Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 2

Birazdan üzerinde duracağımız konu olan Devlet-Egitim ilişkisi üzerine konuşabilmemiz için,

önce devletin görevlerini, sınırlarını ve zorunluluklarını iyi anlamalıyız.


18. Yüzyılda İskoçya'da yaşamış olan, Liberalizm'in kurucu babalarından Adam Smith
devletin temel 3 görevi (zorunluluğu) olduğunu söyler.
1-Topluluğunu diğer topluluklara karşı korumak.
2-Topluluk üyelerinin mal ve can güvenliklerini, kısaca hukuklarını, diğer üyelere karşı
korumak.
3- Özel sektörün kârlı bulmayacağı veya özel sektöre bırakılması durumunda verimsiz olacak
işlerin yapılması.
1. Ve 2. Maddelerin hukuk ve güvenlik ile ilgili olduğu barizdir. John Lock da Adam
Smith gibi bu iki maddeye katılmakla beraber, Smith’e ek olarak bu maddelerin
temellendirmesinde toplumsal sözleşme kuramını kullanır. Yani Locke’a göre anarşist
durumdayken yaşanan karşılıklı hak kayıplarının giderilmesi için insanlar başkalarının
mülkiyet ve can güvenliği haklarını gasbetmemek karşılığında kendi can ve mal
güvenliklerini tesis etmiş oldular. Bu düzenin devamını sağlayacak olan yapıya devlet
diyoruz. Bu bağlamda açıktır ki devletin bu görevler haricinde başka herhangi bir
alana müdahale yetkisi bulunmamaktadır.

Adam smith, 3. Maddeye yani özel sektore bırakılmayacak işler kategorisine eğitimi
de katar. Buna getireceğimiz itirazlar şöyle olacaktır.

1. Devletin müfredata müdahil olması bazı ahlaki değerleri toplumsal zemine yaymaya
yarayacağı gibi her yeni gelen iktidara aynı yolla kendi ideolojilerinin propagandasını
yapma fırsatı vermektedir
2. Müfredat uygulaması aksi durumda ögrenciler için oluşması öngörülen alternatif eğitim
modellerini yok edeceğinden rekabeti sona erdirir ki rekabetin olmaması demek zorunlu
kalite düşüşü demektir.
3. Devlet, eğitim kurumu açarken mecburi olarak vatandaşın vergilerini kullanır, dolayısıyla
izlenecek olası bir yanlış eğitim politikasıyla oluşan zarar vatandaşın parasına yansır.
Ancak özel sektör açtığı kurumların masraflarını cebinden ödediği için, kötü bir politika
uyguladığı zaman da zarar gören kendi cebi olmuş olur.

4.Devletin tekelinde olan müfredat ve okullaşmanın gelir kaynağı vergiler olduğundan ne


kadar ögrenciye eğitim verdiğinden bağımsız olarak devletin geliri sabit kalır. Dolayısıyla
aksi durumda ögrenci çekmesi için yapması gereken kalite artırımlarını yapma ihtiyacı
duymaz. Bu da kalite düşüşüne sebep olur.

5.Eğitim masrafları için ilk 8 yıl boyunca çocuk hangi okula giderse gitsin burs verilmeli
günümüz ögrencilerinin (ilk 8 yıllık kademelerde okuyan) 2/3 ünü fakir saydığımızda bile
meb bütçesinin 3 milyar dolarlık kısmını dışarıda bırakarak öğrenci başına yıllık 5000 dolar
burs verilebiliyor. Liberalizmin vaadettiği genel fiyat düşüşüne ek olarak eğitim sektöründe
uygulanacak vergi muafiyetini de göz önünde bulundurunca ilk 8 yıl için bir sorun kalmıyor.
Peki sonra? Liseye geçtiğinde çocuk hem okul bursluluk sınavlarında hem de vakıf
burslarında aradığını bulamazsa isterse özel bankalardan uzun vadeli eğitim kredisi de
diyebileceğimiz kredilere başvurabilir. O da olmazsa özel sektöre yeni bir eleman kazandırmış
oluruz.

6. Öğretmen kalitesi açısından bakarsak, tabi ki de bütün öğretmenler için geçerli olmasa da
devlet okullarındaki ögretmenlerin ne kadar keyfi, rahat, sorumsuzca davranabildikleri
hepimizce malumdur. Bunun sebebi içinde bulundukları kurumun kâr amacı gütmemesidir.
Ancak özel sektörde işini iyi yapamayan öğretmen, kurum sahibi veya bu konudaki yetkili
tarafından takip edilir, çok daha disiplinli bir ortam sağlanmış olur. Kalifiye öğretmen için
oluşacak rekabet de öğretmen maaşlarını düşürür.

7. Ücra yerlerdeki eğitim, rakibin az olmasi dolayısıyla kâr marjının yüksek olması ile optimal
dengenin sağlanması.

You might also like