Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 11

8.

HAFTA

KUR’ÂN’DA İSTİĞFÂR VE TEVBE KAVRAMLARI


1. Kavramsal Çerçeve
1.1. İstiğfâr Kavramı
Arapça’da (‫ر‬-‫ف‬-‫ )غ‬ğ-f-r kök harflerinden türetilen ve sözlükte “bir şeyi onu kötülüklerden
koruyacak şekilde örtmek, giydirmek”1 anlamlarına gelen istiğfâr, “geçmişte işlenmiş hata ve
günahlardan dolayı Yüce Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmak”2 demektir. Ğufrân ve mağfiret ise
“Yüce Allah’ın (cc), kula azap erişmesinden onu koruması”3 manasına gelmektedir.
1.2. Tevbe Kavramı
Arapça’da (‫ب‬-‫و‬-‫ )ت‬t-v-b kök harflerinden türeyen ve sözlükte “geri dönmek, dönüş yapmak,
yönelmek”4 anlamlarına gelen tevbe, “dinde yerilmiş davranışları terk edip övgüye layık olanlara
yönelmek, yanlış bir işten vazgeçip, onu bir daha işlememek üzere kesin dönüş yapmak”5 demektir.
Tevbe eden kişiye de tevvâb (ç. tevvâbîn) denir.
Tevbe kelimesi Yüce Allah’a (cc) nispet edildiğinde, “O’nun kulunun tevbesini kabul edip lütuf ve
ihsanıyla ona dönmesi”6 manasına gelir.
Tevbe, mutasavvıfların da yakından ilgilendikleri bir kavramdır.7 Bu bağlamda Sehl et-Tüsterî
tevbeyi “kulun günahını unutmaması” şeklinde tanımlarken, Cüneyd-i Bağdâdî “kulun günahını
unutması” biçiminde anlamlandırmaktadır.8 Birinci tanımda işlenen günahlardan ders çıkarılıp geleceğe
dair güvenli bir yol haritası belirleme kanaati etkinken, ikincisinde Yüce Allah tatafından bağışlandığına
inanılan günahların artık geçmişte kaldığı, onlara takılıp kalmanın yersiz olduğu ve sadece Allah’ın nimet,
lütuf ve ihsanına odaklanmak gerektiği düşüncesi hâkimdir.
İslâm tarihinde tevvâbîn olarak tanımlanan bir grup vardır. Bunlar, Kerbelâ Vak‘ası’ndan önce Hz.
Hüseyin’i (ra) Kûfe’ye davet eden ancak ona gerekli desteği vermeyen Kûfeliler olup, söz konusu vak‘a
nedeniyle I. Yezîd ve yönetimine karşı düşmanlık besleyen grupların başında gelirler. “Hz. Hüseyin’e karşı
dürüst davranmadıkları için büyük pişmanlık duyan ve işledikleri bu günahtan ancak onu şehid edenleri
ve onlara emir verenleri öldürmekle kurtulabileceklerine inanan” bu gruba tevvâbîn (tevbe edenler) adı
verilmiştir.9 Bunların, Hz. Hüseyin’in intikamını almak için harekete geçen ilk grup oldukları
anlaşılmaktadır.
Kur’ân’a göre insan, hem iyilik hem kötülük yapma eğilimine sahiptir.10 Bir başka ifade ile insan iyi,
doğru ve takdir edilen davranışlar da sergileyebilir; kötü, yanlış ve hatalı bulunan tutum ve davranışlar

1 Ezherî, “Ğfr”, 3: 2679-2680; Cevherî, “Ğfr”, 2: 203; İbn Fâris, “Ğfr”, 772; Isfehânî, “Ğfr”, 609; İbn Manzûr, “Ğfr”, 11: 64-66.
2
Ezherî, “Ğfr”, 3: 2679-2680; Cevherî, “Ğfr”, 2: 203; İbn Fâris, “Ğfr”, 772; Isfehânî, “Ğfr”, 609; İbn Manzûr, “Ğfr”, 11: 64-66; Akalın v.dğr.,
Türkçe Sözlük, 1215.
3 Isfehânî, “Ğfr”, 609.
4 İbn Fâris, “Tvb”, 158; Isfehânî, “Tvb”, 169; İbn Manzûr, “Tvb”, 2: 244.
5 İbn Fâris, “Tvb”, 158; Isfehânî, “Tvb”, 169; İbn Manzûr, “Tvb”, 2: 244.
6 Ebû İshâk İbrâhim b. es-Seri b. Sehl ez-Zeccâc, Tefsîru esmâ’illâhi’l-husnâ, nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk (Dımaşk: Dâru’l-Me’mûn li’t-Türâs,
1975), 61-62; Ebu’l-Kâsım Zeynü’l-İslâm ‘Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, et-Tahbîr fi’t-tezkîr, nşr. İbrâhim Beyûnî (Kahire: Dâru’l-Kitâbi'l-
‘Arabî, 1968), 84.
7 Tevbenin tasavvuftaki yeri hakkında geniş bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2012), 41: 284-285.
8 Ebu’l-Kâsım Zeynü’l-İslâm ‘Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye fî ‘ılmi’t-tasavvuf (Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-‘Arabiyyeti’l-
Kübrâ, 1330H), 259; Ebu’l-Hasen Data Gencbahş Ali b. Osman b. Ali el-Hücvîrî, Keşfu’l-mahcûb, trc. ve thk. Muhammed Abbasî (Tahran:
Müessese-i İntişarât-ı Emir Kebir, 1338H), 381.
9 Tevvâbîn hakkında geniş bilgi için bk. İsmail Yiğit, “Tevvâbîn”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41:
49-50.
10 Şems 91/8.
da ortaya koyabilir. Ancak kötü ve yanlış davranışlardan uzak durup nefsini arındıran kişi kurtuluşa erer.11
Kötü işlerin peşinden koşan ve böylelikle nefsini kirleten ise ziyana uğrar,12 dünya ve ahirette perişan
olur. Bu çerçevede insanların birbirlerine karşı işledikleri yanlış ve hatalı davranışlardan pişmanlık
duymaları ve bunlardan vazgeçmeleri i‘tizâr13 “özür dileme”, kendisine yanlış yapılan bireyin yanlış yapan
kişiyi bağışlaması ise ‘afv14 “affetme” kelimeleriyle ifade edilir.
İnsan, yaptığı yanlışta ve işlediği günahta ısrar etmez ve bundan pişmanlık duyarsa, onun için
bağışlanma dileğinde bulunma ve doğru yola yönelme kapısı sürekli açıktır. Bu çerçevede Hz. Âdem (s)
de bir insan olarak hata etmiş, fakat daha sonra bu hatasından dolayı pişman olmuş, bunun üzerine Yüce
Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmuş ve Allah da onun tevbesini kabul buyurarak kendisini
affetmiştir.15
Hz. Âdem’in tevbesinden hareketle Gazzâlî, günah işleyen kişinin, işlediği günahtan pişmanlık
duyup tevbe ederse âdemiyet, günahta ısrar ederse de şeytaniyet vasfını tescil etmiş olacağını belirtir.16
Bu doğrultuda o, insan için hatadan korunmuşluğu imkânsız kabul ederken, hatadan dönmemeyi
insanlıkla bağdaştıramaz.17 Gâzzâlî’nin bu düşüncesinin Hz. Peygamber’in (s), “Her insan günah
işleyebilir, günah işleyenlerin en hayırlısı tevbe edendir.”18 ifadesinden mülhem olduğu anlaşılmaktadır.
Aslında tevbe kişinin imanının bir tezahürüdür; elest bezminde Yüce Allah’a verilen sözün hatırlanması
ve yapılan ahdin tazelenmesidir; Kur’an’da da belirtildiği üzere19 nefsini kirlerden arındırma çabasıdır.20
Zira inancın kaynağı olan kalp, bir aynaya benzer. Bu hususta Hz. Peygamber’in (s) şu ifadesi oldukça
dikkat çekicidir: “Mü’min kul günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer pişman olarak
bağışlanmasını dilerse bu nokta silinip kalbi cilâlanır. Günah işlemeye devam ederse siyahlık kalbini sarar.
Yüce Allah’ın, ‘Onların işlemekte oldukları kötülükler kalplerini kirletmiştir’21 beyanında yer alan kir ve
pas bundan ibarettir.” 22 Başka bir hadiste Hz. Peygamber (s), sürekli günah işleyen ve bunlardan
pişmanlık duymayan kalbi, içine konulan hiçbir şeyi tutmayan devrik testiye benzetmektedir.23 Aslında
şuurlu mü’min, işlediği günah küçük bile olsa onu tepesinde dikilip üzerine düşeceğinden korktuğu bir
dağ gibi görür. Buna mukabil günahı kanıksamış kişi ise onu burnunun üzerinden geçen sinek gibi kabul
eder.24 Hâlbuki küçük günahlar büyük günahlar için birer basamaktır. Bu konuda Hz. Peygamber (s) Hz.
Âişe’ye (ra) hitaben şöyle demiştir: “Küçümsenen yanlış davranışlardan uzak durmaya bak! Zira Allah bu
tür davranışların da hesabını soracaktır.”25
Gazzâlî, insan psikolojisini tahrip etmeleri ve Yüce Allah’a (cc) ve insanlara karşı doğurdukları
sonuçları bakımından günahları üç gruba ayırır:
i. Rubûbiyyet sıfatlarına cüret ettiren günahtır. Bunun kibir, övünme, övülmeye düşkün olma,
şeref ve zenginlik peşinde koşma gibi yansımaları görülür.
ii. Haset, zulüm, hile, nifak gibi şeytanî davranışlardır.

11 Şems 91/9.
12 Şems 91/10.
13 Bir örnek için bkz. Nûr 24/22.
14 Bir örnek için bkz. Tevbe 9/94.
15 Bakara 2/37; A‘râf 7/23.
16 Gazzâlî, İhyâ’, 4: 234-235.
17 Gazzâlî, İhyâ’, 4: 242-243.
18 İbn Mâce, Zühd, 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 198.
19
Şems 91/9-10.
20 Bekir Topaloğlu, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 280-281 (279-283).
21 Mutaffifîn 83/14.
22 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 297; Tirmizî, “Tefsîr”, 83/1.
23 Müslim, “Îmân”, 231.
24 Buhârî, “De‘avât”, 4.
25 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5: 331; İbn Mâce, “Zühd”, 29.
iii. Yeme içme, gazap, kin, dövme, sövme ve gasp türünden hayvanî davranışlardır.26
Bu tutum ve davranışların mü’minin dinî ve manevî hayatını tahrip ettiği ve bu tahribatın etkisinin
de Gazzâlî’nin tasnifindeki sıralamaya göre çoktan aza doğru olduğu söylenebilir.
2. Kur’ân’daki Kullanımı
2.1. İstiğfâr Kavramı
Birinci bölümde mağfiret kavramının Kur’ân’daki kullanımı bahsinde de ifade edildiği üzere ğ-f-r
(‫ر‬-‫ف‬-‫ )غ‬kök harflerinden türeyen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de isim ve fiil formunda 234 yerde
zikredilmektedir.27 Bu çerçevede ğ-f-r kökünden türeyen sözcüklerden ‫ غَافر‬ğâfir28 kelimesi “bağışlayıcı”,
‫الغَافرين‬el-ğâfirîn29 kelimesi “bağışlayanlar”, ‫غفُور‬
َ ğafûr30 kelimesi de “çok bağışlayıcı” anlamında Yüce
Allah’ın bir sıfatı olarak Kur’ân’da 91 defa31 kullanılmaktadır. Kur’ân’da ‫ اسْت ْغفَار‬istiğfar kelimesi de farklı
formlarıyla 38 âyette zikredilmektedir.32
Aynı kökten türetilen kelimeler, Yüce Allah’ın “çok bağışlayıcılığı” manasında ‫غفَّار‬ َ ğaffâr kalıbında
ْ ُ ْ
beş âyette, “bağışlaması” manasında ‫ غف َران‬ğufrân kalıbında bir, ‫ َمغف َرة‬mağfirah “mağfiret” kalıbında
33 34

28 âyette,35 ‫ اسْت ْغفَار‬istiğfâr kalıbında da bir âyette36 yer almaktadır. Bunların dışında “bağışlanmayı
dileyenler” anlamında da ‫ ال ُم ْست َ ْغفرين‬el-müstağfirîn kalıbında bir âyette37 Kur’ân’da zikredilmektedir.
Ğ-f-r (‫ر‬-‫ف‬-‫ )غ‬kökünden türeyen kelimelerin Kur’ân’daki kullanımlarına baktığımızda, bu
kelimelerin 229’unun ‫ غَافر‬gāfir, ‫غفُور‬ َ gaffâr, ‫غ ْف َران‬
َ gafûr, ‫غفَّار‬ ُ gufrân, ‫ َم ْغف َرة‬mağfiret ve ‫ اسْت ْغفار‬istiğfâr
kalıplarında olmak üzere Yüce Allah’a nispet edildiği görülmektedir. Bunların 42’si ‫ اسْت ْغفَار‬istiğfar kavramı
etrafında şekillenmiş olup sonuç itibariyle Yüce Allah’ın bağışlayıcı niteliğini vurgulamaktadır.
‫“ َوا ْست َ ْغف ُروا َربَّ ُك ْم ث ُ َّم تُو ُٓبُوا الَي ِْۜه ا َّن َربي َرحي ٌم َودُو ٌد‬Rabb’inizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin.
Muhakkak ki Rabb’im çok merhametlidir, (mü’minleri) çok sever.”38 âyetindeki ‫ اسْت ْغفَار‬istiğfâr, şirkten
dolayı “mağfiret dilemek” anlamında değerlendirildiği gibi mutlak anlamda “bağışlanma dileği”39
şeklinde de anlamlandırılmaktadır.
2.2. Tevbe Kavramı
T-v-b (‫ب‬-‫و‬-‫ )ت‬kökünden türeyen kelimeler de Kur’ân’da 87 yerde40 geçmektedir. Bu kökten fiiller
Kur’ân’da çeşitli kalıplarda ilâ cer harfiyle veya tek başına kullanıldıkları yerlerde ‫َاب‬
َ ‫ ت‬tâbe,41 ‫ ت َابَا‬tâbâ,42

26 Gazzâlî, İhyâ’, 4: 251-252. Geniş bilgi için bkz. Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 281.
27 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Ğfr”, 611-614.
28 Mü’min 40/3.
29
A‘râf 7/155.
30 Bakara 2/225, 235; Âl-i ‘Imrân 3/155; Nisâ’ 4/43, 99; Mâide 5/101; İsrâ’ 17/44; Hacc 22/60; Fâtır 35/41; Mücâdele 58/2; v.dğr.
31 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Ğfr”, 611-614.
32 Bk. Bakara 2/199; Âl-i ‘Imrân 3/17, 135, 159; Nisâ’ 4/64, 106, 110; Mâide 5/74; Enfâl 8/33; Tevbe 9/80, 113, 114; Hûd 11/3, 52, 61, 90;
Yûsuf 12/29, 97, 98; Kehf 18/55; Meryem 19/47; Nûr 24/62; Neml 27/46; Sâd 38/24; Mü’min 40/7, 55; Fussılet 41/6; Şûrâ 42/5;
Muhammed 47/19; Feth 48/11; Zâriyât 51/18; Mümtehıne 60/4, 12; Münâfikûn 63/5, 6; Nûh 71/10; Müzzemmil 73/20; Nasr 110/3.
33 Tâhâ 20/82; Sâd 38/66; Zümer 39/5; Mü’min 40/42; Nûh 71/10.
34 Bakara 2/285.
35 Bakara 2/175, 221, 263, 268; Âl-i ‘Imrân 3/133, 136, 157; Nisâ’ 4/96; Mâide 5/9; Enfâl 8/4, 74; Hûd 11/11; R‘ad 13/6; Hacc 22/52; Nûr
24/26; Ahzâb 33/35; Sebe’ 34/4; Fâtır 35/7; Yâsîn 36/11; Fussılet 41/43; Muhammed 47/15; Feth 48/29; Hucurât 49/3; Necm 53/32; Hadîd
57/20, 21; Mülk 67/12.
36 Tevbe 9/114.
37 Âl-i ‘Imrân 3/17.
38
Hûd 11/90. İstiğfâr kelimesinin “bağışlanma dileğinde bulunmak” şeklindeki anlamıyla ilgili örnek âyetler için bk. Âl-i ‘Imrân 3/17; Tevbe
9/80; Hûd 11/3, 52, 90; Yûsuf 12/29; Mü’min 40/3, 7; Nûh 71/10.
39 Ebu’l-Ferac ‘Abdurrahmân b. ‘Ali İbnu’l-Cevzî, Nüzhetü’l-a‘yuni’n-nevâzır fî ‘ılmi’l-vucûh ve’n-nezâir, thk. Muhammed Abdülkerîm Kazım er-
Râdî (Beyrut: Müessesetü'r-Risâle, 1984), 90.
40 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Tvb”, 192-193.
41 Mâide 5/39; En‘âm 6/54; Hûd 11/112; Meryem 19/60; Tâhâ 20/82; Furkân 25/70, 71; Kasas 28/67.
42 Nisâ’ 4/16.
‫ ت َابُوا‬tâbû,43 ‫ ت ُ ْبت ُ ْم‬tübtüm,44 ُ‫ تُبْت‬tübtü,45 ْ‫ يَتُب‬yetüb,46 ‫ يَتُوبُوا‬yetûbû,47 َ‫ يَتُوبُون‬yetûbûne48 ve ‫ تَتُوبَا‬tetûbâ49 fiilleri
ile ‫ تُوبُوا‬tûbû50 emir kalıbı “yönelmek, tevbe etmek”; ‘alâ cer harfiyle birlikte ‫َاب‬ َ ‫ ت‬tâbe;51 ُ‫ يَتُوب‬yetûbe(ü)52
ve ُ‫ اَتُوب‬etûbü fiilleri; ayrıca ْ‫ تُب‬tüb emir kalıbı “tevbeyi kabul etmek” manasına gelmektedir. Aynı kök
53 54

harflerinden türeyen ‫ت َّ ْوبَة‬/‫ الت َّ ْوبَة‬tevbeh/et-tevbeh,55 ‫ الت َّ ْوب‬et-tevb56 ve ‫ َمت َاب‬metâb57 kelimeleri “tevbe”;
‫ تَآئبَات‬tâibât,58 ‫ اَلتَّآئبُون‬et-tâibûn59 ve ‫ الت َّ َّوابين‬et-tevvâbîn60 kelimeleri “tevbe edenler” manasında gelirken;
tekil olarak ‫ت ََّواب‬/‫ الت َّ َّواب‬tevvâb/et-tevvâb61 kelimeleri “tevbeleri kabul eden” anlamında Allah’ın (cc) sıfatı
olarak kullanılmaktadır.
‫“ يَٓا اَيُّ َها ا َّلذينَ ٰا َمنُوا تُو ٓبُوا ا َلى ه‬Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a
ُ َ‫ّٰللا ت َْوبَةً ن‬
‫صو ًحا‬
dönün/yönelin!...” âyeti ve diğer âyetlerde olduğu gibi t-v-b kökünden gelen kelimeler, Kur’ân’da ‫َاب‬
62
َ ‫ت‬
َ ْ
tâbe ve benzer kalıplarda ‫ الى‬ilâ veya ‫ من‬min cer harfleriyle veya tek başına kullanıldıkları yerlerde
“yönelmek, tevbe etmek” anlamlarına gelir. Bu anlamda tevbe kelimesi ‫ َمت َاب‬metâb63 şeklinde isim olarak
da kullanılmaktadır.
Tevbe kelimesinin ikinci bir anlamı “tevbeyi kabul etmek”tir. Bu bağlamda ilgili kelime ‫َفت َ َل ٓقهى ٰادَ ُم م ْن‬
َّ ُ‫علَي ِْۜه انَّهُ ه َُو الت َّ َّواب‬
‫الرحي ُم‬ َ ‫ت فَت‬
َ ‫َاب‬ ٍ ‫“ َربه كَل َما‬Bu durum devam ederken, Âdem, Rabb’inden birtakım ilhamlar aldı
ve Allah onun tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.”64
âyetinde olduğu gibi ‫علَي‬ َ ‘alâ cer harfiyle kullanılmışsa ilgili kelimenin faili daima Yüce Allah’tır ve
kelimenin anlamı “tevbeyi kabul etmek” şeklindedir. Konuyla ilgili bir örnekle yetinelim
Tevvâb65 kelimesi Kur’ân’da tekil olarak “tevbeleri kabul eden” manasında Yüce Allah’ın (cc) sıfatı
olarak, tevvâbîn66 ise “tevbe edenler” anlamında insanlar için kullanılmaktadır.
3. İstiğfâr-Tevbe İlişkisi
İstiğfâr ve tevbe kavramları genellikle birbirinin yerine kullanılmakta ve sık sık anlamları birbirine
karıştırılmaktadır. Bu durumu ortadan kaldırma adına sözü edilen iki kavramın, Kur’ân’da birlikte
kullanıldığı âyetler üzerinden bir değerlendirme yapmanın zorunlu olduğu kanaatindeyiz. Söz konusu
âyetler şunlardır:
ُ ‫ضلَ ِۜهُ َوا ْن ت ََولَّ ْوا فَا ٓني اَخ‬ ٓ
i. ‫علَ ْي ُك ْم‬
َ ‫َاف‬ َ ‫سنا ً ا ٰلى ا َ َج ٍل ُم‬
ْ َ‫س ًّمى َويُؤْ ت ُك َّل ذي ف‬
ْ َ‫ض ٍل ف‬ َ ‫َواَن ا ْست َ ْغف ُروا َر َّب ُك ْم ث ُ َّم تُو ٓبُوا الَيْه ُي َمت ْع ُك ْم َمت َاعا ً َح‬
‫ير‬ َ َ‫عذ‬
ٍ ‫اب يَ ْو ٍم كَب‬ َ “Rabb’inizden mağfiret dileyin, sonra O'na tövbe edin. Allah da sizi belirlenmiş bir süreye

43 Bakara 2/160; Âl-i ‘Imrân 3/189; Nisâ’ 4/146; Mâide 5/34; A‘râf 7/153; Tevbe 9/5, 11; Nahl 16/119; Nûr 24/5; Mü’min 40/7.
44 Bakara 2/279; Tevbe 9/3.
45 Nisâ’ 4/18; A‘râf 7/143; Ahkâf 46/15.
46 Hucurât 49/11.
47
Tevbe 9/74, 118; Burûc 85/10.
48 Nisâ’ 4/17; Mâide 5/74; Tevbe 9/126.
49 Tahrîm 66/4.
50 Bakara 2/54; Hûd 11/3, 52, 61, 90; Nûr 24/31; Tahrîm 66/8.
51
Bakara 2/37, 54, 187; Mâide 5/71; Tevbe 9/117, 118; Tâhâ 20/122; Mücâdele 58/13; Müzzemmil 73/20.
52 Âl-i ‘Imrân 3/128; Nisâ’ 4/17, 26, 27; Mâide 5/39; Tevbe 9/15, 27, 102, 106; Ahzâb 33/24, 73.
53 Bakara 2/160.
54 Bakara 2/128.
55 Âl-i ‘Imrân 3/90; Nisâ’ 4/17, 18, 92; Tevbe 9/104; Şûrâ 42/25; Tahrîm 66/8.
56 Mü’min 40/3.
57 Ra‘d 13/30; Furkân 25/71.
58 Tahrîm 66/5.
59 Tevbe 9/112.
60
Bakara 2/222.
61 Bakara 2/37, 54, 128, 160; Nisâ’ 4/16, 64; Tevbe 9/104, 118; Nûr 24/10; Hucurât 49/12; Nasr 110/3.
62 Tahrîm 66/8.
63 Furkân 25/71. Bu âyetteki metâb kelimesi “tevbesi kabul edilmiş olmak” manasına da gelebilir.
64 Bakara 2/37.
65 Bakara 2/37, 54, 128, 160; Nisâ’ 4/16, 64; Tevbe 9/104, 118; Nûr 24/10; Hucurât 49/12; Nasr 110/3.
66 Bakara 2/222. Tevbe kelimesinin Kur’ân’da kazandığı farklı anlamlar hakkında geniş bilgi için bk. Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 181-182.
kadar dünya nimetlerinden güzelce yararlandırsın, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını versin.
Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek o dehşetli günün azabından korkarım.”67
ii. َ‫علَ ْي ُك ْم مد َْرارا ً َويَزدْ ُك ْم قُ َّوة ً ا ٰلى قُ َّوت ُك ْم َو ََل تَت ََولَّ ْوا ُمجْ رمين‬ َّ ‫“ َويَا قَ ْوم ا ْست َ ْغف ُروا َربَّ ُك ْم ث ُ َّم تُو ٓبُوا الَيْه ي ُْرسل ال‬Ey kavmim!
َ ‫س َمٓا َء‬
Rabb’inizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tevbe edin ki üzerinize bolca yağmur göndersin ve
kuvvetinize kuvvet katsın; sakın günahkârlar olup Allah’tan yüz çevirmeyin!”68
iii. ٌ‫“ َوا ْست َ ْغف ُروا َربَّ ُك ْم ث ُ َّم تُو ٓبُوا ا َلي ِْۜه ا َّن َربي َرحي ٌم َود ُود‬Rabb’inizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tevbe
edin. Muhakkak ki Rabb’imin merhameti ve sevgisi boldur’ dedi.”69
iv. َ‫ّٰللا‬ ‫سو ُل لَ َو َجد ُوا ه‬ ‫س ُه ْم َٓجا ُ۫ ُؤكَ فَا ْست َ ْغف َُروا ه‬
َّ ‫ّٰللاَ َوا ْست َ ْغف ََر لَ ُه ُم‬
ُ ‫الر‬ َ ‫ّٰللا َو َل ْو ا َ َّن ُه ْم ا ْذ‬
َ ُ‫ظ َل ُٓموا ا َ ْنف‬ ِۜ ‫ع با ْذن ه‬
َ ‫طا‬ ُ ‫س ْلنَا م ْن َر‬
َ ُ‫سو ٍل ا ََّل لي‬ َ ‫َو َمٓا ا َ ْر‬
ً ‫“ ت ََّـوابا ً َرحيما‬Biz her bir peygamberi, Allah’ın izniyle, ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer
onlar kendilerine kötülük ettiklerinde sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileselerdi, peygamber de
onlar için mağfiret dileseydi, elbette Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.”70
ٌ ُ‫غف‬
v. ‫ور َرحي ٌم‬ ‫ّٰللا َو َي ْست َ ْغف ُرونَ ِۜهُ َو ه‬
َ ُ‫ّٰللا‬ ‫“ ا َ َف ََل َيتُوبُونَ ا َلى ه‬Hâlâ Allah’a tevbe edip O’nun bağışlamasını
dilemeyecekler mi? Allah çok bağışlamakta, çok esirgemektedir.”71
vi. ً ‫سبـحْ ب َح ْمد َربكَ َوا ْست َ ْغف ْر ِۜهُ انَّهُ َكانَ ت ََّـوابا‬
َ َ‫“ ف‬Rabb’ine hamdederek şanının yüceliğini dile getir ve O’ndan
af dile; şüphesiz O, tevbeleri çok kabul edendir.”72
Görüldüğü üzere Hûd sûresi 3, 52 ve 90. âyetlerde istiğfâr ve tevbe kelimeleri birlikte ve arka
arkaya zikredilmekte; Nisâ’ sûresi 64, Mâide sûresi 74 ve Nasr sûresi 3. âyetlerde ise sözü edilen iki
kelime birlikte kullanılmaktadır. Bu kapsamda istiğfâr, “önceden yapılan hata ve günahlardan dolayı özür
dilemek, bağışlanma dileğinde bulunmaktır.” İşte bu istekte bulunan kişinin samimi olup olmadığının test
edilişi de tevbe ile mümkündür. Çünkü tevbe, “önceki hataları yapmamak ve günahları işlememek; hatta
bunların tersini, yani doğruyu yaparak bir yöneliş göstermektir.” Bu çerçevede istiğfâr, “hayatın
yaşanmış kısmındaki hatalardan dolayı özür dilemeyi ve günahlar nedeniyle bağışlanma dileğinde
bulunmayı kapsarken, tevbe “hayatın yaşanmakta ve yaşanacak olan kısmındaki istikamet ve kararlılığı”
ifade eder. Hâsılı her iki kavram, zaman açısından hayatın tamamını içerir.
Tevbe, sadece hatalar nedeniyle özür dilemek ya da günahlar dolayısıyla bağışlanma talebinde
bulunmakla sınırlı bir kavram değildir. Elbette tevbenin içinde ve hatta öncesinde istiğfâr zaten vardır;
ancak tevbe bu istiğfârdaki samimiyetin ortaya konulma kararlılığı, yönelişi ve pratikleridir. Eğer tevbenin
ileriye dönük bir yöneliş anlamı olmasaydı, o zaman ölmek üzere olan insanın tevbesinin kabulünde de
bir sorun olmaması gerekirdi. Hâlbuki hem Firavun’un tevbesi73 hem de genel olarak ölüm anında yapılan
tevbenin kabul edilmediği74 Kur’ân’da açıkça dile getirilmektedir.
Tevbenin hata ve günahlar nedeniyle af dilemekten yani istiğfârdan ayrılmasının en önemli
gerekçelerinden birisi, “tevbenin geleceğe, istiğfârın ise geçmişe yönelik olmasıdır. Bir diğer gerekçe de
َ ‫ي َول ْل ُمؤْ منينَ يَ ْو َم يَقُو ُم ْالح‬
şudur: ُ‫ساب‬ َّ َ‫“ َربَّنَا ا ْغف ْر لي َول َوالد‬Ey Rabb’imiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı,
babamı ve bütün mü’minleri bağışla.”75 âyetinde de ifade edildiği üzere bir kimse başkası için tevbe
edemez, ama başkası için Yüce Allah’tan af dileyebilir.

67 Hûd 11/3.
68 Hûd 11/52.
69
Hûd 11/90.
70 Nisâ’ 4/64.
71 Mâide 5/74.
72 Nasr 110/3.
73 Yûnus 10/90-91.
74 Nisâ’ 4/18.
75 İbrâhim 14/41. Benzer örnekler için bk. Nisâ’ 4/64; Hûd 11/3, 52; Mü’min 40/7.
Hulâsâ istiğfâr ve tevbe arasında zaman açısından öncelik-sonralık bağlamında doğrusal bir ilişki
vardır. Bu doğrultuda istiğfâr geçmişteki hata ve günahlardan dolayı pişmanlık duymayı ve Yüce Allah’tan
bağışlanma talebini, tevbe ise gelecekle ilgili yönelişi, doğru işleri yapmayı ve hata ve günahlardan uzak
durma kararlılığını ifade eder.
4. Tevbenin Şartları
Kur’ân ve Sünnet’e göre makbul bir tevbenin dört şartı vardır:
i. Pişmanlık
Kur’ân’da tevbe etme hakkının bilerek ve inatla değil de bilmeden, cehaletle günah işleyen ve
çirkin işlerle meşgul olan kula verildiği belirtilir.76 Buradaki cehalet kelimesini, neyin doğru neyin yanlış
olduğuna dair “bilgi yetersizliği, bilgisizlik” olarak anlamak mümkün olduğu gibi, “insanî duyguların
baskısı altındaki kalbin duyarsızlığı, hassasiyetini kaybetmesi” şeklinde anlamak da mümkündür.
Dolayısıyla bu durum, Yüce Allah’a (cc) hakiki kul, Hz. Peygamber’e (s) gerçek ümmet olmayı amaç
edinen mü’minin günahlara dalmasından kaynaklanan bir gaflettir; ancak sözü edilen gaflet hali uzun
sürmez.77 O, işlediği günahlar nedeniyle hemen pişmanlık duyar; bundan ötürü Rabb’inden bağışlanma
dileğinde bulunur (istiğfâr) ve Yüce Allah’a samimi bir yöneliş ile birlikte kulluk adına yeni bir sayfa açmak
ister (tevbe). Bu konuda Hz. Peygamber (s): “Pişmanlık duymak, tevbenin ta kendisidir.”78
buyurmaktadır.
ii. Günahı terk etmek
İnsan, beşer olması hasebiyle hata ve günah işleyen, yerilen tutum ve davranışlar sergileyebilen
bir varlıktır. Ancak onun bu olumsuz tutum ve davranışlardan kurtulma, bunların affedilmesini talep
etme ve yeni bir yöneliş gerçekleştirme imkânı da mevcuttur. Bireyin sözü edilen imkândan
yararlanabilmesi için pişmanlık duymasının yanı sıra ivedi bir şekilde işlediği hata, günah ve çirkin işleri
kesin olarak terk etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, kötü olan ve günah sayılan herhangi bir
davranıştan kesin dönüş yapmak, söz konusu eylemi yapmamanın yanında, onun tersini yapacak şekilde
yeni bir yön belirlemeyi de içerir. Şayet bir insan tevbe ettiyse, o artık kötü şeyleri yapmadığı gibi iyi
şeylere yönelmiş ve artık onları yapıyor olmalıdır ki Kur’ân’da belirtildiği üzere79 bu dönüşün adına tevbe
denilsin.
iii. Tekrar günah işlememek
Yüce Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getiren, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcayan,
öfkelerini yenen, insanları affeden ve bu nitelikleri sebebiyle de Yüce Allah’ın sevgisine mazhar olan
samimi Müslümanlar, çirkin bir iş yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, hemen Allah’ı hatırlayıp
O’ndan bağışlanma dileğinde bulunurlar; günahları terk ederler ve asla işledikleri günahta bile bile ısrar
etmezler.80 Onlar bilirler ki Yüce Allah, kendisine şirk koşulması hariç, -dilerse- bütün günahları bağışlar;81
hatta günahları sadece Yüce Allah bağışlar.82
Kaç defa günah işlerse işlesin veya kaç defa bağışlanma dileğinde bulunursa bulunsun, tekrar eden
hata ve günahlarından dolayı Yüce Allah’tan sürekli bağışlanma talep eden kişi günahta ısrar etmiş
sayılmaz.83 Bu noktada, tekrar günah işlemeyeceğine dair Yüce Allah’a söz vermesine rağmen, hata ve

76 Nisâ’ 4/17; En‘âm 6/54; Nahl 16/119.


77
Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 281.
78 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5: 331; İbn Mâce, “Zühd”, 29.
79 Bir örnek için bk. Nisâ’ 4/17-18.
80 Âl-i ‘Imrân 3/153.
81 Nisâ’ 4/48, 116.
82 Âl-i ‘Imrân 3/153.
83 Ebû Dâvûd, “Vitr”, 26; Tirmizî, “De‘avât”, 106.
günahları tekrar eden kulun yapması gereken şey, yine pişmanlık duyup bağışlanma dileğinde bulunmak
ve yine tevbe etmektir. Bu durum, asla günahları hafife alıp sürekli günah işleme ve bunlardan dolayı
bağışlanma talebinde bulunma, sonra tekrar dönüp günah işleme ve yine af dileme yolunu açık tutmak
için değil, her ne şekilde olursa olsun hata yapan, günah işleyen ve İslâm’a aykırı tutum ve davranışlarda
bulunan kula Yüce Allah’ın af ve mağfiret kapısının devamlı surette açık olduğunu göstermek içindir.
iv. Salih amel işleyerek geçmişteki hata ve günahların telafi edilmesi
Kur’ân’da belirtildiğine göre tevbenin kabul edilmesi, pişmanlık, günahı terk etmek ve tekrar
günah işlememek şartlarının yanı sıra salih amel işleyerek geçmişte işlenen günahların telafi edilmesi ve
günahkâr kişinin halini düzeltmesiyle de ilişkilidir.84 Bununla birlikte tevbeyi kabul edecek olan yegane
güç, Yüce Allah’tır.85 Dolayısıyla tevbenin kabul edilmesi, O’nun ilâhî iradesine bağlıdır.
5. Nasûh Tevbe
Kabule şayan tevbe, tevbe-i nasûhtur. “Hâlis ve samimi tevbe” anlamına gelen bu ifade, “kişinin
yaptığı kötülüğe kalben pişmanlık duyması, bir daha işlememe kararlılığı içerisinde olması, her türlü
günahtan vazgeçmesi, diliyle ve kalbiyle Yüce Allah’tan bağışlanma talep etmesi, daha önce günahla zevk
kazandırdığı bedenini bu zevkten uzaklaşma yolunda kullanması”86 şeklinde açıklanmaktadır.
Kur’ân’da “(Ey Peygamber!) Sabah, akşam ve bir de gecenin gündüze yakın ilk saatlerinde namaz
kıl! Muhakkak ki iyilikler kötülükleri yok eder. İşte bunlar birer öğüttür. Bunlardan sadece öğüt almak
isteyenler anlar.”87 buyrularak iyiliklerin kötülük ve günahları gidereceği ifade edilmektedir. Bu âyet
müfessirlerce, samimi tevbe ile Yüce Allah’a (cc) yönelen kulun gün içerisinde işlediği günahların O’nun
tarafından bağışlanabileceği şeklinde yorumlanmaktadır.88 Bu âyette iyiliklerin namazla
ilişkilendirilmesinden hareketle, namazın yüz kızartıcı işlerden ve sair kötülüklerden
alıkoyduğunu/alıkoyması gerektiğini belirten âyet89 dikkate alındığında, namaz ibadetinin
kötülükleri/günahları yok etmesinin yanı sıra bu kötülüklerin/günahların işlenmesine de engel teşkil
ettiğini söylemek mümkün olur.90 Hz. Peygamber’in (s), “Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünden bir
dere aksa ve o kişi bu derede her gün beş defa yıkansa, vücudunda hiç kir kalır mı? İşte beş vakit namaz
da böyledir. Allah, beş vakit namazla günahları silip yok eder.”91 ifadesi, bu kanaatleri destekler
mahiyettedir.
Başka bir âyette de Yüce Allah’ın tevbe edip inanan ve salih amel işleyen yani inancıyla uyumlu
davranışlar sergileyen samimi kullarının kötülüklerini iyiliklere dönüştüreceği belirtilmektedir.92 Burada
kastedilenlerin de küfür veya şirkten dönerek iman eden ve sâlih amel işleyen insanlar olduğu dile
getirilmektedir.93 Dolayısıyla bu insanların seyyiatının hasenata tebdil edilmesi, kötü ve çirkin işlerden
oluşan tutum ve davranışlarının bu yeni dönemde iyiliklere dönüştürülmesi şeklinde anlaşılabilir. İşte bu
nedenle tevbe-i nasûh, bireyin gerçek pişmanlığını ihlâs ve samimiyetle ifade ettiği tevbe olarak
tanımlanmaktadır.
İşlenen günahların tevbeden sonra amel defterinden silinmesi adına tevbekârın yerine getirmesi
gereken bazı sorumluluklar vardır. Bu bağlamda sözü edilen günahlar, kul hakkıyla ilgili olmayıp sadece

84 Mâide 5/39; Tâhâ 20/82; Furkân 25/70-71; v.dğr.


85 Tevbe 9/15, 27; Ahzâb 33/24; v.dğr.
86 Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, 5: 181.
87 Hûd 11/114.
88
Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 12: 171-174; Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Kur’ân, 7: 250-252.
89 ‘Ankebût 29/45.
90 Muhammed Tâhir İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr (Tunus: Dâru Sahnûn, 1997), 12: 180; Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali -Anlam ve
Yorum Merkezli Çeviri- (Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2015), 317.
91 Buhârî, “Mevâkît”, 6; Müslim, “Mesâcid”, 283.
92 Mâide 5/39; Tâhâ 20/82; Furkân 25/70-71; v.dğr.
93 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 19: 58-61.
ilâhî haktan ibaretse ve bunların içerisinde kazası mümkün farz ibadetler varsa bunlar kaza edilmelidir.94
Şayet bu günahlar kul hakkına yönelik ise o zaman Hz. Peygamber’in (s) şu uyarısı istikametinde hareket
etmek gerekir: “Müslüman kardeşinin malına, şeref, haysiyet ve namusuna yönelik günah işleyen kişi,
altın ve gümüşün bulunmadığı gün gelmeden önce ondan helallik dilesin. O gün, dünyada kötülük yapan
kimsenin sevapları varsa haksızlığı kadar alınıp mağdura verilir, yoksa onun günahlarından alınıp berikine
yüklenir.”95 Bu çerçevede, insanlara karşı yapılan kötülükler helallik sırasında hak sahibine bildirilir ve
onun rızasını alacak şekilde helallik dilenir. İşlenen kötülük maddî ya da manevî bir zarara yol açılmışsa o
zarar tazmin edilir. Şayet işlenen kötülük, kişinin şeref ve haysiyetine yönelik olup muhatabın bundan
haberi yoksa -tercih edilen kanaate göre- bunları bildirip kişiyi üzmek yerine genel anlamda özür
dilenerek bağışlanma talebinde bulunulur. Buna mukabil işlenen kötülük, kişinin gıyabında yapılan onur
kırıcı ve alçak düşürücü konuşmalardan ibaret ise bu konuşmaların aksinin aynı mecliste yapılması ve
böylelikle muhatabın onur, izzet ve itibarının telâfi yoluna gidilmesi zorunluluktur.96 Hak sahibinin
bulunamaması veya kendisine ulaşılamaması durumunda malî ödemeler onun vârislerine yapılır. Onların
da bulunamaması halinde ise -tercih edilen görüşe göre- hak sahibi adına hayır ve hasenat yollarında
harcamada bulunulur ya da devlete verilir.97
Tevbeye konu günahların doğrudan toplum hayatına veya bir toplumu oluşturan insanlara yönelik
olması durumunda, bunlardan dolayı Yüce Allah’tan (cc) bağışlanma dileme ve tevbe etme hakkında
yapılan şu değerlendirme oldukça dikkat çekicidir:
Bu günahların affa uğraması için mutlaka telâfi edilmesi gerekir. Meselâ bir yerde çalışan kişinin
rüşvetle iş görmesi ya da yolsuzluk yapması durumunda haksızlıkla elde edilen bu kazancın hak
sahibine iade edilmesi gerekir… İslâm’da kötü davranışlara ait cezaların bir amacı da ibret teşkil edip
suç ve günahları ortadan kaldırmaktır. Tevbenin de böyle bir hedefi vardır. Buna göre sosyal hayatın
bozulmasına yol açan günahların telâfisinin de sosyal bir nitelik taşıması gerekir. Tevbe edecek kimse,
haklarına tecavüz ettiği kişilerin haklarını iade etmeli, bu kişilerden alenen özür dilemeli ve kendisi
gibi davranan kimseleri de uyarmalıdır. Emanet ve güven esasına dayalı olarak sosyal alanda ve kamu
yönetiminde yetki ve sorumluluk üstlenen kimselerin suistimalde bulunması Kur’ân’da ‘hıyanet’
kavramıyla ifade edilmektedir. Etkisi ve tahrip alanı çok geniş olan bu günahların tevbesi ve telâfisi
imkânsız denecek kadar zordur.98

Bütün bunlar, tevbekârın tevbesindeki samimiyeti tutum ve davranışlarla ortaya koyması ve bir
daha günah ve kötülüğe dönmemesi bakımından önem arz etmektedir. Zira tevbe bir iddiadır; dolayısıyla
bu iddianın eylemle ispat edilmesi gerekmektedir.
6. Diğer Dinlerde Tevbe
Yüce Allah’ın katında makbul dinin İslâm olduğu Kur’ânî bir gerçekliktir.99 Buna rağmen
günümüzde insanlarının din olarak kabul ettikleri, kaynağı ve özü itibariyle semavî ya da beşerî olan
dinler de vardır. Bu kapsamda özü itibariyle semavî olan ancak daha sonradan insanlar tarafından tahrif
edilmiş dinlere Yahudîlik ve Hıristiyanlık örnek verilebilir. Kaynağı itibariyle beşerî olan dinlere ise
Hinduizm, Budizm, Sihizm, Bahâîlik, Konfüçyüsçülük, Cainizm (Jainizm), Şintoizm ve Taoizm gibi dinî algı
ve inanışları örnek vermek mümkündür.

94 Ebû ‘Abdillâh Şemseddîn Muhammed İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’t-tevbe, nşr. Sâbir el-Betâvî (Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1992), 204-215.
95 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 435, 506; Buhârî, “Rikak”, 48; “Mezâlim”, 10.
96
Ebu’l-Hasen b. Ahmed Kâdî ‘Abdulcebbâr, Şerhu’l-usûli’l-hamse, nşr. ‘Abdulkerîm Osman (Kahire: yy., 1988), 799; İbn Kayyim el-Cevziyye,
Kitâbü’t-Tevbe, 119-121.
97 Kâdî ‘Abdulcebbâr, Şerhu’l-usûli’l-hamse, 799; İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitâbü’t-tevbe, 216-220; Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 281-282. İşlenen
günahların tevbeden sonra amel defterinden silinmesi adına tevbekârın yerine getirmesi gereken bazı sorumluluklar hakkında geniş bilgi
için bk. Emine Gümüş Böke, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 283-284.
98 Topaloğlu, “Tövbe”, 41: 282.
99 Âl-i ‘Imrân 3/19.
Tevbe konusunda bütün dinler İslâm diniyle aynı anlayışa sahip değildir. Bu çerçevede Yahudilik
ve Hıristiyanlık gibi semavî dinler işlenen kötü fiil ve günahlardan dolayı tevbeye yönelirken, Çin ve Hint
coğrafyasındaki yaygın dinlerin, tevbeden ziyade kötü fiilin sonuçlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan ve
tevbenin bir unsuru olan kefâret türü uygulamaları önemsediği görülmektedir. İslâm, Yahudilik ve
Hıristiyanlık’ta tevbe ile her türlü günahın sonuçlarının ortadan kalkacağı inancı hâkimdir (İslâm’a göre
şirk ve kul hakkı hariç) ve bu inanç doğrultusunda tevbe adeta dinî hayatın merkezinde yer almaktadır.
Hint ve Çin kökenli dinler ise, bireysel kurtuluşu ön planda tutmakta ve tevbe gibi dinî uygulamalara daha
az yer vermektedir.100 Bütün bunlar, günümüzde mensubu olan dinlerin neredeyse tamamında bir tevbe
anlayışının var olduğunu ve bu amaçla yapılan bazı uygulamaların yer aldığını göstermektedir.
7. İlgili Âyetin Yorumu
Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette101 “‫ ”يُحبُّ الت َّ َّوابين‬yuhıbbü’t-tevvâbîn ifadesi geçmektedir.
7.1. Bakara Sûresi 2/222
‫ط َّه ْرنَ فَاْتُوه َُّن م ْن‬
َ َ ‫ط ُه ْرنَ فَاذَا ت‬ْ َ‫سا ٓ َء في ْال َمحيض َو ََل ت َ ْق َربُوه َُّن َحتهى ي‬
َ ‫عن ْال َمحيض قُ ْل ه َُو اَذًى فَا ْعت َزلُوا الن‬
َ َ‫َويَسْـَٔلُونَك‬
َ‫طهرين‬ َ َ ‫ّٰللاَ يُحبُّ الت َّ َّوابينَ َويُحبُّ ْال ُمت‬ ُ ‫َحي‬
‫ْث ا َ َم َر ُك ُم ه‬
‫ّٰللاُ ا َّن ه‬
Sana kadınların ay halini soruyorlar. De ki: ‘O, bir sıkıntıdır. (Bu sebeple) ay halinde kadınlardan uzak
durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden
onlara yaklaşın. Muhakkak ki Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.’

Bu âyetin iniş sebebine dair kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:


i. Yahudiler, kadınları hayız olunca onlarla birlikte yemez, içmez, oturup kalkmaz ve evlerde birlikte
bulunmazlardı. Bunun üzerine Yüce Allah Bakara sûresi 222. âyeti indirdi. Bu âyet inince Hz. Peygamber
(s), hayız halindeki kadınlarla yenilip içilmesini, evlerde birlikte bulunulmasını ve cinsel ilişki dışında
onlarla yapılabilecek her şeyin yapılmasını emretti…102
ii. Yahûdîler ve Mecûsîler, kadın hayızlı iken ondan son derece uzak dururlar, Hıristiyanlar ise bu
özel günlerinde kadınlarla cinsel ilişkide bulunurlardı. Câhiliyye dönemindekiler de kadın hayızlı olduğu
zaman, onunla aynı sofraya oturmaz, verdiği şeyleri yemez, içmez, onunla aynı yatakta yatmaz, Yahûdîler
ve Mecûsilerin yaptığı gibi aynı çatı altında barınmak istemezlerdi. Bakara sûresi 222. âyet indirilince,
Müslümanlar âyetin zahirine sarılarak hayız olan kadınları evlerinden çıkarıyorlardı. Bedevîlerden bir
grup kimse, ‘Ya Rasûlallâh! Soğuk çok fazla, elbiselerimizse çok az! Elbiseleri dışarı attığımız kadınlara
versek, evde kalanlar bu sefer soğuktan üşürler. Elbiseleri kendimize alıkoysak, hayızlı olan kadınlar
soğuktan ölürler!’ Bunun üzerine Hz. Peygamber (s): ‘Ben size kadınlar hayızlı oldukları zaman, onlarla
cinsel ilişkide bulunmamanızı emrettim; yoksa Acemlerin yaptığı gibi onları evlerinizden çıkarmanızı
emretmedim’ buyurmuştu. Yahûdîler bunu duyunca şöyle dediler: ‘Bu adamın bize muhalif
davranmadığı hiç bir mesele yoktur.’ Sonra, ‘Abbâd b. Beşîr ile Useyd b. Hudayr Hz. Peygamber’e gelerek
ona bu durumu haber vermişler ve ‘Yâ Rasûlallah, hayızlı iken onlarla cinsel ilişkide bulunmayalım mı?’
demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in yüzünün rengi değişmişti; bu iki zât da onun kendilerine
kızdığını zannederek kalkıp gitmişlerdi. Tam o sırada Hz. Peygamber’e bir süt hediye ve ikram edilmişti.
Bunun peşinden Hz. Peygamber o iki kimseye haber salarak bu sütü onlara ikram etmişti. Böylece kendi-
sinin onlara kızmadığını göstermişti.”103

100 Diğer dinlerdeki tevbe anlayışı hakkında geniş bilgi için bk. Mehmet Katar, “Tövbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2012), 41: 285-288.
101 Bakara 2/222.
102 Bennâ, Minhatü’l-ma‘bûd, 2: 14; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 45-46.
103 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 6: 63.
iii. Araplar, kadınları hayız olduğunda onlarla mutad yoldan değil de arka yoldan cinsel ilişkide
bulunurlardı. Hz. Peygamber’e (s) bunu sordular ve bu soru üzerine “Sana kadınların ay halini soruyorlar.
De ki: O, bir sıkıntıdır. (Bu sebeple) ay halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara
yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Muhakkak ki Allah tevbe
edenleri de sever, temizlenenleri de sever.” âyeti indirildi.104
Bu âyetin sebeb-i nüzûlüne dair rivayetlerin, âyetin muhtevasıyla oldukça uyumlu olduğu
görülmektedir.
Ay halindeki kadınlarla ilgili olarak erkeklere yönelik yasaklama ve sonrasında zikredilen
serbestliğin gündeme getirildiği bu âyette öne çıkan hususlar şunlardır:
 Bu âyette, Medine’de bazı insanların kadınların ay hali hakkında Hz. Peygamber’e yönelttikleri
soruya cevap verilmektedir. Bu konu, aile hayatının sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi adına önemli bir
konudur. Bu çerçevede, sözü edilen dönemde karı-koca ilişkileri bağlamında neyin serbest, neyin yasak
olduğu açıklanmaktadır.
 Âyette, kadınların bu özel günlerinin kendileri için bir eza hali olduğu ifade edilmektedir. Bu
durum, kadınların ay halinin esasında onlar için bedensel anlamda süreklilik arz etmeyen/geçici bir
rahatsızlık sebebi olduğunu ortaya koymaktadır.
 Âyette, ay halindeki bir kadınla ilgili neyin yasak olduğu bildirilmektedir. Bu yasak, ilgili dönemde
cinsel ilişki yasağıdır. Âyetten anlaşıldığına göre aslında bu yasak, erkeklere yöneliktir. Zira ay halindeki
kadınlardan uzak durmak ve temizleninceye kadar -cinsel ilişki bağlamında- onlara yaklaşmamak
erkeklere emredilmektedir. Hemen ifade edelim ki burada sözü edilen temizlikten kasıt, ay halindeki
kadınların kirli oluşları veya cünüp sayılmaları değil, dinin her çeşidini pis saydığı kan akışının kesilmesi,105
yani kan akışı nedeniyle yaşanan maddî kirlenmenin sona ermesidir.
 Âyette Yüce Allah, ay halindeki kadınlar temizlendiklerinde yani ay hali demek olan kan akışı sona
erdiğinde artık o dönemde yasak olan kadınlarla cinsel ilişkinin yapılabileceğini hükme bağlamaktadır.
 Âyette geçen “Allah’ın emrettiği yerden” ifadesinden kasıt, kadının, adına ferc denilen ve neslin
devamı sağlanan cinsel organıdır.
 Âyetin son kısmında Yüce Allah, insanlardan daha önce yaptıkları yanlışlıklardan dönenleri, tevbe
ederek günahlardan arınmak isteyenleri, yani İslâm ahlâk ve terbiyesine aykırı davranışlardan ve her
türlü pislikten arınmaya çalışanları sevdiğini haber vermektedir.106
 Âyetteki ‫ الت َّ َّوابين‬et-tevvâbîn ve ‫طهرين‬ َ َ ‫ ْال ُمت‬el-mütetahhirîn kelimelerinin müzekker (eril) kalıpta
getirilmeleri, hitabın sadece ay halindeki kadınları değil, bütün mü’minleri kapsadığını göstermektedir.107
 Daha önce de belirtildiği üzere ‫الت َّ َّواب‬/‫ ت َّواب‬et-tevvâb/tevvâb kelimeleri Kur’ân’da 11 defa
geçmekte ve Yüce Allah’ın bir sıfatı olarak “tevbeleri yani yönelişleri çok kabul eden” anlamına
gelmektedir. Bu kelimenin çoğulu olan ‫ الت َّ َّوابين‬et-tevvâbîn ise Kur’ân’da sadece bu âyette geçmekte, kullar
için kullanılmakta ve “çokça tevbe edenler, Yüce Allah’a çokça yönelenler” manasını ifade etmektedir.
 Kur’ân’da sadece bu âyette geçen ‫طهرين‬ َ َ ‫ ْال ُمت‬el-mütetahhirîn kelimesi “temizlenenler” manasına
gelmektedir. Bu kelime, bağlam gereği ay hali nedeniyle gelen kanı temizleyenler başta olmak üzere,
inanç ve ahlâka dair tüm kötülük, çirkinlik ve pisliklerden arınmayı gerçekleştirenleri kapsamaktadır. Bu
kelimenin şeddeli hali olan ‫طهرين‬ َّ ‫ ْال ُم‬el-muttahhirîn kalıbı ise Kur’ân’da bir yerde geçmekte108 ve
“arınanlar, temizlenenler” manasında aynı anlamda kullanılmaktadır.

104 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2: 224; ‘Abdurrahman b. Kemâl Celâlüddîn es-Suyûtî, Lübâbü’n-nükûl fî esbâbi’n-nüzûl (Beyrut: Dâru'l-Kütübi’l-
‘Ilmiyye, 1991), 1: 56. Bakara sûresi 222. âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında geniş bilgi için bk. Çetiner, Esbâb-ı Nüzûl, 1: 93-94.
105 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2: 385.
106 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 2: 390-391.
107 Zemahşerî, Keşşâf, 1: 263.
108 Tevbe 9/108.
Hulâsâ Bakara sûresi 222. âyette, kadınların ay halinin kendileri için bir eza ve bedensel bir sıkıntı
olduğu, dolayısıyla bu halden temizleninceye kadar kendilerinden uzak durulması yani cinsel ilişki
kurulmaması gerektiği, temizlendiklerinde ise Yüce Allah’ın helal kıldığı yoldan ilişki kurulmasının caiz
olduğu bildirilmektedir. Âyetin son kısmında ise, Yüce Allah’ın tevbe edip kendisine yönelenleri ve her
türlü pislikten arınmak isteyenleri sevdiği ifade edilmektedir.

You might also like