Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 39

DR.

ÖĞRETİM ÜYESİ SITKI SELİM DOLANAY


(EKONOMİ BÖLÜMÜ)

BUS 108 İŞLETME EKONOMİSİ 5. HAFTA DERS


NOTU

1
Ürün (Çıktılar veya Outputs)
Tek Ürün Çeşidi ve Çok Ürün Çeşidi Üreten İşletmeler
İşletmenin üretim konusunu oluşturan iktisadi mal ve hizmetleri (ürün) işletmelerdeki
ikinci grup yapı elemanları olarak belirleyebiliriz. Buna göre birinci grup yapı elemanları olan
üretim faktörleri işletmeyi tedarik piyasaları, para ve sermaye piyasaları ile ilişkilendirirken,
ikinci grup yapı elemanı olan ürün işletmeyi satış piyasaları ile ilişkilendirmektedir. Bu yapı
elemanları grubu tek bir elemandan oluşabileceği gibi {tek ürün çeşidi üreten işletmeler), çok
sayıda elemandan da oluşabilir {çok sayıda ürün çeşidi üreten işletmeler). (Müftüoğlu, 2013: 94)
İşletmede üretilen ürün çeşitleri sayısına göre işletmeleri aşağıdaki şekilde
sınıflandırabiliriz (Şekil 5): (Müftüoğlu, 2013: 94)
Şekil 5: (Müftüoğlu, 2013: 94)

Tek ürün çeşidi üreten işletmelerde tamamen aynı özelliklere sahip (türdeş, homojen)
tek bir ürün çeşidi üretilmektedir. Bu tip işletmelerde kitle üretimi (Mass Production, Massen
produktiori) uygulanır. (Müftüoğlu, 2013: 94)
Birçok durumlarda piyasa şartları işletmelerde birden çok ürün çeşidi üretimini gerekli
kılar. Çok ürün çeşidi üretimi teknik şartların bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Çok ürün
çeşidi üretiminde, her plan dönemi için işletmede hangi ürün çeşitlerinden hangi miktarlarda
üretileceği konusunda bir karar verilmelidir (optimum ürün programı). (Müftüoğlu, 2013: 94)
Çok ürün çeşidi üreten işletmelerde üç ayrı üretim tipi ayırd edilebilir. (Müftüoğlu, 2013:
94)

2
— Bağımsız (Paralel) Üretim,
— Alternatif (Seçenekli) Üretim ve
— Bağlı üretim.
(Müftüoğlu, 2013: 94)
Bağımsız Üretim Tipi
Bağımsız üretimde üretilen ürün çeşitlerinin üretimi birbirlerinden tamamen ba-
ğımsızdır. Başka bir ifadeyle kapasite sınırında bir üretim çeşidinin üretim miktarım artırmak
için, başka bir ürün çeşidinin üretim miktarım azaltma zorunluluğu yoldur. Bu durum tipi iki
ürün çeşidi (Xı ve X2) için aşağıdaki şekilde gösterilebilir (Şekil 30). İşletmede tam kapasite ile
çalışıldığı zaman OA kadar Xı ve OB kadar X2 üretilebilmektedir. Şekil 6’da ACB kırık doğrusu
kapasite doğrusunu göstermektedir. (Müftüoğlu, 2013: 95)
Şekil 6: (Müftüoğlu, 2013: 95)

Şekil 6 (30)’da ACB kırık doğrusu kapasite doğrusu olarak kabul edilebilir. AC doğrusu
üzerinde Xı üretilen işletme bölümü tam kapasite ile çalışmakta; X2 üretilen işletme
bölümündeki atıl kapasite ise O noktasından B noktasına doğru ilerledikçe azalmakta, B
noktasında tamamen ortadan kalkmaktadır. Örneğin kapasite doğrusu üzerindeki Cı
noktasında Xı üretilen işletme bölümü tam kapasite ile çalıştırılırken (X1 = OA), X2 üretilen
işletme bölümünde sadece OBı seviyesinde üretim yapılmaktadır. Buradaki üretim seviyesi B
noktasına kadar artırılabilir. Bunun için Xı üretiminin azaltılması gerekmemektedir. C2

3
noktasında ise tam tersine X2 üretilen işletme bölümü tam kapasite ile çalıştırılırken (X2 = OB),
sadece OAı kadar X1 üretilmektedir. Burada da Xı üretimi, X2 üretiminde herhangi bir
kısıtlamaya gidilmeden, A noktasına kadar artırılabilir. İşletmede her iki bölümün tam
kapasite ile çalışma durumu C noktası ile ifade edilmektedir. ACB kapasite doğrusunun
sadece C noktasında her iki ürün çeşidi de azami (maksimum) miktarda üretilmektedir (veya
her iki bölüm de tam kapasitede çalıştırılmaktadır). AC doğrusu üzerinde (C noktası hariç)
sadece X1 üretim bölümü tam kapasite ile çalışmakta, BC doğrusu üzerinde ise (yine C noktası
hariç) sadece X2 üretim bölümü tam kapasite ile çalıştırılmaktadır. D noktasında ise her iki
üretim bölümünde de âtıl kapasite mevcuttur. Dolayısıyla D noktasından hareketle kapasite
sınırına kadar her iki ürün çeşidinin üretimi aynı zamanda artırılabilir. Başka bir ifadeyle D
noktasından hareketle Xı üretiminde C3 noktasına kadar, X2 üretiminde de C4 noktasına kadar
üretim artırılabilir. Ayrıca D noktasından C noktasına ulaşarak her iki bölümün tam kapasite
ile çalıştırılması da mümkün yollardan bir diğeridir. Bu son durumda her iki işletme bölümü
de tam kapasite ile çalıştırılarak üretim açısından en iyi duruma ulaşılmış olur. (Müftüoğlu,
2013: 95-96)
Alternatif Üretim Tipi
Alternatif (seçenekli) üretim tipinde farklı ürün çeşitlerinin üretiminde aynı üretim
araçları (makina, işgücü, arazi) kullanılır. Dolayısıyla farklı ürün çeşitlerini aynı üretim
faktörleriyle aynı anda üretme imkanı yoldur. Belirli bir zaman aralığında ürün çeşidinin
üretilmesi, aym zaman aralığında diğer ürün çeşitlerinin üretiminden vazgeçilmesini
gerektirmektedir. Alternatif üretim tipi iki ürün çeşidi (X1 ve X2) için Şekil 7’de
gösterilmektedir. Şekil 7’de AB doğrusu kapasite olanaklarını ifade etmektedir (kapasite
doğrusu). (Müftüoğlu, 2013: 96)
Şekil 7: (Müftüoğlu, 2013: 96)

4
AB doğrusunun üzerindeki tüm noktalarda, A ve B noktaları da dahil olmak üzere, tam
kapasite ile çalışılmaktadır. Bu doğru üzerinde kalındığı sürece Xı üretiminin artırılması ancak
X2 üretiminin azaltılması ile mümkündür. Aynı şekilde, AB doğrusu üzerinde kalındığı sürece
X2 üretimi de ancak Xı üretimi azaltılarak artırılabilir. Nitekim A noktasında mümkün olan en
üst seviyedeki Xı üretimi gerçekleştirilmekte ve bunun için X2 üretiminden tamamen
vazgeçilmesi gerekmektedir. OBı kadar X2 üretebilmek için Xı üretimini OA’dan OAı’e
indirmek gerekmektedir. Bu durumda kapasite doğrusu (AB) üzerinde Cı noktası
gerçekleşmektedir. Kapasite doğrusu üzerinde kalınması, işletmenin tam kapasite ile
çalıştırılmaya devam edildiğini göstermektedir. Şekil 7 (31)’de, X2 üretiminin OB2 seviyesine
çıkarılabilmesi için X1 üretiminin OA2 seviyesine kadar indirilmesinin gerektiğini
göstermektedir. X2 üretiminin OB seviyesine çıkarılabilmesi için ise, işletmede Xı üretiminden
tamamen vazgeçilmesi gerekmektedir. Son iki durumda kapasite doğrusu (AB) üzerindeki C2
ve B noktaları gerçekleştirilmektedir. Bu noktalar, yani C2 ve B noktaları, AB doğrusu üzerinde
bulunduğundan, her iki durumda da işletmede tam kapasite ile çalışılmaktadır. (Müftüoğlu,
2013: 96-97)
Görüldüğü gibi Şekil 7 ’de kapasite doğrusu (AB) üzerinde kalındığı sürece, işletmede
üretilen ürün çeşitlerinden birinin üretim seviyesinin artırılması, ancak diğer ürün çeşidinin
üretim seviyesinin azaltılmasıyla mümkündür. Buna karşılık kapasite doğrusunun (AB)
altında kalan üretim alanında her iki ürün çeşidinin üretim seviyesi artırılabilir. Bu
durumlarda Xı ve X2 arasındaki zıtlık ortadan kalkmaktadır. Örneğin D noktasının ifade ettiği
üretim durumunda Xj üretimi artırılarak Dı noktasına veya x2 üretimini artırarak D2 noktasına
ulaşılabilir. D noktasından hareketle hem X t ve hem de X2 üretimini artırarak D3 noktasına da
ulaşılması mümkündür. (Müftüoğlu, 2013: 97)

5
Şekil 7 (31)’de görüldüğü gibi AB doğrusu (kapasite doğrusu) üzerinde Xı ve X2 arasında
bir ikame durumu söz konusudur. Şekil 7’de olduğu gibi kapasite, sınırının (veya tam
kapasite, durumunun) bir doğru şeklinde olması, bu ikamenin sabit oranlı olarak
gerçekleştirildiğini ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle X1 ürün çeşidinin X2 ürün çeşidine
ilişkin marjinal ikame haddi (MÎH12) veya X2 ürün çeşidinin X1 ürün çeşidine ilişkin marjinal
ikame haddi (MİH2ı) tüm ikame alanı içinde (veya AB doğrusu üzerinde) sabittir. Sabit oranlı
ikame durumu Şekil 32’de gösterilmektedir. (Müftüoğlu, 2013: 97)
Şekil 8 (32) de X2 ürün çeşidi Xı tarafından ikame edildikçe, MİHI2 değişmemektedir. Bu
durum α açısının sabitliğinde ifadesini bulmaktadır. X, ‘in bir birim (OA1) kadar artırılması
için X2’nin BB3 kadar azaltılması gerekmektedir. (Müftüoğlu, 2013: 97)
Şekil 8: (Müftüoğlu, 2013: 97)

X1’in ilave bir birim (AıA2) daha artırılması halinde, X2’nin de B3B2 kadar daha azaltılması
gerekmektedir. Şekil 8 (32)’de
OAı= A1A2 = A2A3 = A3A
olması halinde,
OB1 = BıB2 = B2B3 = B3B
eşitlikleri geçerli olmaktadır, α açısının sabitliği varsayımı β açısının sabitliği varsayımım da
beraberinde getirmektedir. (AOB dik üçgeninde α + β = 90°). Dolayısıyla MİH12’nin tüm ikame
alanında (AB doğrusu üzerinde) sabit olması, MİH2ı’in de sabit olması anlamına gelmektedir.
(Müftüoğlu, 2013: 98)

6
Zira
tg α = MİH12
tg β = MİH2ı
eşitlikleri genel geçerliliğe sahip olduğundan,
MÎH12 + MÎH2ı= 1
eşitliği de kendiliğinden geçerli olmaktadır (Zira tgα + tgB = 1 eşitliği söz konusudur).
(Müftüoğlu, 2013: 98)
Marjinal ikame haddinin değişken olması halinde kapasite olanaklarım ifade eden kapasite
sınırı bir doğru olma özelliğini kaybetmektedir. Kapasite sınırının dış bükey olması halinde
azalan oranlı MİHı2 (veya artan oranlı MÎH2ı), iç bükey olması halinde ise artan oranlı MİHı2
(veya azalan oranlı MİH21) durumları geçerli olmaktadır. Her iki durum Şekil 9 ve Şekil 10’da
gösterilmektedir. Azalan oranlı MİHı2 durumunda (Şekil 9), O noktasında (orijinden)
başlamak üzere, Xı üretimini bir birim (OAı = AıA2 = A2A3 =A3A4, =Aı,A) artırmak için X2
üretiminden azaltılması gereken miktar gittikçe artmaktadır: Xı üretim seviyesini bir birim
(OAı) artırmak için başlangıçta X2 üretim seviyesinin sadece BB4, kadar azaltılması
gerekmektedir: X1 üretim seviyesinin birer birim artırılmasına devam edildiği taktirde, X2’den
azaltılması gereken miktar gittikçe artmaktadır: (B4B3, B3B2, B2B1 ve BıO). Kapasite eğrisinin
iç bükey olması halinde ise (Şekil 34) miktarlar gittikçe azalmaktadır. Şekil 10’da O
noktasından (orijinden) başlamak üzere Xı üretimi birer birim artırıldığında, X2 üretim
seviyesinden düşürülmesi gereken miktar gittikçe azalmaktadır: BB4, B4B3, B3B2, B2Bı ve BıO.
Burada da kapasite eğrisinin herhangi bir noktasındaki MIH, o noktadan eğriye çizilen teğetin
yatay ve dikey eksenlerle yaptığı açıların tanjant değerleriyle ölçülür. Örneğin Şekil 9’da D
noktasına ilişkin
MİH12 = tg α ve
MİH21 = tg β
olarak belirlenir. D noktası yukarı doğru çekildikçe a açısı daralmakta ve dolayısıyla MIH12
azalmaktadır. Başlangıç noktası olarak kapasite eğrisi üzerinde Xı =0 durumunun geçerli
olduğu B noktası alınırsa; B noktasından yukarı doğru kaydıkça AB eğrisine çizilen teğetlerin
dikey eksenle yaptığı açı (α) sürekli olarak daralmaktadır. (Azalan marjinal İkame Haddi
Durumu). Şekil 34’de ise tam tersine, başlangıç durumu olarak alman B noktasından yukarı
doğru çıkıldıkça AB eğrisine çizilen teğetlerin dikey eksenle yaptığı açı (β açısı) gittikçe
genişlemektedir (Artan Marjinal İkame Haddi Durumu). MİH12 için belirlenen yukarıdaki
durumlar, MİH2ı için tersine geçerli olmaktadır. Bu durum
a + β = 90O

7
tg α + tgβ = 1
özelliğinin bir sonucudur. (Müftüoğlu, 2013: 98-99)
Zira,
tg α = MİH12
tgβ= MİH2ı
eşitliklerinden dolayı
tg α + tg β = 1 veya
MİH12 +MİH21 =1
eşitlikleri de geçerlidir. (Müftüoğlu, 2013: 99)
Şekil 9 ve 10: (Müftüoğlu, 2013: 98)

Şekil 9 Şekil 10
Burada genellikle geçerli olan durum Şekil 9’da gösterilen dış bükey kapasite eğrisidir.
Zira kapasite eğrisinin iç bükey (Şekil 10) olması halinde Xı ve X2 ürünlerinden sadece birinin
üretilmesi daha ekonomiktir. Bu durumda çok ürün çeşidi durumu değil, tek ürün çeşidi
durumu geçerli olmaktadır. (Bu durumları öğrenci arkadaşların kendi aralarında
tartışmalarını özellikle tavsiye ederiz.) (Müftüoğlu, 2013: 99)
Bağlı Üretim Tipi
Şayet Xt üretimi teknik bir zorunluluk olarak beraberinde X2 üretimini de getiriyorsa, bu
durumda Xı ve X2 üretimi arasmda teknik açıdan zorunlu bir bağımlılık söz konusudur. Bu
bağımlılık sabit oranlı veya değişken oranlı olabilir. Sabit oranlı bağlı üretimde, belirli
miktarda Xı üretimi belirli miktarda X2 üretimini beraberinde getirir. Bu teknik bir
zorunluluktur. İşletme yönetiminin burada, söz konusu teknik zorunluluğu kabul etmek

8
dışında yapabileceği bir şey yoktur. (Müftüoğlu, 2013: 100)
Bağlı ürünler arasındaki bu ilişki sabit oranlı veya değişken oranlı olabilir. Sabit oranlı
bağlı ürünler durumunun geçerli olması durumunda Xı ve X2 üretim seviyeleri arasındaki
oran sabit kalmaktadır: (Müftüoğlu, 2013: 100)
a = X1/X2
Bu durumda alternatif üretim tipi için geliştirilen kapasite doğrusu bir noktaya
indirgenmektedir: Belirli miktarda Xı üretimine karar verilmesi halinde belirli miktarda X2
üretimine de karar verilmiş olmaktadır. X1'in her üretim seviyesine belirli miktarda X2 üretimi
tekabül etmektedir. İşletme yönetiminin X2 üretim seviyesinin ayrı, X’den bağımsız bir
değişken olarak belirlenmesi konusundaki hareket alanı (veya karar yetkisi) tamamen ortadan
kalkmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 100)
Şekil 11: (Müftüoğlu, 2013: 100)

Şekil 11: Sabit Oranlı Bağlı Üretim Tipi


Şekil 11’de görüldüğü gibi sabit oranlı bağlı üretim tipinde kapasite doğrusu sadece bir
nokta olarak belirlenmektedir: A, B ve C noktaları. İşletmede OAı kadar Xı üretimi
gerçekleştirildiği takdirde OA2 kadar da X2 üretimi gerçekleşmektedir. Bu teknik bir
zorunluluk olup, işletme yönetimi için başkaca bir alternatif söz konusu değildir. Xı üretimi
arttırıldıkça X2 üretimi de belirli bir oranda artmakta, azaltıldıkça yine aynı oranda
azalmaktadır. Bu oran
OA1
------------------------ = a
OA2
şeklinde, teknik tarafından belirlenen bir büyüklüktür. Bu orana göre X1 üretimi OBı
seviyesine çıkılırsa X2 üretimi OB2 seviyesine, Xı üretimi OCı seviyesine çıkılırsa X2 üretimi

9
OC2 seviyesine yükselmektedir. Xı ve X2 üretim seviyelerine ilişkin tüm değişmelerde Xı ile X2
arasındaki ilişkiyi ifade eden
OA1/OA2=OB1/OB2=OC1/OC2= a
veya genel ifadesi ile
Xı/ X2 = a
oranı sabit kalmaktadır. Şekil 11’de görüldüğü gibi bu oran için genel olarak
tg α =a
eşitliği geçerlidir. Buna göre sabit oranlı bağlı üretim tipinde X1 ve X2 bağlı ürünleri arasındaki
ilişki, Xı’in bağımlı değişken olması halinde
Xı = tgα. X2
veya X2’nin bağımsız değişken olması halinde,
X2 =1/tgα .X1
veya
X2 = 1/α. X1
fonksiyonlarıyla ifade edilebilir. (Müftüoğlu, 2013: 100-101)
Bağlı üretimin ikinci şekli, değişken oranlı bağlı üretimdir. Burada X1 ve X2 üretim
seviyeleri arasındaki oran sabit bir büyüklük olmayıp, belirli bir aralıkta işletme yönetimi
tarafından değiştirilebilmektedir. İşletme yönetimi burada az da olsa belirli bir hareket alanına
(karar yetkisine) sahiptir. Şekil 12 (36) da bu hareket alanı A ve B noktaları ile sınırlanmaktadır.
İşletme AB doğru parçası üzerinde kalan farklı Xı ve X2 bileşimlerini gerçekleştirebilmektedir.
AB doğrusunun A noktasının solunda ve B noktasının sağında kalan kısımları ise, işletme
yönetiminin karar alam dışında kalmaktadır. Şekil 36’da işletme yönetimi AH ve BL doğru
parçaları üzerinde kalan Xı ve X2 bileşimlerini gerçekleştirememektedir. (Müftüoğlu, 2013:
101-102)
Şekil 12: (Müftüoğlu, 2013: 102)

10
Böylece işletme için geçerli kapasite doğrusu AB doğru parçası olarak belirlenmektedir.
Sadece AB doğru parçası üzerinde Xı ve X2 arasında bir ikame söz konusu olmaktadır. İşletme
OAı kadar Xı üretildiği takdirde OA2 kadar da X2 bağlı ürünü üretilmektedir. Aynı kapasite
seviyesinde (veya AB kapasite doğrusu üzerinde) kalmak koşuluyla Xı üretimi OB1 seviyesine
indirildiği takdirde, X2 üretiminin OB2 seviyesine çıkarılabilme imkânı vardır. İşletme AB
doğru parçası üzerindeki başka bir noktada da bu ikameyi gerçekleştirebilmektedir. Örneğin
C noktasında işletmede, OCı kadar X] ve OC2 kadar X2 üretimi gerçekleştirilmektedir. İşletme
kapasitesinin genişletilmesi halinde FG, daraltılması halinde ise DE doğru parçaları AB doğru
parçasının yerine geçmektedir (Şekil 12 (36)). Farklı kapasite doğruları üzerinde Xı ve X2
arasındaki ikamenin geçerli olduğu sınırlar, (Müftüoğlu, 2013: 102)
tgα = OAı/ OA2 = a1 (Müftüoğlu, 2013: 102)
ve (Müftüoğlu, 2013: 102)
tgβ= OBı/OB2. a2 eşitlikleri dikkate alınarak,
a1 < a < <a2
veya
tg α <= X1/X2<= tg β
aralıkları olarak belirlenebilir, α ve β açıları arasındaki fark azaldıkça Xı ve X2 bağlı ürünleri
arasındaki ikame alanı daraltmaktadır. Bu farkın sıfır olması durumunda ikame imkânı
tamamen ortadan kalkmakta, sabit oranlı bağlı üretim durumu geçerli olmaktadır. Buna
karşılık α ve β açıları arasındaki farkın 90° ye ulaşması halinde ise ikame alanını ifade eden

11
AB kapasite doğrusu Xı ve X2 eksenini kesmekte, bu durumda Xı ve X2 arasındaki ikamede
işletme yönetiminin hareket alanı en üst seviyeye çıkmaktadır. Hemen anlaşılacağı üzere bu
son durumda bağlı üretim tipi durumundan çıkılıp, alternatif üretim tipine geçilmektedir.
(Müftüoğlu, 2013: 103)
Bağlı üretim tipi kok ve gaz üretimi veya şeker ve melas üretimi ile örneklendirilebilir.
Kok üretimi gaz üretimini de beraberinde getirmektedir. Şayet belirli miktarda kok üretimi
sonucu yine belirli miktarda gaz elde ediliyorsa; kok ve gaz üretim miktarları arasındaki oran
işletme yönetimi tarafından değiştirilemeyen sabit bir büyüklükse, sabit oranlı bağlı üretim
durumu geçerlidir. Bu oran ısı, basınç v.b. üretim şartlarını değiştirmek suretiyle işletme
yönetimi tarafından belirli bir aralıkta değiştirilebiliniyorsa, değişken oranlı bağlı üretim
durumu geçerlilik kazanmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 103)
Bir Örnek
Bir işletmede Xı ve X2 ürün çeşitlerinin üretildiğini varsayalım. Her iki ürün aynı
makinada üretilmektedir. Makina günde 20 saat üretken olarak çalıştırılabilmektedir. Haftada
6 gün çalışmakta, Pazar günleri çalışılmamaktadır. Bir birim Xı üretimi için makina 2 saat
kullanılmaktadır (Başka bir ifadeyle Xı ürününe ilişkin olarak makinanın üretim katsayısı
2’dir). Bir birim X2 ürününe ilişkin üretim katsayısı da 4 olarak verilmiştir. Buna göre bir birim
X2 üretmek için makinanın 4 saat kullanılması gerekmektedir. Bu durumda aşağıdaki verilere
göre haftalık üretim planlaması yapılacaktır: (Müftüoğlu, 2013: 103)
rı= 120 saat/hafta (haftalık kullanılabilir makine saati)
aıı= rı girdisine ve Xı ürün çeşidine ilişkin üretim katsayısı= 2
Bu veriler çerçevesinde alternatif üretim tipi durumu için geçerli kapasite doğrusu, daha
açık bir ifadeyle rı makinasına ilişkin kapasite doğrusu, aşağıdaki doğru denklemi;
rı = a11 Xı + aı2 X2
veya grafik gösterme yoluna gidilirse, Şekil 13’deki AB doğrusu ile ifade edilebilir.
(Müftüoğlu, 2013: 103)
Şekil 13: (Müftüoğlu, 2013: 104)

12
r1 makinasında sadece Xı üretilirse maksimum üretim seviyesi
Xı = 120/2 = 60
sadece X2 üretilirse maksimum üretim seviyesi
X2 = 120/4 = 30
olarak belirlenmektedir. AB doğrusu üzerindeki gerçekleştirilen tüm üretimlerde de makine
tam kapasite ile çalıştırılmaktadır. Örneğin A noktasında sadece Xı üretilmekte, X2
üretiminden tamamen vazgeçilmektedir. Buna göre kapasite doğrusu üzerindeki A noktasının
üretim bileşimi,
X1 = 60 ve X2 = 0
şeklindedir. Bu durumdan hareketle X2 üretiminin artırılması, ancak A noktasından B
noktasına doğru kaymak, başka bir ifadeyle Xı üretimini azaltma suretiyle gerçekleştirilebilir.
Örneğin X2 üretim seviyesinin 10 birime çıkarılması istenirse
rı = a11X1 + a12X2
denklemi yazılabilir. Kapasite doğrusu denklemine göre, bilinen değerler yerine konmak
suretiyle
120 = 2. Xı + 4. 10
X1 =40

13
elde edilir. Bu sonuca göre X2 üretim seviyesinin sıfırdan 10 birime çıkarılabilmesi için, Xı
üretiminin 60 birimden 40 birime indirilmesi gerekmektedir. Böylece kapasite doğrusu
üzerindeki C noktasının üretim bileşimi de
X1 = 40 ve X2 = 10
olarak belirlenmektedir. X2 üretim seviyesinin 30 birime çıkarılabilmesi ise, yine kapasite
doğrusu denklemine göre
120 = 2 . X1 + 4.30
X1 = O
veya Şekil 13’e göre B noktası olarak gerçekleşmekte, Xı üretiminden tamamen vazgeçilmesi
gerekmektedir.
Şekil 13’de görüldüğü gibi kapasite doğrusu olan AB doğrusu aynı zamanda üretim
alanını (OAB üçgeninin alam) belirlemektedir. İşletmedeki mevcut makina parkıyla sadece AB
doğrusu üzerinde ve bu doğrunun altında kalan alanda üretim yapılabilir. (Müftüoğlu, 2013:
104)
Buna göre
A11 Xı + aı2 X2
veya aı, aı2 ve rı değerleri yerine konduğunda
2Xı + 4 X2 < 120
eşitsizliği işletmenin mevcut üretim alanını göstermektedir. Bu denklemde eşitliğin geçerli
olduğu
2X1+4X2=120
durumunda makina tam kapasite ile çalıştırılmaktadır. Bu durum sadece kapasite doğrusu
(AB) üzerinde üretim yapılması halinde gerçekleşmektedir. Aksi takdirde,
2X1 + 4 X2<120
durumunun geçerli olması halinde ise makina atıl kapasite ile çalışmaktadır. Bu durum
kapasite doğrusunun altoda kalan tüm alan için geçerlidir. (Müftüoğlu, 2013: 104)
Xı ve X2 üretiminde ortak olarak kullanılan girdi sayısını ikiye çıkaralım. Her iki ürün
çeşidinin üretiminde kullanılan ikinci girdi çeşidi r2 malzemesi olsun. İşletmenin stokunda bu
malzemeden 200 birim bulunduğunu varsayalım. Ayrıca Xı ve X2 ürün çeşitlerinin r2 girdisine
ilişkin üretim katsayıları
a2ı = 5
a22 =4
olarak verilmektedir. Buna göre bir birim Xı üretimi için 5 birim r2 girdisi, bir birim X2 üretimi
için de 4 birim r2 girdisi gerekmektedir. Bu durumda r2 girdisine ilişkin kapasite doğrusu,

14
r2 = a2ı Xı + a22 X2 veya, (Müftüoğlu, 2013: 105)
a2b a22 ve r2 değerleri yerlerine konduğunda r2 girdisine ilişkin kapasite doğrusu, (Müftüoğlu,
2013: 106)
200 = 5Xı + 4X2
(Müftüoğlu, 2013: 106)
olarak belirlenmektedir (Şekil 14’de CD doğrusu). Bu durumda Xı ve X2 üretimi, işletmenin
elinde bulunan üretimde kullanabileceği rı ve r2 girdilerinin her ikisi tarafından birden
sınırlandırılmaktadır (Şekil 14). (Müftüoğlu, 2013: 106)
Şekil 14 (38): (Müftüoğlu, 2013: 106)

Buna göre üretim alanı aşağıdaki iki denklem tarafından eşanlı olarak sağlanmalıdır.
(Müftüoğlu, 2013: 106)

a11 Xı + aı2 X2 <r1

a2ı Xı + a22 X2 < r2

Bu denklem sisteminde problemimizde veri olan değerler yerine konursa, üretim alanı
aşağıdaki denklem sistemi tarafından belirlenmektedir: (Müftüoğlu, 2013: 106)

2X1 + 4X2< 120

5Xı + 4 X2 < 200

Şekil 14’de bu denklem sistemi tarafından sınırlandırılan üretim alanı CEB kırık

15
doğrusudur. Bu kırık doğru üzerinde sadece E noktasında hem rı ve hem de r2 girdileri tam
olarak kullanılmaktadır. CEB kırık doğrusunun CE parçasında r2 tam kapasite ile kullanılırken
rı girdisinden bir kısmı âtıl kalmaktadır. Âtıl bırakılan rı girdi miktarı C noktasından E
noktasına doğru yaklaştıkça azalmaktadır. C noktasında âtıl kalan rı girdi miktarı 20 birimle
(Şekil 14’de AC) maksimum seviyededir. E noktasında ise atıl kalan rı girdi miktarı
sıfırlanmaktadır. CEB kırık doğrusunun EB parçasında ise rı girdisi tam kapasite ile
kullanılırken, r2 girdisinden bir kısmı atıl kalmaktadır. r2 girdisinden atıl kalan kısım E
noktasından B noktasına doğru yaklaştıkça artmaktadır. E noktasında sıfır olan atıl r2 girdi
miktarı, B noktasında 20 birime (Şekil 14’de BD) ulaşmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 106-107)

Bazı girdi çeşitleri sadece Xı ürün çeşidinin veya sadece X2 ürün çeşidinin üretiminde
kullanılabilir. Bu durumda, sadece Xı veya sadece X2 üretiminde kullanılan girdi çeşitlerine
ilişkin kapasite doğruları, X2 veya X3 eksenine paralel doğrular şeklindedir. Bu özellikte iki
girdi çeşidini daha sisteme ilave edelim. r3 girdisi sadece Xı ürün çeşidinin üretiminde, r4
girdisi sadece X2 ürün çeşidinin üretiminde kullanılsın. Bir birim Xı için gerekli r3 girdi miktarı
4 birim, bir birim X2 için gerekli r4 girdi miktarı 3 birim olsun. Buna göre r3 girdisinin üretim
katsayıları

a3ı = 4

a32 = 0

ve r4 girdisinin üretim katsayıları

a4ı =0

a42=3

olarak belirlenir. r3 girdisinin kapasitesi 100 birim, r4 girdisinin kapasitesi 60 birim olarak
alınırsa, r3 ve r4 girdilerine ilişkin kapasite doğruları genel olarak

r3 = a3ı X1 +a32 X2

r4 = a41 Xı + a42 X2

şeklinde, yukarıda a3ı, a32, a4ı, a42, r3 ve r4 değerleri yerine konduğunda ise,

100 = 4Xı

60 = 3X2

olarak yazılabilir, r1, r2, r3 ve r4 girdileri tarafından belirlenen üretim alanı ise,

2X1 + 4X2 <= 120

16
5X1 + 4X2 <= 200

4X1 <= 100

3X2 <= 60

denklem sistemi tarafından belirlenir. İşletmenin üretim alanı yukarıdaki 4 denklemi de eş anlı
olarak sağlayabilmelidir. Bu özelliği taşıyan üretim alanı Şekil 15 (39)’de ENKMG kırık
doğrusunun, kendisi de dahil olmak üzere, altında kalan kısım olarak belirlenmektedir.
(Müftüoğlu, 2013: 107)
Şekil 15: (Müftüoğlu, 2013: 108)

Şekil 15: Dört Girdi Durumunda Kapasite Sınırı (veya Üretim


Olanakları Alanı)
Şekil 15’de AB doğrusu n girdisine, CD doğrusu r2 girdisine, EF doğrusu r3 girdisine ve
GH doğrusu r4 girdisine ilişkin kapasite doğrularını göstermektedir. Buna göre, dört girdi
çeşidinin tümüne ilişkin kapasite doğrusu olan ENKMG kırık doğrusunun EN parçası
üzerinde r3 girdisi, NK parçası üzerinde r2 girdisi, KM parçası üzerinde rj girdisi ve MG parçası
üzerinde r4 girdisi tam kapasite ile kullanılmaktadır. Şekil 15’de belirlenen üretim alanı içinde
tüm girdilerin tam kapasite ile kullanıldığı bir üretim bileşimi mevcut değildir. Bu durum
sadece yukarıdaki veriler esas alınarak belirlenen üretim alanı için geçerli olup, genel bir
özellik taşımamaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 108)
(Tüm girdilerin tam kapasite ile kullandıkları bir üretim seviyesi Şekil 15’deki tek tek
girdilere ilişkin AB, CD, EF ve GH kapasite doğrularının aynı noktada kesişmeleri halinde
mümkündür. Bu durumun gerçekleşmemesi halinde bir veya birkaç girdinin her hal ve karda
âtıl kapasite ile üretim sürecine sokulmaları kaçınılmaz olacaktır. Bu durumları öğrenci

17
arkadaşlarımızın farklı şekiller çizerek kendi aralarında tartışmalarını tavsiye ederiz).
İşletmede Xı ve X2 üretiminde müşterek olarak kullanılan girdi sayısı artıkça, tüm
girdiler için geçerli kapasiteyi ifade eden kırık çizgideki doğru parçaları gittikçe daralacak ve
sonsuz sayıda girdi varsayımında, daha önce Şekil 33’de çizdiğimiz dışbükey (konveks) eğri
durumuna dönüşecektir. Bu durumda kapasite eğrisi olarak adlandırmamız gereken bu
dışbükey eğrinin belirli bir noktasından çizilen teğet, belirli bir girdi çeşidine ilişkin kapasite
doğrusunu ifade eder. (Müftüoğlu, 2013: 108)
İŞLETME VE TEŞEBBÜS KAVRAMLARI
Bilimsel bir disiplin olarak işletme iktisadının en çetin konularının başında tanım sorunu
gelir. Bu durum esas itibariyle işletme iktisadının bilimsel bir olgunluğa henüz ulaşamamış
olmasının bir sonucudur. Zira herhangi bir konuya ilişkin bilimsel bir tanım yapabilmek için
konuyu çok iyi bilmek gerekir. Aksi takdirde tanım sorunu üzerinde fazla durulmamak, hele
hele tanım tartışmasından kesinlikle kaçınılmalıdır. Zira konunun bilimsel bakımdan çok iyi
bilinmediği durumlarda tanım tartışmasına girişilmesi, halk dilindeki güzel deyimiyle,
havanda su dövmekten öte gitmemektedir. Hakikaten işletme iktisadı çerçevesinde yapılan
tanım tartışmaları, disiplinimizin en kısır tartışmaları olmuştur. 1960'lı yıllara kadar
disiplinimizde sık sık gündeme gelen bu tür tanım tartışmaları, artık sadece işletme iktisadı
tarihi içinde ilgi çekmektedir. Son 20-25 yıldır disiplinimizde tanım tartışmalarının fazla
rağbet görmemesi sevindirici bir gelişmedir. Artık işletme iktisadı veya işletmecilik disiplini
kısır tartışmalarla vakit geçiremeyecek kadar pratiğin malı olmuştur (veya pratiğin hizmetine
girmiştir). Bu gelişme, işletme iktisadının pragmatik (faydacı) yönünün önem kazanmasının
bir sonucudur. (Müftüoğlu, 2013: 109)
Tanım konusundaki tartışmaları dışlamanın en etkin yolu, başlangıçta belirli bütanımda
görüş birliğine varmakta yatar. Burada hangi tanımın doğru olduğu tartışılmamakta, tanım
konusu da pragmatik bir şekilde ele alınarak, belirli bir araştırmada araştırma amacına uygun
bir tanımda görüş birliğine varılmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 109)
Çalışmamızın bu dersinde, işletme iktisadının araştırma konusunu oluşturan işletme ve
teşebbüs (girişim) kavramları üzerinde durulmaktadır. Burada işletme ve teşebbüs
konularında işletme iktisadı literatüründe geliştirilen tanımlar kısaca özetlenmektedir. Zira
tanım konusunda yukarıda yaptığımız saptama, işletme iktisadının araştırma konusunu
oluşturan işletme kavramı için de geçerlidir. Gerek akademik çevrelerde ve gerekse pratikte
işletme kavramı ile eş anlamda birçok kavram kullanılmaktadır. Bu kavramların başlıcaları
şunlardır: Teşebbüs, girişim, firma, şirket, fabrika, müessese, işyeri v.b. Bu kavramlar çokça,
bilinçli veya bilinçsiz olarak, eş anlamda kullanılırlar. Eş anlamlı kullanma özellikle işletme,

18
teşebbüs, girişim, şirket ve firma kavramları için geçerlidir. Bu kavramlardan teşebbüs ve
girişim genellikle tamamen eş anlamlı olarak kullanılır. Şirket ve firma ise daha çok hukuk
alanında yaygın olarak kullanılan kavramlardır. Bu kavramlar genellikle teşebbüs ile aynı
anlamda kullanılır. Fabrika, müessese ve işyeri daha ziyade üretim faaliyetlerinin
gerçekleştirildiği yer anlamında kullanılan kavramlardır. Bunlardan fabrika sadece mal
üretimini kapsarken, müessese ve işyeri kavramları mal ve hizmet üretimini birlikte ifade
eden daha geniş kapsamlı kavramlardır. (Müftüoğlu, 2013: 109)
Burada üzerinde durulması gerekli önemli iki kavram işletme ve teşebbüs kav-
ramlarıdır. İlk dersimizde işletmeyi insan ihtiyaçlarım tatmine yönelik iktisadi mal ve
hizmetlerin hazırlandığı organizasyon birimleri olarak tanımlamıştık. İktisadi mal ve
hizmetlerin hazırlanmasının rastgele değil, ekonomiklik prensibine uygun olarak
gerçekleştirilmesi gereği ile de iktisadi işletmeleri (veya işletme iktisadının araştırma konusu
olan işletmeleri) belirlemiştik. Bu tanımda da görüldüğü gibi işletme esas itibariyle maddi
akımın, yani tedarik, üretim ve pazarlama faaliyetlerinin gerçekleştirildiği ekonomik
organizasyon birimidir. Burada maddi ve beşerî unsurlar (üretim faktörleri) bir araya
getirilerek (faktör bileşimi) bir bütün (işletme) oluşturulmaktadır. İşletme iktisadının
araştırma konusu olan işletmenin başlıca özellikleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
(Müftüoğlu, 2013: 109-110)
(a) İşletmede ekonomik bir değer yaratılmaktadır. Tüm işletme faaliyetleri bu ekonomik değerin

veya değerlerin yaratılmasına yönelik olarak gerçekleştirilir. (Müftüoğlu, 2013: 110)


(b) İşletme faaliyetleri işletme örgütünün kendi ihtiyacım karşılamak için değil, başkalarının

ihtiyacını karşılamak için gerçekleştirilir. Örneğin ailede de ekonomik değerler yaratılmasına


rağmen, aile birimi işletme kavramı kapsamına dahil edilmez. Zira aile veya birey
ekonomilerine konu alan birimde başkalarının ihtiyaçlarına yönelik olarak değil, aile veya
birey ihtiyaçlarına yönelik olarak üretim yapılır.
(c) İşletme beşerî unsurun egemen olduğu sosyal bir birim veya sistemdir. Muhakkak ki

işletmelerde beşerî unsur yanında maddi unsurlar (makina, malzeme, araç ve gereçler) da yer
alır. Fakat sisteme egemen olan daima insandır. Bu özellik üretime robotların girmesiyle de
değişmeyen ve değişmeyecek olan bir gerçektir. (Müftüoğlu, 2013: 110)
(d) Sosyal bir birim (sistem) olarak belirlenen işletmedeki ortak amaç, iktisadi mal ve hizmetlerin

hazırlanmasıdır. Burada kuralcı (normatif) bir yaklaşımla, ortak amacın iktisadi mal ve
hizmetlerin sadece hazırlanması değil, iktisadilik prensibine uygun olarak hazırlanması
şeklinde ifadesi daha doğru olur. (Müftüoğlu, 2013: 110)
(e) İşletmenin, maddi akımı oluşturan tedarik, üretim ve pazarlama faaliyetlerinin birlikte

19
gerçekleştirildiği bir organizasyon birimi olarak tammı konusunda genelde bir görüş birliği
vardır. Buna karşılık nakit akımını oluşturan finansman faaliyetlerinin ve bilgi akımım
oluşturan yönetim faaliyetlerinin de aynı birim, yani işletme içinde mütalaa edilip edilmemesi
gerektiği tartışma konusudur. Bazı yazarlar işletmeyi sadece maddi alarm değil, nakit ve bilgi
(enformasyon) akımım da kapsayan geniş kapsamlı bir ekonomik birim olarak
tanımlamaktadırlar. Diğer bazı yazarlar ise işletmeyi sadece maddi akımın gerçekleştirildiği
bir birim olarak tanımlarken, maddi akım yamnda nakit ve bilgi akımlarının da
gerçekleştirildiği birimi teşebbüs veya girişim kavramıyla ifade etmektedirler. Bu geniş
kapsamlı işletme kavramı tedarik, üretim, pazarlama, finansman ve yönetim faaliyetlerinin
tümünü, yani tüm işletmecilik faaliyetlerini kapsamaktadır. Dar kapsamlı işletme kavramı ise
sadece tedarik, üretim ve pazarlama faaliyetlerini kapsar. Bu ikinci yaklaşımda, sadece maddi
akımı oluşturan tedarik üretim ve pazarlama faaliyetlerini içeren dar kapsamlı işlet- me
kavramı yanında, bunlara ilave olarak finansman ve yönetim faaliyetlerini de içeren daha
geniş kapsamlı teşebbüs kavramına da ihtiyaç duyulmaktadır. Buna göre teşebbüs kavramı,
tedarik, üretim ve pazarlama faaliyetleri yanında finansman ve yönetim faaliyetlerini de
kapsayacak biçimde, daha geniş kapsamlı olarak tanımlanmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 110-
111)
(f) Buna göre dar kapsamlı işletme kavramı tedarik, üretim ve pazarlama faaliyetlerinin

gerçekleştirildiği teknik bir birimdir. Geniş kapsamlı işletme veya teşebbüs (girişim) kavramı
ise tedarik, üretim ve pazarlama faaliyetleri yanında finansman ve yönetim faaliyetlerinin de
gerçekleştirildiği fi- nansal (mali) ve yönetsel bir birimdir. Dolayısıyla teşebbüs mali ve yö-
netsel özerkliğe sahip bir birim olarak düşünülmelidir. Mali özerklik, birimin muhasebesinin
bağımsızlığını da beraberinde getirir. Bir teşebbüsün hesapları ayrı tutulur, faaliyetlerinin
sonucu (kâr veya zararı) da kendisine yüklenir. Yönetimin bağımsızlığı (veya yönetsel
özerklik) için de mali özerklik gerekli bir ön şart durumundadır. İşletmeler ise teşebbüsün
maddi akımını gerçekleştiren alt birimler (fabrikalar, şubeler, müesseseler) durumundadır.
Örneğin Sümerbank Genel Müdürlüğü bir teşebbüsü ifade ederken Beykoz Ayakkabı
Fabrikası, Merinos Kumaş Fabrikası ve öteki üretim üniteleri, Sümerbank Satış Mağazaları
Genel Müdürlüğe (teşebbüse) bağlı işletmeler durumundadır. Aynı durum özel sektör için de
geçerli- dir. Koç Holding (veya Koç Topluluğu) bir teşebbüs, bu topluluğa bağlı Genel
Müdürlükler (Arçelik, Beko, Döktaş, Koçbank v. d.) birer işletme konumundadırlar. Bu
anlamdaki teşebbüs ve işletme ilişkisinde hukuki statü hiçbir önem taşımamaktadır. Mali ve
yönetsel bir birim olan teşebbüs, teknik bir birim olan işletmeyi de kapsayan, daha geniş
kapsamlı bir ekonomik birim olarak kabul edilmektedir. (Müftüoğlu, 2013: 111)

20
(g) Diğer bir yaklaşım ise, yukarıdaki görüşün tam tersine, işletme teşebbüse göre daha geniş

kapsamlı bir kavram olarak kabul edilir. Bu görüşe göre işletme, içinde bulunulan tarihi
aşamadan ve ekonomik sistemden bağımsız bir kavram olup, iktisadi mal ve hizmetlerin
hazırlandığı ve bunun için gerekli tedarik, üretim, pazarlama, finansman ve yönetim
faaliyetlerinin gerçekleştirildiği ekonomik bir organizasyon birimidir. Tarihin her aşamasında
ve her türlü sosyo-ekonomik sistemde insanlar iktisadi mal ve hizmetlerin hazırlanmasına
ihtiyaç duymuşlardır. Bunun için işletmeler de hep var olmuştur. Gelecekte de bu durum
değişmeyeceğine göre işletmeler varlıklarım her yerde sürdürmeye devam edeceklerdir. Bu
görüşte teşebbüsler, sadece belirli bir tarihi aşamadaki ve ekonomik sistemdeki işletmeleri
ifade eden daha dar kapsamlı bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Buna göre teşebbüsler
sadece sanayi devrimi sonrasında ve aynı zamanda kapitalist bir sistemde faaliyet gösteren
işletmelerdir. Teşebbüs, kârın veya öz sermaye rantabilitesinin (kârlılığının) maksimum
kılınması amacına göre faaliyet gösteren ve yönetimine özsermaye sahiplerinin (işletmenin
mülkiyetine sahip olanların) egemen olduğu bir işletme tipidir. Kısaca teşebbüs özel sektör
dediğimiz gruba giren işletmeleri içermektedir. Devlet işletmeleri ise teşebbüs kapsamına
girmemektedir. Aynı durum üretim araçları ve dolayısıyla işletmeler üzerinde özel mülkiyet
hakkının tanınmadığı sosyalist ülke işletmeleri için de geçerlidir. Bu görüşe göre, her işletme
teşebbüs değildir. Fakat her teşebbüs bir işletmedir. İşletme, teşebbüsü de içeren daha geniş
kapsamlı bir kavram olarak tanımlanmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 111-112)
(h) Gerek pratikte ve gerekse akademik çevrelerde yaygın olan bir başka görüşe göre ise, bu iki

kavram arasında bir farklılaştırmaya gidilmemekte, işletme ve teşebbüs kavramları tamamen


aynı anlamda kullanılmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 112)
Biz de esas itibariyle sondan iki ve bir önceki şıklarda yer alan işletme ve teşebbüs
kavramları yaklaşımım benimsiyoruz. İşletmeyi maddi akıma konu olan tedarik, üretim ve
pazarlama faaliyetlerinin gerçekleştirildiği; bir yandan tedarik piyasalarından çeşitli üretim
faktörlerini (girdileri) temin ederken, diğer yandan satış piyasalarında ürettiği mal ve
hizmetleri pazarlayan ekonomik bir organizasyon birimi olarak anlıyoruz. Bu anlamda işletme
en azından tedarik ve satış piyasaları arasında faaliyet gösteren bir birimdir. İşletmenin daha
alt birimleri ise şube, fabrika, müessese, işyeri olarak adlandırılabilir. Bu birimler, aynı veya
farklı coğrafi konumlarda (kuruluş yerlerinde) faaliyet gösteren işletmelerin, tedarik ve satış
piyasaları arasındaki toplam faaliyetlerinden bir grubunu gerçekleştirirler. Teşebbüs ise
işletmeye göre daha geniş kapsamlı bir kavram olarak maddi akım (tedarik, üretim ve
pazarlama faaliyetleri) yanında finansman (mali) ve yönetim birliğini de içeren bir üst
ekonomik birimi ifade etmektedir. Teşebbüs dış dünyaya karşı mali ve yönetsel özerkliğe

21
sahiptir. Teşebbüs tek bir işletmeden oluşabileceği gibi çok sayıda işletmeyi de bünyesinde
toplayabilir. Aynı teşebbüs kapsamında faaliyet gösteren işletmeler, aynen işletmeyi oluşturan
alt birimlerde olduğu gibi, aym veya farklı coğrafi konumlarda (kuruluş yerlerinde) faaliyette
bulunabilirler. Yine sondan bir önceki işletme ve teşebbüs kavramları özellikle ekonomik
sistemlere dayanan yaklaşımlarda yararlı olabilecek tanımlardır. (Müftüoğlu, 2013: 112)
Muhakkak ki yukarıda sergilenen farklı görüşler tartışılabilir. Somut durumlarda her
görüşü haldi veya haksız çıkacak gerekçeler bulunabilir. Ayrıca bu görüşlere dayanan işletme
ve teşebbüs ayırımlarının tamamen net ve belirgin olduğunu söylemek de mümkün değildir.
Nitekim bu çalışmamızın birçok yerinde, literatürdeki ve uygulamadaki genel eğilime uygun
olarak, işletme ve teşebbüs kavramları eş anlamlı olarak kullanılmıştır. (Müftüoğlu, 2013: 112)
İŞLETMELERDE AMAÇ SİSTEMİ
İŞLETMELERDE AMAÇ ARAÇ İLİŞKİSİ VE İŞLETME İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ İNSAN
GRUPLARI
İşletme amacı, işletme amaçları veya işletmelerde amaç sistemi gibi kavramlarla ifade
edilen konu, aslında yanlış anlaşılabilecek bir anlamla yüklüdür. Zira işletme amacı denince,
sanki işletmenin kendine özgü amaçları olduğu, işletmenin canlı ve bilinçli bir varlık olarak
belirli hedefler güttüğü, bunlara ulaşmak için çaba gösterdiği gibi anlamlar çıkarılabilir. Pek
tabii ki işletme amacı kavramı böyle bir anlamla yüklü değildir. Zira amaç sadece insanlar
tarafından ortaya konabilir. Burada da işletme amacı kavramıyla, işletme ile ilgili olan çeşitli
insanların veya insan gruplarının (işletmenin paydaşlarının) işletme vasıtasıyla ulaşmak
istedikleri amaçlar kastedilmektedir. İşletme sadece bir araçtır ve bu araç vasıtasıyla insanlar
tarafından ortaya konan çeşitli amaçlara ulaşmaya çalışılmaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 113)
İşletmeyle ilişkili insan gruplarının veya işletme paydaşlarının başlıcaları aşağıdaki
şekilde sıralanabilir (Burada belirli bir grup aynı veya benzer amaç güden insanlar
topluluğunu ifade eder. Aynı gruba giren insanlar arasında bir çıkar uyuşması veya menfaat
birliği vardır):
— İşletme sahipleri (öz sermaye veya öz kaynak sahipleri),
— İşletmede çalışan işçiler ve memurlar (işletme personeli),
— Devlet,
— İşletmeye borç verenler,
— İşletmenin ürettiği mal ve hizmetleri talep edenler (müşteriler, tüketiciler),
— İşletmeye girdi sağlayan diğer işletmeler, kurumlar ve şahıslar (sağlayıcılar) ile
— Kamuoyu.
Bu grupların işletme vasıtasıyla ulaşmak istedikleri amaçlar farklılıklar gösterir. Bazı

22
grupların amaçları birbirleriyle uyumlu olabileceği gibi, diğer bazı grupların a- maçları
arasında bir çatışma olabilir. Birinci durumda rasyonel davranışın bir gereği olarak gruplar iş
birliğine giderken, ikinci durumda gruplar arasında bir uzlaşmaya gidilmesi gerekir.
(Müftüoğlu, 2013: 113)
İşletme sahipleri işletme vasıtasıyla kâr sağlamayı veya elde edecekleri kâr tutarını
maksimize etmeyi (azamileştirmeyi, en çoklamayı) amaçlarlar. Dolayısıyla kâr ve öz sermaye
rantabilitesi maksimizasyonu işletme sahiplerine özgü amaçlardır. Kâr, işletme sahiplerinin
işletmeye yatırdıkları sermayenin, daha açık bir ifade ile öz sermayenin karşılığı olarak kabul
edilir (işletmenin öz sernıayesi, toplam sermayeden işletme borçlarının çıkarılmasıyla elde
edilir). İşletme sahipleri için işletme bir kazanç sağlama aracıdır ve elde edilen kazanç kâr
olarak tanımlanır. İşletmede gerçekleştirilen kârın bir kısmı veya tamamı işletme sahiplerine
dağıtılabileceği (dividant, temettü) gibi; bir kısmı veya tamamı dağıtılmayıp işletmede gerekli
yatırımların finansmanı (oto finansman) için kullanılabilir. (Müftüoğlu, 2013: 113-114)
İşletmede çalışan işçiler ve memurların kısaca işletme personelinin işletme vasıtasıyla
güttükleri amaçlar ise, işletme sahiplerinin amacına göre tamamen farklıdır. İşletme personeli
yüksek bir ücret veya maaş elde etmeyi, rahat ve huzurlu bir işyerinde çalışmayı ve istikrarlı
bir işe sahip olmayı, işinin devamlılığının sağlanmasını amaçlar. Hatta rahat ve huzurlu bir
işyeri isteği birçok durumlarda işletme dışı yaşamı da kapsayacak biçimde genişletilmelidir:
lojmanlar, sosyal ve kültürel tesisler, okul, kreş ve hastahane, işe gidiş geliş için taşıt araçları
v.b. gibi. İşletmede bu istekleri karşılamak üzere yapılan harcamalar kârı azaltan bir maliyet
unsurudur. Dolayısıyla işletme sahipleri ile işletme personelinin amaçları arasında karşıt bir
ilişki vardır. İki grup arasındaki bu çıkar çatışmasının barışçı yollardan, bir uzlaşmaya
varılarak çözülmesi gerek işletmenin başarısı, gerek ulusal ekonominin etkinliği ve gerekse
toplumdaki sosyal barışın sağlanması açısından büyük önem taşır. Bu görev demokratik
toplumlarda işletme personelinin çıkarlarım temsil etmek üzere işçi sendikalarına, işletme
sahiplerinin çıkarlarım temsil etmek üzere de işveren sendikalarına verilmiştir. İşçi ve işveren
sendikaları toplu sözleşmeler yaparak bu görevi yerine getirirler. İki grup arasında anlaşma
sağlanmaması halinde işçi sendikaları grev, işveren temsilcileri ise lokavt ilam yoluna giderler.
Adı geçen gruplar arasındaki sorunları grev veya lokavt ilanına gidilmeden bir çözüme
kavuşturacak uzlaşma yollarının bulunması, hem ekonomik ve hem de sosyal açıdan tercih
edilir. Zira demokrasi çatışmanın değil uzlaşmanın rejimidir. Bu nedenle toplu sözleşmelerde
işçi ve işveren temsilcilerinin kendi grup çıkarlarım aşan bir sosyal sorumluluk duygusuyla
hareket etmeleri istenir. (Müftüoğlu, 2013: 114)
İşletme ile ilişkili bir başka kurum da devlettir. Devlet işletmeden eldi ettiği gelirleri,

23
yani çeşitli vergileri, zamanında tahsil etmeyi ve vergi kaçaklarını önlemeyi amaçlar. Devlet
ayrıca, işletmelerin çeşitli devlet politikalarına uygun hareket etmesini ister: ihracatın
artırılması, yüksek bir istihdam düzeyinin sağlanması, geri kalmış bölgelerin kalkındırılması,
toplumdaki bozuk gelir dağılımının düzeltilmesi ve benzeri devlet politikaları işletmelerin
belirli şekilde hareket etmesini gerektirir. Devlet, işletmelerin yukarıdaki devlet politikalarım
desteklemelerini sağlamak amacıyla çeşitli teşvikler getirir: yatırım indirimi, düşük faizli
krediler, bedelsiz veya düşük fiyatla arsa tahsisi, ihracatta vergi iadesi, gümrük muafiyeti gibi.
Bu tür teşvikler yurdumuzda da yaygın olarak uygulanmaktadır. İşletme için çeşitli vergiler,
resimler ve harçlar bir nakit çıkışı kalemi oluştururken, teşvikler ve devletin sağladığı
karşılıksız yardımlar (sübvansiyonlar) bir nakit girişi kalemi oluşturur. Bu nedenle işletme
sahipleri açısından vergi öncesi kâr değil vergi sonrası kârın maksimizasyonu önem taşır.
Dolayısıyla kâr üzerinden ödenen vergileri (kurumlar vergisi) asgari düzeyde tutabilmek için,
vergilendirilmeye esas alınacak kârm düşük gösterilmesinin yolları aranır. Bu da bazı maliyet
kalemlerinin ve borçların yüksek, gelir ve öz varlıkların ise düşük gösterilmesi ile sağlanabilir.
Örneğin sabit varlıkların amortisman süreleri kısa tutularak ve/veya azalan amortisman
oranları uygulayarak işletme kârının bir kısmı vergi matrahı dışında tutulmaya çalışılır.
Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ise tam tersine, işletmenin bilanço kârı gerçek (reel)
kâr yamnda hayali (fiktif) kârlar da ihtiva edeceğinden, işletme gerçekte ödenmesi gerekenden
daha çok vergi ödemek zorunda kalır. Hatta işletme, gerçekte zararlı olmasına rağmen, hayali
kârların yükseldiğinden dolayı bilançosunda kârlı gözükebilir. Bu durumda işletmenin
ödeyeceği vergi öz varlıklardan karşılanır. Bu ise sonuçta işletmenin öz varlığını azaltır. Bu
tür istenmeyen sonuçlarm ortaya çıkmaması için işletmenin yeniden değerlendirilmesi, yani
sahip olduğu varlıkların değerinin enflasyon oranına göre düzeltilmesi gerekir. Enflasyonist
bir ortamda devletin yeniden değerlendirmeye izin vermesi, işletmenin sürekliliğinin
sağlanması açısından zaruridir. Dolayısıyla yüksek enflasyon dönemlerinde işletmelerde
enflasyon muhasebesinin uygulanması büyük önem taşır. Devletin enflasyon muhasebesi
uygulanmasına izin vermemesi işletmeleri güç durumda bırakır, gerçek olmayan hayali kârlar
üzerinden vergi ödemeleri gerektirir. Diğer yandan işletmenin gelir ve öz varlıklarını düşük,
borçlarını ve maliyet kalemlerini (amortismanlar) yüksek göstermek suretiyle ödeyeceği vergi
miktarını azaltması, devletin etkin yasal ve denetsel önlemleriyle engellenmeye çalışılır.
Hemen anlaşılacağı üzere burada işletme sahipleri ile devlet arasında bir çıkar çatışması söz
konusu olmaktadır. Devlet yasalar (Vergi Kanunu v.d.), kararnameler ve tebliğler vasıtasıyla
gerekli düzenlemeleri yapar ve denetim faaliyetleriyle (vergi denetimi v.d.) bu düzenlemelere
uyulmasını sağlamaya çalışır. Bu düzenlemelerin çokluğu bürokrasiyi artırdığından iş

24
aleminde önemli sorunlar doğurabilir. Bu nedenle bürokrasi (devletin yürütme gücü ile iş
alemi (işletmeler) arasında karşılıklı güvene dayanan uyumlu bir iş ortamının (ekonomik
düzenin) sağlanması büyük önem taşır. (Müftüoğlu, 2013: 114-115)
İşletmeye borç verenler (kreditörler) ise işletmeye sağladıkları borcun faiz ve anapara
ödemelerinin kendilerine zamanında ödenmesini isterler. Borç verenler açısından önemli olan
işletmenin kârlılığından çok ödeme gücüdür. İşletmenin sağladığı kâr ile ödeme gücü {nakit
fazlası, cashflow) arasında genelde olumlu yönde yakın bir ilişki vardır. Fakat kâr ve ödeme
gücü farklı kavramlardır. Örneğin işletmenin tüm maliyet kalemleri kârı azaltırken, nakit
çıkışı gerektirmeyen bazı maliyet kalemleri (amortismanlar) işletmenin ödeme gücünü (nakit
fazlası, cash flow) artırır. Buna karşılık işletme sahiplerine dağıtılan kârlar (dividant, temettü)
bir nakit çıkışıdır ve işletmenin ö- deme gücünü azaltır. Dolayısıyla işletmenin belirli bir
döneme ilişkin nakit fazlasını (ödeme gücünü) hesaplarken, o dönemin kârına amortismanları
ilave etmek, buna karşılık dağıtılan kârları çıkarmak gerekir. Bu şekilde hesaplanan işletmenin
ödeme gücünün yüksekliği ve devamlılığı işletmeye borç veren kreditörler açısından en
önemli geri ödeme garantisidir. Kreditörler açısından işletmenin anapara ödemeleri sadece
kendi verdikleri borcun kısımlarını oluştururken, faiz ödemeleri ek bir gelir kaynağı (kazanç)
oluşturur. Kreditörler kazançlarım yüksek tutabilmek için faiz gelirlerini artırmak, bunun için
de yüksek faiz oranları uygulamak isterler. İşletmeler ise bir maliyet kalemi olan faiz
giderlerini düşük tutabilmek için faiz oranlarını aşağıya çekmeye çalışırlar. Bu açıdan işletme
sahipleri ile kreditörleri arasmda bir çıkar çatışması söz konusudur. Sonuçta fiilen gerçekleşen
faiz oranları, ya sermaye piyasalarındaki arz ve talebe göre belirlenir (serbest faiz politikası)
ya da devlet tarafından yasalar, kararnameler ve tebliğler yoluyla belirlenir. Ülkemizde
olduğu gibi bağımsız Merkez Bankalarının varlığı halinde bu yetki Merkez Bankalarına
devredilir. (Müftüoğlu, 2013: 114-115)
İşletmenin müşterileri ise işletmenin ürettiği mal ve hizmetleri düşük bir fiyattan satın
almayı tercih ederler. Ayrıca satın aldıkları ürünün kaliteli olması, alım sonrası servis ve
bakım hizmetlerinin yeterli olması, garanti süresinin uzun olması, ödeme koşullarının
uygunluğu gibi ilâve müşteri istekleri de işletme müşterilerinin amaçları içinde mütalaa
edilmelidir. Bu tür istekler işletme için bir gelir kaybı (düşük fiyat) veya maliyet artışı (servis
ve garanti hizmeti, kalite) gerektirdiğinden, burada da bir amaç çatışmasından söz edilebilir.
İşletme kendisini müşterilerine karşı güçlü hissetmesi halinde bu tür müşteri isteklerine
olumlu cevap vermeyebilir. Özellikle talebin arzı aştığı veya tekelci piyasalardan oluşan
sektörlerde bu tür durumlar söz konusu olabilir. Yurdumuzda 1980 yılma kadar uygulanan
ithal ikamesi politikası işletmeleri güçlü kıldığından, işletmelerimizin bu tür müşteri

25
isteklerine yeterli özen göstermelerine gerek kalmıyordu. Zira işletmeler dış rekabete kapalı
bir ortamda ne üretirlerse kolayca satabileceklerinin bilincindeydiler. Satıcı piyasası olarak
nitelendirilen bu tür bir ortamda ekonomik etkinliğe, kaliteye ve çeşitli müşteri hizmetlerine
gerekli önem verilmiyordu. Bu durum ulusal ekonomi düzeyinde kaynak israfına neden
oluyordu. Nitekim ithal ikamesi politikasından vazgeçerek ihracata yönelik bir kalkınma
stratejisine geçilmesinin getirdiği rekabet ortamı, daha önce ortaya çıkmayan ekonomik
çarpıklıkları su üzerine çıkarmıştır. Daha önce kâr eden işletmeler yeni ekonomik ortamda
zarar etmeye başladılar. Birçok işletme iflas etmek durumunda kaldı. Fakat işletmelerin bu tür
zor ve çetin ekonomik ortamlarda çalışmak zorunda bırakılması ekonomik etkinliği
artırmakta, işletmeleri maliyetlerim düşürmek ve kalitelerim artırmak, kısaca müşteri
isteklerini dikkate almak zorunda bırakmaktadır. Rekabet, fakat etkin bir rekabet, tüketiciyi
korumanın en iyi yoludur. Bu nedenle işletmeler rekabet ortamına irilmeli, tekelci gelişmeler
mümkün olduğunca önlenmeye çalışılmalıdır. (Müftüoğlu, 2013: 116)
İşletmeye girdi sağlayan tedarikçi firmalar (sağlayıcı işletmeler), kurumlar ve şahıslar
ise arz ettikleri mal ve hizmetleri (girdileri) uygun bir fiyattan satabilmeyi, alacaklarım
zamanında tahsil edebilmeyi ve ilişkilerinin istikrarlı olmasını isterler. Bu tür satıcı isteklerinin
karşılanabilmesi büyük ölçüde işletmenin ekonomik açıdan başarılı olmasına bağlıdır. Aynı
durum işletmenin ürünlerini tekrar satmak üzere satın alan satıcı firmalar (bayiler, toptancılar
ve perakendeciler) için de geçerlidir. (Müftüoğlu, 2013: 116)
Kamuoyu işletmenin sosyal amaçlara da önem vermesini arzu eder. İşletmenin içinde
bulunduğu çevrede sosyal faaliyetlerde bulunması ve bir takım sosyal yatırımlara girişmesi,
işletme ile kamuoyu ilişkilerini olumlu yönde etkiler. Bu tür yatırımlar kamuoyuna açık çeşitli
spor tesisleri, dinlenme yerleri, parklar olabileceği gibi, öğrenci yurtları, öğrenci bursları,
huzur evleri ve çeşitli bağışlardan da oluşabilir. Son yıllarda, özellikle büyük işletmelerde
hızla yaygınlaşan halkla ilişkiler bölümleri bu bağlamda işletme ile kamuoyu ilişkisinin
kazandığı önemi gösteren önemli bir işaret olarak yorumlanabilir. (Müftüoğlu, 2013: 116)
İşletme ile ilgili gruplardan işletme sahiplerinin amacı olan kâr, işletme personelinin
amacı olan ücret, işletmeye borç veren kreditörlerin amacı olan faiz ve devletin amacı olan
vergi ortak bir paydada birleştirilebilir. Bu ortak payda katmadeğerdir. İşletmede belirli bir
dönemde yaratılan katma değer, söz konusu dönemde elde edilen kâr, personele yapılan
harcamalar, devlete ödenen vergiler, borç verenlere yapılan faiz ö- demeleri ve kira giderleri
toplamından oluşur. Amortismanları içeren katma değer brüt katma değer, içermeyen ise net
katma değer olarak adlandırılır. Katma değerin hesaplanmasına esas alınan işletme kârı,
işletme sahiplerine (ortaklara) dağıtılan kârlar yanında işletmede bırakılan kârı da

26
kapsamaktadır. Söz konusu dönemde zarar edilmesi halinde, zarar miktarı katma değeri
azaltır. Personel ücretleri çıplak ücretler yanında personele yönelik olarak yapılan tüm sosyal
harcamaları da kapsar. Devlete ödenen vergiler sadece dolaysız vergileri kapsayacak şekilde
katma değer hesabına dahil edilmelidir. Katma değer vergisi de dahil olmak üzere satış
üzerinden hesaplanan dolaylı vergiler katma değer hesabında dikkate alınmaz. Ayrıca devlet
tarafından işletmeye yapılan doğrudan sübvansiyonların vergi ödemelerinden çıkarılması
gerekir. (Müftüoğlu, 2013: 116-117)
Görüldüğü gibi katma değer, işletme ile ilgili çeşitli grupların işletme vasıtasıyla
sağladıkları gelirlerin toplamından oluşmaktadır. Kısaca işletmede yaratılan katma değer,
işletmeni milli gelire olan katkısını ifade eder. İşletme vasıtasıyla gerçekleştirilen ekonomik
değerlerin toplamı olan katmadeğer, işletme sahipleri, işletmeye borç verenler, işletmede
çalışan personel ve devlet arasında bölüşülmektedir. Dolayısıyla işletme amacı katmadeğer
maksimizasyonu olarak ifade edildiğinde, işletme ile ilişkili çeşitli gruplar arasındaki çıkar
çatışması, katmadeğerin oluşturulması aşamasında nötralize edilmektedir. Burada çıkar
çatışması ortadan kalkmamakta, katmadeğerin bölüşülmesi aşamasına aktarılmaktadır. Fakat
pastanın (işletmede yaratılan katma değerin) büyütülmesi, pastanın bölüşümünü de
kolaylaştıracağından, katmadeğer maksimizasyonu işletme ile ilgili çeşitli grupların
çıkarlarını birleştiren önemli bir işletme amacı olarak kabul edilmelidir. Bu özelliğiyle katma
değer maksimizasyonu, aralarında çıkar çatışması olsun olmasın, işletme ile ilgili tüm
grupların üzerinde anlaşabileceği bir uzlaşma aracı olarak ortaya konabilir. (Müftüoğlu, 2013:
117)
İŞLETME AMAÇLARI
İşletmede Parasal Amaçlar
İşletmenin maddi amacı, işletmenin toplumsal işlevine ve varoluş nedenine uygun
olarak, insanların ihtiyaç duyduğu iktisadi mal ve hizmetlerin üretilmesidir. İşletmenin bu
maddi amacı çerçevesinde, işletmede gelecek dönemlerde hangi mal ve hizmetlerden hangi
miktarlarda üretileceği belirlenir. Kısaca ifade etmek gerekirse, maddi amaç işletmenin
— hangi dönemlerde,

— hangi ürün çeşitlerini,

— hangi miktarlarda üreteceği konularını kapsar.

İşletmenin parasal (nominal) amaçları ise, para ile ifade edilebilen;


— kâr maksimizasyonu,

— rantabilite (kârlılık) maksimizasyonu,

— satış geliri maksimizasyonu,

27
— işletmenin piyasa değerinin maksimizasyonu,

— maliyet minimizasyonu (birim maliyetin minimizasyonu)

gibi, belirli bir maksimizasyon veya minimizasyon hedefi olarak ortaya konur. (Müftüoğlu,
2013: 117)
Kâr Maksimizasyonu Amacı
Bu amaçlar arasında kâr maksimizasyonu amacı özel bir önem taşır. Zira kâr
maksimizasyonu genellikle gerek işletme iktisadı ve gerekse genel iktisat literatüründe, sadece
işletme sahiplerine özgü bir amaç olarak değil, ekonomik etkinliği sağlamada en etkili araç
olarak kabul edilir. Muhakkak ki tek tek işletmelerin ekonomik etkinliği sağlamak diye bir
kaygısı yoktur. İşletme sahipleri için, işletme kazanç sağlamanın bir aracıdır. İşletme
sahiplerinin kazancı kâr olduğuna göre, kâr maksimizasyonu işletme seviyesinde işletme
sahiplerinin doğal amacı olarak kabul edilmelidir. Fakat konu mak- ro düzeyde ele almdığı
zaman durum değişmektedir. Makro düzeyde kâr maksimizasyonu bir amaç olmaktan
çıkmakta, ekonomik etkinliği artıran, bu açıdan değerlendirilmesi gereken bir araca
dönüşmektedir. Zira tüm işletmeler kâr maksimizasyonu ve tüm tüketiciler de fayda
maksimizasyonu amacına göre davranırlarsa, görünmeyen bir el (invisible hand) vasıtasıyla
sağlanan uyum sonucunda makro seviyedeki ekonomik etkinlik en üst seviyede
gerçekleştirilir. Burada “görünmeyen el” ile fiyat mekanizması kastedilmektedir. Fakat klasik
ekonominin bu temel varsayımının ancak tam rekabet piyasalarında geçerli olduğu
unutulmamalıdır. Tam rekabet piyasası şartlarından uzaklaştıkça bu varsayımın pratik
geçerliliği azalır. Gerçek piyasaların az veya çok aksak rekabet unsurları taşıdığı, tam rekabet
piyasası modelinin saf haliyle pratik bir anlamı olmadığı dikkate alınırsa, klasik iktisadın bu
varsayımının hiçbir zaman pratik geçerliliğinin olmadığı da kabul edilmelidir. Diğer yandan
piyasalarda rekabet yoğunluğu arttıkça, işletmelerin kâr maksimizasyonu amacına göre
yönlendirilmesi, tüm işletme faaliyetlerinin bu amaç doğrultusunda düzenlenmesi bir
zorunluluk haline gelir. Zira yoğun rekabet ortamında işletme için ayakta kalabilmenin veya
başarılı olmanın başka yolu yoktur. Bu açıdan işletme faaliyetleri sonunda elde edilen kâr,
işletme için bir başarı ölçütü olmaktadır. Yoğun rekabet şartlarında geçerli olan bu durum,
piyasadaki tekelci unsurlar arttıkça geçerliliğim kaybeder. Tekelci bir işletme için kârı
arttırmanın başkaca yolları da vardır. Tekelci işletme kârını arttırmak için maliyetini düşürme
veya daha kaliteli mal ve hizmet üretmek yerine, satış fiyatlarını artırma yoluna gidebilir.
İşletme için kolay olan yol da budur. Dolayısıyla tekelci bir konumda bulunan işletme, kârım
artırmak için bu yola başvurmayı tercih eder. Bu durumda işletme kârının arttırılması ile
ulusal ekonomi seviyesinde ekonomik etkinliğin arttırılması arasındaki koşut (uyumlu,

28
birbirlerini destekleyen) ilişki ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla tekelci piyasalarda piyasanın
ekonomik etkinliği sağlama niteliği kaybolduğundan, devlet müdahalesi kaçınılmaz olur.
Tekelci piyasalarda sorun, devletin ekonomiye müdahale edip etmemesi değil, devlet
müdahalesinin nasıl olması gerektiğidir. Devlet müdahalelerinin yasaklayıcı, zorlayıcı, piyasa
şartlarım dışlayıcı müdahaleler şeklinde olması ekonomik açıdan olumlu sonuçlar
vermemektedir. Buna karşılık devlet müdahalelerinin piyasa mantığı içinde, dolaylı
müdahaleler şeklinde uygulanması, ekonomik etkinliğin artırılması açısından çok daha
olumlu sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Devlet piyasalarda koyduğu kurallarla işletmeleri
rekabetçi bir ortam içinde tutmalıdır. İşletmeler rekabetçi bir ortam içinde kaldıkça işletme
kârını artırmanın yolu sadece ekonomik etkinliği artırmaktan geçer. İşletmelerin bu yola
zorlanması ulusal ekonominin etkinliğim de artırmaktadır. Böylece işletmeler seviyesindeki
kâr maksimizasyonu amacı ulusal ekonomi seviyesinde etkinliği artırıcı çok önemli bir araca
dönüşmektedir. Kâr maksimi- zasyonu amacının bu niteliğini, uzun yıllar profesyonel
yöneticilik yapmış bir köşe yazarı aşağıdaki şekilde dile getirmektedir: (Müftüoğlu, 2013: 118-
119)
«Her sanayici ve iş adamı, işinden azami kâr etmeyi amaçlar. Meşru bir faaliyet
sonucunda, bir sanayici ne kadar çok kâr ederse etsin, bu kesinlikle ayıp değildir. (Müftüoğlu,
2013: 119)
Ekonomide esas ayıp zarar etmektir. İş adamı atıfet olsun diye veya fakir fukarayı
düşündüğü için, fiyat zamlarını az tutmaz. Tutmamalıdır da. Fiyatlandırma, bir firmaya kısa
ve uzun vadede azami kârlılığı temin ettirecek en önemli karar türüdür. Fiyatlandırma
tamamen ekonomik bir karardır. İş adamları tüketiciye acımasınlar. Sıkıyorsa diledikleri
kadar zam yapsınlar.
Ama şunları yapmasınlar:
— Para batırmasınlar,
— Devleti (yani milleti) soymasınlar,
— Ürün kalitesinde halkı aldatmasınlar,
— Vergi kaçırmasınlar,
— Tekelcilik yapmasınlar.
Fiyat tespitini, vicdan veya efendilik şeklinde görmek veya göstermek, serbest
ekonomiyi hiç anlamamaktır. Kârsız firma arsız olur.» (Ege CANSEN, Hürriyet Gazetesi, 11
Eylül 1988). (Müftüoğlu, 2013: 119)
Piyasanın kuralları içinde ve yoğun rekabet şartları altında, yukarıda ifade edildiği gibi
tekelcilik yapmadan, vergi kaçırmadan, tüketiciyi aldatmadan, kısaca yeni ekonomik değerler

29
yaratarak kâr sağlayan işletme, aynı zamanda toplumsal görevini de yerine getirmektedir. Kıt
faktörlerle sonsuz insan ihtiyaçlarını mümkün olan en üst seviyede tatmin etmenin yolu
budur. Talep boşlukları yakalayarak, maliyetlerini aşağı çekerek, daha kaliteli mal ve hizmet
üreterek ve daha iyi finansman imkânları sağlayarak kâr eden işletmeci, işini iyi yapan bir kişi
olarak takdir edilmelidir. Buna karşılık çeşitli yasal boşluklardan yararlanıp, yukarıdaki köşe
yazarımızın ifade ettiği gibi, «devleti (yani milleti) soyarak», tekelcilik yapıp tüketiciyi
aldatarak kâr edenler ise tam tersine cezalandırılmalıdır. (Müftüoğlu, 2013: 119)
Diğer Parasal İşletme Amaçları
Yukarıda ortaya koyduğumuz işletme için söz konusu diğer parasal amaçları da kısaca
açıklamak istiyoruz. (Müftüoğlu, 2013: 119)
Rantabilite maksimizasyonu ile, bir fark büyüklüğü olan kârın (Kâr=Satış Geli- ri-
Maliyet) değil, bir oran büyüklüğü olarak kârın sermayeye oranının (Rantabilite = Kâr / Sermaye)
maksimizasyonu işletme amacı olarak ortaya konmaktadır. Bu oranda paydada yer alan
sermayenin öz sermaye ve toplam sermaye olmasına göre, öz sermaye rantabilitesi ve toplam
sermaye rantabilitesinden söz edilir. (Müftüoğlu, 2013: 119)
Satış geliri maksimizasyonu amacı işletmenin kâr sağlama gayretleri ile yakından
ilgilidir. Kârı artırmanın yolu çokça satış gelirini artırmaktan geçer. Fakat her iki amaç değişik
üretim seviyelerinde gerçekleşebilir. Zira satış geliri yanında kârı belirleyen ikinci bir unsur
da maliyettir. Genel olarak kâr maksimizasyonu marjinal satış gelirinin marjinal maliyete eşit
olduğu üretim seviyesinde gerçekleşir. Satış geliri maksimizasyonu ise marjinal satış gelirinin
sıfır olduğu üretim miktarıdır. Sadece satış geliri ve maliyet fonksiyonlarının doğrusal olması
halinde kâr maksimizasyonu ve satış geliri maksimizasyonu aynı üretim seviyesinde
gerçekleşir ki, bu üretim seviyesi işletmenin kapasite sınırıdır. (Müftüoğlu, 2013: 119-120)
İşletmenin piyasa değerinin maksimizasyonu amacı, hisse senetleri sermaye piya-
salarında işlem gören işletmeler için geçerli olabilecek bir amaçtır. İşletmenin piyasa
değerinin, hisse senetlerinin sermaye piyasalarında ulaştığı değer tarafından belirlendiği
kabul edilir. Burada işletmenin piyasa değerini belirleyen faktörler olarak, işletmenin
gerçekleştirdiği kârm büyüklüğü yatımda, bu kârın ne kadarının hisse senedi sahiplerine
temettü olarak dağıtıldığı, yani işletmenin kâr dağıtım politikası da ortaya çıkmaktadır.
(Müftüoğlu, 2013: 120)
Maliyet minimizasyonu (birim maliyetin minimizasyonu) ve katma değer maksi-
mizasyonu amaçları ise daha ziyade işletmenin ulusal ekonomi seviyesindeki performansının
ölçülmesinde önem kazanır. Bu açıdan özellikle katma değer maksimizasyonu büyük önem
taşır. Katma değerin diğer bir özelliği, yukarda daha önce ifade edildiği ü- zere, işletme ile

30
ilgili çeşitli grupların (işletme sahipleri, işletme personeli, işletmeye borç verenler ve devlet)
birbirleriyle çatışan çıkarlarının bu amaç çerçevesinde uzlaştırılabilmesidir. Burada ilgili
gruplar arasındaki muhtemel bir çıkar çatışması katma değerin bölüşümünde ortaya çıkar.
Böylece, işletme amacı olarak katmadeğer maksimizasyonu esas alındığında, işletme ile ilgili
çıkar grupları arasındaki çatışma katma değerin oluşumu aşamasından katma değerin
bölüşümü aşamasına kaymaktadır. Bölüşüm aşamasındaki çıkar çatışması da katma değer ne
kadar yüksekse daha kolay çözüme ulaştırılabilir, daha kolay uzlaşma sağlanır. Bu açıdan
katma değerin maksimizasyonu büyük önem taşır.
Maliyet minimizasyonu amacı ise birim maliyetin minimizasyonu veya belirli bir hizmet
veya üretim seviyesinin en düşük maliyetle gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanabilir. İkinci
durum özellikle piyasada işlem görmeyen veya etkili bir piyasası olmayan iktisadi mal ve
hizmetlerin üretiminde geçerlidir; milli savunma, adalet, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi. Bu
hizmetlerin belirli nitel ve nicel seviyelerde en düşük maliyetle üretilmesi, özellikle ulusal
ekonomi seviyesinde geçerliliğe sahip bir amaç olarak kabul edilmelidir. Ayrıca bu amacı
iktisadilik prensibi açısından da gerekçelendirmek mümkündür. Zira maliyet minimizasyonu
amacı, yukarıda belirlenen şekliyle, iktisadilik prensibinin minimum alt prensibine tamamen
uygun düşmektedir. (Müftüoğlu, 2013: 120)
Maliyet minimizasyonu amacı toplam maliyet yerine birim maliyetin minimizasyonu
olarak da tanımlanabilir. Burada söz konusu olan birim maliyet, toplam maliyetin üretim
seviyesine oranını ifade eden ortalama birim maliyettir. Aynı amaç marjinal maliyet
minimizasyonu olarak da ortaya konabilir. Bu ikinci amaç ulusal ekonomi seviyesinde daha
geçerlidir. İşletmelerin ortalama birim maliyetlerinin minimum olduğu üretim seviyesinde
çalıştırılması, ulusal ekonomi (veya makro ekonomi) seviyesinde optimum kaynak
dağılımının şartlarından biridir. (Müftüoğlu, 2013: 120)
Maliyet minimizasyonu amacı derken pek tabii ki hiçbir zaman toplam maliyetin
minimizasyonunu anlamıyoruz. Zira toplam maliyeti minimize etmenin yolu mevcut bir
işletme için hiçbirşey üretmemek, yani işletmenin kapılarını kapatmak olacaktır. Bu durumda
değişken maliyetler sıfırlanacak, sadece sabit maliyetler ortaya çıkacaktır. Sabit maliyetlerden
de kurtulup toplam maliyetleri sıfırlamanın (minimize etmenin) yolu ise, işletmeyi kurmaktan
vazgeçmek veya mevcut bir işletme için işletmeyi elden çıkarmak (satmak, devretmek)
olacaktır. Bu itibarla maliyet minimizasyonun amacının toplam maliyeti minimize etmek
değil, belirli bir üretim seviyesini minimum maliyetle gerçekleştirmek veya maliyeti (ortalama
maliyet, birim değişken maliyet veya marjinal maliyet) minimize etmek anlamına geldiğini
unutmayalım. Burada sözü edilen ortalama maliyet, birim değişken maliyet ve marjinal

31
maliyet kavramları kitabımızın Sekizinci Bölümünde geniş şekilde açıklanmaktadır.
(Müftüoğlu, 2013: 120-121)
Parasal Olmayan İşletme Amaçları
Parasal Olmayan Meta ekonomik Nitelikli İşletme Amaçlarının Özellikleri
Parasal olmayan işletme amaçları genellikle meta ekonomik (ekonomi ötesi) nitelikli
amaçlardır. Bu tür işletme amaçlarının varlığı, toplum yaşamının ekonomi yanında sosyal,
kültürel, politik, ahlaki (etik), dini ve psikolojik boyutları da kapsamasının bir sonucudur.
İşletmelerin, ekonomik niteliği ağırlık taşımasına rağmen, esasen sosyal bir organizasyon
birimi olması nedeniyle, amaç sisteminde ekonomik amaçlar yanında meta ekonomik amaçlar
da yer almaktadır. (Müftüoğlu, 2013: 121)
İşletmelerin amaç sisteminde temel amaçların ekonomik nitelikli amaçlar olduğu genel
olarak kabul edilir. Bu itibarla, ancak ekonomik amaçlar belirli bir seviyede ger-
çekleştirildikten sonra, metaekonomik amaçların bir işletme amacı olarak dikkate a- hnması
söz konusu olabilir. Zira işletmelerin toplumdaki varoluş nedeninin gerekçesi olan ve
toplumsal fonksiyonunu oluşturan maddi amaç, yani iktisadi mal ve hizmetlerin iktisadilik
prensibine uygun olarak hazırlanması olgusu, esas itibariyle ekonomik nitelikli bir amaçtır.
Bu nedenle metaekonomik nitelikli parasal olmayan işletme amaçlarının pratik geçerliliği
ekonomik konjonktürün gidişine bağlıdır. Ekonominin büyüme devrelerinde meta ekonomik
nitelikli amaçlar daha çok gündeme gelir. Ekonomik kriz ve resesyon (durgunluk)
devrelerinde ise ekonomik amaçlar daha fazla önem kazanır. Ekonomik şartların güçleştiği
dönemlerde işletmelerin varoluş mücadelesi, meta ekonomik amaçlara yer verilmesine imkân
tanımaz. Bu açıdan, başta kâr maksi- mizasyonu olmak üzere, ekonomik nitelikli parasal
amaçlar işletme için birincil derecede önem taşıyan temel işletme amaçları olarak kabul edilir.
(Müftüoğlu, 2013: 121)
İşletmelerin meta ekonomik amaçları, işletmenin içinden ve dışından kaynaklananlar
olarak ikiye ayrılabilir. İşletme içinden kaynaklanan meta ekonomik amaçlar işletmenin
sahipleri ve işletmede çalışan personelin kişisel değerleri ile ilgilidir. İşletme dışından
kaynaklananlar ise genellikle müşterilerin arzu ve isteklerini yerine getirmeye ve işletmenin
kendisini toplumda kabul ettirme; başta devlet, sendikalar, siyasi partiler olmak üzere
toplumun çeşitli kurumları ve bizatihi içinde faaliyet gösterdiği toplumun bireyleri ve çeşitli
örgütleri ile iyi ilişkiler içinde bulunma arzusunun bir gereği olarak ortaya çıkar. İşletme hem
riski azaltmak ve hem de müşterilerine hizmet sağlamak amacıyla, kârsız veya kârı nispeten
düşük bazı ürünlerin üretimine girişebilir. Yine aynı amaçla bu tür ürünlerin üretimini uzun
süre sürdürebilir. Ürün kalitesinin belirlenmesinde, fiyat tesbitinde ve fiyat

32
farklılaştırılmasında, kâr amacı yanında müşteriye hizmet sağlama amacı da belirleyici bir
faktör olabilir. Yine işletme hem iç ve hem de dış pazarlarda iyi bir ün sağlamak için,
işletmenin sosyal prestijini artırıcı girişimlerde bulunabilir. Bu tür girişimler işletmenin kâr
sağlama amacını destekleyebileceği gibi, bazı durumlarda kârı azaltıcı yönde de etkili olabilir.
(Müftüoğlu, 2013: 121)
Parasal olmayan meta ekonomik nitelikli işletme amaçlarının başlıcalarını aşağıdaki
şekilde belirleyebiliriz: (Müftüoğlu, 2013: 122)
— Güç sahibi olma,
— Prestij sağlama,
— Bağımsızlık,
— Ahlaki ve sosyal prensipler,
— İşletme geleneğinin sürdürülmesi,
— İşsizliğin önlenmesi veya yeni istihdam alanlarının açılması,
— Geri kalmış bölgelerin kalkındırılması,
— Devlet gücünün artırılması.
Görüldüğü üzere bu amaçlardan bazıları tamamen meta ekonomik bir nitelik ta-
şımaktadır (Ahlaki ve sosyal prensipler, bağımsızlık ve prestij sağlama gibi). Bazıları ise meta
ekonomik nitelikler yanında az veya çok ekonomik nitelikler de içermektedir (güç sahibi olma,
geri kalmış bölgelerin kalkındırılması, istihdamı artırma gibi). En azından bu amaçların
ekonomik amaçlarla yakın bir ilişkisi vardır. (Müftüoğlu, 2013: 122)
Son yıllarda işletmenin kâr amacı güdülmeyen sosyal (toplumsal) fayda sağlamaya
yönelik faaliyetleri kısaca KSS olarak ifade edilen işletmelerde “Kurumsal Sosyal Sorumluluk”
kavramı ile gündeme gelmekte ve gerek uygulamada ve gerekse literatürde önemli bir
işletmecilik konusu haline gelmektedir (Bu konu İngilizce literatürde corporate social
responsibility kavramıyla ve kısaca CSR olarak ifade edilmektedir). (Müftüoğlu, 2013: 122)
Aşağıda işletmelerin amaç sisteminde dikkate alınması gereken meta ekonomik
amaçların başlıcaları kısaca İncelenmektedir. (Müftüoğlu, 2013: 122)
Güç Sahibi Olma
Güç sahibi olma başta gelen işletme kurma amaçlarından biridir. Burada güç sahibi olma
derken ekonomik, politik ve sosyal güçlerin bir bileşimi anlaşılmaktadır. İşletmenin politik ve
sosyal güce sahip olabilmesi için ekonomik başarıya ihtiyacı vardır. Diğer yandan politik ve
sosyal güç işletmenin kâr durumunu olumlu yönde etkileyebilir. Muhakkak ki bazı
durumlarda tersi de mümkündür: Politik ve sosyal güç sahibi olmak için bazı harcamaların
yapılması, güç sahibi olmanın ekonomik bedeline katlanılması gerekebilir. Bu durum özellikle

33
işletmenin kuruluş döneminde belirli bir büyüklüğe erişilinceye kadar geçerlidir. Uzun
dönemde genellikle işletme büyüdükçe ekonomik gücü ve sosyal prestiji de artar. Toplumdaki
saygınlığı yukarı doğru tırmanır. Öte yandan işletme elde ettiği politik gücünü ekonomik
açıdan değerlendirme yoluna gidebilir. Bu değerlendirmenin yolları, tekelci bir konuma
ulaşma ve bu konumunu koruma çabasından, ekonomik hayatı düzenleyen çeşitli kanun,
tüzük ve yönetmeliklerin hazırlanmasında etkili olmaya kadar geniş bir yelpazeyi
kapsayabilir. İşletme başarısının belirlenmesinde ekonomik ve politik gücün ne dereceye
kadar etkili olduğu sorusu halâ güncelliğini koruyan ve cevabı henüz kesin olarak
verilemeyen bir sorudur. Soruya kesin bir cevap vermesek de şunları söyleyebiliriz:
(Müftüoğlu, 2013: 122)
Ekonomik arenadaki tek tek oyuncuların (işletmeler, tüketiciler) güç sahibi olmalarını en-
gellemenin en etkili yolu, rekabetçi bir ekonomik düzenin kurulması ve korunmasıdır.
Piyasalarda faaliyet gösteren ekonomik birimler faaliyetlerini toplumsal çıkarlar açısından
değil, kendi bireysel çıkarları doğrultusunda düzenlemek eğilimindedirler. Bunu ger-
çekleştirmenin en etkili yolu ise piyasada tekelci bir konuma geçebilmektir. Burada bireysel
çıkarlar ile toplum çıkarları arasında bir zıtlaşma olduğundan, bu ikilemin toplumsal çıkarlar
doğrultusunda düzeltilmesi gerekir. Bu düzeltmenin kumanda ekonomisine geçerek değil,
etkinliği konusunda şüphe edilmeyen piyasa ekonomisi felsefesi doğrultusunda
gerçekleştirilmesi gereği, günümüzde genel kabul gören bir yaklaşımdır. Burada piyasa
ekonomisi bir ideoloji olarak değil, ekonomik etkinliğin sağlanmasında etkili bir araç olarak
algılanmalıdır. Son yıllardaki gelişmeler de bu teşhisi doğrular niteliktedir. Öte yandan piyasa
ekonomisi düzeni doğal bir düzen değildir. Ekonominin bırakınız yapsınlar bırakınız
geçsinler şeklinde bir ideolojiyle tamamen serbest bırakılması halinde sonuç kaos (karışıklık)
olmaktadır. Tarihi gerçekler bunu göstermiştir. Zira ekonomik arenanın oyuncuları sistemi
veri almak yerine, onu kendi çıkarları doğrultusunda değiştirme, yani tekelci bir konuma
geçme eğilimindedirler. Bunu önlemenin yolu devletin, ekonominin kurallarını rekabetçi bir
ideoloji çerçevesinde bizzat belirlemesidir. (Müftüoğlu, 2013: 122-123)
Devlet kuralları koymalı, bu kurallara uyulup uyulmadığını etkili bir biçimde de-
netlemeli, uymayanları cezalandırmalıdır. Kurallar sık sık değiştirilmemelidir. Kurallarda
piyasa mantığı ve felsefesi ile rekabetçi düzenin sağlanması temel belirleyici unsurlar
olmalıdır. Devlet, işletmelerin rekabetin katı ve acımasız, fakat ekonomik etkinliği artırıcı
şartlarından, tekelciliğin rahat ve uyuşturucu pozisyonuna geçmelerine izin vermemelidir.
Kısaca, doğal bir düzen olmayan veya kendi halinde bırakıldığında istenmeyen sonuçlar veren
piyasa ekonomisinin, bilinçli olarak gerçekleştirilmesi yoluna gidilmelidir. Bu görev günümüz

34
toplumlarında devlete verilmiştir. Piyasaların işlerliği ve böylece e- konomik etkinliğin
artırılması görünmeyen el (invisible hand) vasıtasıyla değil, devletin bilinçli politikaları ve
etkili icraatıyla sağlanmalıdır. Bu da devlet tarafindan oluşturulan rekabeti koruyucu
kuruluşlar tarafindan gerçekleştirilir. Yurdumuzda da bu amaçla hazırlanan 4054 sayılı
Rekabetin korunması Hakkındaki Kanun 7 Aralık 1994 tarihinde TBMM’de kabul edilerek
yürürlüğe girmiş ve 1997 yılında oluşturulan Rekabet Kurumu ile de uygulanmaya
koyulmuştur. (Müftüoğlu, 2013: 123)
Görüldüğü gibi parasal olmayan bir amaç olarak ortaya koyduğumuz güç sahibi olma,
işletmenin ekonomik amaçlarıyla ve hatta ekonomik düzenle yakın bir ilişki içindedir.
Ekonomik başarılarının bir sonucu olarak işletmenin ekonomik gücü artmakta, bu güç politik
ve sosyal gücü dönüşebilmekte, artan politik ve sosyal güç ise işletmenin ekonomik gücünün
artırılmasında kullanılabilme İdedir. Fakat bu süreç, özellikle işletmenin politik gücünü
artırması nedeniyle, ekonomik etkinlik ve bilhassa rekabetçi piyasa ekonomisi düzeninin
korunması açısından sakıncalıdır. Zira işletme sağladığı bu gücü, doğal bir eğilim olarak kabul
ettiğimiz, tekelci bir konuma geçmek için kullanma gayreti içine girebilir. Yine tarihi
tecrübeler bu ihtimalin hiç de göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermiştir. Bunun içindir ki,
batı dünyasının gelişmiş ülkeleri çok önceleri oldukça etkili anti tekelci örgütler kurma
(rekabet otoriteleri, rekabet kurumlan) gereğini duymuşlardır. (Müftüoğlu, 2013: 123)
Parasal Olmayan Diğer İşletme Amaçları
Prestij sağlama amacı girişimcinin kendisini toplumda kabul ettirebilme ve toplumdaki
sosyal statüsünü yükseltme ihtiyacından doğmaktadır. Prestij sağlama amacı güç sahibi olma
amacıyla birleşerek, başkalarım egemenliği altına alma, onlara hükmetme isteği ile
bütünleşebilir. Özellikle işletme sahibi veya sahiplerinin işletme personeli ve işletmenin alıcı
ve satıcı olarak ekonomik ilişkide bulunduğu küçük işletmeler ve tüketiciler karşısında bu
şekilde bir üstünlük sağlaması, demokratik sistemle yönetilen toplumlarda istenmeyen bir
gelişmedir. Bu tür bir gelişme piyasa ekonomisi mantığına ve felsefesine de ters düşer.
(Müftüoğlu, 2013: 123-124)
Bağımsızlık amacı da bir işletmenin kurulmasında etkili olan amaçlardan biridir. İşletme
sahibi çokça işletmesi üzerindeki egemenliğini başkaları ile paylaşmamak için kâr
maksimizasyonu amacının gereklerini yerine getirmez. Örneğin kârlı yatırım alanlarının
mevcut olmasına rağmen, işletme sahibi yeni ortaklar alarak bu fırsatları değerlendirme
yoluna gitmez. Bu durum ülkemizde çok sık rastlanan bir olgudur. Bu olgunun arkasında
işletme sahibinin bağımsızlığını devam ettirme amacının (veya tutkusunun) yattığı
muhakkaktır. Bu tesbitimiz sadece küçük ve orta ölçekli işletmeler için değil, büyük işletmeler

35
için de geçerlidir. (Müftüoğlu, 2013: 124)
Ahlaki ve sosyal prensipler, işletme sahipleri ve personelinin davranış ve düşünce
biçimlerine egemen olan ahlâki (etik) normlara dayanır. Her insan için bu tür normlar önemli
olduğundan, işletme iktisadında olgucu (pozitivist) yaklaşım yanında kuralcı (normatif)
yaklaşım da gerekli olmaktadır. İşletme iktisadının kuralcı yönü uzun yıllar ihmal edilmiştir.
Bu durum disiplinimize pragmatikliğin tamamen egemen olmasının bir sonucudur.
Pragmatiklik işletme iktisadı için muhakkak ki çok önemlidir. Fakat bir işletmecilik ahlâkının
gerek ekonomik ve gerekse sosyal ve politik açılardan taşıdığı önem, özellikle son yılların
deneyimleri ile daha iyi anlaşılmıştır (Hayali ihracatçılık; ödemelerin bilinçli geciktirilmesi,
hileli iflaslar ve tüm bu gelişmelere egemen olan zahmetsiz ve külfetsiz köşeyi dönme
tutkusu). Son yıllarda ise işletme iktisadi literatüründe işletme etiğine (business ethik) ilişkin
çalışmaların artmaya başlaması sevindirici bir gelişme olarak kabul edilmelidir. (Müftüoğlu,
2013: 124)
İşletme geleneğinin sürdürülmesi amacı rasyonel bir nedene dayandırılmasa da,
işletmecilik dünyasında sıkça rastlanan bir gerçektir: Çocukların babanın işini devam ettirme
amacı. Bu amaç özellikle kurumsallaşmamış işletmelerde geçerli olmaktadır. Nitekim
kurumsallaşma derecesinin çok düşük olduğu Türk işletmeleri için bu durum geniş bir
geçerlilik alamna sahiptir. Esasen irrasyonel bir nitelik taşıyan bu amacın bir işletme amacı
olarak geçerlilik alanı, kurumsallaşmış işletme sayısı arttıkça azalmaktadır. (Müftüoğlu, 2013:
124)
Yeni istihdam alanlarının açılarak işsizliğin önlenmesi ve geri kalmış bölgelerin
kalkındırılması gibi parasal olmayan işletme amaçlarında da ekonomik ve meta ekonomik
unsurlar bir arada bulunmaktadır. Bu iki amaç esas itibariyle devlet işletmelerine özgü
amaçlardır. Devlet çeşitli teşvik önlemleriyle özel sektör işletmelerini de bu tür amaçlar
doğrultusunda hareket etmeye yönlendirebilir. Fakat böyle bir durumda özel sektör işletmesi
için amacın metaekonomik olduğunu söylemek gerçekçi olmaz. Zira bu durumda özel sektör
işletmesi sosyal nitelikli amaçlarla değil, kârım artırdığı için istihdam yaratan ve/veya geri
kalmış bölgelerin kalkınmasına katkıda bulunan yatırımlara girişmektedir. Yurdumuzda bu
amaçla birçok teşvik önlemleri getirilmiştir. Fakat teşvikler yeterince etkili olmamakta,
istihdam yaratıcı ve/veya geri kalmış bölgeleri kalkındırmak amacıyla uygulamaya konulan
yatırımlar büyük bir çoğunlukla devlet tarafından gerçekleştirilmektedir. İlk bakışta sosyal
sonuçları nedeniyle doğru gibi gözüken bu tür yatırımlarda çok dikkatli davranılmalıdır.
Burada ekonomik olaylarm birincil derecede ekonomik gerekçelere dayandırılması gereğine
bilhassa dikkat etmek gerekir. Örneğin en az tükettiği kadar üretemeyen veya başka bir

36
ifadeyle alman ücret kadar bile ekonomik değer yaratılamayan bir iş yerinin sadece ekonomik
açıdan değil, sosyal açıdan da gerekçelendirilmesi mümkün değildir. Bir iş yerinde, belirli bir
sermaye ile donatılmış bir işçi tükettiği kadar üretemiyorsa, bu iş yerinin hiç açılmaması
sadece ekonomik açıdan değil sosyal açıdan da doğru olan yoldur. Bu tür yatırımlar yapılarak
kaynak israfına gidileceğine, bu yatırım fonlarıyla bir işsizlik sigortası kurulması alternatifi
yurdumuzda ciddi olarak düşünülmelidir. İşsizlik sorununun sosyal yöndem çözümünün bir
sigortalama çerçevesi içinde ele alınması, hem ekonomik ve hem de sosyal açıdan daha etkili
olan yoldur. Burada da, sosyal problemlerin çözümünün katma değer artırıldıkça
kolaylayacağı gerçeği unutulmamalıdır. Bu açıdan işletmelerde katma değerin artırılması ve
sonuçta ülkede gayri safi milli gelirin yükseltilmesi sosyal problemlerin çözüme
kavuşturulması açısından büyük önem taşır. (Müftüoğlu, 2013: 124-125)
İşletme Hedefleri
Yukarıda işletmelerde amaç sistemi olarak ortaya konan parasal (ekonomik) ve parasal
olmayan (metaekonomik) amaçlar, işletme için uzun dönemde faaliyetlerine yön veren temel
değerlendirme ölçütleri olarak kabul edilmelidir. Bu amaçların uygulamada operasyonel bir
karaktere büründürülmesi gerekir. Bunun için işletme amaçları dönemler itibariyle somut
hedefler şeklinde ifade edilmelidir. Bu itibarla işletme politika, strateji ve taktikleri, amaçların
kilometre taşarı olarak kabul edilmelidir. Bu özelliği ile işletme hedefleri, işletme amacına göre
daha kısa vadeli ve ölçülebilir niteliktedir. İşletmenin farklı bölümleri veya farklı faaliyet
alanları için ayrı ayrı hedefler saptanabilir. Bu durumda aynı işletme bünyesi içinde yer alan
hedefler topluluğu, birbiri ile bağımlı ve daima işletmenin amaçları ile tutarlı olmalıdır. Zira
hedefler işletme amaçlarının gerçekleştirilmesi için belirlenir. Bu itibarla hedeflerin
belirlenmesinden önce işletme amaçlarının ortaya konmuş olması gerekir. Hedef saptamadaki
başarı derecesi, hedeflerin amaca uygunluğu ile ölçülür. (Müftüoğlu, 2013: 125)
İşletme hedefleri, işletme amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için gereken spesifik
açıklamalardır. Hedefler ne yapılmalı ve ne zaman yapılmalı sorularının cevabını oluşturur.
Buna göre işletme hedeflerinin seçimi ve tayini, «işletmenin plan dönemi sonundaki durumu
ne olmalıdır?» sorusunun cevabım teşkil etmektedir. İşletme hedefleri, yönetimin gelecekteki
işletme faaliyetlerinden elde etmek istediği sonuçlarla ilgilidir. (Müftüoğlu, 2013: 125)
İşletme hedefinin belirlenmesine esas alman plan döneminin uzunluğuna göre, işletme
politikaları ve stratejileri ayırdedilir. Hedef belirlemeye esas alman dönem uzadıkça, stratejik
hedeflerden politik hedeflere geçilir. Buna göre işletme politikaları uzun vadeli, işletme
stratejileri orta vadeli işletme hedefleri olarak tanımlanabilir. Taktikler ise kısa vadeli işletme
hedefleridir. (Müftüoğlu, 2013: 125)

37
İşletme hedefleri çeşitli işletmecilik faaliyetlerine ilişkin olarak veya tüm işletmeyi
kapsayacak şekilde ifade edilebilir: (Müftüoğlu, 2013: 125)
— Önümüzdeki beş yılda satış hacminin %50 artırılması, (Müftüoğlu, 2013: 125)
— İki yılda iç piyasadaki pazar payının % 20 den % 35'e çıkarılması. (Müftüoğlu, 2013:
126)
— Önümüzdeki yıl içinde toplam satış tutarı içindeki ihracat payının % 10 dan % 20'ye çıkarılması
ve bu ihracata en az yarısının Avrupa Birliği ülkelerine yapılması. (Müftüoğlu, 2013: 126)
— Önümüzdeki beş yıl içinde ürün çeşitlemesine gidilerek risk unsurunun azaltılması; bu amaçla
ürün programında yer alan üç ürün çeşidinin en az yediye çıkarılması. (Müftüoğlu, 2013: 126)
— Önümüzdeki 3 yıllık dönemde, enflasyonun devam edeceği varsayımıyla, vadeli satışlardan
tamamen vazgeçilmesi.
— İşletmenin müşterileri nezdinde kazandığı ucuz fiyatlı mal üreten işletme i- majınm ortadan
kaldırılarak, kaliteli mal üreten bir işletme imajının yaratılması. (Müftüoğlu, 2013: 126)
— İşletme sermayesindeki %25'lik öz kaynak oranının, önümüzdeki yıldan itibaren geçerli olmak
üzere, hiçbir şekilde %45'in altına düşmesine izin verilmemesi. (Müftüoğlu, 2013: 126)
İşletme hedeflerinin hangilerinin politika, hangilerinin strateji olduğunun kesin bir
şekilde ayrılması genellikle mümkün olmaz. Esasen bu kavramlar açık bir şekilde
tanımlanamadığı için anlamları itibariyle birbirlerinin içine girmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Biz burada sade ve genel olarak, işletme politikasının işletme stratejisine göre daha geniş
kapsamlı olduğunu ve bu niteliği ile işletme stratejisinin daha operasyonel bir nitelik taşıdığım
ifade etmekle yetiniyoruz.
Bu konuya ilişkin açıklamalarımıza son vermeden önce, işletme hedefinin taşıması
gereken başlıca özellikleri aşağıdaki şekilde belirlemek istiyoruz: (Müftüoğlu, 2013: 126)
— İşletme hedefi spesifik ve anlaşılır olmalıdır. Hedeflerle ulaşılmak istenen sonuçlar ve hangi
sürelerde sonuca ulaşılacağı açık bir şekilde belirtilmelidir.
— İşletme hedefleri esnek olmalıdır. Zira işletme hedefi değişen şartlara uydurulabilmelidir.
Hedef için esas alman süre uzadıkça esnekliğin önemi artar. Bu açıdan, esnekliği sağlamak
için, gerekirse hedefin spesifik ve açık olma özelliğinden taviz verilmelidir.
— Hedefler ölçülebilir olmalıdır. Bu özellik işletme hedeflerinin objektif ve sayılarla ifade
edilebilir olmasını gerektirir.
— Hedefler birbirleriyle tutarlı olmalıdır. Özellikle farklı işletme bölümlerinin hedefleri
arasındaki tutarsızlık, bölüm yöneticileri arasında anlaşmazlık konusu olur.
— İşletme hedefleri işletme ile ilgili gruplar tarafından kabul edilebilir olmalıdır. (Müftüoğlu,
2013: 126)

38
Kaynak: Müftüoğlu Tamer (2013), İşletme İktisadı, Turhan Kitabevi, Yeniden gözden
geçirilmiş 8. Baskı, Ankara,

39

You might also like