Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 38

İSLAM VE MEDENİYET SERİSİ: 2

İHYÂ

I. Cilt

Editörler:
Prof. Dr. Veysel ÖZDEMİR
Dr. Öğr. Üyesi Murat GÖKALP
Dr. Öğr. Üyesi Zuhal DAĞ
Arş. Gör. Mesut ŞEN
Arş. Gör. Nisa GECEKUŞU DEMİRBAŞ
İhyâ I. Cilt
İslam ve Medeniyet Serisi: 2

Editörler:
Prof. Dr. Veysel ÖZDEMİR
Dr. Öğr. Üyesi Murat GÖKALP
Dr. Öğr. Üyesi Zuhal DAĞ
Arş. Gör. Mesut ŞEN
Arş. Gör. Nisa GECEKUŞU DEMİRBAŞ

Genel Yayın Yönetmeni:


Mustafa ÇALIŞKAN

Bu kitap, Elazığ Belediyesi'nin katkılarıyla basılmıştır.

Bu kitapta yer alan bölümlerin ilmî ve fikrî muhtevası ile dil bakımından sorumluluğu yazarlarına
aittir. Bütün yayın hakları saklıdır. Bilimsel araştırma ve tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında
hiçbir yolla çoğaltılamaz.

KİTAP DÜNYASI YAYINLARI


Yayın No: 278

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayıncı Sertifika No: 51889

ISBN 978-605-351-563-0

Kapak Tasarım:
Baskı Öncesi Hazırlık: Mehmet ATEŞ
meh_ates@hotmail.com

Baskı, Cilt:
Bulut Dijital Matbaa San. Tic. Ltd. Şti.
Musalla Bağları Mh. İnciköy Sk. No: 1/A
Selçuklu/KONYA
Sertifika No: 48120

Aralık 2022 / İstanbul

Kitap Dünyası Yayınları


Alayköşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No. 6/D:4
Cağaloğlu – İSTANBUL
Tel: 0212 514 93 05

www.kitapdunyasi.com.tr
bilgikitapdunyasi@gmail.com
Bu çalışmanın yayınlanmasına destek veren Elâzığ Belediye Başkanı
Sayın Şahin ŞERİFOĞULLARI’na şükranlarımızla…
TAKDİM
Medeniyetler, insanın zihni kabiliyetiyle ortaya çıkarmış olduğu maddi
ve manevi değerlerden meydana gelir. Toplumların gücü, ortaya çıkardık-
ları bu değerlerin niteliğiyle ölçülür. Zira gelişmiş toplumların özünde güç-
lü bir medeniyet tasavvuru yatar. Dolayısıyla güçlü bir medeniyet kurma
adına insanlığın ortak değer ve kazanımlarını geliştirmek hepimizin nihai
gayesi olmalıdır.
Tarihimizden devraldığımız maddi ve manevi bütün birikimlerimiz,
medeniyetimiz için büyük bir zenginlik kaynağıdır. Bilgi, hikmet ve irfanla
yoğrulan bu birikimler, gelişme ve ilerlemenin motivasyonu olmuş, kültür-
de, bilimde ve sanatta birçok eserin ortaya çıkmasına imkân sağlamıştır. Ge-
leceğimizi inşa etmedeki en büyük sorumluluğumuz, medeniyetimizin te-
mel bileşenlerini oluşturan bu mirasın etkin bir şekilde korunmasını ve ak-
tarılmasını temin etmektir.
Anadolu’daki ilk yerleşim bölgeleri arasında yer alan Harput; sahip ol-
duğu kültürel, bilimsel ve sanatsal eserleriyle bu mirasın korunduğu ve ya-
şandığı önemli medeniyet merkezlerinden biridir. Harput, ticaret yolu üze-
rinde yer alması sebebiyle çeşitli uygarlıkların buluştuğu bir kavşak nokta-
sıdır. Günümüzde Elâzığ ismini alan şehir, eğitim başta olmak üzere birçok
konuda ülkemizin en gözde şehirlerinden biri olarak varlığını sürdürmek-
tedir. Bir “Üniversite Şehri” niteliğindeki kent bugün, eğitim kurumları, tu-
ristik tesisleri, modern şehircilik anlayışıyla “Doğu'nun İncisi” sıfatını hak
etmektedir.
Şehrimizin inşa ve ihyasına katkıda bulunacak her türlü maddi ve ma-
nevi çalışmalar hiç şüphesiz tarihe, gelecek nesillere ve insanlığa bırakaca-
ğımız kalıcı eserler olacaktır. Yayınlanan bu kitap bilim, kültür ve sanat ala-
nında insanlarının istifadesine sunmak maksadıyla hazırlanmıştır. Medeni-
yetimizi ilelebet yaşatmak maksadıyla hazırlanmış olan bu kitabın şehrimi-
ze, ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini temenni eder, bu vesiley-
le kitabın ortaya çıkmasında emeği geçen tüm bilim insanlarına teşekkür
ederim.
Dr. Ömer TORAMAN
Elâzığ Valisi
Elazığ, Anadolu’nun en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Harput’un
varisi konumundadır. Harput; Urartu, Hitit, Pers, Roma, Sasani, Bizans, Ar-
tuklu, Selçuklu ve Osmanlı başta olmak üzere nice medeniyetlerin hüküm
sürdüğü, farklı din ve etnik kimliklere sahip, insanların barış ve huzur içeri-
sinde yaşadıkları bir medeniyet merkezi olmuştur. Harput’ta kurulmuş
olan her medeniyet, bir önceki medeniyetin birikimi üzerine inşa edilmiştir.
Kalesi, hanları, hamamları, camileri, türbeleri ve konaklarıyla geçmişi bu-
gün de yaşatan bir açık hava müzesidir. Her dönemde maddi ve manevi
yönüyle hoşgörünün, yardımseverliğin, farklı din ve kültürlerin birlikte ya-
şanabildiği ve yaşatıldığı bir belde konumunda olan Harput, ilim, sanat,
musiki, mimari ve edebiyatıyla günümüze kadar uzanan güçlü bir medeni-
yetin temsilcisi olarak varlığını sürdürmüştür. Özellikle İslam medeniyetiy-
le tanışmasının ardından ilim ve irfan yuvası haline gelmiş, Anadolu’nun
sınırlarını aşarak bu medeniyete büyük katkılar sağlamıştır.
Bilinmelidir ki, şehirler tarihsel süreçte elde ettikleri medeniyet birikimi-
ni temsil eden mekânlardır. Şehirlerin kimliğini, sahip oldukları bu birikim-
ler meydana getirir. Şehirler bizim yaşam alanımız olduğu kadar kültür ve
medeniyetinizin de temsilcileridir. Dolayısıyla şehirlerin inşasını, ihyasın-
dan bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu sebeple idareciler olarak biz,
bir taraftan tarihsel süreçte elde ettiğimiz birikimleri koruyup yaşatmaya
çalışırken, diğer taraftan insanımızın ihtiyaçlarını karşılayacak yatırımlarla
şehrimizi inşa etmenin gayreti içerisindeyiz.
Yaşadığımız çağda modernizmin etkisiyle toplumun her bir ferdi, kendi
kültür ve medeniyetine yabancılaşmakta ve gitgide yalnızlaşmaktadır. Oysa
birlikte yaşama kültürü, İslam medeniyetinin en önemli unsurları arasında
yer almaktadır. Yüzyıllar boyu birçok medeniyetin hüküm sürdüğü bu top-
raklarda birlikte yaşama kültürünün en güzel örneğini sunan medeniyeti-
mizden aldığımız feyz ile şehrimizi yeniden inşa ve ihya etmek temel hede-
fimizdir. Dolayısıyla şehrimizin imarında medeniyet tasavvurumuzu yansı-
tan düşünce sistemini hâkim kılmamız büyük önem arz etmektedir. Hede-
fimizi gerçekleştirebilmek adına bu konuda yapılmış olan her türlü bilimsel
çalışmanın geniş etki ve farkındalık oluşturacağı muhakkaktır. Bu bağlam-
da binlerce yıllık tarih, kültür, sanat ve edebiyatıyla kadim medeniyet izle-
rini taşıyan aziz şehir Elazığ’da İslâm medeniyetinde “İHY” başlıklı ulus-
lararası bir kongrenin düzenlenmiş olması, dünyanın çeşitli bölgelerinden
ve ülkemizden çok sayıda ilim ve fikir insanlarının bir araya gelerek bildiri-
ler sunması, müzakerelerde bulunması, tanışma ve kaynaşma ortamının
oluşması bizleri mutlu etmiştir.
Ülkemizin değerlerini yaşatma, tanıtma ve geleceğe taşıma noktasında
gerek yurtiçi gerekse yurtdışından kıymetli çalışmalarıyla katkı sunan bilim
adamlarını şehrimizde ağırlamış olmaktan memnuniyet duyduğumu belir-
tir, böylesine seçkin bir eserin ortaya çıkmasında emeği geçen herkese şük-
ranlarımı sunarım.
Şahin ŞERİFOĞULLARI
Elâzığ Belediye Başkanı

9
İslâm Dininin, Kur’ân-ı Kerîm'de belirlenen ilkeleri ve Peygamber Efen-
dimizin bizzat uygulamaları ile ortaya koyduğu tecrübe üzerine kurulan
İslâm Medeniyeti, medeniyetlerin en şereflisidir. Bu medeniyetin temel he-
defi; kurucu unsuru olan insanı, ahsen-i takvim yani mükemmellik seviye-
sine ulaştırmaktır. İslâm’ın bütün öğretilerine dönemsel uygulamalar de-
meden hayatında yer verip yaşatan her Müslüman, insanlığa huzur, refah
ve saadet yayacaktır. Dolayısıyla İslâm Medeniyeti, özünü İslâm’ın temel
kaynakları olan Kur'ân ve Sünnet’ten alan Müslüman fert ve toplumların
İslâm'ı temsilleri ile ortaya koydukları bir medeniyettir. Bu medeniyet, ha-
yatın her alanına yönelik üretimini sünnetullah gereği yalnız Müslümanlara
sunmamakta; tüm insanlığa takdim etmektedir.
İslâm insanlığa getirmiş olduğu yenilikler ve bakış açısıyla; ruh, kalp,
vicdan ve aklı adeta yeniden şekillendirmiştir. Bir din ve bir medeniyet ola-
rak İslâm; Kur'an ve sünnete dayalı ilimlerin yanı sıra sosyal bilimler, fen
bilimleri, sağlık bilimleri, matematik, geometri ve diğer bütün alanlarda
vahyin ışığında ilmi verileri zenginleştirip büyük bir izzete kavuşturmuş,
İslâm inanç ve düşüncesi ile paralellik arz edecek şekilde yeniden yoğur-
muş, geliştirmiş ve insanlık hayrına ortaya konan her türlü çalışmayı yeni-
den ele alarak şekillendirmiştir.
İslâm'ın ilk emri olan okuma sayesinde İslâm medeniyeti ilme ve oku-
maya büyük önem vererek sürekli gelişmeler göstermiştir. Allah'ın birliğine
inanmanın getirdiği toplumsal prensipler ve düzenlemeler, kısacası tevhid
inancının gölgesinde oluşan İslâm toplum ve medeniyeti kendisine bağlı
olan insanları ilkellikten medeniyete yükseltmiştir. Tevhid inancının bir ge-
reği olarak Allah'ın vahdaniyetine inanmanın en basit ve ilk adımı, evren-
deki her şeye bakıldığında, her şeyin Allah'ın varlığına delalet ettiğini kav-
ramaktır. Kur'ân'ın birçok ayetinde tabiattaki bütün olayların gözetilmesi,
mevsimlerin, gün ve gecenin nasıl meydana geldiğini, yer ve gökteki bütün
cisimlerin hareketlerini, olma ve tekrar yok olma, dünyaya gelme ve tekrar
ölmeyi, insanların yaşamakta olduğu bütün kişisel ve toplumsal yaşayışı ve
hadiseleri, çiçeklerin, ağaçların, meyvelerin, denizlerin, dağların, iklimlerin,
rüzgarların, yağmurların ve kainattaki bütün güzelliklerin düşünülmesini
ve bunlardan insanlığın yararına neticeler çıkarılmasını emretmektedir. Kı-
sacası İslâm Medeniyeti; tevhid inancının gereği olarak Müslümanların bi-
limde ve teknolojide ilerlemesini ve gelişmesini emretmektedir. Önyargı-
sız olarak İslâm araştırıldığı zaman ondaki mükemmellik kolayca görüle-
bilmektedir. Çünkü İslâm herkese merhamet ve şefkat gözüyle yaklaşmak-
tadır. Zira İslâm Medeniyeti, imanı ve ahlaki ilkeleri öne çıkarırken, adalet
ve ihsan, ahiret inancı ve kul hakkına riayet eden değerler üzerine yüksel-
miştir. İslâm Medeniyeti merhametli, şefkatli, doğru sözlü, mutedil ve den-
geli, insaflı ve sevecen, iyiliksever ve paylaşmayı bilen, başkalarının hakla-
rını koruyan bir medeniyettir. İslâm medeniyeti izzet ve şerefi imanda bul-
muş, dürüstlük ve saygıyı ilke olarak kabul etmiştir. Her türlü kötülüğü ya-
saklamış, bugünkü batının içinde bulunduğu ve bir türlü çıkamadığı ahlaki
çöküntüden insanlığın nasıl kurtulabileceğinin reçetelerini on beş asır önce-
sinden tespit etmiştir.
17-18 Ekim’de İlahiyat fakültemizin öncülüğünde üniversitemizde ger-
çekleştirilen sempozyumda, ülkemizden ve yurtdışından gelen bilim insan-
ları, İslâm Medeniyeti ve İhyâ konularında sunumlar yapmış, müzakereler-
de bulunmuştur. İslam Medeniyeti ile ilgili bu anlamlı çalışmanın üniversi-
temizde gerçekleşmiş olmasından dolayı memnuniyet duyduğumu belirt-
mek isterim. Son olarak bu bildirilerin kitaplaşmış halinin hayırlara vesile
olmasını ve ilim dünyasına zenginlik katmasını temenni ediyor, katkılar su-
nan bilim insanlarına ve çalışmanın vücuda gelmesinde emeği geçenlere te-
şekkür ediyorum.

Prof. Dr. Fahrettin GÖKTAŞ


Fırat Üniversitesi Rektörü

11
SUNUŞ

Türkçe’de uygarlıkla eşanlamlı olarak kullanılan medeniyet kavramı, ilk


defa Arapça’da şehir anlamına gelen el-Medîne kelimesinden türetilmiştir.
Hadârâ, temeddün, ümran gibi kavramlarla da ifade edilen medeniyetin
kavramsal anlamı üzerine birçok tanım yapılmakla birlikte en genel anlam-
da “Bir toplumun benimsediği değerlerle ortaya koyduğu maddi ve manevi ürünle-
rin, yaşayış şekillerinin bütünü, tarihî, dinî, ahlâkî, felsefî, estetik ve sanatsal biri-
kimin oluşturduğu zihniyetinin yansıması” şeklinde tanımlanabilir. Nitekim
Resulullah (s.a.s.) Yesrib’e hicret edince (622), bu şehrin adını Medine olarak
değiştirmesi, O’nun zihinsel arka planında temeddünün olduğunu düşün-
dürmektedir. Batı’da ise ilk defa XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
civilisation kelimesiyle ifade edilen medeniyet, ortaya çıkışı itibariyle İslam
Dünyası’ndan on bir asır sonraya tekabül etmektedir.
İslam dini getirdiği ve teklif ettiği birçok değer ile insanlığın anlam-
değer dünyasına, varlık ve evren anlayışına büyük katkılarda bulunmuş,
Müslümanlar da dini öğretilerinden aldıkları değerler ile yeryüzünde yaşa-
dıkları yerlerde insanlığın ortak mirası olan bilgiden de istifade ederek
önemli medeniyetler inşa etmişlerdir. Pek tabi Müslümanların yaşadıkları
coğrafyalar ve hâkim olunan kültürler çok çeşitlidir. Özellikle milletimiz ta-
rafından Anadolu’da üretilen temeddün, devlet yönetimindeki başarı ile
birleşince üç kıta ve beş milyon km’ye kadar taşınmış, insanlığın İslam Me-
deniyeti tecrübesinden istifade etmesi sağlanmıştır.
Tarihte İslam Medeniyeti’nin gelişimine yönelik en büyük katkının Tür-
kiye coğrafyasında yaşayan Müslümanlar tarafından yapıldığı ve medeni-
yetin zirvesinin bu topraklarda yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır.
O halde İslam Medeniyeti ile ilgili yapılacak çalışmaların merkezi burası
olmalı ve yine söylenecek ne varsa burada söylenmelidir. Bu saiklerle Ana-
dolu’nun ilmi ve kültürel anlamda tarihi derinliğine sahip önemli merkezle-
ri arasında yer alan Harput’u içinde barındıran Elazığ’da her yıl İslam ve
Medeniyet ile ilgili uluslararası düzeyde kongre yapılması planlanmaktadır.
Düzenlenecek olan bu kongreler vesilesiyle farklı coğrafyalardan insanların
buluşacağı, müzakerelerin yapılacağı, bildirilerin sunulacağı bilimsel bir
zemin oluşacaktır. Ayrıca aynı hafta içerisinde yılın temasına uygun olarak
konferans, panel, sergi ve gezi gibi çeşitli organizasyonlarla bu büyük kong-
re desteklenerek İslam Medeniyeti ile ilgili tarihsel hafızanın tekrar canlan-
dırılması ve kimlik inşasına katkı sağlanması hedeflenmektedir.
Geçtiğimiz yıl (2021) pandemi dönemine denk geldiği için online olarak
düzenlediğimiz “Din ve Sağlık” temalı sempozum, önemli bir teveccühe
mazhar olmuş, çok sayıda bildiriler sunulmuş ve fakültemizdeki hocaları-
mızın çabaları ile bu çalışmalar kitaplaştırılmıştı. Bu yıl ise 17-18 Ekim 2022
tarihlerinde İslam Medeniyeti Buluşmaları kapsamında “İslam ve Medeni-
yet II. Uluslararası Sempozyum”, “İHY” konusu ile yüz yüze düzenlen-
miştir. Bu sempozyum da büyük bir teveccüh görmüş; ülkemizden ve dün-
yanın çeşitli bölgelerinden akademisyenler gelerek bildiriler sunmuşlardır.
Bu bildirilerin editöryal süreçlerden geçirilerek kitap bölümü halinde yayın-
lanmaya değer bulunanları üç cilt halindeki bu eserde yerini almıştır.
Şüphesiz büyük organizasyonlar desteklere muhtaçtırlar. Bu organizas-
yonun şehrimizde ve üniversitemizde gerçekleşebilmesi için Valiliğimiz,
Belediye Başkanlığımız ve Rektörlüğümüzün maddi ve manevi önemli des-
tekleri olmuştur. O bakımdan başta Elazığ Valimiz Dr. Ömer TORAMAN’a,
Belediye Başkanımız Şahin ŞERİFOĞULLARI’na ve Rekörümüz Prof. Dr.
Fahrettin GÖKTAŞ’a gönülden şükran borçluyuz. Ayrıca sempozyuma ge-
lerek bildiri sunan ve yazılarıyla bu kitabın oluşmasına katkı veren akade-
misyenlere, sempozyum düzenleme kurulu üyelerine, fakültemizin akade-
mik ve idari personellerine, özellikle de çalışmanın kitaplaşma sürecinde
yer alan editörlerimize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Son olarak, ihyâ geleneğine sahip bir medeniyetin mensubu olarak, gü-
nümüz dünyasında “İHY” ile ilgili yazıların bir araya getirilerek ilim
dünyasına mütevâzî ama kalıcı bir eser verilmiş, tabir-i câizse tarihe bir not
düşülmüş olmasının onur ve mutluğu hissiyatımı belirtiyor, tüm bu çalış-
malara destek ve katkı sunanların ecrini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Prof. Dr. Veysel ÖZDEMİR


Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı
ÖNSÖZ

Dinin muhatabı olan insanın, zaman zaman fıtratında var olan unutkan-
lık ile gaflete düştüğü, kimi zaman yakın çevresinin etkisiyle kimi zaman da
hızla gelişen iletişim ağlarıyla kültürel etkileşim neticesinde düşünce ve
inanç dünyasında menfi anlamda kırılmalar yaşadığı bilinen bir hakikattir.
Muhtemelen yaşanan bu kırılmalara paralel olarak da, kendisine göre “ma-
kul” olanı veya “zihnen ve kalben kendisini tatmin ettiğini” var saydığı dü-
şünce veya inancı, din dairesi içerisinde kabul edebilmektedir. Oysaki dine
sonradan dâhil edilmesi itibariyle “bid’at ve hurafe” olarak adlandırılmaya
daha münasip düşen bu “düşünce veya inanç yapısı”, din nokta-i nazarın-
dan “asl”ın unutulmasını veya âdeta üzerine çöken yoğun bir sis bulutu se-
bebiyle varlığının ve hakikatinin perdelenmesini intâç etmektedir. Bu ise,
bir köşede unutulduğu için tozlanmış ve bu sebeple fıtratına derc olunmuş
vazifesini yapamayan aynaya benzer. Zira ayna, karşısına geçen sureti yan-
sıtmasıyla bilinir. Tozu temizlendiğinde ise aslî hüviyeti olan yansıtma vazi-
fesini yapacağında hiç kimsenin şüphesi olmaz.
Zamanın su misali hızla akıp geçtiği dinamik bir hayat safhası içerisinde,
dine dair düşünce, inanç ve uygulamalarda da zaman zaman bir miktar
perdelenme yaşanması müşahede edilen olduğu kadar, insanoğlunun fıtra-
tıyla mütenasip olarak mümkün olandır diye de düşünülmelidir. İşte “ihyâ”
ve “tecdîd” kavramları bu merhalede devreye girmekte, “asıl”da var olup
da unutulanlara, kırılma noktalarının dayatmasıyla işlevsizmiş gibi görülen
ve dolayısıyla pasif bırakılan uygulamalara yeniden “asl”a uygun ve
“asıl”dan hareketle bir “can suyu vermeyi” ifade etmektedir.
İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın gelişen teknoloji ve iletişim ağlarıyla
küreselleşmeye kazandırdığı hızlı ivme, dünyayı âdeta küçük bir köy hük-
müne sokmuş ve buna bağlı olarak da kültür ve medeniyet noktalarından
etkileşim had safhalara çıkmıştır. İslâm âleminin de bu etkileşimden fazla-
sıyla nasipdâr olduğunu kabul etmek gerekir. Buna binaen, İslâmî ilimler-
den siyasete, ekonomiden hukuka velhâsılı Müslüman insan ile Allah
Teâlâ’nın razı olduğu ve Elçisi’nin tebliğ ve tebyîn ettiği din arasında sosyal
hayatta bir uyumun sağlanması elzemdir. Bunun ise değişen zaman ve an-
layışları dikkate alarak ve bir ihtiyacın gereği olarak “asl”ı tahrif etmeden
icra edilmesi olması gerekendir.
İşte bu kitapta da farklı ilim sahalarından kıymetli araştırmacılar, üze-
rinde bulundukları ilmî disiplin zaviyesinden Müslümanın şahsiyetine ve
inanç hassasiyetlerine kıvam veren unsurları “yeniden canlandırarak hayata
katabilmeyi” bir ihtiyaç olarak görmüş ve bu anlamda da reçeteler sunmuş-
lardır. Her bir çalışmada, kendi konu bütünlüğü çerçevesinde “ihyâ”ya gö-
türen süreçler tespit edilmiş, “ihyâ”nın nasıl ve ne surette işlerlik kazanabi-
leceğine dair birbirinden değerli perspektifler geliştirilmiştir.
İhya, ıslah ve tecdidle ilgili literatürde önemli bir boşluğu dolduracağına
inandığımız bu kitabın hazırlanmasında akademik çalışmalarıyla katkı sağ-
layan bütün yazarlara can-ı gönülden teşekkür ediyoruz.

Editörler
Elâzığ - 2022
İÇİNDEKİLER

TAKDİM ......................................................................................................................... 5
SUNUŞ .......................................................................................................................... 13
ÖNSÖZ.......................................................................................................................... 15
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................. 17

GİRİŞ
İhyâ: Doğuşu ve Kavramsal Çerçevesi
Prof. Dr. Veysel ÖZDEMİR .................................................................................... 23

I. BÖLÜM
FIKIH VE İHYA
Fıkhın Şehir Medeniyeti ve İhyası
Prof. Dr. Adnan KOŞUM ........................................................................................ 29
Bir İhyâ Denemesi: Talâk Prosedürünü Yeniden Düşünmek
Dr. Öğr. Üyesi Hacer YETKİN................................................................................ 45
Klasik Fıkıh Usûlüne Eleştirel Yaklaşımlar: Sıddîk Hasan Han Örneği
Dr. Öğr. Üyesi Sümeyye ONUK DEMİRCİ ........................................................... 69
İbn Bâdîs’in İçtihat Anlayışı Özelinde Fıkıhta İhyâ ve Tecdid Çabalarının
Cezayir’deki Yansımaları
Muhammet Ali ÇAĞLAR ........................................................................................ 89
İhyâcı Karakterinin Bir Yansıması Olarak İmam Rabbânî’nin Bid’at
Anlayışı Ve Fıkıh Usûlü Açısından Tahlili
Dr. Öğr. Üyesi Fatih KARATAŞ ........................................................................... 109

II. BÖLÜM
TEFSİR VE İHYA
Meâlcilik Bir İhya Hareketi midir?
Dr. Fatih KANCA .................................................................................................. 129
Tefsirde Gâî Yorumun İmkânı ve Toplumun Maslahatı ‐Hz. Ömer’den
Ebussuûd Efendi’ye Ehlikitap Kadınlarla Evlenilmemesi Gereği‐
Dr. Bedriye YILMAZ ............................................................................................. 159
Memlükler Devletindeki İhya Hareketlerinin Tefsir İlmine Yansımaları:
Tefsire Usul Belirleme Çalışmaları
Doç. Dr. Harun SAVUT ........................................................................................ 181
Âişe Abdurrahman’dan İlmî Tefsire Eleştirel Bir Yaklaşım
Arş. Gör. Sümeyye BULUT ................................................................................... 205
Islah ve İfsâd: Kur’an’da Zıtlıklar Üzerinden Kimlik İnşasının
Ana Kavramları
Doç. Dr. Harun BEKİROĞLU............................................................................... 221

III. BÖLÜM
HADİS/SÜNNET VE İHYA
Hadis Literatüründe İhyâ Kavramı
Arş. Gör. Abdullah ÇAN........................................................................................ 243
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) İhyâ Misyonu
Dr. Öğr. Üyesi Nizamettin ÇELİK ........................................................................ 265
Hz. Peygamber’in Söylemi ve Eylemi Örnekliğinde İhyâ ve Uygulama
İmkânı
Doç. Dr. Selahattin AYDEMİR ............................................................................. 283
Sünnete Uygun Bir Ahlak Modeli Olarak "Değer Verme" Davranışını
Hayata Taşıma Projesi
Dr. Öğr. Üyesi Sehal Deniz VARLIK .................................................................... 301
Şah Velîyyullah ed‐Dihlevî’nin (ö. 1176/1762) İhya Düşüncesinde
Hadisin Rolü ................................................................................................................327
Dr. Hasan ERYILMAZ .......................................................................................... 327
Yusuf b. Osman el‐Harpûtî’nin Nesâyih Adlı Eserinde İrşad ve Eserde
Zikredilen Rivayetler
Dr. Öğr. Üyesi İbrahim SAYLAN ......................................................................... 341
Hasan Hanefî’nin ‘Gelenek ve Yenilenme’ Eseri Bağlamında
Sünnetin Güncellenmesinin Anlamı ve İmkânı
Dr. Bilge KILIÇ ...................................................................................................... 379
Hadis ve Sünnetin Anlaşılması İle İlgili İhya Çalışmaları
(Muhammed el‐Gazzâlî ve Yusuf el‐Kardâvî Örneği)
Dr. Öğr. Üyesi Mustafa TAŞ ................................................................................. 401

IV. BÖLÜM
DİNİ HAREKETLER VE İHYA
Modern İhya Hareketleri: Fundamentalizm mi İslami Uyanış mı?
Dr. Öğr. Üyesi Ayhan ERCÜMENT .................................................................... 435
Türkistan Cedit Hareketini Etkileyen Dış ve İç Faktörlerin
Değerlendirilmesi
Doç. Dr. İzzetullah ZEKİ ....................................................................................... 465
Dini İhya Hareketleri Bağlamında el‐Hidaye Hareketi ve Mehmed
Hanciç’in Görüşleri
Dr. Öğr. Üyesi Zefir ADEMİ ................................................................................ 481
Sünnî Gelenekte Bir Mehdicî Hareket: Muhammed b. Tûmert el‐Mehdî
ve Muvahhidîn Hareketi Örneği
Dr. Öğr. Üyesi Fatih SANCILI .............................................................................. 503
Manevî İhyâ Aklının Oluşumunda Millî Şuur Etkisi
(Müridizm Hareketi’nde İmamlar ve Nakşbendî Şeyhleri
Arasındaki Tartışmalar)
Dr. İbrahim EROL.................................................................................................. 529
İmam‐ı Rabbanî’nin Tasavvufa Dâhil Edilmeye Çalışılan Bid’atlara
Karşı Sünneti İhyâ Mücadelesi
Doç. Dr. Yüksel GÖZTEPE ................................................................................... 551
Klasik Mekkî‐Medenî Yaklaşımına İhyâcı Bir Tenkit Örneği: Mahmûd
Muhammed Tâhâ (1910‐1985) ve “İslâm’ın İkinci Mesajı”
Dr. Öğr. Üyesi Ayşenur FİDAN ........................................................................... 575

19
KLASİK MEKKÎ‐MEDENÎ YAKLAŞIMINA İHYÂCI
BİR TENKİT ÖRNEĞİ: MAHMÛD MUHAMMED TÂHÂ
(1910‐1985) VE “İSLÂM’IN İKİNCİ MESAJI”

Dr. Öğr. Üyesi Ayşenur FİDAN


Kilis 7 Aralık Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Kilis/Türkiye
aysenurfidan@kilis.edu.tr, ORCİD ID: 0000-0002-7721-3245

Mahmûd Muhammed Tâhâ, ana akım İslam’a muhalif olarak ortaya


koyduğu fikirleri sebebiyle 1985 yılında idama mahkum edilmiş Sudanlı
müslüman bir düşünürdür. Onun kendi ülkesi içinde kalemi ve söylemiyle
ortaya koyduğu fikirlerini, 19. yüzyılın sonlarında başlayıp 20. yüzyılda
Hindistan, Pakistan, Mısır gibi İslam ülkelerinde görünür hale gelen ihya ve
öze dönüş hareketlerinin bir parçası olarak görmek mümkündür. Nitekim
onun felsefesi ve aktivist kimliği, bu tarihlerde ortaya çıkan ihya hareketle-
rinin en temel özelliği olan yaşanabilir yeni bir İslam inşasını hedeflemek-
tedir. Bu inşada Muhammed Tâhâ, Kur’ânî mesajları ikiye ayırmakta,
Mekkî dönemli ayetleri/mesajları din için asıl kabul etmektedir. Kur’ân’ın
Mekkî mesajı, onun, geçerliliği her dönem ve şartta sabit olan kısmıdır. Me-
denî mesaj ise dinin o dönemki şartlarla çevrili kısmını temsil etmekte ve
geçerliliği nüzul dönemi sonrasını kapsamamaktadır. Klasik yaklaşımda
İslâm’ın ikmalinin temsili olarak görülen Medenî ayetler, Tâhâ’nın felsefe-
sinde asıl değil, fer mesabesindedir. Ona göre aslolan Mekkî ayetlerin mesa-
jıdır ve bu mesajlar Medenî mesajların aksine evrenseldir. Geç nazil olan
ayetlerin erken nazil olanları neshettiği düşüncesiyle tesis edilen klasik
Mekkî-Medenî yaklaşımında ise aslolan Medenî ayetlerdir. Mevcut nesih
teorisini tümden reddedemeyen Tâhâ’nın Mekkî mesajları öncelemek için
neshin yönünü değiştirdiği görülmektedir. Ona göre nesih her zaman nâsi-
hin mensûhtan sonra nazil olması demek değildir. Klasik yaklaşımda ancak
mensûh konumunda olabilecek Mekkî ayetler, Tâhâ’ya göre nâsih konu-
576  Ayşenur Fidan

mundadır, yani Mekkî ayetler Medenî ayetleri neshedebilmektedir. Bu şe-


kilde Tâhâ, genel kanının aksine Mekkî dönemi İslam’ın ikinci mesajı, Me-
denî dönemi ise birinci mesajı olarak isimlendirmektedir. Kanaatimizce,
onun bu tezinin oluşumunda etkili olan faktör, yaşadığı dönemde İslam’ın
yeniden ihyasını, Medenî mesajlarda değil, Mekkî dönemin genel ve evren-
sel ilkelerinde bulmasıdır. Bu çalışmada Tâhâ’nın ortaya koyduğu Mekkî-
Medenî dönem sıralaması ele alınacaktır. Çalışmanın amacı, onun bu yakla-
şımında etkili olan faktörleri incelemek, Mekkî-Medenî dönem ayrımları
için klasik nesih anlayışının nasıl ve hangi sâiklerle dönüştürüldüğünü tes-
pit etmektir. Sudan merkezli bu ihya hareketinin temel tezi olan “İslâm’ın
ikinci mesajı”, Tâhâ’nın aynı isimli eserinden istifadeyle incelenecek, konu,
Tâhâ’nın bu eserde sunduğu örnekler üzerinden ele alınacaktır.1
1. Siyâsî ve Dînî Görüşleri Açısından Mahmûd Muhammed Tâhâ
1.1. Sudan’daki Siyâsî Varlığı
Sudanlı mütefekkir Mahmûd Muhammed Tâhâ’nın siyasal anlamda akti-
vist kimliğinin Mühendislik fakültesinden mezun olduğu 1930’lu yıllara rast-
ladığı söylenebilir. Tâhâ, henüz bu yıllarda bile İngiliz-Mısır ortak sömürge-
sindeki Sudan’ın bağımsızlığı için aktif görevler almış, hatta bu gayesi için
resmî görevinden de istifa etmiştir. Onun bu gayesinin ilk somut meyvesi
1945’te bir grup aktivistle kurduğu “Cumhuriyetçi Parti”dir. Partinin amacı
demokratik sosyalizm ile yönetilen yeni bir Sudan inşa etmektir.2 Tâhâ’nın bu
hareketle başlayan siyasi hayatı, hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmak ve
propaganda yapmak gibi suçlardan aldığı hapis cezalarıyla devam etmiş, al-
dığı her ceza çevresindeki kitlenin artmasına sebep olmuştur.
Uzun bir halvet döneminin sonunda 1951 yılında Tâhâ’nın siyasi hareke-
ti artık daha dini bir hareket haline bürünmüştür. Bu halvet döneminin ar-
dından o, sonraları “İslam’ın ikinci mesajı” olarak isimlendireceği düşünce-
sini söyleşi, el broşürü, dergi ve gazete yazıları yoluyla dile getirmeye başla-
mıştır.3 Bu şekilde topluluğun, Tâhâ etrafında gelişen dini bir cemaat halini
aldığı da rahatlıkla söylenebilir. Sık sık Numeyrî rejiminin engellemelerine

1 Mahmûd Muhammed Tâhâ’nın öğrencileri tarafından kurulmuş, tebliğ faaliyetlerine devam


eden, müellifin eserlerinin, fotoğraflarının ve ses kayıtlarının bulunduğu site için bk. alfikra, 28
Ağustos 2022.
2 Ömer Mahir Alper, “Mahmûd Muhammed Tâhâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Eri-
şim 28 Ağustos 2022).
3 Mahmûd Muhammed Tâhâ, İslam’ın İkinci Mesajı, çev. Haydar Aslan (Kitabı Arapça’dan İngi-
lizce’ye çeviren Abdullahi Ahmed an-Naim’in Önsözü), (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011), 20.
İhyâ I. Cilt  577

maruz kalan sohbetleri ve dersleri ilerleyen yıllarda kadınlardan oluşan cid-


di bir destekçi kitlesine de ulaşmıştır. Öyle ki Sudan yerel kültürünün zıd-
dına bu destekçi kadınlar, aktivist erkeklerle aynı safta bulunmuş, Tâhâ’nın
dini ve siyasi görüşlerinin tebliğinde aktif olarak görev almışlardır.4
1973 yılı itibariyle Tâhâ’nın halka açık olan konuşmaları yasaklanmış, bu
da Tâhâ destekçisi olan Cumhuriyetçilerin Numeyrî karşıtı gösterilerini art-
tırmıştır. 1983 yılında ise hükümet yönetim şekli olarak şeriat ilan ettiğinde
Tâhâ, yayınladığı bildirilerin dilini ağırlaştırmış, Numeyrî hükümetine eleş-
tirilerini arttırmıştır.5 Kızışan bu ortamın bir sonucu olarak çıkarıldığı mah-
kemede Tâhâ’nın ortodoksi olmayan pek çok görüşü bulunduğu dile geti-
rilmiş, idama mahkum edilmiş fakat tevbe ettiği takdirde suçunun affedile-
ceği ifade edilmek suretiyle –her ne kadar mahkemece dile getirilmese de
aslında- irtidatla suçlanmıştır.6 Mahmûd Muhammed Tâhâ 18 Ocak 1985
Cuma sabahı idam edilmiş, naaşı, idamı izleyen kalabalığın içinden helikop-
terle alınarak Omdurman çölünde mevkiisi belli olmayan bir alana gömül-
müş ya da bırakılmıştır.7 İdamın akabinde tutuklanan yüzlerce Tâhâ des-
tekçisi ise tevbe ettiklerini beyan eden birer imza karşılığında serbest bıra-
kılmıştır.8 Tâhâ’nın idamından 76 gün sonra Numeyrî rejimi darbeyle indi-
rilmiş,9 Tâhâ’nın kızının geçici yeni hükümete sunduğu idam kararı itirazı
haklı bulunmuş, devrik hükümetin bu kararının yasadışı olduğu Tâhâ’nın
idamından aylar sonra ifade edilmiştir.10
1.2. Din Anlayışı
Mahmud Muhammed Tâhâ’nın, idamına sebep olan dinî-siyâsî düsturu-
na göre demokrasi İslam dininin yaşanabilmesi için olmazsa olmazdır. Ona
göre İslam demokratik ve sosyalisttir. Rasulullah’ın da dediği gibi insanlar
su, otlak ve ateşte ortaktır. Tam da bu hadisten dolayı Tâhâ’ya göre imkan-
lar elverişli ise toplumda sosyalizm uygulanmalıdır. Nitekim ona göre Ba-

4 Tâhâ, İslam’ın İkinci Mesajı, (Çevirenin Önsözü), 20, 21.


5 Abdülaziz Kıranşal, İslâmî Solun Müfessiri, Mahmut Muhammet Tâhâ Ve İslam’ın İkinci Mesajı (İs-
tanbul: Tezkire
Yayınları, 2015), 24, 25.
6 Tâhâ, İslam’ın İkinci Mesajı, (Çevirenin Önsözü), 29, 30.
7 Mahmûd Muhammed Tâhâ’nın idamı yabancı basına da yansımıştır. The New York Times ga-
zetesinin arşivinden bir haber için bk. “Sudan Publicly Hangs an Old Opposition Leader” (The
New York Times, 19 Ocak 1985).
8 Tâhâ, İslam’ın İkinci Mesajı, (Çevirenin Önsözü), 30.
9 Tâhâ, İslam’ın İkinci Mesajı, (Çevirenin Önsözü), 30.
10 Tâhâ, İslam’ın İkinci Mesajı, (Çevirenin Önsözü), 31.
578  Ayşenur Fidan

kara 219. Ayet de tam olarak bu sosyalizme temel teşkil etmektedir. Ayette
‫ﻚ َﻣﺎذَا ﻳُ ِﻨﻔ ُﻘﻮ َن‬
َ َ‫ َوﻳَ ْﺴﺄَﻟُﻮﻧ‬ifadesinden sonra ‫ ﻗُ ْﻞ اﻟ َْﻌ ْﻔ َﻮ‬buyrulmaktadır.11 Tâhâ’ya göre ayet-
teki ‫ اﻟ َْﻌ ْﻔ َﻮ‬ifadesinden kasıt, insanın acil olarak gereksinim duymadığı her
şeydir.12 Bunun için Tâhâ’nın düşünü kurduğu İslami düzende birey; otur-
duğu ev, kullandığı araba dışında hiçbir şeyi mülk edinmemelidir. O, hayal
ettiği bu düzeni yeryüzünde gerçekleşeceğine inandığı cennetin bir temsili
olarak görür ve felsefesinden çokça etkilendiği Marx’ın bu hedefi düşlediği
halde buna erişemediğini söyler. Tâhâ’ya göre bu hedefe müslimler toplu-
mu erişecek, bu da İslam’ın gerçekleştireceği komünizm olacaktır.13
Tâhâ’nın müslimler toplumu olarak isimlendirdiği kitle “İslam’ın ikinci me-
sajı”nı ihya etme hedefinde olan muhayyel erdemli toplumdur.
Onun ihya felsefesinin temeli, İslam’ın sünnet ile yeniden diriltilmesi
teması üzerine kuruludur. O, İslam’ın şeriat düzeyinde hukuksal emirler ve
nehiylerle değil, insanların eğitilmesi yoluyla sünnetin yaşatılmasıyla ihya
olacağını savunmaktadır. Bu anlamda Rasulullah’ın “İslam garip olarak
başlamıştır ve başladığı hale geri dönecektir. Ne mutlu gariplere” şeklinde-
ki sözünü ve sahabenin bu söz üzerine Rasule sorduğu “O garipler kimdir
Ey Allah’ın Rasulü?” sorusunun cevabını eserlerinde sık sık hatırlatmakta-
dır. Hadiste, Rasulün sahabeye yanıtı: “Sünnetim terk edildikten sonra onu
ihya edenler” şeklindedir.14 Bu hadis, Tâhâ’nın ihya düşüncesinin temeli,
diğer yandan tarihselciliğinin de göstergesidir. Çünkü ona göre şeriatın bit-
tiği, dinin başladığı alan sünnetten geçmektedir. Sünnet şeriatı kapsamakta,
hatta onun da ötesinde bulunmaktadır. Tâhâ’ya göre sünnet bir metodoloji-
nin adıdır ve şeriatın üstünde bir durumdur.15 Görüldüğü üzere Tâhâ, ken-
disinden asırlar önce Yahya b. Ebî Kesir (ö. 129/746) ile başlayıp İbn Kutey-
be (ö. 276/889),16 Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)17 ve Evzâî (ö. 157/774)18

ِ ِ ِ ‫ﻚ ﻋَ ْﻦ ا ْﳋَ ْﻤ ِﺮ َواﻟ َْﻤْﻴ ِﺴ ِﺮ ﻗُ ْﻞ ﻓِﻴ ِﻬ َﻤﺎ إِ ْﰒٌ َﻛﺒِﲑٌ َوَﻣﻨَﺎﻓِ ُﻊ ﻟِﻠﻨ‬


11 el-Bakara 2/219: ‫ُﻢ‬ ْ ‫اﻪﻠﻟُ ﻟَﻜ‬
‫ﲔ ﱠ‬ ُ َِّ‫ﻚ ﻳـُﺒ‬ َ َ‫ﱠﺎس َوإِْﲦُُﻬ َﻤﺎ أَ ْﻛ َﱪُ ِﻣ ْﻦ ﻧـَ ْﻔﻌِ ِﻬ َﻤﺎ َوﻳَ ْﺴﺄَﻟُﻮﻧ‬
َ ‫ﻚ َﻣﺎذَا ﻳُﻨﻔ ُﻘﻮ َن ﻗُ ْﻞ اﻟ َْﻌ ْﻔ َﻮ َﻛ َﺬﻟ‬ َ َ‫ﻳَ ْﺴﺄَﻟُﻮﻧ‬
‫ُﻢ ﺗَـﺘَـ َﻔ ﱠﻜ ُﺮو َن‬ ‫ﱠ‬ ِ
ْ َ ‫ت‬レَ ‫ْاﻵ‬
‫ﻜ‬ ‫ﻠ‬ ‫ﻌ‬َ‫ﻟ‬
12 Mahmûd Muhammed Tâhâ, er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, (y.y., 3.basım, 1969), 179.
13 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 179.
14 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. Bu bilgi, eserin 4. Baskısında mevcuttur. Biz bu baskıya
topluluğun resmi internet sitesi olan alfikra.org’daki elektronik kitap formundan eriştik. İlgili
bilgi için bk.alfikra, “es-Sünnetü hiye’r-risâletü’s-sâniye” (Erişim 28 Ağustos 2022).
15 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk.alfikra, “es-Sünnetü leyset hâssaten
bi’n-nebiyy” (Erişim 28 Ağustos 2022).
16 Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, Tevilu Muhtelifi’l-hadis, (y.y.: el-Mektebetü’l-
İslâmî, 1999), 287.
17 Ebû İshak İbrahim b. Mûsa eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât (Huber: Dâru İbn Affân, 1997), IV/345.
18 A.mlf., el-Muvâfakât, IV/345.
İhyâ I. Cilt  579

gibi pek çok müellifin kaleminde yer bulan ‫ﺎض َﻋﻠَﻰ‬ ٍ ‫ﺎب ﺑَِﻘ‬ ِ ِ ِ ِ
ُ َ‫ﺲ اﻟْﻜﺘ‬
َ ‫ َوﻟَْﻴ‬،‫اﻟ ﱡﺴﻨﱠﺔُ ﻗَﺎﺿﻴَﺔٌ َﻋﻠَﻰ اﻟْﻜﺘَﺎب‬
‫اﻟ ﱡﺴﻨ ِﱠﺔ‬ifadesine, gelenekte yer alan yorumların aksine din ve şeriat ayrımının
izahı için başvurmaktadır. Şeriat, dinin, sıradan insanlar için, onların anla-
yış seviyelerine uygun olarak gelmiş biçimidir.19 Müellif din ve şeriat ayrı-
mını Al-i İmran 103. Ayet ile Lokman 22. Ayete dayandırmaktadır:
ル‫َﺻﺒَ ْﺤﺘُ ْﻢ ﺑِﻨِ ْﻌ َﻤﺘِ ِﻪ إِ ْﺧ َﻮ ًا‬ ِ‫ﲨﻴﻌﺎ وَﻻ ﺗَـ َﻔﱠﺮﻗُﻮا واذْ ُﻛﺮوا ﻧِﻌﻤﺔَ ﱠ‬ ِ ِ‫ﺼﻤﻮا ِﲝﺒ ِﻞ ﱠ‬ ِ
ْ ‫ﲔ ﻗُـﻠُﻮﺑِ ُﻜ ْﻢ ﻓَﺄ‬ َ ‫اﻪﻠﻟ َﻋﻠَْﻴ ُﻜ ْﻢ إِ ْذ ُﻛْﻨـﺘُ ْﻢ أ َْﻋ َﺪاءً ﻓَﺄَﻟﱠ‬
َ َْ‫ﻒ ﺑ‬ َْ ُ َ َ ً َ ‫اﻪﻠﻟ‬ َْ ُ َ‫َو ْاﻋﺘ‬
‫ﺗِِﻪ ﻟَ َﻌﻠﱠ ُﻜ ْﻢ َْﺘَ ُﺪو َن‬レ‫آ‬ ِ
َ ‫اﻪﻠﻟُ ﻟَ ُﻜ ْﻢ‬
‫ﲔ ﱠ‬ َ ‫َوُﻛْﻨـﺘُ ْﻢ َﻋﻠَﻰ َﺷ َﻔﺎ ُﺣ ْﻔَﺮةٍ ِﻣ ْﻦ اﻟﻨﱠﺎ ِر ﻓَﺄَﻧْـ َﻘ َﺬ ُﻛ ْﻢ ِﻣْﻨـ َﻬﺎ َﻛ َﺬﻟ‬
ُ َِّ‫ﻚ ﻳـُﺒ‬
Al-i İmran 3/103

‫اﻪﻠﻟِ َﻋﺎﻗِﺒَﺔُ ْاﻷ ُُﻣﻮِر‬


‫ﻟْﻌُ ْﺮَوةِ اﻟ ُْﻮﺛْـ َﻘﻰ َوإِ َﱃ ﱠ‬ヨِ ‫ﻚ‬ ِ ِ‫وﻣﻦ ﻳﺴﻠِﻢ وﺟﻬﻪ إِ َﱃ ﱠ‬
ْ ‫اﻪﻠﻟ َوُﻫ َﻮ ُْﳏﺴ ٌﻦ ﻓَـ َﻘﺪ‬
َ ‫اﺳﺘَ ْﻤ َﺴ‬ ِ
ُ َ ْ َ ْ ْ ُ ْ ََ
Lokman 31/22

Tâhâ, ‫ اﻟْﻌُ ْﺮَوة‬kelimesinin ipin ucundaki düğüm anlamına geldiğini söyledik-


ِ‫ ﺣﺒ ِﻞ ﱠ‬terkibinin ise İslam’a, aynı zamanda Kur'ân’a işaret ettiğini
ten sonra ‫اﻪﻠﻟ‬ َْ
dile getirir. Allah’ın inayetiyle insanoğluna inmiş olan bu ipin temsilen bir
ucu Allah’ta diğer ucu ise dünyadaki insanlardadır.20 Bu şekilde ‫اﻟْﻌُ ْﺮَوةِ اﻟ ُْﻮﺛْـ َﻘﻰ‬,
ipin insanlara dokunan ucunu, yani şeriatı, ipin kendisi ise dini temsil et-
mektedir. Tâhâ’nın düşünce sisteminde sünnet, dinin ta kendisidir. Rasulün
fikirleri ve uygulamaları, çağını aşar niteliktedir. Süregelen din algısı Rasu-
lün çağı aşan pek çok uygulamasını Rasulün şahsına has görmekte fakat
Rasul bu fikir ve uygulamalarıyla tam olarak dini yaşamaktadır.21 Aslında
Tâhâ’nın zihninde, ilk dönem Müslümanların, dini, Allah’ın gaye edindiği
seviyede yaşayamamış olduğu düşüncesi yer almaktadır. Tabii bu da ta-
mamen zaman ve şartlardan kaynaklı bir durumdur.22 Tam olarak burada
Tâhâ’nın tarihselci tavrı ortaya çıkmaktadır. Fazlur Rahman (ö.1988)’ın da
çağdaşı olan Tâhâ, Fazlur Rahman’ın tarihsellik teorisine yakın olacak şe-
kilde 14 asır öncenin ortam ve şartlarında nazil olmuş olan hükümlerin 20.
yy’da uygulanabilirliğinin olmadığını söylemekte, bunu da şeriatın evril-

19 Tâhâ, er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. Bu bilgi için bk. alfikra,“el-Urvetu’l-vüskâ” (Erişim 28


Ağustos 2022).
20 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. Bu bilgi için bk. alfikra,“el-Urvetu’l-vüskâ”.
21 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. Bu bilgi için bk. alfikra, “es-Sünnetu hiye’r-risâletü’s-
sâniye”.
22 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra, “es-Sünnetü leyset hâssaten
bi’n-nebiyy”.
580  Ayşenur Fidan

mesi (‫ )ﺗﻄﻮﻳﺮ اﻟﺸﺮﻳﻌﺔ‬olarak ifade etmektedir.23 Yer yer söylemlerini şiddetlendi-


ren Tâhâ, 20. yy’ın hukukî problemlerinin, 7. yy’ın hukuki çözümleriyle gi-
derilebileceğini düşünmeyi akıl dışılık olarak nitelemektedir.24
Muhammed Tâhâ, etkisini açık bir şekilde belirtmese de Abduh (ö.
1905)-Reşid Rıza (ö. 1935) çizgisine ve kendisi gibi İslamî bir sosyalizm sa-
vunan Mustafa es-Sıbâî (ö. 1964)’ye oldukça yakın söylemlere sahiptir. Fa-
kat Sıbâî, Tâhâ’nın aksine kaynağı Batı olan bir sosyalizm öngörmemekte bu
noktada Tâhâ ile farklılaşmaktadır.25 Tâhâ ise Marx’ın gerçekleştirme imka-
nı bulamadığı komünizmi müslimler toplumunun gerçekleştireceğini ve
bunun İslam’ın komünizmi olacağını söyleyebilecek kadar Batı merkezli-
dir.26 Menar ile ortak söylemlerinde ise Tâhâ, kendini, yine sosyalizm teme-
line alarak farklı kılmaktadır. Mesela, kadının değeri ve kadın-erkek eşitliği
söylemleri Tâhâ’nın düşüncesinde de en az Menar kadar önemlidir. Fakat o,
bu değeri, sosyalizmin getirdiği toplumsal eşitlik ilkesi temelinde ele almak-
tadır.27 Yine Menar’dan farklı olarak Tâhâ, eşitlik ve değer söylemini akti-
vist kimliğiyle de ortaya koymuştur. Onun çevresinde oluşan kitlenin dik-
kate değer bir kısmının kadınlardan oluşması ve kadınların halka açık alan-
larda söylevlerde bulunup el broşürü dağıtması fikirlerinin eyleme dökül-
müş halidir. Tâhâ ekolünün bu yönü onu, selefi olan Menar ekolü ve çağda-
şı olan Fazlur Rahman gibi isimlerden ayıran en önemli özelliktir. Tâhâ,
Fârâbî ve Platon’dan ilhamla müslimler topluluğu olarak isimlendirdiği bu
erdemli toplumu aktivist bir kimlikle hayata geçirme cesareti göstermiş, ül-
kesinin parlementosuna defalarca tekliflerde bulunmuş, sayıca az olmaları-
na rağmen inandıkları gibi yaşayan bir takipçi kitlesi oluşturmuştur. Menar
ekolü ve Fazlur Rahman’a kıyasla onun din anlayışı -sürekliliği siyaseten
engellenmiş de olsa- teoriden ibaret kalmayan pratize edilmiş bir yapı ola-
rak da kendini gösterebilmiştir.
Bütün benzerliklerine rağmen, Tâhâ’nın Hegel (ö. 1831), Auguste Comte
(ö. 1857) ve Marx (ö. 1883) gibi teorisyenlerin fikirlerini öncelediği noktalar
onu Menar ekolünden ve Fazlur Rahman’dan farklı kılan niteliklerdir. Me-

23 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra,“es-Sünnetu hiye’r-risâletü’s


sâniye”.
24 A.mlf. er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra,“es-Sünnetu hiye’r-risâletü’s-
sâniye”.
25 Bk. Mustafa es-Sıbâî. İştirâkiyyetu’l-İslâm, (Dımeşk: Dâru’l-kavmiyye, 1960), 6-8.
26 Bk. a.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 179.
27 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 191, 192.
İhyâ I. Cilt  581

sela, Menar ekolünün aksine28 o, şûrayı dinin aslî bir ilkesi olarak görme-
mektedir. Menar ekolü şûrayı, demokrasiden üst ve asli bir sistem olarak
görmektedir. Ona göre şûra sistemi ancak ikincil bir ilke olabilir. Çünkü
Şûra demokrasi demek değildir. Şûra ancak toplumu demokrasiye hazırla-
yan bir ön geçiş olabilir.29 Bu da Tâhâ’nın demokrasiyi ve sosyalizmi erdem-
li toplumun nihai noktası olarak gördüğünü ortaya koyar niteliktedir. O,
şurayı, bütün bir süreç içinde asıl olan demokrasiye hazırlığın bir aşaması
olarak görmektedir.
2. İslam’ın İkinci Mesajı Teorisi ve Tâhâ’nın Neshe Yüklediği Yeni Anlam
2.1. Birinci ve İkinci Mesaj Ayrımına Sebep Olan İkmal Anlayışı
Tâhâ, Mekkî ve Medenî ayetleri aslî ayetler ve ikincil ayetler olarak ayır-
maktadır. Kur'ân’ın ahkama taalluk eden pek çok ayeti Tâhâ’ya göre ikincil
ayet statüsündedir. Söz gelimi zekat, dinin aslî bir ilkesi değildir ve bütü-
nüyle kapitalist bir uygulamadır. Zekatın amacı insanları nihai aşama olan
sosyalizmin getireceği koşulsuz paylaşıma hazırlamaktır.30 Yani Tâhâ, zekat
emrini şartların gerektirdiği zorunlu bir geçiş evresi olarak görmektedir.
Yine cihad, kölelik, kadın-erkek arasındaki eşitsizlik, çok eşlilik, boşanma,
örtünme ve haremlik-selamlık meseleleri de Tâhâ’ya göre İslam’ın asılların-
dan değil, şartlar gereği teklif edilen fer’î hükümlerindendir. Yukarıdaki
başlıkta da ifade ettiğimiz gibi müellif, bu ve benzeri hükümleri şeriat ola-
rak, İslam’ın aslından kabul ettiği noktaları da din olarak isimlendirmekte-
dir.31 O, Rasulullah’ın söz ve eylemlerini de bu şekilde ayırmaktadır. Buna
göre, Rasulün, muhataplarına dini tebliğ etmek için onların şartlarını ve se-
viyelerini dikkate alarak ortaya koyduğu söylemleri/eylemleri şeriattır. Fa-
kat bunun dışındakiler hakiki anlamda sünnettir.32 Daha önce de ifade edil-
diği gibi, zaten Tâhâ, sünneti de din ile eşitlemektedir.
Onun benzer bir ayrımı da İslam ve imana dairdir. Vahyin Mekkî dö-
nemi İslam’ı, Medenî dönemi imanı temsil etmektedir. Mekkî dönemde
muhataplar İslam’a çağrılmış fakat İslam’ı anlayacak ve yaşayacak kriter-
lerden yoksun oldukları, yani Mekkî mesajları anlamaktan yoksun oldukları

28 Ekolün şûrâ sistemine verdiği ehemmiyete dair bk. Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr (Kahire: el-
Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-âmme li’l-kitâb, 1990), IV/37.
29 Tâhâ, er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 187, 188.
30 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 188.
31 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 142-161.
32 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 9.
582  Ayşenur Fidan

için, hitap, seviyelerine göre basitleştirilmiştir. İşte bu söylem Tâhâ’nın ik-


mal anlayışının başladığı noktadır. Tâhâ bunu, “İslam’ın zirvesinden imân
seviyesine iniş” (‫ )اﻟﻨﺰول ﻣﻦ أوج اﻹﺳﻼم اﱃ ﻣﺮﺗﺒﺔ اﻹﳝﺎن‬olarak ifadelendirmektedir.33 Bu
tasniften de anlaşılacağı üzere o, imanı İslam’dan daha alt bir düzey olarak
görmekte, İslam’ı ise Allah’a tam bir teslimiyet şeklinde üst bir düzey ola-
rak isimlendirmektedir. Tâhâ’ya göre İslam, Mekke’dir. Medine ise insanla-
ra kapasitelerince konuşulan ilahi hitaplardan müteşekkildir.34 Bu yönüyle
de Medine, bugün kapasitesi ve şartları değişen insanlara çözüm olama-
maktadır. Tam da bundan dolayı Tâhâ’nın birinci ve ikinci mesaj ayrımı
ayetlerin inzal sırasını değil, muhatapların ikmalini baz almaktadır. Bu se-
bepten, tahmin edilenin aksine Mekkî ayetler Kur'ân’ın birinci değil, ikinci
mesajını, Medenî ayetler ise birinci mesajını temsil etmektedir. Tâhâ, ilk me-
saj olarak isimlendirdiği Medenî ayetleri bidayet, ikinci mesaj olarak isim-
lendirdiği Mekkî ayetleri nihayet kelimeleriyle tavsif etmektedir.35 Dolayı-
sıyla bu ayrımda birinci mesaj aslında ibtidâîliği ifade etmektedir.36 Mah-
mud Muhammed Tâhâ’nın bidayet, nihayet, ibtidâîlik, mükemmellik gibi
kelimelerle ortaya koyduğu bu söylemleri Comte (ö. 1857)’un üç hal yasası
başta olmak üzere, Hegel (ö. 1831)’den ve modern dönemdeki ilerlemeci ta-
rih anlayışından ödünç aldığı zihniyetin yansımaları olarak okunabilir.
Onun, Mekkî ayetleri, muhatabına ve şartlarına nazaran “o anda çok ileri
olan ayetler” (‫)ﻧﺺ اﻋﺘﱪ ﻳﻮﻣﺌﺬ أﻛﱪ ﻣﻦ اﻟﻮﻗﺖ‬37 olarak tanımlamasına sebep olan şey de
bizce yine bu etki alanıdır. O, ilk muhatapların gelişmişlik seviyesinin ye-
tersizliğinden dolayı ilâhî hitabın kendini sınırlandırdığını, gelişmişlik dü-
zeyi nesilden nesile arttıkça zorunluluklardan dolayı ertelenmiş olan nihâî
İslam’ın, yani Mekkî ayetlerdeki aslî/küllî mesajların yaşanabileceğini sa-
vunmaktadır. Bu savunusunu ilerlemeci tarih anlayışını neredeyse kutsadı-
ğını ortaya koyacak biçimde insanoğlunun fizîki, zihnî, sosyolojik gelişimle-
rindeki ilerlemelerle izah etmektedir.38

33 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 140.


34 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 139, 140.
35 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 128.
36 Abdülaziz Kıranşal, İslâmî Solun Müfessiri: Mahmûd Muhammed Tâhâ ve İslâm’ın İkinci Mesajı (İs-
tanbul: Tezkire Yayınları, 2015), 37.
37 Tâhâ, er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra,“es-Sünnetu hiye’r-risâletü’s-
sâniye”.
38 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 134-139.
İhyâ I. Cilt  583

Onun, bu yaklaşımı, üç kitâbî dini kıyaslarken de sürdürdüğü görülmek-


tedir. Yahudilik ve Hristiyanlıktaki ahkam İslam’a nazaran ibtidâî bir dü-
zeydedir. İslam’dan önceki ilâhî dinlerin ahkamının ilerleyerek nihayet
bulmuş formunu İslam temsil etmektedir.39 Mesela Yahudilikte ahkamın
olabildiğine katı bir formda varlık bulmasının sebebini Tâhâ, dönemin İsrai-
loğullarının kaba insanlar olmalarına bağlamakta onlara atıfla kavga ve ka-
balığın ilkel insan kimliğine daha yakın olduğunu ifade etmektedir ( ‫ﻷﻧﻪ أﻗﺮب إﱃ‬
‫)ﻃﺒﻴﻌﺔ اﻟﻨﻔﺲ اﻟﺒﺸﺮﻳﺔ اﻟﺒﺪاﺋﻴﺔ اﻟﱵ ﻣﺮدت ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻜﺎﺳﺔ واﻻﻋﺘﺪاء‬.40 Hristiyanlıkta muhatap kitlenin ge-
liştiğini, bundan dolayı da hükümlerin daha yumuşak bir forma büründü-
ğünü söylemektedir. İslam ise başlangıçta yani birinci mesajda/Medine’de
Yahudiliğe yakın iken bitişte yani nihâî ahkamın tekrar gündeme geldiği
ikinci mesajda/Mekke’de Hristiyanlığa yakındır.41 Tâhâ, Tevrat’ın cezada
kısası, İncil’in kötülüğe direnmemeyi, Kur'ân’ın ise kısası zikrettiği halde,
bunu kötülük olarak vasıflayıp affetmeyi emrettiğini söylemekte, bu duru-
mu insanoğlunun evrimsel gelişimiyle orantılı olarak hükümlerin şeriattan
uzaklaşıp dine yaklaşması olarak okumaktadır.42 O, İslam öncesi dinlerde
ahkamın daha katı ve kısıtlayıcı olmasını, ibtidâî düzeydeki insanlığın adeta
ilâhî bir elle eğitilmesi olarak görmektedir. Nitekim Yahudi ahkamında in-
sanlara güzel olan şeylerin haram kılınmasının, onların kabalıklarına karşı
bir eğitim metodu olduğunu söylemektedir.43 Yine oldukça ilkel olan insan
kurbanının insanlığın gelişimiyle birlikte Muhammed (a.s.) ümmetinde uy-
gulamadan kaldırıldığını hatırlatmaktadır. Ona göre dînî ahkam, olgunlaş-
mamış insanlık içindir. Dînî emirler, insanları kaba ve düşmanca davran-
maktan alıkoyup onları insanî seviyelere yükseltmektedir.
Tâhâ’nın teorisine göre Mekkî ve Medenî ayetler arasındaki farklar yay-
gın kanaatin aksine zamana ya da mekana göre değil, muhatap kitleye göre
değişiklik göstermektedir. Fakat onun kullandığı muhatap kitle ilkesi gele-
nekteki “Mekkelilere/Medinelilere hitap eden ayetler Mekkîdir/Medenî-
dir” şeklindeki muhatap kriteri değildir. Tâhâ’nın bu ayrımının ardında da
yine ikmal anlayışını ele veren ilerlemeci bir felsefe vardır. Ona göre, Me-
denî ayetlerde görülen “Ey İman Edenler” hitabı belirli bir topluluğu hedef

39 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 48, 49, 127, 128.


40 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 122.
41 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 128.
42 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 128.
43 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 48.
584  Ayşenur Fidan

almakta fakat Mekkî ayetlerde daha çok rastlanan “Ey insanlar” hitabı bü-
tün insanları hedef almaktadır.44 İlk etapta klasik Mekkî-Medeni ayrımın-
dan farksız gibi gözüken bu tasnif “Ey İman Edenler” hitabının muhatabı
olan müminler toplumunu, İslam’ı şartları ve kapasiteleri gereği ancak ib-
tidâen yaşayabilen bir topluluk olarak görmektedir. Müslimler topluluğu
ise Mekke dönemindeki ayetlere gönülden teslim olanlardır. Tam da bun-
dan dolayı daha önce de zikredildiği gibi o, Mekke’den sonra yaşanan Me-
denî dönemi İslam’ın zirvesinden imân seviyesine iniş olarak görmekte-
dir.45 Tâhâ bu şekilde İslam’a imandan daha geniş ve tarihüstü geçerliliği
olan bir anlam yüklemiş olmakta, dinin “Medine’deki 7. Asır ahkamı”ndan
ibaret olmadığı teorisini Mekke’deki inanç ve ahlak temelli ayetlere dayana-
rak tesis etmektedir.46 Bu sebeple de onun teorisinde 7. Asrın imkanları nis-
petinde ortaya konulan Medine’deki ahkam ağırlıklı ayetler İslam’ın birinci
mesajını ifade etmektedir. İkinci mesaj olan Mekkî ayetler ise 7. Asrın üstü-
ne çıkan evrensel ayetler olduğundan, onları gereğince yaşayacak olan, son-
radan gelecek müslimler toplumudur. Tâhâ bu ayrımı ise ashabın müminler
olarak vasıflandığı ve gelecekteki Müslümanlara atıfta bulunulan hadislere
dayandırmaktadır.47
Tâhâ, Kur'ân’ın asla nihâî olarak tefsir edilemeyeceğini, İslam’ın ise asla
son bulmayacağını ifade etmektedir. Şeriat ve din ayrımını temellendirirken
kullandığı ‫ اﻟْﻌُ ْﺮَوة‬ve ‫ َﺣْﺒﻞ‬metaforları da bu eksende düşünülebilir. Nihayetinde
ona göre vahiy, insan ile Allah arasındaki bir iptir. İpin ucu ezelî ve ebedî
olduğu sürece tefsir son bulmayacaktır. Onun bu kanaati de yine ikmal an-
layışı sebebiyledir. O, Kur'ân’da yer alan ilerlemenin sonsuzluğa doğru yani
ebedî olduğunu düşünmektedir. Bunun sebebi de insanoğluna nihai mü-
kemmellik olarak Allah’ın gösterilmiş olmasıdır. İnsan sürekli bir şekilde
Allah’taki mükemmelliğe doğru yol almaktadır.48 Tâhâ’ya göre Rasulullah
her iki mesajın da elçisi olmasına rağmen birinci mesajı yani Medenî ayetle-
ri ayrıntılarıyla tefsir etmiş fakat ikinci mesajı yani Mekkî ayetleri yalnızca
temel yönlerinden tefsir etmiştir. Tâhâ’ya göre ikinci mesajın detaylı tefsiri
için Kur'ân’ın yeni bir yorum anlayışına ihtiyaç vardır. Bu yorum anlayışı

44 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 139, 140.


45 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 140, 148.
46 Kıranşal, İslâmî Solun Müfessiri, 42.
47 Tâhâ, er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 21. İlgili bilgi için ayrıca bk. alfikra, “es-Sünnetü leyset
hâssaten bi’n-nebiyy”.
48 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 40.
İhyâ I. Cilt  585

da kendisinin ortaya koyduğu tezde mevcuttur.49 Bu şekilde Tâhâ, tefsirin


devamlılığını temellendirdikten sonra muhatapların ikmaline paralel olarak
yeni tefsir ihtiyaçlarının da meşruiyetini temellendirmekte, teklif olarak da
birinci ve ikinci mesaj ayrımını göstermektedir.
2.2. İkmal Anlayışının Sonuçları: Medenî Ayetleri Nesheden Mekkî
Ayetler
Tâhâ’ya göre önce dinin aslî emirleri nazil olmuş fakat muhatapların bu
emirleri uygulayamayacağı belli olunca aslî emirler ertelenerek, şartlar ve
kapasite muvacehesinde ikincil emirler/fer’i ahkam nazil olmuştur. Tâhâ’ya
göre aslî emirlerin gerektirdiği şartlar sağlandığında yani bireyler ve top-
lum buna hazır olduğunda ertelenen aslî emirler tekrar gündeme gelmeli-
dir.50 Aslî emirlerin yani Mekkî ayetlerdeki mesajların gündeme gelişi de bu
defa fer’i olan Medenî ahkamın işlevinin kalmaması anlamına gelmektedir.
İşte burası Tâhâ’nın felsefesinde klasik nesih anlayışının tersinden bir oku-
maya tabii tutulduğu noktadır. Tâhâ’nın bu teorisinde klasik anlayışın aksi-
ne Mekkî ayetler Medenî ayetleri neshedebilmektedir. Bununla birlikte
Tâhâ, Medenî ahkamın, Mekkî ahkamın geçerliliğini ortadan kaldırması an-
lamındaki klasik nesih yaklaşımını da tam olarak reddetmemektedir. Fakat
Mekkî ahkamın nihâî olarak neshedilmesinin amaçlanmadığını, sadece mu-
hatapların şartları olgunlaşana kadar Mekke’deki aslî ayetlerin ertelendiğini
söylemektedir.51 Söz gelimi, Medenî dönemde kendini gösteren kadının şa-
hitliği, mirastaki payı ya da çok eşlilik gibi konularda aslî hüküm Mekkî
ayetlerde bireye vurgu yapan mesajlardır. Bu vurgularda her nefsin kendi
amelinin sonuçlarıyla yüzleşeceği ifade edilmekte,52 Rabbin karşısına herke-
sin tıpkı yaratılıştaki gibi tek başına çıkacağı hatırlatılmaktadır.53 Tâhâ’ya
göre bu ayetler kadın ve erkek arasındaki nihâî ve evrensel eşitliği ifade et-
miş, ama bu gerçeklik ilk muhatap kitlenin gelişmişlik durumuna bağlı ola-
rak askıya alınmıştır. Fakat onun, müslimler topluluğu olarak ifadelendir-
diği gelişmiş toplum, 20. Asırda artık hazır durumdadır. Yani bu topluluk
için Mekke’deki aslî hükümler Medine’deki şer’î hükümleri neshetmelidir.

49 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 13, 14.


50 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 142.
51 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra,“es-Sünnetu hiye’r-risâletü’s-
sâniye”.
52 Bk. ez-Zilzâl 99/7,8.
53 Bk. el-En’âm 6/94; Meryem 19/80.
586  Ayşenur Fidan

Bu da 20. Asır müslüman toplumu için Medenî dönemde kadını bağlayan


hükümlerin artık geçerliliğini yitirdiği demektir.54
Ona göre, Mekkî ayetlerdeki aslî amaçlar için beklenen şartlar sağlana-
madığından Medenî ahkam Mekkî ahkamı ertelemiş, fakat insanlığın dü-
şünce yapısı, muhakeme yeteneği, zihniyeti geliştikçe bu şartlar olgunlaş-
mış ve artık 20. Asırda asırlar öncenin ahkamını içeren Medenî ayetler, as-
kıya alınan Mekkî ayetlerce neshedilebilecek duruma gelmiştir. Nitekim bu
durumu Tâhâ, daha önce de ifade edildiği gibi şeriatın evrimi olarak tanım-
lamaktadır.55 Görüldüğü gibi Tâhâ’ya göre ilk nazil olan ayetlerin muhatap-
larda olgunlaşmış bir kapasite bulamaması, bu ayetlerin askıya alınmasına
ve bunların yerine muhataplara uygun yeni ayetlerin gelmesine sebep ol-
muştur. Nitekim Tâhâ, askıya alınan Mekkî ayetler için “nüzul zamanına
göre çok ileri olan” ifadesini kullanmaktadır.56 Onun benzer bir kullanımı
da düşünü kurduğu ve “müslimler topluluğu” dediği insanlara dairdir.
Tâhâ, aslî ayetlerin “o zamanlar henüz mevcut olmayan müslimler toplulu-
ğu”na hitap ettiği iddiasındadır.57 Böylece o, Mekkî ayetlerin nazil olduğu
dönemin ötesindeki muhtemel muhatapları hedef aldığını dile getirmiş ol-
makta, bu yönüyle de klasik dönemde zikredilen hükmün teahhuru mesele-
sinin girdiği çıkmaza girmektedir. Maalesef bu söylem, açıkça, Mekkî ayet-
lerin nazil olduğu anda muhataba hiçbir şey vaad etmediğini iddia etmek
demektir. Bu ise, ilahî vahyin vâkıayla mutâbık olma vasfını göz ardı etmek
anlamına gelmektedir.58
Tâhâ’nın nesih anlayışında tıpkı klasik yaklaşımdaki gibi aynı dönem
içindeki ayetlerin de birbirini neshedebildiği varsayılmaktadır. Mesela onun
yaklaşımına göre Tevbe 103. Ayetle sabit olan zekat hükmü, kendisinden
önceki ve aslî hüküm olan Bakara 219. Ayetteki ‫ ﻗُ ْﻞ اﻟ َْﻌ ْﻔ َﻮ‬ifadesini belli bir süre-
liğine askıya almıştır. Zorunlu ihtiyaçlardan artanın tümünün, ihtiyaç sa-
hiplerine verilmesi gerektiği, İslam’ın bu konudaki aslî hükmü olmasına

54 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 38, 39.


55 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra,“es-Sünnetu hiye’r-risâletü’s-
sâniye”.
56 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra,“es-Sünnetu hiye’r-risâletü’s-
sâniye”.
57 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk. alfikra, “es-Sünnetü leyset hâssaten
bi’n-nebiyy”.
58 Klasik dönemdeki hükmün teahhuru meselesiyle ilgili değerlendirmeler için ayrıca bk. Ayşenur
Fidan, Kur'ân Dilinde Mekkî ve Medenî Ayetlerin Bütünlüğü (İstanbul: Kitâbî Yayınları, 2022), 90-94.
İhyâ I. Cilt  587

rağmen şartlar gereği muhataplar henüz hazır olmadığından bu hüküm ge-


çerlilik bulamamıştır. Fakat artık 20. yy’da insanlığın şartları ve koşulları
değişmiştir. Dolayısıyla bu yüzyıl için İslam’ın ertelenen aslî mesajları tek-
rar yürürlüğe girmelidir. Bundan dolayı Muhammed Tâhâ, ortaya koyduğu
ikinci mesaj felsefesini, ikincil ayetlerden aslî ayetlere dönüş çağrısı olarak
görmektedir.59 Şüphesiz kendi içinde tutarlı gibi görünen bu teorinin eleşti-
riye açık pek çok noktası vardır.
Öncelikle Tâhâ, onun deyimiyle ikincil mesajlarla amel etmiş olan mü-
minler topluluğu ile birincil mesajlara muhatap olacaklarını iddia ettiği
müslimler topluluğunu kendi içlerinde homojen topluluklar olarak görmek-
tedir. Onun bu öngörüsü insanoğlunun ikmali ve şeriatin evriminden söz
ederken hem birey hem de toplum bazlı vurgularda bulunmasından da an-
laşılmaktadır. Fakat sağlıklı bir zeminde böyle bir gerçeklik maalesef tasav-
vur edilememektedir. Tâhâ, sistemini, Mekkî ayetlere Mekke’deki hiçbir
muhatap cevap verememiş, Medine’deki ayetlere de hiçbir muhatabın itira-
zı olmamış gibi kurmaktadır. Yani zihninde Mekkî ayetlerin vaad ettiği aslî
mesajı bir tek kişinin bile anlayamadığı, Medenî ayetlerdeki fer’î ahkamı da
kimsenin aşamadığı ön savı yer almaktadır. Halbuki eldeki veriler Mekkî
döneme dair net bir şey söylememize elverişli olmasa da Medenî dönemde
sahabeden bazı ayetlerin hükmüne dair gelen itirazların varlığı bilinmekte-
dir. Şüphesiz bu da Tâhâ’nın zihninde örtük olarak var olduğu anlaşılan
homojen toplum modelinin gerçek olmadığını göstermektedir. O, fer’i ah-
kamın varlık sebebini zaten muhatapların ikmali tamamlanmamış zihnî ve
dînî süreci olarak görmektedir. Bundan dolayı da ayetlerin, muhatabın se-
viyesine hitap ettiğini, dolayısıyla bu ahkamın herkese çözüm üretebildiğini
iddia etmiş olmaktadır. Halbuki hükümleri aslî-fer’î, birinci mesaj-ikinci
mesaj şeklinde ayrıma tabi tutan bir teori için Havle binti Sa’lebe hadisesi
görülmeye değer bir materyaldir. Meseleye Tâhâ nazarıyla bakacak olursak
Havle örneği aslında 7. Asır Medine ahkamına itiraz eden, zıhar hükmünü
Allah’a yakıştıramayan, daha üst bir hüküm beklentisinde olan birilerinin
varlığına işaret etmektedir. Tâhâ’nın ikinci mesaj teorisi aslında bu örneği
işleyebilecekken Tâhâ, gelişmişlik düzeyi bakımından toplumları homojen
varsaymakta ve ikinci mesaj tezini bunun üzerine tesis etmektedir. Çünkü
onun zihninde insanlığın fizikî ve zihnî evrimini savunan Comte felsefesi-

59 Tâhâ, er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 188.


588  Ayşenur Fidan

nin ciddî bir yeri vardır. Bu felsefenin de etkisiyle onun zihnindeki aşamalı
ikmal ancak toplumsal aşamalılık olarak kendini gösterebilmektedir.
Tâhâ’ya göre din, piramidal bir yapıya sahiptir ve piramidin zirvesi Al-
lah, tabanı ise insanoğludur. Tıpkı ‫ اﻟْﻌُ ْﺮَوة‬ve ‫ َﺣْﺒﻞ‬metaforunda olduğu gibi, pi-
ramidin zirvesinden tabanına uzanan ip, 7. Asırda insanlığın kapasitesine
ve istidadına doğru bir iniş sergilemiştir. Şimdi ise insanlık, piramidin taba-
nından tepesine doğru sürekli bir evrim halindedir.60 Tam da bundan dola-
yı Tâhâ, piramidin zirvesine ya da ipin kaynağına bu asrın insanının diğer
nesillere nazaran daha yakın olduğunu düşünmektedir.61 Tâhâ bu denkle-
mi, İslam’ın önceki dinlerin hükümlerini neshetmesi konusunda da kul-
lanmaktadır. Mesela o, Musa (a.s.) dönemindeki muhatapları oldukça ilkel
ve orman yaşam alanının zihin dünyasından kurtulamamış bir kitle olarak
görmektedir. Bu sebeple ilâhî hitap onlara ancak bir ilke olarak adaleti gös-
terebilmiştir. Fakat Kur'ân’a muhatap olan kitle daha gelişmiş bir topluluk
olduğundan kısas zikredilmiş fakat ilaveten affetme gibi yüce bir aşama
teşvik edilmiştir.62 Tâhâ’nın teorisindeki boşluklardan bir diğeri de burası-
dır. Tâhâ, benimsediği ilerlemeci tarih felsefesinin etkisiyle asırlar geçtikçe
insanoğlunun vahiyle ilişkisinin daha anlaşılır ve sağlıklı düzeye eriştiğini
düşünmektedir. Yani onun zihninde insanlığın ilerlemesi dini anlama ve
yaşama kapasitesinin de ilerlediği anlamına gelmektedir.63 Peki durum ger-
çekten Tâhâ’nın tasavvur ettiği gibi midir? Bugün, Tâhâ’nın ümitli olduğu
20. Asrın üzerinden bir asır daha geçmiş bulunmakta, sosyologlar ve antro-
pologlar insanlığın günden güne ilerlediği, her şeyin eskisinden daha mü-
kemmele evrilerek yol aldığı düşüncesini tekrar gözden geçirmektedir.64
Sonuç ve Değerlendirme
Bir tarihi tecrübenin ve aktivizmin sonucu olan hiçbir fikir, masa başı
tetkik ve tenkitlere reva görülmemelidir. Çünkü bu fikirler, nihayetinde tec-
rübî bilgi mesabesindedir. Bu açıdan bir hareketin neticesi olan fikirler has-
sas değerlendirmeler gerektirir. Tâhâ’nın fikirleri, onun yıllar süren müca-
delesindeki tecrübî bilgilerinin sonuçlarıdır. Fikirleri rahatça eleştirmek, o

60 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 197,198.


61 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. İlgili bilgi için bk.alfikra, “es-Sünnetü leyset hâssaten
bi’n-nebiyy”.
62 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 122.
63 A.mlf., er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm, 197.
64 Bk. William A. Haviland vd. Kültürel Antropoloji, çev. Hüsamettin İnaç-Seda Çiftçi (İstanbul:
Kaknüs Yayınları, 2002).
İhyâ I. Cilt  589

fikirleri doğuran eylemleri görmezden gelmek anlamına gelecektir. Bu se-


beple bu çalışma eleştirmeyi değil, anlamayı hedeflemiş, Tâhâ’nın fikirleri-
nin iç tutarlılığını tetkik etme çabasında olmuştur. Tâhâ’nın, merkezine
Mekkî ve Medenî ayet ayrımlarını koyduğu “İslâm’ın ikinci mesajı” tezi ça-
lışmanın sınırlılığını oluşturmaktadır. Bu çalışma, Tâhâ’nın tüm fikirlerini
ele alma ya da onu tanıtma gayesinde değildir. Çalışma, onun, gelenekten
farklı olarak Mekkî-Medenî dönemlere yüklediği anlamı konu almaktadır.
Mahmûd Muhammed Tâhâ, bugün kitaplarından okuduğumuz dînî-
siyâsî teorilerini hayata geçirmeye çalışan, hayalini kurduğu müslimler top-
lumunu kısmen de olsa oluşturarak fikirlerini teoride bırakmayıp eyleme
dökme cesaretinde bulunan mümin bir şahsiyettir. Onu, kendisinden çokça
etkilendiği anlaşılan Menar ekolü, Mustafa es-Sıbâî ve çağdaşı olan Fazlur
Rahman’dan ayıran en önemli özelliği de budur. Bu isimlere nazaran
Tâhâ’nın fikirleri, kimin benimsediği belli olan somut takipçilere sahiptir.
Öyle ki onun idamından sonra da bu grup, hala Tâhâ’nın fikirlerini yaşat-
maya devam etmekte, bunun için teknolojinin tüm imkanlarını da kullan-
maktadır. Yani Tâhâ’nın oluşumunu, Menar ya da Fazlur Rahman gibi di-
ğer ihya hareketlerinden ayıran bir özellik de topluluğun müntesiplerinin
tebliğ faaliyetinde bulunmaları ve bunu sorumluluk addetmeleridir.
Mahmûd Muhammed Tâhâ’nın fikirlerine hızlıca bir göz atıldığında
onun, Menar’ı ve Sıbâî’yi tekrar ettiği ya da zihninin Fazlur Rahman ile şe-
killendiği zannedilebilir. Fakat Tâhâ bu ekollerin her ikisini de aslında sade-
ce destek olarak kullanmaktadır. Onun, tezini yerleştirdiği temel zemin ise
Auguste Comte ve Marx’ın felsefeleridir. Tâhâ, hakiki İslâm’ın sosyalist bir
yapıda olduğunu söylemekte diğer tüm tezlerini aslında sosyalist bir top-
lumun inşası için kurgulamaktadır. Tabii bu kurguda o, Comte’un üç hal
yasası başta olmak üzere ilerlemeci tarih anlayışını tamamen benimsemiş
gibi gözükmektedir. Tâhâ’ya göre insanlık, oldukça ilkel evrelerden başla-
yıp asırlar boyu süren serüveninde ciddi bir medeniliğe kavuşmuştur. Her
kitâbî vahiy de insanlığın bu gelişim aşamalarını dikkate almış ve muhatap-
lar kendi anlayış düzeylerine uygun hükümlerle karşılaşmıştır. Yahudi ah-
kamının diğerlerine nazaran daha sert olmasının sebebini Tâhâ, Yahudi top-
lumunun ilkelliği ve kabalığıyla izah etme girişiminde bulunmuştur. Yine
ona göre Kur’ân’da da bir anlatı olarak yer alan insan kurban etme geleneği
yalnızca ilkellikle hatta orman kültürüyle izah edilebilecek bir şeydir. O; ci-
590  Ayşenur Fidan

had, kapitalist bir uygulama olarak gördüğü zekat, çok eşlilik ve boşanma
gibi ahkamın da ikmalini henüz tamamlamamış 7. Asırdaki insanların me-
seleleri olduğunu düşünmektedir. Halbuki bunların her biri, içinde bulun-
dukları topluma ait kültürel formlardır ve o toplumun gelişmişlik düzeyini
göstermemektedir. Kaldı ki bugün antropoloji ve sosyoloji Tâhâ’nın ilkellik-
le özdeşleştirdiği çok eşlilik ya da insan kurban etme gibi meseleleri sorgu-
lanamaz kültürel formlar olarak görmektedir. Bu gibi örfsel eylemlerin ge-
lişmişlik düzeyi için birer kriter olarak görülüp görülemeyeceği yavaş yavaş
göreceli bir hale gelmekte, “ilerlemeci tarih anlayışı” ve “evrimsel insan
zihni” tasavvuru sarsılmaktadır. Şüphesiz onun, bilhassa Medenî ayetler-
deki ahkamı 7. Asırla sınırlı tutma yaklaşımı Fazlur Rahman’ın tarihselliğiy-
le oldukça irtibatlıdır. Fakat Tâhâ’nın aksine Fazlur Rahman bu teorisini,
insanlığın gelişimi üzerine tesis etmemektedir.
Onun “İslam’ın ikinci mesajı” teorisinin temelinde de yine ilerlemeci ta-
rih felsefesi yer almaktadır. Çünkü Tâhâ, Kur’ân’ın ilk muhataplarını iste-
nen zihnî gelişmişlik düzeyine henüz varamamış kişiler olarak görmektedir.
Bundan dolayı Mekkî ve Medenî ayetleri ikmâlî bir sıraya koymakta, onun
yeni tasnifinde nüzul sıralaması tersine dönmektedir. Tâhâ’ya göre Mekkî
ayetler ilk ve aslında nihâî İslam iken gelişmişlik düzeyi yeterli olan muha-
taplar bulunmadığından vahyin ikinci yarısında yani Medine’de, ilâhî hi-
tapta bir iniş yöntemi uygulanmıştır. Dolayısıyla sıralama itibariyle ikmale
daha yakın olması gereken Medenî ayetler bu vasfı taşımamakta ve ancak
İslam’ın ibtidâî formunu temsil etmektedir. Bunun için de Medine, ikmâlî
sırada birinci mesaj, Mekke ise ikinci mesaj olmaktadır. Mekke İslam’ın aslî
formunu temsil etmekte, Medine ise şartlar olgunlaştığında geçerliliği sona
erebilecek hükümler barındırmaktadır. Açıktır ki Tâhâ bu teziyle, hem ted-
rici göz ardı etme hem de toplumları homojen yapılar olarak varsayma aç-
mazına girmektedir. “İlk nazil olan Mekkî ayetler muhataplara ağır gelince
Medine’de seviyelerine uygun ayetler inzal edildi” şeklindeki mantalite
Mekke’deki 12 yılı, vahiy ve inşa süreçleri açısından etkisiz kılmaktadır. Bu
ise nazil olan ayeti, apaçık muhatapsız bırakmak demektir. Zaten Tâhâ da
Mekkî ayetlerin, nüzul döneminde “henüz mevcut olmayan müslimler top-
lumu”na hitap ettiği iddiasındadır. Yani aslında o, bu teziyle, ortamında
Mekkî ayetlerin muhatapsız kaldığının farkındadır hatta tam olarak bunu
iddia etmektedir. Ayrıca bu yaklaşım, şartları ve muhatapları dikkate alma-
yı Mekkî dönemdeki tecrübeleriyle öğrenen bir Allah tasavvuru ortaya çı-
İhyâ I. Cilt  591

karmaktadır. Bu ise muhatabı tanıyamayan, dikkate alamayan, hâşâ nasıl


konuşacağına Medine’de karar veren bir Allah tasavvuruyla aynı şeydir.
Tâhâ, Mekkî ayetler indirildiğinde insanların düzeylerinin henüz bu
küllî mesajları anlamaya ve uygulamaya elverişli olmadığını söylemekte,
tersinden, Medenî ayetlerin de sadece o günkü muhatapların seviyelerine
uygun hükümler ve söylemler içerdiğini iddia etmektedir. Bu iddia az da
olsa Mekkî ahkamı idrak edip yaşayan müminler ile Medenî ahkamın öte-
sindeki gayeyi görmek isteyen yani 7. Asrı dikkate alarak nazil olan ayetleri
sorgulayan kişilerin varlığını göz ardı etmektedir. Üstelik bu teziyle Tâhâ,
ikmâli, yalnızca nüzul döneminden çok sonra gelecek olan muhataplara has
kılmakta, 23 yıllık süreçte nüzul dönemi muhataplarının tedricen gösterdiği
zihnî ve dînî gelişimi göz ardı etmektedir. Mesela Tâhâ’nın bu tezi “Mekkî
ayetler hep uzak muhatapları olan müslimler toplumunu mu beklemekte-
dir? Fertler bazında müslim olmayı başarabilmiş bir Mekkî dönem muhata-
bı ya da Medenî dönem muhatabına bu ayetler hiçbir şey söylemeyecek mi-
dir?” sorusunu cevapsız bırakan bir tezdir. Bu sorular cevapsız kaldığı için
de Tâhâ’nın tezi, sözün sahibi olan Allah’a ve onun hitabına dair sağlıklı bir
tasavvur öneremeyecek, nüzul dönemi muhatabını atlayıp ötelere mesaj
vermeye çalışan bir Allah tasavvuru barındırmış olacaktır. Dolayısıyla bu
yaklaşımıyla klasik dönemden günümüze değin son noktası konulamamış
olan “Kur’ân’ın evrenselliği nedir?” sorunsalına bir tuğla da Tâhâ koymak-
tadır.
Mahmûd Muhammed Tâhâ, davasına biçilen diyeti başıyla ödeyen, hi-
kayesi ve teorileri incelenmeyi hak eden velûd bir müellif ve mütefekkirdir.
Her şeyden önce mümin bir şahsiyet ve onun deyimiyle müslim olmaya ça-
lışan bir aktivisttir. Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanma-
sına dair bu çalışmanın kapsamına girmeyen, fakat varlığını zikretmeyi vic-
dânî görev bildiğimiz kıymetli fikirlere sahiptir. Söylemleri ve eserleri, ta-
rihsellik akımının sosyalizm temelli bir formu olarak görülebilir. Onun,
“İslâm’ın ikinci mesajı” teorisi diğer fikirlerine ışık tutan en temel tezidir.
Fakat görebildiğimiz kadarıyla bu tez, cevaplanmamış soru işaretleri barın-
dırmaktadır.
592  Ayşenur Fidan

Kaynakça
Fidan, Ayşenur. Kur'ân Dilinde Mekkî ve Medenî Ayetlerin Bütünlüğü. İstanbul: Kitâbî Ya-
yınları, 2022.
Haviland. William A. vd. Kültürel Antropoloji, çev. Hüsamettin İnaç-Seda Çiftçi. İstanbul:
Kaknüs Yayınları, 2002.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim. Tevilu Muhtelifi’l-hadis. y.y.: el- Mek-
tebetü’l-İslâmî, 1999.
Kıranşal, Abdülaziz. İslâmî Solun Müfessiri, Mahmut Muhammed Tâhâ ve İslam’ın İkinci Me-
sajı. İstanbul: Tezkire Yayınları, 2015.
Rıza, Reşid. Tefsiru’l-Menar. 4. Cilt. Kahire: el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-âmme li’l-kitâb, 1990.
es-Sıbâî, Mustafa. İştirâkiyyetu’l-İslâm. Dımeşk: Dâru’l-kavmiyye, 1960.
eş-Şâtıbî, Ebû İshak İbrahim b. Mûsa. el-Muvâfakât. 4. Cilt. Huber: Dâru İbn Affân, 1997.
Tâhâ, Mahmûd Muhammed. er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm. y.y., 3.basım, 1969.
Tâhâ, Mahmûd Muhammed. İslam’ın İkinci Mesajı, çev. Haydar Aslan. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları, 2011.
el-Fikratü’l-cumhûriyye. Erişim 28 Ağustos 2022. https://www.alfikra.org/page_vi-
ew_a.php?page_id=1
el-Fikratü’l-cumhûriyye, “es-Sünnetü hiye’r-risâletü’s-sâniye”. Erişim 28 Ağustos 2022.
https://www.alfikra.org/chapter_view_a.php?book_id=10&chapter_id=3
el-Fikratü’l-cumhûriyye,“el-Urvetu’l-vüskâ”. Erişim 28 Ağustos 2022. https://www.al-
fikra.org/chapter_view_a.php?book_id=10&chapter_id=3
el-Fikratü’l-cumhûriyye, “es-Sünnetü leyset hâssaten bi’n-nebiyy”. Erişim 28 Ağustos
2022. https://www.alfikra.org/chapter_view_a.php?book_id=10&chapter_id=3
The New York Times. “Sudan Publicly Hangs an Old Opposition Leader”. (19 Ocak
1985), 1. https://www.nytimes.com/1985/01/19/world/sudan-publicly-hangs-
an-old-opposition-leader.html
Alper, Ömer Mahir. “Mahmûd Muhammed Tâhâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklope-
disi. Erişim 28 Ağustos 2022. https://islamansiklopedisi.org.tr/mahmud-mu-
hammed-Tâhâ

You might also like