırt etme gücüne sahip olma-
ları gerekir. Ayırt etme gücüne sahip taraflar ergin ise ve kısıtlı
değilse sözleşme yapma konusunda tam ehliyetlidir. Kısıtlılık veya
ergin olmama halinde ise kural olarak sözleşmenin geçerliliği yasal
temsilcisinin izin veya onayına bağlıdır.

6 OĞUZMAN Kemal, ÖZ Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt-1, İstanbul,


2015 s. 56-58.
254 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Sözleşmenin konusu, hukuka ve genel ahlak kurallarına aykırı


olmamalıdır. Taraflar TBK m.26’ya göre sözleşmenin içeriği kanun-
da öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebilir. Dolayısıyla
her ne kadar sözleşme serbestisi kuralı olsa da kanuni sınırlar
içinde taraflar sözleşmenin konusunu ve içeriğini belirleyebilirler.
Tarafların edimleri yerine getirilebilir olmalıdır. Bir başka de-
ğişle sözleşmenin konusu imkânsız olmamalıdır. Konusu imkânsız
olan bir sözleşme geçerli olmayacaktır. Burada sözleşmeyi geçersiz
kılan imkânsızlık sözleşmenin yapıldığı anda mevcut olan imkân-
sızlıktır. Sonradan vuku bulan imkânsızlıklar sözleşmeyi baştan
itibaren geçersiz kılmayacaktır.
Tarafların karşılıklı ve uyuşan iradeleri ile ilgili bir hata, hile
veya korkutma bulunmamalıdır. Böyle bir durumun varlığında ira-
de beyanının sağlıklı olmaması sebebiyle sözleşmenin geçersizliği
gündeme gelecektir. Hata, irade ile beyanın istenmeyerek birbirine
uygun olmaması durumudur. Hile, bir kişinin, diğer kişinin ira-
de beyanında bulunması için o kişide yanlış veya eksik bir fikir
oluşmasına sebebiyet vermektir. Burada hile yapan, aldatan kişi-
nin kasten davranması gerekir. Bir diğer iradeyi etkileyen durum
olan korkutmada ise, bir kişinin irade beyanında bulunması için
tehditle, zor kullanarak, aksi halde kötülük göreceğini düşüncesi
uyandırarak kişiyi korkutmadır. Yukarıda değinilen bu durumlar-
dan herhangi birinin varlığı halinde sözleşme açısından sağlıklı bir
irade beyanından bahsedilemeyecek ve sözleşmenin geçersiz oldu-
ğu söylenebilecektir. 7

2. HATA
2.1.Hata Kavramı
“Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, söz-
leşme ile bağlı olmaz.” Türk Borçlar Kanunu 30. Maddesinde ya-
nılmadan bu şekilde bahsetmekte, fakat yanılmayı tanımlamamak-
tadır. TBK 30-35. Maddeleri arasında yanılma ile ilgili hükümlere
yer verilmiştir. Yanılma, farkında olmadan, belirli bir olgu hakkın-
da bilgisizlik ya da yanlış düşünceden dolayı gerçeğe uygun veya

7 OĞUZMAN Kemal, ÖZ Turgut, a.g.e. s. 80- 118.


Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 255

doğru bir düşünce sahibi olmamak olarak tanımlanabilir. Hata, ya


iradenin oluşması safhasında bir sakatlık ile ya da irade ile açıkla-
ma arasındaki farklılık ile meydana gelebilir.8
Hata en geniş şekilde gerçek hakkında, farkında olmadan doğru
bir tasavvur sahibi olmamak olarak tanımlanabilir. Burada hata
geniş anlamıyla kullanıldığı için bilgisizliği de kapsamaktadır.9 Be-
yan sahibi kişi, gerçek durum hakkında, kasıtlı olmaksızın, hiçbir
tasavvur sahibi değilse, burada tam bilgisizlik söz konusu olup,
ileride değinileceği üzere saik hataları ile bir tutulmalıdır. Fakat
kişi gerçek hakkında bilgi sahibi olmamakla birlikte, bilinmesi ge-
reken bir olgunun varlığından haberdar ise, örneğin beyaza imza
attığında, kişi burada kayıtsız şartsız imza attığı belgeleri kabul
etmeye razı ise, yani tasavvur sahibi olmak niyetinde değilse bu
bilinçli bilgisizliği hata ile birlikte değerlendirmek yerinde olma-
yacaktır. Fakat kişi beyaza imza atmış dahi olsa, belli bir tasavvur
sahibi olsa ve bu tasavvuru ile gerçek birbirine uymasa, burada da
hatadan bahsedilecektir. Görüldüğü üzere hukuk düzeni bilgisizli-
ği de yerine göre geniş anlamda hata sayarak korumaktadır. Fakat
burada bilgisizliğin incelemesi her somut olay için incelenmelidir.

2.2.Beyan Hatası ve Saik Hatası


Hata, TBK m.31 ve 32’de belirtildiği gibi iki türlü olabilir. Bun-
lardan ilki gerçek irade ile beyanın uyuşmadığı beyan hatasıdır.
TBK m.31’de açıklamada yanılma halleri örnek olarak sayılmıştır.
Buna göre:

“Özellikle aşağıda sayılan yanılma hâlleri esaslıdır:


1. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir
sözleşme için iradesini açıklamışsa.
2. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açık-
lamışsa.

8 KANIŞLI Erhan, İsviçre-Türk Borçlar Hukukuna göre Sözleşmenin Kurulmasında


Hata, İstanbul,2018, s. 60.
9 BÜYÜKAY Yusuf, Roma Borçlar Hukukunda Hata, Ankara, 2007, s.39.
256 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

3. Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme


yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa.
4. Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir
kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için irade-
sini açıklamışsa.
5. Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde
fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli
ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa.
Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini et-
kilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir.”
Beyan hatası çeşitleri üzerinde ileride detaylı olarak durulacak-
tır. TBK m.32’de saik hatasına yer verilmiştir. Buna göre; “Saikte
yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı sai-
ki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde
geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma
esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir
olması” gerekir.
Burada da saikte yanılma tanımlanmamış, yalnızca kural ola-
rak saikte yanılmanın esaslı sayılmayacağı vurgulanmıştır. Saikte
yanılma ise, daha önce değinildiği üzere irade beyanında bulunan
tarafın, iradesi oluşurken bir yanılmanın mevcut olması halidir.
Saik, irade açıklamasını hukuki bir sonuca yönlendiren ilk psi-
kolojik unsurdur (Motiv, Beweggrund)10. Bir sözleşme yapmak is-
teyen kişiyi o sözleşmeyi yapmaya yönlendiren davranışlarına saik
denir. Saikin hukuken kural olarak korunmamasının sebebi kişi-
nin iç dünyasıyla ilgili olup, dış dünyaya yansımadığı için korun-
ması kural olarak mümkün olmadığındandır. Bu durum kısaca
ceza hukukundaki düşüncelerin cezalandırılamaması durumuna
benzetilebilir.

2.3.Esaslı Hata ve Esaslı Olmayan Hata


Hata, esaslı olduğu takdirde hukuk düzeni tarafından dikkate
alınacak, esaslı olmayan hatalar hukuk düzeni tarafından korun-

10 KANIŞLI Erhan, a.g.e. s.141-142.


Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 257

mayacaktır. Bu yüzden esaslı hata, hukuk düzeni tarafından koru-


nan hatalardır. Bunun aksi esaslı olmayan hatalardır ve hukuk dü-
zenince nazara alınmazlar. Bu hatalar hukuki işlemin geçerliliğine
etki edecek derecede önemli olmadığı söylenebilir.
Esaslı hatanın hukuk düzeni tarafından nazara alınması, Yar-
gıtay kararlarına yansımış ve bir esaslı hata tanımının oluşmasını
sağlamıştır. Buna göre hatanın sübjektif ve objektif unsuru birlik-
te bulunduğu takdirde esaslı sayılabilecek ve esaslı hata nedeniyle
kişi hukuki işlemi iptal talep edebilecektir. 11
Hataya düşen kişi hata yaptığını bilseydi, sözleşmeyi yapmaya-
caktı ise, sübjektif unsurun varlığından bahsedilebilecektir. Buna
göre hata konusu durum, hataya düşen için sözleşmenin yapılma-
sında onsuz sözleşme yapılmayacak bir şart teşkil etmelidir.12 Ob-
jektif unsur ise, objektif iyiniyet kuralları uyarınca söz konusu belli
durum sözleşmenin iptalini haklı gösterecek bir önemde görülebil-
melidir.
Esaslı hatada “esaslı” kavramı doktrinde kimi görüşe göre yal-
nızca sübjektif unsura göre kimi görüşe göre ise makul değerlen-
dirmeye göre tespit edilir. Karl Larenz ise, esaslı olmak unsurunu
hem sübjektif hem de objektif olarak incelemektedir.13 Buna göre,
hata belli bir duruma ilişkin olmalı ve hatayı yapan o durumda
hata yaptığını biliyor olsaydı sözleşmeyi yapmayacaktı ise yani bah-
si geçen Yargıtay kararında da olduğu gibi hata yapan tarafından
bu durum bir coditio sine quanon teşkil ediyor ise sübjektif unsur
gerçekleşmiş olacaktır. Objektif iyiniyet kuralları gereğince de söz
konusu durum sözleşmenin iptalini haklı gösterecek bir önemde
görülüyorsa, objektif unsurun varlığından da söz edilecektir. 14

11 Yargıtay 4. HD. 10.05.1978 T. 1977/8378 E. 1978/6346 K.


12 “Conditiosinaquanon” (Onsuz sözleşme yapılmayacak bir şart). Doktrinde bu, sözleş-
menin yapılması ile hata sırasında bir illiyet bağı bulunması şeklinde de ifade edilmek-
tedir.
13 Büyükay, a.g.e. s. 49, LARENZ,Karl,Allgemeiner Teil des Deutschen Bürgerlichen Re-
chts, 6. Auflage, München, 1983, s.361.
14 KOCAYUSUFPAŞAOĞLU,a.g.e. s. 159-160.
258 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

3. BEYAN HATASI
3.1.Esaslı Beyan Hatası
Beyan hatası, hatayı yapanın gerçek iradesi ile beyanının uyuş-
maması halinde ortaya çıkar. Bu durumda beyan sahibi gerçek ira-
desini yansıtmayan bir açıklama yapmış olur. TBK m.31’de beyan
hatasının esaslı sayılabileceği haller sıralanmıştır. Esaslı olmayan
beyan hataları dikkate alınamayacağı için esaslı sayılan beyan ha-
talarına burada yer verilmiştir. TBK m. 31’e göre; beyan sahibi ku-
rulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için, istediğin-
den başka bir konu için, sözleşme yapmak istediği kişiden başka
bir kişi için, sözleşmeyi yaparken dikkate alınan belirli niteliklerde
bir kişi olmasına karşın başka bir kişi için ve gerçekte üstlenmek
istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim veya önemli ölçüde az
karşı edim için iradesini açıklamışsa, bu yanılma esaslıdır.
Kişi sözleşme yapmak arzusu ile beyanda bulunurken farkında
olmadan arzusundan farklı bir beyanda bulunursa beyan hatası
gündeme gelecektir. Dolayısıyla beyanda bulunan kişi beyanının
arzusundan farklı olduğunu biliyorsa, yanılmadan söz edilemeye-
cektir. Eğer beyanda bulunanın hata yaptığını karşı taraf biliyorsa
veya hal ve şartlardan anlaması gerekiyorsa, hata hükümleri uy-
gulanmaz. Burada gerçek irade esas alınarak sözleşme kurulmuş
olur. Örneğin; bir satım sözleşmesinde yanılan üç sıfır eksik ola-
rak malın bedelini yazıyor ve karşı taraf da kabul ediyorsa, karşı
tarafın bu bedelin hatalı olduğunu hayatın olağan akışında bilmesi
gerekir ve dolayısıyla bu sözleşme yanılan tarafın gerçek iradesi
ile kurulmuş olur. Fakat burada sözleşmenin diğer tarafı x liralık
teklifinizi kabul ediyorum şeklinde kabul etmişse, uyuşan iradeler-
den bahsedilmeyecek ve sözleşme kurulmuş olmayacaktır. Borçlar
Kanunu’nun 31. Maddesinin son fıkrası gereğince basit hesaplama
yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez, bunların düzeltil-
mesi ile yetinilir hükmü bu örnekleri karşılar. 15
TBK m.31’de sayılan beş farklı yanılma hallerini tek tek ele alın-
malıdır. Buna göre;

15 OĞUZMAN Kemal, ÖZ Turgut, a.g.e. s. 93.


Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 259

3.2.Sözleşmenin Niteliğinde Hata (Error in Negotio)


Titius, Gaius’a bahçenin çapalanmasında yardımcı olmak is-
tediğini söyler. Gaius, Titius’un bunu ücretsiz yapacağını düşü-
nür ve kabul eder. Fakat, Titius, günlük 10.000 sesters alacağını
hesap ederek böyle bir beyanda bulunur.16
Roma Hukukundan bu örnekte de bir sözleşmenin niteli-
ğinde hata bulunmaktadır. Hataya düşen kişi, belli bir sözleşme
yapma iradesinde olmakla birlikte, beyanıyla başka bir sözleşmeye
bağlanmaktadır. Bu sözleşmede esaslı bir hata halidir. Böylece gö-
rünüşte bir sözleşme kurulmuş olmakla birlikte, hataya düşen ta-
rafın bağlanmak istediği kurulmak istenen sözleşme ile görünüşte
kurulmuş olan sözleşme farklıdır. Örneğin, A kişisinin B kişisine
evini kiralama iradesi olmasına karşın, bir adi ortaklık sözleşmesi
imzalamış veya satım sözleşmesi kurmuş olması hali böyledir. Yar-
gıtay kararlarına da sözleşmenin niteliğinde hata nedeniyle iptal
davaları konu olmuştur. Yargıtay, esaslı bir sözleşmenin niteliğin-
de hata varsa bunun mahkemece dikkate alınması ve buna göre
hüküm verilmesini benimsemiştir. Tapu iptali ve tescili için açılan
davada, davacının kendisine ait bir taşınmazın, davalıların murisi
olan eşi ile yaptıkları anlaşma dolayısıyla intifa hakkı kendisinde
kalmak üzere çıplak mülkiyeti bağışlananın bağışlayandan önce
ölümü halinde bağışlayana rücu etmesi şartı ile bağışlamak iste-
miş, fakat tapuda rücu şartlı bağış yapılmasının amaçlanmasına
karşın, esaslı hataya düşülerek kati satış şeklinde gerçekleştiril-
diğine dair savunma üzerine Yargıtay bunun hükme esas alınması
gerektiğinden ötürü davacı aleyhine verilen kararı bozmuştur. 17
TBK m. 31/1 b.1’de “yanılan, kurulmasını istediği sözleş-
meden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa,” diye
belirtilen esaslı yanılma hali nitelikte hata halidir. Burada önem-
li olan hataya düşen tarafın kurulmasını istediği sözleşme ile ira-
de beyanını açıkladığı sözleşmenin farklı olmasıdır. Fakat bu du-
rumda sözleşmenin ikinci derece noktaları üzerindeki yanılma ve
sözleşmenin sadece hukuki olarak nitelendirilmesine dair hatalı

16 BÜYÜKAY Yusuf, a.g.e. s.67.


17 Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 28.03.2001 T. 2001/3005 E. 2001/3680 K.
260 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

değerlendirmeler, sözleşmenin niteliğinde hata sayılmazlar.18 Ör-


nekle açıklamak gerekirse, kişi bir eser sözleşmesi yapmak istiyor
ve karşı tarafla iradeleri uyuşan sözleşme bir eser meydana getir-
meye yönelik ve eser sözleşmesinin unsurlarını taşıyan bir sözleş-
me olmasına rağmen, hizmet sözleşmesi olarak isimlendirdikleri
takdirde burada esaslı bir nitelikte hata hali söz konusu olmaya-
cak, yalnızca hukuki nitelendirmede hataya düşülmüş olacaktır.

3.3.Konuda Hata (Error in Corpore)


Ulpianus’un D.18.1.9’da fundus (arazi) örneğinde alıcı, Corneli-
anus’un taşınmazını aldığına inanıyor, satıcı ise Sempronianus’un
taşınmazını sattığına inanıyor. Bahsi geçen bu gerçek olay sözleş-
menin konusunda hataya iyi bir örnektir. Bu olayda hatanın belir-
lenmesi hususunda üç farklı görüş vardır: Savigny’nin de katıldığı
tek tarafın hatası görüşü, Flume’nin de katıldığı birlikte hata gö-
rüşü ve Wolf’ün de katıldığı yorum yoluyla sözleşmenin konusu-
nun belirlenememesi görüşü.19 Hangi görüş kabul edilirse edilsin
burada konuda hata sebebiyle esaslı bir hata hali olduğu kabul
edilmelidir.
TBK m. 31/1 b.2’de “yanılan, istediğinden başka bir konu
için iradesini açıklamışsa” diye belirtilen esaslı hata hali, konu-
da hata halidir. Burada hataya düşen kişi açısından sözleşmenin
konusu olan şeyden başka bir şeyi kastederek beyanda bulunmak-
ta ve hataya düşen tarafın, gerçek iradesini oluşturan sözleşmeye
konu şey ile görünüşte olan sözleşmeye konu şeyin farklı olması
sebebiyle esaslı bir konuda hata durumu söz konusudur. Burada
sözleşme konusu olan şeyin niteliğinde hata değil, bizzat sözleşme-
ye konu olan şeyde hata hali mevcut olmalıdır.
Örnek olarak bir manavdan elma almak isteyen kişinin bir kilo
ayva sipariş etmesi esaslı bir konuda hata halidir. Fakat burada
hataya düşen kişi elmaları göstererek ayva sipariş etse ve manavda
bir kilo elmayı teslim etse esaslı hata hali doğmayacaktır. Bir baş-
ka örnekte, tarafların bir taşınmaz satımı üzerine satış sözleşmesi
yapması ve fakat tapu tescilinde hata ile farklı bir parseli kaydettir-

18 KANIŞLI Erhan, a.g.e. s.306.


19 BÜYÜKAY Yusuf, a.g.e. s.57.
Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 261

meleri durumunda Yargıtay kararında hatanın varlığını kabul ede-


rek tapu kaydının iptaline karar vermiştir.20

3.4.Kişide Hata (Error in Persona)


Kişide hata hali, TBK m.31’e göre iki şekilde gerçekleştiğinde
esaslı hata olacaktır. Bunlardan birincisi kendisiyle sözleşme ya-
pılmak istenen kişide yani sözleşmenin tarafında hata diğer ise söz-
leşmeyle ilgili kişide yani sözleşmenin konusunu ilgilendiren kişide
hatadır. Bu iki durumda kişide hata dolayısıyla esaslı yanılmadır.

3.4.1. Sözleşmenin Tarafında Yanılma


D.28.5.9. pr.’da Ulpianus, vasiyetnamede esas iradede istenen
kişiden farklı bir kişinin yazılması halinde, (örneğin, Gaiuıs yerine
Titus) ne adı yazılanın ne de gerçekte istenen kişinin mirasçı ola-
bileceği belirtilmiştir. Zira adı yazılan kişinin olması iradeye aykırı
olduğu için ve gerçekte istenen kişinin olması da irade beyanında
var olmadığı için mirasçı olamazlar.21
TBK m.31/1 b.3’de “yanılan, sözleşme yapma iradesini,
gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açık-
lamışsa” diye belirtilen esaslı hata hali sözleşmenin tarafı olan
kişide hata halidir. Burada hataya düşen kişi sözleşme yapma ar-
zusundadır. Yapmak istediği sözleşmenin konusu, niteliği ve mik-
tarı gibi konularda yanılmayıp, sözleşmenin diğer tarafını oluştur-
masını istediği kişide hata etmektedir. Burada dikkat edilmelidir
ki, şahsın kişiliğinde değil, bizzat sözleşme yapılmak istenen kişide
hata söz konusudur. Diğer türlü sözleşme yapılmak istenen kişinin
niteliğindeki hatalar, saik hatasını oluşturmaktadır.
Sözleşmenin tarafı olan kişide hatanın önemli olabilmesi için,
başkasıyla karıştırılan kişinin, ilgili sözleşme için belirleyici önem-
de olması gerekir. Başka bir ifadeyle hataya düşen kişi sözleşmeyi
bizzat belirli bir kimsenin kişiliğini dikkate alarak yapmış olmalı-
dır.22 Örneğin, hataya düştüğünü iddia eden A kişisinin pazarda ta-

20 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 05.04.2006 T. 2006/1-83 E. 2006/143 K.


21 BÜYÜKAY Yusuf, a.g.e. s.70.
22 KANIŞLI Erhan, a.g.e. s.312.
262 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

nımadığı B kişisinden domates almak isterken, C kişisinden doma-


tes aldığı iddiasıyla hataya düştüğünü iddia ettiğinde bu iddiasının
esaslı olmadığı anlaşılacaktır. Zira burada A kişisinin B veya C ile
sözleşme yapmasının önemsiz olduğu, A kişisi için önemli olanın
bir miktar domates almak olduğu anlaşılacaktır. Fakat aynı örnek-
te A kişisi, her zaman domates aldığı B kişisinden domates alma
düşüncesiyle o gün B kişisinin alanına tezgâh açmış olan C kişisin-
den domates almak üzere sözleşme yaptığında, A kişisi pekâlâ her
zaman domates aldığı, domatesine güvendiği B kişisiyle sözleşme
yapma düşüncesiyle, yani B kişisinin kimliğini de dikkate alarak
sözleşme yapmaktadır. Bu durumda A kişisinin şahısta hata se-
bebiyle esaslı hataya düştüğü söylenebilir. Şahısta hata için, karış-
tırılan kişinin belirleyici önemde olması eski Borçlar Kanunu’nda
“başlıca nazarı itibara aldığı şahısta yanılmış olması” olarak be-
lirtilmiş ise de yeni kanunda bu duruma yer verilmemiş sadece
sözleşme yapılmak istenen kişide yanılma olarak değinilmiştir. Bu
ifade bu yönüyle eksik olsa da hata hükümleri ile korunmak is-
tenen hukuki değer düşünüldüğünde yeni kanunun ifadesinin bu
durumu kapsadığı kabul edilmelidir. Doktrinde çoğunluk görüş de
kişide hata için kişinin niteliğinin önemli olduğu yönündedir. Kay-
nak kanun TBK’nın da 31/4 maddesinde “sözleşmenin belirli bir
kimse dikkate alınarak yapılmış olması” olarak belirtilerek, hata-
nın esaslı olması için kişinin ilgili sözleşme için belirli bir niteliğe
haiz olması gerektiği belirtilmiştir.

3.4.2. Sözleşmeyle İlgili Kişide Hata


TBK m.31/1 b.4’de “yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli ni-
telikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir
kişi için iradesini açıklamışsa” diye belirtilen esaslı hata hali
sözleşmeyle ilgili kişide hata halidir. Burada sözleşmenin tarafında
hata halinin aksine kanun koyucu belirli nitelikleri olan kişi diye-
rek, herhangi bir kişi değil, o sözleşme için niteliği önemli olan bir
kişiyi özellikle belirtmiştir. Burada hataya düşen kişi sözleşmenin
konusunu ilgilendiren kişide hataya düşmektedir. Sözleşmeyle il-
gili kişide hata bahsinde, hataya düşen kişi, sözleşmenin tarafında
da hataya düşmediği için, sözleşme doğru nitelikte, doğru konuda
ve doğru kişiyle kurulmuş olmasına rağmen; sözleşmeyi ilgilendi-
Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 263

ren kişide hataya düşmektedir. Yani sözleşme “istenilen kişiyle”


kurulmuş olmasına rağmen “istenilen kişi için” kurulamamıştır.23
Sözleşmenin istenilen kişi için kurulamadığından bahisle hata-
ya düşen taraf için istenilen kişinin belirleyici önemde olması ge-
rektiği kanunda belirtilmiştir. Burada örnek olarak, çocuk bakım
işini üstlenen dadı A’ya, sözleşmenin tarafı olan çocuğun annesiyle
yaptığı anlaşma gereği B’ye bakacağını düşünmesine rağmen, B’nin
ikizi veya yakın yaşlardaki C’ye bakma işi verilmiştir. Fakat B ile
C arasında nitelik bakımından bir fark yoktur. Bu durumda A’nın
hataya düştüğü iddiası, esaslı bir hata sayılmayacaktır. Zira B veya
C sözleşmenin geçerliliği için belirleyici önemde farklı değildirler.
Fakat A’nın sözleşme yaptığı annenin çocuğu C’nin zihinsel enge-
li bulunduğu takdirde, A burada sözleşmeyle ilgili kişide hata se-
bebiyle esaslı hataya düştüğünü ileri sürebilecektir. Zira zihinsel
engelli bireyler özeldir ve daha hassas ve özel bir bakıma ihtiyaç
duyabilirler. Burada dadı A da bu niteliklere haiz olmayabilir. Fa-
kat burada yine saik hatasıyla karıştırılmaması gereken bir durum
vardır, o da şudur, sözleşmeyle ilgili kişinin niteliğinde hata, kişi-
de esaslı hata sayılmayacaktır. Zira bu bir saik hatasıdır. Yani bir
önceki örnekte dadı A’nın anne ile C’nin bakımı üzerine sözleşme
yapması ve C’nin zihinsel engelli olduğunu sonradan öğrenmesi bir
kişide hata hali değildir.24

3.5.Miktarda Hata (Error in Quantitate)


“Eğer ben bir çiftliği 10.000 Sesters’e sana kiraya veriyor ve sen
de onu 5.000 Sesters’e kiraladığını düşünüyorsan, sözleşme geçer-
sizdir. Fakat ben daha az bir miktara kiraya verir, buna karşılık
sen de daha fazla bir miktara kiraladığına inanırsan, kira benim
düşündüğüm gibi, yüksek bedel üzerinden kurulmaz.” Roma hu-
kukunda konuya ilişkin Pomp.D.19.2.52.’de geçen örnekte iki hal
üzerinde durulmaktadır.25 İlkinde kişi karşı tarafın edimini kastet-
tiğinden önemli ölçüde az olması dolayısıyla sözleşmenin geçersiz
olduğunu söylemektedir. Bu da miktarda hata dolayısıyla esaslı

23 KANIŞLI Erhan, a.g.e. s.314.


24 OĞUZMAN Kemal, ÖZ Turgut, a.g.e. s. 96.
25 BÜYÜKAY Yusuf, a.g.e. s.71.
264 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

hata hallerinden birisidir. Fakat ikinci durumda karşı tarafın edi-


mini önemli ölçüde az olmamakla birlikte önemli ölçüde fazladır.
Fakat burada da kastettiği önemli ölçüde fazla olan bedelden söz-
leşmenin kurulmayacağı vurgulamıştır. Günümüz hukukundaki
uygulama da bundan çok farklı değildir.
TBK m.31/1 b.5’de “Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğin-
den önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğin-
den önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamış-
sa” diye belirtilen esaslı hata hali miktarda hata halidir. Burada
hataya düşen taraf kendi yüklendiği edimin gerçek iradesini oluş-
turandan önemli ölçüde çok veya karşı tarafın ediminin yine gerçek
iradesinde düşündüğünden önemli ölçüde az olması halinde mik-
tarda hata mevcut olacaktır. Örnek vermeden önce, belirtmek gere-
kir ki, TBK m.31/2’de belirtilen basit hesaplama hataları ve hataya
düştüğünü ileri süren tarafın gerçekte üstlenmek istediğinden az bir
edim veya karşı tarafın fazla bir karşı edim üstlenmek üzere irade-
sini açıkladığı durumlarda, miktarda hata dolayısıyla esaslı hataya
başvurulamayacaktır. Örneğin A, B ile yaptığı satış sözleşmesinde
metresi 100 liradan 1000 metre kumaş teslim etmeye yani elindeki
belirli miktardaki kumaşı 10.000 liraya satmaya hazır olduğunu
bildirdiğinde, B’nin kabulü ile birlikte sözleşme 10.000 lira üzerin-
den değil 100.000 lira üzerinden kurulmuş olacaktır, zira burada
basit bir hesaplama hatası vardır ve taraflar bunu kolayca anlaya-
bilecektir.26 Bununla birlikte A bu sözleşmede 1000 metre kumaş
teslim etmek isterken, B’nin aynı fiyata 100 metre kumaş teslim
alacağını kabul etmiş olması durumunda veya B’nin karşı edim
olarak 100.000 lira değil de 1.000.000 lira üzerinden kabul ettiği
durumlarda, A miktarda hata dolayısıyla esaslı hata olduğunu ile-
ri süremeyecektir. İlk durumda sözleşme basit hesaplama hatası
dolayısıyla gerçek fiyat üzerinden kurulacağı şüphesizdir. Fakat
son iki durumda sözleşmenin hangi miktar üzerinden kurulacağı
tartışmalı olsa da baskın görüş sözleşmenin A’nın belirttiği miktar
veya fiyat üzerinden kurulması, zira bunun her iki taraf için deza-
vantaj yaratmayacağı genel kabul edilen görüştür.

26 KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, a.g.e. s. 101.


Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 265

Hataya düşen taraf ya gerçek iradesindeki edim miktarını bilinç-


siz bir şekilde yanlış açıklayacak ve bu önemli oranda fazla bir edim
için borç altına girmesine neden olacak ya da gerçek iradesindeki
karşı edime ilişkin miktarı bilinçsiz bir şekilde yanlış açıklayacak
ve bu önemli oranda az bir edim için alacak hakkı kazanmasına
sebep olacaksa hata miktarda yanılma dolayısıyla esaslı hata sayı-
lacaktır.27 Örnek vermek gerekirse, A, B’ye bir teklifte bulunuyor
ve teklifini 500.000 lira üzerinden yapmak isterken 300.000 lira
üzerinden yapıyor ve karşı tarafın kabulü ile sözleşme kuruluyor.
Burada A, miktarda hata dolayısıyla beyan hatasına dayanabilir.
Bir başka durumda A 500.000 liraya karşı B’den 50x değerinde bir
iş yapmasını isterken, beyanında bunu 30x olarak ifade ediyor ve
B’nin kabulü ile sözleşme kuruluyor, bu durumda da yine A mik-
tarda hata dolayısıyla beyan hatasına başvurabilecektir.
Burada “önemli ölçüde fazla/az” kavramları için somut bir be-
lirleme olmamakla birlikte, bu miktar hâkimin takdirine bırakıl-
mıştır. Somut olayın koşulları, ticaret hayatı ve hayatın olağan akı-
şındaki durumlar dikkate alınarak buradaki açıklamanın önemli
ölçüde bir fark yaratıp yaratmayacağını hâkim takdir edecektir.

3.6.Beyan Hatasının Sözleşmeye Etkisi


TBK m. 30 hatanın hukuk düzenince nazara alınabilmesinin
esaslı olması şartına bağlamıştır. Hata, beyan hatası ve saik hatası
olmak üzere iki türdür. Beyan hatasının esaslı olması kuralken,
saik hatasının esaslı olduğu haller istisnadır. TBK m. 31 esaslı be-
yan hatası hallerinden özellikle beş tanesi belirtmektedir. Hemen
belirtmek gerekir ki, TBK m.31’de özellikle bu beş hata hali belir-
tildiği için, beyan hatası halinin yalnızca bu beş durumda ortaya
çıktığını anlamak yerinde değildir, zira burada “özellikle” ifadesiyle
beyan hatalarından en sık karşılaşılanlar örneklendirilmiştir. Bun-
ların dışında bir hata da beyan hatası olabilecektir.
TBK m. 30’a göre esaslı hataya düşen taraf sözleşmeyle bağlı
olmaz. Roma hukukunda hatanın hukuki sonucu kesin hüküm-
süzlük iken, Türk hukukunda ve günümüz hukuk sistemlerinin
çoğunluğunda benimsenmiş olan hukuki sonuç iptal edilebilirlik-

27 KANIŞLI Erhan, a.g.e. s.316.


266 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tir. TBK m.30’daki hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı olma-
ma hali, m. 31 veya 32’deki şartlar oluştuğu takdirde, m.39’a göre
hatayı öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde sözleşme ile bağlı
olmadığını bildirebilir, bildirmediği takdirde sözleşmeyi bu haliyle
kabul etmiş olur.
TBK m.30’da esaslı hataya düşen taraf için “sözleşmeyle bağlı
olmaz.” ifadesi kullanılmıştır. Daha öncelerde doktrinde bu duru-
mun kesin hükümsüzlük teşkil edip etmeyeceği tartışılmış ve fakat
günümüzde bunun iptal edilebilirlik olduğu konusunda Türk hu-
kukunda görüş birliği oluşmuştur. İptal beyanı hak sahibi tarafın-
dan karşı tarafa yöneltilir ve karşı tarafa ulaşması ile birlikte söz-
leşme iptal edilmiş ve dolayısıyla kesin olarak hükümsüz olur. İptal
edilebilirlik, TBK m.39’a göre bir yıl içinde ileri sürülmelidir. İptal
hakkı tek taraflı yenilik doğuran bir haktır. Bu süre içinde taraf-
ların sözleşme ile bağlı olup olmadığı konusunda doktrinde farklı
görüşler vardır. Oğuzman, burada düzelebilir hükümsüzlük (ge-
çersizlik görüşü) olduğunu, bu durumda sözleşmenin taraflar için
baştan itibaren hükümsüz olup, iptal hakkının kullanılması veya
sözleşmenin onanmasına kadar geçen sürenin askı süresi olduğu
ve bu süre içinde taraflar için herhangi bir hak ve borç doğmadığı-
nı kabul etmektedir. 28 Diğer bir görüş olan bölünmüş geçersizlik
görüşüne göre, sözleşme yine baştan itibaren hükümsüzdür. Fakat
hükümsüzlüğü sadece hataya düşen taraf ileri sürebilir. Dolayısıyla
bu süre içinde diğer tarafın hak ve yükümlükleri doğmuş ve devam
etmekte olduğu ileri sürülmektedir. Diğer bir görüş ise sözleşme-
nin geçerli olduğu ve hataya düşen tarafın sözleşmeyi geçmişe etkili
olarak iptal edebileceğini ileri süren iptal görüşüdür. (Bozulabilir
geçerlilik)29 Burada kabul etmek gereken görüşün düzelebilir hü-
kümsüzlük olduğu düşüncesindeyim, zira bu bir yıllık askı süresi
boyunca taraflar üzerinde edimi ifa etme borcu doğduğu takdirde
sıhhati belli olmayan bir sözleşme için taraflar ifayı üstlenmiş ve
bunu yerine getirmiş olacaklardır. Taraflar edimlerini elbette ye-
rine getirebilirler, fakat yerine getirilen edimlerin de sözleşmenin
iptali ile birlikte iade edilmesi gerekecektir. Taraflara bu yüküm-
lülüğe katlanmama imkânı, askı süresi boyunca herhangi bir hak

28 OĞUZMAN Kemal, ÖZ Turgut, a.g.e. s. 119.


29 KANIŞLI Erhan, a.g.e. s.521-527.
Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 267

ve borcun doğmamış olması durumu taraflar açısından daha ko-


ruyucu olacaktır. Örnek vermek gerekirse, bir hizmet sözleşmesi
olarak A ile B, B’nin A’nın çocuğu olan D’ye bakması üzerine söz-
leşme yaparlar. B sözleşmeyi çocuk C’ye bakım olduğu düşüncesiy-
le kabul ettiği takdirde, A’nın zihinsel engelli çocuğu D’ye en azın-
dan iptal beyanını anne A’ya bildirene kadar bakmakla yükümlü
olması beklenemez. Zira B bu yetkinlikte olmayabilir ve B hataya
düştüğünü anladıktan sonra bir süre anne A’ya ulaşma imkânı ol-
madığı takdirde borcunu tam anlamıyla ifa etmesi gerekmemeli,
bu süre boyunca kendisinin herhangi bir ifa borcu doğmamalıdır.
Bir başka örnekte, A ile B bir inşaat yapımı için eser sözleşmesi
yapıyor. A, B’ye eseri meydana getirmesi karşılığında 500.000 lira
ödemeyi vadediyor. Fakat B, burada A’nın 700.000 lira ödeyeceği-
ni düşünerek sözleşmeyi kabul ederek miktarda hataya düşüyor
ve A tarafından B’nin hesabına 500.000 lira gönderiliyor ve B’nin
işe başlaması bekleniyor. B, burada A ‘ya iptal beyanını ulaştırana
kadar bu sözleşme ile bağlı olmasının hukuki bir faydası bulunma-
maktadır. Hatta A’nın bir süre ulaşılabilir olmaması durumunda B,
iptal beyanını iletene kadar sözleşme yükü altında kalmamalıdır.
Diğer taraftan düşündüğümüzde ise A’nın hataya düştüğünü varsa-
yalım, sözleşmeyi 700.000 lira üzerinden yaptıkları takdirde ve A,
500.000 lira ödeyeceğini düşündüğü takdirde; A, bu parayı bulabil-
mek için belki bir bedel ödemek bankadan yüksek faizle kredi çek-
mek durumunda kalacaktır ve 700.000 lirayı kabul edemeyecek
veya bu miktarı bulamayacak olduğunu düşündüğümüz takdirde,
A’nın sözleşmeyi iptal edene kadar da olsa bu parayı bulması ve ifa
etmeye hazır olmasını beklemek, ticari hayatı da riske atan bir şey
olacaktır. A yaptıramayacağı bir ev için bankaya borca girecektir.
Hata hükümleri ile hataya düşen tarafın iradesini koruma ama-
cıyla, sözleşmenin baştan itibaren geçerli olduğu veya sözleşmenin
hataya düşmeyen tarafı için en azından bağlayıcı olduğu görüşü,
taraflar açısından yalnızca olumsuzluk yaratacaktır. Dolayısıyla en
sağlıklı olan her iki tarafın da baştan itibaren sözleşme yüzünden
hak ve borcunun doğmadığı, hataya düşen kişinin hareketi ile (ip-
tal veya onama) hak ve borçların baştan itibaren doğacağı görüşü
daha yerinde olacaktır.
268 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Burada belirtmek gerekir ki, TBK m.34/2’ye göre, eğer sözleş-


menin karşı tarafının, hataya düşen tarafın gerçek iradesine göre
sözleşmenin kurulmasına razı olduğunu bildirmesi durumunda,
sözleşme bu şekilde kurulmuş olur. Örneğin, miktarda hata se-
bebiyle esaslı hataya düşen A, 500 lira kastederken 300 lira için
sözleşmeyi kurmuşsa ve sözleşmenin karşı tarafı, sözleşmeyi 500
lira ödeyerek devam ettirmeye razı gelmiş ise, sözleşme bu bedel
üzerinden kurulmuş olur ve A hata hükümlerine dayanamaz.
Sözleşmenin iptal edilebilirliği ile hataya düşen tarafa iki imkân
sunulmuş oluyor: birincisi bir yıl içinde sözleşmenin geçersizliğini
ileri sürme veya bunu ileri sürmeyerek sözleşmeyi olduğu şekilde
onama imkânı. Sözleşmenin geçersizliği ileri sürüldüğü yani iptal
hakkı kullanıldığı takdirde, sözleşme geçmişe etkili olarak kesin
şekilde hükümsüz hale gelecektir. Bununla birlikte iptal edilebi-
lirliğin sonucu olarak, tarafların karşılıklı olarak, hâlihazırda ifa
ettikleri edimleri iade etmeleri gerekmektedir.
İptal hakkının kullanılması ile birlikte sözleşme baştan itibaren
kesin hükümsüz olacaktır. Taraflar bundan sonra sözleşmeyi de-
vam ettirmek istediklerine dair anlaşsalar dahi kesin hükümsüz
olan bu sözleşmeyi geçerli kılamazlar. Ancak baştan yeni bir söz-
leşme doğmuş olabilir. 30
İptal hakkının herhangi bir şekil şartı yoktur. İptal beyanının
karşı tarafa ulaşması ile birlikte sözleşme kesin hükümsüz hale
gelir. Bundan sonraki uyuşmazlıklarda hâkim bunu kendiliğin-
den dikkate alır. Sözleşmenin iptali ile birlikte sözleşme baştan
itibaren kesin hükümsüz hale gelir. Taraflar ifa ettikleri edimlerin
iadesini, sözleşmenin iptalinden sonra talep edebilirler. Burada,
taraflar henüz ifa edilmemiş edimlerin ifasını veya iadesini isteye-
mezler. Taraflar iade talebini istihkak davası veya sebepsiz zengin-
leşme davası ile talep edebilirler. Burada belirtmek gerekir ki, eğer
hataya düşen taraf, hataya düştüğünü öğrendikten sonra edimini
ifa ediyorsa, bu bir onay anlamına gelir ve artık sözleşmenin iptali-
ni ve edimlerin iadesini talep edemez.

30 OĞUZMAN Kemal, ÖZ Turgut, a.g.e. s. 119.


Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 269

TBK m.35’e göre hataya düşen taraf, hataya düşmesinde kusur-


lu ise, sözleşmenin iptali ile birlikte karşı tarafın zararını gider-
mekle yükümlüdür. Fakat diğer taraf bu hata durumunu biliyor
veya bilmesi gerekiyorsa, zararının tazminini talep edemez. Bura-
da sözleşmenin karşı tarafının o sözleşme için katlanması gere-
ken veya o sözleşmeyi kabul ettiği için başka bir sözleşme yap-
ma fırsatını kaçırması durumlarında da olabileceği gibi sözleşme
öncesi ilişkide davranıştan sorumluluk söz konusudur. (Culpa in
Contrahendo) Karşı tarafın bu sözleşmenin geçerliliğine güvenerek
uğradığı zararı hataya düşen taraf kusurlu olduğu için tazmin et-
mekle yükümlüdür. Yani karşı taraf sözleşme yapılmasa idi uğra-
mayacağı zararı hataya düşen taraftan talep edebilecektir. Burada
sözleşmenin yapılacağına duyulan güvenle yapılan masraflar (noter
harçları, posta masrafları vs.), başka sözleşme yapma fırsatını bu
sözleşmenin geçerliliğine güvenerek kaçırmadan dolayı uğranılan
zarar, sözleşme için yapılan hazırlık masrafları, olumsuz zararlar-
dır. Fakat 35. Maddenin 2. Fıkrası hakkaniyet gerektiriyorsa hâki-
min daha fazla bir tazminata hükmedebileceği dolayısıyla olumlu
zararın da tazmin edilebileceği kabul edilmiştir.31 Örnek vermek
gerekirse, İzmir’den sözleşme yapmak için A, İstanbul’daki B ile
anlaştığında, sözleşme için gerekli evrakları kargolama veya noter
aracılığıyla ihtar etme için yapılan masraflar, sözleşme için görüş-
meye gelmek için harcanan yol masrafları ve bu esnada B’nin tek-
lifinin 500 lira olduğu ve fakat kendisinin gerçek iradesinin 300
lira olduğu, A’nın da bu yüzden C’nin 400 liralık teklifini reddettiği
ve bu sözleşmenin iptali ile birlikte A, aynı sözleşme için bir baş-
kasına 600 lira ödemek zorunda kaldığında; noter masrafları, yol
masrafları tazmin edilebilecek ve 600-400=200 lira olumsuz zara-
rın istenebileceği gibi, hâkim 600-300=300 lira olumlu zarara da
hükmedebilecektir.
Sonuç olarak, hataya düşen taraf sözleşme ile bağlı olmadığını
bir yıllık zamanaşımı süresi içinde karşı tarafa yönelteceği iptal be-
yanı ile bildirerek, sözleşmenin kesin hükümsüz olmasını sağlaya-
bilir. Bununla birlikte, hataya düşen taraf, hataya düşmesinde ku-
surlu ise, karşı tarafın katlanmak zorunda kaldığı zararı tazminle

31 OĞUZMAN Kemal, ÖZ Turgut, a.g.e. s. 108.


270 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

yükümlü olacaktır. Hataya düşen taraf hatasına rağmen sözleşmeyi


onayladığı takdirde sözleşme aynen devam edecektir.

4. SONUÇ
TBK m.31’de düzenlenmiş olan beyan hatası, esaslı olduğu tak-
dirde hukuk düzenince hataya düşen tarafın iradesi korunmakta-
dır. İrade beyanının iki unsuru vardır, bunlardan birisi irade diğeri
ise beyandır. Beyanın irade ile uyuşmadığı durumda sağlıklı bir
irade beyanı mevcut olmamaktadır. Bu noktada da hemen anla-
şılabilen (esaslı olmayan) hatalar hariç, beyanında hataya düşen
tarafın gerçek iradesinin korunması hukuki bir gerekliliktir. Esas-
lı hatalar, hataya düşen taraf için sözleşmeyi katlanılması güç bir
duruma sokabilmektedir. Sözleşme hukukunda esas olanın taraf-
ların asıl iradesi ve karşılıklı olarak bu iradelerin uyuşması olduğu
için, her ne kadar beyan edilen iradeler uyuşsa da ortalıkta gerçek
anlamda uyuşan irade beyanları olmadığı için sözleşmenin iptal
edilebilir olması, tarafların bu sözleşme ile bağlı kalmak zorunda
olmamaları isabetli bir hükümdür. Burada da hukuk düzeni her
hatayı korumayıp, yalnızca esaslı hataları koruyarak, esaslı hata-
nın hukuki ilişki için katlanılması güç hatalar olduğunu da vurgu-
lamaktadır. Sonuç olarak, hukuk düzeni bir taraftan hataya düşen
tarafın gerçek iradesini korumuş, diğer taraftan hataya düşenin
kusurlu olduğu takdirde karşı tarafın zararını gidermekle yüküm-
lü tutarak, bir denge izlemeye çalışmıştır.

KAYNAKÇA
ARPACIOĞLU Işıl Tüzün, Türk Borçlar Hukuku’nda Temel Hatası, Hukuk ve
İktisat Araştırmaları Dergisi Cilt 4, No 1, 2012.
BİLGE Necip, Hukuk Başlangıcı, Ankara, 2013.
BÜYÜKAY Yusuf, Roma Borçlar Hukukunda Hata, Ankara, 2007.
HÖKELEKLİ Hayati, ÇAĞRICI Mustafa, İrade, DİA(XXII), 2000.
KANIŞLI Erhan, İsviçre- Türk Borçlar Hukukuna göre Sözleşmenin Kurulma-
sında Yanılma, İstanbul, 2018.
KOCAYUSUPAŞAOĞLU Necip, Güven Nazariyesi Karşısında Borç Sözleşme-
lerinde Hata Kavramı, İstanbul, 1968.
Beyan Hatası ve Sözleşmeye Etkisi • Av. B. SALDIROĞLU 271

LARENZ, Karl, Allgemeiner Teil des Deutschen Bürgerlichen Rechts, 6. Aufla-


ge, München, 1983.
LEENEN Detlef, Allgemeine Rechts geschäfts lehre Ders Notları, Berlin, 2015.
LEENEN Detlef, Deutsches Allgemeines Vertragsrecht Ders Notları, Berlin,
2014.
OĞUZMAN Kemal / BARLAS Nami, Medeni Hukuk, İstanbul, 2015.
OĞUZMAN Kemal / ÖZ Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt 1, İs-
tanbul, 2015.
272

KAT MÜLKİYETİ HUKUKUNDA


YÖNETİCİNİN SEÇİLMESİ

Av. Atahan YALÇINKAYA1

GİRİŞ
Yönetici, anagayrimenkul kat malikleri kurulu adına yönetme
yetkisini haiz kişi olmakla birlikte yönetim işlerinin yönetim ku-
rulu marifetiyle yerine getirilmesi de mümkündür. Çalışmamızın
konusu, anagayrimenkulün yönetim işlerini yerine getirmekle yü-
kümlü kişi ya da kurulun seçilmesidir.
Yönetim işlerinin yürütülmesi, kat malikleri kurulunun irade-
sinin sağlıklı biçimde tesis edilmesi bakımından önemli olmakla
birlikte, kat malikleri ve hatta bunların kiracıları yahut sınırlı ayni
hak sahibi kimselerle de etkileşim içinde olunmasını gerektirir.
Dolayısıyla yönetici ana gayrimenkulün en aktif, başka bir ifadeyle
en dinamik organıdır.
Çalışmamızda yönetici seçilmesine ilişkin hususlar, Kat Mül-
kiyeti Kanunu’nun işbu konuyu düzenleyen 34. maddesindeki sı-
ralamaya riayet edilerek incelenmiştir. Uygulamadaki tartışmalı
hususlar, doktrindeki görüşler ve Yargıtay’ın uygulaması karşılaş-
tırılarak irdelenmiş olup, işbu hususlarda çalışmamızda çözüm
önerilerine de yer verilmiştir.

1. YÖNETİCİ KAVRAMI VE YÖNETİCİ SIFATININ


KAZANILMASI

1.1-Yönetici Kavramı
Yönetici kavramı, KMK’nın “tarifler” başlıklı md. 2’de tanımlan-
mamış olmakla birlikte, yöneticinin seçilmesini düzenleyen md.

1 İstanbul Barosu Avukatı


Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 273

34/1’de “anagayrimenkulün yönetiminin verildiği kimse” olarak


ifade edilmiştir. Yönetici kat malikleri arasından seçilebileceği gibi,
dışarıdan da seçilebilir. Tüzel kişiler de yönetici olarak seçilebilir-
ler.2,3
KMK md. 38/1 yöneticinin vekil gibi sorumlu olduğunu, md.
40/1 ise yöneticinin vekil olarak hak sahibi olduğunu öngörmekte-
dir. Dolayısıyla yöneticinin vekil sıfatını haiz olduğu, yönetici ve kat
malikleri kurulu arasındaki hukuki ilişkinin de vekalet sözleşmesi
olarak değerlendirileceği söylenebilir.4
Yönetim işleri tek bir kişiye bırakılabileceği gibi 3 kişilik bir ku-
rula da bırakılabilir ki bu kurula yönetim kurulu denir. Yönetim
işlerinin icrası bakımından yönetici ve yönetim kurulunun hak ve
sorumlulukları bakımından herhangi bir farklılık bulunmamakta-
dır.5 Yönetim kurulu bakımından dikkat çekici olan husus, kanun
hükmünde yönetim kurulunun 3 kişiden oluştuğunun belirtilmiş
olmasıdır. Doktrindeki bir görüşe göre söz konusu hükümde açık-
ça bir sayı belirtildiği için yönetim kurulu 2 kişiden yahut 3’ten
fazla kişiden oluşamaz.6 Bununla birlikte kanunun amacının, yö-

2 Şeref ERTAŞ, Kat Mülkiyeti Kanunu Şerhi, 2. Bs, Ankara, Bilge Yayınevi, 2015, s. 570
3 “...Kat Mülkiyeti Kurulu ana gayrimenkul bağımsız bölümlerin tamamı Erzurum İl
Özel İdaresi’ne aittir. Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 34.Maddesi’nin 3.fıkrası’na göre,
ana gayrımenkulün bütün bölümleri bir kişinin mülkiyetinde ise, malik kanunen
yönetici durumundadır. O halde, önümüze gelen uyuşmazlıkta yönetici, yasa gereği
il özel idaresidir. Ancak, İl Özel İdaresi, aldığı encümen kararına dayanarak yönetimi
3 kişiden oluşan bir kurula devretmiştir. Dava konusu takibi yapan bu yönetim
olup, Kat Mülkiyeti Kanunu hükümlerine göre ödenmesi gereken ortak giderlerin,
kiracı Adalet Bakanlığı›ndan tahsilini istemektedir. Bu özel durum sebebiyle davalı
kiracı, kira sözleşmesi yaptığı malike karşı sunabileceği defilerini, malikin yetkisini
devralmış bulunan davacı yöneticiye karşı da ileri sürebilir. Taraflar arasındaki kira
sözleşmesine göre ise, yakıt giderleri kira parası içerisinde olup, kiralayan tarafından
karşılanacaktır. Kira sözleşmesi halen taraflar arasında geçerli ve değiştirilmesine
ilişkin teşebbüs akim kaldığına göre, davanın bu nedenlerle reddi doğrudur...” Y. 18.
HD. 15.06.1998, E. 1998/6261, K. 1998/7203 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)
4 Abdülkadir ARPACI, Kat Mülkiyetinde Yönetim, 2. Bs, İstanbul, Temel Yayıncılık,
1994, s. 195; Lale SİRMEN, Eşya Hukuku, 9. Bs, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 2021, s.
516; Ömer DELİKAYA, Kat Mülkiyeti Hukukunda Hakimin Müdahalesi, Ankara, Ada-
let Yayınevi, 2022, s. 76; Berna Canan ÜNER ER, Kat Mülkiyetinde Yönetim, Erciyes
Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, 2018, s. 76 vd.
5 Bu sebeple yönetici ve yönetim kuruluna ilişkin herhangi bir ayrımın yer almadığı ko-
nularda, tekrara düşmemek adına KMK md. 34 metninde de olduğu gibi yalnızca yöne-
tici kavramı kullanılacaktır.
6 Safa REİSOĞLU, Uygulamada Kat Mülkiyeti, 4. Bs, Ankara, Güneş Matbaacılık,
1976, s. 109, yazar madde hükmünün emredici nitelikte olduğunu ifade etmektedir;
274 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

netim işlerinin sağlıklı yürütülmesi olduğu ve dolayısıyla KMK md.


34/1’in yönetim kurulunun en az 3 kişiden oluşması gerektiği şek-
linde değerlendirilmesinin isabetli olacağı şeklinde de bir görüş bu-
lunmaktadır.7
Konuya ilişkin bir Yargıtay kararında ise kat maliklerine ge-
reksiz bir mali külfet yüklenmemesi adına yönetim kurulunun en
fazla 3 kişiden oluşabileceği, yönetim planında başka bir sayının
belirlenmediği durumlarda 3 kişiden fazla üye seçilemeyeceği ifa-
de edilmiştir.8Kanaatimizce yönetim kurulunun 3 kişiden oluşması
noktasında kanun koyucu, Yargıtay kararında da belirtildiği üzere
kat maliklerinin mali bakımdan menfaatlerini gözetmek üzere dü-
zenleyici bir hüküm tesis etmiştir. Bu sonuca, kat irtifakı yapılan
gayrimenkuller bakımından yönetici seçilmesini düzenleyen KMK
md. 17/2 lafzından da varılabilecektir. Zira işbu maddede, yönetici
olarak birden fazla kişinin seçilebileceği ön görülmekle birlikte yö-
netici sayısına ilişkin herhangi bir belirlemede bulunulmamıştır.9
Dolayısıyla söz konusu hüküm, yönetim planında başkaca bir sayı

İlknur ARSLAN/Mustafa KIRMIZI, Kat Mülkiyeti Kanunu Şerhi, Ankara, Bilge Yayıne-
vi, 2012, s. 563; Tahsin Murat PULAK, Kat Mülkiyeti Kanunu, 4. Bs, Ankara, Adalet
Yayınevi, 2018, s. 412
7 Abdülkadir ARPACI a.g.e s. 177;Şeref Ertaş, a.g.e. s. 570; Seda ÖKTEM ÇEVİK, Toplu
Yapılarda Yönetim, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2010, s. 194
8 “...Dava, kat malikleri kurulu kararlarının iptali ile yönetici atanması istemine iliş-
kindir. Dava konusu kararlarla ana taşınmazda yönetici ve denetçi seçimi yapılmış-
tır. Yargılama devam ederken 13.01.2012 günü kat malikleri kurulu toplanarak 5
kişilik yeni bir yönetim kurulu seçmiştir. Yönetici seçimi ile ilgili dava devam eder-
ken kat malikleri kurulunun toplanarak usulüne uygun bir şekilde yeni bir yönetici
ataması yapması kural olarak bu istemin konusuz kalmasını gerektirir ise de, 634
sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 34. maddesinin ilk fıkrasına göre, kat malikleri ana
taşınmazın yönetimini kendi aralarından veya dışarıdan seçecekleri bir kimseye
veya üç kişilik bir kurula verebilirler. Bu kimseye yönetici, kurula da yönetim ku-
rulu denir. Yasanın bu maddesinden de anlaşılacağı gibi yönetim kurulu, yönetim
planında aksine bir düzenleme mevcut olmadıkça en fazla üç kişiden oluşur. Böyle
bir sınırlama ana taşınmaz maliklerine gereksiz mali külfet yüklememek içindir.
Ana taşınmazın yönetim planında beş kişilik bir yönetim kurulu seçileceğine dair
bir hüküm de bulunmadığına göre kat malikleri kurulunun bu dava görülmekte iken
13.01.2012 günü almış oldukları beş kişilik yönetici atamasına ilişkin karar yok
hükmündedir. Bu nedenle ana taşınmaza mahkemece yönetici atanmasına ilişkin
verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiştir...”Y. 18. HD. 04.04.2013, E.2013/3557,
K. 2013/5592 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)
9 KMK md. 17/2: “Kat irtifakı sahipleri yapının tamamlanması için kendi aralarından
veya dışarıdan bir veya birkaç kişiyi yönetici olarak tayin edebilirler. Kat mülkiyeti
yöneticisinin görev, yetki ve sorumluluklarına dair hükümler, bu yönetici hakkında
da uygulanır.”
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 275

belirtilmediği hallerde uygulama alanı bulmalıdır ki bu durumda


madde hükmünde belirtilen sayıya, asgari yahut azami olarak bir
değer atfedilemeyecektir. Son olarak ifade etmek gerekir ki Yargı-
tay, vermiş olduğu kararda yönetim planında aksi yönde bir hü-
küm bulunmadığı halleri saklı tutmuş olup, kat malikleri kurulu
tarafından yönetici sayısına ilişkin karar alınmasına cevaz verme-
miştir. Yönetim kuruluna ilişkin belirlenen sayının, düzenleyici hü-
küm olarak yorumlanması şeklindeki kanaatimiz doğrultusunda,
Yargıtay’ın kat malikleri kurulunun karar alma yetkisini sınırlayıcı
yöndeki tasarrufu isabetli değildir. Kanaatimizce yönetim kuru-
lunda yer alacak kişilerin sayısı kat malikleri kurulu tarafından
da kararlaştırılabilmelidir. Ancak kat malikleri kurulunun alacağı
bu karar, olağan karar yeter sayısıyla alınamayacaktır. Burada iki
hukuki değerlendirme gündeme gelebilir. Birinci değerlendirme-
de, yönetim kurulunu oluşturacak kişilerin sayısının belirlenmesi
önemli yönetim işi olarak yorumlanacak ve kat malikleri kurulu-
nun oybirliğiyle karar alınması gerekecektir. İkinci değerlendirme-
deyse kat malikleri kurulunun alacağı karar, yönetim planının de-
ğiştirilmesi olarak yorumlanacak ve kat malikleri kurulunun beşte
dördünün olumlu oyuyla karar alınması gerekecektir. Kanaatimiz-
ce kat malikleri kurulunun alacağı karara ilişkin olarak ikinci hu-
kuki değerlendirme isabetlidir. Zira önemli yönetim işlerinin oy-
birliğiyle kararlaştırılacağını düzenleyen KMK md. 45 hükmündeki
örnekseme yoluyla yapılan sayımda, ana gayrimenkul üzerindeki
hak tesisi ve mimariyi etkileyen tasarruflar sayılmıştır.10 Dolayısıy-
la yönetim kurulunu oluşturacak kişi sayısı bu kapsamda değer-
lendirilmemelidir. Burada alınacak karar, KMK md. 28/1’de yer
alan yönetim tarzına ilişkin yönetim planında değişiklik yapılması
şeklinde yorumlanmalı ve kat malikleri kurulunun beşte dördünün
olumlu oyuyla karar verilmelidir.

10 KMK md. 45: “Anagayrimenkulün bir hakla kayıtlanması veya arsanın bölünmesi ve
bölünen kısmın mülkiyetinin başkasına devrolunması gibi temliki tasarruflar veya
anayapının dış duvarlarının, çatı veya damının reklam maksadiyle kiralanması gibi
önemli yönetim işleri ancak bütün kat maliklerinin oybirliğiyle verecekleri karar
üzerine yapılabilir.”
276 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

1.2 -Yönetici Sıfatının Kazanılması


1.2.1. Kat Malikleri Kurulu veya Sulh Hukuk Mahkemesi
Tarafından Seçilme Halinde

KMK md. 34, her ne kadar “atanması” başlığı altında düzenlen-


mişse de esas itibariyle burada bir seçim söz konusudur.11KMK
md. 34/2 uyarınca anagayrimenkulün sekiz veya daha fazla bağım-
sız bölümünün bulunması durumunda yönetici seçilmesi zorun-
ludur. Söz konusu madde hükmü emredici olduğundan aksinin
kararlaştırılması mümkün değildir. Burada bağımsız bölümün
kullanılıp kullanılmadığının önemi bulunmamaktadır.12 Yönetici
seçilmesinin zorunlu olduğu ana gayrimenkullerde bu cihete gidil-
memesi haline kanunumuzda herhangi bir yaptırım öngörülmemiş
olmakla birlikte, kanaatimizce böyle bir durumda yöneticinin kat
malikleri kurulu tarafından seçilememesi söz konusu olacak ve en
nihayetinde KMK md. 34/6 uyarınca en az bir tane kat malikinin,
yönetici seçilmesi talebiyle Sulh Hukuk Mahkemesine başvurması
mümkün olacaktır. Yöneticinin kat malikleri kurulu tarafından ya-
hut Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından seçilmesi, kendisinin hak
ve yetkileri açısından herhangi bir farklılık arz etmeyecektir.13
Madde metninde sekizden az sayıda bağımsız bölümün bulun-
duğu ana gayrimenkuller bakımından herhangi bir düzenleme yer
almamaktadır. Dolayısıyla sekizden az sayıda bağımsız bölümün
bulunduğu ana gayrimenkuller bakımından yönetici seçilmesi zo-
runlu değildir. Bununla birlikte bu durumda yönetici seçilmesini
engelleyen bir hüküm de söz konusu değildir.14,15

11 Ali Haydar KARAHACIOĞLU/Ahmet Cengiz ERGİN, Kat Mülkiyeti Kanunu, 8. Bs, An-
kara, Adalet Yayınevi, 2011, s. 988;Berna Canan ÜNER ER, a.g.e s. 63
12 Ömer DELİKAYA, a.g.es. 69
13 Başvuru bölümünde detaylı açıklama yapılacaktır.
14 Yönetici seçilmesi zorunlu olmasa bile yönetim planı yapılmasının zorunlu olduğu yö-
nünde bkz.Mahir Ersin GERMEÇ, Kat Mülkiyeti Hukuku, 7. Bs, Ankara, 2017, s.
883-884; Tahsin Murat PULAK, a.g.e s. 413; Y. 18. HD. 11.12.1996, E. 1996/10340,
K. 1996/11100 (Şeref ERTAŞ, a.g.e s. 571); Y. 18. HD. 08.02.1996, E. 1995/12919,
K. 1996/1343(Şeref ERTAŞ a.g.e s. 574); Y. 18. HD. 14.03.2005, E. 2004/10340, K.
2005/2184 (Şeref ERTAŞ, a.g.e s. 581-582)
15 Başvuru bölümünde detaylı açıklama yapılacaktır.
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 277

Kat mülkiyetinin henüz kurulmadığı, kat irtifakının söz konusu


olduğu gayrimenkuller bakımından KMK md. 17/2 uyarınca yöne-
tici seçimi yapılmasına cevaz verilmiştir.

1.2.2.Bütün Bağımsız Bölümlere Malik Olma Halinde


KMK md. 34/3’te ana gayrimenkulün bütün bağımsız bölümleri-
nin tek bir kişiye ait olduğu hallerde malikin yönetici olduğu ifade
edilmektedir. Söz konusu madde hükmünde bağımsız bölüm sayı-
sı bakımından herhangi bir sınır getirilmediğini belirtmek gerekir.
Dolayısıyla, KMK md. 34/2’deki en az sekiz bağımsız bölüm şartını
sağlamayan ana gayrimenkuller bakımından da malikin yönetici
olarak kabul edildiği söylenebilir.16
Kanaatimizce ana gayrimenkuldeki bütün bağımsız bölümleri-
nin maliki, kendisi dışında herhangi bir yönetici seçiminde buluna-
mayacaktır. Zira KMK md. 34/4, yöneticinin seçilmesi bakımından
kat maliklerinin sayı ve arsa payı çoğunluğunu aramaktadır. İşbu
hüküm, eğer KMK md. 34/3 düzenlemesi söz konusu olmasaydı,
ana gayrimenkuldeki bütün bağımsız bölümlere malik olan kişi ba-
kımından da uygulanabilirdi. Ancak kanun koyucu, tek bir malikin
bulunduğu ana gayrimenkuller bakımından farklı bir düzenlemede
bulunmak suretiyle ifade edilen hukuki duruma farklı bir hukuki
sonuç öngörmüştür.
Tüm bağımsız bölümlere malik olan yöneticinin, sonradan ya-
pacağı bir tasarruf ile bazı bağımsız bölümleri devretmesi halinde
yöneticilik sıfatı sona erecektir. Bu durumda sekizden fazla bağım-
sız bölüm bulunan ana gayrimenkuller bakımından yönetici seçil-
mesi gerekecektir.17
Tüm bağımsız bölümlere malik olan yöneticinin ölümü halinde
yöneticilik sıfatı, mirasçıların sayısına göre belirlenecektir. Ölen
malikin tek bir mirasçısının bulunması halinde mirasçı, ana gay-
rimenkulün mülkiyetini tek başına elde edeceğinden kanundan
kaynaklanan yöneticilik sıfatını da kazanacaktır.18 Ölen malikin

16 Abdülkadir ARPACI, a.g.e s. 187


17 A.e s. 187;Şeyda DURSUN KARAAHMETOĞLU, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 34. Madde-
sine Göre Yöneticinin Atanması, YÜHFD, C. XVIII, 2021, s. 1908
18 A.e s. 187-188
278 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

birden fazla mirasçısının bulunması halindeyse, ana gayrimenku-


lün mülkiyeti birden fazla kişiye geçecek ve dolayısıyla maliklerden
hiçbiri kanundan kaynaklanan yönetici sıfatını kazanamayacaktır.
19
Miras ortaklığına temsilci atanması yahut vasiyeti yönetme yetkisi
bulunan bir kişinin bulunması halinde bu kişi malik olmadığı için
kanundan kaynaklanan yönetici sıfatını kazanamaz. Ancak dokt-
rindeki bir görüşe göre bu kişi, TMK md. 552 ve 593’te öngörülen
yetkilerini kullanırken ana gayrimenkulün yönetim işlerini de idare
edecektir.20Kanaatimizce bu durum gerek KMK md. 34/3 gerekse
de TBK md. 513/1 hükmüyle bağdaşmamaktadır. KMK md. 34/3
bakımından ana gayrimenkuldeki bütün bağımsız bölümlerin mül-
kiyetinin tek bir kişide olması ve bu kişinin de kanunen yönetici
olduğu hususu açıkça belirtilmiş olup, miras ortaklığının temsilci-
sinin tek başına mülkiyet hakkı olmadığı açıktır. TBK md. 513/1
bakımındansa malikin ölümü vekalet ilişkisini sona erdirmekte
olup, tereke paylaşılmaksızın aynı mülkiyet hakkına dayanılarak
miras ortaklığının temsilcisinin yönetim işlerini idare etmesi söz
konusu olamayacaktır. Burada temsilcinin ana ga arimenkulün yö-
netim işlerini yürütebilmesi bakımından, mirasçıların tamamının
bu yönde bir karar alması gerekecektir.

1.3. Yöneticinin Rızasının Bulunması


Belirtmiş olduğumuz üzere yönetici ve kat malikleri arasındaki
hukuki ilişki, vekalet sözleşmesidir. Her sözleşmede olduğu gibi
vekalet sözleşmesinde de karşılıklı iradelerin uyuşması, sözleşme-
sinin kurulması bakımından hayati önem arz etmektedir ki irade
uyuşmasının söz konusu olmamasının hukuki sonucu yokluktur.21
Gerek kat malikleri kurulu tarafından gerekse Sulh Hukuk
Mahkemesi tarafından seçilen kişi, ancak rızasının bulunması ha-

19 KMK md. 34/3’te mülkiyetin bir kişide bulunması hususu açıkça belirtilmiştir. Dolayı-
sıyla mülkiyetin dağılımı, yöneticilik sıfatının kazanılması noktasında önem arz etme-
mektedir. Başka bir anlatımla, burada mülkiyetin elbirliği halinde bulunması, yöneti-
cilik sıfatının kazanılması sonucunu doğurmaz.
20 Abdülkadir ARPACI, a.g.e s. 189-190
21 Mustafa Kemal OĞUZMAN/Nami BARLAS, Medeni Hukuk, 21. Bs, İstanbul, Vedat
Kitapçılık, 2015, s. 216; Mustafa Kemal OĞUZMAN/Turgut ÖZ, Borçlar Hukuk Genel
Hükümler, C. 1, 15. Bs, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2015, s. 72; Haluk NOMER, Borç-
lar Hukuku Genel Hükümler, 14. Bs, İstanbul, Beta Basım Yayım, 2015, s. 36
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 279

linde yöneticilik sıfatını kazanacaktır. Ana gayrimenkuldeki bütün


bağımsız bölümlerin tek bir malikinin bulunması halindeyse taraf
sıfatlarının birleşmesi sebebiyle sözleşme ilişkisinden ve dolayısıy-
la rızadan bahsedilemeyecektir.22
Uygulamada, her yıl bir kat malikinin yönetici olacağı şeklin-
deki yönetim planı düzenlemeleriyle karşılaşılmaktadır. KMK md.
28/4’te yönetim planının, kat maliklerini ve bunların külli halefle-
rini bağlayıcı olduğu öngörülmektedir. Bununla birlikte yönetici-
nin vekalet sözleşmesinden kaynaklanan borç ve alacakları, ken-
disinin ve kat malikleri kurulunun karşılıklı irade uyuşmasından
kaynaklanmaktadır. Burada yöneticinin, rızasının bulunup bulun-
madığına ilişkin üç ayrı ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimalde
kat mülkiyetine geçiş aşamasında oybirliğiyle düzenlenen yönetim
planına kat malikinin olumlu oy kullanması, kendisinin yönetim
planındaki yönetici seçimine ilişkin düzenlemeyi onaylaması yani
işbu vekalet ilişkisine rıza göstermesi anlamına gelmektedir. İkin-
ci ihtimalde, kat mülkiyeti kurulmuş ve mevcut bir yönetim planı
bulunan anagayrimenkulden bağımsız bölüm satın alan kat mali-
kinin, tapu sicilinin aleniliğinin sonucu olarak yönetim planındaki
düzenlemeler hakkında bilgi sahibi olarak ilgili bağımsız bölümü
satın almaktadır. Dolayısıyla kat malikinin satın alma işlemi, yöne-
tim planında yer alan vekalet ilişkisine rıza gösterilmesi anlamına
gelmektedir. Üçüncü ihtimaldeyse yönetim planının KMK md. 28/3
uyarınca sonradan değiştirilmesi söz konusudur. Anılan madde
hükmünde, yönetim planının değiştirilmesi için kat maliklerinin
beşte dördünün olumlu oyu aranmaktadır. Kanaatimizce yönetim
planının değiştirilmesine ilişkin olumlu oy kullanmayan kimselerin
yönetici olarak görev alması söz konusu olamaz. Zira böyle bir du-
rumda, olumlu oy kullanmayan kat malikinin vekalet sözleşmesi-
nin tarafı olması sonucu ortaya çıkmaktadır ki böyle bir durumda
birbirine uygun irade beyanları bulunmadığından sözleşmenin ku-
rulmasından bahsedilemez. Burada her ne kadar KMK md. 28/4’e
aykırı bir sonuç doğmaktaysa da, aksi yönde bir kabulün Anaya-
sanın 48. maddesinde düzenlenen çalışma ve sözleşme hürriyetine
aykırılık teşkil edeceği açıktır. Dolayısıyla normlar hiyerarşisi dik-

22 Seda ÖKTEM ÇEVİK, a.g.e s. 196


280 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kate alındığında, olumlu oy kullanmayan kat maliklerinin yönetici


olmalarına ilişkin düzenleme getirilemeyecektir.

2. YÖNETİCİ SEÇİLME ŞEKİLLERİ

KMK md. 34/5’te, yöneticinin kat malikleri kurulu uyarınca se-


çileceği, KMK md. 34/6’da ise kat malikleri kurulu tarafından yö-
netici seçilememesi halinde Sulh Hukuk Mahkemesince yönetici
seçileceği düzenlenmiştir. Buradan anlaşılacağı üzere kanun ko-
yucu, yöneticinin belirlenmesi noktasında iki farklı hukuki imkan
öngörmüştür. Bahsi geçen hukuki imkanlar arasında da Sulh Hu-
kuk Mahkemesinin yönetici seçimi yapabilmesinin kat malikleri
kurulunca seçim yapılamaması şartına bağlanması, aslilik-talilik
ilişkisinin bulunduğunu göstermektedir. Bir Yargıtay kararında,
yönetici seçilmesi için mahkemeye başvurulmasının, kat malikleri
kurulunun toplantıya çağrılması yahut toplantı yapılması ön şartı-
na bağlı olmadığı ifade edilmiştir.23 Yargıtayın bu kararının isabetli
olmadığı kanaatindeyiz. Zira KMK md. 34/6 lafzı “...toplanıp bir
yönetici atayamazlarsa...” şeklindedir ki burada açıkça kat ma-
likleri kurulunun toplanabilme kabiliyeti aranmaktadır.

Netice itibariyle öncelikle kat malikleri kurulunca yönetici belir-


lenmeli, ancak bu şekilde seçim yapılamıyorsa Sulh Hukuk Mah-
kemesine başvurulmalıdır.24 Her iki durumda da, seçilen yöneti-
cinin rızası alınmalıdır. Zira yönetici ve kat malikleri arasındaki
hukuki ilişki, vekalet sözleşmesi niteliğindedir.

23 “...Somut olaya gelince, kat maliklerinin ana taşınmaza bir yönetici atanması husu-
sunda anlaşamadıkları ve bunun üzerine yönetici tayini için mahkemeye müracaat
ettikleri halin icabından anlaşılmaktadır. Yönetici ataması için kat malikleri kuru-
lunun toplantıya çağrılması veya toplantı yapılması bir ön şart olarak kabul edile-
mez. Ancak kat malikleri dava devam ederken dahi her zaman toplanıp bir yönetici
atama imkanına sahiptir. Olayda böyle bir husus da söz konusu olmadığına göre
mahkemece yukarıda değinilen yasa maddesindeki hükümler uyarınca ana taşın-
maza bir yönetici atanmasına karar verilmesi gerekirken, hukuki olmayan gerekçe-
lerle davanın reddi doğru görülmemiştir...” Y. 18. HD. 15.05.2012, E. 2012/2967, K.
2012/5671 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası)
24 Şeyda DURSUN KARAAHMETOĞLU, a.g.e s. 1910-1911
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 281

2.1.Kural: Kat Malikleri Kurulunda Yönetici Seçilmesi


2.1.1.Görev Süresi
KMK md. 34/5 uyarınca yönetici, kat malikleri kurulunun ka-
nunda öngörülen olağan toplantılarında seçilir. Bununla birlikte
kat malikleri kurulunun olağanüstü toplantılarında da yönetici se-
çilmesini engelleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır.25Olağa-
nüstü toplantılarda seçilen yöneticinin görev süresi, yıllık olağan
toplantıya kadardır.26Dolayısıyla yöneticinin görev süresi kural ola-
rak, en fazla bir yıldır.27Kanun koyucunun buradaki süreyi bir yıl
olarak belirlemesinin sebebi, kat malikleri kurulunda değişiklikler
olabileceği ve yöneticinin etkin bir şekilde denetlenmesidir. Ger-
çekten de bir yıllık süre, kat maliklerinin değişebilmesi bakımın-
dan uzun bir süreyken, yöneticinin görevini kötüye kullanmasının
yahut yönetim işlerinin usul ve esaslara uygun biçimde yerine geti-
rilmesinin denetlenmesi bakımından kısa bir süredir.28Yöneticinin
görev süre sinin bir yılı aşması, yalnızca olağan genel kurulda yeni
yönetici seçilemediği halde mümkün olabilir. Kanaatimizce seçilen
yöneticinin görev süresine ilişkin bir yıldan uzun bir süre öngörül-
mesi hukuken mümkün değildir, zira KMK md. 34/5’in lafzındaki
“yeniden” ifadesi olağan toplantılarda yönetici seçimi yapılmasını
zorunlu kılmaktadır.
Yargıtay olağan toplantıda yönetici seçilememesi durumunda,
yöneticinin yapmış olduğu işlemlerin hukuken geçerli olduğuna
hükmetmiştir.29Kanaatimizce yönetici seçilmesi bakımından Sulh

25 İlknur ARSLAN/Mustafa KIRMIZI, a.g.e s. 565; Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 885;bkz.
Y. 18. HD. 20.11.2000, E. 2000/11802, K. 2000/12391(Şeref ERTAŞ, a.g.e s. 578); Y.
18. HD. 25.09.1995, E. 1995/7857, K. 1995/9133 (Mahir Ersin GERMEÇ a.g.e s. 902)
26 Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 886
27 Abdülkadir ARPACI, a.g.e s. 194; Seda ÖKTEM ÇEVİK, a.g.e s. 195; Doktrindeki bir
görüşe göre toplu yapılar bakımından amaçsal yorum yapılmalıdır. Bu bağlamda ola-
ğan toplantıların iki yılda bir gerçekleştirileceğine ilişkin düzenleme dikkate alınarak
yöneticinin görev süresinin iki yıl olarak kabul edilmesi gerekmektedir, bkz. Ömer
DELİKAYA, a.g.e s. 69; Şerafettin GÖKALP, Açıklama ve Örnekleri ile Kat Mülkiyeti
Kanunu ve İlgili Mevzuat, 9. Bs, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2016, s. 27-28
28 Toplu Yapılarda yönetim işlerinin daha kapsamlı olması ve kat maliklerinin sayıları-
nın fazla olması itibariyle meydana gelebilecek değişikliklerin klasik kat mülkiyetinde-
ki kadar önemli etkiler doğurmayacağı gözetildiğinde, bir önceki dipnotta belirtildiği
üzere yönetici seçiminin iki yılda bir yapılacağı kabul edilebilir.
29 Bkz. Y. 18. HD. 15.2.1996, E. 1996/336, K. 1996/1714 (Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 901)
282 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Hukuk Mahkemesine yapılacak başvuruda, davanın sonuçlanma-


sına kadar tedbiren kayyım atanması da talep edilebilmelidir. Zira
olağanüstü toplantı çağrısı yapılabilmesi bakımından KMK md.
29/2’de öngörülen, kat maliklerinin üçte birinin isteminin bulun-
madığı hallerde çağrı yapılamayacak, dolayısıyla olağanüstü toplan-
tı ve yönetici seçimi de söz konusu olmayacaktır. Bununla birlikte
yönetici seçilemeyen olağan toplantıdan sonra mevcut yöneticinin
de görevine devam etmek istememesi halinde yönetim işleri kesin-
tiye uğrayacak, hatta olağanüstü toplantı çağrısında dahi bulunula-
mayacaktır. İşte bu gibi durumlarda kayyım atanması talebi haya-
ti önem kazanmaktadır. Kanaatimizce böyle bir durumda kayyım
atanıncaya kadar KMK md. 35/2 hükmü kıyasen uygulanmalıdır.
Buna göre, yönetici seçiminin yapılamadığı anagayrimenkullerde
yönetim işlerinin yerine getirilmesinde kat maliklerinin birlikte so-
rumluluğu söz konusu olacaktır.
KMK md. 34/5’te, eski yöneticilerin yeniden seçilebilmesine ce-
vaz verilmiştir. Ayrıca kanunda, bir kişinin kaç dönem boyunca yö-
neticilik yapabileceğine ilişkin bir sınırlama da bulunmamaktadır.
Kanaatimizce, yönetim planında böyle bir sınırlamaya yer verilmesi
mümkündür. Yöneticinin uzun yıllar boyunca görev alması, görevi
kötüye kullanma imkanı doğuracaktır.30 Dolayısıyla yöneticinin se-
çilmesi noktasında yönetim planında azami bir dönem sınırlaması
öngörülmesi isabetli olacaktır.

2.1.2.Seçim Usulü
KMK md. 34/4’te, yöneticinin seçilebilmesi bakımından özel bir
karar yeter sayısı öngörülmüştür. Buna göre yönetici seçilebilme-
si için kat maliklerinin sayı ve arsa payı çoğunluğu bulunmalıdır.
Söz konusu hüküm emredici olduğundan madde metninde aranan
nitelikli çoğunluk değiştirilemez.31 Sayı ve arsa payı çoğunluğunun
her ikisi birden bulunarak karar alınmalıdır.32Burada yönetici se-

30 Abdülkadir ARPACI, a.g.e s. 193


31 Safa REİSOĞLU, a.g.e s. 109; bkz. Y. 18. HD. 26.02.1998, E. 1997/12739, K.
1998/1803 (Şeref ERTAŞ, a.g.e s. 576)
32 Bkz. YHGK 21.03.2012, E. 2012/18-4, K. 2012/226 (Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s.
892-893); Y. 18. HD. 28.04.2016, E. 2015/7917, K. 2018/6844 (Mahir Ersin GERMEÇ,
a.g.e s. 893); Y. 18. HD. 28.09.2015, E. 2015/9880, K. 2015/13103 (Mahir Ersin GER-
MEÇ, a.g.e s. 893-894); Y. 18. HD. 13.01.2014, E. 2013/14187, K. 2014/42 (Mahir
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 283

çilmesi noktasında aranan nitelikli çoğunluğun, yönetici seçilme-


sinin zorunlu olup olmamasından bağımsız olarak her halükarda
arandığını belirtmek gerekir. Doktrindeki bir görüşe göre, yönetici
seçilmesinin kanunen zorunlu olmadığı sekizden az sayıda bağım-
sız bölüm bulunan ana gayrimenkullerde, yönetim planına ekle-
necek bir hükümle yöneticinin oybirliğiyle seçilebilecektir. Bu du-
rumda yönetici seçilemediği takdirde, Sulh Hukuk Mahkemesine
başvurulamayacaktır.33 Kanaatimizce bu görüş, kanunun emredici
hükmüyle bağdaşmamaktadır.
KMK md. 31/2 uyarınca, birden fazla bağımsız bölüme malik
olan kişi, tüm oyların üçte birini aşmamak kaydıyla her bir ba-
ğımsız bölümü için bir oy hakkına sahiptir. Ancak KMK md. 34/4
lafzından anlaşılacağı üzere yönetici seçilmesi noktasında bağımsız
bölüm sayısı değil, malik sayısı esas alınmaktadır.34
Yönetici seçiminde öngörülen nitelikli çoğunluğa ilk toplantıda
yahut ikinci toplantıda ulaşılması, doğacak hukuki sonuç bakımın-
dan herhangi bir farklılık arz etmemektedir.35 Zira yönetici seçil-
mesi bakımından aranan nitelikli çoğunluk, her halükarda toplantı
yeter sayısının üzerindedir.36

2.2. İstisna: Mahkeme Tarafından Yönetici Seçilmesi


KMK md. 34/6’da mahkeme tarafından yönetici belirlenebilmesi
halleri öngörülmüştür. Buna göre, kat mülkiyeti kurulunun yöne-
tici seçilmesi noktasında karar alamaması halinde, anagayrimen-
kulün bulunduğu yer Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından yönetici

Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 894); Y. 18. HD. 02.10.2012 E. 2012/8951, K. 2012/10554


(Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 894); Y. 18. HD. 31.10.2001, E. 2001/9313, K.
2001/9612 (Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 896); Y. 18. HD. 20.03.1995, E. 1995/2795,
K. 1995/3376 (Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 902); Y. 18. HD. 09.02.2006, E.
2006/10661, K. 2006/780 (Nihat İNAL, Apartman, Site, Toplu Konut, Devremülk
Yönetimi, 2. Bs, Ankara, SeçkinYayıncılık,2016, s. 352)
33 Ali Haydar KARAHACIOĞLU/Ahmet Cengiz ERGİN,a.g.es. 588
34 Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 884
35 İlknur ARSLAN/Mustafa KIRMIZI, a.g.e s. 565; bkz. Y. 18. HD. 18.10.2012, E.
2012/10227, K. 2012/11554 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası); Y. 18. HD. 01.11.2010, E.
2010/10928, K. 2010/14212 (İlknur ARSLAN/Mustafa KIRMIZI, a.g.e s. 570-571); Y.
18. HD. 26.04.2010, E. 2009/12349, K. 2010/6240 (İlknur ARSLAN/Mustafa KIRMIZI,
a.g.e s. 571)
36 Tahsin Murat PULAK, a.g.e s. 413
284 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

seçilir. Bir Yargıtay kararında, yöneticinin ücretinin mahkeme ta-


rafından belirlenebileceği, ancak yöneticinin yetkileri bakımından
mahkemenin belirlemede bulunamayacağına hükmedilmiştir.37
Sekizden az bağımsız bölüm bulunan ana gayrimenkuller bakı-
mından da Sulh Hukuk Mahkemesine başvurmak mümkündür.38
Zira burada da yöneticinin seçilememesi durumu söz konusudur.
39
Bir Yargıtay kararında, Sulh Hukuk Mahkemesinin, başvuruya
konu anagayrimenkule yönetici seçilmesinin gerekli olup olmadığı
yönünde de incelemede bulunmakla yükümlü olduğu ifade edil-
mektedir.40Başka bir ifadeyle Yargıtay, sekizden az bağımsız bölüm
bulunan ana gayrimenkullerde yönetici seçilmesi bakımından Sulh
Hukuk Mahkemesinin takdir hakkı bulunduğuna hükmetmekte-
dir. Kanundaki asgari bağımsız bölüm sayısının belirlenme ama-
cının esas alındığı bir görüşe göreyse sekizden az bağımsız bölüm
bulunan anagayrimenkullerin kolayca yönetilebileceği, dolayısıyla
yönetime ilişkin mali külfetlerin kat maliklerine yüklenemeyeceği
belirtilmektedir.41 Kanaatimizce bu görüş isabetli değildir. Zira bu-
rada, kanunda açıkça yer almayan bir sınırlamanın yorum yoluyla
kabul edilmesi söz konusudur ki bu durum hak hürriyetiyle bağ-
daşmamaktadır.
Sulh Hukuk Mahkemesine, kat maliklerinden birinin başvur-
ması yeterlidir. Bağımsız bölümün paylı mülkiyete konu olma-
sı halindeyse, maliklerin tamamının yahut ortak temsilcilerinin
mahkemeye başvurması gerekmektedir.42Burada üçüncü kişilerin,

37 Bkz. Y. 18. HD. 26.09.2002, E. 2002/7293, K. 2002/8768 (Şeref ERTAŞ, a.g.e s. 579-
580); aynı yönde Abdülkadir ARPACI, Kat Mülkiyeti İlişkisi İçin Mahkemece Tayin
Edilen Yöneticinin Hukuki Durumu, Prof. Dr. Mustafa DURAL’a Armağan, İstanbul,
Filiz Kitabevi, 2013, s. 125-126, yazar burada yöneticiye ücret ödenmesinin KMK md.
40/2-3 uyarınca mümkün olduğunu ifade etmektedir.
38 Aksi yönde Yargıtay kararı için bkz. Y. 18. HD. 19.10.2015, E. 2015/1437, K.
2015/14627 (Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 913-914)
39 İlknur ARSLAN/Mustafa KIRMIZI, a.g.e s. 566; Berna Canan ÜNER ER, a.g.e s. 65; Y.
18. HD. 14.03.2005, E. 2004/10340, K. 2005/2184 (Şeref ERTAŞ, a.g.e s. 581-582)
40 Y. 18. HD. 08.02.1996, E. 1995/12919, K. 1996/1343 (Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s.
915); Tahsin Murat PULAK, a.g.e s. 414-415, yazara göre sekizden az bağımsız bölüm
bulunan ana gayrimenkuller bakımından yönetici atanmasının talep edildiği hallerde,
yönetici atanmasının gerekliliği hayatın olağan akışına uygundur.
41 Abdülkadir ARPACI, a.g.e s. 125
42 A.e s. 126
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 285

özellikle de kiracıların yahut sınırlı ayni hak sahiplerinin başvuru


yetkisinin bulunmaması eleştirilmesi gereken bir eksikliktir. Zira
bu kişiler, anagayrimenkulün yönetilmesine ilişkin önemli ölçüde
menfaat sahibi kimselerdir.43
Yeni yönetici seçilmesi amacıyla olağanüstü toplantı yapılması
gereken hallerde, yöneticinin kat maliklerini toplantıya çağırma-
ması halinde Sulh Hukuk Mahkemesinin yönetici seçmesi müm-
kün değildir. Zira ortada bir yönetici bulunmaktadır.44 Bu durum-
da yapılması gereken, yöneticinin yerine kayyım atanması talebiyle
Sulh Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunmaktır.45 Başvurunun
kabulü halinde kayyım tarafından olağanüstü toplantıya çağrı ya-
pılacak, böylece kat malikleri kurulu toplanarak yönetici seçimi
yapabilecektir. Bununla birlikte Sulh Hukuk Mahkemesi tarafın-
dan yapılan inceleme derdest iken kat malikleri kurulu tarafından
yönetici seçilmesi halinde davanın hukuki yarar bulunmaması se-
bebiyle reddedilmesi gerekir.46

2.2.1. Yargılama
Sulh Hukuk Mahkemesi, yöneticiyi belirlemeden önce diğer
kat maliklerini de imkan ve gereklilik bulunduğu takdirde dinle-
melidir. Bu husus, hakimin, davacının göstermiş olduğu yönetici
adaylarıyla bağlı bulunmaması açısından önemlidir.Bir Yargıtay
kararında da isabetle belirtildiği üzere, davacının göstermiş olduğu
adayın değerlendirme yapılmaksızın yönetici seçilmesi, bu konu-
daki tasarrufun davacıya bırakılması anlamına gelecektir.47

43 Abdülkadir ARPACI, Kat Mülkiyetinde Yönetim, 2. Bs, Temel Yayıncılık, İstanbul,


1994, s. 190-191; Ömer DELİKAYA, a.g.e s. 73-74
44 Berna Canan ÜNER ER, a.g.e s. 66; Şeyda DURSUN KARAAHMETOĞLU, a.g.e s.
1911; Tahsin Murat PULAK, a.g.e s. 415; Y. 18. HD. 17.09.1993, E. 1993/7280, K.
1993/9593 (Şeref ERTAŞ, a.g.e s. 573)
45 Abdülkadir ARPACI, Kat MülkiyetiİlişkisiİçinMahkemeceTayinEdilenYöneticininHuku-
kiDurumu, Prof. Dr. Mustafa DURAL’a Armağan, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2013, s.
127-128, yazar bu hususa ilişkin açıklamalarının devamında, yönetici seçilmesinin
asla tedbiren kararlaştırılamayacağını ifade etmektedir.
46 Şeyda DURSUN KARAAHMETOĞLU, a.g.e s. 1913
47 Yargıtay 18. HD. 24.06.2002, E. 2002/6225, K. 2002/7188 (Mahir Ersin GERMEÇ,
a.g.e s. 908-909);aynı görüşte, Abdülkadir ARPACI, Kat Mülkiyetinde Yönetim, 2. Bs,
Temel Yayıncılık, İstanbul, 1994 s. 190
286 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Yargıtay kararlarında, hasım gösterilmeksizin mahkemeye baş-


vuruda bulunulabileceği ifade edilmektedir. Bir Yargıtay kararın-
da, diğer kat maliklerinin ilgili sıfatıyla dinlenebileceği ifade edil-
mektedir.48 Başka bir karardaysa ilgililer dinlenmeksizin yalnızca
dosya üzerinden inceleme yapılarak yönetici atanmasının, hukuki
dinlenilme hakkına aykırılık teşkil edeceği belirtilmektedir.49Yar-
gıtay, ilgililerin kanun yoluna başvurmalarına cevaz vermektedir.50
Yönetim planında yöneticinin vasıflarına ilişkin hükümlerin yer
alması halinde, hakim bu vasıflara uygun bir yönetici seçmelidir.
Bu konuda uygulamada en sık karşılaşılan durum, yöneticinin kat
malikleri arasından seçilmesine ilişkin hükümlerdir.51

2.2.2. Mahkeme Tarafından Seçilen Yöneticinin Durumu


Mahkemenin görevi, yöneticinin seçilmesiyle birlikte sona er-
mektedir. Yöneticinin belirlenmesi müessesesi, vasi yahut kayyım
atanmasında olduğu gibi mahkemenin yöneticiye talimat verebile-
ceği şeklinde algılanmaktaysa da bu uygulama doğru değildir.52
KMK. md 34/6’da, mahkeme tarafından seçilen yöneticinin gö-
rev ve yetkilerinin, kat malikleri tarafından seçilen yöneticinin gö-
rev ve yetkileriyle aynı olduğu öngörülmektedir. Bununla birlikte
KMK md. 34/7’de, mahkeme tarafından seçilen yöneticinin kural
olarak en az altı ay geçmedikçe görevden alınamayacağı düzenlen-
miştir.53 Kanun koyucu burada haklı bir sebebin bulunması halini
saklı tutmuştur. Haklı sebep bulunması halinde kat malikleri Sulh

48 Yargıtay 18. HD. 15.09.1998, E. 1998/9857, K. 1998/9036 (Mahir Ersin GERMEÇ,


a.g.e s. 910);aynı görüş için bkz. Şerafettin GÖKALP, a.g.es. 27
49 Yargıtay 18. HD. 10.03.2016, E. 2016/4515, K. 2016/4173 (Mahir Ersin GERMEÇ,
a.g.e s. 904-905)
50 Bkz. dn.48;Yargıtay 18. HD. 30.03.1998, E. 1998/1318, K. 1998/3385 (Mahir Ersin
GERMEÇ, a.g.e s. 910-911)
51 Kat maliklerinden hiçbirinin yönetici olmak istememesi halinde hakim, dışarıdan yö-
netici seçebilecektir, Safa REİSOĞLU, a.g.e s. 117; Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 885
52 Abdülkadir ARPACI, Kat Mülkiyeti İlişkisi İçin Mahkemece Tayin Edilen Yöneticinin
Hukuki Durumu, Prof. Dr. Mustafa DURAL’a Armağan, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2013,
s. 128vd., yazar bu hususu açıkça şöyle ifade etmektedir:“...Hakim de tayin etmiş
olsa, yönetici, münhasıran kat maliklerine karşı sorumludur...”
53 Mahkeme tarafından seçilen yöneticinin bu süre zarfı içerisinde görevden alınmasının
hukuki sonucuna ilişkin herhangi bir yasal hüküm bulunmamaktadır.
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 287

Hukuk Mahkemesine başvurarak haklı sebebin tespitini ve dolayı-


sıyla yöneticinin değiştirilmesi için izin verilmesini talep edebilir-
ler. Doktrindeki bir görüşe göre ifade edilen durumda Sulh Hukuk
Mahkemesi, yeni yöneticiyi seçebilecektir.54
Mahkeme tarafından seçilen yöneticinin istifa etmesi halinde
Sulh Hukuk Mahkemesi re’sen yeni bir yönetici seçemez. Zira yu-
karıda belirtmiş olduğumuz üzere, mahkemenin görevi yalnızca
yönetici seçilmesinden ibarettir. Bu durumda öncelikle kat malik-
leri kurulu tarafından yönetici seçilmesi cihetine gidilmelidir.55

3. YÖNETİCİDEN TALEP EDİLMESİ ÖNGÖRÜLEN


HUSUSLAR
3.1. Teminat
KMK md. 34/8 uyarınca, yöneticiyle kat malikleri arasında yapı-
lan sözleşmede yahut sözleşme yapıldıktan sonra haklı bir sebebin
ortaya çıkması halinde yöneticiye teminat göstermesi yükümlülü-
ğü yüklenebilir. Madde hükmünde yer alan sözleşme ifadesinden
kasıt, yönetici ve kat malikleri kurulu arasındaki kanuni vekalet
ilişkisidir.56
Yöneticiden teminat göstermesinin talep edilmesinin amacı, yö-
neticinin aidat gibi gelirleri keyfi olarak kullanmasının önlenmesi-
dir. Başka bir ifadeyle yöneticinin, maddi bakımdan denetlenmesi
amacıyla kendisinden teminat göstermesi talep edilebilir.57
Kanun koyucu, yöneticiden nasıl bir teminat talep edilebilece-
ğine yönelik herhangi bir düzenlemede bulunmamıştır. Kanaati-
mizce yöneticiden, kat malikleri kurulu tarafından yahut yönetim
planında yer alan bir düzenlemeyle belirlenecek miktar üzerinden
teminat mektubu sunması talep edilebilir. Ekonomideki dalgalan-

54 Abdülkadir ARPACI, Kat Mülkiyetinde Yönetim, İstanbul, Temel Yayıncılık, 1994, s.


226; Mahir Ersin GÖRMEÇ, a.g.e s. 887; Tahsin Murat PULAK, a.g.e s. 415
55 Bkz. Y. 18. HD. 07.06.2010, E. 2010/949, K. 2010/8502 (Nihat İNAL, a.g.e s. 353)
56 Şeyda DURSUN KARAAHMETOĞLU, a.g.e s. 1914
57 A.e s. 1915
288 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

malar ve yöneticinin kişiliğinden kaynaklanabilecek özel hususla-


rın gözetilerek, miktarın kat malikleri kurulu tarafından belirlen-
mesi, yönetim planında bir düzenleme yapılmasından daha isabetli
olacaktır. Teminat mektubu dışında burada gündeme gelebilecek
bir diğer hukuki çözümse yöneticinin kat maliki olması halinde
bağımsız bölümü üzerinde süreli bir ipotek tesis edilmesidir.58 Yö-
neticinin teminat göstermesi bakımından eğer kat malikleri kurulu
tarafından yöneticiye ücret ödenmesi kararlaştırılmışsa, işbu üc-
retin yeni açılacak bir banka hesabına yatırılması ve bu hesabın
da haciz uygulanmak suretiyle bloke edilmesi gündeme gelebilir.
Burada son olarak belirtilmesi gereken husus, yöneticiyle yapıla-
cak bir inanç anlaşması uyarınca kendisinden herhangi bir mal
veya hakkın devrinin talep edilmesidir. Bu anlaşma uyarınca yö-
netici, kendi mülkiyetindeki bir malvarlığını veya alacağını, kat
malikleri kurulunun belirleyeceği herhangi bir gerçek yahut tüzel
kişiye devredecek olup, kendisinin görev süresi sona erdiğinde ve
görevini vekalet sözleşmesine uygun biçimde ifa etmiş olması ha-
linde inançlı işleme konu mal veya hak, yöneticiye devrolunacaktır.
Kanaatimizce inanç anlaşması, yöneticinin kolayca devir talebinde
bulunabilmesi bakımından kat maliki olan kişi veya kişilerle ya da
varsa denetçiyle yapılmalıdır.
Yöneticiden teminat gösterilmesinin talep edilebilmesi için, kat
malikleri kurulu tarafından karar alınması gerekmekte olup, işbu
karar bakımından nitelikli çoğunluk aranmamaktadır.59
Kanun koyucu, yöneticinin teminat göstermemesine ilişkin her-
hangi bir hukuki sonuç öngörmemiştir.60 Doktrindeki bir görüşe
göre bu durumda, KMK md. 41/1 uygulanabilecek ve yönetici de-
ğiştirilebilecektir.61,62

58 Buradaki ipotek, üst sınır ipoteğidir.


59 Şeyda DURSUN KARAAHMETOĞLU, a.g.e s. 1915
60 Doktrinde kanun hükmünün uygulanma kabiliyetini haiz olmadığı şeklinde bir görüş
bulunmaktadır, Selahattin Sulhi TEKİNAY, Eşya Hukuku II/2, İstanbul, Filiz Kitabevi,
1991, s. 111
61 KMK md. 41/1: “Kat malikleri kurulu, yöneticinin bu görevdeki tutumunu devamlı
olarak denetler ve haklı bir sebebin çıkması halinde onu her zaman değiştirebilir.”
62 Safa REİSOĞLU, a.g.e s. 117
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 289

3.2. Erişilebilirlik
KMK md. 34/9 uyarınca yöneticinin isim ve soy ismiyle birlikte
ev ve iş yeri adresleri bilgilerinin asılı olduğu bir çerçevenin (tabe-
la mahiyetinde), anagayrimenkulün girişine yahut girişte görülebi-
lecek bir yere asılması gerekmektedir. Madde hükmünün amacı,
ana gayrimenkule ilişkin bilgi ve belge talebi noktasında, gerek kat
maliklerinin gerekse ilgili üçüncü kişilerin yöneticiye kolayca erişi-
lebilmesidir. Doktrindeki bir görüşe göre, bahsi geçen çerçevede,
yöneticinin telefon numarasının da yer alması gerekmektedir.63
Belirtmek gerekir ki söz konusu maddede yer alan bilgilerin
kullanılması kişisel verileri koruma hukuku bakımından hukuka
aykırılık teşkil etmemektedir. KVKK md. 5/2-a gündeme gelecektir.
İşbu madde, kişisel verilerin işlenme şartlarını düzenlemektedir.
Kişisel verileri koruma hukuku bakımından kural, veri işleme fa-
aliyetinin ilgili kişinin açık rızası alınarak gerçekleştirilmesidir.64
Söz konusu maddede bu kuralın istisnaları sınırlı olarak sayılmış
olup, bu istisnalardan birisi de kanunda açıkça öngörülmedir. Do-
layısıyla KMK md. 34/9 hükmü, kanunlarda açıkça öngörülme şar-
tını sağladığından, yöneticinin çerçevede yer alması öngörülen bil-
gilerinin üçüncü kişiler tarafından kullanılması, hukuka aykırılık
arz etmeyecektir.
Teminat gösterilmesinin aksine erişilebilirlik hakkındaki hü-
küm emredici niteliktedir ve işbu hükme uyulmamasının yaptırı-
mı da maddenin devamında öngörülmüştür. Buna göre, herhangi
bir ilgilinin başvurusu üzerine Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından
yönetici hakkında 50 TL’den 250 TL’ye kadar idari para cezası ve-

63 Mahir Ersin GERMEÇ, a.g.e s. 889; Haluk SARUHAN, Kat Mülkiyetine Getirilen Ye-
nilikler, Ankara, Adalet Yayınevi, 2018, s. 46
64 Bahri ÖZTÜRK, Elif ALTINOK ÇALIŞKAN, Serkan SEYHAN, Kişisel Verilerin Korun-
ması Hukuku Teorik ve Pratik Çalışma Kitabı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2021, s.
64; Mesut Serdar ÇEKİN, Avrupa Birliği Hukukuyla Mukayeseli Olarak 6698 Sayılı
Kanun Çerçevesinde Kişisel Verilerin Korunması Kanunu, 3. Bs, İstanbul, On İki
Levha Yayıncılık, 2020, s. 73 Murat Volkan DÜLGER, Kişisel Verilerin Korunması
Hukuku, İstanbul, Hukuk Akademisi, 2019, s. 215
290 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rilmesi kararlaştırılır.65,66 Burada dikkat çeken husus, madde laf-


zında kat maliklerinden değil, ilgililerden söz edilmesidir. Kanun
koyucunun kullanmış olduğu bu ifadenin sonucu olarak, kiracılar
ve sınırlı ayni hak sahipleri başta olmak üzere ilgili üçüncü kişile-
rin de mahkemeye başvuru hakkı bulunmaktadır.67

4. SONUÇ
Yönetici, KMK md. 34/1’de “anagayrimenkulün yönetiminin ve-
rildiği kimse” olarak ifade edilmiştir. Yönetim işleri bakımından
kat maliki olmayan üçüncü kişilerin yahut tüzel kişilerin seçilme-
si mümkündür. Yönetim, tek bir kişiye yahut üç kişilik bir kuru-
la bırakılabilir. Yönetim kurulunun üç kişiden oluşmasına ilişkin
doktrinde işbu sayının azami yahut asgari nitelik arz ettiği yönün-
de farklı görüşler mevcut olmakla birlikte, sayının sabit olmasın-
dan bahisle azami yahut asgari bir niteliğin söz konusu olmadığı
şeklinde de bir görüş mevcuttur. Kanaatimizce yönetim kurulunun
kaç kişiden oluşacağı hususunda öncelikle yönetim planı dikkate
alınmalı, yönetim planında hüküm bulunmayan hallerde KMK md.
34/1 uygulanmalıdır.
KMK md. 34 başlığı her ne kadar “yönetici atanması” olarak
kaleme alınmışsa da madde hükmünde öngörülen işlem seçimdir.
KMK md. 34/2 uyarınca sekizden fazla bağımsız bölüm bulunan
ana gayrimenkuller bakımından yönetici seçilmesi zorunludur.
Aksi takdirde kanaatimizce Sulh Hukuk Mahkemesine yönetici se-
çilmesi talebiyle başvurulabilecektir.
Anagayrimenkulün tamamına malik olan kimse KMK md. 34/3
uyarınca yöneticidir. Kanundan kaynaklanan bu durum, anagayri-

65 Madde hükmü 14.11.2007 tarihli 5711 sayılı kanunla değiştirilmeden önce, para ceza-
sının niteliği madde lafzında yer almamaktaydı. Etem Saba ÖZMEN, anılan değişikliğin
kanunların Türk Ceza Reformuyla uyumlu hale getirilmesi amacına yönelik olduğunu
ifade etmektedir. Bkz. Etem Saba ÖZMEN, Hafize KIR, Kat Mülkiyeti Kanunu De-
ğişiklikleri Şerhi ve Eleştirisi(5711/5912 Sayılı Kanunlar), İstanbul, Saba Özmen
Avukatlık Ortaklığı Yayınları, 2010, s. 106; Haluk SARUHAN, a.g.e s. 46-47
66 Görevli mahkemenin Sulh Hukuk Mahkemesi olması sebebiyle verilecek idari para
cezasına, Kabahatler Kanununda gösterilen kanun yolu hükümleri değil Hukuk Muha-
kemeleri Kanununda gösterilen kanun yolu hükümlerinin uygulanması gerektiği hak-
kındaki görüş için bkz. Tahsin Murat PULAK, a.g.e s. 397-398
67 Şeyda DURSUN KARAAHMETOĞLU, a.g.e s. 1915
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 291

menkulün en az bir bağımsız bölümünün başkasına devredilme-


si yahut malikin vefat etmesi sonucunda mirasçıların birden fazla
kişi olması halinde sona erecektir.
Yönetici, kat maliklerinin sayı ve arsa payı çoğunluğuyla seçilir.
KMK md. 34/4 düzenlemesi emredici nitelikte olup, bu halde KMK
md. 31/2 uygulanamayacaktır.
KMK md. 34/5 uyarınca yönetici seçimi, her yıl olağan kat ma-
likleri kurulu toplantılarında yapılır. Bununla birlikte olağanüstü
toplantılarda da yönetici seçilmesi mümkündür. Yöneticinin görev
süresi kural olarak bir yıl olup, yeni bir yönetici atanamaması ha-
linde eski yöneticinin yaptığı işlemler Yargıtay kararları uyarınca
hukuken geçerli kabul edilmektedir. Eski yöneticinin yeniden se-
çilmesi mümkün olmakla birlikte kanaatimizce yöneticinin görevi
kötüye kullanabileceği ihtimali karşısında yönetim planında azami
bir dönem süresi belirlenmesi isabetli olacaktır.
KMK md. 34/6’da, kat malikleri kurulu tarafından yönetici se-
çilemediği hallerde kat malikleri tarafından Sulh Hukuk Mahke-
mesine başvurulması öngörülmektedir. İlgili üçüncü kişilerin Sulh
Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunamaması isabetli değildir.
Sekizden az bağımsız bölüm bulunan anagayrimenkuller bakımın-
dan Yargıtay, Sulh Hukuk Mahkemesine başvurulabilmesine cevaz
vermekteyken, doktrinde her iki yönde de görüşler bulunmaktadır.
Sulh Hukuk Mahkemesinin görevi, yöneticinin seçilmesiyle sınırlı
olup işbu yöneticinin denetlenmesi söz konusu olamaz. Sulh Hu-
kuk Mahkemesi tarafından seçilen yönetici, kat malikleri kurulu
tarafından seçilmiş bir yöneticinin sahip olduğu bütün hak ve yet-
kilere sahip olmakla birlikte KMK md. 34/7 uyarınca, haklı sebep
bulunan haller saklı kalmak kaydıyla, altı ay geçmedikçe kat ma-
likleri kurulu tarafından kendisinin görevine son verilemez.
KMK md. 34/8’de, kat maliklerinin yöneticiden teminat talep
edebileceği öngörülmektedir. Söz konusu hükmün amacı, yönetici-
nin keyfi masraflarda bulunmasının önlenmesidir.
292 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

KMK md. 34/9 uyarınca, yöneticinin isim ve soy ismiyle ev ve iş


adresi bilgileri, anagayrimenkulün girişinde yahut girişinden gözü-
ken bir bölgede, bir çerçeve marifetiyle yer almalıdır. Söz konusu
hüküm emredici nitelikte olup, anılan yükümlülüğün yerine getiril-
memesi halinde yönetici hakkında idari para cezası uygulanmasına
karar verilebilecektir.

KAYNAKÇA
ARPACI, Abdülkadir, Kat Mülkiyetinde Yönetim, 2. Bası, İstanbul, İstanbul
1994.
ARPACI, Abdülkadir, “Kat Mülkiyeti İlişkisi İçin Mahkemece Tayin Edilen
Yöneticinin Hukuki Durumu”, Prof. Dr. Mustafa DURAL’a Armağan, İstanbul
2013.
ARSLAN, İlknur / KIRMIZI, Mustafa, Kat Mülkiyeti Kanunu Şerhi, Ankara
2012.
ÇEKİN, Mesut Serdar, Avrupa Birliği Hukukuyla Mukayeseli Olarak 6698 Sa-
yılı Kanun Çerçevesinde Kişisel Verilerin Korunması Kanunu, 3. Bası, İstanbul
2020.
DELİKAYA, Ömer: Kat Mülkiyeti Hukukunda Hâkimin Müdahalesi, Ankara
2022.
DURSUN KARAAHMETOĞLU, Şeyda, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 34. Mad-
desine Göre Yöneticinin Atanması, YÜHFD, C. XVIII, (s. 1905-1918), İstanbul
2021.
DÜLGER, Murat Volkan, Kişisel Verilerin Korunması Hukuku, İstanbul 2019.
ERTAŞ, Şeref, Kat Mülkiyeti Kanunu Şerhi,2. Bası, Ankara 2015.
GERMEÇ, Mahir Ersin, Kat Mülkiyeti Hukuku,7. Bası, Ankara 2017.
GÖKALP, Şerafettin, Açıklama ve Örnekleri ile Kat Mülkiyeti Kanunu ve İlgili
Mevzuat, 9. Bası, Ankara 2016.
İNAL, Nihat, Apartman, Site, Toplu Konut, Devremülk Yönetimi, 2. Bası, An-
kara, 2016.
KARAHACIOĞLU, Ali Haydar / ERGİN, Ahmet Cengiz, Kat Mülkiyeti Kanu-
nu, 8. Bası, Ankara 2011.
NOMER, Haluk Nami, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14. Bası, İstanbul
2015.
PULAK, Tahsin Murat, Kat Mülkiyeti Kanunu, 4. Bası, Ankara 2008.
REİSOĞLU, Safa, Uygulamada Kat Mülkiyeti, 4. Bası, Ankara 1976.
Kat Mülkiyeti Hukuknda Yönetici... • Av. A. YALÇINKAYA 293

OĞUZMAN, Mustafa Kemal / ÖZ, Turgut, Borçlar Hukuk Genel Hükümler,


C.1, 15. Bası, İstanbul 2015.
OĞUZMAN, Mustafa Kemal / BARLAS, Nami, Medeni Hukuk, 21. Bası, İs-
tanbul 2015.
ÖKTEM ÇEVİK, Seda, Toplu Yapılarda Yönetim, İstanbul 2010.
ÖZMEN, Etem Saba / KIR, Hafize, Kat Mülkiyeti Kanunu Değişiklikleri Şerhi
ve Eleştirisi (5711/5912 Sayılı Kanunlar), İstanbul 2010.
ÖZTÜRK, Bahri / ALTINOK ÇALIŞKAN, Elif / SEYHAN, Serkan, Kişisel Veri-
lerin Korunması Hukuku Teorik ve Pratik Çalışma Kitabı, Ankara 2021.
SARUHAN, Haluk, Kat Mülkiyetine Getirilen Yenilikler, Ankara 2018.
SİRMEN, Lale, Eşya Hukuku, 9. Bası, Ankara 2021.
TEKİNAY, Selahattin Sulhi, Eşya Hukuku II/2, İstanbul 1991.
ÜNER ER, Berna Canan, Kat Mülkiyetinde Yönetim, Erciyes Üniversitesi Yük-
sek Lisans Tezi 2018.
294

KAMULAŞTIRMADA
İDARENİN SORUMLULUĞU

Stj. Av. Murat YÜCEEFEGÜÇ1

1. GİRİŞ
Mülkiyet, hukuk sayesinde insanların serbestçe tasarrufta bulu-
nabildikleri alanları ya da diğer şeyleri ifade eder diyebilmek müm-
kündür. Mülkiyetin hukuka uygun olarak hak niteliğinde değer-
lendirirsek de, insanın en temel haklarından birisi olarak kişinin
kendisine ait olan malı üzerinde dilediği gibi tasarruf edebilmesini
sağlamaktadır. Ancak bazı durumlarda bu alanlar üzerinde kişinin
serbestçe tasarruf etmesinin idare tarafından kısıtlanabildiği ve el
konularak işlem yapılabildiği görülmektedir.
Anayasa’nın ikinci bölümünde yer alan kişi hakları ve ödevle-
ri kısmında, 35’nci maddenin 1’inci fıkrasında herkesin mülkiyet
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Aynı maddenin 2’nci fıkrasın-
da mülkiyetin ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandı-
rılabileceği belirtilmektedir. Yine Anayasa’nın üçüncü bölümünde
yer alan sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler kısmında, 46’ncı
madde de kamulaştırmaya ilişkin açıklamalar yapılmaktadır. Ayrı-
ca 04 Kasım 1983 tarihli 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nu da
bulunmaktadır. Bu kanunun, fiili el atma konusunu kapsadığı, hu-
kuki el atmaya yönelik eksikliklerin olduğu değerlendirilmektedir.
Ayrıca 03 Mayıs 1985 tarihli 3194 sayılı İmar Kanunu’nda yer alan
düzenlemelerle de idare tarafından kamu yararı adı altında imar
planlarının yapıldığı görülmektedir.
Hukuki el atmada idarenin sorumluluğuna yönelik yargı ka-
rarları incelendiğinde, Yargıtay Genel Kurulu’nun 2010 tarihli ka-
rarında idarenin fiili olarak, sahiplenme amaç ve kastıyla yaptığı
müdahalesinin kamulaştırmasız el atma sayıldığı belirtilmiştir.
Kararda, aynı zamanda imar planları ile taşınmazı yol, park, okul

1 Antalya Barosu Stajyer Avukatı.


Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 295

alanı gibi umumi hizmetlere ayırarak mülkiyetin kısıtlanmasını ta-


şınmazlara hukuksal müdahale olsa da kamulaştırmasız el atma
olarak görüldüğü açıklanmıştır.
İdarenin hukuka uygun olarak imar planına göre kamulaştırma-
sız el atması neticesinde bazen yasal süreyi geçirdiği ve bu sebeple
de hak sahiplerinin dava açması konusunda karmaşıklığa sebep
olduğu zamanla ortaya çıkan bir sorun olmuştur. Bu sorunun çö-
zümlenmesi konusu da İdari Yargı’nın mı, Adli Yargı’nın mı kapsa-
mına girdiği tartışmalarını doğurmuştur.
Bu makale de yukarıda belirtilen hususlara yer verilirken son
kısımda ise acele kamulaştırmaya değinilerek sonuç ve öneriler su-
nulacaktır.

2. MÜLKİYET HAKKI
2.1. Mülkiyet Hakkı Kavramı
Kişinin temel hak ve özgürlükleri arasında yer alan mülkiyet
hakkı kavramını açıklayabilmek için mülkiyet ve hak kavramları-
na değinilmesi gerekmektedir. Hak kavramını hukuka uygunluk,
adalet olarak ya da hukukun, adaletin gerektirdiği ve birine ayır-
dığı şey, kazanım, kazanç olarak tanımlayabilmek mümkündür2.
Mülkiyet kavramına ise kısaca sahiplik denilmektedir3. Mülkiyet
kavramını kısaca bu şekilde tanımlasak da eski çağlardan beri
mülkiyet konusunda farklı tanımlamalar yapılmış ve tartışılmıştır.
Mülkiyetin, ötekilerle temasa geçilmesini sağlayan, kimlik diyalek-
tiğinde zorunlu bir uğrak nokta olduğu, nesneyi arzularken onu
etki altına almayı ve ötekilere yönelik tanınma arzusunun müza-
kere biçimi şeklinde belirtilmiştir4. Mülkiyetteki temel amacın, öz-

2 Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü, (https://sozluk.gov.tr/


13.12.2022).
3 Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü, (https://sozluk.gov.tr/
13.12.2022).
4 Douzinas, C. (2017). İnsan Hakları ve İmparatorluk (1. Baskı, s. 42).
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
296 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

nelliği ve nesnelliğin aracılığını öznelliklere arası olarak inşa ettiği,


mülkiyetin kimliğin inşası için zorunlu olduğunu ve mülkiyetin te-
mel işlevinin hukuki özneyi inşa etmek olduğu açıklanmaktadır5.
Mülkiyet hakkı “kişiye, kanunların öngördüğü sınırlar içinde,
sahibi olduğu maldan ve malın hukuki ve doğal ürünlerinden
yararlanma ve o mal üzerinde tasarruf etme yetkisi veren ege-
menlik hakkı”dır6. Yine farklı bir tanıma göre “Mülkiyet hakkı sa-
hibine eşya üzerinde doğrudan doğruya kullanma, yararlanma
ve tasarruf yetkilerinin tamamını veren ve herkese karşı orta-
ya konulan, tam, mutlak, münhasır bir ayni hak” olarak belirtil-
mektedir7. Mülkiyet haklarını, herhangi bir mal olarak nitelendir-
diğimiz bazı şeylerin benliğini cisimleştirirken, bunun da kişiliğin
öznitelikleri sayesinde oluşacağı anlatılmaktadır8. Farklı bir bakış
açısıyla bakıldığında üçüncü bir kişinin baktığında bir mal ile bir
kişi arasındaki bağı görebilmesi mülkiyet hakkının varlığını göste-
rir diyebilmek mümkündür.
İnsanoğlu var olduğu sürece şahsına ait özel alan belirleme ve o
alanda dilediği gibi yaşama isteği ve arzusu içinde hep olmuştur.
Bu arzu ve isteğin neticesinde de bir takım haklar doğmuş ve bu
haklardan biri de “Mülkiyet Hakkı”dır. Temel hak ve özgürlükler
kapsamında olduğundan uluslararası hukuk bağlamında da Bir-
leşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi ya da Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nde de buna ilişkin hususlar vardır. En temel haklar-
dan olan “Yaşam Hakkı”na bile değinilirken “Mülkiyet Hakkı”ndan
bahsetmek mümkündür. Birbiriyle bağlantılı olan bu haklardan
vazgeçilemez, ancak “Mülkiyet Hakkı” için istisnai durumlar mev-
cut olup kanunlara dayalı ve hukuka uygun olarak devredilmesi ya
da el konulması mümkündür.

5 Douzinas, C. (2018). İnsan Haklarının Sonu (1. Baskı, s. 307-308).


Dipnot Yayınları.
6 Adalet Bakanlığı’nın Hukuk Sözlüğü, (https://sozluk.adalet.gov.tr/
hak/ 13.12.2022).
7 Eren F. (2016). Mülkiyet Hukuku (4. Baskı, s. 21). Yetkin Yayınları
8 Douzinas, C. (2017). İnsan Hakları ve İmparatorluk (1. Baskı, s. 43).
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 297

2.2. Mülkiyet Hakkı’nın Anayasa ve Yasal Düzenlemelerle


Açıklanması

Türk toplumu olarak ilk kez 1839 tarihinde Tanzimat Fermanı


ile “Mahfuziyet-i Mal” olarak mülkiyet hakkı, müsadere yasağı ilke-
sinde geçmektedir9. Cumhuriyet Döneminde 1921 Anayasası’nda
yer almayan mülkiyet hakkı, 1924 Anayasası’nın (Teşkilat-ı Esa-
siye) 74’üncü maddesinde “Menafii umumiye için lüzumu usulen
tahakkuk etmedikçe ve kanunu mahsus mucibince değer pahası
peşin verilmedikçe hiçbir kimsenin malının istimval ve mülkü-
nün istimlâk olunamayacağı” şeklinde dolaylı şekilde değinilmiş-
tir10. 1961 Anayasası’nda sosyal ve ekonomik haklar başlığı altında
mülkiyet hakkına yer verilmiştir. Halen yürürlükte olan 1982 Ana-
yasası’nda ise ikinci kısımdaki “Temel Hak ve Özgürlükler” başlı-
ğı altındaki ikinci bölüm olan “Kişi Hakları ve Ödevleri” kısmında
mülkiyet hakkına değinilmektedir.
Anayasa’nın 35’inci maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla,
kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz.” şeklinde Mülkiyet hakkına ilişkin genel
çerçeve çizilmiştir. Ancak Anayasa’nın “Temel Hak ve Ödevler” olan
ikinci kısmında yer alan “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanma-
sı” başlığı altındaki 13’üncü maddesine uygun olarak bu durumun
gerçekleştirilebilir. Çünkü 13’üncü madde de “Temel hak ve hür-
riyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili
maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” diyerek aynı zamanda ölçü-
lülük ilkesini dikkat çekmektedir. Bu çerçevede de üç husus göze
çarpmaktadır, bunlar da “Kamu Yararı Amacıyla, Kanunla ve Öl-
çülülük İlkesi’ne aykırı olmadan” mülkiyet hakkının sınırlandırıla-
bileceğidir.

9 GÖZLER K. (2019). Türk Anayasa Hukuku Dersleri (24. Baskı, s.


152). Ekin Yayınları.
10 1924 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye).
298 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

01 Ocak 2002 tarihli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun


683’üncü maddesinde “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düze-
ninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, ya-
rarlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını
haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası
açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava
edebilir.” şeklinde mülkiyet hakkı neticesinde elde edilen bazı hak-
lara değinilmektedir. Buradaki o şeyden ve maldan kasıt taşınır
mal ve taşınmaz mal üzerindeki mülkiyet hakkıdır11.
Uluslararası hukuk bağlamında 10 Aralık 1948 tarihinde Bir-
leşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nin 17’nci maddesinde “herkesin tek başına veya
başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı olduğu, hiç kimsenin
keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamayacağı” şeklinde
mülkiyet hakkına değinilmiştir. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleş-
mesi’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde yürürlüğe giren 1 Nolu Protoko-
lü’nün 1’inci maddesinde “Her gerçek ve tüzel kişinin mal mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Her-
hangi bir kimse ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngö-
rülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun
olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hü-
kümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kul-
lanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördük-
leri yasaları uygulamak konusunda sahip oldukları hakka halel
getirmez.” şeklinde mülkiyet hakkına değinilmiştir. Ülkemizde bu
protokole karşılık “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Koruma
Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun” yü-
rürlüğe girmiştir.
Mülkiyet hakkını düzenleyen ulusal ve uluslararası metinlere
bakıldığında, bu hakkın yalnızca kamu yararı ve kanunla sınırlan-
dırılabildiği gözlemlenmektedir. Bu çerçevede idarenin kamulaş-
tırmadaki bazı faaliyetlerine ve yargı kararlarına değinilerek ince-
lemek gerekmektedir.

11 ÖZLÜK, B. (2019). Mülkiyet ve Zilyetlik Üzerine Düşünceler, Selçuk


Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 27(1), 142.
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 299

3. KAMULAŞTIRMA
Kamulaştırma Anayasa’nın 3’üncü bölümünde “Sosyal ve Eko-
nomik Haklar ve Ödevler” kısmının Kamu Yararı başlığı altındaki
46’ncı maddesinde “Devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının
gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla,
özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir
kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırma-
ya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir. Kamu-
laştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden
ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması,
büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleş-
tirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme
şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebilece-
ği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde
taksitler eşit olarak ödenir. Kamulaştırılan topraktan, o toprağı
doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli,
her halde peşin ödenir. İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirme-
lerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedelle-
rinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır. “
şeklinde açıklanmaktadır.
Kamulaştırmaya ilişkin 4 Kasım 1983 tarihli ve 2942 sayılı Ka-
mulaştırma Kanunu da bulunmaktadır. Bu kanunda gerçek ve tü-
zel kişilerin taşınmaz mallarının ne şekilde kamulaştırılacağına
yönelik usul ve esaslar belirtilmektedir. Kamulaştırmada idarenin
hukuka uygun olarak yetkisine, şekli yönden, kamulaştırma sebebi
ile konusuna ve amacına dikkat edilmesi gerekmektedir. Kamu-
laştırmayı yapan idarenin yetki bakımından görev alanına giren,
kamu hizmeti ve teşebbüsünü yerine getirmesi maksadıyla yapıl-
ması önem arz etmektedir. Kamulaştırmayı idareden farklı olarak
özel kişiler yapabilmesi mümkün değildir. Ancak özel kişiler lehine
kamulaştırma yapılabilmektedir12. Kamulaştırmanın sebebi, idare
tarafından kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesi maksadıyla
ve ihtiyaç duyulması halinde taşınmazlara kamu yararı temelinde

12 GÜNDAY, M. (2017). İdare Hukuku. İmaj Yayınevi, 252.


300 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

değerlendirilmesidir13. Kamulaştırmaya tabi olan mallar yalnızca


özel mülkiyetteki taşınmazlardır14. Kamulaştırma işlemenin şekli
unsurları kapsamında öncelikle ödenek temin edilmeli, sonrasın-
da kamu yararı kararı alınmalı ve daha sonra kamulaştırılacak ta-
şınmaz belirlenerek kamulaştırma kararı alınmalıdır15.

4. KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA
4.1. Kamulaştırmasız El Atma Kavramı
Kamulaştırmasız el atma, özel mülkiyete tabi taşınmaza hukuka
uygun bir dayanaktan yoksun şekilde, kalıcı olarak ve sahiplen-
mek maksadıyla taşınmaz sahibinin mülkiyet hakkının sağladığı
hak ve yetkilerinden istifade etmesinin kamulaştırma yetkisine sa-
hip idare tarafından kısmen ya da tamamen kısıtlanması şeklinde
tanımlanmaktadır16. Kamulaştırmasız el atmadan söz edebilmek
için, malike ait gayrimenkulün kamu hizmetinde kullanılmak mak-
sadıyla idare tarafından işgal edilmiş olması ve bu işgalin kanunda
öngörülen usul ve esaslara uygun olarak tesis edilmiş bir kamu-
laştırma işlemine dayanmadan gerçekleştirilmiş olması gerekmek-
tedir17. Taşınmaza fiilen el atılması durumunda kamulaştırmasız
el atma durumunun oluşacağı belirtilse de, fiilen el atmaksızın,
sadece hukuki müdahale ile bir el atma gerçekleştirilerek kişiler,
taşınmazları üzerindeki tasarruflarından mahrum edilmektedir.
Kamulaştırmasız el atmayı, hukuka uygun ve hukuka aykırı kamu-
laştırmasız el atma olarak ikiye ayırabilmek mümkündür18.
Belirtilen tanımlardan yola çıkarak kamulaştırmasız el atmayı,
bireylerin özel mülkiyetindeki gayrimenkul mallarına, mülkiyet
haklarını kısıtlayacak şekilde ve rızaları bulunmaksızın, kamulaş-

13 ÖZAY, İ. (2017). Günışığında Yönetim. Filiz Kitabevi. 608.


14 TAN, T. (2019). İdare Hukuku. Turhan Kitabevi, 626.
15 GÜNDAY, M. (2017). İdare Hukuku. İmaj Yayınevi, 257.
16 KULAKLI, E. (2015)İdari Yargının Görevli Olduğu Kamulaştırmasız El Atma Davala-
rında Taşınmazın Tescili Sorunu Tescili Sorunu. İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, 2(1), 185-198.
17 TUTAL, E. (2016, Haziran). Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Yargılama Sürecin-
deki Son Gelişmeler. Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, 1107-1132.
18 ŞAHİN, A.H. (2018, Temmuz). Dünden Bugüne Hukuka Uygun El Atma ve Mülkiyet
Hakkı İhlallerinin Giderimi. Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, 405-428.
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 301

tırma işlemi yapmadan fiilen ya da hukuken el konulması diyebil-


mek mümkündür. Bu tanımlama ile kamulaştırmasız el atmanın,
fiili el atmanın yanında hukuki el atmayı da kapsadığı görülmekte-
dir19. Anayasa Mahkemesi’nin 2013/1436 başvuru numaralı ve 06
Mart 2014 tarihli kararında kamulaştırmasız el atmanın tanımla-
ması yapılmıştır. Buna göre “Kamulaştırma yapmaya yetkili olan
Devlet, kamu tüzel kişileri, kamu kurumları veya kamu yararı
bulunması halinde yararlarına kamulaştırma yapılabilecek ger-
çek ve özel hukuk kişileri tarafından, Anayasa’nın 46. madde-
si ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na aykırı şekilde, özel
mülkiyete konu taşınmazlara kısmen veya tamamen, fiilen veya
hukuken bedelsiz olarak el koyma işlemine “kamulaştırmasız el
atma” denmektedir.” şeklinde belirtilmiştir.

4.2. Kamulaştırmasız El Atmanın Yargı Kararları ile


İncelenmesi
Kamulaştırmasız el atma kavramı, Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kurulu’nun 16 Mayıs 1956 tarih ve 1956/1 Esas, 1956/6 sayılı ka-
rarıyla kurumsallaşmıştır. Burada mahkeme, kamulaştırmasız el
atma sadece fiili el atma olarak ele almış ve mülkiyet hakkının ih-
laline yol açan bu uygulamanın hukuka uygunluğunun sağlanması-
na yönelik bir takım hukuki çözümler ortaya koymuştur. Sonraki
kararlarında ise Yargıtay kamulaştırmasız el atmayı; “9 Ekim 1956
gününden sonra kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve bir ka-
nun hükmüne dayanılmadan idarenin taşınmaz mal üzerinde fi-
ilen tasarrufa başlaması ve asıl mal sahibinin kullanma hakkına
engel olması veya bu hakkı ortadan kaldırmış bulunması” olarak
tanımlanmaktadır20.
Kamulaştırmaksızın el atma ile asıl amaç, idarenin özel mülki-
yete tabi bir taşınmazı kamulaştırmadan el koymak istemesidir.
İdareler bu durumu fiili ve hukuki olarak yapabilmektedirler. Nite-
kim bu husus 5999 Sayılı Kanun’un çıkarılması kapsamında mec-

19 MUTLU, B. (2021). İdarenin Hukuki El Atma Yoluyla Mülkiyet Hakkına Müdahalesi,


[Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi]. Necmettin Erbakan Üniversitesi, s. 33.
20 KARACA, E. (2018). Kamulaştırmasız El Koymanın Unsurları ve Kamulaştırmasız El
Koymaya Karşı Yargısal Başvuru Yolları. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S.274-309.
302 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

liste yapılan görüşmeler sırasında kamulaştırmasız el atmanın “be-


delsiz el atma” şeklinde nitelendirilmesiyle de dikkat çekmiştir21.
09 Ekim 1956 tarihli 6830 Sayılı İstimlak Kanunu’nda kamulaş-
tırma ile ilgili hükümler düzenlenmiştir. Ancak kamulaştırmasız
el atma uygulamasına yönelik bir uygulamaya değinilmemektedir.
1961’de yürürlüğe konulan 221 Sayılı Kanun’un 1’inci maddesin-
de, 6830 Sayılı İstimlak Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihe ka-
dar kamulaştırılmayan, ancak idare tarafından fiilen kullanılan
taşınmazlar kamulaştırılmış sayılmış ve taşınmazın bedelini iste-
me hakkı iki yıllık süre ile sınırlandırılmıştır. Hak düşürücü süre
içinde malik olmanın kesinleşmesi tarihi esas alınmıştır22. Ancak
bu düzenlemelerde kamulaştırmasız el atmalarla ilgili adeta ortada
kalan durumu bir anlamda toparlamış görünse de konuya tam bir
çözüm getirememiştir. Bu kanun sadece geçmişte ortaya çıkmış
olan kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle meydana gelen sorunla-
rı çözebilmiştir23.
04 Kasım 1983 tarihli 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun
yürürlüğe girmesiyle, kanunun 38’inci maddesinde ilk defa kamu-
laştırmasız el atma kavramı düzenlenmiştir. Bu madde de; “Ka-
mulaştırma yapılmış, ancak işlemleri tamamlanmamış veya ka-
mulaştırma hiç yapılmamış iken kamu hizmetine ayrılarak veya
kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis
yapılan taşınmaz malın malik, zilyed veya mirasçılarının bu ta-
şınmaz mal ile ilgili her türlü dava hakkı yirmi yıl geçmekle dü-
şer. Bu süre taşınmaz mala el koyma tarihinden başlar” hükmü
düzenlenmiştir. Ancak söz konusu madde mülkiyet hakkı sahiple-
rinin dava hakkını yirmi yıl ile sınırladığından Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmiştir24. Kararın gerekçesinde “…Yirmi yıllık
hak düşürücü sürenin geçmesiyle taşınmaz malikinin her türlü
dava açma hakkının engellenmesi ve taşınmazın hiçbir karşılık
ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlanmasını

21 YALÇINDURAN, T. (2015). Kamulaştırmasız El Koyma. Ankara: Yetkin Yayınları. S. 26.


22 Antalya BAM’ın 2021/1407 E. 2022/772 K.
23 KAPLAN, G. (2012). Yeni Yasal Düzenlemelere Göre Kamulaştırmasız El Koyma Se-
bebiyle Doğan Tazmin Hakkının Tabi Olduğu Usul ve Esaslar. Türkiye Barolar Birliği
Dergisi, (S.99), s.136.
24 Anayasa Mahkemesi’nin, 2002/112 E.2003/33 K. 10.04.2003 K.T.
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 303

aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur. Bu nedenlerle ku-


ral, Anayasa’nın 13, 35 ve 46. maddelerine aykırıdır… Devletin
veya bir kamu tüzel kişisinin kamulaştırma işlemi olmaksızın
temel insan haklarından olan mülkiyet hakkına keyfi bir şekil-
de el konularak bireylerin sahip oldukları taşınmazları üzerinde
özgürce tasarruf etmelerinin engellenmesi ve yirmi yılsonunda
dava hakkı da tanınmayarak, mülkiyet haklarının ellerinden
alınması hukuk devleti ilkesine aykırıdır.” şeklinde belirtilmiştir.
18 Mayıs 2010 tarihinde 2942 sayılı Kanun’un geçici 6’ncı mad-
desinde detaylı açıklamalar yapılmaktadır. Bunlardan bazılarına
değinecek olursak; bu Kanunla 09 Ekim 1956 tarihinde yürürlüğe
giren 6830 Sayılı İstimlak Kanunu ile 04 Kasım 1983 tarihli 2942
Sayılı Kamulaştırma Kanunu arasındaki kamulaştırmasız el atma
uygulamaları ile ilgili düzenlemelere değinilmektedir. Ayrıca uzlaş-
ma sağlanmasına yönelikte bir takım düzenlemeler mevcut olup,
anlaşma sağlanamadığı takdirde üç ay içerisinde tazminat davası
açma hakkı tanınmıştır. Sonrasında Anayasa Mahkemesi tarafın-
dan Anayasa’nın 36’ncı maddesine aykırı bulunarak bu süre ip-
tal edilmiştir25. Aynı kararla 04.11.1983 tarihinden sonraki 15 yıl
içindeki kamulaştırmasız el atmalar için de geçici 6’ncı maddenin
uygulanacağını öngören 6111 Sayılı Kanun’un geçici 2’nci maddesi
de iptal edilmiş ve geçici 6’ncı madde Anayasa Mahkemesi’nin ka-
rarı sonrasında 24 Mayıs 2013 tarihli 6487 sayılı Kanunla son ha-
lini almıştır. Burada maddenin başlığı “Kamulaştırmasız El Koyma
Sebebiyle Tazmin” iken, “Kamulaştırılmaksızın Kamu Hizmetine
Ayrılan Taşınmazların Bedel Tespiti” olarak değiştirilmiş, böylece
Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçeleri göz ardı edilerek kamu-
laştırmasız el atma davalarının hukuki niteliği tazminat davasın-
dan bedel tespiti davasına dönüştürülmüştür26.
Fakat bu kararlar doğrultusunda belirtilen hususlar 2942 Sayılı
Kanun’un geçici 6’ncı maddesinin kamulaştırmasız el atma uygu-
lamalarına yönelik hukuki çözümleri 09 Ekim 1956 ile 04 Kasım
1983 tarihleri arasındaki fiili el atmalar için öngörülmüştür. Bu

25 Anayasa Mahkemesi’nin 2010/83 E. 2012/169 K. 01.11.2012 K.T.


26 TUTAL, E. (2016, Haziran). Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Yargılama Sürecin-
deki Son Gelişmeler. Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, 1116.
304 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

nedenle bu tarihten sonraki fiili el atmalar ile imar planlarının ke-


sinleşmesi ve 5 yıldan fazla süreyle kamulaştırma işlemi yapılma-
masından kaynaklanan hukuki el atmalar da bu hükmün kapsamı
dışında bırakılmıştır.
04 Ağustos 2022 tarihli ve 31913 sayılı Resmi Gazete ile yayım-
lanan Anayasa Mahkemesi’nin 21.04.2022 tarih ve 2021/19 Esas,
2022/46 sayılı Kararı’nda 5.1.1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hük-
mi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetleri-
ne Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun’un tamamının
Anayasa’nın 13, 35 ve 46’ncı maddelerine aykırı olduğu gerekçe-
siyle iptal edilerek 9 ay sonra yürürlüğe gireceği belirtilmiştir27.
Bu çerçevede kararın gerekçesinin belirtildiği 38’inci maddesinde
“Anayasa’nın 46. maddesi uyarınca kamu yararının bulunması
ve kamu yararı amacının somut olarak gerçekleşmesi kamulaş-
tırmanın öğelerindendir. Yine kamulaştırmada gerçek karşılığın
malike ödenmesi kamulaştırmanın diğer anayasal öğelerinden
biri olup kamulaştırılan taşınmazın bedeline dair yasal düzen-
lemelerin gerçek karşılık ölçütüne uygun olması gerekir. Gerçek
karşılığın peşin ve nakden ödenmesi ile herhangi bir nedenle
ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için uy-
gulanan en yüksek faizin işletilmesi de kamulaştırmanın anaya-
sal öğeleridir. Bu itibarla anılan anayasal öğeleri dikkate almayan,
bu çerçevede kamulaştırmada kamu yararının bulunup bulunma-
dığının yargısal olarak denetlenmesine imkân tanımayan, gerçek
karşılık ve yukarıda belirtilen diğer anayasal ölçütleri karşılama-
yan kural, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen, sınırlamanın
Anayasa’nın sözüne aykırı olamayacağı hükmüne aykırılık teşkil
etmektedir. Kanun’da Anayasa’nın açık güvencelerine aykırı olarak
öngörülen kamulaştırmanın birey için katlanılabilir bir külfete dö-
nüşmesini engelleyecek herhangi bir telafi mekanizmasına da yer
verilmemiştir.” şeklinde açıklanmıştır.

4.3. Fiili El Atma


Kamulaştırmasız el atma da, fiili yolun özellikleri kısaca şöyle-
dir; fiili yol hukuka aykırı bir karardan da doğabileceği gibi hukuka

27 Anayasa Mahkemesi’nin 21.04.2022 tarih ve 2021/19 Esas, 2022/46 sayılı Kararı.


Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 305

uygun işlemin hukuka aykırı sonucu olarak ortaya çıkabilmekte-


dir. Fiili yol, özünde hukuka aykırılık barındırır. Fiili yol kaynaklı
davalarda idari yargı mahkemeleri yerine, adli yargı mahkemeleri
görevlidir. Adli yargı mahkemelerinde görülen davalarda ise idare-
nin hukuka aykırı işlemi sonucu zarar gören kişi lehine tazminata
hükmedilmektedir28.
Kamulaştırmasız el atma da fili durumu, bayındırlık faaliyetleri
kapsamında inceleyecek olursak; idarenin yol, köprü, otoyol, ba-
raj, nükleer santral vs. gibi kamu faaliyeti yapmak için yapılar inşa
etmek suretiyle özel mülkiyetteki taşınmazlara kamulaştırmaksı-
zın el atmasıdır. Fiili yolu idarenin borç doğuran bir haksız fiili
olarak görmek mümkündür. İdarenin sorumluluğunu gerektiren
fiili yol sonucunda, idarenin hukuka aykırı bir şekilde ve haksız
olarak zor kullanması ortaya çıkmaktadır. Zor kullanma ise idare-
nin kamu görevlileri ile gerçekleştirilebilmektedir29.
4.3.1. Fiili El Atmanın Yargı Kararları ile İncelenmesi
Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında fiili el atmaya ilişkin ola-
rak; “Türk hukukunda ‘fiili yol’un en karakteristik örneği, ‘kamu-
laştırmasız el atma’lardır. Kamulaştırmasız el atma, idarenin,
bir kişiye ait taşınmazı bilerek veya bilmeyerek kamulaştırmaya
ilişkin usul ve kurallarına uymaksızın ve bir bedel ödemeksizin
işgal ederek kamu hizmetine tahsis etmesi şeklinde tanımlan-
maktadır. Buna göre, kamulaştırmasız el atmadan söz edilebil-
mesi için, kişiye ait gayrimenkulün idarece (kamu hizmetinde
kullanılmak amacıyla) işgal edilmiş olması ve bu işgalin kanunda
öngörülen usul ve esaslara uyularak tesis edilmiş bir kamulaştır-
ma işlemine dayanmadan gerçekleştirilmiş olması gerekmekte-
dir. Bu şekilde, idarenin hukuk dışı eyleminden kaynaklanan fiili
el atmaların, özel kişilerin haksız fiil teşkil eden eylemlerinden
hiçbir farkının bulunmadığı, bu nedenle bu tip eylemlerden do-
ğan zararların da özel kişilerin haksız fiilinden doğan zararlar-

28 ALTUNIŞIK, E. (2019). Hukuki El Atma, [Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi]. Pamukka-


le Üniversitesi. 33.
29 GÖZÜBÜYÜK, Ş. (2016). Yönetsel Yargı. Turhan Kitabevi. 87.
306 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

da olduğu gibi adli yargıda dava konusu edilmesi gerektiği kabul


edilmektedir.” şeklinde açıklanmaktadır30.

4.4. Hukuki El Atma


Ülkemizde giderek artan nüfus artışları ile birlikte kentlere gö-
çün oldukça fazla olması ve yeni yerleşim alanlarına olan ihtiyaç
sebebiyle yeni imar planlarına ve eski planların revize edilmesine
ihtiyaç duyulmuştur. Bu kapsamda da öncelikle 03 Mayıs 1985
tarihli 3194 sayılı İmar Kanunu’nun incelenmesi gerekmektedir.
İmar Kanunu’nun imar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık
hali başlığı altındaki 10’uncu maddesinde “Belediyeler; imar plan-
larının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik
etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık
imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu
kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis
toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul
edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu ku-
ruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildi-
rilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlarda-
ki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu
kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla
gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.”
“İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile
özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller ka-
mulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçek-
leştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla ve-
rilen haklar devam eder.” şeklinde belirtilmektedir. Bu madde ile
imar planlarının uygulanması süresi bakımından düzenleme yapıl-
mıştır. Ayrıca belediyelere imar planlarının yürürlüğe girmesiyle üç
ay içerisinde planın uygulanmasına yönelik olarak beş yıllık imar
programlarının hazırlanması ve kamu hizmetlerine ayrılan özel
mülkiyete tabi taşınmazlar bakımından kamulaştırma işlemlerinin
yapılabilmesi için zorunlu kılınmıştır31.

30 Anayasa Mahkemesi’nin 25.09.2013 tarih ve 2013/93 Esas, 2013/101 sayılı Kararı.


31 MUTLU, B. (2021). İdarenin Hukuki El Atma Yoluyla Mülkiyet Hakkına Müdahalesi,
[Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi]. Necmettin Erbakan Üniversitesi, s. 53.
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 307

4.4.1. Hukuki El Atmanın Yargı Kararları ile İncelenmesi


Danıştay 6’ncı Dairesi; “…Umumi hizmetlerin görülmesi için
gerekli taşınmazların tedarik edilebilmesi için ilgili idarelere ka-
nunlarla tanınan yetkiler bireylerin mülkiyet hakkını kısıtlamak-
tadır. Kamu yararı ile bireysel fayda arasında çatışma bulun-
duğundan demokratik toplumların hukuk sistemlerinin tümünde
iki unsur arasında denge sağlanması amacı güdülmüştür. İmar
işlemleri yönünden de ilgililerin mülkiyet haklarının kısıtlanma-
sı söz konusu olabilmektedir. Bu bağlamda ülkemizde anayasal
güvence altına alınan mülkiyet hakkının sınırlanması yine aynı
maddede öngörülen ilkelere bağlı kılınmıştır. İmar işleriyle ilgi-
li olarak da, bu ilkelere uygun düzenlemeler içeren 3194 sayılı
Kanunla, taşınmaz mülkiyetinin kısıtlanma şekilleri ve sınırları
belirlenmiştir.
Takdir yetkisi çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının
gerçekleştirilmesi yönünden belirtilen fiili ve hukuki engeller se-
bebiyle davacıların makul ve belirli bir süre boyunca bu kısıtla-
malara katlanabileceği, ancak bu sürenin uzaması hâlinde söz
konusu kısıtlamaların taşınmaz malikine yüklenen külfeti ağır-
laştıracağı bu durumda da kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı
olarak davacıların kısıtlanmadan doğan zararının tazmini iste-
miyle dava açabileceği, kısıtlılık iddiasının bu davanın konusu-
nu oluşturacağı, idarenin tasarrufları nedeniyle oluşan bu zarar-
ları ödemesinin hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu hususu
izahtan varestedir…32” şeklinde idarenin, bireylerin mülkiyet hak-
larını kısıtlamasından kaynaklı tazmin istemiyle dava açabilecekle-
rini belirtmektedir.
Danıştay, imar planları yapıldıktan sonra imar programlarının
tamamlanmaması durumunda kanundaki belirlenmiş süreyi aşan
makul olmayan kısıtlılık sürelerini mülkiyet hakkına müdahale
olarak görmüş ve kısıtlılıktan doğan zararların malike ödenme-
sinin hukuk devletinin gereği olduğunu ifade etmiştir. Planlama

32 Danıştay 6’ncı Dairesi’nin 2015/3020 E. 2019/5789 K. 17.06.2019 K.T.


308 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

sürecinde söz konusu taşınmazlarda inşaat yasağının bulunması,


buradaki mülkiyet hakkının belirsiz bir şekilde kullanım hakkını
kısıtlamaktadır33.
Hukuki el atmaya ilişkin düzenleme getiren 2942 sayılı Kamu-
laştırma Kanun’un Geçici 6. maddesi ve Ek 1’inci maddesi uzlaş-
ma yoluna başvuru dava şartı iken Anayasa Mahkemesi bu Kanun
maddesini kaldırmıştır34.
Hukuki el atma da özel mülkiyet sahiplerinin taşınmazlarına yö-
nelik, imar planları ile kamusal alanlarda kalan bölgelerin beş yıl ve
daha fazla süreler içinde idare tarafından imar planına uyulmama-
sı nedeniyle mülkiyet hakkı kısıtlanmaktadır35. Taşınmazları imar
planlarıyla kamuya ait alanlara denk gelen bireylerin taşınmazları
kamulaştırılmayarak ya da parselasyon uygulaması yapılmak sure-
tiyle kendilerine üzerinde yapı yapmaya uygun imar parsellerinden
yer verilmeyerek uzun süre boyunca taşınmazlarından yararlan-
ma hakları ellerinden alınmış olmaktadır. Bunun sonucunda da
malikler arsalarını satamamakta, kat karşılığı inşaat sözleşmeleri
yapamamakta ya da arsaları üzerinde yapı yapamamaktadırlar36.
Uluslararası alanda hukuki el atma kavramının ortaya çıktığı
önemli ilk dava 1982 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’n-
de görülen Sporrong ve Lönnroth-İsveç davasıdır. Bu davada da-
vacıların taşınmazları üzerinde 25 ve 12 yıl boyunca imar yasağı
söz konusu olmuş, kamulaştırma yapılmamış ve başvurucuların
taşınmazlarından istifade etmeleri çok uzun yıllar engellenmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi başvurucular lehine bireysel hak
ile kamusal hak arasındaki adil dengenin bireysel hak aleyhine bo-
zulduğunu belirtmiş ve hak ihlali kararı vermiştir37. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nde görülen Hakan Arı ve Türkiye arasındaki

33 BAŞPINAR V. (2009). Mülkiyet Hakkını İhlal Eden Müdahaleler. Yetkin Yayınla-


rı.355-356.
34 Anayasa Mahkemesi’nin 20.12.2018 tarih ve 2016/181 Esas, 2018/111 sayılı Kararı
35 ÇORUHLU, Y. UZUN, B. (2019). Kamulaştırmasız Hukuki El Atma Kavramının İnce-
lenmesi ve Muhtemel Çözüm Yaklaşımlarının Getirilmesi. Türkiye Adalet Akademisi
Dergisi, S.1-28.
36 MUTLU, B. (2021). İdarenin Hukuki El Atma Yoluyla Mülkiyet Hakkına Müdahalesi,
[Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi]. Necmettin Erbakan Üniversitesi, s. 63.
37 Dilek KARADEMİR, (2016) Kamulaştırmasız El Atma”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi (C.11, S.2-12) 946,947.
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 309

dava da benzer şekilde idarenin adil dengenin bozulmasından ba-


hisle hukuki el atmadan yola çıkarak Türkiye’de mülkiyet hakkına
müdahalenin ihlal sonucunu doğurduğu sonucuna varılmıştır38.
Hukuki el atma 15 Aralık 2010 tarihinde Yargıtay Hukuk Ge-
nel Kurulu’nun 2010/5-662 Esas, 2010/651 sayılı Kararı ile ilk kez
kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirilmiştir39. Bu tarihten
sonra Yargıtay 5’inci Hukuk Dairesi’nin bu yönde birçok kararı bu-
lunmaktadır. Danıştay 6’ncı Dairesi’nin de aynı yönde 3194 sayılı
İmar Kanunu’nun 10’uncu maddesine aykırı hareket eden idarenin
hakkın özüne dokunduğunu, bu nedenle de bu konuda idarenin
sorumluluğunun olduğu vurgulanmıştır.
Hukuki el atmadaki beş yıllık süre aşımına ilişkin Adli Yargı mı
yetkili yoksa idarenin işlem ve eyleminden kaynaklı olarak İdari
Yargı mı yetkili konusu uzun yıllardır problem olan bir diğer hu-
sustur. Burada ise 26 Kasım 2022 tarihinde yayımlanan Resmi Ga-
zete ile Kanun Değişikliği olması nedeniyle bu konu açıklanacaktır.
Bu çerçevede 26 Kasım 2022 tarihli ve 32025 sayılı Resmi Ga-
zete ile “Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapıl-
masına Dair Kanun” yayımlanarak 3’üncü maddesinde 4/11/1983
tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun ek 1 inci maddesi-
nin birinci fıkrasına “Bu süre içinde belirtilen işlemlerin yapıl-
maması halinde taşınmazların malikleri tarafından mülki-
yet hakkından kaynaklı bedele ilişkin açılacak davalar, adli
yargıda görülür.” şeklinde açıkça adli yargının görevli olduğunu
belirtmiştir.
Yine aynı resmi gazete yayımlanan 4’üncü madde de 2942 sayılı
Kanunun ek 3 üncü maddesine Mülga 6830 sayılı Kanunun 16’ncı
ve 17’nci maddeleri ile bu Kanunun mülga 16’ncı ve 17’nci madde-
leri uyarınca kesinleşmiş mahkeme kararlarına istinaden idareler
adına tescil edilen taşınmazların kamulaştırılması için kamulaştır-
ma bedellerinin eski malikleri adına kamu bankalarına yatırılması
ve hak sahiplerine ödenmesi halinde, tebliği dâhil eksik veya hata-
lı kamulaştırma işlemleri, kamulaştırma bedelinin ödendiği tarih

38 AİHM’nin 13331/07 Başvuru Numaralı, Hakan Arı ile Türkiye Davası.


39 ODLUYURT, A.T. (2021). Yargı Kararları Işığında Hukuki El Atma, [Yayımlanmış Yük-
sek Lisans Tezi]. Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi. s. 93.
310 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

itibarıyla kesinleşmiş kabul edileceği ve bu hükmün, tebliği dâhil


eksik veya hatalı kamulaştırma işlemleri bulunmasına rağmen ida-
re adına tescil edilmiş olan taşınmazlar hakkında da uygulanacağı
ifade edilmiştir.
5’inci madde de 2942 sayılı Kanuna Ek 4’üncü madde ile 30
günlük süre içinde yatırılmayan ücretler için genel icra dairesinin
görevli olduğu ve harçların maktu olarak belirleneceğine değin-
mektedir.
6’ncı madde de 2942 sayılı Kanuna Geçici 18’inci madde ile Ka-
nunun yürürlüğe girmesinden itibaren uygulanacağı belirtilmekte-
dir.
7’nci madde de 2942 sayılı Kanuna Geçici 19’uncu madde ile
4/11/1983 tarihinden 28/7/2021 tarihine kadar kamulaştırılmış
yerler için merkezi yönetimin genel bütçesinden % 3’ü oranındaki
kısım ayrılarak ve taksitlendirme ile ödemelerin yapılacağına de-
ğinerek ödemelerin yapılmadığı davalarda da uygulanacağını ifade
edilmiştir.

5. ACELE KAMULAŞTIRMA
5.1. Acele Kamulaştırma Kavramı
Acele kamulaştırma, 31.08.1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak
Kanun’un “Acele İşlerde El Koyma” başlıklı 16’ncı maddesinde;
“Mahkemede dâva açıldığı ve dâva neticesine intizar edilmeksi-
zin istimlâk olunan gayrimenkule hemen el konulmasına idarece
zaruret görüldüğü hallerde, gayrimenkulün takdir olunan kıyme-
ti millî bankalardan birisine, bulunmayan yerlerde mal sandık-
larına yatırılarak makbuzu, ilgili evrak suretleriyle birlikte mah-
kemeye tevdi edilip delil tesbiti istenir. Mahkeme 8 gün içinde
gayrimenkul sahibini davet ile 5 gün zarfında gayrimenkulun,
11. maddede yazılı olduğu şekilde kıymet takdirine esas olabile-
cek bütün evsafını tesbit ettirerek o gayrimenkulün siciline şerh
ve tescil edilmesini tapu dairesine bildirir.
Bu muamele, mahkemenin davetine icabet etmeyen veya de-
lillerin tespiti sırasında hazır bulunmayanların gıyabında yapı-
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 311

lır. İstimlâk olunan gayrimenkulün mülkiyeti veya hisse miktarı


münazaalı bulunduğu hallerde dahi bu madde hükmü tatbik olu-
nur.” şeklinde tanımlanmaktadır.
6830 sayılı İstimlak Kanunu, 1983 yılında 2942 sayılı Kamulaş-
tırma Kanunu ile yürürlükten kaldırılarak “Acele Kamulaştırma”
başlığı altındaki 27’nci maddesinde; “3634 sayılı Milli Müdafaa
Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihti-
yacına veya aceleliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak hal-
lerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda
gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet tak-
diri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili ida-
renin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10.
madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek
bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi
adına 10. maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen
bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir. Mahkemece
verilen taşınmaz mala el koyma kararı tapu müdürlüğüne bil-
dirilir. Taşınmaz malın başkasına devir, ferağ veya temlikinin
yapılamayacağı hükmü tapu kütüğüne şerh edilir. El koyma ka-
rarından sonra taşınmaz mal 20. madde uyarınca boşaltılır. Bu
Kanunun 3. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen hallerde yapıla-
cak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit
bedelidir.” şeklinde açıklanmıştır.
Daha önce acele kamulaştırmaya yönelik olan kararları alma
yetkisi Bakanlar Kurulundayken 02.07.2018 tarihli ve 700 sayı-
lı Kanun Hükmünde Kararname’nin 86’ncı maddesiyle Cumhur-
başkanı’na devredilmiştir. Bu nedenle bu tarihten itibaren yapılan
işlemlere yönelik olarak karar alma yetkisi Cumhurbaşkanı’na ta-
nınmıştır.
Acele kamulaştırma işlemlerine ilişkin dava açma hakkı, dava
konusu taşınmaza sahip olan maliklerdedir. Malikler, Cumhur-
başkanı tarafından verilen bu karara karşı Danıştay’da ilk derece
mahkemesi sıfatıyla görevli olması nedeniyle, kararın Resmi Ga-
zete’de yayımlanmasından itibaren 30 gün içerisinde iptal davası
açabilirler.
312 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Acele kamulaştırma da dava açma süresi olarak 30 gün olma-


sının nedeni, özel kanun uygulamasına tabi olmasıdır. 2577 sayılı
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20/A maddesine göre İvedi Yar-
gılama Usulü’nde uygulanacak esaslar açıklanırken, 1’inci fıkra-
sında “İvedi yargılama usulü aşağıda sayılan işlemlerden doğan
uyuşmazlıklar hakkında uygulanır” şeklinde belirtmiş ve “b” ben-
dinde “Acele kamulaştırma işlemleri” yer almıştır. Aynı madde-
nin 2’inci fıkrasının “a” bendinde ivedi yargılama sürelerinde dava
açma süresinin 30 gün olduğu belirtilmektedir.
Bu kurallar çerçevesinden de anlaşılacağı üzere Acele Kamulaş-
tırma da, idarenin talebi üzerine Cumhurbaşkanı’nca taşınmaza
ilişkin ve kamu yararı olması nedeniyle de acele el atma suretiyle
taşınmaz mülkiyetine el konulduğunu anlamaktayız. Kamulaştır-
madan farklı olarak Acele Kamulaştırma’ya yönelik, bedel tespiti ve
tescili davası idare tarafından, Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açıl-
maktadır.

5.2. Acele Kamulaştırmanın Yargı Kararları ile İncelenmesi


Anayasa Mahkemesi’nin 16.02.2017 tarihli Ali Ekber AKSOY ve
diğerlerinin 2015/17451 sayılı başvurusunda40, “Olağan kamulaş-
tırma usulünde idarenin taşınmaza el koyması ancak taşınma-
zın idare adına tescilinden sonra mümkün olabilmektedir. Taşın-
mazın tescili ise tarafların anlaşamaması durumunda yukarıda
ifade edildiği üzere ancak asliye hukuk mahkemesince verile-
cek tescil kararı üzerine gerçekleşir. Bununla birlikte idare bazı
durumlarda taşınmaza hemen ihtiyaç duyabilir. Bu durumda
kamulaştırma sürecinin neticelenmesinin beklenmesi kamu hiz-
metlerinin yürütülmesinde ciddi aksamalara yol açabilir. Kanun
koyucu bu gibi sakıncaların belli ölçüde bertaraf edilmesi amacı-
na yönelik olarak 2942 sayılı Kanun’un 27. Maddesinde düzenle-
nen acele kamulaştırma usulünü öngörmüştür. Anılan maddede
düzenlenen “acele kamulaştırma usulü” idareye kamulaştırma
işlemlerinin neticelenmesini beklemeden kamulaştırılan taşın-
maza el koyma imkânı tanıyan olağanüstü bir kamulaştırma

40 https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17451 (Erişim Tarihi:


08.06.2023)
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 313

usulüdür.” şeklinde acele kamulaştırmanın tanımlandığını gör-


mekteyiz.
Yine aynı kararda; “Acele kamulaştırma usulü, olağan kamu-
laştırmada malik lehine getirilen usule ilişkin güvenceleri berta-
raf etmemekte; yalnızca bu usullerin işletilmesinden önce idare-
ye, kamulaştırılacak taşınmaza el koyma imkânı tanımaktadır.
Taşınmaza el konulduktan sonra idare tarafından öncelikle sa-
tın alma yolunun işletilmesi, bunun mümkün olamaması duru-
munda ise asliye hukuk mahkemesinde bedel tespiti ve tescil
davası açılması gerekmektedir. Bu davada belirlenecek bedelin
el koyma istemiyle açılan davada belirlenen bedelden yüksek
olması durumunda aradaki fark, idare tarafından malike; düşük
olması durumunda ise malik tarafından idareye ödenir.” olarak
bir nevi süreci anlatmaktadır. Neticede Anayasa Mahkemesi kara-
rında, mülkiyet hakkın ihlal edildiğine 1 karşı oy ve oy çokluğu ile
karar verildiği görülmektedir.
Danıştay’ın sürelere ilişkin bir kararında41; “…acele kamulaş-
tırmaya ilişkin Cumhurbaşkanı Kararlarının Resmi Gazete’de
yayımlanmasının ilgililere tebliğ hükmünde olduğuna dair bir
düzenlemeye mevzuatta yer verilmemiştir. Ayrıca, anılan ka-
rarın Anayasada yer alan bir temel hak olan mülkiyet hakkını
kısıtlayıcı nitelikte olması nedeniyle, Resmi Gazete’de yayım-
lanmasının dışında ayrıca yazılı bildirim yapılması, Anayasada
güvence altına alınmış olan hak arama özgürlüğünün de gere-
ğidir. Bu çerçevede; muhatapları açısından sübjektif ve kişisel
nitelikte olan acele kamulaştırma kararlarının; uygulanma sü-
resi içerisinde, yazılı bildirim veya öğrenme üzerine yasal dava
açma süresi içinde dava konusu edilebilecekleri açıktır. Uyuş-
mazlıkta; dava konusu Cumhurbaşkanı kararı davacıya tebliğ
edilmediğinden, bu işleme karşı öğrenme tarihinden itibaren 60
günlük dava açma süresi içerisinde dava açılabileceğinin kabulü
gerekmektedir…” şeklinde Resmi Gazete’de yayımlanmasının teb-
liğ sayılmayacağını, bunun dışında ayrıca ilgiliye tebliğ yapılması
gerektiğini belirtmektedir. Bu durumda da öğrenmeden itibaren
başlayacak yasal sürenin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanu-

41 Danıştay 6. Dairesinin 21.12.2021 T., 2021/3615 E. ve 2021/14201 K.


314 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

nu’nun 7’nci maddesindeki 60 günlük dava açma süresi olacağı


açıklanmaktadır.
Danıştay 6. Daire Başkanlığı’nın 2021/10378 Esas ve 2021/13052
sayılı Kararı’nda, Acele Kamulaştırma kararına tabii olan taşın-
mazlardan her biri için ayrı ayrı dava açılması gerektiği, tek bir ta-
şınmaza veya birden fazla taşınmaza iştirak halinde malik olanlar
veya müşterek mülkiyet hakkına sahip olanların hep birlikte tek
bir dava açabileceği belirtilmektedir.

6. SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Sonuç olarak, aslında bütün anlatılanların en temelinde yer alan
mülkiyet hakkı sorunundan kaynaklandığı görülmektedir. Ünlü
Felsefeci George Wilhelm Friedrich Hegel’in değindiği gibi insan-
lar için mülkiyet, “özgürlüğün ilk varoluşu” insanın kişiliğinin bir
belirtisi anlamına gelir; bu bakımdan mülkiyet bir araç değil, aksi-
ne amaç olarak nitelendirilir. Mülkiyet hakkı şüphesiz ki en temel
haklar arasındadır. Hukuk devletinde bu hakkın sınırlandırılması
ancak hukuka uygun şekilde yapılmalıdır.
1956 ile 1983 yılları arasındaki kamulaştırmasız el atmaların
da fiili el atma şeklinde nitelendirilse de aslında hukuki temele
dayandırılması zorunlu olan el koymalardır. Hukuki temelden
yoksun olan idarenin el koyması şeklinde gerçekleşecek müda-
halelerin sonucu hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Zira
Anayasa’ya göre ancak kamu yararı ve kanunla sınırlandırılabilen
mülkiyet hakkı, temel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendi-
rilmektedir.
1983 yılından sonra 2010 yılına kadar kamulaştırmasız el at-
maların hukuki yönden de aynı uygulamalara tabi olarak, yani ida-
renin işlem ve eyleminden kaynaklı olması itibariyle de, eylemsiz
kalmasına da fiili el atma şeklinde nitelendirilmiştir. 2010 yılında
YHGK’nun hukuki el atmaların da kamulaştırmasız el atma kap-
samında olduğu yönündeki değerlendirmesi ile fiili el atma dışında
bir kavram olan hukuki el atma kavramı ortaya atılmıştır.
Hukuki el atma, başlangıçta İmar Kanunu gibi kapsamlarda hu-
kuka uygun şekilde başlamış olsa da sonucu itibariyle farklı mülki-
yet hakkı sorunlarına neden olmaktadır. İdarenin işlem ve eylemle-
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 315

rini hukuki nitelikte yapma zorunluluğu olduğu kadar devamında


da Anayasa’ya uygun kanunlarla belirlenmiş süreler gibi diğer hu-
suslara da uymak durumundadır. Devletin, en başta vatandaşı-
nın hakkını koruma zorunluluğu bulunmaktadır. Anayasa’ya göre
mülkiyet hakkına müdahale edilmesi durumunda, idarenin yasal
sürelere uymadan eylemsiz kalması da kamulaştırmasız el atma
anlamında değerlendirilmelidir.
26 Kasım 2022 tarihinde yayımlanmış Resmî Gazete ile süre
kavramı tamamen kaldırılarak, yetkinin Adli Yargıda olduğu ve As-
liye Hukuk Mahkemesi’nde davaların yürütülmesi gerektiği kanun
maddesiyle belirtilmiştir. Bu çerçevede Kanun lafzı bağlamında de-
ğişikliğin uygulamadaki aksaklıklara karşılık İdari Yargı, Adli Yar-
gı karmaşasının sonlandırmasının amaçlandığı ortadadır.
Kamulaştırma konusunda dikkat çeken bir diğer kavram ola-
rak ele aldığımız acele kamulaştırma, 02 Temmuz 2018 tarihli ve
700 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 86’ncı maddesiyle
Cumhurbaşkanına devredilmiştir. Bu tarihten sonra yapılan ace-
le kamulaştırmalara yönelik olarak iptal davası ancak ilk derece
mahkemesi sıfatıyla Danıştay’da açılmaktadır. Konuyu ele alırken
bahsettiğimiz kararlarda da 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Ka-
nun’un 27’nci maddesi ile düzenlenen acele kamulaştırma, ivedi
yargılama usulüne tabidir. Acele kamulaştırmanın, Danıştay’ın
Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla yürürlüğe girmesine karşı getir-
diği bakış açısı önemlidir. Bu çerçevede değerlendirdiğimizde bilgi
verme yükümlülüğü üzerinde durulduğunu anlıyoruz. Ancak ko-
nunun önemi oldukça hassas olduğundan, yapılacak idari işlemin
sonucunda doğabilecek zararlarında iyi irdelenmesi gerekmekte-
dir. Doğal afetler sonrasında yapılacak olan projelerin usule uygun
olmaması durumunda idari mahkemelerde iptal davaları açılabile-
cek ve bundan devlet de taşınmaz sahibi malikler de büyük zarar
görebileceklerdir.
Uluslararası hukukta ve ulusal hukukta yer alan kanunlar kap-
samında değerlendirildiğinde, kamulaştırmasız el atmanın huku-
ki yönünün oldukça tartışmalı olduğu da açıktır. Hukuki olarak
devletin özel mülkiyet taşınmazına yaptığı müdahale diğer çoğun-
luğun menfaatleri düşünüldüğünde mantıklı gibi görünse de, bi-
316 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

reysel çıkarlar doğrultusunda bakılırsa da kişi menfaatine oldukça


etkili bir olumsuzluğu doğurmaktadır. İnsanların mülkiyet sahibi
olmalarındaki temel amaç, kendi özel alanlarını belirleme, kendin-
ce olabildiğince özgür şekilde yaşama istek ve arzusu olduğu bir
gerçektir. İster kamu çıkarı olsun ister kanunla olsun idarenin bu
türlü müdahaleleri bireylerin menfaatleri direk çakışmakta ve bu
durumun karşılığı olarak belirlenen tazminatların memnun edici
olup olmadığı konusunu ortaya koymaktadır.
Neticede, şuan ki mevcut durum da insanların yaşamış olduğu
taşınmaz mülkiyetine bağlı sorunlar, hukuki, fiili kamulaştırmasız
el atmanın ya da acele kamulaştırmanın düzenlenmesi ne gibi so-
nuçlar doğurabilir ve bunların ne gibi hukuksuzluklara yol açabile-
ceğini kestirebilmek pek mümkün görünmemektedir. Uluslararası
hukuk ve ulusal hukuk alanlarında yapılan yasal düzenlemeler ışı-
ğında temel hak ve özgürlüklere müdahale edilmemesi adına yeni
düzenlemelerin ortaya konularak idarenin eylem ve işlemi de olsa
kamulaştırmasız şekilde taşınmaz mülkiyetlerine yapılan haksız
müdahalenin daha fazla önlemlerle hukuka uygun hale getirilmesi
gerekmektedir.
Tabi ki bütün bunları açıklarken, idareler imar planlarını yap-
tıklarında sit alanlarına yani tarihi bölgelere ya da insanların top-
luca yararlanacağı alanları belirlemeye çalışmaktadır. Bu çerçeve-
de çevre araştırmaları ya da diğer farklı hususlar ışığında hareket
etmesi en doğal olanıdır. Genel anlamda yararlanma ve faydalan-
manın sağlanması ve müdahalenin yapıldığı kişilerin mağdur edil-
memesi en temelidir. İnsanların mülkiyet haklarına müdahalelerin
devletlerin menfaatine göre değil, insanlığın menfaatine göre bir
bakış açısıyla bakılabildiğinde, ancak o zaman haksız ve hukuksuz
işlemlerin önüne geçilebileceği kanaatindeyim.

KAYNAKÇA
ALTUNIŞIK, E., Hukuki El Atma, (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi),
Pamukkale Üniversitesi 2019.
BAŞPINAR V., Mülkiyet Hakkını İhlal Eden Müdahaleler, Ankara 2009.
Kamulaştırmada İdarenin Sorumluluğu • Av. M. YÜCEEFEGÜÇ 317

ÇORUHLU, Y. UZUN, B., Kamulaştırmasız Hukuki El Atma Kavramının


İncelenmesi ve Muhtemel Çözüm Yaklaşımlarının Getirilmesi, Türkiye
Adalet Akademisi Dergisi 2019, https://dergipark.org.tr/tr/pub/taad/
issue/48737/620079, (08.06.2023).
DOUZİNAS, C., İnsan Hakları ve İmparatorluk (1. Baskı), İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları 2017.
DOUZİNAS, C., İnsan Haklarının Sonu (1. Baskı,. Dipnot Yayınları 2018.
EREN F., Mülkiyet Hukuku (4. Baskı), Ankara 2016.
GÖZLER K., Türk Anayasa Hukuku Dersleri (24. Baskı). Bursa 2019.
GÖZÜBÜYÜK, Ş., Yönetsel Yargı, Ankara 2016.
GÜNDAY, M., İdare Hukuku Ankara 2017.
KARADEMİR, D., Kamulaştırmasız El Atma, Yeditepe Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi (C.11, S.2-12), 2016, https://www.acarindex.com/yeditepe-
universitesi-hukuk-fakultesi-dergisi/kamulastirmasiz-el-atma-855020,
(08.06.2023).
KAPLAN, G., Yeni Yasal Düzenlemelere Göre Kamulaştırmasız El Koyma
Sebebiyle Doğan Tazmin Hakkının Tabi Olduğu Usul ve Esaslar, Türkiye
Barolar Birliği Dergisi, (S. 99), 2012, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/
m2012-99-1153, (08.06.2023).
KARACA, E., Kamulaştırmasız El Koymanın Unsurları ve Kamulaştırmasız El
Koymaya Karşı Yargısal Başvuru Yolları. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 274-
309, 2018, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2018-137-1788, (08.06.2023).
KASARCI H., 3194 sayılı Kanun’un 10. Maddesi Kapsamında İdarenin Mülkiyet
Hakkına Hukuki Müdahalesi (Hukuki El Atma), (Yayımlanmış Yüksek Lisans
Tezi), Galatasaray Üniversitesi 2019.
KULAKLI, E., İdari Yargının Görevli Olduğu Kamulaştırmasız El Atma
Davalarında Taşınmazın Tescili Sorunu. İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, 2(1), 2015, https://acikerisim.medipol.edu.tr/xmlui/handle/
20.500.12511/9293, (08.06.2023).
MUTLU, B., İdarenin Hukuki El Atma Yoluyla Mülkiyet Hakkına Müdahalesi,
(Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Necmettin Erbakan Üniversitesi. 2021.
ODLUYURT, A.T., Yargı Kararları Işığında Hukuki El Atma, (Yayımlanmış
Yüksek Lisans Tezi) Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi 2021.
ÖZLÜK, B., Mülkiyet ve Zilyetlik Üzerine Düşünceler, Selçuk Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, 27(1), 2019, https://dergipark.org.tr/tr/pub/suhfd/
issue/%2044177/545164, (08.06.2023).
ŞAHİN, A.H., Dünden Bugüne Hukuka Uygun El Atma ve Mülkiyet Hakkı
İhlallerinin Giderimi, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, (s:405-428), 2018,
https://dergipark.org.tr/tr/pub/taad/issue/52647/693613, (08.06.2023).
TAN, T., İdare Hukuku, Ankara 2019.
TUTAL, E., Kamulaştırmasız El Atma Davalarında Yargılama Sürecindeki
Son Gelişmeler, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, 2016, (s:1107-1132), https://
dergipark. org.tr/tr/pub/mdergi/issue/24952/263415, (08.06.2023).
YALÇINDURAN, T., Kamulaştırmasız El Koyma, Ankara 2015
ANAYASA MAHKEMESİ
KARARLARI
Anayasa Mahkemesi Kararları 321

ADALETİN İYİ YÖNETİMİ İLKESİ



BİLİRKİŞİ RAPORUYLA TAZMİNAT TUTARININ
BELİRLENMESİ

Başvuru, iş davasından kaynaklanan tazminat davasın-


da talebin daha sonra artırılan kısmının zamanaşımı ge-
rekçesiyle reddedilmesi ve aleyhe yüksek yüksek veka-
let ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim
hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de ma-
kul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına
ilişkindir.
(AYM, Başvuru No: 2019/430, T. 23.03.2023)1

Özet: Dava edilecek alacağın tutarı net ve belirgin değilse, belir-


siz alacak davasıyla alacağın bir bölümü dava edilerek, belirlenen
kalan bölümü aynı davada müddeabih artırılmak suretiyle aynı da-
vaya konu edilebilir. Davalarda alacağın, net ve belirgin olmayan
bölümü; bilirkişi incelemesi sonucunda belirlenmektedir. Yıllara
sâri davalarda bilirkişi incelemesi yapılması uzun zaman alabil-
mektedir. Bu durumda başvurucunun, bilirkişi incelemesi sonu-
cunda kalan bölüm için müddabihi artırması halinde; zamanaşımı
nedeniyle kalan bölüm için red kararı verilmesi, alacağın bilirkişi
incelemesiyle öğrenilmiş olması nedeniyle Anayasa madde 36’da
güvence altına alınmış olan “mahkemeye erişim hakkı” engellenmiş
olur. Ayrıca Anayasa madde 141 son fıkrada “davaların en az gi-
derle ve süratle sonuçlandırılması” ilkesi de ihlal edilmiş olur. Bu
şekilde başvurucuya aşırı külfet yüklenmiş olur.
İnceleme ve Gerekçe: Anayasa Mahkemesinin asli görevinin
Anayasa’yı yorumlamak, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgür-
lüklerin kapsamı ve sınırlarını belirlemek olduğu kuşkusuzdur.
Başvuru konusu davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 1086 sa-
yılı mülga Kanun hükümleri ve yargısal uygulamalara göre davalar-

1 Kararın tam metni için; Resmî Gazete: 23.05.2023/32199, (son erişim: 17.06.2023).
322 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

da saklı tutulan fazlaya ilişkin haklar ek bir dava ile istenebileceği


gibi aynı davada müddeabihin artırılması, harç yatırılarak ıslah
dilekçesi verilerek de talep edilebilecektir. Bununla birlikte dava
tarihinden sonra 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı
Kanun’un 107. maddesi ile belirsiz alacak davası ile yeni bir dava
türü düzenlenmiştir. Belirsiz alacak davası, davanın açıldığı ta-
rihte alacağını tam olarak hesaplayamayan davacının zamanaşımı
nedeniyle hak kaybına uğramasının önlenmesini hedeflemektedir.
Böylece davacı, dava dilekçesinde alacağın tam miktarını göster-
me mecburiyetinden kurtulmakta; yargılama sırasında tespit edi-
len gerçek alacak miktarına – davanın genişletilmesi yasağına tabi
olmaksızın ve zamanaşımı riskiyle karşılaşmaksızın – kavuşma
imkânı elde etmektir. Dolayısıyla belirsiz alacak davasının alacak-
lının mahkemeye erişim hakkından yararlanması bakımından bazı
avantajlar getirdiği anlaşılmaktadır. 6100 sayılı Kanun’un 107.
maddesinin gerekçesinden de anlaşılacağı üzere belirsiz alacak da-
vasının öngörülme amacı hak arama hürriyetinden yararlanmayı
sağlamak ve kişilerin mahkemeye erişimlerini kolaylaştırmaktır.
Kanun koyucu, alacaklının alacağını tam olarak hesaplamasının
mümkün olmadığı durumlarda usule ilişkin bazı sebeplerle hak
kaybına uğramasını önlemek amacıyla belirsiz alacak davası açma
imkânı getirmiştir. …
Başvurucu 05.01.2005 tarihinde gerçekleşen iş kazasından
sonra 06.08.2007 tarihinde fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak
kaydıyla 2.000TL maddî tazminat talepli dava açmıştır. Başvuru-
cu daha sonra 31.12.2014 tarihinde belirsiz alacak davası olarak
nitelediği ikinci davayı açmış ve 5.000 TL maddî 20.000TL manevî
tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucunun açtığı ikinci dava
12.01.2015 tarihinde ilk dava ile birleştirilmiş ve yapılan bilirki-
şi incelemesi sonucu maddî zarar 121.312,31TL olarak belirlen-
miştir. Bilirkişi raporunun tebliği üzerine başvurucu, 08.11.2016
tarihli dilekçe ile maddî tazminat talebini bilirkişi raporundaki
tutar kadar artırmış, Mahkeme de başvurucunun davasını kabul
etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, açılan ek davanın asıl davanın
devamı niteliğinde olup ilk dava dosyası ile birleştirildiğinden baş-
vurucunun yaptığı bedel artırımının gerçekte ıslah işlemi olduğunu
belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bu yorumdan hareketle ıslah
Anayasa Mahkemesi Kararları 323

dilekçesinin sunulduğu 08.11.2016 tarihinde dolduğu gerekçesiyle


bilirkişi raporu doğrultusunda artırılan maddî tazminat kısmı yö-
nünden davayı reddetmiş, başvurucuya yalnızca 7.000TL maddî ve
20.000TL manevî tazminat ödenmesine hükmetmiştir.
Başvuruya konu olayda, iş kazasından kaynaklanan tazminat
talebinin daha sonra artırılan kısmının zamanaşımına uğrayıp uğ-
ramadığını tespit etmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir.
Anayasa Mahkemesinin bu yönüyle yapacağı denetim Bölge Adliye
Mahkemesinin yaptığı değerlendirmenin sonucu itibariyle ölçülü
olup olmadığı ve başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet getirilip
getirilmediği hususlarının değerlendirilmesine ilişkindir. (İsmail
Avcı, B. No: 2019/12190, 22.02.2022, para 37-86) …
Somut olayda başvurucu her iki davayı Kanun’da öngörülen süre
içinde açmış ve toplamda 7.000TL maddî, 20.000TL manevî taz-
minat talep etmiştir. Bununla birlikte dava sürecinde Mahkemece
atanan bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirmede başvurucu-
nun daimî ve geçici iş göremezlik zararının toplam 121.312,31TL
olarak belirlendiği ve bu tutarın ve bu tutarın başvurucunun iddia
ettiğinden daha yüksek olduğu görülmüştür. Başvurucu bilirkişile-
rin bu değerlendirmesi ışığında talebini artırmak üzere Mahkeme-
ye talepte bulunmuştur. Başvurucunun söz konusu bilirkişi rapo-
ru alınmadan bilebilmesi ihtimalinin olmadığı ortadadır. Bununla
birlikte Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucunun olay tarihinden
itibaren başlayan on yıllık yasal süre sınırı içinde ıslah talebinde
bulunmadığını belirterek ıslah olarak nitelediği alacak tutarı yö-
nünden zamanaşımı süresinin geçtiği sonucuna varmıştır.
Mevcut davaya özgü koşullar dikkate alındığında zamanaşımı
süresinin bu şekilde uygulanması başvurucuyu tazminatın tama-
mını talep edebilme imkanından mahrum bırakmaktadır. Nitekim
söz konusu zararın parasal karşılığı ancak ikinci tazminat davası
sonrası bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirmeler ile açıklığa
kavuşturulmuştur. Üstelik ilgili bilirkişi raporu ancak başvurucu-
nun ilk davayı açmasından yaklaşık 9 yıl, ikinci davayı açmasından
ise yaklaşık 1 yıl 10 ay geçtikten sonra düzenlenebilmiştir. Davaya
konu söz konusu zararın tespit edilmesi teknik değerlendirmeler
içermekte dolayısıyla belli bir uzmanlık gerektirmektedir. Mahke-
324 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

me bu nedenle başvurucunun zararın boyutunun belirlenebilmesi


için bilirkişi hazırlanmasına karar vermiştir. Dolayısıyla davanın
niteliği ve meselenin karmaşıklığı göz önüne alındığında bilirkişiler
tarafından yapılan değerlendirmeler ile açığa çıkarılan zararın ta-
mamını yargılamanın başlangıcında bilmesinin başvurucudan bek-
lenemeyeceği, bu sebeple başvurucunun tüm zararı için tazminat
talep edemediği kanaatine ulaşılmıştır.
Nitekim karşılaştırmalı hukukta bireylerin yargılamanın başın-
da alacak veya tazminat miktarını belirleyebilmelerinin kendilerin-
den beklenemeyeceği hallerde belirsiz alacak davası veya kademeli
dava açabilmeleri mümkündür. Türk hukukunda da belirsiz ala-
cak davası kabul edilmiştir. Türk hukukunda bu düzenlemenin
kabulünden önceki döneme ilişkin olarak açılan kısmî davalarda
bu düzenlemenin kabulünden önceki döneme ilişkin olarak açı-
lan kısmî davalarda başvurucuların zararın miktarını dava tari-
hi itibariyle öğrenebilmelerinin kendilerinden beklenemeyeceğine
işaret eden AİHM, zamanaşımı sebebiyle bedelin artırılması talebi-
nin reddedilmesinin mahkeme erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna
ulaşmıştır. Somut başvuruda ise Bölge Adliye Mahkemesi, açılan
ek davanın asıl davanın devamı niteliğinde olup ek davayı ilk dava
dosyası ile birleştirdiğinden başvurucunun yaptığı bedel artırımı-
nın gerçekte ıslah işlemi olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bölge Adliye
Mahkemesine göre iş kazasının meydana geldiği tarihten başlayan
zamanaşımı süresi dilekçenin sunulduğu tarihte dolmuştur. Bu
çerçevede bilirkişi raporu doğrultusunda artırılan kısma yönelik
olarak dava reddedilmiştir. Dolayısıyla belirsiz alacak davasına
ilişkin getirilen yeni düzenleme ikinci davanın açıldığı tarih itiba-
rıyla yürürlükte olduğu halde uygulanmamıştır. … … Özellikle
temel kanunlarda öngörülen dürüstlük ve iyi niyet kuralları hakkın
kötüye kullanılması yasağı gibi genel ilkeler ile bazı hallerde olayın
özelliklerine ve durumun gereklerine göre hâkime takdir yetkisi
tanınması uyuşmazlıkların çözümünde Anayasa’ya uygun imkânı
tanıyan söz konusu etkili hukuksal korumanın bir örneği olarak
görülmelidir. Dolayısıyla ister özel kişiler arası isterse de taraflar-
dan birinin kamu gücü olduğu uyuşmazlıklar olsun her durumda
hâkimin hukuk kurallarını Anayasa’ya uygun bir biçimde yorum-
laması ve yargı yetkisinin kullanımı çerçevesinde özellikle Anayasa
Anayasa Mahkemesi Kararları 325

ile güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin korunmasını


gözetmesi beklenmelidir (Mehmet Apaydın, para 47).
Somut başvuruda ise başvurucunun dava tarihi itibarıyla dava-
ya konu tazminat miktarını tespit edebilmesinin mümkün olmadı-
ğı, tazminat tutarının ancak bilirkişi raporuyla belirlenebildiği ve
bu raporun ise zamanaşımı süresinin geçmesine yol açacak şekilde
olay tarihinden itibaren 11 yılı aşkın, ilk dava tarihinden ise yak-
laşık 9 yıllık bir süre geçtikten sonra alınabildiği gözetilmelidir.
Üstelik başvurucunun bu sürenin uzamasına yönelik bir kusuru
da ortaya konulamamıştır. Başvurucunun zamanaşımı süresi dol-
madan önce talep edeceği tazminat tutarını gerekirse uzman görü-
şü de alarak yaklaşık olarak belirleyebileceği şeklindeki bir yorum
ise davanın sonunda aleyhe hükmedilebilecek yargılama giderleri
de dikkate alındığında adaletin iyi yönetimi ilkesiyle bağdaşma-
yacağı gibi böylesine bir kabul, Anayasa’nın 141. maddesinin son
fıkrasında öngörülen ‘Davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması yargının görevidir’ şeklindeki hüküm
ile de bağdaşmamaktadır. Nitekim Bölge Adliye Mahkemesinin za-
manaşımı süresinin başlangıcı yönünden zararın öğrenilmesi kav-
ramını dar yorumlamak suretiyle başvurucunun zararın miktarını
dava açtığı tarihte bilebilmesinin mümkün olmadığı hususunu dik-
kate almadığı, başvurucunun bilirkişi raporuyla belirlenebilecek
tazminat tutarının tamamını talep edebilme imkanını ortadan kal-
dırmıştır… somut olayın koşulları altında davaya konu alacağın
niteliği ve yargılama sırasında belirlenen miktar da dikkate alındı-
ğında mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahale başvurucuya
şahsî olarak aşırı bir külfet yüklemiştir. Somut olarak başvuru-
cunun açtığı ikinci davadan sonra artırdığı alacak talebinin zama-
naşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin yorumun başvurucuya
şahsî olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak
zorunda kaldığı külfet hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığın-
da külfetin orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olma-
dığı sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye
erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. Anayasa
Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alın-
326 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dığında üç dereceli yargılamada 11 yıl 3 aylık yargılama süresinin


makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
Hüküm: Açıklanan gerekçelerle; …
B. 1. Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yar-
gılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yar-
gılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Aleyhe vekalet ücretine hükmedilmesine yönelik iddianın İN-
CELENMESİNE YER OLMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
amacıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesine …
iletilmek üzere Ankara 1. İş Mahkemesine … GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuya net 58.000 TL manevî tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekalet ücretinden oluşan toplam
10.194,70 TL. yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve
Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde ya-
pılmasına, ödemede gecikme olması halinde bu sürenin sona erdi-
ği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGU-
LANMASINA, …
Anayasa Mahkemesi Kararları 327

HUKUKA AYKIRI DELİL



HABERLEŞME HÜRRİYETİNİN İHLALİ

ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ

Başvuru, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin


tespitine ilişkin kayıtların hukuka aykırı şekilde elde edil-
mesi ve mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil
olarak bu verilere dayanılması nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
FETÖ/PDY’nin mahrem yapılanmasına mensup sorum-
lu mahrem imamlar tarafından ankesörlü/kontörlü sabit
hatlar üzerinden aranarak başvurucuyla telekomünikas-
yon yoluyla ve örgütsel haberleşme amacıyla iletişim
kurulduğuna dair teknik analizlere konu edilen HTS ka-
yıtlarının mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil
olarak kullanılması sonucunda açık bir keyfîlik nedeniy-
le yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılmadığı ve
adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güven-
celerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai bir durumun
bulunmadığı değerlendirilmiştir.
(AYM, Başvuru No: 2020/16168, T.0 08.03.2023)1

Özet: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe


teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21.07.2016 tarihin-
de ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve
olağanüstü hâl 19.07.2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son
bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere
dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü / Pa-
ralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğunu değerlendir-
miştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrın-
tılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169,

1 Kararın tam metni için; Resmî Gazete: 23.05.2023/32199, (son erişim: 28.06.2023).
328 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

20/6/2017§§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke


genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişi-
miyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarında-
ki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve
medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cum-
huriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok
sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır
(Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) (GK), B.
No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).
Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY’nin devletin anayasal
kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri
kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik
özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal
gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme pa-
ralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir.
Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY’nin gizlilik, hücre
tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsal-
lık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok
özelliğinin bulunduğunu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok
daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/
PDY’nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26;
yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir
(GK), B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B.
No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11).
FETÖ/PDY mensuplarının örgütsel haberleşme için kullandığı
iletişim yöntemlerinden birinin kontörlü (büfe) sabit/ankesörlü te-
lefon hatları olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle
bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir. FETÖ/
PDY ile bağlantılı suçlardan yargılanan kişilerin önemli bir kısmı
hakkında verilen mahkûmiyet kararlarında delil olarak kullanıl-
ması nedeniyle bu haberleşme yönteminin kimler arasında, hangi
tedbir usullerine uyularak ne amaçla uygulandığına ve bu yöntemle
ilgili verilerin elde ediliş şekline ilişkin değerlendirmelerin daha
kolay anlaşılabilmesi bakımından öncelikle FETÖ/PDY’nin “mah-
rem hizmetler” adı altında oluşturduğu yapılanma ve bu yapılan-
manın faaliyetleri hakkındaki açıklamalara değinmek gerekir. Ör-
gütün «mahrem hizmetler» olarak oluşturduğu yapılanma, devletin
Anayasa Mahkemesi Kararları 329

en kritik ve operasyonel birimlerine sızarak örgüt hesabına yürütü-


len gizli faaliyetleri ifade etmektedir. Örgüt hiyerarşisinde abi veya
imam konumundaki örgüt mensuplarının emrine göre organize
hareket etmek ve örgüt amacına yönelik verilen görevleri yerine ge-
tirmek amacıyla bu kurumlarda kadrolaşma faaliyetlerinde bulu-
nulmuştur. Mahrem hizmetlerde örgüt liderinden veya örgütün üst
düzeydeki yöneticilerinden gelen talimatları sorgulamadan yerine
getirecek olan mutlak itaat ve teslimiyet gösteren özel seçilmiş ör-
güt mensupları kullanılmaktadır. FETÖ/PDY, mahrem hizmetler
olarak adlandırdığı yapıda kullanmak üzere ihtiyaç duyduğu kişi-
lerin tespit edilerek örgüte kazandırılmalarından sonra bu kişile-
rin mahrem hizmetlerine yönlendirilmelerine örgütün faaliyetleri
açısından büyük önem vermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)
bünyesindeki üst düzey komutanlıklar, emniyet teşkilatı, yargı ve
mülkiye makamları örgütün “mahrem yerler” olarak adlandırdığı
devlet kurumlarının başında yer almaktadır. Bu kurumlardaki ör-
gütsel yapılanma ise “özel hizmet birimleri” şeklinde nitelendiril-
miştir.
Örgüt mensupları, ortaokul ve lise dönemlerinden itibaren dü-
zenli olarak örgüt liderinin ses veya görüntü kaydı hâline getiril-
miş vaazlarını, kitaplarını sohbet adı altındaki örgütsel toplantı-
larda dinlemekte; izlemekte ve okumaktadır. Bu toplantılar örgüt
tarafından masum dinî faaliyetler gibi gösterilmeye çalışılarak ar-
dındaki örgütsel fikir ve idealler gizlenmektedir fakat bu toplan-
tılarda dinsel görünüm altında kişilere örgütsel bir bakış açısı
kazandırılmaktadır. Bu toplantılarda örgüt mensuplarının gönül-
den bağlanarak örgüt ideallerine hizmet etmeleri için ordu içinde
bulunmalarının elzem olduğuna, kendilerini gizlemezlerse orduda
barındırılmayacaklarına, bu yüzden tedbir kurallarına uymaları
gerektiğine ve örgütün amaçlarına yönelik propaganda yapılmakta-
dır. Bu propaganda örgütsel toplantılara katılan tüm kişilere istik-
rarlı olarak uygulanmaktadır.
Yargıtay kararlarında, Fetullah Gülen’in insanüstü özelliklere
sahip, ilahi irade tarafından seçilmiş ve özel bir misyonla dünyaya
gönderilmiş olağanüstü kişilik olduğuna, söylediği her şeyin ilahi
iradenin isteklerini yansıttığına ve bunların yanlış olmasının müm-
kün olmadığına dair algı oluşturulmaktadır tespitine yer verilmiş-
330 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tir. Örgüt mensuplarının örgütün hedefleri doğrultusunda faaliyet-


lerde bulunurken karşılaşabilecekleri sorunlara karşı dayanıklılık
kazanmaları için psikolojik olarak hazırlanmaları hedeflenmekte-
dir (Anılan kararlarda örgüt içinde bu sürecin imtihan olarak ad-
landırıldığı belirtilmiştir.). Hizmet olarak adlandırdıkları faaliyetler
uğruna gerektiğinde ölmenin erdem olduğuna ve ölenlerin cennetle
ödüllendirileceklerine dair inanç oluşturulmaktadır.
Yargıtayın ankesörlü/kontörlü sabit telefonlarla arama yapılma-
sına ilişkin kararlarında, Türkiye genelinde FETÖ/PDY’ye yönelik
adli işlemler sırasında el konulan ve örgütün kendi mensuplarına
dair değerlendirmelerde bulunduğu belgelerde örgütsel toplantılara
düzenli katılanların örgüte en sadık olan ve örgüt içinde en yüksek
mertebede yer alan kişiler olarak nitelendirildikleri ifade edilmiş-
tir. Diğer yandan bu belgelere göre toplantıları ara sıra aksatanla-
rın örgüt hiyerarşisi içinde bir alt basamakta konumlandırıldıkları
ve toplantıları aksatma sıklıklarına göre sıralandıkları belirtilmiş-
tir. Buna göre toplantıları aksatma sıklığı artanların ve toplantılara
gelmemeye başlayanların örgüt içinde “Ümit” olarak adlandırılan
konuma düşürüldükleri, bu kişilerin de kendi içinde kategorilere
ayrıldığı, yeniden örgüte kazandırılmaları için bu kişilere özel stra-
tejilerle yaklaşıldığı vurgulanmıştır. Ancak kişilerin yeniden örgüte
kazandırılmalarına yönelik çabaların sonuçsuz kalması ve kişinin
irtibatı keserek toplantılara katılmamasının örgütten çıkma anla-
mına geldiği ifade edilmiştir. Örgüt, kod adı vererek gerçek isim-
lerini gizlediği bu örgüt üyelerinin hiçbir hücre diğer bir hücreden
haberdar olmayacak şekilde, ayda sadece bir iki kez örgütün evle-
rine gitmelerini sağlayarak ya da dışarıda yüz yüze görüşmelerini
telkin ederek deşifre olmalarının önüne geçmeye çalışmıştır.
Yargıtayın ankesörlü/kontörlü sabit telefonlarla arama yapıl-
masına ilişkin kararlarında, FETÖ/PDY mensuplarının gizlilik ve
tedbir kuralları içinde iletişim sağlamaya özen gösterme çabaları
kapsamında yüz yüze görüşme, “ByLock” programı üzerinden ha-
berleşme gibi yöntemlerle birlikte kendi belirledikleri belli kurallar
doğrultusunda ankesörlü/kontörlü sabit hatlar aracılığıyla da bir-
birleriyle haberleştikleri belirtilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu-
nun temyiz incelemesi ile görevli olduğu davada verdiği 17/12/2020
tarihli ve E.2019/9.MD-623, K.2020/524 sayılı kararda; ankesörlü
Anayasa Mahkemesi Kararları 331

veya sabit telefon hatlarından kısa bir zaman içinde ve birbiri ar-
dına gelecek şekilde birden çok kimsenin aranması ardışık arama;
belirli bir tarih aralığında değişik zamanlarda ve süreli olacak şe-
kilde bir kimsenin aranması ise periyodik arama olarak tanımlan-
mıştır. Örgütün mahrem yapısı içinde faaliyet gösteren örgüt men-
suplarının kendi sorumlulukları altında bulunan askerî personelin
telefon numaralarını, deşifre edilmelerinin önlenmesi ve örgütsel
faaliyetlerinin sürdürülebilir olması amacıyla şifreleme metotları
kullanarak kaydettikleri tespit edilmiştir
Bu bağlamda FETÖ/PDY’ye yönelik yürütülen bir soruşturma
sırasında M.Ö. adlı kişinin müdafinin de hazır bulunmasıyla kol-
lukta şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde yer alan, örgütün askerî
mahrem yapılanmasına yerleştirilmesine ve sonrasında örgüt men-
suplarının kendisiyle irtibat kurmasına dair açıklamaları şöyledir:
……
Sınava iki gün kala Hamza abi ile birlikte ... olarak hatırla-
dığım erkek öğrenci yurduna gittik. Bu yurtta daha önceden hiç
görmediğim adını soyadını bilmediğim ... bir kişi bize flash bellek
takılı bir dizüstü bilgisayarda 35 civarı ve matematik ağırlıklı so-
ruların olduğu bir test çözdürdü, bu test soruları word ya da ben-
zeri bir office programında değildi. Bu sorular test kitapçığından
çekilmiş fotoğraflar şeklindeydi ve çoğunda sadece doğru cevap
görünüyor, diğer cevapların üzeri bilgisayar programları ile ka-
patılmıştı ama birkaç tane soruda doğru cevap dışında şıklar da
vardı. Bu sorular için yanımızda bulunan adını bilmediğim abi
bizlere ‘Sadece doğru cevaplara bakın, diğerlerini önemsemeyin’
demişti. Bu soruları bize göstermeden önce cep telefonlarımızı
bizden toplayıp başka bir odaya götürdüler ve öncesinde bize
hitaben ‘Birazdan sizlere göstereceğimiz şeyler hakkında hiçbir
yerde hiçbir şekilde konuşmayacak ve bilgi paylaşmayacaksınız’
deyip sonrasında hepimize şu an içeriğini hatırlayamadığım bir
şekilde yemin ettirdiler ... … Bu soruları çözdürürken verdiklerin
soruların cevaplarını söyleyerek ‘Bu şekilde çıkabilir, bu cevap-
lara iyi bakın’ şeklinde bize şeyler söyledi. Sınava girdiğimde
bize çözdürülen soruların cevapları ile aynı olduklarını gördüm.
... Ancak sınav sonrasında ne benim ne de diğer arkadaşlarımın
içi rahat değildi, yaptığımız işin doğru olduğuna inanmıyorduk.
332 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Bunun üzerine Hamza abiye rahatsızlığımızı söyledik. ... Bunun


üzerine Hamza abi bizlere hitaben yapılanların yanlış olmadı-
ğını, şu anda ordu içerisinde Yahudilerin çok olduğunu ve ken-
dilerini gizlediklerini, bunları kendilerinin bildiğini ve bu ordu
içerisindeki Yahudileri ordudan uzaklaştırmak için Anadolu ço-
cuklarının orduya girmesi gerektiğini, bunun memleket mesele-
si olduğunu ve gelecekte çocuklarımızın Müslüman bir orduya
sahip olmalarının tek yolunun bu olduğunu ... söyledi. ... Bunun
üzerine biz de yaptığımızın doğru olduğunu düşündük, daha son-
raları anladım ki bizlere anlatılanların hepsi bizleri kandırmak
için FETÖ terör örgütü tarafından yapılan bir oyunmuş ... Sınavı
kazandıktan sonra Hamza abi yukarıda ders çalıştırıldığını be-
lirttiğim Sivas’ta bulunan eve çağırdı ve biz kazanan dört kişi bu
şahsın yanına gittik. Bizi tek tek odaya aldı. Bana ‘Ankara’ya
okula gittiğinizde kesinlikle cemaatten olduğunuzu belli etmeyin
ve kendinizi gizleyin yoksa sorun olur’ dedi ... …”
FETÖ/PDY bünyesinde mahrem imam konumunda olduğu be-
lirtilen bir kişinin Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifa-
desinin ilgili kısmı şöyledir: “Hatırladığım kadarı ile ilk önceleri
yani 2009- 2010 yıllarından sonra ankesörlü telefonlar ile so-
rumlu olduğumuz askerî personel ile irtibat kuruyorduk. Görüş-
me yapmak istediğimiz askeri personelin kendi kullanmış oldu-
ğu cep telefonunu herhangi bir ankesörlü telefondan arayarak
yapacağımız sohbetin ne zaman, nerede yapılacağı konusunda
görüşme yapardık. Bir süre sonra ankesörden normal şehir için-
de paralı olarak arama yapılabilen büfelerden görüşme yaptık.
Ankesörlü ve büfe telefonları ile tüm askeri personel aranmazdı,
sadece görüşmede zorluk çekilen ve uzak ilçelerde ikamet eden
şahısları arardık. Belli bir süre sonra ankesör görüşmelerini bı-
rakarak büfe telefonlarını kullanmaya başladık. Ben askeri per-
sonelle ankesör ile görüşme yaptığımda her bir personel için ayrı
bir ankesör kartı kullanıyordum ayrıca büfeden aradığım zaman
her bir personeli ayrı bir büfeden arardım. Buradaki amacım gö-
rüşmenin deşifre olmaması idi, eğer personel yapılan aramalara
cevap vermezse, şahıs ayrı aralıklarla tekrar aranır ve ulaşıl-
maya çalışılıyordu. … 17-25 Aralık olayları olduktan sonra bu
aramalar minimum seviyeye düşürüldü, çok çok gerekli değilse
Anayasa Mahkemesi Kararları 333

aranma yapılmadı, ancak askeri personel ile hiçbir şekilde irti-


bat kurulamıyorsa son çare olarak büfe ya da ankesörlü telefon
ile arayarak irtibat kuruluyordu”.
Söz konusu kararlarda kolluk birimlerinin yaptıkları çalışma-
lardan ve farklı soruşturmalarda alınan ifadelerden hareketle şu
sonuçlara ulaşılmıştır: Mahrem imamlar belirledikleri periyodik
zaman diliminde grubunda bulunan askerî personelle örgütsel top-
lantılar düzenlemekte, bir sonraki toplantının yeri, zamanı ve saati
bu toplantılarda yüz yüze görüşülerek belirlenmektedir. Toplantı
günü ve saatinde değişiklik veya farklı bir gelişme olduğu zaman
mahrem imam tarafından sabit hatlardan (ankesör, büfe, market
vb.) askerî personelin cep telefonu aranmak suretiyle irtibat kurul-
maktadır. Mahrem imamın gerçekleştirdiği bu görüşmeler genellik-
le çok kısa tutulmakta ve asıl konu şifreli olarak aktarılmaktadır.
Bu telefon görüşmeleri, mahrem imamın ve sabit hatlardan aranan
personelin deşifre olmasını engellemek amacıyla kısa tutulmakta-
dır. Örgüt içinde katalog evlilik olarak tabir edilen şekilde evlilik
yapan askerî personel, eşleriyle toplantılara katılmakta ve örgütün
imam konumundaki mensuplarının eşleri bu toplantılarda askerî
personelin eşiyle ilgilenmektedir. Bu şekilde mahrem imamlarca
yapılan görüşmeler 2017 yılına kadar devam etmiş ancak bu tarih-
ten sonra sabit hatlardan askerî personelin aranmamasına dikkat
edilmiştir. Bu durumun sebebi ise yapılan örgütsel faaliyetin deşif-
re olmasından ve mahrem imamların takip edilmesinden korkul-
masıdır.
Batman’da FETÖ/PDY’ye yönelik yürütülen bazı soruşturmalar
kapsamında haklarında adli işlem yapılan kişilerin de örgütün as-
kerî mahrem yapılanmasında ankesörlü hatlarla iletişim kuruldu-
ğuna ve bu iletişimin örgüt tarafından belirlenen kurallarına dair
benzer ifadeler vermesi neticesinde Başsavcılık, örgütün Batman’da
da aynı yapılanmaya gittiğine dair kuvvetli şüphenin var olduğu so-
nucuna ulaşmıştır. Batman 1. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) aynı
tarihte ve talep doğrultusunda, … … belirlenen tarih aralıklarına
dair HTS kayıtlarının getirtilmesine karar vermiştir.
Başvurucu 1990 doğumlu olup bireysel başvuru konusu olayla-
rın geçtiği tarihte astsubay olarak görev yapmaktadır. Başvurucu-
334 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

nun hakkında devam eden soruşturma sırasında Ankara’da görevli


olduğunun belirlenmesi ve Başsavcılığın talebi üzerine Hâkimliğin
10.04.2018 tarihli kararıyla başvurucunun ikametgâh arama ted-
biri uygulanmasına karar verilmiştir. Batman İl Emniyet Müdür-
lüğüne bağlı Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (TEM) görevli
kolluk görevlilerince Batman’daki ankesörlü telefonlara ait hatlar
ile başvurucunun kullanımındaki GSM hattına ait HTS kayıtları
incelenmiş ve bu kayıtların karşılaştırmalı analizine ilişkin olarak
17.04.2018 tarihinde HTS Verileri İnceleme ve Değerlendirme Tu-
tanağı (HTS Değerlendirme Tutanağı) düzenlenmiştir. Tutanakta;
HTS kayıtlarının analizi sonucunda Batman’da ki ankesörlü te-
lefonlara ait hatlarla başvurucuya ait GSM hattının 3/3/2012 ile
19/6/2015 tarihleri arasında arandığı, bu aramalardan 24’ünün
ardışık, 46’sının da tekil arama niteliğinde olduğu tespit edilmiş-
tir. Ardışık nitelikteki aramalara dair incelemede başvurucunun
03.03.2012 ile 17.06.2015 tarihleri arasında haklarında FETÖ/
PDY nedeniyle adli işlem yapılan ve isimleri belirtilen diğer askerî
personelle birlikte ardışık olarak arandığı belirtilmiştir. … Başvu-
rucu ve diğer askerî personel M.Ş.nin 10.12.2012 tarihinde ardışık
olarak arandıkları, başvurucu arandıktan sonra ve M.Ş.nin aran-
masından önce, başka bir askerî personel olan T.S.nin telefon nu-
marasındaki bir rakam değiştirilmek suretiyle E.Y. adlı bir kişinin
arandığı, bu tuşlamanın örgüt mensuplarının gizliliğini sağlamaya
yönelik tedbirler kapsamında şifreli olarak yapıldığı değerlendiril-
miştir. … Başvurucu ve diğer askerî personel R.K.nın 27.06.2014
tarihinde ardışık olarak arandıkları, R.K. ile yapılan görüşmeden
sonra hedef saptırmak amacıyla ilgisiz başka bir kişiye ait numa-
ra arandıktan sonra başvurucunun arandığı tespit edilmiştir. HTS
Değerlendirme Tutanağı’nda, başvurucunun hattına yapılan, ardı-
şık aramalar dışında kalan bir arama dışındaki diğer aramaların
Batman’daki büfe/market gibi yerlerde bulunan ve HTS kayıtları
getirtilen kontörlü/kontörlü ankesörlü hatlar üzerinden, bir tane-
sinin de İstanbul’daki bir ankesörlü hattan gerçekleştirildiği, söz
konusu tüm aramalar sırasında başvurucunun GSM hattının en
çok sinyal verdiği/aldığı baz istasyonunun Batman’da bulunduğu
tespit edilmiştir. … …
Anayasa Mahkemesi Kararları 335

Başsavcılığın talimatı üzerine başvurucunun askerlik görevini


yaptığı birlikler kronolojik olarak bildirilmiştir. Buna göre başvu-
rucunun 31.08.2011 ile 23.06.2015 tarihleri arasında Batman’da
bulunan askerî birlikte depo astsubayı olarak görev yaptığı, son-
rasında Ankara’daki başka bir askerî birliğe tayin olduğu tespit
edilmiştir. Devam eden soruşturma sırasında Kocaeli Cumhuriyet
Başsavcılığınca FETÖ/PDY’ye yönelik yürütülen farklı bir soruş-
turma kapsamında hakkında adli işlem yapılan H.S.nin şüpheli
sıfatıyla alınan ifadelerine ve bu kişinin kendisine gösterilen fo-
toğraflar üzerinden yaptırılan teşhis işlemine dair tutanaklar da
Başsavcılığa gönderilmiştir. H.S. müdafinin de hazır bulundurul-
masıyla 26/10/2017 tarihinde kollukta alınan ifadesinde ve kendi-
sine yaptırılan fotoğraf teşhisine dair tutanakta şu beyanda bulun-
muştur: “1990 yılında Ankara’da doğduğunu, ortaokula gittiği
dönemde aralarında başvurucunun da olduğu kişilerle birlikte
üniversite öğrencilerinin bulunduğu bir eve gittiklerini, bu evde
H.G. adlı kişinin kendileriyle ilgilendiğini, yaz kampına gittikle-
rinde de Fetullah Gülen’e ait ses kayıtlarının dinletildiğini, H.G.
nin başvurucuya “Büyük abiler sizin asker olmanızı istiyor.” de-
diğini söylemiştir. Lise son sınıfa geldiğinde Abbas adlı bir örgüt
mensubunun kendisiyle iletişime geçtiğini, bu kişinin aralarında
başvurucunun da olduğu diğer kişilerle de ilgilendiğini, Abbas’ın
kendisini o dönem ilgilendiği başvurucu ve ismini verdiği diğer
kişiden ayrı tutup “Onlar asker olacak ama sen olmayacaksın,
senin için başka şeyler düşünüyoruz.” dediğini ancak kendisinin
sonradan Abbas’ın rızasını alıp askerî okul mülakatına girdiğini,
hatırladığı kadarıyla başvurucunun da bu mülakatlara girdiğini
söylemiştir.”
Başvurucu, Batman’a getirilmesi üzerine 19.04.2018 tarihinde
müdafinin de hazır bulundurulmasıyla kollukta alınan ifadesinde;
“HTS tespitlerine konu GSM hattını kendisinin kullandığını an-
cak bu hattı yakalandığı tarihten yaklaşık üç yıl önce kapattırıp
başka bir hat kullanmaya başladığını söylemiştir. Askerî oku-
la kendisini kimsenin yönlendirmediğini, kendi isteğiyle sınav-
lara hazırlanıp kazandığını savunmuştur. FETÖ/PDY ile hiçbir
zaman irtibat kurmadığını, kimsenin kendisini ankesörlü tele-
fonlardan aramadığını beyan etmiştir. HTS Değerlendirme Tu-
336 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tanağı kendisine okunduğunda ardışık olarak arandığı belirtilen


hiçbir askerî personeli ve kendisini aradığı tespit edilen kişile-
ri tanımadığını, depo görevlisi olduğu dönemde bazen firmalar
tarafından aranmış olabileceğini” savunmuştur. Başsavcılıkta
alınan savunmasında da kolluk ifadesini tekrar eden başvurucu,
tutuklanması istemiyle sevk edildiği Batman 2. Sulh Ceza Hâkim-
liğince 20.04.2018 tarihinde yapılan sorgusunda önceki savunma-
larına ek olarak; “Batman’da görev yaptığı sırada askerî birliğe
gelen malzemeleri depolamakla görevli olduğunu, depoya mal-
zeme gönderen firmaların ara sıra önce kendilerini, ardından da
muayene komisyonunu aradığını ancak iş nedeniyle büfelerden
aranmadıklarını beyan etmiştir. Büfelerden yapılan aramalara
ilişkin olarak Batman’da görev yaptığı süreçte evli olmadığı için
bazen dışarıdan telefonla sipariş verdiğini, aramaların bu ne-
denle yapılmış olabileceğini” savunmuştur. Başvurucu, sorgusu-
nun ardından FETÖ/PDY üyesi olma suçundan tutuklanmıştır.
Başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olma suçundan
02.07.2018 tarihinde iddianame düzenlemiştir. A.K. adlı askerî
personelin iddianameye aktarılan ifadesi şöyledir; ““Ş. O. isimli
şahıs benim ile her zaman sabit numaralardan arayarak irtibat
kurardı, Kesinlikle cep numarasından aramazdı. Ancak telefon
numarasını bana verdi ve numarasını tersten yazarak şifrele-
memi istedi, şifrelemede operatör numarası her zaman sabit ka-
lıyordu ancak son yedi rakamımı tersten yazıyordum (ÖRNEK:
0545 ... 25 25 numarasını ele alırsak, 0545 olan operatör kısmı
sabit kalır son yedi rakamı ... 52 52 şeklinde tersten yazılarak
şifrelenir) yoksa son dört rakamımı tersten yazıyordum (ÖRNEK:
0545 ... 25 25 numarasını ele alırsak, 0545 olan operatör kısmı
ve sonraki üç rakam olan ... sabit kalır son dört rakam 52 52
olarak tersten yazılarak şifrelenir) hatırlamıyorum ama örnek-
lendirdiğim şekillerden birini kullanarak ben de Ş.O›nun numa-
rasını tersten yazarak (H.K.) olarak kaydetmiştim. Bir defa da
ben bu şahsı Türk Telekom’un kontörlü sabit hattından aramış-
tım, izne çıktığımı söylemek için, bu şekilde aramamı o istemişti.
Numarasını verdiği zaman bana ‘cep numaradan arama sabit
hatlardan ara’ diye tembihlemişti. ... Batman iline katılmam ile
ilgili bir emir geldi. Tayinimin açıklanması ile Ş. O. beni aradı.
Anayasa Mahkemesi Kararları 337

Bana [B]atman ilinde görüşmeye devam edeceğim kişi olan Sait


olarak tanıttığı kişi ile görüştürdü. Bu şahsın Öğretmen olduğu-
nu söylemişti. 2014 yılı Temmuz ayı içerisinde Batman ili 14.
İUS US Komutanlığına (başvurucunun Batman’da görev yaptığı
askerî birlik) katılış yaptım. Yaklaşık bir sene boyunca birliğin
içerisinde bulunan misafirhanede kaldım. Tayin olduktan son-
ra tam tarihi hatırlamadığım bir süre sonra Denizli’de tanıştı-
ğım Sait isimli şahıs ile buluştuk. Bu şahıs ile ... isimli işyerine
yakın bir eve gittik. Bu görünüş itibari ile aile eviydi, zaten bu
evde kendi ailesi de vardı, biz başka bir odaya geçip konuşu-
yorduk, bir de bu konuşmalardan önce telefonlarımız başka bir
odada bırakıyorduk. Burada da yukarıda uyguladığım şeyleri
yapıyorduk ekstradan bir durum olmuyordu. Bu şahıs birkaç bu-
luşmamız sonrasında Gültepe’de bir eve taşındı. Bu şahıs ile de
buluşma zamanı ya görüştüğümüz zaman belirleniyordu ya da
telefondan arıyordu beni. Beni her zaman sabit numaralardan
arardı. Bu şahıs ile de tek başıma görüşmeler yapıyordum.” … …
Başvurucu; Batman 3. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme)
görülen yargılamada, Mahkemenin 18/12/2018 tarihli kararıyla
silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün ha-
pis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesinde, baş-
langıçta terör kavramının hukukumuzdaki yeri ile FETÖ/PDY’nin
kuruluşu ve amaçları açıklanmıştır. … … Mahkeme, başvurucu
hakkında düzenlenen HTS Değerlendirme Tutanağındaki ardışık
ve tekil aramalara ilişkin tespit ve analizlerle H.S.nin tanık sıfa-
tıyla alınan ifadesine gerekçeli kararda yer vermiş; başvurucunun
üzerine atılı suçun sübutu açısından şu değerlendirmelerde bu-
lunmuştur: “Sanık Murat Albayrak’ın ayrıntısı dosya içeriğinde
yer alan inceleme ve tespit tutanağı kapsamında belirlenen 9
farklı ankesörlü hattan 46 kez aramasının bulunduğu belirlen-
miştir. Günümüzde cep telefonunun okul çağına giden çocuklar
dâhil olmak üzere hemen hemen herkesçe yaygın şekilde kulla-
nıldığı bilinen bir hakikat iken, ücretli arama yapılan sabit bir
hattan arka arkaya subayların aranması başlı başına arama-
ların subay sorumlularınca yapıldığını ortaya koymaktadır. So-
ruşturma ve kovuşturma kapsamında savunması alınan birçok
subay ve astsubay mahrem imamları ile bu şekilde iletişim kur-
338 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

duklarını etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanma talebiyle


verdikleri beyanlarında açıklamışlardır. Sanığı arayan kişinin
de kendisinden sorumlu mahrem imam olduğunda şüphe bulun-
mamaktadır. Sanık savunmasında kendisini arayan kişiyi ha-
tırlamadığını, ikmalde çalıştığı için firmalar tarafından aranmış
olabileceğini beyan etmiştir. Sanığın ankesörlü/kontörlü arama-
larından bir kısmı mesai saati içinde, bir kısmı ise mesai saatleri
bittikten çok sonraki saatler olup sanık arandıktan hemen önce
veya sonra yine hakkında soruşturma yapılan bir başka askerî
personelin aranması bir tesadüf olarak izah edilmez. Sanığın
mahrem imam tarafından arandığı gerçeği dışında mantıklı her-
hangi bir açıklaması bulunmadığını ortaya koymaktadır. Kaldı
ki 10.12.2012 ve 12.10.2013 tarihlerinde sanığın şifreli olarak
arandığı da sabittir. Etkin pişmanlık kapsamında ifade veren
çok sayıda askeri personelin beyan ettiği gibi şifreli arama FETÖ
örgütünün askeri yapılanmasında kullanılan bir yöntemdir. Ba-
sına da yansıdığı şekliyle Orgeneral Yaşar Güler’in eski koruma
müdürü (B.A.nın) savcılıkta verdiği ifadesinde ‘Benden sorumlu
olan şahsın değişmesiyle rehberimden kodlu olarak kaydetti-
ğim numarayı siliyordum. Kodlu olarak kaydetme derken şahsın
GSM numarasının son iki rakamını ayrı ayrı 10’a tamamlıyor-
dum.’ şeklinde vermiş olduğu ifadesi ile şifreli arama hakkında
bilgi vermiş olup somut olayda da 10.12.2012 tarihinde sanıkla
birlikte ardışık olarak aranan (506...67) numaralı GSM hattının,
(T.S.) (GSM hattı kayınbabası (S.S.) üzerine kayıtlı)’ın (506...67)
numaralı GSM hattının ortasında bulunan (9) rakamı çıkarılarak
baştan üçüncü rakamın tekrar yazılmış hali olduğu ve bu şekilde
şifreli haliyle tuşlandığı, yine 12.10.2013 tarihinde Sanığın tele-
fon numarasının son hanesinin 8 eksiltilmesi suretiyle bir başka-
sına ait telefon numarasının arandığı, bu durumun da Sanığın
mahrem imam tarafından arandığı gerçeği dışında mantıklı her
hangi bir açıklaması bulunmadığını ortaya koymaktadır.
Tanık [H.S.] Mahkememiz huzurunda, sanıkla çocukluk ar-
kadaşı olduklarını, 11-12 yaşlarındayken cemaat olarak bilinen
bu yapıya girdiklerini, sohbetlere gidip geldiklerini, sohbetlerde
saidi Nursi kitapları okunduğunu, bu yapıdan kendilerini askeri-
yeye girmelere konusunda yönlendirme yapıldığını, sonrasında
Anayasa Mahkemesi Kararları 339

kendisinin deniz kuvvetlerini, sanığın ise hava kuvvetlerini ka-


zandığını beyan etmiş olup tanık beyanı hükme esas delillerden
biri olarak değerlendirilmiştir.
Sanığın bu şekilde açığa çıkmamak, gizliliği korumak ve iz
bırakmamak amacıyla Batman’da bulunan kontörlü ya da sabit
hatlarla sohbet hocası, mahrem imam diye adlandırılan örgüt
üyeleri ile iletişim kurduğu, toplantıların yeri ve zamanını öğren-
diği, bu şekilde irtibatını sağladığı, Örgüt yapılanması içerisinde
kod isimlerini bildiği ancak açık kimlik bilgilerini bilmediği örgüt
sorumluları ile gizlilik içerisinde ‘sohbet’ adı verilen faaliyetlere
katıldığı, tanık beyanının da bu hususu teyit ettiği, örgütün su-
bay yapılanması içinde yer aldığı, bu şekilde yukarıda ayrıntıla-
rı izah edilen Fethullahçı silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile ara-
sında organik ve sıkı bir bağ olduğu, örgütün bir üyesi olduğu,
halen görevi başında iken yakalandığı, bu şekilde üzerine atılı
terör örgütü üyeliği suçunu işlediği ve etkin pişmanlık gösterme-
diği sabit olmakla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ey-
lemine uyan 3713 sayılı yasanın 7/1 maddesi yollaması ile Türk
Ceza Kanunu’nun 314/2 maddesi uyarınca cezalandırılmasına
karar verilmiştir.”
Başvurucu, bu hükme yönelik olarak istinaf başvurusunda bu-
lunmuştur. İstinaf başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4.
Ceza Dairesince (Daire) 29/1/2019 tarihinde esastan reddedilmiş-
tir. (Kapatılan) Yargıtay 16. Ceza Dairesi, benzer itirazlarla Daire
kararının temyiz edilmesi üzerine Mahkemenin 18.12.2018 tarihli
mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak verilen istinaf başvurusunun
esastan reddi kararını onamıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (ilgili) İçtihadı: Avrupa İn-
san Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fık-
rasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes, … cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan … bir mah-
keme tarafından davasının … hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir…”.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme’nin 6.
maddesi hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasını güvence altı-
na almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin herhangi
340 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

bir kural koymamakta olup bu husus ulusal kanun koyucuların


takdirindedir (Jalloh/Almanya (BD), B. No: 54810/00, 11/07/2006,
§ 94). AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türü-
nün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar
da dâhil olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında
başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin görevi olma-
dığını kararlarında ifade etmiştir.
AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yar-
gılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme›deki
bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini ince-
leme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya, § 95; Ramanauskas/
Litvanya (BD), B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52; Khodorkovskiy ve
Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699). Bir
delilin kabul edilebilir olup olmadığını veya başvurucunun gerçek-
ten suçlu olup olmadığını belirleme görevi bulunmadığını vurgula-
yan AİHM; bu konuda çözümlenmesi gereken sorunun -delilin elde
ediliş şekli de dâhil olmak üzere- yargılamanın bir bütün olarak
adil olup olmadığının tespit edilmesi olduğunu ifade etmiştir.
AİHM’e göre bu hususta yapılacak değerlendirme, söz konusu
hukuka aykırılığın ve Sözleşme’deki başka bir hakkın ihlali duru-
munda tespit edilen ihlalin niteliğinin incelenmesini de kapsaya-
caktır. Yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı değerlen-
dirilirken savunma haklarına saygı gösterilip gösterilmediğine de
bakılmalıdır. Özellikle başvurucuya delillerin özgünlüğüne itiraz
etme ve kullanımına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği değer-
lendirilmelidir. Ayrıca elde edildiği koşulların delilin doğruluğu ve
güvenilirliği üzerinde şüphe oluşturup oluşturmadığı hususu da
dikkate alınmalıdır. Bir delilin başka delillerle desteklenmemesi
tek başına yargılamanın hakkaniyetini zedelemese de delilin güçlü
olmasına ve güvenilirliği konusunda riskin bulunmamasına bağlı
olarak destekleyici delil ihtiyacı da zayıflar (Bykov/Rusya (BD), B.
No: 4378/02, 10/3/2009, §§ 89, 90; Ilgar Mammadov/Azerbaycan
(No.2), B. No: 919/15, 16/11/2017, §§ 208, 209).
AİHM’e göre yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı
değerlendirilirken dava konusu suçun cezalandırılması ile amaçla-
nan kamu yararının ağırlığı da dikkate alınabilir ve gözetilen kamu
Anayasa Mahkemesi Kararları 341

yararı, kişinin aleyhindeki delillerin hukuka uygun olarak toplan-


masını gerektiren kişisel yarar karşısında üstün gelebilir (Jalloh/
Almanya, § 97). Özellikle de tespit edilen Sözleşme ihlalinin mahi-
yetine yönelik yapılan incelemeye ilişkin olarak AİHM, birçok da-
vada gizli dinleme araçlarının kullanımının Sözleşme’nin 8. mad-
desinin ihlaline yol açtığını zira bu şekilde yapılan müdahalenin
kanuna uygun olmadığını belirtmiştir. Ancak bu şekilde elde edilen
bilgilerin delil olarak kabul edilmesi -belirli bir davanın kendisine
özgü koşullarında- Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fık-
rası ile güvence altına alınan adil yargılanma ilkesi gereklerine ay-
kırılık teşkil etmemiştir (Khan/Birleşik Krallık, B. No: 35394/97,
12/5/2000, §§ 29-35; Bykov/Rusya, §§ 94-105).
AİHM’e göre iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya
hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin
yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak -başvurucuya
gerekli usule ilişkin güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin
baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek yöntem-
lerle elde edilmemiş olması şartıyla- Sözleşme’nin 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırı-
lık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 63831/00,
26/9/2002).
İnceleme ve Gerekçe: Başvurucu; Soruşturma evresinde
telekomünikasyon yoluyla kurulan iletişimin tespiti açısından 5271
sayılı Kanun’un 135. maddesinin (6) numaralı fıkrasında aranan
şartların somut olayda var olup olmadığına dair değerlendirme
yapılmaksızın ankesörlü veya sabit hatlara ait HTS kayıtlarının
temin edildiğini belirtmiştir. Ankesörlü/kontörlü sabit telefonlara
dair alınan Hâkimlik kararı doğrultusunda temin edilen HTS
kayıtlarının incelenmesi üzerine bu hatlar aracılığıyla kendi
GSM hattıyla da iletişim kurulduğunun tespit edildiğini, böylece
kendi kullandığı GSM hattına ilişkin HTS kayıtlarının -hakkında
başlatılmış bir soruşturma olmadığı hâlde- getirtilmesine ilişkin
Hâkimlik kararı alınmaksızın bu kayıtların elde edildiğini
vurgulamıştır. Başvurucu ayrıca oluşan bu hukuka aykırı durumun
gizlenmesi için sonradan da kendi GSM hattının HTS kayıtlarının
getirtilmesi amacıyla Hâkimlik kararı alındığını ifade etmiştir.
Ankesörlü/kontörlü sabit telefonlarla kendi GSM hattına ilişkin
342 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

HTS kayıtlarının yukarıda belirtilen bu olgulara dayalı olarak


hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu ve mahkûmiyete esas
alınamayacağını ileri sürmüştür.
Bakanlık görüşünde; ankesörlü/kontörlü sabit telefonlar
üzerinden yapılan ardışık ve periyodik aramanın teknik
özelliklerinin, delil niteliğinin ve hukuka uygunluğunun (kapatılan)
Yargıtay 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulunca değerlendirildiği
kararlara yer verilmiştir. Anılan kararlarda ulaşılan sonuçtan
hareketle somut olayda mahkûmiyete esas alınan HTS kayıtlarının
hukuka uygun delil niteliğinde olduğu belirtilmiştir.
Değerlendirme: Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu ta-
rafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No:
2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu bağlamda başvurucunun iddia-
ları, adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun
yargılanma güvencesi yönünden incelenmiştir. Bununla birlikte
başvurucunun HTS kayıtlarının adli makamlarca hukuka aykı-
rı olarak temin edilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal
edildiğine ilişkin bir ihlal iddiasının bulunmadığının da altı çizil-
melidir.
Ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edil-
mesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kap-
samda Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna ay-
kırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği
açıkça hükme bağlanmıştır (Orhan Kılıç (GK), B. No: 2014/4704,
1/2/2018, § 42).
Somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü,
Yargıtay ve derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin ve
varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Be-
lirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek
istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi
esasen derece mahkemelerine aittir (Orhan Kılıç, § 44). Bunun-
la birlikte kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş
yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabi-
len ya da derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edi-
len delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanıl-
Anayasa Mahkemesi Kararları 343

masının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun


oluşturabileceği dikkate alınmalıdır. Ceza muhakemesinde delil-
lerin elde ediliş şekli ve mahkûmiyete dayanak alınma düzeyleri,
yargılamanın bütününü hakkaniyete aykırı hâle getirebilir (Orhan
Kılıç, § 45). Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil
unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit
etmek değil hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen ya da
derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delille-
rin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanıl-
madığını ve bu hukuka aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın
adil olup olmamasına etkisini incelemektir (benzer yöndeki bir ka-
rar için bkz. Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46).
Anayasa Mahkemesi de delillere yönelik hukuka aykırılık iddiala-
rıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme
ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu ko-
nuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip
gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onla-
ra yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir (Or-
han Kılıç, §§ 47, 48). Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm
Anayasa olup kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Ka-
nuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen
delillerin kabul edilmesinin yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip
zedelemediğinin Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinin sağladığı gü-
venceler açısından değerlendirilmesinde -yargılamanın bütünlüğü
içinde- somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır
(Orhan Kılıç, § 51).
Yukarıda belirtilen anayasal gereklilikler, ilgili usul kanunla-
rında da kurala bağlanmıştır. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 217.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Yüklenen suç, hukuka uygun
bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” denilmiş-
tir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, or-
taya konulması istenen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edil-
miş olması hâlinde reddolunacağı, 230. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas
alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosyada
bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca
ve açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Orhan Kılıç, § 50).
344 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Başvurucu; 5271 sayılı Kanun’da öngörülen koşullar oluşmadığı


hâlde ve adli makamlarca da bu yönde bir değerlendirme yapıl-
maksızın doğrudan Batman’daki ankesörlü/sabit hatların HTS ka-
yıtlarının getirtilmesi yönünde Hâkimlik kararı alındığını, dolayı-
sıyla bu hatların telekomünikasyon yoluyla iletişimin tespitine dair
ceza muhakemesi işleminin hukuka aykırı şekilde gerçekleştirildi-
ğini ileri sürmüştür.
Türkiye genelinde adli makamlar tarafından FETÖ/PDY’ye yö-
nelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar sırasında alınan be-
yanlar ve elde edilen diğer deliller doğrultusunda FETÖ/PDY’nin
belirli devlet kurumlarındaki örgütsel faaliyetlerine önem verdiği,
bu kurumlarda mahrem yapılanma adı altında hücre tipi bir yapı-
lanmaya yöneldiği ve bu yapılanmaya mensup kişilerin gizlilik ve
örgüt tarafından önceden belirlenen tedbir kuralları doğrultusun-
da birbirleriyle örgütsel iletişim kurdukları tespit edilmiştir (bkz.
§§ 11-27).
Somut olayda Başsavcılık, FETÖ/PDY’nin mahrem yapılanma
adı altında oluşturduğu örgütsel organizasyon içinde yer alan ki-
şilerin deşifre olmalarını önlemek amacıyla kendi aralarında an-
kesörlü/sabit hatlar aracılığıyla iletişim kurduklarına dair veriler
elde etmiştir. Bu verilere göre anılan yöntemle haberleşmenin ör-
güt mensuplarınca Türkiye genelinde yaygın bir uygulama olarak
kullanıldığını da öngören Başsavcılık, örgütün Batman’da askerî
mahrem yapılanma oluşturabileceğinden şüphelenmiştir (bkz. §§
35,36). Diğer yandan Başsavcılık, Batman’da da bu yönde bir ya-
pılanma olabileceğine dair şüphe üzerine soruşturmaya başladığı
sırada varsa bu yapılanmaya mensup kişilerin kimler olabileceğine
dair herhangi bir delile sahip olmamıştır. Dolayısıyla bireysel baş-
vuruya konu olayda mahrem yapılanmaya -somut olayda mahrem
yapılanmanın türlerinden biri olan askerî mahrem yapılanmaya-
mensup kişilerin iletişim yöntemi hakkındaki tespitleri değerlendi-
ren Başsavcılık, Batman özelinde bu yapılanmaya mensup kişilerin
de aynı yöntemle iletişim kurmuş olabileceğini değerlendirmiştir.
Buradan hareketle soruşturmanın başladığı tarihten itibaren geri-
ye dönük olarak Batman’da faaliyet gösteren ankesörlü/kontörlü
sabit hatlar aracılığıyla -telekomünikasyon yoluyla- kurulan iletişi-
min tespiti için Hâkimlikten 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesi-
Anayasa Mahkemesi Kararları 345

nin (6) numaralı fıkrası uyarınca talepte bulunulmuştur. Bu talep


doğrultusunda verilen Hâkimlik kararı üzerine anılan sabit hatla-
rın HTS kayıtları BTK aracılığıyla getirtilmiş ve bu kayıtlar kolluk
birimleri tarafından analiz edilmiştir (bkz. §§ 36-37).
Buna göre bireysel başvuru konusu olayda FETÖ/PDY’nin askerî
mahrem yapılanmasında başvurucunun da yer aldığına dair adli
makamlarca ulaşılan sonucun dayanağını, öncelikle Batman’da fa-
aliyet gösteren ankesörlü/sabit hatların 5271 sayılı Kanun’un 135.
maddesinin (6) numaralı fıkrası gereğince getirtilen HTS kayıtları
ve bu kayıtlar üzerinde kolluk birimlerince yapılan analiz ve değer-
lendirme işlemleri oluşturmaktadır.
Yargıtay kararlarında, iletişim tespiti tedbiri aynı zamanda ceza
muhakemesi evreleri yönünden de ele alınmıştır. Buna göre soruş-
turma evresinin başında, henüz ortada şüpheli sıfatı taşıyan bir ki-
şinin bulunmadığı hâllerde de Cumhuriyet savcısının işlendiği id-
dia olunan suçun faillerini tespit etmek amacıyla delil toplamakla
görevli olduğu belirtilmiştir. Bu kararlarda; soruşturma makamla-
rınca 5721 sayılı Kanun’un 160. maddesinin verdiği yetkiye dayalı
olarak yapılan araştırmalar üzerine FETÖ/PDY mensuplarının ör-
gütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market, büfe vb.
yerlerde kurulu bulunan ve ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya
ankesörlü hatları özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi
üzerine aynı Kanun’un 135. maddesinin (6) numaralı fıkrası uya-
rınca bu hatlara yönelik iletişimin tespiti kararları alınarak HTS
kayıtlarının incelenmesinin mümkün olduğu değerlendirilmiştir.
Diğer yandan HTS kayıtlarının incelenmesi üzerine tüm kayıtlar-
da yer alan ve soruşturma konusu suçla ilgisi bulunmadığı belirle-
nen kişiler elendikten sonra yapılan analizler doğrultusunda suçun
şüphelisi olabilecek kişilere ulaşılmasının da hukuka uygun oldu-
ğu sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 67,68).
Öte yandan adli makamların kendisine teslim edilen verileri test
etme, onların gerçekliği veya güvenilirliğine ilişkin gerekli araştır-
ma, inceleme ve değerlendirme yapma yetkisi her zaman bulun-
maktadır. Nitekim adli makamlar ilgili usul kanununda yer alan
kurallar çerçevesinde ve gerekli olan koruma tedbirine yönelik
olarak görevli Hâkimlik tarafından verilen kararlar doğrultusunda
346 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

BTK›nın verdiği söz konusu veriler kendilerine teslim edildikten


sonra -telekomünikasyon yoluyla kurulan iletişimin tespitine dair-
yetkili kolluk birimleri marifetiyle veriler (HTS kayıtları) üzerinde
inceleme ve araştırmalar yaparak soruşturma işlemlerini yürüt-
müştür. Bu işlemler sırasında HTS kayıtlarında yer alan ve soruş-
turmayla ilgisi olmayan üçüncü kişilerle ilgili verilerin de kolluk bi-
rimleri tarafından ayıklanması sağlanmıştır. Ayrıca savunma tarafı
da -adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çeliş-
meli yargılama ilkeleri doğrultusunda- başvurucunun söz konusu
iletişim yöntemi uyarınca FETÖ/PDY’nin askerî mahrem yapılan-
masına dâhil olduğuna dair verilerin gerçekliğine veya doğruluğuna
itiraz etme ve bunların kullanılmasına karşı çıkma imkânına her
zaman sahiptir.
Sonuç olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan bir
terör örgütüne yönelik olarak Türkiye genelinde ilgili adli makam-
lar tarafından başlatılan soruşturmalar sırasında, bu makamların
yargı çevresinde de örgütün askerî mahrem yapılanma oluşturdu-
ğuna ve bu yapılanmaya mensup askerî personel olabileceğine dair
şüphesi üzerine alınan Hâkimlik kararları doğrultusunda örgüt
mensuplarının telekomünikasyon yoluyla söz konusu yerlerde kul-
lanmaları olası olan ankesörlü/kontörlü sabit hatlarla kurdukları
iletişimin tespitine ilişkin HTS kayıtlarının getirtilmesinde ve bu
verilerin kolluk birimleri tarafından analiz edilmesinde hukuka
aykırılığın mevcut olduğu yönünde Yargıtay ve derece mahkemele-
rince yapılmış bir belirleme söz konusu değildir. Aksine Yargıtay
birçok kararında ankesörlü/kontörlü sabit hatlara ilişkin HTS ka-
yıtlarının -bir delil olarak- elde ediliş yönteminin hukuka uygun ol-
duğuna dair değerlendirmelerde bulunmuştur (anılan kararlar için
bkz. §§ 67,68). Dolayısıyla somut olayda da Başsavcılığın Hâkimlik
kararı doğrultusunda, ankesörlü/kontörlü sabit hatlarla yapılan
iletişime dair BTK’dan HTS kayıtlarının getirtilmesi ve bu kayıtlar
üzerinde şüpheli olabilecek kişilerin tespiti amacıyla kolluk birim-
lerince teknik analiz yapılması bariz takdir hatası veya açık bir
keyfîlik içeren bir uygulama olarak değerlendirilemez.
Başvuranın, mahkûmiyetin belirleyici delili; açık kimlik bilgileri
tespit edilememekle birlikte HTS Verileri İnceleme ve Değerlendir-
me Tutanağı’nda yer verilen tespitler ve haklarında aynı yapılanma
Anayasa Mahkemesi Kararları 347

içinde yer aldıkları iddiasıyla soruşturma yürütülen diğer kişilerin


beyanları doğrultusunda örgütün askerî mahrem yapılanmasında
sorumlu imam olduğu değerlendirilen kişi tarafından ankesörlü/
kontörlü sabit hatlarla başvurucunun -ikisi şifreleme yöntemi kul-
lanılmak suretiyle- ardışık ve tekil olarak aranarak kendisiyle ile-
tişim kurulmasıdır. Başvurucu, örgütün askerî mahrem yapılan-
masına ilişkin soruşturmanın başlatıldığı tarihte bu soruşturmada
şüpheli sıfatı ve hakkında verilmiş Hâkimlik kararı da bulunmadı-
ğı hâlde ankesörlü/kontörlü sabit hatlara ilişkin temin edilen HTS
kayıtlarının içeriğinden kendi GSM hattına dair HTS kayıtlarına
da erişildiğini ifade etmiştir. … … Bu bağlamda başvurucunun da
soruşturmaya şüpheli sıfatıyla dâhil edildiği aşamada, söz konusu
raporun alınabilmesi için başvurucuya ait HTS kayıtlarının da Hâ-
kimlik kararı doğrultusunda temin edilmesinin Başsavcılığın 5271
sayılı Kanun’un 160. maddesinde öngörülen görevleri arasında yer
aldığı ve somut olayda bu işlemin aynı Kanun’un 135. maddesinin
(6) numaralı fıkrasına uygun olarak gerçekleştirildiği anlaşılmış-
tır. Dolayısıyla uygulanan bu koruma tedbiri doğrultusunda elde
edilen verilerin delil olarak kullanılması açısından da Yargıtay ve
derece mahkemelerince yapılan tespit ve değerlendirmelerin bariz
takdir hatası ve açık bir keyfîlik içermediği görülmüştür. Sonuç
olarak somut olayda başvurucunun kullanımındaki GSM hattın-
dan telekomünikasyon yoluyla kurulan iletişimlerin tespiti karar-
ları doğrultusunda elde edilen HTS verilerinin delil olarak kullanıl-
masının kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde
elde edildiğine yönelik iddialar açısından bir ihlal bulunmadığının
açık olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle başvurucuya ait GSM hattına ilişkin ileti-
şimin tespiti sonucunda elde edilen veriler yönünden Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kap-
samındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmedi-
ğine karar verilmesi gerekir.
Telekomünikasyon Yoluyla Kurulan İletişimin Tespitine İlişkin
Kayıtların Mahkûmiyet Kararında Tek veya Belirleyici Delil Ola-
rak Kullanılamayacağı İddiasının Değerlendirmesi:
348 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve öz-


gürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına
girmeden inceleyebilir. Açık keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakka-
niyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki
usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâller-
de, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun biza-
tihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla
Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmele-
rinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini
ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temel-
den sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu de-
ğerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi
derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak
açıkça keyfî ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin
güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale
edebilecektir.
Somut olayda başvurucu, mahkûmiyet kararında HTS verileri-
nin belirleyici delil olarak kullanılması nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de adil yargılanma hakkı
kapsamındaki usule ilişkin güvencelerden hangisinin ihlal edildi-
ğini açıkça belirtmemiştir. Başvurucunun bu ihlal iddiasının adil
yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerden biri ya
da birkaçı yönünden incelenmesi de mümkün görünmemektedir.
Bu durumda geriye Mahkemenin HTS verilerini mahkûmiyet kara-
rında tek veya belirleyici delil olarak kullanmasının adil yargılan-
ma hakkı kapsamındaki usul güvencelerini tamamen etkisiz hâle
getiren ve açıkça keyfî bir uygulama olup olmadığının değerlendi-
rilmesi kalmaktadır. Bunun için öncelikle FETÖ/PDY’nin askerî
mahrem yapılanmasına mensup kişilerin ankesörlü/kontörlü sabit
hatlarla kurdukları tespit edilen iletişime dair verilerin delil olarak
kullanılması ile ilgili sürecin ne şekilde geliştiğinin ve daha sonra
Mahkemenin buna ilişkin değerlendirmesinin incelenmesi gerekir.
Yargıtay kararları ile bu kararlarda atıf yapılan EGM-TEM ra-
porunda; FETÖ/PDY’nin mahrem yapılanmasına mensup kişilerin
hücre tipi yapılanma oluşturup örgütsel ve gizli toplantılar yaptık-
ları, bu toplantılar sırasında bir sonraki toplantının gün ve saatinin
Anayasa Mahkemesi Kararları 349

kural olarak yüz yüze konuşularak belirlendiği belirtilmiştir. Ancak


karşılıklı randevu verildiği hâlde olağan dışı bir durumun gelişme-
si veya buluşmanın gerçekleşmemesi durumunda diğer farklı araç
ve yöntemlerin kullanıldığı, mahrem yapılanmada telefon kullanı-
mı ile ilgili çok sıkı kuralların olduğu, bu kurallar doğrultusunda
örgütün kamuya açık ve birbirinden bağımsız olan market, büfe,
kırtasiye, iddia bayisi, lokanta gibi işletmelerde bulunan ve ücret
karşılığı kullanılan sabit (kontörlü/voip) hatlar ile Türk Telekom’a
ait ankesörlü telefon hatları üzerinden iletişim kurma yöntemini
benimsediği vurgulanmıştır (bkz. §§ 18-20).
FETÖ/PDY’nin mahrem yapılanmasına yönelik olarak Türkiye
genelinde yürütülen soruşturmalar ve kovuşturmalar sırasında,
örgüt mensubu oldukları iddiasıyla haklarında adli işlem yapılan
kişilerin ifadeleri ve elde edilen teknik verilerin incelenmesi üze-
rine ulaşılan bilgiler doğrultusunda örgütün bu iletişim yöntemi-
ni uygularken örgüt mensuplarının gizliliğini sağlamak amacıyla
önceden belirlenen tedbir adı altındaki kurallar dâhilinde hareket
ettiği anlaşılmıştır. Kararlarda bu bağlamda örgüt hiyerarşisinde
mahrem sorumlu konumunda bulunan kişilerin örgütsel faaliyet-
leri yönünden kendilerine bağlı bulunan diğer örgüt mensuplarıyla
bu yöntemle iletişim kurmadan önce ilgililerin telefon numaraları-
nı gizlemek ve yakalanmaları durumunda bu kişilerin deşifre ol-
masını engellemek amacıyla farklı yöntemlerle kaydettikleri, söz
konusu hatlarla bu kişileri ardışık, periyodik ya da tekil olarak ad-
landırılan yöntemlere uygun şekilde aradıkları belirtilmiştir (bkz.
§§ 23-27).
Yargıtay kararlarında, anılan iletişim yönteminin örgütsel boyu-
tuna dair yapılan açıklamalar doğrultusunda FETÖ/PDY’nin mah-
rem yapılanmasına mensup kişilerin birbirleriyle gizlilik içinde ile-
tişimi sağlamak amacıyla bu yöntemi kullandığı değerlendirilmiştir.
Yargıtay içtihatlarında sonuç olarak bir askerî personelin örgütün
gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatıyla,
örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden
bağımsız olan market, büfe, kırtasiye, lokanta vb. işletmelerde ku-
rulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü
hatlar ile mahrem imam tarafından arandığının her türlü şüphe-
den uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle
350 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani


kanaate ulaşması hâlinde bu verilerin (HTS kayıtlarının) kişinin
örgütle bağlantısını gösteren bir delil olduğu kabul edilmiştir (bkz.
§§ 69-72).
Örgütsel iletişim amacıyla yapıldığı değerlendirilen bu aramalar
içinde ardışık arama olarak adlandırılan yönteme niteliği itibarıyla
delil olarak ayrı önem atfeden Yargıtay, söz konusu hatlar üzerin-
den farklı askerî personelin ardışık (arka arkaya) aranması duru-
munda bu faaliyetin örgütsel bir arama niteliğinde olduğuna dair
kanıyı güçlendirdiği, örgütün gizliliği ve deşifre olmamayı amaç-
layan tedbir kurallarına uygun olarak askerî mahrem yapılanma-
nın irtibat kurma yöntemlerinden biri olduğu ve örgütün mahrem
imamları tarafından örgütsel haberleşmeyi sağlamak amacıyla ger-
çekleştirildiği sonucuna ulaşmıştır (bkz. §§ 66, 68).
Yargıtay kararlarından anlaşıldığı üzere FETÖ/PDY’nin mahrem
yapılanmasının ankesörlü/kontörlü sabit hatlarla kurduğu değer-
lendirilen iletişime dair verilerin teknik yönü hem bu hatlar hem
de bu hatlar aracılığıyla iletişim kurulan kişiler arasında telekomü-
nikasyon yoluyla kurulan iletişimlerin tespitine dair HTS kayıtları-
na dayanmaktadır. Bu bağlamda yargı organları, söz konusu hat-
larla iletişime geçilen GSM numaralarının kullanıcılarının gerçekte
kimler olduğunu, bu kişilerin örgütle irtibatlarının ve varsa örgüt
içindeki hiyerarşik konumlarının ne olduğunu belirlerken bu hu-
susta önemli bilgiler içeren HTS verilerinden faydalanmaktadır. Bu
kapsamda sabit hatlara dair HTS verilerinde kaydı olan kullanıcı-
ların kim olduğunun, iletişimin tarihinin, hangi tarihler arasında
kimlerle kaç kez iletişim kurulduğunun ve sonucuna göre iletişim
kurulan kişilerin ardışık, periyodik ya da tekil olarak aranıp aran-
madıklarının kolluk makamlarınca analiz edilmesi suretiyle kişi-
lerin örgütün mahrem yapılanmasıyla irtibatının tespiti mümkün
olabilmektedir.
Bununla birlikte kişilerin örgütün mahrem hizmetler -özelin-
de de askerî mahrem- yapılanmasında yer alıp sabit hat ve/veya
ankesörlü telefonlar üzerinden hücresel haberleşme ağına dâhil
olup olmadıklarının örgüt üyeliği suçu açısından belirleyici olduğu-
nu belirten Yargıtay, örgütün söz konusu iletişim nedeniyle kendi
Anayasa Mahkemesi Kararları 351

mensuplarının adli makamlarca tespit edilmesini ve yapılan ara-


maların günlük hayatta yapılan rutin haberleşme dışında örgütsel
bir iletişim faaliyeti olduğunun anlaşılmasını önlemek amacıyla
birtakım kurallar belirlediğini, bu kapsamda söz konusu arama-
ların tedbir olarak adlandırılan kurallar doğrultusunda yapıldığını
da vurgulamıştır. Dolayısıyla Yargıtay içtihatlarında, bu yöntemle
kendileriyle iletişim kurulan kişilerin FETÖ/PDY’nin mahrem ya-
pılanmasına dâhil olup olmadıklarının hukuki bir kesinlik içinde
ortaya konulabilmesi için -somut olayın özelliğine göre- yapılması
gerekli görülen teknik araştırma ve inceleme işlemlerine dair açık-
lamalarda bulunulmuştur.
Bu bağlamda anılan kararlarda örgütün söz konusu iletişim
yöntemine dair uyguladığı tedbir kuralları dikkate alınarak kolluk
makamlarınca söz konusu hatlarla ilgili kişiselleştirilmiş ayrıntılı
analiz raporu düzenlenmesinin önemine vurgu yapılmıştır. Bunun
yanı sıra BTK’dan baz istasyonlarını ve “0” saniyeli çağrıları da
kapsayan HTS kayıtlarının getirtilmesi, bu yöntemle arandığı tespit
edilen kişilerin görev yaptıkları diğer şehirlerde de aynı yöntemle
aranıp aranmadığına dair analiz raporu düzenlenmesi, mahrem
yapılanmaya yönelik adli işlemler kapsamında haklarında soruş-
turma veya kovuşturma olan kişiler arasında itiraflarda bulunan-
ların beyanlarının temin edilmesi ve bu kişilerin de tanık sıfatıyla
ifadelerinin alınması gerektiği değerlendirilmiştir (bkz.§ 73).
Yapılan bu açıklamalar ışığında derece mahkemelerince FETÖ/
PDY’nin kendi içinde askerî mahrem yapılanma adı altında gizli bir
yapılanma oluşturduğuna ve bu yapılanmada örgüt hiyerarşisine
göre sorumlu mahrem imam konumundaki kişilerin TSK’da gö-
revli olup esasında örgüt hiyerarşisi içinde kendilerine bağlı askerî
personeli önceden belirlenen tedbir kuralları doğrultusunda örgüt
içi haberleşme amacıyla ankesörlü/kontörlü sabit hatlardan ara-
dıklarına ilişkin olarak yapılan tespit ve değerlendirmelerin olgu-
sal temellerden yoksun olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu
bağlamda derece mahkemelerince bu iletişim yöntemine dair HTS
kayıtları teknik olarak analiz edilirken ve bu çerçevede anılan ka-
yıtlardaki veriler kişilerle (sanıklarla) eşleştirilirken delilden kişiye
(sanığa) ulaşılması yöntemi esas alınmaktadır.
352 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Öte yandan bu değerlendirmeler tek bir verinin hükme esas


alınması yoluyla değil farklı kaynaklardan elde edilen bilgi, bel-
ge, kayıt ve verilerin birbirleriyle karşılaştırılarak teyit edilme-
sine dayanmaktadır. Suç isnadı altındaki kimseler de HTS kayıt-
larına ve örgütün askerî mahrem yapılanmasına dâhil olduklarını
gösterir delillerin gerçekliğine ve güvenilirliğine itiraz etme, bun-
lara yönelik her türlü iddia ve taleplerini dile getirme imkânına
soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin her aşamasında sahiptir.
Nitekim kanun yolu denetimi yapan merciler de bu iddiaların yete-
rince incelenmediği durumlarda mahkûmiyet hükümlerinin bozul-
masına karar vermektedir (bkz. § 75).
Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı incelendiğinde Mah-
kemenin başvurucunun Batman’da askerî personel olarak görev-
li olduğu dönem içinde bu ilde bulunan ankesörlü/kontörlü sabit
hatlar üzerinden örgütün kullandığı iletişim yöntemlerine uygun
olarak aranmasını örgütle bağlantısını gösteren bir delil olarak de-
ğerlendirdiği görülmüştür. Mahkeme bu değerlendirmeyi yaparken
anılan yapılanmanın iletişim yönteminde tedbir adı altında uygu-
ladığı kurallara dair Türkiye genelindeki adli işlemler sonucunda
elde edilen delilleri dikkate almak suretiyle söz konusu hatlar ile
başvurucuya ait GSM hattına ait HTS kayıtlarının karşılaştırmalı
analizi üzerine hazırlanan HTS Değerlendirme Tutanağı’na dayan-
mıştır.
Mahkeme diğer yandan Batman’da aralarında başvurucunun
da bulunduğu askerî personel hakkında başlatılan soruşturma
sırasında, bu yapılanmanın işleyişine ve söz konusu aramaların
örgütsel iletişimi sağlamak amacıyla sorumlu imamlar tarafından
yapıldığına dair beyanlarda bulunan şüphelilerin bu yöndeki ifade-
lerinin de HTS kayıtlarının analizi üzerine ulaşılan sonucu doğrula-
dığını değerlendirmiştir. Bununla birlikte kararda, başvurucunun
öğrencilik yıllarında da örgüte ait evlerde yapılan örgütsel toplantı-
lara katıldığına dair tanık H.S.nin suçlayıcı beyanlarının da yine bu
analizlere uygun olduğu ve başvurucunun önceden olduğu gibi bu
aramalar sonucunda meslek hayatı süresince de -aramaların ama-
cına uygun olarak- örgütsel toplantılara katılmaya devam ettiğine
dair kabulü desteklediği vurgulanmıştır. Kullanım şekli ve teknik
özellikleri itibarıyla FETÖ/PDY’nin mahrem yapılanması mensup-
Anayasa Mahkemesi Kararları 353

larınca -örgütsel iletişimde gizliliği sağlama amacıyla- kullanılan bu


iletişim ağına başvurucunun dâhil olmasının terör örgütüne üye
olma suçu açısından mahkûmiyete dayanak alınması, adil yargı-
lanma hakkı kapsamındaki usul güvencelerini tamamen etkisiz
hâle getiren ve açıkça keyfî bir uygulama olarak değerlendirilemez.
Diğer yandan muhakeme sürecinde elde edilen deliller ve Mah-
kemenin gerekçesi dikkate alındığında kişilerin sabit hat ve/veya
ankesörlü telefonlar üzerinden örgütün hücre tipi yapılanmasına
ait haberleşme ağına dâhil olup olmadıklarının belirlenmesi açısın-
dan Yargıtay tarafından ilkesel olarak ortaya konulan ve adli ma-
kamlarca yapılması gerekli görülen araştırmaların (bkz. §§ 73,74)
somut olayda da yerine getirildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla FETÖ/
PDY’nin mahrem yapılanmasına mensup sorumlu mahrem imam-
lar tarafından ankesörlü/kontörlü sabit hatlar üzerinden aranarak
başvurucuyla telekomünikasyon yoluyla ve örgütsel haberleşme
amacıyla iletişim kurulduğuna dair teknik analizlere konu edilen
HTS kayıtlarının mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil
olarak kullanılması sonucunda açık bir keyfîlik nedeniyle yargı-
lamanın hakkaniyetinin temelden sarsılmadığı ve adil yargılanma
hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldi-
ği çok istisnai bir durumun bulunmadığı değerlendirilmiştir.
Son olarak başvurucu; HTS Değerlendirme Tutanağı’nda ardı-
şık olduğu belirtilen iki farklı tarihli aramaya dair tutanağa yansıtı-
lan tablolardaki sayısal verilere göre bu tablolarda yer alan arama-
lar sonucu başlayan iletişimin devam ettiği belirtilen süre dikkate
alındığında iletişimin başladığı saat bilgisine göre o süre dolmadan
başka bir arama daha yapılıp görüşmeye başlandığının tespit edil-
diğini, bu nedenle veriler arasında çelişkiler bulunduğunu ileri sür-
müştür. Anılan iddianın değerlendirmesinde -somut başvurudan
bağımsız olarak- konferans yöntemiyle iletişim kurulabileceğine
dair telekomünikasyon şirketlerinin internet sitelerinde aktardık-
ları bilgilerin ve sabit telekomünikasyon hizmeti veren işletmeciler
tarafından üretilen kayıtlarda iletişime dair trafik taşıma hizmet-
lerine ait bilgilerin yer aldığına, bu operatörler üzerinden gerçek-
leşen bir iletişim kaydında trafiğin taşındığı her sistemin ayrı bir
kayıt üretmesi nedeniyle aynı iletişime ait birden fazla kayıt bulu-
nabileceğine dair BTK tarafından HTS kayıtlarındaki verilere dair
354 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

genel açıklamaların dikkate alınması gerekir. Kaldı ki Yargıtay iç-


tihatları doğrultusunda ankesörlü/kontörlü sabit hat ile birlikte
hedef alınan kişilere ait HTS kayıtlarının da alınmasının ve bu ve-
rilerin sabit telekomünikasyon hizmeti veren kurumlardan temin
edilen HTS kayıtlarıyla karşılaştırılmasının uygun olacağı belirtil-
miştir. Sonuç olarak BTK tarafından temin edilip adli makamlara
gönderilen HTS kayıtlarında başvurucunun itirazına da konu olan
sayısal veriler bulunabilmektedir. Ancak böyle bir durumun adli
makamlarca teknik olarak gerekli görülerek ankesörlü/kontörlü
sabit hatların ve bu hatlarla aranan kişilerin ayrı ayrı temin edi-
len HTS verilerinin karşılaştırılması sonucu tespit edilen arama-
nın gerçekliğine dair esasa etkili bir şüphe oluşturmadığı sonucu-
na ulaşılmıştır (bkz. §§ 32,33). HTS kayıtlarının karşılıklı analizi
sonucunda ankesörlü/kontörlü sabit hatlardan yapılan aramaların
gerçekliği kolluk makamlarınca net olarak tespit edildiğinden -ile-
tişimin kurulma şeklinden ve operatörlerin kayıt tutma tekniğin-
den kaynaklanan nedenlerle- anılan kayıtlarda arama sürelerine
dair başvurucunun itirazına konu esaslı olmayan sayısal verilerin
yer almasının yukarıda varılan sonucun aksi yönde bir karar veril-
mesine etkisi bulunmamaktadır.
Somut olayda telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tes-
pitine ilişkin kayıtların mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici
delil olarak kullanılmasında adil yargılanma hakkına yönelik bir
ihlalin bulunmadığının açık olduğu anlaşılmıştır.
Hüküm: Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Ankesörlü/kontörlü sabit hatlarla (telefonlarla) yapılan ile-
tişimin tespiti sonucunda elde edilen veriler yönünden hakkaniyete
uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. GSM hattına ilişkin iletişimin tespiti sonucunda elde edilen
veriler yönünden hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal
edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespitine ilişkin
kayıtların mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak
kullanılamayacağına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun ol-
ması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Anayasa Mahkemesi Kararları 355

B. 1. Ankesörlü/kontörlü sabit hatlarla (telefonlarla) yapılan ile-


tişimin tespiti sonucunda elde edilen veriler yönünden Anayasa’nın
36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kap-
samındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİL-
MEDİĞİNE,
2. GSM hattına ilişkin iletişimin tespiti sonucunda elde edilen
veriler yönünden Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alı-
nan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargı-
lanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderleri , … … …. … OYBİRLİĞİ ile karar
verildi.
356 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

AİLE HAYATINA SAYGI HAKKININ İHLALİ

Başvuru, Türkiye’ye giriş yasağı nedeniyle aile hayatına


saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Bölge İdare Mahkemesi tarafından, istihbarı bilgiye konu
olan kişinin söz konusu eğitim kurumunda çalışıp çalış-
madığının kesin olarak belirlenmesine yönelik bir araş-
tırmanın ve aile hayatı üzerinde doğuracağı etkiler bakı-
mından bir incelemenin ve dengelemenin de yapılmadığı,
başvurucunun belirtilen husustaki talep ve itirazlarının
karşılanmadığı, aile hayatına saygı hakkı ile ilgili hiçbir
gerekçeye yer verilmediği anlaşılmıştır.
(AYM, Başvuru No: 2020/33373, T. 30.03.2023)1

Özet: 1984 yılında doğan başvurucu, Özbekistan vatandaşıdır.


Başvurucu 05.09.2014 tarihinde ev işlerinde çalışma izni almış
olup bu tarihten beri Türkiye’de çalışmaktadır. Başvurucunun
31.08.2018 tarihinde yaptığı çalışma izni süresinin uzatılması
talebi İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün (Genel
Müdürlük) olumsuz görüşü nedeniyle reddedilmiştir. Genel Mü-
dürlük, başvurucu hakkında G-82 (millî güvenlik aleyhine faaliyet)
tahdit kayıtlı yurda giriş yasağı koymuştur. Başvurucu hakkındaki
G-82 tahdit kaydı tüm versiyonlarıyla birlikte 22.02.2022 tari-
hinde kaldırılmıştır. İstanbul Valiliği 25.07.2019 tarihinde başvu-
rucu hakkında söz konusu kayıt nedeniyle 6458 sayılı Kanun’un
54. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni
veya kamu güvenliğini ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluştur-
duğu değerlendirilerek sınır dışı kararı almıştır. Başvurucu, nişan-
lısı Türk vatandaşı “İ.A.” ile 20.02.2020 tarihinde resmî nikahla
evlenmiştir. Başvuru formunda başvurucunun evlilik birliğinin de-
vam ettiği ve hamile olduğu belirtilmiştir.
Başvurucu, sınır dışı edilme kararının iptali istemiyle 29.07.2019
tarihinde İstanbul 1. İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme

1 Kararın tam metni için; Resmî Gazete: 01.06.2023/32208, (son erişim: 28.06.2023).
Anayasa Mahkemesi Kararları 357

25.10.2019 tarihinde davanın reddine kesin olarak karar vermiş-


tir. Kararda; başvurucunun 23.07.2019 tarihinde İstanbul İl Göç
İdaresi Müdürlüğüne giderek turizm amaçlı İkamet izni talebinde
bulunduğu, başvurucu hakkında “GöçNet” sisteminde yapılan tah-
dit ve giriş çıkış sorgulama ekranındaki incelemelerde aktif G-82
kodunun bulunduğunun anlaşılması üzerine gerekli işlemlerin
yapılabilmesi için pasaportuyla birlikte kolluk personeline teslim
edildiği, ifadesinin alınmasının akabinde sınır dışı işlemlerinin ya-
pılabilmesi için davalı idareye teslim edildiği ve hakkında sınır dışı
karan alındığı belirtilmiştir. Kararda devletin hükümranlık yetkisi
uyarınca ülke için tehlike oluşturacağı kanaatine varılan yabancı-
ları sınır dışı etme yetkisi bulunduğu, yabancının sınır dışı edile-
bilmesi için ülkede kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluş-
turan bir eyleminin olması gerekmediği gibi bu hususta bir yargı
kararı da aranmayacağı, yabancının kamu düzeni ve güvenliği için
tehdit oluşturduğuna yönelik şüphe bulunmasının yeterli olduğu,
netice itibarıyla davacının kamu düzeni ve güvenliği açısından teh-
dit oluşturduğu değerlendirildiğinden davacı hakkında tesis edilen
dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.
Başvurucu 20.9.2019 tarihinde Ankara 1. İdare Mahkemesinde
(Mahkeme) yurda giriş yasağı kararının kaldırılması talebiyle dava
açmıştır.
Mahkeme, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından başvuru-
cunun 23.7.2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımla-
nan Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun
Hükmünde Kararname ile kapatılan eğitim kuruntumda (Özel Ca-
hit Nakıboğlu Ortaokulu) hangi görev ve unvanlarda çalıştığım gös-
teren bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. 05.05.2020
tarihinde gelen cevap yazısında, başvurucunun söz konusu eğitim
kurumunda çalıştığının tespit edilemediği belirtilmiştir.
Mahkeme 06.05.2020 tarihinde davanın kabulüne ve dava ko-
nusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda başvurucunun,
millî güvenlik aleyhine nasıl bir faaliyet gösterdiğine ilişkin somut
herhangi bir belirlemenin yapılmadığı ifade edilmiştir.
Genel Müdürlüğün bu kararı istinaf etmesi üzerine Ankara Böl-
ge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesince (Bölge İdare Mahke-
358 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

mesi) 10.09.2020 tarihinde istinaf talebi kabul edilerek mahkeme


kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir. Ka-
rarda somut olay ve mevzuat hükümlerine yer verildikten sonra
seyahat hürriyetini düzenleyen Anayasa hükmü ve Medeni ve Siyasi
Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin ilgili hükmü incelendi-
ğinde, seyahat hürriyetinin vatandaşa tanınan bir hak olduğunun,
başka ifade ile vatandaşın yurda girme ve yurttan çıkma hakkının
istisnalar haricinde sınırlanamayacağı üzerinde durulduğu, yaban-
cıların yurda girme hakkı olduğuna dair bir hükmün bulunmadığı
ifade edilmiştir. Somut olayda, dava dosyasında yer alan bilgi ve
belgelerden kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması bağla-
mında, davacı hakkında devlet güvenlik birimlerinin raporları dik-
kate alınmak suretiyle hükümranlık yetkisi dâhilinde tesis olundu-
ğu anlaşılan dava konusu işlemde ulusal ve uluslararası metinlere
aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Başvurucu, 02.11.2020 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne birey-
sel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, aile hayatına saygı hakkı
kapsamında incelenmiştir.
Değerlendirme: Başvurucu; yurda giriş yasağı ve hâlen aktif
olan sınır dışı karan nedeniyle sınır dışı edilmesi hâlinde bir daha
ülkeye girme imkânı olmayacağından Türk vatandaşı eşinden ayrı
kalması nedeniyle aile birliğinin dağılacağım ileri sürmüştür. Ba-
kanlık görüşünde, başvurucunun mağdur statüsünün devam edip
etmediği ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edilip edilmediği ko-
nusunda inceleme yapılırken Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri,
Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşul-
larının da dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu,
Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
Anayasa’nın 20. maddesiyle güvence altına alman aile hayatı, hâ-
lihazırda mevcut, gerçek, fiilen yakın ve kişisel bağların kuruldu-
ğu aile birlikteliklerini içermektedir (Oksana Chicheishvili, B. No:
2014/19023,20/12/2017, § 31). Sınır dışı veya yurda giriş yasağı
tahdit karan nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği
iddialarını içeren başvuruların incelenmesinde çözümlenmesi ge-
Anayasa Mahkemesi Kararları 359

reken ilk husus, sınır dışı işleminin tesis edildiği tarihte yabancı
kişinin bulunduğu ülkede bir özel ve/veya aile hayatının mevcut
olup olmadığının ortaya konulmasıdır.
Somut olayda başvurucunun 2014 yılından bu yana Türkiye’de
çalışma izni kapsamında çalıştığı, 2020 yılında Türk vatandaşı ni-
şanlısı ile resmî nikahla evlendiği ve başvuru formundaki beyanına
göre hamile olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun Anayasa’nın 20.
maddesi kapsamında mevcut aile hayatının olduğu açıktır. Bu
durumda başvurucu hakkındaki yurda giriş yasağı tahdit kararı-
nın aile hayatına saygı hakkına müdahale teşkil ettiği kanaatine
varılmıştır. Hakkındaki yurda giriş yasağı tahdit karan nedeniyle
başvurucunun aile hayatına saygı hakkına yönelik müdahalelerin
kanuniliği, meşru amacı, demokratik toplum düzeninin gerekle-
rine uygunluğu ve ölçülülüğünün denetiminde gözetilmesi gere-
ken genel ilkeler Anayasa Mahkemesince birçok kararda ayrıntılı
olarak açıklanmıştır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Guinura
Toktomambetova, B. No: 2018/29906, 15/3/2022, §§ 62, 63; De-
metHussen Najem, B. No: 2019/438,27/7/2022, §§ 41,42; A.A.A.,
§§ 48-53). Devletin egemenliğinden kaynaklanan yabancıların ülke-
ye girişi ve ikametini denetleme yetkisi bu konuyla ilgili konulmuş
kanun hükümlerine aykırı davrananlara caydırıcı yaptırımlar kap-
samında kamu düzeni ve millî güvenlik yönünden tehlikeli olduğu
tespit edilen yabancıların sınır dışı edilmesi mümkündür. Bununla
birlikte sınır dışı edilen yabancının ülkede güçlü ailevi bağlara sa-
hip olduğu durumlarda aile hayatı ile sınır dışı veya ülkeye girişin
yasaklanması karan bağlamında gözetilen kamusal menfaat ara-
sında adil bir denge kurulması gerekmektedir. Bir yabancının terö-
rist faaliyetlerle ilgili olarak ve millî güvenliğin korunması amacıyla
sınır dışı edilmesinde veya ülkeye girişinin yasaklanmasında kamu
makamlarının mutlaka somut olayın koşullan içinde kişinin millî
güvenliği tehlikeye atacak nitelikteki faaliyetlerde bulunduğuna dair
yeterli ve ciddi bilgileri yargı mercilerine sunması gerekir. Derece
mahkemelerince de kamu makamlarınca müdahale ile ilgili olarak
ileri sürülen sebepleri inceleyerek konuyla ilgili beyanların neden
kabul edildiği veya reddedildiğine dair gerekçelerini kararlarında
göstermeleri zorunludur (A.G. (B. No: 2018/6143, 16.12.2020, §§
50-54) ve A.A.A., §§ 50-57).
360 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Somut olayda başvurucu hakkındaki millî güvenlik aleyhine faa-


liyet tahdit kaydının gerekçesi başvurucunun 667 sayılı KHK ile ka-
patılan eğitim kurulularında çalıştığına ilişkin kaydının bulunma-
sıdır. Bölge İdare Mahkemesi tarafından İse kararda somut olayla
ilgili belirleme yapılmamış, seyahat hürriyetinin sadece vatandaşa
tanınan bir hak olduğu, yabancıların yurda girme hakkını kapsa-
madığı ve işlemin devletin hükümranlık yetkisi dâhilinde tesis edil-
diği belirtilmiştir. Bu bağlamda Bölge İdare Mahkemesi tarafından
istihbarı bilgiye konu olan kişinin söz konusu eğitim kurumunda
çalışıp çalışmadığının kesin olarak belirlenmesine yönelik bir araş-
tırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra başvurucunun
eşinin Türk vatandaşı olduğu ve başvurucunun hamile olduğu be-
lirtilmesine rağmen Bölge İdare Mahkemesinin kararında işlemin
başvurucunun aile hayatı üzerinde doğuracağı etkiler bakımından
bir incelemenin ve dengelemenin de yapılmadığı, başvurucunun
belirtilen husustaki talep ve itirazlarının karşılanmadığı, aile ha-
yatına saygı hakkı ile ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği anlaşıl-
mıştır.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa›nın 20. maddesinde güvence al-
tına alman aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine karar ve-
rilmesi gerekir. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının
ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında huku-
ki yarar bulunmaktadır. Aile hayatına saygı hakkı yönünden ihlal
tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net
18.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine … … OY-
BİRLİĞİ ile karar verildi.
Anayasa Mahkemesi Kararları 361

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKININ İHLALİ

Başvuru, bir televizyon programında yaptığı tıbbi içe-


rikli açıklamalardan dolayı hakkında disiplin para ceza-
sı verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir. Temel hak ve özgürlükleri sınırlayan
tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamak ve başvurulabi-
lecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşullan taşı-
mayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gerekle-
rine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez.
(AYM, Başvuru No: 2020/4999, T. 30.03.2023)1

Özet: Başvurucu, kalp ve iç hastalıkları uzmanı, eski İstanbul


Bilim Üniversitesi Rektörü ve iç hastalıkları ve kardiyoloji ana bi-
lim dallan öğretim üyesidir. Başvuran, 03.12.2016 tarihinde katıl-
dığı bir televizyon programında depresyon ve beslenme alışkanlık-
tan arasındaki ilişki hakkında tıbbi içerikli bir konuşma yapmıştır.
Yaklaşık beş saat süren programda başvuran; başka bir konukla
birlikte genel olarak beslenmenin önemi, depresyonla beslenme
arasındaki ilişki konularına değindikten sonra ilaç şirketlerinin
ticari kaygılarla hareket ettiğine, antidepresanlarla mutlu oluna-
mayacağına ancak sağlıklı beslenme ile mutlu olunabileceğine dair
mesajlar vermiştir. Söz konusu konuşmalar üzerine başvurucu
hakkında «uzmanlık dışı bir konuda tıbbi değerlendirme yap-
mak, programı kişisel tanıtım ve reklam aracı haline getirmek,
halk sağlığına zarar vermek, tıbbi bir konu ile ilgili ihtilafında
kendisi ile farklı düşünen hekimlerle etik olmayan bir biçimde
tartışma yöntemi kullanmak” iddialarıyla disiplin soruşturması
başlatılmış ve başvurucuya İstanbul Tabip Odası Onur Kurulunun
karan ile 1,325 TL para cezası verilmiştir. Türk Tabipleri Birliği
(TTB) Yüksek Onur Kurulu, söz konusu kararı onamıştır. Başvu-
ran söz konusu kararın iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara 13.
İdare Mahkemesi 19.12.2019 tarihli kararıyla davayı kesin olarak
reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, verilen ceza öncesinde tıp

1 Kararın tam metni için; Resmî Gazete: 01.06.2023/32208, (son erişim: 28.06.2023).
362 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tarihi ve etik ana bilim dalı başkanı olan bir bilirkişiden alman
rapora atıfta bulunarak başvurucunun uzmanlık alanı dışındaki
tartışmalı konulan kesin gibi savunarak kendi kişisel reklamını
yaptığı kanaatine varmış ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık
görmemiştir. Bunun üzerine başvuran 29.01.2020 tarihinde Ana-
yasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
Değerlendirme: Başvuru, ifade özgürlüğü kapsamında incelen-
miştir.
Başvurucu; kendisinin hem doktor hem akademisyen sıfatı
bulunduğunu, bilimsel araştırmalara göre depresyon dâhil tüm
kronik hastalıkların yanlış beslenmeden kaynakladığını, reklama
ihtiyacının olmadığını, halkın sağlığını korumak için bildiklerini
kamuya aktardığını, bir hekim olarak araştırma ve bilgilerini ka-
muyla paylaşmasının hem görevi hem sorumluluğu olduğunu, bu
tarz açıklamaların ifade hürriyeti kapsamında kaldığını savunmuş-
tur.
Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığından aldığı görüşü iletmiştir.
Sağlık Bakanlığına göre başvurucunun açıklamaları doğruluğu bi-
limsel olarak kanıtlanmamış ve tıbbi yerleşik metot hâline gelme-
miş yanıltıcı, abartılı açıklamalardır ve bu nedenle mevzuata aykı-
rılık oluşturmaktadır.
Başvurucu hakkında para cezası verilmesinin başvurucunun
ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olduğunun kabul edilmesi
gerekir. Türk Tabipleri Birliği Disiplin Yönetmeliği uyarınca yapı-
lan müdahale ile ulaşılmaya çalışılan sağlığın korunması amacı-
nın kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçasını
oluşturması nedeniyle meşru temelinin bulunduğu sonucuna va-
rılmıştır. Müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun olup olmadığının belirlenmesi ayrı bir konudur. Buna göre
temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı
karşılamak ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır.
Bu koşullan taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez.
Somut olayda başvurucu, yaptığı açıklamalarından dolayı bir-
den çok gerekçeyle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Anayasa
Mahkemesine göre başvurucu, evvelemirde tıp alanında kişilerin
Anayasa Mahkemesi Kararları 363

sağlığı için tehlikeli olabilecek yanlış bilgileri hekim sorumluluğu-


na uygun olmayacak şekil ve yöntemlerle yaydığı gerekçesiyle ceza-
landırılmıştır. Yanlış bilgi, toplumda yerleşmiş güven eksikliğinden
ve kurumlara duyulan güvendeki çatlaklardan İstifade ederek bun-
ları daha da derinleştirmekte; bilime ve tıbba duyulan güvene zarar
vermekte ve toplumu çeşitli eksenlerde bölmektedir (Başvuru No:
2018/6707, 31/3/2022, § 31). Hiç şüphesiz yanlış bilgilerin yönetil-
mesi de sağlık politikalarının esaslı bir parçasını oluşturmaktadır.
Fakat bunu yaparken devlet, ifade özgürlüğüne de saygı gösterme-
lidir. İfade özgürlüğünün sağlık meseleleri ile ilgili bilgileri ve fikir-
leri araştırmayı, edinmeyi ve paylaşmayı da içerdiği açıktır.
İfade özgürlüğü temel bir hak olmakla birlikte hiç şüphesiz
mutlak değildir, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin
sınırlama rejimine tabidir. Devletler bu hakkı toplumun meşru çı-
karlarım korumak için kısıtlayabilir. Bireyin ve toplumun sağlığı
da bu çıkarlardan biridir. Bununla birlikte sağlıkla ilgili bilgilerin
sansürlenmesi veya toplumun sağlık alanındaki tartışmalarına ve
inisiyatiflerine katılımını -söz gelimi yanlış olduklarından bahis-
le- engelleyecek kategorik müdahaleler ifade özgürlüğünün ihlaline
neden olacaktır. Devlet bu amaçla ifade özgürlüğünü kısıtladığında
uygulanan tedbirin zorunlu bir ihtiyaç baskısına karşılık geldiğini
ve orantılı olduğunu göstermelidir. Kamu gücünü kullanan organ-
lar ve mahkemeler zorunlu bir toplumsal ihtiyacın varlığını değer-
lendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir
payı Anayasa Mahkemesinin denetimindedir.
Somut olayda, ilk derece mahkemesinin gerekçesinde yer veri-
len bilirkişi raporunda ve mahkemenin değerlendirmelerinde baş-
vurucunun açıklamalarının halk sağlığına ne şekilde zarar verdiği
somut olarak açıklanamamıştır. Gerçekten de başvurucunun top-
lum ile paylaştığı bilgi kasıtlı ve doğrulanabilir, yanlış veya yanıltıcı
olduğu denetlenebilir bir şekilde gösterilemediği gibi ifade edilen
görüş ile varsayılan tehdit arasındaki yakın ve doğrudan bağlan-
tı da tereddüde yol açmayacak açıklıkta ortaya konulamamıştır.
Ayrıca başvurucu, uzmanı olmadığı bir alanda açıklamada bulun-
duğu gerekçesiyle cezalandırılmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla TTB,
başvurucunun uzmanlık belgesi olmadığı bir alanda düşünceleri-
ni açıklamasını uygun görmemiştir. Hiç şüphesiz bilimsel olarak
364 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

nitelenen alanda bile olsa bir düşünce açıklamasında bulunmak


için uzmanlığını kanıtlama şartının getirilmesi ifade özgürlüğünü
anlamsız kılacak derecede kısıtlar. Başvurucu, bir kardiyoloji ve
iç hastalıkları uzmanı olduğu gibi genel olarak Türkiye’nin bilinen
akademisyen ve bilim insanlarındandır. Bu kapsamda tıp alanında
yaşanan gelişmelerin başvurucunun ilgi alanında olduğunda kuşku
yoktur. Programda, başvurucu, kendi bakış açısından doğru bes-
lenmenin kişilerin ruh sağlığını olumlu olarak etkilediğini herkesin
anlayabileceği bir dilde anlatmıştır. Başvurucunun bazı ifadeleri-
nin meslektaşlarını eleştirdiği hatta abartıya kaçtığı kabul edilse
bile bir bilim insanının yerine kendini koyup belli bir durumda
kullanılacak ifade şeklinin ne olacağını belirlemek yargı mercile-
rinin görevi olmamalıdır.
Başvurucunun düşüncelerini açıklarken kendi kitabını referans
göstererek kitabının örtülü şekilde reklamını yaptığı kabul edilmiş-
tir. Bununla birlikte sağlık alanının ticarileşmesi, bu süreçte reka-
bet amacıyla ve daha çok kazanma arzusuyla reklam yapmak ile
popüler televizyon programlarında herkesin anlayacağı bir dilde
savunulan görüşlerin bilimsel dayanaklarının kendi kitaplarında
bulunabileceğini savunmak arasında fark vardır. Birçok kitap ya-
zan, katıldığı televizyon programlarından, internet ve sosyal payla-
şım mecralarından edindiği büyük bir şöhreti olan başvurucunun
görüşlerini temellendirmeye çalışırken daha fazla teknik açıklama
yaptığı kitaplarını işaret etmesinin reklam olarak kabul edilmesi,
hekimlerin reklam yasağı ile ulaşılmak istenen amacın ötesine
geçerek ifade özgürlüğü alanının dolaylı olarak daraltılması an-
lamına gelmektedir. İfade özgürlüğünün şu veya bu bahanelerle
daraltılması demokratik toplumun temellerini sarsacağı için bu-
nun Anayasa’ya uygun olduğu kabul edilemez.
Şüphesiz bilim insanlarının ve akademisyenlerin her söylediği-
nin mutlak anlamda doğru olduğu söylenemez. Bununla beraber
birbirlerinden farklı, alternatif bakış açılarının herkes için daha
doğru düşünme imkânı yarattığı, üzerinde uzlaşılmış bir gerçek-
tir. Depresyon ve depresyona karşı ilaç kullanımı eldeki başvuruda
merkezî önemdedir ve başvurucunun söz konusu açıklamalarının
-başvurucunun ünlü kişiliği de göz önüne alındığında- zikredilen
meseleler hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanların duyarlılığını
Anayasa Mahkemesi Kararları 365

etkileyecek nitelikte olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hiç


şüphesiz bu meselenin kamu yararına ilişkin bir sorun olması ne-
deniyle Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası bu alanda ifade
özgürlüğünün sınırlandırılmasına çok az yer bırakmaktadır.
Esas itibarıyla derece mahkemelerinin kararlarında başvurucu-
nun açıklamalarının halk sağlığı için yarattığı tehdit somut olarak
ortaya konulamamıştır. Açıklanan gerekçelerle başvuruya konu
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmayan müda-
halenin Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alman ifade
özgürlüğünü ihlal ettiğine karar verilmesi gerekir.
Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kal-
dırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bu-
lunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince
yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve
Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren,
ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir.
İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında baş-
vurucuya net 18.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar veril-
mesine … … OYBİRLİĞİ ile karar verildi.
366 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

SERBEST MESLEK FAALİYETİNDE BULUNMAK TALEBİ



ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ

Başvuru, üniversitede çocuk sağlığı ve hastalıkları ala-


nında öğretim üyesi olarak görev yapan başvurucunun
mesai saatleri sonrası serbest meslek faaliyetinde bu-
lunma isteğinin kabul edilmemesi üzerine bu işlemin
iptali talebiyle açmış olduğu davanın reddine karar ve-
rilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin delillerle
ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfilik ve adil
yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencele-
ri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale
edebilecektir.
Çoğunluk kararında; “6514 sayılı Kanun’un yürürlüğe
girdiği 18.01.2014 tarihînde doçent veya profesör unvanı
bulunmakla birlikte bu tarihten önce faaliyette olan mu-
ayenehane sahibi kişiler arasında da yer almayan baş-
vurucunun muayenehane açma isteğinin reddine karar
verilmesini hukuka uygun bulmuştur” hükmü verilmiştir.
Karşı oy yazısında; “Başvuruya konu olaydaki dava ko-
nusu işlemin gerekçesinde yer verildiği şekliyle, geçici
64’üncü maddenin Anayasa Mahkemesince yürürlüğü-
nün durdurulması üzerine, sadece bu maddenin yürür-
lüğe girdiği 18.01.2014 tarihi itibarıyla mesai sonrası
çalışan ve serbest meslek faaliyetinde bulunan öğretim
üyelerinin bu faaliyetlerinin devam edeceğinin kabulü
aynı hukuki statüde bulunanlara farklı uygulama yapıl-
ması sebebiyle eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık
oluşturur” denilmiştir.
(AYM, Başvuru No: 2021/17663, T. 23.02.2023)1

1 Kararın tam metni için; Resmî Gazete: 30.05.2023/32206, (son erişim: 12.06.2023).
Anayasa Mahkemesi Kararları 367

Özet: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında uzman


olan başvurucu, hâlen Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakülte-
sinde (Üniversite) Çocuk Nörolojisi dalında profesör kadrosu ile
görev yapmaktadır. Başvurucu, 06.03.2020 tarihinde Aydın Valiliği
İl Sağlık Müdürlüğüne (Sağlık Müdürlüğü) müracaat ederek Üni-
versitedeki akademik faaliyetine ek olarak mesai saatleri sonrasın-
da hastalara sağlık hizmeti verebilmek için daha önceden açtığı ve
2001 yılında kapadığını bildirdiği muayenehane için yeniden uy-
gunluk belgesi verilmesi talebinde bulunmuştur. Sağlık Müdürlüğü
mevzuata göre öğretim üyelerinin serbest meslek faaliyetinde bu-
lunmak üzere muayenehane ve benzeri yerler açamayacağı yönün-
de düzenlemelerin mevcut olduğuna işaret etmiş ve hâlen serbest
meslek faaliyetlerini sürdürenler yönünden üç ay içinde bu faaliyet-
lerini sona erdirmeyenlerin üniversiteler ile İlişiklerinin kesileceği-
ni de belirterek bu hükümler uyarınca muayenehane açma isteği
hakkında işlem tesis edilmeyeceğine karar vermiştir.
Başvurucu 20.07.2020 tarihli dilekçesi ile daha önceden özel
muayenehanesinde sağlık hizmeti sunmakta iken getirilen kanunî
düzenlemeler nedeniyle muayenehanesini kapatarak Üniversitenin
hastanesinde tam zamanlı hekimlik yapmaya başladığını, muaye-
nehane uygunluk belgesinin verilmemesinin hukuki olmadığı gibi
hâlihazırda özel muayenehanesinde faaliyette bulunan çok sayıda
hekim olması nedeniyle eşitsizliğe neden olduğunu, Anayasa Mah-
kemesinin 07.11.2014 tarihli ve E. 2014/61, K. 2014/166 sayılı
kararı ile mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulun-
ma yönünde haklı bir beklentinin kendisi yönünden de oluştuğunu
iddia etmiştir. Ayrıca yürürlükte bulunan mevzuatta mesai saatleri
dışında serbest mesleki faaliyette bulunmayı yasaklayan bir hü-
küm olmadığını da ileri sürmüş ve işlemin iptalini talep etmiştir.
Sağlık Müdürlüğü savunma dilekçesinde, özetle; 2547 sayılı
Kanun’un 36. maddesi uyarınca öğretim üyelerinin bu Kanun’da
belirtilen hâller dışında 657 sayılı Kanun›un 28. maddesine tabi
olduklarını ve bu madde hükmüne göre devlet memurlarının ser-
best mesleki faaliyette bulunmak üzere ofis, muayenehane vb. yer-
ler açamayacağını ileri sürmüştür.
368 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Aydın 1. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 20.11.2020 tarihli karan


ile başvurucunun davasının reddine karar vermiştir. Başvurucu,
bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İzmir Bölge İdare
Mahkemesi Altıncı İdare Dava Dairesi mahkeme kararındaki ge-
rekçeye atıf ile istinaf isteğini kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu
kesin hükmü 24.03.2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş-
tur.
İnceleme ve Gerekçe: Başvurucu; yasal engeller nedeniyle mu-
ayenehanesini kapatmak zorunda kaldığını, 6514 sayılı Kanun-
cun yürürlüğe girdiği 18.01.2014 tarihinde fiilen muayenehanesi
bulunan kişilere serbest meslek faaliyetlerini sürdürme hakkı ta-
nınmasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, Sağlık Müdürlüğünün
muayenehane açma isteğinin reddi karan ile bu kararın yargısal
denetimine ilişkin derece mahkemeleri kararlarının hukuka aykırı
olduğu gibi mahkeme kararlarının yeterli ve ilgili gerekçe içermedi-
ğini belirterek eşitlik ilkesi ve adil yargılanma hakkının ihlal edil-
diğini ileri sürmüştür.
Bakanlık görüşünde; Başvurucunun ileri sürdüğü itirazlar de-
rece mahkemelerinin hukuk kuralları ve delilleri takdirine ilişkin
olup kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu; … Bireysel başvuruya
konu davada verilen karar temyize tabi kararlar arasında bulun-
madığından Bölge İdare Mahkemesince yapılan istinaf incelemesi
sonucunda davanın kesin olarak reddine karar verildiği; … Ana-
yasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Avrupa İn-
san Haklan Sözleşmesinin (Sözleşme) 14. maddesinde düzenlenen
ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut ola-
rak değerlendirilmesi mümkün olmadığından mutlaka Anayasa ve
Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle
bağlantılı olarak ele alınması gerektiği, hususlarına yer verilmiştir.
Değerlendirme: Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu ta-
rafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve
olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâ-
yetinin özü, özel muayenehane ruhsatı verilmesi isteğinin reddine
ilişkin işlemi hukuka uygun bulan mahkeme kararlarına yönelik-
tir. Bu durumda başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında-
Anayasa Mahkemesi Kararları 369

ki hakkaniyete uygun yargılanma hakkı çerçevesinde incelenmesi


gerekir.
Genel İlkeler: Adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri le-
hine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı
temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uy-
gun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incele-
nemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler
önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlan-
ması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlan-
ması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil
olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil
eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik içeren tespit ve
sonuçlar bu kapsamda değildir. Temel hak ve özgürlüklere mü-
dahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin
takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa’daki güvencelere etkisini
nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu iti-
barla Anayasa’da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel
başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edil-
mediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez. Diğer taraf-
tan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve öz-
gürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun
yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına
girmeden inceleyebilir.
Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güven-
lik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm
eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de ya-
sal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin
hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabi-
lir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına kar-
şı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39,
K.2013/65,22/5/2013).
370 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Somut olayda, Anayasa Mahkemesince incelenecek mesele, Sağ-


lık Müdürlüğünün 2547 sayılı Kanun’a dayalı olarak başvurucu-
nun talebini reddetmesi sonrasında derece mahkemelerinin yo-
rumunun usul güvencelerini anlamsızlaştıracak Ölçüde bariz bir
takdir hatası veya açık keyfilik içerip içermediğini tespit etmekten
ibarettir.
Mesai saatleri sonrasında özel muayenehanesinde mesleğini ser-
bestçe icra etmek isteyen öğretim üyesi başvurucunun bu amaçla
ruhsatname düzenlenmesi talebinin reddine dayanak olan 2547
sayılı Kanun›un «Çalışma Esasları” kenar başlıklı 36. maddesi öğ-
retim üyelerinin çalışmasının usul ve esaslarını düzenlemektedir.
Kanun maddesinde öğretim üyelerinin bu sıfatlan devam ederken
öğretim kurumu dışındaki mesleki faaliyetlerini hangi şekilde ve
hangi koşullarda gerçekleştirebilecekleri ayrıntılı olarak düzenlen-
mektedir. Öte yandan aynı hükümde 2547 sayılı Kanun’da hüküm
bulunmayan hâllerde devlet memurlarının ticaret ve diğer kazanç
getiren faaliyetler yapmasını yasaklayan 657 sayılı Kanun’un 28.
maddesinin uygulama alanı bulacağı da düzenlenmiş olup madde-
nin ilk fıkrasının ikinci cümlesinde memurların serbest meslek fa-
aliyetinde bulunmak amacıyla muayenehane, ofis, büro vb. yerleri
açamayacakları düzenlemesi yer almaktadır.
Derece mahkemeleri, 2547 sayılı Kanun’un 36. maddesi ve
Anayasa Mahkemesinin iptal kararından hareketle 6514 sayılı Ka-
nun’un yürürlüğe girdiği 18.01.2014 tarihînde doçent veya pro-
fesör unvanı bulunmakla birlikte bu tarihten önce faaliyette olan
muayenehane sahibi kişiler arasında da yer almayan başvurucu-
nun muayenehane açma isteğinin reddine karar verilmesini huku-
ka uygun bulmuştur. Derece mahkemelerinin 2547 sayılı Kanun
hükmü ile birlikte Anayasa Mahkemesinin kararındaki gerekçeden
hareketle 18.01.2014 tarihinden önce faal muayenehanesi bulu-
nan kişiler arasında olmayan başvurucunun serbest meslek icrası
hakkının bulunmadığı yönündeki kanaatinin açık bir keyfilik veya
bariz takdir hatası içerdiği söylenemez. Dolayısıyla somut olayda
mesai saatleri sonrasında özel muayenehanesinde serbest mesleki
faaliyette bulunmak isteyen öğretim üyesi başvurucunun talebinin
2547 sayılı Kanun ve bu Kanun ile atıf yapılan 657 sayılı Kanun’un
Anayasa Mahkemesi Kararları 371

28. maddesi uyarınca reddedilmesi yargılamanın hakkaniyetini ze-


delememiştir.
Açıklanan gerekçeyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altı-
na alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun
yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiğine
… … OYÇOKLUĞU ile karar verilmiştir.
Karşı oy: Kadir ÖZKAYA ve Selahaddin MENTEŞ yukarıdaki
görüşe katılmamıştır.
Aşağıda açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne dayalı karara
iştirak edemedik. … …
18.01.2014 tarih ve 28886 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
6514 sayılı Kanun ile 2547 sayılı Kanun’un 36. maddesinde bir kez
daha değişiklik yapılmış, maddenin Anayasa Mahkemesince iptal
edilen altıncı fıkrası yeniden düzenlenmiş ve maddeye yeni fıkralar
eklenmiştir. Yapılan değişiklikle, tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık
mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanlarının, maddede belir-
tilen ve profesör ve doçent kadrosunda olan öğretim üyeleri için ge-
tirilen bazı istisnalar dışında, Anayasa Mahkemesinin 16.07.2010
tarih ve E: 2010/29, K: 2010/90 sayılı kararında yer verilen gerekçe
ve varılan sonuç ile 650 sayılı KHK da yapılan düzenlemelerin tersi-
ne, mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmaları
ve özel sağlık kuruluşlarında çalışmaları yeniden yasaklanmıştır.
Kuralların iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.
Anayasa Mahkemesi öncelikle 09.04.2014 günlü ve E: 2014/61, K:
2014/6 sayılı karan ile esas hakkında karar verilinceye kadar söz
konusu Geçici 64. maddenin yürürlüğünün durdurulmasına karar
vermiştir. Daha sonra yaptığı esas incelemede ise 07.11.2014 ta-
rih ve E: 2014/61t K: 2014/166 sayılı karan ile öğretim üyelerinin
getirilen bazı istisnalar saklı kalmak kaydıyla mesai saatleri dışın-
da serbest meslek faaliyetinde bulunmalarım ve özel sağlık kuru-
luşlarında çalışmalarını yasaklayan kuralı 16.07.2010 tarih ve E:
2010/29, K: 2010/90 sayılı kararının tersine bu kez Anayasa’ya ay-
kırı bulmamış ve düzenlemeye ilişkin iptal istemini reddetmiştir.
Kararda, öğretim elemanlarının kamu görevlisi olmalar nede-
niyle görevlerini aksatmadan yerine getirmelerinin esas olduğuna
dikkat çekilmiş, kanun koyucunun, yükseköğretimin Anayasa’da
372 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

belirtilen ilkeler doğrultusunda geliştirilmesi ve sağlık sorunları-


nın çözüme kavuşturulması için öğretim elemanlarının unvan ve
statülerine uygun bazı sınırlamalar getirerek çalışma koşullarını
belirleyebileceği, bu bağlamda dava konusu kuralla da üniversite-
lerde daha iyi eğitim ve sağlık hizmeti verilmesini sağlama amacına
yönelik olarak burada görev yapan öğretim elemanlarının unvan
ve statülerini dikkate almak suretiyle çalışma koşulların belirleye-
rek bazı sınırlamalara tâbi tuttuğu, kuralda öğretim elemanlarının
bilimsel özerklik gereği bilimsel/akademik faaliyetler yapmasını
engelleyen bir yön bulunmadığı, dolayısıyla kanun koyucunun tak-
dir yetkisi kapsamında söz konusu öğretim elemanlarının çalışma
koşullarıyla ilgili düzenlediği kuralların bilimsel özerklik ilkesine
aykırı olmadığı, sağlık hizmetinin özelliği ve önemi nedeniyle bu
hizmetin diğer hizmetlerden farklı olduğu dolayısıyla diş tabibi ve
tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanları ile
diğer öğretim elemanları arasında eşitlik karşılaştırması yapıla-
mayacağı gibi bu konuda öğretim elemanlarına farklı sınırlamalar
getirilmesinin de kanun koyucunun takdir yetkisi içinde olduğu ge-
rekçelerine yer verilmiştir. Bununla birlikte söz konusu kararla,
6514 sayılı Kanunun 14. maddesi ile 2547 sayılı Kanuna eklenen
Geçici 64. madde ile de bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itiba-
rıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmak-
la veya özel kuruluşlarda çalışmakta olan öğretim üyelerinin bu
maddenin yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde bu faaliyetlerini
sona erdirmeleri gerektiği, bu süre içinde faaliyetlerim sona erdir-
memeleri halinde ise bunların üniversiteleriyle ilişiklerinin kesile-
ceği ise iptal edilmiştir.
Bu bağlamda uygulamaya göre; 5947 sayılı Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önceki dönemde Tıp Fakültesini mezuniyetini ta-
kiben (günlük dilde pratisyen hekim olarak ifade edilen unvan
ile) görev aldığı bir sağlık biriminde çalışmakta iken çok kısa bir
süre için muayenehane açıp kapatan ve 6514 sayılı Kanunun yü-
rürlüğe girmesinden çok kısa bir süre önce öğretim üyesi olan bir
hekimin Geçici 64. madde kapsamında oluşan durum nedeniyle
muayenehane açıp çalıştırabilmesi söz konusu olabilirken, 6514
sayılı Kanunun (hatta 5947 sayılı Kanunun) yürürlüğe girdiği ta-
rihten daha önceki bir tarihte öğretim üyesi kadrosunda görev yap-
Anayasa Mahkemesi Kararları 373

makta olan ve fakat o anlar itibarıyla muayenehane açma hakkı


bulunduğu halde çeşitli sebeplerle (6514 sayılı Kanundan önceki
dönemde) muayene açmamış olan öğretim üyelerinin ise muaye-
nehane açamamaları söz konusu olmuştur. Yine aynı bağlamda
Tıp Fakültesinden aynı tarihte mezun olmuş, aynı tarihte öğretim
üyesi unvanı almış, aynı üniversitede öğretim üyesi kadrosunda
görev yapan iki öğretim üyesinden 6514 sayılı Kanunun yürürlü-
ğünden kısa bir süre önce muayenehane açmış olanı muayenehane
faaliyetini sorunsuzca sürdürebilirken, diğeri 6514 sayılı Kanunun
yürürlüğünden önce muayene açmamış olduğu için muayenehane
faaliyeti yürütememiştir.
Somut olayda, yukarıda belirtilen hususlar dikkate alındığında.
6514 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süreçte
serbest meslek icra etme hakkı olan öğretim üyelerinden, serbest
meslek icra etmekte olanlar ile serbest meslek icra etmeyenlerin
(muayenehanenin varlığı veya yokluğu bakımından değil) aynı hü-
kümlere tabi olduklarının, mesai saatleri sonrası serbest olarak
çalışabilmek bakımından hukuksal olarak eşit statüde bulun-
duklarının kabulü bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
nedenle, anılan süreçte serbest meslek icra eden öğretim üyeleri
gibi serbest meslek icra etmeyen öğretim üyelerinin de Anayasa
Mahkemesi kararının gerekçesinde belirtildiği şekilde haklı bir
beklentileri bulunduğunun, dolayısıyla bu beklentilerinin koruna-
rak kendilerinin 6514 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden sonra
da serbest meslek icra edebileceklerinin hukuk devleti ilkesinin bir
uzantısı olan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleri gereğince
kabulü bir zorunluluktur.
Dolayısıyla 18.01.2014 tarihinde muayenehane faaliyetinde
bulunmaksızın sonrasında talepte bulunan hekimlerin, bu uyuş-
mazlık bağlamında farklı uygulama yapılmasını haklı kılan bir
“durum”larından söz edilemeyeceğinden haklı beklentilerinin bu-
lunduğu ve 18.01.2014 tarihi itibarıyla muayenehane faaliyetinde
bulunan hekimler ile eşit statüde olduklarının kabulünü mümkün
görmeyen başvuruya konu kararda yukarıda belirtilen fiili ve hu-
kuki durumlar da gözetildiğinde bariz bir takdir hatasının varlığı
kabul edilmelidir.
374 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Zira, söz konu yaklaşım “hekim olmak”, “öğretim üyesi olmak”,


“muayenehane açma hakkına sahip olmak” gibi statüye bağlı hu-
kuki bir durumu değil, hukuki durumun tercihlere göre şekillen-
mesiyle oluşmuş olan “18.01.2014 tarihi itibarıyla muayenehane-
si bulunma” şeklindeki fiili bir durumu eşitlik ilkesi kıyaslaması
esas almıştır.
Oysa somut olayda, statüyü belirleyen husus, “18.01.2014 ta-
rihi İtibarıyla muayenehane açma hakkına sahip olup olmama”
olmalıdır. Anayasa Mahkemesi ’nin 6514 sayılı Kanunun 36. mad-
desinin ilgili kısmına ilişkin iptal istemini reddeden kısmına ait
gerekçe ile Geçici 64. maddesinin çoğunlukça dayanılan iptal ge-
rekçesi birlikte değerlendirildiğinde de varılan bu sonucun doğru
olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira söz konusu kararın Geçici 64.
maddeye ilişkin bölümünde “ayrıca kanun koyucunun aynı ko-
nuyla ilgili pek çok kanun çıkarmış olması da söz konusu öğre-
tim üyelerinin hukuki durumları bakımından belirsiz bir durum
yaratmış ve duraksamalara neden olmuştur. Dolayısıyla dava
konusu kurallar hukuk devletinin gereği olan hukuki güvenlik ve
hukuki belirlilik ilkelerine aykırıdır.” şeklinde açıklamalara da yer
verilmiştir.
Dolayısıyla 6514 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihe kadar
geçen süreçte öğretim üyesi kadrosunda yükseköğretim kurum
unda görev yaptığı ve bu süreçte muayenehane açma hakkı olduğu
dosya içeriğinden anlaşılan başvurucu, hukuki güvenlik, hukuki
belirlilik ve eşitlik ilkeleri gereği 6514 sayılı Kanun’un yürürlük
tarihinden sonra da serbest meslek icrasında bulunabileceğinden,
başvurucunun muayenehane açma başvurusunun muayenehane
uygunluk şartlan bakımından değerlendirilerek sonuçlandırılma-
sı gereken sürecin, 18.01.2014 tarihi itibarıyla muayenehanesinde
serbest meslek faaliyetinde bulunmadığı için muayenehane açama-
yacağından bahisle açılan davanın reddi ile sonuçlandırılması baş-
vurucunun hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal etmiştir.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde
güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakka-
niyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi
gerektiği görüşüyle, çoğunluk görüşüne dayalı başvurunun reddi-
ne ilişkin karara katılmıyoruz.
Anayasa Mahkemesi Kararları 375

BOZMA KARARINDAN SONRA TAHKİKATA DEVAM


EDİLMESİ HALİNDE ISLÂH

Bozma kararından sonra bozma kararı uyarınca tahkikat


yapıldığı durumda ıslah talebinde bulunulmasına yönelik
başvuruya konu yargılama süreci itibarıyla dahi mevzu-
atta açık bir engel bulunmamasına karşın kategorik bir
yaklaşımla hiçbir istisnaya yer vermeden her durumda
bozma kararından sonra ıslah yapılmasının mümkün
olmadığı hususundaki mahkemelerin yorumlarının ön-
görülemez olduğu ve bu yorumların anayasal anlamda
kanunilik ölçütüne uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.
Bozma kararından sonra bozma kararı uyarınca tahki-
kata yönelik işlemler yapılması nedeniyle tahkikat aşa-
masına dönüldüğü hâlde salt bozma kararından sonra
ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle başvurucunun ıslah
talebinin kabul edilmemesi suretiyle mahkemeye erişim
hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulun-
madığı sonucuna ulaşılmıştır. Varılan sonuca göre mü-
dahalenin meşru bir amacının bulunup bulunmadığının
veya ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesine gerek
görülmemiştir.
Açıklanan gerekçeyle Anayasa’nın 36. maddesinde gü-
vence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki
mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ula-
şılmıştır.

ÖZET:
BAŞVURUNUN KONUSU
Başvuru; ıslah talebinin tahkikata devam edilmesine rağmen
bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle redde-
dilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun
sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edil-
diği iddialarına ilişkindir.
376 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

OLAY VE OLGULAR
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle
şöyledir:
Başvurucunun eşi O.B., çalıştığı alışveriş merkezinde 29/3/2000
tarihinde çıkan yangın sonucu yanarak ölmüştür.
Başvurucu, söz konusu olay üzerine fazlaya ilişkin hakları saklı
tutulmak kaydıyla 100.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazmi-
nat istemiyle 11/1/2002 tarihinde Sultanbeyli Asliye Hukuk Mah-
kemesinde dava açmıştır. Anılan Mahkemenin 14/5/2002 tarihli
yetkisizlik kararı üzerine dosya Şişli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
esasına kaydedilmiştir.
O.B.nin annesi, babası ve kardeşlerinin Şişli 5. Asliye Hukuk
Mahkemesinde açtıkları tazminat davası, başvurucunun açtığı taz-
minat davası ile 24/3/2005 tarihinde birleştirilmiştir. Anılan dava
dosyası üzerinden yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 4/5/2009
tarihli kusur raporu düzenlenmiştir.
Şişli 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 28/5/2009 tarihli kararı ile,
uyuşmazlık konusu olayın 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanunu kapsamında yer aldığını ve iş kazası niteliğinde
olduğunu belirterek mevcut davada iş mahkemelerinin görevli ol-
duğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın görevli
iş mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Şişli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28/5/2009 tarihli görevsiz-
lik kararı üzerine dosya, İstanbul 6. İş Mahkemesinin (Mahkeme)
esasına kaydedilmiş ve 6/11/2009 tarihinde Tensip Tutanağı dü-
zenlenmiştir. Mahkeme tarafından dosya üzerinden hesap bilir-
kişisine inceleme yaptırılmış ve 21/5/2012 tarihli bilirkişi raporu
dosyaya dâhil edilmiştir. Anılan raporda başvurucunun maddi des-
tek zararı 128.160,70 TL olarak belirlenmiştir.
Mahkeme 18/6/2012 tarihli kararında; ilgililerin kusur oran-
larına yönelik dosyaya sunulan raporlar üzerinde değerlendirme
yaptıktan sonra hesap bilirkişisi raporunda başvurucunun mad-
di destek zararının 128.160,70 TL olarak belirlendiği, kurumdan
bağlanan gelirin peşin sermaye değeri toplamının 130.347,99 TL
olarak bildirildiği, böylece maddi zararın kurumca bağlanan gelir
Anayasa Mahkemesi Kararları 377

ile karşılandığı belirtilerek maddi tazminat talebinin reddine, ma-


nevi tazminat talebinin ise kabulüne karar vermiştir.
Temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin (Daire)
14/1/2014 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma kararının gerek-
çesinde; hükme dayanak alınan bilirkişi kusur raporunun rücu-
en tazminat dosyasında alınan kusur raporu ile çelişkili olduğu
vurgulandıktan sonra işçi sağlığı-iş güvenliği konularında uzman
bilirkişi kuruluna konunun yeniden inceletilmesi, kusur raporları
arasındaki çelişkinin giderilerek verilen raporun dosyadaki bilgi ve
belgelerle birlikte değerlendirilmesi ve çıkacak sonuca göre karar
verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Mahkemece bozma kararı üzerine kusur oranlarının belirlen-
mesi ve daha önceki kusur raporları arasındaki çelişkinin gideril-
mesi yönünde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve bu hususa yönelik
5/1/2015 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Yine dosya üze-
rinden yaptırılan hesap bilirkişisi incelemesi sonrasında sunulan
21/9/2015 tarihli bilirkişi raporunda başvurucunun maddi destek
zararının 373.446,28 TL olduğu belirtilmiştir.
Başvurucu, Mahkemeye sunduğu 8/10/2015 tarihli dilekçeyle
maddi tazminat talebini ıslah ederek arttırmıştır.
Mahkeme 13/11/2015 tarihli kararı ile başvurucu yönünden da-
vanın kabulüne karar vermiş, başvurucuya 373.446,28 TL maddi
ve 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Anılan
kararın temyiz edilmesi üzerine Daire, Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Büyük Genel Kurulunun 4/2/1948 tarihli ve E.1944/10, K.1948/3
sayılı kararında belirtildiği üzere bozma kararından sonra ıslah ya-
pılmasının mümkün olmadığını vurgulayarak başvurucunun boz-
ma kararından sonra ıslah talebinde bulunduğunun Mahkemece
gözden kaçırıldığı gerekçesiyle 13/3/2017 tarihli hükmüyle kararı
bozmuştur.
Daire ilamı üzerine Mahkeme 2/11/2017 tarihli kararında, baş-
vurucunun bozma ilamından sonra ıslah talebinde bulunduğu ve
bozma kararından sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığı
gerekçesiyle ıslah talebinin kabul edilmediğini belirtmiştir. Mah-
keme ayrıca dava dilekçesi ve talep edilen miktar ile bağlı kalına-
rak başvurucu lehine 100.000 TL maddi, 100.000 TL manevi taz-
378 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

minata karar vermiştir. Temyiz edilen söz konusu karar Dairenin


16/4/2019 tarihli kararıyla onanmıştır.
Nihai karar 17/6/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu
3/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.(…..)

İNCELEME VE GEREKÇE
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, dava açıldıktan tam yedi sene sonra görevsizlik
kararı verildiğini bilirkişi raporu alınmasına ilk olarak dava açıl-
dıktan sekiz -olaydan itibaren on- sene sonra karar verildiğini ve
uğramış olduğu zarar henüz belirlenmemişken maddi tazminata
ilişkin davanın zamanaşımına uğradığını ifade etmiştir. Başvurucu
ayrıca davayı açtıkları tarihte belirsiz alacak davası bulunmaması
nedeniyle davanın kısmi dava olarak açıldığını, maddi zararının
bilirkişi raporuyla belirlendiği tarih itibarıyla ek dava açma süre-
sinin sona erdiğini, bu suretle ek dava açma hakkının da elinden
alındığını ve bozma kararı sonrası ıslah yoluna başvurulamayacağı
gerekçesiyle ıslah edilen kısım yönünden davasının reddedilmesi
nedeniyle zarara uğradığını belirterek mahkemeye erişim hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve sa-
vunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine
karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı an-
laşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın
kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi Kararları 379

b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve sa-
vunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye
erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa’nın
36. maddesine “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin
gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de
güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâ-
hil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme’yi yorumlayan AİHM, Sözleş-
me’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim
hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş.
Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
Bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle ıslah
talebinin reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye eri-
şim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar
başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sö-
züne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuri-
yetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirti-
len koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin
ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13.
maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun
tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilke-
sine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlen-
mesi gerekir.
1086 sayılı mülga Kanun’un 84. maddesinde ıslaha tahkikatın
bitimine kadar ve 6100 sayılı Kanun’un 177. maddesinde ıslaha
380 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

tahkikatın sona ermesine kadar izin verildiği, Yargıtayın 4/2/1948


tarihli içtihadı birleştirme kararında ilk derece mahkemesi kara-
rıyla tahkikatın tamamlandığının kabul edildiği ve ıslah yapılama-
yacağı yönünde bir içtihat oluşturulduğu görülmüştür. 6/5/2016
tarihli YİBGK kararında da bozma kararı sonrasında ıslah yapı-
lamayacağına ve 4/2/1948 tarihli YİBGK kararının değiştirilmesi-
nin gerekmediğine karar verildiği görülmüştür. Bununla birlikte
4/2/1959 tarihli YİBGK kararında ise esasına girilmeyerek görev-
sizlik gibi bir sebeple reddedilen davalarda Yargıtayın bozma ka-
rarından sonra davanın ilk derece mahkemelerinde esastan görü-
şülmesi hâlinde bozma sonrasında da tahkikatın devam ettiği ve
ıslahın mümkün olduğu yönünde içtihat geliştirilmiştir. Yargıtay
dairelerinin de somut davaların özelliklerinden kaynaklanan farklı
kararlarının bulunduğu tespit edilmiştir.
Öte yandan bireysel başvuru yapıldıktan sonra kanun koyucu
tarafından 6100 sayılı Kanun›un 177. maddesine 7251 sayılı Ka-
nun›un 18. maddesiyle eklenen (2) numaralı fıkra ile söz konusu
hususa yönelik düzenleme yapılmış ve Yargıtayın bozma kararın-
dan veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra ilk
derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde
tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabileceği belirtilmiştir.
YİBGK’nın 4/2/1948 tarihli kararının değiştirilmesinin gerekme-
diğine yönelik YİBGK’nın 6/5/2016 tarihli kararının içeriğinde Ana-
yasa Mahkemesinin bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı-
na yönelik iddiayı incelediği Suzan Tekin (Kavurkacı) ve diğerleri
(B. No: 2013/1932, 17/7/2014) başvurusundan da bahsedilmiştir.
Anılan kararda, Anayasa Mahkemesinin ek dava açma hakkı bu-
lunduğuna işaret ederek başvurucuların mahkemeye erişim hak-
larının ihlal edilmediğine karar verdiği ifade edilmiş ve bu nedenle
bozmadan sonra ıslah yapılması yasağının adil yargılanma hakkını
ihlal ettiği görüşünün dayanağının kalmadığı değerlendirmesinde
bulunulmuştur.
Anayasa Mahkemesi Suzan Tekin (Kavurkacı) ve diğerleri baş-
vurusunda, başvurucuların ıslah taleplerinin bozmadan sonra ıs-
lah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yar-
gılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarını mahkemeye
Anayasa Mahkemesi Kararları 381

erişim hakkı kapsamında incelemiştir. Anayasa Mahkemesi, boz-


ma kararına uyulmasından sonra ıslah yoluna başvurulamaması-
nın nedeninin doktrinde usule ilişkin müktesep hakkın korunma-
sı olarak açıklandığını ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi, meşru
amaca ilişkin bu açıklamayı yaptıktan sonra Yargıtay uygulamasını
göz önünde bulundurarak bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılama-
yacağı hususuna ilişkin hukuki ve pratik bir belirsizliğin bulunma-
dığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi son olarak davasını vekille
takip eden başvurucunun ıslah talebinin mevcut koşullarda redde-
dileceğini bilebilecek durumda olduğunu, yine başvurucunun ıslah
yerine ek dava yoluyla talepte bulunabileceğini belirterek mahke-
meye erişim hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Suzan
Tekin (Kavurkacı) ve diğerleri, §§ 32-54).
Öncelikli olarak bozma kararından sonra ıslah yapılmasının
mümkün olup olmadığı hususunun Anayasa Mahkemesi Genel Ku-
rulu tarafından ilk kez ele alınmakta olduğu vurgulanmalıdır. Söz
konusu hususun daha önce ele alındığı Suzan Tekin (Kavurkacı)
ve diğerleri kararında, Yargıtayın mevcut uygulaması göz önünde
bulundurularak bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı hu-
susuna ilişkin hukuki ve pratik bir belirsizliğin bulunmadığı belir-
tilmekle birlikte bozma kararı sonrasında ıslah talebinin ne şekilde
ele alınacağına yönelik Yargıtay dairelerinin farklı değerlendirme-
leri ile bahsi geçen hususa ilişkin son kanun düzenlemesi de göz
önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla Suzan Tekin (Kavurkacı)
ve diğerleri kararının gözden geçirilmesi ve ıslah talebinin bozma
kararından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle reddedilmesi
nedeniyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni
dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınır-
landırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere
keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokra-
tik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Er-
doğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Müdahalenin kanuna
dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu
kılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan şeklî an-
382 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

lamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müda-


haleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğer-
leri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da
bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki
belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de
kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem
arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301,
30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta
müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların
bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B.
No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).
Bir uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarının ve özellikle
müdahalenin kanuni dayanağını oluşturan kanun hükümlerinin
yorumlanması derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mah-
kemelerince mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ka-
nuni dayanağını oluşturduğu ifade edilen hükümlerle ilgili olarak
geliştirilen yorumların isabetli olup olmadığını denetlemek Anaya-
sa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte derece mahke-
melerinin yorumlarının kanunun açık lafzıyla çelişki içinde olduğu
veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörül-
mesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde mahkeme-
ye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bu-
lunmadığı kanaatine varılabilir (Ziya Özden, B. No: 2016/67737,
19/11/2019, § 59).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
Somut olayda bireysel başvurunun konusunu, bozma kararın-
dan sonra ilk derece mahkemesince tahkikata ilişkin bir işlem
yapılması hâlinde ıslah talebinde bulunulmasının mümkün olup
olmadığı hususu oluşturmaktadır.
1086 sayılı mülga Kanun’un 87. maddesinin “Müddei ıslah su-
retiyle müddeabihi tezyit edemez.” şeklindeki son cümlesi yapı-
lan başvuru neticesinde Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiş
ve dava açıldıktan sonra davacının müddeabihi ıslah yoluyla artır-
masını önleyen itiraz konusu kuralın bir hakkın elde edilmesini
zorlaştırdığı, hak arama özgürlüğünün en önemli iki ögesini oluş-
Anayasa Mahkemesi Kararları 383

turan sav ve savunma haklarını kısıtladığı, davacıyı ikinci kez dava


açmaya zorladığı, davacıların haklarını en kısa sürede ve en az gi-
derle almalarını engellediği, hak arama özgürlüğünü önemli ölçüde
zorlaştırması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gerekleriyle
bağdaşmadığı, davaların en az giderle ve olabildiğince hızlı biçim-
de sonuçlandırılmasına engel olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir
(AYM, E.1999/1, K1999/33, 20/7/1999).
Başvuruya konu olay tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı
mülga Kanun’un 84. maddesinde, ıslahın tahkikata tabi olan da-
valarda tahkikat bitinceye kadar ve tabi olmayanlarda muhakeme-
nin hitamına kadar yapılabileceği belirtilmiş, 6100 sayılı Kanun’un
177. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da ıslahın yalnızca tahki-
katın sona ermesine kadar yapılabileceği öngörülmüştür. Bu kura-
lın uygulanışı ve bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağına
ilişkin olarak genel kurallaryargı içtihatlarıyla belirlenmiş olmakla
birlikte söz konusu hususa yönelik olarak Yargıtay dairelerinin so-
mut davaların özelliklerinden kaynaklanan ve uzun yıllardır devam
eden farklı değerlendirmeleri bulunmaktadır. Nitekim bu sebeple
aynı konu birçok defa Yargıtayca içtihadı birleştirmeye konu edil-
miştir.
Bireysel başvuru yapıldıktan sonra kanun koyucu tarafından
doktrin ve uygulamada ciddi şekilde tartışılması nedeniyle bozma-
dan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı hususunda bir düzenleme
yapma gereği duyulmuştur. Düzenlemenin gerekçesinde, ilk dere-
ce mahkemesi kararının istinaf incelemesi sonucunda kaldırılması
veya temyiz incelemesi sonucunda bozulmasından sonra ilk derece
mahkemesince tahkikata yönelik bir işlemin yapılması durumun-
da ıslahın caiz olup olmadığı hususunun aynı Kanun’un (1) numa-
ralı fıkrasında yer alan “tahkikatın sona ermesine kadar” ibaresi
sebebiyle doktrin ve uygulamada ciddi şekilde tartışıldığı ifade edi-
lerek bu kapsamda ıslahın kanun yolu incelemesinden sonra hangi
şartlarda yapılabileceğine ilişkin hüküm getirildiği belirtilmiştir.
Bu kapsamda 6100 sayılı Kanun’un 177. maddesine eklenen (2)
numaralı fıkrada Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye
mahkemesinin kaldırma kararından sonra ilk derece mahkeme-
sinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona
erinceye kadar da ıslah yapılabileceği düzenlemesine yer verilmiş-
tir.
384 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Başvuruya konu olayda başvurucunun eşi O.B.nin çalıştığı alış-


veriş merkezinde 29/3/2000 tarihinde çıkan yangın sonucu yana-
rak ölmesi üzerine başvurucu 11/1/2002 tarihinde fazlaya ilişkin
haklarını saklı tutmak kaydıyla 100.000 TL maddi ve 100.000 TL
manevi tazminat talebiyle dava açmıştır. Yargılama sürecinde baş-
vurucunun maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat ta-
lebinin kabulüne yönelik mahkeme kararının bozulması üzerine
bozma kararı uyarınca yaptırılan bilirkişi incelemesi sonrasında
ıslah talebi doğrultusunda Mahkemece davanın kabulüne karar
verilmiş, YİBGK’nın 4/2/1948 tarihli ve E.1944/10, K.1948/3 sa-
yılı kararı uyarınca bozma kararından sonra ıslah yapılmasının
mümkün olmadığı gerekçesiyle karar Dairece tekrar bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararına uyulmuş, bozma kararından sonra ıs-
lah yapılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle dava dilekçesinde
talep edilen miktar ile bağlı kalınarak başvurucu lehine 100.000
TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmiş, karar
kesinleşmiştir.
Somut uyuşmazlıkta Mahkeme, YİBGK’nın 4/2/1948 tarihli ka-
rarı uyarınca bozma kararından sonra ıslah yapılmasının mümkün
olmadığı gerekçesiyle başvurucunun ıslah talebini kabul etmeksi-
zin, dava dilekçesinde talep ettiği miktar ile bağlı kalarak maddi
tazminata hükmetmiştir. YİBGK’nın Mahkeme kararının gerekçe-
sine dayanak teşkil eden söz konusu kararında; 1086 sayılı mül-
ga Kanun’un 84. maddesinde ıslahın yalnız tahkikat ve yargılama
safhalarında yani tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar
mümkün olabileceğinin kastedildiği, tahkikat ve yargılama devre-
sinden sonra tarafların bu hakkı kullanamayacaklarının anlaşıldığı
ifade edilmiştir.
Başvuruya konu yargılamada Mahkemenin 18/6/2012 tarihli ka-
rarı, Dairenin 14/1/2014 tarihli ilamı ile hükme dayanak alınan bi-
lirkişi kusur raporunun rücuen tazminat dosyasında alınan kusur
raporu ile çelişkili olduğu, konunun işçi sağlığı-iş güvenliği husu-
sunda uzman ehil bilirkişi kuruluna yeniden inceletilmesi, kusur
raporları arasındaki çelişkinin giderilerek verilen raporun dosya-
daki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilmesi, çıkacak sonuca
göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma
kararı üzerine Mahkemece bozma kararına uyulmuş ve tahkika-
Anayasa Mahkemesi Kararları 385

ta yönelik işlemler olan bilirkişi incelemeleri yaptırılmak suretiyle


başvurucunun maddi zararı tespit edilmiştir.
1086 sayılı mülga Kanun ile 6100 sayılı Kanun’un ilgili madde-
lerinde bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığına yönelik açık
veya örtülü bir hüküm yer almamaktadır. Yukarıda da yer verildiği
gibi bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına yönelik genel kural-
lar içtihatlarla belirlenmiştir. YİBGK’nın 4/2/1948 tarihli kararında
bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına yönelik yorum yapılırken
tahkikat aşaması ilk derece mahkemesindeki bozma kararından
önceki yargılama süreciyle sınırlandırılmış, bozma kararından
sonra tahkikata yönelik işlemlerin niteliğine dair herhangi bir de-
ğerlendirme yapılmamıştır.
Somut olayda da mahkeme kararlarında tahkikatın devam etti-
ği durumlarda da bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağı-
na ilişkin açık bir kanun hükmü gösterilememiştir. Bunun aksine
6100 sayılı Kanun’un 177. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile ıs-
lahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir.
Müdahaleye konu içtihadın geliştirildiği YİBGK kararlarının teme-
linde bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durumların or-
tadan kaldırılmaması gibi makul bir amacın bulunduğu anlaşılmış-
tır. Bununla birlikte aynı kararlara göre bozma kararından sonra
tahkikata devam edildiği hâllerde de ıslah yapılamaması anayasal
anlamda kanunilik ölçütü bakımından öngörülemez bir durumdur.
Bireylerin tarafı oldukları davalarda bilgi ve belgelerin karşı tarafın
elinde olması veya dava tarihi itibarıyla uğradıkları zararın ya da
talep edebilecekleri alacağın miktarını bilebilmeleri mümkün ol-
madığından kanun koyucu tarafından yargılama sırasında ıslah yo-
luyla bedelin artırılabilmesi mümkün kılınmıştır. Bu düzenlemeyle
getirilen ıslah müessesesi Anayasa’nın 36. maddesinde öngörülen
adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının
gereklilikleri ile de uyumludur. Mahkemeye erişim hakkı adaletin
iyi yönetimi ilkesi çerçevesinde tam da bu durumlara münhasır
olarak yargılama sırasında ıslah veya başka yollarla bedelin artırıl-
masına imkân tanınmasını gerektirir. Dolayısıyla ıslahın mümkün
olmaması veya güçleştirilmesi bireylere aşırı bir külfet yükleyece-
ğinden -bu külfeti dengeleyen herhangi bir mekanizma da öngö-
rülmediği takdirde- mahkemeye erişim hakkına yönelik ağır bir
386 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

müdahale oluşturur. Her ne kadar ıslahın ancak bozma kararına


kadar yapılabilmesi suretiyle bozma kararıyla ortaya çıkan huku-
ki sonuçların korunması hedeflense de mahkemeye erişim hakkı
çerçevesinde bakıldığında aşırı bir külfete yol açılmaması için ıslah
müessesesinin amaçlarına uygun olarak kategorik bir yaklaşım ye-
rine davaya konu zararın veya alacağın miktarının tespiti bakımın-
dan bozma kararından sonra tahkikatın devam ettiği durumlara
yönelik olarak her somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate
alınması gerekir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki mahkemelerin hukuk kurallarını
yorumlama yetkisi, bunların Anayasa hükümleri ışığında yorum-
lanması yükümlülüğünü de beraberinde getirmektedir. Buna göre
mahkemeler, önlerindeki uyuşmazlığa uygulayacakları mevzuat
hükümlerini anayasal ilke ve güvenceleri gözeterek yorumlama
mecburiyetindedir. Bir mevzuat hükmünün birden farklı biçimde
yorumlanmasının mümkün olduğu hâllerde Anayasa’ya aykırı olan
yorumun benimsenmesinden kaçınılması Anayasa’nın üstünlüğü
ilkesinin bir gereğidir. Diğer bir ifadeyle Anayasa’ya uygun yorum
ilkesi hâkimin hukuk kurallarını yorumlama serbestîsinin sınırını
oluşturmaktadır. Dolayısıyla hâkimin bir hukuk kuralının anlam
ve kapsamını tespit ederken Anayasa’yı ve anayasal ilkeleri hesaba
katmaması Anayasa’nın normlar hiyerarşisinin tepesinde yer alma-
sını anlamsız hâle getirir. Bu bağlamda Anayasa kâğıt üzerinde ka-
lan bir metin değil yaşayan, hukuk sistemini yönlendiren, her türlü
kamusal tasarrufta gözetilmesi gereken hukuki bir belgedir (Meh-
met Fatih Bulucu [GK], B. No: 2019/26274, 27/10/2022, § 76).
Somut olay bakımından mahkemelerce hükme esas alınan Yİ-
BGK kararlarıyla tahkikat aşaması sadece ilk derece mahkemesi-
nin bozma kararından önceki yargılama süreci ile sınırlandırılmış,
bozma kararları sonrasında tahkikat işlemlerinin yapıldığı hâller
yönünden herhangi bir ayrım ve istisnaya yer verilmemiştir. Dola-
yısıyla mahkemelerce bütün uyuşmazlıklar yönünden bozma ka-
rarından sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığı şeklindeki
kategorik yorumun mahkemeye erişim hakkını önemli ölçüde sı-
nırladığı söylenebilir. Diğer bir deyişle mahkemelerce ilgili kanun
hükmü temel hak ve özgürlükleri daraltıcı bir biçimde yorumlan-
mıştır. Nitekim kanun koyucu da meseleye el atarak 28/7/2020 ta-
Anayasa Mahkemesi Kararları 387

rihli kanun değişikliği ile ilk derece mahkemesinin tahkikata iliş-


kin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar ıslah
yapılabileceğini açıkça düzenlemiştir.
Bu açıklamalar ışığında bozma kararından sonra bozma kararı
uyarınca tahkikat yapıldığı durumda ıslah talebinde bulunulması-
na yönelik başvuruya konu yargılama süreci itibarıyla dahi mevzu-
atta açık bir engel bulunmamasına karşın kategorik bir yaklaşımla
hiçbir istisnaya yer vermeden her durumda bozma kararından son-
ra ıslah yapılmasının mümkün olmadığı hususundaki mahkemele-
rin yorumlarının öngörülemez olduğu ve bu yorumların anayasal
anlamda kanunilik ölçütüne uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.
Sonuç olarak başvuruya konu yargılamada bozma kararından
sonra bozma kararı uyarınca tahkikata yönelik işlemler yapılması
nedeniyle tahkikat aşamasına dönüldüğü hâlde salt bozma kara-
rından sonra ıslah yapılamayacağı gerekçesiyle başvurucunun ıslah
talebinin kabul edilmemesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına
yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna
ulaşılmıştır. Varılan sonuca göre müdahalenin meşru bir amacının
bulunup bulunmadığının veya ölçülü olup olmadığının değerlendi-
rilmesine gerek görülmemiştir.
61. Açıklanan gerekçeyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye eri-
şim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İliş-
kin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargı-
lanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine ka-
rar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı an-
laşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
388 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

b. Esas Yönünden
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yar-
gılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak
davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu
zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona
erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa
Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine
ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Er-
gun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).
İş mahkemeleri nezdinde görülen davalarda yargılama süresinin
makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı
ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama
sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuç-
landırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır
(Nesrin Kılıç, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 58).
Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda
verdiği kararlar dikkate alındığında 17 yıl 3 aylık yargılama süresi-
nin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
Açıklanan gerekçeyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altı-
na alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yar-
gılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve uğramış olduğu zararla-
rın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
Başvuruda tespit edilen mahkemeye erişim hakkının ihlali-
nin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama ya-
pılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın
gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yar-
gılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonu-
cuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkele-
re uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No:
2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.
No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu
(3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
Anayasa Mahkemesi Kararları 389

Somut başvuruda ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ih-


lal edildiği sonucuna da varılmıştır. Makul sürede yargılanma hak-
kının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
zararları karşılığında başvurucuya net 144.000 TL manevi tazmi-
nat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için mahkemeye eri-
şim hakkı yönünden yeniden yargılama yapılması ve makul sürede
yargılanma hakkı yönünden ise manevi tazminata hükmedilmesi
yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun diğer
tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama gideri-
nin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia-
nın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin id-
dianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yar-
gılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL
EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yar-
gılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak
amacıyla İstanbul 6. İş Mahkemesine (E.2017/218, K.2017/505 sa-
yılı kararına ait dava dosyası ile ilgilidir) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 144.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİ-
NE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam
10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
390 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine


ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona er-
diği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UY-
GULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİ-
NE 15/2/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Anayasa Mahkemesi Kararları 391

GÖREVE BAŞLATILMAMA İŞLEMİNE KARŞI AÇILAN


İPTAL DAVASI

BAŞVURUCU ASİLİN KARARI UYAP SİSTEMİNDEN
OKUMASI

BAŞVURUCUNUN ÖĞRENME TARİHİ

Vekil ile işlemlerini takip ettiren başvurucular da UYAP


üzerinden elektronik ortamda, haklarında sürdürülen
yargılamalara ilişkin nihai kararın gerekçesine erişmenin
mümkün hâle geldiği andan itibaren kararın gerekçesi-
ni kesin olarak öğrenme imkânına sahiptir. Dolayısıyla
başvurucular UYAP üzerinden yapacakları incelemede
nihai kararın gerekçesini vekillerinden önce öğrenebil-
mektedir. Buna göre söz konusu durumda da dosyadan
suret alınması hâlinde olduğu gibi başvurucuların gerek-
çeli kararı öğrendiği kabul edilmelidir. Zira başvurucular
nihai karardan vekillerine nazaran daha erken bir tarihte
haberdar olmuştur. Buna bağlı olarak nihai kararın öğ-
renilmesi nedeniyle bireysel başvuru süresi bu tarihten
itibaren başlar. Nitekim ilgili usul kuralları uyarınca süre-
nin münhasıran tebliğden itibaren işlemeye başlayacağı-
nın kabul edildiği uygulamaların aksine bireysel başvuru
yoluna özgü olarak başvuru süresi, ihlalin öğrenilmesi
esasına bağlanmıştır.
(AYM, Başvuru No: 2019/13338, 8/3/2023 )1

ÖZET: “Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının


olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle göreve başlatılmama işlemine
karşı açılan iptal davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
iddiasına dair başvurunun otuz günlük başvuru süresinin içinde
yapılıp yapılmadığına ilişkindir.(…)

1 Kararın tam metni için RG. 16.5.2023, 32192 bknz.


392 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Somut olayda bilgisayar mühendisi olarak yerleştirmesi yapılan


başvurucunun hakkında gerçekleştirilen güvenlik soruşturması-
nın olumsuz sonuçlanması nedeniyle atama işlemi yapılamamıştır.
Başvurucunun söz konusu duruma karşı açtığı iptal davası İdare
Mahkemesince reddedilmiş, karara karşı yaptığı istinaf başvuru-
su Bölge İdare Mahkemesi tarafından kesin olarak reddedilmiştir.
Vekil ile temsil edilen başvurucu UYAP üzerinden nihai karar olan
Bölge İdare Mahkemesi kararının gerekçesini bizzat öğrendikten
sonra anılan karar vekile tebliğ edilmiş ve başvurucu bireysel baş-
vuruda bulunmuştur.
Hukuk devletini gerçekleştirme araçlarından biri olan bireysel
başvuru sayesinde kişiler, temel hak ve özgürlüklerinin ihlali du-
rumunda Anayasa Mahkemesine başvurarak ihlal durumunun gi-
derilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hak tamamlayıcı nitelikte
bir koruma mekanizması öngörmektedir. Olağan bir kanun yolu
niteliği taşımayan bireysel başvuru, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak
koruma alanında yer alan temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği
iddialarının dile getirildiği kendine özgü ve olağanüstü bir hak ara-
ma yoludur.
Bireysel başvuruda bulunulabilmesi için olağan başvuru yolları-
nın tamamlandığı tarihten itibaren otuz gün içinde başvuru yapıl-
ması gerekmektedir. Başvuru yolunun belirtilmediği durumlarda
otuz günlük süre, ihlalin öğrenildiği tarihten başlayacaktır.
Otuz günlük başvuru süresi bireysel başvurunun ön şartların-
dan biridir. Bu süre içinde bireysel başvuruda bulunmak isteyenler
başvuruda ileri sürecekleri iddiaları ve iddialarını destekleyecek
materyalleri hazırlamak için yeterli vakte sahip olacaktır. Bunun
yanı sıra yapılan bir kamu müdahalesinin ihlal oluşturup oluştur-
madığının kısa sürede tespiti de hukuk devleti açısından önem arz
eder. Bunun sağlanması için de bireysel başvurunun belirli bir sü-
reye tabi kılınması gerekir. Bireysel başvuru için bu şekilde bir
süre koşulu getirilmesi, hukuki güvenlik ilkesinin gerçekleştirilme-
si amacına hizmet etmektedir.
7201 sayılı Kanun’un 11. maddesinin birinci fıkrasında, vekil
vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağı düzenle-
mesine yer verilmiştir. Ancak 7201 sayılı Kanun’dan sonra 2011
Anayasa Mahkemesi Kararları 393

yılında kabul edilen 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (5) nu-
maralı fıkrası ile İçtüzük›ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre bireysel başvurularda otuz günlük başvuru süresi ihlale neden
olduğu iddia edilen karar veya işlemin öğrenildiği tarihten başla-
maktadır. Yargılama sonucu verilen bir kararın kanunen tebliğ zo-
runluluğu bulunsa dahi o kararın gerekçesiyle birlikte herhangi bir
şekilde öğrenilmesiyle bireysel başvuru süresi başlamaktadır.
UYAP, kullanıcıların kendilerini ilgilendiren bilgi ve belgelere ih-
tiyaç duymaları hâlinde hızlı ve kolay şekilde ulaşabilmelerini sağ-
lamaktadır. Her türlü bilgi ve belge alışverişi de UYAP üzerinden
elektronik ortamda ve anlık denebilecek kısa sürede gerçekleştiri-
lebilmektedir
Yargı sisteminin parçası olarak avukatlar, sistemde vekâleti bu-
lunan dava dosyalarını internet üzerinden UYAP’tan yararlanarak
inceleyebilmekte; bu dosyalardan suret alabilmekte, elektronik
imza ile sistemdeki dava dosyalarına evrak ekleyebilmekte; yeni
dava dosyası açabilmekte ve harç ödeyebilmektedir. Ayrıca nihai
kararın gerekçesine erişmenin mümkün hâle geldiği durumlarda
başvurucu avukatları bu sistemi kullanmak suretiyle nihai kararın
gerekçesini kesin olarak öğrenme imkânını da elde etmektedir
Tüm bu işlemler yapılırken bilgi ve belgelerin son hâli, değiş-
mez ve güvenli bir şekilde veri tabanında saklanmakta ve belgeler
üzerinde yapılan işlemler UYAP evrak işlem kütüğünde kayıt altına
alınmaktadır. Evrak işlem kütüğü, evrak üzerinde yapılan işlem-
leri (doküman oluşturma, düzenleme, imzalama, açma, okuma ve
yazdırma gibi) kayıt altına almaktadır. Kayıt altına alınan evrak
üzerindeki işlemleri yapan şahsın adı, soyadı, sıfatı, birimi, yapılan
işlemin niteliği, tarih ve saati sistemde saklanmaktadır.
Bununla birlikte vekil ile işlemlerini takip ettiren başvurucular
da UYAP üzerinden elektronik ortamda, haklarında sürdürülen
yargılamalara ilişkin nihai kararın gerekçesine erişmenin müm-
kün hâle geldiği andan itibaren kararın gerekçesini kesin olarak
öğrenme imkânına sahiptir. Dolayısıyla başvurucular UYAP üzerin-
den yapacakları incelemede nihai kararın gerekçesini vekillerinden
önce öğrenebilmektedir. Buna göre söz konusu durumda da dos-
yadan suret alınması hâlinde olduğu gibi başvurucuların gerekçeli
394 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kararı öğrendiği kabul edilmelidir. Zira başvurucular nihai karar-


dan vekillerine nazaran daha erken bir tarihte haberdar olmuş-
tur. Buna bağlı olarak nihai kararın öğrenilmesi nedeniyle birey-
sel başvuru süresi bu tarihten itibaren başlar. Nitekim ilgili usul
kuralları uyarınca sürenin münhasıran tebliğden itibaren işlemeye
başlayacağının kabul edildiği uygulamaların aksine bireysel başvu-
ru yoluna özgü olarak başvuru süresi, ihlalin öğrenilmesi esasına
bağlanmıştır .
Somut olayda yargılama sürecinde nihai karar olan Bölge İda-
re Mahkemesi ilamına ilişkin olarak UYAP evrak işlem kütüğü
üzerinde yapılan incelemede ilgili kararın başvurucu tarafından
27/3/2019 günü saat 18.09’da açılarak okunduğu tespit edilmiş-
tir. Bir başka deyişle başvurucunun vekiline 6/4/2019 tarihinde
tebliğ yapılmışsa da daha önce başvurucu asilin UYAP üzerinden
27/3/2019 tarihinde başvuruya konu karara erişim sağlayarak ka-
rarı öğrendiği görülmüştür.
Bölge İdare Mahkemesi ilamını başvurucunun UYAP üzerinden
okuduğunun, bu kapsamda 27/3/2019 tarihinde bireysel başvuru-
ya ilişkin nihai karardan haberdar olduğunun ve bu doğrultuda
bireysel başvuru süresinin 27/3/2019 tarihinden itibaren işlemeye
başladığının kabul edilmesi gerekir.
Sonuç olarak bireysel başvuru konusu yargılama sürecine iliş-
kin nihai karardan 27/3/2019 tarihinde haberdar olduğu anlaşılan
başvurucunun otuz günlük bireysel başvuru süresinin son günü
olan 26/4/2019 tarihinden sonra 30/4/2019 tarihinde gerçekleş-
tirdiği ve herhangi bir mazeret de sunmadığı bireysel başvurunun
süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi ge-
rekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Engin
YILDIRIM, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Basri BAĞCI ve Kenan YAŞAR
bu görüşe katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDU-
ĞUNA Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA,
Anayasa Mahkemesi Kararları 395

Engin YILDIRIM, Yusuf Şevki HAKYEMEZ, Basri BAĞCI ve Kenan


YAŞAR’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA ,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
8/3/2023 tarihinde karar verildi.
396 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

RÖDOVANS SÖZLEŞMESİNİN GEÇERLİLİĞİNİN TESPİTİ



DELİL TESPİTİ

TAVZİH İLE HÜKMÜN ALEYHE OLACAK ŞEKİLDE
SINIRLANDIRILMASI

ASLI İSTİNAF YA DA TEMYİZ EDİLMEYEN BİR HÜKMÜN
TAVZİHİNE İLİŞKİN MAHKEME KARARININ DA İSTİNAF
YA DA TEMYİZİ

Kesin hükme saygı (res judicata) ve kesin hükmün bağ-


layıcı olması, hükmü veren mahkeme de dâhil diğer bü-
tün mahkemelerin ve diğer ilgili kurumların bu kararla
bağlı olması anlamına gelir. Yargının verdiği ve bağlayıcı
olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından
işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının
sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır.
Verilen tavzih kararı ile sözleşmenin içeriği yeniden yo-
rumlanarak kesinleşen ve icrasında tereddüt uyandır-
mayan ilk hükmün içeriğini değiştirecek şekilde yeni bir
hüküm kurulduğu açıktır. Bölge Adliye Mahkemesinin
bu değerlendirmesi ile usul kanununda istisnai ve an-
cak haklı nedenlerin ortaya konulması hâllerinde başvu-
rulacak bir yol olan tavzih müessesesini kanunun kesin
olarak belirlediği sınırlar aşılarak sözleşmenin kapsa-
mının yeniden belirlenmesinde olağan bir yol olarak
işlettiği anlaşılmıştır.(...) kesin hükmün dokunulmazlığı
ilkesinden yararlanan bir mahkeme kararının kapsamını
daraltacak şekilde yeniden hüküm kurulmuş olup usul
kanununun verdiği yetkiyi aşacak şekilde yapılan bu yo-
rum nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği
sonucuna varılmıştır.
(AYM, Başvuru No: 2020/20854, 23.2.2023)1

1 Kararın tamamına https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr adresinden ulaşılabilir.


RG.25.05.2023, 32201, (Son Erişim T.31.05.2023)
Anayasa Mahkemesi Kararları 397

ÖZET: “(…) Başvurucu 12/9/2013 tarihinde Ö. Şirketine karşı


Sütçüler Sulh Hukuk Mahkemesinden (Mahkeme) delil tespiti ta-
lebinde bulunmuştur. Mahkemenin -D.İş- kararından anlaşıldığı-
na göre başvurucu anılan dilekçesinde; Rödovans Sözleşmesi’nin
2. maddesinde koordinatları verilen kısmın işletilmesinin bedeli
karşılığında on beş yıl boyunca başvurucuya bırakıldığını, buna
karşılık Rödovans Sözleşmesi yükümlülüklerini yerine getirmeyen
ruhsat sahibi Ö. Şirketinin başvurucuya tahsis edilen sahanın iş-
letmesini başka bir rödovans sözleşmesi ile Ç. Mermer Madencilik
Turizm Ticaret ve İnşaat Anonim Şirketine (Ç. Şirketi) bıraktığını
belirtmiştir. Başvurucu, kendisine tahsis edilen sahada hâlihazırda
Ç. Şirketinin faaliyet gösterdiğini ve ihtarnameye rağmen sahanın
teslim edilmediğini açıklamıştır. Başvurucu, ileride açılacak dava-
da delillerin toplanması aşamasına kadar maden sahasının işgalci-
ler tarafından terk edilerek boşaltılabileceğini ve çıkarılan merme-
re ilişkin kayıtların yok edilebileceğini ileri sürmüştür. Başvurucu,
Rödovans Sözleşmesi’nin 2. maddesinde koordinatları gösterilerek
tahsis edilen maden sahasında bilirkişiler eşliğinde keşif yapılma-
sını ve maden sahasında faaliyet gösteren şirketlerin tespit edilme-
sini istemiştir.(…)
Başvurucu 4/6/2014 tarihinde Ö. Şirketi ve temsilci S.Ç. aleyhi-
ne Sütçüler Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesinde dava açmıştır.
Başvurucu; dava dilekçesinde, davalı ruhsat sahibi Ö. Şirketinin
mazeret göstermeksizin uzun bir süredir sahayı teslim etmediği-
ni, Rödovans Sözleşmesi yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve
Rödovans Sözleşmesi gereğince teslim edilmesi gereken İR: 64018
numaralı ruhsat alanı koordinatları ile çakışan bir kısım alan için
Ç. Şirketi ile başka bir rödovans sözleşmesi imzaladığını açıkla-
mıştır. Davalının Ç. Şirketine on yıl süre ile aynı lokasyonda ve 5.
maddede rödovans alanı koordinatları gösterilerek kendisine tah-
sis edilen koordinat bilgileri ile tamamen örtüşen bir kısım alanı
tahsis ettiğini belirten başvurucu, bu yerin kendisine teslim edil-
mesi gerekirken 20 hektarlık alanla çakıştığını ileri sürmüştür.
Başvurucu, Rödovans Sözleşmesi yükümlülüklerinin yerine getiril-
mesi için çekilen ihtarnamelere Rödovans Sözleşmesi’nin geçersiz
olduğu şeklinde cevapların verildiğini ancak Isparta İdare Mahke-
mesinde açılan sicilden terkin davasının reddedildiğini, dolayısıyla
398 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Rödovans Sözleşmesi’nin geçerli olduğunu belirtmiştir. Başvurucu


ayrıca Rödovans Sözleşmesi edimlerinin yerine getirilmemesi ne-
deniyle maddi zarara uğradığını ifade etmiştir.
Başvurucu; dava dilekçesindeki sonuç talebinde ise Rödovans
Sözleşmesi’nin geçerli olduğunun tespitine, davalının Rödovans
Sözleşmesi’nden kaynaklı yükümlülüklerinin yerine getirtilmesi-
ne, muarazanın önlenmesine, müdahalenin önlenmesine, haksız
kullanımın giderilmesine ve Rödovans Sözleşmesi kapsamındaki
maden sahasının tamamının başvurucuya teslimine karar verilme-
sini istemiştir. Başvurucu ayrıca zararının ve yoksun kaldığı kârın
tespiti ile şimdilik 50.000 TL tazminatın ve yoksun kaldığı kârın
avans faiziyle birlikte davalılardan tahsilini talep etmiştir. Başvu-
rucu son olarak Rödovans Sözleşmesi’nde belirtilen tüm maden
sahasında maden çıkarılmasının durdurulmasını ve mal kaçırma
ihtimaline binaen davalıların mal varlığı hakkında ihtiyati tedbir
kararı verilmesini istemiştir.(…)
Sütçüler Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesi 17/10/2014 tarihin-
de taraflar arasındaki uyuşmazlığın kira ilişkisinden kaynaklan-
dığını ve görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olduğunu
belirterek görevsizlik kararı vermiştir. Başvurucu kararı temyiz et-
miştir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 10/6/2015 tarihinde görevsizlik
kararını onamıştır. Kararın kesinleşmesi sonrasında başvurucu-
nun talebi üzerine dosya Mahkemeye gönderilmiştir.
Yargılamaya Mahkeme önünde devam edilmiştir. Ön inceleme
duruşmasında başvurucu vekili, rödovans alanının bir kısmında
faaliyet gösteren Ç. Şirketinin faaliyet gösterdiği alan dışındaki kıs-
ma ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla Rödovans Sözleşmesi’nde
belirtilen koordinatlara ilişkin tüm sahanın kendilerine teslimi ko-
nusunda ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Mahkeme,
rödovans sahasının teslimine ilişkin bir ihtiyati tedbirin uyuşmaz-
lığın esasını çözer nitelikte olacağı gerekçesiyle talebi reddetmiştir.
Ç. Şirketi ferî müdahil sıfatıyla davalı yanında davaya katılmıştır.
(…)
Mahkeme 29/5/2017 tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir.
Mahkeme, başvurucu ile davalı Ö. Şirketi arasındaki Rödovans
Sözleşmesi’nin geçerliliğinin tespitine karar vermiştir. Bununla
Anayasa Mahkemesi Kararları 399

birlikte başvurucunun sözleşme yükümlülüklerinin yerine getiril-


mesi, muarazanın önlenmesi ve maden sahasının kendisine tesli-
mi ile müdahalenin önlenmesi ve haksız kullanımın giderilmesine
yönelik taleplerini reddetmiştir. Başvurucunun tazminata yönelik
talebini süresi içinde yenilemediğinden bu kısım bakımından da-
vanın açılmamış sayılmasına, davalı S.Ç. aleyhindeki davanın da
pasif husumet yokluğundan reddine karar vermiştir.8…)
Taraflar, mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda bu-
lunmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin
(Bölge Adliye Mahkemesi) kararından anlaşıldığı kadarıyla başvu-
rucu, istinaf sebepleri olarak müdahalenin önlenmesi ve davaya
konu olan kiralananın teslimine karar verilmesi gerektiğini ileri
sürmüştür. Davalılar ise Rödovans Sözleşmesi’nin geçersiz olduğu-
na karar verilmesi ile davanın reddedilen kısımları yönünden lehe
vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini iddia etmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi 9/2/2018 tarihinde başvurucunun isti-
naf başvurusunun kabulü ile mahkeme hükmünün kaldırılmasına,
davalıların istinaf başvurusunun ise reddine kesin olmak üzere ka-
rar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi hükmünün bireysel başvu-
ruya konu edilen ilgili kısmı şöyledir:
“Davalı Ö. LTD ŞTİ ile davacı HBB LTD ŞTİ arasında imzalanan
20/09/2008 tarihli rödovans sözleşmesinin geçerliliğinin ve dava-
cının kiracılık sıfatının tesbiti ile kiralanana yapılan müdahalenin
men’ine, kiralananın davacı kiracıya teslimine” (…)
Davalılar, başvurucunun sözleşme edimlerini yerine getirmedi-
ğini ve Rödovans Sözleşmesi’nin geçersiz olduğunu belirterek ka-
rarı temyiz etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 16/2/2018 tarihli ek
kararında hükmün kesin olduğunu belirterek davalıların temyiz
başvurusunu reddetmiştir. Davalılar söz konusu ek kararı temyiz
etmiştir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 25/9/2018 tarihinde davalıların
temyiz başvurusunun reddine ilişkin temyiz itirazlarını reddede-
rek Bölge Adliye Mahkemesinin ek kararını onamıştır. Aynı Daire
28/2/2019 tarihinde davalıların maddi hatanın düzeltilmesi tale-
bini de reddetmiştir. Mahkeme 12/11/2018 tarihinde kesinleşme
şerhi düzenleyerek kararın 25/9/2018 tarihinde kesinleştiğini açık-
lamıştır.
YARGITAY KARARLARI
Yargıtay Kararları 403

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

BOŞANMA DAVASINDAN FERAGAT-BOŞANMA SEBEBİ


YAPILAN İDDİADAN VAZGEÇME

VAKIA FARKLI OLDUĞU TAKDİRDE YENİDEN BOŞANMA
DAVASI AÇILABİLMESİ

LEHE VERİLMİŞ HÜKMÜN TEMYİZİ
ALEYHE OLAN BOŞANMA HÜKMÜNÜN GEREKÇESİNİN
TEMYİZİNDE HUKUKİ YARAR BULUNMASI

Boşanma davasında, esas haktan değil, sadece boşanma


sebebi olarak gösterilen vakıanın doğuracağı imkandan
(bir başka deyişle boşanma iddiasından) vazgeçilmekte-
dir. Bu nedenle vakıa farklı olduğu takdirde, daha önce
boşanma davası açan ve davadan feragat eden davacı,
yeniden boşanma davası açabilecektir. Ancak, aynı
vakıaya dayanılarak yeni bir boşanma davası açılması-
na, önceki davadaki feragat engel teşkil edecektir.
(YHGK., E.2011/2-733, K. 2012/87, T.22.02.2012 )1

ÖZET: “(…) Dava, eşin akıl hastalığı sebebiyle evlilik birliğinin


temelinden sarsılması hukuksal nedenine dayalı boşanma istemi-
ne ilişkindir.
Davacı vekili, davalının akıl hastası olması nedeniyle taraflar ara-
sındaki evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını ve özellikle müvek-
kili yönüyle evliliğin çekilmez hale geldiğini ileri sürerek, tarafların
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun 164 ve 165.maddeleri

1 Kararın tamamı için, Yargıtay Karar Arama, https://karararama.yargitay.gov.tr bknz.(


Son erişim:19.06.2023 )
404 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

gereğince boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.


Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
davacı vekilinin temyiz dilekçesinin içerik ve kapsamından boşan-
ma davasından feragat ettiğine dair bir anlam ve sonucun çıkarılıp
çıkarılamayacağı, noktasında toplanmaktadır.(..)
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, da-
vanın taraflarından birinin (davacının) netice-i talebinden vaz-
geçmesidir. Hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorla-
namayacağı gibi (Mülga HUMK. m.79), davacı da açmış olduğu bir
davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuz-
da kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat
edilebilir. Ancak bazı istisnai hallerde feragat davayı sona erdirmez
(Örn: Hizmet tespiti davaları).
Feragat davayı sona erdiren kesin bir usul işlemidir. Feragat-
ten dönülmesi ve mülga HUMK.nun 83.maddesine göre, ıslah yolu
ile feragatin hükümsüz kılınması olanaksız ise de, davacı feragatin
hata, hile veya ikrah nedeniyle geçersiz olduğunu aynı davada ileri
sürebilir (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı, Cilt:IV,
İstanbul 2001, sahife:.3646 vd.)
Bilindiği gibi, feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile
istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan fe-
ragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer
ve artık bir daha dava konusu yapılamaz (P..,İ.E.:Medeni Usul
Hukuku Dersleri, 6.Bası,İstanbul 1975, sahife:479).
Ne var ki, bir Usul Hukuku kavramı olarak davadan feragatin
açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir. Davadan feragatin,
kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bü-
tün bu özellikleri içermesi zorunludur.(..)
Yine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun
22.05.1987 gün ve E:1986/4, K:1987/5 sayılı ilamının gerekçesin-
de ise, yasaların uygulanmasında, hakların korunması doğrultu-
sunda hareket etme gereği karşısında, açık bir irade beyanı olma-
dan davadan feragat edildiği sonucunun çıkarılamayacağı kabul
edilmiştir.(…)
Yargıtay Kararları 405

Boşanma davaları, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf ede-


meyeceği davalar arasında yer alsa da, davanın bu niteliği, on-
dan feragat edilmesine engel değildir. Yani boşanma davaların-
dan feragat etmek mümkündür.
Hiç kimsenin dava açmaya zorlanamayacağı gibi, açmış olduğu
bir davayı sonuna kadar takibe de zorlanamayacağı genel ilkesinin
bir sonucu olarak, davacı da boşanma davasından feragat edebilir.
Bu açıdan boşanma davaları da feragat edilebilecek davalar arasın-
da yer alır.
Boşanma davasında davacı, davadan feragat etmekle, aslında
maddî hukuk anlamında bir haktan değil, boşanma sebebi yap-
tığı iddiadan vazgeçmektedir. Hakların temel özelliklerinden biri
olan “ihlâl edilebilirlik” unsuru, boşanma davası bakımından söz
konusu olmamaktadır. Zira, burada maddî hukuk anlamında ihlâl
edilebilir bir hak bulunmamaktadır.
Diğer dava türlerinde, davadan feragat eden davacı, aynı za-
manda maddi hukuka ilişkin haktan da vazgeçmektedir. Bura-
da ise, maddi hukuka ilişkin bir haktan vazgeçme söz konusu
olmadığından, açılmış bir boşanma davasından feragat, daha
sonra farklı vakıalara dayanılarak açılacak bir boşanma davası-
nın görülmesine engel teşkil etmeyecektir.
Bu açıklamalar göstermektedir ki, davacı açmış olduğu bir bo-
şanma davasından feragat edebilir ve bu feragat ile de dava son bu-
lur. Hakim, feragat gereğince karar vermek zorundadır. Boşanma
davasında asıl önemli olan, davadan feragatin doğuracağı sonuç-
lardır.
Zira, feragat kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurur (Mülga
HUMK. m.95) ve kural olarak feragat ile aynı zamanda esas haktan
da vazgeçilmiş sayılır.
Ne var ki, örneğin, “pek kötü muamele” sebebine (4721 sa-
yılı Türk Medeni Kanunu m.162) dayanan bir boşanma davası,
feragat nedeniyle sona ermişse, daha sonraki tarihli bir “pek
kötü muamele” vakıasına (veyahut da başka bir vakıaya) daya-
nılarak, tekrar boşanma davası açılabilecektir. Çünkü, hukuki
sebep aynı olmasına rağmen, dava sebebi (vakıa) aynı olmaya-
caktır. Buna göre, boşanma davası maddi hukuk anlamında bir
hakka dayanmamaktadır. Eğer öyle olsaydı, daha önceki fera-
406 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

gati ile aynı zamanda esas haktan da vazgeçen davacının tekrar


dava açamaması gerekirdi.
Boşanma davasında, esas haktan değil, sadece boşanma se-
bebi olarak gösterilen vakıanın doğuracağı imkandan (bir başka
deyişle boşanma iddiasından) vazgeçilmektedir. Bu nedenle va-
kıa farklı olduğu takdirde, daha önce boşanma davası açan ve da-
vadan feragat eden davacı, yeniden boşanma davası açabilecektir.
Ancak, aynı vakıaya dayanılarak yeni bir boşanma davası açılması-
na, önceki davadaki feragat engel teşkil edecektir (A.. A.., L..:Mede-
ni Usul Hukukunda Davadan Feragat, Yayınlanmamış Doktora T..,
Ankara 2010, s.242-243).
Öte yandan, lehe verilmiş bir hükme yönelik temyiz kanun yo-
luna başvurulmasında şu iki hususu birbirinden ayırmak gerekir:
Birincisi, lehine verilmiş olan bir hükmün temyiz kanun yoluna
başvuru suretiyle incelenmesini isteyen tarafın, bu başvuruda hiç-
bir hukuki yararı yoksa, temyiz istemi reddedilir.
İkincisi ise, dava açmakta olduğu gibi, temyiz kanun yoluna baş-
vurmada da, hukuki yarar bulunmalıdır. Yani, bu kanun yoluna
başvuranın, aleyhine kanun yoluna başvurduğu kararın kaldırıl-
ması veya değiştirilmesinde, korunmaya değer bir hukuki yararın
bulunması gerekir. Bu şartı Kanun, temyiz yolu bakımından,
“davada haklı çıkmış olan taraf da, hukuki yararı bulunmak
şartıyla, hükmü temyiz edebilir”, şeklinde ifade etmektedir (Mül-
ga HUMK. m.427/1.fıkra 2.cümle).
Buna göre davacı, kural olarak lehine bir hükmü temyiz edemez.
Bunun gibi davalı da, kural olarak kendisine açılmış olan davanın
reddine ilişkin hükmü temyiz edemez. Ancak bunun için hükmün,
onu temyiz etmek isteyen tarafın talep sonucuna tamamen uygun
bulunması gerekir.
Buna karşılık, hüküm bir tarafın talep sonucuna tamamen uy-
makta ve fakat gerekçesi o tarafın ileri sürdüğü gerekçeye aykı-
rı bulunmakta ise, temyiz kanun yolu ile ancak hüküm fıkrasının
kaldırılması veya değiştirilmesi istenebileceğinden, o tarafın, kural
olarak hükmü temyiz etmek yetkisi yoktur.
Ne var ki, hüküm fıkrasına zorunlu bir şekilde bağlı olan ve bu
nedenle kesin hüküm teşkil eden gerekçeye karşı da hüküm lehine
Yargıtay Kararları 407

olan taraf temyiz kanun yoluna başvurabilecektir(Kuru, Baki:age.,


Cilt:V, s.4485-4486).
Sonuç itibariyle, hüküm lehine olan tarafın, hüküm fıkrasına
zorunlu bir şekilde bağlı olan ve bu nedenle kesin hüküm teşkil
eden gerekçeyi de temyizde hukuki yararı vardır ve temyiz iste-
minin incelenmesi gerekir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendiril-
diğinde:
Yerel mahkeme, tarafların boşanmalarına karar verdikten son-
ra, hükmün gerekçesinde boşanmaya neden olaylarda kusurun
davacıda olduğunu belirtmiştir. Bu belirlemenin sonucu olarak,
davacının aleyhine tazminat ve nafakaya hükmedilmiştir.
Görüldüğü üzere, boşanmaya ilişkin hüküm davacının talep
sonucuna ve yararına uygun olmakla birlikte, boşanma hükmü-
nün gerekçesinde davacının kusurlu bulunmuş olması nedeniy-
le, bu durumun hükmün diğer unsurları (tazminat ve nafaka)
yönünden davacının aleyhine olduğu, belirgindir.
Şu durumda, mahkemenin, boşanmaya ilişkin hüküm fıkrası
ile boşanma gerekçesi birbirine sıkı sıkıya bağlı olup, kesinleşmesi
halinde taraflar arasında kusurun hangi tarafa ne oranda ait oldu-
ğuna ilişkin belirlemenin, hükmün diğer unsurları (tazminat ve na-
faka) yönünden hakimi bağlayıcı bir nitelik alacağı (kesin hüküm
ve dolayısıyla kesin delil olacağı) kuşkusuzdur.
Yukarıda belirtildiği üzere, hüküm fıkrasına zorunlu bir şekilde
bağlı olan ve bu nedenle kesin hüküm teşkil eden gerekçeye karşı
hüküm lehine olan taraf da temyiz kanun yoluna başvurabileceğine
göre; boşanmaya ilişkin hüküm fıkrası talep sonucuna uygun ve
lehine olmakla birlikte, boşanma gerekçesi (kusur yönüyle) mü-
vekkilinin aleyhine olduğundan, davacı vekilinin bozmaya konu
yapılan temyiz dilekçesi ile hükmü temyizinde hukuki yararı bu-
lunmaktadır.
Öte yandan, davacı vekilinin bozmaya konu yapılan 28.12.2009
tarihli temyiz dilekçesi içeriğinde, yerel mahkeme kararının boşan-
ma, tazminat ve nafaka yönleriyle eksik araştırmaya dayalı, delil-
lerin yeterince değerlendirilmeden verilmiş hukuka ve hakkaniyete
aykırı olduğu belirtildikten sonra, yerel mahkemenin, davalı tara-
408 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

fın akıl hastası olduğu, bu hastalığın sürekli ve davacı eş için ortak


hayatın çekilmez hale geldiği olgularını doğru tespit etmekle birlik-
te, davalı lehine sadece bir tanığın gerçek dışı beyanına dayanılarak
tazminata ve nafakaya hükmedildiğini, dosyadaki diğer delillerin
bunun tersini ortaya koyduğunu, dolayısıyla davacı müvekkilinin
kusurundan bahsedilemeyeceğini, müvekkilinin boşanmaya sebep
olay ve olgular üzerinde kusuru olmadığını, ona kusur atfetmenin
hakkaniyete aykırı olduğunu, belirtilen nedenle bu durumun mü-
vekkilinin mağduriyetine yol açtığını belirterek, temyiz isteğinde
bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu haliyle, davacı vekilinin bozmaya konu yapılan temyiz di-
lekçesinin içeriğinde boşanma davasından açık, kesin ve koşul-
suz feragat ettiğini gösterecek nitelikte bir irade beyanı bulun-
mamakta; tersine, boşanma hükmünün aleyhine olan kusura
ilişkin gerekçesi ile buna bağlı olarak kurulan hüküm sonucu-
nun bir bölümünü açık biçimde temyiz etmektedir.
Nitekim, davacı vekili, bozma ilamına karşı karar düzeltme is-
teminde bulunduğu dilekçesinde de, boşanma davasından feragat
etmediklerini açık bir şekilde bildirmektedir.
Durum bu olunca, davacı vekilinin aleyhe olan boşanma hük-
münün gerekçesini temyizinde müvekkilinin hukuki yararının
bulunması ve bozmaya konu yapılan temyiz dilekçesi içeriğin-
de davacı vekilinin davadan açık, kesin ve koşulsuz feragatini
gösterecek bir irade beyanının da olmaması karşısında Yüksek
Özel Dairece, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davadan fe-
ragat olarak nitelendirilip, bu konuda karar verilmesi amacıyla
hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmesi doğru değildir.
Açıklanan nedenlerle, Yerel mahkemenin, davacı vekilinin tem-
yiz dilekçesinin davadan feragat olarak nitelendirilemeyeceğine
ilişkin direnmesi yerindedir.(…)
SONUÇ
Yukarıda açıklanan nedenlerle DİRENME UYGUN OLUP; boz-
ma nedenine göre daha önce incelenmeyen tarafların işin esasına
ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için DOSYANIN YARGITAY
2.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 22.02.2012 gününde
oyçokluğu ile karar verildi.
Yargıtay Kararları 409

854 SAYILI DENİZ İŞ KANUNU KAPSAMI



DENİZ TAŞIMA İŞİ • GEMİ ADAMI

GEMİADAMLARINA ÖDENECEK FAZLA MESAİ ÜCRETİ

Deniz İş Hukukunda işçi, 854 sayılı Kanun’un 2 nci mad-


desine göre gemi adamı olarak ifade edilmektedir. Dava-
cının Gemi Kurtarma Daire Başkanlığında yağcı olarak
işe başladığı, daha sonrasında deniz motorcusu ve ma-
kinist olarak değişik görevlerde bulunduğu görülmekle
gemi adamı olduğu sabittir. Nitekim dosya içerisinde da-
vacıya ait gemi adamı cüzdanı da bulunmaktadır.
Bir kişiye 854 sayılı Kanun’un uygulanabilmesi için; ça-
lışanın gemi adamı olması, iş sözleşmesi ile çalışması,
Türk Bayrağı taşıyan gemide çalışması, çalışılan gemi
tonajının yüz ve daha yukarı olması, bağlı olduğu işvere-
ne ait birden fazla gemi söz konusu ise gemilerin toplam
tonajlarının yüz ve daha yukarı olması veya işverenin
çalıştırdığı gemiadamı sayısı beş veya daha fazla olması
gerekir.
Ayrıca, ticaret amacı gütmeyen özel yat veya kotra gibi
gemiler ile deniz araçlarının da Kanun’un kapsamında
sayılması gerekmektedir. Bundan başka spora, eğitim ve
öğretime tahsis edilen gemilere de 854 sayılı Kanun uy-
gulanacaktır.
Bu durumda 854 sayılı Kanun’un 1 inci maddesindeki
tüm koşulların mevcut olduğu ve gemi adamı olan dava-
cının da 854 sayılı Kanun kapsamında bulunduğu açıktır.
(YHGK, E.2022/643, K.2023/147, T. 01.03.2023)1

1 Kararın tam metni için, Yargıtay Karar Arama, https://karararama.yargitay.gov.tr bknz)


(Son erişim 02.06.2023)
410 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ÖZET: “(…..) Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin


davalıya ait işyerinde 30.11.1998 tarihinden beri gemi adamı ola-
rak görev yapmakta olduğunu, müvekkilinin üyesi olduğu Türkiye
Denizciler Sendikası (Sendika) ile davalı arasında imzalanan top-
lu iş sözleşmesi gereği her altı ayda bir ücret zammı yapıldığını,
fazla çalışma ve resmî tatil ücretlerinin % 25 zamlı olarak hesap-
lanmak suretiyle ücret bordrosuna yansıtılarak ödendiğini, ancak
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Ka-
nunu’nun (6098 sayılı Kanun) 402 nci maddesinin birinci fıkrası
ve 4857 İş Kanunu’nun (4857 sayılı Kanun) 41 inci maddesinin
ikinci fıkrası gereği fazla çalışma ücretinin en az % 50 zamlı saat
ücreti üzerinden hesaplanmasının öngörüldüğünü, Toplu İş Söz-
leşmesinin 111 inci maddesinin (a) bendinde de fazla çalışma üc-
retinin yüzde elli zamlı ödeneceğinin ve 110 uncu maddesinde fazla
çalışmaya esas bir saatlik ücretin gemi adamları için 1/208 esası
üzerinden tespit edileceğinin belirtildiğini, Yargıtay 9. Hukuk Da-
iresinin 20.11.2018 tarihli ve 2015/27849 Esas, 2017/14749 Ka-
rar sayılı kararında fazla çalışma ve resmî tatil günlerinde yapılan
çalışmaların ücretlerinin gemi adamları için de % 50 zamlı olarak
hesaplanması gerektiği yönünde karar verildiğini, 854 sayılı Deniz
İş Kanunu’nun (854 sayılı Kanun) 48 inci maddesinde bu kanun
hükümlerinin daha elverişli menfaat sağlayan Kanun veya toplu iş
sözleşmesinin uygulanmasına engel olmayacağının, daha sonra yü-
rürlüğe giren ve daha üstün haklar tanıyan kanunun müvekkili le-
hine uygulanarak fazla çalışma ücretlerinin % 50 zamlı saat ücreti
üzerinden hesaplanması gerektiğini ileri sürerek fark fazla çalışma
ücreti alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş-
tir.(…)
UYUŞMAZLIK
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
davalı işverenin faaliyet konusunun deniz taşıma işi olmadığı ve bu
nedenle davacının 854 sayılı Deniz İş Kanunu kapsamında olma-
yıp 4857 sayılı İş Kanunu’na tabi olduğu gerekçesiyle fazla çalışma
ücretinin % 50 zamlı saat ücreti üzerinden hesaplanarak hüküm
altına alındığı eldeki davada, davacının yaptığı işin 854 sayılı Deniz
İş Kanunu kapsamına mı yoksa 4857 sayılı İş Kanunu kapsamına
mı girdiği noktasında toplanmaktadır.
Yargıtay Kararları 411

DEĞERLENDİRME
1. Bir hukuki ilişkinin iş sözleşmesine dayanması diğer bir anla-
tımla iş sözleşmesinin taraflarının işçi ve işveren sıfatına sahip ol-
ması veya bir yerin işyeri unsurlarını taşıması bunların her zaman
iş kanunları kapsamına girmesi için yeterli değildir.
2. İş Kanunu’nun amaç ve kapsamını düzenleyen 1 inci maddesi
kanun kapsamının sınırını kanunun 4 üncü maddesinde belirti-
len istisnalarla sınırlı tutmuştur. Maddenin yollama yaptığı 4 üncü
madde hangi işlerin 4857 sayılı Kanunu’nun kapsamı dışında bı-
rakıldığını göstermiş ve 854 sayılı Kanun’un kapsamına giren, de-
nizlerde, göllerde ve nehirlerde (insan, hayvan, eşya) taşıma işlerini
kural olarak 4857 sayılı Kanun’un kapsamı dışında bırakmıştır.
Deniz taşıma işlerinin 4857 sayılı Kanun kapsamına alınmaması-
nın gerekçesi, bu işlerin özellikleri nedeniyle özel bir çalışma dü-
zenini gerektirmesi ve bunlara İş Kanunundaki bir çok hükmün
uygulanmasının mümkün bulunmamasıdır (Sarper Süzek, İş Hu-
kuku, ..., Yenilenmiş Onsekizinci Baskı, 2019, s.210).
3. Buna karşılık, bütün deniz taşıma işleri 4857 sayılı Ka-
nun’un kapsamı dışına çıkarılmamış, kıyılarda veya liman ve
iskelelerde gemilerden karaya veya karadan gemilere yapılan
yükleme ve boşaltma işleri 4857 sayılı Kanun’un uygulama
alanına alınmıştır. Aynı şekilde denizlerde çalışan su ürünleri
üreticileri ile ilgili işler de bu Kanun’un hükümlerine tâbi kı-
lınmıştır.
4. 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun 1 inci maddesinin birinci fık-
rası da Kanun’un uygulama alanını belirlemiş ve denizlerde, göl-
lerde, akarsularda Türk bayrağını taşıyan ve yüz ve daha yukarı
grostonilatoluk gemilerde iş sözleşmesiyle çalışan gemi adamları
ve bunların işverenleri hakkında Kanun’un uygulanacağını belirt-
miştir. Ayrıca maddenin devam eden fıkrasında da gemi belirti-
len tonajda olmasa da aynı işverene ait gemilerin grostinatolarının
toplamı yüz veya daha fazla olduğunda ya da işverenin çalıştırdığı
gemi adamı sayısı beş veya daha fazla bulunduğu takdirde geminin
yine 854 sayılı Kanun kapsamına gireceği hükme bağlanmıştır. Öte
yandan 04.07.2008 tarihli ve 30468 sayılı Resmî Gazete’de ya-
yımlanan 698 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye kadar Ba-
412 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kanlar Kuruluna, sonrasında ise Cumhurbaşkanına ekonomik


ve sosyal koşullar gerekli kılıyorsa kapsam dışında bulunan ge-
mileri kanunun uygulama alanına alma yetkisi verilmiştir.
5. Bu aşamada Deniz İş Hukukunda işçi kavramına değinmek
gerekmektedir.
6. Deniz İş Hukukunda işçi, 854 sayılı Kanun’un 2 nci maddesine
göre gemi adamı olarak ifade edilmektedir. Zira gemi adamlarının
gördükleri işin niteliği bunların diğer işçilerden ayrı değerlendiril-
mesini ve farklı düzenlemelere tâbi tutulmasını gerekli kılmıştır.
7. Deniz iş sözleşmesi bakımından gemi adamının genel bir ta-
nımı yapılacak olursa; hangi meslek ve unvana sahip olursa olsun
bir işverene (gemi sahibi veya işletenine) iş sözleşmesiyle bağlı ola-
rak, onun emir ve talimatları altında bir ücret karşılığında çalışan
kimseye, gemi adamı denir (... Nusret Bedük, Deniz İş Sözleşmesi,
..., 2012, s. 8-9).
8. Gemi adamının mutlaka geminin işletilmesi veya teknik sevk
ve idaresinde yer alması da şart değildir. Geminin sevk ve idaresin-
de görev alan gemi adamlarına mürettebat denilmektedir. Kaptan,
gemi zabitleri ve yardımcıları, tayfalar ve yardımcı hizmet perso-
nelleri gemi mürettebatını oluşturan asıl gemi adamlarıdır. Aşçı,
garson, doktor ve hemşire gibi gemide çalışan diğer kimseler ise
mürettebat niteliği taşımayan gemi adamlarıdır. Bu kimselere gemi
adamı sıfatı kazandıran husus iş sözleşmesi ile gemide istihdam
edilmiş olmalarıdır.
9. Gemi adamları güverte, makine ve yardımcı sınıf olmak üzere
üç gruba ayrılır. Bu guruplar kendi içinde hiyerarşik bir yapıya
sahiptir. Gemi, kaptan tarafından sevk ve idare edilir. Güverte bö-
lümünün başında birinci zabit, makine bölümünün başında baş-
mühendis/ başmakinist bulunur. Bu bölüm amirleri de kaptana
bağlıdır. Öte yandan gemi adamları yaptıkları işler, gördükleri hiz-
metler ve yeterliliklerine göre gemi cüzdanı ile yeterlilik belgesine
sahiptirler (Bedük, s. 9 vd.).
10. Bu genel açıklamalardan hareketle bir kişiye 854 sayılı
Kanun’un uygulanabilmesi için; çalışanın gemi adamı olması,
iş sözleşmesi ile çalışması, Türk Bayrağı taşıyan gemide çalış-
Yargıtay Kararları 413

ması, çalışılan gemi tonajının yüz ve daha yukarı olması, bağlı


olduğu işverene ait birden fazla gemi söz konusu ise gemilerin
toplam tonajlarının yüz ve daha yukarı olması veya işverenin
çalıştırdığı gemi adamı sayısı beş veya daha fazla olması gerekir
(Bedük, s.39).
11. Ayrıca, ticaret amacı gütmeyen özel yat veya kotra gibi
gemiler ile deniz araçlarının da Kanun’un kapsamında sayılma-
sı gerekmektedir. Bundan başka spora, eğitim ve öğretime tah-
sis edilen gemilere de 854 sayılı Kanun uygulanacaktır. (Ünal
Narmanlıoğlu, Ankara, Yeniden Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı,
1994, s.80).
12. Deniz İş Kanunu’nun 27 nci maddesinde 26 ncı maddede
belirtilen iş süresine ilişkin hükümlere tâbi olmayanlar arasında
“asli görevleri can, mal ve gemi kurtarma olan kurtarma gemilerin-
de çalışan gemi adamlarının” belirtilmiş olması yine 36 ncı mad-
desinde ikamet yerleri ve iaşe hakkında uygulanacak yönetmeliğin
römorkörler hakkında uygulanmayacağının belirtilmiş olması dik-
kate alındığında Kanun’un bu şekilde bazı maddeler için istisna
tuttuğu römorkaj, kurtarma-yardım gibi işleri yapan gemiler ile bu
işleri yapan gemi adamlarının da 854 sayılı Kanun’a tabi olduğunu
söylemek mümkündür.
13. Sonuç olarak 4857 sayılı Kanunu sadece deniz taşıma
işini kapsamı dışında bırakmış olmakla deniz taşıma işi dışında
kalan ancak deniz işi niteliği taşıyan bir işin söz konusu olduğu
durumlarda, ilke olarak bu işin 854 sayılı Kanun kapsamına
girip girmediği yukarıda öngörülen kurallar çerçevesinde belir-
lenmelidir. Eğer iş, 854 sayılı Kanun kapsamına girmekteyse
bu durumda genel kanun niteliğinde olan 4857 sayılı Kanun
değil, ona göre daha özel kanun olan 854 sayılı Kanun hüküm-
leri uygulanır (Mustafa Çenberci, İş Kanunu Şerhi, Ankara, 1986,
s.177).
14. Somut olayda, davalı ... nezdinde 30.11.1998 tarihinde
çalışmaya başlayan ve dava tarihi itibariyle çalışması devam
eden davacının Gemi Kurtarma Daire Başkanlığında yağcı ola-
rak işe başladığı, daha sonrasında deniz motorcusu ve makinist
olarak değişik görevlerde bulunduğu görülmekle gemi adamı ol-
414 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

duğu sabittir. Nitekim dosya içerisinde davacıya ait gemi adamı


cüzdanı da bulunmaktadır.
15. Öte yandan, Ana Statüsü’nde Kıyı Emniyeti Genel Müdürlü-
ğünün amacı, denizlerimizde ve karasularımızda seyreden Türk ve
yabancı bayraklı gemilerin seyir güvenliğine yardımcı olmak, be-
lirlenen sahada tekel şekilde olmak üzere tüm denizlerde su ara-
cı ve/veya diğer eşyaya verilen kurtarma ile ilgili her türlü hizmeti
yapmak, tekel alanı içerisinde can kurtarma (tahlisiye) hizmetleri
ve seyir emniyetini arttırmaya yönelik hizmetleri yapmak şeklinde
belirtilmiştir.
16. Davalı işverenin bu amacını Türk Bayrağı taşıyan gemileriy-
le yerine getirdiği, gemi adamı sayısının dosya kapsamından anla-
şıldığı üzere beşten fazla olduğu ve gemilerinin grostonilatolarının
toplamının da yüzden fazla olduğu sabittir.
17. Bu durumda 854 sayılı Kanun’un 1 inci maddesindeki tüm
koşulların mevcut olduğu ve gemi adamı olan davacının da 854
sayılı Kanun kapsamında bulunduğu açıktır.
18. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu de-
ğişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararı-
nın yukarıda belirtilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100
sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,(…)
01.03.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.
Yargıtay Kararları 415

HİZMET TESPİTİ

SİGORTALININ KURUMA BİLDİRİMİNİN İŞE GİRİŞ
TARİHİNDEN SONRA YAPILMASI

BLOK ÇALIŞMA • HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

Sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden son-


ra yapılması başka bir ifade ile sigortalının hizmet süre-
sinin başlangıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeye-
rek sonrasının bildirilmesi ve bildirimin yapılmasından
önceki çalışmaların bildirim yapılan çalışma dönemini
de kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması hâlin-
de Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak
düşürücü sürenin hesaplanmasında bildirim dışı tutulan
sürenin sonu değil, kesintisiz olarak geçen çalışmaların
sona erdiği yılın sonu hak düşürücü sürede başlangıç
alınmalıdır.
Sigortalı işe giriş bildirgesi veya Sosyal Sigorta İşlem-
leri Yönetmeliğinde belirtilen diğer belgelerin Kuruma
verilmesi ya da sigorta müfettişi tarafından tespit yapıl-
ması hâlinde hak düşürücü sürenin işlememe gerekçesi
Kurumun sigortalı çalıştırıldığından haberdar olmasıdır.
Halbuki blok çalışmanın bildirim öncesi kısmı için bu
gerekçe geçerli değildir. Bu nedenle blok çalışmada bil-
dirim öncesi çalışma dönemi yönünden hak düşürücü
sürenin işlemeyeceğini kabul etmek Kanun’daki açık dü-
zenlemeye uygun olmayacağı gibi hak düşürücü sürenin
işlevsiz hâle gelmesi sonucunu doğuracaktır.
(YHKG, E. 2023/224, K. 2023/265, T. 29.03.2023)1

1 Kararın tamamı için, Yargıtay karar Arama, https://karararama.yargitay.gov.tr bknz.


(Son Erişim: 09.06.2023)
416 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ÖZET: “(...)Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir. (…)


Eldeki davada, davacı 01.04.1999 tarihinde davalıya ait işyerin-
de çalışmaya başladığını, çalışmalarının 23.04.2000 tarihine kadar
olan sürelerinin kuruma bildirilmediğini, işe giriş bildirgesinin
kuruma bildirildiği 23.04.2000 tarihinden önce de kesintisiz
çalıştığını beyanla, bildirim öncesi 01.04.1999-23.04.2000 ta-
rihleri arasında kesintisiz olarak davalı işyerinde çalıştığının
tespitini talep etmiş olup, dosyanın incelenmesinde, davacının
davalı işyerinden, davalı kuruma 24.04.2000-03.05.2000 tarihleri
arasında hizmet bildirimlerinin bulunduğu ve davanın 05.11.2020
tarihinde açıldığı anlaşılmakla, davacının davalı işyerinden kuru-
ma bildirimlerinin 03.05.2000 tarihinde sona ermesi karşısında,
davacının talebinin hak düşürücü süreye uğradığı gözetilerek karar
verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya ay-
kırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, fer-i müdahil Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan
temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge Adliye Mahkemesi 11.
Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin ka-
rarının kaldırılarak, İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bo-
zulmalıdır...” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen ka-
rarı ile; sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra
yapılması bir başka ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlan-
gıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildiril-
mesi ve Kuruma bildirimin yapıldığı tarihten önceki çalışmaların
bildirgelerin verildiği tarihi de kapsar biçimde kesintisiz devam
etmiş olması hâlinde blok bir çalışma dönemi bulunduğu takdir-
de bu dönem içerisinde bir döneme ilişkin bildirimlerin yapılmış
olması, bordroların Kuruma verilmesi durumunda hak düşürücü
süreden söz edilmeyeceği, zira ilgili bordrolar verilerek bildirim ya-
pılmakla sigortalının çalışmasından Kurum haberdar olduğundan
artık gerekli denetimleri yaparak sigortalının hizmetlerinin eksik-
siz bildirilmesini sağlamanın Kurumun sorumluluğunda olduğu,
Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2022 tarihli ve 2019/(21)10-767
Esas, 2022/631 Karar ve 20.01.2022 tarihli ve 2019/(21)10-766
Yargıtay Kararları 417

Esas, 2022/31 Karar sayılı kararları doğrultusunda hak düşürücü


süreden söz edilemeyeceği belirtilerek ve önceki gerekçe de tekrar
edilmek suretiyle önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ
(..) Direnme kararına karşı süresi içinde fer’î müdahil Kurum
vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
Temyiz Sebepleri
Fer’î müdahil Kurum vekili, hak düşürücü sürenin geçtiğini,
dava açmadan önce Kuruma başvuru şartının yerine getiril-
mediğini, kayıt dışı sürelerin yazılı belge sunulmadan tanıkla
ispatının mümkün olmadığını, uyuşmazlık konusu dönemde
çalışması bulunmayan bordro tanığının beyanının esas alınma-
ması gerektiğini, dinlenen diğer tanıkların çalışmaya dair net
beyanda bulunmadıklarını ve fiili çalışmanın hiçbir kuşku ve
şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ispatlanamadığını, dava-
cının 1996-1997 yılları arasında davalının işyerinde stajını ya-
pıp 1999 yılında da aynı büroda çalışmaya başladığının iddia
edildiği ancak davacının baro kaydının 2000 yılında yapıldığı
ve resmî olarak avukatlığa da bu tarihte başladığı, bu süre zar-
fında davacının ne sıfatla çalıştığının ve ne işle meşgul oldu-
ğunun izahı gerektiğini, avukatların ruhsatları olmadan çalış-
malarının usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek ve resen
gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.
Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
somut olayda davacının 01.04.1999-23.04.2000 tarihleri arasın-
daki hizmetlerinin tespiti bakımından 24.04.2000-03.05.2000 ta-
rihleri arasında Kuruma yapılan bildirimlerinin hak düşürücü sü-
renin oluşmasına engel olup olmadığı; buradan varılacak sonuca
göre davacının talebi yönünden hak düşürücü sürenin gerçekleşip
gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Gerekçe
(…) sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Ku-
ruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve Kanunun
418 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına bağlı-


dır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik
ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu or-
taya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için
işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup işte bu noktada işçinin
birtakım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin
tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği üzere sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini
ilgilendirmekte olup bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle
yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların yasal dayanaklarından
olan 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında;
Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilme-
yen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların
hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde
mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri hüküm
altına alınmıştır.
Sigortasız çalışmaların tespiti yönünden dava açma ve hak ara-
ma özgürlüğüne getirilen süre sınırlaması başka bir deyişle dava
açma süresinin 5 yıl ile sınırlandırılması doğrudan doğruya
hakkın mevcudiyetini etkilediğinden hak düşürücü niteliktedir
ve bu sürenin geçmesi ile hak bir daha canlanmamak üzere or-
tadan kalkmaktadır. 506 sayılı Kanun’un kabul edilip yürürlüğe
girdiği tarih itibarıyla 5 yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 ta-
rihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun’un 5 inci maddesiyle 10
yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren
3995 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesiyle yeniden 5 yıl olarak dü-
zenlenmiş olup 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesinin dokuzun-
cu fıkrasında da bu süre 5 yıl olarak geçerliliğini korumaktadır.
Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmemiş veya düzenlen-
mesine karşın hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verilmemiş,
süresi içerisinde Kuruma verilen dönem bordroları ile bildirim ya-
pılmamış, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince herhan-
gi bir tespit yapılmamış ise hizmetlerin tespitini talep eden kişile-
rin hak düşürücü süre geçmeden dava açması zorunludur.
İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Ku-
ruma vermesi gerektiği 506 sayılı Kanun›un 79 uncu maddesinin
Yargıtay Kararları 419

birinci fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakıl-


mıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde işveren-
ce verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri
bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu, vs.dir. Yönetmelik-
te sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması hâlinde ar-
tık Kanun›un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında düzenlenen
hak düşürücü süreden söz edilemez.
Yargıtayın yerleşmiş uygulamalarına göre eğer sayılan bel-
gelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun
sigortalının çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tes-
piti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edileme-
yeceği kabul edilmektedir.
Diğer taraftan Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması
hâlinde de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Bu kabulun temelinde
yatan neden hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla kısmî bildi-
rim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tâbi tutulmala-
rının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.
Sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra yapıl-
ması başka bir ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlangıçtaki
bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildirilmesi ve
bildirimin yapılmasından önceki çalışmaların bildirim yapılan ça-
lışma dönemini de kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması
hâlinde Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşü-
rücü sürenin hesaplanmasında bildirim dışı tutulan sürenin sonu
değil, kesintisiz olarak geçen çalışmaların sona erdiği yılın sonu
hak düşürücü sürede başlangıç alınmalıdır.
Sigortalı işe giriş bildirgesi veya Sosyal Sigorta İşlemleri Yönet-
meliğinde belirtilen diğer belgelerin Kuruma verilmesi ya da sigorta
müfettişi tarafından tespit yapılması hâlinde hak düşürücü sürenin
işlememe gerekçesi Kurumun sigortalı çalıştırıldığından haberdar
olmasıdır. Halbuki blok çalışmanın bildirim öncesi kısmı için bu
gerekçe geçerli değildir. Bu nedenle blok çalışmada bildirim öncesi
çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin işlemeyeceğini
kabul etmek Kanun’daki açık düzenlemeye uygun olmayacağı gibi
hak düşürücü sürenin işlevsiz hâle gelmesi sonucunu doğuracak-
tır. Kanun’un açık hükmü karşısında sigortalı lehine yorum ilke-
420 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

sinin uygulanması da mümkün olmayıp bu hâlde bildirim öncesi


çalışma süresi bakımından sigortalının sigortalı hizmetlerinin sona
ermesinden sonra hak düşürücü süre içinde dava açma hakkı de-
vam etmektedir.
Somut olayda davacı tarafından davalı işveren nezdinde
01.04.1999 tarihinde başlayan çalışmalarının 24.04.2000 tarihi ve
sonrasında kesintisiz devam ettiği iddiası ile eldeki davanın açıl-
dığı, davalı işveren tarafından davacı adına 24.04.2000 tarihli işe
giriş bildirgesi verilerek 03.05.2000 tarihine kadar hizmet bildiri-
mi yapıldığı, davacının tespitini talep ettiği 01.04.1999-23.04.2000
tarihleri arasındaki çalışma döneminin bildirim öncesi döneme
ilişkin olduğu anlaşılmıştır.
Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalara göre; davalı işveren ta-
rafından 24.04.2000-03.05.2000 tarihleri arasında davacı adına
hizmet bildirimi yapıldığı, davacının tespitini talep ettiği ve uyuş-
mazlık konusunu oluşturan 01.04.1999-23.04.2000 tarihleri
arasındaki çalışma dönemine ilişkin davalı işverence bildirim ya-
pılmadığı, bildirim öncesi çalışma süresi bakımından 24.04.2000-
03.05.2000 tarihleri arasındaki çalışma döneminin geçtiği yılın so-
nundan itibaren 5 yıl içinde dava açılması gerektiği ancak eldeki
davanın 05.11.2020 tarihinde açıldığı gözetildiğinde uyuşmazlık
konusu 01.04.1999-23.04.2000 tarihleri arasındaki bildirim ön-
cesi çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin geçtiği sonu-
cuna ulaşılmıştır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; davacının
24.04.2000-03.05.2000 tarihleri arasında Kuruma bildirilen hiz-
metleri nedeniyle dava konusu dönem ile birlikte birleşen blok ça-
lışmalarının bulunması hâlinde davanın yasal dayanağını oluştu-
ran ve 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesi ile koşut düzenleme
içeren 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinde düzenlenen hak
düşürücü sürenin dolduğundan söz etmenin mümkün olmadığı,
bu itibarla direnme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan boz-
ma nedenine göre incelenmeyen davanın esasına ilişkin temyiz iti-
razlarının incelemesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi ge-
rektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından
benimsenmemiştir.
Yargıtay Kararları 421

Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel


Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde dire-
nilmesi doğru olmamıştır.
O hâlde direnme kararı bozulmalıdır.
KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Fer’î müdahil ... Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü
ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ne-
denlerden dolayı 6100 sayılı Kanun›un 371 inci maddesi gereğince
BOZULMASINA, (……) oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
1. İlk Derece Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlık;
05.11.2020 tarihinde açılan eldeki davada davalı işveren tarafın-
dan davacının 24.04.2000-03.05.2000 tarihleri arasında çalıştı-
ğının Kuruma bildirildiği gözetildiğinde 01.04.1999-23.04.2000
tarihleri arasındaki çalışma dönemi yönünden hak düşürücü süre-
nin geçip geçmediği noktasında toplanmaktadır.
2. Çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılınma-
mıştır.
3. 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Si-
gortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (5510 sayılı Kanun)’nun
geçici 7 nci maddesinin birinci fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük
tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli
ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga
17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sa-
yılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici
20’inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile
hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri,
borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi ol-
dukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” yönünde dü-
zenleme bulunmaktadır.
4. Bu durumda 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin
hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Ka-
nunu (506 sayılı Kanun); bu tarihten sonraki dönem bakımından
422 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup


uyuşmazlık konusu dönem dikkate alındığında davanın yasal da-
yanağı 506 sayılı Kanun hükümleridir.
5. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve
5510 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ben-
di kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç
başlık altında toplanmaktadır.
6. Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşme-
sine dayanması, b) işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sa-
yılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın
506 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6
ncı maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralana-
bilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması
zorunludur.
7. Dolayısıyla sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hiz-
met sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir
sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde sigortalı-
lıktan söz edilmesi de mümkün olmayacaktır.
8. Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalış-
tırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına ye-
terli değildir. Ayrıca işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sa-
yılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un
5 inci maddesine göre (5510 sayılı Kanun’un md. 11) işyeri, bir
hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından
çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü
bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzir-
me, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek
eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da işye-
rinden sayılır.
9. Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un geçici 7 nci maddesi uyarınca,
uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun’un 2 nci ve 6 ncı maddele-
rinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, ken-
diliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Ka-
nun’un 3 üncü maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir.
Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı
niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesinin birin-
Yargıtay Kararları 423

ci fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir (5510 sayılı Kanun 4 ve


92 nci maddeleri).
10. Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları ön-
celikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve
Kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşulları-
na bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya
eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgu-
su ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek
için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup ülkenin gerçekle-
rinden biridir. İşte bu noktada, işçinin birtakım yasal haklardan
yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği
ortaya çıkmaktadır.
11. Bilindiği üzere, sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu dü-
zenini ilgilendirmekte olup, bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve
özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların yasal dayanak-
larından olan 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu
fıkrasında; “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından
verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıla-
rın hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde
mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri” düzenlen-
miştir.
12. Sigortasız çalışmaların tespiti yönünden dava açma ve hak
arama özgürlüğüne getirilen süre sınırlaması başka bir deyişle
dava açma süresinin beş yıl ile sınırlandırılması doğrudan doğruya
hakkın mevcudiyetini etkilediğinden hak düşürücü niteliktedir ve
bu sürenin geçmesi ile hak bir daha canlanmamak üzere ortadan
kalkmaktadır. 506 sayılı Kanun’un kabul edilip yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla beş yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 tarihin-
de yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun’un 5 inci maddesiyle on yıla
çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995
sayılı Kanun’un 3 üncü maddesiyle yeniden beş yıl olarak düzen-
lenmiş olup 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesinin dokuzuncu
fıkrasında da bu süre beş yıl olarak geçerliliğini korumaktadır.
13. Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmemiş veya dü-
zenlenmesine karşın hak düşürücü süre içerisinde Kuruma veril-
memiş, süresi içerisinde Kuruma verilen dönem bordroları ile bil-
424 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dirim yapılmamış, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince


herhangi bir tespit yapılmamış ise, hizmetlerin tespitini talep eden
kişilerin hak düşürücü süre geçmeden dava açması zorunludur.
14. İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgele-
ri Kuruma vermesi gerektiği 506 sayılı Kanun’un 79 uncu mad-
desinin birinci fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe
bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde
işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta
primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu, vs.dir.
Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması
hâlinde artık Kanun’un 79 uncu maddesinin onuncu fıkrasında dü-
zenlenen hak düşürücü süreden söz edilemez.
15. Yargıtayın yerleşmiş uygulamalarına göre; eğer sayılan bel-
gelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun si-
gortalının çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti
davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği
kabul edilmektedir.
16. Diğer taraftan, Kurum tarafından yapılan bir tespitin olma-
sı hâlinde de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Bu kabulun temelinde
yatan neden; hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmî bildirim
yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tâbi tutulmalarının hu-
kuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.
17. Somut olayda 24.04.2000-03.05.2000 tarihleri arasında
davalı işverene ait işyerinden davacı adına hizmet bildirimi yapıl-
dığı ancak ihtilaflı dönem olan 01.04.1999-23.04.2000 tarihleri
arasında Kuruma yapılmış bildirim bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda davacının 24.04.2000-03.05.2000 tarihleri arasında
Kuruma bildirilen hizmetleri nedeniyle dava konusu dönem ile bir-
likte birleşen blok çalışmalarının bulunması hâlinde davanın yasal
dayanağını oluşturan ve 5510 sayılı Kanun’un 86 ncı maddesi ile
koşut düzenleme içeren 506 sayılı Kanun’un 79 uncu maddesinde
düzenlenen hak düşürücü sürenin dolduğundan söz etmek müm-
kün değildir.
18. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.01.2022 ta-
rihli ve 2019/(21)10-766 Esas, 2022/31 Karar, 15.06.2021 tarih-
li ve 2017/10(21)-2230 Esas, 2021/755 Karar, 09.07.2020 tarihli
Yargıtay Kararları 425

ve 2016/10-2343 Esas, 2020/560 Karar ile 18.04.2019 tarihli ve


2015/10-3515 Esas, 2019/481 Karar sayılı kararları da aynı doğ-
rultudadır.
19. Bu itibarla direnme kararı usul ve yasaya uygun olup boz-
ma nedenine göre incelenmeyen davanın esasına ilişkin temyiz iti-
razlarının incelemesi dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği
görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma düşüncesine
katılamıyoruz.
426 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

UZMAN BİLİRKİŞİ

Uyuşmazlık, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi


raporunu düzenleyen heyette hava taşıma hukuku ko-
nusunda uzmanlığı bulunan bilirkişinin bulunmaması
karşısında, içinde anılan bilirkişinin de bulunduğu yeni
bir heyetten bilirkişi raporu alınmasının gerekli olup ol-
madığı, buradan varılacak sonuca göre davalının oluşan
zarardan sorumlu olup olmadığı noktalarında toplan-
maktadır.
(YHGK, E. 2017/3183, K. 2021/735, T. 10.06.2021)1

Özet: Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan


yargılama sonunda, 1’nci Asliye Ticaret Mahkemesince verilen da-
vanın reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi
üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda
bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnil-
miştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili; müvekkili tarafından Slovenya’ya ihraç edilmek
üzere davalının ... Havalimanındaki antreposuna gümrük belge ve
beyannamelerinde miktarı yazılı emtianın fatura karşılığı teslim
edildiğini, ancak havaalanında çıkan yangının davalının antrepo-
suna sirayet etmesi nedeniyle müvekkiline ait malların da yana-
rak zayi olduğunu, bugüne kadar müvekkilinin zararının tazmin
edilmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kay-
dıyla 7.919,25 Euro karşılığı 15.718TL’nin 24.05.2006 tarihinden
itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar
verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin taşıyıcı havayolu şirketlerine
antrepo hizmeti verdiğini ve bu bağlamda taşıyıcıların ifa yardımcı-
sı olduğunu, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğüne
(DHMİ) ait “sundurma” bölümünde çıkan yangında müvekkilinin
hiçbir kusurunun bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini sa-
vunmuştur.

1 Kararın tam metni için; Yargıtay Karar Arama, “https://karararama.yargitay.gov.tr/”,


(son erişim: 28.06.2023).
Yargıtay Kararları 427

Fer’i müdahil Havaalanları Yer Hizmetleri A.Ş. vekili; DHMİ’ye


ait sundurmada başladığı anlaşılan yangının çıkmasında müvekki-
linin herhangi bir kusurunun bulunmadığını, ayrıca müvekkiline
kiracı sıfatı ile antreponun evsaf ve şartları yönünden yükletilmesi
mümkün herhangi bir kusurun ve sorumluluğu bulunmadığını be-
lirtmiştir. Fer’i müdahil DHMİ vekili; yangın mahallindeki mevcut
antrepo ve geçici depolama alanlarının sırasıyla ..., davalı ve dava
dışı (…) Hava Servisi tarafından Gümrük İdaresinin kontrolünde
işletilmekte olduğunu, antrepo ve geçici depolama alanlarının mü-
vekkili tarafından havalimanı işletmecisi sıfatıyla adı geçen şirket-
lere kiralandığını, bu kapsamda müvekkiline yöneltilebilecek her-
hangi bir kusur ve sorumluğu bulunmadığını belirtmiştir.
Asliye Ticaret Mahkemesinin 14.03.2011 tarihli ve E. 2007/154,
K. 2011/87 sayılı kararı ile; zarara sebebiyet veren yangının çıkış
nedeninin belirlenemediği, ancak bina maliki sıfatı ile bu olayda
tedbir alma yükümlülüğünün ve objektif sorumluluğun kamu orga-
nı sıfatı ile devlet adına kullanan DHMİ’ne ait bulunduğu, yangının
ilk olarak çıktığı sundurma kısmı ile davalı tarafından kiralanan
yerin DHMİ’nin münhasır sorumluluğu ve denetimi altında olduğu,
antrepo kiracısı olan davalının kiracıdan beklenen özeni gösterme-
diğinin kanıtlanamadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar veril-
miştir. Davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 07.12.2012 tarihli ve E.
2011/13482, K. 2012/20169 sayılı kararı ile; “... Dava, davalıya
teslim edilen emtianın, antrepoda çıkan yangın nedeniyle zayi
olduğu iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. İhtilaf,
davalının oluşan zarardan sorumlu olup olmadığı, sorumlu ise
hangi sıfatla ve ne miktarda sorumlu olduğu hususlarında top-
lanmaktadır. Mahkemece, yangının ilk olarak çıktığı sundurma
kısmı ile davalı tarafından kiralanan yerin DHMİ’nin münhasır
sorumluluğu ve denetimi altında olduğu, antrepo kiracısı olan
davalının kiracıdan beklenen özeni göstermediğinin kanıtlana-
madığı gerekçeleriyle davanın reddine” karar verilmiş ise de varı-
lan sonuç ve verilen karar eksik incelemeye dayalı olarak verilmiş-
tir. Zira mahkemece hükme esas alınan raporu düzenleyen heyette,
hava taşıması konusunda uzmanlığı bulunan bilirkişi bulunma-
dığı gibi, dosya içinde mevcut, davalı tarafından davacı adına dü-
428 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

zenlenmiş 24.05.2006 tarihli ardiye faturası da bilirkişi heyetince


yeterince değerlendirilmemiştir. Bu itibarla, “mahkemece, içinde
hava taşıma hukuku konusunda uzmanlığı bulunan bir bilirki-
şinin de bulunduğu yeni bir heyetten, tarafların iddia ve savun-
maları ile alınan bilirkişi raporlarına karşı tarafların yaptıkları
itirazları değerlendiren, buna göre davalının hukuki durumu ile
oluşan hasar nedeniyle sorumlu olup olmadığı, sorumlu ise mik-
tarının ne olduğunu belirleyen rapor alınmak suretiyle, oluşacak
sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye da-
yalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu ne-
denle bozulması gerekmiştir ... ” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme: 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 02.04.2014 tarihli
ve E. 2014/30, K. 2014/74 sayılı kararı ile; “Önceki gerekçelere ek
olarak, davalının BK’nin 473 vd. maddelerinde düzenlenen depo
işletmecisi olduğu, ancak depo sahibinin eşyayı korumak ve iade
etmek yükümlülüğü bulunmakla beraber somut olayda eşyanın
yanmasına sebep olan yangını davalının önlemesinin mümkün
olmadığı, ne yaparsa yapsın oluşan zararın önüne geçemeye-
ceği, davalının kendi kusurundan kaynaklanmayan bir olaydan
dolayı sorumlu tutulmasının hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşma-
yacağı, zira yangının çıkış sebebi yönünden davalı antrepo işlet-
mecisine yüklenebilecek bir kusurun olmadığı, yangının boyutu
ve yayılma hızına göre muhafaza ve istif koşullarından dolayı
zararın artmasından da söz edilemeyeceği, hava taşıma hukuku
konusunda uzmanlığı bulunan bilirkişinin de bulunduğu yeni bir
heyetten rapor alınmasının da sonuca bir etkisinin olmayaca-
ğı, zira dosya kapsamında aynı yangın sebebiyle açılan maddi
tazminat davalarında alınan raporlar, tespit raporları ve bu dos-
yada alınan bilirkişi kurulu raporları gözetildiğinde davalının
hukukî durumunun oluşan hasar sebebiyle sorumlu olmayacağı
yönünde olduğu” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme
kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe: “Havayolu ile Taşıma Sözleşmesi”, yolcu veya yükün
havayolu ile bir ücret karşılığında taşınması için yapılan sözleşme-
dir. Bu sözleşmede hareket yeri ve varış yeri aynı olan bir taşıma
söz konusu ise iç taşımadan; hareket yeri ve varış yeri farklı iki
ülkede olan veya her ikisi de aynı ülkede olmasına rağmen baş-
Yargıtay Kararları 429

ka bir devletin ülkesinde bir duraklama yerinin kararlaştırılmış


olduğu taşıma söz konusu ise uluslararası taşımadan bahsedile-
cektir. Türkiye’de havayoluyla yapılan iç taşımalarda 2920 sayılı
Türk Sivil Havacılık Kanunu (TSHK) uygulanacak; bu Kanun’da
hüküm bulunmayan hâllerde ise TSHK’nin 106. maddesi gereğince
Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların hükümleri ve
bu anlaşmalarda da hüküm bulunmadığı hâllerde Türk Ticaret Ka-
nunu (TTK) hükümleri uygulanacaktır. Uluslararası taşımalarda
ise doğrudan Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların
uygulanması gerekecektir. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
anlaşmalar ise 1929 tarihli Uluslararası Hava Taşımalarına İlişkin
Bazı Kuralların Birleştirilmesi Hakkında Sözleşme ve Eki Proto-
kol ile 4 numaralı Montreal Protokolü (Varşova Konvansiyonu) ve
bu Sözleşme ile kurulan sistemin günümüz şartlarına uygun hâle
getirilmesi amacıyla hazırlanan 1999 tarihli Hava Yoluyla Ulusla-
rarası Taşımacılığa İlişkin Belirli Kuralların Birleştirilmesine Dair
Sözleşme’dir (Montreal Konvansiyonu). Ülkemizin Varşova Kon-
vansiyonuna katılması 01.03.1977 tarihli ve 2073 sayılı Kanunla
uygun bulunmuştur. Montreal Konvansiyonu ise ülkemiz tarafın-
dan 28.05.1999 tarihinde imzalanmış, ancak 26.03.2011 tarihin-
de yürürlüğe girmiştir. Bu kapsamda taşıma sözleşmesinin tarihi
veya akit devletin Montreal Konvansiyonuna taraf olup olmaması
gözetilerek Varşova Konvansiyonu da uyuşmazlıklara uygulanacak-
tır. Dolayısıyla eldeki davada Montreal Konvansiyonu hükümleri
değil taşıma sözleşmesi tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Ulus-
lararası Hava Taşımalarına İlişkin Bazı Kuralların Birleştirilmesi
Hakkında Sözleşme ve Eki Protokol ile 4 numaralı Montreal Proto-
kolü (Varşova Konvansiyonu) ile değişik hükümlerinin uygulanma-
sı gerekmektedir.
Bilindiği üzere taşıma hukukunda hangi tür taşıma olursa ol-
sun, taşıyıcı bakımından eşya (yük) taşımalarında ziya ve hasar-
dan dolayı sorumluluk ile gecikmeden doğan sorumluluk; yolcu
(insan) taşımalarında ise ölümden veya cismani zarardan dolayı
sorumluluk ile gecikmeden doğan sorumluluk düzenlenmiş ve bu
sorumluluk hâlleri bakımından taşıyıcının sorumluluğu sınırlan-
dırılmıştır. Bu sorumluluk hâlleri dışında ise taşıyıcının sorum-
luluğu genel hükümlere tabidir. Varşova Konvansiyonu’nun 18.
430 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

maddesi gereğince taşıyıcı, hava taşıması esnasında kayıtlı bagajın


tahribi, kaybı veya hasara uğraması veya yükün tahrip, kayıp veya
hasara uğraması hâlinde doğan zararlardan sorumludur. Hava ta-
şıması ise bagaj veya yükün bir hava alanında veya bir hava aracın-
da veya hava alanı dışına iniş yapılması hâlinde herhangi bir yerde,
taşıyıcının koruması altında bulunduğu süreyi kapsamaktadır (m.
18/4). Buna göre eşyanın taşıyıcının sorumluluğunda bulunduğu
süre; “teslim alma ile teslim etme arasındaki zaman dilimidir”.
Varşova Konvansiyonu gereğince taşıyıcının sorumlu tutulabilmesi
için öncelikle yükün hava alanında veya bir hava aracında bulun-
ması ve yükün taşıyıcının zilyetliğine geçmiş olması gerekmektedir.
Taşıyıcı yükü bizzat kendisi teslim alabileceği gibi adamları marife-
tiyle de teslim alabilir. Örneğin gümrük mevzuatı gereğince yükün
havaalanında antrepoya teslim edilmesi taşıyıcıya teslim niteliğinde
olup, taşıyıcının sorumluluğu bu andan itibaren başlar.
Varşova Konvansiyonu gereğince taşıyıcının taşıma sözleşmesin-
den kaynaklanan sorumluluğu kural olarak kusur sorumluluğu-
dur. Anılan Konvansiyon’un olay tarihinde geçerli olan 20. madde-
sinde taşıyıcının sorumluluktan kurtulması için kurtuluş beyyinesi
düzenlenmiştir. Taşıyıcı yolcu ve bagaj taşımasında herhâlde, yük
taşımasında ise sadece gecikme hâlinde kurtuluş beyyinesi ikame
edebilecek, yük taşımasında ziya veya hasar hâlinde kurtuluş bey-
yinesi ikame etmesine imkân olmayacaktır. Taşıyıcının yük taşıma-
sında taşıyıcının ziya ve hasar sorumluluğu ile ilgili olarak mutlak
sorumluluk ilkesi kabul edilmiştir. Varşova Konvansiyonu gereğin-
ce taşıyıcının taşıma sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğu ku-
ral olarak sınırlı sorumluluk olup bu husus anılan Konvansiyon’un
22. maddesinde tüm sorumluluk hâlleri için ayrı ayrı düzenlen-
miştir. Bu itibarla anılan Konvansiyon’un 22. maddesinde özellikle
taşıyıcının yük taşımasında sorumluluğu, yük taşıyıcıya verilirken
gönderici varış yerinde teslimindeki menfaatine ilişkin özel bir bil-
dirimde bulunmadıkça ve gerekiyorsa ek bir meblağ ödemedikçe,
kilogram başına 17 Özel Çekme Hakkı (SDR) ile sınırlandırılmış-
tır. Varşova Konvansiyonu’nun 25/A maddesi gereğince taşıyıcının
yararlanma hakkına sahip olduğu sorumluluk sınırlamalarından
bazı durumlarda taşıyıcının adamlarının da yararlanacağı belirtil-
miştir. Görüldüğü üzere Varşova Konvansiyonu kapsamında taşı-
Yargıtay Kararları 431

yıcının yanı sıra adamlarına karşı da dava açılabilmektedir. Bir


zarar dolayısıyla taşıyıcının adamlarının sorumluluğuna gidilmesi
hâlinde taşıyıcının adamlarından her biri görevi çerçevesi içinde
hareket ettiğini ispat ederek anılan Konvansiyon hükümleri kapsa-
mında taşıyıcıya tanınan sınırlı sorumluluktan yararlanabilecektir.
“Görevi çerçevesi içinde hareket etmek” ifadesini “kendisine veri-
len görevi ifa ederken” şeklinde anlamak gerekir. Taşıyıcının ada-
mı görevi çerçevesinde hareket etmediği hâllerde ise genel hüküm-
lere göre sorumlu olacağı hiç şüphesizdir. Bu kapsamda taşıyıcının
adamı görevini yaparken hafif kusur hâlinde sınırlı sorumlu ola-
cak; ağır kusur ya da kast hâlinde hem taşıyıcı hem de adamı sınır-
sız sorumlu olacaktır. Varşova Konvansiyonu gereğince “taşıyıcının
adamı” kavramı; taşıyıcının hizmetinde olsun ya da olmasın onun
taşıma işi ile görevlendirdiği kimseyi ifade etmektedir. Dolayısıyla
sadece taşıyıcının kendi hizmetli ya da işçileri (mürettebat, bakım
personeli vs.) değil, aynı zamanda taşıyıcı tarafından kendilerine
tevdi edilen belli bir taşıma işinin belli bir kısmını yerine getiren
bağımsız çalışan kişiler de taşıyıcının adamı kavramına dâhildir.
Bu kapsamda yer ulaşım hizmeti veren kişi, antrepo işletmecisi,
yük kabul bürosu, alt taşıyıcılar hep taşıyıcının adamı olarak ka-
bul edilmelidir. Taşıyıcının adamının kişisel sorumluluğu Varşova
Konvansiyonu ile düzenlenmediğinden 818 sayılı BK’nın haksız fii-
le ilişkin hükümleri uygulanacaktır
Somut olayda; davacı vekili tarafından davalının antrepo sözleş-
mesi gereğince sorumlu olduğu ileri sürülmüş ve davalı tarafından
düzenlenen 30TL bedelli antrepo faturasına dayanılmış; davalı ve-
kili tarafından ise müvekkilinin taşıyıcı havayolu şirketine antrepo
hizmeti verdiği ve bu bağlamda taşıyıcının “ifa yardımcısı” olduğu
savunulmuştur.
Mahkemece, dosya kapsamında yer alan bilirkişi raporuna iti-
bar edilerek; dava konusu emtianın zayi olmasında davalının hiçbir
kusuru bulunmadığından bahisle davalının hem haksız fiil hüküm-
leri hem de antrepo sözleşmesi gereğince sorumlu olmadığı gerek-
çesiyle verilen davanın reddine ilişkin kararda direnilmiştir. Dosya
kapsamında yer alan bilirkişi raporunda, taraflar arasında akdi
ilişki bulunmadığı kabul edilmiş ve davalının sorumluluğu sadece
haksız fiil hükümlerine göre değerlendirilmiştir. Oysa davacı ile
432 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dava dışı taşıyıcı havayolu şirketi arasında, emtianın Türkiye’den


Slovenya’ya taşınması hususunda hava taşıması sözleşmesi olduğu
anlaşılmakta olup, yukarıda da bahsedildiği üzere hava taşıması
emtianın taşıyıcının adamına (antrepo işletmesine) teslim edilme-
si ile başlamaktadır. O hâlde davalının taşıyıcının adamı oldu-
ğu kanaatine varılırsa dava konusu uyuşmazlığın olay tarihi olan
24.05.2006 tarihi itibariyle yürürlükte bulunan hem Türkiye’nin
hem de Slovenya’nın taraf olduğu Varşova Konvansiyonu kapsa-
mında çözülmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca öncelikle davalı vekili tarafından; tatbikatta ha-
vayolu şirketlerinin yükleme, boşaltma, depolama gibi hizmetler
için bir başka kuruluş ile sözleşme yaptıkları ve hangi havaalanla-
rında hangi antrepo ile çalıştıklarını, antreponun talep edebilece-
ği birim fiyatlarla birlikte ilan ettikleri, ithalatçı veya ihracatçının
kargosunu göndermek üzere havayolu şirketi ile anlaştığında emti-
ayı havayolu şirketi adına depolama hizmeti veren kuruluşa teslim
ettiği veya teslim aldığı, havayolu şirketinin belirlenmesinin depo
edilecek antreponun da belirlenmesi anlamına geldiği, müvekkili
tarafından dava konusu emtianın havayolu şirketi nam ve hesabına
teslim alındığı, bu itibarla müvekkilinin taşıyıcının ifa yardımcısı
olduğu savunulduğuna göre davalı tarafından davacı adına düzen-
lenen 30TL antrepo faturası ve uluslararası havayolu taşımasında
uygulamanın nasıl olduğu değerlendirilerek taraflar arasındaki iliş-
kinin antrepo sözleşmesinden mi yoksa havayoluyla uluslararası
eşya taşıma sözleşmesinden mi kaynaklandığı belirlenmeli, netice-
sinde davalının oluşan zarardan sorumlu olup olmadığı, sorumlu
ise hangi sıfatla ve ne miktarda sorumlu olduğu tespit edilmelidir.
Bu itibarla mahkemece dava konusu uyuşmazlığın sadece hâ-
kimin hukukî bilgisi ile çözümlenemeyeceği dikkate alınarak
24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Ka-
nunu’nun 3/3 maddesinde belirtilen “Genel bilgi veya tecrübeyle
ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlen-
mesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” ilkesi
de göz önüne alınmak suretiyle içerisinde hava taşımasında uygula-
ma konusunda uzman bir bilirkişinin de bulunduğu bir heyetten
yukarıda bahsedilen hususları kapsayacak şekilde rapor alınarak
sonucuna göre karar verilmelidir.
Yargıtay Kararları 433

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bir kı-


sım üyelerce, davacının açıkça antrepo sözleşmesine dayandığı,
davalının taşıyıcının ifa yardımcısı olduğu yönündeki savunması
karşısında Varşova Konvansiyonu’nun uygulanıp uygulanamayaca-
ğı hususunun hâkim tarafından tartışılması gerektiği, bu hususun
hâkimin hukukî bilgisiyle çözümlenmesi mümkün olduğundan
bilirkişi raporu alınmasına gerek olmadığı, direnme kararının bu
farklı değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ile yine bir kı-
sım üyelerce, dava konusu uyuşmazlığa Varşova Konvansiyonu’nun
uygulanması gerektiği, ancak Varşova Konvansiyonu hükümlerin-
de taşıyıcının adamlarının taşıyıcı gibi sorumlu olduklarının belir-
tilmediği, bu durumda davalının sorumluluğuna genel hükümlerin
uygulanması gerektiği, davalıya ancak haksız fiil hükümlerine göre
bir kusur izafe edilebiliyorsa davalının Varşova Konvansiyonu’nun
25/A maddesi gereğince sorumlu olduğu, eğer davalıya hiçbir ku-
sur izafe edilemiyorsa davalının Varşova Konvansiyonu hükümleri
gereğince sorumlu olmadığı, davalının kusursuz olduğu ise dosya
kapsamı ile sabit olduğu, bu durumda sonucu itibariyle doğru olan
direnme kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği görü-
şü ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle
Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
SONUÇ
Açıklanan değişik nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazla-
rının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik
gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA… … HUMK’un 440-
III/1 maddesi gereğince miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapa-
lı olmak üzere, 10.06.2021 tarihinde oyçokluğu karar verildi.
434 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

İŞÇİLİK ALACAĞI

KISMİ DAVA ve EK DAVA

Uyuşmazlık, işçilik alacaklarının tahsili istemiyle açı-


lan asıl davada tespit edilen alacak miktarlarına ilişkin
hükmün onanarak kesinleşmesi üzerine asıl davanın,
alacakların bakiye kısmının tahsili istemiyle açılan ek
dava bakımından kesin hüküm oluşturup oluşturmaya-
cağı, buradan varılacak sonuca göre ek davada temyiz
aşamasında sunulan ödeme belgesi ile imzalı izin defteri
örneklerinin değerlendirilip değerlendirilemeyeceği nok-
tasındadır.
(YHGK, E. 2018/148, K. 2021/1183, T. 07.10.2021)1

Özet: Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı ya-


pılan yargılama sonunda, Adana 2. İş Mahkemesince verilen dava-
nın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi
üzerine Özel Dairece yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mah-
kemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme
kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
12. Adana 2. İş Mahkemesinin 14.05.2015 tarihli ve 2013/538
E., 2015/280 K. sayılı kararı ile; davacının 26.11.1993-20.04.2005
tarihleri arasında davalı işyerinde şoför olarak çalıştığı, iş sözleş-
mesinin ihbar öneli verilmeden haksız şekilde feshedildiği, mah-
kemenin 2005/1006 Esas sayılı dosyası ile davacının 14.878,71TL
alacağının bulunduğunun tespit edildiği, 2.754,83TL kısmının
hüküm altına alındığı ve kararın onanarak kesinleştiği, davacı-
nın bakiye 271,98TL ihbar tazminatı, 5.052,04TL kıdem tazmi-
natı, 1.209,03TL yıllık izin ücreti, 4.305,70TL fazla çalışma üc-
reti, 1.285,13TL hafta ve genel tatil ücreti olmak üzere toplam
12.123,88TL alacağının bulunduğu, kesin hüküm nedeniyle karar
tarihinden önceki delillerin dikkate alınmasının mümkün olmadığı

1 Kararın tam metni için; Yargıtay Karar Arama, “https://karararama.yargitay.gov.tr/”,


(son erişim: 28.06.2023).
Yargıtay Kararları 435

gerekçesiyle, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 14.11.2013 tarihli ve


2011/40631 E., 2013/29317 K. sayılı BOZMA hükmüne, direnme
kararı verilmiştir.
Gerekçe: Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu
durumlarda, sadece bir kısmının dava yoluyla ileri sürülmesi du-
rumunda “Kısmi Dava” söz konusudur. Dava açılırken, talep ko-
nusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olmadıkça kısmi
dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edil-
diği anlamına gelmez. Kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü
için gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha son-
ra ayrı bir dava açılması usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı
davaya, “Ek Dava” denilmektedir. Hemen burada, kısmi dava ve ek
davanın etkisi üzerinde durulmalıdır.
Her dava, kural olarak tespit ve eda kısımlarından oluşur. Da-
vanın kısmi nitelikte olması hâlinde önceden açılan davada kesin-
leşen kararın tespit kısmı, kalan kısım için açılan ikinci davanın
tespit kısmı için “Kesin Hüküm” oluşturur ve kuşkusuz bağlayıcı-
dır. Başka bir deyişle; kısmi dava sonunda davalının borcu öde-
meye mahkûm edilmesi veya kısmi davanın tamamen veya kısmen
reddine karar verilmiş olması hâlinde taraflar arasındaki borç iliş-
kisinin varlığı ya da yokluğu da tespit edilmiş olur ki; bu tespit
zorunlu olarak borç ilişkisinin tümünü kapsar. Bu nedenle kıs-
mi dava sonunda verilen ve kesinleşen kararın tespite ilişkin
bölümü, sonradan açılan ek dava için kesin hüküm oluşturur.
Kısacası ikinci davaya (ek davaya) bakan mahkeme, kısmi dava-
nın davalının sorumluluğuna ilişkin bu tespit bölümüyle bağlıdır.
Burada davalının haksızlığı olgusu artık tartışılamaz hâle gelmiş-
tir. Zira kesin hüküm bulunan bir konuda mahkemenin bu yönün
doğruluğunu yeniden araştırma ve inceleme konusu yapmasına
hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu yön kamu düzenine iliş-
kin olup mahkemeler ve Yargıtay’ca doğrudan (re’ sen) göz önünde
tutulmalıdır. Kısmi dava sürerken ek davanın açılmış olması hâ-
linde davalı ilk itirazda bulunarak birleştirme istememişse, kısmi
dava ile ek dava birleştirilemez. Ancak, ek davaya bakan mahkeme
kısmi davanın sonuçlanmasını bekletici sorun yapmalıdır. Çünkü
kısmi dava tamamen veya kısmen reddedilecek olursa bu karar ek
dava için kesin hüküm teşkil edecek, kısmi dava tamamen kabul
436 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

edilirse de kararın tespite ilişkin bölümü ek dava için kesin hüküm


oluşturacaktır.
Kısmi davada alınan ve kesinleşen hükmün dayanağını teşkil
eden bilirkişi raporunun kısmi dava tutarını aşan bölümünün
açılan ek davada mahkemeyi bağlayacak nitelikte bir kesin delil
mahiyetinde olup olmadığının değerlendirilmesinde de yarar
bulunmaktadır. Kural olarak, kısmi davada alınan bilirkişi ra-
porlarının açılan ek dava yönünden kesin delil olmayacağı gerek
öğretide gerek yargısal uygulamada kabul edilmiştir. Ne var ki,
kısmi davada kesinleşen hükme esas alınan rapor tümüyle ince-
leme ve itiraz konusu yapılıp, tüm yargısal denetim yollarından
geçerek toplam alacak miktarını ortaya koyacak şekilde kesin-
leşmiş ve taraflar yönünden yargısal denetim yolları tüketilerek
usulü kazanılmış haklar gerçekleşmişse kesin delil olarak de-
ğerlendirilmesi gerekeceği de ortadadır. Bu nedenledir ki, bilir-
kişi raporlarının takdiri delil oldukları kural ise de somut olayın
özelliklerine göre kesin delil niteliği alabilecekleri de göz ardı edil-
memelidir.
Somut olay bakımından, davacı tarafından davalı aleyhine açı-
lan Adana 2. İş Mahkemesinin 2005/1006 Esas sayılı kısmi dava
taleple bağlı kalınarak sonuçlanmış, böylece davaya dayanak alı-
nan hukukî ilişkinin varlığı saptanarak, davalının sorumluluğu
da Özel Daire tarafından onanmak suretiyle kesinleşen hükümle
tespit edilmiştir. Bu kararın tespite ilişkin bölümünün sonradan
açılan eldeki ek dava için kesin hüküm oluşturacağına da kuşku
bulunmamaktadır. Bakiye kısmın tahsili istemiyle açılan eldeki ek
davada, mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama
neticesinde verilen kabul kararının davalı vekili tarafından yeniden
temyiz edildiği ve temyiz dilekçesine 2002 ilâ 2004 yıllarını ve 1994
ilâ 1999 yıllarını kapsayan “yıllık ücretli izin defteri” başlıklı iki
adet belge ile kıdem ve ihbar tazminatlarının ödendiği iddiası ile
20.04.2005 tarihli “tediye makbuzu”nun eklendiği, Özel Dairece de
eklenen bu belgeler bakımından değerlendirme yapılması gerektiği
belirtilerek kararın bozulduğu anlaşılmaktadır. Bu aşamada uyuş-
mazlığın çözümü bakımından daha önce kısmi davada sunulan de-
lillerin bu defa ek davanın temyizi aşamasında yeniden sunulması
Yargıtay Kararları 437

ile sadece ek davada sunulan delillerin ne şekilde değerlendirilme-


si gerektiği önem taşımaktadır.
Yıllık ücretli izin defterinin, Adana 2. İş Mahkemesinin 2005/1006
Esas sayılı kısmi davada değerlendirilmesi ve verilen hükmün
davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk
Dairesinin 12.05.2010 tarihli ve E. 2008/28103, K. 2010/13007
sayılı kararı ile onanması karşısında, taraflar açısından kesinleşen
bu hususların yeniden inceleme konusu yapılması hukuken ola-
naklı değildir. Zira kısmi davaya sunulan 20.04.2005 tarihli tediye
makbuzu ile davacının 2002, 2003, 2004 yılları için toplamda 46
gün yıllık izin kullandığını gösteren yıllık ücretli izin defteri yargısal
denetim sırasında değerlendirilmiş; sonra açılacak ek davada hal-
ledilecek bir yön bırakılmadan mahkeme kararı onanmıştır. Kısmi
davadaki hükme esas alınan bilirkişi raporuna davalı itiraz etmiş;
bu itirazlarını temyiz isteklerine de konu etmişse de bunlar Özel
Dairece incelenerek sonuçta mahkemenin kabul kararı onanarak
kesin hüküm hâlini almıştır. O hâlde, Özel Dairenin ödeme bel-
gesi ile (2002 ilâ 2004 tarihlerini kapsayan) imzalı izin defterinin
değerlendirilmesi gerektiği yönündeki bozma gerekçesinin isabetli
olmadığı kabul edilmiştir. Ne var ki, 1994 ilâ 1999 yıllarını kapsa-
yan yıllık ücretli izin defteri sadece ek davada, ek davanın temyizi
aşamasında sunulduğundan, bu belge bakımından ayrı bir değer-
lendirme yapılması gerekmektedir.
Somut olayda dava, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan önce, sözlü yargılama
usulünün geçerli olduğu 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu döneminde açılmış olup, yargılama devam ederken HMK
yürürlüğe girmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) döne-
minde sözlü yargılama usulünün uygulandığı davalarda, tarafların
iddia ve savunmalarını bildirdikten sonra hâkimin tarafların delil-
lerini bildirmelerini ve göstermelerini isteyeceği, bu çerçevede bir
süre verebileceği (HUMK m. 486, 479), ancak tarafların tahkikat
bitinceye kadar delil ibraz edebileceği (m. 482), iddia ve savunmayı
genişletme ve değiştirme yasağının tarafların ilk duruşmada iddia
ve savunmalarını ileri sürmeleri ile başlayacağına (m. 482) dair hü-
438 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kümlere yer verilmiş; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’n-


da (HMK) ise basit yargılama usulüne göre görülen davalarda taraf-
ların, dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın
delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delille-
rini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve
dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilek-
çelerinde yer vermek zorunda oldukları düzenlenmiştir (m. 318).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 319. maddesinde,
basit yargılama usulüne tabî davalarda iddia ve savunmanın geniş-
letilmesi veya değiştirilmesi yasağı, davacının davanın açılması
anından itibaren iddiasını, davalının ise cevap dilekçesini mah-
kemeye verdiği andan itibaren savunmasını genişletemeyeceği
şeklinde düzenlenmiştir.
Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama netice-
sinde verilen kabul kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiş,
temyiz dilekçesine 1994 ilâ 1999 yıllarını kapsayan yıllık ücretli
izin defteri sureti eklenmiş ve eklenen bu belge bakımından de-
ğerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle Özel Dairece bozma
kararı verilmiştir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukukî olgular ışığında somut olay
değerlendirildiğinde; temyiz dilekçesi ekinde ibraz edilen yıllık izin
belgesinin, yargılamanın devamı sırasında gerek davacı işçinin be-
yanlarında gerekse davalı işverenin savunmalarında yer almadığı,
kaldı ki davalı işveren tarafından yıllık izin belgesinin yargılama
aşamasında sunulmamasına yönelik bir mazeret de ileri sürülme-
diği anlaşılmıştır. Diğer taraftan yıllık izinlerin kullanıldığını göste-
ren belgelerin işçinin imzasını taşıması durumunda, bu nitelikte-
ki belgeler ile yıllık izinlerin kullanıldığı ortaya konulacağından,
fesih ile birlikte muaccel bir borç haline gelen yıllık izin ücreti
hakkı doğmayacaktır. Bu itibarla, yıllık izinlerin kullanıldığını
gösteren belge borcu söndüren nitelikte bir belge olmayıp, hakkın
doğmadığını kanıtlayan nitelikte belgedir. Buna göre yasal düzen-
lemeler ve yıllık izin belgesinin niteliği dikkate alındığında, davalı
işverenin, kanuni süresinde sunmadığı hakkın doğmadığını göste-
ren 1994 ilâ 1999 yıllarını kapsayan yıllık izin belgesine dayanması
mümkün değildir.
Yargıtay Kararları 439

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, iş söz-


leşmesi devam ederken yıllık izin hakkının alacağa dönüşmediği
ve işverenin yıllık izinleri fiilen kullandırmasının gerektiği, ancak
iş sözleşmesi herhangi bir sebeple sona erdiği takdirde bu borcun
para alacağına dönüştüğü ve ispatın yıllık izin defteri ile mümkün
olduğu, işçiye fiilen izin kullandırılarak bu alacağın ödendiğini iş-
verenin ancak yıllık izin defteri ile ispat edebileceği, o nedenle ilk
defa ek davada sunulan ve daha önce değerlendirilmeyen 1994 ilâ
1999 yıllarını kapsayan yıllık ücretli izin defterinin değerlendiril-
mesinin gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu
tarafından benimsenmemiştir.
SONUÇ
Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi
ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve ne-
denlerden dolayı ONANMASINA … … Karar düzeltme yolu kapalı
olmak üzere, 07.10.2021 tarihinde oyçokluğu ile kesin olarak ka-
rar verildi.
440 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ

ERKEĞİN MADDİ TAZMİNAT TALEBİ



DUYGUSAL ŞİDDET-EKONOMİK ŞİDDET

EŞİT KUSUR • ADLİ YARDIM TALEBİ

USULİ KAZANILMIŞ HAK

İlk derece mahkemesi bozma öncesi kurmuş olduğu ilk


hükümde davacı-davalı erkeğe “Ekonomik şiddet” va-
kıasını kusur olarak yüklememiş ve bu karar davalı-da-
vacı kadın tarafından istinaf ve temyiz edilmeyerek bu
yönden davacı-davalı erkek yararına usûli kazanılmış
hak oluşmuştur.
Davacı-davalı erkek yararına uygun miktarda maddî taz-
minata (TMK m. 174/1) hükmedilecek yerde yanılgılı ge-
rekçe ile davacı-davalı erkeğin maddî tazminat talebinin
reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
(Y 2 HD, E.2022/8519, K.2022/7996, T.11.10.2022)1

ÖZET: “(….)Davalı-davacının adli yardım talebini içeren dilekçe-


si ve dosya kapsamındaki belge ve bilgiler hep birlikte değerlendi-
rildiğinde; kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma
düşürmeksizin ödemesi gereken kanun yoluna başvuru giderlerini
kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine
varıldığından, davalı-davacı kadının adli yardım talebinin kabulü-
ne karar vermek gerekmiştir.(..)
İlk derece mahkemesince bozmaya uyularak yapılan yargılama
sonucunda; son 5 yıldır bakım evinde bulunan davacı-davalı erke-
ği bu süre zarfında hiç ziyaret etmeyen, onunla ilgilenmeyen, bu

1 Kararın tamamı için https://karararama.yargitay.gov.tr adresine bknz)


Yargıtay Kararları 441

suretle erkeğe duygusal şiddet uygulayan davalı-davacı kadın ile


tarafların fiilen birlikte yaşadıkları süre zarfında müşterek evin ve
kadının maddi ihtiyaçlarını karşılamayan, fiili ayrılık döneminde
müşterek konutu satarak kadın ve çocukları müşterek evden çık-
mak zorunda bırakan, bu suretle kadına ekonomik şiddet uygula-
yan davacı-davalı erkeğin boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit
kusurlu oldukları gerekçesiyle erkeğin boşanma davasının kabulü
ile tarafların boşanmalarına, davacı-davalı erkeğin tazminat talep-
lerinin eşit kusur nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm bu ...
her iki tarafça (….) temyiz edilmiştir.
İlk derece mahkemesi bozma öncesi kurmuş olduğu ilk hüküm-
de davacı-davalı erkeğe “Ekonomik şiddet” vakıasını kusur olarak
yüklememiş ve bu karar davalı-davacı kadın tarafından istinaf ve
temyiz edilmeyerek bu yönden davacı-davalı erkek yararına usûli
kazanılmış hak oluşmuştur. Bozma sonrası ilk derece mahkeme-
since yapılan yargılama sonucunda davacı-davalı erkeğin bu usû-
li kazanılmış hakkına aykırı olacak şekilde anılan vakıanın dava-
cı-davalı erkeğe kusur olarak yüklenilmesi ve bunun sonucu olarak
boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların eşit kusurlu olduk-
larının kabulü doğru olmamıştır. Somut olayda boşanmaya sebebi-
yet veren olaylarda kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışla-
rı uyarınca davalı-davacı kadın tam kusurlu olup, yanılgılı gerekçe
ile tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü doğru görülmemiş,
bozmayı gerektirmiştir.
c) Yukarıda (3/b) bendinde açıklandığı üzere boşanmaya sebebi-
yet veren olaylarda davalı-davacı kadın tam kusurlu olup, kadının
bu kusurlu davranışları her ne kadar erkeğin kişilik haklarına sal-
dırı teşkil etmiyor ise de davacı-davalı erkek yararına somut olayda
Türk Medeni Kanunu’nun 174/1 maddesi koşulları oluşmuştur. O
halde, davacı-davalı erkek yararına uygun miktarda maddî tazmi-
nata (TMK m. 174/1) hükmedilecek yerde yanılgılı gerekçe ile da-
vacı-davalı erkeğin maddî tazminat talebinin reddi doğru görülme-
miş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün, yukarıda (3/b) ve (3/c) bent-
lerinde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, hükmün, bozmanın
kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yuka-
442 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

rıda (2.) ve (3/a) bentlerinde gösterilen sebeplerle ONANMASINA,


adli yardımdan yararlanması sebebiyle başlangıçta alınmamış olan
aşağıda yazılı karar ve ilam harcı ile temyiz başvuru harcının ...’ye
yükletilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran ...’e geri
verilmesine, oy birliğiyle karar verildi. 11.10.2022 (Salı)
Yargıtay Kararları 443

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ

EKSİK İŞLER NEDENİ İLE SATIN ALINAN TAŞINMAZDA


OLUŞAN DEĞER KAYBININ ÖDETİLMESİ

NİSBİ METOD • TİCARİ İŞLERDE TEMERRÜT FAİZ ORANI

Satılanın, tarafların kararlaştırdıkları satış bedeli gözetil-


meksizin satış tarihi itibariyle gerçek ayıpsız rayiç değeri
ile mevcut ayıplı halindeki rayiç değeri ayrı ayrı belirle-
nip bu iki değerin birbirine bölünmesi suretiyle (Nisbi
Metod) elde edilecek oranın satış bedeline uygulanması
olup dükkanın alındığı tarih gözetilerek satış bedelinden
indirilmesi gereken miktarın bu metoda göre belirlenme-
si ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği, taşınma-
zın dava tarihindeki ayıplı ve ayıpsız değerinin belirlene-
rek yapılan hesaplamaya göre karar verilmiş olmasının
hatalı olduğu,
6102 Sayılı TTK M. 19/2 uyarınca taraflardan biri için tica-
ri iş niteliğinde olan sözleşmeler kanunda aksine hüküm
bulunmadıkça diğeri içinde ticari iş sayılacağı - davacı-
ların alacağın avans faizi ile tahsilini isteyebileceği hak-
kında
(Y 3HD, E.2022/7366, K.2022/9735, T.21.12.2022)1

ÖZET: “(…) Davacılar, davalıların proje ortağı olarak inşa ettik-


leri alışveriş merkezinin 1. katında yer alan 15 numaralı dükkan
niteliğindeki bağımsız bölümü iş yeri gayrimenkul satış vaadi söz-
leşmesi ile satın aldıklarını, tapuda adlarına tescil edildiğini ancak
davalıların alışveriş merkezini faaliyete geçirmemeleri nedeniyle
kira kaybı, değer kaybı ve değer artışının gerçekleşememesinden

1 Kararın tam metni için https://karararama.yargitay.gov.tr adresine bknz. Son erişim:


29.05.2023)
444 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

dolayı zarara uğradıklarını, AVM’nin tamamının faaliyete geçiril-


memesi nedeniyle tek bir bağımsız bölümden yararlanılmasının
mümkün olmadığını, ayrıca AVM’nin dere yatağında kurulmuş ol-
duğundan bahisle, öncelikle satış sözleşmesinin feshine, adlarına
olan tapu kaydının iptali ile davalılar adına tesciline, satış bede-
linden şimdilik 40.000 TL’nin avans faizi ile davalılardan tahsili-
ne, bu taleplerinin kabul olmaması durumunda ise fazlaya ilişkin
talep haklarının saklı kalması kaydıyla şimdilik 10.000 TL yoksun
kaldıkları kira kaybının, 10.000 TL değer kaybının ve 10.000 TL
değer artışı zararlarının 13/06/2008 tarihinden itibaren avans faizi
ile müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline karar veril-
mesini istemişlerdir.
Davalı ... A.Ş., dava konusu taşınmaza ait AVM’nin ruhsatlı ve
iskanlı olduğunu, işletilmesinde engel bulunmadığını, diğer dava-
lı tarafından inşaa edildiğini, Başakşehir Belediye Başkanlığı’nın
projeye aykırı imalatlar yapıldığı gerekçesi ile 14/12/2009 tarihin-
de yapı tadil tutanağı düzenlediğini, projeye aykırılıkların kendileri
tarafından giderildiğini, davacıların dava konusu taşınmazı diğer
davalı şirketten satın aldıklarını, dava konusu iş yerinin sözleşme-
ye uygun olarak 27/06/2008 tarihinde tapuda devrinin yapılarak
davacılara teslim edildiğini, AVM’nin geç faaliyete geçme sebebinin
2009 yılında meydana gelen sel baskınından zarar görmesi ve dük-
kan sahiplerinin yüksek kira talep etmeleri olduğunu belirterek
davanın reddini dilemiştir.
Uyuşmazlık, satış esnasında sunulan proje ve tanıtımlarda be-
lirtilen ancak bunlara uygun olarak yapılmayan ve eksik yapılan
işler nedeni ile davacının satın aldığı dükkanda oluşan değer kay-
bının ödetilmesi talebine ilişkindir.(…)
818 Sayılı BK’nun 198.maddesi hükmüne göre, alıcı, teslim
aldığı malı işlerin olağan akışına göre, imkan bulunur bulunmaz
gözden geçirmek ve satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp
gördüğü zaman bunu satıcıya uygun süre içinde ihbar etmekle yü-
kümlüdür. Bunu ihmal ettiği takdirde satılanı kabul etmiş sayılır.
Ancak, satılanda olağan bir gözden geçirme ile meydana çıkarıla-
mayacak bir ayıp bulunması halinde bu ayıp sonradan meydana
çıkarsa, bu durumu da hemen satıcıya bildirmediği takdirde yine
Yargıtay Kararları 445

satılanı bu ayıp ile birlikte kabul etmiş sayılır. O halde, gizli ayıp-
ların, dava zamanaşımı süresi içinde ve ayıp ortaya çıktıktan sonra
hemen ( dürüstlük kuralına uygun olan en kısa sürede ), ihbar
edilmesi; ayıbın açık mı, yoksa gizli mi olduğunun tayininde ise,
ortalama ( vasat ) bir tüketicinin bilgisinin dikkate alınması gerek-
mektedir.
Mahkemece satış bedelinden indirilecek tutarın tespitinde hatalı
değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Öyle ki satış bedelinden
indirilecek miktarın tespitinde, doktrinde, “mutlak metod”, “nis-
bi metod”ve “tazminat metodu” adıyla bilinen değişik görüşler
mevcutsa da, gerek Dairemiz gerekse Yargıtay tarafından öte-
den beri uygulanan “nispi metod” olarak adlandırılan hesapla-
ma yöntemi benimsenmektedir. ( Bkz. 13. HD. T.26.12.1997, E.
1997/7580; K. 1991/10870 ) Bu metoda göre satış tarihi itibariy-
le satılanın, ayıpsız ve ayıplı değerleri arasındaki oranın satış
bedeline yansıma miktarı belirlenmektedir. Başka bir ifadeyle
satılanın, tarafların kararlaştırdıkları satış bedeli gözetilmeksizin,
satış tarihi itibariyle gerçek ayıpsız rayiç değeri ile, mevcut ayıplı
halindeki rayiç değeri ayrı ayrı belirlenerek bu iki değerin birbiri-
ne bölünmesi suretiyle elde edilecek oran, satış bedeline uygulan-
maktadır. Somut olayda da, dava konusu dükkanın alındığı tarih
gözetilerek, satış bedelinden indirilmesi gereken miktarın bu meto-
da göre belirlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken
taşınmazın dava tarihindeki ayıplı ve ayıpsız değerinin belirlenerek
yapılan hesaplamaya göre karar verilmiş olması usul ve yasaya ay-
kırı olup, bozma nedenidir.
Davacılar, davalı ticari şirketlerden olan alacağının avans faizi
ile birlikte tahsili istemiyle eldeki davayı açmış; Mahkemece maddi
tazminat davasının kabulüne karar verilerek dava tarihinden itiba-
ren yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan
alınarak davacılara verilmesine karar verilmiştir.
Davalılar tacir olup, 6102 Sayılı TTK m. 19/2 uyarınca taraflar-
dan biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeler kanunda aksi-
ne hüküm bulunmadıkça diğeri içinde ticari iş sayılır. 6102 Sayılı
TTK m.8/1 ve 3095 Sayılı K.2/2. maddelerine göre ticari işlerde
temerrüt faiz oranı TCMB. nın kısa vadeli avanslar için uyguladığı
446 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

faiz oranıdır. Hal böyle olunca, davacılar, alacağının avans faizi ile
tahsilini isteyebilir. Bu durumda mahkemece, kabul edilen alaca-
ğa avans faizi yürütülecek şekilde karar verilmesi gerekirken, ya-
sal faiz uygulanmasına karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı
olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ
Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar
ve davalı ... Konut İmar Plan Turizm Ulaşım San. ve Tic. A.Ş.’nin
sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan
nedenlerle mahkeme kararının davalı yararına BOZULMASINA, ( 3
) numaralı bentte açıklanan nedenlerle mahkeme kararının davacı
yararına BOZULMASINA, (…..) oybirliği ile karar verildi.

MÜSPET ZARAR • USULÜNE UYGUN TEBLİGAT

Müspet zarar, alacaklının tam ve doğru ifaya olan menfa-


atini yansıtır. Bu menfaat, borçlu edimi vaktinde ifa etmiş
olsaydı alacaklı hangi ekonomik durumda olacak idiyse
o durumu ifade eder.
Muhatabın tebligat saatinde nerede olduğu, bu bilginin
kimden öğrenildiği, kapısına ihbarnamenin yapıştırılıp
yapıştırılmadığı fotokopi evraktan anlaşılamadığından
Mahkemece tebligatın usulüne uygunluğu konusunda
yeterli bir inceleme yapılmış olduğundan söz edilemez.
Tebliğ memurunun, durumu sadece tahkik etmiş olması
yeterli olmayıp tahkikatının sonucunu da tebliğ evrakına
yazması ve ilgilisine imzalatması gerekir.
(Y.3.H.D., E. 2020/5025, K. 2021/2396, T. 08.03.2021)2

Özet: Dava, borçlunun temerrüdü nedeniyle uğranılan müspet


zararın tazminine ilişkindir. Davacı, davalılarla aralarındaki (...)

2 Kararın tam metni için; Yargıtay Karar Arama, “https://karararama.yargitay.gov.tr/”,


(son erişim: 28.06.2023).
Yargıtay Kararları 447

Noterliğinde düzenlenen Gayrimenkul Satış Vaadi sözleşmesi gereği


hisselerine karşılık olmak üzere 15.000TL ödediğini, ancak taşın-
mazın 3. kişiye satıldığını ileri sürerek taşınmazın rayiç değerinin
şimdilik 30.000TL’sinin davalılardan müteselsilen ve müştereken
tahsiline olmazsa ödediği 15.000TL’nin 12.06.2000 tarihinden iti-
baren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve
müştereken tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, dava
sırasında talep sonucunu 36.000TL’ye yükseltmiştir.
Davalılar (...) ve (...), satış vaadi tarihinde taşınmazın üstünde
iştirak halinde mülkiyet söz konusu olduğunu, tek başlarına ta-
sarruf yetkileri olmadığından sözleşmenin geçersiz olduğunu diğer
hissedarlardan vekalet alamadıkları için mülkiyeti devredemedik-
lerini, sözleşmeyi kendilerine vekaleten imzalayan kişinin azle-
dildiğini ileri sürerek davanın reddini istemişler, davalı (...) ise
usulüne uygun tebliğe rağmen duruşmaya katılmamış, cevap da
vermemiştir
Alacaklının borçlanılan edimini ifa etmemesi yüzünden uğra-
nılan zarara müspet zarar denir. Müspet zarar, alacaklının tam
ve doğru ifaya olan menfaatini yansıtır. Bu menfaat, borçlu edimi
vaktinde ifa etmiş olsaydı alacaklı hangi ekonomik durumda ola-
cak idiyse o durumu ifade eder. Zararın belirlenmesi ve hesaplan-
masında esas alınacak tarih alacaklının ifadan vazgeçtiğini beyan
ettiği ya da vazgeçtiğinin anlaşıldığı tarihtir, (Fikret Eren, Borçlar
Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2015, s. 1117 ve 119).
Türk Borçlar Hukukunda kişiler, kanunun emredici hükümle-
rine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konu-
su imkânsız olmadıkça bir sözleşmenin içeriğini özgürce belirle-
yebilirler (6098 s. TBK m.26 ve 27/1). Kanunda, bir sözleşmenin
ileride kurulmasına ilişkin sözleşmelerin de geçerli olacağı açıkça
belirtilmiştir. (6098 s. TBK. m. 29/1). Buna göre kişilerin, tasar-
ruf hakkına sahip olmadığı bir malın ve hatta özel mülkiyete dahi
konu olamayacak bir taşınmazın satımı konusunda borçlandırıcı
işlem yapabilmeleri mümkündür. Bununla birlikte tasarruf hak-
kına sahip olmadığı bir malı satmayı taahhüt eden kişi, sıra ifa
zamanı geldiğinde tasarruf hakkı olmadığı için tasarruf işlemi ya-
pamadığında, diğer bir ifade ile mülkiyeti alıcıya tam ve gereği gibi
448 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

devredemediğinde, sözleşmede aksi kabul edilmiş olmadıkça bu


taahhüdü nedeniyle karşı tarafta meydana gelen zararı gidermek-
le yükümlü olur. Bu noktada satıcının temerrüdüne ilişkin Türk
Borçlar Kanunun özel nitelikteki hükümleri uygulama alanı bulur.
Borçlandırıcı işlemin temsilci aracılığı ile yapılabilmesi de müm-
kündür. Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesa-
bına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil
olunanı bağlar (6098 s. TBK m. 40/1).
Bir kişi temsil yetkisi olmadığı halde başka bir kişi adına bir hu-
kuki işlem veya sözleşme yaparsa yetkisiz temsil söz konusu olur.
Böyle bir durumda yapılan işlemin hüküm ve sonuçları temsil olu-
nanı bağlamaz. Bu işlemin temsil olunanı bağlaması için onun ta-
rafından onanmış olması gerekir (TBK m.46/1). Onama temsilciye
veya 3. kişiye varması gerekli tek taraflı bir irade beyanı ile yapılır.
Asıl işlem bir şekle bağlı olsa dahi onama şekle bağlı değildir. Dü-
rüstlük kuralları gerektirdiğinde hareketsizlik ve susma da onama
olarak kabul edilmelidir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hü-
kümler, Ankara 2015, s. 456). Temsil olunan ile temsilci arasın-
daki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı hallerde sözleşmenin
güvene dayalı olma niteliğinin bir sonucu olarak vekâlet veren ve
vekil, her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilirler
(6098 s. TBK m. 512). Ancak, vekâlet veren, vekilin sözleşmenin
sona erdiğini öğrenmeden önce yaptığı işlerden, sözleşme devam
ediyormuş gibi sorumlu olur (6098 s. TBK m. 514).
7201 sayılı Tebligat Kanunun 1. maddesinde noterler tarafın-
dan yapılacak elektronik ortam da dâhil tüm tebligatların, bu Ka-
nun hükümlerine göre Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü
veya memur vasıtasıyla yapılacağı belirtilmiştir. Buna göre noterce
yapılacak tebliğin sonuç doğurabilmesi için Kanunda ve Yönetme-
likte belirtilen usullere göre yapılmış olması veya usulsüz olmakla
birlikte muhatabın tebliğe muttali olduğunun ispatlanmış olması
(7201 s. K. m.32) gerekir. Tebligat Kanunun “Tebligat İmkansız-
lığı ve Tebellüğden İmtina” başlıklı 21.maddesinin 1. fıkrası hük-
müne göre, kendisine tebligat yapılacak kimse gösterilen adreste
bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ
olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından biri-
ne veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim
Yargıtay Kararları 449

eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen


adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulun-
mama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini
de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yöne-
tici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı
tarih, tebliğ tarihi sayılır. Tebligat Yönetmeliğinin 30.maddesinde
tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhte-
mel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi
üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını teb-
liğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde
bu durumu yazarak kendisinin imzalaması gerektiğinden bahse-
dilmiştir. Bunun dışında Tebligat Kanunu’nun ‘’Tebligat Mazbata-
sı’’ başlıklı 23. maddesinin 7. bendinde ‘’21. maddedeki durumun
tahaddüsü halinde bu hususlara mütaallik muamelenin yapıldı-
ğının, adreste bulunmama ve imtina için gösterilen sebebin tebli-
gat mazbatasına yazılmasının” emredildiği; ‘’Tebliğ mazbatasında
bulunması gereken bilgiler ve tanzimi’’ başlıklı Tebligat Yönetme-
liği’nin 35. maddesinin (f) bendinde ise 30. ve 31. maddelerdeki
durumların gerçekleşmesi halinde bu hususlarla ilgili hangi işlem-
lerin yapıldığının, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen
sebebin tebligat mazbatasına yazılması gerektiğinin belirtildiği gö-
rülmektedir. Buna göre denilebilir ki Tebligat Kanunu’nun m.21/1
hükmünün uygulanmasının gerektiği hallerde, Yönetmeliğin 30.
maddesi ile tebliğ memuruna ilgilinin neden adreste bulunmadığı
hususunu “tahkik etme” görevi de yüklenmiş bulunmaktadır. An-
cak tebliğ memurunun, durumu sadece tahkik etmiş olması yeterli
olmayıp tahkikatının sonucunu da Tebligat Kanunu›nun 23/7. ve
Tebligat Yönetmeliğinin 35/f bendi gereğince tebliğ evrakına yaz-
ması ve maddede açıkça belirtildiği üzere ilgilisine imzalatması ge-
rekir. Zira ancak bu şekilde, yapılan işlemin usulüne uygun olup
olmadığı, hâkim tarafından denetlenebilir.
Somut olayda, (...) Noterliğinin 12.06.2000 tarih ve 14232 yev-
miye nolu işlemiyle davalılar (...) ‘a vekaleten dava dışı (...) ile da-
vacı (...) ‘in, 1.000.000.000 TL bedel karşılığında davalıların (...)’de
bulunan 264 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki miras paylarının da-
vacıya satılmasına dair gayrimenkul satış vaadi sözleşmesini imza-
ladıkları, (...) ‹ün, (...) Noterliğinin 14.07.1993 ve 34936 yev. sayılı
450 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

işlemiyle onaylanan vekaletname ile (...) Noterliğinin 13.07.1993


ve 34659 yev. sayılı işlemiyle onaylanan vekâletname ile (...) Noter-
liğinin 02.03.1994 tarih ve 10421 yev. sayılı işlemiyle onaylanan
vekaletname ile (...) tarafından murislerinden intikal edecek taşın-
mazların dilediği bedel ve şartlarda dilediği kişilere satabilmesi
konusunda yetkilendirilmiş olduğu, ancak taşınmazın 30.10.2006
tarihinde dava dışı 3. kişiye tapuda devredildiği anlaşılmaktadır.
İlk olarak mahkemece verilen red kararının gerekçesinde ta-
şınmazın ... mirasçıları arasında iştirak halinde mülkiyete tabi
olmasına rağmen mirasçıların bir kısmı olan davalılardan alınan
vekaletname ile sözleşme yapıldığından bahsedilmişse de yukarıda
açılanan sözleşmenin içeriğini belirleme özgürlüğünün bir sonucu
olarak iştirak halinde malik olanların kendi hisselerini yahut ta-
şınmazın tamamını borçlandırıcı işleme konu etmeleri mümkün
ve geçerlidir. Diğer yandan Mahkemece, vekil olan dava dışı (...)
‹ün davalı (...) tarafından 05.06.2000 tarihli, davalı (...) tarafından
ise 12.01.2007 tarihli azilnameler ile azledildiğini, 05.06.2000 ta-
rihli azilnamenin (...) ‘e usulüne uygun olarak tebliğ edildiğinden
bahsedilmişse de öncelikle davalı (...) ile (...) taşınmaz satış vaadi
sözleşmesi tarihinden önce vekili azlettiklerine ilişkin bir savunma
yoktur. Bu nedenle mahkemenin bu davalılar yönünden red gerek-
çesi yerinde değildir.
Ayrıca, mahkemece davalı (...)’nın 05.06.2000 tarihli noter onay-
lı azilnamesinin dava konusu sözleşmeden önce vekil tarafından
öğrenilmiş olup olmadığı konusunda yeterli inceleme yapılmamış-
tır. (...) Noterliğince mahkemeye gönderilen, davalı (...)’ya ait azil-
namenin vekile tebliğine ilişkin tebligat mazbatasının onaylı foto-
kopisinde, matbu yazılı, okunamayan bir kaşe üzerine (...) adında
bir kişinin ve (...) muhtarının imzasının bulunduğu, mahkemece
tebligatın usulüne uygun olduğu kabul edilmiş ise de evrakın foto-
kopi olup yazılarının silik çıkması nedeniyle mazbatadan yukarıda
açıklanan kurallara göre yapılmış bir tebligatın olup olmadığının
belirgin olmadığı görülmektedir. Muhatabın tebligat saatinde nere-
de olduğu, bu bilginin kimden öğrenildiği, kapısına ihbarnamenin
yapıştırılıp yapıştırılmadığı fotokopi evraktan anlaşılamadığından
Mahkemece tebligatın usulüne uygunluğu konusunda yeterli bir in-
celeme yapılmış olduğundan söz edilemez.
Yargıtay Kararları 451

Mahkemece tebligat evrakının aslının ilgili yerden getirtilerek


tebligat usulünün denetlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi
gerekirken; silik yazılı fotokopi evraka dayanılarak tebligatın usu-
lüne uygun olduğunun kabul edilmesi ve buna bağlı olarak davalı
... ‘nın sözleşmeden sorumlu olmadığı gerekçesi ile hakkında dava-
nın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma
sebebidir.
Diğer davalılar (...) ise sözleşmeyi kendilerine vekaleten imzala-
yan dava dışı (...) ‹ü sözleşme tarihinden önce azletmediklerinden
vekilin kendileri ad ve hesabına yapmış olduğu, yukarıda açıkla-
nan nedenlerle hukuken geçerli bahse konu taşınmaz satış vaadi
sözleşmesi ile bağlı olup edimini gereği gibi ifa etmemiş olmaları
nedeniyle davacıya karşı sorumludurlar. Mahkemece bu husus göz
ardı edilerek yasal olmayan gerekçe ile davalı (...) ve (...) hakkın-
da davanın reddine karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırı
olup bozma nedenidir. Açıklanan nedenlerle her üç davalı hakkın-
da verilen yanlış değerlendirme ve eksik incelemeye dayalı red ka-
rarının bozulmasına karar verilmiştir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün
davacı yararına BOZULMASINA, … HUMK’nın 440.maddesi gere-
ğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar
düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.03.2021 tarihinde oybirliği ile
karar verildi.
452 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ

İŞÇİLİK ALACAKLARI BAKIMINDAN


BELİRSİZ ALACAK DAVASI

ALACAĞIN MIKTARININ BELIRLENEBILMESININ HÂKIMIN
TAKDIRINE BAĞLI OLDUĞU DURUMLAR

KOŞULLARI OLUŞMAYAN DAVANIN USULDEN REDDI

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdiri-


ne bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz ko-
nusu olur. Bu durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir
yetkisini nasıl kullanacağını bilemeyeceği için davanın
açıldığı tarihte alacağının miktarını belirleyebilecek du-
rumda değildir.
Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve üc-
ret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak be-
lirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın un-
surları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek
yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından
sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ih-
bar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir
(Y 9 HD, E. 2022/17925, K. 2023/2356 , T.15.02.2023)1

ÖZET:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 10.12.2000-
....07.2020 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde çalıştığını,
emekli olma hakkına dayanarak ... sözleşmesini ....07.2020 tari-

1 Kararın tamamı için, Yargıtay Karar Arama, https://karararama.yargitay.gov.tr bknz.


(Son Erişim 03.06.2023)
Yargıtay Kararları 453

hinde feshettiğini, kıdem tazminatına hak kazandığını ileri sürerek


kıdem tazminatı alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini
talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; kısmi dava açabilecekken be-
lirsiz alacak davası açan davacının davasının hukuki yarar yokluğu
nedeniyle usulden reddedilmesi gerektiğini, davacının kendi irade-
si ile istifa ederek ... sözleşmesini sonlandırdığını, emeklilik tahsis
başvurusunda bulunmadığını savunarak davanın reddini talep et-
miştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen ka-
rarı ile dosya kapsamı ve Sosyal Güvenlik Kurumu yazı cevabı dik-
kate alındığında davacı işçinin emeklilik konusunda yaş hariç di-
ğer kriterleri yerine getirmesi nedeniyle ... sözleşmesini feshettiği
ve kıdem tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulü-
ne karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
(…) Davalı vekili istinaf dilekçesinde; davacının alacağını belir-
leyebileceğini, davanın belirsiz alacak olarak açılmasında hukuki
yarar bulunmadığını, davacının işten ayrıldıktan sonra başka bir
işte çalışıp çalışmadığı yönünde araştırma yapmaksızın savunma
hakları kısıtlanarak eksik inceleme sonucu hüküm kurulduğunu,
davacının kendi isteği ile ....07.2020 tarihinde ... sözleşmesini fes-
hettiğini, kendi isteği ile işten ayrılan işçinin kıdem tazminatına
hak kazanamayacağını ileri sürerek İlk Derece Mahkemesi kararı-
nın kaldırılması ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiş-
tir.
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen
kararı ile kıdem tazminatı alacağının tahsiline ilişkin davanın be-
lirsiz alacak türünde açıldığı, ayni yardım yapıldığının da iddia
edilmediği, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı,
ıslah ile davanın türünün değiştirilemeyeceği, davanın hukuki ya-
rar dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesi
gerektiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü
454 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hak-


kında hüküm kurulmak suretiyle davanın hukuki yarar dava şartı
yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
(…) Davacı vekili temyiz dilekçesinde; davayı açmakta hukuki
yarar bulunduğunun tartışmasız olduğunu, belirsiz alacak davası
olarak açılan davada ıslah yapılarak talebin belirli hâle getirildiğini
ve harcın tamamlandığını, davanın haksız şekilde usulden reddine
karar verilmesinin kabul edilemez olduğunu belirterek Bölge Adli-
ye Mahkemesi kararının bozulmasını talep etmiştir.(..)
Uyuşmazlık; davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılma-
yacağı noktasında toplanmaktadır.(…)
Davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için, da-
vanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar
veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi
gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni
göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendi-
sinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak
imkânsızlığa dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya de-
ğerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve
belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı
döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve
dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın
elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale
geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın
miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdirine bağlı olduğu
durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu durum-
da davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını
bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını
belirleyebilecek durumda değildir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık
bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklene-
meyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep
sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.
Yargıtay Kararları 455

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya be-


lirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması
mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut
olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
... yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla
alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlen-
dirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması
şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kıs-
mi dava açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.
Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret
alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak
davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal
hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının
belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre belir-
lenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına
konu edilebilir.(…)
Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri
belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usul-
den reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin
tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. (…)
Somut uyuşmazlıkta, dava belirsiz alacak davası türünde açıl-
mıştır. Talep edilen kıdem tazminatı alacağının ise mevcut şekliyle
belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değildir. Bu neden-
le koşulları oluşmayan davanın usulden reddi gerekir. Ancak kara-
rın İlgili hukuk bölümünde açıklandığı üzere Dairemiz tarafından
daha önce bu tür davalarda, davanın hukuki yarar yokluğu sebe-
biyle dava şartı yokluğu nedeniyle reddi kararları verilmemiştir.
Davacının dava tarihi itibarıyla Dairenin önceki görüşüne
güvenerek davasını belirsiz alacak davası şeklinde açtığı anla-
şılmaktadır. Bu hâlde davacının bu güveni boşa çıkarılmamalı;
dava tarihi itibarıyla iki Dairenin birleşmesinden önceki Dai-
re uygulaması gereğince davanın belirsiz alacak davası şeklin-
de açabileceği kabul edilmelidir. Aksi takdirde hukuki belirli-
lik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkelerinin
ihlaline yol açılmış olur (9. HD, 16.03.2022T., 2022/649 E.,
2022/3499 K.).
456 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda açıklanan ilke ve esaslar


dikkate alınmadan kıdem tazminatına ilişkin davanın hukuki ya-
rar dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesi
hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle, Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi
kararının BOZULMASINA, (….) 15.02.2023 tarihinde oy birliğiyle
karar verildi.

KENDİ İSTEĞİ İLE İŞÇİ STATÜSÜNDEN SÖZLEŞMELİ


PERSONEL STATÜSÜNE GEÇEN İŞÇİ

HİZMETLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ

KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI

İşçinin, kamu kurumlarında işçilikte geçen hizmetlerinin


birleştirilmesi için önceki çalışmaların, fesih şekli itiba-
rıyla kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde sona er-
mesi gerektiği mülga 1475 sayılı Kanun›un 14/5. madde-
sinde açık biçimde düzenlenmiştir
İşçi daha iyi şartlarda ve ayrı bir statüde çalışma yolunu
seçmiştir. Bu itibarla istifa ile sona eren dönemin kıdem
tazminatı hesabında dikkate alınması doğru olmaz. Yar-
gıtay Hukuk Genel Kurulu kararları da bu doğrultudadır.
(Y 9 HD, E. 2021/11699, K.2021/15907, T. 29.11.2021)2

ÖZET: “(…) Taraflar arasında, davacının işçi statüsünde çalış-


tığı 01.06.1975-28.06.1998 tarihleri arasındaki süre yönünden,
kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı uyuşmazlık ko-
nusudur.

2 Kararın tamamına ulaşmak için https://karararama.yargitay.gov.tr bknz)


Yargıtay Kararları 457

Kıdem tazminatı, feshe bağlı haklardan olsa da, iş sözleşmesi-


nin sona erdiği her durumda talep hakkı doğmamaktadır.
İşçinin, kamu kurumlarında işçilikte geçen hizmetlerinin birleş-
tirilmesi için önceki çalışmaların, fesih şekli itibarıyla kıdem taz-
minatına hak kazanacak şekilde sona ermesi gerektiği mülga 1475
sayılı Kanun›un 14/5. maddesinde açık biçimde düzenlenmiştir.
İşyerinde işçi statüsünde çalışmakta olan ve kendi isteği ile ay-
rılarak bir kamu kurumunda memur ya da sözleşmeli personel
olarak çalışmaya başlayan işçi yönünden yapılan işlemin prosedür
gereği olduğundan da söz edilemez. İşçi daha iyi şartlarda ve ayrı
bir statüde çalışma yolunu seçmiştir. Bu itibarla istifa ile sona eren
dönemin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınması doğru ol-
maz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararları da bu doğrultudadır.
(Yargıtay H.G.K. 15.10.2008 gün 2008/ 9-586 E, 2008/ 633 K. ;
28.11.2007 gün 2007/ 9-814 E, 2008/ 896 K.).
Dosya içeriğinden
Somut olayda davacı; davalı kurumda, 01.06.1975-28.06.1998
tarihleri arasında işçi statüsünde, 29.06.1998-28.06.2013 tarihleri
arasında ise sözleşmeli personel statüsünde çalışmıştır. 2.6.1997
tarihli dilekçe ile, 1983 yılından beri sanatkar işçi olarak çalıştığını,
Atatürk Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu elektrik bölümü mezunu
olduğunu, işyerinde kalmak kaydı ile memur kadrosuna geçmek
istediğini belirtmiştir. Bu dilekçeden davacının, kendi isteği ile
işçi statüsünden sözleşmeli personel statüsüne geçmek istediği
anlaşılmaktadır. Davalı idarenin ihtiyaç nedeniyle davacı dahil
78 işçiyi sözleşmeli personel statüsüne geçirmiş olması, statü
değişikliğinin davacının iradesi ve istemi dışında gerçekleşti-
rildiğini göstermemektedir. Statü değişikliğinin işçinin iradesine
bağlı olarak gerçekleştiği, aynı işyerinde çalışmaya devam etmek
ile birlikte iş kanununa tabi iş sözleşmesinin 28.06.1998 tarihinde
işçinin isteği ile son bulduğu, 29.06.1998 tarihinden itibaren idari
mahiyetteki iş sözleşmesi ile çalışmasının devam ettiği, bu neden-
le iş sözleşmesinin devrinden söz edilemeyeceği, kendi isteğiyle iş
akdi son bulan işçinin kıdem tazminatı isteme hakkı bulunmadığı-
nın kabulü gerektiği sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle
458 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı


gerektirmiştir.
SONUÇ
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASI-
NA, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesi-
ne, 29/11/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay Kararları 459

YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ

GEMİADAMININ YABANCI BAYRAKLI GEMİDE VEFATI



UYGULANACAK HUKUK

Uyuşmazlığın temeli, davacılar murisinin yabancı bay-


raklı gemide iş kazasından vefatı sebebiyle hangi hukuk
kuralının uygulanması gerektiğine ilişkindir.
(Y.11. HD, E. 2020/1829, K. 2021/5101, T. 15.06.2021)1

ÖZET: Dava, iş kazasında ölüm nedeniyle destekten yoksun


kalma sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Davacı vekili; davalı şirket gemisinde “usta gemici” olarak çalışan
müvekkillerinin murisi ... ‘ın yoğun çalışma koşulları ve sıcak se-
bebiyle kalp krizi geçirerek 28/11/2008 tarihinde iş kazası nedeniy-
le vefat ettiğini, müvekkillerinden murisin eşi ... için 50.000,00TL
maddi, 50.000,00TL manevi, murisin çocukları ... ve ... için ayrı
ayrı 20.000,00TL maddi, 30.000,00TL manevi olmak üzere top-
lam 200.000,00TL alacağın vefat tarihinden itibaren işleyecek ya-
sal faizi ile birlikte davalı taraftan tahsilini, bu alacak gemi alaca-
ğı hakkı verdiği için davalı taraf ait gemi üzerinde kanuni rehin
hakkı tesisine karar verilmesini talep etmiştir. Davacılar vekili
16.07.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile ... için maddi tazminat tutarı-
nın 122.900,25TL olarak kabulünü talep etmiştir.
Davalı vekili; müvekkili şirketin ... gemisinin ticari işletmeciliği-
ni yaptığını, geminin donatanının dava dışı Lightwave Marine Co.
Ltd. firması, bağlama limanının Malta-Valetta olduğunu, davacıla-
rın murisi ile akdedilen iş sözleşmesinin de bu şirketle yapıldığını
savunarak, davanın pasif husumet yokluğunu ileri sürerek ve ku-
surunun bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilme-
sini talep etmiştir.

1 Kararın tam metni için; Yargıtay Karar Arama, “https://karararama.yargitay.gov.tr/”,


(son erişim: 28.06.2023).
460 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

İstanbul 17. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce bozmaya uyularak ve-


rilen 20.05.2019 tarih ve E. 2015/668, K. 2019/242 sayılı kararda;
“ … müteveffanın yaşı, önceden mevcut olan rahatsızlıkları ne-
deni kalp krizine bağlı ölüm olayının meydana gelmesinde kaçı-
nılmazlık faktörünün rol oynadığı, işverenin iş güvenliği önlemle-
rini alma ve bu kapsamda özen gösterme yükümlülüğüne aykırı
davranış veya ihmali olmadığı, davacıların murisinin kalp krizi
geçirmesinde davalı işverenin herhangi bir kusurunun bulunma-
dığı, hizmet sözleşmesi çerçevesinde önceki BK’nin 332, 98 ve 47.
maddelerine göre davacıların maddi ve manevi tazminat talep
etme haklarının bulunmadığı, davacıların murisi ... ‘ın davalı ile
imzaladığı iş akdinde “ITF Uniform TCC Collective Agreement”e
atıf yapılmış olduğundan bu kapsamda davalı şirket ile dava
dışı Uluslararası Taşımacılık İşleri Federasyonu ITF arasında
imzalanan sözleşmenin 25. maddesi gereğince gemi adamının
gemideki hizmeti esnasında veya denizde veya benzeri bir teh-
like sonucu ölmesi halinde donatanın gemi adamının eşine ve
18 yaşından küçük olan çocuklarına tazminat ödeneceği düzen-
lendiğinden ITF sözleşmesine göre ölüm olayının gerçekleştiği
2008 tarihinde eşe ödenecek tazminat tutarının 82.500,00USD
olacağı, müteveffanın çocukları davacılar ... ve ... ‘ın olay tarihin-
de 18 yaşından büyük olmaları nedeniyle tazminat talep etme
hakları bulunmadığı gerekçeleriyle dava dilekçesinde davacı eş
için 50.000,00TL maddi tazminat talebinde bulunulduktan son-
ra ıslah yolu ile bu talep 122.900,25TL’ye yükseltildiğinden ITF
Uniform TCC sözleşmesine göre kabulü gereken 82.500,00USD
dava tarihindeki kur üzerinden 124.665,75TL’ye tekabül etmekte
ise de, taleple bağlılık ilkesine göre davacı ... ‘ın maddi tazminat
talebinin ıslah edilen tutar olan 122.900,25TL üzerinden kabulü
ile … hüküm altına alınan alacak önceki TTK md. 1235 gereğin-
ce gemi alacaklısı hakkı veren alacaklardan olduğundan kabul
edilen tazminat miktarı ile sınırlı olmak üzere (...) isimli gemi
üzerine 6762 sayılı TTK’nun 1236. maddesi gereğince davacı le-
hine kanuni rehin hakkı tesis edilmesine, davacı ... ‘ın manevi
ve davacılar ... ile ... ‘ın maddi ve manevi tazminat taleplerinin
reddine …” karar verilmiştir. Kararı, davacılar vekili ve katılma
yoluyla da davalı vekili temyiz etmiştir.
Yargıtay Kararları 461

Mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş


olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına
göre, davacılar vekili ve katılma yoluyla davalı vekilinin bütün tem-
yiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacılar ve-
kili ve katılma yoluyla davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının
reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA …
15.06.2021 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY
Mahkemece, davacılar murisinin ölümünün iş kazası niteliğinde
olmadığı, murisin davalı şirketteki çalışmasının önceki BK’nın 332,
98 ve 47. maddeleri uyarınca tazminat talep edemeyeceği, ancak
ITF Uniform TCC Toplu İş Sözleşmesinde, gemi adamlarının ölü-
mü halinde sağ kalan eşe 82.500 USD ödeneceğine ilişkin hükme
binaen, davacı eş ... ’a ilişkin olarak bu miktar alacağın TL karşılığı
yönünden davanın kısmen kabulüne, diğer davacıların davasının
reddine karar verilmiş, karar Daire çoğunluğunda onanmıştır.
Somut olayda, muris ... ’ın 02.10.2008 tarihinde, İstanbul’da
mukim davalı işveren (…) ile “gemiadamı iş akti” sözleşmesi im-
zaladığı, işyeri adresi olarak Malta bayraklı ... gemisinin gösteril-
diği, taraflar arasında ITF Uniform TCC Toplu İş Sözleşmesi hü-
kümlerinin geçerli olduğu, davalının 28.11.2008 tarihinde kalp
krizi sonucu vefat ettiği, iki adet uzman doktor ve gemi inşaat ve
makine mühendisi iş güvenliği uzmanından oluşan bilirkişi heye-
tinin 24.07.2017 tarihli raporuna göre ölümün iş kazası niteliğin-
de olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, iş kazaları konusunda ihtisas
dairesi olan 21 ve 10.Hukuk Dairelerinin yerleşik içtihatlarında
da “gemiadamlarının” gemideki çalışmaları sırasında kalp kri-
zinden ölüm hadisesi alınacak doktor raporları doğrultusunda “iş
kazası” olarak yorumlanmaktadır (bkz. Y10HD, 16.11.2020 T.
ve E. 2020/6715, K. 2020/6531 ve Y21HD, 16.02.2016 T. ve E.
2015/16566, K. 2016/2077).
Davacılar murisinin işyerinin yabancı bayraklı gemi olması ne-
deniyle öncelikle uygulanacak hukukun tespiti gerekir. Bu konuda
462 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

MÖHUK’un 27. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca, öncelikli


hukuk seçimi varsa bu hukukun, bu yok ise, işçinin sürekli olarak
çalıştığı mutad işyeri hukukunun uygulanması gerekir. Ancak, iş-
çinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp devamlı olarak
birden fazla ülkede yapması halinde iş sözleşmesi, işverenin esas
işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tabidir. Öte yandan halin bü-
tün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili bir hukukun
bulunması halinde sözleşmeye ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri
yerine bu hukuk uygulanabilir. Somut olayda hem işçinin hem de
işverenin Türk olması ve ikametgahlarının Türkiye olması nedeniy-
le olaya Türk hukukunun uygulanması gerekir.
Türk Bayrağı taşıyan gemilerde çalışanlara uygulanan 854 sayılı
Deniz İş Kanunu kapsamına girmeyen işçiler yönünden bu işçiler
“gemiadamı” sıfatında olsalar bile, 4857 sayılı İş Kanunu hüküm-
lerinin uygulanması gerekir. Somut olayda taraflar arasında Deniz
İş Kanunu kapsamında bir iş sözleşmesi bulunmuyor ise de 4857
sayılı İş Kanunu’nun 2 ve 8.maddeleri uyarınca, taraflar arasında
02.10.2008 tarihli yazılı iş sözleşmesinin bulunduğu anlaşılmak-
tadır.
Davalı (…) A.Ş. ile dava dışı (...) gemisi donatanı Lightwawe Ltd.
arasında “gemi yönetim sözleşmesi” bulunduğu, böylelikle, dava-
lının yabancı bayraklı (...) gemisinin donatanı olmadığı, sözleşme-
lerin nisbiliği ilkesi çerçevesinde üçüncü kişileri bağlamayacağı,
kaldı ki, davalı gemi yönetim şirketinin birçok geminin yönetimini
aynı anda üstlenebileceği ve işçilerin işyerini 5857 sayılı İş Kanu-
nu uyarınca değiştirebileceği, o nedenle iş kazasında ölen murisin
Türk şirketinin işçisi olup, çalışma yerinin yabancı bayraklı gemi
olmasının İş Kanunu’nun getirdiği imkanlardan yararlanmasına
engel bulunmadığından, yerel mahkemenin, İş Kanunu hükümleri
yerine 818 sayılı önceki BK’nın 332 vd. “hizmet sözleşmesi” hü-
kümlerini uygulaması doğru olmamıştır.
Mahkemece alınan bilirkişi raporundan, davacılardan murisin
eşi ... ’ın 77.304TL, (..) ’in ise 12.459TL bedelinde destekten yok-
sun kaldıkları anlaşılmıştır. Olaya uygulanacak mülga 818 sayılı
BK’nın 45/2.maddesi ve mahkemece uygulanmasına karar verilen
BK’nın 332. maddesi kapsamında, işveren, işçinin çalışma sırasın-
Yargıtay Kararları 463

da maruz kaldığı tehlikelere karşı gereken sıhhi tedbirlere aykırı


hareket sebebiyle ölüm halinde de sorumlu tutulmuştur.
Her ne kadar, bütün gemi adamları iş sözleşmelerinde zorun-
lu olarak kabul edilen ITF Uniform TCC Toplu İş Sözleşmesinin
25.maddesi uyarınca, gemideki istihdam sırasında işçinin her han-
gi bir nedenle ölümü halinde 82.500USD tazminat ödeneceği hük-
mü söz konusu ise de, bu hükmün işverenin herhangi bir kusuru
olmaksızın meydana gelen ölümler için geçerli olup olmadığıi iş
yerinden kaynaklanan ölüm nedeniyle, bu kusurun karşılığı olarak
ayrıca maddi ve/veya en azından manevi tazminata hüküm olunma-
sının gerekip gerekmediği tartışılmaksızın sadece 82.500USD’ye
hüküm olunması doğru değildir.
Mahkemece teknik raporun aksine, murisin ölümünün “iş kaza-
sı” olmadığına ilişkin değerlendirmesi HMK hükümlerine ve yukar-
da bahsedilen yerleşik Yargıtay uygulamalarına aykırı olmuştur.
Yerel mahkemece, olayın iş kazası olduğunun kabulü ile murisin
eşi davacı eş ... ’ın ve oğlu ... ‘in iş kazasına dayalı maddi tazminat
talepleri ile tüm davacıların ise iş kazasına dayalı manevi tazminat
taleplerinin değerlendirilmesi gerekirken, sadece davacı ... ’ın mad-
di tazminat isteminin kısmen kabulü ile sair taleplerin reddine ka-
rar verilmesini doğru bulmadığımdan, mahkeme kararını onayan
Daire çoğunluğunun görüşlerine katılmıyorum.
464 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ

ASIL KİRA BORCUNUN FERİLERİNİN (FAİZ VE İCRA


MASRAFLARI TUTARI) YATIRILMAMASI

TEMERRÜT- TAHLİYE

KEFALET ŞEKİL ŞARTLARINA UYULMAMASI

Takip konusu aylara ilişkin kira bedellerinin ödeme emri-


nin tebliğ tarihinden itibaren İİK 269/c maddesi uyarınca
30 günlük ödeme süresi içinde borçlu kiracı tarafından
ödendiği görülmekle temerrüt oluşmadığından taşınma-
zın tahliyesinin istenemeyeceği, icra giderleri ve yapılan
masraflara ilişkin olarak alacaklının takibe devamının
mümkün olduğundan mahkemece tahliye talebinin red-
dine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulun-
madığı,
Kefilin sorumlu olduğu azami miktar ve kefalet tarihine
ilişkin el yazısı ile yazılmış bir ibarenin bulunmadığı, ke-
falet şekil şartlarına uyulmadığı bu nedenle kefalet söz-
leşmesinin geçersiz olduğu,
(Y 12 HD, E. 2023/793, K. 2023/2985, 02.05.2023 )

ÖZET: 1(…) Alacaklılar icra mahkemesine başvurusunda; dava-


lı borçlulara icra takibine ilişkin ödeme emri ayrı ayrı tebliğ edil-
mesine rağmen davalıların borca karşı süresi içerisinde itiraz etme-
dikleri ve takibin kesinleştiğini, ödeme emrinin davalılara tebliğini
müteakip davalılarca 14.07.2022 tarihinde icra dosya hesabının
alındığını ve İcra Müdürlüğünce yapılan hesaba göre dosya borcu-
nun 14.07.2022 tarihi itibariyle 214.138,60 TL olarak hesaplandı-
ğını, ancak daha sonra davalılarca 19.07.2022 tarihinde ikinci kez
dosyası hesabı alındığını ve dosya borcunun icra müdürlüğünce
aradan geçen 5 günlük sürede faiz de işlemiş olduğundan bu defa
Yargıtay Kararları 465

214.361,06 TL olarak hesaplandığını, davalılarca 19.07.2022 tari-


hinde icra dosyasına 214.138,60 TL ödeme yapıldığını, ancak ya-
pılan ödeme 14.07.2022 tarihli dosya hesabına göre yapıldığından
222,46 TL eksik ödeme yapıldığını, sonrasında ise yasal ödeme
süresi olan 30 günlük ödeme süresi içerisinde eksik olan kısmın
ödenmediğini, halen de ödenmediğini, bu haliyle davalı borçluların
temerrüde düştüklerini, bu nedenle davalı borçluların taşınmaz-
dan tahliyesine, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davalıya
yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen ka-
rarı ile; davalı borçluların icra takibine konu söz konusu aylara
ilişkin kira bedellerini 14.07.2022 tarihli dosya kapak hesabına is-
tinaden 30 günlük yasal sürede İcra Müdürlüğüne ödediği, asıl kira
borcunun ferilerinin (faiz ve icra masrafları tutarı) yatırılmaması
yerleşen içtihatlara göre temerrüde esas alınamayacağı belirtilerek
davanın reddine karar verilmiştir.(…)
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen
kararı ile takip konusu aylara ilişkin kira bedellerinin ödeme emri-
nin tebliğ tarihinden itibaren İİK 269/c maddesi uyarınca 30 günlük
ödeme süresi içinde borçlu kiracı tarafından ödendiği görülmekle
temerrüt oluşmadığından taşınmazın tahliyesinin istenemeyeceği,
icra giderleri ve yapılan masraflara ilişkin olarak alacaklının takibe
devamının mümkün olduğundan mahkemece tahliye talebinin red-
dine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı, öte
yandan takibe dayanak kira sözleşmesinin yapılan incelemesinde,
kiraya verenler tarafından temerrüt nedeniyle tahliye talepli ola-
rak aleyhine takip başlatılan ...’ın kira sözleşmesinin kefili olduğu,
(…) TBK’nın kefalet sözleşmesinde şekil şartlarını düzenleyen 583.
maddesine göre, kefilin sorumlu olduğu azami miktar ve kefalet
tarihine ilişkin el yazısı ile yazılmış bir ibarenin bulunmadığı, ke-
falet şekil şartlarına uyulmadığı bu nedenle kefalet sözleşmesinin
geçersiz olduğu, davalı borçlu ...’ın kira sözleşmesinde kefil olma-
sı nedeniyle alacaklı tarafından taşınmazdan tahliyesinin de talep
edilemeyeceği belirtilerek istinaf başvurusunun esastan reddine
karar verilmiştir.
466 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Alacaklılar temyiz başvurusunda; istinaf dilekçesinde ileri sür-


düğü sebepleri belirterek Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozul-
ması ve davanın kabulüne karar verilmesi istemi ile temyiz yoluna
başvurmuştur.(…)
Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savun-
malarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gere-
ken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava
şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerek-
çelere göre usul ve kanuna uygun olup alacaklıların temyiz dilek-
çesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmemiştir. Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi
kararının (…) ONANMASINA (…) 02.05.2023 tarihinde oy birliğiy-
le karar verildi.

AVUKATLIK ÜCRET SÖZLEŞMESİNE DAYALI İLAMSIZ TAKİP



ZAMANAŞIMI

Borçlunun talebi takibin kesinleşmesinden sonraki za-


manaşımına dair olduğundan mahkemece beş yıllık za-
manaşımı süresinin dolup dolmadığının incelenmesi ge-
rekmektedir.
(Y.12.HD, E. 2014/28243, K. 2015/1158, T. 20.1.2015)1

ÖZET:Alacaklının borçlu aleyhine 13.1.2000 tarihli avukatlık


ücret sözleşmesine dayalı ilamsız takip başlattığı, borçlunun
takibin kesinleşmesinden sonraki dönemde takip konusu alacağa
dair 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu iddia ederek takibin
iptalini talep ettiği, mahkemece, süresinde zamanaşımı itirazında
bulunulmadığından takibin kesinleştiği gerekçesiyle istemin
reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

1 Kararın tamamı için https://karararama.yargitay.gov.tr adresine bknz.


Yargıtay Kararları 467

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147/5. maddesi ( 818


SayılıB.K.nun 126/4. maddesi ) uyarınca kira alacaklarında
zamanaşımı süresi 5 yıldır. Zamanaşımı alacağın muaccel olduğu
tarihte işlemeye başlar ( T.B.K.149.md.-B.K.128.md. )
İ.İ.K.nun 71/2. maddesinde; borçlu takibin kesinleşmesinden
sonraki devrede borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürecek
olursa, 33/a maddesi hükmünün kıyasen uygulanacağı, İ.İ.K.nun
33/a-1 maddesinde de zamanaşımı gerçekleşmişse icranın geri
bırakılacağı hususu düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere borçlunun İ.İ.K.nun 71. maddesine dayanan
isteminin incelenebilmesi, bu istemin belli bir süre içinde ileri
sürülmesi koşuluna bağlı değildir ( HGK.nun 4.11.1998 tarih ve
1998/12-763 esas - 1998/797 kararı).
Somut olayda, alacaklıyla borçlu arasında yapılan 13.1.2000
tarihli avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklanan vekalet ücreti
alacağının tahsili amacıyla 31.3.2006 tarihinde takip başlatıldığı,
örnek 7 ödeme emrinin 18.4.2006 tarihinde borçluya tebliğ edildiği
görülmüştür.
O halde borçlunun talebi takibin kesinleşmesinden sonraki
zamanaşımına dair olduğundan mahkemece, T.B.K.nun 147/5. (
818 SayılıB.K.nun 126/4. ) maddesi gereğince beş yıllık zamanaşımı
süresinin dolup dolmadığının incelenerek oluşacak sonuca göre
karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ
Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının
yukarda yazılı sebeplerle İKK’nun 366 ve HUMK.nun 428. maddeleri
uyarınca (BOZULMASINA)…… karar düzeltme yolu açık olmak
üzere, 20.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
468 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ

TEKNİK ARIZA

ÖNGÖRÜLEBİLİR İŞLETME KUSURU

Mücbir sebep sayılmayan teknik arızalar toplumda ya-


rattığı devamlı tehlike alanı ve doğuracağı ağır zararlar
nedeniyle işletenin aracın bakımından dolayı göstermesi
gereken objektif özeni aşar nitelikte olmalıdır. Teknik arı-
za önlenememişse, işletmede bir eksiklik, hata, bozuk-
luk ve düzensizlik var demektir.
(Y.17. HD. E. 2019/6131, K. 2020/3789, T. 22.06.2020)1

Özet: Dava, taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan


yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın
reddine dair verilen hükmün temyizine ilişkindir.
Davacı vekili; davalının maliki olduğu, dava dışı (...)’un sevk ve
idaresindeki aracın 06.10.2011 tarihinde karıştığı tek taraflı trafik
kazasında araç içerisinde yolcu olarak bulunan ... ’ın yaralandığı-
nı ve malul kaldığını, kazaya karışan aracın kaza tarihini kapsar
geçerli bir trafik sigortası bulunmaması nedeniyle yaralanan (...)’a
müvekkili kurum tarafından, 08.11.2013 tarihinde 27.400TL
ödeme yapıldığını, aracın karıştığı kaza nedeniyle meydana ge-
len zarardan aracın sürücüsü ve malikinin sorumlu olduklarını,
müvekkili kurum tarafından yapılan %demeyi, müvekkilinin rücu
hakkının bulunduğunu bu sebeple ödeme yapılan bedelin tahsili
için davalı malik ve sürücü aleyhinde Erzurum 3. İcra Müdürlüğü-
nün 2014/3376 Esas sayılı dosyası üzerinden icra takibi başlatıl-
dığını, ödeme emri tebliğine rağmen, borç ödenmediği gibi davalı
tarafından borca itiraz edildiğinden takibin durdurulduğunu, iti-

1 Kararın tam metni için; Yargıtay Karar Arama, “https://karararama.yargitay.gov.tr/”,


(son erişim: 28.06.2023).
Yargıtay Kararları 469

razın haksız olup, iptalinin gerektiğini ileri sürerek davalının icra


dosyasına yapmış olduğu itirazın iptali ile takibin devamına ve %20
’den az olmamak üzere icra inkar tazminatına hükmedilmesine ka-
rar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı (...); kazaya karışan aracı 25.09.2011 tarihinde
27.03.2012 keşide tarihli çek karşılığında sattığını, aracın satıl-
dığına ilişkin araç satış sözleşmesi düzenlediklerini, 05.04.2012
tarihinde aracın devrini (...)’e verdiğini ve bilen 25.09.2011 tarihin-
de teslim ettiğini, tüm def’i ve itiraz hakları saklı kalmak kaydıyla
takipte talep edilen asıl alacağa, faize, faiz oranına, tüm fer’ilerine
ve yetkiye itiraz ettiğini beyanla davanın reddine, karar verilmesini
talep etmiştir.
Mahkemece, davalı. (...)’nun 16.10.2011 tarihinde meydana ge-
len trafik kazasında üzerine atfedilebilecek bir kusurunun bulun-
madığı, ayrıca adli tıp raporunda araç sürücüsü (...)’un kusursuz
olduğunun, olayın oluşunda lastik patlamasının %100 (yüzde yüz)
oranında etkili olduğu tespit edildiği gerekçesiyle davacının dava-
sının reddine, dair verilen karar davacı vekili tarafından süresi
içerisinde temyiz edilmiştir. Mahkemece kazanın lastik patlaması
nedeniyle meydana geldiği kabul edilerek hüküm kurulmuş ise de
toplanan deliller hükme yeterli değildir.
2918 sayılı KTK’nun 85/1. maddesinde; bir motorlu aracın iş-
letilmesi bir kimsenin ölmesi veya yaralanmasına yahut bir şeyin
zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın işleteninin doğan
zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olacağı düzenleme-
sine; aynı yasanın 86/1. maddesinde ise; işletenin, mücbir sebepten
veya zarar görenin ya da üçüncü kişinin ağır kusurundan, zararlı
sonucun ileri geldiğini ispat etmesi şartıyla sorumluluktan kurtu-
lacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Bilindiği gibi teknik arızalar
çoğu kez aracın periyodik Bakımının zamanında ve gereği gibi ya-
pılmamış olmasından ileri gelir ki; bu da araç sahibi ve işleten için
bir kusur teşkil eder. Teknik arıza kural olarak umulmayan bir hal
olup önceden sezilemez ve önlenemez niteliği kanıtlanmadıkça bu
hal bakım kusuru oluşturmaktadır. Bu hali 2918 sayılı K.T.K.’nun
86/1 maddesinde işleteni sorumluluktan kurtaran nedenlerden
biri olan mücbir sebep değil, umulmayan hal olarak kabul edip,
470 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

araçta kazayı etkileyen bir bozukluk olarak nitelendirmek gerek-


mektedir. Çünkü genellikle bu nitelikteki teknik arızaları önlemek
ve karşı koymak mümkündür. Mücbir sebep sayılmayan teknik
arızalar toplumda yarattığı devamlı tehlike alanı ve doğuracağı ağır
zararlar nedeniyle işletenin aracın bakımından dolayı göstermesi
gereken objektif özeni aşar nitelikte olmalıdır. Bu nedenle işleten
ya da eylemlerinden sorumlu tutulduğu araç sürücüsü gibi kimse-
lerin aracı 3. kişilere zarar vermeyecek şekilde ihtimamla kontrol
ve bakım altında tutmaları gerekir. Teknik arıza önlenememişse,
işletmede bir eksiklik, hata, bozukluk ve düzensizlik var demek-
tir. Yargıtay’ın teknik arıza konusundaki yerleşik içtihadı da bu
doğrultudadır. Somut olaya bakıldığında; 10.09.2015 tarihli Adli
Tıp Kurumu raporuna göre; davalının maliki olduğu araç sürücüsü
dava dışı (...)’un, lastiğin patlaması nedeniyle, aracın kontrolünü
kaybetmesi neticesinde kazanın meydana geldiği görülmektedir.
Bu halde, mahkemece, dava konusu aracın periyodik bakım ve
tamirlerine ilişkin tüm belgelerin gerekirse taraflardan da sorula-
rak bulunduğu yerlerden getirtilmesinden sonra, dosyanın İTÜ ya
da Karayolları Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlardan seçilecek bilir-
kişi heyetine tevdii ile kaza tespit tutanağı, 10.09.2015 tarihli Adli
Tıp Kurumu raporunun da irdelendiği, aracın işletilmesiyle ilgili
olarak davalının ve dava dışı sürücünün bakımsızlıktan (teknik
arızadan) kaynaklanan öngörülebilir işletme kusurunun bulunup
bulunmadığı, işletme kusuru varsa bu olgunun kazaya etkisi, dola-
yısıyla, olaydaki kusur oranlarının belirlenmesi yönünden ayrıntılı
ve gerekçeli, denetime açık şekilde rapor alınarak sonucuna göre
hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru
görülmemiştir.
Sonuç:
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazları-
nın kabulü ile hükmün BOZULMASINA … … 22.06.2020 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay Kararları 471

CEZA GENEL KURULU KARARLARI

YALAN BEYANDA BULUNMA SUÇU



GERÇEK KİMLİĞİN POLİSTEN GİZLENMESİ

BAŞKALARINA AİT KİMLİK BİLGİLERİNİN
KULLANILMASI SUÇU

TCK’nın 206. maddesinde düzenlenen yalan beyanda


bulunma suçunu aynı Kanun’un 268. maddesinde dü-
zenlenen başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin
kullanılması suçundan ayıran en önemli özellik, 268.
maddede sanık işlediği bir suçtan kurtulmak amacıyla
gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini vererek gerçek kişi
hakkında iftira sonucunu doğuran eylemiyle soruşturma
ya da kovuşturma yapılmasına neden olmaktayken, 206.
maddede ise sanık kamu görevlisine kimliği hakkında
yalan beyanda bulunmasıyla bir başkası hakkında so-
ruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olma-
maktadır.
(YCGK, E. 2019/9-141, K. 2023/24, T. 18.1.2023)1

ÖZET: “(….) 02.12.2012 tarihinde ... il merkezinde faili meç-


hul hırsızlık olaylarının tespiti ve faillerinin yakalamasına yönelik
yapılan çalışmalarda olay, yakalama ve üst arama tutanağına göre
hareketlerinden şüphelenilen sanık ...’den kimliği sorulduğunda
üzerinde fotoğraf bulunmayan .... barkot numaralı,.... Eğitimciler
Birliği Sendikası üyelik kimlik kartını ibraz etmesi üzerine sanı-
ğa nüfus cüzdanının olup olmadığının sorulduğu, sanığın kimliğini
evde unuttuğunu beyan ettiği, yapılan GBT ve UYAP sorgulama-

1 Kararın tamamı için https://karararama.yargitay.gov.tr bknz. (ET.27.05.2023)


472 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

sında ...’ın suç kaydının bulunmadığı, aranan şahıslardan olmadı-


ğı anlaşılmış olup sanığın ibraz ettiği kimliğin inandırıcı olmadığı
düşünülerek detaylı aile tablosu üzerinden eşi ve çocuğunun isim-
leri sorulduğunda cevap veremediği ve kimliğini tam olarak ibraz
edemediği, sorulara cevap vermediği aşamalarda eşinin rahatsızlı-
ğından dolayı firar etmek zorunda kaldığını, sabıkası olduğundan
ve arandığından dolayı görevlilere başka bir kimlik ibraz ettiğini
savunduğu dosyada;
5237 sayılı TCK’nın 206. maddesinde düzenlenen yalan be-
yanda bulunma suçunu aynı Kanun’un 268. maddesinde düzen-
lenen başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması
suçundan ayıran en önemli özellik, 268. maddede sanık işlediği
bir suçtan kurtulmak amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgileri-
ni vererek gerçek kişi hakkında iftira sonucunu doğuran eylemiy-
le soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmaktayken
206. maddede ise sanık kamu görevlisine kimliği hakkında ya-
lan beyanda bulunmasıyla bir başkası hakkında soruşturma ya
da kovuşturma yapılmasına neden olmamaktadır. Somut olayda
da bir başkası hakkında soruşturma yapılmadığı ancak ... adı ile
sanık ... hakkında düzenlenen olay tutanağı, sanığın imzası ve
ikrarı da gözetildiğinde eyleminin resmî belgenin düzenlenme-
sinde yalan beyanda bulunma suçunu oluşturacağı kabul edil-
melidir.
Bu itibarla Yerel Mahkemenin direnme kararına konu mahkû-
miyet hükmünün, sanığa atılı eylemin resmî belgenin düzenlenme-
sinde yalan beyan suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabet-
sizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- ... 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 13.03.2015 tarihli ve 89-235
sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün sanığa atılı
eylemin 5237 sayılı TCK’nın 206. maddesinde düzenlenen resmî
belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçunu oluş-
turduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, (…)
oy birliğiyle karar verildi.”
Yargıtay Kararları 473

KASTEN ÖLDÜRME

ALEYHE DÜZELTME YASAĞI

CEZAYI ALEYHE DEĞİŞTİRMEME İLKESİ

Maktulün suç tarihi itibariyle onsekiz yaşından küçük


olduğu anlaşılmakla, sanığın kasten öldürme suçunun
TCK’nun 82/1-e maddesinde düzenlenen suça uyduğu
gözetilmeden suç niteliğinde hata yapılarak yazılı şekil-
de hüküm kurulması” isabetsizliğinden, yalnızca sanık
müdafii tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle ceza
miktarı yönünden kazanılmış hakkı saklı kalmak şartıyla
bozulması yerindedir.
(YCGK. E.2013/1-347, K.2013/351, T. 09.07.2013 )2

ÖZET: “(…) Kasten öldürme suçundan kurulan hüküm yö-


nünden yapılan incelemede;Maktulün suç tarihi itibariyle onse-
kiz yaşından küçük olduğu anlaşılmakla, sanığın kasten öldürme
suçunun, TCK’nun 82/1-e maddesinde düzenlenen suça uyduğu
gözetilmeden suç niteliğinde hata yapılarak yazılı şekilde hüküm
kurulması” isabetsizliğinden, ceza miktarı bakımından kazanılmış
hakkı saklı kalmak kaydıyla bozulmasına karar verilmiştir. (…)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Özel Daire arasında olu-
şan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
aleyhe temyiz bulunmayan bir durumda fiilin suçun nitelikli halini
oluşturduğundan bahisle eleştiri ile onama mı, yoksa cezayı aleyhe
değiştirme yasağı gözetilerek bozma kararı mı verileceğinin belir-
lenmesine ilişkindir.
Ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 03.04.2012 gün ve 353-129
sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında yer verildiği gibi,
aleyhe bozma yasağı; “temyiz davası yalnızca sanık veya müdafi ya

2 (Yargıtay CGK. 2013/1-347E. , K.2013/351, T. 09.07.2013 Kararın tamamı için: htt-


ps://karararama.yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim: 09.07.2023)
474 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal tem-


silcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı
bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyiş-
le, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak
yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden
daha ağır olamaması» şeklinde tanımlanmaktadır.
Latince “reformatio in pejus” olarak adlandırılan, öğreti ve uy-
gulamada ise; “lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe de-
ğiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma ya-
sağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe
kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama
kuralı” olarak ifade edilen bu kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi
Usulü Kanununun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca ha-
len yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; “Hüküm
yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya
291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, ye-
niden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan
daha ağır olamaz” şeklinde kanuni düzenlemeye kavuşturulmuş-
tur. Ceza muhakemesi hukukumuzda bu madde dışında yaptırım
ve cezayı aleyhe değiştirme yasağını düzenleyen başka bir hüküm
de bulunmamaktadır. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda
kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sa-
yılı CMUK’nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçim-
de uygulanabilecek bir “cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi” veya
“aleyhte düzeltme yasağı»nın söz konusu olduğunun kabulü gerek-
mektedir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde de; “Hüküm yalnız
sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262.
maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen
hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır ola-
maz” düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi
korunmuştur.
Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım
ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza
ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Kanun koyucu suçun niteliği veya
adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
Temyiz davasının yalnızca sanık veya varsa müdafii ya da sanığın
Yargıtay Kararları 475

yararına olarak Cumhuriyet savcısı ya da 1412 sayılı Kanunun


291. maddesinde belirtilen kişiler tarafından açılması veya hük-
mün kendiliğinden temyize tâbi olması halinde, Yargıtayca suç
niteliğinde hataya düşüldüğü saptandığında aleyhe temyiz bulun-
masa bile, cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı
kalmak şartıyla hükmün bozulmasına karar verilecektir. Aksinin
kabulü hukuk kuralları ile kanuni düzenlemelerin ülke genelinde
farklı uygulanmasına yol açar ki, bu durum eşitlik, adalet ve hak-
kaniyet ilkelerine aykırılık oluşturacaktır. Zira aynı fiil nedeniyle
farklı mahkemelerde yargılanan sanıklardan, suçunun hukuki ni-
teliği doğru olarak belirlenen sanığın mahkûmiyeti ile zamanaşımı,
süreli veya süresiz olarak bir kamu görevini üstlenmekten yoksun
bırakılma, seçme ve seçilme hakkının kaybı gibi hak yoksunlukla-
rının yanında, muhtemel bir genel veya özellikle de özel af karşı-
sında değişik sonuçlarla karşılaşmasına rağmen, suç vasfı hatalı
belirlenen sanığın, açıklanan sonuçlarla karşılaşmaması söz konu-
su olabilir ki, bu durum eşitlik ilkesi ile hak ve adalet duygusuna
da uygun değildir. O halde, lehe temyiz davası üzerine suç vasfının
saptanmasında hataya düşüldüğünün belirlenmesi halinde cezanın
tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı tutularak hükmün
bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ: “Kasten öldürme suçundan sanığın, TCK’nun 81/1, 31/3
ve 62/1. maddeleri uyarınca on yıl hapis cezası ile cezalandırılma-
sına ilişkin yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece; “maktulün
suç tarihi itibariyle onsekiz yaşından küçük olduğu anlaşılmakla,
sanığın kasten öldürme suçunun TCK’nun 82/1-e maddesinde dü-
zenlenen suça uyduğu gözetilmeden suç niteliğinde hata yapılarak
yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden, yalnızca sanık
müdafii tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle ceza miktarı
yönünden kazanılmış hakkı saklı kalmak şartıyla bozulması ye-
rindedir. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının
reddine karar verilmelidir. (…) Dosyanın, mahalline gönderilmek
üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.07.2013
günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.”
476 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

YARGITAY CEZA DAİRESİ KARARLARI

YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ

AİLELERİNİN BİRBİRLERİNE KARŞI OLAN SİLAHLI VE


TAŞLI EYLEMLERİ

TARAFLARIN SAHİP OLDUKLARI SİLAHLARLA
BİRBİRLERİNİ HEDEF GÖZETEREK ATEŞ ETMELERİ

KASTEN ÖLDÜRME-KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS

SİLAHLA KASTEN YARALAMA

HAKSIZ TAHRİK

İlk derece mahkemesince hangi sanığın kimi yaraladığı


tespit edilmeye çalışılarak buradan hareketle tespit edi-
len sanıkların kasten öldürme, öldürmeye teşebbüs ve
yaralama suçlarından cezalandırılması yoluna gidilmiş
ve çoğunluk tarafından da bu uygulama isabetli görül-
müştür.
(Y 1 CD E. 2021/12329, K. 2022/1377, T.22.02.2022)1

ÖZET “(…) Oluşa ve dosya kapsamına göre; bir tarafta ... ve


grubundaki diğer akrabaları ile diğer tarafta ölen sanık ... ve ak-
rabalarının bulunduğu grubun aynı mahallede ikamet ettikleri,
olay tarihinden bir gün önce 30/03/2009 tarihinde ... ile...ailesinde
... arasında yol verme meselesinden önce tartışma ve küfürleşme
olduğu, ardından da karşılıklı olarak birbirlerini darp ettikleri,

1 Kararın tamamı için Yargıtay Karar Arama, https://karararama.yargitay.gov.tr bknz.


(Son erişim:28.06.2023)
Yargıtay Kararları 477

çevredekilerin kavgayı ayırdığı, daha sonra aile büyüklerinin ara-


ya girerek tarafları barıştırdıkları, tarafların şikayetçi olmamaları
sebebiyle olayın adli merciye intikal etmediği, olay günü iki aileye
mensup bir kısım katılan sanık kadınlar arasında kimin başlattığı
belli olmayacak şekilde başlayan tartışmanın kavgaya dönüştüğü,
devamında iki aile mensuplarının birbirlerinin evlerini taşladık-
ları, sonra da birbirlerine taş ve sopalar ile saldırdıkları ve yine
karşılıklı olarak silahla ateş etmeye başladıkları, emniyete haber
verilmesi üzerine olayın basit nitelikle bir kavga olduğu düşünce-
siyle bir ekip gönderilerek olayın yatıştırılmaya çalışıldığı, ancak
gelen ekibin olayın kapsamının kendilerini aşar nitelikte olduğu-
nu merkeze bildirmesi üzerine emniyet amirlerinin de dahil olaca-
ğı şekilde olay yerine daha fazla kuvvetle intikal edildiği, ancak...
ve ...ailelerinin birbirlerine karşı olan silahlı ve taşlı eylemlerinin
yoğun bir şekilde devam ettiği ve tarafların kullandıkları silahlar
sonucu maktul ...’ın öldüğü, katılanlar ..., ..., ... ... ..., ......, ..., ...,
..., ..., ... ile olaya müdahale etmek amacıyla olay yerinde bulunan
polis memurları ..., ... ve ...’ün yaralandıkları olayda;
a) Sanık ... hakkında maktul ...’a yönelik kasten öldürme, sanık
... hakkında katılan ...e yönelik kasten öldürmeye teşebbüs, katılan
......e yönelik silahla kasten yaralama, sanık ... hakkında katılan
...’e yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından kurulan mah-
kumiyet ile sanık ... hakkında katılan ...e yönelik silahla kasten
yaralama suçundan verilen beraat...rı yönünden;
Olay günü iki taraf arasında yeniden çıkan tartışmanın silahlı
çatışmaya dönüştüğü, her iki grupta birden fazla sanıkların ellerin-
deki silahlar ile karşı tarafa ateş ettikleri, silahlı çatışmanın baş-
langıcını teşkil eden ilk haksız hareketin kim tarafından gerçekleş-
tirildiğinin tespit edilememesi sebebiyle, sanık ... hakkında maktul
...’a yönelik kasten öldürme, sanık ... hakkında katılan ...e yönelik
kasten öldürmeye teşebbüs, katılan ......e yönelik silahla kasten ya-
ralama, sanık ... hakkında katılan ...’e yönelik kasten öldürmeye
teşebbüs suçlarından kurulan hükümlerde, haksız tahrik nedeniy-
le cezadan indirim öngören TCK’nin 29. maddesi uyarınca makul
oranda indirim yapılması gerektiği düşünülmeden, asgari oranda
indirim yapılmak suretiyle fazla cezalar tayin edilmesi,
478 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Katılan ...’ün bir adet ateşli silah mermi çekirdeği ile sol tep-
moral bölgeden yaralanmasına neden olacak, basit bir tıbbi mü-
dahale ile giderilemeyecek ve yaşamını tehlikeye sokacak şekilde
yaralandığı anlaşılan olayda; sanık ... hakkında teşebbüs nedeniyle
9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören TCK’nin 35. maddesi
uygulanırken meydana gelen tehlike ve zararın ağırlığı gözetilerek
makul oranda bir ceza belirlenmesi gerekirken, yazılı şekilde üst
sınırdan hapis cezasına hükmedilmesi suretiyle fazla cezaya hük-
molunması,
Katılan ...e yönelik isabet sayısı, yaralanmaların niteliği ile katı-
lan sanıklar ...... ... ... ... ..., ... ... ...ve ...’in ilk ifadeleri doğrultusun-
da sanık ...’in de katılan ...ü tabancayla vurduğuna yönelik beyan-
ları dikkate alındığında, sanık ...’in katılan ...e yönelik eyleminin
diğer sanık ... ile birlikte silahlı çatışmanın başlangıcını teşkil eden
ilk haksız hareketin kim tarafından gerçekleştirildiğinin tespit edi-
lememesi sebebiyle makul oranda haksız tahrik altında kasten öl-
dürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu halde, yetersiz gerekçeyle
beraatine...r verilmesi,
Uygulamaya göre de ; sanık ... hakkında katılan sanık ...’e yö-
nelik kasten öldürmeye teşebbüs ve sanık ... hakkında katılan ...e
yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından TCK’nin 81/1, 35.
maddeleri uyarınca belirlenen 11 yıl 3 ay hapis cezalarından, aynı
Kanunun 62. maddesi uyarınca yapılan 1/6 oranındaki takdiri in-
dirim sonucu 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezaları yerine, yazılı şekilde
9 yıl 5 ay 15 gün hapis cezalarına hükmolunması suretiyle fazla
cezalar tayin edilmesi,
b) Sanıklar ... ve ... hakkında katılan ...’a yönelik silahla kasten
yaralama suçlarından kurulan beraat hükümleri yönünden;
Sanık ...’ün olay anında elinde tabanca bulunduğuna ve beyanı-
na göre havaya ateş ettiğine ilişkin ikrarı ile bu ikrarı destekleyen
aynı grup içerisinde yer alan sanık ..., katılan sanıklar... ... ve karşı
gruptan katılan sanıklar ..., ..., ..., ..., ..., ......,...... ..., ..., ...,...,...
ve polis memuru ...nun olayın sıcağıyla verdikleri ilk beyanları ve
ifadeli teşhis tutanağında sanık ... ve ...’ün ... grubuna doğru ateş
ettiğini bildirmeleri karşısında, polis memuru olan katılan ...’un
diğer meslektaşları ile birlikte iki grubu ayrımaya çalıştığı esnada
Yargıtay Kararları 479

ölen sanık ... ve ailesinin bulunduğu yerden sanıklar ..., ... ve ... ta-
rafından yoğun şekilde ateş edilmesi sonucu yaralandığı anlaşıldığı
halde, sanıklar ... ve ... hakkında katılan ...’a yönelik silahla kasten
yaralama suçlarından mahkumiyetleri yerine, yanılgılı değerlendir-
me ile beraatlerine hükmedilmesi,
c) Sanık ... hakkında katılan ...’a yönelik nitelikli kasten öldür-
meye teşebbüs, katılan ...’e yönelik silahla kasten yaralama ile
6136 sayılı Yasa’ya muhalefet suçlarından kurulan mahkumiyet
hükümleri yönünden ise ;
UYAP sisteminden alınan güncel nüfus kayıt örneğine göre, sa-
nık ...’ün hüküm tarihinden sonra 12/02/2019 tarihinde öldüğü-
nün anlaşılması karşısında, bu durumun mahallinde araştırılması
suretiyle sanık ... hakkında açılan kamu davalarının TCK’nin 64/1
maddesi uyarınca düşürülmesine...r verilmesi gerekip gerekme-
diğinin değerlendirilmesinin zorunluluk arz etmesi, Bozmayı ge-
rektirmiş olup; katılan ... vekili, sanık ... müdafii, sanık ... müda-
fii, sanık ... müdafii, sanık ... ve müdafii ile katılan Aile ve Sosyal
Hizmetler Bakanlığı vekilinin temyiz sebepleri bu itibarla yerinde
görüldüğünden, bu nedenle hükümlerin 6723 sayılı Kanun›un 33.
maddesi ile değişik 5320 sayılı Kanun›un 8/1. maddesi ile yürür-
lükte bulunan 1412 sayılı CMUK›un 321. maddesi uyarınca teb-
liğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA, 22/02/2022
gününde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Tüm dosya kapsamına göre;


Her iki tarafında aynı mahalledeki evlerde yaşadıkları, olaydan
bir gün önce mahallede yol verme meselesi yüzünden ...ailesinden
... ile...ailesinden ...’nün tartıştığı ve yumruklaştığı, daha sonra aile
büyüklerinin araya girip tarafları barıştırdığı ancak olay günü iki
tarafa mensup kadınlar sokakta birbirlerini görüp küfürleşmeleri
üzerine tekrar kavga çıktığı, bir süre sonra kavgaya çocukların ve
erkeklerin de dahil olduğu, birbirlerine önce taş ve sopalarla sal-
dırdıkları, ihbar üzerine küçük bir polis gücünün olay mahalline
intikal ettiği ancak kavganın büyük olması nedeniyle takviye kuvvet
480 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

istendiği, tarafların sahip oldukları silahlarla birbirlerini hedef gö-


zeterek ateş ettikleri görevli polis memurlarının da havaya ateş ede-
rek tarafları sakinleştirmeye çalıştığı, takviye kuvvetler geldikten
sonra polislerin...grubunu ...sokağa doğru ittiği ve 93’üncü sokak-
tan uzaklaştırdıkları sırada ...grubundan tekrar yoğun bir şekilde
ateş edildiği bu atışların sonucunda maktül ...’ın öldüğü, polis me-
murları ... ve ...’ın da yaralandığı, ayrıca çatışmalarda ...’lerden ...,
...’ün ateşli silahla yaralandıkları ...lerden ise ..., ..., ..., ..., ......, ...
...ve ...nın ateşli silah yaraları ile yaralandıkları sübut bulmuştur.
İlk derece mahkemesince hangi sanığın kimi yaraladığı tesbit
edilmeye çalışılarak buradan hareketle tesbit edilen sanıkların
kasten öldürme, öldürmeye teşebbüs ve yaralama suçlarından ce-
zalandırılması yoluna gidilmiş ve sayın çoğunluk tarafından da bu
uygulama isabetli görülmüş ise de bu görüşe katılmıyorum şöyle
ki; ... grubundan ..., ..., ..., ... ve suça sürüklenen çocuk ...’in silah
kullandığı, ...grubundan ise ..., ..., ..., ... ve ...’ün silah kullandığı
sabit olup, polislerin silahlarından atılan kovanlar dışında en az
on ayrı silahtan en az 97 adet tabanca boş kovanı ele geçirilmiştir.
Ateş eden bütün sanıklar husumetin tarafı olup çıkan kavga ve ar-
kasından gelişen silahlı çatışmada karşı gruptakileri hedef alarak
ateş etmişlerdir. Vurulan kişi sayısı ve meydana gelen yaralanma
düzeyleri nazara alndığında sanıkların kastı daha iyi anlaşılmakta-
dır. Her iki grupta da yer alan bütün sanıkların fikir birliği yaparak
ve fiilin icrası üzerinde ortak hakimiyet kurmak suretiyle hasımla-
rını öldürmek için ateş ettikleri hususunda tereddüt bulunmamak-
tadır. Nitekim çatışmada ... vefat etmiş, polis memurlarından ... ile
...lerden ...,... ...hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmışlardır.
Yine ... ..., ..., .....ise basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şe-
kilde yaralanmışlardır. Her bir sanığın karşı grupta yer alan tüm
hasımları hedef alarak ateş ettiği, her sanığın belli bir maktül veya
mağdura yönelik kastının bulunmadığı bu nedenle hangi mağdu-
run kimin silahından çıkan mermi ile vuruluduğunun bir öneminin
bulunmadığı, sanıkların kastının bölünmesini gerektirecek bir du-
rumun olmadığı, mağdurlardan birine karşı öldürme kastıyla ha-
reket ederken hemen yanındaki diğer mağdura yaralama kastı ile
ateş edildiğinin kabul edilemeyeceği bu nedenle her iki gruptan da
ateş eden tüm sanıkların meydana gelen tüm neticelerden TCK’nin
Yargıtay Kararları 481

37. maddesi gereğince sorumlu tutulmasının gerektiği,


Yine maktulün vurulduğu sırada yanında bulanan polis memur-
larından ... ve ...’ın vurulup ölebileceğinin mutlak ve kaçınılmaz
bir sonuç olduğu, ...grubundaki sanıkların yaralanan her iki polis
memuruna yönelik de öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırıl-
malarının gerektiği,
Bu nedenlerle...grubundan ateş ettikleri sabit olan ..., ..., ...,
...’ün mağdurlar ..., ...... ... ... ... ... ve ...’e yönelik öldürmeye teşeb-
büs suçundan ayrı ayrı cezalandarılmaları gerektiği halde sadece
...nın...’a yönelik, ... hakkında, ...a yönelik, sanık ... hakkında...’a
yönelik olarak öldürmeye teşebbüs suçlarının oluştuğunun kabul
edilmesi.
Yine ...grubundan ateş ettikleri sabit olan sanıklar ..., ... ..., ...
ve ...’un maktül ...’a yönelik TCK’nin 37, 81, mağdurlar ... ve...e
yönelik TCK’nin 81. ve 35. maddeleri gereğince polis memuru olan
mağdurlar ... ve ...’a yönelik mutlaklık nedeniyle TCK’nin 81. ve 35.
maddeleri gereğince cezalandırılmaları gerektiği ve hükümlerin bu
yönden bozulmasına...r verilmesi gerektiğini düşündüğümden sa-
yın çoğunluğun görüşüne muhalefet ediyorum. 09.03.2022
482 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

SANIĞIN DENETİM SÜRESİNDE İŞLEDİĞİ KASITLI SUÇ



ŞARTLA TAHLİYE

SERİ YARGILAMA VE BASİT YARGILAMA

CEZA İNFAZ

Deneme süresi içerisinde kasıtlı suçtan mahkûm olan


hükümlü hakkında koşullu salıverilme kararının kal-
dırılarak deneme süresi içerisinde işlenen suç tari-
hi olan 14/02/2021 tarihi ile bihakkın tahliye tarihi olan
04/03/2021 tarihi arasındaki 18 günlük sürenin ceza infaz
kurumunda çektirilmesine karar verilmesi gerektiği, de-
netim süresi içerisinde koşullu salıverilen hükümlünün
işlemiş olduğu kasıtlı suçtan verilen hapis cezasının ba-
sit ve/veya seri yargılama usulüne tabi olarak verilmesi-
nin koşullu salıverilme kararının geri alınmasında etkili
olmadığı
(Y 1 CD E. 2022/5893 , K.2022/4397, T.03.06.2022)2

ÖZET : “(…) sanığın denetim süresinde işlemiş olduğu kasıtlı


suç nedeniyle koşullu salıverilme kararının kaldırılarak suç tarihi
olan 14/02/2021 tarihi ile bihakkın tahliye tarihi olan 04/03/2021
tarihi arasındaki 18 günlük sürenin aynen çektirilmesine yönelik
talebinin reddine dair İstanbul İnfaz Hâkimliğinin 08/09/2021 ta-
rihli ve 2021/15450 dosya, 2021/15626 sayılı kararına karşı ya-
pılan itirazın reddine ilişkin mercii İstanbul 2. Ağır Ceza Mahke-
mesinin 21/09/2021 tarihli ve 2021/867 değişik sayılı kararı ile
ilgili olarak; ... 16. Asliye Ceza Mahkemesinin 23/07/2020 tarihli
ve 2020/239 değişik iş sayılı kararı ile 05/05/2020 tarihinden iti-
baren şartla tahliye edilen hükümlünün denetim süresi içerisinde

2 Kararın tamamı için, Yargıtay Karar Arama, https://karararama.yargitay.gov.tr bknz.


(Son erişim 13.06.2023)
Yargıtay Kararları 483

işlemiş olduğu alkol ve uyuşturucu maddenin etkisi altındayken


araç kullanma suçundan verilen hapis cezasının seri muhakeme
usulüne tabi olarak verildiği ve bu karara karşı istinaf veya temyiz
yoluna başvurma imkanı bulunmadığından, seri yargılama ve basit
yargılama usulüne tâbi olarak verilen kararların koşullu salıveril-
me kararının geri alınmasına esas olmayacağından bahisle İstan-
bul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan koşullu salıverilme
kararının kaldırılması ve infaza ilişkin talebinin reddine karar ve-
rişmiş ise de,(…..)
Somut dosyada, ... 16. Asliye Ceza Mahkemesinin 23/07/2020
tarihli ve 2020/239 değişik iş sayılı kararı ile 05/05/2020 tarihinden
itibaren şartla tahliye edilen ve bihakkın tahliye tarihi 04/03/2021
olan hükümlünün, denetim süresi içinde 14/02/2021 tarihinde iş-
lemiş olduğu alkol ve uyuşturucu maddenin etkisi altındayken araç
kullanma suçundan ... 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/03/2021
tarihli ve 2021/778 Esas, 2021/907 sayılı kararıyla 2 ay hapis ce-
zası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu kapsamda yukarıda
ifade edilen mevzuat hükümleri çerçevesinde deneme süresi içe-
risinde kasıtlı suçtan mahkûm olan hükümlü hakkında koşullu
salıverilme kararının kaldırılarak deneme süresi içerisinde işlenen
suç tarihi olan 14/02/2021 tarihi ile bihakkın tahliye tarihi olan
04/03/2021 tarihi arasındaki 18 günlük sürenin ceza infaz kuru-
munda çektirilmesine karar verilmesi gerektiği, denetim süresi
içerisinde koşullu salıverilen hükümlünün işlemiş olduğu kasıtlı
suçtan verilen hapis cezasının basit ve/veya seri yargılama usulüne
tabi olarak verilmesinin koşullu salıverilme kararının geri alınma-
sında etkili olmadığı, önemli olan hususun hangi yargılama usulü-
ne tabi olursa olsun hükümlünün deneme süresi içerisinde kasıtlı
olarak suç işlemesi ve bunun neticesi olarak hakkında hapis ce-
zasına hükmedilmesi olduğu gözetilmeden, itirazın kabulü yerine
reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan
kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Ge-
nel Müdürlüğünün 01/04/2022 gün ve 94660652-105-34-22363-
2021-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden Yargıtay Cumhuri-
yet Başsavcılığının tebliğnamesi ile Dairemize ihbar ve dava evrakı
gönderilmekle, incelenerek gereği düşünüldü;
484 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Kanun yararına bozma talebine dayanılarak Yargıtay Cumhuri-


yet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incele-
nen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, İstanbul 2. Ağır
Ceza Mahkemesinin 21/09/2021 tarihli ve 2021/867 değişik sayılı
kararının 5271 sayılı CMK’nin 309. maddesi uyarınca KANUN YA-
RARINA BOZULMASINA, diğer işlemlerin yapılabilmesi için dosya-
nın Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsav-
cılığına TEVDİİNE, 03/06/2022 gününde oy birliğiyle karar verildi.

KASTEN YARALAMA • KAST- OLASI KAST



BASİT YARGILAMA USULÜ • YASAL İNDİRİM

Mahkemece, genel yargılama hükümleri gereğince du-


ruşma açılmalı ve hükümlünün şikâyetçi ...’ye yönelik
eyleminin kast ile mi yoksa iddia edildiği gibi olası kast
ile mi gerçekleştirmiş olduğunun değerlendirilmesi ve
sonucuna göre hükümlünün hukukî durumunun belir-
lenmesinin gerektiği
Mahkemece yargılamanın genel yargılama usûlüne göre
yapılmaması ve basit yargılama usûlü uygulandığı hâlde
yasal indirimin uygulanmaması Kanun’a aykırı olup ka-
nun yararına bozma talebi yerinde görülmüştür.
(Y 1 CD E.2023/825, K. 2023/302, T.06.02.2023)3

ÖZET: “(…) Hükümlünün olay tarihinde elinde bulunan cep te-


lefonunu şikâyetçi ...’i hedef alarak fırlattığı ancak telefonun ...’e
isabet etmeyip şikâyetçi ...’ye isabet ederek ...’nin yaralanmasına
neden olduğu iddiası ile hükümlünün şikâyetçi ...’e yönelik silah-
la kasten yaralamaya teşebbüs, şikâyetçi ...’ye yönelik silahla olası
kasten yaralama suçlarından iddianame düzenlendiği belirlenmiş-
tir.

3 Kararın tamamı için, Yargıtay Karar Arama, https://karararama.yargitay.gov.tr bknz.


(Son erişim 13.06.2023)
Yargıtay Kararları 485

Mahkemece 5271 sayılı Kanun’un 251 nci maddesinde düzenle-


nen basit yargılama usûlü uygulanması suretiyle yapılan yargılama
sonucunda hükümlünün, şikâyetçi ...’ye yönelik yaralama eylemini
kasten gerçekleştirmiş olduğunun kabul edildiği ve buna göre uy-
gulama yapıldığı anlaşılmıştır.
Şikâyetçi ...’nin kolluk görevlilerince alınan 03.07.2020 tarihli
ifadesinini ilgili bölümlerinde yer alan; “...eşime saldırmaya başla-
dı. Ben ayırmak için araya girdiğim sırada ... eşime doğru elinde
bulunan cep telefonunu fırlattı. Bu telefon benim alnıma gelerek ka-
namaya sebep oldu.” Şeklindeki beyanına göre Mahkemece, genel
yargılama hükümleri gereğince duruşma açılmalı ve hükümlünün
şikâyetçi ...’ye yönelik eyleminin kast ile mi yoksa iddia edildiği gibi
olası kast ile mi gerçekleştirmiş olduğunun değerlendirilmesi ve
sonucuna göre hükümlünün hukukî durumunun belirlenmesinin
gerektiği anlaşılmıştır.
Bununla birlikte basit yargılama usûlü uygulanarak yargılama
yapıldığı hâlde, 5271 sayılı Kanun’un 251 inci maddesinin ince-
leme konusu ile ilgili üçüncü fıkrasının ilgili bölümünde yer alan;
“(3) ...Mahkûmiyet kararı verildiği takdirde sonuç ceza dörtte bir
oranında indirilir.”
Şeklindeki düzenleme uyarınca Mahkemece, hükümlünün be-
lirlenen cezalarından basit yargılama usûlü uygulanması sebebine
dayalı indirim oranının uygulanmamış olduğu da tespit edilmiştir.
Mahkemece yargılamanın genel yargılama usûlüne göre yapılma-
ması ve basit yargılama usûlü uygulandığı hâlde yasal indirimin
uygulanmaması Kanun’a aykırı olup kanun yararına bozma talebi
yerinde görülmüştür.
1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma
isteminin KABULÜNE,
2. Mustafakemalpaşa 2. Asliye Ceza Mahkemesinin, 10.05.2021
tarihli ve 2020/382 Esas, 2021/294 Karar sayılı kararlarının 5271
sayılı Kanun’un 309 uncu maddesinin üçüncü fıkrası gereği, oy bir-
liğiyle KANUN YARARINA BOZULMASINA, (…) 06.02.2023 tarihin-
de karar verildi.
486 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ

HIRSIZLIK

İŞ YERİ DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ

MALA ZARAR VERME

Sanığın zararı giderme talebinin yeterince incelenmeli


hırsızlık malının değeri ve katılanın zararı mahkemece
tespit edildikten sonra sanığa bu değeri ödeyip ödeme-
yeceği sorularak uygun bir süre verilmesi gerektiği söy-
lenerek hüküm kurulmalıdır.
(Y.2.CD. E. 2022/3083, K. 2022/7428, T. 14/04/2022)1

ÖZET: Sanık ... müdafinin, işyeri dokunulmazlığının ihlali ve


mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz
isteminin incelenmesinde; Sanık hakkında hükmolunan cezaların
miktar ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-b maddesi
uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az
hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararlarının
temyizi mümkün olmadığından, sanık müdafinin temyiz isteminin
5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca istem gibi REDDİNE,
5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin “Temyiz, ancak hükmün
hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uy-
gulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.” ve aynı
Kanun’un 294. maddesinin ise; “Temyiz eden, hükmün neden do-
layı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorun-
dadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabi-
lir.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek; sanık müdafinin temyiz
isteminin, sanığın zararı giderme talebinin yeterince incelenmedi-
ğine, hırsızlık malının değeri ve katılanın zararı mahkemece tespit

1 ( Yargıtay 2.CD. 2022/3083 E., 2022/7428 K. Kararın tamamı için: https://karararama.


yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim. 09.07.2023)
Yargıtay Kararları 487

edildikten sonra sanığa bu değeri ödeyip ödemeyeceği sorularak


uygun bir süre verilmesi gerektiğinin gözetilmediğine ilişkin olduğu
belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;
Dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş-
tir.
SONUÇ: Sanığın, 22.09.2021 tarihli savunmasında katılanların
zararını gidermek istediğini beyan etmesi karşısında; katılanların
zararının mahkemece tespitinin sağlanıp, gerektiğinde ödeme yeri
de belirlenmek suretiyle sanığa makul bir süre içerisinde zararı
tazmin etme imkanı sağlanarak sonucuna göre sanık hakkında
TCK’nın 168. maddesinde tanımlanan etkin pişmanlık hükümle-
rinin uygulama olanağının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu iti-
barla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu nedenden dolayı
BOZULMASINA, 14/04/2022 gününde oybirliğiyle karar verildi.
488 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ

GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA



AVUKATIN BELGE İSTEME VE İNCELEME HAKKI

Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum


ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve ka-
muya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıf per-
sonellerinin avukatlara görevlerinin yerine getirilmesin-
de yardımcı olmamaları görevi kötüye kullanma suçunu
oluşturur.
(Y 3.CD E. 2018/3834, K.2019/8944, T. 27/05/2019)2

ÖZET: “Dosya kapsamına göre, müşteki vekilinin Ziraat Ban-


kası Süloğlu Şubesinden belge talebinde bulunduğu, banka tara-
fından verilen cevabi yazıda vekilin yetkili kılındığı 22/01/2009
tarihli ve 507 yevmiye nolu genel vekaletnamede, Ziraat Bankası
Şubelerinden belge talep etme ilgili yetki verilmediğinden bahis-
le olumsuz cevap verildiği, alınan olumsuz cevap üzerine müşteki
vekilince banka görevlileri hakkında suç duyurunda bulunulduğu,
Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma evresi
sonucunda, taraflar arasındaki olayın hukuki ihtilaf mahiyetinde
olduğundan bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veril-
miş ise de; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2/3. maddesindeki
“Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuru-
luşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait banka-
lar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin
yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki
özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek
duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu
belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest

2 ( Yargıtay 19.CD. 2018/3834 E.,2019/8944 K. Kararın tamamı için: https://kararara-


ma.yargitay.gov.tr/#bknz. Son erişim: 09.07.2023)
Yargıtay Kararları 489

davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahke-


meden alınabilir.” hükmü karşısında, müşteki vekilinin bankadan
talep ettiği belgelerin kendisine verilmesi gerektiği hususunun ka-
nundan kaynaklanan bir zorunluluk olduğu, ancak banka görevli-
lerinin bu talebi yerine getirmeyerek görevlerinin gereklerine aykırı
davrandıkları anlaşılmakla,(…)”
“Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve ku-
ruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait banka-
lar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin
yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki
özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek
duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu
belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest
davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahke-
meden alınabilir.» hükmünü amirdir.(…)
Kanun metninden ve gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere;
madde metninde yazılı kurum ve kuruluşların (özel veya kamuya
ait bankalar dahil olmak üzere) avukatların görevini yerine getir-
mesinde gerek duyacağı bilgi ve belgeleri incelemelerine sunmak
zorunda olduğu, vekaletname ibrazı halinde ise avukatlara müvek-
killeriyle ilgili bu belgelerden örnek vermek zorunda olacakları dü-
zenlenmiştir.
SONUÇ: 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun, sadece avukatlar
için değil, avukatlar dışında ilgili görülen tüm muhataplar için de
(özel veya kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere) uymaları gere-
ken kuralları düzenlediği, banka çalışanlarının, vekalaletname ile
başvuran mirasçı vekiline vefat eden babasının sigorta evraklarını
vermemesi eyleminin, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu
iddiası ile haklarında TCK’nin 257. maddesinde düzenlenen “gö-
revi kötüye kullanma” suçundan kamu davası açılması için dos-
yada toplanan başvuru evrakı ve bankanın yazı cevabının yeterli
şüpheyi oluşturacak delil olarak nitelendirilmesi gerekeceği, şayet
kamu davası açmak için bunlarla yetinilemeyeceği kanaati hasıl
olursa, bu kez yazışma belgelerinin aslı gibi onaylı örneğinin ilgili
bankadan istenebileceği ve memurların bu şekilde cevap vermeleri-
ni gerektiren bir mevzuat veya emir varsa bunun araştırılması için
490 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ifadelerinin alınabileceği, bunun dışında sırf “uyuşmazlığın hukuki


ihtilaf olduğu” gibi subjektif ve maddi dayanağı olmayan bir gerek-
çeyle kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verilemeyeceği,
somut olayda şikayetin bir gün sonrasında hiçbir işlem yapmak-
sızın kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veren Cumhuriyet
savcılığının şikayetçi tarafından sunulan delillerin hangi gerekçeyle
atılı suçu oluşturduğuna dair yeterli bir şüphe oluşturmayacağın-
dan bahsetmediği, keza itirazı inceleyen merciin başvuranı veya
toplumu tatmin eden bir gerekçe olmaksızın itirazın reddine karar
verdiği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma
istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenle yerinde görüldü-
ğünden, Edirne 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli ve
2017/4395 değişik iş sayılı kararının CMK›nin 309/4-a. maddesi
uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin, kararı veren mah-
keme tarafından, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yerine
getirilmesine, 27/05/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Yargıtay Kararları 491

YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ

TEHDİT

KONUT DOKUNULMAZLIĞINI İHLAL

SİLAHLA TEHDİT

Mağdur eylem sırasında orada faille yüzyüze bulunmasa


bile, silahla öldürmeye ya da ölümle tehdide gelen kişi-
nin, hazır bulunan üçüncü kişiye söylediği sözler ya da
silahla gerçekleştirdiği davranışlar, failin hareket ve söy-
lemleri aynen kendisine iletildiğinde, ileride gerçekleşti-
rilmesi veya oluşması muhtemel zarara ilişkin tehlike ol-
gusu mağdurun zihninde belirecek ve tehdit eyleminde
araç olarak kullanılan silah, mağdurda oluşacak korkuyu
objektif olarak arttıracağından TCK’nın 106/2. fıkrasının
da söz konusu eyleme uygulanması gerekecektir.
(Y 4.CD E. 2013/35561, K.2016/2036, T. 09/02/2016)3

ÖZET: “Sanığın, amcasına kızarak geceleyin evinin bahçesine


girdikten sonra kurusıkı silahını çıkartıp mağdurun nerede oldu-
ğunu sorduktan sonra onu öldüreceğini söyleyerek gıyabında teh-
dit etmesi nedeniyle TCK’nın 106/2-a. maddesi uyarınca mahkumi-
yete hükmedilmiştir.(…)”
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanak-
lar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca
nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; 1)Tehdit suçunun nitelik-
li hali olan silahla tehdidin kabulü için; silahın, tehdit suçunda
bizzat mağdura yönelik olarak görüp hissedebileceği ve mağdurun
üzerindeki etkisini artıracak biçimde teşhiri veya kullanılmasının
yanında, mağdurun evi, arabası gibi daimi kullanımında olan eş-

3 ( Yargıtay 4.CD. 2013/35561 E., 2016/2036 K. 09.02.2016 T. Kararın tamamı için:


https://karararama.yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim: 09.07.2023)
492 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

yalarında hasar, iz, emare gibi belirtiler oluşturacak ve bu suretle


tehdidin mağdurun üzerinde meydana getirdiği korkunun etkisini
artıracak tarzda kullanılması gerekir. Bu nedenle, mağdurun yok-
luğunda gerçekleşen tehdit eyleminde, salt silah teşhir edilmiş ol-
ması, suçun nitelikli halinin oluşumu için yeterli sayılamayacaktır.
Mahkemece sanığın, mağduru yokluğunda silahla tehdit ettiğinin
kabul edilmesi karşısında, eyleminin TCK’nın 106/1. maddesinin
1. cümlesinde tanımlanan mağdurun hayatına yönelik bir saldırı
gerçekleştirme niteliğinde olduğu gözetilmeden, suçun vasfında ya-
nılgıya düşülerek, TCK’nın 106/2-a maddesinde düzenlenen silahla
tehdit suçundan hüküm kurulması,(…)”
SONUÇ:
“Mahkemenin tehdit suçuna ilişkin hükmü Dairemizce, silahın,
mağdurun evinde arabasında veya eşyalarında iz ve emare gibi be-
lirtiler oluşturacak tarzda kullanılmamış olması nedeniyle yokluk-
ta silahla tehdit suçunun oluşmayacağı ve eylemin TCK’nın 106/1.
maddesinde öngörülen temel tehdit suçunu oluşturacağı kanaatiy-
le bozulmuştur. Bozmayı gerektirmiş, sanık ...’ın temyiz nedenleri
yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKÜMLERİN
BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak
sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahke-
mesine gönderilmesine, 09/02/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar
verildi.”
Yargıtay Kararları 493

YARGITAY 10. CEZA DAİRESİ

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ



KUŞKUYU AŞAN KESİN DELİL

Uyuşturucu madde ticareti yapma suçununda mahkumi-


yet hükmü kurulabilmesi için sanıkların suçu işledikleri-
ne dair kuşkuyu aşan kesin delil bulunması gerekir.
(Y 10.CD. E. 2019/942 , K. 2021/9503, T. 04.10.2021)4

ÖZET: “Sanıklar ... ve ... hakkında uyuşturucu madde ticareti


yapma suçundan verilen mahkûmiyet hükümlerine yönelik temyiz
istemlerinin incelenmesinde:
Üzerlerinde herhangi bir uyuşturucu ya da uyarıcı madde ele
geçmeyen sanıkların savunmalarının aksine, uyuşturucu madde
ticareti yapma suçunu işlediklerine dair kuşkuyu aşan kesin delil
bulunmadığı gözetilmeden, beraatleri yerine mahkûmiyetlerine hü-
küm kurulması,
2)Sanıklar ... ve ... hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma
suçundan verilen mahkûmiyet hükümlerine yönelik temyiz istem-
lerinin incelenmesinde:
Sanıkların uyuşturucu madde ticareti yapmadığı, ele geçirilen
uyuşturucu maddeyi kullanma amacı dışında başka bir amaç için
bulundurduklarına ilişkin savunmaların aksine kuşku sınırlarını
aşan kesin ve yeterli delil bulunmadığı; sabit olan fiillerinin “kul-
lanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu oluşturduğu
gözetilmeden, değişen suç vasfı nazara alınarak bu suçtan hakla-
rında hüküm kurulması gerekirken sanıkların uyuşturucu madde
ticareti yapma suçundan mahkûmiyetlerine karar verilmesi,(…)”

4 ( Yargıtay 10.CD. 2019/942 E.,2021/9503 K. 04.10.2021 T. Kararın tamamı için: htt-


ps://karararama.yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim:09.07.2023 )
494 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

SONUÇ
Yasaya aykırı, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu neden-
le yerinde olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, 04.10.2021
tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Yargıtay Kararları 495

YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ

İLK DEPREM SONRASI ARTÇI ŞOKLARLA


DEVAM EDEN İKİNCİ DEPREM

BİLİNÇLİ TAKSİR

Van Valisi ile diğer yetkililerin, büyük bir depremden


sonra fay hattının enerjisini boşalttığını, bu nedenle yı-
kıcı bir deprem beklenmediğini bildirip, evlere girilebile-
ceğini basın yolu ile ifade etmeleri, ilk deprem nedeniy-
le yurt içinden ve yurt dışından gelen yardım kuruluşu
görevlileri ile gazetecilerin ve bu arada bir kısım kamu
görevlilerinin güvenli buldukları için ... Otelde kalmaları
ile sanığın kardeşi ...’ın enkazdan çıkarılmış olması ve
sanığın kendisinin de otelde kaldığına dair aksi ispat edi-
lemeyen savunması diğer delillerle birlikte nazara alın-
dığında sanığın neticeyi öngördüğü halde sonucun ger-
çekleşmeyeceğine ilişkin, şansına veya başka etkenlere
güvenerek hareket ettiğinden söz edilemeyeceğinden
bilinçli taksir koşullarının oluşmadığı gözetilmeksizin bi-
linçli taksir nedeniyle sanık hakkında tayin olunan ceza-
nın TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca arttırılması kanuna
aykırıdır.
(Y 12 CD, E.2016/4242, K,2016/10443, 17.06.2016)5

ÖZET: “(…) 23 Ekim 2011 tarihinde yerel saatle 13:41 sırala-


rında Van şehir merkezinin yaklaşık 20 km. kuzeyinde, Erçek Gö-
lünün batısında, Kasımoğlu Köyü civarlarında, değişik kuruluşlara
göre şiddeti 7.1 ila 7.3 arasında değişen yıkıcı bir deprem meydana
gelmiş, Van İl merkezinin yanı sıra Erciş İlçesi ve civar köylerde

5 Kararın tamamı için Yargıtay Karar Arama https://karararama.yargitay.gov.tr bknz.(


Son erişim : 28.06.2023 )
496 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

önemli hasara yol açmıştır. Depremin birinci haftasında, bölgede


büyüklüğü 4.0-4.9 arasında toplam 114 deprem meydana gelmiş
olup; şiddeti 5.0 ‹dan büyük olan deprem sayısı ise 7 dir. İlk dep-
rem sonrası artçı şoklar devam ederken, 9 Kasım 2011 tarihinde
şiddeti 5.7 olan ve farklı bir faydan kaynaklanan ikinci bir deprem
meydana gelmiştir. Bu depremin merkez üssünün Van İl merkezi-
nin güney batısında kalan Edremit ilçesi olduğu anlaşılmıştır.
Sanığın sahibi ve işleteni olduğu ... Oteli bu deprem sonucu yı-
kılarak çökmüş, göçük ve enkaz altında kalan ..., ..., ..., ..., ..., ...,
..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ..., ... ve ... ölmüş-
tür. Toplam 24 kişinin öldüğü, katılan ...’in ise yaralandığı olayın,
bozma ilamına uyularak yapılan yargılaması sonunda, sanığın eyle-
minde bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu kabul edilmiş ise de,
taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt taksirde failin öngö-
rülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde
ise bu neticeyi öngörmüş olmasına rağmen sırf şansına veya başka
etkenlere, hatta kendi beceri ve bilgisine güvenerek hareketini sür-
dürtmesidir. İlk deprem öncesinde, deprem anında ve sonrasında
otel binasında kullanımı veya müşteri kabulünü engelleyecek şekil-
de nitelikli bir hasarın bulunmadığı, güvenlik kamerası kayıtları,
sanığın ilk deprem sonrası hasar tespiti için Van Afet ve Acil Du-
rum Yönetimi Başkanlığı’na başvurduğuna ilişkin savunması, bu
savunmanın tanık beyanları ve bu arada Afad şube müdürü tanık
...’in beyanı ile desteklenmesi ve bozmadan sonra yapılan yargıla-
ma sırasında ortaya çıkan ve sanığın işleteni olduğu ... Otel’in ilk
depremden sonra “HASARLI-OTURULUR” olduğunu bildiren “ÖN
HASAR TESPİT FORMU” ile sabit olup, bu belge içeriği zabıt müm-
zi tanıklarca da teyit edilmiş olup bu kabulün aksini gösteren ka-
nıt da bulunmamaktadır. ... Bankası tarafından 23.10.2011 tarihli
deprem sonrası Van şubesi ile sınırlı olarak, ... İnşaat Tic. ve San.
Ltd. Şti›ne, ... Otel altındaki Van şubesinin durumunun genel bir
değerlendirmesi sonucu verilen 25.10.2011 tarihli raporun sonuç
kısmında iskan edilebilir şeklindeki tespit ve bu raporu hazırla-
yan makine mühendisi tanık ...’nın duruşmada binaya girilebilir
olduğunu ancak küçük bir risk olduğunu ifade etmesi, otelin si-
gortasını yapmış olan ... Sigorta A.Ş. eksperi tarafından düzenle-
nen 01.11.2011 tarihli Deprem Ekspertiz Raporu’nda; ilk deprem
Yargıtay Kararları 497

sonrası binada sadece boya, dış cephe ve zemin seramik hasarları


için 10.520 TL tazminat ödemesi yapılması gerektiği sonucuna ula-
şılmış olması da yukarıda verilen sonuçları doğrulamaktadır. Yine
ilk deprem sonrası Van Valisi ile diğer yetkililerin, büyük bir dep-
remden sonra fay hattının enerjisini boşalttığını, bu nedenle yıkı-
cı bir deprem beklenmediğini bildirip, evlere girilebileceğini basın
yolu ile ifade etmeleri, ilk deprem nedeniyle yurt içinden ve yurt
dışından gelen yardım kuruluşu görevlileri ile gazetecilerin ve bu
arada bir kısım kamu görevlilerinin güvenli buldukları için ... Otel-
de kalmaları ile sanığın kardeşi ...’ın enkazdan çıkarılmış olması
ve sanığın kendisinin de otelde kaldığına dair aksi ispat edileme-
yen savunması diğer delillerle birlikte nazara alındığında sanığın
neticeyi öngördüğü halde sonucun gerçekleşmeyeceğine ilişkin,
şansına veya başka etkenlere güvenerek hareket ettiğinden söz edi-
lemeyeceğinden bilinçli taksir koşullarının oluşmadığı gözetilmek-
sizin bilinçli taksir nedeniyle sanık hakkında tayin olunan cezanın
TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca arttırılması,Kabule göre de;
1-Sanık hakkında TCK’nın 85/2, 22/3 maddeleri uyarınca tayin
edilen 18 yıl 8 ay hapis cezasının aynı Kanun’un 62 maddesi uya-
rınca 1/6 oranında indirilmesi sırasında 15 yıl 6 ay 20 gün yerine
15 yıl 5 ay 50 gün hapis cezası tayini,
2-Kendisini vekille temsil ettiren katılan ... lehine karar tarihin-
de yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ve-
kalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı olup, sanık müdafilerinin temyiz itirazları bu
nedenle yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8.
maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un
321. maddesi gereğince tebliğnamedeki isteme aykırı olarak BO-
ZULMASINA, tutukluluk halinin devamına 17/06/2016 tarihinde
oyçokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ:
Toplam 24 kişinin öldüğü, katılan ...’in ise yaralandığı olayın
yargılaması sırasında alınan ve hükme esas tutulan Karadeniz Tek-
nik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğretim üyelerinden kurulu
498 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Nisan 2012 tarihli bilirkişi raporunda da işaret edildiği üzere, ote-


lin 19/09/2003 tarihinden itibaren işletmecisi olan “sanığın işlettiği
otel binasının 1964 yılında inşa edilen, 1978, 1998 ve 2007 dep-
rem yönetmeliklerine göre güçlendirilmemiş eski bir bina olduğu,
otele sonradan ilave edilen kısımların bulunduğu, proje dışı yapı-
lan ek kısımların binalarda deprem güvenliği açısından son derece
tehlike oluşturduğunun bilindiği, otel binasının babası tarafından
inşa ettirilmiş olması nedeniyle sanığın, otelin eski bir bina oldu-
ğu, sonradan yapılan esaslı değişikliklerden ve otele ek yük yük-
leyen çelik konstrüksiyon çatıdan haberdar olduğu, otel binasının
dış cephesinin amerikansyding denilen bir kaplama malzemesi ile
kaplanarak yenilenmesi, kolonların alçıpanlarla giydirilmiş olması,
tavanlara asma tavan ve alçıpan kartonpiyer uygulamalarının yapıl-
ması nedeniyle dışarıdan yapılacak basit bir gözlemle çatlakların
görünmeyeceği ve hasar tespiti yapılmasının mümkün olmadığı
hususunun sanık tarafından bilindiği, kaplama yapılmış binalarda
kaplamanın altına bakılarak, matkaplarla bu kaplamalar açılarak
sıvalarda, kolonlarda çatlaklar olup olmadığının incelenmesi, ta-
şıyıcı sistemden numuneler alınıp test edilmesi gerektiği, sanığın
kesin hasar tespit raporu hazırlanması için inceleme yaptırmak,
işin uzmanlarından görüş almak, bilimsel analizler yaptırmak yeri-
ne 120 kişilik barınma kapasitesi olan, toplu olarak yaşayan insan
sayısının fazla olduğu eski bir binayı, 23 Ekim 2011 tarihinde ger-
çekleşen 7,2 büyüklüğündeki depremden sonra işletmeye devam
ettiği, sanığın ... Otel binasının evveliyatını çok iyi bilen ve uzun
yıllardır da bu binada faaliyet gösteren otelin işletmeciliğini yapan
tecrübeli bir tacir olduğu, binanın eski olması, sonradan yapılan
esaslı değişikliklerin binaya ek yük yüklemesi, yenileme faaliyeti
kapsamında yapılan kaplama işlemi nedeniyle duvar ve kolonlar-
daki çatlakların dışarıdan gözle bakılarak tespit edilememesi ne-
deniyle binanın 23.10.2011 tarihinde gerçekleşen depremde hasar
görmüş olabileceğinin, ileride yaşanacak herhangi bir depremde,
otel binasının daha önce aldığı hasar nedeniyle yıkılabileceğinin sa-
nık tarafından da öngörülmesi gereken bir husus olduğu, otelin
alt katında faaliyet gösteren ... Bankası için hazırlanmış, gözleme
dayalı ön hasar tespit raporunda güçlendirme projesi ve iyileştirme
çalışmaları yapılması gerektiği, binanın risk taşıdığı belirtilmesine
rağmen, sanığın bir daha deprem yaşanmayacağına inanması, geç-
Yargıtay Kararları 499

miş deneyimlerinin şanslı sonuçlanması gibi nedenlerle bu riski


göze aldığı ve oteli, kesin hasar tespit çalışmaları sonuçlandırılıp
güvenli olduğu anlaşılana kadar işletmeye ara vermesi gerekirken,
depreme dayanıklılık testi yaptırmadan ve 23.10.2011 tarihindeki
depremden sonra işletmeye devam ettiği anlaşıldığından, sanığın
meydana gelen neticeyi 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesi kapsa-
mında öngördüğü, dolayısıyla da olayda bilinçli taksir halinin bu-
lunduğu, mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik bulunmadığın-
dan, çoğunluğun bilinçli taksir olmadığına dair bozma görüşüne
katılmıyoruz.
Muhalif Başkan Muhalif Üye
... ...
TEFHİM ŞERHİ:
17/06/2016 tarihinde verilen iş bu karar Yargıtay Cumhuriyet
Savcısı ... huzurunda, duruşmada hazır bulunan sanık müdafiinin
yokluğunda, bir kısım katılanlar vekilinin yüzüne karşı, 17/06/2016
tarihinde usulen ve açık olarak tefhim olundu.
500 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

TAKSİRLE ADAM ÖLDÜRME SUÇU



CEZALARIN BELİRLENMESİNDE ORANTILILIK İLKESİ

Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçenin,


TCK’nin 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş bi-
çimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve
yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen za-
rar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı
kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili,
dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlen-
dirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Bir kurala uyulmaması nedeniyle kanun koyucu tarafın-
dan öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç ara-
sında da “ölçülülük ilkesi” gereğince makul bir dengenin
bulunması zorunludur.
(Y.12. CD. E. 2019/7677, K. 2021/6553, T. 05.10.2021)6

ÖZET: Davada, taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiye-


tine ilişkin hüküm, sanık müdavi, katılanlar vekili ve mahalli Cum-
huriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir.
Sanığın idaresindeki kamyonla, meskûn mahalde, gece vakti,
aydınlatmanın bulunduğu, bölünmüş asfalt kaplama karayolun-
da seyrederken, ışık kontrollü üç yönlü kavşağa geldiğinde, ken-
disine hitap eden kırmızı ışığa rağmen durmayarak, arafının sol
ön kısımlarıyla, gidiş yönüne göre soldan, karşı taraftan kavşağa
katılan sürücü (…) idaresindeki otomobilin sağ yan kısımlarına
çarpmasıyla, sanığın kavşağa gelmesine rağmen hızını azaltmaya-
rak, diğer sürücüyle eşit kusurlu olarak, iki kişinin ölümüne, bir
kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilir, bir kişinin ise vücu-
dundaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarını 3. dereceden et-
kileyecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği olayda; yapılan

6 Kararın tam metni için; Yargıtay Karar Arama, “https://karararama.yargitay.gov.tr/”,


(son erişim: 28.06.2023).
Yargıtay Kararları 501

yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkeme-


nin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdi-
rine incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafinin bir sebebe
dayanmayan, katılanlar vekilinin ceza miktarına ve takdiri indirim
hükümlerinin, mahalli Cumhuriyet savcısının ise bilinçli taksir hü-
kümlerinin uygulanmaması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının
reddi ile hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 05.10.2021
tarihinde oyçokluğu karar verildi.

KARŞI OY
Açılan kamu davasında Kırıkkale 1. Ağır Ceza Mahkemesi ta-
rafından 15.07.2016 tarih ve E. 2016/104, K. 2016/265 sayılı ka-
rarıyla sanık ... hakkında TCK 85/2, 22/3, 62/1 ce 53/6. maddesi
gereğince neticeten 3 yıl 10 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırıl-
masına karar verildiği, bu kararın sanık müdavi, katılanlar vekilin-
ce mahalli Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine
Yargıtay 12. Ceza Dairesince yapılan inceleme neticesinde kararın
onanmasına karar verilmiştir. Onama karara karşı aşağıda arz ve
izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.
Sanık (…) hakkında; yerel mahkeme tarafından temel ceza-
nın alt sınırdan daha fazla uzaklaşılması yerine daha az olacak bir
şekilde 3 yıl 6 ay hapis cezası olarak belirlenmesinin ceza huku-
kunun temel ilkelerinden olan kanun önünde eşitlik, orantılılık ve
hakkaniyet ilkelerine aykırı olup olmadığının yargı kararları ışığın-
da belirlenmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere; Taksirle öldürme
suçu 5237 sayılı TCK’nın 85. maddesinin 1. fıkrasında; “Taksirle
bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar ha-
pis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş, aynı Kanunun
“Taksir” başlıklı 22. maddesinin dördüncü fıkrasında da “Taksirle
işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belir-
lenir” hükmüne yer verilmiştir.
Hâkim bir suçun işlenmesi durumunda kanunda tanımlan-
mış olması şartıyla, failin kusuru ile leh ve aleyhindeki diğer hu-
susları esas alarak, yine yasada belirlenmiş bir cezaya hükmedebi-
lecektir. “Cezanın Belirlenmesi” kavramıyla ifade edilen bu durum
aynı zamanda Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 61. maddesinin de
502 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kenar başlığını taşımakta olup, anılan maddede iki sınır arasında-


ki temel cezanın tespit yöntemi düzenlenmiştir. Burada hâkimin,
söz konusu uygulamayı yaparken hangi hususları göz önünde bu-
lunduracağı ve temel cezayı belirledikten sonra cezayı artırması ve/
veya eksiltmesi gerektiğinde hangi sırayı izleyeceği gösterilmiştir.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 11.06.2013 gün,
2012/1337 E-2013/292 K sayılı ilamında; “5237 sayılı TCK’nin
“Adalet ve Kanun Önünde Eşitlik İlkesi” başlıklı 3. maddesinin 1.
fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla
orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” biçimindeki hü-
küm ile de işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirle-
ri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır. Kanun
koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından
hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir
şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı
belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belir-
lerken dayandığı gerekçenin, TCK’nin 61/1. maddesine uygun ola-
rak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği
zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar
veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun
ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi
ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve
yeterli olmalıdır” şeklinde hükmü kurulmuştur.
Anayasa Mahkemesinin 12/11/2015 gün, 2015/26 E-2015/100
K sayılı kararında; “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerine
ilişkin kurallar, ceza hukukunun temel ilkeleri ile Anayasa’nın ko-
nuya ilişkin kurallarına aykırı olmamak kaydıyla, ülkenin sosyal,
kültürel yapısı, ahlaki değerleri ve ekonomik hayatın gereksinimle-
ri göz önüne alınarak saptanacak ceza politikasına göre belirlenir.
Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi
eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırı-
mı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak
kabul edilebileceği konularında takdir yetkisine sahip olmakla bir-
likte, bu yetkisini kullanırken suç ve ceza arasındaki adil dengenin
korunmasını da dikkate almak zorundadır. Suç ve ceza arasında
adalete uygun bir oranın bulunup bulunmadığının saptanmasında
o suçun toplumda yarattığı etkinin, suçtan zarar görenin kişiliğinin
Yargıtay Kararları 503

ve ona verilen zararın azlığı veya çokluğunun da dikkate alınması


gerekir. Kanun koyucu, düzenlemeler yaparken hukuk devleti il-
kesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise “el-
verişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik”, başvurulan önlemin ulaşılmak istenen
amaç için elverişli olmasını, “gereklilik” başvurulan önlemin ula-
şılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve “orantılılık”
ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması
gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir kurala uyulmaması nedeniyle
kanun koyucu tarafından öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen
amaç arasında da “ölçülülük ilkesi” gereğince makul bir dengenin
bulunması zorunludur”, şeklinde karar verilmiştir.
Yukarıda belirtilen yargı kararları çerçevesinde “cezaların belir-
lenmesinde orantılılık ilkesine ne kadar önem verildiği açıkça gö-
rülmektedir. Bu kural Türk Ceza Kanunun 3. Maddesi ile hüküm
altına alınan ve Anayasa hükümleri arasında da yer bulan “orantı-
lılık ilkesinin” doğal bir sonucudur. Kanuni düzenleme yapılırken
orantılılık ilkesine önem veren ve sınırın herhangi bir nedenle aşıl-
masını Anayasa hükümleri ile önlemek isteyen kanun koyucunun,
alt ve üst sınır arasındaki temel cezayı belirleme yetki ve görevini
mahkemenin takdirine bırakırken orantılılık ve hakkaniyet ilkesi-
ne kayıtsız kalması beklenemez. Kimi hukukçular, hakimliğin bir
sanat olduğunu söylemektedir. Eğer hakimlik bir sanat ise, belki
de bu sanatın en güzel göstergesi bir cezanın belirlenmesi şeklidir.
Şüphesiz bu da orantılılığın ve gerekçenin isabetli olarak tespiti ile
mümkün olabilecektir.
Kanun koyucu adaletin gerçekleştirilmesi için hakkaniyet ilke-
sini kabul etmiştir (5237 sayılı TCK’nın 3, MK 4/BK 44). Adalet de
hakkaniyet de ahlaka yöneliktir, ancak ikisi arasındaki düşünce
farklıdır. Adalet hukuk kurallarına egemen en yüksek ahlaki dü-
şünceyi ifade ederken, hakkaniyet somut olayın özelliklerini göz
önünde tutarak adalete ulaşmak için başvurulan yollardan biridir
(somut olay adaleti). Hakkaniyet adil olmayan kuralın değil, adil
olmayan sonuçların değiştirilmesi amacına hizmet eder.
Tüm bu açıklamalar ışığında, … … Taksirli suçlar açısından
temel cezanın belirlenmesinde; TCK’nın 61/1 ve 22/4. madde ve
504 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, meydana ge-


len zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve
zaman nazara alınmak suretiyle, aynı Kanunun 3/1. maddesi uya-
rınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede ön-
görülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya
hükmolunması gerekirken, diğer sürücü ile eşit kusurlu olarak
meydana getirdiği kaza sonucu iki kişinin ölmesine, bir kişinin ba-
sit tıbbi müdahale ile giderilebilir, bir kişinin ise vücudundaki ke-
mik kırıklarının hayat fonksiyonlarını 3. dereceden etkileyecek şe-
kilde yaralanmasına neden olan sanık hakkında, dosya ile uyumlu
adalet, hakkaniyet ve nesafet kuralları uyarınca cezada ölçülülük
ve orantılılık ilkesi gözetilerek alt sınırdan daha fazla uzaklaşmak
suretiyle ceza tayini gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurularak
sanık hakkında eksik cezaya hükmolunması yasaya aykırı görül-
müştür.

HAKARET

VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME
VEYA ELE GEÇİRME

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL

TEHDİT • KİŞİLERİN HUZUR VE SÜKUNUNU BOZMA

Sanık hakkında iddianame düzenledikten sonra, sanık


tarafından aynı suçun tekrar işlenmesi durumunda yeni
ve ayrı bir suç söz konusu olacaktır.
(Y 12.CD E. 2021/1426, K. 2022/3630 T. 11.05.2022)7

ÖZET: “Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden


çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suç-
lar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa
zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna;

7 (Yargıtay 12.CD. 2021/1426 E.,2022/3630 K. 11.05.2022 T Kararın tamamı için: htt-


ps://karararama.yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim: 09.07.2023)
Yargıtay Kararları 505

uzun zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olma-


dığına karine teşkil edebilecektir. Yine de suçlar arasında az veya
çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme
kararı altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman gösterme-
yecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiği-
ni düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlük-
te olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili
kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkün-
dür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar
da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir
süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur de-
mek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin
iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine
göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin
işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, ko-
runan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği,
olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm
özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.(…)
Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra “hukuki
kesinti” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.
Yapılmakta olan soruşturma sonucunda toplanan delillerin fa-
ilin suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluşturması üzerine Cum-
huriyet savcısınca şüpheli hakkında CMK’nın 170. maddesi uya-
rınca iddianamenin düzenlenmesiyle hukuki kesinti oluşmaktadır.
İddianamenin düzenlenmesiyle olaylar arasında hukuki kesinti
oluştuğundan iddianamenin düzenlenmesinden sonra devam eden
eylemler ise başka bir ceza soruşturmasının konusunu oluştura-
caktır. Başka bir anlatımla sanık hakkında iddianame düzenlen-
dikten sonra, sanık tarafından aynı suçun tekrar işlenmesi duru-
munda, yeni ve ayrı bir suç söz konusu olacaktır.
Buna karşın işlemiş olduğu suçtan dolayı henüz hakkında iddi-
aname düzenlenmeden, sanığın aynı suç işleme kararıyla ve aynı
mağdura karşı yeniden suç işlemesi durumunda, hukuki kesinti
gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık
hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. Bu durumda
sanığın her suçtan ayrı ayrı cezalandırılması yoluna gidilmeyecek,
sanığa bir suçtan ceza verildikten sonra hakkında zincirleme suç
hükümleri uygulanmak suretiyle cezasından artırım yapılacaktır.
506 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Bu nedenle soruşturma aşamasında sanığın aynı suç işleme kara-


rıyla aynı mağdura karşı değişik zamanlarda aynı suçu işlediğinin
tespit edilmesi durumda, soruşturma dosyalarının birleştirilerek
kamu davası açılması, bu hususa riayet edilmeden kamu davaları-
nın açılması halinde ise hukuki kesintinin oluşmasından önce sa-
nığın aynı mağdura karşı bir suç işleme kararıyla aynı suçu değişik
zamanlarda işlediğinin anlaşılması durumunda dava dosyalarının
birleştirilerek sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygu-
lanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi isabetli bir uygulama
olacaktır.(…)
SONUÇ:
“(…)Karar tarihinden sonra 02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 34. maddesi ile değişik CMK’nın 253.
maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine eklenen alt bendler arasında
yer alan ve TCK’nın 106/1-1. madde ve fıkrasında tanımı yapılan
tehdit suçunun uzlaşma kapsamına alındığının anlaşılması karşı-
sında; TCK’nın 7/2. madde ve fıkrası uyarınca; “Suçun işlendiği
zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren ka-
nunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır
ve infaz olunur.” hükmü de gözetilerek, 6763 sayılı Kanunun 35.
maddesi ile değişik CMK’nın 254. maddesi uyarınca aynı Kanun’un
253. maddesinde belirtilen esas ve usûle göre uzlaştırma işlemleri
yerine getirilip, sonucuna göre tehdit suçu açısından sanığın huku-
ki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunma-
sı Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafinin ve katılan ... vekili-
nin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, sair yönleri
incelenmeksizin hükümlerin bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8.
maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un
321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, aynı
Kanunun 326/son maddesi uyarınca katılan ...’a yönelik hakaret,
verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, haberleşme-
nin gizliliğini ihlal, katılanlar Nurdan ve Murat’a yönelik tehdit ile
kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarına ilişkin ceza miktarla-
rı yönünden sanığın kazanılmış hakkının infazda gözetilerek saklı
tutulmasına, 11.05.2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Yargıtay Kararları 507

YARGITAY 15. CEZA DAİRESİ

GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA



MALIN VERİLİŞ GAYESİ DIŞINDA KULLANILMASI

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için;


failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya
belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve
teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş ga-
yesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi sat-
ması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması
ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir
olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başka-
sına yarar sağlaması gerekmektedir.
(Y 15.CD. E.2013/3649 , K. 2014/19640 T. 25.11.2014 )8

ÖZET: “Katılan B.. K..’nun yetkilisi olduğu B.. Ş..nde, şirketin


Söke şantiyesinde, şantiye idare sorumlusu ve işveren vekili sıfa-
tıyla çalışan sanığın, kasada olması gereken şirkete ait 11.080,64
TL’yi uhdesinde tuttuğu ayrıca şirket yetkililerinin bilgisi dışında iş-
çilerin maaş ödemeleri için bankaya aktarılan paralarla repo ve fon
alımı gibi kendi lehine kazandırıcı işlemler yaparak haksız kazanç
temin ettiği ve bu şekilde üzerine atılı suçu işlediğinin iddia edildiği
olayda, sanık, tanık ve katılan beyanları ile tüm dosya kapsamına
göre atılı suçun sanık tarafından işlendiği anlaşılmakla hakkında
verilen mahkumiyet kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.”
SONUÇ
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere,
mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat

8 (Yargıtay 15.CD. 2013/3649 E.,2014/19640 K. 25.11.2014 T. Kararın tamamı için:


https://karararama.yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim:09.07.2023 )
508 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanığın yerinde gö-


rülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; Sanığın 5237 sa-
yılı TCK’nın 43/1.maddesi kapsamında, aynı suç işleme kararıyla
kanunun aynı hükmünün birden fazla ihlal ederek, değişik zaman-
larda birden fazla kez haksız menfaat temin etmiş olması karşısın-
da, zincirleme suç hükümlerinin uygulanmayarak eksik ceza tayin
edilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin ve katılan veki-
linin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan,
hükmün bu nedenle, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince
uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca
BOZULMASINA, 25.11.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HİZMET NEDENİYLE GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA

Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için;


failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya
belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve
teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş ga-
yesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi sat-
ması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması
ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir
olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başka-
sına yarar sağlaması gerekmektedir.
(Y 15.CD. E. 2011/66625 E., K.2013/9877 T. 28.05.2013)9

ÖZET: “Sanık ...’in, katılanın eşinin adına kayıtlı olan iddia ba-
yiini, katılanın eşinin askere gitmesi nedeniyle katılan ile birlikte
çalıştırmaya başladığı, babası sanık ...’ın da oğlu sanık ...’a yardım
ettiği, baba oğul olan sanıkların, spor toto teşkilatına yatırılması
gereken parayı şahsi işlerinde harcayıp yatırmadıkları ve paranın
karşılığında şikayetçiye 7.500 TL’lik sened verdikleri, bu sorunu
çözdükten sonra tekrar birlikte çalışmaya devam ettikleri, 2-3 haf-

9 Yargıtay 15.CD. 2011/66625 E., 2013/9877 K. 28.05.2023 T. Kararın tamamı için:


https://karararama.yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim: 09.07.2023)
Yargıtay Kararları 509

ta geçince kasadan 3 günlük hasılatı da alarak çevreye olan diğer


borçlarından dolayı ortadan kayboldukları, yapılan araştırmada
şüphelilerin adreslerinden ayrılarak bilinmeyen bir yere taşındık-
larının tespit edildiği, bu şekilde her iki sanığın da üzerlerine atılı
hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunu işledikleri iddia
edilen olayda;
Sanık ...’in oğlu Onur’ a boş zamanlarında yardım etmesinin hiz-
met ilişkisi sayılamayacağı dolayısıyla; sanık ... ile katılan arasın-
da herhangi bir hizmet ilişkisinin olmadığı gözetilmeden; eylemin
TCK 155/1 maddesi kapsamında kalması, ayrıca; anılan suçun so-
ruşturulması ve kovuşturulmasının şikayete tâbi bulunduğu,(…)”
SONUÇ
Sanık hakkında temel ceza tayini sırasında hürriyeti bağlayıcı
cezanın alt sınırdan belirlendiği halde adli para cezasının alt sı-
nırdan uzaklaşılarak tespit edilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık
müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğun-
dan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi
gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi
uyarınca BOZULMASINA, 28.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.

MALA ZARAR VERME • ÇEVRENİN KİRLETİLMESİ

Çevrenin kasten kirletilmesi yoluyla mala zarar verme


suçunun oluşturulması mümkündür.
(Y 15.CD E 2014/22467, K. 2015/27131 T.18.06.2015 )10

ÖZET: “Mala zarar verme suçu başkasının mülkiyetinde bulu-


nan taşınır veya taşınmaz malın kısmen veya tamamen yıkılması,
tahrip edilmesi, yok edilmesi, bozulması kullanılamaz hâle getiril-
mesi veya kirletilmesiyle oluşur. Bu bakımdan, söz konusu suç,

10 (Yargıtay 15.CD. 2014/22467 E., 2015/27131 K. Kararın tamamı için: https://kararara-


ma.yargitay.gov.tr/# bknz. Son erişim:09.07.2023)
510 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

seçimlik hareketli bir suçtur. Yıkma, yalnızca taşınmazlar için söz


konusudur. Taşınmazın önceki kullanış biçimine uygun olarak bir
daha kullanılamaz duruma getirilmesini ifade eder. Yok etme, suça
konu şeyin maddî varlığını ortadan kaldırmaktır. Bozma, suça
konu şeyin, amacına uygun olarak kullanılması olanağını ortadan
kaldırmaktır. Kirletme, başkasının binasının duvarına yazı yaz-
mak, resim yapmak, afiş ve ilân yapıştırmak şeklinde gerçekleşti-
rilmektedir.
Sanıkların, suç tarihinde alkollü olarak ... plaka sayılı araçla
bina önüne gelerek çevrenin kirletilmesi ile ilgili müşteki ... ... ile
tartıştıkları, daha sonra bira şişeleri ve taşlarla müştekinin oturdu-
ğu binanın kapısını ve camlarını kırdıkları, bu şekilde sanıkların
üzerlerine atılı mala zarar verme suçunu işlediklerinin iddia edil-
diği olayda, sanık savunması, müşteki beyanı, görgü tespit tutanağı
ve tüm dosya kapsamına göre suçun sanıklar tarafından işlendiği
sabit olmakla bu gerekçelere dayanan mahkemenin kabulünde bir
isabetsizlik bulunmamıştır.(…)”
SONUÇ
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere,
mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat
ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanıkların temyiz
itirazlarının reddine, ancak;
TCK’nın 53. maddesinin 3.fıkrası uyarınca 53/1-c bendindeki
“velayet hakkından; vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulun-
maktan yoksunluğun“ sadece sanıkların kendi altsoyları yönünden
koşullu salıverilme tarihine kadar süreceği, altsoyu haricindekiler
yönünden ise yoksunluğun hapis cezasının infazı tamamlanıncaya
kadar devam edeceği gözetilmeden yazılı şekilde kararlar verilme-
si, Bozmayı gerektirmiş,(…)”
KANUN YARARINA BOZMA
KARARLARI
Kanun Yararına Bozma Kararları 513

YAŞ DÜZELTİLMESİ
(Y2. HD. E. 2023/2148 K. 2023/1455 T. 30.03.2023)

İstinaf incelemesinden geçmeden kesinleşen İlk Derece


Mahkemesi kararının kanun yararına temyizen incelenmesi Adalet
Bakanlığı tarafından istenilmiş olmakla; Tetkik Hakimi tarafindan
hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip
gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı dava dilekçesinde özetle; 26.05.1981 tarihinde evde
doğduğunu, nüfusa 17.12.1976 tarihinde babasının sözlü beyanı
ile yazıldığını, doğum tarihinin 26.05.1981 olarak düzeltilmesini
talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı Nüfus Müdürlüğü davaya cevap vermemiş, temsilcisi
duruşmada davacmın davasını kanıtlaması gerektiğini beyan
etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen
kararı ile, nüfusa tescil tarihi engeli, kardeş engeli, anne ve
babasının yaş ve evlenme tarihi engeli, sağlık kuruluşunda doğum
kaydı engeli olmadığı, dava tarihinden önce yaşının mahkeme
kararı ile düzeltilmediği, bu itibarla herhangi bir nüfus kayıt
engelinin olmadığı, nüfus kaydında görünen yaşının gerçek durumu
yansıtmadığı, doğum tarihinin beyan üzerine kaydedildiği, ilkokul
mezuniyet tarihinin 10.06.1988 olduğu, gerçekte 17.12.1978
tarihinde doğmuş olduğu, kollukça yaptırılan tahkikatta, davacının
aranılan şahıslardan olmadığı, bu şekilde yaşının tashihine
karar verilmesi halinde kamu düzenini sarsacak bir durumun
olmadığı gerekçesi ile davanın kabulü ile davacının 17.12.1976
514 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

olan doğum tarihinin gün ve ay baki kalmak suretiyle 17.12.1978


olarak tashihen tesciline karar verilmiş, İlk Derece Mahkemesi
kararı istinaf incelemesinden geçmeksizin 26.10.2022 tarihinde
kesinleşmiştir.
IV. KANUN YARARINA TEMYIZ
A. Kanun Yararına Temyiz Yoluna Başvuran
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararının kanun
yararına temyizen incelenmesi Adalet Bakanlığı tarafından
istenilmiştir.
B. Temyiz Sebepleri
Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü 21.02.2023
tarihli kanun yararına temyiz dilekçesinde, davacının doğum olayının
hastane dışında gerçekleştiği ve beyana dayalı olarak 24.12.1976
tarihinde nüfusa tescil edilmiş olduğu, Defne Kaymakamlığı Ilçe
Milli Eğitim Müdürlüğü Cengiz Topel İlkokulunun 22.06.2022
tarih ve 52499426 sayılı yazısına göre 1985-1986 eğitim öğretim
yılında nakille okulun 3-F sınıfım kaydedildiği, nüfus kayıtlarında
ise 01.08.1978 doğumlu Seylan isminde bir kardeşinin bulunduğu,
mahkemece yapılan yargılama sonunda davacının ilkokul mezuniyet
tarihi gözetilerek davanın kısmen kabulüyle doğum tarihinin
17.12.1978 olarak tashihine karar verildiği, mahkemece, davacının
doğumunun 24.12.1976 tarihinde tescil edildiği dikkate alınıp bu
tarihten sonra doğum olayının gerçekleşemeyeceği, 01.08.1978
doğum tarihli bir kardeşi olup bu tarih ile 180 günlük en az gebelik
süresi gözetilmeksizin yeni doğumun mümkün olmadığı, böylece
nüfus kayıtlarında çelişki oluşturacak şekilde karar verilmiş
olmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek kararın kanun
yararına temyizen incelenerek bozulmasını talep etmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, davacının nüfus kaydındaki doğum tarihinin
düzeltilip düzeltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
2. Ilgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı
Kanun Yararına Bozma Kararları 515

Kanun) 363 üncü maddesinin birinci fıkrası uyannca ilk derece


mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile istinaf
incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına karşı,
yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Adalet
Bakanlığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur.
2. Temyiz talebi Yargıtayca yerinde görüldüğü takdirde, 6100
sayılı Kanun’un 363 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca karar
kanun yararına bozulur ve bu bozma, kararın hukuki sonuçlarını
ortadan kaldırmaz.
3. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun (5490 sayılı
Kanun) 36 neı maddesi
3. Değerlendirme
1.İlk Derece Mahkemesince her ne kadar davacının 17.12.1976
olan doğum tarihinin 17.12.1978 olarak düzeltilmesine karar
verilmiş ise de; davacının nüfus kaydının incelenmesinden
davacının doğumunun nüfus kayıtlarına 24.12.1976 tarihinde
tescil edildiği ve aynı anne babadan 01.08.1978 doğumlu Seylan
adında bir kardeşinin olduğu anlaşılmaktadır.
2.Nüfusa tescil tarihinden sonra doğum olayının
gerçekleşmeyeceği ve iki kardeş arasındaki muhtemel doğum
süresi gözetilmeden nüfus kayıtlarında çelişki oluşturacak şekilde
İlk Derece Mahkemesince davanın kabulü ile davacının doğum
tarihinin düzeltilmesine karar verilmesi hatalı olup bozmayı
gerektirmiştir.
V. KARAR
Açıklanan sebeple
Adalet Bakanlığının 6100 sayılı Kanun’un 363 üncü maddesinin
birinci fıkrasına dayalı kanun yararına temyiz isteminin kabulü
ile kararın sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA
BOZULMASINA,
Dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin
Adalet Bakanlığına gönderilmesine, 30.03.2023 tarihinde oy
birliğiyle karar verildi.
516 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

HUKUK YARGILAMASINDA MASUMİYET KARİNESİ


(Y3HD, E. 2022/2971, K. 2022/4300, T. 30.03.2023)

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasmın mahkemece yapılan


yargılaması neticesinde davanın reddine dair kesin olarak verilen
hükmün Adalet Bakanlığına kanun yararına bozulması istenilmek-
le; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içe-
risindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Davacı, şirket tarafından işletilen köprü ve otoyoldan davalının
ihlalli geçiş nedeniyle mevzuat gereği para cezası tahakkuk ettirildi-
ğini, ödenmeyen geçiş ücreti ve para cezası ile ilgili davalı aleyhine
icra takibi yapıldığını, davalı tarafın süresinde takibe itiraz ede-
rek takibi durdurduğunu belirterek, davalı tarafın haksız itirazının
415,50-TL üzerinden iptaline ve %20’den az olmamak üzere icra
inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiş; ancak icra takibine itirazında
ise, hem borca hem de yetkiye itirazda bulunmuştur.
Mahkemece, dosyaya ibraz edilen CD nin izlendiği, dava konu-
su 55 JH 157 plaka sayılı aracın otoban çıkışında durdurulduğu,
kabinde bulunan görevli ile konuştuğu, görevliye elini uzatarak bir
şey verildiği, görevlinin de işlem yaparak kendisine bir şey verdi-
ği, daha sonra arkasından gelen araçların da aynı işlemleri tek-
rarladıkları, bu haliyle davalının, ceza makbuzunu mu ya da para
üstünü mü aldığına dair şüphe oluştuğu, ceza mahkemesinin ana
ilkelerinden birisinin şüpheden sanık yararlanır ilkesi olduğu, bu
haliyle davalının kesin ve tartışmasız şekilde borcu bulunduğuna
dair her türlü şüpheden uzak kanaat hasıl olmadığı, davacının da
bu durumu başka belge ve delillerle ispat edemediği gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir.
Kanun Yararına Bozma Kararları 517

Adalet Bakanlığının 21/05/2021 tarihli yazısında; davalının öde-


me emrine itirazında usulüne uygun olarak icra dairesinin yetki-
sine de itiraz etmiş olması sebebiyle, öncelikle takibin başlatıldığı
icra dairesinin yetkisinin belirlenmesi gerekirken mahkemece bu
hususta bir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın işin esasına
girilerek hüküm kurulmasının doğru olmadığı gibi, davahnın üc-
retli otoyolu kullandığı sabit olmasına rağmen dosyaya ihlalli ge-
çiş ücretini ödediğine dair delil ibraz etmediği de gözetilmeksizin
hukuk yargılamasında karşılığı bulunmayan masumiyet karinesine
dayanılarak sonuca gidilmesinin usul ve yasaya aykırı bulunduğu
ileri sürülerek; kararın, 6100 sayılı HMK’nın 363 üncü maddesinin
birinci fikrası uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir.
Dava, ihlalli geçiş nedeniyle ödenmeyen geçiş ücreti ve para ceza-
sının tahsil için başlatılan takibe itirazın iptali istemine ilişkindir.
1-itirazın iptali davasında usulüne uygun olarak başlatılmış
ve itirazla durmuş bir takibin varlığı dava şartı olup, 6100 sayılı
HMK’nın 115. maddesi uyarınca dava şartım varlığı yargılamanın
her aşamasında mahkemece re’sen gözetilmelidir.
Itirazın iptali davasını gören mahkemenin, icra takibinin yapıl-
dığı icra dairesinin yetkisine yönelik itirazı öncelikle incelemesi ge-
rekir. Mahkemenin yetkisine yönelik bir itirazın var olup olmama-
sı, bu sonuca etkili değildir. Eş söyleyişle, itirazın iptali davasında,
mahkemenin yetkisine itiraz edilmiş olsun veya olmasın, mahkeme
öncelikle, icra dairesinin yetkisine yönelik itirazı inceleyerek kesin
olarak sonuçlandmnalıdır ( HGK’nın 28.03.2001 gün ve 2001/19-
267 E. 2001/311 K.; 20.03.2002 gün ve 2002/13-241 E.,2002/208
K. ).
Kaldı ki, itirazın iptali davasını görme yetkisi, takibin yapıldığı
yer mahkemesine aittir. 0 nedenle, mahkemenin, icra dairesinin
yetkisine yönelik itirazı incelemesi doğaldır. Bu yetki itirazının in-
celenmesi sonucunda, mahkeme, kendisinin yetkili olup olmadığı-
nı da belirlemiş olacaktır.
(estündağ, S: İcra Hukukunun Esasları, İstanbul 1995, 6. Bası,
s. 101-102)” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ nun 27.11.2013 gün
ve 2013/13-372 E., 2013/1606 K. sayılı kararı)
518 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

İlamsız bir takipte yetkili icra dairesi de İİK 50. maddesinin yol-
laması ile HMK genel hükümlerine göre belirlenecektir. HMK`nın
6. maddesine göre genel yetkili icra dairesi, davalı gerçek veya tüzel
kişinin takibin yapıldığı tarihteki yerleşim yeri icra dairesidir. Aynı
yasanın “sözleşmelerden doğan davalarda yetki” başlıklı 10. mad-
desinde; sözleşmeden doğan davaların sözleşmenin ifa edileceği
yer mahkemesinde de açılabileceği hüküm altına alınmış olup, bu
sebeple sözleşmeden doğan para borcunun tahsil için başlatılan ta-
kipte, sözleşmenin ifa edileceği yer icra dairesi de yetkili kılınmış-
tır. Takibin konusu sözleşmeden kaynaklı para borcu olduğunda,
davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK 89.
maddesine göre, aksi kararlaştırılmadıkça para borçları alacaklı-
nın ödeme zamanındaki yerleşim yerinde ifa edilecektir.
Yetki itirazının incelemesi neticesi mahkeme yetkili olduğuna ka-
rar verirse borçlunun icra dairesine yapmış olduğu yetki itirazının
reddine karar verilecektir. Mahkeme yapmış olduğu inceleme neti-
cesi takip yapılan icra dairesinin yetkili olmadığına kanaat getirir
ise “Yetkili icra dairesinde yapılmış geçerli bir takip olmadığından
davanın reddine” karar verecektir. (06.10.2004 tarih E:2004/19-
410 K:2004/471 karar sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı)
Somut olayda, İİK’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali
davasında mahkemece, öncelikle davalının itirazında belirttiği icra
dairesinin yetkisinin araştırılması ve şayet icra dairesinin yetkisine
ilişkin itiraz yerinde değil ise esasa ilişkin itirazın incelenmesine
geçilerek hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu biçimde yetki
itirazı yönünden değerlendirilme yapılmaksızın hüküm kurulması
doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 0 halde mahkemece,
itirazın iptali davasında öncelikle yetki itirazı yönünden değerlen-
dirilme yapılıp karar verilmesi gerektiği anlaşıldığından Adalet Ba-
kanlığının bu yöne ilişen kanun yararına bozma talebinin kabulü
gerekmiştir.
2-Davalıya ait aracın davacının işlettiği yoldan geçiş tarihinde
yürülükte olan 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Hiz-
metleri Hakkında Kanun’un Geçiş Ücretini Ödememe ve Güven-
liğin ihlali başlıklı 30/5. maddesinde “4046, 3465 ve 3996 sayılı
kanunlar çerçevesinde işletme hakkı verilen veya devredilen oto-
Kanun Yararına Bozma Kararları 519

yollar veya erişme kontrolünün uygulandığı karayollanndan geçiş


ücretlerini ödemeden geçiş yapan araç sahiplerinden, işletici şirket
tarafından geçiş ücreti ödemeden giriş çıkış yaptığı mesafeye ait
geçiş ücreti ile birlikte, bu ücretin on katı tutarında ceza, genel
hükümlere göre tahsil edilir.” şeklinde yer alan düzenlemeye göre,
geçiş ücreti ödemeden geçiş yaptığı tespit edilen araç sahiplerine
geçiş ücretinin 10 katı idari para cezası verilir.
16.05.2018 tarihli 7144 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapıl-
masına Dair Kanun’un 18. maddesi ile 6001 sayılı Kanun’un 30/5.
maddesinde yer alan 10 katı ibaresi 4 katı şeklinde değiştirilmiş
ve yine aynı Kanun 19. maddesi ile 6001 sayılı Kanun’a geçici 3.
madde eklenerek, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
otoyollar ile erişme kontrolünün uygulandığı karayolları için belir-
lenen geçiş ücretlerini ödemeden yapılmış olan geçişlerde araç sa-
hiplerine 6001 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin beşinci fıkrası
uyarınca tahakkuk ettirilen ancak henüz tahsilatı yapılmamış olan
para cezaları hakkında 4 katı oranının uygulanacağı düzenlenmiş-
tir.
Söz konusu düzenlemeler somut olay özelinde değerlendirildi-
ğinde; davalıya ait aracın 4. sınıf araç olduğu ve geçiş ücreti öde-
meden davacının işlettiği yoldan geçiş yaptığı, davalının söz konusu
geçiş ücretini ve ceza bedellerini ödediğini yasal delillerle ispat ede-
mediği, 4 katı idari para cezası verileceğine dair yasal düzenleme-
nin yürürlüğe girdiği ve 6001 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesine
göre de 4 katı oranında para cezasının uygulanmasına dair yasal
düzenlemenin tahsilat yapılmayan dava konusu yapılan para ceza-
sına uygulanacağı anlaşılmaktadır. 0 halde mahkemece, yukarıda
açıklanan yasal düzenlemeler değerlendirilerek davalının ihlalli ge-
çiş ücretini ödediğini yasal delillere ispat edemediği gözetilerek so-
nucuna göre bir karar verilmesi gerekirken hukuk yargılamasında
karşılığı bulunmayan masumiyet karinesine dayanılıp davanın red-
di yönünde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olduğundan Adalet
Bakanlığının bu yöne ‘lisen kanun yararına temyiz talebinin kabulü
gerekmiştir.
520 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

SONUÇ:
Yukarıda 1. ve 2. bentte açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlı-
ğı’nın kanun yararına bozma talebinin kabulü ile kararın sonuca
etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, aynı
maddenin üçüncü fıkrası uyarınca gereği yapılmak üzere bozma
kararının bir örneğinin ve dava dosyasının Adalet Bakanlığına gön-
derilmesine, 09.05.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Kanun Yararına Bozma Kararları 521

III

BİRLEŞEN DAVANIN TARİH ve SAYISINA KARAR


BAŞLIĞINDA YER VERİLMEMİŞ OLMASI
(Y9. HD. E. 2023/6813, K. 2023/4900, T. 03.04.2023)

Taraflar arasmda, Ilk Derece Mahkemesinde görülen alacak da-


vasında davamn kismen kabulüne karar verilmistir.
Ilk Derece Mahkemesince kesin olarak verilen karann kanun ya-
ranna temyizen incelenmesi Adalet Bakanligi tarafindan istenilmis
olmakla; Tetkik Hakimi tarafindan hazirlanan rapor dinlendikten
sonra dosyadaki belgeler incelenip geregi düşünüldü.
L DAVA
1. Davaci vekili dava dilekçesinde; 03.12.2018-21.12.2019 ta-
rihleri arasinda sigorta danışmanı olarak çalışan davacı asılın iş
sözleşmesini hakh olarak feshettigini ileri sürerek kıdem tazmı-
nati, aylık ücret alacağı, yıllık izin ücreti ve prim ücreti alacağının
davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
2, Davaci vekili birlesen dava dilekcesinde; davaci asilm ayni
adreste faaliyet gosteren, ayni kisilere ait olan, aynı işi yapan ve
dolayısıyla aralarında organic bağ bulunan ….. Şirketi ve ….Şir-
keti tarafından birlikte istihdam edildiğini, bu nedenle Şirketlerin
işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduk-
larını ileri sürerek kıdem tazminatı, aylık ücret alacağı, yıllık izin
ücreti ve prim ücreti alacağının davalıdan tahsiline karar verilme-
sini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Şirketi vekili cevap dilekçesinde; davacınm Şirkette
çalışması bulunmadığından
Şirkete yönelik davanın husumet yokluğu nedeniyle reddedilme-
si gerektiğini, iş sözleşmesinin devamsızlık nedeniyle haklı olarak
feshedildiğini, davacının kıdem tazminatına hak kazanmadığını,
çalıştığı süre boyunca yıllık izinlerini kullandığım, ödemesi gere-
522 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

ken ihbar süresi hesaplanarak 21 günlük ücret alacağının ihbar


alacağına mahsup edildiğini, bu nedenle ödenmeyen aylık ücreti-
nin olmadığını, işyeri uygulamasında prim ücreti gibi bir alacağın
hiçbir zaman mevcut olmadığını savunarak davanın reddini iste-
miştir.
2. Davalı Şirketi; cevap dilekçesi sunmamıştır.
III. İLK DERECE MAHKEMESI KARARI
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen
kararı ile; birleşen dosyada davaya cevap
davalıların adreslerinin aynı olduğu, davalı tanığının davalıların
grup şirketi olduğunu ve her iki Şirketin aynı yerde bulunduğunu
beyan ettiği, bu nedenle davahlann işçilik alacaklarından müştere-
ken ve müteselsilen sorumlu oldukları gerekçesiyle prim alacağı
reddedilmek suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
2. İlk Derece Mahkemesi kararı kesin olarak verilmiştir.
IV. KANUN YARARINA TEMYIZ
A. Kanun Yararına Temyiz Yoluna Başvuran
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararının kanun
yararına temyizen incelenmesi Adalet Bakanlığı tarafından istenil-
miştir.
B. Temyiz Sebepleri
Adalet Bakanlığı; adreslerinin aynı olması nedeniyle aralarında
organik bağ bulunan davalı Şirketlerin müştereken ve müteselsilen
sorumlu oldukları kabul edilmiş ise de faaliyet alanı farklı olan da-
valı Şirketlerin sırf davacı işçiden mal kaçırmak ve onu zarara uğ-
ratmak amacıyla kötüniyetli işlemler yaptığı somut verilerle ispat-
lanamadığından asıl davanın reddine karar verilmesi gerekirken
yazılı şekilde karar verilmiş olmasının ve asıl ve birleşen davaların
birbirinden bağımsız, müstakil davalar olma özelliğini devam ettir-
mesi nedeniyle birleşen dava dosyasının taraflarının karar başlı-
ğında; dava, cevap ve delillerinin kararda belirtilmemesinin; ayrıca
asıl ve birleştirilen her bir dava için ayrı ayrı hüküm kurulmamas-
mın usul ve kanuna aykırı bulunduğunu belirterek Mahkeme ka-
rarının kanun yaranna bozulması istemi ile kanun yaranna temyiz
yoluna başvurmuştun.
Kanun Yararına Bozma Kararları 523

C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, davalı Şirketler arasında müştereken ve mütesel-
silen sorumlu tutulmalarını gerektiren bir hukuki ilişki bulunup
bulunmadığı ile birleşen dava hakkında usulüne uygun şekilde hü-
küm oluşturulup oluşturulmadığına ilişkindir.
2. ilgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı
Kanun) “Kanun yararına temyiz” kenar başlıklı 363 üncü maddesi-
nin birinci fıkrası şöyledir:
“İlk derece mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile
istinaf incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına
ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ilk derece mahke-
mesi sıfatıyla kesin olarak verdikleri kararlar ile yine bu sıfatla
verdikleri ve temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulu-
nan kararlarına karşı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri
sürülerek Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur.”
2. Temyiz talebi Yargıtayca yerinde görüldüğü takdirde, 6100
sayılı Kanun’un 363 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca karar
kanun yararına bozulur ve bu bozma, kararın hukuki sonuçlarını
ortadan kaldırmaz.
3. 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddesinin ikinci fıkrası ile
371 inci maddesi.
3. Değerlendirme
1. 6100 sayılı Kanun’un 363 üncü maddesinin birinci fıkrası
uyarmca ilk derece mahkemelerinin kesin olarak verdikleri ka-
rarlar ile istinaf incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan
kararlarına karşı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sü-
rülerek Adalet Bakanlığı tarafından kanun yaranna temyiz yoluna
başvurulur. 6100 sayılı Kanun’un 363 üncü maddesinin gerekçe-
sinde de karar verilirken yürürlükteki hukukun yanlış uygulanma-
sının her an için söz konusu olabileceği, kanun yararına temyizin,
yanlışlık tespit edilip daha sonra benzer işlemlerden kaçınmak için
524 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kabul edilen bir sistem olduğu, Yargıtayın yaptığı incelemede uy-


gulamanın yanlış olduğu sonucuna ulaşırsa kararı kanun yararına
bozacağı ifade edilmiştir.
2. Temyiz yolu ise olağan kanun yollarından birisidir. Bozma
sebepleri, 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinde sayılmıştır.
Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uy-
gulanmış olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan
birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep ol-
maksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası
veya eksiklikler bulunmasıdır. Temyiz yolunda, hüküm mahkeme-
sinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu
yapılır. Madde gerekçesinde bu husus “Temyiz incelemesini, istinaf
incelemesinden ayıran temel özellik, temyiz incelemesinin usûl hu-
kuku veya maddi hukuk yönünden incelemeyi gerektirmesi, mad-
di vakıaların denetimi ile delil değerlendirmesine girmemesidir.
Maddede bu hukuki denetimin hangi sebeplerle yapılacağı açıklığa
kavuşturulmuştur. Bugüne kadar istinaf yolunun olmamasından
dolayı zaman zaman Yargıtay maddi vakıalara ve delil değerlendir-
mesine de girmek zorunda kalabilmekteydi, istinafla birlikte artık
bu ihtiyaç ortadan kalkmış ve Yargıtay tamamen bir hukuki dene-
tim ve içtihat mercii olmuştur.” şeklinde vurgulanmıştır.
3. Belirtilen bu yasal düzenlemeler ve 6100 sayılı Kanun döne-
minde temyiz yolu ile ilgili özellikler dikkate almdığında, kanun
yararına temyiz ile temyiz yolu arasında bir ayrım yapılması gerek-
mektedir. Kanun yararına temyiz başvurusunda, başvuru konusu
kararın sadece yürürlükteki hukuka aykırı olup olmadığı denetle-
nir. Bu denetim ise, temyiz incelemesinin aksine, kanun yararına
temyizde görece sınırlı bir inceleme yapılmasını gerektirir. Kanun
yararına temyize ilişkin madde gerekçesinde de belirtildiği gibi yü-
rürlükteki hukukun yanlış uygulanması söz konusu olduğunda,
kararın kanun yararına bozulması gerekir.
4. Somut olayda asıl ve birleşen davalarda; aralarında organik
bağ bulunan davalı Şirketler nezdinde 03.12.2018-21.12.2019 ta-
rihleri arasında sigorta danışmanı olarak çalışan davacının iş söz-
leşmesini haklı olarak feshettiği ileri sürülerek kıdem tazminatı,
aylık ücret alacağı, yıllık izin ücreti ve prim ücreti alacağım davalı-
Kanun Yararına Bozma Kararları 525

lardan tahsiline karar verilmesi talebinde bulunulmuş; Mahkeme-


ce, adreslerinin aynı olması ve grup şirketi olmalarından hareketle
davalı Şirketlerin hüküm altına alınan alacak kalemlerinden müş-
tereken ve müteselsilen sorumlu oldukları kabul edilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının davalı Şirketlerin müştereken ve müte-
selsilen sorumlu tutulmalarmı gerektirecek bir durumun varlığının
somut verilerle ispatlanamadığı gerekçesiyle Şirketi aleyhine açılan
asıl davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönündeki kanun ya-
rarına temyizi, Mahkemenin maddi vakıalar ile davanın ispatına
yönelik değerlendirmelerine ilişkindir. Kanun koyucunun temyiz
yolunda dahi Yargıtayca maddi vakıaların denetimi ile delil değer-
lendirmesine girilmemesi gerektiği yönündeki madde gerekçesi
dikkate alındığında; kanun yararına temyizde bu tür bir değerlen-
dirmenin yapılmaması gerekir. Yapılan açıklama doğrultusunda
belirtilen kanun yararına bozma istemi; Mahkemece verilen kara-
rın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu, bir diğer ifade ile yürürlük-
teki hukukun yanlış uygulandığı noktasında bir sonuca varılması
mümkün olmadığından yerinde görülmemiştir.
6. Adalet Bakanlığının bir diğer kanun yararına temyiz sebebi,
birleşen dava hakkında usulüne uygun şekilde hüküm oluşturul-
mamış olması bakımındandır.
7. 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddesinin ikinci fıkrası gere-
ğince bir davada istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hü-
kün-ıle taraflara yüklenilen borç ve tanınan hakların, mümkünse
sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandır-
mayacak şekilde gösterilmesi gerekli olup davalarm birleştirilme-
si durumunda da, asıl ve birleşen davaların birbirinden bağımsız,
müstakil davalar olması nedeniyle, hüküm kısmında her bir dava
hakkında o davaya ilişkin yargılama giderlerinin de ayrı ayrı göste-
rilmesi zorunludur.
8. Somut olayda Mahkemece birleşen davanın tarih ve sayısına
karar başlığmda yer verilmemiş olması, yargılama giderleri bakı-
mından tek bir dava ve tek bir davalı varmış gibi hüküm kurulması
hatalıdır. Adalet Bakanlığının kanun yararına temyiz isteminin bu
yönden kabulü gerekir.
526 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Adalet Bakanlığının 6100 sayılı Kanun’un 363 üncü maddesinin
birinci fıkrasına dayalı kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile
kararın sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZUL-
MASINA,
Dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin
Adalet Bakanlığına gönderilmesine, 03.04.2023 tarihinde oy birli-
ğiyle karar verildi.
Kanun Yararına Bozma Kararları 527

VI

FESİH SEBEBİ İLE BAĞLILIK İLKESİ


(Y9 HD, E. 2023/7457, K. 2023/4900, T. 03.04.2023)

Taraflar arasında, İlk Derece Mahkemesinde görülen alacak da-


vasında davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesince kesin olarak verilen kararın kanun
yararına teınyizen incelenmesi Adalet Bakanlığı tarafından istenil-
miş olmakla; Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor dinlen-
dikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
L DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin, davalı işverenin
Turhal şubesinde işe başladığını ve sonrasında Tokat şubesinde
çalıştığını, asgari ücret aldığını, çalıştığı süre içerisinde hiçbir hata
ve kusuru olmadığını, sabah 08.00’de işe başladığını, en erken
19.15, en geç 22.00’ye kadar çalıştığını, fazla çalışma ücreti adı
altında birtakım ödemeler yapıldığını ancak ödemenin eksik ol-
duğunu, davalı Şirketin davacının çalıştığı fabrikayı kapattığını, iş
sözleşmesinde bir hüküm olmamasına karşın işçileri korkutarak
bütün işçileri Tokat ilindeki fabrikaya nakletmek istediğini, dava-
cını bir çok evrakı işten çıkarılma korkusu ile imzaladığını, imza-
ladığı evrak arasında nakle onay verdiğine dair iş sözleşmesi de
bulunduğunu, müvekkilinin Turhal’da ikamet ettiğini, Turhardan
(taşınma işleminde bu durumu kabul ettiğini; ancak Tokat ile Tur-
hal arasının 49 km. olduğunu, fabrikanın yerleşim yerine oldukça
uzak olduğunu, ailesi Turhal’da olduğundan ulaşımın sıkıntı oldu-
ğunu, ayrıca davalı tarafça Tokat’a gelecek işçilere zam yapılacağı
söylenmesine karşın ücretinee zam yapılmadığını, müvekkilinin
hem alacaklarını tam olarak alamaması hem de iş şartlarının ağır-
laşmış olması nedeniyle iş sözleşmesini haklı olarak feshettiğini
ileri sürerek kıdem -tazminatı ile fazla çalışma alacağının davalı-
dan tahsiline karar verilmesini. talep etmiştir.
528 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

IL CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava konusu alacakların za-
manaşımına uğradığını, davacının 09,12.2017-18.122017 tarihle-
ri arasında devamzılık yaptığını, bu konuda tutanaklarının tutul-
duğunu, davacıya 18.12.2017 tarihinde ihtarname gönderildiğini,
ihtarnamenin 29.12.2017 tarihinde tebliğ edildiğini, bu tarihte
davacının çıkışının 22 kodu ile yapıldığını, davacı iş sözIeşmesi-
ni Turhal’dan Tokat’a nakil olmak istememesi sebebiyle haklı ne-
denle feshettiğini iddia etmiş ise de iş sözleşmesinin devamsızlık
sebebiyle işverence feshedildiğini, sonradan davacının arkadaş-
larından öğrenildiği kadarıyla davacı çalışmak, için yurt dışına
gitmesi sebebiyle işe gelmediğinin anlaşıldığını, davacının deva-
mısızlık yaptığı tarihlerde davalı işyerinin Turhal şubesinin kapan-
masının söz konusu olmadığını, Tokat fabrikasının çalışma ruh-
satının 25,04.2018 tarihinde alındığını, taşınma kararının işçilere
26.06.2018 tarihinde duyurulduğunu, davacının devamsızlik yap-
tığı tarihte fabrikanın inşaatına” devam ettiğini, davacının Tokat’la-
ki fabrikada hiç çahşmadığını, davalı işyerinde önceleri hafta içi 5
gün 08.00-17.00 arası çalışma ve 1 saat ara dinlenme, cumartesi
günleri 08,00-13.15 saatleri arası çalışma ve 15 dakika ara dinlen-
me olmak üzere haftalık 45 saat çalışıldığını, 2018 yılından itiba-
ren çalışma şeklinin değiştiğini, işyerinde fazla çalışma yapılması
halinde bu çalışmaların parmak izi takip cihazı ile takip edildiğini
ve bordrolar ile ödendiğini savunarak davanın reddini. istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESi KARAR’.
1. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen
katan ile; davacının, davalıya ait işyerinde 27.1.0.2010-29.12.2017
tarihleri arasında en son brüt 1.777,50 TL’ye çalıştığı, 29.12.2017
tarihli işten aynlış bildirgesinde çıkış kodunun 22 (diğer nedenler)
olarak gösterildiği, fesih nedeni ile bağlı olan işverenin, davacının
iş sözleşmesinin devamsızlık nedeniyle sona erdiğini savunduğu,
sigorta kaydındaki fesih nedeninin ise farklı olduğu görülmekle iş
sözleşmesinin tazminat gerektirmeyecek şekilde sona erdiği işve-
ren tarafından kanal arnamadığından davacının kıdem tazminat
ma hak kazandığı; dosya kapsamında, tüm çalışma dönemine ait
imzalı ve ihtiraz] kayıtsız ücret bordrolan yer almakta olup bu ücret
Kanun Yararına Bozma Kararları 529

bordrolan ile banka kayıtları ve parmak okuma sisteminin birbiri


ile uyumlu olduğu, parmak izi kayıtlarında yer alan çalışmaların
üzerinde çalışma yapıldığını ispatlayan yazılı bir delil bulunmadığı
gerekçesiyle kıdem tazminatı talebinin kabulüne, fazla çalışma ala-
cağı talebinin ise reddine karar verilnıiştir.
2. İlk Derece Mahkemesi kararı kesin olarak verilmiştir.
IV. KANUN YARARINA TEMYİZ
A. Kanun Yararına Temyiz Yoluna Başvuran
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararının kanun
yaratma temyizen. incelenmesi Adalet Bakanlığı tarafindan
B. Temyiz Sebepleri
Adalet Bakanlığı; davacının, Turhal’da bulunan fabrikanın To-
kat’a taşınması nedeniyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshet-
tiğini iddia ettiğini; davalının ise davacının işten ayrıldığı tarihte
taşınmanın henüz gerçekleşmediğini, davacının iş sözleşmesinin
devamsızlık nedeniyle feshedildiğini. davacının Irak ülkesine git-
tiğinin öğrenildiğini savunduğunu; 09.12.2017 ila 18.12.2017 ta-
rihleri arasında davacının mazeretsiz olarak işe gelmediğine ilişkin
tutanaklar tutulduğunu; Tokat il Emniyet Müdürlüğü Göçmen Ka-
çakçılığıyla Mücadele ve Hudut Kapıları Şube Müdürlügünce veri-
len 09.06.2021 tarihli cevaba göre davacı, 10,12.2017 tarihinde
İstanbul Atatürk Hava Kapısından yurt dışına çıkarak 10.06.2018
tarihinde aynı kapıdan yurda giriş yaptığının anlaşıldığını, şu hal-
de Mahkemece, 09.12.2017 tarihinden itibaren mazeretsiz olarak
devamsızlık yapan ve resmi kayıtlara göre de 10.12.2017 tarihinde
yurt dışına çıkıp 10.06.2018 tarihinde yurda dönen işçinin iş söz-
leşmesinin işverence haklı bir sebeple feshedildiği gözetilmeksizin
davacı lehine kıdem tazminanna karar verilmiş olmasının usul ve
kanuna aykırı olduğunu belirterek İlk Derece Mahkemesi kararı-
nın kanun yararına bozulması istemi ile başvuruda bulunmuştur.
C. Gerekçe
I. Uyuzmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlik, Mahkemenin maddi vakıalar ile davanın ispatına
yönelik değeriendirmesinin yürürlükteki hukuka aykırılık bağla-
530 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

mında kanun yararına temyiz incelemesine tabi tutulup tutulama-


yacağına ve davacının iş sözleşmesinin feshi ile buna bağlı olarak
kıdem tazıninatına hak kazanıp kazanmadığı hususunda Mahke-
mece yapılan yargılamada kanuna aykırılık bulunup bulunmadığı-
na ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı
Kanun) 363. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ilk derece mah-
kemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile istinaf incelerne-
sinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına karşı, yürür-
lükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Adalet Bakanlığı
tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur.
2. Temyiz talebi Yargıtayca yerinde görüldüğü takdirde, 6100
sayılı Kanun’un 363. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca karar ka-
nun yararına bozulur ve bu bozma, kararın hukuki sonuçlarını or-
tadan kaldırmaz.
3. 6100 sayılı Kanun’un “Sızma sebepleri” kenar başlıklı 371
inci maddesi şöyledir:
“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe gös-
tererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar:
a) Hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uy-
gulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin
kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç.) Karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulun-
ması.”
4. 6100 sayılı Kanun’un “Taraflarca getirilme ilkesi” kenar baş-
lıklı 25 inci maddesinin birinci fikrası şöyledir.
“Kanunda öngörülen istisnalar dışında hakim iki taraftan bi-
rinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate ala-
maz ve onları hatırlatabileeek davranışlarda dahi bulunamaz:”
Kanun Yararına Bozma Kararları 531

5. 6100 sayılı Kanun’un “İspat Yükü” kenar başlıklı 190. madde-


sinin1. fıkrası şöyledir.
“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça id-
dia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak
çıkaran tarafa aittir,”
6. 4857 sayılı İş Kanunu’nun (4857 sayılı Kanun) “işçinin haklı
nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı 24 iincü maddesinin il-
gili bölümü şöyledir
“Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı haller-
de iş sözleşmesini sürenin bitiminde önce veya bildirim süresini
beklemeksizin feshedebilir:
....
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
...
e) işveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya söz-
leşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse
f) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ‘ödenmesi karar-
laştırılıp işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az
iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödene-
rek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmazsa, yahut çalışma şartları
ııygulanmazsa,
...”
7. 4857 sayılı Kanun’un “işverenin haklı nedenle derhal ‘fesih
hakkı” kenar başlıklı 25 inci maddesinin ilgili bölümü şöyledir
‘Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hal-
lerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süre-
sini beklemeksizin feshedebilir.’
...
II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
...
g) işçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sehebe da-
532 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

yanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa her-
hangi bir tatil gününden sonraki iş günü yahut bir ayda üç işgünü
işine devam etmemesi.
Değerlendirme
I. 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca
ilk derece mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile is-
tinaf incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına
karşı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Ada-
let Bakanlığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur.
6100 sayılı Kanun’un 363. maddesinin gerekçesinde de karar ve-
rilirken yürürlükteki hukukun yanlış uygulanmasının her an için
söz konusu olabileceği, kanun yararına teınyizin, yanlışlık tespit
edilip daha sonra benzer işlemlerden kaçınmak için kabul edilen
bir sistem olduğu, Yargıtayın yaptığı incelemede uygulamanın yan-
lış olduğu sonucuna ulaşırsa kararı kanun yararına bozacağı ifade
edilmiştir.
2. Temyiz yolu ise olağan kanun yollarından birisidir. Bozma se-
bepleri, 6100 sayılı Kanun’un 371. maddesinde sayılmıştır. Bunlar;
hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış
olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin da-
vasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın
kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksik-
likler bulunmasıdır. Temyiz yolunda, hüküm mahkemesinin kara-
rı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır.
Madde gerekçesinde bu husus ‘Temyiz incelemesini, istinaf incelen-
mesinden ayıran temel özellik, temyiz incelemesinin usül hukuku
veya maddi hukuk yönünden incelemeyi gerektirınesi maddi vakıa-
ların denetimi ile delil değerlendirmesine girmemesidir. Maddede
bu hukuki denetimin hangi sebeplerle yapılacağı açıklığa kavuş-
turulmuştur. Bugüne kadar istinaf yolunun olmamasından dolayı
zaman zaman Yargıtay maddi vakıalara ve delil değerlendirmesine
de girmek zorunda kalabilmekteydi, istinafla birlikte artık bu ihti-
yaç ortadan kalkmış ye Yargıtay tamamen bir hukuki denetim içtiat
mercii olmuştur.” şeklinde vurgu’ vurgulanmıştır.
3. Belirtilen bu yasal düzenlemeler ve 6100 sayılı Kanun döne-
minde temyiz yolu ileilgili özellikler dikkate alındığında, kanun ya-
Kanun Yararına Bozma Kararları 533

rarına temyiz ile temyiz yolu arasında bir ayrım yapılması gerek-
mektedir. Kanun yararına temyiz başvurusunda, başvuru konusu
kararın sadece yürülükteki hukuka aykırı olup olmadığı denetle-
nir. Bu denetim ise, temyiz incelemesinin aksine, kanun yararına
temyizde görece sınırlı bir inceleme yapılmasını gerektirir. Kanun
yararına temyize ilişkin madde gerekçesinde de belirtildiği gibi yü-
rürlükteki hukukun yanlış uygulanması söz konusu olduğunda,
kararın kanun yararına bozulması gerekir.
4. Somut olayda davacı işçi, işyerinin Turhal’dan Tokat’a taşın-
dığını, ailesinin Turhal’da olması ve nıesafenin uzaklığı ile fabrika-
nın da şehir merkezine uzaklığı sebebiyle iş şartlarının ağırlaştığı,
gerek iş şartlarının ağırlaşması gerekse alacaklarının tam olarak
ödenmemesi sebebi ile iş sözleşmesini haklı olarak feshettigini ile-
ri sürmüş; davalı işveren ise davacının Tokat’ta hiç çalışmadığım,
Tokat’a taşınma tarihinin fesihten çok sonra olduğunu, davacının
iş sözleşmesinin 09.12.2017-18.12.2017 tarihleri arasında maze-
retsiz olarak devanısızlık yapmasmdan dolayı haklı olarak -feshe-
dildiğini ve çıkışının 29.12.2017 tarihinde 22 kodu ile bildirildiği-
ni, davacı yurt dışına gitmek için devamsızhk yaptığının sonradan
öğrenildiğini savunmuştur:
5. İlk Derece Mahkemesince, davacının 29.12.2017 tarihli iş-
ten ayrılış bildirgesinde çıkış kodunun 22 (diğer nedenler) olarak
gösterildiği, fesih nedeni ile bağlı olan işverenin, davacının iş söz-
leşmesinin devamsızlık nedeniyle sona erdiğini savunduğu, sigorta
kaydındaki fesih nedeninin ise farklı olduğu görülmekle iş sözleş-
mesinin tazminat gerektirmeyecek şekilde sona erdiği işveren ta-
rafından kanıtlanamadığından davacının kıdem tazminatma hak
kazandığı gerekçesi ile kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar
verilmiştir.
6. Adalet Bakanlığının, davacının iş sözleşmesinin işverence
haklı sebeple feshedildiği ve davacı kıdem tazminatına hak kazan-
madığından açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği yö-
nündeki kanun yararına temyizi, Mahkemenin maddi vakıalar ile
davanın ispatına yönelik değerlendirmelerine ilişkindir. Kanun ko-
yucunun temyiz yolunda dahi Yargıtyca maddi vakıalann denetimi
ile delil değerlendirmesine girimemesi gerektiği yönündeki madde
534 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

gerekçesi dikkate alındığında kanun yararına temyizde bu tür bir


değerlendirmenin yapılmaması gerekir. Yapılan açıklama doğrul-
tusunda belirtilen kanun yararına bozma istemi; Mahkemece veri-
len kararın yürürlükteki hukuka aykırı olduğu, bir diğer ifade ile
yürürlükteki hukukun yanlış uygulandığı noktasında bir sonuca
varılması mümkün olmadığından, yerinde görülmemiştir.
7. Ne var ki ilk Derece Mahkemesince 6100 sayılı Kanun’un 25
inci maddesinin birinci fıkrasıle 190. maddesinin birinci fıkrasına
aykırı yargılama yapıldığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki davacı vekili
dava dilekçesinde, iş sözleşmesinin davacı işçi tarafindan alacak-
larının tam olarak ödenmemesi ve çalışma şırtlarının ağırlaşması
sebebi ile feshedildiğini iddia etmiş ve kıdem tazminatı talebini, iş
sözleşmesinin işçi tarafından feshedildigi yönündeki vakiaya da-
yandırmıştır. İş sözleşmes kıdern tazminatma hak kazamnayacak
şekilde sona erdiğini ispat yükü işverene aittir. Ancak işçi, feshin
işverenee belirtilen sebepten başka bir sebebe dayandığını iddia
ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
8. Fesih sebebi ile bağlılık, başka bir deyişle sebebinin sonra-
dan değistirilemeyeceği ilkesi, işveren gibi işçi için de geçerlidir.
Somut uyuşmazlık bakımından Mahkemece, davacı tarafça dava
dilekçesinde ileri sürülen fesih sebepleri ile ilgili olarak tarafların
göstereceği delillerin toplanması ve oluşacak sonuca göre bir ka-
rar verilmesi gerekirken 6100 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin
birinci fikrasıda aykırı şekilde vakıanın değiştirilerek işveren feshi
yönünden değerlendirme yapılması doğru olmamıştır.
9. Mahkemece, işçinin feshinin haklı bir nedeni bulunup bulun-
madığının belirlenmesi yerine işveren feshinin tazminat gerektirip
gerektinnediği konusunda yargılama yapılması hatalı olduğu gibi
işverenee yapılan feshin haksız olduğu yönündeki gerekçenin; işten
çıkış kodu 22 olarak bildirilmiş olmasına rağmeen iş sözleşmesinin
devamsızlık sebebi ile feshedildiğinin iddia edilmesine, çıkış kodu
ile savunmanın farklı olmasına ve işverenin feshin haklı sebeple
yapıldığını ispatlayamamasına dayandırılması da doğru olmarmş-
tır. Feslih sebebi ile bağlılık ilkesi, iş sözleşmesini fesheden tarafın
bildirdiği fesih nedeni dışında sonradan başka bir gerekçeye daya-
namamasını ifade etmekte olup işten çıkış kodunda bildirilen kod
Kanun Yararına Bozma Kararları 535

dışında başka bir gerekçeye dayanılmaması anlamına gelmemekte-


dir. Dolayısıyla Mahkemece yazılı şekilde yapılan değerlendirmede
isabetli değildir:
10. Somut olayda Mahkemece, dava dilekçesinde ileri sürülen
maddi vakıanın değiştirilmesi ve buna göre de ispat yükünün de-
ğerlendirilmesinde kanuna aykırı şekilde yargılama yapılması ha-
talıdır. Adalet Bakanlığının kanun yararına temyiz isteminin bu
yönden kabulü gerekir.
V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Adalet Bakanlığının. 6100 sayılı Kanun’un 363. maddesinin bi-
rinci fıkrasına dayalı kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile
kararın sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZUL-
MASINA,
Dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin
Adalet Bakanlığına gönderilmesine, 11,05.2023 tarihinde oy birli-
ğiyle karar verildi.
536 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

İSTİHKAK İDDİASI

(Y17. HD, E. 2023/1861, 2023/2611, T. 13.04.2023)

Yukarıda tarih ve numarası yazılı kararın kanun yararına tem-


yizen tetkiki Adalet Bakanlığı tarafından istenmesi üzerine bu işle
ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Ha-
kimi Meltem Duyan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve
dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin
gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı-3.kişi vekili, müvekkiline ait eşyaların haczedildiğiııi,
mahcuzlarm borçluya ait olmadığını, açıklayarak davanın kabulü
ile mahcuzlar üzerindeki hacizlerin kaldırılmasına ve tazminata
karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı-alacaklı vekili, davanın 7 günlük süre geçtikten sonra
açılması nedeniyle reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, istihkak eden davacının ikametinde yapılan haczin
en geç 11.04.2022 tarihinde öğrenilmesine rağmen, dava tarihine
kadar davacı-üçüncü kişi tarafından hacizden itibaren İİK’nın 96/3.
maddesinde belirtilen 7 günlük süre içerisinde yapılmış bir istih-
kak iddiası bulunmadığı gerekçesi ile davanın süre aşımı nedeniyle
reddine kesin olarak karar verildiği, kararın 10.10.2022 tarihinde
kesinleştiği, davacı-3.kişi tarafından Adalet Bakanlığı’na yönelttiği
dilekçe ile kanun yararına temyiz yoluna başvurulmuştur.
İİK’nın 96/3. maddesi uyarınca, malın haczini öğrenen borçlu
veya üçüncü şahsın öğrenme tarihinden itibaren yedi gün içinde
istihkak iddiasında bulunması gerekir, aksi halde aynı takipte bu
iddiayı ileri sürmek hakkını kaybeder. Yedi günlük süre hak düşü-
rücü mahiyette olup, yargılamanın her aşamasında re’sen gözetil-
mesi gerekir.
Somut olayda, dava konusu haciz 11.04.2022 tarihinde yapıl-
mış olup, haciz sırasında davacı-3. kişinin hazır olmadığı hazır bu-
lunan Şükriye Yılmaz’ın borçlunun eşi olduğu davacı-3. kişi lehine
istihkak iddiasında bulunmadığı, davacı-3. kişinin 12.04.2022 ta-
Kanun Yararına Bozma Kararları 537

rihinde icra Müdürlüğüne sunduğu dilekçe ile istihkak iddiasında


bulunduğu görülmüştür.
Icra dosyasına süresinde bildirilen istihkak iddiası ile yasada
öngörülen hak düşürücü dava açma süresi kesilmiştir. İstihkak
iddiası üzerine icra Müdürlüğü tarafından İİK’nın 97/1 maddesin-
deki prosedürün işletilmesi gerekir. İİK’nın 97/6 maddesi gereği
prosedürün işletilmemesi halinde, dava açma süresi henüz başla-
mayacağından 3. kişi, hacizli mal satılarak bedeli alacaklıya öde-
ninceye kadar istihkak davasını açabilir. Prosedürün işletilmesi
halinde ise icra Mahkemesi’nce verilecek kararın ilgiliye tethimi
veya tebliğinden itibaren 7 gün içinde davanın açılması gerekir.
Küçükçekmece 4. Icra Hukuk Mahkemesi’nin 21.04.2022 gün ve
2022/226 Esas ve 2022/299 Karar sayılı karar örneğine göre de;
“ Hacze ve istihkak iddiasına konu menkul mallarla ilgili İİK’nın
96 ve 97. maddeleri gereği, takibin devamına, istihkak iddiasında
bulunan üçüncü kişinin bu kararın tebliğinden itibaren yedi gün
içinde icra mahkemesinde istihkak davası açmakta muhtariyeti-
ne” karar verildiği anlaşılmaktadır. Küçükçekmece 4. İcra Hukuk
Mahkemesi’nin 21.04.2022 tarihli takibin devamına ilişkin bu ka-
rarının tebliğ edilip edilmediği, tebliğ edilmişse tebliğ tarihi belli
değil ise de; Mahkemece, takibin devamına ilişkin karar tarihinin
21.04.2022, dava harcının yatırılma tarihinin de 19.04.2022 ol-
masına göre, 19.04.2022 tarihinde harcı yatırılarak açılan davanın
süresinde olduğunun kabulü ile işin esasına girilerek toplanan de-
liller değerlendirilerek varılacak uygun sonuca göre bir karar veril-
mesi gerekirken, bu husus dikkate alınmadan yazılı biçimde karar
verilmesi hatalı olmuştur.
SONUÇ
T.C. Adalet Bakanlığı’nın kanun yararına başvurduğu temyiz
talebinin yerinde olduğunun kabulü ile yukarıda açıklanan neden-
lerle; Küçükçekmece 4. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2022/234 Esas
2022/591 Karar sayılı kararının, 6100 sayılı HMK’nın 363/2. mad-
desi gereğince kanun yararına BOZULMASINA aynı fıkra uyarınca
bozmanın hükmün hukuki sonuçlarını kaldırmayacağına, bozma
538 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

kararının bir örneğinin Resmi Gazetede yayınlanması için T.C.


Adalet Bakanlığı’na gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Baş-
savcılığına gönderilmesine, 13.04.2023 tarihinde oybirliğiyle karar
verildi.
DANIŞTAY KARARLARI
Danıştay Kararları 541

DANIŞTAY 4. DAİRE

LİMİTED ŞİRKET PAY SAHİPLİĞİ



AMME ALACAĞININ DOĞDUĞU VE ÖDENMESI GEREKTIĞI
ZAMANLARDA PAY SAHIPLERININ FARKLI ŞAHISLAR
OLMASI

VERGİYİ DOĞURAN OLAYIN GERÇEKLEŞTİĞİ ZAMAN

Bir ortağın şirketten ayrılmasının hukuken kesinleşmesi


halinde ayrılan ortağın, şirketin bu tarihten sonra doğan
kamu borçlarından sorumluluğu sona erer. Bu nedenle
ayrılma tarihi önem taşımaktadır.
Hisse devriyle ortaklıktan ayrılmanın tescil ve ilanı kuru-
cu bir etkiye sahip olmayıp açıklayıcı niteliktedir.
Kamu idarelerince yapılan takipler açısından, idarenin
tescil ve ilan edilmediği için ortaklıktan ayrılmanın ken-
disine karşı ileri sürülemeyeceğini iddia etmesi mümkün
değildir.
(D 4 D E.2017/3687, K. 2021/7429, T.25.11.2021)1

ÖZET: “(…) Dava konusu istem: Davacı adına, eski ortağı ol-
duğu … Yapım Film prodüksiyon Hizmetleri Ltd. Şti. ödenmeyen
borçları nedeniyle adına düzenlenen … tarih ve … sayılı ödeme
emrinin iptali istenilmiştir.(…)
Vergi Mahkemesince verilen kararda; davacının … tarih ve ...sa-
yılı hisse devir sözleşmesi ile şirketteki tüm hisselerini devretti-
ği durumun, 20/10/2010 tarih ve 7673 sayılı Türkiye Ticaret Sicil
Gazetesinde ilan edildiği ödeme emri ile tahsili amaçlanan kamu

1 Kararın tamamı için, Danıştay Karar Arama, https://karararama.danistay.gov.tr bknz.


(Son Erişim:09.06.2023)
542 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

alacağının ise 6183 sayılı kanundaki değişikliğinden önceki dö-


neme ilişkin olduğu, davacının hisselerini devretmek suretiyle so-
rumluluğunun sona erdiği bu sebeple dava konusu ödeme emrinin
2005 yılının muhtelif dönemlerine ilişkin olan kısmında hukuka
uygunluk 2009 yılına ilişkin olan kısmında ise hukuka aykırılık
bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle davanın
kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiştir.(…)
Bölge İdare Mahkemesince; istinaf başvurusuna konu Vergi
Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğu ve davalı tara-
fından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını
sağlayacak nitelikte görülmediği belirtilerek 2577 sayılı İdari Yargı-
lama Usulü Kanunu’nun 45. maddesinin 3. fıkrası uyarınca istinaf
başvurusunun reddine karar verilmiştir.
Karar veren Danıştay Dördüncü Dairesince, Tetkik Hâkiminin
açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten son-
ra gereği görüşüldü:
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Ka-
nun’un “Limited şirket ortakları, şirketten tahsil imkanı bulunma-
yan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğ-
ruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi
tutulurlar” şeklindeki 35. maddesinde yer alan “şirketten tahsil im-
kanı bulunmayan” ibaresi, 06/06/2008 tarihli ve 26898 (Mükerrer)
sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5766 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Ka-
nunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 3. maddesi ile
“şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edi-
lemeyeceği anlaşılan” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki
iki fıkra eklenmiştir.
“Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı dev-
reden ve devralan şahıslar devir öncesine ait amme alacaklarının
ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu
tutulur.
Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda
pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme
alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen
sorumlu tutulur.”
Danıştay Kararları 543

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 8. maddesinin üçüncü fıkra-


sında vergi kanunlarıyla kabul edilen haller müstesna olmak üzere
mükellefiyete veya vergi sorumluluğuna müteallik özel mukavelele-
rin vergi dairelerini bağlamayacağı hükme bağlanmıştır.
5766 sayılı Kanun ile 6183 sayılı Kanun’da yapılan ve vergi bor-
cundan sorumlu tutulan şahıslar hakkında önceden varolmayan
birtakım yeni sorumluluk yolları ve yeni sorumluluk kriterleri geti-
ren değişikliklerin, henüz tahsil edilmeyen amme alacakları için de
geriye yürütülerek söz konusu alacakların tahsiline ilişkin yapıla-
cak işlemlere uygulanması mümkün olmadığından uyuşmazlığın,
davacının sorumlu tutulduğu vergiyi doğuran olayın gerçek-
leştiği 2006, 2007 yıllarında yürürlükte bulunan 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un 35.
maddesi uyarınca çözümlenmesi gerekmektedir.
6183 sayılı Kanun’un söz konusu 35. maddesinde, limited şir-
ket ortaklarının, şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alaca-
ğından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu ol-
dukları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulacakları
ifade edilmiştir.
Bu düzenlemenin değerlendirilmesinden, şirket ortaklığından
ayrılmış olsa da, ödeme emri ile takip edilen kamu alacaklarının
doğduğu dönemde şirket ortağı olan kişilerin bu borcun ödenme-
mesinden sadece ortak olduğu dönemlerle ve hissesi oranıyla sı-
nırlı olarak sorumlu olacağı sonucuna ulaşılmaktadır. Ortaklık
payının kısmen veya tamamen üçüncü kişiye devrine ilişkin sözleş-
meler, ortak olunan dönemler bakımından şirket ortağının kamu
alacaklarından sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
Bu nedenle hisse devriyle birlikte kamu alacağından kaynak-
lanan sorumluluğun kalkacağı gerekçesiyle dava konusu ödeme
emirlerinin iptaline karar veren Mahkeme kararında hukuka uy-
gunluk bulunmamaktadır.
Öte yandan, hisse devri ile limited şirket ortaklığından ayrıl-
manın hukuki sonuçlarından birisi ortağın sorumluluğunun sona
ermesidir. Bir ortağın şirketten ayrılmasının hukuken kesinleş-
544 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

mesi halinde ayrılan ortağın, şirketin bu tarihten sonra doğan


kamu borçlarından sorumluluğu sona erer. Bu nedenle ayrılma
tarihi önem taşımaktadır.
Hisse devriyle ortaklıktan ayrılmanın tescil ve ilanı kurucu
bir etkiye sahip olmayıp açıklayıcı niteliktedir.
Kamu idarelerince yapılan takipler açısından, idarenin tescil
ve ilan edilmediği için ortaklıktan ayrılmanın kendisine karşı
ileri sürülemeyeceğini iddia etmesi mümkün değildir.
Doktrinde de tescil ve ilanı zorunlu iken tescil ve ilanı yapılma-
yan hususların aksi ispat edilmedikçe üçüncü kişiler tarafından bi-
linmediğinin varsayılması prensibinin, iradi işlemler bakımından
önem arz ettiği; haksız fiil ve yasadan doğan borçlar bakımından
önem taşımadığı ifade edilmektedir. (Poroy, Tekinalp, Çamoğlu
2019, Ortaklıklar Hukuku Cilt I, S. 458)
Öte yandan, A Seri, 1 Sıra No.lu Tahsilat Genel Tebliği’nin “Li-
mited Şirketlerin Amme Borçları” başlıklı bölümünde, 6762 sayılı
Kanun’un 520. maddesi hükmüne göre ortaklık payının devrinin;
tescil ve ilan edilmese de noter tasdikli devir sözleşmesi, ortakların
devir işlemine muvafakatı ve devrin pay defterine işlenmesi ile hük-
mün ifade edeceği belirtildikten sonra ortaklık payının devredildiği
tarih olarak, şirket sözleşmesinde ortaklık payının devri için or-
taklar genel kurulu onayının aranmadığı durumlarda noter tasdikli
devir sözleşmesi tarihinin esas alınması gerektiği düzenlenmiştir.
Dolayısıyla, davacının 03/12/2007 tarihli hisse devir sözleşmesi
ile şirketten ayrılarak şirket borçlarından sorumluluğunun sona
erdiği, sorumlu olduğu döneme göre sermaye miktarı veya sermaye
hissesi gözönünde bulundurularak takip edilip edilmediği, amme
alacağının asıl borçlu şirketin malvarlığından tahsili yoluna gidilip
gidilmediği ve zamanaşımına uğrayıp uğramadığı hususları da de-
ğerlendirilerek yeniden karar verilmesi gerekmektedir.(…)
Açıklanan nedenlerle;
(…) Temyize konu … Vergi Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:…
sayılı kararının BOZULMASINA,(…) 25/11/2021 tarihinde oybirli-
ğiyle karar verildi.
Danıştay Kararları 545

DANIŞTAY 7. DAİRE

GÖZETİM BELGESİ
YURT DIŞI GİDER BEYAN EDİLEREK ÖDENEN İTHALAT
VERGİLERİNİN MAHKEME KARARI İLE GERİ VERİLMESİ

GÖZETİM BELGESİ İBRAZ EDİLMEDİĞİNDEN BAHİSLE
İDARİ YAPTIRIM KARARI

Gözetim uygulaması nedeniyle fazladan yurt dışı gider


beyan edilerek ödenen ithalat vergilerinin geri verilme-
mesine ilişkin karara vaki itirazın reddine dair işlemin
mahkeme kararı ile iptali üzerine fazla ödenen vergilerin
iade edildiği, söz konusu eşyanın kıymetinin, İthalatta
Gözetim Uygulanmasına İlişkin Tebliğ’de belirlenen kıy-
metin altına düşmesi üzerine, gözetim belgesi ibraz edi-
lemediğinden bahisle gümrüklenmiş değerlerin kamuya
geçirilmesi yolunda idari yaptırım kararı verilmişse de
cezayı gerektiren fiillerin somut olayda gerçekleşmedi-
ği ve ayrıca davalı idare tarafından bu yönde hukuken
geçerli ve bağlayıcı herhangi bir tespit yapılmadığı ge-
rekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
(D 7 D, E.2022/4775 E., K.2023/889, T. 22/02/2023)2

ÖZET: “Dava konusu istem: Davacı adına tescilli … tarih ve …


sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşya için gö-
zetim belgesi ibrazı zorunluluğu bulunduğu halde ibraz edilmedi-
ğinden bahisle 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 235. maddesinin
4. fıkrasının (c) bendi uyarınca eşyanın gümrüklenmiş değerinin
kamuya geçirilmesine dair karara vaki itirazın reddine ilişkin işle-
min iptali istemiyle dava açılmıştır.

2 Kararın tamamı için Danıştay Karar Arama, https://karararama.danistay.gov.tr bknz.


Son Erişim:17.06.2023)
546 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti ... Vergi Mahkemesinin


… tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; davacı adına tescilli serbest
dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyaya ilişkin olarak gö-
zetim uygulaması nedeniyle fazladan yurt dışı gider beyan edile-
rek ödenen ithalat vergilerinin geri verilmemesine ilişkin karara
vaki itirazın reddine dair işlemin mahkeme kararı ile iptali üzerine
fazla ödenen vergilerin iade edildiği, söz konusu eşyanın kıymeti-
nin, İthalatta Gözetim Uygulanmasına İlişkin Tebliğ’de belirlenen
kıymetin altına düşmesi üzerine, gözetim belgesi ibraz edilemedi-
ğinden bahisle 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 235. maddesinin
4. fıkrasının (c) bendi uyarınca gümrüklenmiş değerlerin kamu-
ya geçirilmesi yolunda idari yaptırım kararı verilmişse de, idari
yaptırım kararına konu kabahat fiilinin 4458 sayılı Kanun’un 235.
maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde öngörülen, eşyanın ithali-
nin, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşlarının vereceği
uygunluk veya yeterlilik belgesine tabi olmasına rağmen bunlara
tabi değilmiş veya belge varmış gibi beyan edilmesi olduğu, buna
göre cezayı gerektiren fiillerin somut olayda gerçekleşmediği ve ay-
rıca davalı idare tarafından bu yönde hukuken geçerli ve bağlayıcı
herhangi bir tespit yapılmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin
iptaline karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi (…) istinaf başvurusunun reddine karar
verilmiştir.
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozul-
ması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. madde-
sinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede
ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek ni-
telikte görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle;
1…. Bölge İdare Mahkemesi ... Vergi Dava Dairesinin … tarih ve
E:…, K:… sayılı kararının ONANMASINA, (…) 22/02/2023 tarihin-
de kesin olarak oyçokluğuyla karar verildi.
Danıştay Kararları 547

(X) KARŞI OY :
4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 4. maddesi: “Gümrük idarele-
riyle muhatap olan kişiler bu Kanun ve Cumhurbaşkanlığı karar-
nameleri ile bunlara dayanılarak çıkarılan mevzuat hükümlerine
uymak; gümrük idarelerinin gerek bu Kanunda gerek diğer mev-
zuat hükümlerine göre yapacağı gözetim ve kontrollere tabi olmak;
bu idarelerin kendi adına veya başka idareler nam veya hesabına
tahsil edeceği her tür vergi, resim, harç ve ücretleri ödemek veya
bunların teminata bağlamak; mevzuat hükümlerinin uymayı zo-
runlu kıldığı her tür işlemleri yerine getirmekle sorumludurlar.”
Kanun’un, 235. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi: “İthali lisansa,
şarta, izne, kısıntıya ve belli kuruluşların vereceği uygunluk ve ye-
terlilik belgesine tabi olduğu halde uygunluk ve yeterlik belgesine
tabi değilmiş veya belge alınmış gibi beyan edildiğinin tespit edil-
mesi halinde eşyanın gümrük vergilerinin yanı sıra eşyanın güm-
rüklenmiş değerinin 2 katı para cezası verileceği” ve aynı maddenin
4. fıkrasının (c) bendi de eşyanın gümrüklenmiş değerinin “mülki-
yetin kamuya geçirilmesine dair kararın verileceği” düzenlemeleri-
ni haizdir.
03/02/1995 tarih 1995-6525 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
onaylanan Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması ekinde yer
alan ve bu anlaşmanın ayrılmaz parçasını teşkil eden “Korunma
Tedbirleri Anlaşması”, mevzuatımızda yerini almış, uygulanması
uluslarası sözleşmeye dayalı tedbir mahiyetinde işlemlerdir. Norm-
lar hiyararşisi bağlamında çıkarılan ithalatta gözetim uygulanması
yönetmeliğinde gözetim uygulama karar alma süreci amacı başvu-
ru şekli vs. yer almakta olup, başvuru usul ve esasları ile başvuru
sahiplerinden alınacak taahhütler tebliği ile belirlenir hükmüne is-
tinaden, olay tarihinde yetkili idare tarafından düzenlenerek Resmi
Gazete’de yayınlanan teblig ile, tebliğde yer alan eşyaların belirlenen
birim kıymetin altında olması halinde, ithalatın “gözetim belgesine”
tabi olduğu, bu düzenlemeyle belirlenmiş malların ancak bu belge
ile ithal edileceği genel düzenleyici işlem olarak tebliğ edilmiştir.
Anılan Tebliğler hukuka uygun bulunmuş olup, iptal taleplerinin
yargı makamlarınca reddedilmiş olduğu da bilinmektedir.
Gözetim Belgesi; Ortak Ticaret Politikası araçlarına uyum kapsa-
548 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

mında, AB’nin Konsey Yönetmelikleri ve Dünya Ticaret Örgütü’nün


Koruma Tedbirleri Anlaşması ile belirli üçüncü ülkeler menşeili
ürünlerin ithali için zorunlu olan ve bir malın ithal eğiliminin ya-
kından izlenmesi, bu eğilimin yerli üreticiler üzerinde zarar tehdi-
di oluşturup oluşturmadığı noktasındaki tespitler için gerekli olan
ithalattan önce Dış Ticaret Müsteşarlığı’na yapılacak başvuruyla
alınması gereken belgedir. Bu durumda, 4458 sayılı Kanun’un 4.
maddesi kapsamında sorumluluğu bulunan davacının, Kanun’un
235. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi uyarınca, ithalatı gözetim
belgesi alınma şartına bağlı olduğu halde, gözetim belgesine tabi
değilmiş gibi matrah artırmak suretiyle ithalatın yapıldığı, anılan
düzenlemede belirtilen belgelerin ise ismen belirtilmeyerek genel
olarak; lisans, şart, izin, kısıntı, uygunluk ve yeterlilik belgesi gibi
üst başlıklar halinde yer aldığı görüldüğünden, bu belgeler arasın-
da sayılmadığı da gerekçe olamayacağından anılan maddenin 4.
fıkrasının (c) bendi uyarınca, eşyanın bulunmaması halinde güm-
rüklenmiş değerin kamuya geçirilmesi işleminde hukuka aykırılık
bulunmadığından temyiz talebinin kabul edilerek kararın bozul-
ması gerektiği oyu ile Dairemiz kararına katılmıyorum.
DANIŞTAY İÇTİHADI
BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
KARARLARI
550 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023
Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararları 551

1965 – 2021 DÖNEMİNİ KAPSAYAN


DANIŞTAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KURULU
KARARLARI BÜLTENİ HAKKINDA

Bülten’de; Yargılama Usulüne İlişkin Kararlar, Kamu Görevlile-


rine İlişkin Kararlar, Diğer İdari Davalara İlişkin Kararlar, Vergiye
İlişkin Kararlar başlıkları altında ilgili kararların kısa özetleri ile
birlikte Esas ve Karar numaraları verilerek içtihadı birleştirme ka-
rarları gruplanarak yayınlanmıştır. Bu, çalışmanın uygulamadaki
avukatlar için oldukça yararlı olduğu düşünülmektedir.

Yayına, Danıştay web sitesi (www.danistay.gov.tr) üzerinde,


“Danıştay Yayınları” bölümünden ulaşılabilmektedir.

İÇTİHAT, RAPORLAMA VE
İSTATİSTİK BİRİMİ

İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KURULU


KARARLARI HAKKINDA
KARAR BÜLTENİ

(1965 - 2021)

2021
Bülten No: 2
UYGULAMADA AVUKAT
Uygulamada Avukat 555

CEZA MUHAKEMESİNDE HAKİKATİ


ORTAYA ÇIKARTMAK

Av. Ali Rıza DİZDAR1

Duruşma sanıkla başlar, sanığın son sözü ile biter. Türk Ceza
Hukuku’nun ana hedefi hakikati ortaya çıkartmaktır. Kamu adına
veya şahıs adına suç işlemekle itham karşısında kalan kişi, şüp-
heli sıfatına sahip olur. Suç var ise karşılığında muhakkak ceza
da vardır. Ancak şüphelinin suç işleyip işlemediğine yargılama so-
nunda karar verilecektir. Yargı karşısına çıkan şüpheli, bu itham
karşısında kendini savunur veya susar; ancak yargılama makamı
delilleri tartışacaktır, bununla birlikte bağımsız vicdani kanaatine
göre bir karar verecektir.
CMK madde 191’e göre duruşma sanıkla başlar. CMK madde
216/3’te anlaşılacağı üzere sanık duruşmada hazırsa son söz
sanığa verildikten sonra nihai karar verilir ve bununla birlikte
yargılama biter -istisnai haller hariç-.
Büyük hukukçu Becceria’nın Suç ve Ceza Felsefesi’nde2 dediği
gibi yargılama olmadan hiç kimseye ceza verilemez; bundan anlaşı-
lacağı üzere, eğer yargılama makamı yoksa muhakeme yoktur. Kı-
sacası muhakeme sorgu, suçun incelenmesi, delillerin tartışılması
ile kapsam bulacaktır ancak esas olan tamamlayıcı unsur, sanık
veya sanıkların sözleridir.
Ceza yargılama hukukunun en önemli ögelerinden birisi ki-
şinin kendisini savunmasıdır; savunma yargılamanın esas un-
surudur.

1 İstanbul Barosu Avukatı


2 Cesera BECCERİA, Suçlar ve Cezalar Hakkında, İmge Kitabevi yayınları, 30.05.2023,
Beyza ESKİCİ KATIRCIGİL, Cesare Beccaria’nın Suç Ve Ceza Felsefesi, ERÜHFD, C.
XII, S. 1, (2017), Sf.175, file:///C:/Users/osahi/Downloads/Beccaria’n%C4%B1n%20
Su%C3%A7%20ve%20Ceza%20Felsefesi.pdf, ET.19.07.2023
556 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

‘Savunma hakkına herhangi bir sınırlama getirmek mümkün


müdür?’, ‘Savunma süre ile sınırlandırılabilir mi?’, ‘Savunması
alınmadan veya sanık olmadan yargılama yapılabilinir mi?’, ‘Sa-
nığa söz verilmeden hüküm verilebilinir mi?’ konularını burada
değerlendireceğiz. Temel olarak sanık savunması alınmadan ceza
muhakemesi başlamaz ve bitmez.
CMK madde 175’e göre, iddianamenin kabulü ile yargılama
başlar. 176. maddenin birinci fıkrasında, iddianamenin, çağrı
kâğıdı ile ilk olarak sanığa tebliğ edileceği belirtilmiştir.
Duruşma ve sorgu, sanığın hazır olması ve hakkındaki id-
diaların bildirilmesi ile başlar. Burada dikkatimizi çeken husus
‘’sanık hazır olunca sorgunun başlayacağı’’ hususudur. Yasada bu
konuda bir süre konulmamıştır. Bunun sınırsız olmaması gerekti-
ği görüşündeyim ancak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki ma-
kul süre, sanığa her türlü kendini savunabilmesi için araç gereç ve-
rilmesi, sanığın anlayacağı dile de önem verdikten sonra eğer sanık
hala hazır olmadığı hususunda diretirse susma hakkını kullandığı
kabul edilmeli, hukuka uygun olarak toplanmış deliller tartışmaya
açılarak davaya devam edilmeli ve son söz sanığa tanınarak bitiril-
melidir. Burada önemli olan; CMK madde 193/1’e göre kanunun
ayrık tuttuğu hallerin dışında sanık olmadan duruşma yapıla-
mayacağı, CMK madde 193/2 hükmü gereğince, mahkumiyet
dışında bazı durumlarda, bir karar verilecekse, sanığın sorgu-
su yapılmasa da karar verilerek, davanın sanığın yokluğunda
bitirilebileceğidir. İlgili maddede mahkumiyet dışında bir kara-
rın verilmesi durumunda sanığın yokluğunda karar verilebileceği
hususunu da vurgulamak gerekir (Örneğin; derhal beraat kararı).
İleri satırlarımızda üzerinde duracağımız ‘Sanık cezaevinde ve hü-
küm duruşmasına getirilmemiş, aynı zamanda SEGBİS’e bağlan-
madan mahkumiyet hükmü verilebilinir mi?’ konusuna dikkat çe-
keceğiz. Yargıtay 6. Ceza Dairesi bu koşulda hüküm verilemeyeceği
yönünde karar vermiştir. Yargıtayın E. 2022/1815 K. 2023/223 T.
26.01.2023 sayılı kararında bu konu son derece ayrıntılı açıkla-
nırken, 15.11.2018 tarihli 2018/17-339 esas, 2018/536 Ceza Ge-
nel Kurul Kararına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Ludi/
İsviçre B.No. 12433/86 15.06.1992, Artico/İtalya B.No. 6694/74
Uygulamada Avukat 557

13.05.1980 ve Sejdovic/İtalya 56581/01/03/2003 kararlarına atıf


yapılmıştır.
CMK 194-195. maddeleri ise; sorguya çekilen sanık duruş-
madan kaçmış veya vareste tutulmuş ise sanık hakkında dava-
nın yokluğunda bitirilmesi konusunda en önemli istisna: Va-
reste tutulan sanığın son sözü alınmadan davanın bitirilmesi
hususudur. Vareste tutulmamış bir sanık, son hüküm celsesine
gelememiş ise hakkında istisnai hükümlerin dışında karar veril-
memelidir. Bu durum ceza hukukunun temeline ve yargılama hu-
kukuna aykırıdır.
Savunma konusuna değinmek gerekirse; sanık olmadan istisnai
haller hariç duruşma başlamaz demiştik. O halde, başlayan savun-
manın bir sınırı var mıdır? Klasik görüş olmadığı yönündedir. Sa-
vunmanın sınırsız olmayacağı yönünde görüş, eski çağlardan günü-
müze dek değişikliğe uğramıştır. Eski Yunanda Sokrates, sınırsız
olarak nitelendirilecek uzunlukta bir savunma yapmıştı. Yine Eski
Yunanda komşu, zanlının yanında durur, onun iyi bir insan olduğu
yönünde savunma yapardı.* Centel, Ceza Muhakemesi Hukukunda
Müdafi
Günümüzde itham sistemi ve delillerin yargıçlarca serbest ola-
rak tartışılmasının akabinde yargıç, vicdana göre karar verme yo-
luna başvurduğundan konumuza itham üzerinden giderek yargıcın
takdiri kapsamında yoğunlaşacağız.
19. yüzyılda Fransız Hukukunun kazandırdığı hakları irdeledi-
ğimiz zaman; hâkimin bağımsızlığı, duruşmanın aleniyeti prensibi,
tabii yargıçlık, delillerin serbestçe tartışılması ve şüpheden sanığın
yararlanması ilkeleri günümüze dek yürürlük gösterirken bu ilke-
lerin ülkemizde kimi zaman ne denli sekteye uğradığına tanıklık
ettik.
Sanığın, bağımsız tabii hâkimin önüne çıkması, itham karşısın-
da savunmanın önemini ve sanığın bağımsız hâkim önünde ifade
verme veya susma hakkını kullanmakta özgür hareket edebilmesi-
dir.
Sanık yargı karşısına çıktığında ne olacak? 1926 senesinde
kabul edilen 765 sayılı TCK, ‘’kanunun sarih olarak suç saymadığı
558 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

bir fiil için kimseye ceza verilemez’’ maddesi ile başlar. Savunma
burada ithama öncelik tanımak zorundadır. İkinci madde ise za-
man kavramını ortaya çıkarır; suçun işlendiği tarihte fiilin suç olup
olmadığına bakılır. Örnek ile gidelim; ‘Zina’ bir zamanlar suçtu,
ancak artık, böyle bir suçun varlığı yürürlükte değil. Fiilin işlendi-
ği tarihte suç fakat kararın kesinleşmesinden önce suç olmaktan
çıkmış ise itham ortadan kalktığı için dava da ortadan kalkar. 8.
CD. 05.02.1986 YKD, 604/6136 sayılı aykırı davranışı nedeni ile
hüküm verilen sanığa temel cezanın 2305 sayılı yasa ile artırılan
kısmının (3250 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi sonucu) kaldırıl-
ması gerekmektedir.* İçel/Yenisey, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı
Ceza Kanunları Kitabı Birinci Kitap
Ortada mevcut bir itham var ve bu itham ceza hukukunda şa-
hıslara karşı yapılmaktadır. Bu itham karşısında savunma ortaya
çıkar; çünkü suçlu olduğu iddia olunan kişiye sanık diyoruz, sa-
nık ile hükümlüyü bu noktada birbirinden ayırmak gerekir. Sanık,
suçu sabit olmamış kimsedir. Şüpheli sıfatına haizdir. Bu şüphe-
nin ortadan kaldırılması, yenilmesi ve yargıcın bir karar vermesi
şüphelinin savunması ile gerçekleşecektir. Şüpheli, aktif veya pasif
savunma yapma olanağına sahiptir. İlk bakışta hakkında suç isnat
edilen şüphelinin ithamları çürütmesi isteniyor gibi görünse de bu-
nun çağımız ceza hukukunda geçerliliği kalmamıştır.
CMK madde 170/3-j’ye göre Cumhuriyet savcısı delilleri or-
taya koyamıyorsa, savunma, susma hakkı kullanılarak gerçek-
leştirilebilir. Ortaya delil konulmamışsa, yargıç, kendi vicdani
kanaatine göre de şüpheliye ceza veremez.
İspat konusunda hüküm verme, realitenin bir parçası olan olay
hakkında hüküm vermektir. Delillere dayanarak şüphesini yenebi-
len kimse, olayın nasıl olduğu hakkında bir hüküm verir.* Kunter,
Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku
Kunter’e göre: “Hâkim, muhakeme sonunda maddi meseleyi
çözmek için bir tarihçi gibi, eski olayı yeniden yaşatacak, geçmi-
şin bulutları arasından hakikatı görmeye çalışacaktır. Gerçekten
hâkim geçmişte ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeye mecbur-
dur. Bunun için elindeki imkân “bugün”dür. “Bugün”den maksat,
bugün var olan ve varlığını duyularımızla öğrenebildiğimiz şey-
Uygulamada Avukat 559

lerdir. İşte “delil” budur.” Her ne kadar hocamız bu konudaki vic-


dani delil sisteminin kanuni delil sisteminden teknik olarak farklı
olduğu görüşünü savunsa da ben her iki kavramın aynı olduğu ka-
naatindeyim. Hakim, önüne getirilen delilleri tartışır; itham delille-
re dayanmıyorsa, hakimin vicdanının muhakemesi yeterli olamaz.
O halde hakim, delil yetersizliği kavramına bile girmeden kimse
hakkında öne sürülmemiş bir ceza kararı veremez fakat haksız,
mesnetsiz, yapılandırılmamış ithamdan dolayı yargılama yapma-
dan, derhal beraat kararı vermek zorundadır.
Sanık olmadan duruşma başlamadığı hususunun üzerinde dur-
duk. Gelelim sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesi-
ni uyandırması hallerine. Bu hallerde yakalama kararı çıkartılır.
Sanık yakalanamıyor ve mevcut delillerin varlığıyla birlikte sanık
hakkında beraat kararı veriliyorsa karar, sanığın yokluğunda veri-
lir. Ancak, kaçak sanık açısından zamanaşımının durdurulmasına
gidilir, bununla birlikte durdurma kararı ile kaçaklık kalkana ka-
dar zamanaşımı durur.
Sanık, sorgu ve hüküm duruşmalarına tıbbi nedenlerden do-
layı gelemiyorsa ne olur? Duruşma, sorgu ile başlayacağına göre
bu hallerde düşme kararı verilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
16. madde hükmünce, sanık hakkında adil yargılama kararı, sanı-
ğın anlayacağı dille verilir. Kanaatimce bundan dolayı sanığın idrak
edemeyeceği hallerde hüküm açıklanamaz. Uygulamada, karar ve-
rilerek infazın durdurulmasına karar verilebilinir ibaresi, kolaycı
bir yola gidildiğini düşündürmekle beraber, TCK’nın 74. maddesi-
ne gidilip özel affın içine sokularak, ülkemizde en kötü örneklerini
dahi yaşarken bunun infaz sisteminin katı kurallarına bırakılması,
kati suretle insancıl olmayan bir uygulamadır. Kanaatimce, ceza
hukukunun en objektif perspektifinden bakmak uygun olacaktır;
bazı suçlar vardır ki hüküm kesinleşene kadar pişmanlık hüküm-
lerinden yararlanabilinir ve hatta kesinleştikten sonra da yeniden
yargılama, yazılı bozma gibi hükümler de mevcuttur.
Önemli bir konunun daha üzerinde durmak gerekirse, Ceza Mu-
hakemesi Hukukunda, yasa maddesinin de dediği gibi; ‘’Avukat,
kanun yoluna müvekkilinin açık arzusuna uygun olarak başvurur’’
560 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

hükmünde vurgulanan ‘’arzu’’ kelimesi, içsel isteğin açık ifadesidir.


Bu husustaki CMK madde 261 net bir ifade teşkil eder.
Sanık, hükümden önce veya sonra irade beyan edemeyecek
hale gelirse ne olur? Bu hallerin hükümden önce söz konusu ol-
ması durumunda yargılama durdurulmalıdır. Zamanaşımı süre-
cinde sanık aynı durumdan muzdarip ise dava zamanaşımı süresi-
ne kadar bekletici mesele haline gelmelidir. Bu durum hükümden
sonra meydana gelmiş ise sanığın açık arzusu alınana kadar kanun
yoluna müracaatın askıya alınması, açık bir deyişle bekletilmesi
uygun olacaktır.
Uygulamada Avukat 561

CHATBOT UYGULAMALARI
VE CHATGPT ÖRNEĞİ

Av. Kardelen KILIÇ1

1. Genel Olarak
Teknolojinin gelişmesi ile birlikte yapay zeka teknolojisi insan
yaşamını ve iş hayatını kolaylaştıracak pek çok alanda kullanıl-
maya başlanmıştır. Özellikle bugünlerde sohbet robotları olarak
Türkçe’ye çevirebileceğimiz chatbotlar zekalar insan hayatına giriş
yapmış ve başta iş dünyası olmak üzere diğer alanlarda da kulla-
nılmaya başlanmıştır.
Bu bakımdan dünyadaki pek çok yetkili otorite yapay zekanın
beraberinde getirebileceği hak ihlallerini önlemek amacı ile düzen-
lemeler getirmekte ve raporlar yayınlamaktadır. Hayatımıza bir
anda girmiş olan bu teknolojilerin kullanımı arttıkça düzenlemele-
rin ve değerlendirmelerin de artması beklenmektedir.
Bu kapsamda söz konusu yazıda Türkiye Cumhuriyeti Cumhur-
başkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi tarafından yayımlanan Chatbot
uygulamaları ve ChatGPT Örneği Raporu’ndan bahsedilecek, veri
koruma ve beraberinde diğer dünya ülkelerinde başlatılan yapay
zekayı anlama ve düzenleme çalışmalarına değinilecek ve dünyada
yaşanan bazı örnek uyuşmazlıklardan bahsedilecektir.

2. Chatbot uygulamaları ve ChatGPT Örneği Raporu


Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi
geçtiğimiz günlerde “Chatbot uygulamaları ve ChatGPT Örneği
Raporu (“Rapor”) yayımlamıştır.
Rapor içerisinde chatbot, konuşma arayüzleri aracılığıyla etkile-
şimde bulunan ve birtakım görevleri otomatik olarak sonuçlandı-
ran algoritma temelli yazılım olarak tanımlanmıştır.

1 İstanbul Barosu Dergisi Yayın Kurulu Üyesi


562 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Raporun içerisinde chatbot türleri, sınıflandırılması gibi teknik


bilgilerin yanında chatbotların tarihçeleri, işletmeler ve müşteriler
için faydaları, Türkiye’deki uygulamaları, veri güvenlik ve veri ko-
rumaya yönelik konu başlıkları ele alınmıştır. Veri korunmasının
ve gizliğinin sağlanmasındaki Kimlik doğrulama faktörleri, uçtan
uça şifreleme kendi kendini imha eden mesajları gibi temel araç-
larda yapay zekanın ve chatbotun nasıl kullanıldığı belirtilmiştir.
Veri güvenlik, gizlilik ve korumaya yönelik konularda güvenlik
sorunları, güvenlik tehditleri ve güvenlik açıklarına ilişkin kavram-
sal açıklamalar yapılmış, iki faktörlü doğrulamada ve uçtan uça
şifrelemede yapay zekanın kullanımına ilişkin değerlendirmeler
yapılmış.
Uçtan uça şifreleme bakımından Avrupa Birliği’nin Genel Veri Ko-
ruma Tüzüğü’nün (General Data Protection Regulation) (“GDPR”)
32. maddesi, şirketlerin kişisel verilere takma ad verme/maskeleme
veya kişisel verilerin şifrelenmesi için önlemler almasını gerektirdi-
ğine dikkat çekilmiş ve GDPR’a göre kişisel verilerin şifrelenmesi
gerektiğinden, mesajlaşma ağlarında çalışan birçok chatbot veri şif-
relemesini desteklediği değerlendirilmesi yapılmıştır.
Türkiye’de Sektörel bazda chatbot kullanan şirketler de ayrıca
raporda belirtilmiştir. Bu kapsamda raporda geçen Sektörel baz-
da chatbot kullanan şirketler aşağıdaki gibidir.
• Bankacılık ve Finans: Türkiye’de birçok banka ve finans kuru-
luşu chatbot’ları hayata geçirmiştir. Bu kuruluşlardan bazıları;
Akbank, ING, Türkiye İş Bankası, Garanti BBVA, Yapı Kredi,
BKM Ekspress, Ziraat Bankası ve Vakıfbank’tır.
• e-Ticaret: Chatbot’ların yoğun olarak kullanıldığı sektörler-
den biri de e-ticarettir. Türkiye’de çevrim içi alışveriş deneyi-
mini chatbot’ları kullanarak farklılaştıran bazı şirketler; Getir,
Trendyol, Yemeksepeti, Hepsiburada ve Sahibinden’dir.
• Medya: Öne çıkan chatbot kullanım alanlarından biri olan çev-
rim içi yayıncılık, chatbot’larıyla yeni medyaya ayak uydurmak-
tadır. Habertürk, Marketing Türkiye, DMAX medyada chatbot
kullanan kurumlardandır.
• Eğlence: Müzikten sinemaya eğlence sektöründe pek çok alanda
Uygulamada Avukat 563

MuudBot, Biçim Sinema, Sinemia, Noluyo.tv gibi chatbot’lar öne


çıkmaktadır.
• Otomotiv sektöründe Akaryakıt Alarmı, hizmet sektöründe
Ulak, spor alanında Gymgym, hukuk alanında Hukuk Deposu,
insan kaynakları alanında Kariyer.net ve Armut.com gibi birçok
uygulamanın/internet sitesinin chatbot kullandığı bilinmektedir.
Rapora Cumhurbaşkanlığı Dönüşüm Ofisi’nin resmi internet si-
tesinden ulaşılabilir.2

3. Veri Koruma ve Gizlilik


Kullanıcılar yapay zeka ve chatbotlarını kullanırken yapay zeka-
yı ve chatbotu kullandığı kuruluşlara birtakım verileri sağlamaları
gerekmektedir. Bu nedenle veri işleme faaliyeti kapsamında veri
koruma ve verilerin gizliliği ile ilgili hususlarda dünya üzerindeki
bazı kurumların ve otoritelerin tereddütleri oluşmuştur.
Örneğin bu kapsamda Japonya Veri Koruma Otoritesi, makine
öğrenmesi sürecinde kullanılmak üzere toplanan özel nitelikli ki-
şisel verilerin en aza indirilmesi, kişilerin rızası alınmaksızın özel
nitelikli kişisel verilerin toplanmaması ve gerekiyorsa daha fazla
önlem alınması konusunda ChatGPT’nin geliştiricisi OpenAI Şirke-
tine uyarıda bulunmuştur.3
Hollanda Veri Koruma Otoritesi ise ChatGPT’nin algoritmasının
kullanıcı sorgularından nasıl öğrendiği ve kişisel verilerin nasıl iş-
lendiği konularına yönelik olarak OpenAI Şirketinden bilgi talep
etmiştir.4
Aynı şekilde işletmelerde bu bakımdan çalışanlarına uyarılar ge-
tirmektedir. Google’ın ana şirketi Alphabet, veri sızıntısı endişesi
nedeniyle ChatGPT ve kendi aracı Bard dahil olmak üzere sohbet
botlarına karşı dikkatli olunması ve bu araçlara gizli verilerin giril-
memesi konusunda çalışanlarına uyarıda bulundu.5

2 https://cbddo.gov.tr/
3 https://www.reuters.com/technology/japan-privacy-watchdog-warns-chatgpt-maker-o-
penai-data-collection-2023-06-02/
4 https://iapp.org/news/a/netherlands-dpa-seeks-information-on-how-chatgpt-algorit-
hm-learns-from-users-inquiries/
5 https://www.chip.com.tr/haber/google-calisanlarini-bard-dahil-ai-sohbet-robotlari-
na-karsi-uyardi_157990.html
564 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Devlet otoritelerinin ve işletmelerin düzenlemelerinin ilerleyen


zamanlarda artması beklenmektedir.

4. Dünyadaki Diğer Gelişmeler


Türkiye’de yapay zeka ve chatrobotları ile ilgili hukuki düzen-
leme açısından herhangi bir adım atılmamış veya adım atılmasını
gereken bir hukuki uyuşmazlık yaşanmamıştır. Ancak dünya ül-
kelerinde bazı durumlar yaşanmış ve hükümetler ve şirketler bu
konularda düzenlemeler ve kurallar geliştirme yönünde adımlar
atmaktadırlar.
Yakın zamanda Japonya’da, ChatGPT gibi üretici yapay zekâ
araçlarının ülke genelinde ilkokuldan lise düzeyine kadar olan
eğitim kurumlarında sınırlı şekilde de olsa kullanılmasına izin ve-
rilmesi planlanmaktadır. Bu plan kapsamında yetkili otoriteden
okullara yönelik yönergelerin oluşturulması ve yayımlanması bek-
lenmektedir. Eğitim faaliyetlerine büyük oranda katkı sağlayaca-
ğı düşünülmekle beraber okullarda bu araçların kapsamlı şekilde
kullanılmasına izin verilmeyeceği belirtildi.6
ABD’de mahkemede görülen bir davada avukatların ChatGPT
tarafından oluşturulan kurmaca davalardan alıntı içerecek şekilde
mahkemeye dilekçe sunduğu tespit edilmiştir ve mahkeme tara-
fından avukatların ve çalıştıkları firmanın para cezası ödemesine
hükmetmiştir. Kararda olay üzerine hakim, avukatların “yardım
almak” için yapay zekâyı kullanmalarının “doğası gereği uygunsuz”
bir durum olmadığı; ancak avukatların olay özelinde kötü niyetli
davrandıkları, “sahte görüşlerinin arkasında durmaya devam et-
tikleri” ve bilinçli şekilde yanlış ve yanıltıcı beyanda bulundukları
yönünde tespitlerde bulunulduğu değerlendirmesi yapmıştır.7
Yapay zeka ve artan yapay zeka uygulamaları yelpazesi gibi chat-
botları hakkındaki yoğun tartışmanın ana konularından birisi de
fikri mülkiyet hakları bakımından yaşanabilecek olası ihlallerdir.
Bu kapsamda Chat CPT üreticisi olan OpenAI Şirketi’ne araçlarını

6 https://english.kyodonews.net/news/2023/06/7c1852d5a29e-japanese-scho-
ols-to-ban-students-from-using-generative-ai-in-exams.html
7 https://www.reuters.com/legal/new-york-lawyers-sanctioned-using-fake-chatgpt-ca-
ses-legal-brief-2023-06-22/
Uygulamada Avukat 565

eğitmek için internetten kazınmış verileri kullanmasının, milyon-


larca internet kullanıcısının mahremiyetini ve veri gizliliğini ihlal
ettiği gerekçesinin yanında telif ihlal ettiği gerekçesi ile de dava açıl-
mıştır.

5. Sonuç
Yapay zekanın iş alanlarında kullanılmasının artması ile başta
veri koruma ve fikri mülkiyet hakları kapsamında hukuki uyuş-
mazlıkların ve farkındalıkların artacağı aşikardır. Bu kapsamda
yetkili otoriterin düzenlemeler çıkartmaları, işletme ve kurumların
iç işleyişinde kurallar getireceği beklenmektedir. Bunun diğer bir
yüzü olarak düzenlemelere paralel yapay zeka ve diğer hizmetleri
sunan şirketlerin ise kullanım koşulları, platform üyelik sözleşme-
leri gibi kullanıcılara sunduğu hukuki metinlerinde kullanıcıları-
nın güvenliğini sağlayıcı hükümler getirmesi beklenecektir.
566 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Rapora Cumhurbaşkanlığı Dönüşüm Ofisi’nin


resmi internet sitesinden ulaşılabilir.
https://cbddo.gov.tr/
YİTİRDİKLERİMİZ
NAKİLLER / AYRILMALAR
Yitirdiklerimiz / Nakiller / Ayrılmalar 569

Baromuzun 19951 sicil sayısında kayıtlı


AV. ADİL SERDAR SAÇAN
24.05.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1962 yılında Erzurum’da doğmuş, 1993 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1995 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 7856 sicil sayısında kayıtlı


AV. ALİ ERTAN TANERİ
29/06/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1942 yılında Sivas’ta doğmuş, 1970 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1972 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 11930 sicil sayısında kayıtlı


AV. ALİ SAĞLAM
06/02/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1950 yılında Balıkesir’de doğmuş, 1976 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Balıkesir Barosu’nda yaparak, 1978 yılında Balıkesir
Barosu’na kaydolmuştur. 1980 yılında Baromuz levhasına
naklen kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 8823 sicil sayısında kayıtlı


AV. ALTUĞ YILMAZ
14.05.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1945 yılında İstanbul’da doğmuş, 1971 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1973 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.
570 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Baromuzun 18639 sicil sayısında kayıtlı


AV. AYSUN KUŞAKÇI KARAKAŞ
26/05/2023 tarihinde vefat etmiştir.
Merhume 1969 yılında Manisa Alaşehir’de doğmuş, 1991
yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun
olmuş, stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1993 yılında
Baromuz levhasına kaydolmuştur.
2006 – 2010 yılları arasında Bölge Temsilcisi ve 2007 – 2010
yılları arasında Baro Meclis Üyeliği de yapan merhumeye
Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve meslektaşlarımıza
başsağlığı dileriz.

Baromuzun 42300 sicil sayısında kayıtlı


AV. BEKİR AKSOYLU
17.06.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Aziz meslektaşımızın cenazesi 19.06.2023 Pazartesi günü


öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı’na,
defnedilecektir.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 8683 sicil sayısında kayıtlı


AV. ERDAL ÖZYILDIRIM
06.05.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1948 yılında İstanbul’da doğmuş, 1970 yılında


Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1974 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 39034 sicil sayısında kayıtlı


AV. FIRAT GÜNEŞ
20/05/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1981 yılında İzmir’de doğmuş, 2007 yılında


Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 2010 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.
Yitirdiklerimiz / Nakiller / Ayrılmalar 571

Baromuzun 16099 sicil sayısında kayıtlı


AV. KADİR AKYILDIZ

24/05/2023 tarihinde vefat etmiştir.


Merhum 1962 yılında İstanbul’da doğmuş, 1988 yılında
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1989 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
2002 – 2004 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği
Delegeliği görevinde bulunmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 5528 sicil sayısında kayıtlı


AV. KAYHAN SELEK
28/05/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1935 yılında Konya Bozkır’da doğmuş, 1959


yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun
olmuş, stajını Konya Barosu’nda yaparak, 1962 yılında
Konya Barosu’na kaydolmuştur. 1965 yılında Baromuz
levhasına naklen kaydolmuştur.
1969 yılında Baromuz Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev
yapmıştır.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 20387 sicil sayısında kayıtlı


AV. MEHMET ENDER ÇELİK
26.06.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Cenazesi 27.06.2023 Salı günü Karacaahmet Şakirin


Camii’nde kılınacak ikindi namazına müteakip İstanbul
Çekmeköy Yukarı Baklacı Mezarlığı’na defnedilecektir.
Aziz Meslektaşımıza
Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine, yakınlarına ve Baromuz
mensuplarına başsağlığı dileriz.
572 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Baromuzun 16369 sicil sayısında kayıtlı


AV. MIKDAT BAYSAL
08/06/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1960 yılında Malatya Darende’de doğmuş, 1988


yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun
olmuş, stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1989 yılında
Baromuz levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 75381 sicil sayısında kayıtlı


AV. MUHAMMED ATALAY ÖZDEMİR
31/05/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1992 yılında Yalova’da doğmuş, 2016 yılında Yakın


Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Yalova Barosu’nda yaparak, 2019 yılında Ankara
Barosu’na kaydolmuştur. 2020 yılında Baromuz levhasına
naklen kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 11646 sicil sayısında kayıtlı


AV. MURTEZA ÖZHAN
07/07/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1951 yılında Mardin’de doğmuş, 1978 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1980 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
2010 – 2016 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği
Delegesi, 2018 Denetleme Kurulu üyesi ve önceki
dönemlerde Bakırköy Bölge Temsilciliği görevlerinde
bulunmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.
Yitirdiklerimiz / Nakiller / Ayrılmalar 573

Baromuzun 38519 sicil sayısında kayıtlı


AV. MEHMET SİNAN KOCAMEŞE
14/05/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1963 yılında İstanbul’da doğmuş, 2008 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 2010 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 3113 sicil sayısında kayıtlı


AV. NECAT TOKSOY
20.05.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1927 yılında Mersin’de doğmuş, 1951 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1953 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 10801 sicil sayısında kayıtlı


AV. NEVZAT KURCAN
25/05/203 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1938 yılında Kırklareli’nde doğmuş, 1976 yılında


İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş,
stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1977 yılında Baromuz
levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 20503 sicil sayısında kayıtlı,


AV. ORHAN BATUR KARACİBİOĞLU
14/06/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Aziz Meslektaşımızın cenazesi 16/06/2023 Cuma günü


Şakirin Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip,
Topkapı Çamlık Mezarlığı’nda defnedilecektir.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.
574 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

Baromuzun 9166 sicil sayısında kayıtlı


AV. OSMAN GÜLER
01/07/2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1944 yılında Trabzon Gölkiriş’de doğmuş, 1972


yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun
olmuş, stajını Baromuzda yaptıktan sonra 1974 yılında
Baromuz levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 10579 sicil sayısında kayıtlı


AV. ÖKTEM TUNÇEZ
30.05.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Cenazesi defnedilen Aziz Meslektaşımıza,


Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine, yakınlarına ve Baromuz
mensuplarına başsağlığı dileriz.

Baromuzun 36663 sicil sayısında kayıtlı


AV. ÖZKAN KİLİT
16.06.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Cenazesi 18.06.2023 tarihinde Erzincan Merkez Ulalar


Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Aziz Meslektaşımıza Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.

Baromuzun 26316 sicil sayısında kayıtlı


AV. SEMİH YAVUZ
12.05.2023 tarihinde vefat etmiştir.

Merhum 1974 yılında Bilecik Gölpazarı’nda doğmuş, 1998


yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun
olmuş, stajını Baromuzda yaptıktan sonra 2002 yılında
Baromuz levhasına kaydolmuştur.
Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve
meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz.
Yitirdiklerimiz / Nakiller / Ayrılmalar 575

NAKİLLER

Sıra Sicil No Adı Soyadı Nakil Baro Hareket Tarihi


1 38016 HİLAL SOLAK GAZİANTEP BAROSU 11.05.2023
2 39270 BAHAR YILDIZHAN ANKARA BAROSU 11.05.2023
3 46254 ECEM DOĞRU HATAY BAROSU 11.05.2023
4 53345 KAĞAN TURAN ANKARA BAROSU 11.05.2023
5 54632 ESRA ÇANGA MUĞLA BAROSU 11.05.2023
6 75630 BERKAY ÖZKIR ADANA BAROSU 11.05.2023
7 81095 BETÜL SUNGURLU TURAN ANKARA BAROSU 11.05.2023
8 81845 SENA BERFE YAVUZ BURSA BAROSU 11.05.2023
9 82059 ALİ ALPEREN BİLGİN BARTIN BAROSU 11.05.2023
10 85580 MEHMET KADİR ERTEKİN YALOVA BAROSU 11.05.2023
11 86782 BATUHAN UTUGUN İZMİR BAROSU 11.05.2023
12 23390 NURETTİN ŞAHİN ORDU BAROSU 18.05.2023
13 33077 MUSTAFA SEYİTHAN GAZİANTEP BAROSU 18.05.2023
14 38320 ÖZLEM VARDAR ÇANAKKALE BAROSU 18.05.2023
15 44866 AYTAÇ AVCI ÇİMEN KAYSERİ BAROSU 18.05.2023
16 47535 BAYRAM ÖZDEMİR ORDU BAROSU 18.05.2023
17 53378 SİNAN POLAT ANKARA BAROSU 18.05.2023
18 53793 EMRE KOŞAR ÇORUM BAROSU 18.05.2023
19 61492 MUSTAFA BURAK TÜRKKAHRAMAN İZMİR BAROSU 18.05.2023
20 67616 BEKİR CAN UZUN SAMSUN BAROSU 18.05.2023
21 69052 EMİNE ELİF GÜNER ANKARA BAROSU 18.05.2023
22 70421 AFRA ILIKKAN KAYSERİ BAROSU 18.05.2023
23 75835 ABDULLAH KIRAN ZONGULDAK BAROSU 18.05.2023
24 79429 GİZEM GÖKMEN SİNOP BAROSU 18.05.2023
25 81201 KEMAL KESKİN ZONGULDAK BAROSU 18.05.2023
26 85316 HAYRİYE BÖK ANKARA BAROSU 18.05.2023
27 87622 TOLGA ELMAS BURSA BAROSU 18.05.2023
28 87730 MİNE KAYHAN MERSİN BAROSU 18.05.2023
İSTANBUL 2 NOLU
29 25558 BURHAN ÇÖL 25.05.2023
BAROSU
30 42959 UFUK YILMAZ SAKARYA BAROSU 25.05.2023
31 44097 SENEM KOÇAK BİLGİN ANKARA BAROSU 25.05.2023
32 50773 HEVAL SİNAN ARAS VAN BAROSU 25.05.2023
33 53661 ALKIMÇAĞ YILDIZ İZMİR BAROSU 25.05.2023
34 56857 EMİR SEYDİ KAYA ANKARA BAROSU 25.05.2023
35 66567 MAHİR ERTEK DİYARBAKIR BAROSU 25.05.2023
36 66753 DAMLA ÇİĞDEM DERVİŞOĞLU KOCAELİ BAROSU 25.05.2023
576 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

NAKİLLER

Sıra Sicil No Adı Soyadı Nakil Baro Hareket Tarihi


İSTANBUL 2 NOLU
37 76900 EMRE HALVACI 25.05.2023
BAROSU
38 77375 HÜSEYİN YAYMAN HATAY BAROSU 25.05.2023
39 77412 ASENA BOSTANCI TOKAT BAROSU 25.05.2023
40 79575 SERHAT AYKAÇ ANKARA BAROSU 25.05.2023
İSTANBUL 2 NOLU
41 80350 ALPER BURAK KESKİN 25.05.2023
BAROSU
42 81535 SÜLEYMAN BARAN ŞANLIURFA BAROSU 25.05.2023
43 85108 SİNAN ÖZTÜRK KOCAELİ BAROSU 25.05.2023
44 87514 ONUR AYBARS ÖZTÜRK ANTALYA BAROSU 25.05.2023
45 66784 AYLİN KIVRAK ADANA BAROSU 01.06.2023
46 70476 SABRİ AYYILDIZ TEKİRDAĞ BAROSU 01.06.2023
47 71502 AFRANUR ERDOĞAN NİĞDE BAROSU 01.06.2023
48 84147 DİDEMNUR ABAY ANKARA BAROSU 01.06.2023
49 20086 NESRİN ÖZER İZMİR BAROSU 08.06.2023
50 45341 GÜLŞAH ÇOKİÇLİ DENİZLİ BAROSU 08.06.2023
51 53969 HİLAL GÜLSU YILMAZ İZMİR BAROSU 08.06.2023
52 58411 YUSUF KÖSEOĞLU KOCAELİ BAROSU 08.06.2023
53 61825 NAZLI CEYLAN ŞEYHMUSOĞLU ŞANLIURFA BAROSU 08.06.2023
54 65085 ALİ YAVUZ ADANA BAROSU 08.06.2023
55 71208 AYŞENUR ÜRK MANİSA BAROSU 08.06.2023
56 73443 EDA BENLİ AYDIN BAROSU 08.06.2023
57 78734 DİLARA SERTER BURSA BAROSU 08.06.2023
58 79661 YİĞİTCAN KOZAN KOCAELİ BAROSU 08.06.2023
59 82239 FİDAN ÇORUH HAKKARİ BAROSU 08.06.2023
60 82768 ALPEREN EDİZ BURSA BAROSU 08.06.2023
61 83838 ECE BAĞATUR ADANA BAROSU 08.06.2023
62 22396 BİLGE TÜZEL SAMSUN BAROSU 15.06.2023
63 35859 SERKAN YILDIRIM KARABÜK BAROSU 15.06.2023
İSTANBUL 2 NOLU
64 45380 LEYLA ILDIR 15.06.2023
BAROSU
İSTANBUL 2 NOLU
65 52530 ÖMER CAN SEVER 15.06.2023
BAROSU
66 63554 MELİSA KALKIŞIM TRABZON BAROSU 15.06.2023
67 63772 SUAT BALTA MUŞ BAROSU 15.06.2023
68 65657 ZEYNEL DAŞLIÇAY MUĞLA BAROSU 15.06.2023
MUHAMMED İSTANBUL 2 NOLU
69 70585 SARMAN 15.06.2023
BURAK BAROSU
Yitirdiklerimiz / Nakiller / Ayrılmalar 577

NAKİLLER

Sıra Sicil No Adı Soyadı Nakil Baro Hareket Tarihi


İSTANBUL 2 NOLU
70 70933 BİLAL ÖZÇELİK 15.06.2023
BAROSU
71 80457 EMRAH AYTAN DİYARBAKIR BAROSU 15.06.2023
72 86014 ELİF ZEYNEP TÜRKMEN KOCAELİ BAROSU 15.06.2023
73 86593 BERFİN BAZAN ANTALYA BAROSU 15.06.2023
74 86889 MEHMET CEREN VAROL ESKİŞEHİR BAROSU 15.06.2023
75 86902 GÖRKEM YAVUZ TRABZON BAROSU 15.06.2023
76 87317 SEVDA KARATAŞ SİVAS BAROSU 15.06.2023
77 27786 ANIT BABA ANKARA BAROSU 22.06.2023
78 36049 HASAN MUTLU ÖZARAL KIRKLARELİ BAROSU 22.06.2023
79 39306 TAYFUN ERCAN GAZİANTEP BAROSU 22.06.2023
80 48051 AYBİKE ÖZER AYDIN BAROSU 22.06.2023
81 48458 ZEYNEP SAĞIROĞLU HATAY BAROSU 22.06.2023
İSTANBUL 2 NOLU
82 52544 ONUR BERKAY VURAL 22.06.2023
BAROSU
83 52875 CANAN EROĞLU BURSA BAROSU 22.06.2023
84 55953 AHMET FURKAN KAYAN ÇANAKKALE BAROSU 22.06.2023
85 56212 HANDE KURT ANKARA BAROSU 22.06.2023
86 57429 HAKAN ERDAL ÇANAKKALE BAROSU 22.06.2023
İSTANBUL 2 NOLU
87 62058 AHMET EFE SABIRSIZ 22.06.2023
BAROSU
88 64750 YÜSRA NUR İNAYETOĞLU ŞANLIURFA BAROSU 22.06.2023
89 68081 AMİNE ERİMHAN BURSA BAROSU 22.06.2023
90 71504 CEMRE BERKAY PAÇACI TEKİRDAĞ BAROSU 22.06.2023
91 73824 BUSE ÇALIŞKAN TEKİRDAĞ BAROSU 22.06.2023
92 75606 ZÜBEYİR TALHA GÜNEL ANKARA BAROSU 22.06.2023
93 77074 GİZEM YERKESEN İZMİR BAROSU 22.06.2023
94 77864 ALPEREN ERKURAN ADANA BAROSU 22.06.2023
İSTANBUL 2 NOLU
95 78844 HAKAN KUNT 22.06.2023
BAROSU
96 80447 CEREN ATLIOĞLU GAZİANTEP BAROSU 22.06.2023
97 80738 EBRU ŞEVVAL DALDAL SAKARYA BAROSU 22.06.2023
98 81234 ONUR CEM DÜZGÜN ANKARA BAROSU 22.06.2023
99 82082 SÜLEYMAN TÜRKOĞLU İZMİR BAROSU 22.06.2023
100 83848 HAKAN BOZKURT GAZİANTEP BAROSU 22.06.2023
101 84006 NAİLE NUR SAVAŞ UŞAK BAROSU 22.06.2023
102 84152 ENDER ÜNAL İZMİR BAROSU 22.06.2023
103 87585 ŞEVVAL YILMAZ TEKİRDAĞ BAROSU 22.06.2023
578 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

NAKİLLER

Sıra Sicil No Adı Soyadı Nakil Baro Hareket Tarihi


104 87610 NURSEL OKKALI MANİSA BAROSU 22.06.2023
105 14575 MUSTAFA MÜNİR TUNA BALIKESİR BAROSU 06.07.2023
106 19617 MEHMET NURİ YILDIZ AYDIN BAROSU 06.07.2023
107 26987 NİLGÜN ÖZTÜRK MUĞLA BAROSU 06.07.2023
108 41033 GONCA ALAMDAR ANTALYA BAROSU 06.07.2023
KARABEYOĞLU
109 43540 ASLIHAN MUĞLA BAROSU 06.07.2023
ERSOY
İSTANBUL 2 NOLU
110 44706 ONUR BAĞ 06.07.2023
BAROSU
111 55133 GÖKHAN GÖREL TEKİRDAĞ BAROSU 06.07.2023
112 57957 ŞEYMA BALCI BURSA BAROSU 06.07.2023
113 66003 BURAK TURGAL AMASYA BAROSU 06.07.2023
114 66209 ZEHRA YEŞİLDEMİR KAYA OSMANİYE BAROSU 06.07.2023
İSTANBUL 2 NOLU
115 67885 TANER TEKİN 06.07.2023
BAROSU
İSTANBUL 2 NOLU
116 68270 HÜSEYİN ALİ SALPAT 06.07.2023
BAROSU
İSTANBUL 2 NOLU
117 70070 GİZEM YAYLA 06.07.2023
BAROSU
İSTANBUL 2 NOLU
118 71970 AMMAR ÇINAR 06.07.2023
BAROSU
119 74394 MEHMET EMİN DURMAZ İZMİR BAROSU 06.07.2023
120 74714 ATA KEREM BURAL ANKARA BAROSU 06.07.2023
121 75501 ÖZDEN EVREN OSMANİYE BAROSU 06.07.2023
122 76089 ETHEM TAHTABACAK BOLU BAROSU 06.07.2023
123 76179 UMUTCAN AÇICI AYDIN BAROSU 06.07.2023
124 76546 TUĞÇE SAVAŞ BALIKESİR BAROSU 06.07.2023
İSTANBUL 2 NOLU
125 79120 MUSTAFA KOÇAK 06.07.2023
BAROSU
126 83146 MAHMUT OVA HATAY BAROSU 06.07.2023
İSTANBUL 2 NOLU
127 83534 SEVDE DUMAN 06.07.2023
BAROSU
128 86226 BÜŞRA KESKİN İZMİR BAROSU 06.07.2023
129 86542 SAFA CANİKLİ ANKARA BAROSU 06.07.2023
130 86741 ALİ MURAT OK ESKİŞEHİR BAROSU 06.07.2023
İSTANBUL 2 NOLU
131 14614 MUSTAFA ÜNAL 13.07.2023
BAROSU
132 30757 CEYDA YURDACAN EDİRNE BAROSU 13.07.2023
İSTANBUL 2 NOLU
133 33740 ZEKİYE KESKİNKARDEŞLER 13.07.2023
BAROSU
134 36312 MUSTAFA AKDOĞAN BURSA BAROSU 13.07.2023
Yitirdiklerimiz / Nakiller / Ayrılmalar 579

NAKİLLER

Sıra Sicil No Adı Soyadı Nakil Baro Hareket Tarihi


135 47576 EBRU BAĞCI ANIL AYDIN BAROSU 13.07.2023
136 55185 FATMA NUR YILDIZ ERTEN KOCAELİ BAROSU 13.07.2023
137 58164 BURCU GÖZCÜ AYDIN BAROSU 13.07.2023
138 60833 MÜKERREM ELİF GÖKALP İZMİR BAROSU 13.07.2023
139 61455 CEMİL CAN İNCE ADANA BAROSU 13.07.2023
140 62380 İCLAL UÇAR TRABZON BAROSU 13.07.2023
141 63179 BERRAK BAŞ KARŞICI MUĞLA BAROSU 13.07.2023
142 64280 DOĞAN HÜSEYİN DULKADİR ANTALYA BAROSU 13.07.2023
İSTANBUL 2 NOLU
143 69367 MUHAMMED KAHRIMAN 13.07.2023
BAROSU
144 72540 KATİP GÜDEN KOCAELİ BAROSU 13.07.2023
ANKARA 2 NOLU
145 76666 RÜVEYDANUR YILMAZ 13.07.2023
BAROSU
146 78441 HALİL YİĞİT AKA ORDU BAROSU 13.07.2023
KAHRAMANMARAŞ
147 80702 AYDA BUSE NUR KAPLAN 13.07.2023
BAROSU
148 81770 ENİS BEHİÇ KOÇAK YOZGAT BAROSU 13.07.2023
149 82209 MEHMET ZÜNBÜL İZMİR BAROSU 13.07.2023
150 82910 EMİNE RÜVEYDA GÜNGÖR MERSİN BAROSU 13.07.2023
ANKARA 2 NOLU
151 84593 HATİCE ZÜLAL HEYBET 13.07.2023
BAROSU
580 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

AYRILMALAR

Sıra Sicil No Adı Soyadı Hareket Tarihi


1 36374 YUNUS EMRE KILLIOĞLU 11.05.2023
2 73934 RÜMEYSA ÇİNPOLAT 11.05.2023
3 86643 BÜNYAMİN ÖZGAN 11.05.2023
4 54519 VEYSEL YAĞİZ 18.05.2023
5 62972 TUĞBA KARAKÖSE 18.05.2023
6 72138 DUYGU MENEVŞE SARIBIYIK 18.05.2023
7 78094 BÜŞRA BOZOLUK 18.05.2023
8 78756 SİMAY LOMBRİSER 18.05.2023
9 81244 MUHAMMED BEKTAŞ 18.05.2023
HARUN
10 85696 BATUHAN GÖRÜCÜ 18.05.2023
11 46394 PINAR AYÇA SARITAŞ 25.05.2023
12 57144 ULAŞ GEYYAZ 25.05.2023
13 63532 KÜBRA YILMAZ 25.05.2023
14 66493 MEHMET CEREN 25.05.2023
15 72557 BERFU ALTAY 25.05.2023
16 75396 SEBAHAT US 25.05.2023
17 33078 HALİS AYGÜL 01.06.2023
18 57195 KÜBRA KARADENİZ 01.06.2023
19 75719 REŞAT ESMER 01.06.2023
20 43825 GÖKTUĞ CAN BURUL 08.06.2023
21 64756 BİLGE SULTAN GÜNEŞ 08.06.2023
22 81259 BEYZA ÖNAL 08.06.2023
23 83530 AYFER KAYIŞ 08.06.2023
24 84780 BEYZA AKÇİÇEK 08.06.2023
25 86922 KADİR YILMAZ 08.06.2023
26 87206 MEMDUH GÖK- GİRAY 08.06.2023
BERK
27 87269 ARİF BELKAYA 08.06.2023
28 66498 MEHMET MERGEN 15.06.2023
29 67252 SİMGE ERZURUM 15.06.2023
30 72714 KÜBRA TAKIM 15.06.2023
31 75664 MERVE ERDEM ADIGÜZEL 15.06.2023
32 76112 SEMİH ARSLAN 15.06.2023
33 78423 HARUN KUTLUER DAYI 15.06.2023
34 80903 YAREN ÖZKAN 15.06.2023
35 82110 MUSTAFA KAAN NAYİR 15.06.2023
36 82362 OSMAN ZAHİD ÇELİK 15.06.2023
37 83627 ABDULKADİR ASMACI 15.06.2023
38 85370 ÜMİT KAYA 15.06.2023
39 87203 EMİNE KUMAŞOĞLU 15.06.2023
Yitirdiklerimiz / Nakiller / Ayrılmalar 581

AYRILMALAR

Sıra Sicil No Adı Soyadı Hareket Tarihi


40 87635 AYŞE NAZLI KARA 15.06.2023
41 35472 GÜLER ZEYNEP ÖNAL 22.06.2023
42 57484 FAKİYE CANBAZ 22.06.2023
43 60584 GİZEM ÖZGÜR 22.06.2023
44 63154 MURTAZA BİLKAY 22.06.2023
45 63277 MERT KAYA 22.06.2023
46 63956 ZEYNEP ÖZLEM- BEKLER 22.06.2023
NUR
47 64833 TAHİR DOĞAN 22.06.2023
48 71681 BARIŞ YALÇIN 22.06.2023
49 73156 NURAY KOŞAR 22.06.2023
50 73419 BİLAL BAL 22.06.2023
51 74800 CANSU NURAL 22.06.2023
52 76901 SEFA KAYA 22.06.2023
53 77801 HATİCE DURGUT 22.06.2023
54 78470 HAZAR MERT TAŞ 22.06.2023
55 79041 İCLAL ELİFNUR DAVULTAŞ 22.06.2023
56 80158 SAMET USTA 22.06.2023
57 81345 İLKNUR ARUK 22.06.2023
58 81448 MELİS SÖYLEMEZ 22.06.2023
59 81993 GÜLCAN ŞAHİN 22.06.2023
60 85266 TUGAY BAYRAK 22.06.2023
61 86698 YUNUS TURAN 22.06.2023
62 86864 AYSUN ALTUNDAĞ 22.06.2023
63 51771 FATMA NUR HALLAÇ 06.07.2023
64 66439 OĞUZ ESE 06.07.2023
65 69216 HAMDİ KARAÇUHA 06.07.2023
66 72426 HAYREDDİN FUR- BAKER 06.07.2023
KAN
67 72835 UĞUR KORKMAZ 06.07.2023
68 77540 CAHİT OGÜN DEMİRAĞ 06.07.2023
69 77990 PEMBEGÜL TOPRAK 06.07.2023
70 78755 ZEHRA KESİCİ 06.07.2023
71 81186 MEHMET CEMİL KARAGÖZ 06.07.2023
72 82010 BATUHAN KANDEMİR 06.07.2023
73 82136 MUSA SARI 06.07.2023
74 82162 ABDULKADİR BİLDİK 06.07.2023
75 82229 SEMA KULAKSIZ 06.07.2023
76 82555 OĞUZHAN TOPAL 06.07.2023
77 83947 ENİS AKTÜRK 06.07.2023
78 85371 RABİA GÖZDE KARAKUŞ 06.07.2023
582 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

AYRILMALAR

Sıra Sicil No Adı Soyadı Hareket Tarihi


79 51467 MUSTAFA ÇETİN 13.07.2023
80 68533 ESMA GÜNAY 13.07.2023
81 69845 EMRE DEMİRCİ 13.07.2023
82 70847 YÜKSEL DOĞA GÜVEN 13.07.2023
83 71830 SEDANUR ORHAN 13.07.2023
84 72561 ELİF DAMA 13.07.2023
85 73182 MERT BALCI 13.07.2023
86 76163 MERVE CANTİMÜR 13.07.2023
87 81585 ERGİN KAYA 13.07.2023
88 83582 İBRAHİM ASLAN 13.07.2023
89 84409 ABDULLAH SER- ÇETİNKAYA 13.07.2023
GEN
90 84516 ERENALP AKTAŞ 13.07.2023
91 86659 ÖMER BURAK KIRCAER 13.07.2023
KAVRAM DİZİNİ
Kavram Dizini 585

Kavram Dizini
A
854 SAYILI DENİZ İŞ KANUNU KAPSAMI ....................................... 409
ADALETİN İYİ YÖNETİMİ İLKESİ .................................................... 321
ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ ............................................ 327,
366
ADLİ YARDIM TALEBİ ..................................................................... 440
AİLE HAYATINA SAYGI HAKKININ İHLALİ ...................................... 356
AİLELERİNİN BİRBİRLERİNE KARŞI OLAN SİLAHLI VE TAŞLI
EYLEMLERİ ..................................................................................... 476
ALACAĞIN MIKTARININ BELIRLENEBILMESININ HÂKIMIN
TAKDIRINE BAĞLI OLDUĞU DURUMLAR ....................................... 452
ALEYHE DÜZELTME YASAĞI ......................................................... 473
AMME ALACAĞININ DOĞDUĞU VE ÖDENMESI GEREKTIĞI
ZAMANLARDA PAY SAHIPLERININ FARKLI ŞAHISLAR OLMASI ..... 541
ASIL KİRA BORCUNUN FERİLERİNİN (FAİZ VE İCRA
MASRAFLARI TUTARI) YATIRILMAMASI ........................................ 464
ASLI İSTİNAF YA DA TEMYİZ EDİLMEYEN
BİR HÜKMÜN TAVZİHİNE İLİŞKİN MAHKEME KARARININ DA
İSTİNAF YA DA TEMYİZİ ................................................................. 396
AVUKATIN BELGE İSTEME VE İNCELEME HAKKI ........................ 488
AVUKATLIK ÜCRET SÖZLEŞMESİNE DAYALI İLAMSIZ TAKİP . .... 466

B
BASİT YARGILAMA USULÜ ............................................................. 484
BAŞKALARINA AİT KİMLİK BİLGİLERİNİN
KULLANILMASI SUÇU ..................................................................... 471
BAŞVURUCU ASİLİN KARARI UYAP SİSTEMİNDEN OKUMASI ...... 391
BAŞVURUCUNUN ÖĞRENME TARİHİ ............................................. 391
BİLİNÇLİ TAKSİR ............................................................................. 495
BİLİRKİŞİ RAPORUYLA TAZMİNAT TUTARININ BELİRLENMESİ . .. 321
BLOK ÇALIŞMA ............................................................................... 415
BOŞANMA DAVASINDAN FERAGAT-BOŞANMA SEBEBİ YAPILAN
İDDİADAN VAZGEÇME . .................................................................. 403
586 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

BOZMA KARARINDAN SONRA TAHKİKATA DEVAM EDİLMESİ


HALİNDE ISLÂH ............................................................................... 375

C
CEZA İNFAZ .................................................................................... 482
CEZALARIN BELİRLENMESİNDE ORANTILILIK İLKESİ ................ 500
CEZAYI ALEYHE DEĞİŞTİRMEME İLKESİ ..................................... 473
ÇEVRENİN KİRLETİLMESİ . ............................................................. 509

D
DENİZ TAŞIMA İŞİ .......................................................................... 409
DUYGUSAL ŞİDDET.......................................................................... 440

E
EKSİK İŞLER NEDENİ İLE SATIN ALINAN TAŞINMAZDA OLUŞAN
DEĞER KAYBININ ÖDETİLMESİ ...................................................... 443
ERKEĞİN MADDİ TAZMİNAT TALEBİ . ........................................... 440
EŞİT KUSUR . .................................................................................. 440

G
GEMİ ADAMI ................................................................................... 409
GEMİADAMIN YABANCI BAYRAKLI GEMİDE VEFATI . .................... 459
GEMİADAMLARINA ÖDENECEK FAZLA MESAİ ÜCRETİ ................ 409
GERÇEK KİMLİĞİN POLİSTEN GİZLENMESİ ................................. 471
GÖREVE BAŞLATILMAMA İŞLEMİNE KARŞI AÇILAN
İPTAL DAVASI ................................................................................. 391
GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA ........................................................ 488
GÖZETİM BELGESİ İBRAZ EDİLMEDİĞİNDEN BAHİSLE İDARİ
YAPTIRIM KARARI ............................................................................ 545
YURT DIŞI GİDER BEYAN EDİLEREK ÖDENEN İTHALAT
VERGİLERİNİN MAHKEME KARARI İLE GERİ VERİLMESİ ............ 545
GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA . ........................................................ 507
Kavram Dizini 587

H
HABERLEŞME HÜRRİYETİNİN İHLALİ............................................. 327
HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL............................................. 504
HAKARET.......................................................................................... 504
HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE . .................................................................. 415
HAKSIZ TAHRİK .............................................................................. 476
HIRSIZLIK ........................................................................................ 486
HİZMETLERİN BİRLEŞTİRİLMESİ . ................................................ 456
HİZMET NEDENİYLE GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA ...................... 508
HİZMET TESPİTİ . ........................................................................... 415
HUKUKA AYKIRI DELİL . ................................................................. 327

I
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKININ İHLALİ . ......................................... 361
İLK DEPREM SONRASI ARTÇI ŞOKLARLA
DEVAM EDEN İKİNCİ DEPREM ...................................................... 495
İSTİHKAK İDDİASI . ......................................................................... 536
İŞÇİLİK ALACAĞI ............................................................................ 434
İŞÇİLİK ALACAKLARI BAKIMINDAN BELİRSİZ ALACAK DAVASI .... 452
İŞ YERİ DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ ........................................... 486

K
KANUN YARARINA BOZMA ............................................................. 521,
527
KASTEN ÖLDÜRME ........................................................................ 473
KASTEN ÖLDÜRME-KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS 476
KASTEN YARALAMA . ...................................................................... 484
KAST- OLASI KAST ......................................................................... 484
KEFALET ŞEKİL ŞARTLARINA UYULMAMASI ................................ 464
KENDİ İSTEĞİ İLE İŞÇİ STATÜSÜNDEN SÖZLEŞMELİ PERSONEL
STATÜSÜNE GEÇEN İŞÇİ ................................................................ 456
KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ........................................................ 456
KISMİ DAVA VE EK DAVA ............................................................... 434
KİŞİLERİN HUZUR VE SÜKUNUNU BOZMA ................................... 504
588 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 97 • Sayı: 4 • Yıl: 2023

KONUT DOKUNULMAZLIĞINI İHLAL . ............................................ 491


KOŞULLARI OLUŞMAYAN DAVANIN USULDEN REDDI . ................ 452
KUŞKUYU AŞAN KESİN DELİL . ...................................................... 493

L
ALEYHE OLAN BOŞANMA HÜKMÜNÜN
GEREKÇESİNİN TEMYİZİNDE HUKUKİ YARAR BULUNMASI ........ 403
LİMİTED ŞİRKET PAY SAHİPLİĞİ ................................................... 541

M
MALA ZARAR VERME ..................................................................... 486,
509
MALIN VERİLİŞ GAYESİ DIŞINDA KULLANILMASI . ........................ 507
MÜSPET ZARAR .............................................................................. 446

N
NİSBİ METOD . ................................................................................ 443

O
ÖNGÖRÜLEBİLİR İŞLETME KUSURU ............................................ 468

R
DELİL TESPİTİ ................................................................................ 396

S
SANIĞIN DENETİM SÜRESİNDE İŞLEDİĞİ KASITLI SUÇ .............. 482
SERBEST MESLEK FAALİYETİNDE BULUNMAK TALEBİ .............. 366
SERİ YARGILAMA VE BASİT YARGILAMA ...................................... 482
SİGORTALININ KURUMA BİLDİRİMİNİN İŞE GİRİŞ TARİHİNDEN
SONRA YAPILMASI .......................................................................... 415
SİLAHLA KASTEN YARALAMA ........................................................ 476
SİLAHLA TEHDİT ............................................................................ 491
ŞARTLA TAHLİYE . .......................................................................... 482
Kavram Dizini 589

T
TAHLİYE ......................................................................................... 464
TAKSİRLE ADAM ÖLDÜRME SUÇU ................................................ 500
TARAFLARIN SAHİP OLDUKLARI SİLAHLARLA
BİRBİRLERİNİ HEDEF GÖZETEREK ATEŞ ETMELERİ ................. 476
TAVZİH İLE HÜKMÜN ALEYHE OLACAK ŞEKİLDE
SINIRLANDIRILAMASI ..................................................................... 396
TEHDİT ................................................................................... 491, 504
TEKNİK ARIZA ................................................................................. 468
TEMERRÜT....................................................................................... 464
TİCARİ İŞLERDE TEMERRÜT FAİZ ORANI .................................... 443

U
USULİ KAZANILMIŞ HAK ................................................................ 440
USULÜNE UYGUN TEBLİGAT ......................................................... 446
UYGULANACAK HUKUK .................................................................. 459
UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ .................................................. 493
UZMAN BİLİRKİŞİ ........................................................................... 426

V
VAKIA FARKLI OLDUĞU TAKDİRDE YENİDEN
BOŞANMA DAVASI AÇILABİLMESİ ................................................. 403
VERGİYİ DOĞURAN OLAYIN GERÇEKLEŞTİĞİ ZAMAN ................. 541
VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME
VEYA ELE GEÇİRME ........................................................................ 504

Y
YALAN BEYANDA BULUNMA SUÇU ................................................ 471
YASAL İNDİRİM ............................................................................... 484
YAŞ DÜZELTİLMESİ ....................................................................... 513

Z
ZAMANAŞIMI .................................................................................... 466

You might also like