Professional Documents
Culture Documents
(Emali Şerhi) Ali B. Osman El-Uşi 01.cilt
(Emali Şerhi) Ali B. Osman El-Uşi 01.cilt
=
;ı " ~ 1..:.1 ) ,- - ,_ ;ı
J! .ı.:;Ji
•
, ~ ·-rJ '-'t.. t")(Jıj ;"L.JıJ .:,,.,.Jwı -:_,~
.~1~_;~\l.h
'Ematı ;Serhi
Şeyh Ebfı Hasen Siraceddin Ali b. Osman el-Üşl
1
MA TURİDİ AKAiDİ
(İslam' da İnanç Esasları)
İthaf
1
.MATURİDİ
. AKAiDİ
(Is lam' da inanç Esasları)
Tercüme ve Şerh:
Şahver Çelikoğlu
MARİFET YAYINLARI
Yerebatan Caddesi Çatalçeşme Sokak
Defne Han No: 27 Kat: 3
Cağaloğlu - İstanbul
Tel.: (0-212) 526 22 70 - 513 92 25
Fax: (0-212) 513 92 25
Marifet Yayınları: 193
Ma'l Hatun Dostluk, Çevre ve Kültür Derneği
Kitapları Dizisi: 18
ISBN 975-359-178-2
Önsöz 13
Giriş 19
Mezheplerin Meydana Gelmesine Tesir Eden
Dlnl ve Siyasi Amiller 27
Akfüd İlminin Geçirdiği Merhaleler 29
Matür1dl-Matür1dfük 41
Ehl-i Sünnet Kelamcıları 41
Matüridiyye Mezhebi 42
Matür!dlyye Eserleri 46
Emall 49
Din, iman, İslam ve Akide ile İlgili Genel Hükümler 52
imanın Tarifi ve Dereceleri 54
İslam, iki manaya kullanılır 56
iman, İslam ve İhsan Arasındaki Derece Farkları 59
Küfür, Şekk ve Şüphe 61
İslam'ın Temel İlkeleri İçinde Akidenin Yeri ve Önemi 62
Miitür!dl'nin iman Anlayışı ve imanın Mahiyeti 66
Bilgi ve iman Münasebeti: Dıiyu, Haber ve Nazar (akıl) 71
Amel imandan Bir Cüz müdür? 73
iman ve İslam 74
Allah Teala'nın Sıfatları 77
Sıfatı Meanl ve Sıfatı Maneviye 85
Sıfatlardan Kaynaklanan itikiid1 Hakikatler 86
Allah Teala'nın Fiillerinde İlleti Ôfüyeyi Nefyetmek 90
Allah Teala'nın Üzerinde Yapması Gereken
Zorunlu Bir Şey Yoktur 94
Eşyadaki Hüsn ve Kubh Itibarldir 94
Allah'ın İradesi Karşısında İnsan İradesinin Rolü 97
Kaza ve Kaderin Tarifi 1Ol
Kainattaki Sebebiyet Kanunu 104
Kainatın Sebebiyet Kanununa Tabi Olmasının Hikmeti 105
Müslümanın İnanmak Zorunda Olduğu Şeyler 106
Gaybiyyattan Maksat Nedir? 108
Allah'tan Başkasına Hakimiyet Hakkı Yoktur 109
Nübüvvet ve Risalet 112
Vahiy Gerçeği 114
Peygamberler ve Onlara iman Etmenin Keyfiyeti 115
Peygamberlerin Zariirl Sıfatları 119
Mucizelere İnanmanın Zarureti ve Hükmü 121
Hz. Muhammed Efendimizin Mucizeleri 122
Ehl-i Sünnet 124
Tenasüh (Reenkarnasyon) Düşüncesinin İptfüi 125
1. Beyt 129
Allah'ın Varlığı 131
Kainatın ve maddenin mahiyeti (Alemin hudusu) 134
A'yan 135
Araz 136
Allah'ın Birliği 139
Tevhid ve Tevhidin Esasları 142
İsbat-ı Vacibe Temas Eden Bazı Ayetler 145
İsbat-ı Vacibe Temas Eden Bazı Hadisler 148
Allah' ın Varlığını İspat Eden Deliller 149
Dünyanın En Büyük Laboratuarı 154
Mevzu içinde geçen bazı ayetlerden yorumlar verelim 155
Gece ve gündüz mucizesi 158
Abd 160
Abdiyyet 161
Ubudiyet 161
Hürriyet 163
2. Beyt 164
İlah 165
Allah (c.c) 166
Halık 168
Allah Tefüa'nın Sıfatları 169
Sıfatların tasnifi 172
1) Selbi Sıfatlar 174
2) Sübüti Sıfatlar 176
3) Fim Sıfatlar 180
3. Beyt 195
Hüve 200
Hayy 201
Tevhid Dini 204
Tevhidin Çeşitleri 208
Hak 216
Hfük-Halik 217
Tekvin ve Müke:vven 218
Kader (Takdir) ve Kaza 219
4. Beyt 224
İrade 226
Şirk-Küfür-İnkar 246
Yaratıklara Aşırı Hürmet 249
5. Beyt 256
Allah Teala hakkında "mevciid" tabiri kullanılabilir mi? 269
Allah Teala'nın zatı ne demektir? 270
Allah Teala hakkında "nefs" tabiri kullanılır mı? 274
Allah Teala hakkında mahiyyet denilmesi 275
Eşyanın Hakikati 275
Hakikatlerle İlgili İnsan Bilgisi Gerçektir 277
Bilginin kaynakları 278
6. Beyt 279
İrade ve Fiil 288
İrade ve Meşlet 289
Kelam 290
Tekvin 291
Teselsül Batıldır 295
7. Beyt 297
Allah Teala'ya "Şey" Denmesi 300
Müteşabih Ayetler Tevll Edilemez 312
8. Beyt 316
İsim ve Müsemma 318
9. Beyt 341
Tenzlhat 341
Allah (c.c) araz değildir 355
Allah (c.c) cisim değildir 356
Allah (c.c) cevher değildir 356
Allah musavver değildir 357
Allah (c.c) müterekkib değildir 358
10. Beyt 360
Allah Teala'ya Ni.ir denilmesi 368
11. Beyt 371
Kelam Sıfatının Ezeli Oluşu 373
Kelam-ı Nefsi 375
Kelam-ı Nefsi İşitilebilir mi? 377
Allah'ın (r.a) Kelamı 379
Kur' an Mahlfik mudur? 381
12. Beyt 394
Haberi Sıfatlar 398
13. Beyt 414
Müreccah Yok İken Tercihin Batıl Olması 428
14. Beyt 431
Din nedir? 432
Din-İslil.m İlişkisi 438
Din-Hürriyet İlişkisi 440
Din-Şeriat İlişkisi 441
15. Beyt 451
Küfür ve İnkar 456
Teslis İnancı (Üçleme) 461
Allah'a Kız İsnadı 463
Hahamlarını ve Rahiplerini Rab edinenler 464
16.Beyt 471
Küfür, Şirk, İrtidad, Nifak 480
Sonuç 488
Lügatçe 489
Kaynakça 495
Şahver Çelikoğlu
Münteşir Eserleri:
Sevad-ı Azam (Tarik-i Müstakim)
Reddiye
Divan-ıSeza!
Divan-ıSezai ile ilgili bir araştırma
Güzel Ahlak Sahifeleri
İslamda İbadetler
Nefs Terbiyesi (Kendini Arıtma)
Marifetullah (Allah'ı Bilme)
Muhabetullah (Allah'ı Sevme)
Ayet ve Hadisler Işığında Esmaü'l Hüsna Şerhi I-II-III-IV-V
·ın
c
tU
..c
-c.
::::ı
::::ı
~
(il
~ı::
~
cu
..ı::
(/)
:::::ı
z
(ij
:&
·;;:
o
Önsöz
Şahver Çelikoğlu
29 Zilhicce 1427
19 Ocak 2007
Eskişehir
GİRİŞ
1
Enbiya2l/92
2
Sünen İbn Mace, 1/6
3
En'am,6/153
E111d il .)'er/ı i / 2 J
4
Sah'ih-i Müslim, 1/65
5
Tirmiz'i, el-Camiu's-Sahih, 2/107: İbn Mace, 2/1321: Ebfi Davud, 4/197-8: ed-Diirim'i,
1/241
221 E111ıi/I .)'erlıi
6
Nisa,4/94
7
Bu konuda bkz: Bekir Topaloğlu, İman ve Küfür Arasındaki Sınır, Diyanet Gazetesi,
sene 5, cilt,4, sayı 80-83: A.S. Kılavuz, İman-Küfür Sınırı, İstanbul, 1982
Lıl/(111 S(;'ı/ıi ı 25
8
Kehf, 18/29
9
Bakara,2/256
26 / E1111/// Şnlıi
Asr-ı Saadet:
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin saadet asrında tedvin
edilmiş bir akiiid ilmi bulunmadığı gibi, yine tedvin edilmiş herhangi
bir İsliimi ilim de mevcud değildi. Kur'an-ı Kerim peyder pey nazil
10
El-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, (El-Fark Beyne'l-Firak, 338)
11
Ethem Ruhi Fığlalı, İtikadı İslam Mezhepleri, s.15,27,51
30 I E111li/I .)'eıhi
12
Müslim, es-Sahih, el-Imiin,60
13
Müslim, el-İman, l
E1111ili .)'crlıi / 31
(keliim sıfatı)
ilkin inkar yolunu tutan Ca'd b. Dirhem olmuştur. Bu
görüşü kendisinden Cehm b. Safvan almış ve biliihare ona nisbet
edilmiştir (Cehmiyye ). 14
a) İlk fikri hareketlerin Hz. Peygamberin vefatından sonra
başladığını ve hicri birinci asrı içine aldığını söylememiz mümkündür.
Bilindiği üzere Resfil-i Ekrem (s.a.v)in hemen vefatını müteakip,
müslümanlar "halife seçimi" mes'elesi ile karşılaşmış ve bu mevzuda
ihtiliifa düşmüşlerdir. Devlet reisinin seçimi ilk bakışta fıkhl (hukuki)
bir mes'ele olarak göze çarpıyorsa da Şia tarafından, bilahare İsliimın
rükünlerine idhiil edilecek ve bir iman mes 'el esi hiiline getirilecektir.
b) İlk fikri hareketlere tesir eden amillerden biri de üçüncü
hallfe Hz. Osman'ın şehld edilmesi (35/656) ve ondan sonra Cemel
Vak'ası ile Sıffin savaşının zuhfü etmesidir. Müslümanlar üzerinde
büyük tesirler icra eden ve acı hiitıriilar bırakan bu "İç savaşlar"
çözümü zor bazı akfüd problemlerinin ortaya çıkışına vesile teşkil
etmiştir. Ortada bir kati hadisesi vardır. Öldüren ·de öldürülen de
müslümandır. Halbuki kati İsliimda büyük günahlardandır. O halde
büyük günah işleyen (mürtekib-i kebire) bir mü'minin iman
bakımından durumu nedir? Dolayısıyla imanın tarifi ve sınırı ne
olmalıdır? Sonra kati gibi bir fiili işleyen insan, bu fiili işlerken hür bir
iradeye sahip midir, yoksa kader-i İlahinin mecbfüi bir tatbikçisi midir?
Görüldüğü üzere, İslam dünyasının iç bünyesinde zuhfü eden içtimai ve
siyasi bazı hadiseler, neticede akföd sahasına tesir eden amiller hiiline
gelmektedir.
c) İlk fikri hareketlerden bahsederken, önemli bir noktaya
daha temas etmek Iiizımdır. İslamiyet, Hz. Peygamberin saadet asrında
Arabistan yarımadasının dışına çıkmamıştı. Halbuki hicri birinci asrın
sonlarında Sfüiye, Iran, Irak ve Mısır gibi büyük ülkeler, İsliim
dünyasının sınırları arasına girmiş bulunuyordu. Arabistan yarımadası
sakinlerinin, sade bir hayat ve pek karmaşık olmayan bir din anlayışına
s~hip olmalarına rağmen, müslümanların fethettikleri yeni ülkeler, eski
din, kültür ve medeniyetlerin, bir çok inanış ve düşünüşlerin beşiği
hiilinde idi. İslam muhitine giren bu yeni insanların, akfüd sahasında
yeni görüşler ortaya atmaları, eski inanış ve kültürlerinin tesiriyle ayrı
fikirler izhar etmeleri tabii idi.
d) İslam dünyasında fikri akımlara sebep teşkil eden
hususlardan biri olarak, İsliimın bünyesinde mevcüd olan "fikir
15
Bu hususta geniş bilgi için bkz.' Taşköprüziide, Mevzfiiitu'l-Ulı'.lm, 1,602-607:
Kemiileddin el-Beyaz!, İşiiriitu'l-Meriim, s.35-58: Aliyyül Kari, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber,
s.2-8: D.İ.A., c.31,s.391-400: Mu'tezile md
34 / Emrl/'i .<;;erlıi
16
el-Gazziill,Tehafutu'l feliisife, s.79-85: el-Munkızu mine'd-daliil, s.17-23
Emı/11.'>'erlıi / 37
ka)eme aldığı "el-Milel ve'n -nihiil" inde sadııce bir nakil (nakleden,
aktaran) durumuncladır ve muhalif foka ve ekolleri reddetmekle meşgul
olınarrııştır.
Felsefe ile kelfimı en bariz bir şekilde birbirine mezceden
Fahreddin er-Razi (v. 606 11210) olmuştur. Büyük bir kelam ve felsefe ·
alimi olmakla beraber müfessir, edip, fakih ve şair olan Razi çeşitli
rnevzı1larcla bir çok eser vermiştir ve Mefatihµ'J- Gayb adlı 3? ciltlik
(Tijrkçesi 23 cilttir) hacimli tefsirinde kelam ve felsefe bahislerine
geniş yer ayırdıktan başka; bu ilimlerin ner biri için müstakil eserler
nıeydana getirmiştir, ·
Fahreddin er,Razl'nin yolµnµ, kendis~nden sonra, SeyfedcJin
el-Am!dl (v.631/1233) takib etmiştir. Menızı'.ic metodu kullanan ınuasır
alimlerden biri de el-l{adf el-.Beyzavl'clir, (v.68511286), Yer yer kelfiml
jzııhlar ihtiva ecle11 meşhur "l;:nvwı,ı'toTenzll ve Eşrıım't-Te'vil" adlı
tefsirinden başka, ınevzi).ınuzla ilgjli .eseri de v;ırciır.
Matüridi-Matüridilik:
17
Yeni ilm-i keliim devri eserleri için bkz: Bekir Topaloğlu, Kel1tm İlmi, s.41-43:
Ayrıntılı bilgi için bkz: Aynı eser: s.20-l l 9: DİA. c.. 25, s. 202; Keliirn rnd.
18
ez-Zebidi, İthii.fs-Sii.de, II,6: İzmirli, Yeni İlm-i Kelii.rn, II,107
yönden yine akla fazla ehemmiyet veren Mu'tezile ortaya çıkmış, akfüd
sahasında görüş ve kanaatlerini yaymaya başlamıştı. Nakle bağlılığı ve
teslimiyeti şiar edinmiş selef akidesi bu yeni cereyanlara, hususiyle
hızla yayılma istidadı gösteren i 'tiziill görüşlere karşı artık kifayetsiz
görünüyordu. İsliim dünyasında usill-i din mevzuunda nakle bağlı
kalmakla beraber akla da önem verecek, selef metodu ile Mu'tezile
metodunun iyi taraflarını cem' edip Ehl-i Sünnet çerçevesi dahilinde
kalacak yeni izah tarzlarına ihtiyaç hissediliyordu. Bu yeni ihtiyacı
karşılayan, "Ehl-i Sünnet ilm-i kelamı" adı verilen bu yeni cereyanı
temsil eden, lrak'ta Ebu'l-Hasan el-Eş'ari (v.324/936),
Maveriiunnehir'de de Ebu Mansur el-Matüridi (v.333/944) olmuştur.
Keliim tarihinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere Ehl-i
Sünnet kelamcılarının mütekaddimlni, Mu'tezile başta olmak üzere,
Ehl-i bid'atla mücadele etmiştir. Bu mücadelede, en büyük hasım kabul
edilen Mu'tezile'nin siliihı (akılcılık) kullanılmış, dolayısıyla hem
rrietod yönünden, hem de varılan, neticeler bakımından yer yer ona
yaklaşılmıştır. 19 Ebu'l-Hasan el-Eş'ari'nin bulunduğu muhit i'tizal
ehlinin muhiti olması sebebiyle, o daha sert bir mücadele yürütmüştür.
İmam Miitüridi ise ehl-i bid'at şüphelerinden nisbeten korunmuş
bulunan, fıkıh sahasında olduğu gibi akfüd mes'elelrinde de İmam-ı
Azam Ebu Hanife, nin (v.15017 67) görüşlerine sadık kalan
Maverı1nnehir beldelerinde daha istikrarlı bir mücadele verebilmiştir. 20
Matüridiyye Mezhebi
Muhammed b. Muhammed b. Mahmud Ebu Mansilr el-
Miitüridi'ye nisbet edilen akiiid mezhebi.
"Mfüurid", Türkistan'daki Semerkand şehrine bağlı bir
köydür. Ebu Mansilr, tahminen 238/852 yıllarında orada doğmuştur.
Hayatı hakkında fazla bir şey bilemediğimiz İmam Matürfdi"ye nisbet
edilen eserler, onun, Keliim, Mezhepler Tarihi, Usı11-i Fıkıh ve Tefsir
sahalarında mütehassıs olduğunu gösterir. Eserlerinde Ehl-i Sünnet
akidesini nakil ve aklf delillerle isbat ve izaha çalışmış, Mu'tezile ile
Reviifız'ı red ve tenkid etmiştir. Kaynaklarda ona nisbet edilen
eserlerden bugün elimizde sadece ilm-i kelam mevzuundaki "Kitabu't-
Tevhid"i ve tefsire dair Te'vlliitu'l-Kur'an'ı mevcuddur.
19
Ebii Zehra, el-Meziihibu'l-İsliimiyye, l ,313
20
el-Kevser!, İşiiratu'l-meram mukaddimesi, s.6-7: Ebu Zehra, a.g.e. 1,239
E11111/ı' c)"crlıi / -/-3
21
Miitüridl'nin hayatı ve eserleri için bkz, F. Huleyf, Kitabu't-Tevhid mukaddimesi:
Muhammed Eroğlu, Ebu Mansur el-md ve Te'vilfüu'l-Kur'an, birinci bölüm ve bunlarda
zikredilen kaynaklar: M. S. Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Miitürldi, s.251-263
22
bkz. El-Beyaz!, İşiiriitu'l-meriim, s. 19-23 ve aynı kitab üzerine Kevser! mukaddimesi,
s.4: İbnu'n-Nedlm, el-Fihrist, s.255-256
21
el-Beyaz!, a.g.e., s.23: el-Kevser! mukaddimesi, s.8-9: İ.A. VII, 405
24
el-Beyavi, a.g.e, s.186-189, l 92
25
EbG Hanlfe'nin isbiit-ı viicib mevzu unda kullandığı akli istidlaller için, Bekir
Topaloğlu'nun Alliih'ın Varlığı adlı kitabına bakınız, Birinci baskı, s.75-77
o.f..f / 1:1111111 .)'l'rlıi
26
Kitiibu't-Tevhld, s.3-4
27
a.g.e., s.133
Taha,2oıs
28
Şfirii, 42/11
29
10
El-Mfüür1'd1', Kitabu't-Tevhid, s.74: El-Beyaz!, İşarfüu'l-Meriim, s.54
Ülll11i .)'Cllıi / -1.~
11
el-Beyaz!, işarfüu '!-meram, s.186-189
Selefiyyenin mütekaddimine göre sahih nakil ile sarih akıl tearuz etmez
ki tevil bahis konusu edilsin.
Matüridiyye Eserleri
Yukarıda
da belirtildiği üzere, Matüridiyye mezhebi ehli bid'at
karşısında Ehl-i Sünnet akidesini ilk önce müdafaa ve neşreden bir
mezheptir. Bu hayırlı teşebbüs İmam-ı Azam Ebu Hanife ile başlamış,
İmamü'l-hüda Ebu Mansfir d-Matüridi tarafından inkişaf ettirilerek
sürdürülmüş, bu yolda yürüyen müteakip iilimler de meydana
getirdikleri eserlerde Miitüridiyye mezhebini kemale erdirmiştir.
Gittikçe akli istidliil ve izahlara ehemmiyet vermekle beraber,
Selefiyyenin o siilim metodunu elden geldiği kadar muhafaza etmiş ve
Mu'tezile şöyle dursun, Eş'ariyye kadar dahi cedel ve münazara
üslfibunu benimsememiştir.
Ayrıca Miitüridi mezhebini benimseyen Maveraunnehir
32
12
Miiveriiunnehir mevzu unda geniş bilgi için bkz: D. İ.A., c.28,s. 177- l 80
33
Hayatı hakkında bilinenler ve naklolanlar için bkz: D.İ.A., c.146, s.28; Mfüürldl md
F111lili ,)'er/11 / -17
34
Tancl, Abu Mansur al-Mfitüıidi, İlahiyat Fak, Der, Ankara; 1955, s. 1-2,s. 1 vd
el-Miitüıidl, Kitabu't-Tevhid (Beyrut, 1970), F.Huleyfin önsözü,8
35
36
Bu mevzuda geniş bilgi için bkz: Bekir Topal oğlu, Kelam İlmi, s. 126- 134
-+81 L111(/fi Serlıi
37
Diğer Miitürldlyye uleması ve eserleri için bkz: B.Topaloğlu, Kelfim İlmi. s.19-129:
Ayrıca, M. S. Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Miitüridl, s.251-263: Doç. Dr. Kemal
Işık, Miitürldl'nin Kelam Sisteminde iman Allah ve Peygamberlik Anlayışı, s.17-21:
Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadl İslilm Mezhepleri, s.17
38
Geniş bilgi için bkz: D.İ.A. c.28, s.146-175
Lnı()/1 .)'crlıi / ·:/lJ
Emali
19
D.İ.A., c.ll,s.70, Emiillmad
Şemseddin es-Sehavl, 11,295
40
41
Şevkiin!, 1,300
42
Bakara,2/282: Furkan,25/5
50 / Eııu/lr Serhi
41
Kildi !yaz, s.69
44
D.İ.A, c.22, s.225-226, İmla md
L1111ili .';;eıhi I 5J
D.İ.A., c.1 !, s.73: Ayrıca ayrıntılı bilgi için bakınız; Aynı eser, s.70-75, Emfül md
45
Din, iman, İsiam ve Akide ile İlgili Genel Hükümler:
1
Taftazani, Şerhu'l-Akfüd, s.93: Taftazani (r.a) Eş'aridir. Ömer Nesefi (r.a)'nin Akaid
adlı eserine yazdığı şerhtir. Şerhu 'I Akfüd. Ömer Nesefi bu eserinde, delillerden
bahsetmez, sadece mes'eleleri ortaya koyar.
Enıü/i Serlıi / 53
2
İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelam, c.l, s.22
1
Rağıb el-İsfahani, el-Müfredat, s.24
4
Gazzali, El-ktisad Fi'l-İtikad, s.212
Taftazani,İlmi usul, Akaidi'd-Din, c.2, s.259
5
J:111fı!i ,)'t'rlıi / 55
6
Orta çağ felsefesi, bu felsefeyle ilgili olan.
7
Hilmi Ziya Ülken, Felsefeye Giriş, c.2, s.229,232
8
Nemi, 27 /91
9
Bakara,2/128
10
Bakara,2/132: Şu ayetlere de lütfen bakınız: Yunus, 10/84: Miiide, 5/44: A'raf, 7/126:
Al-i İmran, 3/52: Nemi, 27/44: Ahkiif, 46/15
11
Buhari, Müslim, Ebu Davud
12
En'iim, 6/162
B A'raf, 7/143
5n / Lnılili !;>erlıı
tanı bir teslfmiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar. " 14 Allah'ın
hükmü, ancak kesin vahyin olması ve sadık peygamberin onu haber
vermesiyle öğrenilebilir. Durum böyle olunca, insan mantığı Allah'ın
emrine teslim olmayı gerektirir. Çünkü insan, Allah'ın yaratığıdır.
Allah da, ilmiyle her şeyi ihata ettiğinden ve hikmet sahibi olduğundan,
kulluğun gereği, O'na teslim olmaktır. Hayatın kanunları, insanın
Allah'a tesllm olmasını gerektirir. Çünkü bu kanunları da, insanı da en
iyi bilen Allah'dır.
İnsanın iyi olması, Allah'a tesllmiyette olduğu için, yüce Allah
ümmetlerden her birine peygamber göndermiştir: "Celalim hakkı için
biz, her ümmete, "Allah'a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının"
diye bir peygamber gönderdik. ,,ıs Peygamber (s.a.v) de şöyle buyurdu:
"Sizler yetmişinci ümmeti tamamlıyorsunuz. Allah 'ın yanında en
hayırlı en değerli sizlersiniz. "
Bundan anlıyoruz ki bazı kimselerin, peygamberlerin sadece
bazı millet ve bölgelere gönderildiği vehimleri, hakikate aykırıdır. Bir
kimsenin peygamber olduğunu kesinlikle bilmemiz, ancak ondan
bahseden kesin bir vahyin bildirmesiyle mümkün olur. Kur'an-ı
Kerim' de zikredilmeyen ve diğer milletlerin peygamber olarak kabul
ettikleri kimselerin peygamber olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz.
14
Nisa, 4/ 65
15
Nah!, 16/36: Ffitır, 35124: İbrahim, 14/4. ayetlerine de bakınız.
16
A'raf, 7/135
/_111~1/ı .)'c rlıi I 57
17
Nah!, 16/89
18
En'am, 6/90
19
Nisa, 4/26
211
Mil.ide, 5/3
21
Buhfui, Müslim
22
Ahzab, 33/40: Bu mevzuda, A'raf, 7/158: Sebe, 34/28: Enbiya, 211107 ve AI-i İmran,
3/85. ayetlere de bakınız.
23
Müslim: Nisa, 4/115. ve 150. ayetlere de bakınız.
58 / E111iili Ser/ıi
24
Mfüde, 5/ 19
25
Nah!, 16/89
26
Yı1suf, 12/111
Lıııa!i Serlıi 159
27
Müslim, Tirmizl, Ebu Davud, Nesfü, İbn Mfice
(ı(} / lnılİ il Sn i11
28
Buhfüi, ciimiu's- Sahih, c. 1, s. 18
Lı11C1/i ,)'eriıi / (ıf
29
Bakara, 2/3: Asr, 103/3: Taha, 20/96: Lokman, 31/2: Ankebfit, 2917
30
Müslim, c. 1, s. 7. Buhari, c. 1, s. 18
31
Gazziili, Ehli'!- İslam ve'z-Zandaka, s. 82
32
Lisan, c.5, s. 144: Makayis, c.5 s. 191
13
M. Çankı, Büyük Felsefe Lugatı. c,3. s, 118, Said Havva, islam_Akiiidf. s. 281: N. Es.
Sabilnf, Maturidiyye Akiiidi, s. 175: Tarik-i Müstakim. s. 195, 197
(ı2 / Eı11ıll/ .)'crlıi
4
' Kehf, 18/103-105
herhangi bir eksiklik veya değiştirmeye mahal olmayacak biçimde i'tiraf
ediyorsa, artık ona başka şartlar koşulmaz ve bu isme !ayık görülür. Bu
ismin (Müslüman isminin), o birey için, doğru bir adlandırma
olabilmesi için, inancının gereklerinin pratik bir şekilde yaşanması,
ibadet ve diğer şer'! hükümlerin tatbik edilmiş olması şart
koşulmamıştır. Yalnız şunu da ifade edelim ki, ibadet ve şer'!
hükümlerde meydana gelen aksaklıklar, kişinin füsıklaşmasına, hatta
akidenin bizzat kendisini bile sarsmasına sebep olmaktadır.
Sözünü ettiğimiz akide ve inanç sistemi, Hz. Adem (a.s)'ın
peygamber olarak gönderilişinden, peygamberler silsilesinin son
halkası olan, Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize kadar hiç değişmemiş,
içeriği ilk gününden son gününe kadar muhafaza edilmiştir. Birbirinin
ardı sıra gelen bütün Resullerin ve Nebflerin, kendisine çağrıda
bulunduğu bu akidenin içeriği kısaca şöyledir: "Allah 'ın varlığına,
O'nun vahdaniyetine iman etmek, O'nu kendisine yakışmayan noksan
sıfatlardan tenzfh etmek, ahiret gününe, hesaba, cennet, cehennem ve
onlarla ilgili şeylere inanmaktır." İşte her peygamber kavmini bu inanç
sistemine çağırıyordu. Bütün peygamberler, kendisinden önce
gönderilmiş bulunan peygamberin davasını destekliyor, kendisinden
sonra gelecek olan peygamberi müjdeliyordu.
Bu husus, Cenab-ı Allah'ın Kitab-ı Müblninde pek çok ayet-i
kerime ile açıklanmıştır. Örnek olarak şunları hatırlatalım:
"Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona: 'Benden
başka ilah yoktur, bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım. " 35
"O size, dinden Nuh' a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi,
İbrahim' e, Musa 'ya ve lsa 'ya tavsiye ettiğimizi, şeriat (hukuk düzeni)
yaptı. Şöyle ki: Dini doğru tutun. Allah'ın birliğine inanın ve O'nun
gönderdiği hükümlere teslim olun. Hurafeler karıştırıp dini bozmayın
·ve onda ayrılığa düşmeyin. (İşte Allah'ın gönderdiği bütün dinlerin
temeli budur.)" 36
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini iyice araştırdığımızda "İslam"
sözünün, bu inanç sisteminin kadim ve değişmeyen ismi olduğunu
görürüz. Mesela şu ayet-i kerimenin anlamını düşünelim: "İbrahim ne
YahUdi, ne Hıristiyan 'dı: Dosdoğru bir Müslüman 'dı. Müşriklerden de
değildi. " 37
15
Enbiya, 21/25
16
Şilra, 42113
17
Al-i İmran, 3/67
(ı-/ i F111ılf/ .)crlıi
38
A'raf, 71125-126
39
Al-i İmran, 3/52
Lnı~ill .';ı'crlıı ! 65
40
AI-i İmran, 3/50
66 / Eiıl{//i' .)r!rlıi
41
AI-i İmran, 3/19: Prof. Dr. Said Ramazan el-Bfiti, İslfim Akfüdi, s.77-81
42
Matüridi, Te'viliitü'l-Kur'iin, Var. 186a, Üsküdar Hacı Selim Ağa ktb, yazma No: 40:
En-Nesefi, Ebu'l-Muin, Tabsıratu'I, Edille, Var.8b, Süleymaniye
43
Matüridi, Te'viliitu'l-Kur'an, Var.b: En-Nesefi, Tabsıratu'l-Edille, Var. l 98a-b, NGr-u
Osmaniye, 2097
44
Ebu Hanife, el~Alim ve'l-Müte'allim, Ziihidu'l-Kevseri neşri, s.57, Kahire,1368
LıııCtli .)'crlıi / ri7
kiilbleri lmiin etmiş değildir. " 45 Ve: "Bedevi Araplar, fmiin ettik
dediler, deki, lmiin etmediniz ama Müslüman olduk, deyin. fmiin henüz
kalbinize girmedi " 46 sözünü buna delil olarak göstermekte ve kalbi
tasdik olmadan sadece dil ile yapılan ikrarın gerçek bir iman
olamayacağını söy !emektedir.
Eğer iman, sadece dil ile ikrardan ibaret olsaydı, bunu
söyleyenin doğruluğuna derhal inanmak gerekirdi. Oysa yüce Allah
şöyle buyuruyor: "Ey fmiin edenler! İnanmış kadınlar hicret ederek
size gelirlerse onları imtihan edin. Allah onların lmiinlarını en iyi
bilendir. 47 "Sizinle beriiber olduklarına Alliilı 'a yemin ederler. Oysa
onlar sizden değildir. " 48 "Allah sizin fmiinınızı en iyi bilendir. "49 Bu
son ayetin de gösterdiği gibi, kfüpteki imanı, ancak Allah bilir; bunu
kulun bilmesi imkansızdır. Binaenaleyh dil ile ikrar edilenle kaJpteki
iman arasında bir çelişkinin bulunmaması ve bunların tamamen
birbiriyle uyum haJinde olması zorunludur. "Kalblerinde imanın
zerresi bulunmadığı hiilde ben mü'minim, diyenlerin imanla bir ilgisi
yoktu.r ,,50
Gerçek mü'minlerin ahiretteki yeri, ebedi' olarak cennette
kalmaktır. Oysa münafıklar Bakara suresinin sekizinci ayetinde de
görüldüğü gibi, inanmadıkları halde inandık demek sOretiyle güya
Allah'ı aldatmaya çalışmışlardır. İsliim dininin esasları konusunda, her
· şeyi bilen Allah' ın kandırılabileceğini sanmak, en azından hafifliktir,
Allah'ı bilmemektir. Bu ise küfür olup, gerçek iman ile bağdaşamaz.
Şu kadarı var ki, samimi olarak tevbe edenler, günahlarından,
inkarlarından dönenler, tekrar imana dönmüş olacaklardır. Bunların
geçmiş günahlarını Allah bağışlayacaktır. 5 ı
Matürldl, iman için esas olanın kalbi tasdik olduğuna başka bir
delll olarak da dinden dönmesi için zorlanan kimsenin imanını
göstermektedir. Böyle bir kimsenin kalbi imanla dolu ise, zorlamanın
bir sonucu olarak dili ile söylediği sözün bir kıymeti yoktur. Bundan
dolayı onun imanına bir zarar gelmeyecektir. Zira bu konuda ayet-i
45
Miiide, 5/41
46
Hucurfü,49/ 14
47
Mümtehine, 60/ 1O
48
Tevbe, 9/56
49
Nisa, 4/25
50 Bakara, 2/8-9 .·
52
Nah!, 16/106
53
Sahih Buhar! Muhtasarı Tecrit-i Sarih, c. l, s.38-39
54
Mfüürldl, Kitabu'l-Tevhld, s.377, Aynı eser, Dr.F. Huleyf önsözü, s.46
55
Mfüürldl, Te'vilfüu'l-Kur'an, Var. 46, 33b, 186a, 339b: Ebu'l-Muln en-Nesefi,
Tabsıratu'l-Edille, Var, 86, Fatih No: 2907
56
Mfüürldl, Kitabu't-Tevhld, s.377: Te'vilatu'l-Kur'an, Var.46
57
Hucfirfü, 1: Bu ayet Kur'an-ı Kerlm'de 74 yerde geçmektedir
Eın[i/i .).crlıi I 69
58
Mfüüridi, Kitiibu'i-Tevhid, s.378-379: Nesefi, Tabsıratu'l, Edile, Var.198b, 200a:
Miitürldl, Te'viliitu'l-Kur'an, Var. 186a
Teğiibun, 64/2
59
60
Nur, 24/3 t
61
Maturldi, Kitiibu't-Tevhld, s.334: Te'vllfitu'l-Kur'iin, var. 34b, 89a, 128a ...
7o1 E1111 lii Salı i
62
Hucurat, 49/l S
63
A'raf, 7/121
64
Enfiil, 8174
65
Buharı, Müslim ve Tirmizf
66
Feth, 48/27
L111üli Şeılıi / 7 i
67
Miitürfdf, Kitiibu't-Tevhfd, s.391: Te'vllatu'l-Kur'an, Var.69b
68
Mfüüridf, Kitabu't-Tevhfd, s.7-8: Dr. F. Huleyf Mukaddimesi, s.29
72 ı F1111lli Serfli
verir. Aksi ise, kişinin akla aykırı olarak koyu bir inkarcılığa, inatçılığa
düşmesine ve dolayısıyla da sapıklık ve daliilet içinde yok olmasına
sebep olur. 69
Bilgi kaynağının üçüncüsü ise "nazar," diğer bir deyimle
"akıl"dır. Doğru ve gerçek bilgiyi elde edebilmek için bu kaynak
zorunludur. Zira duygu ve haber kanalıyla elde edilen bilginin doğru
olup olmadığı veya bunların dışında kalan diğer hususların, ya da
haberin herhangi bir hata ve yanlışlığı ihtiva edip etmediğinin
anlaşılabilmesi için başvurulabilecek yegane kaynak akıldır. Akıl, bu
gibi durumlarda, hakkı ve batılı ayırt edebilmek için hükmüne müracaat
edilen adil ve tarafsız bir hakim gibidir. Ancak bunun vasıtasıyla
peygamberlerin, doğruluklarına, daviilarının hak ve gerçek olduğuna
delalet eden mucizeleriyle, sahtekarların ve sihirbazların hilelerini
birbirinden ayırmak mümkün olur. Yine ancak akıl ile, Allah'ın sayısız
nimetlerini, varlıkların yaratılışındaki hikmet ve gayeyi, özellikle bu
yaratıkların bir mucidi, bir yaratıcısının bulunmasının zorunluluğu
açısından, kudreti sonsuz bir Yaratıcıya, yüce Allah'a deliilet ettiğini
bilmemiz ve dolayısıyla da Kadim Varlık'la, hadis varlıkları
birbirinden ayırmamız mümkün olur.
· Mfüürldi, bilgi edinmede aklın, düşüncenin ve araştırmanın
zorunluluğunu bu şekilde belirttikten sonra, ayrıca Hz. Peygamber
(s.a.v)'in en büyük mucizesi olan Kur'an-ı Kerlm'de geçen "akletmez
misiniz?", "düşünmez misiniz?" manasındaki bir çok ayeti buna nakli
bir delil olarak göstermekte ve özellikle şu ayetleri zikretmektedir:
Fussilet,53-54: Gaşiye,17-20: Bakara,164: Zariyfü,20-21 70 İşte bu ve
benzeri ayetler de aklın ve düşüncenin birliği üzerindeki büyük
önemini açık bir şekilde belirtmektedir. İnsanoğlu belirli tabiat ve akıl
üzere yaratılmıştır. Bazen aklın güzel gördüğü bir şeyi, tabiatı kabul
etmeyebilir veya tabiatın benimsediği bir şey, akla uygun gelmeyebilir,
ya da her ikisi bir şey üzerinde ittifak ettikleri gibi, ihtilaf da edebilirler.
Bütün bunların hakikatini bilmek ve hangi bilim dalına girdiğini
anlamak, ancak akıl, nazar ve düşünce ile mümkün olur. Bu gerçeği
kabul etmemek ise, inkarcılıktan ve körü körüne inatçılıktan başka bir
şey değildir. 71 Matüridi'nin bilgi nazariyesi ana hatlarıyla budur.
69
Miitüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.7-8: Dr. F. HuleyfMukaddimesi, s.29
70
Matüridi, Kitabu't-Tevhld, s.9
71
Miitüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.10,11
L111:ili .)'nlıi / 7_1
tasdiktir. Küfrün manası ise, tekzlb, yalanlama veya bir şeyin, daha
doğrusu gerçeğin üstünü örtmek süretiyle ortaya çıkmasını önlemedir.
Gerçekte bilginin zıddı, cehalettir, bilgisizliktir. Bir şeyin mahiyetini
bilmek, onu tasdik anlamına gelmeyeceği gibi, bilmemek de tekzib
manasına gelmez. Binaenaleyh kalpteki iman, marifetten başka bir
şeydir. Ancak marifet, kalbi tasdikin hasıl olmasında en büyük rolü
oynayan gerçek bir unsur olduğu gibi, cehalet de bazen tekzibin ve
inkarcılığın bir sebebi olmaktadır. 73
Bu hususla ilgili olarak meselii, bütün peygamberlere kalbimle
iman ettim, demek caiz olduğu halde, onları kalbimle bildim, demek
gerçek iman için yeterli değildir. Esasen yüce Allah'ın "Gönlü imanla
dolu olduğu halde, zor altında olanın dışında, inandıktan sonra Allah 'ı
inkar eden, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazab
vardır; büyük azab da onlar içindir" 74 manasındaki sözü, buna delildir.
Zira kalpte iman olmayıp, sadece marifet bulunsaydı, yüce Allah'ın
böyle demesine gerek kalmazdı. Çünkü inkarın kalpteki bilgiyi yok
etmesi düşünülemez. Bilinen bir şeyin, bilindikten sonra, cehalete,
bilgisizliğe dönüşmesi imkansızdır. Demek oluyor ki, imanda as! olan,
kalbi tasdiktir. Bunu sağlayan da bilgidir.75
72
Matüridi, Kitabu't-Tevhld, s.380
73
Miitüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.380
74
Nah!, 16/106
75
Mfüüridi, Kitabu't-Tevhid, s.380-381: Te'vilfüu'l-Kur'an, Var.876
76
Talak, 65/I l
7-l / Eıııdli Scrlıi
iman ve İslam:
İslam uleması, iman ile İslam'ın bir olup olmadığı hususunda
iki görüş ileri sürmüşlerdir. Iman ile İslam birdir, deyenler, delil olarak
Al-i İmran sfiresinin seksen beşinci ayetini göstermişlerdir. iman ile
77
Miitüridl, Akiiid Risiilesi, s.22
78
Miitürldl, Akiiid Risiilesi, s.22
l'.111J.li ,yalı// 75
79
Bııhfirl, c.l, s.18: Müslim, c.l, s.39: Mfüüıidl, Kitabıı't-Tevhid, s.393: Bııhfiri,
Camiıı's-Sahih, Kitabıı'I-İman
80
Mfüüridi, Kitabıı't-Tevhid, s.394: Nesefi, Tabsiratıı'l-Edille, Var. 202a: Nı1r-ıı
Osmaniye, Ktb No: 2097
81
Mfüürldl, Te'vilfüıı'l Ehli's-Sünne, c. 1, s.257,289: Kitabıı't-Tevhid, s.394,395
7-:'ı / Dmlli Şerlıi
82
Mfüürldl, Kitabu't-Tevhld, s.396: Te'viliitu'l-Kur'an, Var. 22b
83
At-i İmran, 3/19
84
Al-i İmran, 3/85
85
Bakara,2/136
86
Yunus, 10/84
87
Zariyiit, 51/35-36
ı_ııı~"ıli Snlıi / 77
88
Mfüüridi, Kitfibu't-Tevhid, s.397: Te'vilfüu'l-Kur'an, Var. 339b, Selim Ağa Kıb. No:
40: Nesefi, Tabsıratu'l-Edille, Var. 202a
89
Nfir, 24/35
90
Mfüürldl,Akfüd Risfüesi, s.23: Kemal Işık, Mfüüridl'nin Kelam Sisteminde iman Allah
ve Peygamber Anlayışı, s.41,58: Taftazunl, İslam Akfüdi, s.276,280,287: N. Es-Sabun'i,
Matüridlyye Akaidi, s.179
"subüti" sıfatlardandır. Cevherin, cevher olduğu gibi, aynı zamanda var
olan bir şey olması gibidir.
Sıfat-ı Nefsiye tek olan bir sıfattır. O da (Vücud) varlık
sıfatıdır. Bu sıfat, Allah Subhanehu ve Tefüa'nın zatından başka bir şey
değildir. Allah'ın varlığı, birliği mevzuunda ele alacağız ileride. Burada
bilinmesi gereken önemli bir nokta var ki, varlığın (Vücud) iki bölüme
ayrıldığıdır: Kamil olan varlık, nakıs olan varlık. Başka bir ifil.deyle
belirtirsek: Kendinden olan varlık, başkasına bağlı olan varlık. Allah
Teala' nın varlığı, kamil ve zatından olan bir varlıktır. Yani O, zatından
dolayı vardır, kendisine tesir eden bir illetten dolayı değil. Varlığı
zatından olan varlığın hususiyetlerinden birisi de, yokluğu kabul
etmemesidir. Onun dışındakilerin varlığı ise, nakıs ve başkasına tabi
olan bir varlıktır. Yani, onun varlığı başkasından destek almakta ve onu
icad eden birinin varlığına dayanmaktadır. Varlığın bu ikinci çeşidinin
özelliklerinden birisi de; iki yokluk arasında yer almalarıdır. Biri
geçmiş, biri gelecek olan yokluktur.
Zati, kamil ve mutlak olan varlık yalnız Allah'ın (c.c)
varlığıdır. Nakıs ve başkasına bağlı bulunan varlık ise, O'nun dışında
kalan bütün şeylerin varlığıdır.
b) Sıfat-ı Selbiye: Sıfatı Selbiyenin medlı1Iü, Allah Teala'ya
layık olmayan şeylerin zıddıdır. Bu sıfatların cüz.'iyiitı pek çoktur.
Çünkü her noksanlık aksini nefyeder. Noksanlıkların da pek çok
şekilleri ve çeşitleri vardır. Ancak burada beş sıfat vardır ki, bütün selbi
sıfatların ana kaynağı durumundadır. Hayli kalabalık olan cüz'iyiitın
yerine bunlarla yetinilmesi daha isabetli olur. Şimdi bu beş ana sıfatı
kısaca görelim:
91
ihlas, ı ı 211
92
Hadid, 57/3
SIJ I Lııııllf «';ıl'l!ıi
93
Şiirii, 42/ ı 1
E111Jli .)'alıi I 85
Sıfatı
Meani ve Sıfatı Maneviye
Önce sıfatı meaniden başlayarak diyoruz ki:
Meiini sıfatı, Allah Teala'nın zatıyla kaim ve belli bir hükmü
gerektiren her sıfattır. Mesela "ilim" sıfatı gibi. Bu sıfat kendisiyle
nitelenen zatın, alim olmasını gerektirir. Alliih'ın kemal sıfatları hayli
çoktur. Ancak bunlar, başlıca yedi sıfatta toplanırlar. Kur'iin-ı
Kerim' de bu sıfatların ayrı ayrı delilleri mevcuttur. Her birisinin
dayanağı vardır.
Bu meyanda delil olarak Allah Teiila'nın kendi zatına ilim
sıfatını isniid etmiŞ bulunmasıyeterlidir. Buyuruyor ki: "O'nun
ilminden ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey
86 / Lıııdli .)'r:rlıi
94
Bakara, 2/25 5
"
5
Said Ramazan el-Bilti, İslfun Akfüdi eserinden iktibas edilmiştir. Bakınız s. 1 15- 127
E111~\ll .)'crlıi / 87
sınırlandırılmaz. Cevher (öz) değil, araz (varlığı başka bir şeye bağlı
olan şey)hiç değildir. Cisim olmadığı gibi, cisimde bulunması gereken
şeylerden O'nda bulunması da doğru olmaz. Şurada burada olduğuna
işaret edilmesi, kendisine hareket ve bir yerden başkasına geçme
eyleminin nisbet edilmesi doğru olmadığı gibi, bilgisizlik, yalan, uyku,
unutma,. zor . duruma düşme, zorlanma ve benzeri ifadelerle
vasıflandırılması da caiz olmaz. Aynen bunun gibi, zikredilen sıfatların
zıddı sayılan bütün nitelendirmeler boşa çıkarılmalıdır.
Ancak burada (dış görünüş itibariyle) bir çelişki mevcfütur. O
da Allah'ın Kitabındaki bazı ayet-i kerimelerin, Resiilullah (s.a.v)'dan
sabit bir takım hadislerin, lafız ve tabir olarak bazı çelişkilerin varlığını
ifade etmeleri zannıdır.
Allah Teiila'nın zatından uzaklaştırmaya çalıştığımız "Alliih'ın
bir cihette olması, cisim olması, uzuv ve organlarının bulunması,
mekanda çakılıp kalması" ·gibi sıfatların telkininde bulundukları
mes'eleleridir. Bu nasslardan birkaç örnek vermemiz gerekirse:
"Melekler sıra sıra olduğu halde Rabbin(in emri) geldiği zaman. "96
"Allah 'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. " 97 "Hayır, Allah 'ın iki eli
de açıktır, dilediği gibi verir... " 98 "O Rahman arş 'ı istila etmiştir" 99,
gibi ayetlerin yanında bazı hadisleri de zikredebiliriz: "Ademoğlunun
kalbi Rahman 'ın parmaklarından iki parmağın arasındadır. " 100 "Allah
Teala Adem 'i kendisinin suretinde yaratmıştır. " 101
Daha önce kesinlik ifade eden delillerle zikredip açıklamaya
çalıştığımız hakikatlerle, bu ayetleri ve nassların zahir anlamlarını nasıl
bağdaştırabiliriz?
Cevaben denir ki: Kur'an-ı Kerim'in bu nassları, Allah azze ve
celle'nin yüce kitabında, bulunduğunu haber verdiği müteşabih
türünden şeylerdir. Müteşabihten maksad, nassın ifadesini amaçladığı
mananın ihtimiil dairesinde bulunması, kesinlik kazanmaması, zahir
manası da, çeşitli delillerle çürütülmüş bulunan bir manayı ifade
etmesidir. Yanı sıra, Allah Teala'nın sıfatlarıyla ilgili başka ayetler de
vardır ki, bunlar "muhkem"dir, delil.letleri, ihtimal dahilinde değil,
kesinlik arzeder. Amaçlanan manayı sarih ve net bir biçimde ortaya
96
Fecr, 89/22
97
Feth, 48/ 1O
98
Mil.ide, 5/64
9
" Tiiha, 201s
HX> Müslim, Kader,17: Tirmiz!, Kader,7: Ebil Davud,89: İbn Mace, Mukaddime,13
'"'Buhar!, İsti';ı:an,1, Enbiya, 21/1: ,Müslim, Birr,113: Cennet,28
88 I E111ıl fi .<;ıcrlıı
koyar. Mesela: "Zlltına benzer hiçbir şey yoktur. " 102 Bir de şu ayet-i
kerimelere bakalım:
"De ki: O Allah birdir. Allah Samed'dir (her şey varlığını ve
bekasını O'na borçludur. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye
muhtaç değildir. Her şeyin başvuracağı, yardım dileyeceği tek varlık
O'dur). Kendisi doğurmamıştır ve (başkası taraftndan)
doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır. "
103
102
Şura, 421 ı ı
101
ihliis ıı 211-4
104
At-i İmrfin,3/7
Lııı:i/i .)'ı,ılıi / 8lJ
105
Taha, 20/5
106
Bu mevzuda, ayrıntılı bilgi için, M. Said Ramazan el-Biltl'nin İslam Akiiidi, 46-49.
sahifelerine müracaat ediniz
107
Buhar!, İsti'zan,I, Enbiya, 21/I: Müslim,!, 115, Cennet,28
')(}/ Enıôli Scılıi.
108
M. Said Ramazan el-Bıiti, İslam Akaidi, s.143-149
L11ifüi .)erlıi / 9I
Cevabımız:
"Böyle bir şey söylemek caiz değildir" şeklinde
olacaktır. Çünkü böyle bir iddiada bulunmamız, "Allah Tefüa'nın
zatıyla kaim irade sıfatının kamil ve tam olduğu, en küçük çapta bir
zorlama ve zorlanma şaibesinin oraya ulaşamayacağı" hakikatiyle
çelişecektir. Eğer birisi: "Allah (c.c) yağmuru, amaçladığı bir illetten
dolayı yağdırır. O da yeryüzünde bitkilerin meydana gelmesidir. İşte bu
illet, yağmurun yağdırılmasına neden olmaktadır (İlleti ğaiye de aynen
bunun gibidir) derse anlamı; "Allah'ı yağmur yağdırmaya sevk eden
zarfirettir" şeklinde olur. Çünkü bitkilerin· yeşermesi için gerekli olan
vasıta odur. Öyle ise bu durumda kamil irade, bitkileri yeşertmeye
yönelmiş olur. Yağmur yağdırmaya gelince, bu iş büyük ölçüde iradeye
aykırı bulunan zariiret şaibesini taşıyacaktır.
Başka varlıklara sebep olan bütün mahlfikatın durumu da.
bunun gibidir. Yüce Yaratıcı (c.c) hakkında böyle bir söz söylemenin
veya böylesi bir inanca saplanmanın, katıksız bir küfür olacağı
bilineceği gibi, ulfihiyetin iktizasıyla açık bir şekilde çelişeceği de
muhakkaktır.
İkinci olarak: Allah'ın sıfatlarından birisinin de, mutlak
manada tam bir "kudret" olduğudur. Bu sıfat ise, bütün mevcudatın,.
O'nun yaratması ve şekillendirmesiyle olmasını zorunlu kılar. Yoksa
Allah (c.c) hakkında, mutlak manada tam bir kudret. sıfatının
gerçekleşmesi mümkün olmaz. Buna ek olarak Kur'an-ı Kerim, sık sık
bütün varlıkların O'nun tarafından yaratıldığını vurgulamıştır. Şu
ayetler onlardan birkaç tanesidir: "Her şeyi yaratmış, ona bir düzen
vermiş, mukadderatını (kabiliyetlerini, özelliklerini) tayin etmiştir. " 109 ·
"O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratı." JJO "Görmediler
mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya
da kiidirdir. " 1u
Allah Tefüa'nın her şeyi yarattığı hakikati, ancak, başka
kudrete hiçbir sebep ve vasıtaya ihtiyaç duymadan ona yönelmesi,
kainatı yaratmasının, doğrudan tek bir sebep olan Allah'ın kudret ve
yaratma sıfatına dayanmış olması hiilinde doğrulanmış olur. O'nun
fiillerinde ve yaratmasında illeti ğföyeler takdir ettiğimizde bunun
anlamı, Allah'ın kudreti ile bu illet arasında sebepler ve v~sıtaların
olduğunu, ğaiyenin icad edilmesinde, asıl doğrudan etkinin bunlar
109
Furkan 25/2
ııo Bakara' 2/29
111
İsra, ı7t99
tarafından meydana getirildiğini söylememizdir. Artık Allah Teala'nın
yaratması, kainatla ilgisi ancak bu sebep ve vasıtalarla kurulabilir. Bu
durum ise, Allah'ın, her şeyin doğrudan yaratıcısı olduğunu, kesin
ibarelerle ortaya koyan "Kur'an nasslarına" tamamen aykırı olduğu
gibi, Allah Teala'nın "mutlak kudret" sıfatıyla nitelenmesine de
aykırıdır.
Üçüncü olarak: Sıfatı Selbiye, sıfatı Meani ve maneviye'nin
tamamından anlaşılıyor ki, Allah azze ve celle bütün kemal sıfatlarıyla
muttasıftır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. Buna rağmen Allah
Teala'nın fiillerinde de, bizim işlerimizde olduğu gibi illeti ğfüyenin
bulunduğunu söylememiz, bizi zorunlu olarak Allah'ın bazı noksan
sıfatları olduğunu kabul etmeye götürecek ve bu sıfatların başka
varlıklarla tamamlandığını söylememizi icab ettirecektir. Allah (c.c),
böyle bir tasavvurdan tamamen uzaktır. Münezzehtir. Çünkü bir şeye
muhtaç olan bir varlık, eğer kullanacağı belli vasıtaların dışında işe
ulaşamıyor ve gerçekleştiremiyorsa, o varlık, iki yönden eksik sayılır.
Birincisi: Bir kere o, başka bir şeye muhtaç olduğundan dolayı eksiktir.
Çünkü ihtiyaç, noksanlığın bir bölümüdür. İkincisi ise: O varlık,
ihtiyacını başkasına dayanmadan, başkasının yardımını almadan
giderememiştir. İşleri, illeti ğfüye esası üzerinde gerçekleşen herkesin -
durumu budur. ,Öyle ise bu illeti, Yaratıcı'nın (c.c) işlerine ne cür'etle
isnad edebiliriz? 112
Dördüncü olarak: Allah Teala Kitab-ı azimüşşanında net ve
berrak bir icazla, gördüğümüz (ve göremediğimiz) bütün mevcudatı
yarattığını, onların neleri yapmasını dilemişse, o işleri de onların içinde
yaydığını belirtmiştir. Yani Allah (c.c), onların zatını yarattıktan sonra
onlara, istediği sebeplenmelerin meydana gelmesini temin etmek için,
sebepleri de bağışlamıştır. Ayet-i kerimede: "Musa: "Rabbimiz her şeye
yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip, sonra onu doğru yola iletendir
(yaratılış gayesine uygun yola yöneltendir)" dedi. ,,J/3 "Rabbinin yüce
adını tesbih et (O'nun eksikliklerden uzak olduğunu an). O (Rab) ki,
her şeyi yarattı, düzene koydu. O (Rab) ki, (her şeyin biçimini,
özelliğini ve süresini) belirleyip hedefini gösterdi." Her şey, kendisi
için belirlenen hedefe doğru koşmaktadır. Hiçbir şey onun dışına
çıkamaz. Mesela spermanın hedefi in~an, çekirdeğin hedefi dallı
112
Daha geniş bilgi için Abdülhakim'in şerhiyle beraber basılan Siid'ın Şerhu'l
Mevakıfına, s.11,331 ve aynca Celiileddin Devriinl'nin şerhine bkz: s. l l, 206
l1J Tiihii, 20150
Enı;1/i Snlı i ı 'J3
114
A'lfi 87/1-3
115
zari~at, 51/56
116
Furkan, 25149
<N / L111dff Sl!r/Iİ
117
M. Said Ramazan el-BGti, İslam Akfüdi, Aynntılı bilgi için bkz: s.149-156
Bu gerçeği etraflı olarak kavradığımızda, Allah Teala'nın
herhangi bir şeyi yaratması ve ona hükmetmesi hususunda mecbur
olmadığını biliriz. Eğer, böyle bir mecburluk olduğunu düşünürsek
zorunluluğun sebebi, en fazlletli ve en yararlı şeyi yapmak, kabih, ffisid
ve zararlı şeylerden uzak durmak zarureti olacaktır. Güzel şeyi güzel
yapan, çirkin şeyi de çirkin yapan Allah Azze ve Celle'dir. Eşyaya
bozuculuk vasfı veren de O'dur. O'nun nazarında hiçbir şey zatı
itibariyle güzel ya da çirkin diye adlandırılamaz. Yaratılışta bütün eşya
Allah'a nisbetle aynıdır. Allah Tea!a'nın, kendisine itaat edeni
mükafaatlandırmadan cezalandırması, kendisini inkar edeni de
cezalandırmadan mükafatlandırması caizdir. Bu sözün hikmet ve
maslahata aykırı olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü hikmet ve
maslahatı yaratan da Allah Tealfi'dır. O'nun işlerinden birinin
maslahata aykırılıkla nitelendirilmesi düşünülemez.
Ancak, biz diyoruz ki Allah, Kur'an-ı Kerlm'inde açık bir
şekilde emrine uyanları lütuf ve merhametle mükafaatlandıracağını
vaad etmiştir. Vadini yerine getirir. Çünkü O, kendisi, sözünde
duracağını bize haber vermiş, doğru sözlülerin en doğrusu olduğunu
bildirmiştir. Yine O, şeriatıyla doğruluğu güzel, yalancılığı çirkin bir
şey kılmıştır.
Sözün özü: Allah Teala bu alemde dilediği şeyi yaratmış, onun
parçalarını birbiriyle düzenli bir şekilde dizmiş, bazılarını güzel ve
faydalı, bir kısmını da çirkin ve zararlı kılmıştır. Eğer O'nuiı bildirmesi
olmasa, eşya ile özellikleri arasındaki yaratma, tertip ve diİzene sokma
gibi birbirine uygun yaratması olmasaydı, güzellik ve çirkinlik
sıfatlarıni bilmemiz ya da kavramamız mümkün olmazdı. Bu hakikat,
O'ndan kaynaklanan üç gerçeği rahatça ortaya koymaktadır.
Birincisi: Eşya, özünde güzellik ve çirkinlik, yararlılık ve
zararlılık niteliğinden uzaktır. Sonradan Allah bu eşyanın, bir kısmını
şu boyayla, diğer kısmını bu boyayla boyamıştır. "Eşyadaki hüsn ve
kubuh itibfiridir, özle ilgili değildir" şeklindeki sözün anlamı da budur.
İkincisi: Bu hakikat "Allah çirkin ya da zararlı şeyi de
yaratmıştır" şeklindeki sözü doğrulamaktadır. Çünkü Allah eşyada bazı
muayyen özellikler yaratan, ya da insanın maslahatlarına aykırı düşen
muayyen etkileri bulunan sonuçlara sevkeden, yahut onların mizacında
o şeyden bir tiksinti yaratandır. Bunun anlamı ise, Allah' ın yarattığı
kainatın içinde çirkin şeyleri de yaratması demektir.
Üçüncüsü: Allah Teala' nın kainatta çirkin ve zararlı şeyleri
yaratmış olması, Allah'ın, noksan sıfatlarından sayılmaz. Çünkü
96 I E1111ili .)'crhi
Allah'ın, sabit olan kemiil sıfatı gereği, dilediği şeyi yaratmasını hiçbir
şeyin, herhangi bir güç yahut örf, ya da kanun olsun, engelleyememesi
zorunlu olmuştur. O'nun varlıkları sınıflar halinde, güzel- çirkin,
yararlı- zararlı şeklinde yaratması, kamil sıfatının belirtisinden başka
bir şey değildir. Kemiil sıfatına aykırı olan noksanhğı gerektiren sıfat,
O'nun çirkin bir şeyi kesbettiği veya nitelendiğini söylemektir.
Kiiinatta acizliği yaratması ve Onun çeşitli alanlarda göze çarpması,
Allah'ın ziitı için bir eksiklik değildir. Eksiklik, Allah'ın acizlikle
nitelenmesidir.
Yine, Allah'ın, yalanı (bazı insanları niteleyici bir özellik
olarak) yaratmış olması çirkin olamaz. Asıl çirkin olan şey, yarattığı bu
yalana kendisinin de dahil edilmesidir. ı ıs
Bu yalanın, haddizatında aklın ölçülerinde çirkin olmasından
değil, aksine yalanın, kulların maslahatlarıyla uyuşmayan mana ve
gerçeklerden kaynaklanmış olması, Allah'ın onu şeriiitiyle çirkin
saymasından kaynaklanmaktadır. Öyle ise, Allah'ın (c.c) o sıfatla
nitelenmesi mümkün değildir. Bu konuda mes'eleyi kavramadan:
"Allah, zulmü de şeriiitiyle çirkin kılmıştır. Öyle ise, O'nun zülüm ile
nitelenmemesi gerekir. Yine Allah'a itaat edenin ceziilandırılmaması,
herhangi bir suç işlemedikleri hiilde musibetlere uğramamaları gerekir,
demek doğru olmaz." Çünkü zulüm, başkasına iiid olan bir şeyde, onun
rızası olmadan tasarrufta bulunmaktır. İşte şeriatın çirkin gördüğü şey
budur.
Allah Tealiinın mahlfikiitıyla ilgili tasarrufları ise hiçte öyle
değildir. O'nun tasarrufu, mutlak iradesiyle mülkünde tasarruf etmektir
ve bu gizli de değildir. Zihninizdeki şüphe Allah'ın zatını nefsinizle
mukayese etmeniz ve insan toplumunda geçerli olan ölçülere göre
değerlendirmenizden kaynaklanıyor. İnsan örfünün boyun eğdiği bu
kurallar, Allah'ın yaratması ve yapmasından ancak çok cüz'i bir
parçadır. Bu yaratıkların, parçalarından birinin, herhangi bir durumda
Yaratıcının iradesine ve tasarruflarına hakim olması mümkün değildir.
Kiiinatta gördüğümüz, pek çok insanın belii, musibet ve
felaketlere uğraması, kendi aramızda "zulüm" diye nitelendirdiğimiz
pek çok olay, bizim bilmediğimiz hikmetler ve maslahatlara uygun
olarak meydana gelmektedir. O hikmetlerin ve maslahatların bizim
tarafımızdan bilinmesi ve müşahede edilmesi şart olmadığı gibi, o
11
Enbiya. 21/35
•
12
°Furkan 25/20
121
M. S. Ramazan el- Bilti. İsliim Akfüdi. s. 156, 160
hareketlerinin kaynağı kılmıştır. İşte insan bu gizli sır ile özgür ve
istediğini seçebilme kabiliyetini gösterebilmektedir.
Bu demektir ki, Allah iradesi, insan iradesinin dilemesini
istemiş, dolayısıyla insana dilediği ve seçtiği bütün işleri yapabilme
imkanı vermiştir. Bu durumda kişinin kendi özel iradesiyle seçtiği bir
şeyin; Allah'ın iradesine ters düşmesi düşünülemez. Çünkü insanın
kendi iradesiyle seçtiği bir şeyi, Allah'ın istemediğini farz ettiğimiz
zaman, bu düşüncemiz, Allah Teiila'nın insana vermiş olduğu o fiille
ilgili yönelme iradesini dilememiş olduğunu ifil.de eder. Bu ise, Allah
Tealii'nın, insanların irade sahibi olmasını dilemesi ve onda bu sırrı
yaratmayı istemiş olması olgusuna terstir. Öyle ise bu Allah Teliila'nın,
insanın seçtiği bir. işi dilememiş olması faraziyesinin çürük olduğunu
ortaya koyar.
Bu gerçeği ortaya koymak için daha açık bir örnek vermeye
çalışalım: Evde, yanınızda bir hizmetçi var. Onun hizmetteki ve
alışverişteki güvenlilik ve doğruluk derecesini öğrenmek istiyorsunuz.
Bu amacınıza ulaşmak için, adama bir miktar para veriyor ve bazı ev
ihtiyaçlarını alması için onu pazara gönderiyorsunuz. Hizmetçinin
dilediği şekilde hareket edebilmesi için, peşine herhangi bir gözetleyici
takmıyor ve onun tasarruflarını herhangi bir yolla daraltmıyor, aksine
çerçeveyi geniş tutuyorsunuz.
Böyle yapmakla siz, adamın, neyi yapıp neyi terk ettiği
hususunda onun serbestçe hareket etmesini temin etmiş, düşüncesine ve
vicdanının sesine kulak vermesini istemiş, hiçbir zorluğun etki
etmediği bir iradede serbest bırakmış olursunuz. Bu şekilde o kişinin iç
yüzünü öğrenmeniz kolay olur. Eğer adam geri döndüğünde verdiğiniz
emanete hıyanet etmiş ve parayı harcadığı halde en küçük bir şey bile
almamışsa, o adamın hakkında öğrenmek istediğiniz şeyi, ortadaki bu
hakikat ile öğrenmiş olursunuz. (Burada gözetilmesi gereken bir fark
daha vardır: Allah Tefüa, kulun iç yüzünü ve daha sonra seçeceği
şeyleri hfüis iradesiyle bilir) Adam görevini en üstün şekilde yaparak
geri döndüğünde ise, yine varmak istediğiniz neticeye bu şekilde
ulaşmış olursunuz. Çünkü siz, o kişinin mutlak manada hür bir şekilde
tasarrufta bulunmasını değil, ne olursa olsun işin sonucunu öğrenmek
amacını taşıyordunuz. Artık sonucun beğendiğiniz ve sevdiğiniz
şekilde, yada aksi istikamette ortaya çıkması önemli değildir.
Verdiğimiz bu örneği anladıktan sonra, Allah'ın iradesi
yanında insan iradesinin rolünün, efendisinin iradesinin yanında
hizmetçinin iradesi mesabesinde olduğunu anlarsınız. "Elbette ki
Emüll .)'cılıi / 99
122
Zümer, 3917
/IJ(I / Lnul/i .)ı'llıi
İnsan, 76/30
124
Şems, 9117-8
125
E111üli Salıi I !Ol
126
İnsan, 76/2-3
127
Beled, 90/8-l O
J01 / Lıııli lf :;ierlı i
ki, nice insanlar vardır ki, Allah (c.c) h1tfuyla, onun hayırlı şeylere
rağbet etmesini temin ederek, hak yola eğilim duymasına muvaffak
kılmıştır. Niceleri de vardır ki, dünyada Allah' ın azabı onlara isabet
etmiş, iradesinin kötülükten başka bir şey istememesini ve sürekli
şekavet yolundan başka bir yöne yönelmesini temin etmiştir. Ancak
burada bir incelik vardır. Allah Tealii'nın, herkes için geçerli olan
sünneti gereği, lütfunun da insan tarafından kesbedilen muayyen
sebepleri olduğu gibi, Mevlii'nın bu cezfüandırmasının da, insanın fiil
ve eylemlerinden kaynaklanan başka sebepleri vardır.
Bu durum değişebilir mi? Hiç şüphesiz değişebilir. Tii yolunun
başından beri gerçeği gördüğünde ona karşı çıkmamaya ve aklını
kullanmayı ihmfü etmemeye azmeden mümin, O'nun İlah, kendisinin
de, O'na kul olduğunu idrak ettiği zaman, ihlas ve samimiyetle,
zelilliğine rağmen O'na doğru ellerini kaldırarak, kırık bir gönül ama
umutla yalvarır. Bu hususta kendisine yardım etmesini, rahmetinden
gücüne güç katmasını diler. Anında Allah'ın lütfu ve muhafazası dua
edenin imdadına yetişir ve onun gücüne (O'nun hükümlerine
bağlanması için) tevfikinden bir kat daha güç katar, kendi hidayetinden,
onun aklına bir akıl gücü daha katar, iradesine bir derece daha azimet
ve ısrar gücü ekler. Cenab-ı Allah bu gibi insanlar hakkında buyuruyor
ki: "Hidayet bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini artırmış ve
onlara korunmalarını (kendilerini kötü sonuçtan koruyacakları
vasıtaları) vermiştir." 130
"Allah, yola gelenlerin hidfiyetlerini arttırır. " 131 Bunun tam aksi
olduğu takdirde ise, Allah'ın sünneti şöyle cereyan etmektedir: Onların
akll sapıklık ve azgınlıklarını arttırmak, şehvet, heva ve heveslerinden
kaynaklanan alevli ortamda iradeleri eritmek, hatırlatıcıların vaazlarını
ve Allah'ın, iilemlerdeki ayetlerinden daha fazla yüz çevirmelerini
sağlamak olmaktadır. Bunlar hakkında yüce Rabb'imiz buyuruyor ki:
"Kendisine Rabbi'nin ayetleri hatırlatıldığı halde; onlardan (öğüt
almayıp) yüz çeviren ve ellerinin (yapıp) öne sürdüğü (günahlarını,
isyanlarını unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalpleri
üzerine, onu anlamalarına engel olan örtüler, kulaklarının içine de
ağırlık koymuşuz. Onları doğru yola çağırsan da bu halde asla doğru
yola gelmezler (çünkü gerçeğe basiretlerini kapatmışlardır)." 132
130
Muhammed, 47/17
131
Meryem, 19/76 Aynca, Mil.ide, 5/16: Yunus, 10/9, ayetlere de bakınız.
112
Kehf, 18/57 ve A'raf, 7/146: Bakara, 2/26: Tevbe, 9/115. ayetlere de bakınız aynı
konu için.
işte bu ilahi sünnet, sözü edilen ayetlerin pratik tefsiridir. Şöyle
buyrulur: "Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini yola
iletir. " 133 "Allah kimi sapıtırsa artık ona bir yol gösteren yoktur. " 134
Yani hiçbir şeyin, Allah Tefüa'nın, kafirlerin en azılılarını ve dinden en
uzak düşenlerini zorunlu olarak hidayet sebepleriyle yola getirmesine
engel olamadığı gibi, mü'min kullarının en sfüihlerinin kalbinde de
sapıklık sebeplerini alevlendirmesine kimse karşı koyamaz. Fakat
Cenab-ı Allah, (kendisinden bir fazilet ve ihsan olarak), insanlardan
sapıklığın sebeplerine eğilim duymayan, hidayet sebeplerine ve
vasıtalarına karşı ilgisini kesmeyen kimseleri sapıttırmamayı,
kendisinin emir ve tekliflerine müsbet cevap vermeye azimli olan,
O'nun yardımını ve desteğini almak için ubudiyet elini uzatanlara,
tevfik ve hidayet sebeplerini yaklaştırmayı kendisi üzerine farz
kılmıştır. 135
133
Ffüır,35/8
134
Ra'd 13/33
135
M. S~id Ramazan el- Biltl, İslam Akaidi, s. 166-167, 171,173
"
6
el- le!, el- Meviikıf ve şerhi, c. l, s. 375
{111[\// .)"crhi / lil5
m Yasin, 36/82
m Enbiya, 211107
108 I F111tilı .~·a/ıi
139
S.R. el- Büti, İslam Akaidi. s. 289, 299
r·111[ıli .)'cılıi / /ı)l)
Allah'ın olduğu halde; onu insana mfüederek, inkar ile imanı bir araya
getirmek, izah etmeye çalıştığımız hakikatlerin tümünü inkar etmek
anlamına gelmez mi?
Aklı başında bir insanın, sözü edilen iman ile küfrün bir araya
getirilebileceğine inanacağını ve bunda ısrar edeceğini sanmıyoruz.
Kendisini akıllı sandığı halde, böyle bir iddiada bulunan hiçbir
kimsenin bulunacağını da zannetmiyoruz.
Öyle ise; hakimiyet ancak ve yalnız Allah'ındır. Kulların
dünya ve ahiret işleri ile ilgili olarak da, pek çok sahada kanun koyan
O'dur. Karşı karşıya kaldıkları her problemde dayanakları O'dur.
Kuracakları her sistemde, hayatları için çıkaracakları her konuda ilk
merclleri O olacaktır. Kim bu haklkati kabul etmezse Allah' a ve
Resi.ilüne karşı gelmiş ve onları inkar etmiş olur. Artık bundan sonra o
kişinin dili ile Allah'a ve Resulüne iman ettiğini iddia etmesi, namaz,
oruç ve hac farizalarını yerine getirmesinin hiçbir kıymeti yoktur. Bu
konuda akli ve nakil deliller ittifak etmiş, Kitap ve Sünnetin
delillerinden hareket eden bütün müslümanların da icma'ı hasıl
olmuştur.
Bu hakikatin takriri için Allah Teala'nın Kitab-ı Kerimindeki
şu ayetlere kulak vermemiz icab ediyor:
"Şunları görmüyor musun, kendilerinin, sana indirilene ve
senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlar da, hakem olarak
tiiğuta (o azgın şeytana) başvurmak istiyorlar! Oysa kendilerine onu
inkar etmeleri emredilmişti. Şeytan da onları iyice saptırmak istiyor."
"Onlara: Allah 'ın indirdiğine ve peygambere gelin! denince, o iki
yüzlülerin, senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün." "Ya nasıl,
elleriyle yaptıkları (kötülükler) yüzünden başlarına bir felaket gelince,
hemen sana geldiler de: Biz sadece iyilik etmek ve uzlaştırmak istedik,
diye Allah' a yemin ediyorlar." "Allah onların kalplerinde olanı
biliyor. Onlara aldırma, onlara öğüt ver ve onların içlerine tesir
edecek güzel sözler söyle." "Biz hiçbir peygamberi, Allô.h 'ın izniyle,
itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik. Eğer onlar;
kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah 'tan, günahlarını
bağışlamasını isteseler ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi,
elbette Allah 'ı affedici, merhametli bulurlardı." "Hayır, Rabb 'in hakkı
için, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra
da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan
1:111~\ll .)'erlıi / 111
140
Nisa, 4/60-65
112 / Emılli .~crlıi
Nübüvvet ve Risfilet
Nübüvvet: Nebe' kökünden alınma bir kavramdır. Nebe' de
haber anlamındadır. Manası: Alliih'ın vahiy yoluyla, seçtiği kullarına
haberinin ulaşmasıdır. Öyle ise bu kavram, Peygamber ile yaratıcı
arasındaki alakayı açıklamaktadır. Bu alaka da vahiy ve haber verme
olayı ile ilgilidir.
Risalet: Allah'ın (c.c) kullarından birini, başkalarına hüküm ya
da şeriatını tebliğ etmekle mükellef tutmasıdır. Bu kavram, peygamber
ile diğer insanlar arasındaki ilgiyi açıklamaktadır. O da gönderme ve
elçilik alakasıdır.
141
S. R. El- Biitl, İslilm Akaidi, s. 379, 382
Peygamberin durumunu, Allah (c.c) ile peygamber arasındaki
ilgi açısından ele aldığımız zaman, bu olaya nübüvvet adı verilir.
Peygamber ile insanlar arasındaki ilişkiyi ele aldığımızda ise, risale!
denilen kavram ortaya çıkar.
Burada, üzerinde kesinlikle ittifak edilen kat'! gerçeklerin
alanına girmeyen içtihadi bir araştırma konusu vardır ki, bu da alimler
arasında bazı ayrılıklara neden olmuştur. O ihtilaf konusu şudur: Nebi
ve Resfil kavramları, aynı anlama gelen iki kavram mıdır, yoksa her
birinin alanı ve s~hası daha değişik olup, bir insanın nebi olduğu halde
resul olmaması düşünülebilir mi? mes'elesidir.
Bazı a.Jimlere göre bu iki kavram eş anlamlıdır, tek bir varlığı
ifüde ederler. Her nebi aynı zamanda bir resuldür ve her resul, nebi
olarak da adlandırılır. .. Çoğunluk ise, resfil ve nebi kavramları arasında
umum-husus ilişkisi bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Her iki grubun da
kendisine göre Kitap ve sünnetten delilleri vardır. Önce de belirttiğimiz
gibi, konu kesinlik arzetmemekte ve dinin kesin mes' eleleri (zaruratı)
arasında yer almamakta, aksine ihtima.J dahilindeki içtihadi (ta.Ii)
mes'elelerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.
Buna göre biz, nebi ve resfil kavramlarını şöyle tarif ediyoruz:
"Onlar, Allah'ın kendilerine Cibril (a.s) vasıtasıyla vahyettiği şeyleri,
insanların hepsine ya da belli bir topluluğa ileten, ulaştıran, tebliğ eden
kimselerdir. Eğer Allah onlara herhangi bir şeyi vahyeder de, onun
tebliğ edilmesini ernretmezse, onlar bu durumda yalnız nebi olurlar."
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz, hem nebi ve hem de
resfildür.
Müslümanların toptan olarak, içeriği üzerinde ittifak ettiği ve
biraz sonra arzedeceğimiz gibi, kesin delillerle desteklenen bu tarif
üzerinde düşündüğümüzde aşağıdaki hakikatleri kavrarız.
Birinci olarak: Burada kasdettiğimiz vahiy, ilham ve şuur altı
olaylarını kapsamadığı gibi, sezgi ve fıraset adı verilen şeylerin de
dışında bir olgudur. İnsanların günlük konuşmalarında ve ıstılahlarında
vahiy, bütün bunlar için kullanılsa da hiçbir şey değişmez.
İkinci olarak: Bu vahyin başlangıcı, ancak tam bir uyanıklık
anında gerçekleşebilir. Öyle rüya ve düşlerin, peygamberliğin temel
taşı sayılan nübüvvet ya da ilahi vahiy ile herhangi bir ilişkisi yoktur.
Nübüvvetin delilleri tam olarak gerçekleştikten sonra, peygamberlerin
rüya.Jarı da, uyanık oldukları halde aldıkları vahiylerle çelişmez (ya da
reddedilmezse, vahiy olarak değerlendirilir.)
Bu mes'elede, araştırmanın en küçük ihtimal ve tartışmaya
sebep olacak bir yanı yoktur. Bunun içindir ki, "ilfthl risalet"
kavramının içeriği, bütün müslüman gruplar ve cemaatler arasında
kesin hatlarla belirlenmiş ve üzerinde ittifak edilmiştir. Bu olguya
inanmak, Allah'a imanın tam olarak gerçekleşmesi için vazgeçilmez
temel prensiplerinden birisidir. Çünkü bu olay Kitap ve Sünnetten pek
çok kat'i ve kesin delillerle sabit olmuş bulunmaktadır.
Vahiy Gerçeği
Vahiy: Nübüvvet ve Risalet kavramalarının, hakikati ile
ayakta durduğu ilk ve temel esastır. Onun içiİı Vahiy, bütün gayb ile
ilgili haberlerin, akide ve hukukla ilgili hükümlerin birinci kaynağıdır.
Çünkü "Vahiy hakikati" kendi kafasına, görüş ve düşüncesine, aklına
göre kanun yapan insanla, herhangi bir eksiklik ve fazlalığa, ya da
değiştirmeye meydan vermeden, Rabbinden aldığını, olduğu gibi tebliğ
eden insan arasında tek ayrıcı, tek hakimdir. (Bunun için İslftm
düşmanları, Resfilullah'ın (s.a.v) hayatında cereyan etmiş olan vahiy
konusunu işlemeye çok önem verirler).
Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin hayatındaki vahiy
kavramının kaynağı, Kur'an-ı Keri'm, si'ret ve sahih sünnetlerle bize
nakledilen haberdir. Eğer bu kavram, sözünü ettiğimiz kaynaklardan
bize kadar ulaşmamış bulunsaydı, vahiy kavramının, düşüncelerimizde
ve İslftm düşmanlarının düşüncelerinde en küçük bir biçimde tasavvur
edilmesi düşünülemezdi. Onun için de, o konuyla ilgili herhangi bir
araştırma olmadığı gibi, ne biz müslümanların katında ne de diğerleri
nezdinde teorilerden herhangi biriyle ya da rastgele bir anlamda tefsir
edilmesi, izah edilmesi mümkün olmazdı.
Yukarıdaki sözlerin anlamı şudur: Anlaşılsın, anlaşılmasın Hz.
Muhammed'e gelen "vahiy" müsteşrikler, İsliim düşmanları ve onların
arkasında yürüyenler de dahil olmak üzere, bütün araştırıcıların
üzerinde söz birliğine vardıkları ve ittifakla kabul ettikleri bir konudur.
Bu konuda tam bir birliğin oluşmasının asıl sebebi Tarih delllidir. Yani,
Kur'an-ı Kerim, sahih sünnet ve si'reti Nebeviye'nin vesikasıyla temsil
edilen tarihin delaleti ... Bütün bu tarihi belgelerin başında, Sahihi
Buhar! ve başkaları tarafından da rivayet edilen "vahyin başlangıcı"
kıssası gelir.
bııMı .';:alır/ 115
142
Ahzab, 33/40
I lö / !:111ıili ,)'erlıi
bölgeye gönderilmiş
bulunan peygamberler, dünyanın doğusunda ve
batısındaki muhtelif insan topluluklarına gönderilmiş bulunan
peygamberlerin toplamından sadece küçük bir bölümdür.
Bu sözü ispatlamak için Allah Tefüa'nın şu sözleri yeterlidir:
"Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere
de (vahyetmiştik). " 143 Başka bir ayet-i kerimede: "Her millet içinde
mutlaka bir uyarıcı (peygamber) gelip geçmiştir. " 144 Bir diğerinde de:
"Rabbin, şehirlerin anası (olan Mekke)de, onlara ayetlerimizi okuyan
bir elçi göndermedikçe ülkeleri helak edici değildir. Ve biz, halkı zalim
olmadan ülkeleri helak edici değiliz. " 145
Buna göre, asırlar boyunca gönderilen peygamberlerin, sayı
olarak binlerceyi aşmış olması gerekir. Bazı alimler bu sayıyı yüz yirmi
dört bin olarak sınırlandırmışlardır. Fakat biz, cumhG.r-u ulemanın
dediği gibi, Kitap, sünnet ya da uyulması gerekli olan herhangi bir eser
bulunmadığından dolayı, bu sayıyı veya başka bir sayıyı ileri sürmeyi
uygun görmüyoruz. Aksine, Kur'an-ı Kerim'in getirdiği ile yetinmemiz
ve ona karşı edebimizi muhafaza ederek, icmali olarak iman etmemizin
gerektiğine, "bazı peygamberleri sana anlatmadık" ayeti uyarınca
iman etmemizin daha doğru olacağına inanıyoruz. Nesefı"nin (r.a)
dediği gibi, "herhangi bir sayı belirlemek, peygamber olmayan bir
kişiyi peygamber olarak saymak, peygamber olan bir kişiyi de
peygamberlerin dışında mütalaa etmek gibi bir durumun ortaya
çıkmasına neden olabilir." 146
3) Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ile kendisinden
önce gönderilen peygamberler arasındaki farkların en önemlisi;
Efendimiz'in (s.a.v) bütün insanlığa ölçü olarak gönderilmesidir.
Müslim'in, Cabir b. Abdullah'tan rivayet ettiği sahih bir hadiste,
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Benden önce hiç kimseye
verilmeyen beş şey bana verildi:
a) (Eskiden) her peygamber hasseten kendi kavmine
gönderiliyordu. Ben ise kızıl ve siyah bütün insanlara gönderildim.
b) Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden önce hiçbir
kimseye helal edilmemişti.
c) Benim için yer, tertemiz ve mescid kılındı. Binaenaleyh her
kim namaz vakti gelirse bulunduğu yerde namazını kılar.
143
Nisa, 4/164
Fiitır, 35/24
144
145
Kasas, 28/59
146
Nesefi Akfüdi ve Sa'd'ın Şerhi'ne bakınız. S.464
L111<.ıli .)"nlıi / 117
ısı Kasas,28/7
ısı Meryem, 19/24
! 2U / E11uili .)'<:ılıi
153
İsra, 17/94-95: Ramazan El-Bfiti, İslam Akfüdi, s.191,212
122 ı 1:·111!1/i Scılıi
154
Buhar!, Fezfülü'l-Kur'an l ,-İ'tisfön l: Müslim, İman, 239: ibn. Hanbel, Müsned, c.2.
341, 451
verdiği gibi çıkmış olmasında berraklaşmaktadır. Aynı şekilde geçmiş
ümmetlerden ve onların kıssalarından bahsetmiş olması da, i'caza
örnek teşkil eder. Bütün zaman ve mekana uygun, genel ve engin bir
hukuk sistemi ortaya koyması da, ayrıca bir mucizedir.
Yalnız Araplara yönelik bulunan Kur'an i'cazı ise, bu,
Kur'an 'ın "nesir" in alışılmış üslı1p ve yöntemleriyle tam tamına
uyuşmadığı gibi "şiir" in bilinen vezinleriyle, aruzlarıyla bağdaşmayan
parlak nazmıdır. Bunun yanında hayret verici yüce bir belagatı vardır.
Öyle ilginç bir üslubu vardır ki, ondan avam olsun, havass olsun,
ihtisas erbabı olsun, fark gözetilmeden herkes yararlanır. 155
İşte bu büyük Kitap peygamberimiz Hz. Muhammed'in en
büyük mucizesidir. Kur'an'ın i'cazı hususunda geniş bilgi sahibi olmak
isteyenler, onun i' cazı ve belagatini inceleyen özel eserler vardır,
onlara baş vurabilirler. Mesela, Said Ramazan el-Bilti'nın Revaiil
Kur'an adlı eserine bakılabilir.
Rasillullah (s.a.v.)'in Kur'an-ı Kerim dışında pek çok
mucizeleri vardır. Bunlar sahih haberler yoluyla ulaşmış ve bu
konudaki nakiller tevatür sınırını da aşmış bulunmaktadır.
o mucizelerden birisi İsra ve Mide mucizesidir. Kur'an-!
Kerim ondan bahsetmiş, Müslümanların cumhuru onun ruh ve cesetle
beraber gerçekleştiğinde ittifak etmiştir. 156
Onlardan bir tanesi de, ayın yarılması mucizesidir. Kur'an-ı
Kerim bundan da şu ayet-i kerimede bahsetmiştir: "(Kıyamet) saat(i)
yaklaştı, ay yarıldı. Bir mücize görseler hemen yüz çevirirler ve
"süregelen bir büyüdür" derler. (Bu ifade de, olağanüstü bir olayın
vukuunu gösterir.)" 157 Bu konuda varid olan hadis-i şerif ise, pek çok
yollarla rivayet edilmiştir.
Parmaklarının arasından suyun kaynaması da . başka bir
mucizesini oluşturmaktadır. Buhiirl ve Müslim, Enes b. Mfüik'ten
rivayet edilen hadiste bahsederler. Parmakları arasından suyun
kaynaması mucizesi sahih rivayetlerle bildirildiğine göre, bir çok kere
tekrarlanmıştır.
Mucizelerin bir tanesi de, zehirlenmiş olan kızartılmış
koyunun kendisiyle konuşmasıdır. Hadisi Buhar! rivayet etmiştir.
Sahih rivayetlerle bize kadar gelmiş bulunan diğer mucizeleri:
155
Bu mevzuda, şu ayetlere bakınız: AnkebGt, 29/50-51: Enfiil, 8/31: Bakara, 2/23-24:
İsra, 17/88: Şuara, 26/210-212: Hud, ı 1/14: Tur, 52/33-34: Zuhruf, 43/30
İsra, 17/1: Necm, 53/1-18
156
157
Kamer, 54/1-2
I ]-1 l,!:11ııili .~"c,r/11
Ehl-i Sünnet
İslam mezhepleri Ehl-i bid'at ve Ehl-i Sünnet diye ikiye
ayrılmaktadır. Hariciler, Kaderiye, Cebriye, Mu'tezile, Şia ve
Mücessime birinci gruba, Selefiye, Matürldlye ve Eş'ariye ikinci
kısıma girmektedir. Ehl-i sünnet ile ehl-i bid'at arasındaki farklar
kısaca şu şekilde özetlenebilir.
1) Ehl-i Sünnet, Hz. Peygamber'in ve sahabenin geleneklerine
bağlıdırlar. Onların izinde olmayı kendilerine yol olarak seçmişlerdir.
Bundan dolayı sünnetçiler ve gelenekçiler adını almışlardır.
Ehl-i bid'at ise, sünnetten çok kendi uydurmaları olan fikir ve
inançlara bağlanırlar. Bid'at da kelime olarak, sonradan uydurulan şey
demektir.
2) Ehl-i Sünnet ayet ve hadisleri kendi şahsi görüşlerine göre tevil
etmez, Allah ve Rasfilü'nün ayet ve hadisten kasdettikleri manaya
uymaya çalışırlar. İbtida' değil ittiba esastır.
Ehl-i bid'at ise ayet ve hadisleri kendilerine göre tevil ve tefsir
ederler. BatınJler ve Mu'tezile, ayetin zahirini terk ederek başka
maniilar ararlar. Bu yüzden Ehl-i heva diye isimlendirilirler.
3) Ehl-i Sünnet, Hariciler gibi tamamen zahire de bağlı
değillerdir. Nassları tevil etmemekle beraber, nassların ruhuna ve özüne
de ehemmiyet verirler. Yani, zahir-batın dengesini muhafaza etmeye
çalışırlar. Haricllerde olduğu gibi, bazı ehl-i bid'at mezhepleri ayetlerin
tümünü zahirine göre değerlendirirler. Bunun için de bir çok noktada
dalalete düşerler. Bunlara zahirperest denir.
4) Ehl-i Sünnet, ümmetin bütünlüğüne ve ayrılmazlığına
büyük değer verirler, tefrikaya karşı çıkarlar. "müslümanım" diyen
herkesi Müslüman kabul etme taraftarıdırlar.
158
S. Ramazan el-BUtl, İslam Akaidi, s. 222
L111üli Seılıi ı ı 25
159
Tafıazanl. İslam akfüdi, s. 95
/ 26 I E111(//l .';ı'crlıi
160
Müddessir, 74/38
161
M. Said Ramazan el-Bütl İslam Akfüdi, s. 31 O
162
Mü'minı'.ln, 23/99-100
L11ıüli S('J/ıi ! i 27
163
Bkz: Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, s.149
/ l8 / E1111'/i .)'crlıı
Önsöz
1. Beyt:
Tercümesi:
"Bu kul Ema!i'nin başlangıcında, inciler gibi saf ve berrak bir
nazım ile Rabb'ini tevhi'd ve akfüd ilmi için der ki."
Açıklaması:
Nazım Aliyyü'l Kari (r.a), son derece değerli, saf ve berrak,
pırıl pırıl aydınlığı
ihti:va eden fayda ve güzelliğinden dolayı, "Tevhid-i
Nazm-ı" ipe dizilmiş inciye benzetmiştir.
Allah Tea!a'ya kul olabilme mefhumunda insana gereken,
tevazfiunu açıklamaktan başka, Allah'ın (c.c) Rubfibiyyetini itirafı da
içermesi sebebiyle, nazım kendisini abd (kul) ile vasfediyor. Allah
Teala, yüce bir nimet olan kulluk vasfıyla şereflendirmiştir insanı. Bu
yüce sıfatı alan insan da, kul olmanın gereği, Rabbine hürmet ve
tazimde bulunur, emirlerine tevazu ile boyun eğer,. yasaklarından da
sakınır. (Mana şöyle de olabilir: Bu yüce sıfat sebebiyledir ki, insan
hürmet ve ta'zim görmektedir.)
Bir beyitte şöyle deniyor: "La teda'nl illa biya abda!ıu-Fe
innehu ·eşrefü esma!."
"Beni, sadece ey Allah 'ın kulu diye çağırın. Zira abd (kul)
isimlerimizin en şereflisidir." Medlı1lü üzere abd, mü'minlerin ismidir.
Bilinmesi gereken husus şudur: Ehl-i irfana göre, Kur'an-ı
Kerim tevhid delilleri ile doludur. Bu delillerden birkaç misaJ verelim .
~y
• · 1\ '·,o "- 11, ,
(.)-C>. y .J't> 'J\
<
4.11< 'J j_:.J tıı :.<~ 'f
, .J < i"T" ..J
/3U /. f:llliili Şet!ıı
.ı Bakara,2/163
2
Muhammed, 47/19
3
Ankebfit, 29/61: Lokman, 31/25: Zümer, 39/38
4
İbrahim, 14/10
5
Zümer, 39/62
6
En'am, 6/1
7
İsra, 17/12
ı~ıııııiı .).·ı/ıi ! 131
gök de) bozulup gitmişti. '"'i Bu ayetin temanu' (irade çatışması) delili
olması, kat'i icma ile sabittir, zanni değildir.
Tablatçılara (tebayiun) göre yaratıcı kuvvet dörttür; Hararet
(sıcaklık), burudet (soğukluk), rutubet (yaşlık), buyuset (kuruluk).
Eflakiler de (felekiyatçılar) yaratıcının yedi olduğunu iddia etmişlerdir.
Zuhfıl (Satürn), Müşteri (Jüpiter), Merih (Mars), Zühre (Venüs), Utarit
(Merkür), Güneş ve Ay.
Bunların butlanı (abes ve boş oluşu) akli ve nakli delillerle
zahirdir. Cehlen puta tapanlar ise, Senevi, Mecusi, Eflaki, Tabiatçı ve
bunların görüşlerini benimseyenlerden daha akıllıca davranmışlar,
Allah vardır, putlar bizi Allah'a yaklaştıran vasıtalardır demişler, ancak
Rububiyyeti itirafla beraber dalalete düşmekten kurtulamamışlardır.
Teslis akidesini getirmişler dolayısıyla diğerleri gibi onlar da İslam'a
ve ehl-i Hakk' a muhfılefet etmişlerdir.
Tevhid ehli ise, vucudiyye, hulfiliyye, ittihadiyyenin hilafına,
Allah Teftla vücudu mutlaktır. Yani, Allah Tefıla, mutlaka kendinden
dolayı ve zarureten var olmalıdır; bu ise ancak tek olarak düşünülebilir.
Bu hususun isbfüı ile ilgili olarak, Kur'an-ı Kerim'de geçen muhtelif
ayet-i kerime vardır. Özellikle de Enbiya suresi 62. ayetinde durum
açıkça zikredilmektedir.
Hasılı ehl-i iman nazarında "Tevhid" kalb ile tasdik ve dil ile
ikrardır. Allah Teiila zatında "Bir"dir, sıfatında "Bir"dir, mahlfiku
sanatkarane yaratmasında "Bir"dir ki, Allah Tealii'nın kavl-i kerimi
(Kur'an) bu delillerle doludur.
Aliyyü'I Kari (r.a)'nin metnini imkan ölçüsünde ve
kaynaklardan mülhem şerh etmeye çalışalım. Miitüridi
Allah'ın Varlığı
Alem, Allah'tan başka var olanların adıdır. Çünkü (alamet
kökünden gelen) ftlem, Yaratıcısı' nın varlığını gösteren bir belirtidir.
Allah Azze ve Celle'nin varlığına iman, bütün akide
mes'elelerinin başıdır. Itikadi mes'elelerin geriye kalan kısmı bundan
türemektedir. Ondan sonra da insanın, inanılması gerekli bulunan
mes'eleleri düşünmesi ve iman etmesi için akıl harekete geçirilir.
Bunu başka bir şekilde ifil.de etmeye çalışırsak: Evrende
görülen hakikatlerin tümü, esas olarak, tek olan büyük bir hakikatten
kaynaklanmıştır. İşte bu, hakikatlerin hakikati, Allah Azze ve Celle'nin
"Enbiya, 21122
!:!2 I Lnıcilı Serlıi
9
Prof. Dr. Said Ramazan el-Bilti, İslam Akfüdi, s.85
10
Mfüüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.7
11
Mfüüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.I 1
12
Zümer, 39/62: En'fim,6/101: Bakara, 2/117: Al-i İmran, 3/189:Mfüde, 5/18,40, 120
Lılllill Scrlıi ! 13.i
17
Miitürldl, Kitabu't-Tevhld, s.13-15: Saim Yeprem, Miitürldl'nin Akide Risalesi, ve
Şerhi, s.17, 19
Fııııll'i .)'ı:rlıi / / 35
kendine ayakta durabiliyorsa, buna ayn (yani madde), aksi halde araz
denir. Madde de, araz da hadistir.
A'yan
"A'yan bizatihi ve kendi başına kaim olur." Kendi kendine
kaim olan da ya mürekkebdir veya değildir. (İlkine "cisim" ikincisine
"cevher" denilir). Cüz-i liiyetecezza (ve cevher-i ferd: atom) dedikleri
şey budur.
Buradaki "A'yan" bizatihi kaimdir" (yani, hükmü vacibü'l-
vücud olan Allah'ı değil, sadece onun dışında kalan), mümkün şeyleri
şumı1lüne almaktadır. Ömer Nesefi'nin, a'yanı iilemin bir bölümü
sayması karinesi, bunu göstermektedir.
Genellikle cisim, madde manasına gelmektedir.
Keliimcılara göre cisimlerin başlıca nitelikleri ve temel
özellikleri şunlardır: "Ecsam mütenahidir (cisimler sonlu ve sınırlıdır),
"cisimler hadistir", "cisimler mütemasildir" (ana vasıflan itibariyle
birbirine benzerler), "cisimler baki ve devamlıdır" (Arazlar gibi gelip
geçici nitelikler değildir), "cisimler iç içe girmezler" "cisimlerde
tedahül olmaz" "cisimler arazsız olmaz) (ecsam arazdan hiili değildir),
"cisimlerin ve iilemin ebedi olması zaruri değildir," "başı olduğu gibi
sonu da vardır," "cisimler ölçülebilir."
Keliimcıların maddeyi ve niteliklerini sınıflandırmasını daha
açık olarak şöyle gösterebiliriz:-
Var olan hadis ve mahlı1k şeyler: l. Ya bizatihi kaimdir, buna
a'yan denir. 2. Veya başkası ile kaimdir, buna da a'raz denir.
A'yan da: a) Ya mürekkebtir, bileşiktir, buna cisim denir. b)
Veya mürekkeb değildir, basittir, buna da cevher, cevher-i ferd ve cüz-i
Jayetecezza gibi isimler verilir.
· Kelamcılara göre, "bir şeyin bizatihi kaim olması" uzayda ve
boşlukta kendi kendine yer kaplaması (tahayyuz); yer kaplama
konusunda, yer kaplayan (mutehayyiz) başka bir şeye tabi ve bağlı
olmaması, manasına gelmektedir. Arazlarda durum bunun aksinedir.
Zira arazın yer kaplaması, kendisine mevzu olan cevherin yer
kaplamasına tabi bulunmaktadır. Buradaki "mevzu" sözü, arazın kaim
olmasını temin eden mahiil ve mekan, demektir.
"Arazın varlığının bir mevzu ve bir mahalde olması" bizatihi
arazın mevcut olması, arazın hakiki ve asli varlığı mevzuundaki
varlığından ibaret _olup, onun dışında bir mevcudiyeti yoktur. Bundan
dolayı arazın mevzuundan intikiili ve ayrılması imkansızdır. Hiilbuki
136 / 1:111(//i .)'a/11
Araz
"Araz, bizatihi ve kendi kendine kil.im olmayan şeydir." Araz
başkası sayesinde vardır, sıfatın mevsilfuna mahsus olması gibi veya
mekanda yer kaplaması bakımından başkasına tabidir. Araz var olmak
için başkasına tabidir, sözü, bazılarının zan ve vehmettikleri gibi, mahiil
Fınıili .';ı'crlıi I / 17
18
Taftazani, İslam Akiiidi, s.123-127,130,134
19
Miitürldi, Kitabu't-Tevhid, s.21: Akiiid Risfilesi, s.13: i.Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, c.2,
s.98: M.Saim Yeprem, Miitürldi'nin Akiiid Risiilesi ve Şerhi, s.66-67
20
Mü'miniin, 23/91
İsra, 17/42: Miitürldi, Te'viliitu'l-Kur'an, var.3 lb, 6lb, 81 b, 236a, 419b, 433b, 906a:
21
22
Mfüürldl, Kitabu't-Tevhld, s2l: Dr. Hulyef Muk. S.36: Te'viliitu'l-Kur'an, var.3lb,
Selim Ağa Ktb. No.40
21
Mülk, 67/3
24
Mfüür!dl, Te'vllfüu'l-Kur'an, var.31 b, 32a, Selim Ağa Ktb. No.40) Genel olarak bu
mevzuda bazı ayetler şunlardır: İsra, 17/42-43: Mfüür!d!, Te'vllfü, var.419b: Mü'minfin,
23/9 ı: Te'vlliit, var.433b, 493a: Enbiya, 2 l/22: Rad, 13/16
25
Mfüürldl, Kitabu't-Tevh!d, s_J 9,20: Dr. Huleyf Muk_ S.35: Te'vllatu'l-Kur'an,
var.419b, 433b, 493a, Selim Ağa ktb. No.40
Lnı!İlı .'.ıı ı !11 ! /-! I
26
Mfüüridi, Kitabu'ı-Tevhid, s.20
27
Mfüüridi, Te'vilfüu'l-Kur'iin, var.433b, i. Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i l\eliim, c.2, s.95-96
28
Miitliridi, Te'vilfüu'l-Kur'iin, var.3lb, 419b, 493a
1-12 / l:ııuili .)ı·ı/ı.ı
29
Mfüüridl, Kitabu't-Tevhld, s.22
-'
0
Şura, 42111-12
31
Mfüüridi, .I<-itabu't-Tevhld, s.23 vd
32
Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber, s.33
lcıllıİİr .)« r/ri / /-l_i
"Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O'ndan başka hiçbir iliih yoktur.
O'dur Rahman, Rahim. "35 Allah Teala uluhiyyetteki eşsizliğini,
şerikinin ve benzerinin bulunmadığını, bir, tek, eşsiz, benzersiz ve
kimseye muhtaç olmayan ilahın, Rahman ve Rahim olan Allah
olduğunu haber veriyor. Hadisi şerifde varid olur ki: "Allah 'ın en
büyük ismi (ism-i A'zamı) şu iki ayet-i kerimededir": "ilahınız bir tek
itahtır. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O'dur Rahman, Rahim."
"Elif, lam, mim. Allah. O'ndan başka ilah yoktur. O'dur Hayy ve
Kayyum. " 36
31
Cürciinl, et-Ta'rlföt, el-Akiiid maddesi: Bekir Topaloğlu, Keliim İlmi, s.45
34
İmiim-ı A'zam EbQ Hanife; Fıkh-ı Ekber, Aliyyü'I Kari Şerhi, s.33-34: Huccetullah-il-
Bfüiğa, Şah Veliyullah Dehlevl, c. l, s.368
35
Bakara, 2/163
36
Bakara, 2/163: Al-i İmran, 3/1-2: Şehr b.Havşeb Esma binli Yezid kanalıyla,
Resfilullah' dan naklediyor.
J-1-1 / L1111i 1i ,>alı i
38
Taftazani, KeHim İlmi ve İsHim Akaidi, Şerhu'l-Akfüd, s.141
39
Rum, 30/30
40
Al-i İmran, 3/83
41
Bakara, 2/31
42
Rahman, 55/4
43
En'am, 6/40-41: Zümer, 39/3: Casiye, 45/24: Lokman, 31/25: Zuhruf, 43/9:Mü'minfin,
23/84-90: Bekir Topaloğlu, Allah'ın Varlığı, s.21: İsbfü-ı Vacib ayetlerini Prof. Dr. Bekir
Topaloğlu'nun Kur'an-ı baştan sona kadar tedkik ederek tesbit etmiş olduğu, Alliih'ın
Varlığı (İsbfü-ı Vacib) adlı eserinde görmek mümkündür. Lütfen müracaat ediniz. S.23-
24
/-J() / Lnuili .)'ahi
44
Bakara, 2/18: En'am,6/39: Rüm, 30/52: Bakara, 2/6: Rüm, 30/58: Kehf, 18/53: Furkan,
25150: Hüd, 1111O1: Zuhruf, 43176
45
Ffüır, 35/42: Casiye, 45/7: A'riif, 7/146
İzmirli i. Hakkı, Muhassalu'l-Kelilm, s.46
46
47
Gazzfül, İhyau Uh1mi'd-dfn, c.l, s. 105
48
Bakara, 2/ l -6: İsra, 17/9
L11uili .)'cr/ıi / 1-17
49
İzmirli İ.Hakkı, Muhassalu'l-Kelam, s.36
50
Hicr, 15/14
51
Bakara, 2/8: Al-i İmran, 3/27: En'am, 6/93: Yunus, 10/31: Rum, 30/19
52
Bu husustaki ayetler için bk: Nedim el-Cisr, Kıssatu'l-İman, s.303: Akkad, Allah, s.237
53
Ra' d, 13/4
148 / F11lllli .)'erhi
vaz' etmektedir.
Et-Tiir siiresinin: "Yoksa onlar kendiliğinden, yaratan
olmaksızın mı yaratıldılar veya kendilerinin yaratıcıları yine kendileri
midir? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yaratmış? Hayır, onların yakini
yok" 59 mealindeki ayetleriyle alakalı olan Buhiiri ile Müslim'in
naklettikleri hadise, Kur'an delillerinin insan üzerinde gösterdiği tesiri
anlatması bakımından güzel bir örnektir. Bedir harbinden sonra müşrik
54
Al-i İmran, 3/190
55
Sahihu Müslim, c.l, s.221: Kitap et-Tahiire, Bahis, es-Siviik, 2/15
56
Sahihu Müslim, c.4, s.2384
57
Ayni, Umdetu'l-Kiirl, c.l 1, s.545
58
Sahihu'l-Buhiiri, c.8, s.175: Et-Tevhid
59
Tiir, 52135
L:.lllôl/ .)'crlıi I I -.f.9
60
Sahlhu'l-Buhiirl, c.4, s.49: Tefslru'l-Kur'iin, Sfiretu ve't-Tfir: Müslim, c.l, s.338: Es-
Saliit, El Kıriia fı's-Subh, 4/35: İbn Hacer, el-İsiibe, c.l, s.227: Daha geniş bilgi için
bk:Prof. Dr. Bekir Topalo"ğlu, Alliih'ın Varlığı (İsbiit-i Vacib) s.21-30
61
Rfim, 30/30
ı 5o ı t·.111ôli Seilıı
b) İlham Delili
Allah'ın varlığınıidrak ve isbat etmek için, aklı kullanmak
mümkün olduğugibi, kalbe yönelmek de mümkündür. Daha çok
tasavvuf erbabının tercih ettiği kalb yoluna, keşif ve ilham metodu
denilmiştir. Örtü ve perdeyi kaldırmak manasına gelen keşif, burada şu
demektir: Bedeni ve ruhi güçlerini dünyadan ayırıp, yüce aleme
yöneltmek (riyazet ve mücahede), beşeri sıfatları ve bedeni kuvvetleri
yok etmek64 suretiyle gerçekle arasındaki perdeyi kaldırmak ve gerçeği
doğrudan müşahede edip tanımak. İlham ise normal bilgi vasıtalarına
başvurmaksızın insan kalbine Allah tarafından bırakılan bilgidir. Bu
65
62
Bekir Topaloğlu; Alliih'ın Varlığı, s.119
63
Nemi, 27/62
64
İbn Haldun, Şifiiu's-Siiil, s.39
65
Cürciini, et-Ta'rifiit, Tahiinevi, Keşşiif, ilgili madde
66
Bekir Topaloğlu, Alliih'ın Varlığı, v.136-137
I:'1111ill Scılıi ı 151
67
Bekir Topaloğlu, Allah'ın Yarlığı, ilgili bölümler
68
Ra'd, 13/16
152 ı Lillllll Salıi
d) Nizam Delili
Bu delll daha çok "Gaye ve Nizam Delili" olarak tanınır. Canlı
cansız bütün varlıkların incelenmesinden şu netice çıkarılmıştır ki, her
varlık hem yapılışı, hem iç fonksiyonları, hem de diğer varlıklarla olan
münasebeti bakımından hayret verici bir nizama, bir düzenlemeye
sahiptir. Mesela insan vücudunu ele alalım. Bu teşkll eden organlar,
insanın ihtiyacını yerine getirecek, onu tehlikelerden koruyacak ve
hayatiyetini sürdürecek bir şekilde yapılmıştır. Öyle ki, bu organların
birinin (mesela bir kaza ile) kaybedilmesi hiilinde onu aynı kalite,
fonksiyon ve dayanıklılıkta yeniden yapmak mümkün olmamaktadır.
İlmin ve tekniğin bu kadar ilerlediği bir çağda, bütün dünya bilginleri
bir araya gelse bile bundan aciz kalır. Peki, sayı ile ifadesi mümkün
olmayan bunca insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkta görülen bu
fevkaliide üstün san'atın sanatkarı kimdir? (Allah cc)
Üzerinde yaşadığımız tabiatın bu fevkaladeliği, ta milattan
önceki asırlardan itibaren ilim ve fikir adamlarının dikkatini çekmiş,
üzerinde birçok şey söylenmiştir. Irk ırk insanıyla, boy boy hayvanıyla,
renk renk bitkisiyle, dağıyla, ovasıyla, nehriyle, deniziyle, ayı ve
mehtabıyla, güneşiyle, yıldızıyla "kil.inat" denen bu harika, filozofu
düşündürmüş, bilgini konuşturmuş, şairi coşturmuş, sıradan insanın
bile dikkatini çekmiştir.
Görülmüş ve tecrübe edilmiştir ki, karıncasından devesine, su
kabarcığından gök kubbesine, sivrisineğinden yıldızına kadar her şey
bütünüyle tabiat, belli bir plan, program ve gayeye göre olmakta,
oluşmakta, değişmekte ve yenileşmektedir. Aksaması, bozulması
olmayan bu ahenk, bu nizam nasıl teşekkül etmiştir? Materyalistlere
göre tesadüfen olmuştur. Darwinistlere göre tekamül yoluyla olmuştur.
Pozitivistler "Bunu bilemeyiz" diyorlar. Fureudistler de beriki
görüşlerden herhangi birini benimsiyorlar. Doğrusu şu ki tabiatta, onun
her parçasında, her zerresinde bir sebep-sonuç bağlantısı vardır. Her
mahlfik, canlı cansız her varlık, bu varlıkların yapısını teşkil eden
69
B. Topaloğlu, Allah'ın Varlığı, s.175-176
organlar ve üniteler belli fonksiyonları yerine getirmek· gayesiyle
önceden planlı ve hesaplı olarak düzenlenmiştir.
Kuş, uçma işini gerçekleştirebilmesi gayesiyle, kanatlı olarak
yaratılmış, yılan sürünmeye elverişli bir yapıda şekillendirilmiştir.
Hiçbir şey, hiçbir organ, hiçbir cihaz, hiçbir sistem plansız, gayesiz,
başıboş, gelişi güzel yaratılmamış veya meydana gelmemiştir. Tabiatta
gaye, nizam ve hikmet hakimdir.
Tabiatın şu andaki kuruluş ve işleyişini inceleyen pozitif
ilimler ilerledikçe, gaye ve nizam dellli kuvvetlenmekte, itibar
kazanmaktadır. İlmin her buluşu Allah'ın varlığı için bir delil teşkil
eder. Büyük İslam düşünürü İbn Rüşd, bundan sekiz asır önce, "Hikmet
ve inayet" diye isimlendirdiği gaye ve nizam dellli için şöyle demiştir:
"Gören göz karşısında güneş ne kadar belirgin ise, bu delil de akıl
karşısında o kadar belirgindir."70
Kur'an-ı Kerim'de gaye ve nizam dellli ile alakalı çok ayet
vardır. Öyle ki, on dört asır önce inen bu ayetlerin bir kısmının ifiide
ettiği incelikler ancak bu asırda, pozitif ilimlerin ilerlediği çağımızda
anlaşılabilmektedir. İlmin bundan sonraki ilerleyişiyle de elbet başka
maniilar keşfedilecektir. "inanmayanlar bilmiyorlar mı ki, göklerle yer
önceleri bitişik bir halde iken biz onları ayırdık, canlı olan her şeyi de
sudan yarattık. Hata inanmayacak mı onlar?" 71
Yine bu konuyla ilgili iki ayet meiili verelim: "Yeryüzünü
uzatıp düzleyen, orada sağlam deliller yükselten, ırmaklar akıtan
O' dur. Meyvelerin hepsinden kendilerinin içinde ikişer çift yaratan,
geceyi gündüze bürüyen yine O'dur. Bütün bunlarda iyi düşünenler
için kesin belgeler vardır." "Yeryüzünde yan yana bulunan arazi
parçaları, üzüm bağları, ekinler, tek gövdeli, çatal gövdeli, dallı
budaklı hurmalıkları ... vardır. Hepsi aynı sudan sulandığı halde biz
onların yemişini birbirinden üstün kılıyoruz. muhakkak ki bunlarda
aklını kullanan insanlar için ibretler vardır. " 72
Çağımızın bilgin ve düşünürleri, eserlerinde, Allah'ın varlığını
isbat eden birçok delil zikretmektedir. (Mesela; John Clover
Mousma' nın derlediği, dilimize "Niçin Allah' a İnanıyoruz" adıyla
çevrilen, ayrıca, A. Nevfel'in, Allah ve Modern İlim isimli eserlerinde
güzel örnekler vardır.) Nizam deliline örnek olmak üzere bunlardan
70
İbn Rüşd, el-Keşf, s. l 65
71
Enbiya, 21/30
72
Ra'd, 13/3-4
15.f I Lnı,/li Serlıi
Dünyanın
En Büyük Laboratuarı:
"Sindirim fizyolojisi konusunda birçok kitap yazılmıştır. Fakat
her yıl, pek ilgi çekici keşifler ortaya çıkmakta ve bunlar konunun
canlılığını devam ettirmektedir. Sindirimin bir kimya laboratuarında
meydana gelen bir iş olduğunu ve yediğimiz yemeklerin de ham madde
teşkil ettiğini kabul edersek, onun ne kadar ilgi çekici bir iş olduğunu
hemen anlayıveririz. Çünkü o, midenin kendisi hariç yenebilecek her
şeyi sindirmektedir.
Biz, bu laboratuarın durumuna hiç bakmadan veya sindirim
kimyasının bu işi nasıl gördüğünü düşünmeden, laboratuara ham
madde olarak birçok yemek çeşidini göndermekteyiz... Mide, bu
yemek karışımının içinden faydalı olanlarını seçer. Bu işi her türlü
yemeği kimyasal bir analizden geçirmek sfiretiyle başarır. Bu esnada
bıraktığı fazlalıklar olur. Mide ayırdığı besin maddelerinden çeşitli
hücrelere gıda teşkil edecek olan yeni proteinler elde eder. Sindirim
sistemimiz besinlerin içinden kalsiyumu, kükürdü, iyodu, demiri ve
diğer zaruri maddeleri ayırır, alır. ..
Sindirim cihazımız bütün bunları yaparken, insanın düşünüş
ve akıl yürütüşünden hiçbir zaman etkilenmez. Besinler, çeşitli
sindirim yerlerinde kimyasal analizlerden geçtikten ve yeni besinler
hiiline geldikten sonra, milyonlarca hücrelerin her birine devamlı olarak
gönderilir, sayısı yeryüzündeki bütün insanların sayısından fazla olan
hücrelerimizin her birine. Burada hücrelere yapılan besin nakliyatının
devamlı olması ve ayrı ayrı her bir hücrenin, özel olarak muhtaç olduğu
besin maddesi ne ise onun gönderilmesi gerekmektedir. Öyle ki, rolleri
başka başka olan hücreler, aldıkları bu özel besinlerden kemik, tırnak,
et, kıl, göz ve diş meydana getirsin.
O halde sindirim cihazı dediğimiz şey, insan zekasının icad
ettiği hiçbir fabrikanın imal edemeyeceği kadar madde işleyen bir
kimya laboratuarıdır. Burada ayrıca, dünyanın tanıyabildiği en büyük
dağıtım ve nakliyat sisteminin de ilerisinde bir nakliyat sistemi vardır,
fevkaliide bir düzenle her şeyin yerini bulduğu bir sistem. Bu laboratuar
çocukluk devresinden, sözgelimi elli yaşına kadar önemli hiçbir hata
işlemez. Halbuki bu süre içinde işlediği maddeler, aslında bir
7
J B.Topaloğlu, s.93-95
F1111ili .)'cılıi / J5.~
74
B. Topaloğlu, İslamda İnanç Esaslan, s.63-73
ortaklığı bulunmayan (yani, Allah Teala'nın her bir şeyde kendine aid
birlik tecellisidir) Ferd-i Vahide ıtlak olunur ki, o da zilt-ı mukaddes
olan Allah'a (c.c) racidir. Vahid ise, öyle değildir. Adedden ibarettir ve
pek çok vahid olur, ehad olmaz. "Ehad" yalnız Allah Teala'ya layıktır.
O'ndan başka kimseye ehad denmez. Öyle bir ehaddir ki; eşi, ortağı,
benzeri yoktur.
İhlas sfiresi tevhid'dir. Zira Allah Teala, peygamberine kendi
birliğini ilan etmeyi emretmiştir. "De ki, O Allah bir tekdir." İşte bu
birlik tevhid akidesinin kendisidir. Tevhid akidesi vicdanlarda yer eden
iman, kainatın tefsiri ve hayatın nizamıdır. Bunun için bu sure büyük
İslam gerçeğinin en geniş çizgilerinden başlıcasını ihtiva etmektedir.
Bir tek'dir ifadesi, birdir demekten daha manidardır. Çünkü
birliğin yanı sıra, O'nunla beraber başka hiçbir şey bulunmadığını ve
benzeri hiçbir şeyin mevcud olmadığını ifade etmektedir.
Bu bir teklik varlığın tek birliğidir. Mevcudatta O'nun
hakikatinden başka hakikat, O'nun varlığından başka gerçek varlık
yoktur. Diğer bütün varlıklar, o gerçek varlıktan alır varlığını. O zatın
hakikatinden alır hakikatini. Dolayısıyla bu birlik faal bir birliktir.
O'nun dışında yapıcı hiçbir şey yoktur mevcudatta.
Bu deruni iman, aynı zamanda varlığın izahını da taşır. Çünkü
bu izah bir gönülde yer eder ve zihinlerde açıklık kazanırsa, kalb her
türlü şaibeden ve örtülerden kurtulur. Gerçek varlıkla ve gerçek
faaliyetle eşi bulunmayan bu Bir Tek zattan başkasıyla ilgilenmekten
uzaklaşır. Varlıklar illeminde O ilahi varlıktan başka hakikat yoktur.
İlilhi iradenin faaliyetinden başka faaliyet yoktur. Öyleyse kalb (gönül)
gerçek varlığı olmayan ve gerçek faaliyeti bulunmayan şeylere neden
bağlansın? 75
İmam Gazzilll (r.a), Cevahir el-Kur'an'da der ki: Kur'an'ın
asıl görevi; Allah'ı bildirmek, ahireti bildirmek, sırat-ı müstakimi
bildirmektedir. Asıl bilgi bu üçünün bilgisidir. Geriye kalanlar buna
bağlıdır. İhlas sfiresi bu üçten birini ihtiva eder ki bu, Alliih'ı tanımak,
O'nun kudsiyyetini kabul edip, cins ve tür bakımından her türlü
ortaklıktan uzak olarak O'nun birliğini açıklamaktır. İşte bu; asi, fer' ve
denkliğin nefyi ile kastedilen husustur.
İbn Kayyım, Zad el-Mead'da şöyle der: İhlas sfiresi tam bir
Tevhid'dir. İhlas suresi inanç ve bilgi birliğini ihtiva eder. Her ne
şekilde olursa olsun, Allah Teilla için ortaklığı mutlak anlamda
75
Tafsilat için bkz, Fl Zılfü, İhlas Tefsiri, c.16, s.434
Liıııl/i Ser/;// 151
76
Prof. Seyyid Kutub, Fı Zıliil-il Kur'an, İbrahim, 14/10
/ 58 / t:11ulll ..)ı:ı lıi
77
İbn Kesir, c.8, s.4295
78
En'am,6/1: İsra, 17/12
79
Furkan, 25/62:Bu mevzuda daha geniş bilgi için, Mü'minfin, 80: Zümer, 39/5: En'am,
6/96 ve Yasin,37-38. ayetlerine müracaat ediniz.
L111 u li .>nlii I J5 \J
81
Said Havva, İslam, c. l, s.32,40
Abdiyyet: Hz. Peygamber (s.a. v)'in en yüce makamı.
insanoğlunun sahip olduğu manevi mertebelerin en yükseği abdiyettir.
Kelime-i şehadette: "Abdühu ve Rasulühü" denir. Bu ifade: "Hz.
Peygamber önce Allô.lı'ın kulu, sonra resulüdür" manasına geldiğinden
Abdiyet (kulluk) risaletten de nübüvvetten de önce gelir. Hak Teala,
Hz. Muhammed'i (s.a.v) "Kul peygamber ile" "sultan peygamber"
olma arasında muhayyer bırakınca, Resulullah hiç tereddüt etmeden kul
·peygamber olmayı tercih etmiştir. Çünkü Allah'a tam kul olmak,
masivaya karşı tam hür olmak demektir. Bu yüzden Hz. Peygamber' in
bir ismi de Allah'ın kulu (Abdullah)' dır.
Ubôdiyyet: Kulluk. Kulluğun üç şekli vardır: a) İbadet
(tapmak): Halk için söz konusudur. b) Ubudiyet (kulluk): Aydınlar
içindir. c) Ubudet (ha.Iis kulluk): Seçkinler içindir. İlki ilme'l-yakin,
ikincisi ayne'l-yakin, üçüncüsü hakka'l-yakin sahiplerine özgüdür.
Ubudiyyet; O nasıl senin Rabbin ise, senin de öylece O'na kul
olmandır. Ubudiyet; takdiri görüp, tedbiri terk etmektir. Ubudiyet;
rubı1biyeti temaşa etmektir. Abd, abidden (kul, ibadet edenden) üstün
olduğu gibi, kulluk da ibadetten üstündür. Ubudet ise kullukta kemal
halidir. En büyük sultanlık Allah'a kul olabilmektir.
Ubudiyetten başka şerefli bir şey yoktur. Mü'min için
ubudiyetle ilgili isim almaktan daha mükemmel bir isim yoktur.
Bundan dolayı Allah Teaıa Mirac gecesi (ki bu gece Hz. Peygamberin
dünyada yaşadığı en şerefli gecedir) Resfılullah'ı (s.a.v) vasfederken:
"Tesb'ih ederim o Allfıh'ı ki, kulunu bir gece Mescid-i haramdan
Mescfd-i Aksfı'ya götürdü" 82 buyurmuştur. 83
Ayette "kulunu" dendi; "peygamberini" denilmedi. Bunun
sebebi, kulluk makamının şerefine işaret içindir. Fahredddin Er-Razi
tefsirinde demiştir ki: Ubudiyyet (kulluk) risiiletten daha faziletlidir.
Çünkü ubudiyette kulun, işini mevlasına bırakması vardır. İşlerini
mevlası yapar. Risiilette ise ümmetin işlerini tekeffül etme, onlarla
ilgilenme vardır.
Mirac hadisesi hem ruh _hem de bedenle olmuştur. Bunun
delili ayetteki "kulunu ... götürdü" ifadesidir. Çünkü "abd (kul)" ruh ve
beden, ikisine birden denir. İsra mucizesinin amacı, hiç kimsenin
müşerref olmadığı şekilde peygamberlerin efendisi ve sonuncusu Hz.
Muhammed'e, iliihl zatına mahsus ayetleri göstermektir. Nitekim, "İşte
İsra, 17/1
82
83
Kuşeyrl, s.90,97,340,344
böylece Biz İbrahim'e yerin ve göklerin nıelekutunu (hükümranlığını)
gösteriyorduk" 84 ayet-i kerimesinde buyurduğu gibi, "Andolsun o,
Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü " 85 buyurarak
Rububiyetinin büyük ayetlerini gösterdiğini bildirmiştir. 86
Yine Necm suresi onuncu ayetinde "abdihl" kelimesi
geçmektedir ki, buradaki "kul"dan murad: Allah'a izafe edilmekle
şereflenen Hz. Peygamberdir (s.a.v). Cin sfiresi on dokuzuncu ayette
geçen "kul"dan maksad da Resfilullah (s.a.v)dır. Şüphesiz o, Allah'ın
İsm-i A'zamına nisbet edilen gerçek kuldur. Resfilullah'ın kul diye
ifade edilmesi, onun bulunuşunun ve ibadetinin gereğinin kulluk
olduğunu, yani onun Allah'a kul olduğunu bildirmek içindir. 87 Evet,
ubudiyetten (kulluktan) daha büyük bir isim olsaydı, Cenab-! Hak
peygamberini onunla isimlendirirdi.
Kulluğu ıskat eden ve insanı kul olmaktan uzaklaştıran sadece
şu iki şeydir: Haz ile huzur bulman ve Hakk'ın değil de kendi fiiline ve
hareketine ltimad etmen. Bu iki şeyi kendinden defettin, giderdin mi
ubudiyeti hakkıyla eda ettin demektir, derler sufiler. Nitekim Vasıtl
(k.s) demiştir ki: "Ata ve ihsandaki lezzetten sakının, çünkü o sefa ehli
için bir perdedir."
Cürcani (k.s) şöyle demiştir: "Rıza, ubudiyet memleketi, sabır
kapısı, tefviz (tevekkül, teslim) evidir. Ses kapıda, işten boş olma hlili
memlekette, rahat ise evde bulunur." (Rıza ubudiyet memleketidir, bu
memleketin kapısı sabırdır. Amel ve ibadet yapılarak bu kapının
önünde, içeriye girmek için izin istenir. Bu memlekete girince zor işler
bırakılır, oradaki eve girince de rahat edilir.) 88 İşte hürriyet budur ki, en
yüksek seviyede Allah'a kul olma haline "hürriyet" denir.
Allah'a kul olma mevzuunda hürriyetini ilan eden Hz. Ali
Rabbine şöyle niyaz eder: "Senin kulun olmam, iftihar etmem için bana
yeter. Senin benim Rabbim olman ise şeref bakımından bana kafidir.
Ya Rabbi, ben Seni istediğim gibi bir ilah buldum. O halde sen de beni,
senin irade ettiğin gibi bir kul yap."
"Mazhar-ı feyz-i ubudiyet olandır insan
Yoksama 'nfde kişi şekl ile insan değil. "89
84
En'am 6175
85
Necm.'53/18
86
Riihu'l- Beyan, c.4, s.S 14
87
Riihu'l-Beyan, c.9, s.332
88
Kuşeyri', s.97,344
89
Giilib Dede
Hürriyet: a) Avam ve halk nefsin arzusuna, b) Hakk'ın
iradesinde fünl olan aydınlar kendi şahsi iradelerine, c) Nurların.
nurunun tecellisinde mahv ve yok olan seçkinler, her çeşit kayıt ve
eserle kul olmaktan kurtuldukları zaman hür olurlar. 90 Hakk'a tam kul
91
olan tam hür olur. Arifin son makamı hürriyettir.
Kuşeyri' (k.s) der ki: Hürriyet, kulun mahlGkiitın köleliği.
altında bulunmaması ve maddi herhangi bir kudretin ona tesir
etmemesi, demektir. Sıhhatli bir hürriyetin aliimeti eşya arasında fark
görme halinin kalbde bulunmaması ve maddi şeylerin müsavi hiile
gelmesidir. (Bir şeyin değerlisi ile değersizinin arasındaki farkın ziiil
olmasıdır).
Hüseyin b. Mansur (Hallac) (k.s), "Kim hürriyeti murad
edinirse ubudiyete sıkı bir şekilde devam etsin" demiştir. (Hürriyet
ubfidiyettir).
Yine o şöyle söyler: Kul, ubfidiyetin bütün şartlarını kendinde
toplarsa (Allah'tan başkasına) kul olmanın yorgunluğundan kurtularak
hürriyete kavuşur, külfetsiz ve sıkıntısız bir şekilde (Allah'a kul
olmanın zineti ile süslenir. Peygamberlerin ve sıddıkların makamı.
budur. Yani bu durumdaki kul (güzel huylar için) mahmfil hiile gelir.
(İbadet ve taat bedeni için zor bile olsa Allah'ın yardımı ile onu zevkle.
ve gönül rahatlığı ile ifa eder), şeriat yönünden bu nevi hususlarla süslü
bulunduğu halde kalbine meşakkat arız olmaz.
Hakiki hürriyet kullukta kemiil hiilidir. Allah Teiila'ya karşı
ubudiyette sadık olursan, başkalarına köle olma boyunduruğundan
kurtularak hürriyete kavuşursun.
·İbrahim b. Edhem (k.s) "Hür ve kerem sahibinden başkası ile
sohbet etme. Hür ve kerim insan dinler, fakat konuşmaz" (Verdiğin
ezaya tahammül eder, fakat kendisi eza vermez) demiştir.
Hz. Mevliina (k.s) der ki: "Ben kul oldum, kul oldum, kul!
Kulluk vazifemi hakkıyla ifa edemediğim için mahcubiyetimden başımı
önüme eğdim. Bir köle azad edilince sevinir. Ben ise sana kul oldum
diye seviniyorum ya Rab ... ;,92
işte, Nazım (r.a) kulluğun şerefine vakıf olanlardan olduğu
için, eserine "Yekulü'l-abdu ... " "Kul der ki" diye başlamıştır.
911
Kiişiinl, Ta'riffü
91
Lfima,s. 513
Kuyeşrl, s.364,366
92
2. Beyt:
Tercümesi:
"Mahlı1katın ilahı olan Mevliimız kadim'dir. Ve kemiil
sıfatlarıyla muttasıftır."
Açıklaması:
Beyitte geçen "İliih" kelimesinden maksat, tapılmaya, ibadet
ve kulluk edilmeye hakkı ile liiyık olan yegane ilah Allah'dır.
Mahlı1kiitın "Halıkı", yaratıcısı Halık (c.c), hakiki ma'bud Allah'dır.
Masivallah'da ne varsa, kim varsa hepsinin tek ve gerçek yaratıcısı
Sübhanehfi ve Teiila Hazretleridir.
"Mevliina, seyyid-efendi; nasır-yardımcı, mürebbi-terbiye edip
yetiştiren ve'l-mütevvelli '!-emir, her işi idare eden manalarını kapsayan
bir kelimedir. Ki, bütün mahlı1kiitın (yaratılmışların) gerçek mucidi,
yoktan var edeni Allah Tealii ve Tekaddes Hazretleri; efendimiz,
yardımcımız, bizleri ve bütün eşyayı terbiye edip kemiile ulaştıran ve
yine, bütün işlerimizi tedbir ve idare edendir.
"Kadim"dir; evvelinde ve ahirinde yokluk olmayan ezelidir.
O'nun kıdemi, ezeliyeti sabittir. Kadim kelimesi beka sıfatını içermesi
hasebiyle,
1
Hadid, 57/3
ı Şfira, 421 ı ı
Emôli Serlıi / 165
ilah:
İlah; "tapılan, yüceliği karşısında hayrete düşülen, gönülden
bağlanılıp sığınılan,
duyularla idrak edilemeyen v.arlık" demektir.
Alimlerin çoğunluğu, ulfihet kavramından hareketle ilahın mutlak
Allah (c.c)
Allah; a) Lafza-i Celal, ism-i a'zam. Yani yüce yaratıcının en
büyük ve en muazzam ismi.
b) Ma'budun bi'l-hak, mutlak ilah. Haklı olarak ve meşru
. surette sadece O'na kulluk edilip tapıldığından, O'ndan başkasına
yapılan kulluk ve ibadet haksız ve gayr-i meşru olduğu için, O'na el-
Mabud bi'l-Hak yani hakiki ve yegane Ma'bud denilmiştir. Allah Teiila
7
Lisanü'l-Arab, 'elh' md: Tacü'l-arus, 'elh' md.
8
M. F. Abdülbaki, el-Mu'cem. 'iliih' md
9
El-Mu'cem, 'iliih' md, T. D. V., c.22, s.64, Y. Ş. Yavuz
Enıc7// !;>'crhi / 1(ı7
10
Tahanevi, el-ulilhiyye md
/ ()8 ! lnıôli Şalıi
11
başka herhangi bir varlığa ad olarak verilmemiş , gerek Arap dilinde
gerekse bu lafzı kullanan diğer müslüman milletlerin dillerinde
herhangi bir çoğul şekli de oluşmamıştır.
Allah kelimesinin etimolojisi hakkında ileri sürülen ve sayısı
otuza yaklaştığı kaydedilen eski farklı görüşler ve bunlara ilave olarak
öne sürülen yeni iddialar, başta Kur'an-ı Kerim olmak üzere İslam
literatürünün sunduğu Allah anlayışı karşısında fazla bir önem taşımaz.
Bununla birlikte ortaya konan bütün görüş ve iddialar bir arada
değerlendirildiği takdirde kelimenin zengin manalı ve Arapça asıllı ili:lh
lafzından türemiş olduğu kanaati ağır basacaktır.
Allah inancı ilkel dinlerde ve diğer inanç sistemlerinin hemen
hepsinde vardır. Hz. Peygamber de tebliğ ettiği dinin Yahudilik veya
Hıristiyanlık değil müsamahakar bir tek tanrıcı din olduğunu ve
Allah' ın nezdinde .makbul sayılacak dinin bu özelliklere sahip
bulunması gerektiğini ifüde etmiştir. ıı Bütün semavi dinlerin
değerlendirmesine göre, peygamberler içinde önemli bir yeri olan Hz.
ibrahim'in dinine sadık kalan tek din, son peygamberin tebliğ ettiği
İslamiyettir. Hz. Muhammed'in (s.a.v) peygamber olmadan i;inceki dini
hayatı ve ilk muhataplarının gönüllerinin derinliklerinde yatan inanç da
bu dine yakındı. O (s.a. v) evrensel çağrısını bu inanç temeli üzerine
oturtmuş ve bundan dolayı muvaffak olmuştur. 13 Alimlerimiz Kur'an-ı
Kerim' de 2697, hadislerde ise bir çok defü, mesela, zat-ı ilahiyyeyi
nitelendirir mahiyette 200'e yakın hadiste geçen Allah lafzının diğer
bütün isim ve sıfatların manasını topladığını belirtirler. 14
Halık
Halik: Halik yaratan demektir. Halik ismi iliihl fiilleri büyük
ölçüde muhtevasında özetleyen bir kavramdır. Allah'ın (c.c) sıfatlarını
ele alan iilimler ve ekoller, kendi sistemleri çerçevesinde O'nun
fiillerine ve bu arada halk sıfatına dair görüşlerini irade ederler. (Fiilleri
hadis kabul edenler veya birbirine bağlı olarak ilim, kudret ve irade
sıfatlarından ayrı olarak müstakil, ilahi fiillerin mevcudiyetini ispiita
gerek görmeyenler (Mı1tezile, Eş'ariyye), hiçbir yaratık yokken
(ezelde) ziit-ı ilahiyyeyi yaratıcılıkla nitelemeyi doğru bulmazlar).
Miitürldller ise ziitın sonradan sıfat edinemeyeceği, O' na yüklenecek
11
bk, Meryem, 19/65
12
Buhar!, iman, 29: Tirmizl, Menakıb, 32,64: Müsned, 1, 236
"Geniş bilgi için bakınız D. İ. A. 471 Allah (c.c.) md.
14
Bekir Topaloğlu, D.İ.A., c,2, s.471 ,484
1:1111//I Serlıi / 1(ıt)
15
El-Minhiic, c. l, s.190
16
Fethu'l-biirl, c.13, s.402,403
17
Leviimiu'l-beyyinfü, s.212-213
18
M.F. Abdülbaki, Mu'cem, Vasf ve ism maddeleri
'f 70 I Enıôll Şcrlıi
19
Saffüt, 37 /95
nitelendirmek amacıyla kullanılankelimeler gerçekte O'nun isimleri
olmayıp, anlayışımıza yaklaştırıcı ifil.delerden ibarettir. Bu ibarelerden
bazen ulı1hiyyete yakışmayacak miinaiar zihne geleceğinden, Alliih'ı
isimlendirmenin yanında daima bir nefiy cümlesi ("Hiçbir şey O 'nun
benzeri değildir" mealindeki tenzih ayeti) 20 , mevcGt olmuştur. Buna
göre tevhid,' nefiy içinde ispat ve ispat içinde nefiy tarzında olmuştur. 21
Hz. Peygamber (s.a.v)'in tebligatında yer alan ilah! isim ve
sıfatlar Kur'an'da ve bazı farklarla hadislerde kullanılmış olan
kavramlardır. Bunların her ikisi de vahiy mahsU!ü olduğuna göre yüce
yaratıcı bizzat kendini nitelendirmiş, ulı1hiyyet konusunda insanları
gerektiği kadar aydınlatmıştır.
Zati İsimler: Mutlak manada Allah'ın zatını nitelendiren, insan
gönlünü ilahi azamet ve muhabbetle dolduran isimlerdir. Bunların bir
kısmı ulı1hiyete yakışmayan kavramları O'ndan uzaklaştıran kelimeler
olup ziitı "ne olmadığı" (selbi) açısından, bir kısmı da yetkinlik (kemal)
ifil.de eden kelimeler olup O'nu "ne olduğu" (sübGti) açısından niteler.
Kainatın yaratıcısı ve yöneticisi, şüphe yok ki zihni bir
varlıktan ibaret olmayıp, "Hak" isminden de anlaşılacağı üzere zihnin
dışında fiilen de vardır. Fakat insanı sınırlandıran fizyolojik şartlar
O'nu dünya hayatında görme imkanını vermemektedir. Bazı felsefi
doktrinlerden farklı olarak dinler, kişiye telkin ettikleri tanrının zihinle
benimsenmesinin yanında, O'na gönülden bağlanılmasını da isterler.
Böylece zihin ile kalbin ortak ürünü olarak teşekkül eden iman, iradeyi
harekete geçirir ve iman edilen varlığa şükran duygularını arzetme
ihtiyacını doğurur. Kur'an'ın, "Alemlerin rabbi olan Alliih'a hamd
olsun "22 meiilindeki ilk ayeti, dindarlığın ilk ifil.desi olarak mü'minin
bu şükran duygularını dile getirir. Daha sonraki ayette23 bu duyguların
ibadet yoluyla şekillenip ahenkleştiği ifade edilir.
Ayrıca; bir çok ayette imanla birlikte "amel-i sa!ih" gibi geniş
kapsamlı bir kavramla zikredilen ve psikolojik muhtevanın en değerli
tezahürünü oluşturan ibadetin meçhul bir tanrıya karşı yapılması
mümkün değildir. Şu halde dinin inanılmasını ve tapınılmasını istediği
yüce yaratıcının yine din tarafından nitelendirilmiş olması gerekir.
Meşhur Cibril hadisinde 24 dini hayatın en yüksek mertebesi kabul
20
Şildi, 42/ ı 1
21
Miitüridi, Kitabü't-Tevhid, s.93-94
22
Fiitiha, 1/1
D Fiitiha, 1/4
Buhar!, İman, 37, Tefsfr,3112: Müslim, iman,I, 5, 7
24
172 I E111tlli .)'erlıi
Sıfatlarmtasnifi.
Sıfatlar
üzerinde fikir yürüten alimler daima konu ile ilgili
nasları göz önünde bulundurmak mecbı'.iriyetindedirler. Akiiid ve kelam
kitaplarının klasik planına göre iliihiyat bahislerinin ana konuları
Allah'ın varlığı, birliği, sıfatları ve fiillerinden ibarettir. Varlık
konusunu zat bahsi, diğer üç konuyu da sıfatlar bahsi olarak
adlandırmak da mümkündür. Nitekim keliim ilmi, konusuna göre tarif
edilirken bu gruplandırma esasına bağlı kalınmıştır.
Yine, özellikle Sünni kelam kitaplarında görülen yaygın bir
tasnife göre sıfatlar tenzihi, subi\t\' ve filli olmak üzere üç gruba
ayrılmıştır. Tenzihi sıfatlar Allah'tan nefyedilmesi gereken ve O'nun
yüceliğini ifade eden sıfatlardır. Sübfüi sıfatlar ise Allah'a nisbet
edilmesi gereken ve O'nun yetkinliğini ifüde eden sıfatlardır. Birinci
gruba imanın hedefini oluşturan ulfihiyyet sıfatları, ikincisine de
ibadetin hedefini oluşturan rubfibiyyet sıfatları demek mümkündür.
Fiili sıfatlara gelince bunlar, Allah'ın kainatla olan münasebetini daha
açık bir şekilde ifüde eden ve O'nun kainatı yaratış ve idare edişini
ayrıntılı bir biçimde anlatan kavramlardır.
gibi görünürse de gerçekte öyle değildir. Çünkü onlar "sıfat zatın aynı
değildir" derken, sıfatları zatla özdeşleştirmek sı'.iretiyle onların
mevcudiyetini ortadan kaldıran bazı Mu'tezm kelamcılarla İslam
filozoflarının hatasından, "gayri değildir" derken de sıfatı zattan ayırıp
beşer seviyesine indiren ve İsa'nın (a.s) bedeninde maddileştiren
Hıristiyanların batıl inancından kaçınmak istemişlerdir. Bunun için söz
25
Mfüüridi, Kitabü't-Tevhid, s.44, Or. HuleyfMuk. s.36
E11"/li Serlıi ı 17'
konusu görüşte zfü ile sıfat arasındaki münasebet ayrı ayrı açılardan ele
alınmıştır.
Bir başka ifadeyle Fıkh-ı Ekber şarihi ve kitabımızın yazarı
Ali el-Kari bu ifadeyi açıklığa kavuşturmuş ve demiştir ki: Zihinde var
olan şeyle hariçte var olan şeyin birbirinden ayrılması ve ona göre
konunun incelenmesi gerektiği tezini ileri sürmüş ve özet olarak: Bu
sıfatların zihni kavramları itibariyle Allfıh'ın zatının aynı olmamakla
beraber, harici varlıkları itibariyle O'nun zatından gayrı olmadıklarını,
aslında sıfatların anlamının zatının anlamından başka olmakla beraber
sadece varlıklar alemindeki tezahürleri itibariyle aynı anlamı
taşıdıkları, birbirlerinden ayrılmadıklarını söylemiştir. 26
Büyük İmam Ebu Hanife (r.a) tarafından ilk defa ortaya atılan
bu fikir, daha sonraları ehl-i sünnet kelamcılarının başında gelen
Matüridi ve Eş'ari tarafından da benimsenmiş ve onlar da bu büyük
imama uymuşlardır.
Kader konusu bir açıdan filll bir açıdan da subfiti sıfatların en
önemli me.s'elesini oluşturmaktadır. Allah'ın ilim, kudret ve iradesiyle
füll sıfatlarından bahseden .naslar, bu sıfatların yüce varlığa layık bir
şekilde yetkinliğini zaruri olarak vurgular. İlim, kudret ve iradesi sınırlı
olan, yaratıp yönettiği kainata tam hakim olamayıp bilgi ve iradesi
dışında da, bazı işler cereyan edebilen bir tanrının İslam'daki kusursuz
tanrı anlayışıyla çelişeceği muhakkaktır. Diğer taraftan insan akla ve
seçme hürriyetine sahip olup, ihtiyari fiillerinden hem dünya hayatında
hem ahirette sorumludur. İyi fiillerine karşılık mükafaat, kötü fiillerine
karşılık da ceza görecektir.
Sünni ilahiyat tarihinde, kader konusunu hem ilahi hem de
beşeri' yönüyle ilk olarak ele alan ve Allah'ın yetkin sıfatlarıyla birlikte
kulun dini, hukuki ve ahlaki sorumluluğunu nakil ve akli delillerle
temellendirmeye çalışan Ebu Mansfir Matürldl (r.a) olmuştur.
Hanefi-Matüridl alimlerinin geliştirdiği sistemden
anlaşıldığına göre kader, kainatta olacak her şeyin ezelde Allah
tarafından bilinmesi, kaza ise zamariı gelince onların varlık sahasına
çıkmasının sağlanmasıdır. İnsana ihtiyari' fiilleri serbestçe yapma
gücünü veren Allah'tır (c.c); fakat fiilleri iyi veya kötü kılan insanın
kendisidir. Çünkü o, gücünü iyiye de kötüyü de kullanma serbestliğine
sahiptir. Allah Teala'nın fiilen adil olduğu şüphesizdir.
26
Miitürldl, Kitabü't-Tevhld, Dr. HuleyfMuk, s.36: Ali el-Kiiıi, Şerhu'l-Fıkhu'l-Ekber,
s.24
In / EnıLili .';)crlıi
1) Selbi Sıfatlar
Tenzihi sıfatlar. Ziitullah akidesini belirleyen ve "selbi"
terimiyle de anılan bu sıfatlar acz,_ eksiklik ve yaratılmışlık gibi
ulı1hiyyete nisbet edilmesi mümkün olmayan kavramlardır. Bu tür
kavramların zattan uzaklaştırılması (tenzih, selb) - suretiyle o
nitelendirilmiş olur. Buna göre tenzihi sıfatlar Alliih'ın ne olmadığını
anlatan sıfatlardır. Kur'an-ı Kerlm'de Allah'ın birliğini, şeriki ve
benzerinin bulunmadığını, yaratılmışlık belirtilerinden münezzeh
olduğunu ifil.de eden bir çok ayet vardır.
İbn Mace ve Ahmed b. Hanbel'in Huzeyfe'den rivayet
ettikleri bir hadise göre, Hz. Peygamber (s.a.v) gece namazında Kur'an
okurken tenzih ayetlerine sıra gelince "Allah 'ı tenzih ve tesbih
ederdi. " 29 "Hiçbir şey O'nun benzeri değildir" 30 meiilindeki ayet,
bütün iilimler tarafından tenzih için esas kabul edilmiştir. Kelam
ilminde. "muhftlefetün li'l-havadis" terimiyle ifade edilen bu prensip,
27
Hac, 22/17 _
28
Bekir Topaloğlu, D.i.A., c.2, Allah md
29
İbn Mfice, İkfime,179: Müsned, c.5, s.384: İbnü'l-Eslr, nezzehe md
Şilrii, 42/ 11
30
l:1111ili Scrlıi / 175
31
ş0rıı, 42149
32
Hadid, 57/3
J 76 / Enııili .';ı'ı:rhi
2) Sübôti Sıfatlar
Allah'ın (c.c) ne olduğunu anlatan sıfatlara da "sübfitl"
sıfatlar, "zati" sıfatlar denilmiştir. Bunlar var olan, mevcfit olan (sübfit
bulan) ve Allah'ın zatından ayrılmayan sıfatlardır. Eksiklik ve acz ifade
eden selbi sıfatları, olumlu cümlelere çevirip Cenab-ı Hakk'a nisbet
etmek mümkün olmadığı gibi, zati sıfatları O'ndan nefyetmek, yani bu
sıfatların zıtlarıyla O'nu vasıflandırmak da cfüz değildir.
33
Bakara, 2/255
34
Taliik, 65/J 2
178 / E11ıcl/I Şf'rlıi
18
Lokman, 31/27
19
Gümüşhiinevi, Ehl-i Sünnet İtikadi, s.45
180 I Enulli .)'erhi
3) Fiili Sıfatlar
40
Rfim, 30/27
Eıııılli Scrlıi / 181
44
Mfüüridi, Kitiibü't-Tevhid, s. 217: Te'vilfitü'I Kur'an, vr. 653b,780b, 846a
45
22-24
birbirini takip eden üç safhasını anlatır. Halik "Yaratılacak şeyin bütün
ayrıntılarını bilip takdir eden", bari' "onu fiilen meydana getiren,"
musavvlr de "nesnenin kendine has özelliklerini verip fonksiyoner
olmasını sağlayan" anlamına gelir. ·
Halk, Kur' an-ı Kerim' de 171 yerde fiil sigalarıyla, elli iki
yerde de masdar olarak Allah' a nisbet edilmiştir. Halik kelimesi sekiz
ayette doğrudan doğruya, iki ayette "şekil verenlerin en güzeli" veya
"kendilerine yaratıcılık nisbet edilenler içinde yegane gerçek yaratıcı"
anlamındaki ahsenü'l hfüikln" terkibi içinde, bir ayette de tazim
amacıyla çoğul sigası kullanılarak, "O'nu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa
yaratanlar biz miyiz?" İfadesiyle Allah' a izafe edilmiştir. İki ayette ise
"devamlı ve mükemmel biçimde yaratan" manasında mübfüağa sigası
oluşturan hallak kelimesi kullanılmıştır. 46
Kur'an'da toplam 236 yerde Allah'a nisbet edilen hfilk
kavramının çeşitli konu ve muhtevfilarının başında göklerin ve yerin,
yani kainatın yaratılışı gelir. Bundan başka her şeyin icat edilişi, tabiat
düzeninin kurulup korunması, insanın, ona verilen nimet ve
yeteneklerin, özellikle de eşinin halk edilmesinden ve herhangi bir
konu belirtilmeden mutlak manada yaratmadan da söz edilir. Bu
ayetlerde geçen ve çeşitli ilahi fiilleri anlatan yaratma genellikle "ana
madde olmadan, yoktan yaratma" veya "yoktan varlık alanına çıkarma"
şeklinde anlaşılmaktadır.
Tabiatın ve özellikle insanın yaratılışından, hayatın manası,
amacı ve ikinci bir il.lemde sürekliliğinden bahseden ayetlerde
"yaratılışın başlatılması ve tekrar edilmesi" ifil.desinin sıkça
kullanılması dikkat çekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki hallak ismi, bütün
tabiatın ve onun içinde yer alıp ilil.hl vahye muhatap olan insanın
sürekli şekilde Allah ile münasebet hfüinde olduğunun, O'nun
yaratmayı tazeleyerek sürdürmesi sfiretiyle varlığını devam ettirdiğini
ifil.de etmektedir. İnsanoğlunun bu anlamdaki hayatiyeti ölümden sonra
tekrar edilecek yaratma ile yeni boyutlar kazanacaktır. 47
Kıdem- Kadim
Sözlükte "varlığının üzerinden uzun zaman geçmek" aiilamına
gelen "kıdem" kelimesi, terim olarak "Allah'ın varlığının başlangıcı
46
M.F. Abdülbaki, el- Mu'cem, hlk. md
47
B. Topaloğlu, D.İ.A., s.303, Halik md.
J8-1- / Enıfıli ,>"erfıi
48
Yusuf, 12/95: Yasin, 36/39: Ahkaf, 46/I 1
49
Buhiiri, Da'vat, 60: Müslim, zikir, 70)
İbn Miice, Dua, ı O
50
51
Kitiibü't- Tevhid, s. l 2
Lııı1.ili .)'l'llıi / 1K'i
Ezel-Ezeli:
Ezeli, "hiç evveli olmayan (lem yezel) varlık" demektir.
Allah'm zatının "lem yezel" olması, geçmişte O'nun varlığı
bulunmaksızın, herhangi bir zamanın geçmemiş olduğu anlamına gelir.
Bazı bilginler Allah hakkında zaman fikrini hatıra getirir ve tenzih
akidesini zedeler düşüncesiyle, "Allah ezelde mevcuttu" denilmesini
uygun bulmamışlardır.
Kelamcılar, varlıkları ezeli olup olmamaları bakımından
başlıca üç kısma ayırmışlardır. a) Hem ezeli hem ebedi olan varlık; bu
iki sıfat sadece Allah'a mahsustur. b) Ne ezeli ne de ebedi olan varlık:
kainat. c) E~eli olmayıp ebedi olan varlık: Ahiret. Bunun aksi, yani
ezeli olup da ebedi olmayan bir varlık düşünülemez; .çünkü "kıdemi
sabit olanın ademi imkansızdır." 53
İslam akaidine göre Atlah (c.c) için bir başlangıç ve son
düşünülemez. O hep vardı ve daima var olacaktır; yokluğu
düşünülemeyen vacibü'l-vüdlddur. O'nun bulunmadığı bir zaman
düşünülürse sonradan (hadis) olduğu kabul .edilmiş olur; hadis olan ise
Tanrı olamaz. Eğer o ezeli varlık kabul edilmezse ontolojik,
kozmolojik ve teolojik delillerden vazgeçilmesi gerekir. Çünkü her üç
delil de Tanrı'nın ezeli olduğu öncülüne dayanmaktadır. Ontolojik
delil, Tannyı "yokluğu mantıken düşünülemeyen varlık" olarak kabul
ederek yola çıkar. Kozmolojide delilin "ilk sebep" terimindeki "ilk"
kelimesi zaman açısından önce olan .anlamında değildir. Çünkü Tanrı
zaman üstüdür, zamanın dışındadır. Bu sebeple "ilk" kelimesi burada
ontolojik manada kullanmıştır. Yine, Tanrı ezeli' olmasaydı teolojik
delil, alemdeki nizam ve gayeyi kaostan çıkarmak gibi bir mecburiyetle
karşı karşıya kalırdı ki bu imkansızdır.
Ezel ve ezell kelimeleri Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde
geçmez. Ancak Hadid suresinin 3. ayetinde yer alan, "O evveldir ve
ahirdir" ifadesindeki "evvel" kelimesi İslam alimleri tarafından
Allah'ın ezeli olduğu manasında anlaşılmıştır. Ayrıca halk, ibda', inşa,
52
Yusuf Şevki Yavuz, D.İ.A, c. 25, s.394-395
53
et-Ta'rifüt, ezeli md
/8() I Fnııili .'::cılıi
Baki-Beka
Baki, Kelam literatüründe "varlığının sonu olmayan"
. anlamında Allah'ın isim ve sıfatları içinde zati-selbi grubundan kabul
edilmiştir. Gazzali'nin de belirttiği gibi "kendinden dolayı varlığı
zarfirl" (vacibü'l-vücfid bizatihi) olan Allah'ın, zamanın hem geçmişi
hem de geleceği açısından, nihayetsiz olması aklen de zorunludur.
Çünkü mevcudiyetini kazanıp sürdürebilmesi için başkasına muhtaç
olmaktan münezzeh bulunan Allah'ın zatı değişime maruz kalmayacağı
gibi, zamana da bağımlı değildir. Ancak değişim kanunlarına tabi
bulunan insanın zihni, zamanı geçmişe ve geleceğe bağlı olarak idrak
eder. Bu sebeple de kelamcılar yaratıcının sonsuzluğunu geçmiş
açısından "kadim ve ezeli", gelecek açısından da "baki ve ebedi"
kavramlarıyla ifüde etmektedirler. Bütün İslam bilginleri Allah'ın baki
oluşu noktasında görüş birliği içindedir.
54
Müsned, c,6, 431, 432: Buhar!, Bediü'l-halk, Tevhid: 22: Tirmizi, Menakıb, 74
55
Abdülkerim el-Cilt, c. I, s. IOl,102,104
56
Ahmet Siiim Kılavuz. DİA. c.12. s.49-50
h11ii/ı' Sr'J/ıi / 1X7
57
Taha, 20/73: Rahman, 55127
58
Hadid, 57 /3: İhliis, 112/2
59
Furkan, 25/58
60
Beyhaki, s.9-12
61
Bekir Topaloğlu. DİA. c.4. s.356
62
Furkan, 25/58: Kasas, 28/88
63
Al-i İmran, 3/185
J88 / E111<ili .';:<'rlıı
64
Kasas, 28/88
65
Nisa, 4/57,122,169: Ahzab 33/,65
66
Beyhaki, s.9 vd
07
Müslim. zikir,61: Tirmizi. Da'avfü,15: İbn Mace, Dua,2
Lıııııli Snlıi / 1SlJ
Kemal-Kamil
Mutlak kemal Hak Teala'ya mahsustur. O hem zat hem de
sıfat ve fiileri itibariyle kamildir.
Kemal: Zat, vücud ve sıfat bakımından yetkin olma halini
ifil.de eden bir tasavvuf terimidir. Zahidler ve ilk sfifiler kemal ve kamil
kelimelerini "tam ve eksiksiz olma" anlamında kullanmakla birlikte,
bunlara tasavvufi ve ahlaki erdem anlamı yüklememişlerdir.
Kemal ve kamil, özellikle Gazzali' den sonra önemli
kavramları ifil.de eden tasavvuf terimleri haline gelmiştir. Gazzall'ye
göre "kusursuz ve noksansız olmak" manasındaki hakiki ve mutlak
kemal Allah' a hastır. Kemal ilahi bir sıfattır; adalet ve ilim sıfatları gibi
kemal sifatına da sahip olunması arzu edilir. Diğer insanlardan daha
olgun ve yetkin bir durumda olmayı her insan ister. Allah (c.c) zat ve
varlık olarak mutlak kemal sahibidir; İlim ve kudret sıfatları itibariyle
de kamildir.
Hakiki kemal O'na hastır. İnsan için gerçek kemal Allah'ın
zatı, sıfatları ve fiileri hakkında marifet sahibi olmaktır. Faili ve
yaratıcıyı bilen O'nun fiillerini ve yaratıklarını da bileceğinden, marifet
Allah hakkındaki bilgileri de içerir. Ancak Allah'ın bildikleri sonsuz
olduğundan ne kadar çok şey bilirse bilsin, insanın bu konudaki ilmi
sınırlıdır. Bundan dolayı insan bilgi açısından izafi bir kemale maliktir.
Fakat tabiatındaki kemal özlemi ve aşkı onu, durmadan bu yolda
ilerlemeye sevk eder.
İnsan "hür olma" anlamında bir kemal elde etme imkanına da
sahiptir. Bu da nefsine ve onun arzularına hakim olmasından ibarettir.
İnsan nefsinin etkisinden kurtulduğu oranda hürriyetine kavuşur.
Kudret alanında insan için herhangi bir kemal söz konusu değildir.
Mala ve mevkiye güvenen insanın kendisinde bir kemalin bulunduğunu
zannetmesi bir kuruntudan ibarettir. Kalıcı ve sürekli ·olan, bilgi ve
hürriyetle ilgili kemaldir. "Kalıcı güzel işler" 69 ifil.desiyle buna işaret
edilmiştir. 70
68
Metin Yurdagür. DİA. c.5. s.359,360
69
Kehf, l 8/46: Meryem, 19176
70
Gazzali, c,3. s.274-279
}9() I Lmı711 .)'erlıi
71
Taha, 20/114
72
el-Fütfihfü, c. l. s.854: c.2. 715: Füsfis, c. l. s.79
n Abdülkerim el- cm. c.2. s.59) (Süleyman Uludağ. DİA. c.25, s.222
Fınıilı Salıı I t LJ 1
Cemal
Cemiil, Allah Teiila'nın lütuf ve rızasına deliilet eden isim ve
sıfatlarını ve O'nun mutlak güzelliğini iföde etmek için kullanılan bir
tasavvuf terimidir.
Mutasavvıflar, Allah'ın (c.c) lütuf ve rızasını gösteren
sıfatlarını cemiil tabiriyle ifade etmişlerdir. Kaşan! cemiili, Hakk'ın,
Zatı (vechi) ile zatına tecelli etmesi olarak tanımlar. 74 • Bu tecelli'
esnasında her şeyin yok olmasından ve O'nu görecek hiçbir kimsenin
kalmamasından ibaret olan hiile "cemalin aşkınlığı" (ulüvvü'l-cemiil)
veya "cemalin celali" (celiilül-cemal) denir. Bir de Hakk'ın insana
yaklaşmasında aracı olan cemiil vardır ki, bu, O'nun her şeyde zuhfir
etmesinden ibarettir.
Abdü!Kerim el-Ci'll'ye göre zuhuru şiddetli olan her cemiil
celiil adını alır. İlk zuhuru itibariyle celale de cemiil denir. Bu yüzden
celalsiz cemiil, cemiilsiz celal yoktur. 75 Yaklaşma ve açılma cemalin
özelliği olduğundan burada Hak açısından lütuf ve rahmet, kul
açısından neş'e ve üns söz konusudur.
Mutasavvıflar bu anlamdaki cemiili manevi ve sfiri (maddi)
olmak üzere iki şekilde ele almışlardır. Allah'ın en güzel isimlerinin
(esma-i Hüsna) ve sıfatlarının anlamları manevi cemiili meydana
getirir; bu cemiili sadece Hak temaşa eder. Sfiri cemiil ise, bu iilemdeki
güzelliktir. Bütün ayrıntıları ve türleriyle iilem mutlak olarak ilfihi bir
güzelliğe sahiptir. Başka bir ifadeyle, iilemdeki güzellik ilahi güzelliğin
yansımasından ibarettir.
Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin ifadesiyle güzel (cemiil) olan
Allah (c.c), alemi kendi sfireti üzere yarattığı için iilem bütünüyle
güzeldir. Alem ilahi güzellikleri yansıtan bir ayna olduğundan İbnü'l
Arabi iilemi ve ondaki güzelliği sevmeye layık bulur. Güzel olduğu için
Allah' ı sevenin alemi de sevmesi, aynı şekilde güzel olan alemi sevenin
de Allah'ı sevmesi gerektiğine işaret eder. 76
Cemali, mutlak ve mukayyet olmak üzere ikiye ayıran
Lisanüddin İbnü'l-Hatlb'e göre mutlak cemiil, mahiyetini Allah'tan
başka kimsenin bilmediği eşsiz güzelliktir. Mukayyet cemfil de külli ve
cüz'! olarak ikiye ayrılır. Külli cemal mutlak cemfilden öbür varlıklara
yayılan güzelliktir; maddi-manevi her varlık kendi kabiliyetine göre bu
güzellikten bir pay almıştır. Eşyanın var oluş sebebi de bu güzelliktir.
Celal
Celiil, Allah Teala'nın kalır ve gazabına delalet eden isim ve
sıfatları için kullanılan bir tasavvuf terimidir.
Mutasavvıflar Allah'ın (c.c) isim ve sıfatlarını "celal ve
cemiil" olmak üzere ikiye ayırır ve iki türlü "zuhur" ve "tecelli"den
bahsederler. Allah'ın kalır ve gazabına delalet eden isim ve sıfatlarını
celal, lütuf ve rızasına deliilet eden isim ve sıfatlarını da cemiil tabiriyle
ifade ederler.
77
Ravzatü't-ta'rlf, s.285-292
İhya, c.4. s.291-294: el-Maksud, s.84,103
78
19
A'raf, 7/31
80
Müslim, İmiin,147: İbn Miice, Dua,10: Süleyman Uludağ. DİA. c.7. s.296
F111i//i .)'l'rlıi I 193
81
İbnü'l-Arabl, Kitiibü'l-Celfil vel-Cemiil, s.2
82
Tefsir, c.8, s.25-52
83
el-İnsii.nü'l-kiimil, c. I. s.75
Jr.N ! Eıııı/11 :;,·eıhi
"Gücünüz yettiğince Allah 'tan korkun "87 cemfü içinde mütalaa edilir.
"Allah'ın iki eli"nden 88 maksat da budur; Allah her şeyi bu "iki el" ile
yani celal ve cemal ile yapar.
Kamil insanlarla veliler, Allah'ın celal ve cemfü tecellilerini
aynı derecede gönül rahatlığıyla karşılar. "lutfün da hoş, kahrın da hoş"
der, tam bir rıza ve teslimiyet hali içinde bulunurlar. Zira bunların ikisi
de aynı kaynaktan ve özden gelir, zat mertebesinde hepsi birdir.
Mutasavvıflar genellikle insanların karakterlerini celal ve
cemal tecellilerinden aldıkları nasip miktarıyla açıklamışlarıdır. Celal
· sıfatlarının tecellisine mazhar olan kişiler ceHidetli ve heybetli
olduğundan böylelerine "abdülcelll", cemal sıfatlarının tecellisine
mazhar olan halim seli~ kişilere de "abdülcemfü" denilmiş, ilkine Hz.
Ömer, ikincisine Hz. Ebu Bekir örnek gösterilmiştir. 89
84
Bakara, 2/165,196,211
85
ŞGrii, 42/25
86
Al-i İmran, 3/50
• Teğabfin, 64/16
7
88
Mfüde, 5/64
••Süleyman Uludağ. D.İ.A. c.7. s.240
3. Beyt:
Tercümesi
"Allah Teala "Hayy'dır," ezelen ve ebeden hayat sahibidir,
ölmez. O, her işi idare edendir. Yine O, mevcudiyeti ve ulfihiyyeti
gerçek olandır, azamet sahibidir."
AÇıklaması:
Allah Teiila buyurdu ki.
,_ ' lJI 4.JI U • :. 'I - '
_y. ' ' c.r""' _y.
"O, ölmeyen diridir. O'ndan başka ilah yoktur."ı "Hüvel
hayyu" "O, daima diridir." O, zatıyla hakiki hayata sahip tek ilahtır.
Asla ölmez, mahlfikatı öldürür. "La iliihe illa hu" "O'ndan başka hiçbir
tanrı yoktur." Çünkü gerek zatında, gerek sıfatlarında ve gerekse
fiillerinde O'na benzeyen hiçbir varlık yoktur. 2
Er-Razi diyor ki: Bu ayet, hasr (sadece) manası ifade eder ve
"O'ndan başka hayy (diri) yoktur" demektir. "Bunu, zatı bakımından
ölmesi imkansız bir hayy oluş" manasına hamletmek gerekir. Bu
durumda, Allah'tan başka böyle hayy (diri) olan olmaz. Böylece
Cenab-ı Hak, düşünülebilen şeyi, adeta yok hükmünde kabul etmiştir.
Ki, "Hayy" "Derrak" son derece idrak edici ve "fa'iil" son derece aktif
olan demektir. Dolayısıyla "derrak" oluş, tam ve mükemmel bir ilme,
"fa'al" oluş ise, mükemmel manada bir kudrete işarettir. Allah Tefüa,
celal sıfatlarından bu iki sıfata böylece dikkat çekince, üçüncü bir sıfatı
olan vahdaniyetine de "O'dan başka hiçbir tanrı yoktur." cümlesiyle
dikkat çekmiştir. 3
1
Mü'min, 40//65
2
Ruhu! Beyan, c. 7 s. 375
3
Er-Razi..Tefsir-i Kebir. c.19, s. 326
I 96 / l:.'11ılilf .)crlıi
· · tıı
~ _)
-. ·
11 ç.. ı:..:..ıı l>-" ..)AOı Y.
l.S"'' "::ıJ~
-"Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir ... "4
Göklerde ve yerde bulunan bütün maklfikiitın işini O idare eder. Hiçbir
kimsenin işini ihmal etmez. İbn. Abbas (r.a) şöyle der: Yani kaza ve
kaderi gökten yere indirir. Takdir edip uyguladığını da indirir. Tedbir;
işleri düşünüp sonuçlarına bakmak demektir. Allah Teala dünyanın
işini, yeryüzüne eserleri inip duran melekler v.b. semavi sebeplerle
düzenleyip yönetmektedir. 5
İbn Kesir (r.a)'in yorumu şöyle geliyor: Daima hayy ve
Kayyum olan Allah Teala, her işin de tedbircisidir. "Gökten yere kadar
her işi O düzenler." O'nun emri yedinci kat göklerin yüceliklerinden,
yeryüzünün en alt noktasına iner. Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner
durur. Ki, Allah Teala her şeye kadirdir ve ilmiyle her şeyi kuşatİ:nıştır. 6
Hallak'ul-a!em, her işi düzenleyen olduğunun yanı sıra, bütün
bunların varlıklar alemine hükmeden kanunlar olduğunu da vaz'
ediyor. Büyük-küçük her şey bir ölçüye göre yaratılmış, bir maksada,
bir hikmete göre tanzim edilmiştir. Alemde başıboş, lüzumsuz hiçbir
şey yoktur. Tesadüfen meydana gelmiş hiçbir şey yoktur. Hepsi ince
bir hesa~la meydana gelmiştir. Kendiliğinden olan hiçbir şey mevcfit
değildir.
4
Secde, 32/5
5
Ruhu! Beyan, c.6, s.389: Safvet'!- Tefüsir. c.5, s.42
6
İbn Kesir Tefsiri c.12, s.6435
7
Semerkandl c.5, s.76
8
Kamer 54/49
F1111ili c)'erhi / / 97
9
Rfihu'I Beyan c. ,8 s. 385
10
Mürseliit, 77/23
11
Er-Razi, Tefsir-i Kebir. c. 21 s. 44
12
İbn Mace c. I s. 28: Tirmizi c.4 s. 454
" Kurtubi c.16, s.431
Her şeyi mutlak bir ölçü ile yaralan Allah (cc): "Celal ve
ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir. " 14 buyuruyor. O'nun ismi
yücedir. Ayrıca O'nun ismi, şanına yakışmayan şeylerden de yücedir.
Tercih ve takdir işini tamamlamak için, Cenab-ı Hak kendini ayrıca,
celal ve ikram sıfatlarıyla tanımlamıştır.
Celal ve ikram sahibi demek; azamet, Kibriya ve mutlak ihsan
sahibi demektir. O'nun ikram ve azamet sahibi olduğunu bilen, azameti
önünde titrer, ikramı önünde ferahlar. Ümit ve korku arasında yaşar.
Zül-celali ve'l-ikram, İsm-i azam' dır deniyor. Bir grup ulema ise şöyle
derler: Allah'ın bütün isimleri İsm-i azam'dır. Çünkü hepsi de yüce
olan Alliih'a delalet eder. Şüphesiz ki, zat ve müsemma (isim verilen
varlık) yüce olunca, isimler ve sıfatlar da yüce olur. ıs
Mübarek olan, yüce olan, bizzat Allah'İn ismidir. Bunda ince
bir manaya işaret vardır. Mesela, "yüce oldu" manasında "tebareke"
dediğimizde, "şimdi, ismi böyle olan zatın, bizzat kendisi ya nice yüce
olur" demiş oluruz ... ı 6
İsmin yüceliği, müsemmada (ismin sahibinde) daha fazla bir
yüceliğe delalet eder. Ama biz "tebareke"nin, katındaki hayırlar
devamlıdır, manasında olduğunu söylersek, bu, Allah'ın isminin
zikredilmesinin, şerleri giderdiğine, hayırları arttırdığına ve
mutlulukları celbettiğine bir işaret olur. Eğer bu kelimenin "Allah'ın
ismi devamlıdır" manasında olduğunu söylesek, bu, zakirlerin cennette
de zikre devam edeceklerine bir işaret olur. ı 7
İbn Abbas (r.a) "celal ve ikram sahibi" kelimelerini, celal ve
kibriya sahibi şeklinde açıklamıştır. Allah Resfilü (s.a.v) şöyle
buyurmuştur: "Allah 'ı tazim ediniz ki, sizi bağışlasın." Başka rivayette
de "Şanı yüce Allah'ı celaline layik anınız, O'da size mağfiret
. buyursun" demiştir. ıs
Kurtubi'de şöyle geliyor: Yüce Allah bununla muhataplara,
sanki şunu öğretiyor: Bütün bunlar size rahmetimle verilmiştir. Ben sizi
rahmetimle yarattım. Sizin için göğü, yeri, diğer yaratıkları, mahlukatı,
·cenneti, cehennemi yarattım. Bütün bunlar sizin için Rahman isminin
bir tecellisidir. Böylece, yüce Allah kendi adını övmekte, sonra da
14
Rahman, 55178
15
RGh'ul Beyan c. 8 s. 427
16
Er-Razi Tefsir-i Kebir c. 21 s. 155
17
Tefsir-i Kebire. 21, s. 156
İbn Kesir c. 14 s. 7668
18
"Celal ve ikram sahibi" diye buyurmaktadır. Yani O, zatı itibariyle
celiil, fiilleri, itibariyle kerlmdir. 19
1
• Kıırtııbi, c.16, s.602
20
Bııhari, iman,13
İbn Kesir Tefsiri, A'raf, 180: A. İbn Hanbel, Müsned, c. 1, s.391: Nevevi, Ezkar, s.l 13:
21
Büve
Zikir ve ilim mezkura ve ma!Uma tabidirler. Mezkür
(zikredilen, hatırlanan) ve ma!Um (bilinen) ne kadar şerefli olursa, zikir
ve ilim de o nisbette şerefli olurlar. Mezkı1ratın (zikredilenlerin,
hatırlananların) ve malı1matın (bilinenlerin) en şereflisi Allah
Subhanehı1 ve Teiila'dır. Hatta O, böyle denilmekten de yücedir. Çünkü
O, kendinden başka her şeyden daha şereflidir. Çünkü böyle bir
mukayesede bulunmak, bir tür aynı cinsten olma ve benzerliği
gerektirir ki, Allah Tealii kendisinin dışındakilerle aynı cinsten
olmaktan münezzehtir. İşte bu sebepten dolayı Allah'ın cela! ve
kibriyasının sıfatlarına şamil olan her söz, son derece celiilli ve şerefli
bir söz olmuş olur.
Akıllar, Cenab-ı Allah'ın zatının künhünden habersiz olduğu
gibi, sıfatlarının kühhünden de habersizdir. Çünkü Allah'ın ilmine diiir
bildiğimiz tek şey, sadece O'nun varlıktaki muhkem san'atın ve ince
nizamın varlığına sebep oluşudur. Allah'ın ilmine dair bilinen sadece
O'nun ne olduğunu bilmeyişimiz, fakat şu idrak edilen (algılanan)
a!emin varlığı için şart olduğudur. İzzetinin niiru ile akıl ve anlayışların
nurlarını koyan Allah (c.c), noksan sıfatlardan münezzehtir.
Allah Teala'nın en şerefli ismi: "Hu-O" (hüve) ismidir.
Lafızlar iki kısımdır: Zahir olanlar, zamir olanlar. Zahir olan
liifızlar, siyah, beyaz, taş, insan kelimeleri gibi, bizzat kendileri olması
itibariyle, hususi ve (özel ve genel) muayyen mahiyetlere deliilet eden
lafızlardır. Zamirler ise, mütekellim, muhatab ve giiib olan şeye, bu
şeylerin mahiyetine deJaiet etmeksizin dela!et eden liifızlardır. Bunlar
üç tanedir: Ene (ben), ente (sen), hüve (o). Zamirlerin en iyi bilineni
ene (ben); en az bilineni de hüve (O)dir. Ente ise, bu ikisinin
arasındadır. Hüve, üçüncü şahıs zamiridir.
Hüve (O) lafzı, her türlü çokluk ve kesret cihetinden uzak ve
münezzeh olan o tek hakikatin künhüne ulaşabilir. Bu liifzın, (hakikatin
künhüne ulaştığı için), o hakikatin künhüne ulaşması mümkün olmayan
diğer lafızlardan daha şerefli olması gerekir.
Hüve (0), Cenab-ı Hakk'a, O'na arız olan bir nisbet veya
hadiseler iilemine kıyasla bir oranın meydana gelmiş olması
22
Sabun!, Milturidiyye Akiiidi, s.161
bakımından değil, bizzat O, O olması bakımından O'na delalet eden bir
lafızdır. Binaenaleyh büve lafzı, kulu Hakk'a ulaştırarak, O'nun
dışındakilerle olan ilgisini keser. Hüve'nin dışındaki isimler ise, O'nun
dışındakilerle olan ilgisini kesemezler. O halde büve lafzı, en kıymetli
ve muhtevalı bir lafızdır.
O'nun ziitı sıfatlarla tamamlanmaz; tam aksine O'nun zatı
kamil olduğu için, kemiil sıfatlarını gerektirmiştir. "Hüve" lafzı kulu
rahmet, izzet ve yüceliğin kaynağına ulaştırır ki bu da O'nun zatıdır.
Diğer lafızlar ise kulu ancak sıfat ve nitelikler makamında tutar. O
halde hüve Jafzı en şerefli bir lafızdır. Bu hadiseler (hudus) il.leminin
darlığından kurtulup, kıdem (kadimlik) basamaklarının genişliğine
ulaşmak, beşeriyyet karanlıklarının eteklerinden, nurlar semil.larına
yükselmek için, göğüslerimizi ve sırlarımızı bu kelimenin (hu
kelimesinin) ışıltılarıyla aydınlatması ve bu kelimeyle akıl ve ruhları
genişletmesi hususunda niyaz ve arzumuz sadece O'nadır. Bu ise
Allah' a güç gelmez. 23
Hüve-Hu: O, Allah Tealii'nın mutlak gayb olan hüviyeti,
künhü, temaşası mümkün olmayan ziitı. 24 Bu söz tevhiddeki tefritli
ifade eder. Sanki "Hu" deyenin sözü olmaksızın Hu, Hu yazanın yazısı
olmaksızın Hu, Ha ve Vav'dan oluşan iki harfin zuhuru olmadan olan
Hu. Cüneyd (k.s) tevhidi anlatırken der ki: O'nun hükmü, cereyan eden
şey üzerinde caridir. O'nun tesiri zahir olup kahra uğrayan, gizlenip
perdelenen, güçlü ve değerli olan her haktan yücedir. Y akinlığı uzak,
uzaklığı yakındır. Yakınlığı şaşkınlık vericidir.
25
Hayy
"O dô.imô. diridir ... " Sözlükte, kendisinde hayat ve dirilik
(canlılık) olan demektir. Ölümün ve cansızlığın zıddı olan bir sıfattır.
21
er-Razi, Tefsfr-i Kebir, c.4, s.134-135
24
İbn Arabi, Ta'r!faı
25
Serrac, el-Liima, s.353
26
İ.H. Bursevf, Riihu'l Beyan, c. l, s.439
13u, iradi anlamda his ve hareketi gerektirir. İnsanın en şerefli vasfı
Daru'l-kerame denilen cennet yurdundaki ebedi hayattır. Allah (c.c) bu
vasıfla tavsif edilip: "O, Hayy-hayat sahibidir" denildiği zaman bunun
manası, yok olmak ve ölümlü olmaktan uzak, dil.im, baki demektir.
Yüce Allah, ezeli ve ebedi hayat ile nitelenmiştir. 27
Hay, "hakkında. ölüm geçerli olmayan varlık. "28 Her türlü
canlıyı yaşatıp öldüren, tekrar dirilten ve hayat- ölüm çerçevesinde
kurduğu bir nizamla tabiatı idare eden bir varlığın, kendisinin ebedi
hayatla hay olması, akıl ve realite açısından benimsenmesi zaruri bir
gerçektir.
Ebu Mansur el-Mfüüridi Hay ismine, "ebediyyen ölümlü
olmayan" manasından başka "hiçbir şeyden gafil bulunmayan, asla
yanılmayan ve unutmayan" şeklinde de anlam vermiştir.
29
içinde ziit-ı iliihiyyeyi aşıp bazı şeylerle alaka kurması gerekli olmayan,
başka bir deyişle, nisbet ve izafet özelliği taşımayan yegane sıfat hayat
sıfatıdır. Mesela, "Allah bilen ve gücü yetendir" denildiğinde, "neyi
bilen ve neye gücü yeten?" gibi bir soru akla geldiği halde, "Allah
haydir" denilince akıl benzer bir soru sormaya ihtiyaç duymaz.
Bütün İslam alimleri, Allah Teiila'nın hay oluşunun, canlılarda
görüldüğü gibi, türe füd organizmanın dengesini ve itidiilini koruması
gibi bir şarta ve ayrıca ruhun mevcudiyetine bağlı olmadığı noktasında
27
Riihu'l Beyan, c. 1, s.440
28
Ragıb el-İsfehani, Müfredfü, hayy md
29
Te'vilfü, vr.6lb, 71a,659a
10
el-Külliyfü, s.407
/-.1//iili Serlıi! 21U
11
Hicr, 15/29: Enbiya, 21/92: Secde, 32/9
12
Bağdadi, Usfilü'd-din, s.105
n Bakara, 2/255: Al-i İmran, 3/2: Gafır-Mü'min, 40/65
14
Taha, 20,fl 11: Furkan, 25/58 ·
15
Bakara, 2/255: Al-i İmran, 3/2: Tfiha,20/ l l l
16
Wensinck, el-Mu'cem, hayy md
!7 Müslim, Zikir,67
20-I 1 E111dll .)ahi
Tevhid Dini
"O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur." Çünkü gerek zatında,
gerek sıfatlarında ve gerekse fiillerinde O'na benzeyen hiçbir varlık
yoktur. İbadete layık olan yalnızca O'dur. O'ndan başkası buna layık
değildir. Bu, Vahdaniyeti zihinlerde iyice yerleştirmekte ve varlık
aleminde başka ilah da var ama, ibadete müstehak değil vehmini
ortadan kaldırmaktadır. Yani, işte böylece O'nu bu anlatılan şekilde
tanıyın ve her zaman O'na ibadet ve kulluk edin. O'ndan başkasından
bir şey ummayın ve korkmayın.
imam Gazzali (r.a) şöyle diyor: "La ilahe illallah" avamın
(halkın) tevhidi, "La ilahe illa hU" havassın (seçkinlerin) tevhididir.
"İlla hfi"nun manası "sadece O" demektir. "İlla hfi" sözünü, Allah
Teala "La ilahe" sözünden sonra zikretmiştir. İşte bu da, tevhidin
zirvesinin "La ilahe illa hfi" olduğunu gösterir. 40
18
et-Tahbir, s.76: B. Topaloğlu, D.İ.A., c.16, s.549
39
er-Razi, Tefsir-i Kebir, c.5, s.412
4'> Er-Razi, Tefslr-i Kebir, c. 19, Mü'min, 40/65
lcıı11ili Scrlıi I 21J5
41
Rilhu'l-Beyiin, c.l, s.439: c.7,s.375: Mü'min, 40/65
42
Zümer, 39/3
20(i I Eı111ili ,';,'cr/ıi
Yahudi ve Hıristiyanlara
gelince, Yahudiler, Allah'a beşeri
sıfatlar yakıştırıyor, O'nun "yorulduğunu,
bahçede gezindiğini önceden
yaptığına sonra pişman olup yüreğinde acı duyduğunu" 43 kabul
ediyordu. Hıristiyanlar ise üçlü bir ulı'.lhiyyet sistemine (Baba, Oğul,
Rı'.lhu'l-Kudüs) inanıyordu. İşte İsliim dini bütün bu sapmaları, yanlış
anlamaları, yersiz yorumları bertaraf etmiş, Allah'ın birliğini şüpheye
mahal bırakmayacak bir açıklıkla izah ve i'lan etmiştir.
Son peygamber Muhammed (a.s.v) Efendimiz, Tevhid
inancının tekliğine, izahına, öğretilmesine ve gönüllere
yerleştirilmesine son derece önem vermiştir. Çünkü o devirlerde tevhi'd
anlayışı yeryüzünden kalkmış gibiydi. Üstelik Hz. Peygamberin ilk
muhatapları asırlardan beri puta tapan, bunu ikinci karakter haline
getiren bir neslin çoçuklarıydı. İsliim'ın ilk günlerinde Abese oğlu Amr
ile peygamber efendimiz arasında geçen şu konuşma bu gerçeğin açık
ifadesidir. Amr, gece vakti Hiirem-i Şerifte karşılaştığı Resfil-i
Ekrem'e sormuş:
"Necisin sen?
Allah'ın habercisiyim.
Allah'ın habercisi ne demektir?
Allah'ın elçisi demektir.
Peki, seni Allah mı göndermiş, görevlendirmiştir?
Evet.
O halde hangi görevle görevlendirmiştir?
Allah'ın birlenmesi, hiçbir şeyin O'na ortak koşulmaması,
putların kırılması, hısım akrabanın gözetilmesiyle."
Bunun üzerine Amr müslüman olmuştu. O, dördüncü
müslüman olduğunu söylerdi. 44
Asr-ı Saadet tarihi ve sonraki İsliimi' kaynaklar şunu ispat
etmiştir ki, son peygamberin getirdiği tevhi'd inancı, ona inananlar
arasında tam manasıyla yerleşmiş, kökleşmiş ve dünya durdukça
varlığını sürdürebilecek bir güce erişmiştir. Bu gün dünya nüfGsunun
dört de birini teşkll eden müslümanlar, yeryüzünün iskan edilmiş
hemen her bölgesinde az veya çok sayıda bulunmaktadır. Namaz
vakitleri güneşin hareketine (başka bir deyişle, yer küresinin güneşe
karşı hareketine) bağlı olarak kuzey ve güney yarım kürenin çeşitli
yerlerinde farklı zamanlarda oluşur. Bu sebeple yer küresi her an ezan
43
Eski Akid, Tekvin, 2/1-3, 3/8, 6/6
44
Ahmed b.Hanbel, Müsned, 4,112: İbn'ül-Esfr, Üsdü'l-giibe 4,251-252
l:'ıı1<ili .';)crlıı !·.lU7
45
AI-i İmran, 3/1 ıo
46
Bakara, 2/43
208 / [111(//i ,)'cı/ıi
Tevhidin Çeşitleri
İmanda Tevhid
Kur'an-ı Kerim'de dünya ve ahiret saadeti iki şarta
bağlanmıştır. iman ve amel. İsliim dininin nazari ve ameli (teorik ve
pratik) yönünü teşkil eden bu iki esası kendisinde birleştiren insan,
gerçek manada dindardır. Tevhid dini olan islamiyet'te iman "Allah'ın
birliği" temeli üzerine oturduğu gibi, bütün çeşitleri ile amel ve
ibadetler de sadece "Allah rızası "için yapılır. Bunlardan birincisi
imanda tevhid, ikincisi de amelde tevhidi teşkil eder.
İmanda tevh!d, Allah Tea!a'yı zatında, sıfatlarında, fiillerinde
bir ve tek kabul etmek, bu noktalarda O'na ortak koşmamaktır.
Allah'm Zatında
Tevhid
Allah'ın zatı,
kendisi demektir. O'nun zatında tevhid,
kendisinin birliğini, tek, yegane ve biricik olduğunu kabul etmekten
ibarettir. Allah'ın varlığı konusunun çeşitli bölümlerinde belirtildiği
üzere insan, kendisine ve yaşadığı tabiata hakim bir kuvvete, bir yüce
yaratıcıya, yaratılış itibariyle inanmak ihtiyacındadır. Bu beşeri ve ruhi
ihtiyaç tarih boyunca kendini hissettirmiş, çeşitli insan toplulukları
doğru veya yanlış bir tanrı inancına bağlana gelmiştir. Denebilir ki,
itıanç tarihinde dikkat çeken, inkar değil şirktir. İnsanlar, dün de bu gün
de, büyük bir çoğunlukla (bir yoruma göre ittifakla) tanrının
mevcudiyetinde (varlığında) yanılmamış, fakat Allah'ın birliğinde ve
O'nun kemal sıfatları konusunda doğru çizgiden ayrılmışlardır. Dün,
F1111ili .)crlıi / 21JlJ
daha çok bilgisizlikten, bu gün ise iradesizlikten ... Bunun için bütün
peygamberler ümmetlerine tevhidi telkin etmeye çalışmıştır. "Sizden
önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona şunu vahyetıniş olmayalım:
Benden başka Tanrı yoktur. Yalnız bana ibadet edin. "47
Aslında Allah'ın varlığı, aklı yerinde olan ve onu kullanmak
isteyen kimseler için nasıl ki, tabii bir şey ise, O'nun birliği de aynen
öylece, tabii ve kaçınılmaz bir gerçektir, bir realitedir. Bu gerçeği
sezmekte insanın karşısına çıkan iki engel var: Akıl nimetinden
mahrum olmak veya akla sahip olduğu halde onu kullanmamak. Birinci
hastalığa mübteıa olanların sayısı hem azdır, hem de beşeri planda ve
Allah katında sorumlulukları yoktur. İkinci hastalığa yakalananlara
gelince, işte problem olan bunlardır. Bunlar aklı olup da düşünmek
istemeyenler, gözleri olup da gerçeği görmezden gelenler, kulakları
olup da doğru haberi dinlemeyenlerdir. Peygamberler bunları uyarmak
için gönderilmiş, hakimler bunlara öğüt vermek istemiş, bilginler
bunlara ışık tutmaya çalışmış, gönül adamları bunların kalbini
yumuşatmayı ummuş, terbiyeciler bunların iradesini kuvvetlendirmeyi
hedef edinmiştir. İşte İlahi ikazın birkaç örneği:
"De ki: Hamd olsun Allah 'a, selam olsun O'riun seçip ayırdığı
kullarına (şimdi düşünün) Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak
koştukları nesneler mi?" "Yoksa yaratmayı başlatan, sonra onu devanı
ettiren, size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah ile birlikte başka bir
tanrı mı? De ki: Eğer haklı ve samimi kimselerseniz getirin
delilinizi! " 48
Kur'an-ı Kerlm'de Allah'ın birliğini ifil.de eden bir çok ayet
vardır. Müslümanların, hayatlarında en çok tekrar ettikleri söz kelime-i
tevhlddir: "la ilfıhe illallah" "Allah'tan başka tanrı yoktur." Ui ilahe
illallah: Müslümanların bayrağıdır. Ui i!ahe illallah: Cennetin
anahtarıdır. 49 La ilahe illallah: Allah'ı anmanın en üstün derecesidir. 50
Ui i!ahe illallah: İnsanın hürriyeti, can ve mal güvenliğidir.
Akıl nimetinden yoksun olmayan, kültür derecesi ne olursa
olsun, kendi seviyesinde aklını kullanma iradesine sahip bulunan
herkes, tabiattaki birlik, beraberlik, ahenk ve düzeni sezer. Milyarlarca
insan, hayvan, bitki ve cansızlar alemi. ..
~ 7 Enbiya, 21/25
48
Neml, 27/59-64
49
Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. s.242
50
ibn Miice Edeb, 55: Tirmizl, Duii,9
21 U / Enu/ 11 Scrh i
Allah'ın sıfatlarında
Tevhid
Cenab-ı
Hak zatında her bakımdan bir ve tek olduğu gibi,
sıfatlarında da birdir. Allah Teala'yı anlayabilmemiz için, kendisinin
bize bildirdiği vasıflara, özelliklere O'nun sıfatları denilmiştir:
Varlığının başlangıcı olmamak, sonu ·olmamak, bilir, işitir ve görür
olmak g!bi. Kur'an'da ve hadiste Cenab-ı Hakk'a nisbet edilen
sıfatların bir kısmı sadece kendisine hastır. O'ndan başka hiçbir varlık
için söz konusu edilemez. Bir kısmı da kelime ve kavram olarak
51
Tevbe, 9/30
52
Mü'minun, 23/91
53
En'iim 6/101
54
Fiitiha: 1/S-7
f:'ııııilı Şerhi 12 U
55
Şura, 42111
56
Zümer, 39/68
2 ! 2 / Elllllli .';ı'eı!ı i
İbadette Tevhid
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız "imanda tevhld" prensibi,
imanın fikir ve bilgi ile ilgili (nazari, teorik) yönünü teşkil ediyordu.
Bu, zihni ameliyeye dayanır. Yani İslam'ın getirip sunduğu !mani
tevhid, ona inanan insanların, zihinlerini işletmek de bilgi edinme
kabiliyetlerini harekete geçirmek suretiyle anlayacakları, kabul
edecekleri gerçeklerden ibarettir. Allah Tea!a'yı zatında, sıfatlarında ve
fiillerinde bir ve tek bilmek gibi. Buna tevhid-i ilmi de diyebiliriz. Bir
de ameli tevhid vardır. Bu, zihniyle Allah'ın birliğini kavrayan insanın
kalbiyle onu sevmesi, davranışlarıyla bu sevgisini isbat etmesidir. Bu
davranışlar da ibadetlerdir. İmanda tevhld insanın kafasını (zihnini),
ibadette tevhid ise onun kalbini (duygusunu) aydınlatır. İmanda tevhid
insanın fikir hürriyetini, ibadette tevhid ise duygu hürriyetini sağlar.
Düşünce tarihinde her sistem, kendine göre, bir yaratılış
felsefesi (kozmogoni) yapmaya çalışmıştır. Kimine göre kainat ezelden
beri vardır, maddenin bir yaratıcısı yoktur. O, kendi kendine oluşup
varlığını sürdürmektedir (materyalist felsefe). Düşünürlerin ve
dolayısıyla insanların çoğunluğuna göre ise kainatı yaratan ve idare
eden, madde ötesi bir varlık, yani Allah (c.c) vardır. Şüphe yok ki
peygamberler de Allah'ın varlığını ve birliğini tebliğ etmişlerdir.
Nice insan vardır ki, kainatı yaratan ve idare edenin Allah
Teala olduğunu hatta Allah'ın, zatında ve sıfatlarında bir olduğunu
kabı11 eder. Onların zihinleri, yaratılış felsefeleri içinde Tanrı'nın
mevcudiyetini savunan düşünce tarzını tercih eder. Ancak biz
böylelerine "mü'min" diyememekteyiz. Çünkü bunlar Allah'ı
bilmişler, fakat O'nu sevmemişlerdir. Başka bir deyişle, ilmi ve zihni
tevhidi gerçekleştirmişler, fakat ameli ve kalbi tevhide
ulaşamamışlardır. "Bilmek başka şey, inanmak başka şeydir." Bilmek
zihnin fonksiyonudur. İnanmak zihni fonksiyona iradenin de
katılmasıdır. iman, bilgi ile sevginin bir araya gelmesinden doğar.
Allah sevgisi ibadetle kendini gösterir. İbadet boyun eğmek,
itaat etmek manasına gelir ki, Türkçe'de "kulluk" ve "tapmak"
kavramlarıyla karşılanabilir. Müslümanların en çok tekrar ettikleri
kelime-i tevhiddeki "İlah" kelimesi "mabud" (tapacak) manasına gelir.
İbadette tevhld tapılmaya, boyun eğilmeye, en çok sevilmeye,
son noktasına kadar tazim edilmeye layık olanın sadece Allah Teala
olduğuna inanmak, bu gerçeğe gönülden bağlanmaktır. İbadette
tevhidin ruhu ihlastır. İhlas, sadece Allah rızasını gaye edinmek, dini
davranışlarında sevgi ve samimiyetten başka bir hedef gözetmemektir.
Beş vakit namazda kırk defa okuduğumuz Fatiha suresinde bu
samimiyet prensibini günde kırk defü tekrar etmekteyiz. "Yalnız sana
kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz."
Kişiler sevgi, saygı ve şükran bağlarıyla birbirine bağlı
olabilirler. Bu, tabii ve değerli bir şeydir. Bir Müslüman elbette
anasına, babasına, kocasına, hocasına, mürşidine, büyük bildiği
kimselere karşı hürmet ve tazim duyguları besler. Ancak bu hürmet ve
tazim hiçbir zaman, konu edindiği kimseyi "insan üstü" bir seviyeye
çıkaramaz. Müslüman, şahsiyetli insandır. Allah'tan başkasına kul-köle
olmaz, peygambere bile, çünkü o da bir insandır. Kaynakların
kaydettiğine göre ResGl-i Ekrem (s.a.v.), kendisine secde etmek isteyen
bir sahablyi men etmiş ve bunun İslam'da caiz olmadığını ifade
buyurmuştur. 57
İslam dininde !mani tevhide çok önem verildiği gibi ameli
tevhide de son derece özen gösterilmiş, ibadette tevhidi zedelemeye
vesile olabilecek her şey yasaklanmıştır. ResGlullah (s.a. v.) kabirlerin
üzerinde namaz kılınmasını men etmiş ve: "Şunu biliniz ki, insanların
en kötüsü peygamberlerinin kabirlerini namazgah edinen
kimselerdir. " 58 "Peygamberlerinin kabirlerini namazgah edinen
kimseleri Allah kahretsin " 59 buyurmuştur. Müslümanların en çok
kullandıkları cümlelerden biri şudur: Allahu ekber. "Allah en
büyüktür" veya "Allah yegane büyüktür" (sadece O büyüktür, O'ndan
başka büyük yoktur) tarzında manatandırabileceğimiz bu cümle hem
zihni, hem de kalbi tevhidin çok güzel bir örneğidir.
57
Ebu Davud, Nikah,40: Tirmizl, Rada, 10)
58
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1,195
Buharı, Salfü,48, Enbiya, 21/96: Müslim, Mesacid,19,23
59
21 :./ i F.111(//i ~;ı'erlii
6
ıı Ra'd, 13/29: Bekir Topaloğlu, İslamda inanç Esasları, s.75-90, eserinden iktibastır.
l:ı11iilı' Se rlıi I 2 I 5
61
Nisa, 41150
olacağını Resfılullah (s.a.v.)'dan almak ıse; "Muhammedün
Resulullah" şehadetinin pratik medlfılüdür. 62
Allah (c.c), gökleri ve yeri tedbir eder. O, goruneni,
görünmeyeni, kullarının gizlediklerini, açığa vurduklarını ve yaptıkları
işleri bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O, mülkünde
yegane azizdir ve yarattığı mahli.lkata karşı rahimdir. Bu rahmeti
dünyada umumidir, bütün varlıkları kapsar, ahirette ise sadece mü'min
kullara mahsustur. O, yarattığı her şeyi nasıl yaratılması ve yönetilmesi
gerekiyorsa, o güzellik içinde yaratmıştır. 63
Hak
Hak: Allah Teiila'nın isimlerinden biridir. Bizzat ve .sürekli
olarak var olan, gerçekliği mevcut bulunan, varlığı ve uli.lhiyyeti fiilen
tahakkuk eden, manasına gelir. Allah'ın zatı hak olduğu gibi, O'ndan
gelen ve O'na rücu eden her şey de haktır. Ayrıca, emrettiği ve
yasakladığı hususlar uyarınca hareket etmek de kullar için haktır yani,
gereklidir.
Kur'an-ı Kerim'in tamamına yakın kısmında sık sık
tekrarlanan hak kavramı Allah'tan başka Hz. Peygamber (s.a.v.)
Efendimize64 Kur'an'a65 ve dine de 66 nisbet edilmektedir.
Hak kavramı,Tirmizl ve İbn Mace'nin esma-i Hüsna listeleri
dışında başka hadislerde de çeşitli sigalarla Allah' a nisbet edilmiştir.
Abdullah b. Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste, Resı11-i Ekrem
(s.a.v.)'in teheccüd namazındaki duasında hak kelimesi şöyle
tekrarlanmaktadır: "Allah 'un! Sen haksın, vaadin. hak, sözün haktır;
Sana kavuşmak haktır, cennet hak, cehennem haktır; peygamberler
haktır, kıyametin kopması haktır. " 67
Alimlerimiz hak kavramında iki temel mana tesbit etmişlerdir:
Var oluş ve gerçeğe uygunluk (Vücı1d ve mutabakat). Buradaki var
oluş ziit-ı ilahiyyeye izafe edildiğinden, zamanın hem başlangıcı hem
de sonu itibariyle sınırsız, yani ezell ve ebedi olarak kabul edilir. Buna
göre hak, sıfat anlamıyla vacibü'l-vücı1d (varlığı kendinden ve zarı1ri
olan) kavramıyla birleşir.
62
Said Havva, İsliim, c.1, s.31,49
63
Ebu'l-1..eys Semerkiindi, c.5, s.76, Secde, 32/5
64
Bakara, 2/119: Tevbe, 9/62: Neml,27179
65
Bakara, 2/176: Yunus, 10/94
66
Tevbe, 9/29: İsrii, 17/81
67
Buhar!, Tevhid, 24,35: Müslim, Müsiifırln,199
I-:ıııııli .)"crlıi / 217
Halk-Halik
Halik, yaratmak anlamındaki halk masdarından sıfattır,
"yaratan" demektir. Ha!ik'ın, "bir işi ölçülü ve ahenkli biçimde
yapmak" manasından hareket ederek hfüik'i "planlı ve amaçlı (bir
anlamda şuurlu) bir şekilde yaratan" diye tanımlamak mümkündür.
68
Gazzfüi, Maksadü'l-Esnfi, s. 138,172
69
Bekir Topaloğlu, D.İ.A., c.15, s. 152
2 18 ı /:'///(/ li Scrlıi
Tekvin ve Mükevven
Tekvin: Yaratmak. Allah Teiila'nın sıfatıdır. Miitüridiyye
alimleri, Allah'ın sıfatları kadimdir ve O'nun zatı ile kil.imdir
.görüşündedirler. "Allah Teiila'nın tekvin sıfatı ezeli ve kadimdir",
yaratmak manasına gelir. Yok olanı, yokluktan varlığa; ma' dGmu
ademden vücfid'a çıkarmak demektir. Bi'l-fiil lcad özelliğine sahip
olan bir sıfattır. Tekvin ile maksad, tekvinin başlama noktası,
kendisiyle tekvinin meydana geldiği şeydir. Tekvin, mükevvinle
mükevven, yaratanla yaratılan arasındaki taalluk (münasebet, bağlılık,
iiid olma) ve fiilen alakalı olma hiili değildir. Tekvin mebdei ve
.yaratma prensibi ise bir eserin varlığında tesirli olan iliihi bir sıfattır.
Tekvine, halk-ı icad ve tesir de denir.
Tekvin sıfatı, kudret, ilim ve irade sıfatından başkadır. Çünkü
ilim sıfatı ile, bilinen şeyler birbirinden ayırt edilir hiile gelir. Kudret
sıfatı ile, mümkün olan bir şeyin yapılması veya yapılmaması sahih ve
kabil olur. İrade sıfatı ile yapma veya yapmama şıklarından biri tercih
edilir. Artık bundan sonra fiilen icada tesirli olan bir sıfat Iiizımdır ki, o
da tekvindir.
Tekvin de kudret ve irade gibi aslında ciiiz ve mümkün olan
şeylere taalluk eder. Mümkinata taalluk etmekle, tekvinin taalluku ezeli
fııı,{/i .';ı'cılıi ! 2 J \)
70
İzmirli İsmiiil Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, s.278-279
71
Haşr, 59/24
72
Sabilni, Miitürldiyye Akiiidi, s.93
n Cürciini, Şerhü '1-Meviikıf, c.3, s.313
2](} / L'ınıili .)'crlıi
74
Ömer Nesefi, Akfüd,s.139
75
Kamer, 54/49
7
" el-Müfredat: et-Ta'rifiit: el-Külliyiit, kader-kaza md.leri
77
Yasin, 36/81: Kasas, 28/68-69
lo'tııu/i .';>'f!rhi 1221
78
bkz. En'ii.m, 6/138: Nah!, 16/35: Zuhruf, 43/29
Fıl/(ili .~nlıi / 223
gelir.
79
B. Topaloğlu, İslfim'da İnanç Esaslan, s.144,155
80
Seyyid Kutub. Fi Zilfil. c.l, s.37
81
Celfil ismi için .... sayfaya bakınız
82
Tahanevl, c. 1.s.269
4. Beyt:
"M ürldü 'l- lıayri ve' ş-şe rri 'l- kab!lıi - Velakin leyse yerda bi 'l-
mulıfıli.
"
Tercümesi:
"Allah Teala, hayrı ve zaten çirkin olan şerri irade edendir. Fakat
muhiile yani şerre, kötü fiillere rızası yoktur."
Açıklaması:
İrade; Allah Teiila'nın zati sıfatlarındandır. Kaza ve kaderi
gibi iradesi ve meşieti de ezelldir ve keyfiyetten münezzehtir. Cenab-ı
Hak hayrı ve şerri irade eder, fakat şerre rızası yoktur. Burada
zikrolunan hayırdan murad iman ve itaattir. Şer ile kastolunan ise küfür
ve diğer günahlardır.
İrade; meşiet gibi tüm varlıklara karşı kudret nisbeti eşit
olmakla beraber, herhangi bir zamanda meydana gelmek sfiretiyle, bir
şeyin yapma ve yapmama gibi iki tarafından birini tahsis eden bir
sıfattır. Binaenaleyh emri bi'I-ma'ruf ile sabit olan hüküm hayırdır,
hasendir. Nehyi ani'!- münker ile sabit olan şey çirkindir, kabihtir.
Allah Teiila, kadim ve zatı ile kaim bir irade ile "mü'rid"dir.
Hiilıkdır. Kul ise, kasib ve azın edicidir. Cenab-ı Hakk'ın kulunu
muahezesi, kasdettiği kesbe bağlıdır. Hayır Allah'tan, şer ise kuldandır,
denir ki, kul onu işlemiştir. (Hayırsa hayır, şerse şer.) Fakat bunları,
yani hayrı da, şerri de halk eden, yaratan Allah'tır. Şer kelimesinin
taalluku bize göredir.
Bu mevzuda bir hadislerinde Rasuliillah efendimiz şöyle
buyurmaktadır. "Allah 'ım! Hayrın tamamı senin elindedir. Şer ise sana
nisbet edilemez." Hadls-i şeriften de anlaşıldığı gibi, hayrı ve şerri
yaratan Allah'tır, lakin (edeben, şerri Allah yarattı denmez.) şerre rızası
yoktur. Kul şerri işlemek istediği zaman ona güç verir, o fiili o kuldan
oluşturur, kul da istediği şer fiili işler. Allah (c.c), kulunun bu şer fiiline
razı değildir. Lakin kul isteyince (irade hürriyeti vardır), Cenab-ı Hak
da kulda o fiili meydana getirdiği için, hayır ve şer hepsi Allah'tandır
diyoruz. (Cenab-ı Hakk'ın külli iradesi burada, kulun cüz'i iradesine
tabi oluyor.) Ehl-i Sünnetin çoğunun görüşü bu merkezdedir. (Bu
l:.11ulli .)'erhi / 225
görüşü (şerri de Allah yaratmıştır) ilk ortaya koyan İmam Maturldl (r.a)
olmuştur.)
Mu'tezile ve Eş'fırilerden bazıları,
iradeyi, teşrii irade, emir ve
rıza manasına aldıkları için, şerri Allah'a izafe etmezler. Onlara göre
Allah (c.c) hayrı irade eder ve yaratırsa da, şerri irade etmez ve
yaratmaz. Çünkü şerri yaratmak ve lcad etmek çirkin olduğu gibi,
çirkin ve kötü olan şeyleri irade etmek de çirkin ve kötüdür. Allah
Teala ise böyle olmaktan münezzehtir.
Halbuki Ehli Sünnete göre, şer işlemek, şerri kazanmak ve
şerle muttasıf olmak çirkindir. Fakat şerri yaratmak öyle değildir.
Cenab-ı Hak, hakim-i mutlaktır. O'nun şerri yaratmasında bir takım
gizli hikmetler vardır. Her ne kadar insan bu hikmetlerin mahiyetini
kavrayamasa da, Allah'ın kudretiyle meydana gelen her işte, ya
kendimiz, ya başkaları, ya da toplum için bir takım faydalar
bulunabilir. O halde bir şeyin şer olması bizlere göredir. Biz kendi
irademizle şerri kazanırız. Allah Tefüa'da o şerri bizim tercihimize göre
yaratır. Ancak, Cenab-ı Hakkın hayra rızası vardır, şerre yoktur. Hayrı
seçenler mükafaat, şerri seçenler ceza görürler. Zira şerrin Allah' tan
olması, yani O'nun tekvini, iradesi ve yaratmasıyla meydana gelmesi,
şerrin gerçek, hak ve doğru olmasını gerektirmez.
Cenab-ı Hakkın irade sıfatı ile muttasıf olması, akli ve nakli
deliller ile sabittir. Akli delil şudur: Eğer Cenab-ı Hak irade sıfatı ile
·muttasıf olmas;:ı muhadesatta tercih bila müreccih lazım gelir. (Hiçbir
sebebe dayanmadan birbirine eşit iki şeyden birini diğerine tercih
etmek, üstün tutmak)
Nakli delil ise Allah Teala'nın şu kavli kerimidir:
La.&..
~-
L.ı.&
~- u
-. IS 4..lll "·ı....J,1:ull · f UI, WJJ
~t:;.J~ ı....J -. 1 Wü ı.::.,-J
"Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz." "Sizler ancak Allah 'ın
dilediklerini dileyebilirsiniz. " 1 Ancak kullarının küfrüne rızası yoktur.
Allah Teföa ezelde tayin ettiği vakitlerde eşyanın varlığını dilemiştir ve
irade sıfatı ile vasıflanmıştır. Böylece eşya tayin edilen vakitlerde,
Allah'ın bildirdiği ve dilediği şekilde takdim ve tehirsiz, bir değişikliğe
uğramadan var olmuştur. Eşyanın Allah'ın iradesi gereğince var
olması, kulun bir iradeye sahip olmasına aykırı değildir. Çünkü Cenab-ı
1
İnsan, 76/30
226 / /:'111iilı Şahi
ç.
Ll.J~ G, 4Jl\ 'L ~-:
U"-":!.J
"Allah dilediğini yapar. " Ve: 3
İrade
Aliyyü'l-Kari (r.a)'nin metnini biraz açalım. Miitüridl (r.a),
. masiyet (muhal) ve şerrin takdiriyle, bunların işlenmesini birbirinden
5
ayırmakta ve bunların üzerinde büyük bir titizlikle durmaktadır. Ona
göre miisiyet ve şer, Allah tarafından takdir edilmekte ve
yaratılmaktadır. Zira her şeyin yaratıcısı Allah'dır. Bunların işlenmesi
ise, kulun kendi kudreti, iradesi ve kasdıyla meydana gelmektedir.
Burada Allah'ın bir müdahelesi veya etkisi söz konusu değildir.
Bununla beraber Matürl<;lf, kötülüklerin yaratılmasını, bir saygı gereği
olarak Allah'a isnad etmekten kaçınılmasının gerekliliğine işaret
etmekte ve özet olarak şöyle demektedir:
"Gerçekte Allah, her şeyin Rabbi, bütün yaratıkların ilahı her
şeyin yaratanı ve her şey O'nun olduğu halde, kötülüklerin, çirkin olan
şeylerin ve şeytanın O'na isnad edilmesi doğru değildir. İşte bundan
2
Fussillet, 41/40
3
İbrahim, 14/27
4
Mfiide, 5/1
5
Mfüüridi, Kitiibü't-Tevhid,s.300
Emô/i Şerhi ( 227
6
Mfüüridi, Kitabü't-Tevhid,s.312
7
En'am, 6/125
8
Bakara, 2/ 185
imamı Azam, Fıkh-ı Ekber.s.65,66
9
228 / bmili .';>'nlıi
ıo Miitüridl, Kitabü't-Tevhld,s.45-46
11
Mesela, En'am,35,125: Nahl,93: Secde, 13. ayetlere bakınız.
12
Miitüri'df, Kitabu'l-Tevhfd, s.46
Emô/1SerlıiI22Y
" ... Allah bir kavme kötülük dilerse, artık onu önleyecek
yoktur. Onlar için Allah'dan başka hiçbir velf yoktur. " 14
Bilinmesi gereken bir şey var ki: Bir şeyi dilemek ile
emretmek, başka başka şeylerdir. Tasavvur edildiği gibi aralarında bir
gereklilik yoktur. Bu söylediklerimiz, ehl-i sünnet ve'l-cemaatin
tahkiklerine göredir. Dileme ile emretmenin başka olduğuna dair
açıklama ve izah, bu sıfatları hakkıyla tanımanın sonucu olarak ortaya
çıkar. 15
Allah'ın sıfatlarından bir kısmı yalnız mümk!natla ilgilidir,
bunlar da irade ve kudret sıfatlarıdır ve imkansız varlıklarla bu iki
sıfatın bir alakası yoktur, demiştik. Bunu şöyle açıklayabiliriz.
İrade ve kudret sıfatları, varlıklarla ilişkilerinde, onlara etki
etme veya sınırlandırma, lcad etme ve yok etme gibi eylemlerle alaka
kurarlar. Zorunlu olanın yok olması, imkansız olanın da lcad edilmesi
n Miiide, 5/41
14
Ra'd, 13/I 1
15
M. S. Ramazan el~Biitl, İslam Akfüdi, s.128-129
2:i01 Lnuill .)fflıi
her şeyi yaratmaya gücü yeter. Fakat Allah ortağı olacak şeyler
yaratmaz ... 16
Bu, sorulan soruya cevap değil, cahil birine telkinde
bulunmaktır. Zira o kişi sözlerinin anlamını bilseydi, imkansız, zorunlu
ve mümkünün ne manaya geldiğini öğrenmiş olsaydı, sorduğu sorunun
düşünülemeyeceğini kavrardı. Ayrıca, sorusunun, daha doğrusu, soru
biçiminde ileri sürülen abuk sabuk sözlerin cevaplandırmaya deymeyen
bir safsata olduğu bilincine varırdı.
Şöyle bir sual sorabilir bir kimse; Allah (c.c) Kur'an-ı
Kerlm'inde buyuruyor ki: "Allah dileseydi, hepinizi doğru yola
iletirdi. " 17 "Rabbin isteseydi, yeryüzündeki/erin hepsi mutlaka
inanırdı. O halde sen mi insanları mü'min olmaları için
zarlayacaksın? " 18
Kur'an'da bu anlamda başka ayetler de vardır. Bu ayetler
insan iradesinin, Allah'ın kabzasında (kab:z;aci kudretinde) esir
olduğunu ortaya koymaktadır.
Cevap: Söz konusu edilen bu ayetlerin, irade ile ilgili
verdiğimiz ayetlerle ilgisi yoktur. Bu ayetler kuşku ve tartışma
götürmeyen, başka müstakil bir gerçeği açıklamaktadır. Bu hakikat de
"Eğer Allah dileseydi bütün insanların toptan imanı seçmeleri ve
hakikat kriterlerine uymalarını, lütfuyla bağışlayabilirdi. Şeytanların
vesveselerine, arzu, he va ve heveslerine meyletmelerini
engellemelerine yardımcı olabilirdi" gerçeğidir. Fakat Allah böyle
yapmayı dilememiştir. Aksine insanı, kendisine çeken iki güç olan,
nefsin şehvetleri ile aklın tedbirleri arasında serbest bırakmayı
dilemiştir. Ta ki, kendisine itaatte bulunanların gayretlerinde teklif ve
cihad (önce nefsle cihad) eylemi bariz olarak ortaya çıksın. Yoksa itaat
üzere yürüyenlerin, bu davranışlarına karşılık hiçbir mükafaat almaları
düşünülemezdi. Çünkü o zaman muti ile asi, nefisle mücahede diye bir
şeyden söz edilemezdi. Ayetlerin ifil.de etmek istediği hakikat budur
işte.
19
16
S.R. el-BGtl, İslam Akfüdi, s. l 38
17
Nah!, 16/9
18
Yunus, 10/99
19
M. S. Ramazan el-BGtl, İslam Akiiidi, s.171,173,174
t:lllllll Şr'rlıi / 233
20
Buhiiri, Bed'Gl-Halk, 6: Kader, J ,5, vd: Müslim, Kader, 1; 14, iinan, 179: vd
21
Enfül, 8/17
irade gücüyle yaptıkları, meydana getirdikleri diğer tasarrufları
.arasında bir ilgi yoktur.
Şimdi, konu içinde geçen ve irade ile ilgili olan ayet-i
kerimelerin yorumuna atf-ı nazar edelim:
İnsan suresi otuzuncu ayetinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz ... " Siz herhangi bir
şeyi ancak Rabbinizin dilemesi ve takdiri sayesinde dileyebilirsiniz.
Yüce Allah'ın izni ve iradesi olmadıkça, itaat ve istikamet gibi,
herhangi bir şey hasıl olmaz. İbn Kesir şöyle der: Yani, yüce Allah'ın
dilemesi olmadan hiç kimse ne kendisini hidayete erdirebilir, ne iman
ettirebilir, ne de kendisi için herhangi bir yarar elde edebilir. 22
Kurtubl' nin yorumu: Ferra şöyle demiştir: "Ama Allah
dilemedikçe de siz dileyemezsiniz" buyruğu onun "Artık kim dilerse
Rabbine doğru bir yol alır" buyruğuna bir cevaptır. Daha sonra yüce
Allah, emrin kendilerine ait olmadığını belirterek şöyle buyurmaktadır:
"Ama" o yolu izlemenizi "Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz."
;"Çünkü Allah" amellerinizi "en iyi bilendir." Size verdiği emirleri ve
yasakları hususunda "tam bir hüküm ve hikmet sahibidir." 23
Bu ayet, hakkı ortaya koymak ve yol edinmekte sadece kendi
dilemelerinin yeterli olmadığını beyandır. Mana şöyledir: Siz
. istediğiniz herhangi bir vakitte yol tutmayı dileyemezsiniz ve buna
gücünüz de yetmez. Bunu ancak Allah'ın dilediği bir vakitte
yapabilirsiniz. Çünkü kulun dilemesinin, çalışıp kazanmaktan başka bir
katkısı yoktur. Bu, Allah'ın dilemesine bağlıdır.
24
22
Sabun!, c. 7, s. 165, İnsan sliresi, 76/30: İbn Keslr,c. 14, s.8224
21
Kurtubi c. 18. s.299. İnsan, 76/30
24
i. Hakkı Bursevi, Ruhu'l-Beyan, c.9, s.425
ıs Ebu'l-Leys Semerkandi, Tefsiru'l Kur'an, c.6, s.347. insan (Dehr) 76/30
C11ıiıli .)l'ı-lıı / 235
26
S. Kutub, Fi Ziliil, c.15, s.428, İnsan, 76/30
27
Tefsfr-i Kebir, c.15, s.397: Sabun!, Safvetü't-Teviisfr, c.5, s.428, Fussilet, 41/40
2.\6 / 1:·111ôli .)crlıi
28
Kurtubi, el-Ciimiu li Ahkiimi'I-Kur'iin, c.15, s.349
29
Rfihu'l-Beyiin, c.7, s.450, Fussilct, 41/40
10
F1 Zıla!, c.13, s.58, Fussilet, 41/40
11
Sabı1ni, Safffetü't-Tefüslr, c.3, s.253, İbrahim, 14127
12
Er-Razi, Tefslr-i Kebir, c.14, s.13, İbrahim, 14/27
Eıııôli Şerlıi I 237
33
Ruhu'! Beyan, c.4, s.358, İbrahim, 14/27
23X I 1··111iili .)eılıi
34
Fi Zilfü, c.9 s.55 İbrahim, 14/27
35
En'iim, 6/125
1
• Zümer, 39/22
37
Hucurfü, 4917
18
İbn Kesir, c.6, s.2822: Rilhu'l-Beyiin, c.3, s.92: En'iim, 6/125
alametidir. Allah, kimi saptırmak ve bedbaht etmek isterse, onun
kalbini, içine hidayet giremeyecek kadar iyice daraltır. Artık oraya
hiçbir şekilde iman giremez. O kalbe hayrın girebileceği hiçbir yol
yoktur. Sanki o, semaya yükselmeye ve mümkün olmayan bir işi
yapmaya uğraşıyor. Bu, kafirin kalbinin içine iman giremeyecek kadar
dar olduğunu göstermek için, Allah'ın getirdiği bir misaldir. Ki, gücü
dahilinde olmadığı için, semaya yükselmesi mümkün olmadığı ve
ondan aciz kaldığı gibi, iman etmesi de mümkün değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)in sünnetinden, bu ayetin benzeri
ifadeler şu hadiste zikredilmektedir: "Allah kimin hakkında hayır
dilerse, onu dinde fakih (bilgili) kılar." Bu, ancak kalbe genişlik
verilmesi ve kalbin nurlandırılmasıyla olur. Din ise ibadetlerin tümü
demektir. 39
Bu ayet-i kerime, Kaderiyye, Cebriyye, Mfitezile ve Eş'ariler
gibi keliim ehlinin üzerinde mücadele ettikleri en önemli tartışma
konularından birini bahis konusu etmektedir. 40 AJimlerimiz, daliilet ve
hidayetin Allah'tan olduğu hususunda, bu ayete tutunmuşlardır. Allah
Teala iman noktasında kullarını muhayyer bırakmıştır. iman edenleri
hidayete erdirip kurtuluşa ulaştırmış, iman etmeyenleri de sapıklığa
düşürüp helfık etmiştir. Allah, her şeyin maliki ve yaratıcısıdır. Bundan
dolayı O'nun hükmüne hiç itiraz edilemez. Alimlerimizin, Allah'ın
mükellef kılmasının güzel (hasen) oluşunun sebebi, rubfibiyyet ve
ubfidiyettir, şeklindeki sözlerinin manası budur. Yoksa bunun sebebi,
Mfüezile'nin dediği gibi, kulların maslahatlarına riayet değildir.41
O'nun dilemesi serbesttir, iradesi hakimdir. Dilediğine uygun
olanı hükmetmekte eşsizdir. Hiç kimse O'nun arzusuna ortak değildir.
O'ndan sonra hiç kimse hükmedemez. O'nun hükmünü geri çevirecek
hiçbir kuvvet yoktur.
İsJam akidesi insan gönlünde, öldükten sonra da yaşayan bir
hayat ikame eder. Kalbe, karanlıklardan sonra aydınlıkların ufkunu
açar. Her şeyin tadını daha önce hiç bilmediği başka bir hisle tadmayı,
başka bir şekilde düşünmeye ve bir başka tarzda takdir etmeyi öğretir.
Bu hayattan sonra öyle aydınlıklar gösterir ki, bu ziya tufiinı altında her
şey yepyeni bir şekilde görünür. Ve bunu iman zevkine ermemiş
kalbler bir türlü kavrayamazlar.
Hayır
ve Şer
Hayır,
sözlükte "iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün
kılmak" gibi anlamlara gelen hayır kökünden masdar (isim) dır. İyi
yahut iyilik manasında ve şerrin karşıtı olarak kullanılır. 43 Mal ve şeref
42
Fi Zılfü, c,4,c.5,s.420-421
., Lisiinü'l-Arab, hyr md
manasına da gelen hayr, ayrıca en iyisi, daha iyisi, şer de en kötüsü,
daha kötüsü anlamında ism-i tafdildir. Ragıb el-İsföhanl hayrı akıl,
adfılet, fazilet ve faydalı nesne gibi, herkesin arzuladığı şey, diye
44 .
tanımlar.
İslam düşüncesinde hayır ve şer hem ontolojik hem de ahlaki
kavramlar olarak kullanılmış, her iki yönüyle de daha çok kelamcılar
ve filozoflar tarafından işlenmiştir. Keiamcılar konuyu genellikle
hüsün-kubuh terimleriyle ve ahlaki boyutuna ağırlık vererek ele
alırken, filozoflar hayır-şer terimlerini kullanmış ve konunun metafizik
yönü üzerinde durmuşlardır.
İslam düşüncesinde hayır ve şer problemi, geniş ölçüde
iyimser bir yaklaşımla ele alınmıştır. Konuya felsefi yöntemle ilk
yaklaşan fılimlerden biri olan Cahiz, başlangıcından itibaren dünya
düzenini hayırla şerrin, faydalı ile zararlının imtizacına bağlar. Cahiz'e
göre, eğer dünyada yalnız şer bulunsaydı, bütün varlıklar helak olurdu.
Aksine eğer sırf hayır bulunsaydı o zaman da yükümlülük (imtihan)
düzeninden söz edilemezdi. Ayrıca şerden kurtulup hayrı
gerçekleştirmek için düşünmenin sebepleri de ortadan kalkardı;
düşünmenin (tefekkürün) kalkmasıyla da hikmet yok olurdu. 45
İnsana şer gibi görünen olayları doğru yorumlayabilmek için,
bunları genel varlık düzeni çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini
düşünen ihvan-ı safö, böyle sağlıklı bir değerlendirme yeteneği
kazanabilmek için, bir yandan belli bir metod ve sıraya göre deneysel
bilimlerden metafiziğe kadar çeşitli ilimleri tahsil ederken, bir yandan
da ahlaki ve ruhi bakımdan arınma çabası göstermeyi zorunlu görür. 46
Doğru bilgiye ulaşmada ahlfıki' arınmanın gerekliliğini savunan bu
irföni yaklaşım, farklı ölçülerde de olsa, hemen bütün İslam bilgin ve
düşünürlerinin ortak görüşüdür.
İslam düşünürlerinin, evrende hayır düzeninin hakim olduğu
şeklindeki iyimser felsefesi, Gazzfıll'ye nisbet edilen ve zamanla bir
vecize haline gelen, "Var olandan daha mükemmeli mümkün değildir"
·şeklinde özetlenmiştir. GazzaII, hem tertibindeki güzellik, hem de
yaratılışındaki mükemmellik bakımından bu fılemin "silret" inden daha
mükemmelinin bulunmadığı şeklindeki düşüncesini açıklarken, aksine
bir görüşün, Allah'ın cömertliği ve kudretiyle bağdaştırılamayacağını
belirtir. Gazzfılinin devam ettirdiği bu iyimser felsefe, daha sonraki
44
el-Müfredfü, hyr md
45
Kitiibü'l-Hayeviin,c, 1,s.204-205
İhviin-ı Safii,c,3,s.506-507
40
242 / /:'11ulli ·>"nlıı
mealindeki hadisi açılarken, Allah (c.c) sırf hayır olduğuna göre, O'nun
ademden, adem imkanından, adem kuşkusundan uzak, halis ve sırf
varlık olduğunu; buna göre hayrın tamamının O'nun elinde bulunması
gerektiğini; öte yandan sırf şer yokluk demek olduğundan hadisteki,
"Sana şer izafe edilemez" sözünün, Allah'a hayır yokluğunun nisbet
edilemeyeceği, böyle bir şeyin O'nun şanına yakışmayacağı anlamına
geldiğini belirtir. 48
İbn Teymiyye ise, şerri sırf yokluk ve kısmi yokluk şeklinde
ikiye ayırarak var olan bir şeyin sırf şer olamayacağını ifade eder.
Çünkü var olan her şeyde mutlaka bir yarar bir hayır bulunması gerekir.
Allah hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmamıştır; bu hikmet varlığın hayır
tarafıdır. Özü itibariyle yokluk sayılan şer ve kötülükler varlık değeri
taşımadığından, bunları Allah yarattı denemez.(edeben). Çünkü
Kur'an'da, "Allah bütün varlıkların yaratıcısıdır" denilmiştir. 49 Sonuç
olarak külli olgular (hayır olsun şer olsun) yalnızca hayırdır ve kıilların
yararınadır. 50 ·
isıam düşünürleri, ahlakı da alemdeki genel hayır düzeni
çerçevesinde açıklamışlardır. Buna göre kötü fiiller ve bunların kaynağı
, olan kötü huylar, ruhun kendine has bazı yetkinliklerini kaybetmesinin
sonucudur. Aslında insanın kötü denilen fiilleri de temelde, O'nun
yetkinliğinin bir parçası olan, dolayısıyla iyi sayılması gereken bazı
niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Mesela İbn Sina'nın örneğiyle,
nefsin öfke gücü hakimiyet kurmak sfiretiyle yetkinlik kazanır; fakat
öfke ve hakimiyet bazen bir şerre de yol açabilir. Bu durum, yine nefsin.
bir gücü ve yetkinlik aracı olan aklın öfke gücüne baskın gelmesiyle
önlenir. Bu şekilde akıl, hem nefiste kötü ahlakın gelişmesini hem de
zulüm gibi kötü fiillerin ortaya çıkmasını önlemiş olur. 51 Bu sebeple
47
Müslim, Müsfifirin,201: Nesai, İftitah, 17
48
el -Fütuhat,c,4,s.262-263
49
Ra'd, 13/16
50
Mecmfiu Fetevfi,c,14,s.20: c,20,s.116-117
51
eş-Şiffi s.418-420
t:môli Ser/ıi I 243
insan, her türlü aşırılıktan kurtulmak için kendini sürekli olarak akıl ve
düşüncenin denetimi altında bulundurmalıdır. 52
Kur'an-ı Kerim ve hadislerle, diğer İslami kaynaklarda hayır
kelimesinin, başta mali fedakarlıklar olmak üzere her türlü yardım
severliği ifade eden bir anlamda kullanılması ve Müslümanların bu tür
faaliyetlere teşvik edilmesi, erken dönemlerden itibaren Müslümanlar
arasında güçlü bir dayanışma ruhu geliştirdiği gibi çeşitli kişi ve
kuruluşlarca, başta vakıf müessesesi olmak üzere, kamuya hizmet veren
bir çok hayır eserinin meydana getirilmesini sağlamıştır.
Hayır kelimesi Kur'an-ı Kerlm'de 176 yerde geçmekte,
bunlardan ism-i tafdll olmayanlar, yer aldıkları ayetlerin konularına
göre az çok farklı anlamlara gelmektedir. Bu anlaman "iyi, güzel,
değerli, faydalı ve mal, mülk gibi arzulanan şeyler" diye kapsamlı bir
tanımda toplamak mümkündür. Bu kapsam genişliği, hayrın bir çok
ayette çeşitli menfi kavramların zıddı olarak kullanılmasından da
anlaşılmaktadır. Bu zıdların en yaygını "şer"dir.
Ayetlerden birkaç örnek alalım. (Mesela Bakara, 216.
ayetinde) Cenab-ı Hak şöyle buyurur: " ... Olur ki, bir şey hoşunuza
gitmediği halde sizin için daha hayırlıdır. Ve olur ki, bir şey sevdiğiniz
halde sizin için şer olur, Allah bilir siz bilmezsiniz." Al-i İmran,180 de
ise "Allah' ın, fazl-u kereminden kendilerine verdiği malda cimrilik
edenler, sakın onu kendilerine hayır sanmasınlar. Tam aksine, o,
kendileri için bir şerdir... " Yilnus, ! !.ayette de şöyle buyrulur: "Eğer
Allah insanlara hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi,
muhakkak ecelleri sona ererdi... " Hikmet ve hayrı birleştiren bir ayette
şöyle buyrulur: "Hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse
muhakkak ·ona pek çok hayır verilmiş demektir. Bunu akıl
sahiplerinden başkası hatırlamaz. "5}
Hayır ve şer ile aynı kökten türeyen diğer kelimeler, Kur'an-ı
Kerlm'deki anlamlarıyla, pek çok hadiste de geçmektedir.
54
52
et-Tenbih,s.13-14
53
Bakara, 2/269
54
el-Mu'cem, hyr md.
55
Tirmizl,Fiten,76
244 ı ı,·,l/(;ıi S<'rlıi
alıkoyan "
56
"Ömrü uzun, ameli güzel olan. "57 "Geç öfkelenip çabuk
yatışan "58 "Borcunu güzellikle ödeyen kimsedir. " 59 "İnsanlar
arasında, hayrın anahtarı, şerrin kilidi ve şerrin anahtarı, hayrın kilidi
olanlar vardır. Allah bir insanın ellerini hayrın anahtarı yapmışsa ona
ne mutlu" 60 Bir hadiste, oruç tutmak, sadaka vermek ve geceleyin
namaz kılmak "hayır kapıları" 61 haya da "bütünüyle hayır" olarak
nitelendirilmiştir. 62
Allah Teii!a'nın fiillerinde hep bir hikmet bulunduğuna göre
kötü fiillerin, şerrin Allah'a nisbeti nasıl olacaktır?
Cenab-ı Hak her şeyin yaratıcısı oluğuna göre, kulların
fiillerini de yaratan O'dur. 63 Fakat biz bu fiillerin bir çoğunun kötülük
vasfı taşıdığını görmekteyiz. Bu fillerin Ceniib-ı Hakk'a nisbeti, ancak
o fiillerin yaratılması yönündendir. 64 Kur'an-ı Kerlm'de "Bilin ki,
dünya hayatı oyun, oyalanma, aranızda övünmeden ibarettir" 65 .
buyrulmuştur. Bu ayetin zahirine bakarak, mülhidler, Allah niçin
eğlence ve abesle iştigiil etsin, derler. Halbuki, bu bir hikmete bağlı
olarak böyledir. 66 Demek ki, kötü vasıflı şeylerin yaratılmasının
Allah'a nisbetinde, hikmet gibi iyi bir gaye vardır.
Miitüridi'ye göre iyilik veya kötülük, mücerred yaratma
fiilinden değildir. "İyi" veya "kötü" yaratılan şeylerin taşıdığı
vasıflardır. Bu yüzdendir ki yaratılan şeylerin taşıdığı kötü vasıflar
Cenab-ı Hakk'a nisbet edilemez, bunların O'na nisbeti sadece yaratma
ve takdir bakımındandır. 67 Mesela Kur'an-ı Kerim'de " ... Allah 'ın
insanları arıtması ve inkar edenleri yok etmesi için, insanlar arasında
bu günleri bazen lehe, bô.zen aleyhe döndürür dururuz" 68 ayetinde
kafirlerin, zalimlerin elinde dönen dünyaya aid fiillerin de Allah'a
nisbeti, hikmet ve yaratma yönündendir. 69
56
Buhfut, Rikak,34: Nesfil, zekfü,74
57
Tirmizi, Zühd,21-22
58
Müsned, III, 19: Tirmizi, Fiten,26
59
Buhar!, İstikraz,4,6: İbn Mace,Ticaret,62
İbn Mace, Mukaddime, 19
60
61
Tirmizi, Iman,8
62
Müslim, iman,61: Ebu Davud, Edeb.6) D.İ.A. c, 17 .Hayır md.s.43-46
63
Kitabü't-Tevhid, 108,109
64
Te'vilfüu'l-Kur'an, vr.191a, 412a
65
Hadid, 57/20
66
Te'vllatü'l-Kur'an, 759a
67
Kitabü't-Tevhld, s.312: Te'vllfüu'l-Kur'an, vr. 94b
68
Al-i İmran,3/l 4 l
69
Te'vilfüü'l-Kur'an, 94b
Cenab-ı Hak her şeyin yaratıcısı olmakla birliktc
70
, teeddüben
biz Cenab-ı Hakk'ı kötü şeylerin yaratıcısı olarak tavsif etmeyiz. Allah
Teala ancak adalet, hikmet, fazilet ve ihsan gibi iyi vasıflarla tavsif
edilir. 71
Miitürldl'ye göre masiyet ve şer, Allah'ın yaratmasıyla vücuda
gelmektedir ama bunların vücuda gelmesinde kulun kasd ve ihtiyarı da
vardır. 72 Fakat yaratıcısının Cenab-ı Hak olduğuna bakarak bu
kötülüğün doğrudan doğruya Allah'a nisbetini gösteren ifadeler
kullanmak edebe aykırıdır. Allah her şeyin Rabbi, bütün yaratıkların
ilahı ve her şey O'nun olduğu halde, kötülüklerin, çirkin olan şeylerin
ve şeytanın O'na isnad edilmesi uygun değildir. 73
İzmirli İsmail Hakkı merhum çok güzel ve vazıh izah etmiş,
şöyle serdediyor: Alemde hayır da var, şer de var. Hayrın Allah'a
nisbetinde şek ve şübhe edilmemektedir. Şerrin Allah'a izafe ve isnad
edilmesinde de tereddüde mahal yoktur.
Alemlerin yaradıcısı olan Hak Teala,, hayrı ve şerri hem irade
eder, hem de yaratır. Bütün alemler O'nun kabza-i kudretinde olduğu
için, kainatta O'ndan başka mutasarrıf, malik ve kadir yoktur. Sadece
şerre Allah'ın rızası taalluk etmez, o kadar.
Şer işlemek, şer kazanmak ve şerle muttasıf olmak çirkindir.
Fakat şerri yaratmak böyle değildir. Mesela çirkin bir adamı, mahir ve
usta bir ressam, san'atın bütün inceliklerine riayet ederek tasvir ederse,
o zatı takdir etmek, san'atına duyduğumuz hayranlığı dile getirmek
için, "ne güzel resim yapmış" deriz. Bu durumda resmi yapılan şeyin
çirkin olması, resmin de çirkin olmasını ve güzel olmamasını
gerektirmez. Bununla beraber Cenab-ı Hak mutlak manada hakimdir,
hikmet sahibidir. Elbette şerri yaratmasında bir takım gizli hikmetler
vardır. Her ne kadar bu nev'i gizli hikmetlerin künhünü ve mahiyetini
tam olarak kavramak mümkün olmasa da, ilahi kudret ile varlık
sahasına gelen kevnl ve maddi hadise bize göre açık olmasa da, yine de
bu nev'i bir faydalı yönü vardır. Bazı fertlere zararlı görünen
hadiselerin içinde genel fayda dercedilmiş olabilir. Bunu nasıl inkar
edebiliriz? Bu halde bir takım fiil ve hallerin şer olması bize
nisbetledir. Biz kendi irademizle o şerri kesb ederiz. Allah Teala o şerri
bizim ·irademize göre vücuda getirir. Onun için "abd kasib, Allah
70
Te'vilfüü'l-Kur'iin,225a
71
Te'vilfü, 313a
72
Te'vflfü, vr. 230 b
73
Tevhid, 308,312,314: İrade Hürriyeti ve İmam Mfüiiridl, M.S. Yeprem, s.285,286
246 / l:.111li!i Sc·ıhi
Şirk-Küfür-İnkar
Sözlükte şirk, en büyük günah olan, Allah'a (c.c) ortak kabul
etmek. Allah' dan ümidini keserek, başkasından rneded beklemek şerik
de ortak dernektir. Şirkin manası mutlak küfürdür.
Küfür; örtmek manasınadır, kalbe iiid bir sıfattır. Allah'a
inanmamak, hakkı görmemek. imansızlık. Hak dini inkar edip, hakkı
inkar edene ve gizleyene kafir denilir. Kafirliğin sıfatı küfürdür. İnkar
ise; bilmeme, tanımama ve reddetme demektir.
Daha geniş bilgi için, İzmirli İsmfül Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, c.2, s.335, Hayır ve şer
74
md.lerine bakınız
Emiifl Şerhi/ 247
İnsan, inanan bir varlıktır. İlk insan Adem (a.s) aynı zamanda
ilk peygamberdir. Onun eşi Havva annemiz de inanmış, eşiyle birlikte
Rabbine dua ve niyazda bulunmuştur. 75 Bu ilk anne babadan türeyen
insan nesli, yaratılışının tabii özelliklerini yitirmediği sürece dil.ima
inanmıştır. Bu özelliklerini kaybettiği zaman insani vasıflarından
yoksun kalmış, dolayısıyla imandan da uzaklaşmıştır. Kur'an-ı
Kerim'de, gerçeği anlamayan, görmeyen ve işitmeyen kimseler için:
. "Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir, hatta daha şaşkındır; onlar
gaflete düşenlerin ta kendileridir" 76 buyrulur.
"Bilmemek" manasına gelen "inkar" kainatın, ca,nlı cansız
bütün varlıkların bir yaratıcısının olduğunu bilmemek, tanımamak, yani
Allah'ın (c.c) varlığını kabul etmemek demektir. İnkarcılık, milattan
önceki yüzyıllardan itibaren var olagelmiş, her asırda az çok taraftar
bulmuştur.
Şirk; İslam dininde, Allah Teala'ya zatında, sıfatlarında,
fiillerinde veya kendisine ibadet edilmesinde ortak tanımak, bu
noktalarda O'nun benzeri, dengi, ortağı olduğunu söylemek şirktir. Şirk
en büyük günahtır. Ceniib-ı Hak şirki affetmeyeceğini beyan buyurmuş
ve bu günahı işleyenin cennet yüzü görmeyeceğini haber vermiştir:
"Şüphe yok ki, Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bundan
başka dilediği kimselerin günahını bağışlar. "77 "Hakikat şu: Kim
Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz ki, Allah ona cenneti haram kılar.
Onun varacağı yer ateştir. " 78
Şirk insanlığın bir şaşkınlığıdır; cehaletin aczin ve tembelliğin
eseridir. Yüce Allah, kainatın üstün varlığı olarak yarattığı insanı, akıl
gücü ile donatmış, ona rehberlik etsin diye peygamberler göndermiş,
onlar vasıtasıyla, insanların düşüncelerini aydınlatacak kitaplar
indirmiştir. İnsan türünün hayatı, Hz. Adem'le (a.s) birlikte, tevhid
inancı ile başlamıştır. Bu gerçeği ilahi kitaplar (Kur'an) haber
vermekte, dinler tarihi ve sosyoloji alanındaki yeni araştırmalar da isbat
etmektedir. Ne var ki insanlar, zamanla düşünce tembelliğine mübteıa
olmuş, maddenin ve bedeni arzuların cazibesine kapılmış, uzak ve
gerçek sebebi unutmuş, görünmeyen gücü, biricik yaratıcıyı ikinci
planda tutarak görünene tapınış, hazır ve peşin olana gönül bağlamıştır.
75
A'raf, 7123
76
A'raf, 71179
77
Nisa, 4/48
78
Milide, 5172
2.+X I /;ıwili .~ıTlıi
Şirk,
dün de bugün de, insanlığın bayağılaşması, fikirsizliğe ve
iradesizliğe
yenilmesi, boşluğa düşmesidir. Eğer o, taassuptan kurtulup
zekasını kullanabilse, iradesini bağlayan şehvet zincirini kırabilse,
fikren ve ruhen yükselecek, ahenk arzeden, birlik fısıldayan kainat
içinde "La ilahe illallah" gerçeğini kavrayacak, şirk boşluğundan
kurtulacaktır
Şirke düşen insanın psikolojisini tasvir eden ayet-i kerime'de
şöyle buyrulur; "Kim Allah' a ortak koşarsa, yükseklerden düşüp
parçalanmış, kuşlar tarafından kapılmış, yahut rüzgar tarafından uzak
bir yere sürüklenip atılmış gibi olur. " 79
Evet, şirk, puta tapıcılık, Allah'tan başkasına boyun eğicilik,
bir şahsiyetsizlik, bir dünya menfaatçiliğidir. Yalan üzerine oturtulmuş
bir dostluk, sahte bir antlaşma, eğreti bir dayanışmadır. Bu şenliğin
dünya çapındaki ömrü pek kısadır. Yalancının mumu yatsıya kadar
yanacaktır. Ahirette, o ölümsüz hayata gelince, putçuluğun oradaki
durumunun putperestlerle kıyasıya mücadeleye girişen peygamberin
(a.s) dilinden ve Kur'an-ı Kerim'in ifadesinden dinleyelim: "İbrahim
şöyle dedi: Siz, dünya hayatında aramızda dostluk vesilesi olsun diye,
Allah 'ı bırakıp da birtakım putları mfıbud edindiniz. Kıyiimet günü
birbirinize küfredecek, birbirinize liinet okuyacaksınız. Barınacağınız
yer ateş olacak, hiçbir yardımcınız da bulunmayacaktır. " 80
Şirk denen bu günahın affedilmeyeceğini söylemiştik. Hiç
şüphesiz tevbe kapısı daima açıktır. Şirkten dönmek, o inancı bırakıp
tevhide bağlanmak, başka bir deyişle müslüman olmak demektir.
Kainatın yaratıcısı Allah Tefıla'ya her yönüyle denk olacak,
ikinci bir tanrı tasavvuru insan yaratılışına, onun zihni kuruluşuna
uymayan bir düşüncedir. Bu bakımdan dış görünüşüyle birden fazla
tanrıya tapanlar, aslında, o tanrıların üstünde hakim ve yüce bir
Tanrı'nın bulunduğunu kabul ederler. Beriki putlar, onlara göre, yüce
Tanrı'nın temsilcileri, şefaatçileri durumundadır. Fakat İslfım dinine ve
ondan önceki bütün ilfıhi dinlerin orijinal tebligatına göre, Allah
Tefüa'nın zatında olduğu gibi, sıfatlarında fiillerinde denk veya benzer
bir kuvvet, bir varlık kabul etmek yine şirktir, tevhidi bozucu, imanı
yok edici bir inançtır.
Hz İsa (a.s) İsrfüloğulları'na ısrarla tevhidi telkin ettiği,
Allah' a ortak koşanların cennet yüzü görmeyeceğini anlattığı halde ı
8
79
Hac, 22/31
"'' AnkebQı, 29/85
"' Mil.ide, 5172, l 16
bıwlli Scrlıi / 249
86
Tevbe, 9/31
İbn Kesir Tefsiri: Tirmizi, Tefsir,10
87
88
Kehf, 18/110
89
Ebu Diivfid,nikfilı,40:Tirmizi,Radii, 1O
90
Ahmed bin Hanbel- el Müsned, c,4,s.256
91
Ebu Diivfid,Edeb,152: Ahmed bin Hanbel,s,253,256
92
İbn Mace, Et'ıme,30
/'.'ıwili Çı'erlıi I 251
93
Buhari, Menakibü-l-Ensar,45: Ahmed b. Hanbel, Müsned,3,153,211: lbni Kesir,
Şemailii'r-Resill, s.77
94
Buhari,Fezii.ili ashabi'n-nebf,51: Ebu Davı1d,Edeb,9
95
Buhari,salfü,48; Enbiya,5: Müslim, Mesaclt,19
96
Maide, 5/75: Furkan, 2517,20
97
Buhari, Enbiya, 21/48: Darimi,Rikak,68
252 I !:nıtlli Şeılıi
98
Bakara, 2/29: İbrahim, 14/32-33: Ciisiye, 45/12- 13
99
Buhiiri,hac,50: Müslim,hac,41
00
' Nemi, 27/65
ı:111iıli )erlıi / 253
101
Ebu Davud, Tıp,2 l: Tizmizi, Tahare, !02: ibn Mace, Tahiire, l 22
102
Hfid, 11/31
ıın En'am, 6/50: Ayrıca, A'raf, 7/188: Yunus, 10/20: Kehf, 18/26 bk
104
Al-i İmran, 3/44, 179
105
Cin, 72/26-27
Ffüır 35 /38
106
107
Tirm,izi,Kıyamet,49: İbn Mace,zühd,30
254 I Eıml/i Sffiıi
111
Fatiha, 1/4
112
Ahmed.b. Hanbel, c,5, s.428,429
ın Meryem, 19/81,82
114
Bekir Topaloğlu, İslfim'da inanç Esasları, s.90,l 10
115
Zebldl, İthfifü's-sfide.c.2, s.272-273; c.8, s.281: BesyGnl, MevsGatü etrafil-
hadis,c.2,s.213
5. Beyt:
Tercümesi:
"Allah 'ın sıfatları zatının aynı değildir. (Yani sıfatlar zat
içinde erimemiştir). Aynı zamanda zatından ayrı ve kopuk da değildir."
Açıklaması:
Nazım, nazmını sıfütullah ile açtı. Allah Tea!a'nın ziiti sıfatlar
ve fiili sıfatları, ikisi de zatının aynı değildir, gayrı da değillerdir. Bu
ehl-i sünnetin görüşüdür. Hukemanın (felsefecilerin) görüşü ise sıfatları
zatının aynıdır. Mu'tezilenin görüşü de, sıfatları zatının gayrıdır.
Mu'tezilenin meşhur görüşü şöyledir: Eğer Allah Tea.Ja'nın
sıfatları zatının aynı olsa, Allah'ın gerçek birliğine aykırı düşen bir çok
tabii varlıkların mevcildiyyeti kabul edilmiş olacaktır ki, bu da O'na
şerik, ortak koşmak demek olacaktır. (Mu'tezileye göre, Allah'ın en
önemli sıfatlarından ikisi "kıdem" ile "birlik" sıfatlarıdır. Bunların
dışında Allah'a çeşitli sıfatların isnad edilmesi caiz değildir.) Oysa
Allah (c.c) birdir, eşi ve benzeri yoktur. Onlara göre, Allah bu alemi
yoktan var etmiş ve tüm varlıkların ilk prensibi olmuştur. Bu ise bir
sebebe dayanmaktadır. Halbuki O'nun varlığının bir sebebi, bir nedeni
yoktur. Binaenaleyh, Allah 'ın sıfatlarının yaratıkların sıfatlarına
benzemesi imkansızdır. Aksi takdirde bu, Allah ile O'nun yaratığı olan
kul arasİnda bir müşabehetin, bir benzerliğin doğmasına sebep olacaktır
ki, bu da onların önemle üzerinde durdukları tevhid anlayışlarına aykırı
düşen bir husustur.
Ehl-i sünnet ise şöyle diyor: Sıfat-ı ilfihiyye, sıfüt-ı kemaldir.
Zira kema!-i zat'ın menşe-i kemalat olmaktır. Eğer, sıfatları zatından
ayrı emirden meydana gelmiş olsaydı, o zaman noksan, yani eksiklik
Hızım gelirdi. Sıfatları zatından ayrı değildir. Onun için şöyle demek
daha uygun olur: Allah Teala' nın sıfatları zatının aynı değildir. Fakat
zatından gayrı da değildir. Çünkü Allah Teala'nın sıfatları, zil.tından
ezeli ve ebedi katiyen ayrılmaz. Mah!Ukiit ise öyle değildir, fanidir ve
mahlilktur. Allah Tea!a'nın sıfatları zil.tının aynı da değildir, çünkü sıfat
mevsufun aynı değildir. Ama o sıfat, (ister zil.ti ister ef'ali olsun) gayrı
da değildir.
Emô// .';)erhi / 257
1
Kitiibü't-Tevhld, s.64,107
2
Beyaz!, İşiiriitu'l-meriim, s.I 18
3
Miitürldl, Kitiibü't-Tevhid, s.44: Dr. Huleyf, Muk. s.36
4
Aliyyü'l-Kiirl, Şerhü'l-Fıkhu'l-Ekber, s.24
5
M. Z. Kotku, Ehl-i Sünnet Akfüdi, s.160
--258 / Emôli Şerhi
6
Miitürfdf'nin Akide Risfilesi ve Şerhi, Prof. Dr. M. Saim Yeprem, s.76
Şehristanl, el-Milel ve'n-Nihal, c.1, s.44: Bağdadi, el"Fark l?eyne'l-Fırak, s.68-70
7
· E111iiif Sahi! 259
8
Miitüridi, Risfüetü'n-Fi'l-Akiiid, s.5-11: Effirl, Kitiibu'l-Luma, s. 11-14
9
Ömer Nesefi, Akiiid, s.81
1
° Kitiibü't-Tevhid, Dr. HuleyfMuk, s.37
11
Miitüridi, Kitiibü't-Tevhid, s.47
12
Kitabü't-Tevhld:Dr. HuleyfMuk, s.37: Bakılliini, Kitiibu't-Temhid, s.262,263
260 /Emelli Şerhi
gayrı, on ve bir ıçın de durum budur. Ali eldir veya el Ali 'dir
denemez. 15
Yukarıda verdiğimiz, Taftazani'nin tartışmasından sonra
kısaca İslam alimlerinin iddiayı tahkik için kullandığı yöntemden
bahsetmek yerinde olacaktır. Şöyle ki: İslam alimlerinin herhangi bir
iddiayı, bir görüşü tahkik için kullandığı yöntemler çok çeşitlidir.
İddianın nev'ine göre tahkik ve tahlillerini yapan görüşlerin, iddiaların
tahkiki, beş duyu organı tarafından desteklenen belge ve delillere
dayandırılması lazımdır. Bu günkü tabiriyle deney ve gözleme
dayandırılması zorunludur. Çünkü bu tür işlerde gerçek ve kesin idrake
ulaştırıcı en tabi yol budur. İslam dini, bu şekilde ve buna benzer
yöntemlerle elde edilen gerçekleri kabul etmekte hiçbir tereddüt
göstermez.
Mes' el eyi diğer açıdan ele alırsak, bu güne kadar bilim, İslam
akidesinin en küçük bir kısmıyla çelişen bilimsel bir gerçek ortaya
koyabilmiş değildir.
Önemine binaen ve çok sorulduğu için şu önemli hususu da
burada dercedelim. Kur'an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye, çevremizi
kaplayan maddi varlıklarla ilgili, açık ve net herhangi bir bilgi vererek,
bizi buna uymaya mecbur etmemiştir. Bu sahada Kur'an ve sünnetin
direktifleri, özel bir malumattan ziyade bu maddi varlıkları araştırmak,
bunların üzerinde düşünmekle ilgilidir. Bu tefekkür ve düşünce, Allah
Tefüa'nın insanlara bahşettiği sebepleri ve vasıtaları güzelce
kullanarak, var olan maddi bir gerçeği ortaya çıkarmaya yarayacak ve
cahillik perdesini yırtacak olan tabii iiletlerin kullanılmasıyla
gerçekleşmiş olacak, rayına oturacaktır.
İşte; Kur'an-ı Kerim'in gözlem ve deneye dayanan bilimsel
kural ve kanunlara değinirken, neden geniş geniş açıklamalar
getirmemiş olmasının sırrı buradadır. Zira eğer Kur' an böyle bir
konuya girse ve teferruatına kadar rnes'eleyi izah etseydi, artık bunun
muktezasına inanmak imanın şartlarından olurdu. Bu ise, bilimsel
gerçekleri elde etmenin normal yolu olan deney ve gözlem yolunu takib
etmeden, insan aklına bilimsel gerçekleri yığmak olurdu. İnsanların
hiçbirisi, Kur'an'ın akla değer vermesi ve onun, kendisinin tabii
yolunda ilerleyerek, duyu organlarıyla gerçekleri bulmasına saygı
gösterdiğinden, hazır lokma babından bilimsel bir bilgiye inanmak
mecbı1riyetinde bırakılmamıştır.
15
Taftaziinl, Şerhu'l-Akiiid, s.161-163
Eı11ôll .'>erhi / 265
16
Ayrıntılı bilgi için S.R. el-Bütl'nin İslam Akfüdi adlı eserine (s.45-69) ve ilgili eserlere
bakınız. S. R .. El-Bütf, İslam Akaidi, s.42-44
E111ô// ,)'eı/ıi ! 2ö7
17
En'am 6/100
18
Bakar;, 2/256
10
Nisa, 4/164
2
° Fatır, 35/ 12
21
Ziiıiyat, 51/58
22
Hadid, 57121
23
Fiitır 35/ 1O
24
Rah~ftn, 55178
·Zikir, Alliih'ı anrrıak, düşünmek; ziikir, zikreden; mezkur, zikredilen. Vasf, Alliih'ı
nitelemek, tavsif etmek. Vasıf, niteleyen. MevsUf, nitelenen, vasf olunan: Keliibiizi,
dipnot, s.63
E11ıôll .)'crlıi / 2ôY
25
Kelabazi, Ta'arruf, s.63-65
26
Nisa, 4/64
,J71J /J.:,nılilf Şerhi
27
Er-Razf, Tefsfr-i Kebir, c.1, s.164-165
E11ılill c)'!'rhi / 27 J
Kudret sıfat, Takdir naattır. Hakk'ın halkla ilişkisi sadece isim, naat ve
28
sıfatlarladır. İsim, naat ve sıfat, zfü ile halk arasında perdedir.
El-Herevi, el-Faruk adlı eserinde "zat" liifzıyla ilgili birçok
haber rivayet etmiştir. Biz bir ikisini alalım: 1) Hz. Aişe (r.anha)den,
Hz. Peygamberin (s.a.v) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlardan
mükafatı en büyük olan kimse, Allah'ın zatı için (nzası için) emrine
itaat eden salih vezirdir (amirdir). "
2) Ebu ZeIT (r.a) şöyle buyurmuştur: Hz. Peygambere, hangi
cihad daha efdiildir?. diye sordum. Hz. Peygamber (s.a. v): "Allah 'ın
zatı (rızası) için nefsin ve hevanla cihad etmendir" buyurdu.
3) Nu'man b. Beşir (r.a), Hz. Peygamber (s.a.v)in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Şüphesiz şeytanın birçok hile ve tuzakları
vardır. Allah 'ın nimetleri ile şımarmak; Allah 'ın ihsanı ile övünmek,
Alla/ı'ın kullarına karşı kibirlenmek ve Allah'ın zatı dışında (rızası
dışında) heva-ü hevesine uymak, şeytanın bu tuzaklarındandır."
Cenab-ı Hak kendi zatı ile kil.im olunca, zfü ismini O'na
vermek gerçek ve doğru olur. Ancak, er-Razi, el-Herevl'den rivayet
edilen haberlerin hiç biri bu mananya deliilet etmez, görüşündedir.
Çünkü bu haberlerde geçen "zat" lafzından murad, Allfıh'ın hakikati ve
29
mahiyeti değildir. Bundan maksad, Allah'ın rızasını istemektir.
Ayetlerde geçen "vech" kelimesi, "zat" manasınadır, deniyor.
Şöyle geliyor izahı: " ... Rabbinin zatı baki kalacaktır. " 30 Vechu
kelimesi "zat" manasına kullanılabilir. Fakat Mücessime, ayetteki bu
lafzı, malfim olan uzuv (yüz) manasına almıştır ki, böyle bir mana hem
akli hem de nakli delillerin hilafına verilen bir manadır. Bir nakli delil
verelim. "O'nun vechi (zatı) hliriç, her şey yok olucudur" 31 ayeti,
Cenab-ı Hakk'ın "vech"in den (zatından) başka, hiç bir şeyin bil.ki
kalmayacağına deliilet eder. Binaenaleyh, hak olan görüşe göre, bunun
böyle olacağında, hiçbir müşkül bulunmamaktadır. Çünkü bu ayetin
manası, ya "Allah'ın hakikatinden ... " ya da, "Allah'ın zatından başka
hiç bir şey baki kalmaz ... " şeklindedir. Bu ayet de böyledir. Hiilbuki
Mücessime'nin görüşüne göre, Cenab-ı Hakk'a nisbet ettiği ne elin, ne
de ayağın baki kalmaması gerekir.
Bu durumda, sizin görüşünüze göre de Allah'ın ne ilminin, ne
de kudretinin kalmaması gerekir. Zira, "vech"i, siz, Allah'ın zatı
28
Serrac, Luma, s.426: Hucviri, s.501
29
Er-Razi, Tefslr-i Kebir, c.I, s.165-166
10
Rahman, 55/27
11
Kasas, 28/88
272 / Emôll .)erlıi
32
er-Razi, Tefsi:r-i Kebir, c.21, s.101, Rahman,27
11
Kasas, 28/88
14
Rahman, 55/26-27
İbn Kesir Tefsiri, c.11, s.6250, Kasas, 88
15
16
Kasas, 28/88
:'274 /Emôll Şerhi
17
er-Razi, Tefsir-i Kebir, c. 17, s.569, Kasas, 28/88
18
Mfüde, 5/1 16
: Al-i İmran, 3/30
19
40
8uhari, Tevhid, ı 518 I 17 ı
41
Müslim, Birr, 55(4/1994
·Enıfıfi Şerhi 1275
Eşyanın Hakikati
Hak ehli ola~lara göre, eşyanın hakikatleri sabit ve mevcuttur.
Hak, vakıaya (olaya) mutabık olan hükümdür. Hak ihtiva etmesi
itibariyle sözlere, inançlara, dinlere, mezheplere de hak (gerçek) adı
verilir ve hak söz, hak inanç, hak din, hak mezhep denilir. Hakkın
mukabili ve zıddı batıldır. Sıdk (doğruluk) tabirinin kullanılması ise
özellikle sözlerde yaygınlaşmıştır. Sıdkın mukabili kizb
(yalancılık)dir.
Bazen hak ile sıdk tabirleri arasında fark görülmek istenir ve
"Hakta vakıa yönünden, sıdkta hüküm cihetinden mutabakat aranır"
42
En' fun, 6/91
43
Müsned,2 / 88
44
Er-Razi, Tefsir-i Kebir, c. l, s. 166
45
Er-Razi, Tefsir-i Kebir, c. 1, s.177
276 / Emli/I Şerhi
46
Taftilzanl, Şerhu'l-Akfüd, s.101,102
27X ! Enulli Serlıi
Bilginin kaynakları
"Halk için ilim elde etme sebepleri ve vasıtaları üçtür."
Selim hisler, sadık haber ve akıldır. İlim elde etme
sebeplerinin üçe inhisar edilmesinin sebebi şudur: Kelamcıların esas
gayesi, bilgi vasıtalarının sayısını ve çeşitlerini tesbit etmek, bunlara
füd hükümleri ayrıntılarıyla açıklamak değildir. Onların maksadı, dini
akideleri zabt ve tesbittir. Ketam alimleri, ister (insan gibi) akıl sahibi
olsun, ister (hayvan gibi) akıl sahibi olmasın, varlığına şüphe olmayan
dışa dönük duyu organlarının (havass-ı zahire) kullanılması ve
çalıştırılması sonunda bir takım idraklerin meydana geldiğini görünce,
hisleri ilim sebeplerinden başlı başına bir sebep olarak kabul ettiler.
(Havass-ı zahire; hava,ss-ı hamse, beş duyu demektir)
Dini bilgilerin büyük bir bölümünün, doğru haberler
vasıtasıyla öğrenildiğini gören ketamcılar, haber-i sadık'ı da ayrı bir
·bilgi elde etme vasıtası saydılar. Buna karşı, içe dönük olan müşterek
his, vehim, hayat ve hafızaya havass-ı batına adı verilmektedir. Ve
ketamcılar bunlara itibar etmezler.
Kelam alimleri, aklı, bilgi elde etmenin üçüncü vasıtası
saydılar. Onlara göre akıl, sırf bir şeye yönelmek veya hads denilen
sezgiye veya tecrübeye eklenmekle, ya da öncüller düzenlemek (ve
istidlal) ile bilgi elde eder. ·
Acıktığımızı, susadığımızı (bunlar vicdaniyata misaldir), bir
bütünün, parçasından büyük olduğunu (bu bedlhiyiita misiildir), ayın,
ışığını güneşten aldığını (bu hadsiyiita misaldir), hind yağının ishal
yaptığını (bu tecrübiyata misaldir), alemin hadis olduğunu (öncüller
tertib etmeye mü;atdir) bilmemiz, her ne kadar bazı hallerde duyu
organlarının yardımıyla oluyorsa da, idrakin esas sebebi düşüncedir,
diye, ketam iilimleri aklı, ilmin bir sebebi olarak gördüler. 47
Tercümesi:
"Allah Tefüa'nın zati ve fiili sıfatları, hepsi kadimdir, ezelidir.
Yok olmaktan korunmuşlardır."
Açıklaması:
Bilinmesi gereken husus şudur: Allah Tea!a'nın zatı sıfatları,
O'nun zatına muhalıf değildir. Filll sıfatların ise, zıdlarının olmadığını
bilmek lazım gelmez. Zat ile sıfat arasındaki fark şudur: Zat, hür ve
müstakil oluşu ile her şeyi tasavvur etmek mümkündür. Sıfat ise bunun
hilafınadır. Zira sıfatın her şeyi tasavvuru mümkün değildir, ancak bir
şeye tabı olarak tasavvur edilebilir.
Eğer bir kimse, sıfatın zat ile kaim olmasına nazaran, sıfat
zatın gayrıdır, zarfiretten dolayı zat üzerine takdım olunmuştur, dese.
Bir kimse de, zat sıfattan ayrılmadığına nazaran, sıfat zatın aynıdır,
dese. Bir kimse ise, ne aynıdır, ne gayrıdır, zira sıfat, eğer zatın aynı
olsa, zat olması hasebiyle aynı olur. Eğer gayrı olsa, o zaman terkib
.lazım gelir ki, bu da muhaldir, mümkün değildir. Bu durumun
hakikatini en iyi bilen Allah' dır.. (Bu hususta, bilmediğini bilmek de
aczini itiraf etmek demektir.)
Sonra, zati sıfatlar hayat, ilim, kudret, irade, kelam, semi' ve
basar, İcma ile kadlmdirler (ezelldirler). Filli sıfatlar ise, tekvindir.
Tekvin muabbaru anhdır, şunlardan haber verir. Eşyanın halkedilmesi,
(yaratılması), canlıların rızıklandırılması, ibda', inşa', ihya, ifna, inbat,
inma ve benzerleri gibi.
Bahsedilen bu sıfatların tümü İmamlarımız Mfüürldl ve
Hanefi'ye göre kadim (ezeli) ve zat-ı mukaddes ile kaimdir. Eş'arl'nin
görüşü ise; filli sıfatlar hadistir. Bir grup ulema dediler ki: Bu
kaziyyenin lafzında munazaa vardır, hakikatinde değil. Allah Tefüa'nın
bütün sıfatları ezell ve ebedidir.
Şimdi, bu altıncı beyti daha geniş açıdan ele alalım. Beşinci
beyt ile de ilgilidir.
"Allilh'ın sıfatları vardır." Z1ra, Allah Tea!a'nın hayy, kadir,
allm ... vs. olduğu sabit olmuştur. Bilindiği üzere, bu sıfatlardan her
28() / Emôll Şerhi
biri, vacib ve zaruri' varlık kavramının üzerinde ve ona iliiveten ziiid bir
mananın var olduğuna deliilet eder. Bunların hepsi eş anlamlı kelimeler
değildir. Ve yine bilindiği gibi, müştak ve türetilmiş bir kelimenin, bir
şeye deliilet etmesi, onun hakkında doğru olması, o şeyin türetildiği
kök bir kelimenin var olmasını gerektirir. (Alimin mevcfü olması,
kendisinden alim kelimesinin türetildiği bir ilim kelimesinin mevcut
olmasını icab ettirir).
Şu halde Allah için ilim, kudret ve hayat... vs gibi sıfatlar
sabit olmuştur. Fakat Mu'tezile'nin zannettiği manada değil. Zira
Mu'tezile'ye göre Allah'ın ilmi yoktur ama, O iilimdir, kudreti yoktur,
lakin O kadirdir ... vs. Mu'tezile'nin bu sözü, "siyahlık yoktur fakat o
siyahtır" sözü kadar imkansızlığı açık olan bir sözdür.
Allah'ın ilminin, kudretinin ... vs. viir olduğu naslarda ifüde
edilmiştir. Allah'dan sudur ve zuhur eden fiillerdeki mükemmellik de,
ilminin ve kudretinin var olduğunun (akli bir) deli'lidir. İlim ve kudret
sıfatları, kavram olarak bulunmadan, alim ve kadir sıfatları O'na
verilmiş mücerred isimler değildir. (Sırf, Allah'a iilim ve kadir isimleri
verildiği için O iilimdir, kadirdir, demiyoruz, tersine, O'nda ilim ve
kudret sıfatları mevcud olduğu için O, iilimdir, kadirdir diyoruz.)
Keliimcı alimlerimizin de açıkladıkları gibi tartışma konusu,
meleke ve keyfiyet nev'inden olan ilim, kudret ve hayatla ilgili olan şu
nokta değildir: "Allah Tealii hayydır, O'nun hayatı vardır, bu hayat araz
değildir, bekası imkansız olan bir şey de değildir. Allah Teiila iilimdir,
O'nun ezeli bir ilmi vardır, bu ilim her şeye şamildir, araz değildir,
bekası imkansız olmadığı gibi zarfiri de değildir, kazanılmış da
değildir." Diğer sıfatlar hakkında da aynı şeyler söylenebilir.
Tartışma konusu olan husus şudur: "Alim olan bir insanın ilmi
vardır, bu ilim araz olup o zatla kilimdir, ayrıca onun zatı üzerine
ziiidtir, hadistir." Acaba iilemin sanil ve hiiliki olan varlığın öyle bir
ilmi var mıdır ki, o ilim kendisinin, zatı ile kilim ve zatı üzere ziiid ezeli
bir sıfatı olsun? Ve diğer bütün sıfatlar için de aynı şeyler söylensin?
Filozoflar ve Mu'tezile iilimleri, bu manada Allah'ta ilim, kudret vs.
gibi sıfatların bulunacağını reddederek, "Allah'ın sıfatı zatının aynıdır,"
şu manada ki: Mii!Gmata taalluk etmesi itibariyle Allah'ın zatına alim,
gücü dahilinde bulunan şeylere taalluk etmesi itibariyle kadir ... ismi
verilmiştir. Mes'ele böyle açıklanmalıdır ki, zatlarda çokluk olmasın,
ayrıca kadim ve vacib varlıkların sayılarının birden fazla olması
gerekmesin.
Emdi/ Şerhi/ 281
1
Taflazani', Şerhu'l-Akfüd, s.157,158,164,165
2
Bakara, 21282: El-Bfitl, İslam Akaidi, s. 128
284 / Emôll .)'l'rlıi
1
Mfüüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.46
edinme yolu olamazlar. Mesela duyu organları böyledir. Çünkü şaşı
olan kişi biri iki görür ve onun bu algısı başkasından farklı hükme
götürür. Bu durum duyu organlarına bağlı olarak verilen hükümlerin
çelişkili olduğuna deliilet eder. Akla gelince, onlarla yapılan istidlaller
yanlış da doğru da olabilir. Akil hükümler büyük bir ihtilaf içindedirler.
Haber ise bazen doğru olur bazen de olmaz. O halde ona güvenilemez.
Biz (Matürldl) deriz ki, bilgi edinme yollarıyla varılan
hükümlerin çelişkili olduklarını kabul etmeyiz. Şaşının biri iki görmesi
konusundaki sözünüz bizim aleyhimize delil olarak söylenemez.
Nitekim söz, sağlam duyu organları hakkındadır, sakatlar hakkında
değil. Bunların sağlam olmadığı konusundaki sözünüze itibar edilmez.
"Göz bazen iltihaptan dolayı güneş ışığını görmez,
Ağız da hastalıktan dolayı suyun tadını almaz. "4
Tıpkı bunun gibi "akil istidlaller, bazen hatalı olur ve akıl
sahipleri ihtilaf ederler" sözünüz de yersizdir. Bu durum, batıl
hükümlerde bir kusurdan veya istidlal usUlünde yahut da istidlal
şartlarında eksiklikten kaynaklanmaktadır.
Haberden kastedilen ise, günahlardan korunmuş
peygamberlerin verdiği haberler ile müteviitir haberlerdir. Her iki
nev'ide de yalan ihtimali yoktur.
Şurası bilinmelidir ki, Sofestaiyye uzak Hint'te ortaya çıkmış
ve eşyanın realitesini inkar eden bir topluluktur. Bunlar eşyanın
muhtemelen hayallerden ibaret olduğunu söylerler. Bir şey gördükleri
zaman, bu herhalde başka bir şeydir, derler.. Aslında onların mezhepleri
redde değecek bir mezheb bile değildir. Böylelerine nasıl davranmak
gerektiğini iyi bilen cin fikirli hükümdarlardan biri ne güzel yapmıştır:
Onlardan birini huzuruna getirtmiş ve dövmeye başlamış.
Adam bağırıp yardım istedikçe, "döven herhalde benden başkasıdır,
dövülen de muhtemelen senden başkasıdır; galiba bu iş dayak da
değildir" diye cevap vermiş. 5
Kudret: Allah Teiila'nın zatıyla kaim ezeli olan bu sıfatla, her
mümkinin yaratılması, yok edilmesi ve şekillenmesi gerçekleştirilir. Bu
sıfatın Allah'ın zatıyla kaim, ezeli olduğunu düşündüğümüzde, o sıfat
ile mürnkiniitın yaratıldığını, ya da yok edildiğini yahut şekillendiğini
kavrayabiliriz. İşin pratik uygulamasını bir tarafa bıraktığımızda onun,
4
Kasidetü'l-Bürde, s.24
5
Bu bahis S. Yeprem'in tercüme ettiği "es-Seyfu'l-Meşhı1r f1 Şerhi Akideti Ebi Mansur"
isimli eserden alınnuştır. S. 62-64
'2861 Enıdlli;ı't'rlıi
eşya ile sulı1hl (sağlam ve hakiki) bir bağı olan kudret olduğunu
görüyoruz. Öbür yandan yaratma, yok etme ve pratik şekillendirme
olayım da, aym ilahi kudretin eşya ile tenclzi (sonuçlandırma) bağım
açıklamış oluyoruz. Kudretin sulı1hl bağıyla kadim ve ezeli olduğunu,
fakat tenclzi bağıyla hadis olduğunu öğreniyoruz. Yani her iki halde de
hakikat nazarında kudret bir tek şeydir. Asıl değişen şey, alakasının
Dlmamasıdır. Tencizi kudret açısından hadis olan yalmz eşyayla irtibatı
sağlayan bağdır. Ama kudretin kendisi her halükarda kadlmdir.
6
6
el-But!, İslam Akiiidi, s.129-130: Önceki bahislerde de geçmiştir, bkz. s.
İmamı Azam, Fıkh-ı Ekber, s.56
7
bizzattır, (yaptığı şeyi, zatının gereği olarak zaruri bir şekilde yapar)
irade ve ihtiyar ile yapmaz" deyen filozofların dedikleri gibidir. Ne:
"Allah Teiila, sıfatıyla değil, zatı ile irade edicidir" deyen
Neccil.riye'nin dediği gibidir. Ne: "Allah Teala, bir mahalde
bulunmaksızın hadis olan bir irade ile irade edicidir" deyen
Mutezilenin dediği gibidir. Ve ne de: "Allah'ın iradesi zil.tında hadistir"
deyen Kerril.miyenin dediği gibidir.
Anlattığımız irade anlayışının delilleri: Allah Tefüa'nın irade
ve me$1etinin var olduğunu ifade eden ayetler vardır. Bununla beraber
bir şeyin sıfatının, o şeyle kil.im olması lil.zım geldiği ve hadis şeylerin
Allah Teiila'nın zatı ile kil.im olmasının imkansızlığı kesindir. Bundan
başka il.lem ve füemdeki nizamın en faydalı ve en uygun biçimde var
oluşu, Allah'ın kadir (muhtar, mürld ve) irade sahibi oluşunun delilidir.
Alemin hudusu ve sonradan var olması konusunu da tıpkı (alemin en
mükemmel şekilde var oluşu gibi, Alliih'ın irade sahibi olduğunun
del\'li olması bakımından) böyledir. Zira il.lemin Sil.nii ve Halıkı
mucibun bi'z-Zfü olsaydı, (yani, yaptığını zil.tının gereği olarak iradesiz
bir şekilde ve zarGrl olarak yapan bir varlık olsaydı), zaruri olarak
alemin kadim olması ve bir ma!Ulün, kendisinin var olmasını gerekli
kılan illetinden sonraya kalmasının imkansızlığı gibi bir durumun
ortaya çıkması lil.zım gelirdi. (O halde il.lemin hudusu, Saniin irade
sahibi olduğunu gösterir) 12
İrade ve Fiil
Mil.türidl'ye göre, görülen her fiilde irade vardır. (Mfüürldi,
Allil.h'ın iradesini, dil.ima fiil ile birlikte ele alıyor) Çünkü irade, her
gerçek failde bulunan bir vasıftır. 13 Ona göre eğer irade fiille birlikte
değil de, fiilden önce ise bu "irade" ancak "temenni" manasını ifade
eder ki, Cenab-ı Hak bundan münezzehtir. 14
Cenab-ı Hakk'ın ezeldeki iradesi "temenni" manasında
olmadığına göre "ihtiyar" mil.nasını ifade eder. Çünkü fiildeki ihtiyara
baktığımız zaman, her ihtiyar sahibinin aynı zamanda bir irade sahibi
olduğunu müşahede etmekteyiz. O halde irade ve ihtiyar aynı manaları
ifade eden iki ayrı kelimeden ibarettir. 15
12
Taftazfini, İslam Akfüdi, s.182
11
Mfitüridi, Kitfibü't-Tevhid, s.286,292,305
14
Kitfibü't-Tevhid, s.297,305
15
Mfüüridi, Kitabü't-Tevlıid, s. 295,304
Emôl/ Şerlıi / 289
İrade ve Meşiet
Kur'an-ıKerim'de Cenab-ı Hakk'ın iradesi bazen doğrudan
doğruya irade kelimesiyle, bazen de meşiet lafzıyla belirtilmektedir. Ve
bunlar hep fiille ilgilidir. Kur'an-ı Kerim' de şöyle buyrulmuştur:
"Allah kimi doğru yola koymayı irade ederse, onun kalbini
İslam 'a açar... " 17 " •.• Allah kimi dilerse (meşfet) onu saptırır ve kimi
dilerse (meşfet) onu doğru yola koyar. " 18 "Biz dilesek (meşfet) herkese
hidayet verirdik. " 19 "Eğer Allah dileseydi (meşlet) sizi bir tek ümmet
yapardı. " 20 "O dileseydi (meşlet) hepinizi doğru yola eriştirirdi. " 21
İşte bu ve benzeri ayetlerde zikri geçen irade ve meşiet hep
Cenab-ı Hakk'a nisbet edilmektedir. Ve bu ayetlerdeki bu lafızlar ne
"rıza" ve ne de "emr"e delalet etmemektedir. Bunlar ayrı ayrı şeylerdir.
Şüphe yoktur ki, buradaki "meşiet" beraberinde fiil bulunan bir
meşiettir. 22
Cenab-ı Hakk'ın iradesi ilim sıfatı ile birlikte mütalaa edilir.
İşte bu ayetlerde zikri geçen irade ve meşiet, zorlayıcı manada "meşiet
i kasr ve cebr" gibi bir irade değil, manası herkes tarafından belli olan
ve fiille birlikte bulunan meşiettir. 23 Ve bu meşiet Allah Teiila'nın
ezeldeki ilminde bulunan "ma!Gm"a tabidir. 24
Zikri geçen En'am 39, 125. ayetlerde ve "Bir şehri yok etmeyi
dilediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına, yola gelmelerini emrederiz,
16
Kitabü't Tevhid, s.60
17
En'am 6/125
18
En'am: 6/39
19
Secde, 32/ 13
20
Mfüde, 5/48
21
En'am, 6/149
22
Kitabü't-Tevhid. s.287.304
23
Tevilfü, vr. 61 a, 233a
24
İsra, 17116
290 I Emtı/I Şerhi
ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder, biz de
onu yerle bir ederiz " 25 ayetinde geçen grupların ilm-ilahi tarafından o
sonuca ulaşacakları bilindiği için, bu malfima tabi olarak öyle irade
edilmiştir. 26
Cenab-ı Hakk'ın iradesi maluma göre tecelli ettiği gibi,
va' dini gerçekleştirmek için "kulların fiillerine bağlı" olarak da tecelli
etmektedir. 27 Şu ayetlerde durum böyledir: "Ancak Allah dilerse onu
başınıza getirir... " 28 "İşte onlar Alldh 'ın knlblerini arıtmak istemediği
kimselerdir... " 29
işte Matüridl'ye göre bu ayetlerde iradenin "vaki olana tabi"
bulunduğunu da görmekteyiz. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:
"Allah dhirette onlara bir pay vermemek istiyor. Onlara büyük azab
vardır. " 30 "İnsan zayıf yaratılmış olduğundan, Allah sizden yükü
hafifletmek ister. "31 Bu ayetlerde iradenin vaki olana tabi bulunduğu
görülmektedir. Bu da yine ilm-i ilahi dahilinde bulunmaktadır. 32
Cenab-ı Hakk'ın iradesi mutlaktır ve her şeye hakimdir.
Çünkü O "dilediğini yapandır" 33 ve "Allah dilemedikçe onlar hiçbir
şey dileyemezler. "34
Bunun aksi caiz değildir. Matüridl'ye göre irade fiile taalluk
ettiğine göre, ilahi iradenin Allah'ın fiilleriyle birlikte mütalaa edilmesi
gerekir. 35
Kelam
Müslümanların ittifakla benimsediği kelam sıfatının izahı
konusunda Matüridi'nin yorumu şöyledir: Kelam, gerçekte Allah'ın
zatında mevcı1t olan kadim bir manadan ibarettir ki, buna kelam-ı nefsi
denir. Bu anlamıyla kelam, sesler ve harfler cinsinden olmayıp sadece
manalardan ibaret, ezeli ve zati bir sıfattır. Harf ve seslerden oluşan
25
İsra, 1716
26
Mfüürldi, Kitabü't-Tevhid, s.287,289,290: Tevllfü, vr. 95a, 95b, !Olb, 228b
27
Hud, 1 1/34
28
Hud, 11/34
29
Mfüde 5/,41
30
Al-i İmran, 3/176
3
' Nisa, 4/28
32
Te'vllilt, vr. 191 b, 653b, 654a
31
Hud, 11/107
34
Tekvir, 81/29
35
Kitabü't-Tevhid, s.291: Te'vilfü, vr. 91a, 102a: İrade Hürriyeti ve imam Mfüüridi, M.
Siiim Yeprem, s.277-280
t,'môlf .)'erlıi / 29 /
Fiil ve tahllk, terzlk, ibda', inşa, ihya, ifna, inbat ve inma gibi,
Allah Teala'ya isnad olunan fiilleri de tekvln'e raci olduğu için, Tekvin
başlığı ile açıklamaya çalışacağız.
Tekvin
Matürldl, fiili bir sıfat olan tekvini Allah'ın zatıyla kaim ve
ezeli kabul eder. Ona göre akıl ve nakil, Allah'ın yaratıcı (h§.lik)
olduğunda müttefiktir. Bu husus Allah'ın ezelde tekvin sıfatına sahib
olmasını gerektirir. Çünkü yaratıcılık, yaratma sıfatı bulunan varlık için
kullanılabilir. Binaenaleyh §.lemi yaratmak, buna kadir olmakla aynı
şey değildir. Yani Allah'a kadir adını vermek, halık adını verme
sonucunu doğurmaz. Şu halde kudret tekvinden ayrı bir sıfattır.
Eş'arller tekvinin hadis bir sıfat olduğunu savunurlar.
41
36
Miitüridi, Kitiibii't-Tevhid, s.58
37
Miitüridi, Kitiibü't-Tevhid, s.57
38
Nisa,164: Miitiiridi, Kitiibü't-Tevhid, s.58-59
39
Miitüridi, Kitabii't-Tevhid, s.58,59
4
" S. Yeprem, Mfıtürldi'nin Akide Risalesi ve Şerhi, s.26
41
Miitüridi, Kitiibü't-Tevhid, s.47-48, 51-52
292 / Emali .)'er/ıi
42
Miitüridi, Kitabü't-Tevhid, s.45-48, Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, s.!01: M. Saim
Yeprem, Miitüıidi'nin Akide Risalesi ve Şerhi, s.27
E111ôti .)'erlıi / 293
Teselsül Batıldır:
Teselsülün anlamı şudur: Sonsuza kadar bütün mahlUkfüın
birbirinden türediğini sanmaktır. Yani her varlık kendisinden önceki
varlığın miilü'lü, sonrakinin illeti olmaktadır. Bu halde uzayıp giden iç
içe yaratma eylemlerinin sonunda dayanacağı yer, kendiliğinden var
olan Vacibü'l-Vücfid bir illetin varlığı ve onda11 sonra meydana gelen
yaratma olaylarına tesir etmesi diye bir şeyin olmayacağıdır.
Bu faraziyenin imkansızlığı, batıl olduğu, aklın kesin
verileriyle sabit olan bir gerçektir. Çünkü mümkün olan mahlukatın, bu
şekildeki bir yaratma zinciri, ne kadar uzarsa uzasın, ne kadar ileriye
varabilirse varsın, sonunda, her halükarda mümkün olmaktan
çıkamayacaktır. Mümklnattan olan varlıkların ise, varlık alemine
çıkabilmeleri için, imkanın her iki tarafından birine geçebilmelerine
tesir eden bir müreccihin varlığını kabul etmek olur.
Kainatın varlığı ve illetlerin birbirinden meydana gelişi,
hissedilen ve gözle görülen bir vakıadır. Varlıklara ve illetlere hayatı,
hareket gücünü, gelişmeyi ve birbirini meydana getirmeyi bahşeden bir
41
Taftaziinl, İslam Akfüdi, s.174-176,179,180
2961 E111ôli Serlıi
44
Daha geniş bilgi için bkz. S. R. El-BGti, İslfim Akfiidi, s.89-94
7. Beyt:
Tercümesi:
"Allah Teata'yı (varlık
manasında) şey . diye adlandırırız, fakat.
(yaratılmış) şeyler
gibi değil. Bunun yanında O'nu altı yönden
(mekandan) münezzeh olarak "zat" diye de vasıflandırırız."
Açıklaması:
Ehl-i sünnete göre; Allah Tea!a'ya şeri'i şerifte "şey"·
kelimesini ıtlak ederiz, yani şey diye adlandırırız. Fakat, zaten ve.
sıfaten siiir eşya gibi değildir. Zat diye de tabir ederiz, liikin altı.
cihetten, yönden münezzeh ve müberradır. Bilinmesi gereken husus
şudur: Şey kelimesi örfte (halk arasında) mevcuda hastır. Harici olsun,
zihni olsun vacib, mümkin ve mümteni'ye şamildir. Binaenaleyh eşya,
mevcud manasınadır. Allah Tealii "Vacibu'l Vücuddur" O'nun
dışındakiler ise mümkin veya mümtenl'dir. Dolayısıyla Allah Tea!a'ya
şey demek caizdir. Çünkü vardır ve mevcuddur demektir. Ve yine,
O'na ziit demek de caizdir.
Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: "De ki: Şahidlik
yönünden hangi şey daha büyüktür? (Cevap vermezlerse) de ki: Allah,
benimle sizin aranızda şahiddir. " 1 Bu manaya göre bizim de şey
dememiz ciiiz olur. Şey' en, şae'nin masdarıdır dendiği zaman, fiiiliyet
manası kasd edilmiş olur ki, irade edilen O'dur. Bu durumda şey'en
kelimesinin Allah lafzı üzerine itlakı caiz olur. Eğer onunla (füiliyet
değil de) mef'Uliyeti manası irade olunursa, o zaman Allah TeaHi'nın
şu kavli kerimine muhalif olur, uygun olmaz: "Allah her şeyin
halıkıdır, yaratıcısıdır. Ve O, her şeye vekildi/"
Bu mes'elede Cehmiye Ehl-i Sünnete muhalefet etmiş; O
(c.c), şey kelimesiyle vasıflanmaz, çünkü şey kelimesi, kullar ile
müşterektir demiştir. Ehl-i Sünnet ise "la kel eşya" ile kulların
kullandıklar "şey" kelimesinden ayırmışlardır. İnsanlar da bazen şey
kelimesini kullanırlar, aradaki bu benzerlik "lii kel eşya" lafzıyla
'En'am, 6/19
2
Zümer, 39/62
2981 Emôll .')erhi
3
Tevbe, 9/129
Emô// ,5erlıi / 299
4
Mfüüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.24
5
Kitiibu't-Tevhid, s.23-24,123-124
300 / Emali ~·er/ıi
1. Nakli Deliller:
Kur'an-ı Kerim'de yüce Allah "O'nun benzeri hiç bir şey
yoktur" 8 buyurmaktadır. Eğer Allah "şey" olmasaydı, ayette de
görüldüğü gibi, "şey"in zikredilmesine veya "şey" adıyla O'ndan
eşyanın şey'iyyetinin nefyedilmesine, başka bir deyimle O'nun eşyaya
benzemeyen bir şey olduğunun zikredilmesine gerek kalmayacaktı.
Zira burada, gerçekte şey'den maksad, onun ihtiva ettiği anlamdan
başkadır. 9 Başka bir ayette de yüce Allah şöyle buyuruyor: "Şiihid
olarak hangi şey daha büyüktür? de. Allah benimle sizin aranızda
şahiddir. " Bu ayette de görüldüğü gibi, eğer Allah'a "şey" denmesi
10
6
Miitüridi, Kitiibu't-Tevhid, s.65-66: S: Yeprem, Miitüridi'nin Akide Risiilesi ve Şerhi,
s.23-24
7
Miitüridi, Kitiibü't-Tevhld, s.39-40,104
8
ŞGrii, 42/ 1 1
9
Miitüridl, Kitiibü't-Tevhld, s.41: Te'vlliitu'l-Kur'iin, vr.646b: Eş'iiri, Makiiliitu'l-
İsliimiyyln, c. l, s.238 ·
rn En'iim, 6/19
Em{2/f Şerhi / 3 Ol
2. Akfı Deliller:
Matüridi, mes'eleyi, akli delillerle de isbatlamaya çalışmakta
ve özet olarak şöyle demektedir: Genel olarak bilinen bir husus, şey'in,
nefyin zıddı olan isbfüın isminden başka bir mı.lam taşımamasıdır. Zira,
bir şeyi küçümseme anlamı kasdedilmediği sürece, "hiçbir şey," "şey
yoktur" veya "şey değildir"in manası, nefydir, olumsuzluktur. Bu da
gösteriyor ki, bu kelime isbat anlamını taşımaktadır... "La şey"
kelimesi, gerçeği nefyetme veya sabit olanı küçük gösterme anlamında
kullanıldığına göre, "şey" kelimesi de elbette ki, Zat-ı İlahi'nin isbfüı:
ve O'nun yüceltilmesi anlamını ifüde edecektir. Allah (c.c), şüphesiz
buna !ayıktır. ı 1
Matürldl, mes'eleyi bu şekilde izah ettikten sonra, "Ja cism"
deyimi, bunlardan hiç birini gerektirmediği gibi, "cism" kelimesi de,
· varlığı arzulanan veya yüceltilen bir kimsenin isbatı anlamını
taşıyamayacağını söylemekte ve dolayısıyla Allah Tefüa'ya cisim
denmesi cfüz olmadığı halde, şey denmesi caizdir, demektedir. ız
Fahreddin er-Razi, Allah Tefüa'nın "şey" diye tavsif edilmesi
konusunda şöyle diyor: Alimlerin çoğu, Allah Tefüa'yı "şey" kelimesi
ile isimlendirmenin caız olduğunda mutabakata varmışlardır.
Cehmiyye'den ise, bunun caiz olmadığı nakledilmiştir. Cumhfir'u
ulemanın delilleri şunlardır:
Birinci delil: Allah Tea!a'nın: "Şahid olmak bakamından en
büyük şey nedir?" de. De ki: "Allah ,,ıJ sözüdür. Bu ise Cenab-ı Hakk'a
"şey" demenin caiz olduğuna de!alet eder. Itiraz: Eğer sözün manası,
"De ki Allah" lafzıyla sınırlı olsaydı, dellliniz yerinde olurdu. Ancak iş.
hiç de öyle değil. Tam aksine, zikredilmiş olan "Benimle sizin aranızda
Allah hakkıyla şfihiddir" de 14 ayetindeki manadır. Bu, kendinden
öncesi ile alakası olmayan başlı başına bir sözdür. Buna göre Cenab-ı
Hakk'a "şey" demek gerekmez, denirse. Biz de deriz ki: Cenab-ı Hak,
"Şahid olmak bakımından en büyük şey nedir?" deyip, "De ki: Allah
benimle sizin aranızda hakkıyla şalıiddir" buyurunca, bu ikinci
cümlenin, Cenab-ı Hakk'ın: "Şahid olmak bakamından en büyük şey
nedir?" sözünün cevabı yerine geçmiş olması lazım gelir. O zaman
bizim maksadımızın hasıl olması gerekir.
11
Maiür!dl, Kitabü't-Tevhld, s.41-42, 104-106
12
Mfüürldl, Kitabu't-Tevhld, s.93: Mfüürldl'nin Kelam Sistemi, s.87, Kemal Işık
13
En'am, 6/19
14
En'am,6/19
302 / EmfılfŞerlıi
15
Kasas, 28/88
16
Buhar!, Bed'ül-halk, ı (4173)
17
er-Razi, Tefsir-i Kebir, c.I, s.161-162
E111ô/I .)!:'rhi / 303
18
Miitüridi, Kitabü't-Tevhid, s.38,65-67: Te'viliitu'l-Kur'an, vr,905a
19
Miitüridi, Kitabü't-Tevhid, Dr. Huleyf Muk. s.38
20
Şura, 4211 ı
Bakıllani, Kitabu't-Temhid, s.194-195
21
304 / Emti// Şerhi
12
Şfıra, 42/ ı ı
Emôli ,5erhi / 305
sozu ıse, arazlar, sıfatlar ve cisimler gibi bir takım basit kavramların
ifade ettikleri şeylerin nefyine delalet etmektedir. 23 ·
23
Mfüürld'i, Kitabü't-Tevhld, s.93-94: Tevilfüu'l-K~r'an, vr. 672a: Kemal Işık,
M~tünd'i'nin Kelam Sistemi, s.85-86,88-89
3061 Enıliff Şerhi
24
Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, s.30,33
25
Tfihii, 20/5
26
Şürii, 42/ ı ı
Eııul!i .)er!ıi / 307
27
· Hiicc, 22/ l
olmadığını söylemektedirler. Bu sebepten onlara göre her mevcfid
şeydir, sabittir, mutasavverdir ama bunun aksi doğru değildir.
Allah Teala: "İki elimle yarattığım" 28 demektedir. Bu da
Allah'ın eli olduğuna ve dolayısıyla cismiyete delalet eder. keza,
Allah'ın şu ayetleri de böyledir: "Alliih'ın eli onların ellerinin
üstündedir. " 29 "Gözlerimin önünde yetiştirilmen için "30 "Rabbinin
yüzü biikf kalır; " 31 Hadiste de ayak kelimesi geçmektedir. 32 Böyle
denmesi halinde cevaben deriz ki:
El, yüz, göz, ayak kelimelerinin tevili, Kudrettir. Nitekim
Allah'a nisbet edilen bütün sıfatların manaları, daha önce geçen iki
farklı görüş istikametinde cereyan eder.
Mu'tezile ve Kaderiyye'ye göre, Allah Teala "gökteki iliih da
yerdeki iliih da O'dur" 33 ayeti gereğince her mekandadır.
Biz buna karşı şöyle deriz: Bu ayetten kasıt, ulfihiyyetinin,
emirlerinin· ve yasaklarının nüfüzu, hadislerin O'nun iradesine uygun
olarak gerçekleşmesidir. Çünkü O her mekandadır, sözü, Allah'ın
yırtıcı hayvanların ve haşeratın karınlarında olması sonucuna da
götürür ki, bunun batıl olduğu açıktır. O (c.c), hiçbir mekanda
mütemekkin değildir. Hiçbir yönde karar kılmaz, sağ, sol, üst, alt, arka,
ön, kullar için geçerlidir. O'nun için değil. Mekanlardan münezzehtir
o.
Bizim mezhebimize (Matürld'i'lere) göre Allah Teiila, Ebu
Han!fe'nin de dediği gibi, mekan yüksekliği itibariyle değil, azamet ve
yücelik yüksekliği itibariyle arşın üzerindedir. Biz Allah'ı (c.c)
aşağıdan değil, yukarıdan anarız. Bu sebepten Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) o cariyeye şöyle demiştir: "Sen mü'min misin?" Cariyenin evet
demesi üzerine peygamber (s.a.v): "Allah nerede?" diye sormuş, cariye
gökyüzünü işaret etmiştir. Bunun üzerine Resfilullah (s.a.v): "O
mü'mindir" buyurmuştur. Bu hadis,. Buhari'nin rivayet ettiği ve
sahihliği konusunda ittifak edilen hadistir. 34
Peygamber Efendimiz (s.a. v.); cariyenin, Allah Tea!a'yı
mahlfikatı üzerine yücelik yüksekliği ile yükseltmesini kafi görmüştür
28
Sa'd 38175
29
Fetih, 48/19
10
Taha, 20139
31
Rahman, 55/27
32
Buhar!, Tevhld,7,25: Müslim, Cennet,35, 37
33
Zuhnıf, 43/84
4
' Müslim, Mesacid, 33: EbG Davud, Saliit, 167 vd
E111ô/I Şerhi/ 309
41
Tiihii 20/,5
42
Mülk, 67 /16
41
Fiitır, 35/1 O
44
Duhan, 44/3
45
Ac!Gnl, Keşfu'l-Hafü, c.1, s.209
46
Ffüır, 35/1 O
Emdi/ .)'!:'rhi / 311
47 Tevbe, 9/33
48
Duhan, 44/3
49
Pezdevf, Ehl-i Sünnet Akaidi, s.43-46
31,2 IE111/il!Serlıi
511
Al-i İmran, 3/7
51
İbn Mace, c.2, s.936
52
Buhar!, istiziin, I, (71125): Müslim, Cennet, 28 (4/2183
314 / Emôl'i ,)r!rlıi
53
Er-Razi, Tefslr-i Kebir. c. 1, s. 175
Enıôll Salıi 1315
"Ve leyse 'l ismü ğayren lif nıüsemnui-Leda ehli'! - basireti hayri ali."
Tercümesi
"Ümmetin en hayırlısı olan basiret ehline, yani Ehl-i sünnete göre, isim
müsemmanın gayrı değil (aynı)dir."
Açıklaması
Şarih diyor ki: İsim açıklandığı, izhar olunduğu için, isim ile
müsemma aynıdır. Bu konuda muhtelif görüşler vardır. Birincisi: İsmi
ile müsemması aynıdır, tesmiye ise bunlardan cidden uzaktır.
İkincisi: Muhakkak ki O (Allah c.c.), ikisinin de gayrıdır. Yani
isim ve müsemmanın dışındadır. Bu görüş Cehmiyye, Kerramiyye ve
Mu'tezileden menkuldür (onlar kabul etmezler). Bir başka grup da, bu
görüş ayrılığı lugavl kullanımda fark olduğu içindir, demiştir.
Üçüncüsü: Şüphesiz ki, isim ile müsemma aynıdır. Bu görüş
sahihtir, delili ise Allah Teiila'nın şu ayetidir:
·- l~ tlı ~-
~ı..s-
-.
...) ~ 1
"Rabbini o büyük ismi ile tesbih et, an!" 1
Dördüncü görüş ise: İsim ile müsemma, birbirinin aynı da
değildir, gayrı da değildir. Bir başka cemaat de (görüş de) isim ile
müsemma aynıdır dedi. İşitildiğine 'göre, meşayıh bu mes'elede, aklen
nasıl ihtilaf edilir diye hayret etmişlerdir.
Şarih diyor ki, bu isim ve müsemma mes'elesi, her ne kadar
itikada taalluk eden bir husus değilse de, İmam Beyzavi, tefsirinin ilk
bölümlerinde, yukarıda geçen bu manayı uzun uzun açıklamış, imam
Gazzali (r.a) de, Esma-i Hüsna şerhinde, sena kasdıyla, tasrih etmiştir
bu mes 'eleyi.
Mısrayı izahın tafsiline geçmeden önce, kısaca ön bilgi
Vermeye çalışalım. Bu bahis, bir önceki mısralarda incelenen "Allah'ın
sıfatları" konusunun devamı mahiyetindedir. Orada da iföde edildiği
gibi, Allah Teiila'nın sıfatları veya isimleri için bazıları "kadim",
1
A'lil, 87/l
bazıları da "hadis" demiştir. Halbuki, Allah'ın zatının kadim olduğunda
ihtilaf yoktur. O halde Allah'ın zatı (müsemma) ile isimleri arasındaki
münasebeti incelemek icab etmiştir.
İsim: Bir varlığı, eşyayı, kavramı veya bunların topluluğunu
ifade eden kelime, ad. Bir mananın karşilığına konulan ve bütün kelime
çeşitlerini içine alan müfred liifız; Ahmed, çiçek, dağ kelimeleri gibi.
Müsemma: İsmin karşılığına konulduğu mana: Ahmed'in
şahsı, çiçeğin kendisi, dağın kendisi gibi. Belirli, muayyen,
isimlendirilmiş.
Tesmiye: Bir mananın karşılığına, onu anlatacak bir isim
koymak, ad koymak. Bir şeyin adını söylemek.
Bazıları isimler üç nev'idir, dediler: Birincisi, müsemmanın
aynı olanıdır, "şey, ziit, mevcud" isimleri gibi. İkincisi, müsemmanın
ne aynı ne de gayrıdır, Allah'a iiid "iilim" ve "kadir" isimleri gibi.
Üçüncüsü, müsemmanın gayrı olandır, "halık, razık" gibi... Bu
konudaki görüş ayrılığının ·neticesi, Allah Teiila'nın isimlerinin kadim
mi, yoksa hadis mi olduğu noktasına raci'dir. İsmin müsemmadan ayrı
olduğunu kabul eden, esma-i iliihiyyenin hadis olduğunu iddia eder.
İsmi üç nev' e ayıranlar ise, iliihi' isimlerin bir kısmı hadis, bir kısmı da
kadimdir, derler. "İsim ile müsemma aynıdır" deyenler ise, yüce
isimlerin mutlak olarak kadim olduğuna hükmederler. (Mfüüridi'nin
görüşüdür.) Bu bahis sıfat mes'elesinin bir dalıdır.
· Bu mes'elede bahis konusu edilen dört liifız vardır. Tesmiye
müsemma, isim ve müsemmi. Şimdi, bir kimse "Allah!" deyince; bu,
ancak müsemmi' (Allah ismini söyleyen) ile kilim olan bir tesmiye olur;
işte bu tesmiye ittifakla isim ve müsemmadan ayrı bir şeydir; tesmiye
isim zikretmek demektir. Buradaki ihtiliif şundan ileri gelmektedir ki,
acaba "Allah" ismini anmak, bizzat Allah'ı anmak mıdır, yoksa O'nun
gayrım anmak mıdır? İsmi müsemmanın gayrı kabul edenler, iddia
ederler ki, "Allah!" deyen bir kimse, bizzat Allah'ı değil, O'nun gayrım
anmıştır, çünkü o, Allah'ın ismini anmıştır. O'nun ismi ise, zatından
ayrı bir şeydir.2 ·
Allah Tefılii'nın isimleri ve sıfatları vardır ve O'nun hiçbir
ismi, hiçbir sıfatı hadis değildir. Yani:
Allah Teiila'nın bütün. sıfatları ve isimleri ezelidir, başlangıcı·
yoktur. Ebedidir, söhu yoktur. Allah'ın isimlerinden herhangi bir isim;'
sıfatlarından herhangi bir sıfat yenilenmemiştir. Çünkü Cenab-ı
2
el-Kifö.ye, varak 18a: Sabilnl, Mfüurldiyye Akiiidi: B. Topaloğlu, dipnot.s.79-80
318 / Emôll Salıi
İsim ve Müsemma
Ehl-i Sünnet, isim ve müsemma aynı şeydir, görüşündedir.
Cehmiyye, Kerramiyye ve Mu'tezile, isim ile müsemma ayrı ayrı
şeylerdir, dediler. Eş'ari'yye'den bazıları ise, isim, tesmiyeden (bir
şeyin adını söylemekten) de, müsemmadan (ismi taşıyan varlıktan) da
Vakıa, 56/96
4
5
Ebu Davud,!/ 200-201, Salil.t,146-147
6
N. Es-Sabun!, Miitur!diyye Akil.idi, s.79-81
320 I Emılfi .<;cılıi
isim ile müsemma aynı olsaydı, Allah'ın zatı da doksan dokuz olurdu?
Biz deriz ki, bazen isim zikredilir, fakat onunla tesmiye kasdolunur.
Tesmiye ise ismi söyleyene bağlı bir hadisedir, bil'icma' müsemmanın
gayrıdır. Binaenaleyh buradaki sayı, çokluk ve sonradan oluş, gerçekte
isme değil tesmiyeye füddir. 7
7
El- Ki fö ye, varak l 8b
Enıôll Serhi 1321.
8
Nisa, 4/36
9
Nisa, 4/1
wNilh,71/10
11
Miiide, 5/38
12
Muhammed Pezdevl, Ehl-i Sünnet Akil.idi, s. 124-126
13
A'lii, 87/1
, 322 / Emôlf $erhi
14
A'raf, 7/180
15
İhlas, 11211
16
Tirmizi, Seviibu'l-Kur'an,10
. Emri// .')eriıi İ 323
17
Miitüridi, Seyfu'l Meşhur Fi Şerhi Akideti, Ebi Mansur, s.69-72: İsim ve müsemma
konusunda Gazzfüi (r.a)'nin el-Maksad, s.25-69. sayfalarına müracaat ediniz.
18
Süyuti, Cfümu's-Sağlr, c.l, s.454,455: Acluni, Keşfu'l-Hafö., c.l. s.311
326 / Emôl/ Şerlıi
19
Gazzali, el-Maksad, s.122-123: Razi, Levamiu'l-Beyyinfü, s.74
20
Buhar!, Da'avfü, 69: Müslim, Zikir,5,6 vd
21
Bekir Topaloğlu, İslamda İnanç Esasları, s.115,116
Enıii/I Şerhi I 327
97) Varis: Yer ve yerin üzerindeki her şeyin tek varisi O'dur.
Ve her şey O'na dönecektir. Kaynağı, izafi sıfatlardır.
98) Reşid: İnsanları, hayırlı yollara irşad edicidir. Menşei, fiili
ve selbi sıfatlardır.
99) Sabur: Hilm sahibidir. Azab etmekte acele etmez. Cezayı
kendisinin tayin ettiği bir vakte tehir eder. Kaynağı, selbi sıfatlardır.
100) Rab (c.c): Karşılık beklemeden büyüten, besleyen,
yaşatan ve terbiye edendir. (Rab ismi, dua deyimlerinde çok
kullanıldığı için, ilave etmeyi uygun gördük. Mehaz aldığımız Tirmizi
(r.a) hadisinde Rab ismi geçmez.)
Doksan dokuz esma-i hüsnaya dair kaydettiğimiz bu manalar,
onların çok kısa fakat asli manfüarıdır. Gümüşhanevi (k.s)
Hazretlerinin, Ehl-i Sünnet itikadı, adlı eserinden iktibas edilmiştir. 22
is!am'ın ilk asırlarından itibaren, esma-i hüsna üzerine
yazılmış bir çok eser mevcuttur. Allah Teala'nın bu güzel isimleri
incelendiği takdirde, görülecektir ki, sadece iki üç tanesi gazab-ı ilahiye
işaret etmekte, diğerleri ise doğrudan doğruya ilahi rahmetin,
muhabbetin, esenliğin, bağışlayıcılığın, lütufkarlığın, az iyiliğe pek çok
mükafatın müjdeciliğini yapmaktadır. İslam, korkuya değil sevgiye,
merhamete, affediciliğe ve selamete dayanan bir dindir. Bir· viiiz,
İslam'ın u!Ghiyyet anlayışı konusunda, korku-sevgi açısından yüz
saatlik ders yapacak olsa, bunun doksan yedisini sevgiye, üçünü
korkuya, bir müellif aynı maksatla yüz sayfalık bir eser yazacak olsa,
doksan yedi sayfasını sevgiye, üç sayfasını korkuya ayırmak
durumundadır.
Allah Tefüa'nın en güzel isimlerini inceleyip de
duygulanmayacak, sevgi evi şenlenmeyecek bir mü'min düşünülebilir
mi? O'nun esirgeyiciliği, bağışlayıcılığı ve lütufkarlığını düşünüp de,
rahmet kapsını çalmayacak bir günahkar bulunabilir mi? Kur'an-ı
Kerim'de esma-i hüsna ile ilgili ayetlerden birinde şöyle buyrulur: "En
güzel isimler Allah'ındır. O'na bu isimlerle dua edin. O'nun
isimlerinde doğru yoldan ayrılanları bırakın. Onlar yaptıklarının
cezasını göreceklerdir. " 23
Ceniib-ı Hakk'ı anmak, O'nu tanımaya çalışmak, İslam'ın
sunduğu ulilhiyyet mefhumunu kavramak ve zikirle gönlünü
aydınlatmak için, yukarıda sıralandığı gibi, Kur'an ve sünnette yer alan
22
Bkz: s.39-45
21
A'raf, 7/180
Eııu)/I ::;>crlıi / 333
24
Saffiit, 37/180
25
ihliis, 11212
26
Şfira, 42/12
· .Mustafa' nın (s.a. v), gece namazlarındaki secde niyazlarından şu cümle
bu noktada bize ışık tutmaktadır:
"Allah 'un! Si!nin yüce vasıflarını saymaya ve seni hakkıyla
övmeye muktedir değilim. Sen bizzat kendini övdüğün ve tavsif ettiğin
gibisin. "27
"Allah 'un, bütün sıfatların ve isimlerin hürmetine bizlere,
rızana nail olmayı, Seni kemali ile tanımayı müyesser eyle ... " (Amin) 28
27
Hz. Aişe rivayet etmiştir. Müslim, Salfü, 222: Ebu Davud, Salfü, 148: Bekir Topaloğlu,
lslam'da İnanç Esasları, s.I 13-115, 123-124
28
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi
metodu işte budur. Bu yoldan ayrılan, başarı kaydetme imkanını aslen
yitirmiş demektir. Tasdiki her ilmin (tasdik ve tekzibe mevzu
olabilecek vasıfta olan her hususu kasdediyorum) 15.fzı, mevsuf, sıfat ve
sıfatın mevsufa nisbeti gibi, üç unsurdan meydana gelen bir kazıyye
olduğunda şüphe yoktur.
Birinci merhalede, tarif ve hakikatini tasavvur etmek yolu ile
yalnız mevsufu tanımış, sonra tarif ve hakikatini tasavvur etmek
sfiretiyle yalnız sıfatı tanımış ve sonra da sıfatın mevsufa olan
nisbetinin müsbet veya menfi olduğunu göz önüne almış olmak gerekir.
Şöyle ki, mülkün kadim veya hadis olduğunu bilmek isteyen bir insan,
önce mülk lafzının manasını, sonra kadim ve hadisin manasını bilmeli
ve ancak bundan sonra, mülk için iki vasıftan birini tesbit etme cihetini
düşünmelidir. Bu sebeptendir ki, ismin manasını ayrı olarak bilmek,
. müsemmanın manasını ayrı olarak bilmek, tesmiyenin manasını ayrı
olarak bilmek, ayniyet, hüviyet ve gayriyet terimlerini ayrı ayrı mütalaa
. ederek manalarını bilmek gerekiyor. Bu sayede ancak neyin, neyin aynı
veya gayrı olduğunu tasavvur etmek mümkün olacaktır.
İsmin tarif ve hakikatinin izahı hakkında Gazzali (r.a) diyor ki:
Eşyanın asılda vücudu, zihinlerde vücudu ve dillerde vücudu
vardır. Gerçek ve hakiki olan vücud, asıldaki vücuddur. Zihinlerdeki
vücudu ise ilmi ve şekil, lisanlardaki vücudu da lafzi ve istidlaJidir.
Meseıa: Semanın (gökyüzünün) aslında ve zatında bir vücudu vardı,
zihinlerimizde ve gönüllerimizde de bir vücudu vardır. Çünkü semanın
. şekli, gözlerimizde ve dolayısıyla hayalimizde iz bırakmış
bulunmaktadır. Semanın yok olduğunu, vücuddan kalktığını
farzedelim, onun şekli hayalimizde devamlı olarak yaşayacaktır. İlim
diye tabir ettiğimiz şey, işte bu sfiret ve bu şekildir. O halde ilim
malumun bir örneğidir. Maluma benzeyen ve ona müvazi olan bir
örnek. Ve o, aynada görünen şekil ve sfiret gibidir. Bu sfiret, dış ve
mukabil suretin mümasili ve benzeridir. Ve malümun zihinde meydana
gelen örneğinden ibarettir.
Semanın dildeki varlığına gelince, bu varlık, bir takım
seslerden mürekkeb bir lafızdan ibarettir. Bu sesler, dört parçaya
ayrılarak birincisi (sin), ikincisi (mim), üçüncüsü (elif) ve dördüncüsü
(hemze) tabir edilmiştir. Şimdi sema sözümüz zihindeki semanın bir
delili ve zihindeki sema da asıldaki semaya mütabık olan bir surettir.
Asıldaki vücud olması, şekil ve suretlerin zihinlerde meydana
gelmesine, zihinlerde . sfiret meydana gelmese, insanın o sfireti
33() / Emtılf Şerhi
29
Yusuf, ı 2/40
3.:f.0 I Emô/I Şerhi
0
' A'raf, 7/180
31
Buhiirl ve Müslim' de, Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir
32
Gazziili, el-Maksiidu'l-Esnii Şerhi Esmiiil Hüsnii, ayrıntılı bilgi için bkz, s.25-69
9. Beyt:
Tercümesi:
"Benim Rabbim cevher de cısını de değildir.Yine O, parçalardan
oluşmuş bir bütün veya bütünü oluşturan parça değildir, bir de O,
yaratılmışlık özelliklerine de sahip değildir."
Açıklaması:
Allah Teala; cevher, cısını, kül ve baz değildir. Cevher,
mütehayyiz cüzdür ki, bölünmeyi kabul etmez. Cisim ise, cüzlerden
mürekkeb ve mütehayyizdir, değişebilir ve cisim bölünmeyi kabul eder.
Cüz, mürekkeb cümle içindir. Ba'z, cüz'ün ismidir, kül, cüzden
terekküb eder, diğerleri de öyledir. Cenab-ı Allah, küll olmadığı gibi,
ba'z da değildir. O ba'zlardan kül meydana gelir ki, Allah Teala
Hazretleri bunların hepsinden münezzehtir. Ve bunların, O'na isnadı
kesinlikle caiz olmaz.
Musannıf beytte, ba'z (kelimesinin)ın sıfat-ı selbiye olduğunu
işaret etti ki, cevher, cisim ve ba'z küllün içindedir. Ve cisim, cevher,
küll ve ba'z Cenab-ı Hakk'a ıtlak edilemez. Zii iştimalin manası: Allah
Tea!a'nın zaman ve mekana şümiilü yoktur. Zaman ve mekan
mahduddur. Allah (c.c) ise zamandan, mekandan, had ve hududdan
müstağnidir. Allah Teala "bir"dir, şeriki, naziri, misli ve benzeri
bulunmayan, sıfatı zatiye ve subiitiyyesi ile kaim ve daimdir. O'na,
hiçbir zaman zeval, yokluk ve zaaf gelmez. Her şeyi; cevherleri,
cisimleri, ba'zları ve küllerin hepsini o yaratmış, var etmiştir.
Tenzihat
Şimdi bu mevzuyu mümkün mertebe tafsllatıyla anlatmaya,
şerh etmeye çalışalım.
Ömer Nesefi (r.a.) Akaidinde diyor ki: Alemi yoktan yaratan,
Allah Tefüa'dır. O Allah ki, öncesiz, diri, kadir, alim, işiten, gören,
dileyen, murad edendir. Allah (c.c.), araz değildir, cisim değildir,
cevher değildir, siiret ve şekil değildir, mahdud değildir, bir şeyin
parçası, baz veya cüz'ü değildir. Cins ve keyfiyet ile vasfolunmaz,
.'142 I Emclri Şerhi
1
Ömer Nesefi, Akfüd, s,81
2
A.Sil.im Kılavuz, İsliim Akiiidi, s.77
3
Bakara, 21163
Eıııôll .'j)erhi / 343.
iföde ile de, Hiilik ile mahluk, Allah'ın zatında birleşmiş olur ki, bu da
Allah hakkında muhiildir. Allah (c.c) böyle bir halden münezzehtir.
(2) Cevher: Kainata baktığımız zaman görürüz ki, kainat ya
cevherdir. (Cevher, bölünme, parçalanma kabul etmeyen bir parçadır.
Diğer cisimler bu cevherden meydana gelir). Ya da kainat arazdır.
(Araz, kendi başına var olmayan ancak, başkası ile birleştiği zaman var
olabilen bir şeydir). Renk, tad, koku, ses vs. gibi. Allah Teiila bu
ikisinden de (cevher ve arazdan da) münezzehtir. Allah (c.c) bunlardan
münezzeh olduğuna göre, Allah Teiila, cisim, cevher, ceset, sı1ret, cüz',
mürekkeb ve araz da değildir. Allah'a her ne kadar bir "şey" deniyorsa
da Allah bizim bildiğimiz şeylere benzemez.
Allah Teiila, araz değildir ve arazlardan uzaktır. Ne kendisi .
mevcuda benzer ne de mevcud O'na ... O'nun benzeri yoktur. O da
başkasına benzemez.(3) Ölçüye sığmaz. Ne herhangi bir bölge ne de
yönler O'nu ihata edemez. Yer, gök O'nu içine alamaz. Zaman ve
mekandan münezzehtir. Bir mekanda sabit olması düşünülemez.
Zaman, an, gece ve gündüz, O'nun üzerine cereyan etmez.
Hadiselerden müteessir olmaz. Bütün sıfatları zeviilden münezzehtir.
Sıfatlarının kemale ermeye ihtiyacı yoktur. Acizlik ve kusurluluktan
uzaktır. Uyuklama ve uyku O'nu tutamaz, Ölüm ve yokluk, O'nun
hakkında varid olmaz. Bütün hadiselerin tasarrufu yed-i kudretindedir.
Malfimatının ve kudretinin nihayeti yoktur.
(3) Allah Teiila kemal sıfatlarla muttasıftır. Noksanlık ve
zevalden münezzehtir. Mahlfikatından hiç birine asla benzemez.
Sıfatları zatı ile kaimdir. Hiçbir yönü ile yaratıklarının sıfatlarına
benzemez. Yok olmak ve var olmak gibi arazlardan münezzehtir. Zatı
ve isimleri gibi, sıfatları da ezelidir, evveli yoktur. Ebedidir, sonu
yoktur.
Keyfiyyet, cinsiyyet, hal, ahval, gülmek, üzüntü, tebessüm,
güler yüzlülük, keder, sevinç, hüzün, ıztırap çekmek ve acı duymak
gibi şeylerle sıfatlanamaz ... (4) Elem, neş'e ve lezzet duymak,
mürekkeb cisimlerin sıfatlarıdır. Cisim ise ziyadelik ve noksanlık kabul
eder. Allah Teala bundan münezzehtir. Gelmek, gitmek, ileri veya geri
gitmek(5), bitişmek, ayrılmak, toplanmak ve dağılmak gibi şeylerle
tavsif olunamaz. İnmek, çıkmak bir yerde karar kılmak, oturmak,
kalkmak, yatmak, hareket etmek, sakin durmak, artmak, eksilmek,
büyümek ve küçültnek gibi şeylerle de vasfedilemez.
(5) Gelmek ve gitmek gibi yaratıklara aid olan sıfatlar Allah
(c.c) hakkında caiz değildir. İbrahim (a.s) gökte bir yıldızın bir yerden
bir yere intikiilini görünce: "Bu benim Rabbinı olamaz" demiş ve bu
husus Kur'an-ı Kerlm'de şöyle zikredilmiştir: " ... O sönüp gidince ise
şöyle demişti: "Ben sönüp batanları sevmem ... "
4
4
En'iim, 6/76
5
Fecr, 89/22
6
Nah!, 16/26
7
Bakara, 2/210
E111ôll .':ı'nlıi / 3"15
oturmak, isti va (yer işgiil etmek), avuç, istihza, gülmek, sevinmek, cefii,
unutmak, inmek, yakınlık, uzaklık gibi sıfatların aslına inanırız,
keyfiyeti hakkında fikir yürütmeyiz. Daliilette olan mezhepler gibi,
ayetler müteşabih olduklarından dolayı, zahiri ile hükmedemeyiz. Bu
hususta, müteahhirin alimleri şeriate uygun, güzel izahlarda
bulunmuşlardır.
Karakter(?), huy, uzama, kısalma, daralma, genişleme,
derinlik gibi şeylerden uzaktır. Bir şeyi içine almak veya bir şeyin içine
girmek, bir şeye hulı'.il etmek(8) veya birleşmek, Allah'a isnad
edilemez.
(7) Allah (c.c), cisim olmadığı gibi, bazı maddelerin
karışımından meydana gelmiş de değildir. O, mizac ve karakter sahibi
olmaktan da münezzehtir. Bazı bid'atçılar Allah'ın cisim olduğunu
iddia etmişler, lüzumsuz ihtilaf ve izahlara girmişlerdir. Halbuki
Allah'ın cisim olmadığı aşikardır, apaçıktır. Allah cisim olsaydı, bir yer
işgfü etmesi ve çeşitli şeylerden meydana gelmiş olması ve bir takım
şekillere bürünmesi icab ederdi ki, Allah bu gibi hallerden münezzehtir.
(8) Allah (c.c) başkası ile birleşmekten ve bir başka şeye hulfil
etmekten münezzehtir.
a) Bir şeye hulill etmek demek, o şeye tabi olmak demektir ki,
bu Allah'ın "Kaim Binefsihi" sıfatına aykırıdır.
b) Hulill eden şey, hulı11 edil.en şeye ihtiyaç duyduğundan
dolayı hulı11 eder. Bu da Allah'm "Kfüİn Binefsihi" sıfatına aykırıdır.
Ayrıca hulill edilen şey, hulill edenden önce var olması gerekir ki, bu
da Allah' ın "Kıdem" sıfatına aykırıdır.
c) Hulı11 edilen şey, ya parçalanma kabul eden bir şeydir. Ki o
zaman hulfil edenin de parçalanma kabul etmesi gerekir. Bu da Allah
(c.c) hakkında batıldır. Ya da hulGl eden, parçalanma kabul etmeyen bir
şeye hulfil eder ki o da en küçük parçasıdır. (zerrecikler veya atomlar
gibi). Böyle bir zerreye Allah'ın hulillu düşünülemez.
Hulill mevzuunda, bizim görüşümüze (Ehl-i Sünnetin
görüşüne) muhalif olanlar da vardır. O görüşler de şunlardır:
1. Hıristiyanlardan bazıları, Allah'ın zatının Hz. İsa (a.s) ile
birleştiğini veya ona hulı'.ilu ettiğini, diğer bazıları da, Allah'ın
sıfatlarının Hz. isa'ya hulı11 ettiğini iddia ederler.
Bir başka grup ise, Allah'ın (c.c), Hz. İsa'ya yaratma gücü
verdiğini ve kendisini hususi mucizelerle takviye ettiğini, Hz.
İbrahim'e (a.s) halllim (dostum) dediği gibi, Hz. İsa'ya da teşrifen
"oğlum" diye isim verdiğini iddia ederler ki, bunların hepsi batıldır.
346 I Emô/f :)eılıi·
8
Kiif: 50/16: Ahmed Ziyauddin Gümüşhfinevi, Ehl-i Sünnet İtikadı, s.32-38
348 I Emô/i ,'icrlıi
Şeyin
ve nefsin hilafına, Allah'ın cısını olarak isimlenmesi
doğru değildir. Bu hususta Pezdevi (r.a) En'am sGresinin on dokuzuncu
ve Maide sfiresinin yüz on altıncı ayetlerini delil getirmektedir. Şey
başkasından değil, varlıktan haber verilendir. Şey denildiğinde başka
bir şeyden haber verilmez, var olandan haber verilir. Nefiy ve ademi
gerektiren şey değildir. Aynı şekilde nefs, başkası için değil, mevcud
için isimdir; varlığın ismidir. Zat da aynı tarzda mevcudun ismidir,
başkasının ismi değildir. · Kıble ehlinin bu husustaki delili Şura
süresinin on birinci ve Bakara suresinin yüz altmış üçüncü ayetleridir.
Filozoflardan bir kısmının görüşü şöyledir: Eğer, Allah cisim
değilse, cevherdir. Zira varlıkl.ar cisim, cevher ve arazlardan ibarettir.
O, cisim olmayınca araz olması da doğru değildir. O halde O,
cevherdir.
Bu görüşe cevabımız şudur: Sonradan olan, yaratılan varlıklar
yukarıda da geçtiği gibi, üç nev'idir. Cisim, cevher ve araz. Yüce Allah
kadim'dir, ezelidir. Kadim, sonradan meydana gelenin hiiafıdır, onun
benzeri değildir. Şu halde O'nun ne cevher ne de cisim olması icab
etmez. Zira cevher, terkib olarak arazları ve başkasını kabul eden
şeydir. Allah Tefüa bundan meünezzehtir. Buna göre O'nun cevher
olması imkansızdır, muhfüdir.
Allah'ın sonlu, belirli bir sınırı olduğunu söyler misiniz?
derlerse, cevaben: "Hayır, çünkü sınır ve had cisme ve cevhere füddir.
Allah ise bu ikisinin hiJafıdır" deriz.
Alemin, Allah'ın zıddı olduğunu söyler misiniz? dediklerinde;
"Hayır, Allah'ın zıddı yoktur, şeyin zıddı siyah, beyaz, acı, tatlı gibi,
onun karşısında bulunandır. Oysa Allah'ın mukabili ve muarızı yoktur"
deriz.
Alemin, Allah'ın hiiafı olduğunu kabul eder misiniz? şeklinde
bir soru sorarlarsa, cevabımız şöyledir: Bazıları bunu kabfil etmişlerdir.
Yani füemin, Allah'ın zati sıfatlarında onun hilafı olduğunu
söylemişlerdir. Bunu böyle anlamışlardır. Bir kısım bilginler de,
Allah'ın benzeri olmadığını, bunun üzerine bir şey iiave
edemeyeceklerini belirtmişlerdir. 9
El-Bfiti (r.a) cüz' ve küll mevzuunda şöyle diyor: Bu
açıklamalardan anlıyoruz ki, cüz küllün karşılığı, cüz'! de küJllnin
karşılığıdır. Allah'ın vahdaniyetinden maksad, Allah Tefüa'nın
cüzlerden mürekkeb bir küll olmadığını, cüz'iyattan oluşan bir külli
9
Pezdevl, Ehl-i Sünnet Akaidi, s.33-36
·~50 I E111ô/I Serhi
11
En'am, 6/18
12
Zari yat, s 1/22
13
Sabfini, Mfitüridiyye Akaidi, s.69,71 .
352 ı Etrıciti' Serlıi
parçası (cüz'ü) satıha temas eder. Zira, kürenin bir parçası değil de iki
parçası satha temas etse, kürede fiilen bir çizgi var demek olur. bu
takdirde de o, hakiki bir küre değildir.
Keliimcılara göre cevher-i ferdin varlığının, meşhur iki ispat
şekli vardır:
1) Her ayn (madde ve unsur) sonsuza kadar bölünse, hardal
tohumunun bir dağdan daha küçük olmaması gerekir. Zira, her ikisinin
de parçaları sonsuzdur. (Gayr-i mütenahl, la mütenahldir). Büyüklük ve
küçüklük sadece cüz ve parçaların çokluğu ya da azlığı ile olur. Bu ise
(sonsuzda değil) sadece sonunda kendini gösterir.
2) Cisim, cüz ve parçaların bir araya gelmeleri, zatının gereği
(ve kendiliğinden) değildir. Öyle olsaydı bu parçaların birbirinden
ayrılmayı kabul etmemeleri !cab ederdi. (Çünkü zatın gereği olarak
cisimde mevcfid olan şey, başka bir amilin tesiriyle oradan ayrılmaz. O
halde cismin cüzlerinin ictima ve iftirakları (ayrılmaları)lizatihi
değildir.) Şüphe yok ki, Allah Tefüa, bir cismi cüz-i liiyetecezzaya
varıncaya kadar ayırmaya kadir, bölme fiilini yaratmaya muktedirdir.
Tartışma konusu olan (atom ve) cüz'ün, şayet ayrılması ve
bölünmesi mümkün olursa, kendisinden aczi girdermek (defetmek)
için, Allah Tefüa'nın buna kadir olması lazım gelir. (Zira Allah, lizatihi
mümkün olan her şeyi yapmaya kadirdir). Eğer bu (lizatihi) mümkün
değilse, o zaman da iddianın isbat edilmesi lcab eder.
Bunların hepsi zayıftır. Yani, ke!amcıların en kuvvetli delilleri
de, ondan sonra anlatılan iki meşhur delilleri de zayıftır (diyor,
Taftazani ve tahlil ediyor mes'eleyi).
Birincisinin ele alalım: Bu delil, noktanın var olduğunu ispat
eder. Noktanın var olduğunu kabul etmek, atomun var olduğunu kabul
etmeyi gerektirmez. Zira noktanın mahalline hulfil etmesi ve girmesi,
sirayet (ve nüfüz) tarzında olan bir hulfil değildir ki, noktanın
bölünmezliğinden, mahallin de bölünmezliği liizım gelsin. (Onun için,
nokta da mahalli de bölünebilir. Bölünmezlik, sereyan denilen hulfilde
değil, civar hulfilünde söz konusu olur).
İkinci ve üçüncüsünü ele alalım: Filozofların, "cisim fiilen
cüzlerden mürekkeptir ve bu parçalar da sonsuzdur" diye bir iddiaları
yoktur. Tersine onlar, cismin sonsuza kadar bölünme kabiliyetine sahip
olduğu görüşündedirler. Onlara göre cisimde, esasen bir ictima yoktur.
(İctima ve cüzlerden meydana gelme durumu yoktur). Zira onlara göre
cevher-i ferd ve atom fiilen mevcud değildir ki, cisimler ondan
meydana gelmiş olsun. Büyüklük ve küçüklük, cisimlerde var olan
354 I E111ii// ,')erlıi
15
Taftazanf, Şerhu '1-Akiiid, s.129-130
t'nuill Şerhi/ 355
Allah (c.c) araz değildir, zMi araz zatı ile ve kendi kendine
kfüm değildir. Aksine var olmak için kendisini ayakta tutacak· bir
mahalle muhtaçtır. Bu nitelikteki araz ise (vacib değil) mümkündür.
Allah Tefila'nın araz olmamasına diğer bir sebep de şudur:
Arazın baki ve devamlı olması imkansızdır. Arazın bekası imkansız
olmasa, bekanın arazla kfüm bir mana olması gerekir. Bu ise bir
mananın, diğer bir mana ile kfüm olması demek olacağından,
imkansızlığı gerektirir. Çünkü "arazın bir şeyle kfüm olması", mekanda
yer kaplama bakımından, o şeyin mekanına tabi olması anlamına
gelmektedir. Halbuki, arazın bi-zfüihi ve kendi kendine yer kaplama
özeiliği bulunmadığından, yer kaplama bakımından başka bir şeyin ona
tabi olması söz konusu olamaz.
Burada söylenen sözler: "Bir şeyin bekası, o şeyin varlığına
eklenen zfüd ve fazladan bir manadır. Kfüm olmak ise, yer kaplamada
(mütehayyiz) başka bir şeye tabi olmak, manasına gelmektedir" esasına
dayanmaktadır. (Halbuki mekanda yer kaplamak da aslında bir arazdır.
Onun için bu konuda doğru ve) hak olan şey şudur:
Beka, bir şeyin varlığının sürekli olarak devam etmesi ve son
bulmamasıdır. (Onun için beka, vücı1d üzere zfüd olan bir manadır,
sözü doğru değildir). Bekanın hak'i'kati ve· mahiyeti, ikinci zamana
nisbet edilmesi itibariyle var olmuştur. "Var oldu fakat baki olmadı"
.sözü, ''.sonradan meydana geldi. Fakat varlığı sürekli olmadı, ikinci
zamanda mevcudiyeti sabit olmadı" manasına gelmektedir.
Allah Tefila' nın sıfatlarında olduğu gibi, "Kfüm olmak"
(kıyam), sıfatın mevsı1funa mahsus olmasıdır. (Bu duruma göre bir
mana, diğer bir mana ile kaim olabilir. İlim Allah'ın sıfatı, ilahi ilmin
bekası da bu sıfatın sıfatı olur.)
Benzerlerinin yenilenmesi (teceddüd-i emsfil) süretiyle,
cisimlerin baki ve daim olduğunu görm~kle beraber, her an yok
olmalarına hükmetmek, aynı hükmü arazlar. konusunda vermekten
(gerçek olması bakımından) daha uzak bir delil değlidir.
Arazın arazla kfüm olmasını mümkün gören (filozof)ların,
hareketteki sürat ve yavaş olma hi:ilini delil olarak öne sürmeleri, tam
ve eksiksiz bir isbat şekli değildir. Zira, bu duruma göre ortada bir
harekette hız veya ağır (yavaş) olma hiili diye iki ayrı şey mevcfü
değildir. Aksine bu duruma göre özel bir hareket vardır ki buna, bazı
hareketlere nisbetle hız, diğer bazı hareketlere göre yavaş olma adı
verilir. Böylece, hız ve yavaş olma hi:ilinin bir hareketin değişik iki
nev'i olmadığı, (daha doğrusu aynı nev'lden olan bir tek hareketin, özel
356 / Emô/I Şl'rlıi
iki şekli olduğu) anlaşılmış olur. Zira hakiki nev'iler, izafi durumlara
göre değişmezler.
16
bkz: D.İ.A., c.8, cisim md
17
bkz: D.İ.A., c.7, cevher md
Emelli Serlıi / 357
18
Taftazani, s. l 38, dipnot
J5X / E111ô/I Şerhi,
19
Taftaziini, Şerhu'l Akfiid, s.145-151.
10. Beyt:
"Vefi'! ezhô.ni hakkun kevnü cüz'in- Bilô. vasfi't- tecezzi, ye'bne hô.li."
Tercümesi:
"Bölünmeyi kabul etmeyen en küçük parçanın mevcudiyeti, aklen
sabittir. Ey dayımın oğlu (bunu böyle bil)."
Açıklaması:
Önce geçen nazmlardan da istifadeyle anlaşılmaktadır ki, cüz'i
lfi'yeztecezza'nın (ki cevher-i ferttir) vücudu (varlığı) akılda, zihinde
sabittir. Ehl-i Sünnet kelamcıları, cüz'ün varlığını isbiit ile, hariçde
görülmese de (birbirleriyle birleştikleri zaman ancak görülebilir ki,
buna nokta dediler.) cüz'i layetcezza, bölünmeyi (munkasım) kabfil
etmez demişler. Ve bunu nokta ile tabir etmişlerdir.
Yani buna, bizatihi müştemil (kendi zatı ile kaim) olduğu için
cüz'derler, cüz' ise bölünmeyi kabı11 etmez. Felsefeciler ve bazı
Mu'tezile grupları, cüz'i layetecezzayı inkar etmişlerdir. Bu bahis
faydalı şeyler cümlesindendir, akaidin zarGratından değildir. (İbni hal,
dayızade demektir)
Müellifin beyan ettiği üzere, bu beyt dokuzuncu beytin devamı
mahiyetindedir. Dolayısıyla, ikisini birlikte okuyup tahlil etmek
gerekmektedir ki, orada hayli geniş ma!Gmat verilmiştir. Burada da,
Matüridi (r.a)'nin bu konudaki görüşlerine kısmen gireceğiz.
Matüridi'ye göre cisimlerin hadis olduğunu isbatlayan deliller,
haber, duyu ve akıl olmak üzere üçe ayrılır ki, ancak bunlar kanalıyla
eşyanın hakikatini bilmemiz mümkün olur. Haberden maksad,
Allah'tan gelen ve yaratıkların benzeri bir delil getirmeleri imkansız
olan nasların ihtiva ettiği gerçeklerdir. Matüridi, Zümer, 62: En'am,
101: Bakara, 117: AI-i İmran, 189 ve Maide, 18, 40, 120. ayetleri delil
getirmiştir. Allah Teiila bu ayetlerde, her şeyi yaratanın, gökleri ve yeri
yoktan var edenin kendisi olduğunu ve hükümranlığın ancak kendisine
füd olduğunu haber vermiştir. Ki, şüphesiz bu da cisimlerin hadis
olduğuna ve Allah'tan başka kadim bir varlığın bulunmadığına kesin
bir delildir. 1
1
Miitüridi, Kitil.bu't-Tevhid, s.11
Emô /f Ş'ah i / 361
2
Miitürldi, Kitabu't- Tevhid, s.7-8
'Miitürldl, Kitabu't- Tevhid, s. 11, vd. Naşirin Muk, s. 31
302 ! E11ıfıll Serlıi
Dolayısıyla bunların bir düzen içinde cereyan etmesi, bir sırayı takip
etmesi, birinin yokluğu ile diğerinin var .olması zorunludur. Bu ise,
hudfisun bizatihi kendisidir. 4
Keza bir yapımcı olmadan bir işin yapılması, mesela en
basitinden, bir yazar bulunmadan bir yazının yazılması, bir birleştirici
veya ayırıcı olmadan bir şeyin birleştirilmesi veya ayrılması, bir.
hareket ettirici veya durdurucu bulunmadan, cismin hareket etmesi
veya durması düşünülemez. Burada özet olarak örneğini verdiğimiz bu
gibi olayların, daha geniş bir anlamda bütün il.leme de teşmil edilmesi
ve onun bu olayların içinde değerlendirilmesi mümkündür, zira il.lem
bir takım birleşik ve ayrık unsurlardan meydana gelmektedir ki,
bunların harici bir müdahale veya müessir bulunmaksızın,
kendiliklerinden meydana gelmiş veya gelmekte olması imkansqo:dır. O
halde, aklın bir gereği olarak bunların, kadim değil, hadis olması
zorunludur. Binaenaleyh, en küçük bir hareketin dahi bir muharriki
bulunduğuna göre, tüm varlıklar iileminin de gerçek bir muharriki, bir
yaratıcısı, bir düzenleyicisi bulunması gerekir ki, bu da kadim, ezeli ve
ebedi olan yüce Allah'tır. 5
Miitüridi, cisimlerin hadis olmasını, Allah'ın (c.c) varlığının
en büyük delillerinden biri olarak göstermektedir. Cisimler,
kendiliğinden birbirinden ayrılıp, birleşemediğine, en kuvvetli, en
mütekamil zamanlarında dahi, kendilerine arız olan, en küçük bir
noksanlığı, en basit bir bozukluğu giderme gücüne ve yeteneğine sahip
bulunmadığına ve özellikle birbirine zıt ve yaratılışları itibariyle
birbirinden nefret eder bir tarzda yaratılmış cisimlerin, kendiliğinden
birleşmesi mümkün olmadığına göre, mutlaka bunları bir araya getiren,
kendi tabiatlarının aksine, bunları birleştiren, mutlak bir gücün, eşsiz
bir kudretin varlığı gerekmektedir ki, bu da her şeyi ilmiyle kuşatan,
Kadir-i mutlak olan yüce Allah'tır. 6
Allah Teiila, cisim değildir, cevher değildir. Cisim bileşiktir,
mekanda yer kaplar, bu ise hudfisun, alametidir. Cevher, cüz-i
Iayetecezza'nın (ve atomun) ismidir. Bu da mekanda yer kaplar, ayrıca
cismin bir cüz'ü, bir parçasıdır, Allah Teiila bütün bunlardan
münezzehtir.
4
Miitüridi, Kitabu't- Tevhid, s.12, 13
5
Miitüridi, Kitabu'l- Tevhid, s.15
6
Miitüridi, Kitabu'l- Tevhid, s.17: Kemal Işık Miitüridinin Kelam sistemi, s. 68-69
En1ô!f.)'crlıi / 363 .
7
Fahreddin er- Razi. Tefsir-i Kebir, c. l, s.176
"Gümüşhanevl, Ehl-i Sünnet İtikadı, s.32
E111()// Serlıi / 3155
Çünkü bu duruma göre Cenab-ı Hak, O'nun diğer bir zamanda var
olduğuna hükmetmeye ihtiyaç kalmadan da, ezeli ve ebedi olur.
Eğer bir zamana dayanırsa, biz deriz ki, işte "o zaman" ya
ezell olur veya olmaz. Eğer "o zaman" ezeli olursa, o vakit de şöyle
takdir etmek gerekir. Zamanın ezeli olması, ancak diğer bir zaman
sebebiyle sübfit bulur. Böylece de, bu SÖZ konusu zamanın başka
zamana muhtaç olması gerekir ki, bundan da teselsül tazım gelir
(teselsül ise batıldır). Şayet "o zaman" ezeli olmazsa, bu durumda "o
zaman"dan önce Cenab-ı Allah ezeli bir varlık olmuş olur. Bu da
devam etmenin, başka bir zamanın varlığına muhtaç olmadığına delii!et
eder ki, elde edilmek istenen netice de budur. Böylece, Cenab-ı
Hakk'ın, ezell olmasının, zamanın ezell olmasını gerektirmediği ortaya
çıkar.
İkinci mukaddime: Yüce Allah'ın "baki" olması: Bir şey her
zaman ezeli olursa, o şey baki olur. Ancak bir şeyin baki olmasından, o
şeyin ezeli olması gerekmez. "Baki" tafzı Kur'an'da yer almıştır.
Cenab-ı Hak: "Ve Rabbi'nin zatı btik'i kalıcıdır", 9 "Allah 'ın zatı
müstesna, her şey yok olucudur" 10 buyurmaktadır. Yok olmayan bir
şey, şüphesiz baki olur. Yine Cenab-ı Hak: "O, evveldir, ô.hirdir"u
buyurur. Böylece kendisini, kendinden başkalarının evveli kabul eder.
Kendi dışındakilerin evveli olanın, kendisinin evveli olması
imkansızdır. Çünkü kendisinin evveli olursa, kendi kendinin evveli
olması imkansızlaşır. Eğer O'nun sonu olsaydı, kendi nefsinin "ahir"
olması imkansızlaşırdı. Cenab-ı Hak, kendi dışındakilerin "evveli" ve
kendi dışındakilerin "ahiri" olunca, Allah'ın evvelinin ve ahirinin
olması imkansızlaşır. Öyleyse "baki" lafzı, Cenab-ı Hakk'ın, evveli
olmayan bir "ezeli", sonu olmayan bir "ebedi" olduğuna deliilet eder.
Üçüncü mukaddime, şayet iilemin yaratıcısı sonradan olmuş
olsaydı, bu yaratıcı, başka bir yaratıcıya muhtaç olurdu ve böylece de
teselsül gerekirdi ki, bu da muhaldir. O hiilde, Allah kadimdir. Allah
(c.c) kadim olunca, O'nun son bulmasının imkansız olması gerekir,
çünkü "kıdem"i sabit olan bir şeyin, "adem"i imkansız olur. Şimdi
isimlerin izahına geçebiliriz.
Yüce Allah hakkında "kadim, ezeli,ebedi, sermedi, daim,
vacib-ül- vücud" denilmesi: Birinci isim, "el- b.dlm" lafzıdır. Bu lafız,
9
Rahman, 55/27
111
Kasas, 28/88
11
Hild, 11/3
366 / Em<llf Ser!ıi
kelimenin aslında,
"uzun süre" yi ifade eder de, bir şeyin evvelinin
olmadığını göstermez. Mesela, üzerinden çok zaman geçtiğinde "kadim
ev" denilir. Ki, Cenab-ı Hak; "Derken o, eski hurma salkımının eğri
çöpü gibi olmuştur" 12 "Muhakkak ki sen, kadim (eski) yanlışlığında
devam ediyorsun " 13 buyurmaktadır.
İkinci İsim, "ezeli" kelimesidir. Bu lafız, "ezel"e mensub
olmayı ifade eder. Böylece de "ezel"in, Allah'ın zatının, kendisinde
meydana geldiği bir şey olduğu vehmini verir. Bu da yanlıştır. Durum
böyle olunca, Cenab-ı Hakk'ın zatı, o şeye muhtaç olur, ihtiyaç duyar
ki, bu muhaldir. Tam aksine, "ezeli" sözünden kesinlikle evveli
olmayan bir varlık kasdedilir.
Üçüncü isim, "O'nun evveli yoktur" sözümüzdür. Bu Hifız,
maksadı ifade etme hususunda gayet sarih bir lafızdır. Ancak ulema,
O'nun evveli yoktur, sözünün sübı1ti veya ademi olduğu hususunda
ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı şöyle demiştir: Bizim, O'nun evveli yoktur
sözümüz, öne geçen bir yokluğu nefyetmeye, kabul etmemeye işarettir.
Nefyin nefyi, isbattır. O halde, bizim O'nun evveli yoktur sözümüz, her
ne kadar lafız itibariyle yokluk ifade ediyorsa da, gerçekte sübı1t,
(müsbetlik, var olma) gösterir.
Diğerleri ise, bu kelimenin yokluk ifüde, eden bir kelime
olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bu kelime, o şeyden önce yokluk
(adem) olmasını nefyeder. Halbuki yoklukla, bir şeyden önce yokluğun
bulunması arasında fark vardır. Meselii bir şeyden önce yokluğun
geçmiş olması, olumluluk ifiide eden bir durumdur. Zira, bizim O'nun
evveli yoktur sözümüz, bu sübfiti keyfiyyetin yokluğunu gösterir. O
halde, bizim O'nun evveli yoktur sözümüz, yokluk ifiide eden bir
mefhum olur.
Birinci grub buria şöyle cevap vermişlerdir. O'nun evveli
yoktur sözünün, kendisinden önce yokluğun bulunmuş olmasını ifade
etmesi, Cenab-ı Hakk'ın zatına iliive olarak, var olmakla ilgili bir
nitelik olsaydı, bu iliive niteliğin sonradan olmuş olması, dolayısıyla bu
iliive keyfiyetten önce yokluğun bulunmuş olması gerekirdi. Onun
böyle olması da, başka bir sıfat olur, teselsülü gerektirirdi. Teselsül ise,
imkansızdır.
Dördüncü isim, "ebedi" Hifzıdır. Bu kelime de, gelecek zaman
itibariyle devamlılık ifade eder.
12
Yasin, 36/38
11
Yusuf, 12/95
fımlll Salıi / 367
14
Rahman, 55/27
15
R'ad, 13/35
1
' er- Razi, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 178- 181
368 / Eıııdll .)<'rlıi
Nı1r, 24/35
17
18
Tirmizi, iman, 18, 5/26: Müsned, 2/197
19
Nur, 24/35
Emiill Ş'erlıi / 3(JC)
20
Nilr,24/35
21
Tirmizi, Tefsir, 16, 5/298
İbn Miice, zühd, 31,2/1423
22
370 / Emôli .';<!rhi
Bundan sonra "Ey Allah 'ın süvarileri, atlarınıza bininiz" diye cihada
çağırıldılar. Harise, atına binen ilk süvari oldu ve Allah yolunda şehid
düştü.
Dördüncü haber: Ya'la b. Münebbih'ten Hz. Peygamberin
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Mü'min kıyamet gününde Sırat'a
uğrar da, cehennem ona şöyle seslenir: Ey mü'min, benden geç
(uzaklaş). Zira senin nurun benim alevimi söndürdü. "
Beşinci haber: Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle dua ettiği
rivayet edilmiştir: "Ey Allah 'ım! Kalbimde bir nur yarat. Kulağımda
bir nur yarat. Gözümde bir nur yarat ... " Bu meşhur hadis ile konuyu
bitirelim, zira bu hususta pek çok hadis rivayeti vardır. 23
23
er- Razi, Tefsir-i Kebir, c. 1, s. 170
11. Beyt:
Tercümesi:
"Allah'ın zatı
ile kaim olan Kur'an mahluk (sonradan oluşmuş)
değildir.
Rabb'in kelamı ses ve harften oluşan lafız konumunda
bulunmaktan münezzehtir."
Açıklaması:
Burada ma, leyse manasınadır ve Kur'an'a ıtlak olunur.
Bundan murad Kur'an'ın kıraatidir, okunmasıdır. Kırattan murad da
mushaftır. Mushaftan kasdolunan ise okunan, okunmuş olandır. Ki,
burada okunandan kasdolunan ise şudur: Şüphesiz ki Kur'an, Allah
Tea!a'nın kelamıdır. Keiam-ı nefsi kaimen bizzat, oluşdur. Yani,
Cenab-ı Hakk'ın; lafız, harf ve ses olmayan zati kelamıdır, içten
konuşmasıdır. Keiam-ı nefsi, kaimen bizzat denilir.
Kelamü'r-Rabbi'de fail Hak Tea!a'dır. Yüce ve mukaddes
kelamı hakdır. O'nun kelamını tazim ve takdis gerekir. Halkın
(mahlı1katın), harfler ve sesler cinsinden konuştuğu kelam gibi değildir.
Harfler ve sesler mahlı1k olduğu için, Allah Teala'nın kelamı gayri
mahlfiktur denmez. Kelamın 'mahlı1k olması için, sözün harflerle ve
seslerle olması gerekir, işte bu konuşma mahlfiktur.
Kur'an-ı Kerim, Allah Teala'nın kelamıdır. Hadis ve mahlı1k
değildir. Kendisiyle kaim sıfatıdır. Kelam alimleri ittifüken dediler ki,
Allah Tea!a keiam sıfatı ile muttasıf ve Kur'an Hak Teala'nın
kel§.mıdır. Ehl-i sünnet derler ki, kelam, harf ve lafızların dela!et ettiği
manadır. Allah Tea!a'nın kelamıdır, diye tesmiye olunur. Kelfım, harf
ve seslerden işitilen lafız değildir. Ke!amullah, Allah Teala'nın
sıfatıdır. O'nun her sıfatı kadimdir. Binaenaleyh, kelamullah da
kadimdir. Kur'an Hakk'ın kelamıdır.
Mu'tezile, Kur'an hadistir, gayri ziitl kaim_dir. Kerramiyye,
Kur'an hadistir, Allah Tea!a'nın zatıyla kaimdir. Hanbeliler ise Kur'an
harfleri gayri mahlı1ktur, görüşündedirler. Ehl-i hakkın (sünnetin) delili
ise, sesler ve harfler, her ikisi de mahluktur. Allah Tea!a'nın kelamı ise
372 / Emôll .';ahi
1
A.Z. Gümüşhiinevi, Ehl-i Sünnet itikadı, s.45
Emôll Şerhi 1373
da, Allah'ın ruhu İsa'ya (a.s) indirilen İncil'dir. Yine, Allah'ın keliimı
İbrani'ce olarak isimlendirildiğinde, bu da Allah'ın kendisiyle
konuştuğu (kelimullah) Mfisa'ya (a.s) indirilmiş olan Tevratt'tır.
Mu'tezile'ye göre Allah'ın kelamı hadistir. Eş'ariler, mushafta
yazılı olanların Alliih'ın kelamı olmadığını, bunların Allah'ın keliimına
iiid bir ibare olduğunu, keliimın ise bir sıfat, sıfatın da mevsuftan
ayrılamayacağını ifade etmişlerdir.
Biz Miitüridiler buna karşılık deriz ki: O, Alliih'ın kelamıdır.
Fakat harfler ve sesler yaratılmışlardır. Çünkü biz, kelam mushafa
hulfil etmiştir demiyoruz ki, bizim görüşümüzden sıfatın mevsuftan
ayrılamayacağı sonucu çıkmış olsun. Allah'ın ilmiyle bilinen bir şeyde,
Allah'ın ilim sıfatının kendisinden ayrıldığını görüyor musun?
Bu konu, Hanefiler ile Eş'arilerin ihtiliif ettikleri ikinci
mes'eldir. Bakıllani (bilindiği gibi Eş'aridir) bu hususu şöyle
açıklamıştır: Allah'ın ezeli keliimı gerçek hüviyetiyle dillerimizde
okunmuş, kalplerimizde ezberlenmiş, kulaklarımızla işitilmiş,
Mushaflarımızda yazılmıştır. Ama, bunların hiçbirine kelamdan
herhangi bir şey hulı11 etmemiştir. Tıpkı, Allah (c.c) kalplerimizle
bilinir, dillerimizle zikredilir, rnihraplarımızda kendisine ibadet edilir.
Allah'tan herhangi bir şey bunlara hulı11 etmez. Okuma fiili ve okuyan
mahlı1kturlar. Tıpkı ilimde olduğu gibi, ilim ve ilimle bilmek mahlfik
ama, bilinen ve tanınan kadimdir. İşte Eş'arinin görüşü budur ve bu da
Ebu Hanlfe'nin görüşüne uygundur. Miitürldiler ve Hanefiler, mushafı
yakanın ya da onu küçümseyenin kafir olduğu görüşündedirler.2
2
Es-Seyfu'l-Meşhllr fi Şerhi Akideli Ehi Mansur, s.81, S.Yeprem
3 74 / Emci/f .)erfıi
Kelam-ıNefsi
"Kelam"ın mahiyeti zat ile kfüm olan ve harfler ile sesler
tarafından ifö.de edilen bir manadan ibarettir. Şair şöyle demiştir:
"Asıl söz kalbde olandır, bil,
Kalbe bir kılavuz kılınmış dil. "
Bu sebepledir ki, dil mütehassısları, başka şeye değil, sadece
mana ifade eden (Yani kalbdeki manaya delalet eden) ibarelere kelam
demiştir. Kur'an-ı Kerim de kelam-ı nefsiyi açıkça zikretmiştir. Yüce
kudret sahibi Allah şöyle buyurur: " ... Kendi nefislerinde derler ... "3
Bazen de insan karşısındakine "Bende seninle konuşulacak bir söz
vardır, onu sana nakletmek istiyorum" der (ki, bu da kelam-ı nefsi için
bir örnektir). Şunu hemen belirtelim ki, bu nev'i lafızlara kelam
denilmesi, bunların (kalbdeki) kelama kılavuzluk etmeleri sebebiyledir.
Yine aynı sebebe bağlı olarak, bütün Müslümanlar mushafın içindeki
lafızlara ''.Allah kelamı" adını vermekte ittifak ettikleri gibi, Kur'an
okuyanın, okuduğu şeye de "Kelfimullah" demişlerdir.
Kelam sıfatı mevzfiunda, ihtilaf halinde bulunduğumuz karşı
gurupla, ittifak ettiğimiz bir nokta varsa, o da Allah kelamının tek bir
mana olduğu ve onun, tek bir hakikatinin mevcfid bulunduğudur.
Kağıt üzerine yazılmış şekiller (harfler) mahiyetleri itibariyle
hançeredeki seslerden ayrı şeylerdir. Eğer, yazı ile gösterilmiş harfler,
hakikaten keliim olsaydı, onların hançerede teşekkül eden sesleri,
gerçek kelam olmazdı, bunun aksi de aynıdır. Bununla beraber, gerek
kağıt üzerindeki harflere, gerek hançereye yerleşen seslere kelam
denilmiştir. Bu iki şey arasındaki münasebet ise, sadece her birinin aynı
manaya deliilet etmiş olmasından ibarettir. Zira bir ibarenin yazılmış
olanı ile ibarenin okunmuş olanı aynı manayı .gösterir. o halde
anlaşılmış oluyor ki, harfler ile seslerin her birine, kelama (kalbdeki
manaya) deliilet etmesi sebebiyle keliim denilmiştir.
Selef-i sa!ihln'den (r.a) naklolunan şu sözün manası da bundan
başka bir şey değildir: "Muhakkak ki, Allah Teiila'nın kelamı,
Mushaflarımızda yazılmış, dillerimizle okunmuş ve zihinlerimizde
(kalblerimizde) ezberlenmiştir. Fakat bunların hiç birine bizzat girmiş
(hulfil etmiş) değildir." Ki, 'ateş' de dil ile anılır, kağıt üzerine yazılır,
fakat bunlara hulfil edip yakmaz. .
Kur'an lafzına gelince, bu kelime bazen "okunan şeye", bazen
"okumaya", bazen de "yazılana" isim olur. Dolayısıyla "Kur'an" lafzı,
3
Mücadele, 58/8
.~hı / C11111/i Scrlıi
4
Nuh,71/l
L1111/li .)'cr/ıi / 177
5
Nisa,41164
6
Tevbe, 9/6
Bu alimlere göre Musa (a.s), Allah Tefüa'nın kelamına delaJet
eden bir ses işitmiştir, şu kadar var ki, arada kitab ve melek ve vasıtası
olmadığından Hz. Musa "Kellmullah-Allah'ın kendisiyle konuştuğu
kimse" diye anılmıştır. 7
Bu konuda sözün özü şudur: Kur'an'da Musa (a.s)'nın
Allah'ın (c.c) keJamını (doğrudan) işittiğine dair bir sarahat yoktur.
Ancak Allah'ın ona söylediği, onunla konuştuğu vardır. Cenab-ı Hak
şöyle buyurur: "Allah Musa 'ya konuşarak söyledi. " 8 Yine, "Rabbi ona
söyledi "9 buyurmuştur. Sonra, Allah Teala diğer bir ayette, kullarıyla
olan konuşmasını üç mertebeye tahsis etmiştir: "Allah'ın insanoğlu ile
konuşması, ancak vahy ile, yahut' yerde arkasından veya bir elçi
gönderip de, kendi izniyle dilediğini bildirmesiyle mümkün olur." 10
Yüce Allah, bu ayet-i kerimede vahy yolu, perde arkasından
veya peygamber göndermek sfiretiyle olanlar müstesna, beşerle
konuşmasını reddetmiştir. Şüphe yok ki, vahy yoluyla olan konuşmada
işitmek bahis konusu olamaz. Çünkü vahy, kalbe gizlice bir mana
bırakmaktan ibarettir; nitekim şu iki ayette öyledir: "Musa'nın
annesine vahyettik. " 11 "Rabbin bal arasına vahyetti. " 12
Elçi göndermek suretiyle vuku' bulan konuşmada da, bizzat
gönderenin-(Allah'ın) sözü işitilemez; burada ancak gönderilen elçinin
sesi işitilir. Bu ise gönderenin sesine bir delaletten ibarettir. Oh halde,
kulların işittiği ilahi kelamın bizzat kendisi değil, ona delalet eden
lafızdır.
Perde arkasından meydana gelen konuşmaya gelince, burada
sesin ve harflerin aracılığı zarCirldir. Şu ayet-i kerime buna misa!dir:
"(Musa) o (ateşe) gelince, feyizli yerdeki vadinin sağ kıyısından,
ağaçtan: Yfi Musa, alemlerin Rabbi olan Allah benim ben! Diye nida
olundu. " 13 Bu mes'elede perdeden maksad, ağacın, Allah kelamına
delalet eden ses ve harfin varlığına mahal teşkil etmesidir. Zlrii, "Allah
benim ben!" tarzındaki bir ifade ağacın kendi sözü olamaz, olsa olsa
Allah keliimı olur. Ne var ki bu söz ağaçtan işitilmektedir. O halde
gerek ağaç, gerek bu harfler ve sesler, yüce Allah'ın kelamını anlamak
7
Nureddin es-Sabfini, Mfüüridiyye Akfüdi'nden iktibastır, s.85-90
8
Nisa, 4/164
9
A'raf, 7/143
rn Şfirii, 42/51
11
Kasas, 2817
12
Nah!, 16/68
13
Kasas, 28/30
f,'nıôll s('/ lıi / _ı,n
ıçın birer vasıtadır. işitilen ilahi kelamın bizzat kendisi değil, ona
delalet eden şeydir. Buna göre Hz. Mfisa'nın tahsisan "kelimullah" diye
anılması, onun, bu nev'i ilfıhi bir mükalemeye nail olması
bakımındandır.
Şayet
biri kalkar da buna, "vasıtasız konuşma" diyecek olursa,
fazla yadırganmaz.O takdirde bunun manası "Kitab ve peygamberin
aracılığı bulunmayan bir konuşma" demektir. Yoksa "ses ve harflerin
aracılığından müstağni" manasına gelmez. Nasıl ki, duyular iileminde
(dünya umurunda, işlerinde), "Hükümdar filanla vasıta olmaksızın
konuştu" denilirse; bununla harf ve ses aracılığının ortadan kalktığı
kasdedilmez. Ancak "Hükümdar o adama mektup veya elçi
göndermemiş, şifahen onunla konuşmuş" demek istenir. İşte söz
konusu ettiğimiz mes 'ele de bunun gibidir. ı 4
Ke!am Allah Teala'nın ezeli sıfatıdır. Allah, kelam sıfatı ile
konuşur. Ke!am, harf ve sesler cinsinden değildir. Allah Teala, bu
ke!am sıfatıyla, keliim edici, emredici, nehyedici ve haber vericidir.
Allah Teiila'nın kelamı olan Kur'an mahlı1k değildir.
Allah'ın kelamı, mahlı1k değildir; ancak harf ve seslerden
ibaret olan Kur'an (kitap), mahlGktur. Allah Teiila'nın kelfımı olan
Kur'an, Mushaflarımızda (harfler ve hitabet şekliyle) yazılıdır.
Kalplerimizde (hayal edilen lafızlarla) mahfuzdur. Dillerimizde okunur,
kulaklarımızda duyulur. Fakat bunlara (Mushaf, kalb, dil ve kulaklara)
hulı11 etmez.ıs
Allah'ın
(r.a) Keliinu
Kelam: Ke!am ezeli bir sıfattır. Bu sıfata "nazın" tabir edilir.
Bu nazın, harflerden mürekkeb olan Kur'an'ın ismidir. Bunun sebebi de
şudur: Emretme, nehyetme ve haber verme durumunda bulunan herkes,
önce içinde ve kendinde bir mana bulur. Sonra söz, yazı ve işaretle bu
manayı anlatır. Bu mana ilimden başka bir şeydir. Zira insan bazen
bilmediğini, hatta aksini bildiği bir şeyi de haber verir. Kelam irade de
değildir. Çünkü insan, bazen irade etmediği bir şeyi de emredebilir.
Mesela bazen bir kimse, hizmetçisinin asi olduğunu ortaya koymak ve
14
El-Kfföye, Liileli nüshası, varak, 25b, 25a: Aşir Efendi nüshası, varak 60a
15
Ömer Nesefi, Akfüd, s.81,82
380 / Enıi/11 Serlıi
(c.c) şu ayeti de aynı konuda delildir: "Ve eğer ortak koşun/ardan biri,
eman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah' ın sözünü
işitsin, sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır ... ,,ıs Sahih
hadiste sabit olan, Resfilullah'ın (s.a.v) Mirac gecesinde Rabbine (c.c)
hitab ettiği, o sırada kendisine beş vakit namazın farz olduğuna dfür
rivayetler, bu mes'eleye açıklık kazandırır.
Kelam sıfatının anlamını tahkik etmeye gelince, Arap
lisanında kelamın iki anlama geldiğini görüyoruz:
Birincisi: Zatın var olan manayı ifade eden lafızlardır. Mesela:
Bu fasih bir kelamdır. Bu açık bir kelamdır, sözleri gibi.
ikincisi: İfade edilmesi gereken manayı açıklamak için, bazı
13.fızlar kullanılmaktadır. Ahtalın şu sözü burada misfıl olarak
zikredilebilir: "Ke13.m kişinin gönlündedir, dil, ancak gönüldeki
ifadenin delili kılınmıştır."
Hz. Ömer'in (r.a): "İçimden bir söz geçirdim" şeklinde ifade
edilen vecizesi de, konuya ayrı bir delil sayılır. Yani, kendi içimden bir
söz hazırladım ve tasarladım. İnsan çoğu zaman arkadaşına: İçimde bir
söz var, sana hatırlatmak istiyorum, gibi ifadeler kullanır.
Bunu bildikten sonra, Allah'ın "Ke13.m" sıfatı icma-i ümmet
ile sabit olur. Nebllerden (a.s) gelen mütevatir nakiller, Allah'ın
konuşur olduğunu ortaya koymaktadır. Kelam sıfatı olmadan
konuşmanın imkansız olduğunu bildiğimize göre, mes'ele kalmaz. Bu
husustaki icmada ihtilaf yoktur.
Mu'tezile ise; Allah'ın kelam sıfatı hakkında gerçekleşen bu
icmfü, Allah'ın Levh-i Mahfüz ve Cibrll gibi, kelam sıfatının dışındaki
mahlfiklarda yarattığı harfler ve sesler olarak yorumlamışlardır. Bunun
16
bkz: Taftazanl, Şerhu'l-Akföd, s.166-174
11
Nisa, 4/164
18
Tevbe, 9/6
Enıiıll .)'ahi/ 38.'i
hadis olduğu, kadim olmadığı bilinen bir şeydir. Onlara göre kelam
sıfatıolarak, Allah'ın bu sesler ve harflerin ötesinde başka bir şeyi
yoktur.
Müslümanların Cumhuru olan Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat ise
der ki: Mu'tezile'nin ortaya attığı bu görüşü inkar etmiyoruz. Aksine,
biz de öyle diyoruz. Onu lafzi kelam olarak adlandırıyoruz. Hepimiz
toplu halde onun, sonradan yaratıldığı hususunda ittifak ediyor ve
Allah'ın zatıyla kaim bir şey olmadığını biliyoruz. Çünkü, sonradan
meydana getirilen bir şeyin, Allah'ın zatı ile kaim olması düşünülemez.
Fakat biz onun ötesinde, var olan, nefsiyle kaim bir sıfatı kabul
ediyoruz ki ondan, lafızlarla söz edilir ve bu, irade ve ilim
hakikatlerinden başka bir şeydir. Sözünü ettiğimiz sıfat, başka
varlıklara haber verme, emir ve yasakları bildirme hususunda onlara
hitab etmeye yarayan bir sıfattır ki, Jafızlar onu gösterir ve Allah'ın
zatıyla kaim olan, kadim bir sıfattır. O sıfatla, insanlarda olduğu gibi,
bazı maniiların doğması, hatırına bazı şeylerin gelmesinin imkansız
olması zaruridir. Allah Teiila'ya· ke!am sıfatının isnad edilmesinin
amacı da budur. Müslümanların icmaen kabul ettiği ke!am sıfatı, ancak
bu şekilde yorumlanırsa isabetli olur. ıg
İşte burada Mu'tezile, Cumhurdan ayrılmıştır. Zira onlar,
Allah Teiila'ya bu anlamda Kelfım, ya da Ke!am-ı nefsi diye
adlandırılan kadim bir sıfat nisbet etmemişlerdir. Onlar şöyle demişler.
Ke!am-ı nefsi adını verdiğiniz ibarelerin medlfilü, hakikat nazarında,
eğer o medlfil haber ise, ilim sıfatına, emir ya da yasak ise, bu durumda
da irade sıfatına raci olur. 20 (Onların irade ve emretmeyi aynı anlama
aldıklarını da biliyoruz). İbarelerin kendileri ise, ittifakla kabul
ettiğimiz gibi, sonradan Allah tarafından yaratılan lafızlardır. Yani,
onlar Allab'ın sıfatı değil, yaratıklarından bir mahlfiktur. Kelfım sıfatı
ise yalnız bundan ibarettir. .
Verdiğimiz şeyler üzerinde düşünüldüğünde, Ehl-i Sünnet
ve'l-Cemaat ile, Mu'tezile arasındaki ihtilat noktasını kavramak
mümkündür. Temel ayrılık şuradan kaynaklanıyor: Kur'an Jafızlarinda
insanlara yönelik emir, yasak ve haber verme eyleminin kendisinden
oluştuğu bir anlam vardır ki, bu anlam kadl_mdir. Peki bu anlamın adı
nedir?
19
Şerhu'l-Mevakıf, c.2, s.261
Şerhu'l-Mevakıf, c.2,s.362
20
386 / Enulli .)'crlıi
21
bkz:Ahmed b. Hanbel, er-Reddu ala'z-Zeniidıka, ilgili bölüm
E111ıill Snlıi I 387
22
· Nisa, 4/171
bkz: İs15.m ve Hıristiyanlık arasında dini düşüncenin felsefesi, c. l, s.62, Luis Garidih ve
23
Core Kanvati
.
24
Böyle diyoruz, zira kilise adamlarını'n, dün olduğu gibi bugün de, Müslümanlarla Hz.
İsa (a.s)'nın kidemini ve bu kelimeye dayanarak, isbfüa çalıştıklarını cid5.le girdiklerini
biliyoruz. Yuhanna ed-Dımeşki'den gelen haberlere göre o, Müslümanların itikadını
bozmak için, bazı Hıristiyanlara telkinde bulunmuş ve Müslümanlarla mücadeleye davet
etmiştir. Yuhanna der ki: Eğer Araplar "Mesih hakkında ne diyorsun" diye sorarlarsa de
ki: O, Allah'ın kelimesidir. .. vs. gibi. Fakat Müslümanlar arasında hiç kimse bu cidille
cevap vermediğinden, Kur'an'ın mahlilk olduğunu ve Allah'ın zatından kelam sıfatını
kaldırdıklarını iddia edememiştir. Mu'tezile, yalnız ve sadece bunun hak olduğuna
inandığından, her şeyden sarfı nazar ederek görüşlerini açıklamıştır. Eğer Mu'tezile,
388 / Eıııô!i Serlıi
"İslam alimlerinin,
bu sözler karşısında hayrete düşmüş
olmaları, şaşırmış
olma iddiaları, ellerinde tutunacak dalları
bulunmadığından, bu hayretlerini gizlemek için yapmış oldukları
çalışmalar, onları zorunlu olarak, "halk-ul Kur'an" mes'elesinde
tartışmaya itmiştir" şeklindeki ifadelere gelince, "tümüyle yalandır."
Mutlak olarak, tarihin böyle bir şeyde, en ufak bir ip ucu verdiği
söylenemez. Aklın da bunu tasdik etmesi hiçbir halde mümkün
değildir.
Tarihin herhangi bir devresinde, Müslüman alimlere yöneltilen
bu türden zayıf bir istidlalin (delllin) karşısında, buna cevap verecek
alim mi yoktur. .. ? İslam alimleri bu soruya karşılık: Allah'ın kelimesi
"Kün" kavli şerifidir. Eğer bu "Kün (ol)" sözcüğünün anlamı kadim
olsa bile bu, onunla alakalı olan mütaallakının da kadim olmasını
gerektirmez. Bütün akıl sahipleri ve Arap filozoflarının tümü, Isa
(a.s)'nın "Kün" sözcüğünün kendisi değil, onun müteallakı olduğunda
söz birliğine varmışlardır. Cenab-ı Allah, Hz. Isa'dan kelimenin
kendisiyle haber vermekle, aralarındaki bağlılığın ne dereceye
vardığını, açık bir şekilde izah etmek ve insan zihnini Hz. Isa '(a.s)'nın
yaratılışı hususunda uyararak, onun yalnız Allah'ın iradesiyle "Kün"
sözcüğünde müsahhaslaşarak yaratıldığına dikkatleri çekmiştir.
Eğer iradenin mütaallakı, kendisi gibi kadim olsaydı, bütün
kainatın da kadim olması gerekirdi. Çünkü kainat da Cenab-ı Allah'ın
iradesi sonucu olarak ve "kün" sözcüğünün tesiriyle meydana gelmiştir.
Ayet-i kerimede yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: "O'nun işi, bir
şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece "ol" demektir, hemen
oluverir. " 25 Nasıl ki, Cenab-ı Allah her bir şeyi yaratırken ona "ol"
demişse, Hz. Meryem'in oğlu Hz. Isa'ya da "ol" demiş, o da
yaratılmıştır. Her şey, yaratışlında Allah'ın kadim olan hitabına bağlı
bulunduğu halde hadis olduğu gibi, Hz. Meryem'in oğlu Hz. Isa da
yaratılışında hadistir. Her ne kadar, Allah'ın (c.c) kadim olan hitabı,
onunla (Isa ile) ilgili olsa bile, bu hiçbir şey değiştirmez.
Allah Tefüa'nın kendisi (kün emri) ile bütün kainatı yarattığı
ve yine onunla bütün gökleri ve yeri ortadan kaldıracağı kelimenin,
Kur'an-ı Kerlm'de defülarca tekrar edildiğini gördüğü halde; cahiller
içinde hangi bilgisiz, bunun Allah Teala tarafından ortaya konan, kaza
Müslümanların Cumhuru tarafından ileri sürülen görüşün hak olduğunu bilseydi, bütün
kilise adamları
onlara saldırmaya kakıştığı bir anda bile, o hakikate inanmakta ve
bağlanmakta en ufak bir tereddüd göstermezdi.
25
Yasin, 36/82
Enıı/11.)'nlıi/389
26
M. Said Ramazan el-Bfitf, İslam Akiiidi, s.131-136: Ayrıca bkz: M. Pezdevi, Ehl-i
Sünnet Akaidi, s.77-99: İmam Azam, Fıkh-ı Ekber, s.59-62
3901 Enırl// Ş'nlıi
27
Bakara, 2/41: Al-i imran,3/ 199: Nisa, 4/47
2
" Nisa, 4/82: Şura, 42117: Taliik,65/10: Hicr, 15/9,vd
29
Tegabün, 64/8: Hicr, 15/91-92: Nisa, 4/136
10
Müsned, c.l, 318: Müslim, İman,5
11
Buhar!, Tefslr,5/l: Feziiilü'l-Kur'fin,l
32
Buhiiri, Edeb,70: İ'tisam,2: Müslim, Hac,147: Müsned,l,51: Ebı1 Davud, Fezfülu'l-
Kur'an,l
Enlllli Şalıi/391
13
Bknz: Tirmiz1, Seviibu'l-Kur'an, 20: Beyhak1, Şu'abG'l-lman,1,185-194: Hiilim1, el-
Minhiic fi Şu'abu'l-İmiin,1,317: Şevkiin], Fethu'l-Kad]r,2,114,134,259,478;
3, 122, 187,253: Yusuf Şevk] Yavuz, İslamda İnanç Esaslan, s.223-226
' Nisa, 4/136: Bakara,21285: Şfira, 42/15
4
35
Bakara, 2/213
' Bakara, 2/85: Al-i İmran, 3/3-4: Nisa, 4/163: Necm, 53/36-37: Hadid, 57/26-27: A'la,
6
87/18-19
Fnıô/I ~·crlıi / 3Y3
37
Buhar!, lman,37: Müslim,lman: Müsned,I, 319: Tirmizi, Fiten,63: Hfüimi, el-Minhac fi
şu' abu '!-iman,1, 321
38
Meydan!, el-Akidetü'l-İslamiyye, s.465-471
39
M.N. ed-Dımaşki, Şerhu Muhtasarı Şu'abi'l-iman, s.12: Yusuf Şevki Yavuz, İslamda
İnanç Esasları, s.213-215
12.Beyt:
Tercümesi:
"Arşın Rabbi arşın fevkinde (üstünde)dir. Fakat bu, mekan tutmak ve
arşa temas etmek şeklinde değildir."
Açıklaması:
Rabbü'l-Arşi;
yani Arşın ha!iki ve ma!ikidir. Arşa izafesi
(isnadı) ise, Arşı teşrif
içindir. Aynen Rabbü'I beyti ve Rabbü Cibril
gibi, Arş, mahifikatın en büyüğüdür, muazzamıdır. Bütün mevcudatı
muhittir (kapsar). Allah Teala buyurur ki:
lıc -~·
?,l ~- 0-'9' y. \.:ili'
- _y.' .J-
"O, kullarının üzerinde kahir olandır. " 2 Başka bir ayette ise:
1
Tiihii, 20/5
2
En'am, 6/61
LıJl(//I Scılıi / 395
3
Nah!, 16/50
4
Kasas, 28/14
5
Hud, 1 l/44
396 / Enıôll Serlıi
ahirette amel sakıt olur, düşer. Ubudiyet ise, iki alemde de (dünya ve
ahirette) sakıt olmaz. Bilinme.si gereken husus şudur: Selefin görüşü
daha doğru, Halefin görüşü ise daha kuvvetlidir.
O'dur. Onlara dilediğini yapar. Yaratma veya yok etme; diriltme veya
öldürme; azab etme veya mükafaat verme konularında serbesttir. 9
6
Tiiha,2015
7
Ruhfil-Beyiin, c.5, s.217, Tiihii, 20/5
8
En'iim, 6/61
9
Rfihu'l-Beyiin, c.3, s.32: En'iim, 6/6 l
Enıılfl .)'l.'rhi / 397
10
er-Razi, Tefsir-i Kebir, c.9, s.472, En'am 6/,61
11
Nah!, 16/50
gerektirmez. Bunun del\'li şudur: Evin bekçisi, o evin sahibinin, mekan
ve cihet bakımından üstündedir. Ama bu bekçi, o kimsenin
hizmetkarlarının en değersizi olabilfr. Böylece bu şüphe sakıt olur,
düşer. 12
"Musa gençliğine erip geliştiği zaman ... " 13 Bu ifiide ile ilgili
iki görüş ileri sürülmüştür: a) Her iki ifade de aynı manayadır. "Eşudde
hu" kuvvetin kemiile ermesi, "vesteva" karakter ve bünyenin dengeye
ulaşması demektir. b) En doğru olan görüşe göre bu ikisi, birbirinden
farklı manadadırlar. Bu görüşü savunanlar, şu değişik izahları
yapmışlardır:
1) En doğrusuna göre, "Eşudde", bedeni ve cismanı
kuvvetlerin kemale ermesi; "istiva" da akli kuvvetin mükemmelleşmesi
demektir. 2) "Eşudde" kuvvetin tamamlanması; "istiva" ise bünyenin
ve hilkatin tamamlanmasıdır. 3) "Eşudde" buluğ çağı demektir. "İstiva"
da hilkatin tamamlanmasıdır. ı 4
"Gemi de Cudi üzerine durdu " 15 ifadesinin manası, "O gemi,
ada üzerinde, adı Cudi olan bir dağ üzerinde durdu" şeklindedir.
Geminin dağ üzerinde durması, bu suyun kökünün kesilmesine bir delil
olmuştur. (Geminin dağ üzerinde durması, Aşura günü idi, deniyor).
Mu'tezilenin görüşü, Cenab-ı Hak, çocukları ve hayvanları
boğmuştur. Bu da Hak Teiila'nın bu hayvanların boğazlanmasına ve
güç işlerde kullanılmasına izin vermesi durumudur. Bu görüş yanlıştır.
Biz diyoruz ki: Yaptığı fiiller hususunda Allah' a itiraz
edilemez. Çünkü Allah (c.c), "O, yaptığından (yapacağından) mes'ul
olmaz, fakat insanlar mes 'fil olurlar" 16 buyurmuştur. 17
Haberi Sıfatlar
Konuyu biraz derinleştirelim ve "haberi sıfatlar"a girelim.
Sadece naslarda geçen, yalnız sem' (işitme) ve haberle sabit
olan sıfatlara, haberi sıfatlar denir. Haberi sıfatların bir kısmı, yalnız
Kur'an-ı Kerlm'de, bir kısmı hem Kur'an hem sahih hadislerde, bir
kısmı da sadece sahih hadislerde geçer. Bu sıfatlar zahiri manaları ile
12
Ruhu'! Beyan, Tefsfr-i Kebir, Nah! 16/,50
13
Kasas, 28/14
er-Razı, Tefsir-i Kebir, Kasas, 28/14
14
15
HGd, l l/44
"'Enbiya, 2 l/23
Er-Razı, Tefsır-i Kebır, HGd, 1 l/44
17
E11u)/[ Salıi / 399
18
Feth, 48/1 O
19
Sad,38173
20
Rahmfuı, 55/27
21
Taha, 20139
22
Taha, 2015
21
Fecr, 89/22
24
B akara,2/2 1O
25
Buhiiri, Teheccüd, 14: Müslim, Saliitü'l-Müsiifirin,24
26
şara., 4211 ı
27
Nah!, 16/17
28
Meryem, 19/65
..J!HJ I EmMi Serhi
29
Silim Kılavuz, İsliim Akfüdi, s.96-98
ve benzeri kelimeleri mecazi manada kullanmıştır. 30 Bu durumda,
mesela el (yed) kelimesine nimet, yardım vb manfılar verilmesi, tenzih
akidesine ve Kur'an' ın istlmfıl tarzına daha uygundur. 31
Mfüürldl, zahiri manası itibariyle teşbih ifade eden bütün
ayetlerin tevil edilmesi gerektiğini savunur. Onun bu görüşü,
kendisinden sonra gelen Sünni kelamcılar tarafından da kabul
edilmiştir.
Mfüürldl, tenzih akidesinin gereği olarak, Allah Teala'nın
zamandan ve mekandan münezzeh olduğu görüşünü benimser. O,
Mücessime, Müşebbihe, Kerramiyye ve Haşviyye'ye karşı, Allah'ın
hiçbir mekanda bulunmadığı görüşünü, şu delillere dayanarak müdafaa
eder.
1) Allah vardı, mekan yoktu. Hadis olan bütün mekanların,
ortaya çıktıktan sonra yok olması mümkündür. Fakat mekanlar yok
olduktan sonra da, Allah'ın baki olduğunu kabul etmek lcab eder. Öyle
ise Allah Teala, mekanları yaratmadan önce nasıl idiyse, şu anda da
öyledir. O, değişikliğe uğramaktan, yok oluştan, bir mekandan diğer bir
mekana intikfıl etmekten ve bir halden başka bir hfıle dönüşmekten
münezzehtir. Çünkü bütün bunlar hudus ve yok oluş belirtileridir.
2) Allah Teala'nın bir yerde veya her yerde bulunduğunu
söylemek, cisimler ve arazlar gibi, O'nun da üzerinde karar kılacağı bir
mekana muhtaç olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Halbuki, bütürı
mekanları yokken yaratan Allah (c.c), bunlara muhtaç olmaktan çok
yücedir.
3) Allah'ın bir mekanda olduğunu öne süren kişi, O'nu a!emin
bir parçası hflline getirmiş olur ki, bu da hudfis işaretidir.
4) Allah'ın bir mekanda veya mekanların hepsinde bulunmuş
olması, mekan tarafından kuşatılmasını veya Allah'ın mekandan
büyük, yahut küçük olmasını gerekli kılar. Bu şıkların hepsinde Allah'a
eksiklik ve kusur atfetmek söz konusudur. Allah sonlu ve sınırlı bir
varlık olamayacağı gibi, parçalardan oluşmuş bir varlık da değildir.
32
3
°Fussilet, 41 /42: Hucurat, 49/1
31
Miitüridi, Te'vlliitü'l-Kur'an, 1919
Miitüıidi, Kitabu't-Tevhid, s.62-77
32
402 / Enıôfl .)"erhi
33
Miitüridl, Kitabu't-Tevhld, s.77-86
34
Miitürldl'nin Akide Risiilesi ve Şerhi, S. Yeprem, s.22-23
Eni({// $edıi / ::t03
35
Til.ha, 2oıs
36
En' fun, 6/18,61
404 / Eınlill Şerhi
41
Yasin, 36/7 J
42
Tur, 52/48
43
Müniivl, Feyzu'l Kadir, c.2, s.316
44
Nahl, 16/26
45
Haşr, 59/2
46
Fecr, 89/22
-1-06 I EııuW S<'ılıi
47
En'iim, 6/158
48
Kasas, 28/ 14
Enı!ıff i)'erlıii .+07
49
Furkan, 25/59
50
Duhan, 44/3-5
408 / E11uill .';;alıi.
51
Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akiiidi, s.36-42
Ffüır, 35/ 1O
52
53
Mearic, 70/4
54
Fecr, 89/22
55
Bakara, 2/210
Buharı
56
57
Rahman, 55127
58
Feth, 48/ l O
59
Taha. 20139
Enulli !;ı'crfıi / -f.1)9
60
Taftazanl, Keliim İlmi, s. 153-154
61
Taha, 20139
62
Tür, 52/48
6
' Taha, 2015
li4 Mülk, 67/16
65
Zuhruf, 43/84
Eı/1(7/i .)'cr/ıi/ J / J.
66
Bu sözü, İmam Miilik b. Enes, Süfyan b. Uyeyne ve Abdullah b. Mübarek (r.anhüm)
söylemişlerdir.Süneni Tirmizl,24 babu fadlis-sadaka
67
Taha, 2oıs
.f-12 / Enıôli .)'erlıi
68
AI-i İmran, 3/7: M. Said Ramazan El-Bfiti, İslam Akfüdi, s.146-149
69
bkz: Kasas, 28/88: Rahman, 55/27: Leyi, 92/20: Feth,48/10: Sa'd, 38/75: Yasin, 36/83:
. Mfüde, 5/l 16:8akara,2/l 15: Taha, 20/39: Tfir, 20/48: Zümer, 39/67: Taha, 20/5: İmamı
Azam Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber, s.102: Ayrıca, müteşabih ayetler konusu için, 7. beyt,
s.268'e bakınız.
13. Beyt:
Tercümesi:
"Rahman olan Allah'ı herhangi bir şeye benzetmenin meşru
·bir yolu yoktur. Şu halde müslüman halkı bu tür yanlış inançlardan
korumaya çalış."
Açıklaması: .
Ma, leyse manasınadır, nafiyedir, vechen haberidir. Sun,
hafaza, muhafaza demektir ve ehall, ehlin cem'i, çoğuludur. Ehfüiden
maksad, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaattir.
Ehl-i Sünnet (r.a), Cenab-ı Hak'ka hiçbir şekilde, ne zaten ve
·ne sıfaten, teşbih yapmazlar. Yani varlıklardan hiçbirine benzetmezler,
benzetilemez. Ehl-i sünnetin yolu (tariki), en güzel yoldur. O halde
(diyor Nazım) itikadın (inancın, imanın) ifsadına, bozulmasına mani ol!
- Bu (teşbih gibi) batıl itikaddan ehli ilmi ve halkı koru, muhafaza et. Ki,
onlarda (Ehl-i Sünnette) eksik, noksan iş yoktur. O'nu (c.c) tenzih ile,
vasfet, ta'til ve teşbih mümkün değildir. O noksan sıfatlardan, teşbihten
ve ta'tilden münezzehtir.
Allah Teala şöyle buyuruyor: ''.Hiçbir şey O'nun misli gibi
değildir. " 1 O, Semi'dir, her şeyi işitir. Basir'dir, her şeyi görür. Birinci
cümle Müşebbihe'ye zat'da reddolunur. ikinci cümle ise, sıfatlarda
nefy için, Muattılaya reddolunur.
Yani, Allah Teala zaten ve sıfaten mah](ika müşabih değildir,
mah](ika benzemez, benzetilemez. Müşebbihe teşbih etmiştir. Muattıla
ise, sıfatlarında Allah Teala'yı atıl bırakmıştır. O'nun zaten ve sıfaten
benzerinin olması muhaldir. O, münezzehtir, müberradır onların batıl
görüşlerinden.
Mah](ika benzememesine nakli delil yukarıda verdiğimiz
"Hiçbir şey o 'nun misli gibi değildir" ayet-i kerimesidir. Ayet-i
kerimenin manası ise mutlak benzeyişi reddeder (nefyeder). Söz gelişi,
nefyde meydana gelen nekire, geneli iföde eder ve bu suretle nefyin
1
ŞGra, 42/I 1
Enıılli Scrlıi I -1/5
demektir. çünkü, gerçek ilahın tam bir kudret, kuvvet, irade ve davranış
hürriyetine sahip olması zorunludur.
Yaratma, varlıkları farzedilen bu ilahların her birinin, ayrı ayrı
kudret ve kuvvetleriyle meydana geldiği ve dolayısıyla, her birinin
müstakil birer yaratıcı oldukları farzedildiği takdirde, bir eserin her
yönüyle tam olan iki veya daha fazla müessirden meydana gelmiş
olması gerekecektir ki, bu da onlar hakkında acizlik ve kudretsizlik
demek olduğundan imkansızdır. Şayet, yaratma sadece bunlardan
birinin kudret ve iradesiyle olup, diğerlerinin bunda bir katkıları yoksa
veya bu konudaki tasarrufları etkisiz kalıyorsa, bu da şüphesiz, hiçbir
sebebe dayanmadan bunlardan birinin, diğerine tercih edilmesini (tercih
bila müreccih) gerektirecektir ki, bu da batıldır. Zira böyle bir durum,
yaratıklar aleminde bir çok karışıklık ve çelişkilere yol açacak ve
dolayısıyla mümkün varlıkların yaratılmamış olmasını gerektirecektir.
Binaenaleyh, bu üç faraziyede de görüldüğü gibi, her şeyi yoktan var
eden Allah birdir, eşi ve benzeri yoktur. 5
6
Miitüridl, Kitabu't-Tevhld, s.20
7
Miitürldi, Kitiibu't-Tevhld, s.19-20
E111ô il $erlıi I -1 i 9
8
Mfüüridi, Kitabu't-Tevhid, s.21-22
"Ra'd, 13/16: İsra, 17/42: Enbiya, 21/22: Mü'miniin, 23/91: Mülk, 67/3
10
Mfitüridi'nin Akide Risalesi ve Şerhi, Sfiim Yeprem, s.l 9-21
11
Şiirii, 42/11
420 / Enı/'ıli .)l'rlıi
12
Şura, 42111
yine hareketsiz olarak görmekteyiz. o halde bu demektir ki, zatlar,
bütün hallerinde aynı minviil ve aynı tarz üzere devam etmekte; sıfatlar
ise, birbirini izlemek sGretiyle kaybolup gitmektedir. Yaptığımız bu
izahla da, sıfatların . ve arazların değişmesinin, zatların değişmesini
gerektirmediği sabit olmuş olur.
Bu da iyice anlaşıldıysa, şimdi biz diyoruz ki: Nesnelerden,
hem köpeğin, hem maymunun yüzü, insanın ve atın yüzünün meydana
geldiği maddelere eş ve müsavidir. Farklılık ise, o maddelerle kaim
olan arazlar, yani renkler, şekiller; sertlik-yumuşaklık, kendisinde
kılların bulunup bulunmaması vb sebebiyle olur. O halde farklılık, sıfat
ve arazlardaki farklılık sebebiyle meydana gelmiştir. Maddelerin zatları
(cevherleri) ise, (et, kemik, kan, sinir vs olmak üzere) birbirine
müsavidirler. Ancak, avam (halk) zatlarla sıfatlar arasındaki farkı
göremezler. İşte bu sebeple, insanın sebep olması hiç şüphesiz,
"İnsanın yüzü eşeğin yüzünden farklıdır" derler. Gerçekten onlar,
doğru söylemişlerdir. Çünkü bu farklılık şekil, n;::nk ve diğer sıfatlar
sayesinde olmuştur. Ama, madde olmaları açısından, birbirine eşit ve
denktirler. Böylece, zikredilen bu sözlerin, o kişinin avamdan olduğu;
eşitlikte ve farklılıkta nazar-ı dikkate alınan şeyin, zatlarla kaim olan
arazlar ve sıfatlar değil de, eşyanın hakikati ve mahiyeti olduğunu
bilmediği için söylediği sabit olmuş olur.
Burada, bir başka izah şekli de şudur: Bu iki teşbih harfi (kef
ile misi kelimesi)nin, bir arada getirilmesinden maksad, Allah'ın
"misl"den, münezzeh olduğuna delalet etmektir ve izahı şöyle
yapılabilir: Eğer O'nun bir misli olsaydı, o "misi", O'nun zatının
"misl"i olurdu. Halbuki bu imkansızdır. O halde O'nun "misl"inin
olduğunu söylemek imkansızdır. O'nun: bir "misl"inin olması halinde,
o "misi" O'nun zatının aynı olur, ifadesinin açıklamasına gelince, bu
gayet açıktır. Bu işin imkansız olduğunun beyanı ise, şöyledir: Şayet,
O'nun zatının misli gibi bir başka "misi" olsaydi, o zaman bu "misi"
mahiyeti açısından O'nun misline denk, bizzat kendisi açısından ise,
O'na muhaliftir. Halbuki, sayesinde müşareket ve ortaklığın meydana
geldiği şey, sayesinde farklılığın meydana geldiği şeyden farklıdır.
Dolayısıyla, bunların her birinin zatı, mürekkeb olmuş olur. Her
mürekkeb ise, "mümkün" varlıktır. Böylece, Vacibü'l-Vücfid için bir
"misl"in bulunması halinde o "misi" aslında, Vacibü'l-Vücfid olamaz.
422 / En[(/li Şerlıi
13
Er-Razi, Tefslr-i Kebir, c. l 9, s.426,428,430; Şilrii, 42/1 l
14
Kurtubl, el-Ciimiu li Ahkiimi '!-Kur'an, c. 15, s.378; Şilrii, 42/ l l
Enu)/( !;ierlıi / 423
15
İsmiiil Hakkı Bursevl, Ruhu'l-Beyan, c.7, s.48.1; Şilrii,11
Seyyid Kutub, Fi Zılal'il Kur'an, c.13, s.97; Şura, 42/11
16
1
ı Bakara, 2/163
Bakara, 2/255: ayetlerin yorumu için bakınız: Mfitürldl, Tevllfitü'l-Kur'iin, Var.3lb,
18
61b
19
Zfiriyfit, 51/20-21: Mfitürldl, Tevllfitu'l-Kur'fin, Var.729b
20
Şura, 42/11: Miitürldl, Tevllfitu'l-Kur'an, Var.672a
424 ! Emôll ŞC'rlıi
21
İhlas, 112/1-4: Miitürld'i, Tev'iliitu'l-Kur'an, Var.906a
22
Makilsıdu'l-hasene, hadis no:455
23
ŞGril, 42/l l
E111ôll .,'ı'erlıi / -/.25
24
NGreddin es-Siibilnl, Mfüürldlyye Akiiidi, s.83-84
./26 / E11ıô/i_.';ı'crlıi
25
Taftaziini, İslam Akfüdi, s. 155, l 56
26
A'lii, 8711
27
ŞGrii, 42/J 1
28
Gazziili, el-Maksiidu'l-Esnii, s.43
</28 / Emı1!1 Scrlıi
29
ŞGrii, 42/ l 1
İmam-ı Azam, Fıkıh-ı Ekber, s.87
10
Eıl/{11/ .)erlıi 1 -/2lJ
31
bkz: s.252: El-But!, İslam Akiiidi, s.87-89
14. Beyt
Tercümesi:
"Bütün insanları hesaba çekecek olan Allah'ın üzerinden vakit ve
zaman geçmez; O'nda hiçbir şekilde değişiklik de arız olmaz."
Açıklaması:
Deyyan; Mecazidir ve din kelimesinden alınmıştır, ceza
manasınadır. "Din gününün sahibi" ı ve "sizin dininiz size, benim dinim
banadır" 2 ayetlerinde olduğu gibi. Hadiste ise t)lii 0.ıii Lı5. buyurulur.
Deyyan, Allah Teala'nın Esma-i hüsnasındandır. Nitekim, Buharl'nin,
Allah azze ve celle hazretlerinin kavli babında rivayet ettiği hadis-i
şerifte, şöyle buyurulur: "Allah Teala 'mn izni olmadan, şefaat kimseye
fayda vermez, menfaat sağlamaz."
Vakit ve zaman, ikisi ·de aynı manadadır. Nazım, vakit
kelimesi ·ile, muayyen vakti, ezman ile de .muhtelif zamanları .
~asdetmiştir. Hal, sıfattır. Ve manası şudur: Allah Teala üzerine hal
cereyan etmez, vakit de O'na mukarin değildir. Şu haysiyetle ki:·
O'ndan infikaki, ayrılması mümkün değildir. Zira o, vakit ve halden
münezzehtir. Zaman, mekan, hal ve şan, Allah Teala'nın
mahlfikudurlar, onları Allah yaratmıştır.O halde zaman, mekan, hal ve
şan mahlfikfü üzerine cereyan eder, onların Halıkı, yaratıcısı olan Allah
Teala üzerine cereyan etmez. Aksi halde, hadis olması ve değişmeyi
kabul etmesi gerekirdi. Zira zaman, mekan, hal, şan, hepsi de
yaratılmışlığın, hudusun emmaresi ve işaretlerindendir. Allah Teala'nın
kıdemi ise sabittir, ezeli ve ebedidir. Bütün bu şeylerden münezzehtir,
müberradır.
Bihali kelimesi, insanın ahvalinden ve diğer hal sahiplerinin
hallerinden bir haldir ki, aksi olsa bu makamda nazımın kelamında
tenakuz lazım gelirdi. Bir cemaat dediler ki: Cenab-ı Hakk'ın bizim
gibi zamanı yoktur, yani zamana ihtiyacı yoktur. Eğer olsa idi, hadis
olması lazım gelirdi. Hasılı, mekanları, zamanları ve muhtelif ahvali O,
1
Fatiha, 1/4
2
Kiifirfin, 109/5
432 / E111ı1/I Ş'erhi
yarattı, hiilk etti ve O, vardı, O'nunla beraber hiç bir şey yoktu, el' an da
yoktur.
Eğer bu beyt zaman ve mekanın arasını cem etmede, "Ve
zaten an cihfitis-sitti hfili" beytinden sonra gelseydi, daha münasib
olurdu. Rab Teiila eğer, cihet ve mekanda olsa idi, mekanın kıdemi
lazım gelirdi. Delilimiz ise, ittifak ile, Allah Teiila'dan başka kadim,
ezell ve ebedi varlık olmadığıdır.
Metinde geçen "Deyyan" .ism-i şerifinden başlayarak "din"
kavramını ve verilen ayetlerin kısaca yorumunu görelim, bilil.hare
zaman kavramına geçelim.
"Deyyan": Allah Teiila'nın sıfatı olarak karşılık veren,
anlamındadır. Dinin sahibi olan Allah (c.c ), herkesin hesabını ve
hakkını en iyi bilen ve verendir. Hadis-i şerifte de: "Akıllı olan kişi,
kendi nefsine hükmederek, itaat ettirendir" 3 diye buyurulmaktadır? 4
Din kavramını, Matüridl'nin görüşlerini esas alarak
incelemeye çalışalım. Matüridl (r.a)'ye göre din nedir? Nasıl
anlaşılmalıdır? Din kelimesinin lugat ve ıstılah! anlamları:
Din nedir?
Din kelimesinin lugat ve ıstılahi anlamı:
Lugat yönünden "Din," millet, İsliim, \'tikad, hiil, siret, Met,
hüküm, icra, mülk, saltanat, tedbir ve hesap gibi anlamlara gelmektedir.
Matüridl (r.a) bu anlamlardan yalnızca üçünün, ıstılil.hl anlam
olarak Te'vilatül Kur'an' da benimsendiğini kaydetmiştir. Şöyle ki:
Hesap ve ceza anlamında din: Bunun deli'li Fatiha siiresinin
"ceza ve hesap günün sahibi" mealindeki dördüncü ayetidir.
Hüküm ve kanun anlamında din: Al-i İmran suresinin "Allah
katında din, islfim'dır" meiilindeki ayeti ;
5
3
İbn Mfice, Zühd, 31
4
Kuıtubl, Camiu'l- Ahkam, c,l, s. 378
5
AI-i İmran, 3/19
6
Ebu Mansfir Mfituridl. Te'vlliitü Ehlis- sünne, Raşid Efendi Kütüphanesi, Raşid Ef. Böl.
No: 47. vr. SI6b- SIOb
Enıôli Şerlıi 1433
7
Matüı1di, Te'vilatü-Ehli's-Sünne, vr. 494b, 495a
4341 E111lili Scrhi .
8
Mfitüridi, Te'viHit, vr. 494b, 495a: 488b-489a
9
Mfüüridi, Te'vllilt, vr. 672b-673a; 666b-667a
E11ıfıli Sl:'ılıi / 435
Akıl-Din İlişkisi: Arı din, daimi ve fıtri bir din olduğuna göre,
böyle bir din ile ilgili olan insani yanın da aynı şekilde sürekli ve
Allah'dan gelip Allah'a gidecek olan bir yanı olması kaçınılmazdır.
Nitekim Allah'ın dinini diğerlerinden ayıran bir özelliği de onun delil
ve huccetlerle ayakta duran bir din olmasıdır. Delil ve huccetler ise
insanın akıl varlığı yanıyla doğrudan aJakalıdır. İmam Mfüürldi din ile
akıl arasında alaka vardır ifadesi yerine, ayrılmaz bir bağ vardır
ifadesini içeren cümleler kullanmıştır. Onun bu cümlelerini kısmen
aktarmakta yarar vardır. Şöyle buyuruyor:
"Akli delillere gelince, hiç şüphesiz o (iman) dindir. Dinler
itikatlardan ibarettir. İtikatların bulunduğu ve kendisiyle varlığını
sürdürdüğü yetidir, kalblerdir. 12 Görülüyor ki Mfüürldl akıl ve dini
ayrılmaz kabul etmekle beraber, aklı da kalb ile aynı kabul ediyor.
Mfüürldl'ye göre dini bilmenin iki yolu vardır: Biri nakil,
diğeri akıldır. Akıl bu a!emden bir parçadır. Bu 5.iem gibi aklın da
hikmetsiz ya da amaçsız olarak yaratılmış olması mümkün değildir.
Çünkü akıl, sonucun elde edilmesi için sarfedilen her türlü gayrettir ve
bu gayreti sarf etmektir. Ki, yüce Allah Mü'minı1n sı1resinin yüz on
beşinci ayetinde: "Sizi boşuna yarattığımızı ve bize
döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" buyurmaktadır. Arı dinin bir
13
12
Miitürfdf, Kitabü't-Tevhfd
13
Mfüüridl, Kitabü't-Tevhid, s.4
14
Mlitüridi, Kitabü't-Tevhid, s.3
Emdi/ Şerhi/ .+37
15
Matürldl, Kitabü't-Tevhld, s.137
16
Mfüürldl, Kitii.bü't-Tevhld, s.223.224
A38l Erııôlt Serlı,i
dinleri tek bir din olup o da şeytanın dinidir. Onun için Allah ona bu
adı vermiştir. 17
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Matürldl
(r.a), Hak din ya da Allah'ın dinini, iman olarak te'vil etmiş ve bu
ikisini birbiriyle aynı görmüştür. Allah'ın dini ve hak dinin, Allah'ın
(c.c) apaçık bir gerçek olduğunu bilmek anlamıyla sonuçlanacağını
bildirirken, imanın muhtevasının da bu anlamla dolu olmak demek
olduğunu beyan etmiştir.
Din-İslam İlişkisi
İmam Miitürfdf, din sözcüğü mutlak olarak söylendiğinde,
onunla Hak din kasdolunduğunu ve Hak dinin de İslam olduğunu
kaydediyor. 18 Buna göre, mutlak ifil.desiyle din, Hak Dinidir, Hak dini
de imandan ibarettir. İslfim da Hak dini diye anlaşıldığına göre, İslam
da !mandan ibarettir, denilmesi mümkündür.
Itikatda (inançta) imamımız olan Miitürld1 (r.a) (amelde
imamımız: Ebü Hanife (r.a)'dir), Al-i İmran sfiresinin: "Şüphesiz Allah
katında din, isliim'dır ... " mealindeki on dokuzuncu ayetinin
yorumunda şu görüşleri kaydediyor: Bazılarının görüşüne göre, Hak
olan din, İslam'dır. Başka dinler de vardır. Fakat dinler arasında Hak
olan İslfim dır. Çünkü bir dini kabul eden her bir kimse, kendisinin
kabul ettiği dinin Allah'ın dini olduğunu iddia eder. .. 19
Hak dinin, yani İslfimın Hak olmayanlardan ayrılan temel
vasıfları (nitelikleri), bütün akılların gerekli görüp kabul edeceği, içinde
şirkin bulunmadığı ve putlara tapınmanın yer almadığı arı bir din ve
inanma olarak özetlenebilir. 20 Bu nitelikleri taşıyan dfnin Hak din İslam
olduğunu söylemekte tereddüde yer yoktur. Sayılan nitelikleri
taşımayanların da Hak din İslam dışında kaldıklarını irkilmeden
söylemek gerekir.
Bir kimsen.in kendisini yalnız Allah'a bağlı görmesi
· anlamındaki Hak din ve inanma ile eşanlaınlı olan İslam'ı, iç ve dış
baskılar sonucu elleri yukarı kaldırıp teslim oldum demesi anlamındaki
İslam' dan kesinlikle ayırmak gerekir. (İslil.m, tesli1? kökündendir.)
21
17
Miitürldl, Kitiibü't-Tevhld: Te'vlliit, vr.232a-227a
18
Miitüridl, Te'vlliit, vr. 654a-230b, 22b, 232a
19
Te'vlliit, vr. 62a-22b
20
Te'viliit, vr. 230b, 22b, 182b, l87b
21
Geniş bilgi için verilen kaynaklara ve Miitüridf'nin bu konudaki görüşleri için:
Te'viliit, vr. 70b, V. l35b, Kitiibü't-Tevhld, 393-398
Emfı!I Şerhi !43Y
22
Kitabü't-Tevhid, s.394
23
Kitabli't-Tevhid, s.395-396
440 / J:.;nıc/11 .';ahi
Din-Hürriyet İlişkisi:
Kur'an-ı Kerlm'de din hürriyetini açıkça gündeme getiren
ayet, Bakara suresinin "dinde zorlama yoktur" mealindeki iki yüz elli
24
Kitiibü't-Tevhfd, s.397-398
25
Mfüürldi, Kitabü't-Tevhid, s.400-401
E11ıtıll Şerhi/ 4../- /
Din-Şeriat İlişkisi
İslam dünyasında din ve şerlati aynı kabul edenler vardır.
Bunlara göre, din ve şeriat arasında özde birlik vardır. Farklılık sadece
dil ve itibar yönündendir. Şeriat, sadece peygambere ve ümmete
bağlanırken, din Allah'a da nisbet edilmektedir. Bu anlamda. şeriat,
peygamberlerin getirdiği hükümlerdir. Bu hükümlerin amelin niteliği
26
Te'vllfit, vr.52b: vr.34a, 219a, vr. l 35b: Ayrıca bkz: Kitfibü't-Tevhld, s.369
-142/Emôlf Şe.rlıi
ile ilgili olanları vardır. İtikadın niteliği ile ilgili olanları vardır. Bu
sonuncularıyla ilm-i kelam, öncekileri ile de fıkıh ilmi ilgilenir.
27
27
Keşşiif-ı Istıliihati'l-Fünun, c.l, s.759, eş-şer'ü md., Muhammed b. Ali b.el Tahiinevi:
Müfrediit Fı Garibi'l-Kur'iin, s.379, şeraa md. Rağıb el-Isfehiini
28
Prof. Dr. Fazlurrahman, İslam, s.125
29
Miiide, 5/48
ıu Te'vlliit, vr. 516b
11
Kitiibü't-Tevhfd, s.369
EmlW Scrlıi 1443
32
Kitiibü't-Tevhld, s.369
33
Kitiibü't-Tevhld, s.378-379
34
Te'vilat, vr. l 35b
35
Miiide, 5/48. ayete bakınız
36
Kitiibü't-Tevhld, s.235
444 /Emeli/ Şnlıi
37
Kitabü't-Tevhld, s.379
Enıtılr .';)crhi I 445
Kötülük yapan ile iyilik yapanın, itaatkar ile asinin, uyan ile uymayanın
birbirlerinden ayırt edilmesi gerekir.
Bu da, ancak Cenab-ı Allah'ın; "Kötülük yapanları
yaptıklarına karşılık cezalandırmak ve iyilik yapanları da en iyi
mükafatla mükafatlandırmak için ... " 43 "Yoksa biz, iman edip de güzel
amel işleyenleri, yer yüzünü bozguna verenler gibi mi tutacağız? Yahut
nıuttakileri, günahkarlar gibi ıni tutacağız? " "Kıyamet gelecektir.
44
1
" H. Şahin, Miitüridi"ye Göre Din, s.48
19
İstiare: Edebiyatta, bir kelimenin miiniisını, muvakkaten başka bir miinilda kullanmak
veya herhangi bir varlığa ya da meflıfima asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın
adını verme san'atına istiare denir. Mesela, cesur ve kuvvetli bir insana "arslan", kurnaz
bir kimseye "tilki" demekle istiare yapmış oluruz.
40
Mfüde, 5/3
41
Kurtubl, Ciiimu'l-Ahkiim, c.l, s.377
42
Fiitiha, 1/4
4
' Necm, 53/31
44
Sad, 3 8/28
45
Tiihii, 20/15
sahibi ''.46 ve "Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onun karşılığını
görecek; kim de zerre miktarı kötülük işlerse, onun da karşılığını
görecektir" 47 ayetleriyle kasdedilen budur.
Allah Teala mavcudatın maliki ve meli'kidir. Şöyle ki; O, bu
mevcudatı varlıktan yokluğa çevirmeye veya bu mevcudatı bir sıfattan
başka bir sıfata geçirmeye kadirdir. Bu kudret de, sadece Allah Teala
için söz konusudur. O halde, gerçek melik ve ma!ik yalnız Allah
Teala'dır. Cenab-ı Hakk'ın, gerçek melik olduğu aşikardır. O, "din
günün meliki ve malikidir." Bu böyledir; çünkü öldükten sonra
varlıkları diriltmeye sadece Cenab-ı Hak muktedirdir. İnsanların
bedenlerinden ayrılan bu parçaları bilmek (ilim) sadece O'na füddir.
Haşrolunma, diriltilme, ba's ve kıyamet ancak malfimatın hapsine
taalluk eden bir ilim sayesinde, mümkünatın tamamına taalluk eden bir
kudret ile meydana geldiğine göre, Allah'tan başka din gününün maliki
olmadığı ortaya çıkar.
Mu'tezile, "eğer kulların amellerinin yaratıcısı Cenab-ı Hak
olursa, sevabın, ikabın ve cezanın olduğunu söylememiz imkansızlaşır.
Çünkü; insana yapmadığı bir şeye karşılık sevap vermek abes;
yapmadığı bir şeye karşılık onu cezalandırmak ise zulümdür. Bu
duruma göre de, Cenab-ı Allah'ın din gününün maliki olması batıl
olur," demiştir. Cebriye de, "eğer kulların amelleri Cenab-ı Allah'ın
takdir ve tercihi ile olmamış olsaydı, O, kulların miiliki olamazdı.
Müslümanlar, Cenab-ı Allah'ın, kulların ve amellerinin maliki
olduğunda İcma ettiklerine göre, O'nun onları yaratan ve takdir eden
olduğunu da anlarız" demişlerdir.48
İkinci ayetimize de kısaca atf-ı nazar edelim: "Sizin dininiz
size, benim dinim bana. "49 İbn Abbas (r.a) bu ayete, "sizin Allah'ı
inkar edişiniz size, benim Allah'ı birlemem ve ihlaslı oluşum da bana"
manasını vermiştir. Peygamber (s.a.v) Efendimize, böyle söylemesinin
emrolunmasının pek çok maksadı olabilir. Ancak biz bunlara
girmeyeceğiz, sadece birini alalım. Mana şöyle olabilir: "Sizin dininizin
cezası (karşılığı) size, benim dinimin cezası (karşrlığı) bana ... " Ey
Muhammed, senin dinin karşılığı bir saygı ve bir mükafaat olarak sana
yettiği gibi; onların dinlerinin karşılığı da bir vebal ve ceza olarak
onlara yeter.
46
Fiitiha, 1/4
47
Zilziil, 99/7
4
R er-Razi, Tefsir-i Kebir, c, l,s.329. Fiitiha, l/4
49
Kafirı'.ln, ı 0916
Enıôll Serhı I -1-17
50
Necm, 53/39
51
İsra, 17/15: Necm, 53/38
52
Nflr, 24/2
53
Mü'min, 40/14
54
Şfirii, 42126
55
Bakara, 2/186
../-../-8 / Enulli Serlıi
56
Er-Razi, Tefsir-i Kebir, c.23, s.504. Kiifiriln, 6
Enu/11 Sl:'rlıi ! -1-19
57
Taftazanl, Şerhu'l-Akfüd, s.151-153
'"Nesefi ve akidesi, s.70
İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, s. l 02
59
60
Bekir Topaloğlu, Allah'ın varlığı s.53
ıs. Beyt:
Tercümesi:
"Benim ilahım kadından ve eşten müstağnidir. Kız ve erkek
evliittan da müstağnidir, bütün bunlara ihtiyacı yoktur."
Açıklaması:
Nazım, nisa ile zevceleri (eşleri) ve onlar gibi malik olunan
kadınları kasdediyor. İnas sözü cer ile gelmiştir, ev!adin'den bedele!,
bedeli ba'z mine! küldür. (İnas, kadınlar demektir. Burada kız çocuğu
kasdediliyor, ancak bütün kadınlara şamildir). Bununla maksat, bütün
kasdedilenler üzerine tafslldir. Veled, lugaten ve şer'an kız ve erkek
evliida şamildir.
Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: "Doğrusu Rabbiınizin şanı
çok yücedir; O, ne bir eş edinmiş, ne de çocuk. " 1 Yani, zevcet (eşler)
ve onlardan doğan çocuklar demektir. Başka bir ayette de şöyle
buyrulur:
"De ki, O, Allah 'tır, bir tekdir... "2
Burada bir ikaz, bir uyarı vardır: Şüphesiz ki, Allah Teiila
Ahadiyyuz zat ve ahadiyyuz sıfattır, zatında ve sıfatında bir tekdir.
Kainattan müstağnidir, kainatın bütün ihtiyacında merci O'dur. O,
hiçbir şeyden meydana gelmedi ve gelmez. O'ndan da hiçbir şey
meydana gelmemiştir. Bu sözün manası şudur:
O, hadis değildir, hadisin mahalli de değildir. O sonradan
yaratılmamıştır, sonradan yaratılmışların mahalli de olmamıştır. O
halde O'nun viilidi (babası), vfüidesi (annesi) ve veledi (çocuğu)
yoktur. O'na, evlat, eş ve benzeri diğer şeyler müşabih olamaz.
Bu beyt Nasara'ya reddolunur, zira onlar Meryem viilidemize
(r.a) zevciyet, Isa .(a.s) da· oğul zannına kapılmışlardır. Mekke
müşrikleri ise, melekler Allah'ın kızlarıdır, derler. Allah Teiila şu
haysiyetle ilk ikiyi reddederek, buyurdu ki:
1
Cin,73/3
2
ihliis,ı12/I-4
452 / Emôli Şerhi
3
Mfilde,5173
4
Miiide,5/75
5
Zuhruf,43/19
6
Nahl,16/57
EnıcW Şerhi/ 453
7
A'raf, 7/59
454 I Eııulfi Serlıi
i sa!ih"ten başka bir şeyle Allah'a yaklaşmak hiç kimse için mümkün
değildir. Takva ve amel-i siilih herkesin iktidarı dahilindedir. Halbuki
(haşa) Allah Teiila'nın oğlu olmaya veya O'nun ulfihiyetine ortak
olmaya hangi insanın iktidarı kifayet eder? Peygamberi bile olsa!
Bu iliihl hakikat, içtimaı hayatın her şubesinde varlığını devam
ettiremediği müddetçe, insanın, hayatında, vazifelerinde ve karşılıklı
münasebetlerinde, istikrara kavuşması, doğru yolu bulması aslii
mümkün değildir. İstikrar ve istikameti temin etmenin tek yolu, biricik
yolu; bütün beşeriyetin, yegane "mabfid olan Allah'ın kulu olduğu
inancına, itikadına sarılmaktır. Bütün beşeriyetin huzfir ve istikrar
reçetesi: Hakimiyeti hudutsuz, saltanatı ebedi olan Allah Tea!a'ya
teveccüh etmedir. İşte insanlığın Allah'a karşı durumu kısaca budur. O,
Halık'tır; insan mahlfiktur. O, Rab' dır, insan kuldur.
Yorumunu göreceğimiz ayet-i kerimelerde, Hz. Isa Mesih'in
iliihlığı ve Allah'ın oğlu olduğu, Rfihu'l-kudüs'ün de aynı derecede ilah
olduğu; (Yahudiler de, Zübeyr (a.s) Allah'ın oğludur inam:ındadır)
inancı veya herhangi birinin Allah Tealii'nın ulfihiyetine ortak
olduğuna dair serdedilen iddialara kesin ve ayrıcı cevaplar veriliyor.
Allah kelamı Kur'an, bu . cevabında kat'iyyetle beyan ediyor ki:
Meryem oğlu Isa (a.s) Allah'ın kuludur. Melekler de Allah'ın kuludur.
Kız çocuklar da Allah'a isnad edilemez. "O, Alfalı 'dır, bir tekdir. O
Sameddir. Doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiç kimse de O'na denk
olmamıştır. " 8
önce ister Hz. Musa ile, Hz. İsa'ya inanmış olsun isterse inanmamış
olsun Hz. Muhammed (s.a.v)'i tasdik eden herkesi içine alan genel bir
ifadedir. Cenab-ı Hak bütün müslümanları "(Bu Kur'an), Muttakfler
için bir hidayet rehberidir. Onlar gayba iman ederler 11 diyerek
şereflendirince, bunun peşinden, Abdullah b. Seliim (r.a) (Yahudi iilimi
idi) ve benzerleri gibi Hz Peygamber (s.a.v)'e iman eden ehl-i kitabı
(Yahudi ve Hıristiyanları) "onlar sana indirilene de, senden evvel
8
İhlas, ı ı 2/1-4: Fi Zıliil, c.4, s.79-80
9
Bakara, 2/4
10
Bakara,2/3
11
Bakara,2/3
E111ôli Şerhi/ 455
12
B~kara,2/98
13
Bakara,2/4
14
Bakara, 2/4
456 / Enıô/i .)erhi
tafsllatlı olarak bilmemiz gerekmez. Ne var ki, onlara dair bir tafsilat
elde ettiğimizde, bu tafsilata da iman etmemiz gerekir.
Cenab-ı Allah'ın, "Onlar iihirete de yakin bir 'iman ile
inanırlar" ayetine gelince, bunu da bir kaç vecihte açıklarız.
Ahiret (sonraki) kelimesi: Dünya hayatından sonra geldiği
için, "ahiret" denilmiştir. Ahiret hayatından değeri daha düşük olduğu
için dünyaya "dünya" (deni, alçak, adi) denmiştir.
''Yakin," insanın bir şey hakkında şübhe etmesinden sonra,
onu iyice bilmesidir. Bu sebeple, herhangi bir insanın, "var olduğunu
yakinen bildim, gökyüzünün üzerimde olduğunu yakinen bildim,"
demesi doğru değildir. Çünkü bunları bilmek kapalı bir şey değildir,
apaçıktır. "Yakin". lafzı, ister zarfiri, isterse istidliili olsun, işler
hakkında meydana çıkan ilmi ifade etmek için kullanılır. Buna göre, bir
kimse, maksadını zarGri olarak bilse dahi, "bu söz ile neyi kasdettiğimi
yakinen biliyorum" diyebilir. Keza, kesbi (çalışarak) bir ilimle bilse de
"İliihın tek olduğunu yakini olarak bildim" diyebilir. Bu sebeple Allah
Teiila, "eşyayı yakini olarak bilen" diye vasıflanamaz.
Cenab-ı Allah, mü'minleri, ahirete yakini bir imanla inanmış
olmakla medhetmiştir. Malfimdur ki kişi, sadece ahiretin varlığına
yakini olarak inanmakla övülmez. Daha doğrusu kişi övgüye ancak
ahretin varlığı ile birlikte, onda meydana gelecek hesaba, suiile,
mü'minlerin cennete, kafirlerin de cehenneme girdirileceklerine
yakinen inanmakla müstehak olur.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in şöyle dediği rivayet olunmuştur.
"Alliih'ın yaratmasını görüp durdurduğu halde, Alliilı'ın varlığından
şüphe eden kimseye çok şaşarım. İlk yaratılmayı bildiği halde
(kıyiimetin kopmasından sonraki) dirilmeyi inkiir edene şaşarım ... " 15
Küfür ve İnkar
Küfür ve inkar konusunda da bir ayet-i kerime görelim:
Cenab-ı Hakkın "O inkiir edenler yok mu ... İşte onlar... " 16 sözünün
gerçeği şudur: Hz. Muhammed (s.a.v)'in taraftar olduğu ve söyleyip
hükmettiği her şey hakkındaki naklin sıhhati, ya zarfiri olarak veya
istidliille yada haber-i vahidle bilinir. Hz. Peygamber (s.a.v)'in
getirdiği, zaruri olarak bilinen bütün bu şeylerde O'nu tasdik eden
herkes mü'mindir.
15
er- Razi, Tefsir-i Kebir, c, l-s,465-467; Bakara, 3,4 ve 5. ayetler
16
Bakara, 2/6
Lmô/i' Serlıi / ..f-57
17
Fussilet, 41/4,5
18
Kehf, 18/6
19
Yunus, l 0/99
20
Bakara, 2/6: Er-Razi, Tefsir-i Kebir, c,l s.475.476, 479
21
Kurtubi, c, 18, s. 80. Cin, 7213
22
Cin, 72/3
Lnıôli .)f:'rfıi / .J5')
Üzeyir (a.s) Allah'ın oğlu, Hıristiyanlar, İsa (a.s) Allah'ın oğlu, müşrik
Araplar da, melekler Allah'ın kızları diyorlardı. Onların yanlış
inançlarına göre Isa (a.s) Allah'ın oğlu ise, bunun zaruri sonucu olarak,
Meryem (vfüidemiz)'in de Allah'ın eşi olması gerekir. İşte bunun için
ayette "sahibe- eş" kelimesi anılmıştır. Yani evlat, Allah'ın eşi olan bir
annenin bulunmasını gerektirir. 23
Er- Razi (r.a) ayeti yorumlarken şu görüşü de getiriyor:
İnsanın ceddi, varlığı kendisine dayanan aslı ve temelidir. Ayette
"cedd" kelimesi, temel ve asıl anlamını ifade eden, mecazi bir ifadedir.
Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın, "ceddü rabbüna" kelimesinin manası,
"Rabbinizin aslı ... " şeklindedir. Bu ise, "vacibü'I- vücud olması
açısından, o. hakikate mahsus olan özgün hakikati" anlamındadır. Buna
göre mana, "O'nun hususi hakikati, başkasıyla alaka kurma şekillerinin
tamamından münezzehtir" şeklinde olur. Çünkü zatı gereği vacib
olanın her bakımdan, ama her bakımdan vacibü'l- vücfid olması
gerekir. Böyle olanın ise eşi ve çocuğunun olması imkansızdır. 24
İhlas süresinde de şöyle buyurulur: "De ki: O Allah, bir
tekdir." Allah'tır, samed'dir. Doğurmamış ve doğurulmamıştır.
"Hiçbir şey O'na denk değildir. " 25
İhlas suresinin nüzGI sebebi? Müşrikler ResGlullah (s.a.v)'a:
Ey Muhammed, bize Rabbının soyundan sopundan bahset, demişler.
Bunun üzerine Allah Tefüa, ihlas sGresini inzal buyurmuş. Yahudiler:
Biz Allah'ın oğlu Üzeyr'e tapıyoruz; Hıristiyanlar da: Biz Allah'ın
oğlu Mesih'e tapıyoruz, dediler. Mecusiler; biz aya ve güneşe
tapıyoruz, dediler. Müşrikler; biz putlara tapıyoruz, dediler. Bunun
üzerine Allah Teala da ResGlüne: "De ki: O, Allah bir tekdir" ayetini
indirdi. O, birdir ve tekdir. Benzeri olmadığı gibi nezlri, şeriki, dengi
de yoktur. Bu ifade isbat sadedinde yalnızca Allah (c.c) için kullanılır.
Başka birisi için kullanılmaz.
"Allah 'tır, Sanıed'dir." İbn Abbas (r.a) şöyle mana vermiş:
Bütün mahlukatın ihtiyaç ve isteklerinde kendisine dayandıkları zattır.
Taberanl (r.a) Samed kelimesinin tefsiriyle ilgili söylenenlerin pek
çoğunu irad ettikten sonra, şöyle der: Bütün bunlar, sahihtir. Bu, Aziz
ve Celll olan Rabbimizin sıfatlarıdır. İhtiyaçlar konusunda kendisine
23
İ.H. Bu. Riihu'l- Beyan, c,9. s.321-322
24
er- Razi, Tefslr-i Kebir, c.22, s.177 ;Cin, 72/3
25
ihlfis, ı 12/l-4
460 / Enıôli Şnlıi
26
En'am 6/101
27
Merye~, 191 88-95
28
İbn Kesir. C, 15,s. 8748- 8749. İhlas, l 12/1-4
Em/ili .)'eılıi / '-1-(ı I
29
Nuru Osmiiniye Kütüphanesi, 4894 no'lu yazma nüshadan
30
Seyyid Kutub, Fi Ziliil, c, 16. s.438; İhlas, l 12/3
31
er- Razi, Tefsir-i Kebir. C,23, s. 571. ihlas, l 12/l-4
32
Maide, 5173
-1621 E11ıfıll Şerhi
kasd~tmişlerdir. Bunu te;kid eden bir ayet de, Cenab-ı Allah'ın, Hz. Isa
(a.s)'ya "Ey Meryem oğlu Isa, insanlara "Allah 'dan başka, beni ve
annemi iki ilah edinin" diyen sen misin? "33 demesidir. Buna göre,
"üçün üçüncüsü" ifadesi, "üç ilfihın birisi" veya "üç ilahtan birincisi"
manasındadır. Bunun manasının böyle olduğunun delili ise, Allah'ın,
onları reddederken, "Halbuki bir tek tanrıdan başka hiçbir tanrı
yoktur" buyurmasıdır.
2) Kelamcılar, Hıristiyanların şöyle dediklerini
nakletmişlerdir: Cevher tek, unsurları (uknumları) ise üçtür: Baba, oğul
ve Ruhu'l- Kudüs ... Bu üçü, tek bir ilahtır. Nitekim güneş, hem kur's'u
(daire), hem ışığı hem de ısıyı kapsamaktadır. Buna göre Hıristiyanlar,
"baba" kelimesi ile, Tanrının zatını; "oğul" ile, kelimesini; "ruh" ile de
hayatını kasdetmişler ve zat, kelime ve hayatın varlığını söyleyerek
şöyle demişlerdir: Hak Tefüa'nın sözü olan "kelime", suyun içki ve
süte karışması gibi, Hz. İsa'nın bedenine karışmıştır. Yine onlar,
babanın bir ilah, oğulun bir ilfih ve ruhun bir ilah ve hepsinin birlikte
tek bir ilah olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu iki görüşün de batıl olduğu, aklın bedaheti (delil ve isbat
gerektirmeyecek şekilde) ile malfimdur, bilinir. Çünkü üç, bir olmaz,
bir de üç olmaz. Yeryüzünde Hıristiyanların sözü kadar batıl ve bozuk
başka bir söz görülmemiştir. 34
"Meryem oğlu !sa Mesih de ancak bir peygamberdir. Ondan
önce de peygamberler gelip geçmiştir" O da, kendinden önceki
peygamberler gibi sadece peygamberlik vazifesiyle görevlendirilmiştir.
Allah, tıpkı diğerlerine olduğu gibi, ona da bir takım mucizeler
vermiştir. Yüce Allah, Hz. Isa'yı babasız olarak dünyaya getirmişse
(daha ilginci); Adem'i de hem annesiz, hem de babasız olarak
yaratmıştır.
33
Mfüde, 5/116
34
er~iizi, Tefsir-i Kebir, c, 3, s.173. Mfüde, 5173
E111!1!i Scrlıi ! -1-rı_i
35
Rilhu'l- Beyan, c,2, s.460. Mfüde, 5175
30
Rilhu'l- Beyan, c,7, s.541. Zuhruf, 43119
37
Kurtubf, c. 1O, s.182. Nah!, 16/57
-1-04 / Eıı1llll .';ı'erlıi
38
er- Razi, c, 14, s. 252. Nahl, 16/57
39
Tevbe. 9/30-3 l: Kurtbl, c,8, s. l 93, 197
Eıııôll .';)erlıi I ./-65
4
rı Tevbe, 9/30- 31. İbn Kesir, c,7, s. 3455- 3456
4661 Emôli !;ı'crhi
41
Zuhruf, 43/22- 23
42
Tevbe, 9/30
43
Kurtubf, c,8. s. 193, 198. Tevbe, 9/30- 31
Enıô// Şerlıi I "1-67
44
Bakara, 2/ l 05
45
Bakara, 2/ l 20
46
AI-i İmran, 3170-72
47
AI-i İmran 3173,100
48
Nisa, 4/44, 45, 5 ı
468 / Emôli Şerhi
49
Tevbe, 9/8,10: Ayrıca, Bakara, 21217. Nisa, 4/102 ve Mümtehine, 60/2.ayetlere bakınız
Emiili Serlıi / 469
50
Tevbe, 9/32-33
51
İbn Kesir, c.7, s.3465: Seyyid Kutub, Fi Zılfü, c.7, s. 235; Tevbe, 9730-31
16. Beyt:
Tercümesi:
"Yine azamet ve yücelikler sahibi olan Allah, yardımcıdan ve
destekçiden de münezzehtir."
Açıklaması:
Bu beytte avn kelimesi iane, nasr kelimesi ise nusret
manasınadır ve iane marufu .aleyhtir, yani iane nasr'a isnad olunur.
Teferrede; bir kimse bir işi yardımcısız yaptığı zaman ona münferid
denir. Manası ise şudur: Şüphesiz ki Allah Teala kadından ve erkek~kız
evlattan münezzehtir. Onların yardımlarından da sair kulların
yardımlarından da münezzehtir. Allah Teala alemlerden ganidir. Allah
(c.c) bu konuda şöyle buyurur: "Çocuk edinmeyen, mülkünde
(hakimiyetinde) ortağı olmayan, acizliği olmadığından dolayı da bir
yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah'a hamdolsun" de ve O' na tekbir
getir (büyüklüğünü ilan et). ,;ı
Bir grup, bu ayet Nasara, Vesniye ve Seneviye'yi red için
geçmiştir dediler. Yahudi ve nasara görünüşte ehl-i kitaptır, fakat şirk
içindedirler. Vesniye'den maksat, putlara tapanlardır. Senevi'yeden
kasdolunan ise Mecusilerdir. Bunlar iki ilahın varlığına kail
olmuşlardır. Yezdan ve ehriman Yezdan kadim, Ehrimen hadistir
derler. Seneviye, nur ve zulmetin aslı ezell ve kadimdir, onların yaratıcı
oldukları görüşündedirler. Seniyye ise, kimi ateşe, kimi sı1rete vesair
eşyaya perestij ederler, taparlar. Saibe de ulfihiyeti yıldızlara isnad
ederler. Hepsi de batıldır. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah birdir
şeriki yoktur. Bu hususta Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Allah 'ı iki
ilah edinmeyin. O, ancak bir tek ilahtır. Yalnız benden korkun (bana
kulluk edin)! " 2
Teferrede kelimesi, ferde şamil olduğu için teferred diye
genelleştirildi. Ehadiyyet, sıfat-ı zatiye, Vahidiyyet ise sıfat-ı fiiiiyedir.
1
İsrii,17/111
2
Nahl,16/51
.f.72 Emali Şerhi
Nitekim nazım her ikisine de iki vasıfla işaret etmiştir. Onlar, zü'l-celal
ve zü'l-meal'dir. Allah Teala şöyle buyurur: "Azamet ve ikram sahibi
Rabbinin ismi ne yücedir. "3 Yani, azamet, heybet, in'am ve rahmet
sahibidir. O, Subhan'dır. Kemal sıfatlarıyla mevsuftur ve celal ve
cemal vasıflarını havidir.
Allah Teala zat ve sıfatında Vahid, mülk ve kudretinde, celal
ve azametinde münferiddir. Emir ve hükümlerinin yerine
getirilmesinde yardıma ve yardımcıya ihtiyac; yoktur. Bütün mahlfikat,
bütün zaman ve mekanlarda kendisine muhtaçtırlar. İhtiyaç acz
alametidir. Hz. Hak Subhanehu ve Teala Kadir, Gani ve Kayyum'dur.
1
Rahmfuı,55178
•Kaşanı, cm, ıs
5
msl, el-Beled,90/5,7
6
msl, Buhar!, Tefsir, 112
de bir ve yegane olduğunu ifüde eder. 7 Başka bir ifade ile Ahad her
türlü nisbl kesreti, Vahid ise adedi kesreti nefyeder.
Kur'an'da ve hadislerde 8 Allah'a nisbet edilen "vahdehu" ahad
ile vahidin kökünü teşkil eden "vahd" kelimesinin zamire muzaf
olmasıyla meydana, gelen bir tabirdir. "Yalnız, bir olan" manasına
gelir. Müddesir süresinde geçen 9 "Vahlden" kelimesi, yorumlara göre
Allah'a nisbet edilmektedir. Bu durumda anlamı "ezelden beri tek ve
yegane olan, kainatı tek başına yaratıp idacte eden, Celal ve Kemal
sıfatlarıyla vasıflanmış bulunan" demek olur. 10
Vahid: Bir Tek olması itibariyle zatın ismi. 11 Vahidiyet:
İsimlerin kaynağı olması itibariyle Allah'ın zatı. 12
Vahid ve ahad kavramları Allah hakkında kullanıldığında,
"bölünmesi (tecezzi, inkısam) ve sayısının artması (tekessür) mümkün
olmayan bir, tek, yegane varlık" manasını ifüde eder. Buradaki birlik,
herhangi bir sayı dizinin ilk basamağı anlamında değildir. Allah'ın
cüzlerden teşekkül eden birleşik (mürekkeb) bir varlık olmadığı,
benzeri ve dengi bulunmadığı manasını taşır. Aynı kökten gelmekle
birlikte ahad ile vahid arasında kullanılış bakımından bazı farklar tesbit
edilmiştir.
Vahid, müsbet ifade ile kullanılır ve Allah'a nisbet edilince
O'nun birliğini sübfi(ı
(ne olduğunu belirten) sıfatlar (cemal sıfatları)
açısından anlatır; O'nun zatında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan bir
ve yegane olduğun ifade eder. Nitekim zfü-ı ulfihiyyetle ilgili olarak
Kur'an-ı Kerim' deki kullanılışında ilah ve Allah lafızlarına sıfat olması
da bunu gösterir. Çünkü Allah isminin tarifi içinde "bütün sıfatlarını
ihtiva etmek" meflıumu vardır. Buna göre İhlas sfiresinin ilk ayetinde
Allah lafzıyla sübütl sıfatlara, ahad ismiyle de selbi sıfatlara işaret
edilmiş olur. "Birleşik olmamak, benzeri ve dengi bulunmamak"
anlamında bir ve tek olan varlığın ezell ve ebedi olması gerekir.
Ahad ile Vahidin her biri ezeliyet ve ebediyet manasını da
ihtiva etmekle birlikte, bazı alimler abadı ezeli yet, vahidi de ebediyet
manasına tahsis etmişlerdir. Ahad, Allah'ın zatı bakımından, vahid ise
sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Vahid ismi Kur'an-ı
7
Şirvani, Tefsiru silreti'l-İhlas
H M.F. Abdülbaki, Mu'cem, ahad md; Wensincek, Mu'cem, ahad md
9
74/11
10
Bekir Topal oğlu, D.İ.A., c. 1, s.483, Ahad md
Kaşanl
11
Kaşanı
12
-1n E111ôti Snlıi
Ker\'m'de on beş yerde ilahın, beş yerde Allah lafzının sıfatı, bir ayette
Allah'a raci zamirin haberi olarak kullanılmış, hadislerde de Allah'a
nisbet edilmiştir. 13
Ahadiyyet: Bütün isim ve sıfatlardan mücerred olarak Allah'ın
zatının tek ve bir olduğunu ifüde eden terim. Mutasavvıflara göre ilim,
sıfat, nisbet ve taayyünlerden hiçbiri söz konusu olmaksızın, bunların
varlıkları kesinlikle dikkate alınmaksızın ilahi, zata "ahad" (tek, eşsiz,
bir) ismi nisbet edilmiştir: "ahadiyyet" ise O'nun bu eşsizliğini ve
tekliğini ifade eden bir sıfattır.
Ahadiyyet, daha mükemmeli tasavvur edilemeyen birlik, ezeli
ve ebedi tekliktir. Bu manadaki "bir"i (ahad) bilen de yoktur. Zira
duyularla idrak edilmeyen ve hiçbir sıfatla nitelendirilmeyen bir
varlığın bilinmesi mümkün değildir. "Bilme" bir süje (füil-özne)ve obje
(nesne, failin dışında kalan he şey) ilişkisidir. Bu ilişkide bilen, bilinen
ve bilme fiilinin varlığı söz konusudur. Bu ise çokluk (kesret) demektir
ve sözü edilen birlik fikrine aykırıdır. Ahadiyyet mertebesinde bilen,
bilinen ve bilme aynı şeydir ve bu da zat-ı ulı1hiyyetten ibarettir.
Mutasavvıflar bu makamı anlatmak için "Bir'i ancak "bir" bilir, onu
O'ndan başkası bilmez" demişlerdir.
Allah'ın birliğini vahdet terimiyle ifüde eden mutasavvıflar
vahdetin bir yönüne "ahad" öbür yönüne "vahid" derler. Dolayısıyla
vahdet, ahadiyyetle vahidiyyet arasında yer alır. Önce ahadiyyet, daha
sonra vahdet ve vahidiyyet mertebeleri gelir. Ancak her üçü de ezeli
olduğundan burada sözü edilen ö.ncelik-sonralık zamanla ilgili değil,
akli ve itibaridir.
Ahadiyyete "li'i-taayyün (belirsizlik)" vahdete "taayyün-i
evvel," vahidiyyete de "taayyün-i sani" denilir. Ahadiyyet Alli'ih'ın
zatını zatyıla bilme mertebesidir; burada diğer şeylerin bilgisine yer
yoktur. Vahdet zatını, sıfatlarını ve bütün varlıkları (ayırım söz konusu
olmaksızın) kül hi'ilinde, Vahidiyyet ise vahdedette külli olarak bildiği
şeyleri cüz'\', yani ayrıntılı olarak bilme mertebesidir.
Vahdet: Birlik. Hakiki anlamda bir (vahid) Hak'tır. Onun için
gerçek birlik de O'nun için söz konusudur. Vahdet-i kusı1d: Maksatta,
muradda ve matlabta söz konusu olan birlik. Hakk'ın irade ettiği ve
istediği ile kulun irade ettiği ve istediği şeyin bir ve aynı olması.
Böylece iki irade birleşmiş ve tek bir irade olmuştur. Ancak burada
13
Tirmizi, Da'vfit,82: İbn Mfice,Du'a, 10: Müsned,IV, 103,238: Bekir Topal oğlu, D.İ.A.,
c.l, s.483
gerçek bir birleşme söz konusu değildir. Zira kul kendi iradesini yok
ederek (şahsi arzularını ifna ederek), yerine Hakk' ın iradesini koyarak
bu sonuca ulaşmıştır. Artık burada kulun iradesi ve arzusu yok veya •
geçerli ve etkili değil, sadece Hakk'ın iradesi var, geçerli ve etkili olan
sadece bu ir?dedir. Mutasavvıf olsun olmasın bütün müslümanlar bu
anlamdaki irade birliğini en mükemmel müslümanlık sayarlar. Vahdet
ehli için önemli olan varlık konusu, yani varlığın bir oluşu
mes' elesidir. 14
Hamd: Nimetini, lütfunu ve yüce vasıflarını dile getirerek •
yapılan övgü. Saygıyla yapılan güzel ve samimi medih. a) Kavli
15
14
Süleyman Uludağ, D.i.A., c. 1 s.484
15
Tahanevl, 1,31 O
16
Ta'rffiit
17
Ferheng
IR Ragıb el-İsfehiinl, Müfredat, 131, İbri Kesir, c. l, s.520
İsrii,44
19
.:/-76 Eml'ıli Serhi
20
Neml,59/93
21
Tegiibün,16
22
Bursevl, Rfihu'l-Beyiin c.l, s.38; Fiitiha,1
23
Kurtubl, er-Razi, İbn Kesir, Fatiha sfiresi, 1/1: D.İ.A., c. 15, s.442, Hamd md
Emlill Ş'erlıi / -177
24
Mu'tezile
4 78 E11u.lll Serlıi
25
er-Razi, Tefsir-i Kebir, c.15, s.88-89
E11ıfıli .)'er/ıi / '179
durumda bu, hem amele (uzuvlarla yapılan amele), hem zikre, hem de
tefekküre bir işaret olmuş olur. o halde ayetteki:
"Sebbih" ifödesi, amellerin en hayırlısına, yani, namaza,
"Bihamdi Rabbike" ifödesi, zikre ve "Ve minelleyli fesebbihu" ifödesi
de, seslerin dindiği, iç alemin berraklaştığı bir zamanda, tefekkür
etmeye bir işarettir. Yani, "Fikrinle de, Cenab-ı Hakk'ı O'na
yakışmayan her türlü kötü şeylerden tenzih et" demektir. ki, Allah
Tea!a ancak kemal sıfatlarıyla ve celal vasıflarıyla muttasıftır. 26
26
Tefsfr-i Kebir, c.20, s.317-318; Kiif,50/39-40
27
Nahl,16/18 .
Şı1rii,42il ı
28
-180 Emôli <)ahi
29
Tefsir-i Kebir, c.17, s.169-170; Furkan,25/1
İbn Manzllr, Lisanı11-arab, V. 144-146
30
31
Bakara,2/161: Ayrıca bkz, Nisa,4/56: Tevbe9/49:Zuhruf,43/75: Müddessir,74/48
32
Bakara,2/6
13
bkz. Bakara,2/89
E111/i/[ .)'erlıi / .Jö I
Şirk
Allah Tefüa'ya şirk koşmak, İsliimın getirdiği en önemli esas
olan "Tevhid akldesi"ne aykırı olduğu için açık bir küfürdür.
Lugatta ortak kabul etmek manasına gelen şirk, ıstılahta Allah
Tea!a'nın uh1hiyyetinde, sıfat ve fiillerinde eşi ve ortağı bulunduğunu
kabul etmek. O'nun şeriki olduğunu söylemektir. Şirk ile küfür
birbirine yakın iki mefhumdur. Aralarındaki fark küfrün daha genel,
şirkin daha özel olmasıdır. Bu manada her şirk küfürdür. Fakat her
küfür şirk değildir. Her müşrik kafirdir fakat her kafir müşrik değildir.
Çünkü şirk, sadece Allah'a ortak koşma neticesi meydana gelir. Küfür
ise, küfür olduğu bilinen bir takım inançların kabfilü ile oluşur.
Küfür olan inançlardan biri de Allah'a ortak tanımadır.
Meselii, Mecfisllikte olduğu gibi iki ilahın varlığını kabul etmek hem
şirktir, hem de küfürdür. Halbuki ahiret gününe inanmamak küfürdür
fakat şirk değildir. Kur'an-ı Kerim' de, müşriklerle ehl-i kitap, kafirlerin
iki ayrı zümresi olarak zikredilmektedir. 35
Allah'a şirk koşmak günahların en büyüğüdür. Şirk ve küfrün
Allah tarafından bağışlanmayacağı, Allah'a ortak tanımanın en büyük
zulüm ve adfiletsizlik olduğu Kur'an'da bildirilmiştir. 36
Tevhide zıt olan şirkin beş çeşidi vardır:
a) Şirk-i istiklfil: İki müstakil ilah kabul edenlerin şirkidir.
Mecusi ve Senevi (dualist-ikici)lerin şirki bu çeşittir.
b) Şirk-i teb'lz: Allah Tefila'nın bir olduğunu söylemekle
beraber, ilahlardan mürekkeb olduğuna inananların şirkidir.
Hıristiyanlıktaki teslis inancı gibi.
c) Şirk-i takrlb: Alemin yaratıcısının bir olduğunu söylemekle
birlikte, Allah'a yakınlık sağlamak için, Allah katında aracı olsun diye,
irtidad
Lugatta dönmek manasına gelen irtidad ve ridde kelimeleri,
bir müslümanın dinden çıkması veya İslamdan başka bir.dine girmesi
demektir. Dinden dönene mürted denir. Kafir ile mürted, küfür içinde
olmak bakımından beraberlik arzederse de, mürtede uygulanan dünyevi
hükümler, kafire uygulanandan farklı olmuştur. İmam Maverdi'nin de
dediği gibi, mürtedleri gayr-i Müslimlerden ayırdeden özellikler
vardır.
38
Nifak
Dıştan mü'min ve müslüman görünmek, kalben Allah'ı,
peygamberi, onun getirdiklerini kabullenmek manasına gelen nifak,
önce de zikredildiği gibi, bir küfür çeşididir. Kalben inanmayıp, zahiren
müslümanmış gibi görünen kimseye münafık denir. Dünyada zahire
göre hüküm verildiğinden, münafık müslüman gibi işlem görür.
Gerçekte kafir olduklarından münafıklar ahirette ebedi azaba hak
kazanırlar:
"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri fman etmiş
39
olmadıkları halde, "Allah 'a ve ahiret gününe inandık" derler... "
" ... Çünkü onlar dıştan iman ettiler. Fakat sonra kalbleriyle kafir
oldular... "40 "Muhakkak ki münafıklar cehennemin eıı alt
37
İzmirli, Yeni İlm-i Kelam, Il, 102- 103
38
Ayrıntılı bilgi için bkz: Mil.verdi, el-Ahkiimu's-Sultiiniyye, s.57
19
Bakara,2/8
40
MüniifikGn,63/3
E111ôlf Serlıi 1 -Jö3
41
Nisa,4/145
42
Taftazani, Şerhu'l-Makasıd,11,268
43
İsra,! 7/1 ı ı
44
Tefslr-i Kebir, c.15, İsra,! 7/111
484 Eıl/(lli Şerhi
45
Kurtubi, c. 10, s.519; İsra, 17/111
46
İbn Kesir, c.9, s.4927; İsrfi,17/111'
47
Es-Sabun!, c.3, s.415
Emlllt Şerhi/ 485
İkinci
ayetimiz Nahl,51 hakkında yüce Allah, cahiliye halkının
sapıklıkları hususunda misaller verdi. Buyrulur ki: "Yüce Allah
buyurdu ki: İki ilaha ibadet etmeyin. Çünkü gerçek ilah birden fazla
olmaz. Sizin ilahınız birdir, tekdir, eşi yoktur, her şey O 'na muhtaçtır,
O hiçbir şeye muhtaç değildir. O halde sadece Ben' den korkun,
başkasından değil. " 48
Allah Teala, zatından başka tanrı bulunmadığını, ibadetin tek
ve ortağı olmaksızın sadece zatına yakışacağını, her şeyin maliki,
yaratıcısı ve Rabbi olduğunu gönüllere yerleştiriyor. Önceki ayette,
ister ruhlar aleminde, isterse maddeler aleminde olsun, kendisi dışında
kalan her şeyin, kendisinin celiil ve kibriyasına boyun eğip, inkıyad
ettiğini beyan edince, bunun peşinden bu ayette şirki yasaklamış,
kendisi dışında kalan her şeyin, O'nun mülkü olup, zatının ise her
şeyden müstağni olduğunun bilinmesini emretmek üzere, "İki ilah
edinmeyin. O, ancak bir ilahtır" buyurmuştur.
İki ilahın varlığını söylemek, kabul etmek, akıl nezdinde kablh
ve çirkin bir sözdür. İşte bundan dolayı, hiç kimse "Vacibu'l-Vücfid"
olma, kıdem ve kemal sıfatlarından birine denk, müsavi iki ilahın
bulunduğunu söylememiştir. Binaenaleyh, "La tettehizfi ilaheyni
isneyni" hitabındaki "isneyn" tabirinin tekrar edilmesinden maksad, bu
fikirden tamamiyle uzaklaştırmak ve aklın, bundaki çirkinliğe
vukfifiyetini mükemmelleştirmektir.
İkilik, ulfihiyete aykırıdır. Allah Teala, bu sözden sonra "O
ancak bir tek ilahtır" buyurmuştur ki bu, geçen deliller, alemin mutlaka
bir ilahı olduğuna delalet edip, iki ilahın var olduğunu ileri sürmenin
imkansız olduğu sabit olunca, tek, bir, Hak ve Samed (her şeyden
müstağni ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu) O ilahtan başka tanrı
olmadığı sabit olur.
Cenab-ı Hak sonra da, "Onun için benden, yalnız benden
korkun" buyurmuştur ki, bu cümle hasr ifade eder. Bu da, insanların
sadece O'ndan korkmaları ve sadece O'nun lütuf ve ihsanına arzu
duymalarıdır. Zira varlıklar ya kadim, ya muhdestirler. Kadim olan İlah
tekdir; O'nun dışında kalanlar ise, muhdestir. Ancak O kadim varlığın
yaratıp !cad etmesiyle meydana gelmişlerdir. Durum böyle olunca,
ancak O'na iştiyak duyulur ve ancak O'ndan korkulur. O'nun lütfu ve
ihsanıyla bütün ihtiyaçlar karşılanır. O' nun yaratıp var etmesiyle bütün
zarfiretler son bulur. 49
Üçüncü ayetimiz: "Azamet, saltanat ve ikram sahibi Rabbinin
adı ne yücedir. " 50 Tebareke kelimesi, "bereket" kökündendir. Bereket,
devam ve sebat etme manasınadır. Bu, "O'nun ismi devamlı ve sabit
oldu" ve "O'nun katında hayırlar devamlı oldu" demektir. Çünkü
bereket, her ne kadar "sebat" manasına ise de, bu hayırlar için de
kullanılır. Ayrıca, bu "mekan açısından değil de, şan ve şeref açısından
yücedir" demektir.
Azamet, ululuk, lütuf ve ihsan sahibi yüce Allah'ın zatı,
noksan sıfatlaı;dan uzak ve münezzehtir. O'nun hayrı çok, bereketi
boldur. Yüce Allah yukarıda dünya nimetlerini, "Yalnız azamet ve
ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalır" mealindeki sözüyle sona
erdirince, burada da ahiret nimetlerini "Azamet ve ikram sahibi
Rabbinin zatı münezzeh ve mukaddestir" sözüyle sona erdirdi. Orada,
alemin yok olmasından sonra yüce Allah'ın bekası ve sonsuzluğunu
anlatmak uygun düşmüştür. Burada ise, ikram ve nimet yurdunda
mü'minlere lutfedeceği iyilik, ihsan ve hayrı anlattıktan sonra, bereketi
anlatması uygun düşmüştür. 5 ı
O, isyan edilmeye değil, ululanmaya, ikram sahibi kabul
edilerek ibadet edilmeye, inkar olunmaya değil, şükredilmeye,
unutulmaya değil, zikredilmeye layıktır. 52 O'nun ikram ve azamet
sahibi olduğunu bilen, azameti önünde titrer. ikramı önünde ferahlar.
Ümit ve korku arasında yaşar. Allah Teala, ulUhiyet, mülk, melekfit,
din, itaat, nimet ve yöneliş bakımından eşsiz ve benzersizdir.
Bazı zaman olur ki, insan fıtratı şiddetli bir bozuklukla
karşılaşır, korkunç bir inhirafla yüz yüze gelir. Ve bir kısım insanlar
sıkıntılı anlarında Allah'tan başkasına yönelirler. Bir takım
yaratıklardan, uydurma tanrılardan yardım isterler. Allah'ın verdiği
nimeti unutur, ihsan ettiği hidayeti görmezlikten gelir ve küfre dalarlar.
Böylece en büyük hataya, yanlışlığa düşerler.
Halbuki sıkıntıya düşünce kalbler Allah'a yönelir. Çünkü
doğuştan O'ndan başka kimsenin kendisini kurtaramayacağını bilir.
Ancak sıkıntı gidince başlar eğlenmeye ve nimeti, zamanı ve ömrü har
vurup harman savurmaya. Allah'a olan inancı bağlantısı gevşer, çeşit
49
İbn Kesir: Tefslr-i Kebir, Nah!, 16/5 l
50
Rahman,ssns
51
Ebil Hayyan, Bahr, 8/200
52
İbn Kesir, c. ı 4; Rahman,ssns
J:,ııuılı .)ı·ifıı / "18i
çeşit batıllara dalar. Muhtelif eşler koşmaya başlar Allah'a. Bit kısım
değerleri tanrılaştırır, bir kısım sistemleri putlaştırır ve bazı insanları da
ilahlaştırır. Yukarıda verilen ayetlerde bunların hepsi serdedilir.
Halbuki İslam dini, bu dünyayı imar ve ıslaha memur edilen,
bunun için de bütün varlıklar emrine musahhar kılınan insanoğullarını,
fert ve cemiyet olarak refah ve saadete kavuşturan içtimai, iktisadi,
hukuki ve ahlaki en güzel hükümleri bildiren ilahi bir nizamdır.
İslam dini, beşeriyetin gelişme ve yükselmesiyle Allah (c.c)
tarafından geliştirilen ve her türlü ihtiyaca her zaman cevap verebilen
gerçek inanç, iyi amel ve güzel ahlak esaslarını getiren en son ve en
mükemmel bir dindir. Beşeriyeti daima doğru yola sevkeden ve
hidayete eriştiren ilahi bir yoldur. Çünkü o, insanı, önce Halık-ı Zü'l-
Cela!ine, sonra nefsine, daha sonra ailesine ve içinde yaşadığı cemiyete
karşı olan vazifelerini öğreterek en güzel ahlak üzere olmasını, dünya
ve ahirette saadete ermesini temin eder.
İslam dini, getirdiği ilahi gerçeklerle ilme ve irfana, hikmet ve
burhana dayanan, dfüma akla hitabeden ve onun ıslahını hedef tutan bir
dindir. Çünkü bu yüce din; aklı, cehiiletten, şirk ve batıl inançlardan
koruyarak, onu hak ve gerçeğe yöneltir, ilim nuruyla nurlandırır. Evet,
Hak geldi, batıl zail oldu. Zaten batıl zfül olmaya mahkumdur.
Vesselam.
../88 / Eınôll f;,'erhi
Sonuç
Adi: Her şeyi kendi yerine koymak. İfrat ve tefrite (iki aşırı ucıı) kaçmadan
ortada ve dengede olmak, eşitlik ve denklik. Adalet, Kişinin mürüvet ve
takvasını icabettiren sıfatlarla muttasıf olması. Bu sıfatlar: Allah'ın emirlerine
bağlılık, yasaklardan kaçınma, yalan, günahkarlık, cehalet, ile bid'at gibi
adaletten düşürücü hatalardan kaçınma ve küçük günahlarda ısrar etmemektir.
Bu tür kimselerin şahadeti makbuldür. Zıddı: Zulüm.
Akide: İnanç, inanılacak şey, çoğulu: Akaid
Ahkiim-ı batına: Gizli kanunlar.
Ahkiim-ı h3lkiyye: İnsanın yararlı davranışlarda bulunmasını ve yasaklardan
sakınmasını, nefsini temizlemesini sağlayan davranışlar, kaideler.
Ahkiim-ı imaniye: İnançla ilgili esaslar.
Akiiid-i diniye: Dinde inanılması gereken hususlar.
Akliyyfin: Aklın verilerini esas alan felsefi görüş.
Alem: Allah'tan başka mevcfid olan her şey.
Alem-i Mansfis: Algılar §lemi.
Amiil-i Şer'iyye: Dince yapılması istenen ibadetler ve davranışlar.
Araz: İlinti; sonradan olma, kendiliğinden varolmayan.
Asi (Asıl): Kök, delil, nass, metıt,esas, ana- baba, dede ve nine. Çoğulu: Usul.
Aslah: (Allah hakkında muhal olan) En uygun, en yarayışlı. Kullara ait bir fiili
yaratırken veya dine dair bir hüküm emrederken, Allah Teiila'yı, kendisine
veya mahh1kata raci bir maslahatın, bir menfaatın bu fiil veya emre icbar ve
ilzam etmesi.
Ayn: Dış dünyada var olan maddi ve gayri şahsi şey. Belli ve somut nesne.
Deyn' (borç) karşıtı olarak kullanılan bu terim, Fıkıh'ta muayyen ve somut
eşyayı ifiide eder. Ev, Allah Teiila ve benzeri gibi.
Ayniyet- ğayriyyet: Aslı gibi olma. İki şeyden biri tasavvur edilemezse
aralarında ayniyet, aksi takdirde ğayriyyet vardır, denilir.
Batıl: Boş, yanlış, çürük, devamsız. Zatında sebat ve hakikat bulunmayan .
Temelden bozuk. Hakk'ın zıddı.
Bedihi ilim: Düşünmeden, delile başvurmadan ilk bakışta meydana gelen bilgi.
Cföz: Olması, bulunması düşünülebilen. Olmaması zorunlu olmayan. Olması
da olmaması da eşit olan. Bk. Mümkin.
Cebr: Mecburiyet, zorlama. İrade ve ihtiyarın zıddı. Kulun, irade ve hürriyeti
olmadığını söyleyerek, her türlü fi'lini Allah'a iziife etmek.
Celi: Açık olan şey demektir. Celi Kıyas: Kıyastaki illet, feri'de asıl'dakinden
daha kuvvetli ve açık olduğu gibi asi ile feri' arasında bulunan farkın
kaldırılmış olduğu kesinlikle bilinir. Mesel§ Kur'anda, ana ve babaya "öf'
denilmesi yasaklanmıştır. (İsra: 17/22)
Cerh: Lfigatta yaralama manasına gelen bu tabir, ıstıliihta gerek raviyi gerekse
hadisi, sıhhatıi bozucu sebeplerden biriyle itham edip sıhatten düşürmektir.
Cevher: Asıl madde. Boşlukta yer tutan ve varlığını bizzat hissettiren şey.
490 / Emô/1 $erlıi
ISBN97S-975-319-171'·2