Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 2

“Ne var ne yok bakalım?


“Hayırlar...”
“Sen neden savaşa gitmiyorsun?”
“Ben yüzbaşı beyin evinde kaldım. Hem zaten savaş bitti.”
Primo:
“Ne?” diye bağırdı. “Savaş bitti mi? Nasıl bitti?”
“Bu akşam yüzbaşı bey geldi. Evdekilere korkmamalarını söyledi. Bizim paşa ile Yunan’ın paşası
konuşmuşlar.”
“Ee sonra?”
“Sonra, Selanik’i teslim edecekler.”
“Savaşsız mı?”
“Savaşsız...”
Primo:
“Vay alçaklar vay...” diye bağırdı. Bu nasıl olurdu? Selanik’i babalarımız savaşsız mı almışlardı
ki? Şimdi savaşsız düşmana veriliyordu. Mustafa’ya daha birçok şey sordu. Elli, altmış, yetmiş bin
kişi silahlarını vereceklermiş. Karaburun’daki büyük toplar bir gülle atmadan düşmana teslim
olunacakmış...
Primo tekrar sordu:
“Ee, sizi düşman sonra ne yapacak?”
“İyi bilmiyorum, galiba esir alacak... ‘Esirlik çok rahat, adama bey gibi bakarlar’ diyorlar.”
Ve yüzbaşı beyin sevindiğini anlatıyordu. Primo dinliyor, içinden müthiş bir kin kabarıyor, zehir
gibi damarlarına yayılarak her tarafını acıtıyordu. Mustafa gideceğine yakın belinden büyük bir
revolver çıkardı. Bu yüzbaşı beyinmiş. Yunanlılar esir aldıkları zaman subayların kılıçlarını
bırakacaklarmış ama diğer silahları alacaklarmış. Onun için bunu Mustafa’ya vermiş, anasına
saklattırsın diye... Primo hem dinliyor, hem de savaşta kullanmadığı bu silahı bu subayın neden
sakladığını, savaştan sonra onu ne yapacağını düşünüyordu. Hiç böyle revolver görmemişti. Kılıfı
tahtadandı. Aldı, baktı:
“Ne tuhaf...” dedi. “Bu nasıl şey?”
Mustafa bilmişlik tasladı:
“Buna mavzer revolveri derler beyim; bu hem tabanca hem de tüfek gibi kullanılır...”
Primo sordukça o anlatıyordu. Tahta kılıfı, daha doğrusu kutuyu açtı. İçinden revolveri çıkardı.
Sapını kutunun ucuna taktı. Tahta kılıf bir tüfek gibi olmuştu. Omzuna dayadı, nişan aldı:
“İşte böyle...” diyor, daha ayrıntılı anlatıyordu. Primo dikkatle dinliyordu. On kurşun birden
konuluyordu. Nasıl konulduğunu sonra nasıl boşaltıldığını anlattı.
Primo da aldı. Omzuna koydu. Mekanizmayı kurdu. Tetiği çekti. Ateş edermiş gibi boşalttı. Ah,
böyle on kurşun birden konan, iki bin metre uzağa atan mükemmel bir silah varken düşmandan nasıl
kaçılırdı? Primo’nun buna aklı ermiyordu. Emine Hanım:
“Ey oğul, nerede saklayayım ben?” diyordu. Primo kolayını buldu. Yukarıda, tavan arasında, saçağa
yakın bir yerde ufak bir delik vardı. Oraya konulursa hiç kimse göremezdi. On bağ da fişek vardı;
onları da kömürlüğe koymalıydı. Mustafa:
“İyi, iyi...” dedi.
Anası itiraz etmedi. Primo revolveri aldı. Kendi eliyle yerleştirdi. Kurşunları rutubet almasın diye
bezlere sardılar. Çuvalların arkasına koydular. Primo hep savaşla ilgili şeyler soruyor, Mustafa
cevap veremiyordu. Primo’nun bu teslim olma işine aklı bir türlü ermedi.
Akşam babasıyla konuştular. Bu nasıl oluyordu? Ve babasının İstanbul’a gitmek istediğini anladı.
Ah, Selanik kalacaktı ha? Üzüntüden kalbi acıdı. Rüyada görse inanamayacağı bu felaketi daha çok
düşünemiyordu. Felaket saatleri ağır geçer. Yunan atlılarının gelmesi; kralın, prenslerin, prenseslerin
Selanik’e dolması epey sürdü.
Birden her şey değişmişti. Sokakları şapkalılar kapladı. Yahudilerin hepsi hemen Rum’laştı.
Dükkanlar maviye beyaza boyandı. Mavili beyazlı taklar yapıldı. Yunan kralı geldi. Herkes, kadınlar
ve erkekler sokağa döküldü. Alkış, alkış, alkış... El şakırtısından, “Zito, zito Yorgos!” naralarından
gök gürlese duyulmayacaktı.
Yalının önünden düşman taburları mızıka çalarak geçiyorlardı. Bütün pancurlar açılıyor, bu geçen
taburlara çiçekler, öpücükler atılıyordu. Akşam babası:
“Yavrum, artık burada oturamayacağız” dedi. “İlk vapurla İstanbul’a gideceğiz. Yarın veya öbür
gün...”
Aman Yarabbi! Vatanı bırakmak bu kadar kolaydı ha!.. Adeta gezmeğe gider gibi vapura
binecekler, beş yüz yıldır oturdukları Selanik’i bırakacaklardı. Hayır, hayır... O, Primo, buradan bir
yere gitmeyecek, burada üzüntüsünden ölecekti. İstanbul’a gidip ne yapacaktı? Sokaktan geçen Rum
çocukları, tramvaycılar, satıcılar:
“İşte bir Türk çocuğu...” diye kimbilir ne kadar acı bir hakaretle bakacaklar, onunla eğleneceklerdi.
Artık bu hayata nasıl dayanabilirdi? Gece uyuyamadı. Babası istediği kadar bavulları filan
hazırlatsın... O kaçacak... Vapura binmeyecek, kendini öldürecekti.
Ölmeye karar verdikten sonra Primo gayet tatlı ve hoş bir rahatlık hissetti. Sanki acısı azaldı. Okul
filan çoktan kapanmıştı. Türkler kaçışmışlar, bütün bu binalara Yunanlılar dolmuşlardı.
Son saatini daha tayin edememişti. Dışarıya çıktı. Gezinmeye başladı. Her şey, her yer değişmişti.
Ah, değişmeyecek tek şey bizim subaylardı. Askerlerini, toplarını, tüfeklerini, vatanlarını, ırzlarını,
mallarını düşmana verdikten sonra kurtardıkları pis ve değersiz canlarını eğlendiriyorlar, yine eskisi
gibi parlak kılıçlarını yerlere sürterek muzaffer düşman askerlerinin arasında, erkeklerin önünden
geçen bir kız tavrıyla utanmadan geziniyorlar, gazinolarda bacak bacak üstüne atıp, narin kadınlar

You might also like