Jacques Derrida - Dillerin Hesabı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 119

ISBN: 978-625-6792-91-3

© 2018 Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılı!jı A.Ş.

ketebe.com Ketebe Yayınları: 1107 Teori

Yayın Yönetmeni Dizi Editörü


Furkan Çalışkan Murat Erşen

Yayıma Hazırlayan
Rabia Şenol

Kapak Mizanpaj
Harun Tan Nilgün Sönmez

1.BASKI Ketebe Yayınlan Baskı ve Cilt


Sertifika No: 49619 Sertifika No: 47939
Şubat 2024 Maltepe Mahallesi Fetih My Matbaacılık San. ve T ic. Ltd. Şti.
lstanbul Caddesi No: 6 Dk: 2 Maltepe Mah. Yılanlı Ayazma Sk.
Topkapı 34010 İstanbul No: 8/F Zeytinburnu I İstanbul
Tel: 212 612 29 30 Tel: 0212 674 85 28
e-mail: ketebe@ketebe.com

© Ectitions du Seull, 2020

© Özgün adı Le ca/cu/ des /angues: Dislyle olan bu kitabın Türkiye hakkı Editions du Seuil
ile anlaşmalı olarak Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılı!jı A.Ş.'ye aittir izinsiz yayımlanamaz.
Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
JACQUES
DERRIDA

DİLLERİN
HESABI
ÇİFT SÜTUNLU

Türkçesi
MuratErşen
Jacques Derrida
(1930-2004): Geliştirdiği "yapıbozumcu" eleştirel okuma yöntemiyle, farklı disip­
linlerde işlerlik kazanan yeni bir düşünce biçimine kapı aralayan, postyapısalcı
felsefe çevresinin kuruluşunda önemli bir yere sahip çağdaş Fransız düşünür.
1930 yılında Cezayir'in El-Biar kasabasında doğdu. Erken yaşlarda yaptığı Rous­
seau, Nietzsche, Gide, Valery, Camus okumalarıyla edebiyat ve felsefeye yönel­
di. 1952'de Paris'in saygın okulu Ecole Normale Superieure'e kaydoldu. 1956'da
özel bir bursla Harvard ve Cambridge üniversitelerine dinleyici olarak gitti. Hus­
serl'in Ursprung der Geometrie [Geometrinin Kökeni] adlı eserini uzun bir önsöz­
le Fransızcaya çevirdi. 1960'dan sonra Sorbonne, Ecole Normale Superieure,
John Hopkins, Yale ve California üniversitelerinde dersler verdi. 1967'de yayım­
ladığı, La voix et le phenomene: lntroduction au probleme du signe dans la phı§­
nomenologie de Husserl (Ses ve Fenomen, Husserl Fenomenolojisinde Göster­
ge Sorununa Giriş], De la Grammatologie [Gramatoloji Üzerine] ve L'ecriture et la
difference [Yazı ve Fark] adlı üç eser, kariyerindeki önemli çıkışı gösterir. Hemen
bütün eserlerinde karşılaşılan egemen eğilim, Batı felsefesi geleneğinin yapıbo­
zumcu bakış açısıyla sonuna dek sorgulanması, bu gelenek içindeki çelişki ve
çıkmazların gösterilmesi yoluyla, felsefenin yeniden yaratıcı kılınması mücadele­
sidir. 2004 yılında pankreas kanserinden ölen Derrida'nın, uluslararası düzeyde
katıldığı çok sayıda bilimsel/akademik toplantılar ve atölye çalışmalarıyia geniş
bir çevreyle diyalog içinde tamamladığı kariyerinin diğer temel eserleri şunlardır:
La Dissemination (1972; Sirayet], Marges de la philosophie (1972; Felsefenin Kı­
yıları], Glas (1978), La Verite en peinture [1978; Resimde Doğruluk], La Carte pos­
tale, de Socrate iı Freud et au-deliı (1980; Kartpostal, Sokrates'ten Freud'a ve
Ötesine], Psyche, lnventions de l'autre (1987; Psike, Ötekinin İcadı], Du Droit a la
philosophie [1990; Felsefeye Hak Üzerine], Qu'est-ce que la poesie? (1990; Şiir
Nedir, çev. A. Sarı-A. Arslan, Babil, 2002], L'Autre cop [1991; öteki Hedef/ Başka
Baş, çev. M. Başaran, Bağlam, 2003], Spectres de Marx (1993; Marx'ın Hayalet­
leri, çev. A. Tümertekin, Ayrıntı, 2001], Marx & Sons [2002; Marx'ın Mahdumları,
çev. A. Tümertekin, Ayrıntı, 2004], Cosmopolites de tous /es pays, encore un
effort!; Le Siec/e et le pardon (1997-1999; Kozmopolitizm ve Bağışlama Üzerine,
çev. A. Utku-M. Erkan, Birey, 2005], L'Archeologie du frivole [1973; önemsizin
Arkeolojisi, çev. M. Erkan-A. Utku, Otonom, 2007], De quoi demain... , entretiens
de Jacques Derrida et Elisabeth Roudinesco (2003; Gün Doğmadan, Elisabeth
Roudinesco ile Konuşma, çev. K. Sarıalioğlu, Dharma, 2006], Sauf le nom [1993;
İsim Hariç, çev. O. Eryar, Kabalcı, İstanbul, 2008], Passions [1993; Çile, çev. M.
Başaran, Kabalcı, İstanbul, 2008], Khôra [1993; Khöra, çev. D. Eryar, Kabalcı, İs­
tanbul, 2008]. Jacques Derrida, Nietzschelerin Şöleni, der. ve çev. A. Utku- M.
Erkan, Otonom, İstanbul, 2008; Giovanna Borradori, Terör Günlerinde Felsefe:
Jürgen Habermas ve Jacques Derrida ile Diyaloglar. çev. E. Barca, YKY, İstan­
bul, 2008. Derrida, 1997 ve 1999'da istanbul'da çeşitli konferanslar vermiştir.
1997'de İstanbul'da katıldığı atölye çalışması için bkz. Pera Peras Poros, Jacques
Derrida ile Birlikte Disiplinlerarası Çalışma, haz. F. Keskin, ö. Sözer, YKY, 1998.

Murat Erşen
Strasbourg Marc Bloch ve Galatasaray üniversitelerinde felsefe eğitimi aldı .
Çevirmen ve editör olarak özellikle felsefe alanında birçok kitabın Türkçeye
kazandırılmasına vesile oldu.
İÇİNDEKİLER

"Parmak Eklemleri", Geoffrey Bennington

ve Katie Chenoweth'ın Önsözü / 9

Bu Edisyon Hakkında Not / 31

Dillerin Hesabı / 33
JACQUES DERRIDA

Dillerin Hesabı

Çift Sütunlu

Bu edisyon Geoffrey Bennington


ve Katie Chenoweth tarafından hazırlanmıştır.
ÖNSÖZ
PARMAK EKLEMLERİ

Dillerin hesabı. Çift sütunlu (Le calcul des langues. Distyle) ya­
yımlanmamış, bitmemiş, görünüşe göre yolda terk edilmiş bir
metin: deneysel bir metin, bir yazı ve düşünce deneyi. Yine
de bu beklenmedik, bulmacamsı metnin, 1 973 yılının Ekim
ayında Galilee yayınlarından Charles Porset editörlüğünde
yayımlanan Condillac'ın Essai sur l'origine des connaissances
humaines1 edisyonunun dördüncü baskısında "yayımlanaca­
ğı" haber veriliyordu,2 ki bu edisyon Derrida'nın, daha sonra
bir kitapçık olacak yüz sayfa kadarlık bir önsözünü (''L'ar­
cheologie du frivole"3) içeriyordu. Dillerin Hesabı'nın, Essai

E. B. Condillac, insan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine Deneme, çev. Miraç Katır­


cıoğlu, Maarif Vekaleti, 1954 (Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1989).
2 Bir kere başlığın yerleşimi sorun teşkil eder: arka kapakta "distyle" (çift sütunlu)
kelimesi (tamamı italik yazılmış) "Le calcul des langues"ın altında ortalanmış
biçimde görünür; bu cildin içinde, s. 302'de, "Aynı koleksiyonda" başlığı altın­
da, "distyle" kelimesi "Le calcul des langues"ın altında aşağı yukarı ortalanmış,
ancak bu sefer Romen harfleriyle basılmıştır. Her iki durumda da William War­
burton'un Essai sur les hieroglyphes adlı eserinin J. Derrida'nın giriş yazısıyla
birlikte aynı koleksiyonda yayımlanacağı duyıırulmuştur. Warburton'ın metni
1977 yılında, önünde Derrida'nın "Scribble: pouvoir/ecrire"' ve Patrick Tort'un
bir metni olduğu halde gereğince yayımlandı ama Aubier-Flammarion yayıne­
vinden, ki "La philosophie en effet" koleksiyonu da Galilee'ye geçmeden önce
birkaç yıl boyunca bu yayınevi bünyesinde çıkacaktı.
3 L'Archeologie du frivole. Lire Condillac, Paris, Denoel/Gonthier, 1977, daha son­
ra, 1990'da les editions Galilee, coll. «La philosophie en effet»'den yayımlandı.

9
edisyonuyla aynı koleksiyonda (Porset'nin yönettiği "Palim­
sestes" koleksiyonunda) yayımlanması tasarlanmıştı, ancak
"bir süreliğine bir kenara bırakılan"4 bu tuhaf metne, belli ki
Derrida bir daha geri dönmedi, metin ancak Derrida'nın ölü­
münden sonra keşfedildi.

Jacques Derrida'nın burada kitabın bizatihi biçimini zorla­


ması belki de hiç şaşırtıcı değil. 1 963 gibi erken bir tarihte,
yayımlanan ilk metni "Force et signification"da,5 "anlamın
anlamı", "sonsuz içerim", "gösterenden gösterene sınırsız bir
gönderme" olduğu andan itibaren "yazılı olanın kendi ken­
disiyle özdeşliği" olmadığını öne sürerek "kitabın teolojik
eşzamanlılığını" sorgulamıştı. Ve Gramatoloji ( 1 967) çoktan
(ilk bölümünün başlığı olarak) "kitabın sonu ve yazının baş­
langıcı"nı6 ilan etmişti. Yapısöküm, basitçe teorik bir faaliyet
olmaktan çıkıp, Derrida'nın o zamanlar sık sık söylediği gibi,
pratik yapısöküm7 halini aldığı andan itibaren, kitabın biçimi-

Alıntılar için bu edisyonu kullandık. [ Türkçesi: Jacques Derrida, Ônemsizin Ar­


keolojisi - Condillac Okuması, çev. Ali Utku, Otonom, 2007] .
4 Jacques Derrida'nın Roger Laporte'a yazdığı bir mektuba göre; alıntılayan: Be­
noit Peeters, Derrida, Paris, Flammarion, coll. « Grandes biographies » içinde,
20 10, s. 3 19. Ayrıca Le Calcul des langues hakkında verdikleri değerli maddi bil­
giler için Benoit Peeters ve Thomas Clement Mercier'e teşekkür ederiz.
5 Jacques Derrida, L'Ecriture et la difference, Paris, Seuil, coll. « Tel Quel », 1967,
s. 41-42. [ Türkçesi. "Güç ve Anlamlama", Yazı ve Fark içinde, çev. P. Burcu Ya­
lım, Metis, 2020, s. 39, 40, "Bilhassa, yapısalcı bir okuma, kendi anında, daima
kitabın bir teolojik eşanlılığını varsayar ya da ona başvurur ve ona erişemedi­
ğinde de esasa erişemediğini düşünür. Peki ya anlamın anlamı (sinyalizasyon
değil, genel olarak anlam (sens) anlamında) sonsuz içerme (implication infinie),
gösterenden gösterene sınırsız bir göndermeyse ("le renvoi indefini de signifiant
a signifiant")? .. Mallarme'nin gerçekdışılaşhrdığı Kitap haricinde, yazılı olanın
kendi kendisiyle özdeşliği diye bir şey yoktur."]
6 Jacques Derrida, De la grammatologie, Paris, Minuit, coll. «Critique», 1967
[ Türkçesi: Gramatoloji, çev. İsmet Birkan, Bilgesu, 2010, s. 9] .

7 Örneğin bkz. Cf. Positions, Paris, Minuit, coll. « Critique 1972, s. 93 et 1 16; La
�,

Dissemination, Paris, Seuil, coll. « Tel Quel '" 1972, s. 10 b.a.; Glas, Paris, Galilee,
coll. «La philosophie en effet '" 1974, s. 2lb ; ve hatta Le Calcul des langues' da
bile, s. la, 3Sb, 38a, 54a, 59b.

10
ne, kitap-forma, cildin kendisine az çok doğrudan saldıracağı
öngörülebilir. Dillerin Hesabı'ndan önce, "La double seance" -
ta8 ve hatta iki sütun olarak sunulan bir metinde (Marges de
la philosophie'nin9 başında yer alan "Tympan") sayfa düze­
niyle ilgili bazı çalışmalar yapılmıştı zaten. Derrida Dillerin
Hesabı'nı bir kenara bıraktıktan hemen sonra da elbette anıt­
sal Glas ortaya çıktı, ki okur bu kitabın kapağını açar açmaz,
Dillerin Hesabı'nın, görünüşe göre, bu kitap için yolda terk
edildiğini düşünecektir hemen. Bununla beraber -kuşkusuz
tamamlanmadan kalan- Dillerin Hesabı kitabın biçimini boz­
maya yönelik bir başka girişim olmak bir yana (Derrida'nın
gözünde daha ziyade başarısız bir girişim olduğu varsayıla­
bilir), "Tympan" ya da Glas'yı sadece yüzeysel olarak andıran
benzersiz bir metin olmakla kalmaz sadece, belli açılardan bu
iki tanınmış metinden bile daha radikal ve iddialı bir metin­
dir. Dillerin Hesabı'nın Glas'nın ölü doğmuş küçük kardeşi
olduğu düşünülebilir, ancak 1974'te yayımlanan büyük kare
ciltten pek çok yönden farklıdır ve aynı şeyin minyatür halin­
den ibaret değildir sadece. Bir kere, Dillerin Hesabı, Glas'nın
aksine, doğrudan -daktiloda- iki sütun halinde yazılmıştır.
Duyurulan ancak hiçbir zaman yayımlanmayan bu metinle10
ilgili 1990'a doğru Geoffrey Bennington'ın sorularına muha­
tap olan Derrida'nın kendisi işin zanaatkarlık tarafında ısrar
etmiştir; her bir sayfayı (iki karbon kopya ile birlikte) maki­
neye (manuel "küçük Olivetti"sine11) ilk kez nasıl yerleştirdi­
ğini anlatır: daktiloyu kaydırıp satır başını sayfanın ortasına
ayarlar (yaklaşık olarak dizgi metnindeki sütunların genişliği

8 Jacques Derrida, La Dissemination içinde, a.g.e., s. 198, 201-202, 3 18.

9 Jacques Derrida, Marges - de la philosophie içinde, Paris, Minuit, coll. «Cri­


tique», 1972.

10 La Dissemination'da (a.g.e., s. 158, not 57) duyurulan «Entre deux coups de des»
ile birlikte bu, "kayıp" Derrida metninin nadir bir örneğidir.

11 Bkz. Papier Machine, Paris, Galilee, coll. « La philosophie en effet », 2001,


s. 152 ve 158-159, alıntılayan: Benoit Peeters, Derrida, a.g.e., s. 320. Gerçekten de
bu metin Derrida'nın "giderek daha fazla makineyle" (Papier Machine, s. 153)
yazdığı dönemden kalmadır.

11
aslında sayfaya göre değişir) ve ilk sütunu sayfanın altına denk
getirdikten sonra, aynı sayfayı satırın başlangıcı ilk sütunun
biraz sağına gelecek şekilde tekrar yerleştirir ve ikinci sütunu
birincinin yanına yazar. Öyle ki (Derrida'nın da vurguladığı
gibi) Dillerin Hesabı ayrı ayrı yazılmış iki metnin sonradan bir
araya getirilmesiyle oluşturulmamış,12 ama temelde, bir sütu­
nun zaten diğerine baktığı, en başından beri diğerini gördüğü
bir kompozisyonla neredeyse aynı anda sayfa sayfa yazılmış­
tır. Bizzat Derrida'nın "stereografık okuma" diye adlandırdığı
bir metindir bu. (s. 42a)

Bununla birlikte, Derrida'nın kendisinin Dillerin Hesabı'nın


yazılış sürecine ilişkin tasvirinin bir parça nüanslandırılması
gerektiği açıktır. Çünkü bir kere, en azından metnin sonuna
(ya da daha doğrusu kesintiye uğradığı yere) doğru, tek bir
sütunun -sağdaki sütunun- diğer taraftaki sütundan herhangi
bir karşılık almadan sayfalar boyu (s. 1 0 1 - 1 09) devam ettiği
görülür. İkincisi, sol taraftaki sütun ( Glas'nın sol tarafındaki
sütunda olduğu gibi) bu kitabın amacı doğrultusunda sıfırdan
oluşturulmamıştır,13 daha ziyade bir ders veya seminer met­
nini hayli yakından takip etmektedir: Glas örneğinde ilk 225
sayfa "Hegel'in Ailesi" ( 197 1-1972) seminerini, geri kalanı ise
"Din ve Felsefe" seminerini ( 1972- 1973) izlerken, Dillerin He­
sabı'nda "On sekizinci yüzyılda felsefe ve retorik: Condillac
ve Rousseau" ( 1 97 1 - 1 972)14 bölümünde sol taraftaki sütun ilk

12 Tıpkı sağ sütunun tamamen Michel Leiris'ten yapılan uzun bir alıntıdan oluş­
tuğu "Tympan"da ve sütunların aynı anda aynı sayfaya değil de muhtemelen
yan yana ya da karşı karşıya gelebilecekleri gibi muğlak bir düşünceyle yazıldığı
Glas'da da olduğu gibi.

13 Dillerin Hesabı'nın her şeye rağmen bir "kitap" olarak tasarlandığı pek çok ifa­
deyle doğrulanmaktadır: bkz. s. 33a ("Bu nedenle kitap bölümlere aynlacaktır");
34b ("bu kitabın sorusunu seçmek zorunda kalacak mıyız?); 62b ("bu kitabın
konusu").

14 Arşivlerde daktiloya çekilmiş sekiz oturumu bulunan bu seminer, "La psycha­


nalyse dans le texte" (Metinde Psikanaliz) seminerine birçok açık atıf içerme­
ktedir, bu da söz konusu iki seminerin aynı dönemde verildiğini düşündür­
mektedir. Metnin içindeki bazı ipuçları "La psychanalyse dans le texte"in baş­
langıçta (muhtemelen Derrida'nın 1971 yılında Baltimore'daki Johns Hopkins

12
oturumları gayet yakından takip eder. Burada da, ayrıntılı bir
tetkik, Dillerin Hesabı ile Glas arasındaki önemli farklılıkları
ortaya koyar: zira bazı kelimelerin mevcudiyetine (ve birkaç
eklemeye) rağmen Glas, Hegel üzerine seminer metnini çoğu
zaman sayfa sayfa (hatta, seminerden kitaba geçirilirken çok
az cümle değişmeden kalsa da çoğunlukla cümle cümle) ta­
kip eder, halbuki Dillerin Hesabı'nda kesmeler, eklemeler ve
argümantasyon sırasındaki değişikliklerle seminer metni üze­
rinde çok daha aktif çalışılmıştır. Ve tüm bunların temelinde,
yine Glas' dan farklı olarak, (esas itibarıyla aynı yazar ve aynı
metinlerle ilgili olsa da seminerdeki hiçbir şeye doğrudan te­
kabül etmeyen) sağ sütunun, sol taraftaki sütunun açıklama­
sını doğrulayacağı, kesintiye uğratacağı, karmaşıklaştıracağı
ve ona itiraz edeceği düşüncesi yatar (bu ilişkiler muhtemelen
metnin başlarında daha belirgindir: örneğin 37 ila 40 sayfalar
arasında sağ sütun sol sütunda bahsedilen unsurları yineler
veya tekrar bunların peşine düşer, öyle ki, yine Glas'nın aksi­
ne, biri olmadan diğer sütunu okuyabilmek gayet zor olacak­
tır). Ve bir kez daha Glas'ya nazaran daha bir düşünülüp taşı­
nılarak ve muntazaman yapılan iki sütun halinde düzenleme,
Dillerin Hesabı'nın biraz gizemli "Çift sütunlu" alt başlığından
da anlaşılacağı üzere , "sütun" kelimesi ve "sütun" temasıyla
yakından bağlantılıdır,15 zaten Littre sözlüğüne bakıldığında
kelimenin ilk anlamı şöyledir: "Mimarlık terimi. İki sütundan
oluşan sundurma:'16 Dillerin Hesabı'nın ilginçliği kısmen,
Üniversitesi'ne yaptığı ziyaret sırasında) Anglo-Sakson bir dinleyici kitlesi için
tasarlandığını teyit etmektedir, öyleyse "Philosophie et rhetorique" için de aynı
durum geçerli olabilir. El yazısıyla (kurşun kalem, mavi mürekkep ve kırmızı ka­
lemle) yazılmış çok sayıda derkenar da bu iki seminerin birden çok kez verildiği­
ni göstermektedir. Uyarı: Burada alıntılanan yayınlanmamış seminerlerin sayfa
numaraları, Jacques Derrida'nın California Üniversitesi, Irvine' de ve IMEC' deki
Derrida koleksiyonunda muhafaza edilen daktilo yazmalarının sayfa numarala­
rını esas almaktadır.

ıs Glas'nın sütunları elbette metnin akışı içinde temalandırılmıştır, fakat daha ziya­
de giriş mahiyetindedir bunlar.

ı6 Glas'yı anımsatan ikinci anlam: "Botanik terimi. İki boyııncuklu." Dillerin Hesa­
bı'nın daktilo yazmasının bulunduğu kutucukta, metnin maddi düzenine ilişkin

13
seferber ettiği ya da sahnelediği tipografık aygıtı açıkça sor­
gulamasında ve hatta yapısöküme uğratmasında yatar, öyle
ki metinde sütunun temalaştırıldığı anlardan birinde Derrida
şöyle der (buna geri döneceğiz): "tek bir bükülmüş, kıvrılmış/
burgu burgu, bölünmüş sütun, kendi etrafına sarılmış bir as­
manın çift gövdesi, kendi ağacını doğuruyor, onu tehdit eden
tekrarın hazzını artırıyor, iki sarmaşık arasında ayrım yap­
maktan men ediyor sizi: her kıvrımda diğer sütunun tazyiğini
tanıdığınızı düşünüyorsunuz, bu yem sizi bu arzunun, ağaç
benzeri bu itici gücün etrafında dolaştıracaktır." {74b) Öyle
ki kitabın biçimi, kitabın nesnesinin ta kendisidir, sütunun
sütun-olmaklığıdır, iki sütunun ikisi kitabın maddesini, yani
"özne"sini olduğu kadar ya_zılı maddeselliğini de oluşturur.

Dillerin Hesabı, Condillac'ın ölümünden sonra yayımlanan


Hesapların Dili (La Langue des calculs, 1 798) adlı eserinin
başlığını bir chiasmus17 etkisiyle tersine çeviren başlığından
da anlaşılacağı üzere, büyük ölçüde Condillac okumasına
hasredilmiştir. Condillac'ı Maine de Biran ve Victor Cousin
tarafından kurulan klasik yorumlama sisteminden/mazga­
lından (grille) ayırmaya ve başka okuma olasılıkları açmaya
çalışan Önemsizin Arkeolojisi'nden daha önce bahsetmiştik.
Derrida, ("On sekizinci yüzyılda felsefe ve retorik" semine­
rinde olduğu gibi) Condillac'ın Rousseau'yu vurgulamaya
(ya da öne çıkarmaya) hizmet ettiği De la grammatologie'de
( Gramatoloji) ve Condillac'ın metafiziksel bir yazı anlayışının
örneği olarak sunulduğu { 197l'de kaleme alınan) ''Signature,
evenement, contexte"te {İmza, olay, bağlam) Condillac'a za­
ten ilgi göstermişti: ("[ ... ] Olduğu haliyle tüm felsefe tarihinde
Condillac tarafından sunulanlarla esastan çelişen tek bir karşı

kırmızı kalemle yazılmış işaretler içeren bir yaprak bulunuyor: "Tek bir sayfada
başlık olarak/Çift sütunlu 1./ 2./<altı çizilmiş okunmayan kelime, style, muhte­
melen "strier" ya da "situer"> Littre/ 2 karakter: rr birbirine bakan 2 sütun."

ı 7 Sözcük sırasının yer değiştirmesi. (Çevirenin Notu)

14
örnek, tek bir analiz bulunabileceğini sanmıyorum18"). Ancak
Derrida'nın Condillac'a olan ilgisinin bu referanslarla sınırlı
olmadığı açıktır, bilakis burada hakiki bir Derridacı okumayla
karşı karşıyayız, başka bir deyişle Derrida, Condillac'ın me­
tinlerinde (en az okunanları da dahil olmak üzere hepsinde),
"beyan edilen amaç" ile "bir başka jest"19 arasında, metnin
beyan ettiği ile tarif ettiği20 arasında, hep bir çelişki olmasa
da, en azından bir gerilim bulur, öyle bir gerilim ki burada
Condillac'a özgü bir hal alır, dolayısıyla onun imzasını taşır ve
Jacques Derrida'nın karşı-imzasını çağırır, üstelik bu gerilim
Derrida'yı (felsefede görülen genel bir gevşemenin, bu Derri­
dacı sorularla yüzleşmek yerine onların etrafından dolaşılma­
sına yol açtığı bilhassa günümüzde) büyük öneme sahip "yön­
temsel" gelişmelere ve yazı düzeyinde biçimsel bir deneye kış­
kırtacak kadar karmaşıktır; öyle ki iki sütunlu düzenleme bu
deneyin sadece en belirgin göstergesidir; "çifte bilim"in ya da
yapıbozumun "çifte aşaması"nın "stereografik" sahnelenmesi
ya da uygulanmasıdır (mettre en reuvre).

Derrida'da her zaman olduğu gibi, iki ya da çift, bu sah­


nede, iki terimli bir çifte indirgenemeyecek bir farklılık
üzerinde oynamaktan asla vazgeçmez. İşte Condillac va­
kası da, kimi yerleşik karşıtlıklıklar çerçevesinde karara
bağlanmaya müsaade etmez. Örneğin, yöntem söz konu­
su olduğunda, Condillac'ın, (beyan edilmiş anti-kartez­
yenizmine rağmen kartezyen olan) en baştan başlamayı
temel alan gayet "felsefi" bir jest ile dilin, "başkanın do­
ğal dilinin metne kaydedilmesi"nin (s. 39a) belli bir za­
ten-orada'lığını öne çıkaran daha "ampirist" bir jest ara-

18 Marges - de la philosophie, a.g.e., s. 370.


19 Bkz. De la grammatologie, a.g.e., s. 47 [Türkçesi s. 45) .
20 A.g.e., s. 310-311, 326, 334 [Türkçesi: s. 349, 363, 370) vs. ve L'Archeologie du
frivole, a.g.e., s. 113. Ayrıca bkz. "Philosophie et rhetorique au XVIIIe siecle"
seminerinde." Böylece Condillac'ı basitçe açıklayarak, yavan bir şekilde tefsir
ederek vardığımız noktada, ona sadece başka bir şey söyletmekle kalmıyor, hatta
bazen söylediklerinin tam tersini söyletiyoruz." (Seans 4, s. 4)

15
sında bocalıyormuş gibi görünmesini nasıl anlamalıyız?
Ya da felsefe ile retorik arasındaki ilişkiler söz konusu oldu­
ğunda, "Condillac'a göre, felsefe, genel olarak bilim hakkıy­
la icra edilen dillerse de, yani dilleri inşa eden söylemlerse
de, esas itibarıyla ve onunla karışacak raddede, bir retoriği
seferber ederler." (a.g. y. ) Ya da yine: "(iyi) konuşma sanatı"
olarak bu retorik, varsayım itibarıyla halihazırda konuştu­
ğumuz dilin kurallarını (gramerini) takip etmeye mi indir­
genecek, yoksa tam da gramerin bittiği yerde mi başlaya­
cak? Ve Condillac'ın harekete geçirdiği tüm görünür karşıt­
lıklar etrafında teker teker genel bir zorluğu takip edeceğiz:
bu karşıtlıklar örneğin ihtiyaç ile arzu arasında ya da asıl
ve mecaz arasında, ama aynı zamanda -sonuç bölümünde
buna geri döneceğiz- algı ile dil arasında, fenomenolojik ile
semiyolojik arasındadır. Bu sorulara cevap vermek o kadar
kolay değildir ve metnin öneriyormuş gibi göründüğü zıt­
lıkların terimleriyle bile kesinkes formüle edilemezler; tam
da bu sebeple, bu şekilde okunan Condillac'ın yeri "benzer­
siz"dir ve bu benzersizlik, Condillac'ın metnini felsefe ta­
rihine yerleştirme iddiasındaki olağan operatörleri başarı­
sızlığa uğratacak denli esrarengizdir ve aynı sebeple bu tür
operatörlerin genel yetersizliğinin iyi bir göstergesi olarak
hizmet eder. Öyle ki özellikle Foucaultcu tarihselciliği hedef
alan o dönemde sıklıkla olduğu gibi;21

21 Ayrıca bkz. L 'Archı!ologie dufrivole, a.g.e., s. 32-35 [Türkçe çeviri, s. 49-50], özel­
likle de: "Ve şimdi bir metnin, hangi koşııllar altında, ne 'yazar'ın ne de "üre­
tim"in "çağdaş"ı olduğu bilimsel bir modernitenin (örneğin, biyolojinin, gene­
tiğin, dilbilimin ya da psikanalizin) baskınlarıyla [irruption] (bu perspektiften,
belirli bir noktaya kadar ve belirlenebilir eksenlere göre) ilintili bulunabileceğini
kendimize sormamız gerekir; ki bu, böyle bir metni -onda bu bölünmeyi/kesiği
[coupe] kavramamız koşuluyla başka her metni de- hem yazarından koparan
(bu kamulaştırmanın ilk koşulu budur) hem de bir mitik epistemenin kadir-i
mutlak icbarından kurtaran şeydir. Mitik epistemenin sonlu kod hakkında ima
ettiği şey, hala ve yalnızca belirli bir epistemeye dair oluşturulabilecek temsi­
le aittir. Genel bir episteme teorisinin zemini ve koşulu bir episteme hayalinin
(imaginaire) ortaya çıkışıdır, tabloyu, sonlu kodu ve taksonomiyi kendi belirle­
yici normu kılan, tek başına bu hayaldir." Birazdan Dillerin Hesabı'nın böyle bir
psikanalitik "baskın•a yer açmayı tasarladığını göreceğiz.

16
Şu an için, Condillac'a atfedilen kesinkes saf ve kapalı bir
kavramlar sistemi olduğu, hatta onun imzasıyla veya ek bir
paragrafla tasdik edilebilir metinsel bir sistem olduğu kesin
değildir, hele ki kronolojik olarak sınırlandırılmış bir döne­
min ("klasik" çağ, "klasik" veya "modern episteme" ve diğer
benzer şeylerin) tüm üretimlerini çerçeveleyen ve kodlayan
tarihsel-teorik bir konfıgürasyon bulunduğu hiç kesin de­
ğildir. Böyle bir kodun ya da tasniflemeyle ilgili böyle bir
deşifre işleminin temsili, kendisi de dönemsel olan ve ön­
celikle kendisinin sorgulanmasına izin vermesi gereken bir
metnin modelini gerektirir. (s. 32-33a)
Özellikle de Condillac'ı, dönemin kimi tartışmalarına (yön­
tem üzerine ve felsefe ile retorik arasındaki ilişki üzerine tar­
tışmalara) öylece yerleştirme girişimlerini karmaşıklaştıran
bu zorluk, konuya hasredilmiş tüm akademik yaklaşımlarda
genel bir altüst oluşu teşvik etmelidir.
Condillac'ın bu tartışmadaki yeri benzersizmiş gibi görü­
nür. Bu, fıkirler tarihçisi tarafından çerçevelenmeye izin
vermeyen, artık bir tablo oluşturmayan ve birçok düzlemi
harekete geçiren, metinsel alanların heterojenliğini tanıyan,
metni, küçük grafik veya söylemsel kapalılığından kurtaran
stereografik bir okuma gerektiren tarihsel bir bütünün ilk
göstergesidir -ayrıca başka göstergeler de vardır. Bu strate­
jinin tüm suretleri (doublure) sabırdan fazlasını gerektirir,
basının kafasını karıştırır, yorumcuyu, profesörü, hermenö­
tikçiyi ya da arkeoloğu yanlış yönlere saptırır ya da sinir­
fondirir:(fıkirlerin, bilgi, kanaat veya kurum kümelerinin
veya alt kümelerinin) tarihini, kısacası, onlara bu retoriği ve
yazıyı dikte eden "tarih"i -hiç düzenleme yapmadan bunları
oraya sıralayarak-, bu formlar hakkında düşünmeden, çizgi­
ler ve daireler (çizgi, kırılma/kesik/kopuş, bütünlük) yardı­
mıyla bize açıklamak isteyen herkesi. (p. 42a)22

22 Bunu Glas' daki ünlü bir pasajla karşılaştırın: "Dolayısıyla, arkeologlar, filozoflar,
hermenötikçiler, göstergebilimciler, semantikçiler, psikanalistler, retorikçiler,
şairler, hatta belki de hala edebiyata ya da başka herhangi bir şeye inanan tüm
okurlar, birkaç istisna dışında ve oldukları halleriyle, gittiler." (a.g.e., s. SOb)

17
Bu, on sekizinci yüzyıl Fransız felsefesinin, "klasik çağ"ın, hat­
ta Batı metafiziğinin basit bir örneğinden gitgide daha fazlası
haline gelen bir Condillac'la hani neredeyse duygudaş olduğu,
hatta suç ortaklığı yaptığı söylenebilecek ihtimallere kapı ara­
lar. Metnin hemen başında bunun işareti vardır: sol sütundaki
açılış satırının ("Yöntem üzerine birkaç mülahazayla başlaya­
cağız.") Condillac'ın kendisinden bir alıntı olduğu ortaya çıkar
kısa süre sonra23 ve "eğer okuma takip edilecekse, okumanın
tüm protokollerini, okunan metnin otoritesinden kurtarmayı
denemekle başlayacağız. Örneğin öyle yapmalı ki Condillac ne
ayrıntıda ne sistem bakımından onun hakkında, usul dairesin­
de ya da haz için, yazacaklarımızı hiçbir şekilde dikte etmesin
bize." diye açığa vurulan emel, Condillac ile giderek daha fazla
uyuşmalı, "onun analizine karşı analiz yapma"lı, "her taraftan
başlamanın, yılan dili gibi çatallı bir giriş yapmanın, bağları
çözerek veya düzeni bozarak ilerlemenin yeterli olmadığını"
kabul etmelidir. Böyle bir sempati ya da suç ortaklığı, ne kadar
güven vermese de örneğin Condillac'ta bir "supplement" (ek,
eklenti)24 ya da en azından orijinal bir "suppleance" (ikame)
bulabilir, ki bu Rousseau'nun eki/eklentisi değildir ve Derri­
da'nın kendi düşüncesi için çok önemli olan bir kelimeyi ve bir
kavramı daha iyi anlamamıza yardımcı olur. 25

23 Bunu «Philosophie et rhetorique au XVIIIe siecle" seminerinin başında yapılan


bir açıklamayla karşılaştırınız: "Pedagojik yöntemin bir değeri olarak, gerçek
başlangıçla başlamamamız gerektiğini, böyle başlayamayacağımızı ama mese­
leleri bir şekilde halihazırda oldukları noktadan, çocuğun zaten kendi dilinde,
kendi tarihinde, edebiyat tarihinde bulunduğu noktadan almak gerektiğini, ço­
cuk eğitim başladığında zaten "daha dereyi geçmediğinden" yapılması gereke­
nin sadece onun zaten bildikleri üzerine düşünmesini sağlamak olduğunu öne
sürerek, Condillac bir bakıma bu yöntemi, az önce seçtiğimiz pedagojik yöntemi
uygular. Bir seminerin ilk sözlerini söylediğimize ve giriş hakkında girişe başla­
dığımıza vs. inandığımız anda zaten Condillac'ı okumaya ve onun hakkında ko­
nuşmaya başladığımızı görürsünüz." (Seansı, s. 8). "Az önce seçilen pedagojik
yöntem" bu ilk oturumun başlangıcına ve açıkça "kervanı yolda düzme" (Seans
2, s. 2) yönteminin seçilmesine aufta bulunmaktadır.
24 "-a eklenen, -e kaUlan" ve "-in yerini Uıtan"dır. (ç.n.)
25 "Rousseau'nun eki/eklentisi, Condillac'ın ikamesinin yerine geçtiği, yerini aldığı,
'
geliştirdiği ve aynı zamanda koruduğu noktada kesintiye uğı:aUr -ve dolayısıyla

18
Condillac'ı alışılagelmiş okuma disiplinlerine yerleştirme­
yi zorlaştırırken aynı zamanda onu Derrida için ilginç kılan
taraf, belki de her şeyden önce dilin (ya da en azından "işa­
retlerin/göstergelerin") belirli bir genellemesinin, dolayısıyla
belirli bir genel retoriğin radikalliği ve gözüpekliğidir, öyle ki
Condillac şunu öne sürebilir:
Sonuçta, konuşma sanatı, yazma sanatı, akıl yürütme sana­
tı ve düşünme sanatı temelde bir ve aynı sanattır. Nitekim,
düşünmeyi bilen, akıl yürütmeyi de bilir. İyi konuşmak ve
iyi yazmak için geriye kalan tek şey, düşündüğünüz gibi
konuşmak ve konuştuğunuz gibi yazmaktır . . . Tüm bu sa­
natların tek bir sanatta birleştiğini gösterdim. Daha da ile­
ri giderek hepsinin konuşma sanatına indirgenebileceğini
söyleyebilirim. 26

Dile karşı oldukça kaba yaklaşımıyla Anglosakson felsefesinin


bütün bir dalını belirleyecek olan akıl hocası Locke'un aksine
Condillac, kıta felsefesi denilen felsefe için dil ve genel olarak
işaretler üzerine sınırsız perspektifler açmış gibi görünmekte­
dir, öyle ki, Derrida'nı n Önemsizin Arkeolojisi'nde söyleyece­
ği gibi, "[İnsan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine] Deneme baştan
sona bir göstergebilimdir (semiotique)."27

onu başlatır." (s. 50) Aynca bkz. "Philosophie et rhetorique au XVIIIe siecle", Se­
ans 2, s. 8, ve Seans 3, s. 4; bu, Derrida'nın Condillac'ta neye hayranlık duyduğu­
na dair değerli bir genel bakış sağlar. "Condillac'a saygı göstermeliyiz. Herhangi
asli bir fark algılamadığında [burada şiir ve düzyazı arasındaki fark söz konusu­
dur. Ed), bir karşıtlığa inanmadığında, çoğu kez yapıldığı gibi bunu icat etmediği
için bu saygıyı ona borçluyuz, bunun yerine o, tutarlı bir ampirist olarak der ki,
bu aynı şeydir, süreğendir ve eğer bir fark varsa, bir derece farkıdır bu. Belki de
Condillac'ın düşünce tarzını Rousseau'nunkinden ve özellikle de Condillac'ın
ikame kavramını Rousseau'nun ekinden ayıran özelliklerden biridir bu: Condil­
lac'a ait olan ilki hiçbir kopuş, hiçbir mutlak dışsallık içermez.
26 Cours d'etudes pour l'instruction du Prince de Parme'ın "Giriş konuşması", CEuv­
res philosophiques, c. l içinde, s. 403. Alıntılayan Derrida, s. 50a ve 45 a. CEuvres
philosophiques'in (Felsefi Eserler) Condillac'ın metinlerini iki sütun halinde sun­
duğunu belirtmekte herhalde fayda var.
27 L'Archeologie dufrivole, a.g.e., s. 91 [Türkçe çeviri s. 92) , "Philosophie et rhe­
torique au XVIIIe siecle" başlıklı seminerde bkz. "[. . . ) Farkında olalım ya da
olmayalım, Condillac;'ın ilk büyük sistematik çalışması olan Essai sur l'origine

19
Fakat Derrida, Condillac'taki bu açıklığı kabul etmekle ve bir
bakıma bunu benimsemekle birlikte, Condillac'ın "konuşma
sanatı"nın bu neredeyse sınırsız genişlemesini daha sonra
düzenleme ve kontrol etme biçimine belirli sınırlar çizmek
de ister. Derrida, burada Condillac'ın yaşadığı pişmanlıklara
girmeden (Önemsizin Arkeolojisi'nde alıntılanan ve tartışılan,
Maupertuis'ye yazdığı bir mektupta "işaretlere/göstergelere
çok fazla şey yüklediği"28 için kendini suçlamıştır), Condil­
lac'ın sürekli analojiye başvurmasının, anlamın kontrolsüz
bir şekilde çoğalmasına karşı kendisini güvence altına almaya
çalışmasına ve böylece az önce onda teşhis ettiğimiz açıklı­
ğı kapatmasına olanak sağladığını gösterecektir. Her şeyden
önce Dillerin Hesabı'nın sağ sütununda yer alan çalışmadır
bu; burada Derrida Condillac'ta yapısökümcü bir okuma
girişimine direnecek olan şeyi vurgular ama aynı zamanda
Condillac'ın açık sisteminden nihayetinde neyin taşabileceği­
ni daha iyi ortaya çıkarmak için tam da bu dirence başvurur:

Aklın hilesi, aynının zaptedilemez tuzağı, analojik yo­


ğunlaştırmanın sonsuz kaynağı, Dichten [yoğun] ya
da Verdichten'de [yoğunlaştırmak] yazılı çatlakların
ekonomik olarak yeniden temellük edilmesi. Farkı
saptırmaya veya farkın çevresini dolaşmaya yönelik
nihai hile (çürütme, reddetme), benzerlikte, benzeyen
ile benzemeyeni bağlayan, bir araya getiren diyalektik
analojidir. Condillac bunda ustaydı. Başka aynıya ben­
zer - o(o')dur. Düzensizlik düzene, düzen düzensizliğe,
karşıt karşıta benzer, işte bu yüzden Condillac'ın met­
ni, burada analiz edilmeye izin vermeyecek ve burada
beklenebilecek pratik, çözücü, yapısökücü analize en

des connaissances humaines (İnsan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine Deneme), de­


rinliği ve kapsamı itibarıyla göstergesellik üzerine bir incelemedir, genel bir gös­
tergebilimdir [ . . . ] Alanın kapısını, anlamlamanın korkunç ve sınırsız bir şekilde
çoğalmasına ve belki de nihayetinde şeyin kendisinin göstergeler ağında kaybol­
masına açar." (Seans 6, s. 2-4)
28 L'Archeologie dufrivole, a.g.e., s. 89 [Türkçe çeviri s. 90) .

20
azından pratik olarak direnecektir. Daima karşı-metni
soğurabilecektir. Çünkü metin gibi, Condillac'ın met­
ninden bahsediyorum, kapalı olmadığını, simetrik kar­
şıtından olduğu kadar tablonun mantiğından da kaçtı­
ğını bu olguya dayanarak kanıtlar ve gösterir. Bağlı bir
düzen retoriğinin dipsiz ironisinin kaynağı, ona boyun
eğen metinde olduğu gibi, bu ironinin düzensizlik için­
de her zaman benzer bir şeyi çağrıştıran bir görünüşü
(semblance) açığa vurabilmesidir.
Ya da benim burada yapıyor göründüğüm şey.29

Şimdi Derrida, bu olasılığı engellemek için, Önemsizin Arke­


o l oj is i'nden alıntıladığımız "bilimsel bir modernitenin [muh­

temel] baskınları" hakkındaki açıklamayı takiben, belirli bir


psikanalize başvuracaktır/çağrıda bulunacaktır. Bu çağrı,
her zaman olduğu gibi müphemdir. Psikanaliz evrensel bir
anahtar ya da hermeneutik bir yöntem sağlamak için değil,
felsefe ile (onun) retoriği arasındaki ilişkiyi karmaşıklaştır­
mak, bilhassa da "diyalektik analoji"yi önlemeye yardımcı
olmak için çağrılır, ki diyalektik analoji, gördüğümüz üzere,
Condillac'a ön-Hegelci ya da neredeyse Hegelci tarzda, farkı
yeniden temellük etme ve onu hep ayiıı'ya doğru geri götür­
me imkanı vererek, fark (ya da differance [ayıram-eretele­
me]) düşüncesini keskinleştirmeye yönelik her türlü girişime
karşı Condillac'a bir direnç ilkesi sağlar. Dolayısıyla Derrida
tam da bu yeniden temellük etme mantığına karşı çıkmak
için, 69. sayfadan itibaren oldukça yankı uyandırıcı bir giriş
yapan Freud'a başvuracaktır. Sebep, Condillac'ın rasyona­
lizminin altını oymak için bilinçdışına başvurmanın yeterli

29 S. 40 - 4lb. Aynca bkz. s. 84a: "Analoji ilkesi her yerde hüküm sürer." Önemsizin
Arkeolojisi, Condillac için analojinin önemini zaten vurgulamıştı: "Condillac'ı
okumak istiyorsak, kapılarımızı onun metnine kapatmak istemiyorsak, teşekkül
eden ve birden ortaya çıkan karşıtlıklar sistemi/mazgalı (grille) önünde hareket­
siz kalmak istemiyorsak, mantığa, dalıa doğrusu duyumculuğu göstergebilimci­
liğe dönüştüren analojik olana nüfuz etmeliyiz." (s. 30 [Türkçede: s. 48 (çeviride
bazı değişikliklerle.))

21
olması değil, belirli bir psikanalizin, karşıtlığa dayanmayan
bir mantık dahilinde, bağlama ve bağın çözülmesini, dolam­
baç ve yoldan sapmayı, erek ve erek-sizi, teleoloji ve a-tele­
olojiyi birlikte düşünmeyi sağlayan bir mantık geliştirmeye
yardımcı olmasıdır. Condillac, fikirler arasındaki en büyük
bağın "mümkün en büyük miktarda bilgi ve haz sağladığına"
inanır (S. 74b), ancak bize bağın kendisinin ne olduğunu asla
açıklamaz. Demek ki Derrida, bağı düşünmek için psikana­
lize yönelmiştir. Derrida'nın burada, Haz İlkesinin Ötesin­
de'de okuduğu bu psikanaliz ve onun bağlama ve bağı çözme
mantığı, aynı zamanda Dillerin Hesabı'nın iki sütununu da,
aralarındaki bağı çözerek, birbirine bağlar.

"Eşit olmayan iki sütun, aksayan bir seyir, yoldan/konudan


sapmanın ( digression) savunulamaz/tahammül edilemez
mantığı: Condillac'ın metnini, mazgalın (grille) şiddetle bü­
külmesiyle kendisinden saptırarak okumak için Haz ilkesinin
ôtesin de'yi okumak. Mazgal [yapısı]: Freud'un metni, aksak
bir yoldan/konudan sapmadır; topallamayı, yani daha doğ­
rusu, yuvasından oynamayı, eklem yerinden-çıkmayı bilimin
ağır ilerleyen süreci ( die langsamen Fortschritte unserer wis­
senschaftlichen Erkenntnis) olarak üstlenir: "es ist keine Sün de
zu hinken", topallamak günah değildir. Freud'un alıntıladığı

bir ozanın alıntıladığı yazı, Haz İlkesinin Ô tesin de'sinin son


sözü, sadece sistem içinde sistematik ve spekülatif bir yol­
dan/konudan sapma değil, her şeyden önce bir yoldan çıkma
(metnin Umweg'ini [dolambaçlı yolunu] takip edin), sonu/
ereği olmayan [dolambaçlı yola] sapma teorisidir, dönüşü ol­
mayan ya da ölümü amaçlayan bir sapma teorisidir; sadece
bir tekrarlama oyunu olarak bir yoldan/konudan sapma teo­
risi değil, mutlak ve pratik olarak yoldan/konudan sapan bir
metindir, öyle ki bu metinde hiçbir çıkış veya varış noktası
belirlenemez, hiçbir tez tesbit edilemez, hiçbir bakış açısın­
da durup kalınamaz. Orada herhangi bir istasyon belirleme­
ye çalışın. Salt kurgusal, Freud'un tüm yazıları gibi neredeyse

22
"edebi" bir metindir, yeter ki burada bize iyi okunsun. Haz
İlkesinin Ötesinde'nin üstelik teoremini de sunduğu saf bir
kaybın bir yerde geri dönüşü olmayan dışavurumu ile retorik
harcama. Sadece retorik har cama değil ama teorik retoriğin
teorisi. "30 Mecaz/Figür, metafor, dildeki hem yaşam dürtüsü
hem de ölüm dürtüsüdür.

Burada Lacan'ın "Le facteur de la verite"de giriştiği okumay­


la meşhur olacak bir argümanın öncüllerini görebiliriz; bu
metin Condillac üzerine çalışmayla aynı döneme aittir (La­
can'ın bu okumasının ilk versiyonu "La psychanalyse dans
le texte" seminerinde bulunabilir}: eğer bir mektubun "varış
yerine ulaşmaması her zaman ihtimal dahilinde" ise ve eğer
bu (ulaş)mama-ihtimali-zorunluluğu, bu zorunlu ve yapısal
ihtimal mektup diye bir şey olmasının bir koşuluysa, o zaman
bu vuku bulmama [yani ulaşmama] ihtimalini, yeri geldiğin­
de, "bir mektup varış yerine her zaman ulaşır" şeklindeki ideal
bir yapıyı, ampirik olarak, başarısızlığa uğratabilecek basit bir
tesadüf/kaza olarak görerek esef duymamalı ya da onu ber­
taraf etmemeli, ama bunun yerine bu ihtimali, mektup de­
nen şeyin olumlu bir koşulu olarak tasdik etmeli. Bu "zorun­
lu ihtimal" argümanı, yine aynı dönemde, Condillac'ın söz

30 Derrida, "La psychanalyse dans le texte" başlıklı seminerin iki oturumunu Haz
ilkesinin ôtesinde'ye hasreder. Fakat Dillerin Hesab ı nda onun hakkında söyle­
'

dikleri, La vie la Mort [Yaşam Ölüm, çev. Can Batukan, İnsan, 2022] seminerin­
deki ayrıntılı okumasına ve La Carte Postale içinde "Speculer - sur 'Freud"' baş­
lığıyla yayımlanacak kılı kırk yaran okumaya daha yakın görünmektedir zaten.
"Philosophie et rhetorique au XVIIIe siecle" seminerinde şunları söyler: "[ . ] . .

İlerleme yasası, çöküş (dekadans) yasasıdır. İkisi de aynı yasadır. Dili var eden,
ona hayat veren şey, onun düşmesine ve ölmesine ya da ölümünü kendi içinde
taşımasına neden olan şeyle aynıdır. Yaşam gücü ve ölüm gücü aynı güçtür. Fi­
gür (mecaz), metafor, dilde, hem yaşam dürtüsü hem de ölüm dürtüsüdür. Ve
bunu, tüm hikayenin [ ...], İhtiyaç ya da tutkunun, arzu ya da hazzın ötesinde
belli bir şeyle -öte, tam da ötesi olduğu şeyde kayıtlıdır- olduğu gibi tekrarla ve
ikame ile de asli bir ilişkisi olduğu gerçeğiyle ilişkilendirirsek, eh işte o zaman,
tüm bu konuşma/söylem ile Freud'un tekrarı, yaşamda kayıtlı olan ölüm dür­
tüsünü ve hazzın ötesi ilkesini de birbirine bağlayan Haz ilkesinin ôtesinde si '

arasındaki ilişki üzerine parlak gelişmeler kaydedebiliriz. Zira bu iki seminerin,


tahmin edebileceğiniz gibi, birbirleriyle hiç alakası yoktur elbette." (Seans 2,
s. 10). Bkz. "diğer seminer"e bir başka atıf. Seans 3, s. 13.

23
konusu edildiği bir başka metinde, yani "Signature, evene­
ment, contexte"te de en az iki kez karşımıza çıkar: bir yazı­
nın okunaklı olabilmesi için, imzalayanın veya gönderenin
yanı sıra "genel olarak belirli bir muhatabın"31 da radikal
yokluğunda (hızlıca buna ölüm diyelim) işlev görebilmelidir
a priori. Edimsel (performatif) bir ifadenin Austin'in anladı­
ğı anlamda "mutlu" olabilmesi için, başarısızlığının zorunlu
ihtimali onun olumlu koşullarından biri olmalıdır. Bu du­
rumda, genel bir X'in "imkanının koşulları" her zaman aynı
X'in saflığının da imkansızlık koşullarıdır32 -Derrida'nın mu­
azzam keşfi, onun felsefi imzasıdır bu. Biraz, bu ulaş-mama
ihtimalinin başarıyla ulaşmasına bile hala "musallat olduğu"
ya da onu "tedirgin ettiği" mektup örneğinde olduğu gibi bu­
rada da söz konusu olan, Derrida'nın özetlediği haliyle, "iyi
yoldan/konudan sapma geri döner", "kötü yoldan/konudan
sapma önemsizdir (jrivole)" ve "her şey has olana (propre) ve
aynı'ya bağlanabilir ve indirgenebilir (bağlanmalıdır ve indir­
genmelidir)" şeklindeki Condillac'ın kanaatinin aksine, "do­
lambaçlar"ın ( detours) ya da "yoldan/konudan sapmalar"ın
her zaman has olana geri götür meyebileceğini 33 kendilerini ,

bir sona/ereğe doğru sapmalar olarak sun mayabilecekleri­


ni doğrulamaktır: "Yoldan/konudan sapma arzusu nedir?"
Geri dönüşü olmayan yoldan/konudan sapmalar var mıdır?"
Adımları sıklaştıralım: "Geri dönmenin umulmadığı yoldan/

31 Bkz. Marges - de la philosophie, a.g.e., s. 375.


32 A.g.e., s. 387. Bize öyle geliyor ki, yapısöküm düşüncesi için hiç abartısız çok
önemli olan bu argüman, Derrida'nın yaşamının son on yılına ait metinlerin her
yerinde karşılaştığımız "adına layık bir X" şeklindeki bir parça gizemli motifin
daha iyi anlaşmasını sağlar: bu konuda bazı açıklamalar için bkz. Voyous, Paris,
Galilee, coll. « La philosophie en effet », 2003, s. 28. Bu yapıyı biçimselleştirmek
ve Derrida'da, her "adına layık X"in daima, bu [ol]mama-ihtimali-zorunluluğu
argümanının sınamasından geçen bir X olduğunu onaylamak bize mümkün gö­
rünüyor. Bkz. Geoffrey Bennington, Scatter I: The Politics ofPolitics in Foucault,
Heidegger, and Derrida, New York, Fordham University Press, 2016.
33 Bkz. "La mythologie blanche. La metaphore dans le texte de la philosophie",
Marges - de la philosophie içinde, a.g.e., özellikle s. 288; burada, Aristoteles'te
metafor «hakikatin her zaman kayb olabileceği bir sapma anı" olarak tanımlan­
maktadır (vurgu bize ait).

24
konudan sapmalar var mıdır?" Daha hızlı: "Geri dönmeme­
nin umulduğu?" Daha da hızlı: Kendilerinden hiçbir şeyin
umulmadığı yoldan/konundan sapmalar?" (S. 71-72b).

Kaldı ki Dillerin Hesabı basbayağı terk edilmiştir. Belki kıs­


men dışsal sebeplerle, bilhassa da bu arada bir takıntı ve bir
canavar haline gelmiş Glas'nın hayata geçmesi sebebiyle.
Ama kuşkusuz aynı zamanda içsel sebeplerle: soldaki sütun,
Condillac tarafından kabul edilen kökensel ve genelleşmiş
metaforiklik tartışması üzerine yarıda kesilir, ki bu tartışma,
Derrida tarafından "La mythologie blanche"ta felsefenin ne­
den ilke olarak kendi retoriğine, kendi metaforikliğine asla
hükmedemeyeceğini açıklamak için formüle edildiği haliyle
"metafor fazlası" (plus de m etaphore) yapısıyla açık açık kesi­
şir.34 Fakat sağ taraftaki sütun, tam da belki geri dönülmeyen
yoldan/konudan sapma tarzında, on bir-on iki sayfa daha de­
vam eder ve sonunda kitabın adının açıklaması gibi bir şey
vaat eder: buraya kadar okur Condillac'ın -yine tamamlanma­
dan kalan- La Langue des calculs [Hesapların Dili] metnine
yapılan göndermeyi anlamış, ancak bu göndermenin anla­
mını kavrayamamıştır. Gelgelelim, sağdaki sütunun, Condil­
lac'ın Traite des sensations'da35 [Duyumlar Üzerine İnceleme]
anlattığı ünlü heykel hikayesinde elin ve dokunmanın yerinin
giderek daha ayrıntılı bir okumasına doğru yoluna (dolam­
bacına, yoldan/konudan sapmaya) tek başına devam ettiği,
daktilo yazmasının 68. sayfasında, belki de nihayet Derri­
da'nın başlığının anlamını ve Condillac'ı neden bu kadar tut­
kuyla okuduğunu idrak ederiz; Derrida öncelikle Condillac'ın
düşüncesinin derin birliğini, görünüşte çelişkili iki harekette

34 Bkz. a.g.y., s. 261-262: "Metafor fazlası" (plus de metaphore) formülü 99a sayfa­
sında bulunur; ayrıca bkz. seminer "Philosophie et rhetorique au XVIIle siede",
Seans 2, s. 7.
35 E. B. Condillac, Duyumlar Üzerine inceleme, çev. Miraç Katırcıoğlu (Ankara:
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1989).

25
bulunan belli bir "ortak yasa"yı (bazen bizzat Condillac'ın
kendi beyanlarına karşı) ortaya koymakla ilgilenmektedir; bu
yasa "Condillac tarafından asla sergilenmemiştir" ve -özetle
söylersek- lnsan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine Deneme ve Du­
yumlar Üzerine lnceleme'den Hesapların Dili'ne, daha doğal
dilden daha yapay dile geçişi ve sistematik tutarlılığı sağlayan
ve bu sırada sol sütunun kesintiye uğramasıyla biraz unutul­
duğunu düşünebileceğimiz felsefe ile retorik arasındaki ilişki­
yi açığa çıkarmayı mümkün kılan da sadece bu yasadır.
Derrida'nın metninin başlığını açıklayacak bu "ortak yasa"
nedir? (Bilindiği üzere, dokunma duyusunu asli önemde
gören ve elin "dokunmanın ana organı" olduğunu beyan
eden [il. kıs., böl. XII.] Duyumlar Üzerine lnceleme'de elin
temel önemdeki yerini düşünmektir söz konusu olan. İnsan
Bilgilerinin Kaynağı Üzerine Deneme'nin -Condillac'ın daha
sonra "göstergelere çok şey yüklediği" için pişman olduğu
ve dilin "düşünce"nin gelişimine çok erkenden dahil olduğu
"genel göstergebilim"in36- aksine, görünen o ki Duyumlar
Üzerine İnceleme'de düşünme, işaretlere/göstergelere baş­
vurmadan, el tarafından icra edildiği haliyle doğrudan do­
kunmadan doğar. Fakat Derrida (semiyotik ve fenomenolol­
jik diyeceğimiz) bu iki yaklaşımın, her ikisinin de belli bir ek­
lemleme (articulation) fikrine başvurması bakımından, bir­
biriyle kesiştiğini ve örtüştüğünü gösterecektir. Bu kavram
Derrida'nın sürekli ve süreksiz olanı birlikte düşünmesini
(ve bu yolla, Grammatologie'deki "brisure" (kırılma)37, Glas
ya da Verite en peinture'deki "stricture",38 Levinas üzerine

36 Bkz. Etienne Bonnot de Condillac, Essai sur l'origine des connaissances hu­
maines, Charles Porset (ed.), Paris, Galilee, 1973, s. 132 vd. [E. B. Condillac, ln­
san Bilgilerinin Kaynağı Üzerine Deneme, çev. Miraç Katırcıoğlu, Ankara: Milli
Eğitim Yayınlan, 1991.)
37 Bkz. Gramatoloji, çev. İ smet Birkan (Ankara: Bilgesu Yayıncılık, 2010), s. 100.
38 "Yapı" sözcüğünü çağrıştıran ama ondan farklılaşan bu terim Almanca Binden
ile ilişkilidir: "Bu 'işlev' ( . . . ) Binden'dir, bağlamaktan, zincirlemekten, kıskıvrak
bağlamaktan, sıkıca bağlamaktan, bastırmaktan, sarmaktan (bander) oluşan iş­
lemdir." Kaynak: Charles Ramond, Derrida Sözlüğü, çev. Ümit Edeş (Ankara:
Say Yayınlan, 2011). (ç.n.)

26
metnindeki39 "seriature"40 gibi kavramlara ya da yarı kav­
ramlara ulaşmasını) ve "Philosophie et rhetorique au XVIIIe
siecle" seminerinde, Condillac'ın duyumsanabilir olandan
soyut olana "derece derece" geçişe dair açıklaması bağlamın­
da sorulan bir soruya yanıt vermeye başlamasını sağlayacak­
tır: "[ ] Belirli bir anda pek az duyumsanır olan ile duyum­
. . .

sanmaz olan arasında derece derece gerçekleşen sıçramayı


nasıl açıklayabiliriz -ki derece derece ampirik-duyumcu bir
açıklamanın en hassas noktasıdır? Belirli bir anda bir silme
nasıl derece derece "mutlak" hale gelir? Peki mutlak silme
söz konusu olduğunda "belirli an" ne anlama gelir?"41 Eğer
el, dokunmanın ana organıysa, bunun başlıca sebebi par­
maklardır; parmaklar ise, eklemleriyle ("kendi kendine
dokunan eklemli kolon" (s. 103b)) hem öz-etkilenimsel
estetik düzeyinde hem de hepsinden önemlisi, Duyumlar
Üzerine lnceleme'de bile, 'nesneleştirici ve hesaplayıcı ek­
lemleme düzeyinde' hizmet ederler. O halde "Dillerin Hesa­
bı", Derrida'nın anladığı haliyle, bu iki yaklaşımın veya iki

39 Bkz. "En ce moment m�me dans cet ouvrage me voici", Psyche. Inventions de
l'autre içinde, Paris, Galilee, coll. « La philosophie en effet "• 1 987, örneğin
s. 1 82'de "stricture" ve "seriatura", bağlama ve bağı çözme'ile birlikte bulunur.
40 "İşte konukseverliğin ve aynı zamanda bağışlamanın da bu iki formu, eşzamanlı
olarak birbirlerini hem içermekte hem de dışlamaktadırlar. Bu bağlamda so­
rumluluk ile etiğin, etik ile politikanın, politik olan ile politikaların birbirleriyle
aralarında katı bir aynın olmaksızın eş-içerimleri vardır. Bir bakıma bu durum,
sonsuz ve sonlu olan arasında aporetik bir ilişki olduğu anlamına gelir. Paradok­
sal bir biçimde, bir kavram ya da alan (etik ve politika) ayırıcı eklemlenmesini
kazandığı anda, kendisinden kaynaklandığı alanın üzerine geri yansımaktadır.
Bunlar karşıt olmakla beraber, birbirine bağımlı hareketlerin bir geçişi olarak
göriilebilirler. Her biri diğerinin olanaklılığını sağlamaktadır. Birinin diğerine
indirgenemez olarak kalması ve yine de ayrılamaz olmaları bu anlama gelir.
Bu ilişki biçimindeki bağlanma ve ayrılma hareketine Derrida, 'seriature' (se­
rie-rature, dizi-silme/üstünü çizme) demektedir. Bu terim, sonsuz (etik-adalet)
ve sonlu (politika-yasa) arasında sürekli olarak kurulan ve her defasında silinip
(rature) yeniden kurulması gereken bir diziselliği (serialite) ifade eder. Bu bağ­
lamda yapısökümün 'bitmek tükenmek bilmez bir deneyim' olarak tanımlanma­
sı da anlamını bulmaktadır." Gültekin, A. C. "Bağışlanan Konukseverlik ve Ko­
nuksever bağışlama: Derrida Felsefesinde Etik (Olanaksız) ve Politika (Olanaklı)
İlişkisi", FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi (20 14 ): 13-34 (ç.n.).
4ı « Philosophie et rhetorique au XVIIle siecle », Seans 5, s. 4.

27
"yorumlama üslubu"nun (fenomenolojik ve semiyolojik)
"ortak yasa"sı olarak, duyum ile işaretin/göstergenin eklem­
lenmesinin imkanının ta kendisi olacaktır; bu da bu şekilde
okunan Condillac'ın ("mevcudiyet metafiziği" tarafına dü­
şen) bazı fenomenolojik naifliklerden ve "dilbilimci"42 (lin­
guisticiste) bir gösterge bilimin naifliklerinden kaçmasına
imkan tanıyacaktır. Bu "hesap" (dolayısıyla genel olarak ek­
lemleme) daha sonra felsefe ve retoriğin (ve yaşam ve ölüm
karşıtlığı da dahil bahsettiğimiz diğer tüm karşıtlıkların) bir­
birine bağlanmasına ve birlikte okunmasına olanak tanır ve
metnin iki sütununun neden daha önce ortaya koyduğumuz
bükülmüş yapı [mazgal] uyarınca buluşmaya (birbirine ye­
niden katılmaya) ve örtüşmeye (birbirini yeniden kesmeye)
mahkum olduğunu açıklar. Derrida ile birlikte daha iyi ifade
edersek, "dillerin hesabı";
eklemleme ilkesini öz-etkilenim ilkesiyle birleştiren ortak
yasa, parmağı ağza sokar. Ağız (ses sistemi, dil, dudaklar,
emme yeteneği, kendi kenarlarına dokunan ve işitme-ko­
nuşma çevriminde bile işitmeye açık olan içselleştirme ve
dışsallaştırma), parmak eklemleriyle birlikte, bedenin öz
etkilenimini eklemleyebilen/ifade edebilen ve dolayısıyla
el ile ikame etkileri alışverişinde bulunabilen diğer ucudur.
Hareket dili ile seslerin dili (ya da Condillac'ın sık sık söy­
lediği gibi, eklemli dil) arasındaki ek analojiler, bedenin (ve
dolayısıyla, göreceğimiz üzere, retoriğin) bu noktasın(nok­
taların)da dolaşımdadır. (S. 103- 1 04b) .

"Göreceğimiz üzere" ya da Jacques Derrida burada okuması­


nı bırakmasaydı şüphesiz görecek olduğumuz üzere. Bu ek­
lemleme oyunu, daha kesin bir ifadeyle eklemleme ile öz-et­
kilenimin, ( Önemsizin Arkeo lo jisi'nin terimleriyle söylersek)
duyumculuk ile semiyotizmin, düşünme, muhakeme etme,
konuşma ve yazma "sanatları" üzerinden insan Bilgilerinin
Kaynağı Üzerine Deneme ile Duyumlar Üzerine lnceleme'nin
42 Bkz. L'Archeologie dufrivole, a.g.e., s. 99.

28
eklemlenmesi oyunu, bu kökensel eklemleme oyunu o halde,
Derrida'ya hem Condillac'ın düşüncesinin aşın tutarlılığını
takdir etme hem de ona bir darbe (bir "sopa darbesi"- s. 40b)
indirme olanağı sunacaktır kuşkusuz, öyle ki bu darbe, bu dü­
şünceyi sıkıntıya/güçlüğe (s. 39b), ayartıya (s. 35a), burada ta­
mamlanmamış yoldan/konudan sapmaya ve dolambaca açan
adeta bir yara (s. 35b) bırakır; bu da, aynı zamanda, Condil­
lac'ın tam da kendi önemsizliği diye adlandırmaktan geri dur­
madığı taraftan, bugün hala bize okunacak bir şeyler sunar.

Geoffrey Bennington
Katie Chenoweth

29
BU EDİSYON HAKKINDA NOT

Jacques Derrida'nın ölümünden sonra yayımlanan bu küçük


eserin hayata geçirilmesi, bir dizi editöryal ve bibliyografık
zorluğun üstesinden gelmemizi gerektirdi. Bu baskıyı hazır­
larken Jacques Derrida'nın daktilosundan çıkan sayfa düzeni­
ne mümkün olduğunca riayet etmeye çalıştık. Metnin çatallı
yapısını bozmamak için dipnot eklemekten kaçındık. Metinde
bulunan iki not, Jacques Derrida'nın kendisine aittir. Aynı se­
beple, Jacques Derrida'nın daktilo dizgisinde benimsediği re­
ferans tarzını, yani metnin gövdesinde parantez içinde verilen
referansları koruduk. Alınttların büyük çoğunluğu Georges
Le Roy tarafından yayıma hazırlanan ve Presses universitaires
de France ( 1 947- 195 1 ) tarafından üç cilt halinde yayımlanan
<Euvres philosophiques de Condillac'tan alınmıştır; Jacques
Derrida'nın daktilo dizgisine uygun olarak, bu baskının önce
cilt numarasını (1, il veya 111), ardından da sayfa numarasını
belirtiyoruz. Jacques Derrida'nın atıfta bulunduğu diğer ya­
zarlar için sunduğumuz bibliyografik referanslarda minima­
list bir yaklaşım benimsedik.
Bu projeye duydukları güven ve verdikleri destek için Pierre
Alferi ve Jean Derrida'ya ve bilhassa, bu kitabın provalarını
düzeltirken derin bir üzüntüyle vefat haberini aldığımız Mar­
guerite Derrida'ya en içten teşekkürlerimizi sunarız. Bu proje
onun anısına ithaf olsun.

31
D İ LL E R İ N H ESAB I
Yöntem üzerine birkaç müla­ "Kilise babalarının sakatlanmış
hazayla başlayacağız. uzuvları, yara izleri ve yaraları ile
Eğer okuma bir yere varacak­ akademisyenlerin çalışmaları ara­
sa, okumanın tüm protokolleri­ sında nasıl bir bağlantı olabilir?"
ni, okunan metnin otoritesinden (De tart decrire, 1, 593. Bundan
kurtarmayı denemeli. Örneğin sonra kısaca Ecr.). Şaşkına düşen
öyle yapmalı ki Condillac ne Condillac, La Bruyere'i çok sert
ayrıntıda ne sistem bakımından biçimde yargılar. Bir klasikçi, Aca­
onun hakkında, usul dairesinde demie française'e kabul konuş­
ya da haz için, yazacaklarımızı masında böyle bir sapmaya, böyle
hiçbir şekilde dikte etmesin bize. "olağanüstü bir karşılaştırmaya"
Bu nedenle Condillac bile, varsa­ nasıl tevessül edebilir? Buradaki
yılan bir külliyatın (corpus) özel sertlik Condillac'tan kaynaklan­
adı ya da beklenen imzası değil­ maz; çok daha eski bir sistemden
dir. Yine de kaçınılan şeyle -me­ ileri gelir, bu sistem bizim burada
tin, anlam, imza- iletişim -ayartı ona has olduğunu düşünmekte
diyelim buna- halinde kalmalı. acele ettiğimiz şeyden çok daha
Bu otoriteyi yok etmek. kilidi geniştir. Condillac'ın ne olduğu­
zorla kırmaya muvaffak olmak nu, retoriğini, felsefesini, hatta
için analiz etmeli. Ama analiz "eserlerini� eserlerinin oluştur­
"Condillac felsefesi"nin ana reçe­ duğu külliyatı hala bilmiyoruz. Ya
tesidir. O halde, bu analize karşı yaraysa bunlar?
analiz yapalım, her şey ona kar­ La Bruyere'i ve onun Dis­
şı olsun, öyle bir analiz ki artık cours'unda meydana gelenlerin
sadece bir bakış, teori, hatta do­ zorunluluğunu hatırlamak gere­
kunmadan -Condillac'ın başka kir. Neden bir ilişkinin yokluğu,
bir talebi- doğmasın, ama nesne­ en azından görünürdeki yoklu­
sini ya da yasasını pratik olarak ğu burada retorik yol yordama
çözündürsün, ayrıştırsın, defor­ olduğu kadar onun arkasındaki
me etsin ve indirgesin. Yakışıksız felsefeye de aykırıdır?
ve kurallara aykırı bir yazı. "Hafızanızı yoklayın (aşa­
"Demek ki bir eserin baş­ ğılayıcı olmayacaktır bu kar­
langıcı fazla basit ya da zorluk şılaştırma sizin için), o büyük
yaratabilecek her şeyden ann­ ve ilk konsili hatırlayın; onu
dınlmış olamaz." (De l'art d'ec­ oluşturan babaların her biri sa­
rire, I, 593. Bundan sonra kısaca kat bir uzuvla ya da işkencenin
Ecr.). Condillac, De l'art d'ecrire hiddetinden kalan yara izleriyle

35
[Yazma Sanatı] adlı incelemesi­ nasıl da dikkat çekiyordu. Bütün
nin dördüncü kitabında, fikirlerin kiliselerin hazır bulunduğu bu
bağlantısını, "mümkün en büyük genel mecliste oturma hakkını
bağlantı"yı (Ecr.,I, 593) salık verir. yaralarından almışlardı sanki;
Bütün meseleyi yaratan, bu eko­ herkesin görmeye koştuğu, par­
nomik ilkedir. Condillac, her şey­ makla gösterdiği, onu büyük bir
den önce, bir eserin kompozisyo­ isim haline getiren ve bu akade­
nunda ve yöntemin sunumunda mide ona bir mevki kazandıran
tekrarı, yoldan/konudan uzaklaş­ ünlü bir eserle anılan ünlü selef­
mayı, sapmayı, labirenti, şaşı bak­ lerinizin her biri oradaydı." (La
mayı/şaibeyi (louche) mahkfun Bruyere, Discours a l'Academie
eder. Bu nedenle, bu parçaların française)
hoyratça alıntılanmasını kötü bir İki husus: örtük bir "bilmuka­
yöntem ve kötü bir retorik olarak bele" karşılaştırmayı derleyip to­
görüp onaylamazdı: "Yöntem parlar. Görünüşe göre retorik bir
üzerine birkaç mülahazayla başla­ dikiş yoktur. En azından, bilinç ve
yacağız [ . . . ] öyle yazarlar vardır algının filozofu Condillac'ın esef
ki kendilerini konularıyla sınırla­ ettiği şey budur sanki (algısına
yamazlar. Durmadan yoldan/ko­ sahip olmadığımız hiçbir fikir, bi­
nudan saparak kaybolurlar, olsa lincinde olmadığımız hiçbir algı
olsa kendilerini tekrar etmek için yoktur, diye ortaya koyuyordu
bulurlar kendilerini: sanki dolam­ İnsan Bilgilerinin Kaynağı Üze­
baçlı yollara saparak ve tekrarlara rine Deneme). Gelgelelim bilinç
başvurarak söyleyemediklerini te­ söylevi, La Bruyere'in muhakkak
lafi ettiklerine (suppleer) inanı­ kendine vermiş olduğu söylevin
yorlardır [ . . . ] ilk şiirler sanatsız ta kendisi, bu karşılaştırmayı iki
dokunmuş öykülerden başka bir hususta haklı çıkaracak bir bağ­
şey değildi: Bir sürü bulanık (lou­ lantı bulabilir. Okur bunu kendisi
che) ifadeden, bir sürü dolambaç yapacaktır. Ancak Condillac hak­
ve sayısız tekrardan ibaretlerdi. lıdır: Bu bağlantı zayıf olacaktır.
Doğru dürüst sindirilmemiş ol­ Güç başka bir yerdedir. Ne kuş­
gular, hafızada kolayca muhafaza kusuz ona tabi olan La Bruyere
edilemezdi ama deneyim hisset­ ne de itiraz eden Condillac bu
tirmeden bunları ortaya koyma­ gücü görür. Hiç kuşkusuz.
yı ve onları daha bir kesinlikle
sunmayı öğretti. Olguları sıraya
koymayı becerince, onlara süsler
eklemek istediler ve kurmacalar­
la bezediler [ . . . ] Birçok yöntem
sergilemek için konuyu sayısız

36
bölüme ayırarak başlamak, ışığa
ulaşmak için karanlık bir labi­
rentte yolu şaşırmaktır: Ne ka­
dar çoksa yöntem/yol o kadar az
belli eder kendini. Demek ki bir
eserin başlangıcı fazla basit ya
da zorluk yaratabilecek her şey­
den arındırılmış olamaz. Genel
bölümleme yapıldıktan sonra,
kısımların karşılıklı olarak bir­
birlerine ışık ve hoşnutluk ver­
meye katkıda bulundukları dü­
zen aranmalıdır. Böylelikle hep­
sinin arasında en büyük bağlantı
olacaktır. (Ecr., I, 59 1 -93)
Her yandan başlamak, yılan
dili gibi çatallı bir giriş yapmak,
bağlan çözerek veya düzeni bo­
zarak ilerlemek yetmez.
Condillac'ın düzeni bu ka­
dar üstünkörü değildir. Orada
ekonomik ilke kabul edildi mi,
tüm saldırganİıklar, yoldan/ko­
nudan sapmalar ve ihlaller ye­
niden sahiplenilebilir -bu kez,
en büyük bağlantı yasası (ana­
loji, benzerlik, süreklilik vs.),
yani, yana sıçramayı dolambaca,
metnin bölünüp parçalanmasını
yöntemin hilesine dönüştürme­
ye her daim esnek biçimde ha­ "Ne kadar saparsak sapalım
zır olan yasa altında, sapmanın hep bir tür bağlantı yönlendirir
bilincinde olan kişinin haberi bizi, bu yüzden seçtiğimiz ko­
olmadan. nudan sapmadığımızdan emin
Erotik güç ne kadar büyükse, olmak için sürekli uyanık olma­
kırılmanın etkilerine o kadar iyi lıyız. Kendimize sınırlar koy­
dayanır, onlara o kadar iyi uyar/ mak ya da bu sınırları aşmak
benzer, onları o kadar iyi kıyas­ için kendimizle hep mücadele
lar (analogiser). Bu en büyük halinde, en ufak bir bahaneyle

37
hazzın sonunda ölüm istensey­ en büyük sapmalara hakkımız
di, seçtiğimiz konudan çıkmak olduğuna inandığımız oranda
için, ki bu kolay değildir, sürekli buna daha da dikkat kesilmeli­
bize göz kulak olmak gerekirdi. yiz." (I, 593)
Bu konuda daha da dikkatli ol­
malıyız çünkü sınırları aşmak
için hep kendimizle savaş halin­
deyiz, en büyük sapmalarımızda
başka bir yasanın müsaadesini
aldığımıza inanırız. Bağlantı her Düzeni bozmak ve bağlantı­
zaman yeniden kurulur. Yara, yı koparmak için bilinç man­
esere dönüşür. Düzen verilmiş tığından, bilinçdışı mantığına
bölümleme ise birçok menzile. 1 geçmek yeterli değildir. En
Condillac'a girmeden önce, güçlü düzen, en etkili biçimde
size yakın zamanda ondan çı­ zorlayıcı benzetme, belki, hatta
kamayacağınızı söyledikleri yer. kesinlikle, klasik diye adlan­
Öyle bir yöntem ki, bir külliyata dırılan çağa mensup yeni bir
nasıl girmeniz, hatta onu nasıl sı­ akademisyeninin, eski akade­
nırlandırmanız gerektiğini açık­ misyenlerden oluşan bir konse­
lamaktan ziyade zorla girdiğiniz yin önünde, farkında olmadan,
yerlerde bile kenarları harekete retorik yol yordamın ve doğru
geçirerek sizi orada çepeçevre karşılaştırma sırasının hilafına,
kuşatmaktan ibaret. Şu an için, söylemekten kendini alamadığı
Condillac'a atfedilen kesinkes şeyin tarafında bulunur. Aksi
saf ve kapalı bir kavramlar siste­ takdirde, bu analoji olmadan,
mi olduğu, hatta onun imzasıyla bilincin retorik türlerini bilinç­
veya ek bir paragrafla tasdik edi­ dışıca aktarmaya (yine analoji)
lebilir metinsel bir sistem olduğu nasıl kalkışabilirdik?
kesin değildir, hele ki kronolojik
olarak sınırlandırılmış bir döne­
min ("klasik" çağ, "klasik" veya
"modern episteme" ve diğer ben­
zer şeylerin) tüm üretimlerini
çerçeveleyen ve kodlayan tarih­
sel-teorik bir konfigürasyon bu­
lunduğu hiç kesin değildir. Böyle
bir kodun ya da tasniflemeyle
ilgili böyle bir deşifre işleminin
temsili, kendisi de dönemsel olan
ve öncelikle kendisinin sorgulan-

38
masına izin vermesi gereken bir
metnin modelini gerektirir.
Ekonomi daima analojik do­
kusunu yeniden oluşturma te­
mayülündedir. Bunun için rü­
yalara varıncaya dek her aracı
kullanır. En büyük sapmaları­
mızla bağlıyız birbirimize. "Bu mantıksal ilişkilerden sa­
Bu bölümün başlığını buraya dece biri rüya oluşumu meka­
yerleştiriyorum. nizması tarafından çok büyük
ölçüde kolaylaştırılır; yani ben­
DERS VE YÖNTEM
zerlik (Ahnlichkeit), mütekabi­
liyet ( Übereinstimmung) ya da
temas (Berührung) ilişkisidir
Bu nedenle bu kitap bölüm­
söz konusu olan- "nasıl ki"
lere ayrılacaktır. Mümkün ol­
[tıpkı ... gibi] (das "Gleichwiej
duğunca çok sayıda bölüme.
ilişkisi. Bu ilişki, düşkrde çeşitli
Ancak bu başlık sayısı, zorunlu
yollardan, diğerlerinin her bi­
olarak sınırlı olacak. Ve hatta,
rinden daha iyi sahneye konur
hakimiyeti engelleyen bitimsiz
(dargestellt). Rüya malzemesin­
bir hesap göz önüne alındığın­
de bulunan tesadüfi örtüşme­
da, mümkün en az sayıda.
ler/paraleller (Deckungen) veya
Mümkün olan, bir durumdan
"nasıl ki" vakaları, rüyaların
diğerine farklı şekilde analiz
oluşumu için ilk desteklerdir ve
edilir, hepsi bu. "O halde, en
düş-işleminin en önemsiz par­
büyük bağlantı ilkesi uyarınca,
çası bile, zaten var olan örtüş­
bir eser en az sayıda bölüme,
meler, direncin empoze ettiği
bölümler en az sayıda mad­
sansür yüzünden, düşe girecek
deye, maddeler en az sayıda
yolu bulamazken bu türde yeni
cümleye ve cümleler en az sa­
örtüşmeler yaratmaktan ibaret­
yıda kelimeye indirilecektir."
tir. Benzerlik ilişkisinin sahne­
(Ecr., I, 593).
ye konmasına, düş-işleminin
Bir ressam başka bir ressam yoğunlaştırma ( Verdichtungs­
hakkında konuşmaz. bestreben) eğilimi yardım eder."
Kısaltma olarak ekonomi (Sigmund Freud, L 'Interpretati­
-yazı sistemlerinin ve tarihinin on du reve, böl. VI, § C) '
ilkesi budur. insan Bilgilerinin
Kaynağı Üzerine Den eme deki
'

kısa bir bölümün konusudur bu. Yazmak engelin/güçlüğün


"Ciltlerin pek büyük oluşundan (embarras)2 ta kendisidir.

39
ileri gelen zorluk, birçok şeyin Mümkün olduğunca çok,
işareti olmak üzere yalnız bir mümkün olduğunca iyi, müm­
tek şekil kullanılmasına sebep kün olduğunca çabuk, yazıdan
olmuştu. Bu vasıtayla, eskiden kurtulmalı. Bu kelimeyi düşüne­
sadece alelade bir resimden iba­ lim engel/güçlük. Her anlam­
ret bulunmuş olan yazı, resim ve da/yönde oynatalım onu. Bir so­
harf haline geliverdi; bu ise asıl panın (barre) ağırlığını taşır. Bu
hiyerqglifı teşkil eder. İnsanla­ kitap mevzubahis olduğunda,
rın fikirlerini muhafaza etmek homojen bir birikimin yarattığı
için başvurulmuş olan bu kaba güçlük ile sopanın başka bir dar­
saba yöntemin edindiği ilk yet­ besinin3 (coup de barre) yarat­
kinlik derecesi işte bu idi. Bu tığı güçlük arasında seçim yap­
yöntem üç tarzda kullanılmış­ mak wrunda mı kalacağız? Bu
tı. . . [ . . . ] Bu harfler bizim yazı­ yazının sizi bu kadar sıkıntıya
mıza o kadar yakındır ki, bun­ (embarrasser) sokmasının sebebi
ların çokluğundan ileri gelen bu mu, yoksa başka bir sebebi mi
zorluğu sadece bir alfabe azaltır var?
ve bu alfabe gerçekten de bun­
ların kısaca bir özetidir." (Essai
sur l'origine des connaissances
humaines, I, 95-96)2
Condillac'ın ontolojisi: on­
tolojinin kendisi. Kendisi: aynı
olana, özdeş olana, homojen
olana, analog olana, benzer
olana, kendine has olana ya da
-aynı manada- metafora gider
gibi asli olana gider, Her zaman Boyama [resim] -başka
"aynı aynıdır gibi terimlerle ifa­ resmi(n)- boya(sını)-çıkartır
de edilebilen" özdeş önermelere (de-peindre)4, içeçek vererek
ulaşmak, L' Art de raisonner'nin susatır.5
[Muhakeme Sanatı] ilk kuralı,
"hakikatten emin olmanın" ilk
yolu budur. (De l'art de raison­
ner, 1,62 1 ) Bir kitap yazmanın
ve oluşturmanın ekonomisi için
de geçerlidir aynı şey, "Beye­
fendi, bu genel görüşleri oku­
duğumuz en iyi yazarlara tat­ Aklın hilesi, aynının zaptedile­
bik ettiğimizde onlara aşinalık mez tuzağı, analojik yoğunlaştır-

40
kazanacaksınız. Henüz size ör­ mamn sonsuz kaynağı, Dichten
nek vermenin vakti değil: bunlar [yoğun] ya da Verdichten'de [yo­
elinizin altında olmayacaktır ve ğunlaştırmak] yazılı çatlakların
şimdilik büyük bir eseri birkaç ekonomik olarak yeniden temel­
cümleden mürekkep bir konuş­ lük edilmesi. Farkı saptırmaya
ma olarak düşünmeniz yeterli veya farkın çevresini dolaşmaya
olacaktır: çünkü yöntem her iki­ yönelik nihai hile (çürütme, red­
si için de aynıdır." (Ecr., I, 594) detme), benzerlikte, benzeyen ile
benzemeyeni bağlayan, bir ara­
ya getiren diyalektik analojidir.
Condillac bunda ustaydı. Başka
aynıya benzer - o(o')dur. Düzen­
sizlik düzene, düzen düzensizliğe,
karşıt karşıta benzer, işte bu yüz­
den Condillac'ın metni burada
Condillac'ın imza attığı bu
analiz edilmeye izin vermeyecek
metinde genel ya da özel olarak,
ve burada beklenebilecek pra­
felsefe ve retoriği iç içe geçiren
[onları ortaklaştıran] şey hak­ tik, çözücü, yapısökücü analize
kında uzun bir genel giriş yap­ en azından pratik olarak direne­
cektir. Daima karşı-metni soğu­
mayacağım. Bir dil sanatı ya da
rabilecektir. Çünkü metin gibi,
bilimi olarak retorik, bütün bir
Condillac'ın metninden bahsedi­
felsefi aygıtı, bir gösterge kavra­
yorum, kapalı olmadığını, simet­
mını ve bir dil teorisini, başka
rik karşıtından olduğu kadar tab­
bir deyişle bütün bir fılozofem­
ler [felsefi tezler/önermeler] ağı­ lonun mantığından da kaçtığım
m içerimlemeden edemez. İçe­
bu olguya dayanarak kanıtlar ve
rim (implication), bir tür felsefi gösterir. Bağlı bir düzen retoriği­
nin dipsiz ironisinin kaynağı, ona
bilinçdışından, bizzat retorik­
çinin tutturduğu metafizik bir boyun eğen metinde olduğu gibi,
söylemin tematik ve sistematik bu ironinin düzensizlik içinde her
organizasyonuna kadar uzana­ zaman benzer bir şeyi çağrıştıran
bilir. Ki bu retorikçinin kendi­ bir görünüşü (semblance) açığa
si de yeri geldiğinde bir filozof vurabilmesidir.
olabilir. Tersine, felsefe, onu bir Ya da benim burada yapıyor
düşünme nesnesi haline getir­ göründüğüm şey.
mediğinde bile ve özellikle de Condillac: " Yönteme tabi ol­
böyle bir durumda, kendi içinde madan ona nasıl riayet edilir?
her zaman bir retorik barındı - Bir çalışmanın farklı bölümleri
rır: öncelikle uygulama halinde, üzerinde, onları bölümlediği­
yani felsefi söylemde (ona belli niz sıraya göre çalışabilirsiniz;

41
bir kredi açan ve ondan bunun ve yine, plan iyice saptandıktan
için faiz talep eden doğal dilde) sonra, başlangıçtan sona ya da
zorunlu olarak icra edilen bir ortaya hiç aldırış etmeden geçe­
retorik ve bir retorik teorisi. Bu bilir ve herhangi bir düzene tabi
kolayca gösterilebilir. Zaten ya­ olmak yerine, yalnızca, başka bir
pılmadı mı bu? Bunun üzerinde bölümdense falanca bölümü ele
durmayacağım. almaya daha uygun olduğunuz
anı kavramanızı sağlayan meyle
göre hareket edebilirsiniz.
"Bu davranışta, bir düzensiz­
lik olmadığı halde düzensizliğe
Yara: felsefi çalışma olarak benzeyen özgür bir tavır vardır.
retorik. Felsefenin darbe izi/ Zihne sürekli farklı nesneler su-
vurma yarası (rıA.rıy�), eksiklik­ narak onu din-
liğini çektiği şey üzerine ve on­ lendirir ve cap­ BAKIŞ AÇISI
dan hareketle teorileştirmekten canlılığının ta­ Condillac'ın felsefesinin
ibarettir. İşte retorik burada dını çıkarması başlığı bu olabilir. Eğer
devreye girer. Bu bakımdan, için onu özgür bunu biraz incelikle ele
Condillac -ki ona göre bu, kötü alırsak, onda Leibnizci
bırakır. Ancak yakınlığı/akrabalığı/ben­
yöntemdir- tüm retorik incele­ bölümlerin bir­ zerliği (affinite) teşhis et­
meleri, ve tekhne'leri (tekhnai: birine tabi kı­ mekle kalmayız sadece.
sanatları, becerileri, yapmaları) lınması, sapma­ Aradaki fark sadece bakış
filozoflara isnat eder. Dene­ ları önleyen ya açısıdır. Condillac bunu
yim bize onlarsız edebilmeyi tekrarlar ve sonsuzca çe­
da düzelten ve şitlendirir.
öğretir. " [ . . . ] deneyim, ona sürekli olarak
dair kurallar koyma küstahlı­ ana konuya çeken bakış açıları
ğına yeltenmeden sanatlarını tespit eder. Zihnin özgürlüğünü
geliştiren hatiplere ve şairlere elinden almadan onu çekip çe­
yol gösterirken, filozoflar bu­ virmek için marifetinizi ortaya
lamadıkları ve hakkında ilk koymalısınız. Yetenekli insan -
dersleri verdiklerine inandık­ lar eserlerine nasıl bir düzen
ları yöntem üzerine yazıyor­ verirlerse versinler, çalışırken
lardı. Retorikler, poetikalar ve buna nadiren bağlı kalırlar:'
mantıklar yazdılar. Şair ya da (Bcr., 1, 594)
hatip olmadıkları halde şiirin
ve belagatin kurallarını bili­
yorlardı çünkü onları örnekle­
dikleri modellerde arıyorlardı.

42
Erken vakitlerden itibaren fel­
sefede benzer modellere sahip
olsalardı, akıl yürütme sanatını
öğrenmeleri uzun sürmezdi. Bu
yardımdan mahrum kaldıkları
içindir ki mantıklarına pek az
faydalı şey ve bunca incelik koy­
muşlardır." (Ecr., I, 592)
Felsefe ile retorik arasındaki "Retorikçiler birçok mecaz
alışveriş kuşkusuz dönüşümler türü ayırt ederleri fakat onların
geçirmiştir. Bu alışveriş sırasın­ peşine takılıp tüm bu ayrıntılara
da mutasyonlar kesip biçerek dalmanın bir manası yok. Yalnız­
nispeten özgün figürler ortaya ca fikirler arasındaki ilişki onları
çıkarmıştır (decouper) kesin­ nasıl kullanmanız gerektiği ko­
likle. O halde, pek çok olum­ nusunda sizi aydınlatmaya yeter;
sallığın etkisi altında, örneğin ve bu ilkeyi nasıl uygulayacağını­
Condillac'ın imzaladığı metnin zı bildikten sonra, mecazı-ı mür­
filanca köşesinde kendimizi bul­ sel mi (metonimi}, metalepsis6
duğumuz yerden yola çıkmakta mi, hafifletme7 mi vs. kullandığı­
belli bir ampirizm yok mudur? nızın ehemmiyeti olmayacaktır.
Herhangi bir şeyin ne başında Bu isimleri belleğinize atmamaya
ne sonunda? Tarihsel dekupaja dikkat edin. Ama şimdi bazı ör­
[kesip biçerek şekillendirmeye] , neklere gelelim." (1, 5 6 1 }
külliyatların, imzaların, birliği­ Başlangıçta eylem vardı: Bu
ne, belirli falanca konfigürasyo­ sadece, Condillac'la birlikte, ilk
nun felsefe ile retorik arasındaki dilin hareket dili olduğunu söyle­
ilişkinin sistematik geleneğinin mek değil, ama, yine Condillac'la
bütününe kaydedilmesine iliş­ birlikte, dilde eylemin/hareketin
kin bütün başlangıç problem­ spekülasyondan önce geldiğini
lerininin üzerinde, teorik ya da söylemektir. Dil üzerine her bil­
bilimsel bir tarzda durarak baş­ giden önce konuşmayı biliriz, ko­
lamak gerekmez mi işe? nuşabiliriz. Lamy, De l'art de par­
Tabii bu ilişkilerin yapısı ve ler'de, Mecazlann Listesini sırala­
onda içerimlenen metin kavra­ yacağında, tıpkı lnsan Biligileri­
mı, bu yasal önceliği, bu sözde nin Kaynağı Üzerine Deneme'nin
eleştirel soruyu önceden ber­ de yapacağı gibi, fıgürasyonu
taraf etmiyorsa. Tabii ampiriz­ (simgesel temsili) tutkuyla iliş­
min değeri/anlamı, sistemi her kilendirir. Ne ihtiyaçla ne de ey­
zaman metnin reddi/atılması3 lemle ilişkilendirir (Condillac)
olarak inşa edilmiş bir karşıtlığa ama pratik olanın ivediliği ihtiya-

43
takılıp kalmadıysa. Metin -ki ca eşittir: "Listesini yapacağımız
şimdilik kendimizi bu özellikle tüın bu mecazları/figürleri doğ­
sınırlayacağız- bir önceki parag­ ru bir şekilde anlamak için, az
rafın sahip olduğu tüın hüviyet­ önce de söylediğimiz gibi, bun­
leri yerinden oynatıp altüst eder ların tutkunun yol açtığı oyunlar
ve kaydırır. Bu yürüyerek değil (tours) veya konuşma biçimleri
yazarak gösterilir ama kendini olduğunu belirtmek yeterlidir.
göstermez; kendini ortaya ko­ Bu oyunlar farklı farklı olduğu
yar/tanıtlar. için, bu sanatın Üstadları onla­
Bu nedenle, önceden düşü­ ra farklı farklı isimler vermiştir.
nülmüş kurallar sistemine, fa­ Tüm bu mecazların isimlerini
aliyetten önce davranış kural­ bilmenin belagat pratiği açısın­
larına dayanan -girizgahçı- bir dan pek ehemmiyeti yoktur; tıpkı
Kartezyen yöntem kavramına, mahir ve antremanlı bir bedenin
Spinozacı, Hegelci ya da Berg­ iyi dövüşmek için tüın duruşların
soncu bir metodolojiye (dü­ isimlerini bilmeye ihtiyaç duy­
şünüm, fikrin fikri ya da ken­ maması gibi:' (Bemard Lamy, De
di kendini inşa eden yol, vb. ) l'art de parler, Kitap il, böl. IX)
itiraz etmekle yetinilmeyecek. Neden beden, neden dövüş?
Bu iki yaklaşım, tipik işleyiş­ Retorik üzerine söylemi bir re­
leri bakımından, metni satır toriğe taşıyan, yapısal olarak zo­
satır sökerek, doğru çizgi veya runlu, önüne geçilemez hareketi
daire uyarınca onu basite in­ ve örneğin mecazlardan (trope)
dirger. Burada, başka şeylerin bahsetmek için kendini dayatan
yanı sıra, söz konusu olan, bu mecazları/dönüşleri (trepein, ver­
iki "yöntem" ve onları bir arada tere8), vertigo [başdönmesi, yön
tutan tüm sistem alternatifinin kaybı] diye adlandıracağız. Cazi­
içerimlediği felsefeyi, fikri, me­ besiyle mecazdan mecaza sürük­
taforu, retoriği uygulamalı ola­ leyen ve söze dökmemize neden
rak yapısöküme uğratmaktır. olan uçurum, başı sonu olmayan
Şimdiden metnin içindeyiz. bir uçurum değildir. Bir tropik'i9
Condillac "Yöntem üzerine bazı betimlemek ya da genel olarak
mülahazalarla başlayacağız" di­ mecazlılığı (figuralite') simgele­
ye yazdığında, bu sistem içinde mek (figurer) için herhangi bir
bir gelişim seyri izlemiyor mu? oyun/dönüş (tour)10 yapmıyoruz.
İki tür metodolojik ifadeyi bir Neden beden, neden dövüş?
araya getirmesi, ortak ve ge­ Metaforun ayrıcalığı, çift olarak
çirgen bir mantığa işaret eder. bağlanmış ruh/beden, akledilir/
Bir yandan basit olana baş­ hissedilir, canlı/cansız karşıt­
vurulması, diğer yandan dilin lıklarının (benzerliği, analojisi)

44
dikkate alınması, doğal dilin ayrıcalığı. Ve eylemin önceliğin­
metne kaydedilmesi, iki yöntem de, savaş eyleminin, hakimi.yet,
gerektirebilir. Bizi ilgilendiren iktidar, "tasarruf' (disposition),
elbette bunların b irleşimidir yargıçlık/hakemlik için mücade­
(combinaison), bu kelimeyi her lenin ayrıcalığı. Bu değer/anlam,
şeyden önce Condillac'ın ona lnsan Bilgilerinin Kaynağı Üzeri­
atfettiği anlamda anlamaktır. ne Deneme'den itibaren Condil­
Condillac'a göre felsefe, genel lac'ın tüm söylemini düzenler ve
olarak bilim hakkıyla icra edilen ona, eğer böyle bir şey vuku bul­
dillerse de yani dilleri inşa eden duysa, başdönmesinin/yön kay­
söylemlerse de, bının merkezini sağlar. Yaralara,
esas itibarıyla darbelere ve yaralanmalara açık
"Dolaylama, dolam­
baçlı bir anlatımdır, ve onunla karı­ olan bu savaş alanı asla Condil­
kelimelerin uzun ve şacak raddede, lac'ın özel mülkü, söyleminin
karışık bir yoldan
bir retoriği se­ deyimsel arazisi olmayacaktı.
dolanmasıdır. Dola­
ferber ederler. Kendisi de pratik ivedilikten
yısıyla, yerinde kul­
bahseden Laıny zaten alanda bu­
lanılmadığı takdirde
bu oyunun kötü so­ lunuyordu. Oraya yerleşmiş, kav­
nuçlar doğuracağını
Retorik ya gacı metaforda kendini evinde
[bu turun fasit hale da o zamanki hissetmiş ve karargah kurmuş­
geleceğini] görebilir­ tanımıyla ko­ tu. Bütün bir bölümü kaplayan
nuşma sanatı.
siniz. [ ... ] O halde do­
uzun bir denemedir bu (Kitap
laylamalar fikirlerin
Dolaylama4 il, böl. XI): "Mecazlar ruhun si­
bağlanmasına katkıda
bulunmadığında şey­ (retorik yeri­ lahlan gibidir. Savaşan bir asker
leri isimlendirmek­ne,retorik etra­ ile konuşan bir Hatip arasındaki
le yetinmek gerekir. fında konuşma paralellik. Yukarıda söyledik­
[ . . ] Tanımlar ve ana­
.
sanatı), o dö­ lerimi, yani mecazların ruhun
lizler, hususiyetleri
bir şeyi açıklamak
nemde sözlük­ silahları olmasını daha anlaşılır
olan dolaylamalardır lerde yer alan kılmak için, burada elinde silahla
tam olarak:' (Ecr., bu ifade, kendi savaşan bir asker ile konuşan bir
1, 552-4). başına, gele- hatip arasında bir paralellik ku­
nekten herhan­ racağım. Bir askeri üç halde göz
gi bir kopuşu işaret etmiyordu önünde bulunduracağım. [ . . . ] "
kuşkusuz. Hatta, bu şekilde Yöntemsel baş dönmesi/
adlandırıldığında, Aristotelesçi yön kaybı. Düşman mevzileri­
anlayışa bile uyuyor gibi görün­ ne adım adım yaklaşan ilerleyiş
mektedir. meselesi. Metin gibi bir şeyi, adı­
Yine de şimdiden bir çatışma, na ne derseniz deyin ve azıcık
gerilim ve bölünme mekanı­ var olsa bile, tarihsel-teorik bir

nın, az çok düzene sahip bir tür konfigürasyona sığdırmaya ça-

45
teorik savaş alanının sınırlarını lıştığınızda, metinden gelen bir
çizer. nevi insanın gözünü açan bir
Konuşma sanatı, iyi konuş­ kahkaha duyarsınız: «Hala kü­
ma sanatıdır. Ama iyi konuş­ tüphanede yeterince vakit geçir­
mak ne demektir? Dili bir dil, miyorsun. Condillac'tan önce,
yani normal, doğru, anlamlı Lamy'den önce, Port-Royal'den
ve anlaşılır kılan tüm kurallara önce, örneğin Aziz Augustinus
riayet etmek mi? Dilbilgisine vardı." Metodolojik baş dönme­
uymak mı? Yoksa zaten doğru si/yön kaybı, mecazını inşa eden
ve dilbilgisi açısından zaten gü­ kenar (marge) metaforu: "öyle ki,
venilir olan bir dil yardımıyla, Aziz Augustinus'un genel olarak
duygu uyandırmaya ve ikna et­ Retorik'in ilkeleri hakkında söyle­
meye yönelik belirli estetik, po­ diklerini Yerler için de söyleyebi­
etik veya hitabet etkileri üret­ liriz. Ona göre, belagat sahibi in­
mek mi? lyi konuş manın iyisi, sanların konuşmalarında belagat
gramer mi yoksa gramerden kurallarına uyulduğunu görürüz,
daha fazlası mı olacaktır? Dil­ her ne kadar, ya bunları bildikleri
bilimsel kuralların uygulanma­ ya da bilmedikleri için, konuşur­
sı mı yoksa bir dilin rezervinde ken bu kurallan düşünmeseler
tamamen kayıtlı olmayan ve de. Bu kuralları belagat sahibi
ondan hareketle hesaplanabi­ oldukları için uygularlar; ancak
len bir güç tarafından bir dilin onları belagat sahibi olmak için
değerlendirilmesi mi? kullanmazlar. Implent quippe illa
Peki ama rezerv nedir? Re­ quiasunt eloquentes, non adhibent
zervin içi boş mu, sözdizim­ ut sinteloquentes.
sel mi yoksa sözlüksel mi? Ya "Aynı Peder'in başka bir yer­
mecaz nadirlikten doğmuşsa? de işaret ettiği gibi, doğal olarak
En azından, sanatın iki mercii yürürüz ve yürürken bazı mun­
arasında Laıny tarafından öne­ tazam vücut hareketleri yaparız.
rilen eklemleme budur: "ikinci Gelgelelim nasıl yürüneceğini
kitapta, [yazarın] belirttiğine öğretmek için, örneğin belirli
göre, en bereketli Diller bile sinirlere canruhları gönderme­
tüm fıkirlerimizi ifade etmek miz, belirli kasları hareket ettir­
için doğru/uygun terimleri sağ­ memiz, eklemleri belirli şekilde
layamadığından, ifade etmek oynatmamız, bir ayağımızı di­
istediğimiz şeylerle bir ilişkisi ğerinin önüne atmamız ve biri
ya da bağlantısı olan ve sıra­ ilerlerken diğerinin üzerinde
dan kullanımın uygun isimler durmamız gerektiğini söylemek
vermediği, aşağı yukarı benzer faydasız olacaktır. Doğanın bize
şeylerden terimler ödünç alarak ne yaptırdığını gözlemleyerek

46
hileye başvurmak gerekir. kurallar oluşturabiliriz gayet
Ödünç alınan bu ifadelere Me ­ tabii; ancak bu eylemleri hiç de
caz denir. Her türlü mecazdan bu kuralların yardımıyla yeri­
ve bunların kullanımından ne getirmeyiz:' (Port-Royal, La
bahsedilmektedir. Yine aynı Logique ou L 'Art de penser, III,
kitapta belirtildiği üzere, nasıl böl. XVII) Hem de Aziz Augus­
ki doğa, bedenlerimizi onla­ tinus'tan önce . . .
ra zarar verebilecek şeylerden
kaçmaya uygun duruşlar alma­
ya ve onlar için iyi olanı almak
üzere doğal olarak en elveriş­
li şekilde davranmaya yatkın
kılmıştır, aynı şekilde doğa,
konuştuğumuzda, konuştuğu­
muz kişilerin zihinlerinde iste­
diğimiz etkileri yaratabilecek,
böylece onlarda kimileyin öfke
kimileyin suhulet, kimileyin de
nefret ya da sevgi uyandırabile­
cek, belirli oyunlar/numaralar
(tour) yapmaya sevk eder bizi.
Bu oyunlara figür5 adı verilir.
(Bernard Lamy, De l'art de par­
ler, Ônsöz)
İlk ihtilaf biçimi, ilk ihtilaf
yeri. Gramerin aklı ile reto­
riğin aklı arasında bir kopuş ve
süreksizlik mi vardır? Du Mar­
sais (Encyclopedie'deki Devrik­
leştirme maddesi) ve Beauzee
(Grammaire generale) tara­
fından alıntılanan bir Gram­
maire'in ( 1 723) yazarı olan
Pere Buffier, bu iki konuşma Yöntem: bedenin gramerine
sanatını birbirinden ayırır: göre, doğanın yolunu izlemek.
" [ .. ] Dilbilgisinin bittiği yer­
. Eğer (dar anlamda: Farklı tür­
de başlar retorik." Bu, retoriği den oyunlann, mecazların ve
yasasız, kuralsız ya da sebep­ üslubun teorisiyle ilgilenen yaz­
siz bir ampirikliğe terk etmez. ma sanatı olan) retorik, grame­
Fakat bu kuralların uygulama rin mükemmelleştirilmesiyse

47
alanı ve biçimlerinin, dilbilgi­ ("Gramer Nedir? Zihnimizdeki
sel rasyonalite ile hiçbir alakası fikirleri algıladığımız düzen ve
olmayacaktır. ilişkiler dahilinde iletmek iste­
Condillac'ın bu tartışmadaki diğimizde, bu fikirlerin oluş­
yeri benzersizmiş gibi görünür. turduğu sistemi temsil eden bir
Bu, fikirler tarihçisi tarafından sözcükler sistemidir; ve Yazma
çerçevelenmeye izin vermeyen, Sanatı da, ulaşabileceği azami
artık bir tablo oluşturmayan ve mükemmellik seviyesine ulaş­
birçok düzlemi harekete geçi­ mış bu aynı sistemden başka bir
ren, metinsel alanların hetero­ şey değildir. Arka arkaya öğre­
j enliğini tanıyan, metni küçük nim gördüğümüzde [bir konu­
grafik veya söylemsel kapalılı­ yu incelediğimizde] yaptığımız
ğından kurtaran stereografik tek şey, aynı fikirsel zemine geri
bir okuma gerektiren tarihsel dönmektir" (Introduction au
bir bütünün ilk g östergesi­ Cours d'etudes, I, 42 1 ) . Condil­
dir -ayrıca başka g östergeler lac'ın Parma Prensi için kaleme
de vardır. Bu stratejinin tüm aldığı Cours d'etudes'ü açıkladı­
suretleri (doublure) sabırdan ğı ve gerekçelendirdiği Motifdes
fazlasını gerektirir, basının E tudes den bir alıntıdır bu.
'

kafasını karıştırır, yorumcu­ Bu motifin sonu: "[ . ] geriye


..

yu, profesörü, hermenötikçiyi kalan tek şey, ona bir yerlere nasıl
ya da arkeoloğu yanlış yönle­ saldırılacağını ve oraların nasıl sa­
re saptırır ya da sinirlendirir: vunulacağını öğretmekti. Bunun
(fikirlerin, bilgi, kanaat veya için en büyük yardımı aldı. Kral,
kurum kümelerinin veya alt torunu prense, eğitimini büyük
kümelerinin) tarihini, kısacası, ölçüde ilerleten iki kabartma ha­
onlara bu retoriği ve yazıyı dik­ rita gönderdi.Bu haritalardan ilki,
te eden "tarih"i -hiç düzenleme kıışatmaya dayanacak muhkem
yapmadan bunları oraya sıra­ bir yeri gözler önüne seriyordu.
layarak- bu formlar hakkında Çevredeki ağaçlar kesildi, evler
düşünmeden, çizg iler ve daire­ yıkıldı, çökmüş yollar dolduruldu
ler (çizgi, kırılma/kesik/kopuş, vs. İkincisinde ise, birbirini ardı­

bütünlük) yardımıyla bize açık­ na eklenen parçalarla, kuşatmacı­


lamak isteyen herkesi. ların yaptığı çalışmaların günlük
ilerleyişi, hendeklerin kazılması,
Condillac da (öğrencisini bu çalışma hattına paralel olarak
"mecaz ve figürlerin ayrıntıla­ kazılmış geniş hendekler açılma­
rıyla" "oyalamak" istemeyen) sı, bataryalar, istihkfunlar, örtülü
Rousseau gibi olduğu haliyle yolların iskanı, savunma hende­
retoriğe özel bir yer ayırmaz: ğinin iniş ve geçitleri, savunma

48
retorik üzerine bir inceleme, hattına yapılan saldırılar vb. gö­
hatta ayrı bir bölüm bile yok­ rülüyordu. En önemli çalışmalar,
tur. Retorik mahalli bir disiplin henüz ilk aşamalarındaki, belli
değildir. Hele gerekçelendiril­ bir noktaya geldikleri ve nihayet
miş dilbilgisinin karşısına ko­ kusursuzlaştırılıp sağlam biçimde
yulabilecek ampirik bir uygula­ tesis edildikleri halleriyle gösterili­
ma hiç değildir. yordu.
Konuşma sanatı olarak re­ "İkinci harita, ilk harita gibi sal­
torik, işaretler/göstergeler ve dırı altındaki yerdi; fakat bunda
dilin bilimini sistematik olarak birbiri ardına eklenen parçalarla,
sürdürür. Ve sonuç olarak dü­ kuşatma altında olanların kuşat­
şünme sanatını, akıl yürütme macıların ilerleyişini kesmek için
sanatını vb. Doğrusu, Condillac tabyalarda yaptığı zikzaklı yollar,
retorik kavramının yayıldığı iki çıkartmaların etkisi, eğimli destek
alan arasında ayrım yaparken, duvarlarının (şevlerin) altındaki
gramatik akıl ile retorik dene­ barut yerlerinin etkileri, hendek
yim arasına hendek kazanlara geçitinin, lağımcıların günlük iler­
ilk bakışta göründüğü kadar leyişinin önüne çıkartılan engel­
cepheden karşı çıkmaz. Bir ler, savunma hattındaki siperler
geniş anlamıyla retorik var­ vb. görülüyordu. Bu iki haritanın
dır: konuşma sanatı olduğu dikkatle incelenmesi şüphesiz
kadar düşünme sanatıdır, en uzun yılların deneyiminin ye­
genel bilimdir; sistematik ola­ rini tutabilirdi." (I, 423) Gram­
rak gramer ya da akıl yürütme maire, hareket dili ve "vücudun
sanatına eklemlenir, onlarla duruşları"nı analiz ederek başlar
aynı nesenelere sahiptir. Dar ( Grammaire, 1, 428 vd.) Bu ana­
anlamda retorik ise, konuşma liz, başlangıçların doğal sadeliğini
sanatının homojen şekilde öz­ dile getirir. Ancak doğal buyru­
gülleşmesi olarak, süslemeleri, ğun basit yolunu yeniden bulmak
oyunları, mecazları ve üslubu için, harfin damgasının negatifini
ele alır. Buffier ve Beauzee'nin sunarak, ifadeyi bölüp stereosko­
dilbilgisine yabancı ve say­ pik11 bir ilke getirilir: doğanın da
gınlıkta ondan aşağı olan bir kusursuzluğa verdiği şey, bir ika­
tür psikolojik etkileme tekniği me lüksünü wrunlu kılacak kadar
olarak gördükleri şeye karşılık yetersiz olmaktır. Bu, analoji ile
gelir. Condillac'ın yazma sa­ analiz ve yapay olan ile doğal olan
natı olarak adlandırdığı şeyin arasındaki ilişkidir.
ana kısmıdır. Ancak ayrılabilir İşte stereometodoloji [üç bo-
bir aksesuar ya da ek değildir. yutlu yöntem uygulaması] :
Sistemin lojistiğinde, alanın "Port-Royal'daki beyefendiler

49
rasyonalitesinde ve inceleme giriş kitaplarına ışık tutan ilk ki­
planının düzeninde gayet kesin şilerdi. [ . . . ] Doğrusu ya, bu ışık
bir yeri vardır. Önce kronolojik henüz zayıftı. [ . . . ] O zamandan
olarak bakacak olursak, Parma beri bazı üstün beyinler onların
Prensi L 'A rt d'ecrire'i, L 'A rt önünde açık olan yolu temizle­
de raisonner, L 'A rt de penser6 meye çalışmıştır. Bir filozof ola­
ve M. Le Blond'un L 'A rtillerie rak dilin ilkelerini araştıran M.
raisonnee'sinden önce okumuş du Marsais, görüşlerini basit ol­
olacaktır. Ancak bundan her­ duğu denli açıklıkla ortaya koy­
hangi bir argüman çıkarmaya­ muştur. Bay Duclos Grammaire
lım. Bunun yerine ansiklopedi­ generale et raisonnee'yi bir dizi
nin mantığına başvuralım: yorumla zenginleştirmiştir [ . . . ] .
Artık bir gramer yazmanın za­
"Sonuçta, konuşma sanatı,
manı gelmişti. Bu konuda arzula­
yazma sanatı, akıl yürütme sa­
nacak hiçbir şey bırakamayabile­
natı ve düşünme sanatı temel­
cek M. du Marsais böyle bir gra­
de bir ve aynı sanattır. Nitekim,
mer vaat etmişti ama bu gramere
düşünmeyi bilen akıl yürütme­
dair yalnızca Encyclopedie'de bir­
yi de bilir. İyi konuşmak ve iyi
kaç makale yayımlamakla kaldı.
yazmak için geriye kalan tek
Diğerleri bu türde başarılı çalış­
şey, düşündüğünüz gibi ko­
malar yaptılar ve büyük bir fera­
nuşmak ve konuştuğunuz gibi set gösterdiler. Fakat itiraf etme­
yazmaktır. liyim ki, onların eserlerinde giriş
"Dahası, işaretleri kullanma­ kitaplarının en önemli meziyeti
dan bilgimizin ne kadar sınırlı olan sadeliği bulamadım.
olacağını düşünürsek, daha "Grameri düşünme sanatının
az kelimemiz olsaydı, daha az ilk bölümü olarak görüyorum.
fikrimiz olacağına ve sonuç Dilin ilkelerini keşfetmek için
olarak daha az düşünme ve demek ki nasıl düşündüğümüzü
muhakeme yeteneğine sahip gözlemlemek gerekir: bu ilkele­
olacağımıza hükmederiz." (In­ ri bizzat düşüncenin analizinde
troduction au Cours d'etudes, aramak gerekir.
1, 403) "Şimdi düşüncenin analizi
Condillac'a göre yazma sanatı, konuşmada hazır halde bulu­
dar anlamda retoriği, diyelim kü­ nur. Dillerin kusursuzluğu ve bu
çük retoriği, figürler ve mecazlar dilleri konuşanların zihinlerinin
teorisini içerir. Yalnızca kesinlik doğruluğu ölçüsünde bir kesin­
ve doğruluk açısından özgüldür. liğe sahiptir bu analiz konuş­
Yine de kesinlik ve doğruluk re­ mada. Bu yüzden dilleri analitik
torikte ortaya çıkmaktan ziyade yöntemler olarak görüyorum.

50
onda bir derece kazanırlar. Bu Dolayısıyla bu yöntemin işaret­
nedenle de küçük retorik, bü­ lerini ve kurallarını araştırmaya
yük retoriğin ya da konuşma niyetlendim." (1, 427)
sanatının bir sahası, bir organı, Açıklık getirelim: "dilin ilkele­
hatta bir uzantısı olarak kalır. Bu ri"ne erişmek için düşünceyi göz­
nedenle de konuşma sanatı asla lemlemek gerekir, ancak bu analiz
sona ermeyecektir. Böylece: "An­ "konuşmada hazır halde bulunur:'
cak ne olursa olsun, gerçekte tüm Söylenmeyen hiçbir şey
bu sanatlar tek bir sanata indir­ düşünülmez ("bu nedenle dü­
genebilir ve hatta onları aynı ilke­ şünmek bir sanat haline gelir ve
lere indirgemek için onları bu ba­ bu sanat konuşma sanatıdır"),
kış açısıyla ele almak yararlı olsa ancak onu analiz etmek yine
da, yeteneklerimizin gelişimini onu söylemektir. Dilötesi/Üstdil
ve bilgimizin ilerlemesini takip (metalangage) yoktur, çünkü var
etmek istiyorsak, yine de onları olan sadece dilötesidir/üstdildir.
ayn ayrı ele almak zorunludur. Bu döngüde yazı yoktur, yalnız­
ca kesinlik vardır. Yani geriye
"Tüm bu sanatların tek bir
sadece onu yazmak kalır. Olabil­
sanatta birleştiğini gösterdim.
diğince marifetle.
Daha da ileri giderek hepsinin
konuşma sanatına indirgenebi­ Eğer göreceğimiz gibi, her dil
leceğini söyleyeceğim." (I. 403) bedenden kaynaklanıyorsa ve
bedene bağlıysa, dönüp dolaşıp
Başka bir deyişle, küçük re­
jestlerin fiziğine ve hareket dili­
torik ancak genel olarak sanatı ne geliyorsa, dilötesi/üstdil, yani
yöneten ilk metafizik ilkelere metafizik yoktur. Ama metafizi­
kadar geri gidilerek anlaşılabilir ğin olmamasının sebebi sadece
ve öğretilebilir. metafiziğin var olmasıdır.
Genel olarak sanat ve zaten Analoji en başından itibaren
düşünme sanatının bir etkisi doğal işaret/gösterge bedenin
olarak metafizik, konuşma sa­ dili- ile kendisini ondan kurta­
natıdır. Yazma sanatı, konuşma ran yapay gösterge arasındaki,
sanatının yalnızca bir kesinleş­ "iki hareket dili" arasındaki geçi­
mesi, bir belirlenimidir. Büyük şi haber verir ve sağlar.
retoriğin bir parçası olan küçük Doğa, yol, beden, pandomim.
retorik, sistem olarak felsefe ta­
Her şey taklit edilebilir [mi­
rafından kuşatılmıştır. miklerle anlatılabilir] ve edilebil­
Bölünmez bir bütün oluşturan melidir, bedenin yansıtamaya­
şeyi bölmek ya da kesinleştirmek cağı hiçbir şey yoktur, ruhu bile
gerekiyorsa, bu şüphesiz öğret­ yansıtır. "Ruhun tüm duyguları
mek içindir; fakat öğretmek, bedenin duruşlarıyla/tavırlarıyla

51
insan zihninin edinimlerinin ve ifade edilebilir. [ . . . ] Netice iti­
kaydettiği ilerlemelerin sırasını barıyla tüm düşüncelerimizi tıp­
yeniden oluşturmak, "yeniden kı kelimelerle ifade ettiğimiz gibi
izlemektir/çizmektir." Genel eği­ jestlerle de yansıtabiliriz:' (1, 428-
tim olarak ansiklopedi, bilgi ve 429) Ancak bu doğal dil bedenle­
yetilerin üretici zincirlemesini rimizi yolda bırakır. Doğa, yolu
yeniden üretmelidir/yansıtma­ açar, yolu temizler ve sonra hayal
lıdır. "O halde bu, halkların ih­ gücünü (analoji yetisini) gerisini
tiyaçları doğrultusunda girişmiş yapsın diye bırakır, doğaya ya­
oldukları çalışmaların düzenidir. paylık katar, tüm eksikleri telafi
[ ... ] Dolayısıyla, insan zihninin eder, ama yine de bunu doğanın
tarihi bana Prens'i eğitirken izle­ gözetimi altında yapar. Hayal
mem gereken düzeni/sırayı gös­ gücü, bedenlerimiz aracılığıyla
terdi. [ . . . ] Ama bu çalışmalarda ve organlarımızın yapısına uygun
nasıl bir yöntem izlemeliydim? olarak konuşan doğanın sesinin
İnsan zihninin tarihi bana bunu yerini alır [dublajını yapar] ve
da öğretiyordu:· (1, 402) ona destek olur. Dili hareket etti­
Öyleyse, yazma sanatının gra­ rerek, doğal jestin yerine geçerek,
merden sonra gelen kısmı olan pandomimden eklemli konuş­
küçük retorik, sadece sistem maya yapay işaretler üreterek
olarak felsefenin bir parçası de­ mecazı yaratır, metaforun tadını
ğildir, aynı zamanda toplumun ve tadın metaforunu verir.
(zihnin) bir anını tarih olarak
Hayal gücü doğanın yolunu
kaydeder.
(ondan kopuşunu, ya da kop­
Yazının, sözün ardından ge­ mayışını) izleyerek, doğayla çe­
len, ona yardım eden gayet be­ lişmeyen yapaylığa bağlanabilir
lirli bir andır söz konusu olan. ya da keyfilikte yolunu kaybe­
Beğeninin (gout), dilin arka pla­ debilir. Condillac bu ayrıma her
nında ve yüzeyinde takdir edil­ zaman sadık kalmıyormuş gibi
mesini, dile müdahalesini içerir. görünür. Her şey yolda kaybola­
Beğeni, dil için bir metafordur. bilir. "Hareket dili organlarımı­
Dile göre, ikincidir: bir yandan zın yapısının bir sonucu olduğu
bu an, yemek yemek gibi temel için, onun ilk işaretlerini/göster­
ihtiyaçların karşılanmasını takip gelerini biz seçmedik. Bize onla­
eder; öte yandan, yemek yemek rı doğa verdi ama onları bize ve­
gibi bu ihtiyaçların karşılanma­ rirken, onları kendimizin hayal
sına özgü/uygun bir dilin oluşu­ edeceği yola soktu bizi. Netice
munu ve faaliyetini takip eder. itibarıyla tüm düşüncelerimizi
Tatmin olup doyduk mu, dili tıpkı kelimelerle ifade ettiğimiz
pişirmenin tadını (gout) alırız. gibi jestlerle de yansıtabiliriz ve

52
"Bu nedenle, hayatlannı idame bu dil, doğal göstergelerden ve
ettiren toplumların, yaşamın ra­ yapay göstergelerden mürek­
hatlıklanna ve hoşluklarına kat­ kep olacaktır. Dikkat ediniz,
kıda bulunabilecek şeyleri ara­ Beyefendi, yapay göstergeler di­
yacakları bir zamanın gelmesi yorum, keyfi göstergeler demi­
kaçınılmazdı. İşte o zaman güzel yorum; zira bu iki şeyi birbirine
sanatlar ve onlarla birlikte beğeni karıştırmamak lazım.
de başladı. [ . . . ] O halde, insanla­ "Gerçekten de keyfi gösterge­
rın ihtiyaçları tarafından içine çe­ ler nedir? Sebepsiz yere ve bir
kildikleri çalışma düzeni şudur: hevesle seçilmiş göstergelerdir
Önce birinci derecede ihtiyaç bunlar. Bu nedenle de anla­
duydukları şeyleri gözlemlemek­ şılmayacaklardır. Oysa, yapay
le işe başladılar, sonra beğeniyle göstergeler seçimi akla daya­
ilgili şeyleri araştırdılar ve son nan göstergelerdir: bunlar öyle
olarak spekülatif şeyler hakkında bir sanatla hayal edilmelidir
akıl yürüttüler:' (I, 401 ) ki, akıl onlara bilinen işaret­
Tarih kadar indirgenemez bir lerle/ göstergelerle hazırlansın:'
ardışıklık düzeni. Onun hakkın­ (I,429; Condillac sadece yapay
da sıklıkla söylenenlerin aksine göstergeleri ve keyfi göstergeleri
Condillac, bilginin, edebiyatın, vurguluyor) Doğanın yöntem­
bilimin ve felsefenin tarihsel ya­ sel olarak bu şekilde izlenmesi
pısına karşı son derece hassas ve ("İnsanın, sanatları yaratırken,
dikkatlidir. Öğretim, kuralı tesis yalnızca doğanın ona açtığı
eden tarihsel olguyu, olayın ha­ yolda ilerlediğine ve ilerler­
lihazırdalığını (deja-la) dikkate ken, daha önce yapısının bir
alarak keyfılikten kurtulur. Be­ sonucu olarak yaptığı şeyleri
ğeninin ilkelerini, sanatın kural­ kurallara bağlı olarak yerine
larını, nasıl iyi konuşulacağını getirdiğine kani oldum [ . . . ]"
ya da yazılacağını ancak güzel [I, 43 1 ] ) hareket dillerinin en
sanatlar, bir şiir, bir edebiyat, kaba sabası ile dillerin en bi­
doğayı (doğayı izleyen tarihi) iz­ çimsel, en yapay olanı arasın -
leyerek, yolu gösteren, yöntemi da, ilkel pandomim ile nihai
icat eden iyi yazarlar zaten varsa hesap dili arasında sürekli bir
öğretebiliriz. Örneğin, kuralla­ geçişi sağlar. Yekvücut olurlar,
rını ayırma yoluyla öğretmeyi çünkü ikisi de bedene tutunur.
tek başına sağlayan retorik uy­ Analoji, bedenden geçer ve dile
gulamanın bir olgusallığı, hali­ parmak basar. Böylece, Condil­
hazırdalığı vardır. Bu, ampirizm lac, daha Hesapların Dili'nin
ya da aposteriori anlamına gel­ başında, onu, aynı zamanda
mez. Yalnızca, doğanın sesi olan dijital [sayısal] dilin ilkeleri

53
aprıorı, tarihin darbesinden de olan "başlangıcında" ele
sonra [sonradanlığında] duyu­ almadan önce, ("Dillerin oluşu­
lur, tarihsel olayın bedeninde munu açıklamak için işe hareket
deşifre edilir. Edebiyat zaten dilini gözlemleyerek başladım.
vuku bulmamış olsaydı, iyi yaz­ Şimdi parmaklarla hesaplama
manın kuralları öğretilemez, ilk hesaplamadır, tıpkı hareket
hatta tasavvur bile edilemezdi. dilinin ilk dil olması gibi. Bu ne­
Ancak edebiyattan önce bile ve denle, her türlü hesaplamanın
edebiyatın mümkün olabilmesi nasıl teşekkül ettiğini açıklamak
için retoriğin zaten dilde üretil­ için işe parmaklarla hesaplama­
mesi ve dilden tat alınması gere­ yı gözlemleyerek başlayacağım"
kir. Condillac sık sık, bir çocuğa, [La Langue des calculs, il, 42 1 ] ),
bir şekilde zaten bilmediği, öğ­ yapaylığı hararetle keyfiliğin
renmek için pratik yapmadığı ve karşısına koymuştur. Yapaylık­
önceden disiplinine alışmadığı taki ilerleme doğal bir ilerleme­
bir dilin öğretilemeyeceği konu­ dir; doğaya geri döner ve analoji
sunda ısrar eder. yasasını, yani benzerlik yasasını
Pratik olgunun sürekli hatırla­ izler ("Analoji tam anlamıy­
tılan bu önceliği, analize ampirik la bir benzerlik ilişkisidir:· [il,
olmasa da tarihsel karakterini ve­ 4 1 9 ] ) Bu ilerleme zorunludur ve
rir ama ona buyruk (prescription) sadece keyfiliği (ilkel kaba saba­
kazır ve buyruğun yükü altında lığı ve barbarlığı) azaltmak için
ezer. Kuralı buyuran ve üreten dayatır kendini. "Dillerde gör­
olayın kendisi, doğanın düzeni/ düğümüzü sandığımız bu key­
emri (ordonnance) tarafından fılik, kullanımın dilleri istediği
dikte edilmiştir. Örneğin "büyük gibi yarattığı yanılgısına yol aç­
yazar", ilk önce doğal metni oku­ mıştır, ve gramerciler de onun
duğundan daha az yazar. "Ör­ kaprislerini önümüze yasa ola­
neğin, konuşma sanatına ilişkin rak koymuşlardır. [ . . . ] Diller
araştırmalar ancak kullanımın ne kadar keyfi görünürlerse
izin verdiği oyunlar izlenebil­ mükemmellikten o kadar uzak­
diğinde yapılmıştır: bu oyunlar laşırlar: ama dikkat edin, iyi ya­
ise ancak büyük yazarlar dilleri zarlarda pek o kadar karşımıza
onlarla zenginleştirdikten son­ çıkmazlar. [ . . . ] Cebir kemale
ra gözlemlenmiştir; insanlar ermiş bir dildir ve böyle olan
gramer, poetika ve retorik oluş­ tek dil de odur: ondaki hiçbir
turmayı akıllarına getirmeden şey keyfi görünmez. [ . . . ] Cebir
önce de şairler ve hatipler var­ analojinin yarattığı bir dil oldu­
dı. Bu nedenle, henüz kendi ğu andan itibaren, dili yaratan
diline has oyunları kullan- analoji, yöntemleri de yaratır:

54
mayı ogrenmemiş, dolayısıy­ ya da daha doğrusu icat yön­
la da güzeli hissetme yeteneği temi analojinin ta kendisinden
olmadığından onun kuralları başka bir şey değildir. Analoji:
olup olmadığına hükmetmek­ demek ki tüm konuşma sanatı
ten kesinlikle aciz bir çocuğa gibi, tüm akıl yürütme sanatı da
bu sanatları öğretmek anlam­ işte ona dayanır." (il, 420)
sız ve hatta mantıksız olacaktır. Doğal ve yapay olmak üzere
"Bu mülahazalar neticesinde, iki hareket dili arasında analoji
Prens'in beğenisini şekillendir­ doğru ikameyi üretir ve keyfiliği
mek için ona güzelin model­ azaltır.
lerini vermem ve her şeyden Peki doğayı takip eden sa­
önce onu bunlara aşina hale nat, sanat nedir? Doğa değild­
getirmeye çalışmam gerekti­ ir, organların yapısından ileri
ğini düşündüm. Bu yüzden gelen doğal hareket dili de­
ona en iyi yazarları tekrar tek­ ğildir. Doğaya zaman olarak
rar okutmam icap etti. Bunun gelir. Eğer "iki hareket dili:
için dramatik şairleri seçtim." biri işaretleri/göstergeleri or­
(1, 402) ganların yapısıyla verilen do­
Neden bu seçim? Neden bu ğal, diğeri ise işaretleri analoj i
yoluyla verilen yapay" hare­
edebi model'? "Küçük reto­
ket dili varsa; çok sınırlı olan
rik"in tamamı tarihsel olarak
ilki zaman gerektirmez. Onda
belirlenmiş edebi olgular üze­
her şey eş zamanlı olarak tab­
rine inşa edilmiştir ve bu olgu­
lo halinde verilidir: "göz açıp
ların sınırlarını tanımaksızın
kapayıncaya kadar anlaşılabi­
genel biçim kurallarını benim­
lir" (Grammaire, I, 430). Ama
ser. Buradaki tuzak genelliğin
bunun sanatı yoktur. Dolayı­
tuzağıdır. Condillac neden
sıyla, ne geniş anlamda ne de
"dramatik şairleri" seçmiştir?
dar anlamda retorik de yoktur.
Çünkü ona göre bunlar en ev­
Retorik için boşluk yoktur, sa­
rensel modeldir. "Tüm halklar"
dece doğanın adeta kendisin -
bu "şiiri" sevmiştir. Bu nedenle
den uzaklaşır gibi uzaklaşmak
Prens de "şairleri okumaktan
için zaman bulduğu şeyin bir
zevk alıyordu; dili öğrendi, ça­ sekansı, bir sonucu vardır. Sa­
lışmaktan çok eğleniyormuş natın kuralı, analoj i, aralığın/
gibi görünüyordu." (a.g.y. ) sapmanın sınırında duracaktır
Pedagoji ve ansiklopedi, sa­ (tutacaktır kendini) . Burada
natın kurallarını ne üretir ne de Kant'ın metnini -ki tek örnek
öğretir. Sadece sonucunu des­ olmayacaktır bu- ve deneyim
tekler. analojisine zaman bahşeden

55
Tarihçi eğitimci her zaman zorunluluğu önceden tasarla­
bir belletmen olacak, her zaman yabiliriz.
onun sözünden önce, zaten Dilden kulağa. Doğal hareket
orada olanın savunmasını ter­ dili henüz sese havale etmez. Bu
tipleyecektir. "Prens, en iyi yüzden hiç zaman almaz. Katiyen
yazarlara aşinalık kazanarak, hızlı ve canlıdır ("Demek ki hare­
okuduklarında deneyimledik­ ket dilinin hızlılık gibi bir üstün­
lerini gözlemledi ve gözlemleri, lüğü vardır" [I, 430] ) ve Condillac
onu doğal olarak konuşma sa­ bu dili tanımlamak için sık sık
natının kurallarını keşfetmeye "göz kırpma", göz açıp kapayın­
sevk etti. Onu araştırmalarında caya kadar algılanan "tablo" kate­
desteklemek için bir Dilbilgisi gorisine başvurur. Henüz çizgisel
[ Grammaire] ve Ya.ima Sanatı bir, birbirini izleme söz konusu
Üzerine Bir inceleme [ Traite de değildir. Düşüncenin yapısı bun­
l'Art d'ecrire] kaleme aldım. Bu dan istifade eder. Nitekim düşün­
eserleri yazmaktaki amacım, ce, esas itibarıyla bileşik olan biçi­
ona dilini öğretmekten çok, bu mini ancak bir tabloda, çok sayıda
konuda zaten bildikleri üzerine unsurun, eklemlenmiş ve birbi­
düşünmesini sağlamaktı. Oku­ rine bağlanmış fikrin aynı anda
maları sırasında yaptığı gözlem­ bir arada bulunduğu bir uzamda
leri daha belirgin ve kapsamlı barındırabilir. "Her düşünce w­
bir şekilde geliştirmek ve böy­ runlu olarak bileşik olduğundan,
lece onu, üslubun güzelliklerini bundan eşzamanlı fikirlerin dili­
değerlendirme alışkanlığı konu­ nin tek doğal dil olduğu sonucu
sunda doğrulamak istedim. çıkar. Buna mukabil, ardışık fikir­
"Beğenisi şeltjlleniyordu: Ona lerin dili, başlangıcından itibaren
biraz felsefe bilgisi vermeyi dene­ bir sanattır, hele mükemmelliğe
yebileceğimi düşündüm" (a.g.y.) ulaştığında büyük bir sanattır."
Gerçek başlangıçtan başlama­ Konuşan hala bir "bakışta" [he­
mak gerektiğini, başlanamaya­ men] ne söylediğini düşünebilir.
cağını ama şeyleri ortalarından Dinleyen gibi ( Condillac burada
alarak işe koyulmak, yani hali­ konuşan ile dinleyeni çok net bir
hazırda bulundukları yerden, şekilde ayırır, yerleri değiştirile­
çocuğun da belletmenin de dilin mez veya birbirini yansıtamaz)
içinde olduğu ve kendi tarihinde, onun da "her şeyi duymak/an­
örneğin edebiyat tarihinde bu­ lamak için ikinci, hatta üçüncü
lunduğu noktadan başlamak ve tek bakış[ta kavramalık zaman]a
zaten bildiği şeyler hakkında dü­ ihtiyacı yoktur mutlaka." Konuş­
şünmesini sağlamak gerektiğini mayı yapan için fikirlerin çokluğu
pedagojik yöntemin değeri ola- hemen algılanabilir sütunlar oluş-

56
rak koyan Condillac nihayetinde turur; onları bir tablonun uzanım­
bizim benimsemiş olduğumuz da, göz açıp kapayıncaya kadar,
yöntemin ayak izini takip etme­ bir anda, tek seferde adeta taştan
yi salık vermiyor muydu? An­ anıtlar olarak görür. Konuşmayı
cak bunu, kökenin ve doğuşun/ dinleyen içinse, sütunların çok­
oluşumun, belki de daha önce luğu art arda verilir, hat boyıın­
kaybını işaretlediğimiz arkeolo­ ca yayılır, okumaları çoğaltmayı,
jik üretkenliğin izini geriye doğru ileri geri yapmayı, açılı bakışları,
takip etmek (retracer) için yapar. bitimsiz hatırlatmaları, parçalara
Eğitmen tarafından orta- ayırmaları, tükenmez bir metnin
ya koyulan düzende, az önce tüketici lateralizayonunu12 mecbur
gördüğümüz gibi, felsefe öğreti­ kılar. Tabii sadece iki taraf/sütun
mi retorik öğretimini takip eder: olsaydı. Ama bu hiç de kesin değil­
"Beğenisi şekilleniyordu: Ona bi­ dir. Tabii bir de ilk sütunun han­
raz felsefe bilgisi vermeyi deneye­ gisi olduğunu, nerede başladığını
bileceğimi düşündüm. Daha önce ve nerede bittiğini bilseydik tıpkı
ruhunun yetileri, toplumların çocuğun, zaten annesinin dilinde
kökeni ve dil üzerine gözlemler olması gibi, şeyleri zaten oldukları
yaptığı için, filozoflarla birlik­ yerden kavramak zorunda olma­
te gözlem yapabileceğinden ve saydık, genel ve düzenli bir tekrar
yaptıkları keşiflerde onları takip metnin etrafından dolaşabilir, o
edebileceğinden hiç şüphem yok­ zaman direnmeyi bırakan sütun­
tu. " İlkeleri ve bilgileri birbirine larını kucaklayabilirdi. Her zaman
bağlayan sistemin sıralamasında denenebilir.
felsefe retorikten önce gelse ve Belletmen, destekler ve takviye
ilkelerin bilimi ve etkilerin bilimi eder. Prens'in öğretmeni şöyle di­
olarak onu yönetse bile, buna kar­ yordu: "Onu araştırmalarında des­
şın, pedagojik sıralamada retorik teklemek için bir Grammaire [Dil­
(dilbilgisi ve yazma sanatı) felsefe bilgisi] ve Traite de l'Art d'ecrire
öğretiminden önce gelir. Ansiklo­ [Yazma Sanatı Üzerine İnceleme]
pedik çember iki yönde ilerler. yazdım." (Introduction au Cours
Bu tersine çevirme, düzenin d'etudes, 1, 402) Bir sütun destekler.
bu şekilde tersyüz edilmesi bir İki payanda tüm binayı sağlamlaş­
ayrıntı, uzlaşımsal bir kurnaz­ tırır -ya da kendinden ayırır.
lık, bir öğretim hilesi değildir. Belki de burada söz konusu
Yapının dairesel formu tüm olan ani bir kaymadır; sütunu,
sistemi içine alır ve onu, felsefe payandayı, ekseni analojik, meta­
ile retoriğin birbirini öncelediği forik, fıgüral (mecazi) ya da po­
bir tür anlamsal çemberin içi­ lisemik (çokanlamlı) çokluktan
ne sürükler. Retorik felsefeye, kurtarıp bunları topaç gibi dönen

57
deneyimin kökenlerinin bilimi­ bir tür saçılımsal girdaba sürük­
ne, fikirlerin, işaretlerin, dilin lemektir.
doğuşunun/oluşumunun bili­ Saçılma, sütunları çoktan oy­
mine, tüm konuşma sanatını muş ve her semaforikliğin13 ya da
yöneten düşünceye bağlıdır. Re­ her eş anlamlılar sözlüğünün öte­
toriği felsefenin bir parçası, bir sinde, onları katmanlaşma yönün­
uğrağı ya da etkisi, hatta bir süsü de yarmıştı/ufalamıştı. Condillac,
haline getiren ilkesel dayanak; eş anlamlılar sÖzlüğünden örneğin
görünmez bir eksen etrafında kolokyum ve renklendirme (co­
yuvarlanan, baş aşağı dönen lorer) arasına, mekansal düzen­
mimari: felsefe, ilkelerin bilimi, lemeyle ilgili ( configural) Sütunu
ansiklopedinin arkhesi konuşur; ( Colonne) kondurur: "Yapılarda
o zaten bir dilin alanında kayıt­ temel direk. Sütun (pilier) binayı
lıdır, ki dilin tarihi ve kuralları destekler: kolon destek ve süs işlevi
felsefi söylemin yerini tayin et­ görür. Mecazen, bir şeyi destekle­
miş olacak, en azından güzel diği düşünülebilecek herhangi bir
sanatlar ve edebiyat eşliğinde şey hakkında söylenir. Bir bakan,
onu bir konuşma sanatı ile ön­ çiftçilerin, devletin temel direği
celeyecek ve böylece ona bir dil olduğunu söylemişti; daha sağlam
tadı sunacaktır. Felsefe yapmak kolonlar vardır: aydınlanmış bir
ya da felsefe öğrenmek isteyen prensin erdemleri gibi. Sadece bir
herkes öncelikle reme'in7, prore­ kafeye ya da kabareye takılanlara
me'in ona musallat olmasına, ise buraların gediklisi, müdavimi
onu ele geçirmesine ve kuşat­ (pilier) denir, çünkü kafe veya ka­
masına izin vermelidir. İşte bu barenin ticari tarafını desteklerler.
yüzden çocuk ancak dilbilgisi Böyle bir durumda kolon denmez.
disiplinini ve yazma sanatını "Mecazi olarak. bu iki kelimenin
aldıktan sonra felsefeye nüfuz eş anlamlısı pivoftur, bu kelime
edebilecektir. Akıl yürütme sa­ hem devlet desteği hem de tüm
natı, yazma sanatını takip eder. hareketlerinin nedeni olan bir in­
Felsefeden bir şeyler anlamak sana atıfta bulunur. Böylece sütun
için önce söz sanatı öğretmenini destekler, kolon destekler ve men­
(rheteur) ya da retorikçiyi dinle­ teşeler, pivot destekler ve hareket
mek gerekir. (Dictionnaire des synony­
ettirir."

Sistem olarak felsefenin bir mes de la languefrançaise, III, 1 3 1 )


parçası, tarih olarak toplumun Peki ama konuşmacının du­
ya da zihnin bir hali (instance) rumu, "dinleyen" ve "fikirleri
olan dar retorik ya da yazma sa­ genellikle birbirini takip eden"
natı belirli bir bölgeyle sınırlıdır. kişilerin durumundan esasen
Ancak genel retorik tüm sahayı farklı mıdır?

58
kaplar ve tablonun alanını ku­ Eğer analiz etmek istiyorsa,
şatır. Kapladığı iki alan arasında konuşmacı dinlemek, en azın­
değişkenlik gösteren retorik, bir dan kendini dinlemek zorunda­
bütünün parçası olduğunda, sa­ dır: tablonun kompozisyonunu
dece kendisinin bir parçasıdır. çözerek/dağıtarak, bu kompo­
Kendi kendini, bütün ve parça zisyonu, eklemli bir söylemin
olarak kaplar, tasavvur eder/ oluşturduğu çok sayıda göz
doğurur ve üretir. Bütün, iyi ko­ kırpma ile bütünleştiren [tane
nuşmak, dolayısıyla iyi düşün­ tane sayan] doğrusal bir dizide
mektir; üslup tekniğini, figürleri gizler, görünmez hale getirir
ve mecazları ilgilendiren taraf (dis-simuler). Analiz tabloya za­
ise parçadır. man tanımalıdır, sanatın kuralı
budur.
Bütünün parçada bu şekilde
içerilmesi, bir sanat kuralı ola­ Fakat analiz sanatı neden ana­
rak sonucun ta kendisidir. Daha lojik güçten ayrıştırılmaya izin
sonra yazma sanatı haline gelen vermez? ("Analoji ve analiz, ki
konuşma sanatı, zamanın meka­ bunların başlangıcını az önce ha­
na, ardışıklığın tablosal birlik­ reket dilinde gördünüz, işte Be­
teliğe/eşzamanlılığa (simul), art yefendi, dilin tüm ilkeleri gerçek­
arda gelişin, düşüncenin "hepsi te bu dile dayanır:' [ Grammaire,
bir arada"sına, "aynı anda"sına 1, 43 1 ] ) Eğer analiz ve analoji, di­
geldiği gibi düşünceye gelir, mü­ lin tüm yapısını yiikseltip destek­
dahale eder. Düşünce, "düşün­ liyorsa, sarayın/damağın tonozu
menin henüz bir sanat olmadı­ ya da asıl kemeri nedir?
ğı" anda, tek bir bakışta, bütün Tuvali zaman duy(g)usuna aça­
fikirler alanını görür; çokluk, rak onu gizlemeyi mümkün kılan
tek bir parça halinde, analizden da tam olarak budur: (semantik)
önce, bir tür levha veya sayfa analoji (duyusal) analojiye, anla­
üzerine teslim eder kendini. Bir mın analojisi, duyuların analo­

çocuğa olduğu gibi, konuşma­ jisine benzer; ve anlam duyular


ya başlarken "zaten fikirleriniz" arasında geçiyorsa da, öncelikle
olmasaydı ve ben "yargımı oluş­ "işitme organının diğer duyularla
turan tüm fikirleri zaten görme­ analojisi" yoluyla meydana gelir.
seydim" nereden başlayacağınızı Eksen gibi işleyen ayak bileği
nasıl bilebilirdiniz? "Eğer bütün (cheville pivotale: temel direk,
fikirler kendilerini hepsi bir ara­ ana eksen) hipotezi: bu son ana­
da/aynı anda sunmasaydı, nere­ lojiden (duyulan/anlaşılan ve
den başlayacağımı bilemezdim, geri kalanı) şüphe ettiniz mi her
çünkü ne söylemek istediğimi şey yıkılır, Condillac'ın felsefesi,
bilemezdim." (1, 403) hatta tam olarak felsefe.

59
Ama belki de bunu bilmiyo­ Daha sonra, bütün genel me­
ruzdur. Aynı anda, evet, ama tafor teorisi, kökensel olarak
hepsi bir arada değil: yazının ku ­ mecazi olan bütün dil felsefe­
surlan. Ki bu kusurlar belki de si, resmi duyma/anlama, jesti
Condillac'ın ardışıklık'ını (suc­ sözceleme, sürekli bir anlam­
cession) fiilen, şiddetle ve birçok dan/duyudan diğerine geçme,
kere saptırmaktan ve Condil­ birini diğeri aracılığıyla temsil
lac'ın analizinin koşulu olduğu etme, kendilerini -birlikte/eş­
analizi, Condillac'ın analizine zamanlı- hareket dilinin tab­
karşı döndürmekten ibarettir. lolarında veren renkleri ve çiz­
"Bir düşünce zihinde ardışıklık gileri, sesin çizdiği çizgiye göre
göstermiyorsa da konuşmada analiz etme, yani "art arda ve
ardışıklık gösterir ve burada ne sırayla gözlemleme" olanağın­
kadar fikir içeriyorsa o kadar çok dan hayat bulmuş olacaktır
parçaya ayrılır. Böylece düşü­ -zira doğa bedene ve pantomi­
nürken ne yaptığımızı gözlemle­ me yol açar. Başka bir deyişle,
yebilir, bunun farkına varabilir; dilin yine de sürekli beslendiği
dolayısıyla düşüncemizi nasıl yö­
metaforu konuşurken azaltma
neteceğimizi öğrenebiliriz. Böy­
olanağından. "Hareket dilini
lece düşünmek bir sanat haline
konuşurken, şeyleri hissedilir
gelir ve bu sanat da konuşma
imgelerle temsil etme alışkan -
sanatıdır. [ . . . ] Konuşma sanatı­
lığı edinmiştik: bu nedenle
nı, bizi fıkirden fıkire, yargıdan
benzer imgeleri kelimelerle
yargıya, bilgiden bilgiye götüren
çizmeye çalışacağız. Ses çıka­
analitik bir yöntem olarak gör­
ran tüm nesneleri taklit etmek
memin nedeni işte bu ve onu
doğal olduğu kadar kolaydı.
sadece düşüncelerimizi iletmek
Diğer nesneleri resmetmek
için bir araç olarak görmek onun
sağladığı asıl avantajı göz ardı et­ şüphesiz daha zor olacaktır,
mek olur:' (1, 403-404) yine de resmedilmeleri gereki­
yordu ve bunu yapmanın bir­
Konuşma sanatı, şüphesiz ikin­
çok yolu vardı.
ci sırada gelir (second). Zamanın
mekanı etkilemesi [mekanın bi­ " i lk olarak, işitme organı ile
çimine girmesi: affecter] ya da diğer duyular arasındaki ana­
mekanın hiçbir zaman olmaya­ loji, kullanacağımız bazı kaba
cağı şeymişçesine, zamanmışça­ saba ve kusurlu renkleri sağlı­
sına davranması (affecter de) gibi, yordu.
tablosal düşüncenin imdadına " İkinci olarak, hecelerin yu­
yetişen ardışıklığın kendisi olarak muşaklığında ve sertliğinde, te­
ikinci. Ancak tam da ikinci bir laffuzun hızında ve yavaşlığında

60
sanat olduğu ve, ne ise o olarak, ve sesin elverişli olduğu farklı
etkilediği tabloyu analiz etmeyi, bükülmelerde [ton değişiklikle­
onu sırayla, unsur unsur incele­ rinde] de renkler vardı.
meyi mümkün kıldığı için, artık "Son olarak, gördüğümüz
ikincil bir araç, bir iletişim aracı, gibi, işaretlerin/göstergelerin se­
zaten orada olanı ifade etmek için çimini belirleyen analoji, hare­
yararlı bir yardımcı değildir. En ket dilini her türden fıkri temsil
azından, ana ilgi alanı bu değildir. etmeye uygun yapay bir dil ha­
Dil, bir karşılıklı alıp verme aracı line getirebildiyse, eklemli sesle­
olmaktan önce bir bilimdir, ana­ rin diline de neden aynı avantajı
litik bilgi gücüdür. "Onu sadece sağlamasın?" (1, 432)
düşüncelerimizi iletmek için bir
Ancak iki dizilim/ardışıklık
araç olarak görmek onun sağla­
(sekans) arasındaki, mekan ve
dığı asıl avantajı göz ardı etmek
zaman dizilimleri arasındaki
olur.
analojiyi, daha doğrusu görü­
"Dolayısıyla dillerin mükem­ nür olanın bileşik eşzamanlılığı
melliği, analize uygunlukları ile işitilebilir olanın zamansal
oranındadır. Analizi ne kadar dizilimi arasındaki analojiyi
kolaylaştırırlarsa, zihne o ka­ dikkate alırsak, analizin kendi­
dar yardımcı olurlar. Nitekim, ni konuşma sanatından önce
sayılarla hesap yaptığımız gibi haber verdiğini, bir bakıma bir
kelimelerle yargıda bulunur ve bakıştalar arasında kendini ön­
akıl yürütürüz; geometriciler celediğini görürüz. Her ne ka­
için cebir neyse, insanlar için dar, bir araya toplanmış birçok
de dil odur. Kısacası, diller yön­ nesneyi "bir bakışta" [hemen]
temlerden ve yöntemler de dil­ algılayabilsek de, göz üzerinde
lerden başka bir şey değildir... etkili olan her şeyin "tam bir he­
Böylelikle, yazma sanatının, akıl sabını" elde etmek için, analitik
yürütme sanatının ve düşünme ardışıklığı bakışa dahil etmemiz
sanatının konuşma sanatına in­ ve böylece baştaki karışıklığı
dirgendiği görülür." (I, 404) çözmemiz gerekir. Burada, ko­
O halde yazma sanatı, konuş­ nuşmanın sessiz eşiğinden iti­
ma sanatına indirgenmiştir. Bu­ baren, göz ile görmeyi, görmek
rada yazı sanatına bakın. Condil­ ile bakmayı ayırmalı. Başka nasıl
lac onu yazı tekniğinden, grafik okuyabilirdiniz ki? Örneğin her
notasyon sistemlerinden ayırır, algıya çarpan bu14, beriki, daha
tıpkı edebiyatın tipografiden ya adı konmamış metinsel şaşılık:
da şiirin kaligrafiden ayrıldığı " [ . . . ] Onları seçik bir şekilde al­
gibi Ancak sözden, konuşma gılamak için, gözlerinizde hepsi
sanatından farklı olarak, yazma aynı anda oluşan bu duyumları

61
tekniği her şeyden önce bir ile­ art arda gözlemlemek gerekir.
tişim aracıdır. Taşıdığı şeyi asla "Onları bu şekilde gözlemle­
etkilemeyen [onun biçimini al­ diğinizde, bir nesneden diğerine
mayan], üretmeyen ya da dönüş­ yönelen gözünüze göre ardı­
türmeyen ikinci bir araçtır; bir şıktırlar: ancak onları kucakla­
taşıma aracını, yani zaten mecazi maya devam eden görüşünüze
ve metaforik olan bir dili taşırken göre eşzamanlıdırlar. Nitekim,
bile. İmajlar aynı kalır. Bir sekans­ sadece tek bir şeye bakarsanız,
tan [diziliş/kesit] diğerine, sekans birçok şey görürsünüz; hatta
olmayandan sekansa, gözden ku­ baktığınızdan çok daha fazla şey
lağa analojidir yine. insan Bilgile­ görmemeniz mümkün değildir:'
rinin Kaynağı Üzerine Deneme'nin (1, 435)
"Yazıya Dair" bölümü şöyle başlar: Burada baktığınız şeyin öte­
"Düşüncelerini birtakım seslerle sini görürsünüz. Yazma sana­
birbirlerine anlatmak durumuna tına, üslup değerleriyle sınırlı
gelince, insanlar bu düşünceleri retoriğe dair incelemenin her
kendilerinden sonraları da yaşat­ zaman bir tablo çerçevesinde
maya ve mevcut olmayan kim­ tutulduğunu ve ona, görmenin
selere tanıtmaya elverişli olarak değilse de bakışın işleyişinin
birtakım yeni işaretler tasarlamak hükme�tiğini göreceksiniz: çiz­
zaruretini duymuşlardı. Bunun ginin/anlatımın (trait) netliği
üzerine muhayyile onlara ancak ve karakteri. İlk sözcüklerinden
zaten hareketlerle ve kelimelerle itibaren, "Üslubun tüm güzelli­
ifade etmiş bulundukları ve daha ğini, Beyefendi, iki şey oluştu­
ilk anlardan itibaren mecazlı (fi­ rur: netlik ve karakter:' Ve ilk
gure') ve cinaslı (metaphorique) dili kitabı De l'art d ecrire'den iti­
'

vücuda getirmiş olan aynı teşbih baren problematiğini, görme


ve istiareleri (images) sunmuştu. ile bakma, bir bakıştanın "aynı
Demek oluyor ki en tabii çare ve anda/bir arada"sı ile analitik
vasıta, eşyanın hayallerini (images) bakışın ardışıklığı, halihazırda
tersim etmekten [resmetmekten, mekan ile zaman, jest ile söz
çizmekten] ibaret kalmıştı. Bir arasındaki aralığa yerleştirir.
adam veya bir at fikrini ifade etmek (Ecr., I, 5 1 8- 5 1 9) Üslup arzu­
için birinin veya ötekinin şekli gös­ sunun, arzunun üslubunun eği­
terildi, ilk yazı denemesi de böylece tildiği bu aralığı, arzu doldur­
ancak basit bir resim olmaktan ileri mayı, aşmayı, ezip geçmeyi
gidememişti:' ( 1 , 94-95)8 arzular. Buna suppleer [-in ye­
Rousseau ile ilk kesişme, en rini tutmak, doldurmak, ek­
azından görünürde, aynı önerme sikliğini tamamlamak, telafi
(kökensel olarak mecazi dil) farklı etmek, vekalet etmek] denir.

62
bir bağlamda ve dolayısıyla fark­ Ve Condillac, bir filozof olarak,
lı bir işlevle ifade edilir. Metafor, ikame (suppleance) imkanını
İnsan Bilgilerinin Kaynağı Üze­ her zaman analoji imkanından
rine Deneme'ye göre ihtiyaçtan, hareketle meydana koyar. Ana­
Dillerin Kökeni Üstüne Deneme'ye loji her zaman bir yerde görü­
[Rousseau] göreyse, tutkudan do­ nen ile görünmeyenin, mekan
ğar. Metafor, yani söz. Condillac, ile zamanın, göz ile kulağın,
eklemli dili, temel avantajı ve yük­ parmak ile dilin analojisidir.
lemi bakımından, araç ve iletişim Bağlantı ve ilişkilendirme ol­
aracı/yolu olarak tanımlamayıp madan ışığın hiçbir etkisi yok­
bu niteliği, yazıya tahsis ederken tur, "fıkirler karşılıklı olarak
Rousseau, iletişimi tüm alana ya­ birbirine yol açmadıkça zihin­
yar. Hem de Dillerin Kökeni Üs­ de ışık yoktur. Bu ışık sadece
tüne Deneme'nin ilk bölümü olan onların arasındaki ilişkiler gö­
"Düşüncelerimizi iletmenin Çeşitli zümüze çarptığı için hissedilir­
Yolları Ostüne"den itibaren. "Bir dir. [ . . . ] [ . .İ]lk göz atış, çok ge­
insan, başka biri tarafından his­ niş bir alanda gördüğümüz her
seden, düşünen ve kendine ben­ şeyi çözmek için yeterli değildir
zeyen bir varlık olarak tanındığı [ . . . ] . [ .. Z] ihninizin zayıflığını,
anda ona, kendi hislerini ve dü­ görüşünüzün zayıflığını telafi
şüncelerini iletme arzusu ya da etmek için kullandığınız hile ile
gereksinimi, bunun araçlarını ara­ telafi ediyorsunuz ve çok sayıda
maya yöneltir. Bu araçlar, bir in­ fıkri, ancak her birini ayrı ayrı
sanın başka bir insan üzerinde et­ ele aldıktan sonra kucaklayabi­
kide bulunabilmesinin tek aletleri lirsiniz." {I, 5 1 9)
olan duyulardan çıkabilir sadece?' Bu yüzden öğretmen, Prens'e
(Jean-Jacques, Rousseau, Essa i sur okuma yazma öğretmek için
l'origine des langues, 00. Charles şöyle der: Tekrar okuyun, bunu
Porset, Ducros, 1 968, eh. I, 27)9 tekrar okuyun, şu anda sadece
Bu saptamayı söz konusu araçların gördüğünüz şeye iyice bakarak
gerekçeli bir envanteri takip eder: genç zihninizin zayıflığını telafi
"Başkasının duyuları üzerinde et­ edin. Adımlarınızı geriye doğru
kide bulunabildiğimiz genel araç­ takip edin, gözlerinizin önün­
lar iki tanedir: Hareket ve ses", yani deki, sağdaki, soldaki, üstteki ve
"jest dili" ve "ses dili?' alttaki tüm kelimeleri ve cüm­
Rousseau'ya göre (konuşu­ leleri karşılaştırın ve ilişkilendi­
lan) dilin kökeni tutkuya dayanır rin. Analojiyi, yani arzuyu takip
("Nasıl ki insanları konuşturan ilk edin: ufuk ile odanız arasındaki
güdüler güçlü duygular [passions: ışık ("Kıra yayılmış nesneleri
tutkular] olmuşsa, insanın ilk ifa- algılamak için odanızdaki mo-

63
deleri de söz sanatlarıyla yüklü bilyalan görmek için gereken­
ifadeler [mecazlar] olmuştur"), den daha fazla giin ışığı gerekir."
Condillac'a göreyse dil önce bir [I, 5 19]); ve az çok karanlık
hesap yapar, analitik bir süreci odanızda, okurken, yakındaki bu
kurallara göre düzenler ve bir masa, bu tablo, çalışma masanı­
yöntemin gidişatını verir. Ve za atılan bu bakış ve arzunuzun

yöntemin dili, yöntem olarak dil, kompozisyonu arasındaki fikir­


önceden belirlenmiş, ideal, tarih lerin ilişkisi (gibi, tıpkı, böyle),
dışı bir izi takip eden bir yol iz­ "Nitekim, nasıl ki görmeyle gelen
lemez sadece. Tıpkı çeşitli diller duyıımlan ayrıştırmanın tek yolu
olduğu gibi çeşitli yollar vardır onları birbiri ardınca sıralamak­
ve bu yöntemsel yollar dillerin sa, bir düşünceyi ayrıştırmanın
ta kendisidir, ki bunların hesa­ tek yolu da onu oluşturan fikirleri
bı tarihsel olarak kendi kendine ve işlemleri birbiri ardınca sırala­
teşekkül eder. Ve diferansiyeP0 maktır/getirmektir. Örneğin, bu
olarak teşekkül eder; burada ana­ çalışma masasını gördüğümde
litik-analojik seyir, derece farkı­ sahip olduğum fikri ayrıştırmak
nın ritim verdiği ayak izi, en asli için, üzerimde aynı anda yarattı­
retorik işaretlerine ("orantılı ola­ ğı tüm duyıımlan, yüksekliğini,
rak': "gibi/kadar" ya da "nasıl ki") uzunluğunu, genişliğini, rengini
değin takip edilmelidir. vb. art arda göz önüne almam ge­
Şimdi tabloda görmediğiniz rekir; işte böyle, içimde bir arzu
şeye bakın: analitik-mantık ya da uyandığında, düşüncemi ayrıştır­
dillerin hesabı farkı düzene so­ mak için, hissettiğim tedirginlik
kar, dereceleri hiyerarşize eder. ya da rahatsızlığı, beni rahatlata­
Hiyerarşi öncelikle etnik-dilsel­ cak nesneye dair oluşturduğum
dir: "Dolayısıyla diller, analizlere fikri ondan mahrum olmanın
,

uygun oldukları oranda az ya da beni içine attığı hali, ona sahip


çok mükemmeldirler. Analizleri olmanın bana vaat ettiği hazzı
ne kadar kolaylaştırırlarsa, zihne ve tüm yetilerimin aynı nesneye
o kadar yardımcı olurlar. Ni­ doğru yönelmesini art arda göz
tekim, sayılarla hesapladığımız önüne alırım. [ .. D] üşüncelerimi­
gibi kelimelerle de yargılar ve zi ayrıştırma sanatı, eşzamanlı
akıl yürütürüz. Cebir, geometri­ olan fikirleri ve işlemleri ardışık
ciler için neyse, diller de halklar hale getirme sanatıdır sadece.
için odur. Tek cümleyle, diller "Düşüncelerimizi aynştırma
yalnızca yöntemlerden, yön­ (decomposer) sanatı diyorsam
temler de yalnızca dillerden iba­ eğer, m�ramımı bu şekilde an­
rettir. Netice itibarıyla, nasıl ki latmam sebepsiz değil." (Gram­
geometriciler ancak yöntemleri- maire, I, 436)

64
ni m�emmelleştirdikleri ölçü­ Doğruladığımız gibi, konuşma
de ilerleme kaydetmişlerse, bir sanatı ve kısaca sanat, düşüncede
halkın zihni de ancak kendi di­ ancak sonucun (sıralı ardışıklı­
lini mükemmelleştirdiği ölçüde ğın) resimde meydana geldiği gibi
ilerleme kaydeder. Yöntemlerin beliriveriyorsa, o zaman ayrıştır­
kusurlu olması nasıl hesaplama ma sanatı düşünme sanatından
sanatına sınırlar koyuyorsa, di­ başka bir şey değildir.
lin kusurlu olması da düşünme Condillac'ın felsefi ayrıştır­
sanatına sınırlar, koyar. Her masını farklı bir şekilde ayrış­
yüzyılda yaşayan geometriciler tırmak. Onu temel sanatında
nasıl aynı problemleri çözeme­ yapısöküme uğratmak, temel
mişlerse, aynı sebeple, bir halk olana ulaştığını ve basit olana
da tüm zamanlarda aynı be­ dokunduğunu iddia ettiği her
ğeniye, aynı zekaya, aynı zihin yerde analitik-mantığında fiilen
genişliğine sahip değildir. Bu, parça parça sökmek; söyleminin
yazma sanatının, akıl yürütme ardışıklığının karşısına, tablosal
sanatının ve düşünme sanatının birlikteliğin/ eşzamanlılığın veya
konuşma sanatından mürekkep çizgisel dizinin mekanı olmayan
olduğunu göstermektedir; tıpkı başka bir mekan, birleştirmeye
tüm geometrinin yöntemsel he­ yönelik kompozisyon olmayan
saplama sanatından mürekkep bir karmaşıklık koymak.
olması gibi" (Introduction au Analitik-mantık bilerek bir
Cours d'etudes, I, 404) politika olarak sunulduğundan,
-Ayrıştırılamaz biçimde- et­ (Introduction au Cours d'etudes,
nolinguistik olan hiyerarşi, 1,404-405) aynı şey onun pra­
bu sebeple didaktik-sosyaldir. tik yapısökümü için de geçerli
Ansiklopedi Prens'e tahsis edil­ olacaktır. Büyük retorik, genel
miştir. O, en aydınlanmış kişi retorik, politik bir pedagojidir;
olmalıdır, ilkede her şeyi bilme­ Kral'ın hizmetindeki filozof-öğ­
lidir, dolayısıyla nasıl düşüne­ retmen, bir çocuk olan Prens'i
ceğini-konuşacağını-yazacağını eğitmektedir ("Prens'e yaptırdı­
herhangi bir tebaadan daha iyi ğım tüm çalışmalar, düşünmeyi
bilmelidir; kelimenin en geniş öğreten sanat olarak kabul edilen
anlamıyla en iyi retorikçi ol­ konuşma sanatıyla sınırlıydı"),
malıdır. Onun altında, ilkenin böylece Prens onun çocukları
bir sonucu olarak, sınıf dere­ olan ulusun yurttaşlarıyla nasıl
celerindeki farka göre düşüş konuşacağını ve onlara nasıl hük­
görülür. Kırsalın ortasına dikil­ medeceğini bilecekti ("Uluslar
miş ve en parlak gün ışığından çocuklar gibidir:' [Le Commerce
yararlanan dil binasını tek bir et le gouvernement, il, 367] )

65
sütun, tek bir tonoz, tek bir sa­ Bir çocuk retoriği keşfedebilir
rayayakta tutar. "Saraylarımızda mi? Politikayı ve de ekonomiyi,
ihtişam ve görkem ararsak, ev­ yani mülkiyet ve değer üzerine
lerimizde rahatlık bulmanın bir söylemi işin içine katmadan
hoşnutluğunu yaşarız, elimiz­ bir çocuğa retoriği nasıl ve han­
den sadece barınmak için ev gi yöntemle öğretebilirsiniz?
inşa etmek geldiğinde ise sade­ Condillac, ulusların çocuklar
ce sazdan kulübeler yaparız:' gibi olduğunu ve "hakikati gös­
(a.g.y.) Vatandaşların eğiti­ termenin hükümdarın hoşuna
minde nasıl farklar bulunması gideceğini", "Le Commerce et
gerektiğinin timsali işte budur. le gouvernement" [Ticaret ve
Hepsinin fıtratında toplumun Hükümet] üzerine yazdığı ma­
yararına aynı şekilde katkıda kalenin sonunda söyler. Bunu
bulunmak olmadığına göre, Turgot'nun Maliye Genel Denet­
eğitimin de onlara biçilen yaz­ meni olduğu dönemde ( 1 774-76}
gıya göre değişiklik göstermesi yazmıştır. "Ancak Avrupa gide­
gerektiği açıktır. Alt sınıflar için rek aydınlanıyor. Suistimalleri
çalışarak nasıl geçineceklerini gören ve bunları düzeltmenin
bilmek yeterlidir; ancak koşul­ yollarına kafa yoran bir hükü­
ların derecesi yükseldikçe bilgi met var ve hakikati göstermek
de zorunlu hale gelir. hükümdarın hoşuna gidecektir.
"Zor olan zihinleri ona hazır­ Her iyi yurttaşın hakikati ara­
lamaktır, tıpkı bazen en büyük ması gereken an gelip çattı. Onu
güçlüğün bina inşa etmek istedi­ bulmak yeterli olacaktır. Artık
ğimiz yerleri düzenlemek olma­ hakikati söylemeye yeltenmek
sı gibi. Öyle nankör durumlar için cesarete ihtiyaç duyulan bir
vardır ki verimsiz bir toprağa, zamanda değiliz ve öyle bir hü­
ancak büyük masraflarla temel kümdarlık altında yaşıyoruz ki
atabilirsiniz. Hatta hata bile ya­ hakikat bir kez keşfedildi mi kay­
pabilirsiniz, o zaman bina her bolup gitmeyecektir:' (il, 367)
taraftan patır patır dökülüp çö­ Retorik: aynı bagajla bir bölge­
ker. Yine de kaderinde hükmet­ den diğerine seyahat etmek, yer
mek bulunan bir prens, halkının değiştirmek, taşınmak. Bir sis­
ortasında yükselmelidir, tıpkı temde, bir yerden başka bir yere
muntazam ve sağlam bir sara­ geçerken bir içeriğin eşdeğerliği­
yın, süsü olduğu kırların orta­ ni, bir kuralın veya biçimin kalı­
sında yükselmesi gibi." (a.g.y) cılığını, homoloji [türdeşlik, ben­
Ama bir prens, retoriği keşfe­ zeşiklik] veya analoji bulmak. Yer
debilir mi? İşin içine bütün bir değiştirme içinde yer değiştirme:
politik ekonomiyi dahil etme- "Politik ekonomi" bölgesinden

66
den bir çocuğa retorik nasıl ve "dar retorik" (yazma sanatı) böl­
hangi yöntemle öğretilebilir? gesine taşınan belirli bir önerme
için işlevsel veya anlamsal bir
eşdeğerlik teşhis etmek hangi
koşullar altında mümkün olabi­
lir? Örneğin Ticaret ve Hükümet
üzerine denemeden alınmış bu
ifadeler için: "Mülkiyet hakkı
kutsaldır" ya da "İktisatçı yazar­
ların yaptığı gibi, onun falanca
şey ile filanca bir şey arasındaki
değişim ilişkisinden ibaret oldu­
ğu söylenmemelidir; bu, onların
yaptığı gibi, mübadelenin değer­
den önce geldiğini varsaymak
BAŞLANGIÇTA
olur, ki bu da fikirlerin sırasını
MECAZ VARDI
tersine çevirir", bu ise değerin
şeylerde "mutlak bir nitelik" ola­
Bu ikinci bölümün başlığı şu
rak bulunduğu anlamına gelmez;
şekilde açıklanabilir: dildeki her
değer, yargıdadır ama "onların
şey simgelemekle/resmetmekle
yararlılığı hakkında verdiğimiz
(figurer) başlamıştı, çünkü her
yargıda." (il, 266, 247)
şey eylemle, dolayısıyla eylemin
diliyle başlamıştır. Eğer tüm dil Bu tür bir soru, genel retori­
her şeyden önce tropoetique11 ğin alanına, teorik bir sistemin
(poetik, aşın mecaz, yapma/ya­ mekanları arasındaki dolaşıma
ratım bakımından mecaz [trope dair teori olarak mı, yoksa, başka
en faire] ) ise çocuk, bir prens bir mecaz, arşitektonik15 (mima­
bile olsa, retoriğe girmez; ken­ ri) teori olarak mı girer? Rasyo­
dini önceden onun içinde bulur, nel söylemin inşasına dair genel
sanki olsa olsa ayarlayabileceği/ bir teori şansı var mıdır? Büyük
düzenleyebileceği, ondan önce mantık olarak bir büyük retorik?
gelen, temelleriyle ve süsleriyle Bu şans, tek bir kitabın şansı ola­
onu aşan bir konutta yetişir. bilir. Tek bir kitap buna sonsuza
kadar uygun düşebilir. Bu öyle
bir şanstır [zar atımıdır] ki, ta­
nımı gereği iki kez başarılamaz.
Ama sonsuz sayıda kaçırılabilir.
Çocuğu retoriğe sokmanın asla Örneğin burada, büyük ihti­
söz konusu olmamasının sebebi, malle kaçırılmıştır. Condillac
onun zaten, her zaman, önceden, bunu önceden biliyordu. İyi bir

67
orada bir barınma ilişkisi içinde kitap, bilhassa da "akıl yürütme­
olmasıdır. Başından beri reto­ ye dair" iyi bir kitap yazmanın
rik, yeri, ısrar/sebat yerini (lieu tek bir yöntemi vardır: Nesnele­
d'insistance) 12 sağlamış olacak­ rin/konuların en az düzeyde sa­
tır; retorik kalır/yerinde durur.13 çılması, fikirler arasında en bü­
Tekrar14 gibi, ısrar15 gibi, kalına/ yük bağlantı, araçlarda tasarruf,
mesken (demeure) de, fondation baştan sona düzen, bir "sabit
en abyme [ uçurumlaşan temel/ noktanın" tekliği ve istikrarı. Bu
zemin, temeli uçuruma yerleş­ yöntemi ne kadar çok izlerseniz,
tirmek, temel içinde temel] , bir o kadar çok bilgi ve zevk, "ışık"
retorik figürüdür, bu yolla "bir ve "hoşnutluk" verirsiniz.
hatip, ele aldığı hususlardan biri­ Kitapların mümkün olduğun­
ni dinleyicinin zihnine iyice ka­ ca az konu içermesi gerektiğini
zımak için onda ısrar eder [onu kesinlikle belirten bu doktrin ışı­
vurgular]" (Littre). ğında burada yazılanları kendi­
Çocuk konuşmayı öğrenme­ niz değerlendirin, oysa bu kitap:
den önce, nasıl konuşacağını 1 . Çok sayıda konuya ayrılmıştır;
bilir der Condillac sık sık. Reto­ bu konular çok büyük dağılıma
riği öğrenmek, almak zorunda sahiptir ve çok büyük uyumsuz­
olmamasının sebebi retoriğin luk sergilemektedirler; 2. Konu­
kendi içinde, genel retoriğin dar lar çok büyük hızla dolaşmakta
retorikte, konuşma sanatının ve birbirinin yerini almaktadır;
yazma sanatında içerilmesidir birbirleriyle bağları son derece
(auto-implication ). kopuk, birlikten ve uyumdan
Her şey -pratikte- böyle başla­ son derece uzaktırlar; netice iti­
malıdır. Condillac figür ve mecaz barıyla herhangi bir konunun,
genel bir konunun yokluğu söz
tekniği üzerinde ısrarla durmak
konusudur. Fakat her zaman ol­
istemez. Retorikçilerin teknik
duğu gibi, sunumunun bizatihi
incelemeleri faydasız, yorucu ve
modalitesi bile olmayan genel bir
sıkıcıdır. Dikkati onlara odakla­
nesnenin yokluğu.
mak zordur, çünkü bir sürü nes­
ne, kaide, tanım, tasnif inceliği ve "Bir bütünün nasıl oluşturula­
retorikçinin retoriğinin kendisi cağını öğreten yöntem tüm türler
bu alanı tıka basa doldurur. Ken­ için ortaktır. Bu yöntem özellikle
dinizi bu şekilde yoracağınıza, der akıl yürütmeye dair eserlerde za­
kısacası Condillac, en basit ilkeye ruridir: Zira dikkat pay edildikçe
indirgenen felsefenin tavsiyesini azalır ve zihin çok fazla nesne ta­
izleyin: fikirler arasındaki iyi, en rafından oyalandıkça hiÇbir şey
büyük bağlantı, ki bunun bilimi kavrayamaz olur.
düşünme sanatını olduğu kadar "İlgi uyandırmaya yönelik

68
konuşma sanatını da teşkil eder. eserlerde eylem birliği ve eğiti­
Konuşma ve yazma sanatından me yönelik eserlerde konu birli­
en iyi şekilde faydalanmak isti­ ği, aynı şekilde, tüm bölümlerin
yorsanız, retorikçiyi değil filozofu birbiriyle tam orantılı olmasını
takip edin. Böylece, bize "didak­ ve birbirine tabi/bağlı bütün bö­
tik tür"ün kurallarını öğreten lümlerin aynı amaca yönelik ol­
Condillac, burada bizi uyarır: masını gerektirir. Böylece birlik
"öyle yazarlar vardır ki ele al­ bizi fikirler arasında en büyük
dıkları konunun anlaşılması için bağlantı ilkesine götürür; birlik
mutlaka gerekli olduklarını dü­ ona dayanır. Nitekim, bu bağlan­
şündükleri bazı ön kavramlarlarla tı bir kez bulundu mu, başlangıç,
okuyucuyu oyalamadan bir türlü son ve ara bölümler belirlenmiş
konuya giremezler. Çalışmala­ olur: Oranları bozan her şey bu­
rının başına koydukları bir tür danır; ve ışığa ya da hoşluğa zarar
sözlüktür bu. En alelade şeyleri vermeden artık hiçbir şey kesilip
ifade etmek için bilgiç sözcükler atılamaz ya da yerinden oynatıla­
kullanırlar ve en yaygın biçimde maz:• (Ecr., I, 593)
kullanılan sözcüklerin anlam­
larını değiştirirler, öyle ki aynı HAZ İLKESİNİN
konu üzerine, aynı dilde yazılmış ÖTESİNDE
birçok inceleme olsa olsa birbi­
rinin tercümesi olarak görünür Tam burada, görünüşe göre,
ve yalnızca deyimlerin çeşitliliği bu felsefi retoriğin dışına kon­
bakımından farklılık gösterirler. muş (hormise) şeyi, bu anali­
[ ... ] Ama her şeyi tanımlamayı tikmantığa göre yersiz/alaka­
kural haline getirmemeli. [ . . . ] sız (hors de mise) olanı, yani
Örneğin, mecaz çeşitlerini son­ imkansız olanı üretmek. Onu
suza kadar çoğaltmak benim için üretmek imkansızdır çünkü bu,
gayet kolay olurdu; tek yapmam onu bağlamak, yani inkar et­
gereken gramercileri ve retorik­ mek, yasaya tabi kılmak, yasayla
çileri kopyalamak olurdu. An­ uyuşmaya zorlamak anlamına
cak ne kadar bölersem böleyim gelir. Belki de böyle bir metnin
konuyu tüketmeye yetmezdi ve üretilemezliğini, verimsizliğini,
konuyu bu kadar çok alt bölüme böyle bir tanıtlamanın sonradan
ayırmak sistemimin anlaşılması­ yol açabileceği fiili bozukluklar­
nı engellerdi. Önsözler de suisti­ dan umutsuzluğa kapılmadan,
malin bir başka türüdür. (Ecr., I, tüm inkarlarınıza rağmen ya da
594-5) "Retorikçiler birçok mecaz zaten inkar ederek tanıtlamak.
türü ayırt ederler; fakat onların Bilgi ve haz arasında bağlan­
peşine takılıp tüm bu ayrıntılara tı, neden? Fikirlerin bağlantısı

69
dalmanın bir manası yok. Yal­ ve haz arasında, bağlantı ilkesi
nızca fikirler arasındaki ilişki on­ ve haz ilkesi arasında bağlantı
ları nasıl kullanmanız gerektiği olarak "ışık" ve "hoşluk" (agre­
konusunda sizi aydınlatmaya ye­ m en t) arasında bağlantı, neden?

ter; ve bu ilkeyi nasıl uygulaya­ Peki ya daha büyük bir haz ya


cağınızı bildikten sonra, mecazı­ da daha bağlantısı kopmuş/çö­
mürsel mi (metoniıni), metalepsis zülmüş (deliaison) bir haz, bağ­
mi, hafifletme mi vs. kullandığı­ lantının kopmasından doğuyor­
nızın ehemmiyeti olmayacaktır.
sa? Ya hazzın mantığı, bağlan­
Bu isimleri belleğinize atma­ tının tam da öte yandan müm­
maya dikkat edin. Ama şimdi kün kıldığı şeyi aynı zamanda
bazı örneklere gelelim:' (I, 561 ) sınırlayacağı ve engelleyeceği/
Örneklere, pratik öncelemele­ bastıracağı kadar karmaşıksa? Ya
re başvurmak, ampirist bir acele­ bu soruların ortaya çıkışı ancak
cilik anlamına gelmez. Bu, teorik analitik-mantık tarafından hiza­
bir başarısızlık değil, pratik bir ya sokulmuş/sıralanmış zevkin
felsefenin, bir eylem felsefesinin enerjilerini ve güçlerini pratik
kesin bir sonucudur. Ki bu felse­ olarak çözerek, felsefi-retoriği
fe, ilkesi, kökü, kaynağı, unsuru reddederek bakış açılarını, oku­
ve modeli her zaman eylem/ha­ ma veya yazma noktalarını geo­
reket dili olan bir konuşma sana­ metrikleştirmeden dağıtarak, her
tına indirgenmez. Dilin eylemi, sabit noktayı patlatarak, ona hep
dilden önce eylem. bir fazla ekleyerek veya ondan
Sorunun ilk cevabı: retorik bir fazla çıkararak yazılabilseydi?
neden her zaman kendisinin Birden fazla, ikiden fazla. Ar­
bir parçasıdır? Neden iki yayılı­ tık en kısa yolla sınırlı ekonomi
mı vardır ve böylece kendinden yok. Kendimize şunu sormamıza
önce davranır [kendini haber izin veren tek ekonomi olan yol­
verir] ? Dil aslen mecazi (figure) dan çıkarıcı ekonomi: Bir kere
olduğu için, dilin hiçbir parçası, Condillac' da neden iki sabit nok­
ilke olan dar retorikten bile ka­ ta gerekli? Nasıl yazmamalı?
çamaz. Ve eğer dil aslen mecazi "Konu ve amaç, işte bizi yö­
[kökeni figür] ise, bunun nedeni netmesi gereken iki bakış açısı.
onun her şeyden önce eylem/ "Böylece, bir fikir ortaya çık­
hareket dili olmasıdır. tığında, konumuzla bağlantılı
Retorikçilerde eksik olan şey olarak onun konumuzu, konu­
bilgidir. İlkeden -en başından yu ele alış amacımıza göre geliş­
beri figürden/mecazdan- biha­ tirip geliştirmediğini ve bizi en
ber oldukları için kural ya da re­ kısa yoldan götürüp götürme­
çete formüle etmekten acizdirler. diğini düşünmeliyiz.

70
Örneğin, figür/mecaz kullanımı­ "Konumuzu tek bir sabit nokta
nı azaltmayı tavsiye ettiklerinde kabul ederek, ayrım gözetmeden
neden bahsettiklerini bilmezler, her tarafa yayılabiliriz. Dolayısıyla
sanki figür/mecaz dilin figürü­ ne kadar uzaklaşırsak, zihnimizin
nün ta kendisi olduğundan, onu içinde yolunu şaşırdığı ayrıntılar
kullanılması bir suistimal biçimi arasında o kadar az ilişki olur: Ar­
değilmiş gibi. İşte retorikçinin tık nerede duracağımızı bilmeyiz
kendi başına düşünmekten aciz ve hiçbirini tamamlamaksızın bir­
olduğu şey tam da figür/mecaz çok esere girişmiş gibi görünürüz.
ekonomisidir. "Ancak elde ikinci sabit nok­
"Retorikçiler, mecazların açık­ ta olarak iyice tanımlanmış bir
lığı ya da hoşnutluğu artırmak amaç/son olduğunda, yolun ha­
dışında kullanılmaması ve her ritası çıkar: Her adım daha fazla
şeyden önce de mecazların abar­ gelişime/ilerlemeye katkıda bu­
tılmaması, saçıp savrulmaması lunur ve herhangi bir sapma ol­
gerektiğini söylerler. Ama mecaz madan sonuca ulaşılır.
kullanımında aşırıya kaçanla­
"Eğer eserin bütünü, bir konu­
rın niyeti, onları saçıp savurmak
ya ve bir amaca sahipse, yine her
mıdır? Anlaşılmaz olmak ya da
bölüm de bir konuya ve bir amaca
okuyucuyu şaşkına çevirmek mi
sahipse, her madde, her cümle. O
istiyorlar? Kaldı ki mecazları saçıp
halde aynı tutumu ayrıntılarda da
savurmak ne demek? Dolayısıyla
göstermek gerekir. Böylece, eser
bu tür muğlak tavsiyelerde bulu­
bütünününde, her bölümde bir
nanların, bütün dillerin başlan­
olacak ve onda her şey mümkün
gıçta ne ölçüde mecazi olduğuna
en büyiik bağlantı içinde olacaktır.
dair hiçbir fikirleri yok. Aksine
ben diyorum ki, onları ne kadar "Demek ki bir eser, en büyük
çoğaltsak azdır: Ancak her zaman bağlantı ilkesine uygun olarak,
fikirlerin bağlantısına riayet etmek en az sayıda bölüme, bölümler
gerektiğini de ekliyorum:' (1, 568) en az sayıda maddeye, maddeler
en az sayıda cümleye ve cümleler
de en az sayıda kelimeye indir­
genecektir . . . Ne kadar saparsak
sapalım hep bir tür bağlantı yön­
lendirir bizi. (Ecr., I, 593)
"Yoldan/konudan sapma arzu­
Demek ki retorikçi, bu haliy­ su nedir? Geri dönüşü olmayan
le, ne hakkında konuştuğunu yoldan/konudan sapmalarvar mı­
bilemezdi. Kendi nesnesinin dır? Adımlan sıklaştıralım: "Geri
doğasını ya da yapısını tanıya- dönmenin umulmadığı yoldan/

71
mazdı. Ne hakkında konuştuğu­ konudansapmalar var mıdır?"
nu bilmezdi, başka bir deyişle, Daha hızlı: "Geri dönmemenin
bilip etmeden, yani konuşmayı umulduğu?" Daha da hızlı: Ken­
bilmeden, konuşmanın ne an­ dilerinden hiçbir şeyin umulma­
lama geldiğini bilmeden konuş­ dığı yoldan/konundan sapmalar?"
maktan bahseder. Condillac, "konudan sapma­
Filozof, bu haliyle, bunu ona ların iyi kullanılması gerektiği­
öğretmelidir. Retorikçiye ken­ ni" salık verirken (Ecr., I, 594)
di nesnesinin kökenini ve ya­ basit bir kural ortaya koyar: İyi
pısını göstermelidir. Ancak fi ­ bir konudan sapma, geri dönüş
lozofun (kendine has v e genel) amacıyla yapılmalı ve bu dolam­
nesnesi konuşma sanatı olarak baç sayesinde, yol boyunca daha
düşünme sanatı olduğundan, fazla bilgi ve haz sağlayarak tek­
filozof büyük (genel) bir reto ­ rar konuya götürmelidir. Sap­
rikçi olarak küçük retorikçinin ma, bağlantının yararına çalışır
transandantal öğretmeni hali­ ve "ekonomisi", yani onu eve
ne gelir. geri getiren yasa, ışığın yararını
Mecazi olarak transandantal hoşluğun yararından ayırmaz.
diyebileceğimiz "Retoriğin nes­ Kurallarda söz konusu olan haz
nesi nedir? Hangi koşullar altın­ ve bilgidir: "Konu dışına çıkma­
da retoriğin bir nesnesi olabilir? ya ancak, hakkında yazdığımız
vb." sorusu zaten "büyük" reto­ konuda, onu arzu ettiğimiz tüm
riğin sorusudur. üstünlükleriyle sunacak bir şey
bulamadığımızda izin verilir."
Nitekim, küçük retorikçi,
örneğin mecazların abartılma­ Condillac hakkında dolam­
ması gerektiğini söylediğinde, baca sapmadan nasıl konuşula­
neden bahsettiğini bilmiyorsa, bilir?
bunun nedeni (uğraşması ge­ "Bu yüzden onun sağlamadığı
reken) mecazların dilin hususi şeyleri başka yerde arıyoruz; ama
ve belirlenmiş olanakları ol­ çok geçmeden geri dönmek ama­
duğuna inanmasıdır. Öte yan­ cıyla ve daha fazla ışık ve daha
dan, dilin kökeni ve özüyle il­ fazla hoşluk yayma umuduyla.
gilenen filozof ise, figürlerin O halde konudan sapmalar ve
mecazların hususi etkileri ol­ bölümler asla ana konuyu unut­
madığını bilir: mecazlar dilin turmamalı; bunların ana konuda
tarihinin belirli bir anında başlangıçları ve sonları olmalı ve
birden ortaya çıkmazlar, dili bizi tekrar tekrar ona geri götür­
emekleme çağından itibaren melidirler. İyi bir yazar basiret
oluşturur ve yayıldığı bütün sahibi seyyaha benzer, yoldan çı­
alanı kaplarlar. Bu bilinme- kar çıkmasına lakin, ancak mutlu

72
diği sürece, mecazların kulla­ mesut devam etmesini sağlayacak
nımına ilişkin tavsiyeler ister konforla (commodite: rahatlıklar/
istemez "muğlak", hatta saç­ kolaylıklarla) yola geri dönmek
ma olacaktır. Klasik retorikçi üzere." (Ecr., I, 594)
"metaforları çoğaltmayın" tav­ Daha fazla konfor, çıkarılan
siyesinde bulunur. Araların­ masraflar, ikincil faydalar, ışık
dan seçim yapabileceğimiz tek ve haz ikramiyeleri için yoldan
şey metaforlarsa, onları nasıl çıkmalar. Doğrusu ya Ticaret
çoğaltabiliriz, nasıl çoğaltma­ ve Hükümet üzerine deneme­
yabiliriz? " Onları ne kadar ço­ de, "konfor için yapılan gereksiz
ğaltsak azdır", Condillac bunu harcamalar (luxe)" ne övülür
söylerken kendimizi barok, ne yerilir, bunlar "son derece
taşkın ve lüks bir uygulamanın pahalıya mal olabilir", böylece
kollarına bırakmamızı teklif şatafat için yapılan gereksiz har­
etmez. Zaten Condillac lüksü camaların karşısında yer alırlar,
sevmezdi ya da en azından ki bunlar bütçeyi "en az batıran"
lüksün "ihtişam", "rahatlık" ya harcamalardır, çünkü tüketilme­
da "havailik/önemsizlik" ser­ ye izin vermeden işe yararlar ve
gilemesine göre ona gösterdiği "havailik için yapılan gereksiz
sevgi hayli değişirdi. ( « Lüksün harcamaların" da karşısında yer
çok sayıda işçiyi beslediği ve alırlar, bunlar en beteridir çün­
zenginlik devlet içinde kaldı­ kü "yeni biçimler altında sürek­
ğı sürece, bir aileden diğerine li bu harcamaların yapılmasını
geçmesinin pek önemli olma­ gerektiren modanın uçarılıkla­
dığı söylenecektir şüphesiz. rına tabidirler'', "haddi hududu
[ . . ] Lüksün çok sayıda işçiyi
.
olmayan masraflara boğarlar?'
beslediğini kabul ediyorum . Kötü yoldan/konudan sapma
Ancak kırsal kesime yayılan havailiktir/önemsizliktir <frivole).
sefalete gözlerimizi mi kapata­ Bu, onun hoşluktan mahrum
cağız? Kimin geçinmeye daha ettiği anlamına mı gelir, yoksa
fazla hakkı var, lüks mallar bilmeden haz verdiği, arzuyu
üreten zanaatkarın mı, yoksa kendisinden, arzuyu bilme ar­
çiftçinin mi?" (Le Commerce zusundan ayırdığı anlamına mı?
et le gouvernement, il, 3 1 O- 1 1 ) İyi yoldan/konudan sapma
geri dönüştür. Arzuyu bölme­
"Onları ne kadar çoğaltsak yen ciddi bir yoldan/konudan
azdır", çünkü dilin başlangıcın­ sapma, eğer tek bir sabit nokta
dan itibaren her şey metafordur. olsaydı, bir gerileme (kaynağa
Dilde her şey mecazidir ve tüm dönüş) olurdu. Bir çember olur­
mecazlar benzerdir (analogue): du bu. Çember metaforu yol-

73
metaforlar; ve birbirlerine ben­ dan/konudan sapma hareketinin
zerler: metaforlar. Problem eko­ iyi yoludur. Ancak sabit nok­
nomik değildir: çok fazla ya da taları çoğaltırsak -Condillac'a
çok az, aşırı bolluk ya da nadir­ göre iki tanedir- geri dönüşün
lik, mecazların çoğaltılması ya garantisi yoktur, hatta ne varı­
da çıkarılması; problem düzen şın ne de kalışın garantisi vardır
ve analizdir. Analist, mecazların zira iki nokta (konu-amaç/son)
kullanımının "fikirler arasında­ bir elipsin merkezleri değildir.
ki bağlantı"ya ve içeriğin zorun­ Işık ve hoşluk birbirine bağ­
lu ve analitik-analojik silsilesine lıdır. Analiz ve analoji yoluyla
uygun olmasını tavsiye eder. Birbirilerine ve bağlama ilkesine
Condillac'ın eğilimi, transan­ bağlıdırlar. Fikirler arasında, tem­
dantal türde en genel felsefi tipe sil içerikleri arasında mümkün en
karşılık gelir. Verili bir bilimin büyük bağlantı, mümkün en bü­
tüm özgünlüğü, tüm mutlak yük miktarda bilgi ve haz sağlar.
bağımsızlığı reddedilir; nesne­ Neden? Esasında, her daim
sinin anlamı ve kökeni üzerinde bağlantıdan bahseden Condil­
otorite ve bilgi sahibi olma hak­ lac, bunun ne olduğunu da ne­
kından mahrum edilir, özellikle den daha iyi olduğunu da asla
bu bilim, dilbilim olduğunda. açıklamaz. Ya bağlantı, müm­
Retorikçiye, kim olduğunu, ne kün kıldığı şeyin ta kendisini
yaptığını, neyle meşgul oldu­ sınırlarsa, zayıflatırsa, durdu­
ğunu ve nesnelerini nereden ve rursa? Dolayısıyla ya, başka bir
neyle elde ettiğini öğretmesi ge­ mantığa göre, başka bir mantık
reken kişi, filozoftur. Ama aynı akışına göre, bağın sınırı, en sı­
zamanda bu nesnenin, dilin nırına vardığında, izin verdiği
bütünü olduğunu, dilin öncelik­ şeyi, yani hazzı yasaklamaksa.
le yalnızca mecazlardan ibaret "Bu yüzden seçtiğimiz konu­
bulunduğunu ve dilden önce dan sapmadığıınızdan emin ol­
belirlenebilir hiçbir şeyin düşü­ mak için sürekli uyanık olmalıyız.
nülmediğini ortaya koyarak, re­ Kendimize sınırlar koymak ya da·
torikçiye verilen şey onun elin­ bu sınırları aşmak için kendimizle
den alınmış olur. Dil bir nesne hep mücadele halinde, en ufak bir
olamaz. Ve genel olarak retorik, bahaneyle en büyük sapmalara
felsefedir. O da sadece retorik­ hakkımız olduğuna inandığımız
ten ibarettir. oranda buna daha da dikkat kesil­
meliyiz." (Ecr., I, 593-94)
Bu argüman, tüm dilin baş­
Ôte: haz ilkesinin hakimiye­
langıçta mecazi olduğu aksiyo­
tine (Herrschaft), dürtüsel uya-
muna dayandığından, en so­
nunda bu aksiyomatiğe varılır Ed. 1775 : ve

74
kaçınılmaz olarak. Bu aksiyoma­ ranların psişik aygıtında, birin­
tik, özünde felsefi olduğundan ve cil süreçteki yatırım enerjileri
genel olarak konuşma sanatının arasındaki bağlantı hizmet eder.
alanına girdiğinden, Yazma Sanatı Birincil olandan ikincil olana ge­
onu anar, hatırlatır, konumlandı­ çiş, haz ilkesinin yararına, onun
rır, ancak serimlemez. Bu yüzden hizmetinde (im Dienste) çalışan
ondan en az on yıl önce yayımla­ bir bağlantı sürecidir. Ama bu
nan ve açıkça felsefi bir çalışma ilke de, hakim olarak uyarılmayı
olan insan Bilgilerinin Kaynağı azaltmaya -hiçe indirgemeye ya
Üzerine Deneme'ye geri dönmek da en düşük seviyeye düşürme­
gerekir. ye- yönelik bir işlevin hizmetin­
Şüphesiz Condillac konuşmayı. deki (im Dienste) bir eğilimdir:
mecazla eşitlemek konusunda yal­ Dolayısıyla bağlantının eğilimi,
nız değildir. Bu önerme, felsefe ve aynı anda hem azami hem de
retorik arasındaki ilişkinin tarihi asgari hazza yönelir. Bağlantı­
kadar eskidir. Aristoteles "metafor nın ekonomisi, ölümün, hazzın,
yaratmak doğal bir yetenektir" ya birincil sürecin ekonomisinden
da bu yetenek "herkese verilmiş­ kaçınır: bu yasanın karar verile­
tir" dediğinde, öne sürdüğü şey, mez anlamına dikkat ederseniz,
mecazın, konuşmanın şafağında ekonomiden.
hemen belirmiş olmasıdır. Hız­ Diyeceksiniz ki; ama Condillac
la apaçıklık havasına bürünen bu başka bir şey söylüyor, fikirleri
ifade, neyi tetiklemiştir de, sanki birbirine bağlamaktan, temsilin
bir direncin üstesinden gelmek zo­ içeriklerini birbirine bağlamak­
rundaymışçasına ısrarla tekrarlan­ tan bahsediyor. Ama öyle değil.
mıştır (Leibniz, Vico, W arburton, Öncelikle, eğer durum basitçe bu
Rousseau, Dumarsais, vs.), işte asıl olsaydı, hoşluk nereden gelecek­
soru budur. ti? İkinci olarak, "fikirler arasın­
Demek ki Condillac'ın bir öz­ daki bağlantı" daima duyguların
günlüğü varsa da bu ifadede yat­ bağlantısına ve nihayetinde do­
mamaktadır. Özgünlüğü daha ğadaki bir bağlantıya uydurulur.
ziyade onu sisteme yerleştirme­ "Ama dürtüsel uyaranların
sindedir. bağlantısı, uyarılmayı, boşalma­
Mecaz her şeyden önce, diğer dan alınan bazdaki nihai akışına
pek çok şey gibi, hareket dilinin, doğru yönlendirmek zorunda
ses dilindeki, eklemli konuşma­ olan bir birincil işlev olacaktır.
daki kalıntısı, arşividir. Mecazın, "Böyle bir bağlamda, haz ve
eylemi anlatışta, hareket dilini ko­ hoşnutsuzluk duyumlarının, bağ­
nuşma dilinde temsil ettiği [ re-p re­ lantılı olmayan uyarılma süreç­
senter: yeniden mevcut kıldığını] leri tarafından bağlantılı uya-

75
söylenebilir. Bu temsil etme, rılma süreçleri ile aynı şekilde
ikame (suppleance) statüsüne üretilip üretilemeyeceği soru­
ve biçimine sahiptir: ki ikame, su ortaya çıkmaktadır. Şimdi,
Rousseau'nun metnindekiyle bağlı olmayan süreçlerin, bi­
aynı işleyişe sahip olmayan ta­ rincil süreçlerin, her iki yönde
yin edici bir işlemci kavramdır. de [haz ve hoşnutsuzluk] , bağlı
Genel olarak neyin ikameden süreçlerden, ikincil süreçlerden
önce gelebileceğini bile sorma­ [ ... ] çok daha yoğun duyumla­
dan önce, Condillac'ın kendi ra yol açtığı, kesinlikle şüphe
sözleriyle, dilin kendisinin bir götürmez görünüyor. Böylece
ikame sistemi olduğunu hatır­ temelde basit olmayan bir so­
layalım. Dil, algının ya da eyle­ nuca varıyoruz; buna göre, haz
min/hareketin (action) yerini eğilimi psişik yaşamın başlangı­
alır (suppleer), eklemli dil hare­ cında, daha sonra olduğundan
ket dilinin yerini alır, yazı ek­ çok daha yoğun bir şekilde, an­
lemli dilin (ya da Condillac'ın cak daha sınırlı bir şekilde dışa
doğru ya da yanlış birbirinin vurıılur; haz sık sık kesintilere
yerine kullandığı, ses dilinin) boyun eğmelidir. [ ... ] Haz ilkesi
yerini alır. basitçe ölüm dürtüsünün hiz­
Peki, dilin kökeninde mecazın metindeymiş (im Dienste) gibi
ikame ile ne ilgisi olabilir? görünmektedir."16
Hareket dili doğal işaretler Eşit olmayan iki sütun, ak­
ve hissedilebilir temsillerle, sayan bir seyir, yoldan/konu­
"hissedilebilir imgeler"le işler. dan sapmanın savunulamaz/
Örneğin, bir mimik korkunun tahammül edilemez mantığı:
doğal bir dışavurumuysa, tek­ Condillac'ın metnini, mazgalın
rarlanması -burada üsteleme/ (grille) şiddetle bükülmesiyle
ısrar temeldir- bu mimiği bir kendisinden saptırarak oku­
işarete, kodlanmış bir işare­ mak için Haz İlkesinin Ötesin­
te dönüştürür, bu kodlanmış de'yi okumak. Mazgal [yapısı] :
işaret hem kaynağının biçimi­ Freud'un metni aksak bir yol­
ni veya hissedilebilir imgesini dan/konudan sapmadır; to­
muhafaza ettiği için doğaldır; pallamayı, yani daha doğrusu,
hem de keyfi değilse bile ya­ yuvasından oynamayı, eklem
paydır çünkü tekrar onu kodlar yerinden-çıkmayı bilimin ağır
ve bir bakıma formalize eder. ilerleyen süreci (die langsamen
Öncelikle bir jest ve eylem olan Fortschritte unserer wissen­
çığlık, belirli bir durumla ilişki" schaftlichen Erkenntnis) olarak
li olarak tekrarlanır. Bu tekrar­ üstlenir: "es ist keine Sünde zu
lanan bağlantı, eylem ve fiil/söz hinken", topallamak günah

76
( verbe) arasında, hareket dili ve değildir. Freud'un alıntıladı­
ses dili arasında hem sürekli ğı bir ozanın alıntıladığı yazı,
hem de süreksiz bir geçiş sağ­ Haz İlkesinin Ôtesinde sinin
'

lar. Tekrar, dil türleri arasın­ son sözü, sadece sistem içinde
da bir mesafe/fark yaratırken, sistematik ve spekülatif bir yol­
aynı zamanda onları analojik dan/konudan sapma değil, her
bağlantı içinde tutar: " [ ... ] tut­ şeyden önce bir yoldan çıkma
ku haykırışlarının, doğal ola­ (metnin Umweg'ini [dolambaç­
rak hareket diline yol açarak, lı yolunu] takip edin), sonu/
ruh ameliyelerinin ( operations) eregı olmayan [dolambaçlı
gelişmesine nasıl yardım etmiş yola] sapma teorisidir, dönüşü
bulundukları görünmektedir: olmayan ya da ölümü amaçla­
bu dil, başlangıç aşamasında, yan bir sapma teorisidir; sadece
bu çiftin azıcık zekasıyla denk bir tekrarlama oyunu olarak bir
olmak için, belki de yalnız şid­ yoldan/konudan sapma teorisi
detli ihtilaçlardan ve heyecan­ değil, mutlak ve pratik olarak
lardan ibaretti. yoldan/konudan sapan bir me­
"§ 6. Bununla beraber bu in­ tindir, öyle ki bu metinde hiç­
sanlar bazı fikirleri, keyfı işaret­ bir çıkış veya varış noktası be­
lere bağlamak alışkanlığı edin­ lirlenemez, hiçbir tez tespit edi­
cince doğal haykırışlar onlara lemez, hiçbir bakış açısında du­
yeni bir dil kurmak için model rup kalınamaz. Orada herhangi
sağlamıştır. Birtakım yeni sesleri bir istasyon belirlemeye çalışın.
eklemleyerek birbirine bağladı­ Salt kurgusal, Freud'un tüm
lar; bu sesleri birçok defa tekrar yazıları gibi neredeyse "edebi"
ederek ve fark ettirmek istedik­ bir metindir, yeter ki burada
leri nesneleri gösteren herhangi bize iyi okunsun. Haz İlkesinin
bir davranışla birlikte bu işi ya­ Ôtesinde'nin üstelik teoremini
parak eşyaya birtakım adlar ver­ de sunduğu saf bir kaybın bir
meye alıştılar." (Essai sur l'origi­ yerde geri dönüşü olmayan dı­
ne des connaissances humaines, şavurumu ile retorik harcama.
I, 6 1 ) 16 İki jestin birbirine bağ­ Sadece retorik harcama değil
lanması, mekan zaman, bir şeyi ama teorik retoriğin teorisi.
gösteren işaret parmağı, duygu­ Sadece bir örnek: "Bunun ne­
lanımı ifade eden çığlık, doğal deni bizim bilimsel terimler­
bir işareti tekrar ede ede onu le (mit den wissenschaftlichen
yapay bir işarete dönüştürür. Terminis), yani psikolojinin
Modelin (doğal işaretin) basit (daha doğrusu derinlik psiko­
tekrarı doğaya bir sıçrama yap­ lojisinin) mecazi diliyle (mit
tırır. Organik bağ, örneğin ses, der eigenen Bilderspache der

77
duyma ve parmağın birliği, on­ Psychologie) çalışmaya mecbur
ları birbiriyle ilişkilendiren ana­ kalmamızdır. Aksi takdirde söz
lojik ikame, bir mekan zamanda konusu süreçleri hiç tarif ede­
başka bir doğa (doğanın ötekisi) mezdik. Hatta hiç algılayamaz­
olarak tekrarı üretir. Belirli bir dık. Tariflerimizdeki eksikler
haykırışın ve gösterilen bir şe­ psikolojik terimleri fizyolojik
yin birlikteliğini/ eşzamanlılığını ya da kimyasal terimlerle de­
tekrarlamak suretiyle, bir fikir ğiştirirsek ortadan kalkacaktır
bağlantısına mekan ve zaman muhtemelen. Bunlar da me­
kazandırılır. Bu bağlantı daha cazidir gerçi, ama onları daha
sonra spontanlık görünüşüyle eskiden beri tanıyoruz ve belki
otomatik olarak yeniden üreti­ biraz daha basitler. (Sigmund
lir, gösterme ihtiyacını ortadan Freud, Au-deliı du principe de
kaldırarak bizi hareketten kur­ plaisir, böl. VI)17
tarır: çığlık bir şeyi belirtmeye Vaat edilen betimlemenin
(designer), onu göstermeden, kesinliği, mecazsız (jigure) bir
dokunmadan, hatta görmeden dilden, kinaye (trope) öncesi bir
adlandırmaya başlar. Bırakın söylemden değil, daha arkaik bir
şeyi, sesimi bile elimden daha mecazlılıktan gelecektir. Bilim­
kolay kullanabildiğime göre, sel bir dilin hakikatle tek anlam­
belirtmeden adlandırmaya geç­ lı bir ilişki kurmasını nihayet
tiğimde, kendi kendini etkile­ sağlayacak çıplak bir hususiyet
me (öz-duygulanım), başka bir değil ama daha eski bir katman,
deyişle serbestlik, hakimiyet ve kabuğu temel hissi verecek ka­
sahiplik bakımından kazançlı dar sert olan tropikal bir toprak,
çıkarım. Çığlık isimlendirdi­ yeryüzünün kendisine benzeye­
ğinde, artık görünür harekete, cek kadar eski, üst üste yığılıp
hele ki şeyin hissedilir varlığına, sıkışmış metaforik bir tortunun
hatta hissedilir imgesine bile sağlamlığına dayanan bir yakla­
ihtiyacım olmadığında doğar şımın verdiği güven.
ses; en azından hissedilir imge, Öyleyse, genelleştirilmiş reto­
algılanabilir imge anlamına ge­ rik üzerine pratik bir inceleme
liyorsa (signifier). Fakat sözümü olarak Haz İlkesinin Ötesinde,
destekleyen şeyin temsili veya aynı zamanda ikamenin betim­
anısı olarak hissedilir imgeye lenen sistemi ve nihayeti olma­
hala ihtiyacım vardır. Yine de yan sapmasıdır. Ve de tekrarda­
hareket diline çok yakın olan ki ikamenin. Hareket dilinden
ilk eklemli çığlıklar, sesi açan ses diline geçiş, birinin diğerin­
çığlıklar, hissedilir şeylerle, do­ de arşivlenmesi, kuşak farkı, or­
ğadaki cisimlerin/bedenlerin tadan kaybolma ve yeniden or-

78
kendileriyle, kendi bedenleri­ taya çıkma sahnesi, edilgenliğin
mizle, eylemlerle ve tutkularla hakimiyeti ve etkinleşmesi, bu
ilgilidir, onları belirtir ve onlara motifler ve diğer bazıları, İnsan
gönderme yaparlar. Demek ki Bilgisinin Kaynakları Üzerine
hareket dili ile sözel dilin sürekli Deneme'de, Fort/Da'nın tüm
birbirine karıştığı bütün bir evre hipotezleştirilmesini okuma­
var - aslında bu evre zamanla sı­ mızı sağlarlar. Hipotez çünkü
nırlı değil, katman katman ger­ şu çoğunlukla unutulmaktadır
çekleşir: "konuşmanın, sözler/ ki Freud Haz İlkesinin Ötesin­
sözcükler ve hareketlerle karı­ de başka yerlerde olduğundan
şık bir ifade tarzıyla desteklen­ daha fazla durmaz bu konu
diği bir zaman olmuştur."17 (I, üzerinde. "Böyle tek bir olgu­
62) Rousseau gibi Condillac da nun analizi güvenli bir sonuç
buradaki örneklerini Warbur­ vermez; [ . . . ] Ama başka bir
ton'dan alır. Örneklerin hepsi yorum da denenebilir. [ . . . ] Ço­
tarih ve coğrafyanın ilk ortak cuk oyunlarının daha ayrıntılı
yerine gönderme yapar: Doğu bir değerlendirmesi de bizim
arkeolojisi, Doğulular, Kutsal bu iki görüş arasında salınma­
Kitap, Herakleitos. Sözcükle­ mızı engelleyemiyor. [ . . . ] Bu
rin dilinin görece "kısırlığı"nda açıklamalardan, oyunun güdü­
jest, bir söylemi güçlü bir şekil­ sünün bir taklit dürtüsü (Nac­
de özetler, mümkün olduğu için hahmungstriebes) olduğunu çı­
çoktan onun yerini alır/tutar karsamanın gereksiz olduğu
(ikamenin yerini alır/tutar} ve anlaşılmaktadır. Ayrıca, çocu­
tam da bu ekonomi sayesinde ğunkilerden farklı olarak seyir­
hız kazanıp, yoğunlaşarak, "ha­ ciye yönelik olan erişkinlerin
yal gücüne daha büyük bir can­ sanatsal oyunlarında ve taklitle­
lılıkla etki ederek, daha kalıcı bir
rinde, tragedya örneğinde oldu­
etki bırakır" (1, 63). Daha kalıcı
ğu gibi, seyircinin en acılı dene­
bir etki: şimdiden bir tür yazı et­
yimlerden bile esirgenmediğini
kisi. Condillac, daha sonra yazı
ama gene de bu deneyimlerin
için yapacağı gibi, bu etkiyi bir
çok yüksek bir zevkle algılan­
kullanımın ayrıcalıklı alanıyla
dığını unutmamalıyız. Böylece,
ilişkilendirir: siyaset, "polis [in­
haz ilkesinin egemenliği (Her­
zibat] ve din", iletişim ve düze­
rschaft) altında bile, hoşnut­
nin korunması.
suzluk verici olanı da anıların
Tüm malzemesini Warbur­ (Erinnerung) ve ruhsal uğraşı­
ton' dan almasına ve ondan nın nesnesi haline getirebilmek
sayfalar boyunca alıntı yapma­ için yeterli araçlar ve yollar ol­
sına rağmen, Condillac çeşitli duğundan emin olabiliyoruz.

79
yerlerde onun saikinin yönünü Sonunda haz elde etmeye doğ­
değiştirir Örneğin: W arburton ru ilerleyen bu olgular ve du­
hareket dilini hemen resimsel rumlar ekonomik yönelişli bir
dilin katılığına, dolayısıyla ya­ estetik sağlıyor olabilir. Bizim
zıya bağlarken, Condillac dü­ amaçlarımız açısından ise işe
şünceyi iletmek için dansın za­ yaramazlar, çünkü bunlar haz
manını, jestlerin dansı nı, duy­ ilkesinin varlığını ve egemen­
gulanımları, özellikle de neşeyi liğini (Herrschaft) koşul olarak
ifade etmek için adımların ileri sürmekte; haz ilkesinin
dansı nı araya sokar. Warbur­ ötesindeki eğilimlerin etkinliği
ton şöyle yazar: "Hareketlerle olan, yani ondan daha ilkel ve
ifade edilen bu sözlerin ör­ ondan bağımsız olan bir şey
neklerini sadece Kutsal Tarih'te üretmemektedirler." (böl. 11)18
bulmuyoruz. Profan antikite Haz ilkesinin hakimiyeti
bunlarla doludur, daha ileride (Herrschaft) tam da bu ilkenin
yeri geldiğinde bunları nak­ bağlandığı, ikincilleştiği ve bo­
ledeceğiz. Herakleitos'un es­ yunduruk altına girdiği ölçüde
ki bir sözünden öğrendiğimiz doğrulanmıştır. Ancak kaynak
üzere, ilk Kahinler bu yöntemi süreç "teorik bir kurgu" ise, yal­
kullanmışlardır: 'Kahini Delp­ nızca herhangi bir zemini, her­
hoi' de olan Kral ne konuşsun hangi bir koruyucusu/dayanağı
ne de sussun, ama meramını olmayan ikincil bir destekleme
işaretlerle anlatsın.' Sözlerin söz konusudur. Tek bir bükül­
yerine hareketleri koymanın müş, kıvrılmış/burgu burgu,
bir zamanlar kendini duyur­ bölünmüş sütun, kendi etrafına
manın yaygın bir yolu oldu­ sarılmış bir asmanın çift gövde­
ğunun kanıtıdır bu. 18 Öyleyse, si, kendi ağacını doğuruyor, onu
düşünceleri hareketler yoluyla tehdit eden tekrarın hazzını ar­
ifade etmenin bu yoluyla, on­ tırıyor, iki sarmaşık arasında ay­
ları resimle muhafaza etme rım yapmaktan men ediyor sizi:
yolu birbirine cuk oturur. Eski Her kıvrımda diğer sütunun
bir öyküde, hareket halindeki tazyiğini tanıdığınızı düşünü­
konuşma ve resim halindeki yorsunuz, bu yem sizi bu arzu­
yazıyla o kadar yakından iliş­ nun, ağaç benzeri bu itici gücün
kili bir hususiyet fark ettim ki, etrafında dolaştıracaktır.
bunu kendini ifade etmenin bu Belki de yanlış yönlendirmek
iki yolunu birleştiren bir bağ ve için bu sahneye süsleme diyo­
aralarındaki yakınlığın kanıtı ' rum. Oraya gizli birçok kelime
olarak düşünebiliriz. İskende­ bırakıyorum. Bu sahnenin am­
riyeli Klement bu hikayeyi şu blemi ya da hareket dili Haz

80
sözlerle nakleder: 'Syroslu Phe­ ilkesinin Ôtesinde'den alınmış­
cydes'in (Ferekidis) anlattığına tır: Aristophanes'in konuşması,
göre, Istros'u (Tuna) geçen Da­ erdişi miti ve tam da şeytani ya
reios'la savaşmaya hazır olan da demonik olanın sık sık, tek­
İskit kralı İdanthyrsos ona bir rar tekrar baskın yapması.
mektup göndermek yerine, Haz ilkesinin ôtesinde'nin
sembol mahiyetinde bir fare, problematiği, birincil narsisiz­
bir kurbağa, bir kuş, bir mız­ min paradoksal mantığından
rak ve bir saban göndermiş.' Bu geçmekten, Freud'un son bö­
mesaj, sözün ve yazının yerini lümde defalarca "bir adım daha"
tuttuğundan, anlamının hare­ diye adlandırdığı şeyden kendi­
ket ve resim karışımıyla ifade ni muaf tutabilir.
edildiğini görüyoruz." (William Çok daha ileride, Condil­
Warburton, Essai sur les hiero­ laccı analiz ilkesinde kendiyle
glyphes des Bgyptiens, § 10) ilişkinin bölünmesini yeniden
Condillac: "Hareketle ifade buluruz. Bir kere, Duyumlar
edilen bu sözlerin örneklerini Üzerine inceleme söz konusu ol­
sadece Kutsal Tarih'te bulmu­ duğunda: " [Heykel] yalnız ken­
yoruz. Profan antikite bunlarla dini sevmekle kalmaz; fakat ci­
doludur [ . . . ] Herakleitos'un simlere karşı duyduğu sevgi,
kendi kendine karşı duyduğu
eski bir sözünden öğrendiğimiz
sevginin bir sonucudur: bu ci­
üzere, ilk Kahinler bu yöntemi
simleri sevmekten tek maksadı
kullanmışlardır: Kahini Delp­
hazzı aramak veyahut elemden
hoi'de olan Kral ne konuşsun
kaçınmaktır; ve artık onun sezip
ne de sussun, ama meramını
bulmaya başladığı uzayda ona
işaretlerle anlatsın. Sözlerin ye­
kendi kendini gütmeyi öğrete­
rine hareketleri koymanın bir
cek olan da işte budur." ( Traite
zamanlar kendini duyurmanın
des sensations, I, 259) 19
yaygın bir yolu olduğunun ka­
İnsan Bilgisinin Kaynaklan
nıtıdır bu. Öyle görünüyor ki
Üzerine Deneme'den sonra gelen
bu dil bilhassa, din ve polis gibi
ancak onun pratik ve soykütük­
halkı en çok ilgilendiren şeyler
sel temeli olarak hizmet eden
hakkında halka bilgi verilme­
Duyumlar Üzerine inceleme'nin
si için muhafaza edilmişti . . .
tamamı, teleolojik sonuna doğru
Eskiler bu dili dans diye adlan­
olduğu gibi, haz ilkesi tarafından
dırıyorlardı. Davud'un, Ahit
düzenlenir. inceleme'nin sonu:
Sandığı karşısında dans ettiği19 "zira yaşamak, aslında zevk duy­
işte bu yüzden söylenmiştir." maktır; hayat ise, zevkin nesne­
(I, 62-63 ) 20 lerini en çok artırmasını bilen
Bu tarihsel dansın bir nevi on- kimse için en uzun olur.

81
togenetik eşdeğeri, çocuğun ken­ "Görmüştük ki zevk, ilk hoş
di düşüncesinin hissedilemez duyumla başlayabilir. Mesela
içselliğini bilinir kılmak için, is­ heykelimize görme kabiliyetini
ter dıştaki cisimlerle ister kendi verdiğimiz ilk anda o, zevk duyar,
bedeniyle ilişkili olsunlar, his­ zevk alır; gözlerine isterse yalnız
sedilir imgelerden yararlandığı kara bir renk çarpmış olsaydı bile
aşamadır. Jest ve konuşma ara­ yine böyle olurdu. [ . . . ] öteki du­
sındaki geçişe ve eklemlenme­ yular üzerinde de ve ruhun bütün
ye damga vuran danslı resim, ameliyeleri üzerinde de böyle mu­
bizzat eklemlenmeye yol açar. hakeme yürütmek gerekir. Zira
" [İlk çiftin] anası babası ona, biz yalnız görme duyusu, işitme
düşüncelerini hareketlerle an­ duyusu, tat alma duyusu, koku
latmasını öğretmişti; bu da öyle alma duyusu ve dokunma duyusu
bir kendini ifade tarzıydı ki bu ile zevk almayız; bir hafıza, mu­
hareketlerin hissedilir imgeleri, hayyile, düşünüş, tutkular, ümit
eklemlenerek/hecelenerek bir­ ile de, bir tek sözle, bütün meleke­
birine bağlanmış seslerden çok lerimizle de zevk alırız. Fakat bu
daha ulaşılırdır onun için [ . . . ] ilkelerin bütün insanlardaki faali­
Eklemlenmiş seslerden oluşan yeti bir değildir:' (I, 3 14) 20
dil daha bir doğurganlaştıkça, Heykel tek başınadır. Duyum­
ses organını erkenden faaliyete lar Üzerine İnceleme'nin tüm
geçirmek ve onu ilk esnekliğin­ arkeolojisi dilin ve toplumun
de muhafaza etmek münasip öncesine uzanır. Sadece İnsan
olmuştu. Bunun üzerine bu dil Bilgilerinin Kaynağı Üzerine
hareket dili kadar elverişli gö­ Deneme'nin ikinci bölümünde
rünmüştü: biri de, öteki de aynı (Dil ve Yönteme Dair) betimle­
derecede kullanılmıştı: sonun­ yeceği şeylerin öncesinde değil,
da, eklemlenerek birbirine bağ­ daha ilk bölümünde (Bilgileri­
lanmış sesleri kullanmak, üstün mizin Malzemesine ve Bilhassa
gelecek kadar kolaylaşmıştı. De­ Ruhun Ameliyelerine (operati­
mek ki konuşmanın sözler/söz­ ons) Dair). Deneme, istencin
cükler ve hareketlerle karışık bir soybilimiyle değil anlama yeti­
ifade tarzıyla desteklendiği bir sinin soybilimiyle ilgilidir; hep
zaman olmuştur."2 1 (I, 62). ikinci sırada gelen teorik olanın
Eklemli dilin doğuşundaki soybilimiyle ilgilidir, Condillac
tam bu anda, eklemli dilin nö­ bunda ısrar eder, pratik olanın
beti hareket dilinden devraldığı, soybilimiyle ilgili değil.
onun "ikamesi" olduğu anda, fi­ Ama bunların birbiriyle ilişki­
gür/mecaz oluşur ve metafor or­ sini ve birinden diğerine geçişi
taya çıkar. Bu oluşum, tam ko- düzenleyen yasa, onların birbi-

82
nuşma dilinden çekildiği anda rine tabi oluşunun düzeni, dil­
ona damgasını vuran hareket den ve toplumdan önce, heykele
dili tarafından ortadan kaldırılır, dair teorik öncesi deneyimde
kesilip atılır. Bu mecazi damga zaten bildirilmiştir. Bu yasanın
eklemli dili başlattığından, ek­ tam deneyimin eşiğinde bildi­
lemli dil başlangıçta metaforik­ rildiğini söylemek, yasanın daha
tir. Yani poetiktir. Poetik olan, sonra yalnızca, başlangıçtaki bu
eğer eylemde bulunuyorsa, eğer aynılıktan hareketle, birliğin­
yapıyorsa, öncelikle kendinden den ve otoritesinden hiçbir şey
daha eski bir dilin yapmasınının kaybetmeksizin, analoji yoluyla
ve eylemde bulunmasının yerini deneyimin "daha yüksek" kat­
alır. " [ . . . ] diller başlangıçta ha­ manlarına taşınacağını, nakledi­
reket dilinin bir eklentisinden leceği anlamına gelir.
başka bir şey değildi . . . " (Gram­ Bu yasa -ben onu haz zamanı
maire, I, 44 5) diye adlandırıyonım- duyarlılı­
Bu nedenle İnsan Bilgilerinin ğın başlangıcında iş başındadır;
Kaynağı Üzerine Deneme'nin daha sonra onu yazma sanatının
Şiirin Kaynağına Dair başlığını üstyapısal zirvesine kadar ve
taşıyan ve dilin doğuşuyla ilgili ikame sürecinin tüm ara aşama­
bölümden oldukça sonra gelen ları boyunca takip edebiliriz.
ikinci bölümünün VIII. kısmı, Neden haz zamanı? Ve zaman
yine dilin kaynağını tekrarlar. (konuşmanın unsuru) sesin, ha­
Şiirin kaynağı, konuşma dilinin reketin yerini, konuşmanın za­
kaynağıdır. Konuşma dili ilk manının jestin zamanının yerini
önce poetikti (şiirseldi) çünkü ilk almasına nasıl rehberlik eder?
önce metaforikti. Ve bu anlam­ O halde, başlangıçta "tek
da poetika aynı zamanda retorik ilke " vardır: haz. Ama bu tek
olacaktır. "Dillerin ilk günlerin­ ilke basit bir ilke olamaz. Haz­
de eğer aruz (prosodie)22 türküye zın bu şekilde başlangıçta or­
yaklaşmıştıysa; hareket dilinin taya çıkışı eş zamanlı olarak
belli tasarılarını [hissedilir im­ bir karşıtlığa yol açar. Haz il­
gelerini] kopya etmek için üslup kesi, haz/acı ilkesidir. Bunlar
da her türlü mecaz [figure] ve ancak karşıtlıklarında bir ilke,
istiareyi [ metafor] kabul eylemiş, yani göreceğimiz gibi, harekete
dolayısıyla da gerçekten bir resim geçiren bir arzu oluştururlar.
durumuna gelmişti. Mesela hare­ Ve karşıtlık da onların başına
ket dilinde, herhangi bir kimseye, ancak zamanla birlikte gelir.
dehşete kapılmış bir adam fikrini Condillac, arzuya (ya da onun
vermek için dehşete ait haykırış­ tersi olan korkuya) yol açma­
ları ve davranıştan taklit etmekten yacak ve bir tür mutlak, dola-

83
başka çare yoktu. Bu filcri, hece­ yısıyla zamansız anda gücü tü­
lenen [eklemlenen] sesler vası­ kenecek bir ıstırabı ya da zevki
tasıyla iletmek istenilince, demek dışlamaz. Hatta bu durum "ilk
oluyor ki, bu filcri aynı teferruatta duyum" için her zaman geçer­
gösteren bütün ifadeler kullanıl­ lidir: "ilk duyum, organı zede­
mıştı. Hiçbir şey ifade etmeyen leyecek ve çok şiddetli bir acı
[resmetmeyen] tek bir kelime, ha­ verecek derecede gerçekleşmiş
reket dilinin doğrudan doğruya olsa bile, ne kadar nahoş olursa
ve hemen yerini alamayacak ka­ olsun arzuya yol açmayacaktır.
dar zayıftı. Bu dil zihinlerin kaba {I, 225)21 Biz artık heykelin
sabalığı ile o kadar orantılıydı ki başlangıç noktasında, heykelin
hecelenen sesler bu dilde ancak, henüz zaman da karşıtlık da ol­
ifadeler birbirinin ardı sıra yığış­ madığı -dolayısıyla ilke de ol­
tırıldıkları ölçüde bir iş görebili­ madığı- bu "ilk an" noktasında
yorlardı [onun yerini tutabiliyor­ değiliz. İlke ikinci sırada gelir
lardı] . Dillerin pek verimli olma­ çünkü bir karşıtlık olarak ya­
ması başka türlü konuşmaya bile pılandırılmıştır. İlke, zaman­
imkan bırakmıyordu. Bu diller dır. İlkesi olmayan heykel ile
elverişli/uygun olan tabiri ender bizim aramızdaki fark budur.
olarak sağladığından, bir düşün­ "Bizde ıstıraba daima ıstırap
ce ancak ona daha çok benzeyen çekmeme arzusu eşlik etse bile
fikirler tekrar edile edile sezdirile­ heykelde böyle olamaz. Acı
biliyordu. Haşvin (pleonasme) 23 arzudan önce farklı bir halde­
kaynağı işte budur [ . . . ]" {I, 79)24 dir ve ancak, biz bu hali zaten
Benzetme (analoji) ilkesi her bildiğimiz için bizde bu arzu­
yerde hüküm sürer. İlk üslu­ ya yol açar. [ . . . ] Ama ilk anda
bun mecazi ya da metaforik ol­ kendini yalnızca yaşadığı acıy­
masının sebebi hareket dilinin la hisseden heykel, başka bir
hissedilir imgelerini ("aynı te­ şey olmak için ya da hiç olma­
ferruatta") tekrarlaması, "kopya­ mak için öyle olmaya son verip
lamasıdır:' Benzerliğin tekrar­ veremeyeceğini bilmez. Henüz
lanması ("ona benzeyen fikirler ne değişime, ne ardışıklığa, ne
tekrar edile edile") tüm süreci de süreye dair bir fikri vardır.
düzenler. Eklemli sesler hareket Demek ki o, birtakım arzular
dilinin yerini almalıdır: benzer bir oluşturmaktan aciz halde var­
işlevi yerine getirerek onun yerine dır." (a.g.y. )
geçmelidir. Analoji kopmaz, ak­ (Haz/acı, dolayısıyla arzu)
sine zaman yoluyla, mekanın za­ ilkesi köken değildir. Mekan­
man haline gelmesi yoluyla, jestin da zaman gibi ortaya çıkıverir.
söze dökülmesi yoluyla hizmete Doğal değildir. Haz ilkesi her
koşulur. Hatta zaman benzetme, şeyi idare eder, ama haz ilkesi

84
tekrarlama ve ikame unsurudur. bir yapıntıdır. Zaman bir ya­
Ardışıklık ardışık olmamanın ar­ pıntıdır. Bununla birlikte haz­
dından gelir çünkü ardışık olma­ zın zamanı ikame olur, yerini
yan zaten zaman almıştır. "Söz, alır. Yerin yerini alır.
hareket dilinin yerini alınca [ar­ Hazzın zamanı nasıl yerini
dından gelince] onun özelliğini alır? Basit bir farkına varışla:
muhafaza etti. Düşüncelerimizi
anlatmak için başvurulan bu yeni " [Bu heykel] tekrar eskiden
tarz ancak, birinci tarz örnek tu­
olmuş olduğu şey haline gelmek
tularak tasarlanabilirdi. Böylece, üzere, şimdi olmakta bulun­
bedenin sert hareketlerinin yerini duğu şeye son verebileceğinin
tutmak için ses, gayet hissedilir fa­ farkına varacağı vakit, onun ar­
sılalarla yükselmiş ve alçalmıştır. zularının, hafızanın ona hatırla­
tacağı bir haz hali ile kıyaslaya­
"Bu diller birbirlerini bir­
cağı bir acı halinden doğduğunu
denbire takip etmiş değillerdir:
uzun müddet birbirine karışmış göreceğiz. Bu yapıntı sayesinde­
olarak kaldılar, dolayısiyle de dir ki haz ve acı, onun ruhunun
söz ancak pek geç olarak üstün bütün faaliyetlerini belirleyerek,
gelmiştir:' (I, 63) 25 gücünün yettiği bütün bilgilere
onu derece derece yükseltecek
Ardışıklık ve ardışık olma­
tek ilkedir; onun kaydedebile­
ma arasında, ardışıklığın ilkesi
ceği gelişmeleri anlamak için de
harekettir. Hareket dili elbette
mekanda ortaya çıkar, ancak ko­ arzulayacağı hazları, sakınacağı
nuşmanın saf ardışıklığı değildir; acıları ve belli durumlarda bun­
fakat jestin seste taklit edilmesi­ ların birbirlerine etkisini gözden
ni ya da tutulmasını sağlayacak geçirmek kafidir." (a.g.y. )
olan, onda harekete, eşzamanlı (Dikkatin alıkoyduğu ya da
olmamaya dair zaten bulunan hafızanın yeni baştan çizdiği şey
şeydir. Biçimsel olarak benzerliği olmayan) bu ilk farkına varış,
ve ikameyi sağlayan, "gayet his­ ilk kıvrımın, henüz kendisine
sedilir fasılalar"dır. Ama dolayı­ bağlı olmayan bir karşıtlığın
sıyla: tıpkı hareket dilinin tama­ ilk ilk köşe çizgisinin izini çı­
men mekansal ve eşzamanlı ol­ karır. Heykel, bir duyumu his­
maması gibi, eklemli dil de sessel setmek bakımından edilgindir
olmayan ilk eklemlenmeyi taklit çünkü hissedilir neden onun
ederek mekanı kendi içinde mu­ dışındadır; duyumu hatırladığı
hafaza eder, kendi zamansallı­ vakit ise etkindir.22 Hatıra ona
ğını mutlak olarak arıtmaz ve bağlıdır; hafıza, edilgin bir de­
yine de belirli bir çizgisel olma­ neyimin içselleştirilmesi, ideal­
yan eşzamanlılık sergiler. Onun leştirilmesi, etkin tekrarı ve ona
burada'sı (bizzat burası) asla bir hakimiyettir. Fakat "ilk" fark

85
şimdiye indirgenmeye müsaade ediş anı olmasa, -heykel "tekrar
etmez. eskiden olmuş olduğu şey hali­
Döngü: Konuşma dili, ha­ ne gelmek üzere, şimdi olmakta
reket dilinin yerini ancak ona bulunduğu şeye son verebile­
benzeyerek alabilir, yani işaret­ ceğinin farkına varacağı" vakit
leri, benzetmeleri ve mecazları vs. - dışarıyla ilişki henüz açık
çoğaltarak. İlk konuşma dili, değildir. Edilginliğin, etkinliğe
eylem dili kadar kesin değildir, karşıtlığı -karşıtlığın kendi­
ondan daha tumturaklıdır ve si- gerçekleşmemiştir. Heykel
sözü daha çok uzatır. Ama aynı henüz "kendisinde bulunan
zamanda konuşma dili köken­ bir neden ile kendi dışında bu­
den ne kadar uzaklaşırsa o kadar lunan bir nedeni birbirinden
ilerleme kaydeder. Konuşma ayırt edemez. Kendisindeki bü­
dili ilerledikçe kendine mahsus/ tün değişiklikler, bunlar sanki
uygun hale gelir. Bu nedenle kendi yaptığı şeylermiş gibi ona
mahsus/uygun olanın (propre) nispetledir." (I, 226)23 Bir kere
azlığı, savurganlık, retorik tutar­ dikkat çekici olan şudur ki hali­
sızlık burada dilin kökenselliği­ hazırda deneyimlenen zamanın
nin göstergeleridir. kendisi, henüz bu karşıtlığa yol
açmaz. Zamansal öz-etkileni­
O halde, bu aşın bezeme ve
min saf deneyimi ne edilgindir
tekrar çokluğu, konuşmanın
ne de etkin ve "ister bir duyum
başlangıcındaki bu gösteren isra­
duysun, isterse de bu duyumu
fı, ilk dil tamamen mecazi oldu­
sadece hatırlasın, bu heykel da­
ğu için, tam jestin taklit edildiği
ima ve ancak, kendisinin fılan
anda bir tür metaforik coşkun­
tarzda varolduğunu veyahut
luk yaratır. Birdenbire gereğin­
varolmuş bulunduğunu sezer;
den fazla metafor olur, aynı anda
dolayısiyle de, kendisinin etkin
hem daha çok hem gereğinden
bulunduğu durum ile tamamiy­
fazla metafor. Böylece mecaz
le edilgin olduğu durum arasın­
hemen ikircikli bir değerlendir­
da hiçbir fark sezemez." (a.g.y. )
meye tAbi tutulur: şiirsel güzellik,
dilin kaynağı, konuşmanın orta­ Eğer zaman, etkinliğin edil­
ya çıkışı olarak değerlenir, dilin genliğe, içerinin dışarıya karşıt­
kaba sabalığı, kesinsizlik ve aşırı lığını fark etmeye izin vermiyor­
bezeme olarak değersizleştirilir. sa, bu karşıtlıkların, genel olarak
Buradaki paradoks şudur ki ha­ karşıtlığın ortaya çıkması için
reket diliyle, analojik süreklilik bir an var olacak mıdır (olmuş
aynı zamanda bir sapma, hatta mudur)?
en ciddi sapmadır. Dil, hareket Bu "an"ın kumaşı zamansal
diline çok yakın olduğu için -ki olamaz; hatta zamanı yırtmalıdır.

86
hareket dili de hissedilir şeylerin Çıkarılacak ilk sonuç şudur:
kendisine çok yakındır- şeyler­ temel unsuru zaman olan ko­
den en uzak olandır, en düzensiz nuşma, sözcüklerin dili karşıt­
gösteren akımını en alakasız şe­ lıklar tesis etmekten, bizi dış
kilde çoğaltmadan şeyleri belir­ dünyayla şiddetli bir şekilde
lemekten ya da kontrol etmekten ilişkiye sokmaktan aciz olduğu
acizdir. Hissedilir olana ne kadar kadar (tabii eğer tam da hare­
yakınsa, ondan o kadar uzaktır. ket dilinden türemiyorsa, ki
Bu çelişkili değerlendirmeye Condillac'ın tezi budur) bizim
yön veren iç mantık her yerde, içine kapanmış bir mahremi­
özellikle de yazma sanatının re­ yete, özgürlük, hakimiyet ve
torik değer sisteminde ve daha kendinde hazır ve nazır olma
baştan genel felsefi retorik ihti­ duygusuna gerilememizi ko­
yacında iş başındadır. laylaştırmakta da etkilidir. Yere
En yakın olan, en dış-uzakta­ bile değmeyen, yaralayıcı engel­
dır [en çok uzaklaşır] . lerle karşılaşmayan, hatta kendi
uzamlı biçimini bile bilmeyen,
Kesişim: Kutupların hareketi.
kendini dışarıdan görmeyen bir
Örnek: Rousseau'nun Condil­ heykelin temel hissiyatına geri
lac'a yakınlığı. dönüş: bir nevi havada asılı du­
Görünüşte, Condillac gibi ran bir haz sütunu.
Rousseau da ilk dillerin canlı ve
Nitekim saf haz, dokunma­
mecazlı olduğunu söyler. Buna
maktan ibarettir: temas içerme­
rağmen daha Dillerin Kökeni
yen içsel hareket. Heykele dış
Üzerine Deneme'nin III. bölü­
dünya fikrini veren dokunma,
münden ("ilk dilin mecazlı ol­
aynı zamanda onu yaralanma­
ması gerektiği üstüne") bile önce,
ya ve düşmeye açık hale getiren
il. Bölüm ("İnsanların sözü ilk
şeydir.
kez gereksinimlerden değil güçlü
duygulanımlardan dolayı bul­ Temel hissiyat nedir?
dukları üstüne'') Condillac'ın yo­ Bir nevi salt içsel bir sahne­
rumundan ayrılır. Kesin bir ifa­ dir bu: heykelin yaşamı, dış
deyle, Rousseau da canlı ve me­
"
dünyaya açıklık barındırmayan
cazi" ilk dillerin "şairlerin dilleri" kendiyle ilişkidir. Bu yaşamda
olduğunu kabul etse de Condillac duyarlılık tamamen içseldir,
burada bir süreklilik görürken o, eylemlerle, "bedenin kısımla­
bunu bir kopuşa bağlar. Condil­ rının birbirleri üzerindeki" ey­
lac'ın ikamesinin nöbeti devral­ lemleriyle sınırlıdır. Solumak,
dığı, yerine geçtiği, aynı zamanda aynı zamanda "hissin en alt de­
geliştirdiği, muhafaza ettiği nok­ recesi" olan bu temel hissiyatta
tada, Rousseau'nun eki/eklentisi ayrıcalıklı bir rol oynar: bunun

87
kesintiye uğrabr -ve dolayısıyla sebebi kuşkusuz, temasın, eyle­
başlatır. min, kısımlara ayrılmanın onda
Bu karşıtlığın ilci sütunu bir­ mutlak surette azalmış olması­
birinin yerini almadıkça, diğer dır; ve yaşamın havayla/solukla
tarafta devam etmek için bir­ ilgili unsuru her türlü farklılığa
birinin etrafında dönmedikçe/ karşı hala kendini koruyor­
bükülmedikçe, eklentinin genel muş gibi görünür. Eter daha
mantığı, ne aynı ne de farklı içseldir, sıvı ve doğum öncesi
olan, hiçbir kararın ayırt edeme­ element kadar bile yaralamaz.
yeceği, hiçbir diyalektik sentezin Seslerin dilinin daha sonra sağ­
uzlaştıramayacağı ilci sütun üze­ layacağı hakimiyet/ustalık, geri­
rinde iş görür. leyen sahipliğin yeniden ele ge­
çirilmesi, bu dilin yeniden tesis
Bu belki de Condillac ve Rous­
ediyormuş gibi göründüğü öz­
seau arasındaki baş başa görüş­
gürlük ya da kendiliğindenlik
medir ve Rousseau'nun Condil­
deneyimi, bunlar bu temele bir
lac'ın söylemini garip bir şekilde başvuru değil midir? Bir nevi
yankılamasıdır. havada asılı duran bir haz sü­
Daha fazla ayrıntıya girmeden, tunu. Ama bir kere bir makine
bu sahneyi, Fransa'ya on sekizin­ zaten. "Ben buna temel duygu
ci yüzyılda giren ve Diderot'nun adım veriyorum, çünkü hayva­
Essai sur la peinture adlı eserinde nın hayatı, makinanın işte bu
de kullandığı bir kelimeyle pique­ faaliyetiyle başlar: hayvan yal­
nique [piknik] diye adlandıralım: nız ve yalnız buna bağlıdır. [ . . . ]
"Herkesin kendi hesabını ödedi­ Eğer heykelimize hiçbir cisim
ği ve ya masraftan payına düşe­ çarpmazsa ve eğer onu sakin,
ni ödemesi ya da buluşulan eve ılıman ve doğal sıcaklığının ne
kendi yemeğini getirmesi kaydıyla arttığını, ne de azaldığını his­
düzenlenen bir eğlence yeme­ settiği bir havaya koyarsak o,
ği" (Littre). "O zaman edebiyatta yalnız temel duygu/hissiyat ile
tıpkı benim gibi hiçbir şey olma­ kalmış olur ve kendi varlığını
yan, ama bugün neyse o olmak ancak, yaşamını borçlu olduğu
için yaratılmış bulunan Abbe de hareketten husule gelen müp­
Condillac ile de yakınlık kıırmuş­ hem intiba vasıtasıyla anlayıp
tum. Onun önemini gören ve bilir." (1, 25 1 )24
değerini takdir eden ilk kişi belki Bu [fazla havalanan] İkarusvari
de benim. O da benden hoşlanır temel hissiyat deneyiminde dışa­
gibi göriinüyordu ve ben, Opera rıyla hiçbir temas yoktur. Heyke­
yakınında, Jean-Saint Denis so­ lin dışı yoktur. Onun için hiçbir
kağındaki odamda kapanmış, He- sınır tespit edilemez, biçimsiz-

88
siode perdemi yazarken o, zaman dir, herhangi bir dış duyarlılıktan
zaman benimle haşhaşa, ortaklaşa yoksundur. Heykel mermerdendir
[en pic-nic: Herkesin kendi payına ("Tamamıyla mermerden olan dı­
düşeni ödedigi yemek] yemek ye­ şının bu heykelin hiçbir duyusunu
meye geliyordu. Abbe de Condil­ kullanmaya imkan bırakmayacağını
lac o sıralarda ilk yapıtı olan insan da farz ettik. [I, 222]25) Darbeden,
Bilgilerinin Kaynağı Üzerine De­ kesmeden, oymadan önce, bu ham
neme üzerinde çalışıyordu. Yapıt mermer sütunun en küçük bir or­
tamamlanınca, güçlük onu basmak ganı yoktur. Sanki babasıymış gibi,
isteyecek bir kitapçı bulmakta çıktı. ona bir burun vererek işe başlayacak
Paris kitapçıları yazmaya yeni baş­ olan Condillac ("Koku alma duyusu
layan herkese karşı kibirli ve serttir ile işe başlamanın gerekli olacağını
ve o sıralarda pek moda olmayan sandık, çünkü duyular arasında bu
metafizik de çok çekici bir konu de­ duyu, beşer zihninin bilgilerine en
gildi. Diderot'ya Condillac'dan ve az yardımda bulunur görünmekte­
yapıtından söz ettim; onları tanış­ dir" [a.g.y.]), sütunu yontarak (Bu
tırdım. Birbirlerinden hoşlanmak düzeni açıklamak ve felsefe tari­
için yaratılmışlardı; birbirlerinden hindeki hissetme kavramını sorgu­
hoşlandılar. Diderot, kitapçı Du­ lamak için başka bir yerde Freud'a
rand'a Abbe'nin el yazmasını alma­ atıfta bulundum), onu mutlak so­
sını söyledi ve bu büyük metafizikçi lipsizme terk ettiği, onu -mutlak su­
ilk kitabından, hemen hemen bir rette mutlak(a)- bıraktığı anda biz­
lütuf eseri olarak, ben olmasam den bu oğulla özdeşleşmemizi talep
belki de alamayacak olduğu yüz eder; bunu da ancak -talep etmek
ekü aldı." (Les Confessions, il, 7) 26 ve bırakmak- bir yazma hareketine
Ardından Rousseau, Panier-Fleuri göre yapabilir ("Onun için, kendi­
otelinde üçünün birlikte yedikleri mizi, gözden geçireceğimiz heykelin
yemekleri ve "Le Persiffleur (Alay­ yerine koymamızın çok önemli ol­
cı) adlı süreli bir gazete tasarısı"nı duğu konusunda uyarayım. Bu hey­
anlatır. İnsan Bilgilerinin Kaynağı kelle var olmaya başlamalı, onun
Üzerine Deneme ye yönelik ilk ve
' yalnız bir duyusu varken biz de yal­
en amansız eleştirilerin Diderot ve nız bir duyuya sahip olmalıyız. [ . . . ] "
Rousseau'dan geldiğini biliyoruz. (I, 22 1 ] 26)
Condillac' a göre her şey me­ "ikaros'un mezarı, Ege denizi­
cazla başlar, çünkü eklemli dilin ne uzanan burunlardan birinde
kökeni hareket diline dayanır. gösterilmekteydi. Ayrıca Daida­
Mecazı üreten, eylemin hissedi­ los'un, biri oğlunun adına, öteki
lir kalıntısıdır. Aksine, diye itiraz de kendi adına olmak üzere Am­
eder Rousseau, konuşma jestten ber Adası'nda iki sütun diktiği
koptuğu için metaforik hale gelir. ve oğlunun acıklı sonunu Cumae

89
Bu karşıtlığın yapısı paradoksal­ tapınağının (Daidalos'un Apoo­
dır: Condillac'ın tasviriyle sesin lon'a adadığı tapınak) kapısına
hareketin yerini alması da bir kendi elleriyle resmettiği anlatı­
kopuş, süreksiz bir süreklilik lır. "(Pierre Grimal, Dictionnaire
olarak yorumlanabilir. Bunu he­ de la mythologie grecque et ro­
men fark ederiz: metafor hare­ maine, PUF, s. 225) 27
ket diline hem en yakın hem de Soruyu unutmayalım: Öz-etki­
en uzaktır; en uzaktır çünkü en lenim çemberinden, temel hissi­
yakındır; dil, kaba saba, uygun yatın doğıım öncesi yaşamından
olmayan ve dolayısıyla kökeni­ hareketle, bir iç ve bir dış, bir et­
ne çok yakın <olduğıı> ölçüde kinlik ve bir edilginlik, bir eylem
mecazlardan uzaklaşır ve onları ve bir tepki arasında karşıtlık nasıl
çoğaltır. Bu paradoksun mantığı oluşturulabilir, dolayısıyla, bun­
biçimsel olarak çelişkili ifadelere lardan hareketle, artık bir kez baş­
yol açar: kökene en yakın olan, lamış olan köken, eylem, eylem/
kökene en uzak olandır. Rous­ hareket dili, konuşulan dil, yazı,
seau Condillac'a en uzak olduğıı vb. nasıl onların ek vardiyalarını
anda ona en yakındır. Büyülen­ (relais) birbirine bağlayacak ve
me ve imkansız temas. çemberi yeniden biçimlendirme­
Ona göre söz, hem ihtiyaç sis­ ye ve öz-etkilenime, temel hissi­
teminden hem de -aynı sebeple­ yatın doğıım öncesi yaşamına geri
eylem/hareket sisteminden kop­ dönmek üzere ilerlemeye yönele­
tuğıı için jestten kopar. Konuş­ cektir? Organsız bedene? Tüm
ma, ihtiyaçtan ya da eylemden darbelerden korunaklı hale?
değil, ihtiyaç ve eyleme karşıt Heykel nasıl kendinden çıkar?
olan şeyden kaynaklanır: tutku. Olduğıı haliyle dışarıyla, yani
Tutku (arzu) ihtiyaç değildir; bu uzamla nasıl temasa geçer? Ken­
açıkça, Condillac'ta bulunmayan dine has zamanı nasıl uzamlanır/
bir ayrımdır. Eylem/tutku çifti aralıklanır? Başka bir deyişle,
Condillac ve Rousseau arasında­ uzamlaşmanın/aralıklanmanın/
ki karşıtlığı gidermekte ve görü­ aralık vermenin (espacement) kö­
nüşe göre ihtiyaç ve tutku eşleş­ keni nedir? Bu soru, şunu demeye
tirmesini yeniden üretmektedir. gelir: zorunlu olarak başka ve ay­
Dillerin Kökeni Üstüne Dene­ nının birbirine temas ettiği varsa­
me, İnsan Bilgilerinin Kaynağı yan bir temas nasıl mümkündür?
Üzerine Deneme'ye itiraz eder: Cevap vermek imkansız görünür.
"O halde gereksinimlerin ilk jest­ Farz edin ki iki kolon birbirine
leri dayattığı, güçlü duygulanım­ değiyor: temas noktası. Bunlar, te­
ların [tutkuların] ise ilk sesleri çı­ mas noktasında, birbirinden artık
karttığı fikri akla uygundur. [ . . . ] ayırt edilemez -ya da birbirinden

90
İnsanların, gereksinimlerini ifade ayırt edilirlerse, temas yoktur. İster
etmek için konuşmayı buldukları kendim olayım ister bir başkası, ken­
ileri sürülür; bu düşüncenin sa­ dimle hiçbir temasım yok. Condil­
vunulabilir bir tarafını görmüyo­ lac, bu imkansız temasın soybilimini
rum. Temel gereksinimlerin do­ ve "dokunmanın ya da dış nesnelere
ğal etkisi insanları birbirlerinden dair kendi başına yargıda bulunan
ayırmak olmuştur, onları birbir­ tek duyu"nun yapısını betimleyerek,
lerine yaklaştırmak değil. [ . . . ] heykel kendisine dokunduğunda
Onları birbirlerinden ayıran ne­ ("elini bedeninin kısımlarından bi­
denden, onları bir araya getiren rinin üzerine götürür götürmez" [I,
aracın doğması saçma olurdu. 257] )28 ya da babası, hala heykel olan
Peki nerededir bu köken? Ahlaki bu çocuğa vurduğunda, ("Eğer onun
gereksinimlerde, güçlü duygula­ sırasıyla başına ve ayaklarına vurur­
nımlarda [tutkuda] . [ . . . ] " sam . . . " [I, 252]29, eğer "tam rüya gö­
Konuşma her şeyden önce tut­ rürken heykele vurur"sam [I, 272]3°)
kusal olduğu için metaforiktir; ve neler olup bittiğini sürekli kendisine
bu yüzden ilk diller "canlı ve me­ soracaktır.
cazidir." (Rousseau, Essai sur l'ori­ O halde mesele, çocuk heykelin
gine des langues, böl. II, "insanlar nasıl kendinden çıktığı, -eylemde,
sözü ilk kez gereksinimlerinden eylem dilinde, konuşmada, yazmada
değil güçlü duygulanımlarından vs.- etkide bulunmaya/maruz kal­
dolayı buldukları üstüne")27• maya kendini nasıl hazırlandığıdır,
Condillac ise aynı olguyu tam zira dış dünyanın direnci, katılığı,
tersi bir sebeple açıklamıştı: nüfuz edilemezliği ile karşılaşmış,
"Bütün bu adların kaynakların­ bunun üzerine dokunulmaya izin
da nasıl yer almış bulundukları verip, ekonomisi onu bölen bir ika­
anlaşılmaktadır. Daha soyut me sistemine sürüklenmiştir: sanki
tabirler arasında, bu hakikatin sütun aynı anda en az iki darbe al­
pek o kadar belli olmayacağı mış da yarılıp kendi kendiyle çar­
birtakım misaller alınabilirdi. pışmış gibi: İkiye ayrılmış bir sütun.
Düşünce kelimesi böyledir: fakat Kendini tekrar eden, kendi kendine
bu kelimenin bir istisna teşkil dokunarak, kendi kendine konuşa­
etmediğine çok geçmeden kana­ rak, kendine kendine yanıt vererek
at getirilecektir. kendiyle özdeşleşen, sonra kendiyle
"insanlara kendilerinde olup taması kaybeden, "önceden kendi­
bitenlerin farkına varmasına ve ne yanıt veren benlik, artık kendine
bunları önce hareketlerle, sonra yanıt vermeyi bıraktığında" (1, 257)
da adlarla ifade etmesine ilk vesile -dış dünyayla temas anı- konuştu­
ve fırsatları sağlamış olan şey ih­ ğunu duymayı bırakan ama akabin­
tiyaçlardır. Bu mütalaalar, demek de kendi konuşmasını duymanın

91
oluyor ki ancak bu ihtiyaçlara göre öz-etkilenimsel çemberini yeniden
vuku bulmuştur; dolayısıyla de, oluşturmak için ikameyi kovala­
birçok şey ancak bu mütaalayı yap­ maya devam eden ve kendine dün­
mayı gerekli kıldıkları ölçüde ayırt yanın tüm hazlarını vererek mut­
edilmişti. İmdi ihtiyaçlar yalnız lak surette kendi kendine yanıt ver­
ve yalnız bedenle ilgiliydi. Bizim meyi (kendi kendinden sorumlu
duyabileceğimiz [ deneyimleyebi­ olmayı) isteyen. Yani yeniden anaç
leceğimiz] şeylere verilmiş olan ilk ve doğal kökene kavuşmak isteyen.
adlar, demek oluyor ki, ancak belli Çünkü dışarıdan gelen çarpma/
[hissedilir] birtakım eylemleri ifa­ karşıtlık babanın, yazarın, deney­
de etmişlerdi." (lnsan Bilgilerinin cinin inisiyatifine bırakılırsa, ken­
Kaynağı Üzerine Deneme, I, 87) 28 diyle temas, dokunan-dokunulan
Kesişme. Piknik. Kutupların ha­ ilişkisi hem kendiliğindendir hem
reketi. İnterpolasyon, ekstrapolas­ de annenin ellerine bırakılmıştır.
yon.29 Bir dil tarihinin bu iki kavra­ Doğaldır, kökenseldir ve yine de
mı bir noktada kesişir; dilin kökeni bu doğa başkadır; bizde başkadır
mecazidir, yavaş yavaş silinir, bu si­ çünkü bizi uyarır ve bizi başlatır.
linip kaybolma bir soğumadır, ku­ "Bu hakikatten, tabiatın tamamıyla
zeye doğru bir geçiştir. Her iki du­ bizde başladığı sonucu çıkar. Onun
rumda da, dilin ilerleyişine ilişkin için ben de aslında [prensipte] ve
teori güneye yönelmiş ya da daha başlangıçta bilgilerimizin yalnız bu
doğrusu güneylileşmiştir. Dilin ve hakikatin eseri olduğunu, bizimse
dolayısıyla mecazın kökeni güney­ ancak onun verdiği derslerle ol­
dedir. Güney ve doğu halkları canlı, gunlaşıp yetiştiğimizi ve bütün akıl
sıcak, metaforik bir dil kullanırlar. yürütme sanatının da, onun bizi gi­
Şark: güney başlangıç noktasıdır. riştirmiş olduğu [başlattığı] gibi işe
Ancak Rousseau ve Condillac devam etmemizi gerekli kıldığını
güneyden uzaklaştıkça birbirlerin­ delilleriyle gösterdim.
den de uzaklaşırlar. Condillac için "Şimdi, bir çocuğun yaptığı ilk
ne kadar kuzeye gidilirse, tutkudan keşif, kendi bedenini keşfetmesi­
o kadar uzaklaşılır, ihtiyaca, zo­ dir. Demek ki bu keşfi yapan asıl
runluluğa ve eyleme o kadar yak­ kendisi değildir, bunu ona tam
laşılır; köken tersine döner: "Za­ yapılmış ve olmuş olarak göste­
manla bütün insanlar benzer hale ren doğadır." {I, 254)31 Doğa, ham
gelirler, ama gelişimlerinin düzeni mermer sütununun kendisini
farklıdır. Doğanın cömert olduğu beden olarak keşfetmesine nasıl
Güney iklimlerinde gereksinimler yardımcı olabilir? Duyıımlarını ru­
güçlü duygıılanımlardan [tutku­ hundan başka bir şeyle ilişkilendir­
lardan] doğar; doğanın cimri oldu­ mesine, onları ruhunun değişim­
ğu Kuzey ülkelerdeyse, güçlü duy- lerinden başka bir şeye dönüştür-

92
gular gereksinimlerden doğar, zo­ mesine yardım ederek; doğal anne
runluluğun kederli çocukları olan önce heykelin bedenini parçalara
diller de zorlu kaynaklarının izini ayırmalı, ilk duyumları bedenin
taşırlar:· (Rousseau, Dillerin Köke­ birbirinin dışındaki kısımlarıyla,
ni Üstüne Deneme, böl. X, 126)30 yani organlarla ilişkilendirmelidir;
"Gereksinimin değil de hazzın ço­ Böylece ruhu, kendi dışına çıkma­
cukları olan ilk diller uzun zaman ya, yani organsız, eklemsiz, farksız,
babalarının izini taşıdılar:' (böl. her türlü yaralanmadan korunmuş
IX, 127)31 Güneyde, "Karşılıklı bir bedenin içine kapanık mahre­
gereksinim insanları duygular­ miyetinden çıkmaya zorlar (zira
dan daha iyi bir biçimde bir ara­ kendiliğinden sadece "kendisini
ya getirirken toplum ancak insan yaralayıp berelemeyen cisimleri"
becerisiyle oluştu; sürekli yol alma sevecektir (I, 258)32 ve "onu inciten
tehlikesi jest diliyle sınırlanmaya bir duyıımu istememek de onun
izin vermiyordu, onlarda ilk söz için aynı derecede tabii bir şeydir."
de beni sevin değil bana yardım [I, 255]33) Ruhu (Düşüş'ten önceki
edindi:' ( 1 3 1 )32 bedenden değilse bile organlardan)
Ek bir paradoks: Güney insanı, koruması gereken ana doğa aynı
Rousseau'ya göre, ihtiyaç ve ey­ zamanda parçalayan, düzenleyen
lem insanıdır kuşkusuz, ama tam ve tam manasıyla yapay güçtür.
da bu sebeple, onun dili artık jest Düzenlemek için -kendinden- çı­
dili, hareket dili değildir. Condil­ kan odur. Yani, her zaman, ikame
lac'ın karşıt önermelerden çıkar­ ve tekrarı düzenlemek için. Bunlar
dığı sonuç da aynıdır: Kuzeyli her zaman annelerinin alametini
insan, hareket dilinden uzakla­ taşırlar. Condillac'ın sisteminde
şır çünkü -soğukça- tutkudan "ilk günah"ın felsefi işlevinin ruh
uzaklaşır. İhtiyaç kutbu -dilin ve bedenin birliğinde değil, bede­
kökeni- yönünü kuzeye çevire­ nin ayrışmasında, organsız beden
rek -kendinden- uzaklaşır. İnsan fantezisinin aldığı yarada ortaya
ihtiyaca, katı zorunluluğa ne ka­ çıktığını göstermek de kolay ola­
dar çok yanıt verirse, aslında ih­ caktır. Ruhun zorla girişinin baş­
tiyaçtan doğan hareket dilinden ladığı an, dışarıyla ilişkinin açıldığı
o kadar uzaklaşır. "Soğuk ve ağır andır. Bu ilk an, bedenin birbirine
davranışların bir sonucu olarak dışsal kısımlarının keşfedildiği
bu halklar, hareket dili kokan her andır. "Demek oluyor ki tabiatın,
şeyi daha kolaylıkla bırakıvermiş­ ona kendi bedenini göstermek için
lerdi." (İnsan Bilgilerinin Kaynağı yalnız bir tek yolu vardı; bu yol
Üzerine Deneme, I, 80)33 ise, ona kendi duyumlarını, kendi
İki sistemin çift kutuplu man­ ruhunun olma tarzları olarak de­
tığı: kuzey, kökenin karşıtı (ken- ğil, bu tarzların tesadüfi nedenleri

93
dine karşıt olan köken) olduğu olan organların birtakım değişme­
için, oradaki üslubun soğuk leri olarak göstermekti. Bundan
olması ve pek metaforik olma­ dolayı da benlik, ruhta yoğunlaş­
ması normaldir: Tutkudan uzak mak yerine, bedenin bütün kısım­
ve ihtiyaca ya da eyleme yakın larına yayılacak, dağılacak ve adeta
(Rousseau), ihtiyaçtan ve hare­ onlarda tekerrür edecekti.
ket dilinden uzak (Condillac). "Kendimizi, asıl kendimiz ol­
Paradoks bilhassa, Rousseau'nun mayan organlarda bulduğumuzu
hareket ve jest kavramlarını bir­ sanmamıza yol açan bu oyunun

birinden ayırmasından ileri gelir. temeli, şüphesiz ki, insan bede­


Hareket ya da jest dili, eylem/ ninin mekanizmasındadır. [ . . . ]"
hareket ve ihtiyaçtan ileri gelmek {I, 254)34
zorunda değildir: bu dil tutku­ Heykelin dışarıyla ilk kez karşı­
nun en iyi yorumlayıcısı olabilir. laştığı, hala kendisinin dışına bağlı
Bu çift kutuplu ve tamamlayıcı kalsa da, kendi dışına, kendisi için
mantık Condillac'ın figür/mecaz dışarısı olan bedeninin yüzeyine
hakkındaki çelişkili değerlendir­ geçtiği duyum, katı olanın duyu­
mesini izah eder. Bu mantık sa­ mudur: dokunma. Dokunma bizi,
dece yazma sanatındaki retorik doğrudan duyumuna sahip olma­
normlar ve değerler sistemine sak da katılık duyumundan hare­
değil, aynı zamanda bir reto­ ketle kendisine dair yargı oluştur­
rik-felsefe ihtiyacını da yön verir. duğumuz, cisimlerin asli özelliği
Dil oluşumunun tarihsel sü­ olan nüfuz edilemezlikle temasa
reci bunu iki bakış açısından geçirir. İki katı cisim (sütun katı
doğrulamaktadır: dar anlamda bir cisimdir) birbirlerine nüfuz
bir retorik ya da bir üslup tarihi edemediğinden, "zorunlu olarak
bakış açısından ve geniş anlamda daima ayrık ve iki tanedirler:' {I,
bir retorik bakış açısından - dü­ 256)35 Katı duyumu "birbirini dış­
şünme sanatının tarihi, kavram layan iki şeyi" temsil ettiğinden,
tarihi ve felsefe tarihi olarak ko­ ruh, onu değişimlerinden birine
nuşma sanatının tarihi. asimile edemez. "öyleyse, işte bir
Her iki durumda da retorik, duyum ki, ruh onun vasıtasıyla
ilerleme ve çöküş (decadence) kendi dışına geçer, böylece de
duygusunun yön verdiği tarihsel onun, cisimleri nasıl keşfedeceği
evrim düzeninin gereğidir. Ama anlaşılmış olur." (a.g.y.)
her iki durumda, ilerleme yasası Elini sütunun yüzeyinde ağır
çöküş yasasının ta kendisidir, ki ağır yoklayan bir okşayışla gezdi­
bu da söz konusu mantığın iç çe­ rerek kendi bedenini keşfetmekle
lişkisidir. İkameler dizisi bir ku­ başlar işe. "Kendine dokunmaya
tuptan diğerine bir öz etkilenim devam ettik" çe, temas noktaları-

94
döngüsünü yeniden oluşturma nın çokluğu vasıtasıyla kendini

eğilimindedir, böylece başlan­ yeniden bulur ve kendini yanıtlar.


gıç kutbu, karşıt ucuyla temas Ancak bu çoklukla temas halinde,
halinde olur ve onda kendine kendine "bu benim" diye yanıt
dokunmaya devam eder. veren benliğin birliği, henüz hiç­
Yaşam yasası, ölüm yasasıdır. bir dışla karşılaşmasa da, kendi­
Dili doğuran ve ona hayat veren ni artık kendi değişimleriyle bir

şey, onun düşüşüne neden olan tutmaz, kendini onlarla karıştır­


ve onda ölümü taşıyan şeyin ta mamaya başlar. Doğanın eli tara­
kendisidir. Figür/Mecaz (dilin fından yönlendirilen heykelin eli,
kökeni), metafor, hem yaşam kendi bedenini tarif eder ve sütun
dürtüsü hem de ölüm dürtü­ kendine uyanır [kendini ilk kez
südür. Figürün/Mecazın her duyumsar] : "Eğer buraya kadar,
zaman bu iki yüzü vardır. Tüm heykelin eli, kendi bedeninin bir
bu ikame sürecinin (bu "ilerle­ yerinden kalkıp bir başka yerine
me"nin) bir tekrar ilkesiyle olan dokunurken, daima ara kısımlar­
asli ilişkisi, hem -Condillac'ın dan geçmişse o, bu kısımların her
tekrar tekrar döndüğü- haz ilke­ birinde kendi kendini bir o kadar
sini hem de aynı ölüm dürtüsü başka başka cisimlerde bulur ve bu
gibi onun dışında bulunmayan kısımların hepsinin birden bir tek
öte'sini teyit eder. Bunu tekrar beden teşkil ettiklerini hala bilmez.
tekrar teyit edeceğiz. Yaşam il­ Çünkü deneyimlediği duyumlar,
kesinin ölüm ilkesi olduğuna bu kısımları ona, ne bitişik olarak,
dair yorum, Condillac'ın söyle­ dolayısıyla ne de bir tek süreklilik
mine bir anakronizmle uğraşa oluştiıyormuş gibi gösterirler.
didine bu hükmü dayatmaz: "Fakat elini, hiçbir yeri atlayıp
"Dildeki son gelişmelerin ne­ geçmeden, kolu boyunca dolaştı­
denlerini gösterdikten sonra, racak; göğsüne, başına vesairesine
gerilemesinin nedenlerini araş­ götürecek olursa, elinin altında de­
tırmak yerinde olur: bu neden­ yim yerindeyse bir ben sürekliliği
ler aynıdır ve yalnızca koşulların hissedecektir ve daha önce birbi­
mahiyeti sebebiyle bu kadar zıt rinden ayn kısımları bir tek sürek­
etkiler yaratırlar. Durum bura­ lilikte birleştirecek olan bu aynı el
da da aşağı yukarı fizikte olduğu bunların uzamlarını daha hissedi­
gibidir, bir yaşam ilkesi olmuş lir duruma getirecektir." (a.g.y. )36
olan aynı hareket bir yıkım ilke­ Heykele elini veren kimdir?
si haline gelir:' (I, 102)34 Heykele elini ne verir? İki elini,
Bunun üzerine Condillac'ın bastırarak, çaprazlayarak, karşı
seçtiği ilk örnek, yazma sanatı­ karşıya koyarak, iç içe geçirerek
dır: "yeni bir yol" açmaya çalışan paralel biçimde veya birlikte kımıl-

95
dahi yazar, dilin yaşam ilkesi datmak; sütunlar gibi yükselen ya
olan analojiden ayrılmalıdır. da iki el tarafından çizilen deseni,
Onun cömertliği, dili yeniden eğrileri ve açıları yeniden üreten
yeşerten dehası, dilin can sı­ kalın sarmaşıklar gibi birbirine
kıntısından, benzerlikten, ana­ dolanan iki parmak arasındaki
lojiden, taklitçilikten ölmesini ilişkiyi, her parmağın kesintisiz
engeller; dilin yaşam ilkesini çizgisini ayırarak veya birleştire­
yok eden şey tam da budur. Öz­ rek oynatmak suretiyle vücudunu
gün yazar "bu nedenle yeni bir okşayabilmesi, kayıtsızlıkla karşı­
yol dener. Ancak, dilin karakte­ lanabilecek bir şey midir?
riyle ve kendisininkiyle benzer Condillac, eli, işini sessizce
tüm üsluplar ondan öncekiler yapmaya bırakır. Bir edisyon­
tarafından kapıldığı için, ben­ dan diğerine, bir açıklamanın
zetmeden uzaklaşmaktan başka başlangıcını bile siler. Hatta öyle
seçeneği yoktur. Böylece özgün görünür ki nihayetinde kendisi
de neden. ele ihtiyaç duyduğunu
olmak için, bir asır evvel ilerle­
ya da daha doğrusu neden hey­
yişini hızlandırdığı dilin yıkımı­
kelin manipülasyonunun [elle
nı hazırlamak zorundadır." ( 1 ,
idaresinin] , kendi sisteminde,
1 03)35 Condillac'ın burada ileri
heykelin iki elini de kullanma­
sürdüğünün aksine, ama genel
sını gerektirdiğini anlamamıştır.
mantık ve analiz ettiği yasalar
Bu iki elin izlediği yolu yakın­
uyarınca, bir asır önce de du­
dan takip edelim.
rum aynı olmuştur. İlerlemenin
nedenleri çöküşün/gerilemenin Cisimlerin, kendi bedeninin,
nedenleriyle aynıdır ("bunlar sonra da yabancı bedenlerin/
cisimlerin -hep el yordamıyla­
aynıdır"), bu da şu anlama gelir:
keşfedilmesinde üç an/uğrak
bu nedenler benzerdir. Aynı­
vardır. İlk aşama: Heykel "ara
dırlar çünkü genel olarak tari­
kısımları" atlayarak elini kör­
hin (ilerlemenin/gerilemenin),
lemesine vücudunun üzerinde
özel olarak da diller tarihinin
gezdirir. Eller, yoklar, teması
ana kaynağı analojidir. Analoji kaybeder, bir yerden başka bir
ise bir aynılık ve bir farklılık, yere atlar ve bu süreksiz hatta
bir benzerlik ve bir sapma ta­ sadece kısımlarla ilgilenir. Bü­
rafından korunan birliktir. İki tünün birliğini, "hisseden aynı
çizgiyi takip etme ya da iki elle varlığın" birliğini olduğu gibi
yazma, bir yandan yaşam ve aynı hissedilen varlığın birliğini
ölümün -genel olarak karşıtla­ de yakalayamaz: olduğu haliyle
rın- birliğini sürdürme, diğer bile idrak edilmeyen parçalara
yandan onları birbirinden ayır­ ayrılmış beden. Burada parça­
ma imkanı bundan kaynaklanır; lardan, kısımlardan, süreksiz-

96
ki bu iki işlem açıkça hiçbir za­ likten bile bahsedilemez, çünkü
man simetrik değildir. Örneğin, bütünlüğe referans henüz uyan­
bir sütunda, belli bir satır hiza­ mamıştır. Benlik henüz kendine
sında, 36 tüm dahiyane yazıların, yanıt vermez (Condillac kendi­
aralığı zorlayarak dilin dağılıp nin bedeninin bu ele dayalı dene­
bozulmasını hızlandırdığı; diğer yimini hep konuşmaya tercüme
sütunda ise bunun koşullara ve eder; bu dilsiz eylem, bu karşılıklı
dilin tarihsel durumuna bağlı ol­ talepler ve karşılamalar bir soru
duğu yazılabilir. cevap oyununa dönüşür. Ha­

Bizi ilgilendiren şey, iki el arasın­ reket dili ile onun yerini alacak

da silinerek burada yazılan şey, her tüm diller arasındaki analojiyi


izah etmek bakımından önemsiz
iki taraftaki iki önerme tipini sı­
değildir bu.) Yine de parça parça
nırlayan, kendisinin anlaşılmasına
olmuş bir (kendinin olmayan)
asla izin vermeden boş bir beyaz­
bedene dair bu yarı deneyimin­
lıktan analojik çift değerlilik üreten
de, haz ilkesi zaten iş başında­
dilsiz bir aralığın ısrarıdır/tekra­
dır, "hoşa giden duyum" aranır,
rıdır. Bu da -bu okumadan geriye
"yaralayan duyum" dan kaçınılır.
kalan şey-, metnin, ona hiç zarar
Heykel ne parçaları bakımından
vermeden, onda en ufak bir kayba
ne de bir bütün olarak kendini
yol açmadan, onu ihtiyatlığından
henüz tanımadığından, kendi
uzaklaştırmadan ya da mermersi
başına haz arayışına girişemez.
kayıtsızlığını bozmadan. çıkarıldığı
Bu yüzden onu çeken ve buna
tükenmez yüzeyi sağlar.
alıştıran, annesidir, yani doğadır;
Kötülük (taklitçilik, yapmacık­
"heykelin organlarında ilk hare­
lık, "havai oyunlar" [boş/ önemsiz
ketleri husule getirmek doğaya
hünerler] , "boş eserler'', "zevk­
düşer. Eğer doğa ona hoş bir du­
sizlik") dehanın tekrarlanmasıyla
yum verirse, heykelin, bedeninin
başlar (§ 1 59)37, ancak tekrarlama
bütün kısımlarını bulundukları
zaten "ilerlemenin nedenleri" durumda muhafaza ederek bu
arasında yer alıyordu. Tekrar, duyumdan zevk alabileceği an­
kendini önceler ve çoğaltır, ken­ laşılır bir şey olur ve böyle bir
dini hazırlar ve damıtır. Kendini duyum da, hareket husule ge­
bu şekilde üreterek, kendine mal tirmekten ziyade sükun halini
ederek kendinden ayrılır. korumaya meyleder görünür:'
Analojideki aralık/sapma (ecart) ( 1 , 255)37 Bu, hazzın hareketsiz
ekonomisi, Condillac' a göre fi­ halde tuttuğu ve acının harekete
gürün/ mecazın en ala figürü/ geçirdiği anlamına mı gelir? Ve
mecazı olan metaforun tüm tari­ bu basit yasa, dereceye göre mi
hidir. uygulanır? Her seferinde sadece

97
Gördüğümüz gibi, diğerleri tek bir yönde mi/duyuda mı
arasında bir figür/mecaz değil, ilerler? Bu ancak Condillac'ın
ama herhangi bir dar retoriğin tüm söylemini düzenleyen de­
bile ötesinde, bu figür/mecaz, rece kavramı, süreklilik ve ho­
sözünü ettiğimiz tarihin figürü­ mojenlik kavramı olsaydı meş­
dür/mecazıdır. Tarih, metafo­ ru olurdu. Aslında derece farkı,
riktir. İlerleme ve gerilemenin aynının tekrarının içsel sapma­
birliği sadece bir metaforda res­ sı, işaretin sıçraması ve tersine
medilmel<le kalmaz. O metafo­ dönmesi olasılığı bakımından
run ta kendisidir. her zaman önemlidir. Sözge­
Dilin kökenindeki yaşam ilke­ limi, hoşa giden bir duyumun
si, taşkınlığı ve doğal yetersizliği "canlılığı", acınınkine benzer
nedeniyle çok geçmeden bozul­ bir etki yaratarak heykelin "tam
manın nedeni olur. Ancak bu bir hareketsizlik halinde kal­
bozulma bazen figürün silinip masını" (a.g.y. ) engelleyebilir.
gitmesi, canlılığın, şiirsel olanın Öyle ki hareketin tek kaynağı
fakirleşmesi anlamında, bazen ne hazdır ne de acı; ama birinin
de -neredeyse aynı anda- meta­ diğerinde tersine dönmesi ve
forların dizginlenemez bolluğu birinden diğerine "'dönüşümlü
anlamındadır. olarak geçiş"tir, yani ilkesi her
Önce fakirleşme. Condillac, bir terime içkin olan bir geçiştir.
konuşma dilinin yoksulluğu, Haz ve acı arasındaki dere­
hareket dilinden zar zor ortaya ce ve dönüşümlülük ilişkisi,
çıkan orijinal dil ile metaforik­ iki değerin her birinde tekrar
lik, tam da upuygun kelimeler­ ve varyasyon, analoji ve sap­
den yoksun olduğu ölçüde ye­ ma şeklinde ikili bir ilke yara­
tersiz kestirimleri çoğaltan bir tır. Her değer diğerine geçer,
dilin pleonastik [laf kalabalığı bunun için fazladan bir dönüş
bakımından) fazlalığı arasında kafidir. Acı, hazzın bir mecazı,
doğru orantılı bir bağlantı kurar. hatta metaforu olabilir: teşbih
Buradan hareketle, bir dilin zen­ (trope), çok fazla (trop) ya da
ginleşmesinin, uygun sözcükler çok az haz. Bu hattı haz ilkesi­
edinmesinin, bir nevi matema­ nin ötesine kadar uzun uzadı­
tiksel olarak, niceliksel olarak ve ya izlersek ("Bastırmanın bir
derece derece, şiirsel bir kayba, haz olanağını bir hoşnutsuzluk
hissedilir imgelerin ve figürlerin kaynağına çevirmesi sürecinin
sürekli kaybolmasına yol açtığı ayrıntıları henüz tam anlaşı­
sonucuna varır. Aynı anda, ek­ labilmiş ya da apaçık temsil
lemli diller, mecazların kaynağı edilebilir değildir, ama kuşku­
olan hareket dilinden uzaklaşır; suz bu türden bütün nevrotik

98
yavanlaşırlar [şiirsellikten uzak­ hoşnutsuzluklar haz olarak
laşırlar] ve felsefe artık ufukta algılanamayan hazlardır [die
görünür. "Üslup, başlangıcında nicht als solche empfunden wer­
şairane idi; çünkü fık.irleri en bel­ den kann]"I (Freud'un notu):
li teşbihlerle ifade etmekle [daha "En önemlisi herhalde haz ve
hissedilir imgelerle resmetmekle] hoşnutsuzluğun bilinçli al­
işe başlamıştı ve zaten son derece gılamalar olarak bene bağlı ol­
ölçülüydü; fakat diller daha çok malandır.")38 onun, tüm siste­
olunca hareket dili yavaş yavaş yı­ miyle birlikte, bir deneyim ya da
kıldı, ses daha az değişik oluverdi, bilinç mantığı içinde anlaşılan
göstereceğim sebepler dolayısıyla bir derece, fark, tekrar vb. kav­
mecaz ve istiarelere [figürlere ve ramı ile hala bastırma sözcüğü
metaforlara] karşı duyulan zevk, ile temsil edilen şey tarafından
hissedilir derecede azaldı, dola­ kendilerinden saptırılan "aynı"
yısıyla de üslup bizim nesrimize kavramlar, "aynı" şemalar ara­
yaklaştı . . . En sonra da bir filozof, sında geçtiği görülür. Aynı söz­
şiirin kurallarına boyun eğeme­ cükleri, aynı simgeleri/mecazla­
rı kullanan iki "mantık"., iki "re­
diği için, ilk defa olarak nesirle
torik" söz konusudur; öyleyse
yazmaya girişti."38 (1, 80)
neden (madem kavram kavramı
Metaforun silinip gitmesi, fel­
da aynı yer değiştirmeye tabidir
sefi olanın özüdür ya da en azın­
ve otoritesini ancak, ilki felsefi
dan onun yazgısını temsil eder. mantık, bilinç mantığı olan iki
Bu yazgı da aynı sebeple dar reto­ mantık.tan birinden almaktadır
riğin zorunluluğu olmaktır. vs.) aynı kavramlar, kendi ara­
Gerçekten de öyle. Doğal me­ larında analojik, retorik ilişki­
tafor yok olmaya, kaynağından ye, kesiği içeride kesen, yani
uzaklaşmaya, kendiliğindenliği­ eski söylemin dokusunu dur­
ni kaybetmeye meylettiği anda, madan onaran sapma ve tek­
yerini bir mecaz tekniğine bırak­ rar ilişkisine sahip olmasınlar.
mak zorundadır. Retorik hayatta Haz ve acı arasındaki dere­
kalır. Her şeye rağmen üzerinde ce ve dönüşümlülük ilişkisi, iki
yaşadığı şeyin ölümünden bes­ değerin her birinde varyasyon
lenir. O sadece bu ekten/eklen­ ve tekrar, sapma ve analoji gibi
tiden ibarettir ve bu eklenti de ikili bir ilke üretir.
kendisidir. Belki de eli buraya koymak
Bunda tesadüfi bir şey yoktur; gerekir. Hayır, elleri, zira aynı
ya da en azından tesadüf, ba­ işlevi yerine getirmeleri, dola­
şarısızlık, özün yasasıdır. Yok­ yısıyla her birinin yine de bü­
sullaşma, doğal bir eğilimdir. tünlük olarak keşfedebileceği

99
Ama metaforun aşırı bollaş­ bedenin bir parçası gibi birbirle­
ması, metafor fazlası da öyle­ rine dokunabilmeleri için iki tane
dir. Artık metafor yoktur. olmaları önemlidir.
Hiyeroglif Üzerine Dene­ Condillac'ın açıklaması bu yönde
me'den yararlanan Condillac, değildir. Condillac şunu hiç sorgu­
onun yapısal ilkesini kendi sis­ lamıyormuş gibi görünür: acaba el,
tematik mekanizmasına uyarla­ keşfedilmiş bir parçası olarak kaldı­
mıştır. Warburton gibi o da ya­ ğı bedenin tüm yüzeyini keşfede­
zının tarihi ile eklemli dilde me­ bilen tek organ mıdır? Tam tekmil
cazların tarihi arasında bir para­ kaşif acaba onda başka bir parça,
lellik kuralı tespit etmeye çalış­ yani ikizindeki kendisi tarafından
mıştır. Bir tükeniş hikayesiyle bütünüyle keşfedilebilir olabilir mi?
sadece görünüşte çelişen bir aşırı Bununla birlikte, heykelin, ellere
süsleme hikayesidir söz konusu başvurma zorunluluğu söylemi­
olan. Başlangıçtan itibaren aşı­ ni bir türlü rahat bırakmaz. Tam
rı hale gelen şey, kendiliğinden da bu yüzden, editör, Duyumlar
metaforikliğin zayıflamasıyla el Üzerine İnceleme'nin çok sayıda
ele giden süslemeye dayalı, ya­ "elden geçirilip düzeltilmiş" sayfa
pay bir metaforikliktir: metafor, barındırdığını söyler. Önce İkinci
başlangıçtan itibaren doğadan Bölüm'ün Dördüncü Bahsi olan
doğal olarak kopan şeydir. Bu, Beşinci Bahis 1754'te Ellerini kul­
doğanın parlak görkemidir. İn­ lanabilen bu insan vücudunu nasıl
san Bilgilerinin Kaynağı Üzerine keşfetmeye başlar? başlığını taşırken
Deneme'de, neredeyse War­ daha sonra kesilip dönüştürülür:
burton' dan uzun bir alıntıyla Yalnız dokunma duyusu bulunan
özetlenen Yazıya Dair bölü­ bir insan kendi bedenini nasıl keş­
münün hemen ardından gelen, feder ve kendi dışında bir şey bu­
Mecazlar İle İstiarelerin Kulla­ lunduğunu nasıl öğrenir? Neden
nılması Hakkındaki Bazı Tefer­ böyle bir düzeltmeye ihtiyaç duyul­
ruatla Birlikte Meselin, Kinaye­ muştur? Ve neden onu mantıksal
nin Ve Muammanın Kayna-39 olarak takip eden ve düşünülüp
taşınıldığını teyit eden bu düzelti?
Çünkü Condillac "Heykelimize el­
lerini kullanma yetisini veriyorum:
ama hangi neden . . . ." cümlesinin
yerine, 1 754'ten sonra, "Heykelimi­
ze tüm uzuvlarını kullanma yetisini
veriyorum" cümlesini geçirir. Bu
bölüm boyunca, keşfin elle yapıl­
masının mahiyetini tarif etmeye ve

1 00
gerekçelendirmeye çalışan iki paragraf
ortadan kaybolur. Çıkarılan bu parag­
raflar, ellerin işin içine girmesi hala çok
keyfi olmaya devam eder: "Nesnelerin
heykel üzerinde bıraktıkları intibaların
çokluğunu ve çeşitliliğini göz önünde
tutarsak heykelin hareketlerinin doğal
olarak tekrar edeceğine ve çeşitlenece­
ğine hükmederiz. İmdi, bu hareketler
tekrar ettikleri ve çeşitlendikleri andan
itibaren heykelin ellerini, birçok kere,
kendi üzerine ve ona yaklaşan nesne­
lerin üzerine götüreceği muhakkaktır?'
(1, 255)39
Neden eller? Neden "bunun olması"
"muhakkak"tır? Silinen pasaj olmadan
bir açıklama ilkesi ortaya konmuştu.
Bu pasaj neden silindi? Bunu alıntı­
lamadan önce, metnin geri kalanının
dokunululmadan bırakıldığını kabul
edelim. Bu ilke yukarıda tanımlanan
ilke değil (tam tekmil kaşif olarak keş­
fedilen kısım, dokunulan dokunanın
deyim yerindeyse metaforik-meta­
nomik yapısı), ama analitik nesnel­
lik ilkesidir. El, tek analitik organdır;
nesneler arasında, birbirlerini dışlayan
yerlerin sınırlan tarafından belirlen­
miş, birbirlerine dışsal kısımlar ara­
sında yalnızca o ayrım yapabilir. Bu
analitik zorunluluk kalan metinde
kesinlikle ortaya konmuştur, ancak
orada, yalnızca elin -neden yalnızca
elin?- bu zorunluluğu karşılayabilece­
ği söylenmemektedir artık. Görünüşte
cinsiyet taşımayan -kimi kez eril zamir
o (adam/insan) kimi kez dişil zamir o
(heykel) söz konusudur- bu organiz­
ma hakkında, felsefi ya da soybilimsel
kurguda yerini deneyi yapan Ben' e

101
bırakan annesinin (doğa) ona tüın
uzuvlarını kullanma yetisi verdiği
(özellikle eller) ve ona kuşkusuz
analiz yapmayı öğrettiği (ama ilkin
tüın vücudu okşayarak) bize neden
söylenmez. Analiz, kendi başına bir
amaç ya da genel bilgi aracı olmak­
tan ziyade, öncelikle kişinin kendi
bedenini tanımasının bir yoludur.
"Heykelin doğal olarak organla­
rının değişmeleri olarak algıladığı

duyumlara sahip olması gerekse


de, benzer duyumları deneyimler
deneyiınlemez bedenini tanımaya­
caktır. Onu keşfebnek için, analiz
yapmak zorundadır, yani benini
bulunuyor göründüğü her yerde
art arda gözlemlemelidir. Ancak
bu analizi kendi başına yapmaya­
cağı kesindir: bu nedenle bunu ona
yaptırmak doğaya düşer. Bakalım.

"Beşinci Bahis
Yalnız dokunma duyusu
bulunan bir insan
kendi bedenini nasıl keşfeder
ve k-e ndi dışında bir şey
bulunduğunu nasıl öğrenir?

§ 1 . Heykele tüın uzuvları­


nı kullanma yetisini veriyorum:
ama hangi neden heykeli, onları
hareket ettirmeye sürükler? On­
ları kullanma niyeti olamaz bu.
Çünkü henüz birbiri üzerine kıv­
rılabilen/katlanabilen ya da dış
nesnelere yöneltilebilen kısımlar­
dan oluştuğunu bilmemektedir.
Bu nedenle işe koyulmak doğaya

102
düşer: heykelin organlarında ilk
hareketleri husule getirmek zo­
runda olan odur." (I, 254-255)
Kıvrılmak/katlanmak: bu yeti
-ki Condillac onu ayrıca esneklik
diye adlandıracaktır- burada ele
mahsus değildir. Ve ele (üstü çi­
zilen pasajda ve daha sonra geri
döneceğimiz başka bir pasaj­
da) bu en ala yeniden-esneklik
tanındığında, söz konusu olan
öz-etkilenim estetiğinden ziyade
nesnelleştiren ve hesaplayıcı ek­
lemlemedir. Condillac'ın dijital
(sayısal) oluşuma dair yorumu
bu şekilde olacaktır. Parmakların
arasında meydana gelir. İki par­
mak arasında. parmağın, esnek­
liğinin tarzlarının iki işlevi ara­
sında. Condillac şuna pek dikkat
etmez: parmak, eklemi itibarıyla,
bedenin tüm yüzeyine dokun­
maya imkan tanır, hatta buna
oyuklarının iç sınırları ve daha
tek bir elin içi düşünüldüğünde
kendisi de dahildir (parmak ke­
miği [phalange] kendi kendine
dokunan eklemli bir kolondur);
sayısal eklemlemenin nesnelleş­
tirici ve hesaplayıcı analizin en
güçlü işlevi olmasına daha çok
dikkat kesilmiştir. Bu iki yorum
tarzı çelişkili değildir; hatta aslın­
da bir sistem oluştururlar.
Condillac'ın söyleminin tüm
gelişimine formüle edilmeden
destek olan işlemi, dillerin hesa­
bı diye adlandıralım: eklemleme
ilkesini öz-etkilenim ilkesiyle
birleştiren ortak yasa, parma-

103
ğı ağza sokar. Ağız (ses sistemi,
dil, dudaklar, emme yeteneği,
kendi kenarlarına dokunan ve
işitme-konuşma çevriminde bile
işitmeye açık olan içselleştirme
ve dışsallaştırma), parmak ek­
lemleriyle birlikte, bedenin öz et­
kilenimini eklemleyebilen/ifade
edebilen ve dolayısıyla el ile ika­
me etkileri alışverişinde buluna­
bilen diğer ucudur. Hareket dili
ile seslerin dili (ya da Condillac'ın
sık sık söylediği gibi, eklemli dil)
arasındaki ek analojiler, bedenin
(ve dolayısıyla, göreceğimiz üze­
re, retoriğin) bu noktasın(nokta­
ların)da dolaşımdadır. Condillac
bu ortak yasadan hiç bahsetmez,
ancak İnsan Bilgisinin Kaynakla­
rı Üzerine Deneme ve Duyumlar
Üzerine İnceleme' den Hesapların
Dili'ne, en doğal dilden en ya­
pay dile -özetle söylersek- geçişi
ve sistematik tutarlılığı yalnız o
sağlar, ki her iki dil de ilk olarak
parmaklar arasındadır, ama par­
mağın bir dil haline gelebileceği­
ni, dilin bir parmak gibi dokuna­
bileceğini, nüfuz edebileceğini,
gösterebileceğini ve eklemleyebi­
leceğini/ifade edebileceğini var­
sayarlar. Sapma/analoji, çifte dil,
çifte parmak. Kendi kendinin ye­
rine geçen, kendine geri dönüşü,
sapmanın analojik ekonomisini
hesaplayan köken halkası.
Bununla birlikte, her ne kadar
elle analiz öncelikle kendi bede­
nini keşfetmenin hizmetinde olsa
da, elin tanımları ya da tariflerine

104
hala ayrım, belirleme ve nesneleş­
tirme saikleri yön verir. Kendi be­
denini keşfetmek, her şeyden önce
analiz etmek, birbirini dışlayan
ve sınırlan-tespit eden kısımlar
arasında ayrım yapmaktır. Haz
ve acının birbirini izlemesi, şüp­
hesiz elle araştırmanın temelinde
yatar, eli harekete geçirir, ancak
tam elle yoklama esnasında artık
mevcut değildir. Şu silinmiş uzun
pasaja bakalım mesela: "Demek ki
şiddetli bir haz ya da acı hissinin
kaslarını kasıp, kollarını kıpırdat­
ması gerekecektir hem de kollarını
kıpırdatma niyeti taşımadan ve ne
yaptığının farkında bile olmadan.
§ 2. Bu mekanik harekete uyarak
elini kendi üzerine koyduğunu sa­
nıyorum; şu açıktır ki ancak onun
farklı kısımlarını ayırt ettiği ve
kendini her birinde aynı hisseden
varlık olarak tanıdığı ölçüde bir
bedene sahip olduğunu keşfede­
cektir. [ . ] hareket ettiği, kendine
. .

dokunduğu veya başka nesneleri


kavradığı anda direnç ve katılık
hisseder. Şimdi bu duyum onun
şeyler arasında ayrım yapmasını
sağlar, çünkü tekbiçimli olmak
yerine, temas ettiği şeylerin sert,
yumuşak, pürüzlü, cilalı olması­
na; tek cümleyle, dokunma du­
yusunun bizi elverişli kıldığı çeşit
çeşit hisse göre değişikliğe uğrar;
yine bu duyum onları uzam olarak
ayırt etmesini sağlar, çünkü bunla­
rı ona illa ki farklı yerlerde bulu­
nuyor olarak temsil eder: iki şey
katı olduğunda, her biri diğerinin

105
kapladığı yerden dışlar. Sonuç
itibarıyla, bedene farklı var olına
biçimleri vermek için, hareketli
ve esnek organların bunların
her birine bu direnci ve katılı­
ğı katması yeterlidir. Özellikle
el söz konusunda olduğunda
böyledir; dokunduğu anda ka­
tılık duyumuyla karşılaşır, ki
bu da deneyimlediği diğer tüm
duyumları kapsar, onları belirli
hudutlar içinde tutar, ölçer ve
sınırlandırır. Dolayısıyla heykel
için beden, nesneler ve mekan
bu duyumla başlar." (1, 255)
Burada Buffon'un elini teşhis
edebilir miyiz? Duyarlılığın köke­
nine ilişkin ilk "felsefi açıklama" -

da ( 1 749), "Yaratılış anındaki ilk


insan", "kendisine ve etrafındaki
her şeye yepyeni uyanan" bu in­
san için haz, harekete geçirdiği
şeyden artık ayrılmayan bir sa­
iktir. Heykelden ilk farkı budur.
Birinci şahıs ağzından konuşur:
henüz eril zamir o (adam/insan)
ya da dişil zamir o (heykel) değil­
dir (bu da ikinci farktır). Ben cin­
siyetli bir varlıktır ve anlatının so­
nunda, günün sonunda, önce eli­
ni keşfedip sonra onu kullanarak
bir yarıya, bir çifte, bir başkaya
can verir. Kişi zamirleriyle oyna­

mak: "uyanışım sadece ikinci bir


doğumdu ama ben sadece varlığı­
mın sona erdiğini hissettim.

"Az önce hissettiğim bu yok


oluş beni ürküttü ve her zaman
var olınayacağımı hissetmeme
neden oldu.

1 06
"Başka bir endişem daha vardı:
uykuda herhangi bir parçamı bıra­
kıp bırakmadığımı bilmiyordum;
duyularımı denedim, kendimi ta­
nımaya çalıştım.
"Ama tüm varlığımın yerinde
durduğundan emin olmak için
gözlerimi vücudumun kenarların­
da gezdirirken, benimkine benzer
bir formun yanımda durduğunu
görünce şaşırdım! Var olmayı ke­
serken herhangi bir şey kaybetmek
şöyle dursun onu bir başka ken­
dim sandım, çift hale geldiğime
inandım.
"Elimi bu yeni varlığın üzerine
koydum: nasıl bir ürperti! Ben de­
ğildim: Varlığımın yer değiştirece­
ğini ve tamamen kendimin bu ikin­
ci yansına geçeceğini zannettim.
"Bu formun elimin altında can­
landığını hissettim, gözlerimdeki
düşünceyi aldığını gördüm; onun­
kiler damarlarımda yeni bir yaşam
kaynağı akıtıyordu: Ona tüm var­
lığımı vermek isterdim; bu canlı
istek varlığımın sonunu getirdi,
altıncı bir duyıınun doğduğunu
hissettim.
"O anda, gündüz yıldızı seyrini
tamamlayıp meşalesini söndürdü;
görüş yetimi kaybettiğimin farkı­
na bile varmıyordum, varlığımı
yitirmekten korkmayacak kadar
çok vardım ve kendimi içinde
bulduğum karanlığın bana ilk uy­
kumla ilgili düşünceyi hatırlatması
boşunaydı." (Georges-Louis Le­
clerc de Buffon, Histoire naturelle,

107
De l'homme içinde, ed. M. Du­
chet, 2 1 7-219) Hem Condillac'ın
Buffon'dan intihal yaptığını red­
detmesi hem de Grimm'in onu
"M. de Buffon'un heykelini soğuk
suyla dolu bir fıçıda boğmakla"
suçlaması anlaşılabilir bir durum­
dur. (Correspondance l er nov.
1 755) Condillac'ın aksine, Buf­
fon, insanın tarihine dair hika­
yesinde, doğaya olduğu kadar
cinsel kültüre (sünnetin, kadın
sünnetinin, kastrasyonun, kızlık
zarı fantezilerinin etnolojisine
vs.) anatomik veya fizyolojik bir
mekanizmaya indirgenmeyen ve
"felsefeden kovmak" istenecek
her şeye dikkat etmekle kalmaz
yalnızca (a.g.e. 8 1 ) "Felsefi anla­
tısı" -Condillac'ın itiraz ederken
atıfta bulunmak zorunda kaldığı
dört sayfa- elin işlevini bir haz­
zın öyküsü olarak tasvir eder. En
büyük hazza dair şunları yazar:
"Elimi başıma koydum, alnıma ve
gözlerime dokundum, vücuduma
göz gezdirdim; bunun üzerine
elim bana varlığımın asli organı
gibi geldi; bu kısımda hissettiğim
şey çok belirgin ve tamamdı. Işı­
ğın ve derslerin bana verdiği hazla
kıyaslandığında bu zevk o kadar
mükemmel görünüyordu ki, ta­
mamen varlığım bu sağlam par­
çasına bağlandım ve fıkirlerimin
derinlik ve gerçeklik kazandığını
hissettim.
"Kendi bedenimde dokun­
duğum her şey his üzerine his
veriyor gibiydi ve her dokunuş

1 08
ruhumda çifte bir fikir yaratı­
yordu." (Histoire naturelle, 2 1 6)
"Derinlik", "çift fikir"den ileri
gelir: Dokunmaya dair iki hedo­
nik (hazla ilişkili) pasaj, hissedi­
len ve hisseden, iki "fikir" ya da
iki "duyu"nun stereografik kar­
şıtlığını şimdi, eşzamanlı olarak,
sağlam ve belirgin bir şekilde ve­
rir: etkin ve edilgin, iç ve dış, vb.
Bütünün parçaya karşıtlığına
gelince, bu karşıtlık, elin, ait ol­
duğu bedenin bütününden daha
büyük olduğu yanılsamasına
karşı tesis edilmiştir. Çünkü el
önce tüm bedenin deneyimini
sunarak işe başlar -bu nedenle
bedenden daha büyüktür- ve
her şeyden önce gözün yüzeyini
kaplar ve kendi bedeninin pa­
noramasını gizler, örter. Ancak
bu yanılsama optik bir yanılsa­
madır, dokunsal değil, bu yüz­
den onu korumak önemlidir:
"Kendime haz duyarak baktım,
gözümle elimi takip ettim ve ha­
reketlerini izledim. Tüm bunlar
hakkında çok tuhaf fikirlerim
vardı, sanki elimin hareketi sa­
dece bir tür geçici varoluştan,
benzer şeylerin art arda gelme­
sinden ibaretti: Elimi gözlerime
yaklaştırınca bedenimden daha
büyük göründü bana, bu yüzden
bir sürü nesne görüş alanımdan
kayboldu.
"Gözlerimden gelen bu his­
sin bir yanılsama olduğundan
şüphelenmeye başladım; eli­
min vücudumun sadece küçük

1 09
bir parçası olduğunu açıkça
görmüştüm, dolayısıyla bana
aşırı büyük görünecek kadar
genişlemesine anlam veremi­
yordum: bu nedenle sadece
dokunmaya güvenmeye ka­
rar verdim. [ . . . ]" ( a.g.y. ) El,
meyveyi ağza götürdüğünde
haz daha da karmaşık hale ge­
lir, şehvete varır, sahip olma,
özümseme ve hakimiyet arzu­
su noktasına ulaşır. "O zamana
kadar sadece haz duymuştum;
tat bana şehvet hissi verdi.
Zevkin yakınlığı, sahip olma
fikrini doğurdu; bu meyvenin
özünün benim özüm olduğu
ve varlıkları dönüştürmenin
benden sorulduğu inancı yer­
leşti içime.
"Bu güç fikri, gururumu ok­
şadı, duyduğum hazzın tahri­
kiyle, ikinci, üçüncü meyveyi
aldım, zevkimi tatmin etmek
için elimi kullanmaktan vaz­
geçmedim," (2 1 8) Bunu "hoş
bir rehavet", uykuda silinip
gitme ve uyanış anında altın­
cı hissin ortaya çıkması izler.
El, "varlığımın asli organı"
(Buffon), "dokunmanın asli
organı" (Condillac) . Bu iki el
arasındaki karşıtlık, az önce
fark ettiğimiz gibi sadece haz­
la ilgili değildir. Aynı zaman­
da bilimle de ilgilidir. Sadece
bir dokunma değil, el uzluğu
meselesidir bu.
Şimdi söz konusu olan, sa­
yılar ve hesaptır (aritmetik).

1 10
Elleri saymak. Elin parmakları­
nı saymak. Elin parmaklarıyla
saymak.
Nihayet: Condillac'ın el organi­
zasyonun teleolojisi Buffon'unki­
ne, aritmetik (veya cebir) geomet­
riye ne kadar zıtsa o kadar zıttır.
Ondan fazla parmağımız olsaydı,
onları sayamaz, "fark edemezdik";
ve eğer artık parmaklanmızı sa­
yamazsak, onlarla saymamız da
mümkün olmaz; belki bu geomet­
ride bir miktar ilerleme olanağı
sağlar ama hesaplamanın ortaya
çıkmasını ve bir hesaplann dilinin
tamamına ermesini imkansız hale
getirir.
Sakatlanmış bir uzuv, parmağı
olmayan bir el hipotezine deği­
nen Condillac, şekiller (figures)
hakkındaki bilgimizin de bun­
dan etkileneceğini kabul ede­
rek başlar, ancak bu o kadar da
önemli değildir. Geçerken, uzuv­
ların eklemlenmesinin genel du­
rumuna değinir: "El, dokunma­
nın başlıca organıdır. Her türlü
yüzeye en iyi uyum sağlayan
organdır. Parmakların kolaylık­
la uzatılabilmesi, kısaltılabilme­
si, bükülebilmesi, ayrılabilmesi
veya birleştirilebilmesi, elin bir­
çok farklı şekle bürünebileceği
anlamına gelir. Eğer bu organ bu
kadar hareketli ve esnek olma­
saydı, heykelimizin figürlerin/
şekillerin fikirlerini edinmesi
çok daha uzun sürerdi: ve eğer
bundan mahrum olsaydı bilgisi
ne kadar sınırlı olurdu!

111
"Mesela, kolları bileğinde sona
erseydi, bir gövdesi bulunduğunu
ve kendi dışında başka cisimlerin
de varolduğunu keşfedebilirdi: bu
cisimleri kucaklayarak, bunların
büyüklükleri ve şekilleri hakkında
bazı fikirler edinebilirdi; fakat bu
cisimlerin şekillerinin biçimliliği
veya biçimsizliği hakkında ancak
eksik hükümler verebilirdi.
"Uzuvlarında hiçbir eklem bırak­
massak daha da dar ve sınırlı olur­
du. Temel hissiyattan başka hiçbir
hissi kalmayınca da öyle bir nok­
taya gelecekti ki tekdüze mi, yoksa
değişiklikler, çeşitlilikler gösteren
bir şey mi olduğunu bilemeyecek,
kendi kendini birçok durumda
aynı zamanda hissedecekti. ( Traite
des sensations, I, 273)40
Buradan, parmak sayısını çoğal­
tarak, aynı oranda "şekillerin fikir­
lerini" genişleteceğimiz sonucunu
çıkarmamız gerekmez mi? Bu, her
biri daha çok ekleme sahip, dola­
yısıyla daha fazla hareket kabiliyeti
olan "yirmi parmağa bölünmüş"
bir el hayal eden Buffon'un hipo­
teziydi. En nihayetinde, hepsi ha­
reketli ve esnek/bükülebilir sonsuz
sayıda kısım, bu organı "(tabir-i
caizse) bir tür evrensel geomet­
ri"ye dönüştürecektir, "bu yolla
bizzat dokunma sırasında, bütün
bu cisimlerin şekilleri ve hatta bu
şekillerin son derecede küçük fark­
ları hakkında tam ve açık birtakım
fikirlerimiz olacaktır. "41
Condillac Buffon'dan alıntı ya­
parak (1, 274) ve öncelikle bu arzu

1 12
teleolojisinin karşısına bir tatmin
teleolojisi koyar. Neden elin "bu
bakımdan arzulayacak hiçbir şeyi
yoktur?"42 Çünkü parmakların bil­
gi verebilmesi için önce kendileri
hakkında bilgilenmeleri gerekir.
Eğer elin çok fazla parçası olsaydı,
heykel "onları birbiri ardına fark
edemez ve doğru fikirler oluştu­
ramazdı:' (1, 273) "Eğer cisimlere
dokunduğu organı ancak eksik
olarak tanıyabilseydi, dokunma
duyusu vasıtasıyla cisimler hakkın­
da ne gibi bir bilgi edinebilirdi ki?"
(a.g.y.)43 Bu nedenle, en karmaşık
şekilleri anlamamızı sağlamak için
bu organ basit olmalı ya da çok
karmaşık olmamalıdır. Ancak bu
koşulla şekiller ve büyüklükler bili­
minin organonuna dair "seçik bir
kavrama" sahip oluruz. Büyüklük­
ler arasındaki ilişkilere gelince, ki
bunun illerini bize dokunma verir,
çok sayıda çok ince ve çok hüner­
li parmak bilgimizi hiçbir şekilde
zenginleştirmeyecektir. Daha fazla
incelik ve keskinlikle olsa olsa be­
den üzerinde çok daha fazla biçim­
sizlik fark ederiz.
Duyumlar Üzerine İnceleme, bu
doğrudan cevabı kendi bedeninin
algı alanı içinde geliştirir (heykel
bütün parmaklarını fark etmelidir)
ki kendi bedeni, büyüklüklerin ve
şekillerin bilgisiyle herhangi bir iliş­
kisi olmadan düzenlenmiş ve erek­
lendirilmiştir. Buffon'ın ortaya attığı
soru "evrensel geometri" sorusuydu.
Dolaylı ve gecikmiş yanıt ise

1 13
Sol Sütun Son Notları Sağ Sütun Son Notları
Bu cümle aynı zamanda müzikal Bkz. Sigmund Freud, Düşlerin Yo­
anlamda "partisyon bir çok beşer­ rumu II, çev. Emre Kapkın, (İstan­
lik satır çizgisine ayrılır" diye de bul: Payet Yayınlan, 1 996, 2. bas.),
çevrilebilir. s. 53: "Bu mantıksal ilişkilerden biri,
2 Türkçe çeviri, a.g.e., s. 325 ve 328, ve de yalnızca biri, düş oluşumu
madde § 1 29 ve § 1 34. mekanizması tarafından çok tutu­
lur; yani benzerlik, uygunluk ya da
3 Hukukta, dava hakkının düşmesi.
yaklaşıklık ilişkisi - "sanki" ilişkisi.
Hukuk sözdağarına ait "forclusion''
Bu ilişki, diğerlerine aykırı olarak,
kelimesi aynca Lacan tarafından,
düşlerde çeşitli yollardan temsil edi­
Freud'un Fransızca çevirilerinde
lir. Düş düşüncelerinin doğasında
"rejet" (ret) diye karşılanan "Ver­
bulunan paralellikler ya da "sanki"
werfung" kavramının çevirisi için
örnekleri bir düşün kurulması için
önerilmiştir. Lacan başlangıçta
ilk temeli oluştururlar ve düş-işle­
"Verwerfung"un karşılığı olarak re­
minin en önemsiz parçası bile, zaten
tranchment (Atma, çıkarma, kaldır­
var olan paraleller, direncin empoze
ma) sözcüğünü kullanmıştır.
ettiği sansür yüzünden, düşe gire­
4 "Periphrase': bir şeyi kendi adıy­ cek yolu bulamazken yeni paralel­
la değil de birkaç sözcükle ya da ler yaratmaktan ibarettir. Benzerlik
dolayısıyla anlatma yolu. ilişkisinin temsiline, düş-işleminin
5 Bir düşünceyi daha iyi, daha canlı ve yoğunlaştırma eğilimi yardım eder:'
renkli anlatmak için alışılmış yollar­ 2 1) Hangi yolu seçeceğini bilmeyen
dan saparak sözcüklerin diziminde birinin belirsizliği ve şaşkınlığı; 2)
ya da anlamında yapılan değişik­ Hassas bir durumla karşılaşıldığın­
likler, yanaç; simge, remiz; mecaz. da utanma, tedirginlik; kafa karışık­
6 r:Art decrire: Yazma Sanatı, r:Art lığı; 3) Rahatsızlık, yük veya sıkıntı
de raisonner: Akıl Y"ıirütme Sanatı, kaynağı olan bir kişi veya şey. Güç­
r:Art de penser: Düşünme Sanatı. lük, engel, tıkanıklık, köstek, sıkıntı,
kararsızlık, şaşkınlık.
7 Eski Yunanca "pijµa" kelime, söz.
3 "Un coup de barre" ifadesi kelime­
8 A.g.e., çev. Miraç Katırcıoğlu, s.
si kelimesine "sopa darbesi" demek
323-324.
olsa da tabir olarak [birine ağır bir
9 Jean-Jacques, Rousseau, Dillerin sopayla vurunca bayılması fikrin­
Kökeni Üstüne Deneme, çev. Ömer den hareketle] "aniden çöken yor­
Albayrak (İstanbul: Türkiye İş Ban­ gunluk" ve "radikal bir yön değişik­
kası Kültür Yayınları, 2007), s. l . liği" anlamlarını taşımaktadır.
l O "Diferansiyel" terimi, esas olarak 4 Latince "depingere'' ("resmetmek, bo­
matematikte kullanılır ve sonsuz yamak, resimde temsil etmek; tasvir
küçük farklara dayalı bir analiz veya etmek, tarif etmek") fiilinden gelen
hesaplama yöntemini ifade eder. kelime "sözle anlatmak/temsil etmek;
11 "Trope" (mecaz) ve "poetique" (şür­ betimlemek, göz önünde canlandır­
sel) kelimelerinin birleşiminden. mak" anlamlarını taşımakla beraber,
Kelime ayrıca "trop" (çok fazla, "de-" öneki pekiştirici olarak değil
ıtırı) ve "poetique" kelimelerinden de (örneğin deforme etmekte olduğu
ulutınııt gibi de anlaşılabilir. Tab i i gibi) zıt anlam yaratmak üzere kulla­
bumla "poleılı" ( nolrıoı�) kelime­ nıldığında nadiren "[bir şeyin] boya­
ılnln 11kl Yunancada üretici faali- sını çıkarmak" manasına gelir.

1 14
yeti belirttiği ve "yapmak': "imal': 5 ''Alterer" ayrıca bozmak, değiştir­
"yaratım" anlamına geldiği unutul­ mek, saptırmak, hile karıştırmak
mamalıdır. anlamlarına gelir.
12 "Insistance" kelimesi etimolojik 6 "Metalepsis': "dolaysız ifadenin ye­
kökü itibarıyla "ayakta durma� rine dolaylı ifadenin konmasına, bir
"durma" anlamına gelir. şeyin başka bir şey, yani ondan önce
13 "Demeurer" (durmak, kalmak, gelen, onu takip eden ya da ona eşlik
oturma) fiilinin isim hali "demeure'; eden, onu destekleyen, onu hemen
mesken, konut, barınak, ev, direnme akla getirecek şekilde ona bağlanan
anlamlarına gelir. ya da eklenen herhangi bir durum
vasıtasıyla anlaşılmasına'' dayanır.
14 "Commoration'; Latince commora­
Kaynak: Bahar Dervişcemaloğlu,
tio: Bir hususu farklı kelimelerle
Metalepsis Üzerine, Atatürk Üniver­
birkaç kez tekrarlayarak üzerinde
sitesi, Türkiyat Araştırma/an Ensti­
durmak için kullanılan retorik bir
tüsü Dergisi, 66, 2019, 1 41 - 1 54.
terimdir. "Synonymia" ve "commu­
nio" olarak da bilinir. İng. Bir yerde 7 "Litote� anlamca güçlü, kesin an­
kalma, ikamet etmek, bir yerde bu­ lamlı söz ya da sözcük yerine yakın
lunma. anlamlı, daha güçsüz söz ya da söz­
cük kullanma. Örneğin "Çok iyidir"
15 "Epimone" aynı fikrin (bir cüm­
yerine, "fena değil" demek.
lenin, bir sorunun, aynı ricanın)
ısrarlı tekrarı. "Perseverantia", "leit­ 8 "Vertigo" [Fransızca "vertige"],
motif" ve "refrain" (nakarat) olarak "dönmek" anlamındaki "vertere"den
da bilinir. gelir. Yine mecaz ("trope� Yunanca
"tropos" döndürmek) "dönmek an­
16 insan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine lamındaki "trepein"den gelir.
Deneme, a.g.e., s. 205-206 (bazı de­
ğişikliklerle). 9 Latince "tropicus"tan ("gündönü­
mü ile ilgili veya ona ait; isim ola­
17 A.g.e., s. 207.
rak dönencelerden biri") gelir. Eski
18 Alıntılayan Condillac, a.g.e., s. 209- Yunanca "-rpomKoç': "tropikos"tan
21 O: "Hareketler vasıtasiyle ifade ("bir dönüş veya değişim veya gün­
edilen sözlerin örneklerini hiç dönümü veya bir mecaz (trope) veya
de yalnız Kutlu tarih'te bulmayız. figür vb. ile ilgili veya ona ait") gelir.
Müşrik olan ilkçağ bu örneklerle Bu da -rpon�': "trope" ("bir dönüş,
tıka basa doludur. İlk kehanetler, gündönümü, "trope" (mecaz) söz­
Heraklit'in eski bir sözü olan: Ka­ cüğünden türetilmiştir.
hini, Delfde bulunan kral ne konuş­
10 "Toill, oyıın, numara, gösteri; dönme,
sun, ne de sussun, fakat işaretlerle
dönüş; tur, yolculuk; beceri, hüner.
meramını anlatsın cümlesinden
"Tourne� çevirmek, döndürmek.
öğrendiğimiz bu tarzda yapılırdı.
Sözlerin yerine hareketleri kullan­ 11 "Stereoskopi" (Yunanca "stereo-":
mak, meramını anlatmanın eskiden katı, "-scope": görüş) iki düz gö­
olağan bir tarz olduğuna bu kesin rüntüden bir kabartma [derinlik,
bir delildir. Öyle görünüyor ki bu üç boyutluluk] algısı üretmek için
dil bilhassa, din ve inzibat [polis] kullanılan teknikler bütünü.
gibi halkı en çok ilgilendiren şeyler 12 "Lateralizasyon" el, ayak, göz ve
hakkında halka bilgi verilmesi için kulak gibi organlardan, vücudu­
alıkonulmuştu. Çünkü muhayyi­ nun sağ ya da sol tarafından birinin
leye çok daha canlı olarak etkide kullanılma tercihini ya da önceliğini
bulunduğu için bu dil, daha sürekli belirtir.

1 15
bir intiba bırakıyordu. Hatta ifa­ 13 Semafor; sinyal, işaret vermek
desinde, henüz kısır olan dillerin için kullanılan alet. Eski Yunanca
yaklaşamadıkları kuvvetli ve büyük •m; µa (sem_a) "işaret, gösterge,
"

bir hal vardı. Eskiler bu dili, dans simge" ve -cp6po�· (-ph6ros) "taşı­

adıyla adlandırıyorlardı. Davud'un, yıcı" kelimelerinden oluşur. Uzak­


ahit tabutu karşısında dans edişi işte tan görsel bir sinyal göndermek için
bundan ötürü söylenilmiştir. İnsan­ bir alet ya da cihazın (ateş, ışıklar,
lar, zevklerini inceleştirınekle, bu bayraklar, güneş ışığı ve kolların
dansa daha çok tenevvu [çeşitlilik], hareket ettirilmesi vs.) kullanılma­
daha çok zarafet ve daha çok ifade sıdır. Örneğin görsel olarak birbiri­
sağlamış oldular. Kolların hareketle­ ne bağlı ağlarda, telgraf, demiryolu
ri, dolayısıyle gövdenin davranışları sistemi, şehirlerdeki trafik ışıkları
yalnız birtakım kurallara bağlı bu­ gibi sinyalizasyonlarda kullanılırlar.
lunmakla bırakılmamış, fakat aynı
14 "Ceci", yakındaki nesne için kullanı­
zamanda ayakların atacağı adımlar
lan zamir, beriki.
da çizilmiş ve gösterilmiştir. Dans
böylece, kendisine bağlı kalmış olan 15 Mimarlık kural ve sanatlarına uy­
iki sanata, tabiatiyle ayrılmış oldu. gun olarak yapılan yapı sanatı. Fel­
Bunlardan biri, Eski Çağ selikasına sefede arşitektonik, bütün bilgilerin
[güzel söyleme ve yazma] uygun bir ya da bir sistemin çeşitli parçaları­
tabir kullanmama müsaade buyuru­ nın bilimsel koordinasyonunu ifade
lursa, davranışlar dansıydı; bu sanat eder. Terimi sıfat olarak kullanan
insanların düşündüklerini anlatma­ Aristoteles, bir bilim, diğer bilim­
ları için alıkonulmuştu: öteki, asıl lere tabi olduğunda ve sadece onun
adımlar dansıydı: bu sanat ruhun için bir araç olduğunda, o bilimin
bazı durumlarını, özel olarak da se­ arşitektonik olduğu söyler. Terimi
vinci ifade etmek için kullanılmıştı: isim olarak kullanan Kant ise bilgi­
sevinç fırsat ve vesileleriyle kullanıl­ mizi birleştiren ve ona "bilimsel" bir
dı, dolayısiyle de bu sanatın başlıca karakter kazandıran şeye işaret eder.
konusu hazdı. Adımlar dansı, demek (ç.n)
oluyor ki, davranışlar dansından
16 Bkz. S. Freud, Haz ilkesinin Ötesin­
çıkmaktadır: bu bakımdan adımlar
de - Ben ve ld, çev. Ali Babaoğlu,
dansı, davranışlar dansının özelliği­
(İstanbul: Metis Yayıncılık, 20 1 1,
ni de muhafaza etmektedir. . .•
3. bas.), s. 69-70: "Dürtü uyarımının
19 Bkz. Tevrat 2. Samuel, 6: 14-16: "Ke­ bağlanması ise uyarılmayı, boşal­
ten efod kuşanmış Davut, Rab'bin tım hazzı yoluyla nihai yokoluşuna
önünde var gücüyle oynuyordu. Da­ hazırlayan birincil işlev olmalıdır.
vut'la bütün İsrail halkı, sevinç na­ Buradan haz ya da hoşnutsuzluk
raları ve boru sesi eşliğinde RAB'bin duygularının, bağlı olmayan uyarıl­
Sandığı'nı getiriyorlardı. Rab'bin
ma süreçlerinde olduğu gibi, bağlı
Sandığı Davut Kenti'ne varınca, Sa­
süreçlerde de elde edilip edileme­
ul'un kızı Mikal pencereden baktı.
yeceği sorusu ortaya çıkmaktadır. . .•
Rab'bin önünde oynayıp zıplayan
Kral Davut'u görünce, onu küçüm­ 17 A.g.e., s. 66.
sedi:' Aynca bkz. Tevrat, 1. Tarihler 18 A.g.e., s. 28-29.
15: 28-29: "Böylece İsrailliler se­ 19 Duyumlar Üzerine inceleme, a.g.e.,
vinç naraları atarak, boru, borazan,
s. 165.
zil, çenk ve lirler çalarak Rabb'in
Antlaşma Sandığı'nı getiriyorlardı. 20 A.g.e., s. 356-357.
Rab'bin Antlaşma Sandığı Davut 2 1 A.g.e., s. 54

1 16
Kenti'ne varınca, Saul'un kızı Mikal 22 Bkz. a.g.e., s. 57-58.
pencereden baktı. Oynayıp zıplayan 23 Bkz. a.g.e., s. 58.
Kral Davut'u görünce, onu içinden
24 Bkz. a.g.e., s. 142- 143.
küçümsedi."
25 Bkz. a.g.e., s. 45.
20 Bkz. 60. dipnot.
26 Bkz. a.g.e., s. 3.
21 Bkz. a.g.e., s 207.
27 Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü
22 Düzgün söyleyiş, bürün (dil bili­ Yunan ve Roma, çev. Sevgi Tamgiiç,
mi) vurgu, ezgi, durak, ulama, ton, Kabalcı, 2012, s. 3 1 7.
uzunluk gibi konuşma diline özgii
28 Duyumlar Üzerine inceleme, a.g.e.,
ögelere verilen ad.
s. 1 58.
23 Gereği yokken lakırdıya katılan ar­
29 A.g.e., s. 145.
tık söz, sözü uzatmak, dolaylı bir
şekilde meramını anlatmak, haşiv. 30 A.g.e., s. 2 1 1 .

24 insan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine 31 Bkz. a.g.e., s . 1 5 1 .


Deneme, a.g.e., s. 269. 3 2 Bkz. a.g.e., s . 1 70: "Bununla bereber,
elini uzatmış olduğu cisimler eğer
25 A.g.e., s. 2 1 3.
kendisini henüz hiç incitip berele­
26 Jean-Jacques Rousseau, itiraflar, miş değilse çekinmeden kollarını
çev. Kenan Somer, Doruk, 2002, açıp uzatmaya devam eder: fakat,
s. 365. daha ilk berelenişte bu giivençten
27 Dillerin Kökeni Üstüne Deneme, sıyrılır ve hareketsiz kalır."
a.g.e., s. 9-10. 33 Bkz. a.g.e., s. 1 53.
28 insan Bilgilerinin Kaynağı Üzerine 34 Bkz. a.g.e., s. 1 5 1 - 1 52.
Deneme, s. 296-297. 35 Bkz. a.g.e., s. 1 56.
29 "Interpolation", ekleme yapma, 36 Bkz. a.g.e., s. 1 58.
araya bir şey sokma, eklenti; (bir
37 Bkz. a.g.e., s. 1 53.
metnin) aslını değiştirme [Latince
interpolare: değiştirmek; tahrif et­ 38 Haz ilkesinin Ötesinde, a.g.e., s. 24.
mek], bir metne aslında olmayan 39 Bkz. a.g.e., s. 1 54- 1 55.
parçalar ekleyerek değiştirmek ya 40 Bkz. Duyumlar Üzerine inceleme,
da genişletmek. "İnterpolasyon� iki a.g.e., s. 2 14.
nokta arasına (inter-) yapılan bir ek­
41 A.g.e., s. 2 1 5.
lemedir. "Extrapolation" ise ( extra-:
"dışında': "ek olarak") mevcut nok­ 42 A.g.e., s 2 1 6.
taların dışına yapılan bir eklemedir. 43 Bkz. a.g.e., s. 2 1 5 .
30 Dillerin Kökeni Üstüne Deneme,
s. 5 1
31 A.g.e., s. 49
32 A.g.e., böl. X, s. 52.
33 insan Bilgilerinin Kaynağı Üzeri
Deneme, a.g.e., s. 270.
34 Bkz. a.g.e., s. 350.
35 Bkz. a.g.y.
36 "Registre� yan yana sayfaların satır
hizası ayarı.

117
37 Bkz. a.g.e., s. 350-35 1 : "Bunların
aksaklık ve eksikliklerini tıpı tıpına
alıp edinmek kolaylığı bayağı ve
düşük zekiları çok geçmeden, böyle
bir üne ulaşmanın yalnız kendile­
rine kalmış bir iş olduğıına kanaat
getirtir, işte bunun üzerinedir ki
ince ve kinayeli düşüncelerin, süs­
lü püslü zorlama tezatların, parlak
acayipliklerin, boş ve abes ifade
tarzların, sahte tabirlerin, bir zaru­
ret olmaksızın yapılmış kelimelerin
ve sözün kısası, kötü bir metafizikle
şımarmış boş ve güzelim zekiların,
aslı faslı yok, laf ebeliği saltanatının
belirdiği göze çarpar. Halk alkış
tutar: yalnız bir an için doğııveren
boş ve gülünç eserler furyası baş­
lar; zevksizlik sanatlara ve ilimlere
bulaşır ve istidatlar da gitgide en­
derleşir.n
38 A.g.e., s. 270-27 1 .
39 D e IOrigine de la fable, d e l a parabole
et de /C?nigme, avec quelques details
sur /'usage des figures et des meta­
phore.

ı ıs
�1;;�ERS�E���o�BI
�::..____.J
il i l l l ll l l lll ll l l I
9 7 8 62 5 6 7 9 2 9 1 3

You might also like