Professional Documents
Culture Documents
Ahiret Hazirligi - Sadik Dana
Ahiret Hazirligi - Sadik Dana
Ahiret Hazirligi - Sadik Dana
2017
© Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince bu eserin yayın hakkı
anlaşmalı olarak Erkam Yayın San. ve Tic. A.Ş.’ne aittir. İzinsiz,
kısmen ya da
tamamen çoğaltılıp yayınlanamaz.
ÂHİRET HAZIRLIĞI
Sâdık Dânâ
Erkam Yayın No : 85
Yayın Yönetmeni : Salih Zeki Meriç
İç Tasarım : altınolukgrafik / Mustafa Erguvan
Kapak Tasarım : altınolukgrafik / Muzaffer Çalışkan
ISBN No : 978-9944-381-62-8
Yayın ve Matbaa Sertifika No : 19891
Baskı - Cilt : Erkam Yayın San. ve Tic. A.Ş.
İkitelli Organize San. Bölg. Mah.
Atatürk Bulvarı Haseyad 1. Kısım
No: 60/3 Başakşehir / İstanbul
Tel : (0212) 671 07 00
Faks : (0212) 671 07 48
Baskı Tarihi : İstanbul / 2017
Okuyucularımıza !..
Merhûm Üstaz Musa Topbaş (k.s) hazretlerinin “Sâdık Dana”
müstear adıyla kaleme aldıkları muhtelif konulardaki dînî yazıları,
aylık sohbetler halinde “Altınoluk” mecmuasında neşredilmişti.
Bu müessir yazılar, “Erkam Yayınevi” tarafından “Altınoluk
Sohbetleri” adıyla altı cild olarak kitap haline getirildi.
Okuyucularımızdan gelen taleb üzerine bu sohbetlerden bazılarının
müstakil kitap halinde basılması uygun görüldü. Konu konu basılan
cep kitapcıklarının hem istifadeye medâr olacağı, hem de hediye
olarak dağıtılmasını kolaylaştıracağı düşünüldü.
Yayınevimiz bu düşünceden yola çıkarak “Rehber Kitaplar” adı
altında bu serîyi okuyucusuna sundu.
Muhterem müellifin kendi ifadeleriyle bu sohbetler; “Büyük bir ihlâs,
aşk ve vecd içinde, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin rızâsını
taleb ve din kardeşlerimize bir hizmet gayesi ile yazılmıştır.
Abdestsiz bir nokta dahi konmamıştır. Âyet-i kerîme, ehâdis-i şerife
ve Hak dostlarının nasihatlerinden istifade edilerek yazılmıştır.”
Bu eserlerin, bunalan insanımıza bir rehber vazifesi görmesini,
okuyanların, dinleyenlerin gönüllerini durultup, zihinlerdeki
tereddütlerini gidermesini ve istifâdeye medar olmasını Cenab-ı
Hak’tan niyaz ederiz.
Erkam Yayınları
ÂHİRET HAZIRLIĞI
Muhterem Üstaz hazretleri bazı günler uyandırıcı, intibaha getirici,
korkutucu âyet-i kerimeler, ehâdis-i şerifeler okurlar, muhtelif misaller
verirlerdi.
Hatta vefatlarından takriben iki sene kadar önce, Harre-i
Şarkiyye’deki devlethanelerinde, huzurlarına kabul edildiğimde,
kendilerini melûl ve neşesiz gördüm. Biraz sükuttan sonra, aşağıdaki
âyet-i kerimeyi yazmamı emir buyurdular ve meâlen Türkçe olarak
okudular:
“Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın, emzirdiğinden geçer
ve her yüklü kadın çocuğunu doğurur, insanları hep sarhoş
görürsün! Halbuki sarhoş değillerdir, fakat Allah’ın azabı çok
şiddetlidir.” (el-Hac, 2)
Aşağıdaki iki âyet-i kerimeyi sık sık tekrar ederlerdi:
“Yapdıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler çok
ağlasınlar” (Tevbe, 82)
“Eğer küfretdiğiniz takdirde, çocukları ak saçlı ihtiyarlara
döndürecek günden nasıl korunacaksınız.” (Müzzemmil, 17)
Mü’min ve Hüzün
Ebû Zer Gifârî -radıyallahu anh-’dan:
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kudsî hadis-i şerifde
şöyle buyurmuşdur:
– Ey kullarım!, Ben zulmü kendime haram kıldım. Sizin, birbirinize
zulm ve haksızlık etmenizi haram kıldım. Binaenaleyh, birbirinize
zulmetmeyiniz.
Ey kullarım, benim hidayete erdirdiklerim müstesna, hepiniz
dalâletdesiniz. Binaenaleyh, benden hidayet isteyiniz. Ta ki size
hidayet vereyim. Sizi doğru yola sevkedeyim.
Ey kullarım benim doyurduklarım müstesna hepiniz açsınız.
Benden yemek isteyiniz, ta ki sizi doyurayım.
Ey kullarım, benim giydirdiklerim müstesna hepiniz çıplaksınız.
Benden kisve isteyiniz, ta ki sizi giydireyim.
Ey kullarım siz gece-gündüz günahlar işlemekde, hatalar
etmekdesiniz. Ben ise bütün günahları affetmekdeyim. O halde
benden mağfiret dileyiniz. Ta ki günahlarınızı mağfiret edeyim.
Ey kullarım, eğer ilk insandan son insana kadar bütün insanlar ve
cinler, sizden en takva sahibi, birinin kalbinin takvası gibi takva
yolunu tutmuş olsa bu durum, benim mülkümde, hiç bir şeyi artırmaz.
Ey kullarım! İlk insandan son insana kadar bütün insanlar ve bütün
cinler geniş bir arazide toplansalar da aynı anda her biri bütün
yiyeceklerini isteseler ve ben de isteklerinin tamamını vermiş olsam,
bunun benim mülkümden eksilteceği, ancak denize sokulub çıkarılan
bir iğne ucunun denizden eksilteceği kadardır.
Ey kullarım! Amellerinizi teker teker saymakdayım. Kıyamet günü,
her birinin karşılığını mutlaka vereceğim. Kim ki o günü hayırla
karşılarsa Allah’a hamdetsin! Kim de hayırdan başka bir şeyle
karşılaşırsa, o da kendisinden başkasında kusur bulmasın. Zira
dünyada iken ne işledi ise, o gün orada ancak onu bulacaktır.”
Günahlar Üç Kısımdır
Günahlar üçe ayrılır:
Bir kısım günahlar vardır ki, affı muhtemeldir. Bir kısım günahlar
vardır ki, mağfiret edilmez. Bir kısım günahlar vardır ki, terk edilmez.
Mağfireti umulan günahlar kul ile Allah Teâlâ’nın arasında olan
günahlardır.
Mağfiret edilmeyen günah ise şirktir. Terk edilmeyen ve cezası
verilecek olan günah da kul hakkıdır.
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdular:
– “Yer yüzünde her hangi bir kimse ‘La ilahe illallahü vallahu ekber
velâ havle velâ kuvvete illa billah’ derse hatalarına keffaret olur. Bu
hataları deniz köpükleri kadar da olsa.” (Keşfü’l-Hafa, Hadis-i Beyhakî)
Gene buyurdular:
– “Ya Ali, sana bir dua öğreteyim ki, zerreler adedince günahın olsa
sen de beraber olmak üzere mağfiret olunur.”
Şöyle söyle:
Allahümme La ilahe illa ente’l-halîmü’l-hakîmü, tebarekte
sübhâneke Rabbi’l-arşi’l-azîm.
Türkçe mânâsı:
– İlâhî! Senden başka tanrı yoktur. Sen halimsin, hikmet sahibisin,
şânın yücedir. Seni tesbih ederim ey Arş’ın yüce Rabbı.”
Nuh aleyhisselamın ismi Şâkir idi. Kendi haline çok ağladığı için,
“NUH” denildi.
Ağlamasının sebebleri hakkında denildi ki:
1. Bir yerde merhameti azalıp “Rabbim yeryüzünde kâfirlerden olup
da yurt tutan kimse bırakma!” dediğine Allah razı olmadığı için
nedamet etmesi sebebiyle ağlamasıdır.
2. Bir köpeği görüp de beğenmediği için, Allah’ın itabına maruz
kalıp, kendine taraf-ı ilâhîden “Beni mi ayıbladın onu mu”
denildiğinde nedamet edip ağlamış ve dağlara kaçıp gitmişdir.
3. Oğluna meyli ve hakkında Rabbına münacaat edip “oğlum
ehlimdendir” dediğinde “o senin ehlinden değildir” buyurulmasına
ağlamıştır.
Enbiyâ ve evliyanın ağlamaları, Allah’ın onların kalblerini tutan
Celâlinden ve heybetindendir.
Yahya aleyhisselamı görmez misin ki, hiç bir günah işlemediği
halde zamanında, ondan fazla ağlayan kimse görülmemiştir.
Yakub aleyhisselamın ağlaması da sadece Yusuf’un firakından
dolayı değil, dünyadaki ayrılığı ahirette de ayrılığına sebep olur,
korkusuyla idi.
Allah Teâlâ kulunun ağlamasını, inlemesini, Cenâb-ı İzzetine
yalvarmasını arzu ettiği vakit, onu sevdiklerinden ayırmakla, yahud
açlıkla ve benzeri şeylerle müptela kılar. Bunlar kalb ve gönül
ehillerince bilinir. Bunlarda acâib terakkîler garib tecellîler vardır. Ehl-i
kemâlin hallerinde bunlar açıkça sezilir müşahede edilir. (Ruhu’l-Beyan,
2/76)
EHL-İ BEYTİ SEVMEK
Sevgili Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ömürlerinin
sonuna doğru birgün Medine-i Münevvere’de mescidde minbere
çıkarak kalabalık bir dinleyici kitlesine hitaben, evvela Allah Teâlâ’ya
hamd ve senada bulundukdan sonra şöyle buyurdu:
– “Ben görüyorum ki içimizde bazı kimseler, ashabım ve ehl-i beytim
hakkında yakışıksız ve ağır sözler söylemektedirler. Ashabımı ve ehl-i
beytimi böyle hafife alanlar, acaba bilmiyorlar mı ki beni, ashabımı ve
ehl-i beytimi sevmek benim ümmetimin üzerine farzdır. Bugün için
böyle olduğu gibi, kıyamete kadar da böyledir.”
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- bu sözleri söyledikten
sonra cemaate hitaben:
– Ebû Bekir nerededir? buyurdular.
Hazret-i Ebû Bekir hemen oturduğu yerden, ayağa kalkarak:
– Buradayım ya Rasûlallah, dedi. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi
ve sellem-:
– “Buraya gel yâ Ebâ Bekir” buyurdular.
Hazret-i Ebû Bekir minberin yanına geldi. Rasûl-i Ekrem -sallallahu
aleyhi ve sellem-:
– “Minbere çık ve bana yaklaş yâ Ebâ Bekir!” buyurdular.
Hazret-i Ebû Bekir minbere çıktı. Sevgili peygamberimiz ona yer
açtı ve onu yanına alarak Ebû Bekir’in başını mübarek göğsü üzerine
koydu. Ebû Bekir’in yüzünü kendi yüzüne sürdü ve sonra da Ebû
Bekir’in iki gözü arasından öptü.
Ve bu esnada ağlamaya başladılar ve o kadar çok ağladılar ki
mübarek sakallarından süzülen göz yaşları Hazret-i Ebû Bekir’i ıslattı.
Sevgili peygamberimiz daha sonra mübarek yüzlerini cemaate
dönerek şöyle buyurdular:
– Ey müslümanlar! Benim yanımda gördüğünüz bu adam Ebû Bekr-
i Sıddîk’tır. O muhacirlerin de ensarın da en yükseği ve büyüğüdür.
Allah Teâlâ bana Ebû Bekir’i dünyada ve âhirette de baba bilmenizi
emretmiştir. Ve âhirette de ben onu ebedî olarak dost edindim.
O, bu dünyada da benim arkadaşımdır. Herkes bana “sen yalancı
peygambersin” dediği zaman o bana “Sen hak peygambersin”
demiştir.
Herkes beni yanından kovduğu zaman Ebû Bekir bana barınacak
yer verdi.
Herkes beni yanlarından kovdukları zaman o benimle bol bol
arkadaşlık ederdi.
Yine herkes benden kaçar ve nefret ederken Ebû Bekir malını,
canını benim için feda etti.
Herkes can-ı gönülden benim oradan kalkmamı isterken, o kızını
bana nikahladı. Ve yüksek bir ücret ödeyerek Bilal’i benim için satın
aldı. Yani onu kölelikten kurtardı.
O halde ben de diyorum ki her kim Ebû Bekir’i sevmez ve ona
düşmanlık ederse, Allah Teâlâ’nın ve bütün meleklerin ve bütün
varlıkların laneti onun üzerine olsun.
Allah Teâlâ Ebû Bekr’e düşmanlık edenlerden şikayetçidir. Ve ben
de Ebû Bekr’e düşmanlık edenlerden şikayetçiyim.
– Ey benim bu sözlerimi duyan ve benim bu sözlerime şahit olan
müslümanlar! Sizler benim bu sözlerimi burada olmayıp, bu sözleri
duymayanlara elinizden geldiği kadar ulaştırmaya çalışınız.
Sevgili Peygamberimiz bu sözleri söyledikten sonra Hazret-i Ebû
Bekir’e:
– “Yâ Ebâ Bekr! Haydi geri dön, git yerine otur!” buyurdular. Sonra
sözlerine devamla Hazret-i Ebû Bekr’e hitaben:
– “Yâ Ebâ Bekr! Allah Teâlâ biliyor ki senin derecen benim
söylediklerimden çok yüksektir” buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz sözlerini tamamlayınca Hazret-i Ebû Bekir
minberden indi ve gidip yerine oturdu.
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:
– “Hattab oğlu Ömer nerededir?” buyurdular.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer hemen ayağa kalkıp:
– Buradayım Ya Rasûlallah, dedi.
Rasûl-i Ekrem --sallallahu aleyhi ve sellem-- efendimiz:
– “Buraya gel Ya Ömer!” buyurdular.
Hazret-i Ömer -radıyallahu anh- hemen minberin yanına gitti.
Sevgili Peygamberimiz:
– “Ya Ömer minbere çık, bana yaklaş” buyurdular.
Hazret-i Ömer minbere çıkınca Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve
sellem- efendimiz onun başını kendi mübarek göğüsleri üzerine
koydular. İki gözünün arasını öptüler.
Rasûl-i Ekrem sallalahu aleyhi ve sellem o esnada ağlıyordu ve göz
yaşları Hazret-i Ömer’in üzerine dökülüyordu.
Sonra sevgili Peygamberimiz cemaate dönerek yüksek sesle şöyle
buyurdular:
– “Ey müslümanlar! Bu gördüğünüz zât Ömer bin Hattab’dır.
Muhacirlerin de ensarın da büyüğüdür.
Allah Teâlâ çok karışık işleri ona danışarak halletmeyi bana
emretmiştir.
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de Ömer’in hükmüne göre ayetler
göndermiştir.
Ömer öyle bir insandır ki, acı da olsa hakkı kabul eder. Bu adam
Allah Teâlâ’nın emirlerini yayarken de hiç kimseden korkmaz.
Ömer’den şeytan bile korkar ve kaçar. Ömer yarın cennetliklerin
nuru olacaktır. Cennet ehl-i Ömer’le iftihar ederler.
Allah Teâlâ’nın, bütün meleklerin ve bütün lanet edenlerin laneti,
onu sevmeyip de ona düşmanlık edenlerin üzerine olsun.
Ömer’e düşmanlık edenler Allah Teâlâ’nın rahmetinden ve
rızasından çok uzakta kalmışlardır.”
Sevgili Peygamber Efendimiz bu sözleri söyledikten sonra Hazret-i
Ömer’i yerine göndererek yüksek sesle:
– “Osman bin Affan nerededir?” buyurdular.
Hazret-i Osman hemen yerinden kalkarak:
– Buradayım ya Rasûlallah! dedi.
Sevgili peygamberimiz:
– “Buraya gel ya Osman!” buyurdular.
Hazret-i Osman hemen sevgili Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve
sellem-in yanına giderek minbere çıktı. Rasûl-i Ekrem -sallallahu
aleyhi ve sellem-, Hazret-i Osman’ı da mübarek göğsüne doğru
çekip, onun da iki gözünün arasını öptüler. Daha sonra ağlamaya
başladılar ve o kadar ağladılar ki, orada bulunanlar diyor ki “Biz
sevgili peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimizin göz
yaşlarının Hazret-i Osman’ın üzerine düştüğünü gördük.”
Sevgili Peygamberimiz sonra yine cemaate dönerek yüksek sesle
şunları söylediler:
– “Ey müslümanlar! Bu gördüğünüz zât Osman Bin Affan’dır. Bu zat
muhacirlerin de ensarın da büyüğüdür.
Allah Teâlâ’nın emri ile ben onu kendime senet edindim. Ve iki
kızımı ona vermek ile de onu kendime damat edindim ve iki kızımın
ölümünden sonra eğer üçüncü bir kızım olsaydı, onu da yine hiç
düşünmeden seve seve Osman’a verirdim. Çünkü Osman öyle bir
insandır ki, ondan gökteki melekler bile haya ederler, çekinirler.
Allah Teâlâ’nın ve bütün lanet edicilerin laneti, onu sevmeyenlerin
ve ona düşmanlık edenlerin üzerine olsun.”
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz bu sözleri
söyledikten sonra Hazret-i Osman’ı yerine gönderdiler. Ve daha sonra
yüksek sesle:
– “Ali bin Ebî Talib nerededir?” buyurdular.
Hazret-i Ali hemen yerinden kalkarak:
– “Buradayım ya Rasûlallah!” dedi.
Sevgili Peygamberimiz
– Buraya gel ya Ali! buyurdular.
Bunun üzerine Hazret-i Ali hemen minberin yanına gitti.
Peygamberimiz, Hazret-i Ali’ye hitaben:
– “Ya Ali minbere çık, bana yaklaş” buyurdular.
Hazret-i Ali minbere çıkıp yüzünü sevgili peygamber efendimizin
göğsüne koydu.
Sevgili Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ali’nin
iki gözünün arasından öptü ve daha sonra ağlamaya başladı. Ve o
kadar çok ağladılar ki, mübarek gözlerinin yaşı Hazret-i Ali’nin üzerine
döküldü. Daha sonra Hazret-i Ali’nin elinden tutup yüksek sesle şöyle
buyurdu:
– “Ey müslümanlar! Bu gördüğünüz Ali bin Ebi Tâlib’dir. Ali
muhacirlerin de ensarın da yükseklerindendir.
Ali benim kardeşimdir. Amcamın oğludur, benim damadımdır.
Ali benim etimden, benim kanımdan ve benim tüyümdendir.
Ve Hasan, Hüseyin gibi iki torunumun babasıdır. Bu iki torunum
cennet gençlerinin efendisidir.
Ali beni çok dertlerden kurtarmıştır. Ve benim çok düşmanımı
başımdan uzaklaştırmıştır.
Allah Teâlâ’nın ve bütün lanet edicilerin laneti onu sevmeyenlerin ve
ona düşmanlık edenlerin üzerine olsun. Allah Teâlâ’nın rızâsı ve
rahmeti, Ali’ye düşmanlık edenlerden çok uzaktır.
Burada hazır bulunup da benim bu sözlerimi işitenler, onları burada
bulunmayanlara anlatsınlar.”
Sevgili Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bu sözleri
söyledikten sonra Hazret-i Ali’yi yerine gönderdiler. Sonra da cemaate
hitaben buyurdular ki:
– “Allah Teâlâ biliyor ki, Ali’nin Allah katındaki derecesi benim
burada söylediklerimden çok fazladır.
Ey müslümanlar! Siz Allah Teâlâ’ya beliniz bükülene kadar ibadet
etseniz, öte taraftan ehl-i beytimden veya ashabımdan birine, biraz
düşmanlık etseniz, sizin bu ibadetlerinizin Allah katında hiçbir kıymeti
yoktur. Ve Allah Teâlâ yarın kıyamette zebanilere emreder. Ve
zebaniler de sizi doğru cehenneme sürüklerler.”
Allahım beni senin rızan için secde edenlerden, sana hamd edip,
seni noksan sıfatlardan tenzih edenlerden kıl! Senin emirlerine veya
dostlarına karşı kibirli olmakdan sana sığınırım ve ilave olarak:
Allahım beni rızân uğrunda gözyaşı döken ve sana karşı huşû
gösteren kullarından eyle, diye dua ederim. (İhya ül Ulum tercümesi, c. 1,
s,783)