Professional Documents
Culture Documents
Niall Lucy - Derrida Sözlüğü
Niall Lucy - Derrida Sözlüğü
niall lucy
BilgeSu
Niall Lucy Avustralya'da uzun yıllar Murdoch Üniversitesi'nde
dersler veren Lucy şimdilerde Curtin Teknoloji Üniversitesi, İnsan
Bilimleri Fakültesi'nde akademik hayahru sürdürmektedir. Lucy'nin
çalışma alanlan arasında on sekizinci yüzyıl edebiyah ile felsefesi,
yazın kuramı, kültürel çalışmalar, medya çalışmalan, popüler
kültür, post-modemizm, post-yapısalcılık ve yapısöküm bulunma k
tadır. Yazar, şu sıralar A Dictionary of Postmodernism adlı kitabıru
hazırlamaktadır.
Kitaplan arasında Debating Derrida (1995), Postmodern Literary
Theory: An Introduction (1997) [Postmodern Edebiyat Kuramı, çev. As
lıhan Aksoy, İstanbul: Ayrınh, 2003), Beyond Semiotics: Text, Culture
and Technology (2001), Semiolytics: The Theory and Practice (2002),
Derrida Dictionary (2004) [Derrida Sözlüğü, çev. Sabri Gürses, An
kara, BilgeSu, 201 1 ) ve The War on Democracy: Conservative Opinion
in the Australian Press (Steve Mickler ile birlikte) (2006) bulunan ya
zar, aynı zamanda Postmodern Literary Theory: An Anthology (2000)
ile şu anda yayıma hazırlanmakta olan The Disorder of Things:
Understanding Post-structuralism CTohn Kinsella ile birlikte) isimli
kitapların da editörlüğünü üstlenmiştir.
Sabri Gürses (1972, İstanbul) 1999 yılında İ.Ü. Rus Dili ve Edebi
yah Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek lisansını İ.Ü. Çeviribilim
Bölümü'nde yaph. İngilizce ve Rusçadan çeviri yapmaktadır. 2009
yılında Andrey Belıy'den Glosso/alia çevirisi, 2010 yılında İvan
Gonçarov'dan Oblomov çevirisi ödül aldı. 201 1 yılında Çeviri Der
neği tarafından Genç Soluk ödülüne layık görülmüştür.
Ayrıca Gereksinimler, Elde Edemeyiş/er ve ilerlemeler (1990); Unu
tulmuş Ay Altında (1992); Duraksamadan Eline Alıyorsun Bu Kitabı
(1993); Boşvermişler: Bir Bilimkurgu Üçlemesi (1995) ve Sevişme (1996)
adlı şiir ve romanları bulunmaktadır.
Derrida Sözlüğü
Niall Lucy
Çeviri
Sabri Gürses
Yayıma Hazırlayan
Utku Özmakas I Erkan Uzun
ISBN 978--9944-795-45-6
Niall Lucy
A Derrida Dictionary
© 2004 Blackwell
© BilgeSu Yayıncılık
Kapak
Nadir Çakır
Dizgi
Turgut Kaya
Baskı
Özkan Matbaacılık
Tel: 312. 395 48 91
DERRIDA SÖZLÜGÜ
NIALL LUCY
Çeviri
Sabri Gürses
BilgeSu
Ankara 2012
One Tree Hill'in anısına
İÇİNDEKİLER
Kısaltnıalar .............................................................................................. 8
Kuşkusuz bir Derrida Söz lüğü 'nün neden bir tarumlar kitabı
olamayacağı konusunda zekice, "yapısökümcü" şeyler söyleye
rek söze başlamak olanaklı. Kuşkusuz, birçok kişinin Derrida'
nın "felsefesini" herhangi bir konuda olumlu açıklamalar yap
manın olanaksız olduğunu savunma kla suçladığı düşünülürse,
adalet [ing. justice; fr. justice] "Kafayı bulmak için mi içiyor >
Ol
sun" diyor David McComb, The Triffids'in "Deniz Kuşları"
n
("The Seabirds", 1986) adlı şarkısında, "yoksa sızmak için mi?" o(")
Bu elbette laf olsun diye sorulmuş bir soru, yanıt vermek ge o
m
rekmiyor. Ama laf olsun diye sorulan soruların sorunu, yal "Ti
nızca standart bir biçimden ayrılmalarıyla anlaşılan özel bir sı Ci)
nıf -yani bir yanıt gerektirmeyen sorular sınıfını- oluşturmala :c
rıdır. Yani, bu soruların yanıtlanması gerektiğini ummak tü
.....
müyle makul bir şey olsa da, her yanıtın söz konusu konuya �
son noktayı koyduğunu düşünmek yanlış olacaktır. Bir soruya ı-
bir yanıt almayı ummak ayrı şey, verilen yanıh hiç soru sorma s:
dan kabul etmek ayn şey. z
Bunun anlamı bu yanıtların hiçbir geçerliliği olmadığı değil; o
Q:
yanıtların önceden belirlenmemiş olduğudur. Her koşulda siz
"'ti
den belli bir karar vermenizi, özellikle de etik bir karar verme :;ı:ı
nizi bekleyen sorulara yanıt vermek söz konusu olduğunda ön VI
'V'I
ceden belirlenmiş yanıt yoktur. Sözgelimi: Adaletle ilgili sorular -1
böyledir, adalet sorununun kendisi böyle olmasa bile. c
"Adalet nedir?" sorusuna mutlak olarak kesin bir yanıt olma c:
saydı ne olacakh? Bu soruyu ciddiye alan bir hukuk sisteminin <
-<
sonuçları ne olurdu? Yine de iş görebilir miydi? N
16 adalet
deşliği denebilecek bir şey, yalnızca yazı içinde var olur, yani
bu aynı zamanda onun yalnızca yazı olarak var olduğu anla
mına gelir. (Yazının sözden sonra geldiği, "ikincil" bir "temsil"
yin içi ve dışı arasındaki ayrım hattına ilişkin güçlü bir anlam
yükleyen bir metafizik temelinde, gerçek olaylar ve nesneler
çerçevesinde deneyimlediğimizi reddetmek demek değildir.
Yine de bu anl amın bize verilmesi ve "deneyim" deneyimimi
zin bir bakıma saklanması metafizik içinde olur. Demek ki,
şeyler arasındaki ilişkiler düzeninin metafizik idealle pek ör
tüşmediği gösterilebilirse, bu kesinlikle etkili olacakhr. öyleyse
eklentiselliğin "çifte" manhğını alaya alıp onun aynı anda hem
eklemek hem de yerine geçmek için işe yaradığını gösterirken
Derrida'nın amacı basit bir biçimde Kant ve Rousseau'yu alt
etmek değildir. Amaç basit bir biçimde felsefeyi bu düşünürler
ile benzerlerinden (ve ötekilerden) "daha iyi" yapma çabası ya
da felsefeye şeylerin "doğası" hakkında "daha iyi" düşünme
yolları sunmak da değildir. Tersine, tam da eğer şeylerin doğası
-doğa düşüncesinin kendisi ve bu nedenle de özdeşlik, öz, kö
ken vb.- şeylerin kendilerinin mutlak kendine-yeterliğinden
başka bir şeye bağlı olacak olursa, bunun sonuçları hiçbir za
man tam anlamıyla felsefeyle sınırlı kalamaz. Bunlar, gerçek
yaşamın basit birer eki olarak "soyut düşünce"nin, "tarafsız
analiz"in ve küçültücü bir akademizm düşüncesinin başka çe
şitlemelerinin kapsamı içinde de saklanamazlar. Sözgelimi,
bunların siyasal sonuçları olur. Çünkü ulusal sınırların çiğne
nemezliği gibi bir düşünce, ulusal kimlik ve egemenlik düşün
celerine temel olan, böylece ulusal sınırların korunmasını haklı
çıkaran "ulus" gibi kökensel kavramların temelsiz olduğu savı
karşısında nasıl sürdürülebilir?
Bir G-string üzerine düşünmenin bizi buraya getireceğini
kim düşünebilirdi? Ama bu dolanma -bir "ek dolayımlar" met
ni olan bu sözlük maddesi- yapısökümün bir dersinin de, onun
içinde her şeye bir yer olan ve her şeyin bir yerinin olduğu bir
metafiziğin sınırlarına karşı düşünmeyi içerdiğini göstermeye
yardımcı olabilir. Bazen bir G-string'in bir G-string olduğu
(hpkı her ulusun bir özdeşliğe sahip olması gibi) tartışma gö
türmese de, bir G-string "seks yardımcısı" işlevine indirgene
mez; o aynı zamanda felsefi bir kavram ya da en azından meta-
4h evet
evet [ing. yes; fr. oui] "Söz veriyorum" - bunlar New Yorklu
yazar Paul Auster'ın harap olmuş şehir yaşamının kasvetli bir
hikayesi olan Son Şeyler Wkesinde'nin (1987) son sözleri. Mek
tuplaşma biçiminde (bir bakıma İncil'in Vahiy kitabının dün
yevi bir yeniden anlatımı gibi) yazılan kitabın, şu soru üzerinde
durduğu söylenebilir: Her şey kayıp gitmiş gibi görünürken ge
riye ne kalmış olabilir? Hepsinin sonuncusu olan şey ne olabi-
evet 47
söz veriyorum (sana bir öykü anlatmaya, seni sonsuza dek sev
meye, sigarayı bırakmaya vb.). Bir vaat her zaman bir açılışı be
lirtir: Söz verme ediminde, kişi verdiği sözün gelmesi beklenen
bir zaman içinde yerine getirilmesine yol açacak bir sürecin açı
lışını yapmaya söz verir. Ama bu bir güvence değildir, bazı va
atleri tutmak diğerlerini tutmaktan daha kolay olsa da. Sözge
limi, yarın Peter Fonda'nın Easy Rider'da (1969) takhğı güneş
gözlüklerine çok benzeyen bir gözlük takmaya söz verebilirim
ve bu sözümü tutabileceğime inanmak için nedenim de olabilir.
Ama oğluma kalkıp da "Evet, seni sevmeye ve sana yaşadığım
sürece bakmaya söz veriyorum" diyemem ve kendimi bu işi
halletmiş sayamam . Sorumluluğa "evet" deyip onu öylece bı
rakamazsınız. Oğluma "evet" dedikten sonra (söylemem ge
rekmese de) tekrar tekrar, defalarca, her gün, yaşamımın her
günü "evet" demem gerekir. Hiçbir zaman (sözgelimi o on se
kizine ya da yirmi birine basınca ya da kendisi baba olunca) ona
4H evet
üurwn daha da kötüleşir, çünkü bir süre sonra dil bile da
ğılmaya başlar:
Elbette bir vaatle sona eren bir edebiyat eserinin en ünlü ör
neği Joyce'un Ulysses'i, son sözcüğü Molly'nin "Evet"i olan bu
kitap; ama Derrida ("Ulysses Gramofonu"nda) "evet"in roman
da yüzlerce kez göründüğünü belirtir. "Evet" yalnızca Molly'
nin sözü değildir; Joyce'un da sözüdür - onun imza sözüdür
belki, tam anlamıyla imzası olmasa da ya da en azından onun
52 evet
imza etkilerinden biri olmasa da. Tıpkı "evet" sözcüğü gibi, her
imza da bir vaatle sonuçlanır. Her imza "Ben artık eskiyen
mevcut olanın içinde üretildim ve gelecek olan her mevcutta
neysem o olarak kalacağım, geçerli kılmak için kullandığım her
şeyin doğruluğu için de aynısı geçerli" diyerek mevcudu gele
ceğe tahsis etmeye çalışır. Ama sorun bir vaadin tekrar tekrar
tekrarlanmadığı sürece bir vaat olmamasıdır. '"Evet, evet' de
meden 'evet' diyemezsiniz." Bir başka sorun da imzaların ko
layca taklit edilebilmesidir.
Tekrarlanabilirlik çabasını bastırma arayışındaki her imza,
kendisini saf kökensellik açısından uydurmaya çalışır. Yalnızca
bir kez "evet" der, bir bakıma. Ama bu (bildiğimiz gibi) bir şe
yin vaat sayılması için yeterli koşul değildir. Bir vaat hiçbir za
man ''bir kerelik" değildir. Hep bir ilk vaat, kökensel bir "evet"
vardır, ama hiçbir zaman daha baştan bolluk ve mevcudiyet
dolu olma anlamında özgün olan bir vaat yoktur; demek ki her
tekrarı yalnızca olanaklı olacak ama zorunlu olmayacakhr. Bir
"kökensel [özgün)" vaadi (eğer böyle bir şey varsa) tekrarlamak
onu basitçe kopyalamak olacakhr, ama bu onu sanki yeniden
bir ilk kez için onaylamak, sanki her "evet" dediğinizde "daha
önce hiç var olmamış bir dünyaya doğuyormuşsunuz" gibi
onaylamak olmayacakhr. Eğer gerçekten bir vaat olan bir söz
vermek istiyorsanız, onu vermeyi sürdürmeniz gerekir. Köken
sel inancınızın bütün kuvveti siz bir kere "evet" dedikten sonra,
onu yeniden ve yeniden söylemeye adanmış olmanızı talep
eder. Öyleyse, paradoksal bir şekilde, gerçekten sahte ya da
yanlış bir vaat kendisini kökensel olarak uydurmaya çalışan bir
vaat olacakhr.
Ancak durum daha da kötüleşir; çünkü bugün, bütün iyi ni
yetinizle, onun arkasında durma niyetiyle verebileceğiniz bir
sözün tutulabileceğini nasıl söyleyebilirsiniz? Bir vaadin -vaa
dinizin- bir başlangıç olacağını nasıl bilebilirsiniz? Kendi içinde
bir vaat de inancınızın derinliği de gelecekte ne olabileceğinin
güvencesi değildir. Bir söz verdiğimiz zaman, bir başlangıç vaat
ederiz. "Ama kimbilir?" diye sorar Derrida. "Göreceğiz" (VR, 27).
evet 53
öyleyse "sahici" bir vaat ile "sahte" bir vaat arasındaki ay
rım, kararlaşbnlamazdır. Bir vaadin yinelenmesinin ya da ye
niden onaylanmasının onun sahici olduğunu kanıtladığını bile
söyleyemeyiz; çünkü bir şeyi mekanik şekilde, hiçbir gerçek
inanç taşımadan tekrarlamak çok kolaydır. Sözgelimi, birçok
insan aslında "kabul etmiyorum"u kastederken "kabul ediyo
rum" der. Demek ki bir vaadin basit tekrarı ya da bir "evet"
yetmez. "Bir papağan gibi 'evet, evet' diyebilirsiniz," der Der
rida. "Kökensel 'evet'in teknik yeniden üretimi daha en başın
dan 'evet'in yaşayan kökenine bir tehdittir. Yani 'evet'e kendi
mekanik hayaleti musallat olmuştur, daha en baştan. İkinci
'evet'in ilkini yeniden başlatması, yeniden icat etmesi gereke
cektir" (VR, 28). Derrida'run "evet"in yap ı sıyla imzanın yapısı
arasında, özellikle Joyce konusunda bir karşılıklı ilişki gördüğü
yer burasıdır. Çünkü eğer "evet" Joyce'un imza efektlerinden
biriyse (Derrida'ya göre, bir imza bir kendine özgü isme indir
genemez; bir mebıin ya da bir yazarın "biçeminin" özgül ya da
tekil "dokusu" gibi bir şeyi belirtir), o zaman "evet"i yeniden
başlatma ya da yeniden icat etme çabasının başkaları tarafın
dan, Joyce'un yazılarının okuma ve yorumlan aracılığıyla yü
rütülmesi gerekir. Joyce uzmanlığı gibi baş döndürücü bir giri
şimde yer alan bu okumaların her biri, bir "onay imzası" gibi
davranır. Ama konu, artık Joyce öldüğü ve kendisi bir daha
"evet" diyemeyeceği için Joyce'un imzasına başkaları tarafın
dan onay imzası atılmasının zorunlu olması değildir; çünkü o
hayattayken bile yazdıkları onun namevcutluğuyla dolaşım
daydı. Tersine daha en başından onun imzası, ancak Tony
Thwaites'in onun başkalarıyla (başka imzalarla, başka yazı bi
çimleriyle, başka metinlerle) olan ilişkisi biçimindeki bir "do
lambaç"* dediği şeyden geçerek tek başına onun imzası olarak
belirebilirdi. Onun "özgün" imzası hep bir onay imzasıydı.
"Joyce'un eseri durmaksızın imza sorunlarıyla ilgilenecek" diye
öne sürer Thwaites, "yetkilendirme, iddia, evlatlık, miras, hak
Yine de, herhangi bir inanç her zaman için hakiki ya da nes
nel olandan azdır ve bu nedenle belli ölçüde hep hayaletimsi
bir doğaya sahiptir. Hakiki olan ve hakiki olmayan ayrımına
olan inanç bile kendisi kadar hakiki değildir. Demek ki eğer ha
yalet figürü bizim ayrımı değil, "nesnel" gerçeklikle şekilsel
"gerçeklik" arasındaki ayramı görmemize yardımcı oluyorsa,
aynı zamanda komünizmin, Marksizmin, Marx ve solun öldü
ğüne ilişkin ilanların da yersiz ve erken olduğunu, Marx'ın ra
kipleri açısından bir hüsnükuruntu, onun yandaşları açısından
da bir inanç kaybı ifadesinden başka bir şey olmadığını gör
memizi sağlar. Çünkü kimse geleceği öngöremez. Sonuçta,
dünyada bugün Sör Mick Jagger diye bir şey de var! Geleceğin
bu hale gelebileceğini düşünmüş kimse var mıdır? Bir gün
Eminem'in bile kodamanlar arasına kabul edileceğini önceden
göremiyorsak, gelecek hakkında hiçbir şeyin kesin olmadığı
doğrudur. Her şeye karşın, (siyasetin her iki tarafı ve her ulus
devlet için geçerli olan) belli bir düşünme alışkanlığına göre,
gelecek için plan yapmak gerekir; bunu da onun ne olabilece
ğine değil ne olması gerektiğine dayanarak, sanki o yalnızca
şimdinin bir devamı ya da şimdinin "kendisinin" ötesine izdü
şümünden ibaretmiş gibi yapmak gerekir. Diyebiliriz ki her si
yasete göre, gelecek programlanmalıdır. Bu, Marx'ın kendisi
için de Marksist siyaset için de geçerlidir. Ama enternasyonal
bir ittifak vaadinin, herhangi bir ulusun denetiminin ve bütün
ulusların sınırlarının ötesine geçen, iktidara ve ayrıcalığa, "ser
best" piyasaya, sermayenin, bilginin ve düşüncelerin "serbest"
akışına karşı bir ittifak vaadinin, bizi yalnızca siyasi uygulana
bilirliğin değil düşüncenin de sınırına götürdüğünün anlaşıl
ması gerekiyor. Bu, o vaadin özgürlükçü kuvvetini çökertmek
değil onaylamaktır. Derrida'nın yazdığı gibi, "[Marx'ın vaadi
nin] özgürlükçü arzusunu bırakmamak yetmez, bu konuda her
zamankinden daha çok ısrar etmek zorunludur ve dahası, tam
da 'bu zorunludur'un yıkılmazlığı olarak ısrar etmek zorunlu
görünür. Yeniden siyasallaşmanın, belki de bir başka siyasi kav
rayışın koşulu budur" (SoM, 75).
68 hayaletimsilik
hediye [ing. gift; fr. donner] Bir bakıma hediye diye bir şey
yoktur. O zaman bana göre, onlara inanmadığım için, hayalet
diye bir şey de yok; yine de taş kesilirim diye korktuğumdan
Blair Cadısı (The Blair Witch Project, 1999) adlı filmi seyretmeye
cesaret edemedim. Demek ki, bazı şeylerin "var olduğunu"
söyleyemeyeceğimizi söylemek, onlar hakkında söylenecek bir
şey kalmadığı anlamına gelmez; bir şeyin fenomenal olmayışı
onun herhangi türden bir gerçekliğe, iktidara ya da gösterme
gücüne sahip olmasını engellemez.
Yine de kesinlikle hediye diye bir şey var - geçen yılbaşında
birkaç tane verdim, karşılık olarak da birkaç tane aldım. İşte
güçlük de burada. Ne zaman birine bir hediye verseniz, siz ve
öteki kişi bir alışveriş ekonomisine girer. Verdiğiniz için kendi
nizi iyi hissedersiniz, o da aldığı için minnettar kalır. Tam da o
anda hediye kaybolmaya başlar.
hediye 71
iz [ing. trace; fr. trace) Göstergenin ikili işleyen yapısı onu bir
birlik olarak, duyulur ve düşünülür olanın, gösterenle gös
terilenin birliği olarak yapılandırır. Saussure'ün bu yapının ne
densizliği konusundaki ısrarına karşın, gösterge (ona göre, ay
rıca genel olarak vaat edilen o göstergeler bilimine göre) anla
mın indirgenemez biriıni olarak kalır. Bu şekilde göstergebilim
sözmerkezci olur. Çünkü göstergenin birliğinin dışladığı şey,
Derrida'ya göre, onun bir dışsallıkla, göstergenin "dışı" olan
ama yine de ondan ayrılamaz olan şeyle ilişkilerinin zorunlu
olmasıdır. O zaman belki de göstergeye bir birlikten-yoksun-bi
rim diyebiliriz (bkz. Lucy, Beyond). Belki de anlamın nasıl çalış
hğını açıklamak için bazı yeni kavramlara ihtiyacımız vardır.
Bunlardan (ayramı, yazıyı, eki, metni vb.'ni içeren türden bir
dizide yer alan) birini Dcrrida, göstergenin metafizik belirle
niınini bozma işlevi gören iz (ya da bazen arkhe-iz) olarak su
nar.
Her gösterge sisteıni o sistem içindeki ayrımların oyununa
dayanır. Bu Saussure tarafından, anlamın ortaya çıkmasını sağ
layan ilke olarak kabul edilınişti. Bu ilkenin engellediği şey,
"basit bir öğenin kendi içinde ve kendinde, yalnızca kendine
gönderme yaparak mevcut olabilme" (P, 26) olanağıdır. Bunun
"herhangi bir anda ya da herhangi bir anlamda" (a.g.y.) olma
sını engeller. öyleyse, daha en başından göstergenin "birliği",
onun "ikili işleyen" yapısının dengesi, anlamın zemini olan ay
rımlar oyunu ilkesi tarafından bozulmaktadır. Bu ilkeye göre,
83
�
r- hala Aydınlanma'nın gerçekleşmesini bekliyordu, onun felsefi
3:: içgörülerinin herkesçe bilinen "ortak bilgi" olmasını bekliyor
z du.
o Öyleyse Kant'ın anlatımıyla, Aydınlanma'yı yalnızca bir fel
Q: sefi geleneğe ya da tarihsel geçmişe ait bir şey, olarak düşün
"O
::o memeliyiz. Bu noktadan hareketle, Aydınlanmanın günümüzde
vı hala "olduğunu" (ya da olmayı beklediğini) söyleyebiliriz; bu
-vı
-t da Kant'tan "bize" kusursuz bir düşünsel süreklilik hattının çe
c: kilmesini gerektirmez. Aynı şekilde, Kant'ın Derrida üzerindeki
C:: etkisi söz konusu olduğu ölçüde, en azından yapısökümün
< "eleştiri çağı"yla bir yakınlığa sahip olduğu, tersi yöndeki yan
-<
N lış kavrayışları da göz ardı etmeden söylenebilir. Yapısöküm
Kant, Immanuel 87
tirmezdi. Her kararın yeni baştan, bir kez daha ilk kez, bir karar
verilmesini bekleyen durumun tekilliğiyle karşılaşması gerekir.
Her yargının yeni bir yargı, yeni bir "kararlaştırılamaz olanın
deneyimi ve deneyi" olması gerekir, ama bunun anlamı yargı
ların sezgisel olarak ya da serbest çağnşımla, bütün yasaları ve
görenekleri, rutin uygulamaları, kuralcı yordamları vb.'ni gör
mezden gelerek üretilmesi gerektiği değildir. Hiçbir kanıta da
yanmayan, herhangi bir kural ya da yordama gönderme yap
maktan aciz, tümüyle desteksiz olan bir yargı, otoriteden ve et
kinlikten tümüyle yoksun kalacakhr. Bu nedenle yapısöküm
yapıların var olmadığı gibi tümüyle gülünç bir fikre dayanı
yormuş gibi, kararlaşhrılamazlık yasanın gücünden ya da daha
kötüsü, yapının gücünden kaçınmanın bir hilesi değildir.
Eğer kararlar basitçe yapıların (programların, yasaların vb.'nin)
sonuçları olsaydı, karar olmazlardı. Bu nedenle yapısöküm ka
rarlaştırılamazlığın yanında, kararlara karşı çıkmadan ya da
kendisini bu kararları alamaz kılmadan yer alır. Yine bu ne
denle kararlaşhrılamazlık hiç durmaz; "kararlaşhrılamazlık sı
navı" bir kararın verilmesiyle bir sınıra ulaşmaz, bir sona var
maz ya da aşılmaz; bu nedenle Derrida bazen her karara mu
sallat olan, onun mevcudiyete gelmesine ya da kendi kendine
yetki vermiş ve çiğnenmez bir şey olarak, sarıki hiç başka tür
lüsü olamazmış gibi görünmesini engelleyen bir şey olan "ka
rarlaşhrılamazın hayalet"ine (FoL, 24) gönderme yapmaktadır.
Aslında ilke olarak, bir kararın hep başka türlü de olabilme ko
şulunun bu hayalet benzeri niteliği, kararların gelecekte karar
vermeyi sağlayacak olan yeni yasalara, yeni prograınlara, yeni
tutumlara dayanak oluşturmasının önüne geçer. Elbette uygu
lamada, "kararlaşhrılamazın hayaleti" rutin olarak göz ardı edi
lir (ve onunla birlikte karar vermede yer alan derin soruınluluk
duygusu da göz ardı edilir); öyle ki, sözgelimi ulusal göç siya
setleri, hiçbir zaman "ırkçı" ya da "emperyalist" değil "koru
macı" siyasetler, yani tekil her çağrısı sadakaya, bedavacılığa,
beleşe bir şeyler almaya yönelik yasadışı bir talep şeklinde ge
nelleştirilen öteki tarafından kirletilmeye karşı çıkan bir kültü-
94 kararlaştırılamazlık
khora [eski yun. xropa] Bu söz "ne olsa uyar" demenin tam de
ğilse de neredeyse kadim Yunancasıdır ya da en azından
Derrida'nın Platon'un Timaios'undaki (varsayılan anlamı "yer"
veya "konum" olan) bu terimin kavramsal ve anlamsal kay
ganlığına ilişkin okumasından bunu çıkarmak olanaklı. Şeylerin
felsefi şeması içinde khora'nın (ya da chora) kendisinin yeri nere
sidir? Tanımı nedir? Bu sorulara yanıt belirlemeye ya da sap
tamaya yönelik her girişimin, khora için kesin ve aynı zamanda
paradoksal bir şekilde özsel olan şeyin onun "metinsel sürükle
nişi" (ON, 123) olduğunu göz ardı etmesi gerekecektir. Hep ha
reket halinde olanın yeri neresidir? Derrida' ya göre khora, saf
varlıkla saf hiçlik arasındaki (ya da benim özerk benliğimle si
zin özerk ötekiliğiniz arasındaki) ayrım gibi bir şeyi düşünmeyi
olanaklı kılan (düşünülür ve duyulur arasındaki) o üçüncü
şeydir; "ben" ve "sen" arasındaki ayrımı düşürımeyi olanaklı
kılan şeydir. Kısacası, khora kozmostan önce var olmadan var
olan; felsefe öncesi, köken öncesi, konumu saptanamayan
uzam-olmayandır. Bunun gibi bir şey yani. Derrida ondan "ne
üretici ne doğurucu olan bir zorunluluk" (ON, 126) diye söz
eder. Tekilliği -ki asıl nokta budur- onun özdeşleşmeye diren-
98 köken
metin [ing. text; fr. texte] Bir metin en geniş anlamıyla yapılmış
ya da yapılanmış bir şeydir (bir roman, bir film, bir hukuki
belge, bir felsefe kitabı vb.); dünyada, yapılmamış olup öylece
metin 109
var olan başka şeylerin de (varlık, adalet, doğruluk vb.) var ol
duğunu ima eder. Bu geleneksel (metafizik) görüşe göre, yer
yüzündeki her şeyin ya temsilin (metin) ya da mevcudiyetin
(gerçek) yaranda yer aldığını söyleyebiliriz.
Derrida metinden söz ettiği zaman geleneksel anlamını ko
rur korumasına, ama "ufak" bir değişiklikle. Derrida'nın "met
ni" yapılmış olan bir şey anlamını taşır ve hepsi budur. Başka
deyişle, metnin "dışında" şeylerin öylece var olduğu çıkarımını
taşımaz. Bunun iki sonucu olur: Birincisi, her şey metindir ve
bu nedenle "metnin dışı diye bir şey yoktur" (OG, 158). İkincisi,
her şey metin olduğundan, metinsellikten önce bir şey olmadı
ğından, o zaman aslında temsil diye de bir şey yoktur. Der
rida'ya göre bir metin, bir mevcudiyetin taklidi değildir; tersine
mevcudiyet, metinselliğin bir sonucudur. Buradan yapısökü
mün ekonomik, siyasi ve tarihsel güçleri (sözgelirni) "kurgusal"
olarak anlamaya yöneldiği ya da onları aynı düzlemde işleyen
retorik aygıtlar olarak gördüğü sonucu çıkmaz. Yapısökümün
niyetselliğe başvurmasının ya da demokrasi hakkında bir şey
söylemesinin önlendiği anlamı da çıkmaz buradan. "Benim
'metin' dediğim şey" diye açıklar Derrida, "'gerçek', 'ekono
mik', 'tarihsel', toplumsal-kurumsal bütün yapıları; sözün özü,
olanaklı bütün göndergeleri içerir" (LI, 148). Bu göndergeler
kendi tekilliklerine sahip olsa da (bir kamera açısı ekonomideki
bir değişiklikle aynı değildir}, kendi içlerinde "metnin dışında"
değildirler: En azından onlara atfedilebilecek değer ve anlamlar
yoruma, bu yorumların içinde yapılabileceği olanaklı birçok
bağlama göre, açıkhr.
Ama yine de Derridacı metnin sonsuz (ya da belirsiz) gön
dergeselliği denebilecek şey bir temsil biçimiyle karıştırılma
malıdır. Göstergebilimin bir gönderge dediği şey, yapısöküme
göre, bir başka metindir. "Bu da, bazılarının öne sürdüğü gibi
ya da safça inanıp beni de inanmakla suçladığı gibi" diye yazar
Derrida, "bütün göndergelerin askıya alındığı, reddedildiği ya
da bir kitaba kapatıldığı anlamına gelmez." Bunun anlamı "her
göndergenin, bütün gerçekliğin ayrımsal bir iz yapısına sahip
110 mevcudiyet
olay [ing. event; fr. evenement] Uncut adlı İngiliz aylık müzik )o
dergisinin "yeni binyıl" sayısı Nick Hasted imzalı şu kapak hi- m
ama bu, onu böyle görmek için onu (bir bakıma) yapısökümcü
bir şekilde düşünmenin zorunlu olduğunu söylemek ya da
ayram aracılığıyla düşünmek değildir. Uncut maddesi öğretici;
çünkü belli bir tarih idealine göre bir olayın bildik olmayan bir
örneği olma konumuna sahip, ama aynı zamanda hfila ''birbi
rine ardışık bağlanan kendileriyle özdeş ve çağdaş mevcudiyet
lerden yapılmış tarihsel bir zamansallık"a ait. Daha radikal bir
şekilde söylersek, Derrida'run bir olayın yapısını yeniden dü
şünmesi, "ötekine gönderme yapma olanağının ve böylece ra
dikal başkalık ve heterojenlik olanağının, ayram olanağının"
hep zaten "söktüğü mevcudun mevcudiyetinde" kaydedilmiş
olduğunu görmek için "iz, tekrarlanabilirlik, yapay, eklenti
sellik vb. kavramların yapısökümcü düşünmesini" içerir (SoM,
75). Eğer diyelim ki "radikal başkalık ve heterojenlik" mevcu
diyet kavramını olanaklı kılan koşulsa ve eğer mevcudiyet de
metafizik olay kavramı için zorunluysa, o zaman mevcudiyetin
"radikal başkalık ve heterojenliğe" (iz, tekrarlanabilirlik, eklen
tisellik vb.'ne) karşıtlık içinde anlaşılması olmazsa, tam anla
mıyla olayın asla olamayacağını söyleyebiliriz. Mutlak anlamda
kendine yeterli, mutlak bir zemin, sabit, sarsılmaz bir merkez
ya da öz olarak mevcudiyet düşüncesi olmazsa, kendisiyle "öz
deş" ve "çağdaş" bir mevcudiyet olarak olay kavramı da olamaz.
Metafizik sınırlarından kurtulan olaylar, olan şey olmakta
serbest kalırlar. Mevcudiyet açısından tanımlanan olaylar, met
nin "dışında" olur. Ama, yapısöküm için bir olayı "görmek"
aynı zamanda onu yapmaktır. Bu da -daha en baştan olayı gör
me, yapma kararı ve onun önemi hakkında kararlara varıp
savlar geliştirme gibi- bazı kararlar vermek zorunda olmayı
içerir. Metnin dışında olan, "kararlaştınlamazlık sınavı"run
(SoM, 75) dışında olan mevcudiyet açısından tanımlanan olay
lar, karar vermeye yer bırakmaz, dolayısıyla sorumluluğa da
yer bırakmaz. Hakiki bir yere iliştirilen tarihsel bir an güvence
sine sarınan metafizik olaylar, ideal olarak yorumlanmaktan
çok betimlenmeyi talep eder. Ama yapısökümsel olaylar etkin
yorumun sonuçlarıdır -metinleridir-; yorumlama etkinlikleri-
olay 127
•Latince bir ifade olan ad hoc; kurama ters düşen, kuramı çelişkili hale
getiren bir duruma karşı üretilen, kuramı desteklemeye yönelik hipo
tezleri -kurtarıcı önsavları- ifade etmek için kullanılır. (y.h.n.)
128 olay
oyun [ing. play; fr. jeu) Derrida "oyun" hakkında yazdığı za
man, "serbest oyun" ya da yersiz "oyunculuk"u kastetmez.
"Sırf laf olsun diye bir şeyle oynamayı" kastetmez. Son dö
nemde bu terimi çok kullanmamış olsa da "oyun" Derrida'run
ilk eserlerinde, özellikle de 1967 tarihli denemesi "İnsan Bilim
lerinin Söyleminde Yapı, Gösterge ve Oyun" da' sıkça görünür.
O denemede ve başka yerlerde "oyun"un "esneklik" ya da "to
lerans" (sözgelimi iyi ayarlanmış bir motorun içindeki tolerans
ya da gergin bir ip parçasındaki tolerans) gibi, kendine yeterlik
ve mutlak tamamlanma düşüncelerine ters düşen bir şey anla
mına geldiğini açıkça ortaya koyar. Öyleyse bir şeyin özdeşliği,
mevcudiyette temellenmiş olmaktan uzaktır ve bu oyun ola
nağı içinde -yani eklentisellik hareketinin iç oyunu (ya da
oyunları) içinde- temellenmeden temellenmiştir. Derrida'run
deyişiyle "oyun mevcudiyetin bozulmasıdır" (WD, 292). Bu,
herhangi bir şeyin mevcudiyet açısından anlaşılması için (yani
kendine yeterli olması için), onun ''bir ayrımlar sistemi ve bir
zincirleme hareketi" -yani "gösteren ve ikame" işaretlerin
(a.g.y.) bir zinciri ya da dizisinin- içine kaydedilmiş olduğunun
:ııo::
hlılar" olarak- herhangi bir ortak kimlik olduğunu öne sürmek, ı-
aramız daki herhangi bir ayrımı göz ardı etmek olacakhr. Ama 3::
elbette burada kullandığım özdeşlik-işaretlerinin her biri -ulu z
sallık, dil ve cinsiyet- mevcudiyet dolu olmaktansa hka basa o
ayrım doludur. Başka deyişle, konuşabildikleri dil ve cinsiyet o
"ti
leri ne olursa olsun bütün Avustralyalı yetişkinler bir Derrida :ıı:ı
Sözlüğü yazmak (ya da okumak) istemez; aynı şekilde bütün V'I
�
Kanadalı yetişkinler de Kanadalı dans sanatçısı Peaches'ın The -i
c
c:
• İngilizcede "identity" sözcüğü hem "özdeşlik" hem de "kimlik" an <
lamına geldiği için, bu maddede yeri geldiğinde "özdeşlik" yeri geldi <
ğinde "kimlik" olarak kullaruld ı. (y.h.n.) N
132 özdeşlik
)>
pharmakon [eski yun. cpappaKov) Platon'un Phaidros'unun
a:ı uzun ve ayrıntılı bir okuması sırasında, Derrida'nın ilgisini
n Platon'un Yunanca pharmakon sözcüğünü, anlamlan (neredeyse
<"'>
olanaksız bir biçimde) "zehir" den "deva" ya da "tedavi"ye dek
o
m değişen bu sözcüğü kullanması çeker. Bir sözcük kendi içinde
"Ti
bu tür karşıt anlamlan nasıl barındırabilir ya da saklayabilir?
G)
::c
Bu soruyu ele almayan (ve böylece kararlaşbnlamazlık soru
nundan kaçınan) Phaidros çevirmenleri, geleneksel olarak phar
.....
makon'un "olanaksızlık" mı belli bir bölümün bağlamında ya da
"'
r Platon'un kendi niyetine göre hangi anlamın yerinde (ya da
3:: kendine özgü) olduğuna karar vererek çözmüştür. Bağlamsal
z lığın ve niyetselliğin anlamı belirlemesi temelinde yorum so
o runlarını çözmek üzere sıkça kullanılan bu manhğın tuhaf bir
Q: yanı yok. Ama yorumlar birbirinden ayrıldığında ya da an
-o
� lamların herhangi bir verili bağlamın ya da yazarın niyetlerinin
vı sınırlarını aşhğı görüldüğünde ne olacak? Elbette bağlamsallı
�
� ğın ve niyetselliğin kendilerinin de yorumun -kaynağı değil
c ürünü olduğunu düşündürür bu. Kuşkusuz Platon pharmakon
c: sözcüğünü her kullanışında ne demek istediğinin farkındaydı
<
-<
ve onun çeşitli anlamları arasındaki bağlantıları görebiliyordu.
N Platon'un niyetleri olduğunu ve pharmakon'un çoklu (hatta kar-
pharmakon 135
duğunda, ilke her tür gösterge için geçerli olsa da, bu yapısal
benzerlikleri kuralların sonuçlan olarak düşünebiliriz. Yani
eğer "-edi" ifadesini kullanarak dört harfli bir Türkçe sözcük
yapmanız istenseydi sizden, "-edi"yi "a" ya da "i" gibi harflerle
birleştirmenin dilin kurallan tarafından önlendiğini bilirdiniz.
İşte, Saussure'e göre, bu tür kurallar onun herhangi bir dilin (ya
da göstergeler sisteminin) langue'si dediği şeye aittir ya da
langue'yi genel olarak göstergelerin bir olanaklılık koşulları kü
mesi olarak düşünebiliriz. Bu kural ya da koşullara doğrudan
erişilemez; onlar yalnızca edimsel kullanımdaki göstergelere
dayarıılarak çıkarsanabilir. Saussure herhangi bir gösterge kulla
nımını ya da herhangi bir edimsel gösterge kullanımı örneğini,
parole'nin bir örneği olarak adlandırır.
Derrida, Saussure'ün anlam kuramının, radikal bir içeriğe
sahip olmasına karşın, ayrımların zemini olan mevcudiyetten
kurtulamamış olmasını sorunlu bulur. Yapısökümün Saussure
öncesi bir gösterge kavramı sınırları içinde olanaksız olacağını
vurgulamak gerek, ama yine de Saussure'ün gösterenle göste
rilen arasındaki ayrımı, hpkı langue ve parole ayrımı gibi, bir
mevcudiyet metafiziğine dayanmaktadır. Kısacası, Saussure
hiçbir zaman ayrımlann nereden geldiği sorusunu sormaz, bu
nedenle de (Derrida'nın Gramatoloji'de uzun uzun öne sürdüğü
üzere) hiçbir zaman standart bir söz-yazı karşıtlığı biçiminin
ötesine geçemez ya da bu karşıtlığı bozmaz. (Ayrıca bkz.
APORIA, AYRAM, EKLENTİSELLİK, SESMERKEZCİLİK, SÔZ
MERKEZCİLİK, YAZI.)
duğu türünden açık bir mesaj vermemesi, gençler için "rol mo
deli" olma sorumluluğunu çiğnemesi nedeniyle öfkeye kapıl
mışlardı.
Ama burada konu uyuşturucu kullanmanın iyi ve kötü
yanları değil; konu, sorumluluğun doğası. Hepimiz ünlü biri
nin bir rol modeli olarak "başarısız" olduğu söylenince ne kas
tedildiğini biliriz: Bu onun, standart bir ahlak ya da iyi yurttaş
lık düşüncesini onaylamak için sahip olduğu varsayılan etki
leme konumunu kullanmadığı için "sorumsuz" sayılması an
lamına gelir. Ama Keith Richards gibi biri gerçekten bir rol mo
deli midir - belki de yalnızca ortodoks olmayan, konformist
olmayan, otorite karşıtı, kendini sorgulayan bir bireyciliğin rol
modelidir? (Böyle bir modelin bizi ikna edemeyecek ya da
"konformist olmamanın" Richards'ın kişisel serveti yüzünden
yararlanabildiği bir ayrıcalık olmasını bir kenara bırakın. Bu
rada bizi ilgilendiren şey psikolojik ya da ekonomik öznelliğin
öz-mevcudiyeti değil, metnin yorumlanabilirliğidir.) Böyle bir
durumda da, kendine özgü toplumsal varlığın devlet, kilise,
hukuk sistemi, sağlık uzmanları vb. tarafından kutsanmış olan
ölçütlere uygun olarak tanımlandığı düşüncesine karşı çıkmak
gibi bir sorumluluğu olmaz mıydı onun? Öyleyse, paradoksal
bir biçimde, kendine özgünün otoriterlik karşıtı bir anlamından
sorumlu olmak üzere, kendileri için "sorumlu olmanın", söy
lenmesi ve yapılması toplumsal açıdan kabul edilebilir olan
şeylerin önceden belirlenmiş bir rotasını ya da programını iz
lemek anlamına geldiğini düşünenlere karşı sorumsuz görün
me riskini alması gerekecektir.
Sorumluluğun otoriterlik karşıtı ya da muhalif olmak için
(ya da bunun uğruna) söylenip yapılması gereken bir şey ola
rak tanımlanması gerektiğini söylemek değildir bu. Sorumluluk
ya bir programa (bir etik koduna, bir toplumsal yükümlülükler
ya da siyasi görevler kümesine) ya da bir programın karşıtına
(sezgi, tekbencilik, anarşi) indirgenebilir. Derrida'nın sorum
luluğun "olanaklılık koşulu" olarak adlandırdığı şey bir apo
ria'yı içerir: Bu, aynı zamanda "kişisel" ya da tekil bir karar
160 sorumluluk
Ağzımda bir elma olsa ve ben onu elimle göstersem bile bir
gösterge kullanmış olurum ve benim el hareketim bir gösterge
olarak göndergesinden ayrılmış olacakhr. "Elma"yı göstermek
için hangi teknoloji ya da teknik kullanılırsa kullanılsın, tam
anlamıyla anlam elmanın namevcudiyetine dayanacakhr. "El
ma" göstergesinin (sözlü, yazılı, çizili, fotoğraflanmış, bilgisa
yara alınmış) kavranabilir her biçimi bir elma olmamalıdır. Gös
tergenin iz-yapısı böyledir. Bu yalnızca yazılı gösterge denen
şeyler için değil, göstergenin içinde yalnızca eski bir mevcudi
yetin hiçbir zaman geri getirilemeyecek ya da geri gelmesi sağ
lanamayacak olan izi ya da çıkarımı olarak yer alan, onun dı
şında orada olmayan ötekinin, şeyin ya da göndergenin namev
cudiyetiyle koşullanmış bütün göstergeler için geçerlidir.
Öyleyse, göndergenin mevcut olmaması yalnızca dar anla
mıyla yazıya ait olan özel bir tür kayıp değildir, ama kesinlikle
göndergenin namevcudiyeti geleneksel olarak o yazının tanım
layıcı özelliklerinden biri olarak görülmüştür. Onun diğer ta
nımlayıcı özelliği -"imzalayanın namevcudiyeti"- yazıyı söz
den açıkça ayrı bir şey olarak görmek için daha güçlü bir daya
nak sayılabilir. Ama bu özellik de genel olarak yazıya aittir ve
basitçe sesçil yazıya, yazıya geçirilmiş söze ya da temsil olarak
yazıya ait değildir. Bir an için sesin kaydedilmesi sorununu bir
yana bırakalım, benim konuştuğumu duymak için, sizin ve be
nim karşılıklı olarak mevcut olmamız gerektiğini varsayalım.
Ben konuşmak için mevcut olmalıyım, siz de dinlemek için
mevcut olmalısınız. Buna karşılık sizin benim yazdığım bir şeyi
(örneğin bu kitabı) okumanız için benim mevcut olmam ge
rekmez. Şimdi, bu bir yandan doğru olsa da, sorun bunun bir
gösterge-kullanıcısının mevcudiyetinin söz için özsel, yazı
içinse ilineksel olduğu izlenimini uyandırmasıdır. Buradan im
zalayanın namevcudiyetinin ya da mevcut olmamasının yal
nızca yazının koşulu olduğu ve buradan da yazının söz kadar
güvenilir olmadığı ya da sözden daha az otantik olduğu sonucu
çıkar. Ama eğer temeldeki varsayıma dönersek ("gösterge-kul-
söz-yazı karşıtlığı 175
dı. Her şey metafiziğin ona tahsis ettiği zaman ve yer içinde
olurdu (ve anlam taşırdı). Ama Derrida'run savı -yapısökümün
herhangi bir kavranılışı ya da değerlendirilişi için can alıcı
önemdeki bu sav- genel bir yazının saçılmacı, uzamsal ve da
ğıhcı etkilerinin, bırakın her metni, herhangi bir metnin mev
cudiyet içinde temellendiğini düşünme olanağından önce gel
mesi gerektiğini ve bunu o olanağın koşulu olarak yapması ge
rektiğini söylemektedir. Bu da söz-yazı karşıtlığının zaten ya
pısökümün "içinde" olduğunu kabul etmektir; Derrida karşıt
lığa, o karşıtlığın "kendisinin" iz-yapısının dışından bir yerden
bir yapısöküm dayatmamaktadır. Ama elbette söz-yazı karşıtlı
ğının yapısöküm içinde başladığını kabul etmek Derrida'run
bunun böyle olduğu yolundaki savını kabul etmektir, bu da
onun sözle yazı arasındaki ilişkilere yönelik değerlendirmesinin
bu ilişkilerin doğası üzerine bir konum, özel bir tavır oluştur
duğunu kabul etmektir. Bir bakıma, yapısökümün bağlamları
ve sonuçları hiçbir zaman birbirinden ayrılamaz. Bunun yapı
sökümün "ilk ilkesi" olarak kabul edilmesi gerekliyse, salt bu
nedenle yapısökümün bu tür bir ilke benimseyerek, hatta ilke
diye bir şeye tutunarak kendisiyle çeliştiği sanılmamalıdır.
Derrida'run bir sabah yataktan kalkıp da öylece, keyfekeder
bir şekilde, sözde-aşkınsal ilkeyi, yani bağlamın dışında bir yer
olmadığı ilkesini bulduğunu da varsaymamak gerekir. En azın
dan -aralarında Freud, Nietzsche gibi isimlerin bulunduğu
kişilerden- biraz yardım almışh. Sözgelimi, Freud nevroz tar
hşmasında, bağlamın her şey olduğunu açıkça gösteriyor ya da
en azından bir nevrozun kendine ait, bölünmemiş bir mevcudi
yeti olan bir durum olmadığını gösteriyordu. Nevroz ancak bir
çocukluk deneyimi ile o deneyimle herhangi bir belirli ya da
zorunlu ilişkisi olmayan "tetikleyici" bir yetişkinlik olayı ara
sındaki boşluk ya da yarıkla ortaya çıkar. Aslında deneyimin
kendisinin bile zorunlu bir mevcudiyeti (ya da zorunlu bir eski
mevcudiyeti) yoktur; çünkü Freud için çocukluk deneyiminin
gerçek mi yoksa uydurma mı olduğu önemli değildir (bkz.
Lectures). Önemli olan şey hakiki ya da sanal çocukluk deneyi-
180 söz-yazı karşıtlığı
zaman saf olmamasıdır; hep bir başkalaşmaya yol açar. Bir şeyi
yinelemek onu başkalaşhnnak, bir ayrım yaratmakhr.
Her şey hep yinelenebildiği ölçüde, yinelenebilirlik koşulu
(bir bakıma genel olarak yinelenme) "kendi içinde" her şeye
aittir, onun saflığını kirletir ya da tehlikeye düşürür. Bu nedenle
Derrida bu koşuldan bahsederken tekrarlanabilirlik terimini kul
lanır; çünkü söylemek istediği şey basitçe şeylerin deneysel ya
da olgusal anlamda yinelenebileceği değil, oldukları şey olmak
için bu olanakla --<Jnları hep "oldukları" şeyden az ya da çok
başka kılan bir olanakla- koşullanmış olmaları gerektiğidir.
Tekrarlanabilirlik bu ayrım-olarak-yineleme yapısına, her tekil
şeyin tekilliğinin, saflığının, mevcudiyetinin idealleştirilmesini
sağlayan ve sınırlayan bu yapıya gönderme yapar. Bu, tekrarla
nabilirliğin kendisi için doğrudur. Bir kavram olarak, tekrarla
nabilirliğin ideal bir tekilliğe (kendine yönelik bir anlama) sahip
olması gerekir; bu şekilde her kavram her zaman ideal bir kav
ram olur. Ama tekrarlanabilirliğin kastettiği şey, hiçbir şeyin
tümüyle kendisine yönelik, sürekli bir "bir kez tek-lik" ["once
only-ness"] halinde, (deneysel bir olgu olarak hiç yinelenmese
bile) hiçbir zaman yinelenmemek üzere var olamayacağıdır. Bir
şeyin yalnızca saf ve mutlak tekilliği içinde var olabileceğini
düşünmeyi olanaklı kılan şey tekrarlanabilirliktir. Bu nedenle,
Derrida'nın belirttiği gibi, tekrarlanabilirlik hem "bir ideal kav
ram" hem de "aynı zamanda ideallik olanağının kavramıdır"
(Ll, 1 19).
Çünkü bir şey bir kez olduktan sonra, onun yeniden olması
zaten olanaklıdır (hakikaten bunu yapsa da yapmasa da). Her
şey her kökenden hem önce-varolan hem de onu önkoşullayan
bu "zaten-lik"ten ["already-ness"] kaynaklanır. Bu iz olarak
kökendir, hiçbir zaman mevcut olmayan ama hiç var-olmayan
değil, köken-olmayandır. Bu nedenle her şeyin (kavram, özne
ya da olay olarak), her şeyin bir kökeni olmasına bağlı olan öz
deşliği, "onun" özdeşliğinin idealliğini hem yapılandıran hem
de yapısızlaşhran o tekrarlanabilirliğin yapısına dayanır. Kuş
kusuz bu şeyler hakkında düşünmenin güç bir yoludur. Ama
186 tekrarlanabilirlik
)> varlık [ing. being; fr. etant] Genel olarak varlığın (ya da Var
OJ lık'ın) tekil varlıklarla ilişkisi nedir? Bu kedilere ve köpeklere
n değil, yalnızca erkeklere ve kadınlara uygun bir soru; olanaklı
-n
o birçok yaruh olan felsefi ve teolojik bir soru. Burada bizi ilgi
m lendirecek olan yanıt (Derrida üzerinde büyük etkisi olan) Hei
"Ti
degger'den alınmışhr; o, Varlık sorununun yalnızca erkekler ve
CI
:::ı:: kadınlar için olduğunu kabul eder, ama kuşkusuz bir "erkek"
ya da "kadın" kavramından yardım istemenin haddimizi aş
.....
mak olduğunu da belirtirdi. "önce hep beklemek zorunda ol
""
r- duğunu öğrenirsin," der The Velvet Underground'un (birden
3:: bire dikkat çekici bir şekilde Heideggerci bir şarkı gibi görünen)
z "Erkeği Bekliyorum" (''I'm Waiting for the Man") adlı şarkısı.
o Heidegger'e göre Varlık sorununun bir öz -insan, Tanrı,
Q: doğa ve benzeri- biçiminde çözülmediği (tarihsel olmayan) bir
"ı:J
::a zamana geri dönmemiz gerekir. Onun tasarısı, Varlığı anlamak
vı için, onun bir öznellik ya da bilinçlilik kavramı içine hapsedil
'(il
-f mesinin dışında bir anlama yolu bulmaya çalışmakh; çünkü bu
c: tür herhangi bir kavram varlığımızın bir "şey" niteliğine sahip
c:: bir "öz" de yer aldığını önvarsayar. Bu nedenle Heidegger, "in
< san" ya da "özne" yerine, Varlık sorusunu sorabilen varlık bi
-<
N çiminden bahsetmek için Dasein ("olmak-orada" ya da kesin bir
varlık 191
herhangi bir toplanma, ayrı ayrı her başkanın "aynı olarak ka
bul edilebileceğini" varsayar (SoM, 27). Ancak başka türlü ol
mayı düşünmek için, ötekilerin de, sahip olunan şeyden fazla
sıyla adalet dağıhlması gerekenlerin de, beklenmedik bir şekil
de gelmesine izin verilmelidir. (Ayrıca bkz. DEMOKRASİ, EK
LENIİSELLİK, HAYALETİMSİLİK, OLAY, ÖZDEŞLİK, SORUM
LULUK.)
y
Hem "bir şans" hem "bir açılış" sunan bir engel ne olabilir?
Böyle bir sorunun Derrida'run "yazı"yla kastettiği şeyi tanım
lamadan tanımladığı söylenebilir. Metafizik olarak anlaşıldı
ğında, yazı saflık ve mevcudiyetin (mevcudiyet olarak düşünce,
mevcudiyet olarak varlık vb.) gerçekleşmesini engeller, ama
Derrida'ya göre bu tam da saflık ve mevcudiyetin herhangi bir
güç ya da otoriteye sahip olabilmelerinin koşuludur. Saflık ve
mevcudiyet gramatolojik etkilerdir, genel bir yazının etkileridir.
Bu genel yazının dışında hiçbir şey yoktur ve bu genel yazının
içinde de saf ve mevcudiyet dolu hiçbir şey yoktur. (Ayrıca bkz.
METİN, POSTA METAFORU, SESMERKEZC İLİK, TEKRAR
LANABİ LİRLİK, TELETEKNOLOJİ, YAPAYHAKİKAT.)
FİLM
Addams Family, The. Yönetmen: Barry Sonnenfeld. Paramount, 1991.
Addams Family Values. Yönetmen: Barry Sonnenfeld. Paramount,
1993.
Blair Witch Project, The. Yönetmen: Daniel Myrick ve Eduardo
Sanchez. Artisan, 1999.
Breathless. Yönetmen: Jean-Luc Godard. Fox Lorber, 1961 .
Easy Rider. Yönetmen: Dennis Hopper. Columbia, 1 969.
Sweet Smell of Success, The. Yönetmen: Alexander Mackendrick.
MGM/ UA, 1 957.
Toy Story. Yönetmen: John Lasseter. Disney/Pixar, 1995.
Toy Story 2. Yönetmen: Lee Unkrich. Disney/Pixar, 1999.
Unforgiven. Yönetmen: Clint Eastwood. Wamer, 1992.
Witness for the Prosecution. Yönetmen: Billy Wilder. MGM/UA, 1957.
MÜZİK
Brown, James. " (Get Up 1 Feel like Being a) Sex Machine", Godfa
ther of Soul. Karussell, 1993.
Oylan, Bob. "Like a Rolling Stone", Highway 61 Revisited. CBS,
1967.
Oylan, Bob. S/ow Train Coming. Columbia, 1979.
Eminem, "The Way 1 Am", The Marshal/ Mathers LP. Interscope,
2000.
Funkadelic. "One Nation under a Groove", Funk Gets Stronger.
Delta, 1999.
Halliwell, Geri. "lt's Raining Men", Scream if You Want to Go Fas
ter. EMI, 2001.
John, Elton. "l Guess that's Why They Call lt the Blues", Greatest
Hits, 1976-1 986. Uptown/Universal, 2001 .
Peaches, The Teaches of Peaches. Kitty-Yo, 2000.
Pop, Iggy. "Nazi Girlfriend", Avenue B . Virgin, 1999.
Ronettes, The. "(The Best Part of) Breakin' Up", The Best of the Ron
ettes. ABKCO, 1992.
Triffids, The. "The Seabirds", Bom Sandy Devotional. White, 1986.
Velvet Underground, The. ''I'm Waiting for the Man", The Velvet
232 Derrida Sözlüğü
KİTAP
Auster, Paul. in the Country of Last Things. Londra: Faber & Faber,
1987 [Türkçesi: Son Şeyler Ülkesinde, çev. Armağan İlkin, İstan
bul: Can, 2007].
Banks, lain. The Wasp Factory. Londra: Abacus, 1990 [Türkçesi:
Eşekarısı Fabrikası, çev. Aslı Biçen, İstanbul: Ayrınh, 1 996] .
Benjamin, Walter. "Theses on the Philosophy of History", Illumina
tions, İng. çev. Harry Zohn. New York: Schocken, s. 253-264
[Türkçesi: Parıltılar, çev. Yılmaz öner, İstanbul: Belge, 2004].
Berlin, Isaiah. Four Essays on Liberty. Oxford: Oxford University
Press, 1969.
Caputo, John D. Against Ethics: Contributions to a Poetics of Obliga
tion with Constant Reference to Deconstruction. Bloomington:
Indiana University Press, 1993.
Caputo, John D. Deconstruction in a Nutshell: A Conversation with
/acques Derrida. New York: Fordham University Press, 1997.
Caputo, John D. The Prayers and Tears of /acques Derrida: Religion
without Religion. Bloomington: Indiana University Press, 1 997.
Cixous, Helene. The Helene Cixous Reader, ed. Susan Sellers. Lon
dra: Routledge, 1994.
Cornell, Drucilla. The Philosophy of the Limit. New York: Routledge,
1992.
Culler, Jonathan. On Deconstrııction: Theory and Criticism after
Structuralism. Londra: Routledge & Kegan Paul, 1983.
Derrida, Jacques. "Coming into One's Own", Psychoanalysis and the
Question of the Text, İng. çev. James Hulbert, ed. Geoffrey H.
Hartman. Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1978, s.
1 14-148.
Derrida, Jacques. Deconstruction Engaged: The Sydney Seminars, ed.
Paul Patton ve Terry Smith. Sidney: Power Publications, 200 1 .
Derrida, Jacques. Dissemination, İng. çev. Barbara Johnson. Chi
cago: University of Chicago Press, 1981 .
Derrida, Jacques. The Ear of the Other: Otobiography, Transference,
Translations: Texts and Discussions with /acques Derrida, İng. çev .
Peggy Kamuf. New York: Schocken, 1986.
Kaynakça 233
Press, 1969.
Lucy, Niall. Beyond Semiotics: Text, Culture and Technology. Londra:
Continuum, 2001 .
Lucy, Niall. Debating Derrida. Melboume: Melboume University
Press, 1995.
Lucy, Niall. Postmodern Literary Theory: An Introduction. Oxford:
Blackwell, 1997 [Türkçesi: Postmodern Edebiyat Kuramı, çev.
Aslıhan Aksoy, İstanbul: Aynnh, 2003].
Lucy, Niall. "Structuralism and the Structuralist Controversy", The
Edinburgh Encyclopedia of Modern Criticism and Theory, ed. Julian
Wolfreys. Edinburgh: Edinburgh University Press, 2002, s. 743-
750.
Lyotard, Jean-François. The Postmodern Condition: A Report on
Knowledge, İng. çev. Geoff Bennington ve Brian Masumi. The
ory and History of Literature 10. Manchester: Manchester
University Press, 1986 [Türkçesi: Postmodern Durum, çev. Ah
met Çiğdem, İstanbul: Ara, 1990] .
Marx, Kari. "Address to the Communist League", The Marxist
Reader, ed. Emile Bums. New York: Avene!, 1982, s. 60-71 .
Melville, Herman. The Confidence-Man, His Masquerade, ed. Hennig
Cohen. New York: Holt, Rinehart & Winston, 1964.
Milton, John. "The Readie and Easy Way to Establish a Free Com
monwealth", Selected Prose, ed. C. A. Patrides. Harmonds
worth: Penguin, 1974, s. 327-358.
Monk, Ray. Ludwig Wittgenstein: The Duty of Genius. Londra: Vin
tage, 1 990 [Türkçesi: Wittgenstein, Dahinin Ôdevi, çev. Berna
Kılınçer ve Tülin Er, İstanbul: Kabalcı, 2005].
Nietzsche, Friedrich. On the Genealogy of Morals, Basic Writings of
Nietzsche, ed. ve İng. çev. Walter Kaufmann. New York: Mod
em Library, 1968 (Türkçesi: Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev.
Ahmet İnam, İstanbul: Say, 2004].
Nietzsche, Friedrich. The Will to Power: An Attempted Transvalua
tion of Ali Values, İng. çev. Anthony M. Ludovici. Londra:
George Ailen & Unwin, 1924 [Türkçesi: Güç İstenci, çev. Sedat
Umran, İstanbul: Birey, 2002].
Norris, Christopher. Deconstruction: Theory and Practice. Londra:
Methuen, 1982.
Norris, Christopher. Derrida. Londra: Fontana, 1987.
Plato. Phaedrus, İng. çev. R. Hackford. Cambridge: Cambridge
238 Derrida Sözlüğü
kara: İmge.
Alyağıl, R. (2007), Derrida 'dan Caputo'ya Dekonstrüksiyon ve Din,
İstanbul: İz.
Altuğ, T. (2008), Dile Gelen Felsefe, İstanbul: YKY.
Küçükalp, K. (2008), Heidegger ve Derrida, (Batı Metafiziğinin
Dekonstrüksiyonu), Bursa: Sentez.
İstanbul: YKY.
Evink, E. (2006), "Patocka ve Derrida: Sorumluluk Üzerine", çev.
Ekrem Ekici, Cogito, sayı: 47-48, İstanbul: YKY.
Lawlor, L. (2006), "Bu Yeterli Değil: Derrida'da Hayvanlar So
runu", çev. Yusuf Yıldırım, Cogito, sayı: 47-48, İstanbul: YKY.
Naas, M. (2006), "' Alors, qui etes-vous?' Jacques Derrida ve Ko
nukseverlik Sorusu", çev. Elis Simson, Cogito, sayı: 47-48, İstan
bul: YKY.
Stocker, B. (2006), "Derrida Etiğinde Çelişki, Aşkınlık ve Öznellik",
çev. Özge Ejder, Cogito, sayı: 47-48, İstanbul: YKY.
Butler, J. (2008), "Jacques Derrida", çev. İlkay Ufuk Sümer, tesme
ralsekdiz, sayı: 2, Ankara.
Filistin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . 80
Bağdat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 218 Fonda, Peter . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 47
Band . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 121 Forster, E.M . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . 26
Banks, Iain . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 151 Freiburg ... . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . 161
Benjamin, Walter . . . . . . . . . . 102, 104 Freud, Sigmund . . . . 6, 56, 57, 58,
Berlin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 127, 128 59, 179, 181, 202
Birleşmiş Milletler .. 19, 218, 223 Fukuyama, Francis . . . . . . . . . . . . . . 219
Blair Witch Projeci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 70
Brown, James . . . . . . . . . . . . . . . . 1 71, 1 76 Genet, Jean .............. . . . . . . . . . . . . . 147
Bush, Başkan George . . . . 55, 219, George, Boy . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35, 133
222 Godard, Jean-Luc . .. . . . . . . . . . . . . . . 177
Godot . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 102, 104
Caputo, John D. . . . . . . . 14, 39, 125, Gönüllüler Koalisyonu . . . . . . 218,
165, 192 219, 223
Charles (il.) ................... 1 12, 177
CIA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38 Halliwell, Geri. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107
Cixous, Helene . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 228 Hamlet (Shakespeare) 9, 28, 29,
Clinton, George . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35 37, 62, 63, 64, 103
Condillac, Etienne Bonnot de Hartley, John . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16
............. .............................. 127 Hasted, Nick . . . . . . . . . . . . . . . . . 121, 122
Confidence-Man, The (Melville) Hawks, The. . . . . . . ... . . . . . . . . . . . 121, 124
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 178 Hegel, G. W. F . . . . . . . . 76, 138, 196
Comell, Drucilla . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . 88 Heidegger, Martin 6, 12, 38, 49,
Cranach, Lucas . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..41 74, 75, 76, 105, 106, 107, 1 15,
Curtis, Tony . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 72 146, 161, 164, 180, 190, 191,
192, 202
Descartes, Rene .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 1 2 Helm, Levon . . . . .. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 124
Donne, John . . . . . . . . . . . . . . . . . . 212, 213 Hogg, James . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 178
Dryden, John . . . . . . . . ......... . .. . . . . 1 77 Husserl, Edmund . . . . . . 76, 79, 80,
Oylan, Bob . . .. 102, 121, 122, 123, 112
125
Ad Dizini 247
Saçılma 8, 14, 138, 146, 147, 148, Tann . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 102, 1 13, 190
149, 150, 151 Thwaites, Tony . . . . . . . . 14, 53, 1 80
Saddam Hüseyin .... 26, 104, 219 Tin Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75
Sartre, Jean Paul . . . . . . . . . . . . . 12, 153 Toriler (Tory'ler) . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 77
Saussure, Ferdinand de . . . . 6, 79, Toy Story (Oyuncak Hikayesi
80, 82, 83, 89, 1 14, 155, 156, 1-2) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 151, 152
157, 158, 167, 168, 169, 171, Triffids, The . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15
1 75, 202, 203, 204, 205, 216 Trocchi, Alexander . . . . . . . . . . . . . . 146
Schmitt, Cari . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .38 Tu Pac . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 171
Searle, John R. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 1 7
Se x Pistols, The . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 122 Wysses ijoyce) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8, 51
Shakespeare, William . . . . . 28, 62, Uncut . 121, 122, 125
................... .
niall lucy
BilgeSu