Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 318

Margared Weis ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt2 Karakılıcın Yazgısı

Margared Weis ve Tracy Hickman

MARGARET WEIS
Missoury'de doğdu ve büyüdü. Missoury Üniversi-
tesi'nde Yaratıcı Yazarlık Bölümü'nü bitirdi. Bir yayı-
nevinde 14 yıl süreyle editörlük yaptı. Daha sonra
fantazya ve rol yapma oyunları konusunda kurgu edi-
törü oldu. Bu yıllarda Tracy Hickman'la tanıştı. Bu iki-
li tanıştıkları günden itibaren birçok fantastik kurgu
kitabına birlikte imza attılar. Bunların içerisinde en ta-
nınmışları, Ejderha Mızrağı ve Ölüm Kıpısı Serisi'dir.
TRACY HICKMAN
Utah'ta doğdu. İki yıl Endonezya'da misyonerlik
yaptıktan sonra gençlik aşkıyla evlenmek için Utah'a
geri döndü. Bir yayınevinde rol yapma oyun tasarım-
cılığı yaparken Weis'le ortak kitaplar yazmaya başladı.

İthaki Yayınları - 145


Fantastik Kurgu - 31
Karakılıç'ın Yazgısı
Karakılıç Üçlemesi 2. Cilt
Margaret Weis-Tracy Hickman
ISBN 975-8607-66-9
Özgün Adı: Darksımrd Trilogy
(Doom ofthe Darksımrd)
İngilizceden çeviren: Niran Elçi
1. Baskı İstanbul, 2002
© Margaret Weis and Tracy Hickman, 1988
© İthaki Yayınları, 2002
Yayın Koordinatörü: Füsun Taş
Sanat Yönetmeni: Murat Özgül
Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Yeşim Ercan
Kapak ve İç Baskı: Kiiap Matbaacılık
Cilt: Fatih Mücellit
İthaki Yayınları
Mühürdar Cad. İlter Ertüzün Sok. 4/6 81300 Kadıköy İstanbul
Tel: 0216 ;>30 93 08 Faks: 0216 349 14 35
peng\ıenithaki@superonline com
www ithakiyayinlari.com

KARAKILIÇin
YAZGISI
ithaki

KARAKIUÇ ÜÇLEMESİNDEN YAYIMLANAN KİTAPLAR:


1. CİLT: KARAKILIÇIN DÖVÜLÜŞÜ
2. CİLT: KARAKILIÇIN YAZGISI
SERİNİN ÖNÜMÜZDEKİ AYLARDA
YAYIMLANACAK SON KİTABI:
3. CİLT: KARAKILIÇIN ZAFERİ
Tarayan: Eylem Yurtsever

TEKRAR
Bu gece Piskopos Vanya yemek vermiyordu.
"Piskopos Hazretleri rahatsız," mesajını taşımıştı Havailer
davet edilmiş olanlara. Buna, Kaynak'ta davet edildiği gecele-
rin sayısı, kız kardeşinin sağlığı ile ters orantılı olarak artan İm-
parator'un kayınbiraderi de dahildi. Herkes son derece lütuf-
kâr davranmıştı ve Piskopos'un sağlığı hakkında çok endişe-
lenmişlerdi. İmparator Piskopos'a kendi kişisel Theldara'smı
önermişti, ama bu öneri saygıyla reddedilmişti.
Vanya yalnız başına yemek yedi. Piskopos o kadar dalgın-
dı ki, az pişmiş olduğunu hiç fark etmediği lezzetli tavuskuşu
dili ile kertenkele kuyruğu yerine, Tarla Katalistleri ile sosis yi-
yor bile olabilirdi.
Yemeğini bitirip, tepsisini geri gönderdikten sonra bir ka-
deh konyak yudumladı ve masasının üzerindeki zamangöste-
renin minik ayı, zirvesine ulaşana kadar sakince bekledi. Bek-
leyiş zordu, ama Piskopos'un zihni o kadar meşguldü ki, za-
manın beklediğinden daha hızlı geçtiğini fark etti. Tombul
parmaklar durmaksızın sandalyenin kollarında yürüdü ve o ya
da bu zihinsel ağa dokunarak, herhangi birinin güçlendirilme-
ye ya da onarıma ihtiyacı olup olmadığını kontrol etti ve ge-
rektiğinde yeni iplikçikler ekledi.

rfİARCARjEt UJEİS & TRACY HlCKjnAn


İmparatoriçe -kısa süre sonra ölmüş olacak bir sinek.
Erkek kardeşi -tahtın vârisi. Başka bir tür sinek, ayrıca de-
ğerlendirilmesi gerekiyor.
İmparator -en iyi zamanlarında akıl sağlığı kararsız, sevgi-
li karısının ölümü ve pozisyonunu kaybetmesi, zaten zayıf
olan aklını yitirmesine sebep olabilir.
Sharakan -Thimhallan'daki diğer imparatorluklar bu asi
devleti gerektiğinden büyük bir ilgiyle izliyorlar. Ezilmeli, hal-
kına bir ders verilmeli. Ve onlarla beraber, Dokuzuncu Gi-
zem'in Karabüyücüleri tamamen silinmeli. Olaylar güzelce ge-
lişiyor -ya da gelişiyordu.
Vanya huzursuzca kıpırdandı ve zamangösterene baktı. Mi-
nik ay şimdi ufuktaydı. Piskopos homurdanarak kendine bir
kadeh daha konyak doldurdu.
Oğlan. Lanet olsun oğlana. Ve o Kajalist'e de lanet olsun.
Vanya ürpererek gözlerini kapattı. O bir tehlikeydi, ölümcül
bir tehlike. Eğer yaptığı inanılmaz gafı herhangi biri keşfeder-
se...
Vanya aç gözlerin onu izlediğini, hata yapmasını bekledi-
ğini gördü. Merilon'un Lord Kardinalinin gözleri. Kaynak'taki
Piskoposluk odasını yeniden dekore ettirmek için planlar çiz-
dirdiği söyleniyordu. Kendi Kardinalinin gözleri. Yavaş düşü-
nen bir adam kuşkusuz, ama yavaş yavaş, emin adımlarla yü-
rüyerek, yoluna çıkan her şeyi ve herkesi eze-rek diğerlerinin
arasından yükselmişti. Ve başkaları da vardı. İzliyor, aç gözler-
le bekliyorlardı...
Başarısızlığının kokusunu alırlarsa, grifin gibi üzerine atlar,
pençeleriyle etlerini paralarlardı.
Ama hayır! Vanya tombul yumruğunu sıktı, sonra kendisi-
ni rahatlamaya zorladı. Her şey yolundaydı. Her olasılığı he-
8

KAR^KJUÇin YflHGISl
saplamıştı, olası olmayanları bile.
Piskopos kafasında bu düşünceyle ve ayın sonunda za-
mangösterenin tepesine ulaştığını fark ederek kütlesini sandal-
yeden kaldırdı ve yavaş, ölçülü adımlarla yürüyerek Sırlar
Odası'na yollandı.
Karanlık boş ve sessizdi. Hiçbir zihinsel rahatsızlık izi yok-
tu. Belki de bu iyi bir işarettir, dedi Vanya kendi kendine, yu-
varlak odanın ortasında otumrken. Ama hizmetkârına çağrısı-
nı gönderdiği zaman, ağı bir korku titremesi sarstı.
Örümcek parmaklar seğirerek bekledi.
Karanlık durgun, soğuk ve sessizdi.
Vanya yine seslendi, parmaklan kendi üzerlerine kapandı.
Yanıt verebilirim de vermeyebilirim de, demişti ses ona.
Evet, tam da ona göre, küstah...
Vanya küfretti, elleri sandalyeyi kavradı, başından aşağı ter
boşandı. Bilmek zorundaydı] Bu çok önemliydi! Yapacağı...
Evet...
Elleri gevşedi. Vanya düşünceyi kafasında çevirerek düşün-
dü. Her olasılığı planlamıştı, olası olmayanları bile. Ve bunu,
farkında olmadan planlamıştı. Dehalar böyle düşünürdü işte.
Arkasına yaslanan Piskopos Vanya'nm zihni, ağdaki bir
başka'iplikçiğe dokundu ve bunu almaya hiç de hazırlıklı ol-
madığını bildiği birisine çağrı yolladı.
9

BİRİnCİ KİTAP

I
ÇAĞRI
"Şaryon..."
Katalist bilinçsizlik ve uyanıkken gördüğü kâbus arasında yü-
züyordu.
"Efendimiz, beni affedin!" diye mırıldandı hararetle. "Beni tapı-
nağımıza geri alın! Beni bu korkunç yükten kurtann. Artık taşıya-
mıyorum!" Kaba yatağında dönüp duran Şaryon, uykunun daha da
derinleştirdiği ve daha da dehşet venci kıldığı korkunç görüntüle-
ri yok edebilirmiş gibi kapalı gözlerini elleriyle örttü. "Cinayet!" di-
ye haykırdı. "Cinayet işledim! Hem de bir kez değil! Ah, hayır, Pis-
kopos Hazretleri! İki kere. İki adam benim yüzümden öldü!"
"Şaryon!" diye tekrarladı ses Katalist'in adını; içinde bir miktar
kızgınlık vardı.
Katalist büzüldü, avuçlarını gözlerine bastırdı. "Bırakın size iti-
raf edeyim, Piskopos Hazretleri!" diye bağırdı. "Beni dilediğiniz gi-
bi cezalandırın. Hak ediyorum, istiyorum! Sonra yüzlerinden, göz-
lerinden kurtulacağım... beni takip ediyorlar!"
Şaryon yarı uyanık durumda, yatağında doğrulup oturdu. Gün-
lerdir uyumamıştı; bitkinlik ve heyecan zihnini kısa süreliğine dev-
re dışı bırakmıştı. Nerede olduğunun, neden yüzlerce kilometre
ötede olduğunu bildiği bu sesin onunla bu kadar açık bir şekilde
konuştuğunun farkında değildi. "İlki, Tarikatımızdan genç bir
13

ntARCARft U/EIS & TRİICY HlCKITlAn


adam," diye devam etti Katalist kınk bir şekilde. "Savaşbüyücüsü
onu öldürmek için benim Yaşam veren gücümü kullandı. Zavallı
katalistin hiç şansı yoktu. Ve artık Savaşbüyücüsü de ölü! Önüm-
de savunmasızca yatıyordu, benim sanatım yüzünden büyüsünden
mahrum kalmıştı! Joram..." Katalist'in sesi alçak bir fısıltıya dönüş-
tü. "Joram..."
"Şaryon!" Ses sert, ısrarcı ve emrediciydi ve sonunda Katalist'i
karmaşık bitkinliğinden uyandırdı.
"Ne?" Islak cüppesinin içinde titreyen Şaryon çevresine bakın-
dı. Kaynak'ta, tapmakta değildi. Soğuk bir hapishane hücresindey-
di. Ölüm çevresini sarmalamıştı. Tuğla duvarlar -insanların ellerin-
den çıkmış taş, büyüyle şekillendirilmiş değil. Yukarıdaki ahşap ki-
riş, aletlerin izlerini taşıyordu. Karanlık Sanatların eli tarafından şe-
killendirilmiş soğuk, metal parmaklıklar Yaşam'a karşı bir engel
oluşturuyor gibiydi. "Joram?" diye seslendi Şaryon hafifçe, soğuğa
karşı sıktığı dişlerinin arasından.
Ama bir bakış genç adamın hapishane hücresinde olmadığını
anlattı, yatağı bozulmamıştı.
"Elbette yok," dedi Şaryon kendi kendine, ürpererek. Joram ya-
bandaydı, cesetten kurtuluyordu... Ama o kadar açıkça işittiği ki-
min sesiydi?
Katalist'in başı titreyen ellerinin arasına eğildi. "Yaşamımı al, Al-
min!" diye dua etti hararetle. "Eğer gerçekten varsan, yaşamımı al
ve bu işkenceyi, bu sefilliği sona erdir. Çünkü deliriyorum..."
"Şaryon! Eğer niyetin buysa, benden kaçmamazsm! Beni dinle-
yeceksin! Başka seçeneğin yok!"
Katalist başını kaldırdı. Gözleri iri iri açılmıştı, bedeni en acı kış
rüzgârının nefesinden daha soğuk bir ürpertiyle sarsılıyordu. "Pis-
kopos Hazretleri?" diye seslendi titreyen dudaklarının arasından.
Gerginlikle ayağa kalkan Katalist küçük hücrede çevresine bakındı.
14

KARAKJLIÇin YAZGISI
"Piskopos Hazretleri? Neredesiniz? Sizi göremiyorum, ama duyabi-
liyorum -Anlamıyorum.
"Zihnindeyim, Şaryon," dedi ses. "Sana Kaynak'tan hitap ediyo-
rum. Bunu nasıl başardığıma gelince, bunun senin için fazla önemi
yok, Peder. Güçlerim büyüktür. Yalnız mısın?"
"E -evet, Piskopos Hazretleri, şimdilik. Ama ben..."
"Düşüncelerini düzenle, Şaryon!" Ses yine sabırsız geliyordu.
"O kadar karışıklar ki, okuyamıyorum! Konuşmana gerek yok.
Söyleyeceğin sözcükleri düşün, ben onlan duyarım. Dua ile sakin-
leşmen için sana bir dakika vereceğim, sonra benimle ilgilenmek
üzere hazır olmanı umuyorum."
Ses sustu. Şaryon kafasındaki varlığının, zihninde hâlâ sinek gi-
bi vızıldadığının farkındaydı. Aceleyle kendisini toparlamaya çalış-
tı, ama duayla değil. Birkaç dakika önce Almin'in yaşamını alması
için yalvardığı halde -ve bu çaresiz yakarıda içten olmasına rağ-
men- Şaryon içinde ilkel bir kendini koruma güdüsünün yükseldi-
ğini hissetti. Piskopos Vanya'nın zihnini bu şekilde istila edebildiği
gerçeği onu şaşkına çevirmiş, öfkeyle doldurmuştu -ama öfkesinin
yanlış olduğunu biliyordu. Mütevazı bir katalist olarak, büyük Pis-
kopos onun değersiz düşüncelerini araştırmak üzere zaman harca-
dığı için gururlanmahydı, herhalde. Ama içinde, derinliklerde, kâ-
buslarının geldiği yerden gelen bir ses soğuk bir şekilde soruyordu.
Ne kadarını biliyor? Ondan saklanmamın bir yolu var mı?
"Piskopos Hazretleri," dedi Şaryon tereddütle, karanlık odanın
ortasında dönerek, Piskopos her an tuğla duvardan dışan adım ata-
bilirmiş gibi korkuyla çevresine bakmarak. "Ben... düşüncelerimi
toparlamakta... güçlük çekiyorum. Benim meraklı zihnim..."
"Seni karanlık yollara götüren aynı meraklı zihin mi?" diye sor-
du Piskopos hoşnutsuzlukla.
"Evet, Piskopos Hazretleri," diye yanıt verdi Şaryon alçakgönül-
15

rtİARCAREt U7EIS Qf + RACY HlCKJIlAn


lülükle. "Bunun bir zayıflık olduğunu kabul ediyorum, ama nasıl,
ne şekilde iletişim kurduğumuzu bilmeden sözcüklerinize dikkat
etmemi engelliyor. Ben..."
"Düşüncelerin kargaşa içinde! Bu şekilde hiçbir faydalı şey ba-
şaramayız. Pekâlâ." Saryon'un zihninde yankılanan Piskopos'un se-
si öfkeli, fakat pes etmiş gibi geliyordu. "Eğer gerekirse, Peder, hal-
kımızın ruhani önderi olarak dünyanın en uzak köşeleri ile bile ile-
tişim kurabilirim. Bildiğin gibi, Tarikatımızı eski günlerde olduğu
gibi önemsiz hale getirmek isteyenler var -efendilerine hayvan for-
munda hizmet eden hizmetkâr cinler haline. Bu tehdit yüzünden,
hem Tarikatımızdan diğerleri, hem de onu sürdürmemize yardım-
cı olanlar ile kurduğum iletişimlerin çoğunun gizli olması gerekli."
"Evet, Piskopos Hazretleri," diye mırıldandı Şaryon endişeyle.
Hücrenin parmaklıklı penceresinin ötesindeki gecenin karanlığı
yerini gri bir şafağa bırakıyordu. Sokaklardan ayak sesleri geliyor-
du -iş günlenne, güneş ile aynı zamanda başlayanların ayak sesle-
ri. Ama bunun dışında köy uyuyordu. Joram neredeydi? Yakalan-
mış mıydı, ceset fark edilmiş miydi? Katalist ellerini birleştirdi ve
Piskopos'un sesi üzerinde yoğunlaşmaya çalıştı.
"Büyülü yollarla, Şaryon, Âlemin Piskoposu'nun desteğe ihtiyaç
duyan takipçileri ile gizlice görüşebilmesi için bir oda yaratıldı. Sır-
lar Odası olarak bilinen bu oda, halkın iyiliği için gizli tutulması
gereken hassas görevlerin yerine getirilmesi için özellikle faydalı.
Bir casus ağı! diye düşündü Şaryon kendine hâkim olamadan.
Kilise, yaşamını adadığı Tarikat aslında engin bir ağın ortasında
oturan, yapışkan parmaklarına yakalanan her hareketi dinleyen
dev bir örümcekten başka bir şey değil! Korkunç bir düşünceydi
bu ve Şaryon hemen onu aklından çıkarmaya çalıştı.
Yine terlemeye başladı, ama bedeni hâlâ titriyordu. Büzülerek,
Piskopos'un zihnini okumasını ve onu paylamasını bekledi. Ama

KAR^KJLİÇİTİ YAZGISI
Vanya işitmemiş gibi, Sırlar Odası'nı açıklamaya, nasıl çalıştığım,
nasıl bir zihnin bir diğeri ile büyü aracılığıyla konuşmasını sağladı-
ğını anlatmaya devam etti.
Şaryon o kadar gergindi ki, dişlerini sıkmaktan çene kaslan ağ-
rımaya başlamıştı. Düşündü. "Eğer Piskopos benim gelişigüzel dü-
şüncelerimi fark etmediyse, kendimi duyurmam için yoğunlaşmam
gerekiyor. Eğer öyleyse -ve eğer zihnimi kontrol edebilirsem- bu
zihinsel istila ile başa çıkabilirim."
Şaryon bunu fark edince, aklına ancak Vanya'nm işitmesini is-
tediği düşünceleri duyduğu geldi. Piskopos'un koyduğu engellerin
ötesine işleyemiyordu. Şaryon yavaş yavaş gevşemeye başladı. Üstü
anlatımını bitirene kadar bekledi.
"Anlıyorum, Piskopos Hazretleri," diye düşündü Katalist, tüm
çabasını sözcükler üzerinde yoğunlaştırarak.
"Mükemmel, Peder." Vanya memnun olmuş gibiydi. Bir durak-
lama oldu; Piskopos dikkatle bir sonraki sözcüklerini düşünüyor,
yoğunlaşıyordu. Ama konuştuğu zaman -ya da düşünceleri Sar-
yon'un zihninde şekillendiği zaman- hızlı ve kesindiler, sanki ez-
berden tekrarlanır gibi. "Seni tehlikeli bir görev için gönderdim,
Şaryon -Joram isimli genç adamı yakalamaya çalışman için. Tehli-
ke yüzünden, haber alamayınca senin için endişelendim. Bu yüz-
den, seninle ilgili olarak güvenilir biri ile iletişim kurmaya karar
verdim..."
"Simkin!" diye düşündü Şaryon, kendini durduramadan. Genç
adamın imgesi zihninde o kadar yoğundu ki, Piskopos'a kadar
ulaşmış omalıydı.
"Ne?" Konuşmasının ortasında sözü kesilen Vanya'nm kafası
karışmış gibiydi.
"Yok bir şey," diye mırıldandı Şaryon telaşla. "Özür dilerim, Pis-
kopos Hazretleri. Düşüncelerim... dışarıda olan bir şey yüzünden
17

ITİARfiARfî U/EİS 6ı 1"RACY HıCKjnAn


kesintiye uğradı..."
"O zaman pencereden uzaklaşmanı öneririm, Peder," dedi Pis-
kopos sinirli sinirli.
"Peki, efendim," diye yanıt verdi Şaryon, tırnaklarını avuçlanna
gömerek. Yoğunlaşmak için bu uyancıyı kullandı.
İkinci bir duraklama oldu -Vanya nerede kaldığını hatırlamaya
mı çalışıyordu? Neden yazmamış ki, diye merak etti Şaryon sinirle,
Piskopos'un düşüncelerinin kendisinden uzaklaştığını hissederek.
Sonra ses geri geldi. Bu sefer endişe doluydu.
"Söylediğim gibi, senin için endişelendim, Peder. Ve sana göz-
kulak olmak üzere atanan bu kişi son kırk sekiz saattir benimle ile-
tişim kurmadı. Korkularım büyüdü. Umanm yolunda gitmeyen bir
şey yoktur, Şaryon."
Şaryon ne söyleyebilirdi? Dünyasının alt üst olduğunu mu? Ak-

lı başmdalığa parmakuçlan ile tutunmakta olduğunu mu? Yalnızca


bir dakika önce ölmek için dua ettiğini mi? Katalist tereddüt etti.
Her şeyi itiraf edebilir, Piskopos'a Joram hakkındaki gerçeği bildi-
ğini söyleyebilir, ondan af dileyebilir, emredildigi gibi oğlanın tes-
lim edilmesini ayarlayabilirdi. Birkaç dakika içinde her şey bitmiş
olurdu. Saryon'un işkence içindeki ruhu huzura kavuşurdu.
Hapishanenin dışında, rüzgâr -gece kopan fırtınanın son kalın-
tısı- duvarlara çarpıyor, içeri girmek için boşuna dövüyordu onla-
rı. Şaryon rüzgârda sözcükler işitti. Onlan on yedi yıl önce de duy-
muştu -Piskopos Vanya'nm bir çocuğu ölüme mahkûm etmesi.
"Peder!" Vanya'nm sesi gergin ve soğuktu, hatıranın bir yankısı
gibiydi. "Yine daldın!"
"Ben -sizi temin ederim, iyiyim, Piskopos Hazretleri," diye ke-
keledi Şaryon. "Benim için endişelenmenize gerek yok."
"Bunun için Almin'e şükrediyorum, Peder," dedi Vanya, her sa-
bah yumurtası ve ekmeği için Almin'e şükretmek için kullandığı
I8

KARAKJLIÇln YAZGISI
aynı ses tonuyla. Yine durdu. Şaryon bir iç kargaşa, zihinsel bir ça-
balama hissetti. Bir sonraki sözleri tereddütlüydü. "Senin... ee... ve
koruyucunun -benim iş ortağımın- iletişime geçmesinin zamanı
geldi, Peder. Karakılıç'm yaratıldığını biliyorum..."
Saryon'un nefesi kesildi.
"...ve artık daha fazla gecikemeyiz. Genç adamın bizim için
oluşturduğu tehlike büyük." Vanya'nm sesi soğudu. "Joram'ı müm-
kün olan en kısa sürede Kaynak'a getirmelisin ve bunun için orta-
ğımın yardımına ihtiyacın olacak. Blachloch'a git. Ona benim..."
"Blachloch mu!" Şaryon yatağına çöktü, kalbi Joram'ın çekici gi-
bi yüreğini dövüyordu. "Ortağınız mı?" Katalist titreyen ellerini ba-
şına dayadı. "Piskopos Hazretleri, Blachloch'u kastetmiş olamazsı-
nız!..."
"Seni temin ederim, Peder..."
"O bir hain, Duuk-tsarithlerin aforoz ettiği biri! O..."
"Aforoz etmek mi? Sen ne kadar aforoz edilmiş bir rahipsen, o
da o kadar aforoz edilmiş bir savaşbüyücüsü, Şaryon! O Duuk-tsa-
rithlerden biri, örgütlerinin yüksek rütbeli bir üyesi, tıpkı senin gi-
bi bu hassas görev için özenle seçildi."
Şaryon, dağınık düşüncelerinin beyninde yuvarlanıp durmasını
önleyebilirmiş gibi, yine ellerini kafasına bastırdı. Blachloch, o za-
lim, cani savaşbüyücüsü, Duuk-tsarith, görevleri Thimhallan'da ya-
saları uygulamak olan gizli örgütün üyesiydi. Kilise'nin ajanıydı! Ve
aynı zamanda soğukkanlılıkla cinayet işlemekten, bir köye saldır-
maktan, erzaklannı çalmaktan, halkını kışın açlıktan ölmeye mah-
kûm etmekten sorumluydu...
"Piskopos Hazretleri," -Şaryon kuru, çatlak dudaklannı yaladı-
"bu savaşbüyücüsü... kötü bir adam! Kötü ruhlu bir adam! O
-Onun Tarikatımızdan bir Diyakozu bir köyde öldürdüğünü gör-
düm..."
19

mAR£AR£î lUEIS ft TR£CY HlCKJTlAn


Piskopos araya girdi. "Eski deyişi hiç duymadın mı; 'İşıkta yü-
rüyenler için gecenin gölgeleri çok karanlıktır'. Sıradan ölümlüleri
yargılamakta çok aceleci davranmayalım, Peder. Eğer bahsettiğin
olay hakkında sakin sakin düşünürsen, eminim bu ölümün gerek-
lilikten kaynaklandığını, hatta belki kaza eseri olduğunu anlaya-
caksın."
Şaryon Savaşbüyücüsü'nün rüzgârı çağırdığını gördü, boranın
savunmasız Diyakoz'u bir yaprak gibi kaldırdığını ve konutun yan
tarafına çarptığını gördü. Genç bedenin cansız bir şekilde yere yı-
ğıldığını gördü.
"Piskopos Hazretleri," diye ısrar etti Şaryon, ürpererek.
"Yeter, Peder!" dedi Piskopos sertçe. "Senin sofuca sızlanmala-
rın için zamanım yok. Blachloch hain bir savaşbüyücüsü sanılması
için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Sizi çevreleyen Karanlık Sanatlann
Karabüyücüleri arasında tehlikeli bir oyun oynuyor, Şaryon. Hem,
binlerce kişinin yaşamı ya da milyonlarca kişinin ruhu karşılığında
tek bir yaşam nedir ki? Ve onun ellerinde tuttuğu da bu."
"Anlamıyorum..."
"O zaman açıklamak için bir fırsat ver bana! Bunu sana, gizli tu-
tulmak 'üzere söylüyorum, Peder. Sen buradan aynlmadan önce
kuzeydeki Sharakan Krallığı ile sorun yaşadığımızı anlatmıştım.
Durum gün be gün kötüleşiyor. Tarikatımızın yasalannı terk eden
katalistlerin popülerliği ve sayısı artıyor. İsteyen herkese Yaşam
güçlerini serbestçe veriyorlar. Bunun yüzünden, Sharakan Kralı bi-
ze istediği gibi davranabileceğine inanıyor. Kilise fonlanna el koy-
du ve onları hazinesine aktardı. Kardinal'i sürgüne yolladı ve yeri-
ne bu hain katalistlerden birini getirdi. Merilon'u istila etmek ve
fethetmek istiyor. Ve ona o şeytani silahlardan sağlamaları için, ara-
larında yaşadığın Teknoloji Karabüyücüleri ile birlik oldu..."
"Evet, Piskopos Hazretleri," diye mırıldandı Şaryon yarı dinle-
20

KAR^KJLIÇln YAZGISI
yerek ve ümitsizce ne yapacağına karar vermeye çalışarak.
"Sharakan Kralı fethine yardımcı olması için Karabüyücülerın
silahlarını kullanmayı planlıyor. Blachloch Shrakan'm hırslarına
hizmet ediyor ve Karabüyücülere yardımcı oluyor görünse de, as-
lında onlan ölümcül bir tuzağa götürmeye hazırlanıyor. Böylece
hem Sharakan'ı altetmeyi, hem de Karabüyücüleri kesin olarak çö-
kertmeyi, sonunda onları bu dünyadan sürmeyi başaracağız. Blach-
loch her şeyi kontrol altında tutuyor ya da bu genç adam -Joram-
karataşı keşfedene kadar tutuyordu."
Vanya öfkelendikçe, düşünceleri gittikçe dağınık ve tutarsız ol-
du. Şaryon artık onun düşüncelerini takip edemiyordu. Vanya bu-
nu hissedince, bir anlık soğuk sessizlik içinde kendini kontrol et-
meye çalıştı, sonra iletişim, daha sakin bir biçimde devam etti.
"Karataşm keşfedilmesi felaket, Peder! Kuşkusuz bunu görebili-
yorsundur! Sharakan'a bizi yenme gücünü verebilir! işte bu yüzden
senin ve Blachloch'un genç adam ile bu dünyaya getirdiği korkunç
gücü bir an önce, Sharakan keşfetmeden önce Kaynak'a getirmeniz
şart."
Saryon'un başı gerginHkten ağnmaya başladı. Neyse ki, kendi
düşünceleri öyle büyük bir kargaşa içindeydi ki, ancak dağınık, ka-
rışık düşünce parçalan iletiyor olmalıydı: Blachloch ikili ajan... ka-
rataş dünya için tehdit... Karabüyücüler tuzağa yürüyor...
Joram... Joram... Joram...
Şaryon sakinleşti. Artık ne yapması gerektiğini biliyordu. Geri-
si önemli değildi. Krallıklar arasında savaş. Binlerce kişinin hayatı.
Kavranamayacak kadar muazzamdı. Ama bir kişinin hayatı...
Karşı karşıya olduğu kaderi bilerek onu nasıl geriye götürürdü?
Ve artık biliyorum, diye itiraf etti Şaryon kendi kendine. Daha ön-
ce kördüm, ama yalnızca bilerek gözlerimi kapattığımdan.
Katalist başını kaldırdı, dikkatle karanlığa baktı. "Piskopos Haz-
21

mARSARft U;EIS & ÎR£CY HlCKJTlAn


retleri," dedi yüksek sesle, Piskopos'un söylevini keserek. "Joram'm
kim olduğunu biliyorum."
Vanya kalakaldı. Şaryon şüphe, ihtiyat, korku hissetti. Ama
bunlar hemen yok oldu. Neredeyse seksen yaşında olan Thimhal-
lan Âleminin Piskoposu kırk yıldır konumunu koruyordu. İşinde
çok becerikliydi.
"Ne demek istiyorsun..." -Piskopos'un düşünceleri gerçekten
de karışmış gibi gelmişti- "kim olduğunu biliyorum, demekle? O
Joram, Anja isimli deli bir kadının oğlu..."
Şaryon güçlendiğini hissediyordu. Sonunda, gerçekle yüzleşe-
biliyordu.
"Joram," dedi Katalist alçak sesle, "Merilon lmparatoru'nun oğ-
lu."

2
İNCE BİR DURUM
Hücrenin kıpırtısızlıgı içinde bir sessizlik yaşandı. O kadar de-
rindi ki, bir anlığına, Şaryon Vanya'nm iletişimi kestiğini düşündü
-umdu.
Sonra bir kez daha kafasında sözcükler tekrarlandı. "Bu sözde
bilgiye nasıl ulaştın, Peder Şaryon?" Katalist, Piskopos'un yumuşak,
bilinmedik zeminde dikkatle ilerlediğini hissedebiliyordu. "Blach-
loch mu..."
"Almin adına, biliyor muydu?" dedi Şaryon, hayret içinde yine
yüksek sesle. "Hayır," diye devam etti kafası kanşmış bir şekilde,
"bana hiçkimse söylemedi. Kimsenin söylemesine gerek yoktu. Bi-
liyordum işte. Nasıl mı?" Savunmasızca omuzlannı silktı. "Bir san-
dalye şekillendirmesi için dünyadan ne kadar büyü çekmem ve ah-
şap biçimlendirene vermem gerektiğini nasıl biliyorum? Bir hesap
meselesi, faktörleri bir araya getirme meselesi -adamın ağırlığı,
uzunluğu, becerisi, yaşı, projesinin güçlük derecesi... Bütün bun-
ları bilinçli olarak düşünüyor muyum? Hayır! O kadar sık yaptım
ki, yanıt, onu nasıl elde ettiğimi düşünmeden geliyor.
"Ve Piskopos Hazretleri, lorarn'm gerçek kimliğini de böyle an-
ladım." Şaryon başını salladı, gözlerini kapattı. "Tanrım, onu kolla-
rımda tutmuştum! Ölü doğan, (ilmeye yazgılı o bebek! Ona sarılan
son kişi bendim!" Gözkapaklarının altından gözyaşları sızdı "O
23

ITlARCARfî HİEIS S[ ÎRACY HlCKJTIAn


korkunç gün onu çocuk odasına götürdüm, beşiğinin yanında
oturdum ve saatlerce onu kollarımda salladım. Onu bir kez beşiğe
yatırınca, bir daha hiç kimsenin ona dokunmasına izin verilmeye-
ceğini biliyordum. Ta ki... siz onu Kaynak'a götürene kadar." Şar-
yonun duygulan onu yatağından kaldırdı, odayı adımlamaya baş-
ladı. "Belki benim kendi hayal gücümdür, ama bunun onunla ara-
mızda bir bağ oluşturduğuna inanmaya başladım. Joram'ı ilk gör-
düğümde, gözlerim olmasa da ruhum tanıdı onu. Ancak ruhumu
dinlemeye başladığımda gerçeği anladım."
"Gerçek olduğundan o kadar eminsin, öyle mi?" Sözcükler ger-
gindi.
"İnkâr mı ediyorsunuz?" diye haykırdı Şaryon sertçe. Adımla-
mayı bıraktı ve sanki Piskopos üzerinde süzülüyormuş gibi, hapis-
hane hücresinin kirişlerine baktı. "Beni buraya bilinçli olarak, anla-
mamı umarak gönderdiğinizi inkâr mı ediyorsunuz?"
Uzun bir dakika süren bir tereddüt oldu; Şaryonun zihninde
bir el tarok kartına bakan, hangisini oynayacağına karar vermeye
çalışan bir adam imgesi oluştu.
"Joram'a söyledin mi?"
Bu soruda gerçek bir korku vardı, Şaryonun neredeyse doku-
nabildiği, anladığını sandığı bir korku.
"Hayır, elbette söylemedim," diye yanıt verdi Katalist. "Ona bu
kadar fantastik bir hikâyeyi nasıl anlatabilirdim? Bana inanmazdı,
kanıt olmadan inanmazdı. Ve benim ona gösterecek kanıtım yok."
"Ama tüm faktörleri bir araya getirmekten bahsetmiştin," diye
ısrar etti Vanya.
Şaryon sabırsızca başını salladı. Yine odayı adımlamaya başladı,
ama pencerede durdu. Artık gün tamamen doğmuştu. Soğuk ha-
pishaneye ışık doluyordu ve Karabüyücülerin köyü uyanmaya baş-
lamıştı. Duman yukan doğru kıvnlıyor, kamçı gibi saklayan rüzgâr
24
KARBKlLIÇin YAZGISI
tarafından oraya buraya savruluyordu. Birkaç erkenci çoktan işe
doğru yola koyulmuştu ya da dün geceki fırtınanın konutlarına
verdiği zaran denetliyordu. Uzakta, Blachloch'un muhafızlarından
birinin binalar arasında telaşla koşmakta olduğunu gördü.
Joram nerede? Neden dönmedi, diye merak etti Şaryon. Düşün-
ceyi hemen kafasından attı ve eylemin hem yoğunlaşmasına, hem
de ısınmasına yardımcı olacağını umarak yine odayı adımlamaya
başladı.
"Tüm faktörler mi?" diye tekrarladı düşünceli düşünceli.
"Evet... başka faktörler de var. Genç adam annesine benziyor, lm-
paratoriçe'yc Ah, çarpıcı bir benzerlik değil. Yaşadığı güç hayat yü-
zünü sertleştirmiş. Kaşlan kaim ve düşük. Nadiren gülümsüyor.
Ama annesinin saçlanna sahip, güzel, siyah saçlan omuzlarında
kıvrılıyor. Annesinin -yani onu yetiştiren kadının- saçlarının kesil-
mesine izin vermediğini söylemişlerdi. Ve bazen gözlerine öyle bir
ifade yerleşiyor ki -asil, kibirli..." Şaryon içini çekti. Ağzı kuru-
muştu. Bogazındaki gözyaşlarının tadı kan gibiydi. "Bir de, Ölü ol-
ması var, Piskopos Hazretleri..."
"Bu dünyada yürüyen pek çok Ölü var."
Piskopos ne kadar bildiğimi anlamaya çalışıyor, diye fark etti
Şaryon aniden. Ya da belki de kanıt anyor. Bacaklannı zayıf hisse-
den Katalist ateşe yakın duran küçük, sade bir masaya çöktü. El
şeklindeki kil sürahiyi kaldırdı, kendine su doldurmaya çalıştı, ama
içindeki suyun bir buz tabakası ile örtülmüş olduğunu anladı.
Ocaktaki soğuk küllere acı bir bakış fırlatan Şaryon sürahiyi güm
diye masaya bıraktı.
"Pek çok Ölü olduğunu biliyorum, Piskopos Hazretleri," dedi
Katalist ağır ağır, hâlâ yüksek sesle konuşarak. "Onlardan çoğunu
Merılon'da ben buldum, hatırlarsanız. Ölü sayılmak için bir bebe-
ğin üç büyü testinin ikisini geçememesi gerekiyordu. Ama sız ve
25

rriAReARff \WEIS fr tR£CY HıcKPiAn


ben, ikimiz de bu Ölülerin yine de bir miktar büyüsü olduğunu bi-
liyoruz, çok az olsa bile." Acıyla yutkundu, kurumuş boğazı ağrı-
yordu. "Üç testten birden başarısız olan hiçbir bebek görmedim
-bir tanesi dışında. Tamamen başarısız olan. Ve o bebek Merilon
Prensi idi. Ve daha önce, yerleşim birimimizde yaşayan sözde Ölü-
ler arasında bile, hiç büyüsü olmayan birini görmedim... bir kişi
dışında. Joram. O Ölü, Piskopos Hazretleri. Gerçekten Ölü. İçinde
hiç Yaşam kıpırdanmıyor."
"Bu, oradaki Karabüyücüler arasında bilinen bir şey mi?" Sor-
gulama acımasızca devam ediyordu. Saryon'un başı zonklamaya
başlamıştı. Sessizliği özledi, bu delici sesten kurtulmayı özledi.
Ama kafasını duvara vurmak dışında, bunu yapması için bir yol gö-
remiyordu. Dudağını ısırarak soruyu yanıtladı.
"Hayır. Joram kusurunu saklamayı çok iyi öğrenmiş. Yanılsama
ve el çabukluğu konulannda becerikli. Kendisini annesi sayan ka-
dın -Anja- ona öğretmiş anlaşılan. Joram birisi anlarsa başına ne-
ler geleceğini biliyor. Buradaki Ölüler ve kaçaklar arasında bile, en
iyi ihtimalle sürülür, en kötü ihtimalle öldürülür." Katalist sabırsız-
landı. "Ama kuşkusuz Blachloch bütün bunları raporlamıştır..."
"Blachloch yalnızca bilmesi gerektiği kadannı biliyor," diye ya-
nıt verdi Vanya. "İtiraf etmeliyim ki benim de kuşkulanm vardı ve
bu kuşkulan teyit etmek ya da^çürütmek için gerekenleri yaptı. Ko-
nuyu onunla tartışmayı gerekli bulmadım."
Katalist huzursuzca sandalyesinde kıpırdandı. "Ama benimle
tartışmayı gerekli buluyorsunuz," diye mırıldandı.
"Evet, Peder." Piskoposun sesi şimdi soğuk ve sertti. "Sende bu
genç adama bir bağlanma, gittikçe büyüyen bir sevgi hissediyorum.
Ruhunda ölümcül bir zehir gibi etki gösteriyor, Şaryon Birader, ve
bundan arınman gerek. Evet, belki de seni uzun zamandır şüphe-
lendiğim şeyi teyit etmek için gönderdim. Artık sırrı biliyorsun,
26

KüRflKJLIÇin YAZGISI
Şaryon ve bu korkunç bir sır! Gerçek prensin hayatta olduğu bilgi-
si bizi düşmanlarımızın merhametine bırakır. Tehlike o kadar bü-
yük ki, neredeyse düşünülemez! Ya gerçek Prens'in Ölü olduğu du-
yulursa, Şaryon? Endişelenmemiz gereken en ufak şey isyan olur.
Hükümdar aile sürülür, sövülür. Merilon kaosa yenik düşer, Sha-
rakan'a kolay bir av olur! Kuşkusuz bunu görebiliyorsundur, Şar-
yon!"
"Evet, Piskopos Hazretleri." Şaryon bir kez daha ağzını ıslatma-
ya çalıştı, ama dili sanki yünden yapılmış gibiydi. "Görüyorum."
"O zaman, Joram'ı bize getirmenin neden şart olduğunu da an-
lıyorsun..."
"Neden daha önce şart değildi?" diye sordu Şaryon, soğuk ve
bitkinlik ona itiyatsız bir cesaret vererek. "Joram buradaydı, Blach-

loch da vardı. Adam bir savaşbüyücüsüydü, bir Duuk-tsariih idi!


Emretseydiniz size Joram'ı küçük parçalar halinde teslim edebilir-
di! Ya da, neden Joram'ı Kaynak'a getirmeye zahmet edesiniz ki?
Eğer o kadar tehlikeliyse, ondan kurtulun gitsin! Onu öldürmek
çok kolay olurdu, özellikle de Blachloch için!" Saryon'un sesi acıy-
dı. "Neden beni işe karıştırdınız..."
"Gerçeği sağlamak için sen gerekliydin," diye yanıt verdi Vanya,
Saryon'un düşüncelerini tek bir hızlı darbe ile keserek. "Şimdiye
kadar, Joram'm Prens olduğunu ancak tahmin edebiliyordum. Se-
nin 'faktörlerin', bir araya gelince mantıklı oluyor. Onu öldürmeye
gelince, Kilise cinayet işlemez, Peder."
Şaryon başım eğdi. Paylamayı hak etmişti. Kılise'ye ve tannsma
karşı inancını kaybetmiş olsa da, Thimhallan Piskoposu'nun bir
adamın ölümünü emredeceğine inanmaya yüreği elvermiyordu.
Bebekler bile -Ölü sayılanlar- öldürülmüyor, Bekleme Odaları'na
götürülüyorlar, orada sessizce içinde yerleri olmayan bir dünyadan
kayıp gitmelerine izin veriliyordu. Genç diyakozun ölümüne gelin-
27

triARCARft U/EİS SC TRACY HıcKmAn


ce, o Blachloch'un işiydi. Şaryon Piskopos'un Savaşbüyücüsü'nü
kontrol etmesinin zor olacağına inanabilirdi kolaylıkla. Duuk-tsa-
rithler kendi yasaları ile yaşarlardı.
"Sana bir şey itiraf edeceğim." Vanya'mn düşünceleri Saryon'a
acıyla yüklü geldi. Katalist aynı acıyı içinde hissederek irkildi. "Da-
ha iyi anlaman için sana şunu söyleyebilirim. Eğer bu genç adam
karataşı keşfetmemiş olmasaydı, onun Karabüyücüler arasında ya-
şamasına izin vermek beni tatmin edecekti -en azından biz hepsi-
ne karşı harekete geçmeye hazır olana kadar. Görmüyor musun,
Şaryon? Joram'm aralannda kaybolması, halkı huzursuz etmeden
tek bir darbe ile dünyayı bütün bu tehlikelerden temizlemek çok
kolay olacaktı. Sharakan dersini alacaktı, asi katalistler cezalandırıl-
mış olacaktı, Karanlık Sanatların Karabüyücüleri yok edilecekti,
Ölü Prens'ten kurtulacaktık. Her şey o kadar kolay olacaktı ki, Şar-
yon."
Bir kez daha, sessizliğin içine sessizlik çöktü. Şaryon içini çek-
ti, başının ellerinin arasına eğilmesine izin verdi. Ses, yumuşak bir
şekilde, zihninde fısıldamaya devam etti.
"Yine de kolay olabilir, Peder. Dünyanın olmasa bile, Meri-
lon'un kaderini ellerinde tutuyorsun."
Hayretler içinde kalan Şaryon başım kaldırdı, itiraz etti. "Hayır,
Piskopos Hazretleri! İstemiyorum..."
"Sorumluluğu mu istemiyorsun?" Vanya sertti. "Korkarım baş-
ka seçeneğin yok. Bir hata yaptın, Peder ve bedelini ödemen gerek.
Karataş hakkında birşeyler biliyorum, anlıyor musun? Ve bir kata-
listin yardımı olmadan Joram'm onu kullanmayı öğrenemeyeceğini
biliyorum."
"Efendimiz, anlamıyordum..." diye başladı Şaryon bedbahtlık
içinde.
"Anlamıyor muydun, Şaryon? Kafan eylemlerim görmezden ge-
'28

KARAKJLIÇln YAZGISI
lebilir, ama ruhun günah işlediğini biliyordu! Suçluluk duygunu
hissedebiliyorum, oğlum, inancını yok eden bir suç. Ve görevini
yapana kadar af görmeyeceksin. Genç adamı bana getirerek, onu
Kilise'ye teslim ederek, işkence çeken bilincini rahatlatacak, bir za-
manlar bildiğin huzuru bulacaksın."
"Ne -Joram'a ne olacak?" diye sordu Şaryon tereddütle.
"Bu seni ilgilendirmemeli, Peder." Vanya sertti. "Genç adam iki
kez en kutsal yasalarımızı ihlal etti -cinayet işledi ve dünyaya kor-
kunç, şeytani bir güç getirdi. Kendi kara ruhunu düşün, Şaryon,
kurtuluşunu anyor!"
Keşke yapabilseydim, diye düşündü Şaryon bitkinlik içinde.
"Peder Şaryon," -Vanya şimdi hissedilir biçimde öfkeliydi—
"yalnızca tövbe ve tevazu olması gereken yerde kuşku ve kargaşa
hissediyorum!"
"Beni affedin, Piskopos Hazretleri!" Şaryon ellerini şakaklanna
bastırdı. "Her şey o kadar ani oldu ki! Anlayamıyorum -düşünmek
ve... yapılacak en iyi şeye karar vermek için zamana ihtiyacım
var..." Ani bir kuşku zihnine saplandı. "Piskopos Hazretleri, Joram
yaşamayı nasıl başardı? Anja nasıl..."
"Nedir bu, Peder? Daha fazla soru mu?" diye sözünü kesti Pis-
kopos Vanya sertçe. Ağır, beklenti dolu bir duraklama oldu.
Şaryon yutkundu, ama ağzında kan tadından başka tat yoktu.
Zihnini temizlemeye çalıştı, ama soru oradaydı, dürtükleyip duru-
yordu. Piskopos bunu hissetmiş olmalıydı, çünkü Saryon'a bir son-
ra gelen düşünceler bir battaniye kadar sıcaktı.
"Belki de hakhsmdır, Peder," dedi Vanya nazikçe. "Zamana ih-
tiyacın var. Sabırsız davrandım, itiraf ediyorum. Konu benim için o
kadar kritik ki, tehlike o kadar büyük ki, duygusuz davrandım.
Fazladan bir gün fark yaratmaz. Nihai ayarlamalar için seninle bu
akşam iletişim kuracağım. Sırlar Odası bana seni herhangi bir za-
Zl

İTİARCARfî UJEIS Q- ÎRACY HlCKJTlAn


manda, herhangi bir yerde bulma olanağı veriyor. Dedikleri gibi,
her zaman düşüncelerimdesin."
Şaryon ürperdi. Bu hiç de rahatlatıcı bir fikir değildi. "Onur
duydum, Piskopos Hazretleri," diye mırıldandı.
"Almin seninle yürüsün ve sendeleyen adımlarına rehber ol-
sun."
"Teşekkür ederim. Piskopos Hazretleri."
Sessizlik geri döndü, bu sefer Şaryon Piskopos'un gitmiş oldu-
ğunu biliyordu. Sandalyesinden kalkan Katalist hücreyi aştı ve bir
kez daha yatağına uzandı. İnce, yetersiz battaniyesini omuzlanna
kadar çekti ve orada, soğuk ve korkuyla titreyerek yattı. Güneşin
ilk ışıkları parmaklıklı pencereden içeri ışıdı, o kadar solgun, o ka-
dar zayıf bir ışık verdi ki, soğuk havayı ısıtmaktan çok soğuttu san-
ki. Şaryon kasvetle, alaycı parlaklığın içinde dalgalanan gölgelere
baktı ve kendisine neler olduğunu anlamaya çalıştı.
Ama öyle bir korku ve tiksinti ile tükenmişti ki, zorlukla yoğun-
laşabiliyordu. Öfkeyle bu tür asi duygularla mücadele etti.
"Piskopos halkını gözetmek için bu tür yöntemler geliştirecek
kadar düşünüyor onları ve bunun için mütevazı bir şükranla dolu
olmam gerekiyor. Eğer dediği gibi, ruhum temiz olsaydı, o zaman
bu istilaya kızmazdım," dedi Şaryon kendine, acı acı. "Zihnimi bir
hırsız gibi karıştırabümesi djişüncesi karşısında korkuyla ürperme-
me sebep olan benim kendi günahlarım! Hayatım Kiliseye ait değil
mi, zaten! Saklayacak hiçbir şeyim olmamalı."
Sırtüstü yuvarlandı ve kirişlerde oynaşan karanlığı izledi.
"Ah, yine huzur bulmak! Belki de Piskopos'un söylediği doğru-
dur. Belki de kendi suçum, kabullenmeyi reddettiğim bir suç yü-
zünden inancımı kaybetmışimdır. Günahlarımı itiraf ederek ve ce-
zamı kabullenerek özgürleşirinı! Bu işkence verici kuşkulardan
kurtulurum! Bu iç kargaşadan kurtulurum!"
30

Ki>R£KJLIÇin YAZGISI
Katalist, bu fikir üzerinde oyalanırken bir anlığına huzura bo-
ğulduğunu hissetti. Sıcak ve yatıştırıcıydı, içindeki korkunç, kara,
soğuk boşluğu dolduruyordu. Vanya orada olsaydı, Şaryon kendi-
ni Piskopos'un ayaklanna atabilirdi.
Ama... Joram....
Evet, ya Joram? Genç adamın anısı huzur baloncuğunu patlattı.
Sıcaklık akıp tükenmeye başladı. Hayır! Şaryon tutunmaya çalıştı.
"İtiraf et," diye tartıştı kendi kendisiyle. "Joram seni korkutu-
yor! Vanya haklı. Genç adam çok büyük bir tehlike. Ondan ve o
kötülük silahından kurtulmak çok iyi olacak, özellikle de gerçek-
ten emin olduğumdan beri. Hem, eskiler ne derdi -'Gerçek seni öz-
gür kılacak'."
Pekâlâ, diye karşı çıktı Şaryonun kara, şüpheci ruhu, gerçek ne-
dir peki? Vanya sorularını yanıtladı mı? On yedi yıl önce gerçekte
neler oldu? Eğer Joram Prens ise, nasıl ve neden hâlâ hayatta?
Katalist'in gözleri, hen güneşi, hem de gölgeleri dışanda bırak-
mak için kapandı. Bir kez daha küçük bebeği kollarına almış, na-
zikçe sallıyor, gözyaşları bilinçsiz başa düşüyordu. Bir kez daha Jo-
ram'm dokunuşunu hissetti -genç adamın eli, dün gece demirha-
nedeki korkunç anlarda olduğu gibi omzunda duruyordu. Siyah,
soğuk gözlerdeki aç özlemi gördü -Joram'm ruhunun o kadar uzun
zamandır kendi kendisine reddettiği sevgi özlemi. Bag oradaydı!
Evet. Eğer Şaryon Almin'e inansaydı, bağın tanrının iradesi ile ora-
da olduğunu söyleyebilirdi. O bağı koparabilir miydi, ona ihanet
edebilir miydi?
Joram'a ne olacak? Piskopos'a söylediği sözler zihninde yankı-
landı. Ve yanıtı biliyordu. Piskopos Vanya bebeği ölmesi için götür-
müştü. Adama daha azını yapmazdı.
Şaryon gözlerini açtı, içinde sıcaklık taşımayan, ne kadar soğuk
olursa olsun gerçeği taşıyan şafakla yüzleşti.
,1i

riİARPARfî \WE1S & "f^ACY H\CKjnAn


Eğer Joram'ı geri götürürsem, onu ölümüne götürmüş olurum.
Sahte huzur Katalist'in üzerinden akıp gitti, geride aynı ıssız,
karanlık boşluğu bıraktı. Çok fazla yanıtlanmamış soru vardı, çok
fazla yalan vardı. Piskopos Vanya, bebeklerinin öldüğünü sanan
İmparator ile tmparatoriçe'ye yalan söylemişti. Onu Joram'm arka-
sından yollarken Saryon'a yalan söylemişti. Ve Şaryon onu yakala-
masaydı söylemeye de devam edecekti. Katalist bundan emindi.
Vanya'ya güvenemezdi. Kimseye güvenemezdi. Saryon'un tutuna-
bileceği tek gerçek, içindeki gerçekti. Derin bir iç çekti. O gerçeği
takip edecek, onu çevreleyen bataklığın içinde ona yol göstereceği-
ni umacaktı.
Peki Joram neredeydi ki? Şimdiye kadar dönmüş olmalıydı. Bir
şey yolunda gitmemiş olmalıydı...
Güneş ışığı, odanın içinde Saryon'un vicdanının hayaletleri gi-
bi maddeleşen iki karanlık şekil tarafından örtüldü. Katalist kor-
kuyla onlara bakakaldı, yüreği ağzına gelmişti, ta ki içlerinden bi-
risi konuşana kadar.
"Diyorum ki," dedi bir ses, güneş kadar parlak ve alay dolu,
"şuraya bak, Joram. Sen ve ben oraya gitmişiz, yabantopraklann
tehlikelerine meydan okumuşuz ve Kel Kafalann Rahibi burada
yatmış, yanlışlıkla gömülene kadar Dunstable Malikânesinin Baro-
nunun yaptığı gibi, ölü gibi uyuyor."
52

3
il m ılım umumilimi ıııııınım imlin m nuıııınıınıı ı m;
LEKE ÇIKARMA
"Joram?" dedi Şaryon tereddütle.
Doğrulup oturan Katalist hücrenin ortasında duran iki genç
adama bakakaldı. O kadar ani gelmişler, yoktan varolmuşlardı ki,
Şaryon gerçek mi, yoksa düşüncelerinin bir eseri mi olduklarını
merak ediyordu.
Ama ona yanıt veren ses yeterince gerçekti, içindeki sinir de öy-
le. "Başka kim olabilir ki?" diye terslendi Joram, masaya yürüyüp
sürahiyi kaldırarak gerçekliğini daha da fazla kanıtlayarak, içindeki
buzu keşfedince, acı bir küfürle sürahiyi yine masaya koydu.
"Şşş!" diye uyardı Şaryon, ama çok geçti.
Sesi duyan muhafızın yüzü aniden parmaklıklı pencerede belir-
di ve Joram'a eşlik eden diğer genç adamın korku ile bağırmasına
sebep oldu.
"Eyvah! Canınızı kurtarmak için kaçın! İğrenç bir hayvan üzeri-
mize geliyor -Ah, afedersin," -muhafızın kaşlan çatılınca- "iğrenç
bir hayvan değilmiş. Yalnızca Blachloch'un adamlanndan biriymiş.
Benim hatam. Kafamı karıştıran kokun olmalı." Muhafız hırlayarak
yok oldu ve Sim kin, burnunu çekerek mendille kapattı.
Şaryon telaşla küçük odayı aştı. "Sen iyi misin?" diye sordu Jo-
ram'a, ona endişeyle bakarak.
Genç adam yorgunlukla gölgelenmiş kara gözlerini kaldırdı;
33

nİARCARft U/EIS (T 1"RACY HlCKJTTAn


ciddi yüzü perişandı. Giysileri yırtılmış, kir ve Şaryon'un mide bu-
lantısıyla kan olduğunu anladığı bir madde ile lekenmişti. Ellerinde
de kan izleri vardı.
"Ben iyiyim," diye karşılık verdi Joram yorgunluk içinde, bir
sandalyeye çökerek.
"Ama..." Şaryon elini çökmüş omuzlara koydu. "Korkunç görü-
nüyorsun..."
"Ben iyiyim, dedim!" diye hırladı Joram, Saryon'un duygudaş
dokunuşundan uzaklaşarak. Parlak, siyah saçlardan bir yığının ar-
dından Katalist'e baktı. "Konu buna gelirse, hepimiz daha iyi gün-
ler görmüştük..."
"Bu yorum hiç hoşuma gitmedi!" dedi Simkin, gösterişli bir ha-
reketle havadan bir parça portakal rengi ipek parçası çekip burnu-
na götürerek. "Kalabalığınızın içine beni katmayın."
Gerçekten de Simkin İmparatorla bir akşam geçirmekten yeni
dönmüş gibi görünüyordu. Züppe genç adamdaki tek fark edilir
değişiklik, normalde son derece renkli olan giysilerinin tamamen si-
yaha bürünmüş olduğu gerçeğiydi -bileklerini kaplayan dantellere
kadar.
İçini çeken Şaryon Joram'm yanından uzaklaştı. Ellerini ovuştu-
rarak, ısıtmak için boşuna bir çaba ile kol yenlerinin içine soktu.
"Dün gece buraya gelirk^ı herhangi bir sorun yaşadın mı?" di-
ye sordu Joram Katalist'e.
"Hayır. Muhafızlar benim... Blachloch'la olduğumu biliyorlar-
dı." Şaryon öksürdü, ismi telaffuz ederken boğulur gibi oldu. "On-
lara benimle işinin bittiğini ve beni... geri gönderdiğini söyledim.
Beni sorgulamadan buraya kapattılar. Ama siz?" Katalisı Joram'a
baktı, sonra bakışlarını hayretle Simkin'e çevirdi. "Siz nasıl buraya
geldiniz7 Ve neredeydiniz? Sizi gören oldu mu?" İstemsizce pence-
reden dışarı, mahkûmlara göz kulak olmak için Blachloch'un adam-
34

KARÜKlLlÇin YAZGISI
lannırı yaşadığı eve baktı.
"Bizi görmek mi? Ah, ne hakaret!" Simkin burnunu çekti. "San-
ki halk içinde bu giysi ile görünürmüşüm gibi!" Horgörerek siyah
yenini kaldırdı. "Bunu yalnızca, duruma uygun göründüğü için gi-
yiyorum."
"Ama nasıl geldiniz buraya?" diye ısrar etti Şaryon.
"Koridorları kullanarak elbette." Simkin omuzlarını sükti.
"Ama... bu imkânsız!" dedi Şaryon, hayreti içinde neredeyse tu-
tarsızca. "Thon-Liler, Koridor Ustaları! Sizi durdururdu... Size yete-
rince Yaşam verecek... ya da onları açacak bir katalistiniz yoktu.
"Teknik detaylar." Simkin siyah dantel kaplı elini salladı. Siyah
ayakkabılanna hayran hayran bakarak ve konuşmaya devam ederek
odada bir tur attı. "Biz içeri girerken bir şeyden bahsediyordum. Se-
nin ve penceredeki o tosun yüzünün, ki kahvaltı için tüm iştahımı
kaçırdığını söylemeliyim bu arada, arasında tamamen aklımdan
çıkmış. Neden bahsediyordum?"
"Joram," diye başladı Şaryon, Simkin'i duymazdan gelmeye ça-
lışarak. "Nerede..."
"Ah, evet. Hatırladım." Simkin kaşlannı çattı, elini basma götür-
dü. "Baronu yanlışlıkla gömmelerinden bahsediyordum. Oldukça
hoş karşıladı. Harika bir şaka olduğunu düşündü, aslında. Mermer
mezardan dışan çıkmakta biraz zorluk çekti gerçi ve onu vampir sa-
nıp yüreğine bir kazık çakmaya çalışmamız sırasında birkaç gergin
dakika yaşandı. Ama etten ve kemikten olduğunu anladık ve he-
men Theldam'yı çağırdık. Göğsündeki deliği yamadı. Hiç bu kadar
iyi olmamıştı. Anlaşılabilir bir hata. Ama kederli dul, o başka bir hi-
kâye." Simkin içini çekti. "Cenazesini mahvettiği için baronu hiç af-
fetmedi."
"Joram! Neredeydiniz? Ne oldu?" diye sordu Şaryon ısrarla,
Simkin nefes almak için durunca.
35

ITİARfiARft WEIS § tRilCY HlCKJTlArl


"Karakılıç nerede?" diye sordu Joram aniden.
"Nerede saklıyorsan, orada. Söz verdiğim gibi geri getirdim onu.
Güvende," diye ekledi Şaryon, Joram'ın karanlık gözlerinin ani bir
kuşku ile kendisine dikildiğini görünce. "Söylediğin gibi, yaratılma-
sına yardım ettiğim şeyi yok edemezdim."
Joram ayağa kalktı. "Simkin, pencereyi gözetle," diye emretti,
"Zorunlu muyum? Eğer o tosun tepemde belirirse kusarım. Ye-
min ederim..."
"Pencereye bak, dedim!" dedi Joram sertçe.
Portakal rengi ipek parçasını ağzına ve burnuna kapatan Simkin
itaatkârca pencereye yürüdü ve dışanyı gözetlemeye başladı. "Söz
konusu tosun sokağın karşısındaki tosun arkadaşlan ile konuşma-
ya gitmiş," diye rapor verdi. "Hepsi fena halde heyecanlı görünüyor.
Acaba neler olup bitiyor?"
"Muhtemelen Blachloch'un kaybolduğunu anladılar," dedi Jo-
ram, yatağına yürürken. Yatağın yanında diz çöktü, ellerini pis şil-
tenin altına soktu ve kumaş kaplı bir bohça çıkardı. Telaşla kuma-
şı açtı, içindeki kılıca baktı ve talinin içinde başını sallayarak bakış-
larını Saryon'a çevirdi. Solgun güneş ışığı, ona yüzünde ciddi, kas-
vetli bir ifade ile bakmakta olan adamın yüzüne gri bir parıltı ver-
mişti.
"Teşekkür ederim," dedi>Joram zorla.
"Bana teşekkür etme. Irmağın dibinde olmasını dilerdim Al*
min'den!" dedi Şaryon hararetle. "Özellikle de dün geceki işten son-
ra!" Ellerini yalvarırcasına kaldırdı. "Tekrar düşün, Joram! O seni
yok etmeden bu kötülük silahını yok et!"
"Hayır!" Katalist'in hüzün dolu gözlerinden kaçman Joram öf-
keyle bohçayı tekrar yatağın akma soktu. "Dün geceki iş sırasında
bana verdiği gücü gördün. Bu güçten vazgeçeceğimi gerçekten dü-
şünüyor musun? Bu benim sorunum, senin değil, ihtiyar!"
3(,

KARfıKJLIÇin YAZGISI
"Hayır, benim de sorunum," dedi Şaryon yumuşak bir sesle.
"Ben de oradaydım! Sana yardım ettim. Cina..." Katalist Simkin'e
bakarak sözcüklerini durdurdu.
"Önemi yok," dedi Joram ayağa kalkarak. "Simkin biliyor."
Elbette, dedi Şaryon kendi kendine acı acı. Simkin bir şekilde
her şeyi biliyor. Katalist gerçeğin -bu bataklıktaki tek rehberinin-
onu çamur içinde debelenmeye terk ettiğini hissediyordu.
"Aslında," diye devam etti Joram, yatağa çökerek. "Ona teşekkür
etmeliyim, Katalist. O olmasaydı, senin deyişinle 'dün geceki işi' bi-
tirmeyi asla başaramazdım."
"Evet," dedi Simkin neşeyle, pencereden dönerek. "Bedeni öyle-
sine bırakıp gelecekti ve elbette bu hiç işe yaramazdı. Yani, atadam-
lann sevgili, yaşlı Blachloch'u öldürmüş gibi görünmesini istiyorsu-
nuz, değil mi? Şerefim üzerine. Savaşbüyücüsü'nün -pardon, mer-
hum, ardından ağlanmayan Savaşbüyücüsü'nün- adamları aptaldır,
ama soruyorum size, o kadar da aptallar mı?
"Diyelim ki eski efendilerini midesinde kocaman, kanlı bir de-
likle herhangi bir agacm altında buldular ve çevrede tek bir silah
yok. Acaba kendi kendilerine, 'Kahretsin! Bir akçaağaç ihtiyar
Blachloch'u halletmiş!' derler miydi? Minni Halanız adma, hayır!
Koşa koşa buraya gelirler, herkesi meydana dizerler, sonra 'Saat on
ile oniki arasında neredeydiniz?' ya da 'Geceleyin köpek ne yapıyor-
du?' gibi çirkin sorular sorarlardı. Bu yüzden, bunu önlemek için,
ormandaki küçük bir açıklığın ortasında, süslü dokunuşlarla, pito-
resk bir tavırla yerleştirdik bedeni -oldukça zevkli oldu, seni temin
ederim."
Aniden Saryon'un midesi bulandı. Omzunda Savaşbüyücüsü'-
nün cesedi ile Joram'ın demirhaneden çıkışı canlandı zihninde.
Blachloch'un kolları arkasından sarkıyordu. Katalist'in dizleri boşal-
dı. Bir sandalyeye çöktü. Dehşet içinde Joram'a, onun kan lekeli
37

ITİAReARft UitIS & tRACY HlCKJIlfln


gömleğine bakmaktan kendini alamıyordu.
Joram Katalist'in bakışlarını izledi ve kendisine baktı. Ağzı bü-
küldü, "Bu mideni mi bulandırdı, ihtiyar?"
"Ondan kurtulmalısın," dedi Şaryon sessizce. "Muhafızlar gör-
meden."
Joram ona bir an baktı, sonra omuzlarım silkerek gömleğini çe-
kiştirdi. "Simkin," diye emretti, "bir ateş yak..."
"Sevgili dostum!" diye itiraz etti Simkin. "Bu kadar mükemmel
bir gömleği boşa harcayacaksın. Şuraya fırlat. Bir dakikada lekeyi
yok ederim. Düşes D'Longeville göstermişti bana -Ondan bahsetti-
ğimi hatırlarsın, gizemli bir şekilde ölen onca kocası olan. Lekeler
konusunda da uzmandı. 'Kurumuş kan lekesini çıkarmaktan daha
kolay bir şey yok, Simkin, hayatım,' dedi bana. 'Çoğu insan boş ye-
re telaşlanıyor.' Tek yapman gereken..." Joram fırlatırken gömleği
yakalayan Simkin onu silkeledi, sonra lekeyi portakal rengi ipek
parçasıyla kuvvetle sildi. Dokunuşu üzerine kan yok oldu. "İşte, ne
demiştim size? Yeni yağmış kar kadar saf ve beyaz. Eh, yakanın pis-
liğini saymazsak." Simkin gömleğe tiksinti dolu bir gülümsemeyle
baktı.
"Ya ceset?" diye araya girdi Şaryon boğuk bir sesle. "Ne 'doku-
nuşu'?"
"Atadam izleri!" diye gührmsedi Simkin gururla. "Benim fikrim-
dı."
"İzler mi? Nasıl?"
"Eh, kendimi atadama dönüştürdüm, elbette," diye yanıt verdi
Simkin, duvara yaslanarak. "Çok eğlenceli oldu. Zaman zaman geV-
şemek için yaparım. Çevrede gezindim, çimenleri ezdim, sanki çok
vahşi bir savaş olmuş gibi görünmesini sağladım. Ciddi ciddi ken-
dimi öldürüp bedenimi Blachloch'unkınin yanında bırakmayı dü-
şündüm. Gerçekçiliğin zirvesi olurdu Ama," -içini çekti- "insan sa-

KARPKjuçın YAEGİSİ
natı için ancak bir yere kadar fedakârlık yapabiliyor."
"Endişelenme, Katalist," diye terslendi Joram sinirle. "Kimse bir
şeyden şüphelenmeyecek." Gömleğini Simkin'den aldı, giyecek ol-
du, tereddüt etti, sonra şiltenin üzerine fırlattı. Yatağının altından
yıpranmış, deri bir çanta çıkardı ve içinden başka bir gömlek aldı.
"Mosiah nerede?" diye sordu, kaşlannı çatıp çevresine bakmarak.
"Bil -bilmiyorum," diye yanıt verdi Şaryon, aniden genç adamı
görmediğini fark ederek. "Biz giderken uyuyordu. Muhafızlar onu
başka bir yere götürmüş olmalı!" Korku içinde yan doğruldu, pen-
cereye yürümeye başladı.
"Muhtemelen kaçmıştır," dedi Simkin kayıtsızca. "O tosunlar
bir civcivin yumurtasından çıkmasını bile engelleyemezler ve Mosi-
ah'ın tek başına ormana gitmekten bahsettiğini biliyorsunuz." Sim-
kin çeneleri aynlacak gibi esnedi. "Diyorum ki, Şaryon, yaşlı dos-
tum, yatağını kullanmama alınmazsın, değil mı? Fena halde uykum
geldi. Cinayetlere tanık olmak, ceset saklamak -dolu dolu bir gün
oldu. Teşekkürler." Şaryonun yanıtını beklemeden küçük odayı aş-
tı ve rahatça yatağa uzandı. "Gecelik," dedi ve hemen beyaz, keten,
dantel süslü bir geceliğe büründü. Saryon'a göz kırpan genç adam
sakalını düzeltti, bıyığını okşadı; sonra, gözlerini kapattı ve bir sa-
niye içinde uykuya daldı, üç saniye sonra mutluluk içinde horlu-
yordu. •
Joram'm yüzü karardı. "Bunu yaptığını düşünmüyorsun, değil
mi?" diye sordu Saryon'a.
"Neyi? Yalnız başına gitmekten mı bahsediyorsun?" Katalist ağ-
rıyan gözlerini ovdu. "Neden olmasın? Mosiah'ın burada dostu kal-
madığını düşündüğü açık." Acı acı Joram'a baktı. "Senin için fark e-
der miydi?"
"Umarım yapmıştır," dedi Joram kısaca, gömleğini pantolonuna
sokarken. "Bu konuda ne kadar az şey bilirse o kadar iyi. Kendi iyi-
39

rriARpftRft UUEİS St ÎRfvCY HlCKIHAn


ligi için... ve bizim iyiliğimiz için."
Uzanacak oldu, sonra vazgeçti ve masaya yürüdü. Sürahiyi aldı,
içindeki buzu kırdı ve suyu bir kaba boşalttı. Sonra yüzünü, buruş-
turarak soğuk suya daldırdı. Demirhanenin kara isini yıkayıp te-
mizledikten sonra gömleğinin yeniyle kurulandı ve dolaşık, ıslak
saçlannı parmaklanyla geriye taradı. Sonra rutubetli hücrede titre-
yerek, buz parçalan ile parmaklarındaki kurumuş kanı kararlılıkla
kazımaya başladı.
"Dışanya bir yere gideceksin, değil mi?" diye sordu Şaryon ani-
den.
"Demirhaneye, çalışmaya," diye yanıt verdi Joram. Ellerini pan-

tolonuna sildi, sonra gür, dolaşık saçlannı üç parçaya ayırdı ve par-


lak, siyah yığını sabırsızca çekiştirerek, her gün yaptığı gibi örmeye
başladı.
"Ama ayakta uyuyorsun," diye itiraz etti Şaryon. "Dahası, dışan
çıkmana izin vermezler. Haklısın, birşeyler oluyor." Pencereye işa-
ret etti. "Şuraya bak. Muhafızlar sinirli..."
Joram saçlannı becerikli elleriyle örerek pencereden dışan bak-
tı. "Hiçbir şey olmamış gibi yapmamız için daha fazla sebep. Ben
gittikten sonra Mosiah hakkında ne öğrenebilirsin, bak." Pelerini
omuzlanna atan Joram pencereye yürüdü ve sabırsızca parmaklık-
lara vurmaya başladı. Sokaktaki muhafız grubu aniden döndü ve
biri -diğerleri ile bir süre konuştuktan sonra- hücreye geldi, kilidi
çevirdi ve kapıyı açtı.
"Ne istiyorsun?" diye hırladı muhafız.
"İşe gitmem gerek," dedi Joram sertçe. "Blachloch'un emirleri."
"Blachloch'un emirleri mi? Muhafız kaşlannı çattı. "Ondan emir
alma..." diye başladı, sonra durdu ve sözcüklerini yuttu. "Hücreye
gir hemen!"
"Tabii." Joram omuzlannı silktı. "Herkes Sharakan'a silah yetiş-

K/*R£K_iLiçın YAZGİSİ
tirmek için fazla mesai yaparken benim neden demirhaneye gitme-
diğimi Savaşbüyücüsü'ne sen açıklarsın."
"Neler oluyor?" Bir başka muhafız yaklaştı. Şaryon tüm muha-
fızların endişeli ve huzursuz olduğunu fark etmişti. Gözleri devam-
lı birbirlerine, sokaktakilere, Blachloch'un tepedeki evine kayıyor-
du.
"Demirhaneye gitmesi gerektiğini söylüyor. Emir almış." Muha-
fız başparmağım eve doğru büktü.
"O zaman götür onu," dedi diğer muhafız.
"Ama dün onları kilit altında tutmamız söylenmişti. Ve Blach-
loch henüz..."
"Götür onu, dedim," diye hırladı muhafız arkadaşına anlamlı
anlamlı bakarak.
"Gel, o zaman," dedi adam Joram'a, onu sertçe ittirerek.
Şaryon, Joram ile muhafızın sokakta ilerlemesini izledi. Muhafı-
zın sinirliliği halka yayılmıştı. Katalist işe giden adamlann Blach-
loch'un adamlarına karanlık bakışlar fırlattığını gördü. Adamlar on-
lara aynı düşmanlıkla dik dik baktılar. Kadınlar pazara ya da ırma-
ğa, çamaşır yıkamaya gidiyor olmalıydı, ama bunun yerine evlerinin
penceresinden dışarıyı izliyorlardı. Dışanya, oynamaya gitmek iste-
yen çocuklar evlere geri çekiliyorlardı. Karabüyücüler Blachloch'un
kaybolduğunu biliyorlar mıydı, yoksa yalnızca Savaşbüyücüsü'nün
adamlarını sinirli durumlarına tepki mi gösteriyorlardı? Şaryon tah-
min edemiyordu ve sormaya cesareti yoktu.
Beyni korku ve bitkinlik ile uyuşan Katalist çürük çank bir san-
dalyeye çöktü ve başını eline yasladı. Yüksek bir ses irkilmesine se-
bep oldu, ama yalnızca kartlar hakkında mırıldanan, görünüşe gö-
re uykusunda tarok oynayan Simkin'in sesiydi bu.
"Son koz Kılıç Krah'na geliyor..."

4
BEKLEYİŞ
Daha önce hiçbir sabah Şaryon için bu kadar yavaş geçmemiş-
ti. Zamanın geçişini yürek atışları, nefes alışları, yapış yapış gözle-
rinin kırpılması ile ölçüyordu. Joram gittikten kısa bir süre sonra
sokağın karşısındaki evde bir hareketlenme olmuştu ve Katalist,
Blachloch'un adamlarından bir grubun kayıp önderlerini aramaya
karar verdiklerini tahmin ediyordu. Şaryon artık, sürüklenip geçen
her saniye, Savaşbûyücüsü'nün cesedinin bulunduğunu anlatacak
kargaşayı bekliyordu.
Katalist beklemekten başka bir şey yapamıyordu. Joram'ın de-
mirhanedeki işini kıskanıyordu. Orada zihni ve bedeni -ne kadar
yorgun olurlarsa olsunlar- uyuşturan uğraşıya sığınabilirlerdi. Ra-
hatça yatağa yayılmış Simkin'in görüntüsü Katalist'in orta yaşlı be-
denindeki her kasın dinlenirsek için sızlanmasına sebep oluyordu.
Şaryon uykuya sığınmayı denedi. O kadar yorgundu ki, hemen
yokluğa kaymayı umarak Joram'm yatağına uzandı. Ama bilincin
ucundan kaymaya başladığı an Vanya'nın ona seslenen sesini duy-
duğunu sandı ve titreyip terleyerek uyandı.
"Vanya bu gece benimle yine iletişim kuracak!" Joram'ın dönü-
şünün heyecanı içinde Şaryon bu tehdidi aklından çıkarmıştı. Şim-
di hatırlamıştı ve kurşundan ayaklarla sürünmekte olan dakikalar
aniden kanat takıp havalandı.
42

KflRAKJLIÇin YAEGİSİ
Hapishane hücresine kapatılmış, yiyecek ve uyku yoksunlu-
sundan başı dönen Saryon'un düşünceleri yaklaşmakta olan yüz-
leşmeye odaklandı ve girdaba yakalanmış bir sopa gibi dönmeye
başladı.
"Joram'ı teslim etmeyeceğim!" dedi kendi kendine hararetle. Bu
kadarı kesindi. Ama Katalist ile görüşmesini kafasında canlandırır-
ken, çaresizce bu konuda seçeneği olmadığını fark etmeye başladı.
Vanya'nm, kadim Ûlüçağıranlar gibi ölüler ile konuşmak için yön-
temleri yoksa, Piskopos'un bugün Blachloch ile iletişim kurma ça-
balan başansız olacaktı. Vanya Şaryon'a Savaşbüyücüsü'nün nere-
de olduğunu soracaktı ve Şaryon gerçeği saklayacak gücü olmadı-
ğını biliyordu.
"Joram Savaşbüyücüsü'nü öldürdü, onu karanlıktan yapılmış,
benim yardımımla imal ettiği bir silahla öldürdü!" diye itiraf ettiği-
ni işitti Şaryon.
Bu nasıl mümkün olabilir, diye sorgulayacaktı Piskopos Vanya
inanamayarak. On yedi yaşında bir genç ve orta yaşlı bir katalist
Duufe-tsarithlerden birini nasıl yok edebilir? Göklerden rüzgârları
çağırıp bir adamı kuru bir güz yaprağı gibi paramparça edebilen,
güçlü bir savaşbüyücüsünü? Bir adamın bedenine alev alev bir ze-
hir aşüayabilen, her siniri ateşe veren, kurbanını sarsılan, titreyen
bir et parçasına çevirebilen bir savaşbüyücüsünü? Yok ettiğiniz
adam bu muydu?
Joram'm yatağının kenarında oturan Katalist endişeyle ellerini
kavuşturup açmaya başladı. "Joram'ı öldürecekti, Piskopos Hazret-
leri!" diye mırıldandı Şaryon kendi kendine, prova yaparak. "Kili-
se nin cinayete göz yumamayacağını söylediniz. Blachloch bu kötü-
cül eyleminde kullanmak üzere dünyadan büyü çekmemi, bedeni-
ne aktarmamı, ona Yaşam bahşetmemi istedi! Ama yapamadım,
Piskopos Hazretleri! Blachloch kötüydü, görmüyor musunuz bu-
43

rriAReAREt U<EIS & 1*RACY HlCKHIAtl

nu? Ben gördüm. Daha önce de cinayet işlediğini görmüştüm. Bir


kez daha öldürmesine izin veremezdim! Ondan Yaşam çekmeye
başladım! Büyüsünü yok ettim. Bu yanlış mıydı? Yanlış mıydı, Pis-
kopos Hazretleri? Bir başkasının hayatını kurtarmaya çalışmak? Sa-
vaşbüyücüsü'nün ölmesini istememiştim!" Şaryon başını salladı,
yıpranmış ayakkabılarına baktı. "Yalnızca... onu zararsız kılmak is-
temiştim. Lütfen bana inanın, Piskopos Hazretleri! Bütün bunların
hiçbirisinin olmasını istememiştim..."
"Soytarı kartı kimde?" diye sordu Simkin sertçe, beklenmedik
sesi katalistin yüreğinin boğazına sıçramasına sebep olurken. Sarsı-
lan Şaryon genç adama öfkeyle baktı.
Simkin derin derin uyuyor gibiydi. Kamının üzerine yuvarlana-
rak sert yastığı göğsüne bastırdı ve yanağını şilteye dayadı. "Soyta-
rı kartı sende mi, Katalist?" diye sordu hayaller içinde. "Eğer değil-
se, Kral düşecek..."
Kral düşecek. Evet, bundan kuşku yoktu. Vanya ajanının öldü-
ğünü öğrenince, Katalist'in yaptığı ya da söylediği hiçbir şey Pisko-
pos'u Joram'ı Kaynak'a getirmek için Duuk-tsanthkh göndermek-
ten alıkoyamazdı.
"Ben ne yapıyorum?" Şaryon şiltenin kenarını yakaladı, par-
maklarını yıpranmış kumaşa gömdü. "Neler düşünüyorum? Joram
Ölü! Onu bulmayı başaramazlar! İşte bu yüzden Vanya'nm bana ya
da Blachloch'a ihtiyacı vardı. Oğlanı kendi başına bulamaz. Duuk-
tsarithler izimizi Yaşamlarımızı, bedenimizdeki büyüyü kullanarak
sürerler! Beni bulabilirler, ama Ölüleri takip edemezler. Ya da bel-
ki beni de bulamazlar. Belki Joram'ı da bulamazlar."
Aklına gelen fikir Şaryona fiziksel bir yoğunluk taşıyan bir dar-
be indirdi. Heyecan içinde titreyerek ayağa kalktı ve küçük hücre-
yi adımlamaya başladı. Zihni kusur arayarak hızla hesapların üze-
rinden geçti. Kusur yoktu. İşe yarayacaktı. Annesinin dizinin dibin-
44

KAR£KJLlÇln YAZGISI
de ilk öğrendiği matematik formülünden emin olduğu kadar emin-
di bundan.
Her eylem için, aynı güçte karşıt bir eylem vardır. Eskiler böy-
le öğretirdi. Büyü yayan bir dünyada, onu soğuran bir şey de vardı
-karataş. Demir Savaşları zamanında Karabüyücüler bunu biliyor
ve muazzam güce sahip silahlar yapmak için kullanıyorlardı. Kara-
büyücüler altedildigi zaman, Teknolojileri Kara Sanatlar olarak eti-
ketlendi. Türlerine zulmedildi, dünyadan sürüldüler ya da saklan-
maya zorlandılar. Saryon'un şimdi içinde yaşadığı küçük koloni gi-
bi. Karataşa ilişkin bilgi yaşamlarının çalkantılı sertliği ve hayatta
kalma mücadelesinin altında kaybolmuştu. Anılarının ötesinde
kaybolmuştu, bir ayinsel şarkıdaki anlamsız sözcüklere, eski, yan-
unutulmuş kitaplardaki okunamaz sözcüklere dönüşmüştü.
Joram dışındakiler için okunamaz. O cevheri bulmuş, sırlarını
öğrenmiş, bir kılıç dövmüştü...
Şaryon yavaş yavaş Joram'm şiltesinin altına uzandı. Kılıcın, yır-
tık kumaşlara sanlı soğuk metaline dokundu ve kötücül hissi kar-
şısında büzüldü. Ama elleri aramaya devam etti ve aradığı şeyi bul-
du -küçük, deri bir torba. Onu gizlendiği yerden çekip çıkaran
Şaryon elinde tuttu ve düşündü. İşe yarayacaktı, ama buna gücü,
cesareti var mıydı?
Başka seçeneği var mıydı?
Torbayı kapalı tutan deri şeridi yavaş yavaş çekerek açtı. Torba-
nın içinde üç taş parçası vardı. Basit ve çirkindiler, gerçek demir
cevherine çok benziyorlardı.

Şaryon torbayı elinde tutarken, içindekilere kendinden geçmiş


bir dalgınlıkla bakarken tereddüt etti.
Karataş -bu onu Vanya'dan koruyacaktı! Piskopos'un kazanan
eline karşı oynayabileceği kart buydu1 Torbanın içine uzanan Şar-
yon taşlardan birini çıkardı. Ağır ve tuhaf bir şekilde sıcak geliyor-
4S

mARPARft UİEIS & T^ACY HlCKJllAn


du. Düşünceli düşünceli elini üzerine kapattı ve bilinçsiz bir hare-
ketle, onu yüreğine bastırdı. Piskopos Vanya büyü kullanarak ileti-
şim kurmuştu onunla. Karataş o büyüyü emecek, kalkan görevi ya-
pacaktı. Vanya için Ölülerden biri gibi olacaktı.
"Ve Ölülerden biri de olabilirim," diye mırıldandı Şaryon, taşı
bedenine bastırarak, "çünkü bu eylem beni, hem inancımın hem de
bu ülkenin yasalannm dışına itmiş olacak. Bunu yaparak, inanmak
üzere yetiştirildiğim her şeyi reddetmiş olacağım. Hayatımı reddet-
miş olacağım. Bu zamana kadar uğruna yaşadığım her şey ufalana-
cak, parmaklanırım arasından tuz gibi akıp gidecek. Dünyayı yeni
baştan öğrenmem gerekecek. Yeni bir dünya, soğuk bir dünya, kor-
kunç bir dünya. İnancı olmayan, rahatlatıcı yanıtlan olmayan bir
dünya, Ölüm dünyası.
Deri şeridi çekip kapatan Şaryon torbayı kapattı ve saklanma
yerine kaydırdı. Ama taşlardan birini elinde sıkı sıkı tutuyordu. Ka-
rannı vermişti ve artık hızla hareket ediyordu, planlan ve düşünce-
leri, yetenekli bir matematikçinin mantığı ve açıklığı ile zihninde
yerlerine oturuyordu.
"Demirhaneye gitmeliyim. Joram'la konuşmalı, onu tehlike
içinde olduğumuza ikna etmeliyim^ Kaçacağız, Yabantopraklar'a gi-
deceğiz. Dımfc-tsarithler gelene kadar biz çoktan uzaklaşmış olu-
ruz."
Taşı hâlâ elinde tutan Şaryon yüzüne su çarptı ve pelerinini alıp
-dolaşık ve çarpık bir biçimde- omuzlarına attı. Uyuyan Simkin'e
omzunun üzerinden bakarak hapishane evinin parmaklıklı pence-
resine vurdu ve muhafızlardan birini çağırdı.
"Ne istiyorsun, Katalist?"
"Bu sabah benimle ilgili emir almadın mı?" diye sordu Şaryon,
yüzünde masum durduğunu umduğu bir gülümsemeyle. Aslmda
ölü bir opossumun donmuş sırıtışı gibi hissediyordu.
46
KARAKILIÇin YAZGISI
"Hayır," dedi muhafız korkunç bir kaş çatışla.
"Ben -ımm -bana bugün demirhanede ihtiyaçları var." Şaryon
yutkundu. "Demirci zor bir proje üstlendi ve Yaşam bahşedilmesi-
ni istedi."
"Bilmiyorum." Muhafız tereddüt etti. "Sizi içerde tutmak için
emir almıştık."
"Ama kuşkusuz o emirler dün gece içindi," dedi Şaryon. "Bu-
gün. .. ee... yeni emir almadınız mı?"
"Belki aldık, belki almadık," diye mırıldandı muhafız, tepedeki
eve huzursuz bir bakış fırlatarak. Muhafızın bakışlarını takip eden
Şaryon, Blachloch'un adamlarından bir grubun kapının önünde
küçük, karanlık bir düğüm gibi toplanmış olduğunu gördü. Ümit-
sizce neler olup bittiğini bilmeyi diledi.
"Sanırım gidebilirsin," dedi muhafız sonunda. "Ama seni benim
götürmem gerek."
"Elbette." Şaryon rahatlayarak iç çekecekken kendini tuttu.
"Salak içeride mi?" Muhafız başını hapishaneye doğru salladı.
"Kim? Ah, Simkin." Katalist başını salladı.
Parmaklıklı pencereden içeri bakan muhafız genç adamın ağzı
sonuna kadar açılmış, yatmakta olduğunu gördü. Horlamaları so-
kaktan açıkça duyulabiliyordu ve o anda özellikle şiddetli bir hor-
lamaya yakalandı ve neredeyse yataktan havalandı.
"Boğulmaması ne yazık." Muhafız kapıyı açtı, Katalist'i dışarı çı-
kardı, sonra şiddetli bir gümleme ile tekrar kapattı. "Hadi, Rahip,"
dedi muhafız ve yürümeye başladılar.
Köyün tuğladan evler dizili sokaklarından geçerlerken -Sar-
yon'un hâlâ ürpermeden bakamadıgı evler, büyü unsurları tarafın-
dan değil, aletler ve msan elleri tarafından yapılmış evler- Katalist
halk arasında gittikçe büyüyen huzursuzluğu fark etti. Pek çok
adam çalışıyor numarası yapmaktan vazgeçmiş, küçük gruplar ha-
47

rtİARCARft IUEİS 5f TRACY HlCKjnAn


ünde duruyor, alçak sesle konuşuyor, sert bir meydan okuma ile
geçmekte olan muhafıza dik dik bakıyorlardı.
"Evet, bekleyin siz," diye mırıldandı muhafız, onlara dik dik ba-
karak. "Kısa süre sonra icabınıza bakanz sizin." Ama Şaryon Blach-
loch'un adamının bunu alçak sesle söylediğini fark etmişti. Onun
da endişeli ve sinirli olduğu açıktı.
Katalist onu suçlayamazdı. Beş yıl önce, Blachloch isimli adam
Karabüyücülerin köyünde ortaya çıkmıştı. Güçlü Duuk-tsarith kla-

nına ihanet ettiğini söyleyen Savaşbüyücüsü kontrolü Andon'dan


-Ocak'm önderi olan nazik, yaşlı adamdan- kolaylıkla almıştı.
Adamlannı -Duuk-tsarith tarafından özellikle bu amaç için gönde-
rilen hırsızlar ve katiller- getirmiş, Karabüyücüleri sıkıca avucuna
almış, hem korku, hem de artık Karabüyücülerin bu dünyada hak
ettikleri yere yükselecekleri vaadiyle hüküm sürmüştü. Ama Savaş-
büyücüsü'ne ve muhafızlarına açıkça meydan okuyanlar vardı ve
Andon bunların arasındaydı. Artık Savaşbüyücüsü kaybolduğuna
göre, adamlarının endişesi anlaşılırdı.
"Ee, bugün hangi proje üzerinde çalışıyorlar, Rahip?"
Şaryon irkildi. Muhafızın bu soruyu ikinci kez sorduğunun bel-
li belirsiz farkındaydı, ama düşüncelerine o kadar dalmıştı ki, fark
etmemişti.
"Ah, özel bir silah... Sbarakan Krallığı için... sanırım," diye ke-
kekdi Şaryon, rahatsız bir şekilde kızararak. Muhafız başını salladı
ve yine huzursuz bir sessizliğe gömüldü. Demirhaneye doğru yol-
larına devam ederken karşılaştıkları köylülere gözucuyla kuşkulu
bakışlar fırlatıyordu.
Şaryon Sharakan'dan bahsetmenin güvenli olduğunu biliyordu.
Yabantopraklar'm epeyce kuzeyinde kalan büyük bir krallık olan
Sharakan savaşa hazırlanıyordu ve Karanlık Sanatların Karabüyü-
cülerinı arayıp, onların yardımını isteyerek katalıstlerin gazabını ve
48

KAKAKJLICln YAZGISI
korkusunu çekmişti. Bu yüzden, önceki yıl boyunca Karabüyücü-
w gece gündüz çalışmış, demirden ok uçları, mızrak uçları, han-
çerler yapmışlardı. Sharakan'm kendi savaşbüyücülerinin büyüleri
ile güçlendirilen bu silahlar onları son derece tehlikeli bir düşman
kılabilirdi. Ve bu anda, Sharakan'ın demirden hançeri doğrudan,
Merilon Krallığı'nm eski ve güzel boğazına dayanmıştı.
Piskopos Vanya'nm korkmasına şaşmamak lazımdı. Şaryon onu
bu konuda suçlayamazdı ve düşündükçe, kendi yüreği de ona iha-
net edecek gibi oluyordu. Katalist Tarikatı yüzyıllar boyunca Thim-
hallan'daki muhtelif krallıklar arasındaki banşı korumuştu. Artık
banş çözülüyordu, zayıf kumaş yırtılmaya başlamıştı. Sharakan fe-
tih planlarını saklamıyordu ve Kilise, panik başlamasın diye bunu
dünyanın geri kalanından saklamak için elinden geleni yapsa da,
dedikodular yayılıyor, korkular gün be gün artıyordu.
Ama kuşkusuz, diye düşündü Şaryon, Blachloch artık ölmüş ol-
duğuna göre, bunlann hepsi sona erecek! Andon, bilge, yaşlı önder
Karabüyücüler arasındaki savaş konuşmalanna karşı çıkıyordu. Bu
fikri yayan bir Blachloch artık olmadığına göre, yaşlı adam halkını
aklıselime döndürebilirdi.
Gitmeden önce onu içinde bulunduklan tehlike hakkında uya-
racağım, diye düşündü Şaryon. Ona Blachloch'un onlan tuzağa gö-
türdüğünü söyleyeceğim. Ben...
"İşte geldik," diye bildirdi muhafız, karanlık düşünceler içinde
neredeyse kafaüstü demirhaneye toslayacak olan Katalist'i yakalar-
ken. Bir kez daha çevresinin farkına varan Şaryon çekiçlerin güm-
lemesini, körüklerin sert nefeslerini duydu. İçine çöktüğü karanlık
yuvada gözleri kırmızı kırmızı parlayan büyük bir canavarın yüre-
ği ve ciğerleri gibi geliyordu sesler. Hayvanın sahibi, demirci kapı-
da duruyordu. Hem büyü, hem de teknoloji konusunda becerikli,
dev bir adam olan demirci savaşa taraftar olan Karabüyücü grubu-
19

ITİARCARft UİEIS & tRACY HlCKJTlAn


na önderlik ediyordu. Taraftardı, ama Blachloch'un işe karışmasını
istemiyordu. Savaşbüyücüsü'nün öldüğünü duymaktan, kimse de-
mirci kadar memnun olamayacaktı. Ve Blachloch'un adamlarının
bu koca adam ile onu destekleyen Karabüyücü kalabalığından
korkmak için sebepleri vardı kuşkusuz.

Demirci şimdi pek çok genç adamla konuşuyordu. Muhafızı gö-


rünce konuşmalarına son verdiler. Genç adamlar demirci ocağının
bulunduğu, mağaranın gölgeleri arasına çekildiler ve demirci işinin
başına döndü, ama önce muhafıza soğuk bir bakışla, meydan okur-
casına bakmıştı.
"Peder..." Birisi Saryon'un koluna dokundu.
Şaryon arkasına baktı ve irkildi.
"Mosiah!" diye haykırdı, uzanıp minnetle genç adama tutuna-
rak. "Nasıl kaç..." Muhafıza bakarak sustu. "Yani, çok endişelen-
dik..."
"Peder," dedi Mosiah, nazikçe sözünü keserek. "Seninle konuş-
malıyım. Şahsi olarak. Bu... ruhani bir konu," dedi, muhafıza ba-
karak. "Fazla uzun sürmez."
"Tamam," dedi muhafız öfkeyle, demircinin onu dikkatle göz-
lediğinin farkında. "Ama gözönünden ayrılmayın, ikiniz de."
Mosiah Saryon'u, nallanacak atlan koydukları bir ahınn gölge-
lerine çekti."Peder," diye fısıldadı genç adam, "nereye gidiyorsun?"
"Jo- Joram'la konuşmaya*. Tartışmam gereken... bir şey var..."
diye kekeledi Şaryon.
"Bu söylentiler hakkında mı?"
"Hangi söylentiler?" diye sordu Katalist huzursuzca.
"Blachloch... Kayıp." Mosiah Saryon'a dikkatle baktı. "Duyma-
dın mı?"
"Hayır." Şaryon bakışlarını kaçırdı ve gölgelerin içine çekildi.
"Ormana bir arama grubu gönderdiler."

so

KARAKİUÇin YAZGISI
«5en _sen nereden biliyorsun?"
"Simkin Savaşbüyücüsü'nün adamlarına haberi vermek için gel-
diğinde Blachloch'un evindeydim."
"Simkin mi?" Şaryon Mosiah'a bakakaldı. "Ne zaman? Ne dedi?"
"Bu sabah, erkenden. Bak, Peder," diye devam etti Mosiah telaş-
la, gözleri muhafızın üzerinde, "dün gece, sen ve Joram gittikten
sonra muhafızlar gelip beni götürdüler. Blachloch beni sorgulamak
istiyormuş, ya da öyle bir şey söylediler. Eve vardığımız zaman ora-
da değildi. Birisi demirhaneye gittiğini söyledi. Bekledik, ama geri
dönmedi. Adamlanndan bazıları onu aramak için demirhaneye git-
ti, ama bulamadı. Sonra, sabaha karşı Simkin Blachloch'un atadam-
larla eski bir meselesini halletmeye ormana gittiği hikayesiyle orta-
ya çıktı..."
Şaryon homurdandı.
Mosiah Katalist'e dikkatle baktı.
"Bu senin için yeni haber değil, değil mi, Peder? Olacağını san-
mamıştım. Neler oluyor?"
"Sana şimdi söyleyemem!" dedi Şaryon alçak sesle. "Nasıl kaç-
tın?"
"Kargaşa içinde yürüyüp çıktım. Andon'u uyarmaya geldim.
Blachloch'un adamları orada toplanıyor, köyü teslim almak ve her-
hangi bir isyanı çıkmadan bastırmayı planlıyorlar. Silahları var -so-
palar, bıçaklar ve yaylar..."
"Hey, buraya gelin! Tüm gün bekleyemem," diye bağırdı muha-
fız, demircinin gazap dolu bakışlarından kaçmaya hevesli olduğu
açıktı.
"Gitmem gerek," dedi Şaryon, demirhaneye doğru yola çıkar-
ken.
"Ben de seninle geliyorum," dedi Mosiah kararlılıkla.
"Hayır! Hücreye dön! Bir gözün Simkm'in üzerinde olsun!" di-
şi

rÜARfiARfî ll/EIS & "ÎRACY HıcKtnAn


ye emretti Şaryon ümitsizce. "Almin bilir şimdi ne söyler ya da ya-
par!"
"Peki," dedi Mosiah, bir an düşündükten sonra, "sanırım bu iyi
bir fikir. Sen geri dönecek misin?"
"Evet, evet!" diye yanıt verdi Şaryon telaşla. Muhafızın genç
adama, Mosiah'ın sokaklarda serbestçe dolaşmasını tuhaf buluyor-
muş gibi tereddütle bakmaya başladığını görmüştü. Ama eğer mu-
hafız Mosiah'ı durdurmaya niyetleniyorsa bile, demirciye bakması
bir kez daha düşünmesini sağladı.
"Şu rahip özel bir projeye yardım etmek için geldiğini söylü-
yor," dedi muhafız demirciye, her biri diğerini karanlık bakışlarla
süzerken.
"Bilirsin... Sharakan için özel bir proje," diye ekledi Şaryon, ku-
ru dudaklarını yalayarak. Arkadan gelen çekiç sesleri durdu. Kata-
list, Joram'm ona baktığını gördü. Siyah gözleri ocaktaki közler ka-
dar kırmızı parlıyordu. "Genç adam, Joram'm üzerinde çalıştığı
proje..." Saryon'un sesi kesildi, yalan kuyusu kurudu.
Demircinin dudaklarında bir gülümseme seyirdi, ama yalnızca
omuzlarını silkti ve, "Evet, o proje," dedi. Kararmış eliyle bir işaret
yaptı. "Arkaya geç, Peder. Sen değil!" diye emretti sert bir sesle,
muhafıza dik dik bakarak. Muhafızın yüzü kızardı, ama demirci
dev çekicini kaldırdı, tek yumruğu ile kolayca tuttu. Bir küfür mı-
rıldanan muhafız geriledi. Topuklan üzerinde dönerek sokağa çık-
tı ve tepedeki eve yollandı.
"Acele etsen iyi olur, Peder," dedi demirci serinkanlılıkla. "So-
run çıkacak ve iddiaya girerim ortasında yakalanmak istemezsin."
Demirci maşayla tuttuğu bir at nalına çekiciyle çınlayan bir dar-
be indirdi. Nala bakan Şaryon, onun taş gibi soğuk olduğunu, çok-
tan şekillendirilmiş, bitmiş olduğunu gördü. Genç adamlardan olu-
şan kalabalık tekrar ortaya çıktı, mağaranın girişinde toplandı. Sa-
52

K.ARflKJLlÇin YAEGİSİ
yılan gittikçe büyüyor gibiydi.
"Peki, teşekkür ederim," dedi Katalist. "Ben -acele ederim."
Çekiç seslerinin üzerinden kendi sesini zar zor duyan Şaryon
demirhanenin kalabalığı içinde ilerledi. Dün geceye ilişkin anılar
kafasına doluştu. Bakışları istemsizce Savaşbüyücüsü'nün kanlar
içindeki bedeninin yattığı yere kaydı...
"Almin'in Kanı!" Burada ne yapıyorsun?" diye küfretti Joram
sıktığı dişlerinin arasından. Kıpkırmızı parlayan bir mızrak ucu,
önünde, örsün üzerinde yatıyordu. Bir kova suya batırmak için
mızrak ucunu maşayla kaldıracak oldu. Ama Şaryon kolunu tuta-
rak durdurdu onu.
"Seninle konuşmam gerek, Joram!" diye bağırdı demircinin çe-
kiç darbelerinin sesinin üzerinden. "Tehlikedeyiz!"
"Ne? Cesedi buldular mı?"
"Hayır. Başka bir tehlike. Daha ölümcül bir tehlike. Ben -seni...
geri götürmek için... Piskopos Vanya tarafından gönderildiğimi bi-
liyorsun. İlk geldiğim zaman söylemiştim sana."
"Evet," diye karşılık verdi Joram, gür, siyah kaşları yüzünde ka-
im, kara bir çizgi getirmek üzere bir araya gelerek. "Bana söyledin
-Simkin söyledikten sonra, ama söyledin."
Şaryon kızardı. "Bana güvenmediğini biliyorum, ama... dinle!
Piskopos Vanya benimle yine iletişim kurdu. Nasıl olduğunu sor-
ma, büyülü yollarla." Katalist'in eli karataşı gizlediği, cüppesinin
cebine gitti. Taşı tuttu ve güven ararcasma kavradı "Blachloch ile
birlikte seni Kaynak'a götürmemi istiyor, seni ve Karakılıç'ı."
"Vanya Karakılıç'ı biliyor mu?" diye tısladı Joram. "Sen söyle-
din..."
"Ben değil!" dedi Şaryon. "Blachloch! Sihirbaz -Duuk-tsarith
Pıskopos'un ajanıymış. Her şeyi açıklamak için zamanım yok, Jo-
ram. Piskopos kısa süre sonra Blachloch'un öldüğünü ve senin onu
53

Fil ARSAM* U/EIS & ÎRACY HlCKJTlAn


karataşı kullanarak öldürdüğünü öğrenir. Sem yakalamaları için
Duufe-tsarithleri gönderir. Göndermek zorunda, Karakıhç m gucun-
den korkuyor..."
"Karakılıç'm gücünü istiyor," diye değiştirdi Joram sertçe
Şaryon gözlerim kırpıştırdı; bunu düşünmemişti. "Belki de,"
dedi yutkunarak, işitilmek içi* bağırmak zorunda kalmaktan boğa-
zı agrımıştı. "Ama gitmeliyiz, Joram! Her geçen dakika içinde bu-
lunduğumuz tehlike büyüyor!"
"İçinde bulunduğuma" Joram çarpık, acı bir yüz buruşturmaya
daha yakın o yanm gülümseme ile gülümsedi. "Sen tehlike içinde
değilsin Katalıst! Neden beni Piskoposuna teslim edip kurtulmu-
yorsun?" Başını Katalıst'm dikkatli bakışlarından çevirdi, soğumak-
ta olan mızrak ucunu közlenn içme soktu. "Hem, sen de benden
korkuyorsun. Karataştan korkuyorsun. Blachloch'u öldüren benim
elimdi Sen bu konuda masumsun." Mızrak ucunu maşayla çıkaran
Joram onu örsün üzerine koydu. Uzun dakikalar boyunca görme-
den ona baktı. "Yabantopraklafa gideceğiz," dedi. Sesi o kadar yu-
muşak çıkmıştı ki, arkasından gelen gümlemelenn üzerinden işite-
bilmek ıçm Şaryon yakma eğilmek zorunda kaldı. "Tehlikeyi, kar-
şı karşıya olduğumuz nsklen biliyorsun. Özellikle, ikimiz de büyü
konusunda güçlü olmadığımızdan. Neden? Neden benimle gelmek
istiyorsun?" *
Joram yüzünü çevirerek işine döndü.
Neden gerçekten, diye sordu Şaryon kendi kendine, Joram'a
bakarak Başı eğikti; demirhanenin sıcağında, güçlü omuzları çıp-
laktı' canlı, siyah saçları örgüden kurtulmak ıçm mücadele etmiş,
parlak tutamlar halinde soğuk, sert, genç yüze sarkıyordu. Sesinde
bir şey vardı... Yorgunluktan boğuk, korkudan boğuk. Ve bir şey
daha -umut mu?
Joram korkuyor, diye düşündü Şaryon. Köyü terk etmeyi plan-
54

KARfıKJLIÇm YAHGİSİ
hvor ve o yabancı, vahşi topraklara tek başına gitmek için cesaret
toplamaya çalışıyor.
Neden seninle beraber gitmek istiyorum, Joram? Katalist'in bo-
ğazında, sıcak kömürlerden birini yutmuş gibi, alev alev bir yum-
ru oluştu. Seni bir zamanlar kollarımda tuttuğumu söyleyebilirdim.
O küçük kafanı omzuma dayadığım, seni sallayarak uyuttuğumu
söyleyebilirdim. Sana Merilon Prensi olduğunu, tahtın vârisi oldu-
ğunu ve bunu sana kanıtlayabileceğimi söyleyebilirdim!
Ama hayır, sana bunlan şimdi söyleyemem. Sana hiç söyleyebi-
leceğimi sanmıyorum. Bu tehlikeli bilgi ve içindeki acılıkla, Joram,
hepimize trajedi getirirsin -anne babana, Merilon'un masum halkı-
na...
Şaryon ürperdi. Hayır, diye tekrarladı. En azından im günahı iş-
lemeyeceğim! Bu sırrı ölene kadar taşıyacağım. Ama bu genç ada-
ma başka hangi sebebi verebilirim? Seninle gitmek istiyorum, Jo-
ram, çünkü seni önemsiyorum, sana neler olduğunu önemsiyo-
rum. Nasıl da alay ederdi bununla...
"Seninle geliyorum," diye yanıt verdi Şaryon sonunda, "çünkü
inancımı yeniden kazanmam gerek. Kilise bir zamanlar benim için
Kaynak'm yamaçları kadar sağlam dururdu. Şimdi ufalandığım, al-
datmaca ve hırs içinde yıkıldığını görüyorum. Sana oraya geri dö-
nemeyeceğimi söylemiştim. Bunda içtendim."
Joram işinden dönüp Katalist'le yüzleşti. Karanlık gözleri soğuk
ve tutkusuzdu, ama Şaryon içlerinde kısa bir hayal kırıklığı kıvılcı-
mı, başka bir şey işitmek için mmik bir özlem alevi gördü, ama bu
çabucak ve soğuk bir şekilde söndü. Bakışlar Katalist'i irkiltti ve yü-
feğindekı sözleri söylediğim diledi. Ama o an geçmişti.
"Pekâlâ, Katalist," dedi Joram serinkanlılıkla. "Bence benimle
gelmen ıyı bir fikir zaten. Gözümün önünden ayrılmana güvene-
mem. Karataş hakkında çok fazla şey biliyorsun Şimdi hücreye ge-
ss

ITİARfiARrr U/EİS & "I"RACY HiCKjnAn


ri dön. Beni yalnız bırak. Bunu bitirmem lazım."
Şaryon içini çekti. Evet, doğru şeyi söylemişti. Ama kendisini
nasıl da boş hissediyordu. Cebine uzanarak küçük karataş parçası-
nı çıkardı. "Bir şey daha. Bunu benim için bir desteğe takar mısm?"
diye sordu Katalist Joram'a. "Ve bir zincire takar mısın? Böylece
boynumda taşıyabilirim."
Şaşıran Joram taşı aldı, bakışlarını taştan Şaryona kaldırdı. Ka-
ranlık gözler aniden kuşku doldu. "Neden?"
"Piskopos'un iletişim kurma teşebbüsünden beni kurtaracağına
inanıyorum. Büyüyü emecek."
Joram omuzlannı silkerek taşı aldı. "Akşamüstü, dönerken sana
getiririm."
"Hemen olmalı!" dedi Şaryon endişeyle. "Bu akşamdan önce.
"Endişelenme, Katalist," diye sözünü kesti Joram. "Bu akşam,
çoktan buradan gitmiş olacağız. Bu arada," diye ekledi kayıtsızca,
bir kez daha işine dönerek, "Mosiah'ı buldun mu?"
"Evet, hapishanede bekliyor, Simkin ile beraber."
"Demek gitmemiş..." diye mırıldandı Joram kendi kendine.
"Ne?"
"Onu da yanımıza alırız. Ve Simkin'i de. Git onlara söyle, hazır-
lanmaya başlayın."
"Hayır! Simkin olmaz!" »diye itiraz etti Şaryon. "Mosiah, belki,
ama..."
"Simkin ve Mosiah gibi büyü kullananlara ihtiyacımız olacak,
Katalist," diye sözünü kesti Joram soğuk bir şekilde. "Onlara yaşam
verecek sen ve Karaküıç'la güç kazanan ben varken, bütün bunlan
atlatabiliriz." Karanlık gözleri soğuk, bakışlarını kaldırdı. "Umarım
bu seni hayal kırıklığına uğratmaz."
Şaryon tek bir söz söylemeden Joram'a sırtını döndü ve büyü-
cünün öldüğü yerden dikkatle kaçınarak demirhanenin ön tarafına
sı,

KARfıKJLIÇin YAEGİSİ
Ho£rU yürüdü. Oradaki kan mıydı? Bir kovanın altında bir kan bi-
rikintisi gördüğünü sandı ve hızla bakışlarını kaçırdı.
Burayı terk ettiği için üzülmeyecekti. Halkını sevmeye ve yaşam
tarzlarını anlamaya başlasa da, Teknoloji'nin Karanlık Sanatları'na
karşı duyduğu tiksintiyi, yaşamı boyunca içine işlenen tiksintiyi hiç
atlatamayacaktı. Yabantopraklar'm tehlikelerini biliyordu -ya da
bildiğini sanıyordu- ve safça doğada yaşamanın, insanların doğayı
işlediği bir yaşamdan daha iyi olacağını düşünüyordu.
Nereye gideceklerdi? Bilmiyordu. Sharakan, belki, ama bir sa-
vaşın ortasına yürüyor da olabilirlerdi. Önemi yoktu. Merilon ol-
madığı sürece herhangi bir yer olabilirdi.
Evet, gitmekten memnun olacaktı, Yabantopraklar'm tehlikele-
ri ile yüzleşmeye razıydı. Ama kutsal Almin, diye düşündü Şaryon
kasvetle, hapishaneye doğru yürürken.
Neden Simkin?
57

5
YEMLİKTE YATMAK
"Ben oradaydım. Her şeyi gördüm ve," dedi Simkin alçak, huşu
dolu bir sesle, "Eğer bizim Karanlık ve Kasvetli Dostumuz parlak
kılıcını tam Savaşbüyücüsü'nün kıvranan bedenine gömmediyse,
boğulayım, emi."
"Aferin Joram'a," dedi Mosiah sertçe.
"Eh, aslında pek 'parlak bir kılıç' değildi," diye değiştirdi Sim-
kin, elinin bir hareketi ile havadan gümüş çerçeveli, süslü bir ayna
çekerek. Aynayı kaldırdı, yüzünü inceledi, titizlikle yumuşak, kah-
verengi sakalını parmaklarıyla düzeltti ve bıyığının uçlannı kıvırdı.
"Aslında, o kılıç hayatımda gördüğüm en çirkin şey, Markiz Black-
borough'nun dördüncü çocuğunu saymazsak. Elbette, Markiz de
pek harika sayılmaz. Onu tanıyan herkes geceleyin takındığı bur-
nun sabaha başlarken yüzünde olan burunla aynı olmadığını bilir."
"Ne..."
"Asla aynı burnu iki kez göremezsiniz. Büyü konusunda o ka-
dar da becenkli değil. Ölü olduğu söyleniyor, ama bu hiç kanıtla-
namadı ve sonra, kocası İmparator'un korkunç iyi arkadaşı. Ve ka-
dın biraz daha zaman harcasaydı, kim bilir? Burnunu doğru yapa-
bilirdi."
"Simkin, ben..."
"Yine de, neden çocuk yapmak konusunda ısrar ettiğini anlaml-
ÖK
KARfıKILIÇin YAEGİSİ
orum, özellikle de çirkin çocuklar. 'Buna karşı bir yasa olmalı',"
dedim İmparatoriçe'ye ve benimle aynı fikirdeydi."
"Kılıç neye benziyordu?" diye araya bir cümle sokmayı başardı
Mosiah, Simkin nefes almak için durduğunda.
"Kılıç mı?" Simkin ona belirsizce baktı. "Ah, evet, Joram'm kılı-
cı onun deyişiyle 'Karakılıç'. Oldukça uygun, diyebilirim. Neye mi
•benziyor?" Genç adam düşündü, ama önce parmaklarını şıklatarak
aynayı yok etti. "Bırak düşüneyim. Bu arada, giysim hoşuna gitti
mi? Siyaha tercih ediyorum. Sevgili merhumun onuruna Kan ve
Pislik diyorum ona."
Mosiah kan kırmızısı pantolona, pembe cekete ve kırmızı saten
yeleğe tiksinti içinde baktı ve başını salladı.
Bileğindeki danteli düzelten —o sıçratma efekti' için kırmızı le-
kelerle süslenmişti- Simkin hapishanedeki yatağa oturdu ve pem-
be çoraplarını en iyi şekilde göstermek için biçimli bacaklannı bir-
birinin üstüne attı.
"Kılıç," diye devam etti, "bir adama benziyor."
"Hayır!" alay etti Mosiah.
"Evet, Almin'in gerçeği," diye ısrar etti Simkin, gücenerek. "De-
mirden bir adam gibi. Demirden, sıska bir adam, hatırlatırım, ama
yine de bir adam. İşte böyle..." Ayağa kalkan Simkin dimdik, bi-
lekleri bîr arada, kollan dümdüz yana açılmış, kaskatı durdu. "Boy-
num sap," dedi, ince boynunu iyice uzatarak. "Tepede, kafa yerine
geçen bir tokmak var."
"Kafa yerine tokmak taşıyan sensin!" diye dudak büktü Mosiah.
"Eğer inanmıyorsan bir göz at," dedi Simkin, aniden yatağa yı-
ğılarak. Esnedi. "Şiltenin altında, bir bebek gibi kundağa sarılmış."
Mosiah'm bakışları yatağa gitti, ellen seyirdi. "Hayır, yapa-
mam," dedi bir an sonra.
"Sen bilirsin." Simkm omuzlarını silktı. "Acaba cesedi keşfeui-
59

rTİARPAREî UJEİS §• TRACY HlCKHlAn


ler mi? Sence bu, cenaze için çok mu süslü?"
"Karakılıç'ın ne güçleri var demiştin?" diye sordu Mosiah, göz-
leri büyülenmiş gibi yatağa dikilmiş. Yavaş yavaş ayağa kalktı, oda-
yı aştı ve gelip yatağın yanında durdu, ama şilteye dokunmaya ce-
saret edemedi. "Blachloch'a ne yaptı?"
"Dur, hatırlayayım," dedi Simkin tembel tembel, yatağa uzanıp
kollarını başının altına koyarak. Ayakkabılarına bakarak kaşlannı
çattı ve deneme yaparcasına renklerini kırmızıdan pembeye dönüş-
türdü. "Olduğum yerden görmemin biraz zor olduğunu anlamalı-
sın, tek bir sefil çiviyle duvardan asılmış. Kova olmayı düşünmüş-
tüm, maşadan daha iyi manzaraları vardır, bilirsin. Maşa iken, ge-
nelde her iki yanda birer göz oluyor. Geniş bir açı sağlıyor bu, ama
önada hiçbir şey görmüyorum. Diğer yandan kovalar..."
"Ah, hadi ama!" diye terslendi Mosiah sabırsızlıkla.
Simkin burnunu çekti ve ayakkabılarının rengini yine kırmızı
yaptı. "Nefretlik ve zalim önderimiz dostumuza Yeşil Zehir büyüsü
yapıyordu -Bu arada, o büyüyü eylem halinde gördün mü?" diye
sordu Simkin kayıtsızca. "Sinir sistemine pis şeyler yapıyor. Felç
eder, dayanılmaz acılar verir.
"Zavallı Joram," dedi Mosiah yumuşak bir sesle.
"Evet, zavallı Joram," diye tekrarladı Simkin yavaşça. "İşi nere-
deyse bitmişti, Mosiah." Ge,veze ses aniden ciddileşmişti. "Gerçek-
ten de her şeyin bittiğini düşünmüştüm. Sonra çok tuhaf bir şey
fark ettim. Büyünün insanın bedenine verdiği yeşil panltı Joram'm
her tarafına yayılmıştı. Elleri dışında. Ellerinde Karakılıç'ı tutuyor-
du. Ve yavaş yavaş yeşil parıltı kollarından, sonra bedeninin geri
kalanından solmaya başladı. Tam o sırada sevgili yaşlı dostumuz,
Katalist işe kanştı ve Savaşbüyücüsü'nün Yaşamını emdi. İyi oldu.
Tam zamanında. Karakılıç'ın Blachloch'un büyüsü üzerinde tersine I
çevirici etkisi olmasına rağmen, Joram'ı titrek, yeşil bir puding yı-
(,0

KfiRAKJLlÇin YAZGISI
amma çevirmekten kurtaracak kadar hızlı etki etmeyeceği belliydi."
"Demek bir şekilde büyüyü yok ediyor," dedi Mosiah hayretle.
Yatağa özlemle, kararsızlıkla baktı. Parmaklıklı pencereden dışan
bir bakış fırlatarak, soğuk havada titredi. Öğleden sonra olmasına
rağmen hava ısmmamıştı. Zayıf güneş kasvetli, gri bulutların arka-
sında tamamen kaybolmuştu. Bulutlar aşağı inmiş, kasabanın üze-
rine yayılmış, ondaki yaşamı boğuyor gibi görünüyor ve hissedili-
yordu. Sokaklar boştu. Hiçbir muhafız, hiçbir köylü yoktu. Demir-
hanenin gürültüsü bile kesilmişti.
Kararını veren genç adam hızla yatağa yürüdü. Yanında diz çö-
kerek ellerini şiltenin altına soktu. Nazikçe, neredeyse saygıyla pa-
çavra yığınını dışarı çekti.
Topuklarının üzerine oturan Mosiah bohçayı açtı ve kılıca bak-
tı. Genç adamın yüzü -bir Tarla Büyücüsünün açık, dürüst yüzüy-
dü- tiksinti içinde çarpıldı.
"Ne demiştim sana?" dedi Simkin, yatağın üzerinde yuvarlanıp,
görebilmek için bir dirseğine yaslanıp doğrularak. "Şeytani görü-
nüşlü bir parça, değil mi? Ben şahsen bunu taşırken ölü yakalan-
mak bile istemezdim, ama bu Mosiah için fark etmiyor sanırım. Al
onu," diye ısrar etti şakayla, Mosiah gülmeyince. "Ölü mü yakalan-
dın yoksa?"
Mosiah onu duymazdan geldi. Kılıç karşısında hem büyülen-
miş, hem tiksinmişti ve bakışlarını uzaklaştıramıyordu. Aslında,
kaba ve çirkin bir silahtı. Bir zamanlar, uzun zaman önce, Karabü-
yücüler parlak, güzel, zarif tasanmlara sahip, ışıltılı çelik uçları ve
altm-gümüş kabzaları olan kılıçlar yapmışlardı. Büyülü kılıçlardı
bunlar, rünler ve büyülerle değişik özellikler verilmişti onlara. Ama
tüm kılıçlar Demir Savaşlan'nın ardından Thımhallan'da yasaklan-
mıştı. Kötülüğün silahları, demişti kaıalistler, Teknolojinin Karan-
lık Sanatlarının şeytani yaratımları. Çelik kılıç yapımı unutulmuş
ı,ı

ITİAR£ARE+ U/EİS & TR^CY HlCKJTlAn


tu. joram'm bugüne dek görebildiği kılıçlar, bulduğu kıtaplardaki
resimlerdi. Ve genç adam metal işçiliği konusunda becerikli olsa
da, yeterince becerikli değildi, ne de eski günlerde erkeklerin gu-
rurla taşıdığına benzer bir silah yapmak için gerekli zamanı ve sab-
rı vardı.
Mosiah'm elinde tuttuğu Karakılıç karataştan, siyah ve çirkin
bir cevherden yapılmıştı. Demirhanenin ateşlerinde yaşam veril-
miş, gönülsüz katalist Şaryon tarafından büyülü Yaşam bahşedil-
miş, dövülmüş, Joram'm deneyimsiz elleri tarafından beceriksizce
keskinleştirilmiş bir metal çubuktan başka bir şey değildi. Kabza ile
metali nasıl şekillendireceğini ve sonra bu ikisini nasıl birleştirece-
ğini bilmiyordu. Kılıç tek parça metalden yapılmıştı ve -Simkin'in
söylediği gibi- bir insana benziyordu. Kabza keskin ucundan, açıl-
mış iki kola benzeyen bir parça ile ayrılmıştı. Joram denge sağla-
mak için kabzaya top gibi bir kafa eklemişti ve taşa dönmüş bir
adama çok benzemesine sebep olmuştu. Mosıah tam çirkin ve sinir
bozucu nesneyi şiltenin altındaki yerine koyacaktı ki, kapı çarpıla-
rak açıldı.
"Onu yere bırak!" dedi sert bir ses.
Irkilen Mosiah silahı neredeyse düşürüyordu.
"Joram!" dedi suçlu suçlu, arkasına dönerken. "Yalnızca bakı- •
yordum..."
"Yere bırak, dedim," dedi Joram boğuk bir sesle, kapıyı arkasın-
dan tekmeleyip kapatarak. Hücreyi tek bir sıçrayışta geçti ve kılıcı
Mosiah'm direnmeyen ellerinden kaptı. "Bir daha asla dokunma
ona," dedi, arkadaşına dik dik bakarak.
"Endişelenme," diye mırıldandı Mosıah, ayağa kalkıp, metalin
verdiği hissi temizlemeye çalışır gibi ellerim pantolonuna silerek.
"Dokunmam. Asla!" dedi içtenlikle. Joram'a karanlık bir bakış fır-
latan Mosıah arkasını döndü ve canı sıkkın bir şekilde pencereden
<>2

KARAKJLIÇin YAEGİSİ
dışarı bakmaya başladı.
Sokaklardaki sessizlik hücreye akmış, üzerlerine görünmeyen
bir sis gibi çökmüştü. Joram silahı, kitaplarda gördüğü kınlara ben-
zeyecek şekilde yaptığı deriden bir askıya tıktı. Mosiah'a yan yan
baktı, bir şey söyleyecek oldu, sonra vazgeçti. Yatağının altından
bir çanta çıkardı ve birkaç parça giysi ile hücrede ne kadar yiyecek
varsa, onlarla doldurmaya başladı. Mosiah onu işitti, ama arkasına
dönmedi. Simkin bile sessizdi. Ayakkabılarını izlemeye dalmış, bi-
risini kırmızıya, diğerini mora değiştirme eyleminin ortasmdaydı
ki, kapı yavaşça vuruldu ve açıldı.
Şaryon girdi içeri. Kimse konuşmadı. Katalist Joram'm kızar-
mış, öfkeli yüzünden Mosiah'm solgun yüzüne baktı, içini çekti ve
kapıyı dikkatle arkasından kapattı.
"Cesedi buldular," diye bildirdi alçak sesle.
"Harika!" diye haykırdı Simkin doğrulup oturarak ve rengarenk
ayaklarını yatağın kenanndan sarkıtarak. "Gidip izlemeliyim..."
"Hayır," dedi Joram aniden. "Burada kal. Plan yapmamız gerek.
Buradan gitmeliyiz! Bu gece!"
"Ne diyorsun!" diye inledi Simkin perişan halde. "Cenazeyi ka-
çıracak mıyım? O kadar zahmetten sonra.
"Korkarım," dedi Joram kuru kuru. "İşte, Katalist." Şaryona,
ucunda bir parça karataş sarkan kaba bir zincir uzattı. "1yi şans' tıl-
sımın."
Şaryon zinciri ciddi bir yüz ifadesiyle kabul etti. Bir an tutup,
ona baktı. Yüzü gittikçe soluyordu.
"Peder?" diye sordu Mosiah. "Ne oldu?"
"Çok fazla şey," diye yanıt verdi Katalist yumuşak bir sesle ve
yüzünde aynı kasvetli ifade ile karataşı dikkatle boynuna astı ve ta-
sı cüppesinin altına tıktı. "Blachloch'un adamları kasabayı kapattı.
Kimse girip çıkamıyor."
(.3

rrİARSARET WE1S & TW»CY HlCKffl


Joram acı bir küfür salladı.
"Boşver hepsini!" diye patladı Simkin. "Şeytanı da! Harika bir
cenaze olacak. Buralarda yılın olayı. En iyi kısmı," diye devam etti
dalgın dalgın, "kasabalılar mutlaka bu fırsattan faydalanıp Blach-
loch'un adamlarından birkaçını pataklar. Ben de iyi bir pataklama-
yı hasretle bekliyordum."
"Buradan gitmemiz lazım!" dedi Joram sertçe. Pelerinini boynu-
na bağladı ve kıvrımları öyle bir düzenledi ki kumaş kılıcı örtüp
gözden sakladı.
"Ama neden gidelim?" diye itiraz etti Mosiah. "Simkiriin bana
anlattıklarına bakılırsa, herkes Blachloch'u atadamlarm öldürdüğü-
nü sanıyor. Kendi adamları bile. Ve soru soracak kadar uzun süre
kalamayacaklar burada. Simkin haklı. Köylülerin o pisliklere nasıl
baktıklarını gördüm. İşte bu yüzden Blachloch'un adamları köyü
kapattı. Korkuyorlar! Ve haklılar da! Onlarla savaşacağız! Onlan
buradan süreceğiz ve o zaman kimseden korkmamız gerekmeye-
cek..."
"Evet, gerekecek," dedi Şaryon, eli kolyenin üzerinde oyalana-
rak. "Piskopos Vanya benimle iletişim kurdu."
"İddiaya girerim o cenazeye gidiyordur," diye surat astı Simkin.
"Kes sesini, aptal," diye hırladı Mosiah. "'İletişim kurdu' derken
neyi kastediyorsun, Peder? Nasıl yapabilir bunu?"
Telaşla, pencereye sık sık bakışlar fırlatarak konuşan Şaryon
genç adamlara Piskopos ile konuşmalannı anlattı, yalnızca J oram'm
gerçek kimliği ile ilgili bilgilerini aktarmadı.
"Gece indiğinde gitmiş olmalıyız," diye bitirdi Şaryon. "Pisko-
pos Vanya bana ya da Blachloch'a ulaşamadığında önemli "nir şeyin
olduğunu anlayacak. Gece indiğinde, Duuk-tsariihkr burada olur."
"Gördünüz mü? Önemli herkes cenazeye katılacak," dedi Sim-
kin hüzünle.

KARAKJlIÇin YAEGİSİ
"Duuk-tsanthkr, burada!" Mosiah soldu. "Andon'u uyarmalı-
yız..."
"Andon'un yanından geliyorum," diye sözünü kesti Şaryon içi-
ni çekerek. "Ona anlatmaya çalıştım, ama başardığımdan emin de-
ğilim. Dürüst olmak gerekirse, halkının Blachloch'un adamları ile
savaşa girmesi konusunda kaygılandığının yansı kadar kaygılanmı-
yor Duuk-tsarithler için. Gelirlerse bile Duuk-tsarithkrin Karabüyü-
cüler ile ilgileneceğim sanmıyorum," diye ekledi Şaryon, Mosiah'm
endişesini görünce. "Artık Tarikat'm Blachloch ile devamlı iletişim
halinde olduğunu düşünebiliriz. Köyü yok etmek isteselerdi, bir
anda yapabilirlerdi. Joram ile karataşı arayacaklar. Gitmiş olduğu-
nu görünce, izini takip edecekler. Bizi takip edecekler..."
"Ama bu insanlar benim dostlanm, ailem gibi," diye ısrar etti
Mosiah. "Onları terk edemem!" Endişeyle pencereden dışarı baktı.
"Onlar benim de dostlanm," dedi Joram aniden. "Savaştan kaç-
mıyoruz. Onlar için yapabileceğimiz en iyi şey gitmek."
"İnan bana, kalsaydık, onlara daha büyük zarar getirmekten
başka bir şey yapamazdık," dedi Şaryon nazikçe, elini Mosiah'm
omzuna koyarak. "Piskopos Vanya bana bir seferinde, mümkünse,
Karabüyücülere saldırmaktan kaçınmak istediğini söylemişti. Acı
bir savaş olurdu ve Kilise ne kadar susturmaya çalışsa da, sonunda
söylenti-yayılır ve halkı paniğe salardı. Blachloch'un burada olma-
sının sebebi buydu -Karabüyücüleri, Sharakan'ın yanında kendi yı-
kımlanna götürmek. Vanya hâlâ planını yürütmeyi umuyor. Yapa-
bileceği başka bir şey yok pek."
"Ama kuşkusuz artık bildiğine göre Andon onlara izin verme-
yecektir..."
"Bu artık bizim sorunumuz değil!" diye sözünü kesti ]oram kı-
saca, "Bizim için fark etmez. Fn azından, benim İçin,," Bohçayı sık-
11 ve sırtına attı. "Sen ve Sımkin, istiyorsanız burada kalabilirsiniz."
1,5

[TİARSARif IUEİS & TRACY HıCKjnAn


"Ve senin ve kel kafalı mucizenin yabanda yapayalnız yürüme-
sine izin mi verelim?" dedi Simkin öfkeyle. "Geceleri bunu düşüne-
rek uyuyamam." Elinin bir hareketiyle giysilerini değiştirdi. Kırmı-
zı giysileri çirkin bir yeşilimsi kahverengiye dönüştü. Uzun, gri bir
yolculuk pelerini omuzlanna kondu, kalça boyu, deri çizmeler ya-
vaş yavaş bacaklarından yukarı tırmandı. Uzun, sarkık bir sülün tü-
yü takılmış, yan yatmış bir şapka başında belirdi. "Çamur ve Pislik't
geri döndük," dedi kasvetle.
"Sen bizimle geliniyorsun!" dedi Mosiah.
"Biz mi?" diye tekrarladı Joram. "Bizim bir yere gittiğimizden
haberim yoktu."
"Geleceğimi biliyorsun," diye terslendi Mosiah.
"Memnun oldum," dedi Joram sessizce.
Mosiah arkadaşının sesindeki bu beklenmedik sıcaklıkla kızar-
dı, ama memnuniyeti uzun sürmedi.
"Elbette, ben de geliyorum," diye araya girdi Simkin çalımla.
"Başka kim size rehberlik edebilir? Yıllarca Yabantopraklar'da gü-
ven içinde gelip gittim. Ya siz? Yolu biliyor musunuz?"
"Belki bilmiyoruz," dedi Mosiah, Simkin'e karanlık bakışlarla
bakarak. "Ama senin kafanda neresi varsa, oraya götürülmektense
Yabantopraklar'da kaybolurum, daha iyi. Kendimi Peri Kraliçe-
sinin kocası olarak bulmak istemiyorum!" diye ekledi, Katalıst'e bir
bakış fırlatarak.
Şaryon Simkin'in rehberliğinde atıldığı, neredeyse felaketle so-
nuçlanacak bu macerayı hatırlayınca o kadar korkmuş göründü ki,
Joram araya girdi. "Simkin geliyor," dedi kararlılıkla. "Belki o olma-
dan Yabantopraklar'ı aşabiliriz, ama gitmek istediğimiz yere bizi
götürebilecek tek kişi o."
Kaıalist Joram'a endişeyle baktı, aniden, genç adamın hedefini
bildiği duygusu içini dondurmuştu. Ama o tek bir kelime söyleye-
ni

KARAKJUÇin YAZGISI
eden Joram sözlerine devam etti, "Dahası, Simkin'in büyüsü
Rlachloch'un adamlarını aşmamızı sağlayabilir."
"Bu konuda endişelenmeye gerek yok!" dedi Simkin küçümse-
yerek. "Hem, Koridorlar her zaman var."
"Hayır!" diye haykırdı Şaryon, sesi korkuyla boğuklaşmış. "Du-
nk-tsarithlerm kucağına mı yürüyeceksin."
"Eh, o zaman, hepimizi tavşana çevirebilirim," diye önerdi Sim-
kin birkaç dakika derin derin düşündükten sonra. "Hoplaya hop-
laya kaçanz ve..."
"Peder?" diye seslendi hapishane penceresinin dışında titrek bir
ses. "Peder Şaryon? Orada mısın?"
"Andon!" diye haykırdı Katalist, kapıyı hızla açarak. "Almin'in
adına, ne oldu?"
Yaşlı Karabüyücü olduğu yere yığılacakmış gibi görünüyordu.
Elleri titriyordu, her zaman ılımlı olan gözleri vahşiydi, giysileri
darmadağındı. "Joram, bir sandalye getir," diye emretti, ama Andon
başını salladı.
"Zaman yok!" Nefes almaya çabalıyordu, adamın koşarak geldi-
ğini anladılar. "Gelmelisin, Peder." Yaşlı adam Saryon'a tutundu.
"Onlarla konuşmalı, vazgeçirmelisin! Bunca yıldan sonra! Savaşma-
malılar!"
"Andon," dedi Şaryon kararalılıkla, "lütfen, sakin ol. Kendini
hasta edeceksin. İşte böyle. Derin nefes al. Şimdi, bana neler oldu-
ğunu anlat!"
"Demirci!" dedi Andon, zayıf göğsü daha yavaş inip kalkarak.
"Blachloch'un adamlarına saldırmayı planlıyor!" Yaşlı adam ellerini
ovuşturmaya başladı. "O ve gençlerden bir çete çoktan Savaşbüyü-
cüsü'nün evine doğru yola çıkmış olabilir! Siz aralarında," -yaşlı
adam Joram ile Mosiah'a kasvetle baktı- "olmadığınız için minnet-
tarım."
(,7

lTİAReAR£t UJtlS & 1"R£CY HlCKJTlAn


"Yapabileceğim bir şey olduğunu sanmıyorum, dostum," diye
hüzünle yanıt verecek oldu Şaryon, ama Joram Katalist'in kolunu
yakaladı.
"Seninle geleceğiz, Andon," dedi, Şaryona anlamlı anlamlı ba-
karak. "Eminim birşeyler bulursun, Katalist," diye devam etti, Sar-
yon'u dürtükleyerek. "Vaazlarından biri için harika bir zaman." Da-
ha yakma yaklaşarak, hırsla fısıldadı. "Bu bizim şansımız!"
Şaryon başım salladı. "Anlamıyorum..."
"Kargaşada kaçarız!" diye tısladı Joram, çileden çıkmış bir şekil-
de. Hızla Mosiah ve Simkin'e bir bakış fırlattı. İkisi de planı hemen
anlamış gibiydi. O anda, demirhane tarafından bağırışlar ve haykı-
rışlar duyulmaya başladı. Bir yerde bir çocuk feryat etti. Pencereler
çarpılarak kapandı, kapılar sürgülendı.
"Başladı!" diye bağırdı Andon panik içinde. Kapıya doğru, telaş-
la, sendeleyerek koştu. Joram ve Mosiah arkasından fırladılar. Ka-
talist'in yapabileceği bir şey yoktu. Cüppesini topladı ve becerebil-
diğince hızlı koşarak takip etti.
"Ah, ha," dedi Simkin, neşeyle arkalarından giderken. "Belki ce- |
nazeye katılabilirim de."

6
PUSU
"Katalist geldi! Size yaşlı adamm onu getireceğini söylemiştim!"
Şaryon sözcükleri duydu ve gözucuyla belirsiz bir hareket gör-
düğünü sandı. Mosiah'm bağırdığını, Simkin'in haykırdığını duy-
du, "Bırak beni, seni büyük, kıllı hayvan!" Sonra her şey panik do-
lu bir kargaşa, boşuna çabalama ve homurdanan seslere dönüştü.
"Sana söyleneni yaparsan canın yanmaz."
Bir el Saryon'un bileğini yakaladı, kolunu sırtına doğru büktü.
Acı dirseğinden omzuna bir alev gibi yayıldı ve Şaryon acıyla inle-
di. Ama korkudan çok öfke hissettiğini anlayınca şaşırdı. Belki de
kendisini yakalayanların korkusunu hissettiği içindi. Korkuyu sert,
ağır nefeslerde ve boğuk seslerde işitebiliyordu. Kokusunu alabili-
yordu, ter ve şarap tulumunu boşaltan Blachloch'un adamlarının
sahte cesaretlerinin kokusu ile kanşmış çürük bir koku gibi.
Saldırı ani ve hızlıydı. Savaşbüyücüsü'nün adamları pek çok
açıdan akıllı olmayabilirlerdi, ama işlerinde becerikli ve deneyim-
liydiler. Katalist'i almak üzere gönderilmişler, Andon'un hapisha-
neye girdiğini görmüşler, yaşlı adamın bilmeden Şaryonu ellerine
teslim edeceğini tahmin etmişlerdi. Bir yan sokağa gizlenen, mer-
hum Savaşbüyücüsü'nün eski adamları grubun geçmesini bekle-
mişlerdi ve savaş başlamadan bitmişti.
Kash biri tarafından kolları yakalanan foram kılıcına ulaşamı-
f,9

mAR.GARjt U>E1S & ÎRACY HlCKJHA


yordu. Mosiah yüzüstü yerde yatıyordu, kafasındaki bir kesikten
kan boşalıyordu, bir çizme sıkıca ensesine dayanmıştı. Muhafızlar j
Andon'u bir kenara fırlatmışlardı; yaşlı adam fırlatılmış bir bebek
gibi sokakta yatıyordu. Saryon'u tek bir adam tutuyor, Katalist'in J
kolunu acı verecek şekilde arkaya büküyordu. Simkin'e gelince, ta-
mamen yok olmuştu. Neşeli renklere bürünmüş şeklin üzerine at-
layan muhafız şimdi durmuş, inanamayarak boş ellerine bakıyor-
du.
Haydutlardan biri, anlaşılan önderleri, avlarının yere indirildi-
ğinden emin olmak için çevresine bakındı. Sonra, tatmin içinde, !
gelip Saryon'un yanında durdu. "Katalist, bana yaşam bahşet!" di-
ye emretti, merhum Blachloch'un serin, sindirici tavnnı taklit et-
meye çalışarak.
Ama bunlar sıradan suçlulardı, disiplinli Duufe-tsarithlerden de-
ğil. Şaryon önderlerinin gözlerinin endişeyle ondan boş sokağa
kaydığını, demirhaneye doğru çevrildiğini gördü. Bağırış çagmşlar
orada birşeyler olduğunu gösteriyordu. Karabüyücüler savaşa ha-
zırlanıyordu. Şaryon başını salladı ve haydut kontrolünü kaybetti. ,1
"Lanet olsun, Katalist, hemen!" diye bağırdı, sesi çatlayarak.
"Kolunu kmn!" diye emretti Saryon'u tutan adama.
"Almin'in kanı, Katalist, aptal olma!" dedi Joram. "Söylediğini
yap. Ona Yaşam bahşet."*
Saryon'u tutan adam kolunu ustaca büktü. Acı içinde bağırma-
mak için dudağını ısıran Katalist Joram'a hayretle baktı ve genç
adamın gözlerinin hızla ve anlamlı bir şekilde Mosiah'a kaydığını
gördü.
"Evet, Peder," diye mırıldandı Mosiah, yanağı muhafızın ayağı
tarafından sokağın çamuruna ve pisliğine bastırılmış bir şekilde. Jo-
ram'ı görmüş olması imkânsız olsa da, sesindeki ince vurguyu duy-
muştu. "Söylediğim yap. Yaşam Bahşet!"

KARAKJLIÇin YAZGISI
"Pekâlâ," dedi Katalist, görünüşte yenilgi içinde başım eğerek.
Önderin yüzündeki rahatlama ifadesi acmasıydı.
Çaresizce acı içinde yoğunlaşmaya çalışan Şaryon dünyadan
büyü çeken ve bedeninde odaklayan duayı tekrarlamaya başladı.
Neyse ki, çocukken öğrendiği bir duaydı ve düşünmesini gerektir-
rniyordu. Darmadağın olmuş becerileri matematik hesaplan yapa-
bilse bile, genç adama güvenle aktarabileceği Yaşam miktannı be-
lirlemek için zamanı yoktu. Kanalı tamamen açması, Yaşam'm sı-
nırsızca Mosiah'a akmasına izin vermesi gerekecekti. Bu, Katalist'in
enerjisini tüketecekti, ama başka seçenekleri yoktu. Tek bir şansla-
rı vardı, yalnızca tek bir şans. Eğer bu işe yaramazsa, diye düşün-
dü Katalist kendi kendisini şaşırtan bir serinkanlılıkla, zaten fark
etmezdi. Blachloch'un adamları bizi öfke ve panik içinde öldürür.
Duasına karşılık olarak, büyü Katalist'e aktı. Dünya ile bir olma
duygusunun Saryon'u yüce bir memnuniyetle doldurduğu zaman-
lar olmuştu. Blachloch bunu sona erdirmişti. Savaşbüyücüsü'ne Ya-
şam bahşettikten sonra -Blachloch'un ölüme dönüştürdüğü bir Ya-
şam- Şaryon kanındaki kanncalanmadan, her sinirinden geçen he-
yecandan nefret etmeye başlamıştı. Şimdi fark edemeyecek kadar
gergin, katillere karşılık vermeye hevesliydi. Ama bir kez daha bü-
yüyü içinde taşıma deneyiminden zevk alıyordu, kısa süre sonra
onu serbest bırakacak olsa da. Yaşam'a boğulmuş Şaryon, Mosiah'a
bir kanal açtı.
Büyü Katalist'ten genç adama mavi bir şimşek gibi sıçradı, an-
cak bir katalist kendisini bir büyücüye tamamen verirse olan bir
Şeydi bu. Büyü havada çatırdadı. Saryon'u tutan haydut ırkildı,
kavrayışım hafifçe gevşetti. Ama önder o anda, ihanete uğradığını
lark etti. Hançerinin metali akşamüstü güneşinde panldadı.
Saldırıyı savuşturmak için istemsizce kolunu kaldıran Şaryon
Vahşı bir hırlama duydu. Saryon'u tutan gansgter uyararak bağırdı
71

ITİARCARft U/EIS & ÎRflCY HlCKjn


ve önder, hançerini kaldırarak arkasına döndü. Mosiah ile karşı j
karşıya geldi, ama görünüşte zararsız olan genç adam değişmişti.
Bedenini kürk kaplamış, dişleri uzamış, elleri pençeleşmiş, tırnak-
ları sivrilmişti. Sıçrayan kurt adam hayduta çarpıp yere yıktı. Han-
çer elinden fırladı, çığlık ardına çığlık havayı yırttı ve aniden kor-
kunç bir gurultu ile kesildi.
Kurbanından dönen kurt adamın alev alev gözleri dosdoğru
Saryon'a baktı ve Katalist gerilemekten, ruhunun ilkel bir dehşet
içinde titrediğini hissetmekten kendini alamadı. Yaratığın çenele-
rinden kan ve salya damlıyordu; gökgürüküşü gibi bir hırlama dev
göğsünü sarstı. Ama gözleri Saryoriun üzerinde değildi, Katalist'in
arkasında çökmüş, acıklı bir şekilde Katalist'in bedenini kalkan ola-
rak kullanmaya çalışan muhafızın üzerindeydi. Eller Şaryonu arka-
dan ittirdi ve hayvanın dişlerine doğru fırlamasına sebep oldu. Ama
kurt adam çevikçe yana sıçradı. Katalist tüm ağırlığı ile elleri ve diz-
lerinin üzerine düştü. Kurt adam yanından sıçradı ve Şaryon hay-
dutun tiz dehşet çığlığını ve vahşi bir zafer hırlaması duydu.
Sersemlemiş, acı içinde, tüm enerjisini yitirmiş Şaryon çevresin-
de süren savaşı rüyadaymış gibi, tepki gösteremeden izledi. Jo-
ram'm onu yakalamış olan adamın elindeki hançeri tekmelediğini,
beceriksiz bir dönüşle haydutun üzerine atladığını gördü. Yumru-
ğu hedefini ıskaladı ve haydut genç adamın çenesine bir yumruk
indirdi. Joram sendeleyerek geriledi, kılıcını arandı. Muhafız avan-
tajını kullanarak Joram'm üzerine atladı. Tam o sırada bir süpürge
yoktan varoldu ve muhafızı fena halde pataklamaya başladı.
"Al sana, seni tosun!" diye haykırdı süpürge sertçe, şaşkın ada-
ma mümkün olan her açıdan saldırarak, başına ve sırtına inerek.
Kendisini haydutun bacaklarının arasına sokarak adamı çelmeledi
ve yere yıktı. Sokakta yatakalan haydut başını elleriyle örttü, ama
süpürge her darbede "tosun!" diye bağırarak gelmeye devam edi-

KBRAKJLIÇin YAZGISI
yordu.
Katalıst saldırganlann kaçmakta olduğu izlenimi altındaydı.
Ayağa kalkmaya çalıştı, ama kulaklarına bir kükreme geldi; kendi-
sini hasta hissediyordu, bayılacak gibiydi. Güçlü, ama şaşırtıcı bir
şekilde nazik eller ayağa kalkmasına yardım etti. Sözcükler her za-
manki gibi soğuk olsa da, içlerinde var olan, işitmekten çok hisset-
tiği endişenin sıcaklığı onu şaşırttı.
"İyi misin?"
Zayıf hisseden ve başı dönen Katalist Joram'm yüzüne baktı. Ses

tonuna bakarak, ne görmeyi bekliyordu, emin değildi. Et ve kan,


belki. Onun yerine taş gördü.
"Sen iyi misin, Katalist?" diye tekrarladı genç adamdan soğuk
soğuk. "Yürüyebilir misin, yoksa seni taşıyacak mıyız?"
Şaryon içini çekti. "Hayır, yürüyebilirim," dedi, kendini genç
adam sessiz bir vakarla uzaklaştırarak.
"Güzel," dedi Joram. "Git yaşlı adama bir bak."
Andon'a işaret etti. Yaşlı adam ayağa kalkmış, üzüntü içinde
çevresine bakıyordu. Haydutlardan üçü sokakta yatıyordu; diğerle-
ri kaçmış, düşmüş yoldaşlarını arkada bırakmışlardı. Muhafızlar-
dan ikisi ölmüştü, bedenleri hırpalanmış, boyunları kurt adamın
dişlerince kırılmıştı. Şaryon üzüntü hissetmediğini anlayınca şaşır-
dı, yalnızca onu şok eden sert bir tatmin duygusu vardı. Üçüncü
adam biraz uzakta yatıyordu, canlıydı ve inliyordu, yüzü ve başı
kırmızı izlerle doluydu. Süpürge saplan giysilerinden, sıska tüyler
gibi fırlıyordu. Simkin tepesinde dikiliyordu.
"Tosun," diye mırıldandı, hızlı bir tekme savurarak.
Adam inledi, kollanyla başını korudu. Burnunu çeken Simkin
havadan portakal rengi ipek parçasını çekti ve alnını kuruladı. "Ne
korkunç bir meydan kavgası," diye yorum yaptı. "Terliyorum."
"Sen!" Mosıah -eski şekline dönmüştü- kapıda bir oturmuş, bi-
73

ITİARGARft UJEİS & 1"R£İCY HıCKjnAn


raz önce şekline büründüğü kurt adam gibi soluyordu. Başındaki
kesik kanıyordu, yüzü kır, çamur ve terle kaplıydı, giysileri yırtıl-
mıştı. Bitkin durumda kapıya dayanarak nefesini düzenlemeye ça-
lıştı. "Ben hiç... böyle... büyü yaşamadım!" diye itiraf etti, içine ha-
va çekerek. Gözlerini kapatarak elini başına götürdü. "Başım... o
kadar dönüyor ki..."
"Duygu kısa süre sonra geçer," dedi Şaryon nazikçe. "Bu kadar
güçlü bir büyücü olduğun konusunda hiç fikrim yoktu," diye ekle- -
di Katalist, endişeli Andon'a boş teselli sözleri söylerken.
"Ben de bilmiyordum," dedi Mosiah huşu içimde. "Ben... bu
konuda düşündüğümü bile hatırlamıyorum. Yalnızca -Simkin bü-
yük, kıllı bir hayvan hakkında bir şey söyledi, sonra imge aklım-
daydı, sonra büyü içimi doldurdu! Çevredeki her şeyin Yaşamı içi-
me akıyor, içimde kabarıyor gibiydi. Yüz kat daha canlı hissettim!
Ve ben..."
"Ah, kime ne!" diye araya girdi Joram sabırsızca. "Kes sesini ar-
tık! Bu lanet yerden gitmemiz lazım!"
Mosiah aniden sustu, sözcüklerini yuttu. Tek kelime etmeden
ayağa kalktı, gözleri öfkeyle çakıyordu. Andon Joram'a hayretle
baktı. Utanan Simkin küçük bir melodi mırıldanmaya başladı. Yal-
nızca Şaryon arılayabiliyordu. O da keskin kıskançlık dişlerinin
onu kemırdiğini hissediyordu. O da Yaşam armağanı ile kutsanmış
olanları kıskanmanın nasıl bir şey olduğunu biliyordu.
Kimse konuşmadı, birbirlerine huzursuzluk içinde baktılar,
kimse ne yapacağından emin görünmüyordu. Her şey gerçekdışı,
hayal gibiydi. Alev alev batmakta olan güneş uzun, kırmızı par-
maklarını sokaklara uzattı. Alevler çirkin, tuğla konutların pencere
camlanndan yansıdı. Ölülerin donuk gözlerinde yandı. Demirha-
nede, bıçakların, mızrak uçlarının, ok uçlarının ve hançerlerin me-
tali üzerinde parlak parlak ışıldadı. Çok uzakta, köyün merkezinde

KARAKJLlÇin YAZGISI
bağırışların daha da yükseldiğini duyabiliyorlardı.
"Joram haklı," dedi Şaryon sonunda, hem burada, hem de baş-
ka bir yerde durduğu hissini silkinip atmaya çalışarak. "Güneş ba-
tıyor ve gece çökmeden gitmemiz lazım."
"Gitmek mı?" Andon gerçekliğe döndü, Katalist'e şaşkınlık için-
de baktı. "Ama gidemezsin, Peder! Dinle!" Kırışık, nazik yüz korku
içinde çarpıldı. "Barış dolu hayatımız sona erdi! Onlar..."
O anda, gongun gümleyen, öfkeli sesi duyuldu.
"Fenn!" diye haykırdı Andon, acı yüzünü çarpıtarak.
Gong dokuz kez gümledı, titreşimleri bedenleri ve zihinleri
sarstı. Şaryon şokun ayaklanndan yükseldiğini hissetti ve toprağın
öfke ile titrediğini sandı.
"Bu savaş demek," dedi Joram sertçe. "Ne taraftan, Simkin?"
"Bu taraftan, yan sokaktan," dedi Simkin işaret ederek. Her za-
manki havai tavn portakal rengi ipek parçası ile birlikte kaybol-
muştu. Koşarak uzaklaştı.
"Hadi! Ona ayak uydursak iyi olur!" diye uyardı Joram. "Onu
gözden kaybedeceğiz."
"Ancak şanslıysak," diye hırladı Mosiah. Aceleyle yaşlı adamla
el sıkıştı. "Hoşçakal, Andon. Her şey için teşekkür ederiz."
"Evet, teşekkür ederiz," dedi Joram kısaca, karanlık bakışları
demirhaneye giderek. Savaş sesleri yükselmiş, yaklaşmıştı. Son bir
bakıştan sonra Joram Mosiah ile birlikte yola koyuldu. Simkin'in
şekli alacakaranlıkta ancak görülebiliyordu, şapkasmdaki tüy hava-
da bir sancak gibi dalgalanıyordu. Yarı döndü. "Acele et, Şaryon!"
"Evet, siz gidin. Ben yetişirim," dedi Katalist, gitmeye gönülsüz,
kalmaktan korkarak. Andon neler hissettiğini anlar gibiydi.
Yaşlı adam solgun solgun gülümsedi. "Neden gittiğini biliyo-
rum ve sanınm karataşı bizden uzaklaştırdığın için minnettar ol-
malıyım. En azından bizi baştan çıkaramayacak " İçini çekti. "Ama
75

ITİARSARİÎ WEIS Sl 1"R£CY HlCKfflAn


senin gittiğini görmek beni üzüyor. Almin seninle yürüsün, Peder,"
dedi yumuşak bir sesle.
Şaryon takdise karşılık verecek oldu, ama sözcükler dudakları-
na gelmedi. Eski dünyada, ruhlarını karanlığın güçlerine satanlann
fiziksel olarak Tann'nm adını telaffuz edemedikleri söylenirdi.
"Katalist!" diye geldi Joram'm sinirli bağınşı.
Şaryon döndü ve tek bir kelime daha etmeden yaşlı adamın ya-
nından aynldı. Üstlerine alacakaranlık çökerken sokağın gölgeleri-
nin arasından geriye baktığında, Andon'un sokakta ölü adamlann
yanında, başı eğik, omuzlan çökük durduğunu gördü. Karabüyü-
cü'nün elleri gözlerine gitti ve Katalist adamm ağladığını anladı.

7
YABANTOPRAKLAR
Karabüyücülerin köyünü terk ettikten sonra Simkin arkadaşla-
rını gür çalılarla dolu, geniş yapraklı ağaçlarla örtülü bir vadiden
kuzeye götürdü. Alacakaranlık ağaçlann arasında hızla geceye doğ-
ru derinleşti ve Simkin'in tasviriyle, "şeytanın gözkapaklannın içi
kadar karanlık" oldu. Yoğun bitki örtüsünün arasında yürümek
güçleşti ve zaman zaman, imkansızlaştı. Joram karşı çıksa da, di-
ğerleri ışık gerektiği konusunda ısrar ettiler.
"Seslere bakılırsa, Blachloch'un adamlarının endişelenmesi ge-
reken başka şeyler olmalı," dedi Mosiah sertçe, karanlıkta dosdoğ-
ru bir katırtırnağı çalısına girdiğinden, bacaklarındaki dikenleri
ayıklayarak, "içimizden biri bileğini kırabilir ya da bir deliğe düşe-
bilir ve bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde tamamen kaybolabilir!
Ben meşale ışığı konusunda şansımı denemeyi tercih ederim."
"Meşale ışığıymış!" Simkin hıhladı. "Ne kadar ilkel düşünüyor-
sun, sevgili oğlum!"
Yeşil, parlak kanatlan olan dev pervaneler havada belirdi. Tepe-
lerinde uçuşan, parlak pervaneler şaşırtıcı uzaklıklan aydınlatan sı-
cak, yumuşak bir ışık yaydı.
Ne yazık ki, içinde yolculuk ettikleri vahşi, ürkütücü ormana
bir bakış fırlatan Şaryon, karanlıkta sendeleyerek yürüdüğü zama-
na göre çok daha fazla korktu.
77

[ÜARCARft IUEIS fj TRACY HlCKJTlAn


Keskin dikenli çalıları aniden bir bataklıkla sona erene kadar sel
yatağında yürümeye devam ettiler. Dev ağaçlar yoğun bir sisin ara-
sında yükseliyordu; kökleri -su tarafından ortaya çıkarılmıştı- par-
layan pervanelerin ışığında pençeye benziyordu. Bunu görünce
Simkin durmalarını söyledi.
"Soldaki yüksek zemini takip edin," dedi, en öndeki yerinden.
Elini belirsizce salladı. "İçine düşmeyin. Bu şeytani havuzda pis bir
tür çamur vardır. Sizi yakalar ve bırakmaz.
"Gün doğana kadar denemesek daha iyi olur," dedi Joram bit-
kinlik içinde ve aniden Saryon'un aklına, genç adamın yorgunluk-
tan düşmek üzere olabileceği geldi. Katalist de kemiklerine kadar
yorgundu, ama en azından gündüz biraz dinlenme fırsatı bulmuş-
tu.
"Kuşkusuz," dedi Simkin omuzlarını silkerek. "Geceleyin her-
hangi bir şeyin bizi çerez yapacağını sanmıyorum" diye ekledi
uğursuzca.
"Aldıramayacak kadar yorgunum," diye mırıldandı Joram.
Tekrar vadiye döndüler ve geceyi geçirmek üzere biraz kuru bir
yer buldular. Karakılıç'ı çıkaran Joram onu donmuş yere koydu,
sonra yanında kendine bir yatak hazırladı. Uzandı, bitkinlik içinde
içini çekti, elini kılıcın üzerine koydu ve gözlerini kapattı.
"Simkin, ne tarafa gidiyoruz biz?" diye sordu Mosiah fısıldaya-
rak.
Uyanan Joram onlara baktı. "Merilon," dedi. Bir sonraki an de-
rin bir uykuya dalmıştı.
Mosiah Saryon'a baktı, Şaryon başını salladı.
"Ben de bundan korkuyordum. Bundan vazgeçirmemiz lazım.
Joram Merilon'a gitmemeli!" Katalist bunu defalarca tekrarladı. Elle-
rini cüppesinin yıpranmış kumaşına sürtüp duruyordu.
Mosiah huzursuzca kıpırdandı, ama bir şey söylemedi.
78

KARAKJLİÇin YAZGISI
Şaryon içini çekti. Bu müttefikten yardım bekleyemezdi. Şimdi
fark ediyordu -tek müttefikiydi o.
Katalist, Mosiah'ın kafasında onunla hemfikir olduğunu biliyor-
du ama bu konuda dilini tutmaya kararlıydı. Mosiah da Güzel Me-
rilon'u görmeye can atıyordu -masalsı, büyülü rüyalar şehrini.
Şaryon yine içini çekti ve Mosiah'm yüzünün gerildiğini gördü;
Katalist'in konuyu tekrar açmasından korktuğu açıktı.
Ama Şaryon konuyu açmadı. Sessiz kaldı, endişeyle çevresine
bakındı, tüm korkulan ve yabana karşı hissettiği dehşet geri dön-
müştü.
"İyi geceler, Peder," dedi Mosiah utangaçça, elini Saryon'un
omzuna koyarak. "Sabahleyin Joram ile tartışmana yardım ederim,
ama bir işe yarayacağını sanmıyorum."
Gidip soğuk zemine uzandı, ısınmak için Joram'a sokuldu. Da-
kikalar içinde o da uykuya dalmıştı -masum gençliğin uykusunu
uyuyordu. Katalist ona hüzünlü bir kıskançlık içinde baktı. Sonra
Simkin pervaneleri gönderdi ve gece döndü. Karanlık pençeli ağaç-
lardan dışan sürünüyor, her şeyi görünmez kılıyor gibiydi. Şaryon
soğuk havada titredi.
"Ben nöbet tutanm," diye teklifte bulundu Simkin. "Tüm gün
uyudum ve o tosunu pataklamak kanımı harekete geçirdi. Kel ka-
fanı yatağa koy, Peder."
Şaryon yorgundu, o kadar yorgundu ki uykunun onu altetme-
sini, tekrar tekrar zihninde dönen düşüncelerden değirmeni dur-
durmasını umuyordu. Ama ormanın dehşeti ve Joram'm "Merilon"
diyen sesi Katalist'in beynine akıyor, değirmenin dönmeye devam
etmesine sebep oluyordu.
Yaklaşan gecenin acı rüzgârları inatla ağaca asılı kalmış birkaç
yaprağı hışırdattı. Cüppesine sarman Şaryon gittikçe büyüyen kas-
vet ve ümitsizlik duygularından silkinmeye çalıştı. Kendi kendisine
74

İTİAReARft UJEİS & ÎRÜCY HıcıcniAn


bunun sebebinin, yorgunluk ve Savaşbüyücüsü'nün ölümü karşı-
sında duyduğu, yavaş yavaş zihninden solmakta olan korku oldu-
ğunu söylüyordu.
Ama başaramıyordu ve şimdi Joram'm açıkladığı karar her şeyi
daha da zor kılmıştı.
Şaryon soğuk ve korku ile titreyerek, huzursuzca kıpırdandı.
En ufak ses bile dehşet içinde büzülmesine sebep oluyordu. Gölge-
lerin içinden ona bakan şeyler gözler miydi? Korku içinde doğru-
lup oturdu, vahşice çevresine bakmarak Simkin'i aradı. Genç adam
huzur içinde bir ağaç kütüğüne oturmuştu. Şaryon Simkin'in göz-
lerinin karanlıkta bir hayvanın gözleri gibi parladığını gördüğünü
hayal etti, sanki onu eğlenerek seyrediyormuş gibiydiler. Katalist I
tekrar cüppesinin içinde büzüldü, gözlerini geceye karşı kapattı ve
ertesi gün Joram'a söylemeyi planladığı sözleri tekrarlayarak zihni-
ni korkusundan ve soğuktan uzaklaştırmaya çalıştı.
Zaman içinde tekerlek boğuldu ve dönmeyi bıraktı. Katalist kâ-
bus dolu, huzursuz bir uykuya daldı. Eli şüphelerini gidermek is-
tercesine boynuna asılı karataşa gitti ve uykulu uykulu, görünüşe
göre cevherin gücünün işe yaradığını fark etti.
Piskopos Vanya onunla iletişim kurmamıştı.
Şaryon ertesi gün kaskatı kesilmiş, ağrılar içinde uyandı. Aç ol
mamasına rağmen, kendisini yemek yemeye zorladı. "Joram," dedi
gönülsüzce, mekanik olarak bayat ekmeği çiğneyip yutarak, "ko-
nuşmamız gerek." (>l»
"Kendini hazırla, dostum," dedi Simkin neşeyle. "Peder Oyun-
bozan seni Merilon'a gitmekten vazgeçirmeye çalışacak."
joram'm yüzü karardı, yüz ifadesi sertleşti ve Şaryon haşan
Simkm'e sinirli bir bakış fırlattı. Simkin masumca gülümsedi ve eğ-
lencenin tadını çıkarmak üzere bacaklarını çaprazlayarak kütüğüne

KARfsKJLlÇln YAZGISI
oturdu.
"Piskopos Vanya senin Merilon'a gitmeni bekliyor olacak, Jo-
rartı," dedi Şaryon. "Anja'dan ve onun sana Merilon'da ün ve servet
bulacağını söz verdiğinden haberi var. Bekliyor olacak, Duuk-tsa-
rithler de öyle!"
Joram sessizlik içinde dinledi, sonra omuzlarını silkti. "Duuk-
isarithler her yerde var," dedi serinkanlılıkla. "Nereye gidersem gi-
deyim, tehlike içindeyim gibi görünüyor. Bu doğru değil mi?"
Şaryon bunu inkâr edemezdi.
"O zaman, Merilon'a gideceğim," dedi Joram sakinlik içinde.
"Anneme göre doğum hakkım o şehirde ve ben de bunu talep et-
meye kararlıyım."
Ah, keşke sözlerinin gerçekte ne anlama geldiğini buseydin, di-
ye düşündü Şaryon acı acı. Sen zavallı, aldanmış bir kızın ve onun
talihsiz âşığının gaynmeşru oğlu değilsin. Kızlannı reddeden, onu
on yedi yıl önce kapılanndan çeviren bir aileden hak talep etmek
için, bir dilenci gibi gitmene gerek yok.
Hayır. Bir prens gibi dönebilirsin. İmparatoriçe annen gözyaşla-
rına boğulsun diye, İmparator baban seni kollarına alsın diye...
Ölüme mahkûm edilesin, Duuk-tsarithkr tarafından dünyanın
büyüyle korunan, sislere bürünmüş kenarlarına, Thimhallan Sınır-
lan'na götürülesin ve orada dışan anlasın diye.
"Bu talihsizin ruhu Ölü." Şaryon Piskopos Vanya'mn sesinin so-
ğuk, nemli sisin içinde yankılandığını hayal etti. "Şimdi fiziksel be-
den ruha katılsın ve bu sefil varlığa tek kurtuluş şansını versin."
Joram'a gerçeği söylemeliyim, diye düşündü Şaryon ümitsizlik
içinde. Kuşkusuz bu onu gitmekten vazgeçirir!
"Joram," dedi. Yüreği öyle atıyordu ki, zar zor konuşabiliyordu.
Joram, sana söylemem gereken bir şey..."
Ama Katalist'in mantığı araya girdi.
81
ITlflReARJÎ UİEİS S[ 1"RACY HiCKjnAn
Hadi, dedi ona beyni. Joram'a lmparator'un oğlu olduğunu söy-
le. Ona gidip Merilon Prensi unvanı üzerinde hak iddia edebilece-
ğini söyle. Bu onu oraya gitmekten vazgeçirecek, öyle mi? Böyle bir
haberi sen alsan gideceğin ilk yer neresi olurdu?
"Eh, şimdi ne var, Katalist?" dedi Joram sabırsızca. "Eğer söyle- |
yecek bir şeyin varsa, kendi kendine mırıldanmayı bırak ve söyle.
Ama seni uyarıyorum, nefesini boşa harcıyorsun. Kararımı verdim,
Merilon'a gidiyorum ve senin hiçbir sözün bunu değiştiremez!"
Evet', haklı, diye düşündü Şaryon. Sözlerine engel oldu, onlan
acı ilaç gibi yuttu.
Ve Merilon'a doğru yollarına devam ettiler.
Şaryonun hatırlayabildiği kadarıyla, takip eden beş gün hayatı-
nın en sefil günleriydi. Bataklığı geçmek üç günlerini aldı. Bataklı-
ğın kokusu midelerinin bulanmasına sebep oluyor, ağızlarında yağ-
lı bir tat bırakıyor, iştahlarını tamamen öldürüyordu. Ama tatlı su
eksikliği hissetmiyorlardı -çocuklar bile bu basit büyüyü yapabilir-
di- ama bataklığın çürük kokusu suyun tadının acı ve bozuk gel-
mesine sebep oluyordu. Ne kadar su içerlerse içsinler, 'susuzlukla-
rı asla geçmiyordu. Ve büyü bile ıslak odunlan yakacak bir ateş ya-
ratamıyordu. Güneşi hiç görmüyorlar, hiç ısınmıyorlardı. Bitmek
tükenmek bilmez sisin dokunaçları çevrelerinde kıvranıyor, hayal
güçlerini harekete geçiriyordu. Sisin içinde hiçbir şey maddeleşmi-
yordu, ama izlendikleri izlenimi altındaydılar. Bu, Sımkin'in kor-
kutucu imalarını daha da kötü kılıyordu.
"Niye burnunu çekip duruyorsun?" diye sordu Mosiah aksi ak- İ
si, Simkın'in ardından çimlerin içinde bata çıka ilerlerken. "Gittiği-
miz yöne koklayarak karar verdiğini söyleme!"
"Yön değil. Yol," diye düzeltti Sımkm.
"Ah, hadi ama! Yolu kokusundan nasıl ayın edebilirsin7 Ve bu
82

KARAKJLIÇin YAEGİSİ
hprbat yerde nasıl olurda çürük kokusundan başka koku alırsın?"

Mosiah bitkin Katalist'in yetişmesini beklemek üzere durdu.


"Kokladıgım yol değil, önümüzdeki patikayı neyin yaptığı," de-
di Sımkin. "Görüyorsun, buralarda yetiştirildiğinden, onun yanlış
bir adım atıp kendini bataklıkta kaybedeceğini sanmıyorum. Hem,
her zaman söylerim, pişman olacağına ihtiyatlı ol."
"O mu? Hangi O? Neden bir O'yu takip ediyoruz?" diye sorma-
ya başladı Mosiah dehşet içinde, ama Simkin elini arkadaşının ağ-
zına kapattı.
"Hadi, hadi. Endişelenme. O genellikle gündüzleri derin derin
uyur. Geceleyin kendini bitkin düşürür -dişleriyle ve o büyük, çir-
kin pençeleriyle onca yırtıp parçalama falan. Kel birilerine O'ndan
bahsetme," diye mırıldandı Mosiah'm kulağına. "Yeterince endişeli
zaten. Hiçbir işe yaramaz."
Ve sanki bu dehşet verici imalar yeterince kötü değilmiş gibi,
'rehberleri zaman zaman alarm da veriyordu.
"Bakın! Ünümüzde!" diye haykırdı Simkin, Mosiah'ı yakalayıp
her tarafı titreyerek ona tutunurken.
"Ne?" Mosiah'm yüreği boğazına sıçradı, 'büyük, çirkin pençe-
ler' ifadesi zihninde silinemez bir izlenim bırakmıştı.
"İşte! Onu görmüyor musun?"
"Hayır..."
"Bak! O gözler! Altısı birden! Ah, şimdi gitti." Simkin rahatlaya-
rak derin bir nefes aldı. Portakal rengi ipek parçasını çıkararak al-

nını sildi. "Şanlıyız. Rüzgâr ters yönde esiyor olmalı. Neyse ki onun
koku duyusu pek keskin değildir. Yoksa işitme mıydı? Hep karış-
tırıyorum..."
Ya o nereye gittiğini biliyordu, ya da rehberleri, çünkü sonun-
da bataklığın sonuna güven içinde ulaştılar ve kapalı bir kanyonun
dibinde bataklıktan çıktılar. Sonunda o korkunç yerden çıktıkları
83

AR£AR£Î U/ETS & ÎKACY HlCKJTIAn

ve pis kokusundan uzaklaştıkları için o kadar minnet doluydular


ki, tepelerinde yükselen kayalık, dik yamaca tırmanma fikri hepsi-
ne çekici geldi. Patika açıkça belliydi -Mosiah bilgece Simkin'e pa-
tikayı neyin ya da kimin yaptığını sormaktan kaçındı- ve başta pa-
tikayı takip etmek güç değildi. Soğuk ve kuru havayı solumak, gü-
neş ışığını bir kez daha yüzlerinde hissetmek enerjilerini arttırdı.
Katalıst bile neşelendi ve diğerlerine ayak uydurdu.
Ama ilerledikçe patika belirsizleştı ve dikleşti. m
İki gün düşmüş kayalann üzerinde çabaladıktan, defalarca gel-
dikleri yolu, patikayı bulmak için döndükten, rüzgârın süpürdüğü,
açığa çıkmış çıkıntıların üzerinde uyuduktan sonra Şaryon o kadar
yorulmuştu ki, zamanının yarısında uyurgezer gibi yürüyor, pati-
kadan ayrılıp düştüğü ya da Mosiah'm elini omzunda hissettiği za-
man uyanıyordu. Ancak aklını yürümeye vererek ilerlemeye devam
edebiliyordu -bir ayağını diğerinin önüne koymaya verdiği ve so-
ğuğu, bedeninin ve zihninin çektiği acıyı dışanda tuttuğu zaman.
Bu durumda, diğerleri dinlenmek için durduğunda sık sık yürüme-
ye devam etti ve onu yakalayıp geri getirdikleri zaman yere yığıldı,
başını dizlerinin üzerine koydu ve hâlâ yürüdüğünü gördü rüya-
sında.
Ama zaman içinde egzersiz ve temiz hava Katalist'e uzun za-
mandır ihtiyaç duyduğu^şeyi verdi -derin uykuyla geçen geceler,
öyle derin ki ölen Savaşbüyücüsü'nün anısı ya da tutulmuş kasları-
nın ağrıması bile uykusunu bölemiyordu. Bir sabah, yolculukları-
nın beşinci gününde, kafası net ve eklemlerindeki katılık ve yerde
yatmaktan dolayı sırtında oluşan ağrı dışında, sıradışı bir şekilde
tazelenmiş bir şekilde uyandı.
O zaman yanlış yöne gitmekte olduklarını fark etti.
84

8
AÇIKLIK
Şimdi yamaçların tepesindeydiler, yoğun, alçalıp yükselen or-
manlıklara bakıyorlardı. Yürürlerken doğrudan gözlerine parlama-
sı gereken sabah güneşi sağlannda yükseliyordu.
Neredeyse kuzeye, Sharakan'a yönelmişiz, diye düşündü Şar-
yon. Eğer hedefleri hâlâ orasıysa, Merilon doğuda kalmış olmalıy-
dı. Bir şey söylemeli miyim, diye kaygılandı huzursuzca. Belki Jo-
ram'ın aklı başına gelmiştir, fikrini değiştirmiştir ve Merilon'a git-
memeye karar vermiştir. Belki de bize haksız olduğunu itiraf ede-
meyecek kadar gururludur. Ya da belki de, kararı vermiş, diğerleri
ile tanışmıştır, ama ben dikkat edemeyecek kadar yorgunumdur.
Şaryon genç adamların yön değişimi konusunda konuşup konuş-
madıklarını hatırlamaya çalıştı, ama bitkinliği o kadar yoğundu ki,
son birkaç güne ilişkin anılan belirsiz ve çarpıktı.
Aptal görünmektense, konudan bahsetmemeye karar verdi Ka-
talist. Durumu açıklayacak bir şey olmasını umuyordu. Simkin on-
ları yamaçlardan aşağı, ormana indirdi. Başta hepsi bataklığa değil,
yoğun bir ormana indiklerini gördükleri için memnundular. Ama
ormana girdikten sonra kendilerini daha az neşeli hissettiler. Mev-
sim kış olmasına rağmen ağaçlar anlaşılmaz bir şekilde yapraklan-
nı korumuşlardı. Hastalıklı bir kahverengi olan yapraklar çürük
kokuyordu. Takip ettikleri patika, uzun ağaçlann gövdelerine sarı-
85

ITlARCARft UJEİS Qr 1"RACY HıcıonAn


lan, yollarını kapatan geniş yapraklı bir sarmaşıkla kesilmişti.
"Bu bitkide bir şey vardı... Ama ne olduğunu hatırlayamıyo-
rum," diye düşündü Sımkin, sarmaşığa bakarak. "Belki de yenebi-
liyordur..."
Mosiah ihtiyatla sarmaşığın dolaşık dallarının arasına bastı.
Yaprakları hemen bileklerine sarıldı, genç adamın takılmasına, ka-
faüstü dalların arasına düşmesine sebep oldu.
"İmdat!" diye bağırdı Mosiah vahşice. Uzun dikenler belirdi,
etine battı ve Mosiah acı içinde haykırmaya başladı. Karakılıç'ı çe-
ken Joram bitkinin içine daldı ve kılıcıyla kesme başladı. Kılıcın
dokunuşu ile sarmaşığın yaprakları kıvnldı ve karardı. Sarmaşık
-gözle görülür bir gönülsüzlükle- kurbanını bıraktı. Kanlar içinde-
ki, ama bunun dışında zarar görmemiş Mosiahı dışan sürüklediler.
"Kanımı emiyordu!" dedi Mosiah ürpererek ve bitkiye dehşet
içinde bakarak.
"Ah, unutmuşum," dedi Simkin. "Kij sarmaşığı. Bizi yenilebilir
sayıyor. Eh, yiyecekle ilgili bir şey olduğunu biliyordum," diye ek-
ledi kendini savunurcasma, Mosiah ona dik dik bakınca.
Yürümeye devam ettiler. Joram önden gidiyor, Karakılıç'la yol
açıyordu.
Şaryon, planlannm ne olduğuna ilişkin bir ipucu yakalamayı
umarak genç adamı dikkatle izledi. Joram ile Mosiah Simkin'in reh-
berliğini kabul etmekten memnun görünüyorlardı ve endişesizce
onun Kir ve Pislik ya da Çamur ve Gübre giysilerini takip ediyorlar-
dı. Simkin onları güvenle, her nereye gidiyorsa götürüyor, asla te-
reddüt etmiyor, asla kaybolmuş gibi görünmüyordu. Bulduğu, Kij
sarmaşıklarından labirent arasında kıvrılan patikalann takip edil-
mesi kolaydı -aşın kolay. Mosiah birden fazla kez, yolu işaretlemek
için özel bir şekilde üstüste yığılmış kemiklere işaret etti. Donmuş
çamurun üzerinde atadam izleri görülebiliyordu. Bir seferinde, sar-
8(>

KARAKjuçın YAEGİSİ
aSıklann dümdüz olduğu, pek çok yüksek ağacın ince dallar gibi
kınldı& bir yere geldiler.
"Bir dev," dedi Simkin. "O geçerken buralarda olmamamız iyi
bir şey- C°k ze^ değiller, biliyorsunuz ve -tehlikeli olmasalar da-

insanlarla oynamaya bayılırlar. Ne yazık ki, oyuncaklarını kırmak


gibi kötü bir huyları var."
Ağaçlar içinde bir açıklığa geldikleri ve güneşin görülebildiği
her seferinde, Şaryon hâlâ kuzeye gittiklerini gördü. Ve hiçkimse
tek kelime etmedi.
Belki de Joram ile Mosiah'm Merilon'un nerede olduğuna iliş-
kin en ufak bir fikri bile yoktur, diye düşündü Katalist. Her ikisi de
Yabantopraklar'm kıyılannda, bir Tarla Şekillendiricisi köyünde
yetiştiler. Joram okuyabiliyor, Anja'nın öğrettiği bir beceri. Ama
dünyanın haritasını hiç gördü mü? Simkin'e tam olarak güveniyor
mu?
Buna inanmak güçtü -Joram hiçkimseye inanmazdı. Ama Şar-
yon ne kadar izleyip dinlediyse, durumun bu olduğuna o denli
inandı. Konuşmalan hep Merilon üzerineydi.
Mosiah, büyü düzlükleri üzennde yüzen kristal şehre ilişkin ço-
cukluk hikâyeleri anlatıyordu. Simkin onlan, saray yaşamına iliş-
kin inanılması güç hikâyelerle eğlendiriyordu. Konuşkan bir ruh
haline girdiği nadir zamanlarda, Joram kendi hikayeleriyle, An-
ja'dan duyduğu hikâyelerle katkıda bulunuyordu.
Merilon'da uzun yıllar yaşayan Şaryon, Anja'nın hikâyeleri ile
duygulandı. İçlerinde -bir sürgünün anılan- Katalist'in gözlerinin
önüne şehre ilişkin imgeler getiren bir hüzün, bir dokunaklılık var-
dı. İçlerinde tanıdığı Menlon'u görüyordu, Mosiah'm peri masalla-
rından ve Sımkin'in uydurduğu şeylerden farklıydı bunlar.
Ama eğer Joram fiknnı değiştirmediyse, Simkm neden onlan
yanlış yöne götürüyordu?
87

rTİAR£AR£Î UİEİS & tRACY HlCKjnAn


Katalist, ormanda arkasından yürürlerken bir kez daha Simkiı
inceledi ve oyununun ne olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Ve Sa
yon daha önceki gibi, yenik düştüğünü itiraf etmek zorunda kald
Genç adamın oyunundan elinde hangi kartlar olduğu tahmin ed!
lemiyordu ve Katalist Simkin'in havadan kozlar çektiğini ken
gözlerle görmüştü.
Diğer ikisinden daha büyük olan, muhtemelen yirmilerinin
başlannda olan (ama kolayca on dörtten yetmişe kadar herhangi
bir yaşta samlabilirdi) Sımkm başhbaşma bir gizemdi. Giysilerini
değiştirdiği sıklıkta geçmişine ilişkin hikâyeleri değiştiren bir
adamdı, büyünün damarlannda şarap gibi kıvılcımlandığı bir
adamdı, insanı savunmasız bırakan bir cazibeye, tuhaf yalanlara ve
hayatta, ölüm dahil her şeye karşı saygısız bir tavra sahip bir adam-
dı. Simkin herkes tarafından sevilirdi, ama kimse ona güvenmezdi.
"Onu kimse ciddiye almıyor," dedi Şaryon kendi kendine. "Ve
bundan pişman olup da yaşayan birkaç kişi vardır herhalde -yanı
şanshysa." Bu rahatsız edici düşünce Katahst'in karannı vermesini
sağladı.
"Merilon'a gitme fikrini tekrar düşündüğün için minnettanm,
Joram," dedi Şaryon bir gün sessizce, öğle yemeği için durduklann-
da.
"Tekrar düşünmedim,» dedi Joram, bakışlan ani bir şüphe ile
Katalist üzerinde odaklanarak.
"O zaman, yanlış yöne gidiyoruz," dedi Şaryon ciddiyetle. "Ku-
zeye, Sharakan'a doğru gidiyoruz. Merilon doğuda kalıyor. Döner-
sek..."
"...doğrudan Peri Kraliçesi'nin âlemine dalarız," diye araya gir-
di Simkin. "Belki de çılecı dostumuzun onun parfümlü yatağına
dönmek gibi hayalleri vardır..."
"Hayır, yok!" diye terslendi Şaryon, yüzü -ve itiraf etmeli ki ka-
88

KARAKJLIÇin YAZGISI
__ vahşi, güzel, yarı çıplak Elspeth'in anısı ile yanmaya başlarken.
"İstersen doğuya dönebiliriz, ey frijit Peder," diye devam etti
Simkin, aldırışsızca ağaçların tepelerine bakarak. "Seni o kadar ke-
yif aldığın bataklığa götürecek bir patika var, çok uzakta değil. Se-
ni zaman içinde mantar halkalarına götürür ve yolda, o vahşi yara-
tıklara ait çarpıcı manzara sunmak üzere atadam ülkesinin derin-
liklerinden geçer -elbette, onlar gözlerini kafatasmdan çıkarmadan
önce kısa bir bakış atabilirsin ancak. Bundan sonra hayatta kalır-
san, ejder yuvalarına, ateş püsküren canavarların magaralanna, as-
lan başlı ejderlerin yuvalarına, kanatlı ejderlerin konutlanna ve
devlerin barakalarına ek geziler yaparsın, yarı keçi yan insan yara-
tıklan ve başka canavarcıklan da unutmamak lazım..."
"Daha güvenli olduğu için bizi bu yoldan götürdüğünü söyle-
meye çalışıyorsun," dedi Mosiah sabırsızca.
"Elbette," diye yanıt verdi Simkin, incinmiş görünerek. "Yürü-
mekten ya da sizin yol arkadaşlığınızdan, bu yolculuğu uzatmak is-
teyecek kadar hoşlanmıyorum, sevgili oğlum. Korkunç yaratıklann
çoğunun çevresinde yaşadığı ırmaktan kaçınarak çizmelerimizin
derilerini aşmdınyoruz, ama kendi derilerimizi kurtanyoruz. Ya-
bantopraklar'ın kuzey sınmna ulaştığımızda doğuya döneceğiz."
İnanılır görünüyordu, Mosiah bile kabul etti bunu ve Şaryon
başka itirazda bulunmadı. Ama yine de şüpheleri vardı. Joram'm
bunun farkında mı olduğunu, yoksa körcesine Simkin'i takip mi et-
tiğini de merak ediyordu.
Her zamanki huyuyla, suskun genç adam hiçbir şey söylemedi,
sessizliği bunu Simkin'le daha önceden planladığını ima ediyordu.
Ama Şaryon, Simkin'i ilk sorguladığında karanlık gözlerde kısa bir
korku pınltısı gördü ve Joram'ın, deyişteki gibi gözleri açık uyudu-
ğunu tahmin etti. Ve Simkin konuştuğunda Joram'm ağzının geril-
mesi, Şaryona bunun bir daha olmayacağını gösterdi.
89

rtİARCARft U7EİS £f ÎRACY HıcıonAn


Ormanın derinliklerine doğru yollarına devam ettiler ve Yaban-
topraklar'daki yedinci günlerinde hepsinin ruh hali kararmaya baş-
ladı. Sanki burayı aydmlatamayacak kadar karanlık ve kasvetli bul-
muş gibi, güneş de onları terk etti. Geceleri zifiri karanlığa dönen
taş grisi göklerin altında günler boyunca yolculuk yapmak, grubun
üzerine koyu bir sis gibi çöktü.
Agaçlann sonu yok gibi görünüyordu ve katil Kij sarmaşıkları
her yerdeydi. Hayvan sesi duyulmuyordu; etobur bitkilerin arasın-
da hiçbir şeyin fazla uzun yaşamadığı muhakkaktı. Ama her adam
izlendiğini hissediyor, devamlı omzunun üzerinden bakıyor ya da
orada olmayan bir şeyle yüzleşmek için hızla arkasına dönüyordu.
Artık Merilon hikâyeleri anlatılmıyordu. Gerekmedikçe kimse
konuşmuyordu. Joram sessiz ve somurtkandı, Simkin çekilmez ol-
muştu, Şaryon korkmuş ve mutsuzdu, Mosiah ise Simkin'e öfkeliy-
di. Herkes bitkindi, ayakları şişmiş ve endişeliydiler. Geceleyin çift-
ler halinde nöbet tutuyorlar, korkuyla karanlıklara bakıyorlardı.
Karanlık da bakışlarına yanıt veriyor gibiydi.
Günler birbirini izledi. Ağaçlıklar bitmek tükenmek bilmiyor-
du; Kij sarmaşıkları eti delip kan içmek için hiçbir fırsatı kaçırmı-
yordu. Şaryon yorgun argın, başı eğik patikada yürüyor, nereye git-
tiğine bakmaya bile zahmet etmiyordu. Umrunda da değildi, çün-
kü bakacağı her yer, zaten görmüş olduğu yerlere benzeyecekti.
Aniden Mosiah -Saryon'un önünde yürüyordu- yerinde durdu.
"Peder!" dedi alçak sesle, Saryon'un kolunu tutup onu yakma
çekerek.
"Ne oldu?" Saryon'un başı hızla kalktı, korku damarlarında ür-
perdi.
"İşte!" Mosiah işaret etti. "Önümüzde. O şeye benzemiyor
mu... güneş ışığına?"
Şaryon bakakaldı. Yanma gelen Joram da ileriye baktı.
90

KARAKjUÇin YAZGISI
revrelerinde yüksek ağaçlar duruyordu. Altlarında Kij sarma-
kları sürünüyordu. Üstlerinde, gökyüzü kasvetli, donuk bir gri
nkteydi. Ama ileride, çok uzak olmayan bir yerde -belki sekiz
üz metre ötede- ağaç gövdelerinin arasından sızan, sıcak, sarı bir
ışlğa benzeyen şeyi görebiliyorlardı.
"Sanırım haklısın," dedi Şaryon yumuşak bir sesle, sanki yük-
sek sesle konuşmak görüntüyü yok edecekmiş gibi. O ana kadar
güneş ışığı™ görmeyi, onun sıcaklığının kemiklerindeki soğukluğu
gidermesini hissetmeyi ne kadar özlediğini fark etmemişti. Sim-
kin'e baktı. "O nedir?" diye sordu, ileriye işaret ederek. "Bu berbat
ormanın sonuna ulaştık mı?"
"Ah," dedi Simkin, huzursuz görünerek. "Çok emin değilim. En
iyisi bırakın, kontrol edeyim." Ve kimse onu durduramadarı pele-
rini, çizmeleri, şapkası ve tüyü ile tamamen yok oldu.
"Biliyordum!" dedi Mosiah sertçe. "Yolu kaybetti ve itiraf etmi-
yor! Eh, fark etmez. Bu korkunç ormanda bir dakika daha bekle-
meyeceğim."
O ve Joram sertçe, yenilenmiş bir çabayla Kij sarmaşıklarını bi-
çerek ileriye fırladı. Şaryon da arkalanndan seyirtti.
Yaklaştıkça ışık daha parlak oldu. Gün ortasıydı, güneş zirve-
sinde olmalıydı ve Katalist özlemle sıcaklığı, ışığı, bu bunaltıcı
ağaçlan' ve kan emen bitkileri arkada bırakmayı düşündü. Yaklaş-
tıklannda, hoş bir ses duydular -kayalann üzerinde şıpırdayan ta-
ze suyun sesi. Taze suyun olduğu yerde, taze meyveler de olabilir-
di; meyveler, kabuklu yemişler -beceriksizce yaratılmış, tatsız ek-
mek yok, Kij sarmaşığı gibi kokan su yok.
İhtiyatı rüzgâra bırakan grup, artık bir şeyin ya da birisinin on-
ları izlemesi ihtimaline aldırmadan, hızla ilerledi. Şaryon bir kez
daha güneş ışığını yüzünde hissetmek için hayatını verebileceğine
inanıyordu.
91

ITİAReARft IUEIS & TRACY HlCKJÜAn


Ağaçların arasından fırlayan adamlar durdular ve hayranlık
içinde baktılar.
Güneş bulutsuz gökyüzünden, ormanın oluşturduğu sayvan-
dan aşağı işiyordu. Yüksek bir yamaçtan dökülen mavi suların üze-
rinde kıvılcımlanıyor, sığ bir çayın dalgalarında dans ediyordu. Kö-
püren bir havuzun buhannda gökkuşakları oluşturuyordu. Uzun
çimenler ve tatlı çiçeklerle dolu bir açıklığı aydınlatıyordu.
"Almm'e şükürler olsun," diye soluklandı Katalist.
"Hayır, bekleyin!" Simkin aniden, yoktan var oluverdi. "İçine
girmeyin. Bunun burada olmaması gerekiyordu."
"Demek burada olmaması gerekiyordu!" diye mırıldandı Mosi-
ah tembel tembel.
Üçü, Mosiah, Joram ve Şaryon yüksek otların arasında uzanmış,
onların sıcaklığının, tatlı kokusunun tadını çıkarıyorlardı. Sıcak ça-
yın kenarında dizili çalılarda buldukları lezzetli meyvelerle karınla-
rını doyurmuşlardı.
"Bana sorarsanız, burası Simkin'den daha gerçek görünüyor!"
Simkin açıklığa girmelerine bile karşı çıkmış olmasına rağmen
-"Size söylüyorum, buraya geldiğim son seferde açıklık yoktu"- di-
ğer üçü o gece orada kamp kurmaya karar vermişlerdi.
"Dikkatli oluruz!" dedi Joram sabırsızca, Simkin'in belirsiz ima-
lan tahammül edilemez derecede aptalca olunca. "Aslında bu çi-
menler daha güvenli. Bu açıklığa giren her şeyi bize ulaşmadan gö-
rürüz!"
Simkin somurtkan bir sessizliğe gömüldü. Güneşle aydınlanmış
açıklığa girerken diğerlerini takip etti ve sıkkın sıkkın çiçeklerin
başlannı koparmaya başladı. Diğerleri çağlayandaki serin sudan ka-
na kana içtiler, sıcak çayda banyo yaptılar ve meyvelerden yediler.
Sonra battaniyelerini açıklığın kenanndaki dev bir ağacın altına
92

KiiRiiKJLİÇin YAZGISI
Hiler, yüksek otların üzerinde uzandılar. Sıcak bir yoldaşlık duy-
gusu hepsim sardı.
Ama Simkin zamanını huzursuzca, çevreyi kolaçan ederek ge-
iriyordu. Otların içinde kıpırdandı, kalkıp kalkıp ağaçların arası-
nl gözetledi, giysilerini bir cırtlak renkten diğerine değiştirip dur-
du.
"Görmezden gel," dedi Mosiah, Saryon'un genç adamı yüzünde
endişeli bir ifade ile izlediğini görünce.
"Tuhaf davranıyor," dedi Şaryon.
"Ne zamandan beri bu seni şaşırtıyor!" diye terslendi Mosiah.
"Bize Merilon'u anlat, Peder. Orada yaşamış olan sensin ve tek bir
kelime etmedin. Oraya gitmemizi pek onaylamadığını biliyo-
rum..."
"Biliyorum. Simkin kadar kötü somurtuyordum." Şaryon gü-
lümsedi. Rahatlamış ve bitkin hissederek, uzun uzun, hatırladığı
Merilon'u anlatmaya başladı -knstal Katedral'in güzelliğini ve şeh-
rin harikalarını anlattı. Büyünün kanatlarında uçan dev sincaplann
ya da tavuslann ya da kuğuların çektiği, asil yolcularını bulutların
arasına, İmparator'un kristal sarayında günlük görünüşlerini yap-
maları için yükselen süslü arabaları tasvir etti. Merlyn'in, halkını bu
dünyaya getiren büyük sihirbazın mezarının durduğu Koruluk'u
anlattı. Büyülü günbatımlanndan, her zaman bahar ya da yaz olan
havadan, havayı güzel kokularla doldurmak için gökten gül yap-
rakları yağan günlerden bahsetti.
Mosiah bir ağaca yaslanmış, ağzı bir kanş açık, dinliyordu. Yü-
zünü güneşe veren, sıradışı bir gevşemişlik ifadesi keskin, sert hat-
larını yumuşatan Joram uzanmış yatıyordu. Gözle görünür bir ke-
yifle, karanlık gözlennde hayal dolu bir bakışla dinliyor, belki de
kendisini o arabalardan birinde görüyordu.
Simkin aniden bir ağacın arkasında belirdi, açıklığa kaşlarını
93

[TİARCARfî UİEIS fi- "ÎR^CY HlCKTTlAn


çatarak baktı ve Katalist'in sözünü kesti.
"Uzan, bizi deliye döndürüyorsun," dedi Mosıah sinirle.
"Uzanırsam, bir daha asla kalkamam," diye yanıt verdi Simkin
tatsız tatsız. "Gece çöktüğünde beni can sıkıntısından kaskatı ol-
muş bulursunuz, tıpkı Imparator'un söylevlerinden birim dinledik-
ten sonra Dük D'Grundie'yi bulduklan gibi. Tekrar yumuşatmak
için adamı bir şarap teknesine yatırmak gerekti."
"Devam et, Peder," dedi Mosiah. "Bize Merilon'dan biraz daha
bahset. Bu aptalı boş ver."
"Gerek yok," dedi Simkin çalımla. "Gidiyorum. Size bir kez da-
ha söylüyorum, bu yerden hoşlanmadım!"
Başını arkaya atan -şimdi üzerinden, yeşil pelerinine doğru
uzun bir sülün tüyü sarkan yeşil, sivri bir şapka takıyordu- Simkm
kampı terk etti ve ormanda yok oldu.
"Tuhaf bir ruh hali var," dedi Katalist düşünceli düşünceli. Bat-
taniyesini, sırtını rahatsız bir şekilde dürten bir ağaç kökünün üze-
rine örttüğünü fark eden Şaryon ayağa kalktı ve battaniyesini baş-
ka bir yere çekti. "Belki gitmesine izin vermesek daha iyi olur..."
"Onu nasıl durdurmayı öneriyorsun?" diye sordu Jofam tembel
tembel, bir kuzguna çantasından ekmek parçalan atarken. Kuş al-
tında uzandıkları ağacın dallarına tünemişti ve şimdi yere inmiş, yi-
yeceği kabul etmeye tenezzül ediyordu. O kadar rahattılar ki, gün-
lerdir hiçbir hayvan görmedikleri halde kuşun neden orada oldu-
ğunu merak etmeyi kimse aklına getirmedi.
"Ah, Simkin'in bir şeyi yok," dedi Mosiah, kuşun vakar dolu ka-
sılmasını gülümseyerek izleyerek. "Yolunu kaybetti ve bunu kabul
etmiyor. Çılgına dönmesinin sebebi bu. Merilon'u anlatmaya de-
vam et, Peder. Yüzen taş platformları ve Lonca F.vlenni anlat..."
"Eğer Simkin yolunu kaybetmişse, biz de kaybolduk demektir!"
Saryon'un huzur dolu ruh hali yok olmuştu. Açıklıktaki güneş ani-
94
KARAKjuçın YAZGİSİ
, çok sıcak, çok parlak gelmeye başlamıştı. Saryon'un başını ağ-
rıtıyordu.
"Simkin için endişelenmeye başlama yine, Katalist!" dedi Joram,
kaslarını çatarak ve kazayla kuşa bir ekmek parçası isabet ettirerek.
Öfkeyle gaklayan kuzgun yeniden ağaca çıktı ve orada sıkkın sik-
lon kabarttığı tüylerini düzelterek oturdu. "İkinizden de bıkıp
usandım..."
"Şşş!"
Görünüşe göre boş havadan gelen ses hepsini irkiltti. Mosiah
kuşa vahşi bir bakış fırlattı, ama o tepki gösteremeden Simkin açık-
lığın ortasında belirdi. Şapkası yamulmuş, ince, keskin yüzü saka-
lın altında solmuştu.
"Ne oldu?" Joram ayağa kalkmış, içgüdüyle Karakılıç'a uzanı-
yordu.
"Aşağı! Saklanın!" diye soludu Simkin, onu tekrar yüksek otla-
rın arasına çekerken.
Diğerleri de onu taklit etti ve nefes almaya bile korkarak kann
üstü uzandılar.
"Atadamlar mı?" diye sordu Mosiah boğuk bir fısıltıyla.
"Daha da kötü!" diye tısladı Simkin. "Duuk-tsarith\er\"
9S

9
YAKALANDILAR!
Duuk-tsarithler mi?" diye soludu Mosiah.
"Ama bu mümkün değil!" diye fısıldadı Şaryon. "İzimizi takip
etmiş olamaz; Karakılıç bizi koruyor! Emin misin?"
"Almin'in kanı üzerine, Kel Adam," dedi Simkin titreyerek, on-
lara vahşi gözlerle otlann arasından bakarak. "Elbette eminim! El-
bette, karanlık ormanda görmek biraz güçtü, özellikle de izlediğin
herkes siyah cüppeler giyiyorsa. Ama istersen dönüp sorabilirim..."
O anda, kuzgun bet bir kahkaha gelen bir gaklama kopardı ve
ağaçtan uçup gitti. "Ya da daha iyisi, ona sorabilirsin," dedi Simkin
sert bir alaycılıkla. "O kuş ne kadardır oradaydı?"
Şaryon başını sallayarak içini çekti. Dümdüz yayılmış olmasına
rağmen yüksek otlann korumasını pek az hissediyordu ve sanki sü-
rünüp içine girebilirmiş gibi toprağa sarılmıştı. Ormana yüzelli
metreden daha fazla vardı. Belki koşarak ulaşabilirlerdi.
"Almin adına, şimdi ne yapacağız?" diye sordu Mosiah telaşla.
"Gideceğiz!" dedi Katalist telaşla. "Buradan hemen gideceğiz..."
"Bu işe yaramaz!" diye terslendi Simkin. "Burada olduğumuzu
biliyorlar ve uzakta değiller -çağlayanın öbür yanındaki ağaçların
arasındalar. En az iki kişi var. Anlaşılan bizi o küçük, tüylü dostla-
rının gözleri aracılığı ile izliyorlardı. Bizi göremeyecekleri nereye
gidebiliriz ki -Koridorları kullanmazsak tabii..."
96

KARAKUİÇHİ YflZGisı
"Havır!" dedi Şaryon aceleyle, yüzü solarak. "Bu kendimizi kol"
lanna atmakla aynı şey."
"Bu sefer rahibe katılıyorum," dedi Joram aniden. "Benim Ölü
Idugumu unutuyorsunuz. Koridorlara girersek tuzağa düşmüş
olurum."
"O zaman ne yapacağız?" diye sordu Mosiah, tiz bir sesle. "Ka-
? çamayız, saklanamayız..."
"Şşş. Saldırırız," diye yanıt verdi Joram.
Karanlık gözler serindi; dolgun dudaklanna yarım bir gülümse-
me dokundu. Otlann arasında gizlendiği yerden görünen yüzü ne-
redeyse hayvansıydı.
"Hayır!" dedi Şaryon hararetle, ürpererek.
"Aslında mükemmel bir fikir," diye fısıldadı Simkin heyecan
içinde. "Kuzgun onlara varlıklannı fark ettiğimizi haber verecek.
Bizim kaçmamızı bekleyecekler ve muhtemelen planlarını buna da-
yandırmışlardır. Beklemedikleri, bizim dönüp onlara saldırmamız
olacak!"
"Duuk-tsarithkrde.n bahsediyoruz!" diye hatırlattı Şaryon onlara
acı acı.
"Sürpriz faktörü ve Karakılıç'ımız var!" diye karşılık verdi Jo-
ram.
"Bladüoch neredeyse seni yok ediyordu!" diye haykırdı Şaryon
yumuşak sesle, yumruğunu sıkarak.
"Bundan ders aldım! Dahası, başka seçeneğimiz var mı?"
"Bilmiyorum!" diye mırıldandı Şaryon kırık bir şekilde. "Yalnız-
ca daha fazla cinayet istemiyorum..."
"Ya onlar ya da biz, Peder." Ellerini bir araya getiren Mosiah bir-
kaç sözcük fısıldadı. Hava pırıldadı ve elinde bir yay ve bir tutam
ok maddeleştı. "Şuna bak," dedi gururla. "Savaş büyülerini çalışı-
yordum. Köydeki herkes çalışıyordu. Ve ben bunu nasıl kullanaca-
97

rflARCARfî IUEİS S[ TR^CY HıCKjnAn


gımı biliyorum. Bana Yaşam bahşedecek sen varken, Joram ve Ka-
rakılıç ile..."
"Acele etsek iyi olacak," diye uyardı Simkin, "onlar açıklığa bir
tuzak büyüsü yapmadan önce."
"Gelmek istemiyorsan, Peder," dedi Mosiah, "bana burada Ya-
şam bahşedebilirsin. Kalabilir..."
"Hayır, Joram haklı," dedi Şaryon alçak sesle. "Eğer bu çılgın-
lıkta ısrar ediyorsanız, geliyorum. Bana ihtiyacınız olacak... şey
için... başka şeyler için. Yaşam bahşetmekten fazlasını yapabili-
rim," dedi, Joram'a anlamlı bir bakış fırlatarak. "Yaşam da çekebili-
rim."
"O zaman beni takip edin!" diye fısıldadı Simkin. Doğrulup çö-
meldi ve yavaş yavaş uzun otlann arasında, çağlayana doğru sürün-
meye başladı.
"Sen nerede olacaksın?" diye sordu Simkin'e Mosiah. Simkin
yürürken giysisini değiştirmeye başlamıştı.
"Savaşın ortasında, bundan emin olabilirsin," diye yanıt verdi
Simkin derin, gıcırtılı bir sesle. Şimdi yılan derisine bürünmüştü,
otlann arasında sürünmek için çok uygun bir giysiydi bu. Ne yazık
ki, bıraktığı etki başındaki, yüzünü tamamen kapatan, görüşünü
engelleyen ve ters dönmüş bir kovaya benzeyen miğfer tarafından
fena halde bozuluyordu.
"Evet, Duuk-tsarith bunlar," diye fısıldadı Şaryon.
Akşamüstünün geç saatleriydi. Güneş aşağı, geceye doğru kay-
maya başlamıştı. Çimenlik ile orman arasındaki sınırda, otların ara-
sında çökmüş olan Katalist iki adamı ve uzun, siyah cüppelerini
açıkça görebiliyordu. Şaryon ümitsizlikle içini çekti. Bunun Sim-
kın'in 'canavarlarından' biri olduğunu ve birisi aramaya kalktığı za-
man anlaşılmaz bir şekilde yok olacağını umuyordu.
98

KARAKJLIÇin YAZGISI
Ama bunlar gerçekten de savaşbüyücüsüydüler -ölümcül Du-
k-tsarith tarikatının üyeleri. Sanki dikkatle dinlermişçesine kıpır-
tısızca ayakta duruyorlardı. Elleri uygun şekilde önlerinde kavuştu-
rulmuştu, yüzleri siyah, sivri başlıklarının gölgelerinin arasında
gizlenmişti. Herhangi bir kuşku vardıysa bile, ikisinin yakınında
bir ağaç dalında oturan, gözleri yapraklann arasından süzülen gü-
neş ışığında kırmızı kırmızı parlayan kuzgunun belirmesiyle bu da
yok oldu. Şaryon siyah cüppeli adamları izledi. Zihni Kaynak'a, iki
DiLuk-tsaritK'in onu yasak kitapları okurken yakaladığı zaman git-
ti..-
"O katalistler olmalı," diye fısıldadı, telaşla o korkunç anılan
uzaklaştırarak. İhtiyatla, eli kalkarken çıkan sesi duymalarından
korkarak hareket etti ve uzun bir yolculuk pelerinine bürünmüş
olan bir üçüncüye işaret etti. Pelerin cüppesini saklıyor olsa da,
adamın traşlanmış kafası bir rahip olduğunu gösteriyordu. O ve bir
dördüncü adam savaşbüyücülerinden uzakta duruyordu. Birbirle-
rine yaklaşmış, anlaşılan bir sohbete dalmışlardı ve dördüncü adam
sık sık sözlerini vurgulamak için elini oynatıyordu. Katalistın dik-
katini çeken dördüncü adam olmuştu. Diğerlerinden uzundu, pe-
lerini pahalı kumaştan yapılmıştı. Adam elini hareket ettirdiği za-
man, Şaryon parmaklarındaki mücevherlerin pırıltısını yakaladı.
Katâlist adama işaret etti. "Dördüncü adam konusunda emin
değilim. Duuk-tsarith değil. Siyah giysiler giymiyor..."
"Herhangi bir tür savaşbüyücüsü mü?" diye sordu Joram. Kara-
kılıç'ı daha sıkı kavrayabilmek için elinde huzursuzca kaydırırken
neredeyse düşürüyordu. Sinirle terli avuçlarını gömleğine sildi.
"Hayır," diye yanıt verdi katâlist şaşkınlık içinde. "Tuhaf, ama
giysilerine bakarak bir..."
"Duuk-tsarith olmadığı sürece fark etmez," diye sözünü kesti Jo-
ram sabırsızca. "Endişelenmemiz gereken yalnızca iki kışı var. Ben
99

ITİARGARfî UİEIS ft Î^ACY HlCKJTIAn


birini alırım. Sen ve Mosiah diğeri ile ilgilenin. Simkin nerede?"
"Burada," dedi bir ses mezardan gelir gibi, miğferin altından.
"Ortalık çok hızlı kararmadı mı?"
"Siperi kaldır, aptal. Sen dördüncü adamın icabına bak."
"Hangi siper?" diye geldi açması yanıt, miğfer bir o yana, bir
bu yana dönerken. "Hangi dördüncü adam?"
"Katalist'in yanında... Ah, boşver!" diye hırladı Joram. "Yolu-
muzdan çekil, yeter. Hadi. Mosiah, sola git. Ben sağa gideceğim.
Sen aramızda kal, Katalist." Çalıların arasında ileriye süründü.
Mosiah zıt yöne ilerledi. Şaryon, bitkin ve gergin bir yüzle takip
etti.
"Bu benim hatam değil," diye mırıldandı Simkin kasvetle, miğ-
ferin altından. "Berbat bir icat bu. Tamamen karanlıktayım. Eski
şövalyeler falan. Çok saçma. Arthur'un yuvarlak bir masası olma-
sına şaşmamak gerek. Tek bir lanet şeyi bile göremiyor olmalı!
Muhtemelen masaya toslayıp duruyordu ve köşelere çarpıyordu.
Ben..."
Ama Simkin kendi kendine konuşuyordu.
Mosiah yaya bir ok taktı. Elleri korku ve heyecanla öyle titri-
yordu ki, başarmadan önce pek çok kez denemesi gerekti. "Bana
Yaşam bahşet, Peder," diye fısıldadı.
Korkudan boğazı kuruyan Katalist çatlak bir sesle dünyadan
bedenine büyü emen sözcükleri tekrarladı. Savaşan büyücülere
destek olma sanatında eğitilmemişti; bu, Şaryonun sahip olmadı-
ğı özel beceriler gerektiriyordu. Mosiah'ın zaten güçlü olan büyü
güçlerini çoğaltabilir, genç adamın aksi halde gücünü aşacak bü-
yüler yapmasını sağlayabilirdi. Köydeki savaşta olduğu gibi. Ama
(i zaman, düşünmeyen vahşilere karşı büyü kullanmıştı. Bu çok
farklıydı. Deneyimli savaşbüyücülerine karşı savaşacaklardı, içle-
nin

K.ARi>KILlÇin YAZGISI
rinden hiç biri buna benzer bir savaşa katılmamıştı, gerçekte ne
yaptıgıru hiçbiri bilmiyordu.
Bu çılgınlık, diye tekrarlayıp duruyordu Şaryonun zihni telaş-
la Çılgırülk'- Fazla ileri gitmeden durdur!
"Peder!" diye fısıldadı Mosiah telaşla.
Başını eğen Şaryon elini oğlanın titreyen koluna koydu ve ara-
lannda kanal açan sözcükleri söyledi. Büyü Katalist'ten Mosiah'a,
köpüklü şarap gibi aktı.
Güneş ışığı altında Mosiah'm yüzünü izleyen Katalist, genç
adamın dudaklarının aralandığını, gözlerinin parladıgmı gördü,
ilk defa tatlı yiyen bir çocuk gibi görünüyordu.
Saryon'uni yüreği burkuldu. "Hayır, Mosiah, bekle... Sen..."
Ama çok geç kalmıştı. Genç adam Karabüyücülerden öğrendi-
ği sözcükleri fısıldayarak okunu kendisine en yakın siyah cüppe-
li adama doğru serbest bıraktı. Aceleyle nişan almıştı, ama bu
önemli değildi. Ok uçarken, genç büyücü ona bir büyü yaptı ve
okun öldürmek üzere herhangi bir sıcak kanlı, yaşayan nesneyi
aramaya başlamasını sağladı. Eski Karabüyücüler tarafından kul-
lanılan büyü eğitimsiz birliklerin bile savaşta son derece etkili ol-
masına izin veriyordu.
Ama bu savaşta değil.
Savaşbüyücülerinin dikkatini ne çekmişti? Belki Mosiah'm ot-
lara sürünen giysilerinin hışırtısı. Belki yayı terk eden okun vınla-
ması ya da havada uçan oktaki tüylerin fısıltısı. Ya da belki de, geç
gelmesine rağmen, kuzgunun uyarıcı gaklaması.
Yüreğine doğru uçan oktan daha büyük bir hızla, siyah cüp-
peli adam konuştu ve işaret etti. Bir alev pırıldadı ve artık ok, rüz-
gârlarda yok olan bir kül dizisinden daha ölümcül değildi.
İkinci Duuk-tsarith ortağı kadar hızlı hareket etti. Elini gökyü-
züne kaldırarak bir emir bağırdı ve karanlık üzerlerine, şimşek hı-
İOİ

mAR£AR£T U/EIS fr tl^ACY HlCKHlAn


zıyla çöktü. Parlak, güneş ışığı dolu gün kör edici, boğucu bir ge-
ceye dönüştü. Şaryon hiçbir şey göremiyordu ve savunmasızca,
kıpırdamaktan korkarak çalıların araşma çöktü. Sonra, gözleri ka-
ranlığa alışmaya başladıkça, ormanı tuhaf, gümüşsü bir ayışığı
doldurmaya başladı. Ormandaki her şeyi aydınlatmasına rağmen,
insan etinin ürkütücü, morumsu bir parlaklıkla ışıldamasına se-
bep oluyordu. Onlara doğru dönen dördüncü adam ile rahibin
hayret dolu yüzlerini görebiliyordu.
Tasarlamaktan çok kazayla, Şaryon çalıların arasına çökmüştü.
Ayışığı onun da etinin parlamasına sebep olsa da, zorlukla görü-
lebileceğini biliyordu. Ama Mosiah okunu fırlatmak için otların
arasından kalkmıştı. Görüşünü ani karanlığa alıştırmaya çalışır-
ken gümüş ayışığı ile yıkanıyor, iki siyah cüppeli adam tarafından
açıkça görülebiliyordu. Bir haykırışla yayını kaldırdı.
Duuk-tsarith konuştu.
Yayı düşüren Mosiah boğazını tuttu.
"Ben... ben..." Konuşmaya çalıştı, ama savaşbüyücüsünün üze-
rine gönderdiği büyülü felç sözcükleri nefesini kesmişti. Gözleri,
beyazlan görünene kadar yukan yuvarlandı. Genç adam-çaresizce
ciğerlerine hava çekmek için çabaladı, ama boşuna bir çabaydı bu.
Şaryon teslim olmayı düşünerek yarı doğrulmuştu ki, karanlık
bir şekil Katalist'in yanından geçti ve geçerken onu neredeyse ye-
re yıktı. Mosiah'm gözleri yuvalarından fırlıyor, yüzü yavaş yavaş
karanyordu. Arkadaşının önüne sıçrayan Joram Karakılıç'ı kaldır-
dı. Tuhaf ayışığı metale dokunmuyordu, silah elinde geceden bir
çizgiydi.
Kılıç Duuk-tsarith ile Mosiah'm arasına girer girmez Savaşbü-
yücüsünün büyüsü bozuldu. Genç adam nefes nefes yere yıkıldı.
Şaryon Mosiah'ı yakaladı ve onu yere uzattı. Joram korumak için,
güçlü ellerinde kaba kılıcını tutarak tepelerinde durdu.
102

KftRAKILIÇin YAZGISI
Şaryon sertçe kanlannı saniyeler içinde donduracak buz gibi
so£uğu ya da açılıp onları yutacak yerin çatırtısını bekledi -Kara-
kıhçın gücünün bile bu tür büyüleri durdurmaya gücü olmayaca-
ğını tahmin ediyordu. Ama hiçbir şey olmadı.
Uzun otlann arasından bakan Şaryon dördüncü adamın onla-
ra doğru yürüdüğünü gördü. Belki konuşmuştu da; Katalist arka-
cından bir yerden çağlayan suyun sesi yüzünden duyamıyordu.
Ama her iki Duuk-tsarith başlıklı başlarını uzun adama çevirmişti.
Adam eliyle bir hareket yaparak gerilemelerini söyledi ve savaşbü-
yücüleri itaatle eğildiler. Şaryon un hayreti ve korkusu arttı. Güç-
lü Duufe-îsflrithlerin soru sormadan itaat ettikleri bu adam kimdi?
Her kimse, Joram'a serinkanlılık içinde, korkmadan, gözleri
genç adamı dikkatle inceleyerek yaklaştı.
"Dikkatli olun, Garald," diye seslendi Saryon'un -haklı ola-
rak- bir katalist kabul ettiği uzun pelerinli adam. "Bu silahta tu-
haf bir şey hissediyorum!"
"Tuhaf mı?" Garald olarak hitap edilen adam, pelerini ile aynı
pahalı kumaştan yapılmış gibi gelen yumuşak, ölçülü bir kahka-
ha attı. "Uyarı için teşekkür ederim, Kardinal," diye devam etti,
"ama ben bu silahta yalnızca tek bir tuhaf şey görüyorum -gözle-
rimin gördüğü kılıçlar arasında en çirkini."
"Gerçekten de öyle, Ekselansları..."
Kardinal! Hayretler içinde bakan Şaryon, Katalist'in pelerinin
altındaki kutsal cüppesinin rengini gördü ve adamın kim olduğu-
nu anladı -Âlemin Kardinali! Ve bu Garald; isim tanıdık geliyor-
du, ama Şaryon açık bir şekilde düşünemeyecek kadar sinirliydi.
Pahalı giysiler, Ekselansları olarak hitap edilen adam...
Kardinal konuşmaya devam etti. "...ama bu çirkin kılıç. Ekse-
lansları, muhafızlarınızın büyüsünü bozdu."
"Bunu kılıç mı yaptı? Büyüleyici."
103

ITİARCARfT IUEİS (J tı^ACY Hıcıynfln


Zengin giysiler içindeki adam Saryon'un onu büyülü ayışığı ak
tmda görebileceği kadar yakındı. Sesin güzelliği yüzünün, zarif
ama zayıf olmayan hatları ile uyum içindeydi. Gözleri iri ve zekây-
dı. Ağzı kararlıydı ve çevresindeki çizgiler gülümseyen, kahkaha
atan biri olduğunu gösteriyordu. Çenesi güçlüydü, ama kibirli de-
ğildi, elmacık kemikleri yüksek ve çıkıktı. Parlak ayışığı altında

hafif, kızıl bir ışıltısı olan kahverengi saçlan askerlerde olduğu gi-
bi kısa kesilmişti. Bir bukle adamın alnına zarif, kayıtsız bir dalga
halinde düşmüştü.
Joram'a doğru bir adım daha atan, Garald isimli adam ince ku-
zu derisinden bir eldiven kaplı elini uzattı. "Kılıcını teslim et, ço-
cuk," dedi ne tehditkâr, ne de talepkâr olan, ama itaat edilmeye
alışık olduğu açık bir sesle.
"Gel de al," dedi Joram meydan okuyarak.
"'Gelin de alın,' Ekselansları," diye düzeltti Kardinal, şok için-
de.
"Teşekkür ederim, Kardinal," dedi Garald ve dudaklarında bir
gülümseme belirdi, "ama bunun hırsızlara saray görgü kurallarını
öğretmek için doğru bir zaman olduğunu sanmıyorum. Hadi ama,
çocuk. Kılıcını teslim edersen sana hiçbir şey olmayacak."

"Hayır! Ekselansları," dedi Joram alayla.


"joram, lütfen!" diye fısıldadı Şaryon ümitsizlik içinde, ama
genç adam onu duymazdan geldi.
"Bu Garald da kim?" diye fısıldadı Mosiah. Doğrulacak oldu,
ama anında dondu. Zarif adam Duuk-tsarithleri Joram'dan uzak-
laştırmıştı, ama anlaşılan Mosiah'ı onların ellerine bırakmıştı. Mo-
siah savaşbüyücülerinin pırıldayan gözlerinin üzerine dikildiğini,
siyah cüppelerin önünde kavuşturulmuş ellerin hafif bir hareket
yaptığını gördü ve nefes almaya korkarak yerinde dondu.
Şaryon başını salladı, bakışlarını Joram ile birkaç adım daha
104

KfıRAKJUÇln YAZGISI
aklaşan Garald'dan ayırmadı. Joram kılıcını kaldırarak pozisyo-
nunu değiştirdi.
"Pekâlâ," dedi zarif adam omuzlarını silkerek, "meydan oku-
manı kabul ediyorum."
Garald pelerinini bir omzuna atarak kınından kılıcını çıkardı
ve ustaca savaş duruşu aldı. Şaryonun boğazı sıkıştı. Kadim bir
tasarıma ve imalata sahip kılıç, onu tutan adam kadar zarif, güzel
ve güçlüydü. Ayışığı içinde soğuk, gümüşsü bir alevle yanıyor,
keskin kenarında dans ediyor, oymalı, şahin tüylü kabzasından
yansıyordu.
Şahin. Şaryonun zihninde birşeyler kıpırdandı, ama Joram
üzerindeki dikkatini, ona dikkat edecek kadar uzun süre çevire -
miyordu. Zengin giysiler içindeki asil adamla karşılaştırılınca oğ-
lan perişan, neredeyse açması bir figürdü. Ama Joram'da bir gu-
rur, rakibine meydan okuyan kara gözlerinde bir korkusuzluk ve
cesaret vardı ve Saryon'a oğlanın damarlarında akan asil kanı an-
latıyordu.
Joram beceriksizce hareket ederek düşmanının savaş duruşu-
nu taklit etti. Okuduğu kitaplardan öğrendikleri dışında pek az
şey biliyordu. Beceriksizliği Garald'ı eğlendirmiş görünüyordu,
ama Kardinal -gözleri hâlâ Karakılıç üzerindeydi- başını salladı

ve bir kez daha mırıldandı, "Ekselansları, bence..."


Kılıcının gücüne güvenen ve rakibinin küstah tavrına öfkele-
nen Joram öne sıçrarken Garald Kardinal'i elinin bir hareketi ile
susturdu.
Şaryon onları izleyen Duuk-tsarithlere aldırış etmeden ayağa
fırladı. Joram'm bu adama zarar vermesine izin veremezdi.
"Durun..." diye haykırdı Katalist, ama sözleri dudaklarında öl-
dü.
Çelik çeliğe çarptı, acı bir haykırış koptu ve Joram yaralı elini
İOS

mARSARfî UİEİS S[ ÎRACY HlCKJHAn


ovuşturarak, havaya fırlayan, Kardinalin ayaklarını dibine düşen
Karakılıç'a aptal aptal bakarak durdu.
"Onu ve diğerini yakalayın," dedi Garald serinkanlılıkla bekle-
yen Duuk-tsarithlert. Artık buna izinleri olduğuna göre, Duuk-tsa-
rithler büyülerini kullanmakta tereddüt etmedi.
Tek bir sözcükle Eksibüyü büyüsü yaptılar ve kurbanlarını
dünyadaki her insanın güvendiği büyü enerjisinden mahrum etti-
ler. Mosiah haykırarak yere düştü. Ama Joram ayakta kaldı ve Du-
uk-tsarithlere sert bir meydan okumayla, sarsıcı darbe yüzünden
hâlâ karıncalanan kılıç elini ovuşturarak baktı.
"Affınıza sığınırım, Ekselanslan," dedi Duuk-tsarithlerde.n biri,
"ama oğlan büyümüze tepki vermiyor. O Ölü."
"Gerçekten mi?" Garald Joram'a, Joram açısından kılıcın dar-
besinden daha yaralayıcı olan, serinkanlı bir acıma ile baktı. Genç
adamın yüzü kıpkırmızı kesildi, ağzı vahşi bir öfkeyle çarpıldı.
"Daha güçlü bir şey kullanın," dedi zarif adam, Joram'a bakarak.
"Ama onu incitmemeye dikkat edin. Bu tuhaf kılıç hakkında da-
ha fazla şey öğrenmek istiyorum."
"Ya Katalist, Ekselansları?" diye sordu savaşbüyücüsü, eğile-
rek.
Çevresine bakman Garald'ın bakışları Şaryonun üzerine dikil-
di ve adamın gözleri irileşti.
"Almin'in kanı, Kardinal,' dedi Garald hayret içimde. "Burada
Tarikatınızdan biri var! Bırakın size eşlik edeyim, Peder," diye ek-
ledi nazikçe, elini kafası karışan Katalist'e uzatarak.
Son derece büyük bir saygı ile telaffuz edilmiş olsa da, sözcük-
ler bir davetten çok emirdi ve Şaryonun itaat etmekten başka se-
çeneği yoktu. Garald Şaryonun kolunu tuttu ve nazikçe Katalis-
t'in yoğun çalılardan çıkmasına yardım etti.
Garald'ın dikkatinin dağıldığını gören Joram kılıcını almak
I0(,

KARfıKJLIÇin YAZGISI
hareket yaptı. Havadan üç ateşten halka inip çevresini sa-
rinde kalakaldı. Halkalardan biri dirseklerinde, biri belin-
AÖ ri dizlerindeydi. Alev alev halkalar Joram'a dokunmuyor-
He, o^o
eti yakan ısılarını hissedebileceği kadar yakındı ve Joram
hareket etmeye cesaret edemedi.
Avlarının o an için kontrol akında olduğunu görüp tatmin
i- n Duuk-tsarithlcr efendilerine beklentiyle baktılar ve sessizce
başka talimatı var mı, diye sordular.
"Açıklığı arayın," diye emretti Garald. "Orada, otların arasında
eizlenen başkaları da olabilir. Ah, ilk önce -şu lanet karanlıktan
kurtulun, olmaz mı?"
Duuk-tsaritiûer itaat etti. Gece gitti ve gündüz herkesi akşa-
müstü güneşinde göz kırpıştırarak bırakan bir anilikle geri dön-
dü. Şaryon bir kez daha görebiliyordu ve savaşbüyücülerinin, be-
den bulmuş karanlık gibi, karanlıkla yok olduklarım gördü. Çev-
resine şaşkınlık içinde bakmıyordu ki, Garald'm kendisiyle ko-
nuştuğunu fark etti.
"Bu genç haydutlarla bir olmadığınızı umuyorum, Peder," de-
di sakinlik içinde, ama sesinde bir soğukluk vardı. "Gerçi orman-
da kaçak katalistler olduğunu duymuştum."
"Ben kaçak bir katalist değilim, Eks... Ekselansları," diye baş-
ladı Şaryon, sonra durdu ve kızararak hatırladı. "Eh, belki de öy-
leyimdir," diye kekeledi. "Ama, lütfen hikâyemi dinleyin," dedi,
onlara katılan Kardinal'e dönerek. "Ben -biz hırsız değiliz, sizi te-
min ederim!"
"O zaman açıklığımızı bu şekilde istila etmenizin ve bize sal-
dırmanızın anlamı nedir?" diye sordu Garald, sesinde gittikçe ar-

tan bir soğukluk ve öfke iziyle.


"Lütfen, izin verin açıklayayım, Ekselansları," dedi Şaryon
ümitsizce. "Bu bir hataydı..."
107

rTİARfiAR£t U/EIS §• tftACY HlCKITlAn


İki Duuk-tsarith aniden havada maddeleşti ve Garald'm önün-
de durdu.
"Evet?" dedi. "Ne buldunuz?"
"Açıklıkta hiçbir şey yok, Ekselansları, bunun dışında." Elin
uzatan bir siyah cüppeli şekil büyük, ahşap bir kova uzattı.
"Bu yaban topraklarda tuhaf bir nesne, ama özellikle dikkate
değer değil bence," dedi Garald, ona ilgisizce bakarak.
"Bu son derece dikkate değer bir kova, Ekselansları," dedi Du-
uk-tsarith.
"Hayır, hayır," dedi kova telaşla. "Yalnızca basit, sıradan bir
kova. Bende dikkate değer hiçbir şey yok, sizi temin ederim."
"Almin adına!" diye soludu Garald, Kardinal dua mırıldanarak
bir adım geriledi.
"Mütevazı bir kova. Eski, meşe bir kova," diye devam etti ko-
va boğuk bir sesle. "Bırakın suyunuzu taşıyayım, iyi kalpli efen-
dim. Ayaklarınızı bana batırm. Başınızı yıkayın."
"Cehenneme gideyim, emi!" diye haykırdı Garald. Öne sıçra-
yarak kovayı Savaşbüyücüsü'nün elinden kaptı. "Simkin!" dedi,
kovayı sarsarak. "Simkin, seni çıngırak beyinli aptal! Beni tanıma-
dın mı?"
Aniden kovanın kenarında iki göz belirdi ve uzun adamı dik-
katle inceledi. Gözleri irileşti ve sonra bir kahkaha ile kova kendi-
sini en sevdiği Çamur ve Gübre giysisine bürünmüş sakallı bir
genç adama dönüştürdü.
"Garald!" diye haykırdı, kollarını zarif adama dolayarak.
"Simkin!" Garald onun sırtına bir şaplak attı.
Kardinal konuşan kovayı Simkin'e tercih eder gibiydi. Gökyü-
züne bakan rahip ellerini cüppesinin yenlerine soktu ve başını sal-
ladı.
"Sizi tanımadım," dedi Simkin, geriye çekilip asıl adama se-
108

KARAKJLİÇin YAZGISI
dolu bir bakışla bakarak. "Bu şeytani yerlerde siz ne yapıyor-
uz? Ah, bekleyin," dedi, bir şey hatırlamış gibi. "Sizi arkadaş-
lanmla tanıştırmalıyım."
"loram, Mosiah," -Simkin biri büyüyle bağlanmış yerde yatan,
diğeri alevden halkalarla hapsedilmiş iki arkadaşına döndü- "size
Ekselansları Garald'ı, Sharakan Prensini tanıtmama izin verin."
109

10
EKSELANSLARI
"Demek bunlar senin dostlann, öyle mi, Simkin?" Prens'in ba-
kışları Mosiah'm üzerinden geçti ve Joram'a dikildi. Alev alev hal-
kaların hapsettiği genç adam kıpırdamaya cesaret edemiyordu, ak-
si halde yanma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Ama sert yüzde korku
yoktu; yalnızca gurur, öfke ve bu alçakça yenilgi karşısında utanç.
"Kendi kardeşlerimden yakındırlar bana," dedi Simkin. "Erkek
kardeşimi nasıl kaybettiğimi hatırlıyor musunuz?" Sevgili, küçük
Nat'i? O sene..."
"Ah, evet," diye sözünü kesti Prens telaşla. Duuk-tsarithlere dön-
dü. "Onlan bırakabilirsiniz."
Savaşbüyücüleri eğildi, bir hareket ve bir sözle Mosiah'm üze-
rinden Eksibüyü'yü kaldırdı. Mosiah inledi, sırtüstü yuvarlandı ve
derin derin nefes almaya »başladı. Joram'm çevresindeki halkalar
yok oldu, ama genç adam yine de kıpırdamadı. Güçlü kollarını
göğsünde kavuşturarak güneş ışığıyla aydınlanan ormanı seyretme-
ye başladı. Özel bir şeye bakmıyordu, yalnızca o noktada kendi öz-
gür iradesi ile durduğunu ve ölüp düşene kadar da duracağını bel-
li ediyordu.
Garald'm ağzı seyirdi. Gülümsemesini saklamak için elini du-
daklarına koyarak Simkin'e döndü. "Ya Katalist?"
"Kel olan da benim arkadaşım," dedi genç adam, belirsizce çev-
ı ıo

KARAKJLIÇin YAZGISI
ine bakınarak. "Neredesin, Peder? Ah, evet. Prens Garald, Peder
Şaryon. Peder Şaryon, Prens Garald."
Prens zarafetle eğildi, kuzeyde âdet olduğu üzere elini kalbinin
izerine koydu. Şaryon selama daha beceriksizce karşılık verdi, zih-
ni öyle bir kargaşa içindeydi ki, ne yaptığının farkında bile değildi.
"Peder Şaryon," dedi Prens, "izin verin sizi Saygıdeğer Kardinal
Radisovik ile tanıştırayım. Babamın dostu ve danışmanıdır."
Öne çıkan Şaryon beyaz cüppeli Kardinal'in cüppesini öpmek
için alçakgönüllü bir şekilde diz çöktü. Ama Rahip onu elinden tut-
tu ve ayağa kaldırdı.
"Bu tür alçaltıcı saygı gösterilerini kuzeyde kaldırdık," dedi Kar-
dinal. "Sizinle tanışmak bir zevk, Peder Şaryon. Yorgun görünüyor-
sunuz. Benimle birlikte açıklığa döner misiniz? Çay oradaki havayı
çok hoş bir biçimde ısıtıyor, sizce de öyle değil mi?"
Aniden fena halde üşüdüğünü fark eden Şaryon, bu ormana gi-
rerek bahardan kışa girmiş gibi olduğunu düşündü. Simkin'in söz-
leri aklına geldi. Bu açıklığın burada olmaması gerekirdi. Kuşkusuz
değildi! Prens kamp yeri olarak kendisine hoş bir yer yaratmıştı ve
onlar da içine girmişlerdi! Ne inanılmaz, saf aptallar...
"Sizde büyük bir maceranın hikâyesi olduğunu hissediyorum,
Peder," diye devam etti Radisovik, açıklığa doğru yürüyerek. "Biz-
den birinin nasıl böyle" -Kardinal bir anlığına ne söyleyeceğini şa-
şırmış gibi göründü- "mmm... ilginç arkadaşlarla birlikte olabildi-
ğini duymak ilgimi çekerdi."
Kardinal'in sözleri çok nazikti, ama Şaryon Kardinal onu resmi
bir şekilde karşılamadan önce Prens ile nasıl bakıştıklarını görmüş-
tü. Şimdi Radisovik Saryon'u açıklığa götürüyordu ve Prens ile
Sımkm Mosiah'a yardımcı olmak için o tarafa yürüyorlardı.
Şaryon anladı. Ayrı ayn sorgulanacağız. Sonra Prens ile Kardi-
nal notlarını karşılaştıracak. Aralarında son derece zanf bir şekilde,
III

ITİARPARft U/EİS §? tıyıcY HıcıcmAn


tek bir sözcük söylenmeden ayarlanmıştı. Saray görgü kuralları, sa-
ray entrikaları. Korkunç sırnnı hatırlayan Şaryon bir korku sancısı
hissetti. Bu tür şeylerde hiç iyi olmamıştı.
Kardinali takip edip onun nazik sohbetini yarım kulakla din-
lerken, aniden Şaryonun aklına Radisovik'in de bir dönek olması
gerektiği geldi; Vanya'nın bahsettiği adam, Kilise'nin gerçek temsil-
cisini sürgüne gönderen rahip.
Karşılaşmaları ne kadar tuhaftı! Bu karşılaşma, Saryon'un etme-
diği dualarına bir yanıt mıydı? Yoksa yalnızca evrenin soğuk, boş
ve duygusuz bir boşluk olduğunun bir başka göstergesi miydi?
Ancak zaman gösterecekti. Şaryon ne kadar zamanlan kaldığını
merak etti.
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, bayım?" diye sordu Prens
Mosiah'a.
"Çok... çok daha iyi... Eks... Ekselansları," diye kekeledi Mo-
siah, utanç içinde kızararak. Prens'in ona yardım etmek için diz
çökmeye hazırlandığını görünce, telaşla kendi başına ayağa kalk-
maya çalıştı. "Lütfen... siz zahmet etmeyin... lo -lordum. Ben ar-
tık iyiyim, gerçekten."
"Bu davranışımızı affedersiniz umarım," dedi Garald, serin se-
sinde bir endişeyle. "Bu uygarlıktan uzak topraklarda sıradışı bir
ihtiyat göstermemizi anlayışla karşılarsınız."
"Evet, Ekselansları." Simkin'in yardımı ile ayağa kalkan Mosi-
ah'm yüzü o kadar kızarmıştı ki, ateşi çıkmış gibi görünüyordu.
"Biz... biz de sizi başka... başka biri sandık..."
"Gerçekten mi?" Garald yumuşak kaşlannı hayretle kaldırdı.
"Afedersiniz, Ekselansları," dedi Duuk-tsarith. "Ama gece çökü-
yor. Açıklığın güvenliğine dönmemiz gerek."
"Ah, evet. Hatırlattığın için teşekkür ederim." Prens eliyle zarif
I 12

KARİ»KJLIÇin YAZGISI
hareket yaptı. "İçinizden biri bu genç adama yardım etme neza-
k tini gösterir mi. Orada dinlenebilir."
Duuk-tsarithkrâen biri Mosiah'a doğru kaydı, siyah cüppeler
eri anca süpürüyordu. Genç adama dokunmadı; yalnızda elleri
inünde kavuşturulmuş bir şekilde yanında durdu. Ama Mosiah,
cary0n'un daha önce fark etmiş olduğu gibi, bunun bir davet değil
emir olduğunu ve itaat etmezse kendisini tehlikeye atacağım fark
etti. Arkasında kayan, genç adamın gölgesi gibi sessiz ve karanlık
savaşbüyücüsü ile açıklığa ilerledi. Joram arkalarında, izleyerek
ama peşlerinden gitmeyerek yerinde kaldı. İkinci Duuk-tsarith göz-
lerini sert genç adamdan ayırmamıştı.
Joram'a bakan Garald, alçak sesle Simkin'le konuştu. "Bu senin
diğer arkadaşın, kılıcı olan, beni büyülüyor. Onun hakkında ne bi-
liyorsun?"
"Asil kandan geldiğini iddia ediyor. Ama yatağın yanlış yanın-
dan. Annesi rezil olmuş. Karmış. Oğlu bir Tarla Büyücüsü olarak
büyümüş. Asi bir tür. Denetçiyi öldürmüş. Yabantopraklar'a kaç-
mış. Ama tuhaf bir şey de var. Kel olan onu Piskopos Vanya'ya gö-
türmesi için gönderilmiş. Ama yapmamış. Büyük sorun çıkmış.
Şimdi her ikisi de Karanlık Sanatlarla ilgileniyor," diye gevezelendi
Simkin kolaylıkla, verdiği özetten oldukça memnun.
"Mmmm," diye düşündü Garald, bakışları Joram'a dikilmiş bir
şekilde. "Ya kılıç?"
"Karataştan."
Garald derin bir nefes aldı..
"Karataş mı? Emin misin?" diye fısıldadı, Simkin'i yakma çeke-
rek.
Simkin başını salladı.
Prens yavaşça soluğunu bıraktı. "Almin'e şükürler olsun," dedi
saygıyla. "Benimle gel. Bu genç adamla konuşmak istiyorum ve yar-
I 13

rriARCARft U/EİS (J tRACY HıcıcmAn


dımma ihtiyacım olacak. Demek siz Karabüyücülerin köyündensi-
niz?" dedi Simkin'e yüksek sesle, ikisi Joram'a doğru yürürken.
"Evet, Ey Yüksek ve Kudretli Adam," dedi Simkin neşeyle. "Ve
itiraf etmeliyim, oradan uzaklaştığım için oldukça mutluyum." Por-
takal rengi ipek parçası gökten dalgalanarak eline indi. Güneş ışı-
ğını yakaladığında, dans eden bir aleve benzemişti. "Koku, lor-
dum," -Simkin ipek parçasını burnuna tuttu- "oldukça dayanıl-
maz, sizi temin ederim. Sıcak kömürler, sülfürlü gazlar. Gece gün-
düz cehennemsi çekiç seslerinden hiç bahsetmiyorum."
İkisi gelip Joram'm önünde durdu. Joram omuzlarının üzerin-
den bakmaya devam etti ve varlıklarım fark etmeyi reddetti.
"İsminiz Joram mı, bayım?" diye sordu Garald nazikçe
Joram dudaklarını birbirine bastırarak bakışlarını Prense kay-
dırdı. "Kılıcımı iade et," dedi, boğuk ve alçak bir sesle.
"'Kılıcımı iade edin,' Ekselansları," diye düzeltti Simkin, Kardi-
nal'i taklit ederek.
Joram ona öfke dolu bir bakış fırlattı. Garald kahkahasını sak-
lamak için öksürdü ve boğazını temizlermiş gibi yaptı. Bunu yapar-
ken, Joram'ı dikkatle inceledi ve genç adamın yüzünü akşamüstü
güneşi altında gördü.
"Evet," diye mırıldandı kendi kendine. "Asil kandan geldiği id-
diasına inanabilirim. Asil tavırlar olmasa bile asil kan var orada. As-
lında o yüzü tanıyorum!" Garald düşünceler içinde kaşlannı çattı.
"Ve o saçları... muhteşem! Gözler... gururlu, duyarlı, zeki. Aşın
zeki. Tehlikeli bir genç. Karataşı keşfettiğine inanabilirim. Peki
onunla ne yapmayı planlıyor? Dünyaya nasıl bir korkunç güç getir-
diğini biliyor mu? Aslında, herhangi bin biliyor mu?"
"Kılıcım!" diye tekrarladı Joram inatla, yüzü Prens'in bakışlan
altında kararırken.
"Lütfen beni affedin. Boğazım gıcıklandı. Dağlaleleri..." Garald
114
t

KARflKjLIÇin YAZGISI
, r:fçe eğildi. "Kılıcınız sizindir, bayım." Yerde yattığı yere baktı.
"I ütfen eylemlerimiz için özürlerimi kabul edin. Bizi hazırlıksız ya-
kaladınız ve aceleyle tepki verdik." Prens genç adama ciddi bir gü-
lümseme ile bakarak doğruldu.
Tamamen şaşıran Joram Prens'ten kılıca, sonra kılıçtan Prens'e
baktı. Yüzü kızardı, kaşları çatıldı. Ama artık öfke içinde değildi.
Öfkesi artık onu terk ediyor, yanında gücünü de götürüyor, geriye
utanç ve küçük düşmeden başka bir şey bırakmıyordu. Joram ha-
yatında ilk defa perişan giysilerinin, dolaşık saçlarının fena halde
farkındaydı. Prensin yumuşak ve pürüzsüz eline baktı, sonra ken-
di nasırlı ve kirli eliyle karşılaştırdı. Öfke közlerini yakmaya çalıştı,
ama yalnızca şöyle bir pırıldayıp söndüler ve ruhunu buz gibi so-
ğuk bıraktılar.
Gözlerini Garald'dan ayırmayan, bir tür hileden şüphelenen Jo-
ram yavaşça kılıcının -karanlığa ait bir nesnenin- güneşle aydın-
lanmış çimenlerin üzerinde yattığı yere yürüdü. Prens kıpırdama-
dı. Ne de izlemekte olan Duuk-tsariMer. Eğilen Joram silahını aldı.
Kaba kınına telaşla soktu ve Prens'in kılıca -Joram'a göre- horgö-
rüyle baktığını görünce kızardı.
"Gitmekte özgür müyüm?" diye sordu sertçe.
"Gitmekte özgürsünüz, ama sanırım hâlâ bizim mahkûmlan-
mızsınız"," diye yanıt verdi Prens kolaylıkla. "Ama bu gece konuğu-
muz olarak kalmanızı tercih ederim. Bırakın, size saldırdığımız için
kendimizi affettirelim..."
"Bizimle alay etmeyi bırak!" diye hırladı Joram. "Ekselansları."
Sesindeki acılığın tadını alabiliyordu. "Bize saldırmak için her tür
hakkınız vardı -hatta öldürmek için. Kılıca gelince, evet, kaba. Se-
ninkiyle karşılaştırılınca değersiz," -Joram kendini tutamıyordu,
gözleri özlemle Prens'in büyüyle yapılmış deri kınının içinde, yan
^rafında taşıdığı güzelim kılıca gidiyordu- "ama bunu ben yap-
115

rrİARPARJt U/EİS $ ÎRACY HlCKJHAn


tim." Sesi yumuşadı, özlem dolu bir çocuk gibi çıktı. "Ve ona ben-
zeyen gerçek bir kılıcı daha önce hiç görmemiştim."
"Değersiz olduğunu düşünmüyorum," dedi Garald. "Büyüyü
emen karataştan bir kılıç değersiz olamaz..."
Joram keskin gözlerle Simkin'e baktı. Simkin masum masum
gülümsedi.
"Benimle açıklığa gelin," diye sözlerine devam etti Garald. "Ora-
sı çok daha ılıktır ve muhafızımın bana hatırlattığı gibi, geceleri Ya-
bantopraklar tehlikelidir." Genç adamın yanma yürüyen Garald eli-
ni hafifçe Joram'm omzuna koydu.
Sevgi dolu bir jestti, bir adamın dostuna göstereceği türden. Ya
da bir adamın huzursuz bir hayvanı sakinleştirmek için yapacağı
türden. Joram Garald'm dokunuşuyla irkildi. Adamın gözlerindeki
acımayı gördü ve eline çarpıp yana ittirme arzusuna zorlukla diren-
di. Neden direniyordu? Neden dert ediyordu? Joram nasıl bildiğini
bilmiyordu, ama Garald'ın merhametinin reddedilmesine saygı du-
yacağını, ama bir darbeyi asla affetmeyeceğini biliyordu. Ve aniden
Joram için bu adamın saygısını kazanmak önemli olmuştu.
"Sen nereden geldin, Joram," diye sordu Garald.
"Bunun herhangi bir şeyle ne ilgisi var?" diye sordu Joram aksi
aksi.
"Ailen nereli, demek istemiştim," diye değiştirdi Prens.
Joram bir kez daha, aralarında kıpırdanıp duran Simkin'e ka-
ranlık bakışlarla baktı. Garald gülümsedi. "Evet, bana seninle ilgili
birşeyler anlattı. Oldukça meraklandığımı itiraf etmeliyim. Sim-
kin'in kısa tasvirine dayanarak yaşamının oldukça... zor," -hassas
bir anlatım kullanmıştı- "olduğunu anlıyorum ve bunun centil-
menler arasında uygun düşmeyen bir soru olduğunu düşünebilir-
sin. Eğer öyleyse, umanın beni affedersin. Ama oldukça çok yolcu-
luk yaptım ve âlemin bu kısmındaki asil ailelerin çoğunu tanırım
ı ir,

KARAKJLİÇin YAZGISI
, . oldukça tanıdık göründüğünü itiraf etmeliyim. Soyadını
ye Dana
biliyor musun?"
loram'm yüzünde yanan utanç Prens için yeterince iyi bir yanıt-
ama genç adam başını gururla arkaya attı. "Hayır." Yalnızca bu-
u söylemek istemişti, ama Garald'm yüzündeki ciddi ilgi niyetlen-
diğinden daha fazlasını söylemesine sebep oldu. "Tek bildiğim an-
emin adının Anja olduğu ve Merilon'dan geldiği. Babam bir...
Djr katalistti." Konuşurken dudağını bükmüştü; gözleri Sar-
yon'un çiçeklerin ve yüksek otlann arasında durmuş, Kardinal'le
konuştuğu açıklığa kaydı.
"Yaşam'm kanı!" Prens bakışlanm takip etti. "Anlatmak istedi-
ğin..."
"Elbette hayır!" diye terslendi Joram, Garald'ın düştüğü hatayı
fark ederek. "O değil!" Acılık geri döndü. "Benim doğumum baba-
mın suçu olmuş. Dönüştürme'ye mahkûm edilmiş ve şimdi Sınır'da
yaşayan bir heykel olarak duruyor."
"Tannm," diye mmldandı Prens ve sesinde artık acıma değil
duygudaşlık vardı. "Demek Merilon'da doğdun." Bir kez daha Jo-
ram'ı güneş ışığı altında inceledi. "Evet, bir şekilde uygun düşüyor.
Ama... yine de hatırlayamıyorum..."
Sinirle, hatırlamaya çalışarak başını salladı. Ama düşünceleri
kocaman bir esneme koparan Simkin tarafından kesintiye uğratıl-
dı. "Bu fena halde büyüleyici küçük sohbeti bozmaktan nefret edi-
yorum. Ve sizi tekrar gördüğüm için fena halde sevindim, Garald,
ihtiyar bunak. Ama yemekten önce kısa bir uyku çekmek istiyo-
rum." Yeniden esnedi. "Kova olmak kolay değil. Sizin o siyah cüp-
peli muhafızlanmzm aslında otlann arasında bana takılan iki koca

hödük olduğu gerçeğinden bahsetmiyorum bile. Tabiri caizse beni


altüst ettiler ve bunu atlatmamın mümkün olduğunu hiç sanmıyo-
rum." Öfkeyle burnunu çekip burnunu portakal renkli ipek parça-
ı iv

ITİARPARfT U/EİS & TR£CY HlCKÜlAn


sı ile sildi.
"Gerçekten de gidip açıklıkta dinlenmen iyi olacak, dostum."
Garald gülümsedi. "İçin boşalmış gibi görünüyorsun."
"Agh!" Simkin irkildi. "Size hiç yakışmayan bir cinas, prensim.
Tatlı rüyalar. Sana da, Ey Karanlık ve Kasvetli Adam." Joram'a doğ-
ru kayıtsızca elini sallayan sakallı genç kayarak uzaklaştı. Büyülü
kamp yerine yaklaştıkça sıcak bahar havasının ılık akımlarını his-
sedebiliyorlardı.
"Simkm'i nasıl tanırsın?" diye sordu Joram istemsizce, yeşil pe-
lerin ile sülün tüylü yeşil şapkanın dalgalanarak uzaklaşmasını iz-
lerken.
"Simkin'i tanımak mı?" Joram'a bir bakış fırlatan Prens bir kaşı-
nı eğlenerek kaldırdı. "Herhangi birinin Simkin'i tanımayı başardı-
ğını sanmıyorum."
"Eh, Radisovik, neler öğrendin*"
Gece -gerçek gece, büyülü değil- açıklığa inmişti. Alanın orta-
sında bir kamp ateşi yanıyordu. Prens'in gündüz avladığı tavşanla-
rı pişirmek için kullanılmış, şimdi huzur dolu açıklığa hoş, sıcak
bir ateş yayıyordu. Kendi büyüsünü ve emri altındaki muhafızın
büyüsünü kullanan Prens Garald ateş ve av ihtiyaçlannı büyüyle gi-
derebilirdi. Tavşanlar kendi kendilerini pişirebilirlerdi. Ama Garald
formda kalmaktan hoşlanırdı. Özellikle de bu karışık zamanlarda
insan ne zaman büyü olmadan yaşamak zorunda kalacağını hiç bi-
lemezdi.
O gece Prens ve Kardinal yavaş yavaş ağaçların arasında, kam-
pın görüş alanından çıkmadan, siyah başlıklı Duuk-tsarithknn ko-
ruyucu gözlen altında yürüyorlardı. Yürüdüklen yerden biraz
uzakta Katalist oturmuş, ateşin yanında devamlı başı önünde düşe-
rek sıcak çay içiyordu. Mosıah yanında uzanmış, uyuyordu.
1 18

KAKAKJLIÇUI YAZGISI
nS'in kendi elleri ile yarattığı yumuşak battaniyelere sannmıştı.
ram arkadaşının yanında uzanıyordu, ama uyanıktı. Gözleri
Prens ile Kardinali izliyordu; kılıcı yanında, kolayca uzanabileceği
bir verde yatıyordu. Garald genç adamın tüm gece uyanık kalmaya
ve izlemeye mi niyetli olduğunu merak etti. Kendi kendine sırıta-
rak başını salladı. Kendisi de bir zamanlar on yedi yaşındaydı. O
"kadar uzun zaman önce de değil. Şimdi yirmi sekiz yaşındaydı. Ve
hatırlayabiliyordu.
Diğer konuklan, Simkin battaniyesini arkadaşlarından biraz
uzağa, bir çiçek yatağına sermişti. Farbaları, dantelli bir geceliğe
bürünmüş ve zevksiz bir şapkayla giyimini tamamlamış, yüksek
sesle horluyordu, ama gerçekten uyuyor muydu, yoksa numara mı
yapıyordu, belli değildi. Garald'm bir fikri yoktu kuşkusuz. Ama
Simkın'i, bunun ancak tahmin edilebileceğini bilecek kadar tanı-
yordu.
"Ekselansları?"
"Ah, afedersiniz, Kardinal. Daldım. Lütfen devam edin."
"Bu çok önemli, Ekselansları." Kardinal'in sesinde hafif bir pay-
lama vardı.
"Tüm dikkatim sizde," dedi Prens ciddiyetle.
"Katalist, Şaryon, Piskopos Vanya ile doğrudan iletişim halin-
deymiş."
"Nasıl?" Garald hemen ilgiyle doldu.
"Sırlar Odası, kuşkusuz, lordum, ama zavallı adamın bunun ne
olduğu konusunda en ufak bir fikn yok. Ama tasvirinden tanıdım.
Ona göre, Piskopos Vanya bizim yok olmamız için aktif olarak ça-
lışıyor..."
"Bu yeni haber değil," diye mırıldandı Garald, kaşlarını çatarak.
"Hayır, değil, lordum. Yeni haber olan, Blachlochün ıkı taraflı
ajan olarak çalışıyor olması. Evet, Ekselansları" -Prens m hayret do-

rriAReARfî U/EİS (J 1"RACY HıcK_mAn


lu bakışlarına yanıt olarak- "adam Vanya'mn aleti imiş, Karabüyû
cülerin köyüne bizi savaşa çekmek için gönderilmiş. Biz Karabüyû
cülere ve onları Karanlık Sanatlarla yaptıkları silahlara bağımlı
olunca, Blachloch bize ve onlara sırtını dönecekmiş. Düşmanımızın
ellerinde altedilecekmişiz ve Karabüyücüler yok edilecekmiş."
"Akıllı piç, Blachloch," dedi Garald sertçe. "Ama ondan geçmiş
zaman kipinde bahsettiğini görüyorum."
"Ölmüş, Ekselansları. Genç adam," -Radisovik Joram'a bir ba-
kış fırlattı- "onu öldürmüş."

"Bir Duuk-tsarith'i mi?" Garald kuşkulu görünüyordu.


"Kılıçla, lordum ve Katalist'in yardımıyla."
"Ah, karataştan kılıç." Garald'm alnı düzeldi. Sonra, gözleri Jo-
ram'm üzerinde, tekrar kaşlarını çattı. "Gerçekten de tehlikeli bir
genç," dedi, sonra düşüncelere dalarak sustu. Yanında yürüyen
Kardinal de sessiz kaldı.
"Bu kataliste güveniyor musun?" diye sordu Garald aniden.
"Evet, lordum, bir dereceye kadar," diye yanıt verdi Radisovik.
"Ne demek, 'bir dereceye kadar'?"
"Şaryon içten bir âlim, Ekselansları, bir matematik dahisi. Tek-
noloji'nin Karanlık Sanatlarına bu şekilde çekilmiş. Basit bir adam.
Kaynak'ın güvenli duvarlarının arasında barınmak ve yaşamını ki-
taplarla geçirmek isteyen biri. Ama ona bir şey olmuş, yaşamına
gölge düşürmüş bir şey."
"Genç adamla ilgili bir şey mi?"
"Evet, Ekselansları."
"Simkin de böyle bir şey söyledi -Vanya'mn katalisti, Joram'ı
Kaynak'a geri getirmek için gönderildiğini." Garald omuzlarım silk-
ti. "Ama... Simkin bu. Çoğuna inanmamıştım."
"Katalist'in hikâyesi ile uyuşuyor, Ekselansları. Ona göre, Pisko-
pos Vanya tarafından, Joram'ı adaletin önüne çıkarmak için gönde -
120

KARftKJLIÇin YAZGISI
rilmiŞ
"Ve sence..."
"Cerçeği söylüyor, lordum, ama tamamını değil. Aslında, Ekse-
lan bu kadar serbestçe bilgi vermesinin sebebinin bu olduğu-
düşünüyorum. Şaryon, Blachloch hakkında bilmek istedigim-
A n de fazla şey anlatmak için açması bir eğilim gösterdi. Zavallı
dam saydam biri. Yuvasında sakladığı şeyden beni uzaklaştırmak
için kırık kanadını çırptığı çok açık."
"Vanya'nın genç adamı yakalamak istemesi için ne sebep göste-
riyor?"
"Yalnızca Joram'm Ölü olmasını, lordum ve bir katil. Genç
adam bir denetçiyi öldürmüş. Katalist'e göre, Joram kışkırtılmış.
Denetçi genç adamın annesini öldürmüş."
"Hah!" Garald'ın kaşlan daha fena çatıldı. "Piskopos Vanya bu
kadar adi bir suçla ilgilenmez. Konuyu Duuk-tsarithlert aktanr. Ka-
talist bu vahşi hikâyeyi mi anlatıyor?"
"Anlatmaya da devam edecek, Ekselansları, ölümüne kadar. Ka-
talist'te ilgi çekici bir şey daha fark ettim, lordum."
"Nedir o?"
"İnancını kaybetmiş," dedi Radisovik yumuşak bir sesle. "Ruhu-
nun karanlığı içinde yapayalnız, tanrısının rehberliği olmadan do-
lanan bir adam o. Böyle bir adam -onun gibi bir sun olan- o sırra
daha büyük bir kuvvetle tutunacaktır, çünkü ona kalan tek şey bu-
dur." Kardinal ormanın soğuğunda hafifçe titreyerek omuzlanm
silkti. "Ama kesin olarak bilmiyorum. Belki de savaşbüyücülerinin
bilgi almak için özel yöntemleri..."
"Hayır!" dedi Garald kararlılıkla, bakışları istemsizce ateşin ya-
kınında disiplinli bir sessizlik içinde duran siyah cüppeli şekillere
giderek. "Bu tür şeyleri Vanya'ya ve Merilon'un kukla imparatoru-
na bırakalım. Adamın sırrım öğrenmemiz Almin'in isteği ise, o za-
ITİARSARfî U/EİS S[ ÎRACY HiCKjnAn
man öğreniriz. Değilse, o zaman bilmemiz kastedilmemiş dernek
tir."
"Amin," diye mırıldandı Kardinal, rahatlamış görünerek.
"Hem, Blachloch'un ihanetini zamanında öğrenmemizi Almfn
istedi," diye devam etti Garald gülümseyerek.
"Yaratıcımız hamdolsun," diye karşılık verdi Kardinal. "Ve şim-
di, bunu bildiğimize göre, lordum, Karabüyücülere yaptığımız yol-
culuğa devam edecek miyiz?"
"Evet, elbette. Yani sen de kabul ediyorsan, demek istedim," di-
ye düzeltti Garald telaşla. Hızla ve kararlılıkla eyleme geçmeye alı-
şık genç Prens zaman zaman daha yaşlı, daha deneyimli Kardinal'in
tavsiyesini almayı unuturdu. Babasının, Kral'm bu göreve ikisini
birlikte göndermesinin sebebi buydu.
"Sanırım bilgece olacaktır, Ekselansları. Özellikle de şimdi," de-
di Radisovik, gülümsemesini saklama sırası bu sefer ona gelmişti.
"Karabüyücüler önderlerinin ölümünün ardından kargaşa içinde
olacaklar. Katalist bana banş isteyen bir hizip olduğunu söyledi,
ama diğer bir, daha güçlü grup savaşı devam etürmeye tarafmış.
Araya girip kontrolü ele geçirmek ve Savaşbüyücüsü artık olmadı-
ğına göre onlarla açık açık çalışmak kolay olmalı."
"Evet, ben de böyle düşünüyorum." Garald gülümsedi. "Bu ara-
da, sanınm acele etmemize gerek yoktur, değil mi?"
Kardinal şaşırmış göründü. "Eh, hayır. Sanmıyorum, Ekselans-
ları. Köye kararlı bir önder figürü kontrolü ele almadan ulaşmalı-
yız..."
"Bir hafta fazla fark yaratmaz, sence de öyle değil mi?"
"H -hayır, lordum," dedi Kardinal şaşkınlık içinde. "Sanmıyo-
rum."
"Peki konuklarımızın niyeti nedir? Nereye gidiyorlar?"
"Merılon'a, Ekselanstan," dedi Kardinal.
122

KARAKJLlÇin YAZGISI
«c et bu mantıklı geliyor," dedi Garald, Kardinal'den çok ken-
dine konuşarak. "Joram adını ve servetini anyor. Bu oldukça
di K£'1
işe yarayabilir.."
"Ekselansları?"
"Bir şey y°k> kendi kendime konuşuyordum yalnızca. Bir itira-
vol<sa" burada bir haftalığına kamp yapacağız sanırım, Radiso-
' vik."

"Peki burada ne yapmayı planlıyorsunuz, lordum?" diye sordu


Kardinal.
"Kılıç öğretmem olacağım. İyi geceler, Kardinal Hazretleri."
Garald eğilerek ateşe doğru yürüdü.
"İyi geceler, Ekselanslan," diye mmldandı Radisovik, Prens'in
ardından hayretle bakarak.
123

11
JORAM
Garald, başı düşünceler içinde eğilmiş durumda, ateşin başına
döndü. Kardinal açıklıktla yürümeye devam etti ve Duuk-tsarithkr-
den birinin emri ile sıcak kaynakların yanında beliren ipek bir ça-
dıra girdi. Prens yürürken, hem onun hem de Kardinal'in Kata-
list'in dikkatli bakışları altında olduklarını ve Saryon'un bakışları-
nın onlardan Joram'a kaydığını gördü. Genç adam sonunda uyuya-
kalmıştı, eli hâlâ kılıcının üzerindeydi.
Katalist onu seviyor, o kadarı kesin, diye düşündü Prens, yak-
laşırken indirdiği gözkapaklannm altından Saryon'u izleyerek. Çok
güç bir sevgi olmalı. Karşılığı olmadığı açık. Radisovik haklı. Bura-
da derin bir sır var. Açığa vurmayacak, bu kadan belli. Ama genç
adamdan bahsederken, fark ettiğinden çok şey söyleyebilir. Ve ben
Joram hakkında birşeyler cjgreneceğim.
"Hayır, lütfen kalkmayın, Peder," dedi Prens yüksek sesle, gelip
Katalist'in yanında durarak. "İtirazınız yoksa ve yatmak istemiyor-
sanız sizinle bir süre oturmak isterim."
"Teşekkür ederim, Ekselansları," diye yanıt verdi Katalist, bü-
yüyle bir saraydaki kadar kalın ve rahat bir halıya dönüştürülmüş
olan yumuşak, kokulu otların üzerine otururken. "Arkadaşlığınız
beni memnun eder. Ben zaman zaman uykusuzluk çekerim." Kata-
list bitkinlik içinde gülümsedi. "Bu da o gecelerden anlaşılan."
124

KARfıKJLİÇin YAZGISI
"Ben de sık sık uyanık kalırım," dedi Prens, zarafetle Katalist'in
oturarak. "Thddara'm yataktan önce bir kadeh şarap öneri-
" prens'in elinde, ateş ışığı altında sıcak sıcak panldayan yakut
zısl bir sıvıyla dolu kristal bir kadeh belirdi. Prens kadehi Ka-
talist'e uzattı.
"Teşekkür ederim, Ekselansları," dedi Şaryon, kendisine göste-
rilen önem karşısında kızararak. "Sağlığınıza." Şarabı yudumladı.
r0k lezzetliydi ve aklına saray hayatına ve Merilon'a ilişkin anılan
getirdi.
"Sizinle Joram hakkında konuşmak istiyorum, Peder," dedi Ga-
rald, otsu halı üzerinde yerleşerek. Bir dirseği üzerine uzandı ve
kendi yüzünü ateş ışığından uzak tutarken, doğrudan Katalist'in
yüzüne baktı.
"Açık konuşuyorsunuz ve doğrudan konuya giriyorsunuz, lor-
dum," dedi Şaryon, hafifçe gülümseyerek.
"Bazen gösterdiğim bir zayıflık," dedi Garald hüzünlü bir gü-
lümsemeyle, elinin altındaki otlan yolarken. "Ya da en azından ba-
bam öyle diyor. Yavaşça arkadan sürünmem gerekirken insanların
üzerine kedi gibi sıçrayıp korkutuyormuşum onlan."
"Genç adam hakkında bildiklerimi size memnunlukla anlatı-
rım, lordum," dedi Şaryon, bakışları ateşin yanında yatan, uykuda-
ki şekle giderek. "Yaşamının ilk yıllanna ait hikâyeyi başkalarından
duydum, ama gerçekliğinden kuşku duymam için bir sebebim
yok."
Katalist konuşmaya devam etti ve Joram'm kasvetli, tuhaf yetiş-
tirilişini anlattı. Prens sessizce, tüm dikkatini vererek, büyülenmiş
bir şekilde dalarak dinledi.
"Anja'nm deli olduğu konusunda kuşku yok, Ekselanslan," de-
di Şaryon yumuşak bir iç çekişle. "Korkunç sıkıntılar çekmiş. Âşık
olduğu adamın..."
125

ITİARGARft U/EİS S[ ÎRACY HıcıcmAn


"Joram'm babası, Katalist," diye açığa vurdu Prens.
"Mmm... evet, lordum." Şaryon öksürdü ve devam etmeden
önce boğazını temizlemek zorunda kaldı. Garald konuşurken ada-
mın ona bakmadığını fark etti. "Katalist. Onun Dönüştürmeye
mahkûm edildiğini gördü. Bu cezayı hiç izlediniz mi, Ekselansları?"
Şimdi Katalist'in bakışları Prens'e dönmüştü.
"Hayır," diye yanıt verdi Garald, başını sallayarak. "Almin tanı-
ğım olsun, istemem görmeyi."
"Böyle dua ederek iyi ediyorsunuz, lordum," diye yanıt verdi
Şaryon, bakışları bir kez daha ateşte dans eden alevlere giderek.
"Ben gördüm. Aslında, Joram'm babasının cezasının uygulandığını
gördüm, ama o zaman bilmiyordum, elbette. Kader ne kadar tu-
haf. .." O kadar uzun süre sessiz kaldı ki, Prens Garald koluna do-
kunmak zorunda kaldı.
"Peder?"
"Ne?" Şaryon irkildi. "Ah, evet." Titreyerek cüppesine sanndı.
"Korkunç bir cezadır. Kadim dünyada, insanların işledikleri suçlar
için ölüme mahkûm edildiğini söylerler. Biz bunu barbarlık sayanz
ve sanınm öyledir de. Ama bazen ölümün, bizim medeni yöntem-
lerimizden daha kolay olması gerektiğini düşünüyorum."
"Bir adamın Öte'ye gönderilmesini izlemiştim," dedi Prens alçak
sesle. "Hayır, bekle. Bir kadındı. Evet, bir kadın. Yalnızca küçük bir
çocuktum. Babam götürdü beni. İlk kez Koridorlarda yolculuk ya-
pıyordum. Yolculuk beni o kadar heyecanlandırmıştı ki, yolculu-
ğun amacından haberim bile yoktu, ama babamın beni buna hazır-
lamaya çalıştığından eminim. Denediyse bile, başanlı olamadı."
Prens huzursuzca kıpırdandı. Uzandığı yerden doğrulup otur-
du ve gözlerini alevlere dikti. Anılar yakışıklı yüzünü, açık, kahve-
rengi gözlerini gölgeledi.
"Suçu neydi, lordum?"
126
KARAKJUÇin YAZGISI
"Hatırlamaya çalışıyordum." Garald başını salladı. "Tiksindirici
olmalı; muhtemelen zina ile ilgili, çünkü babamın kafası ka-
bir şey
mis gibi göründüğünü ve detaylar hakkında belirsiz konuştuğu-
hatırlıyorum. Bir sihirbazdı, bunu hatırlıyorum. Albanara -sa-
vda yüksek seviyeli biri. Büyü yaparak bir adamı iradesi dışında
kandırmak hakkında bir şey vardı." Garald omuzlarını silkti. "En
azından adamın hikâyesi buydu, sanmm.
"Çocuktum," diye devam etti, "bir oyun olacağını sanıyordum.
Cok heyecanlıydım. Saraydaki herkes oradaydı, bu olay şerefine
kan kırmızısının çeşitli tonlarıyla renklendirilmiş, harika giysileri-
ne bürünmüşlerdi. Ben giysimle çok gurur duyuyordum ve üze-
rimde kalsın istiyordum, ama Babam yasakladı. Orada, Smır'da,
büyük, canlı muhafızların ayaklarının dibinde durduk..."
Durdu. "O zaman o taştan adam ve kadınların canlı olduğunu
bilmiyordum. Babam bana hiç söylemedi. Onlara hayranlıkla bakı-
yordum, dokuz metre yükselen, hiç kırpmadıkları gözleri ile daima
Ûte'nin gölgeli sislerine bakan heykeller. Gri cüppe giymiş bir
adam öne çıktı. Duuk-tsarith idi sanmm, ama giyiminde farklı bir
şey olduğunu hatırlıyorum..."
"İnfaza, lordum," dedi Şaryon gergin bir sesle. "Kaynak'ta yaşar
ve katalistlere hizmet eder. Cüppesi gridir -adaletin tarafsızlığını
simgeler- ve o adaletin ayrım yapmadığını göstermek için Dokuz
Gizem'in simgeleri ile süslüdür."
"Hatırlamıyorum. Etkileyiciydi. Hatırlayabildiğim tek şey bu.
Uzun boylu bir adamdı, taş heykeller nasıl bizim tepemizde yükse-
liyorsa, o da yanında bağlı duran kadının tepesinde yükseliyordu.
Piskopos -Vanya olmalı, kendimi bildim bileli Piskopos o- bir ko-
nuşma yaptı ve kadının suçlannı saydı. Korkarım dinlemedim."
Prens hüzünle gülümsedi. "Sıkılmıştım. Bir şey olmasını istiyor-
dum.
127

rriARCARft U/EIS & tRilCY HlCKJTlAn


"Her neyse, Vanya konuşmasını bitirdi. Almin'e, kadının ruhu
na karşı merhametli olması için seslendi. Kadın tüm bu süre bo-
yunca kıpırdamadan duruyor, meydan okurcasına suçlamaları din-
liyordu. Saçlan alev kırmızısıydı ve salmıştı, beline kadar uzanıyor-
du. Cüppesi kan kırmızısıydı ve saçlarının ne kadar canlı göründü-
ğünü, güneşte parladıgmı, giysilerinin bununla karşılaştırıldığında
ne kadar ölü göründüğünü düşündüğümü hatırlıyorum. Ama Pis-
kopos Almin'in kutsaması için seslendiği zaman, başını arkaya attı
ve benim çocuksu masumluğumu paramparça eden bir feryatla
dizlerinin üzerine düştü.
"Babam benim titrediğimi hissetti ve anladı. Kolunu bana sardı,
bedenimi bedenine bastırdı. İnfazcı kadını yakaladı ve ayağa kal-
dırdı. Cüppeli kolu ile öne yürümesini işaret etti... Tanrım!" Prens
gözlerini kapattı. "O korkunç sise doğru yürümek! Kadın burgala-
nan sise doğru bir adım attı, sonra yine dizlerinin üzerine düştü.
Merhamet dilenen çığlıkları havayı yırtıyordu. Yalvardı, yakardı.
Kumların içinde bize doğru sürünmeye başladı! Elleri ve dizleri
üzerinde sürünüyordu!"
Garald ateşe bakarak, ağzı sert, düz bir çizgi halinde sustu.
"Sonunda," diye devam etti, "İnfazcı onu Smır'm en ucuna taşı-
dı. Sisler cüppesinin çevresinde kıvrıldı ve ikisini de gözlerden sak-
ladı. Son bir korkunç haykırış duyduk... sonra sessizlik. İnfazcı
döndü... yalnızdı. Merilcm'daki saraya döndük. Ve ben kustum."
Şaryon hiçbir şey söylemedi. Ona bakan Garald Katalist'in ölü
gibi beyazladığını görünce korktu.
"Bir şey yok, Ekselansları," dedi Şaryon, Prens'in endişeli sorgu-
lamasına karşılık. "Yalnızca... ben de pek çok Sürgün gördüm.
Anılar peşimi bırakmıyor. Ve söylediğiniz gibi, hep aynı. Bazıları
tek başlanna yürüyor, elbette. Gururlu, meydan okuyan, başlarını
kaldıranlar. İnfazcı Sınır'a kadar onlara eşlik ediyor ve sanki bir
128

KAKAKJLIÇin YAZGISI
< A-n diğerine geçer gibi sislerin arasına adım atıyorlar. Ama,"
n yutkundu- "her zaman son bir haykırış oluyor, girdapla-
sislerin arasından - bir dehşet ve ümitsizlik haykırışı, en cesur-
ndan bile. Ne gördüklerim merak ediyorum..."
«Bu kadar yeter!" dedi Garald, yüzündeki soğuk teri silerek,
«nevam edersek ikimiz de kâbus göreceğiz. Joram'a dönelim."

"Peki, lordum. Memnunlukla. Ama," -Katalist başını salladı-


"onun hikâyesi de huzurlu bir uyku vermeyecek. Size Taşa Dön-
dürme 'nin detaylarını anlatmayacağım. İnfazcmm rolünü oynadığı-
nl ve -cezamı seçme şansım olsaydı- canlı bir ölüm yaşamak yeri-
ne son bir dehşet haykırışım tercih edeceğimi söylemem yeterli."
"Evet," diye mırıldandı Garald. "Genç adamın annesinden bah-
sediyorsunuz."
"Hatırlattığınız için teşekkür ederim, Ekselansları. Anja âşığının
canlı bir adamdan canlı bir taşa dönüştürülmesini izlemeye zorlan-
dı ve sonra Kaynak'a götürüldü. Orada çocuklannı... iki âşığın ço-
cuğunu doğurdu."
"Devam et," diye cesaretlendirdi Prens, Katalist'in yüzünün sol-
duğunu, gözlerini kaçırdığım görünce.
"Çocuklan..." diye tekrarladı karmaşa içinde. "O... bebeği al-
dı... ve Kaynak'tan kaçtı. Dış bölgelere giderek Tarla Şekillendiri-
cisi olarak iş buldu. O köyde çocuğunu -Joram'ı büyüttü."
"Bu Anja, asil bir aileden mi geliyordu? Bunu kesin olarak bili-
yor musun? Joram gerçekten asil kandan mı?"
"Asil kan mı? Ah, evet, Ekselansları! En azından, Piskopos Van-
ya'nın bana söylediği bu." Şaryon tereddütlüydü.
"Peder, gittikçe kötüleşiyor gibisiniz," dedi Garald endişeyle,
Katalıst'in dudaklarının kül rengine döndüğünü ve traşlanmış ka-
fasında ter damlacıklan oluştuğunu görünce. "Başka zaman devam
edenz."
129

ttİARÇARft U/EIS 8C 1"RACY HlCKJTlAn


"Hayır, hayır, Ekselansları," dedi Şaryon telaşla. "Ben., i
ramla bu şekilde ilgilenmenizden memnunum. Ve... bu konurf
konuşmaya ihtiyacım var! Aklımda... büyük bir yük oluşturtıyor
du..."
"Pekâlâ, Peder," dedi Prens, serinkanlı bakışları Katalist'in u2e
rinde. "Lütfen devam edin. Oğlan bir Tarla Büyücüsü olarak yetiş,
tirildi."
"Evet. Ama Anja ona asil kandan olduğunu anlattı ve unutma-
sına hiç izin vermedi. Onu diğer çocuklardan uzak tuttu. Köydeki
kataliste göre, Joram'm Anja yanında değilken içinde yaşadıktan
kulübeden çıkmasına izin vermiyordu. Oğlanın başkalarıyla ko-
nuşmasına bile izin vermiyordu. Kadın tarlada çalışırken bütün
gün evde yalnız kalıyordu. Anja Albanara idi. Büyüsü güçlüydü ve
çocuğu içeride, diğerlerini dışanda tutmak için kulübenin çevresi-
ne koruma büyüleri yapıyordu. Gerçi kimse içeri girmeye çalıştı-
ğından değil," diye ekledi Şaryon. "Kimse Anja'dan hoşlanmıyordu.
Soğuk ve uzaktı, oğlana her zaman diğerlerinden üstün olduğunu
söylüyordu."
"Ölü olduğunu biliyor muydu?"
"Hiç itiraf etmedi, ne oğlana, ne de kendisine. Ama onu yalıtıl-
mış tutmasının bir sebebi de buydu, sanırım. Ama çocuk dokuz ya-
şındayken tüm diğer çocuklar gibi tarlaya gitmesi gerektiğini bili-
yordu. İşte o zaman büytf yoksunluğunu yanılsama ve el çabuklu-'
gu ile gizlemeyi öğretti. Kendisi de bunu sarayda öğrenmişti kuş-
kusuz, orada oyun eğlence için oynanır. Ona aynı zamanda, evden
çaldığı kitaplardan okuma yazma öğretti. Ve," -Şaryon yine içini
çekti- "onu babasını görmeye götürdü."
Garald inanamayarak Katalist'e baktı.
"Evet. Joram bundan hiç bahsetmez, ama köy katalisti söyledi
bana. Koridorları ona açan adam. Orada neler olduğunu ancak tah-
130

KARfVKJLIÇin YAEGİSİ
debilirim, ama Katalist oğlanın döndüğünde ceset gibi beyaz
sunu söylüyor; gözleri Öte'nin sislerine bakan ve ölüm âlemi-
îren birinin gözleriymiş. Babasının taş heykelini gördüğü o
• den sonra Joram da taşa dönmüş. Soğuk, uzak, duygusuz. Çok
kişi gülümsediğini görmüş. Kimse ağlarken görmemiş."
Prens'in gözleri ateşin yanında yatan genç adama gitti. Uykuda
hile serl yüz gevşemiyordu, kaşları düşünceli, ağır bir çizgi gibi ka-
lıyordu.
"Devam edin," dedi Prens sessizce.
"Joram yanılsama konusunda iyiydi ve yıllar boyunca Ölü oldu-
ğu gerçeğini saklayabildi. Biliyorum, çünkü bana, büyünün ona ge-
leceğini umduğunu söyledi. Anja Albanaralar'm çoğu gibi geç geliş-
tiğini söylediğinde ona inanmış, inanmış, çünkü inanmak istiyor-
muş, elbette. Tıpkı güzel Merilon şehri hakkında anlatılanlara inan-
dığı gibi. Diğerleri ile tarlalarda çalıştı ve kimse onu sorgulamadı.
Tarla Büyücülerini aldatmak kolaydı," dedi Katalist. "Açık sebep-
lerden dolayı onun yaşındaki oğlanlara Yaşam verilmez."
"Denetçi bu şekilde onları kontrol altında tutar," dedi Prens
sertçe.
"Evet, Ekselansları," dedi Şaryon hafifçe kızararak. "Genç adam-
lar genellikle güç, fiziksel işler yaparlar, tarlaları temizlemek gibi.
Bu tür iş büyü kullanımı gerektirmez. Joram bir süreliğine şanslıy-
dı. Büyürken, köyün iyi bir denetçisi vardı. Joram'm somurtkanlı-
ğına va karanlık ruh hallerine göz yumuyordu. Anlıyordu. Hem,
oğlanın nasıl yetiştirildiğini biliyordu. O zamana kadar Anja'nm
deliliğini herkes anlamıştı -Joram bile. Ama kendisini diğerlerine
karşı kapatmıştı. Yani Mosiah dışında."
"Ah, bunu merak ediyordum," dedi Prens, bakışları Joram'm
yanında uyuyan diğer genç adama giderek.
"Tuhaf bir arkadaşlık, lordum. Duyduklanma göre, Joram tara-
131

tTİARPARft UİEİS {j 1"RACY HıcıonAn


fmdan hiç cesaretlendirilmeyen bir dostluk. Ama arkadaşını kon
mak için savaşmaya gönüllü olmasından anlaşılacağı gibi, o da M0
siah'a yakınlık hissetmeye başladı. Ve Mosiah da yakınlık hissedi
yor, ama eminim neden dert ettiğini merak ediyordur. Ama, devam
etmek gerekirse..." Şaryon gözlerini ovuşturdu. "Eninde sonunda
gelecek olan gün geldi ve Joram Ölü olduğunu anladı. Eski denet-
çi ölmüştü. Yerini alan yenisi Joram'm somurtkan uzaklığını üzeri-
ne alındı. Bunu isyan saydı ve oğlanın direncini kırmaya karar ver-
di. -
"Bir sabah, Denetçi, Katalist'e, tarlaların üzerinde uçması ve di-
ğer Tarla Büyücüleri gibi ekime yardım etmesi için Joram'a Yaşam
bahşetmesini emretti. Katalist -Tarikatımız içinde pek de zeki bir
örnek değildi, korkarım," diye ekledi Şaryon, başını sallayarak,
"genç adamın Ölü olduğunu haykırdı. Denetçi memnun olmuştu
kuşkusuz ve Duuk-tsarithleri çağırmaktan bahsetmeye başladı,
"Bu noktada, Anja aklıbaşmdalık ile son bağını da kopardı. Şek-
lini kaplana dönüştürerek Denetçinin boğazına atladı. Adam içgü-
düyle tepki gösterdi ve büyüsüyle kendisini korudu. Yarattığı kal-
kan çok güçlüydü. Alev alev şimşekler Anja'ya çarptı ve kadın öle-
rek adamın ayaklannm dibine düştü. Oğlu çaresizce seyretti."
"Almın adına," diye fısıldadı Prens.
"Joram ağır bir taş aldı," diye devam etti Şaryon konuşmasına,
"ve Denetçiye fırlattı. Adam taşın geldiğini görmedi bile. Taş ada-
mın kafasına çarptı. Böylece, Joram iki kat lanetlenmiş oldu -baş-
ta, yürüyen Ölü olduğu için ve şimdi cinayet işlediği için.
"Yabantopraklar'a kaçtı. Atadamlann saldırısına uğradı ve ölü
sanılıp terk edildi. Yabantopraklar'a girenleri, özellikle de kötücül
ülkülerine katılmaya ikna edilebilecekleri daima bekleyen Blach-
loch'un adamlan genç adamı bulup köye getirdi. Karabüyücüler
onu sağlığına kavuşturdu ve demirhanede çalıştırmaya başladı.
I32

KAW>KJLIÇin YAZGISI

Ama
nüz
i ram Blachloch'a katılmadı. Neden, bilmiyorum, gördüğü-
hi her tür otorite figürüne karşı olduğu için olabilir."
Demirhane... Karataşm sımm orada mı öğrendi?"
"Hayır, Ekselansları." Şaryon yine yutkundu. "Bu Karabüyücü-
n bile bilmediği bir sırdır. Yüzyıllar içinde unutmuşlar bunu.
"Böyle inanmaya yöneltildik."
"Ama Joram Karabüyücülerin sürgüne kaçarken yanlannda ge-
tirdikleri kitaplar -kadim metinler- buldu. Yıllar içinde okuma ye-
teneklerini kaybetmişler. Zavallı insanlar. Her gün hayatta kalmak
için mücadele ediyorlar. Ama Joram kitaplan okuyabiliyordu elbet-
te ve karataş cevherinden metal yapmayı onlardan birinden öğren-
di. Bu bilgiyle, kılıcı dövdü."
Katalist sustu. Garald'm şimdi ona dönen dikkatli bakışlarının
farkındaydı ve Şaryon başını eğerek endişeyle perişan cüppesinin
kıvrımlarını düzeltti.
"Söylenmemiş bir şey bıraktın, Peder," dedi Prens serinkanlılık-
la.
"Söylenmemiş epeyce şey bıraktım, Ekselansları," dedi Katalist
kısaca, başını kaldırıp doğrudan Prens'e bakarak. "Ben kötü bir ya-
lancıyım, biliyorum. Ama yüreğimde taşıdığım sır bana ait değil ve
ilgili kimseler açısından tehlikeli bir bilgi olabilir. Onu yalnız başı-
ma taşısam daha iyi."
Eğiliminin mütevazı, yıpranmış cüppesini giymiş orta yaşlı
adamda, Garald'ı etkileyen sessiz bir vakar vardı. Bir hüzün de var-
dı, sanki bu yük taşıyamayacağı kadar ağırmış, ama yine de düşe-
ne kadar taşıyacakmış gibi. Adam inananı yitirmiş, demişti Kardi-
nal. Bu sır sahip olduğu tek şey...
O ve Joram'a karşı merhameti ve sevgisi.
"Bana karataştan bahset," dedi Prens, Katalist'm daha fazla ısrar
etmeyeceğini anlamasına izm vererek. Şaryon nazik bir minnetle,
133

rfİARCARft lUEIS S[ tRACY HlCKITIAn


rahatlayarak gülümsedi.
"Pek az şey biliyorum, Ekselansları," diye yanıt verdi. "YalnızCa
metinlerden okuduklarım ve bunlar da pek yetersizdi. Yazarlar
cevher hakkındaki temel bilgilerin iyi bilindiğini varsayıyorlardı VP
bu yüzden onu dövmek için gerekli ileri teknolojilerden bahsedi-
yorlardı. Varlığı doğada, her eylem için eşit ve zıt bir tepki olması
gerektiği yasasına dayanıyor. Bu yüzden, büyü yayan bir dünya da
büyüyü emen bir şey de olmalı."
"Karataş."
"Evet, lordum. Görünüşü ve özellikleri demire benzeyen bir
cevherdir ve silah yapımı için idealdir. Özelde kılıç, kadim Karabü-
yücülerin en sevdiği silahtı. Kılıç kullanıcıyı, ona karşı yapılan her
tür büyüden koruyordu. Sonra kılıcı düşmanının büyülü savunma-
larını aşmak için kullanıyordu. Ve son olarak, silahın kendisi düş-
manının yaşamını sona erdiriyordu."
"Ve bunu bilen Joram Karakılıç'ı dövdü."
"Evet, Ekselansları... benim yardımımla. Cevhere Yaşam ver-
mek için bir katalist gereklidir."
Garald'm gözleri irileşti.
"Görüyorsunuz, ben de lanetliyim," dedi Şaryon sessizce. "Tari-
katımızın kutsal yasalannı ihlal ettim ve bir... bir... karanlığın bir
nesnesine Yaşam verdim. Ama ne yapabilirdim? Blachloch karataşı
biliyordu. Onu kendi korkunç amaçlan için kullanmayı planlıyor-
du. En azından, buna inanıyorduk. Kilise için çalıştığım çok geç
öğrendim..."
"Fark etmezdi," dedi Garald. "Kanatasın gücünü anlayınca Kili-
se'ye ihanet edeceğinden ve onu kendisi için kullanacağından kuş-
kum yok."
"Kuşkusuz haklısınız." Şaryon başını eğdi. "Yine de, kendimi
nasıl affedebilirim? joram onu öldürdü. Savaşbüyücüsü savunma-
134

KARAKILIÇin YAZGISI
aklarının dibinde yatıyordu. Yaşamını tüketmiştim, Karakı-
5izca ay
hüvüsünü çekmişti. Biz... biz Savaşbüyücüsü'nü... Duuk-tsa-
thlere. teslim edecektik. Bulmalan için onu Koridorlara bırakacak-
uk Bir haykırış geldi..."
Şaryon devam edemedi, sesi çatallandı. Garald elini adamm
omzuna koydu.
"Arkama baktığımda," -Katalist dehşet dolu bir fısıltı ile konu-
şuyordu- "Joram'in bedenin tepesinde dikildiğini gördüm. Karakı-
hç kanla ıslanmıştı. Ona ihanet etmeyi, onu da Duuk-tsariihlere tes-
lim etmeyi planladığımı sandı. Ona buna niyetim olmadığını söyle-
dim..." Şaryon içini çekti. "Ama Joram hiç kimseye güvenmez.
"Cesedi sakladı ve o sabah Piskopos Vanya benimle iletişim ku-
rarak Joram ile Karakılıç'ı Kaynak'a getirmemi istedi." Şaryon üz-
gün bakışlarını kaldırdı. "Nasıl yapabilirdim, Ekselansları?" diye
haykırdı, ellerini ovuşturarak. "Öteye gönderileceğini bile bile na-
sıl onu geri götürebilirdim! O korkunç haykırışı duymak ve ona ait
olduğunu bilmek! Gideceği son yer Merilon olmalı! Ama onu dur-
duramıyorum! Siz durdurabilirsiniz, Ekselansları," diye bağırdı
Şaryon aniden, hararetle. "Onu sizinle beraber Sharakan'a gitmeye
ikna edin. Belki dinler..."
"Peki ona ne diyeyim?" diye sordu Garald. "Sharakan'a gelip
önemsiz biri olmasını mı? Merilon'a gidip kimliğini, unvanını, do-
ğum hakkını keşfemek varken reddetmesini mi? Bu her adamm
alabileceği bir risk. Onu vazgeçirmeyecegim."
"Doğum hakkı..." diye tekrarladı Şaryon yumuşak sesle, acı
içinde.
"Ne?"
"Hiçbir şey, lordum." Katalist yine gözlerini ovuşturdu. "Sanı-
rım haklısınız."
Ama Şaryon o kadar altüst olmuş ve endişeli görünüyordu ki.
13S

ITlARCARft U/EIS §? ÎRflCY HlCKJTIAn


Garald daha büyük bir nezaketle ekledi. "Size ne söyleyeceğim, pe
der. Genç adamın en azından hedefine ulaşmasına bir şansı olması
için elimden geleni yapacağım. Ona, başı derde girerse kendisini
nasıl koruyacağını öğreteceğim. Ona bu kadarını borçluyum. Bizi
Blachloch'un ikili oyunundan kurtardı. Ona borçluyuz."
"Teşekkür ederim, Ekselansları." Şaryon biraz da olsa rahatla-
mış gibiydi. "Şimdi, eğer beni affederseniz, lordum, sanırım artık
uyuyabilirim..."
"Kuşkusuz, Peder." Prens ayağa kalktı ve Katalist'in kalkmasına
yardımcı oldu. "Sizi bu saate kadar tuttuğum için özür dilerim, ama
konu büyüleyici. Telafi etmek için, size bir yatak hazırlattım. En iyi
ipekten çarşaflan ve battaniyeleri var. Ama belki de bir çadır tercih
ederdiniz. İsterseniz..."
"Hayır, ateşin yanında bir yatak iyi. Aslında, benim alışık ol-
duklarıma göre çok daha iyi, Ekselansları." Şaryon bitkin bitkin
eğildi. "Dahası, aniden kendimi o kadar yorgun hissettim ki, kuğu
tüyünde mi uyuyorum, yoksa çam iğneleri üzerinde mi, fark ede-
ceğimi sanmıyorum."
"Pekâlâ, Peder. Size iyi geceler diliyorum. Ve, Peder," -Garald
elmi yaşlı adamın koluna koydu- "Blachloch'un ölümünün azabını
vicdanınızdan silin. Adam kötüydü. Yaşamasına izin verseydiniz,
Joram'ı öldürür, karataşı alırdı. Joram Almin'in iradesi ile eyleme
geçti ve Almin'in adaletini yerine getirdi."
"Belki de." Şaryon yorgun yorgun gülümsedi. "Benim için, yine
de cinayet. Joram için öldürmek kolay oldu -aşın kolay. Cinayeti,
büyü konusunda yoksun olduğu gücü edinmenin yolu olarak gö-
rüyor. Size iyi geceler dilerim, Ekselansları."
"İyi geceler, Peder," dedi Garald sözlerini dikkatle düşünerek.
"Almin sizi korusun."
"Korur umarım," diye mırıldandı Şaryon, sırtını dönerek.
136

KARfSKJLIÇin YAZGISI
çharakan Prensi sabahın yıldız ışığı ile aydınlanan ilk saatlerine
, çadınna çekilmedi. Düşünmeden belirmesini sağladığı kürk-
bürünmüş bir şekilde, soğuk gece havasında çimenlerin üze-
. ı£ Qeri geri yürüdü. Düşünceleri tuhaf, karanlık delilik ve cina-
hikâyeleri, Yaşam ve Ûlüm, büyü ve onun yok edicisi üzerinde
âunlaşmıştı. 5onuncjaı hikâyeyi uyku âleminde yok edebileceği-
ne sandığı zaman kaderin yoluna çıkardığı, uyuyan gruba bakarak
durdu.
Gerçekten kader miydi acaba?
"Bu Merilon yolu değil," dedi kendi kendine, bu gerçek aniden
aklma gelince. "Neden bu yoldan gelmişler? Doğuya giden çok da-
ha kısa, çok daha güvenli yollar var..."
"Peki rehberleri kimdi? Tahmin edeyim. Hiç yolculuk etmemiş
üç kişi. Ve heryere gitmiş biri." Gözleri beyaz gecelikli şekle gitti.
Annesinin kollarındaki hiçbir bebek Simkin kadar tatlı uyumamış-
tır. Yalnız takkesinin püskülü ağzını örtmüştü ve gece sona erme-
den onu soluyup boğulması oldukça olasıydı.
"Şimdi ne oyun oynuyorsun, eski dostum?" diye mırıldandı Ga-
rald. "Tarok olmadığı kesin. Bu genç adamın üzerine düşen onca
gölge arasında, neden seninki en karanlık olanı?"
Prens bu konuda düşünerek çadırına çekildi ve kıpırtısız, dik-
katli Düuk-tsarithkri geceye hükmetmek üzere yalnız bıraktı.
Ama Garald'm uykusu, umduğu gibi kesintisiz değildi. Birden
fazla kez kendisini, bir kovanın neşeli kahkahası ile irkilerek uya-
nırken buldu.
137

12
KILIÇ USTASI
"Kalk!"
Bir çizmenin ucu, hiç de nazik olmayan bir şekilde Joram'ın ka-
burgalarını dürttü, lrkilen, yan uykuda, yüreği çarparak battaniye-
lerin arasından doğrulan genç adam gözlerine inen dolaşık, siyah
saçları ittirdi. "Ne..."
"Kalk, dedim," diye tekrarladı soğuk ses.
Prens Garald Joram'm tepesine dikilmiş, ona hoş bir gülümse-
meyle bakıyordu.
Joram gözlerini ovuşturup çevresine bakındı. Şafağın sökmek
üzere olduğunu tahmin etti, ama bunun tek işareti doğudaki ağaç
tepelerinin hafifçe aydmlanmasıydı. Bunun dışında, hava hâlâ ka-
ranlıktı. Ateş sönmek üzereydi; arkadaşları ateşin çevresinde uyu-
yorlardı. Karanlıkta zar zor görülebilen iki ipek çadır açıklığın ke-
narında duruyor, sivri tepelerinde bayraklar dalganıyordu. Bunlar
önceki gün orada değildiler ve muhtemelen Prens ile Kardinal Ra-
disovik geceyi içlerinde geçirmişlerdi.
Açıklığın ortasında, ölmekte olan ateşin yanında, Duuk-tsarith-
lerden bin Joram'm dün gece de aynı olduğuna yemin edebileceği
pozisyonda duruyordu. Savaşbüyücüsü'nün elleri önünde kavuştu-
rulmuştu, yüzü gölgelerin içinde kaybolmuştu. Ama başlıklı kafa
Joram'a dönüktü. Görülmeyen gözler de.
138

Ki»R£KJLiçın YAHGİSİ
ufje oldu? Ne istiyorsun?" diye sordu Joram. Eli battaniyenin
jald kılıcına doğru sürünmeye başladı.
«?Ne istiyorsunuz, Ekselansları,'" diye düzeltti Prens sırıtarak.
ine bir türlü yapışmıyor, değil mi, delikanlı. Evet, silahı da
tir" diye ekledi, Joram hareketini fark edilmeden yaptığını zan-
nettiği halde.
Utanan Joram Karakılıç'ı battaniyenin altından çekti, ama ayağa
kalkmadı.
"Ne istediğini sordum... Ekselansları," dedi soğuk bir sesle, du-
daklan kıvrılarak.
"O silahı kullanacaksan," -Prens alaycı bir beğenmezlikle kılıca
baktı- "o zaman doğru düzgün kullanmayı öğrenmelisin. Dün seni
silahsız bırakmak yenne tavuk gibi şişe geçirebilirdim. O kılıç her
ne güce sahipse," -Garald kılıca daha dikkatle baktı- "senden üç
metre ötede yatarken bir işine yaramaz. Hadi. Ağaçlıkların arasın-
da diğerlerini rahatsız etmeden çalışabileceğimiz bir yer biliyo-
rum."
Joram Prens'e karanlık gözlerle bakarak, bu ilgi gösterisinin ar-
kasında adamın gerçek niyetini arayarak tereddüt etti.
Kuşkusuz bu kılıç hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyor,
diye düşündü Joram. Belki benden almak istiyordur. Ne kadar da
büyüleyici -neredeyse Simkin kadar iyi. Dün gece beni aldattı. Bu-
gün aldanmayacagım. Eğer gerçekten birşeyler ögrenebilirsem, bu
oyuna devam edeceğim. Oğrenemezsem, gideceğim. Ve eğer kılıcı
almaya çaşılırsa, onu öldüreceğim.
Soğuk havayı düşünen joram pelerinine uzandı, ama Prens üze-
rine bastı. "Hayır, hayır, dostum," dedi Garald, "kısa süre sonra ye-
terince ısınacaksın. Epeyce ısınacaksın."
Bir saat sonra, donmuş yerde sırtüstü yatarken, nefesi cığerlerı-
139

ITİAReARft U/EIS S[ tltACY HlCKJTIAn


ni terk etmiş, ağzının kenarından kan sızarken Joram pelerininde
daha fazlasını düşünüyordu.
Prens'in çelik kılıcı yanında yere çarptı, o kadar yakındı ki, j0.
ram büzüldü.
"Tam boğaza," dedi Garald. "Ve sen geldiğini bile görmedin. »
"Adil bir dövüş değildi," diye mırıldandı Joram. Prens'in elini
kabul ederek ve bir inlemeyi bastırarak ayağa kalktı. "Çelme tak-
tın!"
"Sevgili genç adam," dedi Garald sabırsızca, "kılıcını gerçekten
çektiğinde, bu bir ölüm kalım meselesidir -ya da olmalıdır. Raki-
binin ölmesi ve senin kalman. Onur iyi bir şeydir, ama ölüler için
pek faydalı değildir."
"Senin için güzel bir söylev," diye mırıldandı Joram, ağrıyan çe-
nesini ovuşturup kan tükürürken.
"Benim gücüm onura yeter," dedi Garald omuzlarını silkerek.
"Ben yetenekli bir kılıç kullanıcısıyım. Yıllardır bu sanatın eğitimi-
ni alıyorum. Diğer yandan senin gücün yetmez. Sahip olduğumuz
bu kısa zamanda kılıç dövüşünün ince teknikleri hakkında her şe-
yi öğretemem sana. Sana öğretebileceğim, becerikli bir kılıç ustası
karşısında, onu yenebilmen için kılıcın... mmm... gücünü çağıra-
cak kadar uzun hayatta kalabilmen.
"Şimdi sen dene. Bak, dikkatin elimdeki kılıç üzerinde yoğun-
laşmıştı. Böylece ayağımı uzatıp seni topuğunun arkasından yaka-
layıp dengeni bozmayı ve yüzüne kabzayla şu şekilde vurmayı ba-
şardım..." Garald gösterdi ve Joram'm yaralı yüzüne biraz mesafe
kala durdu. "Şimdi sen dene. Güzel! Güzel!" diye haykırdı Prens,
yere yuvarlanarak. "Hızlı ve güçlüsün. Bunu avantaja dönüştür."
Güzel giysılerındeki çamura dikkat etmeden ayağa kalktı.
Dövüş vaziyeti alarak kılıcını kaldırdı ve [orama sırıttı.
"Bir kez daha deneyelim mi?"
140

KARAKİUÇin YAEGİSİ
tjer geçti. Güneş gökyüzünde yükseldi ve gün sıcak olmak-
u uzak olsa da, iki adam kısa süre sonra gömleklerim çıkar-
Agır nefesleri çevrelerindeki havayı sislere boğuyordu, yer kı-
süre sonra üzerinde küçük bir ordu savaşmış gibi görünmeye
, s]amıştı. Orman çeliğe çarpan çeliğin sesleriyle çınlıyordu. So-
da ner ikisi de silahlarına dayanıp nefes almaya çalışmaktan
başka bir şey yapamayacak kadar yorgun düştükleri zaman, Prens
ara vermeye karar verdi.
Güneşin ısıttığı bir kayaya oturarak Joram'ı yanında oturmaya
davet etti. Genç adam soluk soluğa, yüzünü silerek söyleneni yap-
tı. Kollarındaki ve bacaklarmdaki sayısız kesik ve çizikten kan sızı-
yordu. Çenesi şişmiş, ağrıyordu, pek çok dişi gevşemiş, sallanıyor-
du ve o kadar yorulmuştu ki, nefes almak bile çaba gerektiriyor gi-
bi görünüyordu. Ama güzel bir yorgunluktu bu. Son birkaç turda
Prens'e karşı kendini savunabilmiş, hatta bir seferinde Garald'm
elindeki kılıcı düşürebilmişti.
"Su," diye mırıldandı Prens, çevresine bakmarak. Gömleklerin
yanında bir su tulumu duruyordu -açıklığın uzak ucunda. Yorgun
bir el hareketiyle Garald su tulumunu yanlarına çağırdı. Tulum ita-
at etli, ama Prens o kadar yorulmuştu ki, büyüye harcayacak pek
az enerjisi kalmıştı. Sonuç olarak, su tulumu havada hızla uçmak
yerine yerde sürüklenerek geldi.
"Hissettiğim gibi görünüyor!" dedi Garald nefes nefese.
Yakına gelen tulumu yakaladı, kaldırdı ve birkaç yudum içti,
sonra Joram'a uzattı. "Fazla içme," diye uyardı. "Midenin kasılma-
sına sebep olur."
Joram içti ve tulumu geri uzattı. Garald eline biraz su döktü ve
yüzüne, göğsüne çarptı. Derisi soğuk havada titredi.
"İyi gidiyorsun... delikanlı..." dedi Garald, derin nefesler ala-
14 i

tTİAReARJÎ UİEIS §• TRACY HlCKJHAn


rak. "Çok... iyi. Eğer... bir haftanın sonuna kadar... ikimiz de ı
mezsek... hazır... olacaksın..."
"Hafta mı?... Gerçekten mi?" Joram gözlerinin önündeki ağar
larm bulanıklaştığını gördü. O an için anlaşılır bir şekilde konus
mak, yeteneklerinin ötesindeydi. "Ben... Merilon'a... gidiy0
rum..."
"Bu hafta gitmiyorsun." Garald başım salladı ve su tulumundan
bir yudum daha çekti. "Unutma..." dedi sırıtarak. Kollarını dizleri-
ne dayadı ve daha kolay nefes almak için başını eğdi. "Sen benim
tutsağımsm. Yoksa benimle... ve Duuk-tsarithkrle... savaşabilece-
ğini mi sanıyorsun?"
Joram gözlerini kapattı. Boğazı ağrıyor, ciğerleri yanıyor, kasla-
rı seyiriyor, kesikleri acıyordu. Her tarafı acıyordu. "Şu anda... bir
katalistle bile... dövüşemem..." diye itiraf etti, dudaklarında nere-
deyse gülümseme denebilecek bir kıvrımla.
İkisi kayanın üzerinde oturup dinlendiler. Hiçbiri konuşmadı,
hiçbiri konuşmaya ihtiyaç duymadı. Dinlendikçe, Joram gevşedi,
üzerine sıcak ve hoş bir huzur duygusu çöktü. Çevresine dikkat et-
ti -ormanın ortasında küçük bir açıklık, büyüyle oluşturulmuş ola-
bilecek bir açıklık, o kadar mükemmel. Aslında, diye fark etti Jo-
ram, muhtemelen ormanda büyüyle açılmış bir açıklık gerçekten
-Prens'in büyüsüyle.
Joram ve Prens yalnızdı, Joram'ı şaşırtan bir başka şey. Bir aske-
ri birlik kadar gürültü çıkanyorlardı ve genç adam her an neler
olup bittiğini öğrenmek için gizlice gözetleyen bir katalıst ya da en
azından Mosiah ile meraklı Simkin'i görmeyi bekliyordu. Ama Ga-
rald yanlanndan aynlmadan önce Duuk-tsarithkr\e konuşmuştu ve
Joram artık onlara herkesi uzak tutmalannı söylediğini tahmin edi-
yordu.
"Sakıncası yok," diye karar verdi Joram. Buradan hoşlanmıştı
142

KARAKJLIÇin YAZGISI
in sessiz, oturduğu yerde, taşın üzerinde güneş sıcak. As-
u^zuriu,
kendisini bu kadar iyi hissettiğini hiç hatırlamıyordu. Hu-
7 zihni telaşlı temposunu bırakmış, kolaylıkla ağaç tepeleri-
rasında kayıyor, arkadaşının düzenli nefeslerim, kendi yüreği-
n!n anşmı dinliyordu.
"loram," dedi Garald, "Merilon'a gittiğinde ne yapmayı planlı-
. yorsun?"
[oram adamın konuşmamış olmasını dileyerek omuzlannı silk-
ti sessiz kalmasını ve büyüyü bozmamasını umdu.
"Hayır, bunu konuşmalıyız," dedi Garald, ifade dolu yüzün göl-
gelendiğini görünce. "Belki yamlıyorumdur, ama 'Merilon'a git-
me'nin senin için bir tür çocuk masalı olduğunu hissediyorum. Bir
kez oraya vannca, sırf yüzen platformlann gölgesinde duruyorsun
diye hayatın 'daha iyi' olacağını bekliyorsun. Bana inan, Joram,"
-Prens başını salladı- "bu gerçekleşmeyecek. Merilon'a gittim. Son
zamanlarda değil, elbette." Alayla gülümsedi. "Ama barış içinde ya-
şadığımız günlerde. Ve sana söyleyebilirim ki -şu anda- şehir ka-
pılannı görecek kadar bile yaklaşamayacaksın. Sen Yabantoprak-
lar'dan bir vahşisin. Duuk-tsarithler seni," -parmaklarını şıklattı-
"böyle yakalayacak!"
Güneş yok oldu, bulutların arkasına gizlendi. Bir rüzgâr yüksel-
di, ağaçların arasında yasla ıslık çaldı. Joram titreyerek ayağa kalk-
tı ve gömleğinin otlann üzerinde yattığı yere doğru yürümeye baş-
ladı.
"Hayır, dur. Ben alırım," dedi Garald, elini Joram'm koluna ko-
yarak. Bir hareketle her iki gömleğin kanatlanmasını, kumaştan
kuşlar gibi iki adama doğru uçmasını sağladı. "Üzgünüm. Senin
Olü olduğunu unutup duruyorum. Sharakan'da o kadar az Ölü var
ki, senin gibisine hiç rastlamadım."
Joram kaşlannı çattı, kendisiyle dünyanın geri kalanı arasmda-
143

ITİARCAREt WEİS & ÎR^CY HlCKfflAn


ki farklılık hatırlatıldığı zaman her zaman hissettiği hızlı, keskin
acıyı yaşadı. Prens'e öfkeyle baktı, adamın kendisi ile alay ettiği
den emindi. Ama Garald ona bakmıyordu, başını gömleğine eğmk
ti. "Sımkin'in dilediği zaman giysilerini değiştirme yeteneğini her>
kıskandım." Prens homurdandı, ince keten kumaşı omuzlarına
çekti. "Dilediği zaman kendisini değiştirebilmesinden bahsetmiyo-
rum bile. Kovaymış!"
Başını gömleğin yakasman çıkaran Garald saçını düzeltti ve ha-
tırladığı görüntüye sırıttı. Sonda ciddileşerek, baştaki konuya de-
vam etti. "Merilon'da pek çok Ölü'nün doğduğunu duyduk," dedi,
gerçeği bu kadar kayıtsızca kabullenmesi Joram'm alev alev öfkesi-
ni yavaşça boğuyordu. "Özellikle de asil sınıf arasında. Ama bebek-
leri ölüme terk ederek ya da onlan Yabantopraklar'a kaçırarak on-
lardan kurtulmaya çalışıyorlar. İçleri çürümüş," -açık gözleri göl-
gelendi, kendi öfkesiyle karardı- "ve istedikleri olsa hastalıklannı
bütün dünyaya yayacaklar. Eh," -derin bir nefes alarak kasveti at-
tı- "istedikleri gibi olmayacak."
"Merilon'dan bahsediyorduk," dedi Joram sertçe. Tekrar otur-
du, yerden bir avuç dolusu taş aldı ve uzaktaki bir ağaç gövdesine
atmaya başladı.
"Evet, özür dilerim," dedi Garald. "Şimdi, şehre girmeye gelin-
ce..."
"Bak," diye sözünü kesti Joram sabırsızca, "bu konuda endişe-
lenme! Eğer tek gereken buysa süslü elbiselerimiz olur. Simkin'in
gardrobundan artanlar bize senelerce yeter..,"
"Sonra?"
"Sonra -sonra..." Joram sabırsızca omuzlannı silktı. "Hem, sa-
na ne... Ekselansları?" dedi, dudaklan horgörüyle bükülerek. Ar-
kasına baktığında Garald'm ona sakin ve ciddi bir ifade ile bakmak-
ta olduğunu, açık gözlerin Joram'm ruhunun, Joram'ın bile keşfet-
144

KARAKJLIÇin YAZGISI
saret ecJemedigi karanlık, bulanık kısımlarına daldığını
A ?? Genç adam hemen çevresindeki taş duvarı sağlamlaştırdı.
"Neden bunu yapıyorsun?" diye sordu öfkeyle, yanında yatan
kıhç'a işaret ederek. "Ölmem ya da yaşamam seni neden ilgi-
1 ndinyor? Bunda senin çıkarın ne?"
Garald Joram'a sessizce baktı, sonra yavaş yavaş gülümsedi; bir
hüzün ve pişmanlık gülümsemesiydi bu. "Senin için önemli olan
tek şey bu, değil mi, Joram?" dedi. "'Benim çıkarım ne?' Katalist'ten
hikâyeni duymuş olmam ve sana acımamın bir önemi yok senin
için Ah, evet, bu seni öfkelendiriyor, ama doğru. Sana acıyo-
rum.. . sana hayranlık duyuyorum."
Joram Prens'e sırtını döndü, o açık gözlerin bakışlarına sırtını
döndü, kendi karanlık gözleri çıplak, ölü ağaçlann dolaşık dalları-
na bakıyordu.
"Sana hayranlık duyuyorum," diye devam etti Prens, "Zekâna ve
yüzyıllardır dünya için kaybolmuş olan şeyi bulmakta gösterdiğin
sebata hayranlık duyuyorum. Blachloch ile yüzleşmek için gereken
cesareti biliyorum ve ona karşı durmana hayranlık duyuyorum.
Her şey bir kenara, fark etmeden de olsa, Savaşbüyücüsü'nün ikili
oynamasından bizi kurtardığın için sana borçluyum. Ama bunun
seni tatmin etmediğini görüyorum. Benim 'asıl amacımı' istiyor-
sun."
"Olmadığını söyleme bana," diye mırıldandı Joram acı acı.
"Pekâlâ, dostum, sana bunda 'benim çıkarımın' ne olduğunu
söyleyeyim. Kılıcını, senin deyişinle Karakılıç'ı alıp Merilon'a gide-
ceksin. Ve kılıçla veya kıhçsız," -Garald omuzlannı silkti- "mirası-
nı geri kazanacaksın. Ölü olduğun gerçeğini gizleyeceksin -yanın-
da bir katalist olduğu sürece pekâlâ yapabileceğin bir şey. Hiç böy-
le düşünmemiştin, değil mı? 1yı fikir, bir düşün. Şimdiye kadar, sa
na Yaşam verecek bir katalist bulundurup bulundurmamanın bir
I4S

tTİARCARft U/EIS §• tRüCY HlCKJTlAn


önemi yoktu. Karabüyücülerin köyünde fazla katalist yoktu zat
Ama Merilon'da farklı olacaktır. Bir katalist kullanman, yanında h
katalist bulundurman beklenecek. Şaryon yanaldayken, Yaşam'
varmış numarası yapmaya devam edebilirsin.
"Nerede kalmıştım? Ah, evet. Annenin ailesini bulacaksın ve
onlan seni aileye almaya ikna edeceksin. Kim bilir, hâlâ, onu ne ka-
dar sevdiklerini ve affetmeye gönüllü olduklarını gösteremeden ka-
çan, kandırılmış kızlarının ardından yas tutuyor olabilirler. Ya da
belki aile ölmüştür, belki iddianı kanıtlayabilir, topraklarına ve un-
vanlarına sahip olabilirsin.
"Önemi yok," diye devam etti Garald alayla. "Diyelim ki her şey
mutlu bitti ve sen asil bir adam oldun, Joram; Merilonlu asil bir
adam, unvanı, topraklan ve serveti ile. Ben senden ne isterim, asil
centilmen? Bana bak, Joram."
Genç adam sesin zorlayıcılığı karşısında dönmekten kendini
alamadı. Artık sesinde hafiflik, alaycılık yoktu. "Senin Sharakan'a
gelmeni isterim," dedi Prens. "Karakıhç'ı getirmeni ve bizimle sa-
vaşmanı isterim."
Joram ona inanamayarak baktı. "Bunu yapacağımı nereden çı-
kanyorsun? Hakkım olan şeyleri aldıktan sonra.
"...dünyanın gelip geçmesini izlemekten başka bir şey yapma-
yacak mısın?" Garald gülümsedi. "Hayır, böyle yapacağını sanmı-
yorum, Joram. Bunu Kanfbüyücülenn arasında yapamadın. Savaş-
büyücüsü ile savaşmaya seni zorlayan, kendin için duyduğun kor-
ku değildi. Ah, detaylan bilmiyorum, ama -bu böyle olsaydı- ken-
di başına kaçabilir, onunla yüzleşmeyi başkasına bırakabilirin. Ha-
yır, bunu yaptın, çünkü içinin derinliklerinde, kendinden daha za-
yıflan koruyup savunma ihtiyacı hisseden birşeyler var. Senin do-
ğum hakkın bu işte; sen doğuştan Albanara'sm. Ve bu yüzden Me-
rilon'u, halkının arasında yaşadığı güzel bulutlarla körleşmeden gö-
146

KARpK.u.ıçın YAEGİSİ
Sileceksin-
Tarla Büyücüsü olarak yaşadın. Almin adına!" Joram başı-
, varak yüzünü çevirince Garald daha büyük bir tutku ile de-
m gözlerine. "Merilon'un zulmü altında yaşadın, Joram! Katı
ekleri ve inançları annenin dışlanmasına, babanın yaşayan ölü
ava mahkûm edilmesine sebep oldu! Bir güzellik şehri görecek-
. kokusuz, ama o güzellik çürümeyi gizliyor! Hatta İmparatori-
'nin •" Garald aniden durdu. "Boş ver." Alçak sesle, ellerini ka-
nısturarak konuşmuştu. "Bunun doğru olduğuna inanamıyorum,
onlardan bile beklemiyorum."
Prens durdu, derin bir nefes aldı. "Anlamıyor musun, Joram?"
diye devam etti daha sakin bir şekilde. "Sen -Merilonlu bir asil- bi-
ze geliyorsun ve şehrinin eski onurunu tekrar canlandırmak için bi-
zimle savaşıyorsun. İnsanlar etkilenecektir. Ve en önemlisi, arala-
nnda yaşadığın Karabüyücülerin etkilenmesine yardımcı olacaksın.
Onlarla ittifak kurmayı umuyoruz, ama sana işaret edip, 'Bakın, bu-
rada tanıdığınız ve güvendiğiniz biri var, o da bizimle savaşıyor" di-
yebilirse, babamın rehberliğini daha kolay takip ederler eminim.
Karabüyücüler seni tanıyor ve seviyor, herhalde, değil mi?" diye
sordu Prens kayıtsızca.
Joram sözel oyunlardan anlıyor olsaydı, Prens'in onu yönlendir-
diğini fark ederdi.
"En azından beni tanıyorlar," dedi Joram kısaca, konuyu fazla
düşünmeden. Prens'in sözlerini düşünüyordu. Kendisini, unvanı-
nın işaretlerini taşıyan koşumların üzerinde, şatafatla Sharakan'a
giderken, Kral ve oğlu tarafından karşılanırken görebiliyordu. Bu

güzel bir şey olacaktı. Ama onların yanında savaşa girmek? Hah!
Neden aldıracaktı ki...
"Ah!" dedi Garald önemsemezce. "'En azından beni tanıyorlar,'
diyorsun. Bu da, seni tanıyorlar ama özellikle hoşlanmıyorlar, an-
147

rflARCARfî U/EIS 8C ÎRACY HlCKJTlAn


lamına geliyor sanırım. Ve, elbette, sen-buna hiç aldırmıyorsun fi
le değil mi?"
Joram karanlık gözlerini bir kez daha muhafızına kaldırdı. r0\,
geçti.
"Merilon'da başansız olacaksın, Joram. Gittiğin her yerde başa-
rısız olacaksın."
"Peki neden... Ekselansları?" Alayla konuşan Joram, sözel han-
çerin yüreğine dayandığını hiç hissetmedi.
"Çünkü asil olmak istiyorsun ve belki de buna hakkın var. Ama
ne yazık ki, Joram, içinde bir gram bile asalet yok," diye yanıt ver-
di Garald serinkanlılıkla.
Sözler hedefine ulaştı. İçi yaralanan, kanayan Joram darbeye
karşılık vermek için beceriksiz bir teşebbüste bulundu. "Beni affe-
din, Ekselansları!" diye sızlandı alayla. "Sizin gibi cici giysilerim
yok. Gül yapraklan ile banyo yapmıyorum, saçlarımı parfümlemi-
yorum! İnsanlar bana lordum deyip kıçımı öpmüyor! Henüz yani!
Ama öpecekler!" Sesi öfke ile titnyordu. Ayağa fırladı, yumruklan-
nı sıkarak Garald'la yüzleşti. "Almin adına, öpecekler! Ve sen de, la-
net olası!"
Garald öfkeli gençle yüzleşmek üzere ayağa kalktı. "Evet, asiller
hakkındaki fikrinin bu olduğunu tahmin etmem gerekirdi, Joram.
Ve işte tam da bu yüzden asla onlardan biri olamayacaksın. Seni
yanlış tanıdığımı düşünmeye başlıyorum, sen Merilon'a aitsin, çün-
kü onlann çoğu da tam olarak böyle düşünüyor!" Prens doğuya,
çok uzak bir şehrin olduğu yöne baktı. "Kısa süre sonra yanıldıkla-
rını öğrenecekler," dedi içtenlikle, "ama bu dersin bedelini ödeye-
cekler. Sen de öyle." Dikkatim yanında duran, öfkeden titreyen
genç adama çevirdi. "Almin bir adamın dogumundaki tesadüfler
yüzünden değil, diğerlerine nasıl davrandığı ile asil olduğunu öğre-
tir. Güzel giysileri, parfümleri, yaldızı bir kenara attığın zaman, Jo-
148

KARAKJLIÇin YAZGISI
„nin bedenin de arkadaşın Tarla Büyücüsü'nden farklı değil.
, ^^en, hepimiz aynıyız -kurtlar için yiyecek, o kadar.
"Daha önce söylediğim gibi onur ölülerin işine yaramaz. Başka
, • şey de yaramaz. Unvan, servet, terbiye onlar için nedir ki? Bu
atrıda farklı yollarda yürüyebiliriz, Joram, ama bütün yollar ay-
re g^er -mezara. Başkalarından daha fazla kutsanmış insanlar
* larak, bizimle birlikte o yolda yolculuk edenlerin yollarını olabil-
diğince pürüzsüz kılmak bizim görevimiz -hayır, bizim ayrıcalığı-
mız-"
"Güzel sözler!" diye terslendi Joram öfkeyle. "Ama 'Ekselansla-
rı' ve 'Efendimiz' laflarını yutarken pek heveslisin! Köylülerin kaba
giysileri içinde seni göremiyorum. Senin şafakla kalktığını, ruhun
dokunduğun otlar gibi içinde kurumaya başlayana kadar günlerini
tarlalarda çabalayarak geçirdiğini göremiyorum!" Prens'e işaret etti.
"Harika konuşmaydı! Sen ve cici giysilerin ve parlak kılıçların, ipek
çadırların ve muhafızların! İşte sözlerin hakkında bunu düşünüyo-
rum!" Joram edepsiz bir hareket yaptı, bir kahkaha attı ve uzaklaş-
maya başladı.
Garald uzanarak onun omzunu yakaladı ve döndürdü. Joram
silkinip kendini kurtardı. Yüzü öfkeyle çarpılmıştı, yumruğunu
vahşice sallayarak adama vurdu. Prens darbeye kolaylıkla tepki
verdi ve Joram'm kolunu tuttu. Joram'm bileğini ustalıkla yakaladı
ve bükerek genç adamı diz üstü çökmeye zorladı. Acıyla inleyen Jo-
ram ayağa kalkmak için mücadele etti.
"Bırak artık! Bana karşı mücadele etmen faydasız. Bir büyü söz-
cüğü ile kolunu koparabilirim!" dedi Garald serinkanlılıkla, genç
adamı sıkı sıkı tutarken.
"Lanet olsun sana, seni...!" Joram pislik tükürerek ona küfretti.
"Sen ve senin büyüne de! Kılıcım olsaydı ben..." Hararetle çevresi-
ne bakınarak kılıcını aradı.
I4[)
ITİARfiARft IUEİS Q- TRACY HlCKJIIAn
"Sana o lanetli kılıcını vereceğim," dedi Prens sertçe. "Sonra ne
istersen yaparsın. Ama ilk önce beni dinleyeceksin. Bu yaşamda gö-
revimi yerine getirebilmem için, mevkime uygun şekilde giyinmeli
ve davranmalıyım. Evet, güzel giysiler giyiyorum, saçımı yıkıyorum
ve tarıyorum ve Merilon'a gitmeden önce senin de bunları yapma-
nı sağlayacağım. Neden? Çünkü insanların senin hakkında ne dü-
şündüklerine aldırdığını gösterir. Unvanıma gelince, insanlar ko-
numuma saygılarından bana 'lordum' ve 'Ekselansları' diyorlar.
Ama bana insan olarak duyduklan saygının da işareti olduğunu
umuyorum. Sence neden seni böyle davranmaya zorlamıyorum?
Çünkü sözcükler senin için boş. Sen kimseye saygı duymuyorsun,
Joram. Kimseye aldırmıyorsun. Hele kendine, hiç!"
"Yanılıyorsun!" diye fısıldadı Joram, kılıcını arayarak. Ama onu
körleştiren yeşil lekeli, kan kırmızısı öfke havuzundan görmesi zor-
du. "Yanılıyorsun! Aldırıyorum..."
"O zaman göster!" diye bağırdı Garald. Uzun, siyah saçlan ya-
kalayan Prens, Joram'm başını arkaya çekti ve genç adamı kendisi-
ne bakmaya zorladı. Joram ona baktı, başka seçeneği yoktu. Ama
acı dolu, meydan okuyan gözler Prens'e keskin bir nefret ile bakı-
yordu.
"Dün gece Mosiah için hayatını vermeye hazırdın, değil mi?" di-
ye devam etti Garald acımadan. "Yine de ona sanki ayaklarının di-
binde duran it gibi davranıyorsun. Ve katalist -adam eğitimli ve na-
zik, orta yaşlannı huzur içinde, çok sevdiği çahşmalan ile geçiriyor
olmalıydı. Seninle birlikte Savaşbüyücüsü'ne karşı savaştı ve şimdi
yabanda seni takip ediyor, yorgun ve acılar içinde, halbuki seni Ki-
lise'ye teslim edebilirdi. Neden sence? Ah, evet, elbette, unutmu-
şum. 'Asıl amacı'. Senden bir şey istiyor! Ne? Hakaretler, alaylar, in-
citici sözler mi?"
"Hah!" Garald Joram'ı yüzüstü, donmuş yere yıktı. Başını kaldı-
ıso

KftRflKlLIÇin YAHGİSİ
ranJoram Karakılıç'm sağında yattığını gördü. Öne fırlayarak kab-
zayı yakaladı. Ayağa kalktı ve düşmanı ile yüzleşmek için döndü.

Garald, dudaklannda alaycı, küçümseyici bir gülümseme ve soğuk


gözlerle bakarak duruyordu.
"Savaş! Lanet olası!" diye bağırdı Joram, adamın üzerine atlana-
rak.
Prens bir emir sözcüğü söyledi ve kendi kılıcı otların arasında
yattığı yerden yükselerek eline uçtu. Çeliği güneşsiz gökyüzünün
gri ışığıyla gümüş gibi parlıyordu.
"Bana karşı büyünü kullan!" diye meydan okudu Joram. Zar -or
konuşabiliyordu, dudaklan köpük kaplıydı. "Ben Ölü'yüm, değil
mı? Yalnızca bu kılıç beni Canlı kılıyor! Ve senin ölmeni izleyece-
ğim!"
Joram öldürmeye kararlıydı. Öldürmek istiyordu. Kılıcın ete
çarptığını hissetmenin, kan aktığını görmenin, gururlu şeklin ayak-
larının dibine yığılmasının, ölen gözlerin ona bakmasının vereceği
tatmini biliyordu...
Garald ona bir an sakinlik içinde baktı, sonra kendi parlak kılı-
cını deri kınına soktu. "Sen Olü'sün, Joram," dedi yumuşak bir ses-
le. "Ölüm kokuyorsun! Ve karanlığa ait bir kılıç yaptın, senin ka-
dar ölü bir şey. Hadi, öldür beni. Senin çözümün ölüm!"
Joram öne atılmaya zorladı kendisini. Ama göremiyordu. Göz-
lerini ince bir tabaka kaplamıştı, ondan kurtulmak için gözlerini
kırptı.
"Yaşama dön, Joram," dedi Garald içtenlikle. Prens'in sesi uZ*k-
•t
tan geliyor, Joram'ı çevreleyen kan kırmızısı sisin arasında süzülü-
yor gibidi. "Yaşama dön ve kılıcını yaşam için kullan, yasayadır
içm! Aksi halde kılıcını çevirebilir ve o asil kanın her damlasını bu-
rada, yere dökebilirsin. En azından otlara hayal verir."
Son sözler tiksintiyle söylenmişti. Sırtını Joram'a dönen Prens

rriARSARft U;EİS a- ÎRACY Hıcmn


"Sana o lanetli kılıcını vereceğim," dedi Prens sertçe. "Sonra ne
istersen yaparsın. Ama ilk önce beni dinleyeceksin. Bu yaşamda gö-
revimi yerine getirebilmem için, mevkime uygun şekilde giyinmeli
ve davranmalıyım. Evet, güzel giysiler giyiyorum, saçımı yıkıyorum
ve tarıyorum ve Merilon'a gitmeden önce senin de bunları yapma-
nı sağlayacağım. Neden? Çünkü insanların senin hakkında ne dü-
şündüklerine aldırdığını gösterir. Unvanıma gelince, insanlar ko-
numuma saygılarından bana lordum' ve 'Ekselansları' diyorlar.
Ama bana insan olarak duyduklan saygının da işareti olduğunu
umuyorum. Sence neden seni böyle davranmaya zorlamıyorum?
Çünkü sözcükler senin için boş. Sen kimseye saygı duymuyorsun,
Joram. Kimseye aldırmıyorsun. Hele kendine, hiç!"
"Yanılıyorsun!" diye fısıldadı Joram, kılıcını arayarak. Ama onu
körleştiren yeşil lekeli, kan kırmızısı öfke havuzundan görmesi zor-
du. "Yanılıyorsun! Aldırıyorum..."
"O zaman göster!" diye bağırdı Garald. Uzun, siyah saçları ya-
kalayan Prens, Joram'm başını arkaya çekti ve genç adamı kendisi-
ne bakmaya zorladı. Joram ona baktı, başka seçeneği yoktu. Ama
acı dolu, meydan okuyan gözler Prens'e keskin bir nefret ile bakı-
yordu.
"Dün gece Mosiah için hayatını vermeye hazırdın, değil mi?" di-
ye devam etti Garald acımadan. "Yine de ona sanki ayaklarının di-
binde duran it gibi davranıyorsun. Ve katalist -adam eğitimli ve na-
zik, orta yaşlarını huzur içinde, çok sevdiği çalışmaları ile geçiriyor
olmalıydı. Seninle birlikte Savaşbüyücüsü'ne karşı savaştı ve şimdi
yabanda seni takip ediyor, yorgun ve acılar içinde, halbuki seni Ki-
lise'ye teslim edebilirdi. Neden sence? Ah, evet, elbette, unutmu-
şum. 'Asıl amacı'. Senden bir şey istiyor! Ne? Hakaretler, alaylar, in-
citici sözler mi?"
"Hah!" Garald Joram'ı yüzüstü, donmuş yere yıktı. Başını kaldı-
150

KARBKILIÇin YAZGISI
ran Joram Karakıhç'm sagmda yattığını gördü. Öne fırlayarak kab-
zayı yakaladı. Ayağa kalktı ve düşmanı ile yüzleşmek için döndü.
Garald, dudaklarında alaycı, küçümseyici bir gülümseme ve soğuk
gözlerle bakarak duruyordu.
"Savaş! Lanet olası!" diye bağırdı Joram, adamın üzerine atlaya-
rak.
Prens bir emir sözcüğü söyledi ve kendi kılıcı otlann arasında
yattığı yerden yükselerek eline uçtu. Çeliği güneşsiz gökyüzünün
gn ışığıyla gümüş gibi parlıyordu.
"Bana karşı büyünü kullan!" diye meydan okudu Joram. Zar zor
konuşabiliyordu, dudaklan köpük kaplıydı. "Ben Ölü'yüm, değil
mı? Yalnızca bu kılıç beni Canlı kılıyor! Ve senin ölmeni izleyece-
ğim!"
Joram öldürmeye kararlıydı. Öldürmek istiyordu. Kılıcın ete
çarptığını hissetmenin, kan aktığını görmenin, gururlu şeklin ayak-
larının dibine yığılmasının, ölen gözlerin ona bakmasının vereceği
tatmini biliyordu...
Garald ona bir an sakinlik içinde baktı, sonra kendi parlak kılı-
cını deri kınına soktu. "Sen Ölü'sün, Joram," dedi yumuşak bir ses-
le. "Ölüm kokuyorsun! Ve karanlığa ait bir kılıç yaptın, senin ka-
dar ölü-bir şey. Hadi, öldür beni. Senin çözümün ölüm!"
Joram öne atılmaya zorladı kendisini. Ama göremiyordu. Göz-
lerini ince bir tabaka kaplamıştı, ondan kurtulmak için gözlerini
kırptı.
"Yaşama dön, Joram," dedi Garald içtenlikle. Prens'in sesi uzak-
tan geliyor, joram'ı çevreleyen kan kırmızısı sisin arasında süzülü-
yor gibidi. "Yaşama dön ve kılıcını yaşam için kullan, yaşayanlar
için! Aksi halde kılıcım çevirebilir ve o asil kanın her damlasını bu-
rada, yere dökebilirsin. En azından otlara hayat verir."
Son sözler tiksintiyle söylenmişti. Sırtını Joram'a dönen Prens

fTİARPARft U/EIS ft tRACY HlCKIHAn


sakinlik içinde açıklıktan uzaklaştı.
Joram kılıcı elinde, küstah adamı biçmeye kararlı, arkasından
atladı. Ama öfkesi onu tamamen körleştirmişti. Joram sendeleyerek
yüzüstü yere düştü. Vahşi ve perişan bir öfke haykmşıyla ayağa
kalkmaya çalıştı, ama öfkesi gücünü tüketmiş, onu bir bebek kadar
zayıf ve savunmasız bırakmıştı. Ümitsizlik içinde Karakılıç'ı ayağa
kalkmak için bir destek olarak kullanmaya çalıştı. Ama kılıç gevşe-
miş toprağa gömüldü ve Joram dizlennin üzerine çöktü.
Elleri, önünde duran kılıcın kabzası üzerinde kapandı. Joram
çamura gömülmüş kılıcın üzerine yığıldı. Gözkapaklarmın altından
yaşlar fışkırdı. Öfke ve hayal kmklıgı içinde, yüreği patlayacak gi-
bi olana kadar kabardı. Yırtıcı bir hıçkırık göğsünü parçaladı, bas-
kıyı azalttı. Başını eğen Joram çocukluğundan bu yana ne acı, ne de
çektiği sıkmtılann ondan koparamadıgı yaşlan döktü.
152

13
KIŞ GECESİ
"Joram nerede?" diye sordu Şaryon, Prens kampa dönerken. Ka-
talist'in gözleri, Garald'm solgun yüzünü, çamurlu giysilerim ve ya-
ralarından biri Joram'la mücadelesi esnasında açılınca kanla lekele-
nen beyaz gömleğini görünce korkuyla irileşti.
"Sakin ol, Peder," dedi Garald bitkinlik içinde. "Ormanda. Kü-
çük bir konuşma yaptık..." Prens yırtık giysilerine bakarak hüzün-
le gülümsedi. "Düşünmek için zamana ihtiyacı var. En azından,
ben düşüneceğini umuyorum."
"Orada olması doğru mu? Yalnız başına?" diye ısrar etti Şaryon,
gözleri ormana giderken. Ağaçların üstünde, gri bulutlar gökyü-
zünde kayıyordu. Kuzeybatıda, daha karanlık, daha ağır bulut yı-
ğınlarının oluştuğu görülebiliyordu. Rüzgâr yön değiştirmişti, daha
sıcak esiyordu. Ama hava hâlâ ağırdı, nem yüklüydü -yağmur ge-
leceği kesindi ve geceleyin de kar.
"Bir şey olmaz," dedi Garald, elini ıslak saçlanndan geçirerek.
"Bu ormanda atadam izi görmedik. Dahası, pek yalnız sayılmaz as-
lında." Prens kampta çevresine bakındı.
Bakışlarını takip eden Şaryon hemen anladı. Duuk-tsarithlerden
yalnızca biri oradaydı. Katalist rahatlamak yerine, daha endişeli gö-
ründü. "Beni affedin, Ekselanstan," dedi Şaryon tereddütle, "ama
Joram bir... bir suçludur. Konuşurken bizi duyduklannı biliyo-
153

ITİAR.GARJÎ IUEİS £[ ÎRACY HlCKITlAn


rum." Siyah cüppeli, sessiz şekle doğru işaret etti. "Dikkatlerinde
hiçbir şey kaçmaz. Size..."
"Bana itaatsizlik edip Joram'ı Merilon'a götürmekten onları ne
alıkoyuyor? Hiçbir şey." Garald omuzlarını silkti. "Kuşkusuz onla-
rı durduramam. Ama görüyorsunuz, Peder, benim kişisel muhafız-
larım olarak ölüme kadar bana sadık kalmaya yemin ettiler. Eğer
bana ihanet ederlerse ve benden emir almadan oğlanı götürürlerse
bir kahraman gibi karşılanmazlar. Tam tersine. Ettikleri yemine
ihanet ettikleri için Tarikatlarının verdiği en sert cezayı alırlar. Ve o
sert düzende bu ne olur," -Prens ürperdi- "tahmin etmeye bile ce-
saret edemiyorum. Hayır," dedi gülümseyip omuzlarını silkerek,
"Joram onlar için o kadar kıymetli değil."
Joram değil -ama Merilon Prensi kuşkusuz öyle, diye düşündü
Şaryon. Sırrını daha sıkı koruması gerekecekti.
Prens çadırına döndü ve Şaryon dönüp sıcak kaynak sularının
oluşturduğu havuzların yanında oturdu. Garald'm bir hareketi ile
Radisovik'in Prens'i takip ettiğini fark etti. Kalan Duuk-tsarith ses-
sizce, siyah başlığının altından hiçbir şeye ve her şeye bakarak du-
ruyordu. Dumanı tüten sulann yanında uzanan Simkin, kuzguna
takılıyor, bir parça sosis karşılığında konuşturmaya çalışıyordu.
"Hadi, seni sefil kuş," dedi Simkin. "Benden sonra tekrarla:
'Prens aptalın biri. Prens aptalın biri.' Simkin için söyle bunu ve
Simkin sana bu güzel et parçasını verecek."
Kuş başını bir yana eğerek Simkin'e ciddi ciddi baktı, ama tek
bir gaklama bile çıkarmayı reddetti.
"Şşş, seni aptal!" diye fısıldadı Mosıah, Simkin ile konuşarak,
kuşla değil, ipek çadıra işaret etti. "Başımız yeterince çok dertte de-
ğil mi?"
"Ne? Ah, Garald mı? Hah!" Simkin sırıttı, sakalını düzeltti. "Çok
komik olduğunu düşünecek. Kendisi de büyük şakacıdır. Bir kez
154

KARİİKJLIÇm YAZGISI
Haki bir baloya canlı bir ayı getirdi. Onu Zith'el Donanma-
, Kaptan Burunsilen olarak tanıttı. Sözde kaptan ile nazik na-
. -ıhbet eden ve ayının kravatını yemekte olduğu gerçeğinden
2İK S1-
men habersiz görünmeye çalışan Kral'ı görecektin. Şimdi, se-
rehennemden gelen kırmızı gözlü şeytan," -Simkin sert bakışla-
ra kuzguna dikti- "söyle, 'Prens aptalın biri! Prens aptalın biri'"
'Tiz kuş gibi bir gaklama ile konuşmuştu.
Kuş sarı ayağını kaldırdı ve kaba bir hareket olarak algılanabi-
lecek bir şekilde gagasını kaşıdı.
"Aptal kuş!" dedi Simkin aksi aksi.
"Simkin aptalın biri! Simkin aptalın biri!" diye bağırdı kuzgun.
Kanatlarını çırparak yerden sıçradı, genç adamın elindeki eti kaptı
ve ödülünü yakındaki bir ağaca taşıdı.
Simkin yürekten güldü, ama Mosiah'm endişeli ifadesi derinleş-
mişti. Şaryonun yanma giderek endişeyle Duuk-tsarith'e. baktı ve
sonra sessizce konuştu, "Sence ne olacak? Prens bize ne yapmayı
planlıyor?"
"Bilmiyorum," diye yanıt verdi Şaryon kasvetle. "Pek çok şey Jo-
ram'a bağlı."
"Eh! O zaman hepimizi asarlar," diye araya girdi Simkin neşey-
le, gelip Katalist'in yanında oturarak. "Bu sabah ikisi çok fena kav-
gaya tutuştu. Prens zavallı dostumuzun etlerini kemiklerinden
ayırdı ve kuruması için astı, bu arada daima zarif Joram Ekselans-
ları'na şey dedi..." Simkin sözcüğü söylemedi, ama ifade ettiği be-
den uzvunu parmağı ile gösterdi.
"Almin adına!" diye soludu Mosiah, solarak.
"İstediğin kadar dua et, işe yarayacağından kuşkuluyum," dedi
Simkin tembel tembel. Elini sıcak suya batırdı. "Çok şanslıyız ki
Ekselanslarına yalnızca şey dedi -bilirsiniz işte- ve Prens onu, de-
diği şeye çevirmedi. Talihsiz Kont d'Chambray'm başına gelmişti.
155

ITİAReflRft U/EİS fj "ÎRACY HiCKjnAn


Baron Roethke ile tartışırken. Kont bağırdı, 'Sen bir şeysin!' Bar
haykırdı, 'Sen de öyle!' Katalistini yakaladı, bir büyü yaptı ve Kon
oracıkta, bütün hanımefendilerin falan önünde bir şeye dönüştü
itici bir görüntüydü."
"Sence bu doğru mu?" diye sordu Mosiah endişeyle.
"Annemin mezarı üzerine yemin ederim!" diye yemin etti Simi
kin esneyerek.
"Hayır, Kont'tan bahsetmiyorum," diye terslendi Mosiah. "]0-
ram'dan bahsediyorum."
Katalist'in bakışları ormana kaydı. "Kuşkum yok," dedi asık su-
ratla.
"Asılmak ölmek için kötü bir yol değil," dedi Simkin, upuzun
çimenlerin üzerine uzanıp gözlerini yukandaki bulutlara dikerek.
"Elbette, bunun iyi yolu var mı? Soru bu."
"Artık insanları asmıyorlar," dedi Mosiah sinirle.
"Ah, ama bizim durumumuzda bir ayrıcalık tanırlar," diye yanıt
verdi Simkin.
"Simkin aptalın biri! Simkin aptalın biri!" diye gakladı kuzgun
yukandaki dallardan, daha fazla sosis almayı umarak.
O bir aptal mı, diye sordu Şaryon kendi kendine. Hayır, diye
karar verdi Katalist huzursuzca. Eğer söylediği doğruysa ve Joram
Prens'e hakaret ettiyse, o zaman -hayatında bir kere ve muhteme-
len bilmeden- Simkin gerçeği söylemiş olabilir.
Akşamüstü fırtına koptu, yağmur başladı. Bulutlar o kadar al-
çaktı ki, gökyüzü uzun, sivri uçlu ağaçlarca delinmiş gibiydi. Kar-
dinal'in ona Yaşam bahşetmesi ile Prens büyüsünü kullanarak açık-
lığın üstünde görünmez bir kalkan yarattı ve onlan yağmurdan ko-
rudu. Ama bu büyünün gerektirdiği enerjiyi korumak için, Garald
sıcak kaynak sularını yok etmek zorunda kaldı. Şaryon buhar tüten
ISfı

KARfıKJLİÇin YAHGİSİ
yok olmasını üzüntüyle izledi. Kalkan onları kuru tutu-
A ama çok da sıcak değildi. Başını kaldırıp da yağmurun üzer-
e yağdığım ama onlara dokunmadığını görmek Katalist'e tuhaf
duv2u verdi; görünmeyen bir kalkanın saptırdığı, sudan mız-
raklar gibi.
"Kaynakların sıcaklığını özlüyorum, ama bütün gün tıka basa
dolu bir çadıra tıkılı kalmaktan çok daha iyi, sizce de öyle değil mi,
Peder?" dedi Garald sohbet havasında. "Kalkanın altında, en azın-
dan açık havada dolaşabiliyoruz. Üşüdüyseniz ateşe yaklaşın, Pe-
der."
Şaryon sohbet havasında değildi, ama gidip ateşin yanma otur-
du, hatta birkaç hoş söz etmeyi başardı. Bakışları devamlı tüten su
perdesinden öteye, ormana gidiyordu. Saatler geçmişti, ama Joram
dönmemişti.
Kardinal de Şaryon ile sohbet etmeye çalıştı, ama Katalist'in en-
dişeli halini görünce kısa süre sonra vazgeçti. Prens'e anlamlı bir
bakış fırlatan Radisovik çalışmak ve meditasyon yapmak için çadı-
rına çekildi.
Ateşin başına toplanan Garald, Mosiah ve Simkin tarok oynadı-
lar. Oyun yavaş başladı; Mosiah bir Prens ile kart oynamaktan o ka-
dar etkilenmişti ki, kartlarını iki kez düşürdü, bir eli yanlış dağıttı
ve öyle açık hatalar yaptı ki, Simkin yerini kuşa bırakmasını öner-
di. Ama Garald, vakarından ya da onu çevreleyen sessiz, asil hava-
dan hiçbir şey kaybetmeden, kısa süre sonra Mosiah'ı öyle rahatlat-
tı ki, genç adam Prens'in huzurunda kahkaha atmaya cesaret etti,
hatta bir sefer kızararak zayıf bir espri denemesinde bulundu.
Ama Şaryon huzursuzca Garald'm konuşmaları birden fazla kez
Joram'a yönelttiğini, Mosiah'ı -oyundaki aralarda- çocukluklanna
ilişkin hikâyeler anlatmaya cesaretlendirdiğini fark etti. Eve duydu-
ğu özlemi gerçekte hiç atlatamamış olan Mosiah çiftlik köyündeki
157

mARÖARjf U/EIS d fRACY HiCKmAn


hayatım hatırlamaktan mutluydu. Garald tüm hikâyeleri pen
adam açısından çok gururlandmcı olan ciddi bir ilgiyle dinledi ?3
man zaman onun konudan uzaklaşmasına izin verdi, ama yine de
görünüşte ilgisiz sorularla, incelikle konuşmayı Joram'a çevirdi
Neden onunla bu kadar ilgileniyor, diye merak etti Şaryon on.
tikçe artan bir korkuyla. Gerçeği tahmin mi ediyor? Katalist ilk ta_
nışmalarını düşündü. Prens'in Joram'a dikkatle, tuhaf bir şekilde
sanki o yüzü daha önce nerede gördüğünü hatırlamaya çalışır gibi
bakmasını hatırladı. Garald çocukken sık sık Merilon'daki sarayda
bulunmuştu. Sırnn yükünü taşıyan Şaryona, Joram'm gerçek an-
nesine, lmparatoriçe'ye benzerliği gün be gün artıyormuş gibi geli-
yordu. Şaryonun onlara bağırmak istemesine sebep olan mağrur
bir vakar ile başını arkaya atışı, gür, parlak, vahşi, siyah saçlannı sa-
vuruşu vardı -"Görmüyor musunuz, aptallar? Kör müsünüz?"
Belki de Garald görebiliyordu. Belki kör değildi. Kuşkusuz zeki
ve kurnazdı; -insanı savunmasız bırakan onca cazibesine ragmen-
bir Albanara idi, politika için, hükmetmek için doğmuştu. Devleti
ve halkı yüreğinde ilk sırada geliyordu. Gerçeği bilse ya da gerçek-
ten şüphelense ne yapardı? Şaryon hayal edemiyordu. Belki şimdi
yaptığından farklı bir şey değil -gitme zamanı gelene kadar. Kata-
list başı agnyana kadar düşündü, ama bir yere varamadı. Bu arada,
saatler geçmişti. Gri, fırtınalı akşamüstü gri, fırtınalı bir geceye
dönmüştü. Yağmur kara çevirmişti.
Ve Joram hâlâ dönmemişti.
Kart oyunu akşam yemeği için sona erdi. Yemek Prens'in gurur-
la, kendi elleri ile hazırladığı orman kebabıydı. Uzun uzun yemek-
te kullanılan muhtelif bitkileri anlattı, yolculukları esnasında onla-
rı bizzat topladığını söyleyerek övündü.
Şaryon Prens'ı gücendirmemek için yiyor numarası yaptı, ama
158

KARAKJLIÇin YAZGISI
ıa_ yemeğinin çoğunu gizlice kuzguna veriyordu. Joram'ı
ı ven Duuk-tsarith döndü ve yerini diğeri aldı. En azından Sar-
övle tahmin ediyordu, siyah başlıkları altında yüzleri görünme -
iki muhafızı birbirinden ayırt edemiyordu. Savaşbüyücüsü Ga-
, > |je konuştu ve Prens'in ormana attığı bakışlardan, Şaryon ko-
unun ne olduğunu anladı. Prens hemen sonra Katalist'in yanma
eeldıgmde bu düşüncesi kanıtlandı.
"Joram güvende ve iyi, Peder," diye bildirdi Garald. "Lütfen
onun için endişelenmeyin. Yamaçtaki bir oyuğa sığınmış. Yalnız
kalmaya ihtiyacı var. Ona verdiğim yara derin, sanırım, ama ölüm-
cül değil ve kan akmasına izin verirsek daha iyi olacak."
Şaryon ikna olmamıştı, Mosiah da öyle.
"Üzerine çöken o karanlık ruh hallerini hatırlıyor musun, Pe-
der?" dedi genç adam yumuşak sesle, yemediği yemekle oynayan
Katalist'in yanma oturarak. Katalistin sol eline tüneyen kuzgun aç
gözlerle onları izliyordu. "Son zamanlarda olmamıştı, ama geçmiş-
te yatağına uzandığını, yemek yemediğini, konuşmadığım, boşluğa
bakıp durduğunu hatırlıyorum."
"Biliyorum. Ve sabaha dek dönmezse, arkasından gideceğim,"
dedi Şaryon kararlılıkla.
Kar yağmaya devam etti ve Prens kalkanı kaldırmak zorunda
kaldı, çünkü fırtına varken kalkanı yerinde tutmak hem onun, hem
de Kardinal'in enerjisinin tüketiyordu. Simkin ve Mosiah o gece
için Prens'in büyük çadırına taşındılar; Şaryon Radisovik'in daveti-
ni kabul etti.
Duuk-tsarithlere gelince, ikisi de yok oldu, ama Katalist savaş-
büyücülerinin yakınlarda bir yerde, dinlenen Prens'i korumakta ol-
duklarını biliyordu. Onların ne zaman uyuduklarını tahmin edemi-
yordu Katalist. Savaşbüyücülerinin durmaksızın nöbet tutarken be-
denlerini ve zihinlerini uyutabildıklermi duymuştu. Ama bu im-
159

nİAR£ARfT U/EIS & tRACY HlCKJTlAn


kansız geliyordu ve bir efsane sayarak inanmamıştı.
Zihnim endişelerinden uzak tutan her küçük sorun için min
nettar, Şaryon karanlıkta uyanık yatarken konuyu düşündü ve kar-
da yürüyen ayaklann çıkaracağı çıtırtıyı bekledi. Katalist zaman
içinde uyudu. Ama huzursuz bir uykuydu. Gece boyunca sık sık
uyanarak hafif adımlara çadırın kapısına gitti ve yavaşça, Kardi-
nal'in uykusunu bölmeden, dışan bakmak için kapağı araladı.
Ne görmeyi umuyordu, bir fikri yoktu, çünkü kar o kadar yo-
ğun yağıyordu ki, kendi çadırlarının yanında duran Prens'in çadı-
rının karanlık şeklini bile zar zor görebiliyordu. Nöbet tutan tek ki-
şinin kendisi olmadığım fark etti. Bir kez Garald'm çadırında bir
ışık parıltısı yakaladı ve karların arasından, geceye bakan Prens'in
uzun şeklini gördüğünü sandı.
Sabahleyin kar dinmişti. Kalın yastıkların üzerinde yatan Kata-
list şafak aydınlığının yavaş yavaş çadıra sürünmesini izledi ve ay-
dınlığın kar yüklü dalların arasından süzüldügünü, dışandaki pü-
rüzsüz beyaz enginlikte parıltılı bir iz bıraktığını hayal etti.
Gözlerini kapatarak uyumaya çalıştı, sonra beklediği şeyi duy-
du -ayak sesleri.
Yüreği rahatlamayla burkulan Şaryon telaşla ayağa kalktı ve ça-
dır kapağını kenara attı. Orada durdu ve görüş alanından çekildi.
Joram kar kaplı açıklığın ortasında duruyordu. Ağır bir peleri-
ne bürünmüştü. Pelerin nereden gelmişti? Duuk-tsarith\er mi ver-
mişti ona? Şaryon nefes almadan, Joram'm şimdi ne yapacağını
beklerken merak edecek zaman buldu.
Uzun çizmelerinin yansına gelen karlann arasında yürüyen Jo-
ram, Prens'in çadırının dışında durdu. Pelerinin altına uzanarak
Karakıhç'ı çıkardı ve elinde tuttu.
Çadırın gölgelen arasına çöken Şaryonun rahatlaması, Joram'm
160

KARAKJLlÇln YAZGISI
ünü görünce korkuya dönüşmüştü.
Şaryon genç adamda nasıl bir değişiklik görmeyi ummuştu,
m değildi- Uysal ve pişman bir Joram, alçakgönüllülükle herkes-
ti af dileyen ve daha iyi bir hayat yaşamaya yemin eden bir Joram
? Hayır -Şaryon bunu hayal edemiyordu.
Öfkeli, meydan okuyan bir Joram, kendi bildiği gibi yaparak
cehenneme gitmeye kararlı, başka herkesin de aynısını yapmasına
istekli bir Joram. Bu daha gerçekçiydi. Aslında, Katalist'in bekledi-
ği de buydu. Gördüğü Joram yerine bunu görmekten daha mem-
nun olacağını fark etti.
Genç adamın yüzünde hiçbir ifade yoktu. Solgundu, yanakları
çökmüş, gözler karanlık ve gölgeliydi. Joram sessizce, kıpırdama-
dan, ellen kılıcın kabzasına kenetlenmiş Prens'ın çadmnm dışında
bekledi.
Kuşkusuz Saryon'un dikkatini çeken aynı ayak seslerini duyan
Garald dışan adım attı, gelip çadmn önünde duran tuhaf şeklin ya-
nında durdu. Prens tehlikede değildi. Duuk-tsariihkT yakındaydı;
büyüleri Joram silahını kaldırmadan onu parçalanna ayırabilirdi.
Tehlikede olan Joram'dı ve bunu bilen Garald yavaş yavaş, elle-
rini görünür bir yerde tutarak ilerledi.
"Joram," dedi nazikçe, hoş bir şekilde.
"Ekselanslan." Sözcük soğuk bir şekilde telaffuz edilmişti, bi-
linçli olarak boş, anlamsız bırakılmıştı. Garald'm omuzları yenilgiy-
le çöktü, yumuşak bir şekilde içini çekti. Sonra, görünüşe göre sab-
rı tükendi -bu küstah genç adama duyduğu öfke sonunda yüze
çıktı.
"Ne istiyorsun?" diye sordu ona Garald acı acı.
Joram dudaklannı birbirine bastırdı. Derin bir nefes aldı ve ya-
vaş yavaş verdi. Karanlık gözlerini Prens'ın omzunun ötesinde bir
vere dikti. "Fazla zamanımız yok," dedi, uzaklarla, çıplak ağaçlarla,

ITlARf.ARft U/EİS §• TRACY HıcıonAn


aydınlanan mavi gökle, yükselen güneşin ince kenarıyla koi
rak. "Bir hafta demiştin."
Sözcükler soğuktu, Şaryon onlan söyleyen nefesin soğuk
da bir sis oluşturan sıcaklığını görünce şaşırdı. Joram yutkundı
Karakılıç'm kabzasını kavrayan elleri gerildi. "Öğrenecek çok şeyim
var," dedi.
Garald'm yüzü, açıklığı dumanı tüten kaynaklardan daha fazla
ısıtmış görünen bir gülümsemeyle aydınlandı. Genç adama sanla-
cak, sırtına bir şaplak atacak, omuzlannı tutacak ya da memnunlu-
ğunu gösteren başka bir şey yapacak gibi göründü. Ama Şaryon, Jo-
ram'm çene kaslarının kasıldığını, tüm bedeninin katılaştığmı gör-
dü. Bunu Prens de gördü ve içgüdüsel hareketini kontrol akma al-
dı.
"Kılıcımı alayım," dedi ve çadıra girdi.
Kendisini izleyen başka biri olduğunun farkında olmayan -Ka-
talist dikkatle sessiz kalmıştı-Joram gevşedi. Bakışları kaydı, doğ-
rudan Prens'in durmakta olduğu yere baktı ve Saryon'a, sert bakış-
lar bir pişmanlık ifadesiyle yumuşamış gibi geldi. Joram'm dudak-
tan, konuşacakmış gibi aralandı. Ama aniden arkasını döndü, ağzı
kapandı. Prens geri geldiğinde -kürklü bir pelerine bürünmüştü,
kılıcı elindeydi- Joram onu kar kadar soğuk ve pürüzsüz bir yüzle
karşıladı.
Nasıl da sevgi özlüyor ,*diye düşündü Şaryon yüreği acıyarak.
Ve yine de bir el ona uzandığında, vurup geri çeviriyor. İkisi sessiz-
lik içinde yürüyüp gittiler. Prens zaman zaman Joram'a bakıyordu,
Joram, gözleri hedeflerinin üzerinde, durmadan yürüyordu. Uzak-
ta, ağaçlığın kerumnda, Katalist siyah bir gölgenin kendisini bir
ağaç gövdesinden kopardığını ve yavaşça, fark edilmeden arkala-
rından gittiğini gördü.
Soğuktan titremekte olduğunu fark eden Şaryon yatağına dön-
162

KAR£KJUÇin YAZGISI
laniyelerin arasına büzülürken, genç adam güven içinde
,. gü için Almin'e bir şükran duası etmesi gerektiğini biliyor-
du.
Ama Şaryon o işitmeyen, belki de var olmayan tanrısını rahat-
etrtıedi. Joram'm değişmiş tavnm hatırlayan, arkasında hedefine
lasmak için daha büyük bir kararlılık gören Şaryon teşekkür et-
>mek istediğinden o kadar emin değildi.
Daha çok, merhamet dilemeye eğilim duyuyordu.
163

14
AYRILIK
Karla birlikte rüzgâr da dindi ve gökyüzü hızla arındı. Ormana
bir suskunluk çöktü, ama havada, hiç de huzurlu olmayan, sanki
bir dev bulutlan, rüzgârı ve kan emmiş, şimdi nefesini tutmaktay-
mış gibi bir gerginlik vardı. Gerginlik takıp eden günlerde azalma-
dı, ama gökyüzü açık kaldı -rengi yalnızca kışın görülen kmlgan
bir maviydi- ve fırtınanın geri döneceğine dair işaret yoktu.
Ama açıklıktaki herkes bir fırtınanın kopmakta olduğunu bili-
yordu, yalnızca genç bir adamın ruhunda olsa bile. Fırtına bulutla-
n açıkça görülebiliyordu; döndüğü sabahtan beri Joram aynı kal-
mıştı -soğuk, duygusuz, sessiz, uzak. Yalnızca kendisi ile konuşul-
duğu zaman konuşuyordu ve o zaman da yanıtları kısa ve ilgisizdi,
sanki duymamış gibi. Çoğu zaman kamptan uzak duruyordu, o ve
Prens günlerin büyük kısrmnı birlikte geçınyorlardı. Derslerden ge-
ri döndüğü zaman, Joram daha da içine kapanık oluyordu. Onu iz-
leyenlere, sinirleri kötü akort edilmiş bir çalgının telleri kadar ger-
gin görünüyordu.
Şaryon yalnızca büyük bir elin, kopmasmlar diye, Katalıst'in
genç adamın ruhunda kapalı olduğundan emin olduğu güzel mü-
ziği bulmak için yavaş yavaş o tellerdeki gerginliği gevşetmekte ol-
duğunu umuyordu (dua elmiyordu). El Garald'm mıydı7 Şaryon
öyle olduğuna inanmaya başlamıştı ve bu umut taşıdığı yükü hafif-
im

KARAKJLIÇln YAZGISI
? Yalnızlarken ne yaptıkları ya da ne konuştukları hakkında en
k bir fikri yoktu. Joram bu görüşmelerden bahsetmeyi reddedi-
, ve Garald yalnızca Joram'm kılıç ustalığı için çalışmakta ol-
duklarını söylüyordu.
Sonra, haftanın ortasında, sabahın erken saatlennde, Katalist,
Prens'in şakayla 'arena' dediği yere, onlara eşlik etmek üzere davet
f edildi-
"Karakılıç'ı denememize yardım etmek üzere size ihtiyacımız
var Peder," diye açıkladı Garald, o ve Joram Katalist'i huzursuz uy-
kularından birinden uyandırarak. Üçü Kardinal'in çadırının dışın-
da durmuş, başka kimseyi uyandırmamak için alçak sesle konuşu-
yorlardı.
Saryon'un ciddi, onaylamaz bakışını gören Joram, sabırsızca içi-
ni çekti, ama Garald elinin hafif bir hareketiyle onu durdurdu.
"Duygularınızı anlıyorum, Peder Şaryon," dedi Prens nazikçe,
"ama Joram'ı Merilon'a kılıcının güçlerini bilmeden yollamak iste-
mezsiniz, değil mi?"
Joram'ı Merilon'a hiç yollamazdım, diye düşündü Katalist, ama
söylemedi.
Şaryon onlarla gitmeyi kabul etti. Prens'in iddiasının makul ol-
duğunu kabul etmek zorundaydı. Ve Katalist, ek olarak, Karakıhç
hakkında gizli gizli meraklanıyordu. Prens'in sağladığı sıcak peleri-
ne sannarak ikisine ormana doğru eşlik etti.
"Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, Peder," diye özür diledi
Garald, donmuş ağaçlıkların arasında yürürlerken. "Kardinal Radi-
sovık'ten de isteyebilirdim, elbette, ama Joram ve ben Karakıhç'm
gerçek doğasını ne kadar az msan bilirse, o kadar ıyı olur diye dü-
şünüyoruz."
Şaryon tüm kalbiyle katıldı bu fikre.
"Hem," -Garald gülümsedi-- "Radisovik'in çoğu düşüncelerinin
1h S

nİARCARft U7E1S & ÎRACY HlCKJTIAn


ilerici ve özgürlükçü olmasına rağmen -Piskopos'unuza göre a
özgürlükçü- Karakılıç'm öğretilerini fazla zorlayacağını düşürıuv
rum."
"Yardımcı olabilmek için elimden geleni yapacağım, Ekselansla
n," diye yanıt verdi Şaryon, soğuk ellerini cüppesini yenlerine sn
karak.
"Mükemmel!" dedi Garald içtenlikle. "Ve biz de sizi soğuktan
korumak için elimizden geleni yapacağız; Joram ve benim için hiç
sorun olmayan bir şey."
Genç adamla bakıştı ve Şaryon sert dudaklarda hafif bir gülüm-
seme, Joram'm karanlık gözlerinde bir sıcaklık kıvılcımı görünce
şaşırdı.
'Arena'nm, açıklıktan biraz uzakta, bir parça temizlenmiş, don-
muş zemin olduğu ortaya çıktı. Şaryon dikkatli Duuk-tsarithkrm
oralarda olması gerektiğini bildiği halde savaşbüyücülerini göreme-
di ve üçü, en azından, yalnızlarmış izlenimi altındaydılar. Ya da bel-
ki de Dutıfe-fsarit/ıler gerçekten de orada değildiler. Prens Karakı-
lıç'm güçlerini gizli tutmak konusunda söylediklerinde içten olabi-
lirdi.
Garald, Katalist'i, yarattığı rahat yastıklardan oluşan gerçek bir
yuvaya oturttu. Saryon'un isteyebileceği şarap ve başka lezzetli şey-
leri de ekleyebilirdi, ama Şaryon utanarak reddetti.
Saryon'un elinden Prens'ten hoşlanmamak gelmiyordu. Garald
Katalist'e büyük bir saygı ve nezaketle davranıyordu, her zaman ra-
hatını ve iyiliğini düşünüyordu, asla küçümseyici ya da büyüklük
taslayın değildi. Bu konuda Katalist yalnız da değildi. Garald her-
kese böyle davranıyordu -Simkin'den Mosiah'a, Duuk-tsarithkrdm
Joram a.
Bu insanlar prenslerini nasıl da seviyor olmalılar, diye düşündü
Katalist, zarif asılın beceriksiz, utangaç gençle konuşmasını dİnler-
lfı^

KARAKJUÇln YAZGISI
loram'ı saygıyla dinliyor, ona eşitiymiş gibi davranıyordu,
„c adamm yanıldığım düşündüğünde bunu söylemekte te-
arna geuı*
reddüt etmiyordu.
loram da Garald'ı inceliyor gibiydi. Belki de ruhundaki kargaşa-
n sebebi buydu. Şaryon bu adama gösterilen aynı saygı ve sevgi-
sahıp olmak için Joram'm her şeyini vereceğini biliyordu. Belki
' eenç adam alınmadan önce bunlann verilmesi gerektiğini anlama-
ya başlamıştı.
Joram ve Prens arenanın ortasındaki yerlerini aldılar, ama he-
men dövüş duruşuna geçmediler.
"Bir dakikalığına kılıcını bana ver," dedi Garald.
Joram'm gözleri parladı, kaşlan çatıldı ve tereddüt etti. Şaryon
başını salladı. Eh, mucize beklememek lazım, dedi kendi kendine.
Bakışları kılıcın üzerinde olan Garald fark etmemiş göründü ve sa-
bırla bekledi.
Joram sonunda hiç de zarif olmayan bir, 'Al,' hareketiyle uzattı.
Yüzünü dikkatle ifadesiz tutan, kaba lafı duymamış gibi yapan
Garald kılıcı kabul etti ve dikkatle inceledi.
"Son birkaç gündür sırf kılıç ustalığı adına çalıştık bununla,"
dedi. "Ama daima beni çekiştirdiğini, büyümü soğurdugunu hisset-
tim, öyle ki, gün sonunda bedenimdeki zayıflığı hissedebiliyordum.
Ama örneğin, kamptayken üzerimde böyle bir etkisi olmuyor. Onu
hiç fark etmiyorum."
"Sanırım Yaşam çeken etkisini gösterebilmesi için kullanılması
gerek," dedi Joram, kılıca duyduğu ilgiyle kendini unutarak. "Sa-
vaşbüyücüsü ile savaşırken ben de aynı şeyi fark ettim. Blachloch
demirhaneye ilk geldiğinde kılıç tepki göstermedi. Ama bana sal-
dırdığında ve ben kılıcı kendimi savunmak için çektiğimde, silahın
kendi başına savaşmaya başladığını hissettim,"
"Sanırım anlıyorum," diye mırıldandı Garald düşünceli düşün-

[TlARGARfî U/EIS & J'RACY HlCKJllAn


celi. "Silah sende hissettiği bir tür enerjiye tepki gösteriyor oWı
-öfke, korku, savaşın yarattığı güçlü duygular." -Kayıtsızca kenH'
kılıcının kemerini çözdü ve güzel silahı Joram'a uzattı- "Sen benim
kini al. Hadi. Kullanabilirsin. Ölü olduğun gerçeği fark etmez. Bü
yülü özellikleri komutla harekete geçirilebilir." Prens dövüş pozis-
yonu aldı, Karakılıç'ı beceriksizce kaldırdı. "Keşke birisi sana kıhc
yapma sanatını öğretmiş olsaydı," diye mırıldandı. "Bu her zaman
hantal, kullanışsız bir silah olacak. Ama, bunu şimdi boşver. 'Şahin
saldır,' sözcüklerini söyle ve bana saldır."
Elleri Prens'in kılıcının ince bir şekilde işlenmiş kabzasını sev-
giyle kavrayan Joram, silahı kaldırarak Garald'la yüzleşti. "Şahin,
saldır," dedi ve saldırı için öne atıldı. Garald savunma pozisyonun-
da Karakılıç'ı kaldırdı, ama şimşek hızı ile kendi kılıcı savunmasını
deldi ve omzunu yaraladı.
"Tanrım!" Prens'in kolundan kan aktığını gören Joram kılıcı dü-
şürdü. "Bunu istememiştim, yemin ederim! İyi misin?"
Şaryon ayağa fırladı.
"Kendi hatam," dedi Garald sertçe, elini yaraya bastırarak.
"Önemli değil. Bir tiyatro oyununda aktörlerin düşüp ölmeden ön-
ce söyledikleri gibi, yalnızca bir çizik -Şaka yapıyorum, Peder. Ger-
çekten de bir çizik, bakın." Yarayı gösterdi ve Şaryon rahatlayarak,
kılıcın derinin yalnızca yü/eyini kestiğini gördü. Küçük bir iyileş-
tirme büyüsü ile kanamayı durdurdu ve 'ders' devam etti.
En azından, diye düşündü Şaryon sertçe, bu Duuk-tsarithlerin
buralarda olmadığını gösteriyor. Aksi halde Joram şimdiye kadar
yüz parçaya bölünmüş olurdu. Joram'm sesinde gerçek bir endişe
duyması da onu ölçüsüzce memnun etmişti, ama -genç adamın yü-
zündeki pürüzsüz, soğuk ifadeye bakınca- Katalist hayal ettiğini
düşünebilirdi.
"Kendi aptallığım," dedi Garald hüzünle. "Kendi kılıcım tarafın-
W,8 ^

KAKfıKJLlÇin YAZGISI
İrlürülebilirdim!" Karakılıç'a dik dik baktı. "Neden işe yara-
a J n?" diye sordu, kılıcı sarsarak.
V: nıt Saryon'un aklına geldi, ama -matematikçi olduğundan-
Ulamadan önce kendini tatmin etmek için kanıtlamak zorunday-
dı.
"Kılıcı tekrar Joram'a verin, lordum," dedi Şaryon. "Siz kılıcı
I im ve aynı büyüyü kullanarak ona saldırın."
Garald kaşlanm çattı. "Gördüğünüz gibi güçlü bir büyüdür.
Onu öldürebilirim."
"Öldürmeyeceksin," dedi Joram sakinlik içinde.
"Aynı fikirdeyim, lordum," diye ekledi Şaryon. "Lütfen. Sanırım
sonuç çok ilginizi çekecek."
"Pekâlâ," dedi Garald, ama gönülsüz olduğu açıktı. İtaatkârca
kılıçlan değiştirdi, o ve Joram pozisyon aldılar.
"Şahin, saldır," diye emir verdi Garald.
Gümüş kılıç o anda güneş ışığında parladı, adını aldığı kuş gi-
bi, kurbanına doğru süzüldü. Joram kendisini Karakılıç'la savundu,
Prens'in büyüyle güçlendirilmiş silahının yanında hareketleri bece-

riksiz ve hantaldı. Gümüş kılıç genç adamın kalbine doğru daldı,


ama son anda demir bir kalkana çarpmış gibi sarsıldı ve yana dön-
dü.
"Aahh!" diye bağırdı Garald. Silahını indirerek sarsıcı darbenin
etkisi ile kanncalanan kolunu ovuşturdu. Saryon'a baktı. "Görme-
mi istediğiniz şeyin bu olduğunu anlıyorum. Tamam, neden o kul-
lanırken işe yarıyor? Sahibini mi tanıyor?"
"Hayır, lordum," diye yanıt verdi Katalist, deneyinin başarısı
karşısında memnun. "Kadim metinlerde okuduğum bir şeyin anla-
mını şimdi anlıyorum. Karataştan yapılmış kılıçlann ölü birlikleri
^rafından kullanıldığını söylüyordu. Önemsememiştım, hayaletler
ve ruhlarla ilgili hayalı bir efsane olduğunu sanmıştım. Ama şimdi

rtİARCARfî U7EIS â- ÎR£CY HlCKTTlAn


eski Karabüyücülerin Joram gibi Ölü olanlardan oluşmuş birlıtı
kastettiğini görüyorum. Kılıcın enerjisine karşı çalışacak büyuSu L.
olmayan ya da pek az olan kişiler tarafından kullanılmalı."
"Büyüleyici," dedi Garald, silahı hayranlık içinde seyrederek
"Büyücülere karşı bir savaşta faydasız olacakları etkili bir savaş gü
cü haline getiriyor."
"Ve pek az eğitim gerektiriyor, lordum," dedi Şaryon, konuya
gittikçe ısınarak. Düşünceleri civa gibi akıyordu. "Eğitimleri nere-
deyse doğumlan ile başlayan savaşbüyücülennin aksine, karataştan
silahlarla donanmış savaşçılara onlan kullanmak haftalar içinde ö&-
retilebiliyordu. Hem, kataliste de ihtiyaçları yoktu..." Şaryon aniden
çok fazla şey söylediğini fark ederek durdu.
Ama Garald söylediğinin anlamını kavramakta hızlıydı.
"Hayır, yanılıyorsun!" diye bağırdı heyecan içinde. "Yani evet,
haklısın -bir dereceye kadar. Karataştan silahlar katalistlerin çalış-
masını gerektirmiyor. Ama dövülürken kılıca Yaşam vermekten bah-
setmiştin, Şaryon. Ya şimdi Yaşam verirsen? Güçlerini fazlalaştır-
maz mı?"
"Fazlalaştırmalı!" dedi Joram hevesle. "Hadi, deneyelim."
"Evet!" diye onayladı Garald, kılıcını yine kaldırarak.
"Hayır!" dedi Şaryon.
İkisi dönüp ona bakakaldı -Joram öfkeli, Garald hayal kırıklığı
içindeydi.
"Peder, bunun sizin için zor olduğunu biliyorum," diye beceriy-
le tartışmaya başladı.
"Hayır," diye tekrarladı Şaryon alçak, boş bir sesle. "Hayır, Ek-
selansları. Benden başka ne isterseniz, yapabildiğim ölçüde yapa-
rım. Ama bunu bir daha asla yapmam."
"Tanrına yemin mı ettin?" Joram kendini tutamamış, acı bir ses-
le sormuştu.
170

K_AR£KJLIÇln YAEGİSİ
dime yemin ettim," diye yanıt verdi Şaryon alçak sesle.
, binlin aşkına..." diye başladı Joram, ama Garald onun sö-
zünü kesti.
"Yalnızca merak etmiştim, o kadar," dedi Prens, omuzlarını sil-
h loram'a döndü. "Kuşkusuz, kılıcının kullanımını etkileme-
li Onu kullanman gerektiği zaman bir katalistin yanında olma-
na güvenemezsin. Hadi, daha güçlü büyülere karşı deneyelim,
fevreme bir kalkan büyüsü yapacağım ve bunu aşıp aşamayacağı-
m göreceğiz. Peder, bana Yaşam bahşeder misiniz.
Şaryon Prens'e Yaşam bahşetti. Dünyanın büyüsünü böylesine
asil birine aktarmaktan gerçek bir memnunluk duymuştu. Hatta Jo-
ram'm öfkesini kontrol etmek için çabaladığını ve başardığını gör-
me tatminini yaşadı. Yastıkların arasında arkasına yaslanan Katalist
ikisi arasındaki mücadeleyi izleyip keyfini çıkarırken, Karakılıç
hakkında daha fazla şey de öğrenebiliyordu. Ama yüreğinde, Ga-
rald'm fikrinde bir çentik aşağı düştüğünü biliyordu. Varlığının
özüne kadar bir savaşçı olan Prens, kılıca yaşam vermekte Kata-
list'in neden bu kadar ahlakçı davrandığını anlamıyor olmalıydı.
Garald için kılıç yalnızca bir araçtı. Onu, Saryon'un silaha ba-
karken gördüğü gibi karanlığın bir nesnesi, yaşamı yok eden bir şey
olarak görmüyordu.
Joram'm ne düşündüğüne gelince, Şaryon üzüntüyle, artık ya-
pacağı hiçbir şeyin onu genç adamın kafasında daha fazla alçalta-
mayacağma inanıyordu.
Hafta olaysızca geçti, joram ve Garald kılıçlarla çalıştılar. Şar-
yon, Kardinal ile pek çok felsefi ve dini tartışma yapmanın keyfini
yaşadı. Simkin kuzguna takıldı -çileden çıkan kuş sonunda herke-
si sevindirerek genç adamın kulağından bir parça ısırdı. Mosiah
günlerini Garald'm çadırında bulduğu kitapların yapraklarını öz-

ITİARPARft 1Â/EIS & ÎRACY HlCKJllAn


lemle çevirerek, bulduğu resimleri inceleyerek ve Joram a çok şev
anlatan, ama ona anlamsız saçmalıklar gibi gelen gizemli simgeleri
merak ederek geçirdi. Akşamlan Prens ile konuklan bir araya gelj,
yor, tarok oynuyor ya da Merilon'a girme yollanın, şehre girince na-
sıl hayatta kalınabilecegini tartışıyorlardı.
"Simkin sizi Kapı'dan içeri sokabilir," dedi Garald bir gece, ay-
rılmalarından bir gece önce. Mosiah ile Joram Prens'in rahat çadı-
nnda oturmuş, harika bir akşam yemeğinden sonra dinleniyorlar-
dı. Geçirdikleri güzel zamanlar sona ermek üzereydi. Genç adamla-
rın her biri üzüntüyle, ertesi gece tuhaf ve uğursuz ormanda Kij sar-
maşıktan ve belki de başka, daha korkunç canavarlarla mücadele
ediyor olacaklannı düşünüyordu. Merilon'un ihtişamı aniden hayal
gibi ve çok uzak görünmeye başlamıştı ve o kadar uzak bir yerdeki
tehlikeleri ciddiye almak kolay değildi.
Bunlann bir kısmının yüzlerine yansıdığını gören Garald'ın sesi
ciddileşti. "Sımkm Merilon'daki herkesi tanır, herkes de onu -bazı
durumlarda konuyu ilginç kılabilecek bir şey bu."
"Yani onun tuhaf hikâyeleri doğru muydu, lordum? Gerçekten
kıyafet balosuna canlı bir ayı mı getirdiniz?" deyiverdi Mosiah dü-
şünmeden. "Afedersiniz, Ekselanslan," diye başladı, utanç içinde
kızararak.
Ama Prens başını salladı. "Ah, bunu size anlattı, öyle mi? Zaval-
lı babam." Garald sınttı. "Hâlâ bir donanma subayının ya da ayı
kostümü içindeki birinin yanında kravat takmayı reddediyor. Ama,
daha ciddi konulara dönmek gerekirse...
"Merilon'a gitmek konusunda sizi uyarmakta Şaryon çok haklı.
Gerçekten de tehlikeli," dedi Prens, "ve ihtiyatı asla elden bırakma-
malısınız. Tehlike yalnızca, yaşayan Ölülerden biri olan ve fiziksel
ölüme mahkûm edilebilecek olan Joram için yok. Senin için de teh-
like var, Mosiah. Asi sayılıyorsun. Evden kaçtın, Kara Sanatların

K^RAKJUÇin YAZGISI
büyücüleri arasında yaşadın. Merilon'a sahte kimlikle gireceksin.
Yakalanırsan, Duuk-tsarithkrin zindanlanna mahkûm edilirsin ve
ıradan değişmeden çıkabilen insan sayısı azdır. Merilon'da birkaç
vll yaşamış olan ve kolayca tanınabilecek Şaryon için de büyük teh-
like var...
"Hayır, Joram, seni gitmekten alıkoymaya çalışmıyorum," diye
..kendi sözünü kesti Garald, genç adamın öfkeyle kaşlannı çattığını
görünce. "Sana ihtiyatlı olmanı söylüyorum. Dikkatli ol. Her şey-
den öte, tetikte ol. Özellikle de bir kişinin yanında."
"Katalist'i mi kastediyorsun?" diye karşılık verdi Joram. "Sar-
yon'u Piskopos Vanya'nm gönderdiğini zaten biliyorum..."
"Simkin'i kastediyorum," dedi Garald ciddiyetle, yüzünde gü-
lümseme izi olmadan.
"İşte, sana söylemiştim!" diye mırıldandı Mosiah Joram'a.
Sanki kendisinden bahsedildiğini bilirmiş gibi, Simkin sesini
yükseltti ve çadırın içinde oturanlann her biri bakmak için döndü.
O ve Katalist ateşin yanında duruyorlardı, Simkin Katalist'in Meri-
lon'a fark edilmeden girebilmesi için bir kılık ayarlamaya gönüllü
olmuştu. Şimdi Peder Saryon'a büyüyü yapıyordu ve aslında zaval-
lı adamın hayatını bedbaht kılmaktan başka işe yaramıyordu bu.
"İşte buldum!" diye haykırdı Simkin tiz bir sesle. "Hiç fark edil-
meden gelip gidebilirsin, artı yükümüzü de taşıyabilirsin." Elini sal-
ladı ve bir sözcük söyledi. Şaryonun şekli değişti. Şimdi ateşin ya-
nında, talihsiz katalist yerine büyük, gri, ümitsiz görünüşlü bir eşek
vardı.
"O aptal!" dedi Mosiah, ayağa fırlayarak. "Neden zavallı adamı
rahat bırakmıyor ki. Ben gidip..."
Garald Mosiah'm kolunu tutup başını salladı. "Ben hallederim,"
dedi.
Gönülsüzce yerine oluran Mosiah Prensin eliyle, yakında dur-
173
ITlARGARft lUEİS d ÎRi»CY HlCKITlAri
muş, izlemekte olan Kardinal Radisovik'e bir hareket yaptığını gör
dü.
"Ne dedin, Peder?" diye sordu Simkin.
Eşek anırdı.
"Hoşuna gitmedi mi? Senin için girdiğim onca zahmetten son-
ra! Eh, adam!" Eşeğin gri, sarkık kulaklarından birini kaldırdı. "Ha-
rika bir işitme duyun var! İddiaya girerim elli adım öteden bir sa-
man balyasının düşmesini duyarsın. Artık bir gözünü öne, bir gö-
zünü arkaya çevirebilmenden hiç bahsetmiyorum. Aynı anda hem
gittiğin yeri, hem de biraz önce durduğun yeri görebilirsin."
Eşek yine dişlerini çıkararak anırdı.
"Hem, çocuklar da sana bayılır," dedi Simkin gönlünü almak
için. "O küçük sevimli şeyleri sırtında taşıyabilirsin. Eh, böyle ihti-
yar bir örümcek kafalı olacaksan... İşte."
Eşek yok oldu ve Şaryon döndü, ama elleri ve dizleri üzerinde,
kötü bir pozisyondaydı.
"Başka bir şey düşünmem gerekecek," dedi Simkin somurtarak.
"Buldum!" Parmaklarını şıklattı. "Bir keçi! Sütümüz hiç eksik ol-
maz..."
O anda Kardinal Radisovik araya girdi. Şaryon ile kiliseye dair
bir şey tartışmak istediğinden bahsederek Katalist'in ayağa kalkma-
sına yardım etti ve onu çadıra çekti. Ne yazık ki, Simkin arkalann-
dan geldi.
"Artı yiyecek bulmak konusunda endişelenmen de gerekmez,"
dediği duyuldu ikna edici bir şekilde, sesi uzaklaşırken. "Her şeyi
yiyebilirsin..."
"Simkin hakkında birşeyler biliyorsunuz, değil mi, Ekselansla-
rı?" dedi Mosiah, Prense dönerek. "Oyununun ne olduğunu bili-
yorsunuz. Amacı nedir?"
"Oyunu..." diye tekrarladı Prens düşünceli düşünceli, soru me-
174

KARpKJLIÇin YAZGISI
kmı uyandırmıştı. "Evet," dedi bir an sonra. "Sanınm Simkin'in
oyununun ne olduğunu biliyorum."
"O zaman söyleyin bize!" dedi Mosiah hevesle.
"Hayır, söyleyeceğimi sanmıyorum," dedi Garald, bakışları Jo-
ram'a dikilerek. "Anlamayacaksınız ve bu tedbiri elden bırakmanı-
za da yol açabilir."
"Ama söylemelisiniz! Yani -yani söyleseniz iyi olur demek iste-
dim... Ekselanslan," diye değiştirdi Mosiah, biraz önce Prens'e bir
emir verdiğini fark ederek. "Eğer Simkin tehlikeliyse..."
"Hah!" Joram tiksinti ile kaşlannı çattı.
"Ah, tehlikeli olduğu doğru," dedi Garald hoş bir tavırla. "Bunu
hatırlayın, yeter." Prens ayağa kalktı. "Ve şimdi, eğer bana izin ve-
rirseniz, dostumuz boynuz çıkartıp Kardinal'in çadınnı kemirmeye
başlamadan, gidip zavallı Saryon'u kurtarsam iyi olacak."
Katalist'in kılık değiştirmesi meselesi kısa sürede halledildi
-hem de onu keçiye çevirmeden. Prens'in önerisi ile Peder Şaryon,
Peder Dunstable oldu, Simkin'e göre on sene önce Merilon'u terk
etmiş olan önemsiz bir ev katalisti.
"Uysal bir fare gibiydi," diye hatırlıyordu Simkin "Onunla ta-
nıştıktan beş saniye sonra insanın hatırlamadığı türden, on sene
sonra hiç hatırlanmayacaktır."
"Ve eğer on senelik yokluktan sonra onu hatırlayacak olursa,
onun bir miktar değişmiş olmasını bekleyeceklerdir zaten," diye ek-
ledi Garald yatıştmrcasma, Saryon'un bu fikirden hiç hoşlanmadı-
ğın görünce. "Farklı davranmak zorunda kalmayacaksın, Peder.
Yüzün ve bedenin farklı olacak, o kadar. İçinde, aynı olacaksın."
"Ama kendimi Katedralde göstermem gerekecek, Ekselanslan,"
diye itiraz etti Şaryon inatla, Prens'e karşı çıkmakta gönülsüz oldu-
ğu açık olduğu halde korkusu bunu bastmyordu -Prens bir kez da-
na- bu adamın yüreğinde nasıl bir sır sakladığını merak etti. "Kata-
175

rrİARPARfî IUEİS 5r 1"w>CY HıcıynAn


üstlerin geliş gidişleri iyi belgelenir..."
"Her zaman değil, Peder," dedi Radisovik ılımlı bir şekilde. "T.
biri caizse, bürokratik çatlaklardan sızan epeyce katalist vardır R,
Peder Dunstable gibi, ailesi ile uzak bölgelere taşman önemsiz bir
ev katalisti yıllarca kilise ile iletişimi koparabilir."
"Ama neden ben -yani Peder Dunstable- Merilon'a geri dön-
sün? Affınıza sığınarak, Efendimiz," diye ekledi Şaryon mütevazı
ama ısrarlı bir şekilde, "ama Prens içinde bulunduğumuz tehlikeyi
vurgulamıştı..."
"Harika bir noktaya temas ettiniz, Peder," dedi Garald. "Geri
dönüşünüz için pek çok sebep olabilir. Hizmet ettiğiniz sihirbaz
Sharakan'daki asi pisliklere katılmayı kafasına koymuş olabilir, ör-
neğin, ve siz de başınızın çaresine bakmak üzere yalnız kalmışsmız-
dır."
"Bu ciddi, lordum." Radisovik ılımlı bir şekilde payladı Prens'i.
"Ben de öyleyim," diye karşılık verdi Garald serinkanlılıkla.
"Ama belki de üzerinize çok fazla dikkat çeker, Peder. Şu nasıl? Si-
hirbaz ölür. Dulu anne babası ile yaşamak üzere Zith-el'e döner. Ba-
basının konutunda size yer yoktur ve bu yüzden, Peder Dunstable,
siz hizmetlerinden çıkarılırsınız. Sevgi dolu teşekkürler ve referans-
lar ile beraber, elbette."
Kardinal Radisovik beğeniyle onayladı. "Hikâyenizi kontrol
edecek olurlarsa," dedi, Şaryonun bir sonraki itirazını yüzünden
okuyarak, "ki her gün Katedral'e gelip giden yüzlerce katalist oldu-
ğundan kuşkuluyum, Lord Her Kimse'yi bulup gerçeği keşfetmele-
ri aylar alır."
"Ve o zamana kadar," diye bitirdi Prens, konunun karara bağ-
landığını belirten bir ses tonu ile, "siz bizimle, Sharakan'da olacak-
sınız."
' gını işiten Şaryon kabullenmeyle ba-
? sınır tonu

KAR^KJLlÇin YAZGISI
pödi daha fazla tartışmanın kuşkulu görüneceğini düşündü,
ile Kardinal'in haklı olduklannı kabul etmek zorundaydı. Ka-
dral'de on beş yıl geçiren Şaryon, kristal merdivenleri ayaklannı
-jj-jjyerek çıkan, kristal kapılardan içeri giren yüzlerce yeni gelmiş
Uatalisti izleyerek akşamlar harcamıştı. Zavallı, canı sıkkın bir Diya-
koz'un gözetimi altında her katalist, bir daha nadiren bakılan bir
deftere imza atarlardı. Hem, insan Kanhanarlafm -Merilon'un Ka-
nı Koruyucularının- denetiminden geçtikten sonra, Kilise kimdi ki
şikâyet edecekti? Kılık değiştirerek şehre giren bir katalist fikri o ka-
dar uzak bir ihtimaldi ki, bunu düşünmek bile saçma gelmeliydi.
Yine de, Saryon'un Merilon'a dönmesini beklemek için sebebi
olan bir kişi var, diye düşündü Katalist huzursuzca, eli boynunda-
ki karataşa giderek. Korkuyla, Piskopos Vanya'nm onu bulmak için
neler yapabileceğini merak etti ve eşek olmayı reddettiğinden dola-
yı neredeyse pişman oldu...
Ertesi sabah herkes güneş doğmadan kalktı. Artık ayrılık zama-
nı geldiğinden, hepsi yolculuklarına başlamakta sabırsızdı. Genç
adamlar ve Şaryon, Karabüyücülerin köyüne yaptıklan yolculuğa
devam edecek olan Prens'e ve maiyetine veda etmeye etmeye hazır-
landılar.
"Sonu iyi biten her şey iyidir," dedi Simkin, kahvaltıyı bitirirler-
ken, "Kont d'Orleans'm Leydi Magda hakkında söylediklerinin an-
latıldığı gibi. Vefatının ardından konuşuyordu, elbette."
"Simkin aptalın biri!" diye gakladı kuzgun, Simkin'in kafasına
konarak.
"Bunun bir son değil, bir başlangıç olduğunu umuyorum," de-
di Prens Garald, Joram'a gülümseyerek.
Cîenç adam gülümsemeye karşılık verir gibi oldu.
"Ve şimdi," diye devam etti Prens, "vedalarm hüznünden önce,
177

ITlAReARft U/EIS $ TRACY HlCKJTIAn


Yolculuk Armağanları vermenin hoşluğunu yaşayacağım..."
"Lordum, bu gerekli değildi," diye mırıldandı Şaryon, suçluluı,
duygusu bir kez daha içini kaplamıştı. "Bizim için zaten yeterine
şey yaptınız..."
"Bu hoşluğu benden esirgemeyin, Peder," diye sözünü kesti Ga-
rald, Katalist'in elini tutarak. "Armağan vermek, bir kralın oğlu ol-
manın en iyi kısmı."
Mosiah'm yanına gidip duran Prens elini bir kez çırptı ve sonra
havada maddeleşen bir kitabı tutmak üzere açtı.
"Sen güçlü bir büyücüsün, Mosiah. Tanıdığım pek çok Albana-
ra'dan daha güçlü. Ve bu sıradışı bir durum değil. Yolculuklarım sı-
rasında, en güçlü büyücülerimizin çoğunun tarlalarda ve sokaklar-
da doğduğunu öğrendim, asil odalarda değil. Ama büyü, Almin'in
tüm diğer armaganlan gibi, mükemmeleştirmek için disiplinli çalış-
ma gerektirir, aksi halde şarabın sarhoşun vücudundan akıp gitme-
si gibi gelir, gider."
Prens o anda kuzgunun kuyruğunu çekmekte olan Simkin'e
baktı.
"Bunu iyi çalış, dostum." Prens kitabı genç adamın titreyen el-
lerine koydu.
"Teşekkür ederim, Ekselansları," diye kekeledi Mosiah, mah-
cupluk olarak kabul edileceğini umduğu bir tarzda kızararak.
Ama Garald bunun utanç olduğunu anladı.
"Merilon yolculuğu uzun olacak," dedi Prens yumuşak bir ses-
le. "Ve sana okumayı öğretmekten memnun olacak bir arkadaşın
var."
Mosiah Prens'in bakışlarını izleyerek Joram'ı buldu.
"Bu gerçek mi? Öğretecek misin?" diye sordu.
"Elbette! Öğrenmek istediğini hiç bilmiyordum!" diye yanıi ver-
di Joram sabırsızca. "Bir şey söylemeliydin."
178

K_AR£KJUÇln YAEGİSİ
v tabı alan Mosiah onu ellerinde sıkı sıkı tuttu. "Teşekkür ede-
. ekselansları," diye tekrarladı.
tkisi bakıştılar ve bir anlığına, tarla büyücüsü ile asil adam mü-
kemmel bir anlayış içinde oldular.
Garald döndü. "Şimdi, Simkin, dostum..."
"Benim için bir şeye gerek yok, Eskivaazlan. Ha, ha. Eskivaaz-
ları Deere Dükü katalistine böyle hitap ediyordu. Biliyorum, aptal-
ca bir şaka, ama Dük de öyleydi. Hayır, gerçekten. Hiçbir şey kabul
etmem. Eh..." Prens konuşacak olunca Simkin içini çekti, "eğer ıs-
rar ediyorsan. Belki âlemin en kıymetli mücevherlerinden bir iki ta-
ne..."
"Senin için," dedi Garald, sonunda araya bir sözcük sokmayı
başararak. Simkin'e bir deste tarok kartı verdi.
"Ne harika!" dedi Simkin, esnemesini bastırmaya çalışarak.
"Her kart benim sanatkârlanm tarafından elle resmedilmiştir,"
dedi Garald. "Eski stille yapıldı, büyüyle değil. Bu yüzden, deste ol-
dukça değerlidir."
"Sağolasm, ihtiyar dostum," dedi Simkin tembel tembel.
• Garald elini kaldırdı. "Avcumda bir şey tuttuğumu fark ettin
mi? Senin destende eksik olan bir şey."
"Soytarı kartı," dedi Simkin, karta dikkatle bakarak. "Ne hoş."
"Soytarı kartı," diye tekrarladı Garald, kartla oynarken. "Onlara
iyi rehberlik et, Simkin."
"Sizi temin ederim, Ekselansları," dedi Simkin içtenlikle. "Daha
iyi ellerde olamazlardı."
"Sen de öyle," diye yanıt verdi Garald. Parmaklarını kartın üze-
rine kapattı ve kart yok oldu. Kimse konuşmadı, herkes birbirine
huzursuzluk içinde bakıyordu. Sonra Prens güldü. "Bu da benim
Şakam," dedi, Simkin'in sırtına bir şaplak atarak.
"Ha, ha," diye yankıladı Simkin, ama kahkahası boştu.
179

ITİARGARrr UİEIS & 1"RACY HlCKJHAn


"Ve şimdi, Peder Şaryon," dedi Garald, gelip, ayakkabılarına
bakmakta olan Katalist'in önünde durarak. "Size verecek, maddi
kıymeti olan bir şeyim yok." Şaryon rahatlayarak başını kaldırdı
"Bunun size hoş gelmeyeceğini hissediyorum zaten. Ama bir tür ar-
mağanım var, bu sizden çok kendime bir armağan olsa da. Joram
ile birlikte Sharakan'a döndüğünüzde," -Şaryon Prens'in bu konu-
da devamlı, kararlaştırılmış bir gerçek gibi konuştuğunu fark etti—
"benim aileme katılmanızı istiyorum."
Kraliyet ailesinde bir Katalist! Şaryon istemsizce Kardinal Radi-
sovik'e baktı. Kardinal ona cesaret verircesine gülümsedi.
"Bu..." diye kekeledi Şaryon, boğazını temizleyerek, "bu bek-
lenmedik bir onur, Ekselansları. İnancımızın yasalarını ihlal eden
biri için çok büyük bir onur."
"Ama sadık olan, merhametli olan biri için o kadar büyük de-
ğil," diye bitirdi Prens Garald nazikçe. "Söylediğim gibi, armağan
daha çok kendime. Bir kez daha bana Yaşam bahşetmenizi isteye-
ceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum, Peder Şaryon."
Katalist'i bırakan Garald sonunda Joram'a geldi.
"Biliyorum, sen de benden bir şey istemiyorsun," dedi Prens gü-
lümseyerek.
"Katalist'in dediği gibi, bize yeterince çok şey verdin," dedi Jo-
ram sakinlik içinde.
" 'Bize yeterince çok şey verdiniz,' Ekselansları," diye tekrarladı
Kardinal sertçe.
Joram'in yüzü karardı.
"Evet, eh," -Garald kendisini gülmekten alıkoymak için çabala-
dı- "benden birşeyler kabul etmek senin hayattaki kaderin gibi gö-
rünüyor, Joram."
Prens bir kez daha ellerini uzattı. Açtığı avuçlarının üstündeki
hava pırıldadı, sonra birleşti, elle yapılmış, den bir km şeklini aldı.

KAKAKJUÇin YAZGISI
ı [zerine altınla güç rünleri işlenmişti, ama bunun dışında başka
mhol yoktu. Kının ortası boş bırakılmıştı.
"Bunu özellikle böyle bıraktım, Joram," dedi Prens, "böylece da-
ha sonra üzerine aile armanı işletebilirsin. Şimdi, sana bunun nasıl
takıldığım göstereyim.
"Özellikle senin için tasarlattım," diye devam etti Garald gurur-
la kmın özelliklerini göstererek. "Bu kayışlar göğsüne böyle oturu-
yor, böylece kılıcını sırtında taşıyabiliyor, giysilerinin akma sakla-
yabiliyorsun. Derinin üzerine işlenmiş rünler, kının içindeyken kı-
lıcın ağırlığının ve boyutlarının küçülmesini sağlıyor, böylece her
zaman takabilmeni sağlıyor.
"Bu çok önemli, Joram," dedi Prens, genç adama içtenlikle ba-
karak. "Karakıhç senin hem en önemli güvencen, hem de en büyük
tehliken. Onu her zaman taşı. Kimseye ondan bahsetme. Varlığını
kimseye açıklama. Yalnızca hayatın tehlikedeyse kullan."
Mosiah'a baktı. "Ya da başkalarının hayatlarını korumak için."
Prens'in açık, kahverengi gözleri Joram'a döndü ve Garald ilk
defa, taş cephenin ufalandığını gördü.
Joram kına özlem, arzu ve minnetle bakıyordu. "Ben... ben ne
söyleyeceğimi bilemiyorum," diye kekeledi.
"Teşekkür ederim, Ekselansları na ne dersin?" dedi Garald yu-
muşak bir sesle ve kını Joram'm ellerine bıraktı.
Derinin zengin kokusu Joram'm burun deliklerini doldurdu. El-
leri pürüzsüz yüzeyinde dolaştı, karmaşık desenlere dokundu, işçi-
liği inceledi. Başını kaldırdığında, adamm gözlerinin üzerinde ol-
duğunu gördü, memnundu, ama beklenti doluydu, zaferinden
emindi.
Joram gülümsedi.
"Teşekkür ederim, dostum. Teşekkür ederim -Garald," dedi ka-
rarlılıkla.

ARA
Piskopos Vanya Merilon Katedrali'ndeki zarif odalarında, masa-
sının arkasında oturuyordu. Kaynak'taki odaları kadar görkemli ol-
masa da, Piskopos'un Merilon'daki odaları geniş ve rahattı, özel bir
yatak odası, oturma odası, yemek odası, bir ofisi ve sekreteri olarak
görev yapan Diyakoz için bir ön oda vardı. Odaların tümünün
manzarası muhteşemdi, ama Kaynak'ta keyfini çıkardığı engin ova-
lar, çentikli dağlar gibi değildi. Kristal duvarlı Katedral'de Merilon
kentini seyredebiliyordu. Daha uzaklara baktığında, kubbenin öte-
sinde, kenti çevreleyen kırlıkları görebiliyordu. Ya da yukan baktı-
ğında, Katedral'in kristal kubbelerinin içinden, şehrin tepesinde
süzülen, duvarları göklerde ağırbaşlı ve medeni bir güneş gibi par-
layan kristal duvarları ile Kraliyet Sarayını görebiliyordu.
Akşamın bu erken saarierinde Piskopos'un düşünceleri olmasa
da gözleri Merilon şehrine indirilmişti. Şehir sakinleri vurgulanmış
bir günbatımı şeklinde muhteşem bir gösteri sunuyordu -Piskopos
Hazretleri'ne şehir adına hoşgeldin, diyen, Taş Şekillendiricileri
Lonçası'na bağlı Pron-AIkmlar'ın bir armağanı. Şehrin büyülü kub-
besinin ardından kış hükmünü sürse ve toprağı kar kaplamış olsa
da, Merilon'da bahardı -İmparatoriçe'nin en sevdiği mevsim bahar
olduğundan. Bu yüzden günbatımı, bahara yakışan birgünbatımıy-
dı, Sif-Hflnarlar tarafından büyüyle yaratılmış, orada burada sus-
182

KARAKJLİÇin YAZGISI
embelerle pınldayan, daha koyu bir gül rengi ile süslenen ya
ortada cesur bir mor ile lekelenen bir günbatımı.
Gerçekten de güzel bir günbatımıydı ve Merilon'un Yukarı Şe-
sakinleri -asiller ve üst orta sınıfın üyeleri- caddelerde ince
? pkler, uçuşan danteller ve parlak satenler içinde süzülüyor, man-
zarayı seyrediyordu.
Piskopos Vanya değil. Güneş batmayabilirdi de, ne fark ediyor,
ne de aldırıyordu. Dışandaki hava uluyan bir kasırga da olabilirdi.
Aslında, ruh haline bu daha çok uyardı. Tombul parmakları masa-
da süründü, onu ittirdi, bunu kaktırdı, bir başka şeyi düzeltti. Hoş-
nutsuzluk ya da endişe durumunda dışanya verdiği tek işaret buy-
du, çünkü Piskopos'un geniş yüzü her zamanki gibi serin, asil tav-
n her zamanki gibi kendine hâkimdi. Ama yanında duran iki siyah
cüppeli şekil, günbatımmdan Piskopos'un yemediği yemeğine, çev-
relerindeki her şeyi fark ettikleri gibi bu kâğıt hışırdatmaları da fark
etti.
Piskopos'un sürünen eli aniden, avucuyla, gül ağacından masa-
ya vurdu. "Anlamıyorum," -sesi sakin ve kontrollüydü, ona paha-
lıya mal olan bir kontrol- "neden o çok büyük güçlerinizle siz Du-
uk-tsarithler bir genç adamı bulamıyorsunuz!"
İki siyah başlık hafifçe birbirlerine doğru döndü, pınldayan
gözler bakıştı. Sonra siyah başlıklar Vanya'ya döndü, birisi, ellerini

önünde kavuşturmuş bir kadın konuştu. Ses tonu saygılıydı, ama


gönül alıcı değildi. Duruma hâkim olduğunu bildiği açıktı.
"Tekrarlıyorum, Piskopos Hazretleri, bu genç adam normal ol-
saydı onu bulmakta sorun yaşamazdık. Ölü olduğu gerçeği onu
bulmayı güçleştiriyor. Üzerinde karataşı taşıdığı gerçeği ise ımkân-
sızlaştırıyor."
"Anlamıyorum!" diye patladı Vanya. "Karşımızdaki bir adam! Et
ve kandan..."
183

nİARPARft U/EIS fr fRACY HlCKJTlAn


"Biz im için değil, Piskopos Hazretleri," diye düzeltti Cadı s^
vaşbüyücüsü ortağı savlarını başlıklı başım hafifçe eğerek desteli-
yordu. "Karataş onu bizden koruyor. Duyularımız büyüye uyum]
dur, Efendimiz. İnsanlar arasında hareket ederken, bir örümcek
ipek iplikçikler salması gibi minik büyü iplikçikleri salanz. Bu
dünyada ne zaman normal bir varlık alanımıza girse, o iplikçikler
Yaşam ile -büyü ile- titreşir. Bu bize o kişi hakkında yaşamsal bil-
giler verir: hayallerinden nerede yetiştirildiğine, akşam yemeğinde
ne yediğine kadar.
"Ölüler söz konusu iken, fazladan önlemler alırız. Duyulanını-
zı içlerindeki Ölüm'e, büyü yoksunluğuna tepki vermek üzere tek-
rar düzenleriz. Ama bu genç adam karataş tarafından korunduğun-
dan, duyularımız -büyü iplikçiklerimiz de diyebiliriz- emilip yutu-
luyor. Hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey duymuyoruz, hiçbir şey
görmüyoruz. Bizim için. Piskopos Hazretleri, o genç var değil. Ka-
dim günlerde karataşm muazzam gücü buydu. Karataştan yapılmış
silahlar taşıyan bir Ölü ordusu şehrin üzerine gelebilirdi ve kesin-
likle fark edilmezlerdi."
"Hah!" dedi Vanya. "Adam sanki görünmezmiş gibi konuşuyor-
sun. Şu anda odaya girse bile onu göremeyeceğinizi mi söylüyor-
sun? Benim onu görmeyeceğimi mi?"
Sinirli bir hareketi kontrol akma alırmış ya da sabırsız bir iç çe-
kişi engellermiş gibi Cadı'nm başını kaplayan siyah kumaş hafifçe
titredi. Konuştuğu zaman, sesi son derece serinkanlı ve dikkatle
tonlandırılmıştı -arkadaşının ellerindeki boğumların hafifçe beyaz-
lanmasının gösterdiği gibi, onu tanıyanlar ıçm kötü bir işaret.
"Elbette onu görürdünüz, Piskopos Hazretleri. Biz de görürdük.
Bu odada yalıtılmış ve yalnızken, dikkatlerimiz onun üzerinde
iken, onun ne olduğunu fark eder ve onun üstesinden gelirdik.
Ama orada binlerce kişi var!"
184

«ARftKlLIÇln YAEGİSİ
r A\ eliyle, arkadaşının istemsizce, kadının ne yapacağından
alamayarak irkilmesine sebep olan ani bir hareket yaptı. Du-
ûrllfı\er çocukluklarından itibaren katı bir disiplin ile eğitilse
lift'ı •*
Cadı -Tarikat'm yüksek rütbeli bir üyesi- değişken bir mizaca
hin olarak bilinirdi. Arkadaşı, Piskoposun arkasındaki kristal
A varın bir yaz gününde açıkta kalmış buz gibi eridiğini görse çok
şaşırmazdı.
Ama Cadı kendine hâkim oldu. Piskopos Vanya kızdırılacak bi-
ri değildi.
"Demek, daha önce söylediğin gibi, onu yakalamanın tek yolu
birisinin onu bize getirmesi," diye mırıldandı Vanya, parmaklan
masanın üzerinde sürünürken.
"Tek yol değil, Piskopos Hazretleri. En kolayı bu olurdu. İlgi-
lenmemiz gereken bir kılıç olurdu, elbette, ama onu nasıl kullana-
cağını öğrenecek ya da tüm gücünü anlayacak zamanı olduğundan
kuşkuluyum."
"Bize verilen bilgiye göre," diye ekledi Savaşbüyücüsü, "sizin
katalistlerinizden biri genç adamla birlikteymiş. Onun aracılığı ile
çalışabilir miyiz?"
"Söz konusu adam yarım akıllı bir aptal! Onunla iletişim kur-
mayı başarabilseydim onu kontrolüm altında tutardım," dedi Van-
ya. Kan tombul yüzüne öyle bir hücum etmişti ki, neredeyse cüp-
pesinin kumaşı kadar kırmızı olmuştu. "Ama Sırlar Odası aracılığı
ile seslenilmesinden kaçınmak için bir yol bulmuş..."
"Karataş," diye sözünü kesti Cadı serinkanlılıkla, ellerini bir kez
daha önünde kavuşturarak. "Oğlanı bizden sakladığı gibi Katalist'i
de sizin çağanızdan koruyacaktır."
Cadı bir an sessiz kaldı, sonra Piskopos'un yanına kayarak
adamda epeyce huzursuzluk yarattı. "Piskopos Hazretleri," -nazik,
ikna edici bir ses tonu ile konuşuyordu- "eğer Karabüyücülenn
185

rriAR£ARiî U7EİS Sİ ÎRACY HiCKJnAn


Ocak'ma gitmemize izin verirseniz, oglanm neye benzediğim u
minle beraber olduğunu öğreniriz..."
"Hayır!" dedi Vanya üstüne basarak. "Onları içinde bulundı u
lan tehlike konusunda uyarmamalıyız! Blachloch ölmüş olsa d-
süreci Karabüyücülerin Sharakan ile çalışmaya devam etmesine v
savaşa girmelerine yetecek kadar ilerletti."
"Kuşkusuz Katalist onlan uyarmıştır..."
"O zaman, şahsen orada görünüp sorular sorarak onun hikâye-
sini doğrulamak ister misiniz? Eninden sonunda aralarında en ap-
tal olanlar bile düşünmeye başlayacak."
"DKarn-Duuklar'dan bir ordu onlara karşı harekete geçebilir..."
diye öneride bulundu savaşbüyücüsü saygıyla.
"... ve panik başlatırlar," dedi Piskopos Vanya. "Varlıklanna ait
haber kuru otlarda yayılan alevler gibi yayılır. Halkımız Karabüyü-
cülerin Demir Savaşlan sırasında yok edildiğine inanıyor. Karanlık
Sanatlan uygulayanlann hâlâ yaşadıklarını değil, aynı zamanda ka-
rataşı keşfettiklerini duymalanna izin verirsek kargaşa çıkar. Hayır,
onlan tamamen ezmeye hazır olana kadar harekete geçmeyeceğiz."
"Ve aynı zamanda Hazret postunu kurtaracak durumda olana
kadar!" Cadı arkadaşı ile zihinsel yorumunu paylaştı.
"Katalist'i aramalısınız," diye devam etti Vanya, sinirle nefes alıp
vererek ve tüm bu sürede ikisine kaşlannı çatıp bakarak. "Size Ka-
talist ile Joram'm tarifini veririm, bir de Joram'ın bir zamanlar iliş-
ki halinde olduğu bir başkasının -Mosiah isimli genç bir Tarla Bü-
yücüsü. Ama, kuşkusuz, kılık değiştirmiş olacaklar," diye ekledi,
aklına yeni gelmiş gibi.
"Kılık değiştirme -çok akıllıca olmadığı sürece- genellikle ko-
laylıkla anlaşılır, Piskopos Hazretleri," dedi Cadı soğuk bir sesle.
"İnsanlann aklına yalnızca dış görünümlerini değiştirmek gelir,
kimyasal yapılarını ya da düşünce biçimlerini değil. Merilon'un
I8d

KflRÜKJLIÇin YAZGISI
? rasında bir Tarla Büyücüsü bulmak kolay olmalı."
aS -n le olduğuna güveniyorum," dedi Piskopos, Duıık-tsarithlerc
sert sert bakarak.
«Helanın -bu Joram'm Merilon'a geleceğinden ne kadar emin-
piskopos Hazretleri?" diye sordu Savaşbüyücüsü.
"Merilon onda takıntı olmuş," dedi Vanya, mücevherli elini sal-
arak. "Büyüdüğü köyde yaşayan Tarla Katalisti'ne göre deli ka-
ri n Anja birden fazla kez orada doğum hakkını bulabileceğini söy-
lemiş. Eğer on yedi yaşmızdaysanız, karataş gibi dikkate değer bir
eüç kaynağı bulmuşsanız ve bir servetin vârisi olduğunuza inanı-
yorsanız, nereye gidersiniz?"
Duuk-tsarithlcr sessiz bir yanıtla eğildiler.
"Şimdi," dedi Piskopos eldeki işe dönerek, "eğer Katalist'i bu-
lursanız, onu bana teslim edin. Eğer Mosiah'ı bulursanız..."
"Bize görevlerimizi söylemenize gerek yok, Efendimiz," dedi
Cadı, sesinde tehlikeli bir tonla. "Eğer başka bir şey yoksa.
"Var. Bir şey." Vanya ikisi gidecek gibi olunca elini kaldırmıştı.
"Vurguluyorum! Genç adama hiçbir şey olmamalı! Canlı ele geçiril-
meli! İkiniz de neden olduğunu biliyorsunuz."
"Evet, Piskopos Hazretleri," diye mırıldandılar. Elleri önlerinde
kavuşturulmuş, eğilerek geriye bir adım attılar. Koridorlar büyüyle
açıldı, onları içine kabul etti ve saniyeler içinde ikisini de yuttu.
Solan günbatımının ve kararan akşam göğünün altında yalnız
kalan Piskopos Vanya ipek duvar halılannı indirmesi ve Pisko-
posun oturma odasının ışıklarını yakması için Ev Büyücüsünü ça-
ğırmaya niyetlendi. Ama Vanya'nm zilin üzerindeki eli Koridorun
bir kez daha açıldığını görünce durdu. Boşluktan bir şekil dışan
adım attı ve güvenli bir yürüyüşle gelip Piskopos'un masasının
önünde durdu.
Kızıl cüppe içindeki adamı tanıyan Piskopos saygı ile ayağa
I 87

ITİARCARjt WEİS & ÎRACY HiCKmAn


kalkmalıydı. Yavaş yavaş kalktı, ama bu gecikmeye anlam verm
yetecek bir süre yerinde kaldı. Sonra bilinçli bir yavaşlıkla, cün
lerini düzeltme ve kel kafasındaki ağır tacı oturtma gösterisi yan-
rak kalktı.
Ziyaretçi bu ince hakareti tam olarak anladığını ve takdir ettim
ni göstermek için gülümsedi. Adamın gülümsemesi, en iyi tarifle
hoş bir gülümseme değildi. İnce dudaklıydı, yüzünün diğer kısım-
larına uzanmıyordu -özellikle de ağır, siyah kaşların gölgelediği ka-
ranlık, gölgeli gözlere.
Şaryon odada olsaydı, adamın gür, siyah kaşlarından ve soğuk
yakışıklı yüzdeki sert ifadeden aile benzerliğini hemen fark ederdi
Ama Katalist bu adamda, adamın yeğeninde gördüğü bir iç sıcaklı-
ğını göremezdi -Joram'm karanlık gözlerinde, demirhanenin ateş-
lerinin yansıması gibi bir pınltı vardı. Adamın gözlerinde, ruhunda
ışık yoktu.
"Piskopos Vanya," dedi adam, eğilerek.
"Prens Xavier," dedi Piskopos Vanya eğilerek. "Şeref duydum.
Bu beklenmedik ve bildirilmemiş ziyaret," -sözcükleri vurgulamış-
tı- "benim için sürpriz oldu."
"Kuşkum yok," dedi Xavier sakinlik içinde. O hep sakinlik için-
de konuşurdu. Asla bir duygu kırıntısı duyulmazdı sesinde. Kendi-
sine asla öfkelenme, sıkılma, sinirlenme ya da mutlu olma izni ver-
mezdi.
Ateş Gizemi'ne doğan, yüksek seviyeli bir savaşbüyücüsü, bir
DKarn-Duuk, savaş sanatında eğitilmiş biriydi. Aynı zamanda lma-
paratorıçe'nin küçük kardeşiydi -ve en önemlisi- lmparatoriçe'nin
çocuğu olmadığından ve miras kadın tarafından geçtiğinden, Xavı-
er Merilon tahtının vârisi idi. 'Prens' unvanının sebebi ve Vanya'nın
zorlama saygısının sebebi buydu.
"Bu ziyaretin şerefini neye borçluyum?" diye sordu Piskopos
188

KjARAKJllÇin YAZGISI
Yuvarlak bedeninin izin verdiğince dik durarak, Prens'e giz-
tiöi bir hoşnutsuzlukla baktı. Prens bu komplimana sennkan-
|emeüig
,lhkla karşıhk verdi.
Yjtvier ellerini uzun, kızıl, akıcı cüppesinin önünde kavuştur-
du Sarayda olduğu için, Xavier de herkes gibi saray giysileri gi-
bilirdi. Duuk-tsarithkrm aksine DKarn-Duuhhr'm tarikatlarını
•belirten kızıl giysileri daima giymeleri gerekmiyordu. Ama bu gi-
vım tarzını avantajlı buluyordu. İnsanlara -özellikle de eniştesi,
ımparator'a- savaşbüyücüsünün güçlerini hatırlatıyordu.
"Merilon'a hoşgeldiniz, demek istedim, Piskopos Hazretleri,"
dedi Xavier.
"Çok naziksiniz, lordum, bundan eminim," dedi Piskopos. "Ve
şimdi, bana verdiğiniz onurun farkında olsam ve bu dikkate ken-
dimi hiç layık görmesem de, gitmenizi rica edeceğim. Yani sizin
için yapabileceğim başka şey yoksa."
"Ah, bir şey var ama." Prens Xavier pürüzsüz, yumuşak elini ar-
kasından çekti ve önünde tuttu. O el ile göklerden şimşek indire-
bilir, yerden iblisler kaldırabilirdi. Piskopos gözlerini o elden al-
makta zorlandı ve endişe içinde bekledi.
"Lordumun ne olduğunu söylemesi yeterli," dedi, daha büyük
bir alçakgönüllülükle.
"Oyunu sona erdirebilirsm."
Piskopos'un yüzüne bir farkındalık dalgası yayıldı ve sanki bi-
risi gevşek bir pudingi sallamış gibi görünmesine sebep oldu. Du-
dakları seyirdi, tombul elini onlann üzerine koydu. "Beni affedin,
tkselanslan, ama neden bahsettiğiniz hakkında en ufak bir fiknm
bile yok. Oyun mu?" diye tekrarladı Vanya nazikçe, gözlerini Sa-
vaşbüyücüsü'nün elinden ayıramadan.
"Neden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun." Xavıer'ın sesi sakin,
hoş ve dikkate değer ölçüde kötücüldü. Ama elinm yana düşmesı-
189

rrİARPARft U/EİS lj TRACY HlCKrtlAn


ne izin verdi, belinden sarkan gümüş bir süsle oynadı. "Kız l.
simin şey olduğunu biliyorsun..."
Prens Xavier konuşmayı aniden bıraktı. Vanya'nm, yüzünd u
tombul kıvnmlann sakladığı gözleri aniden dışarı fırladı, ona k
kin bir yoğunlukla baktı.
"Evet, kardeşiniz, tmparatoriçe," dedi Piskopos huyuna v[ç[e
rek. "Ne diyordunuz? Ona ne olmuş?"
"Senin ve herkesin bildiği, ama senin ve benim embesil enişte-
min telaffuz etmeyi hainlik saydığı şeyi," diye karşılık verdi Xavier
sakinlik içinde. "Ve ancak senin ve katalistlerinin gücü sayesinde
devam ettirebiliyor bunu. Sona erdir. Beni tahta geçir." Xavier gü-
lümsedi ve hafifçe omuzlarını silkti. "Ben eniştem gibi eğitimli bir
ayı değilimdir. Senin ipinin ucunda dans etmem. Yine de, uysal ve
birlikte çalışması kolay biri olabilirim. Savaşa girdiğin zaman bana
ihtiyacın olacak," diye devam etti daha yumuşak bir ses tonuyla.
"Kaçmabilmemiz için Almin'e dua ettiğimiz trajik bir durum,"
dedi Piskopos Vanya dindarca, gözlerini göğe kaldırarak. "İmpara-
torun savaşa karşı olduğunun farkmdasınızdır, Prens Xavier. Diğer
yanağını çevirmeyi..."
".. .ve kıçmm tekmelenmesini tercih eder," diye bitirdi Xavier.
Piskopos Vanya kızardı, gözleri paylamayla kısıldı. "Mevkinizin
gerektirdiği her türlü saygıyla, Prens Xavier, lordum hakkında sizin
bile bu şekilde konuşmanıza izin veremem. Benden ne istediğinizi
anlamıyorum. Sözlerinizi anlamıyorum ve imalarınızı kınıyorum.
Bir kez daha gitmenizi istemek zorundayım. Akşam Duası zamanı
geldi neredeyse."
"Sen aptalın birisin," dedi Xavier hoş bir şekilde. "Benimle ça-
lışmayı çıkarma bulacaksın, ama beni engellemeye çalışmak hiç işi-
ne gelmeyecek. Ben ölümcül bir düşmanımdır. Ah, sen ve benim
eniştem şimdilik koruma altında, itiraf ediyorum. Duuk-tsanthkr
190

KARAKJLİÇin YAZGISI
He Ama bu oyunu sonsuza dek sürdüremezsiniz."
vier bir sözcük söyledi ve arkasında Koridor açıldı.
"F2er Saray'a dönüyorsanız, lordum," dedi Piskopos Vanya al-
önüllükle, "lütfen kız kardeşinize saygılarımı sunun ve onun
saglığ1 için dua ettiğimi söyleyin..."
Sözcükler Piskopos'un dudaklannda oyalandı.
Bir an için, Xavier'in ciddi, sakin tavn çatladı -buzdaki bir çat-
lak gibi- Yuzü soldu, karanlık gözleri panldadı.
"Ona saygılarını ileteceğim. Piskopos," dedi Xavier, Koridor'a
adım atarken. "Ve senin sağlığının da iyi olduğunu ekleyeceğim,
Piskopos. Şimdilik..."
Koridor çenelerini Prens'in üzerine kapattı. Vanya'nın Prens
Xavier'e ilişkin gördüğü en son şey havada kandan bir ırmak gibi
akan, kızıl bir lekeydi. Korkutucu bir imgeydi ve Prens yok olduk-
tan sonra uzun bir süre boyunca Piskopos Vanya'yı rahat bırakma-
dı. Vanya titreyen bir elle çanı çaldı ve odanın ışıklarının hemen ya-
kılmasını talep etti. Ve bir şişe de seri istedi.

??
iKincı KİTAP

I
GWENDOLYN
"Bugün nereye gidiyorsun, hazinem?"
Bu sorunun sevgiyle yöneltildiği genç kadın annesine eğildi, ka-
dının boynuna beyaz kollarını sardı ve doğal bir pembeliğe sahip
yanağını, ancak büyünün renklendirebildiği yanağa dayadı.
"Üç Kız kardeşler'de babamı ziyaret edeceğim ve onunla yemek
yiyeceğim. Gidebileceğimi söylemişti, biliyorsun. Ve sonra Aşağı
Şehir'e gidip akşamı Lilian ve Majorie ile geçireceğim. Ah, kaşları-
nı çatma, anne. İşte, gördün mü, öyle kaşlarını çattığın zaman bir
kmşık beliriyor. Bak, izle şimdi. Bak, gitti." Kız -çünkü yüzü ve be-
deni bir kadın olmasına rağmen yüreği hâlâ bir kızdı- narin par-
maklarını annesinin dudaklarına koydu ve onları yukarıya çekerek
bir gülümseme oluşturdu.

Sabah güneşi odaya bir hırsız gibi süzüldü, çekilmiş duvar ha-
lüannm kıvrımları arasında süzüldü, yerde ilerledi ve beklenmedik
yerlerde aniden parladı. Şekillendirilmiş camdan kristal vazoların
üzerinden yansıdı, dikkatsizce sandalyelerin üzerine fırlatılmış el-
biselerin simlerinde pırıldadı. Güneş köşedeki kubbeli sayvanın al-
tında süzülen tüy yatağa dokunmadı. Cesaret edemezdi. Güneş ışı-
ğının en azından öğlene kadar odada tam olarak parlamasına izin
verilmezdi. Leydi Rosamund ancak o zaman yatağından kalkmış, o
ve katalist, hanımefendinin yüzü için gerekli büyüyü ancak o za-
19S

HİARPARjt IUEİS d TRACY HlCKJIlAn


man yapmış olurlardı.
Leydi Rosamund görünüşünü iyileştirmek için fazla büyüye lı
tiyaç duyduğundan değil. Bu konuda gururlanır, dokunuşlarım
azda tutar, bunların çoğu da o anda Merilon'da moda olan şeylP
yansıtırdı. Leydi Rosamund yaşını saklamak için bir çaba göster
mezdi. Bu hiç de ağırbaşlı bir davranış olmazdı, özellikle de çocuk
odasından çıkmış, yetişkin sosyetesine girmiş on altı yaşında bir ki
zı varken.
Hanımefendi bilge ve gözlemciydi; asil sınıftan kadmlann yel-
pazelerinin arkasında, kızlarından daha genç görünenlerin ardın-
dan güldüklerini duymuştu. Lord Samuels ve Leydi Rosamund'un
ailesi o asil sınıflardan değildi, ama o kadar yakındılar ki, tek ihti-
yaç duydukları, onları sarayın pırıltılı âlemlerine taşıyacak, evlilik
için uzanmış bir eldi. Bu yüzden Leydi Rosamund vakarını koru-
yor, iyi, ama mevkisini aşmayacak şekilde giyiniyor ve kendinden
üstünler tarafından 'zarif ve 'tatlı şey' diye tanımlandığını işitme
tatminini yaşıyordu.
Hanımefendi önünde, giyinme masasında duran buzdan ayna-
ya dikkatle baktı ve gördüğü şeye gülümsedi. Gururlu bakışlan
kendi yüzünde değildi, arkasından gülümseyen, kendi hatlannın
daha genç tekrarlandığı yüzdeydi.
Aile hazinesi -hazine uygun bir sözcüktü- en büyük kızları,
Gvvendolyn idi. Çocukları gelecek için yatırımlarıydı. Onları orta
sınıftan yükseltecek, pembe yanaklarının ve tatmin edici çeyizinin
kanatlan üzerinde onu gökyüzüne doğru taşıyacak olan oydu.
Gvvendolyn Merilon'da hayranlık duyulan klasik tarzda bir güzel
değildi -yani mermerden yapılmış gibi, aynı soğukluğa ve taşsı ca-
zibeye sahip değildi. Orta boylu, altın saçlıydı. İri mavi gözleri bir
adamın yüreğine gülerek girebilir, nazik, verici doğası onu orada
tutabilirdi.
I9f>

KARAKJLIÇin YAZGISI
i sl Lord Samuels, bir Pron-alban, bir zanaatkardı, ama artık
1 sinin el oyalayan büyüsünü icra etmiyordu. Artık bir Lonca
di idi, zekâsı, sıkı çalışması ve kurnaz yatırımları sayesinde Taş
kiflendirenler arasında ilerleyerek o yüksek mevkiye ulaşmıştı.
kan Şehir'in üzerine kurulmuş olduğu dev platformlardakı dev
h'r çatlağı onarmanın yöntemini geliştiren Lonca Üstadı Samuels
? olmuştu, böylece lmparator'dan şövalyelik kazanmıştı.
Artık isminin önüne Lord unvanını koyabilen Lonca Üstadı ve
ailesi Aşağı Şehir'in kuzeybatı tarafındaki konutlanndan, Yukan
Şehir'in en kenarındaki, Aşağı Cadde üzerindeki yeni konutlanna

taşınmışlardı. Ev, bakımlı çimenleri, şekillendirilmiş ve beslenmiş


ağaçları ve -orada burada- bir çiçeği ile Manna Parkı'na bakıyordu.
İyi halli bir çevreydi, ama çok iyi halli değildi. Leydi Rosamund
asil konuklarının yaklaşık yirmi odalık "sevgili küçük kulübeye ne
harika şeyler yapmışsın," yorumlarının avantajım biliyordu. Ve gi-
derlerken sempatiyle, "Sana hiç layık değil, hayatım. Ne zaman da-
ha iyi bir yere taşınıyorsun," diye yorum yapmalannı dinlemekten
hiç bıkmıyordu.
Gerçekten de, ne zaman? Yakında bir zaman olacağı umuluyor-
du -kızı Kontes Gwendolyn ya da Düşes Gwendolyn ya da Markiz
Gwendolyn olduğunda... Güzel kızını donmuş yansıtma havuzcu-
ğunda seyrederken Leydi Rosamund hoşnutlukla içini çekti.
"Ah, Anne, ayna ağlıyor!" dedi Gwendolyn, annesinin tüylü saç
süslerinin üzerine düşmeden bir damla suyu eliyle yakalayarak.
"Evet, öyle," dedi Leydi Rosamund içini çekerek. "Marie, bura-
ya gelir misin. Bana Yaşam bahşet." Hanımefendi elini kayıtsızca
katalistine uzattı. Eli tutan Marie bedeninden büyücüye büyü akta-
ran ayinsel duayı söyledi. Kocası gibi, Leydi Rosamund da Toprak
Gızemi'ne doğmuştu ve becerileri daha çok bir Quin-alban'm -ya-
ratıcı- becerileri olsa da, bir evi yönetme işini hayranlık uyandıran
[97

tlİARCARtt U/EIS 8[ 1"RACY HlCKJTlAn


bir yetenekle yürütebiliyordu. Yaşama boğulan Leydi Rosam
parmaklarım yansıtma havuzuna koydu ve suyu -giyinme rrias-
nm üzerinde, altın bir çerçeve içinde duruyordu- donmuş tuta
sözleri söyledi.
"Sıcak hava yüzünden," dedi Leydi Rosamund kızma. "Kuşku
suz Majesteleri İmparatoriçeyi hayatta eleştirmeyi düşünmezdim
ama bir mevsim değişikliğine de bir şey demezdim. Bahar bıktıncı
oluyor, sence de öyle değil mi, küçüğüm?"
"Bence kış daha eğlenceli olurdu, anne," dedi Gwendolyn, an-
nesinin saçlarıyla oynarken. Kendisininkinden daha koyu bir altın
rengi olan saçlann parlaması için büyüye ihtiyaç yoktu. "Lihan
Majorie ve ben Kapılar'a gidip Dışan'dan gelen insanlan seyrettik.
Baştan ayağa karla kaplı olmalarını, yanaklarının ve burunlannm
soğuktan kızarmış olmalarını ve ısıtmak için ayaklarını yere vurma-
larını seyretmek gülünç oluyor. Ve sonra, Kapı açıldığında Dışarı'ya
baktık ve kırlıkları gördük. O kadar güzel, o kadar beyazdı ki! Ah,
işte benim güzel annem yine kaşlarını çatıp kendisini çirkinleştiri-
yor."
Leydi Rosamund gülümsemekten kendini alamadı, Gwendolyn
çok tatlı dilliydi, ama sert görünmeye çalıştı. "Kuzenlerin ile o ka-
dar çok zaman harcaman hoşuma gitmiyor..." diye başladı.
Bu eski bir tartışma konusuydu ve Gwen bununla nasıl başa çı-
kacağını biliyordu. "Ama, anne," diye yalvardı, ikna edici bir ton-
da. "Onlar için çok iyi oluyor. Bak, tatilde kendilerini ne kadar ge-
liştirdiler. Masadaki davranışlan ve konuşmaları, ne kadar ince ve
nazikti. Öyle değil mi, Marie?" diye seslendi Katalist'e destek almak
için.
"Evet, hanımefendi," diye yanıt verdi Katalist gülümseyerek.
Evde iki çocuk daha vardı -aile ismini taşıyacak bir oğlan ve orta
yaşlarında anne babasını sevindirecek bir kız. Ve ikisi de sevimli ol-
198

KAR£KJuçın YAZGİSİ

nçtıler ve ikisinin de kişilikleri fazla gelişmemişti. Katalist


54 da, &c
ütevazı evde aynı zamanda dadı ve mürebbiye görevi de yapı-
ıu ve en sevdiği çocuğun Gwen olduğunu saklamıyordu.
yo
"Bir düşün, anne," diye devam etti Gwen, "kuzenlerim evlene-
k dostlanmızm ailelerine girse ne hoş olur. Sophia dedi ki, erkek
kardeşi Lonca Üstadı Reynolds'm oğlu Alfred'in partimizin ertesi
*'eünü Lilian'm 'sersemletici' olduğunu söylediğini duymuş. Kendi
sözcükleri, anne. Böyle bir övgüden sonra, nişanları pek uzak ola-
maz bana göre."
"Sevgili çocuğum, ne kadar aptalsın!" Leydi Rosamund bir kah-
kaha attı, ama bu sevgi dolu bir kahkahaydı ve kızının beyaz elini
okşadı. "Eh, eğer böyle bir şey olursa, kuzenlerin sana teşekkür et-
meli. Umanm bunu fark ediyorlardır. Sanırım bugün onları ziyaret
etmende bir sakınca yok. Ama bundan sonra, Aşağı Şehir'de hafta-
da bir kezden fazla görünmenin uygun olacağını sanmıyorum. Ar-
tık sen genç bir kadınsın, bir çocuk değil ve böyle şeyler önemli-
dir."
"Peki, anne," dedi Gwen uysallıkla, çünkü ağızdaki kararlılığı,
kaşların kalkmasını görmüştü ve bu, hizmetkârlara, çocuklara, ka-
taliste ve Leydi Rosamund'un kocasına bir buyruk verildiğini ve
buna itaatsizlik edilemeyeceğini gösterirdi.
Ama on altı yaşındaki Gvven uzun süre mutsuz kalamazdı. Bir
sonraki hafta henüz çok uzaktaydı. Arada bugün vardı. Sevgili ba-
bası ile öğle yemeği, onu Lonca Salonlan'nm yakınında, yeni bir
hana götürecekti; çikolatası ile ünlü bir hana. Sonra günün kalanı
kuzenleri ile birlikte -Gwen'in en yeni, en sevdiği eğlence ile geçe-
cekti- flört.
Merilon'un Toprak Kapısı hareketli bir yerdi. Kırılgan kabuğu
içinde Merilon şehrinin görkemlerini saklayan büyük, görünmez
kubbe Ormanduvarı'ndan gökyüzüne doğru yükseliyordu. Yedi
199

fflAR£AR£t lUEIS 8[ tnACY HlCKJTlAn


Kapı kubbeyi deliyor, DışarTdan Merilon'a giriş sağlıyordu A^
Kapıların altısı pek az kullanılıyordu. Çoğu zaman büyüyle kiliti-
tutuluyorlardı. Artık mezarın ötesinden gelen konuklarla ileilen
cek Ölüçagıranlar çevrede olmadığından Ölüm Kapısı ve Ruh «a
pisi hiç kullanılmıyordu. Yaşam Kapısı, savaşlardan sonraki zafer
dolu alaylara ayrılmıştı ve yüzyıllardır kullanılmamıştı. Yaşam Si-
hirbazı Kapısı'ndan giren tek şey nehirdi; artık Yaşam Sihirbazlan
da herkes gibi ön kapıyı kullanıyordu. Rüzgâr Kapısı ve Toprak Ka-
pısı iç ve dış dünyalar arasındaki ticarette kullanılan en önemli ka-
pılardı. Kan-Hanarlar -Kapı Koruyanlar- Rüzgâr Kapısından yal-
nızca Havailer'in uçmasına izin veriyorlardı. Bu yüzden, kente giri-
şe izin veren yalnızca Toprak Kapısıydı.
Toprak KapısTnda her zaman dostları ya da akrabaları karşıla-
mak için bekleyen ya da bir ziyaretten sonra onlan uğurlayan bir
kalabalık olurdu. Şimdilerde şehrin gençlerinin günlerinin en azın-
dan bir kısmını orada geçirmeleri, sosyalleşmeleri, flört etmeleri ve
girenleri seyretmeleri modaydı.
O gün içeri giren ilk kişi dış bölgelerden yüksek mevkili bir Al-
banara idi. Kadın Koridorlar'ı kullanarak yolculuk etmiş ve bu yüz-
den yoktan belirivermişti. Büyücü Yukan Şehir'den gelen, yüz tav-
şanlık bir takımın çektiği ve yerden altmış santim yukanda süzülen
kaplumbağa kabuğundan arabalarının içinde onu bekleyen ailesi
tarafından karşılandı.
Asil hanımefendinin ardından Kaynak'tan bir katalist grubu gel-
di ve kanatlı arabaları içinde Toprak Kapısı'ndan süzülüp geçti. İn-
sanlar Rahiplere saygı göstererek eğildiler; erkekler şapkalannı çı-
kardılar, kadınlar şirin reveranslar yaptılar, beyaz göğüslerini ve
pürüzsüz boyunlannı göstermek için böyle bir fırsat çıkmasına se-
vindiler. Daha sonra yürüyerek gelen, kar yüzünden yarı donmuş
mütevazı bir tüccar girdi. Yedi gürültücü çocuk tarafından sevinç-
\
200

KARfıKJLIÇin YAZGISI
rsılandı. Çocuklar bekledikleri süre boyunca görev başındaki
ij fcan-Hanarlan eğlendirip durmuşlardı. Sonunda kış hava-
ca eğlenerek geçen birkaç günün ardından şehre dönen bir üni-
ite öğrencisi grubu geldi. Kapı'dan girip çıktılar, avuç dolusu
alıp birbirlerine ve kalabalığa attılar.
Kan-Hanarlar, yüksek sınıflardan bir asil olsun, alçak sımflar-
? dan bir tüccar, içeri giren herkese aynı şekilde davranırlar. Meı>
lon'a giren herkes aynı sorgulamaya maruz kalır, aynı sorular soru-
lur. Kan-Hanarlar Hava Gizemı'ne doğmuştur ve bu yüzden Thim-
hallan'daki ulaşımın çoğundan sorumludurlar. (Bunun istisnası
Thon-Liler, yani Koridor Ustalarıdır. Onlar katalisttir, çünkü Kori-
dorlar Kilise tarafından kontrol edilir ve yönetilir.) Kan-Hanarlarm
büyücüleri ve başbüyücüleri devlete hizmet eder; lmparator'un ev
muhafızlarının bir bölümüdürler. Sayısız görevleri arasında, Thim-
hallan'm habercileri olan, büyüyle değiştirilmiş, kanatlı insanlar
olan Havailer'in bakımı vardır. Ve katalistler Koridor'u korusa ve
kontrol etse de, onları işlevsel tutan büyüyü harcayan Kan-Hanar-
lardır. Ama şehir kapılarını korumak -yalnızca Merilon değil,
Thimhallan'm tüm kent devletlerinin kapılarını- en önemli işleri-
dir. Bir güven ve onur pozisyonudur ve yalnızca yıllar süren hizmet
ve çalışmalardan sonra yüksek mevkiye ulaşmış asil doğumlular
Kapı Koruyucusu olabilir.
Çünkü Merilon'a yalnızca Merilon'a ait olanların girmesini sağ-
lamak Kan-Hanarlam bağlıdır. Dahası, Aşağı Şehir'e girmeye izni
olanlarla, sözcüğün tam anlamıyla, Yukarı Şehir'e yükselebilecekle-
ri ayırmak da onlann görevidir. Yukanya yükselebileceklerine ka-
rar verilenlere, iki şehir arasındaki görünmez engeli aşmak için özel
bir tılsım verilir.
Merilon'da bulunmak için bir sebepleri olduğunu kanıtlayama-
yan yolcular, rütbe ve konumlarına bakılmadan Kapı'dan çevrıli-
201

mARfîARft IUEİS & TR£İCY Hıciynfln


yorlardı. Kan-Hanarlar bu konuda ustaydılar, ama alışılmamı
"'iş b(i.
yüklükte sorun çıktığı zaman, gölgelerde bekleyen, sessiz
çarpmayan, gözlemci, sayısız siyah cüppeli Duuk-tsarith mk ,.
desteklen vardı.
O gün Kapılar sıradışı bir hareketliliğe sahipti, bunun seb w
kısmen, Sij-Hanarlarm, rüzgân ve bulutları kontrol eden büyürf
lerin baharda ekinlerin büyümesi için gerekli olduğunu söyledikle
ri sert havadan kaçan, dış bölgelerde yaşayan asillerdi. Gwendolyn
ile on yedi ve on beş yaşındaki kuzenleri Kapıyı çevreleyen pek
çok dükkân ve açık hava kahvesi arasında gezinerek, içeri girenle-
ri izleyerek, giysilerini saç stillerini gençliğin eleştirici gözü ile izle-
yerek ve neredeyse bir düzine genç adamın kalplerini kırarak, ne-
şe içinde geçirdiler.
Bu Gwen için özellikle eğlenceli bir akşamdı, çünkü Marie'nin,
katalistin varlığı flörtlerini engellemiyordu. Normalde Marie, evlen-
memiş, genç bir kız için uygun olduğu üzere, halk içindeyken ona
eşlik ederdi. Ama bugün ya küçük erkek kardeşi, ya da küçük kız
kardeşi, diş çıkarmak üzere olduğundan huysuzdu ve bu yüzden
Marie'ye evde ihtiyaç vardı.
Başta Leydi Rosamund'un kızının da evde kalması için ısrar et-
tiği korkunç bir an yaşandı. Ama bir gözyaşı seli ve "zavallı babam
çok üzülecek, bunu çok zamandır planlıyordu" haykırışı üstün gel-
di. Leydi Rosamund kocasına çok bağlıydı. Bir Lonca Ustadı'mn ya-
şamı zor bir yaşamdır ve Leydi Rosamund kocasının yaşam tarzla-
rını devam ettirmek için ne kadar çok çalıştığını biliyordu, kimse
ondan iyi bilemezdi. Adam aslında kızı ile bu öğle yemeğini yeme-
yi dört gözle bekliyordu -meşgul hayatında nadir bir ara- ve ha-
nımefendinin yüreği onu ya da Gwen'i bir arada geçirecekleri bu
zamandan mahrum bırakmaya elvermiyordu. Aynı zamanda, aris-
tokrasi üyeleri arasında kızlarının eşlik eden bin olmadan dolaşma-
202

KARAKJLIÇin YAZGISI
? n verme eğilimi vardı -o anda çok moda olan, yeni bir öz-
lanna ızın
\ı ruhunun işareti. Bu yüzden Leydi Rosamund ikna edilmesi-
^ verdi -büyüleyici kızı için kolay bir iş- ve Gwen mutluluk
t\C izi"
, Marie tarafından ona yetecek kadar Yaşam bahşedildikten
jçjncıe,
sonra evden çıktı.
Gün mükemmeldi. Babasının ofisindeki memurlar ona büyük
, vranhk duydular. Çikolata tüm övgüleri hak ediyordu ve babası,
]annclan biri genç erkeklerden oluşmuş bir grubu bırakıp
fvven'e saygılarını sunmak için gelen, genç asiller hakkında ona
hoş bir şekilde takıldı. Şimdi o ve kuzenleri Kapılardaydı, kalaba-
lıklar arasında eğleniyor, aşk oyununda en son moda olan kumarı
oynuyorlardı.
Oyunun kuralları şöyleydi: Her genç kadın Aşağı Şehir'in yüre-
ğinde bulunan muhteşem tropik bahçelerden toplanmış çiçekler-
den bir buket taşıyordu. Havadaki yürüyüş yollarında küçük, pem-
be ayakları çıplak -yüksek statüye sahip olanların işareti, çünkü
nadiren yürümek zorunda kalırlardı ve bu yüzden ayakkabıya ihti-
yaç duymazlardı- süzülürken, küçükhanım sık sık, kazayla buke-
tini düşürürdü. Çiçekler kaldırıma saçılır, buket genç bir adam ta-
rafından kurtarılır, bukete eklemek üzere harika bir çiçek yarattık-
tan sonra iade edilirdi.
"Hanımefendi," dedi Gwen'in tatlı bahar havasında düşen çi-
çeklerini getiren genç asil, "bu harika demet ancak sizin olabilir,
çünkü -aynı parlaklığa sahip olmasa da- mavi gözlerinizin unut-
ma-beni çiçeklerinde, san saçlarınızın papatyalarda yansıdığını gö-
rüyorum. Ama eksik olan bir şey var, eklememe izin verirseniz."
Genç adamın elinde kırmızı bir gül belirdi. "Buketin yüreği, sizin
için göğsümde atan kadar sıcak."
"Ne kadar naziksiniz, beyefendi," diye mırıldandı Gwen, kir-
piklerinin uzunluğunu ve gürlüğünü gösterecek şekilde gözlerini
203

[TİARpARft IÜEİS fr TRACY HıcıoıiAn


indirerek. Sevimli sevimli kızararak buketi kabul etti ve asil
yoluna devam ederken kuzenleri ile kıkırdaştı. Genç o gün bir H
zine buket yaratmış ve her biri ile bir kez yüreğini vermişti
Akşamüstü Gwen'in buketi -başka genç kadınların taşıdık!-
kadar büyük olmasa da- kendisini ve sahibini iyi temsil ediyorH
ve (asıl önemli olan kısmı) kendisinden daha az güzel kuzenlerin
den daha büyüktü. Üçü Toprak Kapısı'nm yakınında havada süzû
lüyor, bir kadeh şekerli buz için kafelerden birinde durup durma-
mayı düşünüyorlardı ki Kapılar açıldı ve Dışarı'dan içeri bir grup
girdi.
Kapı'mn açılışı bir soğuk hava dalgasının içeri dolmasına, bü-
yülü şehrin güzel kokulu ılıklığını keskin, nefes kesici ve heyecan
verici bir şekilde değiştirmesine sebep oldu. Kapı'mn yanında bek-
leyen hanımefendiler elbiselerine sarındılar ve centilmenler küfür-
ler edip Sij-Hanarlan eleştirirken minik çığlıklar attılar. Tüm.bo-
yunlar kimin geldiğini görmek için uzandı -bir yerden gelen bir
Prenses beklenmekteydi. Ama gelen Prenses değildi, yalnızca karla
kaplanmış genç adamlardan bir grup ve yarı donmuş bir katalist.
Onlara ilgisizce bir göz atan kalabalığın çoğu gezintilerine, bekle-
yen arabalara ziyaretlerine ve kafelerde şarap içmeye döndü.
Ama yeni gelenlerin, özellikle de yolculuk pelerinlerinin başlık-
larını atmış olan genç adamları ilgiyle izleyen birkaç kişi vardı.
Şimdi Kapı'da durmuş, omuzlarındaki ve çizme.lerindeki kar sıcak,
bahar havasında erirken çevrelerine şaşkınlık içinde bakıyorlardı.
"Zavallı şeyler," diye mırıldandı Lilian. "Sırısıklam kesilmişler
ve soğuktan titriyorlar."
"Ne kadar yakışıklılar," diye fısıldadı Majorie, diğer iki kıza on-
lar kadar büyümüş olduğunu kanıtlamak için hiçbir fırsatı kaçır-
mayan, on beş yaşındaki kuzen. "Üniversite'de öğrenci olmalılar."
Üç genqadam ve Katalist Toprak Kapısı kuyruğundaki yerler*
204

K_AR£lKJUÇin YAZGISI
, e ÜÇ genç kız onları ilgiyle inceledi. Kuyrukta onlardan
m İmiş pek c°k kişi vardı. İçlerinden biri, üç çeneli bir büyuk-
(büyülü sanatları beşten üçe indirmişti) yüksek sesle Yuka-
, ? .£ girmeye hakkı olup olmadığı Kan-Hanarlarh tartışıyordu.
"Size söylüyorum, sevgili bayım, ben Marki D'umtour'un anne-
? mı Neden hizmetkârların beni karşılamadığına gelince, kesin-
,. ,, j£ bilmiyorum, yalnız bugünlerde iyi hizmetkâr bulmak hiç ko-
, değil! Her zaman genç bir serseriydi zaten!" diye terslendi şid-
detle, çenelerini sallayarak. "Karşıma çıkana kadar dur bakalım..."
Elbette Kan-Uanarlar bütün bunlan daha önce de duymuşlardı
ve sabırla dinliyorlar, Markinin gerçekten de annesine, Yukarı Şe-
hir'e eşlik etmesi için hizmetkâr göndermeyi 'unutup unutmadığı-
nı' öğrenmek için kanatlı Havai yollamış, sabırla bekliyorlardı.
Diğer yeni gelenler sabırsızlıkla büyükhamma dik dik bakıyor-
lardı, ama yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Hepsi sırasını beklemek
zorundaydı. Bazıları sinirle havada süzülüyor, diğerleri rahatça ara-
balarında arkalarına yaslanıyordu. Yerde duran genç adamlar ıslak
pelerinlerini çıkardılar ve merakla şehre ve halkına bakınmaya de-
vam ettiler.
Bir kurdele satıcısının uçuşkan, ipek mallan ile ilgileniyormuş
gibi yapan kızlar durup Kapı'mn yanında satıcının cafcaflı arabasın-
da sergilediği ürünlere hayran hayran baktılar. Aslında genç adam-
ları izliyor ve dinliyorlardı.
"Almin adına," diye soludu san saçlan ve açık, dürüst bir yüzü
olanı, "bu çok güzel, Joram! Hiç bu kadar harika bir şey hayal et-
memiştim! Ve burada mevsim bahar!" Kollannı açtı, sesinde ve
gözlerinde hayranlık ve şaşkınlık vardı.
"Öyle bakıp durma, Mosiah," diye payladı onu arkadaşı. Uzun,
siyah saçlan ve koyu renk gözlen vardı ve o da çevresine bakmıyor-
du. Ama şehrin harikaları onu etkilemişse bile, sert, gururlu yüzü
205

ITİARGARJET U/EIS & ÎR£CY HlCKJTIAn


bunu belli etmiyordu. Arkadaşlarının tepkisi diğerlerinden bi

daha uzun olan, kısa, yumuşak bir sakalı olan üçüncü genç ada
eğlendirmiş görünüyordu. Çevresine cam sıkılıyormuş gibi bakın
yordu -esniyor, bıyığını düzeltiyor, bir duvara yaslanıp gözlerin'
kapatıyordu. İslak ve titremekte olan katalistleri cüppesinin içinde
büzülmüş, başlığını gözlerine kadar çekmişti.
Onlara bakan Gwen küçümsedi. "Üniversite öğrencileri mi!" di-
ye fısıldadı kuzenlerine. "Böyle kaba bir aksanla mı! Hödük gibi ba-
kana bakın. Buraya ilk defa geldiği açık. Giysilerine bakarsan, muh-
temelen ilk defa medeni bir yerde bulunuyor."
Lilian'm gözleri korkuyla irileşti. "Gwen! Ya bunlar şehre sızma-
ya çalışan haydutlarsa! Öyle görünüyorlar, özellikle de siyah saçlı
olanı."
Gwen, parmaklan ipek kurdeleleri ellerken siyah saçlı olanı gö-
zucu ile dakikalarca inceledi.
"Afedersiniz hanımefendi," dedi satıcı, "ama malı kırıştırıyorsu-
nuz. Özellikle de o renklerin yaratılması zordur. Satın almayı dü-
şünüyor musunuz..."
"Hayır, teşekkür ederim." Gwen kızararak kurdeleyi bıraktı.
"Gerçekten de çok güzel, ama benimkileri hep annem alır..."
Kaşlannı çatan satıcı uzaklaştı ve kızları kafa kafaya vermiş,
gözleri yeni gelenler üzerinde havada süzülürken bıraktı.
"Haklısın, Lilian," dedi Gwen kararlılıkla. "Gerçekten de öyleler
-cesur Ve yiğit haydutlar."
"Marie'nin hikâyesini anlattığı Sir Hugo gibi mı?" diye fısıldadı
Majorie heyecan içinde. "Kızı babasının şatosundan kaçırıp kanatlı
atı ile çöldeki çadınna taşımış. Hatırladınız mı, onu ipek yastıkla-
rın üzerine fırlatmış ve sonra..." Majorie durdu. "Kız yastıkların
üzerinde yatarken ne yapmıştı ona?"
"Bilmiyorum." Gwen omuzlannı sılkti, onlan en iyi şekilde gös-
2 Of.

KAKAKJLIÇin YAZGISI
bir hareketti bu. "Ben de merak etmiştim, ama Marie hep ora-
lı rakip ve kızını kurtarmak için savaşbüyücüsünü çağıran baba-
sına döner."
"Ona hiç yastıkları sordun mu?"
"gir kez sordum. Ama çok kızdı ve beni yatağa gönderdi," diye
mt verdi Gwen. "Çabuk, bu tarafa dönüyorlar. Bakmayın!" Bakış-
an! Toprak Kapısı'na çeviren Gwen dev ahşap yapıyı öyle derin
bir ilgiyle izlemeye başladı ki, onu şekillendiren, yedi ölü meşe ağa-
cından bir araya getiren Yaşam Sihirbazlanndan biri sanılabilirdi.
"Eğer bunlar haydutsa, birisine söylememiz gerekmez mi?" di-
ye fısıldadı Lilian, görev bilinci ile Kapı'ya bakarken.
"Ah, Gwen!" dedi Majorie, elini sıkarak. "Siyah saçlı olan sana
bakıyor!"
"Şşş! Fark etmemiş gibi yap!" diye mırıldandı Gwendolyn, kıp-
kırmızı kesilen yüzünü çiçek buketine gömerek. Siyah saçlı gence
bir bakış fırlatmış ve tesadüfen gözgöze gelmişti. Şeytanca, şakacı
bakışlanyla, başka genç adamlara bakmak gibi değildi. Bu genç
adam ona ciddiyetle, dikkatle bakıyordu, koyu renk gözleri kızın
genç neşesini delip geçiyor, içindeki daha derin bir şeye dokunu-
yordu, hızlı, keskin bir acı veren, hem zevkli, hem de korkutucu
bir şeye.
"Hayır, kimseye söylememeliyiz. Bir daha onlan düşünmemeli-
yiz," dedi Gwen sinirle. Yüzü öyle yanıyordu ki, ateşi çıkmış olabi-
leceğini düşünüyordu. "Gidelim..."
"Hayır, dur!" dedi Lilian, Gwen yürüyüp gidecek olunca kuze-
nini yakalayarak. "Kan-Hanarlara yaklaşıyorlar! Burada kalıp kim
olduklarını öğrenelim!"
"Kim olduklanyla ilgilenmiyorum!" dedi Gwen azametle, siyah
saçlı gence bakmamaya kesm kararlı. Ama çevresinde binlerce ha-
rika, güzel, büyülü nesne olsa da, hepsi karmaşık renklerden olu-
207

ITİARSAREt UJEİS £r 1"RACY HiCKjnAn


şan, dönen bir yığının içinde kayboluyordu. Kendisini hen ?
saçlı gencin karanlık gözlerine bakarken buluyordu. Adam so
da döndüğünde -Katalist dikkatini yaklaşan Kan-HanarlarA
misti- Gwen Duuk-tsarithlerin mahkûmlarını tutsak etmek i ?
kullandıklarını öğrendiği büyülerden birinden kurtulmuş gibi k
setti.
"İsimlerinizi ve Merilon şehrindeki işinizi söyleyin, Peder" de
di başbüyücü resmi bir şekilde, ıslanmış Katalist'e hafif -ama çok
hafif- bir selamla. Katalist selama alçakgönüllülükle karşılık verdi
Katalist bir Ev Katalistinin kırmızı cüppesini giyiyordu, ama cüppe
çevrilmemişti, bu da asil ailelerden birine hizmet etmediği anlamı-
na geliyordu.
"Ben Peder Sar -Dun... dunstable," diye kekeledi Katalist, kan
ince boynundan kel kafasına hücum ederken.
"Sardunstable," diye sözünü kesti Kan-Hanar, şaşkınlık içinde
kaşlannı çatarak. "Bu tanımadığım bir isim, Peder. Neredensiniz?"
İyi eğitilmiş, olağanüstü hafızaları ile Kah-Hanarlar şehirde yaşa-
yanlara ve şehre ziyarete gelenlere ait rehberleri kafalarında taşırlar-
dı.
"Affınıza sığınırım." Katalist daha da fena kızardı. "Beni yanlış
anladınız. Benim hatam, elbette. Ke -kekeleyerek konuşurum.
Adım Dunstable. Peder Dunstable."
"Mmmm," dedi Kan-lfanar, Katalist'e dikkatle bakarak. "Bura-
da yaşayan bir Dunstable vardı, ama bu on sene önceydi. Bir Ev Ka-
talîsti idi -Dük Manchua'nm evindeydi, sanırım." Doğrulama için
arkadaşına baktı, arkadaşı başını salladı. "Ama söylediğim gibi, ai-
le şehri terk etti. Dışan taşındı. Neden siz..."
"Ah! Bu sıkıcı olmaya başladı!" Bu ifadeyle uzun boylu, sakallı
genç duvan terk etti ve öne çıktı. Elini salladı, portakal renkli ipek
parçası aniden dalgalandı ve kahverengi pelerin ile yolculuğun le-
208

KAR£KJLIÇin YAZGISI
keiedi£giysüeryokoldu-
kında duranlann hayretle çığlıklar atması kalabalıktan pek
k'sinin dönüp bakmasına sebep oldu. Genç adam şimdi uzun,
mor ipek pantolon giyiyordu. Sıkıca bileklerde toplanan pan-
ı nun bacakları balon gibiydi ve bahar esintileriyle dalgalanıyor-
, pariak kırmızı bir kuşak ince belini sanyor, altın çevrili, parlak
k rrnız1 bir yelekle tamamlanıyordu. Mor bir ipek bluz -adam kol-
larını indirdiği zaman ellerini tamamen kaplayan uzun, dökümlü
venleri vardı- pantolon ile takım oluşturuyordu. Tüm bunlann
üzerinde, dev, mor bir pastaya benzeyen, kırmızı, kıvrımlı deveku-
şu tüyleri ile süslü bir şapka vardı.
Kahkaha dalgalan ve mırıltılar gittikçe artan kalabalıkta dolaştı.
"Öyle mi?"
"Evet! Onu her yerde tanırım!"
"O giyim! Hayatım, gelecek hafta lmparator'un balosunda o
pantolonu giymek için her şeyi verirdim. O renkleri nereden bulu-
yor?"
Bir alkış koptu.
"Teşekkür ederim," dedi genç adam, elini kayıtsızca çevresine
toplananlara sallayarak. "Evet, benim. Döndüm." Parmaklarını du-
daklarına kaldırarak nardan yapılmış bir arabada oturan pek çok
zengin kadına öpücükler gönderdi. Kadınlar zevkle gülerek ona çi-
çekler fırlattı. "Bunun adı," diye devam etti, mor giysilerini kaste-
derek, "Eve Hoş Geldin, Simkin. Formaliteleri bir kenara bırakabilir-
sin, sevgili dostum," dedi, burnunu çekerek Kan-Hanar'a. bakarken.
Elindeki portakal renkli ipek parçası ile burnunu sildi. "Otoritelere
Sımkin'in döndüğünü ve yanında da bir oyuncu topluluğu olduğu-
nu söyle, yeter!" Portakal renkli ipek parçası ile iki genç adam ve
Katalist'e doğru gösterişli bir hareket yaptı (ve Katalist utançtan dü-
şüp ölecek gibi göründü).
209

mAR_GAR£Î U/EIS & fRACY HlCKJIlAn


Kalabalık daha yüksek sesle alkışladı. Kadınlar ellerinin a t
na saklanıp güldüler, adamlar giysileri karşısında başlarını sall- H
lar, ama düşünceli yüzlerle kendi zarif cüppelerini ve brokar m
tolonlannı süzmeyi ihmal etmediler. Ertesi öğlene kadar dökuml-
ipek pantolonlar Merilon asillerinin yansı üzerinde görünecekti
"Otoritelere söylemek mi?" diye tekrarladı Kan-Hanar, ne kala
balıktan, ne de pantolonlu genç adamdan etkilenmiş görünmeden
"Evet, uygun insanlan haberdar edeceğim, bundan emin olabilir-
sin."
Gölgelerin içinden izlemekte olan iki siyah cüppeli şekle bir işa-
ret yaparak elini genç adamın omzuna koydu.
"Simkin, İmparator adına seni tutukluyorum."

»
210

2
EVE HOŞ GELDİN, SİMKİN
Savaşbüyücülerini çağıran Kan-Hanarlar Simkin'i sıkıca yakala-
dı. Siyah cüppeli Duuk-tsarith\er genç adama doğru süzülürken ka-
labalık, fırtınanın yapraklan sürüklemesi gibi ayrıldı. İnsanların hı-
şırtılı mırıltıları ve hem dehşet, hem de zevk haykırışları arasında,
Gwen'in bakışları -Kan-Hanarlara mutlak bir hayret içinde bak-
makta olan Simkin'den arkadaşlanna gitti.
Simkin'in yanında duran Katalist'in kırmızı yüzü ölümcül bir
solgunluk kazanmıştı. Elini uzatmış, hem koruyucu hem de engel-
leyici bir tavırla siyah saçlı genç adamın omzuna koymuştu. Diğer
genç, sanşm olanı da elini arkadaşının koluna koymuştu ve o za-
man Gwen siyah saçlı gencin arkasına, pelerininin altına uzandığı-
nı gördü.
Karanlık Sanatların, Dokuzuncu Gizem'in, Teknolojinin kötü-
cül araçlan olarak görüldüğünden Merilon'da hiçbir silah kullanıl-
maz, tzleyen genç kız hiç kılıç görmemişti, ama mürebbiyesinin ka-
dım günlere dair anlattığı masallardan biliyordu onlan. Gwen içgü-
düyle bu genç adamın bir kılıç taşıdığını, o ve arkadaşlannm kuş-
kusuz haydut olduklarını ve savaşmaya niyetli olduklannı anladı.
"Hayır!" diye haykırdı, bir elini ağzına bastınp, diğeri ile unu-
tulmuş çiçekleri ezerek.
Siyah saçlı genç adam yaklaşan Duuk-tsarithler ile yüzleşmek
211

ttİARPARft IUEİS di ÎRi»CY HıcıynAn


için sırtım Gwen'e dönmüştü. Ilık bahar rüzgârı pelerinini
uçurmuştu ve Gwen gencin elinin kılıcının kabzasına uzandıs
nesneyi bir yılan derisi gibi saran kınından yavaş yavaş çekm
başladığını gördü. Silah karanlık ve tiksinti vericiydi ve Gwen deh
şet içinde gözlerini kapatmak istedi. Ama gözkapakları kuruydu v
yanıyordu. Onlan kapatamadı, yalnızca silaha ve gence korkunç
bir büyülenme içinde, göğsünde bir boğulma hissiyle bakabiliyor-
du.
Şimdi kalabalıktan uzaklaşmış olan Duuk-tsarithleT, dudaklann-
da büyülerle ellerini Simkin'e doğru uzattılar. Siyah saçlı gence dik-
kat etmiyor gibiydiler, genç yavaş yavaş arkadaşına doğru yaklaşı-
yordu.
"Şerefim üzerine!" diye haykırdı Simkin. "Bir hata olmalı. Dü-
zelttiğiniz zaman arayın beni, aferin size."
Hava pırıldadı ve Kan-Hanarlar Toprak Kapısı'nm önünde, el-
leri boşluğu sıkıca kavramış şekilde kalakaldılar.
Simkin yok olmuştu.
"Bulun onu!" diye emretti Kan-Hanar gereksizce, çünkü Duuk-
tsarith\er çoktan tepki vermişlerdi. "Ben arkadaşlanna gözkulak
olurum."
Gelişme üzerine hayretle kocaman açılmış olan Gwen'in gözle-
ri hemen siyah saçlı gence eitti. Simkin'in yok oluşu onu da şaşırt-
mıştı. Kılıcı çekmek konusunda tereddüte düştü ve Gwen Kata-
list'in onu payladığını, içtenlikle konuştuğunu, elinin bir kez daha
gencin omzuna gittiğini gördü. Tam Kan-Hanar yaklaşırken, genç
adam kılıcını kınına kaydırdı ve telaşla peleriniyle örttü.
Gwen rahatlayarak titrek bir nefes aldı, sonra çok geç de olsa,
bu gence bir genç kız için uygun düşecek olandan çok daha fazla
ilgi gösterdiğim fark etti. Kuzenlerinin yanaklanndaki kırmızılığı
fark etmediğini umarak yüzünü bukete gömdü.
212

K_ARAKJLlÇ.in YAEGİSİ
»nivorum ki, birazcık serbest bırak," diye yaygarayı bastı bir
"Beni çok fena sıkıştırıyorsun."
rvven'in nefesi kesildi, çiçekleri şaşkınlık içinde düşürdü. Ses
buketin yüreğinden geliyordu!
"Almin'in kanı, çocuğum!" dedi çiçeklerden biri sinirle. "O ka-
rlar da serbest bırakmanı istememiştim! Bir yaprağımı kırıştırdın."
Çiçekler yere saçılmış, yatıyordu. Gwendolyn yavaş yavaş, ihti-
yatla havadan aşağı süzüldü ve buketin yanında diz çöküp inana-
mayan gözlerle baktı. Titizlikle seçilmiş menekşelerin ve güllerin
içinde bir çiçek ayakta duruyordu. Bu, ortasında kımızı bir şerit,
tepede portakal renkli bir leke ile süslenmiş parlak mor bir laleydi.
"Eh, beni burada, pisliğin içinde yatar mı bırakacaksın?" diye
sordu lale incinmiş bir sesle.
Gwen yutkunarak kuzenlerinin onu izleyip izlemediğine baktı,
ama diğer kızlar Duuk-tsarithkri izlemeye dalmış görünüyordu. Sa-
vaşbüyücüleri henüz uzaklaşmamıştı. Ellerini önlerinde kavuştur-
muş, siyah başlıklarını yüzlerine çekmiş, hiçbir şey yapmıyor gibi
görünüyorlardı. Ama Gwendolyn kalabalığı zihinsel olarak taradık-
lannı, uzun, görünmeyen büyü iplikçiklerini göndererek avlannı
aradıklarım biliyordu.
Gözleri savaşbüyücülerinin üzerinde, Gwen uzandı ve nazikçe
mor laleyi aldı.
"Simkin?" diye sordu tereddütle. "Ne..."
"Şşş! Şşş!" diye tısladı lale. "Korkunç bir hata oldu. Kesinlikle
eminim. Neden beni tutuklasmlar ki? Eh, Kontes'in mücevherleri
ile ilgili bir olay olmuştu gerçi... Ama kuşkusuz kimse bunu hatır-
lamıyordur! Zaten hepsi sahteydi. Eh, daha doğrusu çoğu... tmpa-
rator'a bir ulaşabilsem, eminim her şeyi hallederdi! Sonra, bir de ar-
kadaşlarım var." Lale önemli kişi havalarına girdi. "Sır saklayabilir
misin, çocuğum?"
213

mARCARft lUEIS & ÎRACY HlCKJTlAn


"Şey, ben..." Gwen laleye hayretler içinde baktı.
"Şşş! Siyah saçlı genç adam. Asil aileden. Babası öldü. Oğlana
bir servet bıraktı. Kötü amcası. Oğlanı kaçırttı. Devlerce tutsak tu-
tuldu. Ben onu kurtardım. Şimdi geri döndü, amcasının suçunu or-
taya çıkaracak ve mirası talep edecek."
"Gerçekten mi?" Gwen lalenin taç yapraklannm üzerinden si-
yah saçlı gence bakmak için gözlerini kaldırdı. "Biliyordum," dedi.
"İşte bu!" diye haykırdı lale. "Neden aklıma gelmedi? Bunun ar-
kasında kötü amcası var! Geri döndüğümüzü öğrendi. Bilmeliy-
dim. Yoldan çekilmem için beni tutuklatacaktı. Çok kötü," dedi la-
le hüzünle. "Artık kaçırtmakla kalmayacak. Bu sefer cinayet işleye-
cek."
"Ah, hayır!" diye fısıldadı Gwen korku içinde. "Yapabileceğin
birşeyler olmalı!"
"Korkarım yok, tabii sen yardım... Ama hayır, bunu senden is-
teyemem." Lale içini çekti. "Bir çiçek vazosunda yaşamaya mahkû-
mum. Arkadaşıma gelince... İrmağın dibi.
"Ah, hayır! Gerçekten yapabileceğimi düşünüyorsan ben yar-
dım ederim," dedi Gwen.
"Pekâlâ," diye karşılık verdi lale, gönülsüzce. "Ama seni işe ka-
rıştırmaktan nefret ediyorum. Ama, görüyorsun, tatlı çocuğum,
eğer kayıtsızca buraya süzülüp, sanki yolunda gitmeyen hiçbir şey
yokmuşçasına, kayıtsızca se'vgili, ihtiyar katalisti yakalayıp, kayıt-
sızca, 'Peder Duns-tıfıl! Geç kaldığım için çok üzgünüm. Babam ve
annem^sizi şu an evde bekliyorlar!' diyebilirsin, diye düşünüyor-
dum. Sonra, büyük bir kayıtsızlıkla onu buradan götürürsün."
"Nereye?" diye sordu Gwen kafası karışmış bir şekilde.
"Neden, evine elbette," dedi lale sakinlikle. "Hepimize yetecek
kadar odanız vardır, diye tahmin ediyorum. Ben özel bir odayı ter-
cih ederim, ama gerekirse odamı paylaşırım, ama Katalıst'le olmaz.
214

KARAKJLIÇin YAZGISI
I horladığını tahmin bile edemezsin!"
"Yani -Sizi... hepinizi evime mi götüreyim?"
"Elbette! Ve hemen yapmalısın bunu. O sefil katalist hepimizi
mahvedecek bir şey söylemeden önce! Zavallı adam çok parlak de-
şil eğer ne dediğini anlıyorsan."
"Ama yapamam! Annemle babama sormadan olmaz. Ne der-
ler..."
"Simkin'i evine götürürsen mi? Simkin'i, sarayın sevgilisini? Ha-
yatım," diye devam etti lale sıkkın bir sesle, "yirmi prensin evinde
kalabilirdim! Konuklan olmam için dizlerinin üzerine çöken dük-
lerden, kontlardan bahsetmiyorum bile. Essac Kontu 'hayır' dedi-
ğim zaman perişan olmuştu. Kendini uçurmakla tehdit etti. Ama
gerçekten de, yirmi Pekinez'le mi? Havlarlar, bilirsin, ayak bilekle-
rini ısırmalarından bahsetmiyorum bile," Lale bir yaprağını salladı.
"Ve elbette, bu küçük mesele halledildikten sonra seni saraya götü-
rebilirim."
"Saray mı!" diye tekrarladı Gwen yumuşak bir sesle. Gözünün
önüne Kristal Saray geldi. Kendisini Majesteleri'ne tanıtılırken gör-
dü, eli siyah saçlı gencin güçlü kolunda, reverans yaparken gördü.
"Yapacağım," dedi ani bir kararlılıkla.
"Tatlı çocuk!" diye karşılık verdi lale yürekten gelen bir sesle.
"Şimdi, beni yanında taşı. Duuk-tsarithkre aldırma. Bu kılıkta beni
asla tanımazlar. Ama, diyorum ki, eğer beni göğsüne takarsan da-
ha iyi bir etki verir..."
"Nereme... Ah... hayır!" diye mırıldandı Gwen kızararak. "San-
mıyorum..." Laleyi diğer çiçeklerin arasına yerleştirerek buketten
kalanı yerden topladı.
"Ah, pekâlâ," diye düşündü lale filozofça, "karısı kroket hocası
ile kaçtığında Baron Baumgarten'm dediği gibi, her şeyi kazana-
mazsın... Baron krokeü çok severdi de."
215

ITİARSAR^Î UİEIS §? 1~R£CY HlCKİTlAn


* * *
"Bir kez daha soruyorum, adlarınız ne ve Merilon'da ne y
yorsunuz?" Kan-Hanar hepsine kuşkulu gözlerle baktı.
"Ve size bir kez daha söylüyorum, bayım," dedi Joram, sesi ke
dişini kontrol etmek için harcadığı çaba ile gergin, "o Peder Duns
table, o Mosiah ve ben de Joram. Simkin'e tesadüfen rastlayan illü?
yonistleriz -gezici aktörleriz. Bir grup oluşturmak konusunda an-
laştık ve Simkin'in koruyucularından birinin daveti üzerine bura-
dayız..."
Şaryon başını eğdi ve ümitsizlik içinde dinlemeyi bıraktı. Bu
Prens Garald'm önerdiği bir hikâyeydi ve o sırada iyi bir hikâye gi-
bi gelmişti. İllüzyonist olara k bilinen, Gölge Gizemi'ne doğanlar sı-
nıfsız bir toplumdur. Halkı becerileri ile eğlendirmek için dünyayı
gezen, Thimhallan'm sanatçılarıdır. Becerileri asiller arasında çok
talep gördüğünden illüzyonistler Merilon'a devamlı girerlerdi.
Ama Joram, Kan-Hanar'a hikâyesini üçüncü seferdir anlatıyor-
du ve en azından Şaryon için, adamın hikâyenin hiçbir kısmına
inanmadığı açıktı.
Her şey bitti, diye düşündü Şaryon kendi kendine kasvetle.
Taşıdığı suçlu sır zihninde öyle büyük bir delik açmıştı ki, ona
bakan herkesin görebileceğinden emindi - gümüş bir tereyağı taba-
nındaki Lonca damgası gibi alnına işaretlenmişti belki. Kan-Hanar-
lar Simkin'i tutukladığı zaman Katalist hemen Vanya'nm onlan ya-
kaladığı sonucuna varmıştı. Joram'm Karakılıç'ı kullanmasını, fark
edilme korkusu ile değil, genç adamın hayatı için duyduğu korku
yüzünden engellemişti. Saryon'a göre son gelmişti ve birkaç saniye
içinde, Joram'a Kan-Hanarlara gerçeği söylemeyi tavsiye etmeye ka-
rar vermişti. Ûzlem dolu bir rahatlama ile çektiği acı dolu sıkıntıla-
rın kısa süre sonra biteceğim düşünmeye başlamıştı ki, Katalist ko-
lunda nazik bir el hissetti.
2I(.

K.ARAKJL1ÇII1 YAEGİSİ
Döndüğü zaman on altı, on yedi yaşlarında genç bir kadının ya-
a yaklaştığını görmüştü (Şaryon genç kadmlann yaşlarını tah-
„ etmek gibi bir alışkanlığa sahip değildi). Kadın uzun zaman
mi'1
ce kaybettiği amcası gibi karşılıyordu onu.
"Peder Duns-tıfıl! Sizi görmek ne kadar güzel! Lütfen geç kaldı-
a,nı için beni affedin. Umanm kızmamışsmızdır, ama çok güzel bir
e gündü ve kuzenlerim ile ben Koruluk'ta çok fazla zaman harcadık.
Topladığım, buketi gördünüz mü? Çok güzel. Özellikle sizin için
kopardığım bir çiçek var, Peder."
Kız bir çiçek uzattı. Çiçeğin bir lale olduğunu gördü Şaryon,
hayretler içinde bakarak. Tam çiçeği eline alacakken, bunun mor
bir lale olduğunu gördü -parlak mor bir lale... kırmızı bir kuşağı
ve portakal rengi bir lekesi olan...
Gözlerini kapatan Şaryon inledi.
"Demek, Samuels Evi'nden Gwendolyn, bana bu... bu centil-
menlerin babanızın davet ettiği konuklar olduğunu söylüyorsunuz,
öyle mi?" Kan-Hanar Joram ile Mosiah'a şüpheyle baktı.
Gwendofyn hikâyesini Kapı muhafızlarına anlattıktan sonra
Kan-Hanarlar hepsini muhafız kulelerinden birine götürmüştü.
Toprak Kapısı'mn yanında durmak üzere büyüyle şekillendirilen
kule daha çok Kan-Hanarlann kullanımı için, Kapı kalabalık değil-
ken dinlenmeleri ve resmi görevleri ile ilgili eşyalannı koymaları
için vardı. Merilon'a girmek isteyenleri sorgulamak için nadiren
kullanılırdı -bu genellikle Kapı'da, hızla halledilirdi. Ama -Sim-
kin'in dramatik girişi ve daha da dramatik yok oluşu yüzünden-
Kan-Hanarlar kalabalığın gelişmelere aşırı ilgi göstermekte olduğu-
nu anlamıştı. Bu yüzden herkesi kuleye götürmüşlerdi ve şimdi al-
tı kişi ve bir laleyi barındırmak için düşünülmemiş olan altıgen bir
odaya doluşmuş duruyorlardı.
217

ITİAR£ARf1- UİEIS & tRilCY HlCKJHAn


"Evet, elbette," diye yanıt verdi genç kadın, elinde tuttuğu
çeklerle şirin şirin oynayarak.
Yumuşak yanağına bir çiçek yaklaştıran Gwen başbüyûCUv
adamın çok çekici bulduğu fettanca bir tavırla çiçeğin taç yaprak'
larmın üzerinden baktı. Adam bu çiçeğin sıradışı görünüşlü bir la
le olduğunu ya da genç kadının konuşmasında pek çok duraklama
ve tereddüt olduğu gerçeğini fark etmedi. Tam tersine, bunu gene
bir kıza yakışan uygun bir çekingenlik olarak gördü.
Ama Şaryon gerçek sebebi biliyordu -genç kadına ne söyleme-
si gerektiği söyleniyordu ve bunu söyleyen de lale idi! Katalist bu-
nun konuya yardımcı mı olacağını, yoksa ancak uzun suç listeleri-
ne başka maddeler de mi ekleyeceğini merak edebiliyordu. Bu ko-
nuda şimdi yapabileceği hiçbir şey yoktu, ancak rolünü oynayabi-
lirdi ve Simkin ile kızın da rollerini oynamasını umabiliyordu.
Joram ile Mosiah'a gelince, neler olup bittiğini anlayıp anlama-
dıklarına ilişkin Saryon'un en ufak bir fikri bile yoktu. Kan-Hanar-
lar hepsini dikkatle izliyorlardı ve Katalist onlara herhangi bir işa-
ret vermeye cesaret edemiyordu. Ama bir göz atma riskini göze al-
dı ve Joram'm bakışlanmn kıza, Katalist'in kızın fark etmediğini
umduğu bir yoğunlukla dikilmiş olduğunu görünce irkildi. Böyle-
sine ateşli ve açık bir hayranlık kızı korkutabilir, kafasını karıştıra-
bilirdi.
Joram'm bakışlarını gören Şaryon, uğraşması gereken yepyeni
sorunları olabileceğini fark etti. İnsanın kalbini kaybetmesi yaşamı-
nı kaybetmesi ile aynı sınıfta olmasa da, Katalist kendi işkence ve
hayal dolu gençliğim hatırladı ve ümitsizce içini çekti. Sanki yete-
rince deıtleri yokmuş gibi...
"Görüyorsunuz, bayım," diye açıklıyordu Gwendolyn, lalenin
yapraklarını düşünceli düşünceli mücevher takılmış kulak meme-
sine sürterek, "Sımkın ve babam, Lord Samuels, Lonca Üstadı
218

KARftKJLIÇin YA2GIS!
^Onu anıyor musunuz?"
Fvet Kan-llanar kızın şerefli babasını tanıyordu ve eğilerek bu-
nu gösterdL
gvven tatlı tatlı gülümsedi. "Simkin ve babam eski dostlardır
,, L0rd Samuels için yeni bir haber olacaktı) ve Simkin ile
nun. ? onun," -bir duraklama- "genç aktörlerden oluşan" -bir ara
"daha- "gr -grubu Merilon'da gösteri yapma niyetlerini babama bil-
dirince, babam evimizde kalmaları için davet etti onları."
Kan-Hanar hâlâ şüpheli görünüyordu, ama genç kadının hikâ-
yesi hakkında değil. Simkin Merilon'da iyi bilinir ve sevilirdi. Sık
sık en iyi evlerde kalırdı. Gerçekten de, bu konuda hayret edilecek
şey basit bir Lonca Üstadı'nm mütevazı evinde kalmaya nasıl razı
geldiğiydi. Lord Samuels ile ailesinin çok onurlu bir ünü vardı, Me-
rilon'un kuruluşundan itibaren nesiller boyunca şehirde yaşamış-
lardı ve isimleri ile ilişkilendirilen tek bir skandal bile olmamıştı.
Hayır, aslında Kan-Hanar Lord Samuels ile çekici kızını rahatsız et-
meden bu uygunsuz durumla nasıl başa çıkacağını düşünüyordu
aslında.
"İşin aslı," diye başladı Kan-Hanar gönülsüzce, masum, mavi
gözlerin bakışını üzerinde hissederek, "Simkin tutuklandı..."
"Olamaz!" diye bağırdı Gwen dehşet ve şok içinde.
"Yani," diye düzeltti Kan-Hanar, "burada olsaydı tutuklanacak-
tı. Ama kaçt -Yani, aniden burayı terk etti..."
"Eminim bir hata vardır," dedi genç kadın altın rengi bukleleri-
ni öfkeyle arkaya atarak. "Kuşkusuz Simkin her şeyi açıklayabilir."
"Eminim açıklar," diye mırıldandı Kan-Hanar.
"Bu arada," diye devam etti Gwen, Kan-Hanar'a bir adım yakla-
şıp elini yalvanrcasma koluna koyarak, "babam bu baylan, özellik-
le de Peder Duns-tıfıl'ı bekliyor..."
"Dunstable," diye düzeltti Katalist hafifçe.

ITİARPARfî VUEİS & 1"RACY HlCKHlAH


"Peder yıllardır görmediğimiz bir aile dostumuzdur. GerrPı
^eKte^
de" -Gwendolyn dönüp Katalist'e baktı- "beni en son gördüğün
de daha çocuktum, değil mi, Peder? Beni tanımadığınıza iddiaya I
rerim."
"Bu -bu çok doğru," diye kekeledi Şaryon. "Tanımadım."
Genç kadının bu teşebbüsün tehlikesinden ve gerektirdiği cesa
retten zevk aldığını, gerçek tehlikenin ne kadar büyük olduğun.,,
hiç hayal edemediğini gördü. Kız gülümseyerek tekrar Kan-Hanar'a
döndü. Şaryon, yüreği korkuyla çarparak, kapıya doğru baktı ve
Kapı'nm yanında Duuk-tsarithkrin başlıktan birbirine dokunarak
konuştuklarını gördü.
"Katalist ile bu baylar," dedi Gwen, Mosiah ile Joram'a görünüş-
te kayıtsızca bakarak, "yolculuklannda ıslanmış, üşümüş ve yorul-
muşlar. Kuşkusuz onlan eve götürmemin zararı yoktur. Hem, ge-
rekirse onlan nerede bulacağınızı biliyor olacaksınız."
Görünüşe göre, Kan-Hanar bunun iyi bir fikir olduğunu düşü-
nüyordu. Kapıya doğru baktığında bakışlan Duuk-tsarithlere:, sonra
savaşbüyücülerinden şehre girmek için bekleyen insan sırasına git-
ti. Günün en kalabalık zamanıydı, sıra uzuyor, insanlar sabırsızla-
nıyor ve ortağının canı sıkkın görünüyordu.
"Pekâlâ," dedi Kan-Hanar aniden. "Yukan Şehir'e geçmenize
izin vereceğim, ama izniniz sınırlı. Bu baylar," -sert sert Mosiah ile
Joram'a baktı- "ancak babanızın eşliğinde dışarı çıkmalanna izin
verilecek."
"Ya da ailenin başka bir üyesi ile," dedi Gwen tatlı tatlı.
"Ya da ailenin başka bir üyesi ile," diye mmldandı Kan-Hanar,
telaşla kısıtlamalan doldurduğu parşömen rulolanna yazarak.
Kan-Hanar işiyle meşgulken Katalist bitkinlik içinde duvara
yaslandı ve Gwen'in mavi gözleri bakışlannı Joram'a çevirdi. Ka-
dmcılık oynayan genç bir kızın masum, cilveli bakışıydı. Ama bu
220

KflR£KJLlÇin YAZGISI
, ciddi, karanlık gözlerce yakalandı, bu tür oyunlar hakkın-
hcbir şey bilmeyen bir adam tarafından yakalandı.
fwen sıcaklığını ve çekiciliğim erkeklere yaymaya ve bunların
şekilde kendisine yansımasına alışıktı. Bu yüzden, sıcaklık ani-
A n soğuk, aç bir ruhun karanlık kuyusuna emildiği zaman şaşır-
dı.
Bu sinir bozucuydu, hatta korkutucuydu. Karanlık gözler
Gwen'i soğuruyordu. Onların kavrayışını kırmalıydı, aksi halde
kendisinden birşeyler kaybedecekti -ama bunun ne olduğunu bil-
miyordu. Bakışlarını genç adamdan alamıyordu; duygu korkutu-
cuydu, ama aynı zamanda heyecan vericiydi.
Ama genç adamın bakmayı bırakmayacağı açıktı! Bu tahammül
edilmez olmaya başlıyordu. Gwendolyn'in düşünebildiği tek hare-
ket, çiçek buketini düşürmek olmuştu. Bir flört hareketi olarak dü-
şünmemişti bunu. Hatta bu aklına bile gelmemişti. Buketi almak
için eğilmek ona kendine hâkimiyetini sağlamak ve cüretkâr gen-
cin rahatsız edici bakışlarından kurtulmak için bir şans verecekti.
Ama niyetlendiği gibi olmadı.
Çiçekleri almak için birisi daha eğildi ve Gwen kendisini genç
adama öncekinden yakın buldu. Her ikisi de aynı anda mor laleye
uzandı -lale hiç de lale gibi davranmıyordu bu arada, yapraklan
kıvnlıyoi", taç yapraklan kahkaha atarmış gibi sarsılıyordu.
"Bana izin verin, hanımefendi," dedi Joram, eli Gwen'in eline
sürtünüp orada oyalanarak.
"Teşekkür ederim, bayım," diye mınldandı Gwen. Elini yanmış
gibi hızla çekerek, telaşla havalandı.
Joram ciddiyetle ayağa kalktı ve çiçekleri ona uzattı -lale hariç
hepsim.
"İzninizle, hanımefendi," dedi Gvven'in çırpman zihnine gözle-
ri kadar karanlık gelen bir sesle. "Tanışmamızın anısına bunu sak-
221

FTİARPARft U/EİS § ÎRACY HıCKinAn


layacağım."
Lalenin kim olduğunu biliyor muydu? Gwen hiçbir şey s
yemedi, genç adamın laleyi almasını, eliyle yapraklarım düzelt
sini (çok sıradışı bir el olduğunu fark etti Gwen, güçlü, nasırlı
yine de uzun, zarif parmaklı), sonra laleyi pelerinin altındaki h'
cebe sokmasını izlerken "teveccüh ettiği" ile ilgili tutarsız birşeyle
söyledi.
Lale boğucu kumaş tarafından örtülmeden önce bir öfke çıgha,
duyduğundan pek de emin olamayan Gwen, kendisini genç ada-
mın göğsüne yaslanmanın nasıl bir şey olduğunu merak ederken
yakaladı. Gwen fena halde kızardı ve sırtını genç adama döndü
Yukan Şehir'e geçiş izinlerim ancak Kan-Hanar belgeleri eline tu-
tuşturduğu zaman hatırladı ve kendisini adamın söyledikleri üze-
rinde yoğunlaşmaya zorladı.
"Elbette, Katedral'i ziyaret etmeye hakkınız olduğu için sizin bir
izine ihtiyacınız olmayacak, Peder Dunstable. Kısıtlamalar da sizin
için geçerli değil, istediğiniz zaman oraya gidebilirsiniz ve eminim
varlığınızı Tarikat'a en kısa zamanda bildirmek isteyeceksiniz."
Katalist'in bir an önce Katedral'e başvurması için ince bir uyan.
Şaryon alçakgönüllülükle eğildi. "Almin size iyi bir gün versin,
Başbüyücü," dedi.
"Size de, Peder Dunstable," diye yanıt verdi Kan-Hanar. Bakış-
ları, sanki yokmuşlar gibi Joram ile Mosiah'm üzerinden kaydı ve
sırası gelen kişi ile görüşmek için altıgen kuleden dışarı seyiıtti.
Gvven'in şansına, muhafız kulesini terk ettiği an kuzenleri tara-
fından yakalandı Bu,'siyah saçlı genç adamla ilgili huzursuz edici
fikirleri kararlılıkla aklından çıkarmasını sağladı -ama yüreği arka-
sında duyduğu ayak sesleri ile aynı tempoda atıyor gibiydi.
"Eğer-eğer bana izin verirseniz, Peder Dunstable," dedi Gwen,
Katalist'e dönüp genç arkadaşlarını görmezden gelerek, "bütün
222

KARAKJLİÇin YAHGİSİ
kuzenlerime anlatmak -açıklamak zorundayım. Eğer bi-
bunl^11 • • •
H'nlenmek isterseniz şuradaki kafe oldukça hoştur. Bir dakika
ahr yalnızca."
Yanıt almak için durmadan, Gwen aceleyle, kuzenlerini de ya-
nında sürükleyerek uzaklaştı.
"Annen ne diyecek?" dedi Lilan, Gwen'in hikâyesinden Gwen'in
nlatabildigi kadarını dinledikten sonra.
"Aman Tannm! Gerçekten de, annem ne diyecek?" Gwen bunu
hiç düşünmemişti. Aniden kapıdan içeri yatıya gelen misafirlerle
süzülmek! Hem de bu kadar sıradışı misafirlerle!
Lilian ile Majorie telaşla, meşhur Simkin'in Samuelsleri varlığı
ile onurlandıracağı haberi ile Yukan Şehir'e gönderildi. Gwen iç-
tenlikle, Simkin'in tutuklanışı ve daha sonra kayboluşunun haberi-
nin anne babasının kulaklarına ulaşmadığını umuyordu.
Sonra, Leydi Rosamund'un konuk odalarını açtırması ve hava-
landırmasına, aşçıya bilgi vermesi ve Lord Samuels'a onu bekleyen
onuru haber verecek bir hizmetkâr göndermesine zaman vermek
için, Gwen kafeye döndü ve konuklarına şehrin harikalarım göster-
meyi teklif etti.
Katalist gönülsüz görünse de, genç adamlar Gwendolyn'in ol-
dukça cazip bulduğu bir hevesle kabul ettiler. Merilon'a ilk gelişle-
ri oldugü açıktı ve Gwen her şeyi göstermeye can attığını keşfetti.
Havalanarak diğerlerinin de kendisine katılmasını bekledi. Ama
katılmadılar ve aşağı baktığında, genç kadın hepsinin kafa karışık-
lığı içinde birbirlerine baktığını görerek şaşırdı. O anda aklına her
yere yürüyerek gittikleri geldi ve nedenini merak etti. Elbette! Yol-
culuklarından bitkin düşmüş olmalıydılar ve büyü enerjilerini har-
cayamayacak kadar yorgundular...
"Bir araba kiralarım," diye teklif etti, herhangi biri tek bir söz-
cük söyleyemeden. Beyaz elini sallayarak ardıçkuşlarından bir takı -
2 23

rTİAR_GAR£t UİEIS & TRACY HlCKJTIAn


mın çektiği, yaldızlı mavi bir yumurta kabuğuna işaret etti A
onlara doğru uçtu ve hepsi içeri tırmandı. Gwen utançla, J0ra
binmesine yardım etmek için fırsat bulmayı başardığını gördü
Arabanın sürücüsüne onları Toprak Kapısının çevresinde h
yülü mantar halkası gibi bitmiş dükkânların ve tezgahların araş
da gezdirmesini emretti. Onlar geçerken birçok kişi baktı, Sim
kin'in arkadaştan olarak işaret ettiler ve yürekten güldüler. Tomak
Kapısı'nm çevresindeki alandan çıkınca, tropik bahçelerin yanm
dan geçtiler ve Thimhallan üzerinde, oradan başka hiçbir yerde ye-
tişmeyen çiçekleri seyrettiler. Zanaatlar Yolu'nun üzerindeki büyü-
lü ağaçlar koro halinde şarkı söylüyor, araba altlarından uçarken
dallarını kaldırıyorlardı. İmparatorluk Muhafızlanndan bir birlik
denizatlanna binmiş, havada mükemmel bir uyum içinde ilerliyor-
lardı.
Koruluk'ta saatler geçirebilirlerdi, ama akşamüstü güneşi, Si/-
Hanarlann alacakaranlık olarak belirlediği noktaya yaklaşıyordu.
Eve gitme zamanı gelmişti ve -Gwen'in emri ile- arabalan Yukan
Şehir'in süzülen kaya platformuna doğru çemberler çizerek yükse-
len diğer arabalara katıldı.
Arabanın içinde, genç adamlann karşısında oturan Gwendolyn
zamanın ne kadar hızlı geçtiğini düşündü. Orada sonsuza dek ka-
labilirdi. Merilon'un harikalannm konuklanmn gözlerinde -özel-
likle de konuklanndan birinin siyah gözlerinde- yansıdığını görün-
ce şehri ilk defa görüyarmuş gibi olmuştu ve ne kadar güzel oldu-
ğunu fark ettiğini hatırlamıyordu.
Ya konukları ne düşünüyordu? Mosiah büyülenmişti, gördüğü

görkemli şeylere, onu izleyenlerin alay ettiği bir şey yapan bir saf-
lık ve çocuksu şaşkınlıkla işaret ediyor, ağzı açık seyrediyordu.
Şaryon şehri hiç görmüyordu. Düşüncelen içe dönmüştü. Hari-
ka manzaralar Katalist'e acı anılardan başka bir şey getirmiyordu ve
224
KARAKJLIÇin YAZGISI

[nızca
sırnnm yükünü daha da agırlaştırıyordu.
ya
Torarn? Sonunda annesinin çocukluğu boyunca her gece can-
larla tasvir ettiği şehrin harikalarını görüyordu. Ama onu
. , ın yan deli bakışlanyla görmüyordu. Joram Merilon'u ilk de-
masum, mavi gözlerle, yumuşak, altın rengi saçlardan bir pusun
dından görüyordu. Bu güzellik yüreğinin burkulmasına sebep
ı oluyordu.
225

3
LONCA ÜSTADININ EVİ
"Anne," dedi Gwen, "izin verirsen Peder Dunstable'ı tanıştırmak
istiyorum."
"Peder." Leydi Rosamund hafif bir reverans yaparak Katalist'e
parmaklarının ucunu uzattı. Katalist, hanımefendinin konuksever-
liği için övgü sözcükleri mırıldanarak eğildi. Leydi Rosamun sözle-
rine içtenlikle, ama belirsizce, gözlerini arkasındaki kapıya dikerek
karşılık verdi. Leydi Rosamund konuklarını, Merilon'da âdet oldu-
ğu üzere -ön avlu bahçesinde karşılamıştı. Hanımefendinin haklı
bir şekilde gururlandığı bahçe egreltiotlanndan ve gül çalılanndan
harika bir düzenlemeye sahipti.
"Ve bu Mosiah... bu da Joram," diye devam etti Gvven, şirin şi-
rin kızararak. Arkadaki kuzenlerinden boğuk bir kıkırdama geldi.
Genç kız gensin isminin dudaklarına neşe dolu bir şarkı gibi geldi-
ğLgerçeğinden haberdar değilmiş gibi görünmeye çalıştı. Leydi Ro-
samund gibi akıllı ve sevgi dolu bir anne normalde kızının kızar-
masını fark eder ve kızı genç adamı kendisine tanıtırken gerçeği
tahmin edebilirdi. Ama Leydi Rosamund heyecanlı ve şaşkındı.
"Baylar," dedi, her birine elini uzatarak ve çevresine, yukarıya,
kapıya bakarak. "Ama Simkin nerede?" diye sordu bir dakika geç-
tikten ve kimse içen girmedikten sonra.
"Leydi Rosamund," dedi Joram, "konukseverliğiniz için teşek-
22'

KARAKJlIÇin YAZGISI
, .. ederiz. Ve minnettarlığımızın bir göstergesi olarak bunu kabul
tmenizi dileriz." Bunu söyleyerek Joram tuniğinin içinden laleyi
kardı _epey ezilmiş ve hırpalanmıştı- ve ev sahibelerine uzattı.
Dalga geçildiğinden şüphelenerek kaşlarım kaldıran, dudakları-
nı büzen Leydi Rosamund, soğuk soğuk elini uzattı...
.ve Simkin'in akıcı, mor, ipek kol yenine dokundu.
"Merhametli Almin!" diye haykırdı, irkilip gerileyerek. Sonra,
"Bu tabir için affınıza sığınırım, peder," diye mırıldandı, neredeyse
kızı kadar kızararak.
"Anlaşılabilir bir tepki, hanımefendi," dedi Şaryon ciddiyet için-
de, Simkin'e bakarak. Simkin bahçede dolanıyor, derin nefesler alı-
yor, portakal renkli ipek parçası ile kendisini yelpazeliyordu.
"Almin'in kanı! Sevgili oğlum," -Joram'a döndü- "banyo yap-
man şart. Ah" -elini alnına götürerek, gözleri arkaya yuvarlanarak-
"bayılacak gibi hissediyorum."
"Zavallı şey!" dedi Leydi Rosamund, bir bakışla hizmetkârlannı
çağırarak. Hanımefendi serin, sakin bir sesle emirler verdi ve bir sa-
vaşbüyücüsünün becerisi ile birlikleri harekete geçirdi. Tüm bu sı-
rada, insan formunda, laleyken olduğundan daha solgun görünen
Simkin'e en derin ilgilerini gösterdi. Ev büyücülerinin en güçlüle-
rini çağıran hanımefendi, onlara Simkin'e en iyi oturma odasına ka-
dar eşlik etmelerini emretti. Kendi ellerinin bir hareketiyle Sim-
kin'in yanında bir divan yarattı. Simkin, trajik bir poz takınarak di-
vanın üzerine yığıldı.
"Marie," diye emretti Leydi Rosamund, "bitkisel güçlendiriciler
yarat..."
"Teşekkür ederim, hayatım," dedi Simkin hafifçe, çayın kokusu
yüzünden burnunu kıvırarak, "ama bu şoktan beni ancak brendi
kurtarabilir. Ah, madam!" -Leydi Rosamund'a yürek parçalayan bir
bakışla bakarak- "ne kadar korkunç şeyler yaşadığımı bir bilseniz!
227

nİARfiARJÎ UJEIS ft ÎRACY HlCKJHAn


Ah, diyordum ki!" diye seslendi hizmetkârın ardından uv
Üzümü Yılı'ndan getir, olmaz mı, hayatım? Dük d'Montaigne'i k
gmdan. Ne, yerli içkilerden başka yok mu? Eh, sanırım yeteri'
mak zorunda."
Hizmetkâr brendi sürahisi ile tekrar belirdi. Başını divanın in u
yastıklarına dayayan Simkin, Marie'nin dudaklarına bir kadeh yak
laştırmasma izin verdi ve bir yudum aldı. "Ah, bu işe yarıyor." Ma
rie kadehi uzaklaştırdı.
"Bir yudum daha, hayatım..."
Simkin kadehi aldı, doğrulup oturdu, kadehi tek yudumda bo-
şalttı, sonra bitkinlik içinde yastıkların üzerine düştü. "Bir tane da-
ha alabilir miyim, hayatım?" diye sordu, zayıflığına bakılırsa Ma-
rie'den vasiyetini yazmasını istermiş gibi bir sesle.
Katalist bir brendi daha getirirken Leydi Rosamund bir sandal-
yeye işaret etti. Emri üzerine sandalye havada süzülerek geldi ve
genç adamın yattığı divanın yanında durdu. "Ne demek istiyorsu-
nuz, Simkin? Nasıl korkunç şeyler yaşadınız?"
Simkin kadının elini tuttu. "Sevgili madam," dedi, "bugün,"
-dramatik bir ara- "boğun beni, ama tutuklandım!" Portakal renk-
li ipek parçasını yüzüne örttü.
"Merhametli Al -Aman Tanrım," diye kekeledi Leydi Rosamund
hayret içinde.
Simkin ipek parçasını yüzünden çekti. "Korkunç bir hata! Hiç
bu kadar aşagılanmamıştım. Ve şimdi, adi bir suçlu gibi kaçak du-
rumdayım!" Başı bitkinlikle geriye düştü.
"Adi bir suçlu mu?" diye tekrarladı Leydi Rosamund aniden so-
ğuyan bir sesle. Bakışları basit giyimler içindeki Mosıah ile Joram'a
gitti, bir anlığına Katalıst'in çevrilmemiş cüppesine kaydı. "Alfred,"
dedi hizmetkârlardan birine telaşlı bir sesle, "Üç Kız kardeşlere git
ve Lord Samuels'e hemen eve gelmesini söyle..."
228

KAW»KJLIÇin YAZGISI
„Cok naziksiniz, madam, sizi temin ederim," dedi Simkin, tit-
kollar üzerinde kendisini kaldırarak, "ama Lord Hazretlen'nin
r£ bileceği herhangi bir şey olduğundan kuşkuluyum. Hem, o
anızca bir Lonca Üstadı."
Leydi Rosamund'un yüzü buz gibi oldu. "Lordum..." diye baş-
ladı.
-...bana faydası olmayacak biri, korkanm, hayatım," dedi Sim-
kin içini çekerek. Bir kez daha uzanarak portakal renkli ipek par-
çasını katladı ve dikkatle alnına koydu. "Hayır, Leydi Rosamund,"
diye devam etti kadın konuşamadan önce, "eğer Alfred dışan çıkı-
yorsa, lütfen onu İmparator'a gönderin. Eminim bütün bunlar
açıklığa kavuşturulabilir."
"I... İmparator'a mı?"
"Evet, elbette," dedi Simkin sinirli sinirli. "Herhalde Alfred'in
Kraliyet Sarayı'na girmesine izin verilir."
Leydi Rosamund'un buzu utanç ateşiyle eriyiverdi. "Eh, dürüst
olmak gerekirse -Biz daha hiç- Yani, şövalye payesinin verildiği tö-
ren vardı, ama o..."
"Ne? Saraya giriş izniniz yok mu? Gömün beni!" diye mırıldan-
dı Simkin, gözlen çaresizlik içinde kapanarak.
Bu konuşma esnasında Mosiah ile Şaryon bir köşede huzursuz-
luk içinde duruyor, kendilerim unutulmuş ve yabancı hissediyor-
lardı. Özellikle de Mosiah büyülü şehir ve halkı karşısında aşın et-
kilenmişti. Halkı görünüş, kültür ve eğitim alanlarında kendisin-
den o kadar üstün görünüyordu ki, gökteki melekler de olabilirler-
di. Mosiah buraya ait değildi. Burada istenmiyordu. Her konuştu-
ğunda Gwen ile kuzenlerinin gülümsediğini görebiliyordu. 1yı ye-
tiştirilmiş kızlar olduklarından, kaba konuşmasına güldüklerini
saklamaya çalışıyorlardı -ama pek de başarılı değillerdi.
"Haklıydınız, Peder," diye fısıldandı Şaryona acı acı, Sımkm'm
229

rriARCARft U/EİS § 1"RACY HıcıonAn


büyük oyunu sürerken. "Merilon'a gelmekle aptallık yapuk r-j
lim, hemen!"
"Korkarım bu kolay değil, oğlum," dedi Şaryon, içini çekin h
şmı sallayarak. "Kan-Hanarlar girenler gibi, Toprak Kapısından
kanlan da kontrol ederler. Şimdi gitmemize asla izin vermezle
Burada hayatta kalmak için elimizden geleni yapmalıyız."
"Hayatta kalmak mı?" diye tekrarladı Mosiah, Şaryonun şaka
yaptığını sanarak. Sonra Katalist'in yüzünü gördü. "Sen ciddisin "
"Prens Garald tehlikeli olacağım söylemişti," diye yanıt verdi
Şaryon ciddiyetle. "Ona inanmadın mı?"
"Sanınm inanmadım," diye mırıldandı Mosiah, kısık gözleri
Simkin'e giderken. "Aşın tepki gösterdiğini sanmıştım. Bu kadar...
farklı olacağını hiç hayal etmemiştim! Biz burada yabancıyız! En
azından bir kısmımız," diye ekledi yumuşak sesle, Joram'a bir ba-
kış fırlatarak. Mosiah başını salladı. "Bunu nasıl yapıyor, Peder?
Sanki buraya aitmiş gibi, bütün bunların bir parçasıymış gibi görü-
nüyor! Hatta Simkin'den daha fazla! O soytan yalnızca bir oyun-
cak. Biliyor ve tüm dikkati çekiyor. Ama Joram..." Mosiah çaresiz
bir jest yaptı- "Bu insanlann sahip olduğu her şeye sahip -zarafet,
güzellik." Sesi ümitsizce alçaldı.
Evet, diye düşündü Şaryon, bakışları Joram'a giderek. O bura-
ya ait...
Genç adam Şaryon ile Mosiah'm bir duvarm dibinde bir araya
büzüldükleri yerden biraz uzakta duruyordu. Ayrı durması bilinç-
li değildi, ama sanki o da aralanndaki farkı hissetmiş gibiydi. Başı-
nı gururla arkaya atmıştı, Simkin'i dudaklarmdaki o yanm gülüm-
semeyle, sanki ikisi dünyanın geri kalanı üzerine bir şakayı payla-
şıyor gibi izliyordu.
O buraya ait ve artık bunu biliyor, diye düşündü Şaryon acıyla.
Güzellik mi? Onu böyle tanımlamazdım, o soğuk, acı, içine kapa-
230

KARAKJLIÇin YAZGISI
İnde değil. Ama şimdi ona bir bak. Çoğu, genç kadının et-
m îkPttp Hangi adam ilk aşkın büyüsü altında güzelleşmez ki?
kişi elDeiL °
Ae bundan fazlası var. O karanlığa ait bir adam ve ışığa doğru
Helivor. Ve Merilon'da, o ışık üzerinde işiyor, ruhuna parlaklık
ve sıcaklık getiriyor.
O parlaklığın yalnızca kendininkinden daha derin bir karanlığı
* rttüğünü anladığında ne yapacak, diye merak etti Şaryon hüzün-
le Başını salladı. Mosiah'm, kolundaki uyarıcı dokunuşunu hisset-
ti ve mevcut duruma döndü.
Leydi Rosamund'un bunca hız ve etkinlikle oraya buraya koş-
turmakta olan hizmetkârları-, tabiri caizse yolun ortasında durakal-
mıştı. Simkin gevşek bir şekilde divana uzanmış, kasvetle 'iplerden
ve darağaçlanndan, işkence aletlerinden' bahsediyordu ve bu onu
ev sahibesine hiç de sevdirmiyor gibiydi. Leydi Rosamund, ne ya-
pacağını bilemez durumda, odanın ortasında süzülüyordu. Hiz-
metkârlar yerlerinde duruyorlardı, bazılarının önünde, havada
dengelenmiş çay fincanlan vardı, diğerleri brendi sürahileri ya da
yatak çarşaflan taşıyor, hepsi kararsızca efendilerinin emirlerini
bekliyordu.
Kuzenler Lilian ile Majorie uzak bir köşeye çekilmişlerdi. Onlar
da burada istenmediklerini biliyorlardı ve özlemle evde olmayı di-
liyorlardı. Gwen Marie'nin, Katalist'in yanında durmuş, Joram'a
bakmamaya çalışıyordu, ama bakışlan devamlı o yöne kayıyordu.
Olayların korkunç bir şekilde dönmesi karşısında sevimli kırmızı-
lık yanaklarından çekilmişti; ama solgunluğu onu her zamankin-
den daha güzel kılıyordu. Mavi gözler ırileşmiş, gözyaşlanyla par-
lıyordu; dudaklan titriyordu.
Ama o bizim tek umudumuz, dedi Şaryon kendi kendine. Fik-
ri kafasından bir kez daha geçirdi ve eyleme geçmeye karar verdi.
Olaylar daha kötü olamazdı nasıl olsa. Leydi Rosamund'un kocası-

ITlARÇAREt UJEİS ft tRACY HlCKHlAn


nı çağırtacağı ve adam 'yalnızca' bir Lonca Üstadı olsa da, Lord <;
muels'in hepsini Duuk-tsarithlere teslim edeceği gittikçe daha ?
oluyordu. Şaryon kaybeden bir ele sahip olabilirdi, ama anid
onun son, acı bitişini oynamaya karar vermişti. Dahası, içinde Sim
kin'in blöfünü görmek için aksi bir arzu vardı.
Katalist sessizce, dikkat çekmeden öne çıktı ve gelip Gvven
dolyn'in yanında durdu. "Çocuğum," dedi yumuşak sesle, "Hava-
ileri düşündün mü?"
Gwen gözlerini kırpıştırdı -gözyaşları düşmek üzereydi; anne-
sinin niyetini Katalist kadar iyi anlamıştı -sonra yüzü aydınlandı
yanaklan kızardı. "Elbette," dedi. "Anne, Peder Dunstable'm bir
fikri var. Havaileri yollayabiliriz. Onlar mesajı lmparator'a iletir!"
"Bu doğru," dedi Leydi Rosamund tereddütle.
Şaryon geriledi, Gwen annesine yalvarmak için ilerlerken arka
planda kayboldu.
"Sen ne yaptın?" diye sordu Mosiah dehşet içinde, Şaryon gekp
yanında durduğunda.
"Aslında pek emin değilim," diye itiraf etti Katalist gönülsüzce,
ellerini cüppenin içinde kavuşturarak.
"Soytarının imparator hakkındaki saçmalıklar konusunda ciddi
olduğunu düşünmedin, değil mi?"
"Bilmiyorum," diye terslendi Şaryon, kendisi de şüphe duyma-
ya başlayarak. "Prens Garald'ı tanıyordu..."
"Kendi yaşma yakın olan ve arada bir parti vermeyi seven bir
Prens MerilofTlmparatorundan çok farklıdır," dedi Mosiah sertçe.
"Şuna bak!" Simkin'e işaret etti.
Genç adam fikn her zamanki özgüveni ile karşılamıştı -"Hava-
iler mi? Harika bir fikir. Neden ben düşünemedim acaba? Köşede-
ki kel adama içten teşekkürlerimi iletin, olmaz mı?"
Simkin memnun olmuş görünüyordu, ama Şaryon ahenkli ses-
232

KARAKJLIÇin YAEGİSİ
bûŞ bir tmı işittiğim sandı.
"Fh en azından bir kişiyi mutlu ettin," dedi Mosiah ekşi ekşi.
Toram Katalıst'e saklamadığı bir hayranlıkla bakıyordu. Hatta
hafifçe eğecek kadar ileri gitti; karanlık gözlerde bir pırıltı,
rlama bir teşekkür vardı ve bu Saryon'un şüphelerini arttırsa da,
yüreğim ısıttı.
"Gerçek aşkın yolunu açmaktan başka ne işimize yarayacak
bu7" diye sordu Mosiah acı acı, alçak sesle.
"Hiçbir şey olmasa bile, bize zaman kazandırır," diye karşılık
verdi Şaryon. "İmparator'dan bir yanıt gelmeden önce günler ge-
çer."
"Sanırım haklısın," dedi Mosiah kasvetle. "Ama Simkin'in bu
arada daha kötü bir şey yapacağı kesin."
"O zamandan önce Merilon'u terk etmeliyiz," dedi Şaryon. "Bir
fikrim var, gerçekleştirmek için Katedral'e gitmeliyim, ama bugün
çok geç oldu. Akşam Duası'na gidiyorlardır."
"Seninle memnunlukla gelirim, Peder," dedi Mosiah içtenlikle.
"Gelmekle aptallık ettim. Ben buraya ait değilim. Ama ya o?" Başı-
nı sallayarak ciddi, endişeli bakışlarını Gwen'i seyretmekte olan ar-
kadaşına, Joram'a çevirdi. "Onu gitmeye nasıl ikna edeceğiz? Tüm
yaşamı boyunca aradığı şeyi buldu."
Prens Garald, sen ne yaptın, dedi Katalist kendi kendine. Ona
nazik olmayı, asil biri gibi davranmayı öğrettin. Ama yine de bu bir
oyun -kaplanın pençesini gizleyen ipek eldiven. Pençeleri şimdi
gizli ama bir gün, aç kaldığında ya da tehdit hissettiğinde, nazik
kumaşı yırtıp parçalayacaklar. Ve ipek kanla lekelenecek. Onu bu-
radan götürmeliyim! Götürmeliyim!
Götüreceksin, diye hatırlattı kendi kendine, sakinleşerek. Pla-

nın güzel. Yarın ya da sonraki gün her şeyi ayarlayacaksın. O zama-


na kadar, muhtemelen bu güzel konuttan kovulacağız. İmparatora
233

ITİARSARJÎ IUEIS S[ ÎRACY HlCKJTlAn


gelince...
Simkin Marie'ye mektup dikte ettiriyordu.
"Sevgili Boşkafa..." diye başladı Simkin. "Lakabı," diye eklen-
Leydi Rosamund'un solduğunu görünce.
Şaryon sert sert gülümsedi. İmparator sorun olacak gibi görün
müyordu.
"Bir ahırları olsaydı, orada uyuyor olacaktık, bunu fark ettin
mi?" dedi Mosiah acı acı.
"Kaçak adamlar için ne bekliyordun ki!" diye yanıt verdi Sim-
kin trajik bir şekilde, kendini yatağa atarken.
Genç adamlar geceyi, Lord Samuels bu lüksü karşılayacak du-
ruma gelince bir araba evi olması hedeflenmiş bir yerde geçiliyor-
lardı. Hizmetkârlar yataklar ve temiz çarşaflar yaratmıştı, ama kü-
çük ev -ana binanın arkasmdaydı- dekorasyon ve başkaca rahat-
lıklardan yoksundu.
Lord Samuels'in Simkin'in tutuklanışı ve kayboluşu hakkında-
ki bütün hikâyeyi o akşam bir Lonca toplantısı sırasında duyduğu
anlaşıldı. Aslında, tuhaf ve sıradışı olan her şeye bayılan Merilon
halkı için günün konusu olmuştu.
Lord Samuels de hikâyeye bayılmıştı -ta ki eve gelip, hikâyenin
kendi oturma odasında deVam ettiğini görene kadar.
Simkin kendisini konulf etmenin ne kadar büyük bir onur ol-
duğu konusunda şişinip durdu.
"Sevgili bayım, şehirdeyken varlığımla onlan şereflendirmem
için yüzlerce Baron ve bir iki Marki elleri ve dizleri üzerinde sürü-
nerek -gerçekten de süründüler- yalvardı. Elbette kararımı verme-
miştim. Sonra, bir de kızınızın beni kurtardığı o talihsiz olay var."
-Acı dolu ve incinmiş göründü, gözlerini indınp yanında oturan
Gwenin elim öptü. "Ve onun nazik davetim nasıl reddedebilir-
234

KARAKJLIÇin YAZGISI
bu, Lord Samuels'in kıymetini bildiği bir onur gibi görün-
müyordu.
Dahası, babanın dikkatli gözleri sevgi dolu annenin görmedık-
?nı görmüştü. Joram'm karanlık, yakışıklı görünüşünün nasıl bir
hlike oluşturduğunu gördü. Köz gibi, siyah gözler Prens Ga-
ld'ın kesilip taranması için Joram'ı ikna ettiği parlak saçlarla vur-
gulanıyordu. Saçlarını omuzlarına salmıştı, gür bukleler sert, ciddi
yüzünü çevreliyordu. Genç adamın düzgün fiziği, kültürlü sesi ve
zarif elleri, basit giysileriyle tuhaf bir zıtlık oluşturuyor, kötü amca-
lar ve kayıp servetler hakkındaki saçmalıklarla güçlendirilen ro-
mantik bir gizem havası veriyordu ona. Sanki bunlar herhangi bir
kızın başım döndürmeye yetmezmiş gibi, bu adamda Lord Samu-
els'in özellikle rahatsız edici bulduğu ham, hayvansı bir tutku var-
dı.
Lord Samuels kızının kızarmış yüzünü ve hızlı nefes alışlarını
gördü. Kızının akşam yemeği için en iyi elbisesini giydiğini ve genç
adam dışında herkesle konuştuğunu gördü. "Âşık olduğunun' ke-
sin işaretleriydi bunlar. Bu tek başına Lord Samuels'i fazla rahatsız
etmedi. Gwen son zamanlarda, yaklaşık olarak ayda bir kez genç
bir adama âşık oluyordu.
Lordu endişelendiren -ve kızım yemekten hemen sonra odası-
na göndermesine sebep olan- bu genç adamın Gwen'in düzenli
olarak âşık olduğu genç asillerden çok farklı olmasıydı. Onlar lor-
dun tatlı kızı gibi genç, köpek yavrusu suratlı oğlanlardı. Bu genç
adam değildi ama. Yaşı genç olsa da, Lord Samuels'in kırılgan kızı-
nı tamamen etkisi altına alacağından korktuğu, bir adamın ciddili-
ğine ve kararlılığına sahipti.
Joram düşmanını hemen tanıdı. İkisi yemek sırasında birbirle-
rine soğuk soğuk baktılar. Joram pek az şey söyledi, aslında Canlı
235

tlİARCARfT U/EİS & TR£CY HlCKJnAn


olduğu yanılsamasını yaratmaya yoğunlaşmıştı, büyü kulf
muş ızlemi altında zengin yiyecekleri yiyip, güzel şarapları y
için elçabukluğu teknikleri kullanıyordu. Bu konuda başarı!
aslında bunun sebebi kısmen, büyü konusunda bu kadar becer'U-
olan Mosiah'ın, iş yemek yemeye gelince tam bir köylü olrnasıvH
Zarafetle dudaklarına süzülmesi gereken kâseler gömleğine çortv
döktü. Cızırdayan şiş üzerindeki etler neredeyse onu şişleyecekt
Kristal şarap kadehleri çevresinde top gibi zıpladı.
Lilian ile Majorie -o gece için davet edilmişlerdi- bu kazalar
karşısında o kadar kıkırdadılar ki, yemeğin yansını peçeteleriyle
yüzlerini saklayarak geçirdiler. Utanç içindeki Mosiah yemek yiye-
miyor, kırmızı bir yüzle, sessiz ve ciddi bir tavırla oturuyordu.
Lord Samuels yatak odasına erken çekildi ve konuklanna da
-buz gibi bir sesle- aynısını yapmalanm, daha yüksek yerlere gitme-
den önce dinlenmek isteyeceklerini söyledi. Simkin'in, "İmpara-
tor'un zekâ küpü ve birinci sınıf bir adam saydığı birisine" göster
digi nezaketten dolayı Lord Samuels'a bir düklük vereceğinin kesin
olduğu sözlerine gelince, lord pek sevinmiş görünmedi ve soğuk
bir sesle onlara iyi geceler diledi.
, Konuklar söylendiği şekilde yataklarına gitti ve araba evine gi-
den yolu hizmetkârlann taşıdığı lambalar aydınlattı. O gece, Şaryon
ile Nfcsiah Merilon'dan ayrılma planlan yaparken ve Simkin'in Im-
m
parator'dan Kapı'daki Kan-Hanarlan sert bir biçimde cezalandır-
masını isteyeceği konusunda gevezelenirken, Joram düşmanını dü-
şünüyor, dikkatle Lord Samuels'i altetme planlan yapıyordu.
Joram, Gvvendolyn'in kansı olmasına karar vermişti.
23f,

4
KAYAN BİR YILDIZ
Ertesi gün Yedinci Gün ya da Almin'in Günü'ydü, ama Meri-
lon'daki pek az kişi bu günü bu terimlerle düşünürdü. Birkaç kişi
için bir dinlenme ve meditasyon günüydü, pek çok kişi için bir
zevk ve gevşeme günüydü. Loncalar, diğer dükkânlar ve hizmetler
kapalı olurdu. Katedral'de sabahleyin iki kez dualar düzenlenirdi:
hırslı kişiler için gündogumunda bir ayin, eğlenceyle geçen bir ge-
ceden sonra kalkmayı güç bulanlar için öğlenleyin, alayla Sarhoş
Ayini denen bir ayin daha.
Beklenmesi gerektiği gibi, Lord Samuels'in ailesi şafakla kalk-
mıştı -o günün şerefine Sif-Hcmarlar şafağı hep ilahi renklere bo-
yardı- ve Katedrale gitmişti. Lord Samuels genç adamlan formali-
te gereği kendisi ile gelmeleri için çağırdı. Joram kabul etmeye eği-
limliydi, ama Saryon'un korkulu bakışları reddetmesine sebep ol-
du. Mosiah reddetti ve Simkin iyi olmadığını, uygun bir şekilde gi-
yinmek için gerekli güce sahip olmadığını açıkladı. Dahası, diye ek-
ledi kocaman bir esnemeyle, İmparator'un yanıtını beklemesi gere-
kiyordu. Şaryon aile ile birlikte gidebilirdi, ama varlığını henüz res-
mi olarak kardeşlerine bildirmemişti ve gününü yalnız geçirmeyi
planlıyordu. Lord Samuels, masadaki kavundan daha soğuk bir gü-
lümsemeyle, onları kahvaltıları ile başbaşa bıraktı.
Sessiz bir yemekti, hizmetkârların varlığı konuşmayı engelliyor-
237

ITİAReARfT U/EIS 8C TRACY HlCKJTlAn


du. Joram tat almadan yedi. Gözlerindeki hayal dolu bakışla
kılırsa, gül dudaklar ve beyaz deri ile doymuştu zaten. Artık ki
lerin kahkaha dolu bakışları altında olmadığından Mosiah acl u
yedi. Simkin yatağa döndü.
Şaryon pek az yedi ve masadan hemen kalktı. Bir hizmeti
onu aile mabedine götürdü ve Katalist sunağın önünde diz çöktü
Burası güzel bir mabetti, küçüktü, ama zarif bir şekilde tasarlan
mıştı. Sabah güneşi şekillendirilmiş camlardan, parlak renklere sa
hip pencerelerden içeri doluyordu. Gül ağacından sunak, Kated-
ral'deki sunağın küçük, mükemmel bir kopyasıydı-üzerine Dokuz
Gizem'in simgeleri oyulmuştu. Altı sıra vardı ve aile ile hizmetkâr-
lar için yeterliydi. Yere kalın halılar döşenmişti, tüm sesleri emiyor-
du -hatta dışandaki ötücü kuşlann seslerini bile.
İnsanı ibadete davet eden bir odaydı. Ama Saryon'un düşünce-
leri Almin üzerinde değildi, ne de zihni yoldan geçen herhangi bir
hizmetkâr olur diye mırıldandığı ayinsel sözcüklerin üzerindeydi.
Nasıl, bu kadar kör olabildim, diye sordu kendine tekrar tekrar,
boynuna taktığı, cüppesinin altına gizlediği karataştan kolyeyi tu-
tarak. Prens Garald nasıl bu kadar kör olabildi? Karşı karşıya oldu-
ğumuz tehlikeyi gördüm, kuşkusuz. Ama benim gördüğüm karan-
lık çatlak kocaman, dipsiz bir çukura dönüştü! Tehlikeyi büyük
şeylerde gördüm, küçük olanlarda değil! Ve sonunda bizi tuzağa
düşüren, küçük şeyler olacak.
Örneğin dün, şehrin harikalarına bakarken, Şaryon, Gwen-
dolyn'in hepsine Yaşam bahşetmesini istemek üzere olduğunu gör-
müştü. Böylece büyünün kanatları üzerinde havada süzülebilecek-
lerdi. Elbette bu, Joram'm yapabileceği ya da yapıyormuş gibi ya-
pabileceği bir şey değildi. Neyse ki kız başka bir şey söylememiş,
muhtemelen yolculuğun onları yorduğunu düşünmüştü. Bugün de
şanslı olmuşlardı; katalistlerın bugün medıtasyon yapmaları ve
238
KARfiKjLiçın YAHGİSİ
,. ^malarına dalmaları beklenirdi ve bu yüzden önemli ihti-
ı. r olmadığı sürece aileye Yaşam bahşetmeleri gerekmezdi.
Bu yüzden herkes Katedral'e yürüyerek giderdi. Bu duruma
1 ayakkabılar -saygısızca Almin'in ayakkabıları olarak bilinirler-
,.__ giyen Merilon sakinleri için bir değişiklik olurdu. Ayakkabılar,
ıvenin varlığına ve sınıfına göre değişik şekiller taşırdı. İpek terlik-
,'lerden kristal, mücevher kakmalı altın ya da mücevherden yapılmış
ayakkabılar gibi. O anda, hayvanları ayakkabı olarak eğitmek çok
modaydı ve hem kadınların, hem de erkeklerin şehirde, ayaklarına
sannmış yılanlar, güvercinler, kaplumbağalar ve sincaplarda dolaş-
ma! görülebilirdi. Elbette, böyle bir ayakkabı ile yürümek genellik-
le imkânsız olurdu ve asillerin o gün için özel tasarlanmış tahtıre-
vanlarda, hizmetkârları tarafından taşınması gerekirdi.
Lord Samuels ile ailesi, yalnızca üst orta sınıftan olduklarından,
çok güzel, ama çok sade ipek terlikler giymişlerdi. Ayaklarına çok
iyi uymuyordu -uyması gerekmiyordu- ve Gwen'in terliği evden
çıkmadan önce bir kez düştü. Joram terliği aldı ve onu küçük, be-
yaz ayağa giydirme onuru -babasına utangaç bir bakış fırlattıktan
sonra- Gwen tarafından bahşedildi. Joram, Lord Samuels'in sert ve
dikkatli bakışları altında gerekeni yaptı ve aile yoluna devam etti.
Ama Saıyon Joram'm Gwendolyn'e nasıl baktığını görmüştü;
Gwen'in yanaklarının kızardığını, ince elbisesinin altındaki göğsü-
nün daha hızlı inip kalktığını görmüştü. İkisinin, bir yamaçtan aşa-
ğı düşen iki kaya parçasının hızı ve şiddetiyle, tepeüstü aşka düş-
mekte oldukları açıktı.
Şaryon bu öngörülmemiş durumu düşünüyor, bunun, taşıdığı
ağırlığı arttırdığını hissediyordu ki, bir gölge Kaıalist'm üzerine
düştü. Başını korku içinde kaldıran Şaryon gelenin Joram olduğu-
nu görünce rahatlayarak nefes aldı.
"Dualarını bölüyorsam beni affet, Katalıst..." diye başladı genç
239

nİAR£AR£t UJEİS S[ İRACY HlCKmAn


adam. Şaryon ile konuşurken kullandığı soğuk sesle. Sonra a A
sustu ve dalgın dalgın, ifadesiz gözlerle kapıya baktı.
"Beni rahatsız etmiyorsun," dedi Şaryon, eli süslü ahşap sır H
yavaş yavaş ayağa kalkarken. "Aslında, geldiğin için memnunu
Seninle konuşmayı çok istiyordum."
"Gerçek şu ki, Ka..." Joram yutkundu, gözleri Katalist'in yüzü
ne kaydı -"Şaryon," dedi dura dura, "buraya... sana teşekkür et
mek için geldim."
Şaryon aniden kadife sıra minderlerinin üzerine oturdu.
Katalist'in yüzündeki hayret dolu ifadeyi gören Joram hüzünle
gülümsedi -dudaklarını büken, karanlık gözlere derinlere gömül-
müş bir ışık pırıltısı getiren bir gülümsemeydi. "Nankör bir piçtim,
değil mi," dedi. Bu bir soru değildi. "Prens Garald bana söyledi,
ama ona inanmadım -ta ki dün geceye kadar. Dün gece fazla uyu-
yamadım," diye ekledi, yanık yüzüne yavaş yavaş bir kızartı yayıla-
rak, "tahmin edebileceğin gibi.
"Dün gece," -sözcükleri saygıyla, Almin'e dua eden genç, adan-
mış bir çırağın yumuşak sesi ile söylemişti- "dün gece değiştim,
Kata... Şaryon. Garald'm bana söylediği her şeyi düşündüm ve
-aniden- mantıklı geldi! Ne olduğumu gördüm ve kendimden nef-
ret ettim!" Hızla, düşünmeden konuşuyor, ruhunu döküyordu.
"Dün bizim için ne yaptığını, hızlı düşünme yeteneğinin bizi nasıl
kurtardığını fark ettim... Bizi -beni- birçok kez sen kurtardın ve
ben hiç..."
""Şşş," diye fısıldadı Şaryon, korkuyla kısmen açık duran mabet
kapısına bakarak.
Bakışlarını takip eden ve anlayan Joram sesini alçaktı, "...teşek-
kür etmedim. Bunun... ve benim için yaptığın her şey için." Elini
sırtına takmış olduğu, giysilerinin altında gizlenen Karakıhç'a doğ-
ru salladı. "Almin bilir neden yaptın bunu," diye ekledi acı acı. Sar-
240

Kf»R£KjLIÇin YAEGİSİ
vanma oturan Joram pencereden dışarı baktı, karanlık göz-
^ ? amm güzelim renklerini yansıtıyordu.
"Kendi kendime benim gibi olduğunu, ama bunu itiraf etmedi-
? söylerdım," diye devam etti Joram, yumuşak bir sesle konusa-
la "Kendi kendine yardım etmek için beni kullandığını düşün-
ekten hoşlanırdım. Bunu herkes hakkında düşünürdüm, yalnız
co£u gerceği itiraf etmeyecek kadar ikiyüzlüydü.
"Ama bu değişti." Yansıyan ışık Joram'm gözlerinde parıl parıl
yanıyor, Katalist'e fırtınayla kararmış bir gökyüzündeki fırtınayı ha-
tırlatıyordu. "Artık birisine önem vermenin ne demek olduğunu bi-
liyorum," dedi, Şaryonun sözünü kesmesini engellemek için elini
kaldırarak, "ve vicdanına sığmayan şeyleri başkalanna önem verdi-
ğin için yaptığını biliyorum, kendi güvenini düşündüğün için de-
ğil. Ah, belki ben değildim düşündüğün!" Joram kısa, acı bir kah-
kaha attı. "Böyle düşünecek kadar aptal değilim. Sana nasıl davran-
dığımı biliyorum. Sen benim kılıcı yaratmama ve Blachloch'u öl-
dürmeme yardım ettin, çünkü Andon'u ve o köydeki insanları dü-
şünüyordun."
"Joram..." diye başladı Şaryon kırık bir şekilde, ama devam
edemedi. Şaryon onu durduramadan genç adam sıradan kalktı ve
Katalist'in ayaklarının dibinde diz çöktü. Karanlık gözler güneş ışı-
ğıyla aydınlanan pencereden döndü ve Şaryon onların, demirhane
ateşlerini hatırlatan bir yoğunlukla parlamakta olduğunu gördü.
Körüklerin nefesi kömürlere gittikçe daha parlak, daha parlak bir
yaşam verecekti; sonunda onları küle çevirene kadar.
"Peder," dedi Joram içtenlikle, "tavsiyene, yardımına ihtiyacım
var. Onu seviyorum, Şaryon! Tüm gece uyuyamadım -uyumak is-
temedim, çünkü bu onun yüreğimdeki imgesini kaybetmek de-
mekti ve ben bir anlığına bile onu kaybetmeye dayanamazdım. Rü-
yamda onu görme ihtimali olduğu halde. Onu seviyorum ve,"

rrİARCARîT U/EIS S- tRACY HlCKJHAn


-genç'adamın sesi hafifçe değişti, daha karanlık, daha soğuk
& K °ldu^
"onu istiyorum. Peder."
"Joram!" Saryon'un yüregindeki acı fiziksel bir engel pik'
Çok şey söylemek istiyordu, ama korkunç acıdan çıkabilen tek »
ler, "Joram, sen Ûlü'sün!" oldu.
"Lanet olsun buna!" diye haykırdı Joram öfke içinde.
Şaryon korkuyla kapıya baktı yine ve Joram ayağa fırlayarak kü
çük odayı aştı ve kapıyı çarparak kapattı. Dönerek Katalist'e işaret
etti. "Bunu bir daha söyleme. Ne olduğumu biliyorum! Bu kadar
uzun zamandır insanlan kandırdım. Onları kandırmaya devam
edebilirim!" Öfkeli bir hareket yaptı ve yukarı katı işaret etti. "Mo-
siah'a sor! Bebekliğimden beri tanıyor beni! Ona sor, sana söyleye-
cektir, annesinin gözleri üzerine bende büyü olduğuna yemin ede-
cektir!"
"Ama yok, Joram," dedi Şaryon, söylemeye gönülsüz olduğu
halde kararlı ve alçak bir sesle. "Sen Ölü'sün, tamamen Ölü!" Elnr
sıranın koluna sürttü. "Bu ahşapta senden daha fazla Yaşam var, Jo-
ram! Büyüsünü hissedebiliyorum! Bu dünyadaki her şeyde yaşayan
büyü parmaklarımın altında kalp gibi atıyor. Ama sende hiçbir şey
yok! Hiçbir şey! Anlamıyor musun!"
"Ve ben fark etmez diyorum!" Karanlık gözler alevlendi, ısısı
büyük ve yakıcıydı. Sıranın üzerine eğilen Joram Saryon'un kolunu
yakaladı. "Bana bak! Haklanmı elde ettiğim zaman, asil olduğum
zaman, fark etmeyecek! Kimse aldırmayacak! Yalnızca unvanımı ve
paramı görecekler..."
"Ama ya o?" diye sordu Şaryon hüzünle. "O ne görecek? Ona
Ölü çocuklar verecek Ölü bir adam mı?"
Joram'm gözlerindeki alevler Saryon'un ruhunu korkuttu. Genç
adamın Katalist'in kolundaki elinin kavrayışı Şaryon acıyla irkilene
kadar sıkılaştı, ama hiçbir şey söylemedi. İstese de konuşamazdı,
242

K.ARÜKJLIÇln YAZGISI
»; farla doluydu. Kıpırdamadan, acıma dolu bakışları Joram'ı
yûreg1 Wil
la terk etmeden oturdu.
Ve yavaş yavaş, karanlık gözlerdeki ateş söndü. Kömürler yavaş
tükendi. İşık pırıldadı ve gitti, yüzdeki renk soldu, derisini
leun, dudaklannı kül gibi bıraktı. Soğuk karanlık geri döndü. Jo-
arn'm kavrayışı gevşedi ve doğruldu. Yüzü bir kez daha sert, ka-
? rarlılık ve amaçla kaya gibi donuktu. "Bir kez daha teşekkür ede-
rim, Katalist," dedi, sesi yüzü kadar sert.
"Joram, üzgünüm," dedi Şaryon, yüreği burkularak.
"Hayır!" Joram elini kaldırdı. Bir anlığına derisine renk geldi,
nefesi hızlandı. "Bana gerçeği söyledin, Şaryon. Ve bunu işitmeye
ihtiyacım vardı. Bu düşünmem... ve başa çıkmam gereken bir şey."
Derin bir nefes alarak başını salladı. "Üzgün olan benim. Kontrolü-
mü kaybettim. Bir daha olmayacak. Bana yardım edeceksin, değil
mi, Peder?"
"Joram," dedi Şaryon nazikçe, genç adamla yüzleşmek için aya-
ğa kalkarak, "eğer bu genç kıza gerçekten önem veriyorsan, onun
yaşamından hemen çıkarsın. Ona getireceğin tek düğün hediyesi
ızdırap olacaktır."
Joram Saryon'a sessizlik içinde baktı. Katalist sözlerinin genç
adama dokunduğunu gördü. İçinde bir mücadele sürüyordu. Belki
Joram'ıh söylediği doğruydu, belki uzun gece gerçekten onu değiş-
tirmişti, ya da belki bu değişim yavaş yavaş, doğal olarak, sabırlı bir
dostluğun ve sabırlı bir sevginin etkisi altında gelmişti.
Joram'm ruhundaki mücadele kendini nasıl çözüme kavuştura-
caktı, Joram'm o an, yaralı ve kırılganken nasıl bir karar alacaktı,
Şaryon asla bilemeyecekti. Çünkü o anda bir kargaşa patladı. Aile
tam Kaıedral'den dönmüştü ki, gökyüzünden bir yıldız gibi inen
lmparator'un arabası görüldü.
243

ITIÂRCARfî IUE1S & tRPCY HlCKİHAn


"Eee, Simkin," dedi İmparator tembelce, "bu sefer kendin
bulaştırdın?"
Bu saygın kişiyi aralannda görünce Samuelsler'in evinin i
düştüğü kargaşa asla tasvir edilemez. Kimse bir şey yapamadan 1
parator arabasından inmiş, avlu bahçesine doğru süzülmüştü bil
Neyse ki Simkin o anda kendisini ön kapıdan dışarı, İmparatoru
kollarına atmış, 'utanç' ve 'aşağılanma' ve 'işkence aletleri' hakkın
da feryat etmeye başlamıştı.
İmparator Simkin'in elini tuttu; Leydi Rosamund kendine geldi
ve -mükemmel bir general gibi- birliklerini toplayarak alana sür-
dü. Zarafetle İmparator'u evine davet etti, onu oturma odasına gö-
türdü, evdeki en güzel sandalyeye oturttu, ailesini ve konuklanm
çevresine topladı.
"Gerçekten de, Boşkafa, bilemiyorum," diye yanıt verdi Simkin
incinmiş bir sesle. "İnsanın Kapı'da, sanki katilmiş gibi muhafızla-
rın eline geçmesi ne kadar alçaltıcı, bilemezsin..."
Alçakgönüllülükle bir köşede durmakta olan Şaryon bu yorum
üzerine katılaştı ve Joram'm gözlerinin korkuyla parladığmı gördü.
Hiçbir şey fark etmeyen Simkin gevezelenmeye devam ediyordu.
"En kötü tarafı," diye devam etti hüzünle, "şimdi bu... evde giz-
lenmek zorunda kalmam. Her ne kadar bu ev çok iyiyse de ve Ley-
di Rosamund konukseverliğin simgesi olsa da," -ona önemsemez-
ce bir öpücük yolladı, Leydi Rosamund abartılı bir reverans yapa-
rak karşılık verdi- "alışık olduğum gibi değil, elbette." Gözünün
kenarını portakal renkli ipek parçasıyla sildi.
"Aslında, Simkin, kendini talihli saymalısın," diye yanıt verdi
imparator, bir gülümseme ve elinin tembel bir hareketiyle. "Çok
güzel bir konut, lordum," dedi Lord Samuels'e ve lord yerlere ka-
dar eğilerek karşılık verdi. "Eşiniz hanımefendi bir mücevher ve
bunun suretini güzel kızınızda görebiliyorum. Senin içm elimizden
244

K_AR£KJLIÇin YAZGISI
? yapacağız, Simkin," -İmparator veda etmek için ayağa kalk-
vde yeni bir kargaşa dalgası yarattı- "ama bu arada, eğer Lord
uels sana tahammül ederse, burada kalmanın daha iyi olacağı-
nı düşünüyoruz."
Lord defalarca eğildi. Coşkun ve içtendi. Çok gurur duyar, çok
emnun olurdu. Majesteleri'nin bir dostunu eğlendirmek sevinç
verici olurdu...
"Evet," dedi İmparator yorgun bir sesle. "Kesinlikle. Teşekkür
ederim, Lord Samuels. Bu arada, Simkin, suçlamanın ne olduğunu,
kimin şikâyet ettiğini ve bu konuda ne yapabileceğimizi anlamaya
çalışacağız. Bir iki gün alabilir, bu yüzden caddelerde gösteriş yap-
ma. Duufe-tsarithler söz konusu olduğunda ancak bu kadarını yapa-
biliyoruz, biliyorsun."
"Ah, evet. Köpekler!" diye kaşlarını çattı Simkin, sonra derin bir
iç geçirdi. "Çok iyisiniz, Majesteleri. Eğer sizinle şahsi olarak bir iki

şey konuşabilirsem" -İmparator'u bir kenara çekti ve kulağına fısıl-


damaya başladı. "Kontes," "tası ovalamak" ve "talihsizce çıplak ya-
kalandı" sözleri duyuldu ve bir kere İmparator, sarayda pek çok
kez bulunan Saryon'un hiç işitmediği şekilde, yüksek, neşeli bir
kahkaha attı. Majesteleri Simkin'in sırtına bir şaplak attı.
"Anlıyoruz -artık gitmek zorundayız. Devlet işleri filan. Almin
Günü'nde asla dinlenmeyiz," dedi imparator toplanmış olan aileye.
Aile yüce konuklarına güle güle demek için dizilmişti. İmparator
ön kapıya ilerledi. "Lord Samuels, Leydi Rosamund," -İmparator
öpülmek üzere elini uzattı- "bir kez daha konukseverliğinizi bu ci-
ğeri beş para etmez delikanlıya sunduğunuz için teşekkür ederim.
Kısa süre sonra bir bayram yapacağız. Saray'da büyük bir balo ve-
rilecek. Sen de gel, olmaz mı, Simkin ve Lord Samuels ile ailesini
de getir. Hı?" İmparatorun bakışları Gwendolyn'in bakışlarıyla kar-
şılaştı. "Bu hoşuna gider miydi, küçükhanım?" dedi, yapmacıklı ses
245

ITİAR.GARET U/EIS & t^flCY HlCKjnAn


ve tavırlan bir kenara bırakıp, genç kadına Saryon'un içinde
ve acı olduğunu gördüğü babacan bir gülümsemeyle bakarak
"Ah, Majesteleri!" diye fısıldadı Gwen, ellerini kenetleyerek
fikir onu öyle sevindirmişti ki, reverans yapmayı unuttu.
"Önemi yok, hanımefendi," dedi İmparator nazikçe, Leydi R
samund kızını görgü yoksunluğundan dolayı paylayınca. "Gene al
manın ne demek olduğunu hatırlıyoruz." Bir kez daha, pişmanlık
ve özlem geri dönmüştü.
İmparator kapının içinde duruyordu ve Şaryon en son krizden
olay çıkmadan kurtuldukları için kendini kutluyordu ki, Simkın'in
yaramaz bakışlarla çevresine bakındığmı gördü ve yüreği sarsıldı
Genç adamın aklında ne olduğunu biliyordu ve Simkin'in bakışla-
rını yakalayarak ve ümitsizce kendisini ahşabın içinde kaybetmeye
çalışarak, şiddetle başını salladı.
Ama Simkin hünerli bir gülümsemeyle, kayıtsızca konuştu,
"Ah, bu korkunç olayın şoku sinirlerimi bozdu. Dostlanmı Ekse-
lanslarına tanıtmayı unuttum. Majesteleri, bu Peder Duns-tıfıl..."
"Dunstable," diye mırıldandı bedbaht katalist, yerlere kadar eği-
lerek.
"Peder," dedi İmparator, zarif bir hareket ve parfümlü, pudralı
başın hafif bir egilişiyle.
"Ve iki dostum -aktör," dedi Simkin kolaylıkla. "Sahne isimleri
Mosiah ve Joram. Baloda bir oyun sergileyebiliriz.
Şaryon Simkin'in başka ne söylediğini duymadı -İmparator da
öyle.
Adam, eğlenen, patronluk taslayan bir hoşgörüyle elini Mosi-
ah'a uzattı. Mosiah, yüzü Imparator'un parmaklarındaki yakutlar
kadar kırmızı, eli öptü. Joram aynısını yapmak için öne çıktı.
Tanıtıldığı zaman genç adam Saryon'un arkasında, duvardaki
bir nişin gölgelerinde duruyordu. Ûne çıkarak ele dokundu ve egil-
24 6

K_ARAKJLIÇin YAEGİSİ
öpmedi- sonra doğruldu. O böyle yaparken, tam karşıda-
nrereden gelen bir güneş ışığı havuzuna adım attı. Güneş Jo-
ki P
, yüzündeki zarif çizgileri, çıkık elmacık kemiklerini, güçlü,
mrlu çenesini ortaya çıkardı. Joram'm saçlannda parladı; güzel-
? -je hikâye ve şarkılarda anlatılan saçlarda; bir cesedin saçlan gi-
, ? ^endi hayatına sahipmiş gibi görünen saçlarda...
İmparator boş, anlamsız hareketinin ortasında durdu ve baka-
kaldı. Adamın yüzünden kan çekildi, gözleri irileşti, dudaklan ses
çıkarmadan oynadı.
Şaryon nefesini tuttu. Biliyor! Almın bize yardım et! Biliyor.
Ne yapacak, diye merak etti Katalist, paniğe kapılmış bir şekil-
de. Duuk-tsarithkri mi çağıracak? Kuşkusuz hayır! Kuşkusuz kendi
oğluna ihanet edemez...
Şaryon vahşice çevresine bakındı. Kuşkusuz herkes fark etmiş-
ti! Ama kimse izlemiyor gibiydi, ondan başka hiç kimse.
Telaşla bakışlarını tekrar çevirdi ve hayret içinde gözlerini kırp-
tı.
İmparatorun yüzü sakindi. Tanımanın şoku durgun suyun yü-
zeyinde bir dalgaydı, o kadar. Genç adama, elini verdiği aynı boş
tavırla bir gülümseme bahşetti. Joram gölgelerin arasına çekildi
-hiçbir şey fark etmemişti, gözleri doğrudan güneşe bakmaktan ka-
maşmıştı. İmparator kayıtsızca döndü, sanki hiçbir şey olmamış gi-
bi Simkin'le konuşmaya devam etti.
"Mükemmel aktörler, dostlarım," diyordu Simkin, dudaklarını
portakal renkli ipek parçası ile silerek. "Saraya davetiniz onlan da
kapsıyor, elbette, Ekselansları."
"Dostların mı?" İmparator onlan çoktan unutmuş gibiydi. "Ah,
evet, elbette," dedi yücegönüllülükle.
"Bayram için yılın tuhaf bir zamanı değil mı, Ekselansları Haş-
metmeapları?" diye devam etti asla zaptedılemez Simkin, lmpara-
247

ITİAR_GARft U/EIS fj TR£CY HlCKIHAn


tor'a Lord Samuels'in ev halkının eğilmeleri ve reverensları
da kapıya kadar eşlik ederken. Imparator'un arabası caddedp
e süzü-
lüyordu. Tamamen kesme kristalden yapılmış araba, güneş
yakalaması ve yansıtması için şekillendirilmişti ve bunu o kada ı
başarıyordu ki, pek az kişi gözkamaştırıcı parlaklık karşısında k"
leşmeden arabaya bakabiliyordu. "Şimdi hatırlayamıyorum nev
kutluyorduk?"
Imparator'un soruya verdiği yanıt, tüm çevre ahalisi dışarı çıkın
tezahürat yapmaya ve el sallamaya başladığından duyulmadı. Lord
Samuels'in ünü ve statüsü o an belirlenmişti. Komşuları arasında
Lonca Üstadı seviyesine yükselmeyi uman belli kişiler o an, Yaşam
Sihirbazlarının ölü ağaçları kökünden sökmesi gibi hızla ve temiz
bir şekilde kökünden sökülmüş ve bir kenara atılmıştı. Arabasına
yükselen imparator takdislerini herkese bahşetti ve sonra yıldız,
gökyüzüne yükselerek, yerdeki ölümlüleri ihtişamın solmakta olan
ışığından faydalanmak üzere geride bıraktı.
Samuels evinin içinde sınırsız bir neşe vardı. Leydi Rosamund
gururla parlıyor, bakışları tatmin içinde daha önce bahsi geçen
komşulara gidiyordu. Gwen baloya davet konusunda coşku için-
deydi, ta ki giyecek hiçbir şeyi olmadığını fark edip gözyaşlanna
gömülene kadar. Mosiah durmuş, Imparator'un ve harika arabası-
nın ardından sersemlemiş İMr durumda bakıyordu. Onu bu du-
rumdan kuzen Lilian ona çarparak -tamamen kazayla, diye temin
etti kıpkırmızı kesilen kız- kurtardı. Mosiah af diledikten sonra kız
acaba delikanlı iç bahçeyi görmek ister mi diye merak etti ve deli-
kanlının 'antika' konuşma tarzına zevk içinde övgüler düzerek onu
dışarıya götürdü.
Ve Joram düşmanını bozguna uğrattığını gördü -tüm süvarile-
ri, piyadeleri ve topçulanyla.
Genç adamın yanma gelen Lord Samuels elini sevgiyle Joram'ın
248

K_AR£FULIÇin YAZGISI
na koydu. "Simkin burada, Merilon'daki mülklerden biri üze-
, hakkın olduğunu söyledi," dedi lord ciddiyetle.
"Lordum," dedi Joram, onu ihtiyatla süzerek, "kötü amcam
hakkmdakı hikâye doğru değil..."
Lord Samuels gülümsedi. "Hayır, bir an bile inanmamıştım za-
ten Dûn gece Simkin'den gerçeği öğrendim. Aslında çok daha İl-
"einç- Belki de yardımım olabilir. Belli kayıtlara ulaşabiliyorum..."
Bunu söyleyerek genç adamı özel çalışma odasına götürdü ve arka-
sından kapıyı kapattı.
Kimse Katalist'i fark etmedi ve Şaryon bunun için minnettardı.
Yalnız kalabileceği aile mabedine döndü ve sıraların üzerindeki
yastıklara çöktü. Güneş artık vitraylı camlardan içeri parlamıyordu,
oda serin gölgeler içinde kalmıştı. Şaryon kontrol edilemez bir bi-
çimde titremeye başladı, üşüdüğünden değil, engin, boğucu bir
korku yüzünden.
insanların ihanetini gördüğünden tanrısına inancını kaybetmiş-
ti. Evren onun için, Karanlık Sanatların Karabüyücülerinin kadim
metinlerinde okuduğu o devasa makinelerden biriydi yalnızca: bir
kez çalışmaya başlayınca, kendi kendine çalışmaya devam eden, fi-
ziksel yasalarla işleyen bir makine. İnsan makinenin çarklanndaki
bir dişti, kendi fiziksel yasalannca güdüleniyordu, yaşamı çevresin-
dekilerin hareketlerine bağlıydı. Bir diş kınldıgmda, yerine yenisi
konuyordu. Büyük makine çalışmaya devam ediyordu ve edecekti
de, belki de sonsuza kadar.
Evren hakkında kasvetli bir görüştü ve Şaryon bunda hiçbir te-
selli bulamıyordu. Yine de, güce bayılan ve politikaya bulaşmış
önemsiz bir tann tarafından, isminin, Piskoposu eliyle kâfirce kul-
lanılmasına izin veren, 'sürüsünü' bir sürü koyunmuş gibi güden
bir tanrı tarafından yönetilen evren görüşünden daha iyiydi.
Ama şimdi, ilk defa, Şaryon bir olasılık daha olduğunu düşün-
249

trİARSARET U/EIS § ÎRflCY HlCKJIlAn


meye başlamıştı ve ruhu bu düşünce karşısında huşu içinde h
müştü. Belki de Almin vardı ve O engin ve muazzam bir er
o ^ sa-
hipti. Belki de Ote'deki kumsalda yatan kum tanesi sayısını bil'
du. Belki de insanlann yüreklerim ve zihinlerini biliyordu R ıı
rüyalar kadar engin bir planı vardı, sıradan bir ölümlünün görem
yeceği, kavrayamayacagı bir plan.
"Ve belki de," diye fısıldadı Şaryon kendi kendine, Almm'ı
simgesinin dokuz uçlu bir yıldız tarafından temsil edildiği vitravl
pencereye bakarak, "biz bu planın parçasıyızdır ve ırmağın akıntı
lanna kapılmış bir adam gibi kaderimize, sonumuza doğru sürük-
leniyoruzdur. Kayalara tutunabiliriz, kıyıya ulaşmaya çalışabiliriz
ama gücümüz buna yetmez. Kollarımız kayadan kopardır, ayakla-
rımız kıyıya dokunur ve sonra akıntı bizi bir kez daha yakalar. Ve
kısa süre sonra karanlık sular başımızın üzerinde kapanır.
Başını ellerine gömen Şaryon gözlerini kapattı, sanki gerçekten
boğuluyormuş gibi göğsünde bir sıkışma duygusu vardı, ciğerleri
havasızlıktan yanıyordu.
Bu dehşet verici fikir neden gelmişti ona? Çünkü iki hafta son-
ra, bugün kutlayacakları bayramı biliyordu. Joram on sekiz yıl ön-
ce -günü gününe, on sekiz yıl- terk ettiği Merilon sarayına girecek-
ti.
Joram kendi ölümünün yıldönümünü kutlayacaktı.
2S0

5
AĞIN İPLİKÇİLERİ
Merilon Sarayt'nm çok aşağısında, Yukarı Şehir'in ve Aşağı Şe-
hir'in çok aşağısında, Bahçelerin ve halkını, onları yok etmeye ça-
lışan bir dünyadan buraya getiren büyük sihirbazın mezannın çok
aşağısında, varlığını ancak Thimhallan'm -aslında- gerçek hü-
kümdan olan bir tarikatın üyelerinin bildiği bir oda vardır. Bir ge-
ce, o gizli odada, sekiz kişi bir araya geldi. Siyah cüppelere bürün-
müş, ellerini önlerinde kavuşturmuş bu sekiz kişi, yere çizilmiş
dokuz uçlu bir yıldızın çevresinde durdular. Her bir başlıklı baş,
şu anda boş olmasına rağmen aynı yöne, yıldızın dokuzuncu ucu-
na dönmüştü. Hepsi sabırla bekledi; sabır onlann düsturuydu. Bi-
liyorlardı ki, sabır genellikle ödüllendirilir.
Hava, titredi ve yerdeki yıldızın dokuzuncu ucu siyah bir cüp-
penin etekleri tarafından kaplandı. Herkesin burada olduğunu
görmek için çevresine bakman dokuzuncu üye başlıkla başını sal-
ladı ve ellerini bir kez çırparak, kırılgan parşömenden boş sayfa-
lan olan deri ciltli bir defterin çemberin ortasında, havada süzül-
mesini sağladı.
"Başlayabilirsiniz," dedi yıldızın birinci ucunda duran üyeye.
Duuk-Lsarith raporuna başladı. O konuştukça, sözleri dev def-
terin sayfasına alevden satırlarla kaydediliyordu.
"Bugün pazaryerinde bir çocuk kayboldu, hanımefendi," dedi.
251

mAR£AR£Î U7EİS & TRACY HlCKjnAn


"Çocuk bulundu ve anne babasına teslim edildi."
Cadı başını salladı. Bir sonraki konuştu.
"Simyacı Lucien'in cinayetini çözdük, hanımefendi. Sim
mn aradığı söylenen gençlik iksiri yerine, bir başkası ile birle
ce şiddetli bir patlama yaratacak kimyasal bir madde oluştura
kadar bilgiye ancak bir kişi sahip olabilirdi."
"Simyacının çırağı," dedi Cadı.
"Kesinlikle."
"Amacı?"
"Çırak ile Lucien'in karısı sevgiliymişler. 'Sorgulama' altında
çırak hem kendi, hem de kadının suçunu itiraf etti. Her ikisi de
hüküm için tutuklanmış durumda."
"Tatminkâr." Cadı bir kez daha başını salladı, gözleri yıldızda-
ki bir başka uca gitti.
"Ölü adam Joram'm aranmasına devam ediliyor, hanımefendi.
Merilon'a giren ve şimdi veya eskiden Tarla Büyücüsü olanlann
kayıtları toplandı. Şimdiye kadar on bir kişi girmiş ve hepsi kont-
rol edildi. Tümünün şehirde bulunmak için geçerli sebepleri var
ve yedisi kesinlikle elendi. Ek olarak, katalistler bize şehire yeni
giren kardeşlerinin listesini verdiler. İki listeyi karşılaştmnca, il-
ginç bir eşleşme keşfettik."
Durdu, sorarcasına önderine baktı ve zihinsel olarak bu konu-
nun herkesi mi, yoksa yalnızca önderi mi ilgilendirdiğini sordu.
Cadı düşündü ve bir an sonra diğerlerinin gitmesine izin vererek
defteri kapattı.
"Devam et," dedi yalnız kaldıklarında.
"Katalist'in adı Peder Dunstable. Merilon'u yıllar önce terk et-
miş bir Ev Katalisti. Efendisinin ölümü ve ev halkının dağılması
üzerine Merilon'a döndüğünü söylemiş."
"Kontrol edilebilir bir hikâye."
252

K_ARİ>KJL[Çin YAZGISI
de öyle yapıyoruz, hanımefendi. Peder Saryon'un tarifine
ama kolayca kılık değiştirebilir. İlginç olan nokta, şehi-
1ıyrnuy
, 7amanlar Tarla Büyücüsü olan genç bir adamla girmesi."
"Ya dıger arkadaşları?"
Savaşbüyücüsü tereddüt etti. "Yalnızca bir kişi biliyoruz, hanı-
fendi ve başkaları da olabilir. O gün Kapı kalabalıktı ve büyük
«kargaşa yaratan bir olay oldu."
"Olay?"
"Katalist'in arkadaşlarından birinin tutuklanması için teşeb-
büste bulunuldu. Simkin."
Cadı kaşlannı çattı. "Bu konuyu karmaşıklaştırıyor. İmparator
şahsen Simkin'in adma işe karışmış. Simkin önemli olduğundan
değil." Cadı eliyle önemsemez bir hareket yaptı. "Konu sıradan ve
kolayca düzeltilebilir. Ama genç adamı rahatsız ediyormuş gibi
görünmemeliyiz. İmparator hoşlanmaz ve bize -ya da Prens Xavi-
er'e darbe indirmesi için bir bahane yaratmaya izin vermeyecek
kadar hassas bir durum var. Bu yüzden, ihtiyatla ilerleyin. Yapa-
biliyorsanız Tarla Büyücüsü nü izole edin ve sorgulamak için ge-
tirin. Ya da belki de..." Tereddüt etti, dudakları düşünce içinde
büzüldü.
"Hanımefendi?" diye sordu Savaşbüyücüsü saygıyla. "Diyor-
dunuz ki..."
"Simkin bizim için daha önce çalıştı, değil mi?"
"Evet, hanımefendi, ama..." Şimdi tereddüt etme sırası Savaş-
büyücüsü'ndeydi.
"Ama?"
"İstikrarsız, hanımefendi."
"Yine de," -Cadı kararını verdi- "o konuda ne başarabilirsiniz,
diye bakın. Son derece faydalı olabilir. Gizlice hareket edin, elbet-
te. Onunla nasıl başa çıkabileceğinizi biliyorsunuz, sanırım."
253

mARfiARjt U/EİS SC ÎRACY HıcıonAn


Savaşbüyücüsü eğildi. "Ya Katalist?"
"Her zamanki gibi, Kilise kendi aralarından olanlarla ilgi
çektir. Piskopos Vanya'ya bilgi vereceğim, ama elinde kanıt ->l
dan harekete geçmeyeceğini söyleyebilirim. Araştırmanıza dev-
edin."
"Peki, hanımefendi."
Cadı sustu, beyaz dişlerini alt dudağına geçirdi. Savaşbüyücü
sü önünde kıpırdamadan bekledi, henüz Cadı'nm düşüncelerin
den ya da huzurundan çıkmasına izin yoktu, biliyordu. Sonunda
kadının, başlığının gölgelerin arasında parlayan gözleri onu aradı
"Bir arkadaşı daha yok muydu? Üçünün yanında bir kişi daha
yok muydu?"
Savaşbüyücüsü bu soruyu bekliyordu. "Hanımefendi," dedi al-
çak sesle, kadının bahaneleri hoşgörmediğinin farkında, ama ken-
di sınırlarını kabul edeceğini de bilerek, "Kapı'da büyük bir kala-
balık ve epey kargaşa vardı. Hem, genç adam, Joram Ölü. Yalnız-
ca bu kadar da değil, eğer gerçekten karataşın gücüne sahipse, bi-
zim gözlerimize görünmez gelecektir."
"Evet," diye mırıldandı Cadı. "Ev halkım gözlem altına aldınız
mı?"
"Imparator'un onlan koruması altına aldığı düşünülünce, eli-
mizden geldiğince. Hizmetkârları sorgulamakta tereddüt ettim..."
"Doğru yapmışsın. Hizmetkârlar dedikodu yapar ve bu genç
adamları korkutmamak için dikkat etmeliyiz. Simkin ile ilgilenir-
ken bunu unutmayın. Eğer gerçekten onlarsa, en ufak bir sorun
izi karşısında kaçarlar. Tek umudumuz onların şehirde kalmasını
sağlamak. Yabantopraklar'a bir kez çıkarlarsa, onları kaybederiz.
Onlara zaman vermeli, kendilerini güvende hissetmelerini sağla-
malıyız. O zaman hata yapacaklardır. Yaptıkları zaman, biz hazır
olacağız."
254
K£R£KJLlÇln YAZGISI
upeki hanımefendi." Savaşbüyücüsü eğildi ve gitmesine izin
verildigini hissederek yok oldu.
Arkasından, havada, adeta bir takdis gibi tek bir sözcük -"Sa-
'_ fısıldadı.
bir

25S

6
BAHÇE
Merilon halkı bilir ki bir evin iç bahçesi ya da daha yaygın kul-
lanılan ismiyle Ev Bahçesi her evin yüreğidir. Ne kadar mütevazı
olursa olsun, her konutun bir bahçesi vardır, parke taşından bir yü-
rüyüş yolunun ortasında çiçek yatağından başka bir şey olmasa bi-
le. Bahçenin yeşilliğinden ev halkının sağlığı için gerekli neşe ve te-
selli yayılır. Efsanelere göre, bir aileye bahşedilmiş Yaşam Ev Bahçe-
si'nde büyür.
Elbette, Merilon'un zenginlerinin nadir ve olağanüstü güzelliğe
sahip bahçeleri vardır. İyi bakılan ve dikkatle işlenen bir iç bahçe bir
evi, Lord Samuels'in çok iyi bildiği gibi, başka açılardan da takdis
edebilir. Statü bir Ev Bahçesi'nde kök salar ve gelişir. Bu yüzden, ha-
yatındaki çok şeyde olduğu gibi, Lord Samuels'in bahçeleri de yal-
nızca güzel değildi... aynı zamanda iyi iş demekti.
Bir Ev Bahçesi'ne bakmak kolay değildir. Lord Samuels bir bah-
çıvan tutacak güce sahipti, ama bu konumunun çok üzerine çıkmak
gibi görünürdü. Bu yüzden bahçesine kendisi bakıyor, her sabah işe
gitmeden önce her şeyin yolunda olduğunu görmek için bahçeye çı-
kıyordu. Örneğin ejder-zambaklannın, günün belli saatlerinde ma-
vi alev püskürtmek gibi rahatsız edici bir alışkanlıkları vardı. Deko-
ratif ve bir zaman göstergesi olarak faydalı olan bu bitkiler, dikkat-
le izlenmediklen zaman zararlı olabilirlerdi. Koro-bambusunu her
2S(,

KARAKlLIÇln YAEGİSİ
budaması gerekiyordu; bazı saplar diğerlerinden daha hızlı bü-
•v0r devamlı akordu bozuluyordu. Rüzgâr palmiyelerinin her sa-
v, hava durumuna göre ayarlanması gerekiyordu. Sallanan yap-
aktan sıcak günlerde hoş gelen daimi bir esinti yayıyordu, ama se-
nn günlerde rahatsız edici olabiliyordu. O zaman palmiyelerin bü-
yüyle sakinleştirilmeleri gerekiyordu.
Ama bunlar küçük sorunlardı. Lord Samuels'in bahçesi, genel-
ce ıyı planlanmış, iyi düzenlenmiş ve çok hayranlık duyulan bir
bahçeydi, itiraf etmek gerekir ki, yüksek sınıfın bahçelerinden kü-
çüktü. Ama Lord Samuels bu eksikliğini akıllıca telafi etmişti. Gür,
yoğun bitkiler, ağaçlar ve çiçekler arasında kıvrılan patikalar bir la-
birent gibiydi. Bahçeye giren bir ziyaretçi yalnızca evi gözden kay-
betmez, yön duygusunu da kaybederdi. Lord Samuels'in her gün
konumlarını değiştirdiği çalı çit boyunca yürürken, insan bahçede
kendisini saatler boyunca hoş bir şekilde kaybedebilirdi.
Bu, flörtten sonra, Gwendolyn'in en sevdiği eğlenceydi.
O anda Aftanaralar arasında kızlarını eğitmek moda olduğun-
dan, Gwen göreceli olarak iyi eğitilmişti. Her sabah Marie ile birlik-
te derslerini çalışır, sözde büyü ve din hakkında teoriler ve felsefe-
ler öğrenirdi. Lord Samuels'i her gün kızının çalışmasını izlemek, al-
tın başının ciddi bir şekilde bir kitaba eğildiğini görmek memnun
ederdi. İşe gittiğinde, o hoş manzara anısında kalırdı. Bilmediği,
onun evden ayrılışının hemen arkasından kitabın ya yok olduğu, ya
da -cesur haydut Sir Hugo gibi- daha ilginç konular içeren bir baş-
kası ile yer değiştirdiğiydi.
Zaman zaman Leydi Rosamund sabah derslerini devralır, kızma
ev yönetimi, hizmetkârlarla ilgilenme, çocuk yetiştirme hakkında
dersler verirdi. Gwendolyn bu derslerden neredeyse Leydi Rosa-
mund kadar keyif alırdı, her ikisi de havada muhteşem şatolar inşa
ve dekore ederek saatler harcarlardı. Ama Gwen annesi ile birlikte
257

ITİARGAKEî IA/EİS & TKACY HıcKmAn


olmaktan ya da Sır Hugo hikâyeleri okumaktan ne kadar zevk ı
sa alsın, her gün derslerin sona ermesini dört gözle beklerdi o
man o ve Marie bahçedeki günlük yürüyüşlerine çıkabilirlerdi
Leydi Rosamund her zaman gülerek, Gvven'in damarlarında h
Yaşam Sihirbazının karımın dolaştığını söylerdi, çünkü kızı bitkilp
le, o gizeme doğmayanlar için oldukça olağanüstü bir şekilde anla
şıyordu. Yalnızca sesi ile somurtkan bir gül çalısını çiçeğe durdura-
bilirdi. Yaşama arzusunu kaybeden filizler onun nazik dokunuşu ile
zayıf dallarını kaldırır, o yaklaşırken yabanotlan yerlerinde büzülür
ondan saklanmaya çalışırdı.
Gwen sabahları bahçede dolaşırken hissettiğinden daha mutlu
olamazdı. Ve günün bu saatinde Joram'ı bahçeye getiren de şanstan
başka bir şey olamazdı. En azından, o şans olduğunu söyledi -yal-
nızca temiz hava almak istemişti. Kızı havada süzülürken bulunca
şaşırmış görünmüştü kuşkusuz. Altın saçları -özenle örülmüş ve ba-
şına sarılmış- güneş ışığı altında parlıyor, uçuşan kurdeleleri ile
pembe elbisesi kendisinin de bir gül gibi görünmesine sebep olu-
yordu.
"Günaydın diliyorum size, bayım," dedi Gvvendolyn, yanaklan
gül renginde.
"Günaydın, hanımefendi," dedi Joram ciddiyetle, durduğu yer-
den ona bakarak.
"Bana katılmaz mıydınız, lütfen?" diye sordu Gwen, elini yukan
sallayarak.
Gwen hayretle Joram'ın yüzünün karardığını, siyah kaşlarının
çatılıp gözlennin üzerinde kalın, sen bir çizgi oluşturduğunu gördü.
"Hayır, teşekkür ederim, hanımefendi," dedi ölçülü bir sesle. "Yeter-
li Yaşam'ım yok..."
"Ah," diye haykırdı Gwen hevesle, "kendi katalistiniz henüz
kalkmadıysa Marie size Yaşam bahşedebilir. Marie? Neredesin?"
2SS

KARAKJLIÇln YAZGISI
Çevresinde Katalist'i arayan Gwen Joram'ın yüzünü bir anlığına
tan acı dalgasını kaçırdı. Hanımının arkasından yaklaşan Marie
A ->grudan genç adama bakıyordu ve açıkça gördü. Ne anlama geldi-
»ini tahmin edemese de, -bir sebepten- Joram'ın büyüsünü kullan-
madığım ya da kullanamadığını anlayacak kadar duyarlıydı. Her iyi
hizmetkâr gibi, ona bir mazeret verdi -kendi zaafı.
"Eğer hanımefendi ve beyefendi beni affederse," dedi, "biraz yor-
gun hissediyorum. Tüm gece ufaklıklarla ilgilenmek için ayaktay-
dım."
"Ve ben de tüm sabah enerjini tüketecek kadar bencil bir hayva-
nım. Beni affet," dedi Gwen, hemen pişman olarak. "Ben aşağı ine-
rim. Kıpırdamayın." ince elbisesi çevresinde dalgalanıp, onu pembe
bir bulut gibi çevrelerken, Gwen yere kadar alçaldı ve çıplak ayak-
lannm taşlann üzerinde berelenmemeleri için yolun hemen yukarı-
sında süzülmeye başladı.
Marie Joram'a bir bakış fırlattı ve bir minnet ifadesi aldı. Ama ka-
ranlık gözlerde, Marie'nin rahatsız edici bulduğu bir başka bakış da-
ha vardı -delici bir sorgulama, sanki Marie'nin ne kadannı bildiğini
anlamaya çalışır gibi.
"Dilerseniz size bahçeyi göstereyim, bayım," dedi Gwen mah-
cuplukla.
"Teşekkür ederim, çok hoşuma gider," diye yanıt verdi Joram,
ama karanlık gözleri Marie'den ayrılmadı ve huzursuzluğunu arttır-
dı. "Babam bir katalistti," diye ekledi, açıklama ihtiyacı hissetmiş gi-
bi. "Ben Albanara'yım, ama çok düşük bir Yaşam seviyem vardır."
"Gerçekten mi, bayım?" diye karşılık verdi Marie nazikçe, kafası
kanşmış hissederek ve -çok saçma görünmese- genç adamın bakış-
lanndaki yoğunluk karşısında kendini tehdit altında hissederek.
"Bir katalist mi?" diye sordu Gwen masumca. "Ama sız bir kata-
üst değilsiniz! Bu sıradışı değil mi?"
259

ITİARSARft WEİS BC ÎRACY HiCKjnAn


"Benim hayatım sıradışı olmuştur," dedi Joram ciddiyetle
rie'den Gwen'e dönerek ve kız yanında yavaş yavaş süzülürken
desteklemek üzere, nazikçe elini vererek.
"Hayatınızı dinlemeyi çok isterim," dedi Gwen. "Dışarıda dü
yadaydmız, değil mi?" İçini çekerek bakışlarını bahçede gezdim'
"Ben tüm yaşamımı burada geçirdim. Merilon'un dışını hiç görme
dim. Bana dünyayı anlatın. Neye benziyor?"
"Bazen çok serttir," dedi Joram alçak sesle, karanlık gözleri şim-
di özlem dolu ve gölgeliydi. Bakışlarını indirdiğinde beyaz elin ken-
di nasırlı avucunda durduğunu gördü -kızın derisi pürüzsüz ve yu-
muşaktı, kendi derisi ise demirhanenin ateşleri ile yaralanmıştı.
"Dinlemek istiyorsanız size hayatımı anlatacağım," dedi, aniden
bakışlarını muhteşem bir kaplan-çizgili zambak topluluğuna çevire-
rek. "Dün gece babanıza anlattım. Annem de sizin gibi Merilon'da
doğmuş ve büyümüş. Adı Anja'ydı. Bir Albanara idi..."
Konuşmaya devam etti, Anja'nm trajik hikâyesini anlattı (genç
kadının bilmesinin güvenli olduğunu düşündüğü kadannı), sesi za-
man zaman öyle alçalıyordu ki, işitebilmek için Gwen daha yakma
süzülmek zorunda kalıyordu.
Arkalarından, belli bir mesafeden gelen Marie bakıyor gibi gö-
rünmeden izliyor, işitiyor gibi görünmeden dinliyordu.
"Anneniz öldü ve siz de buraya ün ve servet aramaya geldiniz,
öyle mi?" dedi Gwen hikâye bitince, gözleri yaşlarla parlayarak.
"Evet," diye yanıt verdi Joram sakinlik içinde.
"Bence yaptığınız harika bir şey," dedi Gwen, "ve umarım anne-
nizin ailesini bulur, ona karşı takındıkları korkunç tavır için kendi-
lerini sefil hissetmelerini sağlarsınız. Bundan daha zalimce bir şey
düşünemiyorum! Âşık olduğunuz adamın o şekilde yok olmasını iz-
lemek!" Gwen başını salladı, bir gözyaşı yanağından pırıldadı. "Çıl-
dırması şaşılacak şey değil, zavallıcık. Babanızı çok seviyor olmalı."
260

KARBKİLİÇİİİ YAZCİSİ
"Babam da onu seviyordu," dedi Joram, patika üzerinde dönüp
ncj0lyn'in elini tutarak. "Onun aşkı uğruna yaşayan bir ölüye
dönüştü."
Gwen altın rengi saçlarının diplerine kadar kızardı; pembe elbi-
sesinin korsesi hızlı hızlı inip kalkıyordu. Joram'm gözlerindeki
vanlış anlaşılması mümkün olmayan mesajı gördü, onun genç ada-
bın ellerinden kendi ellerine aktığını hissetti. Yüreğinden, bir kor-
ku hançeriyle delinen harika bir acı geçti. El ele tutuşmak aniden
çok yanlış geldi. Marie'ye utangaç bir bakış fırlatan Gwen ellerini
genç adamın ellerinden çekti; Joram onu durdurmaya çalışmadı.
Ellerini -tehlikeden uzağa- arkasına saklayan Gwen karanlık
gözlerin rahatsız edici bakışlarından gözlerini çevirdi ve aklına ge-
len ilk şeyden bahsetmeye başladı. "Anlamadığım bir şey var ama,"
dedi, alnı düşünceli düşünceli kınşarak. "Eğer Kilise anneniz ile ba-
banızın evlenmesine izin vermemişse, siz nasıl doğdunuz? Katalist-
ler..."
O anda Marie aceleyle hanımının yanma geldi. "Gwendolyn,
yavrum, titriyorsun. Sanırım Sif-Hanarlar bu sabah bir hata yapmış.
Bahar için soğuk bulmuyor musunuz havayı?" diye sordu Joram'a
telaşla.
"Hayır, Bacı," diye yanıt verdi Joram. "Ama ben her tür havaya
alışığım zaten."
"Hiç üşümüyorum, Marie," diyecek oldu Gwen sinirle. Tam o sı-
rada aklma bir düşünce geldi. "Her zamanki gibi haklısın, Marie,"
dedi, kollarını ovuşturarak. "Biraz üşüdüm gerçekten. Ne olur git ve
içeriden şalımı getir."
Katalist hatasını geç anladı. "Hanımım şalını çağırabilir," dedi
Marie sertçe.
"Hayır, hayır." Gwendolyn başını salladı, yaramaz yaramaz gü-
lümseyerek. "Yaşamım tükendi ve sen de bana daha fazlasını bahse-
2f)l

rriAReARjf U/EİS £r 1"RACY HıcıcmAn


demeyecek kadar yorgunsun. Lütfen şahmı getir, Marie. Soğuk • IH
ğım zaman annemin nasıl üzüldüğünü biliyorsun. Biz burada sen'
dönüşünü bekleriz. Bu beyelendinin bana eşlik etmeye bir u\n
yoktur herhalde."
Beyefendinin hiçbir itirazı yoktu ve Marie'nin eve donun
Gvven'in iyice saklanmış olması için dua ettiği bir şal aramaktan baş-
ka çaresi kalmadı.
Ellerini hâlâ güvenli bir şekilde arkasına saklayan, yine de o tu-
haf, harika acıyı bir kez daha hissetmek için bir özlem duyan Gwen-
dolyn Joram'a bakmak için döndü. Başını kaldırıp karanlık gözlere
baktı ve acı geri döndü, ama aynı derecede hoş değildi. Bir kez da-
ha, ruhundaki sıcaklık ve neşenin bu genç adam tarafından soğurul-
duğunu hissetti, sanki onun içindeki derin bir açlığı besliyor, ama
karşılığında hiçbir şey alamıyor gibi.
Karanlık gözlerdeki bakış korkutucuydu, dokunuşundan daha
korkutucu ve Gwen bakışlarını çevirdi. "So -soğuk aslında," dedi,
hafifçe gerileyerek. "Belki de içeri girmeliyim.,."
"Gitme, Gwendolyn," dedi genç adam, Gvven'in varlığına bir he-
yecan dalgası göndererek. Sanki genç kadın bir fırtına bulutuna eriş-
miş, bir şimşeğe dokunmuştu. "Senin için neler hissettiğimi biliyor-
sun..."
"Neler hissettiğinizi bilmiyorum, hem de hiç bilmiyorum," diye
karşılık verdi Gwen soğuk bir sesle, korkusu aniden oyunun heye-
canıyla yer değiştirmişti. Artık anladığı bir oyunun kurallarıyla oy-
nuyorlardı. "Dahası," dedi azametle, genç adama sırtını dönüp bir
zambağı okşamak için elini uzatarak, "bilmek de istemiyorum."
Manchua Dükünün zarif oğlu, kendisini onun ayaklarına fırla-
tan -sözün gerçek anlamı ile- ve asla ölmeyecek olan bağlılığını ve
gece kuzenleri ile kıkırdaşmasına sebep olan başka bir sürü hoş saç-
malık anlatan o hararetli gençle yaptığı flört konuşmasının aynısıy-
262

KARj^KJLlÇm YAZGISI
J Eli zambağın üzerinde, Joram'm aynısını yapmasını ve söyleme-
sini bekledi.
Yalnızca sessizlik vardı.
Uzun kirpiklerinin altından ona bakan Gwen, gördüğü şey kar-
şısında hayretler içinde kaldı.
Joram ölüme mahkûm edilmiş bir adam gibi görünüyordu. Yü-
zü, güneş yanığının altında solmuştu, dudakları kül gibi olmuş, tit-
rememek ya da belki gözlerinde yanan sözcükleri söylememek için
birbirlerine bastırılmıştı. Çenesi kasılmıştı. Fark edilir bir çabayla
konuştu. "Beni affedin," dedi. Kendimi aptal durumuna düşürdüm.
Anlaşılan iyiliğiniz beni yanıltmış. Gitmek için izninizi rica ediyo-
rum..."
Gwen'in nefesi kesildi. Neler söylüyordu böyle? Neler yapıyor-
du? Gidiyordu! Gerçekten de dönüyor, çizmeleri güneş altında pı-
nldayan çakıl taşlarını çıtırdatarak uzaklaşıyordu! Ama bu oyunun
bir parçası değildi ki!
Ve aniden -onun için- bunun bir oyun olmadığını fark etti. Ya-
şamının hikâyesi aklına geldi ve bu sefer, bir kadının yüreğiyle işit-
ti. Kasveti, zorlukları düşündü. Aç gözleri hatırladı ve yüreğinin bir
kısmı oradaki karanlığı da gördü.
Gwen bir an titreyerek tereddüt etti. Bir parçası arkada kalmak
ve genç adamın gitmesine izin vermek, hâlâ oyunu oynayan küçük
kız olarak kalmak istiyordu. Ama diğer parçası eğer buna izin verir-
se, çok sevgili, çok değerli bir şeyi, hayatı boyunca bir daha asla bu-
lamamak üzere kaybedeceğini söylüyordu. Joram uzaklaşmaya de-
vam ediyordu. Gwen'in içindeki acı artık hoş değildi, soğuk ve boş-
tu.
Bedenindeki büyü tükendi, yere çöktü. Joram gittikçe uzaklaşı-
yordu. Gwen narin ayaklarını kesen keskin taşların acısını duymaz-
dan gelerek patikada koştu.
2',3

rflARÖARfî U/EIS £f tRiiCY HlCKJIlAn


"Dur, lütfen dur!" diye bağırdı acı içinde.
Joram irkilerek sese döndü.
"Lütfen gitme!" diye yalvardı Gwen, ona uzanarak. Uzun
şan eteklerine takıldı, sendeledi ve düşecek gibi oldu. Joram onu
kaladı.
"Beni terk etme, Joram," diye fısıldadı, gözlerine bakarak. Jora
ona sıkı sıkı sarılmıştı, elleri nazik ve yumuşaktı, ama Gwen gibi tit
riyordu. "Önem veriyorum! Gerçekten! Neden o şeyleri söylediğimi
bilmiyorum! Yanlış ve zalimceydi..." Yüzünü ellerine saklayarak ağ-
lamaya başladı.
Joram genç kadına sarıldı, parmaklarının altındaki ipeksi saçlan
okşamaya başladı. Damarlarında akan kanm gümbürtüsü kulaklan-
nı dövüyordu. Gwendolyn'in parfümünün kokusu, kendi bedenine
yaslanan bedeninin yumuşaklığı onu sarhoş etmişti. "Gvvendolyn,"
dedi titreyen bir sesle, "babandan seninle evlenmek için izin isteye-
bilir miyim?"
Genç kadın ona bakmadı, yoksa içindeki, ruhunun bir köşesin-
de vahşi bir hayvan gibi çökmüş olan karanlığı görebilirdi; Joram'ın
zincirlenmiş ve yönetilebilir olduğunu sandığı karanlığı. Onu gör-
seydi, hâlâ bir kız çocuğu olduğundan kaçardı, çünkü bu, ancak
kendi ruhunda benzer bir karanlıkla mücadele etmiş bir kadının
korkmadan yüzleşebileceği bir karanlıktı. Ama Gvvendolyn gözleri-
ni gizledi, yanıt olarak yalnızca başını salladı.
Joram gülümsedi ve -Marie'nin uzaktan, elinde bir şalla yaklaş-
tığını görerek- Gvven'in kendisini toplaması için telaşla uyardı onu.
Babası ile gecikmeden konuşacağını da ekledi. Sonra gitti ve Gwen'i
patikada yalnız bıraktı. Gwen telaşla gözyaşlarını kuruladı ve elin-
den geldiğince ayaklanndakı kanı sildi, mürebbiyesinin sevgi dolu
gözlerinden yaralan saklamaya çalıştı.
264

KAR£KJLIÇin YAEGİSİ
.mparator'un ziyaretinden sonraki üçüncü akşam bahçede bir
ka çift yürüyordu, Lord Samuels gizlice konuşabilmek için eşini
getirmişti buraya.
"Demek kötü amca hikâyesi doğru değil, öyle mi?" diye sordu
Leydi Rosamund kocasına hayal kırıklığı içinde.
"Hayır, hayatım," dedi Lord Samuels müsamahakârca. "Gerçek-
ten doğru olduğunu mu düşünmüştün? Bir çocuk hikâyesi..." Eli-
nin bir hareketi ile olumsuzladı.
"Sanırım öyle," dedi Leydi Rosamund için çekerek.
"Moralini bozma," dedi lord alçak sesle, akşam havasında karısı-
nın yanında süzülürken. "Gerçek, o kadar romantik olmasa da, çok
daha ilgi çekici."
"Gerçekten mi?" Leydi neşelendi, sevgiyle kocasının ayışığı altın-
daki yüzüne baktı ve ne kadar yakışıklı olduğunu düşündü. Lonca
Üstadı'nm muhafazakâr giysileri Lord Samuels'e yakışıyordu. Kırkı-
nı yeni aşmış olan lord iyi görünüşünü koruyordu. Asil biri olmadı-
ğından yüksek sınıfın sefahatlanna dalma izni vermiyordu kendine.
Aşın yemekten şişmanlamamış, aşın şaraptan yüzü kızarmamıştı.
Saçlan, grileşiyor olsa da, kaim ve gürdü. Leydi Rosamund onunla
gurur duyuyordu, o da eşiyle.
Merilon'deki çoğu evlilik gibi, evliliklerini aileleri ayarlamıştı ve
bir aşk evliliği olmamıştı. Çocuklan -doğru ve uygun şekilde- kata-
listlerin araya girmesi ile olmuştu. Adamın tohumlan ciddi, dini bir
ayinle kadına aktanlmıştı. İki insanın fiziksel birleşmesi günah sayı-
lırdı -barbarca ve hayvanca. Ama Lord Samuels ile Leydi Rosamund
çoğu kişiden daha şanslıydı. Karşılıklı saygıdan, zihinsel uygunluk-
tan bir sevgi doğmuş, yıllar içinde büyümüştü.
"Evet, gerçekten," diye devam etti Lord Samuels, güllere eleştirel
bir gözle bakarak ve kendi kendine, ertesi gün yaprak biti olup ol-
madığını kontrol etmeyi hatırlatarak. "Yıllar önceki skandali hatırlı-
2(,S

ITİAR_GARft ll/EİS & TRACY HlCKJllAn


yor musun?"
"Skandal mı!" Leydi korkmuş görünüyordu.
"Sakin ol, hayatım," dedi Lord Samuels yatıştınrcasma. "ün ye
di, neredeyse on sekiz yıl önceydi. Yüksek sınıftan genç bir ka-
dın. .." lord durakladı, "çok yüksek sınıftan diyebilirim," diye ekledi
anlamlı anlamlı, hanımefendiyi merak içinde bırakmaktan zevk ala-
rak, "aile katalistlerine âşık olma talihsizliğine düştü. Kilise evlen-
melerine izin vermedi ve ikisi kaçtı. Daha sonra, şok edici, dehşet
verici şartlarda yakalandılar."
"Buna benzer bir şey hatırlıyorum," dedi Leydi Rosamund. "Ama
detaylarını bildiğimi sanmıyorum. Hatırlarsan, henüz evli değildik
ve annem çok koruyucuydu."
Lord Samuels eğilerek hanımefendinin kulağına birşeyler fısılda-
dı.
"Ne kadar korkunç!" Leydi Rosamund tiksinti içinde adamdan
uzaklaştı.
"Evet." Lord ciddi görünüyordu. "Çocuk bu günahkâr şekilde
rahme düştü. Babası Dönüştürme'ye mahkûm edildi. Kilise genç ka-
dını aldı, ona bir barınak ve çocuk doğana kadar kalabileceği bir yer

verdi. Kadın ailesine dönseydi her şeyin affedileceğini düşünmek


için her tür sebep var. Ailenin tek çocuğu idi ve olayı susturmaya ye-
tecek kadar zengindiler. Ama korkunç deneyim genç kadını çıldırt-
tı. Bebeği aldı ve şehirden *kaçtı, bir Tarla Büyücüsü olarak yaşadı.
Ailesi onu aradı, ama bulamadı. Talihsiz kadının hem annesi, hem
de babası öldü -genç adama göre kadın da öyle. Topraklar ve mülk,
çocuk hayatta kalırsa mirasa sahip olacağı şartı ile Kiliseye devredil-
di. Eğer bu genç adam iddiasını kanıtlayabılirse..."
Leydi Rosamund kocasına döndü, bakışları araştırırcasma yüzü-
ne dikilmişti. "Bu ailenin adını biliyorsun, değil mi?"
"Biliyorum, hayatım," dedi ciddiyetle, karısının elim tutarak. "Ve
21,1,

KARAKJUÇin YAZGİSİ
, biliyorsun. En azından duyduğun zaman tanıyacaksın. Genç
annesinin adının Anja olduğunu söylüyor."
"Anja," diye tekrarladı hanımefendi, kaşlannı çatarak. "Anja..."
fcftzleri irileşü, dudaklan aralandı, elini agzma kapattı. "Merhamet-
li Almin!" diye mınldandı.
"Anja, merhum Baron Fitzgerald'm tek kızı..."
"... İmparatorun kuzeni..."
»...bir ya da diğer şekilde Asil Evlerin yansı ile akraba, haya-
tım- • ?"
"...ve Merilon'daki en zengin kişi," dedi ikisi beraber.
"Emin misin?" diye sordu Leydi Rosamund. Yüzü solmuştu, çar-
pan yüreğini sakinleştirmek için elini göğsüne koydu. "Bu Joram bir
sahtekâr olabilir."
"Olabilir," diye kabul etti Lord Samuels, "ama konu o kadar ko-
layca kontrol edilebilir ki, bir sahtekâr başarı umudunun olmadığı-
nı bilir. Genç adamın hikâyesi doğru gibi. Yeterince şey biliyor, ama
aşın değil. Örneğin, doldurmaya çalışmadığı boşluklar var. Bir sah-
tekâr olsaydı tüm yanıtlan vermeye çalışırdı, sanınm. Ona annesi-
nin gerçekte kim olduğunu ve mülkünün yaklaşık değerini söyledi-
ğimde donakaldı. Hiçbir fikri yokmuş. Genç adam tam anlamıyla
sersemledi. Dahası, Peder Dunstable da hikâyesini doğrulayabili-
yor."
"Katalist ile konuştun mu?" diye sordu Leydi Rosamund heves-
le.
"Evet, hayatım. Bu akşam. Adam bu konuda konuşmakta gönül-
süzdü -katalıstlerin nasıl birbirlerini kolladığını bilirsin. Tarikatla-
rından birinin bu kadar alçalabildiğini kabul etmeye utanıyordu,
kuşkusuz. Ama Piskopos Vanya'nm genç adamı aramak üzere onu
bizzat gönderdiğini itiraf etti. Sebebi, mülkü devralmasını istemek
dışında ne olabilir ki?" Lord Samuels muzafferdi.
2()7

mAR£AR£Î UJEIS Sf tRACY HlCKjnAn


"Piskopos Vanya! Bizzat!" diye nefes verdi Leydi Rosamund
"Görüyor musun? Ve," -Lord Samuels bir kez daha hanım f
di ile özel olarak konuşmak için eğildi- "genç adam Gwendolvn ı
evlenmek için iznimi istedi!"
"Ah!" Leydi Rosamund küçük bir çığlık attı. "Sen ne dedin?"
"Düşüneceğimi söyledim, sert bir tavırla ama, hatırlatmm," div
yanıt verdi Lord Samuels, cüppesinin yakasını büyük vakarla tuta
rak. "Genç adamın kimliğinin doğrulanması gerekiyor, doğal olarak
Joram elinde bu kadar az kanıt varken Kilise'ye gitmekte gönülsüz
ve onu suçlamıyorum. Davasını daha başlangıçta zayıflatabilir. Ona
birkaç araştırma yapacağımı, başka ne kanıtlar çıkarabileceğimize
bakacağımı söyledim. Doğum kayıtlarına ihtiyacı olacak, örneğin.
Elde etmek çok zor olmamalı."
"Ya Gwen?" diye ısrar etti Leydi Rosamund, erkekleri ilgilendi-
ren konulan bir kenara süpürerek.
Lord Samuels müsamahakârca gülümsedi. "Eh, onunla bir an
önce konuşsan iyi olur, hayatım. Konuya ilişkin duygulannı öğ-
ren..."
"Bence açık!" dedi Leydi Rosamund, bir miktar acılıkla. Ama acı-
lık kısa süre sonra geçti, yalnızca sevgili kızını kaybetme fikrinin do-
ğurduğu doğal üzüntüden kaynaklanmıştı.
"Ama, bu arada," diye devam etti Lord Samuels daha nazikçe,
"bence ikisinin birlikte dışan çıkmasına izin verebiliriz. Gözlerimizi
üzerlerinden ayırmamamız kaydıyla tabii."
"Aksini nasıl yapabilinz, bilmiyorum," dedi Leydi Rosamund he-
yecanla. Bir işaret ile bir zambağın sapından kopmasını ve eline kay-
masını emretti. "Gwen'i Joram kadar etkileyen birim görmedim. Bir-
likte çıkmalarına gelince, son birkaç gündür hep birbirlerinin yanın-
daydılar! Marie hep yanlarındaydı, ama..." Başım salladı. Zambak
elinden kaydı. Leydi yavaş yavaş aşağı süzüldü, neredeyse yere do-
2C8

KARBKiuçrn YAECİSİ
acaktı. Kocası onu yakaladı.
"Yoruldun, hayatım," dedi Lord Samuels ilgiyle, kansını kendi
h vüsüyle destekleyerek. "Seni fazla ayakta tuttum. Gerisini yann
konuşuruz-"
"Yorucu birkaç gün yaşadık, kabul etmelisin," diye yanıt verdi
leydi Rosamund, destek için kocasının koluna yaslanarak. "İlk ön-
'ce Sımkin, sonra İmparator. Şimdi de bu."
"Gerçekten de öyle. Küçük kızımız büyüyor."
"Baroness Gvvendolyn," dedi Leydi Rosamund kendi kendine,
kısmen bir annenin gururu, kısmen bir annenin üzüntüsüyle.
Üç, dört, belki beş gün sonra bir akşam Joram, Katalist'i aramak
için bahçeye girdi. Gwendolyn'e evlenme teklif etmesi ve onun ka-
bul etmesinden sonra kaç gün geçtiğinden emin değildi. Zaman ar-
tık Joram için anlam ifade etmiyordu. Gwendolyn dışında hiçbir şey
anlam ifade etmiyordu. Aldığı her nefes onun kokusuyla doluydu.
Gözleri ondan başka kimseyi görmüyordu. Yalnızca onun sesi ile
söylenen sözcükleri duyuyordu. Onun dikkatini çeken herkes kıs-
kanıyordu. Onlan aynlmaya zorlayan geceyi bile kıskanıyordu. Uy-
kuyu da kıskanıyordu.
Ama kısa süre sonra uykunun kendi tatlılığını getirdiğini keşfet-
ti, ama sızıyla karışık bir tatlılıktı bu. Uykusunda, gündüz yapmaya
cesaret edemediği şeyleri yapabiliyordu -tutku ve arzu, tatmin ve
sahiplenme dolu rüyalara teslim oluyordu. Rüyalar bedelini alıyor-
du -Joram sabahleyin, ateşli bir kan ve yanan bir yürekle uyanıyor-
du. Ama Gwendolyn'in bahçede yürüdüğünü gördüğü ilk an, işken-
ce içindeki ruhuna serinletici yağmur gibi geliyordu. O kadar saf, o
kadar masum, o kadar çocuksuydu ki! Rüyalan onu tiksindiriyor,
utanıyor, kendisini canavar gibi görüyordu; tutkuları hayvansı ve
yoz görünüyordu.
2(,9

ITİARi;AR.Et UJEİS $ 1*R£CY HlCKJIlAn


Ama açlığı oradaydı. Onun, açelyalardan, yıldızçiçekleri
hanımellerinden bahseden duyarlı dudaklanna baktığı zaman
larmdaki sıcak, yumuşak dokunuşlarını hatırlıyor, bedeni sizi
du. Onun, ince, zarif bedeni pembe buluttan bir elbiseye bUr
müş, yanında yürümesini seyrederken, o bedene rüyalarında sa ı
dıgını, aralannda ince bir kumaştan engel olmadan göğsüne bast
dıgını, ona sahip olduğunu hatırlıyordu. Böyle zamanlarda, onun
gözlerinde yanan ateşi göreceğinden korkarak, bu güzel ve narin çi-
çeğin o sıcaklıkta solacağından korkarak sessizleşir, gözlerini onun
gözlerinden kaçırırdı.
Bir gece geç saatlerde, bu acı-tatlı işkencenin çalkantıları arasın-
da, Katalist'i aramak için bahçeye geldi Joram. Hizmetkârlar Kata-
list'in uyuyamadıgı zaman bahçede yürüdüğünü söylemişlerdi.
Ev halkının geri kalanı yataklanna gitmişti. Sif-Hanarlar o gece
rüzgâr olmayacağını ilan etmişlerdi ve bu yüzden bahçe sessizdi. Jo-
ram bir köşeyi dönüp, Saryon'un yalnız başına bir bankta oturmak-
ta olduğunu görünce şaşırmış gibi yaptı.
"Üzgünüm, Peder," dedi Joram, bir okaliptüsün gölgesinde du-
rarak. "Seni rahatsız etmek istemedim." Yan dönerek, çok yavaşça,
geri çekilmeye başladı.
Şaryon sesi duyunca döndü, başını kaldırdı. Ayışığı yüzünde
yansıyordu. Tuhaf bir yüzdü bu, bu Peder Dunstable cephesi ve Jo-
ram onu hep ürkütücü ve huzursuz edici bulurdu. Ama gözler Ka-
rabüyücülerin köyünden tanıdığı alime aitti -bilge, ılımlı, nazik.
Yalnız şimdi, ek olarak, Joram, Katalist ona baktığında o gözlerde te-
kin olmayan bir ifade, anlayamadığı bir acı gölgesi gördü.
"Hayır, Joram, gitme," dedi Şaryon. "Beni rahatsız etmiyorsun.
Aslında, düşüncelerimdeydin."
"Dualarında da mı?" diye sordu Joram şaka olarak.
Rahibin hüzünlü yüzü o kadar soldu ki, sözcükler anlamsız kal-
270

KARAKJLIÇm YAZGISI
ram Saryon'un derin denn iç çektiğini işitti. Katalist elini göz-
? den geçirdi- "Gel, yanıma otur, Joram," dedi, bankın üzerinde
yer açarak.
loram denileni yaptı. Katalıst'in yanma oturarak gevşedi ve -ilk
M fa_ geceleyin bahçenin sessizliğini dinledi. Huzuru ve dinginliği
-zerine nazik bir kar yağışı gibi süzüldü, serin gölgeleri alev alev
•zihnini rahatlattı.
"Biliyor musun, Şaryon," dedi Joram tereddütle, düşündüklerini
söylemeye alışık olmadan, yine de bir şekilde bu adama birşeyler
borçlu olduğunu hissederek ve borcunu ödemeyi isteyerek, "önceki
dün -mabette birlikteyken- ilk defa... kutsal bir yere girmiştim.
Ah," -omuzlarını silkti- "Walren'da bir tür kilise vardı, Tarla Büyü-
cülerinin haftada bir kez gidip Peder Tolban'dan günlük suçluluk
duygusu dozlarını aldıkları kaba bir bina. Annem asla kilisenin ka-
pısını eskitmedi, tahmin edebileceğin gibi."
"Evet," diye mırıldandı Şaryon, Joram'a şaşkın bir ifadeyle baka-
rak. Bu sıradışı sözcük seli onu şaşırtmıştı.
"Anja tanndan, Almin'den bahsederdi," diye devam etti Joram,
bakışlan ayışığmın aydınlattığı güllerin üzerinde, "ama yalnızca be-
nim diğerlerinden üstün olmama teşekkür etmek için. Ben hiç dua
etmeye zahmet etmedim. Neden edecektim ki? Teşekkür edecek ne-
yim vardı?" dedi genç adam, eski acılık sesinde belirerek. Sessizleş-
ti, bakışlan sarmaşığın üzerindeki narin, beyaz çiçeklerden ellerine
gitti -o kadar becerikli, o kadar çevik, o kadar ölümcül. Ellerini ke-
netleyerek konuşurken görmeden onlara bakmaya devam etti.
"Annem katalıstlerden nefret ederdi -babama yaptıklanndan do-
layı- ve nefretini bana aşıladı. Hatırlıyor musun, bana bir kez..."
Şaryona baktı, "nefret etmenin sevmekten daha kolay olduğunu
söylemiştin. Haklıymışsın! Ah, ne kadar haklıymışsın, Peder!" Jo-
ram'm elleri aynldı, yumruk oldu. "Tüm yaşamım boyunca, nefret
?ıj 1

ITİARSARİÎ IUEİS S[ TR£CY HlCKJTlAn


ettim," dedi genç adam alçak, tutkulu bir sesle. "Sevip sevem
gimi merak etmeye başlıyorum! O kadar zor ki... o kadar canım
kıyor ki..."
"Joram," diye başladı Şaryon, yüreği dolu.
"Bekle, bırak bitireyim, Peder," dedi Joram, sözcükler birikm
hayal kırıklıkları sonucunda neredeyse patlıyordu. "Bu gece burav
gelirken, aniden babamı düşündüm." Kara kaşlar çatıldı. "Onu faz
la düşünmezdim," dedi, bir kez daha bakışlarını ellerine dikerek
"Düşündüğüm zaman da, onu orada, Sınır Topraklan'nda, taştan
yüzü donmuş ve kıpırtısız, yaşlar gözlerinden dökülürken sonsuza
dek, asla tanımayacağı bir ölüme bakarken düşünürdüm. Ama şim-
di, burada," -başını kaldırıp bahçede çevresine bakmırken Joram'm
yüzü yumuşadı- "onu eskiden olmuş olması gerektiği gibi -benim
gibi bir erkek olarak düşünüyorum. Benimki gibi... tutkulan olan,
onun kontrol edemediği tutkular. Annemi olmuş olması gerektiği gi-
bi görüyorum, genç bir kız, zarif ve güzel ve..." Tereddüt etti, yut-
kundu.

"Masum, güven dolu," dedi Şaryon nazikçe.


"Evet," diye yanıt verdi Joram duyulmaz bir biçimde. Katalıst'e
baktığı zaman, adamın yüzündeki ızdırabı görünce şaşırdı.
Şaryon genç adamın ellerini yakaladı, onlan sözcükleri kadar
büyük bir acıyla kavradı.
"Git! Hemen, Joram!" dedi Katalist telaşla. "Burada senin için
hiçbir şey yok! Onun için, acı bir mutsuzluktan başka hiçbir şey yok
-senin zavallı annen için olmadığı gibi!"
Joram inatla başını salladı, kıvırcık siyah saçları yüzüne düştü.

Katalist'in ellerinden kurtuldu.


"Oğlum, oğlum!" dedi Şaryon, kendi ellerini kenetleyerek. "Ba-
na açılabileceğini düşünmen beni her şeyden fazla mutlu ediyor. Sa-
na elimden gelen en iyi şekilde öğüt vermezsem kötü bir sırdaş olu-
272
KAR^Kjuçın YAEGİSİ
gir buseydin -Ben bir söyleyebilseydim..."
"Nevi bilseydim?" diye sordu Joram, bakışlarını hızla Katalist'e
kaldırarak.
Şaryon gözlerini kırpıştırdı, sözüne devam etmedi, telaşla yuttu
lan "Keşke anlamanı sağlayabilseyim," diye bitirdi pek de inanı-
! r olmayan bır tavıda, dudaklarının üstü terleyerek. "Bu kızla evlen-
meyi planladığını biliyorum," dedi yavaşça, kaşları çatılarak.
"Evet," diye yanıt verdi Joram serinkanlılıkla. "Miras işim halle-
dildiği zaman, elbette."
"Elbette," diye tekrarladı Şaryon boş bir sesle. "Önceki gün ko-
nuştuklarımızı düşündün mü?"
"Benim Ölü olmam konusunda olanı mı?" diye sordu Joram sa-
kinlik içinde.
Katalist başım salladı.
Joram bir an sessiz kaldı. Eli dalgın dalgın saçma gitti, Anja'mn
çok uzun zaman önce yaptığı gibi parmaklarıyla taramaya başladı.
"Peder," dedi sonunda, gergin bir sesle, "benim sevmeye, sevilmeye
hakkım yok mu?"
"joram..." diye başladı Şaryon çaresizce, uygun sözcükleri araya-
rak. "Konu bu değil. Elbette hakkın var! Tüm insanların hakkı var-
dır. Aşk Almin'in armağanıdır.
"Ölü-olanlar hariç!" dedi Joram alayla.
"Oğlum," dedi Şaryon merhametle, "gerçeği söylemiyorsa aşk
nedir ki? Yalanlar ekilmiş bir bahçeden aşk büyüyebilir, serpilebilir
mi?" Sesi cümlesini bitiremeden kırıldı, 'yalari sözcüğü karanlıkta
aydan daha parlak işiyordu sanki.
"Haklısın, Şaryon," dedi Joram kararlı bir sesle. "Annemi yalan-
lar yok etti -onun ve babamın birbirlenne söylediği yalanlar, onun
kendi kendine söylediği yalanlar. Onu delirten de yalanlar oldu. Ba-
na söylediklerini düşündüm ve..." Durdu, Şaryon ona umutla bak-
273

[TİARfiARET U;E1S St ÎRACY HlCKIHAn


ti.
"Gwendolyn'e gerçeği söylemeye karar verdim/'diye biti H-
rc*i jo-
ram.
Katalist içini çekti, serin gece havasında titredi. İşitmeyi u
ğu yanıt bu değildi. Cüppesine sannarak, bir sonraki sözlerini Hi
katle düşündü. "Bu kızı aldatamayacağmı fark ettiğin için ölçüle
derecede memnunum," dedi sonunda. "Ama hâlâ onun hayatına
çıkmanın daha iyi olacağını düşünüyorum -en azından şu and'
Belki bir gün, geri dönebilirsin. Ona gerçeği söylemek kendi hayatı
nı tehlikeye atmak demek, Joram! Bu kız çok genç! Anlamayabilir ve
riske girmiş olursun."
"O olmadan hayatımın benim için anlamı yok," diye karşılık ver-
di Joram. "Onun genç olduğunu biliyorum, ama içinde bir güç kay-
nağı var, iyilikten ve bana duyduğu aşktan doğan bir güç. Senin Al-
mininin eski bir deyişi var, Katalist." Saryon'a bakan Joram gülüm-
sedi, gerçek bir gülümseme, karanlık gözlere yumuşak bir ışık geti-
ren bir gülümseme. "'Gerçek sizi özgür kılacak.' Artık bunu anlıyo-
rum ve inanıyorum. İyi geceler, Şaryon," diye ekledi, ayağa kalka-
rak.
Tereddütle elini Katalist'in omzuna koydu. "Teşekkür ederim,"
dedi beceriksizce. "Bazen... eğer babam sana benzeseydi -eğer bil-
ge ve önemseyen biri olsaydı- o zaman onun ve benim yaşamlan-
mızdaki trajediler gerçekleşmezdi, diye düşünüyorum."
Joram aniden döndü ve hızlı adımlarla kıvrılan, bükülen bahçe
patikasında yürüdü. Ruhunu açtığı için utanmıştı, giderken Sar-
yon'a bakmadı.
Joram'm Katalist'ı görmemesi iyi olmuştu. Şaryon başını ellerine
gömdü, gözkapaklannın altından bir yaş süzüldü. "Gerçek sizi öz-
gür kılacak," diye fısıldadı ağlayarak. "Ah, tannm! Kendi sözlerimi
yutmaya zorluyorsun beni ve benim için zehir gibiler!"
274

7
ÖLDÜRÜCÜ KIRAĞI
Bahçedeki görüşmeden sonra günler geçti -âşıklar için mutlu-
luk, sırrının yükü altında yavaş yavaş batmakta olan Katalist için iş-
kence dolu günler. Lord Samuels ile Leydi Rosamund 'çocuklara'
zevkle gülümseyerek bakıyorlardı. Evdeki hiçbir şey gelecekteki
Baron ve dostları için fazla iyi değildi ve Leydi Rosamund düğün
kahvaltısında yemek odasına kaç kişi sığacağının, lmparator'u da-
vet etmenin uygun olup olmayacağının hesaplarını yapmaya başla-
mıştı.
Sonra bir sabah, Lord Samuels her zamanki gibi bahçeye çıktı
ve hizmetkârlan şok eden ve -kahvaltıya oturmuş olan- karısının
kaşlannı paylarcasma kaldırmasına sebep olan bir dil kullanarak
hemen eye döndü.
"Lanet olsun Sif-Hanarlara\" diye gürledi Lord Samuels. "Marie
nerede?"
"Ufaklıkların yanında. Hayatım, ne oldu?" diye sordu Leydi Ro-
samund, endişe içinde masadan kalkarak.
"Don düşmüş! Olan bu işte! Bahçeyi bir görmelisin!"
Aile dışan fırladı. Bahçe gerçekten de açması durumdaydı. Sap-
larından siyah ve kurumuş bir şekilde asılı duran sevgili güllere bir
bakış, Gvvendolyn'in ümitsizlik içinde gözlerini kapatmasına sebep
oldu. Ağaçlar kırağı kaplanmıştı; ölü çiçekler kar gibi yağıyordu;
275

flİARCARjt U/EİS & ÎRflCY HlCKHlAn


kahverengi yapraklar yerlere saçılmıştı. Marie'nin Yaşam bahs
siyle Lord Samuels en kötü zararlan onarmak için elinden P
yaptı, ama bahçe düzelene kadar günler geçeceğini tahmin etti
Zarar yalnızca Lord Samuels'in bahçesiyle sınırlı değildi M ?
lon'un tamamı ayağa kalkmıştı ve sabahleyin, birkaç sarsıcı dakik
boyunca, Sif-Hanarlar kendilerini Duuk-tsarithlerin zindanlannd
çürürken hayal ettiler. Sonunda hatanın iki kişiye ait olduğu anla
şildi, her ikisi de geceleyin kubbenin ısısını diğerinin ayarlayacağı
nı düşünmüştü. İkisi de yapmamıştı. Dışarıdaki kış mevsimi içeri-
deki havanın bir anda bahardan güze dönmesine sebep olmuştu ve
Merilon'un tamamı solmuş, büzülmüş, kahverengileşmiş ve ölme-
ye başlamıştı.
Lord Samuels işe kötü bir ruh hali içinde gitti. Gün kasvet için-
de geçti ve gece hiçkimsenin moralini düzeltmedi, çünkü Lord Sa-
muels eve öncekinden de karanlık bir ruh hali içinde gelmişti.
Kimseye fazla bir şey söylemeden, zararı incelemek için bahçeye
çıktı. Döndüğünde, her zamanki gibi ailesi ve konuklan ile yeme-
ğe oturdu, ama yemek boyunca sessiz ve düşünceli kaldı, bakışla-
rı, genç adamı şaşırtacak şekilde, Joram'dan ayrılmadı.
Babasının keyifsiz halini fark eden Gvvendolyn'in hemen iştahı
kapandı. Onu neyin rahatsız ettiğini sormak affedilmez bir görgü
kuralı ihlaliydi -yemek masasında yalnızca günlük işlerin tasasız
bir hava içinde konuşulması uygun görülürdü.
Leydi Rosamund da kocasının karanlık ruh halini fark etti ve
korkuyla ne olduğunu merak etti. Bunun bahçe için endişelenmek-
ten fazla bir şey olduğu açıktı. Ama yapabileceği hiçbir şey yoktu
ve durumu elinden geldiğince telafi ederek konuklannı eğlendir-
meye çalıştı. Leydi Rosamund şundan bundan bahsetti ve yemeği
ancak daha kasvetli kılan bir neşelilik taklidi yaratmayı başardı.
Genç Samuels o sabah beşiğinden uçmayı öğrendi, diye anlattı

KARAKJLİÇin YAZGISI
.- Rosamund, ama bu basan ödünü kopannca, büyü duygusu-
kaybetmiş ve yere yuvarlanarak herkesi korkutmuştu. Marie ka-
mdaki şişliği inceleyip önemli olmadığını söyleyene kadar her-
, bjrkaç dakikalık bir dehşet yaşamıştı.
O sabah -anlaşılmaz bir şekilde ve kimseye bir şey söylemeden
kaybolan Simkin'den haber alınamamıştı. Ama hanımefendinin dü-
'sük mevkili bir arkadaşının yüksek mevkili bir arkadaşının yüksek
mevkili bir arkadaşı, onun lmparatoriçe nin yanında, sarayda gö-
rüldüğünü söylemişti. Bu aynı arkadaşın arkadaşın arkadaşı, İmpa-
ratoriçe'nin keyifsiz olduğunu, ama yıldönümünün yaklaşmakta
olduğu düşünülünce bunun normal olduğunu bildirmişti.
"Ne korkunç bir zamandı," diye hatırladı Leydi Rosamund, na-
rin bir şekilde ürperip buzlu çileğinden ufak lokmalar alarak.
"Prens'in Ölü olduğunun bildirildiği gün. Doğumunu kutlamak
için harika bir parti planlamıştık ve iptal etmek zorunda kaldık.
Hatırlıyor musun, Marie? Yarattığımız onca yiyecek..." İçini çekti.
"Sanırım çöpe gitmesin diye hepsini kuzenlere yollamıştık."
"Hatırlıyorum," dedi Marie ciddiyetle, sohbetin devam etmesini
sağlamak için. "Biz -Peder Dunstable, iyi misiniz?"
"Boğazına takıldı," dedi Leydi Rosamund ilgiyle. "Ona bir bar-
dak su getir." Bir hizmetkâra işaret etti.
"Teşekkür ederim," diye mırıldandı Şaryon. Ûksürerek, yüzünü
minnetle Ev Büyücülerinden birinin ona doğru uçurdugu bir su ka-
dehinin ardına sakladı. Katalist o kadar sarsılmıştı ki, kadehi titre-
yen elinde tutması ve kadehin dudaklarına ulaşması için büyüsünü
kullanmak yerine bu tuhaf şekilde içmesi gerekti.
Bundan kısa süre sonra Lord Samuels aniden sandalyesinden
kalktı.
"Joram, Peder Dunstable, brendinizi kütüphanemde alır mıydı-
nız?" dedi.
277

rrİARCARjt U/EJS § 1"R£CY HlCKJTIAn


"Ama -tatlı?" dedi Leydi Rosamund.
"Ben almayacağım, teşekkür ederim," diye yanıt verdi Lo H
muels soğuk bir sesle ve Joram'a anlamlı bir bakış fırlattıktan
ra odayı terk etti. Başka kimse tek bir kelime etmedi. Gvven sancL

yesinde büzülmüş, o kırağı kaplanmış güllerden birine çok ben


yordu. Joram ve Şaryon Leydi Rosamund'dan izin istediler ve Lo ı
Samuels konuklarını kütüphaneye götürdü. Bir hizmetkâr da arka
larmdan gitti.
Bir şekil sandalyeden kalktı.
"Mosiah!" dedi Lord Samuels hayret içinde.
"Affınıza sığınırım, lordum," diye kekeledi Mosiah kızararak.
"Yemekte seni aradık, genç adam," dedi Lord Samuels soğuk bir
sesle. Bu nazik bir yalandı. Yemek odasının baskın kasveti içinde
kimse genç adamın yokluğunu hissetmemişti.
"Sanırım zamanı unuttum. Okumaya o kadar dalmışım ki..."
Mosiah bir kitap kaldırdı.
"Git hizmetkârlardan sana yiyecek birşeyler ayarlamasını iste,"
diye sözünü kesti Lord Samuels, çıkması için kapıyı açarken.
"Te -teşekkür ederim, lordum," diye kekeledi Mosiah, gözleri
lordun sert yüzünden Joram'm endişeli yüzüne kayarak. Açıklama
için Saryon'a baktı, ama Katalist yalnızca başını salladı. Mosiah eği-
lerek odadan çıktı ve Lord Samuels hizmetkâra, brendi sunması
için işaret etti.
Kütüphane rahat bir odaydı. Evin erkeği tarafından, kendi kul-
lanımı için tasarlandığı açıktı ve ince bir biçimde şekillendirilmiş
sayısız ahşap parçayla doldurulmuştu -geniş, meşe bir masa, pek
çok rahat sandalye ve bir sürü sevgiyle şekillendirilmiş kitap dola-
bı. İçleri, Lord Samuels'in toplum içindeki mevkisi ve konumuna
uygun kitaplar ve yazmalarla doldurulmuştu. Lord, Lonca Üstadı
seviyesine ulaşmak için gerekli olduğu üzere eğitimli bir adamdı,
278

KARfıKJLIÇin YAHCİSİ
asın eğitimli değildi. Bu, konumunun üstüne çıkmaya çalış-
ı, olarak görülürdü ve Lord Samuels -karısı gibi- kendisi ile
jjsinden üstün olanlar arasında saygılı bir mesafe bırakmaya
H'kkat ediyordu. Bunun için Lord Samuels'a büyük hayranlık du-
ulurdu, özellikle de ondan üstün olanlar tarafından. Sık sık Lord
Samuels'in 'yerini' bildiği söylenirdi.
joram içeri girerken kitaplara bir göz attı. Aç bir adamın yiye-
ceğe çekilmesi gibi, o da bilgiye çekiliyordu ve şimdiye kadar çok-
tan kütüphanedeki her kitap başlığına aşina olmuştu. Zorunluluk-
tan dolayı Gwen'den ayrılması gerektiğinde, zamanının çoğunu
orada, Mosiah ile birlikte geçirirdi. Joram sözünü tutmuş, arkada-
şına okumayı öğretmişti. Mosiah yetenekli bir öğrenciydi, hızlı ve
zekiydi. Dersler iyi gitti ve artık, bu zorunlu hapiste, Mosiah kü-
tüphaneyi bir nimet sayıyordu.
Çalışmalarına ciddi olarak başlamış, zahmetle, sık sık da yar-
dım almadan -Joram meşgul oluyordu- metinlerde ilerlemişti. Mo-
siah özellikle, daha önce hiç böyle bir şey görmediğinden büyü te-
orisi ve kullanımları üzerine kitaplarda yoğunlaşmıştı. Joram bu ki-
tapları sıkıcı ve faydasız görüyordu, ama Mosiah boş zamanlannm
çoğunu -ve hayli boş zamanı vardı- bu kitaplara, büyü çalışmala-
rına adıyordu.
Şaryon kitapları hiç fark etmiyordu. Katalist odadaki hiçbir şe-
yi fark etmiyor gibiydi, lordun onun için çektiği bir sandalye gibi.
Düşüncelere dalan Katalist boşluğa oturmaya kalktığı zaman san-
dalyeyi hızla yeniden konumlandırmak zorunda kalmıştı.
"Affınıza sığınırım. Peder Dunstable," diye özür diledi Lord Sa-
muels, Katalist aniden arkasından ittinlen sandalyeye yığılınca.
"Benim hatam, lordum," diye mırıldandı Şaryon. "Bakmıyor-
dum. .." Sesi söndü.
"Belki daha sık dışarı çıkmalısınız, peder," diye öneride bulun-
279

[TlARpARfî U/EİS fi- TRACY HlCKJTIAn


du Lord Samuels, hizmetkâr, brendinin kristal sürahisinden k
gan, cam kadehlere dolmasını sağlarken. "Siz ve o genç adam \A
siah. Bu genç adamın benim bahçemi Aşağı Şehir'deki harika bah
çelere neden tercih ettiğini anlayabiliyorum," -Joram'a, alnı hafif
kınşarak, anlamlı bir bakış fırlattı- "ama sizin ve Mosiah'm gitme
den önce güzel şehrimizin harikalarını görmeniz gerektiğini düşü
nüyorum." Sözcükleri bilinçsizce vurgulamıştı.
Korkuya kapılan Joram Şaryona baktı, ama Katalist bakışlanna
ancak omuzlannı silkerek yanıt verebiliyordu. Söyleyebileceği ya
da yapabileceği bir şey yoktu. Lord Samuels'in sohbeti, hizmetkâr
çekilene kadar zararsız konularda sürdüreceği açıktı. Joram katılaş-
tı, elleri sandalyenin kollan üzerinde kıvrıldı.
"Bir zamanlar burada yaşamış olduğunuzu anlıyorum, Peder
Dunstable," diye devam etti Lord Samuels.
Şaryon ancak baş sallayabildi.
"O zaman, şehre aşinasınız. Ama bu genç adamın -Mosiah'm-
ilk ziyareti. Yine de hanımım saatlerini burada, okuyarak harcadı-
ğını söylüyor!"
"Okumaktan hoşlanıyor, lordum," dedi Joram kısaca.
Şaryon gerginleşti. Prens Garald ile geçirdiği bir hafta Joram'a
ince bir nezaket ve görgü kabuğu sağlamıştı. Genç adam sevgiyle,
bunun hayatını değiştirdigiry düşünüyordu. Ama Şaryon bunun
geçici olduğunu, bir lav akıntısının kabuk tutmuş yüzeyi gibi oldu-
ğunu biliyordu. Ateş ve öfke hâlâ oradaydı, yüzeyin altında fokur-
duyordu. Kabuk bir kez kınlında, fışkıracaklardı.
"isteyeceğiniz başka bir şey var mıydı, lordum?" diye sordu hiz-
metkâr.
"Hayır, teşekkür ederim," diye yanıt verdi Lord Samuels. Hiz-
metkâr eğilerek odadan çıktı, arkasından kapıyı kapattı. Lord Sa-
muels bir sözcük söyleyerek kapıya bir büyü yaptı ve üçü hafifçe
280

KARAKJLiçın YAZGİSİ
küflü parşömen ve eski deri kokan kütüphanede yalnız kaldılar.
"Tartışmamız gereken nahoş bir konu var," dedi Lord Samuels
ciddi ve soğuk bir sesle. "Bu tür şeyleri ertelemenin işe yaramadığı-
na inanıyorum ve bu yüzden hemen konuya gireceğim. Senin do-
ğum kayıtların ile ilgili bir zorluk çıktı, Joram."
Lord Samuels bir tepki beklermiş gibi durdu -belki de genç
adamm bir sahtekâr olduğunu gösteren şaşkın bir itiraf. Ama Joram
hiçbir şey söylemedi. Karanlık gözleri sabit, istikrarlı bakışlarını
korudu ve dikkatle Lord Samuels'in gözlerine bakmaya devam et-
ti. Lord Hazretleri bir süre sonra gözlerini kaçırdı ve utanç içinde
boğazını temizledi.
"Bana bile bile yalan söylediğini ima etmiyorum, genç adam,"
diye devam etti Lord Samuels, brendisi tadılmadan havada, yanın-
da süzülürken. "Ve itiraf ediyorum ki belki de... aşın hevesli dav-
ranarak sorunu ben karmaşıklaştırdım. Sende sahte umutlar yarat-
mış olabileceğimi düşünüyorum.
"Kayıtlardaki sorun nedir?" diye sordu Joram. Sesi o kadar kı-
nlgandı ki, Şaryon ürperdi, kayanın çatlamaya başladığını görmüş-
tü.
"Basitçe anlatmak gerekirse -kayıt yok," diye yanıt verdi Lord
Samuels, boş avuçlarını açarak. "Dostum, kadının, Anja'nın Kay-
nak'm doğum odalanna kabul edilmesine ilişkin kayıtlan bulmuş.
Ama bebeğinin doğumu hakkındaki kayıtlar yok. Peder Dunstab-
le," -lord kendi sözünü kesti- "siz iyi misiniz? Hizmetkâr çağırayım
mı?"
"H -hayır, lordum. Lütfen..." diye mınldandı Şaryon duyulmaz
bir sesle. Brendiden bir yudum aldı ve alev alev sıvı boğazını acı-
tınca hafifçe nefesi kesildi. "Hafif bir rahatsızlık. Geçecektir."
Joram yme konuşmak için ağzını açtı, ama Lord Samuels elini
kaldırdı ve gözle görülür bir çabayla genç adam kendine hâkim ol-
281

ITJARGARÎÎ U/EIS & 1"RACY HlCKJTlAn


du ve sessiz kaldı.
"Şimdi, bunun neden olabileceği konusunda sebepler vardır
kuşkusuz. Annenin trajik geçmişi hakkında bana anlattıklarına ba-
kılırsa, çılgına dönmüş bir kadının doğum kayıtlarını yanında gö-
türmesi mantıklı olabilir. Özellikle de geri dönüp, o kayıtları kulla-
narak mirasını talep etmeyi düşünüyorsa. Sana sahip olduğu kayıt-
lardan hiç bahsetti mi?"
"Hayır," diye yanıt verdi Joram. "Lordum," diye ekledi katı ka-
tı.
"Joram," -Lord Samuels'in sesi sertleşti, genç adamın ses tonu
karşısında sinirlenmişti- "sana inanmayı çok istiyorum. Iddialannı
araştırmak için epey derde girdim. Bunu yalnızca senin için değil,
kızım için de yaptım. Çocuğumun mutluluğu benim için her şey
demek. Onun sana... nasıl diyelim... onun aklını çeldiğin açık. Ve
o da seninkini çelmiş. Bu yüzden, bu konu çözülene kadar evimi
terk etmeniz herkesin çıkarma olacak..."
"Aklımı çelmek mi? Onu seviyorum, lordum!" diye sözünü kes-
ti Joram.
"Eğer iddia ettiğin gibi kızımı gerçekten seviyorsan," diye de-
vam etti Lord Samuels soğuk bir sesle, "o zaman bu evi hemen terk
etmenizin onun çıkanna olacağım kabul edersin. Eğer talebin ka-
nı tlanabilirse, elbette, rızamı..."
"Doğru, sana söylüyorum!" diye haykırdı Joram tutkuyla, san-
dalyesinde yan doğrularak.
Genç adamın karanlık gözleri alev alevdi, yüzü öfkeyle kızar-
mıştı. Lord Samuels kaşlannı çatarak hizmetkârları çağıracak gü-
müş çana doğru hafif bir hareket yaptı.
Bunu gören Şaryon elim uzattı ve Joram'm koluna koyarak genç
adamın yavaş yavaş sandalyesine çökmesini sağladı.
"Kanıt bulacağım! Nasıl bir kanıt istiyorsun?" diye sordu Joram,
282

KARÖKJLIÇin YAZGISI
jeIin derin nefes alarak. Öfkesini kontrol altına almaya çalışırken
elleri sandalyenin kollarını kavramıştı.
Lord Samuels içini çekti. "Arkadaşıma göre, Kaynak'ta konuştu-
ğu ebe eski ebenin -senin doğumun sırasında orada olan ebenin
rnmm... o olayla ilgili sıradışı koşullar sebebiyle doğumu hatır-
ladığını söylüyor. Eğer bir doğum işaretin varsa," -lord omuzlannı
sirkti— "hatırlayabileceği herhangi bir şey, Kilise onun tanıklığını
kabul edecektir kuşkusuz. Şimdi İmparatoriçe ile ilgilenen yüksek
seviyeli bir Theldara," diye ekledi Lord Samuels, dinlemeyen Sar-
yon'a açıklamak için.
Katalist'in başına korkunç bir ağrı saplanmıştı; kan kulaklarını
dövüyordu. Joram'm ne söyleyeceğini biliyordu, genç adamın yü-
zünde doğan umut ışığını görebiliyordu, dudakların oynadığını, el-
lerinin göğsünü kaplayan gömleğin kumaşına gittiğini görebiliyor-
du.
Onu durdurmalıyım, diye düşündü Katalist çılgınca, ama felç
edici bir korku onu durdurdu. Saryon'un dudaklan katılaşmıştı,
konuşamıyordu. Nefes alamıyordu. Taşa dönmüş de olabilirdi. Jo-
ram'm konuştuğunu duyabiliyordu, ama sözleri ona, sanki yoğun
bir sisin ardından gelir gibi, boğuk geliyordu.
"Bir doğum izim var!" Genç adamın eli gömleği açtı. "Hatırlaya-
cağı kesin olan bir şey! Bakın! Bu yara izleri... göğsûmdeki! Anja
beni doğuran ebenin beceriksizliği yüzünden olduğunu söylemişti!
Annemin rahminden beni alırken tırnaklan etime gömülmüş! Bu
gerçek kimliğimi kanıtlayacaktır!"
Hayır! Hayır! diye haykırdı Şaryon sessizce. Beceriksiz bir ebe-
nin tırnakları değil! Her şeyi canlı, acı veren bir netlikle hatırlıyor-
du. O yaralar -annenin gözyaşlan! Gerçek annenin, lmparatori-
çe'nin, görkemli Menlon Katedralı'nde sana ağlarken; kristal göz-
yaşları Ölü bebeğinin üzerine dökülmüş, bebeği yaralamıştı; bebe-
2 83

ITİARPARft lUEIS $ "İRACY HiCKjnAn


gin beyaz derisinin üzerinde kırmızı kan akmıştı; Piskopos Vanv
sinirle bakmıştı, çünkü şimdi minik bebegm bir kez daha arındırıl
ması gerekecekti...
Kitaplar Saryon'un üzerine geliyordu... Kitaplar... Yasak kitap,
lar... Yasak bilgi... Onu çevreleyen Duuk-tsarithler... Siyah cüppe-
leri. .. Onu boğan... Boğuluyordu... Nefes alamıyordu...
Bunlar... gerçek kimliğimi kanıtlayacak...
Karanlık
284

8
GECE
"Yaşayacak mı?"
"Evet," dedi Theldara, baygın, cansız görünen Katalist'i taşıdık-
ları odadan çıkarken. Önünde duran genç adamı dikkatle inceledi.
Sert yüzünde ve gür, siyah saçlarında, hasta adamla pek az benzer-
lik buldu. Ama karanlık gözlerdeki acı ve endişe, hatta korku Ya-
şam Sihirbazı'nm kuşku duymasına sebep oldu.
"Sen oğlu musun?" diye sordu.
"Hayır... hayır," diye yanıt verdi genç adam, başını sallayarak.
'Ben... arkadaşıyım." Bunu neredeyse özlemle söylemişti. "Birlikte
uzun yollar kat ettik."
Theldara kaşlannı çattı. "Evet, bedenin tepkilerinden bu adamın
uzun zamandır evinden ayn olduğunu anlayabiliyorum. Huzura ve
sessiz uğraşlara alışık bir adam, renkleri griler ve yumuşak maviler.
Ama derisinden yayılan alev alev kırmızılar görüyorum. Bu barış
günlerinde imkânsız olmasa," diye devam etti Theldara, "bu Kata-
list'in savaşa girdiğini söylerdim! Ama savaş yok..."
Yaşam Sihirbazı durarak Joram'ı sorgularcasma süzdü.
"Hayır," diye yanıt verdi Joram.
"Bu yüzden," diye devam etti Theldara, "kargaşanın içsel oldu-
ğu sonucuna varmalıyım. Bu sıvılarını etkiliyor; gerçekten de bede-
ninin lüm ahengini etkiliyor! Ve bir şey daha var, taşıdığı korkunç
285

tTİARÇARft U./EIS & ÎRACY HlCKJIlAn


bir sır..."
"Hepimizin sırları vardır," dedi Joram sabırsızca. Theldara'nm
ötesine bakarak kanatılmış odayı görmeye çalıştı. "Onu ziyaret ede-
bilir miyim?"
"Bir dakika, genç adam," dedi Theldara sertçe, Joram'm kolunu
yakalayarak.
Theldara orta yaşlannda iri bir kadındı. Merilon şehrindeki en
iyi Otacılardan sayılan kadın, zamanında, iyileştirici güçleri sorun-
lu zihinlerine düzen getirene kadar delilerle boğuşmuştu. Yaşayan-
ları dünyaya gelirken, ölenleri giderken kollarına almıştı. Güçlü
kavrayışı, daha da güçlü bir iradesi vardı ve dokunuşu üzerine Jo-
ram'm kaşlarını çatması karşısında hiç gözü korkmamış, onu sıkı-
ca tutmuştu.
"Beni dinle," dedi, yanlarındaki odada yatan Katalist'i rahatsız
etmemek için alçak sesle. "Eğer onun dostuysan, sımnı ondan çe-
kip alırsın. Ete batan bir diken nasıl kanı zehirlerse, bu sır da onun
ruhunu zehirliyor ve neredeyse ölümüne yol açıyordu. O ve iyi ye-
miyor, düzenli uyumuyor olduğu gerçekleri. Herhalde bunu fark
etmemişsindir, değil mi?"
Joram kadına sert sert bakmaktan başka şey yapamıyordu.
"Ben de öyle düşünmüştüm!" Yaşam Sihirbazı burnunu çekti.
"Siz gençler, kendi sorunlarınıza gömülmüşsünüz!"
"Ona ne oldu?" diye sordu Joram, bakışları karanlık odaya gi-
derek. Theldara'nm gerekli gördüğü yatıştıncı bir müzik köşeye
yerleştirdiği bir arptan yayılıyordu. Görünmeyen eller telleri, tem-
posu hastasında gördüğü uyumsuz titreşimlere ahenk getirecek bir
şekilde çekiyordu.
"Sıradan insanlar arasında Almin'in Eli olarak bilinir. Köylüler
kurbana tanrının elinin çarptığına inanır. Elbette, biz," diye yanıt
verdi Theldara, "bunun bedenin doğal sıvı akışının şiddetli bir bi-
28G

K.AKAKJLIÇin YAEGİSİ
cimde bozulması sonucunda beynin aç kalması olduğunu biliyo-
ruz. Bazı durumlarda, bu felce, konuşma yetisinin kaybına, körlü-
ğe sebep olur..."
Joram dönüp Yaşam Sihirbazı'na korku içinde baktı. "Ona ol-
madı.-" Devam edemedi.
"Ona mı? Arkadaşına mı?" Theldara ısırgan diliyle bilinirdi.
"Hayır. Bunun için Almin'e ve bana teşekkür edebilirsin. Arkadaşın
güçlü bir adam, aksi halde uzun zaman önce bu, taşıdığı korkunç
yükün altında solup giderdi. İyileştirme enerjileri iyi ve Ev Katalis-
ti'nin -Joram yatağın yanında Marie'nin durduğunu gördü- yardı-
mı ile onu sağlığına kavuşturmayı başardım. Birkaç gün zayıf kala-
cak, ama iyileşecek. Ne kadar iyi olabilirse," dedi Theldara, Jo-
ram'm kolunu bırakarak. "Ta ki sırn bedeninden temizlenene, ze-
hiri boşaltılana kadar. Yemek yemesini ve uyumasını sağla..."
"Bir daha olur mu?"
"Kuşkusuz, kendisine bakmazsa tabii. Ve bir sonraki sefer...
Eh, bir sonraki sefer olursa, bundan sonra pek fazla sefer olmaya-
caktır. Bana pelerinimi getir," diye emir verdi Theldara hizmetkâr-
lardan birine. Hizmetkâr pelerini getirmek için hemen yok oldu.
"Sırnnı biliyorum," dedi Joram, karanlık kaşlarını çatarak.
"Öyle mi?" Theldara ona hayretle baktı.
"Evet," dedi Joram. "Bu seni neden şaşırtıyor?"
Kadın bir an düşündü, sonra başını salladı. "Hayır," dedi karar-
lılıkla, "sırnnı bildiğini düşünebilirsin, ama bilmiyorsun. Varlığını
bu ellerle hissettim," -ellerini kaldırdı- "ve içinin derinliklerinde
gömülü, o kadar derinde ki, benim araştıncı düşüncelerim ona do-
kunamadı."
Joram'a kurnaz gözlerle bakan Theldara'nm gözleri kısıldı. "Sak-
ladığı sırnn sana ait olduğunu kastediyorsun, değil mı? Ölü oldu-
ğun gerçeğini. O bilgiyi dünyadan saklayabilir, ama düşüncelerinin
287

fîİARCARft UJEİS d ÎRACY HiCKjnAn


en tepesinde yüzüyorlar ve nasıl yapacağını bilen bizler gibiler iCi
okuması çok kolay. Ah, korkma! Biz TheMaralar, hastalarımızın sır
larına saygı göstermek için kadim bir yemin ederiz. Eski dünyadan
gelir, türümüzün en büyüğü, Hipokrat adlı birinden. Yüreğin ve
ruhun derinlerini gören bizlerin böyle, bağlayıcı bir yemin etmesi
gerekir."
Kollarını uzatarak Ev Büyücüsü'nün pelerini omuzlanna kay-
dırmasına izin verdi. "Şimdi, dostuna git. Onunla konuş. Senin sır-
rını uzun süredir paylaşıyor. Ona, senin de sırnnı paylaşmaya ha-
zır olduğunu söyle."
"Söyleyeceğim," dedi Joram ciddiyetle. "Ama ben..." Çaresizce
omuzlannı silkti. "Ne olabileceğini hayal edemiyorum. Bu adamı
çok iyi tanıyorum, ya da en azından tanıdığımı sanırdım. Bir ipucu
yok mu?"
Theldara gitmeye hazırlanıyordu.
"Yalnızca bir tane," dedi, ona eşlik eden büyük, ahşap tepsinin
üzerindeki bitkisel ilaçların ve karışımların yerli yerinde olup ol-
madığını görmek için arkasına dönerken. Her şeyi yerli yerinde bu-
larak, başını bir kez daha Joram'a kaldırdı. "Genellikle bu tür bir
kriz sisteme bir şokla gelir. Kriz geldiği zaman ne konuştuğunuzu
düşün. Bu sana bir ipucu verebilir. Ama," -omuzlannı silkti- "ver-
meyebilir de. Bunun yanıtını yalnızca Almin biliyor, korkarım."
"Ona yardım ettiğin için*teşekkür ederim," dedi Joram.
"Hıh! Keşke aynısını ben de sana söyleye bilseydim!" Theldara
son bir sert baş sallayışıyla veda etti, sonra tepsisine takip etmesini
söyleyerek Lord Samuels ile Leydi Rosamund'a veda etmek üzere
koridorda süzülerek uzaklaştı.
Joram görmeyen gözlerle onu izledi, aklında kütüphanedeki
sahneyi canlandırdı. O ve Lord Samuels Joram'm Baronluk iddiası-
nı tartışıyorlardı. Genç adam Saryon'un bir şey söylediğini hatırla-
288

K.ARAKJLIÇIn YAZGISI
jy0rdu, ama, diye itiraf etti Joram kendi kendine mutsuzluk için-
ce Katalist'e dikkat etmiyordu zaten. Düşünceleri kendi dertleri
üzerinde odaklanmıştı. Katalist yere yıkılmadan önce ne söylen-
mişi1?
"Evet." Eli göğsüne gitti. "Bu yaralardan bahsediyorduk..."
Gwendolyn odasında, karanlıkta, yalnız başına oturuyordu.
Gözleri döktüğü yaşlardan kızarmıştı ve şimdi, artık gözünde yaş
kalmadığından ve yüzünün sabahleyin kırmızı ve şişmiş olacağın-
dan korktuğundan, yüzünü gül suyu ile yıkıyordu.
"Joram ile konuşamasam bile beni görecektir," dedi kendi ken-
dine, makyaj masasında oturarak.
Soğuk ışığı Sif-Hanarlarm büyüsü ile vurgulanmış ay, inci par-
laklığını Merilon'a yayıyordu. Ayın ışığı Gvven'e dokunuyordu, ama
o ayın güzelliğini göremiyordu. Aslında, onu üşütüyordu. Ayın so-
ğuk gözü gözyaşlarına acıma ya da önem göstermeden parlıyor gi-
biydi; derisine düşen beyaz ışınlan sıcak etin ceset gibi solgun gö-
rünmesine sebep oluyordu.
Gwen karanlığın arkadaşlığını tercih ederdi ve ayağa kalkarak
eliyle perdeyi kapattı -normalde bir işaret ve büyü kullanarak ya-
pacağı bir iş. Ama fiziksel olarak tükenmişti ve içinde hiç büyü kal-
mamıştı.
Theldara'nm, Peder Dunstable'm iyi olacağı konusundaki gü-
vencelerini dinleyen Lord Samuels kızma, Joram'ın mirası konusu
kesin olarak açıklığa kavuşmadığı sürece genç adamla konuşmama-
sı, onun kendisi ile konuşmasına izin vermemesi gerektiğini bildir
mışti.
"Onu sahtekâr olmakla suçlamıyorum," demişti Lord Samuels
kızına, kızı acı acı annesinin kollarında ağlarken. "Hikâyesine ina-
nıyorum. Ama eğer kanıtlanamazsa, o bir hiç. Serveti ve ailesi ol
289

nİARCAREt U/EIS & ÎRACY HlCKjnAn


mayan bir adam. O," -lord çaresizce omuzlarını silkti- "bir -j-
Büyücüsü! İşte o bu ve daha iyisi olduğunu kanıtlayana kadar H-
öyle kalacak! Bundan da kötüsü, bir rezaletin gölgesinde yaşav
cak..."
"Bu onun hatası değildi!" diye haykırdı Gwen tutkuyla. "Baba
sının günahlarının cezasını neden o ödemek zorunda?"
"Bunu biliyorum, hayatım," demişti Lord Samuels. "Ve eminim
ki Baronluğu elde ederse, başka herkes de aynı şekilde düşünecek
Bütün bunlar olduğu için üzgünüm, Gwendolyn," demişti lord, kı-
zının saçını nazik hareketlerle okşayarak. Kızma gerçekten çok
düşkündü ve onu böyle büyük bir acı içinde görmek yüreğini bur-
kuyordu. "Benim hatam," diye ekledi, içini çekerek, "gerçeklerden
emin olmadan böyle bir bağlanmayı cesaretlendirdim. Ama o za-
man, geleceğin için öyle... öyle iyi bir yatırım gibi görünüyordu
ki..."
"Ve hâlâ her şeyin düzelmesi olasılığı var, yavrum!" Leydi Rosa-
mund kızının saçlanm yaşlarla dolu gözlerinden arkaya sıvazladı.
"Öbür gün Imparator'un balosu var. Ebe artık Majesteleri'ne hizmet
ediyor. Baban onunla bir görüşme ayarlayacak ve Joram'ı tanıyıp
tanımadığını göreceğiz. Eğer tanırsa, ne kadar harika zaman geçire-
ceğiz! Eğer tanımazsa, seninle ilgilenecek, senin bu genç adamı ha-
yatından çıkarmana yardımcı olmaktan memnun olacak genç asil-
leri düşün." *
Bu genç adamı hayatından çıkar. Odasında yalnız, Gwen elleri-
ni sızlayan yüreğinin üzerinde kenetledi ve üzüntü içinde başını
eğdi. Geleceğin için yatırım.
"Ben o kadar kalpsiz miyim?" diye sordu kendi kendine. "Ben-
de bir servet arzusu, kolay, mutlu, eğlenceli bir yaşam arzusundan
başka bir şey yok mu?" Kuşkusuz, diye düşündü vicdan azabıyla,
ince perdelerin tam olarak engelleyemedigı ayışıgı altında çevresi-
290

KARAKJLIÇin YAZGISI
ne bakmarak, kuşkusuz böyle görünüyor olmalı, yoksa anne ba-
bam böyle şeyler söylemezdi.
Son bir kaç gündür söylediği sözleri, kurduğu hayalleri düşü-
nünce vicdan azabı on kat arttı.
"Joram'ı hayal ederken," diye mırıldandı, "onu güzel giysiler
içinde hayal ettim, şimdi üzerinde olan sade giysilerle değil. Onu
malikânesinin üzerinde, hizmetkârları çevresinde süzülürken ya da
Kralın Fidyesi oyununda atlarını dörtnala sürerken ya da beni se-
nede bir kez çiftlikleri ziyarete götürürken, tüm köylüler önünde
saygı ile eğilirken hayal ettim..." Alev alev yanan gözlerini kapattı.
"Ama o bir Tarla Büyücüsü! Bir köylü -eğilenlerden biri! Ve eğer
miras üzerindeki hakkını kanıtlayamazsa, köylü olmaya geri döne-
cek büyük ihtimalle. Ayaklanm toprağın içinde, yanında durup,
onunla beraber eğilebilir miyim?..."
Bir anlığına kuşku duydu. Korku onu altetti. Daha önce hiç
Tarla Büyücüsü köyü görmemişti, ama Joram'dan dinlemişti onla-
rı. Beyaz cildinin yandığını ve su topladığını, güzel saçlarının rüz-
gârın altında dolaştığını, bedeninin günün sonunda yıpranmış, bit-
kin ve acılı olduğunu hayal etti. Kendisini tarlaların içinde eve yü-
rürken hayal etti, yürüyordu, çünkü uçacak enerjisi yoktu. Ama ya-
nında J oram vardı, onunla birlikte kulübelerine yürüyordu. Kolla-
rını ona doluyor, yorgun adımlarına destek oluyordu. Eve birlikte
dönüyorlardı. Gwen, çocuklannm oyun oynamasını seyrederek
onlara sade bir yemek pişirıyordu ("Yemek pişirmeyi öğrenebili-
rim, herhalde," diye fısıldadı)...
Gwendolyn kızardı, bedeninden bir sıcaklık geçti. Çocuklar.
Töreni katalistler yapacak, Joram'ın tohumunu onun bedenine ak-
taracaklardı. Gwen nasıl yaptıklarını merak ediyordu, çünkü bu
annesinin hiç bahsetmediği bir konuydu. Hiçbir iyi yetiştirilmiş ka-
dın da bahsetmezdi. Yine de, Gwen merak etmekten kendini alıko-
29 1

rTİAR£AR£t U/EİS SC TRACY HıcumAn


yamıyordu ve bu merakın aklına şimdi, Joram'm yemeğini yernes'
ni, ona bakmasını, karanlık saçlarının ateş ışığı altında parlamasın
hayal ederken gelmesi tuhaftı...
O ateşin sıcaklığı Gwen'in içinde yayıldı, ona ayın solgun, so-
ğuk ışığından daha parlak gelen altından, tatlı bir ışıltı ile sardı
onu. Başını kollarına dayayarak ağlamaya başladı yine, ama bu göz-
yaşları farklı bir kuyudan fışkırıyordu, var olduğunu hiç hayal et-
mediği daha derin, daha saf bir kuyudan. Bunlar neşe gözyaşlarıy-
dı, çünkü Joram'ı bencil olmayan bir aşkla sevdiğim biliyordu. Onu
Baron olarak sevmişti, onu köylü olarak da sevebilirdi. Ne olursa
olsun, nereye giderse gitsin, Gwen'in yeri onun yanıydı, bu bir tar-
la bile olsa...
Eğer Gvvendolyn, masumca Joram ile paylaşmayı planladığı ha-
yatın gerçek güçlüklerini bilseydi, ilk defa bir kadının aşkı ile atma-
ya başlayan kalbi tereddüt edebilirdi. Hayalinde yarattığı basit, ku-
lübe gerçek bir Tarla Büyücüsü konutunun en az beş katıydı. Pişi-
receğini hayal ettiği basit yemek gerçek bir köylü ailesini bir ay bo-
yunca beslerdi ve sevgi dolu hayalinde tüm çocukları sağlıklı doğ-
muş, serpilmişlerdi. Hayalindeki manzarayı lekeleyen minik me-
zarlar yoktu.
Ama mevcut ruh halinde, bunun önemi olmayabilirdi. Gerçek-
ten de, hayat ne kadar zor görünürse, onu o kadar hevesle kabul-
lenecekti, çünkü bu aşkını kanıtlayacaktı! Yanaklarında yaşlar pa-
nldayarak başını kaldırdı. Joram'm Baronluk iddiasını kanıtlaya-
mayacağını umuyordu! Onu yıkılmış, tükenmiş hayal etti. Babası-
nın kendisini yakalamasını, onu sürükleyerek uzaklaştırmaya baş-
lamasını hayal etti.
"Ama ben kurtulacağım!" dedi kendi kendine, neredeyse kutsal
bir hararetle. "Joram'a koşacağım ve o beni kollanna alacak ve son-
suza dek beraber olacağız.
292

KAR£KJLIÇin YAZGISI
"Sonsuza dek," diye tekrarladı, dizlerinin üzerine çöküp elleri-
ni kavuşturarak. "Lütfen, Kutsal Almin," diye fısıldadı, "lütfen ona
anlatmam için bir yol bulmama izin ver! Lütfen."
Üzerine bir huzur ve tatmin duygusu çöktü ve Gwen gülümse-
di. Duası yanıtlanmıştı. Yann bir şekilde, Joram ile gizlice buluşma-
nın yolunu bulup ona söyleyecekti. Başını yatağa dayayarak gözle-
rini kapattı. İnce perdeden içeri giren ayışığı dudaklarına dokundu
ve tatlı gülümseyişini dondurdu. Yanaklanndaki yaşlar soğuk par-
laklığı altında kurudular ve sevgili ->avrusunu kontrol etmek için
gelen Marie, kızı yatağa yerleştirirken titredi ve Almin'e bir dua mı-
rıldandı.
Ayışığı altında çok uzun uyuyanların onun lanetine maruz kal-
dığı iyi bilinirdi...
Joram geceyi Katalist'in yatağının yanında geçirdi. Onun dü-
şüncelerinde ay ışığı parlamadı, çünkü Theldara ayın huzursuz edi-
ci etkisinin hastasını rahatsız etmemesini sağlamıştı. Odanın köşe-
sindeki arp yatıştırıcı melodilerini çalmaya devam ediyordu -flütü-
nü çalan, gece nöbetini bitiren ve dikkatim gevşeten şafağı selam-
layan bir çobanın müziği. Katalist'in üzerinde kristal bir küre süzü-
lüyor, karanlıkta saklanan dehşetleri uzak tutmak için yüzüne yu-
muşak ışığım düşürüyordu. Yanında, bir başka küredeki sıvı kay-
nıyor, ciğerlerini temizleyen, kanını anndıran aromatik kokular ya-
yıyordu.
Bunun Saryon'a ne kadar yaradığı tartışılırdı, çünkü, Thelda-
ra'nın söylediği gibi, Joram'm gerçek kimliğine dair sır onun için
kanserden daha tehlikeliydi. Zehirini hiçbir bitki çıkaramaz, Thel-
daralann hiçbir iyileştirici gücü bedenin kendi gücünü kullanarak
yok ediciyle mücadele etmesini sağlayamazdı.
Şaryon Theldara'nm yaptığı yatıştırıcı bir büyüyle uyuyor, çev-
243

ITİARGAREÎ WEIS & ÎRACY HlCKJTIAn


resinde olup bitenlerden habersiz görünüyordu. Muhtemelen orv
şimdi faydalı olacak tek tedavi buydu ve yalnızca geçiciydi, çunkr
büyü kısa süre sonra etkisini yitirecekti ve Şaryon yine yükü altm
da çabalamaya devam edecekti.
Ama yatıştırıcı müzik ve aromatik bitkiler katalist için pek az

şey yapıyorsa da, Joram için bulunmaz nimettiler. Onun için o ka-
dar şey yapan -onca şey yapan ve pek az teşekkür alan adamın ya-
nında otururken, Joram Katalist'in öldüğünü düşündüğü zaman
hissettiği yitik yalnızlığı hatırladı.
"Beni anlıyorsun, Peder," dedi, örtünün üzerine yatan eriyip git-
miş ele tutunarak. "Diğerlerinin hiçbiri anlamıyor. Mosiah anlamı-
yor, Simkin anlamıyor. Büyüleri var, Yaşamları var. Büyü sahibi ol-
mayı arzulamayı sen anlıyorsun, Şaryon! Hatırlıyor musun? Bana
bir kez söylemiştin. Çocukken, seni bir katalist yaptığı için, sana
büyü vermeyi reddettiği için Almin'e kızdığını anlatmıştın.
"Beni affet! Kördüm, o kadar kördüm ki!" Joram başını Kata-
list'in elinin üzerine koydu. "Kutsal Almin!" diye haykırdı boğuk
bir acı içinde. "Ruhuma bakıyorum ve karanlık, iğrenç bir canavar
görüyorum! Prens Garald haklıydı. Öldürmekten zevk almaya baş-
lamıştım. Bana verdiği güçten zevk almaya başlamıştım! Şimdi bu-
nun güç olmadığını görüyorum. Bir zayıflıktı, bir korkaklıktı. Ken-
dimle yüzleşemiyordum, düşmanımla yüzleşemiyordum. Onu gafil
avlamak, arkadan saldırmak, savunmasızken saldırmak zorunda
kaldım! Ama Garald ve sen olmasaydın Peder, o içimdeki karanlık
ve iğrenç canavara dönüşebilirdim. Sen -ve Gwendolyn olmasaydı.
Onun aşkı ruhuma ışık getiriyor."
Başım kaldıran Joram ellerine tiksinti içinde baktı. "Ona bu el-
lerle, bu kanla lekelenmiş ellerle nasıl dokunabilirim? Haklısın,
Şaryon!" Hararetle ayağa kalktı. "Gitmeliyiz! Ama hayır!" Durdu,
yarı döndü. "Nasıl gidebilirim? O benim ışığım! O olmadan, bir kez
294

K_ARAKJLIÇin YAECİSİ
daha karanlığa gömülürüm. Gerçek. Ona gerçeği anlatmalıyım.
Her şeyi'- Ölü olduğumu. Bir katil olduğumu... Hem, açıkladığım
zaman o kadar kötü gelmiyor kulağa... Denetçi annemi öldürdü.
Tehlikedeydim. Kendimi savunuyordum." Joram bir kez daha Sar-
yon'un yanma oturdu. "Blachloch, başkalarına çektirdiği acılar yü-
zünden ölümü bir kez değil, on kez hak eden bir adamdı. Bunu
görmesini sağlayacağım. Anlamasını sağlayacağım. Ve senin beni
affettiğin gibi, o da beni affedecektir, peder. Onu aşkı, affı ve senin
affın ile arınacağım..."
Joram sustu, şimdi kollarında uyuyan bebeğe ninni söyleyen bir
annenin yumuşak şarkısını çalan arpı dinledi. Genç adama yatıştı-
ncı anılar getirdi. Anja'mn ninnilerinde daha çirkin bir tını vardı,
her gece ona babasının korkunç cezasının hikâyesini anlatırdı.
Ve Theldara'nm bunu bilmesinin yolu olmadığı halde, ninni
Şaryona korkunç rüyalar getirdi. Büyülü uykusunda kendisini
-genç bir Diyakoz -kraliyet battaniyesine sarılı bir bebeği terk edil-
miş, sessiz bir koridorda taşırken gördü. Kendisini boğuk ve göz-
yaşlarına boğulmuş bir sesle ninni söylerken -bebeğin dinleyeceği
son ninni- duydu.
Katalist, yatağında kıvrandı ve inledi, başı zayıfça yastığın üze-
rinde, kabullenmeme... ya da inkâr içinde döndü.
Anlamayan Joram ona acı içinde baktı. "Beni affediyorsun, de-
ğil mi, Peder?" diye fısıldadı. "Senin affına ihtiyacım var..."
295

9
SABAH
"Tak tak. Merhaba! Diyorum ki, evde kimse yok mu? Ben -Al-
min'in dişleri ve ayak tırnaklan, sevgili oğlum!" dedi Simkin, duva-
ra doğru gerileyip yüreğini tutarak. "Mosiah!"
"Simkin!" diye haykırdı genç adam, neredeyse arkadaşı kadar
irkilerek.
Koridorun köşesini dönerken neredeyse çarpışıyorlardı.
"Seni serseri!" Baştan ayağa parlak yeşil satenlere bürünmüş
olan Simkin her zamanki portakal renkli ipek parçasını havadan
çekti ve titreyen bir elle alnını silmeye başladı. "Korkudan neredey-
se pantolonumdan fırlayacaktım, sevgili oğlum, Cherburg Dü-
kü'nün başına geldiği gibi. Markiz küçük bir şaka olarak Duuk-tsa-
rith kıyafetine girmişti. Giydiği siyah cüppenin gerçek olmadığını
herkes anlayabilirdi. Ama Baron evhamlı bir adamdır. Savaşbüyü-
cüleri tarafından ele geçirildiğini sandı, büyüsünü kaybetti ve ora-
cıkta -pantolonu bileklerine inmiş, tüm sırları ortada- kalakaldı.
Sarayda büyük sansasyon yarattı, ama bence bu kadar küçük bir
şey için fazla tantana kopardılar. Düşes'e taziyelerimi sundum..."
"Ben mi seni korkuttum?" dedi Mosiah, araya bir sözcük sıkış-
tırabildiği zaman. "Öyle yoktan var olarak ne yaptığını sanıyordun?
Ve nerelerdeydin?"
"Ah, orada burada, aşağıda yukarı, çevrelerde işte," dedi Simkin
29d

«ARAKIUÇln YAZGISI
neşeyle Lord Samuels'in oturma odasında öylesine çevresine bakı-
narak. "Diyorum ki, herkes nerede? Özellikle de Karanlık ve Kas-
vetli Âşık. Hâlâ kız için yanıp tutuşuyor mu, yoksa onunla eğlenip
bir kenara mı attı?"
"Kes sesini!" diye terslendi Mosiah öfkeyle. Çevresine bakmarak
Simkin'in kolunu yakaladı ve onu kütüphaneye sürükledi. "Seni
aptal! Ne cesaretle böyle konuşursun? Zaten başımız yeterince be-
lada!" Kapıyı çarparak kapattı.
"Öyle mi?" diye sordu Simkin, sevinmiş görünerek. "Ne kadar
harika. Korkunç şekilde sıkılmaya başlamıştım. Ne yaptık? Uzlaş-
macı bir pozisyonda mı yakalandık? Elimiz eteğin altında falan?"
"Bırakacak mısın şunu?" dedi Mosiah şok içinde.
"Yoksa korsesinin içinde mi?"
"Beni dinle! Lord Samuels Joram'm kimliğini kanıtlayamadığını
söyledi ve dün gece neredeyse onu evden kovuyordu, ama Şaryon
bir tür kriz geçirdi ve Theldara çağırmak zorunda kaldılar..."
"Katalist mi? Kriz mi? İhtiyar oğlan nasıl?" diye sordu Simkin
serinkanlılıkla, kendine Lord Samuels'in brendisinden doldurarak.
"Ah, hâlâ yerli," diye mırıldandı kaşlannı çatarak. "Daha iyisine pa-
rası yeter aslında. Neden almıyor acaba? Neyse, sanırım hoşgörü
göstermeliyiz." Kadehi boşalttı. "Ölmedi, değil mi?"
"Hayır!" diye hırladı Mosiah. Simkin'in kolunu yakalayarak,
zorla brendi şişesini aldı. "Hayır, iyi. Ama dinlenmek zorunda.
Lord Samuels kalabileceğimizi söylüyor, ama yalnızca İmpara-
torun yann geceki partisine kadar."
"O zaman ne oluyor?" diye sordu Simkin esneyerek. "Saat on i-
kıyi vurunca Joram dev bir fareye mi dönüşecek?"
"Orada birisi ile görüşmesi gerekiyor, onu bebekken görmüş ve
Anja'nın oğlu olduğuna tanık olacak bir Theldara"
Simkin şaşırmış göründü. "Diyorum ki, bütün bunlar çok eğ-
297

mARCARjt U/EİS § TRACY HıcKmAn


lenceli geliyor kulağa, ama kimsenin aklına Joram'ın o zamand'
bu yana biraz değişmiş olabileceği gelmedi mi? Yani, ihtiyar kızın
anılarını canlandırmak için ne yapacağız? Sevgili oğlanı soyup av
postundan bir halının üzerine mi koyacağız? Bunu şeye yaptığın,
zı hatırlıyorum -Ah, pardon. Annemin mezarı üzerine bu hikâyeyi
hiç anlatmayacağıma yemin etmiştim." Kıpkırmızı kesilmişti. "Ne_
rede kalmıştım? Ah, evet. Bebekler. Benim deneyimime göre, tüm
bebekler aynı görünür. İmparator'un annesi filan gibi."
"Ne?" Endişeyle odayı adımlamakta olan Mosiah yanm kulakla
dinliyordu.
"Tüm bebekler İmparator'un annesi gibi görünür." Simkin bil-
gece başını salladı. "Tutamadığı iri bir baş, tombul yanaklar, kısık
gözler ve böyle bir şaşkın ifade..."

"Ah, ciddileşecek misin sen?" dedi Mosiah çileden çıkarak. "Jo-


ram'ın üzerinde doğumdan kalan bir tür yara izi var. Sen bilirsin,
gördün. Göğsündeki o beyaz izler."
"Göğsüne fazla ilgi gösterdiğimi hatırlamıyorum," dedi Simkin,
"bariz bir tüy yoksunluğu dışında ilgi çekici bir tarafı yoktu. Sanı-
rım bütün tüyler kafasında toplanmış."
"Köyde o yaralar konuşulurdu," dedi Mosiah dalgın dalgın,
Simkin'ı duymazdan gelerek. "İhtiyar Marm Hudspeth'in bunun
bir lanet olduğunu söylediğini hatırlıyorum; Anja dişlerim ona ba-
tınp kanını içiyormuş. Joram'ın yara izlerinin nasıl olduğunu anlat-
tığını duymadım hiç. Elbette, insanın Joram'a sorabileceği türden
bir soru değil. Belki sormaya korkmuşumdur." Mosiah endişeli bir
kahkaha attı. "Belki bana söyleyeceği şeyden korkmuşumdur..."
"Demek şimdi lanet bir kutsama oldu, tıpkı Ev Büyücüsünün
masalında olduğu gibi," dedi Simkin, dudaklarında bir gülümseme
dolaşarak. Bir parmağı ile bıyığını düzeltti. "Kurbağamız Prens
olur..."
298

KARÜKJLlÇin YAZGISI
"Prens değil," dedi Mosiah, çileden çıkmış gibi. "Baron."
"Pardon, sevgili oğlum," dedi Simkin. "Ormanda büyüdüğünü
unutmuşum. Cahil filan. Baksana," diye devam etti telaşla, Mosi-
ah'vn yine öfkelendiğini görünce, "hepinizi benimle götürmeye gel-
dim. Aşağıda, Merlyn Koruluğu'nda eğlence filan var. Sanatçılar
Can Sıkıntısı Hazretlerine yarın gece sunacaktan gösterileri çalışı-
yorlar. Gerçekten de çok eğlenceli. Ellerine yüzlerine bulaştırırlar-
sa birşeyler fırlatmak serbest. Öğlene doğru başlıyor. Joram nere-
de?"
"Gelmeyecektir," dedi Mosiah. "Lord Samuels ona artık Gwen-
dolyn'i göremeyeceğini söyledi, bütün bunlar halledilene kadar gö-
rüşmeyecekler. Ama sonra Samuels Lonca'ya gitmek için evden ay-
rıldı ve Joram kızla yine de görüşmeyi umuyor. Kahvaltıdan beri
bahçede dolaşıyor. Şaryon da herhangi bir yere gidemeyecek kadar
bitkin."
"O zaman sen ve ben kaldık, sevgili oğlum," dedi Simkin, Mo-
siah'm sırtına bir şaplak atarak. "İddiaya girerim günlerdir buraya
gömülmüşsündür, öyle değil mi?"
"Eh..." Mosiah özlemle dışarıya baktı.
"Rahat ol! Yakalanacağız diye endişelenmeye gerek yok. Benim-
le olacaksın," dedi Simkin rahatça, "lmparator'un koruması altın-
dayım. Kimse bana dokunmaya cesaret edemez. Dahası, korkunç
bir kalabalık olacak. Kendimizi orada kaybederiz."
"Hah!" diye burun kıvırdı Mosiah, Simkin'in göz kamaştırıcı ye-
şil kıyafetlerine sert bir bakış fırlatarak. "Senin kendini nasıl kay-
bettiğini görmek isterdim.
"Ne? Bundan hoşlanmadın mı?" diye sordu genç adam, incin-
miş bir şekilde. "Buna $ok Edici Yeşil Üzüm, diyorum. Yine de, hak-
lısın. Biraz göze çarpıyor. Bak ne diyeceğim. Benimle gelirsen biraz
renk atarım. İşte," -elini salladı- "bu nasıl? Buna şey diyorum..
299

fflAR£AR£Î U/EİS d tRACY HıcKjflAn


bakalım... Çürüyen Erik. Şimdi senin kadar kasvetli görünüyon
Diyorum ki, ihtiyar dostum, gel gerçekten." Simkin yine esneri
burnunu kasvetle portakal renkli ipek parçasına sildi. "Sarayda s
kmtıdan paramparça olarak kimbilir kaç saat geçirdim. Bu Kont
Montbank'e de olmuştu, biliyor musun? İmparator'un hikâyelerin-
den biri sırasında. Çoğumuz yalnızca uykuya daldık, ama uyandı-
ğımız zaman Kont'u salonun her tarafına dağılmış bulduk... Her
neyse, Dükler ve Kontlar burama kauar geldi! Sıradan bir dokunu-
şa ihtiyacım var."
"Sana sıradan bir dokunuş vermek isterdim!" diye mırıldandı
Mosiah, Simkin Lord Samuels'in raflarmdaki kitapları incelemek
için gezinirken ellerini gererek.
"Ne dedin, sevgili oğlum?" diye sordu Simkin yarı dönerek.
"Düşünüyorum," dedi Mosiah.
Genç adam içten içe, Thimhallan'm harikalarından biri olduğu
söylenen Merlyn Korulugu'nu görmeye can atıyordu. Görkemli bir
güzelliğe sahip bu bahçeleri dolaşmak, aynı zamanda illüzyonistle-
rin sanatsal harikalarını görme şansını yakalamak Tarla Büyücü-
sü'ne bir rüyanın gerçekleşmesi gibi geliyordu. Ama Saryon'un
onun dışan çıkmasını istemeyeceğini biliyordu; Katalist defalarca,
saklanmalarının ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştı.
Neredeyse iki haftadır buradayız, dedi Mosiah kendi kendine
ve hiçbir şey olmadı. Katalist iyi niyetli, ama o kadar evhamlı ki!
Dikkatli olurum. Dahası, Simkin haklı. Ne kadar tuhaf görünse de,
gerçekten de İmparator'un koruması altında...
"Diyorum ki," dedi Simkin aniden, "Evişi Büyülerinin Çeşitliliği
üzerine yazılmış bu uyurgezerlik yaratacak kitabı daha ilginç bir
şeyle değiştirmek eğlenceli olmaz mıydı? Atadam Köleliği gibi mese-
la..."
"Hayır, olmazdı!" dedi Mosiah, kararım vererek. "Hadi, kalan
300

KARAKJLIÇin YAZGISI
zıcık saygınlığımızı da sen bozmadan burayı terk edelim." Sim-
kin'i sıkıca kasvetli, erik renkli yeninden yakalayan Mosiah, onu
kapıdan dışarı sürükledi.
Uysalca götürülmesine izin veren Simkin arkasındaki kitap ra-
fına bir bakış fırlattı, bir sözcük mırıldandı ve göz kırptı. Portakal
renkli ipek parçası havada dalgalandı, kendisini Evişi Büyülerinin
..rgjitliligi'ne sardı, sonra yok oldu ve yerine kahverengi deri ciltli bir
başka kitap bıraktı.
"Tüm detaylan ve renkli resimlerle eksiksiz," dedi kendi kendi-
ne, zevk içinde sırıtarak.
Joram, Gwendolyn ile karşılaşmayı umarak o sabah bahçede
dolandığı sırada, Gwendolyn de onu bulmayı umarak yürüyüşe
çıkmıştı. Ama Joram ona Marie eşliğinde keyifsizce güllerin arasın-
da otururken rastladığında, genç adam soğuk bir şekilde eğildi,
döndü ve uzaklaşmaya başladı.
Onunla konuşmaya cesaret bulamamıştı. Ya Gwen onunla ko-
nuşmayı reddederse? Ya olacağı kişi yerine olduğu kişiyi sevmeyi
beceremezse?
"Ya Baron olamazsam?" diye sordu Joram kendi kendine. Plan-
larının, umutlannm ve hayallerinin başansızlığa uğraması fikri onu
neredeyse taşlann içine gömecekti. "Neden bunu dün gece düşüne-
medim? Kim olduğunu bilmeyen bir adamı nasıl sevebilir!"
"Joram, lütfen... Bir dakika bekle..."
Joram sırtı dönük, ona bakmayı reddederek durdu. Gwen ona
seslenmişti, ama arkasından Marie'nin onu alçak sesle payladığını
duydu -"Gwendolyn, içeri gir. Baban sana onunla konuşmayı..." ve
acı bir tatmin içinde gülümsedi.
"Babamın ne söylediğini biliyorum, Marie," diye karşılık verdi
Gwen'in sesi, hem üzüntüden, hem de acıdan doğan, Joram'm yü-
301

ITİARCAREf U/EİS §? ÎRACY HlCKMAn


regine bir heyecan yayan bir kararlılıkla, "ve onun isteklerine i
göstereceğim. Ben yalnızca," -sesi burada titredi- "Peder Dunst' k
le'ı sormak istemiştim. Katalist'in sağlığının seni de ügilendireceö'
ni sanırdım," diye ekledi paylayarak.
Sesler yaklaşırken Joram hafifçe döndü. Şimdi gözucuvl-
Gwen'i görebiliyordu. Mavi gözlerin altındaki gölgelerde uykusuz
geçen geceyi gördü. Thimhallan'daki hiçbir büyünün ve gül suyu-
nun solgun yüzden tam olarak silemediği, gözyaşı izlerini gördü
Kız onu kaybettiği için ağlamıştı. Yüreği öyle atmaya başladı ki
göğsünden fırladığını, onun ayaklarının dibine düştüğünü görse
şaşırmazdı.
"Lütfen, Joram, bir dakika kal. Peder Dunstable bu sabah na-
sıl?"
Kolunda yumuşak bir elin dokunuşu vardı ve Joram mavi göz-
lere baktı -öyle bir aşk, öyle bir mutsuzlukla doluydular ki, genç
kadını kollarına alıp sıkı sıkı sarılmamak, onu şimdi vereceği acı-
dan kendi bedeni ile korumaya çalışmamak için tüm gücünü kul-
lanmak zorunda kaldı. Bir anlığına, yüreği konuşmasına izin ver-
meyecek kadar doluymuş gibi geldi. Yalnızca, demiri eriten tüm
ateşlerden daha sıcak bir ateşle yanan karanlık gözlerle ona baka-
biliyordu.
Birbirlerine ne söyleyeceklerdi? Marıe onlan onaylamayarak,
sert sert izliyordu. Katalist hakkındaki soruyu yanıtlayınca, Marıe
onun içeri girmesini isteyecek. Eğer Gwen reddederse, olay çıka-
cak... Ev Büyücüleri, hatta belki Lord Samuels çağrılacak...
Joram Gwen'e baktı, Gwen bakışlarını ona kaldırdı.
Almin âşıkların dualannı işitiyor muydu yoksa?
Kuşkusuz öyle gibiydi, çünkü o anda evden bir feryat geldi.
"Marie!" diye haykırdı Ev Büyücülerinden bin. "Çabuk gel!"
Bir başka Ev Büyücüsü, Katalist'i arayarak bahçeye fırladı. Kuş-
302

KAR^KJLIÇin YAZGISI
ıluk oynayan küçük Samuels kümese uçmuştu. Şimdi yuvasını
h -ızduğu için öfkeli bir dişi tavus tarafından kovalanıyordu ve ha-
van tehlikede gibi görünüyordu. Katalist hemen gelmeliydi!
Marie tereddüt etti. Küçük oğlan gagalanma tehlikesi ile karşı
karşıya olabilirdi, ama o -bu bilge kadın- bahçedeki sevgilisinin
daha büyük bir tehlike içinde olduğunu biliyordu. Bir başka feryat,
,bu sefer daha çılgınca, Küçük Samuels'den geldi. Seçenek yoktu.
Gwendolyn'e hemen arkasından gelmesini söyleyerek -Marie'nin
eûneşe, gökten aşağı inmesini emretmesi ile aynı itaat şansına sa-
hip olduğunu bildiği bir emir- katalist hizmetkâr ile birlikte Küçük
Samuels'i kurtarmak, yatıştırmak ve cezalandırmak için eve koştur-
du.
"Ben... yalnızca... bir dakika kalabilirim," dedi Gwen. Karanlık
gözlerin yoğun bakışları altında kızararak, babasına itaatsizlik etti-
ğinin farkında, elini Joram'm kolundan çekmek üzereydi ki, Joram
elini tuttu.
"Peder Dunstable bu sabah rahat bir şekilde dinleniyor," dedi.
"Lütfen, yapma," dedi Gwen, dokunuşunun içinde yarattığı
duygularla kafası kanşmış bir halde. Elini nazikçe çekti, ikisini de
arkasına sakladı. "Babam bunu... Yanı ben bunun... iyi Peder hak-
kında ne söylüyordun?" diye sordu sonunda, çaresizce.
"Thddara bunun... mmm... hafif bir kriz olduğunu söyledi,"
diye devam etti Joram, ani özlemlerin ve arzuların tutsağı olarak.
"Damarların büzülüp beyne kan gitmesini engellemesi ile ilgili bir
şey. Anlamadım, ama daha kötü olabilir, onu kalıcı olarak felç ede-
bilirmiş. Şimdiki haliyle, Peder Dunstable'm kendi büyü güçleri za-
rarı tamamen ıyileştırebilecekmiş. Ben -ben yardımı için Mane'ye
teşekkür edecektim," diye ekledi Joram boğuk bir sesle, herhangi
birine teşekkür etmeye hiç alışık olmadığından "Ama gitti. Eve
döndüğünde benim için teşekkür eder misin. ." Bir kez daha eğil-
303

ITİARÖARfî UJEIS & tRACY HlCKJIlAn


di ve gidecek oldu ve yine, yumuşak el onu durdurdu.
"Ben -ben Almin'e iyileşmesi için dua ettim," diye mmldanri
Gwen. Öyle alçak sesle konuşmuştu ki, işitebilmek için Jorartı'ın
yaklaşması gerekmişti. Gwen kazayla elini onun kolunda bıraktı ve
Joram aceleyle eli yakaladı.
"Yalnızca bunun için mi dua ettin?" diye sordu ona yumuşak bir
sesle, dudaklan altın saçlara sürtünerek.
Gwendolyn, ne kadar hafif olsa da, dudaklarının dokunuşunu
hissetti. Aniden tüm bedeni ona karşı duyarlılık kazandı; saçları bi-
le onun yakınlığı karşısında karıncalanır gibiydi. Başını kaldıran
Gwen kendisini Joram'a beklediğinden daha yakın buldu. Elini tut-
tuğunda içinde kıpırdanan tuhaf, zevkli acı daha güçlü, daha kor-
kutucu oldu. Onun, fiziksel varlığının alabildiğine farkındaydı.
Saçlarına dokunan dudaklar, sanki susamış gibi aralandı. Kollan
güçlüydü ve ona dolandı onu yüreğinin hem korkuyla durmasına,
hem de vahşi bir heyecanla çırpınmasına sebep olan bir karanlık ve
gizeme çekti.
Gwen korkuyla uzaklaşmak istedi, ama Joram onu sıkı sıkı tut-
tu.
"Lütfen, beni bırak," dedi hafifçe, yüzünü çevirerek, ona bak-
maktan ve gözlerinden okunabileceğinden emin olduğu şeyleri
görmesinden korkarak.
Bunun yerine, Joram oıfa daha sıkı sarıldı. Kan Gwen'in bede-
ninde kabardı; şimdi içi sıcacıktı, ama soğukla sarsılıyordu. Onun
kendisini sarmalayan sıcaklığını hissedebiliyordu; gücü onu rahat-
latıyor, ama aynı zamanda korkutuyordu. Gözlerine bakmak ve bı-
rakmasını söylemek için başını kaldırdı...
Bir şekilde sözcükler telaffuz edilmedi hiç. Dudaklanndaydı
ama onun dudaklan dudaklanna dokunduğunda, sözcükler tatl
bir acının içinde yok oldu.
304

KARAKJLIÇin YAZGISI
gelki de Almin âşıkların dualarını işitmiyordur. lşitseydi, onla-
,, sonsuza dek o güzel kokulu bahçede, birbirlerinin kollan içinde
bırakırdı. Ama Küçük Samuels'in feryatları kesildi, bir kapı çarpıl-
dı ve kıpkırmızı kesilen Gwen telaşla kendisini Joram'm kolların-
dan kopardı.
"Ben -gitmeliyim," diye haykırdı gerileyerek, panik dolu bir ka-
fa karışıklığı içinde sendeleyerek.
"Dur, bir kelime!" dedi Joram hızla, ona doğru bir adım atarak.
"Eğer... eğer bir şey olur, mirası alamazsam, bu senin için fark e-
der mi, Gwendolyn?"
Kız bakışlarını kaldırdı. Genç kızlara özgü kafa karışıklığı, kibir
onda gördüğü ümitsiz özlem ve açlık içinde eridi. Kendi aşkı, dün-
yanın büyüsünün katalistten kullanıcısına akması gibi, bu boşluğu
doldurmak için aktı.
"Hayır! Ah, hayır!" diye haykırdı ve şimdi uzanan, sarılan oydu.
"Bir hafta önce, farklı bir yanıt verebilirdim. Hatta dün sabah. Dün
masal oyuncusu bir kızdım. Ama dün gece, seni kaybedebileceğimi
anladığım zaman, fark etmeyeceğini anladım. Babam genç olduğu-
mu, diğerlerini unuttuğum gibi seni de unutacağımı söylüyor. Ya-
nılıyor. Ne olursa olsun, Joram," dedi içtenlikle, daha da yaklaşa-
rak, "sen kalbimdesin ve sonsuza dek orada kalacaksın."
Joram başını eğdi; başka bir şey söyleyemedi. Bu kıymetliydi, o
kadar kıymetliydi ki, onu kaybetmekten korkuyordu. Kaybederse
ölürdü. Yine de... ona söylemek zorundaydı. Saryon'a söz vermiş-
ti, kendisine söz vermişti.
"Sana ihtiyacım var, Gwendolyn," dedi boğuk bir sesle, nazikçe
onun kollarından sıyrılarak, ama ellerini tutmaya devam ederek.
"Aşkın benim için her şey demek! Yaşamdan da öte..." Durdu, bo-
ğazını temizledi. "Ama benim, geçmişim hakkında hiçbir şey bilmi-
yorsun," diye devam etti içtenlikle.
305

nİARCMREÎ WEIS & 1"RÜLCY HlCKJTIAn


"Fark etmez!" diye başladı Gwen.
"Dur!" dedi Joram, dişlerini sıkarak, "Beni dinle, lütfen s-
söylemek zorundayım. Anlamalısın. Ben Û..."
"Gwendolyn! Hemen içeri gir!"
Hanımeli çalılarının arasında bir hışırtı duyuldu ve Marie bel'
di. Katalist'in her zaman neşeli, hoş olan yüzü, kızarmış, saçı ba
dağılmış genç kızdan solgun, hararetli delikanlıya çevrilirken sol
gun ve öfkeliydi. Onu görünce Joram Gwen'in elini bıraktı, sözcük-
ler dudaklannda öldü. Gwendolyn'i yakalayan Marie, yol boyunca
paylayarak sürükleyip götürdü onu.
Joram, "Ama babama söylemeyeceksin, değil mi, Marie?" dedi-
ğini duydu Gwen'in, sesi leylaklann kokusu arasında uzaklaşırken.
"Koşarak giden ve beni yalnız bırakan sendin zaten, babam sana
kızmaz mı..."
Joram arkalarından bakarak, tam zamanında araya girdiği için
Almin'e küfretmesi mi, yoksa teşekkür etmesi mi gerektiğini bile-
meyerek durdu.
306

10
MERLYN KORULUĞU
Merlyn Koruluğu Merilon'un kültürel kalbiydi. Halkını Ölüle-
rin Karanlık Dünyası'ndan bu Yaşam dünyasına getiren sihirbazın
anısına yapılan Koruluk, şimdi bir sanat deposuydu. Sihirbazın
mezan Koruluk'un kalbindeydi. Meşe ağaçlarından bir halka meza-
rı çevreliyor, sabırla, yüzyıllar içinde nöbet tutuyorlardı. Gür, yeşil
çimenlerden bir halı meşelerin ayaklarından yayılıyor, mezara ula-
şana kadar seriliyorlardı. Çimenler yumuşak, üzerlerinde yürüme-
si zevkliydi, mezann çevresindeki alan huzurlu ve sessizdi -pek az
insanın burayı ziyaret etmesinin sebebi buydu.
Meşe halkasının dışında Koruluk'un asıl kısmı vardı. Gökkuşa-

ğının ve bazı başka renklerin her tonuna sahip parlak güllerden bir
çit mezarlığın çevresinde dev bir labirent oluşturuyordu. Bu labi-
rentin içinde sanatçılann resim yaptığı, aktörlerin rol yaptığı, pal-
yaçolann hoplayıp zıpladığı ve her gün müzik çalındığı küçük am-
hüyatrolar vardı. Labirentin kendisini dolaşmak kolaydı -konuklar
kaybolursa, çitlerin üzerinden uçuverirlerdi. Ama bu 'hile' sayılı-
yordu. Her gün şekil değiştiren labirentin içindeki yüksek akasya
ağaçlan -çitlerden daha yüksektiler- Yaşam Sihirbazlan tarafından
labirentin içinde enfes 'rehberler' olarak her gün yeniden şekillen-
diriliyorlardı. Koruluk'a girmekteki eğlence, kısmen labirenti anla-
makta idi; ağaçlar genellikle 'ipucu' verirdi. Labirentin hep mezara
307

ITİARiiARft IUEİS fir ÎKACY HiCKjnAn


gitmesi, en zayıf tarafı olarak görülürdü. Asillerin çoğu İmparator''
gidip bu konuda şikâyetlerde bulunmuştu -mezarın modasının
geçtiğini, çirkin ve sinir bozucu olduğunu söylemişlerdi. İmparator
konuyu Yaşam Sihirbazları ile konuşmuştu, ama sihirbazlar inatçı
çıkmışlar, değiştirmeyi reddetmişlerdi. Bu yüzden bilgi sahibi ziya-
retçiler asla labirente girmezlerdi. Yalnızca bilgisiz turistler -Mosi-
ah gibi- labirenti kalbine kadar takip ederdi.
Tarla Büyücüsü meşe halkasını uzaktan görmüş, onlara doğru
çekiliyormuş gibi hissetmişti; meşeler ona ormanın sınırındaki evi-
ni hatırlatıyordu. Ağaçlara ulaştığında mezan bulmuş, kutsal halka-
ya saygılı bir hayranlık içinde girmişti. Gelip sihirbazın kadim me-
zarının yanında duran Mosiah elini sevgi ve kederle şekillendirilmiş
taşın üzerine koydu. Basit bir mezardı, büyüyle güçlendirilmiş,
böylece taşın saflığını başka hiçbir rengin bozmaması sağlanmış be-
yaz mermerden yapılmıştı. Yüz yirmi santim yüksekliğinde, yüz
seksen santim uzunlugundaydı ve -ilk bakışta- sade ve süssüz ge-
liyordu.
Ciddiyet içinde, ölülerin ruhlarının gönlünü almak için bir dua
fısıldayan genç adam elini mezarın üzerinde gezdirdi. Mermer ele,
Koruluk'un nemli havasında ılık geliyordu ve mezarda, Mosiah'm
aniden neden eğlenmeye gelenlerin mezardan kaçındıklarını anla-
masını sağlayan derin bir hüzy,n duygusu vardı.
Bunun evini özlemenm hüznü olduğunu fark etti, kendi içinde
büyüyen duyguyu tanıyarak. Yaşlı sihirbaz dünyasını, halkını idam
edilmeden yaşayabilecekleri ve gelişebilecekleri bir dünyaya getir-
mek üzere gönüllü olarak terk etse de, kendisini burada evinde his-
setmemişti hiç.
"Ölümlü kalıntıları bu topraklarda gömülü. Acaba ruhu nerede
yaşıyor?" diye mırıldandı Mosiah.
Mezarın başında duran, elini pürüzsüz mermerin üzerinde gez-
308

KARAKJLİÇin YAEGISI
dirmeye devam eden Mosiah parmaklannm altında gedikler hisset-
ti. Yüzeye oyulmuş bir şey vardı. Yavaş yavaş mezarın çevresinde
yürüyerek güneşin ışığının oluşturduğu gölgeleri görebileceği bir
yere geldi. Karşı tarafta, taşa oyulmuş şeyleri zar zor seçebiliyordu.
Kadim harflerle sihirbazın ismi yazılmıştı ve altında okuyamadığı
birşeyler. Sonra... onun altında başka bir şey...
Mosiah'm nefesi kesildi.
Birisinin kıs kıs güldüğünü işiterek arkasına döndü ve yüzünde
eğlenen bir ifadeyle Simkin'in yanında durduğunu gördü. "Diyo-
rum ki, sevgili oğlum, bir yerlere götürmek için harikasın. Mükem-
mel bir şekilde, en tuhaf şeylere aval aval bakıyorsun. Neden bu
küflü, eski yıkıntıda dolanıyorsun, hayal edemiyorum ama..." diye
ekledi Simkin, mezara küçük görürcesine bakarak.
"Ben aval aval bakmıyordum," diye mınldandı Mosiah sinirle.
"Ve burası hakkında öyle konuşma! Bir şekilde kutsal görünüyor.
Bunun hakkında bir şey biliyor musun?" Mezarı işaret etti.
Simkin omuzlarını silkti. "Bir miktar, bildiğim bazı şeyler bir
diğeri ile kanşıyor. Dene bakalım."
"Neden üzerinde bir kılıç var?" diye sordu Mosiah, sihirbazın
isminin altında oyulmuş şekle işaret ederek.
"Neden olmasın?" Simkin esnedi.
"Karanlık Sanatlann bir silahı, bir sihirbazın mezarında!" dedi
Mosiah şok içinde. "O bir Karabüyücü değildi, değil mi?"
"Almin'in kanı, sana patates ekmek dışında bir şey öğretmedi-
ler mi?" diye burun kıvırdı Simkin. "Elbette bir Karabüyücü değil-
di. Bir Dkam-Duuk, en yüksek seviyeden bir savaşbüyücüsüydü.
Efsanelere göre, kılıcın oraya oyulmasını istemiş. Bir Kral ve tüm
masaların yuvarlak olduğu büyülü bir âlem hakkındaymış mesele.
Orada kâseler ve tabaklar arar, demirden giysiler giyerlermiş."
"Ah, Almin aşkına... Boşver gitsin!" dedi Mosiah, çileden çık-
309

ÎTİAR_GARft WEİS d ÎRACY HıcrariAn


mış bir şekilde.
"Doğru söylüyorum," dedi Simkin çalımla. "Kâselerin ve tabak
lann dini bir önemi varmış. Hep komple takım edinmeye çalışırlar
mış. Şimdi, tüm gün burada durup kederlenecek misin, yoksa bi-
raz eğlenecek miyiz? İllüzyonistler ve şekillendiriciler kameriyede
pratik yapıyorlar."
"Gelirim," dedi Mosiah, Sımkin'in gösterdiği tarafa bakarak
Güzel, çok renkli ipek flamalar havada asılı duruyor, büyüyle kala-
balığın üzerinde dalgalanıyorlardı. Ümit veren kahkaha sesleri
hayranlık ve hayret sesleri, her yönden gelen alkışlar duydu ve kal-
bi, kısa süre sonra tanık olacağı harikaların heyecanı ile atmaya
başladı. Yine de, mezara sırtını dönerken bir acı ve pişmanlık san-
cısı hissetti. Burası o kadar sessiz, o kadar huzurluydu ki...
"Büyülü âleme ne oldu, merak ediyorum," diye mırıldandı Mo-
siah, gitmeye hazırlanırlarken elini son bir kez ılık mermerin üze-
rinde gezdirirken.
"Büyülü âlemlere hep olan şey sanırım," dedi Simkin tembel
tembel, portakal renkli ipek parçasını havadan çekip burnunu sile-
rek. "Birisi uyandı ve rüya sona erdi."
İnsan kalabalıkları, illüzyonistlerin neşeyle renklendirilmiş
ipeklerinin altında süzülüyor, uçuyor, sürükleniyordu. Mosiah bu
kadar çok insanın aynı anda, aynı yerde toplanabileceğini hiç hayal
etmemişti ve kalabalıktan gözü korkmuş, girişte durdu. Ama par-
lak tüylü bir kuş gibi oraya buraya fırlayıp duran Simkin elini ar-
kadaşının koluna koydu ve onu kameriyenin içine şaşırtıcı bir ko-
laylıkla soktu. Bir insanın yanından hızla geçerek, bir diğerinin çev-
resinde dans ederek, yine bir diğerine sürtünerek, Simkin kalabalı-
ğın ör tarafına doğru ilerlerken canlı bir sohbet sürdürmeyi de ih-
mal etmedi.
310

KrtR£KJLlÇin YAZGISI
"Afedersin, ihtiyar dostum. Ayağın nasıl? Kamıbahar sanmış-
tım Gerçekten de Theldara'nm o ayak parmaklarına bir şey yapma-
sını sağlamalısın... Yalnızca geçiyoruz, bize aldırmayın. Bu kıyafet
hoşuna gitti mi? Buna Çürüyen Erik diyorum. Evet, her zamanki
standartlarıma uymadığını biliyorum, ama arkadaşım ve ben tanın-
madan yolculuk ediyoruz. Lütfen bize aldırmayın. Dük Richlovv!
Boğulayım emi! Gala için mi şehre indin? Bunu ben mi yaptım?
Korkunç derecede üzgünüm, ihtiyar dostum. Dirseğini iteledim
herhalde. Aslında o şarap lekesi o kasvetli elbiseyi açmış, eğer söy-
lememe izin verirseniz -Eh... hiç hayal gücün yoksa, bana izin
ver." Simkin portakal renkli ipek parçasını havadan çekti. "Seni ka-
rının şöhreti kadar lekesiz kılacağım. Ah, bir türlü temizlenmeyen
bu ucuz markayı içiyorsan bu benim suçum mu? Limonla yıkama-
yı dene. Düşes'in saçı için harikalar yaratıyor, değil mi? Ah, Kontes!
Büyülendim. Ya şanslı kavalye? Tanıştığımızı sanmıyorum. Simkin,
hizmetinizde. Kontes ile bir akrabalık var mıydı? Kuzen mi? Evet,
elbette, bilmeliydim. Şimdiye kadar tanıştığım, yaklaşık sekizinci
kuzensin. Kuzeni öpüyorsundur da, iddiaya girerim. Kontes'in bü-
yük ailesini kıskanıyorum... ve sen de oldukça büyüksün, değil
mi, sevgili oğlum? Yalnızca düşünüyordum, Kontes, tüm kuzenle-
rinin erkek, bir seksen boyunda, böyle mükemmel dişlere sahip ol-
ması bir'tesadüf herhalde..."
Başlar döndü. İnsanlar kahkaha attı ve işaret etti, bazıları daha
iyi görebilmek için daha yukarı ya da daha aşağı uçtu, pek çok ki-
şi saygısız genç adamın iğneli yorumlarını dinlemek için daha da
yaklaştı. Sımkiriin dümensuyunda ilerleyen Mosiah derisinin sıray-
la, utançla yandığını ya da korkuyla titrediğini hissetti. Sımkiriin
kol yenmi boşuna çekiştiriyordu -yen, iki Kont ve bir Markiz'i kah-
kahalara boğarak yerinden çıkıvermıştı. Boşuna ona alçak sesle,
"kalabalığa karışmaları" gerektiğini hatırlattı. Bu yalnızca Sımkın'ı
31 1

HİAKGARfî U/EİS & TRACY HlCKjTIAn


daha büyük olaylar çıkarmaya teşvik etti -örneğin, "takip ed
atlatmak için" giysilerini beş dakika içinde beş kez değiştirmek
bi.
Çevresine huzursuzca bakman Mosiah her an Duuk-tsarith] ?
siyah cüppeli şekillerinin belirmesini bekledi. Ama çiçekli tüvl
mücevherli kafalann arasında hiçbir siyah başlık belirmedi, düzgü
bir şekilde kavuşturulmuş bir el kahkaha ve eğlencelere kasvetli bir
örtü örtmedi. Mosiah yavaş yavaş rahatladı, hatta, korkunç nöbet-
çilerin bu neşeli kalabalıkta özlenecek fazla şey bulamayacağını dü-
şünerek eğlenmeye başladı.
Masum Tarla Büyücüsü sormayı akıl etseydi, Simkin Mosiah'a
Duuk-tsarithlerin her yerde olduğu gibi burada da olduklanm, gö-
rülüp işitilmeden izleyip dinlediklerini söyleyebilirdi. Kutlamalann
parlak yüzeyini bozacak en ufak bir dalgada, göz açıp kapayana ka-
dar orada beliriyorlar, pürüzü düzeltiyorlardı. Çok fazla şampanya
içmiş üç üniversite öğrencisi zevksiz sayılan şarkılar söylemeye baş-
ladılar. Güneşin önünden geçen bir bulut gibi, karanlık bir gölge
belirdi ve öğrenciler sarhoşluklarını uyuyarak atmak üzere yok ol-
dular.
imparator hakkında zararsız, küçük bir taşlama sunmakta olan
bir oyuncu grubu arada öyle bir hız ve beceri ile götürüldüler ki,
seyirciler hiç fark etmedi ve oyunun bittiğini düşünerek dağıldı. Bir
yankesici öyle bir hız ve sessizlikle yakalandı, cezalandırıldı ve ser-
best bırakıldı ki, zavallı adam her şeyin bir kâbus olduğunu düşün-
dü, yalnızca elleri -büyüyle normalden beş kat iri kılınmıştı- cana-
varca bir gerçeklikti.
Mosiah bunlann hiçbirini bilmiyordu, hiçbir şey görmedi. Gör-
mesi ya da bilmesi planlanmamıştı. Kalabalığın eğlencesi bölünme-
meliydi. Ve böylece kendisini sade giysilerini unuttu (Simkin de-
ğiştirmeyi önerdi, ama Mosiah -onun pembe gül goncası ipek pan-
312

KAR£KJLIÇin YAEGİSİ
tolon giydiğini gördükten sonra- kararlı bir şekilde reddetti) ve
kendisini çevresindeki güzelliklere verdi. Hatta, Sımkin'i bile unut-
tnayı başardı. Kimse genç adamın rastgele hakaretlerinden ya da re-
zil yorumlarından almıyor gibi görünmüyordu. Ortaya o kadar çok
kirli çamaşır seriyordu ki, Mosiah onlann arkasından dans ederek
gelmesini bekler olmuştu. Ama orada burada bir bıyık titrese de ya
da allıklı bir yanak solsa da, Dükler ve Baronlar, Kontesler ve Pren-
sesler kendi kanlarını siliyor, zevkle Simkin'in bir sonraki kurbanı-
nı hançerlemesini izliyorlardı.
Kendi başına kalsa hemen kaybolacağını bilen Mosiah, esprili
soytarının yanından ayrılmıyordu. Ama bakışları, kendisinden faz-
la hoşlanmadığı açık olan güzel giysili lordlardan ve leydilerden
çevrilmişti. Mosiah'm basit giysilerini ve güneş yanığı derisine, na-
sırlı ellerine ve çalışmayla kalınlaşmış kollarına bakıyorlar, ona tü-
kürüyormuş gibi görünüyorlar, dudakları, sanki ağızlarında kötü
bir tat kalmış gibi kıvrılıyordu.
"Neden Joram bütün bunlann parçası olmak istiyor ki?" diye
sordu Mosiah kendi kendine, Simkin mütecaviz espri gücüyle yeni
bir neşeli grubu hançerlemek için durduğunda. Mosiah'm sihirba-
zın mezarının yanında hissettiği ev özlemi geri döndü. Ona hiç al-
dırmayan bu insanların arasında hissettiği kadar yalnız hissetme-
mişti kendisini hiç. Babasına ve annesine ait anılar aklına geldi ve
gözyaşlan gözlerine doluştu. Hızla gözlerini kırpıştırarak, kimsenin
fark etmediğini umarak yaşlan engelledi. Sonra, zihnini bu çocuk-
su düşüncelerden uzaklaştırdı ve önünde süzülen sahneye yoğun-
laştı.
Mosiah'm gözleri irileşti, nefesi bir iç çekişle ciğerlerinden bo-
şaldı, o kadar etkilenmişti ki, yavaş yavaş aşağı süzülüp yumuşak
çimenlerin üzerinde durdu. Kalabalık kafasını o kadar kanştırmış,
Duuk-tsarithlere: dikkat etmeye o kadar dalmış, Simkin tarafından o
313

mARfiARfl" U/EİS & 1"RACY HlCKJllAn


kadar telaşa sevkedilmişti ki, pek çok sahnenin yanından nel
olup bittiğini fark etmeden geçmişti. Ama bu... bu olağanüstüye!"ı
Hiç bu kadar harika bir şey hayal etmemişti.
Aslında, bu bir Su Dansçısından başka bir şey değildi. Kız iyjv
di, ama harika değildi ve Mosiah, küçük bir çocuk grubu, yarı kör
olan yaşlı bir katalist ve iki yan sarhoş üniversite öğrencisi dışında
seyircisi yoktu. Çocuklar kısa süre sonra sıkılarak uçup gittiler. Ka-
talist ayakta kısa bir uyku çekti ve üniversite öğrencileri daha fazla
şarap peşinde, sendeleyerek uzaklaştılar. Ama Mosiah kaldı, ken-
dinden geçmişti.
Sahne -kristalden bir platform- Koruluk'ta akan pek çok pml-
tılı dereden birinin üzerindeydi; Yaşam Sihirbazlan Merilon'dan
akan büyük ırmağın yatağını değiştirmiş, bitkiler ile ağaçları besle-
sin, halkı eğlendirsin diye Koruluk'a getirmişlerdi. Büyülü sanatla-
rını kullanan Su Dansçısı aşağıdaki akıntının sularının sıçrayarak,
dansında ona eşlik etmelerini sağlıyordu.
Genç kız çok güzeldi, saçları suyun rengindeydi. Suyla giyinmiş
gibi görünüyordu; su spiraller çizerek yukan tırmanırken, karma-
şık bir dans ile çevresinde kıvranırken ince, ıslak elbisesi ince be-
denine yapışıyordu. Büyülü sanatlanyla su hayata dönmüştü. Onu
yakaladı, köpüklü kollannda tuttu; onun bedenini, kendisiyle aynı
maddeden yapılmış gibi dalgalandırdı.
Dans çok kısa sürdü. MoSiah ırmak kuruyana kadar izleyebile-
ceğini düşünüyordu. Kristal sahnenin üzerindeki kız, üzerinden
pmltılı dereler süzülerek Mosiah'a beklenti içinde gülümsedi ve
bekledi. Sonra, para fırlatılmayacağım anlayınca ıslak, mavi saçlan-
nı arkaya attı ve sahnenin havalanmasını, akıntı boyunca süzülme-
sini sağladı. ,
Mosiah onu gözleri ile takip etli ve tam bedeninin gen kalanını
da götürecekti ki, aniden çevresinde bir kalabalık toplanmakta o\-
314

KAR£KJLIÇin YAZGISI
dugunu fark etti. İrkilerek, Simkin'in aşağı süzülmüş, yanında, ot-
ların üzerinde durmakta olduğunu gördü. Sakallı genç adam giysi-
lerini değiştirmişti. Şimdi rengarenk giysiler, şapka ve çanlarla, bir
soytarı gibi giyinmişti. Mosiah yavaş yavaş artan bir korku içinde,
onun kendisini işaret etmekte olduğunu gördü.
"Size, bayanlar baylar, büyük güçlüklerle ve muazzam kişisel
risklere girerek, Yabantopraklar'm en karanlık, en derin ormanla-
rından getirdim! Karşınızda, bayanlar baylar, gerçek bir parça, Me-
rilon'da tek. Eğlenmeniz için sunuyorum -bir köylü!"
Kalabalık takdirle güldü. Mosiah, kan kulaklarını döverken,
Simkin'in rengarenk kolunu yakaladı. "Ne yapıyorsun sen?" diye
hırladı.
'Bana ayak uydur, aferin sana!" diye mırıldandı Simkin alçak
sesle. "Bak, işte orada! Bizi Kapı'da neredeyse yakalayacak olan
Kan-Hanar duruyor! Ona aktör olduğumuzu söylemiştim, hatırla-
dın mı? Doğruymuş gibi görünmeli, değil mi?"
Aniden Mosiah'ı arkaya ittirdi. "Amanın! Saldırıyor!" diye bağır-
dı. "Bu köylüler vahşi yaratıklardır, bayanlar baylar. Gerile diyo-
rum sana! Gerile!" Canlı şapkasını çıkaran Simkm, kalabalığı fena
halde eğlendirerek onu Mosıah'a doğru salladı.
Simkin'e kafası kanşmış bir şekilde bakan Mosiah, kendisini
görünmez kılacak kadar, ya da en azından Simkin'i boğup öldür-
meye yetecek kadar Yaşam'ı olup olmadığını merak ediyordu ki,
sakallı genç adam dans ederek yanma geldi ve burnunu okşamaya
başladı!
"Gördünüz mü?" diye seslendi Simkin seyircilere. "Oldukça uy-
saldır. Oyunun sonunda, başımı ağzına sokacağım. Ne yaptığını sa-
nıyorsun sen, Mosiah?" diye tısladı Simkin arkadaşının kulağına.
Gezgin oyuncular, ununun mu? Kan-Hanar bize bakıyor! Harika
bir dübahgı izlenimi yaralıyorsun, sevgili oğlum, ama korkanm bir

ITlARSAREt lUEIS & tRACY HlCKJTIAri


süre sonra bayatlayacak. Daha orjinal bir şey bul. Dikkat çek
istemiyoruz..."
"Sen onu zaten becerdin! Ne halt etmemi bekliyorsun?" diye f
sıldadı Mosiah öfkeyle.
"Eğil, eğil," dedi Simkin sıktığı dişlerinin arasından. Gülümse
yerek, eğilerek, şapkasını kalabalığa sallayarak, elini Mosiah'm en
sesine koydu. Parmaklarım derisine gömerek 'vahşi köylünün ka-
fasını beceriksizce eğmesini sağladı. "Bakalım bir," diye mırıldandı
"müzik kulağın var mı? Şarkı söyleyebilir misin? Dans edebilir mi-
sin? Tuhaf fıkralar anlatabilir misin? Eğilmeye devam et. Hayır mı?
Mmmmm. Buldum! Ateş yutmak! Çok basit. Gaz sıkıntısı çekmi-
yorsun, değil mi? Yoksa tehlikeli olabilir..."
"Beni rahat bırak!" diye terslendi Mosiah, zorlukla Simkin'in
elinden kurtularak. Kıpkırmızı bir yüzle, terli avuçlarla ayağa kalk-
tı, ona beklentiyle bakan kalabalığa döndü. Mosiah'm kollan ve ba-
cakları buz gibi soğuktu; donmuştu, hareket edemiyor, konuşamı-
yor, hatta düşünemiyordu. Çevresinde süzülen, otlann üzerinde
duran kendisini izleyen kalabalığa bakan Mosiah, Kan-Hanar'ı gör-
dü -ya da en azından, Kan-Hanar cüppesi içinde bir adamdı. Kapı-
daki adam olup olmadığından emin olamıyordu. Yine de, riske gir-
memeleri gerekirdi, herhalde. Şimdi, yapabildiği bir şey olsaydı!...
"Hey, Simkin! Senin köylü sıkıcı. Onu Yabantopraklar'a geri gö-
tur...
"Hayır, dur! Bak! Ne yapıyor?"
"Ah, bu oldu işte. Resim yapıyor! Ne orjinal!"
"O nedir?"
"Bu... evet, hayatım... bu bir ev. Bir ağaçtan yapılmış. Ne ka-
dar harika ve primitif. Tarla Büyücülerinin bu tuhaf, küçük kulü-
belerde yaşadıklannı duymuştum, ama bunlardan birini görebile-
ceğimi hiç düşünmemiştim! Ne eğlenceli, değil mi? Bizim için ken-
3l(ı

KARAKJLlÇin YAZGISI
ı, köyünün resmini yapıyor olmalı... Bravo, köylü! Bravo!"
Yorumlar ve alkışlar devam etti. Simkin birşeyler söylüyordu,
ma Mosiah duyamadı. Artık hiçbir şey duyamıyordu. Geçmişin-
den gelen sesleri dinliyordu. Havayı tuval, özlemini fırça kılarak bir
reSim, canlı bir resim çiziyordu.
Mosiah'm büyüsünün yarattığı imgeler kafasının üzerindeki ha-
vada kayarken, değişirken, genç adamın çevresindeki kalabalık da
arttı. İmgeler netleştikçe ve detaylandıkça -genç adamm hafızası
onlara yaşam veriyordu- kalabalığın kahkahalan ve heyecanlı geve-
zelikleri mırıltılara dönüştü. Sonra huşu dolu bir sessizlik. Kimse
kıpırdanmıyor, hatta konuşmuyordu. Herkes Mosiah'm pırıltılı,
neşeli seyircisine Tarla Büyücülerinin hayatını resmetmesini izli-
yordu.
Merilon halkı eskiden ağaç olan, gövdeleri Yaşam Sihirbazlan
tarafından kaba konutlara dönüştürülen evler gördü. Damları bir
araya getirilip örülmüş dallardandı. Vahşi kış rüzgârları ahşaptaki
çatlaklardan içeri kar gönderiyor, büyücüler kıymetli Yaşamlanm
çocuklannı sıcak kabarcıklarla çevrelemek için kullanıyorlardı. Dı-
şarıda, karda kurtlar ve başka aç hayvanlar dolaşırken, çevreyi kok-
layıp sıcak kan kokusu alırken, büyücülerin yetersiz yemeklerini
yemelerini izlediler. Bir annenin ölü bir bebeği kollarında sardığını
gördüler.
Kış zalim kavrayışını gevşetti, bahann ılıklığının parmaklarının
arasından sızmasına izin verdi. Büyücüler tarlalara döndüler, hâlâ
yan donmuş olan toprağı kırdılar, yağmurlar geldiği zaman, dizle-
rine kadar çamurun içinde ağır adımlarla yürüdüler. Sonra hava-
landılar, tohumlan parmaklarının arasından sürülmüş toprağa saç-
tılar ya da kışın zorlu günlerinde büyüttükleri fideleri toprağa ekti-
ler. Çocuklar anne babalarının yanında çalışıyor, şafakla uyanıyor,
günün ışığı solup gittiği zaman evlerine dönüyorlardı.
317

ITIflRCARft UİEIS & 1"R£CY HlCKJHAn


Yaz, temizlenecek topraklar, onarılacak evler ve bitmek tük
mez bilmez zararlı ot temizlemeler, genç bitkilere bakım, ürü
paylaşmak isteyen böcekler ve başka hayvanlarla mücadele h
gün yakıcı güneş, sık sık gece fırtınaları demekti. Ama basit zevk
ler de vardı. Katalist ve genç öğrencileri öglenleyin dışan çıkar ço
cuklar havada taklalar atarak zaman içinde onlara ekmeklerini ka-
zandıracak Yaşamlarını kullanmayı öğrenirlerdi. Günün sonunda
alacakaranlık ile gece arasında, Tarla Büyücülerinin bir araya geldi-

ği birkaç huzur dolu dakika vardı. Sonra, Almin'in Günü vardı. Sa-
bahlan katalistin flüt gibi sesinin, hiç tanımadıkları altın kapılı
mermer salonlu bir cenneti anlatmasını dinlerlerdi. Akşamleyin,
kayıp zamanı telafi etmek için iki kat fazla çalışırlardı.
Sonbahar ağaçlara alev alev renkler, bel bükücü işlerle geçen sa-
atler getirirdi. Tarla Büyücüleri, içinde yalnızca küçük bir paylan
olan, zahmetlerinin meyvelerim toplarlardı. Havailer uçarak, dev,
altın diskler taşıyarak köye gelirlerdi. Büyücüler mısırları, patates-
leri, buğdayı, arpayı, sebzeleri ve meyveleri disklere yüklerler, Ha-
vailerin onları taşıyıp götürmelerini izlerlerdi. Tüm ürünler toprak-
ların sahibi asillerin ambarlanna, depolanna giderdi. Bu iş bittikten
sonra, kendi küçük paylannı alır, acı soluğunu hissetmeye başla-
dıklan kış boyunca yetmesini nasıl sağlayacaklannı planlarlardı.
Çocukları hasattan kalan ürünleri tarlalardan toplar, her kalıntıyı,
her kırıntıyı, her taneyi değerli bir mücevhermiş gibi biriktirirlerdi.
Ve sonra yine kış gelir, kar küçük konutlann çevresinde girdap-
lanmaya başlar, büyücüler cansıkmtısı, soğuk ve açlıkla savaşırlar-
dı. Tarla Katalisti kendi konutunda büzülür, ellerini paçavralara sa-
rar, kendi kendine Almin'in halkını ne kadar sevdiğini okurdu...
Mosiah'm omuzları çöktü, başı eğildi. Kalabalığın tepesinde res-
mettiği imgeler, genç adamın Yaşamı tükenirken çözülüp dağıldı.
İnsanlar ona sessizlik içine baktılar; ve Mosiah korkuyla, sıkkın,
318

KARAKJLIÇin YAZGISI
alaycı, horgören yüzler görmeyi bekleyerek bakışlarını kaldırdı.
Bunun yerine şaşkınlık, hayret, inanmamazlık gördü. Bu insanlar
kendileri gibi insanlar yerine, yalnız başına yaşayan, çok uzak bir
dünyanın yaratıklarının yaşamlarım görmüş olabilirlerdi.
Mosiah ilk defa Merilon'u gördü, gerçek, şehri gözlerinin önün-
de, uysal bahar güneşinin ışığından daha büyük bir parlaklıkla ay-
dınlattı. Bu insanlar kendi büyülü âlemlerine kapanmışlar, kendi
tasarladıkları, kendi inşa ettikleri kristal bir krallıkta gönüllü tut-
saklardı. Birisi gerçekten uyanırsa, diye merak etti Mosiah pahalı
giysilerine ve yumuşak, çıplak ayaklanna bakarak, ne olurdu?
Başını sallayıp, Simkin'i bulmak için çevresine bakındı. Gitmek,
bu yeri terk etmek istiyordu. Ama aniden insanlar çevresine doluş-
muş, elini sıkmak için uzanmaya, ona dokunmaya başlamışlardı.
"Harika, hayatım, kesinlikle harika! Ne kadar zevkli, ne kadar
primitif bir stil. Ne doğal renkler. Nasıl başanyorsun bunu?"
"Bir çocuk gibi ağladım! Ne tuhaf fikirler, ağaçlarda yaşamak.
Çarpıcı bir şekilde orjinal. Benim galama gelmelisin..."
"Ölü bir bebek. Biraz aşırıya kaçmış bence. Ben, şahsen, daha
ince betimlemeleri tercih ederim. Ama bir sonraki sunumunda, sa-
nırım bunu... mmmm... bir kuzuya çevirebiliriz. İşte! Kucağında
ölü bir kuzu tutan bir kadın. Çok daha sembolik olur, sence de öy-
le değil mi? Ve eğer sahneyi değiştirmek..."
Mosiah sersemlemiş bir şekilde çevresine bakındı. Tutarsız ya-
nıtlar vererek gerilerken, bir el sıkıca kolunu yakaladı.
"Simkin!" diye haykırdı Mosiah minnetle. "Seni gördüğüm için
sevineceğimi hiç sanmıyorum, ama.
"Eminim koltuklarım kabarmıştır, ihtiyar dostum, ama kendini
oldukça kötü bir duruma soktun ve kucaklaşıp öpüşmek için iyi
bir zaman değil," dedi Simkin telaşlı bir fısıltıyla.
Mosiah korku içinde çevresine bakındı.
3 19

ITİARGAREÎ U/EIS & TRACY HlCKHIAn


"Orada." Simkin başını salladı. "Hayır, bakma! tki siyah cürm
li izleyici sanat eleştirmeni olduklarına karar verdi."
"Almin adına!" Mosiah yutkundu. "Duufe-fsarithler."
"Evet ve sanırım küçük gösterinden, buradaki çay ve kurabiye
takımından çok daha fazlasını anladılar. Gördükleri zaman gerçek-
liği anlarlar ve biraz önce, kulaklarından mısır çıkarmışsın gibi, ba-
ğıra bağıra Tarla Büyücüsü olduğunu ilan ettin. Aslında, kulakla-
rından mısır çıkarsan daha az zararlı olurdu bence. Bu kadar buda-
laca bir şeyi aklına kim soktu, düşünemiyorum!" Simkin sesini
yükseltti. "Tavsiyenize göz önüne alacağız, Kontes Darymple. Gele-
cek salı akşam yemeği partisi mi? Programına bakmam lazım. Ben
onun menajeriyim de. Şimdi, eğer şu an için bize izin verirseniz...
Hayır, Baron, bu kaba giysileri nerede yarattığını bilemiyorum. On-
lara benzer birşeyler isterseniz, ahırları deneyin..."
"Beni bu duruma sokan sendin!" diye hatırlattı Mosiah. "Gerçi
artık önemi yok. Ne yapacağız?" Korkuyla kalabalığın dışında sü-
zülen siyah başlıklara baktı.
"Heyecanın dinmesini bekliyorlar," diye mırıldandı Simkin,
Mosiah'm gömleğini düzeltiyormuş gibi yaparak, ama bu sırada ba-
kışlarını savaşbüyücülerinden ayırmamıştı. "Sonra yakalayacaklar.
Hiç büyün kaldı mı?"
"Hiç kalmadı." Mosiah başını salladı. "Yoruldum. Tereyağı bile
eritemezdim."
"Eriyen biz olabiliriz," diye öngörüde bulundu Simkin sertçe.
"Ne dediniz, Dük? Ölü bebek mi? Hayır, katılmıyorum. Şok yara-
tıcı etkisi var. İzleyiciler çığlık atar. Kadınlar bayılır..."
"Simkin, bak!" Mosiah öyle rahatladı ki, bayılacak gibi oldu.
"Gittiler! Belki de izlemiyorlardı!"
"Gittiler mı!" Simkin daha artan bir heyecan içinde çevresine
bakındı. "Sevgili oğlum, hayalini mahvetmek istemem -o kadar da-
32ü

KARAKjLIÇin YAZGISI
sınık ki- ama bu kuşkusuz ellerini uzatmış, tam yanında duruyor-
lar, demek..."
"Tannm!" Mosiah Simkin'in rengarenk kol yenine yapıştı. "Bir
şey yap1-"
"Yapıyorum," dedi Simkin serinkanlılıkla. "Onlara istedikleri
şeyi vereceğim." İşaret etti. "Seni."
Mosiah'm ağzı açık kaldı. "Seni piç," diye başladı öfkeyle ve
hayret içinde kalakaldı. Panik içinde kendi kol yenine yapışmıştı.
O yenin altında kendi kolu vardı, kol kendi bedenine birleşikti. As-
lında, ona sırıtarak bakan kendi yüzüydü.
Çevresinde bir şamata başladı, kahkahalar, çığlıklar, hayret ba-
ğırışları koptu. Sersemleyen Mosiah döndü ve kendisini gördü.
Kendisini kendisinin üzerinde, havada süzülürken gördü. Mosiah
baktığı her yerde, göz görebildigince Mosiahlar görüyordu.
"Ah, Simkin, bu şimdiye kadarki en iyi numaran!" diye haykır-
dı bir Mosiah, kadınsı bir sesle. "Bak Geraldine -bu sensin, değil
mi, Geraldine? Hepimiz bu basit ve harika primitif giysilere burun-
duk, şu pantolona bir bak!"
"Oyuna katıl!" dedi Mosiah'm tutunduğu Mosiah, kaburgaları-
nı telaşla dürtükleyerek. "Bu büyü uzun sürmeyecektir ve onlan
sonsuza dek kandıramayacaktır! Buradan çıkmamız gerek! Diyo-
rum ki; Dük! İhtiyar Simkin'in zekâsı kesinlikle çok parlak, değil
mi?" dedi Mosiah'a yüksek sesle. "Oyuna katıl!" diye emretti alçak
sesle.
"Ah, kesinlikle, B -baron," diye kekeledi Mosiah gür bir basla,
gerçeklik ile son bağı olan Simkin'e sıkı sıkı tutunarak.
"İlerlemeye başla!" diye tısladı Simkin/Mosiah, onu çıkışa doğ-
ru çekerek. "Gidip bunu tmparator'a göstermeliyim!" diye seslendi.
"Ekselansları Simkin'in, o dahinin, o büyük büyü ustasının, o ko-
medi kralının..."
321

mARPAREr U/EIS fj 1"RACY HlCKjllAn


"Abartma!" diye hırladı Mosiah, çevresini saran Mosiah kal- u
lıkları arasında kendine yol açarken.
Ama sesini duyuramadı.
"İmparator! Hadi tmparator'a gösterelim!"
Herkes çağrıya katıldı. Kahkahalar atarak, ittirip kaktırarak
Mosiahlar arabalarını çağırmaya başladı. Mosiahlar arabalar yarattı
Bazı Mosiahlar basitçe kayboluverdi. Bir sürü Koridor, boşlukta
büyük delikler açıldı, ta ki Koruluk farelerin kemirdigi bir peynire
benzeyene kadar. Yüzlerce Mosiah bu deliklere adım attı ve Thon-
lileri, Koridor Ustalannı engin bir şaşkınlığa sürüklediler.
"Biliyorsun," dedi Simkin/Mosiah tatmin içinde, havadan porta-
kal renkli ipek parçasını çekip burnunu silerek, "ben gerçekten bir
dehayım."
Bir koridora girerek bir başka Mosiah'ı yanında sürükledi. "Di-
yorum ki, ihtiyar dostum," diye sorduğunu duydu şaşkın Thon-Li,
"bu gerçekten sensin, değil mi?"
322

11
KAÇAKLAR
"Mosiah, o aptal!" diye püskürdü Joram, ileri geri yürüyerek.
"Neden evden çıktı ki?"
"Bence Mosiah olağanüstü bir sabır gösterdi. Hem, senin bah-
çecilik ilgini paylaşmasını bekleyemezsin," dedi Şaryon iğneleyici
bir şekilde. "Kitap okumaktan başka yapacak hiçbir şey bulamadan
bir haftadan fazla zamandır bu evde kapalı kaldı. Ama senin..."
"Tamam, tamam!" diye sözünü kesti Joram sinirle. "Vaaza gerek
yok."
İçini çeken, kaşlannı kaygıyla çatan Şaryon yastıklarına yaslan-
dı, elleri sinirli sinirli çarşaflan çekiştirmeye başladı. Gece olmuştu.
Mosiah tüm gün yoktu, kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Ev sa-
kinlerinden herhangi biri endişelendiğinden değil. Genç adamın
dışan çıkması ve Merilon manzaralarını görmesi çok doğaldı.
Joram yemeğini aileyle birlikte yedi. Lord Samuels ile Leydi Ro-
samund nazik davransalar da, soğuk ve uzaktılar. (Aile bahçesinde-
ki olayı bilseler daha sıcak davranmaya karar verebilirlerdi, ama
Marie genç hanımının sırnnı saklamıştı.) Yemekteki konuşmalar
Simkin'e odaklanmıştı. O akşam Merlyn Koruluğunda harika bir
illüzyon gerçekleştirmişti. Kimse detayları bilmiyordu, ama şehirde
sansasyon yaratmıştı.
"Umarım Simkin yann gelir ve bize baloya giderken eşlik eder.
323

triARSAREt IUEİS & TRACY HıCKjriArı


değil mi, Joram?" Gwendolyn bu cümleyi genç adama hitaben »
lemeye cesaret etmişti. Ama o yanıt veremeden Lord Samuels •
ya girdi.
"Sanırım artık odana gitmelisin, Gwen," dedi soğuk bir sesi
"Yarın yoğun bir gün olacak. Uyumaya ihtiyacın var."
"Peki, baba," diye yanıt verdi Gwen, itaatkârca masadan kalkın
odasına çekilerek; ama arkasına dönüp sevgilisine bir bakış fırlat-
madan değil.
Joram da bu fırsatı kullanarak aniden masadan kalktı ve Kata-
list'in yanma dönmesi gerektiğini söyledi.
Zayıf hisseden ama bilinci yerinde olan Şaryon yatağında doğ-
rulabilıyor, hatta küçük bir miktar tavuk suyu içebiliyordu. Thelda-
ra sabahleyin onu ziyaret etmiş, iyileştiğini bildirmişti, ama dinlen-
menin, yatıştırıcı müziğin, aromatık bitkilerin ve tavuk suyunun
devam etmesini tavsiye etmişti. Aynı zamanda üstüne basarak, Ka-
talist'in isteyebileceği her tür konuda konuşmaya hazır olduğunu
söylemişti. Şaryon müziği, bitkileri ve tavuk suyunu kabul etmiş,
ama alçakgönüllülükle konuşacak bir şeyi olmadığını söylemişti.
Theldar'1 Ibaşını sallayarak gitmişti.
Şaryon defalarca içine düştüğü ikilemi düşündü. Hararetli bir
rüyasında Joram'ı tarok destesinin soytarısı olarak görmüştü -bir
yamacın kenarında, gözleri tepesindeki güneşte, ayaklarının dibin-
de bir uçurum açılırken. Bir çok kez Şaryon ona gerçeği söyleyecek
olmuş, uçurumdan aşağı yuvarlanmasını engellemek için elini
uzatmıştı. Ama her seferinde uyanmıştı.
"Bu uçurumu görmesini sağlar," diye mırıldandı Katalisı kendi
kendine, "ama uysalca kenardan çekilir mi? Hayır! Merilon Prensi.
Hayal ettiği her şey demek bu. Ve bunun onu yok edeceğini anla-
mayacaktır. .. Hayır," diye karar verdi Katalist sonsuz düşünceler-
den sonra. "Hayır. Ona söylemeyeceğim. Söyleyemem. Şimdi başı-
324

KARAKiuçın YAHGİSİ
na gelebilecek en kötü şey ne? Bu Theldara ile karşılaşır ve bir sah-
tekâr olduğu ilan edilir. Lord Samuels sarayda olay yaratmak iste-
mez. Ben Joram'ı alırım ve sarayı hızla, sessizlik içinde terk ederiz.
Sharakan'a gideriz."
Şaryon her şeyi hesaplamış, her şeyi planlamıştı. Ve sonra bu...
Mosiah'm yok olması...
"Başına bir şey geldi!" diye mırıldandı Joram. "Yemek boyunca
Simkin'den bahsedildi. Yaptığı bir illüzyon. Sence Mosiah'm yanın-
da mıdır?"
Şaryon içini çekti. "Kim bilir. Evdeki hiç kimse Mosiah'm gitti-
ğini görmemiş. Simkin'i günlerdir hiç kimse görmüyor." Bir an ses-
siz kaldı, sonra konuştu, "Gitmelisin, Joram. Şimdi git. Eğer başına
bir şey gelirse..."
"Hayır!" dedi Joram sence, adımlamasının ortasında durup dik
dik kataliste bakarak. "Çok yaklaştık! Yann gece..."
"Korkanm haklı, Joram," dedi bir ses.
"Mosiah!" dedi Joram belirgin bir rahatlamayla, arkadaşının açı-
lan koridordan çıkmasını izlerken. "Nerelerdeydin..." Diğer Mosi-
ah ilkinin tam arkasında maddeleşirken sesi sönüp gitti. Bu Mosi-
ah'm boynunda portakal renkli ipek parçası asılıydı.
"Bizi ayırt edebilmeme yardımcı oluyor," dedi portakal renkli
ipek parçalı Mosiah, açıklama olarak. "Kafam kanşmaya başlamış-
tı. Şerefim üzerine," dedi tembel tembel, "adaletten kaçarak yaşa-
mayı oldukça eğlenceli bulmaya başlıyorum."
"Bu da ne?" diye sordu Joram, ikisine hayretle bakarak.
"Uzun hikâye. Üzgünüm. Hepimizi korkunç bir tehlikeye at-
tım." Mosiah -gerçek Mosiah- arkadaşına ağırbaşlılıkla baktı. Ay-
dınlıkta, boynunun çevresindeki portakal renkli ipek parçası olma-
dan da Simkin'i ondan ayırt etmek kolaydı. Yüzü solgun ve kor-
kuyla gerilmişti; gözlerinin altında gölgeler vardı. "Buraya gelmedi-
325

fim
UAİJSİAİ J

-mzK% t
lv?Auqı,
...?1/ ./ I
-BUIUFUJJ,^
>[J31 lA31q -f

-aunıS ust1'/
nunq P>g <tr J
juag,, Uıpl
/
-ZİUJPX ;3|?' At
„-'Iipit>(P (
-JEJSİUİSİP '
-pznp ftiv,.
-np su u.'l'1.'

'?w
"Ü»«j
ll!3g„
d. aX
l!pj!M„
:
[p

İSİL
3,ur>
3[ur p" t.o
'm
tün.
«tef
lluıtıs,
'W -P ^ I ^IP
U
" uısp g
İl uıp
113J3UJ
IT
'? 3Ü: J,
0
3V
Ull!l!purı$
%iueç;
* ıqı?
,UB|i(do>ı

"'M
upajıc'i» M

uıui3q ^3'j«
y" :
ıpap ^np.

|3.T:V

[İ3PM
•^

:?.. ?
p3Ll

f
r
k

U3s„ Y'1
i
?°Ul U3(U! I

Ti3[

KARfıKJUÇinYAZGİS]
Soruluğunda," dedi Simkin. "Ağlayacak kadar sıkıldım, diye de
ekleyebilirim."
"Ben burada iyiyim," dedi Şaryon. "Peder Dunstable olarak, he-
pinizden daha fazla güvendeyim. Aslında, benim gitmem şüpheli
görünür. Şu durumda, belki onların dikkatini dağıtırım."
"Bu kel dostumuz hakkında neden endişelendiğini anlamıyo-
rurru" dedi Simkin, bıyığı kasvetle düşerken. "Morali bozulması ge-
reken benim! Şahsen iğrenç bulduğum bir moda dalgası başlattım!
Saraydaki herkes sanki domuzlarla çamurda yuvarlanmaya ya da
fasulyelerle zaman geçirmeye gitmeyi planhyormuş gibi giyinmiş."
"Gitmemiz lazım," dedi Mosiah, endişeyle kıpırdanarak. "Göre-
mediğim gözlerce izleniyor, hissedemedigim ellerce dokunuluyor
gibi hissediyorum! Sinirlerimi bozuyor. Ama Koruluk'ta saklanma-
man gerektiğini düşünüyorum. Bence şehri terk etmeliyiz. Şimdi.
Bu gece. Gece güven içinde yolculuk yapabiliriz. Çevrede hâlâ yüz-
lerce kopyam var. Simkin hepimizi Mosiahlara çevirebilir. O karga-
şa içinde Kapı'dan çıkmayı başarabiliriz."
"Hayır!" dedi Joram sabırsızca, sırtını dönerek.
Ama Mosiah gidip arkadaşının önünde durdu, Joram onunla
yüzleşmek zorunda kaldı.
"Burası bize göre bir yer değil," dedi Mosiah içtenlikle. "Güzel,
hanka, ama... bunların hiçbiri gerçek değil! Bu insanlar gerçek de-
ğil! Çok iyi açıklayamadığımı biliyorum..." Tereddüt etti, düşün-
dü. "Ama evimizin imgelerim yarattığımda, arkadaşlarımızın ailele-
rimizin hayalleri, izleyen insanlardan daha canlı göründü bana!"
"Merilon'da insanlar mevsimler gibidir," dedi Şaryon yumuşak
bir sesle, gözleri tavana dikilmiş. "Onlar için mevsim hep bahardır.
Yürekleri genç bir ağacın tomurcukları kadar yeşil ve serttir. Asla
yazın çiçeğe durmamışlar, asla güzün meyve vermemişlerdir. Asla
onlara güç verecek kışın soğukluğunu hissetmemişlerdir..."
327

ITİARCARft U7EIS fj ÎRACY HlCKJTIAn


ler, değil mi?" diye sordu, çevresine bakmarak. "Simkin hpn
n filo-
dayken gelmeyeceklerini söyledi."
"Kim buraya gelmedi?" diye sordu Joram çileden çıkarak uç
neden bahsediyorsun -ne modası?"
"Duuk-tsarith\cr," diye yanıt verdi Mosiah, fısıltıyla.
"Bize neler olduğunu anlatsan daha iyi olacak, oğlum," decî
Şaryon, sesi çatlayıp, korku onu boğazından yakalayarak.
Mosiah telaşla, tutarsızca, gözleri odada gezinerek onlara
Merlyn Korulugu'nda neler olduğunu anlattı. "Ve her yerde benim
kopyalarım var," dedi sonuç olarak, ellerini tüm dünyayı içine alır
gibi açarak. "Simkin'in illüzyonu solmaya başladığı zaman bile, in-
sanlar kendi imgelerini yaratmaya başladı! Duuk-tsarithlerin ne dü-
şündüğünü ya da yaptığını bilemiyorum..."
"Bir süre kafalan karışır," dedi Şaryon ciddiyetle, "ama düzel-
meleri fazla uzun sürmez. Elbette, Simkin ile bağlantını anlamışlar-
dır, ilk önce saraya gidecek, gizli soruşturmalar yapacaklardır..."
Başını salladı. "Nerede kaldığını bulmaları zaman meselesi yalnız-
ca. Mosiah haklı, Joram, gitmelisin!"
Joram'm asi yüzünü gören Katalist elini hafifçe kaldırdı. "Beni
dinle. Sana şehri terk etmen gerektiğini söylemiyorum, ama bunu
kuvvetle tavsiye ederdim. Eğer yarın İmparator'un partisine gitme-

ye kararlıysan..."
"Kararlıyım."
"O zaman Merilon'da kal. Ama en azından bu gece bu evi terk
et. Mirasına bu kadar yaklaşıp," diye ekledi Şaryon, artık inanma-
dığı tanrıdan yalan söylediği için onu affetmesini dileyerek, "ihtiyat
eksikliği yüzünden kaybetmek yazık olurdu. Bence..."
"Pekâlâ! Belki de haklısın," diye sözünü kesti Joram sabırsızlık-
la. "Ama nereye saklanabilirim? Ya sen ne olacaksın?"
"Benim bütün gün saklandığım yerde saklanabilirsin -Merry
321,

KARAKJLIÇin YHZGİSİ
ulugu'nda," dedi Simkin. "Ağlayacak kadar sıkıldım, diye de
eleyebilirim."
"Ben burada iyiyim," dedi Şaryon. "Peder Dunstable olarak, he-
nizden daha fazla güvendeyim. Aslında, benim gitmem şüpheli
irünür. Şu durumda, belki onların dikkatini dağıtırım."
«Bu kel dostumuz hakkında neden endişelendiğini anlamıyo-
rUm," dedi Simkin, bıyığı kasvetle düşerken. "Morali bozulması ge-
reken benim! Şahsen iğrenç bulduğum bir moda dalgası başlattım!
Saraydaki herkes sanki domuzlarla çamurda yuvarlanmaya ya da
fasulyelerle zaman geçirmeye gitmeyi planlıyormuş gibi giyinmiş."
"(ütmemiz lazım," dedi Mosiah, endişeyle kıpırdanarak. "Göre-
mediğim gözlerce izleniyor, hissedemedigim ellerce dokunuluyor
gibi hissediyorum! Sinirlerimi bozuyor. Ama Koruluk'ta saklanma-
man gerektiğini düşünüyorum. Bence şehri terk etmeliyiz. Şimdi.
Bu gece. Gece güven içinde yolculuk yapabiliriz. Çevrede hâlâ yüz-
lerce kopyam var. Simkin hepimizi Mosiahlara çevirebilir. O karga-
şa içinde Kapı'dan çıkmayı başarabiliriz."
"Hayır!" dedi Joram sabırsızca, sırtını dönerek.
Ama Mosiah gidip arkadaşının önünde durdu, Joram onunla
yüzleşmek zorunda kaldı.
"Burası bize göre bir yer değil," dedi Mosiah içtenlikle. "Güzel,
harika, ama... bunların hiçbiri gerçek değil! Bu insanlar gerçek de-
ğil! Çok iyi açıklayamadığımı biliyorum..." Tereddüt etti, düşün-
dü. "Ama evimizin imgelerini yarattığımda, arkadaşlarımızın ailele-
rimizin hayalleri, izleyen insanlardan daha canlı göründü bana!"
"Merilon'da insanlar mevsimler gibidir," dedi Şaryon yumuşak
blr sesle, gözleri tavana dikilmiş. "Onlar için mevsim hep bahardır,
'urekleri genç bir ağacın tomurcuklan kadar yeşil ve serttir. Asla
Yteın çiçeğe durmamışlar, asla güzün meyve vermemişlerdir Asla
anlara güç verecek kışın soğukluğunu hissetmemişlerdir..."
327

rflARCARJEt U/EIS fj tRACY HlCKJTlAn


ler, değil mi?" diye sordu, çevresine bakmarak. "Simkin ben
dayken gelmeyeceklerini söyledi."
"Kim buraya gelmedi?" diye sordu Joram çileden çıkarak "s
neden bahsediyorsun -ne modası?"
"Dtıuk-tsarithler" diye yanıt verdi Mosiah, fısıltıyla.
"Bize neler olduğunu anlatsan daha iyi olacak, oğlum," der]'
Şaryon, sesi çatlayıp, korku onu boğazından yakalayarak.
Mosiah telaşla, tutarsızca, gözleri odada gezinerek onlara
Meriyi Korulugu'nda neler olduğunu anlattı. "Ve her yerde benim
kopyaianm var," dedi sonuç olarak, ellerini tüm dünyayı içine alır
gibi açarak. "Simkin'in illüzyonu solmaya başladığı zaman bile, in-
sanlar sendi imgelerini yaratmaya başladı! Duuk-tsarithkrirı ne dü-
şündüğünü ya da yaptığını bilemiyorum..."
"Bir süre kafaları karışır," dedi Şaryon ciddiyetle, "ama düzel-
meleri :azla uzun sürmez. Elbette, Simkin ile bağlantını anlamışlar-
dır, illi önce saraya gidecek, gizli soruşturmalar yapacaklardır..."
Başını salladı. "Nerede kaldığını bulmaları zaman meselesi yalnız-
ca. Mosiah haklı, Joram, gitmelisin!"
Jonm'ın asi yüzünü gören Katalist elini hafifçe kaldırdı. "Beni
dinle, iana şehri terk etmen gerektiğini söylemiyorum, ama bunu
kuvvete tavsiye ederdim. Eğer yarın lmparator'un partisine gitme-
ye kararlıysan..."
"Kararlıyım."
"O aman Merilon'da kal. Ama en azından bu gece bu evi terk
et. Mirasına bu kadar yaklaşıp," diye ekledi Şaryon, artık inanma-
dığı tanrıdan yalan söylediği için onu affetmesini dileyerek, "ihtiyat
eksikliğ yüzünden kaybetmek yazık olurdu. Bence..."
"Pekâlâ! Belki de haklısın," diye sözünü kesti Joram sabırsızlık-
la. "Ama nereye saklanabilirim? Ya sen ne olacaksın?"
"Benim bütün gün saklandığım yerde saklanabilirsin -Meriyi
3 2f,

KARAKii-içınYAZGisı
lugu'nda," dedi Simkin. "Ağlayacak kadar sıkıldım, diye de
eleyebilirim."
«Ben burada iyiyim," dedi Şaryon. "Peder Dunstable olarak, he-
• izden daha fazla güvendeyim. Aslında, benim gitmem şüpheli
rünür. Şu durumda, belki onlann dikkatini dağıtırım."
"Bu kel dostumuz hakkında neden endişelendiğini anlamryo-
*um " dedi Simkin, bıyığı kasvetle düşerken. "Morali bozulması ge-
reken benim! Şahsen iğrenç bulduğum bir moda dalgası başlattım!
Saraydaki herkes sanki domuzlarla çamurda yuvarlanmaya ya da
fasulyelerle zaman geçirmeye gitmeyi planhyormuş gibi giyinmiş."
"Gitmemiz lazım," dedi Mosiah, endişeyle kıpırdanarak. "Göre-
mediğim gözlerce izleniyor, hissedemedigim ellerce dokunuluyor
sibi hissediyorum! Sinirlerimi bozuyor. Ama Koruluk'ta saklanma-
man gerektiğini düşünüyorum. Bence şehri terk etmeliyiz. Şimdi.
Bu gece. Gece güven içinde yolculuk yapabiliriz. Çevrede hâlâ yüz-
lerce kopyam var. Simkin hepimizi Mosiahlara çevirebilir. O karga-
şa içinde Kapı'dan çıkmayı başarabiliriz."
"Hayır!" dedi Joram sabırsızca, sırtını dönerek.
Ama Mosiah gidip arkadaşının önünde durdu, Joram onunla
yüzleşmek zorunda kaldı.
"Burası bize göre bir yer değil," dedi Mosiah içtenlikle. "Güzel,
harika, ama... bunların hiçbiri gerçek değil! Bu insanlar gerçek de-
ğil! Çok iyi açıklayamadığımı biliyorum..." Tereddüt etti, düşün-
dü. "Ama evimizin imgelerini yarattığımda, arkadaşlarımızın ailele-
rimizin hayalleri, izleyen insanlardan daha canlı göründü bana!"
"Mçrüon'da insanlar mevsimler gibidir," dedi Şaryon yumuşak
oır sesle, gözleri tavana dikilmiş. "Onlar için mevsim hep bahardır,
'ürekleri genç bir ağacın tomurcukları kadar yeşil ve serttir. Asla
yazın çiçeğe durmamışlar, asla güzün meyve vermemişlerdir Asla
tn'ara güç verecek kışın soğukluğunu hissetmemişlerdir..."
.?527

mARCARjt U/EIS d tRÜCY HlCKJJlAn


ler, değil mi?" diye sordu, çevresine bakmarak. "Simkin b
dayken gelmeyeceklerini söyledi."
"Kim buraya gelmedi?" diye sordu Joram çileden çıkarak "e
neden bahsediyorsun -ne modası?"
"Duufc-tsarithler," diye yanıt verdi Mosiah, fısıltıyla.
"Bize neler olduğunu anlatsan daha iyi olacak, oğlum" derr
Şaryon, sesi çatlayıp, korku onu boğazından yakalayarak.
Mosiah telaşla, tutarsızca, gözleri odada gezinerek onlara
Merlyn Koruluğu'nda neler olduğunu anlattı. "Ve her yerde benim
kopyalanm var," dedi sonuç olarak, ellerini tüm dünyayı içine alır
gibi açarak. "Simkin'in illüzyonu solmaya başladığı zaman bile, in-
sanlar kendi imgelerini yaratmaya başladı! Duuk-tsarithkhn ne dü-
şündüğünü ya da yaptığını bilemiyorum..."
"Bir süre kafaları karışır," dedi Şaryon ciddiyetle, "ama düzel-
meleri fazla uzun sürmez. Elbette, Simkin ile bağlantını anlamışlar-
dır. İlk önce saraya gidecek, gizli soruşturmalar yapacaklardır..."
Başını salladı. "Nerede kaldığını bulmaları zaman meselesi yalnız-
ca. Mosiah haklı, Joram, gitmelisin!"
Joram'm asi yüzünü gören Katalist elini hafifçe kaldırdı. "Beni
dinle. Sana şehri terk etmen gerektiğini söylemiyorum, ama bunu
kuvvetle tavsiye ederdim. Eğer yarın İmparator'un partisine gitme-
ye kararhysan..."
"Kararlıyım."
"O zaman Merilon'da kal. Ama en azından bu gece bu evi terk
et. Mirasına bu kadar yaklaşıp," diye ekledi Şaryon, artık inanma-
dığı tanrıdan yalan söylediği için onu affetmesini dileyerek, "ihtiyat
eksikliği yüzünden kaybetmek yazık olurdu. Bence..."
"Pekâlâ! Belki de haklısın," diye sözünü kesti Joram sabırsızlık-
la. "Ama nereye saklanabilirim? Ya sen ne olacaksın?"
"Benim bütün gün saklandığım yerde saklanabilirsin -Merlyn
32<>

KARİlKJLIÇin YAZGISI
hıgu'nda," dedi Simkin. "Ağlayacak kadar sıkıldım, diye de
Eleyebilirim."
«Ben burada iyiyim," dedi Şaryon. "Peder Dunstable olarak, he-
•nizden daha fazla güvendeyim. Aslında, benim gitmem şüpheli
örünür. Şu durumda, belki onlann dikkatini dağıtırım."
"Bu kel dostumuz hakkında neden endişelendiğini anlamıyo-
rum," dedi Simkin, bıyığı kasvetle düşerken. "Morali bozulması ge-
reken benim! Şahsen iğrenç bulduğum bir moda dalgası başlattım!
Saraydaki herkes sanki domuzlarla çamurda yuvarlanmaya ya da
fasulyelerle zaman geçirmeye gitmeyi planlıyormuş gibi giyinmiş."
"Gitmemiz lazım," dedi Mosiah, endişeyle kıpırdanarak. "Göre-
mediğim gözlerce izleniyor, hissedemedigim ellerce dokunuluyor
gibi hissediyorum! Sinirlerimi bozuyor. Ama Koruluk'ta saklanma-
man gerektiğini düşünüyorum. Bence şehri terk etmeliyiz. Şimdi.
Bu gece. Gece güven içinde yolculuk yapabiliriz. Çevrede hâlâ yüz-
lerce kopyam var. Simkin hepimizi Mosiahlara çevirebilir. O karga-
şa içinde Kapı'dan çıkmayı başarabiliriz."
"Hayır!" dedi Joram sabırsızca, sırtını dönerek.
Ama Mosiah gidip arkadaşının önünde durdu, Joram onunla
yüzleşmek zorunda kaldı.

"Burası bize göre bir yer değil," dedi Mosiah içtenlikle. "Güzel,
harika, ama... bunların hiçbiri gerçek değil! Bu insanlar gerçek de-
ğil! Çok iyi açıklayamadığımı biliyorum..." Tereddüt etti, düşün-
dü. "Ama evimizin imgelerini yarattığımda, arkadaşlarımızın ailele-
rimizin hayalleri, izleyen insanlardan daha canlı göründü bana!"
"Merılon'da insanlar mevsimler gibidir," dedi Şaryon yumuşak
bir sesle, gözleri tavana dikilmiş. "Onlar için mevsim hep bahardır.
Yürekleri genç bir ağacın tomurcukları kadar yeşil ve serttir. Asla
yazın çiçeğe durmamışlar, asla güzün meyve vermemişlerdir Asla
onlara güç verecek kışın soğukluğunu bissetmemişlerdir..."
327

mAR_GAR£Î UJtIS S[ TR^CY HlCKjnAn


Joram karanlık bakışlarını Mosiah'tan Saryon'a çevirdi. "Bir h
talist olan Tarla Büyücüsü ve şair olan bir katalıst," diye mırıldan
di.
"Ben hep yanındayım," dedi Simkin neşeyle. Arpın başına gide
rek onu çevreleyen büyüyü bozdu ve odadaki herkesin sinirlerini
geren neşeli bir dans melodisi çalmaya başladı. "Her aklıbaşmda
durumda ben sabit delilik noktasıyım. Pek çok kişi bunu rahatlatı-
cı bulur."
"Kes şunu!" Mosiah öfkeyle elini arpm tellerinin üzerine koydu
"Tüm evi uyandıracaksın!"
Joram başmı salladı. "Ne dersen de, önemi yok. Ben gitmiyo-
rum. Sen de öyle," diye ekledi, karanlık bakışları Mosiah'a çevril-
mişti. "Yarın gece kimliğim açıklığa kavuşacak. Baron Fitzgerald
olacağım ve o zaman kimse, hiçbirimize dokunamayacak."
Çileden çıkarak kollarını açan Mosiah, Saryon'a yalvarırcasına
baktı. "Onu ikna edebilmek için söyleyebileceğin hiçbir şey yok
mu, Peder?"
"Hayır, oğlum," diye yanıt verdi Katalist sessiz bir üzüntü için-
de. "Korkarım yok, denedim..."
Mosiah bir dakika sessizce, düşünceler içinde başını eğerek
durdu. Sonra Joram'a elini uzattı. "Hoşçakal, dostum, ben gidiyo-
rum. Eve dönüyorum. Qrayı çok özlüyorum..."
"Hayır, dönmüyorsun!" diye terslendi Joram gergin bir şekilde,
uzatılan eli görmezden gelerek. "Henüz gidemezsin. Çok tehlikeli.
Bir gün daha saklan. Eğer seni mutlu edecekse Koruluk'a seninle
birlikte gelirim." Katalist'e baktı. "Yarın gece her şey yoluna gire-
cek! Biliyorum!" Yumruğunu sıktı.
Mosiah derin bir nefes aldı. "Joram," dedi üzüntüyle, pencere-
den ayışıgı altındaki bahçeye bakarak. "Ben gerçekten eve gitmek
istiyorum..."
328

KARAKJLIÇln YAZGISI
"Ben de kalmanı istiyorum," diye sözünü kesti Joram, Mosiah'm
mzunu tutarak. "Bu tür şeyleri söylemek konusunda senden iyi
,eailim," dedi alçak sesle. "Kendimi bildim bileli arkadaşımsm. Ar-
kadaş istemediğim zaman da öyleydin. Seni uzaklaştırmak için
elimden gelen her şeyi yaptım." Eli, sanki bırakmaktan korkarmış
gibi Mosiah'm omzunu kavradı. "Ama, içimde, derinliklerde bir
yerde, ben..."
Arptan uyumsuz bir Unlama geldi. "Pardon," dedi Simkin, sus-
turmak için utançla telleri tutarak. "Uyuyakaldım herhalde."
Joram kızararak dudağım ısırdı. "Her neyse," diye devam etti,
şimdi zorla konuşuyordu. "Kalmanı ve bu işin sonunu benimle bir-
likte görmeni istiyorum. Dahası," diye ekledi, o gergin havada ta-
mamen başansız olan bir hafife alma çabasıyla, "yanımda sen yok-
ken nasıl evlenebilirim? Her zaman olduğun yerde yokken..." Sesi
sönüp gitti. Joram aniden elini çekti ve sırtını döndü. "Ama ne isti-
yorsan onu yap," dedi sert bir sesle, pencereden dışan bakarak.
Mosiah sessizdi, arkadaşına hayretle bakıyordu. Boğazını temiz-
ledi. "Sa -sanınm bir gün daha... fazla fark ettirmez," dedi boğuk
bir sesle.
Şaryon genç adamın gözlerinde yaşların pırıldadığını gördü;
Katalist de gözlerinin yaşlandığını hissediyordu. Joram'ın içtenli-
ğinden ya da yüreğini bir başkasına açmanın yarattığı açık acıdan
kuşku duymanın imkânı yoktu. Yine de Saryon'un içindeki şüphe-
ci bir ses konuştu, "Onu kullanıyor, seni kullanıyor, hep yaptığı ve
yapacağı gibi, kendi dediğini yaptırmak için hepinizi kullanıyor. Ve
asıl üzücü olan, bunu yaptığını bilmiyor bile. Belki de elinde değil.
Doğumuyla gelmiştir. Hem, o Merilon Prensi."
"Simkin," dedi Joram, havadan portakal renkli ipek parçasını
çekmiş, burnunu sesli sesli temizlemekte olan genç adama döne-
rek, "Koruluk saklanmak için güvenli bir yer midir?"
329

tTİARPARft WEİS & TRACV HıcıonAn


Sımkin hıçkırdı ve ipek parçasına ağlamaya başladı.
"Ne oldu?" diye sordu Joram bir miktar sabırsızlıkla. Ama ri
daklarmda bir gülümseme oynuyordu.
"Bu bana sevgili kardeşim. Küçük Nat'in -Küçük Nat'ten b-h
settiğimi hatırlıyorsunuz, değil mi- yoksa Nate miydi? Her nevs
çok fazla çilekli pasta yediği için Küçük Nat ölüm döşeğinde yatı
yordu. İnkâr etti, elbette, ama kıpkırmızı ellerle, ya da dudaklarla
yakalandı. Ama onu öldürenin pasta değil, eve süzülürken ona çar-
pan araba olduğundan kuşkulanmadık da değil. Bana söylediği son
sözler, 'Simkin, kabuğu iyi pişmemişti,' oldu. Burada bir ahlak der-
si var, bir yerlerde," dedi, ipek parçasını kızarmış gözlerine götüre-
rek. "Ama benim aklıma gelmiyor."
"Simkin..." Joram'm sesi gerildi.
"Buldum! Yan pişmiş! Bu plan yarı pişmiş. Yine de," dedi biraz
düşündükten sonra, "gerçekten de Koruluk'ta saklanmaya devarri
edebiliyor olmalıyız. Yarın orada kimsecikler olmayacak. Herkes
saraydaki kutlamalan seyrediyor olacak. Duuk-tsarithhr kalabalığı
izlemekte meşgul olacaklar. Yann gece biz saraya giderken Mosiah
kalabilir..."
"Sen benimle kalmayacak mısın?" diye sordu Mosiah endişeyle.
"Partiyi kaçırayım mı?" Simkin şok geçirmiş gibiydi. Elini salla-
dı. "Bizim buradaki karanlık ve kaba dostumuz cazibesi ve saray
görgü kurallarını bilmesiyfe tanınmıyor. Nezaket kurallan labiren-
tinde, el öpme ve kıç yalama karmaşasında yol göstermek üzere ya-
nında olmalıyım..."
"Yanında ben olacağım, biliyorsun," dedi Katalisı aksi aksi.
"Ve bunun için benden daha memnun olan yoktur," dedi Sim-
kin ciddiyetle. "Aramızda kalsın, bunu yürütebilmek için ikimize
de ihtiyacı olacak," diye öngörüde bulundu havalı havalı. "Dahası,
herhangi birinizin unutmuş olması ihtimaline karşılık, daveti be-
330
KARPKJLlÇin YAZGISI
nim sayemde almıştınız."
"Biz yokken basma bir şey gelmez. Ve yann gece, partiden son-
rit seninle Koruluk'ta buluşuruz," dedi Joram Mosiah'a. "Baronlu-
ğumu ve nişanımı kutlamak için seni buraya geri getiririz," dedi ka-
rarlılıkla.
Yann gece, Mosiah ile Koruluk'ta buluşacağız ve buradan kaça-
,.cağız, dedi Şaryon kendi kendine. Belki böylesi daha faydalı olur.
"Ben sizi beklerim," diye kabul etti Mosiah, ama sesinde bir gö-
nülsüzlük havası vardı.
Joram gülümsedi, gerçek bir gülümsemeydi bu. Karanlık gözler
az görülen bir sıcaklıkla parladı. "Göreceksin," diye söz verdi. "Her
şey yoluna girecek. Ben..."
"Eh, artık gitsek iyi olacak," diye sözünü kesti Simkin, aniden
havaya sıçrayarak. Hareketinin aniliği yüzünden ayağı arpm telleri-
ne takıldı, ürkütücü bir tangırdamaya sebep oldu. Vahşi bir müca-
deleden sonra ayağını kurtarmayı başardı. "Hadi, hadi." Mosiah ile
Joram'm çevresinde koşuşturarak onlan koyun gibi kapıya güttü.
"Ölü dostumuz buradayken koridorları kullanamayız. Mosiahlar'm
azalmış olduğunu tahmin ediyorum, ama yine de sokaklar yeterin-
ce güvenli olmalı."
"Dur! Gwen'e -yani Lord Samuels'e ne diyeceksin?" diye sordu
Joram Katalist'e.
"Ona, yarın geceki oyunu prova etmek üzere seni saraya götür-
düğümü söyleyecek," dedi Simkin rahatça, Joram'm gömleğinin
kolunu çekiştirerek. "Yani, gelsene artık, sevgili oğlum! Gecenin
gölgeleri sokaklarda sürünmeye başladı ve aralarında etten ve kan-
dan olanlar var!"
"Gwen'le konuşacağım," dedi Şaryon solgun bir gülümsemeyle,
Joram'm gerçek endişesini anlayarak.
Şaryon, Joram yatağın yanma gelince şaşırdı. Joram eğildi ve
331

rriARSARft U/EİS fr "FRÜCY HıcıynAn


Katalist'in solgun elini tuttu.
"Seninle yarın gece görüşeceğiz," dedi kararlılıkla. "Kutlam-
pacağız."
"Düşes d'Longeville'in altıncı kocası ile evlendiği zaman sö 1
digi gibi," dedi Simkin, Joram'ı kapıdan dışan çekerken.
Şaryon onlann yumuşak adımlarla koridorda yürüdükleri I
duydu, sonra Simkin'in sesi evin sessizliği içinde ona kadar geld
"Evlendiği zaman mıydı? Yoksa adamın cenazesinde mi?"
Gece Merilon'un çevresinde derinleşti -yani bir gecenin derin-
leşmesine ne kadar izin veriliyorsa. Bu da fazla derin olmazdı. Ka-
ranlık halkı yalnızca ıslatırdı, asla bogamazdı. Şaryon zayıf ve bit-
kin olsa da, uykunun yüzeyinde huzursuz ve endişeli bir şekilde
süzülüyor, ne huzurlu bir boşluğa düşüyor, ne de tam olarak yüze-
ye çıkıyordu.
Katalist'in odası karanlık ve sessizdi; çalmayı reddeden arp so-
murtkan bir sessizlik içinde köşede oturuyordu. Duvar haklan gü-
neşin ya da ayın zararlı etkilerini dışarıda bırakmak için çekilmişti.
Aromatik bitkiler dışan çıkanlmıştı; Şaryon bunlann onu boğdu-
ğunu söylemişti. Odadaki tek ses Katalist'in rahatsız nefesinin se-
siydi.
Gecenin kabaran dalgası içinde gece kadar sessiz, iki siyah cüp-
peli şekil Katalist'in odasında belirdi. Adamın yatağına doğru sü-
züldüler. Biri eğildi, yumuşak bir kadın sesi konuştu, "Peder Duns-
table."
Uyuyan şekilden yanıt gelmedi.
"Peder Dunstable," dedi ses yine, bu sefer daha ısrarlı.
Sesi duyan Katalist huzursuzca kıpırdandı, sesi uzaklaştırmak
ister gibi yastığının üzerinde kafasını çevirdi, eli örtüleri boynuna
kadar çekmek üzere uzandı.
332

KARAKJLIÇin YAZGISI
Sonra, "Şaryon!" diye seslendi siyah cüppeli kadın.
"Ne?" Katalist doğrulup oturdu, kafası karışmış bir şekilde çev-
ıne bakındı. Başta hiçbir şey göremedi -yatağının tepesinde sü-
rülen şekiller geceyle bir olan karanlık melekler gibiydi. Onları gö-
rebildiği zaman gözleri irileşti, boğazından boğuluyormuş gibi bir
ses geldi.
"Çabuk ol," diye emretti kadın. "Yeni bir kriz geçirebilir."
Arkadaşı çoktan büyüyü yapmaya başlamıştı. Saryon'un bedeni
gevşedi, başı yastıkların arasına düştü, gözleri büyülü bir uykuyla
kapandı.
Cadı ile Savaşbüyücüsü baygın bedenin üzerinden birbirlerine
tatmin içinde baktılar.
"Sana konuyu Kilise'nin halledeceğini söylemiştim," dedi Cadı.
Kurbanlarını işaret etti. "Hemen Kaynak'a götürülecek."
Ellerini önünde kavuşturmuş olan Savaşbüyücüsü başını salla-
dı.
"Evi aradın mı?" diye devam etti kadın.
"Genç adamlar gitmiş."
"Böyle olacağını bekliyordum." Cadı zor farkedilir bir biçimde
içini çekti. Siyah cüppenin başlığı hafifçe Katalist'e döndü. "Fark
etmez," dedi yumuşak sesle. "Hiç fark etmez." İnce bir elle işaret et-
ti. "Götür."
Arkadaşı eğildi. Bir emir sözcüğüyle Katalist'in bedeninin hava-
lanmasını sağladı. İpekten de ince iplikçikler Savaşbüyücüsü'nün
parmaklarından fırladı, kendilerini hızla Saryon'a sardı, onu bir bü-
yü kozası içinde sıkıca hapsetti. Savaşbüyücüsü bir başka sözcük
söyledi ve önünde bir Koridor açıldı; Thon-Li işaretini bekliyordu.
Elinin bir başka hareketi bağlanmış Katalist'i gece havasının içinde,
süzülerek Koridor'a gönderdi. Savaşbüyücüsü arkasından gitti. Ko-
ridor hızla ve sessizlik içinde arkalarından kapandı.
333

tTİARSARft IWEIS (j 1"KACY HlCKJTIAn


Cadı, kendi kendini kutlamak için bir an daha sessiz odari-
di. Ama daha yapılacak çok şey vardı. Ellerini dua eder gibi h
vırla alnının önünde bir araya getirdi, sonra yüzünün önü
çekti, aşağı doğru devam etti. Elleri hareket ederken, kadim
cükleri mırıldandı. Görünümü değişti. Dakikalar sonra, Şaryo •
tedavi eden Theldara'nm imgesi odanın ortasında duruyordu
Cadı şimdi konuşuyor, doğru olduğundan emin olmak için s
sinin tonlamasını ve tizliğmi deniyordu. "Lord Samuels, Peder
Dunstable'm geceleyin hastalandığını üzülerek bildirmek zorunda-
yım. Genç arkadaşı beni çağırttı. Katalisti Şifa Evi'ne götürdüm "

BİTİŞ
Gecenin elleri onu yakaladı, büyülerini çevresine doladı. Onu
daha da derin bir karanlığa götüren, karanlığın Koridorlannda yol-
culuk etti. Orada yattı, gelmekte olduğunu bildiği dehşeti bekledi.
Bir ses ismini söyledi, sesi duydu, ama dinlemek istemedi. Çılgın-
ca, kendisini koruyacağını bilerek boynundaki tılsımı kavradı, ama
orada değildi! Gitmişti ve o zaman gecenin ellerinin kendisini aldı-
ğını anladı. Bir parçası uyanmakla mücadele etti, ama bir parçası
tüm yaşamı boyunca sürmüş gibi gelen bu karanlık rüyanın bitme-
sini istedi. Ses ona öfkeli gelmedi, nazikti ve sessiz bir hüzünle do-
luydu. İtaatsizlik eden oğlunu cezalandıran babanın sesiydi...
"Şaryon..."
"Obedire est vivere. Vivere est obedire," diye mırıldandı Şaryon
hararetle.
"İtaat etmek yaşamaktır. Yaşamak itaat etmektir." Ses çok üzün-
tülüydü. "En kutsal düsturumuz. Ve sen bunu unuttun, oğlum.
Uyan artık, Şaryon. Seni çevreleyen karanlıktan kurtulmana yar-
dımcı olalım."
"Evet! Evet, bana yardım edin!" Şaryon elini uzattı ve elinin sı-
kıca tutulmuş olduğunu anladı. Kanşmış bir kafayla, babasını -zar
zor hatırlayabildiği iyilik dolu bir sihirbazdı- görmeyi bekleyerek
gözlerini açan Katalıst, onun yerine Piskopos Vanya'yı gördü.
335

mARf.AREÎ VUEIS £[ ÎRACY HlCKJIIAn


Şaryon inledi, doğrulup oturmak için mücadele etti. Bagh old
ğunu belli belirsiz hatırlıyordu ve bağlarının içinde çırpındı son
bunlann tatlı kokulu örtüler olduğunu anladı. Piskopos Vanya'n
bir hareketiyle genç bir Yaşam Sihirbazı vahşi bakışlı Katalisr
omuzlanndan yakaladı ve nazikçe yatağına doğru bastırdı.
"Gevşeyin, Peder Şaryon," dedi Yaşam Sihirbazı sevecen bir $e
kilde. "Çok acı çektiniz. Ama artık evinizdesiniz ve her şey yoluna
girecek... eğer size yardım etmemize izin verirseniz."
"Benim -adım- Şaryon değil," dedi sarsılmış Katalisı, Yaşam Si-
hirbazı başının altındaki serin yastıkları düzeltirken çevresine bakı-
narak.
Rüyasında gördüğü gibi karanlık ve dehşet verici bir zindanda
çevresinde siyah cüppeli şekillerce tutsak edilmemişti. Çiçeğe dur
muş bitkilerle dolu, güneş ışığının aydınlattığı bir odada yatıyordu.
Burayı tanıdı... Evi olduğunu söylemişti Yaşam Sihirbazı. Evet, di-
ye düşündü Şaryon, gözlerine yaşlann dolmasına sebep olan bir
huzur ve rahatlama duygusuyla.
"Oğlum," dedi Piskopos Vanya ve sesinde öyle derin bir acı ve
hayal kırıklığı vardı ki, Saryon'un gözyaşlan yüzünde, yabancı bir
yüzde, bir başka adama ait olan yüzde süzülmeye başladı, "bu ya-
lanla ruhunu daha fazla karartma. Yozluğu yüreğinden bedenine
yayılmış. Seni zehirliyor. Buraya bak. Birisiyle tanışmanı istiyo-
rum."
Şaryon başını çevirirken bir şekil yatağa doğru adım attı.
"Şaryon," dedi Piskopos Vanya, "Peder Dunstable ile, gerçek Pe-
der Dunstable ile tanışmanı istiyorum."
Ağzındaki acı tadla yutkunan Şaryon gözlerini kapattı. Her şey
bitmişti. Sonu gelmişti. Artık Joram'ı korumaktan başka yapabile-
ceği hiçbir şey yoktu. Ve bunu yapacaktı, hayatına malolsa bile.
Hem, bu yaşamın ne değen var ki, diye düşündü ümitsizlik içinde.
33f,

KARAKJLIÇin YAZGISI
Fazla değil... Tannsı bile onu terk etmişti...
Çevresinde mırıltılar duydu ve Piskopos Vanya'nm Yaşam Si-
hirbazı ile Katalist'i dışan çıkardığı izlenimini edindi. Şaryon bilmi-
yordu ve aldırmıyordu da. Piskopos şimdi Duuk-tsarithleri çağırta-
cak, diye düşündü. İnsanın zihnini görmek, eti ve kanı ve kemiği
delip geçmek, kafatasma girmek ve gerçeği çekip çıkarmak için
yöntemlerinin olduğu söylenir. Mücadele edersen acının dayanıl-
maz olduğu söylenir. Muhtemelen sonuna kadar yaşamam. Bu dü-
şünce hafiflemesine sebep oldu ve aniden hiçbir şey olmadığı için
sabırsızlandı. Hadi yapın artık, diye emretti onlara sessizce, sinirle.
"Diyakoz Şaryon," diye başladı Piskopos Vanya ve Katalist eski
unvanını duyunca şaşırdı. Piskopos'un sesindeki hüznün devam
ettiğini duyunca da şaşırdı. "Bana genç adamı, Joram'ı nerede bula-
bileceğimizi söylemeni istiyorum."
Ah! Şaryon bunu bekliyordu. Kararlılıkla başını salladı. Şimdi
geleceklerdir, diye düşündü.
Ama bunun yerine yalnızca sessizlik vardı. Sandalyesinde göv-
desini kaydırırken Vanya'nm zengin, ipek cüppesinin hışırdadığını
duydu. Piskopos'un yavaş yavaş, güçlükle nefes almasını dinledi.
Yaşlı bir adamın nefes alışı olduğunu fark etti Şaryon aniden. Pis-
kopos Vanya'yı hiç yaşlı olarak düşünmemişti. Ama kendisi kırkla-
madaydı. Şaryon gençken Piskopos orta yaşlı bir adamdı. Piskopos
bu durumda kaç yaşında olmalıydı, yetmiş, seksen? Hâlâ yalnızca
nefes alış verişlerle bozulan bir sessizlik vardı...
Şaryon ihtiyatla gözlerini açtı. Piskopos ona bakıyor, ne yapaca-
ğına karar veremezmış gibi düşünceli bir havada izliyordu onu. Ka-
talist üstüne yakından bakınca, yüzündeki diğer yaşlanma belirtile-
rini gördü. Tuhaf, onu yalnızca -ne zaman- bir yıl önce mi gör-
müştü? Bir yıldan az. Walren'daki sefil kulübede Vanya ona geldi-
ğinden beri yalnızca bu kadar zaman mı geçmişti? Yüzyıllar geçmiş
337

mARöARFt UUEİS fr tRACY Hıounnn


gibi geliyordu... Ve o yüzyıllar izlerini Piskopos'un üzerinde h
mışlar gibi görünüyordu.

Şaryon doğrulup oturdu, yatağın başına yaslandı ve Van '


dikkatle bakmaya devam etti. Piskopos'un sarsıldığını hayatınH.
yalnızca bir kez görmüştü ve bu da minik Prens'in Sınama tören'
deydi. Joram'ın Sınanması, onun Ölü olduğunu anladıktan zaman
Ve Şaryon üstüne daha yakından baktığında, adamın yüzünde av
nı ifadeyi görmüşyü -endişe, ilgi... Hayır, bundan daha fazlası var
di. Bu korkuydu...
"Ne oldu? Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordu Şaryon
"Bana yalan söyledin! Artık bunu biliyorum, aylardır biliyorum. Ba-
na gerçeği söyle! Bilmeye hakkım var! Almin'in adına," diye haykır-
dı Katalist aniden, öne eğilip titreyen ellerini uzatarak, "gerçeği hak
ediyorum! Bu neredeyse aklıma maloluyordu!"
"Sakinleş, Birader," dedi Piskopos Vanya sertçe. "Sana yalan
söyledim, evet. Ama bu benim tercihim değildi. Yalan söyledim,
çünkü bu korkunç sırrı kimseye söylemeyeceğime dair Almin'e en
güçlü, en bağlayıcı yemini ettim. Ama durumun ciddiyetini anla-
man ve telafi etmekte yardımcı olman için sana söyleyeceğim."
Şaşıran Şaryon yastıklara dayandı. Bakışları Vanya'nın yüzünü
terk etmemişti. Adama güvenmiyordu. Nasıl güvenebilirdi? Ama
ne kadar arasa da, hiçbir gialilik, hiçbir sinsilik göremedi. Yalnızca
yaşlı bir adam vardı, aşırı şişman, yüzü solgun ve sarkık, bir eli si-
nirle ahşap sandalyenin kolunda sürünen.
Piskopos Vanya derin, titrek bir nefes aldı. "Uzun zaman önce,
Demir Savaşlan'nın korkunç sonunda, Thimhallan toprakları kar-
gaşa içindeydi. Biliyorsun, Saıyon. Tarih okudun. Detaya girmeme
gerek yok. O zaman biz katalistler, sonunda, paramparça olmuş
dünyamızda kontrolü ele geçirme ve gücümüzü parçaları bir araya
getirmek için kullanma şansımız olduğunu fark ettik. Her kent*
33 8

K_ARAKJUÇln YAZGISI
devle' görünüşte kendi kendini yönetmeye devam edecekti, ama
bizim dikkatli rehberliğimiz altında yapacaklardı bunu. Duuk-tsa-
ritfıler bizim gözlerimiz ve kulaklanmız, ellerimiz ve ayaklanmız
olacaklardı.
"Bu konuda başanlı olduk. Yüzyıllar boyunca banş içinde ya-
şandı. Şimdiye kadar." İçini çekti, büyük gövdesini sandalyede hu-
'zursuzca kaydırdı. "Sharakan! O aptallar! Kendi Tarikatlarının za-
limliğine karşı özgürlük vaazları veren dönek katalistler! Karanlık
Sanatlann Karabüyücüleri ile işbirliği yapan bir Kral..."
Şaryon yüzünün utançla kızardığını hissetti. Şimdi yatağında
kıpırdanma sırası ona gelmişti, ama bakışlarını Piskoposundan
ayırmadı.
"Normal şartlarda," -Vanya tombul elini salladı- "bu başa çıka-
mayacağımız bir şey olmazdı. Geçmişte de fazla ciddi olmayan hu-
zursuzluklar yaşanmıştı, Duuk-tsarithleri, Dkam-Duukhn, Savaş
Mani'ni kullanarak başa çıkmıştık. Ama bu... Bu farklı. İşin içinde
başka bir faktör var... Başka bir faktör."
Vanya yine sustu, zihnindeki mücadele yüzünden, hatta tüm
bedeninden okunabiliyordu; eklemleri beyazlamıştı. "Sana şimdi
söyleyeceğim şey, Şaryon, tarih kitaplarında yok."
Saryo.n gerildi.
"Daha iyi hüküm sürebilmek için, Demir Savaşlan zamanında-
ki katalistler geleceğe bakmak istediler. Sana bunun nasıl yapıldığı-
nı anlatmak için ne zaman, ne de bir gerek var. Bu kaybettiğimiz
bir beceri. Belki de," -Vanya yine içini çekti- "böylesi daha iyi. Her
durumda, zamanın Piskoposu ve hayatta kalan tek Kâhin, Almin ile
doğrudan iletişime geçmeyi gerektiren bu güçlü büyüyü üstlendi-
ler. İşe yaradı. Şaryon." Vanya'mn sesi huşu içinde kısıldı. "Pisko-
posun geleceğe bakmasına izin verildi. Ama öngördüğü gibi değil-
di, kimse böyle bir şeyi öngörmemişti. Çevresinde toplanan Tarikat
339

ITlARPARfî UİEİS ft TRACY HiCKinAn


üyelerini şoka sürükleyen sözler şunlardı.
"'Kraliyet Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tekrar ölecek
tekrar yaşayacak olan biri doğacak. Ve o geri döndüğünde eli
dünyanın yıkımını tutuyor olacak...'"
Sözler Şaryon için anlamsızdı. Sanki yatmadan önce Ev Büvü
cülerinden birinin anlattığı masalı dinler gibiydi. Piskopos'a baktı
Piskopos başka bir şey söylemedi. Saryon'a dikkatle bakıyor, sözle-
rin etkisinin adamın dışından değil içinden gelmesini bekliyor
böylece daha derin bir etkisi olacağını biliyordu.
Öyle de oldu. Kavrayış Şaryonu bir kılıcın darbesi gibi vurdu
bedenine saplandı, ruhunu deldi.
"Kraliyet Evine... ölü olan... yaşayacak... tekrar ölecek... dün-
yanın yıkımı..."
"Almin adına!" Şaryon boğulacak gibi oldu. Fark etmenin kılıcı
çelikten yapılmış, yaşamını tüketmekte de olabilirdi. "Ben ne yap-
tım? Ben ne yaptım?" diye haykırdı ümitsizlik içinde. Yüreğinde
vahşi bir umut kabardı. Yalan söylüyor! Bana daha önce de yalan
söyledi...
Ama Vanya'nm yüzünde yalan yoktu. Yalnızca korku vardı
-çıplak, gerçek korku.
Şaryon inledi. "Ben ne yaptım?" diye tekrarladı perişan bir şe-
kilde. „
"Düzeltilemeyecek hiçbir şey yapmadın!" dedi Vanya telaşla,
Katalist'in elini kavramak için öne eğilerek. "Joram'ı bize ver! Ver-
melisin! Nasıl olduğunu boşver, ama Kehanet yavaş yavaş gerçek-
leşmeye başlıyor! Ölü doğdu ve hayatta kaldı. Şimdi elinde karataş
var -son seferinde dünyamızı yok etmesine ramak kalan, Karanlık
Sanatlann silahı!"
Şaryon başını salladı. "Bilmiyorum," dedi kınk bir şekilde. "Dü-
şünemiyorum. .."
34 0

KARAKJLIÇln YAZGISI
Piskopos Vanya'nm yüzü çirkin bir kırmızıya döndü, tombul eli
hayal kırıklığı ve öfke içinde yumruk oldu. "Seni aptal!" diye baş-
ladı öfkeyle, sesi çatlayarak.
İşte, diye düşündü Şaryon korku içinde. Şimdi savaşbüyücüle-
rini çağıracak. Onlara ne diyeceğim? Şimdi bile, Joram'a ihanet
edebilir miyim?
Ama Vanya, büyük çaba ile başardığı belli olsa da, yeniden ken-
dine hâkim oldu. Sıklıkla soluyarak elini gevşemeye zorladı, hatta
Katalist'e gülümseyerek bakmayı başardı, ama bu canlı bir adam-
dan çok bir cesedin gülümsemesine benziyordu.
"Şaryon," dedi boş bir sesle, "bu genç adamı neden koruduğu-
nu biliyorum ve bu övgüye değer bir davranış. Almin bizi bu dün-
yaya, diğer insanlara yardım edelim, onlan sevelim diye getirdi. Ve
sana söz veriyorum, Şaryon -kutsal olan her şey üzerine, inandığım
her şey üzerine- bu genç adam öldürülmeyecek." Piskopos'un kır-
mızı yüzü beyaz lekelerle benek benek oldu. "Gerçekten de," diye
mırıldandı, alnındaki teri cüppesinin yeni ile silerek, "onu nasıl öl-
dürebiliriz? Tekrar ölecek.' Kehanet böyle söylüyor. Hayatta kaldı-
ğından emin olmalıyız. Dikkat edeceğimiz şey bu olmalı..."
Saryon'un yüzündeki gerginlik azaldı. "Evet!" diye fısıldadı
kendi kendine. "Evet, bu doğru. Joram ölmemeli! Yaşamalı..."
"O bebekken yapmaya çalıştığım buydu," dedi Vanya yumuşak
sesle, gözleri Saryon'un üzerinde. "Beslenecek, korunacak, kullana-
caktı. Ama o sefil, deli kadın..." Konuşmayı bıraktı, nefesini tuttu.
Saryon'un yüzü parlamıştı, gözleri gökyüzüne çevrilmişti. "Kut-
sal Almin!" diye fısıldadı Katalist, yanaklarından aşağı gözyaşlan
süzülürken. "Beni affet! Beni affet!"
Başını ellerinin arasına gömen Şaryon ağlamaya başladı. Bir
Thddara'mn iltihap toplayan bir yarayı boşaltması gibi, ruhundaki
karanlığın boşaldığını hissediyordu.
341

İTİAReARrr U/EİS d ÎR£CY HlCKJHAn


Piskopos Vanya gülümsedi. Ayağa kalkarak yatağın yanın'
di ve ağlamakta olan Katalist'in yanma oturdu. Kolunu Sarv
doladı, onu yakma çekti.
"Affedildin, oğlum," dedi Piskopos yumuşak bir sesle. "Affed'i
din... Şimdi, söyle bana.
342

I
BULUTLARIN ARASINDA
Kiralık arabalar Nakil Hattı'nda sırada duruyor, müşteri bekli-
yorlardı. Güzel, tuhaf, çoğu zaman her ikisi birden, araçlar hayal
gücünün sınırlan ötesinde fantastikti. İşlemeli ceviz kabuklannı çe-
ken kanatlı sincaplar, farelerden ekiplerin çektiği elmas kakmalı
balkabakları (bunlar genç kızlar arasında oldukça popülerdi) ve da-
ha ağırbaşlı, daha tutucu, tek boynuzlu atların çektiği, Lonca Üs-
tadlan ve yolculuk etmek için daha az gösterişli araçlar arayan di-
ğerleri için tasarlanmış arabalar. Bir an önce gitmek için sabırsızla-
nan Joram durakta bekleyen ilk arabayı seçebilirdi -ejdere benze-
yecek şekilde büyüyle değiştirilmiş dev bir kertenkele. Ama bunun
şok edici derecede zevksiz olduğunu bildiren (ve arabanın sahibini
fena halde sinir eden) Simkin araba sırası boyunca ilerledi ve her
birini eleştirel gözle inceledi.
Kan-Hanarlar tarafından mutasyona uğratılmış ve dev boyutla-
ra getirilmiş siyah bir kuğu -Simkin'in uzun uzun incelemesi ve Jo-
ram'ın sabırsızlıktan tütmesi sonucunda- uygun bulundu.
"Bunu tutacağız," diye bildirdi Simkin haşmetle, arabanın sürü-
cüsüne.
"Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu sürücü, beyaz kuğu tüyleri-
ne bürünmüş genç bir kadın. Gözleri büyüyle, kuşun gözlerine
benzetilecek şekilde değiştirilmişti.
345

ITİARCARlt U/EİS §• tRACY HlCKlnAn


"Saraya, elbette," dedi Simkin tembel tembel, sakin bir ö
içinde kuğunun sırtındaki yerini alarak. Parlak, siyah tüylerin ar-
şına yerleşti, tatmin içinde içini çekti ve Joram'a, ona katılması içi
işaret etti. Joram arkadaşının yanma tırmanırken sürücü her ifa
genç adamı inceledi ve siyah çerçeveli gözleri kısıldı.
"Sınır bulutlarından geçebilmem için resmi davetiyenizi oor.
mem gerek," dedi çabucak, beğenmeyen bakışları özellikle Joram'a
giderken. Joram Simkin'in kendisini bu olay için giydirmesine izin
vermemişti.
"Sevgili oğlum," demişti Simkin Joram'a tasayla, "kendini elleri-
me bıraksan sansasyon yaratırdın! Sana neler yapabilirdim! O gü-
zel saçlar ve kaslı kollarla! Kadınlar zehirlenmiş güvercinler gibi
ayaklarının dibine yıgılırlardı!"
Joram bunun biraz rahatsızlık verici olacağını belirtmişti, ama
Simkin kolay kolay geriletilemiyordu.
"Tam sana uygun rengi buldum -ben buna Ateşteki Közler diyo-
rum! Yanık bir portakal rengi. Dokununca ele sıcak gelmesini, ayak
bileklerini alevlerin yalamasını sağlayabilirim. Elbette, kiminle
dans ettiğine dikkat etmek zorunda kalacaksın. Bir seferinde İmpa-
rator'un partisinde bir konuk alev almıştı. Çığırından çıkmış bir
mide yanması..."
Joram Közleri reddetmiş, bunun yerine Prens Garald'm giydiği
giysilerin kopyasını seçmişti*-uzun, akıcı, süssüz, basit yakalı bir
cüppe. ("Yaka süsü olmadan mı?" diye haykırmıştı Simkin acı için-
de.)
Joram cüppenin kumaşını, Anja'mn ölene kadar giydiği yeşil el-
bisenin anısına, yeşil kadife seçmişti. O perişan elbise, Merilon'da-
ki mutlu hayatından kalan tek şeydi ve oğlunun ailedeki yerini alır-
ken aynı rengi giymesi uygun geliyordu. Joram o gece, elini yumu-
şak kadifenin üzerinde gezdirirken kendisini Anja'ya çok yakın his-
34 (,

K£R£KJUÇln YAZGISI
diyordu. Belki de önceki gece onu rüyasında, önünde dururken
görmesi ve onun huzursuz, gezinen ruhunun kendisine yapılan
yanlış düzeltilene kadar huzur bulamayacağını bilmesindendi. En
azından gördüğü rüyanın bu anlama geldiğini varsayıyordu. Elleri-
ni yakan içinde kavuşturup ona uzanmıştı...
"Eh, eğer saraya yürüyen, ıslak bir battaniye görünüşünde gide-
ceksen, ben de öyle yaparım," diye bildirmişti Simkin kasvetle, baş-
ka şeylerin yanında, yüz seksen santim uzunluğunda horoz kuyru-
ğu içeren parlak giysilerini değiştirerek. Elinin bir hareketiyle ken-
disini bembeyaz, uzun bir cüppeye bürümüştü.
"Almin adına!" demişti Mosiah, Simkin'e tiksinti içinde baka-
rak. "Eski haline dön! Son kombinasyon berbattı, ama yine de bun-
dan iyiydi! Tabut taşıyıcı gibi görünüyorsun."
"Öyle mi?" Simkin memnun görünüyordu, fikir hoşuna gitmiş-
ti. "O zaman duruma uygun, değil mi? Ölü Prens'in yıldönümü fa-
lan? Aklıma geldiği için oldukça memnunum."
Söyledikleri hiçbir şey Simkin'in fikrini değiştirememişti ve an-
cak uzun tartışmalardan sonra Simkin ölüleri nihai dinlenme yer-
lerine götürenler gibi bir beyaz başlığı eklemekten vazgeçmişti.
"Ücretimi de önceden isterim," diye devam etti sürücü. "İnsan-
ların kendilerini saraya taşıtmak üzere araba kiralamalan tuhaf bir
şey. Davetli olanlann çoğunun," -sözcüğü vurgulamıştı- "kendi
arabalan vardır ve araba kiralamalanna gerek olmaz."
"Ah, hayatım! Ama ben Simkin'im," diye karşılık verdi genç
adam, sanki bu meseleyi hallediyormuş gibi. Beyaz cüppelerini to-
parlayararak portakal renkli ipek parçasını sürücüye doğru salladı.
"Devam," diye emretti.
Genç kadın bunun üzerine kuğu gözlerini hayretle kırpıştırdı.
Simkin'e ya konuşamayacak derecede şaşırmış, ya da konuşamaya-
cak derecede öfkelenmiş bir biçimde bakakaldı. Bunlann ikisi de
347

nİARPARft UİEIS $ tRİ»CY HlCKjnAn


genç adamı azıcık bile etkilemedi.
"Devam et!" dedi sabırsızlık içinde. "Geç kalacağız."
Bir an daha tereddüt ettikten sonra sürücü, kuşun boynundak
yerini aldı ve dizginleri kavrayarak siyah kuğuya yükselmesini em
retti. "Eğer Sımr'da durdurulursak," dedi uğursuz bir şekilde "bu
sizin sorununuz. Sizin gibiler için lisansımı kaybedemem."
Joram endişeyle elinin gösterdiği yere, bulutlara baktı.
"O bulutlarda dolulardan daha fazla göz vardır," dedi Simkin
kayıtsızca, kuğu kanatlanm açıp kendini yukarı fırlatarak, pençeli
siyah ayaklarıyla yerden yukan sıçrarken. "Hey, dikkat et," diye ek-
ledi ilgiyle, ani fırlama ile neredeyse yere yuvarlanacak olan Joram'ı
tutarak. "Seni uyarmayı unuttum. Biraz sarsıcı bir kalkış, ama -ha-
valandıktan sonra- iyi bir kuğu kadar güzel uçan yoktur."
"Duuk-tsarithler mi?" diye sordu Joram, kuşlardan değil, bulut-
lardan bahsederek. Yumuşak, pembe-beyaz tombulluklarına rağ-
men, bulutlar aniden Joram'a çiftçi köylerinde kıyamet koparan fır-
tına bulutlarından daha tehditkâr gelmeye başlamıştı. "Sence bizi
durdururlar mı?"
"Sevgili oğlum," dedi Simkin gülerek ve ince elini Joram'm ko-
luna koyarak, "gevşe. Hem, benimle birliktesin."
Simkin'e bir bakış fırlatan Joram genç adamın sakallı yüzünün
sakin ve kayıtsız olduğunu gördü, O kadar rahat görünüyordu ki,
Joram endişelenmeyi bıraktı. Gevşemeye gelince, bu pek mümkün
değildi. Simkin'in önerdiği portakal rengi, giysileri göreceli olarak
solgun gösterecek bir heyecan ve beklenti ateşiyle yanıyordu. Jo-
ram o gece yazgısına ulaşacağını, kendi adını bildiği kadar iyi bili-
yordu. Onu hiçbir şey durdurmayacaktı, durduramazdı. Rüyalan
ve hırslan, kuğunun kanatlarının her çırpılması ile yükseliyordu;
hatta Duuk-tsarith\er hakkında endişelenmeyi bıraktı ve kuşun ka-
natları onlan keserken, onları sis iplikçikleri gibi darmadağın eder-
348
KARfıKJLIÇin YAZGISI
ken sert bir meydan okumayla ileriye dikti gözlerini.
Bulutlar aralandı ve Joram Merilon İmparatoru'nun Kristal Sa-
rayı'm gördü. Saray bulutların üzerinde beyaz bir parlaklıkla ışıldı-
yor, ölmekte olan günün kırmızıları ve morları içinde parlıyordu;
akşam yıldızından daha parlaktı.
Manzaranın güzelliği Joram'm yüreğinin kabarmasına, göğsüne
sığmayacak kadar irileşmiş gibi gelmesine, onu boğacak gibi olma-
sına sebep oldu. Gözlerini yaşlar doldurdu ve Joram başını eğerek
hızla gözlerini kırpıştırdı. Gözyaşlarını, onlardan utandığı için sak-
lamıyordu. Çünkü Joram hayatında ilk defa yüreğinde yanan gu-
rurlu ruhun, demirhanede kendisinin üzerine basıp söndürdüğü
kıvılcımlar gibi ezildiğini hissediyordu.
Elini gözlerinden geçirerek parmaklarını dikkatle inceledi.
Uzun, zarif ve inceydiler, bir Tarla Büyücüsünün değil, bir asilin el-
leriydi. Bu, elçabuklugu çalışmalarının bir sonucuydu. Ve elçabuk-
luğunun kendisi gibi, o zarif parmaklar da bakanın gözlerini aldat-
maya yarayan bir hileydi. Dikkatle bakılınca avuçlarının çekiç ve
başka aletler kullanmaktan nasır tutmuş olduğu, derisindeki yanık
izleri görülebiliyordu. Siyah kurum derisindeki gözeneklere öyle
işlemişti ki, lekeleri saklamak için Simkin'in büyüsüne başvurması
gerekirdi.
"Ruhum da böyle," dedi kendi kendine ani, acı bir ümitsizlik
içinde, "Katalist bana anlatmaya çalışmıştı -nasırlı, yaralı ve yanık.
Ve o yüksekliklere çıkmak istiyorum."
Bakışlarını saraya kaldırdı ve yalnızca Merilon'un gökyüzünde
sakinlik içinde parlayan güzelliklerini değil, çok üstünde parlıyor-
muş gibi Gwendolyn'i de gördü. Ve eski, kara çöküntü, uzun za-
mandır yaşamadığı ve yeni hayatında olmadığını düşündüğü yıkıcı
melankoli geri döndü, onu karanlığı ile kaplamakla tehdit etti.
Aklında tüylü koltuğundan kalkmak ve kendisini tatlı kokulu
349

rflARGAREÎ U/EIS & tRACY HlCKHlAn


akşam havasına fırlatmak gibi kasvetli bir fikirle kıpırdandı O
da, Simkin'in eli Joram'ın kolunda kapandı ve acı verecek der
de sıkıca tuttu. Irkilen, kendini ele verdiğinden ötürü öfkelenen I
ram alev alev yanarak Simkin'e döndü ve genç adamın ona ıhml
bir kızgınlık içinde baktığını gördü.
"Diyorum ki, ihtiyar ahmak, kıpırdanıp durmasan nasıl olur?
Kuş arabamızı sinirlendirdiğini görüyorum. Dönüp, bana o boncuk
gibi siyah gözlerinde açık bir öfke panltısıyla baktığını gördüm. Se-
ni bilmem, ama insanın kiraladığı bir araba tarafından gagalanarak
öldürülmesi benim etkileyici ve eğlendirici bir ölümden anladığım
şey değil. İlginç bile değil."
Simkin kayıtsızca başını çevirdi, sarmallar çizerek saraya yükse-
len diğer arabalara bakmaya başladı. "Bulutların arasına yuvarlan-
mak da öyle," dedi, Joram'ın kolundaki kavrayışını gevşetmeden.
"Sen zarafetle aralarından süzülürken Duuk-tsarithkrin yüzündeki
ifadeyi görmeye değerdi aslında, ama uzun sürmeyecek, gelip geçi-
ci bir eğlence olurdu, korkarım."
Joram derin bir nefes aldı ve Simkin onu bıraktı, tkisi aynı an-
da olmuştu ve Joram Simkin'in niyetinden haberdar olup olmadı-
ğını o zaman da anlayamadı. Durum her ne ise, Simkin'in sözleri
-her zamanki gibi- Joram'ın gergin dudaklarına yanm bir gülüm-
seme getirdi ve içinde bekleyen, anlık bir zayıflıkta kontrolü ele ge-
çiren canavardan hâkimiyeti geri almasını sağladı.
Rahatça tüylerin arasına yerleşen -ve kuğudan yeni bir sinirli
bakış kazanan-Joram sarayı gittikçe büyüyen bir ılımlılıkla izledi.
Şimdi sarayın detaylarını görebiliyordu ve duvarlara, kulelere ba-
karken hayranlığını kaybetti. Uzaktan görüldüğünde güzel ve gi-
zemli, düşüncelerinin ve kavrayışının ötesinde sanıyordu. Ama
şimdi, yakından, yalnızca Yaşam sahibi olduklan için kendinden
farklı olan insanların becerileriyle şekillendirilmiş bir yapı görüyor-
350

KARAKJLIÇin YAZGISI
du.
Aklında bu düşünceyle, eli arkasına uzandı ve Karakılıç'a do-
kundu, gerçekliğinden emin oldu. Araba siyah kanatların çırpılma-
sıyla yükseldi ve genç adamlan Merilon Imparatoru'nun sarayının
kristal merdivenlerine bıraktı.
351

2
DOKUZ YAŞAM SEVİYESİ
"Yürüyeceğini söylemiştin!" dedi Joram. Uzanarak, havada
uzun, ince bir tüy gibi süzülmeye başlayan Simkin'in uzun, beyaz
cüppesinin yenini yakaladı.
"Ah, afedersin. Anın heyecanı içinde unutmuşum," dedi Sim-
kin, sarayın kristal basamaklannda geri süzülüp arkadaşının yanın-
da yürümeye başlarken. Dönerek Joram'a incinmiş bir yüz ifadesiy-
le baktı. "Bak, sevgili oğlum. Şairlerin dediği gibi, sana büyünün
kanatlannda süzülmene yetecek kadar büyü verebilirim..."
"Hayır," dedi Joram. "Büyü yok. Kendi başıma olmak istiyorum.
Benim buralarda yürümemi görmeye alışmalan gerek," diye ekledi
sert bir sesle.
"Herhalde." Simkin şüpheli görünüyordu, sonra neşelendi.
"Kuşkusuz bunun benim çıkardığım yeni bir moda olduğunu dü-
şünecekler. Modadan bahsetmişken," -altın kapılardan geçerken
Joram'm yeşil cüppeli kolunu yakaladı- "şuraya bak."
"Mosiah!" Joram'm nefesi kesildi, korku içinde durup kaşlarını
çattı. "Aptal! Koruluk'ta kalması konusunda anlaştığımızı sanıyor-
dum..."
"Anlaştık! Kriz geçirmeye gerek yok!" dedi Simkin gülerek. "Bu
benim dün yarattıklarımdan kalan biri. Benim illüzyonu bu kada
uzun sürdürebildiğine göre adamın sıradışı becerileri olmalı. Belki
3S2

KARAKJLIÇin YAZGISI
de kopyalamıştır! Aşağılık herifi Ne cesaretle? Gidip onu ineğe çe-
virsem yeridir. O zaman çiftlik hayatından hoşlanır mıydı, görür-
dük..."
"Boş ver." Joram bir kez daha arkadaşının kolunu yakaladı. "Da-
ha önemli şeyler için buradayız."
Birlikte pudra ve mücevhere bezenmiş pek çok uşagm arasın-
dan geçtiler. Uşaklar Simkin'i görene kadar Joram'a şüpheyle, dik
dik baktı. Uşaklardan biri gülerek Simkin'e göz kırptı ve eldivenli
elinin bir hareketiyle geçmelerini işaret etti. Kapıdan giren Joram
durdu ve aval aval bakmamaya, oraya aitmiş gibi görünmeye çalış-
tı.
"Neredeyiz ve buradan nereye gidiyoruz?" diye sordu Simkin'e
alçak sesle.
Simkin gözle görülebilir bir çabayla horgören bakışlarını sahte
Mosiah'tan kopardı ve çevresini inceledi. "Ana giriş holündeyiz.
Yukarıda," -başını becerebildigince arkaya devirdi, neredeyse arka-
ya devrilecekti- "Majesteleri'nin holü var."
Joram Simkin'in bakışlarını takip etti. Ortasında durduklan gi-
riş büyük, silindir bir odaydı. Oda yerden yüzlerce metre yukarıda,
sarayın dokuz değişik katma açılıyor, tepede büyük bir kubbe ile
son buluyordu. Her katm kendi balkonu vardı ve aşağıdaki ana gi-
riş holü ile yukandaki kubbeye bakıyordu. Joram her katın değişik
bir rengi olduğunu fark etti; en alttaki yeşildi.
"Katlar Dokuz Gizem'i temsil ediyor," dedi Simkin, yukarıyı işa-
ret ederek. "Şu anda Toprak katında duruyoruz, bu yüzden bitki ve
hayvan motifleri kullanılmış. Üstümüzde Ateş, sonra Su, sonra da
Hava var. Onların üstünde de Yaşam, çünkü yaşamak için bu üç
unsur gerekiyor. Sonra rüyalarımızı temsil eden Gölge var. Son ola-
rak, her şeye hükmeden Zaman. Sonra Ölüm —yani Teknoloji, son-
ra Ruh -yani ölüm sonrası. Ve hepsinin üzerinde," diye ekledi Sım-
353

ITİARCARft U/EIS fi- ÎR^CY HlCKJIlAn


kin Joram'a haşan bir sırıtışla bakarak, "İmparator var."
Joram'm dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı.
"Boğulayım, emi," diye mırıldandı Simkin, boynunu kıvır
"Boynum tutuldu. Her neyse, sevgili oğlum," diye devam etti d- v,
ciddi bir sesle, Joram'a yaklaşıp alçak sesle konuşarak, "sana h"
vermemin neden gerekli olduğunu görüyorsun! İnsanlann dok
kat boyunca yükselerek İmparator'un huzuruna çıkması beklen'
yor."
Çevrelerindeki pırıltılı büyücü topluluğunu işaret etti. Süslü
arabalar parlak kristal ve altın çerçeveli ön kapının önüne çekildik-
çe, arabaların kapılan açılıyor, yolcularını serbest bırakıyor ve yol-
cular zarafetle, ipekotu tohumları gibi saraya süzülüyorlardı. Hava
dostlan selamlayan, öpüşen, dedikodu ve haber değişen sesleriyle
çınlıyordu. Yüksek sesle konuşmuyor, gürültü etmiyorlardı ve gü-
zel ve günbatımı renkleri kadar değişken olsa da, genellikle muha-
fazakârdılar. Bu bir parti olsa da trajik bir olay kutlanıyordu. Kut-
lamalar ve eğlenceler minimumda tutulacaktı ve tüm konuklar
-majesteleri İmparator ile lmparatoriçe'nin huzuruna çagnldıkla-
nnda- bu konuda, Prens'in doğumunun... Ölü bulunmasının... ve
ölümünün onsekizinci yıldönümü için taziyelerini mmldanmalan
beklenecekti.
Büyülenmiş gibi izleyen -ve aynı zamanda Gwendolyn'i ara-
makta olan-Joram saraya giren tüm büyücülerin havada süzülme-
ye devam ettiklerini, dokuz kat boyunca, imparator ile lmparatori-
çe'nin konuklarını kabul ettikleri Kubbe'ye doğru yükseldiklerini
gördü. Joram Simkin'in haklı olduğunu fark etti -büyü kullanma-
dan yukan katlara ulaşmanın yolu yoktu.
"Parti nerede verilecek?" diye sordu, üzerinde durduklan yeşil
katta çevresine bakmarak. Kat -Simkin'in söylediği gibi- ağaçlar ve
çiçeklerle süslenmişti. "Hangi kat. Burada mı?"
354

KARİlRlUÇln YAZGISI
Altm, gümüş ve kristalden yapılmış, mücevherlerle süslenmiş
ağaçlar ve çiçekler, Joram'm hayatında gördüğü hiçbir ağaca ya da
çiçeğe benzemiyordu. Yukarıdaki Ateş katından parlayan yapay gü-
neşler tarafından yaratılan ışık altın yapraklarda ve mücevherden
meyvelerde kıvılcımlamyor, gözleri kamaştırıyordu. Katı ve sessiz
duran, doğal olmayan orman Joram'ın kendisini kapana kısılmış gi-
bi hissetmesine sebep oldu. Yaldızlı dallardan ve parlak mücevher-
lerden yansıyan, devamlı değişen ışık noktacıkları sersemleticiydi.
"Parti tüm katlarda olacak, elbette," dedi Simkin omuzlannı sil-
kerek. "Neden soruyorsun?"
Joram'm yüzünden bir gölge geçti- "Bu kalabalıkta Lord Samu-
els'i ya da Saryon'u ya da herhangi birini nasıl bulacağım!" Öfkey-
le işaret etti, karanlık geri dönmeye başlamıştı.
"Simkin'i bir dinlesen!" dedi sakallı genç adam, derin bir göğüs
geçirerek. "Sana yanm düzine kez söyledim! Herkes İmparator ile
İmparatoriçe'ye tanıtılır. Şu anda, önemli herkes yukarıda, Majes-
teleri'nin Holü'nde durmuş, kimlerin davet edildiğini ve -daha da
eğlenceli olanı- kimlerin davet edilmediğini izliyordur. İmparator
eğlencenin başlamasını emredene kadar orada olacaklar! Orada ya
sen Lord Samuels'i bulursun, ya da o seni bulur. Şimdi, bana kolu-
nu ver. Büyümü kullanacağım ve voi/fl, uçup gideceğiz!"
"İşe yaramaz!" diye fısıldadı Joram sertçe. "Karakılıç'ı unuttun
mu?" Arkasına işaret etti. "O senin büyünü emecektir! Ben değil!"
"Şerefim üzerine, o şeytani kılıcı unutmuştum," dedi Simkin.
Kasvetle çevresine bakındı. "Diyorum ki, bu son derece sıkıcı. Kim-
se burada olduğumu bilmiyor. Herhalde sen -Dur!" Yüzü parladı.
'Katalistlerm Merdivenleri!"
"Ne?" diye sordu Joram sabırsızca, içeri giren herkesi özellikle
de altın rengi saçları olan genç kadın lan dikkatle izleyerek.
"Katalistlerm Merdıvenlen, sevgili oğlum!" dedi Simkin, bir kez
355

ITİAReARfî LUEIS & tRACY HlCKlnAn


daha pür neşe ve ışık kesilerek. "Onlar da senin gibi büyünün W
natlarmda uçamazlar, eski dostum. Onların İmparatorun huzu
na çıkmak için merdiven çıkmaları gerekir. Ah, Piskopos Vanya d
ğil, elbette. Onun kendi özel tasarlanmış taşıtı var -eskiden K
kumruydu, ta ki Fıçı Hazretleri zavallı kuş için fazla ağırlaşana ka
dar. Dümdüz olduğunu duydum. Sarayda günler boyunca kumru-
dan başka hiçbir şey yenmemiş -kumru kızartması, kumru ızgara
kumru yahnisi... Nerede kalmıştım?" diye sordu Simkin, Joram'm
dik dik baktığını görünce. "Ah, evet. Merdiven. Tam şurada başlı-
yor, şu som altın meşenin öbür tarafında. Orada," -işaret etti- "kut-
sal kardeşlerden bazılarının uzun yolculuklarına başladıklarını gö-
rebilirsin."
Ayakkabıları üzerinde yürüdükleri mermerde saklayan pek çok
katalist en alt katta başlayan, sarmallar çizerek yükselen ve sonun-
da tepedeki Majestelerinin Holü'nde biten merdivenleri tırmanı-
yorlardı. Yorucu tırmanışlarını yaparken kutsal biraderlerin ve ba-
cıların yüzünde kabullenme ve tevazu ifadeleri görülebiliyordu,
ama Joram orada burada -özellikle de genç katalistlerin yüzünde-
kayıtsız bir rahatlıkla yükselen büyücülere atılan kıskanç bakışlar
gördüğünü sandı.
Joram'm morali düzeldi. Sanki büyüyle neşelenmiş gibi hisset-
ti. Hızla kıymetli metal ve mücevherlerden yapılmış ormanı geçti
ve merdivene ulaştı. Bir katalistin önünden geçmesi için bir an du-
ran Joram, yukarıya doğru sarmallar çizen yüzlerce mermer basa-
mağa baktı. Her kat değişik bir renkte idi. Kendi kendine tatminle
baş salladı.
Bu merdivenleri tırmanmam çok uygun, dedi kendi kendine.
Tıpkı annemin anısına yeşil cüppe giymem gibi. Joram acıyla son-
suza dek Öte âlemlere bakacak olan babasını hatırladı. Babam bu
merdivenleri sık sık tırmanmış olmalı. Şaryon bu merdivenleri tır-
356

KARPKJLIÇin YAZGISI
mandı, belki şu anda da tırmanıyordur!
Joram'm gözlerinin önüne, hastalığı yüzünden solmuş, süzül -
mûş yüzüyle merdivenleri tırmanan katalistin görüntüsü geldi. Te-
laşla, daha ağır giden katalistleri ittirerek tırmanmaya başladı. Yar-
dımıma ihtiyacı olacak, diye düşündü Joram, ilk katı gençliğin gü-
cü ve enerjisi ile aşarken neredeyse yaşlı bir Diyakoz'u deviriyordu.
"Merdivenlerimizde ne halt ettiğini sanıyorsun, Büyücü?" diye
hırladı Diyakoz. Daha tırmanacak sekiz katı daha olduğu halde of-
layıp poflamaya başlamıştı.
"İddiaya girdik!" dedi Simkin telaşla, Joram'm yanında havaya
yükselerek. Joram -gerçeği söylemek gerekirse- o anın heyecanı
içinde arkadaşını tamamen unutmuştu, "iki tulum şarabına, en te-
peye kadar çıkamayacağına iddiaya girdim."
"Lanet aptallar," diye mırıldandı Diyakoz, iki kat arasındaki
düzlükte durup dinlenirken Joram'a dik dik bakarak. "Tek söyleye-
bileceğim, genç züppe, arkadaşın bu hızla devam ederse iddiayı ka-
zanacaksın."
"Yavaşlasan iyi olacak," diye öneride bulundu Simkin, Joram'm
yanma süzülerek. "Dikkat çekme... Seninle yukarıda buluşuruz.
Ben olmadan Majesteleri'nin Holü'ne girme sakın!" diye söz verdi,
sıradışı bir ciddiyetle. "Söz mü?"
"Söz," dedi Joram.
Mantıklıydı kuşkusuz, ama Simkin'in neden bu kadar ısrarlı ol-
duğunu merak etti. Sormaya zaman yoktu, sakallı genç adam pek
çok gülen kadının kollarına süzülmüştü. Tırmanışına devam eden
Joram, mantıklı bir hız belirledi ve beşinci katta böyle yaptığına son
derece memnun oldu. Trabzana yaslanıp derin derin nefes alarak
bir an durdu ve bacaklarının dayanıp dayanmayacağını merak etti.
Hâlâ çevresine bakıyordu, ama Saryon'dan ya da Lord Samuels'ın
ailesinden iz yoktu ve onları kalabalıkta bulmanın şans gerektırece-
357

nİAR£AR£t IUEIS & T^ACY HlCKJIlAri


gini fark etti. Yukandan bir yerden Simkin'in sesi geliyordu v
ra beyaz cüppesi diğer büyücülerin parlak renklennin arasmci
ntan genç adamı gördü.
"Buna Tekrar Tekrar İsıtılmış Ölüm, diyorum," dedi Simk'
ona hayran hayran bakan bir gruba neşeyle gevezelik yaparak "f
küçük, güzel eğlence için uygun, değil mi?"
Merdivenleri tekrar tırmanmaya başladığında Joram Simkin'ı
sözlerine genellikle eşlik eden kahkahalan duymadığını fark ett
Gerçekten de, büyücülerin bazıları şok olmuş gibi göründü ve te
laşla süzülerek yanından ayrıldı. Simkin fark etmişe benzemiyordu
bir sonraki gruba süzülerek, şimdi Bin Mosiah İllüzyonu adını ver
diği zaferinin hikâyesini anlatmaya başladı. Bu sefer kahkahaların
aldı ve Joram onu unutarak bacaklannı hareket ettirmeye yoğun
laştı.
Çevresinde olup bitenleri fark etmeyecek kadar dalmamıştı tır
manışma. Her takip eden katta, sarayın güzellikleri karşısında his
settigi zevk artıyordu. Hatta şimdi yaldızlı, mücevherli ormana ba
kıp, onu nasıl katı ve doğal olmayan bir şey olarak görebildiğin
merak etmeye başlamıştı. Yukandan bakıldığında, orası bir büyül""
âlem gibiydi, o andan sonra ulaştığı her kat gibi.
Ateş katının merdivenlerini alevler yalıyordu. Eriyik lavdan du
varlardan ısı yayılıyordu ve Joram korku içinde durmasına sebe
oldu, ta ki bunun yalnızca bir yanılsama olduğunu anlayana kada
-ısı dışında, içinden tırmanıp geçene kadar onu ter içinde bırakt
ve yukarıdaki Su katma ulaştığı için minnet duymasına sebep ol
du.
Tamamen mavi kristalden, bir okyanusun tabanı gibi görüne
cek şekilde yapılmış olan Su katı, deniz yaratıklarının görüntüleriy
le süslenmişti. Görünmeyen bir kaynaktan gelen ışık, mavi krista
duvarlardan sızıyor, insanın üzerinde su altmdaymış izlenimi bıra-
358

K,AR£KJlIÇin YAEGİSİ
Klordu -izlenim o kadar güçlüydü ki, Joram kendini nefesini tu-
tarken buldu.
Nefes nefese kalan Joram, istediği havayı bir sonraki katta bol
bol buldu. Yanakları şişmiş dört dev kafa birbirlerine dört ana yön-
den dik dik bakıyor, her biri komşularını bir nefeste sonraki âleme
göndermek ister gibi görünüyordu. Karşıt rüzgârlar esiyor, karışı-
yor, Joram'ı duvara yapıştırıyor, merdiven çıkmayı daha da güçleş-
tiriyordu.
Yaşam katı bundan sonra huzurlu ve sakin geldi. Yaşam vermek
onlann özel alanı olduğundan katalistlere adanmıştı ve Joram ah-
şap sıralarda oturmuş, katedral sessizliği içinde dinlenen pek çok
kataliste katıldı. Onunla beraber merdiven tırmananlara dikkatle,
Saryon'u -daha doğrusu Peder Dunstable'ı- görmeyi umarak bak-
tı, ama Katalist orada değildi.
Hâlâ zayıf, diye düşündü Joram, hasta kardeşleri için özel bir
ayarlama yapıp yapmadıklarını merak ederek. Eh, burada oturarak
onu ya da başkalannı bulamazdı. Ayağa kalkan genç adam tırma-
nışına devam etti.
Gölge katı Joram'm, katalistlerin, hatta süzülen büyücülerin
durmadan geçtikleri rahatsız edici bir yerdi. Rüyaları temsil ediyor,
herhangi bir şekil ve büyüklük izlenimi vermiyor, bir anda engin
ya da minik, yuvarlak ya da kare, karanlık ya da aydınlık olabili-
yordu. Korkunç ve harika nesneler gölgelerde uçuşuyor, Joram'm
landıgı ama adlandıramadığı insanlan, gittiği ama hatırlayamadığı
yerleri düşündürüyordu.
Katı, telaşla geçen, bacaklanndaki yorgunluğa aldırış etmeyen
Joram Zaman katma ulaştı. Hayranlık içinde durdu ve bakakaldı,
neden geldiğini, burada ne yaptığını unuttu. Bu kat -sersemletici
derecede gerçek yanılsamalarla- Thimhallan tarihinin engin geçmi-
şini temsil ediyordu. Ama o kadar hızla hareke! ediyordu ki, geçe-
359
rflARfiARft UJEIS & tRüCY HlCKJllAn
ne kadar ne olduğunu anlamak imkânsızdı. Demir Savaşları b'
feslik zamanda geldi ve geçti. Joram kılıçların havada carnıs. »
(-"şugını
gördü ve onlan incelemeyi arzu etti, ama kılıçlar o ne gördü&v
fark edemeden belirdi ve yok oldu.
Çılgın gibi, ümitsiz hissetmeye başlamıştı ki, aklına kendi hav
tının da aynı hızlı tempoda gelip geçtiği geldi. Onu durdurmak için
yapabileceği hiçbir şey yoktu. Sarsılmış bir şekilde devam etti ve
Ölüm katma geldi.
Joram şaşkınlık içinde çevresine bakındı. Bu katta hiçbir şev
yoktu. Engin bir boşluktu -ne karanlık ne de aydınlık. Yalnızca
boş. Büyücüler görmeden, ilgisizce içinden geçip gidiyorlardı. Ka-
talistler, başlan eğik, ayakkabıları mermerde takırdayarak, yüzleri
tepeye yaklaştıklarını bildiklerinden birazcık daha neşeli, tırmanıp
gidiyorlardı.
"Bu mantıklı değil," diye mırıldandı Joram kendi kendine. "Ne-
den burası boş? Ölüm, Dokuzuncu Gizem..." Ve sonra anladı. "El-
bette!" diye mmldandı. "Teknoloji! Ve ilgili her şey bu dünyadan
yasaklandığı için burada hiçbir şey yok. Ama eskiden burada bir-
şeyler olmuş olmalı," dedi, çevresine, boşluğa dikkatle bakarak.
"Belki okuduğum kadim icatlar -ateş püskürten savaş makineleri,
ağaçları patlatan toz, kâğıda sözcük basan makineler. Artık kaybol-
muş, belki de sonsuza kadaı». Ben geri getirmezsem!"
Dişlerini sıkan Joram tırmanmaya devam etti. Bir katı kalmıştı.
Bu, Ruh katıydı, yaşamdan sonrasının katı. Bir zamanlar inanıl-
maz ölçüde güzel olmuş, izleyiciyi bu dün) adan bir sonrakine ge-
çenlerin yaşadığı huzur ve sakinlikle etkiliyor olmalıydı. Ama artık
solmuş gibiydi, sanki yanılsama sönüp gidiyor gibi. Gerçekte olan
da buydu. Demir Savaşları sırasında Ölüçagıncıhk -ölülerin ruh-
ları ile iletişim kurma sanatı unutulmuştu ve bir daha hatırlanama-
mıştı. Bu yüzden bu katın neye benzemesi gerektiğini kimse bilmi-
3(,0

Ki*R£K!Liçın YAZGİSİ
yordu.
joram hayranlık yerine yorgunluk hissediyordu ve uzun tırma-
sırun sona ermek üzere olmasından memnundu. Kısaca, impara-
toru her ziyaret edişte -Baron olduktan sonra, elbette- bu merdi-
venleri tırmanmak gerekeceğini düşündü ve başka ulaşım yollan
bulmaya karar verdi. Belki siyah bir kuğu...
Ruh dünyasından çıktı ve günbatımının ortasına adım attı -ya
da ona öyle geldi. Sonunda, Majesteleri'nin Holüne çıktığını fark
etti.
361
3
MAJESTELERİNİN HOLÜ
Zihni hâlâ içinden geçtiği harikaların anılan ile sersemlemiş du
rumda olan Joram, huşu içinde Majesteleri'nin Holü'nde çevresin-
bakındı.
Sarayın tepesinde, suyun yüzeyindeki bir hava kabarcığı gib:
süzülen salon mükemmel bir küre şeklindeydi ve tamamen kristal
den yapılmıştı -onu çevreleyen hava kadar saf ve berrak. Şimdi Do
kuz Gizem Çıkışı olarak bilinen şeyin tepesinde duruyor olsa da
kristal kabarcık salon istenirse hareket ettirilebilirdi -otuz doku
katalist ile bir o kadar Pron-Alban'm on iki saatte başarabileceği bi
istek. Kristalden yapılmış olan yalnızca yuvarlak salon kabarcığı de
ğildi -duvarlar o kadar inceydi ki, insan tırnağı ile tıklayıp, ahenk
li bir tını işitebılirdi- yerden bir çeyrek yükseklikte bulunan zemi
de kristaldi. Ayağım tereddütle, sersemlemiş gibi Katalistlerin Mer
diveni'ne basan Joram, açık ve rahatsız edici bir boşluğa adım atı
yormuş hissine kapıldı.
Günbatımı yeni bitmişti. Almin siyah pelerinin gökyüzünün bü
yük kısmına önmüştü; Sif-Hanarhr büyük Büyücü'nün görevin
yapmasına yardım ediyorlardı, böylece eglenceciler gecenin gizem
lerini ve güzelliklerini yaşayabilecekti. Ama batıda Almin, pelerini
nin eteklerini hafifçe kaldırmış, ölmekte olan güne son bir bakış fır
latma fırsatı vermişti. Günün kırmızı ve morları siyahlığın altında
3(>2

KARAKJUÇin YAZGISI
bir kan sızıntısı gibi kaçıyordu.
Ama salonda ışık kürelerinin yakılması için yeterli karanlık var-
M Onlann arasında lmparator'un konukları gezmiyor, kristal ka-
barcığın havasında yürüyor -karşılaşıyor, kaynaşıyor, bir araya ge-
liyor, süzülerek ayrılıyorlardı. Çökmekte olan gecenin güzelliğini
engellememek üzere kısılmış olan ışıklar mücevherler ve ipeklerin
üzerinde ışıldıyor, gülen gözlerde kıvrlcımlanıyor, yumuşak saç
dalgalarından yansıyordu.
Joram kendi Yaşamsız bedeninin kurşun gibi ağırlığını hiç bu
kadar yoğun hissetmemişti. Öne adım atarsa, bu büyülü âlemde
yürürse, kristalin ayaklarının altında çatlayacağını, kristal duvarla-
nn beceriksiz dokunuşu ile kırılacağını biliyordu. Ve bu yüzden ka-
rarsızca, geri dönme, en azından tanıdık ve rahat bir sığmak olma
avantajına sahip kendi karanlığına gömülme fikriyle oynayarak du-
rup bekledi.
Ama bir başka katalist -Joram'm birkaç adım arkasından gelen,
tırmanışının sessiz arkadaşı- bir özür mırıldanarak yanından geçti
ve genç adama, gecenin içine yürür gibi geldi. Katalist'in sandalet-
lerinin katı kristal üzerindeki şıp şıplarının güven verici bir sesi var-
dı ve Joram'a takip etme isteği verdi. İhtiyatla hareket eden genç
adam yerde birkaç adım attı, sonra muhteşem manzara karşısında
hayranlık içinde, bir kez daha durdu.
Üzerinde, çevresinde, yıldızlar gece gökyüzünde, lmparator'a
saygılarını sunmak üzere gelmiş, mütevazı konumlarına uyacak şe-
kilde mesafelerini koruyan önemsiz saraylılar gibi, alışıldık yerleri-
ni almışlardı. Ayaklarının altında Merilon şehri zavallı yıldızlardan
daha parlak, ışıldıyordu. Yıldızların parıltısı soğuk, beyaz ve ölüy-
dü, buna karşın şehir renk ve yaşamla ışıldıyordu. Lonca Salonları
panl parıl yanıyor, evler pırıldıyordu; orada burada parlık ışık sar-
malları şehri terk ediyor, yukanya, saraya doğru kıvrılıyorlardı -ge-

FTİARCARJT U7EIS $ tRfvCY HlCKmAn


len konuk kalabalığına katılan daha fazla araba.
Ve Joram hepsinin üstünde duruyordu.
Yüreği çevresindeki her şeyin güzelliğiyle kabaran Joram'm
hu güç duygusuyla kabardı. Minik heyecan kabarcıkları kanınri-
kıpırdandı; şarap bile bu kadar sarhoş edici olamazdı. Bedeni ve
de kalmak zorunda olsa da, ruhu yukan süzüldü. O bir Albanar
idi, burada yürümek, hükmetmek için doğmuştu ve -belki de bir
kaç saat sonra- ondan bu kadar uzak olan bu mücevherli, parıltılı
insanlar ayaklanna kapanmak için çevresine doluşacaktı.
Eh, belki biraz abarttım, dedi kendi kendine, karanlık yüzünün
sertliğini bozmayan ama kahverengi gözlere sıcak bir parlaklık ve-
ren çarpık bir sırıtmayla. Herhalde insanlar bir Baron'un önünde
yerlere kapanmıyorlardı. Yine de astlarımın benim huzurumda yü-
rümelerini emrederim. Aksini yapmak uygun olmaz, herhalde.
Simkin'e sormalıyım, her neredeyse...
Simkin'i düşünmek Joram'm aklına arkadaşı yokken kendisini
Imparator'a sunmama sözünü hatırlattı ve çevresine sabırsızlık için-
de bakındı. İlk hayreti geçmişti ve kristal salonun en uzak ucunda
isimler bagmldıgını duyabiliyordu. İşık en parlak orada yanıyordu
ve anafora kapılmış yapraklar gibi, büyücü toplulukları o yöne doğ-
ru süzülüyorlardı. Görmeye ve duymaya çalışan, Gvven'i, Lord Sa-
muels'i ve Saryon'u arayan Joram, kalabalığa bakmarak ilerledi.
Ama merdivenlerden fazla uzaklaşamıyordu. Kuşkusuz Simkin onu
burada arayacaktı. O soytarı neredeydi ki! Hiç gerektiğinde...
"Sevgili oğlum, orada durup aval aval bakma!" dedi sinirli bir
ses. "Mosiah'ı arkada bırakmakla iyi yaptık. Senm çenenin yere
çarpma sesi yeterince yüksekti zaten. Lütfen buradaki herkes gibi
sıkılıyor görün, aferin sana."
Portakal renkli ipek parçası havada süzülen Simkin, cüppesi
ayak bileklerinde uçuşarak, yavaş yavaş yükseklerden aşağı süzül-
3 64

KARiiKiuçın YAECİSİ
dü.
"Nerelerdeydin?" diye sordu Joram.
Simkin omuzlannı silkti. "Şampanya çeşmesinde." Joram'm kaş-
larını çattığını görünce bir kaşını kaldırdı. "Cık cık! Sana daha ön-
ce de bahsettiğimi biliyorum, Ey Karanlık ve Kasvetli Adam, birgün
yüzün o korkunç şekilde donacak. Sen cehennemin dokuz katını
tırmanırken benim birşeylerle meşgul olmam gerekiyordu. Artık
neden Merilon'da hiç şişman katalist olmadığını biliyorsun. Eh, he-
men hemen hiç." Traşlı kafasından terler yuvarlanan şişman bir ka-
talist nefes nefese son basamakları tırmanıp Simkin'in yanından ge-
çerken dik dik baktı.
"Neşelen, Peder," dedi Simkin, portakal renkli ipek parçasını
havadan çekip zarif bir hareketle uzatarak. "Kaybettiğin yağlan dü-
şün! Ve yere harika parlaklık vererek katkıda bulundun. Kafam sil-
mek ister misin?"
Daha fena kızaran rahip genç adamın elini ittirdi ve hiç de ra-
hiplere uygun olmayan birşeyler m'mldanarak gidip en yakın san-
dalyeye yığıldı.
Ellerini dua edercesine birleştiren Simkin eğildi. "Ben de sizi
kutsuyorum, Peder." Portakal renkli ipek parçası dalgalandı ve Ka-
talist aniden yok oldu.
Joram adamın oturmuş olduğu boş sandalyeye bakarken birisi-
nin cüppesinin yenini çekiştirdiğini hissetti.
"Ve şimdi, sevgili oğlum," dedi Simkin, "lütfen beni dinle."
Ses her zamanki gibi şakacıydı, ama dönen Joram soluk, mavi
gözlerde sıradışı bir panltı gördü, normalde kayıtsız olan gülümse-
mesinde bir sertlik dikkatini çekti.
Simkin hafifçe başını salladı. "Evet, şimdi eğlence başlıyor. Kart-
lar senin Kral olacağını söylediğinde soytann olmayı önderdıgımi
hatırlıyor musun? Eh, şimdiye kadar kraldın, sevgili oğlum. Sorgu-

FTİARGARJÎ lUEIS & TRİ»CY HlCKJTlAn


lamadan ve şikâyet etmeden önderliğini kabul ettik. Neredevs k
nim tutuklanmama, zavallı katalıstin Almin'in laneti ile çarpılm.
na, Mosiah'm canım kurtannak için kaçmasına sebep olmasına
men." Simkin'in sesi yumuşaktı; bu noktada fısıltıya dönüştü- OA
leri Joram'ı dikkatle izliyordu.
"Devam et," dedi Joram. Sesi serin ve sakindi, ama yüzündek'
ifade daha da karardı ve derisinin altındaki hafif bir kırmızılık bi
yerlerde, derinlikliklerde, okun ucunun saplanmış olduğunu göste
riyordu.
Simkin'in gülümsemesi alayla çapnldı. "Ve şimdi, kralım," dedJ
daha yakına yaklaşıp daha da alçak sesle konuşarak ve gözleri çev
relerindeki kalabalığa giderek, "soytarının dediğini yapacaksın.
Çünkü, senin ve seni takip edenlerin hayatı soytarının ellerinde.
Talimatlarıma soru sormadan uyacaksın. Bu konuda anlaştık mı,
Majesteleri?"
"Ne yapmam gerekiyor?" diye gıcırdadı Joram'm sesi.
Daha da yakma gelen Simkin dudaklannı Joram'm kulağına da-
yadı. Sakalı Joram'm etini gıdıklıyordu; Simkin'in saçlanndan yük-
selen başdöndürücü gardenya kokusu ve nefesindeki şampanya ko-
kusu Joram'm midesini bulandırdı, istemsizce geri çekilmeye çalış-
tı, ama Simkin onu sıkı sıkı tutup ısrarla fısıldamaya devam etti.
"Majesteleri'ne tanıtıldığın zaman kesinlikle -tekrarlıyorum- feesin-
likle İmparatoriçe'ye bakma."
Geriye çekilen Simkin sakalını düzeltti ve kalabalıkta çevresine
bakındı. Joram'm kaşlan gevşedi, yanm bir gülümsemeyle gülüm-
sedi.
"Sen gerçekten de bir soytarısın," diye mırıldandı, yeşil cüppe-
sini düzeltirken. "Bir an beni gerçekten korkuttun."
"Sevgili oğlum!" Simkin ona öyle bir sertlikle baktı ki, Joram şa-
şırdı. "Mer sözcüğü kastederek söyledim." Elini Joram'm göğsüne,
366

KARAKJLIÇIF! YAZGISI
kalbinin üzerine koydu. "Ona eğilerek selam ver, onunla konuş
_hir kompliman, budalaca bir şey. Ama gözlerini yerden ayırma,
galoşlarını kaçır. Majesteleri Cansıkıntısı'na bak. Herhangi bir şeye.
Unutma, Duuk-tsanthleh göremeyebilirsin, ama oradadırlar, izli-
yorlardır... Ve şimdi," dedi Simkin portakal renkli ipek parçasını
[ernbelce sallayarak, "artık kuyruktaki yerlerimizi almalıyız."
„ Kolunu Joram'ın koluna takarak onu öne götürdü. "Şanslısın ki,

yere bağlı dostum, Majesteleri'nin huzuruna çıkarken herkesin yü-


rümesi gerekir. Uygun tevazu, saygı gösterisi, falan, filan, artı, ha-
vada eğilmek oldukça zordur. Düşes Blatherskill belden eğildi ve
duramadı. Dönmeye devam etti. Tepeüstü. iç çamaşırı da yoktu.
Oldukça şok edici. İmparatoriçe üç hafta yatalak kaldı. O zaman-
dan bu yana -yürüyoruz..."
Kristal zeminde ilerleyerek çevrelerinde pırıldayan bir yağmur
gibi düşmekte olan diğer büyücülere katılan Simkin ile Joram salo-
nun ön tarafına yürüdüler. Joram Simkin'e, sözleri ve talimatları ile
şaşkmlaşmış, rahatsız olmuş bir şekilde baktı. Ama genç adam ar-
kadaşının rahatsızlığını fark etmemiş görünerek talihsiz Düşes hak-
kında gevezelik etmeye devam ediyordu. Başını sallayan joram şiş-
man katalistin oturduğu sandalyeyi geçti. Joram Simkin'in sandal-
yeye kötücül bir sırıtışla baktığım gördü.
"Bu arada," dedi Joram, dönüp yanından geçtikleri sandalyeye
bakarak, "Katalist'e ne yaptın?"
"Onu merdivenlerin dibine gönderdim," dedi Simkin tembel
tembel, burnunu portakal renkli ipek parçasına silerek.
Joram ve Simkin Merilon'un zenginlerinden ve güzellerinden
oluşan kuyruğa katıldılar. Hepsi eğlenmek üzere dağılmadan önce
kraliyet çiftine saygılarını sunmak üzere bekleşiyorlardı. Bazılan,
kutlanan yıldönümünün üzücü doğası düşünülünce, eğlenmenin
3f>7

nİARPARft IUEIS 6f TRACY HlCKJTIAn


zor olacağını düşünebilir. Ve gerçekten de, kristal zeminde in 1,1
re bürünmüş, mücevherler takınmış bir yılan gibi uzanan kuvn
ta bekleyenler saraya ilk girdikleri zamana göre çok daha ciddi -
rünüyorlardı. Neşeli kahkahalar, dostlarla tasasız gevezelikler g~
siler, saçlar, kızlar hakkındaki dedikodular gitmişti. Gözler indiril
miş, elbise ve cüppe renkleri, Simkin'in alçak sesle söylediği gibi
Üzüntülü Eda'nm uygun bir tonuna çevrilmişti.
Artık sohbetler gruplar halinde yapılmıyor, çiftler halinde sür
duruluyordu. Sonuç olarak salonun bu kısmına yalnızca Majestele
ri'nin huzurlanna çagnlanlann isimlerini ilan eden teşrifatçılan
ahenkli seslerinin bozduğu bir sessizlik çökmüştü.
Kuyruk o kadar uzundu ki, Joram henüz İmparator ile İmpara-
toriçe'yi göremiyordu, yalnızca içinde oturdukları kristal oyuğu gö-
rebiliyordu. O oyuğun çevresinde, çoktan Majesteleri'ne sunulmuş
olan ve şimdi hangi şerefli ve eğlendirici kişilerin kuyrukta bekle-
diğini görmek isteyenler duruyordu. İzleyen kalabalığın seslerinin
mırıltısı, Huzur'da bulundukları için alçaktı, ama neredeyse daimi
bir hareket vardı -başlar dönüyor, insanlar hedef nesnenin konu-
muna göre gizlice veya açıkça işaret ediyorlardı. Hâlâ Lord Samuels
ile ailesini arayan Joram pek çok kişinin Simkin'e başını sallayıp gü-
lümsedigini gördü. Beyaz giysilerinin içindeki genç adam bir ke
daha çevresindeki çeşitli renkler içinde, ormana düşmüş buz dağ
gibi öne çıkıyor, serinkanlılıkla, çektiği dikkatlerin hiç farkında de
gilmiş gibi yapıyordu.
Joram'm gözleri parlak kalabalığı taradı, sarışın bir baş, hatta
Saryon'u bulma umuduyla traşlanmış bir kafa gördüğünde durdu.
Ama o kadar çok insan vardı ve çoğu o kadar benzer giyinmişti ki
(Tarla Büyücüsü gibi giyinmiş olan ve Simkin'i oldukça eğlendiren
bir kaç moda öncüsü dışında) aradıklarını bulmak imkânsız görü-
nüyordu.
368

KARaKJLiçm YAZGISI
"O da beni arıyordur," dedi kendi kendine, sevgiyle Gwen-
jolyn'ı parmak uçlannda yükselmiş, babasının geniş omuzlarının
gerinden bakarken, her ismin seslenilmesini hızla çarpan bir yü-
rel<le beklerken ve işitmeyi beklediği isim çıkmayınca hayal kmklı-
a, içinde başını eğerken hayal etti. Düşünce sabırsızlanmasına, hat-
ta korku duymasına sebep oldu. Belki de gitmişlerdir! Belki Lord
Samuels beklemekten sıkılmıştır. Belki... Joram önündeki uzun
kuyruğa sabırsızlıkla baktı ve sendeleyen adımlarına katalistlerinin
yardım etmek zorunda kaldığı yaşlı düklere ya da ilerlemeyi unu-
tup duran ve komşularının dürtmesi gereken iki dedikoducu yaşlı
hanıma sinirlendi. Aslında kuyruk oldukça hızlı ilerliyordu, ama
Joram'ı tatmin etmek için salonda yıldırım gibi gitmeliydi.
"Kıpırdanmayı bırak," diye mırıldandı Simkin, Joram'm ayağına
basarak.
"Elimde değil. Birşeylerden bahset."
"Memnuniyetle. Neden bahsedeyim?"
"Umurumda değil! Herhangi bir şey!" diye terslendi Joram. "Im-
parator'a birkaç söz söylemem gerektiğini söyledin. Ne? Güzel bir
gece. Hava harika. İki yıldır bahar yaşandığını anlıyorum, yazın gel-
me ihtimali var mı?"
"Şşş," diye tısladı Simkin portakal renkli ipek parçasının arka-
sından. "Eyvah! Mosiah'ı getirmiş olduğumu dilemeye başlıyorum.
Bu Ölü Prens'i anmak için bir yıldönümü. Taziyelerini sunacaksın,
elbette."
"Doğru. Unutup duruyorum," dedi Joram sıkkın sıkkın, bakış-
ları yüzüncü kez salonda dolaşırken. "Tamam. Taziyelerimi suna-
rım. Çocuk neden ölmüştü ki?"
"Sevgili oğlum!" dedi Simkin şok geçirmiş gibi bir fısıltıyla. "Bir
balkabagınm içinde yetiştirilmiş bile olsan, bu derece teşhir etmen
gerekmez! Annenin seni Merilon hikâyelerine boğduğunu sanıyor-
sa

ITİAR.GARJÎ UİEIS §• tw>CY HlCKJTIAn


dum. Bu tüm zamanların en büyük hikâyesi. Sana anlatmadı m ?»
"Hayır," dedi (oram kısaca, kara kaşlarını çatarak.
"Ah," dedi Simkin aniden, Joram'a bir bakış fırlatarak. "Mmm
eh, belki de anlıyorum... Evet, kuşkusuz. Görüyorsun," -yaklast
konuşurken portakal renkli ipek parçasını yüzünden ayırmadı
"çocuk ölmedi. Oldukça canlıydı, çok çok canlı olduğunu duydurr
Resmi tören sırasında patlayana kadar çığlık atmış ve sonunda Pis-
kopos'un üzerine kusmuş." Simkin durdu, Joram'a beklenti içinde
baktı.
Joram'ın yüzü karardı, neredeyse algılanabilir bir gölge üzerine
düştü.
"Anladın mı?" diye sordu Simkin yumuşak bir sesle.
"Çocuk benim gibi Ölü doğmuş," dedi Joram sertçe. Bakışlan
şimdi yerdeydi, elleri sıkıca arkasında kenetlenmişti ve boğumlan
bembeyazdı. Yansımasını kristal zeminde görebildiğini fark etti.
Hayalet gibi, saydam bedeninin çok aşağısında Merilon'un ışıklan
parlıyordu; kendi imgesi karanlık bakışlarla kendisine bakıyordu.
"Şşş!" diye payladı onu Simkin. "Ölü, evet. Ama senin gibi mi,
sevgili oğlum?" Başını salladı. "Bu dünyaya doğan herhangi biri gi-
bi değildi. Duyduğum söylentilere bakılırsa, Ölü kelimesi az gelir-
miş. Çocuk Testler'in yalnızca birinde başansız olmamış. Üçünden
de geçememiş! İçinde hiçbir büyü izi yokmuş."
Joram bakışlarını yerden ayırmadı. "Belki de diğerlerinden dü-
şündüğün kadar farklı değildir," diye mınldandı, kuyruk yavaş ya-
vaş öne yaklaşırken. Gözlen hâlâ ayaklannm dibindeki yansımada
olan Joram, Simkin'in hızlı, delici bakışlanm görmedi, ne de genç
adamın yumuşak, kahverengi sakalını düşünceli düşünceli okşadı-
ğmı fark etti.
"Ne dedin?" diye sordu Simkin kayıtsızca, başını kaldınp bur-
nunu portakal renkli ipek parçasına siliyormuş gibi yaparak.
370

KARfıKiuçın YAZGİSİ
"Yok bir şey," dedi Joram, bir kâbustan uyanmaya çalışır gibi
silkinerek. "Hiç varamayacak mıyız?"
"Sabır," dedi Simkin. Yerden birkaç santim yükselerek kalabalı-
ğın başlarının üzerinden baktı, sonra tekrar yere kondu. "Bak, artık
Kraliyet Tahtı'm görebilirsin ve eğer şanslıysan Kraliyet Kafası'na bir
göz atabilirsin."
Boynunu uzatan Joram konuşmaları sırasında oldukça ilerlemiş
olduklarını gördü. Kristal tahtı görebiliyordu ve pek çok kez tmpa-
rator'un önündekilerle ya da yanmdakilerle konuşmak için hareket
ettiğini gördü. Kraliyet kanı onun tarafından geldiği için İmpara-
torun sağında oturan İmparatoriçe'yi zar zor görebiliyordu. Ama
İmparator Joram'm tam önündeydi ve -aklını başka bir şeyle meş-
gul etmekten memnun- genç adam önündeki sahneyi ilgiyle izledi.
Kristal bir oyuğun içindeki kristal zeminde duran kristal bir
tahta oturmuş olan Majesteleri, sanki yıldızların arasında gibiydi.
Saf beyaz satenden yas giysileri giyen İmparator yalnızca yıldızlarla
bir olmamıştı, aynı zamanda aralarında en parlak olanıydı. Sarayın
geri kalanındaki dekorasyonun süslülügünü ve görkemini görmüş
olan Joram, kristal tahtın ve kovuğun süssüz, basit, ama zarif hatla-
ra sahip olduğunu görünce şaşırdı. Kristal asil bedenlerin çevresin-
de berrak su gibi akıyordu, çevrelerinde katı bir şey olduğunu bel-
li eden tek şey, oradan buradan yansıyan ışıktı.
Sonra Joram gülümsedi. Çevresine göz gezdirdiğinde, bunun
bilinçli olarak yapıldığını anladı! Zavallı katalistin üzerine yığıldığı
sandalye bile -şimdi epey arkalannda kalmıştı- saydam olacak şe-
kilde büyüyle örülmüş kumaştan yapılmıştı, lmparator'un kulları-
nın dikkatini yalnızca tek bir gerçeklik çekebilirdi -İmparator ile
İmparatoriçe'nin varlıkları.
Sesleri kalabalığın mırıltısı üzerine yükseldiğinde duyabilecek
kadar yaklaşmış olan Joram, dikkatle dinledi. İnsanlar hakkında
37 1

ITIARSARJÎ IUEİS §? tı^ACY HıcıynAn


hızlı, genellikle küçük düşürücü fikirler edinmeye alışık olan 1
İmparatorun -ilk karşılaştıklarında- deyişteki gibi, kendi bum
dan dünyayı göremeyen, devasa bir kibir ve kendini beğenmişi'
sahip biri olduğunu düşünmüştü. Ama İmparatorun konuşmak
m dinlerken, zorla da olsa yanıldığını kabul etmek zorunda kald
Adam zeki ve kurnazdı, yalnızca kendisini kalabalıklardan uzak
tutabilmek için soğuk ve uzak davranıyordu. Önüne gelenlerin
isimlerini hatırlamak için teşrifatçıya ihtiyacı yokmuş gibi görünü-
yordu ve gerçekten de pek çok kişiye resmi unvanları ile değil sa-
mimi isimlerle hitap etti. Yalnızca bu kadar da değil, her birine söy-
lenecek birkaç kişisel şeyi vardı -sevgi dolu ebeveynlerin çocukla-
rını soruyor, bir katalisti özel ilgi alanı hakkında sorguluyor, yaşlı-
larla geçmişi, gençlerle geleceği tartışıyordu.
İmparator'un her gün karşı karşıya gelmesi gereken yüzlerce in-
san düşünülünce, bu olağanüstü başarı karşısında merakı çelinen
Joram gittikçe artan bir büyülenmeyle izledi. İmparator ile karşılaş-
masını ve adamın gözlerinin nasıl onu tamamen emmiş gibi görün-
düğünü, saniyeler boyunca tam ve bölünmemiş dikkatini ona
odakladığını hatırladı. Joram bu ilgi karşısında memnun olduğunu,
ama aynı zamanda belli belirsiz bir rahatsızlık hissettiğini hatırladı
ve nedenini şimdi anladı. Saryon'un matematiksel denklemlerini
ezberlemesi gibi ve aynı tavırla, imparator tarafından ezberlenmiş-
ti. Bir dereceye kadar başkalarını kullanmakta becerikli olan Joram,
bir ustanın becerisini tanır ve hakkını teslim ederdi.
Yine de Joram -başta annesinin, sonra Lord Samuels'in anlattık-
larından- dünya üzerinde İmparator'un büyük önem verdiği bir ki-
şi olduğunu biliyordu, lmparatoriçe'ydi bu. Kuyruk yaklaştıkça, Jo-
ram bakışlarını İmparator'dan eşine çevirdi. Tüm hayatı boyunca
kadının güzelliğim dinlemişti -saraydaki dikkat çekici güzellikler
arasında bile olağanüstü bir güzellikti; doğuştan gelen, büyüyle
372

KiiRAKJLIÇin YAZGISI
urgulanması gerekmeyen bir güzellikti. Simkin'in uyansı -çünkü
uyandan başka bir şey denemezdi buna- merakını arttırmıştı.
Imparatoriçe'ye bakma.
Sözler Joram'ın zihninde yankılanıyordu. Kocasının yanında,
kristal tahtta oturan kadına bir göz atabilmek için belli etmeden
kuyruktan dışan bir adım attı. Ve sonra kuyruk ilerlediğinde, kadın
tam karşısındaydı.
Joram nefesini tuttu. Simkin'in sözleri kafasından uçtu gitti, ye-
rine Anja'nm zar zor hatırladığı tasviri geldi. "Bir kuzgunun kanadı
gibi siyah ve parlak saçlar, bir güvercinin göğsü gibi beyaz ve pü-
rüzsüz bir cilt. Gözleri karanlık ve parlak, yüzü klasik bir mükem-
mellikle şekillendirilmiş, sanki bir ustanın büyüsünün eseriymiş gi-
bi. Rüzgâra kapılmış bir söğüdün zarafeti ile hareket eder..."
Bir dirsek Joram'ın böğrünü dürtükledi. "Kes şunu!" dedi Sim-
kin ağzının kenanndan. "Bakışlarını çevir."
Sinirlenen, Simkin'in ince şakalanndan birinin kurbanı olduğu-
nu sanan Joram terslenecek oldu. Ama Simkin'in normalde perva-
sız görünen yüzünde bir kez daha tuhaf bir ifade yakaladı -ciddi,
hatta korku dolu. Daha da yaklaşan -şimdi önlerinde on kadar ki-
şi vardı- Joram onunla beraber bekleyen diğerlerine baktı ve onla-
rın da Imparatoriçe'ye doğrudan ya da çok uzun bakmamak için el-
lerinden geleni yaptıklarını gördü. Hepsinin, kendisinin yaptığı gi-
bi o yöne bakışlar fırlattıklarını, sonra hızla bakışlarını kaçırdıkları-
nı gördü. Ve her biri İmparatorla yüksek, açık seslerle konuştukla -
n ve son derece rahat göründükleri halde, Majesteleri İmparatoriçe
ile konuştuklannda sesleri alçalıyor, neredeyse anlaşılmaz sözler
söylüyorlardı.
Daha da yaklaşan, Imparatoriçe'ye bakışlar fırlatıp, sonra hızla
bakışlannı kaçırmaktan gözleri agnyan Joram kadında sıradışı bir
şey olduğunu itiraf etmeye başlamıştı. Kuşkusuz yaklaştıkça kadı-
37,-5

rfİARBARft IUEIS & tRACY HlCKHIAn


nın ünlü güzelliği azalmamıştı, ama Joram kadına çekilmekte
itildiğini hissediyordu. Derisi saf ve pürüzsüzdü, ama hafife
viydi ve yan saydamdı. Kara gözleri kuşkusuz çok güzeldi
parlaklıklan içeriden gelmiyordu. Camın üzerindeki yansıma oiK-
di. Konuşurken dudaklan kıpırdıyordu. Elleri ve bedeni harek
ediyordu, ama bir söğüdün zarafetine sahip değildi, daha çok h'
oyuncakçının...
Oyuncakçının...
Joram şaşkınlıkla Simkin'e döndü, ama elindeki portakal renkli
ipek parçasıyla oynayan sakallı genç adam arkadaşına hafif bir gü-
lümsemeyle bakıyordu.
"Sabrımız ödüllendirildi," dedi. "Sıramız geldi."
Ve sonra Joram'm herhangi bir şey hakkında fazla düşünmeye
zamanı olmadı.
Çok uzaktan gelir gibi, teşrifatçının yere asası ile vurduğunu ve
ahenkli bir sesle bağırdığını duydu, "Simkin'i, Lord Samuels'in ko-
nuğunu sunuyorum..."
Tanıtımın geri kalanı kalabalıktan gelen bir kahkaha dalgası al-
tında kayboldu. Simkin bir tür saçmalık sergiliyordu; Joram fark e-
demeyecek kadar sersemlemiş, kafası kanşmıştı. Simkin'in öne çık-
tığım, beyaz cüppesinin İmparator ile İmparatoriçe'yi saran hare ile
aynı parlak ışığı saçtığını gördü.
Imparatoriçe. Joram bafışlannm yine ona çekildiğini hissetti,
sonra teşrifatçı yine konuştu. "Joram, Lord Samuels ile ailesinin ko-
nuğu."
İsmini duyan Joram bir adım atması gerektiğini biliyordu, ama
aniden yüzlerce çift gözün hedefi olduğunun bilinciyle donakaldı.
Annesinin ölümü canlı bir şekilde zihninde yükseldi. Hepsi kendi-
sine bakan insanları görebiliyordu. O yalnız kalmak istiyordu. Ne-
den, neden ona bakıyorlardı?
374

KpRÜKJLlÇin YAZGISI
joram tmparator ile Simkin'in konuşmakta olduğunu gördü,
ama neler söylendiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Duyamıyor-
ju. Kulaklarında, fırtına gibi esen bir şeyin hışırtısını duydu. Ümit-
sizce kaçmak istiyordu, ama kıpırdayamıyordu. Eğer teşrifatçı
-kuyruğun devamlı hareket etmesi gerektiğinin farkında ve Majes-
teleri'nin huzurunda o yüce huşuyu yaşayanlara alışık olduğun-
dan- Joram'ı nazikçe ittirmese sonsuza dek orada durabilirdi. Genç
adam sendeleyerek ilerleyip İmparator'un önünde durdu.
Joram ancak Simkin'i taklit ederek yerlere kadar eğilmeyi akıl
edebildi ve ne söylediğini bilmeden bırşeyler mırıldanmaya başladı.
İmparator onu Lord Samuels'in evinde gördüğünü hatırlayarak he-
men araya girdi. Merilon ziyaretinin hoş geçtiğini umuyordu ve
sonra kraliyet eli sallandı ve Joram kristal zeminde ilerleyip lmpa-
ratoriçe'nin önünde durdu. Simkin'in onu izlemekte olduğunun
belli belirsiz farkındaydı ve -eğer çok inanılmaz bir şey olmasaydı-
Joram genç adamın sakallı dudaklarının bir sırıtışla aralandığını dü-
şünecekti.
Joram sıkılgan bir şekilde, ümitsizce ne söyleyeceğini merak
ederek, bakışlanm kaldırmak ve bu kadına bakmak için can atarak
İmparatoriçe'nin önünde eğildi. İçinde bir parçanın en güçlü dür-
tüsü, kaçırdığı gözleri zaten bunca şey gördüğünden, kaçıp gitmek-
ti.
Kadının önünde dururken hafif, kötü bir koku duydu.
Dünyadaki en güzel kadın -öyle söyleniyordu. Kendisi görecek-
ti.
Joram başını kaldırdı...
.. .ve bir cesedin cansız gözlerine baktı.
375

ŞAMPANYA ÇEŞMESİ
"Almin adına!" diye mırıldandı Joram, titreyerek, soğuk ter be-
deninde kuruyarak. "Ölmüş!"
"Sevgili oğlum, eğer kendi hayatına ve benim hayatıma değer
veriyorsan, sesini alçak!" dedi Simkin yumuşak bir sesle, salonun
karşısındaki pek çok tanıdığına güven verici bir şekilde gülümseye-
rek, ikisi şampanya çeşmesinin yanında duruyordu, Simkin'in
Gwen'in ya da Saryon'un onlarla buluşmak için oraya geleceğini
söylemişlerdi. Bu alan -lmparator'un hâlâ görüşmelerine devam et-
tiği kovuğun karşısındaydı- daha çok insan dostlar ve eğlence ara-
mak için oraya geldikçe kalabalıklaşıyordu. Şampanya çeşmesi,
Simkin'in söylediği gibi, doğal bir buluşma yeriydi; selam bağırış-
ları, gürültülü kahkahalar devamlı çevrelerinde patlıyordu.
Uşak kılığmdaki bir Profi-Alban ekibi tarafından büyüyle işleti-
len şapanya çeşmesi yaklaşık altı metre yüksekligindeydi. içindeki
şarabı serin tutmak için tamamen buzdan yapılmıştı ve balık moti-
fi kullanılmıştı. Şampanya, donmuş dalgaların üzerine tünemiş
buzdan denizatlarının ağzından akıyordu. Şarap cam gözlü balıkla-
rın büzülmüş dudaklanndan fışkmyordu; kırağıyla kaplanmış de-
niz perileri konuklara, donmuş avuçlarından şarap yudumlan su-
nuyordu. Kristal kadehler çeşmenin çevresinde, dizi dizi havada
duruyor, kendilerini eğlenenlerin istekleri üzerine dolduruyor, iki
37f,

KARÜKJLIÇin YAZGISI
saat boyunca İmparator ile karısının huzurunda bulunmanın yarat-
tığı susuzluğu gidermeye koşuyorlardı.
"Bırak halk içinde konuşmayı, böyle bir şeyi düşünmek bile
ihanet," diye devam etti Simkin.
"Ne... ne zamandan beri?" diye sordu Joram ürkütücü bir bü-
yülenmeyle. Gözlerini devamlı kristal tahta çeken aynı büyülen-
meydi bu.
"Ah, bir yıl belki. Kimse kesin olarak bilmiyor. Uzun zamandır
sağlığı kötüydü ve itiraf etmeliyim, şimdi, o zaman göründüğünden
daha iyi görünüyor."
"Ama... neden koruyorlar...? Yani, onu sevdiğini biliyorum,
ama..." Joram şampanya kadehini dudaklarına kaldırdı, sonra tit-
reyen ellerle tekrar indirdi. "İmparator delirmiş olmalı!" diye bitir-
di boş bir sesle.
"Tam tersine," dedi Simkin serinkanlılıkla. "Gelip İmparator'un
yanında duran kırmızı cüppeli adamı görüyor musun?"
"Bir Dkarn-Duuk mu? Evet," dedi Joram, bakışlarını tahttaki ka-
dından kopanp lmparator'a bir şey söylemek için eğilen adama ba-
karak. Uzakta olmalarına rağmen adamın uzun boylu, yapılı,
Thimhallan'm Savaş Ustaları olan savaşbüyücülerinin kırmızı cüp-
pesine bürünmüş olduğunu görmüştü.
"O bir Dkarn-Duuk değil. O Dkarn-Duuk -Prens Xavier. İmpa-
ratoriçe'nin erkek kardeşi ve bu da, lmparatoriçe'nin ölümü resmi
olarak açıklanırsa, onu bir sonraki Merilon İmparatoru yapacak."
Simkin alaycı bir şekilde şerefe kadeh kaldırdı. "Majesteleri Sıkıcı
Hazretleri'ne güle güle. Drengassi'nin ya da her nereden geldiyse,
oranın engin çimenliklerindeki malikânesine geri döner. Eğer başı-
na daha kötü bir şey gelmezse. O Dkam-Duuk'u sinirlendirenlerin
tuhaf bir, Koridorlara girmek ve bir daha dışarı çıkmamak alışkan-
lığı vardır." Simkin şampanyayı tek yudumda bitirdi.
377

mARCARfî tUEİS § 1"R£CY HlCKlnAn


"Eğer adam o kadar güçlüyse neden tahtı ele geçirmiyor?" A-
sordu Joram, adama dikkatle bakıp, içine girdiği bu yeni dünv

oldukça ilginç olacağını düşünerek.


"lmparator'un yanında büyük bir karşıt güç var -ya da kar
ağırlık mı demeliydim. Piskopos Vanya. Bu da bana, Şişko Hazret
leri'nin gelmediğini hatırlattı, hele bedava yiyecek varken. Ah
unutmuşum. Bu yıldönümü partisine asla gelmez. Kilise'nin politi-
kasına karşı olduğunu filan söyler. Nerede kalmıştım?"
"İmparator'da."
"Evet, kesinlikle. Her neyse, dedikodulara göre Vanya'nın güne-
şi İmparatorla doğdu, İmparatorla batacak. Dkarn-Duuk'un Van-
ya'nın ayakkabılarını dolduracak kendi adamı var -aslında düşü-
nünce, muhtemelen üç tane birden. Katalistler ile illüzyonistler,
eğer ifadeyi hoşgörürsen, İmparatoriçe'nin partinin hayatı olmasını
sağlıyorlar. Ve sağlığından ya da sağlıksızlığından bahsetmek ger-
çekten de ihanet sayılıyor. Her zamanki gibi görüşmeler yapıyor ve
Merilon'un en parlak ve en güzelleri her zamanki gibi ona saygıla-
rını sunmak için geliyor, kimse doğrudan ona bakmıyor ya da en
masum şekilde bile ondan bahsetmiyor. Bazen bu bile işe yaramı-
yor."
Simkin bir kadehin daha kristal çeşmede kendisini doldurma-
sı ve süzülerek eline gelmesi için işaret etti. Büyülü enstrümanlar-
dan bir orkestra bir köşede valsler çalıyor, hikâyesine devam etmek
için Simkin'i Joram'ın daha yakınma eğilmeye zorluyordu. "Duns-
worthy Markisi'nin İmparator ile tarok oyununda sohbet ettiği ge-
ceyi hiç unutmayacağım. İmparator ona dedi ki, 'Sence Ekselansla-
rı İmparatoriçe bu gece pek iyi görünmüyor mu, Dunsworthy?'
Yaşlı Dunsvvorthy sandalyede oturmuş cesede baktı ve kekelemeye
başladı, 'Ben -bilmiyorum. Ekselanslarını bu gece biraz solgun
gördüm.' Elbette Duuk-tsarithlcr zavallı adamı hemen yakaladılar
378

Ki»R£KjLiçın YAEGİSİ
ve onu bir daha görmedik." Simkin şampanyayı yudumladı, du-
daklarını portakal renkli ipek parçasıyla sildi. "Elini oynamaya ben
devam ettim ve Majestelerinden bir gümüş kazandım."
Joram yanıt verecek oldu, ama isminin söylendiğini duydu.
Döndü, aşkla aydınlanmış mavi gözlere baktı ve dünyada ölüm ya
da politika gibi şeyler olduğunu hemen unuttu.
"Joram!" dedi Gwendolyn utangaç bir tavırla. Kalabalıktaki pek
çok başka genç adamın hayranlık dolu bakışlarının farkında, beyaz
elini uzattı. Gözleri yalnızca sevdiği adamın üzerindeydi.
Gwendolyn, Marie ve Leydi Rosamund ile birlikte elbisesi üze-
rinde çalışarak saatler harcamıştı -neredeyse tüm günü. Rengini o
kadar sık değiştirmişti ki, odası gökkuşağı yaratan Sij-Hanarlann
konutu sanılabilirdi. Kollarda biten çiçekler yerlerini hemen küçük
kuşlann tüylerine bırakıyor, sonra küçük kuşların kendileri beliri-
yor, sonra hemen Leydi Rosamund tarafından yok ediliyorlardı.
Sonunda, pek çok gökkuşağı, kilometrelerce kurdele ve arabada bir
son dakika "toplum içinde görülmeye uygun olmadığı!" paniğin-
den sonra, Gwendolyn baloya götürülmüştü. O an genç yüreğinin
tüm düşleri gerçeğe dönmüş gibiydi.
Ve onca çabanın ve gözyaşının Joram üzerindeki etkisi neydi?
Ne yazık ki, çoğu boşa gitmişti. Joram yalnızca bebek nefesi olarak
bilinen minik çiçeklerle taçlanmış sarışın bir başın, beyaz boyun ve
beyaz omuzlann, dalgalar kadar mavi ve köpük köpük bir şeyin
içinde kaybolan beyaz göğsünün belli belirsiz farkındaydı. Gwen-
dolyn'in güzelliği onu büylemişti o gece, ama onun güzelliği, elbi-
senin değil. Gwendolyn çuval kumaşına bürünmüş de olabilirdi ve
kendinden geçen hayranı bunu fark etmezdi bile.
"Hanımefendi." Joram küçük, beyaz eli eline aldı, uygun bulu-
nandan bir an daha uzun süre elinde tuttu, sonra yavaş yavaş du-
daklarına götürdü ve bıraktı.
379

rtİARCARft WEİS & İRACY HıCKmAn


"Ben -yani biz..." diye düzeltti Gwendolyn kızararak, "gelm
bileceğinden korkuyorduk. Peder Dunstable nasıl? Çok endişe!
dik."
"Peder Dunstable mı?" Joram şaşkınlık içinde Gvven'e baktı "N
demek istiyorsun? O sizinle..."
"Onu affet, tatlı çocuğum," diye araya girdi Simkin hemen be-
denini Joram ile Gwen'in arasına sokarak. Sırtını Joram'a dönün
Gwen'in elini yakaladı. Tam öpecekti ki, bu çabanın çok fazla ol-
duğuna karar vermiş göründü ve enerjisiz bir şekilde tutmakla ye-
tindi. "Güzelliğin aklını tutsak etti. Bir katalistin yüzünde bile da-
ha zeki yüz ifadeleri görmüştüm. Sik sık değil, zaman zaman. Ka-
talistlerden bahetmişken, sorundan kel dostumuzun çok iyi olma-
dığı anlaşılıyor. Yazık, bu beni çok şaşırttı."
"Ama Joram size söylemedi mi?" Gwendolyn Joram'a bakmaya
çalıştı, ama genç adamın yolunu bir yandan Simkin, diğer yandan
çeşme kapatıyordu.
"Ah, hayatım," dedi Simkin yüksek sesle, çiftin birbirini görme-
sini yine engelleyerek. "Şampanya alır mısın? Hayır mı? Eh, ben se-
ninkini de içerim, senin için bir sakıncası yoksa." İki kadeh ona
doğru süzüldü. "Ne konuşuyorduk? Hatırlayamıyorum... Ah, Pe-
der Dunstable. Evet, görüyorsun, tüm gün bu boğucu sarayda tıkı-
lı kaldım, O Dkam-Duuk'un birisi ya da diğer hakkındaki geveze-
liklerini, İmparatorun vergiler hakkındaki gevezeliklerini dinledim
durdum ve can sıkıntısından beynim tepemden uçacak gibi oldu.
Sonra burada Joram'ı buldum ve eh, hayatım, eğer konuşmak iste-
diğim son şey bir rahibin sağlığı ise, beni suçlayamazsın, değil mi?"
"Hayır, sanırım..." diye başladı Gwen, yüzü utançtan ve şaşkın-
lıktan kızarmış. Simkin'in konuşmalan bir kalabalık çekmeye baş-
lamıştı; insanlar şimdi hangi skandal yaratıcı şeyi söyleyeceğini
duymak için yaklaşıyorlardı ve genç kız pek çok gözün onun ve ar-
380

KARAKJLIÇin YAZGISI
kadaşınm üzerine dikildiğinin fena halde farkındaydı.
Gwen'e yaklaşmaya çalışan Joram dirseklenip uzaklaştırıldığını
fark etti ve tam zamanında dikkat çekmemesi gerektiğini hatırlaya-
rak bir iki adım gerilemek zorunda kaldı. Bu arada Simkin ilgi mer-
kezi olmuştu.
"Eh, kel dostumuza ne oldu?" diye sordu tembel tembel. "Ey-
vah!" Dehşet dolu bir bakışla genç adamın kaşlan saçlarına kadar
kalktı. "Piskopos Vanya onu sıra yastığı sanmadı, değil mi?" Seyir-
cilerden boğuk bir kahkaha geldi ve pek çok kişi birbirini dirsek-
ledi. "Bir sefer Suzzanne Bacı olarak bilinen bir katalistin başına
gelmişti. Zavallı şey yamyassı oldu. Artık Fred Birader olarak bili-
niyor..."
Kahkaha yükseldi.
"Hayır, gerçekten!" Gwendolyn elini Simkin'in elinden kurtar-
maya çalıştı.
Ama Simkin eli sıkı sıkı, öyle yapıyormuş gibi görünmeden tut-
tu ve ona seyircinin kıkırdamaya başlamasına sebep olan canı sıkı-
lıyormuş gibi, beklenti içinde baktı.
Gwendolyn bir şey söylemek zorundaydı. "Ben -biz gecele-
yin... Peder Dunstable'a bakan Theldara tarafından uyandırıldık.
Bize durumunun kötüleştiğini ve onu Yaşam Sihirbazlan Korulu-
gu'ndaki Şifa Evi'ne götürdüğünü söyledi."
"Durumu kötüye gitti demek. Çok üzüldüm. Acıdan sersemle-
dim, gerçekten. Biraz daha şampanya buraya!" diye seslendi Sim-
kin. Seyirciler kahkahalara boğuldu.
"Simkin, bana izin ver..." diye başladı Joram, bir kez daha itti-
rip kendine yol açmaya çalışarak. Ama Simkin kayıtsızca Joram'm
yolunu kesti, elini uzattı ve bir başka genç adamı -yakında duran
herhangi birini- yakaladı.
"Marki d'Ettue. Memnun oldum."
381

nİARpAREÎ U/EIS fir ÎRÜCY HlCKJHAn


Genç Marki de memnun olmuştu.
"Bu genç hanım seninle dans etmek için deli oluyor. GiyH'a-
şu karides renkli ceket yüzünden. Kadınların ayaklarını yerden k
siyor. Hayatım, Marki." Ve Gwendolyn tek bir itiraz sözcüğü sövl
yemeden elinin Simkin'in elinden, aynı derecede hayretler içind
kalmış Marki'nin eline geçtiğini gördü.
"Ama ben..." diye itiraz etti Gwen zayıf bir şekilde, omzunun
üzerinden Joram'a bakarak.
"Simkin, lanet olsun sana..." Joram yine araya girecek oldu, yü-
zü sabırsızlık, öfke ve hüsranla kararmıştı.
"Bu dansı bana..." diye kekeledi Marki.
"Harika bir çift. Gidin artık!" dedi Simkin neşeyle, korkmuş
Gwendolyn'i Marki'nin karides renkli kollarına ittirerek. "Ah, de-
mek buradasın," dedi, dönüp kötü kötü bakan Joram'a sahte bir
şaşkınlık içinde bakarak. "Nerelerdeydin, sevgili oğlum? Bak, sev-
gilin bir başka adamla dans etmeye gitti."
Yeni kahkahalar.
Joram ona öfkeyle baktı. "Sen artık..."
".. .bu üzüntülü durumda seni teselli edecek miyim? Elbette. Bi-
zi birkaç dakikalığına yalnız bırakır mısınız?" diye sordu Simkin
toplananlara. Kalabalık -Joram ile alay eden gülümseler eşliginde-
yeni eğlenceler aramak üzere ^tzaklaştı. "Şampanya, beni takip et!"
Çeşmenin ucuna tünemiş pek çok bardağa işaret eden Simkin ko-
lunu Joram'm koluna geçirdi ve dümensuyunda süzülen üç şam-
panya kadehi eşliğinde, onu kristal bir duvarın dibine çekti.
"Sen ne yaptın?" diye sordu Joram öfkeyle. "Saatlerdir Gvven-
dolyn'i arıyorum ve şimdi sen..."
"Sevgili dostum, sesini alçak tut," dedi Simkin, yüzündeki neşe
ve eğlence sönerken. "Katalist hakkında seninle gizli olarak, hemen
konuşmam şarttı."
382

KARAKJLIÇin YAZGISI
"Zavallı Şaryon," dedi Joram, yüzü karanp, karanlık kaşlan ça-
tılarak. "Dün gece yanından ayrılmamalıydım, ama Theldara bana
iyileştiğini söylemişti..."
"Gerçekten de iyileşti, sevgili oğlum," diye sözünü kesti Simkin.
Joram gerginleşti. "Ne demek istiyorsun?"
"Demek istiyorum ki, onlar onu yakaladı, ihtiyar dostum." Sim-
kin gülümsedi, ama gülümseme yalnızca kalabalık içindi. Dudak-
larını şampanya ile ıslatarak, endişeyle salona bakındı. "Ve sırada
biz olabiliriz."
Joram aniden nefes almayı güç bulmaya başladı. Salondaki ha-
va zaten pek çok kişinin ciğerlerine girmişti. Yüreği acı verecek şe-
kilde atmaya başladı, sanki göğsünde kalan son oksijen parçasını
da sıkıp çıkarmak ister gibi. Kulaklarında bir vızlama vardı ve bir
kez daha hiçbir şey duyamaz oldu.
"Diyorum ki, sakin ol. Bir yudum al. İnsanlar bakıyor. Neşe ve
eğlence, hatırladın mı?"
Joram Simkin'in dudaklarının kıpırdadığını gördü, eline bir ka-
deh tutuşturulduğunu hissetti. Ağzı kurumuştu, kadehi dudakları-
na kaldırdı. Şarabın köpüğü dilinde patladı, boğazını serinletti.
"Emin misin?" demeyi başardı, bir nefes alıp kendisine hâkim ol-
maya çalışarak. "Ya gerçekten hastalandıysa..."
"Hah! Biz yanından ayrılırken Katalist mükemmel durumdaydı.
Bunun dışında, gecenin ortasında hastasını kontrol etme arzusu
duyan Theldara hiç duymamıştım. Ama Duuk-tsarithler?..." Sim-
kin'in sesi uğursuz bir şekilde sönüp gitti.
"Bana ihanet etmeyecektir," dedi Joram alçak sesle.
Simkin omuzlannı silkti. "Seçeneği olmayabilir."
Joram'ın dudaklan gerildi, ellen yumruk oldu. "Ben gitmiyo-
rum!" dedi kısaca. "Lord Samuels'm getirmeye söz verdiği bu Ya-
şam Sihirbazı kadın ile konuşmadan olmaz! Dahası," -alnı düzeldi,
383

ITİAReARfî UİEIS ft TRİ»CY HlCKHlAn


başım kaldırdı- "fark etmez zaten. Kısa süre sonra Baron olaca?
O zaman her şey yoluna girecek."
"Elbette. Pekâlâ, sen tatmin olduysan. Olayları açıklasam i
olur diye düşünmüştüm yalnızca," dedi Simkin hafiflikle, aniden
bir kez daha kendinden hoşnut görünerek. "Söylediğin gibi, neydi?
Katalist için birkaç kötü saat yalnızca. O kadar. Bu tür şeyler hoş-
larına gidermiş, öyle duydum. Şehitlik. Onları erdemli kılarmış
Ah, sarışın dönüyor -gözlerindeki bakışa bakılırsa seni babacığını
görmeye götürecek. Bana kararlı bir düşmanlıkla baktığını fark e-
diyorum. Başka bir şey söylemeye gerek yok, gidiyorum. Kutlama-
ya ne zaman başlayacağımızı, besili ineği ne zaman keseceğimizi fi-
lan haber ver. Bu olay için Piskopos Vanya'yı kullanabiliriz. Unut-
ma, sevgili oğlum, hasta katalistin başında oturarak son derece yo-
rucu bir gece geçirdin. Ta -ta!"
Joram'ı yalnız bırakan -genç adam bunun için minnettardı-
Simkin havaya yükseldi ve hemen kalabalıkta kayboldu. "Bu hoşu-
na gitti mi?" Sesi süzülüp Joram'a geldi. "Ben buna Tekrar Tekrar
Isıtılmış Ölüm diyorum..."
Salon gittikçe ısınıyor, ses düzeyi yükseliyordu, lmparator'un
görüşmeleri bitmişti, tahtın çevresindekiler dağılmaya başlamış,
giysilerini yas renklerinden, eğlenceye daha uygun renklere değiş-
tirmişlerdi. Joram kristal duvara yaslandı ve içerideki parlak ışık ve
ısıyla karşılaştırınca oldukça çekici görünen, dışandaki serin karan-
lıkta olmayı ümitsizce dileyerek dışarıya baktı. Bir anlığına Katalist
için vicdan azabı duydu. Simkin'in 'şehitlik' sözcüğünü kullanma-
sı onu ürpertmışti. Şaryonun onun yüzünden çekiyor olabileceği
acılar gözlerini kapatmasına sebep oldu, vicdan azabı ince hançeri-
ni ruhuna sapladı.
Ama bir an sonra Joram acıyı görmezden gelmeyi başardı, yara-
yı, hayatı boyunca aldığı tüm yaralan, geride kalan yara izlerini hiç
384

K.AR£KJLlÇ.in YAZGISI
{ark etmeden kapladığı acı merhemle kapladı. Bir gün Saryon'un
çektiklerini telafi edecekti. Hayatının geri kalanı boyunca Katalist'e
bakacaktı...
"Joram?"
Gwendolyn gelmiş, yaralan gören ve onları iyileştirmek için can
atan mavi gözlerle ona bakıyordu. Joram uzanarak genç kızın her
iki elini tuttu, ateşli derisine bastırdı, dokunuşunda yeni bir mer-
hem buldu.
"Joram, sorun ne?" diye sordu Gwen, Joram'm yüzündeki ser:,
tekin olmayan ifade karşısında korkarak.
"Yok bir şey," dedi nazikçe, ellerini öperek. "Yok bir şey, artık
yammdasm."
Gwendolyn şirin şinn kızardı ve Leydi Rosamund'un yakınlar-
da bir yerde süzüldügünün farkında olarak, ellerini çekti. "Joram,
babam sana bir mesaj iletmemi istedi, ama Simkin..."
"Evet, evet!" dedi Joram sertçe. Yüzünü karanlık bir kırmızılık
kapladı, gözleri onu tüketmeye başladı. "Mesaj nedir?"
"O... o seninle özel odalardan birinde buluşmak istiyor."
Gvvendolyn genç adamdaki değişim karşısında şaşırarak tereddüt
etti. Ama bir sonraki an, haberin heyecanı tüm ihtiyatı bir kenara
itti. "Ah, Joram!" diye haykırdı, ellerini tutarak. "Yaşam Sihirbazı
yanında! Sen doğarken annenle ilgilenen TheMara!"
385

5
TAŞ BEBEK
Joram görkemli bir şekilde kalabalığın arasından yürüdü. Zih-
ninde, çoktan Baron olmuştu; güzel kadın, kansı yanında. Pek az
kişi onlara dikkat etti, belki o ve bu narin kızın neden katalistler gi-
bi yerde yürüdüğünü merak etmek dışında. Ama bu değişecekti,
kısa süre sonra değişecekti! Belki bir saat kadar sonra, Lord Samu-
els, Joram'm yanında yürüyor -evet, yürüyor- olacak, onu Baron
Fitzgerald olarak tanıtacak, dostlanna Baron'un yakında ailesinin
bir üyesi olduğunu söyleyecekti. O zaman beni fark ederler, diye
düşündü Joram sert bir keyifle. Benim için yaptıklan hiçbir şey az
gelmez gözlerine.
Saryon'u bulurum, diye planladı ve Katalist'i beni kovalamak
için kullanan şişman rahibin ikimizden de özür dilemesini sağla-
rım. Belki görevinden alınmamı bile sağlanm. Ve sonra ben...
"Joram," dedi Gwendolyn, çekingen bir tavırla konuşarak. Jo-
ram'm yüzündek; ifade tuhaftı -kıvançlı, hevesli, ama anlamayadı-
gı sert bir karanlık da vardı. "Yürüyerek daha ileri gidemeyiz."
"Neden? Babanla Yaşam Sihirbazı neredeler?" diye sordu Joran,
aniden nerede olduklarına bakmadığını farkederek.
"Su katında," dedi Gwen, aşağıyı işaret ederek.
İkisi balkonda durmuş, dokuz kat aşağıdaki altın ormana bakı-
yorlardı. Nefes kesici bir manzaraydı, her kat kendi renkleri ile par-
38(,

KflRfıKJLIçm YAZGISI
lıyordu -Ölüm katı dışında, orada gri bir boşluktan başka bir şey
yoktu. Artık eğlenceler her kata yayılmış, büyücüler aşağı yukan
uçuşuyorlardı. Merdivenlere bakan Joram katalistlerin orada yürü-
düklerini, ayakkabılarının yerde süründüğünü, zor nefes aldıkları-
nı gördü.
Ve bu ona ihtiyaç duyduğu bahaneyi verdi.
"Sen aşağı in, hanımefendi," dedi Gwendolyn'e, elini yavaş ya-
vaş, gönülsüzce bırakarak. Ne kadar dalgın olsa da, onun sıcaklığı-
nın, kokusunun, pürüzsüz derisinin dokunuşunun zaman zaman
dokunuşunun, o kadar yakınında yürüyen yumuşak etinin farkın-
daydı. "Babana yolda olduğumu söyle. Yürüyeceğim."
Gwendolyn bunu duyunca şaşırmış göründü ve merdivenleri
inip çıkan katalistlere öyle bir acımayla baktı ki, Joram gülümse -
mekten kendini alamadı. Elini tutarak içinden, Kısa süre sonra, ha-
yatım, kocanla birlikte bu merdivenleri kullanmaktan gurur duya-
caksın, diye geçirdi. Yüksek sesle şunlan söyledi, "Kuşkusuz Peder
Dunstable'dan bugün bana Yaşam bahşetmesini isteyemezdim. Par-
ti ne kadar önemli olursa olsun..."
Gwendolyn'in yüzü kızardı. "Ah, hayır!" diye mırıldandı utanç
içinde. Gerçekte, zavallı katalistı unutmuştu. Elbette, Joram bir
başka katalistten Yaşam alabilirdi, ama katalistlerini çok seven, on-
lara çok bağlanan ve bu yüzden bir başka katalisti -bir yabancıyı-
kullanmayı zina ile eşdeğer bulan bazı büyücüler vardı. "Elbette ol-
maz. Unutmam ne kadar aptalca ve," -güzel gözlerini Joram'm göz-
lerine kaldırdı- "onun için bu fedakârlığı yapman ne kadar asilce."
Kızarma sırası mavi gözlerdeki aşkı ve hayranlığı gören ve bu-
nu bir yalanla kazandığını düşünen Joram'a gelmişti. Boş ver, dedi
kendine çabucak. Kısa süre sonra gerçeği bilecek, kısa süre sonra
hepsi gerçeği bilecek...
"Sen git, baban bekliyor," dedi Joram boğuk bir sesle. Büyücü-
387

ITlARSARfî IUEİS & ÎRACY Hıcıcm


lerin Majestelerı'nm Holüne gelip gitmek için kullandıkları süslü
balkona kadar ona eşlik etti ve eğilerek uğurladı. Onun zarafeti
boşluğa adım attığını görünce yüreği yerinden fırladı ve yerinde ka
lıp, vahşice onu, kendisi olsaydı dokuz kat aşağıdaki altın ormana
ölümcül bir atlayış olacak şeyden kurtarmak için uzanmaktan ken-
dini alıkoymak için elinden geleni yaptı. Ona gülümseyen Gwen-
dolyn, sularda süzülen zambak gibi, zarafetle aşağı doğru süzüldü
Elbisesinin katlan çevresinde taç yapraklan gibi uçuşuyor, alt kat-
lar bacaklarına yapışarak, bedenini iffetli bir şekilde örtüyordu.
"Su katı," diye mırıldandı Joram, dönerek merdivenlere koştu
ve oflayıp poflayan, sinirli bir kataliste -geçerken Simkin'in işken-
ce etmekten büyük zevk aldığı, aynı katalist olduğunu fark etti—
çarpıp devirecek gibi olduktan sonra aşağı seyirtti.
Merdivenleri inmek, kuşkusuz çıkmaktan daha kolaydı. Joram
uçuyor olabilirdi, hızla ilerliyordu. Su katında durmuş nefesini dü-
zenlemeye çalışana -inişten mi, yoksa gittikçe artan heyecanından
mı, bilemiyordu- kadar zaman geçmemiş gibi geldi.
Gwendolyn görünürde yoktu ve tam sabırsızlanarak onu ara-
maya gidecekti ki, birisi seslendi. "Joram, buraya."
Döndüğünde onun, suya benzeyen çevrede fark etmediği, açık
bir kapıdan ona işaret ettiğini gördü. Joram canlı renklere sahip ba-
lıklann arasında yüzen denizkızlan yamlsamalannm yanından ge-
çerek kapıya ulaştı ve içtenlikle, özel görüşme odasının midye ka-
buklan ile dolu karanlık bir mağara çıkmamasını diledi.
Değildi. Görünüşe göre, yanılsamalar balkonun çevresiyle sınır-
lanmıştı. Gwendolyn Joram'ı -aşın gösteriş ve mobilyalann lükslü-
ğü dışında- Lısrd Samuels'in evinden gelmiş olabilecek bir odaya
davet etti. Bu bir oturma odasıydı, gevşemeyi ve büyü enerjilerini
harcamaktan kaçınmayı arzu eden büyücüler için tasarlanmıştı.
Süslü desenlere sahip, ipek brokar kaplı pek çok divan rahat bir
388

K_ARAKJLIÇ[n YAZGISI
dada gruplar halinde düzenlenmişti. Masaları yanlarında hazıro-
la geçmişti.
Bu katı divanlardan birinin üzerinde, yastıklara tünemiş bir ku-
sa sıradışı bir şekilde benzeyen minik, kurumuş bir kadın oturu-
yordu. Joram cüppesinin kahverengi rengi ve kalitesinden, onun
yüksek seviyeli bir Yaşam Sihirbazı olduğunu anladı. Kadın yaşlıy-
dı -o kadar yaşlı ki, diye düşündü Joram, on sekiz sene önce anne-
me yaşlı görünmüş olmalı. Bahar havasına ve odanın kapalılığına
rağmen, Lord Samuels'in şöminede yaktığı bir ateşe yaklaşmıştı.
Kahverengi cüppesi ince bedeninin çevresinde, titreyen bir kuşun
tüyleri gibi kabanyordu. Kadın, kuş imgesini, pençe gibi eliyle ka-
dife kumaşı devamlı düzeltip çekiştirerek güçlendiriyordu.
Lord Samuels, divanın bir yanında, yerde duruyordu -duru-
mun ciddiyetinin işareti- ve ellerini arkasında kenetlemişti. Bu hü-
zünlü yıldönümünde büyücülerin çoğunun kullandığı solgun
renklere bürünmüştü; cüppesi, iyi kalite olsa da, kendinden üstün-
ler tarafından giyilenler kadar iyi değildi -üstleri tarafından fark e-
dılen ve takdir edilen bir gerçek. Joram girince gergin bir şekilde
eğildi, Joram da gergin bir şekilde eğilerek karşılık verdi. Yaşam Si-
hirbazı Joram'a merakla, parlak, boncuk gibi gözleriyle baktı.
"Teşekkür ederim, kızım," dedi Lord Samuels, bakışlan Gwen-
dolyn'e,'yaklaşmakta olan görüşmenin ciddiliğinin bile azaltamadı-
ğı bir sevgi ve gururla bakarak. "Sanının bizi yalnız bıraksan daha
iyi olacak."
"Ah, ama, baba!" diye haykırdı Gwendolyn, sonra babasının yü-
zünün hafifçe sertleştiğini görünce içini çekti. Joram'a son bir bakış
fırlattı -berabennde yüreğim ve ruhunu taşıyan bir bakış- Yaşam
Sihirbazı'na şirin bir reverans yaptı. Sihirbaz karşılık olarak öttü,
kıpırdandı. Sonra Gwendolyn odadan çıktı ve kapıyı arkasından
yavaşça kapattı.
389

[TİARCARft U/EİS BL ÎRACY HıcıonAn


Lord Samuels, rahatsız edilmemeleri için kapıya bir büyü v
ti.
"Joram," dedi soğuk bir sesle, öne çıkıp eliyle işaret ederek "s
ni Theldara Menni ile tanıştırmama izin ver. Theldara yıllarca Kav
nak'taki Doğum Odalan'nı yöneten Yaşam Sihirbazı'dır. Şimdi," di-
ye ekledi ihtiyatlı bir sesle, "her gün sağlığının devamı için dua et-
tiğimiz, sevgili lmparatoriçe'miz ile ilgilenme onuruna sahip."
Joram bunu söylerken Lord Samuels'in bakışlarını dikkatle
kendisinden kaçırdığını fark etti; İmparatoriçe'den bahseden her-
kesin ölçülü bir ses kullandığını ve bakışlarını kaçırdığını fark et-
mişti.
Joram da Yaşam Sihirbazı ile gözgöze gelmeyi güç buldu ve
bundan kaçınarak minnetle kadına eğildi. Bu kadının bir cesede
bakıyor olması gerçeği içinin tiksinti dolmasına sebep olmuştu. De-
risi karıncalanıyordu ve boğucu, aşırı sıcak odada ölüm ve çürüme
kokuları alabildiğini düşündü. Ama yine de korkunç, ürkütücü bir
büyülenmeyle, bedeni o durumda tutabilmek için nasıl bir büyü
uyguladıklannı merak ediyordu. Sessiz yürekten kan yerine iksir-
ler mi geçiyordu? Damarlarda ilaçlar mı akıyordu, deriyi çürümek-
ten bitkiler mi koruyordu? Katı elin o korkunç zarafetle hareket et-
mesini hangi büyülü sözler sağlıyordu, hangi simya donuk gözlerin
parlamasına sebep oluyordu?
Sırtına bağlanmış Karakılıç'm farkındaydı, varlığım güven veri-
ci buluyordu. Cansız olana Yaşam verdim ve bunun için Karanlık
Sanatlann Karabüyücüsü olarak sınıflandırıldım, dedi kendi kendi-
ne. Ama tanrılara ait olanı -eğer insan böyle şeylere inanıyorsa- yıl-
dızların arasındaki gerçek yerine gitmekten alıkoymak, onu etin
zindanına zincirlemek ne kadar büyük bir günah!
Doğruldu. Tiksintisini belli etmeden bu kadına bakamayacağın-
dan korkuyordu. Sonra sertçe, bütün bunların hiçbirinin onu ilgı-
390

KARAKJLIÇin YAEGİSİ
lendirmedigini hatırlattı kendine. İmparatoriçe'den ona neydi?
Önemli olan kendi yaşamıydı, bir başkasının ölümü değil.
Bakışlarını kaldıran, yüzüne düşen siyah saçlannı arkaya atan
Joram, Yaşam Sihirbazı'na hoşgörü, hatta hafif bir gülümsemeyle
baktı. Kadın sanki düşüncelerinin farkmdaymış ve bunlardan keyif
alıyormuş gibi bir tür gaklama çıkardı. Pençeye benzeyen elini kal-
dırdı ve Joram'm öpmesi için uzattı. Joram öne çıkıp ele doğru eğil-
di, ama ölse bile kurumuş ete dudaklannı değdirmeyi beceremezdi.
Lord Samuels Joram'a oturmasını söyledi ve ayakta kalmayı ter-
cih etmesine rağmen, genç adam kendisini itaat etmeye zorladı.
"Henüz konuyu Theldara Menni'ye açmadım, Joram, böyle has-
sas bir konuya sen varken girmeyi bir onur meselesi saydım."
"Teşekkür ederim, lordum," dedi Joram ve bunda içtendi.
Lord Samuels hafifçe eğildi, sonra devam etti. "Theldara dostum
Peder Richar'm aracılığı ile bizimle bir araya gelme iyiliğini göster-
di. Durumu açıklamayı sana bırakıyorum, delikanlı."
Theldara Joram'a hevesli gözlerle baktı, ince dudakları gaga gi-
bi büzülmüştü.
Bu beklenmedik bir durumdu. Bir şekilde, Joram konuyu biz-
zat açıklamak zorunda kalacağını düşünmemişti, ama l.ord Samu-
els o yokken konuyu tartışarak önyargı oluşturmadığı için minnet-
tardı. Şaryonun da burada olmasını diledi. Katalist konulan, anla-
mayı kolaylaştıracak şekilde basit terimlere indirgemekte ustaydı.
Joram nereden başlayacağını bilemedi. Ne kadar çok şeyin buna
bağlı olduğunu düşününce korkmuştu da.
"Adım Joram," diye bildirdi, düşünmeye çalışarak, parçaları bir
araya getirmeye çalışarak. "Annemin adı Anja idi Bu -bu size bir
şey ifade ediyor mu?"
Yaşam Sihirbazı, küçük başını eğerek sözcüğü ekmek kırıntısıy-
mış gibi gagaladı, ama bunun dışında sessiz kaldı.
39 1

tTİARSARft UJEIS £f TRACY HlCKlTIAn


Bunun olumlu mu, yoksa olumsuz bir yanıt mı olduğunu bile-
meyen Joram devam etti. "Bir Tarla Büyücüsü köyünde yetiştiril-
dim ve... tüm hayatımı orada geçirdim. Ama... annem bana hep "
-derisinin yandığını hissetti- "asil kandan geldiğimi ve ailemin Me-
rilonlu olduğunu anlatırdı. O... annem... babamın bir... bir kata-
list olduğunu söylerdi. Günahkâr bir eylemde bulunmuşlar -be-
densel olarak birleşmişler- ve beni yapmışlar. Yakalanmışlar," -Jo-
ram sesindeki acı tonu engelleyemedi- "ve babam Dönüştürmeye
mahkûm edilmiş. Bugün, Smır'da duruyor..."
Taş heykelleri hatırlayarak sustu, bedenine dökülen gözyaşının
sıcaklığını hatırladı. Beni orada ister miydi, diye merak etti Joram
aniden, sonra öfkeyle başını sallayarak konuşmaya devam etti.
"Annem beni Kaynak'ta doğurmuş, bana öyle anlattı. Sonra, be-
ni yanma alarak kaçmış. Neden gittiğini bilmiyorum. Belki korku-
yordu. Ya da belki, o zaman da biraz deliydi..," Sözcüğü söylemek
zordu ve Joram'ın boğulur gibi olmasına sebep oldu. Bunun bu ka-
dar acılı olacağını düşünmemişti. Artık Lord Samuels'e, hatta Thel-
dara'ya. bakamıyordu, önünde sıkıp açtığı ellerine sertçe bakarak
oturuyordu.
"Bana bir gün Merilon'a döneceğimizi ve hakkımız olanı alaca-
ğımızı söylerdi, ama," -derin bir nefes aldı- "o günü göremeden öl-
dü. Bazı sebeplerden dolayı o Jcöyden kaçtım ve o zamandan beri
Yabantopraklar'da yaşıyorum. Ama sonra doğum hakkımı talep et-
mek için Merilon'a dönmenin bir yolunu buldum."
"Sorun şu ki, Theldara Menni," diye araya girdi Lord Samuels,
Joram'ın söyleyebileceği her şeyi söylemiş olduğunu fark ederek,
"bu genç adamın doğumuna ilişkin hiçbir kayıt yok. Bunun sıradı-
şı olmadığını anlıyorum." Eliyle önemsemez bir hareket yaptı. "Ço-
cuk doğurmak üzere Kaynak'a gelen yoksul ve... nasıl diyelim...
düşmüş kadınların sayısı çok ve kargaşa içinde, kayıtların yanlış
3 92
KpKAKjLiçın YAEGİSİ
yerlere koyulduğu olmuş. Ya da -Joram'm durumunda muhtemel
olduğu gibi- anne Kaynak'ı gizlice, takip edileceğinden korkarak
terk etmiş veya kayıtlan yok etmiş, ya da yanma almış. Sizin Jo-
ram'ı tanıyarak..."
"O gece Doğum Ayı vardı," diye gakladı Theldara aniden, tiz bir
sesle.
"Afedersiniz, duyamadım?" Lord Samuels gözlerini kırpıştırdı.
Nefesini tutan Joram başını kaldırdı.
"Doğum Ayı," diye tekrarladı yaşlı kadın sinirle. "Dolunay. Onu
gökte gördüğümüzde o gece doğumhanenin dolacağını anladık ve
yanılmadık."
"O zaman, hatırlıyor musunuz?" diye nefes verdi Joram, otur-
duğu yerde dikilerek. Bedeni titriyordu.
"Hatırlamak mı?" Yaşam Sihirbazı bet bir sesle güldü, sonra ök-
sürdü ve gaga gibi ağzını pençe gibi eliyle sildi. "Anja'yı hatırlıyo-
rum. Dönüştürme'de ben de vardım," dedi gururla. "Onunla ilgi-
lenmek için gitmiştim. Durumu iyi değildi ve onu izlemeye zorla-
manın -annenin olmasa bile- doğmamış bebeğin ölümü anlamına
geleceğini biliyordum. Ama böyle olmasını istediler. Yasa böyley-
di." Yaşlı kadın cüppesinin içinde büzüldü, onlan çevresinde ka-
barttı.
"Evet, devam et!" Joram onu yakalamak, onu kollanna almak is-
tiyordu, o denli değerli görünüyordu ona.
Yaşam Sihirbazı kendine kendine gıdaklayıp cikleyerek ateşe
baktı, pençesi ile gagasını dürtükleyıp durdu ta ki -başını aniden
kaldırarak- doğrudan Joram'a bakana dek.
"Haklıydım," dedi tiz bir sesle, sesi odada çınlayarak. "Haklıy-
dım."
"Haklı mı? Ne demek istiyorsunuz?"
"Ölü doğdu, elbette!" diye gıdakladı Yaşam Sihirbazı. "Bebek
393

HİARCARfî U/EIS & 1"RACY HlCKJIIAn


ölü doğdu. Tuhaftı da." Yaşlı kadının gözlerinde ürkütücü bir pmı
ti belirdi; tiz sesi kendinden memnun bir dehşet içinde fısıltıya d'
nüştü. "Bebek annesinin karnında taşa dönüşmüştü! Taşa dönüş
müş -babası gibi! Daha önce benzerini hiç görmemiştim," dedi ba
şını çevirip tepkisini görmek için Lord Samuels'a bakarak. "Benze-
rini hiç görmemiştim! Bir hükümdü."
Joram'm bedeni katılaştı. Bebek o olabilirdi -ya da babası.
"Anlamıyorum." Sesi çatladı. Arkadaki Lord Samuels bir hare-
ket yaptı, ama Joram bakışlarını kaldırdı, gözlerini ihtiyar Thelda-
ra'nın yüzünden ayırmadı. Titremeyi bırakmıştı; içinde hiçbir şey
kıpırdamıyordu, yüreği bile.
Thddara, pençesiyle bir nesneyi çekermiş gibi bir hareket yap-
tı. "Ölü doğanların çoğu kedi yavruları gibi gevşek gelir, zavallı şey-
ler. Ama bu, Anja'nm çocuğu öyle değildi." Yaşam Sihirbazı her
sözcüğü eliyle çizdi. "Gözleri boşluğa bakıyordu. Bir taş gibi soğuk
ve sertti. Her ikisi için de bir hüküm olduğunu söylemiştim."
"Bu doğru olamaz!" Joram kendi sesini tanıyamadı.
Yaşam Sihirbazı başını uzattı, boncuk gözleri kısılmıştı, pençe-
sini ona salladı. "Sen hangi annenin çocuğusun, bilmiyorum, deli-
kanlı, ama Anja'nm değilsin! Ah, o deliydi. Bundan kuşku yok."
Kuş gibi kafa sallandı. "Şimdi baştan beri kuşkulandığımız şeyi
yaptığını görüyorum -istenmeyen çocuklar odasından zavallı bir
çocuğu çaldı ve kendisinin saydı. Bizi sorgularken Duuk-tsarithlcT
öyle dedi ve şimdi bunun doğru olduğunu görüyorum."
Joram karşılık veremedi. Kadının sözleri ona, sanki bir rüya-
daymış gibi geliyordu. Ne konuşabiliyor, ne de tepki verebiliyordu.
Aynı rüyada Lord Samuels'in sert sesinin sorduğunu duydu.
"Duufc-tsarithler mi? O zaman, bu konu soruşturuldu, öyle mi?"
"Soruşturulmak mı?" diye gakladı kadın. "Öyle olduğunu itiraf
etmeliyim! Ölü bebeği Anja'nm kollarından zorla alabilen onlar ol-
394

KARAKjuçm YAZGİSİ
du. Bebeği bir battaniyeye sarmış, emzirmeye, ayaklarını ısıtmaya
çalışıyordu. Yanma gelmeye çalıştığımızda bize bağırdı. Parmakla-
rından uzun tırnaklar çıktı, dişleri uzadı. Albanara idi," dedi Yaşam
Sihirbazı titreyerek. "Güçlüydü. Hayır, biz yaklaşamadık. Bu yüz-
den Duuk-tsarithlen çağırdık. Geldiler, bebeği aldılar ve annenin
uyuması için bir büyü yaptılar. Yanından ayrıldık ve o gece kaçtı."
"Ama, o zaman, neden bu konuda hiçbir kayıt yok?" diye ısrar
etti Lord Samuels, yüzü ciddi. Joram Yaşam Sihirbazı'na dikmişti
gözlerini, ama gözlerinde, taş bebekten daha fazla yaşam yoktu.
"Ah, kayıt vardı!" diye gıdakladı Yaşam Sihirbazı öfkeyle. "Ka-
yıt vardı." Pençe eli kahve kaşığı büyüklüğünde bir yumruk oluş-
turdu. "Ben oradayken çok iyi kayıt tutardık. Çok çok iyi. Ertesi
gün, Anja'nm yok olduğunu fark ettiğimizde Duuk-tsarithler götür-
dü kayıtlan. Kıymetli kayıtlanmzı onlara sorun. Senin için fazla
fark edeceğinden değil, zavallı çocuk," diye ekledi başını bir kena-
ra eğip Joram'a acıyarak bakarken.
"Demek bu genç adamın," -Lord Samuels Joram'a doğru başını
salladı. Bakışlannda öfkeden çok ilgi ve üzüntü vardı- "çocuk oda-
sından çalındığından eminsiniz, öyle mi?"
"Emin mi? Evet, eminiz." Yaşam Sihirbazı sırıttı. Ağzında, bir
kuş gagasında olduğundan daha fazla diş yoktu.
"Duuk-tsarith\e.r böyle olduğunu söyledi ve bu bizim emin ol-
mamızı sağladı. Çok çok eminiz, lordum."
"Ama saydınız mı? Eksik bebek var mıydı?"
"Duuk-tsarithler olduğunu söyledi," diye tekrarladı yaşlı kadın,
kaşlannı çatarak. "Duuk-tsarithler olduğunu söyledi."
"Ama siz kontrol eltiniz mi?" diye tekrar denedi Lord Samuels.
"Zavallı çocuk," dedi Theldara yalnızca. Boncuk gözleri pırılda-
yarak Joram'a baktı. "Zavallı çocuk."
"Kes sesini!" Joram dengesizce ayağa kalktı. Yüzü kararmıştı,
39S

ITİAR£ARJÎ UJEIS St ÎRACY HlCKJTIAn


dudağını ısırdığı yerde kan pırıldıyordu. "Kes sesini," diye hırlad
yine. Theldara'ya öyle bir öfkeyle bakıyordu ki, kadın divanda bu
züldü ve Lord Samuels telaşla ikisinin arasına girdi.
"Joram, lütfen," diye başladı, "sakinleş! Düşün! Burada mantık-
lı gelmeyen çok şey var.
Ama Joram adamı ne görüyor, ne de işitiyordu. Başı zonkluyor-

du, çatlayacak sanıyordu. Yan kör, dönerek başını kavradı, çılgın


gibi saçlarını yolmaya başladı.
Saçlarının kökündeki kanı ve genç adamın vahşi bakışlarındaki
çılgınlığı gören Lord Samuels, yatıştırmak için elini Joram'ın üzeri-
ne koymaya çalıştı. Joram acı bir haykırışla adamı ittirerek uzaklaş-
tırdı, neredeyse yere yıkıyordu.
"Acımak!" diye soludu Joram. Nefes alamıyordu. "Evet, bana
acı! Ben," -nefes almaya çalıştı- "kimim ki?" Ve yine saçlannı tutup
yolmaya başladı. "Yalan! Hepsi yalan! Ölü... ölü..."
Döndü, körcesine kapıyı arayarak odadan çıkmak istedi.
"Açılmayacaktır, delikanlı. Büyüyü güçlendirdim. Burada kalıp
beni dinlemelisin! Her şey bitmiş değil! Duuk-tsarith\er neden bu
konu ile ilgilendiler? Daha fazla araştırmalı..." Lord Samuels, belki
Joram'a da büyü yapmayı düşünerek bir adım attı.
Joram onu görmezden geldi. Kapıya ulaşınca açmaya çalıştı,
ama -Lord Samuels'in dediği gibi- büyü onu durdurdu. Ellerini bi-
le görünmez, aşılmaz engelin ötesine geçiremiyordu ve etkisiz bir
öfkeyle büyüyü dövmeye başladı. Bilinçli olarak düşünmeden, yal-
nızca içinde yavaş yavaş boğulduğu bu odadan kaçması gerektiğini
bilerek, Joram sırtındaki kından Karakılıç'ı çıkardı ve kapıyı silah-
la biçti.
Karakılıç çekildiğini hissetti; sahibinin varlığının ısısı metal be-
deninde atmaya, Karakılıç büyüyü emmeye başladı. Üzerine kılıç
inen kapının ahşabı, büyü ile aynı anda parçalandı. Jheldara çığlık
39f)

KARAKJLlÇln YAZGISI
atmaya başladı -yüksek, tiz bir sesi vardı- ve Lord Samuels kendi-
ni zayıf hissedene, bedenindeki Büyü akıp gidene kadar şaşkınlık
içinde bakakaldı. Karakılıç seçici değildi, yapıcısı henüz potansiye-
lini ya da nasıl kullanacağını bilmiyordu. Çevresindeki her şeyden
ve her yerden büyü emiyor, kendi gücünü arttınyordu. Metal tuhaf
bir beyaz-mavi ışıkla parlamaya başladı. Kılıç ateşin ölmesine, şö-
minenin üzerindeki büyülü kürelerin ışığının solmasına ve sonun-
da hepten sönmesine sebep oldu.
Lord Samuels kıpırdayamıyordu. Bedeni ağır ve yabancı geli-
yordu, sanki aniden bir başka adamın bedenine girmiş, onu nasıl
kullanacağını bilmiyordu. Kâbus gibi bir dehşet içinde, neler olup
bittiğini anlayamadan, tepki gösteremeden izliyordu.
Kapı Joram'm ayaklarının dibine kıymık kıymık düştü. Diğer
yanda, kılıcın mavi-beyaz parlaklığını yansıtarak, Gvvendolyn du-
ruyordu.
Kulağını kapıya dayamış, yüreği tatlı, şen fantazilerle dans ede-
rek, zihni Joram dışarı çıkıp ona iyi haberi verdiğinde nasıl şaşır-
mış gibi yapacağını planlayarak, dinliyordu. O şen fantaziler birer
birer iblis kanatlan çıkarmıştı; danslan dehşete dönüşmüştü. Taş-
tan bebekler; soğuk, katı bedeni emziren zavallı, deli anne; Duuk-
tsarithlerin karanlık hayaletleri; çaldığı bir bebekle geceleyin kaçan
Anja...
Gwendolyn geriye, kapalı ve büyüyle kilitlenmiş kapıdan uzağa
çekilmiş, haykmp kendini ele vermemek için elini ağzına bastır-
mıştı. Duyduklarının korkunçluğu ruhunu, hızla yükselen bir selin
pis suları gibi kaplamıştı. Tüm yaşamı boyunca korunup kullan-
mıştı, içindeki kız çocuğu belirsizce anlıyordu -çocuk doğurmak
gibi şeyler hiç konuşulmamıştı. Ama derinliklerdeki kadın tepki
göstermişti. Binlerce yıl boyunca gelişen içgüdüler acıyı ve ızdırabı
paylaşmasını, yalnızlığı, üzüntüyü hissetmesini, hatta o çılgınlığın
397

ITİARÖARft U/EİS & TRACY HlCKJllAn


teselli getirdiğini anlamasını sağlamıştı -gece göğünün engin ka
ranlığmda parlayan minik bir yıldız gibi.
Gwendolyn Joram'm acı dolu haykırışını duymuştu, öfkesini
kızgınlığını duymuştu ve kız oradan kaçmak istemişti. Ama kadın
kalmıştı ve kapıyı yanp geçtiğinde Joram'm karşısına çıkan kadın-
dı. Joram kılıcı elinde, sert sert baktı ona. Vahşi bir şekilde, alev
alev parlayan kılıcın parıltısı, kül gibi bir suratın ortasından ona ba-
kan mavi gözlerde yansıyordu.
Joram onun her şeyi duyduğunu anladı ve aniden engin bir ra-
hatlama hissetti. Gözlerindeki korkuyu görebiliyordu. Sonra acı-
ma, sonra küçük görme gelecekti. Kaçmamazdı. Aslında, hemen
gelmesini istiyordu. Ondan nefret ederek gitmek daha kolay ola-
caktı. Minnetle karanlığa gömülecek, bir daha asla oradan çıkama-
yacağını bilecekti.
"Demek, hanımefendi," -kılıcın parlak ışığı kadar şiddetli, alçak
bir sesle konuşuyordu- "biliyorsun. Benim önemsiz biri olduğumu
biliyorsun." Joram sert bir yüzle Karakılıç'ı kaldırdı, beyaz-mavi
alevlerinin karşısındaki kadının iri gözlerinde yanmasını izledi. "Bir
zamanlar, ne olduğumun senin için fark etmediğini söylemiştin,
Gwendolyn. Beni seveceğini, benimle geleceğini söylemiştin." Ka-
rakılıç'ı yavaş yavaş sol eline alan Joram, sağ elini uzattı. "O zaman,
benimle gel." Alayla güldü. "Yoksa sözlerin, tüm diğerlerinin sözle-
ri gibi yalan mıydı?"
Gwendolyn ne yapabilirdi? Joram kabaca, onu reddetmeye zor-
layarak konuşuyordu. Ama Gwen bunun arkasını görebiliyordu;
gözlerindeki acıyı, ızdırabı görebiliyordu. Onu reddederse, ona sır-
tını dönerse, ümitsizliğinin kuru çölüne yürüyeceğini, kumun altı-
na gömüleceğini biliyordu. Joram'm ona ihtiyacı vardı. Kılıcının
dünyadaki büyüyü emmesi gibi, onun sevgi susuzluğu da Gwen'in
sunabileceği her şeyi içip kurutacaktı.
398

K_ARİ»KJLIÇln YAZGISI
"Hayır, yalan değildi," dedi sakin, titremeyen bir sesle.
Elini uzatarak onun elini tuttu. Joram ona hayretle, kendisiyle
mücadele ederek bakıyordu. Bir an onu fırlatıp uzaklaştıracak ol-
du. Ama Gwen ona sıkıca tutundu, ona sadık bir sevgi ve kararlı-
lıkla baktı.
Joram Karakıhç'ı indirdi. Gwen'in elini bırakmadan başını eğdi
ve ağlamaya başladı -acı gözyaşları bedenini öyle paralıyordu ki,
onu ikiye böleceklerini sandı. Gwen nazikçe kollarım ona doladı ve
sıkıca sanlarak, bir çocuğu avutur gibi avutmaya başladı onu.
"Hadi, gitmeliyiz," diye fısıldadı. "Burası artık senin için tehli-
keli."
Joram ona tutundu. Kendi iç karanlığında kaybolmuştu, nere-
de olduğunu bilmiyordu, kendi güvenliğine aldırmıyordu. Ona do-
lanmış kollar olmasa yere çökebilirdi.
"Gel!" diye fısıldadı Gwen telaşla.
Joram donuk donuk başını salladı. Sendeleyen ayaklan onu ta-
kip etti.
"Gvvendolyn! Hayır! Çocuğum!" Lord Samuels yalvararak ona
seslendi. Ümitsizce hareket etmeye çalıştı, ama Karakıhç içindeki
Yaşam'ı tüketmişti. Sadece çaresizce durup izleyebiliyordu.
Gvvendolyn dönüp babasına bakmadan, sevmeyi seçtiği adamı
götürdü.
399

6
BUDALALIĞIN ŞEREFİNE
Ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeyen Gwen, Joram'ı Ateş
katma götürdü. Burada, çevrelerindeki alev alev yanılsamalarca da-
ha da karanlık kılman karanlık bir oyukta, her sesle irkilerek, nefes
bile almaya korkarak saklandılar.
"Dıaık-tsarithler bizi aramaya başlamadan uzaklaşmalıyız," diye
fısıldadı Gwen. "Babam daha ne kadar o büyünün etkisi altında ka-
lacak?"
Joram kendim biraz toplamıştı, ama hâlâ, ölen bir adamın yaşa-
ma asılması gibi Gwen'e tutunuyordu. Kolunu ona dolamış, sıkıca
kendine çekmiş, kara başı onun altın basma dayanmış, gözyaşlan
onun yumuşak saçlannda kuruyordu.
"Bilmiyorum," diye itiraf etti Joram acı acı, sol elindeki Karakı-
lıç'a bakarak. "Ama uzun sürmez, sanırım. Bu kılıcın nasıl işlediğini
henüz bilmiyorum."
Çirkin, biçimsiz silaha bakan Gwen ürperdi. Joram onu koru-
mak istercesine, daha da yakma çekti ve onu kendisinden koruma-
ya çalıştığı gerçeğini fark etmemiş gibi yaptı.
Gwen anlamadı, ama yine de başını salladı. Korkmuş ve kafası
karışmıştı, kararından çoktan pişman olmaya başlamıştı, kendi yü-
reği de üzüntüyle paralanıyordu, çünkü ailesine yıkıcı bir darbe in-
dirdiğini biliyordu. Gwendolyn, Joram'm kollarında hissettiği acı
400

KARAKJUÇin YAZGISI
dolu hazla daha şaşkınlaşmıştı. Orada, onun hızla atan yüreğine
yaslanarak kalmak için can atıyordu. Aslında, bir şekilde daha da
yakın olmak, o haz ve acının içinde genişlediğini hissetmek istiyor-
du. Ama bu düşünce onun, midesinde soğuk bir korku ile sinmesi-
ne sebep oluyordu. Ve her şeyin üstünde daha gerçekçi, daha önem-
li bir yakalanma korkusu vardı.
"Saraydan çıkabilirsek," dedi, "nereye gideceğiz?"
"Merlyn Korulugu'na," dedi Joram hemen, aniden her şeyi kafa-
sında açıklığa kavuşturup. "Mosiah bizi orada bekliyor. Kapı'dan
gizlice çıkarız..." Kaşlannı çatarak durdu. "Simkin. Simkine ihtiya-
cımız olacak! O bizi çıkarabilir. Sonra, bu lanetli şehirden çıkınca,
Sharakan'a gideriz."
"Sharakan!" Gvven'in nefesi kesildi, gözleri korkuyla irileşti.
Joram ona kısaca, güven verircesine gülümsedi. "Oradaki Prensi
tanıyorum," dedi. "Dostumdur." Uzaklara bakarak sustu. Belki de
Garald dostu değildi. Artık önemsiz biri olduğuna göre, belki de de-
ğildi. Hayır. Başını salladı. Hem, Karakılıç'ı vardı. Karataşı ve onu
nasıl döveceğini biliyordu. Bu onu önemli biri yapardı. Yüzü sertleş-
ti. "Ve karataş döveceğim," diye mırıldandı. "Bir ordu kuracağız.
Merilon'a döneceğim," dedi yumuşak bir sesle, kılıcın üzerindeki
kavrayışı sıkılaşmıştı. "Ve ne istersem alacağım! Bu da beni önemli
biri yapacak!"
Gwendolyn'in kollarında titrediğini hisseden Joram mavi gözle-
re baktı. "Korkma," diye mırıldandı gevşeyerek. "Her şey yoluna gi-
recek. Göreceksin. Seni seviyorum. Seni incitecek bir şeyi asla yap-
mam." Eğilerek onu nazikçe alnında öptü. "Sharakan'da evleniriz,"
diye ekledi, onun titremesinin azaldığını hissederek. "Belki Prens de
düğünümüze gelir.
"İşte!" dedi bir ses, onları çevreleyen alev alev, hayali cehenne-
min içinden. "Kara Ölüm sız ikinizi her yerde anyor ve ben sizi bir
401
rrlARCARft U/EİS Ö ÎRACY HlCKjnAn
köşede saklambaç oynarken buluyorum!"
Joram kılıcını kaldırarak hızla döndü. "Simkin!" dedi soluk so
luga, yeniden nefes almayı başardığında. "Bir daha bu şekilde üzeri-
me gelme!" Kılıcı indiren Joram kılıç kullanan elinin tersiyle yüzün-
deki teri sildi. Gwen, duvara bastırılmaktan yan boğulmuş durum-
da, arkasında belirdi.
"Benim sevgili kumrulanm," dedi Simkin kayıtsızca, "sizi temin
ederim ki benden daha kötü ve çirkin bir şey her an üzerinize gele-
bilir. Alarm verildi."
Joram dinledi. "Ben bir şey duymuyorum."
"Duymazsın, elbette, seni ihtiyar aptal." Simkin eliyle sakalını sı-
vazladı. "Burası saray, unuttun mu? Majesteleri'ni alt üst etmek ya
da İmparatoriçe'yi bu hassas haliyle irkiltmek olmaz. Ama arayan
gözler, dikilen kulaklar ve seyiren burunlar olduğundan emin ola-
bilirsiniz. Koridorlar canlı."
"Umutsuz," diye fısıldadı Gwen, Joram'a yaslanarak. Yanakların-
dan gözyaşları süzülmeye başlamıştı.
"Hayır, hayır. Tam tersine," dedi Simkin. Bu soytannız sizi bu-
dalalığınızdan kurtaracak. Bu hoşuma gitti, aklımda tutmalıyım."
Başını yapmacıklı yapmacıklı arkaya deviren Simkin, uzun burnu-
nun üstünden, Gwen'e baktı. "Sen harika bir Mosiah olursun, haya-
tım. En iyi Mosiahlanmdan biri." Aniden elinde beliren portakal
renkli ipek parçasını sallayan Simkin, onu Gwen itiraz edemeden
başına koydu, bir ya da iki sözcük söyledi, sonra "Abrakadabra!" di-
ye bağırarak ipek parçasını çekti.
Şimdi Joram, Mosiah'a dayanmış, yüzündeki yaşlan siliyordu.
Kendine bir bakış fırlattı, dehşet içinde bir çığlık attı ve vahşi göz-
lerle Simkin'e baktı.
"Harika," dedi Simkin, ona kendinden hoşnut bir şekilde, gözle-
rinde haylaz bir neşe pırıltısıyla bakarak. "Şimdi çok moda, biliyor-
402

KARÜKJLIÇin YAEGİSİ
sun."
Joram kızararak kolunu, şimdi kuvvetli, yakışıklı bir genç adam
olan kişinin omuzlanndan çekti. Ama o kuvvetli, yakışıklı genç
adam aslında korkmuş bir genç kızdı. Ümitsizlik içindeki joram'ı
babasının, savunmasız bir etten heykel gibi durduğu odadan çıka-
ran, dışarıdan bakıldığında güçlü olan Gwen'di. Bu saklanma yerini
bulan, Joram'm başını göğsüne dayayan, onu teselli eden, hep ora-
da olan, onu tutsak etmeye hazır bekleyen karanlıkla mücadele et-
meye başlayana kadar ona sarılan Gwen'di.
Ama gücü tükenmeye başlamıştı. Duuk-tsarithkrin, o kâbus ki-
şiliklerin soğuk, görünmeyen ellerini kurbanlarının üzerine koy-
duklarını, onları bilinmeyen yerlere sürüklediklerini hayal etmek
onu korkutmuştu. Şimdi de kendisini yabancı bir bedende bulmuş-
tu. Kuvvetli, genç adam omuzlan sarsılarak, yüzünü ellerine sakla-
yarak, kontrol edilemez bir şekilde ağlamaya başladı.
"Lanet olsun, Simkin!" diye mırıldandı Joram, kolunu huzursuz-
lukla Mosiah'ın geniş omuzlanna dolayıp, tuhaf bir şekilde arkada-
şını teselli ediyormuş gibi hissederek.
"Diyorum ki, bu işe yaramaz," dedi Simkin sertçe, Mosiah'a dik
dik bakarak. "Kendini topla, eski dostum!" diye emretti, genç ada-
mın sırtına sıkı bir şaplak indirerek.
"Simkin!" diye başladı Joram öfkeyle, sonra durdu.
"Haklı," dedi Mosiah yutkunarak ve kendini Joram'dan uzaklaş-
tırdı. Mavi gözlerde, gözyaşlannm arasından parlayan bir kahkaha
ışıltısı bile vardı. "Ben iyiyim. Gerçekten iyiyim."
"Aferin benim oğluma!" dedi Simkin takdirle. "Şimdi, benim ka-
ranlık ve kasvetli dostum, sana da aynısını yapmalıyız -Amanın, ya-
pamayız." tpek parçası bir an şaşkın şaşkın havada dalgalandı. "O
lanet kılıç, biliyorsun. Onu kaldır."
Joram gönülsüzce, kaşlarını çatarak denileni yaptı ve kılıcı sırtın-
403

ITİARCARJT U7EIS & tR^CY HlCKBIAn


daki kına takıp, sonra cüppesiyle üstünü örttü. "Ne yapacaksın?" H
ye sordu Simkin'e sertçe. "Beni Mosiah'a çeviremezsin, bu kıhç U2p
rimdeyken olmaz. Ve ben de onu bırakmam," diye ekledi, Simkin'in
gözlerinin parladıgını görünce.
"Ah, pekâlâ." Simkin bir an yuvadan düşmüş kuş gibi göründü
sonra omuzlarım silkti. "O zaman elimizden gelenin en iyisini yapa-
rız herhalde, sevgili oğlum. Giysi değiştirmek yeterli olmak zorun-
da. Hayır, itiraz etme."
Joram portakal renkli ipek parçasının bir hareketiyle Simkin ile
aynı tabut taşıyıcı kıyafetine büründü -beyaz cüppe ve beyaz başlık.
"Başlığı yüzüne doğru çek," dedi Simkin, kendi talimatlanna
uyarak. "Ve gevşeyin, ikiniz de. Merilon'un Kraliyet Sarayı'nda bir
partiye katılıyorsunuz. Tepeniz uçacak kadar canı sıkılmış görün-
melisiniz, aklınızı kaybedecek kadar korkmuş değil. Evet, bu daha
iyi," dedi, portakal renkli ipek parçasıyla Mosiah'm gözyaşı izlerini
silip, Joram'm yumruklarını açışını izlerken.
"Eğer her şey yolunda giderse," diye devam etti Simkin serinkan-
lılıkla, "yalnızca tek bir kötü an yaşanacak -o da ön kapıda olacak..."

"Ön kapı mı!" Joram kaşlannı çattı. "Ama kuşkusuz arka kapılar
olmalı..."
"Benim zavallı, saf oğlum." Simkin içini çekti. "Soytarın olmasa
ne yapardın? Herkes senin arkadan sıvışmanı bekliyor olacak, anla-
mıyor musun? Arka kapıların yanında Duuk-tsant\ı\tr, yağmur son-
rası mantarlan gibi bitiyor olacak. Diğer yandan, önde yalnızca iki
düzme falan olmalı. Ve sıvışmayacağız! Hayır, gururla, sallanarak çı-
kacağız! Kasabada bir gece geçirmek içm dışanya giden üç sarhoş
olarak."
Mosiah'm solgun yüzüne bakan Simkin neşeyle ekledi, "Endişe-
lenme. Başaracağız! Hiçbir şeyden kuşkulanmayacaklar. Hem, güzel
bir kadın ve kasvetli bir delikanlı anyor olacaklar -iki tabut taşıyıcı
404

KARPKJLiçın YAEGİSİ
ve bir köylü değil."
Mosiah solgun bir şekilde gülümsemeyi başardı; Joram başını
salladı. Bundan hoşlanmamıştı, hiçbirinden, ama başka çaresinin ol-
madığını düşünüyordu. Daha iyi bir şey gelmiyordu aklına, beyni
ağır işliyordu; bir adım atmak için bile zorlaması gerekiyordu onu.
Gerçeklik hızla uzaklaşıyordı ve ipin ucunu bırakmaktan memnun-
du.
"Diyorum ki," dedi Simkin bir an sonra, Joram'a bakarak. "Sanı-
rım bu Baronluk işi suya düştü, öyle mi?"
. "Evet," diye yanıt verdi Joram kısaca. Keşiflerinin verdiği keskin
acı, sonsuza dek onu terk etmeyecek donuk, zonklayan bir ağnya
dönüşmüştü. "Anja'nm çocuğu doğumda ölmüş," dedi, ifadesiz bir
sesle. "Terk edilmiş, istenmeyen bebeklerin bulunduğu odadan bir
çocuk çalmış..."
"Ah," dedi Simkin hafiflikle. "Bana Nemo de, öyle mi? Ve şimdi,
hazır mıyız?" Birliklerini gözden geçirdi. "Hazrol! Ah, neredeyse
unutuyordum! Şampanya!" diye seslendi.
Ahenkli bir cam tıngırdaması karşılık verdi ve köpüklü şarapla
dolu bir tabur kadeh süzülerek gelip önderlerinin arkasında dizildi.
"Herkese birer tane," dedi Simkin, dolu bir kadehi Mosiah'm
gevşek eline tutuşturup, bir tane de Joram'a vererek. "Unutmayın,
neşe, eğlence, en mutlu günümüz!"
Kadehi dudaklanna kaldırarak tek yudumda içti. "İçin, için!" di-
ye emretti. "Şimdi! İleri! Marş!" Portakal renkli ipek parçasını hava-
da sallayarak, gururla önlerinde dalgalanmak üzere ileri gönderdi.
Sonra, Mosiah'm koluna girdi, Joram'a da diğer yanda aynısını yap-
masını işaret etti.
"Budalalığın şerefine!" diye bildirdi Simkin ve hep beraber, şam-
panya kadehleri neşeyle arkalannda tmgırdarken, alev alev yanılsa-
malara doğru sendeleyerek ilerlediler.
405

7
EN SON MODA
Mosiah -gerçek olanı- Merlyn Koruluğu'nun ağaçlarının gölge-
leri arasında diz çökmüş, endişeyle karanlığın içine bakıyordu. Ko-
ruluk'ta yalnızdı, biliyordu -gece çöktüğünden beri her beş dakika-
da bir kendi kendine, güven verircesine tekrarladığı bir gerçekti bu.
Ne yazık ki pek işe yaramıyordu. Hiç de güvenli hissetmiyordu ken-
dini. Karanlıktan sonra buraya kimsenin gelmediğini söylediğinde
Simkin haklıydı. Mosiah neden olduğunu anlıyordu. Geceleyin Ko-
ruluk bambaşka bir yer oluyordu. Aslına dönüyordu.
Güneşin doğuşu ile birlikte, Koruluk sahip olduğu tüm çiçekle-
ri, kolyeleri ve mücevherleri takmıyordu. Kollannı sonuna kadar
açarak hayranlarını karşılıyor, onlan savurganca eğlendiriyordu.
Onlann kırılgan çiçekleri koparmalarına, solup, ayaklar altında öl-
mek üzere dikkatsizce bir kenara fırlatmalarına izin veriyordu. Kris-
tal havuzlara çöp atarken, çimleri ezerken onlan gülümseyerek izli-
yordu. Ağızlanndan toz bulutlan ile birlikte boş övgü sözleri ve hay-
ranlık çığlıkları dökülmesini dinliyordu. Ama geceleyin -ücret top-
lanıyor- Koruluk başının üzerine karanlıktan bir battaniye çekiyor,
mezarın çevresinde kıvrılıyor, yaralannı sararak uyanık vaziyette ya-
tıyordu.
Bitkilerin düşünceleri ve duygularına karşı bir Yaşam Sihirbazı
kadar hassas -belki hayatları yetiştirdikleri ekinlere bağlı olmayan
401,

KARfiKJLİÇin YAZGISI
bazı Yaşam Sihirbazlan'ndan da hassas- bir Tarla Büyücüsü olan
Mosiah çevresinde fısıldaşan öfkeyi, öfke ve hüznü duyabiliyordu.
Öfke Koruluk'taki yaşayan varlıklardan yayılıyordu. Mosiah'a
öyle geliyordu ki, hüznün kaynağı ölülerdi. Bu yüzden genç adam
Merlyn'in mezarını tuhaf bir şekilde rahatlatıcı buldu ve yakınında
oyalandı, elini gecenin serinliğinde bile ılık olan mermerin üzerine
koydu. Bu noktadan, dikkatle izledi, dinledi ve tekrar tekrar kendi-
ne yalnız olduğunu söyledi.
Ama Mosiah'm huzursuzluğu büyüdü. Ağaçlığın normal sesleri
-böyle dizginlenmiş bir ağaçlık olsa bile- derisinin karıncalanması-
na, gece havasında soğuk soğuk terlemesine sebep oluyordu. Ağaç-
lar gıcırdıyor, yapraklar fısıldaşıyor, dallar birbirine sürtünüyordu
-hepsinin uğursuz bir sesi, kötücül bir niyeti var gibiydi. O burada
davetsiz misafirdi, Koruluk'un huzursuz istirahatini bozuyordu ve
hoş karşılanmıyordu. Bu yüzden mezarın yanında öne arkaya yürü-
dü, ihtiyatlı gözlerini ormandan ayırmadı ve sinirle Baron olmanın
ne kadar süreceğini merak etti.
Aklım korkusundan uzaklaştırmak için, Mosiah Joram'ı servet
içinde yaşarken, güzel kansı yanında, en ufak dileğine koşan bir hiz-
metkâr ordusu ile hayal etti. Mosiah gülümsedi, ama gülümsemesi
bir iç çekişe dönüştü.
Bir yalanı yaşıyor olacaktı. Joram tüm hayatı boyunca bir yalanı
yaşamıştı ve artık sonsuza dek yalanla yaşayacaktı -öyle yapmak zo-
rundaydı, aslında. Joram servetin onu nasıl özgür bırakacağından
bahsediyor olabilirdi, ama bunun kendisini zaten bağlamakta olan
zincirlere yenilerini ekleyeceğini bilecek kadar sağduyusu vardı Mo-
siah'm. Zincirlerin demir yerine altından yapılmış olması pek fark
yaratmayacaktı. Joram asla Ölü olduğunu itiraf etmeyecekti. Mosiah
biliyordu. Asla denetçiyi öldürdüğünü itiraf etmeyecekti. (Şaryonun
aksine, Mosiah Blachloch'm ölümünü cinayet olarak görmüyordu ve
407

mARÖAREÎ UJEİS S( ÎRACY HlCKJIIAn


asla görmeyecekti.)
Ve sonra —ya çocuklar? Mosiah elini mermerin şekilli mermeri
üzerinde gezdirerek, dalgın dalgın kılıcın hatlannı parmağı ile taki
ederek başını salladı. Onlar da babalan gibi Ölü mü doğacaklardı?
Ölülerin çoğunun saklandığı gibi, Joram onlan saklayacak mıydı?
Yalan nesilden nesile aktarılacak mıydı?
Mosiah ailenin üzerine bir karanlığın yayıldığını, gölgesini önce
devamlı Olü çocuklar doğuran ama neden olduğunu asla anlamayan
Gwendolyn'in üzerine düşürdüğünü görebiliyordu. Sonra, bir yala-
nı yaşayan çocuklar -Joram'm yalanım. Belki de onlara Karanlık Sa-
natları öğretirdi. Belki, o zamana kadar, Sharakan ile savaş yapılırdı.
Teknoloji bu dünyaya geri döner, yanında ölüm ve yıkım getirirdi.
Mosiah ürperdi. Merilon'dan hoşlanmıyordu, insanlanndan ve ya-
şam tarzlanndan hoşlanmıyordu. Başta onu büyüleyen güzellik ve
harikalar şimdi gözlerinin önünde aşın parlak bir şekilde pmldıyor-
du. Ama bunun kendi hatası olduğunu düşünüyordu, Merilon hal-
kının değil. Onlar hak etmiyordu...
Bir el arkadan omzuna dokundu.
Hemen döndü, ama çok geçti.
Bir ses konuştu, büyü yapılmıştı.
Yaşam Mosiah'tan akıp gitti ve açgözlülükle Koruluk tarafından
emildi. Genç adam savunmasızca yere yığıldı, büyüsü çevresinde
duran siyah cüppeli şekillerin elleri tarafından etkisiz hale getirilmiş-
ti. Ama Mosiah Karanlık Sanatlann Karabüyücüleri arasında yaşa-
mıştı. O sırada aylarca büyü olmadan yaşamak zorunda kalmıştı ve
dahası, daha önce bu büyünün kurbanı olmuştu. Şok değeri azal-
mıştı ve bu yüzden Eksibüyü -ilk etkisi yıkıcı olsa da- onu tamamen
felç etmedi.
Ama Mosiah düşmanlarının bunu bilmesine izin vermeyecek ka-
dar kurnazdı. Yerde, yanağı nemli, soğuk çimenlere bastmlmış bir
408

KARİlKILIÇin YAZGISI
durumda yattı ve dehşetini sakinleştirmeye, gücünü tekrar kazan-
maya, bunu çevresindeki dünyanın büyüsünden değil, içindeki güç-
ten faydalanarak yapmaya çalıştı. Kaslarının emirlerine tepki verme-
ye başladığını, bedenini kontrol edebildiğini anladığı zaman, ayağa
fırlayıp kaçmamak için kendim zor tuttu. Bu bir işe yaramazdı. Asla
kaçamazdı. Yalnızca ona daha güçlü bir büyü yaparlardı, mücadele
edemeyeceği bir büyü.
Ve böylece saldırganları izleyerek, gücünün içinde arttığını his-
sederek, korkusunu zaptederek ve ümitsizce ne yapacağım düşüne-
rek yerde yattı.
Bunlar Duuk-tsarith idi elbette. Koruluk'un karanlığında nere-
deyse görünmez, siyah cüppeli şekiller Mosiah'm yanında yattığı
mezann beyaz mermerinin üzerinde göze çarpıyorlardı, iki taneydi-
ler ve birbirleriyle konuşuyorlardı, Mosiah'a o kadar yakındılar ki,
uzanıp siyah cüppelerinin eteklerini çekiştirebilirdi. ikisi de kayıt-
sızca genç adamı görmezden geliyordu, büyülerinin etkisinden şüp-
he etmeleri için bir sebepleri yoktu.
"Demek sarayı terk etmişler." Bir kadının sesiydi, soğuk ve gırt-
laktan gelen bir sesti ve Mosiah'm korkuyla ürpermesine sebep ol-
du.
"Evet, hanımefendi," diye yanıt verdi Savaşbüyücüsü. "Emretti-
ğiniz gibi gitmelerine izin verildi."
"Sorun çıkmadı mı?" Cadı endişeli görünüyordu.
"Hayır, hanımefendi."
"Lord Samuels, kızın babası?"
"Ele alındı, hanımefendi. Soru sormakta ısrar etti, ama zaman
içinde bunun kızının çıkarma olmayacağını anladı."
"Dilde susturulan sorular yüreğe uçar ve kök salıp büyürler," di-
ye mırıldandı Cadı, kadim bir deyişi tekrarlayarak. "Eh, bunu zama-
nı gelince ele alınz. Ama bana bu sorulan kökünden sökmeli, yeri-
409

riİAReARft U7EIS & tRACY HlCKJTlAn


ne zaman içinde kuruyup ölecek yeni bir gerçek ekmeliyiz gibi pei;
yor. Bu Piskopos Vanya'ya kalıyor, elbette, ama Piskopos Hazretleri
ile konuşma fırsatı bulana kadar, kızı da gözaltına alın."
Yanıt gelmedi, yalnızca Mosiah'm yanındaki cüppe titredi ve Mo-
siah Savaşbûyücüsü'nün karşılık olarak eğildiğini anladı.
Mosiah dikkatle dinledi, korkusu neler olup bittiğini öğrenme
ihtiyacının içinde kayboluyordu. Joram'ı bulmuş olabilirlerdi? Kara-
kılıç onu koruyordu. Ve beni nasıl bulabildiler, diye sordu kendine
Mosiah aniden. Yalnızca bu da değil, anlaşılan ikimiz arasındaki
bağlantıyı da öğrenmişler. Burada buluşacağımızı kimse bilmiyordu,
şey dışında...
"Koruluk'a doğru yola çıktılar mı?" diye sordu Cadı bir miktar
sabırsızlıkla.
"Hain öyle söyledi," diye karşılık verdi Savaşbûyücüsü, "ve bun-
dan kuşku duymak için sebebimiz yok."
Hain! Mosiah'm midesi bulanmaya başladı, içi burkuldu, boğa-
zına sıcak, acı bir tat geldi. Demek yanıt buydu. İhanete uğramışlar-
dı ve şimdi Joram dikkatle kurulmuş bir tuzağın içine yürüyordu.
Ama onlan kim ele vermişti? Havada portakal renkli ipek parçası
sallayan, beyaz cüppeye bürünmüş sakallı, genç bir adam görüntü-
sü canlı bir şekilde Mosiah'm gözlerinin önünde belirdi.
Simkin! Boğulacak gibi oldu. Gözyaşları gözlerini yaktı. Eğer ya-
pacağım son şey olsa bile, seni öldüreceğim!
Sakin ol, sakin ol, diye emir verdi zihni. Bir şans var. Joram'ı bul-
malı, onu uyarmalısın...
Mosiah kendini unutmaya, bir şey üzerinde yoğunlaşmaya çalış-
tı -kaçmaya. İhtiyatla, nefesini tutarak bir elini kıpırdattı, çünkü Du-
uk-tsarithlenn fark edeceğinden korkuyordu. Ama sohbete dalmış-
lardı, büyülerinin genç adamı tutsak aldığına güveniyorlardı. Mosi-
ah elinin sessizce yerde sürünmesine izin verdi ve parmaklan bir so-
410

«ARftKjLiçın YAHGİSİ
panm kaba yüzeyine dokunduğu zaman yüreği yerinden sıçradı. Bu-
nun bir araç olmasını boşver, Cansız olana Yaşam veriyor olmasını
boşver.
Eli silahın üzerine kapandı. Başım hafifçe kaldırarak yukarıya
baktı. Bedenini bir sevinç kapladı. Savaşbüyücüsü'nün sırtı ona dö-
nüktü. Kafasına hızlı bir darbe, gevşek bedeni kendin ile Cadı ara-
sında tut ve büyüyü engelle. Mosiah'm sopa üzerindeki kavrayışı sı-
kılaştı. Kaslan gerildi. Ayağa fırladı.
Yerden, keskin dikenler çıkaran Kij sarmaşığı dalları çıktı ve
kendilerini genç adamın üst kollarına ve kalçalanna sardı. Dikenler
etini delerken ve sarmaşık onu sıkı sıkı bağlarken Mosiah acı dolu
bir haykırışla sopayı düşürdü. Devrilerek, çimenlerin üzerinde, Sa-
vaşbüyücüsü'nün ayaklarının dibinde seyirerek yattı. Savaşbüyücü-
sü dönmüş, ona hayretle bakıyordu, sonra endişeyle Cadı'ya çevirdi
bakışlarım.
"Evet, hata yaptın," dedi kadın, Savaşbüyücüsü'ne. Büyücü
utanç içinde eğildi. "Cezanı daha sonra vereceğim. Şimdi, zamanı-
mız kısa. Yüzünü biliyorum. Şimdi sesini duymalıyım."
Kıvranan Mosiah'm yanında diz çöken Cadı elini üzerine koydu
ve dikenler aniden yok oldu. Mosiah gurultulu bir iç çekişle, inleye-
rek çimenlerin üzerinde yuvarlandı. Yüzlerce küçük yaradan kan sı-
zıyor, kollarından aşağı akıyor, giysilerini lekeliyordu.
"Adın ne?" diye sordu Cadı soğuk bir sesle, genç adamın terli,
acıyla burulmuş yüzünü kendine çevirip dikkatle incelerken.
Mosiah başını salladı ya da en azından denedi bunu; daha çok
bir spazm gibiydi.
Cadı ifadesiz bir yüzle bir sözcük söyledi ve sarmaşıkların üze-
rinde tekrar dikenler çıkarken Mosiah korkuyla nefesini tuttu. Bu
sefer etini delmiyor, yalnızca rahatsız ediyordu.
"Henüz değil," dedi Cadı, solgun yüzdeki düşünceleri okuyup,
4II

rriAR£AR£T IUEİS § tRACY HlcıyıiAn


gözlerin irileştiğini görünce. "Ama deriyi delene kadar büyûmev
devam edecekler. Sonra kaslarını, sonra iç organlarını ve onlarla be
raber hayatını. Şimdi, yine soruyorum. Adın ne?"
"Neden? Ne fark eder ki?" diye inledi Mosiah. "Zaten biliyorsun!"
"Komik çocuk," dedi Cadı ve bir sözcük daha söyledi. Dikenler
biraz daha büyüdü.
"Mosiah!" Başını acı içinde çevirdi. "Mosiah! Lanet olsun! Mosi-
ah, Mosiah, Mosiah..."
Sonra planlan acı sislerini deldi. Mosiah boğulur gibi oldu, söz-
cüklerini yutmaya çalıştı. Dehşet içinde izlerken Cadı, Mosiah'ın gö-
rüntüsüne büründü. Yüzü -Mosiah'ın yüzü. Giysileri -onun giysile-
ri. Sesi -onun sesi.
"Ona ne yapacağız?" diye sordu Savaşbüyücüsü alçak sesle. Ha-
tasının acısını unutmadığı açıktı.
"Onu Koridor'a at ve Yabantopraklar'a gönder," dedi Cadı -şim-
di Mosiah- ayağa kalkarken.
"Hayır!"
Mosiah, onu sürükleyerek ayağa kaldıran Savaşbüyücüsü'nün
güçlü elleri ile mücadele etmeye çalıştı, ama en ufak bir hareket bi-
le dikenlerin bedenine saplanmasına sebep oluyordu. Acı dolu bir
haykırışla yere yığıldı. "Joram!" diye haykırdı ümitsizce, Koridor'un
karanlık boşluğunun yeşillikler arasında belirdiğini görünce. "Jo-
ram!" diye bağırdı, arkadaşının duymasını umarak, ama yüreğinde
umutsuz olduğunu bilerek. "Kaç! Bu bir tuzak! Kaç!"
Savaşbüyücüsü onu Koridor'a soktu. Koridor Mosiah'ın üzerin-
de kapanmaya başladı. Dikenler etini deldi, kan derisinin üzerinde
ılık ılık aktı. Dışanya baktığı zaman şimdi kendisi olan Cadının onu
ifadesiz bir yüzle izlediğini gördü.
Sonra kadın ellerini açtı.

"Şimdi çok moda," dediğini duydu kendisinin.


412

8
BİN MOSIAH İLLÜZYONU
"Ben oraya girmek istemiyorum," dedi Gwendolyn titrek bir
sesle, Koruluk'un fısıltılı karanlığına bakarak.
"Sen... sen ve ben... ikimiz," dedi Simkin Joram'a doğru sen-

deleyip onu neredeyse yere yıkarak.


Simkin'in dizlerinin bağı çözülüp yere yığılırken Joram sinirle
genç adamı yakaladı. Kollarını Joram'm boynuna dolayan Simkin
bir sır verircesine fısıldadı. "Gejenin bu saathinde jehennem gibi
jan sıkıcı olur."
"Senin de oraya girmeni istemiyorum," diye ekledi Gwendolyn,
gece havasında titreyerek. Sif-Hanarlar yukandaki şehirde ılık ba-
har rüzgârları estiriyor olsa da, Bahçe'nin gür yeşilliği onu şehirden
daha serin kılıyordu. Ya da belki geceleyin Koruluk'ta SiJ-Hanarla-
nn büyüsünün bile ısıtamadıgı bir soğukluk vardı.
"Neden arkadaşın bizi dışanda beklemedi ki?"
"Kaçak durumda, unuttun mu?" diye yanıt verdi Joram, çevre-
sine sarhoş ciddiyeti içinde bakınmakta olan Simkin'e destek ola-
rak, "bizim gibi. Bundan sonra hayat farklı olacak, hanımefendi."
Sert olmak istemiyordu, ama öfkesi ve hayal kırıklığı -saraydan
kaçışın korkuyla işlenmiş heyecanıyla birlikte- siyah kuğunun sır-
tında Merilon'da yaptıkları yolculukla geri dönmüştü. Koruluk'un
kasvetli, ürkütücü havası ve düşünceli bir şekilde tüm şampanya
413

fflAReAREt U/EIS ft tRflCY HlCKJIlAn


kadehlerini boşaltan Simkin'e duyduğu kızgınlıkla da güçlenmist'
"Dufc-şritler kabarjıkları... takip ederek... bizi bulamayajaklar "
diye bildirmişti.
Gvvendolyn başını eğdi. Artık kendi şekline dönmüştü ve altın
başın eğildiğini, narin bedenin -sözcükleriyle incinerek- çöktüğü-
nü gören Joram bundan sonra içindeki karanlık hayvanı zincirli
tutmak için daha fazla özen göstermesi gerektiğini fark etti.
"Ayağa kalk!" diye azarladı Simkin'i, onu ayağa dikerken.
"Başüstüne, kapthan." Simkin selam verdi, parmak uçlannda
zarif bir dönüş yaptı ve dümdüz çimenlerin üzerine yıkıldı.
Onu görmezden gelen Joram Gwendolyn'i kollarına aldı. "Üz-
günüm," diye mırıldandı^."J3eni affet.
"Hayır, özür dilemesi gereken benim," dedi Gwen, gülümsemek
için zayıf bir çaba göstererek. "Haklısın. Bu tür şeyleri düşünmeye
başlamam gerek." Joram'ı ittirip kendisinden uzaklaştırdı, dimdik
durdu, dudaklannı sıktı, başını arkaya attı. "Seninle beraber içeri
gireceğim," dedi.
"Hayır, buna gerek yok," dedi Joram, gecenin karanlığında kay-
bolan o yarım gülümsemesi ile gülümseyerek. Sen burada Sim-
kin'le kal..."
"'Benimle kal, sevgilim ol,'" diye şarkı söyledi Simkin çimenle-
rin arasında oturduğu yerden. " 'Kamıbahar yetiştirelim seninle..."
"Bir daha düşününce," dedi Joram, "belki de benimle gelsen da-
ha iyi olacak."
"Geleceğim. Gelmeyi tercih ederim! Korkmayacağım. Artık
korkmayacağım. Benimle gurur duymanı istiyorum," diye ekledi
Gwen özlemle.
"Duyuyorum. Ve seni seviyorum!" dedi Joram. Eğilip dudakla-
rını onun dudaklarına dokundurdu ve ruhunda işleyen yaraya
merhem sürmüş gibi oldu. "Gel o zaman. Uzak değil. Mosiah me-
414

KARBKILIÇin YAZGISI
zarın yanında olacak. Onu alırız, sonra dönüşte bu sarhoş serseriyi
toplanz. Sonra saraydan kaçtığımız gibi kolayca Kapı'yı geçeriz ve
Sharakan'a doğru yola çıkarız!"
"Hangi sarhoş serseri?" diye sordu Simkin, çevresine kızgın kız-
gın bakarak. "Dayanamadığını tek şey. Ne zaman... içmeyi bıraka-
cağını bilmeyen... bir adamdır.
Birbirinin ellerine sıkı sıkı tutunan, öfkeli Koruluk'ta Mosiah'm
yaşadığı aynı duygulan ve mantıksız korkulan yaşayan Joram ile
Gwendolyn hızla, bir an önce arkadaşlanm bulup burayı terk etme-
ye can atarak yürüdüler. Konuşmuyorlardı. Koruluk'ta bir sessizlik
vardı. Huzur dolu bir sessizlik değildi bu, Koruluk nefesini tutu-
muş gibi, bekleyen avcının sessizliği gibiydi. Sessizlik içinde bir fı-
sıltı, haykırış gibi gelecekti. Yürekleri yüksek sesle gümbürdüyor-
du ve Joram otlann içinde sessizce ilerlese de, Gvvendolyn yürü-
mek yerine yanında havada süzülse de, geçerken yaptıkları gürültü
kulaklanna ordulann gümbürtüsü gibi geliyordu.
Gündüz boyunca neşeyle köpüklenen, ama şimdi kıyılann ara-
sında sessizce, otlann arasında süzülen bir yılan gibi kötü niyetli-
likle akan çayı takip eden Gwen ile Joram, labirentin içinde yolla-
rını kolaylıkla buldular ve sonunda Koruluk'un yüreğine ulaştılar.
Merlyn'in mezarı meşe halkasının ortasında tek başına duruyor,
beyaz mermeri aydan daha solgun, daha soğuk parlıyordu. Âşıkla-
rın elleri daha sıkı kenetlendi, birbirlerine daha fazla yaklaştılar. Jo-
ram aniden, mezardan yansıyan ürkütücü ışığı yansıtan beyaz cüp-
pelerini fark etti. Açıklığa adım attığı anda kolay bir hedef olacak-
lardı.
Korkmayı gerektirecek bir şey olmadığını hatırlattı kendi ken-
dine. Nasıl olabilrdi ki? Saraydan kaçmışlardı...
"Dur!" diye uyardı Gwen ve -dostça bir halleri olmasa da- on-
415

mftR£AR£t UİEIS d tRACY HfCKJIIAn


lan karanlıktan bir örtüyle kaplayan ağaçların gölgelerine doğru ce
kildi. İkisi nefeslerini tutup, izleyerek beklediler. Açıklık boş ooru
nüyordu. Mezarın yanında hiç kimse yoktu. Yoksa var mıydı? Ora
da hareket eden birisi miydi? Ayırt edilemeyecek kadar uzaktı
Joram'm eli Karakılıç'ı çekmek için karıncalandı, ama buna ce-
saret edemedi. Kılıç büyü emmeye başlayacak, hem Gwen'in, hem
Mosiah'm güçlerini tüketecekti. Kapı'dan geçmek için bu ikisinin
sahip oldukları tüm güce ve tüm büyüye ihtiyaçlan olabilirdi; Jo-
ram bu noktada Simkirı'i hesap dışı bırakıyordu.
"Sanırım o senin arkadaşın!" diye fısıldadı Gwen, Joram'm elini
sıkarak.
"Evet." Joram karanlığın içine baktı ve mezarın onlara yakın ta-
rafında birisinin yürüdüğünü gördü. "Evet, haklısın! Bu Mosiah.
Hayır, sen burada bizi bekle." Gvven'in elini bıraktı ve ilerlemeye
başladı.
"Joram!" Gwen beyaz cüppesinin yenini yakaladı.
"Ne, hayatım?" Sesi nazikti. Yüzüne bir sabır ifadesi yerleştir-
meye çalışarak ona bakmak için döndü. Ama onu aldatamamış ol-
malıydı, çünkü eli yeninden gevşekçe düştü.
"Yok bir şey," dedi, mezarın hayalet ışığında zar zor görülen
uçucu bir gülümsemeyle. "Yalnızca benim aptalca korkularım yine.
Lütfen acele et," dedi. Dudaklan o kadar katıydı ki, zar zor oynatı-
? yordu.
"Olur," diye söz verdi Joram ve güven verici bir gülümsemeyle
dönerek açıklığa yürüdü.
"Mosiah!" diye geceye doğru yumuşak sesle seslenmeyi göze al-
dı.
Şekil irkilerek döndü ve karanlıkların içine baktı. Joram elini
kaldırdı. Sonra, şeklin tereddüt ettiğini görünce, aklına Mosiah'm
onu beyaz cüppe içinde görmeyi beklemiyor olacağı geldi. Artık ar-
4 1 fi

KARftKiLIÇin YftZGISl
kadaşmm yüz hatlarını görecek kadar yaklaşmıştı ve Mosiah yüzü-
nü görebilsin diye başlığını arkaya attı.
"Benim, Joram!" dedi daha yüksek sesle. Arkadaşının tanıdık
hatlarını görünce güven gelmişti.
Bunun üzerine Mosiah sırıttı ve rahatlayarak, açıklıkta yankıla-
nacak şekilde içini çekti. Kollarını uzatarak öne seyirtü ve Joram ne
olduğunu anlamadan, minnet dolu bir kucaklaşmayla kollarını ar-
kadaşına doladı.
"Almin adına, seni gördüğüme sevindim!" dedi Mosiah, arkada-
şına sıkı sıkı sanlarak. "Diğerleri nerede?"
"Gwen o ağaçlann yanında bekliyor," diye başladı Joram ve be-
ceriksizce arkadaşının sarılmasına karşılık verip, içgüdüyle kendi-
sini Mosiah'm kollarından kurtarmaya çalıştı. "Simkin lordlar ka-
dar sarhoş. Merilon'u terk etmemiz gerek," diye ekledi, neden Mo-
siah'm onu bırakmadığını merak ederek. "Bak," dedi sonunda, si-
nirle arkadaşını ittirmeye çalışarak, "yola çıkmamız gerek! Tehlike-
deyiz. Şimdi bırak şu..."
Kollarını kıpırdatamıyordu. Mosiah onu sıkıca yakalamış, so-
ğuk bir gülümsemeyle yüzüne bakıyor, mavi gözlerinde mezarın
ışığı pırıldıyordu. "Mosiah!" dedi Joram öfkeyle, içinde korku yük-
selip, onu taş gibi soğuk kılarken. "Bırak beni!" Genç adamın kol-
larından kurtulmak için aniden kıvrıldı, ama faydasızdı. Kollan
çevresinde sıkılaştı, onu artık -içinde büyüyen bir korkuyla- büyü
olduğunu anladığı bir güçle sıktı. Bir büyüye yakalanmıştı! Joram
kıvrandı, Karakılıç'a erişmeye çalıştı, ama ona dolanan kollar sıkı-
laştıkça bedeni gücünü hızla kaybediyordu.
Ve sonra mücadele başladı, kılıç için değil, yaşam içm -nefes al-
ma mücadelesi. Joram anlamadan Mosiah'm yüzüne bakarak nefes
almaya çalıştı. Bir yerlerde bir çığlık duydu, bir kadının hızla, be-
ceriyle kesilen çığlığı. Konuşmaya çalıştı, ama nefesi yoktu. Koru-
417

ITİARSAREÎ IULİS & ÎRACY HlCKHlAn


luk'taki karanlık hızla gözlerine doluyordu. Ölüm yakındı ve rrr
cadeleyi bıraktı, acının sona ermesini bekledi.
Bu tür konularda becerikli olan kollar gevşedi. Mosiah'm yüz"
gülümsedi ve bir sözcük söyledi, sonra Mosiah'm yüzü yok oldu ve
Joram -bilincini kaybetmeden önceki son anlannda- bakışlannı
kaldırdığında, siyah cüppeli bir kadının beyaz derisini ve ifadesiz
yüzünü gördü. Joram yere yığılırken kadın onu yakaladı.
Nazikçe yere bıraktı. Joram'm duyuları hızla kayıp giderken
kadının zorlukla görülebilen arkadaşını uyardığını işitti.
"Kılıca dokunma."
4IS

9
HÜKÜM
Diyakoz Dulchase derin uykusundan sinirli bir iç geçirişle
uyandı ve omzunu sarsan elden kaçmak için yana döndü.
"Sabah Duası'na geç kaldıysam ne olmuş," diye homurdandı,
şiltesinde daha derine kayıp yüzünü yastığa gömerek. "Almin'e
bensiz başlamasını söyleyin."
"Diyakoz!" dedi emredici bir ses, rahibi rahatsız etmeye devam
ederek. "Uyan. Piskopos Vanya seni çağırıyor."
"Vanya mı!" diye tekrarladı Dulchase inanamayarak. Yaşlı Diya-
koz rahat uykusunun derinliklerinden yukan çıkmak için çabaladı,
yanında duran siyah cüppeli şeklin yakınında süzülen ışık küresi-
nin aydınlığında gözlerini kırpıştırdı. "Duuk-tsarithl" diye mırıldan-
dı alçak sesle, uykuya boğulmuş beynini iş başına döndürmeye ça-
lışarak.
Savaşbüyücüsü'nü görmenin yarattığı ani korku dalgasının bü-
yük faydası oldu, ama Dulchase bacaklarım yatak örtülerinin altın-
dan çekip ayaklannı yere koyana kadar korkusu alaycı bir eğlen-
meye dönmüştü. "Bu sefer beni yakaladılar," diye düşündü, bir
eliyle yatağın ucuna fırlattığı cüppesini arayarak. "Acaba neydi?
Kuşkusuz dün gece, partide tmparatoriçe hakkındaki yorumum.
Ah, Dulchase. Bu yaşta dersini almışsmdır, derdim1"
İçini çekerek cüppeyi tepesinden geçirmeye çalışıyordu ki, te-
4 19

rrlARSARfî U/EIS & "ÎRACY HlCKPlAn


peşinde dikilmiş, siyah başlığı altında yüzü görünmeyen Savaşbü
yücüsü'nün soğuk eli onu durdurdu.

"Şimdi ne var?" diye terslendi Dulchase, kaybedecek bir şeyi ol-


madığını düşünerek. "Piskopos Hazretleri'nin beni gecenin körün-
de cezalandırmaya karar vermesi yeterli değil mi? Önüne çıplak mı
çıkacağım?"
"Resmi tören cüppesi giyeceksin," dedi Duuk-tsarith. "İşte, bu-
rada."
Gerçekten de, Dulchase şimdi baktığında Savaşbüyücüsü'nün
en iyi tören cüppesini, en iyi Ev Büyücüleri gibi kolunda taşıdığını
gördü. Dulchase ilk önce cüppeye, sonra Savaşbüyücüsü'ne baktı.
"Bir cezadan bahsedilmedi," diye devam etti Duuk-tsarith soğuk
bir sesle. "Piskopos acele etmeni istiyor. Konu acil." Savaşbüyücü-
sü cüppeyi dikkatle açtı. "İstersen yardımcı olabilirim."
Dulchase sersemlemiş bir şekilde ayağa kalktı ve -bir büyü sö-
zü söylemeye yetecek sürede- resmi tören cüppesine bürünmüştü
bile. Bu cüppeyi şeyden beri giymiyordu... neden beri? Genç
Prens'in Ölümünü ilan etme töreninden bu yana mı? "Ne... ne
renk?" diye sordu şaşkına dönmüş Diyakoz, elini bir zamanlar traş-
ladığı, ama şimdi içinde yaşadığı Kaynak'm kayaları kadar kel ka-
fasından geçirirken.
"Ne rengi, Peder?" diye tekrarladı Duuk-tsarith. "Anlayamıyo-
rum ..."
"Cüppenin ne renk olması gerekiyor?" diye sordu Dulchase ak-
si aksi. "Görebildiğin gibi, şimdi Ağlayan Mavi. Resmi yas mı var?
O zaman aynı bırakırım. Yoksa düğün mü? O zaman değiştirip..."
"Hüküm," dedi Duuk-tsarith kısaca.
"Hüküm," diye tekrarladı Dulchase düşünerek. Ağır ağır küçük
odanın köşesindeki lazımlığı kullandı ve bunu yaparken, disiplinli
Savaşbüyücüsü'nün bile gecikme yüzünden sinirlenmeye başladıgı-
420

KARfıKlLIÇln YAEGİSİ
nı fark etti. Adamm önünde sessizce kavuşturulmuş olması gereken
ellerinin parmakları birbirlerine dolanıyordu. "Hıh," dedi Diyakoz,
cüppelerini tekrar düzeltme ve bir mahkeme için gerekli nötr griye
çevirme işini büyük bir gösteriye çevirerek. Tüm bu süre borunca
beyni -şimdi iyice uyanmıştı- neler olup bittiğini tahmin etmeye
çalışıyordu.
».Gecenin köründe Piskopos Vanya'dan çağrı. Ona eşlik etmek
üzere gönderilen bir Duuk-tsarith -her zamanki gibi bir çömez de-
ğil. Cezalandırılmayacaktı, mahkemeye katılacaktı. On sekiz yıldır
giymediği resmi cüppesini giyiyordu -günü gününe on sekiz yıl ol-
duğunu fark etti- Prens'in ölümünün yıldönümü dün gece yapıl-
mıştı. Diyakoz Dulchase bütün bunlardan hiçbir şey anlamıyordu.
Fena halde meraklanmış bir şekilde bekleyen Duuk-tsarith'e döndü.
Adam rahatlayıp iç çekecekken kendini son anda tuttu.
Bu genç bir savaşbüyücüsü, diye fark etti Dulchase, içten içe sı-
rıtarak.
"Eh, gidelim bari," diye mırıldandı Dulchase, kapıya doğru bir
adım atarak. Hayretler içinde, soğuk eli yine kolunda hissetti.
"Koridorlardan, Peder," dedi Duuk-tsarith.
"Piskopos Hazretlerinin odasına mı?" Dulchase Savaşbüyücü-
sü'ne dik dik baktı. "Buralarda yeni olabilirsin, delikanlı, ama kuş-
kusuz bunun yasak olduğunu..."
"Beni takip edin lütfen, Peder." Muhtemelen Diyakozun yoru-
muna kızmış olan Duuk-tsarith'm sabrının tükendiği açıktı. Dulc-
hase'in odasında bir Koridor açıldı; soğuk el yaşlı Diyakozu içine
ittirdi. Bir anlık sıkıştırılma, bastırılma hissinden sonra Dulchase
kendim, dağın yüreğine -efsanelere göre- onları buraya getiren
güçlü sihirbazın eliyle oyulmuş dev, mağara gibi bir salonda buldu.
Burası Yaşam Salonuydu. (İsmi eskiden, dünyanın her iki yanı-
nı temsil etmek üzere Yaşam ve Ölüm Salonu idi. Son zamanlarda
421

tTİARGARjt WEİS fr ÎRACY HıcKjnAn


bu hoşnutsuzlukla karşılanmaya başlamıştı ve -Karabüyücülerin
yok edilmesinden sonra- ismi resmi olarak değiştirilmişti.) Efsane
doğru olsa da, olmasa da, Salon gerçekten de, bir kavunun içinden
bir parça oyulmuş gibi, granitin içine oyulmuş görünüyordu. Kay-
nak'm merkezinde bulunan, dünyanın büyüsünün görünmez sular
gibi fışkırdıgı Yaşam Kuyusu'nun çevresinde yapılmış Salonun ka-
ya tavanı, cilalanmış taşlardan kemerlerle süslenmişti. Salon'un ön
tarafında kaya duvara oyulmuş dört devasa oluk Merlyn'in Parmak-
ları olarak bilinirdi ve devlet işleri ile ilgili toplantılarda âlemin dört
Kardinalinin oturduğu dört kovuk oluştururdu. Engin Salon'un
karşı tarafında, kaya duvardaki büyük bir oyuk, saygısız ve gayrı-
resmi bir biçimde Merlyn'in Başparmağı olarak bilinirdi. Âlemin
Piskoposu burada, papazlarının karşısında otururdu. Aralarında,
zemin boyunca dizi dizi taştan banklar vardı. Soğuk ve rahatsız
banklara verilen isim daha da saygısızdı ve yeni çömezler arasında
bu isim üzerine fısıldaşılır, kıkırdamrdı.
Salon'un engin açıklığı genelde, katalistlere hizmet eden büyü-
cülerin gezinmek üzere havalandırdıkları büyülü ışıklar tarafından
aydmlatılırdı. Ama bu sefer ışıklar Yaşam'a döndürülmemişti.
Dulchase soğuk karanlık içinde çevresine bakındı.
"Almin adına!" diye soludu Diyakoz, nerede olduğunu fark et-
tiği zaman içine düştüğü şaşkınlıkla. "Yaşam Salonu! Şeyden beri
buraya gelmedim... şeyden..."
Dulchase sık sık dün olan şeyleri hatırlamakta güçlük çekse de,
on sekiz yıl öncesine ait anılar çabucak geldi. Bu yaşlanma işaretiy-
di, öyle denirdi. İnsan geçmişte yaşamaya başlıyordu. Eh, neden ol-
masın? Mevcut andan çok daha ilginçti. Ama bu değişecek gibi, di-
ye düşündü, kaşlarını çatarak karanlık salonda gözlerim gezdirir-
ken.
"Herkes nerede?" diye tersledi genç Duuk-tsarith'i. Elini kolun-
422

K_ARAKIHÇin YAZGISI
dan çekmemiş olan adam onu bank sıralarının arasından Merlyn'in
Başparmağı na götürüyordu.
En azından, salonun yerleşiminden hatırladığı kadarıyla yaşlı
Diyakoz'un gittiklerini tahmin ettiği yer orasıydı. Savaşbüyücüsü
önünde tuttuğu elinden yayılan ışığın gösterdiği yolda yürüyordu.
Dulchase arkasından sendeleyerek geliyordu. Hiçbir şey göremi-
yordu. Yaşam Kuyusu salonun tam ortasmdaydı, diye hatırladı,
çevresine bakmarak. Evet, işte oradaydı, hafif, fosforlu bir aydınlık
yayıyordu, ama onun ötesinde Salon zifiri karanlıktı. Sonra, ani-
den, tek bir ışık ileride alev aldı. Gözlerini kısarak ışığa bakan
Dulchase kaynağını görmeye çalıştı, ama o kadar parlaktı ki, tek
görebildiği önünden geçerek bir anlığına ışığın önünü kesen şekil-
ler oldu.
Dulchase buraya son geldiğinde, genç bir asil kadınlar -Tanja
ya da Anja, öyle bir ismi vardı- birleşmekle suçlanan erkek bir ka-
talistin mahkemesi yapılmıştı. Ah! Dulchase başını sevgi dolu hatı-
ralarına salladı. Salon Tarikatının üyeleri ile tıka basa doluydu.
Kaynak'ta ve sanığın geldiği şehirde -Merilon- yaşayan tüm kata-
listlerin gelmesi talep edilmişti. Çiftin suçunun detaylan, böyle bir
günahın korkunçluğunu sürüsünün aklına sokmak isleyen Pisko-
pos tarafından ince ince anlatılmıştı. Bunun sayesinde baştan çık-
maktan kurtulan var mıydı, bilinmiyordu. Ama üç gün süren mah-
keme süresinde tek bir katalistin bile uyuyakalmadığı biliniyordu.
Çömezler arasında öyle hararetli bir heyecan dalgası doğmuştu ki,
takip eden bir ay süresinde Akşam Duası süresi bir saatten iki saate
çıkarılmıştı.
Kuşkusuz -hepsinin tanık olmaya çağrıldığı- Dönüştürme ce-
zasının daha derin bir etkisi olmuştu. O trajik sahne hâlâ Dulcha-
se'in kâbuslarına giriyordu. Tekrar tekrar, taş yavaş yavaş canlı be-
deninden yukarı süründükçe, adamın bir elinin son bir nefret ve
4 23

nİARÇARfî lUEIS 8[ tl^ACY HlCKJIlAn


meydan okuma hareketiyle yumruk olduğunu görüyordu.
Bu rahatsız edici anıların yüzeye çıkarılmasına öfkelenen Dulc-
hase durdu. "Buraya bak," dedi inatla, "neler olup bittiğini öğren-
mek konusunda ısrar ediyorum. Beni nereye götürüyorsun?" Ka-
rartılmış Salon'da çevresine bakındı. "Diğer herkes nerede? İşıklara
ne oldu?"
"Lütfen ilerleyin, Diyakoz Dulchase." Hoş, fakat sert bir ses en-
ginliğin içinde yankılandı. Dulchase şimdi ışıkla sesin aynı yerden
geldiğini görebiliyordu-Merlyn'in Başparmağından. "Herşey açık-
lanacak."
"Vanya," diye mırıldandı Dulchase. Ürperdi ve özlemle sıcak
yatağını düşündü.
Yıllardır açılmayan Salon soğuktu ve ıslak kaya, küflü duvar ha-
lısı kokuyordu. Diyakoz hapşırdı, burnunu cüppesinin koluna sil-
di ve ileri götürülmesine izin verdi. Sonunda, ışık altında bir bay-
kuş gibi gözlerini kırpıştırarak, gelip Âlemin Piskoposu'nun önün-
de durdu.
"Sevgili Diyakozum, uykunu böldüğümüz için özür dileriz."
Piskopos ayağa kalktı -aşağı seviyeden bir Diyakoz'un yanında
ayağa kalkması görülmemiş bir şeydi bu; dahası, kırk yıldır Diya-
koz olan ve keskin dili ile aklından geçeni söylemek gibi talihsiz bir
alışkanlığı olması yüzünden bir JJiyako2 olarak ölecek birinin ya-
nında. Saraydaki belli bir güçlü ailenin etkisi olmasaydı, Dulcha-
se'in çoktan Taş Muhafızlar arasında yerini almış olacağını söyle-
yenler vardı. Piskopos'un bu saygı gösterisi daha önce benzeri gö-
rülmemiş bir şeydi, ama gerisi gelecekti. Dulchase eğiliyor, şoktan
kurtulmaya çalışıyordu ki, Vanya elini uzattı, ama Dulchase'in yü-
züğünü öpmesi için değil, Diyakoz'a o tombul parmaklara dokun-
ma zevkim vermek için.
Herhalde şimdi ölsem doğrudan Almin'e yükselirim, dedi yaşlı
4 24

KfıRftKJLİÇin YAEGİSİ
Diyakoz kendi kendine alaycı alaycı. Ama Piskopos'un elini alnına,
yaşının izin verdiği ölçüde büyük bir saygılı coşkuyla götürdü ve
kendi kendine, gaz sancısı çekiyormuş gibi görünmesi gerektiğini
düşündü. Parmaklann dokunuşu nahoştu, yeni yakalanmış balık
kadar soğuktu ve elinde hafifçe titriyordu. Piskopos, belki de bunu
fark ederek, elini yakışıksız bir telaşla geri çekti ve oturmak üzere
döndü, büyük, kırmızı cüppeli kütlesini kovukta bulunan, basit
çizgilere sahip taştan tahta yerleştirdi. Dulchase ışığın Vanya'nm ar7
kasından, duvardaki büyülü bir kaynaktan geldiğini fark etti. Pis-
kopos'un yüzünü gölgede bırakıyor, onun karşısmdakilerin yüzü-
nü aydınlatıyordu.
Gözleri ışığa alışıp, şimdi ne yapması gerektiğini merak ederek
çevresine bakmdıgmda, Dulchase onu buraya getiren Duuk-tsa-
rith'in gitmiş olduğunu gördü; ya yok olmuştu ya da gölgelere ka-
rışmıştı. Ama, kendisi göremese de, çevrede o karanlık Tarikat'tan
başkaları olduğunu, izleyip dinlediklerini hissetti. Dulchase'in gö-
rebildiği kadarıyla, Salorida yalnızca bir kişi daha vardı. Bu peri-
şan, kırmızı bir cüppeye bürünmüş, Piskopos'un tahtının yanında
aceleyle yaratılmış gibi görünen taştan bir sandalyeye oturmuş, yaş-
lanmakta olan bir katalistti. Adamın başı eğikti. Dulchase'in adam
hakkında tek görebildiği, incelmekte olan gri saçlarının bakımsız
olduğu ve sağlıksız görünüşlü gri kafatasının üzerinde karıştığıydı.
Piskopos Dulchase'i karşılarken adam kıpırdamamış, Diyakoz'a bir
şekilde tanıdık gelen bir tavırla ayakkabılarına bakmaya devam et-
mişti.
Dulchase adamın yüzünü görmeye çalıştı, ama durduğu yerden
görmek imkânsızdı ve Diyakoz Piskopos'un huzurundan çıkana
kadar adamın dikkatini çekecek bir şey yapmaya cesaret edemiyor-
du. Bakışlarını Vanya'ya çevirdiğinde, Diyakoz Piskopos Hazretle -
ri'nin artık ona bakmadığını -görünüşe göre- karanlığa işaret etti-
425
nİARCARft IUEIS & tRACY HlCKKlAn
gını gördü.
üulchase karanlığın karşılık verdiğini, onu buraya getiren gen
Savaşbüyücüsü'ne dönüştüğünü görünce şaşırmadı. Siyah başlık
Vanya'mn fısıldadığı sözleri dinlemek için eğildi ve Dukhase o an-
dan faydalanarak diğer kataliste bir adım yaklaştı.
"Birader," dedi yumuşak ve nazik bir sesle -tercih ederse kes-
kin dili her ikisi de olabiliyordu- "korkarım iyi değilsin. Yapabile-
ceğim bir..."
Bu sözleri duyan Katalist başını kaldırdı. Perişan bir yüz ona
baktı, nazik sesini duyunca gözlerinde yaşlar pırıldadı.
Dulchase'in sesi söndü. Hayret içinde sözlerini yutarken nere-
deyse dilini de yutuyordu.
"Şaryon!"
Hayretten ne yapacağını şaşıran, zihni şok, merak ve gittikçe ar-
tan korkunun yükü altında tam anlamıyla bozguna uğrayan Duk-
hase minnetle -gölgelerde duran bir başka Duuk-tsarittim emri
üzerine Piskopos Vanya'mn sağ tarafında, solunda oturan Sar-
yon'un karşısında beliren sandalyeye çöktü. Merak ve şok Dulcha-
se için anlaşılırdı -neler olup bittiğine ilişkin en ufak fikri yoktu.
Ama korku belirsizdi, tasvir edilmesi zordu ve sonunda, korkunun
Saryon'un yüzündeki ifadeden doğduğunu fark etti -yüzündeki
ifade adamı öyle değiştirmişti ki, Dulchase, ona baktığında, onu na-
sıl tanıyabildiğini merak etti.
Yalnızca kırklarında olan Şaryon Dulchase'e, kendisinden de
yaşlı geldi. Rengi solgundu, Merlyn'in Bagparmagı'ndan yayılan
ışık altında kül gibiydi. Bir zamanlar matematikten başka bir şey
düşünmeyen bınnm nazik, hafifçe dalgın bakışları, şimdi tuzağa
düşmüş birinin gözleri gibiydi. Saryon'un, sanki kaçacak yer arar-
mış gibi bakınmasını, gözlerinin çılgınca oraya buraya gitmesini,
420

KnRAKjLiçın YAZCİSİ
sık sık çaresiz bir umutla Piskopos Vanya'ya dikilmesini izledi ve
Diyakoz'un yüreği merhamet doldu.
Diyakoz'un korkusunu yaratan buydu. Şaryondan yaşlı ve dün-
yevi açıdan daha bilge olan Dulchase, Piskopos'un pürüzsüz-, ken-
dine hâkim yüzünde ya da soğuk, pırıltılı bakışlarında sefil katalist
için hiçbir umul göremıyordu. O balık gibi parmaklann dokunuşu
daha kötü olmuştu, Dulchase aniden korkunç bir şekilde, fazla
uzun yaşadığını düşünmeye başlamıştı...
Bedenini-ısıtamıyormuş gibi görünen soğuk, taş sandalyede kı-
pırdandı. Geldiğinden beri yanm saat olmuştu ve fısıldayarak bü-
yü yapan ya da mobilya yaratan Dııuk-tsarithler dışında hiçkimse
tek kelime etmemişti. Dulchase Saryon'a, Şaryon Vanya'ya, Pisko-
pos çatık kaşlarla engin Salon'un karanlığına bakıyordu.
Eğer bu hemen bitmezse, pişman olacağım bir şey söyleyece-
ğim, dedi Dulchase kendi kendine. Söyleyeceğimi biliyorum. Sar-
yon'un nesi var? Adam iblislerle yaşamış gibi görünüyor! Ben...
"Diyakoz Dulchase," dedi Piskopos Vanya aniden, Dulchase'i
hemen savunmaya geçiren hoş bir sesle.
"Efendimiz," diye karşılık verdi Dulchase, eşil bir nezaket gös-
terme çabası ile.
"Zith-el kent-devletinde, Kraliyet Evi'nde bir Ev Ustasına ihti-
yaç var," dedi Vanya. "Bu seni ilgilendirir miydi, oğlum?"
Oğlum, kıçımın kenarı. Dulchase Vanya'yı gözleyerek içini çek-
ti. Babam olacak yaştasın, ama o şişman kasıklardan çocuk olduğu-
nu duysam şaşardım... Düşünceleri uzaklaşıp gitti, Piskopos'un
sözlerinin anlamı sonunda Diyakoz'un kafasına dank etti. Parlak
ışık -bir büyü numarasıyla- tam yüzünde ışırken gözlerini kırpış-
tırarak Vanya'ya bakakaldı.
"Bir... bir Ev Ustası," diye kekeledi Dulchase. "Ama., bu bir
Kardinal gerektirir, Efendimiz. Kuşkusuz beni atayamazsmız..."
427

rtİARSARft U7E1S S[ TRACY HlCKJIlAn


"Ah, ama atayabilirim!" diye temin etti onu Vanya içtenlikle
tombul elini sallayarak. "Almin bu konudaki iradesini anlamamı
sağladı. Ona yıllar boyunca sadakatle hizmet ettin, oğlum, hem de
ödül almadan. Şimdi, hayatının altın yıllarında, bu göreve atanman
son derece uygun. Bütün belgeler hazırlandı ve bu, önümüzdeki
önemsiz meseleyi hallettikten sonra onlan imzalayacağız ve sen de
saraya doğru yola çıkacaksın.
"Zith-el harika bir şehirdir," diye devam etti Piskopos sohbet
havasında. Saryon'a bakmadı -halbuki o, ruhu gözlerinde, ondan
gözlerini ayırmamıştı- sanki engin salonda ikisinden başka kimse
yokmuş gibi Dulchase ile konuşmaya devam etti. "Olağanüstü bir
hayvanat bahçeleri var. Hatta atadam bile teşhir ediyorlar -iyi ko-
runuyorlar elbette."
"Ev Ustası! Bir Lord Kardinal! Hem de, onu koruyanlar olmasa
şimdi fasulye sıralarının arasında debelenen aşağı bir Tarla Katalis-
ti olacağı devamlı hatırlatılan bir adama. Dulchase bir sıçanın ko-
kusunu alabilirdi; şimdi, içeri girdiğinde aldığını düşünüyordu.
Önümüzdeki bu önemsiz konu, demişti Vanya. Kâğıtları imzalayaca-
ğız...
Dulchase Saryon'da bir ipucu aradı, ama adamın bakışları yine
ayakkabılarına dikilmişti. Aşağı indirdiği yüzü -eğer bu mümkün-
se- öncekinden de acı dolu görünüyordu, "ben -ben bilmiyorum,
Piskopos Hazretleri," diye kekeledi Dulchase, adamın ne sattığını
anlayana kadar zaman kazanmayı umarak. "O kadar ani oldu ki ve
bu şekilde, uyurken uyandırılmam..."
"Evet, üzgünüz, ama bu acil bir konu. Sarayda dinlenmeni ta-
mamlayabilirsin. Ama şimdi karar vermene gerek yok. Aslında, bu
küçük mesele halledilene kadar beklemek daha iyi." Vanya durdu,
şişman yüzü Dıyakoz'a döndü, ama Diyakoz arkasmdaki ışıktan
dolayı yüzü göremedi. "...Tatminkâr bir şekilde halledilene kadar,
428

KflRAKJUÇin YAZGISI
Almin izin verirse."
Vanya dindarca bakışlarını gökyüzüne doğru kaldırırken Dulc-
hase acı acı gülümsedi. Demek Piskopos bu yaşlı Diyakoz'un alınıp
satılabileceğini düşünüyordu. Eh, olabilir, diye itiraf etti Dulchase.
Her adamın bir fiyatı vardır. Dulchase'in bakışları Şaryonun hasta-
lıklı yüzüne gitti. Bu durumda, fiyat çok yüksek olabilir.
Konunun halledildiğini düşünen Vanya eliyle bir hareket yaptı.
"Tutsağı getirin." Arkasındaki karanlık hareket etti. "Ve şimdi sıcak
yatağınızdan çekilip buraya getirilmenizin sebebini açıklayacağız,
Kardinal... yani... Diyakoz Dulchase," dedi Piskopos, ellerini yu-
varlak göbeğinde kavuşturarak. Bu anlamsız bir hareket olabilirdi,
ama Dulchase parmakların sıkıca kenetlenmiş olduğunu, boğumla-
rın sakin görünme çabası içinde bembeyaz kesildiğini gördü.
Dulchase, Vanya'yı izlemeyi bırakıp, korku içinde Şaryona bak-
tı. "Tutsak" sözcüğü üzerine Katalist öyle büzülmüştü ki, üzerinde
oturduğu taştan sandalyeyle bir olmak ister gibiydi. O kadar hasta
görünüyordu ki, Dulchase bir Yaşam Sihirbazı çağrılmasını istemek
üzere ayağa fırlamaya hazırlandı, ama sarı bir ışığın patlamasıyla
yerine çakıldı.
Üç alev alev, tıslayan enerji halkası Piskopos Vanya'nm önünde
belirdi.Genç Duuk-tsarith halkaların yanında maddeleşti ve saniye-
ler sonra, halkaların içinde genç bir adam belirdi. Halkalar genç
adamın kaslı kollarını ve bacaklarım çevreliyor, yakın duruyor ama
etine dokunmuyorlardı. Dulchase halkaların sıcaklığını, biraz
uzakta olmasına rağmen oturduğu yerden hissedebiliyordu ve genç
adamın büyülü bağlarından kaçmaya çalışması durumunda ne ola-
cağını hayal ettiğinde irkildi.
Ama tutsak kaçmaya çalışacak gibi görünmüyordu. Sersemle-
miş gibiydi, başını eğmişti; uzun, siyah saçlan omuzlarının üzerin-
de kıvrılıyor, yüzünün çevresine düşüyordu. On sekiz yaşlannda
429

rrİARpARft lUEIS ft TRACY HlCKHIAn


olmalı, diye tahmin etti Dulchase, biçimli, kaslı bedene kıskançlık
ve pişmanlıkla bakarak. Demek bu genç adamı yargılayacağız, diye
tahmin etti Dulchase. Ama neden? Neden Duuk-tsarithlenn hallet-
mesine izin vermiyorlar? Tabii genç adam bir katalist değilse?...
Hayır, mümkün değil. Hiçbir katalistin öyle kasları olamaz... Peki
neden yalnızca üçümüz varız? Ve neden bu üç kişi?
"Neler olup bittiğini merak ediyorsundur, Diyakoz Dulchase,"
dedi Piskopos Vanya. "Yine, özür diliyoruz. Korkarım karanlıkta
kalan yalnızca sensin. Diyakoz Şaryon..."
Bu ismi duyan genç adamın başı hızla kalktı. Siyah saçlarını ar-
kaya atarak parlak ışık altında gözlerim kıstı ve gözleri aydınlığa
alıştığında çevresine bakındı.
"Peder!" diye bağırdı boğuk bir sesle. Bağlarını unutan genç
adam hızla bir adım attı. Bir cızırtı duyuldu, yanık et kokusu his-
sedildi. Genç adam acı içinde keskin bir nefes aldı, ama bunun dı-
şında ses çıkarmadı.
Tutsağın Saryon'u tanımasına şaşıran Dulchase, Saryon'un tep-
kisi karşısında da aynı şekilde şaşırmıştı. Gözlerini kaçıran Katalist
istemsizce elini kaldırdı -saldırıdan kaçman bir adam gibi değil,
dokunulmaya degmediğini düşünüyormuş gibi.
"Diyakoz Şaryon," diye devam etti sözlerine Piskopos Vanya is-
tifini bozmadan, "neler olup bittiğini biliyor ve ben şimdi sana
açıklayacağım, Dulchase Birader. Bildiğin gibi, Thimhallan yasaları
bir katalist ya da âleme yönelik tehdidi ilgilendiren davalarda kata-
lıstlerden bir jürinin bulunmasını zorunlu kılar. Tüm diğer davalar
Duuk-tsarith\er tarafından görülür."
Dulchase Vanya'yı yanm kulakla dinliyordu. Yasaları biliyordu
ve bunun âleme yönelik bir tehditle ilgili olduğunu çoktan tahmin
etmişti -ama bu genç adamın âlemi tek başına nasıl tehdit etmiş
olabileceği kavrayış sınırlarını aşıyordu. Bunun yerine, Dulchase
430

KitR^mıçın Yfizcisı
tutsağı inceliyordu. Bunu yaparken, bu genç adamın gerçekten de
bir tehdit olabileceğine inanmaya başladı.
Saryon'a dikilmiş karanlık, siyah gözler -o gözler tanıdık geli-
yordu, nerede görmüştü onlan?- içten gelen bir yoğunlukla yanı-
yordu. Kaim, siyah kaşlan burnunun üzerinde bir hat oluşturuyor,
tutkulu bir iç doğayı ifade ediyordu; kararlı bir çenesi, yakışıklı,
düşünceli bir yüzü, omuzlarının üzerine gür tutamlar halinde dü-
şen parlak, siyah saçlan, gururlu bir duruşu ve korkusuz bakışları
vardı... Bu gerçekten de ürkütücü bir kişiydi, isterse yıldızlan ye-
rinden oynatabilecek biri.
Peki ben onu daha önce nerede gördüm, diye sordu Dulchase ken-
di kendine, bilinçaltında bir şeyi hatırladığını, ama yüzeye çekme-
yi başaramadığını bilmekten doğan, içini kemiren bir öfkeyle. Ba-
şın o asil şekilde yana eğilmesini, o parlak saçları, o buyurgan ba-
kışlan görmüştü... Ama nerede?
"Genç adamın ismi Joram."
İsmi duyan Dulchase'in dikkati hemen Vanya'ya döndü. Hayır,
diye düşündü hayal kmklıgı içinde, bu ismin bir anlamı yok. Ama
biliyorum...
"Buraya pek çok suçlama ile getirildi ve bunların arasında en
önemlisi âlemi tehdit etmek değil. Mahkeme yapmamızın sebebi
bu. Belki de neden yalnızca üç kişi olduğumuzu merak ediyorsun-
dur, Diyakoz Dulchase." Piskopos Vanya'nm sesi sertleşti. JBu genç
adamın itham edildiği korkutucu ve irkiltici suçlan sundukça sebe-
bini öğreneceksin.
"Joram!" dedi Piskopos keskin, soğuk bir sesle, görünüşe göre
tutsağın bakışlannı kendisine çekmeyi umarak. Ama genç adam
için gevezelik eden bir papağan da olabilirdi. Bakışları Saryon'a di-
kilmişti ve bir kez bile ayrılmamıştı. Katalist'in ellen gevşekçe ku-
cağında duruyordu, başı eğilmişti. İkisi arasında, diye düşündü
431

nİARCttRfî lUEIS & tR£CY HlCKJHAn


Dulchase, tutsak alınmış gibi görünen Katalist'ti.
"Joram, Anja'nm oğlu," dedi Vanya yine, bu sefer öfkelenerek
Savaşbüyücüsü, tek bir sözcükle, halkaların küçülmesine ve tutsa-
ğa yaklaşmasına sebep oldu. Isıyı hisseden genç adam isteksizce
meydan okurcasına karanlık gözlerini Piskopos'a çevirdi. "Ölü ol-
duğun gerçeğini saklamakla suçluyorsun. Suçlamayı kabul ediyor
musun?"
Joram -görünüşe göre genç adamın ismi buydu- çenesini kal-
dırarak yanıt vermeyi reddetti. Bu hareket Dulchase'e birşeyler ha-
tırlattı -heyecanlandı, ama hayal kırıklığına da uğradı. Bu çocuğu
tanıyordu! Ama tanımıyordu. Bir türlü elinin uzanmadığı, sırtında-
ki bir kaşıntı gibiydi.
Savaşbüyücüsü bir sözcük daha söyledi. Halkalar parladı, genç
adamdan korkunç bir cızırtı, bir koku ve acı dolu bir iç çekiş sesi
geldi.
"Kabul ediyorum," dedi Joram, ama gür, tok bir sesle, gururla
söyledi. "Ölü doğdum. Bu, saygı duyduğum biri tarafından öğretil-
diği gibi, Almin'in iradesiydi." Tekrar Saryon'a baktı. Bu ifade Ka-
talist'i öyle yıkmıştı ki, bir daha asla kalkamayacak gibi görünüyor-
du.
"Joram, Anja'nm oğlu, Walren köyündeki denetçinin öldürül-
mesi ile suçlanıyorsun. Bir savaşbüyücüsünün, bir Duuk-tsarith'm
öldürülmesi ile suçlanıyorsun," diye devam etti Vanya sertçe. "Bu
suçlamaları kabul ediyor musun?"
"Ediyorum," dedi Joram yine, daha az gururla. Karanlık yüz
okunamaz oldu. "Ölümü hak ediyorlardı," diye mırıldandı alçak
sesle. "Biri annemi öldürdü. Diğeri kötü bir adamdı."
"Annen Denetçi'ye saldırmıştı. Kötü dediğin adam âlemin çıkar-
ları içm çalışıyordu," dedi Piskopos Vanya soğuk bir sesle. Genç
adam yanıt vermedi, yalnızca meydan okumayla, karanlık gözlerin-
432

KARAKJLIÇln YAZGISI
de kararlılıkla Piskopos'un bakışlarına karşılık verdi.
"Bunlar ciddi suçlamalar, Joram. Herhangi bir sebeple can al-
mak, Almin tarafından kesinlikle yasaklanmıştır. Sırf bu yüzden bi-
le Öteye gönderilmeye mahkûm edilebilirsin..."
Sonunda, bir şey Saryon'a dokunmuş, adamı çaresiz sersemli-
ğinden kurtarmıştı. Katalist başını kaldırdı, hızla, anlamlı bakışlar-
la Piskopos Vanya'ya baktı. Dulchase gözlerinde korku ve öfkenin
yaşam verdiği bir pırıltı gördü. Ama Piskopos, Katalist'in bakışla-
rından haberdar değilmiş gibi görünüyordu.
"Ama bu suçlar, seni buraya getiren, devlete karşı işlediğin suç-
lar karşısında önemsiz kalıyor.
Demek bu yüzden yalnızca üçümüz vanz, diye düşündü Dulc-
hase. Âlemin sırlan filan. Ve elbette, bu yüzden Kardinal yapılıyo-
rum -çenemi kapalı tutmam için.
"Joram, Anja'nın oğlu, Karanlık Sanatlann Karabüyücüleri ile
işbirliği yapmakla suçlanıyorsun. Yasak kitapları okumakla suçla-
nıyorsun..."
Dulchase Joram'ın karanlık bakışlarının bir kez daha, bu sefer
şok içinde Saryon'a kaydığını gördü. Şaryonun yüzündeki kısa pı-
rıltının söndüğünü, adamın büzüldügünü, vicdan azabı içinde kıv-
randığını gördü. Dulchase genç adamın muhteşem omuzlarının
çöktüğünü, Joram'ın iç çektiğini gördü. Küçük bir iç çekişti, ama
öyle acı doluydu ki, Dulchase'in alaycı yüreğini burktu, tîururlu
baş Katalist'ten döndü, siyah saçlar, genç adam gönüllü olarak,
sonsuza dek o karanlıkta saklanabilecekmış gibi yüzüne düştü.
"Joram! Beni affet!" diye patladı Şaryon, elini yalvarırcasına uza-
tarak. "Onlara söylemek zorundaydım! Bir bılseydın..."
"Diyakoz!" dedi Vanya gergin, neredeyse tiz bir sesle. "Kendini
unutuyorsun!"
"Affınıza sığınırım, Piskopos Hazretleri," diye mırıldandı Sar
4 33

mAR£;AR£î U/EIS â- +RACY HlCKlîlAFl


yon, sandalyesine çökerken. "Bir daha olmayacak."
'Joram, Anja'nın oğlu," diye devam etti Piskopos, ağır nefesler
alarak, elleri taş sandaşyenin kollarında sürünerek. Öne eğildi. "Ka-
rataşı -iblisler Prensinin lanetli ürününü- uzun zaman önce yasak-
landığı dünyaya geri getirmekle suçlanıyorsun. Bu şeytani cevher-
den bir silah yapmakla suçlanıyorsun! Joram, Anja'nın oğlu, bu
suçlamaları kabul ediyor musun? Kabul ediyor musun?"
Sessizlik oldu -gürültülü bir sessizlik, ama yine de sessizlik.
Vanya'nm güçlükle, Saryon'un perişan bir şekilde aldığı nefesler,
parlayan halkaların tıslaması, hepsi sessizlikle mücadele ediyor,
ama hiçbiri onu aşamıyordu. Dulchase genç adamın yanıt verme-
yeceğini biliyordu. Alev alev halkalann daraldığını gördü ve hızla
bakışlarını kaçırdı. Joram, ağzından bir kelime çıkmasmdansa ya-
kıp kavrulmayı tercih edecekti. Bunu fark eden Şaryon boş bir hay-
kırışla ayağa fırladı. Duuk-tsarith sorarcasına Vanya'ya baktı, daha
ne kadar ileri gidebileceğini merak ettiği açıktı.
Piskopos Joram'a soğuk bir öfkeyle, dik dik baktı. Ağzını açtı,
ama sonunda sessizliği bölen bir başka ses oldu -gergin yüzeyde
yağ gibi akan bir ses.
"Piskopos Hazretleri," dedi bir ses karanlığın içinde, "genç ada-
mı yanıt vermediği için suçlamıyorum. Zaten, doğru ismini kullan-
mıyorsunuz. Joram, Anja'nın oğlu.' Hah! O kim? Bir köylü mü?
Ona gerçek ismiyle hitap etmelisifıiz, Piskopos Vanya, o zaman bel-
ki suçlamalarınıza yanıt verir."
Piskopos'un üzerinde yarattığı korkunç etkiye bakılırsa, ses
gökyüzünden fırlatılmış bir yıldırım da olabilirdi. Dulchase Van-
ya'nm arkasındaki ışıktan dolayı yüzünü göremese de, ağır tacın al-
tındaki başın terle sırılsıklam olduğunu, adamın ciğerlerindeki ne-
fesin hırıldadığını fark etti. Tombul eller gevşedi, hafifçe seyirdi,
parmaklar korkmuş bir örümceğin bacakları gibi toparlandı.
434

KARİ*KJLIÇin YAZGISI

"Ona gerçek ismiyle hitap edin," diye devam etti pürüzsüz, sa-
kin sesle. "Joram, Evenue'nün, Merilon Imparatonçesi'nin oğlu. Ya
da, merhum Merilon Imparatonçesi'nin oğlu mu demeliydim..."
435

10
MERİLON PRENSİ
"Yeğenim," dedi Prens Xavier, kırmızı başlıklı başını hafifçe eğe-
rek, Joram'm yanından geçip Piskoposun tahtının önünde durma-
dan önce tutukluya alaycı bir selam verirken. Salon şimdi iyice ay-
dınlanmıştı. Güçlü Savaşbüyücüsü'nün emriyle ışık küreleri hava-
da belirmiş, Salon'da toplanmış olanların üzerine sıcak, sarı bir ay-
dınlık yaymaya başlamıştı. Artık Piskopos Vanya yüzünü gölgelerin
içinde saklayamıyordu. Yüzü herkes için görülebilir durumdaydı
ve herkes gerçeği gördü.
Dulchase elini yüreğinin üzerine bastırdı. Böyle bir şok daha
beni öldürür, dedi kendi kendine. Aslında, birkaçımızı birden öl-
dürebilir.
Piskopos Vanya abartılı bir şekilde inkâr edecek oldu, ama söz-
leri Dkarn-Duuk'un yıkıcı bakışları altında kurudu, sönüp gitti.
Gözlerden kaybolacak kadar büzülmüş olan zavallı Saryon'un aksi-
ne, Piskopos şişmeye başladı. Beyaz derisini kırmızı lekeler kapla-
dı, alnından ter damlacıkları süzüldü. Tahtında arkasına yaslandı,
yuvarlak göbeği inip kalkarak nefes almaya çabaladı, elleri sinirli
bir şekilde kırmızı cüppesini çekiştirmeye başladı. Hiçbir şey söy-
lemedi, dikkatle Savaşbüyücüsü'ne baktı. Prens Xavier, elleri cüp-
pesinin önünde kavuşturulmuş, tavrı sakin ve güvenli, Vanya'nm
bakışlarına karşılık verdi. Ama ikisi arasında bir zihinsel savaş sü-
431)
KARAKJLİÇHİ YAZCİSİ
rüyordu; hava telaffuz edilmemiş hamlelerle ve karşı hamlelerle ça-
tırdıyor, her biri diğerinin ne kadar bildiğini, bundan nasıl fayda-
lanacağını çıkarmaya çalışıyordu.
tkisinin üzerine savaştığı, alevden halkaların içinde duran pi-
yon, Joram, Dulchase'in bir kahkaha krizine girmesine sebep ola-
cak kadar büyük bir şaşkınlık içindeydi. Diyakoz gerçekten de si-
nirli bir kıkırtı kaçırdı, ama hemen bastırdı. Gerginlik yüzünden is-
terik olmaya başladığını fark edince, kıkmıyı tuhaf sesli bir öksür-
meye çevirmeyi başardı ve tutsağın yanında duran genç Duuk-tsa-
riîh'in ona delici bakışlarla bakmasına sebep oldu.
Dulchase artık o gözleri, başın o şekilde eğilmesini, o buyurgan
bakışları nerede gördüğünü biliyordu. Oğlan annesinin kopyasıy-
dı. Joram, Salon'daki herkes gibi, gerçeği Vanya'nın yüzünden
açıkça görebiliyordu, ama -yavaş yavaş- bakışlannı, onaylama ister
gibi, Saryon'a kaydırdı. Katalist sandalyesinde büzülmüş, Dkarn-
Duukün beklenmedik ve istenmeyen gelişinden beri başı ellerinin
arasında, oturuyordu. Genç adamın ona döndüğünü fark eden Şar-
yon perişan yüzünü kaldırdı ve doğrudan o karanlık, sorgulayıcı
gözlere baktı. *
"Doğru, Joram," dedi Katalist yumuşak bir sesle, sanki salonda
o ve genç adamdan başka kimse yokmuş gibi. "Biliyordum... uzun
zamandır! Uzun zamandır!" Başını sallayarak, elleri titreyerek sus-
tu.
"Anlamıyorum!" Joram'm sesi boğuktu. "Nasıl? Neden bana
gerçeği söylemedin? Almin adına!" Yumuşak bir sesle, acı acı küf-
retti. "Sana güvenmiştim!"
Şaryon inledi, soğuk, taş sandalyenin üzerinde ileri geri sallan-
dı. "Herkesin iyiliği içm yaptım, Joram! Bana inanmalısın! Ben...
ben yanıldım," diye kekeledi, Vanya'ya bir bakış fırlatarak. "Ama en
iyi olanı için yaptım. Anlayamazsın," diye bitirdi çılgınca. "Daha
437

mAB£ARjT U7EIS & 1"RACY HlCKJTlAn


fazlası var..."
"Gerçekten de var, yeğenim," dedi Prens Xavier aniden. Öyle
bir hızla dönmüştü ki, cüppesi çevresinde canlı bir alev gibi pml-
damıştı. İnce elleriyle kırmızı başlığını arkaya atan Savaşbüyücüsü
Joram ile yüzleşti, genç adamın yüzünü ilgiyle inceledi. "Bizim ai-
lemize benziyorsun -annenin ve benim- bu duruma düşmenin se-
bebi de bu. Aptal babanın zayıf kanı damarlannda akıyor olsaydı,
belirsizliğe düşer, içinde yetiştirildiğin o köyde havuç yetiştirmek-
ten mutlu olurdun."
Dkarn-Duuk elinin bir hareketi ile genç adamın çevresindeki
alevden halkaların yok olmasını sağladı. Gerginlikten, yorgunluk
ve şoktan zayıflayan Joram sendeledi, düşecek oldu. Ama kendini
topladı, doğruldu. Gururdan başka hiçbir dayanağı yok, diye dü-
şündü Dulchase hayranlık içinde. Aynı hayranlık, Piskopos Van-
ya'ya bakan Prens Xavier'in yüzünde de tekrarlandı.
"Genç adam yorgun. Dün gece tutuklandığından beri hapisha-
nede tutuldu sanırım.'*
Piskopos Vanya başını salladı, ama yanıt vermedi.
"Bir şey yiyip içtin mi?" Dkarn-Duuk yine Joram'a döndü.
"Hiçbir şeye ihtiyacım yok," dedi genç adam.
Prens Xavier gülümsedi. "Elbette yok, ama oturmalısın. Bir sü-
re burada olacağız." Bir kez daha bakışları Piskoposa gitti. "Sanmm
açıklamalar gelecek."
Piskopos oturduğu yerde öne eğildi, lekeli yüzü renginin bir
kısmını geri kazandı. "Nasıl anladığını öğrenmek istiyorum!" diye
haykırdı boğuk bir sesle, tombul elleri kotlugunun kollarını kav-
rarken. "Nereden öğrendiğini bilmek istiyorum!"
"Sabır," dedi Dkarn-Duuk. Eliyle bir hareket yaparak iki taş
sandalyenin yerden bitmesini sağladı ve zarif bir hareketle Joram'ı
oturmaya davet etti. Genç adam sandalyeye kuşku içinde baktı, ay-
438

K.AR£Kjuçın YAHGİSİ
nı kuşkulu bakışlan dayısına kaydırdı. Prens Xavier kuşkuyu ince
dudaklı gülümseyişiyle soğurdu, ne inkâr etti, ne de kabur etti. Bir
kez daha işaret etti ve Joram, sanki zayıflamış bedeni onun yerine
karar vermiş gibi aniden oturdu.
Dkarn-Duuk genç adamın yanındaki sandalyeye zarafetle süzü-
lüp oturdu. Oturur pozisyonda, sandalyeden iki santimetre yukarı-
da süzülmeye başladı -rahatlık için mi, yoksa büyü güçlerini gös-
termek için mi, Dulchase emin değildi. Ama yaşlı Diyakoz yeterin-
ce şey gördüğünü düşünüyordu.
Kemikleri gıcırdayarak ayağa kalkan Dulchase, elini alçakgö-
nüllülükle kalbinin üzerine koyarak Piskoposuna döndü.
"Efendimiz," deid Katalist ve gizlice, onun konuştuğunu duyan
Prens Xavier'in irkildiğini fark ederek sevindi. "Ben yaşlı bir ada-
mım. Hayatımın altmış yılını huzur içinde, başkalarının sıkıcı bu-
lacağı bir hayatın tesellisini diğer insanlann bitmek tükenmek bil-
mez budalalıklarını izlemekte bularak yaşadım. Dilim lanetim ol-
du. Bunu kabul ediyorum. Pek çok sefer bu budalalıklar hakkında
yorum yapmadan geçemedim. Bu yüzden bir Diyakoz olarak kal-
dım ve bir Diyakoz olarak ölmek benim için yeterli. Yalnızca, bir
Diyakoz olarak, çok erken ölmek istemiyorum, eğer beni anlayabi-
lıyorsanız."
Dkarn-Duuk bundan hoşlanmış gibiydi, Dulchase'e gözucuyla,
ince dudaklannda bir gülümseme oynaşarak baktı. Piskopos Van-
ya ona dik dik bakıyordu, ama Dulchase üstünün kendinden çok
daha büyük bir belaya bulaşmış olduğunu biliyordu ve bu yüzden
rahatça devam etti.
"Ben hep uykumda kâbus görürüm. Efendimiz," dedi Dulchase
basitçe. "Ama öyle bir doğam vardır ki, bunları sabahleyin hemen
unuturum. Şu anda da bu kâbuslardan birini görüyorum, Piskopos
Hazretleri. Oldukça kötü bir kâbus ve gittikçe de kötüleşecek." Al-
439

[TIARCARİÎ U7EİS & ÎRACY HıcıonAn


çakgönüllülükle, eli yüreğinin üzerinde eğildi. "Eğer bana izin ve-
rirseniz, bu gerçekleşmeden önce yatağıma dönmek ve kendimi
uyandırmak istiyorum. Bunların hiçbirinin benim ihtiyar beynim-
de bir anı bırakmayacağından kuşkum yok. Sizler yalnızca yanılsa-
malarsınız ve bu yüzden, hepinize iyi geceler, diliyorum, Efendi-
miz." Piskopos'a eğildi. "Ekselanstan." Dkarn-Duuk'a eğildi. "Ekse-
lansları Prens." Onu izlemekte olan Joram'a daha fazla eğildi. Dulc-
hase, Joram'm yüzünde, dudaklanna dokunan, ama karanlık göz-
leri ısıtmayan, kendine has bir yarım gülümseme olduğunu fark et-
ti.
Dulchase ürperdi. Evet, gitmeliyim, dedi kendi kendine ve dö-
nerek, salonun diğer ucundaki merdivenlere doğru bir adım attı.
Merdivenler dağın içine doğru kıvrılarak onu rahat hücresine götü-
recekti.
Ama Prens Xavier onu durdurdu. "Sizi anlıyorum, Diyakoz.
Gerçekten anlıyorum," dedi Savaşbüyücüsü serin bir sesle. "Ama
bu kâbusu sona erdirmek için çok geç korkanm. Dahası, hâlâ mah-
kemedesiniz. Vereceğiniz hükme ihtiyaç var. Ve," -sırtı ona dönük
olsa da, Dulchase Dkarn-Duuk'un Vanya'ya bir bakış fırlattığını bi-
liyordu- "tanıklara ihtiyacım var. Bu yüzden, lütfen uyanın ve gö-
revinizin başına dönün."
Dulchase kaçmak için son h/r teşebbüste bulunmayı düşündü.
Ağzını açtı ve Savaşbüyücüsü'nün gözlerinin hafifçe kısıldığını gör-

dü.
"Peki, lordum." Dulchase heves göstermeden kabullendi ve kas-
vetle sandalyesine döndü.
"Şimdi, nereden başlamalı?" Prens Xavier parmaklarını bir ara-
ya getirdi, onları ince dudaklarının üzerine koydu. "Ortada pek çok
soru var. Siz, Piskopos Hazretleri," -mce bir alaycılıkla- "ne kadar
çok şey bildiğini ve nasıl anladığımı bilmek istiyorsunuz. Sen, ye-
440

KAR£KlLIÇin YAEGİSİ
genim," -yine alaycılık- "kısaca 'Nasıl?' diye sordun ve sanınm bu-
nunla, bütün dünya ve orada yaşayanların çoğu seni ölü sanırken
nasıl burada olabildiğini kastediyorsun. Tüm saygılarımla Piskopos
Hazretleri," -Piskopos Vanya dudağım ısırdı, Dkarn-Duuk'un alay-
cılığı adamın ifade etmeye cesaret edemediği bir öfke ile solmasına
sebep olmuştu- "ilk önce yeğenimin sorusunu yanıtlayacağım.
*Hem, o benim hükümdarım."
Prens Xavier, gözlerini saygıyla indirerek Joram'a eğildi, sonra
onun kendisine karanlık bakışlarla, dik dik baktığını görmek üze-
re başını kaldırdı. "Hayır," diye yanıt verdi Savaşbüyücüsü, "senin-
le alay etmiyorum, genç adam. Tam tersine. Son derece içtenim,
ölümcül derecede içten, seni temin ederim." İnce dudaklar artık gü-
lümsemiyordu. "Görüyorsun, Joram, Merilon tahtına geçme hakkı
lmparatoriçe'nin tarafından miras kalıyor. Ne yazık ki, annen
Öte'ye, ölüm âlemine giderek bizi yalnız bıraktı." Dkam-Duuk söz-
cüğü vurgulayarak, çevresindekilerin istemsizce irkilmesine sebep
olarak söylemişti. "Kısa süre sonra halka ilan edilecek üzüntü veri-
ci bir trajedi." Burnundan nefes alan, ona güçsüz bir öfkeyle bak-
makta olan Vanya'ya bir bakış fırlattı. "Sen, Joram, şimdi Merilon
lmparatoru'sun." Gülümseyerek içini çekti. "Zamanın varken hü-
kümdarlığın zevkini çıkar. Çünkü, görüyorsun, ben merhum Ma-
jesteleri lmparatoriçe'nin kardeşiyim ve senden sonra sırada ben va-
rım."
Joram'ırı kaşları düzeldi, karanlık gözler netleşti.
Anlıyor, diye düşündü Dulchase, başını eline eğip, dizini ümit-
sizlik içinde sandalyenin koluna dayayarak. Almin adına, cinayet
demek bu...
Saryon'dan gelen boğuk bir inleme onun da anladığını göster-
di. "Hayır," diye başladı sefil bir şekilde, "yapamazsınız! Siz..."
"Kes sesini!" dedi Prens Xavier soğuk bir sesle. "Sen artık kırıl-
441

ITİAR_GARi:t U/us Q- 1"RACY HıcKjnAn


din, ihtiyar kukla. Rolünü aptalca oynadm, ama pek çok açıdan bu
senin hatan değildi. İplerini çeken, işi berbat etti.
"Ve şimdi, yeğenim, sen ve mahkemede bulunan, yazgına karar
verecekler için sorularım yanıtlayacağım."
Dulchase derin derin iç çekti ve Kuyu'nun dibinde olmayı dile-
di.
"Açıklayacağım bilgileri," diye devam etti Dkarn-Duuk, "bu ge-
ce pek çok kişiyi sorgulayarak öğrendim. Eminim Piskopos yanıl-
dığım yerde beni düzeltecektir.
"On sekiz yıl önce, Âlemin Piskoposu bir hata yaptı. Yalnızca
ufak bir hataydı." Savaşbüyücüsü elini önemsemezce salladı. "Bir
çocuğu kaybetti. Ama bu onun için felaketlere yol açacak bir hata
olacaktı. Kaybettiği çocuk sıradan bir çocuk değildi. Çocuk Meri-
lon'un Ölü Prensiydi. Üçünüz -afedersiniz, benim hatam," -Prens
Xavier Joram'a hoş olmayan bir şekilde gülümsedi- "dördünüz be-
beğin -senin, genç adam- resmi olarak Ölü ilan edildiği törende
vardınız. Baban, İmparator, sana sırtını döndü, ama annen, kız kar-
deşim, seni bırakmayı reddetti. Beşiğinin yanında diz çöktü, kristal
gözyaşlan döktü. Bu gözyaşları sana çarpınca parçalandı ve etini
kesti."
Solmuş olan Joram elim çıplak göğsüne götürdü. Dulchase ora-
daki beyaz yara izlerini kapattı ve hatırlayarak gözlerini kapattı.
"lmparator'un araya girmesi ile İmparatoriçe sonunda çocuğu
Piskopos Vanya'nm ellerine bırakmayı kabul etti. Piskopos bebeği
Kaynak'a götürecek. Ölüm Nöbeti'ni gerçekleştirecekti. Birkaç gün
sonra saraya çocuğun fiziksel bedeninin öldüğü haberi geldi. Her-
kes yas tuttu, elbette, benim dışımda. Kişisel bir şey değil." Joram'a
başını salladı ve Joram -sert bir eğlenme ifadesi ile- aynı şekilde
karşılık verdi.
"Senden hoşlandım, Yeğenim," dedi Prens Xavier takdirle. "Ya-
442

KARfiKJLIÇin YAZGISI
zık. Şimdi, nerede kalmıştım? Ah, evet. Vanya'nm hatası."
Piskopos, aşırı ısınmış bir büyülü küreden hava kaçarmış gibi
bir tıslama çıkardı.
Onu duymazdan gelen Xavier devam etti. "Piskopos Hazretleri
bebeği Kaynak'a götürdü. Saray Muhafızlan'nm başı ona eşlik edi-
yordu, böylece bir tanık olacaktı. Vanya bebeği Ölüm Odası'na ta-
şıdı ve bir taş masanın üzerine koydu. Bu, Merilon'daki ailelerde
gittikçe daha çok Ölü bebek doğmaya başlamasından önceydi.
Prens odadaki tek bebekti, tşte bu sırada Vanya aptalca bir şey yap-
tı, Yeğenim. Çocuğu, yanma bir muhafız koymadan bıraktı. Ne-
den? Bu biraz sonra açıklanacak. Sabır. 'Sabreden, her şeye kavu-
şur,' der eski deyiş."
Prens Xavier bir hareketle havada bir su küresi yarattı ve ağzı-
nın yanında itaatkârca süzülürken yudumladı. Odadaki sessizlik o
kadar ağırdı ki, her yudumu açıkça duyulabiliyordu. "Alır mıydı-
nız, hükümdarım?"
Joram gözlerini Savaşbüyücüsü'nün yüzünden ayırmadan başı-
nı salladı. Dkarn-Duuk, katalistlere su önermedi, küreyi bir emir
sözcüğü ile geri gönderdi. "Bebek, yanında muhafız olmadan bıra-
kıldı. Ah, kuşkusuz bu anlaşılabilir bir durumdu. Kutsal dağın o
kadar derin bir yerindeki odada hiç muhafız bulundurulmazdı.
Hem, orada korunacak ne vardı ki? Ölmeye terk edilmiş bir çocuk
mu? Ah, hayır!" Prens Xavier'in soğuk sesi hafifçe değişti, sıcak ve
kötücül bir hal aldı, onu dinleyenlere bir heyecan dalgası yolladı.
"Yaşamaya terk edilmiş bir çocukl"
443

11
GERÇEK SENİ ÖZGÜR BIRAKACAK
Merlyn'in Başparmağından birisi boguluyormuş gibi bir ses gel-
di.
"Evet, Vanya," diye devam etti Prens Xavier. "Kehanetten habe-
rim var. Duuk-tsariüûer sadıktır -devlete sadık. Tarikatlarının başı
artık devletin ben demek olduğumu anlayınca her şeyi bana açıkla-
dı. Evet, kafan karıştı, yeğenim. Şimdiye kadar her şey kolaylıkla
anlaşılabilirdi. Dikkatle dinle, çünkü daha önce yalnızca Piskopos
Vanya ile Duuk-tsarithlerin bildiği Kehanet'i söyleyeceğim."
Yumuşak bir sesle, Dkam-Duuk o andan itibaren her gece ku-
laklarında fısıldanacak sözleri söyledi.
"Kraliyet Evi'ne, ölü olan ama yaşayacak olan, tekrar ölecek ve
tekrar yaşayacak olan biri doğacak. Ve o geri döndüğünde, elinde
dünyanın yıkımını tutuyor olatak.
Prens Xavier, dikkatle Joram'a bakarak sustu. Genç adam sol-
gundu, dudaklanndaki kan çekilmişti. Ama karanlık yüzdeki ifade
değişmemişti, Joram konuşmadı.
"İşte bu yüzden sana ihanet ettim, oğlum!"
Bastırılmış sözleri, Saryon'un boğazından, yaralanmış bir yü-
rekten fışkıran kan gibi fışkındı. "Başka seçeneğim yoktu! Piskopos
Hazretleri görmemi sağladı! Dünyanın kaderi ellerimdeydi!" O el-
leri ovuşturan Şaryon, yalvarırcasına Joram'a baktı.
444

KARAKJLlÇln YAZGISI
Şaryon neyi umuyor, diye düşündü Dulchase acımayla. Af mı?
Anlayış mı? Dulchase Joram'm sert yüzüne baktı. Hayır, dedi yaşlı
Diyakoz kendi kendine, o karanlık derinliklerde bulamayacak.
Ama, bir an için, bulabilirmış gibi göründü. Joram'm gözkapak-
ları kıpırdandı, gergin dudaklar titredi; başını, açması bir hevesle
izlemekte olan Katalist'e doğru hafifçe çevirdi. Ama kanıyla gelen
ve çılgınlıkla işlenen gurur gözyaşlarını dondurdu, içindeki dürtü-
yü kontrol altına aldı. Yüzünü Şaryondan çevirdi. Şaryon içini çek-
ti ve sandalyesinde büzüldü. Joram'm dikkati hâlâ Dkarn-Duuk

üzerindeydi.
"Sözüm bir daha kesilmezse," dedi Savaşbüyücüsü sabırsız bir
sesle, "devam edeceğim. Simdi Prens'in ölmesine neden izin veril-
mediğini anlıyorsun. Yaşamak zorundaydı -aksi halde Kenahet
gerçekleşecekti. Ama herkes onu ölmüş sanmahydı, aksi halde bir
gün Merilon tahtına Ölü bir İmparator geçecekti.
"Vanya'nm ikilemini görüyorsun, değil mi, Yeğenim?" Prens Xa-
vier ellerini açtı, alaycılığı yumuşak ve ölümcüldü. "Seni ne yapma-
yı planlıyordu, bilmiyorum, Joram. Ne planlıyordun, Piskopos? Bi-
ze söyler misin?"
Piskopos'un ağır nefesleri dışında yanıt yoktu.
Dkarn-Duuk omuzlarını sükti. "Önemli değil. Muhtemelen, se-
ni Kayrtak'taki gizli bir hücrede kilit altında tutmayı düşünüyordu.
Orada, aklına bir çözüm gelene kadar tutsak etmeyi düşünyordu.
Ah, tahminlerimin gerçekten çok uzak olmadığını görüyorum."
Vanya'ya bir bakış fırlatan Dulchase, adamın çenesinin seyirme-
ye başladığını gördü.
"Planı, her ne ise, yolunda gitmemeye başladı. Bilinçli olarak
muhafız bırakmamıştı, o gece Odaya gizlice girmeyi ve Prens'i da-
ha güvenli bir alana götürmeyi planlıyordu. Oda'ya geri dönüp de
bebeğin yok olduğunu gördüğünde nasıl bir dehşete düşmüş oldu-
445

rrİARCARft UA[S & TKACY HlCKJHAn


ğunu tammin edebilirsin, Yeğenim!"
Dulchase hayal edebiliyordu. Kel kafasındaki deri karıncalanı-
yordu, ayaklan buz kesmişti.
"Düşünceli Piskoposumuz paniğe kapılmadı. Sessiz bir araştır-
madan sonra, neler olup bittiğine ilişkin bir ipucu yakaladı. Anja
isimli bir kadın ölü doğum yapmıştı. Thddara anneye bunu söyle-
diğinde ve ölü çocuğu gösterdiğinde, Anja çıldırmıştı. Cesedi bı-
rakmayı reddetmişti. Theldaralar bebeği alabilmek için Duuk-tsa-
rithlen çağırmak zorunda kalmışlardı. Büyü sanatları ile bunu yap-
tılar ve Anja'yı, sözde sakinleştirilmiş bir durumda yalnız bıraktılar.
Ama kadın onlan kandırdı. Senin elçabuklugu ve yanılsama konu-
sunda usta olduğunu ve bunlann sana annen olarak bildiğin kadın
tarafından öğretildiğini duydum, yeğenim. Bu beni şaşırtmadı. Ka-
dın o sanatta becerikliydi, Dııuk-tsarithlen, kolayca kandırılmaya-
cak o insanları kandırmış olmasından biliyorduk bunu.
"Piskopos Vanya hiçbir şeyi kesin olarak bilemiyordu, elbette,
ama kadının odadan kaçtığını, dışan çıkan yolu arayarak Kaynak'ta
dolandığını çıkarsadı ve bu konuda ona katılıyorum. Ölüm Oda-
sı'na rastladı. Burada bir bebek buldu, canlı bir bebek! Çocuğu ka-
pan Anja o gece Kaynak'tan kaçtı. Vanya neler olduğunu öğrenene
kadar, becerikli sihirbaz izlerini de örtmüştü.
"Böylece, yeğenim, Piskopos Vanya yıllarca bu dünyada bir yer-
lerde, senin, Prens'in, hayatta ıfldugu bilgisi ile yaşadı. Ne kadar
ugraşsa da, seni bulamadı. Bu sırrı yalnızca, elbette senin aranman
işini yürüten Duuk-tsarithkrin en yüksek rütbelileri biliyordu. Ba-
na yaşayan Ölülere ilişkin her raporun dikkatle kontrol edildiğini
söylediler. Sana uyan ilk rapor, Joram, denetçiyi öldürmenle ilgili
olandı. Annenin tarifi Anja'ya uyuyordu; uygun yaştaydın.
"Ama Vanya emin olamıyordu. Neyse ki, Yabantopraklar'a ka-
çarak konuyu Piskopos için kolaylaştırdın. Bir savaşbüyücüsü -Du-
44 f,

KAKAKJUÇİİİ YAZGISI
uk-tsarithlerin en iyilerinden biri, Blachloch olarak bilinen biri- za-
ten oradaydı, Karabüyücûlerin arasında gizli bir görev yürütüyor-

du. Bu adam seni izlemesi için uyarıldı. Adamları seni kolayca bul-
du ve gözetim altında tuttular.
"Ama Piskopos bir kez daha ikilemde kalmıştı. Artık seni Kay-
nak'ta tutmaya cesaret edemezdi, çünkü dedikleri gibi, Kaynak'ta
'duvarların kulakları ve dilleri vardır.' Yerine göz diken düşmanla-
rı da vardı. Vanya seni yalnızca bir savaşbüyücüsünün değil, bir de
katalistin dikkatli gözleri altında Yabantopraklar'da tutmanın gü-
venli olacağına karar verdi." Dkarn-Duuk büzülmüş oturan Sar-
yon'u işaret etti. "Ama Vanya senin karataşı keşfedeceğini bilemez-
di. Yavaş yavaş, geri dönülemez bir şekilde, Yeğenim, Kehanet ger-
çekleşmeye başlamış gibi görünüyordu. Sen -ya da biz mi demeli-
yim- çok tehlikeli olmaya başlamıştık."
Prens Xavier sustu, kendi düşüncelerine dalmış gibiydi. Kimse
konuşmadı. Vanya sandalyesinde oturmuş, parmakları sandalyenin
kolunda sürünerek, kaybeden eli oynayan kişinin rakibine baktığı
gibi, adamın bir sonraki hamlesini tahmin etmeye çalışarak Dkam-
Duuk'a bakıyordu. Joram'm yüzündeki sert gurur maskesi kayma-
ya başlamıştı, bitkinlik ve yaşadığı şoktan dolayı neredeyse aptal-
laşmış gibi görünüyordu. Donuk, cam gibi gözleri hiçbir şeye bak-
mıyordu: Şaryon kendi bedbahtlığı içinde boğulmaktaydı. Dulcha-
se adam için üzüldü, ama yapabileceği bir şey yoktu.
Yaşlı Diyakoz'un başı ağrıyordu; soğuk ve sinirden titriyordu,
öyle ki kafasının içinde takırdamasınlar diye dişlerini iyice sıkmak
zorunda kalıyordu. Öfkeliydi de. Bu saçma, tehlikeli duruma sü-
rüklenip getirildiği için öfkeliydi. Kime inanması gerektiğini bilmi-
yordu. Aslında, hiçbirine inanmıyordu. Ah, bazı şeylerin gerçek ol-
duğunu kabul etmek zorundaydı. Çocuğun Imparatoriçe'nin oğlu
olduğu su götürmezdi -o saçlar, o gözler yalan söyleyemezdi.
447

niARCARiî UJEİS S- "TRACY HıcKjnAn


Ama -dünyayı yok edecek bir Kehanet? İnsanoğlunun her nes-
linden bir ya da diğer bir kâhin dünyanın sonunun geldiğini söy-
lerdi. Bu Kehanet'in nereden çıktığını Diyakoz bilemiyordu. Ama
tahmin edebiliyordu. Bir yıl boyunca böcek ve bal yiyerek beslenen
ihtiyann biri, bir öngörü yaşar ve dünyanın sonunun geldiğini gö-
rür. Muhtemelen sırf kabızlık yüzünden. Ama şimdi, yüzlerce yü
sonra, bu çocuğun hayatına mal olacaktı.
Kendini unutan Dulchase tiksintiyle iç çekti. Ses gergin havayı
gökgürültüsü gibi yardı. Odadaki herkes irkildi ve tüm gözler -hat-
ta Dkarn-Duuk'un soğuk, ifadesiz bakışları- yaşlı Diyakoz'a dön-
dü.
"Üşüttüm de," diye mırıldandı Dulchase, göstere göstere burnu-
nu cüppesinin yenine silerek.
Piskopos Vanya, gergin havadaki değişimi kullanarak iri bede-
nini kıpırdattı. "Nasıl anladın?" diye sordu Prens Xavier'e bir kez
daha.
Savaşbüyücüsü gülümsedi. "Hâlâ postu kurtarmaya çalışıyor-
sun, değil mi, Piskopos Hazretleri? Seni suçlamıyorum. Herkesin
görebilmesi için dışarı sızsaydı, kuşkusuz tiksinti verici bir görün-
tü olacak bir sürü pislik yayılırdı. Başka kim biliyor? diye merak
ediyorsun. Senin yerini alacak durumdalar mı? Ben onlan oraya ko-
yacak konumda mıyım?"
Vanya'nm yüzü soldu. Bir yarfit verecek oldu, ama Prens Xavi-
er ince elini kaldırdı. "Artık esip püfürmek yok. Aslında, rahatlaya-
bilirsin, Piskopos. Senin yerine başkasını getirirdim, ama getirme-
mek daha çok işime geliyor -elbette, ortak sorunlarımıza bir çözüm
getirmek konusunda senin ve benim bir anlaşmaya varmamız du-
rumunda. Ama artık daha fazla tartışmayacağız. Şimdi, sorunu ya-
nıtlamak gerekirse. Üst orta sınıftan bir bay dün gece bana geldi kı-
zının yok olması onu perişan etmişti."
448

KARAKJUÇin YAZGISI
Joram, karanlık gözleri çakmak çakmak, başını kaldırdı.
Prens Xavier hemen, görünüşte yatışmış Piskopos'tan, yanında
oturan genç adama döndü. "Evet, yeğenim, bunun kanını kaynata-
cağını düşünmüştüm zaten."
"Gwendolyn!" dedi Joram, çatlayan bir sesle. "O nerede? Ona
ne yaptın? Almin adına!" Yumruğunu sıktı. "Eğer ona zarar verdiy-
sen..."
"Zarar vermek mi?" Dkam-Duuk soğuktu, sesi azarlar gibiydi.
"Sağduyulu olduğumuzu teslim et, Joram. Tek suçu sana âşık ol-
mak talihsizliğini yaşamak olan bu kıza zarar vermek bize ne ka-
zandırırdı?"
Prens Xavier yine Piskopos'a döndü.
"Lord Samuels dün gece, benim talebimle sarayda yanıma gel-
di. Elbette, Duuk-tsarithlerin sıradışı bir şevkle bu genç adamı ara-
makta olduğunun farkındaydım. Doğal olarak, neden olduğunu
merak ediyordum ve Lord Samuels sorularımı hevesle yanıtladı.
Bana Joram ve TheMara'nın tuhaf tanıklığı hakkında her şeyi anlat-
tı. Merakımı arttıran pek çok yanıtlanmamış soru vardı. Anja'nın
kayıtlan neden kaybolmuştu? Neden, böyle olmadığı kesin olduğu
halde bebeğin istenmeyen çocukların ve öksüzlerin arasından ça-
lındığı konusunda ısrar edilmişti?
"Hemen Duuk-tsarithlerin başını çağırttım. Başta, kadın konuş-
makta gönülsüzdü. Ne kadar çok şey bildiğimi, sessiz ve sadakati
hak etmeyen birine sadık," -Prens Xavier bunu vurgulayarak Pisko-
pos'un öfkesini yeniledi- "kalmanın dezavantajlarına karşı konuş-
manın avantajlarını gösterdikten sonra, işbirliği yapmaya karar ver-
di ve bana bilmek istediğim her şeyi anlattı. Endişelenmene gerek
yok, yeğenim. Genç âşığın ailesinin kucağında, kuşkusuz yakalan-
dığın için bol bol gözyaşı döküyor. Yaşaması gereken bir güç du-
rum daha var. Acı verici olacak, ama şart. Kadim dünyada, bedenin
449

rfİARCARfT U7EIS S[ t R£CY HlCKKIAn


yaşamını kurtarmak için hastalıklı organı kesip attıklarını söylerler
Kız genç. Yarası iyileşecektir, özellikle de âşık olduğu adamın, âle-
min iki vatandaşını öldürmekle ve Karanlık Sanatlarla uğraşmakla
suçlanan Ölü bir adam olduğunu öğrenince."
Piskopos Vanya'nm şişmiş yüzüne kan dönüyordu. Öksürerek
boğazını temizledi.
"Evet, Piskopos Hazretleri," diye devam etti Prens Xavier, ince
dudakları alayla bükülerek, "sırrını koruyacağım. Halkın çıkan için
böylesi daha yararlı. Elbette, bir şartım olacak."
"İmparatoriçe," dedi Vanya.
"Kesinlikle."
"Yarın öldüğü ilan edilecek," dedi Piskopos yutkunarak. "Uzun
zamandır bunu planlıyorduk," -Vanya'nm gözleri iki kataliste git-
ti- "zavallı ruhuna aradığı huzuru vermenin tek yolu bu. Ama İm-
parator isteğimize karşı çıktı. Imparator'un," -Piskopos Prens Xavi-
er'e endişeyle baktı- "delirmiş olduğuna dair hiç kuşku yok mu?"
"Hiç yok," diye yanıt verdi Savaşbüyücüsü kuru bir sesle.
Piskopos rahatlayarak dudaklannı yaladı.
"Bir küçük konu daha var," dedi Prens Xavier.
Vanya'nm yüzü karardı. "Nedir o?" diye sordu kuşkuyla.
"Karakılıç..." diye başladı Savaşbüyücüsü.
"O iğrenç silaha kimse dokunmayacak!" diye kükredi Vanya,
yüzü kıpkırmızı kesilerek. Alnındaki damarlar fırladı; gözleri şişen
etlerle kaplanacak oldu. "Sen bile, Dkarn-Duuk! Bu genç adamın
suçunun kanıtı olarak Mahkeme'de mevcut olacak. Sonra Kaynak'a
dönecek ve sonsuza dek kilit altında tutulacak!"
Piskopos'un sesinden, yeni sürülmüş bir tarlayı işlemekte olan
Prens Xavier'in dev bir kayaya çarpmış olduğuna kuşku yoktu. Ka-
yayı çıkarabilirdi, ama bu zaman ve sabır gerektirecekti. O an için,
çevresinden dolaşması daha iyiydi. Omuzlarını silkerek, kabullen-
450

KARAKJLİÇUİ YAZGİSİ
me içinde eğildi.
"Kılıcımı aldınız, bana ne olacak?" diye sordu Joram alçak, gu-
rurlu bir sesle. Yüzünde acı bir gülümseme vardı. "Elinizde gerçek
bir ikilem var gibi. Beni öldürürseniz Kehanet gerçekleşecek. Ama
yaşamama da izin veremezsiniz. Çoktan pek çok 'hata' yaptınız. Be-
ni en derin zindanınıza kapatırsanız, tek bir gece huzur içinde uyu-
yamazsınız, bir şekilde kaçmayı başarmamdan kuşkulanırsınız."
"Her geçen an senden daha fazla hoşlanıyorum, yeğenim," dedi
Prens Xavier, içini çekip ayağa kalkarak. "Korkarım kaderin kata-
listlerin elinde, çünkü sen âleme karşı bir tehdit oluşturuyorsun.
Ve Piskopos Vanya'nm, sonunda, bu dikenli soruna bir çözüm bul-
duğundan kuşkum yok." Dkarn-Duuk hafifçe eğildi. "Saygıdeğer
Kardeşlerim." Vanya'ya iri iri açılmış, dehşet doku gözlerle bak-
makta olan Şaryon ile sandalyesinde huzursuzca kıpırdanan ve
adamın ifadesiz bakışları ile karşılaşmayı reddeden Dulchase'e ba-
şını salladı.
Süslü cüppesinin kırmızı başlığını başına geçiren Dkarn-Duuk,
son olarak Joram'a döndü.
"Ayağa kalk ve beni uğurla, Yeğenim," dedi Savaşbüyücüsü.
Genç adam gönülsüzce, siyah saçlarını meydan okurcasına ar-
kaya atarak, itaat etti. Ayağa kalktı, ama bunun dışında bir hareket
yapmadı. Ellerini arkasında kenetleyerek dosdoğru ileriye, boş sa-
lonun karanlığına baktı.
Öne bir adım atan Prens Xavier genç adamın omuzlarını ince
elleriyle kavradı. Joram irkilerek, içgüdüyle kendisini Savaşbüyü-
cüsü'nün ellerinden kurtarmaya çalıştı, ama kendine hâkim oldu,
çabalamayacak kadar gururluydu.
DKam-Duuk gülümseyerek genç adama doğru eğildi. Başlıklı
başını Joram'ın yanağına yaklaştırdı, önce sol taraftan, sonra sağ ta-
raftan öptü. Genç adam şaşakalmıştı, görünür şekilde geriye çekil-
451

rrlARCARjt U/EİS & 1"RACY HlCKjnAn


di, soğuk dudakların dokunuşundan kaçınmaya çalıştı. Şiddetle
silkindi, kendini adamın elinden kurtardı, adamın dokunuşunun
izlerini silmek ister gibi çıplak kollarını ovuşturdu.
Prens Xavier'in arkasında bir koridor açıldı. İçine adım atarak
kayboldu. Yanında getirdiği ışık da yok oldu. Salonun çoğu, orta-
daki Yaşam Kuyusundan yayılan hafif, ürkütücü aydınlık ve Pisko-
pos'un tahtının arkasından gelen sert, parlak ışık dışında, karanlı-
ğa gömüldü.
Görülür şekilde sarsılmış olan Vanya, yavaş yavaş kendini top-
ladı. Piskopos'un bir hareketiyle genç Duuk-tsarith gölgelerin ara-
sından öne çıktı. Bir sözcük söyledi ve Joram bir kaz daha üç alev-
den halka ile çevrelendi, alev alev ışıkları salonun derin kasvetine
tekin olmayan bir aydınlık yaymaya başladı. Piskopos sessizlik
içinde, burnundan soluyarak genç adama baktı.
"Piskopos Hazretleri," diye başladı Şaryon, ağır ağır, duraksaya-
rak ayağa kalkarak, "öldürülmeyeceğine dair bana söz vermiştiniz."
Katalist titreyen ellerini önünde kavuşturdu. "Almin'in kanı adına
yemin ettiniz..."
"Dizlerinin üzerine çök, Birader Şaryon," dedi Piskopos Vanya
sertçe, "ve seni kurtarması için O'na yalvar!"
"Hayır!" diye haykırdı Şaryon, kendini öne atarak.
Ayağa kalkmaya çabalayan Vanya iri kütlesini tahtından kaldır-
dı ve Katalist'i yolundan iterek, gidip genç adamın önünde durdu.
Joram onu konuşmadan, dudaklannda acı bir yanm gülümsemey-
le izledi.
"Joram, İmparatoriçe'nin oğlu..." diye başladı Vanya, sonra ka-
fası karışmış bir şekilde durdu. Genç adamın yüzündeki yanm gü-
lümseme genişleyerek, bir zafer gülümsemesine dönüştü. Pisko-
posun yüzü öfkeyle sarardı. "Haklısın, genç adam!" dedi titreyen
bir sesle. "Yasamana izm veremeyiz. Ölmene de izm veremeyiz. Bir
452

KAR£KJLIÇln YAZGISI
Ölü olarak canlıların arasında yaşadığına göre, artık canlı bir Ûlüm
bulacaksın."
Dulchase, boğazı daralarak ayağa fırladı. Hayır! diye bağırmak
istedi. Bunun parçası olmayacağım! Konuşmaya çalıştı, ama ağzın-
dan bir şey çıkmadı. Bu kez, dili onu hayal kırıklığına uğrattı. Onu
güzelce tuzağa düşürmüşlerdi. Çok fazla şey biliyordu. Zith-el'e gi-
decekti, orada harika bir hayvanat bahçesi vardı...
Şaryon acı dolu bir haykınş kopardı, Vanya'nm tahtının önün-
de dizlerinin üzerine çöktü.
Piskopos iki kataliste de dikkat etmedi. Joram'm bakışları bu
kez zavallı kataliste gitti, ama bakışları soğuk ve bagışlamazdı ve
hemen Piskopos a döndü.
"Joram. Thimhallan yasalan gereğince üç katalist tarafından, sa-
na yöneltilen bütün suçlamalarda suçlu bulundun. Seni Dönüştür-
me'ye mahkûm ediyorum. Şafakta, Sınır'a götürüleceksin ve etin
taşa dönüştürülecek, ruhun suçlannı düşünmen için bedeninde ya-
şayacak. Sonsuza dek Sinır'da muhafız olacaksın, ölü ama canlı,
sonsuza dek Öte'ye bakacaksın."
453

12
OBEDIRE EST VIVERE
Kapalı kapı hafifçe vuruldu.
"Peder Şaryon?" diye seslendi nazik bir ses.
"Zamanı geldi mi?"
Küçük mabette pencere yoktu. Yeni günün sert, parlak şafağı
dışarıdaki dünyaya gelmiş olabilirdi, ama bu sığmaktaki serin ka-
ranlığa asla işleyemezdi.
"Evet, Peder," dedi sesi alçak bir tonda.
Şaryon yavaş yavaş başını kaldırdı. Gecenin geri kalanını Kay-
nak'taki özel mabetlerden birinde, duada teselli arayarak, yerde diz
çökerek geçirmişti. Şimdi bedeni katılaşmış, dizleri berelenmişti.
Bacakları uzun zaman önce duyularını kaybetmişti.
Aynısının yüreğine de olmasını ne kadar isterdi!
Elini uzatan Şaryon önündeki cjua parmaklıklarına tutundu ve
ayağa kalkmaya çabaladı. Geri dönen kan dolaşımı bacaklarına siv-
ri iğneler gönderirken dudaklarından boğuk bir inleme kaçtı. Ba-
caklarını oynatmaya başladığında, çok zayıf olduğunu fark etti. Bit-
kin başını eline dayayarak, gözyaşlarını engellemeye çalıştı.
"Dilediğim her şeyi reddettin, hiç olmazsa yürüyecek gücü ver,"
diye dua'etti acı acı. Hiç olmazsa bugün onu hayal kırıklığına uğ-
ratmayacağım. Sonuna dek yanında olacağım."
Her iki elini dua parmaklıklarına koyarak, dişlerini sıkarak,
454
KARAKJLİÇin YAZGISI
ayağa kalkmaya çabaladı. Dakikalarca kıpırdamadan, ağır nefesler
alarak, kıpırdayabileceginden emin olana kadar ayakta durdu.
"Peder Şaryon?" dedi ses yine, endişeyle. Mabet kapısı tırmalan-
dı.
"Evet, geliyorum," diye terslendi Şaryon. "Acelen ne? Gösteriyi
görmek için sabırsızlanıyor musun?"
- Katalist acıyan kaslarını hareket etmeye zorlayarak, ayakkabıla-
rını yere sürterek, küçük odayı birkaç adımda aştı ve gücü tükene-
rek kapıya yaslandı.
Titreyen eliyle alnındaki teri silen Şaryon sonunda dün gece ka-
pıya koyduğu büyülü mührü kaldıracak enerjiyi buldu. Güçlü bir
büyü değildi; Katalist, bedenindeki küçük Yaşam miktannı kulla-
narak kendi yapmıştı büyüyü. Ama onu bozabileceğinden emin de-
ğildi. Bir anlık tereddütten sonra kapı sessizce açıldı.
Çömezin solgun yüzü içeriye, ona baktı. Kadının gözleri irileş-
mişti ve korku yüklüydü; Katalist'in kül gibi yüzünü görünce du-
dağını ısırdı ve bakışlarını indirdi.
"Ben -sizin için endişelendim, Peder," dedi titrek bir sesle. "O
kadar." ince elini gözlerinden geçirerek, kırık bir şekilde ekledi.
"Bunu görmek istemiyorum, ama şart tutuldu..." Sustu.
"Üzgünüm, Bacı," dedi Şaryon bitkinlik içinde. "Beni affet.
Uzun bir gece oldu."
"Evet, Peder," dedi kadın daha güçlü bir şekilde, bakışlarını kal-
dırarak adamın gözlerine baktı. "Anlıyorum. Bu güçlüğü aşmamız
için cesaret versin diye Almin'e dua ettim. Beni hayal kırıklığına uğ-
ratmayacak."
"Ne şanslısın," dedi Şaryon alayla.
Rahibin sesindeki ani, acı öfke çömezi irkiltti. Kadın yan kork-
muş, ona bakakaldı. Şaryon içini çekti ve yine özür dileyecek oldu,
sonra vazgeçti. Onun affetmesi neyi değiştirirdi ki? Bir kişi dışında
4 55

ITİARSARff U/EIS & TRflCY HlCKJTlAn


herhangi birinin affetmesi neyi değiştirirdi... Ve buna hiç sahip
olamayacaktı, hak etmiyordu.
"O... o kılıç mı?" Çömezin korku dolu bakışları -bir tavşan ka-
dar parlak ve yumuşak, diye düşündü Şaryon- gül ağacından su-
nağın üzerinde duran, kadının elindeki küçük kürenin ışığında zar
zor görülebilen şekilsiz, karanlık yığma gitti.
"Evet, Bacı," dedi Şaryon kısaca.
Kapıdaki büyülü mührün sebebi buydu. Karanlığın silahını,
yalnızca bir kişinin taşıması uygun görülmüştü.
"Cezanın bir kısmı bu olacak, Peder Şaryon," demişti Piskopos
Vanya. "Dokuzuncu Gizem'in Karabüyücülerinin bu pis aracının
yaratılmasına yardımcı olduğuna göre, hayatının geri kalanını ona
nöbetçilik ederek geçireceksin. Elbette," diye eklemişti Piskopos
daha yumuşak, daha hoş bir sesle, "Tarikatımızın bazı üyeleri onun
kötücül doğası hakkında daha çok şey öğrenmek için onu incele-
mek isteyeceklerdir. Bu görevi yapmak üzere seçilenlere Karanlık
Sanatlar hakkında tüm bilgini aktaracaksın."
Şaryon alçakgönüllülükle başını eğmiş, cezasını minnetle kabul
etmişti. Bunun ruhunu temizleyeceğinden ve ona bu kadar ümit-
sizce aradığı huzuru vereceğinden emindi. Ama vaat edilen huzur
gelmemişti. Dün gece, Joram'm karanlık gözlerine bakana kadar
huzuru bulduğumu sanmıştım. Ctenç adamın acı sözleri, "Sana gü-
venmiştim!" rahibin ruhuna alevden harflerle yazılmış gibiydi. Son-
suza dek içinde yanmaya devam edeceklerdi; acıdan asla kurtula-
mayacaktı.
Almm'e yakaran dualarını yakıp tüketenin o alevler olduğunu
düşünüyordu donuk bir şekilde -merhamet dileyen, günahlannm
bağışlanmasını dileyen dualar. Sözler dudaklarından kül parçacık-
ları gibi süzülüyor, rüzgârda dağılıyor, yüreğini göğsünde kömür-
leşmiş, kararmış bir kütle olarak bırakıyordu.
451,

K_ARAKJLIÇin YAZG SI
Çömez gecenin yıldızlarının yavaş yavaş söndügününün görül-
düğü, koridordaki bir pencereye baktı.
"Peder, gitmeliyiz."
"Evet." Sin yon döndü ve yavaş, tereddütlü adımlarla sunağa yü-
rüdü.
Karakılıç orada, bir ceset gibi yatıyordu. Çömezin elinde tuttu-
ğu ışık cilalı gül ağacından, karmaşık desenlerle süslü sunağın üze-
rinden yansıyordu; kılıcın siyah metalinde parlamıyordu. Sar-
yon'un yüreği acı ve üzüntü ile ağırlaşmıştı, silahı beceriksizce, eti
dokunuşundan kaçınarak tuttu. Hantalca kmma soktu -neredeyse
düşürüyordu. Başını eğerek, kılıcı sımsıkı tuttu, gökyüzüne doğru
kaldırdı ve hayatında ettiği en içten duayla bağırdı.
"Kutsal Almin, artık kendime önem vermiyorum. Ben kaybol-
dum. Joram'la ol! Bir şekilde, ulaşmaya çalıştığı ışığı bulmasına yar-
dım et!"
Mabette duyulan tek ses, genç çömezden gelen boğuk, acıma
dolu bir "amin" oldu.
Ağır kılıcı kollarına alan Şaryon, mabetten çıktı.
457

13
SINIRTOPRAKLARI
Smırtopraklan.
Dünyanın ucu. Toprakların ortasındaki kar kaplı zirveler, çam
ormanları ve pırıldayan ırmaklar yuvarlanan çimenliklere, kalaba-
lık şehirlere, engin ormanlara, sonra yüksek, dalgalanan otlaklara
uzanır. Otlaklar biter ve sonra boş, rüzgârın süpürdüğü kum tepe-
lerinden başka bir şey kalmaz. Kumlann ötesinde, Öte'nin sisleri
asılıdır. Sonsuza dek o sislere görmeyen gözlerle bakan Gözetçiler
vardır.
Lanetlenmiş insanlar, büyüyle taştan heykellere dönüştürül-
müş, ama yine de donmış bedenlerinde can taşıyan Gözetçiler, do-
kuz metre yüksekligindedir. Kadın ya da erkek, her biri diğerinden
altı metre uzaklıkta durur. Hemen hemen hepsi katalisttir. Büyücü-
ler Öte'ye gönderilerek cezalandırılır;,güçlü büyücülerin bu dünya-
da kalmasına, donmuş şekilde de olsa izin vermek çok tehlikeli sa-
yılır. Ama mütevazı katalistler farklı bir konudur ve Smırtoprakla-
nnda Gözetçilere ihtiyaç duyulduğuna karar verildiğinde, bu uy-
gun ve faydalı bir yol sayılmıştır.
Can acıtarak esen kum rüzgârlarına karşı bazıları yüzyıllarca
duran bu sessiz varlıklar neye karşı nöbet tutmaktadır? Dalgalanan
sisler arasında bir şeyin maddeleştigini görünce ne yaparlar? Kim-
se bilemez, yanıtlar uzun zaman önce unutulmuştur. Orada Öte'-
458

KARAKJLIÇln YAZGISI
den, Ölüm Âleminden başka hiçbir şey yoktur. Ve o âlemden kim-
se geri dönmemiştir.
Thimhallan'm doğusunda bulunan Smırtoprakları, yükselen
güneşin ışınlarının dokunduğu ilk yerdir. Yükselirken, güneşin
ışıklan inci grisidir, gökyüzündeki ateş topunun bile yakıp tükete-
meyeceği kadar yoğun sislerden bir perdenin içinden ışır. Sonra,
solgun ve soğuk -kendisinin hayaleti gibi- parlayan güneşin, sisle-
rin mavi, açık gökyüzüne dönüştüğü ufukta hafifçe pırıldadığı gö-
rülür. Güneş sonunda Ölüm Âlemi'nden koptuğunda, ışıklan fışkı-
rır, aşağıdaki toprakların üzerinde minnetle ışıldar, Thimhallan'm
canlılarına yeni bir gün getirir.
İşte bu zamanda, güneşin ilk ışınlannın toprağa düştüğü za-
manda, Joram'm eti taşa dönüştürülecekti.
Bu yüzden kasvetli törenin katılımcılan ve tanıkları kum tepe-
lerinin üzerinde şafağın gri ışıkları ile toplanmaya başladı. Dönüş-
türme için İnfazcı'ya yirmi beş katalistin Yaşam vermesi gerekiyor-
du ve bu erkekler ve kadınlar ilk gelenler oldu. Genel olarak,
Thimhallan'm her yerinden, tüm nüfusu temsil etmek üzere seçil-
meleri gerektiği halde, bu mahkeme o kadar acele olmuştu ki, bu
katalistlerin tamamı Kaynak'tan getirilmişti. Gençlerin pek çoğu
daha önce bu töreni hiç görmemişti, yaşlılann çoğu unutmuştu.
Törende yer almak üzere seçilen katalistlerin uykulu uykulu Kori-
dorlardan kumlann üzerine çıktıklan, pek çoğunun ellerinde ki-
taplar, telaşla töreni çalıştıkları görülebiliyordu.
Sonra İnfazcı geldi. Güçlü bir büyücü -Duuk-tsarithkrin en
yüksek seviyelilerinden biri- olan bu adam, katalistlerin özel savaş-
büyücüsüydü. Yalnızca onlar için çalışırdı ve yalnızca Kaynak'ın
güvenliğinden değil, aynı zamanda bu tür görevleri yerine getir-
mekten sorumluydu. İnfazcı, siyah cüppesini bu görev için griye
459

FTİAReARjT U/EİS §? TRACY HlCKMAn


döndürülmüş olarak, sessizce Koridor'dan dışarı adım attı. Yalnız-
dı, yüzü başlığının altında gizlenmişti. Ona sorgularcasma bakan
katalistler ondan kaçındı, telaşla yolundan çekildi. Adam onlara
dikkat etmedi. Elleri cüppesinin derin yenlerinin içinde kavuştu-
rulmuş, yerde taş kadar kıpırtısız durdu, belki de aklından karma-
şık büyüyü geçiriyor, belki büyünün yapılması için gerekli olacak
büyük zihinsel ve fiziksel enerjiye yoğunlaşıyordu.
Sonra Koridor'dan iki Duuk-tsarith çıktı. Gururlu ama bitkin bir
adamla, yere yığılmak üzereymiş gibi görünen genç bir kadına eş-
lik ediyorlardı. Savaşbüyücülerinin dokunuşundan kaçman kız,
babasına tutundu. Taş Gözetçileri görünce yürek paralayan bir çığ-
lık kopardı. Babası onu kollarında tuttu, aksi halde kız durduğu

yerde yıkılacak ve bir daha kalkamayacak gibi görünüyordu.


Katalistlerin çoğu başlarım salladılar, yaşlı olanlardan birkaçı
Almin'in tesellisini ya da kutsamasını sunmak için öne çıktı. Ama
kız, Duuk-tsarithlerden kaçındığı gibi, onlara da sırtını döndü ve
başını babasının göğsüne gömerek onlara bakmayı reddetti.
İkisine eşlik eden savaşbüyücüleri onlan kumların üzerinde, te-
laşla üzerine çizilmiş bir işaret dışında boş olan bir yere götürdü.
İşareti gören genç kadın -dokuz çubuklu bir tekerlekti- yere yığıl-
dı ve aceleyle bir Theldara çağrıldı.
Sonra Kardinal geldi ve Koridor'dan dışan adımını atarken gü-
müş çerçeveli beyaz cüppesini, hükmün gerektirdiği gümüş çerçe-
veli gri cüppeye dönüştürmeyi akıl etti. Karşısında saygıyla eğilen
yaşlı katalistlere katılan Kardinal, yavaş yavaş aydınlanan sislere
baktı ve kaşlarını çattı. Sinirle, programın arkasında olduklarını
söylediği duyuldu. Tarikatının yirmi beş katalistini bir araya topla-
yarak onlan söz konusu tekerleğin çevresinde halka şeklinde dizdi.
Katalistler adamı tatmin edecek şekilde yerleştikten ve her biri cüp-
pesini griye çevirdikten sonra, Kardinal lnfazcı'ya eğildi, lnfazcı ya-
460

KARAKJLIÇin YAZGISI
vaş yavaş, ciddiyet içinde çemberin ortasındaki yerini aldı.
Her şey hazırdı. Kardinal Koridorlar aracılığı ile Kaynak'a haber
yolladı ve bir anlık nefessiz bekleyişten sonra, boşluk yine açıldı.
Piskopos'un ekibini bekleyen herkes başını çevirdi ve görmeye ça-
lıştı. Ama yalnızca genç kadına bakmaya gelen Theldara idi. Bu dik-
katlerin biraz dağılmasına sebep oldu. Güç veren ilaçlar kullanıldı
ve dakikalar içinde kız, solgun yüzüne biraz renk gelmiş biçimde
ayağa kalktı.
Katalıst çemberinde bir anlık huzursuz kıpırdanma oldu -Kar-
dinal fena halde kaşlarını çattı ve en pervasız kuraltanımazlan ak-
lına not etti. Ama sabırları ödüllendirildi. Koridor yine, boşlukta
bir delik olarak açıldı.
Kalabalık nefesini tuttu. En beklenmedik şey olmuştu.
Koridor'dan dışan İmparator çıktı. Herkes şok içinde izlerken,
boşluktaki bir hareketlilik, beyaz kanatlı bir sandalyeye oturmuş
olan lmparatoriçe'yi de getirdi. Gözleri doğrudan Öte Âlem'e bakı-
yordu; pek çok kişi daha sonra (ölümü resmi olarak açıklandıktan
sonra) yüzünde bir özlem ifadesi olduğunu söyleyecekti, sanki ona
tanınmayan huzuru özlermiş gibi. İkisi yalnızdı, onlara eşlik eden
hizmetkarlar yoktu ve İmparator kumlann üzerinde süzülerek bek-
lenti içinde çevresine bakındı.
Şaşkınlıktan yerinde donmuş olan Kardinal, ağzı bir kanş açık,
izliyordu; katalistler hayret ve dehşet içinde birbirlerine baktılar.
Olay kızın bile dikkatini çekti; başını kaldırdı ve asıl çifte baktı
-özellikle de ölü İmparatoriçe'ye- sonra telaşla, ürpererek bakışla-
rını kaçırdı. Yalnızca lnfazcı etkilenmemiş gibiydi, başlıklı başı öne
bakıyordu, gölgeli gözleri çembere dikilmişti.
Sonunda, Kardinal, katalist çemberini terk etti ve İmparator'a
doğru tereddüt dolu bir adım attı, ama adamla ne yapacağı hakkın-
da en ufak bir fikri bile yoktu. Neyse ki, o anda Kondor bir kez da-
461

(TİAReARfî U/EİS & ÎRACY HıcıgnAn


ha açıldı ve Piskopos Vanya ile, cüppesinin kırmızı rengi beyaz
kumlan üzerinde kan lekesi gibi duran Dkarn-Duuk'u getirdi.
İkisi de İmparator ile karısını görünce büyük ölçüde şaşırmış
göründü.
"Burada ne yapıyor?" dedi Piskopos Vanya alçak sesle, kaşlarını
çatıp Prens Xavier'e bakarken.
"Hiçbir fikrim yok," diye yanıt verdi Savaşbüyücüsü soğuk bir
sesle, Piskopos Vanya'ya bakarak. "Belki de biraz eğlenmeye ihtiya-
cı vardır."

"Kaynak'ın duvarlarının gözleri, kulakları ve ağızları vardır,"


dedi Piskopos aksi aksi, yüzü Dkarn-Duuk'un karanlık gözlerinde
açıkça görüdügü şüphe karşısında kıpkırmızı kesilerek. "Gerçeği
öğrendi."
O an, Xavier ünlü kendine hâkimiyetini kaybedecek gibi oldu
ve Piskopos'u oldukça memnun etti.
Yakına eğilerek tısladı. "Eğer genç adam konuşursa, eğer lmpa-
rator'un huzurunda açıklarsa.
"Konuşmayacak," diye sözünü kesti Vanya. Dudakları kendin-
den memnun bir tatmin içinde büzülmüştü, kısık gözleri, katalist
çemberinin arkasında, yapayalnız duran Lord Samuels ile kızına
gitti.
Piskopos'un ne demek istediğini anlayan Xavier gevşedi, "Genç
adama kızın burada olacağı söylendi mi?"
"Hayır. Onu görmenin yaratacağı şokun onu sessiz kılacağını
umuyoruz. Eğer konuşmaya kalkarsa, Katalist -Peder Şaryon- kı-
zın acı çekeceği konusunda onu uyarmak üzere talimat aldı."
"Mmm," dedi Savaşbüyücüsü yalnızca. Ama seste uğursuz bir
tını vardı. Pıskopos'un aklına güçlü bir şekilde, saldırmadan önce
kurbanlarını bu şekilde uyardığı söylenen yılanın tıslaması geldi.
Ama daha fazla konuşmak için zaman yoktu, ikisinin, hükümdar-
462

KARAKJLlÇin YAZGISI
lan ve ölmüş karısına saygı ve sadakatlerini göstermeleri gerekiyor-
du.
Şimdi, elbette, İmparator ve Imparatoriçe'nin oturması için bir
kraliyet balkonu gerekiyordu. Piskopos Vanya ile Dkarn-Duuk da,
Kardinal ile birlikte orada olacaktı. Bu baylar daha önce yalnızca,
işin bir an önce halledilmesi arzusu içinde, çemberin dışında ayak-
ta durmayı planlıyorlardı.
Artık bu mümkün değildi. Çemberdeki katalistlerin hiçbiri o
enerjiyi harcayamayacağmdan Kardinal'in yardımı ile balkonun ya-
ratılması için Koridor'dan pek çok Duuk-tsarith çagnldı. Kardinal
sinirli bir şekilde savaşbüyücülerine Yaşam bahşetti ve gecikme yü-
zünden kaşlanm çatarak, devamlı, her geçen saniye daha da par-
laklaşan sislerin içine doğru baktığı görüldü.
Ama savaşbüyücüleri işlerini hızla bitirdiler ve bir sözcük söy-
lendikten, elin bir hareketinden sonra balkon şekillendi. Havada
yüzlerce yumuşak yastık belirdi, gökyüzünden, yolunu kaybetmiş
bir bulut gibi, bir sayvan düştü ve kısa süre sonra Majesteleri, Pis-
kopos, Dkarn-Duuk ve geri kalan herkes yerleşmişti. Katalist çem-
berinin başında oturuyorlardı ve İnfazcı ile kumlara çizilmiş teker-
leği mükemmel bir şekilde görüyorlardı. Onlann ötesinde, Dünya-
nın Sının'nm sisleri sabah ışığında dalgalanıyor, dönüyordu.
Rahatlayarak derin bir iç çeken Kardinal telaşla tutsağın getiril-
mesini işaret etti.
4(,3

14
KARAKELIÇIN YAZGISI
Koridor bu sefer katalist çemberinin tam ortasında açıldı.
Şaryon, kollarında Karakılıç'ı beceriksizce, dikkatle, bir baba-
nın yeni doğmuş bebeğini taşıdığı gibi taşıyarak çıktı. Kardinal
bunu -törene kötülük silahının getirildiğim- görünce şok geçir-
miş göründü ve talimat için Piskoposuna baktı.
Yerinden kalkan Piskopos Vanya sert bir sesle konuştu. "Diya-
koz Şaryonun, İnfazcı'nm yanında, Karakılıç'ı kaldırarak durma-
sına, böylece bu genç adamın gözlerinin göreceği son şeyin yarat-
tığı şeytani silah olmasına karar verildi."
Kardinal eğildi. Katalistler arasında mırıldanmalar oldu, rahi-
bin şok dolu tıslaması ile hemen kesilen bir disiplinsizlik. Her şey
bir kez daha sessizliğe büründü, öyle bir sessizlik ki, rüzgârın
kumların arasında kayarken çıkardığı fısıltı her biriyle açıkça ko-
nuşuyordu, ama onu yalnızca Şaryon anlıyordu, rüzgârın uzun
zaman önce yas tuttuğunu o işitmişti.
"Prens Ölü..."
Koridor son bir kez açıldı, iki Duuk-tsarilh tarafından kolların-
dan yakalanmış tutsak kumlann üzerine adım attı. Joram'ın başı
eğikti, siyah saçları karmakarışık, yüzüne düşüyordu. Yavaş ya-
vaş, dikkatle yürümek zorunda kalıyordu -aynı alev alev halkalar
kollarını ve üst bedenini çevreliyordu. Etinde çirkin, kırmızı, su
4ft4

KARAKJLIÇin YAZGISI
toplamış yaralar görülebiliyordu ve balkondaki konuklar arasın-
da, genç adamın yazgısından kaçabilmek için son bir aptalca, öf-
ke dolu mücadele verdiği dedikodusu fısıldandı.
Dersini almış gibiydi, şimdi ümitsizlik içinde görmeden, aldır-
madan, duygusuzca duruyordu. Duuk-tsarithltr sendeleyen adım-
larına, kumların üzerindeki çubuklu tekerleğe doğru iterek yol
gösterdi ve onu merkeze yerleştirdi. Genç adam düşünmeden ha-
reket ediyordu, bedeninde irade kalmamıştı. Piskopos bakışları-
nın karşı konulamaz bir şekilde genç adamdan annesinin cesedi-
ne gittiğini fark etti. Aralarındaki benzerlik ürkütücüydü ve Van-
ya telaşla bakışlarını kaçırdı, bir ürperti başının arkasındaki yağ
katmanlarının titremesine sebep oldu.
Tutsak şimdi Infazcı'nın sorumluluğu altındaydı. Gri cüppeli
savaşbüyücüsü eliyle belirsiz bir hareket yaptı. Genç adama mu-
hafızlık eden Duuk-tsarithler ayrılmaya hazırlandı.
"Joram!" diye haykırdı çemberin dışından kınk bir ses. "Jo-
ram! Ben..."
Sözcükler boğuk bir hıçkırıkla kesildi.
Joram başını kaldırdı, adını seslenenin kim olduğunu gördü
ve bakışlarını İnfazcı'ya çevirdi. "Kızı buradan götürün. Onu bu-
radan götürmelerini sağlayın!" dedi alçak, sert bir sesle. Gözleri
donuk, sert, ölmekte olan bir parıltıyla yanıyordu. Kollarındaki
kaslar seyiriyordu, ellerini sıkmıştı ve Duuk-tsarith\er yakında kal-
dı.
"Bırakın onunla konuşayım," dedi Şaryon.
"Hiçbir lafını dinlemek istemiyorum, Katalist!" diye hırladı Jo-
ram. "Ben kendim için hiçbir şey istemiyorum!" Sesini yükseltti;
sesi karanlık, çılgınlıkla doluydu ve Duuk-tsarithler yaklaştı. "Kızı
buradan götürün! O masum! Onu buradan götürün, aksi halde
Almin adına yemin ederim, ağzım taş kesilene kadar gerçeği hay-
4<>5
ITİAReARfî IUEIS d Î^ACY HlCKJTlAn
kırırım -Ahhh!"
Alev alev çemberler çevresinde kapanıp etini yakarken genç
adam acı içinde bağırdı.
"Lütfen!" diye yalvardı Şaryon çaresizce.
Infazcı'nın başlıklı başı hafifçe kıpırdadı. Eliyle bir hareket
yaptı ve Duuk-tsarithlzr geriledi. Karakılıç'ı Infazcı'nın ayaklannın
dibinde yere bırakan Şaryon döndü ve kumların içinde bata çıka
Joram'a doğru ilerledi. Genç adam onu, gözlerinde acı bir nefret-
le izledi. Şaryon, sanki yüzüne vurulmuş gibi büzüldü.
"Bir sonraki nefesimle imparatora 'Baba,' diyeceğim," dedi Jo-
ram sıktığı dişlerinin arasından. "Onlara bunu söyleyeceğim, ha-
in! Kız serbest kalmazsa..."
"Joram, anlamıyor musun?" dedi Şaryon yumuşak bir sesle.
"Onun burada olmasının sebebi bu! Sessiz kalmanı sağlamak için
burada. Sana, eğer konuşursan, annenle -Anja'yla- aynı kaderi
paylaşacağını söylemem istendi. Ailesinden dışlanacak ve şehir-
den dışarı atılacak."
Şaryon, Joram'ın ruhundaki alevin şiddetle yandığını gördü ve
bir anlığına, o ateşin genç adamın içinde iyi ve asil olan ne varsa
yok edeceğini düşündü.
Ne söyleyebilirim? diye düşündü Katalist çılgınca. Artık onu
hiçbir basmakalıp söz kurtaramaz. Yaknızca gerçek. Ama onu ke-
nardan aşağı itebilir ve kızı da beraber götürür.
"Seni uyarmıştım, oğlum," dedi Şaryon, alev alev gözlere ba-
karak. "Seni ona, hepimize getireceğin acı konusunda uyarmış-
tım. Dinlemedin. Hayatın boyunca kendi acına o kadar odaklan-
dın ki, başkalarının acısını hiç hissetmedin. Şimdi hisset, Joram.
Hisset ve zevkini çıkar, çünkü bu dünyada hissedeceğin son şey
bu olacak. O acı senin kurtuluşun olacak. Tanrı'dan," -Katalist
başını eğdi- "o acının benim olmasını dilerdim."

Ki*RpKjuçm YAZGİSİ

Bir an, yalnızca rüzgârın kumlar üzerinde çıkardığı fısıltı ve


Joram'ın sert nefes alışları tarafından bozulan sessizlik vardı. Son-
ra Şaryon nefesin tutulduğunu işitti ve hızla başını kaldırdı. Göz-
lerdeki alev pırıldadı, sonra gözyaşlarıyla boğularak söndü. Bir
hıçkırıp bedenden koptu, omuzlar sarsıldı. Joram kumların üze-
rinde dizlerinin üzerine çöktü.
"Bana yardım et, Peder!" Gözyaşlan sözlerini susturdu. "Kor-
kuyorum! Çok korkuyorum!"
"Çıkarın şunları!" diye emretti Şaryon Duuk-tsarithkre, alev
alev çemberlere doğru öfkeli bir hareket yaparak. Savaşbüyücüle-
ri tereddüt ederek İnfazcı'ya baktılar, lnfazcı kesin bir tavırla ba-
şını salladı. Zaman damlıyordu.
Alev alev halkalar yok oldu.
Joram'ın yanında diz çöken Şaryon kollarını genç adama dola-
dı. Kaslı beden katılaştı, sonra gevşedi. Başını Katalist'in omzuna
gömen Joram gözlerini İnfazcı'nm gri cüppesinin görüntüsüne,
kumların üzerine dizili Gözetçilere, annesinin -bilmeden- Ölü
oğlunun sonsuz yaşama mahkûm edilişim izlemesine kapadı. Da-
yanamıyordu. Gecenin uzun karanlığı boyunca peşini bırakma-
yan korku onu ele geçirmişti.
Sonsuza dek, yıllarca, zamanın geçişiyle kemirilerek, her za-
man uyanarak, her zaman rüya görerek, asla huzur bulamadan
durmak...
"Bana yardım et!"
"Oğlum!" Şaryon yanık, acı dolu bedeni kucakladı, uzun, si-
yah saçları okşadı. "Çünkü sen benim oğlumsun! Sana yaşam ve-
ren bendim," diye mırıldandı. "Ve şimdi yine sana yaşam verece-
ğim!"
Katalist'in kollan genç adamın çevresinde sıkılaştı. "Hazır ol!"
diye fısıldadı Şaryon ani bir yoğunlukla Joram'ın kulağına.
41,7

mAR£AR£Î UİEIS & fRACY HlCKJHAn


Eller Saryon'u tuttu; Duuk-tsarithier onu geri çekti ve bir, kena-
ra fırlattı. Joram'ı yakaladılar, genç adamı ayağa kaldırdılar ve bir
kez daha, bir zamanlar kumlann üzerine çizilmiş çubuklu bir te-
kerlek olan, ama şimdi karmakarışık olan şeyin ortasına getirdiler.
Onun her iki tarafında duran Duufe-tsarithler Joram'm kollarını sı-
kıca yakaladılar ve Dönüştürme için hazır vaziyette tuttular.
Gözlerindeki yaşlara karşı gözlerini kırpıştıran Joram savaşbü-
yücülerini görmezden geldi. Katalist'e şaşkınlık içinde baktı ve
Katalist kınının içindeki Karakılıç'ı yavaşça, gözle görülür bir tik-
sinti ve gönülsüzlükle kaldırırken Saryon'un perişan yüzünde sı-
radışı bir sertlik ve kararlılık gördü. Kılıcı önünde, bir eli kabza-
nın tam altında, tuttu.
Dikkatle izlemekte olan Joram, Saryon'un -elinin hızlı bir sil-
kinişiyle- kınının içinde kılıcı serbest bıraktığını gördü. Genç
adam kimsenin fark edip etmediğini görmek için hızla çevresine
bakındı. Kimse fark etmemişti. Tüm gözler Infazcı'ya dikilmişti.
Joram gerildi, hazırlandı, ama Saryon'un planının ne olduğu ko-
nusunda en ufak bir fikri yoktu.
Genç adam Gvvendolyn'in ağladığını duydu; katalistlerin du-
alarına başladığını, dünyadan Yaşam çektiklerini dudu. Ellerini
kenetleyerek, enerjilerini Infazcı'ya odakladılar. Joram İnfazcı'nın
şarkı söylemeye başladığını duydu, aşna zihnini sese kapattı. Bir-
kaç dakika önce dünyanın görüntülerine karşı gözlerini kapattığı
gibi, zihnini tüm seslere kapattı. Tüm ruhuyla, tüm varlığıyla Sar-
yon'a yoğunlaştı. Eper izin verirse, korkunun onu yine ele geçire-
ceğini biliyordu.
Piskopos bir kez daha zahmetle ayağa kalktı. Şarkının, duala-
rın ve esen rüzgârın seslerinin üstüne çıkan yüksek, gür bir sesle
suçlamaları okudu.
"Joram. (Bazılarını şaşırtarak annelik kısmını atladı, hafifçe gü-
4d8

KARAKJLIÇln YAZGISI
lümsediği görülen İmparator'a yan yan, huzursuzca baktı.) Sen
Canlıların arasında yürüyen Ölü bir adamsın. İki Thimhallan va-
tandaşının canını almakla suçlanıyorsun. Dahası ve daha haince -
si, Karanlık Sanatlann Karabüyücüleri ile işbirliği yapmakla ve
aralarında yaşarken bu dünyada iğrenç sayılan şeytani bir silah ya-
ratmakla suçlanıyorsun. Bir katalist mahkemesinde bu ithamlar-
dan suçlu bulundun.
"Verdikleri hüküm, senin Taşa Dönüştürülmen, burada, top-
raklarımızın sınırında durman ve yürüdüğün yollarda yürümek
için baştan çıkanlara sonsuz bir uyarıcı olman oldu. Gözlerinin
son ışığı, yarattığın şeytani alete düşecek. Her şey sona erdiğinde,
seni tuzağına düşüren pis sanatların simgesi göğsüne işlenecek.
Almin gelecek uzun yıllarda suçlarından pişman olmanı ve O'nun
gözünde affa uğramanı bahşetsin.
"Ruhuna merhamet göstersin. İnfaza, görevini yap."
Joram sözleri duydu ve bir an için kendisiyle mücadele etti,
içinde öyle bir öfke birikti ki, gerçek patlayıp çıkacak sandı. Çev-
resindeki yüzlerde gördüğü dindarca ifadeyi silmek istedi, onların
solduğunu, terlediğini görmeyi diledi. Bakışları İmparator'a, ba-
basına gitti ve Joram'm göğsünde vahşi bir umut doğdu. Bana des-
tek olacak, diye düşündü genç adam. Kim olduğumu biliyor, bu-
rada olmasının sebebi bu. Beni kurtarmaya geldi!
Joram'm bakışları aniden, sanki yalnızca onun kulaklarının
duyması için söylenmiş gibi, kaydı. Bir kez daha annesinin ölü
gözlerine baktı. Ceset kıpırdamadan, yarı saydam yüzdeki gözleri
sabit, oturuyordu. Joram o zaman anladı ve içini çekti. Bakışları
yine İmparator'a döndü. Babası genç adama bakmıyordu, bakışla-
rı boştu, tanıma belirtisi yoktu. Vanya, ilanından aile ismini çıkar-
dığında beliren o tuhaf, hüzünlü gülümseme vardı yalnızca
Sen benim oğlumsun, diye yankılandı Katalist'in sözlen, sana
469

HİARGARft WEİS ft TRİ»CY HlCKJTIAn


ben yaşam verdim.
İnfazcı'nm şarkısı yükseldi. Savaşbüyücüsü ellerini kaldırdı.
Şaryon Savaşbüyücüsü'nün yanma adım attı, sihırbazlarıyla
savaşa girerken katalistlere yapmaları öğretildiği şekilde adamın
sol tarafında durdu. Şaryon, her iki eli kabzanın hemen altında,
Karakılıç'ı yavaş yavaş kaldırdı.
Gözleri Katalist'in üzerinde olan Joram Şaryonun kılıcı değil
kını tuttuğunu gördü. Nabzı hızlandı, kasları seyirdi. Kumların
üzerinde ezilerek karışmış tekerleğin ortasında durmak için ken-
dini zorladı. Bakışlarını Şaryon ve kılıçtan ayırmadı. Duuk-tsarith-
ler ondan uzaklaşarak, katalist çemberinin kenarına çekildiler.
Joram kumların üzerinde yapayalnız duruyordu.
Başlığı tarafından boğulan yüksek bir haykırışla, tnfazcı Yaşam
için seslendi. Başları eğik, her katalist dünyadan büyü çekerek
tüm enerjilerini Savaşbüyücüsü'ne yoğunlaştırdı. Kanallarını aça-
rak sihirbazın bedenine Yaşam akıttılar. Tüm katalistlerin odak-
lanmış enerjileri o kadar büyüktü ki, büyü görünür olmuştu -ra-
hiplerin bedenlerinin ve kenetledikleri ellerinin çevresinde mavi
alevler dönüyordu. Mavi bir şimşek gibi alevlenerek katalistlerden
infazcı'nm bedenine sıçradı.
Güce boğulmuş adam iki elini Joram'a uzattı. Bir daha konuş-
tuğunda büyü yapılmış olacak, Dönüştürme başlayacaktı.
lnfazcı bir nefes aldı. Gri başlık titredi. İlk sözcüğün ilk hece-
sini söyledi ve o anda Şaryon kendisini öne atarak lnfazcı ile Jo-
ram'm arasına girdi. Savaşbüyücüsü'nün ellerinden fırlayan mavi
ışık Saryon'a çarptı. Acı içinde nefesi kesilen Katalist bir adım at-
mak istedi, ama kıpırdayamadı.
Ayaklan ve bilekleri beyaz, katı taştı.
"Oğlum!" diye haykırdı Şaryon, bakışlarını Joram'dan ayırma-
dan, "kılıç!" Korkunç, soğuk hissizlik dizlerine doğru yayılırken,
470

K/iRflKJUÇin YH2GIS1
kalan gücüyle silahı ona doğru fırlattı.
Karakılıç Joram'm ayaklarının dibine düştü. Ama genç adam
da taşa dönmüştü sanki. Sersemlemiş, korku dolu bakışlarla Sar-
yon'a bakmaktan başka bir şey yapamıyordu.
"Joram, kaç!" diye haykırdı Şaryon acı dolu bir sesle, yırtıcı
acıyla kıvranarak, ayakları kumların içinde donmuş durumda.
..Gözucuyla gördüğü kara gölgeler Joram'm aklını başına getir-
di. Öfke ve acı onu eyleme geçirdi. Eğilip, tek bir hızlı hareketle
kılıcı kınından çekti ve düşmanlarıyla yüzleşmek üzere döndü.
Garald'm eğitimi aklına geldi. Joram kılıcı önünde salladı, ge-
ri çekilip pozisyon alana kadar Duuk-tsarithleh uzak tutmak isti-
yordu. Ama kılıcın kendi gücünü hesaba katmamıştı.
Karakılıç katalistlerden lnfazcı'ya Yaşam akarken büyü ile
elektriklenmiş havada öne çıktı. Yaşam'a susayan Karakılıç büyü-
yü emmeye başladı. Mavi ışıktan yay alev alev, Infazcı'dan kılıca
sıçradı. Katalistler korku içinde haylırdı, pek çoğu kanalları ka-
patmaya çalıştı. Ama artık çok geçti. Karakılıç her geçen saniye
güçleniyor, kanallan zorla açık tutuyor, çevresindeki her şeyden
ve herkesten Yaşam çekiyordu.
Parmaklarının ucunda büyüler çatırdayarak, Joram'ı durdur-
maya koşan savaşbüyücüleri derin karanlığın içinde parlak mavi
bir ışığın alevlendiğini gördüler. Saf enerjiden bir top onlara pat-
layan bir yıldızın gücü ile çarptı ve siyah cüppeli şekiller kör edi-
ci bir parıltıyla yok oldular.
Karakılıç Joram'm ellerinde zaferle tınladı. Kılıçtan yayılan
mavi ışık genç adamın bedenine, alevlerden bir sarmaşık gibi do-
landı. Sarsıcı patlama ve düşmanlarının aniden yok olmasıyla ser-
semlemiş olan Joram kılıca inanamayarak, kararsızca baktı. Sonra
genç adam elinde muazzam bir güç tuttuğunu anladı. Bununla,
dünyayı iethedebilirdi! Bununla, altedılmezdı!
471

ITlARSARfî WEİS & fRACY HlCKjnAn


Coşku içinde haykıran Joram, Infazcı ile yüzleşmek üzere hız-
la döndü...
...ve Şaryonu gördü.
Büyü yapılmıştı. Karakılıç'm gücü onu ne değiştirebilir, ne de
durdurabilirdi.
Saryon'un ayaklan, bacakları, bedeninin altı katı, kıpırtısız,
beyaz taş olmuştu. Acı-soğuk hissizlik yükseliyordu; Joram onun
Katalist'in etini dondurduğunu, kasıklardan bele tırmandığını gö-
rebiliyordu.
"Hayır!" diye bağırdı Joram boş bir sesle, kılıcı indirirken.
Dkarn-Duuk bağırıyordu. Piskopos Vanya yaralı bir hayvan
gibi kükrüyordu. Joram Koridorların belli belirsiz açıldığını, içle-
rinden karıncalar gibi siyah cüppeli şekiller boşandığını fark etti.
Ama hepsi onun için böcek gibiydi, o kadar.
Öne sıçrayan Joram Saryon'un kollarını yakaladı. Katalist elle-
rini yıkıcı bir çabayla yakarırcasma kaldırdı. "Kaç!" demeyi başar-
dı Şaryon, diyaframı donup sesini boğmadan önce. "Kaç," diye
yalvardı adamın gözleri, bir acı gölgesinin içinden.
Joram öfke doldu. Kumlann içinde bata çıka ilerleyerek infaz -
cı'nın önünde durdu. Karakılıç mavi mavi yanıyor, dünyadan Ya-
şam emiyordu ve Infazcı bir dizinin üzerine çökmüştü. Büyünün
yapılması enerjisinin çoğunu tüketmişti ve Karakılıç daha fazlası-
nı çekiyordu. Ama başlıklı başını kaldırmayı ve Joram'a soğuk bir
kayıtsızlıkla bakmayı başardı.
"Büyüyü tersine çevir!" dedi Joram, kılıcı kaldırarak, "yoksa
Almin adına yemin ediyorum, kafanı bedeninden ayırırım!"
"Ne istersen yap!" dedi Savaşbüyücüsü hafifçe. "Bir kere yapı-
lınca büyü geri döndürülemez. O karanlık silahın gücü bile bunu
değiştiremez!"
Gözyaşlarının kör ettiği Joram tehdidini gerçekleştirmek için
472

KARiiKILIÇin YAZGISI
kılıcı kaldırdı. Savaşbüyücüsü, kırılmaz bir cesaretle katiline ba-
karak bekledi, hareket edemeyecek kadar tükenmişti.
Joram durdu, gözlerini düşmanından kaldırıp çevresine ba-
kındı. Katalistlerin çoğu bitkinlik içinde dizlerinin üzerine çök-
müştü; bazıları bilincini kaybetmiş, kıpırdamadan kumların üze-
rinde yatıyordu. Duufe-tsarithler düşmüş rahiplerin oluşturduğu
kırık çemberin dışında, ne yapacaklarını bilemeden süzülüyorlar-
dı. Savaşbüyücüleri, Koridor'dan dışarı adım atar atmaz Yaşamla-
rının emildiğini hissetmişlerdi. Hiçbiri, kılıç korkunç gücünü ko-
rurken Joram'a yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
Korkulan Piskopos Vanya'mn leke leke derisinde ve Prens Xa-
vier'in korku dolu yüzünde yansıyordu. Joram bunu açıkça gördü
ve yüzünü karartan o yanm gülümsemesiyle gülümsedi. Kimse
artık onu durduramazdı, bunu biliyordu. Karakılıç Koridorlar']
yırtıp açabilir, onu bu dünyada istediği yere taşıyabilirdi ve bir
kez daha kaybolurdu.
Arkasından bir ses geldi, onu çevreleyen ölümcül sessizliğin
içinde zorlukla duyuldu. Kayalaşan ciğerlerden sızan son bir ne-
festi bu.
Joram kılıcı aniden indirdi. Gözlerinde şaşkın, ama hızlı bir
rahatlama gördüğü İnfazcı'yı görmezden gelerek, gergin bir şekil-
de hamlelerini yapmak için bekleyen Duuk-tsarithlen görmezden
gelerek, Joram hepsine sırtını döndü ve yavaş yavaş kayan kum-
lann üzerinde ilerledi. Gelip Katalist'in önünde durdu, tüm bede-
nin taşa dönmüş olduğunu gördü; canlı kalan tek kısım baş ile
boyundu. Uzanan Joram eliyle sıcak yanağa dokundu ve nazikçe,
dokunuşunun altında soğuduğunu hissederek okşadı.
"Artık ne yapmam gerektiğini anlıyorum, Peder," dedi Joram
yumuşak bir sesle, Katalist'in taştan ayaklarının dibinde yatan kı-
nı alırken.
473

rriAR.GAREt UİEIS ft 1"R£CY HlCKJHAn


Karakılıç'ı kaldırdı, kınma soktu ve nazikçe, saygıyla Katalis-
t'in uzattığı kollarına bıraktı.
Şaryonun yüzünde tek bir gözyaşı süzüldü ve sonra gözler de
beyazlayıp sabidendi. Büyü tamamlanmıştı. Baştan ayağa, sıcak,
canlı et soğuk, katı taşa dönüşmüştü. Ama taştan yüzde donan ifa-
de büyük bir huzur ifadesiydi, dudaklar ruhunun ettiği son bir
şükran duası ile aralanmıştı.
O bakışlarda teselli bulan Joram elini bir an taştan göğse koy-
du. "Bana gücünden bir parça bahşet, Peder," diye dua etti.
Sonra yaşayan heykelden uzaklaştı, meydan okurcasına onu
izleyen korku dolu yüzlere baktı.
"Bana Ölü dediniz!" diye bağırdı. Bakışları İmparatoriçe'ye git-
ti. Cesede yaşam taklidi veren büyü olmayınca, kadının bedeni,
bir kez bile aşağı bakmamış olan kocasının ayaklannm dibinde
bir yığın halinde yatıyordu. Yüzündeki cansız ifadeye bakılarak,
adam da bir ceset sanılabilirdi.
Joram bakışlarını çevirdi, mavi gökyüzüne baktı. Güneş ken-
disini ölüm sislerinden sıyırmış, dünyaya sakin, aldırışsız bir mut-
lulukla işiyordu. Genç adam, Şaryonun son nefesini yankılarcası-
na içini çekti.
"Ama ölmüş olan sizlersiniz," dedi yumuşak bir sesle, hüzün-
le. "Ölmüş olan bu dünya. Benden korkmanız için sebep yok."
Topuklarının üzerinde dönerek taş*heykelden uzaklaştı, yavaş
yavaş, kararlılıkla kumların üzerinde yürüdü. Savaşbüyücüleri ey-
leme geçerken, arkasında bir kargaşa işitti. Artık Katalist'in don-
muş ellerinde karanlık, cansız duran kılıçtan korkmuyorlardı.
Ama Joram adımlarını hızlandırmadı. Almin ile yürüyordu, hiçbir
ölümlü ona dokunamazdı.
"Durdurun onu!" Piskopos Vanya'nm sesi dehşetle boğulmuş-
tu, çünkü aniden Joram'm niyetini anlamıştı. Dkarn-Duuk, yüzü
474

KARAKJLIÇln YAZGISI
öfkeyle çarpılmış vaziyette, balkondan aşağı atladı.
"Ne pahasına olursa olsun durdurun onu!" diye haykırdı Sa-
vaşbüyücüsü, kırmızı cüppesi çevresinde kana boyanmış su gibi
dalgalanarak.
Siyah cüppeli Duuk-tsarithltr büyülerini yaptılar, ama çoğu za-
ten Karakılıç'ın gücü ile zayıflamıştı. Ya da belki de sahibinde o
gücün bir kısmı kalmıştı, çünkü hiçbir büyü Joram'a dokunama-
dı, onu durduramadı. Arkasına bakmadı bile, siyah saçları soğuk
bir rüzgârla dalgalanarak yürümeye devam etti. Sisten şeritler ona
doğru uzandı ayaklannm çevresinde kıvrıldı. Joram yürümeye de-
vam etti.
Ama bir ses onun tereddüt etmesine sebep oldu. Bir kadın se-
siydi ve ona yalvanrcasına ya da pişmanlıkla değil, sevgiyle sesle-
niyordu. "Joram," dedi kadın. "Bekle!"
Gvvendolyn'in babası, yüzünde bir dehşet ifadesiyle kollarını
kızma dolamaya çalıştı. Kollan havada kavuştu. Kız yok olmuştu.
İzleyenlerin bazıları -o anda- sislerin yuttuğu beyaz bir elbise ve
altın saçlann üzerinde parlayan güneşi gördüklerini söylediler.
Joram yürümeye devam etti. Öte'nin sisleri yoğun bir şekilde
onu sarmaladı ve sonra tamamen gözden kayboldu. Sis fokurda-
dı, köpüklendi ve dünyanın ucundaki kumlu kıyıya çarpan mci
grisi bir dalga gibi yuvarlandı.
Kumsalda kalanlar arasında büyük bir kargaşa vardı. Piskopos
Vanya boğuluyormuş gibi bağırdı, boğazını tuttu ve baygın bir şe-
kilde öne devrildi.
Avının kaçtığını gören Dkarn-Duuk taştan heykele koştu ve
Karakılıç'ı almaya çalıştı. Ama taştan katalisı kılıcı sıkı sıkı tutu-
yordu, adamın kollarıyla birleşen metalin bir özelliğiydi belki. Ya
da belki km yüzündendi, çünkü üzerine işlenmiş rünler kutsal,
475
ITİAReARET UJEİS & tRACY HlCKJIlAn
gümüşsü bir ışıkla parlıyordu. Durum her ne ise, Prens Xavier kı-
lıcı kıpırdatamadı.
Lord Samuels çılgınca kıyıda koştu, kızma seslendi. Duuk-tsa-
rithîere başvurarak yardımlarını istedi. Siyah cüppeli şekiller yal-
nızca ona serinkanlı bir merhametle baktılar ve kendilerini onun
ellerinden kurtanp Koridorlar'a adım attılar, dünyadaki görevleri-
nin başına döndüler.
Katalistler birbirlerinin ayağa kalkmasına yardım ettiler, güçlü
olanlar zayıf olanlara destek oldu. Kumlann içinde sendeleyerek
onları evlerine, Kaynak'a götürecek Koridorlara ilerlediler. Sar-
yon'a bakanlar, telaşla bakışlarını kaçırıyordu.
lnfazcı yavaş yavaş ayağa kalktı dura dura, topallaya topallaya
Dkam-Duuk'a yürüdü. Savaşbüyücüsü hâlâ özlemle heykelin el-
lerindeki Karakılıç'a bakıyordu.
"Adamı diğerleri ile aynı boya getireyim mi, lordum?" diye
sordu lnfazcı, bakışları dokuz metre yüksekliğindeki diğer Gözet-
çilere giderek.
"Hayır!" diye hırladı Prens Xavier, gözleri pırıldayarak. "O la-
net kılıcı almanın bir yolu olmalı!" Elleri kılıca dokunmak üzere
uzandı. "Bir yol..." diye mırıldandı.
Koridorlar açıldı ve hızla kapandı. Thddaralar baygın Pisko-
pos'u Kaynak'a taşıdılar. Beyaz ketene^sarılı İmparatoriçe'nin be-
deni saraya götürüldü. Çevresi Duuk-tsarithltr tarafından sarılmış
Dkarn-Duuk, lnfazcı eşliğinde, Tarikat'ı hangi karanlık ve gizli
yerde yaşıyorsa, oraya döndü ve orada çılgınca, karataşm özellik-
lerini araştırmaya başladı. Acıdan çılgına dönmüş Lord Samuels
korkunç kayıplarının haberini ailesine vermek için evine döndü.
Kısa süre sonra, kumsalda bir tek İmparator kalmıştı. Kimse
ona tek bir sözcük söylemedi. Karısının cesedini, ayaklarının di-
binde yattığı yerden kaldırmışlardı ve adam bir kez bile bakış-
47f,

KARAKJLIÇin YAZGISI
lannı aşağı indirmemişti. Taş kadar kıpırtısız durmuş, sabit bakış-
larla sislerin içine bakmıştı -dudaklarında tuhaf, hüzünlü bir
gülümseme vardı.
Joram Öte'ye geçti ve rüzgâr kum tepelerinin arasında fısıl-
dayarak esti, "Prens Ölü... Prens Ölü.
477

BİTİŞ
Smır'a alacakaranlık geldi, sislere kırmızı ve pembe, mor ve
portakal rengi büklümlerle dokundu.
Orada duran ve Ölüm Âlemi'ne bakan taş heykel dışında kum-
sal boştu. İmparator bile sonunda gitmişti, ama nereye gittiğini
kimse bilmiyordu. Saraya dönmemişti ve ölü karısı için yapılacak
törenleri başlatabilmek için onu arıyorlardı.
Kumsala yakın çimenliğin ucunda duran bir palmiye ağacı -bi-
raz fazla uzun, ince ve zarif bir palmiye ağacı- silkelendi, gerildi ve
kocaman bir esneme kopardı.
"Aman," dedi palmiye sinirle. "Kaskatı kesilmişim. Ûyle durur-
ken uyumamam gerektiğini bilmeliydim. Hem de bütün gece gü-
neş altında kaldım. Kesin cildimin rengi berbat olmuştur!"
Palmiye yapraklarını titreterek şekil değiştirdi -ayırt edilemez
bir yaşta, daracık pantolon, ipek çorap ve dizlerine gelen kadife bir
ceketle frapan giyinmiş sakallı bir genç adama dönüştü. Devekuşu
tüyleriyle çevrilmiş ceket önde ikiye aynlarak aynı renkte bir yele-
ği açığa çıkanyordu ve yelek de devekuşu tüyleriyle çevrilmişti.
Tüylerle süslenmiş bileklerden danteller dökülüyor, boyunda dan-
teller köpürüyordu. Tüm kıyafet geniş, kahverengimsi portakal ve
koyu kırmızı şeritlerden oluşuyordu.
"Cenaze için mükemmel. Ben buna Patlıcan içinde Paslan, dıyo-
478

KARüKJLIÇin YAZGISI
rum," dedi Simkin, bir ayna yaratıp kendini eleştirel bir gözle ince-
leyerek. Dikkatle burnuna baktı. "Ah, yanmışım işte. Şimdi çillerim
çıkacak." Aynayı sinirli bir hareketle yok etti.
Elini, ellerini içlerine sokarken beliren ceplere sokan Simkin,
kumsalda dalgın dalgın dolandı.
"Belki de tüm derimi beneklerle kaplarım," dedi boş kumsala.
' Kumsalda süzülürken alçalıp Katalist'in heykelinin önünde durdu.
"Gömüleyim, emi!" dedi Simkin bir an sonra, fena halde etki-
lenmiş bir şekilde. "Gerçekten etkilendim! Olağanüstü bir benzer-
lik! Kel kafa filan."
Heykele sırtını dönen Simkin Öte'nin sislerine baktı. Sisler ge-
ce karanlığına dönmüştü, parlak renkleri alacakaranlığın ölen kav-
rayışı dünyadan kayıp giderken soluyordu. Kıyıda sürünerek, kıv-
rılarak, her seferinde biraz daha ilerleyen gelgit dalgası gibiydiler.
Simkin kendi kendine gülümseyerek ve sakalını sıvazlayarak izle-
di.
"Oyun asıl şimdi başlıyor," diye mırıldandı.
Havadan portakal renkli ipek parçasını çekerek Saryon'un taş-
tan boynuna bağladı. Sonra, kendi kendine bir melodi mırıldana-
rak gecenin içinde yok oldu ve heykeli sessiz kıyıda korkunç bir
yalnızlık içinde ayakta durmak üzere terk etti. Portakal renkli fla-
ma Saryon'un boynunda, koyulaşan karanlığın içinde minik bir
alev pırıltısı gibi parlayarak dalgalanıyordu.
Büyüsüz doğan Joram Ölü kabul edilmiş ve Merilon tahtı
ona yasaklanmıştır. Yıllarca kanun kaçaklarının arasında
yaşayıp zekâsı ve elçabukluğu sayesinde hayatta
kalabilmiştir.
Şimdi Joram, büyü çeken Karakılıç'ı kullanarak, intikam
almak ve doğum hakkını ele geçirmek için bir zamanlar
evi olan büyülü Merilon Krallığı'na geri dönüyor. Burada,
Piskopos Vanya ile Duuk-tsarithlerden oluşan orduyu,
benzeri görülmemiş bir savaşta sınıyor.
Joram beraberindeki Katalist Şaryon, genç büyücü Mosiah
ve üçkâğıtçı Simkin ile birlikte geçmişiyle ilgili büyük sırla
yüzleşiyor ve dünyanın kaderini ellerine bırakan kadim
kehaneti keşfediyor.
KARAKILIÇ'IN YAZGISI
Görkemli büyü, fantazya ve macera destanı
Karakılıç Üçlemesi'nin ikinci cildi.
ISBN 975-8607-66-9
Margared Weis ve Tracy Hickman (Karakılıç) Cilt2 Karakılıcın Yazgısı

You might also like