Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 157

SOSYAL

ARAŞTIRMALAR
VAKFI
SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı

ISBN 978-9944-5612-3-5
Sosyal Araştırmalar Vakfı 14
Yakın Tarih Dizisi - 1

“Kapitalizmi Planlamak
Türkiye’de Planlama ve DPT’nin Dönüşümü”

Ümit AKÇAY

Birinci Basım: Eylül 2007

Yayına Hazırlayan Kapitalizmi Planlamak


Serap KURT
Türkiye'de Planlama ve DPT'nin Dönüşümü
Kapak Tasarım
Savaş ÇEKİÇ
Ümit AKÇAY
Baskı Öncesi Hazırlık
Ülkü GÜNDOĞDU

Baskı ve Cilt:
Ezgi Matbaacalık
Çobançeşme Mah. Sanayi Cad.
Altay Sk. No: 10
Yenibosna/İSTANBUL
Tel: 0 212 452 23 02

Sosyal Araştırmalar Vakfı


İktisadi İşletmesi
İstiklal Caddesi Balo Sk. Analin Ap. No: 17/2
Beyoğlu – İstanbul

Tel/Fax: 0 212 292 55 85 - 86


Web: www.sav.org.tr
e-mail: merhaba@sav.org.tr Süheyla ve Tuncer’e...
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR ........................................................................................... 9
SUNUŞ .......................................................................................................... 11
TEŞEKKÜR ................................................................................................ 13
BİRKAÇ SÖZ .............................................................................................. 15
GİRİŞ ............................................................................................................ 19
1. BÖLÜM
DÜNYADA İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA OLUŞAN
SİYASAL ve EKONOMİK ATMOSFER .................................................. 23
1.1. ABD Hegemonyasında Gelişen Üretken Sermayenin
Uluslararasılaşması Süreci ..................................................................... 23
1.2. Yeni Ulus Devletlerin Kapitalist Sisteme Entegrasyonları
ve Kalkınma İktisadının Ortaya Çıkışı ..................................................... 24
1.3. Planlama Yaklaşımının Ortaya Çıkışı ...................................................... 28
2. BÖLÜM
1970’LERDEKİ KRİZ ve SONRASI ......................................................... 33
2.1.1970’lerdeki Kriz ve Yeniden Yapılanma Süreci ..................................... 33
2.2. Planlama Yaklaşımındaki Değişimler ..................................................... 39
3. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE 1945 SONRASI SERMAYE BİRİKİM SÜREÇLERİNE
ÖZET BAKIŞ .............................................................................................. 46
3.1.Türkiye’de 1945 Sonrası Sermaye Birikim Süreci .................................. 46
3.2. İçe Dönük Birikim Modelinin Kurulması ............................................... 50
3.2.1. İçe Dönük Modelde DPT-Özel Kesim İlişkileri .................... 55
3.3. İçe Dönük Birikim Modelinin Krizi ....................................................... 58
3.4. 1980 Dönüşümü ve Sonrası .................................................................... 61
3.4.1. 1980 Dönüşümü Sonrasında DPT-Özel Kesim İlişkisi ......... 63

5
4. BÖLÜM EKLER ....................................................................................................... 189
DPT’NİN YİRMİ YILLIK SERÜVENİ (1960-1980) ................................ 66 EK-1: Şefik İnan’ın Hazırladığı Tasarıda Planlama Örgütü, 1960 .............. 189
4.1. 1958-1962 Dönemi ................................................................................. 66 EK-2: Şinasi Orel’in Hazırladığı Taslağın İlk Halinde
4.1.1. DPT’nin Kuruluş Dönemi (1958-1960) ................................ 66 Planlama Örgütü, 1960 ....................................................................... 190
4.1.1.1. Kuruluş Kanununda DPT EK-3: 91 Sayılı Yasaya Göre DPT’nin Örgütlenişi, 1960 ............................ 191
ve Planlama Mekanizması ..................................... 77 EK-4: 223 SAYILI KHK-1984 ................................................................... 192
4.1.2. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının Hazırlanması Dönemi EK-5: 540 SAYILI KHK-1994 ................................................................... 193
ve İlk Plancıların İstifası (1960-1962)..................................... 85 EK-6: DPT’nin Personel Sayılarının Değişimi (1960-2004) ....................... 194
4.1.3. Yön Dergisi ve DPT’ye Bakışı .............................................. 99 EK-7: Dr. Attila Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004, İstanbul ....... 195
4.1.3.1 Yön Dergisi’nin Planlama Kavramına Bakışı ..... 100 EK-8: Prof. Dr. Bilsay Kuruç ile görüşme, 22 Aralık 2005, Ankara ve
4.1.3.2. Yön Dergisi’nin DPT’ye Bakışı ......................... 103 16 Ocak 2006 İstanbul ........................................................................ 204
4.2. 1962-1980 Dönemi ............................................................................... 110 EK-9: Prof. Dr. Erdoğan Soral ile görüşme, 3 Mayıs 2004, Ankara ............ 227
4.2.1. Ziya Müezzinoğlu Dönemi .................................................. 111 EK-10: Prof. Dr. Ergun Türkcan ile görüşme, 2 Mart 2004, Ankara ........... 238
4.2.2. Memduh Aytür Dönemi ....................................................... 114 EK-11: İlhan Kesici ile görüşme, 22 Nisan 2004, İstanbul ......................... 244
4.2.3. Orhan Çapçı Dönemi ........................................................... 119 EK-12: Kemal Cantürk ile görüşme, 4 Mayıs 2004, Ankara ....................... 256
4.2.4. Turgut Özal Dönemi ............................................................ 124 EK-13: Prof. Dr. Oktar Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004, Ankara .............. 261
4.2.5. Hüsnü Kızılyalı Dönemi ...................................................... 130 EK-14: Prof. Dr. Sevim Görgün ile görüşme, 9 Mart 2004, İstanbul........... 278
4.2.6. İkinci Memduh Aytür Dönemi ............................................ 131 EK-15: Tülin Candır ile görüşme, 22 Mart 2004, Ankara ........................... 286
4.2.7. Kemal Cantürk Dönemi ...................................................... 136 KAYNAKÇA ............................................................................................. 293
4.2.8. Mustafa Ernam Dönemi ...................................................... 141
Ad ve Konu Dizini ......................................................................................310
4.2.9. Bilsay Kuruç Dönemi ......................................................... 145
4.2.10. İkinci Turgut Özal Dönemi ............................................... 150
5. BÖLÜM
1980 DÖNÜŞÜMÜ SONRASINDA DPT ................................................ 163
5.1. Hukuksal Yapıdaki Değişim ................................................................. 165
5.1.1. 1980-1991 Dönemi ............................................................. 166
5.1.1.1. Askeri Darbe Döneminde Yapılan
Düzenlemeler ....................................................... 166
5.1.1.2. 223 Sayılı KHK ile Yapılan Düzenleme ............. 167
5.1.1.3. 304 Sayılı KHK ile Yapılan Düzenleme ............. 169
5.1.1.4. 3701 Sayılı Yasa, 437 Sayılı KHK ve
470 Sayılı KHK ile Yapılan Düzenlemeler ........... 170
5.1.1.5. 1994 Yılında Yapılan Değişiklik ........................ 171
5.2. 1980 Sonrasında Ekonomi Yönetimindeki Dönüşüm ........................... 175
5.3. Plancıların Gözünden 1980 Sonrası DPT ve Planlama .......................... 178
6. SONUÇ ................................................................................................... 185

6 7
KISALTMALAR

ABD : Amerika Birleşik Devletleri


AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu
AID : Agency for International Development
(Uuslararası Kalkınma Örgütü)
ANAP : Anavatan Partisi
AP : Adalet Partisi
AÜSBF : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
BBYKP : Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
BM : Birleşmiş Milletler
CHP : Cumhuriyet Halk Partisi
Çev. : Çeviren
DB : Dünya Bankası
DBYKP : Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı
Der. : Derleyen
DP : Demokrat Parti
DPT : Devlet Planlama Teşkilatı
DYP : Doğru Yol Partisi
Ed. : Editör
EİTİ : Elektrik İşleri Etüd İdaresi
GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla
HDTM : Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı
IMF : International Money Found (Uluslararası Para Fonu)
I. MC : Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti
II. MC : İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti
İBYKP : İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
KHK : Kanun Hükmünde Kararname
KİT : Kamu İktisadi Teşebbüsü
MBK : Milli Birlik Komitesi
MESS : Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası
METU : Middle East Tecnical University

8 9
MHP : Milliyetçi Hareket Partisi
MSP : Milli Selamet Partisi
NATO : North Atlantic Treaty Ornanization
(Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü)
ODTÜ : Orta Doğu Teknik Üniversitesi
OECD : Organization for Economic Co-operation and
Development (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü)
OEEC : Organization for European Economic Co-operation
(Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü) SUNUfi
PKvKK : Para ve Kredi Kurulu
s. : Sayfa Sosyal Araştırmalar Vakfı olarak Yakın Tarih dizisinden ilk kitabımızı ya-
SHP : Sosyal Demokrat Halkçı Parti yımlıyoruz.
SKD : Sosyalist Kültür Derneği Yakın Tarih alanı vakfımızın kuruluşundan beri temel çalışma eksenlerin-
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği den biridir (özellikle de 1974-1983 Dönemi ve Sosyalizm Deneylerinin Ana-
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi lizi). Bu konuda özgün çalışmalar yapmayı, yapılmış çalışmalara ulaşmayı ve
TOBB : Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği yayımlamayı görev olarak algılıyoruz.
TODAİE : Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Diğer kitap çalışmalarımızda olduğu gibi bu çalışmada da desteği yine ya-
TÜSİAD : Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği kın çevremizden aldık. Bize bu çalışmayı Sn. Mehmet TÜRKAY önerdi. Ki-
UNDP : Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tabın yazarı Ümit AKÇAY onun öğrencilerinden. Çalışmanın adı:”KAPİTA-
ÜBYKP : Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı LİZMİ PLANLAMAK: TÜRKİYE’DE PLANLAMA ve DPT’NİN DÖNÜ-
YPK : Yüksek Planlama Kurulu ŞÜMÜ”
YTP : Yeni Türkiye Partisi
Kitabın kapsamını anlatmak için önsözden ve yazarın kendi anlatımından
YUK : Yapısal Uyum Kredisi
yararlanacağız.
Sn. TÜRKAY kitaba yazdığı önsözü aşağıdaki cümlelerle sonlandırmıştır.
Bu cümleler kitabın neden diğer çalışmalardan farklı durduğunun anlatımıdır.
...“Ümit Akçay’ın yaptığı bu çalışma, yukarıda en genel hatlarıyla öneri-
len yaklaşım biçiminin genel olarak Türkiye’de kapitalist gelişme süreci, özel
olarak da bu süreçde Devlet Planlama Teşkilatı’nın yer ve işlevinin değerlen-
dirilmesi üzerine yoğunlaşmış, sürecin karşılıklı etkileşimini ve diyalektiğini
yakalamış bir bakma biçimine sahip olmakla, aynı konudaki diğer çalışmalar-
dan önemli ölçüde farklılaşmaktadır. Bu farklılık, iki yönlü işlemektedir; biri-
si kapitalizmi veri kabul edip sorgulamayan yaklaşımların planlama konusun-
daki açmazlarını ortaya koymaktadır. Diğeri, kapitalizme eleştirel yaklaşıp, an-
cak kapitalist birikimi nihai olarak teknik bir süreç olarak görerek “planlama-
yı” bu süreçte sistemi yönetmeye dair bir araç olarak değerlendiren teknokra-
tik yaklaşımların sınırlarına işaret etmekle önemli bir açılım getirmektedir..”
Yazarın kendi söylemlerinden yola çıkarakta kitabın nelere vurgu yaptığı-
nı ve hangi bölümlerden oluştuğunu görebiliriz.
“1960 yılından 2000 yılına kadar gelen süre içinde, “planlı kalkınma” kav-

10 11
ram ve pratiğinin sermaye birikim süreci temelinde ve DPT’nin kurum tarihi
çerçevesinde Türkiye’de kapitalist toplumsal ilişkilerin gelişim sürecindeki
yerinin ve işlevinin açığa çıkarılması, bu çalışmanın ana hedefidir.”...
“Bu amaçla çalışmanın ilk bölümünde 1945 sonrasından uluslararası dü-
zeyde planlama kavramının öne çıkmasının gerisinde yatan temel dinamiklere
işaret edilmiş, ikinci bölümde 1970’li yıllarda dünya genelinde görülen kriz ve
sonrasındaki yeniden yapılanma sürecinin, planlama kavramına yansımaları ele
alınmıştır. Üçüncü bölümde ise, bir sonraki bölümde ele alınacak olan, “Planlı
Kalkınma” sürecinin ortaya çıkışının ve evriminin izlenmesinde, dönemin sos- Teflekkürler;
yo-ekonomik arka planının ortaya konması amacıyla, Türkiye’nin 1945 sonra- Bu çalışma esas olarak Marmara Üniversitesi’ndeki Kalkınma İktisadı
sı sermaye birikim süreçleri, ana hatlarıyla değerlendirilmiştir. Dördüncü bö- Yüksek Lisans Programı dâhilinde hazırladığım ve 2004 yılında tamamladığım
lümde DPT’nin kuruluş sürecinde yaşananlar ile, 1980 yılına kadar kurumun teze dayanıyor. Türkiye’de varolan akademik ortam, tabii ki hayatın diğer
siyasal iktidarla olan ilişkileri ele alınmış, son bölümde ise, 1980 sonrasında alanlarının dışında değil. Dolayısıyla son yıllarda içinde bulunduğumuz top-
DPT’nin yeniden yapılandırılması süreci değerlendirilmiştir.”... lumsal kriz sürecinin kişilere yansıması olan bireycilikten, yalnızlaşmadan ve
Çalışmada kullanılan yöntem, ilgili dönemlere ait gazete ve dergi tarama- de eleştirel olmama halinden akademi de yoğun bir şekilde nasiplenmiş du-
sı ile 1960’lardan bugüne DPT’de görev yapmış ve halen yapmakta olan, ay- rumda. Ancak Kalkınma İktisadı Yüksek Lisans ve Doktora Programlarını yü-
rıca görev yaptıkları dönemle ilgili temsil kabiliyeti olduğu düşünülen plancı- rüten sevgili hocalarım Fuat Ercan ve Mehmet Türkay’a, varolan tüm bu
larla mülakatlar yapılması şeklindedir. Yapılan dokuz görüşmenin tüm çözüm- olumsuz şartlara rağmen, klasikleşmiş bir hoca-öğrenci ilişkisinin yaşanmadı-
leri, konuyla ilgili araştırmacıların farklı okumalar sonucunda değişik değer- ğı, eleştirel düşünmenin ve toplumu anlama çabasının çok yoğun bir tempoda
lendirmeler yapılabileceği düşüncesiyle çalışmanın sonuna eklenmiştir. devam ettiği ve gittikçe ticarileşen ve yozlaşan akademik hayatta maalesef ar-
Sosyal Araştırmalar Vakfı olarak, ülkemizde yapılan özgün Yakın Tarih tık çok ender olarak görülebilecek bir ortamı yaşattıkları için teşekkür ederim.
çalışmalarını desteklemeyi kuruluşumuzdan itibaren önümüze görev olarak Burada belirtmeden geçemeyeceğim bir başka nokta ise, Küçükkuyu Çalışma
koyduk. Bu anlayış içinde desteklerimizi de sürdüreceğiz. Bu çalışmanın da Ortamı ve orada yaşanan paylaşım. Bu ortamı devam ettiren tüm arkadaşlara
birçok araştırmacı için kaynak kitap olacağını düşünüyor ve Ümit AKÇAY’a da samimiyetleri ve resmi-akademik ilişki dışında bir bilgi paylaşım biçimini
bu değerli çalışması için teşekkür ediyoruz. hayata geçirdikleri için ayrıca teşekkür etmem gerekiyor.
Sosyal Araştırmalar Vakfı Oldukça verimli ve geliştirici bir çalışma ortamında bulunmanın sağladı-
Yönetim Kurulu ğı olanakları bir kenara bırakırsak, genel olarak devlet ve toplum-sınıf(lar) iliş-
kilerini çalışmak, özelde ise, bu ilişkilerin Türkiye’de aldığı özgül biçimleri,
olgular denizi içersinde kaybolmadan ve belli bir aks üzerinden ele almak, ol-
dukça zorlu bir uğraş. Bu çerçevede Türkiye’nin 1960 sonrası siyasal ve eko-
nomik atmosferinde önemli bir yeri olan planlama ve DPT üzerine bir çalışma
yapmak, şüphesiz bazı güçlükleri beraberinde getirdi. Çalışma esnasında bu
zorlukların aşılmasında sundukları katkılardan dolayı, kendileriyle mülakat ya-
pılmasını kabul eden Dr. Atilla Karaosmanoğlu’na, Prof. Dr. Sevim Görgün’e,
Sayın Tülin Candır’a, Prof. Dr. Erdoğan Soral’a, Sayın Kemal Cantürk’e, Prof.
Dr. Oktar Türel’e, Prof. Dr. Ergun Türkcan’a, Sayın İlhan Kesici’ye ve Prof.
Dr. Bilsay Kuruç’a teşekkürü bir borç bilirim.
Tez konusu olarak DPT’yi seçmemdeki önaçıcı tavsiyeleri ve tez süreci-
nin her aşamasındaki önerileri ve yorumlarıyla bu çalışmayı yapılabilir kılan

12 13
danışman hocam Prof. Dr. Mehmet Türkay’a teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca
çalışmamın kitaplaşmasındaki emeklerinden ötürü Serap Kurt’a ve SAV çalı-
şanlarına teşekkür ederim.
Son olarak, çalışmalarım süresince sabır ve güvenle beni destekleyen ai-
leme ve varlığı ile bu çalışmaya büyük katkı yapan sevgili Özgün Akduran’a
teşekkür ederim.

Ümit AKÇAY
Birkaç Söz
Kozyatağı, 2007 Kapitalist sermaye birikimi sürecinin Dünya ve dolayısıyla Türki-
ye’de yaşadığı dönüşümün yansımalarını, sitemin bütünsel işleyişi gereği,
birbirine bir şekilde bağlı ve bu anlamda birbirini etkileyen bir dizi süreç
ve/veya bağlamda izlemek mümkündür. Söz konusu süreç ve/veya bağ-
lamları görünür kılan, onlara tarihsel anlamlarını veren bu süreç ve bağlam-
larda yer alan taşıyıcı kurumsallaşmalardır. Burada önemli olan, sürecin iş-
leyişini ve dolayısıyla yönünü belirleyen yapısal, diğer bir deyişle esasa
dair özelliklerin süreç içinde oluşan kurumsallaşmaların sınırlarını belirle-
mesi, diğer taraftan söz konusu kurumsallaşmaların birikim sürecinin ge-
rektirdiği ilişkilerin hayata geçmelerini mümkün kılmalarıdır.
Dolayısı ile kapitalist sermaye birikim sürecinin bütünsel işleyişinin
değerlendirilmesinde uzun dönemli, bu anlamda yapısal olan eğilimlerin
esas alınması, konjonktürel olanın bu çerçevedeki tarihsel yerine oturtula-
bilmesi için bir ön gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir çer-
çeveden bakma çabası, yaşanan süreci toplumsal bir işleyiş olarak serma-
ye birikimi aksında, kendi tarihselliği içinde değerlendirmeyi de mümkün
kılacaktır.
En genel çerçevesiyle işaret edilmeye çalışılan bu tarz bir bakma bi-
çimi, Türkiye’de kapitalist sermaye birikimi sürecinin değerlendirilmesine
yönelik bu güne kadar yapılan çalışmaların önemli bir kısmında söz konu-
su olmamıştır. Bir dizi yöntemsel kabul nedeniyle pek fazla nüfuz edileme-
yen söz konusu bütünsel bakma biçimini farklı kılan özellik ise, sürecin eş
zamanlı bir biçimde hem referans olarak alınmasını, hem de işleyişin ge-
rekli kısmının öne çıkarılmasını mümkün kılmasıdır. Dolayısıyla böyle bir
bakma biçimi, bütünle uğraşırken parçayı, ya da sürece bakarken an’ı gör-
mezden gelme-ya da tersi- hatasına düşülmesini de büyük ölçüde engelle-
yecek bir çerçeveden değerlendirme yapılmasını da mümkün kılmaktadır.
Ümit Akçay’ın Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) üzerine yaptığı bu ça-
lışma, söz konusu kurum üzerine bugüne değin yapılan çalışmalardan yu-

14 15
karıda vurgulanan bakma biçimini kullanıyor olması nedeniyle önemli öl- rikiminin öncesi ve sonrasının anlaşılması açısından belirgin bir öneme sa-
çüde ayrılmakta ve farklılaşmaktadır. Söz konusu farklılık, süreci ve kuru- hiptir. Çalışmada detaylarıyla tartışılıp ortaya konduğu gibi, dünya ölçeğin-
mu öncelikle sermaye birikimi sürecinin bütünsel işleyişi aksında değer- de üretici sermayenin uluslararasılaşma dinamiğinin öne çıktığı ve belirle-
lendiriyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bir anlamda sermaye birikimi yici bir rol oynamaya başladığı sürecin gereksinimleriyle, Türkiye’deki bi-
sürecinin teknik değil toplumsal bir süreç olduğuna dair yapılan uyarı, bu rikimin ticari sermayeden üretici sermaye olmaya dair yaşadığı dönüşüm
çalışmanın belkemiğini oluşturmaktadır. Çalışmada da, gerekli yerlerde sancısı bir anlamda birbirini tamamlayan, bir diğerinin ihtiyacına cevap ve-
vurgulandığı gibi, kapitalist sermaye birikim süreci ve buna eşlik eden top- ren bir sürece işaret etmektedir. Ancak bu süreç, öngörülebilir özelliklere
lumsal dönüşümler bir dizi yeni ihtiyacı da beraberinde getirmektedir. Ye- sahip olmalıdır ve bunu sağlayacak olan kurum da DPT’dir.
ni olan ihtiyaçların karşılanma derecesi sürecin bütünsel ancak çelişki ve Kapitalist birikimin sınıf içi ve sınıflar arası çelişik ve çatışmalı, bir di-
çatışmalarla işleyen yapısı gereği, farklı kurumsallaşmalar aracılığıyla ğer ifadeyle anarşik doğası, geçerli olan güç ilişkilerinin yönlendirdiği bi-
mümkün olmaktadır. Burada önemli olan kapitalist sermaye birikiminin çimde, sistemin yeniden üretimini de göz önüne alarak işlemiş ve DPT, bi-
uzun erimli mantığının işlediğinin farkında olunmasıdır. rikim sürecinde maliyetleri toplumsallaştıran kar’ı özelleştiren işlevini ge-
Bu farkındalık, sermaye birikim sürecinin toplumsal niteliğinin göz rilimlerle de olsa, sürecin özellikleri ve gereksinimleri çerçevesinde yeri-
önüne alınmasının önemine de işaret etmektedir aynı zamanda. Nihayetin- ne getirmiştir. Diğer bir deyişle bu çalışmada planlamanın, “ulusal ortak
de kapitalist sermaye birikimi, “kapitalist temelde örgütlenmiş” bir toplum iyi” ye hizmet eden teknik bir araç olamama özelliği, devletin birikim sü-
yaratma ve sürdürme projesidir ve bu yanıyla toplumsal sınıfların kendi iç- recindeki yer ve işlevi doğrultusunda DPT aracılığıyla görünür kılınmıştır.
lerinde ve kendi aralarında yaşadıkları çatışma, gerilim ve mutabakatlarla Bu durum DPT’nin asli işlevini yerine getirdiği anlamına gelmektedir el-
hayata geçmektedir. Bu anlamda, süreçte yer alan sınıflar ve devletin yer bette. Nitekim 1970’li yıllarda açığa çıkan kriz ve krizi yönetmeye ve aş-
ve işlevleri ve bu aktörleri birbiriyle ilişkilendiren bağlam, diğer bir deyiş- maya dönük olarak yaşanan süreç, tüm diğer kurumlar gibi DPT’yi de et-
le söz konusu aktörler arasındaki ilişkinin nasıl bir dolayıma sahip olduğu- kilemiş ve DPT yeni birikim sürecinin gerekliliklerine cevap verecek bi-
nun işaret edilmesi kritik bir önem kazanmaktadır. Kısacası sınıflı bir top- çimde dönüşmeye başlamıştır. Çalışmada ortaya konan bu süreç aynı za-
lumda devlet ve sınıflar arası ilişkinin tek yönlü bir belirleme ve/veya be- manda sürecin yönlendiricisi olan sorumlu bürokratlarla yapılan görüşme-
lirlenme ilişkisi olmaktan çıkartılıp, bir dolayım üzerinden okunması, ser- lerden de izlenebilmektedir.
maye birikim sürecinin toplumsallığını analize dahil etmeyi de mümkün kı- Ümit Akçay’ın yaptığı bu çalışma, yukarıda en genel hatlarıyla öneri-
lacaktır. Bu durum ise, sermaye birikim sürecinin “teknik” ve bu anlamda len yaklaşım biçiminin genel olarak Türkiye’de kapitalist gelişme süreci,
toplumsal mühendislik yöntemleriyle yönlendirilecek bir süreç olmadığını özel olarak da bu süreçde Devlet Planlama Teşkilatı’nın yer ve işlevinin
da bize gösterecektir. Nitekim bu çalışmada ilgili yerlerde işaret edilen ol- değerlendirilmesi üzerine yoğunlaşmış, sürecin karşılıklı etkileşimini ve
gu ya da olaylar bu durumu bütün açıklığı ile göstermektedir. Diğer taraf- diyalektiğini yakalamış bir bakma biçimine sahip olmakla, aynı konudaki
tan, kapitalist sermaye birikiminin dünya ölçeğinde işleyen mantığının ve diğer çalışmalardan önemli ölçüde farklılaşmaktadır. Bu farklılık, iki yön-
dolayısıyla sahip olduğu uzun dönemli, genel eğilimlerin Türkiye deneyi- lü işlemektedir; birisi kapitalizmi veri kabul edip sorgulamayan yaklaşım-
minde izini sürmek, sürecin çelişkili ve gerilimlerle yüklü doğasını izleye- ların planlama konusundaki açmazlarını ortaya koymaktadır. Diğeri, kapi-
bilmek, bu süreçte kritik bir öneme sahip DPT’nin kuruluş ve kurumsal- talizme eleştirel yaklaşıp, ancak kapitalist birikimi nihai olarak teknik bir
laşma süreciyle bu kurumsallaşmanın birikimin ihtiyaçları doğrultusunda- süreç olarak görerek “planlamayı” bu süreçte sistemi yönetmeye dair bir
ki dönüşümünü izlemekle de mümkün olmaktadır. araç olarak değerlendiren teknokratik yaklaşımların sınırlarına işaret et-
Bu anlamda bakıldığında, Türkiye’de siyasi ve iktisadi yönlerinin be- mekle önemli bir açılım getirmektedir.
lirgin bir biçimde birbirinden ayrı tutulduğu toplumsal tarih okumalarının Mehmet Türkay
en fazla yanlışa düştüğü bir dönem olan 1960’ların ve bu dönemin simge-
si durumunda olan DPT’nin tarihsel bağlamlarına oturtulması, sermaye bi-

16 17
G‹R‹fi
“Planlı Kalkınma” kavramı ve pratiği, Türkiye’de 27 Mayıs’ı
izleyen dönemin en önemli tartışma başlıklarından birini oluşturmuş ve
1980’li yıllara kadar ülkenin politik ve ekonomik gündemindeki öne-
mini korumuştur. Devlet Planlama Teştilatı’nın kuruluş sürecinde
yaşanan, ilk plancı ekibin oluşturulması, plancıların Milli Birlik
Komitesi’ndeki “genç subaylarla” ve YÖN dergisi ile ilişkileri, birinci
planın taslağında önerilenler ve bunların reddedilmesi ile gelen istifaları
gibi başlıklar, 1960’lı yılları değerlendirme çabasında olan her sosyal
bilimci için çözülmesi gereken bir bilgi yumağı olarak karşımıza dur-
maktadır. Dönemin özellikleri dikkate alındığında, 1960–1980 arasında
yaşanan planlama tartışmalarının ne kadar geniş bir çerçeveyi kapsadığı
daha iyi anlaşılacaktır. Buna göre bir yandan uluslararası alanda
görülen soğuk savaş süreci ve “kalkınma” kavramının bu sürecin gerek-
lerine göre yeniden tanımlanması, diğer yanda da ülke içinde kapitalist
toplumsal ilişkilerin gelişmesiyle oluşan sosyal gerilimlerin had
safhaya ulaşması, planlı kalkınma kavramının hem soldan hem de
sağdan sahiplenilen bir kavram olarak alternatif önerilerinin odağında
yer almasına neden olmuştur.
“Planlı Kalkınma” sürecinin ve özellikle de 1960’lı yıllardaki plan-
lama tartışmalarının anlamlandırılması açısından, solda geniş olarak
ifadesini bulan ancak genel olarak açıktan referans verilmeden
kullanılan “Bağımlılık Okulu”nun argümanları, kritik öneme sahiptir.
Nitekim özel olarak DPT’nin kuruluş döneminde YÖN dergisi ile
plancılar arasındaki diyalogda görülen, genel olarak ise solun geniş
kesimleri tarafından yaygın bir şekilde kullanılan “ulusal kalkınma”,
“ithal ikameci” sanayileşme stratejisinin uluslararası sisteme
(emperyalizme) “muhalif” bir pozisyon alış olduğu tezi, burjuvazinin
“ulusal olan” kanadına yakınlık, planlama ve sanayileşme gibi kavram-

18 19
ların fetişleştirilerek kullanılması, Bağımlılık Okulu’na özgü yorumun döneminde yapılan çalışmalarda bulunmuş ve DPT’nin ilk İktisadi
Türkiye solunda ne kadar yaygın olarak kullanıldığını ortaya koymak- Planlama Dairesi Başkanlığı görevini yürütmüş “ilk plancılar”
tadır. Ancak planlamayı soldan sahiplenenlerin kafasında olan ile arasındadır. Prof. Dr. Sevim Görgün, ilk planın hazırlık sürecinde
gerçekte yaşanan süreç arasında oluşan ciddi açı farkı, buna karşılık, DPT’de uzman olarak çalışmış ve o dönem, üzerinde büyük tartışmalar
1960 ile 1980 arasında yaşanan 20 yıllık deneyimin ardından iyice yapılan toprak ve vergi reformu ile ilgili çalışmaları yürütmüştür. Tülin
gelişen ve 1980 ile birlikte artık “uluslarasılaşma” taleplerini dile Candır, 1960 yılından bugüne (Haziran 2004) kadar DPT’de çalışan tek
getiren bir sermeyenin ortaya çıkması, “planlı kalkınma” sürecinin plancı olma özelliği ile kurumun 40 yılını ve geçirdiği değişimleri
gerçekte ne ifade ettiğini ve hangi toplumsal kesimlerin çıkarları ile “içeriden” gözlemleyebilmiştir. Prof. Dr. Erdoğan Soral, DPT’nin ilk
uyumlu olarak geliştiğini gözler önüne sermektedir. bölge planlaması çalışmasında 1962-1966 yılları arasında görev almış
Devletin sermaye birikim sürecindeki yeri ve işlevinin ne olduğu, ve 1978’e kadar, Kalkınmada Öncelikli Yöreler Daire Başkanlığı
Türkiye’de yaygın bir şekilde kullanılan “güçlü devlet geleneği” görevini yürütmüştür. Kemal Cantürk ise, 1972-1977 yılları arasında
tezinin sınırları ve Kemalist çevrelerin farklı dönemlerde ısrarla vurgu- DPT Müsteşarı olarak görev yapmıştır. Prof. Dr. Oktar Türel, 1978-
ladıkları devletçiliğin kapsamı ve amacının ne olduğu soruları, bu 1979 döneminde DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanı olarak
çalışmanın arka fonunda varolan temel sorunsallardır. Bu temel sorun- çalışmıştır. Prof. Dr. Ergun Türkcan 1978-1980 yılları arasında DPT
sallar akılda tutularak, sermaye birikim süreci temelinde ve DPT’nin İktisadi Planlama Dairesi Danışmanı olarak görev yapmıştır. Prof. Dr.
kurum tarihi çerçevesinde “Planlı Kalkınma” kavram ve pratiğinin Bilsay Kuruç ise, 1978-1980 yılları arasında DPT Müsteşarlığı görevin-
Türkiye’de kapitalist toplumsal ilişkilerin gelişim sürecindeki yerinin de bulunmuştur.Son olarak mülakat yapılan plancı olan İlhan Kesici,
ve işlevinin açığa çıkarılması, bu çalışmanın ana hedefini oluşturmak- 1991-1993 yılları arasında DPT Müsteşarlığı görevinde bulunmuştur.
tadır. Yapılan dokuz görüşmenin tüm çözümleri, konuyla ilgili
araştırmacıların farklı okumalar sonucunda değişik değerlendirmeler
Bu amaçla çalışmanın ilk bölümünde 1945 sonrasında uluslararası
yapılabileceği düşüncesiyle çalışmanın sonuna eklenmiştir.
düzeyde planlama kavramının öne çıkmasının gerisinde yatan temel
dinamiklere işaret edilmiş, ikinci bölümde 1970’li yıllarda dünya
genelinde görülen kriz ve sonrasındaki yeniden yapılanma sürecinin,
planlama kavramına yansımaları ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise, bir
sonraki bölümde ele alınacak olan, “Planlı Kalkınma” sürecinin ortaya
çıkışının ve evriminin izlenmesinde, dönemin sosyo-ekonomik arka
planının ortaya konması amacıyla, Türkiye’nin 1945 sonrası sermaye
birikim süreçleri, ana hatlarıyla değerlendirilmiştir. Dördüncü bölümde
DPT’nin kuruluş sürecinde yaşananlar ile, 1980 yılına kadar kurumun
siyasal iktidarla olan ilişkileri ele alınmış, son bölümde ise, 1980 son-
rasında DPT’nin yeniden yapılandırılması süreci değerlendirilmiştir.
Çalışmada kullanılan yöntem, ilgili dönemlere ait gazete ve dergi
taraması ile 1960’lardan bugüne DPT’de görev yapmış ve halen yap-
makta olan, ayrıca görev yaptıkları dönemle ilgili temsil kabiliyeti
olduğu düşünülen plancılarla mülakatlar yapılması şeklindedir.
Görüşülen plancılardan Dr. Atilla Karaosmanoğlu, DPT’nin kuruluş

20 21
1. BÖLÜM
Dünyada ‹kinci Dünya Savafl› Sonras›nda
Oluflan Siyasal ve Ekonomik Atmosfer

1.1. ABD Hegemonyas›nda Geliflen


Üretken Sermayenin Uluslararas›laflmas› Süreci
İkinci Dünya Savaşı ABD’nin mutlak ekonomik ve askeri üstünlü-
ğü ile sonuçlanmıştır. Savaş bittiğinde ABD ekonomisi sanayileşmiş
ülkelerin toplam sanayi üretimlerinin yarısından fazlasını tek başına
gerçekleştirmektedir1(Jenkins, 2001, s. 218). 1938-1948 arasındaki dö-
nemde ekonomik büyümeye bakıldığında, safi ulusal hasıla endeksinin
Batı Avrupa’da 100’den 87’ye düştüğü, aynı dönemde ABD’de 165’e
yükseldiği görülmekte ve ABD’nin savaş sonrasındaki mutlak üstünlü-
ğü açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır (Derwal, 1983, s. 30’dan aktaran,
Türkay, 1994, s. 63).
Savaş sonrası süreçte ABD’nin askeri ve ekonomik üstünlüğü,
uluslararası ortamı belirleme kabiliyetine sahip hegemonik bir güç ha-
line gelmesini sağlamıştır. Buna göre hegemonik devletin en temel iş-
levi, devletlerarası ilişkileri örgütleyerek kendi ülkesinde temellenen
sermayenin uluslararası değerlenme mekanizmalarının sağlanması için
gerekli kurumsal çerçeveyi hazırlamasıdır (Keyder, 1981, s. 6). Yani he-
gemonik devletin işlevi, sermaye birikim sürecinin temel dinamikleri
çerçevesinde, birikimin uluslararası koşullarını mümkün kılacak düzen-
lemeleri yapmaktır. Savaş sonrasında sermaye birikim sürecine yön ve-
ren temel dinamik ise, üretici sermayenin uluslararasılaşması eğilimidir
1 İkinci Dünya Savaşı ertesinde ABD’nin üretim düzeyi, o dönemin ikinci en yük-
sek üretim düzeyine sahip olan İngiltere’nin 7 katıdır(Jenkins, 2001, s. 218).

22 23
(Keyder, 1976, s. 31). Buna göre 1930’lu yıllara kadar dünya ekonomi- ve nüfuz mücadelesi çerçevesinde şekillenmiştir. Bu süreçte ABD tara-
sini ve dünya işbölümünü bir bütün içinde devam ettiren ve malların fından uygulamaya konan Marshall Planı ise, ortaya çıkan yeni dina-
üretimini harekete geçiren temel dinamik ticaret sermayesi iken, II. mikler çerçevesinde, yeniden yapılanan sermaye birikim sürecinin ko-
Dünya Savaşından sonra üretici sermaye uluslararası bir nitelik kazan- şullarının oluşturulmasında etkili olmuştur.
mıştır (Keyder, 1979, s. 31). Bu eğilimle beraber üretici sermaye, üre- Savaş sonrası dönemin özellikle ABD sermayesi açısından temel
tim kararlarını alırken artık dünya ölçeğinde hareket kabiliyetine sahip- dinamiği olan, sermayenin uluslararası ortamda üretim yapma eğilimi-
tir.2 nin asıl amacı, ABD ekonomisinin savaş döneminde gösterdiği büyü-
Savaş sonrası dönemde sermaye birikim sürecinin temel dinamiği menin4 sürdürülebilmesi ve yeni değerlenme olanaklarının yaratılması-
olan üretici sermayenin uluslararasılaşma eğiliminin olanaklı hale geti- dır. Arrighi’ye göre, savaş döneminde görülen büyük gelişmeden son-
rildiği kurumsallaşma ise, 1944 yılında toplanan Bretton Woods konfe- ra,
ransı ve sonrasındaki süreçle sağlanmıştır. Buna göre Bretton Woods3 “…Amerikan özel girişim bileşenleri, kaotik bir dünyada gelişim ko-
konferansı ile kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF), dünya genelinde şullarını yaratmak için güçsüzlerdi. Amerikan yurtiçi pazarlarının bağ-
para sermaye hareketlerini düzenlemek, Dünya Bankası ise üretken ser- lılığı ve serveti ile dış pazarların parçalılığı ve yoksulluğu arasındaki te-
mayenin uluslararasılaşmasını kolaylaştırmak ve dünya genelinde so- mel zıtlığın üstesinden gelmeye hiç bir vergi desteği, sigorta planı ya
runsuz bir biçimde hareketini olanaklı kılmak amacıyla kurulmuştur da müdahale garantisi yeterli değildi. Bunlar, İkinci Dünya Sava-
(Peker, 1996, s. 9). Bu dönemde Cenevre’de yapılan çok taraflı görüş- şı’ndan sonra paranın dünya ticaret ve üretim genişlemesine geri dö-
melerde ise, Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) imzalanmış nüşünü engelleyen kördüğümün yapısal kökenleriydi. Sonunda kördü-
ve bu şekilde uluslararası ticaretin, yani ticari sermayenin uluslararası ğüm Soğuk Savaş’ın ‘icadıyla’ çözüldü” (Arrighi, 2000, s. 437).
hareketinin genel koşulları düzenlenmiştir (Karluk, 1984, s. 106). So- Bir başka ifadeyle, Marshall Planı çerçevesine gelişen ABD yardı-
nuçta, İkinci Dünya Savaşı sonrasında belirleyici güç olan ABD’nin ön- mı, “bir yandan Avrupa’nın dolar açığını, bir yandan da Avrupa’nın
derliğinde gerçekleştirilen “tüm bu düzenlemelerle, uluslararasılaşan Amerika’dan yapacağı ithalatı finanse etmeyi” amaçlamaktadır (Peker,
üretici sermayenin gereksindiği iktisadi-kurumsal çerçeve ve koşullar” 1996, s. 11). Marshall Planı ile ulaşılmak istenen bir diğer hedef ise, sa-
yaratılmış olmaktadır (Türkay, 1994, s. 65). vaş sırasında her yönden çöküntüye uğrayan Avrupa’yı yeniden ayağa
1.2. Yeni Ulus Devletlerin kaldırarak, Batı Bloğunu güçlendirmektir. Böylelikle hem Avrupa ser-
mayesinin yeniden toparlanması sağlanacak, hem de ABD mallarına
Kapitalist Sisteme Entegrasyonlar› olan talebin sürekliliği garantilenmiş olacaktır (Keyder, 1981, s. 7).
ve Kalk›nma ‹ktisad›n›n Ortaya Ç›k›fl› İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan soğuk savaş atmosferinde
İkinci Dünya Savaşı sonrası atmosferde ortaya çıkan bir diğer ortaya çıkan bir diğer sorun da, yeni ulus devletlerin/eski sömürgelerin
önemli gelişme de, soğuk savaş sürecinin başlamasıdır (Mandel, 1995, hangi tarafta yer alacağıdır (Başkaya, 2000, s. 42). Bu noktada, yeni
s. 209). Buna göre soğuk savaş, iki farklı iktisadi/toplumsal sitemin güç ulus devletlerin kapitalist sistem tarafından içerilmesi sorununa işaret
eden Türkay’a göre,
2 İkinci Dünya Savaşından sonra gelişmiş ülkelerin ve de özellikle ABD’nin ih-
racat hacmi büyük oranda artmıştır (Hirst ve Thompson, 2003, s. 48). Buna gö-
re 1947-1949 arasında ABD dış yatırımlarının %90’ı üretken sermaye şeklinde- 4 Baran ve Sweezy’e göre ABD ekonomisinde görülen gelişme askeri harcama-
dir (Dobb, 2001, s. 41). ların hızlı artışından kaynaklanmaktadır. 1929 yılında ABD’nin askeri harcama-
3 Bretton Woods ile kurulan sisteminin işleyişi ve yıkılması ile ilgili bakınız: ları GSMH’sinin % 0.7’si iken, 1939’da % 1.4’e, 1957’de ise % 10.3’e çıkmış-
(Türkcan, 1982, s. 67-91). tır (Saybaşlı, 1992, s. 62).

24 25
“Soğuk savaş, sistem içi çelişkileri tali kılan, her iki sistemin mümkün özendirme ve destekleriyle profesörler ve öğrenciler, o zamana kadar
en geniş denetlemeye dönük stratejileriyle karşı karşıya geldikleri bir çok yabancı görünen ülkelere akın ettiler ve kısa zamanda belli ülkele-
süreç olmuştur. Söz konusu karşı karşıya gelme ise büyük oranda ye- rin ve bölgelerin siyasal rejimleri ve kuramları üzerinde muazzam bir
ni siyasal bağımsızlığını kazanmış eski sömürge/yeni ulus devletlerin kitaplık meydana getirdiler” (Huntington ve Dominguez, 1985, s.
üzerinden gerçekleşmekteydi. Soğuk savaşın bu rekabeti sözkonusu 1’den aktaran, Ercan, 2001, s. 83).
ülkeleri konjonktürel olarak önemli kılmıştı” (Türkay, 2002a, s. 78).
şeklindedir.
Bu çerçevede İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslaşma sürecine Trak ve Huntington’un yorumlarından da anlaşılacağı gibi, politik
giren eski sömürgelerin önemi, bu dönemde sermaye birikiminin temel konjonktüre duyarlı bir şekilde ortaya çıkan ve gelişen kalkınma iktisa-
dinamiği olan üretici sermayenin uluslararasılaşmasının önündeki poli- dının temel önkabulleri ise şöyledir:
tik engellerin kaldırılması bağlamında anlam kazanmaktadır. Dolayısıy-
• 19. yüzyılda Batı Avrupa ülkelerinin yaşadığı tarihsel/top lum-
la “...söz konusu dinamiğin objektif gereksinimi, uluslararası düzeyde
sal deneyim tekrarlanabilir ve bu anlamda da “kalkınma” hede-
para, mal ve sermayenin sorunsuz hareket edebileceği mümkün olan en
fine ulaşılması mümkündür.
geniş ve bütünleştirilmiş bir uluslararası sistemin oluşturulmasıdır”
(Türkay, 1994, s. 71). • Geleneksel/azgelişmiş toplumdan modern/gelişmiş topluma
doğru çizilen gelişme süreci sonlu bir süreçtir ve geleneksel ile
Yukarıda da ifade edildiği gibi İkinci Dünya Savaşı sonrasında
modern toplumlar arasında sadece bir tarihsel zaman farkı var-
ABD öncülüğünde gelişen yeniden yapılanma süreci, çözülmesi acil
dır.
bir dizi sorunun ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Bu acil so-
runların en önemlilerinden biri olan yeni ulus devletlerin kapitalist sis- • Geleneksel toplumlar, kendi içsel dinamiklerinden kaynakla-
teme entegrasyonu meselesi ise, “modernleşme kuramı” çerçevesinde nan nedenlerden ötürü tarihin gelişim sürecinden sapmışlardır.
yeniden formüle edilen “gelişme” kavramının ve de “gelişme iktisadı- • Geleneksel toplumlar, kendi gelişim süreçlerine bırakıldıkların-
nın” ortaya çıkışıyla çözümlenmeye çalışılmıştır. Trak’ın değerlendir- da kalkınmaları mümkün değildir. Sözkonusu toplumlar an-
mesiyle, cak kendi içsel yapılarında olan engelleri tasfiye edip, kendile-
rinde bulunmayan özelliklerin sistematik müdahalelerle yara-
“Literatürde genellikle ‘modernleşme kuramı’ adı verilen bu yaklaşım,
soğuk savaş ortamında, Amerikan dış politikasıyla çok sıkı ilişkiler tılması sonucunda gelişebilirler (Türkay, 1994, s. 81-82).
içinde gelişiyor. Sosyal bilimlerin gelişmesinde politik ortamın önem- Görüldüğü gibi, gelişme iktisadının ortaya koyduğu yaklaşım çer-
li bir rol oynadığı biliniyor. Ama çok az kuram, ‘modernleşme kuramı’ çevesinde “azgelişmiş” olarak tanımlanan toplumların “kalkınmaları”
kadar açık bir biçimde, bir politika aracı olarak ortaya çıkmıştır” (Trak, için tek çıkış yolu, azgelişmişliği doğurduğu düşünülen durağan top-
1984, s. 58). lum yapısının sistematik müdahalelerle “gelişmeye” yönlendirilmesidir
Gelişme iktisadının ortaya çıkışı ile ilgili Huntington’un yaptığı yo- (Ercan, 2001, s. 90). Bir başka deyişle gelişme iktisadının merkezinde
rum ise, duran “müdahale” kavramı, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sonra-
sında entelektüel, pragmatik ve ideolojik düzeylerde öne çıkan “anah-
“II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerikan bayrağının peşinden giden bi-
tar kavram”dır (Türkay, 1997, s. 29).
limsel faaliyet Sovyetler Birliği’ne karşı Soğuk Savaşa katıldı; daha
sonra da, Asya, Ortadoğu, Latin Amerika ve Afrika’da genişleyen Savaş sonrası atmosferde oluşan müdahale kavramı iki düzeyde
Amerikan varlığını izledi. Belli başlı üniversitelerde, bu ülkeler ve böl- formüle edilmiştir. Bunlardan ilki, uluslararası boyutta gerçekleştirile-
geler hakkında Amerikalıların bilgi ve anlayışını arttırmaya yönelik cek yardımlar çerçevesinde müdahalenin olanaklı kılınmasıdır. Gelişme
bölgesel araştırma programları ortaya çıkıverdi. Büyük vakıfların aktif iktisatçılarına göre azgelişmiş ülkelerin sermaye birikimini arttırmaları

26 27
için uluslararası kurumlardan ya da gelişmiş ülkelerden yapılacak yar- görülmektedir. Meier planlamayı, “piyasa fiyat sisteminin gediklerini
dımların önemi büyüktür. Bu çerçevede dönemin politik ortamından di- onarabilecek bir mekanizma ve ulusal hedeflere ulaşmak için gerekli
rekt etkilenerek oluşturulan gelişme iktisadının, azgelişmişlerin sorun- halk desteğini seferber etmenin aracı” olarak değerlendirmektedir
larına çözüm olarak önerdiği yollar, aynı zamanda 1940’lar sonrası (Meier, 1984, s. 15’den Aktaran Peker, 1996, s. 12). Nurkse ise, azge-
Amerika sermayesinin ihtiyaçları ile de yakından ilintilidir. Başka bir lişmiş ülkelerin fakirliğin kısırdöngüsünü kırıp, ekonominin kendi ken-
ifadeyle, savaş sonrası dönemde hızlı sermaye birikimine giren ABD dini besleyen bir büyüme sürecine girebilmesi için gerekli olan başlan-
için, ürettiği mallara talep bulması sorunu, sermaye ihracını olanaklı kı- gıç itkisinin yabancı sermaye ile sağlanacağını, dengeli büyüme süreci-
lan “dış yardım” vasıtasıyla büyük oranda çözülmüştür5 (Ercan, 2001, s. nin sürdürülmesi için ise, devlet müdahalesi ve planlamanın gerekli ol-
93). Bu çerçevede yapılan müdahalelerin yardım şeklinde formüle edil- duğunu ifade etmektedir (Nurkse, 1971’den aktaran, Türkay, 1997, s.
mesi, müdahalenin meşrulaşmasını sağlarken, aynı zamanda da müda- 32). 1960 yılından itibaren Türkiye’de yapılan planlama çalışmalarının
halenin muhatabı olan ülkelerdeki yönetici elit ya da sınıfların iktidar- danışmanlığını yapan Tinbergen ise, özellikle kaynakların etkin dağılımı
larının meşruiyetini amaçlamaktadır (Türkay, 1997, s. 30). ve iktisadi büyümeden elde edilen gelirin adil paylaşılması süreçlerin-
Savaş sonrası atmosferde oluşan müdahale kavramının ulusal dü- de planlamanın devreye sokulması gerektiğini ifade etmiştir (Tinber-
zeyde formüle edilişinde ise, karşımıza bilinçli devlet müdahaleleri ve gen, 1952’den aktaran, Mıhçı, 1996, s. 69-70). Gelişme kuramcılarının
planlama uygulamaları gelmektedir. bir diğer önemli ismi olan Hoselitz de azgelişmiş ülkelerin planlama
yapmaları gerektiğini vurgulayarak, bu konuyu şöyle değerlendirmiş-
1.3. Planlama Yaklafl›m›n›n Ortaya Ç›k›fl›6 tir:
Kalkınma iktisadının kurucularından olan W. A. Lewis, azgelişmiş “Batı Avrupa’da kapitalist ekonomilerin gelişimi plansız bir takım ha-
ülkelerin durağan yapılarına müdahale edilerek değiştirilmesi ve de reketlerdi. Oysa iktisadi büyümeye yön vermek için bugün yapılan ça-
kalkınmanın koşullarının hazırlanması için planlamanın gerekliliğini balar bilinçli olarak planlanmalıdır… Bir başka deyimle, azgelişmiş
önermektedir. Bu bağlamda Lewis, ekonominin sanayileşme doğrultu- ülkelerin hükümetleri, kalkınma planlaması yapmak ve bu planları
sunda yönlendirilmesi ve sermaye birikim sürecinin hızlandırılması için kendi imkanları oranında gerçekleştirmek durumundadır” (Hoselitz,
devletin ekonomiye planlama kanalı ile müdahalesini savunmaktadır. 1970, s. 18’den aktaran, Türkay, 1997, s. 31).
Lewis’e göre planlama, “piyasanın belirlediği görünmez sosyal kontro- Gelişme iktisadının kurucularının planlama ile ilgili görüşlerinden
lü, devlet kanalı ile görünür bir şekilde müdahale ile geliştirmektir” de anlaşılacağı gibi, yaptıkları analizlerde devlet müdahalesi ve planla-
(Lewis, 1949, s. 28’den aktaran, Ercan, 1995, s. 344). Lewis’in ortaya ma, büyümenin başlatılması ve sürekliliği açısından merkezi bir yer tut-
koyduğu çerçevedeki planlama vurgusunun bir benzeri ise Meier’de maktadır. Gelişme iktisatçılarının ortaya koydukları çerçevede, planla-
manın nasıl yapılacağı ve kapsamı ile ilgili olarak Todaro, kapitalist
5 Bu dönemde ABD Başkanı olan Kennedy, “Dış yardım ABD’nin dünya gene- ekonomilerdeki planlamanın, “ekonomik büyümeyi yüksek istihdam ve
linde kontrol ve etkisini sürdürmesinin bir yöntemidir ve tamamen çökmüş ya
istikrarlı fiyatlarla birlikte sağlamayı amaçlayan para ve maliye politi-
da kominist bloğa girme yolundaki ülkeler göz önüne alındığında sürdürülmeli-
dir” (Kennedy, 1962’den aktaran, Ercan, 1995, s. 345) diyerek amaçlarını açık- kalarından” ibaret olduğunu (Todaro, 1987, s. 3), kollektivist ekonomi-
ça ortaya koymuştur. lerdeki planlamanın ise, ekonominin merkezi kararlar çerçevesinde dü-
6 Planlama yaklaşımının ortaya çıkışı, esas olarak SSCB’de 1928-1929 yıllarında zenlendiği ve yapılan planların emredici nitelikte olduğunu ifade et-
uygulanmaya başlanan beş yıllık planlarla gerçekleşmiştir (Küçük, 1978, s. mektedir7 (Todaro, 1987, s. 4). Hamitoğulları ise, “her ülkeye uygula-
181). Sovyet planlamasının ortaya çıkışı için bakınız: (Huberman, 1995, s.304-
328). Ancak bu bölümde, geç kapitalistleşen ülkelerdeki plan uygulamalarının 7 Kapitalist ve sosyalist plan uygulamalarındaki metodolojinin incelenmesi için
ortaya çıkışı ele alınacaktır. bakınız: (Mason, 1964).

28 29
nabilecek nitelikte, üniform bir plan teorisi ve ideal bir plan modeli gayret sarfedilmesi” (BM, 1967, s. 1) gerektiğini belirterek, toplumsal
mevcut değildir” diyerek, azgelişmiş ülkelerin uygulaması gereken olarak uzun vadede elde edilmek istenen sonuçlara ulaşılmasında
planlamanın kapitalist ve sosyalist planlamadan farklı olması gerektiği- “planlamanın uygulanacak siyaset için son derece kıymetli bir yardım
ni ifade etmektedir (Hamitoğulları, 1966, s. 92). Yazara göre kapitalist unsuru” (BM, 1967, s. 2) olduğunu ifade etmektedir. BM bu çerçeve-
ekonomilerde uygulanan planlar “yaratıcı olmaktan çok, düzenleyici, de, “yeteri kadar gelişmemiş” olarak nitelendirdiği ülkelere, “geliş-
yönlendiricidir”, ancak azgelişmişlerin uygulaması gereken planların miş” ülkelerdeki planlama deneyimlerinin aktarılması için teknik des-
“mevcut olmayanı yaratmak” için kurucu nitelikte olması gerektiğine tek sağlayan çalışmalar yapmıştır (BM, 1967). Geç kapitalistleşen ül-
işaret etmektedir (Hamitoğulları, 1966, s. 109). kelerde yapılan planlamalar ile ilgili9 Dünya Bankası’nın politikasını ise
Planlamanın ortaya çıkışı ile ilgili olarak yukarıda aktarılan görüş- Peker, şöyle değerlendirmektedir:
ler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sermaye birikim sürecinin temel di- “… ‘azgelişmiş’ ülke hükümetlerine verilen mesaj şuydu: Sanayileş-
namikleriyle uyumlu bir şekilde gelişen müdahale kavramının, ulusal me anlamında tanımlanan kalkınma arzu edilen bir amaçtır. Bu amacın
düzeyde nasıl bir mantığa dayandığını açıklamaktadır. Diğer bir deyişle; acilen gerçekleşmesi gereklidir. Bu ise, büyük ölçüde dış yardımlara
bağlıdır. Dış yardım ve yabancı sermaye girişi ise DB’nin öngördüğü
“Meşruiyetini içinde bulunulan konjonktürden alan ulusal ve uluslara-
çerçevede genel bir kalkınma planının varlığına ve devlet müdahalesi-
rası düzeylerde müdahale anlayışı, ulusal düzeyde planlama ve ulusla-
ne bağlıdır” (Peker, 1996, s. 15).
rarası düzeyde yardım pratiklerinde ifadesini bulmuştur… bu bağlam-
da iç piyasanın yapılanma ve entegrasyonunun sistematik müdahale- Sonuç olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki süreç, ABD hege-
lerle ve planlama aracılığıyla sağlanması amaçlanırken, dış yardımlar monyası altıda gelişen ve dünya genelinde sermaye birikiminin temel
hem bu amaca hizmet edecek hem de azgelişmiş ülkelerin uluslarara- dinamiği olan üretici sermayenin uluslararasılaşması eğilimi çerçeve-
sı kapitalist sisteme içerilmelerini sağlayacak ilişkileri oluşturacaktır” sinde şekillenmiştir. Bu dönemde “azgelişmiş” olarak tanımlanan ülke-
(Türkay, 1997, s. 32). lerin kapitalist sisteme entegrasyonları bağlamında yapılan müdahale-
Planlama yaklaşımları, yukarıda açıklanmaya çalışılan çerçevede lerle de, sermaye birikiminin sürekliliği önündeki muhtemel engellerin
formüle edilirken, aynı zamanda bir çok ülkede plan uygulamaları baş- kaldırılması amaçlanmıştır. Bu çerçevede yapılan müdahaleler, uluslara-
lamıştır.8 Gelişmiş kapitalist ülkelerde uygulanan planlama daha çok rası düzeyde yardımlar ve ulusal düzeyde de devlet müdahalesi ve plan-
Keynesyen politikalar çerçevesinde şekillenirken, geç kapitalistleşen lama olarak formüle edilmiştir. Böylece dünya genelinde sermaye biri-
ülkelerde uygulanan planlamanın başlangıcında daha çok uluslararası kim sürecinin olanakları yaratılmış ve kurumsallaşmaları sağlanmıştır.
kurumların önerilerinin etkili olduğu görülmektedir. Bu dönemde, “Bir- Bu bağlamda erken kapitalistleşmiş ülkelerde Keynesyen “refah devle-
leşmiş Milletlere bağlı bir çok eksper (Myrdal gibi), ayrıca Rostow, ti” politikaları10 görülmüş, geç kapitalistleşen ülkelerde ise genellikle
Buchanan, Williams ve hatta Viner gibi liberal iktisatçılar, az gelişmiş
veya gelişme halinde bulunan memleketler için planlı kalkınmayı tavsi- 9 Soyak’a göre planlama uygulamalarının başlangıcında İngiltere ve Fransa’nın
sömürgelerinde ve kendilerine bağlı olan bölgelerde kalkınma planları uygulat-
ye etmektedirler” (Talas, 1962, s. 8). Birleşmiş Milletler (BM) bu dö- malarının etkisi olmuştur. Buna göre özellikle İngiliz hükümetinin 1940 yılında
nemde “planlama faaliyetlerini kuvvetlendirmek için uluslararası bir kabul ettiği Sömürgesel Kalkınma ve Refah yasası’nda “koloni hükümetlerinin
süratle kalkınma planları yayınlaması” istenmiştir (Soyak, 2004, s. 9).
8 İngiltere, Fransa, Hindistan, Endonezya, Irak, Birmanya ve Filipinler’de uygu- 10 Hayek, erken kapitalistleşmiş ülkelerde uygulanan sosyal devlet/refah devleti
lanan planlamaların değerlendirilmesi için bakınız: (Soysal, 1958). Ayrıca Hol- politikalarının öngördüğü devlet müdahalesi ve planlama uygulamalarını sert bir
landa ve Norveç’ deki planlama mekanizması için bakınız: (Tuncer, 1963). şekilde eleştirmektedir. Hayek, özellikle İngiltere’de görülen planlama ve sos-
Fransa’daki ve Türkiye’deki modelin karşılaştırması için bakınız: (Kerimoğ- yal devlet uygulamalarının “yalnız Cobden ile Bright’in, Adam Smith ile Hu-
lu,1963a, 1963b). me’un ve hatta Locke ve Milton’un fikirlerini değil, Hıristiyanlık, Kadim Yunan

30 31
planlama ile yönlendirilmeye çalışılan, iç pazar olanaklarına dayalı it-
hal ikameci modeller kurulmaya çalışılmıştır. Savaş sonrasında oluşan
bu yapıyı/kurumsallaşmayı “uluslararası keynescilik” çerçevesinde de-
ğerlendiren Keyder’e göre ise, uluslararası düzeyde yeniden dağıtım
mekanizmalarının (özel veya resmi fonlar) varlığı sayesinde işleyen bu
yapı, Avrupa’nın ve azgelişmiş ülkelerin ABD’den sağladıkları fonları,
yine ABD’den ithalat yapmak için kullandıkları sürece geçerlidir. Key-
der ayrıca “1945 sonrası dönemin ticaret serbestliğinden çok sermaye
2. BÖLÜM
hareketlerinin serbestliği ile tanımlanması gerektiği”ni ve “sermayenin 1970’lerdeki Kriz ve Sonras›
serbestçe dolaştığı bir dünyada ticaret serbestliğinin ikincil olduğu”nu
ifade ederek, “korumacılığın uluslararasılaşmış üretici sermaye için –iç
pazarda tekelleşme olanağı sağlayarak- elverişli bir ortam yarattığı”na 2.1. 1970’lerdeki Kriz ve Yeniden Yap›lanma Süreci:
işaret etmiştir (Keyder, 1981, s. 8-10). Bir başka ifadeyle, “… Keynes- İkinci Dünya Savaşı sonrasında belirginleşen ABD hegemonyası
yen anlayışın yönlendirdiği devlet müdahalesi, planlama ve korumaya altında ve sermaye birikim sürecinin temel dinamikleri çerçevesinde
dönük tasarruflar uluslararası sistemle uyum içinde işlemiştir” (Türkay, uluslararası düzeyde oluşan ekonomik ve siyasal yapı/kurumsallaşma,
2000, s. 13). 1970’li yıllara kadar görece istikrarlı bir gelişim çizgisi izlemiştir. An-
cak 1970’li yıllarda ortaya çıkan kriz sonucunda, 1945 sonrasında olu-
şan hızlı büyüme ve “yoğun birikim”11 sürecinin sonuna gelinmiştir.
Buna göre krize yol açan temel etkenler şöyle sıralanabilir:
• Sermayenin organik bileşimindeki yükseliş: Genişleme döne-
minde karlılık beklentisi sonucunda uygulamaya konan tekno-
lojik yenilikler nedeniyle sermayenin organik bileşimi bir süre
sonra yükselmeye başlamıştır.
• Kullanılan teknolojiler: Genişleme döneminde uygulanan tek-
nolojilerin üretkenliği arttırma kapasiteleri 1970’lerde sınırları-
na ulaşmıştır.
• Sınıflararası güç ilişkileri: Genişleme dönemi boyunca örgütlü
bir işçi sınıfı doğmuş ve sınıf mücadeleleri, emek üretkenliği
artışını engellemiştir.
• Hammadde fiyatlarının yükselişi (Balkan, 1994, s. 44).
Yukarıda sayılan etkenler çerçevesinde gelişen kriz ortamı, “kar
oranlarındaki düşme eğilimi” ile belirginleşmiştir (Shaikh, 1985, s.
91). ABD hegemonyasının gerileyişi ve Bretton Woods sisteminin çö-
ve Roma’nın kurduğu temeller üzerine yükselen garp medeniyetinin”(Hayek,
1999, s. 18). simgeleri olan bireyciliği ve liberalizmi ortadan kaldıracağını ve bu 11 “Yoğun birikim” süreci kavramının, düzenleme okulu çerçevesinde açıklanma-
yönelimin “kölelik yoluna” varacağını iddia etmiştir (Hayek, 1999). sı için bakınız: (Arın, 1985, s. 122-130).

32 33
zülmesi, dünya pazarının bölünmüşlüğü ve üretimin uluslararasılaşma- mada, “değerin meta biçiminin” üretiminin farklılaştığı (tek bir meta
sı ile ulusal politikalar arasındaki gerilimler gibi bazı dinamikler ise, ya- üretiminin farklı aşamalara ayrılması ve her bir aşamasının farklı me-
şanan krizin daha da derinleşmesine neden olmuştur (Balkan, 1994, s. kanlarda gerçekleşmesi) ve “değerin para biçiminin” açığa çıkışının,
45-46). dünya ölçeğinde entegre bir mekanizma (finansal yapıların artan oran-
Savaş sonrası dönemde görülen sabit sermaye yatırımlarının düzen- da dünya ölçeğinde bütünleşmesi) ile gerçekleştiği görülmektedir. Er-
li bir şekilde gelişmesi, üretim ve pazarlama alanında yaşanan gelişme- can’ın ifadesiyle yaşanan süreç şöyledir:
ler, üretimin standartlaşması ve Keynesyen talep yönetimi politikaları “Dünya kapitalizmini daha somut düzeyde tanımlayan olgu ise, az sa-
ile devletin ekonomideki yeniden dağıtıcı işlevi, 1970’lerde görülen yıda çok uluslu şirketin dünya ölçeğinde, üretken sermaye, para ser-
krize kadar görece istikrarlı bir büyümeyi sağladığı ölçüde, 1970’lerden maye ve ticari sermayeyi kontrol etmeleridir. Üretken sermayenin
sonra yaşanan krizin de temel nedeni olmuştur. Bir başka ifadeyle, sa- uluslararasılaşmasının ötesinde, üretim faaliyetleri yeniden yapılandı-
vaş sonrası kurulan birikim modelinin, yalnızca bir kitle üretim sistemi rılmıştır” (Ercan, 2002, s. 49).
değil, daha çok bütünsel bir yaşam tarzı olması ve kitle tüketimi ile des- Yukarıdaki açıklamalardan sonra sermaye birikiminin geldiği dü-
teklenen kitle üretiminin tüm toplumsal yaşamı örgütlemesi, aynı za- zey ile ilgili yapılabilecek tespit, 1945 sonrasında belirginleşen üretken
manda kriz mekanizmalarını da içinde taşımaktadır (Harvey, 1999, s. sermayenin uluslararasılaşması eğiliminin ve sermayenin toplam sosyal
158). Harvey’e göre bu modeli en iyi tasvir eden kavram “katılık”tır. döngüsünün, 1970’lerde hacim ve hız olarak artması, bunun sonucunda
Yazara göre krize neden olan yapıda, “kitle üretimi sistemlerinde yapı- ise para sermayenin öne çıkmasıdır.13/14 Bu süreçte bireysel kapitalistler
lan uzun vadeli ve geniş ölçekli sabit sermaye yatırımlarının, tasarımda ya da çok uluslu firmalar büyük ölçekli sabit sermaye yatırımlarının git-
esnekliği büyük ölçüde engelleyen ve değişmez tüketici piyasalarında tikçe verimsizleşmesi ve sermayenin toptan değersizleşmesi tehlikesi
istikrarlı büyüme varsayımına dayanan katılığından kaynaklanan sorun- karşısında, giderek para sermaye alanına kaymışlardır.
lar” vardır (Harvey, 1999, s. 165). Krizden çıkış için, sermayenin de- 1970 sonrası kriz ortamında, krizden çıkış için sermaye birikim sü-
ğersizleşmesini önlemek ve büyük ölçekli sabit sermaye yatırımları ile recinin uluslararası düzeyde yeniden yapılandırılması süreci başlamıştır.
belli bir coğrafyaya bağlanan sermayenin hareketini sağlamak üzere Bu anlamda Arın’ın da işaret etti gibi, yeniden yapılanma süreci “hiçbir
oluşturulan stratejiler bütününü Harvey, “esnek birikim”12 olarak ta- zaman saf iktisadi mantığa dayanmaz: iktisadi ilişkiler siyasal ve ide-
nımlamaktadır. Yazara göre yeni model, olojik ilişkilerle desteklenir” (Arın, 1985, s. 104). Buna göre temel yö-
“…emek süreçleri, işgücü piyasaları, ürünler ve tüketim kalıpları bakı- nelimi, “bunalıma karşı bir dizi ekonomi-politikalarının üretilmesi yö-
mından esnekliğe yaslanır. Temel özelliklerinden biri, yepyeni üretim nünde” olan Neo-liberal ideoloji, sermaye birikim sürecinin sürekliliği-
sektörlerinin, finans hizmetlerinde yepyeni yöntemlerin, yeni piyasa- nin temini noktasında işlevlenmiştir (Ercan, 1997, s. 48; Savran, 1996,
ların ortaya çıkması ve hepsinden önemlisi ticari, teknolojik ve örgüt- s. 49).
sel yeniliklerin temposunun büyük ölçüde hızlanmış olmasıdır” (Har-
vey, 1999, s. 170). 13 Yaşanan sürecin sermaye birikim süreci aksından ve sermaye içi bileşenleri gö-
zeten dinamik bir ele alışı için bakınız (Ercan 1998; 2002). Globalleşme süreci-
1970 krizi sonrasında sermaye birikim süreci açısından en önemli nin, uluslararası düzeyde sermaye içi bileşenlere göre analizi için bakınız (Arın,
farklılık ise, uluslararası düzeyde gerçekleşen sermayenin toplam sos- 1992, s. 51-57).
yal döngüsünün hacim ve hız olarak artmasıdır (Ercan, 1998, s. 28; Har- 14 1970 krizi sonrasında para sermayenin öne çıkışında, petrol krizi sonrasında
vey, 1999, s. 180). Bu anlamda sermaye birikiminin ulaştığı yeni aşa- OPEC ülkelerinde biriken fonların Avrupa piyasalarına akması, Bretton Woods
sisteminin çökmesiyle para hareketlerin dizginsiz bir şekilde gelişmesinin
12 1970 krizi sonrasında ortaya çıkan “esnekleşme” sürecinin, “emek piyasaları” önemli bir etkisi olmuştur. Bu konunun ayrıntılı bir analizi için bakınız: (Arrig-
açısından çözümlenmesi için bakınız: (Öngen, 1996). hi, 2000, 443-478).

34 35
Neo-liberal yaklaşımın önde gelen savunucularından olan Fried- mıştır15 (Keyder, 1996, s. 47). Bu bağlamda özellikle 1980’li yılların ba-
man, devletin ekonomiye müdahale ederek piyasanın doğal işleyişini şından itibaren geliştirilen “yapısal uyum” politikaları ise, yeni gelişti-
bozduğunu, bu nedenle de devletin ekonomiye ait işlevlerinin kısıtlan- rilen bu paradigma çerçevesinde ülkelerin küreselleşmiş dünyaya en-
ması gerektiğini iddia etmektedir. Friedman’a göre devletin çekilmesi tegrasyonu anlamında kullanılmaktadır (Güler, 1997, s. 74). Yapısal
gereken alanlar şunlardır: Tarım için taban destek fiyatları programları uyum programları, yaygın kanının aksine sadece azgelişmiş ülkelere
ve çiftçilik programları, İthalat tarifeleri ve kotalar, genel fiyat ve ücret yönelik uygulanan yaptırımları değil, sermaye birikim sürecinin geldiği
kontrolleri, yasal olarak alt ve üst sınırı belirlenmiş faiz uygulamaları, aşamaya bağlı olarak ve verili güç ilişkileri çerçevesinde tüm ülkelerin
radyo ve iletişimdeki devlet tekeli, belli mesleklerin ruhsatlarla sınır- bu sürece eklemlenmelerini ifade etmektedir (Ercan, 1997, s. 50). Bu
landırılması, toplu konut programları, barış zamanında zorunlu askerlik anlamda “yapısal uyum süreci ilk olarak gelişmiş ülkelerde başlatılmış,
uygulaması, kar amacıyla posta taşımanın yasaklanması, yolların devlet ve daha sonra gelişmekte olan ülkelere ‘ithal edilmiştir’” (Ghai, 1995,
mülkiyetinde olması, ulusal parkların devlet tarafından düzenlenmesi s. 41). Yapısal uyum politikaları gelişmiş ülkelerde uygulanan “liberal
(Friedman, 1988, s. 66-68). reformlar” sayesinde hayata geçmiştir. Buna göre uygulanan liberal re-
Bu çerçevede “devletin hedeflerinin ve etkinlik alanlarının sınırlan- formlar şöyle sıralanabilir:
dırılması”nı savunan Friedman’a göre devletin başlıca işlevi şu olmalı- “Bankacılık, döviz ticareti, borsa, ulaşım, iletişim ve kamu hizmeti gi-
dır: “özgürlüğümüzü hem yurtdışındaki düşmanlara, hem de yurttaşla- bi geniş bir yelpazede yer alan sektörlerde düzenlemelerin kaldırılma-
ra karşı korumak, adalet ve düzenin sürekliliğini sağlamak, özel anlaş- sı veya azaltılması… kamu harcamalarının kısıtlanması ya da kaldırıl-
maları uygulatmak ve rekabetçi piyasaları güçlendirmek” (Friedman, ması, sosyal güvenlik ve sosyal refah programlarında kesinti yapılma-
1988, s. 15). Bu bağlamda Neo-liberalizmi tanımlayan ana düşünce, sı, aşamalı vergilendirmede indirim, tam istihdam politikalarını terki,
“piyasalar[ın] kaynakların etkin dağılımında, diğer tüm alternatif meka- sendikalara getirilen kısıtlamalar ve daha esnek emek piyasalarının ya-
ratılması, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi” (Ghai, 1995, s. 48).
nizmalara göre çok daha etkin olduğu” şeklindedir (Colclough, 1994,
s. 7’den aktaran, Ercan, 1997, s. 49). Neo-liberal yaklaşım açısından te- Azgelişmiş ülkeler ise, 1970’lerdeki kriz sonrası yeniden yapılan-
mel sorun, “üretken ya da spekülatif çok uluslu sermayenin dünya öl- ma sürecine genellikle Dünya Bankası ve IMF’nin koşullu kredileri sü-
çeğinde yeniden yapılandırılması, yani hareket alanı önündeki engelle- reciyle entegre edilmişlerdir.16 Bu bağlamda IMF, azgelişmişlerin
rin kaldırılması” olmuştur (Ercan, 1995, s. 356). 1970’lerdeki yoğun borçlanmalarını17 takiben ortaya çıkan borç krizi sü-
1970 sonrası krizi aşmak üzere kapsamlı politika önerilerinden recinde, giderek önem kazanan bir kurum haline gelmiştir. IMF’nin
oluşan Neo-liberal yaklaşım çerçevesinde ortaya atılan bir başka kav-
ram da, “küreselleşme”dir. Neo-liberal küreselleşme olarak da adlandı-
rabileceğimiz bu süreçle asıl olarak hedeflenen, para, üretken ve ticari 15 1970 krizi sonrasında yaşanan değişimin “küreselleşme” olarak değerlendiren
ve bunun sonucunda da ulus devletin ekonomiyi yönlendirme kabiliyetinin if-
sermayenin değer kaybetmesini önlemek için, dünya ölçeğinde bu ser-
las ettiğini ifade eden Keyder’in(1996) ortaya koyduğu yaklaşımın eleştirisi
mayelerin değerlenme koşullarını hazırlamaktır (Ercan, 1998, s. 28). için bakınız: (Savran, 1996).
Küreselleşme olarak adlandırılan süreçte yaşandığı iddia edilen en 16 Bu noktada azgelişmiş ülkelerin yapısal uyum süreçleri, sadece uluslararası di-
önemli değişiklik ise, ulusal sınırların ve ulus devletlerin önemini yitir- namiklerin dayatması sayesinde değil, yapısal uyuma maruz kalan ülkelerdeki
mesidir. Bir başka ifadeyle, küreselleşme süreciyle birlikte artık “dev- belli donanıma erişmiş sermaye gruplarının uluslararası sisteme entegrasyonla-
letlerin kendilerini ekonomiyi yönetebiliyor diye tanımlamalarının” im- rı yönündeki taleplerin bir araya gelmesiyle uygulanmaktadır (Ercan, 2003a, s.
650-651).
kanı kalmamış ve “devletlerin elinden devletçilik yapma imkanı” alın-
17 Azgelişmiş ülkelerin 1970’li yıllardaki yoğun borçlanmaları süreciyle ilgili ba-
kınız: (Balkan, 1994; Arnaud, 1992; Gibson ve Tsakalatos, 2001, 173-211).

36 37
uluslararası alanda belirleyici olmasını sağlayan süreç ise, Baker Planı18 ken kaynakların, uluslararası ticarete konu olan alanlara (ihra-
çerçevesinde geliştirilen politikalardır. Buna göre Baker Planının ilk cata yönelik sektörlere) kaydırılması hedeflenmektedir. Ticare-
koşulu “az gelişmiş ülkelerin, IMF’nin istikrar politikalarına uymaları tin ve fiyatların serbestleştirilmesi ile verimliliğin arttırılması,
ve kurumun ülkeleri tek tek değerlendirme politikasını benimsemesidir. harcama kaydırıcı politikaları destekleyen tedbirlerdir.
Bu koşullara uymayan ülkelere kesinlikle yeni kredi sağlanmayacaktır” 3. “Kurumsal ve siyasal” reformlar: Bu reformlar temel olarak
(Balkan, 1994, s. 124). Böylelikle yeni işlevlerle donatılan IMF, kendi- devletin küçültülmesi ve kamu sektörünün yeniden yapılandı-
sinden borç alan ülkelerin izlediği para ve maliye politikalarını denetle- rılmasını amaçlamaktadır. Devletin küçültülmesi, daraltıcı para
me yetkisine sahip olmaktadır. Bu sayede IMF, borç verdiği ülkelerin ve maliye politikaları ile kamunun etkinlik alanının daraltılma-
borçlarını geri ödemeleri için Dünya Bankası’nın öngördüğü “yapısal sı ve özelleştirme uygulamaları ile sağlanırken, kamu sektörü-
uyum” programlarının kabulünü şart koşmaktadır. Arın,19 bu dönemde nün yeniden yapılandırılması ise, kamu harcamaları ve kamu
IMF’nin değişen işlevlerini şöyle değerlendirmiştir: hizmeti reformları ve eğitim, sağlık gibi hizmetlerden yararla-
“[IMF, 1980’lerin başında]… klasik istikrar programlarının yeterli ol- nanların bedelini ödemeleri ilkelerine dayanmaktadır (Peker,
madığına karar verdi. Artık makroekonomik uyum yanında ‘yapısal re- 1996, s. 37-38).
form’ gerekiyordu. Ödeme güçlükleri, döviz kazanılmasında, ödemeler Neticede, 1970’lerdeki krizden sonra gerek gelişmiş ülkelerin, ge-
dengesizliklerinin aşılmasında ve sonunda borç ödeme kapasitesinin rekse azgelişmiş ülkelerin dünya genelinde sürdürülen yeniden yapı-
yükseltilmesinde iyileştirmeler sağlayacak şekilde iktisat stratejisinde
lanma sürecine entegrasyonları, Neo-liberal yaklaşım çerçevesinde or-
köklü bir değişim ile mümkün olacaktı. Böylece, IMF’den borç alabil-
mek için ‘temel iktisat stratejisi’nin değiştirilmesi koşulu getirildi”
taya konulan yapısal uyum politikaları sayesinde gerçekleşmiştir.
(Arın, 1995, s. 548). 2.2. Planlama Yaklafl›m›ndaki De¤iflimler:
Azgelişmiş ülkelerin küreselleşme olarak ifade edilen sürece 1945 sonrasında üretken sermayenin uluslararasılaşması temelinde
uyum sağlamalarında etkin olan bir diğer kurum ise, Dünya Banka- gelişen sermaye birikim süreci, gelişmiş ülkelerdeki sosyal refah dev-
sı’dır. Bu çerçevede Dünya Bankası, IMF ile birlikte yürütülen uyum leti politikaları, azgelişmişlerde ise ithal ikamesi ve planlı kalkınma
sürecinde, daha çok orta ve uzun vadeli “yapısal uyum anlaşmaları”nın uygulamaları ile varolmuştur. Bu çevrede 1945 sonrası varolan kon-
uygulanması noktasında işlevlenmiştir. Buna göre IMF-Dünya Banka- jonktürde özellikle azgelişmiş ülkeler, ulusal ve uluslararası müdahale
sı birlikteliği ile uygulanan istikrar ve yapısal uyum politikaları üç te- mekanizmaları sayesinde kapitalist sisteme entegre edilmiştir. Ancak
mel politikadan oluşmaktadır: 1970’lerdeki krizden sonra, özellikle devletin ekonomideki yerini sor-
1. “Harcama azaltıcı” politikalar: Cari açığı ve enflasyonu ülke içi gulayan ve serbest piyasada oluşan fiyat sisteminin en uygun kaynak
talebi kısarak azaltmayı hedefleyen politikalardır. dağılımını sağlayacağını öne süren Neo-liberal yaklaşım, bir önceki dö-
2. “Harcama kaydırıcı” politikalar: Devalüasyon sayesinde üret- nemde egemen olan Keynesyen yaklaşımın yerine geçmeye başlamıştır
(Şaylan, 1994, s. 88-89).
18 1985 yılında borç krizine çözüm getirmek üzere tasarlanan plan, o dönem ABD Bu çerçevede, Keynesyen yaklaşımın temelinde varolan “müdaha-
Maliye Bakanı olan James Baker tarafından hazırlanmıştır. Bu plan “borçlu ül- le” kavramının uluslararası ve ulusal düzeylerdeki formülasyonları, Ne-
kelere büyümeyi sağlayacak bir program gibi sunulmasına karşılık, aslında, ta- o-liberal yaklaşım çerçevesinde yeniden düzenlenmiştir. Türkay’a gö-
mamen bankaların çıkarlarını korumaya yöneliktir”. Baker, daha sonra Bush re, “müdahale anlayışının somutlaştığı ulusal ve uluslararası keynesci
Hükümeti sırasında Dışişleri Bakanı olmuştur (Balkan, 1994, s. 124).
19 IMF,DB, UNİCEF, ILO ve UNCTAD’ın geliştirdiği “yapısal ve sosyal” uyum
uygulamaların tasfiyesine yönelik bu düzenlemelerle kriz koşullarında
politikalarının değerlendirmesi için bakınız: (Arın, 1995, s. 544-558). uluslararası yardımlar yine bir denetim ve müdahale aracı olan borca

38 39
dönüşmüştür” (Türkay, 1997, s. 34). Müdahale kavramının ulusal dü- Neo-liberal yaklaşımın teorik ve pratik olarak hegemonyasını kur-
zeyde operasyonel hale geldiği uygulama olan planlama ise, Neo-libe- masında önemli bir işlevi olan Dünya Bankası, “planlama” kavramının
ral yaklaşımın öne çıkmasıyla birlikte hızlı bir itibar kaybına uğramıştır içeriğinin yeniden tanımlanmasında da önemli rol oynamıştır. Dünya
(Başkaya, 2000, s. 10). Bu anlamda Keynesyen yaklaşımın “sosyal Bankası uzmanlarından Agarwala’ya göre 1980’lere kadar olan süreç-
devlet” anlayışı ile, gelişme iktisadının ortaya koyduğu devlet müdaha- teki planlama deneyimleri, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma çabası-
lesi ve planlama, Neo-liberal yaklaşımın yoğun eleştirilerine konu ol- na bekledikleri kadar yüksek bir fayda sağlamamış, bu süreçte yaşanan
muştur (Ercan, 1995, s. 355). idari, teknik ve politik sorunlar, bu ülkelerin ekonomilerini olumsuz et-
Devletin ekonomik süreçlere müdahalesi ve bu anlamda müdaha- kilemiştir. Bu çerçevede planlama kavramı gelişen şartlara göre mutla-
lenin planlanması, Neo-liberal yaklaşımın en çok eleştirdiği konulardan ka yeniden formüle edilmelidir (Agarwala, 1980, s. 2). Agarwala’ya
biri olmasına rağmen, bu yaklaşımın yönelttiği eleştirilerle ilgili olarak göre 1980’lere kadar uygulanan planlama yaklaşımın değişmesi gere-
dikkat edilmesi gereken nokta; eleştirilerin devletin kendisini değil, ken yönleri şunlardır:
devlet müdahalesinin bir biçimini hedef aldığıdır. Bir başka deyişle 1. Uzun dönemli, sektörel hedefleri barındıran makro planlar ye-
“küreselleşme sürecinde ulus devletin aşındığı ve giderek yok olacağı- rine, gelişme ile ilgili basit ve verimli hale getirilmiş teşvikle-
na ilişkin vurgu Keynesyen ulus devlet formuna ilişkindir, bu da ulus ri içeren bir uygulama olmalıdır.
devletin olası tek formu değildir” (Türkay, 2000, s. 13). Bu çerçevede 2. Ekonomik kurumlar arasında varolan ast-üst hiyerarşisi ve bü-
devletin ekonomik alana müdahalesi ise, piyasa sisteminin dışlamadığı rokratik yapı yerine, devlet ile özel sektör arasındaki ilişkinin
bir uygulamadır. Polanyi’ye göre, “serbest piyasaya giden yol, merkezi gelişmesi için koordinasyon ve danışmanlık yapan bir yakla-
bir biçimde düzenlenen ve kontrol altında tutulan sürekli bir müdahale- şım benimsenmelidir.
ciliğin sınırsız artışından” geçmektedir (Polanyi, 2002, s. 202). Libera-
3. Ulusal yatırımların planlanması yerine, kamu yatırımlarını prog-
lizmin önemli teorisyenlerinden biri olan Mises’e göre ise, “Liberalizm
ramlayan bir planlama yaklaşımı olmalıdır.
programı..., tek bir sözcükle özetlenecek olursa, şudur: mülkiyet, yani:
üretim araçları üzerinde özel mülkiyet... Liberalizmin bütün öteki ta- 4. Kamu yatırımları ile ilgili konularda seçici olan ve seçilen ko-
lepleri, bu temel talepten kaynaklanır” (Altvater, 1994, s. 43). Bu an- nulara odaklanan bir mekanizma kurulmalıdır.
lamda özel mülkiyetin tesis edilmesi ve de sürekliliğinin sağlanması 5. Yeni planlama, değişime ve yeni ortaya çıkabilecek gelişmele-
devletin temel görevidir. Friedman’a göre ise, re uyum sağlayacak hızlı ve esnek bir yapıda olmalıdır.
“Serbest piyasa toplumunda gelir dağılımını doğrudan haklı gösterecek 6. Danışmanlık fonksiyonunu üstlenen ve esneklik sağlanmış bir
ahlaki ilke ‘herkese, kendisinin ve sahip olduğu araçların ürettiği ka- merkezi idare tarafından yürütülen bir planlama yaklaşımı ge-
dar’ şeklindedir. Bu ilkenin işlerliği bile devlet eylemine dayanır. Mül- liştirilmelidir (Agarwala, 1980, s. 2-3).
kiyet hakları yasa ve toplumsal gelenek konusudur… bunların tanım- İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle azgelişmişler tarafından
lanmaları ve uygulanmaları devletin öncelikli işlevlerindendir” (Fried- uygulanan “kalkınma planlaması” yaklaşımı, 1970’lerdeki kriz sonra-
man, 1988, s. 262). sında dünya ekonomisindeki istikrarsızlık ortamı ve Keynesyen talep
Yukarıda görüldüğü gibi Neo-liberal yaklaşım çerçevesinde, devlet yanlı politikaların etkinliğini yitirmesi ile büyük bir değişime uğramış-
müdahalesi önerilen politikalardan tamamen dışlanmamış, ancak bu tır (Tenyi, 1990, s. 140). Bu çerçevede planlama yaklaşımındaki deği-
müdahalenin içeriği bütünüyle değiştirilmiştir. Bu anlamda planlama şim yukarıda da değinildiği gibi Dünya Bankası’nın önerileri çerçeve-
yaklaşımındaki değişimleri de, devletin ekonomideki yerinin yeniden sinde formüle edilmiştir. Banka tarafından ortaya konulan “yeni plan-
tanımlanmasına paralel olarak değerlendirmek gerekmektedir. lama” yaklaşımının temel özellikleri ise, dar kapsamlı, esnek, seçici ve

40 41
piyasanın işleyişinde koordinasyon işlevi görebilecek piyasa odaklı bir göre 1985 yılında “yoksulluğa duyarlı büyüme stratejisini” benimseyen
planlamadır. Banka, 1987’de “yapısal uyumun sosyal boyutları” yaklaşımını ortaya
Celasun’a göre ise, 1980’li yıllardan sonra planlama yaklaşımında koymuş ve 1989 yılından sonra da “yönetişim” kavramını öne çıkarmış-
öne çıkarılması gereken temel unsurlar şunlardır: tır (Peker, 1996, s. 40-42). Bu çerçevede 1980’li yıllarda devletin eko-
nomi alanından çekilmesi anlamında kullanılan “minimal devlet” söy-
1. Piyasa Düzeninde Kurumsal Yapının Geliştirilmesi ve Denet-
lemi, 1990’lı yıllarda “devletin yönlendiriciliği” söylemine evrilmiştir.
lenmesi: Piyasa mekanizmasına işlerlik kazandırmaya çalışan
Dünya Bankası’nın 1997 yılında yayınladığı “Değişen Bir Dünyada
orta gelirli ülkelerde kamu yönetimleri, kurumsal yapının geliş-
Devlet” adlı raporda, piyasa mekanizmasının sağlıklı bir şekilde işleye-
tirilmesinde öncü rol oynamalı ve piyasada rekabetçi koşulla-
bilmesi için güçlü bir “düzenleyici ve yönlendirici” olarak devletin et-
rın hazırlanması için gerekli düzenlemeleri yapmalıdır.
kinliğinin arttırılması vurgusu öne çıkmaktadır (Bayramoğlu, 2002, s.
2. Makro Düzeyde Politika Planlaması: Kalkınma planlarında ar- 92). 1997 raporunda tanımlanan yönetişim yaklaşımı dahilinde ortaya
tık, her kapsayan içeren ayrıntılı denge projeksiyonlarını içeren konulan “etkin devlet” kavramıyla ise, piyasa ve devletin karşıtlık te-
planlama yaklaşımı 1980’lerle birlikte önemini yitirmiştir. melinde değil, tamamlayıcılık temelinde görülmesi gereğine işaret edil-
Planlama kavramının ağırlık noktasının politika planlamasına, mekte ve “devlete piyasalar için uygun kurumsal yapıların oluşturulma-
yani enerji, ulaştırma, su kaynaklarının geliştirilmesi, eğitim sında önemli rol yüklenmektedir” (Güzelsarı, 2003, s. 28).
gibi dışsal ekonomik etkileri fazla olan stratejik sektörlerin
Dünya Bankası tarafından ileri sürülen yönetişim yaklaşımında,
gelişme programlarına kaydırılması gerekmektedir.
Yeni Kurumcu İktisat okulunun önemli bir katkısı vardır (Güler, 2003,
3. Teşvik Sisteminin Rasyonelleştirilmesi ve Mukayeseli Üstün- s. 69). Buna göre Yeni Kurumcu İktisat çerçevesinde ortaya konulan
lüklerin Değerlendirilmesi: Verilen teşvikler döviz kazandıran “işlem maliyetleri” yaklaşımı, “sözleşme yapma, bilgi edinme, ölçme
sektörlere yönlendirilmelidir. ve danışmanlık” gibi faaliyetlerin, piyasadaki işlem maliyetlerini arttır-
4. Kamu Sektöründe Planlama: Kamu işletmelerinin, özel işlet- dığını ifade etmektedir (Libecap, 1992, s. 234’den aktaran, Demir,
meler gibi piyasa koşullarına uyumu ve verimli yönetilmeleri 1996, s. 212). Bu yaklaşıma göre piyasada üretim ve dolaşım işlemle-
sağlanmalı ve kamu yatırım programları planlanmalıdır (Cela- rinin pürüzsüz bir şekilde gerçekleşebilmesi için piyasa aktörlerinin,
sun, 1984, s. 341-343). piyasanın “bilgi”sine sahip olması ve bu anlamda da uygun hukuksal ve
Celasun’un ortaya koyduğu planlama yaklaşımı da, Dünya Banka- idari düzenlemeleri yapacak “kurumların” varolması gerekmektedir
sı uzmanlarından Agarwala’nın önerdiği yaklaşımın bir benzeridir. Bu (Demir, 1996, s. 213-217).
çerçevede Celasun’a göre “Orta-gelirli gelişen ekonomilerde piyasa Kurumsal yapıların önemini devlet ile piyasa ilişkileri çerçevesin-
düzeninin güçlendirilmesi çabaları... kamusal planlamanın gereğini or- de ve Yeni Kurumcu İktisat yaklaşımı ile inceleyen Weises ve Hobson,
tadan kaldırmamaktadır” (Celasun, 1984, s. 341). “yeni devletçilik” olarak adlandırdıkları değerlendirmelerinde, artık So-
Dünya Bankası tarafından önerilen planlama yaklaşımı 1990’lı yıl- ğuk Savaş döneminde ortaya konulan “plan piyasaya karşı” retoriğinin
larda, yani küreselleşme ve yapısal uyum sürecinin sosyal maliyetleri- bir kenara bırakılması gerektiğini ifade etmektedirler. Yazarların temel
nin hissedilir olduğu bir atmosferde daha işlevli hale gelmiştir. Buna önermesi ise şöyledir: “Daha dinamik olan ekonomiler güçlü devletle-
göre özellikle azgelişmiş ülkelerde 1980’li yıllarda uygulanan yapısal re sahiptir” (Weises ve Hobson, 1999, s. 13). Bu çerçevede Yeni Ku-
uyum politikalarının sonuçları 1990’lı yıllarda işsizlik, yoksulluk, siya- rumcu İktisat yaklaşımında, planlama kavramının yeniden formüle edil-
sal/ekonomik istikrarsızlık şeklinde ortaya çıkmış ve bu sonuçlar Dün- mesi olarak da değerlendirilebilecek öneriler mevcuttur. Bu bağlamda
ya Bankası’nın temel söyleminin değişmesine neden olmuştur. Buna yazarların ifade ettikleri “piyasalar, değişime ve sürekli olarak değişen

42 43
rekabet şartlarına uyum sağlamayı başarabilmek için bir tür merkezi gulanmaya başlanmıştır (DPT, 2002, s.5-6). Buna göre “yeni planlama”
koordine edici yeteneğe ihtiyaç duyar” (Weises ve Hobson, 1999, s. 20) yaklaşımı, “makro bir yaklaşım içinde olmamakla birlikte, ekonomide
tezi, Dünya Bankası uzmanı olan Agarwala tarafından ortaya konulan önemli bir kaynak kullanıcısı olan kamu kesiminde kaynak kullanımın-
“yeni planlama” yaklaşımı ile uyumludur. da etkinliğin arttırılmasına yönelik” olarak uygulanmakta ve “kamu ke-
Yukarıda ortaya konulan şekliyle, özellikle 1990’lardan sonra siminde kaynakların ve harcamaların orta vadeli bir perspektifte bir
Dünya Bankası tarafından geliştirilen yönetişim modeli çerçevesinde, plan ve program çerçevesinde” belirlenmesini amaçlamaktadır (DPT,
devlete düzenleyici ve piyasadaki bilgi eksikliğinden doğan maliyetle- 2002, s. 2).
ri giderici bir rol yüklendiği görülmektedir. Bu bağlamda, devlete veri- Neticede, Hirst ve Thompson’un da belirttiği gibi, “piyasalar ve
len görevler dolayımında planlama yaklaşımında da farklı açılımlar gün- şirketler, kendilerini koruyacak bir kamu iktidarı olmadan varolamaz-
deme gelmiştir. Bu noktada, planlama yaklaşımının revizyonu ya da lar” ve bu çerçevede bazı merkezi koordine edici mekanizmalara ihti-
belli bir planlama biçiminin terk edilmesi ile, planlamaya olan ihtiya- yaç duymaktadırlar (Hirst ve Thompson, 2003, s. 223). Bu bağlamda
cın sona erdiği veya artık ülkelerin planlama yapmadığı sonucu ortaya Dünya Bankası’nın 2002 raporunda belirttiği “piyasa için kurumlar in-
çıkmamaktadır. Yaşanan, sermaye birikim sürecinin gereklerine göre şa etme” söylemi (Ercan, 2003b, s. 24) ve özellikle ABD’de 1990’lı yıl-
İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte işlevli olan belli bir planlama türü- ların sonlarında uygulanan “yeni planlama” yaklaşımı, planlamanın
nün (bütüncül planlama) terk edilerek, 1970’lerdeki kriz sonrasında ye- farklı bir içerikle de olsa işlerliğini sürdürdüğünü göstermektedir.
niden yapılanma sürecinde farklı planlama yaklaşımlarının (stratejik
planlama) geliştirilmesidir.
Son dönemde Yeni Kurumcu Okulun ve Dünya Bankası’nın belirt-
tiği gibi, “rekabetin arttığı bir ortamda, etkin bir yönetim ihtiyacı ve bu
çerçevede örgütlü işgücü, özel sektör ve sivil toplumun katılımı ile mer-
keziyetçi olmayan bir planlama yaklaşımı eskisinden de önemli bir ko-
numa yükselmiştir” (Todaro, 1992, s. 431’den aktaran, Yılmaz, 1999,
s. 94). Bu çerçevede geliştirilen stratejik planlama20 yaklaşımında temel
nokta, geleceğin belirsiz olduğu bir ortamda, çeşitli alternatif olasılık-
ların değerlendirilerek en uygun olanın seçilmesidir (Yılmaz, 1999, s.
97). Son yıllarda ortaya koyulan “yeni planlama” yaklaşımının en
önemli uygulaması ise, ABD’de gerçekleştirilmektedir. Buna göre
ABD’de 1993 yılında çıkarılan bir kanunla21 yasal çerçevesi çizilen stra-
tejik planlama yaklaşımı, 1997 yılından itibaren Yönetim ve Bütçe Da-
iresi ve ABD Hazine Bakanlığı’nın yönlendirmesiyle tüm ABD’de uy-

20 Stratejik planlama esas olarak şirketler tarafından geliştirilen, daha sonra ulu-
sal planlamada da uygulanan bir planlama türüdür. Bu tür planlamanın gelişme-
siyle birlikte “stratejik yönetim”, stratejik düşünme” gibi kavramlar türetilmiş;
plan kavramının yerine “vizyon”, amaçlar ve hedefler yerine de “misyon” te-
rimleri kullanılır hale gelmiştir (Yılmaz, 1999, s. 98).
21 Government Performance Results Act of 1993.

44 45
lanmış ve bunun sonucunda da ciddi bir enflasyon ortamı yaşanmıştır.
Varolan bu enflasyonist ortam ise, özellikle ticari sermaye için elveriş-
li birikim olanakları yaratmıştır (Kazgan, 2002, s. 80). Sonuçta savaş
döneminde uygulanan ekonomik politikalar, işçi ve memurların gelir-
lerinde reel olarak gerilemeye neden olurken, büyük toprak sahipleri-
nin ve ticaret burjuvazisinin birikim olanaklarını arttırmış, bu iki kesim
savaş ekonomisi sürecinden güçlenerek çıkmıştır (Boratav, 1984-5, s.
3. BÖLÜM 48).
Türkiye’ye 1945 Sonras› Tablo-1
Sermaye Birikim Süreçlerine Özet Bak›fl İkinci Dünya Savaşı Döneminde Başlıca Bölüşüm Göstergeleri

1938-39 1944-45
3.1.Türkiye’de 1945 Sonras› Sermaye Birikim Süreci Sanayi Üretim Endeksi 100 78
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlandığı 1945 yılı, Türkiye için önemli Sanayi Fiyat Endeksi 100 357
siyasal ve ekonomik gelişmelerin yaşandığı bir sürecin başlangıcı ol- Buğday Üretim Endeksi 100 63
muştur. Bu dönemde yaşanan gelişmeler, bir yandan savaş sırasında ül- Buğday Fiyat Endeksi 100 568
ke içinde belirginleşen sınıfsal güçlerin süreci belirlemeye dönük talep- Türün Üretin Endeksi 100 105
leri, diğer yandan Türkiye’nin, savaş sonrasında dünyada oluşan yeni Tütün Fiyat Endeksi 100 490
siyasal ve ekonomik ortama uyumunu sağlamaya yönelik düzenleme- Pamuk Üretim Endeksi 100 88
lerin yapılması çerçevesinde şekillenmiştir.
Pamuk Fiyat Endeksi 100 356
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na girmemesine rağmen, savaşın et- Nominal Ücretler Endeksi 100 271
kilerini büyük ölçüde hissetmiştir. Buna göre seferberlik ilanının ardın-
Reel Ücretler Endeksi 100 51
dan, 1940 yılında çıkarılan Milli Koruma Kanunu çerçevesinde yetişkin
M. Gelirde Maaş Payı (%) 8.5 8.2
nüfusun büyük bölümünün askere alınması (Pamuk, 1987, s. 131), ta-
Toptan Eşya Fiyat Endeksi 100 449
rımsal üretimde büyük düşüşlere neden olmuş, tüm üretken sektörlerin
ve milli gelirin daraldığı bir dönem yaşanmıştır (Boratav, 1998, s. 67). Reel M. Gelir Endeksi 100 75
Ancak ekonominin daralması, sermaye birikim sürecinin yavaşlaması
anlamına gelmemektedir (Gülalp, 1993, s. 32). Kaynak: (Boratav, 1984-5, s. 45).
Bu bağlamda savaş yıllarındaki bölüşüm göstergelerinin yer aldığı Savaş sonrası dönemde siyasal alanda yaşanan en önemli gelişme
Tablo-1’e bakıldığında, dönem boyunca tarımsal üretimin azalması ile ise çok partili siyasal sisteme geçiştir. Çok partili sisteme geçişte etki-
birlikte, tarım fiyatlarının yüksek oranlarda arttığı görülmektedir. Böy- li olan önemli faktörlerden biri, savaş dönemi boyunca yaşanan sıkıntı-
lece, özellikle pazara dönük üretim yapan büyük çiftçilerin savaş döne- lar nedeniyle ülkede yaygın olan hoşnutsuzluk atmosferi22 ve savaş dö-
mi boyunca önemli oranda güçlendiği söylenebilir (Gülalp, 1987, s. neminden güçlenerek çıkan sınıfların talepleri iken, bir diğeri ise Türki-
31). Savaş döneminde sanayi üretiminin azalması ve de ithalat olanak-
larının sınırlı olması nedeniyle, seferberlik harcamaları emisyonla karşı- 22 Türkiye’de çok partili sisteme geçişin içsel nedenleri ile ilgili bakınız: (Kara,
1984, s. 64-75; Karpat, 1967, s. 152).

46 47
ye’nin, savaş sonrası oluşan uluslararası sisteme entegrasyon çabasının kin, 1981, s. 24). 1946 planının uygulanmamasının en önemli nedeni
bir parçası olarak Birleşmiş Milletlere (BM) üyeliğidir.23 Bu dönemde ise, savaş döneminde hazırlanan planın ve plan önceliklerinin, savaş
özellikle ABD’nin önderliğinde yeniden yapılandırılan uluslararası or- sonrası ortaya çıkan uluslararası sistemle uyum sağlamaya çalışan ve
tamda, Türkiye’nin ABD’den beklediği ekonomik ve siyasi desteği ala- bunun için de IMF’ye başvuran Türkiye’nin yeni politikasına uymama-
bilmesi için, politik sistemini “demokratik” hale getirmesi gerekmekte- sıdır.25 1946 planının geri çekilmesinden sonra hazırlanan 1947 planı, ih-
dir. Bu çerçevede Türkiye’nin çok partili sisteme geçmesinde BM’ye racatı teşvik eden, sanayi yerine tarıma, kamu yerine özel sektöre, fi-
üyeliğinin önemli bir etkisi olmuştur24 (Karpat, 1967, s. 126). nansmanda ise iç kaynaklar yerine dış kaynaklara öncelik veren özel-
Savaş sonrasında Türkiye’nin, yeniden yapılanan dünya ekonomi- likler taşımaktadır26 (Gülalp, 1980, s. 48).
sine uyum sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği bir başka politika da, Bu dönemde yaşanan bir başka gelişme de, İstanbul Ticaret Der-
IMF’ye üyelik başvurusunda bulunmaktır. Buna göre 1946 yılında ya- neği öncülüğünde 1948 yılında toplanan İktisat Kongresi’dir. Kon-
pılan seçimlerden sonra iktidara gelen Peker hükümeti 7 Eylül 1946’da, gre’nin önemi, CHP’nin uyguladığı devletçilik politikasına yönelik
Bretton Woods sistemine uyum sağlamak yolunda gerekli koşulları ye- eleştirilerin, yaklaşık bin delegenin katıldığı ulusal bir kongrede siste-
rine getirmek için, Cumhuriyet tarihinin en yüksek oranlı (yüzde matik bir ifadeye kavuşmuş olmasıdır (Türkay, 2002b, s. 45). Ancak
120’ler düzeyinde) devalüasyonunu yapmıştır (Tekeli, 1999, s. 154). Kongre’de sunulan bildirilerde öne çıkan vurgu, basit bir devletçilik-li-
Ancak yapılan devalüasyon, ekonominin gereği olarak yani, dış ticaret beralizm karşıtlığının ötesindedir. Bir başka deyişle, “kongredeki genel
dengesini kurmak ya da döviz açığını gidermek için değil, IMF’ye üye- beklenti devletin tamamen pasif bir konuma itilmesinden çok devlet
lik için gerekli ayarlamaları yapmak üzerine uygulanmıştır (Kepenek ve adına bürokrasi tarafından yapılan müdahalelerin rasyonelleştirilme-
Yentürk, 2001, s. 119). Ayrıca, sözkonusu kararların alınmasında ulus- si”ne yöneliktir (Türkay, 2002b, s. 53).
lararası sistemle bütünleşme çabalarının yanında, yeni kurulan çok par- Buraya kadar kısaca ortaya konulan gelişmeler sonucunda, savaş
tili sistemde Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP), DP’nin elinden “libe- koşulları altında güçlenen büyük toprak sahiplerinin ve özellikle de ti-
ralleşme silahını” almak istemesinin de önemli bir etkisi olmuştur (Te- cari sermayenin, bu dönemde önemli birikim olanakları sağladıkları ve
keli ve İlkin, 1981, s. 5). Bu dönemde yaşanan bir diğer gelişme de, sa- yine aynı dönemde uluslararası sistemle entegrasyon çabalarının yoğun-
vaş sırasında, savaş sonrasında uygulanmak üzere, esas olarak eski laştığı görülmektedir. Bu çerçevede, Marshall planı kapsamında sağla-
Kadro’culardan Şevket Süreyya Aydemir ile İsmail Husrev Tokin’in nan tarımda makinalaşma,27/28 varolan toprakların yeni tarım alanlarına
hazırladığı “1946 Harp Sonrası Kalkınma Planı”nın geri çekilmesidir
(Aydemir, 1967, s.412-414). Buna göre yapısal olarak 1930’lardaki sa- 25 Aydemir’e göre ise, 1946 planının uygulanmamasının nedeni CHP’nin “iktidar
nayi planlarının uzantısı olan 1946 planı, devlet sektörüne, iç kaynakla- yorgunluğu”dur. Bu dönem yaşananların ayrıntıları için bakınız: (Aydemir,
ra ve sanayiye ağırlık veren politika önceliklerine sahiptir (Tekeli ve İl- 1967, s. 395-418).
26 “Vaner planı” olarak da anılan 1947 planı, esas olarak Marshall yardım progra-
mına dahil olabilmek için hazırlanmıştır (Tekeli ve İlkin, 1981, s. 8-10).
23 Türkiye’nin BM’ye üye olarak Batı İttifakında yer almasının önemli bir nedeni, 27 Kullanılmakta olan traktör sayısı, 1948’de 1756’dan, 1952’de 31.415’e çıkmış-
savaşın bitmesinden hemen sonra, SSCB’nin Türkiye’ye bir nota vererek Mont- tır (Margulies ve Yıldızoğlu, 1992, s. 301).
rö Antlaşmasının yenilenmesini istediğini bildirmesi üzerine Türkiye’nin kendi- 28 1953’te Türkiye’nin tarımı makinalaştırma programından doğrudan doğruya sa-
sine destek bulma çabalarıdır. Bu sürecin ayrıntıları için bakınız: (Turan ve Bar- dece 25.000-27.500 kadar çiftçi ailesi yararlanmıştır. Ancak sözü geçen ailele-
las, 1998, s. 647-663). rin ortalama gelirleri 15.000 dolardan daha fazladır. Yani “traktörün gelişinden,
24 Savaş sonrası dönemde ilk olarak 7 Temmuz 1945’de Milli Kalkınma Partisi büyük bir kısmı karasaban kullanan, sayıları 2.5 milyonu bulan küçük çiftçiler
kurulmuş, daha sonra ise, 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP) kurulmuştur doğrudan doğruya yararlanamamıştır” (Nicholls, 1955, s. 64-71’den aktaran,
(Ahmad, 1996, s. 26-27). Karpat, 1967, s. 261).

48 49
dönüştürülmesi, Kore Savaşı’nın sağladığı olumlu konjonktür29 ve de Bu çerçevede, içe dönük birikim modelinin temeli olan korumacı-
hava şartlarının olumlu seyretmesi nedenleriyle, 1953 yılına kadar yük- lık ile, uluslararası üretken sermayenin azgelişmiş ülkelerin iç pazarla-
sek oranlı bir büyüme dönemi yaşanmıştır (Gülalp, 1980, s. 49). Ancak rına yönelmeleri birbirini tamamlayan süreçler olarak gerçekleşmekte-
7 Eylül kararları uyarınca dış ticaretin liberalleşmesi çerçevesinde ya- dir (Eralp, 1981, s. 618).
şanan büyüme dönemi, 1953 yılına gelindiğinde döviz rezervlerinin tü- İçe dönük birikim sürecinin yerel sermaye açısından önemi ise,
kenmesi ve ödemeler dengesi bunalımına girilmesiyle sonlanmıştır tüccarlıktan sanayiciliğe dönüşümü sağlamasıdır (Gülalp, 1993, s. 34).
(Sönmez, 1999, s. 9). Buna göre 1953 yılının sonlarında dış ticaret reji- Buna göre, önceden dış ticaret vasıtasıyla uluslararası sermaye ile iliş-
mindeki serbestlik sınırlanmış ve 1954’ten sonra da, dış ticaretin izinler kisi olan yerel ticari sermaye, içe dönük birikim çerçevesinde uygula-
ve kotalar yoluyla yürütülmesi şeklinde düzenlemeler yapılmıştır (Bo- nan korumacılık sonrasında, dışarıdan aldığı malların yurt içinde üreti-
ratav, 1998, s. 87). Ancak ithalata getirilen sınırlamalar dış açığı kapat- mine yönelmiş, bu da yerel sermaye ile uluslararası sermaye arasında
maya yetmemiş, o döneme kadar alınan dış kredilerin geri ödenememe- yeni bir ilişkinin doğmasına neden olmuştur (Eralp, 1981, s. 619). Bir
si ve yüksek enflasyon gibi sorunlar ekonomik durumu olumsuz etkile- başka ifadeyle,
miş; sonunda 4 Ağustos 1958’de yüksek oranlı devalüasyonu içeren bir
“[Savaş sonrası dönemde]…metropol sermayesi yitirdiği pazarları do-
istikrar programı ilan edilmiştir30 (Sönmez, 2003, s. 96-102).
laylı yöntemlerle yeniden ele geçirmek için daha önce doğrudan pazar-
3.2. ‹çe Dönük Birikim Modelinin Kurulmas›: ladığı ürünlerin bu kez ülke içinde üretilmesini başlatmıştır. Bu dönü-
şümü sağlarken, metropol burjuvazisinin doğal müttefikinin yerli tica-
Uluslararası sistemden gelen etkiler ile ülke içinde sermaye biri- ret sermayesi olacağı açıktır… metropol sermayesinin yerli sermaye ile
kim sürecinin geldiği düzey arasındaki etkileşim, içe dönük birikim işbirliği içinde, ülkede ithal ikamesine yönelik bir sanayi sermayesi bi-
modelinin oluşmasında belirleyici niteliktedir. Buna göre, İkinci Dün- rikimini başlatması, iki tarafın da çıkarlarına uygun bir çözümdür”
ya Savaşı sonrasında, sermaye birikim sürecinin dünya genelindeki te- (Gülalp, 1987, s. 40-41).
mel dinamiği, uluslararasılaşmış üretici sermayedir. Dünya genelinde
Bu bağlamda içe dönük birikim modelinin temel bileşenleri, tüc-
gerçekleşen bu temel eğilimin azgelişmiş ülkelere yansıması ise, içe
carlıktan sanayiciliğe geçen yerel sermaye ile, dönemin hakim dinami-
dönük/ithal ikameci birikim modellerinin kurumsallaşmasıdır. Diğer
ği olan uluslararasılaşmış üretici sermaye ve bu ittifak için gerekli ku-
bir deyişle;
rumsal çerçeveyi hazırlayan devlettir (Ercan, 2002, s. 59).
“İlk etapta ithal ikameci strateji, mevcut işbölümüne dayalı hiyerarşik Yukarıda ortaya konulan çerçeve dahilinde Türkiye’de 1945 sonra-
entegrasyon amaçlarına karşı bir tasarruf gibi algılanmıştır. Ancak, dış sı sermaye birikim sürecine bakıldığında, savaş yıllarından 1953’e kadar
rekabete karşı gümrük duvarlarıyla korunan bir pazarda üretim yapıla-
olan dönemde ticaret sermayesinin önemli birikim olanaklarına sahip
bilir olması üretken sermayenin uluslararasılaşma dinamiği ile uyum
içindedir. Rekabetsiz bir ortamda yatırım yapmak kar motifi ile hare- olduğu görülmektedir. 1954 yılından sonra ise, özellikle dış ticarete ge-
ket eden üretici sermaye için uygun koşullar anlamına gelmektedir” tirilen sınırlamalarla, içe dönük/ithal ikameci birikim süreci “resmen ol-
(Türkay, 1998, s. 15). masa bile fiilen” başlamış (Türkay, 2003, s. 21) ve bu anlamda da be-
lirli bir donanıma ve büyüklüğe erişen ticaret sermayesinin, sanayi ser-
29 Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı nedeniyle bütün dünya piyasalarında mayesine dönüşmesi süreci hızlanmıştır (Eralp, 1981, s. 619).
beliren ham maddelere büyük talep artışı, “Türkiye’nin ihraç ettiği malların fi-
Ülke içindeki ticari sermayenin, sanayi sermayesine dönüşüm sü-
yatlarında büyük artışlar sağlamış, bu artıştan o zamanlar ihracatımızın %
99’unu teşkil eden tarım ve madencilik ürünleri doğrudan doğruya yararlanabil- reci çerçevesinde, 1950’lerin ortalarından itibaren fiili olarak yürütülen
miştir” (Sönmez, 1996, s. 669). korumacı politikaların kurumsallaştırılmasına dönük çabaların,1958 kri-
30 1958 krizi ve sonrasındaki gelişmeler, ileriki bölümlerde ele alınacaktır.

50 51
zi sonrasında hızlandığı görülmektedir. Bu dönemde daha çok uluslara- sübvansiyon politikalarıdır. Varlıer’e göre,
rası kurumlardan gelen öneriler çerçevesinde, içe dönük birikim mode- “Bir yandan sanayinin ve geniş tüketici kitlelerin gereksindiği ham-
linin genel çerçevesini hazırlamak üzere işlevlendirilmesi düşünülen madde ve gıda maddelerini yurt içi üretimle sürekli biçimde karşılama
Koordinasyon Bakanlığı kurulmuştur. 27 Mayıs 1960’ta yapılan askeri düşüncesi, öte yandan çiftçi gelirinin istikrarını koruma ve sanayi
müdahaleden sonra ise, bu döneme kadar fiili olarak uygulanan içe dö- ürünlerine geniş kırsal kesimde talep yaratabilme amaçları, Türkiye’de
nük/ithal ikameci birikim modeli, Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) yüksek taban fiyatları politikalarının izlenmesine yol açmıştır. Nüfusun
kuruluşuyla “resmi” olarak uygulanmaya başlamıştır (Türkay, 2003, s. büyük bir çoğunluğunun hala kırsal kesimde yaşadığı bir ülkede, tarım
22-23). Bu çerçevede 27 Mayıs müdahalesinin objektif sonuçlarına ba- sektörünün desteklenmesinde, siyasal etmenlerin çok önemli olduğu
kıldığında, kurulan içe dönük/ithal ikameci birikim modeli ile, sanayi da söylenebilir” (Varlıer, 1978, s. 35).
sermayesinin birikim olanaklarının önünün açıldığı görülmektedir( Sözkonusu dönem boyunca, modelin bir diğer önemli bileşeni
Keyder, 1995, s. 204). olan işçi sınıfına baktığımızda, özellikle ithal ikameci sanayileşmenin
DPT’nin kuruluşundan sonra izlenen “planlı” politikalar, benimse- sürdüğü sektörlerde ücretlerin arttığı söylenebilir (Keyder, 1995, s.
nen sermaye birikim modelinin gerekleri çerçevesinde şekillenmiştir. 219). Ancak Karacan’ın da belirttiği gibi, sözkonusu artış, kişi başına
Buna göre içe dönük birikim modeli açısından en kritik nokta, dışarıya düşen reel gelir artışından yüksek olmamıştır32 (Karacan, 1983-4, s. 84).
karşı korunan bir iç pazarda üretilenlerin tüketilmesi sorunudur. Bir Ayrıca, içe dönük birikim modeli çerçevesinde iç pazara dayalı sanayi
başka deyişle, içe dönük birikim modeli iç pazarın olanaklarına dayan- üretiminin gelişmesi sonucunda, sermaye kesiminin kendi ölçüleri çer-
dığından, satın alma gücüyle desteklenmiş bir talebin, birikimin gerek- çevesinde birikimi arttırması oranında, emek sermaye çelişkisinin de
leri uyarınca desteklenmesi gerekmektedir. Bu gereklilik ise özellikle arttığı görülmektedir (Ercan, 2002, s. 65).
1961 Anayasası çerçevesinde kurumsallaşan “sosyal devlet” anlayışı ve İçe dönük birikim modelinin bir başka bileşeni de devlettir. Buna
de toplu pazarlık sisteminin kabul edilmesi aracılığı ile sağlanmıştır. Bu göre devletin en önemli işlevi, içe dönük birikim modelinin genel çer-
kurumsallaşma çerçevesinde, toplumdaki mevcut güç ilişkileri oranın- çevesini belirleyen kurumsallaşmaları yaratmasıdır. Özellikle DPT eliy-
da çeşitli toplumsal kesimler, sermaye birikim modelinin sağladığı ola- le yürütülen korumacılık, döviz karşısında Türk Lirasının aşırı değerli
naklardan yararlanmışlardır31 (Türkay, 1998, s. 15). tutulması ve reel faizlerin düşük tutulması gibi politikalar, sermaye açı-
Çalışmanın bu kısmında, içe dönük birikim modelinin temel bile- sından tüccarlıktan sanayiciliğe geçişi sağladığı ölçüde, devletin içe dö-
şenleri olan tarımsal kesim, işçi sınıfı, devlet ve tüccarlıktan sanayicili- nük sermaye birikim modelindeki yerini ortaya koymaktadır (Eralp,
ğe geçen sermayenin konumları değerlendirilecektir. 1981, 625-627). Bu dönemde devletin bir diğer işlevi de, özel sektöre
İçe dönük birikim modelinin önemli bir bileşeni olan tarımsal ke- verilen teşvikler kanalıyla sermaye birikimi sürecini doğrudan destek-
sim açısından sürece bakıldığında, modelin uygulandığı dönem boyun- lemesidir. Buna göre, içe dönük modelin uygulandığı dönem boyunca
ca, iç ticaret hadlerinin tarım kesimi lehine geliştiği görülmektedir. Bu- teşvik uygulamaları sayesinde devletin özel sermaye birikimine katkı-
nun en önemli nedeni ise devletin uyguladığı destekleme alımları ve sının yüzde 50’nin üzerinde olduğu görülmektedir (Saybaşlı, 1985, s.
102). İçe dönük birikim modelinde devletin yerine getirdiği bir başka
31 Boratav, 1960’lardan sonra uygulanan içe dönük birikim modelini, mevcut si-
yasal rejim ve bölüşüm politikaları çerçevesinde “popülizm” kavramı aracılığıy- 32 1962-1976 döneminde işçi ücretleri ortalama olarak yüzde 4.4 artmıştır. Ancak
la değerlendirmektedir (Boratav, 1983, 7-18). Boratav’ın yaklaşımın eleştirisi bu dönemde reel gelirin büyüme hızı yüzde 7, nüfus artışının ise yüzde 2.5 ol-
için bakınız: (Karacan, 1983-4, s. 83-87; Gülalp, 1984, s. 86-91; Küçük, 1985, duğu düşünülürse, fert başına düşen reel gelir artışının yüzde 4.5 olduğu görü-
s. 43-92). Popülizm kavramı çerçevesinde yürütülen tartışmaların toplu bir de- lür. Bu durumda, işçilerin reel ücret artışlarının, kişi başına ortalama gelir artı-
ğerlendirmesi için bakınız: (Yalman, 1985, 16-70). şıyla aynı düzeyinde olduğu görülmektedir (Karacan, 1983-4, s. 84).

52 53
işlev de özellikle KİT’ler vasıtasıyla özel sektör için gerekli olan ara değerlendirirken, başlangıçta yabancı firmalarla ticaret ilişkisi içinde
malların üretilmesidir. KİT’lerin ürettiği ara mallar, özel kesim için gir- olan grupların, daha sonra içe dönük modelin olanaklarından yararlana-
di oluşturduğundan fiyatları düşük tutulmuş, böylece “kamu kesimi rak, dışarıdan ithal ettikleri malları yurt içinde üretimine yöneldiklerini,
büyük ölçüde özel kesime kaynak aktarmada kullanılan bir araç” işlevi böyle bir durumda ise, özellikle önceden oluşmuş dağıtım kanallarının
görmüştür (Korum, 1977, s. 63-66’dan aktaran, Ercan, 2002, s. 61). varlığı ve önceden ithalat ilişkisi içinde bulunulan yabancı firmalardan
İçe dönük birikim modelinin uygulandığı dönemde, birikim süreci- teknoloji transferinin mümkün olması nedeniyle büyük avantajlar elde
nin bir diğer bileşeni de tüccarlıktan sanayiciliğe geçen sermaye kesi- ettiklerini ifade etmişlerdir (Tekeli ve Menteş, 1977, s. 26).
midir.33 1970’li yıllarda yapılan bir çalışmaya göre, bu yıllarda önemli 3.2.1. İçe Dönük Modelde DPT-Özel Kesim İlişkileri:
bireysel sermaye sahiplerinin yüzde 77’sinin ticaretle bağlantılı bir kö-
İçe dönük birikim modelinin önemli bileşenlerinden biri olan ser-
kenden geldiği görülmektedir (Bates, 1973, s. 59-60’dan aktaran, Buğ-
maye sınıfının, yeni benimsenen birikim modelinin genel çerçevesini
ra, 2003, s. 92). Yukarıda da belirtildiği gibi, Türkiye’de ticari serma-
çizen DPT ile ilişkileri, farklı dönemler boyunca değişik düzeylerde
ye formasyonunun sanayi sermaye formasyonuna geçişi, büyük ölçüde
gerçekleşmiştir. Türkiye’de içe dönük birikim modeli uyarınca gelişti-
1950’lerin ortalarından itibaren uygulanan korumacı politikalar saye-
rilen kaynak tahsis mekanizmalarının önemli bir noktasında duran Oda-
sinde gerçekleşmiştir. Bu çerçevede 1960 yılında 50 ve daha fazla işçi
lar Birliği, 1970’li yıllarda Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği’nin
çalıştıran şirketlerin geçmişine bakıldığında, bu şirketlerin yüzde
(TÜSİAD) kurulmasına kadar, sermaye sınıfının en önemli temsilcisidir.
59’unun 1946-1960 arasında kurulduğu ve böylece 1950’li yılların tüc-
Buna göre yarı-resmi statüde bir kuruluş olan Odalar Birliği, ithal mal-
carlıktan sanayiciliğe geçişte önemli bir uğrak olduğu görülmektedir
larının fiyatlarının tespit edilmesinde ve uygulanan kotalar konusunda
(Alpender, 1966, s. 129’dan aktaran, Buğra, 2003, s. 85).
söz sahibidir (Saybaşlı, 1976, s. 86-87). Ancak Birinci Beş Yıllık Kal-
Türkiye’de içe dönük birikim modelinin gelişimine paralel olarak kınma Planı’nın (BBYKP) hazırlanması sürecinde Odalar Birliği’nin
ortaya çıkan bir diğer gelişme de, sermayenin yoğunlaşması ve merke- görüşleri dikkate alınmamış (Saybaşlı, 1976, s. 91), bunun üzerine Bir-
zileşmesidir. Bu çerçevede özellikle 1960’lı yılların başlarından itiba- lik bir rapor yayınlayarak planlı dönemle ilgili endişelerini ortaya koy-
ren belirli bir büyüklüğe erişen sermaye grupları holding şirketi şeklin- muştur. Buna göre Odalar Birliği, raporun başında planlı kalkınma ko-
de örgütlenmeye gitmişlerdir (Aytulun, 1977, s. 27). Holding tipi örgüt- nusunda olumlu görüş bildirmesine rağmen (Odalar Birliği, 1962, s.
lenme şeklinin önemi, belirli bir büyüklüğe erişmiş ve genellikle aile V), ilerleyen bölümlerde uygulanacak planla ilgili endişelerini dile ge-
şirketi olarak faaliyetlerine devam eden işletmelerin, sermayenin top- tirmektedir. Raporda belirtilen eleştiriler özetle şöyle sıralanabilir:
lam sosyal döngüsünü oluşturan farklı sermaye formasyonlarını kendi
“… fiyat mekanizmasının planda biraz şüphe ile karşılandığını ve bunu
bünyelerinde içselleştirmeleridir. Bir başka ifadeyle, belirli bir büyük-
tashih etmek, mesela ücret mallarında büyük fiyat hareketlerini önle-
lüğe erişmiş sermaye gruplarının finansman, üretim ve dağıtım alanları mek üzere tedbirler almak istikametinde temayüllerin mevcut olduğu-
üzerindeki kontrol yetenekleri artmış ve holding tipi şirket bünyesinde, nu görüyoruz” (s. VI).
“banka, sanayi, ticaret ve sigortacılık faaliyetlerine yatırılan sermayede
“Planda sık sık bahsi geçen ve her türlü tefsire müsait olan ‘Sosyal
tam bir bütünleşme ve konular arasında akıcılık doğmuştur” (Tekeli ve Adalet’ sözüne de sınır çizmek ve vuzuh vermek zorundayız” (s. VII).
Menteş, 1977, s. 18). Türkiye’de holding tipi şirketleri inceledikleri ça-
“[Planda geçen] … karma ekonomi tabiri bazı gerekçelerle özel teşeb-
lışmalarında Tekeli ve Menteş, holdinglerin faaliyetlerinin gelişimini büsün sahasını gittikçe daraltıcı bir iktisadi politika tatbikatına yol aç-
maması lazımdır… İktisadi devlet teşebbüslerinin sahaları çeşitli kıs-
33 Tüccarlıktan sanayiciliğe geçiş sürecinde, işadamlarının kişisel tarihlerinin an- taslar sayesinde tahdit edilmelidir” (s. VIII).
latımı için bakınız: (İdil, 1999, s. 123-137; İdil, 1999, s. 139-149).

54 55
Raporun planla ilgili görüşlerinden de anlaşılacağı gibi, planların Üçüncü plan dönemine gelindiğinde, içe dönük birikim modelinin
uygulanmasında özel sektöre değil kamu kesimine öncelik verilmesi, sağladığı olanaklar sayesinde belirli bir olgunluk düzeyine erişen ve
plan çalışmaları sırasında görüşlerinin alınmaması, “sosyal adalet” gibi holdingleşerek para, meta ve üretici sermaye formasyonlarını kendi
kavramların özel sektör alehinde yorumlanması gibi konular, planlı kal- bünyelerinde içeren büyük sermayenin Odalar Birliği’nden ayrılarak
kınma döneminin başladığı ilk yıllarda Odalar Birliği’nin endişelerini TÜSİAD’ı kurduğu görülmektedir. Bu bağlamda sanayileşme konu-
dile getirmektedir. Ayrıca bu dönemde Odalar Birliği’nin talepleri şun- sunda açık tercihleri içeren üçüncü plan hakkında, bu iki sermaye kesi-
lardır: minin farklı görüşleri mevcuttur. Buna göre TÜSİAD, kendi sınıfsal çı-
1. “İşbirliği esaslarını saptamak ve ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkları karları çerçevesinde, 1971 müdahalesi sonrasında kurulan “reform hü-
çözümlemek amacıyla özel sektör ve Hükümet temsilcilerinin kümetlerini” ve de üçüncü planı genel hatlarıyla desteklemiştir (Buğra,
oluşturacağı bir komite kurulmalıdır, 2003, s. 202; Alkan, 1998, s. 205). Bu dönemde özellikle ticari serma-
2. Yıllık uygulama programlarının hazırlanması ve yürütülmesinde ye formasyonunun içinde barındıran Odalar Birliği ise, planda sanayi
özel sektörün katkısı bilgi sağlamak yerine fiilen katılmak olmalı- sektörüne öncelik verildiğini ve verilecek teşviklerin büyük kısmının bu
dır, kesime yönlendirildiğini belirterek, hükümetin sanayi kadar ticarete de
3. Ekonomik faaliyetleri kısıtlayıcı tüzük ve yönetmelikler kaldırılma- önem vermesi gerektiğini savunmaktadır35 (Alkan, 1998, s. 205).
lıdır, Dördüncü plan döneminin başlarında ise TÜSİAD, CHP hüküme-
4. Özel sektör, Kalkınma Planının temel unsurlarından biri olduğuna tinin tutumu ve dolayısıyla DPT’nin hazırladığı planla ilgili bir bekleme
göre, özel sektörün yatırım kotaları arttırılmalıdır”( Odalar Birliği, süreci geçirmiş, ancak özellikle ithalat zorluklarının ve ödemeler den-
1962’den aktaran, Saybaşlı, 1976, s. 91). gesindeki sıkıntıların artmasından sonra tutumunu değiştirmiş ve gün-
Yukarıda sıralanan taleplerde de görüldüğü gibi Odalar Birliği, lük gazetelere verdiği ilanlarla hükümete ve sendikalara yönelik sert
“resmi” olarak uygulanmaya başlanan içe dönük/ithal ikameci birikim eleştirilerde bulunmuştur36/37 (Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004).
modeli içersinde, devlet müdahalesinin sınırlarının belirlenmesi ve özel Sonuçta, özel sektör ile DPT ilişkilerine genel olarak bakıldığında,
sektörün modeldeki yerinin güçlendirilmesini istemektedir. içe dönük/ithal ikameci birikim modelinin genel çerçevesini oluşturan
İkinci plan dönemine gelindiğinde ise, yaşanan hükümet değişik- “planlı” dönemin başlangıcında (1963-1967) özel sektör, özellikle dev-
liğinin ardından iktidara gelen Adalet Partisi (AP), özel sektör için el-
verişli bir ortam sağlamıştır. Buna göre AP hükümetlerinin, “planı özel 34 Teşvik uygulamaları, özellikle 1968’den sonra DPT bünyesinde kurulan Teşvik
sektöre kar fırsatlarının nerede olduğunu gösteren, özel sektörün nasıl ve Uygulama Dairesi kanalıyla sürdürülmüştür. Bu uygulamanın DPT açısından
değerlendirilmesi ileriki bölümlerde yapılmıştır.
teşvik edileceği üzerinde duran, kısaca asli işlevi özel sektöre destek
35 Ancak bu noktada belirtilmesi gereken husus, bu iki kesimin plana verdikleri
olmayı amaçlayan teknik bir belge olarak görmeyi tercih” (Demirel, desteklerde ya da eleştirilerinde mutlak anlamda bir kesinlik olmadığıdır. Buna
2004, 310) etmesi, bu dönemde hazırlanan ikinci plan üzerinde özel göre TÜSİAD, elde bulunan döviz olanaklarının daha çok ara ve yatırım malla-
sektörün etkili olmasını kolaylaştırmıştır. Bu bağlamda ikinci planın ha- rına yöneltilmesi gerektiğini ifade ederek, özellikle Maden Kanunu’na karşı
zırlanmasında Odalar Birliği’nin katkıları, “bilgi vermek” düzeyinde çıkmıştır. Odalar Birliği ise, Türk parasının konvertibıl hale getirilmesini, işçi
değil, “fiili olarak katılmak” şeklinde gerçekleşmiştir (Saybaşlı, 1976, ücretlerinin kısıtlanmasını talep ederken, özellikle Toprak Reformu yasasına
karşı çıkmaktadır (Alkan, 1998, s. 205-206).
s. 92-93). Yine bu dönemde çıkarılan 933 sayılı yasa uyarınca özel sek-
36 Dördüncü planın hazırlanması sürecinde yapılan Danışma Kurulu toplantıların-
töre dönük teşvikler DPT bünyesinde toplanmış ve devlet, özel serma- da, özel sektörün, sendikaların ve çeşitli kurumların görüşleri alınmıştır. Yapılan
ye birikim sürecine doğrudan katkıda bulunmuştur.34 toplantı tutanakları için bakınız: (DPT, 1978).
37 Bu konunun ayrıntıları bir sonraki bölümde ele alınmıştır.

56 57
letin ekonomideki sınırlarının belirlenmesi taleplerini öne çıkarmıştır. maye donanımını daha sermaye yoğun mallara yönlendirecek üretken
Ancak ikinci plan (1968-1972) döneminden sonra özel sektör açısından sermayenin bağımlı bir sermaye olduğunu” ortaya koymaktadır (Ercan,
önemli olan, uygulanan teşvik politikalarının hangi alanlara yöneleceği 2002, s. 70). Gerçekten de sanayide kullanılan teknolojinin dışa bağım-
olmuştur. Üçüncü plan (1973-1977) döneminde sermaye içi farklılaş- lı oluşu39 sonucunda, ekonomide oluşan “daha fazla üretebilmek için
maya dayalı olarak farklı talepler öne süren özel sektör, dördüncü plan daha fazla ithalat, daha fazla ithalat için daha fazla döviz, daha fazla
(1979-1983) döneminde özellikle belirli bir büyüklüğe erişmiş olan döviz için de daha fazla borçlanma” kısırdöngüsü, krizin önemli neden-
büyük sermaye tarafından birikim modelinin değiştirilmesine dönük ta- lerinden biridir (Başkaya, 1994, s. 105).
lepleri dile getirmiştir. Bu dönemde DPT ise, “devamlı olarak ithal ika- Tablo-2
meciliğin aşamalar kaydetmesine, ara ve yatırım malları ikameciliğine İmalat Sanayinde Büyümenin Kaynakları
yönelinmesine ve bu alanlar ile ihracata yönelme arasında organik bağ-
Yıllar Yıllık Büyüme(%) Büyümenin Kaynakları
lantılar kurulmasına önem vermiştir” (Eralp, 1981, s. 627).
İç T. İh. İt. İk. I-O Toplam
Bu noktada 1974 yılında Şaylan tarafından yapılan bir çalışma, bü-
1953-1963 6.4 80.1 2.2 9.1 7.7 100
rokratlar ve özel sektörün DPT’ye bakışını ortaya koyması açısından
1963-1968 9.9 75.2 4.5 10.4 9.9 100
dikkat çekicidir. Şaylan’ın çalışmasına göre mülakat yapılan (DPT dı-
1968-1973 9.4 76.2 10.7 -1.5 14.6 100
şındaki) bürokratların yüzde 82.5’i DPT hakkında yapılan şu değerlen-
dirmeye katılmaktadır: “Planlama örgütü hem işleri bozan, hem de si- 1973-1977 7.0 100.4 -1.0 0.6 0 100
yasi iktidarların baskısı altında gerçek fonksiyonlarından saptırılmış bir 1977-1981 -3.0 -36.7 81.5 -143.9 -1.0 100
kurumdur” (Şaylan, 1986, s. 145). Görüşülen özel kesim temsilcileri- 1981-1984 6.5 55.6 55.6 -6.8 -0.2 100
nin yüzde 86.7’sinin katıldığı değerlendirme ise, şöyledir: “Planlama İç T: İç Talep, İh: İhracat, İt. İk: İthal İkamesi, I-O: Input-output katsayılarında-
örgütü kalkınma için faydalı işler yapmakta ve Planlama sayesinde ül- ki değişme.
ke ekonomik kalkınma yolunda hızla ilerlemektedir” (Şaylan, 1986, s. Kaynak: (Sönmez, 2003, s. 177).
145). Şaylan’ın çalışmasında da görüldüğü gibi, DPT’nin dönem bo-
Ancak teknolojik bağımlılık, 1970’li yıllarda dünya genelinde ya-
yunca uyguladığı politikaların objektif sonuçları, özel sektörün gelişim
şanan kriz gibi etkenlerle birlikte, Türkiye’de içe dönük birikim mode-
süreci ile çelişmemiş ve içe dönük birikim modelinin gerekleri çerçe-
linin krizini oluşturan temel dinamik, az sayıda belirli bir büyüklüğe
vesinde şekillenmiştir.
erişmiş sermaye kesimi için ülke içinde birikim olanaklarının sona er-
3.3. ‹çe Dönük Birikim Modelinin Krizi: mesidir. Bu çerçevede Tablo-2’ye bakıldığında, uygulanan ithal ikame-
Türkiye’de 1950’lerin ortalarından itibaren “fiilen”, 1960’dan son- sinin 1970’lerin başından itibaren ekonomik büyümeye negatif etki
ra ise “resmen” uygulanmaya başlanan içe dönük/ithal ikameci birikim yaptığı görülmektedir.
modeli, 1970’lerin sonlarına doğru krize girmiş ve 1980 yılında sonlan- Tablo-2’de görülen bir diğer olgu ise, 1977 yılına gelindiğinde içe
mıştır. Buna göre 1970’lerin sonlarında yaşanan kriz,38 “yüksek oranlı dönük birikim modelinin temeli olan iç talebin tamamen doymasıdır.
enflasyon ve döviz darboğazı” olarak belirginleşmiştir (Gülalp, 1987, Bir başka deyişle, bu dönemden sonra özellikle büyük sermaye için ül-
s. 54). Bu noktada “krizin döviz krizi olarak açığa çıkışı, ilk elden ser- ke içi birikim olanakları kalmamıştır.
Bu noktadan sonra özellikle belirli bir donanıma erişmiş sermaye
38 Türkiye’de 1970’lerin sonralarında yaşanan krizin, “kar oranlarının düşme eği-
limi” ve “sermayenin organik bileşimindeki yükselme” gibi değişkenlerle yapı- 39 “Planlı dönemde” teknoloji, sanayileşme ve ithal ikamesi ilişkisinin değer
lan analizi için bakınız: (Altıok, 1998, s. 245-274). lendirilmesi için bakınız: (Soyak, 1999, s.167-181).

58 59
grupları, sermayelerinin değersizleşmesini önlemek ve yeni değerlen- 3.4. 1980 Dönüflümü ve Sonras›:
me alanları yaratmak için, sermaye birikiminin toplam uluslararası dön-
İçe dönük/ithal ikameci birikim modelinin krizinden sonra, dışa
güsüne katılma iradesi göstermişlerdir. Bu durum, en açık ifadesiyle
dönük/ihracata dayalı birikim modeline geçiş, 24 Ocak kararları41 ile
TÜSİAD’ın 1980 yılı raporunda görülmektedir:
operasyonel hale gelmiştir. Türkay’a göre
“… İthal ikamesi 1963’den beri uygulanan gelişme politikalarının kö-
“Türkiye, bu kararlarla ithal ikameci sanayileşme stratejisini tasfiye
şe taşı oldu. İthal ikamesinin sanayileşmenin tek yolu olduğu sanıldı.
sürecine girmiştir. Bu tasfiye sürecini ulusal düzeyde belirleyen kritik
Ancak bu sanayileşme stratejisi, rekabetçi olmayan, etkinlikten uzak,
öneme sahip olan dinamik, belirli bir sermaye kesiminin iç pazarın
iç pazara yönelik, ihracatı özendirmeyen bir sanayileşme ortaya çıkar-
olanaklarının sonuna gelmiş olmaları ve diğer pazarların olanaklarını
dı… Bugün daha büyük büyüme hızına ulaşmak mümkündür. Ancak
da kullanmaya talip olacak olgunluğa erişmiş olmalarıdır. Diğer taraf-
ekonomi yeterli dövize kavuşmalıdır. Bu ise, ihracatın geliştirilmesine,
tan bu süreç, aynı zamanda uluslararası kapitalist sisteme, bu sistemin
yani sanayileşme stratejisinin değiştirilmesine bağlıdır” (TÜSİAD,
gereklerine cevap verecek şekilde entegre olmanın yöntem ve araçla-
1980, s. 79’dan aktaran, Başkaya, 2004, s.240).
rını, yani stratejisini oluşturma sürecidir” (Türkay, 1998, s. 18).
“Dışa açılma” olarak formüle edilen sermaye birikim modelinin
Bu bağlamda 24 Ocak kararları,42 Türkiye’nin daha önce uyguladı-
değişmesi sürecinde, ülke içi dinamiklerin yanında etkili olan bir diğer
ğı istikrar programlarından farklı olarak, ekonominin dışa dönük bir bi-
faktör de uluslararası düzeyde yaşanan gelişmelerdir. Yukarıdaki bö-
çimde yeniden yapılandırılmasını gündemine almıştır (Berksoy, 1982, s.
lümde de belirtildiği gibi, özellikle 1970’li yıllardan itibaren dünya ge-
170).
nelinde görülen kriz sonrasında sermaye birikim sürecinin yeniden ya-
pılandırılması gündeme gelmiş, bu sürecin azgelişmiş ülkelere yansı- Yeniden yapılandırma süreci ise temel olarak Neo-liberal politika-
ması da IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla uygulanan “yapısal uyum” lar çerçevesinde şekillenmiştir. Buna göre, korunan iç pazara dayanan
politikaları çerçevesinde gerçekleşmiştir (Türel, 1984, s. 207). Bu bağ- bir önceki birikim modelinde iç talebi oluşturan unsurlar (işçi ücretle-
lamda Türkiye’deki model değişikliğinde, sözkonusu uluslararası ku- ri, destekleme alımları), yeni modelde maliyet unsuru olarak tanımlan-
rumların önerilerinin de etkili olduğu görülmektedir (Sönmez, 1982, s. mış ve “dışa açılma, esas olarak, çok güçlü ihracat teşvikleri aracılığıy-
276). la ve düşen emek maliyetlerinin katkısıyla sanayi ürünlerinde dünya pi-
yasalarına girmeyi” hedeflemiştir (Boratav, 1984, s. 679). Bu çerçeve-
Sonuçta ekonominin genelinde yapısal dönüşümlere neden olan
de devletin ekonomiye müdahalesi yeniden formüle edilmiş ve devlet,
gelişme stratejisindeki değişim, “sermayenin toplam döngüsünde belir-
bir önceki birikim modelinde belirli bir olgunluğa erişmiş az sayıdaki
li bir güce ulaşan bir dizi bireysel sermayenin, sermaye birikim koşul-
sermayeyi özendirici, güçsüz yapıda olanların ise elenmesine dönük
larını artık dünya ölçeğinde yerine getirme” (Ercan, 1998, s. 28) tercih-
olan sermayenin merkezileşmesi sürecini hızlandırıcı müdahalelerde
leri ile, kriz sonrası yeniden yapılanan uluslararası sermaye arasındaki
bulunmuştur (Sönmez, 1982, s. 278-279). Bir başka değişle, 1980 son-
etkileşim sonucu olarak gerçekleşmiştir.40
rasında “sermayenin toplam döngüsünde farklı işlevleri üstlenen sınırlı

40 Birikim stratejilerinin belirlenmesinde hangi düzeyin (uluslararası-yerel) etkili için bakınız: (Gülalp, 1980, s. 37-66; Olgun, 1980, s. 377-393; Gülalp, 1981, s.
olduğu konusunda Olgun ile Gülalp arasındaki tartışma dikkat çekicidir. Bu tar- 755-770; Olgun, 1981, s. 777-795). İki yazar arasındaki tartışmanın değerlendi-
tışmada Gülalp, “’ithal ikamesi’ ile ‘dışa açılma’ tercihe konu olan alternatif rilmesi için bakınız: (Özler, 1981, s. 747-753).
stratejiler değildir, uluslararası işbölümünün işleyişi sonucu ortaya çıkan tarih- 41 24 Ocak kararları ile yapılan düzenlemeler, çalışmanın ileriki bölümlerinde or-
sel dönemlerdir” (Gülalp, 1980, s. 63) görüşünü savunurken, Olgun ise “kalkın- taya konmuştur.
ma stratejileri toplumun ve devletin özgür iradesine bağlı, bilinçli seçime konu 42 24 Ocak 1980 istikrar programının, 1958, 1970 ve 1978-79 istikrar programla-
olabilecek stratejilerdir” (Olgun, 1980, s.391) fikrini öne sürmektedir. Tartışma rıyla karşılaştırmalı analizi için bakınız: (Ekzen, 1984, s. 165-188).

60 61
sayıda sermaye içi kesim, sermayenin gelişim dinamiklerine (merkezi- ci yönetim için entegre ve tutarlı bir çerçeve ortaya koymalıdır (OECD-
leşme ve yoğunlaşma) bağlı olarak sermayenin toplam döngüsü üzerin- TÜSİAD, 2003, 77-78).
deki kontrolünü arttırmıştır” (Ercan, 1998, s. 36). Bu noktada çalışmamız açısından önem taşıyan konu, Neo-liberal
1980’lerden 2000’lere kadar olan süreçte ise, esas olarak uluslara- politikalar çerçevesinde şekillenen 1980 dönüşümü sonrasında ortaya
rası sisteme entegrasyon ve mevcut toplumsal ilişkilerin piyasa sistemi- konulan, piyasanın kendi içsel kuralları ile işlemesi halinde otomatik
ne göre yeniden düzenlenmesi süreci hayata geçirilmeye çalışılmıştır. olarak dengeye ulaşacağı düşüncesi ve bu anlamda da devletin ekono-
Bu çerçevede 1980-1986 yılları arasında imzalanan beş “yapısal uyum mideki yerinin (özellikle üretim alanındaki KİT’lerin) ve devlet müda-
programı” çerçevesinde uluslararası entegrasyon süreci hızlanmıştır halesinin olumsuzlanmasının, devlet müdahalesinin belirli bir biçimine
(Güler, 1995, s. 21). Ekzen’in “Birinci Beş Yıllık IMF-Dünya Bankası atfen yapıldığının açık hale getirilmesidir.
Planı” olarak tanımladığı( Ekzen, 2003, s. 2) 1980-1985 arası dönemden Sonuç olarak 1980 sonrası uygulanmaya başlanan dışa dönük/ihra-
sonra ise, piyasa sisteminin kurumsallaştırılmasına dönük çabalar de- cata dayalı birikim modeli ile Türkiye’de devlet müdahalesi, “küresel-
vam etmiştir. 1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın ku- leşme” olarak ifade edilen sermayenin toplam sosyal döngüsünün dün-
rulması, 1989 yılında uluslararası para hareketlerini serbest bırakan 32 ya genelinde gerçekleştiği sürece yerel sermayelerin eklemlenmesi
sayılı karar, bu yönde atılan önemli adımlar olmuştur (Boratav, 1984, s. bağlamında gerekli koşulları sağlama ve “iyi çalışan piyasa ekonomisi
680-684). için” düzenleyici reformları harekete geçirme şeklinde etkinliğini sür-
Piyasa sisteminin kurumsallaşmasına dönük girişimler, 1990’ların dürmektedir.
sonlarından itibaren yeniden yoğunlaşmıştır. Buna göre “ikinci kuşak
3.4.1. 1980 Dönüşümü Sonrasında DPT-Özel Kesim İlişkisi:
yapısal reformlar” olarak adlandırılan bu süreç, sermaye birikim süreci-
nin dünya genelinde ulaştığı aşamaya bağlı olarak, kurumlar ve yasal 1980 sonrasında DPT ile özel kesim ilişkileri, yeni kurumsallaştı-
düzeneklerin yeniden tanımlanmasını içermektedir (Ercan, 2003, s. 13). rılmaya çalışılan dışa dönük/ihracata dayalı birikim modeli çerçevesin-
Bu bağlamda devlete düşen görev yeniden tanımlanmakta ve devlet, de gelişmiştir. Yukarıdaki bölümde de işaret edildiği gibi, 1980’deki
yerel birikim olanakları ile dünya genelindeki sermaye birikim süreçle- model değişikliğinden sonra devletin ekonomiye müdahalesi sonlan-
ri arasında ilişkinin kurulmasıyla işlevlendirilmektedir (Burnham, mamış, fakat yön değiştirerek sürmüştür. Bu bağlamda 1980 sonrasın-
2003, s. 168). da benimsenen birikim modeli çerçevesinde devlet müdahalesinin
önemli parçalarından birini, ihracatı teşvik faaliyetleri oluşturmuştur.
Yukarıdaki bölümde de ifade edildiği gibi, son dönemde Dünya
Dolayısıyla, DPT’nin bünyesinde bulunan Teşvik ve Uygulama, Yaban-
Bankası ve OECD gibi kurumlar tarafından ortaya konulan “yöneti-
cı Sermaye ve Serbest Bölgeler Daireleri, DPT ile özel kesim arasında-
şim”, “düzenleyici devlet”, “piyasa için kurumlar inşa etmek” gibi kav-
ki irtibat noktaları olmuştur. Ancak bu ilişki, özel sektör tarafından
ramlar, devletin “yeni” rolünü tanımlamak üzere kullanılmaktadır. Bu
olumlu karşılanmasına karşın, DPT için itibar kaybına neden olan bir
çerçevede özellikle OECD’nin 2002’de yayınladığı “Türkiye’de Dü-
süreci beraberinde getirmiştir. Buna göre, özellikle Teşvik ve Uygula-
zenleyici Reformlar” raporu, sözkonusu kavramlar ışığında, Türkiye’de
ma Dairesi’nce verilen teşvikler sırasında yolsuzluk yapıldığı ve rüşvet
devletin yeniden yapılanması konusunda “yapılması gereken reformla-
verildiği iddiaları üzerine, sözkonusu daireden 25 kişinin işten çıkarıl-
rı” içermektedir. OECD’ye göre, “Türkiye, durağan devletçi ve kural-
ması, kurumun güvenilirliğini sarsmıştır (Kansu, 2004, s. 518).
lara bağlı ekonomi geleneğinden, piyasa ve sivil toplum tarafından yö-
netilen, yenilikçi ve müteşebbis ekonomiye geçiş sürecini tamamlama- 1980 sonrasında özel sektör açısından yaşanan en önemli sorun ise,
lı”, kamu kesiminin etkinliği, şeffaflığı ve hesap verilebilirliği geliştiril- Anavatan Partisi (ANAP) hükümetinin, ekonomiyi yönetme şeklidir.
meli, idari faaliyetlerin uygulanması piyasaya dayanmalı ve düzenleyi- Buna göre ANAP hükümetinin “dışa açılma” sürecinde uyguladığı po-

62 63
litikalar, özellikle de teşvik kapsamına giren alanların sık sık değiştiril- saklıkların çözümlenmesi noktasındaki devlet müdahalelerinin sistemli
mesi, ithalat liberalizasyonunun önceden belirlenen bir takvime bağ- olması ve plan metinlerinin uzun vadeli bir perspektif sağlaması açısın-
lanmadan gerçekleştirilmesi gibi konulardaki tutarsızlıklar, dönem bo- dan “stratejik planlama” yaklaşımını desteklemektedir.
yunca özel sektör açısından olumsuzluklar yaratmıştır. Bu çerçevede
özellikle TÜSİAD tarafından hükümete yöneltilen eleştiriler, hüküme-
tin ekonomi politikasının “plansız ve belirsizlik yaratıcı” nitelikte olma-
sı üzerine odaklanmaktadır. Hükümetin bu eleştirilere tavrı ise genellik-
le olumsuz olmuş; hatta Özal, dönemin TÜSİAD başkanı olan Bülent
Eczacıbaşı’nın, “aynı babası Nejat Eczacıbaşı gibi, modası geçmiş dev-
letçi fikirlerden kurtulup liberal ekonominin ilkelerini benimseyemedi-
ğini” söyleyerek eleştirmiştir (Buğra, 2003, s. 339).
1980 sonrası süreçte ANAP hükümetleri ile TÜSİAD arasında ya-
şanan tartışmalardan da görüldüğü gibi özel kesim, uzun vadede belir-
sizlikleri azaltıcı ve piyasa kurumlarının işlerliğini sağlayıcı nitelikte
olan devlet müdahalesini dışlamamakta, hatta “stratejik planlama” yak-
laşımını sahiplenmektedir. Buna göre, Koç Holding İktisadi Planlama
Grubu Başkanı Necati Arıkan, müteşebbisliği destekleyen ve kaynakla-
rın optimum kullanımını sağlayacak bir planlama uygulamasının sürdü-
rülmesini desteklediklerini, ancak planlama modellerinde bazı değişik-
liklerin olması gerektiğini ifade etmektedir:
"Türk özel sektörü planlama faaliyetlerine her zamankinden daha bü-
yük önem vermektedir. Planlamanın önemi özellikle rekabetin yoğun-
laşmasıyla ve küreselleşmeyle daha çok anlaşılmıştır. Burada ana he-
def şirketlerin rekabet artırılmasına yönelik faaliyetleri planlamasıdır.
Buna paralel, son zamanlarda planlama daha ziyade 'stratejik planla-
ma' şeklini almıştır… Yeni dünya düzeni ve ekonomi anlayışı içinde
planlamayı belki de 'strateji' olarak düşünmek gerekir. Planlama geç-
mişte emredici bir fonksiyona sahip idi. Bunu bugün kabul etmek
mümkün değildir. Öncelikle bugünkü anlamıyla planlamanın uzun va-
deli bir yönlendirme ve bir strateji olarak algılanması gerekmektedir"
(Ekonom, 2000, 10).
Sonuç olarak özel sektör, DPT’nin kurulduğu 1960’lı yıllardaki kı-
sa tereddütlerden sonra, uygulanan planlama mekanizmasının kendisi-
ne karşı olmadığını kavramıştır. Özel sektör, 1980 sonrasında benimse-
nen sermaye birikim modelinde ise, hükümetlerin ekonomi politikala-
rının açıklık içinde ortaya konması, piyasa işleyişinden kaynaklanan ak-

64 65
noğlu, 2003, s.12). Ayrıca ABD hükümetinin ve özellikle de OEEC’nin
Türk masasının, Türkiye’nin yardım isteklerini sürekli yenilemesinden
rahatsız olmaları ve bu soruna daha kalıcı bir çözüm bulmak istemeleri,
bu önerilerine kaynaklık etmiştir. Bu bağlamda 1957 yılında yayınlanan
OEEC Türkiye Raporu’nda, “Koordinasyon Bakanlığı” adıyla kurula-
cak bir bakanlığın, yatırımları bir kalkınma programı içinde planlaması
gerektiği ifade edilmektedir (Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 38; Dirlik,
1965, s. 56). Neticede ABD, IMF ve OEEC ile yapılan görüşmeler
4. BÖLÜM
sonrasında, yüksek oranlı devalüasyon, stabilizasyon ve sistemli bir ko-
DPT’nin Yirmi Y›ll›k Serüveni (1960-1980) rumacılığı içeren ithalat rejiminin ilan edildiği 4 Ağustos 1958 kararla-
rı açıklanmıştır( Gülalp, 1987, s. 43).
4.1. 1958-1962 Dönemi: Bu dönemde borç alacak ülkelere istikrar programları öneren ulus-
4.1.1. DPT’nin Kuruluş Dönemi (1958-1960) lararası kurumların temel talepleri, borçlu ülkelerin ekonomilerinin be-
lirli bir düzene tabi kılınması ve bunun için de planlama çalışmalarının
Türkiye’de bir planlama örgütünün ortaya çıkışını anlayabilmek başlaması gerektiğidir. Bu taleplerin mantığı ise, borç verilen ülkelerin
açısından 1958 krizi sonrası dönem, önemli gelişmelerin yaşandığı bir kullandıkları bu kaynakları nasıl kullandıklarının bilinebilir kılınmasıdır.
süreç olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda 1958 krizinin önemi, dış Uluslararası kurumların, kamu harcamalarının, özellikle de yatırımların
borç olanaklarının sonuna gelinmiş olmasıdır. 1958 krizine gelene ka- bir kalkınma planı içinde değerlendirilmesini istemelerinde, yabancı
dar geçen sürede 1950’lerin başında uygulanan dış ticaretin serbestleş- sermaye açısından daha güvenilir ve açık bir ortam oluşturulması gaye-
tirilmesi politikası sonucunda, ithalat patlaması yaşanmış ve dövize si yatmaktadır. Bu çerçevede Türkiye ekonomisinin düzenlenmesinde
olan ihtiyaç artmıştır. O dönemde Türkiye’nin döviz kazanma imkanla- borç verenlerin de çıkarları vardır, yani “dış borç veren çevreler de ver-
rı da oldukça sınırlıdır. İhraç malları birkaç tarım ürününden ibaretken, diklerini fazlasıyla geri alma güvencesini” düşünmektedirler (Kepenek
herhangi bir sanayi malı ihraç edilememektedir. Başka bir değişle ihra- ve Yentürk, 2001, s. 142). Uluslararası kurumların Türkiye’ye yaptıkla-
cat yolu ile döviz kazanılamamaktadır. Her ne kadar 1954 yılından iti- rı bu öneriler aslında yeni değildir, 1950’lerin başlarından itibaren mev-
baren ithalatta kısıtlamalara gidilerek, dış denge kurulmaya çalışılsa da, cuttur. 1951 tarihli Baker raporunda,44
bu politikada başarılı olunamamıştır. Bu nedenle özellikle 1950’lerin
sonlarına doğru, dış yardım ya da borç gittikçe önemli hale gelmeye “…uzun vadeli ve verimli iktisadi gelişme programlarının hazırlanma-
başlamıştır. Bu sürecin sonucunda ise, yeni borçlar alabilmek için ulus- sı için Başbakanlığa verilmesi gereken yetkilerden bahsedilmekte, ik-
tisadi koordinasyonla uğraşacak bir Başbakan yardımcılığının kurul-
lararası kurumların taleplerine uyum sağlanması gerekmektedir (Bora-
tav, 1998, s. 88). Bu çerçevede planlama ile ilgili ilk çalışmaların baş-
lamasında, 1950’lerin ikinci yarısından sonra uluslararası kurumların 44 1949 yılında CHP tarafından kalkınma sorunlarıyla ilgili olarak Dünya Banka-
planlama yapılması yönündeki önerileri etkili olmuştur (Sönmez, 1967, sı’ndan bir inceleme yapılması istenmiştir. 1950’de iktidara gelen DP bu isteği
s. 32). Bu dönemde, özellikle OEEC’nin43 yaptığı “devamlı ve ısrarlı bir yinelemiştir. Bunun üzerine Dünya Bankası, Türkiye ekonomisinin değerlendi-
rileceği bir çalışmayı yürütmek üzere James M. Baker’a görev vermiştir. Ba-
şekilde bir plan yapılmasının lazım olduğu” şeklindeki önerilerin, plan- ker’ın çalışmasında planlama ile ilgili önerilerin dışında, Devlet Personel Daire-
lama çalışmalarının başlangıcında önemli bir payı vardır (Karaosma- si’nin, TODAİE’nin kurulması ve yine “Türk üniversitelerinde kamu yöneti-
miyle işletmecilik kürsüleriyle bölümlerinin kurulması” gibi konular ele alın-
43 Uluslararası İktisadi İşbirliği Örgütü. mıştır (Mıhçıoğlu, 1988, s. 118).

66 67
ması teklif edilmekte Başbakanlıkta meydana getirilecek bir ‘İktisadi parça da olsa başlamıştır. Bu çalışmalara verilebilecek bir örnek, 1957
Koordinasyon Dairesi’nin ne derece faydalı olacağı anlatılmaktadır” yılında Ankara Üniversitesi-Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Ensti-
(Forum Dergisi, 1 Mart 1958, s. 5). tüsü-New York Üniversitesi Amme İdaresi ve Sosyal Hizmetler Fakül-
Türkiye’de bir planlama örgütünün kuruluşunda sadece uluslarara- tesi ortak çeviriler serisinin ilki olarak yayınlanan “Devlet Planlarının
sı kurumlardan gelen bu öneriler değil, içerideki farklı kesimlerin ben- Hazırlanması” isimli kitaptır. Bu kitapta planlama kavramı, kısa-uzun
zer yöndeki talepleri de önemli rol oynamıştır. Bu dönemde mevcut vadeli planlar, planlama örgütünün idare içindeki yeri, planlama-siya-
enflasyonist politikalardan yararlanan büyük sanayi burjuvazisi bile, setçi ilişkileri gibi konulardaki tartışmalar ele alınarak, ABD’nin İkin-
gelişigüzel himaye ve kredi politikalarından memnun değildir (Keyder, ci Dünya Savaşı sonrasında yaptığı planlama çalışmaları anlatılmaktadır.
1995, s. 187). Ekonominin düzenlenmesi ve kamu harcamalarının bir Buna göre ABD’de Milli Kaynakları Planlama Komisyonu tarafından
kalkınma planı çerçevesinde yürütülmesi konusunda, dönemin sermaye yürütülecek “merkezi planlama, özel ve kamusal gayretler arasında bir
sınıfının örgütü olan Odalar Birliği’nde de bazı girişimlerin başladığı ahenk sağlayacak, aynı zamanda da milli iktisat mekanizmasının tam
görülmektedir. Bu konuda Cihat İren45 şunları söylemiştir: çalışmaya imkan verecek şekle sokulmasında rol oynayacaktır” (Millet,
1957, s. 77). Bu kitabın 1957’de Türkçe’ye çevrilmesi, -dönemin ikti-
“İktisadi krize karşı tedbir olarak ilk planlama gayreti 1957’de belir-
darının planlama konusundaki olumsuz tavrına rağmen- planlama ko-
miştir. Had safhaya varan döviz darlığında sanayinin ihtiyacı olan ham
ve yardımcı maddelerin tevzii görevi Odalar Birliği’ne verilmişti. Bir- nusunun gündemde olduğunun bir işareti olarak değerlendirilebilir.
liğin Amerikalı uzmanı Havenor’un mevcudu tevzi yerine ihtiyacın DP iktidarının planlama yönünde bir çalışmaya başlamasında, ken-
tespiti ve ithalatın ona göre planlanması suretiyle dağıtımı nı öngören di iradesinden çok uluslararası kurumlardan gelen önerilerin ve içeri-
bir raporu üzerine bir kararname ile Planlama Teşkilatı’nın bir nüvesi deki sermaye kesiminin ve de muhalefetin taleplerinin uyumlanması
olarak kabul edilebilecek Birliğe bağlı Tevzi ve Tahsis Dairesi kurul- önemli olmuştur. Menderes, devletçiliğe özgü saydığı planlamaya her
muştur” (aktaran, Mıhçıoğlu, 1988, s. 120). zaman karşı çıkmıştır. Bu nedenle Koordinasyon Bakanlığı da çok gün-
Tüm bu gelişmelere rağmen DP iktidarının planlama hakkında dü- deme çıkarılmadan, neredeyse üstü örtülü bir şekilde kurulmuştur
şünceleri hiç de olumlu değildir. Başbakan Menderes, 24 Mayıs 1954 (Keyder, 1995, s.187). Bu çerçevede hükümet tarafından, kamu harca-
tarihinde Meclis’te yaptığı konuşmada plan konusunda kendisine yö- malarını eşgüdüm altına almak için bir girişimde bulunulmuş ve özel-
neltilen eleştirileri şöyle cevaplandırmaktadır: likle de iktisadi politikaların düzenli bir şekilde uygulanması, dış kay-
nakların ülke ekonomisine yararlı bir şekilde kullanılması gerekçeleriy-
“...Eğer bu memleketin kaderi onların [CHP’nin] planlılığı yüzünden
kendi devirlerindeki gibi yirmi sene olduğu yerde kalmışsa ve... bizim le 05.09.1958 tarih ve 4/10715 sayılı kararla (4 Ağustos 1958 kararları-
plansızlığımız yüzünden dört sene içinde şu noktadan bu noktaya var- nın üzerinden daha bir ay geçmeden) bir “İktisat Koordinasyon Heye-
mışsa, o plan kahrolsun, bu plansızlık mübarek olsun. Şunu da belirt- ti”46 kurulmuştur (Turgut, 1964, s. 41).
mek yerinde olur ki, plansız iş yaptığımızı söyleyenler, hiçbir iş yap- 27 Mayıs askeri müdahalesi öncesinde, bir planlama teşkilatının
madığımızı iddia eden aynı insanlardır. Onlarca yapılan bir iş olmadığı- kurulmasıyla ilgili çalışmaların bir diğeri Dışişleri Bakanlığı içersinde
na göre, bunun planlı ve plansızlığı nasıl bahis mevzu edilebilir”( akta- kurulan “Envestisyon Program Komitesi”47 ile başlayan süreçtir. Bu
ran, Yazman, 1973, s. 124).
Bu dönemde Başbakan Menderes’in planlama hakkındaki bu 46 Koordinasyon Bakanlığı.
olumsuz düşüncelerine rağmen, planlamayla ilgili çalışmalar parça 47 Bu dönemde Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Po-
latkan arasında bir uyuşmazlık vardır. O nedenle dış ekonomik ilişkileri yürüt-
45 Cihat İren 27 Mayıs öncesi Odalar Birliği Genel Sekreterliği görevini yapmış, mek ve yardım faaliyetlerini organize etmek işleri, Dışişleri Bakanlığı bünye-
27 Mayıs sonrasında ise Ticaret Bakanı olmuştur (Mıhçıoğlu, 1988, s. 120). sinde yürütülmektedir. Bu çerçevede kurulan “Envestisyon Programı Komitesi”

68 69
komite 1959 yılında, Alman Ekonomi Bakanı Ludwing Erhard’ın, Tür- “Hollanda’ya dönüşümde Tinbergen’le görüşerek Hükümetimizin,
kiye ile Almanya arasında çeşitli alanlarda yardım anlaşmaları imzala- Ekonomik Planlama örgütünün kurulması konusunda bilgi ve dene-
mak üzere Türkiye’ye geleceği haberi üzerine toplanmıştır. Yapılan ko- yimlerinden yararlanmak istediğini ve kendisini Ankara’da bekledik-
mite toplantısına çeşitli kamu kurumlarının temsilcileri katılmış ve top- lerini bildirdim… Tinbergen, Ankara’ya giderek bu konuda Hüküme-
timiz yetkilileriyle görüşmelerde bulunmaya hazır olduğunu beyan et-
lantıda Erhard’a sunulmak üzere, hangi alanda ne kadar yardım talep
ti” (aktaran, Mıhçıoğlu, 1988, s. 122).
edilebileceği tespit edilmeye çalışılmıştır. Ancak toplantıya katılanlar-
dan ne İktisadi Devlet Teşekkülleri Müdürleri, ne de diğer kamu kuru- Bu girişimlerin sonunda Tinbergen ve yardımcısı Koopman 4 Ni-
luşları yetkilileri sağlıklı ve net verileri ortaya koyamamıştır. Sonuçta san 1960’da Türkiye’ye gelmiş ve ilgililerle görüşmelere başlamıştır.
Erhard’a sunulmak üzere bazı projeler hazırlanması için komisyonun Tinbergen’in gelişi planlama örgütü ile ilgili yapılan çalışmalar açısın-
sekreteryası olarak Elektrik İşleri Etüt İdaresi tespit edilmiştir48 (Çilin- dan önemli bir gelişmedir. Bundan sonra hız verilen çalışmalar, Koor-
giroğlu, 2003, s.26). Ancak komisyonun hazırladığı, yardım taleplerini dinasyon Bakanlığı’nın Mithatpaşa Caddesindeki binasında yürütülmüş
içeren projeler Alman heyetine sunulduğunda, Erhard “bunlar plan de- ve EİEİ’deki çalışmalarda bulunan Ayhan Çilingiroğlu, Tinbergen’e
ğil, gereksinme listesi, siz kendinize önce bir plancı bulun” (Mıhçıoğlu, yardımcı olmak üzere görevlendirilmiştir (Çilingiroğlu, 2003, s. 29;
1983, s. 254; Çilingiroğlu, 2003, s. 28) demiş ve sonuçta Almanlardan Mıhçıoğlu, 1983, s. 254). Bu dönemde planlama çalışmalarının yürütül-
herhangi bir yardım alınamamıştır. Böylelikle EİEİ’nin koordinasyo- mesi sırasında, çalışmalara katılacak kişiler hakkında bazı sorunlarla
nunda sürdürülen çalışmalar sonlanmıştır. Ancak bu çalışma daha son- karşılaşılmıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye
raları için önemli bir temel oluşturmuş ve bu çalışmayı yapan ekip, Tin- Bakanı Hasan Polatkan arasında varolan uyuşmazlık nedeniyle Zorlu,
bergen’in Türkiye’ye gelişinden sonra ve de esas olarak 27 Mayıs son- planlama çalışmalarına Maliye Bakanlığı’nın ve Üniversite’nin karıştı-
rasında planlama örgütünün kurulması sürecinde görev almıştır (Gör- rılmamasını istemiştir (Mıhçıoğlu, 1983, s. 255). Bunun üzerine plan ça-
gün ile görüşme, 9 Mart 2004). lışmalarını yapmak üzere bir araya gelenler, EİEİ’de şeklen görev al-
Yatırım plan ve projelerinin olmaması nedeniyle dış yardım alına- mışlardır. Bu dönemle ilgili Karaosmanoğlu şunları aktarmaktadır:
maması üzerine Menderes hükümeti, herhangi bir dış yardım alabilmek “Tinbergen geldiği zaman bir süre çalışmaya başlamış ve ‘bu ülkede
için ciddi bir planlama çalışmasına başlamak gerekliliğini anlamış ve iktisatla ilgili araştırmalar yapan, yazılar yazan herhangi bir mecmua
de bu yönde girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu çerçevede Mende- var mı’ demiş ve kendisine İktisat Fakültesi ile SBF’nin bu şekilde ya-
res hükümeti, o dönemde Türkiye’nin Lahey Büyükelçilik Müsteşarı yınları olduğu söylenmiş. O yayınlar içinden bazı isimleri tespit etmiş.
olarak görev yapan Turgut Aytuğ vasıtasıyla, Jan Tinbergen49 ile tema- O sırada yazılan makalelerin bir İngilizce özeti de, makalenin sonuna
konurdu. O, istedikleri arasında birkaç kişiyle temas etmiş. Birlikte ça-
sa geçmiştir. Turgut Aytuğ’un ifadesiyle Tinbergen ile yapılan görüşme
lışmayı teklif etmiş. O sırada rahatsız olan Nejat Bengül kabul etme-
şöyledir: miş, Besim Üstünel de verilen veya verilmesi teklif edilen miktarı az
bulmuş, o da kabul etmemiş. Tinbergen o sırada –benim çıkmış bir iki
de yatırım projelerini değerlendirmek ve dış yardımlarla ilgili çalışmaları düzen- tane yazım vardı- onları okuduğu için benimle de görüşmek istemiş.
lemekle görevlendirilmiştir (Çilingiroğlu, 2003, s. 24). Tinbergen ile görüştük. Benim ‘visiting schooler’ olarak Harvard’da
48 Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde sekreterya görevini yürütmekle sorumlu olanlar bulunduğum yıl, Tinbergen de ‘visiting professor’ olarak Harvard’da
ise Ayhan Çilingiroğlu ve Turgut Özal’dır (Çilingiroğlu, 2003, s. 24). bulunuyormuş. Tinbergen birlikte çalışmamızı istemiş. Fakat ben üni-
49 Tinbergen o dönem Hollanda planlamasında çalışan, planlama üzerine çalışma versitede olduğum için orada çalışmama imkan yok, bunun üzerine
ları olan ve dünya çapında önem verilen bir iktisatçıdır(Karaosmanoğlu ile gö- EİEİ danışmanı olarak çalışmaya başladım” (Karaosmanoğlu ile gö-
rüşme, 26 Mart 2004). Tinbergen 1960-1967 yılları arası DPT’nin danışmanı rüşme, 26 Mart 2004).
olarak görev yapmış, ayrıca ilk Nobel iktisat ödülünü almıştır.

70 71
Bu bir buçuk aylık dönemde (Tinbergen’in Türkiye’ye gelişi ile 27 zümler bekleyen ekonomik sorunların karşısında planlı bir sistem kura-
Mayıs arasında) Koordinasyon Bakanlığı’nda yürütülen çalışmalarda, rak hareket etme isteğidir. Buna göre 20 Haziran 1960’da açıklanan Ba-
Tinbergen’in yardımcısı sıfatıyla Koopman bulunmuştur. Bu süreçte kanlar Kurulu kararlarında, “bütün devlet yatırımlarının bir plan daire-
planlamada kullanılacak verilere ulaşılmaya çalışılmış, bunun için 13 sinde yapılmasını teminen bir devlet plan dairesinin teşkili” (Cumhuri-
Nisan-15 Mayıs 1960 tarihleri arasında Karayolları Planlama Fen He- yet, 21 Haziran 1960, s.1) öngörülmüştür. Bu çerçevede görevlendiri-
yeti Müdürlüğü, Etibank, Devlet Su İşleri, Devlet Demir Yolları Genel len Şefik İnan, çalışmalarını yürütürken Tinbergen ile Koopman’ın da
Müdürlüğü, İktisadi Devlet Teşekkülleri Müdürleri, Ticaret-Maliye- görüşlerini almış (24 Haziran 1960) ve sonunda 19 Temmuz 1960’da
Sanayi ve Dışişleri Bakanlıkları, Merkez Bankası gibi bir çok kamu ku- “Planlama Örgütü’nün Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı”nı hazırlat-
rumu ile temasa geçilmiştir (Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 51-61). An- mıştır (Mıhçıoğlu, 1983, s. 237). Planlama ile ilgili Şefik İnan tarafın-
cak yürütülen çalışmalar 27 Mayıs’a yaklaşan günler yaşandığı için ka- dan yürütülen çalışmalar bu şekilde sonlanır.
mu bürokrasisindeki tedirginlik nedeniyle, başarılı olamamıştır (Çilin- Planlama teşkilatının kurulması için yapılan çalışmalardan ikincisi
giroğlu, 2003, s. 29). Başbakanlıkça yürütülen çalışmalardır.50 Burada yürütülen çalışmaların
27 Mayıs askeri müdahalesi sonrasında ise, bir planlama örgütünün başlangıcı için farklı açıklamalar mevcuttur. Bunlardan ilki, Şinasi
kuruluşu için yapılan çalışmalara devam edilmiştir. 27 Mayıs müdaha- Orel’in tarafından yapılan açıklamalardır. Daha sonra planlama teşkila-
lesi geçmiş dönemin uygulamalarına tepki olarak geliştiği ölçüde, tı yasa tasarısını hazırlamak için çalışmaları yürütmek üzere kurulacak
planlama düşüncesine yakın olmuştur. Ancak planlama örgütünün ku- komisyonun başkanlığını yürüten Şinasi Orel, planlama çalışmalarının
rulması ile ilgili çalışmalar yürütülürken bazı koordinasyon eksiklikle- başlangıcını şöyle anlatmaktadır:
ri yaşandığı gözlenmektedir. Planlama ile ilgili bir kurumsallaşmaya “Ankara Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yaptığım sırada üst katta ça-
gitmek için yapılan çalışmalar birkaç farklı kanaldan yürümüştür. Bun- lışan Devlet Bakanı Sayın Şefik İnan’ın bir planlama tasarısı hazırla-
lardan en önemlileri Devlet Bakanı Şefik İnan’ın yürüttüğü çalışmalar makla görevlendirildiğini duymuştum… Sırf merak saikasıyla Sayın
ile Kurmay Albay Şinasi Orel başkanlığında Başbakanlıkça yürütülen Şefik İnan’dan bir randevu rica ettim. İki üç gün sonra Bnb. Recep Er-
çalışmalardır. gun’la51 Bnb. Kadri Altay’ı yanıma alarak kendisini ziyaret ettim. Sa-
Şefik İnan tarafından yürütülen çalışmalar, 27 Mayıs sonrasında yın İnan yaptığı işi anlattı. Anladığıma göre, lağvedilen koordinasyon
dairesinin52 biraz daha mükemmeli bir teşkilat oluyordu. Ama, öğren-
Koordinasyon Bakanlığı’nın Ticaret Bakanlığı’na bağlanmasıyla birlik-
diğim planlamalara benzemiyordu.53 O akşam Başbakanlık Müsteşarı
te başlamıştır. O döneme kadar Koordinasyon Bakanlığı’nda çalışmala-
rını sürdüren Koopman’ın Ticaret Bakanı Cihat İren ile görüşmesi so-
nucunda bir planlama teşkilatının kurulması düşüncesi ortaya çıkmıştır. 50 Planlama teşkilatı kurmak üzere yürütülen bir diğer çalışma 7 Temmuz’da Si-
4 Haziran 1960 tarihinde gerçekleşen bu görüşmede Koopman, askeri yasal Bilgiler Fakültesi’nde, 11 Temmuz’da Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsü’nde yapılan toplantılardır (Mıhçıoğlu, 1983,s. 230). Ancak bu çalışma-
rejim döneminde planlama örgütünün kurulmasının daha kolay olacağı-
lar 15 Temmuz 1960’dan sonra birleştirilmiş ve bundan sonra planlama teşki-
nı belirterek, “siyasi iktidarlar kendilerini bağlayıcı böyle bir örgüt kur- latının kuruluşu ile ilgili çalışmalar Başbakanlıktaki komisyon tarafından, tek
mak istemeyebilirler; ulusal birliği sağlayacak olan sizler bu işi daha elden yürütmüştür.
iyi yaparsınız” demiştir (Mıhçıoğlu, 1983, s. 256). Bunun üzerine İren, 51 1960 darbesi döneminde planlama çalışmalarına katılan Bnb. Ergun, daha son-
konuyu Bakanlar Kurulu’na götürmüş, Bakanlar Kurulu da planlama raki süreçte Birinci Ordu Komutanlığı ve ANAP Kayseri Milletvekilliği yap-
teşkilatının kurulması konusunda Şefik İnan’ı görevlendirmiştir. mıştır.
52 Koordinasyon Bakanlığı (05.09.1958).
Bakanlar Kurulu’nun planlama çalışmalarını başlatmasında Koop- 53 Orel, 1955-1958 yılları arasında Washington’da NATO Daimi Grubu nezdinde
man’ın önerisinden daha etkili olan neden, askeri yönetimin acil çö- ki Türk Askeri Temsil Heyeti üyesi olarak bulunduğu sırada, George Washing-

72 73
Sayın Türkeş’i ziyaret ettim. Sayın İnan’la yaptığımız görüşmeyi nak- Başbakanlıkta planlama teşkilatının oluşturulması için çalışmalar
lettim. Sayın Türkeş ‘bir tasarı da siz hazırlayın, onu da mütalaa ede- bu şekilde başlayıp devam ederken, aynı dönemde Siyasal Bilgiler Fa-
riz’ dedi” (aktaran, Mıhçıoğlu, 1988, s. 123). kültesi’nde Sadun Aren, Nejat Bengül, Besim Üstünel, Mehmet Selik
Şinasi Orel’in aktardıklarına bakılırsa planlama örgütünün kurul- ve Attila Karaosmanoğlu, hükümetçe sürdürülen planlama çalışmaları-
ması, yetenekli bir subayın “sırf merak” nedeniyle planlama çalışmala- na katkıda bulunabilmek için bir çalışma yaparak bunu, Devlet Bakanı
rıyla ilgilenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Ancak Şinasi Orel başkan- Şefik İnan’a götürmüşlerdir. Ancak İnan kendilerine zaten bir çalışma-
lığında yürütülen çalışmaların başlangıcı için farklı değerlendirmeler de nın yapılmakta olduğunu söylemiş, yardım etme önerilerini reddetmiş-
mevcuttur. DPT’nin kuruluşu döneminde görev alan Prof. Dr. Sevim tir. Karaosmanoğlu bu olayı şöyle anlatmaktadır:
Görgün bu konuda şunları söylemiştir: “Şefik İnan’a gittiğimizde kendisinin düşünceleriyle bizimkiler arasın-
“Şefik İnan’la olamazdı, çünkü planlamanın başına asker bir adam la- da ciddi ve kolay çözülemeyecek farklar olduğunu gördük. Prof. İnan,
zımdı. Gerçi Şinasi Orel planlamaya sivil olarak katıldı ama hala asker- Türkiye’de bulunan Ford Vakfı’nın bir temsilcisiyle konuşarak plan
di. Şinasi Orel, (Talat Aydemir’in) darbe girişiminden sonra ayrıldı as- yapma görevini esas itibariyle o sıralarda Pakistan’da planlama yap-
kerlikten. Bizi toparlayan Şinasi Orel’di. İlk önce Attila bey, Sadun makta olan bir Harvard grubuna vermeyi düşünüyordu. Fakat bizlerin
bey, Nejat Bengül vasıtasıyla Nejat Erder’le ilişki kuruluyor. Bir de o sıradaki düşüncesi ‘Türk planını Türklerin yapması lazımdır, böyle
Etüt İdaresinden gelen bir kanal var, o da Ayhan Çilingiroğlu ve Tur- şey olmaz’ şeklinde idi” (Karaosmanoğlu, 2003, s. 13).
gut Özal. Bunlar en baştaki kadro” (Görgün ile görüşme, 9 Mart Planlama çalışmaları sürerken ortaya çıkan bir başka ayrım da ku-
2004). rulacak olan teşkilatın ve de yapılacak olan kalkınma planlarının sosyal
Ayrıca o dönem yayınlanan Kim Dergisi’ne göre, DPT’ye kimin planlamayı içerip içermeyeceği tartışmasıdır. Buna göre MBK başkanı
Müsteşar olacağı konusuyla, Cemal Gürsel sosyal planlamanın yeni kurulacak olan teşkilatta olma-
sı gerektiğini savunurken, Şefik İnan’ın –Tinbergen ve Koopman’dan
“… bizzat Gürsel uğraşıyordu. Zira böylesine bir teşkilatın önemini en
iyi anlayan insanların başında kendisi geliyordu … Orel adı Komite yararlanarak- hazırladığı taslakta sosyal planlamaya yer verilmemiştir.
çevrelerinde derhal büyük bir memnuniyetin doğmasına sebep oldu… İnan’ın tasarısında, iktisadi sorunların yatırımların düzenli hale getiril-
Komite üyelerinin hemen hepsi Orel’i yakından tanıyorlardı. Orel, Ka- mesiyle çözüleceği ve bunun için de planlama yapılması gerektiği be-
ra Kuvvetleri Komutanlığı Genel Sekreteri idi ve yıllarca Gürsel’le be- lirtilmiştir (Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 88). Bunun üzerine sosyal
raber çalışmıştı” (Kim, 6 Nisan 1961, s. 21). planlama ile ilgili bir çalışma yapmak üzere, İnan’dan ayrı olarak Nur
Mortan ve Çakmaklı bu konuda, “Milli Birlik Komitesi, plan çalış- Yalman’a görev verilmiştir.54 Daha sonra Yalman, Karaosmanoğlu ile
malarının hızlandırılması için Şefik İnan ve Alparslan Türkeş’i ayrı ayrı birlikte Başbakanlıktan gelen bu talep üzerine Sosyal Planlama Daire-
uyardı” (Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 85) diyerek, bu çalışmaların “sırf sinin kuruluşu ile ilgili bir çalışma yaparak, dönemin Başbakanlık
merak” nedeniyle başlatılmadığını söylemişlerdir. MBK’nın yaptığı bu 54 Karaosmanoğlu, Nur Yalman’ın görevlendirilişini şöyle anlatmaktadır: “Cemal
uyarının ertesinde ise Türkeş, Orel’i Şefik İnan’ın yaptığı çalışmalar ko- Gürsel bir de sosyal planlama (Kürt meseleleriyle uğraşmak üzere) dairesi ku-
nusunda bilgi alması için görevlendirmiş ve Orel planlama çalışmaları- rulmasını istemiş ve bakanlardan birine, Ticaret Bakanına, ‘ben böyle bir şey
na resmen dahil olmuştur. Ancak iki farklı açıklamanın da vardığı so- yapılmasını düşünüyorum’ demiş. Ticaret Bakanı da ‘bu işi tam yapacak bir ki-
nuç, Şinasi Orel’in planlama çalışmalarını başlatması için görevlendi- şi var. Nur Yalman, doktora tahsilini yaptı’ (o zamanki adıyla Seylan’da) ‘çalış-
ma konusu iki etnik grup arasındaki çatışmalardı. Bunun için bu işe en uygun
rilmesidir.
odur’ demiş. Bunun üzerine Cemal Gürsel’de Başbakanlık Müsteşarı Türkeş’e
ton Üniversitesi’nin ekonomi bölümü derslerine katılmış ve burada iktisadi ‘Nur Yalman’ı bul, bir sosyal planlama dairesinin kurulması için çalışma yap-
planlama ile ilgilenmiştir (Mıhçıoğlu, 1988, s. 123). sın’ demiş” (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004).

74 75
Müsteşarı Alparslan Türkeş’e götürmüş; Türkeş de kendilerine, Şinasi du: ‘Sosyalizmin daha iyi bir düzen olduğunu bilimsel olarak ispat
Orel başkanlığında yürütülen planlama çalışmalarına dahil olmalarını edebilir misiniz’ dediler. Ben de bunu bilimsel olarak ispat edemeye-
söylemiştir (Karaosmanoğlu, 2003, s. 14). ceğimi ama etik değerlerin, gelir dağılımı, sosyal adalet gibi konuların
daha iyi olduğunu fakat bunun bilimsel bir ispatının olmadığını söyle-
Sonuç olarak, Devlet Bakanı Şefik İnan tarafından hazırlanan tas- dim. Sonuçta böyle tartışmalar olan bir toplantı yaşandı ve sonradan
lağın dışında, planlama çalışmaları için oluşturulan ikinci ekip, Başba- planlama teşkilatının kuruluşu tamamlandı” (Karaosmanoğlu ile gö-
kanlıkta Şinasi Orel başkanlığında kurulan komisyon olmuştur. Bu ko- rüşme, 26 Mart 2004).
misyonda sosyal planlama ile ilgili çalışmayı yapan Yalman ve Karaos-
Sonuçta Şinasi Orel’in hazırladığı taslak düzeltilmiş haliyle
manoğlu’nun haricinde, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Sadun Aren,
MBK’ya sunulmuş, bir karşı oy dışında55 tüm üyelerce kabul edilmiş56
Nejat Bengül, Besim Üstünel, Mehmet Selik, EİEİ’deki ekipten gelen
ve DPT 30 Eylül 1960’da resmen kurulmuştur.57
Ayhan Çilingiroğlu gibi isimler yer almıştır. Başbakanlıktaki komis-
yonca yürütülen çalışmalar sosyal planlamayı da içeren bir şekilde ta- 4.1.1.1. Kuruluş Kanununda DPT ve Planlama Mekanizması:
mamlanmış ve sonuçta -Devlet Bakanı Şefik İnan’ın hazırladığı taslak- 30 Eylül 1960 tarihinde kurulan DPT, 91 sayılı yasaya göre aşağı-
la beraber- ortaya çıkan iki taslak, görüşülmek üzere MBK’ya gönde- daki görevleri yerine getirmekle yükümlüdür:
rilmiştir.
1. “Memleketin tabii, beşeri ve iktisadi her türlü kaynak imkanlarını
5 Ağustos 1960’da Devlet Başkanı Cemal Gürsel başkanlığındaki tam bir şekilde tespit ederek takip edecek iktisadi ve sosyal politi-
MBK ve Bakanlar Kurulu ortak bir toplantı yaparak, planlama teşkila- kayı ve hedefleri tayinde Hükümete yardımcı olmak;
tının kurulması ile ilgili hazırlanan iki taslağı gündemlerine almışlardır 2. Muhtelif Bakanlıkların iktisadi politikayı ilgilendiren faaliyetlerin-
(Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 93). Buna göre öncelikle Şefik İnan’ın de koordinasyonu temin etmek için tavsiyelerde bulunmak ve bu
hazırladığı taslak, bir hafta sonra da Şinasi Orel’in başında bulunduğu hususlarda müşavirlik yapmak;
komisyonun hazırladığı taslak görüşülmüştür. Bu görüşmelerin sonun- 3. Hükümetçe kabul edilen hedefleri gerçekleştirecek uzun ve kısa
da Orel’in tasarısı bazı değişikliklerin yapılması isteğiyle geri iade edil- vadeli planlar hazırlamak;
miş, İnan’ın tasarısı ise tümüyle reddedilmiştir. Şinasi Orel’in hazırladı- 4. Planların başarı ile uygulanabilmesi için ilgili daire ve müessese-
ğı çalışma, “askeri yönetimin uzun süre devam edeceği varsayımıyla, lerle mahalli idarelerin kuruluş ve işleyişlerinin ıslahı hususunda
devlet organizasyonunun her yönüne nüfuz edecek biçimde tasarlan- tavsiyelerde bulunmak;
mıştır” (Mortan ve Çakmaklı, 1987, s.94). Tasarının bu şekilde hazırlan- 5. Planın uygulanmasını takip etmek, değerlendirmek ve gerekli hal-
masında o dönemde MBK içinde varolan gerilimlerin etkili olduğu dü- lerde planda değişiklikler yapmak;
şünülebilir. Karaosmanoğlu, MBK içinde askeri yönetimin uzun sür- 6. Özel sektörün faaliyetlerini planın hedef ve gayelerine uygun bir
mesi gerektiğini düşünen subayların, planlama ile ilgili görüşlerini şekilde teşvik ve tanzim edecek tedbirleri tavsiye etmek” (Resmi
şöyle değerlendirmektedir: Gazete, 5 Ekim 1960/10621).
“Bu çalışmalar sırasında[MBK toplantıları] ‘ondörtler’in ileri gelenleri Kuruluş kanununda verilen yetkilere bakıldığında, DPT’nin siyasal
tarafından farklı bir düzen düşünülüyordu. MBK toplantılarının birin-
de, MBK üyelerinden biri –en genç üyesi- ‘biz size hükümetin üstün-
de bir yer vermek istiyoruz, siz bunu niye kabul etmiyorsunuz’ diye bir 55 Oylamada “karşı oy” veren Şefik İnan’dır. İnan bu olay üzerine Devlet Bakan-
soru sordu. Benim cevabım ‘o durumda biz hükümet oluruz ama hü- lığı görevinden ayrılmıştır (Mortan ve Çakmaklı, 1987, s.95).
kümet ne olur bilmiyorum, bu nedenle böyle bir düzenleme yapılma- 56 Şefik İnan’ın (EK-1), ve Şinasi Orel’in (EK-2) taslağının ilk halini veren şema-
ması gerekir’ şeklindeydi. Bu toplantıda sorulan bir diğer soru da şuy- lar EKLER bölümündedir.
57 91 sayılı yasayla kurulan DPT’nin örgütsel şeması EK-3’tedir.

76 77
iktidarların alacağı temel kararlar doğrultusunda onlara “yardımcı var YPK’da, olacak şey değil. Bir miktar bunların demokrasi içinde
olan”, “tavsiyelerde bulunan” ve “müşavirlik yapan” bir kurum olduğu çalışmasının zor olduğunu bile bile ve onun sıkıntısını zaman içinde du-
görülmektedir. DPT’nin bu yapısı ile ilgili, kuruluş yasa tasarısının Mil- yarak yaşadık. İnönü Başbakan olduktan sonra zaten diğer bakanları
li Birlik Komitesi’nde (MBK) görüşülmesi sırasında farklı görüşler or- da YPK’ya davet ediyordu, böylelikle bu yasa fiili olarak değişmiş ol-
du” (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004).
taya atılmıştır. Buna göre bazı MBK üyeleri DPT’nin sadece hükümet-
lere “tavsiye” ve “müşavirlik” etmesinin yeterli olmadığını, bunun ye- 1978-1979 yıllarında DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığını
rine aldığı kararları hükümetlere “emretmesi” gerektiği ifade etmiş; bir yapan Oktar Türel ise 91 sayılı yasaya göre şekillendirilen YPK’nın ya-
kısım üye ise DPT’nin kararlarının “emir” niteliğinde olması halinde pısını şöyle yorumlamıştır:
“devlet içinde devlet” yaratılacağını ifade ederek bu görüşe karşı çık- “91 Sayılı Kanun ilk bakışta şu tür bir pariter temsil getiriyor: Dört bü-
mışlardır (MBK Genel Kurul Toplantısı, 1961, s. 17-19’dan aktaran, Se- rokrat, dört siyaset adamı. Ama YPK toplantılarında hiçbir zaman ka-
zen, 1999, s. 76). Sonuçta DPT, “hükümetçe kabul edilen hedeflerin” rarlar formel bir oylamayla alınmamıştır. DPT’nin YPK aracılığıyla
gerçekleştirilmesi için planları hazırlayan ve hükümetlere müşavirlik oluşturduğu pariter platform aslında şu tür sembolik bir güvence geti-
eden bir organ olarak ortaya çıkmıştır. riyor: Bu platformda teknik düzeyde her şeyi söyleyebilirsiniz. Bura-
91 sayılı yasaya göre DPT’nin, YPK ve Merkez Teşkilatı olmak da planlama teşkilatının bir üst düzey görevlisi ile bakan, teknik dü-
zeyde belli bir konuyu herhangi bir çekince olmadan özgürce tartışa-
üzere iki ana organı vardır (3. madde). Merkez Teşkilatının alt birimle-
bilir. Bu bağlamda DPT’nin “özerkliği” ta 1980’li yıllara kadar,
rinde ise İktisadi Planlama Dairesi (7. madde), Sosyal Planlama Daire- YPK’nın niteliği değiştirilip pariter temsil ortadan kalkana kadar sür-
si (8. madde) ve Koordinasyon Dairesi (9. madde) yer almaktadır. Söz dü. Yani planlama örgütünden gelen insanlar orada çekinmeden kendi
konusu yasaya göre İktisadi Planlama Dairesi kısa ve uzun vadeli genel düşüncelerini söylediler. Tabii “çekinmeden” deyimini şu bağlamda
ve bölgesel planları yapmakla, Sosyal Planlama Dairesi sosyal prob- kullanmak gerek: Diyelim ki planlama örgütünün üst düzey görevlile-
lemlerin çözümlenmesi için kısa ve uzun vadeli planlar hazırlamakla ve rinden birisiniz ve Başbakanla ters düşünüyorsunuz, ya da Başbakan
Koordinasyon Dairesi de planın uygulanması sırasında gerekli koordi- sizden hoşlanmadığını belli ediyor. Bu durumda, “Ben bu görevdeyim,
nasyonu sağlamakla görevlendirilmiştir. buradan gitmiyorum” türündeki bir yaklaşım, memurlukta çoğunlukla
söz konusu olmuyor. 1966 yılında Memduh Aytür’ün görevden ayrıl-
91 sayılı yasaya göre DPT’nin sahip olduğu bir diğer temel organ
ması bunun çok güzel bir örneğidir. 1966 yılı programını hazırlayacak-
YPK’dır. Buna göre YPK “iktisadi ve sosyal politika hedeflerinin tayi- sınız, randevu istiyorsunuz Başbakan’dan, Başbakan yok ortada, size
ninde Bakanlar Kuruluna yardımcı olmak ve hazırlanacak planları Ba- randevu vermiyor... Sonuçta görevden ayrılmanızın iyi olacağı ima edi-
kanlar Kuruluna sunulmadan önce, tayin edilen hedeflere uygunluk ve liyor. Dolayısıyla siyaset ile bürokrasi arasındaki “görünmeyen el”, bir
kifayet derecesi bakımından incelemek” (4. madde) ile görevlendiril- yerde “aykırı” bürokratın görevden uzaklaşmasının daha iyi bir sonuç
miştir.YPK, bileşimi Başbakan (veya Başbakan Yardımcısı) ve Bakan- olduğunu telkin ediyor” (Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004).
lar Kurulundan seçilen üç Bakan ile DPT Müsteşarı ve üç daire başka- 1991-1993 yılları arasında DPT Müsteşarı olarak görev yapan İlhan
nından oluşmaktadır. Yani YPK bu bileşenleriyle yarı teknik, yarı siya- Kesici ise, YPK ile ilgili şunları söylemiştir:
si bir organ olarak tasarlanmıştır. 1960-1962 arası DPT İktisadi Planla-
ma Dairesi Başkanı olan Attila Karaosmanoğlu YPK’nın bu yapısının “1960 ihtilali anayasal iki tane yüksek kurul kurdu. Bunlardan birisi,
sağlıklı işleyebilecek bir şekilde düzenlenmediğini ifade ederek, şu yo- hala bugün de devam eden Milli Güvenlik Kurulu… Kurulan ikinci
yüksel kurul –bu gözden kaçar- Yüksek Planlama Kurulu. Yüksek
rumda bulunmuştur:
Planlama Kurulunun başkanı Başbakan ama Başbakanın muadili ora-
“… yapımızın hatalı olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Çünkü kuruluşa da planlama Müsteşarı, üç tane bakan var onların muadili de planlama
göre Başbakan artı üç bakan, Planlama Müsteşarı ve üç daire başkanı teşkilatının daire başkanları. Bu yapı, bugünün gözüyle çok doğru ol-

78 79
mayabilir, o günün gözü ile de biraz aşırı da olmuş olabilir ama siyasi ve sosyal politikasını yansıtacağı ve bunun yürütülmesinden de Bakan-
iktidarın bürokrasiyle bir anlamda dengelenmesi amacı güdülüyor ora- lar Kurulu’nun ve Başbakanın sorumlu olduğu gerekçesiyle, DPT’nin
da. Yani hiç mi dengelenmemelidir? Yahut daha düşük ölçekte mi den- herhangi bir bakanlığa bağlı olarak kurulmasından kaçınıldığı ifade edil-
gelenmelidir? O başka bir şey ama 1960 ihtilalinin ardından gelen ku- miştir (91 sayılı kanunun gerekçesi, aktaran, Mortan ve Çakmaklı,
rumlar bunlar. Tabi ki bir kurulda Başbakanla onun tayin ettiği, o hü-
1987, s. 115). Tanilli’ye göre ise, DPT’ye Müsteşarlık statüsünün veril-
kümetin tayin ettiği planlama Müsteşarı ve Müsteşar yardımcılarının
eşit veya eşite yakın bir pozisyonda bulunması doğru değil... Her ne
mesinin nedeni, “DPT’nin yansız ve bilimsel düzeyde” bakanlıklarüstü
kadar kağıt üstünde aynı kurulu bir eşitlik varmış gibi görünse bile, olarak çalışmasının amaçlanmasıdır (Tanilli, 1981, s. 524). Ancak Onar,
hem Başbakanlar bunu öyle işletmemişlerdir, hem de planlama Müs- DPT’nin Başbakanlığa bağlı bir Müsteşarlık olarak kurulmasının,
teşarları o tür bir pozisyon almamışlardır. Ama benim kanaatim, hem DPT’yi siyasi otoritenin altında ve ona bağlı bir teknik organdan ibaret
Başbakanlara, hem hükümetlere böyle bir kurulun, bu statüyle kurul- kıldığını söyleyerek (Onar, 1966, s. 773), hazırlanacak olan planların
muş olmasının çok faydası olmuştur. Yani aynen öyle uygulanmadı, “gelip geçici hükümetlerin, tecrübesiz ve başarısız bakanların, siyasi ve
uygulanamazdı, uygulanmamalı idi ama hükümetlerin ellerini rahatla- şahsi çıkarların” (Onar, 1966, s. 772) etkisi altında kalacağını ifade et-
tan, bazen siyasi taleplerden bunalmış olan Başbakanın, “ne yapalım, miştir.
planlama böyle düşünmüyor” diyerek, taleplere, irrasyonel siyasi ta-
leplere doğrudan “hayır” demesini kolaylaştıran bir mekanizmaydı” Bilindiği gibi DPT, 1961 Anayasasının ilanından önce kurulmuş ve
(Kesici ile görüşme, 22 Nisan 2004). çalışmalarına başlamıştır. Bu nedenle 1961 Anayasasının hazırlanması
sürecinde yapılan tartışmalarda, uygulanacak planların ve DPT’nin ni-
DPT’nin kuruluş kanununun gerekçesinde, YPK’da siyasetçilerle teliği ile ilgili olarak farklı görüşler ortaya atılmıştır. Buna göre Anaya-
bürokratların eşit sayıda temsili ile ilgili olarak “siyasi temayülleri ve sanın planlamayı ve DPT’yi düzenleyen maddesi ile ilgili Temsilciler
otoriteyi temsil edenlerle ilmi ve tekniği temsil edenlerden meydana Meclisine sunulan ilk taslakta, yapılacak olan planların Meclisce kabul
gelen karma bir Yüksek Konsey teşkil edilmiştir” (91 sayılı kanunun edilecek bir kanunla yasalaşması gerektiği belirtilmiştir (Öztürk, 1966,
gerekçesi, aktaran, Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 116) denmektedir. s. 3395). Ancak yapılan görüşmeler sonucunda planın esaslarının belir-
Ancak üç farklı dönemde DPT’nin etkin yönetim kademelerinde yer lenmesinin siyasi yönü olduğu ve bu nedenle planın kanun olarak ka-
almış olan plancıların değerlendirmelerinden de anlaşılacağı gibi, bul edilmesi halinde “rijit” bir yapı oluşacağı gerekçesiyle, planların
YPK’nın bu yapısı daha ilk uygulamalar sırasında fiilen değişmiş ve ka- kabulünün kanunla değil Meclis kararıyla olması gerektiği kabul edil-
nunda öngörülen şekliyle hayata geçememiştir. Kuruluş yasasında “po- miştir.59 1961 Anayasasının hazırlanması sürecinde MBK’daki görüş-
litik-teknik” bir kurum olarak düşünülen YPK, Onar’ın da belirttiği gi- melerde60 ise “planlama teşkilatının baskısından kurtulmak için, ileride-
bi, “teknik ajanları tayin ve değiştirme bakımından hiçbir teminatı haiz ki iktidarlar, bunun kaldırılması cihetine gidebilirler” gerekçesiyle
olmadığı için58 gerçekte politik bir teşekküldür” (Onar, 1966, s. 772). DPT’ye anayasallık statüsü verilmesine karar verilmiştir (Öztürk,
DPT’nin Türk idare sistemindeki yerine bakıldığında ise, Başba- 1966, s. 3418). 1961 Anayasasının hazırlık döneminde yapılan tartışma-
kanlığa bağlı bir Müsteşarlık olarak örgütlendiği görülmektedir. ların sonucunda ise planlama ve DPT konusunda iki madde kabul edil-
DPT’nin kuruluş kanununda, kalkınma planının hükümetin ekonomik miştir. Buna göre “İktisadi ve Sosyal Düzen” başlığını taşıyan 41. mad-
de şöyle düzenlenmiştir:
58 DPT kanun tasarısının Danıştay tarafından incelenmesi sırasında YPK’daki bü-
rokrat-siyasetçi dengesine dikkat çekilmiş ve YPK’daki bürokratların siyasi 59 Temsilciler Meclisinde yapılan tartışmaların ayrıntıları için bakınız: (Öztürk,
otoritenin etkisinden kurtarılması ve serbestçe görüşlerini açıklayabilmeleri için 1966, s.3396-3414).
korunmalarını temin edecek hükümlerin kuruluş yasasında yer verilmesi gerek- 60 MBK’da yapılan görüşmelerin ayrıntıları için bakınız: (Öztürk, 1966, s. 3418-
tiğini bildirilmiş, ancak bu öneriye yasada yer verilmemiştir (DPT, 1960, s. 7). 3421).

80 81
“İktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma esasına ve herkes için 1961 Anayasasının 41. ve 129. maddeleri, 1980’li yıllara kadar Türki-
insanlık haysiyetine yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzen- ye’de planlamanın hukuki temelini oluşturmuştur. Bu hukuki temel
lenir. üzerinde yürüyen fiili duruma bakmak için ise, Türkiye’deki planlama
İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleş- mekanizmasını incelemek gerekmektedir.62
tirmek; bu maksatla, milli tasarrufu arttırmak, yatırımları toplam yara-
Yukarıdaki bölümde de işaret edildiği gibi Türkiye’de 1960-1980
rın gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve kalkınma planları yapmak
Devletin ödevidir” (DPT, 1973, s. 43).
arasındaki plan uygulamaları, içe dönük sermaye birikim modelinin iz-
lendiği bir dönemde hayata geçmiştir. Bu dönemde yaşanan sosyal ger-
1961 Anayasasının “Kalkınma ve Devlet Planlama Teşkilatı” baş- çekliğin daha iyi anlaşılması bakımından, öze ilişkin mekanizmaların
lıklı 129. maddesinde ise DPT’ye anayasallık statüsü kazandırılmıştır: yanında, sermaye birikim mekanizmasının açığa çıkış biçimlerini de
“İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma plana bağlanır. Kalkınma bu pla- kapsayıcı bir çerçeve oluşturmak gerekmektedir. Bu bağlamda 1960-
na göre gerçekleştirilir. 1980 döneminde planlı olarak yürütülmeye çalışılan içe yönelik serma-
Devlet Planlama Teşkilatının kuruluş ve görevleri, planın hazırlanma- ye birikim modelinin, Türel’e göre iki karakteristik özelliği vardır:
sında, yürürlüğe konmasında, uygulanmasında ve değiştirilmesinde “1. Kıt üretim faktörlerinin (özellikle döviz ve sermayenin) siyasal-
gözetilecek esaslar ve planın bütünlüğünü bozacak değişikliklerin ön- laşmış ve esas itibariyle sanayi burjuvazisini kayıran ve kollayan bir
lenmesini sağlayacak tedbirler özel kanunla düzenlenir” (DPT, 1973, mekanizma ile tahsisi,
s. 43).
2. Hem ürün piyasalarındaki talebin genişletilerek sürdürülmesini,
Görüldüğü gibi 1961 Anayasası, kalkınma planları yapmayı devle- hem de toplumsal barışın ve çalışma barışının korunmasını sağlayan
tin ödevi sayarken, planları yapacak kurum olarak DPT’yi belirlemiş bölüşüm politikaları’dır” (koyu yazılar orijinal metinde italik olarak
ve DPT’nin kuruluş ve görevlerinin özel bir kanunla düzenleneceğini yer almaktadır, Türel 1996, s. 1052).
ifade etmiştir. Ancak Onar’a göre, Anayasanın bu iki hükmünde Dönemin özelliklerinin kaynak tahsisi ve bölüşüm politikaları ola-
DPT’ye verilen görevler, 91 sayılı kanuna göre yerine getirilemeyecek rak belirlenmesi, aynı zamanda bürokratik mekanizmaların bu süreçte
niteliktedir. Onar, 1961 Anayasasına göre DPT’nin “tarafsız ve teminat- oynadığı role işaret etmektedir. Buna göre Şekil-1’de görülen Devlet
lı” olması, hazırlanacak planların ise bağlayıcılı ğı açısından kanun nite- Planlama Teşkilatı (DPT), Sanayi Bakanlığı (Sa. B) ve Türkiye Odalar
liğinde olması gerektiğini ifade etmiştir. Yazara göre, “müstakil bir ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) oluşturduğu büyük üçgen, süreç bo-
merkez teşkilat olması lazım gelen planlama teşkilatı bu anayasa hü- yunca işleyen temel kaynak tahsis mekanizmalarını göstermektedir. Bu
kümlerine göre kurulmamıştır; anayasanın yürürlüğe girmesinden evvel çerçevede, ithalat ve ihracat rejimleri, kotalar, liberasyon listeleri ve
kurulan teşkilat, hiçbir yetki ve teminatı olmayan Başbakan yardımsı- koruma oranları, teşvik tedbirleri ve teşvike konu olacak faaliyetlerin
nın hiyerarşisine bağlı” bir kurum olarak örgütlenmiştir (Onar, 1966, s. belirlenmesi gibi ekonominin temel işleyişini düzenleyen kararlar,
771). Onar ayrıca DPT’nin “... anayasanın aradığı partiler dışı, tarafsız “DPT-Sa.B-TOBB” üçgenindeki bilgi akışı sayesinde alınmaktadır.
ve milli bir devlet kalkınma planı hazırlayacak hukuki ve idari bir yapı-
Şekil-1’de görülen ikinci üçgen “DPT-MB-Ma.B” kurumlarından
da” sayılamayacağını da eklemiştir (Onar, 1966, s. 773).
oluşmaktadır. Bu üçgen ise, daha dar anlamda ekonomiyle ilgili kamu
Sonuç olarak üzerinde tartışmalar olmasına rağmen, DPT’nin ku- bürokrasisinin temel karar alma mekanizmasını göstermektedir. Buna
ruluşunu ve görevlerini düzenleyen 91 sayılı yasa, 77 sayılı yasa61 ve göre para ve maliye politikalarının oluşturulması, döviz kuru, faiz had-

61 1962 yılında çıkarılan 77 sayılı yasa, kalkınma planlarının TBMM’de görüşülme 62 Yapılacak bu incelemede, Türel’in hazırladığı “Türkiye’de Ekonominin ‘Planlı’
ve kabul usullerini düzenleyen yasadır (DPT, 1973, s. 51). Yönetimi, 1960-1980” şeması temel alınacaktır (Türel, 1996, s.1053).

82 83
leri ve kamu kesimince etkilenebilen fiyatların belirlenmesi bu küçük kamu kurumu yoktur. Özel sektördeki üretim birimlerini etkileyen ka-
üçgenin köşelerindeki kurumların etkileşimi sonucunda oluşmaktadır. rarlar ise, ancak çıkarılan çeşitli mevzuatlarla ve hükümetlerin kararla-
Bu dönemde kamu kesimi için kaynakların yönlendirilmesi ve ya- rıyla mümkün olabilmektedir. Şekil-1’de belirtilen bir diğer mekaniz-
tırım kararlarının uygulanması, “DPT-MB-Ma.B” üçgeninde alınan ka- ma, YPK ve TOBB aracılığıyla gerçekleşmektedir. Buna göre şekilde
rarların,63 Sa. B vasıtasıyla KİT’lere ulaştırılması sonucunda gerçekleş- de görülebileceği gibi YPK ve TOBB’un, yönetsel alanda da uzantıları
mektedir. Bu modelde “demokratik planlama” gereğince, özel kesim olmasına rağmen, asıl işlevleri siyasal alana aittir. Bu modelde YKP,
için doğrudan karar verebilen ve hiyerarşik bir ilişki içinde bulunan bir kamu bürokrasisi ile merkezi hükümet ve TBMM arasındaki iletişimin
sağlanmasında işlev gören ve siyasal yanı ağır basan bir kuruldur.
Şekil-1 TOBB ise, siyasal alanda bulunan merkezi hükümet ve TBMM ile üre-
tim alanında bulunan özel sektördeki üretim birimleri arasında bir ileti-
şim kanalı oluşturmaktadır.
Türel’e göre TOBB bu konumu sayesinde, yaygın temsil tabanı do-
layısıyla bölüşüm taleplerini dile getirerek, kaynak tahsis mekanizma-
sındaki pazarlıkları, piyasalardan siyasal alana yansıtmaktadır (Türel,
1996, s. 1054).
Türkiye’deki planlama mekanizmasının yukarıda açıklanmaya çalı-
şıldığı şekliyle işlerliği, 1960-1980 arasında “resmi” olarak uygulanan
içe dönük/ithal ikameci birikim tarzının devamlılığı ölçüsünde sürmüş
ve sermaye birikim modelinin krize girmesiyle yeni bir sürece girilmiş-
tir. Çalışmanın ileriki bölümlerinde burada ortaya koyulan mekanizma-
nın işlerliği, DPT öznelinde açıklanmaya çalışılacaktır.
4.1.2. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının Hazırlanması Dö-
nemi ve İlk Plancıların İstifası (1960-1962):
Yukarıda aktarılan süreçten sonra 30 Eylül 1960 tarihinde kurulan
Devlet Planlama Teşkilatı’nın önünde, kısa sürede ciddi bir kalkınma
planının ortaya çıkarılması gibi önemli bir görev durmaktadır. Bu bağ-
TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mer.H: Merkezi Hükümet, YPK: Yük- lamda DPT’nin ilk çalışması “1961 Yılı Devlet Bütçesi Hakkında Mü-
sek Planlama Kurulu, DPT: Devlet Planlama Teşkilatı, Ma.B: Maliye Bakanlığı, talaa” olmuştur. Hazırlanan bu çalışmada, geçmiş yılların arz ve talep
MB: Merkez Bankası, Sa.B: Sanayi Bakanlığı, ÖİK: Özel İhtisas Komisyonları, durumları tespit edilerek, ekonominin toplam kaynakları ile bunlara ya-
TOBB: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, KİT: Kamu İktisadi Teşebbüsleri, pılan harcamalar ortaya konmuş ve 1961 yılı için tahminler yapılmıştır
ÖSÜ: Özel Sektördeki Üretim Birimleri, Y: Yönetsel Alan, S: Siyasal Alan, Ü: (Yazman, 1973, s. 131). DPT’nin yaptığı bu ilk çalışmadan sonra, kal-
Üretim alanı
kınma planlarının hazırlanması ve planlı sisteme geçiş için, bir hazırlık
Kaynak: (Türel, 1996, s. 1053). döneminin gerekli olduğu görülmüştür. Bunun üzerine 1961 yılında,
1962 yılı için basit bir “yıllık programın hazırlanması” ve 1962 yılı büt-
63 Bu üçgeni oluşturan kurumların aldığı kararlar kamu kesimi için “emredici” ni- çesinin, bu programın genel çerçevesi içinde oluşturulması öngörül-
teliktedir.

84 85
müş, 1963 yılı ise beş yıllık planın başlangıcı olarak tespit edilmiştir Umum Müdürlüğü gibi bazı kuruluşlar, başlarda bir çok konuda DPT
(Bengül, 1960, s.1). DPT Müsteşarı Şinasi Orel, 1962 yılı için yapıla- ile ilişki kurmak istememişler ve yeni kurulan bu kurumu yadırgamış-
cak çalışmaları anlattığı bir basın toplantısında “... Plan mucize değildir. lardır.65 Bilgi ve veri toplamadaki yetersizlikler ise yine benzer bir şe-
Biz teknik bir kuruluz. Son karar siyasi kuvvetindir. Ancak bundan son- kilde çeşitli kurumların elinde bulunan bilgilerin DPT’ye aktarılmasın-
ra devlet adamlarımız söyleyecekleri her sözün bedelini daha evvel bi- da sorunlar yaşanmasından ve de ciddi bir kayıt geleneğinin bulunma-
leceklerdir” (Kim, 29 Haziran 1961, s. 8) diyerek, planlama çalışmala- masından kaynaklanmaktadır. Ancak tüm bu sorunların varlığına rağ-
rında önemli olanın siyasi iktidarın iradesi olduğuna işaret etmiştir. men, yeni kurulan DPT’nin Başbakan İnönü tarafından desteklenmesi,
Orel’in açıklamalarında dikkat çeken bir diğer husus ise, dönemin ha- çalışmaları önemli ölçüde hızlandırmıştır.66
kim atmosferi olan, siyasetçilere karşı güvensizliktir. DPT açısından 1962 programının hazırlanması, 1963’de başlayacak
Bu ortamda başlayan çalışmalar ilk başta 1962 programının hazır- planlı dönem için öğretici ve geliştirici bir geçiş çalışması olmuştur. Bu
lanmasına odaklanmıştır. 1962 programı için yapılan hazırlıklarda fark- çalışma ile planın teorik, genel çerçeveyi veren, soyut bir belge olma-
lı konularda bazı sorunlarla karşılaşılmıştır. Bu sorunların en önemlile- sından çok uygulanabilir olmasının önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Bu-
rinden biri kamu bürokrasisinin planlı çalışma sistemine alışkın olma- na göre 1962 programında öngörülen tedbirlerin yerine getirilmesi için
masından kaynaklanmaktadır.64 Buna göre kamu bürokrasisindeki koor- yapılması gerekenler liste halinde sıralandığında, uygulama kabiliyeti
dinasyon, planlama için hayati önem taşımaktadır. Ancak bu dönemde olan bir program olmadığı anlaşılmıştır. Bu konuyla ilgili Karaosma-
devlet dairelerinin koordinasyonu anlamamış olması, bazı dairelerin ör- noğlu şunları söylemektedir:
gütlenme şeklinin koordinasyonu güçleştirecek şekilde olması, bir kıs- “… Şinasi Orel’in istediği listeyi hazırladığımız zaman fark ettik ki, ya-
mının da “koordinasyonda yanlış temayül ve geleneklere sahip olmala- pılmasının gerekli olduğunu düşündüğümüz ve 1962 yılı geçiş planına
rı esasen zor olan bu meseleyi oldukça müşkül hale getirmektedir” (De- koyduğumuz öneriler, Meclis’in normal çalışması ile 7-8 yıl içinde ta-
mirel, 1961, s.2). mamlanamayacak kadar çok yasal değişikliği ve çok büyük sayıda ida-
Planlama çalışmaları ile ilgili karşılaşılan ikinci güçlük bürokrasi ri, bürokratik değişikliği gerektiriyordu” (Karaosmanoğlu, 2003, s.
ile DPT arasındaki çekişmeden ve planın yapılması için gerekli olan ve- 18).
ri ve bilgilerin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bürokrasi ile DPT Daha sonra ise yapılan çalışma tadil edilmiş ve uygulanabilirlik
arasındaki çekişmelerin temelinde, DPT kurulmadan önce çeşitli kamu göz önünde bulundurularak 1962 geçiş planı hazırlanmış ve planlı dev-
kuruluşlarının kendi yetki alanları içinde olan bazı konuların DPT’ye reye geçiş için öneriler ileri sürülmüştür. Bu önerilerden ilki idari reor-
geçmesi ve yatırım kararlarında DPT’nin yetkili kılınması yatmaktadır. ganizasyondur. İdari reorganizasyonla elde edilmek istenen, planlı dö-
DPT’nin sağlıklı bir şekilde çalışabilmesi için öncelikle bürokrasi ile
ilişkilerinin iyi olması gerekmektedir. Ancak daha teşkilatın ilk kurul- 65 Bu dönemde yaşanan gerilime en uygun örnek Hazine’nin tavrıdır: “Hazine
Umum Müdürlüğüne göre, bir takım mali unsurların Devlet Planlama Teşkila-
duğu günlerde, İstatistik Umum Müdürlüğü, Maliye Bakanlığı, Hazine
tına raporlar halinde bildirilmesi, devlet sırlarının yayılması demektir”. Ancak
yaşanan bu tür olaylarda, Şinasi Orel’in güçlü kişiliği ve asker kökenli oluşu,
64 Süleyman Demirel, askerliğini yaptığı dönemde DPT’de görevlendirilmiştir. Bu bürokrasideki bu tepkilere karşı DPT’nin etkinliğini korumuştur (Kim, 6 Nisan
dönemde Demirel’in hazırladığı rapora göre, planlama çalışmalarının başlangıcı 1961, s.20).
ile ilgili kamu bürokrasisinde yaşanan temel sorun şudur: “ ‘Herşeyin hallol- 66 Başbakan İsmet İnönü’nün plan hazırlıklarının yapıldığı dönemde, normal me-
muş gibi gösterilmesi’ veya ‘hiçbir şeyin halline imkan olmadığı’ ekstrimleri bi- sai dışında da planlama teşkilatına giderek yapılan çalışmalar hakkında bilgi al-
zim icra mekanizmamızın iki mühim hastalığıdır. Herşeyin hallolmuş gibi gös- ması ve birçok konuda tartışmalara katılması, plancılar için alışılmış bir durum
terilmesi hallerinde dahi hiçbir şeyin başlamamış olduğuna birçok misal verile- haline gelmiştir (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004; Görgün ile görüş-
bilir” (Demirel, 1961 s. 5). me, 9 Mart 2004).

86 87
nemde idarenin aldığı kararların etkin bir şekilde uygulanması için ge- 226’dan aktaran, Ahmad, 1996, s. 263).
rekli olan düzenlemelerin yapılmasıdır (DPT, 1961, s. 5). 1962 progra- Mecliste toprak ağası olan ciddi bir milletvekili topluluğunun ol-
mında değinilen bir diğer konu ise, bilgi toplama eksiklikleridir. Buna ması, plancılarla siyasetçilerin arasındaki uzlaşmazlığa önemli bir bo-
göre DPT’nin bir yıllık tecrübesinin sonucunda “eldeki bilgilerin ve yut katmaktadır. Planlama ile ilgili olan 91 sayılı yasa gereği, planların
bilgi toplama mekanizmasının yetersizliği” ortaya konmuş ve “başarılı hukuksal geçerlilik kazanması için son sözün Meclis tarafından söylen-
bir planlama için bu alanda da bir yeniden yapılanma”nın zorunlu oldu- diği düşünülürse, milletvekili profilinin önemi daha da anlamlı olmak-
ğu belirtilmiştir (DPT, 1961, s. 5). tadır. Plancılarla siyasetçiler arasındaki tartışmaların sürdüğü dönemde,
1961 yılında, 1962 programının hazırlanmasından sonra, I. Beş Yıl- 25 Haziran 1962’de kurulan CHP-YTP67-CKMP koalisyon hükümeti
lık Kalkınma Planı’nın (BBYKP) hazırlanması çalışmalarına hız veril- vardır (İçişleri Bakanlığı, 2004). Bu dönemde koalisyonun ekonomik
miştir. Bu çalışmalar 29 Haziran 1961 tarih ve 5/1411 sayılı Bakanlar işlerden -DPT dahil- sorumlu başbakan yardımcısı “ateşli bir özel giri-
Kurulu kararı ile kabul edilen (askeri hükümet dönemi) “hedef ve stra- şim savunucusu olan” YTP başkanı Ekrem Alican’dır (Ahmad, 1996, s.
teji” çerçevesinde yürütülmüş, hedef ve strateji belgesi 20 Aralık 1961 212). Böyle bir bileşimi olan Meclis ve koalisyon hükümetinin varol-
tarihinde İsmet İnönü’nün başbakanlığında kurulan CHP-AP koalisyon duğu bir atmosferde, bürokratlarla siyasetçiler arasındaki tartışmanın
hükümeti döneminde de tekrar kabul edilmiştir (Yazman, 1973, s. 132). temel noktası, planın yüzde 14’lük iç finansmanının nasıl sağlanacağı
Belirlenen plan hedef ve stratejisinin amacı “hürriyet düzeni içinde kal- üzerinde düğümlenmektedir. Bu konuya DPT yetkilileri şu şekilde
kınma, yüksek ve devamlı reel gelir artışı ve bunun sonucu olarak istih- yaklaşmaktadırlar:
lak artışı, fertler arasında adil gelir dağılışı ve bölgeler arasında dengeli
“Beş yıllık kalkınma planının iç finansmanı sağlam kaynaklara dayan-
kalkınma” olarak tespit edilmiştir (DPT, 1961, s. 5). Stratejide ayrıca malıdır. Planın iç finansmanı konusunda gerekli olan gelir hedeflerine
önemle üzerinde durulan bir başka konu kamunun reorganizasyonu ve ulaşmak için istenen gelir artışını meydana getirecek esneklik bugün-
tarımsal reform çalışmalarıdır. Böylelikle BBYKP’de %7’lik bir kalkın- kü vergi mevzuatımızda yoktur. Planın tatbikatı ile birlikte yapılacak
ma hızı hedef olarak tespit edilmiş, bunun gerçekleşmesi için de vergi reformu ile bu esneklik sağlanabilmeli ve istenen gelir seviyesi-
GSMH’nin %18’i kadar bir bölümünün yatırımlara ayrılması öngörül- ne ulaşabilmelidir. Bu maksatla da çeşitli alanlardaki vergilerde düzel-
müştür. Yatırımlar için ihtiyaç olan finansmanın da %14 kadarının iç, meye gidilmelidir” (Cumhuriyet, 28 Eylül 1962, s. 5).
%4 kadarının dış kaynaklardan sağlanacağı belirtilmiştir (DPT, 1973, s. Planın iç finansmanı konusunda siyasi iktidar ise farklı düşünmek-
124). tedir. Bakanlar Kurulu’na göre:
BBYKP’nin hedef ve stratejisi bu şekilde belirlendikten sonra,
“Planın iç finansmanını sağlamak bir hükümet meselesidir. Vergi konu-
planın hazırlanışı sürecinde DPT’deki teknisyenlerle siyasal iktidar ara-
sunda plana kesin hükümler koymak gerekmez. Planın ihtiyacı olan
sında ciddi görüş ayrılıkları ortaya çıkmış ve bu tartışma, DPT Müste- gelir artışı sadece vergi kanalı ile karşılanamaz. 260 sayılı kanunun Ba-
şarı ve üç daire başkanının istifaları ile sonlanmıştır. kanlar Kuruluna verdiği yetkiye göre her yıl bütçenin %5’i oranında
Bu çerçevede siyasetçiler ile plancılar arasındaki tartışmanın daha
iyi anlaşılması için Ekim 1961-1965 seçimleri arasında mecliste varo- 67 YTP başkanı Ekrem Alican, 1955’de DP’den ihraç edilmiş daha sonra MBK
lan milletvekili profiline yakından bakmak gerekmektedir. Buna göre: hükümetinde Maliye Bakanlığı yapmış ve Şubat 1961’de –DP tabanını sahiplen-
mek iddiasıyla- YTP’yi kurmuştur. “Parti, eski DP’nin ‘aydın’, elitist ve kentli
“1961 Meclisinde kendilerini toprak ağası olarak tanımlayan 40 millet- kanadını temsil ediyor ve yüksek bürokratları, profesörleri ve serbest meslek sa-
vekili vardı. Fakat gördükleri eğitim açısından kendilerini adliyeci ve hiplerini kapsıyordu. Aynı zamanda seçmen gücü bakımından da, Doğu Anado-
hukukçu olarak tanımlayanların büyük çoğunluğu da büyük olasılıkla lu’daki toprak sahibi yerel mütegalibeyle kurduğu ittifaka dayanıyordu” (Ah-
toprak ağasıydı. Bu kategoride 158 kişi vardı” (Türkiye Yıllığı, 1964, s. mad, 1996, s. 227).

88 89
Hazine, Merkez Bankasına borçlanabilir” (Cumhuriyet, 28 Eylül 1962, sı amacını gütmüştür” (Bulutoğlu, 1964, s. 138). Kaldor, hazırladığı ra-
s. 5). porda, Vergi Reform Komisyonu’nun hazırladığı taslağı şöyle değerlen-
Plancılar, sağlam iç finansman kaynakları gereklidir derken, esas dirmektedir:
olarak o dönemde hemen hemen hiç vergi alınamayan tarımsal alanın “Komisyonun hemen hemen bütün diğer düşünceleri bir yana bıraka-
vergilendirilmesini öngörmüşlerdir. Bu çerçevede tarımsal alanda nasıl rak, sadece yeni vergi muafiyetleri –özellikle büyük vergi mükellefle-
bir vergi politikasının olması gerektiği konusunda çalışmalar başlatıl- ri için- sağlamak arzusu ile hareket eder göründüğünü söylemekten
mış ve bu çalışmaların siyasi iktidar tarafından daha çok dikkate alın- kendimi alamıyorum… Fikrimce eğer komisyon tavsiyeleri uygulanır-
ması için de İngiliz iktisatçı Nicholas Kaldor Türkiye’ye davet edilmiş- sa, Türkiye’nin mevcut gelir ve kurumlar vergileri sisteminin ıslah
tir (Görgün ile görüşme,68 9 Mart 2004). Kaldor’un gelişinden sonra 5 edilmek şöyle dursun, ciddi şekilde bozulması ihtimali çok kuvvetli-
dir” (Yön, 25 Temmuz 1962, s. 9).
Mayıs 1962’de Başbakanlığa sunulan vergi reformu tasarısı, esas olarak
tarımsal alanda verimliliği sağlamayı amaçlayan ve planın iç finansma- Maliye Bakanlığı bünyesinde çalışan Vergi Reformu Komisyo-
nı noktasında bu alanın vergilendirilmesini öngören bir rapordur (Cum- nu’nun Başkanı olan Ali Alaybek ise, YPK toplantısında DPT’nin ve
huriyet, 6 Mayıs 1962, s. 5). Aynı dönemde, vergi reformu ile ilgili Ma- Kaldor’un hazırladıkları vergi reformunu içeren raporu eleştirerek,
liye Bakanlığı’nda da, “Vergi Reform Komisyonu” tarafından yürütül- “Devlet Planlama Teşkilatı emperatif yapamaz. Hangi vergilerin alına-
mek üzere çalışmalar başlatılmıştır. Maliye Bakanlığı’nca hazırlanan re- cağını, yükü kimin çekeceğini Planlama teşkilatı söyleyemez. Teşkilat
form önerisinde69 “müteşebbislerin yatırım arzularını teşvik edici” ted- ancak kabaca global bir rakam söyleyebilir” (Yön, 29 Ağustos 1962, s.
birler ön plana alınmışken, DPT ve Kaldor tarafından hazırlanan rapor 7) demiştir.
“yatırım teşviklerinin arttırılmasından çok yatırılabilir kaynak yaratılma- Sonuçta hükümet, DPT’nin daveti ile Türkiye’ye gelerek vergi re-
formu konusunda bir rapor hazırlayan Kaldor’un önerilerini reddetmiş-
68 Sevim görgün ilk planın hazırlanması döneminde toprak reformunun ve vergi tir. Ancak daha sonra, vergi reformu konusundaki tartışmalar YPK top-
düzenlemelerinin yapılmasından sorumlu bir planlama uzmanıdır. Görgün bu lantıları sırasında Maliye Bakanı Ferit Melen’in Vergi Reform Komis-
dönemdeki çalışmalarını şöyle anlatmaktadır: Ben de şöyle düşündüm, -Kaldor yonu’nca hazırlanan taslakla ilgili yaptığı açıklamalar üzerine tekrar
Raporu diye çıktı sonradan- tarımın verimliliğinden vergi alınsın, kadastro aşağı
yukarı yapılmış durumdaydı. Bu bizim arkadaşların çok hoşuna gitti. Çünkü ay-
gündeme gelmiştir. Maliye Bakanı’nın yaptığı açıklamalar üzerine DPT
nı zamanda toprak reformu o zaman söz konusu. Bu öneri de toprak reformunu yetkilileri tepki göstermiş ve “YPK’da vergi meselelerinin müzakeresi
kolaylaştıracak. Çünkü ekilmeyen toprağı adam satmak zorunda kalacak, çün- sona bırakılmıştır. Bu durumdan istifade eden Maliye Bakanı, devlet
kü ondan da vergi ödeyecek. Ve bir de verimliliği arttıracak, daha fazla yatırım planları üzerine bir baskı yapmak ve teşkilatın bu tasarıya angaje olma-
yapacak toprağa, çünkü vergi yükü azalıyor o zaman”. Kaldor Türkiye’ye çağı- sını sağlamak üzere kamu oyu önüne erken çıkmıştır” demişlerdir
rıldıktan sonra Görgün’ün bu önerileri kendisine iletilmiş ve Kaldor bu önerile- (Cumhuriyet, 9 Ağustos 1962, s. 7). Ecevit Güresin ise, “Çekişmenin
rin üzerinde ufak değişiklikler yaparak raporunu hazırlamıştır. Yani Kaldor Ra-
Sebebi” adlı yazısında DPT ile hükümet arasındaki tartışmayı şöyle yo-
poru olarak anılan çalışma büyük ölçüde Görgün tarafından hazırlanmıştır (Gör-
gün ile görüşme, 9 Mart 2004). rumlamıştır:
69 Sevim Görgün, Maliye Bakanlığı’nın İstanbul’da ayrı bir vergi reformu çalışma- “Son günlerde planın uygulanması görüşülürken iç finansman konu-
sı yürütmesine değinirken, “onlar İstanbul sermayesiyle çok içli dışlıydı” demiş sundaki tartışmalar, neticede DPT’nin yetkileri meselesine kadar gel-
ve kendilerinin hazırladığı rapordan dolayı İstanbul sermayesinin bir hayli irkil- miş dayanmıştır. Bir kısım uzman ve politikacılar ‘DPT ne isterse o ol-
diğini ifade etmiştir. Görgün sermayenin neden tarımın vergilendirilmesine kar- malı, mesela vergi tasarıları onun tespit edeceği esaslara göre hazırlan-
şı çıktığını açıklarken de “çünkü hepsi tarım ve toprak kökenli (Koç dışında, Sa-
malı, bir de hükümet olmaz’ demektedir. Bunu daha basite irca eder-
bancılar ve diğerleri) ve tam olarak kopmamışlar. Tarımın vergilendirmesine
sek, bir taraf (Kaldor Raporu) üzerinde ısrarlıdır, bir taraf ise hazırla-
karşılar” demiştir (Görgün ile görüşme, 9 Mart 2004).

90 91
nan vergi tasarılarını savunmaktadır”( Cumhuriyet, 25 Ağustos 1962, s. rından bilgi istemeleridir. Buna göre askerlerden gelen talep üzerine,
7). DPT Koordinasyon Dairesi Başkanı Ayhan Çilingiroğlu, Attila Sön-
Maliye Bakanlığı ile DPT arasındaki sürtüşmenin nedenlerini, (At- mez, Haluk Ceylan ve Alaattin Asena’dan oluşan plancılar ekibi, Aske-
tila Karaosmanoğlu’nun istifasının ardından DPT İktisadi Planlama Da- ri Şura’ya giderek, YPK’da yaşanan sorunlar ile ilgili askerlere bilgi
iresi Başkanı olan) Attila Sönmez, şöyle değerlendirmiştir: vermişlerdir (Yön, 29 Ağustos 1962, s. 8).
“… karar verme mekanizmalarında kendilerinin ikinci plana itilmeleri
YPK toplantılarında yaşanan tartışmaların sonucunda, 1962 yılının
endişesi içinde olan geleneksel bürokrasi, özellikle o zamanlar Maliye Ağustos70 ayına gelindiğinde, plancılarla hükümetin arasındaki gergin-
Bakanlığının bir parçası olan Hazine ve onun uzantısı olan Merkez lik hissedilir düzeye gelmiştir. Forum dergisi bu dönemi “Planın Nazik
Bankası, bir yandan DPT’nin çalışmalarını güçleştiriyor, bir yandan da Safhası” olarak değerlendirmiş ve şu yorumları yapmıştır:
vergi reformu ve KİT reformu gibi ‘köklü’ reformların gereksiz ve ola- “Uzun çalışmaların mahsulü olmakla beraber bu çerçevenin, siyasi
naksız olduğu görüşünü hükümette yayıyordu” (Sönmez, 2003, s. 105) kuvvetlere arz edildikten ve bir çok siyasi, sosyal ve iktisadi realiteler-
Yine bu dönemde, DPT Müsteşarı Osman Nuri Torun da yaptığı le karşılaştırıldıktan sonra, aynı şeklini tamamen muhafaza edebilece-
açıklamada, “Maliye Bakanlığınca açıklanan vergi reform tasarıları ile ğini sanmak pek de doğru olmayacaktır … Tenkitlerin ve değişiklik te-
elde edilecek vergi gelirleri beş yıllık planın finansmanını sağlamaya mennilerinin en fazla olacağını tahmin ettiğimiz mevzu, planın finans-
manı ile ilgilidir … Siyasi iktidar ve siyasi iktidarın mali işleri sözcü-
yetmeyecektir. Planlama Teşkilatının Hükümetle zaman zaman ihtilafa
sü Maliye Bakanı, mevcut şartlar ve imkanlar muvacehesinde, çok kı-
düştüğü doğrudur” diyerek, hükümet ile iç finansman konusunda an- sa bir müddet içinde vergi hasılatında büyük bir sıçrama elde etmenin
laşmazlığa düştüklerini belirtmiştir (Yön, 15 Ağustos 1962, s. 5). mümkün olamayacağını düşünebilirler … Elbette ki plan uzmanları he-
YPK’da yaşanan tartışmalar ile ilgili YTP Başkanı ve Başbakan Yar- deflerinde ısrar etmek isteyecekler ve yine elbette ki politikacılar
dımcısı Alican ise, “vergi tasarılarını beğenmeyenler rejimi değiştirmek mümkün görünenin hudutlarından öteye gitmek istemeyeceklerdir.
isteyenlerdir” (Yön, 15 Ağustos 1962, s. 5) diyerek DPT bürokratlarını Bunları büyütmek, ilk anda alınan vaziyetlerden bir santimetre dahi in-
sert bir şekilde eleştirirken, Başbakan İnönü soruna daha yumuşak bir hiraf etmemek ancak ve ancak planlamanın kendisini tehlikeye düşü-
üslupla yaklaşmaktadır. İnönü, planın iç finansmanı ile ilgili çıkan rebilir” (Forum, 15 Ağustos 1962, s. 3).
uyuşmazlıkla ilgili olarak, Yön dergisinde ise, planın uygulanmasının esas olarak siyasi ikti-
“Ben, güçlük karşıma çıkınca, onun üzerine gitmem. Engelleri aşındır- darın iradesi ile gerçekleşeceği belirtilerek, YPK süreci ile ilgili şu de-
maya, güçlükleri yıpratarak yenmeye çalışırım. Atatürk, meseleler kar- ğerlendirmeler yapılmıştır:
şısında belki daha kesin bir tutum alırdı. Ben daha yumuşak giderim.
“Plan sözü eden bakanlar, aslında planlı bir gidişe karşı koymaktadır-
Fakat onun da kararlarını uygulamayı geciktirdiği olmuştur. Bu sebep-
lar. Bunun en önemli delili, İktisadi Devlet Teşekküllerinin yeniden
le, tarım vergisinin alınması geciktirilebilir. Fakat iç planın finansmanı
teşkilatlandırılması işinin geri bırakılmasıdır. Halbuki bu konu, planın
sağlanacaktır… Yüksek Planlama Kurulunun, iç finansman meselesin-
yürütülmesi bakımından hayati bir meseleydi ve uzun çalışmalardan
de mutlaka bir anlaşmaya varması lazım. Devlet Planlama Teşkilatı
sonra bu konuda hazırlıklar tamamlanmıştı. Hükümet şimdi gerekli re-
temsilcilerinin muhalefet şerhleriyle Hükümete giden plan, bu teşkila-
formu yapmaktan ürkmektedir. Buna sebep, bakanların ellerindeki yet-
tı çeşitli husumetlerle karşı karşıya bırakacaktır. Hükümet, ona bağlı bir
kileri kaçırmak istememeleridir. Bir bakanın, ona bağlı teşebbüsün fi-
daire olan Devlet Planlama Teşkilatını korumakla görevlidir. Bu daire-
yat ve yatırım politikası üzerinde söz sahibi olması veya teşebbüsü baş-
yi husumetlerle karşı karşıya bırakmam” (Yön, 29 Ağustos 1962, s. 6).
demiştir. Bu dönemde yaşanan bir diğer önemli gelişme ise, askerlerin 70 BBYKP ile ilgili YPK toplantıları 16 Temmuz’da başlamış (Cumhuriyet, 17
Temmuz 1962, s. 1) ve aralıklarla yapılan toplantılar Eylül ayına kadar sürmüş-
YPK toplantılarında yaşanan tartışmalarla ilgili olarak DPT uzmanla- tür.

92 93
ka bir bakanlığa kaptırması, bakan olmanın önemini geniş ölçüde azal- Bu hususlara ait hükümler Bakanlar Kurulu değiştirilişinde kıs-
tacaktır. Bu sebeple hayati reform, geri kalmaktadır!... iyi bir plan ha- men plan dışı bırakılmış ve kısmen de yumuşatılmıştır
zırlanmıştır. Fakat Hükümet, planı gerçekleştirecek güce, ehliyete, di- 3. Vergi reformu konusunda DPT’nin plana koyduğu hususlar çıkar-
namizme, cesarete ve geniş görüşe sahip değildir. Türkiye’de bugün- tıldığına göre, planın ilk yılında Merkez Banka’sından 700 milyon
kü şartlar altında güzel planlar yapılabilir fakat tatminkar şekilde uy- borçlanmaya gidilecektir.
gulanamaz”(Yön, 9 Mayıs 1962, s. 10-11).
4. Servet beyanı bahsi plandan çıkarılmıştır.
Bu dönemde dış basın da yaşanacak olan gelişmeleri yakından iz- 5. Yine ithalat üzerindeki vergi kontrolü ile veraset ve intikal vergi-
lemektedir. Buna göre 22 Haziran 1962’de yayınlanan Economics der- lerindeki arttırma isteği kaldırılmıştır.
gisinde DPT’nin önemi vurgulanmış ve “Türkiye’ye her kim yardım 6. Planın iç finansmanı konusunda gelir vergilerinin ulaşması gere-
ederse etsin bu yardımın evvelce olduğu gibi israf edilmeyeceği husu- ken hedeflere hükümet tasarısında yer verilmiş, bun mukabil bu
sunda emin olmak isteyecektir. Bu emniyeti sağlayacak tek şey de par- hedeflere ulaştıracak yollar ve prensipler bir hükümet tasarrufu ol-
tiler üstü durumuyla Devlet Planlama Teşkilatıdır” (Forum, 15 temmuz duğu gerekçesiyle plandan çıkartılmıştır” (Cumhuriyet, 28 Eylül
1962, s. 16) denilmiştir. Dergide ayrıca yaklaşan YPK toplantılarına 1962, s. 7).
dikkat çekilmiş ve kritik bir soruyla plancılar ile siyasetçiler arasındaki BBYKP’de yapılan tüm bu değişikliklerin sonucunda DPT Müste-
gerilim değerlendirilmiştir: şarı Osman Nuri Torun, İktisadi Planlama Dairesi başkanı Attila Kara-
“Köylülerin reformları ve toprak sahiplerinin de gelir ve imtiyazların- osmanoğlu, Sosyal Planlama Dairesi Başkanı Necat Erder ve Koordi-
daki azalmaları nasıl kabul edecekleri meselesi oldukça çetindir. Tür- nasyon Dairesi başkanı Ayhan Çilingiroğlu 26 Eylül 1962 tarihinde is-
kiye’deki politikacılar kendilerini destekleyen menfaatlere karşı hare- tifalarını toplu halde Başbakan İsmet İnönü’ye vermişlerdir71 (27 Eylül
ket etmek hususunda fazla istekli değildirler… Hükümet acaba Devlet 1962, s. 1).
Planlama Teşkilatının tavsiyelerini ciddiye alacak mıdır?” (Forum, 15
Plancıların istifa nedenleri olarak gösterilen planın finansmanı me-
temmuz 1962, s. 16).
selesi aslında Türkiye’nin 1960’lı yıllardaki toplumsal yapısı açısından
Sonuçta 28 Ağustos 1962’de YPK toplantıları tamamlanmış ve kritik bir konudur. Bu noktada DPT tarımsal kesiminin vergilendirilme-
DPT tarafından planda yer alması önerilen bir çok unsur Bakanlar Ku- sini savunurken; hükümet çalışan kesimlerin vergilendirilmesini hedef-
rulu tarafından değiştirilmiştir. Buna göre değişiklik yapılan başlıca ko- leyen dolaysız vergileri ön plana çıkarmaktadır. Buradaki ihtilaf, aslın-
nular şunlardır: da yaşanan sınıfsal bir çatışmanın ürünüdür. Tartışmadaki taraflardan
1. “Vergileri takip edeceği artış seyri hakkında planda yer alan bilgi- biri olan hükümet, kendi sınıfsal desteğini sağlayan köylü ve ticaret ser-
ler ve hükümler çıkartılmış ve böylelikle iç finansmanın hangi kay- mayesinin çıkarlarını savunmakta; diğer taraf olan DPT’nin ortaya koy-
naklardan karşılanacağı konusunda bir esneklik verilmek istenmiş- duğu “dengeli kalkınma” yaklaşımı ise, yeni kurulmakta olan içsel biri-
tir. kim modelinin temel dinamiği sayılabilecek sanayi sermayesinin geliş-
2. DPT yapılacak vergi reformunun içine, şimdiye kadar vergilendi- mesi için olanaklar sağlamaktadır. Bu dönemde ulaşılmak istenen he-
rilmemiş olan bazı alanları da almaktaydı. Bu alanlardan bazıları def, esas olarak DPT eliyle yürütülen kaynak aktarım mekanizmaları
şunlardır: ile, tarımdan sanayiye kaynak aktararak, iç finansman sorununu aşmak
• Tarım ve sermaye birikim sürecinin daha “rasyonel” bir şekilde devamını sağ-
• Karayolları taşıması
71 İnönü ilk başta istifaları kabul etmek istememiş ve 27 Eylül günü, istifa eden
• Küçük esnaf muafiyetlerinin daraltılması plancılarla görüşmüş, ancak 28 Eylül 1962’de istifalarını kabul etmek zorunda
• Harçlar ve resimler kalmıştır (Cumhuriyet, 28 Eylül 1962, s.1; 29 Eylül 1962, s.1).

94 95
lamaktır. Erder bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: deflere ulaşmak olan bir ‘büyüme planı’nı anlıyordu. Bütünsel bir mü-
“Bu tarihsel noktada planlamanın öngördüğü stratejiden yararlanacak dahale sistemi olmayacaktı. İşlevi, özel sektöre destekle –dolayısıyla
olanlar, sanayileşmeden ve bunun getirdiği dönüşümlerden kazançlı kalkınmaya- sınırlı olacaktı” ve yaşanan tartışmaların sonucunda “DPT,
çıkacak olan kesimlerdi. Çünkü, planlama bunlara ileriye dönük bir muhafazakar politikacıların başlangıçta olmasını istedikleri düzeye indi:
perspektif açıyordu. O dönemde plana karşı çıkması doğal olan kesim- Hükümet yatırımlarını planlayan bir büro”( Ahmad, 1996, s.267). Gev-
ler ise toprak reformu önerilerinden tedirgin olan ve vergi reformu gili ise benzer yönde bir vurgu yaparak, 27 Mayıs’ın bir simgesi görü-
söyleminden rahatsızlık duyan çevrelerdi” (Erder, 2003, s. 47). nümünde olan DPT’nin “bundan sonra sistem’den özerk değil, derin-
Tarımsal kesimlerin vergilendirilmesi, hükümetlerin oy kaynağı den bağımlı” bir kurum haline getirildiğini ifade etmiştir (Gevgili,
olan ve aynı zamanda toplumda ciddi bir güç halinde bulunan toprak 1987, s. 267).
ağalarının nüfuzunu72 engellemeyi ve genel olarak sanayiye kaynak ak- Plancıların istifası ve hükümetin planın temel amaçlarını kabul et-
tarımını hedeflemektedir. Bu noktada, DPT’deki plancıların, siyasetçi- mesine rağmen, bu amaçlara ulaşılacak araçları kabul etmemesiyle ilgi-
lerden bekledikleri “... konulara uzun vadeli bir perspektif içinde bak- li Economics dergisi ise, “feodal rejim kalıntılarına dayanan bir zengin-
mak, tutarlı olmak ve bir düşünce disiplini içinde karar verme çabası” ler zümresinin Türkiye’de büyük kudret sahibi olduklarını ve siyasi par-
göstermeleridir (Erder, 2003, s. 47). Ancak plancıların bu talepleri, sı- tilere nüfuz ettiklerini” söylemiş ve “bu zümrenin, vergilendirme ve di-
nıfsal kökenleri geniş köylü tabanına basan siyasetçiler/hükümet tara- ğer reformlar aleyhinde vaziyet alması Türkiye’nin istikbali bakımın-
fından yerine getirilemeyecek bir taleptir. DPT’nin ortaya koyduğu de- dan endişe vericidir” yorumunu yapmıştır (Forum, 1 Aralık 1962, s. 4).
ğişiklik önerilerinin uygulanması ile ilgili koalisyon hükümetinin Baş- İstifa eden plancılardan DPT Sosyal Planlama Dairesi Başkanı Ne-
bakan Yardımcısı Ekrem Alican şunları söylemiştir: jat Erder, istifalarının nedenlerini açıklarken şunları söylemiştir:
“Uzmanlar yeni vergi konulmasını ve yardımların bu vergi ile transfer “Biz teşkilat olarak hiçbir zaman teknik sınırın ötesine geçmedik. Yal-
edilmesini istediler. Yeni olarak konulması istenen vergi, potansiyel nız bu ülkenin bazı özellikleri var. Halkımız bu teşkilata büyük ümit
verim esasına göre tarım vergisi idi. Biz bunu Türkiye’de tatbik ede- bağlamıştır. Hatalarımız belki olmuştur. Ama normal bir teknisyenin
meyiz, akisleri çok derin olur kanaatindeydik” (Cumhuriyet, 2 Ekim hatalarından büyük olmamıştır. Türkiye’de teknisyenlere büyük so-
1962, s. 7). rumluluklar yüklenmektedir. Hizmet ettiği siyasi organın kararlarını
Bu çerçevede DPT’nin hazırladığı tarımsal reform taslağı YPK’da önce insan olarak değerlendirir, ondan sonra kabul eder. Kendisi için
yanıltıcı olan hususlar başkaları bakımında doğru olabilir. Bu anda tek-
hiç görüşülmeden reddedilmiş, iktisadi devlet teşebbüslerinin reorga-
nisyen sorumluluğu üzerine almaz, ayrılır” (Yön, 3 Ekim 1962, s. 4).
nizasyonu önerisi ise “devlet sektörü reorganize edilmiş olsaydı, özel
sektörün bir rakibi olurdu” gerekçesiyle geri çevrilmiştir (Ahmad, O dönemde DPT’de uzman olan Candır ise istifaları şöyle yorum-
1996, s. 266). Ahmad’a göre “muhafazakar politikacılar planlamadan, lamıştır:
amacı statükoyu köklü bir şekilde değiştirmeksizin belli niceliksel he- “Daha rasyonel bir yapıyı siyasiler hiçbir zaman kabul etmediler ama
işin başlangıcı olduğu için ve biraz da askeri yönetimin etkisiyle o dö-
72 DPT adına vergi reformu raporunu hazırlayan Kaldor, 1969 yılında bir konfe- nemde kabul etmek gereğini duydular ama her zaman bu rahatsızlıkla-
rans için Türkiye’ye geldiğinde istifalar ile ilgili şu yorumu yapmıştır: “Ben rını da belirttiler. Onun için de ufacık bir kelime, ufacık bir cümle on-
1961’de, Planlamanın daveti üzerine Türkiye’ye gelmiştim. O zamanki izle- ların tepkilerine yol açtı. Bu kuruluşun oluşmasına büyük katkı sağla-
nimlerimi hatırlayabiliyorum… Tarım sektörü, vergi sistemi dışında kalıyordu. mış, plan çalışmalarının yapılmasında büyük emek vermiş insanlar, si-
Bir rapor hazırladım ve yetkililere sundum. Fakat toprak sahiplerinin gücü o ka- yasilerin bu etkisini kabul etmediler. Onun için de ayrıldılar” (Candır
dar fazlaydı ki, yaptıkları baskı hükümetinizi etkiledi” (Cumhuriyet, 5 Eylül
ile görüşme, 22 Mart 2004, Ankara).
1969, s. 5).

96 97
İstifa eden plancılardan DPT İktisadi Planlama dairesi başkanı At- ma, bu tür açılımlara elverişli bir olanaktı” (Erder, 2003, s. 48).
tila Karaosmanoğlu, hazırladıkları planda hükümetçe herhangi bir deği- Neticede 1950’li yıllardan beri gelişen, politikacıların “çıkarcı ve
şiklik yapılmamış olsaydı, yine de planın değiştirilmemiş haliyle bilgisiz” olduğu ve buna karşın plancıların “bilgi” ile özdeşleştirildiği
1960’ların toplumsal yapısında uygulanabilir olup olmadığına ilişkin düşünce atmosferi içinde oluşan “plan efsanesi”; bu efsanenin gerçek-
olarak: leşmesi için de plancıların politikadan, yani sınıflardan bağımsız bir sta-
“Bu soruyu şimdiden bakarak sorarsanız vereceğim cevap biraz daha tü kazanması gerektiği fikrini beraberinde getirmiştir(Şaylan, 1981, s.
farklı olur. Fakat o zaman; 1962’de ben 30 yaşındaydım ve hala dün- 199-202). Ancak BBYKP’nin hazırlanması sürecinde yaşanan gelişme-
yayı değiştirebileceğimi düşünüyordum, ben derken benim arkadaşla- ler, 27 Mayıs sonrasında oluşan “sınıflarüstü planlama yapma” düşün-
rım da aynı yaşlardaydı. Ve biz bazı şeyleri mantığın, o günkü bilgile- cesini toplumsal gerçeklerle yüzleştirmiş ve “iktisadi ve sosyal politi-
rin ışığında düzeltilebilir, düzeltilmesi için her türlü gayretin gösteril- kaların tespitinde planlama mekanizmasını siyasal karar alma süresinin
mesi gerekir diye düşünüyorduk. Biz orada olduğumuz zaman bazı
vazgeçilmez bir unsuru haline getirme” (Gürsel,74 1983, s. 1605) dü-
şeyler yapılıyor görünüp aslında yapılmayacaktı. Ben iki önemli isti-
famda da aynı şeyi düşündüm, halkı aldatma noktasına gelmiş oluyor-
şüncesi hayata geçememiştir.
duk” (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004). 4.1.3. Yön Dergisi ve DPT’ye Bakışı:
yorumunu yapmıştır. 1961 yılının Aralık ayında yayın hayatına başlayan Yön, yayın ha-
Sonuç olarak DPT’deki plancıların “en iyi” olarak ilan ettikleri yatı boyunca Cumhuriyet Türkiye’sinin en etkin dergilerinden biri ol-
önermeler, bir sosyal mühendislik çabası olduğu ölçüde, reel politik muştur (Küçük, 1981, s. 101). 27 Mayıs sonrası dönemdeki fikir haya-
güç mücadelesi alanına indiğinde, sınıfların kendi güçleri oranında yön- tında, özellikle de “aydınlar” arasında etkili olan Yön dergisinin75 orta-
lendirdikleri bir sürece dönüşmüştür. Bu noktada ilk plancıların öner- ya koyduğu görüşlerde kalkınma, devletçilik ve planlama gibi konular
meleri, sistem dışı radikal eğilimleri yansıtan nitelikte değil, sermaye önemli bir yer tutmuş, ayrıca BBYKP’nin hazırlanışı ve kabulü döne-
birikim sürecinin devamının sağlanması noktasında anlamlandırılabile- minde yaşanan siyasal iktidar-DPT sürtüşmesinde, derginin plancıları
cek değişikliklerdir73 (Küçükömer, 1994, s. 24). Bir başka deyişle, “bi- desteklediği görülmüştür. Bu nedenle çalışmanın bu bölümünde Yön
rinci plan, kapitalist düzeni veri alarak, bu düzen içinde bir ileriye adım dergisinin DPT’ye bakışı ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Yön dergisin-
atmak çabasıdır” (Küçük, 1978, s. 295). Ancak Türkiye’de 1960’lı yıl- de ifade edilen görüşlerin ayrıntılı bir analizi ya da Yön hareketinin76
larda sermaye birikim sürecinin geldiği düzey ve de içe yönelik serma- genel bir değerlendirilmesinin yapılması bu çalışmanın sınırlarını aştı-
ye birikiminin doğal destekleyicisi olması beklenebilecek üretken ser- ğından, yapılan değerlendirmelerde odak noktası DPT olacaktır.
mayenin gelişmişlik düzeyi, kapitalist sınıfın henüz ilk plancıların öne- 74 Cemal Gürsel’in 1961 Anayasası tasarısını kamuoyuna tanıtma konuşmaların-
rilerini destekleyecek bir “bilince” sahip olmadıklarını göstermektedir. dan aktarılan bir bölüm.
Erder bu konuyla ilgili şu yorumu yapmıştır: 75 Yön dergisini, bir grup aydın ve bürokratın 27 Mayıs sonrasında oluşan siyasal
ve toplumsal atmosfere, Türk toplumuna “yön” verme çabası olarak değerlen-
“Türkiye’nin geri kalması, ne içeride, ne dışarıda hazırlanmış bir direbiliriz. Buna göre Yön’ün kurucularından olan Mümtaz Soysal, “hiç olmaz-
komplonun sonucu değildir. Bu, kapitalist sınıfın ileriyi görüp rasyonel sa ne yöne gitmek gerektiğini biliyorduk: Türkiye’nin Yön’ü, bağımsızlıktan,
karar verme yeteneğinin eksik olmasından kaynaklanmaktadır. Planla- planlı ve hızlı kalkınmadan, yapısal değişikliklerden uzaklaşan, her şeyi oluru-
na hatta daha da kötüsü, başkalarının oluruna bırakan bir yol olmamalıydı” di-
73 Attila Sönmez, ilk planın sosyalist olduğu iddialarını, “Planlamaya sosyalist yerek temel hedeflerini açıklamıştır (Özdemir, 1986, s. 13).
damgası vurmaya çalışanlar, o dönemde çok etkili olan Meclisteki büyük top- 76 Yön dergisi ile ilgili ayrıntılı bir analiz yapan Hikmet Özdemir (1986), çalışma-
rak sahipleriydi. Planın sosyalist olma iddiası yoktu” diyerek yorumlamaktadır sında dergiyi bir “hareket” olarak değerlendirmiş ve “Yön hareketi” olarak ad-
(Sönmez, 2004, s.1). landırmıştır.

98 99
4.1.3.1. Yön Dergisi’nin Planlama Kavramına Bakışı: leri önlemek, kaynakların tam olarak kullanılmasını sağlamak şeklinde
Yukarıda ortaya koyulan çerçeve dahilinde öncelikle Yön dergisi- anlamak mümkündür. Hollanda, Fransa gibi ülkelerin kendi bünyeleri
içinde çok şey ifade eden bu tutumun Türkiye’nin meselelerini çöz-
nin kalkınma, devletçilik ve planlama kavramlarını nasıl ilişkilendirdi-
mek için yeterli sayılmayacağı inancındayız. Düşündüğümüz planla-
ğine bakıldığında, bu üç kavramın birbiriyle ilişkili ve hatta birbirinin ma, kamusal veya özel olsun, iktisadi ve toplumsal hayatın bütün ke-
olmazsa olmazı olarak tanımlandığını görmekteyiz. Buna göre Yön der- simlerini bir bütün olarak ele alan, erişilmesi istenen büyük amaçlara
gisinin ilk sayısında yayınlanan ve 1042 kişi tarafından imzalanan (Öz- göre büyük hamleler tespit eden ve memleketin bütün kaynaklarını bu
demir, 1986, s. 53) “bildiri”sinde, azgelişmiş ülkelerin özel sektöre da- amaçların emrinde seferber eden bir planlamadır… Düşündüğümüz
yalı olarak kalkınmasının mümkün olmadığı, kalkınmanın devlet sektö- anlamdaki geniş çaplı planlamanın başarılı olabilmesi için, iktisadi
rüne dayanması gerektiği ve bunun için de kapsamlı bir planlama anla- devlet teşekküllerinin şumullü planlama ölçülerine göre yeniden teş-
yışının gerekli olduğu ortaya konmaktadır. Ayrıca DPT “teknik bir or- kilatlandırılmalarını ve idari reformun başarılmasını şart koşuyoruz...
gan” olarak değerlendirilerek, kalkınmanın amacını saptama yetkisinin Yoksa, bugünkü darmadağınıklık ve sistemsizlik içinde, geniş bir
olmadığı belirtilmektedir. Buna göre “bildiri”de kalkınma-planlama planlama hamlesinden başarılı sonuçlar alınması elbette düşünülemez”
(Yön, 7 Mart 1962, s. 10-11).
ilişkisi ile ilgili görüşler şu şekilde ifade edilmiştir:
“Bildiri”de yer alan görüşlerden de anlaşılacağı gibi Yön dergisin-
“Türkiye’nin kalkınmasının belli bir amaca yöneltilmesi siyasi iktida-
rın emrinde teknik bir organ olan Devlet Planlama Teşkilatının yetkisi- de ileri sürülen görüşlerde, varolan kaynakların verimli bir şekilde kul-
ni aşan bir iştir. Gerçi, memleketin seçkin uzmanlarını biraraya getiren lanılmasında fiyat mekanizmasına değil planlamaya yer verme düşün-
Devlet Planlama Teşkilatı bir kalkınma stratejisi çizerek bu yolda ilk cesi vardır. Etkili bir planlamanın yapılabilmesi için de devletin iktisa-
gayreti göstermiştir. Ama bunu yeter saymamak gerekir. Yapılacak di hayata bütünlüklü müdahalesi şarttır. Bu bağlamda “devletçilik ve
planların yön kazanması ve başarıya ulaşması, ancak Türk toplumuna plancılık birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır” (Aren, 1962a, s. 17). Aksi
yön verebilecek durumda bulunan çevrelerin bir kalkınma felsefesi halde, “devletin bizzat iş hayatına girip fabrikalar kurarak işletme im-
üzerinde anlaşmalarıyla mümkün olabilecektir… Kalkınma felsefemi- kanına sahip olmadığı bir memlekette plancılık nasihatçilikten öteye gi-
zin hareket noktaları olarak bütün imkanlarımızı harekete geçirmeyi, demez” (Aren, 1962a, s. 17). Aren’e77 göre planlamayı, ekonominin da-
iktisadi hayatı bütünüyle planlamayı, kütleleri sosyal adalete kavuştur-
ha sağlıklı çalışmasını sağlayan basit bir teknik olarak değerlendirme-
mayı, istismarı kaldırmayı ve demokrasiyi kütlelere mal etmeyi zaruri
mek gerekir. Ona göre plancılık, teknik bir yöntemin ötesinde, şimdiye
sayıyoruz… Özel teşebbüse dayanan kalkınma yavaştır, ıstıraplıdır,
masraflıdır ve sosyal adaletle bağdaşması az gelişmiş bir memlekette kadar ekonominin kendi seyrine terkedilmiş olan bazı önemli kararla-
imkansızdır… bunun için, iktisadi hayatı bütünüyle planlamak şarttır” rın artık açık ve şuurlu bir şekilde alınmasıdır (Aren, 1962b, s.7).
(Yön, 20 Aralık 1961, s. 12-13). Yön dergisinin en önemli kalemlerinden biri olan Doğan Avcıoğ-
Yön dergisi kuruluş amaçlarını açıkladığı bu metinde kalkınma- lu’nun78 yaptığı değerlendirmelerde ise, Aren gibi planlama ile devlet-
planlama ilişkisini yukarıdaki şekliyle ortaya koyduktan sonra, “bildi- 77 Sadun Aren, DPT’nin kuruluş çalışmalarına aktif olarak katılmıştır. DPT kurul-
ri”nin daha geniş olarak açıklandığı bir başka sayısında da planlama ile duktan sonra da, Aren’in DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığına getirilme-
ilgili görüşlerini ortaya koymuştur: si düşünülmüş, ancak askeri yönetimin bu konudaki olumsuz görüşleri üzerine
vazgeçilmiştir (Mıhçıoğlu, 1983, s. 257; Mortan ve Çarmaklı, 1987, s. 104).
“…planlama fikri, insan aklının tabiata, topluma ve olayların kör gidi- 78 Doğan Avcıoğlu, Yön dergisinin kurucuları arasıdan yer almaktadır (Özdemir,
şine müdahale etmesi düşüncesinden doğmaktadır. Bu bakımdan, sa- 1986, s. 59). Avcıoğlu ayrıca 1961 yılında, 1961 Anayasasının oluşum sürecin-
dece düzenleyici değil, hamleci ve yapıcıdır. Planlamayı çok dar anla- de “idare, iktisat ve maliye” ile ilgili alt komisyon raporlarının hazırlanması gö-
mında alıp, zaten kendine göre kurallar içinde cereyan edip giden ikti- revini Ragıp Sarıca ve Hazım Dağlı ile birlikte yürütmüştür( Öztürk, 1966, 527-
sadi ve toplumsal olaylara biraz daha çeki düzen vermek, verimsizlik- 538).

100 101
çiliğin birbirinin ayrılmaz parçaları olduğu yönünde vurgular vardır 1962, s. 9). Bengül’e göre devlet,
(Avcıoğlu, 1962ı, s. 7). Avcıoğlu, yirminci yüzyılda azgelişmiş bir ülke- 1. “Büyük istihsalin avantajlarının fazla olduğu,
nin özel sektöre dayanarak kalkınamayacağını ve liberal ekonomilerde 2. İleri bir teknik isteyen,
“yama gibi duran ve ekseriya süsten ibaret kalan” planlamanın, ancak 3. Mecmu talebin büyükçe bir kısmı ara talep şeklinde olan,
sosyalist sistemde sağlıklı olarak işlev görebileceğini ifade etmiştir. Ya- 4. Sağlanan mal ve hizmetin mahiyeti inhisara müsait olan,
zara göre sosyalizm ise “tek kelime ile, sosyal adalet içinde hızlı kalkın- 5. Uzun yıllar devlet idarecisi olarak çalışmış, tecrübeli elemanların
ma metodudur”79 (Avcıoğlu, 1962a, s.3). Avcıoğlu bir başka yazısında mevcut bulunduğu,
da, azgelişmiş ülkelerdeki asıl sorunun kalkınma hızının yavaş olmasın- 6. İhracatla ve büyük hacimli ithalatla ilgili olan”
dan kaynaklandığını, nüfusu süratle artan bu ülkelerin “varolabilmek alanlara müdahale ederek bu “mütareke” ortamını sağlayabilir (Bengül,
için” hızlı bir kalkınma temposuna girmeleri gerektiğini ifade etmekte- 1962, s. 9).
dir (Avcıoğlu, 1962b, s. 3). Yazara göre “Türk sosyalizminin hedefleri”
Sonuç olarak Yön dergisinde ortaya koyulan görüşlerde, ileri sür-
ise şunlardır:
dükleri kalkınma önerilerinde “planlama” kavramı önemli bir yer tut-
1. “Kapitalizmin öncesi iktisadi yapıyı, kalkınmayı sağlayacak şekil- maktadır. Yukarıda aktarılanlardan da görülebileceği gibi Yön yazarla-
de modernleştirmek. rı, azgelişmiş ülkelerin hızlı kalkınabilmesi için geniş kapsamlı devlet
2. Baştan atıl işgücü olmak üzere kaynakların tam istihdamını sağla- müdahaleciliğini, bu çerçevede de ekonominin genelini kapsayan “şu-
mak. mullü planlama” yapılması gerektiğini savunmuşlardır.
3. Planlamayı, sosyal, iktisadi, siyasi ve kültürel alanlarda büyük de-
4.1.3.2. Yön Dergisi’nin DPT’ye Bakışı:
ğişiklikleri sağlayacak güçlü bir müdahale vasıtası olarak kullan-
mak. Bu bölümle ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesin-
4. Çalışmayı toplumun en yüksek değeri haline getirmek ve kültür de, Yön yazarlarının DPT’ye nasıl baktıkları ve DPT’nin ortaya koydu-
için fırsat eşitliği yaratmak. ğu kalkınma planını nasıl değerlendirdikleri, Yön dergisi ve DPT ile il-
5. Çalışanlar demokrasisini kurmak” (Avcıoğlu, 1962d, s. 8). gili olarak açıklanmaya çalışılacak olan ikinci noktayı oluşturmaktadır.
Yön dergisinin DPT’ye bakışı ile ilgili olarak belirtilebilecek ilk husus,
Yön dergisinin bir başka yazarı olan Nejat Bengül80 ise, “milli Yön yazarlarının ortaya koydukları planlama yaklaşımının, DPT tarafın-
planlı karma ekonomi” yaklaşımın varolduğu bir sistemde, toplumdaki dan açıklanan “resmi” planlamadan daha kapsayıcı olduğudur. Aynı za-
sosyal taraflar arasında bir “mütareke” olacağını ifade etmektedir. Ben- manda yapılabilecek bir diğer gözlem, Yön dergisinin DPT ile ilgili or-
gül’e göre, “belki çok huzur verici olmayan” bu mütareke, sonunda ta- taya koyduğu görüşlerin, dönemin siyasal atmosferi ile çok ilişkili ol-
raflara kolaylıkla kabul edebilecekleri olanaklar sağlayacaktır (Bengül, masıdır. Buna göre Yön yazarlarının DPT ile ilgili olarak yaptıkları de-
ğerlendirmeler, 16 Temmuz 1962’de başlayan YPK toplantılarına
79 Avcıoğlu yaptığı analizde daha sonra sosyalizm ile milliyetçiliğin ilişkisini şu (DPT, 1973, s. 37) kadar daha eleştirel bir çizgi izlerken, YPK toplan-
şekilde kurmuştur: “Sosyal adalet içinde hızlı kalkınma ise memleketimizi bu- tılarına yaklaşırken değişmiş ve 16 Temmuz’dan sonra ise DPT ile pla-
günkü çıkmazdan kurtaracak tek yoldur. Bunun içindir ki, sosyalizm en büyük
milliyetçiliktir” (Avcıoğlu, 1962a, s. 3).
nı hazırlayan kadroya tam destek verilerek, plan üzerinde değişiklik
80 Nejat Bengül, DPT’nin kuruluş çalışmaları sırasında Atilla Karaosmanoğlu ve yapmak isteyen siyasetçilere sert eleştiriler yöneltilmiştir. Yön’ün
diğer öğretim üyeleri ile birlikte aktif bir şekilde yer almış ve DPT İktisadi DPT’ye bakışındaki değişimin incelendiği bu bölümde, Yön yazarların-
Planlama Dairesi Başkanlığı için görevlendirilmek istenmiştir. Ancak hastalığı dan özellikle Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal’ın81 yazıları ele alına-
nedeniyle DPT’de yer almamıştır (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004; rak değişim izlenmeye çalışılmıştır.
Mortan ve Çarmaklı, 1987, s. 104).

102 103
Yön dergisinin başyazarlarından olan Avcıoğlu, 27 Aralık 1961’de oğlu daha sonra, plancılara yönelik eleştirilerini giderek hafifleterek,
yayınlanan makalesinde yeni kurulan CHP-AP koalisyonunun, eski sorunun planın finansmanı için daha fazla kaynak yaratacak olan re-
DP’li siyasetçilerin affedilmesi meseleleriyle ilgilenmekten ülkenin ih- formları yapmayan politikacılarda olduğunu ifade etmiştir.85 Avcıoğlu,
tiyaç duyduğu reformları gerçekleştirmeye vaktinin kalmadığını belirt- 27 Mayıs’ı değerlendirdiği bir yazısında ise, 1946’dan sonra siyasi ha-
miş, ayrıca DPT’deki plancıları da, siyasetçilere taviz verdikleri gerek- yatta toprak ağalarının ve büyük sermeyenin hakim olmasıyla kurulan
çesiyle eleştirmiştir.82 Avcıoğlu, bu dönemde bir yandan DPT’deki sistemin, 27 Mayıs’ta iflas ettiğini ancak, toprak ağalarının ve büyük
plancıları eleştirirken bir yandan da kararlaştırılan kalkınma hızını eleş- sermayedarların 27 Mayıs’tan sonra da hala etkinliklerini korudukları-
tirmektedir.83 Avcıoğlu daha sonra, alternatif kalkınma programı arayış- na dikkat çekmiştir. Yazara göre, 27 Mayıs öncesinde “devletin yağma-
larını ortaya koyduğu bir yazısında ise, sına yol açan” felsefe, 27 Mayıs sonrasında da tekrar egemen olmaya
“İktisadi bakımdan çıkmazdayız: ölmemek için, her yıl artan miktarda başlamıştır.
buğdaya, dış yardıma muhtacız. Ekonomi, nüfus artışının gerektirdiği “Tek fark olarak, ‘plan yapıyoruz’ deniyor. Fakat, değerli bir uzman
ihtiyaçları karşılamakta bile güçlük çekiyor. Bölgeler arasındaki eşit- kadrosunun büyük bir şevkle hazırladığı plan, böyle bir sistemle nasıl
sizlikler genişliyor. Plan deniliyor, fakat plana bir yön ve imkan veril- gerçekleşebilir ki? Hiç planlı gidiş devleti yağma zihniyetiyle bağda-
miş değil. Belli bir iktisadi görüş ve politika yok. Cesur hamlelere şabilir mi? Parlamento çoğunluğu planlı gidişe aleyhtar olan ve güç-
olan ihtiyaç dahi, anlaşılmış olmaktan çok uzak. Ürkek, perakende ted- süz bir hükümete sahip bulunan bir memlekette gerçek planlama yapı-
bir, belli bir bütünün parçası olmadığı için ruhsuz ve manasız kalıyor” labilir mi? Bir ara, çok teminatlı bir anayasanın bütün dertlerimizi çö-
(Avcıoğlu, 1962c, s. 7). zeceğini düşünmüştük, şimdi de plandan mucizeler bekliyoruz!” (Av-
demiş ve DPT tarafından yürütülen planlama çalışmalarının amaçlarının cıoğlu, 1962g, s. 3).
tespit edilmeden, yani “yönsüz” bir şekilde devam ettiğini ifade etmiş- Avcıoğlu’nun 27 Mayıs sonrası için yaptığı değerlendirmelerin ko-
tir. numuz açısından önemli olan yanı, DPT’nin ve plancıların yapılan eleş-
Avcıoğlu’nun DPT’ye karşı sürdürdüğü eleştirel tavrı Mart (1962) tirilerin dışında tutulması ve esas olarak siyasetçilerin hedef alınmasıdır.
ayından sonra değişmiş, yaptığı eleştirilerde daha çok siyasetçileri he- Avcıoğlu daha sonra siyasetçilere yönelttiği eleştirileri farklı ülkelerde-
def almaya başlamış ve önceki yazılarında eleştirdiği “Plan Hedef ve ki plan uygulamalarını değerlendirerek sürdürmüştür. Buna göre Fili-
Strateji” belgesine daha olumlu yaklaştığını ortaya koymuştur.84 Avcı- pinler, Pakistan ve Hindistan’da yapılan planlama çalışmaları sonucun-
da teknik olarak, kağıt üstünde çok başarılı metinler ortaya çıkarılması-
81 Yön’ün DPT ile ilgili görüşlerinin değerlendirildiği bu bölümde, “temsil kabi-
liyetleri” açısından bu iki yazarın görüşleri takip edilmiştir. Özdemir’in yaptığı na rağmen, Hindistan dışındaki ülkelerde hükümetlerin planı uygulama
değerlendirmeye göre “Yön’ün yöneticileri ve başyazarları”, Doğan Avcıoğlu, iradesi göstermemesi nedeniyle bu ülkelerin planlama maceraları başa-
Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk ve İlhami Soysal’dır (Özdemir, 1986, s. 59). rısızlıkla sonuçlanmıştır (Avcıoğlu, 1962h, s. 3). Bir başka ifadeyle,
82 “Planlama Teşkilatı uzmanları bile planın dayanacağı ana görüşleri açıklarken, önemli olan teknik olarak tutarlı bir plan belgesi hazırlamak değil, ül-
‘Kalkınma Stratejisi’ adlı dokümanda, yapılması gerekli reformları müphem bir kenin ihtiyaç duyduğu reformları gerçekleştirecek bir siyasi iradenin
şekilde ortaya koymuşlar, çeşitli tavizlerle reformcu fikirleri hafifletmeye ça-
bulunmasıdır.
lışmışlardır” (Avcıoğlu, 27 Aralık 1961, s. 3).
83 Yazara göre, “Türk Hükümeti yüzde 7 oranında bir kalkınma hızını zaruri say- Hedefleri ve Stratejisi’, memleketin karşı karşıya bulunduğu çetin davaların
mıştır. Mevcut imkanlar açısından çok büyük gözüken bu rakam, ihtiyaçlar açı- üzerine yeteri kadar cesaretle eğilememek ve çeşitli tavizlerden kurtulama-
sından çok ufaktır. Kalkınma hızı 10 un üstüne çıkarılmalıdır” (Avcıoğlu, 1962b, makla beraber, yine de ciddi bir doküman sayılabilir” (Avcıoğlu, 1962e, s.3).
s. 3). 85 “Kağıt üzerinde dünyanın en mükemmel planı da yapılsa, bugünkü gidişle ayak-
84 “Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlan ‘Plan Hedefleri ve Stratejisi’ ta durabilmek bir mucizedir. Kısaca, kalkınmaya ayırdığımız kaynakları, geniş
önümüzdeki devrede Hükümet çalışmalarına esas olmalıdır. Her ne kadar ‘Plan ölçüde arttırmaktan başka çare yoktur” (Avcıoğlu, 1962f, s. 3).

104 105
Yön dergisinin, DPT tarafından -hazırlanan planın tanıtılması için- diyerek, plancıların savunulması gerektiğini belirtmiştir. YPK toplantı-
toplanan uluslararası kolokyum86 ile ilgili yorumlarında ise plancılara ları sürerken, siyasetçilerin planla ilgili değişiklik talepleri artmaya
olan desteğinin arttığı görülmektedir Buna göre Yön’de çıkan kolok- başlamış ve planın genel çerçevesinin bozulma ihtimali belirmiştir.
yum ile ilgili haberde, plancıların yaptıkları toplantı “zafer” olarak de- Tartışmalı geçen YPK toplantıları ile ilgili olarak Yön dergisinde çıkan
ğerlendirilmiştir.87 haberde ise, yaşanan süreç şöyle değerlendirilmiştir: “Teşkilat uzman-
Yön dergisinin DPT’yi ve planlama çalışmalarını yakından takip ları planı kurtarmak için, ellerinden gelen gayreti esirgemiyorlar ve pla-
ettiği bu sürecin sonunda, -1962’nin yaz aylarında88- BBYKP’nin son nı adım adım savunuyorlar....[Fakat] Bakan beyler, onların kanaatlerine
haline gelmesi için plancılarla politikacıların bir arada yürüttüğü YPK uymayan görüşlerin, ‘memurları’ tarafından ısrarlar ileri sürülmesine
toplantıları sürecine gelinmiştir. YPK toplantıları sürecinde, siyasetçile- alışmış değil” (Yön, 8 Ağustos 1962, s. 4). Avcıoğlu ise, YPK toplantı-
rin planın bazı bölümlerinde değişiklik yapmak istemeleri ve bunun so- larında yaşanan tartışmalarda planın ciddi bir darbe yediğini belirterek,
nucunda da plancılarla siyasetçiler arasında sürtüşmelerin yaşanması iktisadi devlet teşebbüslerinin reorganizasyonu, vergi reformu, toprak
Yön dergisi yazarları tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş ve bu dö- reformu ve sosyal mesken politikası gibi planın ana politikalarına siya-
nemde plancılara tam destek verilmiştir. Yön başyazarlarından Soysal, setçilerin itiraz etmesiyle, planın temellinden sarsıldığını ifade etmiştir
“hükümet bindiği dalı kesmek üzeredir. Şimdiye kadar ileriye güvenle (Avcıoğlu, 1962i, s. 3).
bakmasına imkan veren tek ümit Devlet Planlama Teşkilatının Merkez 1962 yılının Eylül ayında, Türkiye’nin planlama macerası açısından
Teşkilatında toplanmış olan kadronun değeriydi. Bu kadro nabza göre kritik bir dönüm noktasına gelinmektedir. Bu dönemde yaşanan tartış-
şerbet veren tipten uzak bir kadrodur” (Soysal, 1962a, s. 3) demiş ve malı YPK toplantıları sonunda, DPT’nin üst yönetim kadrosunu oluştu-
plancıların siyasetçiler karşısında planı savunmaya çalıştıklarını ifade et- ran plancılar, planın amaçlarının kabul edilmesi ancak bu amaçlara ula-
miştir. Soysal ayrıca, plancılarla politikacıların mücadelesi ile geçen şılması için kullanılması gereken araçların kabul edilmemesi nedeniyle
YPK toplantıları sırasında, DPT’nin ve hazırlanan planın eleştirilmeme- büyük bir sıkıntıya düşmüşlerdir.89 Avcıoğlu, bu gergin ortamda yayın-
si gerektiği uyarısında bulunmuş ve lanan yazısında, planın ortaya çıkış amaçlarından saptığını belirterek,
“… ortaya konan Planın şu veya bu yanı tenkit edilebilir; ama, bütü- “... gerçek bir plan, ancak sosyalist eğilimli bir idarenin başarıyla uy-
nüyle, bunun Türkiye gerçeklerine aklın ve bilginin ışığını tutan bir ça- gulayacağı bir araçtır… Plan statükoya karşı savaş aracı demektir. Eğer
lışma olduğu muhakkak. Şimdi Planı temelinden sarsacak tutumlara mesele sadece hakim sınıfların menfaatlerini takviye ise, plana lüzum
saplanmak ve plancıların rolünü küçümsemek, böyle bir kadronun yar- yoktur. Plan kuvvetini emekçi halk yığınlarından alan bir siyasi iktida-
dımlarından büsbütün mahrum kalmak sonucunu doğurabilir” (Soysal, rın, mevcut alışkanlıkları ve haksız menfaatleri kırarak yeni bir düzen
1962a, s. 3) yaratmasına yardım eder. Eğer iktidarda mevcut düzeni değiştirmeye
86 DPT’nin planın uluslararası kurumlara tanıtılması ve de özellikle dış finansman
azimli bir iktidar yoksa, plan çabaları bir aldatmaca olmaktan öteye gi-
olanaklarının geliştirilmesi için düzenlediği kolokyum, 18-22 Mayıs 1962 tarih- demez” (Avcıoğlu, 1962j, s. 3)
leri arasında düzenlenmiştir (Gonca, 1988, s. 506). demiş, plancıların bu aldatmacaya ortak olmamalarını istemiştir. Avcı-
87 “Yabancı uzmanlar toplantısı, plancılarımız için tam bir zaferle sonuçlandı.[Ya-
bancı] Uzmanlar, planı hazırlayan ekibi öve öve göklere çıkardılar. Plancılarımı-
zı ‘biraz fazla milliyetçi’ bulan Amerika’lılar bile bu görüşe katıldılar” (Yön, 30 89 O dönem DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanı olan Karaosmanoğlu, “her ka-
Mayıs 1962, s. 4). bul edilmeyen şey bize çok yoğun bir şekilde çalışarak, iki yılda büyük gayret-
88 BBYKP’nin YPK toplantıları 16 Temmuz 1962’de başlamış, toplantılar yakla- lerle ve dikkatle düşünerek sistematik olarak bağlantıları iyi bir şekilde düşü-
şık bir buçuk ay sürdükten sonra plan metni üzerinde Bakanlar Kurulu’nun yap- nülmüş bir yapının parçalarının teker teker yıkılması şeklinde görünüyordu”(
tığı bazı değişikliklerden sonra 21 Eylül 1962’de TBMM’ye sunulmuştur (DPT, Karaosmanoğlu, 2003, s. 71) diyerek, yaşananların plancılar üzerinde ciddi bir
1973, s. 37). baskı yarattığını ifade etmiştir.

106 107
oğlu yazısının devamında, sağlayacak bir plan olmadığını ve bu durumun “kapitalist düzende kal-
“Bunun içindir ki plancılara önemli bir görev düşmektedir. Plancıların, kınma olmaz” görüşünü kanıtladığını ifade etmiştir. Plancıların istifasını
kendi lehlerine Hükümetin de yardımıyla yaratılan olumlu havayı Soysal ise, şöyle değerlendirmiştir:
memleket yararına kullanmaları gereklidir. Uzmanlar, planın bir al- “Plancıların istifasındaki başlıca sebep, hazırladıkları Planın plan ol-
datma aracı haline getirilmesi karşısında susamazlar. Büyük ümit- maktan çıkıp dolambaçlı yollardan statükonun muhafazasına yarayacak
ler bağlanan plan fikrinin gülünçleştirilmesine seyirci kalamazlar. Bu- bir vesika haline gelmesiydi. Plancılar, namuslu birer teknisyen olarak
na hakları yoktur… Plancılar statükocu kuvvetlerin bir dişlisi haline buna alet edilmek istemediler… Bunun sonu, ya ‘yavaş kalkınma’, ya
gelmek istemiyorlarsa, görevlerinden ayrılmak pahasına da olsa, ger- da zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapacak bir enflasyondur.
çeği kamu oyuna açıklamak zorundadırlar.” (koyu renk yazılar bize ait- Plancılar, finansman yolları belli olmayan ve halk aleyhine döndürül-
tir, Avcıoğlu, 1962j, s. 3) mek tehlikesi gösteren ‘zübük’ bir Planla ilgilerini keserek, kalkınma
diyerek, yaşanan gelişmeler karşısında plancıların istifa etmeleri gerek- perdesi altında oynanmak istenen oyunu açığa vurmuşlardır” (Soysal,
1962b, s. 7).
tiğini ileri sürmüştür. Avcıoğlu’nun bu yazısının yayınlanmasından yir-
mi bir gün sonra 26 Eylül 1962’de DPT Müsteşarı Osman Nuri Torun, İlk planın hazırlanmasından hemen ardından istifa eden DPT’nin
İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Attila Karaosmanoğlu, Sosyal Plan- üst düzey yöneticileri daha sonra, Yön dergisinin “öncülüğünde” kuru-
lama Dairesi Başkanı Nejat Erder ve Koordinasyon Dairesi Başkanı lan (Özdemir, 1986, s. 59) Sosyalist Kültür Derneği’nin (SKD) de üst
Ayhan Çilingiroğlu toplu halde istifa etmişlerdir. İstifa eden plancılar- düzey yöneticiliğini yapmışlardır. Buna göre Aralık 1962’de kurulan
dan Karaosmanoğlu, istifa nedenlerini açıklarken, Avcıoğlu’na benzer derneğin90 Başkanı DPT eski Müsteşarı Osman Nuri Torun, Genel Sek-
bir vurgu yaparak “biz orada olduğumuz zaman bazı şeyler yapılıyor reteri DPT Sosyal Planlama Dairesi eski Başkanı Necat Erder ve Araş-
görünüp aslında yapılmayacaktı... Halkı aldatma noktasına gelmiş olu- tırma ve Dokümantasyon işleri sorumlusu DPT İktisadi Planlama Da-
yorduk” demiştir (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004). Avcıoğ- iresi eski Başkanı Attila Karaosmanoğlu’dur. Derneğin Yayın ve Kon-
lu, BBYKP’yi hazırlayan plancıların toplu halde istifalarını değerlendir- ferans işlerinden Doğan Avcıoğlu, Koordinasyon işlerinden de Cahit
diği yazısında ise, Tanyol sorumludur (Yön, 9 Ocak 1963, s. 4). SKD’nin kurucuları ve
“En ufak hayale yer bırakmayan bu durum karşısında dahi, Devlet yöneticilerinin bileşimine bakıldığında, ilginç bir birliktelik ile karşıla-
Planlama Teşkilatının genç, fakat sabırlı temsilcileri istifa etmeyip, as- şılmaktadır. Bu bağlamda istifa eden ilk plancıların ve Yön dergisi ku-
garinin asgarisini kurtarmaya çalıştılar. Karar mevkiinde bulunan poli- rucularının SKD’de birlikte çalışması, Yön tarafından öne sürülen gö-
tikacıya, teknisyenin sesini az çok duyurmak istediler. Yüzde 7 kalkın- rüşlerin, ilk plancılar tarafından da paylaşıldığı gözleminin yapılmasını
ma hızına evet diyen fakat bu kalkınma hızının gerektirdiği tedbirleri olanaklı kılmaktadır.
almayı reddeden bakanlarımıza, düştükleri çelişikliği anlatmaya uğraş- Yön dergisinin kurulduğu 1961 yılının Aralık ayından, ilk plancıla-
tılar. Ne çare ki, plana inanmıyan, onu içte ve dışta bir aldatmaca ara-
rın istifa ettiği Eylül 1962’ye kadar geçen sürede Yön yazarları, döne-
cı olarak kullanmak istiyen politikacılar, dürüst teknisyenlerin çırpını-
min siyasal koşulları nedeniyle ve özellikle de DPT tarafından hazırla-
şına aldırış bile etmediler… Plancıların istifasının da açıkça gösterdiği
üzere, kapitalist düzende, bir komediden öteye gidemeyen planlama, nan planın, politikacılar tarafından değiştirilmesi üzerine, DPT’yi ve
ancak kapitalist olmayan bir düzende güçlü bir kalkınma aracı haline
gelir… Plan şalına sarmalanarak piyasaya sürülen dünün denenmiş 90 SKD’nin amacı, tüzüğünde şöyle açıklanmıştır:“Emeği toplumun temel değeri
politikası, gittikçe ağırlaşan iktisadi ve sosyal buhrana çare bulamaz” sayan Sosyalist Kültür Derneği, her türlü sömürücülüğü ortadan kaldıracak olan
(Avcıoğlu, 1962k, s. 3) gerçek bir demokrasi düzeninin kurulması için gerekli koşulları bilim ışığı altın-
da inceler, böyle bir düzenin kültür temellerini araştırır ve bunların yayılmasına
diyerek hükümetin kabul ettiği planın, kısa sürede “hızlı kalkınmayı” çalışır” (Yön, 19 Aralık 1962, s. 9).

108 109
plancıları savunarak yapılan plana destek vermişlerdir. Daha sonra ise, BBYKP’nin hazırlanması sürecinde yaşanan ilk plancıların istifaların-
plancıların istifası ile sonuçlanan gergin atmosferin ardından Avcıoğlu, dan, DPT’de ciddi değişikliklerin yaşandığı 1980 yılına kadar geçen 18
yapılan planlamanın bir “kandırmacadan ibaret olduğunu” ifade etmiş yıllık süreci kapsamaktadır.
ve hızlı kalkınma için “kapitalist olmayan yolun” denenmesi gerektiği-
4.2.1. Ziya Müezzinoğlu Dönemi93
ni belirtmiştir.91 Yön dergisi, ilk plancıların istifasından sonra yürütülen
plana ve DPT kadrosuna karşı ise, eleştirel bir tavra yönelmiş ve der- DPT Müsteşarı ve üç daire başkanının istifalarının ardından 28 Ey-
gide, yeni Müsteşar olarak göreve başlayan Ziya Müezzinoğlu ile ilgi- lül 1962’de İnönü’nün Meclis’teki odasında yapılan toplantıdan94 sonra,
li olarak “... başından itibaren eski Planlama Teşkilatı idarecilerine DPT müsteşarı olarak Hazine Genel Müdürü Ziya Müezzinoğlu atan-
açıktan cephe alan, her devirde herkesle geçinmesini bilmiş, aşırı dere- mıştır. Müezzinoğlu DPT Müsteşar’lığına atanmasının ardından planda
cede liberal görüşlü bir teknisyendir” (Yön, 3 Ekim 1962, s. 5) dene- yapılan değişikliklerin, kalkınma hızını değiştirmeyeceğini söylemiş ve
rek, DPT’nin yeni yönetimine karşı bir olumsuz tavır alınmıştır. Sonuç “plan başarı ile tatbik edilecek kabiliyettedir” demiştir (Milliyet, 30
olarak Yön dergisinin DPT’ye bakışı, yukarıda ifade edildiği gibi dö- Eylül 1962, s.1). Müezzinoğlu, BBYKP’nin hazırlıkları sırasında DPT
nemin siyasal atmosferiyle yakından ilişkili olmuş ve dergi, siyasal ik- ile Maliye Bakanlığı arasında yaşanan sürtüşmede Hazine Genel Mü-
tidarlarla plancıların sürtüşmesinin yaşandığı daha sonraki dönemlerde dürü olarak bir tarafıdır. Buna göre ilk planın hazırlanışı sırasında Hazi-
de plancılardan yana tavır almıştır.92 ne Genel Müdürü olarak DPT’ye gerekli olan bilgileri vermeyen Mü-
ezzinoğlu, müsteşar olduktan sonra kendisinin Hazine’deyken verme-
4.2. 1962-1980 Dönemi: diği bilgileri edinmeye çalışmıştır (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26
Türkiye’de 1960-1980 arası dönem, bir çok alanda önemli dönü- Mart 2004). Attila Sönmez, Müezzinoğlu’nun DPT Müsteşarlığı’na ge-
şümlerin yaşandığı bir süreci ifade etmektedir. Buna göre 1960’lı yılla- tirilmesini, planda öngörülen ciddi reformların uygulanmayacağının bir
rın başında “resmi” olarak uygulanmaya başlayan içe dönük birikim işareti olarak yorumlamıştır. Sönmez’e göre, “plancıların istifasından
modeli ve 1970’lerin ortalarından itibaren tıkanmaya başlamış ve orta- sonra boşalan yerlerin bir kısmına geleneksel bürokrasinin en tipik tem-
ya çıkan krizin derinleşmesi sonucunda 1980 yılına gelindiğinde 24 silcilerinin getirilmesi, hükümetin gerçek bir iktisat politikası değişik-
Ocak kararlarıyla yeni bir birikim modeline geçilmiştir. Çalışmanın ön- liği niyetinde olmadığını” belgelemektedir (Sönmez, 2003, s. 105).
ceki bölümlerinde, yaşanan bu yirmi yıllık sürecin genel bir değerlen- Müezzinoğlu, her ne kadar “geleneksel bürokrasinin tipik bir tem-
dirmesi yapılarak, bu süreçte DPT’nin kuruluşu ve planlı dönemle bir- silcisi” olarak değerlendirilmiş olsa da, Müsteşarlığı döneminde DPT
likte oluşturulan planlama mekanizması incelenmiştir. Çalışmanın bu ile siyasal iktidar ilişkilerindeki bazı anlaşmazlıklar devam etmiştir.
bölümünde ise, sözkonusu dönem içinde hazırlanan beş yıllık kalkınma Forum dergisinde bu sorunlarla ilgili olarak yapılan yorumda, DPT’nin
planlarının başarılı bir şekilde uygulanıp uygulanmağını araştırmak ye- idari sorumluluğunun Başbakan Yardımcısı Ekrem Alican’a, yatırımla-
rine, bu kalkınma planlarını hazırlayan kurum olan DPT’nin yaşadığı rın ve diğer bazı hususların ise Başbakan Yardımcısı Turhan Feyzioğ-
süreç ele alınacaktır. Buna göre yapılacak inceleme 1962 yılında lu’na bağlanmasının, planlama çalışmalarının yürütülmesinde bir ikilik
yarattığı ifade edilmekte ve DPT ile siyasal iktidar arasındaki ilişkilerin
91 Avcıoğlu’nun bu yönde vurguları olan bir çok yazısına Yön dergisinde rastlamak
mümkündür. Özellikle bakınız: (Avcıoğlu, 1963, s. 3; Avcıoğlu, 1965a, s.8-9;
Avcıoğlu, 1965b, s. 3). 93 Ziya Müezzinoğlu 30 Eylül 1962-14 Temmuz 1964 tarihleri arasında görev
92 Yön dergisinin, DPT iktisadi Planlama Dairesi Başkanı Attila Sönmez’in isti yapmıştır (DPT, 1990, s. 20)
fası ve daha sonra da DPT Müsteşarı Memduh Aytür’ün görevden ayrılması ile 94 Toplantıya Başbakan İsmet İnönü, Başbakan Yardımcısı Hasan Dinçer, Maliye
ilgili görüşleri için bakınız: (Yön, 6 Şubat 1963, s. 4) ve (Yön, 4 Mart 1966, s. Bakanı Ferit Melen ve Hazine Genel Müdürü Ziya Müezzinoğlu katılmıştır
4). (Milliyet, 29 Eylül 1962, s. 1).

110 111
sağlıklı bir şekilde yürütülemediği ortaya konmaktadır (Forum, 15 Şu- DPT uzmanlarından Nermin Kırdar, “Bütçe Plana göre tanzim edilece-
bat 1963, s. 4). ğine, 1963 yılı Kalkınma Programı Bütçeye uydurulup hazırlanmıştır”
Ziya Müezzinoğlu’nun Müsteşarlığı döneminde BBYKP’nin ka- gerekçesi ile istifa etmişlerdir (Cumhuriyet, 1 Şubat 1963, s.1).
bulü ile ilgili Meclis görüşmeleri sırasında, planlama ve DPT ile ilgili DPT’de yaşanan bu istifaların ardından, Mayıs 1963’te
ciddi eleştiriler ortaya atılmıştır. Adalet Partisi (AP) sözcüsü Tahsin De- BBYKP’nin uygulanması ile ilgili olarak yapılan YPK toplantısına,
miray “planın cemiyete hiçbir yeni fikir getirmediğini ve tatbik edile- planlı sisteme geçişin ilk yılında ortaya çıkan sorunlar değerlendirilmiş
ceğine dair inancının olmadığını” (Cumhuriyet, 18 Kasım 1962, s. 5) ve “mevzuatın vaktinde değiştirilmemesi, koordinasyon yetersizliği,
söylemiş ve AP Başkanı Ragıp Gümüşpala da, planda özel sektöre ye- vergi gelirlerinin tahminden az gerçekleşmesi sebebiyle yatırım ödeme-
teri kadar önem verilmediğini ve konulan vergilerin özel sektör açısın- lerinden yapılan tasarruflar” (Forum, 15 Mayıs 1964, s. 4) gibi aksak-
dan olumsuz sonuçlar doğuracağı gerekçesiyle reddedilmesi gerektiği- lıklara vurgu yapılmıştır. Planlama uygulamasının ilk yılıyla ilgili olarak
ni ifade etmiştir (Cumhuriyet, 19 Kasım 1962, s. 5). BBYKP’nin Sena- Forum dergisinin başyazısında yapılan değerlendirmeler ise,
to’da görüşülmesi sırasında tabii senatör Ahmet Yıldız ise, plana karşı 1. “Planın daha birinci uygulanma yılında ortaya çıkan meselelerden
yöneltilen eleştirileri şöyle yanıtlamıştır: biri devlet planlama teşkilatı ile amme idaresinin pek çok bölüm-
“Planın başarıya ulaşamaması halinde, itibarı düşecek olan plan değil- leri arasında yakın bir işbirliği tesis edememek olmuştur… Mem-
dir. ‘Rejimimiz planı yürütemiyor, hürriyet içinde kalkınma olmaz’ leket ekonomisi ile çok ilgili konularda Bakanlıklar ve amme ida-
şeklindeki, bugünkü rejimin aleyhtarı olan düşüncelere gerekçe vere- relerinde yapılan çalışmalar ve araştırmalar hakkında, Devlet Plan-
cektir. Rejimin kaderi, planın kaderine bağlıdır” (Cumhuriyet, 9 Kasım lama Teşkilatı yeterli bilgiyi alamamakta veya bu bilgiyi zamanın-
1962, s. 1). da ele geçirememektedir. Bunun sebebi, planlı devreden önce müs-
takil olarak çalışmaya alışmış olan devlet dairelerinin, planlı dev-
Sonuçta Meclis’te ve Senato’da yapılan tartışmaların ardından oy- reye geçişte kendilerini işbirliğine alıştıramamış olmalarıdır.
lamalara geçilmiş ve beş yıllık kalkınma planı Meclis tarafından kabul 2. Devlet Planlama Teşkilatı ile Bakanlar Kurulu arasındaki münase-
edilmiştir95 (Cumhuriyet, 22 Kasım 1962, s. 1). Meclis tarafından kabul betlerin de iyi olduğu söylenemez. Son iki yılda planın finansmanı
edilen BBYKP’de, ekonominin düzenli bir şekilde işletilmesi için ge- konusunda teknisyenlerle Bakanlar, Yüksek Planlama Kurulunda
rekli olan ekonomik önlemlerin dışında kurumsal değişiklik önerileri anlaşmaya varmaya muvaffak olamamışla, neticede meselenin çö-
de önemli bir yer tutmaktadır. Buna göre plan, 41 yeni kanun çıkarılma- zümü Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır.
sını ve 24 yeni kurum, kurul ve büro kurulmasını önermektedir96 (Cum- 3. Devlet Planlama Teşkilatı ile Parlamento arasındaki münasebetler
huriyet, 28 Kasım 1962, s. 1). de iyi değildir. Halen Adalet Partisi plan fikrine karşıdır” (Forum,
Müezzinoğlu döneminde yaşanan sorunlardan bir diğeri, 1963 yılı 1 Ekim 1963, s. 1)
bütçesinin kabulü sırasında ortaya çıkmıştır. Buna göre planlı sistemde şeklindedir.
uyulması gereken plan-program-bütçe ilkesi ihlal edilmiş ve 1963 yılı Bu dönemde yaşanan en büyük problem ise DPT ile Maliye Ba-
bütçesi, 1963 yılı programına göre hazırlanması gerekirken, programda kanlığı ve de DPT Müsteşarı Ziya Müezzinoğlu ile Maliye Bakanı Ferit
yer almayan farklı kararlar bütçede yer almıştır. Bu gelişme üzerine 31 Melen’in97 arasında yaşanan sorunlar olmuştur. Maliye Bakanı Melen,
Ocak 1963 tarihinde DPT İktisadi Daire Başkanı Attila Sönmez ve (Müezzinoğlu Hazine Genel Müdürü iken) Müezzinoğlu’na, istifa eden
95 Oylamada CHP-YTP-CKMP: 219 kabul, AP-MP: 93 red ve 43 çekimser oy
kullanılmıştır (Cumhuriyet, 22 Kasım 1962, s. 1). 97 CHP milletvekili ve Maliye Bakanı olan Ferit Melen, aynı zamanda Doğu Ana-
96 DPT tarafından önerilen bu değişiklikler göz önüne alındığında, DPT-bürokrasi dolu bölgesindeki büyük toprak ağalarından biridir (Tonak ve Schick, 1992, s.
arasındaki anlaşmazlıkların nedenleri daha iyi anlaşılabilir. 388).

112 113
ilk plancıların “komünist” olduğunu ve istifalarının bürokrasi açısından nel görevden alınmış ve 1 Aralık 1964 tarihinde Baran Tuncer İktisadi
olumlu bir gelişme olduğunu söylemiş, ancak Müezzinoğlu DPT Müs- Planlama Dairesi Başkanı olarak atamıştır (Ölçen, 1996, s. 130-131).
teşarı olduktan sonra ise bu defa da Müezzinoğlu ve ekibi için aynı suç- Tuncer, İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığı’na getirilişini şöyle anlat-
lamalarda bulunmuştur (Bener, 1991, s. 154). Bu gerilim sonucunda maktadır:
DPT Müsteşarı Ziya Müezzinoğlu 14 Temmuz 1964 tarihinde istifa et- “… sanırım Memduh Bey, planlamaya biraz önyargılı olarak gelmişti
miş ve ardından Bonn’a büyükelçi olarak tayin edilmiştir (Bener, 1991, o konuda. Besim Beyle daha önce temasları olduğu kuşkusuz, çünkü
s.156). Besim Beyin daire başkanlığı iki yıl sürdü, demek ki daha önceden ta-
4.2.2. Memduh Aytür Dönemi98 nışıyorlardı… Besim Bey, o günlerde etkinliğini bir hayli yitirmişti.
Çok dağınık çalışıyordu. Altındaki kadro düzenden yoksundu. Ayrıca,
Müezzinoğlu’nun ayrılmasından sonra DPT Müsteşarı olarak 28 kendisi işin daha çok politikasıyla ilgileniyor gibiydi” (aktaran, Bener,
Ekim 1964 tarihinde Memduh Aytür atanmıştır. Memduh Aytür, bürok- 1991, s. 196).
rasinin bir çok kademesinde görev yapmış,99 güçlü ve taviz vermez ki-
Aytür döneminde yapılan bu görev değişikliğinden sonra en önem-
şiliği ile tanınan bir bürokrattır. Aytür döneminde İktisadi Planlama
li olay iktidarda bulunan (Meclis’teki bağımsız milletvekillerince des-
Başkanı olan Baran Tuncer’e göre Aytür gibi güçlü kişiliği olan bir bü-
teklenen) CHP hükümetinin, 12 Şubat 1965 tarihinde Meclis’e önerdi-
rokratın Müsteşar olarak atanması, DPT’ye tekrar saygınlık kazandır-
ği bütçe kanununun 197’ye karşı 225 oyla reddedilmesi üzerine istifa
mıştır. Tuncer, Aytür’ün DPT’ye gelişini şöyle yorumlamaktadır:
etmesi olmuştur (Cumhuriyet, 14 şubat 1965, s. 1). Bu gelişmeden son-
“Kamuoyunun en azından belli bir kesiminde, planlamanın ilk ekibi, ra 1965 yılının Ekim ayında yapılacak genel seçimlere kadar görev ya-
Osman Nuri Torun’un başında bulunduğu ekibe karşı büyük bir güven pacak olan bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. 20 Şubat 1965 tarihin-
ve sempati vardı. Onlar planlamadan büyük bir gürültüyle istifa ederek
de kurulan koalisyon hükümetinde AP-YTP-CKMP ve Meclis’teki ba-
ayrıldılar. Bu yüzden, onlardan sonra gelen Ziya Müezzinoğlu ekibine
ğımsız milletvekilleri (Mecliste olan CHP dışındaki tüm partiler) yer al-
şüpheyle bakıldı. Acaba planlamayı yozlaştırmaya mı geldiler gibi.
Aytür de onların devamı olan bir dönemde işbaşına geldi. Ancak, Ay- mıştır. AP listesinden senatoya seçilmiş olan Senatör Suat Hayri Ürgüp-
tür’ün başarısı o kuşkuları ortadan kaldırdı. İnsanlar, Aytür ve yakının- lü Başbakanlığında kurulan bu hükümette, AP genel başkanı olan Sü-
daki insanların o ilk plan esprisinden çok farklı olmadıklarını gördüler” leyman Demirel100 de, Başbakan Yardımcısı ve DPT’den sorumlu Bakan
(aktaran, Bener, 1991, s. 165). olarak101 görev almıştır (Cumhuriyet, 17 Şubat 1965, s. 1). Kurulan bu
geçiş hükümetine büyük ortak olarak katılan AP’nin kamuoyuna açık-
Aytür göreve geldikten sonra planlama teşkilatında boş olan bazı
ladığı iktisat politikalarında ise, sermaye kesiminin o dönem boyunca
kadroları yeniden düzenlemiş ve bazı daire başkanlarını değiştirmiştir.
en çok vurguladığı talepler yer almaktadır. Bunlar arasındaki dört mad-
Aytür’ün Maliye Müsteşarlığı döneminde İktisadi Planlama Dairesi
de en dikkat çekici ilkelerdir:
Başkanı Besim Üstünel hakkında edindiği bazı yargılar ve Üstünel ile
DPT’deki bazı uzmanlar arasındaki anlaşmazlıkların sonucunda,Üstü- 1. “Her ne suretle olursa olsun özel teşebbüs serbestisini inkar eden

98 Memduh Aytür’ün ilk DPT Müsteşarlığı 28 Ekim 1964 ile 28 Şubat 1966 tarih- 100 AP genel başkanı Ragıp Gümüşpala’nın 5 Haziran 1964’de ölümünün ardın
leri arasındadır (DPT, 2000, s. 20). dan, 29 Kasım 1964’te Süleyman Demirel AP genel başkanlığına seçilmiştir
99 Aytür, “1939’da Teftiş kuruluna girdi. 1948’de Londra’da staj yaptı. 1949 yılın- (Eroğul, 1992, s. 144).
da Maliye Bakanlığı Bütçe ve Kontrol Genel Müdür Yardımcılına atanmış, son- 101 Ahmad’a göre bu dönemde hükümette bulunan partiler “herhangi bir ciddi
ra sırasıyla, Gelirler Genel Müdür Müşavirliği, 1956’da Hazine Genel Müdür- toprak reformuna karşıydılar”, oluşturulan koalisyon hükümetinde DPT’den
lüğü, 1959’da Tetkik Kurulu Başkanlığı ve M.İ.İ.T. Genel Sekreterliği, 1963’de sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevi ise, “özel sektörün baş savunucusu De-
Maliye Bakanlığı Müsteşarı görevlerinde” bulunmuştur (DPT, 1990, s. 18). mirel’e” verilmiştir (Ahmad, 1996, s. 222).

114 115
ya da kısıtlayan fikirler reddedilmelidir. organların planlı kalkınma işine ancak bu kadar ciddiyetle sarılabildik-
2. Devlet, özel teşebbüsün destekleyicisi ve yardımcısı durumuna ge- leri gerçeği bir kere daha bu toplantı vesilesiyle ortaya çıkmış oldu”(Fo-
tirilmelidir. Devletin iktisadi hayata müdahalesi asgari seviyeye rum, 1 Ekim 1965, s. 5) şeklinde değerlendirilmiştir.
indirilmelidir. Yeni kurulan hükümetin Başbakanı olan Demirel,103 DPT ile hükü-
3. Yatırımlar vergi yoluyla teşvik edilmeli ve sermaye terakümünü met ilişkilerinin bundan sonrası ile ilgili olarak “devlet bünyesi içinde-
sağlayacak vergi tedbirleri alınmalıdır. ki dairelerle hükümet arasında itilaf sözkonusu olamaz. Hükümet emir
4. Vergilerin ilanı ve servet beyannameleri usulü kaldırılmalıdır” (Fo- verir, emir alan daire onu yerine getirir” (Cumhuriyet, 18 Kasım 1965,
rum, 1 Aralık 1964, s. 6). s. 5) diyerek, DPT’ye karşı olan tutumunu belirtmiştir. Demirel bu kez
AP’nin ekonomik yaklaşımında, yeni gelişen özel kesimin o dö- TBMM Bütçe ve Plan komisyonunda DPT’nin bütçesi görüşülürken,
nem güncel olan tüm talepleri görülmektedir. AP’nin planlamaya ve “Plan fikrini ve teşkilatını her derde deva bir lokman hekim gibi gör-
DPT’ye bakışı da bu çerçevede anlamlı hale gelmektedir. Buna göre AP meye imkan yoktur. Siyasi istikrar ve güven atmosferi olmadan bir
genel başkanı olduktan sonra Demirel, “planlı bir şekilde kalkınılacak- memleketin kalkınmasına imkan yoktur. Planlama Teşkilatı kuruldu-
tır. Ancak plan, çelik bir ceket olmamalıdır” (Cumhuriyet, 23 Mart ğundan beri bizim idaremizde atalet başlamıştır. Çünkü herkes yapaca-
1965, s. 1) diyerek planı kendi ilkeleri doğrultusunda değiştirecekleri- ğı işi planlamaya sormaya başlamıştır” (Cumhuriyet, 24 Aralık 1965,
ni ifade etmiştir. Demirel’in dışında AP grubu da, Meclis’te yapılan büt- s. 7).
çe görüşmeleri sırasında mevcut planın değiştirilmesi gerektiğini sa- diyerek, DPT hakkındaki tutumunun hiç de olumlu olmadığını104 ve
vunmuşlardır (Cumhuriyet, 4 Nisan 1965, s. 5). CHP hükümetinin isti- planlı sistemin kötü sonuçlar doğurduğunu ifade etmiştir. Yine bu dö-
fasından Ekim 1965 genel seçimlerine kadar geçen bu süreci, o dönem nemde Başbakan Demirel ile DPT eski İktisadi Planlama Dairesi Baş-
İktisadi Planlama Dairesi Başkanı olan Baran Tuncer şöyle anlatmak- kanı olan ve daha sonra da CHP milletvekili olarak Meclis’e giren Be-
tadır: sim Üstünel arasında planlama konusunda bir tartışma yaşanmıştır. Bu-
“Aytür geldikten 6-7 ay sonra, şubat ayında (bütçeye koalisyon ortak-
na göre Demirel’in “kalkınmış ülkelerde planın yeri yoktur, hür ve de-
ları tarafından ret oyu verilmek suretiyle) hükümet düşürüldü. Onun mokratik memleketlerin kalkınması planla olmamıştır. Plan kalkınmış
yerine çok farklı bir hükümet geldi. Tarafsız Başbakan Ürgüplü Hükü- memleketlerin metodu değildir” (Cumhuriyet, 4 Şubat 1966, s. 7) açık-
meti kuruldu ama Demirel, Meclis dışından Başbakan Yardımcısı ola- lamaları üzerine Üstünel, bir çok gelişmiş ülkede planlama yapıldığını
rak her şeye hakimdi. Planlama konusunda ileri geri şeyler söylemeye ve planlamanın azgelişmiş ülkeler için ise daha da önemli olduğunu
başlamıştı, Meclisteki tartışmalar da hayırlı şeyler vaat etmiyordu” ifade ederek “kalkınmış ülkelerde planın yeri vardır” (Cumhuriyet, 5
(Bener, 1991, s. 165). Şubat 1966, s. 7) cevabını vermiştir.
10 Ekim 1965 genel seçiminden102 birinci parti olarak çıkan ve tek Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi Ekim 1965’de kurulan
başına iktidar olan AP, 1971 müdahalesine kadar hükümette kalmış ve
süreci kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmiştir. Bu arada Eylül ayı 103 Demirel Başbakan olduktan bir hafta sonra, Yalova’da yapılan NATO toplan-
içinde, 1966 yılı programı ile ilgili olarak yapılan YPK toplantıları, si- tısına katılmak için Türkiye’ye gelen Amerikalı planlama uzmanı Prof. Rostow
yasetçilerin ilgisizliği nedeniyle sektör programları dahi görüşüleme- ile Ankara’da görüşmüş ve Rostow’un Türkiye’nin kalkınma problemleri ile
den son bulmuştur. Forum dergisinde göre bu olay, “planın ciddi bir şe- ilgili görüşlerini dinlemiştir (Cumhuriyet, 18 Ekim 1965, s. 7).
104 AP’den önceki hükümetler döneminde DPT müsteşarı, istediği zaman Başba-
kilde uygulanması geleneğine ağır bir darbe indirilmiş oldu ve politik
kan’a ulaşabilmekte ve görüşebilmektedir. Ancak Demirel çoğu zaman DPT
102 Yapılan genel seçim sonucunda AP: %57, CHP: %30.5, MP: %4.5, TİP: %3.5, Müsteşarı ile direkt olarak konuşmamış ve genellikle Özel Kalem Müdürü va-
YTP: %2.5, CKMP: %2 oy almıştır (Cumhuriyet, 11 Ekim 1965, s. 1). sıtasıyla ilişki kurmuştur (Ölçen, 1996, s. 150).

116 117
AP hükümetinin Başbakanı olan Demirel, Şubat 1966’ya kadar planla- dokunulmaz deniyordu ve plan vasıta olmaktan çıkmış, gaye haline
ma ve DPT ile ilgili görüşlerini çeşitli vesilelerle kamuoyuna açıkla- gelmişti. Planlamacılar da bu kanaatteydi” (aktaran, Bener, 1991, s.
mıştır. Ancak “Planlama Teşkilatını iktisat ve maliye bilginleri ile tak- 192).
viye edeceğiz. Düzende değişiklik yapmadan, mekanizmayı daha iyi Bunun sonucunda AP hükümeti planda istediği değişiklikleri daha
işler hale getireceğiz. Bunun için de, Teşkilatı daha ehliyetli kişilerle kolay yapmak ve DPT’yi kendi kontrollerine almak için Aytür gibi güç-
genişleteceğiz” (Forum, 1 Kasım 1965, s. 5) açıklaması, Demirel’in lü kişiliği olan bir bürokratla çalışmak istememiş ve Aytür’ün görev sü-
DPT’nin mevcut yönetiminden memnun olmadığını ifade etmesi açısın- resini uzatmayarak, DPT Müsteşarlığından ayrılmasını sağlamıştır.
dan önemlidir. Bu demeçten sonra, Aytür’ün görevden ayrılması konu- Memduh Aytür’ün görevden ayrılmasından sonra 22 Mart 1966’ya
sunun gündeme gelmesi çok uzun sürmemiş ve 1966 Şubat ayında DPT kadar DPT Müsteşarı atanmamıştır. Bu dönemde DPT içinde ciddi bir
Müsteşar’ının görev süresiyle ilgili sorunlar ortaya çıkmıştır. Şubat ayı, huzursuzluk ve gerginlik atmosferi oluşmuştur. DPT çalışanlarına göre
DPT Müsteşarı olan Aytür’ün sözleşmesinin105 biteceği ve yenilenmesi “hükümet, geçmiş hükümetlerin aksine pek az konuda planlamaya da-
gerektiği için kritik bir tarihtir. Bu dönemi Aytür’ün yakın arkadaşların- nışmakta, danıştığı hallerde ise planlamanın tavsiyelerini yerine getir-
dan olan Hurşit Çalıka şöyle aktarmaktadır: memektedir” (Cumhuriyet, 5 Mart 1966, s. 7). Bu dönemde yaşanan bir
“… Memduh Bey, sözleşmesinin bitimine bir ay kala Demirel’e duru- başka gelişme ise Demirel’in, DPT’den yazılı rapor kabul etmek iste-
mu hatırlatarak, şubat sonunda mukavelesinin yenilenmesi gerektiğini, memesidir. Buna göre Demirel “bir çalışma yapılsın, sonra oturup ko-
aksi halde görevine devam edemeyeceğini söylemiş... Sürenin bitimi- nuşalım, yazılı rapor verilirse sonra sürtüşmelere neden oluyor” demiş;
ne on beş gün kala Memduh Bey tekrar hatırlatmış. Demirel bu kez çalışanlara göre bu uygulama ile, hazırlanan raporlarda olumsuz bir so-
‘Canım aramızda teklif tekellüf mü var, siz benim müsteşarımsınız, nuç çıkarsa “bunun yazılı belgesinin bulunmaması” amaçlanmıştır
mukavele imzalanmış, imzalanmamış ne önemi var’ … demiş ama bir
(Cumhuriyet, 5 Mart 1966, s. 7). DPT’de yaşanan bu gergin dönemin
yandan da Memduh Beyin kadrosunun nerede olduğunu soruşturdu-
ğu Aytür’ün kulağına gitmiş” (aktaran, Bener, 1991, s. 194). devamında ise, Orhan Çapçı Müsteşarlığa atanmıştır.

Sonunda Şubat ayı sonu geldiğinde Aytür’ün görev süresi uzatıl- 4.2.3. Orhan Çapçı Dönemi:
mamış ve bunun üzerine Aytür de DPT Müsteşarlığı’ndan ayrılmıştır. Memduh Aytür’ün görevden 28 Şubat 1966’da ayrılmasından son-
Aytür’ün görev süresinin uzatılmamasında etkili olan önemli olaylar- ra, 31 Ocak 1967’ye kadar DPT Müsteşarı asaleten atanmamış, bu dö-
dan birini, AP döneminde Sanayi Bakanı olan Mehmet Turgut şöyle ak- nemde Müsteşar Vekili olarak Orhan Çapçı görev yapmıştır. DPT Müs-
tarmıştır: teşarı olarak vekaleten atanan Orhan Çapçı’nın en çok eleştirilen yönü
hukuk eğitimi aldığı için iktisadi konulara ve planlamaya hakim olama-
“Birinci beş yıllık planda birtakım hükümler vardır. Son derece katı hü-
kümler. Örneğin, yeni çimento fabrikasına ihtiyaç yoktur, örneğin Ka-
masıdır. Bu dönemde ciddi ve alanına hakim bir Müsteşarın olmaması,
radeniz sahilinde karayoluna ihtiyaç yoktur gibi. Biz iktidar olduğu- DPT’yi bir çok noktada atıl bırakmış, DPT bu dönemde bir hayli yıp-
muz zaman … Aytür Planlamanın başında idi. Planı değiştirmek ihti- ranmış ve bu sürecin sonunda da bir çok istifa yaşanmıştır. Dönemin İk-
yacını duyduk … O zaman bir şey vardı; plan tabu halindeydi, plana tisadi Planlama Dairesi Başkanı Baran Tuncer bu süreci şöyle aktar-
maktadır:
105 “Memduh Aytür, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına bir yıl süreli söz-
leşme ile atanmıştı… Bunun amacı, müsteşara, herhangi bir devlet memuruna “… Aytür ayrılalı birkaç ay olmuş henüz yerine kimse atanmamış, ve-
göre biraz daha fazla para verebilmekti. Öte yandan, kıdem gibi, emeklilik kaleten idare ediliyor, yani başsız kalmışız, daha Özal gelmemiş. Ben,
hakkı gibi konularda memuriyet devamlılığını sağlamak açısından da, kendisi- kişisel olarak büyük bir rahatsızlık içindeyim. Aytür gittikten sonra bu
ne Merkez Bankasında bir müşavirlik kadrosu verilmiş bulunuyordu” (Bener, teşkilatta ne yapılabilir diyorum. Her yandan hücuma uğruyoruz. Ba-
1991, s. 193).

118 119
şımızda kimse yok, alt taraftakileri tutmak mümkün değil. Disiplin di- 3. Mukayeseli avantajlar kuralına uygun bir imalat sanaii konusunda
ye bir şey kalmamış. Tam bir başıbozukluk içindeyiz, teşkilat yeniçe- Ortak Pazar ülkelerinden yararlanılması,
ri ocağına dönmüş” (aktaran, Bener, 1991, s. 195). 4. Ekonominin tamamen tarıma dayalı kılınması” (Cumhuriyet, 24
DPT’nin vekaleten yönetildiği bu 11 aylık dönem için Forum der- Mart 1966, s. 7).
gisi ise şu değerlendirmelerde bulunmuştur: AID’in değişiklik önerilerinin kamuoyuna açıklanmasıyla aynı
günlerde, planın gözden geçirilmesi konusunda bir öneri de OECD’den
“Adalet Partisi iktidarı bazı müesseseleri de tahrip etmektedir. Tahriba-
ta uğrayan bu müesseselerin başında Devlet planlama Teşkilatı gel- gelmiştir. DPT eski Müsteşarı Aytür “OECD Genel Sekreteri Kristan-
mektedir … Adalet Partisi plana inanmadığı için Planlama Teşkilatını sen’in, Türkiye’nin kalkınma hızının %7’den 5-6 oranına indirilmesini
sevk ve idareden yoksun bırakmaktadır. Sebepsiz olarak uzaklaştırdığı istediğini açıklamıştır” (Cumhuriyet, 26 Mart 1966, s. 1).
M. Aytür’ün yerine, uzun müddet bir tayin yapılmadan bekledikten BBYKP’nin revizyonu konusunda uluslararası kurumlardan gelen
sonra iktisadi hiçbir formasyonu olmayan bir kimseyi vekil olarak ta- bu önerilerin dışında AP hükümeti de bu yöndeki taleplerini ortaya koy-
yin etmek suretiyle en azından bir küçümseme politikasında girmiştir. muştur. Bu konuda Başbakan Demirel, “plan AP ilkelerine göre ayar-
Perde arkalarında, Beş Yıllık Planın yeniden gözden geçirildiği etrafa
lanıyor” demiş ve “AP’nin seçim beyannamesi ve Hükümet programın-
yayılarak, Planlama Teşkilatı mensuplarını demoralize etme taktiği içi-
da yer alan hususlar, planda yer alacaktır” diye eklemiştir (Cumhuriyet,
ne girilmiştir. Bu suretle planlamanın devlet içindeki yeri, fonksiyonu
ve önemi asgari bir hadde indirilmek istenmektedir” (Forum, 1 Nisan 12 Nisan 1966, s. 1).
1966, s. 5). Bu dönemde planın revizyonu ile ilgili yaşanan sorunlarla birlikte,
Demirel’in “planın revizyonu konusunda bir mütehassıslar heyeti çalış-
Cumhuriyet gazetesinde ise Aytür’ün ayrılmasından sonra
maktadır” (Cumhuriyet, 24 Mart 1966, s. 7) ifadesinin ardından, planın
“DPT’nin hareketsiz bir durumda olduğu ve teşkilat içinde büyük bir
revizyonunu kimin yaptığı tartışması ortaya çıkmıştır. Buna göre ulusla-
tedirginlik bulunduğu” belirtilerek bu tedirginliğin sebepleri şöyle sıra-
rarası kurumlardan gelen revizyon önerileri üzerine, bu çalışmaları
lanmıştır:
“Ankara’da AID teşkilatının yaptığı ve DPT’nin bu sürecin dışında bı-
1. “Başbakan Süleyman Demirel tarafından iki defa planın revizyona rakıldığı” (Cumhuriyet, 24 Mart 1966, s. 7) öne sürülmüş ve DPT çalı-
tabi tutulacağının açıklanması, şanları bu durumdan ciddi şekilde rahatsız olmuşlardır. Bunun üzerine
2. Müsteşarlık görevine uzun bir süre atama yapılmaması ve yapılan İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Baran Tuncer, “revizyon çalışmala-
atamanın da vekaleten yapılması, rının planlamada yapılmadığını”( Cumhuriyet, 26 Mart 1966, s. 7) açık-
3. Personel sınıf tüzükleriyle ehliyetli kişilerin planlamadan, iktidar- lamış, DPT eski müsteşarı Aytür ise,
lar tarafından uzaklaştırılma imkanlarının hazırlanması” (Cumhu-
riyet, 23 Mart 1966, s. 7). “Plan revizyonu, Programların tadili 91 sayılı kanuna göre DPT tara-
fından hazırlık şeklinde yapılmak ve YPK’ya getirilmek mecburiyeti
Bu dönemde ortaya çıkan önemli bir olay ise, planın revizyonu ko- vardır. YPK bunu Bakanlar Kurulu’na takdim eder. Eğer değiştirilecek
nusunda uluslararası kurumlardan gelen öneriler ile AP’den gelen istek- olan plansa, bunu Bakanlar Kurulu’nun TBMM’ye götürmesi, prog-
ler olmuştur. Buna göre ABD kökenli olan uluslararası yardım kurulu- ram ise bir Bakanlar Kurulu Kararı halinde Resmi Gazete’de yayınlan-
şu Uluslararası Kalkınma Örgütü (AID) yetkilileri Demirel ile görüş- ması gerekir. Her iki halde de çalışmaların DPT’de yapılması Anayasa
müş ve kalkınma hızının değiştirilmesi dahil bir dizi öneri listesi hazır- ve 91 sayılı kanunun icabıdır ” (Cumhuriyet, 26 Mart 1966, s. 7).
lamışlardır. Bu listede yer alan temel başlıklar şunlardır: diyerek, bu çabalara tepki göstermiştir. Planın revizyonunun DPT dışın-
da yapılmaya çalışılması (DPT eski İktisadi Planlama Dairesi Başkanı)
1. “Kalkınma hızının düşürülmesi,
2. Yeraltı servetlerinde yabancı sermayeye imkanlar verilmesi, Besim Üstünel tarafından da eleştirilmiş ve Üstünel bu konuyla ilgili

120 121
olarak, AP’nin iktidara geldiği Ekim 1965’ten Eylül 1966’ya kadar geçen
“Öyle sanıyorum ki, DPT’nin haberi olmadığı halde, Sayın Başbakanın süreçte106 yaşanan tüm bu tartışmaların sonucunda, DPT kurumsal ola-
‘planda revizyon yaptırıyoruz’ yolundaki beyanları daha çok ‘bazı çev- rak yıpratılmış ve Ekim ayında gelen istifalar ile AP iktidarının birinci
releri memnun etmek’ için söylenmiştir. Ve mevcut planın finansmanı yılında hükümet-DPT ilişkilerinde yaşanan sorunlar tekrar tartışma ko-
için gerekli ‘vergi gayretinin’ gösterilemeyeceğini; 1966 programında nusu olmuştur. Bu dönemde yaşanan istifalardan ilk üçü DPT Genel
yazılı olmasına rağmen bir çok tedbirlerin alınmayacağını, özellikle Sekreteri Haydar Aytekin, Uzun Vadeli Planlar Şubesi Müdürü Yalçın
‘toprak reformunun’ yapılmayacağını üstü kapalı şekilde anlatmak için Küçük ve Müşavir Adnan Erdaş’ın görevden ayrılmaları ile gerçekleş-
söylenmiş olabilir” (Cumhuriyet, 7 Nisan 1966, s. 7). miştir. Buna göre istifa eden plancılar, istifa gerekçelerini şu şekilde
yorumunu yapmıştır. Revizyon konusundaki tartışmalar sürerken Tin- açıklamışlardır:
bergen de bu konudaki görüşlerini belirtmiş ve “revizyon tek bir kişi- 1. “Politikacıların getirdikleri herhangi bir konuya itiraz edilmemek-
nin yapabileceği bir konu olmadığı gibi, DPT dışında yapılması müm- te, ancak plancıların isteklerini yerine getirmek için herhangi bir
kün olmayacak büyüklükte kompleks bir işlemdir” (Cumhuriyet, 6 Ni- çaba gösterilmemektedir.
san 1966, s. 7) demiştir. Tinbergen ayrıca Aytür’ün müsteşarlıktan ay- 2. Hükümet herhangi bir konuda Planlamadan yazılı rapor kabul et-
rılmasından sonra DPT’nin istikrarsız bir kurum haline gelmesini de memektedir.
eleştirerek, 3. Planlamadan ayrılmak isteyenlere herhangi bir güçlük çıkarılma-
“İkinci plan hazırlıklarının bu safhasında Planlamadaki tayinlerin mah- makta, bunların yerine yeterli bilgi sahibi oldukları şüpheli kişiler
zurlu olduğunu söylemiş, ve ‘bu seyahatimde sayın Aytür’ün burada tayin edilmektedir.
olmamasından üzgün olduğumu ifade etmek isterim. Memleketinizde 4. Plancılar arasında bir çeşit ‘uyutma’ olarak nitelendirilen bu poli-
Müsteşarlık mekanizmasının siyasi mahiyetini çok iyi bilmemekle be- tika sonunda DPT içinde çalışma heyecanı, yaratıcı hava kalma-
raber, şüphesiz Planlamada bu safhada sık değişiklik yapılmasının fay- mıştır” (Cumhuriyet, 1 Ekim 1966, s. 7).
dalı olmadığı kanısındayım” (Cumhuriyet, 6 Nisan 1966, s. 7).
Bu istifalardan dört gün sonra ise İktisadi Planlama Dairesi Başka-
yorumunu yapmıştır. Planın revizyonunun DPT dışında yapıldığı iddi- nı Baran Tuncer, hükümetin planlamaya karşı uyguladığı ilgisiz politi-
aları, 91 sayılı yasayla ekonomi politikaları konusunda hükümete müşa- kadan yakınarak, “planlamanın tavsiyelerinin yerine getirilmediği,
virlik yapmakla görevlendirilen DPT’nin bu işlevini yerine getireme- planlamadan yazılı rapor kabul edilmediği” gerekçeleriyle istifa etmiş-
mesi durumunu ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda Başbakan Demirel’in, tir (Cumhuriyet, 5 Ekim 1966, s. 7). Yaşanan istifalar üzerine DPT es-
“İzmir Ticaret Odası ve Ege Üniversitesini görevlendirerek tarımla ilgi- ki Müsteşarı Aytür “DPT’deki bu seferki çöküntü süratle önlenmezse
li rapor istemesi” (Cumhuriyet, 14 Nisan 1966, s. 1), bu konuda süre- memleketimizin iktisadi ve milli itibarı da içeride ve dışarıda ciddi so-
gelen tartışmaları daha da şiddetlendirmiş ve hükümet ciddi eleştirile- rulara konu olacaktır” (Cumhuriyet, 6 Ekim 1966, s. 7) yorumunu yap-
re hedef olmuştur. Aytür bu konuyla ilgili, mış, CHP Grup Başkanvekili Turhan Feyizoğlu ise, “Hükümetin plana
“DPT yalnız kalkınma planını ve programını hazırlayan bir teşkilat de- ve Planlama Teşkilatına karşı ilgisizliğinin, teşkilatın moralini ve bün-
ğildir. Kanun, ona hükümetin genel iktisadi politikasında etkin bir mü- yesini her gün biraz daha sarsmakta olduğunu” (Cumhuriyet, 6 Ekim
şavirlik görevi de vermiştir. İktisadi programın işlemesi, değerlendiril-
mesi ve Bakanlıklar arasında koordinasyon sağlanması da DPT’nin gö- 106 Birinci plan döneminde (Kasım 1962’den, Eylül 1966’ya kadar) DPT’nin 533
revidir” (Cumhuriyet, 26 Mart 1966, s. 7). tavsiyesi uygulanmamıştır. Uygulanmayan tedbirler arasında toprak reformu,
diyerek, son dönemde yaşanan planın revizyonu tartışmalarının DPT’yi personel reformu, istihdam ve insan gücü, gelir dağılımı, vergi reformu gibi te-
mel değişiklikleri içeren tedbirler yer almaktadır (Cumhuriyet, 4 Eylül 1966,
yıprattığını ifade etmiştir.
s.1).

122 123
1966, s. 7) söylemiştir. Baran Tuncer istifasının ardından Cumhuriyet görevine devam etmiştir. Bu dönemde İBYKP’nin hazırlık çalışmaları
gazetesinde yayınlanan iki makalesi ile DPT’de, AP hükümeti döne- yapılmış ve Nisan-Mayıs (1967) ayları arasında İBYKP’nin YPK gö-
minde yaşananları şu ifadelerle değerlendirmiştir: rüşmeleri tamamlanmıştır (Cumhuriyet, 8 Mayıs 1966, s. 1).
“Önce Teşkilatın, bu işlerden anlayan herkesin saygı duyduğu, bilgili İBYKP’nin Meclis görüşmeleri ise, 3 Temmuz 1967’de tamamlanmış
ve tecrübeli müsteşarı, izahı mümkün olmayan bir usulle görevinden ve İBYKP, 221 kabul, 118 ret ve 3 çekimser oyla kabul edilmiştir
uzaklaştırılmıştır. Daha sonra, iktisat ve planlama konusuna yabancı ol- (Cumhuriyet, 4 Temmuz 1967, s. 1). İBYKP’nin Meclis tarafından ka-
duğunu ve çok kısa bir sürede görevi asıl sahibine teslim edeceğini her bul edilmesinden sonra ise AP tarafından Meclis’e önerilen “Kalkınma
fırsatta ifade eden birisi, teşkilatın başına müşavir vekili olarak getiril- Planının Uygulanması Esaslarına Dair Kanun” tasarısı tartışmalara ne-
miştir. DPT’deki bu geçici yönetim sekizinci ayına girmiştir ve müs- den olmuştur. AP, bu kanun tasarısında getirilen yeni uygulamalar ile,
teşar vekili artık geçici gibi hareket etmemektedir. Bugün DPT’de özel sektörün gelişmesi için verilen teşvikleri düzenlemiş ve bu tedbir-
Müsteşarlık, İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığı, bu başkanlığa bağlı lerle ilgili düzenleme yapma yetkisini Bakanlar Kurulu’na vermek is-
üç şube, genel sekreterlik vekaletle yönetilmektedir... Böyle bir teşki- temiştir. Haziran ve Temmuz (1967) aylarında süren tartışmalar sonu-
lat yapıcı gücünü ve dinamizmini gün geçtikçe kaybetmektedir” (Tun-
cunda “Kalkınma Planının Uygulanması Esaslarına Dair Kanun” 28
cer, 1966b, s. 5).
Temmuz 1967’de Meclis tarafından kabul edilmiştir (DPT, 1973, s.
Tuncer’e göre bu sürecin sonunda DPT, “kamu yönetimi içindeki 55). Bu kanun ile getirilen değişiklikler kısaca aşağıdaki şekilde özet-
etkinliğini büyük ölçüde kaybetmiş, kanunların kendisine yüklemiş ol- lenebilir:
dukları sorumlulukları, toplumun kendisinden beklediği nitelikte yerine
1. “Çeşitli kanunlarda belirtilen teşvik tedbirlerini bir mercide topla-
getiremeyecek” bir kurum haline getirilmiştir (Tuncer, 1966a, s. 5).
yıp tek bir belge vermek suretiyle yatırımcılara kolaylık sağlayacak
DPT’de yaşanan bu istifaların ardından İkinci Beş Yıllık Kalkınma tedbirler almak,
Planı’nın (İBYKP) hazırlık çalışmalarına devam edilmiş ve bu çerçeve- 2. Yatırım indirimi oranında bölgelere ve projelere göre gerektiğinde
de bir uluslararası kolokyum organize edilmiştir. Ancak planın hedefle- %80’e kadar değişiklik yapmak,
ri, planlama tekniği, plan hazırlıkları, plandaki amaç-araç tutarlılığı gibi 3. Yatırım mallarında ve hammaddelerinde, gümrük vergi ve resimle-
konuların tartışılacağı bu toplantıya, “Plan Hedef ve Stratejisi” belgesi riyle gümrüklerden alınan diğer vergileri bu malların projelerinde
olmadan başlanmıştır (Cumhuriyet, 18 Kasım 1966, s. 1). gösterildiği gibi kullanılmaları şartıyla proje bazında azaltmak ya
4.2.4. Turgut Özal Dönemi: da tamamen kaldırmak,
31 Ocak 1967 tarihine gelindiğinde ise, 28 Şubat 1966’dan beri de- 4. Büyük sanayi bölgeleri, turistik bölgeler tesisi için arazi istimlak
etmek, bu bölgelere altyapı tesisleri yaptırmak ve gayri menkulu
vam eden 11 aylık süreç (DPT’de vekaleten süren yönetim) sonuçlan-
bu bölgelerde yerleşmek isteyenlere tayin edilecek vade ve faiz
mış ve Turgut Özal DPT Müsteşarı olarak atanmıştır. Özal’ın Müsteşar-
nisbetinde devretmek,
lığı döneminde, DPT ile siyasal iktidar arasında önceki dönemlerde gö-
5. Sanayi kuruluş formalitelerini basitleştirmek ve gerektiğinde bazı-
rülen uyuşmazlıklara, hatta istifalara kadar varan tartışmalara rastlan-
larını kaldırmak veya değiştirmek için tedbirler almak,
mamış107 ve Özal, 21 Nisan 1971’e dek sürecek bu dört yıllık dönemde
6. Yabancı sermayeyi teşvik komitesi kaldırılacak, kanunun bu komi-
107 Doğan, bu dönemdeki ekonomi bürokrasisini şöyle değerlendirmektedir: teye vermiş olduğu görevleri DPT merkez teşkilatı yürütecektir”
“DPT Müsteşarı Turgut Özal, Merkez Bankası Başkanı Naim Talu ve Hazine (Cumhuriyet, 15 Haziran 1967, s. 7).
genel Sekreteri Kemal Cantürk’ün aralarında kurdukları özel arkadaşlık ve iş Temel özellikleri yukarıdaki şekilde özetlenebilecek olan planı uy-
anlaşması, düşüncelerine karşı olalım ya da olmayalım, Türk Bürokrasisinde
eşgüdüm içinde çalışmanın hemen tek örneğidir” (Doğan, 1986, s. 111).
gulama yasası, Meclis görüşmeleri süresince tartışmalara neden olmuş-

124 125
tur. Dönemin ana muhalefet partisi CHP’nin lideri olan Bülent Ecevit’e dam alanları açılabilmesinde teşvik tedbirleri politikası önemli bir rol
göre, çıkarılan bu yasa Anayasa’ya aykırıdır. Buna göre Ecevit, oynayabilir” (Yazman, 1973, s. 205).

“Bence bu kanun, sorumsuz bir iktidarın elinde devlet için zaruri bazı demiş ve hükümetin çıkardığı bu yasayı savunmuştur. Hükümetin getir-
maddi imkanların özel teşebbüsü destekleme bahanesiyle birkaç kişi- diği bu yeni düzenlemeyi en çok destekleyen kurum ise, Türkiye Oda-
ye devrine yarayacaktır... Birtakım biçimsel idari değişikliklerle ve bir lar Birliği’dir. Buna göre planın uygulanması yasasıyla ilgili olarak
cepteki paradan alınıp öbür cebe aktarmakla ne ekonomimiz gelişmiş, Odalar Birliği Genel Sekreteri Prof. Necmettin Erbakan, “devletin, büt-
ne de plan amaçlarına erişmiş olur” (Cumhuriyet, 22 Haziran 1967, s. çeden özel sektöre çatır çatır yardım etmesi lazımdır. Zira özel sektör
7). sermaye kıtlığı içindedir. Devlet özel sektöre faizsiz kredi ve bedelsiz
diyerek, AP’nin önerdiği bu uygulamayı eleştirmektedir. AP yönetimi- arsa vermelidir” (Cumhuriyet, 29 Haziran 1967, s. 1) değerlendirmesi-
nin çıkardığı bu kanun, DPT açısından gerçekten de önemli değişiklik- ni yapmıştır.
ler içermektedir. Buna göre yukarıda belirtilen sanayiyi teşvik uygula- AP hükümetinin planın uygulaması yasasını savunan görüşlere ve
malarını yürütmek üzere önce Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Yatı- toplumsal kesimlere bakıldığında, bu yasadan kimlerin yararlanacağı
rımları ve İhracatı Geliştirme ve Teşvik Bürosu, daha sonra DPT’ye daha da açık hale gelmektedir. Bir başka değişle, bu yasayla getirilen
bağlanmıştır. Bu düzenleme dışında, planın uygulanması kanunu ile ya- teşvik uygulamaları ile kamu kaynaklarından oluşturulan fonlar özel
pılan ikinci değişiklik sonucunda DPT’nin bünyesine yeni bir organ da- kesime tahsis edilmekte; vergi indirimleri, yatırım kolaylıkları ve teş-
ha dahil edilmiştir. Buna göre yapılan düzenleme ile, 18 Ocak 1954’te vikleri gibi yollarla özel sektöre kaynak aktarılmaktadır. Bu sürecin
kurulan Yabancı Sermayeyi Teşvik Komitesi lağvedilerek, bundan son- DPT’ye etkileri ise, olumsuz olmuş ve DPT’nin kurumsal yapısı ciddi
ra yabancı sermayeyi teşvik görevi DPT’ye verilmiştir (Önder, 1967, s. bir deformasyona uğramıştır. Buna göre DPT, yabancı sermaye ve teş-
223). vik için ayrılan fonları organize eden, yatırımlar için getirilen vergi ko-
Planı uygulama yasası ile yapılan bu düzenlemeler, AP’nin genel laylıkları ve gümrük muafiyetleri ile ilgili konuları düzenleyen bir ku-
eğilimleri ve de İBYKP ile çelişmemektedir. Nitekim AP’li Devlet Ba- rum haline gelmiştir. Bu işlevleri yerine getirmek için DPT bünyesin-
kanı Seyfi Öztürk, Meclis görüşmeleri sırasında CHP’lilere verdiği kar- de kurulan Teşvik ve Uygulama Dairesi’nin görevi ise, özel kesim için
şılıkta, “bu plan, ortanın solunda bir felsefe ile hazırlanmamıştır. Sosya- “teşvik belgesi” vermektir. Teşvik belgesi alan özel girişimci ise türlü
list görüşleri ve solu reddeden bir plandır... Bu planı AP iktidarının em- borç alma olanaklarından ve pek çok vergi bağışıklıklarından yararlan-
rinde teknik otorite hazırlamıştır” (Cumhuriyet, 22 Haziran 1967, s.7) maktadır(Kongar, 1998, s. 367). Sönmez’e göre,
diyerek, bu konudaki görüşlerini açıklamıştır. Yine AP milletvekili ve “Bu şekilde DPT, uygulama bürokrasisinin en çekişmeli ve, kısa vade-
TBMM Bütçe ve Plan Karma Komisyonu Üyesi olan Cevat Önder de, li çıkar dağıtımı sözkonusu olduğu için, en gergin noktasında konum-
“İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında yer alan karma ekonomi görüşü, landırılıyordu. Bu şekilde uzun vadeli politika üretmek ve bunun gün-
Adalet Partisi Programına, Adalet partisi Seçim Beyannamesine ve De- den güne uygulanmasının koordinasyonunu sağlamak ve bunu yapabil-
mirel Hükümeti Programına tamamen uygundur” (Önder, 1967, s. 75) mek için de bürokratik ‘kazanılmış haklar’ kavgasının dışında kalmak
diyerek, İBYKP’nin niteliği hakkında bilgi vermiştir. Planın uygulan- olanağını kaybediyordu” (Sönmez, 2003, s. 111).
ması yasası ile ilgili olarak Yazman ise, Sönmez’in vurguladığı gibi DPT’nin kurumsal yapısında meydana
“Türkiye’de teşvik edici vergi politikalarıyla gerçekleştirilmek istenen gelen bu değişiklik sonucunda DPT, makro planlar yapmak ve bunların
amaçlardan birisi de ülkenin kullanılmayan üretim faktörlerinin değer- uygulanmasına eğilmek yerine, mikro ölçekli projelerle, şirketlere teş-
lendirilmesidir. Yurdumuzun en önemli atıl üretim faktörü, işgücüdür. vik belgesi verme işlemleriyle uğraşarak uygulamanın içinde boğul-
Sayıları milyonları aşan gizli ve açık işsizlere yeni ve daha çok istih- muştur.108 Karaosmanoğlu ise DPT’nin kurumsal yapısında meydana

126 127
gelen bu değişikliği, de, DPT’nin personel politikasında meydana gelen değişikliktir. Buna
“Teşvik dairesinin DPT’de olması, her şeyden önce planın ciddi bir şe- göre DPT’nin kuruluş dönemi için personel sayısı olarak dar olan an-
kilde uygulamacı daireler tarafından ele alınıp uygulanması prensibini cak etkinliği ve niteliği yüksek bir kurum111 öngörülmüşken, bu yapı
bozuyordu. Ayrıca teşvikle ilgili çalışmaları yapan ve kararı alanlar özellikle 1968’de Teşvik ve Uygulama Dairesinin kurulması ile birlik-
bundan yararlanabilecek bir durumda oldukları zaman aldıkları kararın te değişmeye başlamıştır. Bu sürecin en önemli nedenlerinden biri özel-
objektifliği de tartışmalı olur” (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart likle 1965 yılından sonra uygulanmaya başlanan, personel alımında ya-
2004). pılan objektif kriterlerle oluşturulmuş sınav sisteminin gevşetilmesidir.
biçiminde yorumlamıştır. DPT’nin başlangıçta varolan çekirdek örgüt Personel alımında yapılan sınav sisteminin gevşetilmesi süreci, 1968 yı-
yapısının bozulması ile ilgili olarak Tülin Candır,109 “Teşvik Uygulama lına gelindiğinde (Teşvik ve Uygulama Dairesi’ne yapılan personel
Dairesi’nin DPT’ye bağlanması yanlış bir uygulama oldu. Bu planla- alımlarında) gittikçe hızlanmış ve bu dönemde alınan personel için ya-
mayı uygulamanın içine çekti. Planlamanın uygulamanın içinde olması zılı sınav uygulaması dahi yapılmamıştır. Candır, bu dönemi şöyle de-
da, DPT açısından bazı tavizler verilmesini getirdi” diyerek, bu değişik- ğerlendirmektedir:
liği eleştirmiştir (Candır ile görüşme, 22 Mart 2004). Teşvik ve Uygu- “Evet, o dönemde personel alımında sözlü mülakata son verilmişti. O
lama Dairesi’nin DPT içinde kurulmasıyla ilgili Ergun Türkcan ise güne kadar sınavla eleman alımında çok titiz davranılırdı, titiz seçmeler
“plancılıkta şu prensip vardır, planı yapan uygulamaz. Yani bir örnek olurdu. Ancak 933’e göre özellikle kamu kuruluşlarından buraya ele-
vermek gerekirse, bir inşaatın hem mütahiti hem de kontrolörü olmaz- man alınmaya başlandı. O tabi planlama anlayışında da, planlamanın
sın. Yapılan değişiklik, bu ilkelere aykırıydı” demiştir (Türkcan ile gö- genel hareket tarzında da bir olumsuz etki yaptı” (Candır ile görüşme,
22 Mart 2004).
rüşme, 2 Mart 2004). Teşvik ve Uygulama Dairesi’nin DPT’de olması-
nı eleştiren bir diğer plancı olan Erdoğan Soral,110 “Sanayi Bakanlığın- Bu dönemde DPT personel politikasında yaşanan bir başka deği-
da birtakım adamlar var, yani sanayiyi bilmesi gereken adamlar. Bizde şim de kadrolu çalışanların sayısının hızla azalması ve sözleşmeli per-
ise, nihayetinde Sanayi Bakanlığından gelen birkaç kişi var” diyerek, sonel istihdamının artmasıdır. Buna göre “1960’da %100 olan toplam
teşvik uygulamalarının asıl olarak Sanayi Bakanlığı tarafından yürütül- plancıların içindeki kadrolu plancıların oranı 1964’te %45’e, 1969 yılın-
mesinin uygun olacağını ifade etmiştir (Soral ile görüşme, 3 Mayıs da ise %9.7’ye düşmüştür” (PLANSEN, 1971, s. 30’dan aktaran, Se-
2004). zen, 1999, s. 94). DPT’de personel politikası olarak sözleşmeli istihda-
Özal’ın Müsteşarlığı döneminde görülen bir diğer önemli gelişme mın tercih edilmesi ve sözleşmeli personelin sözlü sınavlarla işe alın-
ması, sonuçta DPT’deki eski plancılar ile yeni işe alınanlar112 arasında
108 Teşvik ve Uygulama Dairesi’nin kurulmasının ardından 1968 yılı programın-
da teşvikler için öncelik ayrılan alanlar gemicilik, inşaat ve projeciliktir. Bu- 111 “Planlamanın ilk kadroları Türkiye’nin en etkin kadroları olduğu için, esasın-
na göre gemicilik alanında yapılan yatırımların %70’inin devlet fonlarından da yalnız iktisadi ve sosyal hayatı değil, belki tüm bürokrasiyi bütünüyle kon-
yararlanabilmesi, inşaat alanında ise devlet içinde yapılan inşaatların özel ke- trol eden, en azından ilk yıllardaki ivmeyle 1970’lere kadar planlama temel re-
simce yürütülmesi ve bunlara teşvik verilmesi öngörülmektedir. Projeciliğe ferans noktasıydı, Türkiye’deki odak noktası oydu” (Türkcan ile görüşme, 2
verilen destek ise, özel proje, müşavirlik ve mühendislik hizmetleri veren bü- Mart 2004).
roların kurulması ve kamu kesiminin ihtiyacı olan projelerin bu bürolarca kar- 112 Bu dönemde DPT’ye katılan kadro, liyakata dayanan bir usul yerine siyasi ve
şılanması şeklindedir (Küçük, 1978, s. 304-305). ideolojik görüş öne çıkarılarak işe alınmıştır. Bu kadro tarafından yürütülen ça-
109 Tülin Candır, DPT’de kuruluşundan (23 Aralık 1960’dan beri) bugüne kadar lışmalarda ise ilginç tartışmalar ortaya çıkmıştır. Buna göre, İBYKP’nin çalış-
(Haziran 2004)çalışan tek plancıdır. maları yapılırken hazırlanan bir raporda geçen “yaratılan katma değerin bir ön-
110 Erdoğan Soral, Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi Başkanlığı kurulduktan ceki yıla göre daha az arttığı” cümlesindeki “yaratmak” kelimesi, “yaratmak
sonra 1978 yılına kadar bu dairenin başkanlığını yapmıştır. Allah’a mahsustur” düşüncesi nedeniyle plandan çıkarılmıştır (Ölçen, 1996,

128 129
bir uyumsuzluğun yaşanmasına sebep olmuştur. DPT içinde yaşanan kan Yardımcısı olarak, Şinasi Orel (ilk DPT Müsteşarı) Milli Eğitim Ba-
bu sorunları Candır, şöyle yorumlamıştır: kanı olarak ve Ayhan Çilingiroğlu (ilk Koordinasyon Dairesi Başkanı)
“Eski plancılarla sonradan gelenler arasında bir uyumsuzluk oldu. Dı- da Sanayi ve Ticaret Bakanı olarak görev almışlardır (Ahmad, 1996, s.
şarıda bir süre çalışmış insanların gelip, sınavla girmiş, belli çalışma- 279). Askeri müdahale ardından yeni kurulan partiler üstü reform hü-
ları yaptıktan sonra uzman olmuş kişilerle aynı statüye sahip olması, kümetiyle birlikte, AP döneminde atanan DPT’nin üst yönetim kadro-
uzman ve uzman yardımcılarını rahatsız etti. Siyasi bir kadrolaşma su görevden alınmıştır. Daha sonra, yeni DPT Müsteşarı’nın belirlenme-
ağırlıklı olunca da, dışardan gelen herkes konusunu en iyi bilen nitelik- si sürecinde Hüsnü Kızılyalı (22 Nisan 1971-24 Mayıs 1971) vekaleten
te insanlar olamadı. Gelişigüzel bir takım seçmeler yapıldı, eleman Müsteşarlık görevini sürdürmüştür. Kızılyalı’nın vekaleten DPT Müste-
alındı; bu da bir rahatsızlık yarattı” (Candır ile görüşme, 22 Mart şarı olduğu bu bir aylık dönemin en önemli özelliği, DPT’nin yaptığı iş-
2004). lemlerin Maliye Bakanlığı müfettişleri tarafından incelenmesidir. Buna
Bu dönemde DPT’de çalışan ilk plancılardan Ali Nejat Ölçen de, göre bir önceki Müsteşar (Turgut Özal) döneminde kurulmuş olan Teş-
sözleşmeli olarak işe alınan bu yeni kadro ile ilgili olarak “hiçbiri ya- vik ve Uygulama dairesi ile ilgili yoksuzluklar olduğu iddiası üzerine,
bancı dil bilmiyor, planlama yöntemleriyle de ilgilenmiş değillerdi ama bu daire ile ilgili kayıtlar incelenmeye başlanmıştır. Ali Nejat Ölçen bu
örgütün yıllanmış uzmanlarından daha yüksek ücretle işe alındılar” vur- dönemi şöyle aktarmaktadır:
gusunu yaparak, bu uygulamayı eleştirmektedir (Ölçen, 1996, s. 209). “Bir gün örgüte Maliye Bakanlığı’ndan müfettişlerin geldiğini işittik.
Sonuç olarak Özal’ın Müsteşarlığı döneminde yaşanan en önemli Bütün işlemlere el kondu. Örgüt dışına giden yazılar müfettişler tara-
iki gelişme, 933 sayılı yasa ile DPT bünyesinde kurulan Teşvik ve Uy- fından inceleniyor, bazı cümlelerin altı kırmızı kalemle çizilip, uzman-
gulama Dairesi ile personel politikasında görülen gevşeme olarak özet- lara geri gönderiliyor ya da uzman müfettişlerin huzuruna çıkıp düşün-
lenebilir. cesinin hesabını veriyordu” (Ölçen, 1996, s. 262).

4.2.5. Hüsnü Kızılyalı dönemi: Ancak sadece Teşvik ve Uygulama Dairesince yapılan işlemlerin
denetlenmesiyle başlayan teftiş süreci, zaman geçtikçe DPT’nin diğer
12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra 26 Mart 1971’de Nihat dairelerinin yaptığı işlemlerin incelenmesini de içine alacak bir şekilde
Erim hükümeti kurulmuş ve kurulan yeni hükümet kendi misyonunu genişlemiş ve bu süreç içinde de DPT atıl bir duruma sürüklenmiştir.
“reform hükümeti” olarak tanımlamıştır (Erim, 1971’den aktaran, Ah-
mad, 1966, s. 277). Tanımlanan bu misyona uygun olarak, kurulan ye- 4.2.6. İkinci Memduh Aytür Dönemi114
ni hükümette Meclis dışından atanan bir çok eski bürokrat yer almıştır. Nihat Erim hükümetinin kuruluşundan itibaren üç ay sonra, 25
Yeni kabinede, DPT’nin ilk plancılarından olan (ilk İktisadi Planlama Mayıs 1971’de DPT Müsteşarı olarak Memduh Aytür atanmıştır. Ay-
Dairesi Başkanı) Atilla Karaosmanoğlu113 ekonomiden sorumlu Başba- tür’ün DPT Müsteşarlığına atanmasından önce, Başbakan Erim tarafın-
dan yeni kurulan hükümette bakan olarak yer almasına çalışılmış, ancak
s. 205).
113 12 Mart 1971 müdahalesi yapıldığı dönemde Dünya Bankası’nda çalışan Ka- sonra basına demeç vermiş "Karaosmanoğlu'nu çağırdım; geliyor" diye. Nihat
raosmanoğlu, Türkiye’ye dönüşünü şöyle anlatmaktadır: “Nihat Erim Bey bir Bey bana bir takım reformlar yapmak istediklerini ve bu reformları da benim
sabah saat 5:30'da telefonla aradı ve Türkiye'ye gelmemi istedi. Benim milli formüle edebileceğimi söyledi. Benim reformları formüle etmemi ve kendisi-
eğitim bakanı olmamı istiyordu. Ben kendisine milli eğitim bakanlığı için ye- nin de kabineye bakan olarak alacağı kimselere de yazılan reformun ana hat-
terli hazırlığım olmadığını ve zaten siyasete de girmeyi düşünmediğimi söyle- larını okutacağını söyledi. "Kabul ederlerse bakan olacaklar" dedi ve hakika-
dim. Israr ederek reformcu bir hükümet kurmak istediklerini söyleyince ben ten öyle yaptı” (Sabah, 19 Mart 2001).
de, "Bari hükümet programının hazırlanması için geleyim" dedim. Bir hafta 114 Memduh Aytür’ün ikinci DPT Müsteşarlığı dönemi, 24 Mayıs 1971 ile 21
kalıp dönmek üzere Türkiye'ye gittim. Ancak Nihat Bey telefonu kapattıktan Aralık 1972 tarihleri arasındadır (DPT, 2000, s. 20).

130 131
Aytür bu görevi kabul etmemiştir (Bener, 1991, s. 217). Aytür’ün DPT dönemde yapılan bir diğer değişiklik de DPT bünyesinde Kalkınmada
Müsteşarı olarak atanmasıyla ilgili, dönemin Başbakan Yardımcısı Ka- Öncelikli Yöreler Daire Başkanlığının kurulmasıdır. Buna göre yeni ku-
raosmanoğlu şunları söylemektedir: rulan bu dairenin başkanlığına da Erdoğan Soral getirilmiştir. Bu ekip
“… daha sonra, oldukça çekinerek, Nihat Beye, acaba Planlama Müs- değişikliği sonrasında başlayan çalışmalar, 1972’nin yaz aylarında ta-
teşarlığını kabul eder mi, diye sözünü ettim. ‘Bir konuş, kabul ederse mamlanmış ve ÜBYKP 18 Ekim 1972’de Meclis gündemine gelmiştir
ben de kabul ederim, yani bence de uygun’ dedi… Nihat Beyin, teklif (Gonca, 1988, s. 524).
et bakalım kabul eder mi, demesi düşündürücüydü… Bunda, hükümet- ÜBYKP, siyasal istikrarsızlığın yaşandığı ve askeri müdahalenin
te görev alması teklif edilip de onun bunu kabul etmemesinden doğan ardından kurulan hükümetlerin sürekliliğinin olmadığı bir atmosferde
bir çekingenlik ya da kırgınlık rol almış olabilir. Ancak, Memduh Bey hazırlanmıştır. 12 Mart müdahalesinden hemen sonra, 26 Mart 1971’de
planlamayı kabul ettiği zaman Nihat Bey de hayli memnun oldu” (ak-
kurulan I. Nihat Erim hükümeti, hükümet programında yer alan reform-
taran, Bener, 1991, s. 216).
ların yerine getirilemeyeceği anlaşılınca 5 Aralık 1971’de onbir reform
Aytür’ün DPT Müsteşarlığı’na atanmasını, o dönem DPT’de uz- yanlısı Bakan’ın116 istifasının ardından, 11 Aralık 1971’de son bulmuş-
man olarak çalışan Hikmet Çetin ise, şöyle anlatmaktadır: tur. Bunun hemen ardından kurulan II. Nihat Erim hükümeti ise yine
“Sayın Nihat Erim Başbakan, Sayın Karaosmanoğlu Başbakan Yar- uzun sürmemiş ve 22 Ocak 1972’de son bulmuştur. Daha sonra kuru-
dımcısı ve Planlamaya müsteşar aranıyor. Ben o dönem Karaosmanoğ- lan Ferit Melen hükümetinin ömrü ise onbir ay olmuş, ancak bu kısa
lu’na yardım eden, planlamada sadece uzmanlık görevini yürüten bir sürede ÜBYKP son halini alması tamamlanmış ve plan görüşülmek
kişiydim. Bir türlü, planı alıp götürecek bir müsteşar üzerinde görüş üzere Meclis’e sunulmuştur. ÜBYKP’nin hazırlanışı sürecinde üç hü-
birliğine varılamıyordu… bir gün Sayın Karaosmanoğlu bana, Mem- kümetin değişmesiyle yaşanan bu istikrarsız dönemde varolan bir baş-
duh Beyi telefonla bulup rica edebilir misin, dedi. Kendisiyle görüşül- ka problem de, hükümetlerin askeri müdahale ortamında kurulması ne-
dü… zamanın Başbakanıyla da konuşuldu ve Memduh bey, Planlama deniyle hiçbirinin arkasında ciddi bir Meclis desteğinin olmamasıdır.
Müsteşarlığını kabul etti” (aktaran, Bener, 1991, s. 220). Kurulan hükümetlerin bu niteliği, özellikle plan Meclis’te görüşülür-
Aytür’ün Müsteşarlığı dönemindeki en önemli gelişme, Üçüncü ken öne çıkmış ve önceki dönemlerde hiç görülmeyen bir şekilde, plan
Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (ÜBYKP) hazırlanması ile ilgili yürütü- hükümetin iradesinin aksi yönünde yapılan tekliflerce değiştirilmiştir.
len çalışmalardır. Bu çerçevede Aytür öncelikle ÜBYKP’nin hazırlan- Bu bağlamda ÜBYKP ile ilgili Meclis görüşmelerinde plan öncelikle
ması için DPT’nin mevcut yönetim kadrosunu değiştirmiş115 ve yeni AP tarafından eleştirilmiştir. AP Grubunun görüşlerini açıklayan Prof.
oluşturulan bir ekiple çalışmalara başlanmıştır. Buna göre İktisadi Orhan Oğuz, çeşitli yönlerden olumsuz buldukları planı, 1973’te iktida-
Planlama Dairesi Başkanlığına Doğan Kayran’ın yerine Hikmet Çetin,
Sosyal Planlama Dairesinin Başkanlığına Nevzat Yançıntaş’ın yerine 116 İstifa eden reform yanlısı bakanlardan biri olan Karaosmanoğlu, bu olayı şöy-
Şadi Cindoruk ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığına da Ekrem Cey- le anlatmıştır: “Ayrılmamın nedeni, büyük ölçüde öngörülen değişikliklerin,
reformların yapılmadığı ve durumun bir aldatmacadan ibaret olduğunun orta-
hun’un yerine Kamuran Baydur getirilmiştir (DPT, 1990, s. 23-24). Bu
ya çıkmasıydı. Ben zaten istifa mektubumu daha önceden hazırlamıştım, arka-
daşlara ayıp olmasın diye onlara haber verdim. Arkadaşlar, biz de istifa ede-
115 Aytür döneminde İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığına getirilen Hikmet Çe ceğiz, yalnız istifa mektubunun bazı noktalarını değiştirelim, biraz fazla sert
tin, üçüncü planın hazırlanması öncesinde yapılan kadro değişikliğini şöyle yazmışsın dediler. Onun üzerine mektubu onlara bıraktım. Onlar bazı değişik-
değerlendirmektedir: “Memduh Bey, ikinci kez Planlamanın başına geldiğin- likler yaptıktan sonra mektubun orjinalini yok etmişler. Orada, sonradan ya-
de, Planlama Teşkilatı, kadrosuyla, yönetim biçimiyle, üçüncü beş yıllık planı yınlanan metinde olmayan, o dönem yapılan gözaltıları ve sıkıyönetim uygula-
yapabilecek noktada değildi. İcranın içine çok fazla girilmişti, çok dağınıktı” malarını ciddi bir biçimde eleştirmiştim” (Karaosmanoğlu ile görüşme, 26
(aktaran, Bener, 1991, s. 227). Mart 2004).

132 133
ra gelirlerse değiştireceklerini söylemiştir: çalıştığı, plana dönük bir kadro oluşturduğu için üzerine birtakım şim-
şekleri çekti. Bunları büyük bir cesaretle göğüsledi. Bizler onun saye-
“Milletin hür iradesiyle ve serbest seçimlerle işbaşına gelecek siyasi
sinde yerimizde kalabildik” (aktaran, Bener, 1991, s. 231).
iktidarlar milletin vereceği direktif istikametinde şüphesiz bu planı bir
çok noktalarından revize edecektir. Yüce milletimiz 1973 seçimlerin- DPT açısından zor bir sürecin yaşandığı bu dönemde, ÜBYKP’nin
de teveccühünü esirgemez ve yetki verirse, irade ve kararına sunacağı- Meclis görüşmelerinin sonuna gelinmiş ve planda yer alan çerçeve,
mız görüşlerimiz istikametinde planda değişiklikler yapmayı şimdiden AP’li üyelerce verilen değişiklik önergeleriyle özel sektörün lehine bir
arz ve ifade ediyoruz” (Cumhuriyet, 19 Ekim 1972, s. 9). şekilde değiştirilmiştir (Cumhuriyet, 21 Ekim 1972, s. 1). Buna göre
Meclis’teki ÜBYKP ile ilgili yapılan oturumlarda CHP adına gö- planda yapılan en önemli değişikler şunlardır:
rüşlerini açıklayan Bülent Ecevit ise, yaptığı konuşmada üçüncü planın 1. “Stratejik madenlerin kamu tekeline alınacağını öngören plan hük-
temel politikalarını eleştirmiştir. Ecevit, üçüncü planın amaçlarını “sos- mü AP ve DP’lilerin oylarıyla plandan çıkarılmıştır.
yal adaletin bilinmeyen bir zamana ertelenmesi pahasına, geniş halk 2. Petro-Kimya komplekslerinin sadece devlet tekelinde tutulmasını
topluluklarının yoksulluğu pahasına kalkınma” olarak değerlendirerek, öngören plan hükmü de değiştirilmiş, bu sektör de özel sektöre
planın çeşitli çıkar çevrelerinin etkisinde kalınarak hazırlandığını belir- açık tutulmuştur.
miştir. Ecevit’e göre ÜBYKP’nin talihsizliği, 3. Deniz Yolları yolcu taşımacılığını Denizcilik Bankası yanında özel
“… halkın etkisinin çok az olduğu, buna karşılık ekonomik bakımdan sektörün de yapmasını sağlayan değişiklik önergesi de yine AP ve
güçlü bazı çıkar çevrelerinin etkisinin, yönetim üzerinde ağırlığını art- DP oylarıyla kabul edilmiştir” (Cumhuriyet, 26 Ekim 1972, s. 9).
tırdığı bir dönemde hazırlanmış olmasıdır… Bu planda halk adeta bir Yapılan değişikliklerden sonra planın oylanmasına gelindiğinde
yana itilmiştir. Her şeye dar bir ekonomizm çerçevesinden bakılmıştır. ise, CHP başkanı Ecevit,
İnsanın sosyal bir varlık olduğu … adeta unutuluştur” (Cumhuriyet, 20
Ekim 1972, s. 9). “… Parlamentonun etkinliğinin azaldığı meydana çıkıyor. Güçlü eko-
nomik çevrelerin etkinliğinin arttığı söyleniyor. Bu hava içinde gerçek
12 Mart sonrası kurulan hükümetlerin Meclis desteğinin olmayışı, reform yapılamayacağı kanısını taşıyoruz… Şimdi, gerçek bir toprak
yukarıda da belirtildiği gibi, hem ortaya konan reform iddialarının yeri- reformunun çıkması beklenemez. Çünkü bu, Plana aykırı olur… Dev-
ne getirilememesine neden olmuş, hem de plan görüşmeleri sırasında let Planlama Teşkilatının iyi niyetli uzmanlarının hazırladığı bu Planın,
planın, hükümetin iradesinin dışında değiştirilmesine yol açmıştır. Ger- bu şekle dönüştürülmüş olmasından onların duyduğu üzüntüyü de
çekten de yaşanan siyasal istikrarsızlıklar üçüncü plan döneminde Mec- paylaşıyoruz. Bu Plana kırmızı oy vereceğiz” (Cumhuriyet, 27 Ekim
lis tartışmalarına yansımış ve partilerin hiçbiri planı desteklememişler- 1972, s. 9).
dir. Bunun bir sonucu olarak da Meclis görüşmeleri sırasında planda diyerek, planın kabul edilmez bir hale geldiğini ifade etmiştir. AP lide-
ciddi değişiklikler yapılmıştır. Meclis’te süren bu tartışmalar süresince ri Demirel ise yapılan değişikliklerle birlikte, “Hükümet, orta yolu se-
ise DPT’nin üzerinde ciddi bir baskı oluşmuş ve planı hazırlayan kad- çerek bize yaklaştı” diyerek, memnuniyetini belirtmiştir (Cumhuriyet,
ro sert eleştirilere muhatap olmuştur. DPT açısından sıkıntılı geçen bu 27 Ekim 1972, s. 1). Sonuçta yapılan oylamada AP, MGP ve CP’nin
süreci, dönemin İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Çetin, şöyle değer- olumlu; CHP ile DP’nin olumsuz oyları ile ÜBYKP Meclis tarafından
lendirmektedir: kabul edilmiştir. ÜBYKP’nin, AP’nin tercihlerince değiştirilmiş hali-
“O dönemde özellikle sağ basından planlamaya yerli yersiz hücumlar nin kabulünden sonra ise CHP, “Plan’daki değişikliklerden sonra re-
yöneltiliyordu. O dönemin kadrosu hep planlamanın içinden yetişmiş form adı altında alınacak tedbirlerin, reform sayılamayacak kadar yoz-
kişilerden oluşuyordu, dışarıdan getirilmiş kimse yoktu. Ama Mem- laştığı” gerekçesi ile hükümetteki bakanlarını çekmiştir (Cumhuriyet, 6
duh Bey, geldiğinde, planlamaya olması gereken kişiliğini vermeye Kasım 1972, s. 1).

134 135
DPT Müsteşarı Memduh Aytür ÜBYKP’nin kabulünün ardından Cantürk döneminin önemli bir özelliği, siyasal yapıda mevcut olan
görevden ayrılmıştır. Aytür’ün görevinden ayrılmasında, yaklaşan 1973 istikrarsızlık sürecinin devam etmiş olmasıdır. Buna göre Cantürk’ün
seçimlerinde AP’nin tekrar iktidara geleceği beklentisi büyük rol oyna- DPT Müsteşarlığı döneminde iktidarda olan Ferit Melen hükümeti Ni-
mıştır. İlgili kısımda değinildiği gibi 1965 seçimlerinin ardından AP’nin san 1973’de istifa etmiş ve daha sonra 15 Nisan’da kurulan Naim Talu
iktidara gelmesiyle Başbakan olan Demirel’in, Aytür’ün görev süresini hükümeti ile Ekim 1973 seçimlerine gidilmiştir. Seçimlerde beklenenin
uzatmaması sonucunda, Aytür DPT Müsteşarlığında ayrılmak zorunda üstünde oy alan CHP ile MSP’nin kurduğu koalisyon hükümeti sadece
kalmıştır. Aytür, bu dönemde aynı olayın tekrar yaşanmaması düşünce- 10 ay sürebilmiş (26 Ocak 1974-17 Kasım 1974) ve ardından (özellik-
siyle, 21 Kasım 1972’de görevinden ayrılmıştır. Aytür’ün görevden ay- le CHP’nin Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle oluşan toplumsal desteği
rılışını Bener, şöyle yorumlamıştır: sandığa yansıtmak düşüncesi ile) koalisyon bozulmuştur. 10 ay süren
“Askerler dolaylı iktidarlarını bıraktıktan sonra seçimle gelecek yeni CHP-MSP koalisyonunun ardından seçimlere gidileceği beklentisiyle,
hükümetin, Süleyman Demirel Başkanlığında yeni bir Adalet Partisi güvenoyu almadan kurulan Sadi Irmak hükümeti ise sadece 4 ay süre-
hükümeti olacağından kimsenin kuşkusu yoktu o sıralar. Demirel’in bilmiş (17 Kasım 1974-31 Mart 1975) ve ardından istifa etmiştir. Daha
Planlama Müsteşarlığında onunla [Aytür’le] yeniden karşılaşmak iste- sonra ise AP’nin Meclis’teki diğer küçük partileri (MSP, MHP, DP,
meyeceği de muhakkaktı. Aytür’ün uzakgörüşlü arkadaşları, onun bir CGP), eğer seçimlere gidilirse tekrar Meclis’e giremeyeceklerine ikna
kez daha hor görülebilecek bir şekilde harcanmasını önlemek kararın- etmesinin sonucunda, I. Milli Cephe (I. MC) hükümeti olarak da adlan-
dadırlar. Seçimlerden bir yıl kadar önce, 1972 Kasımında, onu Büyü- dırılan AP-MHP-MSP-CGP koalisyonu (31 Mart 1975-21 Haziran
kelçi unvanıyla Paris’e, OECD nezdindeki Türk Daimi Temsilciliğine 1977) kurulmuştur (Milliyet, 1 Nisan 1975, s. 1). I. MC hükümetinin
atadılar. Böylece hem onu onurlandırmışlardı, hem de ondan kurtul- 27 ay süren iktidarından sonra ise Haziran 1977 seçimleri yapılmış ve
muşlardı” (Bener, 1991, s. 251).
seçimler CHP’nin oylarını yükseltmesiyle sonuçlanmıştır.118 Seçimler-
4.2.7. Kemal Cantürk Dönemi:117 den sonra hükümet kuran CHP (21 Haziran 1977-21 Temmuz 1977) 1
Aytür’ün 25 Kasım 1972’de görevinden ayrılmasından bir ay son- ay sonra istifa etmek zorunda kalmış119 ve hemen ardından II. Milli
ra, 22 Aralık 1972’de DPT Müsteşarı olarak Kemal Cantürk atanmıştır. Cephe hükümeti (II.MC), yani AP-MHP-MSP koalisyonu kurulmuş-
Ancak ÜBYKP’nin Meclis’te kabul edilmesi döneminde hiçbir parti- tur(Cumhuriyet, 22 Temmuz 1977, s. 1).
nin planı benimsememesi, Kemal Cantürk döneminde planın uygulan- Yukarıda çok kısa bir şekilde özetlenen 1972-1977 yılı arasında ku-
ması ve de DPT’nin etkinliği konusunda ciddi kuşkular doğmasına ne- rulan hükümetler döneminde, DPT Müsteşarı olarak Kemal Cantürk
den olmuştur. Bu dönemde Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferansı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle Cantürk’ün Müsteşarlığı döneminde
Heyeti tarafından düzenlenen, “Uzun dönemli plan stratejisi ve Üçün- yedi farklı hükümet kurulmuş, buna rağmen DPT Müsteşarı değişme-
cü Beş Yıllık Plan” konulu seminerde ÜBYKP tartışılmış ve seminere miş ve önceki dönemlerde görülen DPT-siyasal iktidar çatışması asga-
katılan DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Hikmet Çetin, plan stra- ri düzeye inmiştir. DPT Müsteşarının, oldukça istikrarsız bir siyasal at-
tejisinin yapısal çelişkiler taşıdığını ve hazırlanan planın, “bir belge ol- mosferin bulunduğu bu beş yıl boyunca değişmemesi, 1960-1980 ara-
ma niteliğinden öteye gidemeyeceğini” ifade etmiştir. Böylece Çetin’in sındaki DPT-siyasal iktidar ilişkileri açısından oldukça sıra dışı bir ol-
açıklamalarından, ÜBYKP’nin kabulünün üstünden daha bir ay geçme- 118 Seçim sonuçları şöyledir: CHP: %41, 213 sandalye; AP: %35 189 sandalye;
den, planın uygulanamayacağı ortaya çıkmıştır (Cumhuriyet, 12 Aralık MSP: %8.5, 24 sandalye; MHP: %6.4 16 sandalye (Cumhuriyet, 8 Haziran
1972, s. 9). 1977, s. 1).
119 Ecevit hükümeti güven oyu alamadığı için istifa etmiştir. Güven oylaması şöy
117 Kemal Cantürk, 22 Aralık 1972 ile 21 Ekim 1977 tarihleri arasında DPT Müs- le sonuçlanmıştır: Evet: 217, Hayır: 229, Çekimser: 2 (Cumhuriyet, 4 Tem-
teşarlığı görevini sürdürmüştür (DPT, 2000, s. 21). muz 1977, s. 1).

136 137
gudur. Cantürk, kendi döneminde DPT’de yaşananları şöyle anlatmak- DPT’nin bu pasif konumu, DPT İktisadi Planlama Dairesi eski
tadır: Başkanı Besim Üstünel’in başlattığı bir tartışmaya konu olmuş ve
“Şimdi ben planlamaya tayin edildiğim zaman… bakın dedim, burada DPT’den Coşkun Ürünlü ile Milliyet gazetesinden Ali Gevgili de bu
hepiniz uzmansınız, benim görevim her uzmanın en iyi şartlarda en iyi tartışmaya katılmıştır. Buna göre Besim Üstünel, Milliyet gazetesinde
fikirleri üretmesini sağlamak. Ben sizi seyredeceğim, fikir üretmeniz- yayınlanan “Ekonomik Durum ve Gelişme Yönleri” makalesinde, 1974
de sizi sıkan noktalar varsa onları önlemeye çalışacağım. Benim fonk- yılını değerlendirirken, “‘Planlama’nın etkin bir politika aracı haline ge-
siyonum bu diyerek, gayet anlayış içersinde vakit geçirdim. Ama bü- tirilemediğini, DPT’nin itildiği pasif durumdan kurtarılamadığını ve tü-
tün işleri takip ediyorum, kim ne yapıyor, ne ediyor hepsinin farkında- müyle ekonomiyi ‘ciddi bir plan disiplini’ içine alma çabalarının başa-
yım ama belli etmiyordum. O sırada biz planlama olarak her işe karı- rıya ulaşamadığını” belirterek, bu dönemde DPT’nin “kış uykusuna”
şıyorduk. Karışıyorduk yalnız, karışırken yol gösteriyorduk. Tüm ba- girdiğini ifade etmiştir (Milliyet, 5 Ocak 1975, s. 2). Bunun üzerine Ali
kanlarla irtibatımız vardı. Onun için her şeyi tatlılıkla hem arkadaşlar Gevgili, yine Milliyet gazetesinde yayınlanan “Neden Üstünde Sessiz-
arasında birbirimize anlatıyorduk, hem de idarelerle münasebetimiz
lik Dolaşıyor Planlamanın” isimli köşe yazısında,
öyle yürüyordu” (Cantürk ile görüşme, 4 Mayıs 2004).
“Türk Toplumu, Başbakan Yardımcısı Zeyyat Baykara’nın duyuruları
Kemal Cantürk’ün DPT Müsteşarlığı döneminin bir diğer özelliği
olmasaydı, 1975 yılı programının açıklandığını belki de sezmeyecekti
de, bu dönemde DPT’nin atıl duruma gelişi ve planın uygulanması sü- bile… Planlı kalkınma denemeleri yönünden bu dramatik bir olaydır.
recindeki pasif tutumudur. Bu durumla ilgili Türel şu değerlendirmele- İlk Türk planları alt üst ederdi toplumun çeşitli kesimlerini. Her yeni
ri yapmaktadır: yıllık kalkınma programı ile, bir başka büyük gelişme olurdu” (Milli-
“Kemal Cantürk, esas itibariyle, DPT ve hükümet ilişkilerini sıcak tut- yet, 9 Ocak 1975, s. 9).
mak isteyen bir bürokrattı. Hazine kökenliydi ve Hazine ve Merkez yorumunu yapmaktadır. Gevgili, Türkiye’de planlı kalkınmanın başla-
Bankası ile yakın ilişkileri vardı. Sivri ve köşeli projelere katılarak, dığı 1960’lardan 1975’e gelindiğinde, ekonomik anlamda bir çok geliş-
kendisini antipatik hale getirmek istemiyordu. Aykırı ve ters şeyler me yaşanmasına rağmen, DPT’nin bu dönemde derin bir sessizliğe bü-
söyleyen bir Müsteşar olmaktansa, “vaziyeti idare eden” bir Müsteşar ründüğünü ifade ederek, yazısının devamında bu durumu “birey ve yı-
olmayı tercih etti Kemal Cantürk. Temel algılayışı itibariyle, Adalet ğın olarak ‘toplumsal insan’ın sahnenin dışında kaldığı bir yerde, elbet,
Partisine ve Süleyman Demirel’e oldukça yakın bir kişi olduğu için,
ancak derin bir sessizlik olur. En sonunda, nitelik ve nicelik olarak, her
hiç kimse onu görevden almayı düşünmedi. Yani siyasi otoriteden “Bu
işi şöyle yapalım” diye bir telkin geldiğinde, ona uymakta büyük ra-
şeyin, planlar, programlar, sayfalar arasında donup kalacağı bir başka
hatsızlığı olmadı. “Ben bunu yapamam, benim algıladığım iktisadi ge- bunalım doğar” biçiminde yorumlamaktadır (Milliyet, 9 Ocak 1975, s.
lişme modeli budur” deyip, görevden ayrılacak bir bürokrat değildi. 9).
Buna somut olarak şöyle bir örnek verebilirim: Milliyet gazetesinde yayınlanan bu iki yazıdan sonra başlayan tar-
1974 programı hazırlanacak. 1974 programı yeni bir iktidarın programı tışmaya, DPT’nin içinden de yanıt gelmiş ve Coşkun Ürünlü yazdığı bir
olmak durumunda. O dönemde şöyle bir görüşle ortaya çıktı Kemal makale ile tartışmaya katılmıştır. Ürünlü “Planlamanın Kış Uykusu” ad-
Cantürk: “Hükümet değişti ama 1974 programını değiştirmeye ihtiyaç lı makalesinde, DPT’nin pasif tutumunun başlangıcını açıklarken, 12
yok, aynı programı uygularız”. Şimdi olacak iş mi, yıllık program ya- Mart 1971 müdahalesini ve bundan sonra da kronik hale gelen siyasal
pıyorsunuz, daha önceki ara rejim iktidarları gitmiş, başka öncelikleri istikrarsızlık atmosferini vurgulamaktadır. Ürünlü’ye göre, “bürokrasi-
olan yeni bir siyasi iktidar var ve siz diyorsunuz ki “fark etmez, bu giy-
nin en çağdaş yapıdaki kanadını temsil eden Planlama ise bu durumdan
si ona da buna da uyar”. Bu örnek, Kemal Cantürk’ün iktisadi planla-
ma ve iktisat politikasına bakışını simgeleyen çok somut bir olay” (Tü-
en kesin ve yıkıcı darbeyi ilk yiyen kurum olmuştur”. Ürünlü makale-
rel ile görüşme, 4 Mayıs 2004). sinin devamında ise, DPT’nin atıl duruma düşmesinin nedenlerini şöy-

138 139
le açıklamıştır: denle de DPT, DBYKP çalışmalarına başlayamamıştır. Ancak hükümet
1. DPT’de çalışan “seçkin uzmanlar kitlesinin” özlük haklarında kı- ile IMF arasında yapılan görüşmelerde, “dış borç koşullarının plana
sıntılar yapılmış ve “uzmanlar, Sosyal Devlet içinde en fazla ada- bağlanması üzerine ikinci cephe hükümeti DPT’ye emir vererek ‘bir
letsiz kişisel haklar düzeyindeki bireyler haline getirilmişlerdir.” hafta içinde plan hazırlanması’121 isteğinde bulunmuştur” (Cumhuriyet,
2. Kalkınma planları, kamu yararı gözetilerek değil; “yatırımları piya- 11 Ekim 1977, s. 11). IMF-hükümet ilişkilerinin sıkıştığı ve hükümetin
sa güçlerine göre yöneltmenin en iyi olduğuna dair doğmalara sa- DPT üzerinde baskı kurduğu bu ortamda DPT Müsteşarlığında değişik-
hip kişilerin iradesi altında” hazırlanmıştır. lik olmuş, DPT Müsteşarlığını 1972’den bu yana beş yıldır sürdüren
3. “Tutucu bürokrasi para, kredi, fiyat politikalarını her geçen gün de- Kemal Cantürk görevden ayrılmıştır. Cantürk, DPT Müsteşarlığından
ğiştirerek, hem planları ifna etmiş hem de planlamanın ana fonksi- ayrılmasını,
yonlarını azalttırmıştır”. “Dördüncü plan hazırlanırken, 1977’nin Ağustos ayı geldi, plan yok or-
4. Üçüncü Planın revize edilmesi ihtiyaç halini almış, ancak siyasal tada hala. Hükümetin arasında anlaşmazlık vardı. Erbakan plan yapılır-
iktidar boşluğu nedeniyle gerçekleştirilememiştir. ken tutturdu “manevi kalkınma “diye. Tabi diğer hükümet ortakları bu-
5. DPT’de “12 Mart 1971 kadrosu olarak oluşan bir klik yönetimi, na karşı çıktı. Ben de Demirel’e gittim ve durumu söyledim, o merak
bütün hükümetler gelip geçmesine rağmen, her hükümetle de gö- etme dedi. Tam o arada senatör seçimleri vardı, ben de Müsteşarlıktan
rev yapabilecek esnek bir yapıda olduğunu ispatlamıştır.” Bunun ayrıldım ve büyük bir yükten kurtuldum” (Cantürk ile görüşme, 4 Ma-
sonucunda ise, DPT içindeki “fikir alış verişi, özgür tartışma orta- yıs 2004).
mı yerini karanlığa bırakmış, tek bir görüş, tek bir davranış, tek bir diyerek açıklamaktadır.
uygun oluş, tek bir otoriteye bağlanış ana kural haline gelmiştir.”
4.2.8. Mustafa Ernam Dönemi:
6. DPT çalışanları üzerinde varolan, sözleşmelerinin feshi veya üc-
retlerinin arttırılmaması gibi baskılar sonucunda Planlamada, “sus- Cantürk’ün görevden ayrılmasından sonra, Mustafa Ernam DPT
kunluk ve ürkeklik atmosferin hakim unsuru olmuştur” (Ürünlü, Müsteşarlığına vekaleten atanmıştır. Ernam’ın iki buçuk ay süren Müs-
1975, s. 3-4). teşar vekilliği dönemi (8 Kasım 1977-17 Ocak 1978), DBYKP’nin ha-
Kemal Cantürk’ün Müsteşarlığı döneminde, diğer dönemlerden zırlanması açısından kritik bir süreçtir. Dönemin İktisadi Planlama Da-
farklı olarak görülen DPT’deki sessizlik durumu, 1977 yılının sonlarına iresi Başkanı Çetin DBYKP ile ilgili şunları söylemiştir:
doğru yavaş yavaş ortadan kalkmıştır. 1977 yılı, üçüncü beş yıllık plan “Bütçe tasarısının en geç 30 kasım tarihine kadar Türkiye Büyük Mil-
döneminin sonu olması ve bir sonraki beş yıllık planın hazırlık çalışma- let Meclisine sunulması anayasal zorunluluk olduğuna göre 1978 Yılı
larının tamamlanması gerektiği için önemli gelişmelerin yaşandığı bir
yıl olmuştur. Ayrıca 1977 yılı, içe yönelik birikim modelinin sonuna 120 Ürünlü’ye göre koalisyon ortakları arasındaki uyuşmazlıklar, “siyasal iktidar
yaklaşıldığının ilk belirtileri olan döviz darboğazı ve buna bağlı olarak sahiplerinin vurguladıkları önceliklerin farklılığından ileri gelmektedir”. Koa-
artan dış borçlanmayla, kriz atmosferinin hakim olduğu bir dönemin lisyon ortaklarından MSP “manevî plan”, AP “kapitalizmin sömürü temelleri-
başlangıcını işaret etmektedir. DPT açısından bu yıl yaşanan en önemli ni güçlendirecek plan”, MHP ise “ulusal toplumcu plan” istemektedir. “Bun-
olay ise, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (DBYPK) ve 1978 yı- dan ötürü de ülkenin somut koşullarına uyum gösteren, sorunlarına çözüm ge-
lı programının Kasım ayına kadar hazırlanmış olması gerekliliğine kar- tiren, gerçekçi ve bilimsel nitelikte öze sahip bir plan temel stratejisi oluştu-
rulamamaktadır” (Cumhuriyet, 14 Ağustos 1976, s. 2).
şın, daha plan stratejisinin bile ortada olmamasıdır. Buna göre II. MC 121 Bu kısa sürede beş yıllık planın bir hafta içinde hazırlanmasının teknik olarak
hükümetinin koalisyon ortakları arasında varolan uyuşmazlıklar nede- imkansız olmasına rağmen, “planla ilgili çalışmaların gecikmesi, IMF’nin ise,
niyle120 “plan hedefleri ve stratejisi” belgesi hazırlanamamış ve bu ne- ‘borç vermek için planı görmek’ istemesi” üzerine, hükümet DPT’ye planı bi-
tirmesi için baskı yapmıştır (Cumhuriyet, 11 Ekim 1977, s.11).

140 141
Programının bu tarihten önce hazırlanması, yasal açıdan gereklidir. An- plancıları atarken, atılan yöneticilere ‘toplantıda bulunmalarının gerek-
cak ortada Dördüncü Beş Yıllık Plan bulunmadığına göre 1978 yılı siz olduğunu bildirmiş’ ve toplantıyı terk etmelerini istemiştir” (Cum-
programı yasal dayanaktan yoksun olmaktadır. Bir yandan hükümetin huriyet, 13 Kasım 1977, s. 9).
kendi içindeki uyumsuzluğu öte yandan meclisin çalışma ortamına gi-
Gergin bir şekilde başlayan YPK toplantıları sürerken ilginç bir
rememesi; plan, yıllık program ve bütçe açısından giderilmesi güç so-
runlar yaratmaktadır” (Cumhuriyet, 31 Ekim 1977, s. 2). olay daha yaşanmış; YPK’da tartışılmak üzere sunulan plan stratejisi-
nin DPT tarafından hazırlanmadığı ortaya çıkmıştır( Cumhuriyet, 14 Ka-
Çetin’in de ifade ettiği gibi, DPT’nin görevlerini düzenleyen 91 sım 1977, s. 9). Ancak sonunda hükümet üyelerinin üzerinde anlaştığı
sayılı yasaya göre,122 bütçeler yıllık programlara göre, yıllık programlar bir “Hedef ve Stratejisi” belgesi, 16 Kasım 1977’de Bakanlar Kurulu
da beş yıllık planlara göre hazırlanmak zorundadır. Ancak 1977 yılının kararı ile yürürlüğe konmuştur (Sezen 1999, s. 100). Bundan sonraki
Ekim ayına gelindiğinde Plan-Program-Bütçe düzeni uygulanamaya- süreçte ise, bütçe tasarısının en geç 30 Kasım’da Meclis’e sunulması
cak bir noktaya gelmiştir. DPT’nin DBYKP’yi hazırlayamamasının ne- için DPT’den, kalan ondört gün içinde hem DBYKP’yi, hem de 1978
deni ise hükümetin “Hedef ve Strateji” belgesini onaylamamış olması, yılı programını hazırlaması istenmiştir.
yani hükümetin planın hedef ve stratejisini belirlememiş olmasıdır.
Bütçe tasarısının Meclis’ten çıkması gereken tarih olan 30 Kasım’a
DPT yetkililerinin, bu durumu çeşitli zamanlarda hükümete yansıtma-
yaklaşıldığında ise DPT’nin üzerindeki baskılar gittikçe çoğalmıştır.
larına rağmen, hükümetten hiçbir emir ya da tepki gelmemesi sonucun-
Buna göre DPT Müsteşar vekili Mustafa Ernam, 27 Kasım saat 16’da
da, hükümet varolan bu sıkışık durumu aşmak için, “1973 yılından bu
bir genelge yayınlayarak kalkınma planı metninin 28 Kasım saat 12’ye
yana uygulanmakta olan üçüncü beş yıllık kalkınma planı hedeflerine
kadar kendisine ulaştırılmasını istemiştir. Yayınlanan genelgede, Daire
dayanarak ‘bir yıllık geçiş planı’ uygulamak amacıyla meclisten bu yol-
Başkanları ve Şube Müdürleri devreden çıkarılmış, uzmanlardan doğru-
da yetki isteyen bir yasa tasarısı hazırlamıştır” (Cumhuriyet, 9 Kasım
dan Müsteşar vekili Ernam ile ilişki kurmaları istenmiştir. DPT çalışan-
1977, s. 9).
ları ise bu durumu şöyle yorumlamaktadırlar:
12-16 Kasım 1977 tarihinde yapılan YPK toplantıları ise, DPT’nin
üzerindeki baskıların arttığı bir dönem olmuştur. Buna göre DPT Sosyal “Önce program hazırlandı. Ama ortada bu programın dayalı olduğu
plan yoktu. Şimdi plan hazırlamamız isteniyor, ama bu kez de progra-
Planlama Dairesi Başkanı İcen Börtücene “YPK toplantısına girmesi-
mın [planın] dayalı olması gerektiği plan stratejisi ortada yok. Bakan-
nin engellenmesi amacıyla” 11 Kasım’da görevinden alınmıştır (Cum- lar Kurulu daha stratejiyi kabul edip bize vermedi. Neresinden bakılır-
huriyet, 12 Kasım 1977, s. 9). DPT içinde Börtücene’nin görevden alın- sa yasalara aykırı bir durum var. Ancak hükümet şimdi 30 kasımda
masıyla birlikte artan huzursuzluk, bazı DPT yöneticilerinin YPK top- Meclise plan adı altında bir metin sunma çabası içinde ve doğal olarak
lantısından çıkarılmalarıyla daha da artmıştır. Cumhuriyet gazetesine bunun tutarlı olması da olanaksız” (Cumhuriyet, 28 Kasım 1977, s. 9).
göre tartışmalı YPK’da yaşananlar şöyledir:
DPT çalışanlarının yaptıkları açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, bu
“DPT yeni müsteşar vekili Mustafa Ernam toplantı başlamak üzere dönemde kuruma yönelik baskılar artmış ve bu süreç, DPT’de yeni bir
iken, toplantı salonunda bulunan Maliye Bakanlığı, Merkez Bankası ve istifanın yaşanmasına neden olmuştur. Buna göre, Sosyal Planlama Da-
diğer DPT uzman ve yöneticilerinin gözleri önünde, DPT’nin bazı yö- iresi Başkanlığı Planlama Şube Müdürü Timur Erkman, Müsteşar veki-
neticilerini toplantıdan atmıştır. Ernam planın görüşüleceği toplantıdan
li Ernam’ın 27 Kasım’da yayınladığı genelgeye karşı çıkarak,
DBYKP’nin iki gün içinde hazırlanamayacağı, bunun her türlü yasa ve
122 15. maddenin (b) fıkrası, “yıllık programlar, bütçeler ile iş programlarından ev
plan ilkelerine aykırı olduğu ve bu hukuk dışı uygulamadan doğacak so-
vel hazırlanır. Bütçelerle iş programlarının hazırlanmasında Planlama Teşkila-
tının yıllık programları ile kabul edilmiş olan esaslara uyulur” şeklindedir rumluluklara katılamayacağı gerekçesiyle görevinden ayrılmıştır123
(DPT, 1973, s. 47). (Cumhuriyet, 29 Kasım 1977, s. 9).

142 143
Sonuçta ondört gün içinde hazırlanan DBYKP, 1978 yılı programı hazırlayanlar kendilerinin doğru bir yaklaşım içinde olduklarını düşün-
ve 1978 yılı bütçesi, aynı gün içinde (30 Kasım 1977’de) Meclis tara- düler. Onlara gösterildi ki, verdikleri tepki çok doğru ve sağlıklı değil.
fından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Ancak planın kabulünden Yani Planlamada çok gerilimli bir dönem yaşandı” (Candır ile görüş-
sonra da tartışmalar bitmemiş ve DPT, hazırlanan plandaki rakamlarda me, 22 Mart 2004).
tutarsızlık olduğunu açıklamıştır. Bunun üzerine yapılan düzeltmelerle Sonuçta, DBYKP’nin hazırlanması sürecinde görevden ayrılan Ke-
yatırım, ihracat, üretim gibi en önemli ekonomik faaliyetlere ilişkin de- mal Cantürk’ün yerine vekaleten Müsteşarlık görevini yürüten Er-
ğerler dördüncü plandan çıkarılmıştır (Cumhuriyet, 20 Aralık 1977, s. nam’ın döneminde, DPT çok önemli baskılara maruz kalmış ve Ernam,
9). bu dönemde DPT çalışanlarını gözeten değil, siyasal iktidarın emirleri-
DBYKP’nin hazırlanmasından sonra, 21 Temmuz 1977’de kurulan ni yerine getiren bir yaklaşım sergilemiştir.
ve beş ay süren II. MC koalisyonunun sonuna gelinmiş ve CHP tara- 4.2.9. Bilsay Kuruç Dönemi125
fından istenen güven oylaması sonucunda hükümet düşürülmüştür.124
CHP’nin hükümet kurmasından sonra DPT Müsteşarlığı görevini
Daha sonra 5 Ocak 1978’de kurulan CHP hükümeti ise, “cephe ortak-
vekaleten yürüten Mustafa Ernam görevden alınarak yerine Bilsay Ku-
larınca ‘yasa dışı’ olarak hazırlanıp parlamentoya sevk edilen Dördüncü
ruç atanmıştır (Cumhuriyet, 28 Ocak 1978, s. 1). Bilsay Kuruç, 27
Beş Yıllık Kalkınma Planı ile 1978 Yılı Ekonomik Programının” geri çe-
Ocak 1978’de DPT Müsteşarı olduktan sonra birlikte çalışacağı yeni bir
kileceğini, DBYKP yeniden hazırlanırken 1978 yılının “geçiş yılı” ola-
ekip hazırlamış ve İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığına Oktar Türel,
rak kabul edileceğini ve DBYKP’nin bir yıl ertelenerek “1979 yılından
Sosyal Planlama Dairesi Başkanlığına Timur Erkman ve Koordinasyon
başlatılacağını” ilan etmiştir (Cumhuriyet, 10 Ocak 1978, s. 1). Türel,
Dairesi Başkanlığına Algan Hacaloğlu getirilmiştir (DPT, 2000, s. 26-
DBYKP’nin bir yıl ertelenmesi sonucunda, 1978 yılı programının hazır-
27).
lanması sürecini şöyle anlatmaktadır:
Kuruç’un DPT Müsteşarlığı dönemindeki en önemli gelişme, ya-
“[1978 yılında] iktidar değişikliği olduğunda dönemin iktidarı, kendi şanan ekonomik krizden nasıl çıkılacağına ilişkin çözüm yollarının tar-
dönemine değişik hedeflerle ve öncüllerle başlayan yeni bir plan yap-
tışılması sırasında hükümet ile DPT arasında ortaya çıkan gerginliktir.
ma arzusundaydı; sonuçta 1978 programı bir ara program oldu. 1978
yılı programı çok kısa zaman içinde hazırlandı. O kadar ki, 1978 prog-
Buna göre 1978 yılına gelindiğinde, içe yönelik birikim modelinin te-
ramının hazırlığı hemen hemen eski çalışmaların elden geçirilip, topar- mel unsurlarından biri olan ve ithal ikamesinin gerçekleştirilmesini
lanmasından ibaret oldu” (Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004). sağlayan döviz rezervleri tükenmiş ve sistemin sürdürülebilmesi için
dış borç bulunması zorunlu hale gelmiştir. Bu durumda dış borç bula-
Candır ise, DBYKP’nin ertelenmesi kararının DPT’ye yansımasını bilmesinin tek yolu da IMF ile anlaşılması olarak belirmiştir. DPT ile
şöyle değerlendirmektedir: hükümet arasında yaşanan gerginliğin temel sebebi bu noktada düğüm-
“O dönemde [1977 yılının son aylarında] gayet hızlı bir şekilde, gelişi- lenmektedir. DPT yetkilileri ile hükümet üyeleri arasında, IMF ile an-
güzel bir plan hazırlanmıştı. Ortaya çıkan bizim bildiğimiz, anladığımız laşılıp anlaşılmaması konusunda karar verilmesi için yapılan 27 Şubat
anlamda bir plan değildi. Onun için daha sonra gelen yönetim bunu 1978’deki toplantı, DPT-hükümet ilişkilerinin geleceği için önemi bir
değiştirmek istedi. Büyük tartışmalar o zaman çıktı. Bir önceki planı dönüm noktasını oluşturmaktadır. Toplantıda İktisadi Planlama Dairesi
123 “Timur Erkman’ın istifası sonucunda Sosyal Planlama Dairesinde tek bir asli
Başkanı Oktar Türel, IMF ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapmıştır:
yönetici kalmamıştır” (Cumhuriyet, 29 Kasım 1977, s. 11). “IMF emperyalist bir kuruluştur… IMF gerçekte gelişmiş ülkelerin çı-
124 Yapılan güven oylamasında, Güven: 218, Güvensizlik: 228, Katılmayan: 2, so-
nuçları alınmış ve II. MC hükümeti son bulmuştur (Cumhuriyet, 1 Ocak 1978, 125 Bilsay Kuruç, 27 Ocak 1978 ile 2 Aralık 1979 tarihleri arasında DPT Müste-
s. 1). şarı olarak görev yapmıştır (DPT, 2000, s. 22).

144 145
karlarını koruyor. Gelişmekte olan ülkelerin çıkarları ile IMF kararları “Şu gözlem doğrudur: Ekonomik politikanın nihai kararlarını pişirme-
çelişiyor. IMF gelişmekte olan ülkeleri fakirlik çemberinde tutan bir si ve oluşturması beklenen kişilerin bazı ortak paydalarda birleşeme-
kuruluştur. Onun için dikkatli olmak zorundayız. Bunlar da yetmiyor, dikleri bir gerçektir. Bu DPT’yi yıpratmış mıdır? Doğal olarak, yıprat-
azgelişmiş ülkelere dürüst davranmıyorlar. Ülkelere sürekli politik ge- mıştır. Ekonomi yönetiminin içinde kilit önemde olan bir kuruluş ve
rekçeler ileri sürüyorlar. Ama, bunu gayet kurnaz bir biçimde yapıyor- bu kilit kuruluşa yön verebilecek siyasal üst yapı eğer kendi içinde
lar, teknik işlemler sırasında sürekli politik gerekçeler ileri sürüyorlar ahenkli davranamıyorsa, ister istemez bu durum kuruluşu yıpratacaktır
ve teknik işlemler gerçekleştirilirken, politik isteklerini de aynen ka- ve yıpratmıştır da” (Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004).
bul ettirmeye çalışıyorlar” (aktaran, Doğan, 1986, s. 33).
Kuruç’un döneminde DPT ile hükümet arasında IMF konusunda
DPT yetkilileri ve Bakanlar Kurulu üyelerinin katıldığı bu toplantı yaşanan fikir ayrılığının dışında farklı konularda da anlaşmazlıklar ol-
sonucunda hükümet, DPT’nin olumsuz görüşüne rağmen IMF ile gö- muştur. Bu anlaşmazlıklardan biri hükümetin uçak, tren ve demiryolu
rüşmeye karar vermiş ve görüşmelere başlamadan önce de, 1 Mart ulaşımına zam yapması girişimi üzerine yaşanmıştır. Buna göre DPT,
1978’de yüzde 33 oranında devalüasyon yapma kararını açıklamıştır yapılmak istenen bu zamlara “karayolunu özendirdiği gerekçesi ile”
(Cumhuriyet, 2 Mart 1978, s. 1). 27 Şubat 1978’de hükümet üyeleri ile karşı çıkmıştır (Cumhuriyet, 27 Mart 1978, s. 1). Hükümet ile DPT ara-
DPT yetkilileri arasında yapılan toplantı için Türkcan şu değerlendir- sında tartışma yaratan bir başka konu ise, enflasyonun dizginlenmesi
meyi yapmıştır: “O toplantı kopma noktalarından biriydi. Ecevit anladı için işçi ücretlerinin dondurulması girişimidir. Buna göre DPT, “fiyat
ki, dış dünya ile olan ilişkilerini bizimle [DPT ile] çok fazla götüreme- artışları, işçi ücretlerinin yüksekliğinden değil, işverenlerin kar oranla-
yecek.126 Bulduğu bazı krediler reddedildi, ancak o toplantı önemli bir rının yüksekliğinden kaynaklanıyor” görüşünü savunarak bu girişime
dönüm noktasıydı” (Türkcan ile görüşme, 2 Mart 2004). Bu dönemde karşı çıkmıştır (Cumhuriyet, 25 Mayıs 1978, s. 9).
DPT ile hükümet arasında IMF konusundaki görüş ayrılığından kaynak- Bilsay Kuruç’un Müsteşarlığı döneminde hükümet ile DPT arasın-
lanan gerilimi Candır ise şöyle yorumlamaktadır: da yukarıda aktarılan anlaşmazlıkların yaşanmasına rağmen, bir yıl er-
“O zaman Türkiye dışa kapalı bir yapıdaydı ve kendi kendine yeterli telenen DBYKP’nin hazırlanmasına devam edilmiştir. Bu dönemde ya-
bir ülke olmak gibi bir amacımız da vardı. Belli noktalarda IMF’nin pılan çalışmalar ile ilgili Kafaoğlu, “planlama tekniği ancak bir ekono-
bugüne göre sınırlı da olsa bazı talepleri olumsuz tepkiler aldı. Bazı in- mi ‘planlanabilir’ bir yapıdaysa işlerlik kazanabilir” diyerek, planlama-
sanlar bu planın Türk planlaması olmaktan öte, dışardan empoze edi- nın başlangıcı olan 1960’lı yıllara göre, 1978 yılında ekonominin çok
len bir planlama anlayışı haline getirildiğini savundu. Kuruç ve ekibi daha zor planlanabilir bir duruma geldiğine işaret etmiştir (Cumhuri-
sırasında (normalde olmaması gereken bir tutum ama) Başbakan’la küs
yet, 27 Temmuz 1978, s. 7). Ürünlü ise, DBYKP’nin hazırlık çalışma-
bir planlama vardı. Bu planlamaya çok zarar verdi. Öbür iktidarlar sı-
ları ile ilgili değerlendirmeler yaptığı yazısında,
rasında böyle sorunlar olabilirdi, ancak sosyal demokrat bir iktidar dö-
neminde olmaması gerekiyordu. Ama o dönemde yaşanan birlikte ça- “Burada önemli olan devletin uygulama mekanizmasıdır. Mekanizma,
lışamama sorunu, gerçekten DPT’ye zarar verdi” (Candır ile görüşme, ‘parsellenmiş’ ise, devlet kadrolarının tarafsızlaştırılması, yani devletin
22 Mart 2004). belli bir anlayışın tutsaklığından kurtulması gereklidir. Ne kadar iyi
plan yapılırsa yapılsın, saptanan sorunlara ne denli geçerli çözüm yol-
O dönem DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanı olan Türel, hü-
ları bulunursa bulunsun, uygulama alanında devreye girecek bürokrasi
kümet ile DPT arasındaki uyumsuzluğu şöyle dile getirmektedir: taraflı yada beceriksiz ise, sonuç başarısız olacaktır” (Milliyet, 16 Şu-
bat 1978, s. 2).
126 Bu dönemde DPT ile hükümet arasında yaşanan gerilimin yukarıda anlatılan diyerek, hazırlanan planın başarılı olmasının, ancak planı uygulayacak
boyutunun dışında kişisel boyutu da vardır. Ayrıntılar için bakınız (Türkcan ile bürokrasinin tarafsızlığının sağlanması durumunda gerçekleşebileceği-
görüşme, 2 Mart 2004).

146 147
ne dikkat çekmiştir. SİAD’ın gazetelere verdiği ilanlarla CHP hükümetini eleştirmesidir.
Yukarıda aktarılan tartışmalar bir yandan sürdürülürken, diğer yan- Buna göre IMF heyetinin Türkiye’den ayrılmasından on gün sonra TÜ-
dan da DBYKP hazırlanması tamamlanmış ve plan Kasım 1978’de gö- SİAD gazetelere verdiği “Gerçekçi Çıkış Yolu” başlıklı ilanlarla, yaşa-
rüşülmek üzere Meclis gündemine gelmiştir. DBYKP’nin Meclis gö- nan ekonomik krizin sorumluluğunun hükümetin uyguladığı ekonomi
rüşmeleri süreci, muhalefet partilerinin planın çıkmasını engelleme ça- politikalarında ve sendikaların davranışlarında olduğunu savunmuştur.
baları nedeniyle bir hayli tartışmalı geçmiştir. Bu dönemde muhalefet TÜSİAD, ilanın devamında,
partileri (AP, MSP, MHP) dördüncü plan ile ilgili Meclis görüşmeleri- “Biz Türk özel sektörünün üyeleri olarak beyan ederiz ki: Ülkemizin
ne katılmayarak, planın zamanında kabul edilmemesini sağlamak iste- hürriyetçi demokrasi içinde refaha götürecek temel güç hür teşebbüs-
mişlerdir. MHP genel sekreter yardımcısı Yaşar Okuyan, “MHP olarak tür. Kişiyi, her zaman daha çok ve daha verimli çalışmaya sevk etmiş
planı engellemekten şeref duyarız. Böylece dördüncü planı geciktirip olan hür teşebbüs, çağımızın ileri toplumları refaha hürriyet içinde yal-
30 kasımda Meclis’e sunulacak olan bütçenin plana dayanmamasını nız bu yolla erişmişlerdir. Bir başka yol yoktur” (Cumhuriyet, 16 Ma-
sağlayacağız” diyerek, DBYKP’yi engelleme çabalarının nedenini açık- yıs 1979, s. 6 ).
lamıştır (Cumhuriyet, 29 Kasım 1978, s. 9). Ancak muhalefetin tüm en- demiştir. Günlük gazetelere verilen bu ilanlar ile ilgili İşgüden, TÜSİ-
gelleme çabalarına karşılık DBYKP, 29 Kasım 1978’de kabul edilerek AD’ın ilanlarında eleştirdiği CHP’nin kapitalist sistem dışında bir niye-
yürürlüğe girmiştir. Planın Meclis tarafından kabulünün ardından ana ti olmadığını ifade ederek,
muhalefet partisinin AP’nin lideri olan Demirel, CHP hükümeti tarafın- “Ecevit hükümeti kesindir ki, ekonomik yapıda köklü değişikliklerden
dan hazırlanan planın “ülke kalkınmasına ‘kelepçe’ olduğunu ve ekono- yana değildir. Tersine, şimdiki yapı işlerliğe kavuşturulmak istenmek-
miyi boğazladığını” söylemiştir (Cumhuriyet, 30 Kasım 1978, s. 1). tedir. Bunun için de birtakım hoşa gitmeyen önlemlerin alınması zo-
Bilsay Kuruç’un DPT Müsteşarlığının ilk yılı, DPT ile hükümet runludur. Bu önlemler kısa dönemde özel kesimin bir bölümünü rahat-
arasında yaşanan gerilimlerle ve DBYKP’nin kabul edilmesi süreciyle sız etse bile, uzun dönemde onların yararına işleyecektir” (Cumhuri-
yet, 17 Mayıs 1979, s. 2).
tamamlanmıştır. Kuruç’un Müsteşarlığının ikinci yılı ise, hükümetin dış
borç bulmak için IMF ve Dünya Bankası ile yaptığı temaslarla ve bu sü- vurgusunu yapmış ve TÜSİAD’ın bu durumu kavrayamadığını ifade et-
reçte DBYKP’nin bu iki uluslararası kurum tarafından eleştirilmesiyle miştir. TÜSİAD’ın ilanıyla başlayan tartışmaya DİSK Tekstil İşçileri
geçmiştir. Bu dönemde yaşanan bir diğer önemli gelişme ise TÜSİ- Sendikası da katılmıştır. Tekstil İşçileri Sendikası’nın gazetelere verdiği
AD’ın gazetelere verdiği ilanlarla hükümeti eleştirmesi ve bunun ardın- “Gerçek Kurtuluş Yolu” başlıklı ilanlarda, yaşanan ekonomik krizin so-
dan başlayan tartışmalardır. rumluluğunun sendikalarda ya da hükümette değil, sermaye sınıfında
olduğu ifade edilmiştir (Cumhuriyet, 26 Mayıs 1979, s. 6). Tekstil İş-
DBYKP’yi eleştiren uluslararası kurumlardan ilki IMF’dir. Buna
çileri Sendikası’nın gazetelere verdiği ilanlardan bir gün sonra ise, Oda-
göre Mayıs 1979’da Ankara’ya gelen IMF heyetinin başkanı Wood-
lar Birliği bir açıklama yapmış ve
ward DBYKP’nin öngördüğü politikaları sert bir şekilde eleştirerek,
“Türkiye’nin öncelikle ihracatını geliştirmesi gerektiğini” söylemiş, “Dördüncü planda özel sektör bir tarafa itilerek, kamu işletmeciliğine,
“bunun koşulunun ihracatın karlı hale getirilmesi ve iç talebin kısılma- halk girişimciliğine ve kooperatifçiliğe ağırlık verilmiştir. Hem kalkın-
sı olduğunu” ve “ihracatı karlı hale getirmek için devalüasyonun önem- ma çabalarımız milli kaynaklarımıza dayandırarak sürdürelim, ihtiyaç-
li bir araç olduğunu” ifade etmiştir (Cumhuriyet, 5 Mayıs 1979, s. 1). larımızı iç üretimle karşılayalım diyoruz, hem de bu işi en iyi yapacak
olan özel sektöre ‘sen geride dur’ diyoruz. Özel sektörün yaratıcı gücü
Yukarıda da ifade edildiği gibi, Kuruç’un Müsteşarlığının ikinci yı- saf dışı edilirse, dışa bağımlılıktan kurtulmamız mümkün değildir”
lında yaşanan bir diğer gelişme de büyük sermayenin örgütü olan TÜ- (Cumhuriyet, 27 Mayıs 1979, s. 9).

148 149
demiştir. Kasım 1979’da (Milliyet, 30 Kasım 1979, s. 1) yapılan ilk YPK toplan-
tısında, öncelikle Bilsay Kuruç’un DPT Müsteşarlığı döneminde hazır-
Bu dönemde DBYKP’yi eleştiren bir başka uluslararası kurum ise,
lanan 1980 yılı programının değiştirilmesini istemiştir127 (Cumhuriyet,
Dünya Bankası’dır. Buna göre Ekim 1979’da Türkiye’ye gelen Dünya
29 Kasım 1979, s.1). Buna göre söz konusu programda özellikle IMF
Bankası heyeti DBYKP’yi eleştirerek, planda öngörülen kalkınma hızı-
ile ilgili yapılan değerlendirmeler, ileride ekonomide köklü değişimler
nın “mutlaka düşürülmesi gerektiğini” ifade etmiştir (Cumhuriyet, 9
yaratacak 24 Ocak kararlarını hazırlayacak olan AP’nin ekonomi yakla-
Ekim 1979, s. 1). Daha sonra DPT ile Dünya Bankası yetkilileri ara-
şımıyla uyuşmamaktadır. DPT’nin 1980 yılı programında IMF ile iliş-
sında yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamamış ve heyet Türki-
kiler şu şekilde değerlendirilmiştir:
ye’den ayrılmıştır. DPT ile Dünya Bankası arasındaki anlaşmazlığın ne-
denleri ana hatlarıyla şunlardır: “Türkiye’de 1978 ve 1979 yıllarında yaşanan bunalım, gerçekte Batılı
sanayileşmiş ülkelerin bunalımlarının, gelişmekte olan ülkeler aleyh-
“Dünya Bankası ısrarla kalkınma hızının düşürülmesi, dış satımı ger- lerine dönen dış ticaret hadleriyle aktarılmasının bir sonucudur. Öyle
çekleştirecek ürünlerin üretimine ağırlık verilmesi, ağır sanayilerin ku- olduğu halde ve Türkiye’nin dış kaynak olanaklarının kredi itibarını ye-
rulmasında belli bir dönem ertelemeye gidilmesi gibi konuları savun- niden sağlayacak nitelikte olmasına karşın, kalkınma stratejilerini te-
muş, Devlet Planlama Teşkilatı da bunların tersini dile getirerek dör- melden değiştirecek, ayrıca ağır ekonomik ve sosyal sakıncalar getire-
düncü plandaki ilkelerden ödün verilmeyeceğini bildirmiştir” (Cum- bilecek koşullar ileri süren IMF’nin kredi vermesine bağlı kılınmıştır”
huriyet, 16 Ekim 1979, s. 9). (Milliyet, 6 Aralık 1979, s. 11).
DPT ile Dünya Bankası heyetinin yaptığı görüşmelerde bir uzlaş- YPK’da yaşanan bu tartışmalı toplantıyı, o dönem DPT İktisadi
ma sağlanamamasının ardından, Dünya Bankası heyetinin Türkiye’den Planlama Dairesi başkanı olan Oktar Türel şöyle anlatmaktadır:
ayrıldığı gün, CHP hükümeti de istifa etmiştir. Buna göre 15 Ekim “Burada size aktarabileceğim gözlemlerden biri, Kasım ayı içinde, büt-
1979’da yapılan Cumhuriyet Senatosu’nun üçte bir yenilenmesi ve mil- çe hazırlanmadan önce Süleyman Demirel başkanlığındaki YPK’ya
letvekili ara seçimlerinin sonucunda, CHP Meclis’teki çoğunluğunu aşağı yukarı bir hafta boyunca 1980 programının öncülleri konusunda
koruyamamış ve hükümetten ayrılmıştır (Cumhuriyet, 16 Ekim 1979, s. açıklama yapmamdır. Süleyman Demirel’in bütün sorularını cevapla-
1). CHP hükümetinin istifasının ardından 12 Kasım 1979’da, MSP ve maya çalıştım; niye böyle bir 1980 programı düşündüğümüzü ve bu
MHP’nin dışarıdan destek verdiği AP azınlık hükümeti kurulmuştur. AP programdaki belli başlı önceliklerin neler olabileceğini anlattık. Süley-
hükümetinin kurulmasıyla birlikte Bilsay Kuruç’un DPT Müsteşarlığı man Demirel bir yerde daha düşük cari açıklar veren, daha düşük ya-
dönemi, 2 Aralık 1979’da Müsteşarlık görevinden alınmasıyla son bul- tırım kotaları öngören bir egzersiz yapmamızı istedi, onu da yaptık,
YPK’da anlattık. Bunun hangi yatırım projelerini nasıl etkileyeceğini
muştur (Milliyet, 3 Aralık 1979, s. 1).
de anlatmaya çalıştık; bu ikinci öneriyi beğenmedi. “Siz ilk yaptığınızı
4.2.10. İkinci Turgut Özal Dönemi: kesinleştirin” dedi. Fakat bu tutumunun tamamen bir yurt içi halkla
Turgut Özal’ın ikinci defa DPT Müsteşarlığı yaptığı dönemde, ge-
127 1980 programının değiştirilmesinde, IMF ve DB ile yapılan görüşmeler önem-
rek DPT’de gerekse Türkiye ekonomisinde önemli dönüşümleri yaşan- li bir rol oynamıştır. AP’nin 1980 yılı programında değişiklik yapmak isteme-
mıştır. Bu bölümde Bilsay Kuruç’un DPT Müsteşarlığından ayrılmasın- sinin bir başka nedeni de, 1978 yılında II. MC koalisyonunun düşmesi ile ku-
dan sonra, 24 Ocak kararlarının hazırlanışı ve DPT’nin bu süreçteki ro- rulan CHP hükümetinin, II. MC hükümetinin hazırladığı DBYKP’yi geri çe-
lü değerlendirilecektir. kip yeni bir plan hazırlamasıdır. Dördüncü Planla ilgili yapılan bu değişiklik,
o dönemde AP tarafından yöneltilen sert eleştirilere konu olmuştur (Sezgin,
12 Kasım 1979’da Süleyman Demirel Başbakanlığında kurulan AP
1978, s. 8-9). Buradan hareketle AP, CHP döneminde hazırlanan DBYKP’yi
azınlık hükümeti, 25 Kasım 1979’da güvenoyu almış ve görevine baş- sahiplenmemiş ve buna bağlı olarak da 1980 yılı programının değiştirilmesini
lamıştır (Milliyet, 26 Kasım 1979, s. 1) . AP hükümeti döneminde, 29 istemiştir.

150 151
ilişkiler egzersizi olarak alındığı açık. Daha yavaş büyüme öngören, aynı dönemde yayınladığı “Hür Teşebbüs ve Devlet Planlaması” isimli
yatırım bütçesini iyice budayan bir değişikliği deklare etmek ve o gü- çalışmada ise, DPT ve çalışanları sert bir şekilde eleştirilmektedir.
nün şartlarında siyasal itibar kaybetmek istemedi” (Türel ile görüşme, MESS’in bu yayınında DPT ve çalışanları hakkında şu yorumlara yer
4 Mayıs 2004). verilmiştir:
Yeni kurulan AP hükümeti bir yandan 1980 yılı programını değiş- “Demokratik düzenlerde her siyasi partinin bir ekonomik anlayışı,
tirmek için girişimlerde bulunurken, bir yandan da varolan “kriz orta- programı vardır. Seçimlerde vatandaşa verilmiş vaadler vardır… İkti-
mını yönetmek” için kendi kadrolarını kurmaya çalışmaktadır. Bu çalış- darlar kendi programını mı, yoksa kendisinin anlayışına zıt düşüncede
maların DPT açısından önemli olan yönü, kadro değişimi sürecinin olan DPT uzmanları grubunun hazırlayacağı ve benimsemediği bir
DPT’nin tüm üst yönetim kademesinin değişmesine neden olacak ge- ekonomik program mı uygulayacaktır?... Hele plancıların, planı ideolo-
lişmelerle sonuçlanmasıdır. Buna göre Başbakan Demirel Meclis’ten jik bir araç olarak kullanmaları, plana olan güven ve itibarı tamamen
güvenoyu aldıktan bir gün sonra (26 Kasım’da), 1965-1971 döneminde yok etmiştir… Bugün içinde bulunduğumuz ekonomik karasızlığın ve
hükümetteyken DPT Müsteşarı olan Turgut Özal’la görüşmüştür. De- anarşinin kökünde bunlar yatmakta, DPT’nin zararlı olmaya başladığı
düşüncesine bizi sürüklemektedir. Zira ideolojik amaçlı plancılarda
mirel bu konuşmada Özal’a önce Merkez Bankası başkanlığını öner-
kamu yöneticilerinin merkezi planlamada anlaştıkları gün, memleketi-
miş, ancak Özal ekonominin tek elden yönetilmesi gerektiğini ve Mer- mizde teşebbüs hürriyeti yok edilmiş ve sosyalizmin son aşaması da
kez Bankası’nın bürokraside önemli bir ağırlığının olmadığını söyleye- sessiz sedasız yerleşmiş olacaktır” (MESS, 1979’dan aktaran, Soyak,
rek, bu öneriyi reddetmiştir. Demirel daha sonra DPT Müsteşarlığını 2003, s.175).
önermiş, bunun üzerine Özal,
Özal’ın Başbakanlık Müsteşarlığı ve vekaleten DPT Müsteşarlığı
“Bürokrasinin en yüksek makamı Başbakanlık Müsteşarlığı’dır. Bu gö- görevine getirilmeden önce yönetim kurulu başkanlığını yaptığı
revi verirseniz kabul ederim. Ekonomiyi buradan idare edebiliriz. Bu- MESS’in yukarıda aktarılan görüşleri, bize Özal’ın DPT’ye bakış açısı
nun yanında, Planlamanın da benim elimde olması lazım… Eğer Baş-
hakkında bilgi vermektedir.
bakanlık Müsteşarlığını bana verirseniz, aynı zamanda Planlama’ya da
vekaleten bakabilirim. Planlama Müsteşarını nasılsa alacaksınız. O du- Özal, Başbakanlık Müsteşarlığı ile birlikte DPT Müsteşar vekili
rumda, aynı zamanda Planlama Müsteşar Vekili olurum” (Çölaşan, olarak göreve başladıktan sonra, 1980 yılı programı ile ilgili olarak ya-
1983, s. 47) pılan YPK toplantılarına devam edilmiştir. Ancak bu dönemde 1980 yı-
demiştir. Bu görüşmeden sonra ise, 2 Aralık 1979’da DPT Müsteşarı lı programının “ekonomik ve toplumsal yapıda sağlanan gelişmeler,
Bilsay Kuruç görevden alınmış ve Turgut Özal, Başbakanlık Müsteşa- kaynakların kullanımı, dış ekonomik ilişkiler, yabancı sermaye, toplum-
rı ve DPT Müsteşar Vekili olarak görevine başlamıştır (Milliyet, 3 Ara- sal gelişme, sektörel gelişmeler, sektör politikaları” gibi temel bölüm-
lık 1979, s. 1). 1979 yılında yeni görevine başlayan Turgut Özal, 1965- lerinin ele alınması için, DPT’nin üst düzey kadrosunun değiştirilmesi-
1971 arası DPT Müsteşarlığı yaptıktan sonra, 1974 yılına kadar Dünya nin beklendiği ifade edilmiştir (Milliyet, 5 Aralık 1979, s. 11). Sonuçta
Bankası’nda, 1974-1979 yılları arasında ise özel sektörde çalışmıştır. beklenen değişikliğin gerçekleşmesi uzun sürmemiş ve DPT Müsteşa-
1979 yılına gelindiğinde Özal, Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın rının görevden alınmasının ardından, DPT’deki tüm daire başkanları128
(MESS) yönetim kurulu başkanı olmuştur (Çölaşan, 1983, s. 42). Özal, ve üst düzey yöneticiler129 değiştirilmiştir. Yeni kurulan AP hükümeti-
Başbakanlık Müsteşarı ve DPT Müsteşar Vekili olmadan iki ay önce,
“170 işyerinde 40 bin dolayında işçiyi kapsayacak toplu sözleşme gö- 128 İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Oktar Türel’in yerine Mahir Barutcu, Sos-
rüşmelerinde” MESS adına sendikalarla pazarlık etmiştir (Hürriyet, 4 yal Planlama Dairesi Başkanı İren Börtücene’nin yerine Kazım Oskay, Koor-
Ekim 1979, s. 3). Özal’ın yönetim kurulu başkanlığını yaptığı MESS’in, dinasyon Dairesi Başkanı Algan Hacaloğlu’nun yerine Mahir Barutçu –veka-
leten- getirilmiştir (DPT, 1990, s. 24-25).

152 153
nin IMF ile görüşmelerinin sürdüğü bir dönemde, DPT’nin üst yönetim “Bu tasfiye eylemi Anayasanın temel ilkelerinden olan planlı kalkın-
kademesinde yaşanan bu değişiklik, basit bir kadro yenilemesinden da- maya, Türkiye’nin ekonomisine ipotek koymaya niyetlenen çeşitli dış
ha önemli bir değişime işaret ermektedir. Sezen’e göre DPT’deki bu ve iç çevrelerin arzuları ve baskıları yönünde son verecek bir düzenin
kadro değişikliği, ilk adımlarından biri niteliğindedir. Türkiye’nin gelecekteki umudu
olan genç plancıların, son yıllarda sorumluluk ve büyük görev bilinci
“IMF’nin istikrar programının uygulanmasına direnç gösterebilecek, ile DPT ve DPT dışında çalışmış değerli uzmanların ve kamu görevle-
en azından zorluk çıkarabilecek plancı grubunun etkisiz bırakılarak, rinde özlük haklarının geliştirilmesi için uğraşanların birbiri ardına ve
programın hızla uygulanmasının önündeki engellerin kaldırılmasına yö- toplu kıyım biçiminde tasfiye edilmesi, … gençliğe karşı; bilgiye, ka-
nelik bir eylem özelliği taşımaktadır. Çünkü DPT geleneksel olarak, biliyete ve yeniliğe karşı olan bir tavrın ifadesidir” (Cumhuriyet, 21
IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlara mesafeli kalmıştır” Ocak 1980, s. 9)
(Sezen, 1999, s. 103).
diyerek yorumlamıştır. DPT’de yaşanan bu kadro değişimi süreci ile il-
Yalçın Doğan ise “DPT’de Batıya Direnenlerin Tasfiyesi Tamam- gili Türel ise şunları söylemiştir:
landı” başlıklı yazısında, DPT’de, Dünya Bankası ve OECD’nin Türki- “24 Ocak kararlarının arifesinde yaşanan bir başka olay var. Bu da
ye için uzun dönemli ekonomi politikaları saptama çabalarına direnen Turgut Özal ile ilgilidir. Görevden ayrılmadan öne Turgut Özal’la bir
yöneticilerin tümünün tasfiyesinin tamamlandığına işaret etmiştir görüşme yaptım; Turgut Özal Müsteşar olarak atanmıştı o dönem.
(Cumhuriyet, 18 Ocak 1980, s. 1). Doğan daha sonra yayınlanan Kendisine şunları söyledim: “1978–1979 yılında teşkilata alınan insan-
“DPT’deki Kıyım Neyi Amaçlıyor” başlıklı yazısında ise, “... DPT uz- lar, ehliyetleri ve yetenekleri nedeniyle alınmış insanlardır. Bu insanla-
manlarının yüzde 40’ının sözleşmesine son verildi. Böylelikle DPT’nin ra siz farklı talimatlar verirseniz, mesleki ehliyetleri ve memurluk ter-
ekonomideki işlevine de son verilmek istenmektedir. Tasfiye, ekono- biyeleri gereği, o talimatların gereğini yaparlar. Ama bu insanlar siya-
miyi tümüyle yerli ve yabancı sermayeye açmanın temel eylemlerinden si atamalarla gelmemiştir. Bu insanları lütfen verimli olarak çalıştırın”.
biridir” diyerek, DPT’nin yönetim kademesindeki geniş çaplı kadro de- Turgut Özal’ın 1980’li yıllarda bu uyarıma cevabı, 1978-1979’da
DPT’ye bürokrasiden gelen teknisyenlerin hepsini tekrar bürokrasiye
ğişikliğini eleştirmiştir (Cumhuriyet, 20 Ocak 1980, s. 1).
göndermek, o dönemdeki üst düzey görevlileri ile yakın işbirliği yap-
DPT’deki yeni atamalarla ilgili olarak, görevden alınan DPT Müs- tığı düşünülen bütün uzmanları, düşük sözleşme bedelleri ile cezalan-
teşarı Kuruç ise “Demirel Azınlık Hükümetinin DPT’de giriştiği tasfi- dırıp, kaçırmaya çalışmak ve siyasal görüşleri MHP’den MSP’ye kadar
ye eyleminin ‘militanca bir içerik’ kazandığını” belirtmiş ve yapılan bu çok değişik bir sağ yelpaze içinde yer alan bir genç teknisyenler kuşa-
değişiklikleri, ğını oraya getirmek oldu. Yani DPT’nin niteliğini bir darbe ile değiş-
tirdiler, DPT’nin insan gücü mevcuduna aşağı yukarı eşit sayıda uz-
man yardımcısı alarak, DPT’yi siyasal olarak atanmış bir kurum haline
129 İktisadi Planlama Dairesi Başkanı: İsmail Barutçu; Kalkınmada Öncelikli Yö getirdiler. Bu 1960’lı yılların Turgut Özal’ından tamamen farklı bir
reler Dairesi Başkanı: Mustafa Kefen; Uzun Vadeli Planlar Şube Müdürü: Gü- yaklaşım. 1960’lı yıllarda Turgut Özal, “ziyanı yok, farklı görüşteki
ler İzmirlioğlu; Sosyal Planlama Şube Müdürü (Meriç Törüner’in yerine): İs- teknokratlar bulunsun, her birinin çalışacağı yer var ve ben onları ça-
mail Karaman; Sosyal Planlama Araştırma Şube Müdürü (Tunç Tayanç’ın ye- lıştırırım” anlayışında iken, 1980’lerde artık ideolojik olarak şekillendi-
rine): İlhan Dülger; Koordinasyon Dairesi Mali ve Hukuki Tedbirler Şube rilmiş ve şartlandırılmış bir DPT istiyordu. Artık farklı teknokratik
Müdürü (Ergin Doğu’nun yerine): Mahir Kondu; Tetkik ve Tahlil Şubesi Mü- renklere yer yoktu Özal’ın kafasında. Dolayısıyla 1978-1979’da etkili
dürü (Efe Bilkur’un yerine): İsmail Coşkun; Yayın ve Temsil Şube Müdürü olmuş ya da planlama faaliyetlerine yoğun olarak katılmış ne kadar
(Doğan Olcay’ın yerine): Ayhan Bolay; İl Planlama Şube Müdürü (Ertuğrul teknokrat varsa hepsini yerle bir etti zat-ı muhterem” (Türel ile görüş-
Polatay’ın yerine): Sabahattin Alican getirilmiş ve Genel Sekreter Yardımcısı me, 4 Mayıs 2004).
Mehmet Erten, Devlet Personel Dairesine yollanmıştır (Milliyet, 8 Aralık
1979, s. 10).

154 155
Bu dönemde Başbakanlık Müsteşarlığı ve vekaleten de DPT Müs- IMF heyeti ile yapılan görüşmeler 17 Aralık’ta sonlandıktan sonra
teşarlığını görevini yürüten Turgut Özal ve ekibi, DPT’de yaptıkları ge- Turgut Özal ve ekibi, istikrar programı üzerinde son düzeltmeleri de ya-
niş çaplı değişikliklerden sonra 24 Ocak kararlarının hazırlanmasına hız parak 24 Aralık 1979’da çalışmalarını tamamlamışlardır. Buna göre is-
vermiş ve bu konuyla ilgili uluslararası kurumlarla görüşmelerde bu- tikrar paketinin içerdiği kararnameler, tebliğler, sirkülerler ve diğer bel-
lunmuştur. Uluslararası kurumlarla yapılan bu görüşmeler, 24 Ocak ka- geler, Özal’ın yakın çevresinde yer alan dar bir ekip tarafından hazırlan-
rarlarının içeriğini büyük ölçüde biçimlendirmiş ve IMF-DB gibi ku- mış ve özellikle zam kararnameleri ile devalüasyon kararlarının metin-
rumların talepleri hazırlanan istikrar programında temel yol gösterici ol- lerinde, rakam kısmı boş bırakılmıştır (Çölaşan, 1983, s. 91). Aralık ayı-
muştur. Bu nedenle Aralık 1979’dan 24 Ocak kararlarının açıklanması- nın son haftasında hazırlanan istikrar programının Ocak ayının ilk hafta-
na kadar geçen sürede uluslararası kurumlarla yapılan görüşmelerde, bu sında açıklanması karar verilmesine rağmen, Genelkurmay Başkanı Ke-
kurumların hazırlanan istikrar paketini desteklemeleri için öne sürdük- nan Evren tarafından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e iletilen “uyarı
leri şartlar, aşağıda ana hatlarıyla verilecektir. mektubu” nedeniyle, istikrar tedbirlerinin açıklanması bir süre ertelen-
Buna göre 11 Aralık 1979’da yapılan görüşmelerde IMF’nin yeni miştir (Çölaşan, 1983, s. 105).
kredi verebilmesi için yerine getirilmesini istediği şartlardan ilki “de- Özal, istikrar programının hazırlanışı sürecinde mümkün olduğu
valüasyon” ve diğeri de “petrol, gübre, şeker, kömür gibi mallarla ve kadar kapalı bir toplulukla çalışmış ve kuruluş yasasına göre hüküme-
THY, TCDD ve Demiz Yolları gibi hizmetlerin tarifelerine zam yapıl- tin ekonomik işlerinden sorumlu danışma organı olması gereken
ması”dır (Milliyet, 12 Aralık 1979, s.11). IMF ile yapılan görüşmeler- DPT’den, sadece hazırlanan istikrar programı için gerekli olan istatis-
den sonra, hazırlanan istikrar programının hangi alanları kapsayacağı tikleri sağlamak için yararlanmıştır. Ayrıca makamında çalışmayı tercih
belirginleşmiş ve alınacak bu önlemler, basına dahi yansımıştır. Milli- etmeyen Turgut Özal, yakın çalışma arkadaşlarını genellikle evinde top-
yet gazetesinde yayınlanan habere göre, hazırlanan istikrar programı layarak, çalışmaları burada yürütmüştür (Çölaşan, 1983, s. 79). 24
“daha liberal bir ekonomik düzeni” hedeflemektedir. Gazeteye göre ha- Ocak kararlarının hazırlanış süreci ile ilgili, dönemin DPT çalışanların-
zırlanan ekonomik paket şunları içermektedir: dan Candır “Özal’ın gelişigüzel bir ekonomik politikayı, adı planlama
1. “Yüzde 25-40 arasında devalüasyon, olan bir kuruluşla yürütmek ama hiçbir şekilde de onu kendi işlerine
karıştırmamaya çalışmak gibi bir anlayışı vardı” diyerek, Özal’ın çalış-
2. Kamu tarafından üretilen çeşitli mal ve hizmetlere yapılacak
önemli boyutlara varan yeni zamlar,
ma tarzını eleştirmiştir (Candır ile görüşme, 22 Mart 2004).
3. Özel sektör için konulmuş bulunan bazı dışalım kısıntılarının kaldı- Bu arada yaşanan bir başka gelişme de, IMF ile yapılan görüşme-
rılması, ler sonrasında belirginleşen istikrar programı doğrultusunda, daha önce
4. Bazı temel malların üzerinde uygulanan denetimlerin kaldırılması değiştirilmesi düşünülen 1980 yılı programında revizyona gidilmesidir.
ve bu fiyatların arz talep kuralları içinde serbestçe oluşumunun Buna göre 1980 yılı programının “Türkiye IMF ilişkilerinin ülkemizin
sağlanması, yararına olmadığını savunan bazı bölümler yeni metinden çıkarılmıştır.
5. Yabancı sermayenin yurda girişini teşvik amacıyla yeni düzenle- Yapılan değişikliklerle fiyatlardaki kamu denetimi kaldırılmış, toplu iş
meler yapılması, sözleşmelerinin esaslarının Başbakan’ın başkanlığında bir kurul tarafın-
6. Maliye Bakanlığı’nca saptanan vergi oran ve miktarlarının önlem- dan saptanacağı” belirtilmiştir (Milliyet, 27 Aralık 1979, s. 11). 1980 yı-
ler paketiyle birlikte yeniden düzenlenmesi, lı programında, daha çok “özel kesim ve yabancı sermaye lehine” yapı-
7. Faiz hadlerinin yeniden düzenlenmesi, lan değişikler ana hatlarıyla şöyledir:
8. Dışsatımı teşvik için yeni önlemler alınması” (Milliyet, 20 Aralık 1. “Ekonomide devletin etkinliği büyük ölçüde azaltılıyor,
1979, s. 11).

156 157
2. Yerli sanayi koruyucu önlemler kaldırılıyor, yor… Kuvvetli bir hükümet, gerek anarşik hareketler, gerekse ekono-
3. Özel kesim ve yabancı sermayeye ekonomi tümüyle açılıyor, mik hayatla ilgili cesur kararlar alırsa, bu işin içinden çıkarız. Aksi tak-
dirde ne parti, ne parti başkanı, ne sendikacı, ne işçi, ne işveren ne de
4. Devlet fonlarının (Sosyal güvenlik fonları) özel bankalara yatırıl-
demokrasi kalır” (Milliyet, 6 Ocak 1980, s. 11).
ması öngörülüyor” (Cumhuriyet, 27Aralık 1979, s. 11).
demiş ve bu dönemde yaşanan krizden çıkabilmek için “fiyatlar, ücret-
Ocak 1980’e gelindiğinde Özal ve yakın çalışma arkadaşları tara- ler, kiralar ve temettüler belirli bir süre için dondurulmalıdır” diye de
fından hazırlanan istikrar programı ile ilgili olarak, Dünya Bankası yet- eklemiştir.
kilileri ile temaslar yapılmıştır. Dünya Bankası yetkilileri, CHP hükü-
Koç’un Ocak ayının başında yaptığı bu açıklamanın ardından 24
meti döneminde Türkiye’ye geldiklerinde, hazırlanan DBYKP’yi sert
Ocak 1980’e yaklaşırken, 18 Ocak’ta “önlemler paketi” ile ilgili hükü-
bir şekilde eleştirerek, “piyasa ekonomisi kurallarını benimseme” yö-
metin hazırlıkları son aşamaya gelmiş (Milliyet, 19 Ocak 1980, s. 9), 21
nünde yeni bir plan yapılmasını önermişler, ancak bu öneri o dönemki
Ocak’ta ise önlemlerin açıklanması için gerekli iç ve dış kredi beklen-
DPT yönetimi tarafından reddedilmiştir. DB yetkilileri bu sefer Ocak
tilerinin kesinleşmemesi nedeniyle yeniden bir süre daha ertelenmiştir
1980’de Türkiye’ye geldiklerinde, yine DBYKP ile ilgili benzer öneri-
(Milliyet, 22 Ocak 1980, s. 9). Sonunda 24 Ocak 1980’e gelindiğinde,
lerde bulunmuşlar, ancak bu sefer önerileri kabul edilmiştir (Milliyet,
Aralık ayından itibaren süren çalışmalar tam anlamıyla sonuçlanmıştır.
5 Ocak 1980, s. 11). Buna göre DB tarafından yapılan öneriler ana hat-
24 Ocak günü oldukça uzun ve tartışmalı geçen bir Bakanlar Kurulu
larıyla şunlardır:
toplantısında istikrar paketi görüşülmüş ve paketin içerdiği önlemler
1. “Türkiye’de pazar ekonomisinin kuralları uygulanmalı ve pazar yasalaşmıştır. Buna göre “ekonomiyi yeniden canlandırmak, ihracatı
mekanizmasının kendi arz ve talep kurallarına göre çalışmasına
teşvik, döviz gelirlerini arttırmak, üretimi ve yatırımları hızlandırmak”
izin verilmelidir.
(Cumhuriyet, 25 Ocak 1980, s. 1) amacıyla hazırlanan 24 Ocak karar-
2. Yabancı sermaye girişinde karşılaşılan zorluklar giderilmeli ve ları çerçevesinde, ilk açıklanan önlemler şunlardır:
Türkiye yabancı sermaye için çekici bir yatırım alanı haline getiril-
mesidir. 1. “Hizmetin daha rasyonel bir şekilde yürütülmesi ve işlemlere ça-
3. Türkiye’nin dışsatımının arttırılması için; yatırımlar dışsatıma yöne- bukluk kazandırılması amacıyla çeşitli Bakanlık ve kuruluşlara da-
lik kesimlere kaydırılmalı ve Türkiye’nin açılabileceği pazarlarda ğıtılmış bulunan görev ve yetkilerin bir merkezden yürütülmesinin
rekabet şansı yüksek ürünlerin üretimine ağırlık verilmelidir. daha yararlı olacağı düşünülerek Başbakanlık bünyesinde ‘Yaban-
cı Sermeye Dairesi’ kurulması kararlaştırılmıştır.”
4. Türkiye’de işsizliğin azaltılması için emek-yoğun yatırımlara ağır-
lık verilmeli, gelişmiş teknolojinin kullanılmasının sakıncaları gi- 2. “Teşvik tedbirlerini bir merkezden yürütmek, gerekli koordinas-
derilmelidir” (Milliyet, 12 Ocak 1982, s. 1). yon ve çabukluğu sağlamak amacıyla”, Ticaret ve Sanayi ve Tek-
noloji Bakanlıkları bünyelerinde bulunan Teşvik ve Uygulama Ge-
DB’nin yaptığı bu önerilerden sonra, bu kez özel sektörün en nel Müdürlüklerinin bütün görev ve yetkileriyle birlikte, Başba-
önemli temsilcilerinden olan Vehbi Koç, hükümetin hazırladığı istikrar kanlık bünyesinde “Teşvik ve Uygulama Dairesi” kurulması karar-
önlemlerini bir an önce açıklamasını ve özellikle askeri kesimden gelen laştırılmıştır.
“uyarı mektubunun”, hükümet tarafından iyi değerlendirmesi gerekti- 3. Başbakanlık Müsteşarının başkanlığında, ekonomi ile ilgili tüm ka-
ğini ifade etmiştir. Koç yaptığı açıklamada, mu bürokrasisinin ve gerektiğinde Türkiye Ticaret ve Sanayi Oda-
ları, Ticaret Odaları ve Sanayi Odaları Ticaret ve Borsalar Birliği
“Merkez Bankası’nda döviz olmadığı için petrol alamıyoruz. Hiçbir
Genel Sekreterinin katılacağı, “Koordinasyon Kurulu” kurulmuş-
hammaddenin stoku yok, günlük yaşıyoruz. Bir fırtına oluyor, vapur
tur.
yanaşamıyor, akaryakıt olmadığı için elektrik verilemiyor, hayat duru-
4. Başbakanlık Müsteşarının başkanlığında, ekonomi ile ilgili bürok-

158 159
rasinin katılacağı “Para ve Kredi Kurulu” kurulmuştur. • 28 Ocak’ta ise Tekel, demir-çelik ve çimentoya yapılan zamlar sür-
5. Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki 25 Sayılı karar ile mektedir (Milliyet, 29 Ocak 1980, s. 1).
“1 ABD doları = 70 TL” olarak tespit edilmiştir. • 29 Ocak’ta kağıt ve kartonun fiyatlar %90 ile 400 arsında yüksel-
6. “Yabancı Sermaye Çerçeve Kararnamesi” ile yabancı yatırımcılara tilmiş ve demir-çelik yan ürünlerine %100 zam yapılmıştır (Milli-
kolaylıklar sağlanmıştır. yet, 30 Ocak 1980, s. 1).
7. “Fiyat Saptama-Kontrol-Koordinasyon Komitesi” kaldırılmıştır. • 30 Ocak’ta Elektriğe %100 ile 400 arasında, Pektim ürünlerine
%30 ile 70 arasında, Sümerbank ürünlerine %100 ve PTT hizmet-
8. Faiz oranları yükseltilip, “bankalar arası mevduat serbest bırakıl-
lerine zam yapılmıştır (Milliyet, 31 Ocak 1980, s. 1).
mıştır.”
• 1 Şubat’ta dayanıklı tüketim malları ve yağ fiyatları serbest bırakıl-
9. İhracat için kullanılmak üzere ithal edilen mallarda uygulanılan
mıştır (Milliyet, 2 Şubat 1980, s. 1).
“gümrük oranlarının sıfırlanması” kararlaştırılmıştır.
• 4 Şubat’ta vergi cezaları 10 kat arttırılmıştır (Milliyet, 5 Şubat
10. “Petrol Aramaları Hakkında Karar” ile Türkiye’nin petrol ihtiyacı-
1980, s. 1).
nın karşılanması için, yabancı sermayeye de petrol arama hakkı ta-
nınmıştır. • 5 Şubat’ta et ürünlerinin fiyatları %100 arttırılmıştır (Milliyet, 6
Şubat 1980, s. 1).
11. KİT’ler tarafından üretilen “Temel Mal ve Hizmetlerin” kapsamı
daraltılmış ve bu mal ve hizmetlerinin fiyatlarının tespit edilmesin- 24 Ocak istikrar tedbirlerinin açıklanmasının hemen ardından, bu
de ilgili teşekküller serbest bırakılmıştır. tedbirleri destekleyen gruplara baktığımızda, büyük sermaye örgütleri-
12. Alınan “İhracatı Teşvik Kararı” gereğince “İhracatı Teşvik Belge- nin temsilcilerinin çoğunlukta olduğunu görmekteyiz. Buna göre açık-
si” verilenlere vergi, resim ve harçlardan muaf olma hakkı tanın- lanan paketi destekleyenler arasında, “TÜSİAD Başkanı Feyyaz Ber-
mıştır. ker, İSO Başkanı Şaban Çavuşoğlu, İstanbul Üniversitesi öğretim üye-
13. Akaryakıt ürünlerine zam yapılmıştır. si Nevzat Yalçıntaş, Feridun Ergin, Erdoğan Aklin, TÜSİAD Genel
14. Kömür ürünlerine zam yapılmıştır (Resmi Gazete, 25 Ocak 1980/ Sekreteri Dr. T. Güngör Uras” yer almaktadır (Milliyet, 26 Ocak 1980,
16880 Mükerrer). s. 7). Büyük sermaye kesiminin açıklanan programı desteklemesinde en
“24 Ocak Kararları” olarak anılan yapısal değişim programı, tek se- önemli etken ise, TÜSİAD’ın ‘1980’e girerken Türk Ekonomisi” rapo-
ferde açıklanan bütünlüklü bir paket olmaktan çok, hazırlanan önlemle- runda belirtilen önlemler ile hükümetin açıkladığı istikrar programında
rin zamana yayılarak açıklandığı bir istikrar programıdır. Buna göre 24 yer alan tedbirlerin çok yakın paralellikler içermesidir. Buna göre:
Ocak’ta kabul edilen önlemlerin ardından, 24 Ocak’ı takip eden günler- • “TÜSİAD, ‘yeni bir geçiş planı hazırlanmalıdır. Türkiye mevcut 4.
de yüklü bir zam programı açıklanmaya devam edilmiştir: Planın değerleriyle kurtulamaz’ demektedir. Demirel hükümeti 4.
Planı hazırlayan ekibi olduğu gibi görevden uzaklaştırmıştır ve 4.
• 25 Ocak’ta gazete kağıdı, 9 TL’den 40 TL’ye yükseltilmiş, kömü- Planın değerleriyle çelişen bir programın hazırlığı içindedir.
re %100, demir-çelik’e %50 zam yapılmış ve “kömür, gübre, elek-
• TÜSİAD, ‘Türk parasının gerçek değeri ne ise oraya oturtulmalı-
trik, deniz ve demir yolları” dışındaki fiyatlar serbest bırakılmıştır
dır’ demekte ve gerçekçi kur uygulamasını önermektedir. Demirel
(Milliyet, 26 Ocak 1980, s. 1).
hükümeti bu yolda büyük bir adım atarak beklenenden de yüksek
• 26 Ocak’ta “Tekel ürünlerine, şekere, PTT hizmetlerine, TCDD oranlı bir devalüasyon yapmıştır.
ulaşımı ve Deniz yolları ulaşımına zam yapılmıştır (Milliyet, 27
• TÜSİAD, KİT’lerin finansman açıklarının azaltılmasını istemekte,
Ocak 1980, s. 1).
Demirel hükümetinin KİT ürünlerine 120 milyarlık bir zam pake
• 27 Ocak’ta gübre fiyatları % 500 ile 800 arasında arttırılmıştır tini hazırladığı bilinmektedir.
(Milliyet, 28 Ocak 1980, s. 1).

160 161
• TÜSİAD, ‘vergi kapsamı dışında kalanları kapsayacak yeni bir
vergi yasası’ istemekte, Demirel hükümetinin böle bir yasayı Mec-
lislere göndermeye hazırlandığı bilinmektedir” (Cumhuriyet 26
Ocak 1980, s. 1).
Ayrıca 1979 yılında yayınlanan söz konusu raporunda TÜSİAD şu
görüşleri dile getirmektedir:
• “Ekonomik önlemler paketi sorunlara bütünlük içinde ve belli bir
sürede kesin ve sürekli çözüm getirecek güçte olmalıdır. Bu pake- 5. BÖLÜM
tin ‘gerçekçi-kesin ve sürekli’ önlemlerin tamamını kapsadığı, ar-
kasından başka paketlerin gelmeyeceği inancı halka verilmelidir”. 1980 Dönüflümü Sonras›nda DPT
• “Türk ekonomisinin kurtuluş yolu dışa açılmaktır. Dışa açılmada Türkiye’de sermaye birikim sürecinin önemli bir uğrağı olan içe
ilk hedef ise dışsatımı arttırmaktır ” (Milliyet, 26 Ocak 1980, s. 9).
dönük/ithal ikameci birikim modeli, ilgili bölümde de belirtildiği gibi
24 Ocak kararlarının açıklanması, Turgut Özal’ın DPT Müsteşar 1960’lı yıllardan sonra “resmi” olarak uygulanmaya başlanmıştır. İçe
vekilliği döneminde yaşanan en önemli gelişmedir. Ancak bu bölümde, dönük/ithal ikameci birikim modelinin kurumsallaşması ise, bu döne-
24 Ocak kararları ile başlayan yapısal dönüşüm sürecinin ayrıntılı bir min “simgesi” (Yalman, 2004, s. 58) olarak da nitelenebilecek olan
analizinin yapılmasından ziyade, 24 Ocak kararlarının alınış süreci ve DPT’nin kurulmasıyla gerçekleştirilmiştir.
bu süreçte DPT’nin konumu açıklanmaya çalışılmıştır. Buna göre yuka- Ancak bu dönemde hazırlanan planların gerçekleşme oranlarına
rıda da değinildiği gibi, 24 Ocak kararlarının arifesinde DPT’de büyük bakıldığında, DPT’nin ekonomiyi yönlendirme kapasitesinin sınırlılıkla-
bir kadro değişimi yapılmıştır. Bu kadro değişiminin özelliği, açılan bir rı göze çarpmaktadır. Hazırlanan planların kamu kesini için emredici ol-
sınavla DPT’ye tek seferde 183 yeni plancının (mevcut plancıların masına rağmen, ilk üç plan döneminde DPT tarafından öngörülen ted-
%51’i) alınmasıdır (Şaylan, 1981, s. 193). DPT’nin 20 yıllık geçmişin- birlerin gerçekleşme oranı yüzde 48’dir (Tan, 1981, s. 152). Bu dönem-
de, bir kerede bu kadar çok sayıda personel alımı daha önce hiç yaşan- de DPT’nin etkinliğinin bir başka sınırı ise, kamu kesimi üzerindeki
mamıştır. Şaylan bu durumu, DPT’nin “çok kaba bir şekilde partizan- kontrol yeteneğinin düşük düzeyde olmasıdır. Buna göre varolan 240
laştırılması” olarak değerlendirmiş ve bu kadro değişikliğinin nedenini, kamu girişiminin sadece 64’ü plan kapsamına girerken, 118’i tümüyle
“siyasal iktidar, radikal bir biçimde yeni ekonomi politikasını izlerken plan disiplini dışında karlar almaktadır (DPT, 1979, s. 309). Ayrıca ha-
buna DPT’ndan karşı çıkılmasını, bir direnişin söz konusu olmasını ke- zırlanan planların kanun statüsünde değil, TBMM kararı şeklinde yü-
sinlikle istememektedir” diyerek yorumlamıştır (Şaylan, 1981, s. 193). rürlüğe sokulması, planların hukuki niteliğinin tartışmalı hale getirmiş
24 Ocak kararlarını gibi ekonominin tümünü belirleyen kararların ve planların hayata geçmesi için bağlayıcı hukuki araçların olmaması,
alınması sürecinde ise, DPT’den hemen hemen hiç yararlanılmamış ve DPT’nin etkinliğini sınırlayan bir diğer faktör olmuştur (Sezer, 1981, s.
DPT’nin kuruluş yasasında tarif edilen, hükümetin ekonomik karaları 179).
almasında ona müşavirlik yapması işlevi tamamen askıya alınmıştır. Bu İçe dönük/ithal ikameci birikim modelinin 1970’li yılların ortala-
anlamıyla 24 Ocak kararlarının alınış tarzı, kararların içeriğinin getirdi- rından itibaren krize girmesinden sonra ise, DPT açısından yeni bir dö-
ği etkilerin dışında, ekonomiyle ilgili kamu bürokrasisinin işleyişinde nem başlamış ve DPT, 1980 yılında yaşanan dönüşüm sonrasında oluş-
ve de 1960’lardan beri kurulmaya çalışılan planlama mekanizmasında turulan dışa dönük/ihracata dayalı birikim modeli çerçevesinde, yeni-
köklü değişiklikler yaratan bir sürecin başlangıcı olmuştur. den şekillendirilmiştir.

162 163
Çalışmanın bu bölümünde, 1980 sonrasında DPT’de yaşanan dö- leri ve grup eğitimleri şeklindedir. Böylelikle DPT ile UNDP arasında
nüşüm ortaya konulurken, DPT’nin kuruluşundan 1980 yılına kadar ge- yapılan bu anlaşma, DPT’nin yeni sermaye birikim modelindeki rolü-
çen sürenin ele alındığı önceki bölümden farklı bir yöntem izlenmiştir. nün yeniden tanımlanması sürecinde, DPT çalışanlarının bakış açılarının
Buna göre 1962-1980 döneminde, DPT’de Müsteşar olarak görev yap- “günün şartlarına” uygun hale getirilmesi amacını gerçekleştirmeye yö-
mış kişilerin görev sürelerini temel alan bir dönemleştirme yapılmış ve nelmiştir. Bu çerçevede 1980 sonrasında oluşturulan DPT kadrosu, hü-
bu süreçte öne çıkan DPT-siyasal iktidar ilişkilerinin gerilimli yönü ir- kümetler ile “uyum” içinde yeni birikim modelinin inşası sürecini yü-
delenmiştir. 1980 sonrası dönemde ise DPT-siyasal iktidar ilişkilerinde, rütmüştür.
1980 öncesi dönemde yaşanan gerilimlerin ya da istifaların gerçekleş- 1980 dönüşümünden sonra her ne kadar DPT-siyasal iktidar ilişki-
mediği, bunun yerine her ne kadar DPT Müsteşarları bu dönemde de kı- leri “uyum” içinde gerçekleşmiş olsa da, kurulduğu 1960 yılından
sa zaman aralıkları ile değişmiş olsa da,130 DPT-siyasal iktidar ilişkile- 1980’e kadar geçen sürede kurumsal yapısında 933 sayılı yasa ile yapı-
rinin büyük ölçüde “uyum” içinde sürdüğü görülmektedir. lan değişiklik dışında kapsamlı hukuksal değişime rastlamayan
1980 sonrasında DPT-siyasal iktidar ilişkilerinin “uyum” içinde DPT’nin, özellikle 1980-1994 yılları arasında gerçekleştirilen 12 hu-
sürdürülmesinin nedenlerinden biri131 DPT’nin giderek ekonomi yöne- kuksal değişiklik ile önemli ölçüde bir yeniden yapılanma sürecine gir-
timindeki etkinliğinin azalması iken, diğer bir etken de DPT kadroları- diği görülmektedir. Bir başka deyişle, 1980 sonrasında DPT’nin ku-
nın benimsenen yeni birikim modeline göre yeniden şekillendirilmele- rumsal evrimi ile ilgili öne çıkan en önemli özellik, planlama yaklaşı-
ridir. Buna göre DPT’de 24 Ocak kararları arifesinde yaşanan büyük mının ve DPT’nin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu nedenle, 1980 sonra-
kadro değişiminin, kurumun 1980 sonrası dönemde hükümetlerin izle- sı dönemde DPT’nin kurumsal evrimi ile ilgili yapılacak analiz, DPT
diği ekonomi politikalarını benimsemesinde önemli bir etkisi olmuştur ile ilgili yapılan hukuksal yapıdaki değişikler ve 1960-1980 arasında
(Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004). Yeni birikim modelini benimseyen varolan planlama mekanizmasının çözülmesi çerçevesinde ortaya ko-
plancı yetiştirmenin ikinci önemli adımı da, 1981 yılında DPT ile Bir- nulacaktır.
leşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) arasında imzalanan “Kal-
kınma Planlaması Desteği” anlaşmasıdır (Resmi Gazete, 4 Aralık 5.1. Hukuksal Yap›daki De¤iflim:
1981/17534). Anlaşmaya göre, DPT’nin kamu bürokrasisinde sahip ol- 1980 sonrasında DPT ile ilgili bir çok hukuki düzenleme yapılmış-
duğu ayrıcalıklı ve özel durumu nedeniyle, DPT’deki plancıların “bilgi- tır. Ancak DPT’nin hukuki yapısı ile ilgili olarak yapılan değişiklikler-
lerinin günün şartlarına uygun” hale getirilmesi gerekmektedir. Anlaş- de, iki dönüm noktası dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, 24 Ocak ka-
ma kapsamında yürütülecek faaliyetler ise, DPT uzmanlarına yönelik rarları ile başlayıp 1991 yılına dek süren, dışa dönük/ihracata dayalı bi-
uzun vadeli kurslar, seminerler, uluslararası toplantılar, inceleme gezi- rikim modelinin kurulması sürecinde, DPT’nin planlama yerine, ihra-
catı teşvik fonksiyonunun öne çıktığı ve bu yönde hukuki değişiklikle-
130 DPT’de 1980-2000 döneminde 10 Müsteşar görev yapmıştır: Yıldırım Aktürk, rin yapıldığı dönemdir. İkincisi ise, 1994 yılında yapılan ve özellikle teş-
(1980-1983), Orhan Akman -vekaleten- (1983), Yusuf Bozkurt Özal (1983- vik ve yabancı sermaye ile ilgili birimlerin Hazine ve Dış Ticaret Müs-
1987), Ertan Yülek (1987-1988), Ali Tigrel (1988-1991), Cengiz Aysun
teşarlığı’na (HDTM) bağlanmasından sonra, DPT’nin kaynak tahsis
(1991), İlhan Kesici (1991-1993), Necati Özfırat (1994-1997), Orhan Güve-
nen (1997-1999), Akın İzmirlioğlu (1999-2000), (DPT, 2000, s. 22-24). mekanizmalarındaki etkinliğinin sınırlandığı ve kurumun, daha çok ya-
131 Kesici’ye göre, 1980 sonrasında DPT-siyasal iktidar ilişkilerinin uyumlu sür- pısal uyum sürecini izleme ile görevlendirildiği değişikliklerdir. Buna
mesinin nedeni, 1980-1983 askeri darbe dönemi sonrasında 1991 yılına kadar, göre, DPT’nin hukuksal yapısının incelenmesi, belirtilen iki dönem çer-
DPT’yi ve kamu bürokrasisini çok iyi tanıyan ve kendileri de DPT’de çalış- çevesinde gerçekleştirilecektir.
mış olan Turgut Özal ve Süleyman Demirel hükümetlerinin kurulmasıdır. Da-
ha ayrıntılı açıklama için bakınız: EK-11(Kesici ile görüşme, 22 Nisan 2004).

164 165
5.1.1. 1980-1991 Dönemi: miştir (Resmi Gazete, 31 Ağustos, 1982/17798).
Bu dönemde DPT ile ilgili yapılan ilk değişiklik 24 Ocak kararla- Bu dönemde DPT ile ilgili yapılan en önemli değişiklik, 1982 Ana-
rı ile gerçekleştirilmiştir. Buna göre, ilk olarak Yabancı Sermayeyi Teş- yasası ile gerçekleşmiştir. 1982 Anayasası, 1961 Anayasasında olduğu
vik Dairesi ile Teşvik Uygulama Dairesi, 24 Ocak kararları uyarınca gibi kalkınmanın “ekonomik, sosyal ve kültürel” yönden planlanmasını
Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuş (Resmi Gazete, 25 Ocak 1980/ bir devlet görevi olarak saymaktadır. Ancak 1961 Anayasasında bu gö-
16880), daha sonra ise, bu iki daire bir Başbakanlık genelgesi ile rev, Anayasanın “devletin temel görevleri” bölümünde yer alırken,
DPT’ye bağlanmıştır (Sezen, 1999, s. 105). Böylelikle Turgut Özal’ın 1982 Anayasasında “ekonomik hükümler” bölümünde bulunmaktadır
ilk DPT Müsteşarlığı yaptığı dönemde çıkarılan 933 sayılı kanuna göre (Sezen, 1999, s. 107). 1982 Anayasasında DPT ile ilgili yapılan bir baş-
DPT’ye dahil edilen, 1970 yılından sonra ise diğer bakanlıklara devre- ka değişiklik ise, kurumun anayasallık statüsüyle ilgilidir. Buna göre
dilen bu iki daire, 1980 yılında Özal’ın ikinci DPT Müsteşarlığı döne- 1961 Anayasasında, kalkınma planlamasını yapacak kurum olarak, doğ-
minde tekrar DPT’ye bağlanmıştır. Sözkonusu iki dairenin DPT’ye rudan DPT’nin ismi yer alırken, 1982 Anayasasında “… bu amaçla ge-
bağlanması, sermaye birikim modelinin değiştiği bir dönemde, devlet rekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir” (Gözübüyük, 2003, s. 424)
müdahalesinin ihracatı teşvik yönünde yoğun bir şekilde seferber edil- ifadesine yer verilmiş, böylece kalkınma planlamasının yapılmasından
mesi amacını taşımaktadır. Böylece DPT, 1980 öncesi dönemde kaynak sorumlu olacak kurum açıkça belirtilmemiştir. Daha açık bir ifadeyle,
tahsis mekanizmalarındaki etkinliğini (kaynak tahsisinin amacı değişse 1982 Anayasasında planlama yapacak kurumun belirtilmemesi ile,
de) bir ölçüde korumuş ve dönem boyunca yeni kurulmaya çalışılan bi- 1960-1980 döneminde DPT’nin etkinliğinin önemli dayanaklarından
rikim modelinin mantığına uygun olarak tanımlanmıştır. biri olan “anayasallık” statüsü ortadan kaldırılmıştır.
5.1.1.1. Askeri Darbe Döneminde Yapılan Düzenlemeler: 5.1.1.2. 223 Sayılı KHK ile Yapılan Düzenleme:132
Bu dönemde yapılan ilk değişiklik, Bülent Ulusu hükümeti döne- 1984 yılında Özal hükümeti döneminde çıkarılan KHK ile,
minde çıkarılan Bakanlar Kurulu kararı ile, DPT bünyesinde Avrupa DPT’nin görevleri, ana hizmet birimleri ve YPK ile ilgili değişiklikler
Ekonomik Topluluğu Dairesi’nin kurulmasıdır (Resmi Gazete, 9 Nisan yapılmaktadır. 1983 seçimlerinden sonra iktidara gelen ANAP hüküme-
1982/17659). Avrupa Ekonomik Teşkilatı (AET) ile ilgili işlemlerin tek ti döneminde yapılan bu düzenlemeye kaynaklık eden düşünce, partinin
elden ve süratle yürütülmesi için kurulan dairenin görevleri, AET’nin hükümet programında yer almaktadır. Programa göre ANAP’ın planla-
aldığı kararların izlenmesi ve değerlendirilmesi, AET ile ilgili kamu ma ile ilgili görüşleri şöyledir:
bürokrasisi ile özel sektörün yaptığı işlemlerin koordine edilmesi ve bu “Sosyal ve iktisadi gelişmenin ahenkli, süratli, verimli olması, kaynak-
konular hakkında Başbakan’a raporlar hazırlanması şeklindedir (2. ların en iyi şekilde değerlendirilmesi için planlamayı önemli görüyo-
madde). ruz…. [Ancak] Hükümetimiz, katı ve dogmatik merkezi planlamanın
Darbe döneminde yapılan bir diğer değişiklik ise, DPT’nin bağlı tamamıyla dışında, demokratik, kuruluşların ve fertlerin kabiliyetlerini
bulunduğu merciinin değiştirilmesini kapsamaktadır. 1960 yılında çıka- ve teşebbüs güçlerini kullanmalarına ve geliştirmelerine imkan veren,
rılan 91 sayılı yasaya göre Başbakan, DPT’nin yönetimi ile ilgili yetki- düzenleyici, yönlendirici ve denge kurucu bir planlama anlayışına sa-
hiptir” (Resmi Gazete, 25 Aralık 1983/18262).
lerini Başbakan Yardımcısı aracılığıyla kullanmaktadır. Bülent Ulusu
hükümeti döneminde (askeri darbe dönemi) çıkarılan 44 sayılı Kanun Yukarıda da görüldüğü gibi, planlama konusunda ANAP’ın temel
Hükmünde Kararname (KHK) ile 91 sayılı yasanın bu hükmü değişti- yönelimi, “katı ve dogmatik” olarak değerlendirdiği merkezi planlama
rilmiş ve Başbakanın, DPT ile ilgili yetkilerini “Devlet Bakanı-Başba-
kan Yardımcısı veya Devlet Bakanı” vasıtasıyla kullanabileceği belirtil- 132 Bu düzenleme sonucunda oluşan DPT’nin örgütsel yapısı EK-4’te verilmiş-
tir.

166 167
anlayışının dışında, yeni birikim modelinin mantığına uygun olarak özel belirtilmiştir (4. madde).
sektörün geliştirilmesine ve güçlendirilmesine dönüktür. Bu düşünce 223 sayılı KHK ile getirilen bir diğer değişiklik ise, personel reji-
ile DPT yasasında yapılan düzenlemeler ise, ana hatlarıyla şöyledir: mi ile ilgilidir. Buna göre yapılan düzenleme ile, Müsteşarlık, Müsteşar
• DPT’nin görevleri ile ilgili değişiklikler: Yardımcılıkları, Başkanlıklar, Daire Başkanlıkları, Hukuk ve Planlama
Müşavirlikleri, uzman ve uzman yardımcılıkları ile Genel Sekreterlik
1. 91 sayılı kanunun ikinci maddesinde belirtilen, “Memleketin
hizmetlerinde “lüzumu halinde, kadro karşılığı gösterilmek kaydıyla,
tabi, beşeri ve iktisadi her türlü kaynak ve imkanını tam bir
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer kanunların sözleşmeli
şekilde tespit ederek takip edilecek iktisadi ve sosyal politika-
personel hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli eleman”
yı ve hedefleri tayinde Hükümete yardımcı olmak” (DPT,
çalıştırılabileceği belirtilmiştir (40. madde). 233 sayılı KHK ile yapılan
1973, s. 44) hükmü, 223 sayılı KHK ile “… Hükümete müşa-
bu değişikliğin önemi ise, ileriki yıllarda DPT’nin personel sayısındaki
virlik yapmak” (Resmi Gazete, 18 Haziran 1984/18435) şek-
aşırı şişkinliğe yol açan uygulamaların önünü açıcı nitelikte olmasıdır. 133
linde değiştirilmiştir.
2. 91 sayılı kanunun ikinci maddesinde belirtilen, “Planların başa- 5.1.1.3. 304 Sayılı KHK ile Yapılan Düzenleme:
rı ile uygulanabilmesi için ilgili daire ve müesseselerle mahalli İkinci ANAP hükümeti döneminde, 1987 yılında çıkarılan 304 sa-
kuruluş ve işleyişlerin ıslahı hususunda tavsiyelerde bulun- yılı KHK, esas olarak DPT’nin bağlı olduğu bakanlığı ve YPK’yı düzen-
mak” (DPT, 1973, s. 44) hükmü, 223 sayılı KHK ile “... görüş lemektedir(Resmi Gazete, 31 Aralık 1987/19681). Buna göre 233 sayı-
ve tekliflerde bulunmak” (Resmi Gazete, 18 Haziran 1984/ lı KHK’da getirilen değişiklik, 304 sayılı KHK’da yeniden düzenlen-
18435) şeklinde değiştirilmiştir. miş ve Başbakanın, DPT’nin yönetilmesi ile ilgili yetkilerini “... gerek-
• Ana hizmet birimleri ile ilgili yapılan değişiklikler: li gördüğü takdirde bir Devlet Bakanı vasıtasıyla” kullanabileceği ifade
edilmiştir (1. madde). Böylelikle, yapılan düzenleme sonucunda
1. Planlama, koordinasyon ve uygulama ile ilgili üç Müsteşar
DPT’nin bağlı olduğu mercii, Devlet Bakanlığı derecesine düşürülmüş-
Yardımcılığı kurulmuştur (8. madde).
tür.
2. Varolan yedi ana hizmet birimine, “Serbest Bölgeler Başkanlı-
304 sayılı KHK’da, YPK ile ilgili yapılan düzenleme ise, kurulda
ğı” eklenmiştir (9. madde).
varolan bakanların sayısını arttırmak şeklinde olmuştur. Buna göre
3. DPT’ye görevi ile ilgili uluslararası ekonomik kuruluşlar ile YPK’ya, Bayındırlık ve İskan ile Ulaştırma Bakanları ve Başbakan’ın
ilişkisini geliştirmesi için, “yurtdışı teşkilatı” kurma izni veril- belirleyeceği üç Devlet Bakanı dahil edilmiştir. DPT Müsteşarlığı ise,
miştir (18. madde). kurulun sekreterya görevini üstlenmiştir (4. madde). Böylelikle
• YPK ile ilgili düzenleme: YPK’daki siyasetçi/plancı dengesi 11/1 durumuna gerilemiş ve bundan
91 sayılı kanuna göre dört plancı ve dört kabine üyesinden oluşan sonra YPK tamamen siyasi bir yapıya kavuşmuştur
ve teknik-politik nitelikte olan YPK, yapılan düzenleme ile büyük öl-
133 DPT’nin 1960-2004 arasındaki personel sayılarının değişimini içeren tablo,
çüde siyasi bir kurula dönüşmüştür. YPK’nın yeni halinde; Başbakan,
EK-6’dadır. Tabloda da görüldüğü gibi, 1980 yılından sonra Teşvik ve Uygu-
Başbakan Yardımcısı, Maliye ve Gümrük, Tarım Orman ve Köy İşleri, lama ile Yabancı Sermaye Dairelerinin DPT’nin bünyesine dahil edilmesinden
Sanayi ve Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanları ile DPT Müste- sonra personel sayısının artığı, 1984 yılında çıkarılan 223 sayılı KHK’dan son-
şarı yer almaktadır. Yani siyasetçi/plancı dengesi 6/1 olarak değiştiril- ra ise, personel sayısındaki yükseliş ivmesinin devam ettiği görülmektedir.
miştir. Ayrıca yapılan düzenlemeyle, planlama, koordinasyon ve uygu- Personel sayısının 1990’lardan itibaren azalmasının nedeni ise, 1991 yılında çı-
lamadan sorumlu Müsteşar Yardımcılarının YPK’ya katılabilecekleri karılan 437 sayılı KHK ile, Teşvik ve Uygulama, Yabancı Sermaye ve Serbest
Bölgeler Dairelerinin DPT’nin dışına çıkarılmasıdır.

168 169
5.1.1.4. 3701 Sayılı Yasa, 437 Sayılı KHK ve 470 Sayılı KHK lanmış (Türel, 1999, s. 1059), Avrupa Topluluğu ve İslam Ülkeleriyle
ile Yapılan Düzenlemeler: İlişkiler Genel Müdürlükleri ise, DPT’nin dışına çıkarılmış ve son ola-
DPT’nin hukuksal yapısını düzenlemeye dönük tasarrufların 1991 rak da Teknik Hizmetler ve Personel ve İdari Hizmetler Genel Müdür-
ve 1992 yıllarında yoğunlaştığını görüyoruz. Ancak planlama örgütü ile lükleri, daha alt seviyede yeniden örgütlenmiştir. Bu değişikliklerin so-
ilgili yasa yapım sürecindeki bu yoğunlaşma, DPT’nin mevcut iş yükü- nucunda, ana hizmet birimlerinin sayılı 11’den 5’e indirilmiş ve teşvik
nün artması ve bunun hukuksal olarak düzenlenmesi gereği çerçevesin- uygulamalarının HDTM’ye bağlanması ile, DPT’nin ekonomi yönetimi
de değil, hükümetlerin DPT’yi belirleme iradeleri çerçevesinde şekil- ile ilgili yetkileri, büyük ölçüde elinden alınmıştır.
lenmiştir. Bu dönemde yapılan düzenlemeler sırasıyla Akbulut (3701 Süleyman Demirel’in Başbakanlığında kurulan Sosyal Demokrat
sayılı yasa), Yılmaz (434 Sayılı KHK) ve Demirel (470 sayalı KHK) hü- Halkçı Parti (SHP)-Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyon hükümeti döne-
kümetleri zamanında, toplam on ay gibi kısa bir süre içinde gerçekleş- minde çıkarılan 470 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeler, DPT’nin mer-
tirilmiştir. Yapılan düzenlemelerde, 3701 sayılı yasa ile DPT’nin mer- kez teşkilatından çok YPK’yı düzenlemektedir (Resmi Gazete, 6 Ocak
kez teşkilatı genişletilmekte ve teşkilat, bir hizmet bakanlığı biçiminde 1992/21103). Buna göre yapılan düzenleme ile, Dışişleri Bakanının
örgütlenmekte (Aslan, 1998, s. 114), 434 sayılı KHK ile bir önceki ya- YPK toplantılarına katılması kararlaştırılmış (1. madde) ve böylece
sa ile genişletilen DPT’nin merkez teşkilatı daraltılmakta ve 470 sayılı YPK’daki politikacı/plancı dengesi 12/1 oranına gerilemiştir.
KHK ile de, YPK’nın görevleri daraltılmaktadır.
5.1.1.5. 1994 Yılında Yapılan Değişiklik:
Buna göre DPT’ye bir çok yeni organ ekleyen ve DPT’yi tipik bir
DPT hakkında yapılan bir diğer hukuksal düzenleme, 1993 yılının
bakanlık haline getirmeyi hedefleyen 3701 sayılı yasa, sadece beş ay
Eylül ayında, Tansu Çiller’in Başbakanlığında kurulan DYP-SHP hü-
yürürlükte kalmış, 1991 yılının Haziran ayındaki hükümet değişikliğin-
kümeti döneminde yapılmıştır. 511 sayılı KHK ile, DPT’nin görevlerin-
den sonra yeni gelen hükümet, Ağustos ayında DPT ile ilgili yeni bir
de ve ana hizmet birimlerinde bir çok değişiklik öngörülmüş (Resmi
düzenleme yaparak, 3701 sayılı yasanın bir çok hükmünü geri çekmiş-
Gazete, 16 Eylül 1993/21700), ancak sözkonusu KHK, aynı yılın
tir. 1991 yılının Mart ayında, Yıldırım Akbulut Başbakanlığındaki ANAP
(1993) Aralık ayında Anayasa Mahkemesi’nin aldığı iptal kararı134 üze-
hükümeti tarafından çıkarılan 3701 sayılı yasa ile yapılan düzenleme so-
rine yürürlükten kaldırılmıştır (Sezen, 1999, s. 123).
nucunda, İslam Ülkeleri ile Ekonomik İşbirliği, Teknik Hizmetler ve
Personel ve İdari Hizmetler Genel Müdürlükleri kurularak, DPT’nin DPT ile ilgili olarak, 24 Ocak 1980 kararları ile başlayan hukuksal
ana hizmet birimleri 8’den 11’e çıkarılmıştır (Resmi Gazete, 22 Mart düzenleme süreci, 1994 yılının Haziran ayına gelindiğinde sonlanmış ve
1991/20822). Ayrıca sözkonusu düzenleme ile Müsteşarlık bünyesinde Çiller Başbakanlığında kurulan DYP-SHP koalisyon hükümeti döne-
bir Araştırma Enstitüsü kurulmuş (9. madde) ve Müsteşar Yardımcılık- minde yapılan onikinci ve son düzenleme olan 540 sayılı KHK, kabul
ları dörde çıkarılmıştır (8. madde). edilmiştir (Resmi Gazete, 24 Haziran, 1994/21970). Bir başka deyişle,
sermaye birikim modelinin değiştiği 1980 yılından itibaren, DPT’nin
Mesut Yılmaz hükümeti tarafından, 1991 yılının Ağustos ayında çı-
yeni modelde nasıl işlevlendirileceği sorunu 540 sayılı KHK ile çözül-
karılan 434 sayılı KHK (Resmi Gazete, 14 Ağustos 1991/20960) ile
müştür. Sözkonusu KHK’nın kabul edilmesinin üzerinden on yıl geç-
ise, DPT’nin görevleri ve teşkilat yapısı önemli ölçüde daraltılmış ve
mesine rağmen kurumla ilgili herhangi bir düzenleme yapılmaması, bu
özellikle DPT’nin 1980 sonrası dönemde, bir düzeyde de olsa etkinli-
konuda bir istikrarın kurulduğunu göstermektedir.
ğini sürdürmesini sağlayan, kaynak tahsis mekanizmalarında söz sahi-
bi olma pozisyonu değiştirilmiştir. Buna göre öncelikle Müsteşar Yar- 134 511 sayılı KHK, bu KHK’nın dayanağı olan yetki yasasının iptali üzerine ana-
dımcılıkları 4’den 2’ye indirilmiş (7. madde), Teşvik ve Uygulama, Ya- yasal dayanaktan yoksun kalması nedeniyle iptal edilmiştir (Sezen, 1999, s.
bancı Sermaye ve Serbest Bölgeler Genel Müdürlükleri HDTM’ye bağ- 123).

170 171
DPT’nin bugünkü (Haziran 2004) yapısını belirleyen 540 sayılı sanayileşme, teknoloji, çevre politikaları ve benzeri konularda araştır-
KHK135 ile getirilen değişikliklerden ilki DPT’nin görevleri hususunda malar yapmak, geliştirdiği makro modeller ile ekonomik ve sosyal po-
gerçekleşmiştir. Buna göre sözkonusu KHK’nın 2. maddesine eklenen litikaların uzun dönemli etkilerini tahmin etmek, bölgesel entegrasyon-
fıkra ile DPT, ileriye dönük stratejileri geliştirirken uluslararası kurum- larla ilgili gelişmeleri ve stratejileri izlemek ve bunlara yönelik alterna-
larla birlikte çalışacaktır. Bir başka deyişle, yapılan düzenleme sonu- tifler hazırlamak, kalkınma planlarının uygulanmasını izlemek ve değer-
cunda DPT, lendirmek, bu konularda uluslararası kuruluşlarla temas ve müzakere-
“Uluslararası kuruluşlarla iletişim içersinde çalışarak ileriye dönük lere iştirak etmekle görevlidir.
stratejiler geliştirmek ve topluma perspektif sağlayan politika önerile- 3. İktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü; ikti-
rini katılımcı bir yaklaşımla belirleyerek özel kesim için orta ve uzun sadi sektörlerde proje geliştirme ve değerlendirme, sanayileşme, teşvik
dönemde belirsizlikleri giderici genel bir yönlendirme” ve yönlendirme, iç ve dış ticaret politikaları konularında çalışma ve
görevini yerine getirecektir. araştırmaları yapmak suretiyle kalkınma planları ve yıllık programların
Yapılan bir diğer düzenleme ile, Müsteşar Yardımcılıklarının en hazırlanmasına katkıda bulunmak, iktisadi sektörlerle ilgili olarak ileri-
fazla beş tane olacağı belirtilmiş, ancak bunlardan kaçının hangi konu- ye dönük stratejiler geliştirmek, kamu yatırım programını hazırlamak,
larla görevlendirileceğini belirleme yetkisi Başbakan’a verilmiştir (8. kamu projelerini izlemek ve yıl içinde revizyonu ile ilgili işlemleri yap-
madde). Yapılan bu düzenleme, 1980 sonrasında zaten yeterince siyasal mak, uygulamaya ait dönem raporlarını hazırlamak, uygulamayı yön-
iktidarın iradesi doğrultusunda hareket eden DPT’nin, siyasallaştırılma- lendirmek, kurumsal ve hukuki düzemelerle ilgili görüş vermek, plan
sı konusunda gelinen son noktayı ifade etmektedir. ve programların uygulanması sırasında kamu ve özel kesim kuruluşları
arasında gerekli koordinasyonu sağlamak ve bu amaçla kurum ve kuru-
540 sayılı KHK ile getirilen temel bir değişiklik de, DPT’nin kuru-
luşların üst düzey yetkili temsilcilerinin katılacağı komisyonlar kur-
luşundan beri varolan sektörel planlama geleneğinin terkedilmiş olma-
mak, uluslararası kuruluşlarla temas ve müzakerelere iştirak etmekle
sı ve iktisadi, sosyal planlama dairelerine dayanan yapının değiştirilme-
görevlidir.
sidir. Buna göre 540 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeye göre DPT’nin
ana hizmet birimleri ve görevleri şöyledir:136 4. Sosyal Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü’ne ve-
rilen görevler, İktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğüne
1. Yıllık Programlar ve Konjonktür Değerlendirme Genel
verilen görevlerin, sosyal sektörler için tekrarıdır.
Müdürlüğü; yıllık programların makro dengelerini oluşturmak, kalkın-
ma planlarının hazırlanmasına katkıda bulunmak, konjonktürel gelişme- 5. Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü; il ve
leri izlemek ve değerlendirmek, kamu maliyesi, ödemeler dengesi, pa- ilçe bazında araştırma ve planlama çalışmaları yapmak, diğer kamu ku-
ra, banka ve mali piyasalar konularında gerekli araştırmaları yapmak ve rum ve kuruluşlarının bu konularda yapacakları çalışmaların kalkınma
bu çerçevede gerekli politika önerilerinde bulunmak, uluslararası kuru- planları ve yıllık programlarla tutarlılığını sağlamak, yapısal uyum poli-
luşlarla temas ve müzakerelere iştirak etmekle görevlidir. tikalarının uygulanması sırasında ortaya çıkabilecek sorunların çözümü
amacıyla projeler geliştirmek ve bu konularda yapılacak çalışmaları ko-
2. Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Mü-
ordine etmek, yerel istihdamın ve girişimciliğin geliştirilmesi çerçeve-
dürlüğü; kalkınma planlarının makro dengelerini oluşturmak, yıllık
sinde küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin, esnaf ve sanatkarla-
programların hazırlanmasına katkıda bulunmak, ekonomik modeller,
rın ve kırsal kesimin sorunlarına yönelik politikalar geliştirmek, uygu-
dünya ekonomisi, ülke ekonomileri, ulusal ve uluslararası stratejiler,
lamayı yönlendirmek, kalkınmada öncelikli yöreleri ve ihtiyaçlarını tes-
135 540 sayılı KHK ile oluşan DPT’nin örgütsel yapısı EK-5’te verilmiştir. pit etmek, bu yörelerin özelliklerini dikkate alarak daha hızlı bir geliş-
136 Kanun maddelerinden özetlenerek yazılmıştır. me sağlamak amacıyla gerekli çalışmaları yapmak, bölgesel kalkınma

172 173
projeleri ile ilgili koordinasyonu sağlamak ve görev alanına giren ko- rını tespit ederek uygulamasında koordinasyon sağlamak, ... destekleme
nularda görüş vermek ve uluslararası kuruluşlara temas ve müzakere- fiyatları konusunda Bakanlar Kuruluna tavsiyelerde bulunmak”la gö-
lere iştirak etmekle görevlidir. revlendirilmiştir (6. madde). 540 sayılı KHK ile oluşturulan bu kurul,
6. Avrupa Birliği ile İlişkiler Genel Müdürlüğü; Avrupa Birli- YPK’nın tamamen siyasallaşması sonucunda, bürokratlarla siyasetçiler
ği ile ilişkilerde, ekonomik, sosyal, hukuki ve diğer konularda, Hükü- arasında yeni bir iletişim kanalı işlevi görmektedir (Türel, 1996, 1056).
met tarafından tespit edilecek hedef ve politikalarla ilgili çalışmalar DPT ile ilgili, 1980 sonrasında yapılan hukuki düzenlemelere ge-
yapmak ve önerilerde bulunmakla görevlidir. nel olarak bakıldığında, 1980’ler boyunca teşvik, yabancı sermaye ve
7. Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü; çok taraflı ve iki- serbest bölgeler dairelerinin kurumun içinde olması nedeniyle, hükü-
li ekonomik ilişkilerin kalkınma planları ve yıllık programlarda belirti- metlerin ekonomi politikalarının uygulanması noktasında işlevinin sür-
len ilke, hedef ve politikalarla uyumlu ve etkili bir şekilde yürütülme- düğü görülmektedir. Ancak özellikle 1994 yılında yapılan son düzenle-
si için gerekli çalışmaları yapmak, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma me ile, kurumun daha çok, piyasa sisteminin işlerliğinin sağlanması
çabalarına yardımcı olmak amacıyla bu ülkelere yönelik tenknik yardım için belirsizlikleri giderme ve yapısal uyum politikalarını takip etmekle
faaliyetlerini yürütmekle görevlidir. görevlendirildiği söylenebilir. Bu dönemde gözlenen bir diğer olgu ise,
yapılan hukuki düzenlemelerle YPK’daki siyasetçi/plancı dengesinin
8. Yönetim Bilgi Merkezi Dairesi Başkanlığı; dünyadaki eko-
sürekli plancılar aleyhine bozulması ve sonunda YPK’nın tamamen si-
nomik, sosyal ve kültürel oluşum ve gelişmeleri izlemek, değerlendir-
yasallaşmış bir yapıya kavuşmasıdır.
mek ile kalkınma planları ve yıllık programların hazırlanmasında gerek-
li bilgileri temin etmekle görevlidir. 5.2. 1980 Sonras›nda Ekonomi Yönetimindeki Dönüflüm:
DPT’nin ana hizmet birimlerinin görevlerine bakıldığında, 1980 dönüşümü sonrasında, DPT’nin evriminin açıklanması için
DPT’nin, yapısal uyum politikalarının uygulanması sırasında ortaya çı- incelenecek bir diğer konu ise, ekonomi yönetimindeki değişimdir. Bu-
kan sorunlarla ilgili çözümler için görevlendirilmiş olması, kalkınma na göre, Türkiye’de 1960-1980 arasında uygulanan planlama mekaniz-
planını yapmakla doğrudan sorumlu bir birimin bulunmaması ve bu ha- ması, 1970’lerin sonlarındaki krizle birlikle değişen sermaye birikim
liyle planlama teşkilatının, bir araştırma enstitüsü görünümüne yaklaş- modeli çerçevesinde, hızla etkisizleşmiştir (Türel, 1996, s. 1054). Bir
ması, göze çarpan özelliklerdir. başka deyişle, 1960-1980 yılları arasında içe dönük birikim modelinin
540 sayılı KHK ile yapılan bir diğer değişiklik ise, YPK ile ilgili- kurumsallaşması noktasında işlevlendirilen DPT, ekonomi bürokrasisi-
dir. Buna göre sözkonusu KHK’da, bundan öncekilerde varolan, nin merkezinde bulunurken; 1980 sonrasındaki model değişikliklerin-
YPK’ya katılacak bakanların sınırlandırılması ve tek tek sayılması yön- den sonra DPT’nin etkinliği azalmış ve ekonomi bürokrasisindeki ağır-
temi terkedilmiş, bunun yerine “... Başbakanın belirleyeceği sayıda Ba- lık merkezi HDTM ve Merkez Bankası’na kaymaya başlamıştır (Güler,
kanlar” ibaresi eklenmiştir (4. madde). Böylece, bu değişiklikten son- 1996, s. 60-61). DPT’nin kamu bürokrasisindeki etkinliği, varolan ser-
ra YPK’daki plancı/politikacı dengesinden söz etmek anlamsızlaşmıştır. maye birikim modeli çerçevesinde devletin ekonomiye müdahale tarzı-
540 sayılı KHK ile getirilen en önemli yenilik ise, daha önce na bağlı olarak değişmektedir. Buna göre 1980 sonrasında devletin eko-
HDTM’ye bağlı olan Para-Kredi ve Koordinasyon Kurulu’nun nomiye müdahalesinin yeniden tanımlandığı bir dönemde, DPT’nin ha-
(PKvKK) DPT bünyesine dahil edilmesidir. Buna göre DPT’nin bağlı reket kabiliyeti de yeniden tanımlanmıştır.
olduğu bakanın başkanlığında, Başbakanın belirleyeceği bakanlar ile
Maliye Bakanlığı, DPT, Hazine, Dışticaret Müsteşarlarıyla, Merkez
Bankası Başkanından oluşan kurul, “... para kredi ve maliye politikala-

174 175
Şekil-2 olumsuzlanması ve KİT’lerin özelleştirilmesi sürecidir. Önceki model-
1980 Sonrasında Ekonomi Yönetimindeki Dönüşüm de DPT’nin özel sektörü yönlendirmesinde önemli bir araç olan teşvik-
lerin, 1980 sonrasında HDTM’ye bağlanması ise, DPT’nin özel sektör-
le olan ilişkisinin kesilmesine neden olmuştur.
Şekil-2’de gözlenen bir başka değişiklik de, YPK ve TOBB’un ta-
mamen siyasal alana kaymalarıdır. Özellikle bir önceki modelde teknik-
politik özellikleri bünyesinde bulunduran YPK’da yapılan değişiklikler
sonucunda, bu kurul tamamıyla siyasal alana kaymış ve kurul, bu de-
ğişikliklerden sonra bir “iç kabine” niteliği kazanmıştır (Türel, 1996, s.
1053).
1980 sonrasında ekonomi yönetiminde görülen bir başka dönüşüm
de, bir önceki modelde varolan “DPT-TOBB-Sa.B.” üçgeninin çözül-
mesidir. Bu çerçevede TOBB’un siyasal alana kayması ve Sanayi Ba-
kanlığı ile KİT’lerin ilişkisinin kesilmesi sonucunda, ekonomi yöneti-
mindeki geniş diyalog üçgeni dağılmıştır.
Bu dönemde ekonomi yönetiminde DPT’nin hareket kabiliyetini
TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mer.H: Merkezi Hükümet, YPK:
sınırlayan bir diğer gelişme ise, Dünya Bankası ile imzalanan Yapısal
Yüksek Planlama Kurulu, DPT: Devlet Planlama Teşkilatı, Ma.B: Maliye Bakan- Uyum Kredisi (YUK) antlaşmalarıdır. Buna göre 1980-1985 arasında
lığı, MB: Merkez Bankası, Sa.B: Sanayi Bakanlığı, ÖİK: Özel İhtisas Komisyon- imzalanan beş anlaşma ile, içe dönük/ithal ikameci modele göre ku-
ları, TOBB: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, KİT: Kamu İktisadi Teşebbüsle- rumsallaşmış kamu bürokrasisi ve ekonomi yönetimi, yeni birikim mo-
ri, ÖSÜ: Özel Sektördeki Üretim Birimleri, Y: Yönetsel Alan, S: Siyasal Alan, Ü: deli çerçevesinde yeniden örgütlenmiştir. 24 Ocak kararlarının ilanının
Üretim alanı, HDTM: Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıkları, Bas G: Baskı Grup- hemen ardından 28 Mart 1980’de imzalanan birinci YUK’ta, KİT’lerin
ları (Özel sermaye).
yeniden yapılandırılması ve yapılacak kamu yatırımlarının sadece altya-
Kaynak: (Türel, 1996, s. 1024). pı projelerine yönlendirilmesi öngörülmüştür (Resmi Gazete, 28 Mart
Bu sürecin incelenmesi için oluşturulan Şekil-2’ye bakıldığında137 1980/16943). 6 Temmuz 1981 tarihinde imzalanan ikinci YUK’a göre
göze çarpan en önemli değişiklik, bir önceki dönemde varolan ve ise, dışa dönük birikim modeli çerçevesinde ihracatın arttırılması için
DPT’nin ekonomiyi yönlendirme kabiliyetinin önemli bir parçasını KDV uygulamasının başlatılması öngörülmüştür (Resmi Gazete, 6
oluşturan DPT-KİT ilişkisinin çözülmesidir. Temmuz, 1981/17392). Üçüncü YUK’ta da öncekilere benzer bir şekil-
de, KİT’lerin yeni birikim modeli çerçevesinde yeniden düzenlenmele-
Bu ilişkinin çözülmesine neden olan gelişme ise, Neo-liberal poli- ri ve toplam yatırımlardaki kamu payının azaltılıp, özel yatırımların pa-
tikalar çerçevesinde oluşturulan devletin ekonomiye müdahalesinin yının arttırılması için gerekli tedbirlerin alınması takip edilmektedir
(Resmi Gazete, 5 Temmuz, 1982/17745).
137 Planlama mekanizmasındaki değişikleri izleyebilmek için, Türel’in (1996) il-
gili çalışması temel alınmıştır. Şekil-2, Türel’in sözkonusu çalışmasında “Tür- Yukarıda belirtilen üç YUK, 1980 sonrasında ekonomi yönetiminin
kiye’de ‘Planlı’ Ekonomik Yönetimin Çözülüşü” olarak yer almaktadır. 1980 yeniden örgütlenmesinde önemli ölçüde etkili olmuşlardır. Ancak yapı-
sonrası yaşanan değişimleri, 1960-1980 döneminde planlama mekanizması ile sal uyum sürecinin doğrudan DPT’yi ilgilendiren boyutu, dördüncü ve
karşılaştırmak için, bu çalışmanın 84.sayfasındaki Şekil-1’e bakınız.

176 177
beşinci YUK’lar ile hayata geçmiştir. Buna göre dördüncü YUK ile ön- geliştiren bir teşkilat yapısına bürünmüştür” (Aktürk, 1984, s. 4).
görülen kredinin verilmesi için öne sürülen şartlarından biri, 1984 yılı 1966-1967 döneminde DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığı-
programının, yapısal uyum politikalarının önceliklerine göre hazırlan- nı yapan Günal Kansu ise, 1980 sonrasında DPT’nin uygulama ile çok
mış olmasıdır (Resmi Gazete, 9 Eylül 1983/18154). 28 Haziran 1984 ta- yakından ilişkili olmasının, kurumun asıl işlevi olan kalkınma planları
rihinde imzalanan beşinci ve son YUK ise, DPT’nin 1980 sonrasında- yapmasını zorlaştırdığını ifade etmektedirler. Kansu,
ki konumunu göstermesi bakımından önemlidir. Buna göre beşinci
YUK’ta, Türkiye’ye kredi verilmesi için gerekli görülen şartlardan il- “Yeni TUD,139 öyle ufak tefek bir birim değil. Çalıştırdığı insan sayısı-
ki, “Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın hazırlığının, hedefleri ile na bakarsanız, Planlama’nın neredeyse yarısı. Üstelik, emrinde özel
sektöre aktarılmak üzere çok büyük fonlar var. Planlama denilince ar-
stratejileri açısından Yapısal Uyum Programına uygun olarak tamam-
tık akıllara teşvik sistemi ve özel şirketlere aktarılan paralar gelmeye
lanması”dır138 (Resmi Gazete, 28 Haziran 1984/18445). başlıyor. Böylece, ‘teşvikler’ yaklaşık on yıllık bir aradan sonra tekrar
DPT’nin omurgası, temel işlevi haline geliyor. Geleceğin tasarımlan-
5.3. Planc›lar›n Gözünden 1980 Sonras› DPT ve Planlama:
ması gene arka plana düşüyor” (Kansu, 2004, s. 507).
Yukarıdaki bölümde ortaya konduğu gibi 1980 sonrasında DPT,
diyerek, DPT’nin 1980’lerin başındaki konumunu eleştirmektedir.
kapsamlı bir değişim sürecine girmiştir. Bu süreçte DPT’nin; örgütsel
yapısı,1960-1980 döneminde uyguladığı planlama yaklaşımları ve DPT- 1980 sonrasında, piyasa ekonomisinin geçerli olduğu bir ortamda,
siyasal iktidar ilişkilerinde büyük değişimler yaşanmıştır. Bu bölümde DPT’nin ve planlama kavramının prestij kaybettiği ve içe dönük/ithal
kurumda görev yapmış veya halen görev yapmakta olan plancıların, ikameci dönemdeki planlama uygulamasının gittikçe önemini yitirdiği
planlama kavramında ve DPT’de yaşanan değişimi nasıl değerlendir- görülmektedir. 1978-1979 döneminde DPT İktisadi Planlama Dairesi
dikleri, eleştiri ve önerileri bağlamında ortaya konmaya çalışılacaktır. Başkanı olan Türel, bu süreci şöyle değerlendirmektedir:
1980 dönüşümünün hemen sonrasında, yeni sermaye birikim mo- “Artık değişik kalkınma planlaması anlayışlarının tartışılmasının gerek-
delinin kurumsallaştırılması çerçevesinde işlevlendirilen DPT, bütüncül tiği bir döneme giriyoruz. Planlama artık 1960’lı, 1970’li yılların plan-
planlama anlayışından uzaklaşarak, daha mikro ölçekteki sorunlara çö- laması olamaz. Değişen şartlarda yeni bir planlama anlayışına gitme-
miz gerek. Yani planlama geçerliliğini yitirmesinden çok, yeniden ta-
züm bulmakla görevlendirilmiştir. DPT’nin ihracatı teşvik konusunda
nımlanması gereken bir kavram. Neyi planlamaya çalışıyoruz, hangi
yoğun olarak kullanıldığı 1980’lerin başında Müsteşar olan Yıldırım araçlarla bu işi yapmaya çalışıyoruz. Yani amaç-araç meselesini yeni
Aktürk (1980-1983), bu sürecin DPT açısından bir sorun yaratmadığını baştan gündeme getirmek gerek. Ama kesinlikle DPT’yi 1960-1970’li
öne sürmektedir. Aktürk’ün değerlendirmesine göre, yıllardaki fonksiyonlarını sürdüren bir kurum olarak düşünmemek ge-
“Planlamanın 1980-84 yılları arasındaki aktivitesinin ağırlık noktası, rek. DPT hala yatırım vizeleri veren bir kuruluş. DPT’yi kamu kuru-
beş yıllık hedeflerin tatbikatının yönlendirmesini yapmaktan ziyade luşları tarafından kendisine verilmiş yatırım listelerini bir tek satırına
yıllık, özellikle para piyasası ve dış ödemeler dengesi gibi konjonktü- bile bakmadan, üzerine mühür basarak tescil eden, sonunda 2000 yılı-
rel meselelerde çok daha aktif bir şekilde ekonominin günlük işleyişi- na gelindiğinde ülkeyi bir yatırım mezarlığı haline getiren bir kurum
nin içine girmiş, teşvik politikalarının özellikle ihracata yönelik yapı olmaktan çıkarmak lazım” (Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004).
değişikliğini sağlamak için aktif bir şekilde uygulanmasında anahtar Türel’in de işaret ettiği gibi, planlama yaklaşımının bir türü, yani
rol oynamış ve dolayısıyla uzun vadeli, istişari bir yaklaşımdan ziyade Keynesyen devlet müdahalesinin bir uzantısı olan planlama anlayışı bü-
tatbikatın tam içinde ve günlük hadiselere cevap arayan ve formüller yük ölçüde etkisini yitirmiştir. Ancak, piyasa ekonomisinin genel dü-
zenleyici bir merkezi birime olan ihtiyacı sürmektedir. 1990-1993 yıl-
138 Dünya Bankası’nın Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ilgili yaptığı eleştiri-
ler ve DPT’nin bu eleştirilere verdiği yanıtlar için bakınız: (DPT, 1985). 139 1980’de DPT bünyesine katılan Teşvik Uygulama Dairesi.

178 179
ları arasında DPT Müsteşar Yardımcılığı yapan Yavuz Ege, liberal bir le çıkmış, teker teker projelerle ilgilenmekten bütünüyle çıkmış, sade-
ekonomide planlamanın bittiğini söylemenin gerçekçi olmadığını belir- ce dünyadaki 10-15 yıllık perspektiflere bakan, günlük faaliyetlerin dı-
terek, tüm yönleriyle işleyen piyasa ekonomisinin mümkün olmadığını şında olan bir yapı lazım. Günlük borçlanma faaliyetleri, faiz politika-
ifade etmektedir. Bu bağlamda Ege, yeni dönemde planlamanın yerini sı gibi ekonomik olayların bütünüyle dışında olmak üzere, fikri alanda
analiz yapacak olan, bunu diğer ekonomi bürokrasisindeki insanlarla
şöyle değerlendirmektedir:
da devamlı ilişki içerisinde olan bir organizasyon lazım (Kesici ile gö-
“… Türkiye ekonomisinin geldiği aşama ve dünya ekonomisindeki rüşme, 22 Nisan 2004).
gelişmeler göz önüne alındığı zaman… daha makro düzeyde çalışan,
meselelere daha stratejik açıdan yaklaşan bir planlama fonksiyonuna
DPT’nin kurulduğu 1960 yılından bugüne kadar (Haziran 2004)
ihtiyaç var… Bu birimin mutlaka olabildiğince en üst düzeyde oluştu- çalışmakta olan Tülin Candır ise, DPT’nin misyonunu tamamlamış bir
rulması gerektiğine inanıyorum. Böyle bir örgütün, daha az sayıda ama kurum olarak değerlendirilemeyeceğini söylemektedir. Candır, Kesici,
olabildiğince yüksek nitelikli kişilerden oluşan, stratejik planlama Kabasakal ve Ege’nin ifade ettiği, DPT’nin stratejik planlama yapan
yapmaya yönelik görev ve sorumlulukları olan bir kurum olması gere- bir kurum haline gelmesi gerektiği görüşünü de, uygun bulmamaktadır.
kir” (aktaran, Uygur, 1991, s. 309-310). Candır’a göre DPT’nin işlevi şöyle olmalıdır:
1978 yılında DPT Müşaviri olarak görev yapan Mehmet Kabasa- “Bana sorarsanız bugün hala planlamaya olan ihtiyaç sürüyor. Kişi ba-
kal da Ege ile benzer bir şekilde, 1980 öncesi dönemdeki planlama uy- şına düşen geliri 3000 dolarların üstüne çıkamayan, kaynakları son de-
gulamalarının değiştirilmesi ve DPT’nin stratejik planlama anlayışını rece sınırlı, borçla yaşayan bir ülke olarak, gerçekten kaynaklarımızı iyi
benimsemesi gerektiğine işaret etmektedir: değerlendirip, ne yapmak istediğimizi belirleyip ona göre hareket et-
memiz gerekir. Ama bugünkü anlayış içinde bu çok zor, dediğim gibi
“Dünya değişirken Türkiye yerinde sayamaz. Gelişmeleri yakından ta- siyasi istediği şeyi yapıyor. Ne yapıyor? Hiçbir araştırmaya değerlen-
kip etmek ve mümkünse önüne geçmek zorundadır. O nedenle dirmeye bakmadan “ben bölünmüş yol yapacağım” diyor 15 bin kilo-
DPT’nin de kendini çağın gereklerine uydurması zorunludur. DPT’nin metre ve bunları da tabi planlamayı araç olarak kullanıp yapmak yö-
‘planlama anlayışında’, felsefesinde ve işlevlerinde, toplumla ilişkile- nünde bir çabası var. Onun için bugünkü anlayış içinde belki teşkilatı
rinde ve kadrosunda köklü bir değişiklik gereklidir… DPT, günlük uy- bu halde yürütmek zor. Zaten sanıyorum öyle girişimler de var, yatı-
gulamalardan sıyrılarak, uygulama görevlerini ve detay çalışmalarını rımları Maliye Bakanlığının belli bir bölümü haline getirmek, burasını
başka kamu kurumlarına bırakarak, artık Türkiye’nin orta ve uzun va- stratejik planlama yapan bir kuruluş halinde tutmak. Ben buna katıla-
deli stratejilerini, alternatif senaryolarını hazırlamalıdır”( Milliyet, 30 mıyorum, planlamanın hala hem kamu, hem özel sektör için bir rol oy-
Eylül 1990, s. 11). nayabilecek bir kuruluş olduğunu düşünüyorum. Ama bugünkü bu ay-
1991-1993 yılları arasında DPT Müsteşarlığı yapmış olan İlhan Ke- rıntıda değil tabi… Bu ayrıntıda değil ama makro kriterleri, hedefleri,
sici de, Ege ve Kabasakal gibi, DPT’nin uygulamaya dönük fonksiyon- büyüklükleri koyup onlar için de planlamanın etkin bir rol oynayacak
bir kuruluş haline getirilmesi gerekir” (Candır ile görüşme, 22 Mart
larından çok, uzun vadeli perspektifler geliştirmesini savunmaktadır:
2004).
“… bütün Türkiye çapındaki olaylara da bakacak olan, değerlendire-
1965 yılında DPT’de çalışan Güngör Uras ise, 1980 sonrasında
cek olan “stratejik programlama” diyebileceğimiz “stratejik yaklaşım-
lar üretimi” diyebileceğimiz bir ayrı birime de ihtiyaç var. Dünyadaki HDTM’nin ekonomi yönetiminde ağırlık kazanması ya da IMF ile ya-
15-20 yıllık trendlere göre ve Türkiye’nin o trendler içerisinde neler pılan anlaşmalar nedeniyle DPT’nin etkisiz kaldığı görüşlerine karşı çı-
yapabileceğine kafa yoran, o istikamette analiz çalışmaları yapan bir karak, DPT’nin bu dönemde daha aktif rol almasını önermektedir. Uras,
bölüm lazım. Bütün bunlar şunu getirir: Ekonomi bürokrasisinin yeni özellikle 2001 krizi sonrasını değerlendirirken DPT’nin önemine işaret
tanzimi içerisinde planlamanın yeri, mikrodan hemen hemen bütünüy- etmektedir:

180 181
“Şimdi krizin sonu. Yeni bir yapısal düzenleme çabası içindeyiz… liyle etkin olarak yerine getirilemeyeceğini ifade etmektedir (Karaos-
ama, nasıl bir düzenleme içinde olduğumuzu bilmiyoruz. Nasıl bir dü- manoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004).
zenlemeyle biz bu şartlardan kurtulacağız, ne kadar süre bu devam
Plancıların, 1980 sonrası dönemde planlama kavramı ve DPT ile il-
edecek, kim bu yeniden yapılanmanın, yeniden düzenlemenin faturası-
nı üstlenecek; bunlar belli değil… Planlama olmadan ben bunları gör- gili görüşlerinin aktarıldığı bu bölümden çıkan en önemli sonuç, plancı-
me ve bilme şansımızın da olmadığına inanıyorum. Er veya geç bunla- ların tümünün planlamaya olan ihtiyacın sürdüğü, dolayısıyla planlama
rın anlaşılacağına ve planlamanın öneminin tekrar ortaya çıkacağına ve kavramının önemini yitirmediği görüşünü paylaştıklarıdır. Plancıların
planlamanın devreye gireceğine inanıyorum” (Uras, 2001, s. 40). değerlendirmelerinden çıkarılabilecek bir diğer ortak sonuç, DPT’nin
uygulama alanından çıkarılması ve yeniden yapılandırılması gerekliliği-
DPT’nin yeniden yapılandırılması ile ilgili en radikal öneri ise,
dir. Yine plancıların bir çoğunluğunun üzerinde uzlaştıkları bir konu,
1966-1967 döneminde DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığını ya-
planlama anlayışının değişmesi ve stratejik planlama yaklaşımının be-
pan Günal Kansu’dan gelmektedir. Kansu, DPT’nin bugünkü yapısıyla
nimsenmesi gerektiğidir.
yeniden yapılandırılamayacağını ve kapatılması gerektiğini ifade etmek-
tedir: Bu bölümde görüşlerini aktardığımız plancıların birçoğu tarafından
önerilen stratejik planlama yaklaşımının, son dönemlerde DPT tarafın-
“Etkinliğini kaybetmiş, hükümetin, kalkınma konularında ‘kurmay he- dan da benimsendiği görülmektedir. Buna göre DPT tarafından 2000 yı-
yeti’ olma ayrıcalığını yitirmiş ve normal bürokrasinin hantal bir par-
lında hazırlanan, DPT’nin yeniden düzenlenmesini amaçlayan kanun
çası haline gelmiş görüntüsü veren bugünkü Devlet Planlama Teşkila-
tı’nın varlığına son verilmelidir. Zira, mevcut DPT’nin yeniden yapı- tasarısında, “Devlet Planlama Teşkilatının yeniden yapılandırılması ve
landırılmasıyla, beklenen ölçüde değişik bir plancılık anlayışının Türki- bu çerçevede Stratejik Araştırma ve Planlama Kurumuna dönüştürül-
ye’ye kazandırılması olası değildir. Yerine, yeni bir plan anlayışı ve ele- mesi” önerisi ileri sürülmüştür (DPT, Stratejik Araştırma Ve Planlama
man profiliyle tamamen farklı bir teşkilat kurulmalıdır… Doğrudan Kurumu Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı, Genel Gerekçe,
başbakana bağlı ve hükümetin kurmay heyeti gibi çalışacak olan bu http://ekutup.dpt.gov.tr/haber/2002). Tasarıda, DPT’nin ilk kurulduğu
planlama örgütü, geleceği tasarımlamaya, fikir üretmeye ve araştırma dönemlerde görevlerini etkinlik ve verimlilik içinde yerine getirebildi-
yapmaya öncelik vermelidir. Kurumun örgütsel yapısı, bürokratik uy- ğini, ancak daha sonraki yıllarda yapılan düzenlemelerle kurumun di-
gulamalardan, alışkanlıklardan olabildiğince uzak olmalı, bir araştırma key yapılanmasının arttığı ve bunun sonucunda da, bilim, teknoloji,
kurumunun özgür düşünme, yaratıcılık ve çalışma sistemine sahip ol- enerji, altyapı, iletişim ve benzeri alanlarda artan stratejik araştırmala-
malıdır” (Kansu, 2004, s. 607).
ra dayalı danışmanlık hizmetlerine olan ihtiyaçların artması ve çeşitlilik
DPT’nin yeniden yapılandırılması konusunda, Kansu’nun önerisi arz etmesine rağmen, bu işlevin yerine getirilemediği ifade edilmekte-
doğrultusunda benzer bir yaklaşım da, DPT’nin kurucularından olan dir. Tasarıda, DPT’nin yeniden yapılandırılması önerisinin amacı ise
Atilla Karaosmanoğlu tarafından öne sürülmektedir. Karaosmanoğlu, şöyle belirtilmiştir:
“mevcut düzenle devam etmenin başarı değil, bilakis ekonomi üzerin-
de ve ekonomik gelişmeler üzerinde bir yük olabileceğini kabul etmek “… küreselleşme sürecinde yeniden yapılanma ihtiyacı içindeki Dev-
letin ve yeniden organize olması gereken Teşkilatın, özel kesimi de ka-
zorundayız” diyerek, DPT’nin bugünkü yapısının radikal bir değişikli-
mu kesimi ile birlikte daha rasyonel ve etkin bir şekilde yönlendirme-
ğe ihtiyacı olduğuna işaret etmektedir (Karaosmanoğlu, 2000, s. 26). si, bilgilendirmesi ve desteklemesi zorunluluğundan dolayı, Kurumun
Ancak Karaosmanoğlu da, Kansu gibi, planlama gerekliliğinin sonlan- yatayda düzenlenmiş yeni bir organizasyon yapısında daha rahat ve ça-
madığını, hükümetlerin bütün politikalarını bir arada değerlendirecek ve buk karar alabilen, dinamik, araştırmacı ve irdeleyici bir kurum haline
kamu kurumlarının ahenk içinde çalışmasını sağlayacak bir planlama dönüşmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Kaynakların daha etkin kullanıl-
anlayışının gerekli olduğunu, ancak bu görevin DPT’nin bugünkü ha- ması için Teşkilatın stratejik araştırma, planlama yapabilen ve üst dü-

182 183
zey danışma ve karar alma faaliyetlerini yürütebilen bir kurum olarak
yeniden yapılandırılmasına gerek görülmüştür. Buna istinaden, üstlen-
diği fonksiyonlara bağlı olarak Teşkilatın adının Stratejik Araştırma ve
Planlama Kurumu şeklinde değiştirilerek Hükümete danışmanlık işle-
vini yerine getirmesi ve başta kamu kesimi olmak üzere ekonomik,
sosyal ve kültürel alanlarda planların gerçekleşmesini sağlamak ama-
cıyla idari karar alma süreçlerine daha etkin bir şekilde katılması amaç-
lanmıştır (DPT, Stratejik Araştırma ve Planlama Kurumu Kurulması 6. SONUÇ
Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı, Genel Gerekçe, http://eku-
tup.dpt.gov.tr/haber/2002). 1960 yılından 2000 yılına kadar gelen süre içinde, “planlı kalkın-
ma” kavram ve pratiğinin sermaye birikim süreci temelinde ve
DPT’nin hazırladığı kanun tasarısında da görüldüğü gibi, yukarıda
DPT’nin kurum tarihi çerçevesinde Türkiye’de kapitalist toplumsal
görüşlerini aktardığımız plancıların büyük çoğunluğunun hemfikir ol-
ilişkilerin gelişim sürecindeki yerinin ve işlevinin açığa çıkarılması, bu
duğu stratejik planlama yaklaşımı, DPT tarafından da benimsenmekte-
çalışmanın ana hedefidir.
dir. Bu çerçevede, plancılarla DPT arasında görülen bu fikir birliği,
1980 sonrasında DPT’nin yeniden yapılandırılması sürecinin geldiği Bu çerçevede söz konusu dönemde planlı kalkınma süreci dört
son noktayı ifade etmektedir. farklı kategoride değerlendirilebilir. Bunlardan ilki, 1960’lı yılların dü-
şünce atmosferinin oluşmasında etkin olan Yön dergisi çizgisi ve
DPT’nin ilk plancılarının, bir aktör olarak DPT’ye atfettikleri anlamdır.
Yön çizgisi ile ilk plancıların DPT’ye yükledikleri anlam, planlama ör-
gütünün, ekonominin işleyişinden kaynaklanan sorunların çözümü ya
da kamu kesiminde gerekli koordinasyonu sağlaması işlevlerinin öte-
sinde, kapsamlı bir reform programının hazırlayıcısı ve uygulanmasının
denetleyicisi; bu anlamda da toplumsal ve ekonomik dönüşümün
önemli bir odağı olmasıdır. Bu çerçevede, kamusal kaynak tahsis meka-
nizmalarının, siyasi partiler tarafından kendi sürekliliklerini sağlamak
amacıyla kullanılması sorununun, politikadan özerk ve “bilimsel” ölçü-
lere uygun mekanizmaların yaratılması ile çözülmesi düşüncesi; top-
lumda varolan sınıfların ve bu anlamda da onların temsilcileri olan siya-
si partilerin dışlanması anlamında, bir toplumsal mühendislik çabası
olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Yön çizgisinin ve ilk plancıla-
rın DPT’ye atfettikleri misyonun, toplumda varolan güç ilişkilerini
gözden kaçırdığı oranda gerçekçi olmadığı, BBYKP’nin hazırlık süre-
cinde ilk plancıların istifa etmelerinden de anlaşılabilmektedir.
Bu çerçevede DPT’nin, etkin bir aktör olarak tanımlandığı sosyal
mühendislik anlayışı, DPT’nin kurulduğu tarihten itibaren planlamaya
bir “kurtarıcı” rolü vermiş, planlama örgütü ve plancılar ise, bu yapay
kurtarıcılık yakıştırmasını benimseyerek, hükümetlerin ve siyasal otori-

184 185
telerin üzerinde bir iradeleri olduğu düşüncesini yeniden üretmişlerdir. edilmesi olarak değerlendirilebilir. Neticede, planlama uygulamalarının
Bu düşünceye göre, teknisyen plancı, politikacıdan bağımsız plan ya- objektif sonuçlarına bakıldığında, “planlı” dönem boyunca sermaye sı-
parken aynı zamanda sınıflardan bağımsız bir seçme yapmış olacaktır. nıfının önemli birikim olanaklarına sahip olduğu ve bu çerçevede de,
Sınıfların üstünde, adil bir hakem rolü almış plancı, toplumsal sorunla- DPT’nin bir aktör olarak üzerine düşen görevleri yerine getirdiği görül-
rı, adalet ve bilim ilkeleri doğrultusunda çözebilecektir. Ancak yaşanan mektedir. 1980 sonrasında ise, sermeye açısından DPT’nin aktörlük
sürece baktığımızda, plancıların, politikacılardan bağımsız olduğu ve misyonu sürmektedir. Özellikle 1980’lerin başında uygulanan yoğun
kaynak tahsis mekanizmalarının politikacıların dışında ve “bilimin ışı- ihracat teşviklerinin DPT aracılığıyla dağıtılması, ülkeye girecek yaban-
ğında” gerçekleştiği “sınıflarüstü planlama” yaklaşımı açısından, bu sü- cı sermaye için gerekli izinlerin DPT tarafından verilmesi gibi etkenler,
recin önemli bir aktörü olarak kabul edilen DPT’nin, fiili süreçte böy- özel sektör açısından DPT’nin önemini sürdürmektedir. 1990’larda ise,
le bir görevi yerine getiremediği görülmektedir. Bu çerçevede, özellik- DPT’nin yeniden tanımlanması süreci, yine sermaye birikiminin geldi-
le 1960-1980 arasında DPT’nin hazırladığı planların uygulanma derece- ği düzey itibariyle gerçekleşmiş, DPT bu sefer, piyasanın sağlıklı işle-
sinin düşük olması, doğrudan DPT’nin denetiminde olan KİT’lerin sa- mesi için gerekli olan bilgi akışını sağlamak ve uzun vadeli projeksi-
yısının çok az olması, DPT’nin üst yönetim kademesinde hızlı bir sirkü- yonlar yapmakla görevlendirilmiştir. 1994 sonrası yeniden yapılandırı-
lasyon görülmesi ve tüm kurumun kısa zamanda siyasallaşması, aynı lan haliyle DPT, sermaye açısından hala önemli bir aktördür.
zamanda, mevcut sistem içinde DPT’nin etkinliğinin ve hareket kabili- Çalışmanın temel sorunsalına siyasal iktidarlar açısından bakıldı-
yetinin sınırlarını işaret eden göstergelerdir. Böylelikle çalışmanın temel ğında ise, DPT’nin kurulduğu dönemden itibaren, ekonomi yönetimi ile
sorunsalı açısından yapılabilecek ilk tespit, Yön çizgisi ve ilk plancıla- ilgili kararların alınması için gerekli verileri sağlaması ve hükümetlere
rın DPT’ye atfettikleri anlam açısından, Türkiye’nin kalkınma sürecin- müşavirlik yapması anlamında, önemli bir aktör olduğu görülmektedir.
de DPT’nin bir aktör olarak değerlendirilemeyeceğidir. Bir başka de- 1960-1980 arası dönemde, DPT’nin üst yönetimi ile siyasal iktidarlar
yişle, 1960’lardan bugüne DPT’nin sermaye birikim sürecindeki yeri arasında çıkan sürtüşmelerde ise, DPT’nin ekonomi yönetimindeki et-
ve işlevi ile, Yön çizgisi ve ilk plancıların DPT’ye vermek istedikleri kinliğinin ve politikacı ile plancı teknisyenler arasındaki sınırlarının be-
aktörlük misyonu arasında büyük açı farkı olduğu söylenebilir. lirlenmesi, temel meseledir. Bir başka deyişle, DPT’nin üst yönetim
İkinci olarak, bir bütün olarak sermaye sınıfının planlı kalkınma sü- kademelerinde görülen hızlı sirkülasyon, kurum üzerinde siyasal ikti-
recine atfettiği anlam, tartışmamızın geneli açısından özel bir anlam ta- darların kontrol yeteneğini gösterdiği oranda, DPT’nin siyasallaşması-
şımaktadır. Buna göre sermaye sınıfı, DPT’nin kurulduğu 1960’lı yılla- na neden olmuştur. Aslında, DPT’nin uğraş konusu olan kaynak tahsis
rın başlarında varolan siyasal gerilimlerden dolayı, planlamanın kendi süreci ve planlama, ekonomik bir faaliyet olarak görünmesine rağmen,
hareket alanlarını kısıtlayıcı uygulamalara girişmesi endişesini duyma- özünde siyasal tercihlere dayanmaktadır. Siyasal tercihlerden uzak bir
sına rağmen, kısa zaman sonra planlama uygulamalarının kendileri açı- ekonomi yönetimi veya kaynak tahsis mekanizması olamayacağına gö-
sından olumlu bir süreç olduğunu kavramışlardır. Bir başka deyişle, re, DPT’nin faaliyeti özünde siyasal bir içerik taşımaktadır.
1960’lı yıllarda planlamanın varolan sosyo-ekonomik sistemi değiştire- 1980 sonrasında ise, DPT’nin yeniden yapılandırılmasına paralel
ceğini sanarak çekingen davranan özel sektör, ilerleyen süreçte hiç de olarak üst yönetim kademelerindeki değişim hızlanmış ve özellikle
böyle bir sonucun ortaya çıkmadığını, aksine, planlamanın varolan sis- YPK’da yapılan değişikliklerle ekonomi yönetimindeki siyasetçi-bü-
temi pekiştirdiğini görerek, 1970’lerin sonlarında şiddetlenen krize ka- rokrat dengesi yeniden tanımlanmıştır. Ancak bu değişikliklere rağmen,
dar planlama uygulamalarını benimsemiştir. Bu bağlamda sermaye sını- bugün hala siyasal iktidarların ekonominin genelini görmeleri, uzun va-
fının DPT’ye yüklediği misyon, özel sektörün teşvik uygulamaları ile deli bir bakış açısı ile makro değerlendirmeler yapabilmeleri için yarar-
desteklenmesi ve korunan bir iç pazarda kendi gelişimlerinin garanti landıkları kurum DPT’dir ve bu anlamıyla siyasal iktidarlar açısından

186 187
DPT’nin aktörlük misyonu sürmektedir. EKLER
Planlı kalkınma konusuna, sermaye birikim süreci açısından baktı- EK-1: Şefik İnan’ın Hazırladığı Tasarıda Planlama Örgütü, 1960
ğımızda ise, 1960’lı yıllarda resmi olarak uygulanmaya başlanan içe dö- Kaynak: Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 107.
nük/ithal ikameci birikim modeli içersinde DPT’nin önemli bir yeri ol-
duğu görülmektedir. Bu çerçevede, sözkonusu modelin kurumsallaştı-
rılmasında ve model kapsamında gerçekleşen kaynak tahsis mekaniz-
malarının yönlendirilmesinde etkili bir birim olan DPT’nin, sermaye bi-
rikim süreci bağlamında bir aktör olarak nitelendirilmesi mümkündür.
DPT 1980’li yılların başında ise, dışa dönük/ihracata dayalı birikim mo-
deli çerçevesinde uygulanan ihracatı teşvik politikalarının yürütücüsü
görevini üstlenmiştir. Bu anlamda DPT, Türkiye’de sermaye birikim
süreçlerinin, bu çalışmada incelenen her iki döneminde de, birikim sü-
recinin kurumsallaştırılması açısından üzerine düşen işlevleri yerine ge-
tirmiştir.

188 189
EK-2: Şinasi Orel’in Hazırladığı Taslağın İlk Halinde Planlama Örgütü,
1960
Kaynak: Mortan ve Çakmaklı, 1987, s. 108.

EK-3: 91 Sayılı Yasaya Göre DPT’nin Örgütlenişi, 1960

190 191
192

EK-4: 223 Sayılı KHK, 18 Haziran 1984.

DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI MERKEZ TEŞKİLATI

Müsteşar Müsteşar Yrd. Ana Hizmet Birimleri Danışma Birimleri Yardımcı Birimler
Müsteşar 1. Müsteşar Yrd. 1. İktisadi Planlama Baş. 1. Hukuk Müşavirliği 1. Genel Sekreterlik
2. Müsteşar Yrd. 2. Sosyal Planlama Baş. 2. Planlama Müşavirliği 2. Personel Daire Baş.
3. Müsteşar Yrd. 3. Koordinasyon Baş. 3. İdari ve Mali İş. Dai. Baş.
4.Kalkınmada Öncelikli 4.Yayın ve Temsil Dai. Baş.
Yöreler Baş.
5. Savunma Uzmanlığı 5. AET Baş.
6. Teşvik ve Uygulama Baş
7. Yabancı Sermaye Baş.
8. Serbest Böl. Baş.

EK-5: 540 Sayılı KHK, 24 Haziran 1994.

DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI MERKEZ TEŞKİLATI

Müsteşar Yrd.
Müsteşar ve Genel Sekreter Ana Hizmet Birimleri Danışma Birimleri Yardımcı Birimler
Müsteşar Müsteşar Yrd. 1. Yıllık Programlar ve 1. Müsteşar Müşavirleri 1. Personel Dairesi
Konjonktür Değerlendirme Baş.
Müsteşar Yrd. Genel Müdürlüğü 2. Müsteşar Müşavirleri 2. İdari ve Mali İş.
Müsteşar Yrd. 2. Ekonomik Modeller 3. Hukuk Müşavirliği Dai. Başkanlığı
ve Stratejik Araştırma
Genel Sekreter Genel Müdürlüğü 3. Yayın ve Temsil Dai.
3. İktisadi Sektörler Koordinasyon 4. Savunma Uzmanlığı
Genel Müdürlüğü
4. Sosyal Sektörler ve Koordinasyon
Genel Müdürlüğü
5. Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum
Genel Müdürlüğü
6. Avrupa Birliği ile İlişkiler
Genel Müdürlüğü
7. Dış Ekonomik İlişkiler
Genel Müdürlüğü
8. Yönetim Bilgi Merkezi Daire Baş.
193
EK-7:
Dr. Atilla Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004, İstanbul.

27 Mayıs’ın hemen öncesinde planlama ile ilgili çalışmaların başladığı


biliniyor. Bu dönemde yapılan çalışmaları değerlendirir misiniz?
• Bu dönemde Türkiye ekonomisi ciddi bir sıkıntıya girmiştir. Türk hükü-
meti 1950–1960 yılları arasında birtakım dış ilişkilerini kesmiş durumdaydı mali
bakımdan. Mesela [hükümet] uluslararası para fonunun buradaki temsilcisinin,
“Türkiye’de enflasyon var” dediği için ülkeyi terk etmesini istemiş. Dolayısıyla
para fonu ile Türkiye arasındaki ilişkiler tamamen kesilmiş durumdaydı. Dünya
flimi

Bankası ile olan ilişkiler de kesilmiş durumdaydı. OECD’den Dışişleri Bakanı’na


De¤ifli

“eğer planlama yapmaya başlarsanız durumunuz düzelir, -zaten bütün ülkelere de

DPT Personel Dairesi Başkanı Yusuf Özer ile görüşme, 3 Mayıs 2004, Ankara.
planlama telkin ediliyordu o sırada- planlama yapmaya başlayarak ilişkilerinizi
düzeltebilirsiniz” denildiğini duyduk. Bu konuşmaya şahit değilim ama böyle ol-
duğu sonradan ortaya çıkan birçok gelişmeden anlaşılıyor. Dışişleri Bakanı “peki
bu planı yapmada bize kim yardım edebilir” demiş ve OECD de o sırada Hollan-

1979 Yılı Mali Bütçe Raporu, s. 9’dan aktaran, Sezen, 1999, s. 93.
da’da, Hollanda planının hazırlanmasında önemli rol oynamış olan, günün en
önemli iktisatçılarından biri olan Tinbergen’i tavsiye etmiş. Tinbergen, Hollan-
da’da uzun vadeli plan yapmamış, yıllık plan yapmış fakat planlama konusunda
ciddi bir şekilde düşünmüş araştırmalar yapmış bir iktisatçı. Anlaşılan [hükümet]
pek de istekli olmadan, Tinbergen ile temasa geçmeye razı olmuş ve Tinbergen’e
EK-6: DPT’nin Personel Sayılarının Değişimi (1960-2004)

Dışişleri’nden bir görevli gönderilmiş ve kaç para istediği sorulmuş. Tinbergen,


böyle bir iş için para almayacağını, kendisinin yol masraflarıyla Türkiye’ye geldi-
ğinde otel ve yiyecek masraflarının karşılandığı takdirde yardım edeceğini söyle-
miş. O zaman Dışişleri Bakanı, “acaba bu adam işe yarar mı? para istemeden böy-
le bir işi yapmaya razı oluyor” diye düşünmüş. Fakat sonunda davet etmeye karar
verdiler.
Yalnız davet ederken de –o zaman SBF ile hükümetin arası bir hayli gergin-
Kaynak: Maliye Bakanlığı, 1996, s. 418.

Tinbergen’e yardım edecek kuruluşun üniversite değil, EİEİ olmasını söylemişler


ve EİEİ’den de Ayhan Çilingiroğlu’nun –iyi bir enerji plancısı olarak- yardım et-
mesini istemişler ve bir de üniversite ile temas kurulmamasını açıkça bildirmişler.
Tinbergen geldiği zaman bir süre çalışmaya başlamış ve “bu ülkede iktisatla ilgili
araştırmalar yapan, yazılar yazan herhangi bir mecmua var mı” demiş ve kendisi-
ne İktisat Fakültesi ile SBF’nin bu şekilde yayınları olduğu söylenmiş. O yayınlar
içinden bazı isimleri tespit etmiş. O sırada yazılan makalelerin bir İngilizce özeti
de, makalenin sonuna konurdu. O istedikleri arasında birkaç kişiyle temas etmiş.
Birlikte çalışmayı teklif etmiş. O sırada rahatsız olan Nejat Bengül kabul etmemiş,
Besim Üstünel de verilen veya verilmesi teklif edilen miktarı az bulmuş, o da ka-
bul etmemiş. Tinbergen o sırada –benim çıkmış bir iki tane yazım vardı- onları oku-
duğu için benimle de görüşmek istemiş. Tinbergen ile görüştük. Benim “visiting
schoolar” olarak Harvard’da bulunduğum yıl, Tinbergen de “visiting professor”

194 195
olarak Harvard’da bulunuyormuş. Tinbergen birlikte çalışmamızı istemiş. Fakat lamanın ayrı ayrı kurulmasının doğru olduğuna inanmadığımı söyledim. Nur bir
ben üniversitede olduğum için orada çalışmama imkân yok, bunun üzerine EİEİ hayli ısrarlı davrandı, sonra istenilen notu hazırlamaya karar verdik ve sabaha kar-
danışmanı olarak çalışmaya başladım. Darbe olunca çalışmalar kesildi. şı metin ortaya çıktı.
27 Mayıs sonrasında bir planlama teşkilatının kurulması ile ilgili iki Yalman hazırladığımız metni Türkeş’e götürdüğünde, Türkeş kendisine “biz
farklı çalışmanın aynı anda yürütüldüğü görülüyor. Bunlardan biri Devlet Başbakanlıkta bir komisyon kurduk, sen git, benim gönderdiğimi söyle ve bu not-
Bakanı Şefik İnan’ın yürüttüğü çalışmalar, diğeri de Albay Şinasi Orel baş- la beraber çalışmalara katıl” demiş. Bunun üzerine Nur, çalışmayı sadece kendisi-
kanlığındaki komisyon tarafından yürütülen çalışmalar. Aynı anda iki farklı nin yapmadığını, benden de yardım aldığını söyleyince Türkeş, “arkadaşını da al,
çalışmanın yürütülmesinin anlamı neydi? beraber gidin” demiş. Bu şekilde çalışmalara katılmış olduk.
• Şimdi MBK bir program ilan etti. Bu programda planlama da yapılacağı- O dönem, galiba Şefik İnan’ın hazırladığı tasarı askerler tarafında çok
nı söylediler. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Şefik İnan’ın da bu işi üzerine da benimsenmemiş. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
alması gerekiyor. Bu sırada Şefik İnan’ın bizim bilmediğimiz bir teşebbüsü olmuş, • Öyle anlaşılıyor, çünkü şöyle bir şey oldu. Biz çalışmayı çok etraflı bir
dışardan Amerikalı bir kuruluştan yardım almış ve Şefik İnan, tam planlama değil şekilde yaptık, yani o kadar etraflı oldu ki. Planlamanın Müsteşarı Şinasi Bey, sor-
de koordinasyon yapacak bir kurumun nasıl yapılacağı konusunda onlardan yardım duğu sorularla bizi sistematik olmaya sevk eden bir insandı. Sonuçta çalışmalar ta-
istemiş. Bizim bundan haberimiz yoktu. Biz de [hükümette üye oldu diye] hem ho- mamlandı ve hazırladığımız notta kuruluş hakkında şartlar, başlangıçta kaç kişi ola-
camızı tebrik edelim, hem de karma bir ekonomide planlama konusunda bir not ha- cak, ileride kaç kişi bu işe katılacak, eğitimleri nasıl olacak gibi konular dahil ol-
zırlayarak bunu götürelim diye düşünmüştük. Fakat bu düşünceye esas itibariyle mak üzere çok etraflı bir rapor hazırladık. Ve bir gün hükümette, Orgeneral Özdi-
liderliği yapan Nejat Bengül’dü. O bir not hazırladı getirdi. SBF’nin profesörler lek’in başkanlığındaki toplantıda, sunmam istendi. İki tasarı da sunulmak üzere
odasında otururduk bu işleri görüşmek için. Sadun Aren, Nejat Bengül, Mehmet geldi. Şefik İnan’ın tasarısı 3–4 sayfaydı. Sonuçta bizim önerimiz kabul edildi ve
Selik ve Bahri Savcı ile bu not hakkında görüştük ve İnan’a gittik. bu toplantıdan bir iki gün sonra Şefik İnan görevinden affedildi.
İnan’a gittiğimizde kendisinin fikirleriyle bizimkilerin çok farklı olduğunu Sizin hazırladığınız raporun MBK’da görüşülmesinden sonra, düzeltil-
gördük. İnan bu sırada Harvard Üniversitesinden bir grupla görüştüğünü ve plan- mek üzere geri verildiği söyleniyor. Hazırlanan raporun değiştirilmesinin ta-
lama faaliyetleri için bu gruptan yardım alacağını söyledi. Biz biraz üzgün ve küs- lep edilmesinin nedeni neydi?
kün olarak oradan ayrıldık. O sırada hangi sebeple Başbakanlık’ta planlama ile il-
• Bu çalışmalar sırasında “ondörtler”in ileri gelenleri tarafından farklı bir
gili bir komisyon kurulduğunu bilmiyordum. Fakat bu komisyon kurulmuş ve ba-
düzen düşünülüyordu. MBK toplantılarının birinde, MBK üyelerinden biri –en
şına Şinasi Orel getirilmiş. Ona, planlama ile ilgili bir hazırlık yapmak üzere bir
genç üyesi- “biz size hükümetin üstünde bir yer vermek istiyoruz, siz bunu niye
komisyon kurdurmuşlar, komisyon üniversiteden bir iki kişi aldırmış, devlet kuru-
kabul etmiyorsunuz” diye bir soru sordu. Benim cevabım “o durumda biz hükümet
luşlarından kişiler alınmış ve çalışmalarına başlamış. Fakat Cemal Gürsel bir de
oluruz ama hükümet ne olur bilmiyorum, bu nedenle böyle bir düzenleme yapıl-
sosyal planlama –Kürt meseleleriyle uğraşmak üzere- dairesi kurulmasını istemiş
maması gerekir” şeklindeydi. Bu toplantıda sorulan bir diğer soru da şuydu: “Sos-
ve bakanlardan birine, Ticaret Bakanına, “ben böyle bir şey yapılmasını düşünüyo-
yalizmin daha iyi bir düzen olduğunu bilimsel olarak ispat edebilir misiniz” dedi-
rum” demiş. Ticaret Bakanı da “bu işi tam yapacak bir kişi var. Nur Yalman, dok-
ler. Ben de bunu bilimsel olarak ispat edemeyeceğimi ama etik değerlerin, gelir da-
tora tahsilini yaptı” (o zamanki adıyla Seylan’da) “ çalışma konusu iki etnik grup
ğılımı, sosyal adalet gibi konuların daha iyi olduğunu, fakat bunun bilimsel bir is-
arasındaki çatışmalardı. Bunun için, bu işe en uygun odur” demiş. Bunun üzerine
patının olmadığını söyledim. Sonuçta böyle tartışmalar olan bir toplantı yaşandı ve
Cemal Gürsel’de Başbakanlık Müsteşarı Alparslan Türkeş’e “Nur Yalman’ı bul,
sonradan planlama teşkilatının kuruluşu tamamlandı.
bir sosyal planlama dairesinin kurulması için çalışma yapsın” demiş. Bunun üzeri-
ne Türkeş, Nur Yalman’ı çağırmış. Planlama çalışmalarına başladığınız zaman karşılaştığınız en önemli
sorunlar nelerdi?
Ben de o sırada Nejat Erder’in evindeydim. Nur Yalman akşam eve geldi ve
kendisinin Başbakanlıktan çağırıldığını ve sosyal planlama dairesinin kurulması ile • En önemli sorun kadro bulmaktı. Sosyal Planlama Dairesi başkanlığına
ilgili bir çalışma yapması istendiğini söyledi. Fakat kendisinin Türk hukukunu bil- Nejat geldi. Osman Nuri Torun, anayasa iktisat komisyonunun fiilen başkanı gi-
mediğini, müesseseleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını söyledi. Çünkü biydi, daha sonra Koordinasyon Dairesine geldi. Daha sonra İktisat Fakültesinden
çok uzun süre dışarıda kalmış bir arkadaştı ve yardım etmemi istedi. Ben yardım ve diğer bazı kurumlardan gelen arkadaşlarla birlikte toparlandık ve planlama ça-
etmek istemediğimi söyledim kendisine. Çünkü sosyal planlama ile iktisadi plan- lışmalarına çok yoğun bir şekilde başladık.

196 197
Bu arada bir hükümet değişikliği oldu ve yapımızın hatalı olduğu kısa zaman- tiğimde, sendikacı sandığım o polisle karşılaştım. Yani sendikacılarla yakından iliş-
da ortaya çıktı. Çünkü kuruluşa göre Başbakan artı üç bakan, Planlama Müsteşarı kim oldu ama bu ilişki planlama dolayısıyla değil, kişisel olarak oldu.
ve üç daire başkanı var YPK’da, olacak şey değil. Bir miktar bunların demokrasi DPT’nin kurumsal olarak kurduğu ilişkiler var mıydı?
içinde çalışmasının zor olduğunu bile bile ve onun sıkıntısını zaman içinde duyarak
• Biz planlama yaparken şöyle bir şey oldu. Planlama teknikleri hakkında
yaşadık. İnönü Başbakan olduktan sonra zaten diğer bakanları da YPK’ya davet
biraz bilgimiz vardı, biraz da okuduk. Onun için yaptığımız modeller yeni test edi-
ediyordu, böylelikle bu yasa fiili olarak değişmiş oldu.
len bazı modellerdi. Fakat aynı zamanda Fransız planlamasına benzer bir yapıda
En önemli olaylardan biri de İnönü’nün tüm YPK toplantılarına bizzat katıl- özel ihtisas komisyonları kurduk. Özel ihtisas komisyonlarını kurmadan önce de
ması. Her toplantıda konuşulacak olan kısımları okumuş olarak geldi. Hatta her Şinasi Beyin yöneticiliğinde akşamları bütün devlet dairelerini planlamaya davet
toplantıya başlarken bakanları imtihan ederdi, konuşulacak konularla ilgili. Fakat edip seminerler verdirdik. O seminerler vasıtasıyla bizim kaygılarımızı onlar görü-
çalışmalar sırasında planlarda önemli birtakım değişiklikler oldu. Vergi tasarıları ile yorlardı, sorularını soruyorlardı, fakat kimsenin fark etmediği bir şey vardı, biz her
ilgili değişiklikler oldu. Vergi konusunda bir yabancı uzman çağırmayı düşündük seminerde planlama konusunda bize kimin yardım edebileceğini tespit ediyorduk.
ve Kaldor’u çağırdık. Kaldor geldi ve tarım vergisi ile ilgili çok enteresan bir ça- Orada tanıdığımız bazı kişileri, plan yapılırken kurulan özel ihtisas komisyonlarına
lışma yaptı. O kabul edilmedi. Gelir dağılımı ile ilgili kısımlar çok sert bulunduğu davet ettik. Bu komisyonlara hem özel sektörden, hem de devlet sektöründen –o
gerekçesi ile çıkarıldı. seminerler vasıtasıyla diyalog kurabileceğimizi hissettiğimiz, bilgilerini gördüğü-
Bürokrasi ile özellikle bilgi paylaşma konusunda sıkıntılar yaşandı mı? müz kişileri- davet ettik.
• Yaşandı, mesela Hazine dış borç rakamlarını vermiyordu. Ancak bizden Bu arada planın tanıtılması ile ilgili bir uluslararası toplantı yaptık. Bu toplan-
sonra DPT müsteşarı olan Ziya Müezzinoğlu’nun sonra ilk işi, kendisinin oraday- tıya Tinbergen, Chenery ve Avrupa Ekonomik Komisyonu Başkanı geldi ve birçok
ken vermediği bilgileri isteyen yazısı olmuş. Ancak Maliye Bakanlığına Kemal ülkeden iktisatçılar katıldı. Toplantının kapanış konuşmasını yapan Avrupa Ekono-
Kurdaş geldikten sonra ilişkilerimiz bir hayli düzeldi. İstatistik’te de başlangıçta mik Komisyonu Başkanı, konuşmasında hazırladığımız planın hem metodolojik
biraz daha güçlük vardı, onlara yardımcı olmak için birkaç arkadaşı oraya gönder- olarak, hem de bu metodolojinin kullanılması bakımından o dönem yapılmakta olan
dik. O yardım, oradaki kapıları bize açtı. Yani plan hazırlığının son safhasına gelin- en iyi plan olduğunu söyledi. Tabi bu bizim için çok önemli bir olaydı.
diğinde bilgi akımı, bir şikâyete sebebiyet olacak bir durumdan çıkmıştı. İstifalarınız konusunda, “planın amaçlarının kabul edilip araçlarının
Bu çalışmalar sırasında farklı toplumsal kesimlerle ilişkileriniz nasıldı, kabul edilmemesi” dışında başka bir neden var mıydı?
özel sektörden ya da diğer kesimlerden olumlu ya da olumsuz tepkiler geldi • Politikacıların davranışları zaman zaman olumsuzdu. Mesela kendi sek-
mi? törü ile ilgili meselelerin konuşulduğu sırada pek ortalarda görülmeyen bir Bakan,
• Şinasi Bey beni İstanbul’da, İzmir’de bazı odaların toplantılarına götür- toprak reformu görüşülürken bir dakika bile kaçırmadan orada bulunurdu ve top-
dü, özel kesimle görüştük. Bu toplantılarda ciddi sorular soruyorlardı, ben bu so- rak reformunun yapılmaması için gerekli gayreti gösterirlerdi. Aralarında çok cid-
rulara karşı hem planlamanın kendilerine ne getireceğini hem de olumlu yanlarını di ihtilaflar olmasına rağmen farklı partilerin temsilcileri, bize karşı işbirliği yapı-
anlatmaya çalışıyordum. Özellikle vergiler konusunda özel sektörün çok mutlu ol- yorlardı. Aslında İnönü bizimle gayet yakından ilgileniyor ve planlamaya inanıyor-
madığı anlaşılıyordu. Ancak hala askeri darbenin havası devam ettiği için çok faz- du fakat hükümette olan YTP ve Ekrem Alican bize karşı oldukça haşindi.
la da itiraz gelmiyordu. Tüm bunların sonunda “artık biz görevimizi yaptık” düşüncesine vardık. Zan-
Sendikalarla bir temasınız oldu mu? nediyorum istifa kararını arkadaşlar arasında ilk açıklayan bendim. Aslında daha
• İstifalarımızdan sonra, Türk-iş’in başkanı gelip bana sendikada danış- fazla insan istifa edecekti, ancak biz buna engel olduk. Ümit ediyorduk ki istifaya
manlık teklif etti –başka şeyleri kabul etmedim- onu kabul ettim. Bir iki çalışma mecbur kalmazlar, çalışmalarına devam ederler, ancak olmadı.
yaptık, ben onların araştırma şubesini kurdum. Ondan sonra askere aldılar zaten, Planın politikacılar tarafından değiştirilmemiş haliyle, o günkü toplum-
son buldu. Yalnız askere gidinceye kadar, Türk-İş vasıtasıyla çeşitli fabrikaları do- sal koşullar içinde uygulanabileceğine gerçekten inanıyor muydunuz?
laşarak, oralarda toplu sözleşmelerin nasıl kullanılabileceği gibi konularda konuş- • Bu soruyu şimdiden bakarak sorarsanız vereceğim cevap biraz daha fark-
malar yaptım. Şimdi bu toplantılar sırasında gittiğim her toplantıda orada bulunan lı olur. Fakat o zaman; 1962’de, ben 30 yaşındaydım ve hala dünyayı değiştirebi-
birisi vardı. Ben de herhalde ciddi bir sendikacı diye düşünmüştüm. Askerliğin so- leceğimi düşünüyordum, ben derken benim arkadaşlarım da aynı yaşlardaydı. Ve
nunda Paris’e davet edilmiştim, pasaportumu almak için siyasi polis şubesine git- biz bazı şeyleri mantığın, o günkü bilgilerin ışığında düzeltilebilir, düzeltilmesi için

198 199
her türlü gayretin gösterilmesi gerekir diye düşünüyorduk. Biz orada olduğumuz uygulama ile ilgili kısımlarını diğer bakanlıklara iade ettim. Tabi bu büyük sorun-
zaman bazı şeyler yapılıyor görünüp aslında yapılmayacaktı. Ben iki önemli isti- lara neden oldu. Planlama Müsteşarı’nı da görevden aldık**, onun yerine Memduh
famda da aynı şeyi düşündüm, halkı aldatma noktasına gelmiş oluyorduk. Planlar- Aytür Müsteşar oldu.
da ilk kazaya uğrayan kısımlardan birisi milli gelir kısmı, toprak reformu kısmı Teşvik dairesinin DPT’de olması, her şeyden önce planın ciddi bir şekilde
plandan çıkarıldı, kamunun yeniden organizasyonu kabul edilmedi ve bundan son- uygulamacı daireler tarafından ele alınıp uygulanması prensibini bozuyordu. Teş-
ra işin sonuna gelindi. vikle ilgili çalışmaları yapan ve kararı alanlar bundan yararlanabilecek bir durum-
Türkiye’nin kalkınma serüveni açısından 1960’lı yıllarda DPT’nin ku- da oldukları zaman, aldıkları kararın objektifliği de tartışmalı olur.
ruluşu ne ifade ediyordu? 1971’deki Türkiye’ye gelişinizi anlatabilir misiniz?
• DPT’nin kuruluşu birkaç şeyi birden ifade ediyordu. Birincisi, dünyada • O dönemde 1967 yılından 1971’e kadar Dünya Bankasında çalıştım. Bir
o zaman meselelerin planlama ile çözülmesi gerektiği gibi bir anlayış belirmişti. sabah çok erken bir saatte bir telefon geldi ve Başbakan olan Nihat Erim’in benim-
Amerikalılar bu konuda baskı yapıyorlardı, yine OECD kanalıyla yapılan baskılar le görüşmek istediğini söylediler ve Nihat Bey, gelmemi istedi ve Milli Eğitim Ba-
vardı. kanlığı’nı teklif etti. Nihat Beye bunun olamayacağını, ancak “eğer bir yardımım
İkincisi, Türkiye’de kamu yönetiminin bazı sorumluluklarının daha ciddi bir olabilecekse gelirim ve hükümet programının yazılmasına yardım ederim” dedim,
şekilde ortaya çıkması ifade ediliyordu. O dönemde daha çok verilere dayanan, ve- “gel” dedi ve o gün öğleden sonra Banka’dan izin alarak Türkiye’ye döndüm. Fa-
rilerin ayrıntılı bir şekilde analiz edilip münakaşa edildikten sonra kullanılmasına kat “ben bu gün öğleden sonra gelirim” dedikten sonra, Nihat Bey bir basın top-
dayanan bir yaklaşım getirmiş oldu. lantısı yapmış ve “Karaosmanoğlu’nu çağırdım, geliyor” demiş. Ondan sonra gel-
Bütün bunları yaparken ulaşmaya çalıştığınız temel amaç neydi, kapi- dim ve belki de Bakanlar Kurulu belli olmadan programı hazırlanan ilk hükümet
talist sistemin rasyonel, düzenli bir şekilde işleyişini sağlamak mıydı? kuruldu. Çünkü Nihat Bey, sen programı yaz, ben senin yanında hükümeti davet
edeceğim ve “bu programla çalışabiliriz” diyenlere görev vereceğim dedi. Öyle
• Kapitalist sistem demeyelim de, biz sistem olarak düşünmedik. İçimizde
yaptı hakikaten.
ortada olan ortanın solunda olarak ifade eden arkadaşlarımız vardı. Örneğin ben is-
tifa ettikten kısa bir süre sonra Sosyalist Kültür Derneği’nin kurucusu oldum (Ai- Ayrılmamdan önce, büyük ölçüde öngörülen değişikliklerin, reformların ya-
lemde bir sürü insan telaşa düşmüştü o sıralarda. Yani ailem derken eşim ya da an- pılmadığı ve durumun bir aldatmacadan ibaret olduğu görülmüştü. Ben zaten isti-
nem babam değil de akrabalarım). fa mektubunu hazırlamıştım, arkadaşlara ayıp olmasın diye onlara haber verdim,
biz de istifa edeceğiz dediler, yalnız istifa mektubunun bazı noktalarını değiştire-
Planda sanayileşmeye karşı temkinli bir bakış var. Sanayileşmenin ya-
lim, biraz fazla sert yazmışsın dediler. Onun üzerine mektubu onlara bıraktım. On-
nında kentleşme ve tarım da önemli bir sorun olarak düşünülüyor. Hatta ta-
lar bazı değişiklikler yaptıktan sonra mektubun orjinalini yok etmişler. Orada, son-
rımsal alan için “toplum kalkınması” önerileri var. Ancak II. Planda sanayi-
radan yayınlanan metinde olmayan, özellikle o dönemde aydınlara karşı davranış-
leşme “sürükleyici” sektör olarak tanımlanıyor. Bu değişikliği nasıl değerlen-
larla ilgili, gözaltılarla ve sıkıyönetim uygulamaları ile ilgili ağır eleştiriler vardı.
direbiliriz?
Sıkıyönetim ilan edildiği zaman ben hastaydım ve hastanede yatıyordum. Sıkıyöne-
• Bunlar o sıradaki sanayinin durumu ile ilgiliydi. İlk plan döneminde sa- tim kararını imzalamak istemedim, bunun üzerine Başbakan hastaneye gelerek im-
nayinin sürükleyici sektör olacak bir durumu yoktu. zalamam konusunda beni ikna etmeye çalıştı. Ben de işin başında problem çıkar-
Türkiye’deki kalkınma çabalarını değerlendirdiğimizde, DPT’yi bu sü- mamış olmak için imzaladım. Tabi sıkıyönetim benim imzamdan önce zaten uygu-
rece müdahale edebilen bir aktör olarak değerlendirebilir miyiz? lamaya geçmişti.
• Evet zannediyorum. DPT tabi başlangıçtaki vasfından farklı vasıflar aldı. 1980 yılının başında uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile ekonomi-
1971’de Başbakan Yardımcısı olarak hükümete geldiğimde, aynı zamanda nin yapısı şekil değiştiriyor. Bundan sonra ithal ikameci sanayileşme modeli,
DPT’den de sorumluydum. Önemli bazı şeyler yapmam gerekti. Mesela Teşvik ihracata dayalı modele dönüşüyor. Bu dönüşümün merkezinde de “ekonomi-
Dairesi kurulmuştu. Bu birimin başında Planlama Müsteşarının kardeşi vardı (Yu- ye devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın kendi kurallarına göre işle-
suf Bozkurt Özal)*. Bunlar için de söylentiler hiç hoş değildi. Ben planlamanın mesi” söylemi var.
• Eğer devletin verdiği aşırı ve lüzumsuz teşvikleri, devlet müdahalesi ola-
* Yusuf Bozkurt Özal DPT bünyesinde varolan Müsteşarlık Araştırma Grubunun
başkanıydı. ** Görevden alınan DPT Müsteşarı Turgut Özal’dır.

200 201
rak görmüyorsanız bu doğrudur. lama teşkilatını kurdurdun, şimdi başımız belaya girdi” dediler. Yani “planlamayı
Peki bu durumda devletin ekonomiye müdahalelerini planlayan kurum etkin hale getirmek için ne yapalım” diye sordular, “planlamayı kapatın” dedim.
olan, DPT’yi nereye koymak gerekir? Ama planlama fonksiyonlarını başka şekillerde yapma imkânları vardı. Fakat bü-
rokrasi müsaade etmedi.
• Şimdi şöyle bir şey oldu. Bir noktada gemi karaya vurdu. Petrolü ancak
spot market’lerden alabiliyorduk. Soğuk bir kış vardı ve Ankara’daki büyük bürok- Türkiye için de bu öneriniz geçerli mi?
ratlar bürolarında palto ile oturuyordu. Böyle bir ortamda Özal’ın yaptığı değişik- • Tabii ki. Yani Planlama kapatılsın demiyorum, planlama fonksiyonu ta-
liklere kimsenin itiraz edecek gücü kalmamıştı. Bunun üzerine Özal büyük bir de- mamen ortadan kalsın demiyorum ama bugünkü halinin etkin olarak çalışabilmesi
ğişim hamlesine girişti, ancak bu değişim hamlesinin gerektirdiği yapılaşmayı dü- mümkün görünmüyor. DPT’nin yaptığı bütün araştırmalar, başka bir araştırma ku-
şünmedi. Paranın konvertibilitesini getirmek, dış ticareti serbestleştirmek, serma- rumu haline getirilebilir. Ama bu demek değildir ki, hükümetin bütün politikaları-
ye hareketlerini serbestleştirmek gibi önlemler aldığınız zaman bunların işleyebi- nı bir arada değerlendirecek ve çeşitli devlet kuruluşlarının ahenk içinde çalışma-
leceği bir düzeni de mutlak surette kurmanız gerekir. Onu kurmadığınız zaman sis- sını temin edecek bir yapı olmasın. Mesela Amerika’da Başkan’ın İktisat Danış-
tem çalışmaz. manları Kurulu vardır. Onlar dünyadaki gelişmeleri ve Amerika’daki delişmeleri
Bana soruyorlar bazen iktisatçısın sen “Türkiye’nin en büyük iktisadi sorunu takip ederler, ne yapılması lazım geldiğini belirlerler. Amerikan sistemi bize uymu-
nedir” diye. Hep şu cevabı veriyorum: yor ama diğer parlamenter sisteme dayalı ülkelerde de farklı uygulamalar var ve
onların değerlendirilmesi gerekiyor.
Hukukun üstünlüğünün ve yargının işlerliğinin olmadığı bir düzende hiçbir
iktisadi sistem çalışmaz.
1980’li yıllarda ekonominin artık uluslararası kurumlarca yönlendiril-
diği, borç verenlerin planlarının egemen olduğu ve DPT’nin kapatılması ge-
rektiği konusunda tartışmalar var. Ancak tüm bu tartışmalara rağmen DPT
kapatılmamış ve aksine gittikçe büyümüş durumda. Bunu nasıl değerlendiri-
yorsunuz?
• Bu bürokrasinin gerçeğidir. Yakınlarda DSP milletvekillerinden birisi ba-
na bir Teknoloji Bakanlığı kurulması gerektiğini söyledi. Bu bir Profesördü ve Tek-
noloji Bakanlığı kurulduktan sonra buraya bakan olmayı bekliyor. Ben de kendisi-
ne düşünülebilecek en tehlikeli şeyin bu olduğunu, çünkü bir Teknoloji Bakanlığı
kurduğunuz zaman bunun teknolojiyi geriletecek bir şey olduğunun bilinmesi ge-
rektiğini söyledim. Şimdi bakanlık kuracaksınız, birtakım şubeler kuracaksınız,
sonra o şubeyi kaldırmanıza imkân görmeyeceksiniz, şube daha önceki teknoloji
seviyesinde bazı şeyleri yaparken daha sonraki teknoloji içinde bazı şeylerin yapıl-
masını önler hale gelecek ve çalışmayacak. Şimdi planlamada da buna benzer şey-
ler oldu. Şimdi dünyada adı hala “planlama teşkilatı” olan çok az ülkede, çok az
kuruluş kaldı. Fakat bu planlamanın kalktığı anlamına gelmiyor. Her ülke planlama
yapıyor fakat planların yapılış şekli ve uygulanış şekli, perspektifi ve içeriği fark-
lı. Bunu düşünmemiz lazım.
Ben dünyanın pek çok yerinde çalıştım. Gittiğim yerlerden birisi de, gittiğim
zaman modern dünya teknolojisi olarak sadece silahlar ve nakil vasıtalarından baş-
ka hiçbir şey olmayan Kuzey Yemen’di. Kuzey Yemen’de planlama teşkilatı kur-
duk. Ruslardan planlama yardımı diye bir şey alıyorlardı ama içinde hiçbir şey yok,
birkaç sayfalık yazı vardı sadece. Ve ben emekli olduktan sonra herhangi bir karşı-
lık almadan yeniden Yemen’e gittim, 1995 ya da 1996’da. Bana “Sen bize bu plan-

202 203
EK-8: azgelişmiş ülkelerde Batılı iktisatçı ya da sosyal bilimcilerle aynı dili konuşan in-
Prof.Dr. Bilsay Kuruç ile görüşme,* 22 Aralık 2005, Ankara; 16 Ocak 2006, sanların varlığı ile yaratıldı. Kısacası, bu süreç 1950’lerde planlama şeklini aldı.
İstanbul. Türkiye bu anlamdaki planlamanın ilk örneklerinden biri oldu, ama süreç bi-
raz Adnan Menderes’in talihsizlikleriyle başladı. Çünkü o, kendinden önceki dö-
nemin esas karar sahibi olan İsmet Paşa’dan kendini farklılaştırmak istiyordu. İs-
DPT’nin kuruluşunu, Türkiye’nin kalkınma süreci açısından nasıl de-
met Paşa programlı, disiplinli bir yöneticiydi, Menderes ise kaynakları serbest kul-
ğerlendirebilirsiniz? DPT’nin kuruluşu 1960’ların Türkiye’si için ne ifade
lanmak istiyordu. Dolayısıyla planlamaya temelinden bir karşıtlığı vardı ve sürecin
ediyordu?
başından beri kendini farklılaştırmaya başladı. Bu onun talihsizliklerinden belki de
• 1950’ler bütün dünyada yeni bir dönemdi, deyim yerindeyse bir kalkın- başlıcasıydı, “ben de planlı olursam, seçmen gözünde bir farkım kalmaz” diye dü-
ma dönemiydi. Türkiye’nin gelişmesini de, dünyadaki gelişmelerin dışında düşün- şündü. Fakat kaynakların kötü kullanımı nedeniyle 1950’lerin ikinci yarısıyla bir-
memek lazım. Zaten bu durum Cumhuriyet tarihi boyunca görülebilir, dünyadaki likte Türkiye sıkıştı ve Batıdan sürekli yardım istendi. Batılılar da dediler ki, “eko-
gelişmelerin dışında bir Türkiye yok. Dolayısıyla planlamayı da böyle değerlendir- nomiye çeki düzen verirseniz yardım veririz”. Onun üzerine malum, Koordinasyon
mek gerekiyor. Planlamanın tarihi 1950’lerde başlıyor, hatta o dönemde dünyada Bakanlığı ile bu iş başladı. Yani Menderes hükümeti kalsaydı, belki yine bu tür bir
planlamanın birbirinden farklı olarak birkaç şekilde başladığı görülüyor. Bir tane- bakanlık olarak planlama kurulacaktı ama nasıl olacağını tam olarak bilemeyiz.
si 1928’den beri Sovyetlerde var olan ve daha sonra gelişerek Doğu Avrupa’ya ya-
Türkiye’de planlamanın kuruluşunda birkaç farklı insan tipi birleşti. İlki
yılan planlama. Onun kısmi başarısının da etkisiyle 1945’de Fransız planlaması
1950’lerin teknokratları diyebileceğimiz bir kategori. Bunlar Menderes’in iktisat
başlıyor ve planlamanın farklı şekilde de olsa bir Batı ekonomisinde uygulanabile-
ve siyaset çizgisinde önemli olan insanlar, yatırımları devlet yaptığı için önemli alt-
ceği görülüyor. Bir de eski sömürge olup, daha sonra bağımsızlaştığı için adına az-
yapı, enerji, karayolları ve su yatırımlarının başında olan insanlar. Bunlar Mende-
gelişmiş denilen ülkeler var ve aslında kalkınmanın alanı olan yerler buralar. Bu-
res’in verdiği kaynaklarla bir yatırımcılık yarışına giriştiler. Fakat bu insanların bir-
ralarda da bir tür kaynakların yeni bir şekilde kullanılması için bir yeni yöntem ola-
birleri ile koordinasyonu yoktu ve kısa sürede gördüler ki, yapılacak yatırımlar için
rak planlama düşünülüyor. Sonuçta planlama o halklar ve ülkeler için kaynakların
bir kriter ve koordinasyon olmalı. Dolayısıyla bu insanlar, 1960’larda başlayan
akılcı bir şekilde kullanılma yöntemi olarak düşünülebilir, Batı için de kendi kay-
planlamanın taraftarı oldular. Mesela Süleyman Demirel bu insanlardan biridir, ön-
naklarını değişik yönlerde şekillendirme girişimi diye düşünülebilir. Bu dönemde
ceki dönemde yetişmiş birçok insan akılcılıkları ile tecrübeleriyle ile bu yolu bul-
genellikle Batı’da yetişen iktisatçılar, uzman ve akıl hocası olarak daha çok bu ye-
dular.
ni ülkelerde görüldüler, 1950’li yıllarda bunun en önemli örneği Hindistan’dı. Ta-
bi orası bir laboratuardı ve Batılılar baktılar ki, bu planlama zararsız ve kontrol edi- İkinci tip, 1930’ların sanayi programlarından gelen insanlardır. Sanayicilik bu
lebilen bir süreçtir, “biz bunu benzeri her ülkeye önerebiliriz” diye düşündüler. insanların içinde kalmıştı, sanayinin kuruluşu ile ilgili içlerindeki özlem sönme-
mişti. Bu insanlar olgunluk yaşlarındaydı, mesela Makine Kimya Genel Müdürü
O dönemin önemli bir özelliği siyasi olarak ulus devlet olduğu için, planla-
Selahattin Şanbaşoğlu bunların en önemlilerindendir. Dolayısıyla o tip de, 1950’le-
manın ulus devletin kimliğini bulmasında önemli bir kurumlaşma olduğu düşünül-
rin tipiyle planlama meselesi üzerinde buluştu.
dü. Batılılar bir de şu yönden baktılar: Malum, Batı’nın yardım ve kredi mekaniz-
ması vardı ve bu mekanizmanın kurumlaştırılması gerekiyordu. Bunun muhatabı da Bir diğer unsur da, olaylara dışardan bakan ama işlerde bir bozukluk olduğu-
nu hissederek iktidara el koyan insanlar, yani askerlerdi. Askerler de, “kalkınma
deniyor ama ortada bir kargaşa var”, “kalkınma ancak planla olur” düşüncesine sa-
* Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal tarihinde önemli bir
hiptiler.
dönüm noktası olan 24 Ocak kararlarının alınması öncesindeki krizli yıllarda
(1978-1979) DPT Müsteşarı olarak görev yapmıştır. Kuruç ile yapılan mülakat Son olarak bunlara akademiyi de katabiliriz. O dönemde Türkiye’deki akade-
bazı teknik sorunlar nedeniyle, maalesef çalışmanın tamamlanmasından sonra mik dünyada planlama henüz çalışılmamıştı, fakat yaratılan heves iktisatçılar ara-
gerçekleşebilmiş ve bu nedenle kitabın ana metni içersinde (bütünlüğü bozma- sında yayıldı. Türkiye’de bizim mesleğimizdeki insanlar nedense çok çabuk moda-
mak amacıyla) Kuruç ile yapılan bu mülakata atıf yapılmamıştır. Ancak DPT larla havalanırlar, mesela o dönemde plancılık 1990’lardaki bankacılık konusu gibi
üzerine yapılan bir çalışmanın, onun değerlendirmelerini almadan tamamlan- herkesi saran bir heves oldu. Dolayısıyla o dönemin modası da planlamaydı, hatta
ması ciddi bir eksiklik olurdu. Bu nedenle, kendisinin DPT ve planlama ile il- biraz da biz Türklere özgü bir hevesle bir sihirli değnekmiş gibi algılandı.
gili değerlendirmelerini bu bölümde aktararak, teknik sorunlar nedeniyle olu- Tabi, planlamada ilk görev alanların kısa sürede ayakları yere değdi ve plan-
şan bu eksikliğin bir nebze de olsa giderilmesi amaçlanmıştır. lama nedir, nasıl yapılır diye orada öğrendiler. Türkiye’de danışman olarak bulu-

204 205
nan Tinbergen zaten on yıldır bu konuda kitaplar yazıyordu ve zamanla yol göster- Hâlbuki konjonktürün müsait olduğu zamanlarda, yani tarım fiyatlarının görece
di. Planlama modeli, işin işlemesi için gereken örgütlenme modeli, büyüme mo- yüksek seyrettiği yıllarda bu kesimin elinde fazla kaynak birikiyor. O halde bunla-
deli gibi temel unsurların oluşturulmasına yardım etti. Tinbergen’in aşamalı plan- rı da ekonomiye katalım ve “köylüyü çiftçi haline getirelim” düşüncesi var. Bu
lamasının (makro plan, sektörler ve projelerin tutarlılık içinde olması) temel alındı- öneri toprakta yaşayan kitlenin reddettiği bir esastır, bu kesim katiyen vergi ver-
ğı bir yapı ile bir büyüme modeli hazırlanacak, beş yıllık tahminler ve hedefler ola- mek istemez. Onun için kaynaklar meselesi düşünüldüğü zaman Türkiye 1960’la-
cak. Bu işleyiş kısa sürede benimsendi ve sindirildi. Ve plancılarla siyasetçiler bir- rın başında hala bir köylü toplumu sayılırdı. Eğer bu kesimi rasyonel bir şekilde
likte karar verilecek dendi, tabii işin püf noktası burasıydı. Bu hem plancıların za- ekonominin bir parçası haline getirmeyi başarırsak, kaynak sorununda mesafe kat
manla iyi yetişmesini gerektiriyor, hem de siyasetçilerin olgun insanlar olmasını edilmiş olur. Dolayısıyla 1960’ların başındaki iç finansman meselesi toprak refor-
gerektiriyor. İki taraf da bundan uzaklaşmaya başlarsa, sorunlar baş gösteriyor. muyla birlikte gündeme geldi. Toprak reformu, İsmet Paşa’nın 1945’de radikal ve
Planın hazırlanışı sırasında plancıların, tarımın etkin bir şekilde vergi- doğru bir şekilde yapmak istediği ancak yapamadığı bir olaydır. Yani o zaman bu
lendirilmesini ve tarımdan sanayiye kaynak aktarma politikasını savunduk- reform yapılabilmiş olsaydı, zaten 1960’lara bu sorunlar taşınmazdı.
ları görülüyor. Ancak bu öneri siyasetçiler tarafından reddediliyor. Bunun Bu durum 1960’larda yeniden gündeme geldi: Hem kaynakları köylüye da-
üzerine DPT’nin kuruluşundan hemen sonra I. Planın çıkması arifesinde, İlk ğıtmak hem de tarım kesiminden vergi almak. Fakat bunun önünde bu kesim di-
plancıların istifası gündeme geliyor. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? rendi, Meclis’te de önemli etkinlikleri vardı. Direnen kesim Demokrat Parti’nin
• İstifalar işin doğası gereği olabilir. Biz de aynı noktaya geldik çünkü. mirası üzerinden kendini haklı sayan Yeni Türkiye Partisi ve Ekrem Alican’dı. Do-
Şimdi olaya plancılar tarafından bakarsak, onlar iyi bir kadroydu. Osman Nuri Bey, layısıyla onlar tarımdan vergi alınmasına karşı çıktılar. Hâlbuki bu konuyla ilgili
Attila, Necat, Atilla Sönmez, bunlar hakikaten gayretli, zeki, kendilerini iyi yetiş- Nicholas Kaldor doğru önerileri olan bir rapor hazırlamıştı. Dolayısıyla plancılar da
tiren ve ilke sahibi insanlardı. kabul edemeyecekleri bir durumla karşılaştılar. Planın finansmanı ne olacak? Fi-
nanse edilemeyen bir plan, kalkınma planı olmaktan çıkar. Bu büyüme hızını kü-
İşin başlangıcında plancının dünyaya yaklaşımı mecburen şudur: Problemler
çültmek demektir, dolayısıyla hiçbir şey yapamamak demektir. Bu durum onları
var ve bu problemleri nasıl çözebilirim. Yani plancı tozpembe bir dünya görmez,
planın varlığını baştan inkâr etme noktasına getirmiştir ve plancılar da böyle yapa-
doğası gereği problemleri nasıl çözebilirim diye bakar. Bunun sonucunda da, uzun
caklarına ayrılmayı tercih ettiler.
vadede daha güzel ve çetrefil problemlere nasıl geçebilirim diye düşünür. Plancı
bunu araştırır, yani problemsiz bir dünyaya erişmek olamaz. Dolayısıyla ilk plan- 933 sayılı yasa* ile birlikte DPT’nin konumu makro plancılıktan; mikro
cılar da finansman meselesi ile önlerine gelen sorunu dile getirdiler. Tabii finans- uygulamalar yapan bir kuruma dönüşüyor. Teşvik Dairesinin DPT’ye alın-
man meselesi oldukça eskiye dayanır. Türkiye’nin büyük bir tarım sektörü var. Bu masını nasıl değerlendiriyorsunuz? (Bu dönemden sonra DPT hakkında,
tarım sektörü 1925’e kadar vergi verirmiş, 1925’de haklı olarak bunun üzerindeki özellikle siyasallaşma, istihdam yapısının bozulması, özerkliğinin ortadan
aşar vergisi kaldırılmış. Ondan sonra da Savaşın son yıllarında bir kere Toprak kalması konuları tartışılır hale geliyor).
Mahsulleri Vergisi vermiş bu kesim ve büyük ihtimalle de o Toprak Mahsulleri • Planlamanın baştan tanımlandığı şekilde, yani yatırım ve tasarruf kararla-
Vergisi yüzünden CHP bütün seçmen kitlesini kendinden sonraki partiye kaptır- rının orada şekillendiği bir yer olarak düşünerek, bir iş yapmasını istiyorsak, teş-
mış. vik ve yabancı sermaye meselesini bunun dışında tutmak lazım. Çünkü kalkınma
Fakat artısı eksisiyle fiili duruma bakarsanız, 1950’lerin ortalarına kadar Tür- planlaması özel sektöre dönük bir iş değildir, yani özel sektörü mecbur edemez.
kiye’nin lokomotifliğini tarım sektörünün yaptığını görürsünüz. Bu döneme kadar Özel sektörü teşvik edici yan tedbirler olabilir ama işin esasında özel sektörün ya-
zaman zaman zenginleşmiş (1920’lerin sonunda ve 1930’ların ikinci yarısında), tırımlarını planlamak, tasarruflarının ne olacağına karar vermek diye bir şey müm-
ondan sonra harpte olağanüstü zenginleşmiş ve Adnan Menderes’in hem köylü kün değildir. Eğer teşvikleri oraya alırsak, kısa bir süre sonra işin ağırlık merkezi
kitlesini kendi tarafına almasıyla, hem de büyük arazi sahiplerini doğal olarak ka- teşvikler haline gelir. Ve arka planda bir pazarlık merkezi haline gelir. Yani plan-
bullenmesiyle bu kitle vergi vermemiş. Ve mesele öyle bir şekilde ortaya konmuş lama teşvik ve kaynak pazarlığı yapan bir yer haline gelir. Bu da planlamanın özü-
ki, “köylü normal olarak vergi vermez, ona kaynak aktarılır”. Çünkü 1950’lerin or- nü ortadan kaldırır.
tasında tarım durur, yüzde 12’lik büyüme hızından yüzde 3’e düşer. Bu noktadan 1970–1980 dönemine baktığımızda, 1972 ile 1977 arası dönemde Kemal
sonra da lokomotifliği kalmaz ve bir daha da kalmayacaktır, hatta bugün 1’e kadar
indi. O zaman ne yapacağız bu insanları? Eğer bir sanayi sınıfımız varsa bu insan-
* Yabancı Sermayeyi Teşvik Komitesi ve Teşvik Uygulama Dairesi, DPT’nin
lara şehirlerde iş bulacağız, yoksa kamu bütçesinden sürekli kaynak aktaracağız.
yapısına dahil ediliyor.

206 207
Cantürk’ün 5 yıl boyunca DPT Müsteşarı olarak kalabildiğini görüyoruz. model çalışması yapalım ve iç tutarlılığı olan beş yıllık hedefler ve plan ortaya çık-
DPT Müsteşarlarının görev süreleriyle karşılaştırdığımızda, sıra dışı bir du- sın, ondan sonra 1978 yılının sonunda bir sonraki yılın bütçesi bu plana göre hazır-
rum ortaya çıkmaktadır. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? lansın şeklindeydi. Bunan sonra tekrar Meclis’e gidildi ve önceden getirilen planın
• Kemal Bey maliyeden yetişmiş bir bürokrattır, planlama dünyası içinden bir plan olmadığı ve mevcut bütçeyle uyum içersinde yeni bir 1978 yılı ara progra-
değildir. Kemal Bey Müsteşar modeli olarak hükümetler kimlerden oluşursa oluş- mı yapılacağı, ondan sonra beş yıllık planın hazırlanacağı ve sonbahara kadar da ge-
sun, onların kararlarını planlamaya adapte edebilen Müsteşar tipidir. Sanıyorum rekli mercilerden geçerek yeni planın ortaya çıkacağı kararlaştırıldı. Yani işin esası
benden önceki bütün Müsteşarlardan farkı da budur. Tabii Maliyecileri de tanımak “önümüzde bir plan var da biz onu beğenmedik” değildi, yani sorumluluğu alına-
lazım, Maliyeciler arasında da farklı tipler vardır. Buna hiç benzemeyen bir Müs- cak ciddi bir belge ortada yoktu. Olmuş olsaydı ne yapardık diye düşündüğümde,
teşar tipi, yine Maliyeden yetişen Memduh Beydir. Kemal Beyin tipi, hükümetle o zaman onu uygulayacaktık ve yıllık programlarda mümkün olan esnetmeleri yap-
devamlı olarak uyum sağlayan ve planlamadaki önerileri ona göre şekillendiren maya çalışacaktık. Tabi bu durum biraz da şans oldu, bazı sınırlar içinde de olsa bi-
Müsteşar tipidir. İyidir veya kötüdür o ayrı mesele ama o da öyle bir Müsteşar ti- ze düşündüklerimizi ortaya koyma fırsatı verdi. Zaten daha sonraları problem de
pidir. oradan çıktı. Yani daha önceki koalisyon hükümetinin planı yürürlükte olsaydı,
kimse bize “bu adamlar ne yapıyor” diyemeyecekti. Terslik biraz da buradan doğ-
1970–80 döneminde herhalde DPT açısından yaşanan en önemli gelişme
du.
4. Plan döneminde yaşananlar oldu. 1978 yılında CHP hükümeti, 1977’de ha-
zırlanan dördüncü beş yıllık kalkınma planını kaldırıp, yeni bir plan hazır- Kriz dönemine rastlayan Dördüncü Plan çalışmaları sırasında, farklı
lıyor. Bu dönemde görev almış biri olarak yaşanan gelişmeleri nasıl değerlen- toplumsal kesimlerden gelen tepkiler nasıldı? (Özel sektör ve Sendikalar)
diriyorsunuz? • 1977’nin başlarında kriz başlamıştı ve Süleyman Demirel’in “70 cent”
• Biz göreve geldiğimiz zaman, ayıptır söylemesi bir plan yoktu ortada. sözünü sarf etmesi bu döneme rastlar. Hakikaten o dönem devlet memur maaşla-
Çünkü 1977 yılı içinde dördüncü beş yıllık planın hazırlanması gerekiyordu ve biz rını dahi ödeyemiyordu, dolayısıyla Süleyman Demirel erken seçime gitme ihtiya-
onu dışarıdan izledik. O zamanlar, CHP’nin bir araştırma bürosu vardı, ben o bü- cı hissetti. Bunu da o zamanın CHP yönetimi kendi içinde değerlendirdi ve erken
ronun başındaydım ve yapılan hazırlıkları devamlı izliyorduk. Tablo şuydu: Ortada seçime gitme kararı aldı. Demek ki AP sıkışmıştı, beklentisi erken seçimi kazanmak
bir plan modeli çalışması yoktu, o dönemde MC koalisyon hükümeti vardı ve bu ve daha sonradan 24 Ocak’ta görüldüğü gibi IMF ile masaya oturmaktı anlaşılan.
hükümet kendi içindeki bağdaşmazlıklardan ötürü bir türlü bu çalışmayı planlama- Ancak bu olmadı ve aksama da buradan doğdu aslında. Kriz de buradan gelişti.
ya yaptıramadı. Dolayısıyla planın esası ve başlangıcı olan bir model çalışması or- Türkiye’nin çok fazla kısa vadeli dış borcu vardı, yani bugünkü kadar değildi ama
taya çıkmamıştı. Fakat planların dört yılda bir hazırlanması ile ilgili olarak da Ana- o zamana göre çok fazla vadesi gelmiş ve kısa vadeli borcu vardı. Ertelemesi dahi
yasa’da bir amir hüküm var. Bu nedenle dört yıllık sürenin dolmasına yakın bir za- artık mümkün görünmüyordu ve alacaklılarla bir konuşma yapmak gerekiyordu. O
manda, yani yılsonuna doğru üst üste YPK toplantıları yaptılar ve uzmanlara bir ta- nedenle mal darlıkları başlamıştı.
kım çalışmalar yatırarak ortaya bir bel getirmiş oldular. Fakat o doküman içinde bir O dönemde Demirel, 1950’lerde Menderes’in içine düştüğü çelişkiyi yaşı-
tutarlılık yoktu, yani kısacası bir plan yoktu demek lazım. Tabi Meclis’te çoğunluk yordu, o da büyüme hızını düşürmemek. “Büyüme hızımı düşürürsem, seçmenimi
onlardan olduğu için bunu geçirmeye çalıştılar, fakat yılın sonuna doğru hükümet kaybederim” düşüncesi içindeydi. O durum Türkiye’de sağ iktidarların hep gelip
düştü. Hükümet düşünce de CHP ünlü 11’lerle birlikte yeni hükümeti kurdu. Ben saplandıkları noktadır. Ortada çözülecek büyük bir problem yığını bırakırlar, “biz-
de o ay yani Ocak ayında Müsteşar oldum ve önümüzde “ne yapmalıyız?” sorusu den sonra gelecek olan sol çözsün bakalım” derler, sol da onu çözme ehliyetine sa-
vardı. Çünkü Meclis’ten geçmiş olan bir bütçe vardı. Aslında bütçenin plana ve yıl- hip olmayınca ortaya ciddi bir problem çıkar. O dönemde yaşananlar, bu bakımdan
lık programa göre hazırlanması gerekir ama bütçe bir kere hazırlanmış ve kabul da tipik bir noktaydı. Demek ki kriz kaynak kıtlığından kaynaklanan bir krizdi ve
edilmişti. Bütçe esasında uygulamaya yöneliktir, devlet bir yıllık sipariş listesi ve- “nasıl aşılabilir” sorusu ortadaydı.
riyor ve süreç 1 Ocak’tan itibaren işlemeye başlıyor. Bu durumda yeni bir bütçe Bu kriz döneminde diğer toplumsal kesimlerle olan ilişkiye gelince, şöyle
yapmak için önce yeni bir plan, daha sonra da yeni bir program yapmak lazım, do- denebilir: Planlama, ilk plancılardan itibaren beş yıllık planlar hazırlanırken yaban-
layısıyla bu oldukça uzun bir işti. cı uzmanların da katıldığı bir kolokyum hazırlardı ve plan orada tartışılırdı. Yani
Önümüzdeki ikinci seçenek de, bu plan olmayan belgeyi plan kabul etmekti, plan YPK’ya gitmeden önce uzmanlar tarafından tartışılırdı. Bizim için ise çok sı-
tabii o da imkânsızdı ve bir bağdaşmazlık karşısında kaldık. Benim görüşüm şuy- kışık bir zaman vardı, uluslar arası bir kolokyum toplama imkânımız yoktu, fakat
du: Bu bütçeyi yürürlükten alıkoymayalım, fakat planlamaya ara vererek bir yıl “ne yapalım” diye düşündüğümüzde bunu Türkiye içinde yapmaya karar verdik.

208 209
İş çevreleriyle, sendika dünyasıyla, üniversiteler ve akademisyenlerle ve son ola- liyor. Özellikle dış ekonomik ilişkilerin (IMF ile olan ilişkilerin) nasıl yürütü-
rak da bu gün adına sivil toplum kuruluşları denilen örgütlerle böyle toplantılar leceği konusunda Şubat 1978’de yapılan bir toplantıda farklı görüşlerin or-
yapmayı düşündük. Yani YPK’ya gitmeden önce 4. beş yıllık planın taslağını hazır- taya atıldığı biliniyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
layıp bu kesimlerle toplantılar yapmayı kararlaştırdık. Dolayısıyla yaz aylarının • Benim göreve başladığım dönemde, hükümet zaten dış kaynak meselesi-
sonlarına doğru bu kesimleri davet ettik ve toplantılar başladı. Toplantıları Devlet ni çözmek için Ziya Müezzinoğlu’nun başında bulunduğu Maliye Bakanlığı’nda
İstatistik’teki salonda yapıyorduk, bir oturum iş dünyasıyla yapıldı. Sanayi odaları, çalışmalara başlamıştı. Dolayısıyla Müezzinoğlu, IMF ile temasları başlatmıştı. Za-
ticaret odalar ve TÜSİAD’ın katılımı sağlandı ve önce biz planı sunuyoruz, mode- ten o dönemde IMF ile yapılan temaslar Maliye’nin içinde bulunan Hazine tarafın-
li ve hedefleri anlatıyoruz, daha sonra onlar da görüşlerini söylüyorlar. dan yürütülürdü. Yani IMF’nin muhatabı Planlama değil, Hazine’dir. Ancak hazır-
Şimdi bu tip toplantıların özelliğidir. Herkes kendi pozisyonundan vazgeç- lanacak tedbirlerle ilgili olarak da, Planlamanın sözü olmazsa olmaz.
meksizin önerilerde bulunur. Yani plan üzerinde değil de, onun söylediğinin plana Sonuçta biz göreve geldiğimizde bu çalışmalar başlamıştı. Dış kaynak sıkın-
değdiği kadarı konuşulmuş oluyor. Tabi planı da plancılar kadar çalışmadıkları için, tısının giderilmesi için, o zaman moda olan terimle “IMF’nin yeşil ışığı” gerekiyor-
önceden plan hakkındaki kanaatleri neyse onu dile getiriyorlardı. Plan hakkındaki du. Yani borç alacaklılarına IMF’nin vereceği “yeşil ışık” referans olacaktı. Tabi o
görüşleri genelde olumsuz değildi fakat arkamızı da sıvazlamadılar. Bu konuda ha- dönemi hatırlarsak, IMF bu rolüne dünyada yeni yeni başlamıştı ve IMF’nin bir ta-
tırladığım kadarıyla bir anı aktarayım: Biz bu dönemde aralarında Sakıp Sabancı, kım (tabi bugünküyle kıyaslanmayacak şekilde de olsa) hazır reçeteleri vardı. Şim-
Nurullah Gezgin, Mümtaz Zeytinoğlu gibi işadamlarının bulunduğu on kişilik bir di Türkiye’nin bütün hesaplarına sahipler, o zaman böyle bir şey yoktu. O zaman
heyeti planlamada kabul ettik, Güngör Uras da vardı. Sıcak bir temmuz günüydü. ekonomideki veriler ile ilgili sorular soruyorlardı, biz de bazılarını söylüyorduk,
Küçük bir odada, basit bir şekilde konuları anlattık, tabi toplantılar küçük odalar- bazılarını da “kusura bakmayın, söyleyemeyiz” diyerek vermiyorduk. Yani bugün-
da olduğu zaman daha sitayişkâr oluyorlar, “çok iyi” diyerek yorumlar yapıyorlar. künden farklı bir dünya vardı.
Sonra çıktılar, Mümtaz benim yakın dostumdu, toplantıdan sonra odama geldi, ben
IMF’nin ekonomik istikrarsızlık karşısında zaten bildiğimiz bir standart reçe-
de “ne diyorlar, nasıl buldular anlattıklarımızı” dedim. Temmuz ayında toplantıya
tesi vardır, bize onu öneriyordu. Biz de “o ilacı ne kadar alabiliriz” diye tartışıyor-
gelenlerin hepsi esmerleşmiş ve yanmıştı, Zeytinoğlu da “bravo çocuklara, hepsi
duk. Bizim IMF’nin önerdiği ilaca temelinden itirazımız yoktu. Çünkü bu kaynak
bembeyaz kalmış dediler” dedi.
sıkıntısını aşmak gerekiyordu, dolayısıyla problemine temelinden itirazlarımız yok-
Sendikalarla olan toplantılarımız da vardı. Tabi o zamanlar Türk-İş ile DİSK tu. O dönemde Türkiye’deki planlama konusunda daha fazla müdahalesi olabile-
bir arada bulunmazdı, o nedenle onlarla ayrı ayrı toplantılar yapmıştık. Özellikle cek olan kuruluş Dünya Bankası’ydı. Çünkü Dünya Bankası Planlama ile birebir
DİSK “neden daha ileri hedefleriniz yok” demişti, Türk-İş de genelde yorum yap- muhataptı. Beş yıllık hedeflerden IMF bize bahsedemezdi, yani bugünkü gibi bir
madı. Ancak üniversiteler, akademisyenler ve özellikle de TMMOB plana daha tablo yoktu. IMF’nin Maliye Bakanlığı üzerinden bize getirebileceği öneri, dolar
çok sahip çıkmıştı. Yani bu dönemde hem iş dünyasıyla, hem de sendikacılarla te- kaç lira olsun? dolar o kadar olunca faizler ne olabilir? gibi, planlamayı öncelikle
maslarımız vardı. ilgilendirmeyen konulardı. Tabi IMF ve IMF reçeteleri hakkında hepimizin bir yar-
Daha sonra da YPK’ ya gidildi ve orada canlı ve uzun tartışmalar yaşandı. gısı vardı ve bunu Türkiye’nin rahat kaynaklarını kullanamayacağı, kendisini bir
YPK’daki usul planın birinci satırından son satırına kadar okunmasıydı. Her kısım- dar cekete sıkıştıracak bir formül olarak düşünüyordu arkadaşlar. Ama IMF aynı
da ilgili kurumlar ve bakanlıklar gelir, görüşlerini belirtirdi. Bütün beş yıllık süre- zamanda müzakere edilebilir bir kuruluş olarak görülüyordu. Borçların bir vadeye
ce yürütülecek olan yatırım projeleri tartışılır, kararlaştırılırdı. Kısacası plandaki he- bağlanması meselesi, borçlar içerde bir açıktan kaynaklanıyorsa ve gerçekten
deflerin gerçekçi olup olmadığı o günün aklı erenleri kimse, onlarla görüşülmüş- KİT’lerden kaynaklanıyorsa, KİT’ler için ne gibi tedbirler alınacağı gibi konular
tür. O anlamda şeffaftır da (özellikle bugünkü ortama göre) çünkü böyle bir plan üzerinde konuşulabilirdi. Bu bizim için çok rahat ve severek yaptığımız bir konuş-
olduğu zaman önümüzdeki dönemde ne gibi kanunlar geleceği, tasarıların ne ola- ma değildi ama konuşuyorduk tabii.
cağı, büyümenin hangi kaynaklarla sağlanacağı defalarca her oturumda konuşul- 1978 Şubatında birkaç toplantı yaptık ve sonuncusunu Meclis’te yaptığımızı
muştur. hatırlıyorum. O toplantıda Başbakan, Maliye Bakanı Ziya Bey var, Turhan Feyzi-
Tabi YPK toplantılarında çetin tartışmalar da oldu. Daha sonradan dile getiri- oğlu var, Kenan Bulutoğlu var, Maliye Müsteşarı rahmetli Vural var, ben varım, İk-
len hükümetle planlama arasındaki gerginliklerin nelerden kaynaklanmış olabile- tisadi Planlama Dairesi Başkanı Oktar Türel var, Devlet Bakanı Hikmet Çetin var
ceği de aslında orada göründü. ve unuttuğum bir iki kişi daha olabilir. Tabi o toplantıda çekişildi, IMF’nin “nesi-
Bu dönemde hükümet ile DPT arasında varolan bir gerilimden söz edi- ni kabul edelim, nesini etmeyelim” diye. Orada “IMF nasıl bir örgüttür” konusuna

210 211
kadar her şey açıkça konuşuldu, çünkü Başbakan’ın bilmesi lazım. Herkes kendi uyuşmamız sonucunda oluşan yeni fiyatlardan ve özellikle de mazotun fiyatından
üslubu ile o toplantıda konuştu ve sonunda dedik ki, bu “yeşil ışık” paketini Mali- hiç memnun değil. Ben “yeni tedbirlere göre fiyatlarımız şöyle…” diyerek karar-
ye götürsün IMF ile konuşsun. Daha sonra hakikaten gittiler konuştular ve iş bağ- ları anlatmaya başladım. Ben bunları anlatırken itiraz sesleri yükseldi ve sadece iki
landı. Onunla ilgili aklıma gelen bir anı şudur: Turgut Özal bir tarihte bir yabancı kişi yeni fiyatları kabul ettiği yönünde el kaldırdı: Biri Ziya Müezzinoğlu, diğeri
girişimcinin temsilcisi olarak sürekli DPT’ye geliyor ve bilgi almak istiyor. O dö- Kenan Bulutoğlu. Geri kalanların hepsi olumsuz oy verdiler. Hatta bakanlardan bi-
nemde Planlama’nın bir Yabancı Sermaye Şubesi vardı, orada da iki veya üç hanım ri müthiş itiraz etti ve kendisine çıkışta dedim ki “bak, sen bu fiyatları buradan ge-
arkadaş çalışıyordu, ama hepsi de “demir leblebi” gibiydiler. Turgut Özal bu arka- çirtmedin, sonra aynı fiyatları IMF size kabul ettirecek”. O noktaya da sonbahar-
daşlara gelip bilgi istiyor, o arkadaşlar da Özal eski Müsteşar diye fazla bir şey di- da, Eylül ayında geldik. Yani IMF başlarda bu duruma ses çıkarmadı, kuru değiş-
yemiyorlar, o da istedikçe istiyor “o bilgiyi ver, bu bilgiyi ver” diye. Sonunda ar- tirmişiz ama mazot eski fiyattan satılıyor, olacak şey değil. Tabi sonradan, Eylül
kadaşlar sıkılmışlar ve bana şikâyete geldiler. Ben de dedim ki “adamcağızı çağı- ayında popülizm yapan o Halk Partili bakan bu yeni fiyatları kabul etmek zorunda
rın, eski Müsteşar, bir çay ikram edelim, konuşalım”. Kısacası davet ettiler, odama kaldı ama iş işten geçmişti o zaman. IMF kendi götüreceğimiz senaryoyu bozmuş-
geldi ve çay içmeye başladık. O dönem de IMF ile olan tedbirleri yeni almışız ve tu, o bozunca yeniden döviz kuru tartışmalı hale getirildi. Döviz kuru tartışmalı ha-
ben dedim ki, “iktisat politikası konusunda tecrübeleriniz var, bunlardan yararlan- le gelince de şu tartışmayı başlattılar: Efendim planın hesapladığı döviz kuru ger-
mak isteriz, nasıl buluyorsunuz yeni alınan tedbirleri?”. Özal “hiç beğenmedim” çekçi değildir. Gerçi bir “B planımız” vardı, iktidar devam etseydi onu devreye so-
dedi, ben de “hayrola, nesini beğenmediniz” dedim. “Döviz kurunu beğenmedim” kacaktık ama olmadı.
dedi. İşin garip tarafı, döviz kuru da IMF’nin en çok beğendiği taraf olmuştu. O 1978 yılında IMF ile ilişkilerin yürütülmesi konusunda yaşanan tartış-
zaman dolar 19 liraydı, 24 küsur bir seviyeye çıkardık. Dedim ki, “bu konu IMF ile malarda, DPT’nin ve plancıların IMF’ye karşı olduğu ve hükümetle DPT
konuşuldu, kabul ettiler ve zaten yeşil ışığın anahtarı da oydu”. Onun üzerine Tur- ilişkisinin bu nedenle olumsuz etkilendiği şeklinde bir görüş var. Ancak anla-
gut Özal dedi ki, “benim bir prensibim vardır. Yabancılarla görüşmelerde eğer ya- dığım kadarıyla bu görüşün doğru olmadığını söylüyorsunuz.
bancı 25 diyorsa ben ona 30 veririm”. Onu söyleyince tüylerim diken diken oldu,
• Hayır, öyle bir durum yoktu. Biz IMF ile müzakere edilebilir bir duru-
daha önce hiç böyle bir şey duymamıştım. “30 isterse 40 veririm” dedi. Tüylerim
mun olduğunu düşünüyorduk. Çünkü o günkü IMF ile bugünkü IMF’yi aynı dü-
diken diken oldu, çünkü bunu verdiğin zaman bende yaratacağın enflasyonist etki,
şünmemek lazım. Şimdiki IMF Amerikan hazinesinin temsilcisi gibi hareket edi-
benim haksız yere tahsil edeceğim vergiler gibi konuları da düşünmek gerekiyor,
yor. Amerika’nın bir organıymış gibi hareket ediyor. Dolayısıyla Amerika, Türki-
sonuçta verdiğin şeyi vergilerle karşılıyorsun. Onun için bu anıyı unutamam.
ye’nin yapısını nasıl değiştirmek istiyorsa, IMF o işin bir misyoneri gibi bugün.
Kısacası IMF bu anlaşmayı onayladı ve gördüğüm kadarıyla da ilk birkaç ay Kendi esas “anayasasıyla” bağdaşmayacak şekilde tarım hakkında, sosyal güven-
uygulama iyi gitti. Fakat sonra, yaz aylarından itibaren ilginç bir şekilde bozuldu. lik hakkında ve bunun gibi doğrudan kendisini ilgilendirmeyen konularda öneriler
Tabi bu durumu, o zamanlar Maliyede çalışmış olanlar dahil, hep beraber oturup yapıyor şimdi. O dönemde IMF’nin “tek reçete yazan doktor” niteliği vardı, bunu
değerlendirmek lazım. Çünkü benim kanaatim, iyi giden işi IMF’nin bozduğu yö- da hepimiz biliyorduk. Kamu açıkları var, dış ticaret ve cari açıklar var, IMF’nin
nünde. Yani eğer işler iyi gitseydi ve ona paralel olarak bizim plan hazırlıklarımız de bunlar karşısında bir tane ilacı var ve onu öneriyor. Tabi bunun ayrılmaz bir par-
da bitmek üzereydi, IMF bizim hazırladığımız planı finanse etmek zorunda kala- çası olan, kamu açıkları ve dış açıklar nedeniyle kurun gerçekçi olmaktan çıkması
caktı. Bu nedenle IMF’nin sonbahara doğru işi bozduğu kanaatindeyim, çünkü durumda uygulanan devalüasyon meselesi vardı. Yani mutlaka bir istikrar paketi-
plan hazırlandıktan hemen sonra döviz kurundan şikâyet etmeye başladılar. nin içinde bir devalüasyon olacak. Mesele bundan ibaretti.
IMF’nin bir tek haklı olduğu nokta vardı: Bu “yeşil ışık” paketi Başbakanlık- O tarihte bizim üzerinde durduğumuz konu, “bu devalüasyon yapılmasın” ve-
ta görüşüldü ve dendi ki “yarınki Bakanlar Kurulu toplantısında anlatalım”, çünkü ya “bu tedbirler alınmasın” değildi, biz o tarihte planı yavaş yavaş yapmaya baş-
önemli kararlar alınacak, petrol ve türevlerinin fiyatları değişecek, yine diğer bazı ladığımız için bizim için gerekli olan şey önümüzdeki beş yıl döviz kurunun ne
malların fiyatları değişecek. Tabi orada politikacılar bakımından en kritik madde olacağıydı. Dolayısıyla IMF ile yapılan müzakerelerde olsa olsa “onların fazla gad-
mazot oluyor, yani devalüasyon yaptığımız zaman köylünün kullandığı traktörün dar davranmaması” gibi konularda ortaya çıkan problemler vardı. Yoksa bugünkü
mazotunun fiyatı yükseliyor. Dolayısıyla bu konuları Bakanlar Kurulu’na anlatalım tabloya benzer bir tablo yoktu. Daha sonra ise plan yapıldı, IMF o zaman başka iş-
dediler ve “bu görev kime düşüyor? Planlama Müsteşarı anlatsın” dediler. Ertesi ler yapmaya başladı, bana göre esas o dönemde tersliğimiz arttı. Çünkü yapılmış
akşam, bir gece yarısından sonraydı, Başbakanlığın altında büyük bir Bakanlar Ku- olan bir plan vardı, o planda bozulmaması gereken bir döviz kuru ve ona bağlı fi-
rulu odası vardır, oraya gittik. Orada Bakanlar Kurulu oturmuştu, fakat olumsuz yatlar vardı. Planı yaparken plancı, beş yıllık kaynak dağılımını yapabilmek için fi-
bir hava vardı. Biz daha önceden dışardan haber aldık ki, Bakanlar Kurulu IMF ile

212 213
yatların belirli ölçüde sabit tutulmasını, sabitleştirilmesini ister. Yani bazı temel pa- tarz toplantılara hep Maliye giderdi, Maliye’nin içinde olan Hazine giderdi. Daha
rametrelerin konjonktürel gelişmelerden etkilenmemesini ister. Onun için IMF, doğrusu Hazine, o toplantılarda Türkiye’yi temsil etmeyi pek kimselere bırakmaz-
plan yürürlüğe girdikten sonra, benim burada ifade ettiğim gibi işleri bozmaya dı. Ziya Bey dedi ki “Memduh Bey’le görüştük ve mutabık kaldık ki, bu toplantı-
başlayınca, o zaman “birbirimizin dilinden anlamama” meselesi başladı. Dolayı- da bizim heyete sen başkanlık edeceksin”. Ben de dedim ki “Ziya Bey toplantının
sıyla işin başlangıcında 1978’in Şubatında böyle bir şey yoktu. Zaten Türkiye bir içeriği nedir”, “valla çok önemli bir toplantı, Türkiye’nin geleceği buna bağlı” de-
kaynak sorunuyla karşı karşıyaydı ve o sorunu çözmek gerekiyordu. IMF ile Şu- di. Sonra Memduh Bey de o sıra Türkiye’ye geldi ve o da aynı şeyleri söyledi. Ben
batta yapılan mutabakat, bizim açımızdan “tamam, artık kaynak sorununuz yok” ona da sordum “bu toplantının içeriği nedir” diye, o da “Türkiye’nin geleceği ile
anlamına gelen bir mutabakattı. Ama demek ki karşı taraf “biz sizin işinizi boza- ilgili bir toplantı bu. Toplantıyı, başını Amerika ve Almanya’nın çektiği bir OECD
cağız” niyetini taşıyormuş: Daha sonradan alınmış olan kararların içinde petrol ve toplantısı şeklinde yapmak istiyorlar” dedi. “Orada Türkiye ile ilgili meselelerin
türevlerinin fiyatlarının gerçekçi olmadığını gerekçe göstererek mutabakatı bozdu. esası hakkında mutabık kalınacak” dedi. Toplantı çağrısı IMF ya da Dünya Banka-
Petrol ve türevlerinin fiyatlarının gerçekçi olmaması konusunda IMF’yi sı’ndan değil, OECD genel sekreteri Van Lenep’den geliyordu. Van Lenep o gün-
haklı buluyor musunuz? lerde, bugünün Kofi Annan’ı gibiydi ve işi bu gibi meseleleri çözmekti. Yani olay
onun tiyatrosunda gerçekleşti. Fakat IMF de o toplantıda vardı. Amerikan heyeti-
• Tabi hak veriyorum ama işi o tarihte bitirmeleri lazımdı, o tarihte ısrar et-
ne meşhur iktisatçı Cooper başkanlık ediyordu, yine Almanlarda da oldukça kuv-
miş olmaları lazımdı. “Bu olmadan olmaz, bakın bu konu sizin planınızı bozar ve
vetli adamlar vardı.
biz sonradan müdahale ederiz” demeleri gerekiyordu. Biraz evvel söylediğim gibi
Bakanlar Kurulu toplantısında o değerli bakanın (adını söylemek istemiyorum, çün- Kısacası toplantı içeriği hakkında bize bilgi verilmeden oraya gittik ve içeri-
kü hala siyasette) bana çok gereksiz gibi görünen müdahalesi yüzünden petrol fi- ğini bilmediğimiz için kendimizce bir hazırlık yaptık. O tarihlerde bugünkü gibi,
yatlarıyla ilgili gerekli düzenlemeler yapılamadı, ancak IMF bu durumu bilerek bi- ya da bizden sonraki dönemlerdeki gibi rahat ikamet şartları da yoktu, harcırahlar
zimle anlaştı ve bu kozu hep ceplerinde sakladılar. son derece sınırlıydı. Mesela benim mecburen 50 frank’a kaldığım odanın altından
metro geçiyordu ve sabaha kadar en fazla bir saat uyuyabilmiştim. Yani o günle-
1979 yılına geldiğimizde yine önemli gelişmelerin yaşandığını görüyo-
rin koşulları böyleydi.
ruz. Mayıs ayında IMF’nin “iç talebin kısılması ve ihracata ağırlık verilme-
si” yönündeki önerileri var, Ekim ayında Dünya Bankası’nın “kalkınma hı- Toplantıya nasıl katılacağımız ile ilgili bizim heyeti ben oluşturdum, içinde
zınızı düşürün” önerisi var, bir de TÜSİAD’ın gazetelere verdiği ilanla orta- Hazine bulunsun, Planlama bulunsun, Merkez Bankası bulunsun, Başbakanlık da-
ya koyduğu talepleri var. 1979 yılını bu gelişmeler açısından değerlendirebi- nışması Necat Erder bulunsun (çünkü o tecrübelidir ve Dünya Bankası’nda çalış-
lir misiniz? mıştır) diye düşündüm. O toplantıda Aysel Öymen Hazineyi temsil ediyordu, Mer-
kez Bankasından başkan yardımcısı Tanju Polatkan vardı, bizden Oktar Türel, Oral
• IMF işi bozunca, kaynak meselesi Türkiye’nin yeniden gündemine gel-
Akman, Algan Hacaloğlu, Tülay Öney vardı, Dışişlerinden Özden Sanberk vardı,
di ve Türkiye yeni bir kur ayarına mahkûm olmaya başladı. Dolayısıyla bizim ora-
OECD’deki temsilcimiz olan Memduh Aytür vardı ve böyle bir ekip olarak oraya
da 35 liraya kadar bir marjımız vardı ve yanlış hatırlamıyorsam Nisan ayında da o
gittik.
marjı kullandık. Fakat Dünya Bankası’nın ve aynı şekilde de IMF’nin aslında pla-
nın yapısını değiştirmek gibi bir hedefinin olduğu 1979 yılında ortaya çıkmaya baş- Uçaktan indiğimizde toplantıya bir gün vardı ve ben yine toplantının içeriği-
ladı. Bunlar doğru, Dünya Bankası’nın daha düşük bir büyüme hızı önerisiyle gel- ni öğrenebilmek için Necat’a dedim ki “ doğru Van Lenep’e gidelim, konuşalım”.
diği de doğru, sanayileşmeden ihracata doğru kaymamızı istediği de doğru, hatta o Yanına gittik ve yarın ne konuşulacağını sorduk, adam “ser verdi sır vermedi”. Son-
konuda hazırladıkları raporlar vardır. Bütün bunlar oldu ve bütün bunlar bizim için ra ertesi sabah, toplantıya giderken yine Necat’a “toplantıdan önce gel, Van Lenep
sürpriz değildi. Bunları önceden tahmin etmemek de mümkün değildi, dolayısıyla ile konuşacağız” dedim. Gittik, dedim ki “ben toplantının içeriğini bilmiyorum, bu-
ne ile karşılaşacağımızı tahmin etmiştik. nu bana anlatmadın ama basına haber vermek yok, bunda mutabık kalalım”. Adam
“peki” dedi, ama sonradan gizlice haber vermiş.
Fakat 1979’un Eylülünde OECD’de bir mutabakat toplantısı düzenlendi, top-
lantının başlığı “Working Party Two” idi ve OECD bu toplantıları ilk kez düzenli- Kısacası demek istediğim şu, onlar her bakımdan hazırlıklıydılar. Ve anlaşıldı
yordu. “Türkiye’nin kaynak sorunu nasıl halledilecek” diye bir toplantı organize ki, hakikaten Türkiye’yi daha sonra 24 Ocak döneminde gördüğümüz yöne, kabil-
edilmişti. Bunu aniden hazırladılar ve bize aniden tebliğ ettiler. Olay şöyle yaşan- se kolayca çekmeye çalışıyorlar. Biz de tabi henüz 24 Ocağı yaşamamış olduğu-
dı: Bir gün Planlamada otururken Ziya Bey telefon etti ve dedi ki “on gün sonra muz için bu durumu bilmiyorduk ama tuhaf bir yola doğru yönlendirilmek isten-
Paris’te OECD’de bir toplantı var ve bu Türkiye için çok önemli”. O güne kadar o diğimizi hissetmiştik. Onun için biz de orada “niçin bizim plan önemlidir, bizim

214 215
hazırladığımız planın Türkiye’yi Avrupa’dan kopmak için değil, yarın Avrupa’da Fakat dediğim gibi bunlar 1979’un ilkbahar ve yazında olan şeyler. Daha son-
var olmak için hazırlandığını”, yani kısaca hazırladığımız planı anlattık. Hatta gitme- ra sonbaharda OECD’ye gidildi ve 24 Ocak şeklinde olmayan, bir başka mutaba-
den önce Amerikan Büyükelçiliği’nin Türkiye’de yabancı sermaye ile ilgili hazır- kat için toplantı yapıldı ve toplantı sonucunda da bizim ve diğer kurumların birlik-
lattığı raporlar vardı, onları yanıma almıştım, orada onları dağıttım, “bakın Ameri- te hazırlayacağımız bir metin söz konusuydu. Oysa 24 Ocağın hazırlanış şeklini bi-
kalılar bile neler söylüyorlar” dedim. Kısacası toplantı bizim istediğimiz gibi oldu, liyoruz: Amerika’da yazılıp gönderilmişti. Onu incelerseniz Dünya Bankası’nın
adamlarla dövüşmedik fakat anlattık. Adamlar dediler ki “peki, o zaman bir ortak klavyesinde yazılmıştır. Dolayısıyla 24 Ocak’ta Türkiye başka bir noktaya kaymış-
rapor hazırlayalım, sizden ve bizden uzmanlarla bir iki ay içinde bu rapor hazırlan- tı. Ama 27 Eylül’de böyle bir şey yoktu ve karşı tarafta bunda mutabıktı. O muta-
sın” ve böyle bir mutabakatla oradan ayrıldık. Bunu şunun işin söylüyorum: deği- bakat da benim orada hissettiğim kadarıyla iyi bir mutabakattı. Orada yapılan top-
şiklik olmamış olsaydı muhtemelen başka bir tarafa doğru gidilecekti; 24 Ocağa lantılar sabahtan akşama kadar sürüyor, arada da öğle yemeği var. Öğle yemeği,
değil, bizim planın kaybolmayacağı başka bir tarafa doğru gidilecekti. Belki bazı Van Lenep’in münasip gördüğü kişilerle sınırlı bir yemek. O yemekte bizden Ne-
mutabakatlar olacaktı, “Türkiye ihracata da yönelsin” gibi şeyler olacaktı ama yi- cat ve Aysel Öymen vardı, gerisi hep yabancılardı. Tabii orada başka şeyler de ko-
ne de 24 Ocak tipi, hele 12 Eylül’ün desteğindeki bir 24 Ocak gibi bir şey olma- nuşuluyordu, daha açık konuşuluyordu. Dolayısıyla ben orada biraz hesap sordum,
yacaktı. “sorun nedir, bize karşı niçin böyle geliyorsunuz, yarın öbür gün Türkiye’yi dış
Dolayısıyla genel tablo bu şekildeydi. Tabii ki bu istekler daima olacaktır. dünyaya çıkmayacak bir ülke mi sanıyorsunuz. Yarın öbür gün Avrupa’da Türki-
Mesela o tarihlerde Dünya Bankası yetkilileri, Doğudaki Fırat ve Dicle’nin su re- ye’nin girişimcilerini göreceksiniz” dediğim zaman adamlarda bir şaşkınlık oldu.
jiminin düzenlenmesi hakkında; saniyede 500 metreküp su salmak lazım, barajları Bize karşı çok kalın ve koyu bir önyargı vardı. Tabii Türkiye’nin içinde de henüz
gözden geçirmek lazım gibi taleplerde bize gelirlerdi. Biz de o tarihte bunları hü- böyle bir hazırlık yoktu, onun için yabancılarla yapılacak mutabakatlar önemliydi.
kümete iletirdik, ben bizzat Başbakan’a bir an önce bunların temelini atması ge- Yani temel mesele “plan” kurumundan vazgeçmemekti. Aksi takdirde Türkiye, dış
rektiğini, bu projeleri bir şekilde başlatması gerektiğini söylemiştim. Yani dış dün- dünyanın kendi önyargıları ve kendi şekillendirmelerine göre hareket edecekti ve
yanın Türkiye için bazı tasarımları vardı ve bunun karşısında bir “ön alma” gereği sonunda da etti.
vardı. Mesela bizim hazırladığımız planı finanse etmek için, dış finansman olarak O dönemde Türkiye’nin iktisadi ve siyasal yaşamı açısından kritik olan
300 milyon dolar gibi bir gereksinimimiz vardı, yani aslında oldukça az bir meb- bütün bu görüşmeleri yaparken hükümetle ilişkileriniz nasıldı? Yani DPT
lağ. Ancak bunu bize vermediler çok fazla diye. İstediğimiz kaynak buydu, sade- olarak hükümetle olan ilişkilerinizde kendinizi güvende ve rahat hissediyor
ce 300 milyon dolar. Yine o tarihte deniliyor ki, “Türkiye Avrupa Topluluğu’na gi- muydunuz? Çünkü bu dönemle ilgili “planlama ile hükümetin küs olduğu”
recekti de müracaat edilmedi”. Böyle bir şey yok, sözlü müzarekeler var. Sözlü şeklinde yorumlar da var.
müzakerenin fiili müzakereye dönüşmesi için bazı konularda mutabık kalınması la- • Bu yorumlar sanıyorum Bülent Beyin mizacı hakkında konan teşhisler-
zım. Yani ben planı yapmışım, adamların önüne de koymuşum, her şey açık. Yılda den kaynaklanıyor. Hükümet dediğiniz zaman esas olarak Başbakan anlaşılır. Fa-
300 milyon dolar gerekiyor, beş yıl için de 1,5 milyar dolar. Bunu bize vermedi- kat Bülent Bey esas olarak politikacıdır. Bütün kılcal damarlarına kadar, her şeyiy-
ler, ancak daha sonra Turgut Özal’a bunun üç mislini verdiler; plan ortadan kalkın- le politikacıdır. Planlamanın, arkasında destek olarak daima görmek istediği Baş-
ca kaynak sorunu çözüldü ve üç misli para geldi. Dolayısıyla bu istekler daima ol- bakan tipi değildir ama bu durumun özel küslükle de ilgisi yoktur. Dediğim gibi
muştur ve plancılar da o tarihlerde bunu bilirlerdi, sıkıntının nereden geleceğini de bu durum onun stilinden kaynaklanmıştır. Mesela bazı futbolcuların stili ötekilere
bilirlerdi. Aslında plan bütün bunlara rağmen hazırlanır, bunlara bir Donkişotvari uymuyor, sorunlar biraz buradan kaynaklanır. Dolayısıyla onun stilinden kaynak-
karşı duruşla hazırlanmaz ama daima marjlar konulur, ona göre hazırlanır. O tarih- lanan bir sorun vardı. Bu anlamda arkamızda o tip bir Başbakan yoktu. Fakat Bü-
lerde de bu yapılmıştır. lent Beyin politikacı özelliklerini bizim bilmemiz, bir anlamda kendi işimizi ko-
1979’un ilkbaharında ilginç bir şekilde içerde de bazı hareketler görüldü. laylaştırdı. Ancak ben bunu bildiğim için daima Ziya Beyle temas halindeydim.
1979’da devalüasyon yapıldı, devalüasyon yapılınca umulanın ötesinde büyük bir Çünkü Ziya Bey günlük ve kısa vadeli işler için sürekli Başbakanla iç içeydi.
işçi dövizi girişi oldu. O tarihlere rastlıyor bu ilanlar. Tabi onun henüz bilmediği- Onun için Bülent Beyin bu özelliğinden ötürü, Maliye ile Planlamanın daima ara-
miz başka uzantıları da olabilir. Mesela aynı tarihlerde bana bilgi olarak gelen şey, sının iyi tutulması taraftarıydım. Aksi takdirde –o güne kadar bunlar yaşanmıştır-
birkaç kişinin bir yeni Anayasa hazırlığı içinde olduğu, yani bir darbe sonrasında hep Maliye Başbakana gidip Planlamayı şikâyet eder. Tabii Başbakan yardımcıla-
uygulanmak üzere hazırlanan bir Anayasa çalışmasının olduğu yönünde bilgiler ge- rından, bakanlardan bizi de şikâyet edenler oldu, ancak orada benim için Ziya Be-
liyordu. Demek ki 1979’un özelliği buydu. TÜSİAD’ın bildirisi de o sıraya rastlı- yin pozisyonu önemliydi. Çünkü Ziya Bey bütün iç ve dış kaynak meselesine o sa-
yor. hip, onunla aynı anlayış içersinde olabilmek bizim için önemliydi. O nedenle ben

216 217
Ziya Beyin desteğini daima arkamda hissettim, içim rahattı. O da planın doğru bir otomobil tipi olacak” gibi, esas olarak kaynakları nasıl kullanacağımızla ilgili prob-
plan olduğu kanaatindeydi ve sanıyorum onun da içi rahattı. Zaten o sayede iyi lemleri konuşuyorduk. Baktık ki Sanayi Bakanı bizden çok farklı düşünüyor: “Kim
dost olduk galiba. yaparsa yapsın” diyor, “özel sektör yapsın” diyor. Dolayısıyla büyük sıkıntılar ya-
Biraz önce söylediğiniz Başbakan tipi olarak Bülent Ecevit’in yarattığı şadık. Tabii konu kaynak dağıtımı meselesi olunca, bu sıkıntılar olur ve normaldir.
boşluğu, Hikmet Çetin’in doldurduğu söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyor- Bu günden baktığınızda 4. Planın, o günkü toplumsal koşullar içinde uy-
sunuz? gulanmasının mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?
• Bence bu doğru değil, sorunu Başbakanın boşluğu diye düşünmemek la- • O dönemde CHP iktidara geldiği zaman, 1977 yılından itibaren “umutlu
zım. Çünkü o bir Başbakanın vekâlet vermesiyle olacak bir şey değildir. O sadece bir Türkiye” vardı. Dolayısıyla biz de o umutlu Türkiye’ye göre plan yapmak zo-
Başbakanın yapabileceği bir iştir. Tabii Hikmet planlamadan yetişmiş bir insandır, rundayız. Yani o günün tablosundaki karanlık unsurların mutlaka tablodan çıkması
dolayısıyla kendine göre bir planlama anlayışı vardır. Ancak planlamadan yetişmiş gerekiyordu ve planı da buna göre yaptık. Yoksa “durumu idare edelim, bütün ka-
bir insanın desteği bir işe yaramaz, bir başka kimlik sahibi olan bir politikacının ranlık unsurlar bu tabloda kalsın, aynı dengeler devam etsin” diyen bir planı biz ya-
desteği sağlanırsa işe yarar. O da hakikaten Başbakandan başkası olamaz. Ama az pamazdık, bu mümkün değil. O nedenle planlamanın böyle bir zorunlu siyasi bo-
önce söylediğim gibi Bülent Beyin siyasi özelliklerini bildiğim için, bizim açımız- yutu vardı: Türkiye’yi daha iyi bir noktaya taşımak. Burada da, kısmen mümkün
dan en önemli destek Maliyenin meseleleri kavramasıydı. Bu bakımdan bir soru- olan, kısmen de bize engel olan bir yatırım projeleri paketi vardı. Çünkü plancı, beş
num yok. Ancak eğer Planlama önemli bir kurum ise, orada daima çekişmeler olur, yılda ülkeyi daha iyi bir yere taşımak istiyorsa, o şekilde yatırımları düzenleyebil-
bunlar olmuştur ve olması da gerekir. Çünkü işin doğası gereği bir mücadele süre- meli ki ve kurumsal değişiklikleri o şekilde yapabilmeli ki, beş yıl sonunda tasar-
cidir, neticede yapılan bir kaynak dağıtım işidir. Bununla ilgili ilginç bir örnek ve- ruflar da biriksin ve yeni bir aşamaya geçiş mümkün olsun. Dolayısıyla planı ya-
reyim. O tarihte hazırladığımız planda beş yıl boyunca spor alanına bir milyar kay- parken sahip olduğumuz anlayış buydu. Buradaki sıkışıklık, daha önceden gelen
nak ayırmışız. Tabii az kaynak ayırmak zorunda kalmıştık, ancak Spor Bakanı gel- projelerin bizi bağlamasıydı. Çünkü bazı projeler yürürlüğe girmişti ve onları de-
di ve dedi ki “çok teşekkür ederiz, bize de kaynak ayırmışsınız ancak küçük bir ri- vam ettirmek gerekiyordu, bazı projelere de yeni başlamak lazımdı. Fakat plan dai-
camız var. Biz bunun hepsini ilk yıl kullanmak istiyoruz”. Tabii işin hoş tarafları ma geçmişten gelen projelerin önemli bir kısmıyla yapılır, onları durdurmak-sıfırla-
da vardır, böyle şeyler de yaşanır. mak mümkün değildir, aksi halde kaynaklar kaybedilir, yani planlarda bir sürekli-
Yine o dönemin tartışmalı konularının içinde toprak reformu meselesi vardır. lik vardır. O nedenle bir yandan bir sonraki beşinci plan için hazırlıkları yapmak,
Tabii toprak reformu konusunda hükümetle bizim önemli çekişmelerimiz oldu. O bir yandan da mevcut projeler içersindeki yatırımları da eleyerek en yüksek katma
dönemde Adalet Partisinden ayrılıp CHP’ye katılan meşhur 11’lerden biri olan bir değeri sağlayabilecek olan, ara mallarında ithal ikamesini tam yapabilecek olan bir
bakan toprak reformundan sorumlu kılınmıştı. Hâlbuki toprak reformu bizim için proje paketi ile dördüncü planı yapmak, bizim öncelikli meselemizdi. Bu bize yük-
çok hayati bir işti. Ben toprak reformunu masa başında kavrayamayız diye düşün- sek bir büyüme hızını şart koşuyor. Sorunları aşmak için mutlaka yüksek bir büyü-
düm ve Doğuya gitmeye karar verdik. Gaziantep’e gittik, oradan Urfa’ya gittik, me hızı lazım ve o zaman bütün hesaplar da şunu gösteriyordu: Eğer iç tasarrufla-
Harran ovasına gittik. Tabii ben Harran ovasını ilk defa görmüştüm ve orası bir ok- rı arttırabilirsek, dışarıdan da dediğim gibi yılda 300 milyon dolarlık bir destek ala-
yanus gibiydi, beni çok heyecanlandıran bir şeydi ve orada topraksız insanlar var- bilirsek bu hedef mümkün olacaktı. Tabii bunun yanı sıra planın getirdiği kurum-
dı. Ancak baktım ki durum 11’lere emanet edilebilecek gibi bir iş değil. O neden- laşmaların da olması lazım, plan verimlilik ve etkinlikle yürümesi lazım. Bunun
le aramızda ciddi çekişmeler oldu. Mesela onların plandan istediği kaynak, kadro- için kamu girişimciliğinin yeniden kurulması lazım, KİT’ler içinde israfın önlen-
laşma kaynağıydı ve reform meselesinde katiyen uyuşmak mümkün değildi. Hâl- mesi lazım, görev dağılımının iyi yapılması lazım ve planda beş yıl için öngörülen
buki planın öngörüsünde toprak reformuyla birlikte, tarımda kooperatifleşme var. aşamalı bir yeni kamu girişimciliği ortaya koymuştur. O dönemde 1979 yılında
Dolayısıyla köylünün bilinçlenmesi meselesi, planın kaçınılmaz bir tarafıydı. Ma- ben Avusturya’ya gitmiştim, çünkü Avusturya’nın kamu girişimciliği çok ilginç ve
alesef o da, anlaşamayacağımız insanların elindeydi. bizim için de dersler taşıyan bir organizasyon yapısına sahipti. Diğer taraftan köy-
tarım sektörü ve toprak meseleleri vardı ve onların halledilmesi gerekiyordu. Çün-
Bir diğer örnek Sanayi Bakanlığı ile yaşanan çekişmeydi. Sanayi Bakanı Or-
kü özellikle Orta Anadolu’da ve mümkün olduğu ölçüde de Doğu Anadolu’da iş
han Alp ile hiç anlaşamamıştık. Tabii o tip durumlarda hükümeti arkamızda hisse-
yaratmak gerekiyordu. Mesela o günü Sivas’ı yeni ve yaratıcı projelere hazırdı, o
demiyorduk. Gündemimizde, bugün Türkiye’nin tartışmadığı şeyler vardı: “Dişli-
günün Sivas’ında Madımak faciası gibi bir olay olamazdı, böyle bir şey mümkün
leri kim yapacak, motoru kim yapacak, Türkiye bir traktör mezarlığına dönüyor,
değildi. Tamamen değişik bir insan profili vardı. Onun için biz bu insanlara iş gö-
kaç tane traktör tipi olacak, Türkiye bir otomobil mezarlığına dönüyor, kaç tane
türmeliydik. Mesele buydu, başta gençler olmak üzere, tüm insanlara iş bulma me-

218 219
selesiydi; bu da yüksek bir büyüme hızı gerektiriyordu. yısıyla özel sektör dış dünyayı falan düşünmüş değildi, zaten böyle bir hazırlıkları
Tabii işin tuhaf tarafı şurada, ben son dört-beş yıldır bakıyorum (ekonomide da yoktu, hatta bunu bilmiyordu, dış dünyaya gitmek, Pazar aramak gibi girişim-
büyüme hızı hedefi gibi şeyler kalmadı, yani hedef yasak-sadece tahmin yapılabi- lerden çekiniyordu. Özel sektörü zorla gezilere gönderdiğimizi hatırlıyorum o ta-
liyor), 2003 ve 2004 yıllarında çok yüksek büyüme hızı gerçekleşti. O tarihlerde rihlerde. Mesela o dönemde özel sektör içinde sayıları çok az olan ihracatçılar var-
“bu kadar büyük büyüme hızı olur mu” diyerek bizi eleştiren meslektaşlarımızın, dı ve ben onları bir toplantıya çağırmıştım. “Biz ihracata çok önem vermek istiyo-
2003 ve 2004’deki yüksek büyüme hızlarını övgüyle anlattıklarını görüyorum. Ta- ruz” gibi konuları anlattım ve onlarla birlikte çalışmak istediğimizi söyledim, ama
bii bunlar tesadüfen olmuş olan, 2001 krizinin toparlanması sonucunda yaşanan ve adamlar inanamadılar, bakışları “doğru mu söylüyorsun, bizi buraya neden çağır-
daha önemlisi istihdam yaratmayan büyüme hızları. O dönemde bizi eleştirenler, dın” der gibiydi. Bu toplantılar 1978’in ilkbahar aylarında oldu ve o toplantılarda
şimdiki durumu öve öve bitiremiyorlar. Ortada önceden hesaplanmış bir şey yok, kimin gözleri parıldıyor diye bakıyorduk. Şerif Egeli diye bir ihracatçı vardı, ken-
kriz ortamında Türkiye bu kadar borçluyken, enflasyon bu kadar yüksekken bu ka- disine Müsteşar danışmanı olarak bizimle çalışmasını önermiştim. Yine ilk plancı-
dar yüksek büyüme hızı olur mu, o zamanki argümanlara göre yüksek büyüme hı- lardan olan Ayhan Çilingiroğlu da aynı konuda danışman olarak çalışıyordu ve bu
zı enflasyon yaratmaz mı gibi konular, son yıllarda ilginç bir şekilde hiç tartışılmı- arkadaşlar özel sektörcü arkadaşlardı. Yani ihracatta yol göstermek için çalışmala-
yor. Tabii mesele şu: Yüksek büyüme hızı enflasyon yaratmaz, eğer yatırım karar- ra başlamıştık. Dolayısıyla o tarihte özel sektör böyle bir şeye hazır değildi. Ama
ları doğruysa ve yatırımlar tasarruf üretiyorsa (yatırım-tasarruf mekanizmasının biz görüyorduk ki, başka çare yok, mutlaka ihraç etmek lazım. Ama bu da kurlar-
esası da odur) o zaman yolunuz doğru demektir. la oynamaktan geçmiyor. Eğer kurlarla oynamaktan ibaret olan bir ihracatçılık ol-
duğu zaman, hep aynı teknolojide kalıyorsunuz, daha doğrusu gerileyerek ilerli-
O nedenle o tarihlerde yüksek büyüme hızı tespit etmemizin kesinlikle bir ha-
yorsunuz, emek yoğun ürünlerin de makul olmayanlarına doru gidiyorsunuz. Eğer
ta olduğunu düşünmüyorum. Bu konuyu strateji üzerine konuşurken kendi aramız-
beşinci plan olsaydı, öyle bir plan olacaktı. Mutlaka ihracata dönük sanayileri olan
da da uzun uzun tartışmıştık, şüphe edenler de vardı aramızda ama uzun uzun mü-
bir plan olacaktı.
zakere edilmişti. Bu sıkıntıyı da hem doğru projelerle hem de iş yaratarak aşabilir-
dik. Zaten bugün için düşününce de Türkiye’nin yüksek bir büyüme hızı, katma Bence dördüncü planın ihmal ettiğimiz tarafı, zayıf olan yanı (bunları beşinci
değer ve istihdam yaratacak projelerin dışında başka bir çıkış yolu var mı? Böyle plana ertelemiştik) sosyal sektörlerdeydi. Orada ben biraz da vicdan azabı çekiyo-
bir şey yok. Bu tablo karşısında düşük büyüme hızı daima daha çok problem de- rum. Gerçi sonradan pek fazla bir şey değişmezdi ama eksik bıraktığımız, üzerine
mek. Ama tabii Almanya bunu yapamaz, yüksek büyüme hızı öngören bir patika- fazla vurgu yapmadığımız yan sosyal planlama oldu. Örneğin Türkiye’ye mutlaka
ya girse, Almanya allak bullak olur. Kemale ermiş ekonomiler için yüzde iki iyi- bir sosyal güvenlik sisteminin bir işaretini vermek, başlatmak ve yaygınlaştırmak
dir, yüzde üç çok iyidir. Ancak üç yıl üst üste yüzde üç büyürlerse, dördüncü yıl lazımdı. Çünkü o tarihe kadar bu sosyal güvenlik işi, sağ iktidarların benim popü-
orada kriz çıkar. Bizde ise tabii durum farklı, bizde yüksek büyüme hızı hala çok list dediğim tedbirlerinden ibaret kalmıştı. Daha sonra “yeşil kartçılığa” dönüştü ve
önemlidir. 1978’den bu güne benim bu görüşümü değiştirecek herhangi bir geliş- esasen hep aynı kaldı, şimdi de büyük bir sorun haline geldi. Onun için bizim ih-
meyle karşılaşmadım. Tabii bunların bir kısmı ihracata dönük olabilir, ancak bu malkârlığımız o noktadadır. Tabii daha önceki planlarda da yoktu bu konu ama biz
günkü gibi cari açık vermemek kaydıyla. bunu düzenlemiş olmalıydık diye düşünüyorum.
Eğer hazırladığınız 4. Plan uygulanabilseydi ve “sanayinin derinleşme- Ekonomik model açısından da planın modeli ithal ikamesini tamamlayabil-
si” süreci hayata geçebilseydi, ondan sonra “ekonominin dışa açılmasını” ön- mekti. Çünkü ancak ithal ikamesini tamamlayınca dış pazarlarda rekabet etme im-
görüyor muydunuz? kânı olabilecekti. Aksi takdirde gitgide büyüyen bir ithalat sorunuyla karşı karşıya
kalacaktık. Yani bugünkü durum olan, ithal etmedikçe ihraç edemeyen bir ülke ha-
• O tarihte özel sektör buna hazır değildi, tabii işin ilginç yanı da budur.
line gelirsiniz. Hâlbuki Cumhuriyet’in bize öğrettiği bu değildi. Temel mesele it-
Hatta 1978 yılında kendi aramızda yaptığımız konuşmalarda “bu yıl yeterince ihra-
hal etmese de, ihracat yapabilen bir ülke olabilmektir.
cat yapamazsak durumumuz berbat olacak” diye düşünüyorduk. Kennedy’in bir
sloganı vardır “ya ihraç et ya öl” (ki Kennedy de o sloganı Hitler’den almıştır). Biz 1980 yılının başında uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile ekonomi-
de 1978 yılı için böyle bir şey söylemeliyiz diye düşünüyorduk. nin yapısı şekil değiştiriyor. Bundan sonra ithal ikameci sanayileşme modeli,
ihracata dayalı modele dönüşüyor. Bu dönüşümün merkezinde de ekonomiye
Örneğin, 1978 yılında ben Müsteşar olduktan sonra Sakıp Sabancı bana ziya-
devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın kendi kurallarına göre işleme-
rete gelmişti. Ben ona uzun uzun bunu anlattığımı hatırlıyorum ve o da bu anlattık-
si var. Sizce bu süreçte devletin ekonomiye müdahalelerini planlayan kurum
larıma uzun uzun baktı. Yani özel sektör o tarihlerde katiyen ihracatı düşünmüyor-
olan DPT’yi nereye koymak gerekir? DPT’nin 24 Ocak kararları sonrasında
du, tamamen iç pazardan ibaretti, böyle bir özel sektörü vardı Türkiye’nin. Dola-

220 221
oluşan yeni yapıdaki işlevleri nelerdir? nu düşürme hedefine kilitlenen bir kurum haline geldi. Onu da ancak yarı bağım-
• Turgut Özal’ın stili ikinci plana dönmekti, ikinci planın bir değişik versi- sız niteliğiyle, yani “hükümetten aferin alma zorunluluğu” olmadan yapabilecek.
yonunu yapabilmekti sanıyorum. Yani planlamayı olsa olsa öyle kullanırım diye Ancak bunlar ülkeye yön gösteremez. Tabii buralarda değerli arkadaşlarımız çalı-
düşündü, teşviklerin olduğu, yabancı sermaye dairesinin olduğu ve özel sektörle şıyor, önemli yükleri kaldırıyorlar ama bu kurumlar ülkeye yön göstermez. Hâlbu-
bir çeşit müzakere kurumu olan bir ağırlık merkezi olarak düşündü. Kısacası baş- ki Türkiye şimdi bu yön duygusuna çok muhtaç, özellikle 1980’leri geçtikten son-
ka bir model öngörmüştü ve onu uygulamaya koydu. ra daha çok ihtiyaç olduğu anlaşıldı sanıyorum. O nedenle 24 Ocakla beraber plan-
lama bitti mi” diye sorunca, “bir anlamda bitmiş oldu” cevabı verilmesi gerekir.
Planlamanın 20. yılı olması nedeniyle yayınlanan ODTÜ Gelişme Dergi-
sinin “Planlamanın yirmi yılı” Özel sayısında, V. Plan ile birlikte planlama- Genel olarak planlama sürecinde DPT ile diğer bürokrasi ile yaşanan
nın sona erdiği söylenmekte. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? sürtüşmelerin temel nedenleri nelerdi? (Maliye B., Dışişleri B., KİT’ler, Hazi-
ne..vb.)
• 24 Ocak, 12 Eylül’le birleşmemiş olsaydı, belki planlama devam ediyor
diye düşünebilirdik. 12 Eylül bütün süreci değiştiriyor, yani siyasi rejim değişim- • Bu çok doğaldır. Herkes dünyayı bulunduğu yere göre idare etmek ister.
ce iş değişiyor galiba. Çünkü sadece plan-piyasa diye düşünmemek lazım, bir de Bir KİT Genel Müdürü için bile, dünyanın en önemli yeri orasıdır, oranın ihtiyaç-
işin gitgide artan bir sosyal boyutu var, insan boyutu var. Dolayısıyla planlamayı ları, oranın projeleri çok önemlidir. Mesela DSİ Genel Müdürü ise, Türkiye’nin en
da böyle düşünmek gerekiyor. Muhtemelen insan boyutuna daha fazla yatırım yap- önemli yeri DSİ Genel Müdürlüğü’dür, onun bölge projeleri ne olacak, müdürler
mak gerekecekti. O da belki değişik bir tecrübe ve yeni bir model olacaktı. Çünkü kimler olacak gibi problemle çok önemlidir. Tabii normal olarak bu durum bir çe-
nede olsa ithal ikamesi, bu sürecin ihraca geçiş noktasına gelmesi… bütün bunlar kişme yaratır.
toplumunuz dünya bilgisini ve teknolojisini ne kadar özümseyebiliyorsa, o kadar- 1961 Anayasası’nda kurumlar arasındaki görev bölümü nispeten iyi dağıtıl-
la yapılabilecek şeylerdir. Bundan ötesi yaratıcılığa ve insan yetiştirmenize bağlı- mıştır. Bu dağılım sonunda Planlama, Hazine ve Merkez Bankası gibi bir üçlüyü
dır. Dolayısıyla belki bazı planların sosyal boyutunun daha kuvvetli olan planlar ol- ortaya çıkarmıştı. Bu üçlünün arasındaki görüşme ve çekişmelerle, diğer ilişkiler
ması gerekecekti; eğer Türkiye’de demokrasi güzel bir şekilde işleseydi. Planlama de buna göre yön alıyordu, şekilleniyordu. Bu işleyen bir mekanizma yaratmıştı
bir boyutuyla insan yetiştiren, bir boyutuyla da yarına yatırım yapma anlamında doğrusu. Ama üçlünün üç köşesinde de, öncelikle birbirinin dilinden anlayan ve
teknolojiye ağırlık veren bir yapıda olması gerekecekti. Ama stratejik kararların ve kendi hedeflerini iyi koyan insanların olmasıyla yürüyecek bir mekanizmaydı. Bir
Türkiye’ye yön duygusu verecek kararların alınacağı bir kurum olacaktı. Hükümet- yandan da siyasetçilerin bu marjı iyi bilmesi gerekiyordu. Tabii siyasetin yapısı de-
lerden aferin alan, onlara hükümet programları hazırlayan bir yer değil de, yön ve- ğiştikten sonra, yani 12 Eylül’den sonra (12Eylül’ün Türkiye’ye büyük bir darbe-
ren, yön gösteren bir kurum olması gerekecekti. Onun için planlamanın “hükümet- si var, birkaç yıllık bir darbe değil o, hala bizi etkiliyor) var olan bütün yapısal
lerle iyi mi geçiniyorum, Başbakanın gönlünü nasıl yaparım” diye dertleri olmaya- uyum bozulmuştur. Seleksiyon mekanizmasını da bozdu, yani “kimler hangi gö-
caktı ve bir tür yarı bağımsız diyebileceğimiz bir durumu koruması gerekecekti. Ya- revlere gelecek ve nerelerden yetişerek gelecek” gibi konuları deformasyona uğ-
rı bağımsız bir kurumunuz olmazsa, ülkeye yön gösteremezsiniz. Mesela bugün rattı. En başta da siyasetçinin yetişmesini bozdu. Çünkü “siyasetçi uzun zamanda
Merkez Bankası var, ancak Merkez Bankası’nın rolü sınırlıdır. Yani Merkez Banka- yetişmesi gereken bir bitkidir. Onun yetişmesi için sulayacaksınız, gübre verecek-
sı bir takımın kalecisidir, onsekizin dışına çıkamaz. Sadece fiyat istikrarını koruma siniz, çapalayacaksınız, zaman zaman da biraz budayacaksınız…”. Türkiye’de bü-
görevi var, o kadar. Ama bir de geri kalan yerlerde “orta alan, hücum alanı” gibi rokrasi de kendi otonom gelişmesine kavuşabilmeliydi. 1961 Anayasası bunu kıs-
yerler var, Türkiye nereye doğru gidecek? Onun belirlenmesi lazım, asıl mesele men sağlıyordu, bunlar teşvik görmeliydi. Ancak 12 Eylülle birlikte bunlar kesil-
orada. Tabii yön duygunuz olmazsa “kaleci çok gol yer”. di.
Ekonomide uygulanan kalkınma modelleri, bazı kurumları öne çıkarı- Planlama sürecinde, teknik otorite ile siyasal otorite arasında ilişkiyi ku-
yor. Örneğin İthal İkameci, içe yönelik birikim modelinde DPT daha önemli ran en önemli kurum YPK. Bu anlamda YPK’nın 1960–1980 arasında varo-
bir konumdayken; İhracata dayalı, dışa dönük modelde Hazine Müsteşarlığı lan halinde Plancı bürokratlar ile siyasetçilerin hem sayısı hem de oy ağırlı-
ya da Merkez Bankası öne çıkıyor diyebilir miyiz? ğı eşit. Bu YPK’nın bu özelliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Bu tespit doğrudur. Ancak şimdiki Hazine esas işlevini yapamıyor. Hazi- • Bu çok olumlu bir özellikti ve süreç de iyi işliyordu. YPK biraz önce
ne bir “borç müsteşarlığına” dönüştü. Başka ülkelerdeki Hazine’nin işlevi bu de- bahsettiğimiz yön gösterici kurumun otonom olmasını sağlayacak bir organdı. Ma-
ğil ki, bizde özellikle iç borçlarla ilgilenen bir borç müsteşarlığı halinde son onbeş sanın bir tarafında dört plancı, diğer tarafında dört bakan otururdu, bunların eşit oy
yıldır. Merkez Bankası ise, Türkiye yüksek enflasyonlarla yaşadığı için, enflasyo- hakkı vardı ve bu toplantılara Başbakan başkanlık ederdi. Oylar da daima ittifakla

222 223
çıkmazdı, kararların ittifakla çıkması istenirdi ancak çıkmazsa basında önemli bir olarak mı değerlendirmemiz gerekir? Yoksa hala ihtiyaç var mı? (DPT kapa-
olay olarak yerini alırdı. Mesela 1979 yılında hatırladığım bir örnek var; o zaman- tılmalı mı?)
lar çimento, demir, gübre, elektrik, hatta tren tarifeleri gibi konularda yapılacak • Daha çok ihtiyaç var diye hissediyorum, çünkü dünyanın belirsizleşmesi
zamlar Planlamada görüşülürdü. O dönemde bu zamlar ile ilgili Sanayi Bakanı ile (ben küreselleşmeye, belirsizleşme demeyi tercih ediyorum) bize yön duygusun-
uyuşamamıştık. Tabii o zamanki dünya farklıydı; plancılar, fiyatların kimseye açık- dan ne kadar mahrum olduğumuzu hatırlatıyor. Dolayısıyla yön duygusuna yeniden
tan rant sağlamaması gerektiği düşüncesiyle hareket ederlerdi. Mesela biri stok sahip olacağımız bir kurumlaşmaya ihtiyacımız var. Tabii o kurumlaşmada zaman
yapmış, bir zam kararı geliyor ve ondan sonra havadan bir kazanç elde etmiş olu- bakımından da ileriyi görebilmek lazım, sadece dünyada işlerin nasıl gittiğini de-
yor, spekülatif kazanç elde ediyor. Bazıları da elindeki malları özellikle bekletiyor, ğil. Doğru tahmin yapabilmek ve doğru yerlere kaynak ayırabilmek gerekiyor. O
kıtlık yaratıyor; demir saklıyor, çimentoyu saklıyor. Çünkü içerden birileri “zam nedenle şimdi planlamaya daha çok ihtiyaç var. Zaten dünyanın güçlü ülkelerinin
gelecek” diyor, ondan sonra da o kişi ummadığı kadar kazanç elde etmiş oluyor. senaryolarla hareket ettiğine bakarsak ya da bunu hatırlarsak, bizim de kendi se-
Sanayi Bakanı o dönemde çok yüksek bir zam istiyordu, biz ise bunu manasız bu- naryolarımızın olması gerektiğini anlarız. Aksi takdirde başkasının senaryosuna ta-
luyorduk. Çünkü fiyat ilişkileri açısından baktığımızda, belirli bir fiyata yaptığınız bi ve ne olacağı bilinmeyen bir ülke haline geliriz. Kaynak bakımından bugünün
her fiyat artışı bu ilişkileri etkiler. İktisatta “nispi fiyatlar” dediğimiz yolla, yani belirsiz dünyasında kim yön duygusuna daha fazla sahipse, kim bunu daha çok be-
yansımalarla, fiyatların birbirine oranla olan yapısını bozar, diğer fiyatlara da sira- cerebilirse, o daha çok kazanır, dünyanın kaynaklarını kendisine daha çok aktarır.
yet eder. Dolayısıyla o zam talebi, fiyatların nispi dengesini bozacağı için biz buna Onun için bugün planlamaya daha çok ihtiyaç var. Ancak şimdiki gibi çok kalaba-
karşı çıktık. Sonunda YPK toplantısında bu konuda muhalif oy verdik; dört bakan lık olmayan, yani bir bakanlık büyüklüğünde olmayan, 1960’daki başlangıcındaki
“evet” dedi, biz “hayır” dedik. Tabii bu olay o zaman gazetelere çıkmıştı ve önem- gibi olabildiğince küçük, iyi seçilmiş, Anayasal olan, yetkiyle çalışan, siyasetçiler-
li bir olay olarak algılanmıştı. Yani Planlamanın muhalefetine rağmen o zam karar- le başa baş konuşabilen bir yer lazım. Türkiye’nin dünyaya adaptasyonu da bu sa-
larının çıkarılmış olması, o dünün dünyasında çok önemli bir gelişmeydi. Dolayı- yede olabilir, bunlar ne Avrupa Birliğine, ne Asya Birliğine aykırı şeyler değildir,
sıyla YPK mekanizması, işlerliği olan bir frenleme mekanizmasıydı, doğru iletişim aksine bugünkü dünyada varolmanın temel koşullarındandır bu. Tabii bugünkü
kararlarının işlemesini sağlıyordu. planlamanın da bilimsel esaslara dayanması lazım, modellerle çalışarak hesapla-
1980 sonrasında “planlamanın fiilen önemini yitirdiği” görüşlerinin öne malar yapmak gerekiyor. Yani bizim adeta Tinbergen noktasına dönerek hareket et-
sürüldüğü bir dönemde, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi kurumla- memiz gerekiyor, belki başka modeller bulmamız gerekiyor. Demin söz etiğim gi-
rın, DPT’yi desteklemelerini ve planlamalara devam edilmesi gerektiğini tav- bi, geçmişte yapamadığımız şekilde, bir yandan insan kaynağına, bir yandan bilim
siye etmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? ve teknolojiye doğru modeller geliştirmemiz gerekiyor. Kısacası tüm bunları yeni-
• Bunun cevabı gayet basit. Bizim düşünce tarzımıza tamamen karşı olan, den düşünmek gerekiyor, ancak bunların ortasında da kendini bağımsız hisseden ve
yani Türkiye’nin böyle bir planlama anlayışına sahip olması gerektiği düşüncesine ehliyetli bir planlama olması lazım.
karşı olan Dünya Bankası ve IMF, kendi alternatif planlama anlayışlarını getiriyor- Son dönemde İkinci Dünya Harbi ile ilgili bazı kitaplar okuyorum. Orada de-
lar. Bu süreci böyle görmek gerekiyor. Onlar için “artık tehlike kalktı”, yönlendi- ğinilen bir şey var, oldukça ilginç: İngiliz iktisatçıları 1940’dan itibaren, yani Al-
rebilecekleri bir yapı ortaya çıktı. Türkiye’nin kaynak dağılımı ile ilgili kararlar man bombardımanı başladığı tarihten itibaren toplanıyor ve Scotlandyard’ın bodru-
kendi ellerine geçebiliyor, onun için de destekliyorlar. Onlar merkezi yönlendir- munda bir çalışma yeri oluşturuluyor. Başlarında Keynes’in olduğu iktisatçılar eki-
meye önem verirler. Bu kurumların kalkmasını istemezler. Çünkü ancak bu sayede bi de burada “savaş sonunda neler olabilir” sorusuna farklı cevaplar vererek çalış-
yönlendirebilirler. Siyasetin ekonomiye ancak istedikleri şekilde nüfuz etmesi ar- maya başlıyorlar ve beş sene boyunca o bodrumda çalışmışlar. Hâlbuki bugünün
zu ederler. Şimdi soyut bir ülke düşünelim, sadece işadamlarından ibaret, siyaset- Türkiye’sinin mantığı ile düşünürsek, böyle bir şey insanlara saçma görünür. An-
çi yok, planlama gibi kurumlar yok. Bu durum IMF için son dere zordur. Her fir- cak İngiliz diyor ki “savaş sonunda nasıl bir ekonomik atmosfer olacak” ve buna
maya gidip onunla müzakere yapması gerekir, yani imkânsız bir şey bu. Dolayısıy- göre çalışıyor. İlk milli gelir hesaplarını yapıldığı yer de orasıdır, yani bombalanma
la merkezi kuruluşları isterler, merkezi kararları isterler. Ancak tek şartla, kendi is- bakımından en güvenli yer olan o bodrumdur. Şimdi dikkatli baktığımızda görebi-
tedikleri gibi işlesin. liriz ki, “bugünün Türkiye’si de bombalanıyor ve bizim de iyi bir bodruma ihtiya-
Son yıllarda artık 5 yıllık kalkınma planlarının ya da yıllık programla- cımız var”.
rın pek dikkate alınmadığı ve uygulanmadığını görüyoruz. Bu çerçevede Türkiye’deki kalkınma çabalarını değerlendirdiğimizde, DPT’yi bu sü-
“Planlamayı”, artık küreselleşen dünyada geçerliliğini yitiren bir kavram rece müdahale edebilen bir aktör olarak değerlendirebilir miyiz?

224 225
• İlk yirmi yıl için evet. Tabii derece derece, yani her zaman istediği başa- EK-9:
rıları elde edemedi ama daima önemli bir kurum olarak vardı. Doğru ilkeler üze- Prof. Dr. Erdoğan Soral ile görüşme, 3 Mayıs 2004, Ankara.
rinde hareket edildi, o ilkeler yirmi yıl boyunca kaybolmadı. Tabii bu problemleri
önleyemedi. Demek ki problemler DPT’nin ötesindeydi. Bu da mümkün değildir,
bir planlama örgütü ülkeyi problemlerden arındırsın. Bu imkânsızdır, çünkü o za- DPT’nin kuruluşunu, Türkiye’nin kalkınma süreci açısından nasıl de-
man siyasetçiye ihtiyaç kalmaz. Tabii bazı şeyler siyasetçinin takatinin de ötesin- ğerlendirebilir siniz? DPT’nin kuruluşu 1960’ların Türkiye’si için ne ifade
dedir. Çünkü burası dünyanın egemen ülkesi değil, Türkiye birçok etkiye maruz ediyordu?
durumda. Yani siyasetçilerin de hakkını vermek lazım, onlar da belli kalitelerle ha- • DPT kurulmadan da önce Türkiye’ye demokrasi gelmişti. Demokrasi
reket ediyorlar, yeterli veya yetersiz belli donanımlara sahipler, ama bazı şeyler on- gelmişti ama bütün azgelişmiş ülkelerde görülen rahatsızlıklar Türkiye’de de var-
ların da gücünün ötesinde. Onun için bu meseleyi bir bütün olarak görmek lazım, dı. Planlamanın kurulması yeterli değil, planlamayı benimsemek söz konusuydu.
ancak bu bütünün içince önemli eksikliklerin olmaması lazım. Mesela kalitesiz si- Onu yapabilmek için de, Türkiye’deki bilgi birikimiyle kültür birikiminin buna el-
yasetçi olmaması lazım, ülkenin geneline yön gösteren kuruluş olmazsa olmaz. Ta- verecek bir düzlemde olması lazımdı. O yoktu. Dolayısıyla planlama sanki her şe-
bi, maalesef şimdi bütün bunlardan yoksunuz. yi halledecek bir araç gibi göründü. Ve çok iyi niyetlerle, çok iyi bir danışmanın
başkanlığında –Tinbergen gelmişti ve Planlama Teşkilatı’nın danışmanlığını yapı-
yordu- çalışmalar başladı. Tabi planlama ile ilgili çok az bilgi vardı Türkiye’de.
Planlamayı bilen, plancılığı o günün koşullarında çok az kişi vardı. Onlar da plan-
lamayı öğrenmek durumundaydı. İstanbul Üniversitesi’nden mesela Sencer (Divit-
çioğlu) vardı, benim hocamdı, çünkü ben İstanbul Üniversitesi’nde bir süre asis-
tanlık yaptım, sonra planlama kurulduktan sonra da asistanlığı bırakıp, planlamaya
girdim. Planlamaya girişim de şöyle oldu. Planlamanın başlangıcında Türkiye’de
de yapılması gereken bazı çalışmalar vardı, o da “Bölge Çalışmaları” idi. Dolayısıy-
la Türkiye’de bölge planlamasıyla ilgili iki proje yürütülüyordu o sırada. Biri An-
talya Projesi, diğeri de Adana Projesi. Bu bölgeler Türkiye’nin azgelişmiş bölge-
leri değildi, Türkiye’de çok az bir itelemeyle, hızla gelişebilecek bölgeler olarak
seçilmişlerdi.
Şimdi bu projeden başladığım için çalışmaya, biraz projeyi anlatacağım. Bu
size biraz da çeşitlilik verir. Türkiye’de merkezi planlamanın dışında da bölge
planları yapıldı, bu konuyu biraz açmış oluruz. Biraz önce söylediğim gibi o pro-
jeler bu meselenin başlangıcıydı. Bu bizim Antalya projesine FAO da katılanlardan
biriydi, Birleşmiş Milletler üzerinden katılıyordu. Otuzbeş kadar yabancı uzman
gelmişti. Sektör bazında, her sektör ile ilgili bir uzman vardı. Bizde de ona karşı-
lık Türk Devleti adına DPT girdi devreye, biz de bunların yardımcılarını çeşitli ba-
kanlıklardan topladık. Böylece otuzbeşe otuzbeş, yetmiş kişilik bir projeydi. Pro-
jenin başında bir İtalyan Profesör “Manlio Resta” vardı. Bu adamcağızın İngiliz-
cesi vardı ama çok zayıftı, Fransızca biliyordu. Onun için Fransızca bilen birisinin
yardımına ihtiyacı vardı. Ben de o zaman üniversiteden ayrılmaya karar verdim ve
planlamaya girdim. Planlamaya girdikten sonra bana dediler ki bir bölge planla-
ması projesi var. Ben Fransa’dan dönmüştüm, Fransa’da bölge planlaması üzerine
bir senelik bir staj yapmıştım. Beni hemen aldılar, yalnız dediler Anlatya’da çalışa-
caksın. Kabul ettim ve Antalya’ya gittim. Antalya’da 1962–1966 arasında dört yıl
çalıştım, projenin son iki yılında projenin Türk müdürü olarak çalıştım.
Şimdi bu arada tabi birinci beş yıllık plan hazırlanıyordu. Birinci beş yıllık

226 227
planda çok değerli arkadaşlarımız vardı. SBF’den ve İktisat Fakültesinden hocalar rika falan değil, bunun adı atölye”. Şimdi bunu nasıl çevirsem, “küçük bir fabrika
vardı ve bunlar da haklı olarak o güne kadar hiçbiri planlama ile ilgilenmediği için, olarak buldu burasını” dedim. Resta hemen sordu, “nasıl, para kazanabiliyor mu
hepsinin elinde Tinbergen’in kitapları, onları okuyorlardı, öğrenmeye çalışıyorlar- buradan” diye, Şevket Bey, “çok iyi kazanıyoruz” dedi. Resta’nın gözleri fal taşı
dı. Tabi matematiksel iktisat Türkiye’de çok fazla ilgi görmemişti o sıralarda, üni- gibi açıldı, çok şaşırdı, “çok değişik bir ülke burası” dedi. Neyse çıktık oradan, son-
versitelerimizde matematikçi iktisatçılar yoktu. Hâlbuki planlama biraz da mate- ra Burdur’a gittik. Burdur’da orman köyleri var, oranın zenginliği orman. Refik
matiği gerektiriyordu, hatta iyi istatistik bilmek gerektiriyordu. Bizim hocalar da Kitapçıgil diye bir vali var orada, çok akıllı birisiydi. Dedi ki, “ben sizi bir orman
yavaş yavaş istatistik öğrenmeye başladılar, matematik öğrenenleri oldu, biraz bi- köyüne davet etsem, gelir misiniz” dedi. Tabi dedik, bizim görevimiz bu, Resta’ya
lenleri zaten vardı… sorduk, “memnuniyetle” dedi. Vali bey, “yalnız ne kadar uzmanınız varsa hepsini
Bölgeye gelince, bölgedeki uzmanlar, dediğim gibi daha çok sektör uzman- getiririn” dedi. Çıktık bir orman köyüne, acayip bir köy. Bir ev burada var, birisi
larıydı. O sektör uzmanlarının yapacakları çalışmalar ve bizden istenen bu bölge- yüz metre uzakta ağaçların içinde, diğeri karşı yamaçta, çok dağınıktı. Orman kö-
nin hızla kalkınabilmesi için proje üretmemizdi. Tarım sektöründen projeler bekli- yü öyleymiş meğerse. Köyde, genişçe bir yerde yemek masası hazırlanmış, gittik,
yorlardı, sanayiden de bekliyorlardı ancak Antalya tarım sektörünün güçlü olduğu yavaş yavaş köyün sakinleri gelmeye başladı. Kadınlar, yaşlı kadınlar, orta yaşlı
bir bölge olduğu için, daha çok tarım projelerine ihtiyaç vardı. Antalya ile beraber kadınlar ve genç kadınlar, küçük çocuklar ve de yaşlı ihtiyarlar var. Orta yaşlı genç
Burdur ve Isparta da, bu üçlüyü, bölgeyi oluşturuyordu. O iller de vardı projenin erkekler yok. Tabi bu Resta’nın hemen dikkatini çekti, “burada hiç gençler yok
içinde. Tabi birinde halıcılık, birinde daha çok orman sanayi ve ormancılık vardı. mu, genç adamlar nerede” dedi. O şunu öğrenmek istiyor, bu ormanda, ormanın iş
Türkiye’de gayet iyi bir projeydi, çok iyi işler yapıldı. Fakat merkezi planlama, verdiği, istihdam ettiği kişi ne kadar? Bu köyden kaç kişiyi yaşatıyor bu orman?
merkezi planlamayı bilmiyordu ki, bölge planlaması hakkında ne yapacak? Dola- Bir kadın öne çıktı, bir kağıt çıkardı koynundan, “ben yanıtlayacağım soruları” de-
yısıyla o emekler, Adana da dahil önemli ölçüde heba edilmiştir, değerlendirilme- di. “Doğrudur, erkeklerimiz burada değil, ama ne Antalya’da, ne Bırdur’da, ne Is-
miştir. Çok iyi projeler gitmiştir, fakat bizimkilerin bilinci ona yeterli değildi. parta’da, ne de Türkiye’nin başka bir yerinde değil bunlar” dedi, “Türkiye’de ama
hapishanede efendim” dedi. Resta’ya “efendim, Türkiye’deymiş ama hapishane-
Birkaç tane misal vereceğim. Şimdi bu Antalya’da, özellikle Burdur’da or-
deymiş” dedim. Bir şaşkınlık daha geçti tabi. Sordular, “neden bu adamlar içerde”,
man köyleri vardır. Türkiye’nin en önemli sorunlarından bir tanesidir, dün de öy-
diye, “orman kaçakçılığından, kaçak kesimden” dediler. Ondan sonra, bir daha so-
leydi, bugün de öyle. Türkiye bu sorunu çözmek konusunda hiçbir şey yapama-
ru sordu, “ormanda kesilen tomruk Orman İşletmesi tarafından biçtirilip kaça satı-
mıştır. İşte Orman ve Tarım Bakanlıklarının yaptıkları girişimler vardır, bunlar da
lıyor?” dedi, bir fiyat verdiler, dediler ki, “yüz liraya satılıyor”. Peki, ormanda ke-
bölük pörçük ve bilgisizce yapılan çalışmalardır.
silip özel sektöre ne kadara veriliyor, dediler. (Köylüler ağaçları kesiyorlar ve tom-
Burdur ve Antalya’da orman köyleri ile ilgili bir proje hazırlanması düşünül- ruğu satıyorlar. Bazen bekçiler yakalıyor, bazen yakalamıyor. Onlar da tabi bekçi-
dü ve onun için de Burdur’da bir orman köyüne gittik. Bizden otuz kadar uzman lere gerekli mükâfatı veriyorlar. Sistem buna göre çalışıyor Türkiye’de, dün de öy-
vardı, yabancı ve Türk ve yola çıktık. Evvela Isparta’yı ziyaret ettik. Isparta bölge- leydi, bugün de öyle). “Siz kaça satıyorsunuz peki, kime satıyorsunuz?” diye sor-
sinde halıcılık ve gül yağı vardı, bu konularda Isparta’nın bir de sanayileşme isteği du Resta, “Şevket Bey’e götürüyoruz” dedi köylüler. “Şevket Bey kaça alıyor siz-
vardı. Ne yapılabilirdi? Önemli olan bunları projelendirmekti. Tabi sanayi odasına den tomruğu” diye sorduk, “elli liraya alıyor” dediler. Resta hemen “Şevket Be-
gittik Mösyö Resta ile beraber, sanayi odasının başında Süleyman Demirel’in kar- yin nasıl zengin olduğu, para kazandığı belli” dedi.
deşi Şevket Demirel vardı. Şevket Bey bizi karşıladı, çok mutlu olduklarını, bu pro-
Süleyman Beyin bütün akrabası bu işlerle, kaçakçılıkla çok zengin oldu. Tür-
jeden çok şey beklediklerini söyledi. Sonra öğle yemeği yiyelim dedi, fakat o za-
kiye’deki gerçek budur. Türk halkının büyük kesimi bir şey üretmez. Fakat ya ayak
man Isparta’da lokanta falan yoktu, kebapçı vardı. Şevket Bey, “kebap yer mi aca-
satıcısı, ya al-ver-sat. Bu olay dün de öyleydi, bugün de böyle. Hele bugün biraz
ba misafirimiz” dedi, bende “ne eti kullanıyorlar kebapta” dedim. “Keçi” dedi.
daha yoğun bir şekilde sürüyor, bu dindarların kafası ticarete daha yatkın anlaşılan.
“Aman” dedim Şevket Bey, “adamın bağırsaklarını ağzına getirmeyelim”. “Merak
etme” dedi, “keçiler erkek keçi, bizde dişi keçi kullanılmaz”, sonunda bir kebap- Neyse, oradan ayrıldıktan sonra, bir toplantı yaptık. Dediler ki, bir sefalet v bu
çıya gittik. soruna mutlaka bir çözüm bulmamız lazım. Şimdi Antalya’da, Kemer Barajından
inince orada hemen bir düzlük başlar. O zaman orada bina falan yoktu. Oradaki bu
Sonra Şevket Bey, “benim bir fabrikam var acaba profesör fabrikayı görmek
boş arazi hafif kalkerle kapanmış, örtülmüş bir araziydi. Su gelmiş, her şey var,
ister mi” dedi. Söyledim, “gayet tabi, gidelim” dedi. Yemekten sonra fabrikaya git-
koskoca bir arazi, ama dediğim gibi, tarım yapmak mümkün değil.
tik. Bir yere gittik, küçük bir bina var ortada. İçeriye girdik, bu bir hızar atölyesiy-
di. Tomrukları, kereste haline getiren basit makineler vardı. Resta dedi ki, “bu fab- Bir numaralı proje:

228 229
Adamlar dediler ki, “biz burada bir proje yapacağız, “viper” var mı Türki- olur, bu böyledir, devletin bütün çabası, çalışması hiçbir şey ifade etmez. Faaliyet-
ye’de?”, biz de sorduk kimse bilmiyor. Telefon ettik Ankara’ya. Viper, o taşı, o lerin bölük pörçük olması ve devamlılığının olmaması en büyük sorundur. Böyle ol-
kalker tabakasını kaldıracak bir aygıt. TPAO’ya telefon ettik, bir tane bu aygıttan duğu için bol miktarda para harcanır, bir şey elde edilemez. Şimdi devlet böyle de,
gönderin bize dedik, iki tane gönderdiler. Ve evvela o koca araziden üç dönümlük özel sektör daha mı iyidir? O yok zaten. Bana sorarsanız o yok.
bir yer aldılar. Bu üç dönümü o viper denilen aygıt, bir günde temizledi, kalker ta- Planlama Teşkilatı 1970’lerde bana bir araştırma yaptırmıştı. Dediler ki, bir
bakası kalktıktan sonra, altında Antalya’nın kahverengi toprağı ortaya çıktı. Dediler proje yapacağız, sen bölge planlaması dolayısıyla bizim taşradaki müteşebbisleri-
ki şimdi burada bir maliyet hesabı yapacağız. Viper kaça yaptı bu işi, ne kadara mal mizi biraz tanımışsındır, proje Türkiye ölçeğinde olacağı için –yalnız İstanbul ça-
oldu? Ondan sonra şimdi ikincil kanaldan buraya su getireceğiz, ne kadar? (üç dö- pında değil- seni görevlendiriyoruz, bu projenin başında sen olacaksın, dediler.
nüm için yapılıyor bu hesap tabi). Sonra üç dönümü de üç parçaya böldüler, deki- Türkiye’de ilk defa yapıldı böyle bir çalışma, otuz sene önceydi, yazıldı, ben do-
ler ki, bir bölümü üzerinde narenciye, bir bölümünde pamuk, kalan bölümün yarı- çentlik tezimde de kullandım o verileri. En yakın sanayi sayımından elde ettiğimiz
sı üzerinde iki tane ahır, öbür yarısı üzerinde de turfanda sebze üretilecek. Dört ki- verilere göre, sanayide elli ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinin sayısını aldık.
şilik bir aile aldılar, iki çocuk ve ana-baba, karı koca çalışacak, gerekirse işçi de tu- Yanlış hatırlamıyorsam, zannediyorum altı-yedi bin civarındaydı. Bir örneklemle
tacaklar, ama gerektiği zaman. Bütün bunları yaptıktan sonra, maliyetler de belli bunların yüzde onunu çektik, tabi iller itibariyle. İstanbul’da daha fazla, İzmir’de
oldu. Dediler ki, bu aile iki sene içinde, bu yatırıma yapılan masrafı -arazi dahil- çı- daha az, fakat her ilde bir-iki kuruluşu aldık. O zamanlar, bunu hazırlarken kültür
karacak, bu iki senede insan gibi yaşayacak, ondan sonra da çok iyi yaşayacak. Ye- düzeyi, ekonomik gelişmişlik düzeyi bize yakın olan ülkelere baktık, bu çalışma-
ter ki bunun için bu aileyi üç ay eğitimden geçirmek gerek. lar yapılmış. Pakistan’da yapılmış, Lübnan’da yapılmış, Yunanistan’da yapılmış.
Tam Akdeniz bölgesindeki Antalya için, bizim hızla kalkınması söz konusu Bu ülkelerde yapılan çalışmaları aldık, sorulara baktık. Bu ülkeler, benzer eğitim
olabilecek olan bu bölgede, geliştirilen bir örnek projeydi bu. Proje bitti. Projeyi düzeyinde olan ülkeler olduğu için sorular –onlar da buna dikkat etmişler-, müte-
hiç kaale almadılar. Niye kaale almadılar, çünkü o bilgi noksanı öyle kitap okumak- şebbislerin anlayabileceği sorunlar. Tabi şöyle düşünceler vardı. Biz tabi batıya en-
la falan giderilmiyor, bu daha önceden edinilmesi lazım gelen bir bilgi. Bunlar tak- deksli olduğumuz için, bizim müteşebbislerimizin de batıdakiler kadar bilgili ol-
mışlar sektörel plan yapıyoruz, bizim dengelerimiz sektörel dengeler olacaktır, bu duğu düşünülüyordu. Sonra o düşünceler, beklentiler hayal olarak çıktı karşımıza.
sektörel denge için bir input-output çalışması yapıyoruz. Hâlbuki aslında onlara asıl 125 kadar soru soruldu, yaklaşık bir saat sürüyordu mülakatlar. Biz üç kişi bu
gerekli olan proje, bu projeyi yaptıktan sonra biz bölge ölçeğinde oturduk bir in- adamlarla teker teker konuştuk.
put-output çalışması da yaptık. Sencer Divitçioğlu yardım etti, Mahir Kaynak da Şimdi bir tanesini anlatacağım. O zamanlar da Koç, yine Koç’tu. Vehbi
vardı. Fakat Planlama’nın Merkez Teşkilatı kendisini kaptırmış, sektörel plan diye. Bey’le bir telefon görüşmesi yaptım. Dedim ki “Planlama Teşkilatı böyle bir çalış-
Gerçi birinci plan yüzde yediye yakın bir büyüme hızı öngörüyordu, en yakın ger- ma yapacak, sizin holdinginize bağlı şirketlerinizden üçünün genel müdürü ile gö-
çekleşen de o oldu, yediye yakın bir büyümeyi sağlayan plan birinci plandır, on- rüşeceğiz ama evvela sizinle görüşmek istiyoruz”. Vehbi Bey “sen o soru kâğıtla-
dan sonrası hikâye. Bazen sekiz olmuştur, bazen üç olmuştur, ortalama yediyi bu- rından bir tane gönder, ben bir bakayım” dedi. Gönderdik. Daha sonra telefon etti,
lamadık hiçbir zaman. “önümüzdeki çarşamba günü sizi Divan Otel’de bekliyorum” dedi. Biz arkadaş-
Böylece bölge planlama deneyimi, onca para harcanmasına rağmen hiç de- larla, üç kişi çıktık, Divan Otel’e gittik. Bize dediler ki, Vehbi Bey sizi oval salon-
ğerlendirilmemiştir. Bu Türkiye’nin bir ayıbıdır, Türkiye’deki aydın kişinin aydın da bekliyor. Biz salona çıktık. Bir açtık ki kapıyı, içeride 40 kişi oturuyor. Vehbi
olmadığını gösteren önemli göstergelerden biridir. Dolayısıyla hocalarımızın da bu- Bey, “arkadaşlar, bu Doktor Erdoğan Soral, planlamadan. Planlama teşkilatı çok
radan pay çıkaracağı çok şey vardır, masalı bir tarafa bırakmak zorundayız. Tabi on- güzel bir şey yapmış, Türkiye’de bizi tanımak istiyorlar. Bu bizim için bir şeref,
dan sonra bir sürü proje geliştirildi. Yalnız orman köyü değil, sulamayla başlayan, daha önce kimse merak etmemişti bizi” dedi. Ben “efendim kusura bakmayın ama
Türkiye’ye modern tarımın gelmesi projeleri yapıldı. Bunlar hazırlandıktan sonra üç arkadaşla mülakat yapacağım” dedim. Hafif güldü, “şimdi tabi öyle de, fakat
planlamaya gitti, bakanlıklara gitti, ne kadarı izlendi hiç belli değil. Bizler devam- ben bu toplantıyı istedim. Burada bizim holdinge bağlı tüm şirketlerin müdürleri
lılığı olmayan insanlarız, bir şeye başladıktan sonra çabuk vazgeçiyoruz, ondan var, bizim holdingdeki 25 şirketin başındaki adamlar bunlar” dedi. “İşte bunlar
sonra başka şeylerle uğraşıyoruz. müteşebbis” dedi. “Bunlar dinlesinler diye sizi çağırdım. Bugün siz bize soru sor-
Bu proje dört sene sonra bitti, raporları yazıldı, gönderildi. Ben bu projenin mayın, biz size soru soracağız” dedi. Bize bu çalışmayı niye yaptığımızı ve de so-
ondan sonraki planlarda da hiçbir izine rastlamadım. Adana projesinin izine de rularla ilgili açıklamalar sordular. Biz de anlattık. Bir saat kadar konuştuk, sorula-
rastlamadım. Tabi bir ülkede bir şey bozuk olamaz, o bozuksa diğerleri de bozuk rı yanıtladık, oldu iki saat. Sonunda Vehbi Bey dedi ki “çok teşekkür ederim, be-
nim istediğim buydu. Sizin sorularınıza gelince, siz soracaksınız tabi, ama benim

230 231
bir istirhamım olacak” dedi. “Estağfurullah” dedim. “Ben, sizinle mülakat yapma- böyle olmuş, bu sene daha fazla olabilir, sen şimdi bununla yarışacaksın. Bu hede-
yacağım” dedi. Biz “aman efendim nasıl olur, sizi dinlemek istiyoruz” dedik. “Soh- fi tutturursan, Sabancı ne veriyorsa ben sana aynısını vereceğim, daha fazla prim
bet başka bu başka” dedi. “Sohbet ederiz, fakat ben sizin sorularınızı yanıtlayacak vereceğim. Aynı şey yönetim kurulun için de geçerli. Senin işine hiç karışmayaca-
kadar bilgili bir adam değilim” dedi. “Yalnız, benim holdingin iki tane adamı var- ğız. Sadece, sene sonunda hedefi tutturamadığın zaman, birbirimizi üzmeyelim,
dır, onları da mutlaka dinleyin” dedi. Bunlardan birisi Bernar Nahum, diğeri de sen istifa dilekçeni ver, ben hemen kabul edeceğim. Bakalım Ümit Bey çalışıyor
Hulki Alispa, ikisi de öldü sonradan. Bernar Nahum yurt dışındaymış, onunla gö- mu, çalışmıyor mu? Hedefi tutturuyor mu, tutturmuyor mu? Bu kadar da basit. Bu-
rüşemedik ama Hulki Bey’le görüştük. Alispa o gece bütün soruları okumuş, ga- nu bilmiyorlar mı? Bilirler, bilmez olurlar mı? Ama bunu yaptırmazlar. Bu özel
yet iyi hazırlanmış. sektör bunu yaptırmaz.
Görüşmede bir soru sordu, “sana göre bu soruların yanıtını sizin beklentiniz 933 sayılı yasa* ile birlikte, DPT’de Teşvik ve Uygulama Dairesi kurulu-
doğrultusunda yanıtlayan kaç kişi olabilir?” dedi. Daha çalışma sonlanmamıştı, yor. Ancak, 1971’de Özal Müsteşarlıktan ayrıldıktan sonra yerine gelen
ben de yüzde 10 dedim. “Yüzde 2 çıkarsa, sen bir daha bana gel”, dedi. Ben de Memduh Aytür döneminde bu daire DPT’nin dışına çıkarılıyor ve Sanayi ve
içimden dedim ki, negatif bir adam herhalde. Sonra başka bir yöneticiyle görüş- Teknoloji Bakanlığına dahil ediliyor. Bu süreci anlatabilir misiniz?
tük. O görüşmede, hazırladığımız sorularla ilgili bir eleştiri aldık. Soru şuydu: “siz • Şimdi orada bana öyle geliyor ki DPT’nin yanlışı var. DPT hiçbir zaman
müteşebbis olarak serbest rekabete dayalı bir piyasada mı çalışmak istersiniz, yok- doğru dürüst bir planlama teşkilatı olamadı. Sanayi Bakanlığında birtakım adamlar
sa tekelci rekabet piyasasını mı tercih edersiniz?”. (Bizim hacıların hepsi bu soru- var, yani sanayiyi bilmesi gereken adamlar. Bizde ise, nihayetinde Sanayi Bakan-
ya serbest rekabet derler. Niye serbest rekabet diye sorduğumuzda, “ben müslüma- lığından gelen birkaç kişi var. Şimdi bizdeki bu kişilerin bu uygulamayı yapması
nım, biz kardeşiz. Ne demek yani, ben tekelci olacağım, öteki hiçbir iş yapamaya- değil de, bunu Sanayi Bakanlığının, kendi asli işi olan, birebir işi olan Sanayi Ba-
cak” diyor. Yani ben ne soruyorum, adam bana ne anlatıyor. Buna benzer saçma- kanlığının yapması uygun görüldü.
lıklar dolu)
Memduh Bey akıllı bir adamdı. Sinirli, sert bir adamdı ama akıllı bir adamdı
Bu soruyu niye sordunuz, diye bize sordu. “Yahu Smith’in serbest rekabet pi- ve çok yanlış yapmadı. Yani kavga etmesini de bilen bir adamdı. Mesela üçüncü
yasası 1850’de gitti” dedi. “Siz hala bu soruyu niye sordunuz”, dedi. “Bu en iyi so- plan tartışılırken, o zaman Ferit Melen Başbakandı, Ferit Melen vasat bir adamdı.
rulardan biridir beyefendi” dedim ve yukarıda hacılarla ilgili anlattığımı ona da an- Şimdi YPK toplantılarından birinde, bizim genç uzmanlardan biri tavukçuluğun
lattım. “Bu kadar kötü müyüz” dedi. “Tabi biz de biliyoruz 1850’de bittiğini” de- gelişmesi için bir proje yapmış, bu tartışılıyor. Genç uzman tavukçuluğun gelişme-
dim, ama bizimki ne düşünüyor, 1800’de mi, 1850’de mi, 1970’deyiz beyefendi, si için, projeye bir mezbaha koymuş, her ilde belli sayıda kurulacak mezbahalar.
dedim. Adam “o kadarını da beklemiyordum” dedi. Bundan sonra tavuklar orada, hijyenik bir biçimde itlaf edilecek, temizlenecek.
Sonuç itibariyle Türk özel sektörünün başındaki adamların, ne menem adam- Bunu anlattı ve bunun için de beş yıl boyunca şu kadar para koyduk ve şu kadar
lar olduğu çıktı ortaya. Türkiye bu özel sektörü eğer buysa, -şimdi tabi ikinci ve mezbaha açılacak dedi. Başbakanın cevabı: “Şimdi yani ben evimdeki tavuğu alıp,
üçüncü kuşaklar var tabi- çocukları da kendilerinden biraz farklı olsa bile, hiçbir iş mezbahaya mı götüreceğim” dedi. Uzman “götürürseniz iyi olur” dedi. Şimdi Baş-
yapamazlar. Türkiye çoğulcu demokrasiye geçti, ama şimdi çoğulcu demokrasi- bakanın aklı bunu hiç almadığı için, “sen ne diyorsun kardeşim, kasap Başbakan
den, akılcı demokrasiye geçmek durumundayız. diye benim ismimi tarihe yazdırırsın sen” dedi, “tavuk kasabı derler bana, olmaz
Şimdi devlet iyi mi çalışıyor? Hayır, devlet daha iyi çalıştırılmaz diye bir şey böyle şey, çıkarın onları plandan” dedi. Memduh Bey dedi ki, “Sayın Başbakanım,
yok. Şimdi mesela devletteki bir memuru al, onun yerine gepegenç birini getir. bu sizin tavuk için yazılmış bir şey değil, siz yine bahçeye çıkarsınız, alırsınız bıça-
Mesela sizin adınız neydi? ğınızı, keserseniz tavuğunuzu” dedi, yani kibar bir şekilde alay ediyor Aytür. On-
dan sonra kimse sesini çıkarmadı.
Ümit.
Şimdi bir diğer olay da şöyle, yine YPK’da, ikinci plan döneminde yaşanan
Ümit Bey, Sabancının yoğurt fabrikasının karşısında, bizim süt kurumu var.
gelişmeler ve sonuçlar değerlendiriliyor, üçüncü planda İstanbul için ne düşünü-
Fabrikayı yeniledik, aynı fabrikadır, aynı teknolojidir. Size teslim edeceğiz, siz yö-
lüyor, büyük şehirler için ne düşünülüyor, bunlar tartışılıyor. Deniliyor ki, İstanbul
netim kurulunu kendiniz seçeceksiniz. Biz devletiz, devlet denetler. Dünyanın bü-
şu anda çok önemli bir gelişme çizgisinde, Türk sanayiinin, özel sektörün ağırlık-
tün gelişmiş kapitalist ülkelerinde devlet denetler, öyle her önüne gelen istediği
lı olarak bulunduğu yer İstanbul ve çevresi, İzmit ve diğer bölgeler. Şimdi bu sıra-
telden istediği zurnayı çalamaz. Ben neden denetleyeceğim? Mecburum, vergi ala-
cağım bu adamdan, yani bunun gelirini mutlaka yakalamak zorundayım. Şimdi Sa- * Yabancı Sermayeyi Teşvik Komitesi ve Teşvik Uygulama Dairesi, DPT’nin
bancının fabrikasının yıllık geliri şu kadardır, senin de hedefin odur. Geçen sene yapısına dahil ediliyor.

232 233
da Sanayi Bakanı dedi ki, “çok doğru, bizim de Eskişehir’de çok önemli gelişme- zaten plana falan da gerek kalmadı. Şimdiki Planlama Teşkilatı göstermelik bir
ler oldu”. Peki dedi Memduh Bey, “İstanbul’da ne gibi gelişmeler var”. Bakan, yerdir, başka bir şey değil. Bana sorarsanız, artık hiçbir fonksiyonu yok.
“tabi şimdi İstanbul’da, Tarabya’da bir sürü yatlar var, gemiler var, birçok geliş- Şimdiki yapıda DPT’nin işlevlerinin, Merkez Bankası ve Hazine Müste-
me var, herkes püfür püfür geziyor” dedi. Peki “sizin Eskişehir’de ne gelişmeler şarlığı tarafından yürütüldüğünü söyleyebilir miyiz?
var” dedi. Bakan “bizim Eskişehir’de eskiden kiremit yoktu evlerin damlarında,
• Tabi, şimdiki durum böyle. Bu arada tabi şunu da söyleyeyim. Türki-
şimdi kiremit var” dedi. Aytür “yani siz şimdi bunu ciddi mi söylüyorsunuz, kire-
ye’nin bu ekonomik sıkıntılarının içinde Merkez Bankasının aymazlığı vardır. Mer-
mit var diye Eskişehir gelişti mi yani” dedi, Bakan “ama yoktu eskiden” dedi. Ay-
kez Bankası, Merkez Bankası falan değildir. Onun da değişmesi lazım. Merkez
tür, “bir yanda kotradan bahsediyorsunuz, bir yanda kiremitten bahsediyorsunuz.
Bankası fevkalade yanlış işler yapmıştır. Bir ülkede 80 bankanın 60’ı batarsa ve bu
İstanbul’da kotra sahibi olanlar var, ötekiler kiremit sahibi olamıyor, bu nasıl bir
durumda Merkez Bankası’na soru dahi sorulmazsa, ne kadar gayri ciddi bir toplum
kalkınma, nasıl bir gelişme, siz buna gelişme mi diyorsunuz” dedi. Tabi Aytür dö-
olduğumuz ortaya çıkar. Sadece toplumun değil, Türkiye’deki entelijansiyanın ne
neminde böyle toplantılara sıkça rastlanabiliyordu.
kadar boş olduğu ortaya çıkar.
Şimdi bana sorarsanız, Türkiye’de planlamanın disiplinli olması gerekiyordu,
Ben Merkez Bankasında iki sene Banka Meclisi üyeliği yaptım. Bankanın ba-
ancak bunu da askerler yanlış anladılar. 1960’lı yıllarda, Planlama Teşkilatı’nın ko-
şında Yaman Törüner diye bir adam vardı, müthiş bir adam, tam bir Türk. Şimdi
ridorlarında albaylar gezerdi, bir ihtilalin sonucu kuruldu çünkü. Bu dönemde
bir gün geldi dedi ki, “arkadaşlar, bugün gündemde çok önemli bir şey var”. “Ne-
Planlama kurulmuş, Planlama doğrudan doğruya bütün bakanlıklarla ve kuruluş-
dir efendim” dedik. (Merkez Bankasının bir teftiş heyeti vardır ve yasaya göre tef-
larla bir telefon edip, bilgi alacağı adama ulaşabiliyor. Şimdi tabi bazen bu kurum-
tiş kurulu, Merkez Bankasının üç şubesini teftiş etmek için kurulmamıştır. Merkez
lar alışık olmadıkları için, gelmiyorlar, atlatıyorlar Planlama’yı. Bizimkiler de öğ-
Bankası Teftiş Kurulu, özel bankalar başta olmak üzere, yani birinci öncelikli ola-
renmişler, kurumlar bunları atlattığı zaman albaya gidiyorlar. Albay, “ben onların
rak özel bankalar, devletin bankalarını da teftiş edebilir). “Sormayın efendim, had-
canına okurum, ne demek gelmemek” diyor. Tabi ondan sonra bir zılgıt, onların
dini bilmez bir özel bankadan bizim müfettişimizi yaka paça dışarıya atmışlar” de-
hepsi planlamanın önünde sıraya giriyor. Sağlık, Maliye, Sanayi…vb tüm bakan-
di. “ Nasıl olur, yasal hakkı var denetlemeye, nasıl atar” dedim. Hangi banka o de-
lıklar sıraya girmişler. Şimdi bu yol da yanlış tabi.
dim, Toprakbank dedi. “Şimdi, hemen Merkez Bankası olarak ne lazımsa, yasa bi-
Türkiye’de Planlama Teşkilatı her şeye rağmen, bana sorarsanız üçüncü pla- ze hangi hakkı tanıdıysa, abartarak uygulayacaksınız” dedim. Başka çareniz yok.
na kadar devam etti. Turgut Bey geldikten sonra ise bu iş bitmiştir, planlama yok- “Aman hocam” dedi, “böyle şey olur mu, ben acaba suhuletle bu işi nasıl hallede-
tur artık. Mesela plan hazırlanırken, uzman arkadaşlardan biri simültane denklem- riz diye getirdim bu konuyu” dedi. Şimdi bu işi suhuletle halletmeye kalktın mı,
leri tahtaya yazmış, planın modelini anlatıyor. Bir telefon geldi, Özal kalktı, gitti. senin Merkez Bankacılığın ortadan kalkar. Yani sizin anlayacağınız, nereden tutsan
Frankfurt’la görüşüyor, Frankfurt halindeki fiyatları soruyor. Şimdi Planlama orası elinde kalıyor.
Müsteşarının, planın modeli anlatılırken uğraştığı işlere bakın. Onun planla ilgisi
Tüm bu anlattıklarınızdan DPT’nin artık işlevsizleştiği görülüyor. Bu
bile yoktu, o bir tüccardı.
çerçevede “Planlamayı”, artık küreselleşen dünyada geçerliliğini yitiren bir
1980 yılının başında uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile ekonomi- kavram olarak mı değerlendirmemiz gerekir? Yoksa hala ihtiyaç var mı?
nin yapısı şekil değiştiriyor. Bundan sonra ithal ikameci sanayileşme modeli,
• Şimdi ben size bir soru soracağım, siz bunu düşünün, bulursanız bana te-
ihracata dayalı modele dönüşüyor. Bu dönüşümün merkezinde de ekonomiye
lefon edin. Bana bir azgelişmiş ülke gösterin ki, bu ülke serbest rekabete dayalı pi-
devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın kendi kurallarına göre işleme-
yasa ekonomisinde gelişmiş bir ülke haline gelmiş olsun. Varsa böyle bir süreç ta-
si var. Sizce bu süreçte devletin ekonomiye müdahalelerini planlayan kurum
mam, böyle bir şey yok.
olan, DPT’yi nereye koymak gerekir?
Türkiye’deki kalkınma çabalarını değerlendirdiğimizde, DPT’yi bu sü-
• Kurulduğu zaman ithal ikamesi yapalım diye kurmadılar planlamayı.
rece müdahale edebilen bir aktör olarak değerlendirebilir miyiz?
Plan yapalım diye kurdular. Tabi kurulduğu zaman devlet ön plandaydı. İthal ika-
mesine geçtikten sonra da devleti silmediler ama hiçbir şeyi de değiştiremediler, • Bana göre böyle değerlendiremeyiz. DPT’nin aktörlüğü falan yok. Aktör
onu da söyleyeyim. Devlet yine o hantal devletti. Özel sektörün devreye sokulma- bir şeyi yaratan bir adamdır, okur ve kendini oradaki sujenin yerine koyar, o suje-
sı söz konusu olduğunda, zaten olay bitti. Bir defa o bayan Başbakan zamanında yi canlandırmaya çalışır. Büyük bir çabası vardır. Burada böyle bir çaba yok, bun-
çok önemli bir darbe daha vuruldu. Türkiye Gümrük Birliğine girdi. Gümrük Bir- lar ne istiyorsa tamam deniyor. Bugün ruhsat veren bir Denizcilik İdaresi gibi bir
liğine girmek kim, Türkiye kim, neyi başardık ki birliğe giriyoruz. Ondan sonra yer halinde. Bundan sonra planlamanın hala varolduğunu söylemek çok güç.

234 235
Planlamanın o parlak döneminde yaptığı iş, iyi iktisatçıların yetişmesine çok hala orada öyle duruyor. İlde fabrika kurduk onu çalıştıramadık, Bingöl’de yem ve
yardım etti. DPT’nin desteğiyle epey iyi iktisatçı kazandı Türkiye. un fabrikası kurduk, sonunda devlet yem sanayini işletemedi, özel sektöre bedava
Konuşmanızın başında Antalya ve Adana projelerinin gerçekleştirile- verdi. Bu zihniyetle nereye gideceksiniz.
mediğini söylemiştiniz. 1971de Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesinin ku-
ruluşundan sonra siz de Daire Başkanı oluyorsunuz. Bundan sonra bölge
planlamasında ilerlemeler yaşandı mı?
• Hayır. Çünkü bölge kavramını kaldırdılar. Bu konu, Memduh Beyin bü-
yük saplantısıydı, çekinceleri vardı. Askerler de olumsuz davrandı bu konuda. Şim-
di bir gün Memduh Bey beni aldı, askeri müdahalenin Genelkurmay Başkanı olan
Memduh Tağmaç’a götürdü. Memduh Bey, “paşam, yeni kurduğumuz dairenin
müstakbel başkanı Erdoğan Soral” dedi. Tağmaç, öyle mi, dedi, sonrada “iyi sen
şöyle dur” dedi. Paşa Memduh Beye, “bu toprak reformu üzerinde durduk, ben bu-
nu iyi kavrayamadım, bunu bana bir daha hatırlat” dedi. Tağmaç, “yani şimdi
Memduh Bey, biz büyük toprak sahibinin toprağını, hazinenin toprağını alacacağız,
toprağı olmayanlara vereceğiz, öğle mi” dedi. Aytür, “tabi efendim” dedi, “yalnız
toprak vermeyeceğiz, kredi vereceğiz, toprak vereceğimiz kişileri eğiteceğiz…”.
Tağmaç “böyle şey olur mu, sen bu toprağı alıp nasıl bu adama verirsin” dedi. Ay-
tür, “kime vereceğiz paşam” dedi, Tağmaç, “devlete verirsin” dedi. Aytür “aman
paşam böyle şey olur mu” dedi. Şimdi bu konuları tartışırlarken, Tağmaç birden
kafasını kaldırdı, “sen burada mısın hala, çık dışarıya” dedi.
Yani bölge planlaması yapılamadı o dönemde de. Şimdi siz hadi gelin de bu
mantaliteyle kalkındırın bakalım bu ülkeyi. Yani kapitalist olmak öyle kolay bir şey
değildir, yetmiş senedir uğraşıyor bu memleket kapitalist olabilmek için.
Şimdi bir başka olay var. 1978 yılında, ben DPT’den ayrıldım, Ziraat Banka-
sı Genel Müdürüyüm. Bir gün Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler, Orman Baka-
nıyla birlikte beni çağırdılar. Bakan şöyle dedi, “hocam, bu Köy-Kent olayı için, si-
zin yaptığınız bir gelişmişlik çalışması vardı, o çalışma bir işe yarar mı” dedi. “Ya-
rarlanmak isterseniz yarar” dedim. Bakan “şimdi biz aramızda bir karar verdik, sa-
na da soralım dedik” dedi, “biz Köy-Kent için bir yer seçmeye çalışıyoruz, Anka-
ra’nın civarında bir Fevzipaşa istasyonu var. Orada bir arazi gördük, düzlük bir yer,
ormanlık, ağaçlı bir yer, oraya bir köy kursak” dediler. “Ne diyorsunuz efendim,
yeniden mi bir köy kuracağız” dedim, “evet” dediler. “Siz bunu nereden çıkardı-
nız” diye sordum, “Sayın Başbakanımız da böyle düşünüyor” dediler. “Köy-Kent
çok az bir destekle, kısa sürede küçük bir kent olabilecek kadar gelişmiş bir yerle-
şim yerinde yapılır, böyle bir yer bulmanız gerekir” dedim. Dediler ki, “bu yerin
Ankara’nın çevresinde olması gerekiyor”, tamam dedim. “Ben size bir köy söyle-
yeceğim, orada olabilir, orasını seçersiniz ilk yapacağım iş bir Ziraat Bankası şu-
besi açmak olacak, öyle boş yerde banka şubesi açılmaz” dedim. Bunlar kabul et-
tiler, “fakat” dedim, “benim şube açmam yeterli değil, bazı projeler yapacağız,
bunları da finanse edeceksiniz, oraya özel sektör gidip yatırım falan yapmaz”. Da-
ha sonra bu proje kabul edildi ama sonra hiçbir şey götürülmedi, bizim Köy-Kent

236 237
EK-10: DPT’nin kuruluşunu bürokrasi nasıl karşıladı? Olumlu-olumsuz tepki-
Prof. Dr. Ergun Türkcan ile görüşme, 2 Mart 2004, Ankara. ler var mıydı?
• Bir şans vardı, Planlama geldiği zaman askerler bürokrasideki belli bazı
şeyleri törpülemişlerdi. Çok genç bir kadroydu, çabucak hakim oldular, bütün pro-
DPT’deki göreviniz neydi ve hangi dönemlerde çalıştınız?
jeleri yeniden ele aldılar, bazılarını ayıkladılar, bazılarını yeniden canlandırdılar, ya-
• 1978–1980 arasında İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığında danışman- ni Türkiye’nin tekrardan çalışmasını sağladılar. Bunu şöyle açıklayayım, “aküsü bi-
dım. Ama biraz daha danışmanın ötesinde bir pozisyondaydım. Yani Bilsay ve di- ter motoru, çalıştıramazsın. Benzini falan vardır ama gitmez, ölmüştür. Hani biri-
ğer arkadaşlarla çok farklı bir düzeyde dostluğumuz olduğu için daha enformel leri iter, yokuş aşağı itersin, ondan sonrada vitese geçirirsin, motor çalışır”. İlk
olarak çalışıyordum. kadro o işi yaptı, yani Türkiye’yi yeniden çalıştırdılar.
Türkiye’nin kalkınması sürecinde DPT’nin kuruluşu ne ifade ediyordu? 1962’de ilk plancıların istifalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeri ve işlevi neydi?
• Birinci plan, daha birinci plan yürürlüğe girmeden alaşağı edildi. Aslın-
• O zaman için DPT askerlerin sarıldığı bir kurumdu, askerlerin çocuğu da İsmet Paşa son derece istekli planlama yönünde ama onun da bir gücü var, o da
olarak doğdu. Daha doğrusu o Anayasa’nın yaratmış olduğu en önemli kurumlar- eski İsmet Paşa değil en azından. Plancılar da “sen şimdiden bu planı deldirdin”
dan biriydi. Şimdi her Anayasa’yla, her askeri rejim değişikliği ile Türkiye’de bir dediler. Yani planın çok hassas bir dengesi var. İç finansman meselesi var, göste-
program hazırlanır. Bunu siviller hazırlar. O zaman Forum dergisi ve CHP etrafın- rişli yatırımlar meselesi var. Mesela, tam bu dönemde şimdiki Milli Eğitim bakan-
da üniversite reformu, toprak reformu ve planlama gibi öneriler vardı. Planlama o lığı binasının olduğu yerde bir park vardı. Bizimkiler buradan geçerken bir de ba-
dönem için komünizmle eşit sayılıyordu. Ama bütün bunlara rağmen planlama ça- kıyorlar ki, orada Milli Eğitim Bakanlığı binası inşa edilmeye başlanmış. Bunun gi-
lışmaları ihtilalden önce başladı. bi birçok gelişme oluyordu. Yani ilk plancılar planı yapıp, arkasından ayrıldılar. Ar-
Planlama, ihtilalden sonra askerler iktidarı ele alınca 1961 Anayasası’na gir- kasından başka bir kadro geldi. Ama onlar da çok kaliteli insanlardı. Bazen insan-
diği gibi, askerlerin en çok savundukları kuruluşların da başında geldi, Anayasa ka- lar ayrılır, onun yerine tamamen tersi bir ekip gelir, o zaman böyle olmadı. Zaten o
dar - Anayasa ile beraber. Hatta yer olarak da çok ihtişamlı bir yerde, eski Meclis zaman böyle bir siyasi iktidar anlayışı da yoktu, yani kadroların A kadrosu gider,
binasında – altında Ankara Merkez Komutanlığı vardı- bulunuyordu. B kadrosu gelirdi, şimdikiler gibi “bizim partinin adamları gelecek, sizin partinin
Planlamanın şansı, askerlerin ve İsmet Paşa’nın onu savunmasıydı, ancak adamları gidecek” gibi bir olay yoktu. Yani onlar ayrılınca yerine Adalet Partilile-
şanssızlığı da aynı nedenden kaynaklanıyordu. Askerlerin kurumu olduğu için eski rin adamları gelmedi, o daha sonraki zaman içersinde oldu.
DP’liler bunu başından reddetti. Meşhur “plan mı-pilav mı? Bizim plana değil pi- 1965 seçimlerinden sonra Adalet Partisi % 50’nin üzerinde oy alarak ik-
lava ihtiyacımız var, pilav isteriz” meselesi; Türkiye’de ayrımı o koydu. En sonra tidara geliyor ve bu dönemde DPT’de bazı değişimler oluyor, personel sayısı
“pilavcılar” galip gelip, pilav yemeye oturmuşlardır ama Planlama da pilavın kabı hızla artıyor, 933 sayılı yasa ile kurulan daireler var. Bu dönemi nasıl değer-
olarak orada duruyor şimdilik. lendiriyorsunuz?
Planlamanın ilk kadroları Türkiye’nin en etkin kadroları olduğu için, esasın- • Planlamada şu prensip vardır, planı yapan uygulamaz. Yani inşaatın hem
da yalnız iktisadi ve sosyal hayatı değil, belki tüm bürokrasiyi bütünüyle kontrol müteahhiti hem de kontrolörü olmazsın, yani projeyi yapan adam müteahhit ol-
eden bir konumdaydı. En azından ilk yıllardaki ivmeyle, 1970’lere kadar Planlama maz. 933, bu nedenle bu ilkelere aykırıydı.
temel referans noktasıydı, Türkiye’deki odak noktası oydu. Her sıkışan kurum Esasında Süleyman Bey, plana inanan bir adamdır. Menderes’in mirasını al-
Planlamaya gidelim der, ya da “planlama kabul etti, planlama reddetti” gibi tartış- masına rağmen, Süleyman Bey mühendis olduğu için, bir mühendis olarak plana
malar yaşanırdı; herkes Planlamaya bir şeyler götürmekteydi. inanıyordu. Onu bir alet olarak kullanmak istiyordu. Onun iyi bir alet olduğunu,
Ancak bu durum kanunda gösterilenlerle değildi, bugün belki ilk kanununa hem kendisine hem de memlekete çok faydalı olduğunu anlamıştı. Ama faydalı ola-
göre daha fazla yetkiler de verilmiş olabilir, yani şimdi tam bir “Gostplan” oldu. bilmesi için, kendi kafasına göre yönetebilmesi için (her alanda kendi kadroları
Enteresandır, Sovyetlerde Gostplan ortadan kalktıktan sonra, biz burada onu inşa vardır, Süleyman Bey onlarla çalışır, Turgut Bey bunlardan biriydi), DPT’ye Tur-
ettik. Planlama 1930’larda kurulması gerekirken, 1960’larda kuruldu. Hele gut Bey’i getirdi.
1980’den sonra Türkiye kendisini liberalize ettikten sonra Tansu Çiller gitti Gost- 1980’e kadar Planlama bir şekilde görevini yaptı. Ancak 1960 ve 1970’ler
plan kurdu. Yani kurabilirsin de işlevi olmaz, bir sürü adama istihdam sağlar, an- planlamanın “altın dönemiydi”. Daha doğrusu, petrol fiyatlarının artması ve onla-
lamsız bir şey olur.

238 239
rın getirdiği şokların yarattığı krizde, hatta o şoklar sırasında bile Maliye’nin ve landı -Kemal Derviş’in de katıldığı bir çalışmaydı- o dönemde ve 1980’deki libe-
devletin diğer sistemlerinin iyi çalışmamasına rağmen, bence Planlama olağanüs- ralleşmenin ilk öncülü bir anlamda o rapordur.
tü işler yaptı. Hazırladığımız bu Strateji belgesi Ecevit’e, bir yurt dışı seyahatine gitmeden
1974’te 1. Ecevit hükümeti iktidardayken, 1973 krizi petrol fiyatlarını birden- önce verildi. Ecevit de belgeyi Hikmet’e verdi. Hikmet tabi bunu görünce küplere
bire yükseltince, hükümet Türkiye’deki petrol fiyatlarını arttırmadı. Yani nispi fi- bindi.
yatları bozdu. Türkiye’deki ilk büyük bütçe açıkları, kamu açıkları o dönemde ve- Demirel döneminde yapılan bir 4. Plan var, biz o planı kaldırdık. Onu kabul
rildi. Hâlbuki o sırada biz bunu fiyatlara yansıtsaydık -çünkü egzojen bir şeydi, ya- ettirmedik. O plan normalde 1978’de yürürlüğe girecekti. Biz planı bir sene ileri-
ni bizim elimizde değildi, dışardan kaynaklanan bir artış vardı- açıklar olmayacak- ye ittik, 1978 yılı için bir geçici program hazırladık, 1978 yılı boyunca 4. Plan ya-
tı. Ancak o dönem seçim dönemiydi ve Maliye Bakanımız sevgili Deniz Baykal’dı, pıldı, 1979’da yürürlüğe girdi, yani bir yıl ileriye atılmış oldu.
Baykal popülizmin tam ortası. Ecevit de daha güçlü olarak iktidara gelebilmek
1978’in sonunda hazırlanan çalışmalar YPK’ya geldi. Plan Meclis’e gitme-
için, koalisyonu bozdu ve 1974’ün sonrasında seçim kararı alındı. Zaten bu ortam-
den önce, YPK’da kabul edilmesi gerekir. Esas plan odur. YPK’ya da Planlamanın
da fiyatlara zam yapılması mümkün değildi. Ama Türkiye ondan sonra hep koalis-
hazırladığı çalışmalar gider. Plan bir gün sonra YPK’ya gidecekti, sonunda o gece
yonlarla yönetildi. Ben o sırada Enerji Bakanlığı’nda görevliydim. Bu dönemde
biz plan metnini baskıya yetiştirdik.
hiçbir hükümet duruma ciddi bir şekilde müdahale edemedi. Ondan sonra da
1979–1980 petrol krizleriyle Türkiye’nin birikmiş borcu: İşte Türkiye’nin kırılma- Bir toplantıda Ecevit’in IMF’nin taleplerini dile getirmesi üzerine sert
sındaki başlangıç petrol krizleriyle yaşandı, ondan sonra nihai noktayı da Turgut tartışmalar yaşanmış. Bu olayı biliyor musunuz?
Özal koydu. Tabi Özal’a fatura ediliyor ama uygulananlar, IMF’nin Dünya Banka- • Evet, 1978’in Şubat ayındaydı yanlış hatırlamıyorsam o toplantı. O top-
sının standart programlarından biriydi ve ondan sonra da zaten 24 Ocak 1980 ben- lantı kopma noktalarından biriydi. Ecevit anladı ki, dış dünya ile olan ilişkilerini
ce planlamanın fiilen öldüğü, planlama macerasının fiilen bittiği yıldır. bizimle çok fazla götüremeyecek. Bulduğu bazı krediler reddedildi, ancak önemli
1978 yılında CHP hükümeti, 1977’de hazırlanan 4. beş yıllık kalkınma bir dönüm noktasıydı. Yani hiç olmazsa Süleyman Bey ya da Turgut Bey, “tamam
planını kaldırıp, yeni bir plan hazırlıyor. Bu dönemde görev almış biri ola- IMF dediyse yapacaksınız” derdi. Ama Ecevit böyle diyor ama arkasında durmu-
rak yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? yor. Biz zaten reddetme taraftarıyız.
• Şimdi buralara gelmeden, biraz işin gerilerine gitmek lazım. Yani bunlar 24 Ocak kararlarının afiresinde 1979’un sonlarında DPT’de büyük bir
bilinen şeyler o yüzden anlatılabilir. Şimdi 1977 seçiminde Bilsay milletvekili olu- kadro değişikliği yaşanıyor. Bu değişikliği nasıl yorumluyorsunuz?
yordu, İzmir’den konuluyordu, garantili milletvekili olacaktı. Şimdi bu son daki- • 1979’un Aralık ayında Demirel hükümeti gelince, Müsteşar ve daire baş-
kada vazgeçti ve yerine Hikmet Çetin kondu. Bunun üzerine Bilsay Planlama kanları değişti. Tabi büyük bir kadro temizliği yaşandı. Bu olay Planlamadaki bir
Müsteşarlığı’nı istedi ve sonunda Planlama Müsteşarı yapıldı. Fakat Hikmet de grup değişiminden öte bir zihniyet değişikliğini ifade ediyordu. Artık Planlamanın
devlet bakanı oldu, çok tuhaf bir durumdu. Hikmet devlet bakanı olunca geldi, içine kimi koysan çok anlamlı değildi. Yani 24 Ocak 1980’de planlamanın fonksi-
Planlama Müsteşarı’nın odasında oturdu. Bilsay kalktı İPD başkanının odasına geç- yonu fiili olarak bitti.
ti. Geriye dönüp bakıldığında, DPT ithal ikameci, içe yönelik birikim mo-
4. Planın inşasında ve uygulanması sırasında bizim başımıza gelen en önemli delinin kuruluşunda kritik bir noktada duruyor. Sizce bu dönemde DPT ken-
şey, Planlamanın Bilsay ile Hikmet arasında iki gruba bölünmesiydi. Daha sonra di işlevlerini yerine getirebildi mi?
Hikmet Başbakan Yardımcısı oldu. Hikmet’in bir takımı vardır -ama yine kendi ar- • Planlamanın görevi ithal ikameci, korumacı, bir milli burjuvazi yetiştir-
kadaşlarımız-, bizim bir takım vardı. Ama Planlamada ne oluyorsa Hikmet duyu- mek isteyen ve bir cins modern bir “Colbertizmdi”. Bu gerçekleşti mi? Bence
yordu, karışıyordu ve Bilsay’ın da Başbakanla hiçbir ilişkisi yoktu. Yani bir ay 15–20 yıl içinde bugün Türkiye’de görülen bütün sanayinin temelleri oralarda atıl-
içinde Süleyman Bey’le, Ecevit’le iki sene konuştuğumuzdan daha fazla konuş- mıştır. İyi mi kötü mü oldu, orası ayrı konu. Ancak biz üretimde kullanılan tekno-
tuk. loji boyutunu hep ihmal ettik. Yani Güney Kore “ben arabayı yapacağım” diye
Planın Stratejisinin ilk müsfettesini ben kaleme aldım. Ben büyük bir hızı dü- 1967’de yola çıktı. Yani Koç’un tarihi ile Hundai’nin tarihine bakarsan, birisi top-
şünüyordum, Bilsay bunu 8 olarak düşündü, yani zorlamak istiyordu, 8’in öyle zor lama araba üretiyor, öbürü tüm arabayı üretiyor. O sıralarda eğer DPT Kore tipi,
şartlar altında olmayacağını az çok biliyorduk ama büyüme hızı olarak %8 koyduk. özel sektörü daha rijit kontrol eden bir yol benimseseydi daha farklı olurdu. O dö-
Tabi bir taraftan da Dünya Bankası baskı yapıyordu. 1978 DB raporu yayın- nemde bizde kamu sektörü çok büyüktü ve bu nedenle özel sektörün direk kontro-

240 241
lüne gerek duyulmadı. Yani o dönem devlet eliyle bir şeyler yapılabilirdi ancak si- adına bu değil de bu para harcasın, onu değil de bunu üretsin diyorsun. Bu ekono-
yasi iktidarların çok kısa ömürlü olması sorunlar yaratıyordu, sonra gelen önceki- mik bir karar gibi görünür ama esasta yapılan siyasidir. Bu nedenle geçişler çok
nin yatırımlarını beğenmedi. Yani Türkiye, koalisyonlar yüzünden devlet sektörün- normal.
de de Kore modelini uygulayamadı. Bir de onlar dünyadaki konjonktür değişimle- 1980 sonrasında, yani fiili anlamda planlamanın önemini yitirdiği bir
rinden faydalanmasını bildiler. 1974’de petrol krizi olunca enerji-yoğun teknoloji- dönemde, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi kurumların DPT’yi des-
den, enerji sakınan teknolojiye geçtiler, yani dalganın üzerine bindiler. Kore’nin teklemelerini ve planlamalara devam edilmesi gerektiğini tavsiye etmelerini
elektroniğe geçmesi budur, enerji yoğun malları bıraktılar. Biz hiçbir şey yapama- nasıl değerlendiriyorsunuz ?
dık. Her şeyi 10–15 yıl sonradan takip ederek yaptık.
• Bunun anlamı çok basit. Türkiye’de veri arasan nereden bulacaksın. Ay-
Genel olarak DPT ile bürokrasi arasındaki ilişkiler nasıldı? Özelliklerle rıca derli toplu konuşabileceğin, ekonominin durumunu göreceğin birini bulmak
KİT’lerle. istersen ya Merkez Banka’sına, ya Hazine’ye, reel sektör için de DPT’ye gidecek-
• Planın yıllık programlarının bir de ekli yatırım programları olur. O KİT’le- sin. Dünya Bankası DPT’nin devamını ister. Derli toplu verileri görmek çok önem-
ri ilgilendirir. O dönem KİT müdürleri 30 Kasım’a kadar planlamaya gelip yatırım- lidir. Mesela Etyopya’ya yardım yapıyorsun, ancak buğdayı dağıtamıyorsun, bir ör-
larla ilgili vize alırlar. O sıralarda büyük kavgalar çıkar, yani her KİT daha büyük güt yok bunu dağıtacak. Bizde de DB verilen borçların nerelere gittiğini bilmek is-
kaynak ister, hâlbuki ortadaki ayrılacak miktar bellidir. Ancak herkes onun beş tiyor, karşısında ciddi bir örgüt görmek istiyor. Hiç kimsenin de kaldırmaya niyeti
mislini ister. Yani bu mesele Bakanlıklarla KİT’ler arasında yaşanırdı esas olarak. yok. Bir de istihdam meselesi var tabii. Türkiye’de hiçbir örgüt kalkmıyor ki za-
Demirel zamanında işler daha farklıydı. Demirel bakanlarına laf geçiren bir ten.
adam ve bürokrasiye çok hakimdi. KİT müdürünü, muavinini falan kendisi tayin
ederdi. Bir kere mühendis olması nedeniyle rakamlarla arası çok iyiydi ve yatırım-
ları çok iyi takip ediyordu, KİT’leri yönlendirebiliyordu, duruma hakimdi.
Ecevit ise KİT müdürlerinin tayinine imza atardı ama o adam kimdir hatta o
KİT ne iş yapar onları bilmezdi. Başbakanlığın KİT’lerin kontrol edileceği bir be-
yin olması gerektiğinin önemini de anlamamıştı. Yani benim kanaatim, idare ede-
miyordu açıkçası. Ecevit bu işlerle ilgilenmeyince, iş DPT’nin sırtına yüklendi.
Ancak bürokrasi, Başbakanla DPT’nin arasında bir şey varsa onu çok iyi hisseder.
Yani arkanda siyasi desteğin olması çok önemlidir. Bu yüzden birçok sorunlar ya-
şandı.
1980 sonrasında DPT’de yaşanan değişimleri nasıl buluyorsunuz?
• DPT’nin kadro yapısı çok değişti. Müsteşar yardımcılıkları, genel müdür-
lükler kuruldu, yani bir tür Bakanlık haline geldi. Aslında eski dönemde küçük bir
kadronun olması çok önemliydi. Orada Başbakanın adına konuşuluyordu. Küçük
bir kadro, ama herkesin saygı duyduğu bir kadro yapısı vardı. Bürokrasi biliyordu
ki, o kadro devletin sahibiydi.
DPT’de yaşanan değişim planlamanın iç dinamikleriyle olan bir şey değildi.
Türk ekonomisi, 1970’lerden, esas olarak da 1980’lerden sonra dış dinamiklere
çok açık hale geldi. Dış dinamikler iç dinamikleri etkiledi, planlamanın etkisi de o
şekilde ortadan kalktı.
Plancıların mesleki akışkanlığına baktığımızda daha sonra siyasete ge-
çenlerin çok olduğunu görüyoruz.
• Tabi plancılar bütün mesailerini siyasetçilerle geçirir ve esasında siyaset
yapar. Kaynak tahsisi yapar, yani bu salt bir ekonomik faaliyet değildir, sen devlet

242 243
EK-11: üzere, kamu yatırımların bir anlamda koordinasyonu olmak üzere, “böyle planla-
DPT eski Müsteşarı İlhan Kesici ile görüşme, 22 Nisan 2004, İstanbul. ma teşkilatı gibi bir teşkilat kurulmuş olsa nasıl olurdu”yu aradıkları biliniyor. Dı-
şarıdan çeşitli komisyonların geldiği, insanların bu işe kafa yorduğu biliniyor. Ta-
bi o dönemin tartışmalarında, özellikle 1958’den sonraki yıllarda büyük bir siyasi
DPT’nin kuruluşunu, Türkiye’nin kalkınma süreci açısından değerlen- kargaşa da var. Ekonomide dağılma var. 1958 büyük devalüasyonu var, yüzde
direbilirsiniz? DPT’nin kuruluşu 1960’ların Türkiye’si için ne ifade ediyor- 300’e yakın bir devalüasyon var, doların 2.8 TL’den, 9 TL’ye çıkışı var. Yani büyük
du? bir kargaşa var. O yüzden sağlıklı bir düşünce iklimi yok.
• DPT’nin kuruluşu 1960 ihtilalinin getirdiği bir kurumdur. 1960 ihtilali Demokrat Parti’ye gelmeden evvel de Türkiye’nin 1929 dünya bunalımından
Anayasal iki tane yüksek kurul kurdu. Bunlardan birisi, hala bugün de devam eden itibaren bu tür arayışları var. Atatürk’ün 1923–1929 arasındaki ekonomik politika-
Milli Güvenlik Kurulu. 1960 ihtilalinin ana felsefelerinden bir tanesi ya da ana dü- larının daha ziyade liberal ekonomik politikalar olarak nitelendirmek mümkün.
şüncelerinde bir tanesi siyasi iktidarlara yeteri kadar güvenmemekti. Daha doğru- Türkiye’deki yaygın kanaatin aksine, Atatürk ve o zamanki hükümetler öyle çok
su siyasi iktidarlar, çok yanlış şeyler yapabilirler düşüncesi vardı. Bu dönemde, aşırı devletçi, devletçi ekonomik yaklaşımlar içerisinde değiller, böyle bir yolu ter-
1950–1960 arasındaki bazı uygulamalara veya özellikle 1957’den sonraki bazı uy- cih etmiyorlar. İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde alınan kararlarda
gulamalara devletin çok yüksek bir tepkisi var. Bunu dengelemek için çeşitli ça- da Türkiye’nin, yeni Cumhuriyetin, hem özel sektörcülüğe önem veren, hem de
balar var ama iki tane büyük yüksek kurul kuruluyor. Bunlardan bir tanesi Milli dönemin şartları içersinde liberal politikalara önem veren bir yaklaşımı var. Fakat
Güvenlik Kurulu. Milli Güvenlik Kurulu’nda Cumhurbaşkanlığı’nın başkanlığı Türkiye’de 1927, 1928 ve 1929’da üç büyük olay oldu. 1927 ve 1928’de müthiş
var, Başbakan-üç tane bakan, Genelkurmay Başkanı-üç tane kuvvet komutanı var. bir kuraklık oldu, tarım sektörünü vurdu –o genelde gözlerden kaçar-. Tarım nüfu-
Yani siyasi hayatla askeri bürokrasinin dengelendiğini görüyoruz. Orada oylar teo- su o zaman ülkenin yüzde 85’i civarındadır, ekonomideki ağırlığı ona yakındır. O
rik olarak eşit, yani Başbakan ile Genelkurmay Başkanının oyları teorik olarak yüzden bir kıtlık, kuraklık olması ekonominin tamamını çok derinden etkiler. Böy-
eşit, bakanlarla kuvvet komutanların oyları teorik olarak eşit. Kurulan ikinci yük- le olunca 1927-1928’lerde bir devlet müdahalesinin iklimi hazırlanmış oldu.
sel kurul –bu gözden kaçar- Yüksek Planlama Kurulu. Yüksek Planlama Kurulu- 1929’da da büyük dünya bunalımı oldu. Bu bunalım, dünyadaki bütün iktisat yak-
nun başkanı Başbakan ama Başbakanın muadili orada Planlama Müsteşarı, üç ta- laşımlarını önemli ölçüde sarstı, değiştirdi. Devletin bütün üretim araçlarına sahip
ne bakan var onların muadili de planlama teşkilatının daire başkanları. Bu yapı, bu- olması, bütün üretimi yapması tarzında olmasa bile, hem üretim araçlarıyla, hem
günün gözüyle çok doğru olmayabilir, o günün gözü ile de biraz aşırı da olmuş ola- üretimle, ekonomi politikalarının derlenip toparlanmasıyla, dış ticaret politikaları-
bilir ama siyasi iktidarın bürokrasiyle bir anlamda dengelenmesi amacı güdülüyor nın bir düzene sokulması istikametinde dünyada mühim bir hadise yaşandı. Daha
orada. Yani hiç mi dengelenmemelidir? Yahut daha düşük ölçekte mi dengelenme- sonraki yıllarda, Keynes diye bir iktisatçı çıktı, dünyadaki bütün iktisadi yaklaşım-
lidir? O başka bir şey ama 1960 ihtilalinin ardından gelen kurumlar bunlar. Tabi ki ları neredeyse altüst etti. O da devletin belli bir şekilde ekonomiye müdahalesini
bir kurulda Başbakanla onun tayin ettiği, o hükümetin tayin ettiği planlama Müs- öne çıkaran, ekonomide devletin de varlığının önemli ölçüde dikkate alınmasının la-
teşarı ve Müsteşar Yardımcılarının eşit veya eşite yakın bir pozisyonda bulunması zım geldiğini söyleyen yaklaşımlarda bulundu ve bütün dünya bundan çok etkilen-
doğru değil. Bundan Türkiye çok yarar gördü mü? Bence çok yarar görmedi, özel- di. Bunların ertesinde 1930’alrın ilk yarısında 1932-1933’lerde aynı zamanda hem
likle 1980’e kadar. Her ne kadar kâğıt üstünde aynı kurulu bir eşitlik varmış gibi dünyadaki bu gelişmeler, hem İsmet paşa hükümetleri, yanıbaşımızdaki Sovyetler
görünse bile, hem Başbakanlar bunu öyle işletmemişlerdir, hem de Planlama Müs- Birliği ve oradaki plan uygulamalarının sonuçlarının Türkiye’ye intikal etmesi, bu-
teşarları (kafalarını ekmekle yemedikleri için) o tür bir pozisyon almamışlardır. ralarda da başarılı denilebilecek bir takım sonuçların ortaya çıkması, bizde plancı-
Ama benim kanaatim, hem Başbakanlara, hem hükümetlere böyle bir kurulun, bu lık fikrini ortaya çıkardı.
statüyle kurulmuş olmasının çok faydası olmuştur. Yani aynen öyle uygulanmadı,
Plancılıktan muradımız, devletin bir biriminin veya tamamının, ekonominin
uygulanamazdı, uygulanmamalı idi ama hükümetlerin ellerini rahatlatan, bazen si-
tamına, bir bütünlük, bütüncüllük içerisinde bakması, bununla ilgili alınabilecek
yasi taleplerden bunalmış olan Başbakanın, “ne yapalım, planlama böyle düşün-
olan tedbirleri belirlemesi, bunların arasındaki ilişkiyi tanzim etmesidir. Bu istika-
müyor” diyerek, taleplere, irrasyonel siyasi taleplere doğrudan “hayır” demesini
mette Birinci ve İkinci Sanayi Planları yapıldı. Bunların tam anlamıyla uygulanmış
kolaylaştıran bir mekanizmaydı.
olanları var, uygulamada plandan sapmış olanlar var ama Türkiye bu işe aşina ol-
Şimdi planlamaya sadece 1960 ihtilalinin bir kurumu olarak da bakmak yan- maya başladı. Hatta sevdi de. Yani gelişigüzellikte, her bakanlığın kendine göre bir
lış olur. 1960’da kuruldu ama 1958’den itibaren Demokrat Parti yönetiminin de davranış içerisinde olmasından daha derli toplu bir durum olduğunu gördü.
Başbakan rahmetli Adnan Menderes’in de özellikle kamu yatırımları başta olmak

244 245
Demokrat Parti zamanında özellikle 1957–1958 arasında, normalin çok üs- Fransa’da da var, İngiltere’de de var. Bunların da devlet geleneklerine bağlı olmak
tünde siyasi vaatlerde, siyasi-iktisadi vaatlerde bulunuldu. İşte böyle vulgarize üzere farklı organizasyonları var. Ama özü itibariyle Amerika’da, Fransa’da, İngil-
edilir, “Kayseri’ye de liman getireceğiz” gibi vaatler vardı. Bu tür aşırı vaatler de tere’de de başkana, başbakana veya cumhurbaşkanına bağlı çok yüksek bir otori-
olunca, Demokrat Parti ve Menderes de bu işin belli bir düzene konulması lazım te var. Bir kısmında bunlar detaydaki kararlara da karışırlar, bir kısmında detaya
geldiğine kani olmaya başladılar. O süreç içerisinde Türkiye’de herhangi bir birim, çok karışmazlar ama çok yüksek seviyede hem politikaların vaat edilmesi hem on-
herhangi bir bakanlık, herhangi bir genel müdürlük ekonomide olan bitenlerin ta- ların uygulanmasının takibinde o kurumlar var.
mamıyla ilgili ve bilgi değildi. Özellikle 1958 devalüasyonu ile beraber, IMF ile Türkiye şartlarında, bizim devlet geleneğimizde sonuçta devlet, bürokrasi ile
olan ilişkiler de gündeme geldi. IMF’ye muhatap organizasyon çıkarılamadı. Ba- yönetilen bir şeydir. Şimdi “kahrolsun bürokrasi” diye bir yığın laflar vardır. Bu
zen Maliye Bakanlığının bir birimi muhatap oluyordu, bazen Dışişleri Bakanlığının halk dilinde kullanıldığı zaman bir mahsuru yoktur. Ama okumuş olan adamlar,
iktisadi gelişmelerle ilgili bazı birimleri ve bu birimlere bağlı insanları muhatap devlet yönetecek olan ya da yönetiyor olan adamlar böyle yaklaşırlarsa bunun
oluyorlardı, bunların hem genel ekonomi hakkında olan bilgileri, hem dünyadaki mahsuru çoktur. Çünkü devlet dediğimiz şey zaten bürokrasidir. Devlet, bürokra-
terminoloji ile ilgiler yok idi. Bütün bunlar bir araya geldi ve ekonominin tümüy- siyle, memurlarla idare edilen bir organizasyondur. Bize, şimdiki Başbakanımız
le ilgili bir birim olması gerekiyor. Muhtemelen, Demokrat Parti devam etmiş ol- dahil, bürokrasiyi bir kırtasiyecilikle özdeşleştiren bir anlayış var. Bu çok yanlış-
saydı (1960 ihtilali olmasaydı) bir bakanlık şeklinde olabilirdi. Ama 1960 ihtilali, tır, bir cehalet örneğidir. Bütün dünyada devlet yöneticileri, devletin memurları
bence doğru bir yaklaşım olarak, planlamanın herhangi bir bakanlık bünyesinde ol- emsallerinden daha üstün olmalıdır. Yani diyelim ki, planlamada iktisadi bir karar
masından ziyade, Başbakanlık bünyesinde kudretli ve müstakil bir yapıda kuruldu. verici, Türkiye’nin en büyük holdinglerinin iktisadi karar vericilerden daha parlak
Bakanlıklardan herhangi birisinin bu rolü iyi oynayamayacağının temel gerekçesi olmalıdır, eli mecburdur çünkü orada verdiği kararın etki alanı hem miktar itibariy-
şudur: Netice itibariyle Bakanlar Kurulu’ndaki iktisadi taleplerin, yani halkın ikti- le –paranın büyüklüğü itibariyle- hem de ülke çapında yaptığı müspet ya da menfi
sadi taleplerinin, yani bakanlıkların ve genel müdürlüklerinin iktisadi taleplerinin etkileriyle çok daha düzgün olmak mecburiyetindedir. O yüzden özel sektörün is-
koordine edilmesi ve sanki bir hakem rolünde “hayır şurası yanlış, burası doğru, tihdam ettiği insanlardan çok daha parlak insanların buralarda görevlendirilebilir
eğer bu yapılırsa şuradaki işler farklılaşır” diyebilecek bir merkezi otoritenin olma- olması lazım. Bu mümkün müdür? Bir dönem çok mümkündü, özellikle 1960’dan
sı fikri galip geldi. Ben şimdi de bu görüşe katılıyorum. O 1960’ların başıydı, şim- itibaren 1980’lerin ikinci yarısına kadar. En büyük özel sektörün tepe yöneticileri,
di sene 2004, hala meselenin bizim devlet yapısında, Türkiye’nin özel şartlarının başta DPT olmak üzere diğer kamu bürokrasisinde iyi yetişmiş olan insanlar idi.
içersinde merkezi bir organizasyonun olması gerektiğini düşünüyorum. Yani adına Yaşanan kamudan özele bir beyin göçüdür.
Devlet Planlama Teşkilatı denilmeyebilir, özellikle ben Planlama Müsteşarı iken
Sonuçta böyle bir organizasyonun bir şekilde bulunması lazım. Bu organizas-
ismin başındaki devlet lafını değiştirmek istiyordum.
yonun iki tane görevi olacak. Bir kere kamu sektöründe çok yatırım var, çok çeşit-
Genel kanaatin aksine Türkiye, ister DPT’den önce, ister DPT’den sonra hiç- li yerlerde var. Her bakanlıkta var, bunların genel müdürlüklerinde var, yerel ida-
bir zaman merkezi planlama denilebilecek olan bir planlama çalışması yapmadı. relerde var. Bunların bir kere birbirini iten yatırımlar olmaması lazım, birbirleriyle
Öyle bir fikri hiç olmadı. En solcu olarak düşünülen planlama yönetimlerinin ol- zaman dilimi itibariyle tamamlar nitelikte olması lazım, birbirlerinin fonksiyonla-
duğu zaman bile, en Sovyetler Birliğine doğru bakan insanların olduğu zamanlar- rını tekrar eder olmaması lazım, yani kamu yatırımlarının bir koordinasyonu lazım.
da bile merkezi planlama tarzındaki bir düşünce içersinde hiç olmadık. Zaten plan- Planlamada adına eskiden Koordinasyon Daire Başkanlığı denilen, daha sonra Ko-
lama kanunundaki ilgili madde de, devletin bir bütün içersindeki plan yatırımları- ordinasyon Genel Müdürlüğü, şimdi ise Koordinasyondan sorumlu Müsteşar Yar-
nın koordinasyonu ve onunla ilgili nihai kararın verilmesi, ama onun hemen yanın- dımcılığı denilen birim, özü itibariyle bunu yapar. Bunun görevi tekel bir üst gözün
da da özel sektör yatırımlarının heveslendirilmesi, teşvik edilmesi, tercih edilmesi- nezaretinde yapılanmasıdır. İkinci bir nokta iktisadi planlamadır. Bu birim, işin da-
ni getiriyordu. O yüzden hiç böyle merkezi planlama yaklaşımı tarzı içinde olun- ha ziyade finansmanı ve ekonomik politikaları ilgili olan yerdir. Biz eskiden aynı
madı. Bu töhmetleri de yanlış olarak yorumlamak lazım. koridorda, yan yana odalarda, yani işin finansmanı ile ilgili bir insan bir odada
Şimdi demek ki merkezi bir organizasyonun olması lazım, bunu bugünkü iken, hemen yan odada sektörlerle ilgili bir insan vardır. Bunlar sabahtan akşama
gözle bile bakıldığında söylüyorum ben. Gerçi şimdi Başbakanlık bünyesinde çok kadar, aralarında herhangi bir hiyerarşi olmaksızın, birbirini rakip organizasyonlar
organizasyon var. Onların dağıtılması lazım. Başbakanlıkta sadece bir veya iki ta- olarak görmeksizin, fikir alışverişi yapıyorlardı. Bunları şunun için söylüyorum,
ne çok amir, çok yüksek, insan kalitesi de yüksek, hem bütün bakanlık faaliyetle- bu fonksiyonların başka başka yerlerde olması “organizasyon milliyetçiliği, orga-
rini hem de dünyadaki ekonomik ve sosyal gelişmeleri çok iyi takip eden, çok üs- nizasyon kariyerizmi” denilebilecek bir sıkıntıyı doğurur. Bu nedenle merkezi ve
tün bir organizasyona ihtiyaç var. Bu iş aslında bu anlamda Amerika’da da var, bu fonksiyonları içinde barındıran bir idare olması lazım.

246 247
Şimdi biz sadece devlet memurları, plancıları, ekonomistleri olarak bu plan- Planlama Dairesi Başkanı olduğu bir heyet 1976 programını “hükümet YPK’da ka-
ları hazırlamayız, ama özel sektör bütünüyle başından itibaren işin içindedir. Adı- bul edilmiş olanın dışına çıktı” ve “tahrif etti” diye (oradaki tabiri gazete bilgisi iti-
na Özel İhtisas Komisyonları denen komisyonlar vardır. Plan ve program dönemin- bariyle söylüyorum) bir deklarasyonları oldu. Şimdi buna ipin koptuğu nokta de-
de zaten kanun gereği toplanan organizasyonlardır. Özel ihtisas komisyonlarında, mek lazım. Yani devlet organizasyonu içersinde bir birim, hükümeti “bizim muta-
ister yurtdışında görev yapan insanlar, ister üniversitelerde görev yapanlar, ister bık kaldığımız bir programı sen bozdun, ne hadle, ne hakla böyle bir değişiklik ya-
özel sektörde konuşulan sektörlerle ilgili insanlar; plancı ve kamu ekonomisinde- pabilirsin” diye tepki gösteriyor. Bu siyasetle planlama organizasyonunun irtibatı-
ki arkadaşlarla beraber çalışırlar. O yüzden özel sektörün görüşleri bilinmiyor, özel nın önemli ölçüde bozulduğunu gösterir. Buradaki tavır ideolojiktir. Buradaki tavır
sektörün talepleri dikkate alınmıyordu gibi yaklaşımlar, doğru değildir. O yüzden ne planlama teşkilatının kuruluş mantığı ile ilgili düzgün bir tavırdır, ne siyasetin
biz başta merkezi planlama yapmadık. planlama teşkilatına çok kötü davranmak istemesinden kaynaklanan bir tavırdır.
1960–1980 döneminde DPT ile siyasal iktidarlar arasında sürekli bir ge- Oradaki tavır 1976 siyasi ikliminde, planlama yöneticilerinin çok aşırı denebilecek
rilim ortamı görülüyor. Ancak 1980 sonrasında ise DPT-siyasetçi ilişkileri da- tarzda siyasetle cebelleşmeye karar vermeleri anlamındadır. Muhtemelen ilk sür-
ha uyumlu gibi görünüyor. Bu değişikliğin nedeni nedir? tüşme o oldu. Onun arkasından zaten bir siyasi karmaşa geldi.
• YPK’nın yapısında eskiden siyasi heyetle, planlama heyeti ya da bürok- 1977 seçimleri oldu, 1977 seçimlerinde bir yıllık CHP hükümeti oldu. Tam o
rasi vardı. Daha sonra biz onun uygulamasında, YPK her ne kadar Başbakan ve dördüncü plan çalışmalarının olduğu döneme rastlar. CHP hükümeti bir yıl sürdü,
Planlama Müsteşarlığı tarzında olmuş olsa bile, realitesinde, uygulamasında Baş- arkadan Adalet partisinin azınlık hükümeti geldi. Onların da çok ideolojik gözle
bakan ve bakanları, Planlama Müsteşarı ve yardımcıları, buna ilaveten Merkez hazırlanmış olan Dördüncü Planı kabul etmeleri beklenemezdi. O yüzden dördün-
Başkanı ve yardımcıları, Maliye Bakanlığı Müsteşarı ve ilgili birimleri, 1980’den cü planın alternatif bir planını veya yeni bir dördüncü plan hazırlığı söz konusu ol-
sonra Hazine Müsteşarlığı ve onun ilgili birimleri, yine 1980’den sonra gerektiğin- du. Bu aynı zamanda planlamanın kendi içerisindeki uzmanların, yöneticilerin hem
de piyasa ile ilgili Sermaye Piyasası Kurulu yöneticileri, özelleştirme çıktıysa kendi aralarında, hem siyasi iktidarla ilişkilerinde büyük kargaşa yarattı. Dördün-
Özelleştirme Kurulunun başkanı, yani bütün ekonomik bürokrasinin yer aldığı gü- cü plan hazırlıklarındaki bu kargaşa, daha sonra 1980 sonrasındaki hali de etkile-
zel bir forum haline getirdik. Genel ekonomik politikalar konuşulurken bunların yen önemli hadiselerden biri oldu. Ama 1976 ve dördüncü plan dönemindeki kar-
hepsi vardır. Sonra kamu yatırımları konuşulurken de ilgili bakanlık ve onun genel gaşayı çıkarırsak, planlama yöneticileriyle, hükümetin arasında önemli bir sürtüş-
müdürlerinin olduğu bir açık forumda bütün bu meseleler konuşulur. me vardı demem doğru olmayabilir.
1980’e kadarki YPK toplantılarında benim bizzat içinde bulunmuşluğum da- Bu durum 1980 sonrası için daha çok geçerli. 1980 sonrası için görünen iki
ha az. Ben 1977’de planlamaya girdim. Benim asıl bilgim 1980 sonrası ile ilgili, dönem var. 1980–1983 arası askeri bir tasarruf var. Askeri tasarrufun planlama ile
ama hem duyduklarımız, hem okuduklarımız sonucunda, Türkiye’deki ideolojik ilgili olan birimi Turgut Bey. Eski Planlama Müsteşarı, iki kere Müsteşarlık yaptı,
kamplaşmanın DPT ile siyasi iktidar ilişkilerine yansımış olduğunu görüyoruz. o zaman Başbakan Yardımcılığı yapıyordu ve çok kuvvetlendirilmiş bir Planlama
Özellikle İsmet Paşa’nın Başbakanlığı sırasında, 1965’e kadar, planlama organizas- Müsteşarı gibi bir Başbakan Yardımcılığı yapıyordu. Zaten belki de Türk ekonomi
yonu ile siyasetin arasında çok bir sürtüşme yok. Daha yüksek bir ahenk var. İs- bürokrasisinin idaresinde böyle bir şey yapmak lazım. Yani adı planlama olur, baş-
met Paşa’nın hem Bakanlar Kurulunda hem de YPK’da DPT’ye verdiği öncelik bi- ka şey olur ama çok kuvvetlendirilmiş bir “Ekonomik İşler Başbakan Yardımcılı-
rinci sırada. O yüzden zaten planlamacıların itiraz edecekleri bir şey yok. Biraz si- ğı” olması lazım. Turgut Bey o rolü oynadı, zaten Turgut Beyin 1980’deki Müste-
yasi sürtüşme denebilecek dönem, Süleyman Demirel’in ilk Başbakanlığı ile gelen şarlığı dönemindeki yönetim kadrosu aşağı yukarı aynı kalarak devam ediyor idi.
dönem olmalıdır. Benim bilebildiğim kadarıyla, doğrudan Süleyman Beyin şahsı O süreç içersinde fazla bir sürtüşme olmadı. Tabi 1980 ihtilali ile birlikte, “çok faz-
planlama teşkilatı ile çok sürtüşme içerisinde falan olmadı. Ama heyeti, “bizi bu la ideolojik olarak solda” olan arkadaşların tutumları değişti, yumuşadılar. Hem
solcular mı idare edecek, alacağımız iktisadi kararları bunlar mı belirleyecekler, planlama içerisindeki yaklaşımları yumuşadı, hem Türkiye’nin iklimi yumuşadı.
bunlar zaten CHP’nin bir organizasyonu tarzında görünüyorlar” gibi Adalet Parti- Şimdi Turgut Bey Planlamadan gelmiş bir insan, iki kere Müsteşarlık yapmış
si’nin içerisinde bu tür şeyler olmuş olabilir. Ama yine de 1976 yılına kadar gali- bir insan, Başbakan Yardımcısı iken doğrudan orayla çalışmış bir insan. Başbakan
ba önemli bir sürtüşme görünmüyor. Benim hissedebildiğim kadarıyla 1975–1976 olduktan sonra da oradaki dili, edayı, üslubu biliyor olması ve bütün o işlerin için-
yılına kadar, daha doğrusu CHP-MSP koalisyonunun ertesine kadar, siyasi heyetle den geliyor olması münasebetiyle, zaten “hayır, sen bunu bilmiyorsun, o öyle ol-
planlama heyetinin arasında büyük bir sürtüşme yok. Hatırlayabildiğim 1976 yılın- maz böyle olur” denilebilecek bir hali de olmadı. O yüzden fazla bir sürüşme ve
da, “hükümet 1976 yılı programını tahrif etti” diye Hikmet Çetin Beyin İktisadi sıkıntı bu nedenle yoktu. Turgut Bey tabi Cumhurbaşkanı iken de aynı rolü oynu-

248 249
yordu. ması” yapıyor olmasak bile, özellikle yabancılarla olan münasebetlerde adına “sta-
Turgut Bey’den sonraki dönemde Süleyman Bey Başbakan oldu. Şimdi Sü- te planning” dediğin zaman, “ha, bunlar demek ki hala devlet plancılığı yapıyorlar”
leyman Bey de daha önce planlama teşkilatı ile çok çalışmış, münakaşaların olabi- diye anlıyor, onu böyle anlaşılır olmaktan çıkarmak lazım. “State” lafı çıkmalı.
lir olduğunu da bilen bir Başbakan olmuş olması münasebetiyle, hem genel olarak İki, biz adına “perspektif plan” denilen yani, önümüzdeki 10 yılı, 15 yılı, dün-
kamu bürokrasisini, hem de özel olarak planlama ve ekonomi bürokrasisini çok iyi yayı ve ona bağlı olarak da Türkiye’yi tahmin etmeye gayret eden çalışmalar ya-
tanırdı. Onları iten, onlara “sen bilmezsin, sen otur, sen kalk” tarzında yaklaşan bir pardık. Şimdi buradan “devlet” lafı çıkmalı, “strateji” lafı girmeli. Hem bu orada
Başbakan değildi. Eğer öyle olmuş olsaydı, tekrar bir sürtüşme yaşanabilirdi. çalışan arkadaşların, hem Türkiye’nin diğer ekonomik organizasyonlarının, kamu
1980 sonrası için ikinci önemli bölüm de bu dönemdir (Özal sonrası dönem). ve özel sektörde doğru algılaması bakımından da, böyle bir stratejik yaklaşımı için-
Bu dönemin Planlama Müsteşarı ben idim. Ben de planlama teşkilatının içerisin- de bulunduran bir bünye olmalı. Demek ki “devlet” lafı çıksın, onun yerine bir
den gelmiş bir insan olarak bu hassasiyetleri yeteri kadar dikkate alarak davranı- “strateji” lafı gelsin. “Plan” lafı da çok sert kaçıyor şimdiki dünyada. Bence “plan-
yordum. Benim yönetici ve uzman arkadaşlara, Müsteşar olduktan birkaç gün son- ning” lafı doğru bir laf olmakla beraber, Türkiye’de yaratılmış olan havayı da dik-
ra söylediğim şu olmuştur: “Planlama teşkilatının şanı, şöhreti siyasi iktidara kafa kate alırsak, eski “devlet plancılığını” akla getirir olması münasebetiyle “planlama”
tutmasından gelir. Plancılar şanlarını, şöhretlerini, itibarlarını siyasi iktidarın her lafını da oradan çıkarmak gerekiyor. Bunun yerine “programlama” konabilir, prog-
dediğine evet dememelerine borçludurlar”. Bu bakımdan, benim de arkadaşlardan ramlama, planlamadan biraz daha yumuşaklık gösteren bir şey. Demek ki böyle bir
ricam, siyasi iktidarın her dediğine evet dememesidir. Sadece bunun üslubunu ben “stratejik programlama”, “stratejik programlar organizasyonu” denilebilecek olan
ayarlamalıyımdır, yani siyasi iktidara ve Başbakana muhatap ben olmalıyımdır. Alt bir şey yapmak daha doğru olur.
kadrodaki arkadaşlarımızın Başbakanlara, bakanlara “hayır” demeleri, bunu çok Şimdi bu, planlamanın şu anda yaptığı bazı fonksiyonlardan vazgeçmesi de-
uluorta yapmaları, devlet hayatı bakımından doğru değildir. Arkadaşlarım bütün iti- mek, aynı zamanda da belki de yapmıyor olduğu yeni bazı fonksiyonları bünyesi-
razlarını bana söylemelidirler, ben o itirazları eğer benimsiyorsam, hükümete ve ne alması demek. Şimdi Türkiye’de olması gereken işlerden bir tanesi, ekonomik
Başbakana ben taşımalıyımdır. Gerekli platformlarda YPK’larda, icap ediyorsa Ba- hayatın tanzimi ile ilgili olmak üzere, bir kere ekonomiyle ilgili mutlak güçlendi-
kanlar Kurulu toplantılarında –birkaç kere MGK toplantısına Doğu ve Güneydoğu rilmiş bir Başbakan Yardımcılığı olması lazım. Bütün ekonomik faaliyetleri bu
ile ilgili yapılacak olan iktisadi faaliyetler ile ilgili sunumlar oldu-, oralarda bu has- Başbakan Yardımcısının altında toplamak lazım. Zaten planlamanın yerine de bü-
sasiyetleri dile getirmeliyimdir. O yüzden, o dönem içerisinde de planlama teşki- tün bu büyük organizasyonun içinde bakmak lazım.
latı ile siyasi heyetin arasında ciddi denilebilecek bir patırtı olmadı. İster öyle ister böyle, ya doğrudan Başbakana bağlı veya çok kuvvetlendiril-
Toparlarsak, bu sorunsuz dönemler hem Turgut Beyin hem de Süleyman Be- miş Başbakan Yardımcılığına bağlı, Türkiye’deki ekonomiyle ilgili bütün bakanlık
yin gerekli özeni göstermesiyle sağlandı. Sonra Tansu Çiller’in ve Mesut Yılmaz’ın faaliyetlerinin koordinasyonuna bakacak bir birim lazım. Bu planlamanın içerisin-
Başbakanlığından itibaren bu işlerde tavsamalar oldu. Derli toplu bir ekonomik de olmalı. Burada sadece bunların yatırımları ve yatırımlarının takvimi ile ilgili bö-
program zaten uygulanamadı. 1994’den itibaren bir kriz oldu. Krize kadar, ekono- lüm, çok alt detaylara kadar bakılmaktan kurtarılmalı. Bir yüksek seviyede, mak-
minin ipleri Başbakanın elinde gibiydi. Her işe cahilce karışan bir siyasi heyet var- roda kamunun bütün yatırımlarına vaziyet edecek bir birimin olması doğrudur ama
dı. Tahmin ediyorum ekonomi bürokrasisi itiraz etmedi, bunları uyguladı ama artık teferruatına, detayına teker teker proje bazında parasına-puluna karışılması
“keyfiniz bilir” anlamında uyguladı. Fakat kriz olduktan sonra, hem siyasi heyet, doğru olmaz. Bunun hemen yanında yine bizim Maliye Bakanlığının ekonomik or-
hem de Başbakan Tansu Çiller, tahmin ediyorum ipleri ekonomi bürokrasisine bı- ganizasyonların örgütlenme usulü doğrudur. Maliye Bakanlığının fonksiyonları,
raktı. Orada da aynı anda hem Hazine Müsteşarı, Planlama Müsteşarı, Merkez Hazine Müsteşarlığının fonksiyonları kendi işleriyle, tipik özel kendi işleriyle ilgi-
Bankanı Başkanı ve alt çalışma arkadaşları, 5 Nisan paketinin hazırlanmasında ve lidir. O yüzden kendi tipik özel görev alanlarının dışında, bütün Türkiye çapındaki
uygulanmasında önemli bir görev yaptılar. Krizin ucuz atlatılmasında, kriz ertesi- olaylara da bakacak olan, değerlendirecek olan “stratejik programlama” diyebile-
nin derlenip toparlanmasında önemli görev yaptılar. ceğimiz “stratejik yaklaşımlar üretimi” diyebileceğimiz bir ayrı birime de ihtiyaç
1990 yılında yayınlanan “Planlamanın Dünü, Bugünü, Yarını” broşü- var. Dünyadaki 15–20 yıllık tredlere göre ve Türkiye’nin o trendler içerisinde ne-
ründe, “stratejik planlamadan” söz ediyorsunuz. DPT bu yeni yönteme uyum ler yapabileceğine kafa yoran, o istikamette analiz çalışmaları yapan bir bölüm la-
sağlayabildi mi? zım. Bütün bunlar şunu getirir: Ekonomi bürokrasisinin yeni tanzimi içerisinde
planlamanın yeri, mikrodan hemen hemen bütünüyle çıkmış teker teker projelerle
• Evet, biz bir kanun değişikliği yapalım diye düşündük. Bir kere,
ilgilenmekten bütünüyle çıkmış, sadece dünyadaki 10–15 yıllık perspektiflere ba-
DPT’nin adından “devlet” lafını kaldırmak lazım. Her ne kadar biz “devlet planla-

250 251
kan, günlük faaliyetlerin dışında olan bir yapı lazım. Günlük borçlanma faaliyetle- politikaları cahilliğinden uygulamış değildir. Bunlar dünyanın kabulleridir. Yani it-
ri, faiz politikası gibi ekonomik olayların bütünüyle dışında olmak üzere, fikri alan- hal ikamesi denen şey Türkiye’de var iken, İngiltere’de de var idi, Almanya’da da
da analiz yapacak olan, bunu diğer ekonomi bürokrasisindeki insanlarla da devam- var idi, Fransa’da da var idi. Karma ekonomi dediğiniz şey Türkiye’de var iken,
lı ilişki içerisinde olan bir organizasyon lazım. İngiltere’de de var idi, Almanya’da da var idi, Fransa’da da var idi. Biz bunları
Anlattıklarınızdan bundan sonra beş yıllık planların yapılmaması ge- kendimiz icat etmedik, yani Türkler olarak icat etmedik bunları. Bizdekinden da-
rektiği anlaşılabilir mi? ha fazlası şu anda İngiltere’de var, Almanya’da var, Fransa’da var. Bir örnek vere-
lim ona, Thecher’ın 1981’deki özelleştirme programında 1991’e kadar on yılda
• Biz zaten o planları illa da uygulansın diye yaptığımız planlar değillerdi.
105 milyar paundluk, yani bugünün hesabıyla 150 milyar dolarlık bir özelleştirme
Türkiye artık plan yapmaktan vazgeçebilir. Yani adına plan denilen resmi dokü-
yaptı. Bu ne demek? İngiltere’deki karma ekonominin çapı, büyüklüğü o derece-
man, şimdi o yasal bir zorunluluktur ama bunu kaldırmak doğrudur. Yanlış anla-
dedir ki, sadece satılabilir olanları, özelleştirilebilir olanlarının değeri 150 milyar
malara meydan vermemek bakımından da kaldırmak doğrudur.
dolardır.
Dünya aslında beşer yıllık bütçelerle çalışır. Mesela Theacher, Başbakan ol-
Ekonomide uygulanan kalkınma modelleri, bazı kurumları öne çıkarı-
duğu gün, beşer yıllık bütçe ilan etmiştir. Bizim planlarımızdan daha “strict”dir on-
yor. Örneğin İthal İkameci modelde DPT daha önemli bir konumdayken; İh-
lar. Yani beş sene sonra A üniversitesinin bütçesi kaç lira olacaktır, üniversitede
racata dayalı modelde Hazine ya da Merkez Bankası öne çıkıyor. Yapılan
kaç tane öğretim üyesi olacaktır, buna kadar ifade edilen bir şeydir. Bu ciddi dün-
tartışmalarda da artık DPT’nin işlevinin sona erdiği, bu işlevi Hazine’nin ya
yanın yaptığı bir şeydir. Ama Türkiye’de çok gayrı ciddi işer vardır. Mesela “bu de-
da Merkez Bankası’nın gerçekleştirdiği söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?
virde, 21. yüzyılda plan mı olur, program mı olur” gibi yanlış yaklaşımlar vardır.
Bunlar yanlıştır ama mademki “plan” denildiği zaman bazı yanlış anlaşılmaları da • Onun bir bölümüne katılmak lazım. Ama Hazine Müsteşarlığı’nın ve
ihtiva ediyorsa, bizim bunu bir anda silip atmamız da zannedildiği kadar kolay de- Merkez Bankası’nın son 10 yılda, özellikle 1994 sonrasından itibaren çok ön plan-
ğilse, o “plan” lafını da kaldırırız. da olmasının yegâne sebebi, Türkiye’nin kriz ekonomisinin içersinde olması ve
günlük yaşanıyor olmasıdır. Hazine Müsteşarlığı ve Merkez Bankası sadece gün-
Son yıllarda sıkça tartışılan bir kavram da “yönetişim” kavramı. Buna
lük, anlık, haftalık ilgilenen organizasyondur. Hem Hazine Müsteşarlığı’nın hem
göre artık devletin klasik yönetim işlevinin tıkandığı ve bunun yerine özel
Merkez Bankası’nın, özellikle son dönemde yegâne derdi borcun çevrilebilirliği ve
sektörün, devletin ve STK’ların katıldığı yeni bir modelin işletilmesi gerekti-
döndürülebilirliğidir. Bu kurumların ne başka ekonomik politikalara kafa yorabi-
ği vurgulanıyor. “Yönetişim” yaklaşımının, planlama uygulamalarına bir et-
lirliği var, ne Türkiye’nin ne olması lazım geldiğine kafa yorabildiği var. Bu böy-
kisi oldu mu?
le olduğu için de Başbakanların ve siyasi iktidarların da birinci derdi sadece bor-
• Şimdi son dönemde, yani 1994-2004 arasında Türkiye’nin ekonomi po- cun döndürülebilirliği olduğu için, artık sadece planlama yok değil. Tarım Bakan-
litikasında ne Planlama diye bir organizasyon var, ne Maliye Bakanlığı diye bir or- lığı yok, Sanayi Bakanlığı yok, Ticaret Bakanlığı yok, hiçbir bakanlık yok, sadece
ganizasyon var, hiçbir organizasyon yok, hatta bakanlıklar da yok, onun yerine borcun döndürülebilirliğine konsantre olunmuş vaziyette.
IMF var. Başbakanlar da yok, yani bir başbakan “ben elma ürününe 5 lira daha
Türkiye’nin 1980 sonrası sürecinde DPT’nin kapatılması gerektiği, ar-
fazla vereceğim” diyebiliyor değil, “emeklinin maaşını yüzde 3 arttırıyorum” diye-
tık işlevsiz bir kurum olduğu yönünde tartışmalar görülüyor. Ancak DPT’nin
biliyor değil, o yüzden bunu artık böyle değerlendirmek lazım.
bu dönemde küçülmemesini, hatta tersine personel sayısındaki artışın devam
Türkiye bazı konseptleri, kelimeleri süratle ucuzlatan bir ülke. “Governan- etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
ce”ın ne olduğu dünyada tam belli olan bir şey değil, bunun üstünde çalışılıyor.
• Benim Planlama Müsteşarlığım sırasında, memurları çıkarırsanız bizim
Ama bunun en önemli damarı “şeffaflık”, uygulanacak politikalar daha şeffaf ola-
uzman ve uzman yardımcılarımızın sayısı 200 civarındaydı, 200–250 civarındaydı.
cak, daha “katılımcı” olacak. Kamunun ekonomi politikalarındaki ağırlığının azal-
Bu biraz normal bir rakam gibi geliyor bana, yani bu yapı çok büyük bir şey de-
ması, sıfırlanması, iktisadi hayattan bütünüyle çekilmesi gibi yaklaşımlar, biraz
ğil. Memurları ile çok fazla olabilir. Ancak şimdi Türkiye’de Planlama ile ilgili bir
ucuz yaklaşımlardır. Doğru yaklaşımlar değildir. Dünyada olan bir yaklaşım değil-
reorganizasyon düşünülürken, genel olarak ekonomi yönetiminin değişmesi için-
dir. Bizim Türkiye’de kamunun ekonomi yönetimindeki ağırlığı ile ilgili aradığımız
de bakmak gerekir, yani ekonomiyle ilgili tek ve güçlü bir irade olması lazım.
şey, Amerika’daki kamunun ekonomi yönetimindeki ağırlığından fazla bir şey de-
DPT’nin şu andaki haliyle, diğer her şey olduğu gibi kalmak üzere “nasıl yapsak
ğildir, İngiltere’dekinden fazla bir şey değildir.
da planlama teşkilatını biraz daha düzene koysak” yaklaşımı doğru bir yaklaşım
Şimdi ithal ikameci politikalar suçlayıcı olarak kullanılıyor ama Türkiye bu değildir. İster sayısını azaltalım, ister adını değiştirelim, ister mahiyetini değiştire-

252 253
lim, bu doğru bir yaklaşım değildir. Artık Türkiye’nin kurumları eskidi, Türki- lisiniz? Yoksa KİT’lerin büyük döviz ihtiyaçlarını karşılamak için mi tahsis etme-
ye’nin hem siyaseti eskidi, hem de devletinin yapısı eskidi. Şimdi adı “21. yüzyıl”, lisiniz? Burada CHP siyasi ve ekonomi yönetimi çok yanlış kararlar aldı. Yani di-
“yeni dünya” ya da her ne ise buna göre bir siyasi yapılanması, devletin “re-engi- yelim ki ampul darlığı 8–10 milyon dolarlık bir tahsisle ilgili bir şey, yağ darlığı 12
neering” edilmesi lazım. Onun içerisinde de ekonomi ile ilgili birimlerin A’dan milyon dolarlık tahsisle ilgili bir şey. Bunlar dururken PETKİM’e 50 milyon do-
Z’ye denilebilecek bir tarzda değişikliğe ve yeni bir yapıya kavuşması lazım. Onun larlık bir revize yatırım yaparsanız, orada bir kıtlık ve darlık çıkar. 24 Ocak kararla-
dışında yapılacak ona küçük düzeltmelerin, mevzi düzeltmelerin hiçbir anlamı ol- rı daha ziyade ana şeması itibariyle, devletin elindeki az döviz imkânının hangi
maz. kaynaklara tahsis edilmesi lazım geldiğini, o şartlar içersinde günbegün değerlen-
1960–1980 döneminde DPT ile diğer bürokrasi arasında sürekli bir sür- diren bir şeydir. 24 Ocak kararlarında elbette ekonominin liberalleşmesi ile ilgili
tüşme ortamı var. 1980 sonrası dönemde bu değişti mi? (Maliye B., Dışişleri bazı şeyle vardır ama özü kaynak tahsis politikasının, CHP hükümetinin yaptığı
B., KİT’ler, Hazine..vb.) yanlış tahsislerden yani KİT’lerden, özel sektöre doğru kaydırılması ile ilgili bir
şeydir. Yoksa “dünyada ekonomi politikaları şöyle oldu, Türkiye’deki ekonomi
• Bence başlangıçta da çok yok, yani olması gereken kadar var. Çünkü ne-
politikalarının eksiklikleri bunlardır, bunları dünyadaki yeni ekonomi politikaları
tice itibariyle Planlama diğer bakanlıkların, Maliye Bakanlığının, KİT’lerin fonksi-
istikametinde değiştiriyoruz” kararları değildir. Yani bir yokluk ve kıtlıklardan çı-
yonlarına karışan bir otorite. Herkes normal olarak ister ki bana karışma, kendi bil-
kışla ilgili bir kaynak tahsis politikasıdır.
diğim gibi yapayım. Bu daha ziyade genel makro yaklaşımlarda çıkmaz da, mikro-
da çıkar. O da örneğin, Ulaştırma Bakanlığı ne kadar yatırım yapacaktır, onun işin- Ancak söylediğiniz kısa dönemli çözümler, uzun vadede daha köklü bir
de demiryolu ulaştırması ne kadar yatırım yapacaktır, onun içinde hangi projelere değişimi getirdi.
öncelik verilecektir gibi konularda sıkıntı çıkar. Şimdi bunlara “ben de karışırım, • Öyledir tabi. Çünkü o yokluklar ekonominin kendi bünyesinin icap ettir-
bana da bir sor” dediğiniz andan itibaren zaten sıkıntı başlar. Ama burada maharet, diği yokluklar değildi. Yani orada dövizle ilgili bir daralma ve bu daralmış olan ha-
bu organizasyonların yöneticilerinin ve onların bir altındaki insanların, belli bir lin çok kötü bir şekilde uygulanmasıyla ilgili bir şeydir. Bu kötülük kaldırıldı. Ya-
edep içerisinde, belli bir olgunluk içerisinde meselelere yaklaşımıdır. Eğer buralar- ni yağ darlığı var ise ve 8–10 milyon dolarlık bir şeyse, yağın önceliği de şu ise, o
da çok ters adamlar varsa organizasyonlar birbirlerine girerler. Meseleyi düzgün tahsis oraya verilir. 10 milyon dolarlık bir imkânı yağ üreticilerine tahsis ettiğiniz
platformlarda mütalaa edebilecek, benzer dilleri konuşabilecek adamlar varsa ora- zaman onu çözdünüz. Röntgen filmi kıtlığı var idi. 1,5 milyon dolarlık bir şeydir.
da hiçbir sıkıntı çıkmaz. Yani bizdeki en keskin kavga dönemi, Amerika’daki CIA- Yani biraz pratik kararlarla ilgilidir.
FBI kavgasının zekâtı bile olamaz.
1980 yılının başında uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile ekonomi-
nin yapısı şekil değiştiriyor. Bundan sonra ithal ikameci sanayileşme modeli,
ihracata dayalı modele dönüşüyor. Bu dönüşümün merkezinde de ekonomiye
devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın kendi kurallarına göre işleme-
si var. Sizce bu süreçte devletin ekonomiye müdahalelerini planlayan kurum
olan, DPT’yi nereye koymak gerekir?
• Bence devletin müdahalesi 1980 öncesinde çok değil idi. Yani Türki-
ye’deki yaygın kanaatin aksine şeyler söylüyorum. Yani zannedildiği gibi devlet
ekonomiye zannedildiği gibi çok fazla karışmıyordu. 24 Ocak kararları, devletin
ekonomiye karışmasının şiddetini azaltan kararlar değildir, mahiyetlerini değişti-
ren kararlardır. 24 Ocak kararları zaten bir genel perspektif ya da ekonomi politi-
kalarından ziyade, 24 Ocak’ın öncesinde Türkiye’de yokluklar, kıtlıklar var. Bura-
da kaynak tahsis politikası önemli, yani o yokluklar, kıtlıklar Türk ekonomisinin
zafiyetinden meydana gelmiş bir şey değildi. Kıtlık 1979’da başladı, bir evvelki si-
yasi iktidarın, yani CHP iktidarının kaynakları tahsis politikalarından kaynaklandı.
Türkiye çeşitli sebeplerle bir döviz darlığına girdi. Bu çok az olan dövizinizi gün-
lük ekonomik ihtiyaçlar için mi tahsis etmelisiniz? Yani ithalat için mi tahsis etme-

254 255
EK-12: müşavirdim. Orada müşavirken tabi komitelere gidiliyordu. O sıralarda Türki-
DPT eski Müsteşarı Kemal Cantürk ile görüşme, 4 Mayıs 2004, Ankara. ye’ye Yardım Konsorsiyumu fikri ortaya atıldı. Yardım Konsorsiyumunun kuruldu-
ğu 1961 yılında, yardım alabilmek için ekonomiyi anlatacak kişiler lazımdı. Plan-
lama Teşkilatı kurulmuştu ve Atilla Karaosmanoğlu da İktisadi Planlama Dairesi
DPT’nin kuruluşunu, Türkiye’nin kalkınma süreci açısından nasıl de- Başkanıydı ve oraya geliyordu ve Türkiye’yi anlatıyordu. Doğrusunu istersen o za-
ğerlendirebilir siniz? DPT’nin kuruluşu 1960’ların Türkiye’si için ne ifade man biz “uçuyorduk”. Çünkü biz o zamana kadar boynumuz eğik, zavallı bir mil-
ediyordu? letin delegeleri gibi görünüyorduk. Fakat Karaosmanoğlu o kadar parlak konuş-
• 1960 senesinden evvel, geriye doğru baktığımız zaman, 1929 krizi ve malar yapıyordu ki, neticede biz de gurur duyuyorduk.
1930’lu yıllarda Türkiye’nin azgelişmiş olması dolayısıyla bir takım sıkıntıları ol- DPT’nin kuruluşundan hemen sonra I. Planın çıkması arifesinde, İlk
duğunu görürüz. O sıkıntıları yenmek için çaba gösterildiği sırada 1939’da Harp plancıların istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
çıktı. Harp sona erdikten sonra da, yeni bir hareketle, siyasi yönden çok partili dö-
• Onların aslında fikir ayrılıkları vardı. Yani hangi iktisadi düşünce doğru-
neme girildi. O dönemin 1950’ye kadarki kısmında yine Halk Partisi vardı. Eski az
dur değildir diye münakaşalar yapıldı ve ayrıldılar. Onların yerine de yeni bir ekip
kalkınmışlığın verdiği sıkıntılar nedeniyle 1950’ye kadar bir şey yapılamadı. Fakat
geldi.
1950’de DP iktidara geldiği zaman ilk günler büyük bir hevesle ekonomide bir atı-
lım yapılmak istendi. Fakat bu atılım için ortam bilimsel açıdan güçlü değildi. Öy- 933 sayılı yasaya ile birlikte DPT’nin konumu makro plancılıktan; mik-
le olunca ilk akla gelen şekeri ucuzlatmak oldu. Şekeri ucuzlatınca hayat ucuzla- ro uygulamalar yapan bir kuruma dönüşüyor. Teşvik Dairesinin DPT’ye alın-
yacaktır şeklinde bir düşünce vardı o zaman. Tabi onların mahsuru anlaşıldı ve masını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1953’den itibaren yeniden sıkıntılar hissedilince serbestlik ortadan kalkmaya baş- • O zamanlar bir teşvik kanunu vardı, Sanayi Bakanlığına bağlı uygulanı-
ladı. Onun yerine çok sıkıntılı bir dönem başladı. yordu ama çok klasikti, yeni dünya konjonktürüne uygun bir teşvik sistemi yoktu.
O döneme ilişkin bir hatıramı anlatayım: Sanıyorum 1957 ya da 1958’de Turgut (Özal) büyük bir çaba gösterdi, hakikaten ufku genişti, “yeni bir atılım yap-
Amerika bize 100 milyon dolar kredi vermek istedi, şimdi AB’nin “proje getirin, mak lazım” dedi ve ilk teşvik dairesi kuruldu. Sonradan Teşvik Dairesi çeşitli aşa-
kredi alın” dediği gibi. Biz de güya proje hazırladık, fakat hiçbirini beğenmediler. malardan geçti fakat bana göre Türkiye’nin sanayi atılımında o Teşvik Dairesinin
Birini beğendiler o da merinos yetiştirme projesiydi. Fakat o da, bizim anlayışımız rolü çok oldu. Özel sektörün ihtiyacı vardı ve o daire gerekli bir işlev gördü.
içersinde, “merinos domuza benziyor” şeklindeydi, o nedenle krediyi kullanmak Genel olarak 1960-1970 arasına baktığımızda DPT hakkında, özellikle
istemedi kimse. Yani o dönemler böyle geçti. siyasallaşma, istihdam yapısının bozulması, özerkliğinin ortadan kalması ko-
Daha sonra 1960’a kadar giderek enflasyonun baskısı hissedilmeye başlandı nularında ne düşünüyorsunuz?
ve 1958’de devalüasyon oldu. 1958 devalüasyonunda ben Hazine Umum Müdür • Şimdi orada önemli olan YPK idi. Çünkü aslında bakanların bilgisi o ye-
Muavini idim. O zaman pek işin içinde değildim ancak, etrafta devalüsyon yapıla- ni ekonomik cereyanın gerekli kıldığı bilgi değildi. Hâlbuki planlamadakiler bu
cağı konusunda söylentiler dolaşıyordu. Devalüasyon sonrasında 1958’de yeni bir işin içinde uzmanlaşmış kişilerdi. Orada, hükümetin baskı yaptığı intibaını silmek
kalkınma düzeni düşünüldü, yeni mevzuatlar yapıldı. Onun için Merkez Bankası- bakımından böyle bir kuruma ihtiyaç vardı.
nın bir odasında çalıştık. O zaman ilk defa kotalar yapıldı. Hatta o zaman bana da 1971 Müdahalesinden sonra Memduh Aytür’ün müsteşarlığı döneminde
“kota Kemal” deniyordu. Çünkü orada Maliye’nin temsilcisi olarak işin ağır basan DPT’nin kurumsal yapısında bazı değişimler görülüyor. Teşvik ve Uygulama
kısmında ben vardım. Netice itibariyle 1960’a gelindi. Dairesi, personeliyle birlikte DPT’den ayrılıyor ve Kalkınmada Öncelikli Yö-
1960’da ihtilal olunca planlama başladı. Ancak 1958 devalüasyonunun sıkın- reler Dairesi (KÖYD) kuruluyor. Bu değişikliklerin nedeni ve amacı neydi?
tıları devam ederken, hatta o döneme gelmeden evvel de “plan yapılmalı” diye ka- • Doğrudan doğruya günün şartlarına uygun bir organizasyondu, başka bir
muoyunda bir hareket başlamıştı. İhtilal olunca, ihtilalciler, bu baskının da tesiriy- amacı yoktu.
le planlama teşkilatının kurulmasına karar verdiler ve Eylül 1960’da planlama ku-
Ancak Teşvik Dairesinin yararlı bir kurum olduğunu söylemiştiniz. O
ruldu.
halde neden kaldırıldı?
DPT’nin kurulmasını, bürokrasinin diğer kesiminde nasıl değerlendiril-
• Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi’nin işi de teşvik vermekti. Teşvik
di? Olumlu ya da olumsuz tepkiler var mıydı?
dairesi ferdi teşvik verirdi, Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi bölgesel teşvik
• 1960 ihtilalinden sonra ben Paris’e gittim, OECD nezdindeki heyette verirdi.

256 257
1971 müdahalesinden sonra, 1980’li yıllara kadar çok istikrarsız bir si- • Dördüncü plan hazırlanırken, 1977’nin Ağustos ayı geldi ve plan yok or-
yasal yapı mevcut. Buna rağmen, sizin Müsteşarlığınız döneminde DPT’de tada hala. Hükümetin arasında anlaşmazlık vardı. Erbakan plan yapılırken tutturdu
oldukça istikrarlı bir yapı görülüyor. Bu istikrarlı dönemi nasıl sağladınız? “manevi kalkınma” diye. Tabi diğer hükümet ortakları buna karşı çıktı. Ben de De-
(1972 ile 1977 arasında 7 hükümet değişiyor) mirel’e gittim ve durumu söyledim, o “merak etme” dedi. Tam o arada senatör se-
• Şimdi 1971 ihtilali oldu, o zaman Nihat Erim hükümeti kuruldu ve Ka- çimleri vardı, ben de Müsteşarlıktan ayrıldım ve büyük bir yükten kurtuldum.
raosmanoğlu ile ekibi geldi. O dönem Karaosmanoğlu Dünya Bankası’ndan geldi- 1980 yılının başında uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile ekonomi-
ği için doğrusunu isterseniz Türkiye’nin şartlarını unutmuştu, Amerikan tesiri al- nin yapısı şekil değiştiriyor. Bundan sonra ithal ikameci sanayileşme modeli,
tında kalmıştı gayet tabi. Onun için bizim Maliye’nin bir takım işlerini, “bizimki ihracata dayalı modele dönüşüyor. Bu dönüşümün merkezinde de ekonomiye
bilimsel olmadığı için” aklı almıyordu. Hatta kabinede benim için demiş ki “Hazi- devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın kendi kurallarına göre işleme-
ne’de Kemal çift defter tutuyor”. Sait Naci de - bakan ve eski Hazine Umum Mü- si var. Sizce bu süreçte devletin ekonomiye müdahalelerini planlayan kurum
dürü- , “gayet tabi çift defter tutacak, başka türlü Hazine idare edilir mi” demiş. olan, DPT’yi nereye koymak gerekir?
Tabi biz Hazine’de para isteyene bir defter gösteriyoruz, “paramız yok” diye ver- • Tabi ben o zaman ayrıldığım için iç hareketleri bilmiyorum ama, Turgut
miyoruz; muhtaç olduğumuz, alacağımız yerlere de “bak paramız yok, bize para hakimdi planlamaya. Turgut hakim olduğu için 1980 ihtilaline kadar Turgut’un bo-
ver” diyoruz. Sonra onlar Kasım ayında koptular ve hükümet bitti. Ben bu dönem rusu ötüyordu. 1980 ihtilali olunca, ben o arada Ticaret Bakanı oldum, o da Baş-
Hazine Müsteşarıydım. bakan Yardımcısı oldu.
Tabi o dönemde istikrarsızlık vardı. Bir askeri müdahale olmuştu. Askeri mü- 1980 sonrası girilen yeni dönemde sizce DPT gibi bir kuruma olan ihti-
dahalede acayip bir hava oluyor, dedikodular oluyor, iftiralar oluyor. Biri birini çe- yaç ortadan kalktı mı?
kemiyor, gidiyor diyor ki “bu kötü adam, bunu atın”. Onun için böyle bir istikrar-
• Şimdi planlama fikrinin temelinde azgelişmişlik ve serbest olmayan bir
sızlık oluyor.
ekonomi yatar. Hâlbuki biz serbest piyasa ekonomisine geçince, plan anlaşıldığı
Daha sonra 1975’den 1977’ye kadar MC’ler kuruluyor. Ben Ekim 1977’de manada olmuyor. Çünkü serbest piyasada herkes kendi istikametini belirliyor. Me-
planlamadan ayrılarak, kontenjan senatörü oldum. 1978’de Ecevit hükümeti kurul- sela Koç ya da Sabancı, onlar serbest piyasa rejimi içersinde çok geliştiler.
du. Evvela IMF’ye karşı çıktı onun uzmanları, sonra baktılar ki yanlış yapıyorlar,
Ancak Türkiye’nin tüm iktisadiyatını değerlendirecek bir müessese olarak ya-
dönmek istediler ama iş işten geçti. Sonra 1979’da da Demirel geldi.
rarı çok tabi.
Şimdi ben planlamaya tayin edildiğim zaman 1973’de, iki binası vardı, bir
1964-1972 arasında IMF ile bütün ilişkileri ben yürütüyordum, yani şimdi
merkez bina bir de Meşrutiyet’teki bina. Bakın dedim, burada hepiniz uzmansınız,
Derviş’in yaptığı işi ben yapıyordum. Hükümettekiler ne olup bittiğini hiç bilmez-
benim görevim her uzmanın en iyi şartlarda en iyi fikirleri üretmesini sağlamak.
lerdi, bilmelerine imkan yoktu çünkü daha evvel görüşmeleri oluyordu, o görüş-
Ben sizi seyredeceğim, fikir üretmenizde sizi sıkan noktalar varsa onları önlemeye
meleri de ben yürüttüğüm için, onlar bilmiyorlardı. Şimdi IMF ile ilişkileri yürü-
çalışacağım. Benim fonksiyonum bu diyerek, gayet anlayış içersinde vakit geçir-
tecek adam, o işin içinde değilse çok başarılı olamaz. Şimdi benim zamanımda ben
dim. Ama bütün işleri takip ediyorum, kim ne yapıyor, ne ediyor hepsinin farkın-
bu işleri yürütürken, bütün işler Hazine ile ilgiliydi. Onun da sahibi ben olduğum
dayım ama belli etmiyordum. O sırada biz planlama olarak her işe karışıyorduk.
için, gayet iyi anlaşıyorduk Struch (IMF Türkiye Masası Şefi) ile. O, o kadar etki-
Karışıyorduk yalnız, karışırken yol gösteriyorduk. Tüm bakanlarla irtibatımız var-
li bir adamdı ki -kimse bilmez- Tito ile Nasır arasında itilaf çıkmıştı, o çözmüştü.
dı. Onun için her şeyi tatlılıkla hem arkadaşlar arasında birbirimize anlatıyorduk,
hem de idarelerle münasebetimiz öyle yürüyordu. O dönemlerde çok enteresan Fantom uçaklarını alacağız biz, bir türlü Amerika izin vermiyor. Bu saraya te-
olaylar oldu. Şimdi Erbakan, Başbakan Yardımcısıydı ve biz ona bağlıydık. Erba- lefon etti ve uçakları aldık. Bunu da Ziya Müezzinoğlu dışında kimse bilmez. Ya-
kan tutturdu, “IMF ile Dünya Bankasını çağıralım, Türkiye’nin planını yapsın” di- ni böyle güçlü bir adamdı.
ye. Ben dedim ki “efendim bizi ne yaparlar, tefe koyarlar”. Yok, tutturdu çağıralım Ekonomide uygulanan kalkınma modelleri, bazı kurumları öne çıkarı-
diye. Ben de bütün daire başkanlarını topladım, onun riyasetinde toplandık, başla- yor. Örneğin İthal İkameci modelde DPT daha önemli bir konumdayken; İh-
dık anlatmaya, sonra zor vazgeçirdik. Düşünebiliyor musun, Korkut’u (Özal) he- racata dayalı modelde Hazine ya da Merkez Bankası öne çıkıyor. Bu değişik-
yeti çağırmak için Amerika’ya yollamış, sonra onu geri çağırdık. lik, DPT’nin işlevsizleşmesi olarak değerlendirilebilir mi?
1970-80 döneminde herhalde DPT açısından yaşanan en önemli gelişme • Denebilir, çünkü serbest piyasa düzeninin gereği olarak bu daireler öne
4. Plan döneminde yaşananlar oldu. Bu dönemi anlatabilir misiniz? çıkıyor ve bu daireler kendi işlerini yürütüyorlar. İşlerini yürütürken de global bir

258 259
planın çerçevesi içersinde yürütmüyor, sadece ekonominin iyi gitmesi için belli EK-13:
prensiplere her dairenin uyması gerekiyor. Prof. Dr. Oktar Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004, Ankara.

DPT’nin kuruluşunu Türkiye’nin kalkınma süreci açısından nasıl de-


ğerlendire-bilirsiniz? DPT’nin kuruluşu 1960’ların Türkiye’si için ne ifade
ediyordu?
• DPT’nin kuruluşu 1960’lı yılların başında Türkiye’nin Uluslararası Key-
nescilikle buluşmasını simgeleyen bir olay. Uluslararası Keynesciliğin dünya ikti-
sat platformlarında etkili olmaya başlaması, savaş sonrasına denk gelir. Kamu ke-
simine daha geniş bir rol biçen, gerek toplam talebin idaresinde olsun, gerekse bö-
lüşümün daha adil hale getirilmesinde olsun, kamu kesimine yeni işlevler veren,
piyasa mekanizması ile ilgili bazı çekinceleri olan, yol gösterici bir planlamaya ka-
pı açan, gelişmekte olan ülkelerin büyümesine ve sanayileşmesine en azından da-
ha müsait bakan bir felsefe Türkiye’ye 1950’li yılların başında gelemiyor, Türki-
ye’nin özel siyasi konjonktürü dolayısıyla. 1960’ların başında Türkiye Uluslarara-
sı Keynesci ekonomik felsefe ile kendi özgül şartları içerisinde buluşuyor.
DPT’nin kuruluşunu böyle algılamaya çalışıyorum.
DPT’nin kuruluşunu Türkiye’nin kalkınma sürecine spesifik olarak yerleştir-
meye çalışırsanız, 1950’li yılların ekonomi yönetimindeki belli başlı zaafları akla
geliyor. 1950’lerin ortalama büyüme hızı itibariyle çok kötü bir performansı yok.
Benzer şekilde sanayileşmenin özellikle 1953’den sonra yeni bir hamle dönemine
girmesi de öyle küçümsenecek bir olay değil. Ancak bunun hızlı büyüme ve dur-
gunlaşma, toparlanma, tekrar yavaşlama gibi arızi hareketlere, dalgalanmalara çok
açık bir büyüme olduğunu görüyorsunuz. Büyümeyi hem olabildiğince daha hızlı,
hem olabildiğince daha istikrarlı bir patikaya oturtmak açısından 1960’lı ve 1970’li
yılları değerlendirirseniz, planlı yılların bu bakımdan hem daha önceki yıllara, hem
de sonraki yıllara önemli bir fark attığını göreceksiniz. Yani olabildiğince daha hız-
lı ve olabildiğince daha istikrarlı bir büyüme patikasına geçmek makro düzlemde
DPT’nin kuruluşu ile ilişkilendirilebilir.
DPT’nin kuruluşundan hemen sonra I. Planın çıkması arifesinde, ilk
plancıların istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Temelde ilk plancıların, planın finansmanı konusunda tarım sektörüne ol-
dukça önemli bir işlev verdikleri ve toplum kalkınması ve tarımsal reform konu-
sunda bazı fikirler geliştirdikleri ortaya çıkıyor. Kapsamlı bir toprak reformunu dü-
şündükleri söylenemez. Ama tarım kesimindeki mülkiyet yapısının daha adil bir
hale getirilmesi konusunda bazı özlemler taşıdıkları, tarımsal vergilemenin bu
amaçla kullanılmasını öngördükleri, fakat her şeyin ötesinde, tarımsal vergilendir-
me sağlam bir temele oturmadığı takdirde ülke ekonomisinin 1950’li yılların enf-
lasyonist finansmanına sürükleneceği konusunda bazı kuşkuları var. Dolayısıyla
planın finansmanı konusunda tereddütler ortaya çıktığı andan itibaren, görevlerini

260 261
sürdürmek istemedikleri anlaşılıyor. İlk plancılar kuşağından bunu en net dile ge- Selektif olma unsurunu getirdiğiniz zaman bu tür eleştirilerden uzak kalmanız çok
tiren Attila Sönmez’dir. Attila Sönmez’in Türkiye’de enflasyonun tarihçesi ile il- zor. Bu eleştirilerden nasıl uzak kalmaya çalışabilirsiniz? Açıklıkla. Yani ilkeleri-
gili yazılarına bakarsanız, bunları o dönemdeki plancıların istifa hareketi ile daha nizi koymaya çalışarak ve bir yerde de siyasal iktidarın dost-ahbap kayırmacılığın-
yakından ilişkilendirmeniz mümkün olabilir. Tabii, kişisel yaklaşımlar da söz ko- dan, yolsuzluklardan mümkün olduğu kadar uzak kalmasıyla. Türkiye’de iktidar-
nusu olabilir. 1961 sonrası Türkiye’ye bir koalisyon iktidarı geliyor. 27 Mayıs’ın ların sermaye üzerinde böyle bir denetimi sağlayamaması, yöntem olarak selektif
“ilerici” temaları giderek güç yitiriyor ve planlı ekonomi modelinin ardında bir si- teşvikleri de itibarsızlaştırdı. Oysa bir kapitalist sınıfın kültive edilmesinde, ya da
yasal destek olup olmadığı, en azından kuşku uyandırır hale geliyor ilk plancılar belirli bir endüstriyel gelişme hedeflerine yönelinmesinde sektör ve proje düzeyin-
açısından. Tabii bu işin sübjektif boyutu: Beraber çalışacağınız insanların hangi si- de selektif teşvik kaçınılmaz bir olay. Bunu yöntem olarak reddetmenize imkân
yasal öncüllerden hareket ettikleri konusunda tereddütleriniz var. Bu tereddütler yok; ancak bizdeki uygulama bir yerde nepotizme dönüştü. Daha sonraki plancı-
ilk plancıların istifasında etkili olmuş olabilir. Ama temelde işin iktisadi-nesnel bo- lar kuşağı da Teşvik Uygulama Dairesi’ni konjonktürel olarak DPT dışına çıkartır-
yutuna bakarsanız, orada temel sorunun planın finansmanı ile ilgili görüş ayrılıkla- ken temelde bu kaygıdan güdülendiler. Ama temelde bence bu vazgeçilemez bir
rından kaynaklandığını düşünebilirsiniz. şey. Aşamalı planlama felsefesine uygun olarak makro büyüme hedeflerinizin içi
933 Sayılı Yasayla* birlikte DPT’nin konumu makro plancılıktan mikro bir yerde iyi proje seçimiyle dolacaksa, bu durum mikro düzeye inmeyi gerektiri-
uygulamalar yapan bir kuruma dönüşüyor. Teşvik Dairesinin DPT’ye alın- yor. Bu 933 Sayılı Kanunla belki çok acemice ve hoyratça yapıldı, ama temelde ka-
masını nasıl değerlendiriyorsunuz? çınılamaz bir gereklilik vardı, o gereklilik de selektif teşvikler verme gerekliliğiy-
di.
• 933 Sayılı Kanun’la birlikte DPT’nin mikro uygulamalar boyutuna inme-
si; bir yerde İkinci Plan ile birlikte sanayileşme perspektifinin Türkiye önüne bir I. Planda sanayileşmeye karşı temkinli bir bakış var. Sanayileşmenin ya-
önemli hedef veya erek olarak yerleştirilmesi ile çok yakından ilgili. Şu veya bu nında kentleşme ve tarım da önemli bir sorun olarak düşünülüyor. Hatta ta-
şekilde bir müteşebbisler kuşağı kültive etmeye çalışıyorsunuz. Bu müteşebbisler rımsal alan için “toplum kalkınması” önerileri var. Ancak II. Planda sanayi-
kuşağı, hem Türkiye’nin gelişme modeli önünde iktidarın kuvvetli desteklerini leşme “sürükleyici” sektör olarak tanımlanıyor. Bu değişikliği nasıl değerlen-
oluşturacak, yani kapitalist sınıftan önemli bir destek alacaksınız; hem de mevcut direbiliriz? (II.Planın 1965 sonrası kurulan Demirel hükümeti döneminde ya-
olmayan, ya da çok cılız bir müteşebbis kuşağını belli sektörel hedeflere yönlendi- pıldığını düşünürsek)
receksiniz. Planlamanın ilk kuruluşunda Tinbergen tipi aşamalı planlama anlayışı • Birinci planda sanayileşmeye karşı temkinli bakışın temeli, daha doğru-
içinde, makro planlama, sektör planlaması ve proje planlaması birbiri arasında ge- su sanayileşmenin çok büyük bir vurgu almamasının birinci nedeni, temelde kırsal
çişleri olan bir süreç olarak algılanır. Şimdi bunun proje planlaması ve proje geliş- kalkınmayı bir polemik silahı olarak bir önceki iktidarın elinden alma isteğinden
tirilmesi bölümüne baktığımız zaman, bunu mikro düzlemden soyutlamak bu bağ- kaynaklanıyor. Yani “Biz tarım sektörünü, ekonomiye daha önceki politikalarla
lamda mümkün değil. Dolayısıyla 933 Sayılı Kanun ile DPT’nin mikro düzleme in- sağlanandan daha fazla katkı sağlar hale getirebiliriz, tarımda servet ve gelir bölü-
mesi özünde planın amaçlarıyla da, Tinbergen usulü aşamalı planlamayla da çok şümünü daha adil hale getirebiliriz” iddiasından kaynaklanıyor.
ters düşen bir olay değil. İkincisi, şöyle bir yaklaşım da burada etkili gibi görünüyor: Birinci Plan, sa-
İlk plancılar kuşağının 933 Sayılı Kanun’a karşı çıkmaları temelde böyle bir nayi sektöründe, enerjide ve altyapıda çok önemli atıl kapasiteler devralıyor. Dola-
olayın, dost-ahbap-çavuş kayırmacılığına açık bir kapı oluşturması kaygısından ge- yısıyla, sanayi sektörüne ayrıca bir vurgu getirmekten çok, atıl kapasitelerin müm-
liyor. İlk plancı kuşağında ve sonradan Üçüncü Plan’ı yapmak üzere göreve gelen kün olduğu kadar tez elden değerlendirilerek ekonomiye kazandırılması, bu açıdan
Memduh Aytür ve çalışma arkadaşlarında şöyle bir anlayış var: “Biz mümkün ol- daha öncelikli bir hedef.
duğu kadar açık ve genel kurallar getirelim. Aksi takdirde bu teşvik sistemi kamu Tarım sektörü ile ilgili olarak bir başka sorun, 1960’lı yılların başında tarım
yönetimini bireysel çıkarlarla birebir pazarlığa ve yozlaşmaya açık bir hale getirir”. sektörünün o dönem kalkınma teorileri ve modelleri önünde, tarım dışı sektörlerin
Böyle bir tereddüt var. Fakat ortada bir sorun var ve bu sorunun aşılması ister is- yatırımları için önemli bir kaynak olarak algılanması. O dönemin popüler söylemi
temez selektif olmayı gerektiriyor. 933 Sayılı Kanun’un felsefesi, genel ve herke- tarımdan sanayiye kaynak aktarmak. Tarımdan sanayiye kaynak aktarmak konu-
se şamil teşvikler getirmekten çok selektif teşvikler getirmek. Yani proje bazında, sunda İkinci Plan’dan sonra vurgu giderek azalıyor. 1980’li yıllara, hatta 1970’li
sektör bazında, üretimin yöneleceği pazarlar bazında selektif teşvikler getirmek. yıllara gelindiğinde görüyoruz ki, tarımdan sanayiye kaynak aktarılmıyor, aksi yön-
de bir kaynak transferi var. Dolayısıyla çoğunlukla kırsal kesimin oylarını alarak ik-
* Yabancı Sermayeyi Teşvik Komitesi ve Teşvik Uygulama Dairesi, DPT’nin
tidara gelmiş olan Adalet Partisi iktidarının veya Adalet Partisi’nin katıldığı koalis-
yapısına dahil ediliyor.

262 263
yon hükümetlerinin tarım sektöründen sanayiye veya tarım dışına kaynak aktarmak tünde kendisine felsefe olarak çok aykırı olduğunu bildiği insanlarla da beraber ça-
konusunda çok büyük iddiaları yok. Ama ilk plancı kuşağın böyle bir iddiası var. lışabiliyor; öte yandan kendi hempalarını da göreve getiriyor. İşlerin yürütülmesi
Sanayi sektörünün gelişmesi için, kendi yarattığı özkaynakların yeterli olamayaca- için oldukça yetenekli, bilgili ve Turgut Özal’ın konservatif fikirleri ile hiç ilgisi
ğı, tarım sektöründen kaynak transferinin yapılmasının gerekli olacağı iddiası var. olmayan insanları da göreve getirebiliyor; çünkü iş yapmak zorundasınız. Dolayı-
Bu iddia tarıma bu kadar öncelikli ve ağırlıklı bir rol vermenin nedeni olarak görü- sıyla bu dönemde siyasallaşma önündeki belli bir takım sınırlar, DPT’nin teknik
nüyor. Toparlarsak: bazı görevlerini yürütme zorunluluğu ile belirleniyor.
Bir, sanayi sektörü için sepesifik hedef verme konusu öncelikli değil, çünkü Özerklik sorununa gelince, bu sorun aslında 1960’lı yılların ortalarından itiba-
her şeyden önce bir atıl kapasiteler ve yarım kalmış tesisler sorunu var ortada. ren kendini belli etti. Ben planlamanın danışmanı olan Prof. Tinbergen’in 1965’in
İkincisi, tarım sektöründe eğer siz hem büyümeyi sağlayabilir, hem de daha sonlarında, ya da 1966’nın ilk aylarında DPT mensuplarına bir uyarı konuşması
eşitlikçi bir tarım sektörü yaratabilirseniz bu Demokrat Parti’nin siyasal izleyicile- yaptığını size hatırlatmak isterim. Tinbergen, bizim o sıralarda Adalet Partisi hükü-
ri elindeki önemli bir propaganda silahını etkisiz kılacak, plancılar ve plana sempa- metinin DPT’ye bakışına karşı tedirginliğimize, planın bu insanlar tarafından hafif-
ti ile bakan siyaset adamları için. sendiği düşüncemize karşı şu mealde bir konuşma yaptığını hatırlıyorum. “Siyasi
iktidar, nihai karar verme merciidir. Siz onun danışmanı olma durumundasınız. Gö-
Üçüncüsü, tarımdan sanayiye kaynak aktarma yoluyla, ya vergilendirme ya
reli rollerinizi bilin. Siyasi iktidar rolünü oynamaya kalkmayın”. Bu bağlamda
da doğrudan gönüllü kaynak transferleri yoluyla, sanayi dışı sektöre yatırım kayna-
planlama örgütünün üst düzey kadrolarının YPK’daki konumu önem kazanıyor. 91
ğı sağlanacak.
Sayılı Kanun ilk bakışta şu tür bir pariter temsil getiriyor: Dört bürokrat, dört siya-
1960’lardan sonra tarımdan sanayiye kaynak aktarma politikasının pek set adamı. Ama YPK toplantılarında hiçbir zaman kararlar formel bir oylamayla
de işlemediği görülüyor? alınmamıştır. DPT’nin YPK aracılığıyla oluşturduğu pariter platform aslında şu tür
• Zaten 1970’li ve 1980’li yıllarda kaynak aktarım yönü değişiyor. sembolik bir güvence getiriyor: Bu platformda teknik düzeyde her şeyi söyleyebi-
Bunun nedeni olarak, siyasetçilerin kendi oy tabanları olan tarımsal ke- lirsiniz. Burada planlama teşkilatının bir üst düzey görevlisi ile bakan, teknik dü-
sime yakın durmalarını mı söylemek gerekir? zeyde belli bir konuyu herhangi bir çekince olmadan özgürce tartışabilir. Bu bağ-
lamda DPT’nin “özerkliği” ta 1980’li yıllara kadar, YPK’nın niteliği değiştirilip
• İktisat politikaları belli konjonktürler itibariyle anlam taşıyor. Tarımdan
pariter temsil ortadan kalkana kadar sürdü. Yani planlama örgütünden gelen insan-
sanayiye kaynak aktarmak sorunu 1950’lerde ve 1960’larda anlam taşıyordu. Ama
lar orada çekinmeden kendi düşüncelerini söylediler. Tabii “çekinmeden” deyimi-
1970’lere geldiğiniz zaman konjonktür değişiyor, artık böyle bir mesele gündem-
ni şu bağlamda kullanmak gerek: Diyelim ki planlama örgütünün üst düzey görev-
de değil. Bir yandan yılda yüzde 3 büyüyen bir tarım sektörü var, öte yanda yılda
lilerinden birisiniz ve Başbakanla ters düşünüyorsunuz, ya da Başbakan sizden
yüzde 10’a yakın hızlarla büyüyen ve verimliliği yılda yüzde 7’ler civarında artan
hoşlanmadığını belli ediyor. Bu durumda, “Ben bu görevdeyim, buradan gitmiyo-
bir sanayi sektörü var. Bu durumda sorun anlamını yitiriyor.
rum” türündeki bir yaklaşım, memurlukta çoğunlukla söz konusu olmuyor. 1966
Genel olarak 1960–1970 arasına baktığımızda DPT hakkında, özellikle yılında Memduh Aytür’ün görevden ayrılması bunun çok güzel bir örneğidir. 1966
siyasallaşma, istihdam yapısının bozulması, özerkliğinin ortadan kalkması yılı programını hazırlayacaksınız, randevu istiyorsunuz Başbakan’dan, Başbakan
konularında ne düşünüyorsunuz? yok ortada, size randevu vermiyor... Sonuçta görevden ayrılmanızın iyi olacağı ima
• Siyasallaşma konusunda özellikle 1965 sonrası Adalet Partisi iktidarları- ediliyor. Dolayısıyla siyaset ile bürokrasi arasındaki “görünmeyen el”, bir yerde
nın ilginç bir yaklaşımını görüyoruz. Genelde sağ ve orta sağ siyaset görüşünün “aykırı” bürokratın görevden uzaklaşmasının daha iyi bir sonuç olduğunu telkin
egemen olduğu bir siyasal iktidarın, planlama örgütünü kendi görüşleri doğrultu- ediyor. Özerkliğin ortadan kalkmasını bu bağlamda değerlendirmek lazım. Siyasi
sunda şu veya bu şekilde etkilemesi beklenir. Yani plancı kadroları oluştururken, iktidardan kopuk bir teknokratik üst kademe, yani eşit temsil esasına göre şekil-
size fikir olarak yakın insanları kadroya alıyorsunuz, böyle bir özen gösteriyorsu- lenmiş bir model söz konusu değil. Pariter temsil aslında farklı bir şeyi simgele-
nuz. Öte yandan, DPT’nin artan sorumlulukları var; DPT’nin artan sorumlulukla- mek üzere formüle edilmiş bir şey. Siz YPK’da belli bir takım sorunları tartışmak-
rını yapabilmek için, teknik olarak ehil insanların da teşkilatta bulunması lazım. la, siyaset adamı ile teknokrat arasında bir ara kesiti oluşturuyorsunuz, teknokrat-
Dolayısıyla bu siyasallaşma önünde bir fren oluşturuyor. Evet, kendi hempalarını- lar düşündüklerini açıkça söylesin, kararlar mümkün olduğu kadar tartışmayla, gö-
zı oraya getirmek zorundasınız ideolojik bir denetim sağlamak için, ama aynı za- rece özgür bir ortamda oluşturulabilsin diye. Amaç bu. Yoksa DPT’nin gerçek an-
manda da iş yapmak zorundasınız. Burada, dönemin kilit isimlerinden Planlama lamda özerk bir kurum olduğunu, yani DPT’deki teknokratların bir özerkliğe sahip
Müsteşarı Turgut Özal’ın çok ilginç bir davranışı var. Turgut Özal planlama örgü- olduğunu iddia etmek güç.

264 265
İstihdam yapısının bozulması meselesine gelince, buradaki en büyük bozulma Dördüncü kalkınma planı ise, şöyle bir hazırlık sürecinden geçti: Çok kısa bir
1980’li yılların başındadır. Yani 1960’lı 1970’li yıllarda da siyasi iktidar kendi si- süreniz var, bir yılınız var, çünkü 1979’da planı başlatacaksınız. Önünüzde bir yıl
yasi rengine uygun bir takım atamalar yapmakta, fakat işlerin yürütülmesi gereği, var ve bu bir yılda teknik olarak çok değişik bir çalışma düzenine girmeniz müm-
teknik yetkinlikten tümüyle uzaklaşılmasını ve DPT’nin tümüyle bir siyasi kamp kün değil. Dolayısıyla, dördüncü planın dayandığı input-output esasına dayalı çok
haline getirilmesini engellemektedir. sektörlü büyüme modeli, aslında daha önceki teknik çalışmalardan intikal eden bir
1970-1980 dönemine baktığımızda, 1972 ile 1977 arası dönemde Kemal modeldir. Yani geçmiş çalışmalardan intikal eden modeller üzerinde selektif bir
Cantürk’ün 5 yıl boyunca DPT Müsteşarı olarak kalabildiğini görüyoruz. uyarlamaya gidilmiştir. Bunların kullanılabilir olanlarından yararlanılabilmiş, on-
DPT Müsteşarlarının görev süreleriyle karşılaştırdığımızda, sıra dışı bir du- ların üzerine ilaveler, eklemeler yapma yoluna gidilmiştir, ama temelde geçmiş
rum ortaya çıkmaktadır. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? teknik çalışmalardan yararlanmak ister istemez bir gereklilik haline gelmiştir, çün-
kü sadece bir yılınız var. Normalde, planın ilk iki yılı geçtikten sonra, sizin üçüncü
• Kemal Cantürk, esas itibariyle, DPT ve hükümet ilişkilerini sıcak tutmak
yıldan itibaren artık yeni plan hazırlığı içerisine girmeniz lazım. O bakımdan Dör-
isteyen bir bürokrattı. Hazine kökenliydi ve Hazine ve Merkez Bankası ile yakın
düncü Plan hazırlığı oldukça kısa bir döneme sığmıştır.
ilişkileri vardı. Sivri ve köşeli projelere katılarak, kendisini antipatik hale getirmek
istemiyordu. Aykırı ve ters şeyler söyleyen bir Müsteşar olmaktansa, “vaziyeti ida- 1978 yılında CHP hükümeti 1977’de hazırlanan dördüncü beş yıllık kal-
re eden” bir Müsteşar olmayı tercih etti Kemal Cantürk. Temel algılayışı itibariy- kınma planını kaldırıp, yeni bir plan hazırlıyor. Bu dönemde görev almış bi-
le, Adalet Partisine ve Süleyman Demirel’e oldukça yakın bir kişi olduğu için, hiç ri olarak yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
kimse onu görevden almayı düşünmedi. Yani siyasi otoriteden “Bu işi şöyle yapa- • Aslında bu sorunun cevabını yukarıda verdim. Normal olarak bir siyasi
lım” diye bir telkin geldiğinde, ona uymakta büyük rahatsızlığı olmadı. “Ben bunu iktidar kendi öncüllerini, kendi hedeflerini, kendi amaçlarını formüle etmek ve bu-
yapamam, benim algıladığım iktisadi gelişme modeli budur” deyip, görevden ay- nu Plan ve Programlara yansıtmak ister. Daha önce 1977’de çıkmış olan Dördün-
rılacak bir bürokrat değildi. Buna somut olarak şöyle bir örnek verebilirim: cü Plan, Cantürk’ün yaklaşımına uygun bir tarzda hazırlanmış bir plan. Sanki hiç-
1974 programı hazırlanacak. 1974 programı yeni bir iktidarın programı olmak bir şey olmamış ülkede, 1973-1977 arasında Üçüncü Planın hedeflerinin amaçları-
durumunda. O dönemde şöyle bir görüşle ortaya çıktı Kemal Cantürk: “Hükümet nın çoğunu anlamsız hale getiren ticaret şokları yaşanmamış, dünya ekonomisin-
değişti ama 1974 programını değiştirmeye ihtiyaç yok, aynı programı uygularız”. deki şoklar yaşanmamış gibi, Üçüncü Beş Yıllık Planı geleceğe uzatıyorsunuz ve
Şimdi olacak iş mi, yıllık program yapıyorsunuz, daha önceki ara rejim iktidarları bu arada sanki dünyada ve Türkiye’de hiçbir şey olmamış gibi hareket ediyorsu-
gitmiş, başka öncelikleri olan yeni bir siyasi iktidar var ve siz diyorsunuz ki “fark nuz. Bu tür bir planın uygulanması imkânı bence yoktu.
etmez, bu giysi ona da buna da uyar”. Bu örnek, Kemal Cantürk’ün iktisadi plan- Plan çalışmaları sırasında, çeşitli toplumsal kesimlerden gelen tepkiler
lama ve iktisat politikasına bakışını simgeleyen çok somut bir olay. nasıldı? (Özel sektör, Sendikalar, Siyasi iktidar) Planı destekleyen, karşı çı-
1970-80 döneminde herhalde DPT açısından yaşanan en önemli gelişme kan kesimler?
4.Plan döneminde yaşananlar oldu. Buna göre 1977 yılında, hükümet tarafın- • Özel sektörün, katıksız bir destekle davrandığını söyleyemem. 1978-
dan DPT’ye verilmesi gereken “Plan Hedef ve Strateji” belgesinin kanuni sü- 79’da özel sektörün siyasi sadakati bakımından bir ara dönem yaşadığımızı söyle-
renin dolmasına bir ay kala verilmesi, DPT’nin dördüncü kalkınma planını yebilirim. O dönemdeki sanayiciler içinde Mümtaz Zeytinoğlu gibi “ulusal sana-
ve 1978 yılı programını bu kısa sürede bitirmesini zorunlu kılmıştır. Bu dö- yi” anlayışına yakın olan sanayiciler olduğu gibi, TÜSİAD çevresinde öbeklenen
nemi anlatabilir misiniz? ve farklı düşünceler taşıyan sanayiciler de vardı. Başlangıçta TÜSİAD çevresinde
• 1977 yılının bir iktidar değişikliği yılı olması dolayısıyla 1978 programı öbeklenen büyük sanayi aslında ahenkleştirilmiş ve güçlendirilmiş bir tepki koya-
Dördüncü Plan’ın bir dilimi olarak hazırlanamadı. Dolayısıyla şöyle bir durumla bilecek durumda değildi. Rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı, fakat çok kategorik,
karşı karşıya kalındı: Dördüncü Plan’ın geçerlilik dönemi bir yıl ötelendi (bu plan olumsuz bir tutum alabilecek durumda değillerdi. Bu durum Dördüncü Plan hazır-
1979–1983 dönemini kapsar), 1978 için de bir yıllık program yapıldı. Bu doğrudan lığı sırasında, 1978 yılındaki konumlarını yansıtıyor. Rahatsızlıkları vardı, ekonomi-
doğruya iktidar değişikliğinin bir yansıması. Yani iktidar değişikliği olduğunda dö- deki enflasyonist baskılardan, ithalat zorluklarından, ödemeler dengesindeki sıkın-
nemin iktidarı, kendi dönemine değişik hedeflerle ve öncüllerle başlayan yeni bir tılardan yakınıyorlardı, ama şikâyetleri ithal ikameci sanayileşmeye tümden karşıt-
plan yapma arzusundaydı; sonuçta 1978 programı bir ara program oldu. 1978 yılı lık ve mevcut hükümetin iktisat politikası seçeneklerinin reddi düzlemine gelmi-
programı çok kısa zaman içinde hazırlandı. O kadar ki, 1978 programının hazırlığı yordu.
hemen hemen eski çalışmaların elden geçirilip, toparlanmasından ibaret oldu. Sendikaların bu dönemde planlama çalışmalarına anlayışla yaklaştıklarını

266 267
söyleyebiliriz. Bakanlığına bırakılmıştır. Maliye Bakanlığı yetkilileriyle kendi teknik hazırlıkları-
Siyasal iktidar meselesinde de şöyle bir sıkıntı yaşandığını söyleyebiliriz. mızı tartıştık, neyin yapılmasının yararlı olduğu konusunda aramızda bir takım gö-
1977-1978’in özel şartları var. Bir stabilizasyona gitmek durumundasınız. Ekono- rüşmeler geçti ve en son kertede, IMF ile müzakereler bizim kaygılarımızı ve dü-
mideki talep fazlalarını ve enflasyonist baskıları, ödemeler dengesi sorunlarını sür- şündüklerimizi de hesaba katacak bir biçimde Maliye Bakanlığı tarafından yapıldı.
dürebilmeniz mümkün değil. Burada stabilizasyon programı ile ilgili konulardaki Yani 1978 stabilizasyon programında DPT’nin de fikri katkısı var, Maliye Bakan-
direnç, ilginç bir şekilde CHP grubu içerisinden gelmiştir. Özellikle 1973–1977 lığı’nın da müzakerelerin bilfiil sürdürülmesinde katkısı var. Biz çoğunlukla Mali-
döneminde Necmettin Erbakan’ın Türkiye’nin çeşitli yörelerine serpiştirdiği te- ye Bakanlığı yetkililerini bilgilendirmeye çalıştık, “Müzakerelerde şunlara dikkat
mellerin fabrika haline dönüştürülmesi konusunda ve yatırım programından belli edin, şu konularda belli çekincelerimiz, ihtiyaçlarımız ve sıkıntılarımız var” deme-
bir takım projelerin çıkarılmaması konusunda CHP milletvekillerinden yoğun bas- ye özen gösterdik. Maliye Bakanlığı bunları IMF mali destek anlaşmasına koyma-
kılar gelmiştir. Özellikle tek tek milletvekillerinin kendi yörelerine yapılacak yatı- ya çalıştı. 1978–1979 mali destek anlaşmalarıyla şimdikilerini karşılaştırırsanız,
rımlarla ilgili bir takım talepleri olmuştur. Oysa ekonomiyi istikrarlandırmak zo- 1978–1979 mali destek anlaşmalarının bugünkülere kıyasla çok az şartlılık içerdi-
rundasınız ve istikrarlandırmanın ister istemez harcamalar üzerine getireceği kısıt- ğini, hele mikro düzleme hiç inmeden temelde para idaresi ve ödemeler dengesi
lamalar var. Burada siyasal iktidardan yoğun destek gördüğümüzü söyleyemem. konusunda bazı kısıtlar getirmekle yetindiğini göreceksiniz. Bu dönemde Maliye
Ancak bu dönemde Bakanlar Kurulu’nun ekonomiyle ilgili etkin bir üyesi olan Bakanlığına bizim telkin ettiğimiz şey, en azından 1978 ve 1979’un ülke için çok
Maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu ile Planlama arasında dürüst ve düzenli ilişkiler büyük bir durgunluk yılı olmamasını sağlamaya çalışan öneriler getirmek oldu.
olduğunu söyleyebilirim. Karşılıklı bir güven duygusu vardı, görüş ayrılıkları ola- 1978 Şubatındaki Bakanlar Kurulu toplantısı çok sıkıntılı geçmiştir. On saate
bilirdi, ama her şeyden önce sorumlu bir işbirliği anlayışı vardı. Onun dışındaki ba- yakın sürmüştür. Plancılar olarak bizler bu toplantıya katılmadık, ama DPT’nin ko-
kanlıklarla ilişkiler problemli midir? Evet, problemlidir. Özellikle Ticaret, Tarım ridorlarında sabahı ettik. Sonuç olarak IMF anlaşması ile ilgili bir açılımın, fiyat ka-
ve Sanayi Bakanlıkları ile ilişkiler bu dönemde çok problemli olmuştur. Bu bakan- rarlarının, destekleme fiyatlarının ve kur değişikliğinin tartışıldığı toplantı, otuzu
lar ve kadroları planlama örgütü ile işbirliğine açık bir tarzda davranmamışlardır. aşkın bakanın teker teker ikna edilmesi amacıyla saatler süren bir meydan savaşı
Toparlamak gerekirse: olmuştur.
Özel sektör, geride bekleyen, katıksız desteğini esirgeyen, hükümete verdiği DPT çalışanlarından Tülin Candır, “sosyal demokrat bir siyasal iktidar-
krediyi tümüyle kapatmayan, ama temelde hükümete güvensiz ve mesafeli bir la, DPT’nin iyi geçinmesi bekleniyordu. Ancak yaşanan sorunlar DPT’yi çok
yaklaşımdaydı. Tepkisini ne zaman ortaya koyacaktır? 1979’da basında yer alan yıprattı” diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
tam sayfalı ilanlarla. • Burada dönemin siyasal iktidarının üst aşamadaki Başbakan Bülent Ece-
Sendikalardan destek aldığımızı söyleyebilirim, hemen hemen tümünden. vit’in kendi siyaset ekibi ile DPT’deki ve Maliyedeki teknisyenler arasında bir or-
Siyasi iktidarla ise, özellikle CHP meclis grubunun istikrar programına ve ya- tak dilin oluşması gerekiyordu. Ekonomiden o dönemde sorumlu bakanları Ziya
tırım projelerinin yeniden derlenip toparlanmasına tavrı temelde olumsuzdur; Ba- Müezzinoğlu, Hikmet Çetin ve Kenan Bulutoğlu olarak düşünürseniz, bunun ya-
kanlar Kurulu içinde de, bazı bakanların dönemin iktisadi problemleri ile uğraşma nında hükümetin müşaviri olarak da DPT Müsteşarını düşünürseniz, bu kişilerin
konusunda tamamen ilgisiz davrandıkları, tamamen kendi bireysel siyasi kariyer- gerek krizden çıkış için düşündükleri, gerekse bir gelişme perspektifi olarak dü-
lerinde yücelmeyi düşündükleri net olarak görülüyor. şündükleri şeyler arasında önemli farklar vardır. Bu önemli farkları gidermenin yo-
lu iktisat konularına yatkınlığı olan bir başbakanın hakemliği ve koordinasyonu ile
Bu dönemde hükümet ile DPT arasında varolan bir gerilimden söz edi-
bulunabilirdi. Bu açıdan Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in hakkını vermek ge-
liyor. Örneğin CHP iktidara geldikten hemen sonra, Şubat 1978’de yapılan,
rek; bu kişiler aslında bir açık üniversite olan YPK’nın çok iyi öğrencileri olmuş-
hükümetin dış ekonomik ilişkilerinin görüşüldüğü (IMF ile ilişkilerin) bir
lardır. Ama Bülent Ecevit iktisadı öğrenmekte ayak sürümüştür. İktisadı öğrenme-
toplantının oldukça tartışmalı geçtiği söyleniyor. Bu toplantıyı anlatabilir
yen siyaset adamları maalesef Türkiye’de başarılı bir siyasi kariyeri de sürdüremi-
misiniz?
yorlar. Bülent Ecevit’in kaderine bakarsanız iktisat öğrenmemek konusundaki ıs-
• Şubat 1978’deki tartışma, temelde, 1978 stabilizasyon programının Ba- rarının bedelini 2001’de çok ağır şekilde tekrar ödediğini görürsünüz. Yine iktisa-
kanlar Kurulu’ndan geçmesi sırasında yaşanmıştır. Biz DPT olarak bu stabilizas- dı öğrenmemekte ısrar eden bir başka sosyal demokrat parti başkanı Erdal İnö-
yon programı öncesinde, bu programın belli başlı öncüllerinin ne olması gerektiği nü’nün siyasi kariyeri de biraz erken bitmiştir. Türkiye şartlarında ülkeyi yönetme-
üzerine Maliye ile konuşmuş, tartışmışızdır. Görüşlerimiz belirli bir olgunluk nok- ye talipseniz, bu maalesef iktisat öğrenmeden olmuyor. Bülent Ecevit’in bu tür ko-
tasına getirildikten sonra inisiyatif IMF ile müzakerelerin muhatabı olan Maliye

268 269
nularda etkili bir hakemlik yapacak bir konumda olmaması ve siyasi belli hedef ve yılında teşkilata alınan insanlar, ehliyetleri ve yetenekleri nedeniyle alınmış insan-
kısıtları kesin şekilde ortaya koymak yerine bazı karar alma süreçlerini delege et- lardır. Bu insanlara siz farklı talimatlar verirseniz, mesleki ehliyetleri ve memurluk
me yoluna gitmesi, ister istemez belli bir takım kopukluklar yarattı. Bu kopukluk- terbiyeleri gereği, o talimatların gereğini yaparlar. Ama bu insanlar siyasi atama-
lar kişisel olarak belli gerilimler yarattı mı? Bazı gerilimler yaratmış olabilir, ama larla gelmemiştir. Bu insanları lütfen verimli olarak çalıştırın”. Turgut Özal’ın
ben bunu kişisel düzleme indirmek istemiyorum. O dönemin bir üst düzey sorum- 1980’li yıllarda bu uyarıma cevabı, 1978-1979’da DPT’ye bürokrasiden gelen tek-
lusu olarak benim ne Bülent Ecevit ile ne Hikmet Çetin ile kişisel düzlemde ger- nisyenlerin hepsini tekrar bürokrasiye göndermek, o dönemdeki üst düzey görev-
gin ve çatışmalı bir ilişkim olmadı. Ama şu gözlem doğrudur: Ekonomik politika- lileri ile yakın işbirliği yaptığı düşünülen bütün uzmanları, düşük sözleşme bedel-
nın nihai kararlarını pişirmesi ve oluşturması beklenen kişilerin bazı ortak payda- leri ile cezalandırıp, kaçırmaya çalışmak ve siyasal görüşleri MHP’den MSP’ye
larda birleşemedikleri bir gerçektir. Bu DPT’yi yıpratmış mıdır? Doğal olarak, yıp- kadar çok değişik bir sağ yelpaze içinde yer alan bir genç teknisyenler kuşağını
ratmıştır. Ekonomi yönetiminin içinde kilit önemde olan bir kuruluş ve bu kilit ku- oraya getirmek oldu. Yani DPT’nin niteliğini bir darbe ile değiştirdiler, DPT’nin
ruluşa yön verebilecek siyasal üst yapı eğer kendi içinde ahenkli davranamıyorsa, insan gücü mevcuduna aşağı yukarı eşit sayıda uzman yardımcısı alarak, DPT’yi si-
ister istemez bu durum kuruluşu yıpratacaktır ve yıpratmıştır da. yasal olarak atanmış bir kurum haline getirdiler. Bu 1960’lı yılların Turgut Özal’ın-
1979’da Demirel azınlık hükümeti döneminde, 24 Ocak kararlarının dan tamamen farklı bir yaklaşım. 1960’lı yıllarda Turgut Özal, “ziyanı yok, farklı
arifesinde aralarında Müsteşar Bilsay Kuruç’un görevden alınmasından son- görüşteki teknokratlar bulunsun, her birinin çalışacağı yer var ve ben onları çalış-
ra siz de istifa ediyorsunuz. 24 Ocak kararlarının arifesinde yaşanan bu ge- tırırım” anlayışında iken, 1980’lerde artık ideolojik olarak şekillendirilmiş ve şart-
lişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? landırılmış bir DPT istiyordu. Artık farklı teknokratik renklere yer yoktu Özal’ın
kafasında. Dolayısıyla 1978-1979’da etkili olmuş ya da planlama faaliyetlerine yo-
• Ben ODTÜ’den izinli olarak 1979 sonuna kadar teşkilattaydım, 1979 so-
ğun olarak katılmış ne kadar teknokrat varsa hepsini yerle bir etti zat-ı muhterem.
nunda yeni bir izin için müracaat etmeyeceğimi ve kurumdan ayrılmayı düşündü-
ğümü Müsteşar’a ve yakın çalışma arkadaşlarıma söyledim. Dolayısıyla benim iz- Benim istifam ise şöyle oldu:
nimin bitişi ile görevden ayrılışım zaman olarak örtüştü. O dönemdeki iki olayı da Biz Kasım 1979’da Ecevit hükümeti görevden ayrıldıktan sonra şöyle bir ter-
hatırlatmak isterim. Biri 1980 programıdır. 1980 programı, Dördüncü Plan’ın bir cihle karşılaştık: “İktidar değişmiştir, Başbakan değişmiştir, biz de gidiyoruz” di-
dilimi olarak hazırlanmış, fakat özgün 1980 programı uygulanmamış, onun yerine yip ayrılmak. Bunu yapmanın “memurluk terbiyesine” uygun olmayacağı kanısına
24 Ocak kararları geçmiştir. Salt biçimsel hukuk açısından bakarsanız ortada bir vardık. Yani ülkeyi bütçesiz, programsız, yarım-yırtık bırakıp gidemeyeceğimizi
hukuk ihlali söz konusudur. Çünkü Bakanlar Kurulu kararı haline gelmiş ve imza- düşündük. Dedik ki, ülkenin programını hazırlarız, bununla uyumlu bütçesini öne-
lanmış 1980 programını uygulamayıp Turgut Özal ekibinin hazırladığı başka bir ririz, göreve yeni gelen insanlar bu konuda yeterli teknik hazırlıkta olmayabilirler,
programı onun yerine yayınlıyor ve uyguluyorsunuz. en azından bütçe çıkar, program çıkar, sonra durumu hükümete söyleriz, “Görevi-
Burada size aktarabileceğim gözlemlerden biri, Kasım ayı içinde, bütçe hazır- miz bitmiştir, buyurun, kimi isterseniz yerimize getirin” diyerek, nezaketle görevi
lanmadan önce Süleyman Demirel başkanlığındaki YPK’ya aşağı yukarı bir hafta bırakırız diye düşündük. Yaklaşımımız bu şekilde oldu, Kasım sonuna kadar prog-
boyunca 1980 programının öncülleri konusunda açıklama yapmamdır. Süleyman ramı yaptık, bütçe önerilerimizi hazırladık.
Demirel’in bütün sorularını cevaplamaya çalıştım; niye böyle bir 1980 programı Bu günden baktığınızda 4. Planın, o günkü toplumsal koşullar içinde uy-
düşündüğümüzü ve bu programdaki belli başlı önceliklerin neler olabileceğini an- gulanmasının mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?
lattık. Süleyman Demirel bir yerde daha düşük cari açıklar veren, daha düşük ya- • Geçmişe baktığımız zaman şöyle bir gözlem yapıyorum. Dördüncü Plan
tırım kotaları öngören bir egzersiz yapmamızı istedi, onu da yaptık, YPK’da anlat- aslında Üçüncü Plan’ın tamamlayamadığı sınaî derinleşmeyi (industrial deepening)
tık. Bunun hangi yatırım projelerini nasıl etkileyeceğini de anlatmaya çalıştık; bu bir kademe daha öteye taşımak istiyordu. “Acaba dönemin istikrarlandırma gerek-
ikinci öneriyi beğenmedi. “Siz ilk yaptığınızı kesinleştirin” dedi. Fakat bu tutumu- leriyle, sınaî derinleşme ihtiyacını birlikte değerlendiren ve bir yerde toplumsal
nun tamamen bir yurt içi halkla ilişkiler egzersizi olarak alındığı açık. Daha yavaş destekten tümüyle kopmamış bir ara çözüme gidebilseydik, acaba bu planı götüre-
büyüme öngören, yatırım bütçesini iyice budayan bir değişikliği deklare etmek ve bilir miydik?” sorusunu, bir yerde üzerine bir sual işareti koyarak düşünüyorum.
o günün şartlarında siyasal itibar kaybetmek istemedi. Niye sual işareti koyuyorum? Uluslararası konjonktüre baktığınız zaman, uluslara-
24 Ocak kararlarının arifesinde yaşanan bir başka olay var. Bu da Turgut Özal rası konjonktür yeni sağın ‘Reagan’cı ve Thatcher’ci görüşler doğrultusunda sav-
ile ilgilidir. Görevden ayrılmadan öne Turgut Özal’la bir görüşme yaptım; Turgut rulduğu, yeni sağın ve parasalcı, yeni klasik görüşlerin öne çıktığı, bütün uluslara-
Özal Müsteşar olarak atanmıştı o dönem. Kendisine şunları söyledim: “1978–1979 rası kuruluşların bu düşüncelerin çığırtkanlığını yaptığı bir dönemde, acaba ekono-

270 271
miyi 1983’e kadar götürebilir miydik? Ekonomiyi 1983’e kadar götürmemizde, planlama amacıyla değil, yapısal uyum amacı ile yapısal uyum projelerinin hazır-
ödemeler dengesi açısından bir sıkıntının olduğu muhakkak, ama belki istikrarlan- layıcısı, koordinatörü ve icracısı olarak kullanılıyor.
dırma ile ekonomideki yapısal derinleşme meselesinin daha iyi bir dengesini oluş- 1980 ile başlayan değişim sürecinde DPT açısından kurum içinde ve ge-
turabilirdik. Ve bu 1983’e kadar en azından bu endüstriyel yapıda en azından biraz nel olarak bürokrasi içinde DPT’nin saygınlığının ve ağırlığının azalmasına
daha mesafe almamızı sağlayabilirdi. Ama burada tahmin ediyorum ki, uluslarara- neden oldu mu?
sı konjonktür konusunda karşı karşıya kaldığımız ciddi engelleri ve dirençleri aşma
• 1980 ile başlayan değişim, planlamayı daha farklı bir düzleme getirdi. Bu
konusunda zorlanacaktık. En büyük zorluk olarak görünen ödemeler dengesi fi-
dönemde planlamanın artık 1980 öncesi planlama olmaması gerekirdi. 1980 önce-
nansmanında çok acayip bir durum yaşandı. Bakın Dördüncü Plan’ın net dış ser-
sinin planlamasının bazı unsurlarını muhafaza etmek, sanki planlama varmış gibi
maye gereklerine; Dördüncü Plan’ın dış finansmanını sağlamakta ayak sürüyen
davranmak, planlama felsefesine tamamen aykırı bir iktidarda planlama yapılıyor-
uluslararası finans çevreleri, istediğimiz dış desteğin çok daha fazlasını değişik bir
muş gibi davranmak tabii ki kuruma itibar kaybettirmiş olabilir. Ama bunun ya-
yapılandırma anlayışı içerisinde 24 Ocak kararlarıyla başlayan süreçte Türkiye’ye
nında başka bir şey ortaya çıkıyor. Türkiye şartlarında baktığınızda önemli devrevi
vermişlerdir.
hareketler sırasında bürokraside farklı bir takım kurumların gündeme geldiğini gö-
Özetle, geçmişe baktığımda, o günkü toplumsal koşullar içerisinde istikrar- rüyorsunuz. 1930’larda bu İktisat Vekaleti’dir. 1950’li yıllara bakarsanız, bu
landırma gerekleri ile sınaî derinleşme gereğinin biraz daha dikkatli bir sentezini (“HAZMİİT” diye kısaltılan) Hazine ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatıdır.
yapmaya çalışabilirdik. Toplumsal destekleri çoklaştırmak için şunu belki emekçi- 1960’lara gelindiğinde bu DPT’dir. 1980’lere gelindiğinde ise bu Hazine ve Dış
lere daha iyi anlatmaya çalışabilirdik: Belli bir takım taleplerinizi bu dönemde da- Ticaret Müsteşarlığı ile Merkez Bankası’dır. Dönemin ruhunu, iktisadi gelişme ve
ha makul düzeyde tutmaya çalışın, çünkü önerdiğimiz iktisat politikalarının alter- regülasyon anlayışını temsil eden yeni odaklar eğer Merkez Bankası ve Hazine ise,
natifi bir yeni sağ stabilizasyonudur, bundan kaçınmak için mümkün olduğu kadar o zaman DPT ister istemez pozisyon kaybediyor. Çünkü siz bir yerde yeni döne-
hükümete desteklerinizi esirgemeyin. Ama dönemin iktidarının soldan gelen siya- min ruhunu temsil edeceksiniz. Yeni dönemin ruhunu temsil ederken, kendinizi
sal desteklerinin hepsi, iktidara yakın olmanın coşkusu ile yüz yüze idiler. İstikrar- yapısal uyumun icracısı, karargâhı yerine koyuyorsunuz ama bu modelin esas ak-
landırma gerekleri onların gündeminde yer alan bir şey değildi. “Sol” bir iktidar ise törleri Hazine ve Merkez Bankası, yani siz esas aktör değilsiniz. Siz Turgut Özal’ın
siyasal olarak o günlerde söz konusu olabilecek bir şey değildi. Yani CHP iktida- sağ kolları olarak oraya yerleşip, yapısal uyumun orkestrasyonunu sağlamakla gö-
rından Allende Şili’sinin tavır ve programını beklemek doğru değil. CHP hüküme- revlendirilmişsiniz. Bu anlayış kurumu bir yerde fuzuli (redundant) hale getiriyor,
ti esas itibariyle rejimin dayandığı ekonomik ve siyasal felsefeyi tümüyle bir kena- kendisine hayat veren felsefe ortadan kalkmış, siz değişik bir görev bağlamında iş
ra atarak, yeni baştan, değişik ve sosyalist bir model öneren bir hükümet değil ki, yürütmeye çalışıyorsunuz. Ama aynı zamanda eskiden intikal eden yetkileri ve gö-
soruyu farklı bir noktaya getiresiniz. Ortada çapraşık bir toplumsal durum var. rev alanlarını işgal ederek bu işi yapıyorsunuz, bu tutarsız bir şey.
“Karşılaştığımız durum sınıf mücadelesi olgusunun bir yansımasıdır. O zaman sınıf
Planlamanın 20. yılı olması nedeniyle yayınlanan ODTÜ Gelişme Dergi-
mücadelelerinin gerekleri yapılsın”. Böyle bir tavır esas itibariyle CHP’den bekle-
si’nin “Planlamanın Yirmi Yılı” özel sayısında, V. Plan ile birlikte planlama-
nebilecek bir tavır değil. Yani CHP sosyalist bir parti değil ki, sosyalist bir parti-
nın sona erdiği söylenmekte. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
nin sosyalist programına sahip çıkması beklenebilsin.
• Buna katılıyorum tabii. Planlama olayı 24 Ocak’la bitmiştir. Ama kurum-
1980 yılının başında uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile ekonomi-
lar, tıpkı insanlar gibi, fikri hayatları bittikten, kendilerine vücut veren felsefe bit-
nin yapısı şekil değiştiriyor. Bundan sonra ithal ikameci sanayileşme modeli,
tikten sonra da yaşamaya devam edebilirler. Bitkisel hayata girmiş insanlar var, bu
ihracata dayalı modele dönüşüyor. Bu dönüşümün merkezinde de ekonomiye
insanlar hayatta mı? Biyolojik anlamda hayatta, yaşadıklarına hayat derseniz ha-
devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın kendi kurallarına göre işleme-
yatta. 24 Ocak’la beraber planlama sona ermiştir.
si var. Sizce bu süreçte devletin ekonomiye müdahalelerini planlayan kurum
olan DPT’yi nereye koymak gerekir? DPT’nin 24 Ocak kararları sonrasında Ekonomide uygulanan kalkınma modelleri, bazı kurumları öne çıkarı-
oluşan yeni yapısındaki işlevleri nelerdir? yor. Örneğin, ithal ikameci, içe yönelik birikim modelinde DPT daha önemli
bir konumdayken; ihracata dayalı, dışa dönük modelde Hazine Müsteşarlığı
• DPT’nin 24 Ocak kararları sonrasında oluşan yeni yapıdaki işlevi, yapı-
ya da Merkez Bankası öne çıkıyor diyebilir miyiz?
sal uyum projelerinin odak noktası ve karargâhı olmaktır. Bu işlevinde tabii DPT,
Dünya Bankası ve IMF ile çok yakın bir işbirliği platformunda yer alıyor ama esas • Eğer sanayileşme sürecinde kaynak tahsisi kararlarına mikro ölçekte mü-
itibariyle işlevi yapısal uyumun koordinatörü olmak, temeldeki işlev bu. Yani DPT dahale etmek istiyorsanız burada DPT’nin rolü var. Aksi takdirde DPT’nin mikro
ölçekte işlevi kalmıyor. Makro ölçekte, yani “kısa dönemde ekonominin yönetimi”

272 273
(“short term management”) meselesine geldiğinizde, onu da zaten Hazine ve Mer- • Planlar artık ilginç siyaset belgeleri olmaktan çıktığı için, DPT’nin plan-
kez Bankası yürütüyor. İkincisi, Hazine ve Merkez Bankası 1960’lı ve 1970’li yıl- lar üzerindeki etkisinin azalması sorun olmaktan çıkmış durumdadır.
larda şimdiki mesleki yetkinlik düzeyinde değildi. Hazine ve Merkez Bankası Türkiye’nin 1980 sonrası sürecinde DPT’nin kapatılması gerektiği, ar-
1980’li ve 1990’lı yıllarda insan gücü kalitesi olarak oldukça yetkin düzeylere var- tık işlevsiz bir kurum olduğu yönünde tartışmalar görülüyor. Ancak DPT’nin
dılar. 1960’lı ve 1970’li yıllarda teknik yetişkinlik bakımından DPT Hazine ve Ma- bu dönemde küçülmemesini, hatta tersine personel sayısındaki artışın devam
liye ile Merkez Bankası karşısında önemli bir avantaja sahipken, o avantaj, o marj etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
1980’li yıllarda ortadan kalktı.
• DPT’nin 1980’in hemen sonrasında küçülmemesi, ilkin DPT’nin endok-
Genel olarak planlama sürecinde DPT ile diğer bürokrasi ile yaşanan trine edilmiş insanlarla doldurulması isteğinden kaynaklanıyor. İkincisi, sürekli si-
sürtüşmelerin temel nedenleri nelerdir? (Maliye B., Dışişleri B., KİT’ler, Ha- yasi iktidar değişiklikleri sırasında herkes DPT’ye kendi yandaşlarını yerleştirme-
zine v.b.) ye çalışıyor; zaten emsal 1980’de yaratılmış. 1980’li yılların sonunda Anavatan
• Kurumlar arasındaki sürtüşmeler çoğunlukla olur. Bence bunları açıklar- Partisi sonrasında, koalisyon iktidarları var 1990’lı yıllarda. Her koalisyon iktidarı
ken kurumlara özgü amaç fonksiyonlarının farklılıklarından hareket etmek gerek. oraya kendi insangücünü yerleştirmeye çalışmış. Bunun sonucunda DPT’nin kü-
Bürokraside herkes kendi kuruluş yasası ile verilmiş hakları kullanmak konusun- çülmemesi olağan.
da duyarlıdır. Bürokratların temel davranış tarzlarından biri, kanunla kendisine ta- 1980 sonrasında “planlamanın fiilen önemini yitirdiği” görüşlerinin öne
nınmış olan görev ve yetki alanını hasisçe korumaktır. Dolayısıyla, bürokraside her sürüldüğü bir dönemde, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi kurumla-
zaman “sınır kavgaları” olur. Sınır kavgaları içerisinde uzlaşma bazen siyasi otori- rın, DPT’yi desteklemelerini ve planlamalara devam edilmesi gerektiğini tav-
telerin inceliği ve ehliyeti ile (örneğin, Ziya Müezzinoğlu dönemindeki Maliye siye etmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bakanlığı) ya da bürokratların yönetim anlayışları ve kişisel yaklaşımları ile çö-
• Burada iki evreyi ayırt etmeliyiz. 1980’in hemen sonrasında planlama ör-
zümlenir. Biz DPT’de 1978-1979’da çalışırken Maliye Bakanlığı’nın ve Hazi-
gütünün etkisizleşmesi konusunda OECD, Dünya Bankası ve IMF’den gelen te-
ne’nin bürokratları ile hiçbir zaman gergin ilişkiler içerisine girmedik. Görüş ayrı-
mel telkin bir yerde şu: DPT esas itibariyle kalkınmacı, ithal ikameci sanayileşme
lıklarımız oldu, ama görüş ayrılıklarımızı gidermenin yolunu bulduk. Meseleyi kav-
fikriyle endoktrine olmuş, bu tür modellerle beraber yaşayan ve anılan bir kurum
ga etmeden çözmek bürokratik geleneklerle bağdaşabilir.
olmuştur. Dolayısıyla etkisizleşmelidir.
1960–1980 arası sık sık görülen DPT-siyasal iktidar; DPT-bürokrasi ça-
DPT bir temel felsefe değişikliğine muhatap olduktan sonra, DPT’nin örgüt
tışmasına 1980 sonrasında pek rastlanmıyor. Sizce bunun nedenleri nelerdir?
olarak bürokrasi içinde bulunmasında herhangi bir sakınca yok; çünkü DPT diğer
• Nedenleri bence çok açık. Geçen yirmi yılı aşkın sürede sağ iktidarlar kuruluşların hiçbirisinde olmayan, ekonominin ve toplumun tümüne bakış gelene-
DPT’yi tümüyle kendi ideolojik kalıbına dökmüş, öyle şartlandırmış. DPT zaten ğini hâlâ koruyan bir kurum. Yani Merkez Bankası kafasını para idaresinin bir nok-
kendi sorumluluk alanını yitirmiş, bir görev tanımı kaymasına uğramış, bürokrasi tasına takabiliyor, Hazine kafasını borç idaresinin bir noktasına takabiliyor ve gö-
ile niye çatışsın? zü başka bir şey görmüyor. Yani olaya, tabir caizse, at gözlüğü ile bakma alışkan-
Planlama sürecinde, teknik otorite ile siyasal otorite arasında ilişkiyi ku- lığı var. Ne kadar vasıfsız ve deneyimsiz olursa olsun, planlama örgütündeki bir uz-
ran en önemli kurum YPK. Bu anlamda YPK’nın 1960–1980 arasında varo- man, göreve girdiği andan itibaren tüme bakış “terbiyesi” ile cihazlanır. Dolayısıy-
lan halinde plancı bürokratlar ile siyasetçilerin hem sayısı hem de oy ağırlı- la Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi kurumlar en son kertede, fraksiyonel
ğı eşit. YPK’nın bu özelliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? çıkarlara değil, olayın tümüne bakmak gerektiğini düşündükleri anda, yine gider
• YPK’da plancı/bürokrat oranının 1/11’e inmiş olması şu anlamda bir DPT’yi bulurlar. Şimdi işbirliği yapmalarının önündeki temel engel kalkmıştır;
temsil sorunu doğurmuş gibi görünüyor. Ama unutmamak lazım ki, YPK’da hâlâ DPT “muzır” bazı doktrinlerden temizlenmiştir. Öyleyse DPT ile işbirliği yapıla-
şu gelenek sürüyor: DPT Müsteşarı “Efendim bu konuda uzman bir arkadaşımız bilir.
var, kendisini dinleyelim” dediğinde YPK’ya davet edilir o uzman. YPK kararının Son yıllarda artık 5 yıllık kalkınma planlarının ya da yıllık programla-
altında imzası yoktur, ama düşündüğünü aktarabilme olanağına sahiptir. rın pek dikkate alınmadığı ve uygulanmadığını görüyoruz. Bu çerçevede
1980 sonrasında YPK’daki Plancı bürokrat/siyasetçi sayısı, önce 1/7, “Planlamayı”, artık küreselleşen dünyada geçerliliğini yitiren bir kavram
sonra ise 1/11 oluyor. Bu durumda DPT’nin planlar üzerinde etkisi giderek olarak mı değerlendirmemiz gerekir? Yoksa hala ihtiyaç var mı?
azaldı diyebilir miyiz? • Artık değişik kalkınma planlaması anlayışlarının tartışılmasının gerektiği

274 275
bir döneme giriyoruz. Planlama artık 1960’lı, 1970’li yılların planlaması olamaz. pısal uyumun orkestrasyonu farklı mecralara, Hazineye ve Merkez Bankasına ka-
Değişen şartlarda yeni bir planlama anlayışına gitmemiz gerek. Yani planlama ge- yıyor. Yani 1990’lı yıllardan sonra DPT’nin işlev sorunu var. Bu işlev sorunu ile il-
çerliliğini yitirmesinden çok, yeniden tanımlanması gereken bir kavram. Neyi gili bir yeniden yapılandırma söz konusu olduğunda 1990’lı yıllarda Anavatan Par-
planlamaya çalışıyoruz, hangi araçlarla bu işi yapmaya çalışıyoruz. Yani amaç-araç tisi-DYP koalisyonu sırasında yapılmış bir yasal düzenleme var. Bu düzenleme
meselesini yeni baştan gündeme getirmek gerek. Ama kesinlikle DPT’yi 1960- DPT’yi yeniden şekillendirmeye çalışıyor ve daha da büyütüyor. Yani DPT’yi bir
1970’li yıllardaki fonksiyonlarını sürdüren bir kurum olarak düşünmemek gerek. stratejik planlama odağı olarak almak yerine, yine sorumluluklarını alabildiğine ta-
DPT hala yatırım vizeleri veren bir kuruluş. DPT’yi kamu kuruluşları tarafından şıran, başka alanlara da tedahül eden bir yapı var. Bürokrasi kendi etkinlik alanla-
kendisine verilmiş yatırım listelerini bir tek satırına bile bakmadan, üzerine mühür rını kolaylıkla terk etmek istemez.
basarak tescil eden, sonunda 2000 yılına gelindiğinde ülkeyi bir yatırım mezarlığı “Stratejik planlama” kavramını, bugün için uygulanması gereken bir
haline getiren bir kurum olmaktan çıkarmak lazım. Hâlâ ihtiyaç var, ama amaçlar yaklaşım olarak mı görüyorsunuz?
değişecek, hangi sektörlerde, hangi makro veya mikro düzlemlerde müdahale edi-
• Tabii. Bugün kapitalist ekonomide bütünü görebilen insan pek yok. Ka-
leceği ile ilgili net bir anlayış olacak.
pitalizmin iki yüzyıllık ekonomik tarihi baştan sonuna kadar krizlerle dolu olan bir
Esnek planlama, stratejik planlama olarak ifade edilen yeni planlama tarih. Kapitalist, toplumsal bütünü göremiyor, yani bütünü algılamak konusunda
yaklaşımlarının, önceki modelden temel farklılıkları nelerdir? DPT bu yeni ciddi zaaflarla karşı karşıya. Bütünü görebilmek için, ister istemez bazı insanların
yaklaşımları benimsedi mi? fikir üretebilmesi lazım. Bu fikir üretimini yapmaya yarayabilecek odaklardan bi-
• Bu soru çok kapsamlı, bunu çok uzun tartışmamız gerek. DPT bu yeni ri Planlama olabilir. Tek odak mıdır? Yani burada bir bilgi üretim tekelini elinde mi
yaklaşımları lafta benimsese bile, uygulamada kendi etkinlik alanını bırakmak iste- bulunduracak? Hayır, ama Türkiye şartlarında eğer ekonominin ve toplum hayatı-
memiştir. Üstelik durumdan vazife çıkarmıştır. DPT 2003 “pre-accession” progra- nın tümüne bakabilme yetisine sahip insanlar varsa ve bunlar planlamada yer alı-
mı hazırlamıştır AB’ye giriş için. Niye? AB meselesi çok popüler, bari biz burada yorsa, o zaman kurumun bu tür aktiviteler içinde yer alması doğal.
bir mevzi alalım, yani durumdan vazife çıkaralım. Dolayısıyla DPT bu yeni yakla-
şımları ara sıra benimsemiş görünse bile, bunu uygulamaya intikal ettirmemiştir.
DPT neden vazgeçmiyor? Kendisine yasayla tanınmış belli görev ve yetkiler var,
bu yetkileri bırakmak istemiyor.
Son yıllarda sıkça tartışılan bir kavram da “yönetişim” kavramı. Buna
göre artık devletin klasik yönetim işlevinin tıkandığı ve bunu yerine özel sek-
törün, devletin ve STK’ların katıldığı yeni bir modelin işletilmesi gerektiği
vurgulanıyor. “Yönetişim” yaklaşımının, planlama uygulamalarına bir etki-
si oldu mu?
• Oldu tabii. Bugünün planlaması, bugün icra edildiği, yani DPT’nin algı-
ladığı biçimde bir yönetişim planlaması olarak görülüyor.
Türkiye’deki kalkınma çabalarını değerlendirdiğimizde, DPT’yi bu sü-
rece müdahale edebilen bir aktör olarak değerlendirebilir miyiz?
• Hayır. Özellikle 1980’li yıllardan sonra, hayır. 1960–1980 arası için evet,
ancak şu anlamda: Sürece doğrudan müdahale edebilen bir aktör değil; ama süre-
cin aktörlerine, yani siyasi iktidarlara, hükümetlere yol gösterici olabilecek input-
lar veren bir aktör. Süreci şekillendiren bir aktör değil. Yani olayda hiçbir zaman
hükümet, ya da büyük sermaye, ya da tarımda çalışanların bir kesimi, zanaatkârlar,
küçük esnaf... türünde bir aktör değil. Ama bu oyunun aktörlerine önemli inputlar
sağlayan bir kurum. Bu açıdan değerlendirdiğimizde 1980’e kadar durum böyle.
1980’den sonra şöyle bir şey var: DPT yapısal uyum faaliyetlerinin orkestrasyo-
nunu yapan bir kuruluş, ancak 1990’lı yıllara kadar 1990’lı yıllardan sonra artık ya-

276 277
EK-14: yet olumsuzdu, bize hiçbir şekilde yardımı olmadı.
Prof. Dr. Sevim Görgün ile görüşme, 9 Mart 2004, İstanbul. Milli gelir 1950’de hesaplanmaya başlamış, geri bir yıl olarak 1948’e gitmiş-
ler. Dolayısıyla 10 yıllık bir seri var elimizde ve o da hiçbir işe yarayacak bir seri
değil. Çünkü ekonominin büyük bir kısmı henüz daha para ekonomisine bağlanmış
1960 müdahalesinden sonra, planlama teşkilatının kurulması için aynı
değil. Mesela girdi-çıktı tablosunu hazırlarken başımız büyük derde girdi, çünkü
anda farklı çalışmalar yürütülüyor. Ancak daha sonra Devlet Bakanı Şefik
milli gelir rakamları var ama ayrıntılar yok. Mesela şu kadar yumurta var gibi bir
İnan’ın, Planlama Teşkilatı ile ilgili olarak yaptığı çalışma kabul edilmiyor.
rakam var ama “ona inanmayın” diyor verenler de, “ben ne bileyim köylünün ne
Bu dönemi anlatabilir misiniz?
kadar yumurta topladığını” diyorlar. Bir tek elimizde güvenilir istatistik, ithalat ve
• Şefik İnan bey ile olamazdı, çünkü o dönem planlamanın başına asker bir ihracat var, o da kaçakçılık dışında. Onun dışında hiçbir şey yok.
adam lazımdı. Şinasi Orel de bir kurmay albaydı, gerçi planlamaya sivil olarak ka-
İşte bu koşullarda, Milli Birlik Komitesi (o zamanki bakanlar kurulu) bizim-
tıldı ama hala askerdi. Orel, (Talat Aydemir’in) darbe girişiminden sonra ayrıldı as-
le gayet yakından ilgileniyor. Bize de o aşılandı. Yani “siz yapın biz bunu uygula-
kerlikten. Dolayısıyla bizi toparlayan Şinasi Orel’di.
tacağız”. Tabi benim o zaman da aklım pek yatmadı. Siyasi sorumluluğu olmayan
İlk önce Attila bey, Sadun bey ve Nejat Bengül vasıtasıyla Nejat Erder’le iliş- bir kuruma nasıl bu kadar yetkiyi verirsiniz diye, nitekim sonra her şey alt-üst ol-
ki kuruluyor. O dönemde bir de Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nden gelen bir kanal du.
var, o da Ayhan Çilingiroğlu ve Turgut Özal. Bunlar en baştaki kadro. Sonra on-
Yani, Şefik İnan’ın o dönem planı hazırlayacak bir ekibi yoktu, planı yabancı
lardan “kiminle çalışmak istersiniz” diye isimler alınıyor. Onlar beni öneriyorlar
bir ekibe yaptıracaktı. Hâlbuki Şinasi Orel yerli uzmanlarla yapılması gerektiğini
(Gülten Kazgan’ı da öneriyorlar ama o gelmedi). Sonra Osman Nuri Torun’u öne-
düşünüyordu. Dolayısıyla Şinasi Bey’in topladığı ekibin hazırladığı taslak kabul
riyorlar(Sanayi Kalkınma Bankasından- Osman Bey, Sadun beyin çok iyi arkada-
edildi ve planlama kuruldu. Çalışmalarımız sürerken oldukça geniş imkânlarımız
şı, o öneriyor). İktisat fakültesinden Oktay Yenal ve İbrahim Öngüt çağırılıyor. Bir
vardı, örneğin istediğimiz danışmanı getirebiliyorduk dışardan. Yani herkes pek
de Yorgo (Demir Demirgil) vardı o dönem askerliğini yapıyordu, o dahil oluyor.
memnundu, müthiş itibarlı bir durumdaydık. Çünkü planlama teşkilatı çok itibarlı,
Bizim planlamaya katılmamız şöyle oldu: Bir gün üniversiteye geldiler, plan- çünkü herkesin ayrı bir çıkarı var. Yakın olmaktan ve kendi düşüncelerini kabul et-
lamaya katılmamızı istediklerini söylediler. Yani nereye gittiğimizden ve niçin git- tirmekten.
tiğimizden daha haberimiz yoktu. Çünkü hepimiz Amerika’dan yeni dönmüştük,
Planlama Teşkilatı kurulduktan sonra, bürokrasiyle ilişkileri nasıldı?
ben doktoramı yapıp dönmüştüm, üniversitede asistandım. Kabul ettik, yani pek
Olumlu veya olumsuz tepkiler oldu mu?
bir şeyden haberimiz yok ama kabul ettik ve 1959’un Aralık ayında -1960’ın ba-
şında- Ankara’ya gittik. Ve şimdiki senato binası olan yerde bize odalar verdiler, • Ooo.. hem de nasıl. En başta Maliye Bakanlığı ile. Çünkü DPT’nin ku-
biz de oralara oturduk. Ve bize plan yapacaksınız dediler. rulmasıyla Maliye Bakanlığı’na ait olan çoğu yetki planlamaya geçmişti. O zama-
na kadar Türkiye’de iktisat politikası demek, bütçe demekti ve iktisadi devlet te-
İşin biraz matrak tarafı, planın ne olduğunu biliyoruz da, tabii veri lazım. Ve-
şekkülleri de buna dahil. Şimdi durum böyle olunca, Maliye Bakanlığı elinden ge-
ri diye bir şey yok, daha doğrusu olup olmadığını da bilmiyoruz. Bu arada Tinber-
leni ardına komadı. Ne veri veriyor, ne bilgi veriyor, yani müthiş baltaladı yapılan-
gen ara sıra gelip gidiyor, ama Tinbergen’in yardımcısı olan Koopman, sürekli An-
ları. Öteki kurumlar da öyle. Mesela İktisadi Devlet Teşekkülleri, Karayolları,
kara’da bulunuyordu. Aslında Koopman’ın pek bir şey yaptığı yoktu, hatta hiçbir
Devlet Su İşleri…
katkısı olduğunu zannetmiyorum. Bu arada Hikmet Çetin, Atilla Candır, Tülin
Candır’da uzman yardımcısı olarak geldiler. Başımızda Müsteşar olarak Şinasi O arada planlamada bir de askerden gelenler grubu var, yani o sırada askerli-
Orel Var, İktisadi Planlama Dairesi Başkanı Atilla, Sosyal Planlama Dairesi Baş- ğini yapanlar var. O sırada Süleyman Demirel de askere gitmiş, o da geldi. Ve De-
kanı Nejat Erder, Koordinasyon Dairesinde de Osman Nuri Torun var. mirel’in de yanında bir kısmı askerden onunla beraber gelen, bir kısmı da daha ev-
vel tanıdıkları bir grup var. Onlar ilk önce planlama binasındaki uzun koridorun so-
En kalabalık grup, Ayhan’ın altında, çünkü onlar sektör analizi yapıyorlar. Biz
nundaki odada hep beraber oturuyorlardı, kimse onlara yüz vermiyordu. Fakat son-
de iktisadi planlamada makro planı hazırlayıp, hedefleri belirleyeceğiz. Benim özel
ra “staff” toplantısı diye yapılan toplantılar olurdu. O dönemdeki bütün derdimiz
işim (zaten öyle pek de kesin bir iş ayrımı yoktu) kamu kesimiydi (İDT ve bütçe-
veriler ulaşmak, teorik olarak ne yapacağımızı biliyoruz, ama veri yok elimizde. O
li daireler…). İlk önce bir makro plan yapalım dedik ve çıkara çıkara, zar zor 7 de-
toplantılara Süleyman Demirel’de gelmeye başladı. Demirel her şeyi biliyor, Tür-
ğişkenli bir plan hazırladık. Veri bulmakta çok zorlanıyorduk. Olan verileri de ala-
kiye’de ne kadar üzüm var, ne kadar şarap üretilir… Doğru mu yanlış mı bilmiyo-
mıyorduk. Çünkü Devlet İstatistik Müdürlüğü’nün başında Şefik İnan vardı ve ga-
rum ama adam rakam söylüyor durmadan. Öyle olunca tabi itibarı yükseldi plan-

278 279
lamada. iki gün sonra Kaldor Türkiye’ye geldi. Kaldor çok beğendi bu tür bir vergilendir-
Ancak planlama, bürokrasi tarafından kabul görmediği için, Demirel eski et- meyi. O sırada bir de “Jacops” diye toprak reformunda uzmanlaşmış bir adam gel-
kisini kullanarak işleri yürütüyordu. Yani bürokrasi, planlamayı değil, Demirel’i di. O da İngiltere’den.
zaten tutuyordu. Sonra ona makine-çelik ya da makine sektöre verildi ama hiçbir Tabi bunlar hemen İstanbul’da duyuldu. Çünkü İstanbul’da da Maliye Ba-
şey yapmadı. Süleyman Demirel o aralarda parti kurma çalışmaları yapıyordu, za- kanlığı ayrı bir grup kurmuş, vergi reformu diye ayrı bir çalışma yürütüyor. Orada
ten askerliği de bitince ayrıldı planlamadan. da Ali Alaybek diye, Türk vergi sisteminin babası olarak kabul edilen bir adam var.
Bütün bu kısıtlara rağmen, gece gündüz çalıştık, saat 12’lere kadar planlama- Ve tabii onlar İstanbul sermayesiyle gayet içli dışlı. Durum böyle olunca, İstanbul
daydık. Topu topu 11 kişiydik, daire başkanları ve uzmanlar dahil. Tabi bir de uz- sermayesi bir hayli irkildi. Çünkü hepsi tarım ve toprak kökenli, yani hepsi değil
man yardımcıları vardı. İlk önce hükümetten hedefleri ve stratejiyi istedik, biz ona ama Koç dışında, Sabancılar ve Adana’dan gelenler toprak kökenliler ve tam ola-
göre onun dökümünü yapacağız. Hükümet hazırlanan hedefleri kabul etti; yüzde 7 rak kopmamışlar. Dolayısıyla tarımın vergilendirmesine karşılar.
büyüme –ezberimde hala- , yüzde 21 tasarruf, bunun yüzde 3’ü dışarıdan gelecek, Aslında, tarımın vergilendirilmesi (tarımdan sanayiye kaynak aktarıl-
yüzde 18’i de içeriden sağlanacak, sermaye/hasıla oranı da 3. ması), sanayicilerin kendi çıkarları açısında da istenilen bir şey olması gerek-
Bu durumda esas sorunumuz kaynakların nasıl bulunacağıydı. Tabi, vergi re- mez mi?
formuyla. Vergi reformundan ben sorumluydum. Benim de aklımda o zamanlar • Gayet tabi ama maalesef o kadar bilinçli ve mantıklı değillerdi. Hala o
Türkiye’de tarımın çok önemli olduğu vardı. Tarımdan doğru dürüst vergi alınmı- geleneksel kafa yapısını koruyorlardı. Burada büyük bir kargaşa yaşandı. Hazırla-
yor. Tarım, gelir vergisi kapsamına alınmış ama hiç vergi alamıyorlar, “üniter ver- dığımız çalışmayı kimseye Kaldor Raporu diye yutturamadık, benim yazdığım or-
gi olsun” diye tutturmuşlar. Vergi almaya imkân yok, çünkü çiftçi okur-yazar de- taya döküldü. “Nasıl hazırlar 6 günde” diye sorular oldu. Bir de Jacops’un gelme-
ğil, yani gelir vergisini tutacak durumda değil. Sonra, topraklar çok büyük, onlar si ve bu öneriyi beğenmesi, İstanbul’u büsbütün irkiltti. Jacops’un öneriyi beğen-
yarıcı usulü işletiliyor ve toprak sahipleri şehirlerde, yani ilgilenmiyorlar. Kapita- mesinin sebebi, toprak reformunu gerçekten kolaylaştırmasıydı. Toprak reformunu
list bir işletme kesinlikle yok. Geleneksel, derebeylik usulü yürüyor büyük toprak- istememizin nedeni şuydu: Yalnız büyük toprakların bölünmesi değil, küçüklerin
lar. Bir de çok küçük topraklar var. Zaten onlarda ürünün yarısını kendileri yiyip, de birleştirilmesi gerekiyordu. Onun sonuçları daha sonra ortaya çıktı, İstanbul’a
yarısını satıyorlar ve toprak çok kötü kullanılıyor. Yani Türkiye tarımsal potansiye- hücum ve Anadolu’da da bir sürü işlenmeyen küçük küçük topraklar.
lini hiçbir şekilde kullanamıyor. Bu büyük bir kavga yarattı. Çünkü bizim ana hedefimiz, elimizdekini arttır-
Bu dönemde en önemli tartışmalardan biri, tarımla mı, yoksa sanayiyle mi mak için tek kaynak olan vergi reformuydu. Finansman için başka çare yoktu.
kalkınılacak? Biz “tarım olmadan sanayileşme doğru dürüst olmaz” diyorduk. Ta- Çünkü zaten altyapıda büyük eksiklikler var, enerji darboğazı var, yollar kötüy-
bi bu planlama tartışmalar Cemal Gürsel’e kadar yansıyordu. O bir mesaj yollamış, dü…
“otla kalkınılmaz” demiş. Yani Ankara’da herkes işin içinde, doğal olarak herkes Bu arada seçimler oldu, YTP ve Ekrem Alican ile CHP koalisyon yaptı. Tabi
fikir beyan ediyor. önceleri, MBK zamanında ne yapsak büyük kabul görüyor. Bu arada tekrar bir dar-
Ben de bir çalışma yaptım ve esas olarak tarımın verimliliğinden vergi alın- be girişimi oldu, Talat Aydemir’in yaptığı, Şinasi Orel bu yaşananlardan irkildi sa-
masını önerdim, çünkü kadastro aşağı yukarı yapılmış durumdaydı (Bu çalışma da- nıyorum ve Büyükelçi olarak yurtdışına gitti. Onun yerine Osman Nuri Bey geldi.
ha sonra Kaldor Raporu diye ortaya çıktı). Bu bizim arkadaşların çok hoşuna gitti. CHP grubunda birkaç kişi planlamaya çok hevesliydi. Zaten İsmet İnönü,
Çünkü aynı zamanda toprak reformu da o zaman gündemdeydi. Bu öneri de top- kendisi sektör planı yapmış bir adam, yani onun kafası disipline çok yatkın. Bizden
rak reformunu kolaylaştıracak yöndeydi. Çünkü ekilmeyen toprağı adam satmak de pek hoşlandı, mesela gece saat 11’de çalışıyorsun, bir bakıyorsun başında İsmet
zorunda kalacak, çünkü ondan da vergi ödeyecek. Ve bir de verimliliği arttıracak, İnönü “çalış kızım çalış” diyor. Onun kulakları duymazdı, benim sesim ince oldu-
daha fazla yatırım yapacak toprağa, çünkü vergi yükü azalıyor o zaman. ğu için onun kulaklığına çok uygundu. Benim için “İnönü’ye iktisat dersleri verir-
Bu dönemde Kaldor’u makalelerinden tanımıştım. “Bu Kaldor’u çağıralım” di” derlerdi, ancak öyle değil. Adamcağıza yatırımın ne olduğunu anlatıyorsun, top-
dedik. Çünkü şöyle düşündük, şimdi bunu biz söylersek olmayacak, “bu proje Se- lam yatırımlar falan… Mesela o zaman “ortaklıklar” vardı, iktisadi devlet teşekkül-
vim Görgün’ün projesi” olarak çıksa kaale alınmayacak, ama itibarlı bir uzman bu lerinin özel sektörle kurduğu ortaklıklar vardı. Sermayenin yüzde 51’i özel sektö-
konuyu hükümete iletirse belki mesafe alabiliriz diye düşündük. Bu düşünce etraf- rün, yüzde 49’u da iktisadi devlet teşekkülünün elindeydi. Fakat özel sektörün ser-
takilerden de onay görünce, Cambridge üniversitesinden sıra dışı bir iktisatçı olan mayesini de kredi olarak yine devlet veriyordu. Ve bunlar, tamamı 99 tane, ancak
Kaldor’u çağırmayı düşündüm. Sonra bunu İngiliz büyükelçiliğine haber verdik ve hiçbiri ortada yok. Mesela ben bunu anlatıyorum İnönü’ye, hayretler içinde kalı-

280 281
yor. objektifse, daha doğrusu siyasi otoritenin yetkilerini kabul ediyorsa. Çünkü kendi-
O zamanlar dikkatimi çeken şey, olanlardan kimsenin pek haberinin olmama- si nihayetinde alternatifler sunan bir organ. Hoş biz de alternatifler sunduk. Ama
sıydı. Yani iktisat fazla bilinmiyor ve o dönemde sağlıklı bir iktisat kadrosu yok. o %7 büyüme hızını o kadar beğendiler ki, bir de Attila gayet güzel bir uzun dö-
Zaten iktisat fakültesi 1936’da kuruluyor. İktisatçı yok ortada, yani biz ilk iktisat- nem perspektifi yaptı onlara, 15 yıl sonra İtalya’yı yakalıyorduk. Onu da çok sev-
çı sayılırız aslında. Bizden daha yaşlı Osman Okyar vardı, bizim hocalarımız arasın- diler. %7 büyüme hızına da bayıldılar ve onun için amaçları kabul ettiler. Ama ver-
da bir tek Sabri Bey iktisat bilirdi. Mesela para dersinde çek nasıl yazılır onu okur- gilerde hiçbir şey yapmadılar.
duk, yani iktisat çok yeni bir bilim dalı olduğu için, kadro yoktu. DPT’nin kurulması, aslında ithal ikameci yapının kurulmasında kritik
Sonra toplantılar olmaya başladı, dış finansmanla ilgili uluslar arası kolok- bir yer alıyor. İthal ikameci yapıda DPT’nin yeri konusunda ne düşünüyor-
yum toplandı. Biz planı hazırladık, yabancılara karşı savunduk, onlar da “peki, ama sunuz?
önce hükümetiniz kabul etsin” dediler. • İthal ikamecilik daha evvel başlamıştı. Çünkü çok kriz yaşadık. Şimdi
Bundan sonra YPK süreci başladı, ancak YPK’da çok çirkin tartışmalar oldu. şöyle söyleyeyim: Menderes iktidara geldiği zaman büyük bir döviz rezervi vardı.
Toplantılarda biz plancılar ve karşıda da bakanlar vardı. Özellikle Ekrem Alican Bir kere CHP her zaman çok tutumlu davranmıştır. Savaş sırasında bizim döviz re-
gayet küstah bir adamdı ve gösteriş yaptı orada. Asıl olarak benim yaptığım işler zervlerimiz oldukça yükselmişti. Bir de Marshall Planı başladı. Amerikalıların ni-
tartışılıyordu, vergi reformu gibi konular tartışılıyordu, ancak ben pek ağzımı açma- yeti bize araba satmak, karayolu yaptırmak, yani tahsisli veriyorlardı krediyi. Bir
dım. Çünkü karşımdakiler anlayacak gibi değildi. Benim yerine Attila Sönmez ya de traktör tarımı. Karayolları iyi oldu da, demiryolları daha ekonomik, yani ikisi
da Karaosmanoğlu konuşuyordu. Sonunda hedefleri benimsediler, ancak hedefle- beraber gidebilirdi.
re ulaşacak bütün araçları çıkardılar. Zaten daha sonra da ayrıldık, yani bizim plan- Bir de çok mal geldi. Gitgide serbestleştirdi dış ticareti. O zamana kadar ha-
lama maceramız bu şekilde bitti. la biz harp ekonomisi içinde devam ediyorduk. Fakat birden bire Türkiye’yi ara-
Daha sonraki dönemlerde DPT ile ilişkiniz oldu mu? balar, kumaşlar… aklımıza gelmeyecek şeyler sardı. Ben 1956 sonunda Ameri-
ka’ya gittim, o dönemlerde işler tersine dönmeye başlamıştı. O dönemde kriz baş-
• 1970 darbesinden sonra kurulan Nihat Erim hükümetinde Bakan olan At-
layacağı zaman ilk önce kahve biterdi Türkiye’de. Bu arada 6-7 Eylül oldu. O çok
tila (Karaosmanoğlu) çok ısrar etti planlamaya girmem için. Ben kabul etmedim.
kötü etki yaptı. Sonra o kadar borçlandık ki, o rezervler bittiği gibi eksiye girdik.
Çünkü darbe hükümetleri ile hiçbir şey olmayacağını anlamıştım (Tecrübeyle sa-
bittir). Sonra Bülent Ecevit hükümeti döneminde de talepler oldu. Bülent beyi ben Bu dönemde Avrupa da dış ticaretini arttırmak istiyor. Durmadan Almanlar
çok eskiden tanıyorum, Amerika’dan. Eşini de Kolej’den tanıyorum. Onlar çok is- mal satıyor bize. Biz ödeyemeyince “ariyeri borçlar” olarak söylenen ortaklıklar
tediler, hatta ilk önce milletvekili olmamı istediler, daha sonra Merkez Bankası Yö- kurulmuş Almanya’da, borçları geri alabilmek için. Ve her şey bitti, hiçbir şey gel-
netim Kurulu’nu önerdiler, bunları da reddettim. Sonunda mecbur kalıp, Turizm mez oldu. Mesela ben dikiş iğnesi, toplu iğne gibi şeyler yolluyordum Türkiye’ye.
Bankası yönetim kurulu görevini kabul ettim. O zamanlarda çok ısrar ettiler, plan- Bir de tabi fiyat kontrolleri vardı. Fiyat kontrolleri en kötü şeydir. Çünkü bir
lamaya girmem için, fakat ben yine istemedim. çiftçi “ben o fiyata satacağıma, kendim yerim” der, oturur aşağıya. Ve müthiş bir
Çünkü inanmıyordum, yani yeni acayipti, ne yapacağı belli değildi. Bana ka- karaborsa vardı bu arada.
lırsa, planlama bir danışma organıdır ve araştırma organıdır. Yani Türkiye ekonomi- Bütün bunlar montaj sanayiyi zorunlu kıldı, birden bire sanayileşemezdik ki.
si hakkında araştırma yapar, veri hazırlar, yani alternatifler sunar. Yani “böyle ya- Bir de şöyle bir şey var: Biliyorsunuz bu çok partili sistem, bize Amerikalı-
pacaksın, şöyle yapacaksın” diyemez. Öyle bir yetkisi yok. Nitekim artık bugün ne ların önerisi, yani Türkiye hiç hazır değil. Savaştan sonra Amerika (her zaman de-
yapıyor bilmiyorum planlama ama zaten bugün bunu yapan birçok örgüt vardır, o mokrasi ihraç etmeyi seviyor ya) bu sefer bize yolladı. Bu tek partili sistemden
zaman bir tek planlama vardı. Yapabilecek olan tek organ planlamaydı. Planlama- vazgeçin, çok partili sisteme geçin diye. Halk Partisi aslında ceberut bir yönetim-
nın iyi çalıştığı dönemler de oldu tabii. Bir tanesi Turgut Özal’ın Müsteşar, Süley- di tek parti olduğu zaman. Fakat çok da sistemliydi, planlıydı. “Eğer her şey ken-
man Demirel’in Başbakan olduğu dönem, o zaman gayet iyi çalıştığını söylüyor- di haline bırakılsa idi”, yani on sene daha Halk Partisi devam etseydi, Türkiye öy-
lar, büyük bir uyum içinde, çünkü ikisi aynı kafadan. le bir duruma geliyordu ki, kendiliğinden zaten geçecekti demokrasiye, çok parti-
DPT-siyasal iktidar ilişkisinin sağlıklı yürümesi için Müsteşarın, politi- li sisteme ve bundan da daha sağlam olurdu.
kacılarla aynı görüşten olması mı gerekiyordu? Amerika istedi ve bu arada “toprak reformu” karşısında büyük bir klik oluş-
• Öyle olması gerekmeyebilir, eğer planlamanın başındaki insan ve kadro tu (Çünkü CHP toprak reformu konusunda ısrar ediyordu). Yani “gerici güçler” de-

282 283
diğimiz, aslında Köy Enstitülerine karşı olanlar toprak reformuna karşı olanlar, sta- Birinci Plan döneminde sanayi kesiminin planlamaya bakışı nasıldı?
tükoyu korumak isteyenler, kendi güçlerini korumak isteyenler vardı ve sonuçta da • Görünüşte planlamayı destekliyorlardı. Fakat İstanbul’a döndükleri za-
onlar kazandı. Ve ilk darbeyi de zaten Halk partisi kendisi vurdu. Onun için de eko- man gayet karşıydılar. Tabi hükümetlerle iyi geçinmek onların mecburiyeti, çünkü
nomik gelişme süreci eksik kaldı bir anlamda. Ve yön değiştirdi. Bakın iktisadi ancak öyle yürütüyorlar işlerini. Türkiye’nin sanayileşmesi, devlet aracılığıyla
devlet teşekküllerinde aşama hep aşağıdan başlar, yukarıya doğru ilerler. İlk önce kaynak aktarmak yoluyla oldu. Planlama onlara karşı değildi. Onların gelişimini
maden üretmek, çimento üretmek gerekir. Ama çok partili sisteme geçince herkes daha rasyonelleştiriyordu. Onlar, ancak plan hükümet tarafından değiştirildiğinde
çamaşır makinesi, düdüklü tencere, buzdolabı (bu üçlü en büyük lükslerdi) isteme- buna ikna oldular. Yani planı kendi raylarına sokunca, desteklediler. Dolayısıyla
ye başladı. Çünkü dışardan geldi. O zamana kadar yoktu, kimse bilmiyordu. amaçları, genişlemeleri için daha fazla kaynak elde etmekti.
Bir de Avrupa’ya giden işçiler var. Onlardan gelen dövizlerden başka ayrı bir 1980 dönüşümü ile, planlamanın fiili olarak bittiği yönünde bir tartışma
etken oldu, montaj sanayinin gelişmesine. Çünkü dışarıyla temas arttı ve o zaman var. Siz katılıyor musunuz bu görüşe?
halk istemeye başladı bunları. Zaten burada bunu yapacak sermaye de vardı, başta
• Planlamanın ne olduğunu bilmiyorum ama planlama hala faaliyette oldu-
KOÇ… Başka türlü de nasıl gelişirdi bilmiyorum.
ğu için bir şeyler yapıyor, belki daha iyi çalışıyor. Planlama kurulduğundan beri
Birinci Planda sanayileşmeye karşı temkinli bir bakış var. Sanayileşme- kamu kesimi için emredici, özel kesim için yol göstericiydi. Şimdi kamu kesimi-
nin yanında kentleşme ve tarım da önemli bir sorun olarak düşünülüyor. ne emir verseniz ne yapacak? Bütün bütçe bağlanmış durumda, borçlar ve memur
Hatta tarımsal alan için “toplum kalkınması” önerileri var. Ancak İkinci maaşları ile. Yani bu koşullarda planlamanın yapabileceği pek fazla bir şey yok.
Planda sanayileşme “sürükleyici” sektör olarak tanımlanıyor. Bu değişikliği
Ama buna rağmen DB, BM gibi kuruluşlar DPT’yi hala destekliyor. Bu-
nasıl değerlendirebiliriz?
nu nasıl açıklayabiliriz?
• Evet, biz tarıma çok önem verdik. Ancak sanayicilerin etkisiyle ikinci
• Bu çok doğal, çünkü plancılarla diyalog kurmak daha kolay. Bir devlet
planda böyle bir değişiklik oldu. Mesela bizdeki sanayiciler, tarımsal kalkınmanın
dairesine, Maliye Bakanlığına gidip de, yani doğru dürüst dil bilmeyen, iktisat bil-
aynı zamanda gıda fiyatlarını düşüreceği için, ucuz işçi anlamına geldiğini ve ham-
meyen memurlarla konuşmaktansa, planlamadaki uzmanlar aracılığıyla onlarla te-
maddeyi de kolay bulacaklarını hala anlamış değiller ki. Tarım çok ihmal edildi. İlk
mas etmek daha kolay.
planda hakikaten tarım hem gelir bölüşümü açısından, köylünün gelirinin artması
açısından, hem de bütün sanayileşme açısından çok önemliydi bizim için.
Avrupalılar o zaman bizi Ortak Pazara dahil etmek için çok uğraştılar. İşgü-
cüne ihtiyaçları var, ondan bizde bol, tarımsal ürünler konusunda potansiyelimiz
var ama biz kullanamıyoruz. Bir de tabi tatil ve turizm için kullanmak istiyorlardı,
coğrafi olarak konumumuz çok iyi. Bunları da söylüyorlardı, yani pek sakladıkları
yoktu. Üniversitelere geliyorlardı, özellikle de Almanlar, kamuoyu oluşturmak için
bizleri ikna etmeye çalışıyorlardı. Ancak biz o kadar yatkın değildik. Çünkü biz on-
ların “bostanı” olmak istemedik. Fakat işin garibi iş adamları büyük tepki gösteri-
yordu. Bir sanayi kuruyorlardı, sanayinin temelleri atılmaya başlamıştı ve koruma
gerekiyordu, ortak pazara girilseydi korunulmayacaktı, o zaman da bu sanayi ye-
şermeyecekti. Gerçi sonra sanayi o kadar kötü büyüdü ki, ilk çamaşır makineleri
yürürdü eskiden, üstüne oturmak lazımdı, ilk televizyonlar…
Mesela biz planlamada televizyona karşı çıkmıştık. Televizyonun Türkiye’ye
uygun olmadığını ve bal gibi radyoyla idare edebileceğimizi düşünüyorduk. Zaten
bize hep geri teknolojiyi yolladılar. Onlar renkli televizyona geçince bize siyah-be-
yaz televizyon kuruldu. Yani öyle maliyetlerimiz oldu ama artık bu dönemde, Av-
rupa’ya bu kadar yakın olup, gelişmiş ülkelerle temasından sonra, bir demokrasi-
de, ağır sanayiden başlayıp tüketim malına kadar giden bir şey kurmaya da imkân
yoktu.

284 285
EK-15: de, kaynaklarını farklı bir doğrultuda kullanmaya yönlendirilmeleri herhalde temel
DPT uzmanı Tülin Candır ile görüşme, 22 Mart 2004, Ankara. nedendi.
DPT’nin kuruluşundan hemen sonra I. Planın çıkması arifesinde, İlk
plancıların istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
DPT’de çalışmaya ne zaman başladınız?
• Siyasiler hiçbir zaman daha rasyonel bir yapıyı kabul etmediler ama işin
• 30 Eylül’deki kuruluştan sonra 23 Aralık 1960’da göreve başladım.
başlangıcı olduğu için ve biraz da askeri yönetimin etkisiyle o dönemde kabul et-
DPT’nin kuruluşunu, Türkiye’nin kalkınma süreci açısından nasıl de- mek gereğini duydular, ancak her zaman bu rahatsızlıklarını da belirttiler. Onun
ğerlendirebilir siniz? DPT’nin kuruluşu 1960’ların Türkiye’si için ne ifade için de ufacık bir kelime, ufacık bir cümle onların büyük tepkilerine yol açtı. Bu
ediyordu? kuruluşun oluşmasına büyük katkı sağlamış, plan çalışmalarının yapılmasında bü-
• 1950’lerden sonra Türkiye’de sürdürülen ekonomik politikalar, ülkenin yük emek vermiş insanlar siyasilerin bu etkisini kabul etmediler. Onun için de ay-
gelişmesi yönünde çok fazla katkı sağlamadı. Bu çok açık görüldü. Onun üzerine rıldılar.
de bu işin planlı bir şekilde yapılması, kaynakları kıt bir ülkede o kaynakların daha 1965 seçimlerinden sonra iktidara gelen Demirel hükümetinin DPT’ye
etkin bir biçimde kullanılması, belli hedeflere yönelinmesi doğrultusunda çalışıl- karşı ilgisiz tavırları ve DPT’yi by-pass etme çabalarının sonunda ikinci isti-
masını öngören bir yaklaşım olmasında yarar vardı. Zaten o güne kadar bazı kavra- fa dalgası gelmiştir. Bu istifalarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
malar Türkiye’de çok bilinen kavramlar değildi. Plan, planlama gibi kavramlar ye-
• O dönemde siyasi iktidar ve DPT arasındaki gerilim daha açık bir hale
ni gelişti ve işlenmeye başladı ve bu çerçevede de plan çalışmaları başladı, planla-
geldi. Zaten bu dönemde bu plan-pilav meselesi çıktı. Siyasetçiler DPT için, ken-
manın yararlı olacağı düşünüldü.
di iktidarlarına bir müdahale, kendi siyasi kararlarına farklı yönde bir etki olarak
DPT’nin kuruluşuna neden olan iç ve dış etkenler nelerdi? düşünüyorlardı. Onun için de tepkiler arttı. İnönü planlamaya çok önem veriyordu,
• Şimdi dediğim gibi bu kavramaların bir kısmı Türkiye’de bilinen kav- yani askerlerin de ötesinde bu ülke için gerekli olduğunu düşündü ve her yaklaşı-
ramlar değildi. Onun için daha çok bu konu alınırken üniversitenin katkısı sağlan- mı ile de planlama anlayışını ön planda tuttu. Yalnız şu da doğrudur ki, zaman geç-
maya çalışıldı. Onun için de kurulucuların büyük kısmı öğretim görevlisiydi. Dışa- tikçe Demirel de planlamaya önem vermiştir. En azından kendi ekibine planlama-
rıda da planlama deneyimi olan ülkelerden katkı sağlandı. Onun için bizim planla- nın önemini anlatmak için belli bir tavır içinde olduğu görüldü. Biliyorsunuz, Sü-
manın danışmanı Hollanda planlamasının kurucusu olan Tinbergen oldu, Tinbergen leyman Demirel de Turgut Özal da askerliklerini burada yaptılar, o zaman “kritik
yıllarca dışardan gelerek çok katkı sağladı ve çok sayıda da Hollanda planlamasın- sektörler” diye bir birim vardı, askerliklerini orada yaptılar. O dönemde dediğim
dan gelen kişi buranın kuruluşuna katkı sağladı. Bir grup insan Hollanda planla- gibi Türk üniversitelerinin önemli isimleri vardı burada, Sadun Aren’ler gibi isim-
masında eğitildi. Ben onlardan biriyim, 1962’de Hollanda Planlamasına gidip ora- ler vardı. Onun için onlardan etkilenmemeleri mümkün değildir, Süleyman Demi-
da eğitim gördük. Onun dışında Fransız ve İtalyan planlamasında eğitim gören in- rel de etkilendi sanıyorum bu işten. En azından kendi amaçları doğrultusunda plan-
sanlar da oldu ama daha çok Hollanda ağırlıklıydı. Bu da bir anlamda daha sonra lamanın önemini vurgulamak için epey çaba harcadı.
planlama kavramını onaylamayan ve işte “planlama Sovyetlerden alınmıştır, mer- 1965 yılı DPT için önemli bir dönüm noktası. DPT’nin personel politika-
kezi bir yaklaşımdır” diyenleri doğrulamayan bir gösterge. Yani bizim aldığımız sında bir dönüm noktasını işaret ediyor. Buna göre DPT’de çalışanların sa-
plan anlayışı merkezi plan değil, daha çok Hollanda planlamasından alınmış bir yısı bir yıl içinde 1964:119; 1965: 218’e çıkarak, %83 artıyor. 1964 (119)-1970
yaklaşımdır. (653) arasına baktığımızda ise %500’lük bir artış gözlüyoruz. Bu değişimi
DPT’nin kuruluşu, genel olarak bürokraside nasıl tepkilere yol aç- nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu dönem için genelde DPT’nin siyasileşmeye
tı(olumlu-olumsuz)? başladığı bir dönem yorumu yapılıyor.
• İlk baştaki tepkiler doğal bir şekilde olumsuz oldu. Neden? 1950’lerde • O genel yorum doğrudur, Teşvik Uygulama Dairesinin DPT’ye bağlan-
kendilerine ait kaynakları istedikleri gibi siyasi amaçlar doğrultusunda kullanan ması yanlış bir uygulama oldu. Bu planlamayı uygulamanın içine çekti. Uygulama-
kuruluşlar, özellikle de KİT’ler belli bir disiplin altına girmeye başladılar. Yatırım- nın içinde olması da planlamaya belli tavizler verilmesini getirdi.
ları belli bir disipline girdi. Yatırımlar DPT tarafından incelenip onaylanır, ondan Bir başka konu, o dönemde kadar DPT’ye sınavla eleman alınırdı. O güne ka-
sonra da YPK tarafından onaylanır hale geldi. Bu sadece kuruluş aşamasında de- dar sınavla eleman alımında çok titiz davranılırdı, titiz seçmeler olurdu. Ancak
ğil, uzun yıllar çok tepki çeken bir şey oldu. Bir ara “plan mı, pilav mı” tartışma- 933’e göre özellikle kamu kuruluşlarından buraya eleman alınmaya başlandı. Ka-
ları oldu. Bütün bunların temelinde istedikleri gibi kendi siyasi görüşlerinin ötesin-

286 287
mu kuruluşlarında belli bir niteliği olanlar buraya gelmeye başladı. O tabi planla- ama) Başbakan’la küs bir planlama vardı. Bu planlamaya çok zarar verdi. Öbür ik-
ma anlayışında da, planlamanın genel hareket tarzında da bir olumsuz etki yaptı. tidarlar sırasında böyle sorunlar olabilirdi, çünkü adamların zaten belli bir plan an-
1965 yılından sonra personel alım sınavlarının kaldırıldığı ve işe alı- layışı yoktu. Ancak sosyal demokrat bir anlayış içinde olmaması gerekiyordu. Ama
nanların sözlü mülakat ile yapıldığını biliyoruz. Bunun sonucunda ilk plan- o dönemde arada bir sürtüşme olması, birlikte çalışamama sorunu, gerçekten
cılarla, 1965 ve de özellikle 933 sayılı yasa sonrasında işe alınan çalışanlar DPT’ye zarar verdi.
arasında bir kopukluk yaşandı mı? 1980 yılının başında uygulamaya konan 24 Ocak kararları ile ekonomi-
• Şimdi planlamanın yasasına baktığınızda da şunu görürsünüz, planlama nin yapısı şekil değiştiriyor. Bundan sonra ithal ikameci sanayileşme modeli,
uzmanlık, uzman yardımcılığı hep ihtisas yeri olarak tanımlanır, onun için de öyle ihracata dayalı modele dönüşüyor. Bu dönüşümün merkezinde de ekonomiye
seçilir. Dışarıda 5 yıl, 10 yıl bir yerde çalışmış insanların gelip, sınavla girmiş, bel- devlet müdahalesinin azaltılması ve piyasanın kendi kurallarına göre işleme-
li çalışmaları yaptıktan sonra uzman olmuş kişilerle aynı statüye sahip olması, uz- si var. Sizce bu süreçte devletin ekonomiye müdahalelerini planlayan kurum
man ve uzman yardımcılarını rahatsız etti. Tabi sizin başta söylediğiniz çok doğru, olan, DPT’yi nereye koymak gerekir?
yani siyasi bir kadrolaşmaya ağırlıklı olunca da dışardan gelen herkes konusunu en • Şimdi benim başta konuştuğumuz teşvikle ilgili söylemek istediğim bir
iyi bilen, o nitelikte insanlar olamadı. Gelişigüzel bir takım seçmeler yapıldı, geli- şey vardı. O konuda yanlış olan bu teşkilatın yapısına uygulamayı eklemek. Ama
şigüzel eleman alındı; bu da bir rahatsızlık yarattı hakikaten. ben hep şuna inanıyorum ki, “planlama kamu sektörü için emredici, özel sektör
1960’ların sonlarına doğru DPT’nin özerkliğinde sıkıntılar görülüyor. için yol göstericidir” diye bir tanım vardır. O tanımı gerçekleştirirken teşvik ve ya-
Buna katılıyor musunuz? bancı sermaye politikalarının da burada oluşturulması gerekir. Yani bunu uygula-
mayı yürüten birim tarafında hem o politikaların oluşturulması, hem uygulamaya
• Tabi, şimdi başta söylediğim planlamanın kurulduğu yıllar, Türkiye’de
konulması ve uygulamanın yürütülmesi yanlıştır. Yani bunlar planlamanın içinde
bir takım yeni kavramların yerleşmeye başlamasıyla çok ciddi bir heyecan vardı.
olmalıydı, ama tabi uygulama hariç.
Türk bürokrasisinin büyük isimleri buranın yöneticiliğini yaptı, üniversitelerden
insanlar görev yaptı, kariyer sahibi olmayı amaçlayan insanlar buraya başvurdu ve Turgut Özal’ın ekonomi anlayışının iyi yanları vardı ama olumsuz yanları da
hepimiz beraberce “plancılık nedir, planlama nedir” diye birlikte öğrendik. Burası vardı. Turgut Bey buraya geldikten sonra, Teşvik ve Yabancı Sermaye Daireleri
bir okul gibiydi, çok açık bir platformdu, çok güzel bir dönem yaşandı. Ama daha tekrar buraya geldi. Ve o dönemdeki ekonomik yaklaşım ve uygulama içinde de,
sonra bu heyecan, ileriye dönük daha farklı bir çalışma yaklaşımı kalmadı. gerçekten teşviklerin uygulanmasında büyük sorunlar çıktı. Planlama teşkilatını da
zor durumlar içinde bıraktı. Ama Turgut Özal’ın yaklaşımı öyle bir yaklaşımdı. Ya-
1970–80 döneminde herhalde DPT açısından yaşanan en önemli gelişme
ni Özal’ın gelişigüzel bir ekonomik politikayı, adı planlama olan bir kuruluşla yü-
4. Plan döneminde yaşananlar oldu. Bu dönemi anlatabilir misiniz?
rütmek, ama hiçbir şekilde de onu kendi işlerine karıştırmamaya çalışmak gibi bir
• O dönemdeki temel sorun, MC hükümetinin gayet hızlı bir şekilde ve ge- anlayışı vardı. Bu yüzden de bu dönemde politikacılar, planlamadaki hazırlanma
lişigüzel bir plan hazırlanmış olmasıydı. Çok da bizim bildiğimiz, anladığımız an- aşamasında dahi yatırım programlarıyla istedikleri gibi oynamaya başladılar. On-
lamda bir plan değildi. Onun için daha sonra gelen yönetim bu planı değiştirmek dan sonraki dönemde de burası politikacıların oyun alanı oldu.
istedi. Büyük tartışmalar o zaman çıktı. Bir önceki planı hazırlayanlar kendilerinin
Ben tabi hep şuna inanırım. Planlama teşkilatının yaptığı işi bu ülkede yapan
doğru bir yaklaşım içinde olduklarını düşündüler, onlara gösterildi ki, çok doğru,
başka bir kuruluş yoktur. Neden derseniz, bir alandan makrodan mikroya kadar
sağlıklı bir yaklaşım değil. Yani gerilimli bir dönem yaşandı.
her şeyi bir bütün olarak ele alan, -üretimiyle, dış ticaretiyle, yatırımıyla, politika-
1978’de iktidara gelen CHP döneminde, IMF ile bir istikrar programı- larıyla- başka bir kurum yok. Hazine olaya bir boyutuyla bakıyor, Merkez Banka-
nın yapılmasından önce DPT ile Hükümet arasında bazı sorunlar yaşanıyor. sı bir boyutuyla bakıyor, ama özellikle sektörel ve makro bazda işi bütün olarak ya-
Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? pan bir kuruluş burası. Onun için burayı kapattığınız zaman bu işleri yapacak baş-
• Tabi, borç ilişkisi dolayısıyla bazı sorunlar yaşandı. O zaman kapalı bir ka bir kuruluş yok. Bu gün hala insanlar birçok bilgiyi buradan sağlıyorlar, DPT
yapıdaydık ve kendi kendine yeterli bir ülke olmak gibi bir amacımız da vardı. böyle bir işlevi de her zaman sağlıklı bir şekilde yürütmüş bir kurumdur.
Onun için belli noktalarda IMF’nin, bugüne göre sınırlı da olsa bazı talepleri olum- 1981’de planlamanın 20. yılı olması nedeniyle yapılan bir sempozyum-
suz tepkiler aldı. Bazı insanlar bu planın Türk planlaması olmaktan öte, dışardan da, V. Plan ile birlikte planlamanın sona erdiği söylenmekte. Ancak siz farklı
empoze edilen bir planlama anlayışı haline getirildiğini savundu. Orada şöyle bir bir boyutta da olsa devam ettiğini düşünüyorsunuz. Bunu biraz daha açıkla-
şey oldu: Bilsay Kuruç ve ekibi sırasında (normalde olmaması gereken bir durum yabilir misiniz?

288 289
• Evet, devam ettiği açık. Tabi şunun için planlamanın bittiğini söylüyor- • Geçmişte planlamanın etkinliği vardı. Mesela biz genç uzmanlar telefon
lar, burada planlamanın aldığı birtakım kararlar var, hedefler, amaçlar, politikalar açtığımız zaman KİT’lerin genel müdürleriyle doğrudan konuşurduk. Burada top-
var. Onlar bir şekilde yazılıyor ama uygulamada siz onları dikkate almadan kendi lantı yaptığımız zaman –toplantıları uzmanlar yapardı- KİT’in genel müdürü her
politikalarınızı, kendi hedeflerinizi yaparsanız, planlar tabi rafları süsleyen güzel işini bırakıp o toplantıya katılırdı. Yani planlamanın etkinlik düzeyi çok yüksekti.
dokümanlar olarak kalıyor. Olay uygulamada bitiyor. Şimdi bir gerilim yok. Nerede oluyor gerilim? Bir öneri getiriyorlar, yatırım öne-
Bu dönemde DPT’nin söyledikleri çok dikkate alınmasa da personel sa- risi onu alıp almamak konusundaki gerilimler var ama artık planlamanın etkinliği
yısı çok gelişiyor ve Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler gibi kurumların, çok azaldı. Artık telefon açtığınızda ancak APK başkanıyla konuşuyorsunuz, top-
DPT’yi desteklemelerini ve planlamalara devam edilmesi gerektiğini tavsiye lantılara sıradan bir kişi geliyor ve ondan sonra da planlamanın önerlerinin her za-
etmelerini görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? man YPK’da, Bakanlar Kurulunda değiştirebileceklerini düşündükleri için, sizin-
le bir şey bağladığını düşünseniz bile onu nasıl olsa değiştireceğini düşünüyor ve
• Bir kere tabi, “Ben işleri planlama anlayışı içinde yapıyorum, bir planım
onu da yapıyor. Tabi burada en önemli etken de şu: Planlamanın başlangıcında
var, kaynaklarımı ona göre kullanıyorum” demek her hükümet için olumlu bir nok-
uzun yıllar YPK’nın yapısında eşit sayıda Bakanlar Kurulundan ve Planlamadan
ta. Bunu dış kuruluşlara da böyle göstermek onlar için önemli, o nedenle burayı
eleman var. Onun için oradaki imza yetkisi çok önemliydi. Sonra bir ara Planlama
muhafaza ediyorlar. Çünkü 1980’den sonra artık biz dış krediyle yaşamaya başla-
Müsteşarı sadece sekreterlik görevi yürüttü. Sonra tekrar 1990’ların sonuna doğru,
dık.
bir tek Planlama Müsteşarı üye olmaya başladı. Eskiden siyasetçi plancı dengesi 4-
DPT’nin kadrosunun gelişmesine gelince, bu Teşvik ve Yabancı Sermaye 4 idi, şimdi 1-11 ve çok sayıda bakan var ekonomiyle ilgili olsun olmasın, onlar is-
Dairelerinin burada olması ve dışarıdan çok sayıda insanın alınmasından dolayı olu- tedikleri kararı istedikleri gibi çıkartmak yetkisine sahipler.
yor. Bir de tabi buranın o güne göre yine de kamuda bir özellikli bütçe yapısı var,
Planlamanın ve DPT’nin bugünü ve geleceği ile ilgili ne düşünüyorsu-
ödeme yapısı var, bir takım insanları buradan yararlandırmak üzere buranın kadro-
nuz?
larını büyük ölçüde genişletme gibi bir amaçları var. İlk dönemlerde DPT’de çok
ara kademesi olmayan yapı olarak çok sade ama bir o kadar da etkili bir yapı var- • Bana sorarsanız bugün hala planlamaya olan ihtiyaç sürüyor. Kişi başına
dı. Şimdi ise yapı daha çok geniş ve hantal olan bir bakanlığa beziyor maalesef. düşen geliri 3000 dolarların üstüne çıkamayan, kaynakları son derece sınırlı, borç-
Geçmişte Müsteşarlarımız planlamanın koridorlarında dolaşırdı, herkesin odasında la yaşayan bir ülke olarak, gerçekten kaynaklarımızı iyi değerlendirip, ne yapmak
İktisadi Planlama Dairesi Başkanını görmesi mümkün olurdu, öyle bir yapı vardı. istediğimizi belirleyip ona göre hareket etmemiz gerekir. Ama bugünkü anlayış
Sık sık toplanırdık, her konuyu tartışırdık, sokaklarda insanlar konuşmaya başlama- içinde bu çok zor, dediğim gibi siyasi istediği şeyi yapıyor. Ne yapıyor? Hiçbir
dan önce destekleme alım fiyatlarını bile burada konuşurduk. Ama ondan sonra ta- araştırmaya değerlendirmeye bakmadan “ben 15 bin kilometre bölünmüş yol ya-
bi araya kademeler girince, artık Müsteşarı görmek, Müsteşar Yardımcısını görmek, pacağım” diyor ve bunları da planlamayı araç olarak kullanıp yapmak yönünde bir
uzman düzeyinde onlarla bir takım konuları tartışmak zor bir hale geldi. çabası var. Onun için bugünkü anlayış içinde belki teşkilatı bu halde yürütmek zor.
Zaten sanıyorum öyle girişimler de var, yatırımları Maliye Bakanlığının belli bir bö-
VII. Planla birlikte DPT’nin proje değerlendiren bir kurum haline gel-
lümü haline getirmek, burasını stratejik planlama yapan bir kuruluş halinde tut-
diği ve diğer işlevlerini yerine getiremediği görülüyor. Bir taraftan da uygu-
mak. Ben buna katılamıyorum, planlamanın hala hem kamu hem özel sektör için
lanan “yapısal uyum programları” var. Bu programlarla, yapılan planlar na-
bir rol oynayabilecek bir kuruluş olduğunu düşünüyorum. Ama bugünkü bu ayrın-
sıl uzlaştırılıyor?
tıda değil tabi. Yatırım programlarımızı görmüşsünüzdür, o kadar ayrıntılarla uğra-
• Tabi IMF’nin, Dünya Bankasının getirdiği bazı sınırlar ve kriterler var, şıyoruz ki. Bu ayrıntıda değil ama makro kriterleri, hedefleri, büyüklükleri koyup
planlar o çerçevede yapılıyor. Ama şunu da söylemek mümkün: Planlama sadece onlar için de planlamanın etkin bir rol oynayacak bir kuruluş haline getirilmesi ge-
proje değerlendiren bir kuruluş değil. Hala, dediğim gibi üretimiyle, talebiyle, dış rekir. Doğrusu son yıllarda alınmış çok değerli genç uzmanlarımız var. Onlar bile-
ticaretiyle her şeyi bir arada gören ve bunu yaparken de sadece kamu için değil, miyorum tabi burayı ne kadar kendileri için bir meslek seçtiler ama onların iyi ye-
toplam Türkiye olarak yapan bir kuruluş olmaya devam ediyor. Proje değerlendir- tişmesi halinde bu fonksiyonu yürütebilir diye düşünüyorum.
me çok dolaylı bir şekilde oluyor, çünkü proje de yok ortada. Yeni proje olmadığı
için mevcutları değerlendiren bir kurum burası.
1980 öncesindeki planlama sürecinde DPT ile diğer bürokrasi ile yaşa-
nan sürtüşmelerin varlığını görüyoruz. 1980 sonrasında böyle gelişmeler de-
vam etti mi?

290 291
KAYNAKÇA
KİTAPLAR:
Ahmad, Feroz. (1996) Demokrasi Sürecinde Türkiye. İstanbul: Hil Yayınları.
Arnaud, Pascal. (1992) Üçüncü Dünyanın Borçlanması. Çev. Fikret Başkaya. İstan-
bul: İşetişim Yayınları.
Arrighi, Giovanni. (2000) Uzun Yirminci Yüzyıl. Çev. Recep Boztemur. Ankara: İm-
ge Kitabevi.
Aydemir, Ş. Süreyya. (1967) İkinci Adam. Cilt: 2. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Aytulun, C. Ahmet. (1977) Türkiye Ekonomisine Yön Veren Holdingler. Ankara:
Tüm İktisatçılar Birliği Yayınları.
Agarwala, Ramgopal. (1980) Planing in Developing Countries, Lessons of Experi-
ence. World Bank Staff Working Papers No: 576. Washington: The World
Bank.
Balkan, Neşecan. (1994) Kapitalizm ve Borç Krizi. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Başkaya, Fikret. (1994) Azgelişmişliğin Sürekliliği. Ankara: İmge Yayınevi.
Başkaya, Fikret. (2000) Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü. Ankara: İmge
Kitabevi.
Başkaya, Fikret (2004) Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına. Ankara: Özgür Üniver-
site Yayınları.
Bener, Erhan. (1991) Bir Büyük Bürokratın Romanı, “Memduh Aytür”. Ankara:
Bilgi Yayınevi.
Boratav, Korkut. (1998) Türkiye İktisat Tarihi (1908-1985). İstanbul: Gerçek Yayıne-
vi.
Buğra, Ayşe. (2003) Devlet ve İşadamları. İstanbul: İletişim Yayınları.
Çölaşan, Emin. (1983) 24 Ocak, Bir Dönemin Perde Arkası. İstanbul: Milliyet Yayın-
ları.
Demir, Ömer. (1996) Kurumcu İktisat. Ankara: Vadi Yayınları.
Demirel, Tanel (2004) Adalet Partisi, İdeoloji ve Politika. İstanbul: İletişim Yayınları.
Doğan, Yalçın. (1986) IMF Kıskacında Türkiye 1945-1980. İstanbul: Tekin Yayınevi.
Dobb, Maurice. (2001) Kapitalizmin Dünü ve Bugünü. Çev. Feyza Kantur. İstanbul:
İletişim Yayınları.
Ercan, Fuat. (2001) Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik. İstanbul: Bağlam Ya-
yınları.

292 293
Friedman, Milton. (1988) Kapitalizm ve Özgürlük. Çev. Doğan Erberk ve Nilgün York Üniversitesi Amme İdaresi ve Sosyal Hizmetler Fakültesi müşterek ter-
Himmetoğlu. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi. cümeler serisi No.1.
Gevgili, Ali. (1987) Yükseliş ve Düşüş. İstanbul: Bağlam Yayınları. Mortan, Kemal ve Çakmaklı, Cemil. (1987) Geçmişten Geleceğe Kalkınma Arayış-
Gözübüyük, Şeref. (2003) Anayasa Hukuku. Ankara: Turhan Kitabevi. ları. İstanbul: Altın Kitaplar.

Gülalp, Haldun. (1987) Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Ankara: Yurt Ya- Onar, Sıdık Sami. (1966) İdare Hukukunun Umumi Esasları, 2. Cilt, İstanbul: İsmail
yınları. Akgün Matbaası.

Gülalp, Haldun. (1993) Kapitalizm Devlet ve Sınıflar. İstanbul: Belge Yayınları. Ölçen, Ali Nejat. (1996) Devletin Yokuşu. Ankara: Doruk Yayınları.

Güler, B. Ayman. (1996) Yeni Sağ ve Devletin Değişimi: Yapısal Uyarlama Politi- Önder, Cevat. (1967) İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın Genel Yapısı. İstanbul:
kaları. Ankara: TODAİE Yayın No: 266. Ak Yayınları.

Harvey, David. (1999) Postmodernliğin Durumu. Çev. Sungur Savran. İstanbul: Me- Öngen, Tülin. (1996) Prometeus’un Sönmeyen Ateşi, Günümüzde İşçi Sınıfı. İstan-
tis Yayınları. bul: Alan Yayıncılık.

Hayek, Friedrich A. (1999) Kölelik Yolu. Çev. Turhan Feyzioğlu-Yıldıray Aslan, An- Özdemir, Hikmet. (1986) Kalkınmada Bir Strateji Arayışı, Yön Hareketi. Ankara:
kara: Liberte Yayınları. Bilgi Yayınevi.

Hirst, Paul ve Thompson, Grahame. (2003) Küreselleşme Sorgulanıyor. Çev. Çağla Öztürk, Kazım. (1966) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. Cilt 1, İstanbul: Türkiye İş
Erdem, Elif Yücel. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Bankası Kültür Yayınları.

Huberman, Leo. (1995) Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla. Çev. Murat Belge. İs- Polanyi, Karl. (2002) Büyük Dönüşüm. Çev. Ayşe Buğra. İstanbul: İletişim Yayınları.
tanbul: İletişim Yayınları. Saybaşlı, Kemali (1985) Devletin Ekonomiye Müdahalesi. Ankara: Birey ve Toplum
Kansu, Günal. (2004) Planlı Yıllar [Anılarla DPT’nin Öyküsü]. İstanbul: Türkiye İş Yayınları.
Bankası Kültür Yayınları. Saybaşlı, Kemali. (1992) İktisat, Siyaset, Devlet ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yayın-
Karpat, H. Kemal. (1967) Türk Demokrasi Tarihi - Sosyal, Ekonomik, Kültürel Te- ları.
meller. İstanbul: İstanbul Matbaası. Sezen, Seriye. (1999) Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’de Planlama. Ankara:
Kazgan, Gülten. (2002) Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi. İstanbul: Bil- TODAİE Yayın No: 293.
gi Üniversitesi Yayınları. Sezgin, İsmet. (1978) 1978 Başında Türkiye. Ankara: Adalet Partisi Genel Merkezi
Kepenek, Yakup; Yentürk, Nurhan. (2001) Türkiye Ekonomisi. İstanbul: Remzi Kita- Basın Bürosu.
bevi. Soyak, Alkan. (2004) İktisadi Planlama ve Türkiye Deneyimi. İstanbul: Der Yayıne-
Keyder, Çağlar. (1979) Emperyalizm Azgelişmişlik ve Türkiye. İstanbul: Birikim Ya- vi.
yınları. Soysal, Mümtaz. (1958) Demokratik İktisadi Planlama İçin Siyasi Mekanizma. An-
Keyder, Çağlar. (1995) Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları. kara: TODAİE Yayın no: A. 26.

Keyder, Çağlar. (1996) Ulusal Kalkınmacılığın İflası. İstanbul: Metis Yayınları. Sönmez, Attila. (2003) Doğu Asya “Mucize”si ve Bunalımı,Türkiye İçin Dersler. İs-
tanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kongar, Emre. (1998) 21. Yüzyılda Türkiye, 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplum-
sal Yapısı. İstanbul: Remzi Kitabevi. Sönmez, Mustafa. (1982) Türkiye Ekonomisinde Bunalım, 1980 Sonbaharından
1982’ye. İstanbul: Belge Yayınları.
Küçük, Yalçın. (1971) Planlama Kalkınma ve Türkiye. Ankara: Tekin Yayınevi.
Şaylan, Gencay. (1986) Türkiye’de Kapitalizm Bürokrasi ve Siyasal İdeoloji. Anka-
Mandel, Ernest. (1995) İkinci Dünya Savaşının Anlamı. Çev. Bülent Tonatar. İstan- ra: V Yayınları.
bul: Yazın Yayıncılık.
Şaylan, Gencay. (1994) Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi. Ankara: İmge
Millet, John. (1957) Devlet Planlarının Hazırlanması. Çev. Mümtaz Soysal, Ankara: Kitabevi.
Ankara Üniversitesi-Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü-New
Tanilli, Server. (1981) Devlet ve Demokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş. İstanbul: İs-

294 295
tanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Yayınları. Avcıoğlu, Doğan. (1962c) “Kalkınma Programı I-Arayış”, Yön, 7 Mart, Sayı: 12, s. 9.
Tekeli, İlhan; İlkin, Selim. (1981) Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi Avcıoğlu, Doğan. (1962d) “Kalkınma Programı II-A’dan Z’ye Kadar Reform”, Yön, 14
Kalkınma Planı. Ankara: Türkiye Belgesel İktisat Tarihi-1, ODTÜ. Mart, Sayı: 13, s. 8.
Todaro, P. Michael. (1987) Kalkınma Planlaması Modeller ve Yöntemler. Çev. Or- Avcıoğlu, Doğan. (1962e)“Kalkınma Stratejisi”, Yön, 14 Mart, Sayı: 13, s. 3.
han Sezgin, İstanbul: Nihad Sayar Yayın ve Yardım Vakfı Yayınları No: Avcıoğlu, Doğan. (1962f) “Sistemsiz İyi Niyet”, Yön, 18 Nisan, Sayı: 18, s. 3.
417/651.
Avcıoğlu, Doğan. (1962g) “Anlamak İstemediğimiz 27 Mayıs”, Yön, 23 Mayıs, Sayı:
Turgut, Mehmet. (1964) Kalkınma ve 5 Yıllık Plan (Tenkit ve Tavsiyeler). Ankara: 23, s. 3.
Doğuş Matbaacılık.
Avcıoğlu, Doğan. (1962h) ‘Türkiye İçin Neden Sosyalizmden Başka Çıkar Yol yok?”,
Uygur, Ercan (1991) İktisat Söyleşileri. İstanbul: Bilgi Yayınevi. Yön, 30 Mayıs, Sayı: 24, s. 3.
Varlıer, Oktay. (1978) Türkiye’de İç Ticaret Hadleri. Ankara: DPT. Avcıoğlu, Doğan. (1962ı) “Kalkınma Programı, Devletçilik”, Yön, 13 Haziran, Sayı:
Yazman, M. Öğüt, (1973) Türkiye’nin Ekonomik Gelişmesi. Ankara: Tisa Matbaacı- 26, s. 7.
lık. Avcıoğlu, Doğan. (1962i)“Olup Bitene Şaşmamak Lazım”, Yön, 15 Ağustos, Sayı: 35,
Weiss, Linda; Hobson, M. John. (1999) Devletler ve Ekonomik Kalkınma, Karşılaş- s. 3.
tırmalı Bir Tarihsel Analiz. Çev. Kıvanç Dündar. Ankara: Dost Kitabevi Ya- Avcıoğlu, Doğan. (1962j) “Plan Konusundaki Gerçek...”, Yön, 5 Eylül, Sayı: 38, s. 3.
yınları.
Avcıoğlu, Doğan. (1962k) “Eski ve Yeni Türkiye”, Yön, 3 Ekim, Sayı: 42, s. 3.
Avcıoğlu, Doğan. (1963) “Bir İntikal Devresi”, Yön, 23 Ocak, Sayı: 58, s. 3.
SÜRELİ YAYINLAR:
Avcıoğlu, Doğan. (1965a) “Halkçı, Devletçi, Devrimci ve Milliyetçi Kalkınma Yolu”,
Makaleler: Yön, 14 Mayıs, Sayı: 111, s. 8-9.
Aktürk, Yıldırım. (1984) “Yıldırım Aktürk ile Görüşme”, Görüşmeci: Nail Satlıgan, İk- Avcıoğlu, Doğan. (1965b) “Gerileyen Ekonomide Enflasyon”, Yön, 1 Ekim, Sayı: 131,
tisat Dergisi, Satı: 239, s. 3-8. s. 3.
Altıok, Metin. (1998) “1980 Sonrası Türkiye’de Sermaye Birikimi ve Kriz”, ODTÜ Bayramoğlu, Sonay. (2002) “Küreselleşmenin Yeni Siyasal İktidar Modeli: Yöneti-
Gelişme Dergisi, Cilt: 25, Sayı: 2, s. 245-274. şim”, Praksis, Sayı: 7, s. 85-117.
Altvater, Elmar. (1994) “Neoliberal Karşıdevrimin Hiç de Gizli Olmayan Çekiciliği”, Bengül, Nejat. (1962) “İktisadi Sistem Meselesi”, Yön, 14 Şubat, Sayı: 9, s. 9.
İktisat Dergisi, Aralık sayısı, s. 43-58.
Berksoy, Taner. (1982) “Türkiye’de İstikrar Arayışları ve IMF”, Ed. Cevdet Erdost,
Aren, Sadun. (1962a) “Plan ve Kalkınma”, Yön, 3 Ocak, Sayı: 3, s. 17. IMF, İstikrar Politikaları ve Türkiye. Ankara: Savaş Yayınları, s. 147-174.
Aren, Sadun. (1962b) “Plan Meselesi”, Yön, 25 Nisan, Sayı: 19, s. 7. Boratav, Korkut. (1983) “Türkiye’de Popülizm: 1962-76 Dönemi Üzerine Notlar”, Ya-
Arın, Tülay. (1985) “Kapitalist Düzenleme, Birikim Rejimi ve Kriz (1): Gelişmiş Ka- pıt, Sayı: 1, s. 7-19.
pitalizm”, 11. Tez, Sayı:1, s. 104-139. Boratav, Korkut (1984) “İktisat Politikaları: 1980-1994”, Cumhuriyet Dönemi Türki-
Arın, Tülay. (1991) “Dünya Düzeni: Emperyalizm Nereye?”, 11. Tez, Sayı:12, s. 17-72. ye Ansiklopedisi, Cilt: 13. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 678-685.
Arın, Tülay. (1995) “Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletlerin Boratav, Korkut. (1984-5) “Savaş Yıllarında Bölüşüm Göstergeleri ve Rantlar Sorunu”,
Kalkınma Stratejileri”, 93-94 Petrol-İş Yıllığı. s. 544-558. Yapıt, Sayı: 8, s. 44-51.
Aslan, E. Onur. (1998) “Devlet Planlama Teşkilatı: 1980 Sonrası Dönüşüm”, Amme Bulutoğlu, Kenan. (1964) “Kalkınma Planımız ve Finansmanı”, Maliye Enstitüsü
İdaresi Dergisi, Cilt: 32, Sayı: 1, s. 103-123. Konferansları Sekizinci Seri, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 1056.
Avcıoğlu, Doğan. (1961) “Huzur”, Yön, 27 Aralık, Sayı: 2, s. 3. Burnham, Peter. (2003) “Küreselleşme, Apolitikleşme ve ‘Modern’ Ekonomi Yöneti-
Avcıoğlu, Doğan. (1962a) “Yapıcı Milliyetçilik”, Yön, 10 Ocak, Sayı: 4, s. 3 mi”, Praksis, Sayı: 9, s. 163-182.

Avcıoğlu, Doğan. (1962b) “Niçin Sosyalizm?”, Yön, 31 Ocak, Sayı: 7, s. 3. Celasun, Melih (1984) “Piyasa Ekonomilerinde Planlama”, ODTÜ Gelişme Dergisi,

296 297
Cilt: 11, Sayı: 3-4, s. 325-345. Ed. Renee Prendergast ve Frances Stewart, Çev. İdil Eser. Piyasa Güçleri ve
Çilingiroğlu, Ayhan. (2003) Planlı Kalkınma Serüveni 1960’larda Türkiye’de Plan- Küresel Kalkınma. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. s. 39-72.
lama Deneyimi (Panel), (içinde) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayın- Gibson, D. Heather; Tsakalatos, Euclid. (2001) “Uluslararası Borç Krizi: Nedenler, So-
ları. nuçlar ve Çözümler”. Fikret Şenses (Der.) Kalkınma İktisadı, Yükselişi ve
Dirlik, Sait. (1965) “Piyasa Ekonomisi, Plan Ekonomisi ve Geri Kalmış Memleketler”, Gerilemesi, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 173-211.
AÜSBF Dergisi, Cilt: XX, Sayı: 1, s. 35-63. Gonca, Nejla. (1988) “Türkiye’de Planlama Mekanizmasının İşleyişi Üzerine”, Türk
Ekzen, Nazif. (1984) “1980 Stabilizasyon Paketinin 1958, 1970 ve 1978-1979 Paket- İdare Dergisi, Sayı: Mart, 378, s. 477-530.
leri ile Karşılaştırmalı Analizi”, Türkiye’de ve Dünyada Yaşanan Bunalım. Gülalp, Haldun. (1980) “Türkiye’de İthal İkamesi ve Dışa Açılma”, ODTÜ Gelişme
Ankara: Yurt Yayınları, s. 165-188. Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1-2, s. 37-66.
Ekzen, Nazif. (2003) “2. Beş Yıllık IMF-Dünya Bankası Planı (2000-2004) Üzerine Gülalp, Haldun (1981) “Gelişme Stratejileri Tartışması: Bir Eleştiriye Yanıt”, ODTÜ
Değerlendirmeler”. Gelişme Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 3-4, s. 755-770.
Erişim: http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Ekzen_mart2003.pdf, Gülalp, Haldun. (1984) “Popülizm Kavramı Üzerine”, Yapıt, Sayı: 3, s. 86-92.
[10.06.2004]. Güler, Birgül A. (1995) “Kamu Yönetimi ve Dünya Bankası”, Amme İdaresi Dergisi,
Eralp, Attila. (1981) “Türkiye’de İzlenen İthal İkameci Strateji ve Yabancı Sermaye”, Cilt: 28, Sayı: 3, s. 19-29.
ODTÜ Gelişme Dergisi, Özel Sayı: Türkiye’de Planlı Gelişmenin Yirmi Yı- Güler, B. Ayman. (1997) “Yapısal Uyarlama Reformları ve Devlet”, Türk-İş Yıllığı,
lı, s. 613-631. Cilt: 2, s. 74-87.
Erder, Nejat. (2003) Planlı Kalkınma Serüveni 1960’larda Türkiye’de Planlama Güler, B. Ayman (2003) “Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye”, Praksis, Sayı: 9, s. 93-
Deneyimi (Panel), (içinde) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 117.
Ercan, Fuat. (1995) “Gelişme Yazını: Eleştiriler ve Yeni Perspektifler”, Ed. Tamer İş- Gürsel, Cemal. (1983), “İkinci Cumhuriyet Anayasası ve Planlama”, Cumhuriyet Ta-
güden, Fuat Ercan, Mehmet Türkay, Gelişme İktisadı Kuram-Eleştiri-Yo- rihi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınları, Cilt 6, s.1604-1605.
rum. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., s. 298-428.
Güzelsarı, Selime. (2003) “Neo-Liberal Politikalar ve Yönetişim Modeli”, Amme İda-
Ercan Fuat. (1997) “Neo-Liberalizm ve Yapısal Uyum Politikalarının Eğitim Hakkı resi Dergisi, Cilt: 36, Sayı: 2, s. 17-35.
Üzerindeki Etkileri”, Türk-İş Yıllığı, Cilt:2, s. 46-74.
İdil, Ergin. (1999) “İlk ve Hep Büyüklerden: Vehbi Koç ve Ailesi”, 75 Yılda Çarkla-
Ercan, Fuat. (1998)“Neo-Liberal Küreselleşe Sürecinde Türkiye’de Değişen Sermaye rı Döndürenler. Ed. Oya Bayar, Gülay Dinçel. İstanbul: Tarih Vakfı Yayın-
İçi Bileşenler”, İktisat Dergisi. Sayı: 378. s. 25-51. ları, s. 123-137.
Ercan, Fuat. (2002) “Çelişkili Bir Süreklilik Olarak Sermaye Birikimi (1)”, Praksis, İdil, Ergin. (1999) “Borudan Orkestraya Borusan”, 75 Yılda Çarkları Döndürenler.
Sayı: 5, s. 25-75. Ed. Oya Bayar, Gülay Dinçel. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, s. 139- 149.
Ercan, Fuat. (2003a) “Sınıftan Kaçış: Türkiye’de Kapitalizmin Analizinde Sınıf Ger- Hamitoğulları, Beşir. (1966) “İktisaden Az Gelişmiş Ülkeler İçin Nasıl Bir Plan Gerek-
çekliğinden Kaçış Üzerine”. Ahmet H. Köse, Fikret Şenses, Erinç Yeldan lidir”, AÜSBF Dergisi, Cilt: XXI, No:3, s. 91-125.
(Der.). İktisat Üzerine Yazılar-I, Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıf-
lar. İstanbul: İletişim Yayınları. s. 611-668. Jenkins, Rhys. (2001) “Sanayileşme ve Dünya Ekonomisi”, Fikret Şenses (Der.) Kal-
kınma İktisadı, Yükselişi ve Gerilemesi, İstanbul: İletişim Yayınla- rı, s.
Ercan, Fuat. (2003b) “Neo-Liberal Orman Yasalarından Kapitalizmin Küresel Kurum 211-255.
sallaşma Sürecine Geçiş: Hukuk Toplum İlişkileri Çerçevesinde Türkiye’de
Yapısal Reformlar-I”, İktisat Dergisi, Sayı, 437, s. 12-32. Kara, Nihal. (1984-5) “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş Kararının Nedenleri”,
Yapıt, Sayı: 8, s. 64-75.
Eroğul, Cem. (1992) “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-71”, Der. Schick, C. İr-
vin/Tonak, E. Ahmet, Geçiş Sürecinde Türkiye. İstanbul: Belge Yayınları. Karacan, Nuri. (1983-4) “Türkiye’de Popülizm Üzerine Bir Not”, Yapıt, Sayı: 2, s. 83-
s.112-159. 89.
Ghai, Dharam. (1995) “Yapısal Uyum, Küresel Bütünleşme ve Sosyal Demokrasi”, Karaosmanoğlu, Attila. (2003) Planlı Kalkınma Serüveni 1960’larda Türkiye’de
Planlama Deneyimi”, (Panel), (içinde) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi

298 299
Yayınları. Toplum ve Bilim, Sayı: 69, s. 6-59.
Karluk, Rıdvan. (1984) “Uluslararası Ekonomi”, Ekonomi El Kitabı, İstanbul: Savran, Sungur. (1996) “Küreselleşme Efsanesi”, Sınıf Bilinci, Sayı 16, s.37-80.
Okan Yayıncılık, s. 83-114. Saybaşlı, Kemali (1976) “Türkiye’de Özel Teşebbüs ve Ekonomi Politikası”, ODTÜ
Kerimoğlu, A. (1963a) “Demokratik Plancılığın Doğuşu”, Forum, Sayı: 216, s. 20-21. Gelişme Dergisi, Sayı: 13, s. 81-97.
Kerimoğlu, A. (1963b) “Planlama Teşkilatları”, Forum, Sayı: 217, s. 19-21. Sezer, Deha. (1981) “Türkiye’de Planlamanın Hukuki Çerçevesine İlişkin Sorunlar ve
Keyder, Çağlar. (1976) “Yeni Ekonomik Düzen ve İdeolojisi”, ODTÜ Gelişme Dergi- Seçenekler Üzerine Bazı Gözlemler”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Türkiye’de
si, Özel Sayı, s. 28-33. Planlı Gelişmenin Yirmi Yılı Özel Sayısı, s. 163-181.

Keyder, Çağlar. (1981) “Kriz Üzerine Notlar”, Toplum ve Bilim, Sayı: 14, s. 3-43. Shaikh, Anvar. (1985) “Günümüzün Dünya Bunalımı: Nedenleri ve Anlamı”, 11. Tez,
Sayı: 1, s. 82-104.
Küçük, Yalçın. (1981), “Türkiye’de Planlama Kavramının Gelişimi Üzerine”, ODTÜ
Gelişme Dergisi, Türkiye’de Planlı Gelişmenin Yirmi Yılı Özel Sayısı. s. 79- Soyak, Alkan (1999) “Planlı Dönemde Sanayileşme”, 75 Yılda Çarklardan Chip’le-
115. re. Ed. Oya Bayar. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, s. 167-181.

Küçük, Yalçın. (1985) “Komprador İktisat”, Quo Vadimus?, Nereye Gidiyoruz?. Soyak, Alkan. (2003) “Türkiye’de İktisadi Planlama: DPT’ye İhtiyaç Var mı?”, Doğuş
Ankara: Tekin Yayınevi, s. 42-92. Üniversitesi Dergisi, 4(2), s. 167-182.

Küçükömer, İdris. (1994) “I-Planlama Trajedisi Mi? II-Uzmanların Planı Sosyalist Soysal, Mümtaz. (1962a) “Plan ve İnsan”, Yön, 1 Ağustos, Sayı: 33, s. 3.
Miydi?”Cuntacılıktan Sivil Topluma, Bütün Eserleri 1. İstanbul: Bağlam Soysal, Mümtaz. (1962b) “Plan ve Statüko”, Yön, 3 Ekim, Sayı: 42, s. 7.
Yayınları, s. 21-27. Sönmez, Attila. (1967) “The Re-Emergence of the Idea of Planing and the Scope and
Margulies, Ronnic; Yıldızoğlu, Ergin. (1992) “Tarımsal Değişim: 1923-70”, Geçiş the Targets of the 1963-1967 Plan”, Planing in Turkey, Ed. S. İlkin&E.
Sürecinde Türkiye, Ed. İrvin C. Schick ve E. Ahmet Tonak. İstanbul: Belge İnanç, Ankara: METU, s. 28-44.
Yayınları, s. 285-310. Sönmez, Attila. (1996) “Türk Ekonomisinin Altın Yılları ve Chenery Raporu”, ODTÜ
Mason, S. Edward. (1964) “Kalkınma Planlamasında Metodoloji, Kalkınma Planlama- Gelişme Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 4, s. 668-675.
sında İzlenen Stratejinin Yönleri”, Çev. Necdet Serin. AÜSBF Dergisi, Cilt: Sönmez, Attila. (2004) “Kalkınma Trenini Nasıl Kaçırdık?”, Turkishtime, Sayı: 23,
XIX, No: 1, s. 39-59. Erişim: http://www.turkishtime.org/23/8_2_tr.asp, [5 Mart 2004].
Mıhçı, Hakan. (1996) “Kalkınma: Bir Terim Neyi Anlatır?”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt: Sönmez, Mustafa. (1999) “75 Yılın Sanayileşme Politikaları”, 75 Yılda Çarklardan
7, Sayı: 23, s. 65-86. Chip’lere. Ed. Oya Bayar. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, s. 1-23.
Mıhçıoğlu, Cemal. (1983) “Devlet Planlama Teşkilatının Kuruluş Günleri” Prof. Şaylan, Gencay (1981), “Planlama ve Bürokrasi” ODTÜ Gelişme Dergisi, Türkiye’de
Dr. Fadıl H. Sur’a Armağan, Ankara: AÜSBF Yayınları:522, s. 229-257. Planlı Gelişmenin Yirmi Yılı Özel Sayısı, s. 183-204.
Mıhçıoğlu, Cemal. (1988) “Yine Devlet Planlama Teşkilatının Kuruluşu Üzerine”, Talas, Cahit. (1962) “Plan, Kalkınma ve İktisadi Sistemler”, AÜSBF Dergisi, Cilt:
AÜSBF Dergisi, Cilt:XLII, NO:1-2, s. 113-146. XVII, No: 3-4, s. 1-15.
Olgun, Hasan. (1980) “Türkiye’de İthal İkamesi ve Dışa Açılma: Eleştiri”, ODTÜ Ge- Tan, Turgut. (1981) “20 Yıllık Planlama Deneyimi Işığında Türkiye’de Planlamanın
lişme Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 3-4, s. 377-393. İdari ve Hukuki Sorunları”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Türkiye’de Planlı Ge-
Olgun, Hasan. (1981) “Türkiye’de İthal İkamesi ve Dışa Açılma: İkinci Eleştiri”, lişmenin Yirmi Yılı Özel Sayısı, 147-160.
ODTÜ Gelişme Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 3-4, s. 777-795. Tekeli, İlhan; Menteş, Gökhan. (1977) “Türkiye’de Holdingleşme ve Holding Sistem-
Özler, Güntaç. (1981) “Gülalp-Olgun Tartışması Üzerine”, ODTÜ Gelişme Dergisi, lerinin Mekandaki Örgütlenmesi”, Toplum ve Bilim, Kış sayısı, s. 16-45.
Cilt: 8, Sayı: 3-4, s. 747-753. Tekeli, İlhan. (1999) “1946 ya da ‘İvedili Sanayi Planı’”, 75 Yılda Çarklardan
Pamuk, Şevket. (1987) “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Devlet, Tarımsal Yapılar ve Bö- Chip’lere. Ed. Oya Bayar. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, s. 154-157.
lüşüm”, 11. Tez. Sayı: 7, s. 121-142. Tenyi, György. (1990) “Socio-economic Roots of French Planning”, Economic Plan-
Peker, Ayşe T. (1996) “Dünya Bankası: Kalkınmacılıktan ‘İyi Yönetim’ Söylemine”, ning in Transition, Ed. Janos Kovacs and Bruno Dallago. England: Dart-

300 301
maunth Publishing Company, pp. 131-141. Gazeteler:
Tonak ve Schick, (1992), “Sonuç”, Geçiş Sürecinde Türkiye, Der. Schick, C. İr- Cumhuriyet Gazetesi:
vin/Tonak, E. Ahmet,İstanbul: Belge Yayınları s.386-400. Cumhuriyet, 21 Haziran 1960, s.1
Trak, Ayşe. (1984) “Gelişme İktisadının gelişmesi: Kurucular”, Yapıt, Sayı: 5, s. 50- Cumhuriyet, 6 Mayıs 1962, s.5
61. Cumhuriyet, 17 temmuz 1962, s. 1
Tuncer, Baran. (1963) “Hollanda ve Norveç Planları Üzerine Bir İnceleme”, AÜSBF Cumhuriyet, 9 Ağustos 1962, s.7
Dergisi, Cilt. XVIII, No:1, s. 1-15. Cumhuriyet, 25 Ağustos 1962, s.7
Turan, İlter; Barlas, Dilek. (1998) “Batı İttifakına Üye Olmanın Türk Dış Politikası Cumhuriyet, 27 Eylül 1962, s.1
Üzerindeki Etkileri”, Türk Dış Politikasının Analizi. Der. Faruk Sönme
Cumhuriyet, 28 Eylül 1962, s.7
zoğlu. İstanbul: Der Yayınları, s. 647-663.
Cumhuriyet, 29 Eylül 1962, s.1.
Türel, Oktar. (1984) “Ekonomik İstikrar Programlarına Genel Bir Bakış”, Türkiye’de
ve Dünyada Yaşanan Bunalım. Ankara: Yurt Yayınları, s. 189-228. Cumhuriyet, 6 Eylül 1969, s.5
Cumhuriyet, 9 Kasım 1962, s.1
Türel, Oktar. (1996), “Türkiye’de Ülkesel Planlama (1960-1994)”, Cumhuriyet Döne-
mi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim Yayınları, Cilt: 14, s.1052- Cumhuriyet, 18 Kasım 1962, s.5
1062. Cumhuriyet, 19 Kasım 1962, s. 5
Türkay, Mehmet. (1997) “Konjonktürel Bir Kavram Olarak ‘Müdahale’ ve Gelişme İk- Cumhuriyet, 22 Kasım 1962, s.1
tisadı”, İktisat Dergisi, Sayı: 366-367, s. 29-35. Cumhuriyet, 28 Kasım 1962, s.1
Türkay, Mehmet. (1998) "Uluslararası Sistemle Entegrasyon Süreci Olarak Kalkınma", Cumhuriyet, 1 Şubat 1963, s. 1.
İktisat Yazıları, M.Ü. İktisat Bölümü, Yayın no: 1998-005-2. Cumhuriyet, 14 Şubat 1965, s. 1.
Türkay, Mehmet (2000) “Devlet, Ulusal Kalkınma ve Kapitalizmin Dinamikleri”, İk- Cumhuriyet, 17 Şubat 1965, s. 1.
tisat Dergisi, Ağustos sayısı, s. 7-13.
Cumhuriyet, 23 Mart 1965, s. 1.
Türkay, Mehmet. (2002a) “ ‘Üçüncü Dünya’ Var Mıydı? Ulusal Kalkınma Mümkün Cumhuriyet, 4 Nisan 1965, s. 5.
mü?”, Evrensel Kültür Dergisi, Sayı: 112, s. 76-80.
Cumhuriyet, 11 Ekim 1965, s. 1.
Türkay, Mehmet. (2002b) “1948 İktisat Kongresi”, Küreselleşme ve Sanayileşme,
Cumhuriyet, 18 Ekim 1965, s. 7.
Ankara: TMMOB Sanayi Kongresi Bildiriler Kitabı, Yayın No:E/2001/291,
s. 45-54. Cumhuriyet, 18 kasım 1965, s. 5.
Cumhuriyet, 24 aralık 1965, s. 7.
Türkay, Mehmet. (2003) “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Dinamikleri”, İktisat’ın
Dama Taşları-III. İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti, s. 7-38. Cumhuriyet, 4 şubat 1966, s. 7.
Türkcan, Ergun. (1982) “Bretton Woods sisteminin közümle Süreci”, Ed. Cevdet Er- Cumhuriyet, 5 Şubat 1966, s. 7.
dost IMF İstikrar Politikaları ve Türkiye, Ankara: Savaş Yayınları, s. 67- Cumhuriyet, 5 Mart 1966, s. 7.
91. Cumhuriyet, 23 mart 1966
Yalman, L. Galip. (1985) “’Popülizm’, ‘Bürokratik Otoriter Devlet’ ve Türkiye”, Cumhuriyet, 24 Mart 1966, s. 7.
11. Tez, Sayı: 1, s. 16-70. Cumhuriyet, 26 Mart 1966, s. 1.
Yalman, Galip. (2004) “Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi: Alternatif Bir Okuma Dene- Cumhuriyet, 7 Nisan 1966, s. 7.
mesi”, Sürekli Kriz Politikaları, Türkiye’de Sınıf, İdeoloji ve Devlet.
Cumhuriyet, 12 Nisan 1966, s. 1.
Haz. Neşecan Balkan, Sungur Savran. İstanbul: Metis Yayınları, s. 44-75.
Cumhuriyet, 14 Nisan 1966, s. 1.
Yılmaz, Cevdet. (1999) “Piyasa Ekonomilerinde Ulusal Planlama ve Çeşitli Planlama
Yaklaşımları”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 32, Sayı: 1, s. 85-101. Cumhuriyet, 4 Eylül 1966, s. 1.

302 303
Cumhuriyet, 1 Ekim 1966, s. 7. Cumhuriyet, 25 Mayıs 1978, s. 9.
Cumhuriyet, 5 Ekim 1966, s. 7. 27 Temmuz 1978, Cumhuriyet, s. 7, Aslan Başer Kafaoğlu, “Dördüncü Beş Yıllık Pla-
Cumhuriyet, 6 Ekim 1966, s. 7. na Doğru-2”.
Cumhuriyet, 18 Kasım 1966, s. 1. Cumhuriyet, 29 Kasım 1978, s. 9.
Cumhuriyet, 27 Ekim 1966a, s. 5, Baran Tuncer, “Planlama ve DPT”, Cumhuriyet, 30 Kasım 1978, s. 1.
Cumhuriyet, 28 Ekim 1966b, s. 5, Baran Tuncer, “Teşkilat Yapıcı Gücünü ve Dinamiz- Cumhuriyet, 5 Mayıs 1979, s. 1.
mini Kaybediyor”. Cumhuriyet, 16 Mayıs 1979, s. 6, TÜSİAD,”Gerçekçi Çıkış Yolu”.
Cumhuriyet, 15 Haziran 1967, s. 7. Cumhuriyet, 17 Mayıs 1979, s. 2, Dr. Tamer İşgüden, “Gerçekçi Kurtuluş Yolu”.
Cumhuriyet, 22 Haziran 1967, s. 7. Cumhuriyet, 26 Mayıs 1979, s. 6, DİSK Tekstil İşçileri Sendikası, “Gerçek Kurtuluş
Cumhuriyet, 22 Haziran 1967, s. 7. Yolu” .
Cumhuriyet, 29 Haziran 1967, s. 1. Cumhuriyet, 9 Ekim 1979, s. 1.
Cumhuriyet, 19 Ekim 1972, s. 9. Cumhuriyet, 16 Ekim 1979, s. 11.
Cumhuriyet, 20 Ekim 1972, s. 9. Cumhuriyet, 29 Kasım 1979, s. 1.
Cumhuriyet, 21 Ekim 1972 Cumhuriyet, 27Aralık 1979, s. 11.
Cumhuriyet, 26 Ekim 1972, s. 9. Cumhuriyet, 18 Ocak 1980, s. 1, Yalçın Doğan,“DPT’de batıya direnenlerin tasfiyesi
tamamlandı”.
Cumhuriyet 6 Kasım 1972, s. 1.
Cumhuriyet, 20 Ocak 1980, s. 1, Yalçın Doğan, “DPT’deki kıyım neyi amaçlıyor”.
Cumhuriyet, 12 Aralık 1972, s. 9.
Cumhuriyet, 21 Ocak 1980, s. 9.
Cumhuriyet, 14 Ağustos 1976, s. 2, Coşkun Ürünlü, “Dpt Dışında Oluşan Bir Plan,
4. Plan” Cumhuriyet, 25 Ocak 1980, s. 1.
Cumhuriyet, 8 Haziran 1977, s. 1. Cumhuriyet 26 Ocak 1980, s. 1.
Cumhuriyet, 4 Temmuz 1977, s. 1. Milliyet Gazetesi:
Cumhuriyet, 22 Temmuz 1977, s. 1. Milliyet, 29 Eylül 1960, s. 1.
Cumhuriyet, 11 Ekim 1977, s. 11. Milliyet, 30 Eylül 1962, s. 1.
Cumhuriyet, 31 Ekim 1977, s. 2, Hikmet Çetin “ Plansız Döneme Geçiş”. Milliyet, 5 Ocak 1975, s. 2, Besim Üstünel, “Ekonomik Durum ve Gelişme Yönleri”.
Cumhuriyet, 9 Kasım 1977, s. 9. Milliyet, 9 Ocak 1975, s.9, Ali Gevgili, “Neden Üstünde Sessizlik Dolaşıyor Planlama-
Cumhuriyet, 12 Kasım 1977, s. 9. nın”.
Cumhuriyet, 13 Kasım 1977, s. 9. Milliyet, 1 Nisan 1975, s. 1.
Cumhuriyet, 14 Kasım 1977, s. 9. Milliyet, 16 Şubat 1978, s. 2, Coşkun Ürünlü, “Dördüncü Kalkınma Planı Yenilenir
ken”.
Cumhuriyet, 28 Kasım 1977, s. 9.
Milliyet, 26 Kasım 1979, s. 1.
Cumhuriyet, 29 Kasım 1977, s. 9.
Milliyet, 30 Kasım 1979, s. 1.
Cumhuriyet, 20 Aralık 1977, s. 9.
Milliyet, 3 Aralık 1979, s. 1.
Cumhuriyet, 1 Ocak 1978, s. 1.
Milliyet, 5 Aralık 1979, s. 11.
Cumhuriyet, 10 Ocak 1978, s. 1.
Milliyet, 6 Aralık 1979, s. 11.
Cumhuriyet, 28 Ocak 1978, s. 1.
Milliyet, 8 Aralık 1979, s. 10.
Cumhuriyet, 2 Mart 1978, s. 1.
Milliyet, 12 Aralık 1979, s. 11.
Cumhuriyet, 27 Mart 1978, s. 1.

304 305
Milliyet, 20 Aralık 1979, s. 11. Resmi Gazete, 22 Mart 1991/20822
Milliyet, 27 Aralık 1979, s. 11. Resmi Gazete, 14 Ağustos 1991/20960
Milliyet, 5 Ocak 1980, s. 11. Resmi Gazete, 6 Ocak 1992/21103
Milliyet, 6 Ocak 1980, s. 11. Resmi Gazete, 16 Eylül 1993/21700
Milliyet, 12 Ocak 1982, s. 1. Resmi Gazete, 24 Haziran, 1994/21970
Milliyet, 19 Ocak 1980, s. 9.
Milliyet, 22 Ocak 1980, s. 9. Dergiler:
Milliyet, 26 Ocak 1980, s. 1. Forum Dergisi:
Milliyet, 27 Ocak 1980, s. 1. Forum, Sayı: 95, 1 Mart 1958, s. 5
Milliyet, 28 Ocak 1980, s. 1. Forum, 15 Ağustos 1962, s. 3
Milliyet, 29 Ocak 1980, s. 1. Forum, 15 Temmuz 1962, s. 16
Milliyet, 30 Ocak 1980, s. 1. Forum, 1 Aralık 1962, s. 4
Milliyet, 31 Ocak 1980, s. 1. Forum, 15 Şubat 1963, s. 4
Milliyet, 2 Şubat 1980, s. 1. Forum, 1 Ekim 1963, Sayı: 228, s. 1
Milliyet, 5 Şubat 1980, s. 1. Forum, 15 Mayıs 1964, Sayı: 243, s. 4
Milliyet, 6 Şubat 1980, s. 1. Forum, 1 Aralık 1964, Sayı: 256, s. 6
Milliyet, 30 Eylül 1990, s. 11. Forum, 1 Ekim 1965, Sayı: 276, s. 5
Hürriyet Gazetesi: Forum, 1 Kasım 1965, Sayı: 278, s. 5
Hürriyet, 4 Ekim 1979, s. 3. Forum, 1 Nisan 1966, Sayı: 288.
Sabah Gazetesi: Yön Dergisi:
Sabah, 19 Mart 2001 Yön, “Bildiri”, 20 Aralık 1961, Sayı: 1, s. 12-13
Resmi Gazete: Yön, “Yön Cevap Veriyor”, 7 Mart 1962, Sayı: 12, s.10-11
Resmi Gazete, 5 Ekim 1960/10621 Yön, 9 Mayıs 1962, Sayı: 21, s. 10-11.
Resmi Gazete, 25 Ocak 1980/16880 Mükerrer Yön, “Plancılar”, 30 Mayıs 1962, Sayı: 24, s. 4
Resmi Gazete, 28 Mart 1980/16943 Yön, 25 Temmuz 1962, Sayı: 32, s. 9.
Resmi Gazete, 6 Temmuz, 1981/17392 Yön, “Plan Kuşa Dönüyor”, 8 Ağustos 1962, Sayı: 34, s. 4.
Resmi Gazete, 4 Aralık 1981/17534 Yön, 15 Ağustos 1962, Sayı: 35, s. 5
Resmi Gazete, 9 Nisan 1982/17659 Yön, 29 Ağustos 1962, Sayı: 37, s.7-8
Resmi Gazete, 5 Temmuz, 1982/17745 Yön, “Plancılar”, 3 Ekim 1962, Sayı:: 42, s. 4-5.
Resmi Gazete, 31 Ağustos, 1982/ 17798 Yön, “Sosyalist Kültür Derneği, Tüzük”, 19 Aralık 1962, Sayı: 53, s. 9
Resmi Gazete, 9 Eylül 1983/18154 Yön, “Sosyalist Kültür Derneği Kuruldu”, 9 Ocak 1963, Sayı: 56, s. 4
Resmi Gazete, 25 Aralık 1983/18262 Yön, (1963) “Planlı Devre”, 6 Şubat, Sayı: 60, s. 4
Resmi Gazete, 18 Haziran 1984/18435 Yön, (1966), “Yabancı Sermayenin Yeni Bir Darbesi!..”, 4 Mart, Sayı: 153, s. 4
Resmi Gazete, 28 Haziran 1984/18445 Kim Dergisi:
Resmi Gazete, 31 Aralık 1987/19681 Kim, 29 Haziran 1961, Sayı: 156, s. 8

306 307
Kim, 6 Nisan 1961, Sayı: 144, s. 21 ri. Ankara.
Ekonomi Muhabirleri Derneği Dergisi (EKONOM): OECD-TÜSİAD, (2003) Türkiye’de Düzenleyici Reformlar. İstanbul: TÜSİAD.
Ekonom, (2000) “8. Plan: Kritik Kavşakta Bekliyor”, Sayı: 14. Türkay, Mehmet. (1994) “Gelişme İktisadı: Büyüme Merkezli Yaklaşımın Yükselişi ve
Gerilemesi”, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi),
İstanbul.
DİĞER YAYINLAR:
Uras Güngör. (2001) Türkiye’de Ekonomi Politikaları Uygulamalarında Değişme-
Alkan, Haluk. (1998) “Türkiye’de Baskı Grupları: Siyaset İşadamı Örgütlenmeleri ler (içinde), DPT.
(Odalar- TÜSİAD ve MÜSİAD)”, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayın-
lanmamış Doktara Tezi), İstanbul. Ürünlü, Coşkun. (1975) “Planlamanın Kış Uykusu” Ankara: DPT.

Bengül, Nejat (1960) İktisadi Planlama Dairesinin Faaliyet Programı ve Çalışma


Tarzı, DPT. GÖRÜŞMELER:
Birleşmiş Milletler Uzmanlar Kurulu Raporu (1967) İktisadi Kalkınma İçin Planla- Attila Karaosmanoğlu ile görüşme, 26 Mart 2004, İstanbul.
ma. Çev. Necdet Serin, AÜSBF Yayını No: 257. Bilsay Kuruç ile görüşme, 22 Aralık 2005, Ankara-16 Ocak 2006, İstanbul.
DPT, (1960) Milli Planlama Teşkilatının Kurulması Hakkında Geçici KanunTasa- Erdoğan Soral ile görüşme, 3 Mayıs 2004, Ankara.
rısı ve Danıştay Mütalaası. DPT Dokümantasyon Şubesi, 338.9060561 nu- Ergun Türkcan ile görüşme, 2 Mart 2004, Ankara.
maralı raf.
İlhan Kesici ile görüşme, 22 Nisan 2004, İstanbul.
DPT (1961) Plan Hedef ve Stratejisi, DPT. Oktar Türel ile görüşme, 4 Mayıs 2004, Ankara.
DPT (1973) Planlama Nedir? Niçin Plan Yapıyoruz?. Ankara: DPT. Kemal Cantürk ile görüşme, 4 Mayıs 2004, Ankara.
DPT (1978) Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı Tanıtma ve Danışma Toplantı- Sevim Görgün ile görüşme, 9 Mart 2004, İstanbul.
ları Basın Bültenleri. Ankara: DPT. Tülin Candır ile görüşme, 22 Mart 2004, Ankara.
DPT (1979) Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı. Ankara: DPT.
DPT (1985) Dünya Bankasının Beşinci Plan Hakkındaki Eleştirilerine Cevap,
Haz. Zafer Yükseler, Yavuz Arınsoy,
DPT. (1990) DPT Albümü 1990 – DPT’nin 30. Kuruluş Yılı. Ankara: DPT.
DPT. (2000) DPT Albümü 2000 – DPT’nin 40. Kuruluş Yılı. Ankara: DPT.
DPT Stratejik Araştırma Ve Planlama Kurumu Kurulması Hakkında Kanun Ta-
sarısı Taslağı, Genel Gerekçe, Erişim: http://ekutup.dpt.gov.tr/haber/2002,
[22 Haziran 2004].
DPT. (2002) ABD’de Planlama Yaklaşımındaki Gelişmeler. Erişim:
http://ekutup.dpt.gov.tr/planlama.abd.pdf, [2 Haziran 2004].
http://www.icisleri.gov.tr/yayinlar/turtak/Basbakanlar.htm, Erişim: [20 Mart 2004].
Karaosmanoğlu, Attila. (2000) 21. Asırda Planlama, 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı ve
DPT’nin 40. Yılı Konferanslar Dizisi-II, DPT.
Maliye Bakanlığı. (1996) Genel Bütçeli Daireler ve Katma Bütçeli Dairelerin Me
mur Kadrolarının Sayısal Gelişimi (1929-1995). Ankara: Bütçe ve Maliyi
Kontrol Genel Müdürlüğü Yayın No: 1996/7.
Odalar Birliği. (1962) Kalkınma Planı Hakkında Özel Sektörün Görüş ve Dilekle-

308 309
Ad ve Konu Dizini: E K
Cantürk, Kemal 124, 136, 137, 138, 140, Ecevit, Bülent 126, 134, 135, 146, 149, Karaosmanoğlu, Attila 75, 78, 92, 95, 98,
1946 Planı 48, 49. 145, 208, 256, 266. 218, 240, 241, 242, 258, 269, 270, 108, 109, 195.
1947 Planı 49. Cumhuriyet Halk Partisi 48, 49, 57, 67, 282. Kesici, İlhan 79, 180, 244.
1958 Krizi 50, 52, 66. 68, 88, 89, 104, 112, 115, 116, 117, EİEİ (Elektrik İşleri Etüd İdaresi) 70, 71, Keynesyen Politikalar 30.
12 Eylül 216, 222, 223. 123, 126, 134, 135, 137, 144, 148, 76, 195, 196. Kim Dergisi 74.
24 Ocak Kararları 61, 110, 150, 151, 155, 149, 150, 151, 158, 206, 208, 218, KİT’ler 54, 63, 84, 160, 177, 186, 211,
156, 157, 159, 160, 162, 164, 165, 219, 238, 240, 248, 249, 254, 255, F 219, 223, 242, 254, 274, 286, 291.
166, 201, 234, 241, 254, 259, 270, 267, 268, 272, 281, 283, 288. Forum Dergisi 93, 111, 113, 116, 120, Koordinasyon Bakanlığı 52, 67, 69, 71,
289. 238. 72, 73.
27 Mayıs 19, 52, 69, 72, 97, 99, 105, 149, Ç Kuruç, Bilsay 145, 147, 148, 150, 151,
195, 262. Çetin, Hikmet 132, 136, 218, 240, 248, G 152, 204, 270, 288.
269, 270, 278. Gürsel, Cemal 75, 76, 99, 196, 280. Küreselleşme 36, 37, 38, 40, 42, 63, 64,
A Çilingiroğlu, Ayhan 71, 74, 76, 93, 95, Görgün, Sevim 74, 90, 278. 183, 225.
ABD Hegemonyası 31, 33. 108, 131, 195, 221, 278.
Adalet Partisi 56, 112, 120, 126, 136, H M
138, 218, 239, 248, 264, 266. D Holding tipi örgütlenme 54. Marshall Planı 25, 49, 283.
Anavatan Partisi 64, 275, 277. Demirel, Süleyman 86, 115, 116, 117, Menderes, Adnan 205, 206, 245.
Alican, Ekrem 89, 96, 111, 199, 207, 281, 118, 119, 120, 126, 136, 138, 150, I Milli Birlik Komitesi 74.
282. 151, 164, 171, 205, 209, 228, 248, IMF 24, 37, 38, 48, 49, 60, 62, 67, 141, Milliyetçi Hareket Partisi 137, 141, 148,
Avcıoğlu, Doğan 101, 103, 104, 109. 266, 269, 279, 282, 287. 145, 146, 147, 148, 151, 154, 156, 150, 155.
Aydemir, Talat 74, 278, 281. Demokrat Parti 48, 207, 244, 245, 246, 157, 181, 209, 211, 212, 213, 214, Müezzinoğlu, Ziya 110, 111, 112, 113,
Aytür, Memduh 79, 110, 114, 119, 131, 264, 269. 224, 240, 241, 246, 252, 258, 259, 114, 198, 211, 213, 259, 268, 269,
136, 201, 215, 233, 257, 262, 265. Devlet müdahalesi 29, 31, 32, 40, 56, 63, 268, 269, 272, 275, 288, 290. 274.
64, 166, 179, 201, 222, 234, 245, 254,
B 259, 272, 289. İ N
Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 178. Dışa açılma 60, 61, 64, 162, 220. İçe Dönük Birikim Modeli 50, 51, 52, 53, Neo-liberal Yaklaşım 36, 39, 40.
Birikim Modeli 34, 50, 51, 52, 53, 54, DPT’nin Kuruluşu 52, 68, 72, 74, 77, 54, 55, 57, 58, 59, 110, 175.
55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 63, 65, 83, 197, 200, 204, 205, 227, 238, 244, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 124, O
85, 95, 110, 140, 145, 163, 164, 165, 256, 261, 286. 125, 126, 129. Odalar Birliği 55, 56, 57, 68, 127, 149.
168, 171, 175, 177, 178, 188. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 140, İkinci Dünya Savaşı Sonrası Atmosfer 24. Orel, Şinasi 72, 73, 74, 76, 77, 86, 87,
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 55, 85, 144, 145, 147, 148, 150, 158, 208, İlk Plancılar 21, 85, 98, 109, 110, 114, 131, 190, 196, 278, 279, 281.
88, 95, 99, 106, 111, 112, 113, 185. 267. 130, 185, 206, 209, 221, 239, 257,
Bretton Woods 24, 33, 48. Dünya Bankası 24, 31, 37, 38, 40, 41, 42, 261, 262, 287. Ö
43, 44, 60, 62, 148, 150, 152, 154, İl Plancıların İstifaları 95. Özal, Turgut 70, 74, 124, 131, 150, 152,
C 158, 177, 195, 201, 211, 214, 215, İnan, Şefik 72, 73, 74, 75, 76, 77, 189, 155, 156, 157, 162, 164, 166, 201,
Candır, Tülin 97, 128, 129, 130, 144, 216, 217, 224, 240, 243, 272, 275, 196, 197, 278, 279. 212, 216, 222, 240, 265, 269, 270,
145, 157, 181, 269, 278, 286. 290. İnönü, İsmet 79, 87, 88, 92, 95, 111, 281, 271, 273, 278, 282, 287, 289.

310 311
P TÜSİAD 55, 57, 60, 63, 64, 149, 161,
Planlama 162, 210, 217, 267.
Planlama Yaklaşımının Ortaya Çıkışı 28.
Planlama Yaklaşımındaki Değişimler 40. U
Planlama Mekanizması 30, 64, 77, 83, Uras, Güngör 161, 181, 210.
85, 99, 110, 162, 165, 175, 176.
Kalkınma planlaması 29, 41, 164, 167, Ü
179, 207, 276. Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 132,
Stratejik planlama 44, 64, 65, 180, 181, 133, 134, 135, 136, 142.
183, 184, 250, 276, 277, 291. Üretken sermaye 24, 35, 39, 50, 51, 59,
Planlı Kalkınma 19, 20, 30, 39, 55, 56, 98.
117, 139, 155, 185, 188. Üretken sermayenin uluslararasılaşması
Para sermaye 24, 35. 24, 35, 39.
Üstünel, Besim 71, 75, 76, 114, 117, 121,
S 139, 195.
Sermayenin uluslararasılaşması 23, 24,
26, 31, 35, 39, 50, Y
Sermayenin yoğunlaşması ve merkezileş- Yapısal Uyum Politikaları 37, 38, 39, 42,
mesi 54. 60, 173, 174, 175, 178.
Soral, Erdoğan 128, 133, 227. Yeni Kurumcu İktisat 43.
Sönmez, Attila 92, 93, 98, 111, 112, 262, Yeni Türkiye Partisi 89, 92, 112, 115,
282. 116, 199, 207, 281.
Yön Dergisi 93.
T Yön Dergisinin DPT’ye bakışı 99, 103.
Ticari sermaye 24, 35, 36, 47, 49, 51, 52, Yön Dergisinin Planlama Kavramına Ba-
54, 57. kışı 100.
Tinbergen, Jan 29, 70, 71, 72, 73, 75, Yönetişim 43, 44, 62, 252, 276.
112, 195, 196, 199, 206, 225, 227, YPK (Yüksek Planlama Kurulu) 78, 79,
228, 262, 265, 278, 286. 80, 85, 91, 92, 93, 94, 96, 103, 106,
TOBB 83, 85, 176, 177. 107, 113, 116, 121, 125, 140, 142,
Tüccarlıktan sanayiciliğe dönüşüm 51. 143, 151, 153, 167, 168, 169, 170,
Türel, Oktar 57, 79, 85, 83, 138, 144, 171, 175, 176, 177, 187, 198, 208,
145, 147, 151, 152, 153, 155, 164, 210, 223, 224, 233, 241, 248, 249,
179, 212, 215, 261. 257, 265, 269, 270, 274, 282, 291.
Türkcan, Ergun 128, 238.
Türkeş, Alparslan 74, 75, 76, 196, 197. Z
Tuncer, Baran 114, 115, 116, 119, 121, Zorlu, Fatin Rüştü 69, 71.
123, 124.

312

You might also like