Oyku Gazetesi 06

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 26

Ceren Avşar Ayça Erkol Ayşenur Tanrıverdi Deniz Eldam Burcu Ünlü Gamze Efe

Anlamanın Toz, Limonata Profesörün İçinde Yılan Gibi Kıvrılarak Dokuzunu Sağdım da Birdenbire
Tek Yolu Var ve Bir Mesele Odası İlerleyebileceğimiz Bir Geçit Onuncuyu Sağamadım

Öykü Gazetesi
veveya.net
Aylık öykü gazetesi, Mart 2024
8. Yıl, Veveya'da 6. Sayı

Müphem
Nurhan Suerdem

V ücudumun alarmıyla uyanı-


yorum. Elimi uzatıp kapata-
cak bir düğmesi de yok. Ka-
rıncalanma, batma. Parmaklarım tır-
mık dişleri olmuş, kaşıntılı tarlamı
sine bırakıyorum kendimi. Öylece
duruyorum. Giderin deliklerinden
suyla beraber düşüncelerim de akı-
yor. Ferahlıyorum. Ne kadar geçtiği-
ni bilmiyorum… Kızım kapıya vuru-
yenlerin, hem düşünen hem de kaşı-
nanlara dair söyledikleri bir şey var
mıdır acaba? Fakirlik yalnızca para-
nın yokluğu mudur? Kızarık yerlere
Ovadril sürüyorum. Deniz esintisi gi-
sürüyor. Dinmiyor. Geceliğimi üs- yor. bi geliyor. “Baba sen yap, annem çok
tümden fırlatıp banyoya atıyorum “Anne, hadi gel. Bak ne yapıyoruz?” hızlı sürüyor, acıtıyor” diyen kızımın
kendimi. Ayna gösteriyor neler oldu- Sesinde serçeler kanat çırpıyor. sesi karışıyor esintiye. Dört yıl önce-
ğunu. Sol tarafımın meme, koltuk al- “Tamam, çıkıyorum.” ki tatilin anılarına batıp çıkıyorum.
tı, biraz sağa dönünce de yarım sırt Bugün okula gitmiyor. Babalarının Artık tatil yapabilecek miyiz, yapa-
bölgesi. Pençe pençe kızarmış, ka- doğum günü için hazırlıkları var. caksak da ne zaman, hiç bilmiyorum.
barmış. Henüz üç bölge kırmızı. Ya- Günlerdir heyecan içindeler. Avukat- Yaşadıklarımızın hepsi gibi bu da be-
yılır mı? Vücudumu kaplar mı? Bir tan dün duyduğum gelişmeleri onlara lirsiz. Müphem diyor annem. Güzel
şeyler yapmalıyım. söylememekle iyi mi yaptım kötü ülkemin seçimdeki kırmızı bölgeleri-
Duşa giriyorum. Yangın yerine dön- mü? Annem mi söylese? Bilmiyorum. nin çoğalmasına bağlı her şey. Ama
müş bedenime soğuk su değdiğinde Havluyu yavaşça dokunduruyorum benimkileri bir an önce yok etmeli-
ürperiyorum, nefessiz kalıyorum bir bedenime. Züğürt olup düşünmek- yim. Aeirus alıp doktora telefon edi-
süre. Tazyikini azaltıp, sağaltıcı etki- tense uyuz olup kaşınmak yeğdir di- yorum. Kız kardeşimin arkadaşı. Bizi
|>
BU SAYIDA ÖYKÜLERİYLE
Nurhan Suerdem, Ceren Avşar, Ayça Erkol, Elif Yeşilkaya, Fatma Nuran Avcı, Dilek Şimşek, Nis Tuğba Çelik, Zeynep Kahraman Füzün,
Ayşenur Tanrıverdi, Deniz Eldam, Serap Karakuş Besi, Burcu Ünlü, Hande Çiğdemoğlu, Vildan Külahlı Tanış, Esin Kıroğlu, Gamze Efe
2
biliyor. Randevum ikide. hayalindeki adamın gözlerindeki pa- gösterip izin verirler mi diye, alçak
Elbisemi giyiyorum. İçine artık bir rıltıyı görüyorum. sesle soruyor. Ben de şansımızı dene-
ben daha sığabilir. İyi böyle, tenime “Beğenmez mi hem de çok beğenir. yeceğiz, yoksa geri getiririm diyorum.
değmiyor. Gardırobun aynasında ya- Sen yapmışsın, üstelik çok da güzel Anlaşıyoruz.
tak tüm çıplaklığıyla gözüme çarpıyor. olmuş değil mi?” diyerek resmi anne- Kitapçıdan sonra İstiklal Caddesi
Kapı tarafında çarşaf nevresim birbi- annesine, kardeşine doğru tutuyorum. boyunca yürüyorum. Tramvay, zilini
rine girmiş, yastık yere düştü düşecek. “Siz de gördünüz mü?” çalıyor. Çın çın. Hâlâ var olduğunu
Zor geçen bir gece. Pencere tarafında Ağaçların arasında uzun boylu bir bilmek rahatlatıyor. Sabah henüz çok
ise ne bir kırışıklık, ne bir çukurlaşma, adam, yanında iki çocuk. kalabalık değil. Turistler ağırlıkta. Saç
ne de yastıkta terden sararma. Komo- “Bak,” diyor, “bu da gökkuşağı. Al- ektirenler, burun yaptıranlar, kaş dü-
dinin üstünde kahverengi çerçeveli tından geçenlerin dilekleri kabul olur- zeltenler, doyasıya alışveriş yapıp do-
gözlük, yarı okunmuş kitap da yok. muş. Hani parka gitmiştik ya, o zaman yasıya kebap, tatlı yiyenler, Maraş
Derin bir nefes alıyorum. söylemişti babam.” dondurmacısının önünde sündürülen
Mutfakta çaydanlığın fokurtusu, O günün, parka birlikte gittikleri son dondurmayı tutabilmek için sırala-
üçünün mırıltılarına karışıyor. Pence- gün olduğunun işareti ela gözlerinin nanlar, video çekenler, kapalılar, açık-
reden gelen sabah güneşi, demir par- koyu harelerinde gizli. Tıpkı oynan- lar cennet bildikleri İstanbul’da. Orta-
maklıkları, çiçekleri dökülmüş sar- mayan oyunlar, yardım edilmeyen doğu’nun karanlığında Türkiye, İstan-
dunyanın gölgesini masaya düşürüyor. dersler, sakaldan kızarmayan yanak- bul onlar için bir vaha. Her biri ülke-
Masanın bir köşesinde annem hamur lar, verilmeyen öpücükler, denilmeyen lerinin cenderesinden kurtulup bura-
mayalıyor. Haşhaşlı çörek yapacak- iyi geceler günaydın babacımlar, okun- da nefes alıyor. Bizleri ne kadar anlı-
mış. Kızım önünde nerdeyse yere de- mayan kitaplar, saymakla bitmeyecek yorlar merak ediyorum. Onların solu-
ğecek mutfak önlüğü, ağır geldiği için çok şey gibi. Boşlukları biz dolduru- dukları havada bizim boğulduğumu-
iki eliyle tuttuğu sürahiden su dökü- yoruz, evin duvarlarından yansıyan zu, her geçen gün yaşam isteğimizi,
yor hamura, anneannesi yoğuruyor. sesler, duyumsanan bir sıcaklık, bir neşemizi, umudumuzu kaybettiğimi-
“Biraz daha su ister misin?” dokunuşla. Yokluğunu bilmek bir sü- zin farkındalar mı sormak istiyorum.
“Yok, yok yeter. Bu hamur daha faz- re sonra kabullenmeyi getirir derler Önlerinde durup şarkılarını zevkle
la su kaldırmaz.” ama ya varsa? Zamanın, yasanın, hük- dinledikleri, videoya çektikleri müzis-
Çay dolduruyorum. mün anahtarı birilerinin iki dudağı yen gençlere polisin niye izin verme-
“Bir şeyler ye çıkmadan, miden yine arasında. En zoru da bu. diğini ya da her cumartesi yaka paça
kötü olmasın, akşam da dışardaydın. Anneannesinin yaptığı çörekten polis arabalarına konan yaşlı, genç ka-
Yedin mi yemedin mi bilinmez,” der- sonra onlar da doğum günü pastası dınları kaçı merak etti bilmiyorum.
ken yoğurmaya devam ediyor. yapacaklarmış, Babaları çikolatalı pas- Aslında bilseler ne olacak, ne değişe-
Oğlum yanıma yanaşıyor, dizlerime ta severmiş. Annem bana bakıyor. Ke- cek ki? Biz değiştiremedikten, kendi
başını koyup yüzüme bakıyor, “Epey- limelerim cam kırıkları. Susmak işime acılarımızda bile birleşemedikten son-
diy üç tane okumuyoysun bana,” diye geliyor. Ufak bir ihtimalin varlığını ra onların bilmesi neyimize iyi gele-
sitem ediyor çatlak sesiyle. hissetmek istiyorum belki de. Avuka- cek? Bırak, hiç olmazsa onlar mutlu
Onun anılarında kitap okuyan baba- tın çabaları olumlu sonuçlanmıştır. olsunlar.
sı yok. Yasak koyanlar, vicdanları olduğunu Galatasaray Lisesi’nin önünden Ara
“Epeydir mi, nerden buluyorsun bu hatırlamışlardır inşallah diyorum. Üç Kafe’ye doğru sapıyorum. YKY bina-
kelimeleri?” buçuk yıldır her sözümün arkasına sının yanında demir bariyerlerle, TO-
“Ben kendim öğyeniyoyum.” eklediğim gibi, inşallah. MA’larıyla mesken tuttukları yerde
“Hııım. Kimden öğreniyorsun?” Onları işleriyle baş başa bırakıp çıkı- duran polislerin gözlerinin içine ba-
“Ben işte, düşünüp öğyeniyoyum.” yorum. Hava ağır, nem çok. Marma- karken, sırtımı daha da dikleştiriyo-
“Sonra da söylüyor musun?” ray’a biniyorum. Kalabalık. Uyuyan- rum. Bir kahve ve sigara içimlik za-
“Evet, düşündüğümü söylemem ge- lar, telefonuna bakanlar, öylesine boş manım var. Çocukların yanında içe-
yek benim,” diyor. bakanlar, kitap okuyanlar, kulaklıkla mediğim sigaraları sokaklarda, kafele-
Sarılıyorum sımsıkı. Armut dibine müzik dinleyenler, çocuklarını çekişti- rin açık alanlarında tüttürüyorum.
düşecek tabii. Söyleyemediklerinle renler, sevgilisine sarılanlar, yılların Tiryakiler gibi. Eskiden böyle değil-
sustuğun, kelimelerinin lal olduğu yorgunu yaşlılar, hasta çocuğu için tü- dim. Onunla sevişmelerimiz sonrası
günler hiç olmasın diyorum içimden kenmez kalem satan kadın. Herkesin duyduğum hazla içtiğim sigaraları öz-
sonra da söz veriyorum bu gece üç ta- yüzü düşmüş, omuzları çökmüş, ba- lüyorum. Şimdi ise her fırsat buldu-
ne okuyacağıma. Odasına koşuyor. kanların bakışları fersiz, gülen, gü- ğumda ağzımdaki acı tatla art arda ek-
Anneannesi ile yaptığı rüzgârgülünü lümseyen yok. Unutulmuş duygularla liyorum. İçimin yangınını ciğerlerime
getiriyor. yaşıyoruz. Yeni binen genç, asıldığı çektiğim duman söndürecekmiş gibi.
“Bak bu benim hediyem.” tutamaçta gördüğü fotoğrafı öfkeyle Tepeleme dolu kahve fincanını dök-
Her bir yaprağına isimlerimizi yaz- çıkartıp yırtıyor, çalınan geleceği geri meden getiren, aman dikkat edin diye
dırmış anneannesi, kargacık burgacık. gelecekmiş gibi. Müdahale eden ol- uyaran garsona inat daha ilk yudumu
Çevirince hiç biri seçilmiyor. Birleşi- muyor. Yenikapı’da metroya binip almak için ağzıma götürürken, kahve-
yoruz. Taksim’de iniyorum. Yürüyen merdi- yi masaya, üstüme döküyorum. Taşır-
“Haydi, kâğıda sayalım.” venlerden çıkar çıkmaz meydandaki madan taşımayı bilemeyen sakarlığı-
Un bulaşmış siyah saçlarının kıvrım- cami haşmetiyle karşımda. Bu yenilik ma kızıyorum. Üçüncü sigaramı biti-
larında parmaklarımı gezdiriyorum. her seferinde afallatıyor. “İki üç ağaç rip avukatın yolunu tutuyorum. Galip
“Ablanınki neymiş, belki ikisini bir- için…” O günleri özlüyorum. Önce Dede caddesindeki dükkânların, kafe-
likte paket yaparız,” diyorum, elindeki kitapçıya uğruyorum. Satış sorumlusu lerin akşamın yorgunluğunu attıktan
resim kâğıdı ile gelen ablasına baka- genç delikanlı durumumuzu biliyor. sonraki sabah mahmurluklarının eşli-
rak. Bana yolladığı kitap listesini çıkarıp ğinde Arnavut kaldırımlı yoldan yo-
Babam yaptığım resmi beğenir mi uzatıyorum. “Bunları ayırır mısınız? kuş aşağı kendimi bırakıyorum. Yo-
diye sorarken bir yandan da mutfak Bir başka işim var. Yük etmeyeyim ğun bir güne başlayacaklarını bilerek
masasında ona ait boş sandalyeye göz dönüşte alırım” diyorum. Listeye şöy- şimdiden yorulmamak için aheste
atıyor... Ben de aynı yere bakıp onun le bir göz atıp kitaplardan ikisini eliyle aheste hareket ediyorlar. Onlar da ka-
|>
3

zandıkları dövizlerle mutlu. Bunlar ğü, masanın üzerinden dalga dalga üs- mahsulü yediniz mi?”
olmasa işimiz harap diyen tatlıcıyı ha- tüme geliyor. Boğuluyorum. Çocukla- “Öğlen Mercimekli bulgur pilavı, ca-
tırlıyorum. Dışarıya taşan kahve ko- rım, ya onlara ne anlatacağım, onlar cık, akşam da yarım simit.”
kusu, suyla ıslatılan dükkân önü, bi- da mı nefessiz kalacak, nasıl anlama- Başını iki yana sallıyor.
razdan makinede sıkılıp taze meyve larını isteyeceğim tüm anlaşılmazları? “Ne içtiniz, her zaman kullandığınız
suyu olmayı bekleyen tezgâha dizili Hata yaptım belki de ertelemekte. ilaçtan başka bir ilaç kullandınız mı?”
kesilmiş portakal ve narlar, vitrinden, Boşluğun içindeyim, düşüyorum. “Hayır.”
kapı girişlerinden bakan etnik desenli Avukat yerinden kalkıp karşıma otu- “Yeni bir üzüntü, stres yaratacak
giysiler, peştamallar, havlular, hediye- ruyor. Son ümidini akşamüstü bir ki- durum oldu mu?”
likler. Bir saate kalmaz buralara adım şiyle yapacağı konuşmaya bağladığını O sırada caddeden gelen korna ses-
atılmaz olur. Mevlevihane’nin önün- söyledikten sonra, yine de umutlan- leriyle irkiliyorum. Trafik lambaları-
den geçerken kapısına yanaşıp inşal- mayın demeyi ihmal etmiyor. Bugün nın çalışmaması nedeniyle kaosa dö-
lahlarımı ipe dizen dualarımla bir süre yaşadıklarımız yarının ne olacağını nüşen trafiğe, sezonun yenileriyle do-
duruyorum. Nemden kabaran saçla- belli etmiyor mu? Ufukta göz kırpan lan vitrinlere, onlara bakmadan ge-
rımı sıkıca bastırıp tepemde topluyo- ışık kaldı mı? Boşluk her geçen gün çenlere, topladığı kâğıtların altında
rum. Galata Kulesi çevresini, merdi- biraz daha karanlık. Düşüncelerim ezilen çocuğa, köşedeki çingeneden
venlerini dolduran insan yoğunluğun- yüzüme de yansıyor herhalde. Bakış- dalya alan adama, simitçinin arabası-
dan azade, kuşluk vakti rahatlığıyla larını kaçırıyor. Yasak koyulan umut- nın camına astığı “Askıda Simit” yazı-
beni selamladığında kırmızı bölgele- larla yaşamayı öğrettiler bize, şimdi sına, SMA hastası kızı için para topla-
rim varlığını hatırlatıyor. Önce karın- sıra çocuklarda diyorum. Çok küçük- yan babaya, karınca misali oradan
calanma, sonra batma. Meydanın sa- ler… Yarın için sözleşiyoruz. “Onun oraya koşuşturan insanlara bakıyo-
ğındaki yeşil apartmana giriyorum. şansı var. Ben de sizinle gideceğim, rum. Herkes bir yere varmanın telaşı
Avukat karşılıyor beni. Gözleri gü- hiç olmazsa evde değil, orada daha içinde.
lümsemeyle tedirginlik arasında gidip yakınında olurum,” diyorum. Ufak bir “Önemli bir gelişme mi oldu, çocuk-
geliyor ya da ben öyle hissediyorum. bavul da olacak. Kitaplar, birkaç te- lar iyi mi?”
Merakla diyeceklerini bekliyorum. miz çamaşır, yiyecek. Bir de doğum Dönüp bakıyorum. Yaşanmışlar, ya-
Dün telefonda geldiğini söylediği ya- günü pastası. Beni almaya gelecek. şanmamışlar, müphemler göz pınarla-
zıyı gösteriyor. İkna edici gerekçe yok. Kitapçıdan kitapları alıp saat tam rımda sıraya giriyor. İçime atıyorum.
İptal ettik, haberiniz olsun cinsinden ikide doktora anca yetişiyorum. Ka- Tekrar sormuyor. Pencere önündeki
bir ifade. Bugüne kadar neyin doğru şıntım dayanılacak gibi değil. Kırmızı serçe havalanıyor. Çocukları, onları
dürüst bir dayanağı, açıklaması oldu kabartıları inceliyor. “Kurdeşen,” di- umutsuzluğa düşürmeden ne diyece-
ki? Yazıdan sonra ve bu sabah yap- yor. Giyiniyorum. ğimi düşünürken o reçete koçanını
tığı görüşmeleri anlatıyor. Her sözcü- “Ne yediniz dün, özellikle deniz önüne çekip ilaçları yazıyor.

Anlamanın Tek Yolu Var


Ceren Avşar

O nu, bana ihtiyacı olduğunu


anlayacak kadar tanıyorum,
yanıma bu yüzden aldım.
Benim ona ihtiyacım var mı bilmiyo-
rum. Oturduğu yerde uyuyor. Göz-
da kim ihtiyacım olduğunu anlaya-
cak? Evlendim, boşandım. Hiç çocuk
istemedim. Şimdi ona bakıyorum da,
o da hiç çocuk istemeseydi ben ol-
mazdım. Bütün varlığımın birine
lükleri burnunun ucuna düşmüş. böyle sıkı sıkıya bağlı olması çok tu-
Gözleri kapalı olduğu için bunu dert haf. Şimdi onun varlığı bana sıkı sıkı-
etmiyorum. Uyanık olsa ortasından ya bağlı.
ittirir yerine yerleştirirdim. Ama uya- Gazete elinden düşüyor. Pat diye
nık değil. Başı önüne düşmüş. Elinde bir ses. Uyanmıyor. Eli hâlâ kaskatı.
gazete. Hâlâ sıkı sıkı tutuyor. Biz ga- Gazeteden kalan boşluk iki parmağı-
zete almayız ki. Kim bilir ne zaman- nın arasında duruyor. Gazeteyi yer-
dan kalma. Elinden alıp tarihine bak- den alıp yerine, elindeki boşluğa yer-
mak istiyorum. Ama hem çok yorgu- leştiriyorum. Yerleştirirken elinin
num, yerimden kalkacak halim yok sandığımdan daha katı olduğunu fark
hem de onu uyandırmak istemiyo- ediyorum. Çok soğuk olduğunu. Ak-
rum. Merakım yorgunluğumdan bas- lıma gelen başıma gelmiş olabilir mi.
kın geliyor. Gazetenin tarihine bak- Bana verdiği küçük makyaj aynasını
mak için kalkıyorum. Ama sıkı sıkı gazeteyi. Hatırlamaya çalışıyorum, burnuna tutuyorum, buğulanmıyor.
tuttuğu yerde kalmış tarih. Seçim ha- olmuyor. O da beş altı aydır hiçbir Gazeteyi eline iyice yerleştiriyorum.
berlerine gözüm takılıyor. Demek ki şeyi hatırlamıyor. Gazeteyi sıkı sıkı Gözlüğünü uyanmasından korkma-
beş altı aylık kadar olmalı. Düşünün- tuttuğu eline bakıyorum. Mor damar- dan yerine yerleştiriyorum. Karşısına
ce bu tuhaf geliyor. Çünkü o bu hale lara, kırışıklıklara. Benim elimi hiç geçip oturuyorum. Artık bana ihtiya-
geleli de yaklaşık beş altı ay kadar ol- böyle sıkı sıkı tutmayışı içimi acıtı- cı yok. Benim ona ihtiyacım var mı,
du. O günden beri elinde de ben mi yor. hâlâ bilmiyorum.
fark etmedim. Niye aldık ki hem bu Gazeteyi niye almıştık sahi?
Benim yardıma ihtiyacım olduğun-
4

Toz, Limonata
ve Bir Mesele
Ayça Erkol

R öportaja gelecek, dedi kıramayaca-


ğım biri. Daha doğrusu kırabilir-
dim ama sonra yayınevinin kapısı-
nın önündeki tozu bile süpüremezdim. Ko-
nu ne, diye soruyorum, kadın yazarlar üzeri-
şebboy yanaklar. Kim bilir organı hangi çiçe-
ğe benziyordu? Hangi çiçeğin rayihalarını
salıyordu da erkekleri kendine kul köle edi-
yordu. Ben zaten ünlü bir yazarım Virginia,
diye çemkiriyorum, erkekler kadar değil, di-
ne, diyor. En sevdiğim konu. Yüz yüze rö- ye yanıtlıyor gülerek, erkekler kadar değil.
portaj mı kaldı, diyorum, nereden geliyor bu “Dalıp gittiniz” diyor konuğum, sorusu-
arkadaş, bin dokuz yüz elli’den mi? Gülüyor. nun birtakım düşünceleri tetiklediğine yü-
Toz demişken. Toz, toz, toz. Her yer. Ge- rekten inanarak. “Sizin suçunuz yok,” diyo-
lene ayıp olacak ama temizleyecek vakit yok, rum, “maalesef söyleşiler sırasında düşün-
zaten o kadar ender temizliyorum ki herkese celerim hep dağılır. Sanırım hapisten sonra
ayıp oluyor. Öyle eski püskü eşyanın üstüne oldu. Seksen sonrası. Gençken politik bir
abanmış, tembel, sinsi, iki parmak kalınlığın- duruşum vardı benim, onlar da kafamdaki
da olan toz değil bu Allah’tan. Kirin, kötü ev düşünceleri çıkarmaya, duruşumu düzelt-
kadınlığının simgesidir öylesi. Benimki zerre meye çalıştılar. Bunu yazmayın tabii, yoksa
zerre. Tane tane. Havada süzülen, akşama okurlar, yazarcıklar, eleştirmenler, eleştiriye
dönen gün ışığında, yazın avareliğinde göze gelemeyenler şaşırırlar, hayal kırıklığına uğ-
güzel hatta biraz sihirli görünen cinsten. Sa- rarlar, belki kınarlar beni ya da daha kötüsü
natçı tozu bu, kadın yazar tozu. Kadın ya- belki acırlar bana.” Topla gel kızım, diyorum
zarlar üzerine... Ne tanım ama! Öğlen uyku- kendi kendime. Konumuz edebiyat, kadın
sundan yeni kalkmış mahmur çocukların yazarlık, son kitabın, Virginia Woolf ve se-
solukları kadar sıcak. Doya doya içilen ka- nin dokuz metrekarelik odan.
buk rendeli limonatayı anımsatıyor insana. Pekiyi kendimi nasıl bu odada buldum
Ne güzel bir paragraf olur bu cümlelerden. ben? Yani, sanırım her insan hayatında bir
Yumuşacık, sıcacık, yuvarlak hatlı, kadınsı noktada kendine bu soruyu sormuştur.
cümleler. Tozdan paragraf yaratan kadın, Mutlaka oda olmasına gerek yok elbette. O
daha nelere kadir olabilir var düşün artık sen anda mimari olarak ne menem bir yapının
sayın röportaja gelen bey. içindeyse bunu sorabilir. Kendimi nasıl oldu
“Ağır bir nem var değil mi?” diye giriyor Ayağa kalkıyor, kitaplığımın başına geçi- da bu işyerinde buldum ben? Nasıl oldu da
konuya. yor, teklifsizce raflardan kitapları çekip alı- bu umumi tuvalete düştüm? Bu odaya gelen
“Her şeyde var, havada neden olmasın ki? yor. “Maalesef ülkenin gerçekleri, sizi bir yol çok uzundu, çok da meşakkatli.
Kanında var, gözyaşında var. Hem içiyoruz kadın sanatçı olarak çok rahatsız ediyor ol- “Bize biraz ruhsal yolculuğunuzdan bah-
biz onu. İçmesek ölürdük.” malı” diyor. Kadın sanatçı olarak rahatsızım, sedebilir misiniz?”
“Evet, ölürdük.” insan olarak hiç umurumda değil mi deme- “Elbette. Sıfır yaşındayken ölüme yakın bir
Konuyu yazıya getirmeliyiz. Biçemlerden, liyim? Keşke ülkenin gerçekleri yerine ger- deneyim yaşadım.”
imgelerden falan bahsetmeliyiz. Ne kadar çeklerin ülkesi olsaydı bir yerlerde. Anlamlı “Sıfır yaşındayken mi?”
sanatçı olduğumu gösteren şeyler söylemeli- soruların sorulduğu, günlerin hep uzun, er- “Elbette. Yani daha yaş almadan. Yola yeni
yim ona. Toz zerreleri, sıkıcı bir akşamüstü keklerin hep nazik olduğu. Çalışma odam çıkmışken. Başladığınız noktaya en yakın ol-
ve nem var elimizde şimdilik. Bundan ne çı- küçüktü, kitaplık zar zor sığmıştı. Virginia duğunuz nokta odur ya, o anlamda dedim.
kar ki? görse yine de sevinirdi. Hiç yoktan iyi. Sade- Onun üç ay öncesinde yaşamıyordum. Yok-
“Biraz daha limonata?” ce sana mı ait? Evet, sadece bana ait. Tapu- tum. Bir nevi ölüydüm. Anlatabildim mi?”
“Hayır, midemi ekşitiyor. Limondan olsa su, kilidi, anahtarı var mı? Hayır, bu sadece “Evet, anlıyorum tabii. Sadece bunu bugü-
gerek.” bir oda Virginia. Evlerin tapusu olur. Tek tek ne kadar böylesine güzel anlatan kimseyle
Sürekli bir malumun ilamı hali içindeyiz. odalara tapu alamayız. Neden olmasın? Yaz- karşılaşmamıştım.”
Havada nem var, limonatada limon var. mak için kendine ait bir odaya ihtiyacın varsa “Böyle düşünmenize çok sevindim.”
“Son kitabınızın açılış cümlesi gerçek bir ve bunun da kendine ait bir oda olduğunu “Pekiyi sonra?”
haberden değil mi? Bir kadın cinayetiyle baş- iddia ediyorsan, bir gün ünlü bir yazar oldu- “Sonrası çorap söküğü gibi geldi.” Yırtılan
lıyorsunuz.” ğunda sana bunu nasıl başardığını soracak- naylon poşet ya da midede zorla tutmaya ça-
“Ben başlamıyorum, sürekli etrafımızda lar. Sen de Virginia sayesinde diyeceksin. lıştığımız kusmuk benzetmesi de yapılabilir.
bu cinayetler, hayatımıza sinmiş durumda. Mayo mu, diye soracaklar. Hayır, Woolf “Sonra büyüdüm, yanlış yollara saptım.” O
Havadaki nem, limonatadaki limon gibi.” olan, diyeceksin. Tıpkı “Who is afraid of zamanlar Yandex ya da Google Map yok ta-
Virginia Woolf?”ta olduğu gibi. Hani filmi bii. Herkes yanlış yollara sapıyor. Diğer yan-
...Uzun süren kovalamanın ardından polis, zanlı- de vardır. Liz Taylor, Richard Burton. Onla- lış yollara girmiş insanlarla yanlış yanlış şeyler
yı Ümraniye’nin ara sokaklarında kıstırdı. 26 ya- rınki de ne aşktı ama be, diyeceksin. Kadın yapıyorsun yıllarca. “Sonra bir gün aklım ba-
şındaki A. K alınan ilk ifadesinin ardından cezae- yazarın konuyu bir yerlerde mutlaka aşka ge- şıma geldi. Bir aydınlanma anı yaşadım. Ne-
vine sevk edildi. Kız arkadaşının başını testereyle tirmesi beklenir. Adam yakışıklı, karizmatik. rede yaşadığımı anladım, ne dolaplar döndü-
keserek gövdesinden tamamen ayıran A.K “öldür- Olsa da yesek dedirten cinsten. Kadın, ka- ğünü, nasıl yük eşeği olarak kullanıldığımızı
me kastım yoktu” dedi... dın değil afet. Menekşe gözler, gül dudaklar, ve kadın olmanın gerçekte ne demek oldu-
|>
5
ğunu. Seksen öncesi, seksen sonrası, yasakla- rum onu, meseleleri değil, kadın olmayı ko- müş dediklerinden. Gerçek ironi tüm bunlara
nan metinler vesaire. ” nuşmaya gelmiş. Cinsiyeti olmaması gereken rağmen onun şu anda bir kadına baktığını, bir
“Metinlerinizde hep bir ironi var, konuşur- kavramlara birer cinsel organ takmamı bekli- kadının düşüncelerine sızmaya çalıştığını, bir
ken de öylesiniz. İroni nedense kadınlara çok yor, meselelerimle ilgilenmiyor. kadının cümlelerini ameliyat edebileceğini
yakıştırılmaz, buna ne diyeceksiniz?” “Pekiyi sizce neden kadınlara ironi yakıştırıl- sanması. Gülümsüyorum, çok tatlı bir kadın
Kadınlara yakışan şeyleri düşünüyorum maz?” diye soruyorum aniden, rollerin değiş- gülümsemesi yüzümdeki, yumuşak ve duyar-
Virginia. Toz almak, limonata yapmak, döl- mesine şaşırıyor. lı. Ona istediğini verip yollayacağım Virginia,
lenmek, bacakları hep bitiştirerek oturmak, “Kadınlara hep duygusallık, duyarlılık ya- ne yazarsam yazayım, ne söylersem söyleye-
etekler hep dizin altına doğru çekiştirilmeli. kıştırılıyor. İroni daha sol beyin odaklı kabul yim iki bin yıllık yanlışı iki saatte düzeltemem
Liz Taylorlar geçicidir ama cennet hep anne- ediliyor bence, böylece de erkeklerin oyun ki. Ona kadın öykülerini anlatacağım, dilin,
lerin ayakları altında. Dizlerimiz hep kapalı alanında görülüyor olmalı.” duyguların, Türkçe’nin kadın halini. Erkekler
olacaksa ne zaman dölleneceğiz ki biz? Her Bence gerçek ironi ne biliyor musun Virgi- gibi yazamasak da edebiyata nasıl ayrı bir renk
şeyin yeri ve zamanı var, derdi annem, her nia? Her ay günlerce kanayan, içinden karpuz kattığımıza ikna olarak çıkacak buradan. Ge-
şeyin bir yeri ve bir zamanı var. büyüklüğünde bir canlı çıkartabilen, her yarı- lirken de öyle düşünüyordu ama düşünceleri
“Meselelerim var benim aslında biliyorsu- şa beş sıfır geri başlatılan, dövülen, sövülen, perçinlenecek, haklıymışım, diyecek, entere-
nuz. Bunları anlatmaya çalışırken bazen ironi etekleri zorla bazen dizden aşağı indirilen, ba- san bir deneyimdi bu kadınla sohbet. Kapı-
çok iyi bir silah, harika bir yol arkadaşı oluyor zen baldırdan yukarı sıyrılan ve bir türlü öl- dan çıkmadan önce elimi sıkacak, onda cinsel
insana. Bu ülkede uğraştığımız, bizi yoran meyen, ölmemekle kalmayıp erkeğini göm- bir istek uyandırmayacak kadar yaşlıyım artık,
şeyler gereksiz, saçma, arkaik. İroniden daha dükten sonra yıllarca yaşamaya devam eden bir an önce bırakmak isteyecek elimi. Yaşlı,
güzel bir araç olabilir mi onları anlatmak bir canlının çok kırılgan olduğunu düşünmek. tozlu ve kafası karışık biriyim ben. Ama bun-
için?” Adama bakıyorum, kitaplığıma bakıyorum, lardan önce iyi bir ev sahibesi olarak soruyo-
Koltuğuna geri dönüyor, boş limonata bar- ellerime bakıyorum. Kendisi de orada burada rum.
dağını eline alıp oynamaya başlıyor, bana boş metin karalayan, okuyan, gezen, düşünen, “Biraz daha limonata istemediğinize emin
gözlerle bakıyor. Hayal kırıklığına uğratıyo- genç biri karşımdaki, eskilerin yurtdışı gör- misiniz?”

Kaçış
Dilek Şimşek
Beni mi merak ettiniz? Ben bir yabancı- dı aramıza, onu çok sevdim. Beni yanından
yım. Hem kendime hem bedenime. ayırmıyor, kardeşine benziyormuşum. Bir-
Ne zamandan beri mi? Hep böyleydim. likte bir sürü şey yapıyoruz. Aynalardan
İçimde birçok kişi taşıyorum, bu bedeni ürkmemem için bir yol buldu. Yüzümü
onlarla paylaşıyorum. Konuşmalarını dinli- boyuyoruz her sabah. O gün içimdekiler-
yorum, anlattıklarına kulak veriyorum, on- den hangisi baskınsa onun istediği gibi.
ları tanımaya çalışıyorum. Kimi zaman be- Maria beni anlıyor. Bazen suskun oluyor,
denimi kullanarak ne istiyorlarsa yapmala- ne olduğunu sorduğumda özgür olmayı is-
rına izin veriyorum. Oturuyorlar, kalkıyor- tediğini söylüyor. Bu bedenimin içimdeki-
lar, dans ediyorlar, gülüyorlar… Kim ne leri eğlendiriyor, aynı şeyi istiyorlar. Ona
istiyorsa bedenimle yapıveriyor. Bazen so- söylediğimde gülüyor. Anlamadığımı söy-
murtup sağı solu izledikleri oluyor. Ben de lüyorum. Özgür olunca anlayacağımı söy-
somurtup bekliyorum. Hepsinin ortak bir lüyor Maria. Sonra yüzümü siliyor, saçımı
derdi var. Bir tek bunu anlamıyorum, öz- tararken ağlamaya başlıyor. Özgürlük bir
gürlük, diyorlar. Sürekli konuşuyorlar. Ben yandan güldürürken ötekisinden ağlatan
çok konuşmam, onları dinlerim. bir şey olmalı.
Bazen aynaya baktığımda tedirgin olu- kaç kişi. Aramızdan birini seçerler, sonra Maria’ya güveniyor muyum, bilmem,
rum. Aniden bu bedene gözüm değdiğin- üst kattaki boş odalardan birine çıkarız. onunla huzurluyum ama. Size bir sır vere-
de ürperip gördüğüm yabancının kim ol- Adamlar birbirinden farklı. Çok konuşanı yim mi, geçenlerde buradan kaçmamız ge-
duğunu anlamaya çalışırım. Bir iki mimik var, hiç konuşmayanı, utananı, sarılıp uyu- rektiğini söyledi. Plan yapıyormuş. Günler-
ve hareketten sonra benim ben, bedenin mak isteyeni. Bizlerle işlerini hep bağırarak ce düşünmüş ve her şey kafasında tamam-
ise yabancı olduğunu fark ederim. Rahatla- bitiriyorlar. Bağırmayanlardan korkuyo- mış. Bir gece yarısı elimden tutacak ve ka-
yınca yüzümü yıkamaya başlarım. rum, canımı yakanlar hep onlar oluyor. To- çacakmışız. Sıkı sıkı uyardı beni, telaşlanıp
Burada mutlu muyum? Elbette, karnım katlayan, bardağı kırıp bedenime saplama- da gürültü, patırtı çıkarmayacakmışım. Çok
doyuyor, yatacak yerim var. Beni kimse ga- ya çalışan, boğazımı sıkan bile oldu. İçim- sessiz olmamız gerekiyormuş. Ayrıca kim-
ripsemez. Bedenimde yaşayan ötekileri an- dekiler o anlarda sus pus oluyor. Neden seye söylemeyecekmişim, içimdekilere bile.
lattığımda gülüp geçerler. Babamın evin- sustuklarını anlamaya çalıştıkça adamlar Plan yaptıkça Maria’nın keyfi yerine geliyor.
den kovulalı çok oldu. Üvey annemin ma- daha çok canımı yakıyor. Aptal aptal bak- O mutlu olunca ben de seviniyorum. O
rifeti. Günlerce sokaklarda yaşadım, çok aç mam onları azdırıyormuş, Ester söyledi. yüzden işte gülüyoruz. Siz sordunuz, ben
kaldım. Bir gün Ester buldu beni, buraya Bir bilseler içimden gelen seslere kulak ver- anlattım bayım. Parayı denkleştirdiğimiz
getirdi. Ester, patronun sağ kolu. En iyi işi- diğimi ama bu beden sadece bana ait değil gün trene bineceğiz. Uzaklara, çok uzaklara
nin ben olduğumu söyler, en güzelleri ben- ki. gideceğiz. Siz de fotoğrafımızı çekip duru-
mişim. Gelecekte ne mi yapacağım? Bilmiyo- yorsunuz. Bize de gönderin diyeceğim ama
Ne iş mi yapıyorum? İşim kolay. Kızlarla rum. Hayır, korkmuyorum, üstelik bu ara- belki çoktan gitmiş oluruz.
gün boyu salonda oturuyoruz. Hava karar- lar keyfim yerinde. Geçenlerde Maria katıl- İyi günler bayım, iyi günler. Planımızdan
dı mı her yaştan erkek gelir. Tek ya da bir- kimseye bahsetmeyin, olur mu?
6

Uzak Şehir ve Nergisler


Elif Yeşilkaya

P enceresinin altında bir uçu-


rum gördü Ayşe. Yaşlı, huysuz
ama bilge kadınlar, içindeydi.
“Sarkma, düşersin,” dedi sesleri.
“Düşme, daha vaktin gelmedi.” Bunu
bir gece önceki mor çiçekli elbisesini
giymişti, eteklerini savura savura gel-
di.
Sesinde yılanlar tıslıyordu: “Bakın
ne buldum! Ayşe, bu ne kız?” dedi.
söylerken yüzlerine solucanlar, bö- “Bizden niye gizliyosun?”
cekler doldu; kadınlar gittikçe buru- Asuman kendi etrafında, sonsuz kıs-
şup yol yol bir karanlığa döndü. kançlıkla döndü. “Kim getirdi bunu?
Odada hep bu saatlerde dünya bir Sarı mı?”
gerçekle başka bir gerçek arasında da- Kadınlar elbiseyi evirip çevirdi. “O
ğılıp gitti, zaman ellerinde ufalandı oğlan gelmiyor epeydir,” dedi biri.
Ayşe’nin. Saçına birden beyazlar yü- Ayşe mor çiçeklerin birdenbire solu-
rüdü, neden sonra pembeliğinden verdiğini gördü, kokuları uçup gitti,
utandı. Adamlar soyunup dökündü, boyunlarını büktüler. Omuz silkip,
gömlekler bir küfür gibi odanın köşe- “Hatırlamıyorum ki,” dedi. “Duru-
sine savruldu. Her gün yeni koku, ye- yordu. Beğenmemiştim, hem büyük
ni günah; yatak mezar oldu. Bir kaba- bana, al sen.”
hat gibi kıvrıldı Ayşe gecenin içinde. Kadınlar şüpheyle baktı. Asuman,
“Adını değiştir,” demişti kadınlar. “İyi, öyle olsun,” dedi. Galipti, uzat-
“Ayşe’yle olur mu?” madı.
“Adım bu,” diye karşılık vermişti. Yadigâr boş fincanları ve ölü bebek-
“Kalsın.” Ayşe’yle de oluyordu. leri alıp götürmek üzere, elinde tep-
Penceresinin altında bir adam gördü siyle göründü ortada. Suçlu, korkarak
Ayşe. Bir kral başı, sanki yukarıya baktı. Ayşe’nin göğsünden büyük bü-
uzandı. Gitmelere çağırdı onu. İki gö- yük sesler geldi, kimse duymadı. Sut-
zü, kapkara; ağladıkça yeşerdi. Laci- yeninin altında bir bilet vardı, göğ-
vert göğün altında adam, Ayşe’nin en yorgun, uyudu. Gece boyu düşünde sünden tren düdükleri yükseldi, kimse
sevdiği ağaç olmaya durdu. Bu ağacın bir atın peşinden koştu. Dağlar gördü duymadı.
türküsünü bulmak istedi Ayşe. Dilinin sonra. Bir sınıf defterinden adını sil- “Çıkıp gidebilir miyim,” dedi.
ucunda, sesi büyüdü. “Kimsin?” de- diler, gördü. Tiyatronun önündeydi, Çıkıp gidebildi Ayşe, gün ortası ses-
meye varmadan tükendi. içeriden neşeli kahkahalar yükseliyor- sizliğinde, kimsecikler yokken. Yadi-
Adam ellerini ceplerinden çıkardı, du. İlişmek, bitişmek istedi. Adamla- gâr ona yardım etti. “Biliyorum abla
sigarayla çakmağı buluşturdu, geceye rın, kadınların omuz başlarına değ- ben,” dedi. “Aman beni deme kimse-
bir duman bırakıp kayboldu. Hatırla- mek istedi. Kapıyı kapattılar yüzüne. lere.” Avcuna biraz para sıkıştırdı. “Al
yacak oldu Ayşe bu bakışları, onun “Sana yer kalmadı,” dediler. Yer vardı, bunu, lazım olur.”
geniş alnında hiçbir isim okunmadı ya gördü. Küskün uyandı Ayşe. Ayşe, Yadigâr’ın yüzündeki yangını,
da akşamüstü istasyon telaşında bu Kahve ve sigara kokularıyla dolu sa- Gülçiçek’i, bebekleri, elbisenin kıv-
yüzü aramadı. baha uyandı. Aşağıdan çağırdılar. rımlarını geride bırakıp çıktı. Çıkıp gi-
“Çıkıp gidebilir miyim,” dedi. Oda- “Falıma bakıcan mı kız Ayşe,” dedi debildi. Saçındaki tokalardan kurtul-
da bir karyola bir iskemle, öksüz öyle- Gülçiçek, fincanı uzattı. du önce, kulağındaki halka küpeler-
ce durdu. Gülçiçek’in çoköpülmüş, kırmızı bo- den. Bileklerinden boncukları sıyırıp
Kapıdaki ses, ufak ufak inledi. yalı ağzının değdiği yerden yaralı bu attı. Yakalarını örttü, düğmelerini ka-
“Ayşe abla! Abla bir bak.” fincan, Ayşe’nin elinde ürkek serçeye pattı. Elinin tersiyle dudağındaki
“Yadigâr sen misin? N’oldu?” döndü. Ayşe iyileştirmeye eğildi. pembeyi soldurdu. Onu kimselerin ta-
Yadigâr, elinde bir paketle durdu Uzun uzun, sessiz bekledi. Gülçiçek nımadığı büyük caddelerden geçti,
eşikte. Gençten bir oğlandı, iriyarı. sabırsızlandı, huysuzlandı. çarşılara indi. Dükkânın birinden
Yanık Yadigâr derlerdi ona. Sol yana- “Ne görüyon, söyle artık be!” uzun bir ceket aldı kendine, bir çift
ğında çocukluk yangını. “Ölü görüyorum abla...” Ayşe, üçtür spor ayakkabı. Bağcıklarına üç düğüm
“Bunu bıraktı, Ayşe’ye ver dedi. ölü görüyordu Gülçiçek’in fincanın- attı, üç kördüğüm. Topuklu ayakkabı-
Görmesinler, dedim. Al, al abla hadi.” da. ları, kadınlığı ve o evin tüm kokuları
Merdivenleri birer ikişer indi Yadi- “Uğursuz! Yine mi! Bebek mi yine, bir çöp konteynırında buldu son yan-
gâr; sadık bir kardeş, suç ortağı. ölü bebek mi?” kısını. Hafifledi, azaldı, yıllar öncesi-
Ayşe’nin ince parmakları, boyalı tır- Bir kez bile ağlamadan, bir kez bile ne benzedi Ayşe. Saatin kaç olduğunu
nakları korkuyla gezdi paketin üzerin- gülmeden ölüveriyordu fincanlarda hiç merak etmedi, karnı hiç acıkmadı.
de. Birden gözlerinin önüne mor çi- bu bebek. Parmak uçlarından kimse İstasyona hiç gitmedi. Uçurumdan,
çekli elbise dökülüverdi. Bir tren bile- öpmüyordu, ağzına süt değmiyor, ku- adamdan, tüm adamlardan uzaktaydı.
ti halının tenhalığında yer buldu ken- caklara serilmiyordu. Üçtür ölüyordu Bir deniz buldu, kıyısında yürümek
dine. aynı köşede. istedi. “Suyun büyüklüğü, suyun aziz-
Uzak şehir. Ertesi akşam. “Çıkıp gi- “Hay sıçayım!” dedi Gülçiçek, kalktı liği,” diye düşündü, “temizler her şe-
debilir miyim,” dedi. gitti. yi.” Bir çiçekçi gördü.
Her şeyden habersiz, öncesi ve son- Gülçiçek’in bıraktığı boşluk dolsun “Merhaba,” dedi.
rası olmayan bir cümlenin ortasında diye Asuman indi üst kattan. Ayşe’nin “Hoş geldin çiçeğim, söyle, ne vere-
|>
7
yim sana annem, güzel kızım benim?” “Oyunun başlamasına daha üç saat hiçbir şeyi…” Para üstünü ona verin-
Ayşe bu şefkatin tonundan utandı. var.” ce çocuk teşekkür eder gibi başını eğ-
“Nergis istiyorum,” dedi. “Bir de- “Burada durmayayım mı?” di.
met nergis.” Kadın sessiz kaldı önce. Karşısında Sigarasını sardı. Parmaklarının ara-
Büyük, aziz bir suyun kıyısında, ku- her şeyin kabulünde, ne söylense onu sında incecik bir telaşla dağılıp giden
cağında nergislerle yürüdü. Kendine yapacak küçük bir kız çocuğu vardı. tütüne baktı. Yaşamına benziyordu,
nergis almanın çiçeği. Karşısından ge- “Bir mahsuru yok. Ama çay içmek is- aldırmadı. Uzak şehrin ve tiyatronun
len bir kadına dikkat kesildi. Kadın, terseniz, köşede çay ocağı var,” dedi. biletlerini yan yana koydu. Kırmızı
karnındaki bebeği okşayarak yürüyor- “Tamam,” diye karşılık verdi çabu- perdenin iki yana yavaşça süzülüşünü
du, yüzünde sabırsız ama çok güçlü cak Ayşe. “Çay ocağına gideceğim. hemen o an görmek istedi, gözlerini
bir tavır vardı. Bu karşılaşmadan utan- Geleceğim ama, mutlaka geleceğim. sımsıkı yumdu Ayşe.
dı Ayşe, nergisleri daha çok bastırdı Benim yerimi kimseye vermeyin. Ver- Kulaklarına korkunç bir uğultu dol-
göğsüne. “Anne olmak,” diye düşün- mezsiniz, değil mi?” du. Sessizlik önce, sonra çığlık kıya-
dü. “Bir bebeği yaşatmak… temizler “Olur mu öyle şey hanımefendi?” met oldu. Dumandan göz gözü gör-
mi her şeyi?” Olurdu. Ayşe’den de hanımefendi medi, bir yanık kokusu burnunda Ya-
Kestirip attı. olurdu. Sevinçle çay ocağına koştu. digâr’ı sızlattı Ayşe’nin. Bağrış çağı-
Yapmak istediği tek bir şey vardı. Gözlerinin içi parlayan, beyaz yüzlü rışları, koşuşturmaları duysa da gözle-
Hatırını, hatıralarını zorladı; bu deği- küçük bir oğlan getirdi ona çayı. rini açamadı, korktu. Sirenlerin ara-
şen kentin ucunda bucağında tanıdık “Kaç yaşındasın sen?” diye sordu. sında imdatların sesleri büyüdü:
bir yol, iz aradı. Gece gördüğü düşün “On iki oldum,” diye karşılık verdi “Yangın! Yangın!” diye haykırdı in-
peşindeydi. Tiyatroya vardı. çocuk. sanlar. Büyük bir kalabalık sokağa
“Beni burada bulamazlar, hatta belki “Okula gitmiyor musun?” dolmuştu.
hiç aramazlar bile,” dedi. İçinde sak- “Yok. Bitti benim okulum.” “Yangın yanıyor usta, yangın!” dedi
lambaçlar çınladı, bulunmamanın ya- “Adın ne?” çay ocağının Onur’u.
ramazlığı. Afişlere baktı. Eğilip ruhu- “Onur.” Ayşe koluna yapışmış elin sarsma-
na baktı. “Güzelmiş.” sıyla kendine geldi. Gişedeki kadındı:
Yadigâr’ın verdiği para ceplerinde “Şeker alıyor musunuz?” “Dışarı, hadi çıkalım, çabuk” diye çe-
kıpırdıyordu. “Hayır. Ama şurada bir tütüncü gör- kiştirdi onu. Nergisler oracıkta kaldı.
“Buna,” dedi afişi işaret ederek. Bir düm. Sana zahmet bi’ koşu…” diye- Kadının peşi sıra kalabalıkta kendine
bilet aldı. Bütün kalbiyle teşekkür etti. rek para uzattı Onur’a. “Kalkamam bir yer bulup gitmeye çalışıyordu Ay-
Duvar kenarında beklemeye başladı. şimdi, tiyatroya gideceğim.” şe. Elinden eli kayboldu birden. Bir
Öylece, afişlere bakarak. Baktı yüzüne. başka güruh onu alıp götürmüştü
Aradan geçen çok dakikanın ardın- “Sen gittin mi hiç tiyatroya? Çocuk- kendi hengâmesine. Ayşe başını tuta-
dan gişedeki kadın, “Hanımefendi?” lar için de var.” maz oldu, gözleri karardı, eğildi, ayak
dedi. “Gitmedim, istemem. Hem çocuk ucuna baktı. Onlarca kaçışın ayakları
Ayşe en hanımefendi haliyle şaşırdı. değilim ki ben.” altında kararmış iki kâğıt parçasını
Gülümsedi, çocuk oluverdi. Omuzla- Parayı alıp uzaklaştı, çabucak gidip seçti geride.
rına hırsla dökülen saçları birden uy- döndü Onur. Ayşe çocuğun başını ok- “Biletler, biletlerim.”
sallaştı. Gülümseyince yüzüne yayılan şamak, yanağından makas almak iste- Geri döndü.
güzellik gişedeki kadını tedirgin etti. diyse de tereddüt etti. “Temizlemez Bir daha gören olmadı Ayşe’yi.

Birdenbire
Gamze Efe

Z amanın yavaşlaması. Zamanın


durması. İç içelik. Yakıcı sesin
acısı. Sabahın altısında yürek
titremesi. İç içeliğin çengelinin kopma-
sı. Demirinin kalbe saplanması. Kala-
tım, yeni aldığı litreliği çıkardım, yazı-
nın tam ortasına denk gelecek kadar
doldurdum. Kendime de bir kadeh çı-
kardım.
Bu benim için seninle herkesten uzak, eşsiz
na. Gidenin habersizliği ve sessizliği. bir iletişimdi, biliyordun. Değil mi?
Onu arayıp anlatamamanın acısı. Ka- “Araba kullanmayacak mısın?” dedi,
ranlık. Aydınlığın ayrımının anlamsızlı- “bir kadehten bir şey olmaz,” dedim.
ğı. Göz kapanınca anılar. Hiç hatırlan- Ne oldu, canın sıkkın senin, desem,
mayacakların yoklamaya başlaması. kızardı, biliyordum. Huyuna gittim,
Toprağı reddediş. Nereden geldiğinin sustuk. Annemle kardeşim balkonu bi-
sancısı. Gelirken ağlamak, giderken ağ- ze bırakmıştı. Peynir, domates, biber,
latmak. İnsan. Gelirken eser, giderken cevizli salça yedik. Döndü, bana baktı,
gölge. Öğle saatinde bir cenazede. “Hadi, afiyet olsun,” dedi, kadehleri-
Gölge. Bir kâğıt parçasında. Ad, soyad. mizi tokuşturduk.
İnsanlar. İkimizin yüzünde de hep aynı ifade, yakıcı
*** bir keyif hâli. Sana benzemek ne güzel şey-
Pek keyifsizdi o akşam. mıştı. Gözlerine baktım, hiç oralı ol- di.
Son kez görüştüğümüzü mü hissetmiştin? madı. İkinciyi doldurtmak için uzattı Silik bir beyazlık gözünün kahvesini
Kalın, hafif beyazlamış kaşları çatıl- kadehini, ikiletmedim, buzdolabını aç- iyice kaplamıştı. Çekik gözlerinde hep
|>
8
bir buğu var gibi gelirdi bana ya da ben kacaktım. Sıradan sohbetimize devam gerçek olacakmış gibiydi.
ona karşı fazla hassas, hatta romantik- ederiz diye düşünmüştüm. Beklemedi- Yeryüzünde meydana gelen bütün hareket-
tim. ğim bir şey söyledi: “Benim arabanın ler gidişinin işaretiydi. Totemler bizi kurta-
“Şu gözünü göstersek mi artık?” de- yedek anahtarı sende kalsın. Ne olur rırdı belki.
dim. Eliyle, boş ver, der gibi geçiştirdi ne olmaz.” Anlamadım ne demek iste- Lazım olsa bile ben ne yapabilirdim
beni. “Eh, iyi, sen bilirsin, tüm gözünü diğini. ki öyle bir durumda? Bunun gerçekten
kaplarsa görürsün,” deyince, “kör olu- “Ne demek ne olur ne olmaz?” farkında değil miydi? “Neye üzülürsen
rum, kör olayım ben,” dedi, gülmeye Korkularım üzerime çöktüğünde, ayarında üzüleceksin. Elbette her şeyi
başladık. Ne vardı şimdi bunda güle- mantık kendini yok edip ihtimallere boş ver demiyorum sana. Ama hiçbir
cek? Ama biz böyleydik, tuhaf şeylere kapısını açmak üzere yol alırken ölü- şeyi abartma.” Böyle demişti arkadaşı-
çok gülerdik. Başka kimsenin anlayama- mün sesini duyuyordum ben. Anlamı- mın babası gittiğinde, epeyce bir süre
yacağı, hatta içinde acı barındıran şeyle- yordun. kendime gelemediğimde. ‘Ayarında
re. Sadece ikimiz değil, ailece, hepimiz “Yahu sen de amma abartıyorsun. üzül’ nasıl bir tavsiye, diye düşünmüş-
öyleydik. Söze dökülen bütün ölümleri Lazım olur, bir şey olur, gelip arabayı tüm.
espri malzemesi yapar, hastalıklarla dal- alman gerekir. Al işte.” Kaybının ayarı ne olabilirdi ki? Kayıp za-
ga geçerdik. Başımıza gelmesini böyle Haklı mıydı gerçekten? Abartıyor ten ölçüsüz, zamansız bir yokluk değil miy-
engellediğimize dair gizli bir inanç mı muydum? Gözlerim dolmuştu bile. di?
vardı içimizde, bilmem. “İyi de sen de tuhaf konuşuyorsun, Kapıda sarıldık. Boynuna atladım,
Hep söylediğin gibi cennet burasıydı işte, korkuyorum, biliyorsun.” öptüm. Yanaklarını bile sevdim, ki ona
dört kişi sapasağlam oturduğumuz mutfak Zaman yavaşlıyordu, buzlu bir camın ar- göre bu fazla samimiyetti ve hiç gerek
masasıydı. kasında elin kolun usul usul hareket ediyor- yoktu. O akşam ses çıkarmadı.
“Biz yazlığa gidince idare edebilecek du, ya donarsa diye her şey anlamsızlaşıyor- Artık anlıyordum baba, tek gerçeğimiz bir
misin?” dedi. du. O an, o anlar, yıllar boyunca yaşadığını andır. Bir an, bütün yüzeysel acıların üze-
“Yok edemem, eyvah ne yapacağız fısıldaman için ölüme yalvarıyordum. Git. rinde, yaşamın ölüme muhtaçlığını anlatır.
şimdi? En iyisi siz gitmeyin,” dedim. Sandalyesini bana yaklaştırdı. Bir an Ben yaşama değil de sana köklenmiş gibiy-
Yine güldük, “Çirkin’in tuvaletini te- dinlemedim söylediklerini, onu incele- dim.
mizlemeyi ihmal etme. Sabahları da te- dim. Altmışlarının başındaydı, sağlığı Bütün nasihatlerini üşenmeden tek-
mizle, yazık hayvana. Suyunu tazele yerindeydi, söylediklerinden bir anlam rar etti. Yenilerini de ekledi. Pijaması-
çıkmadan. Akşamları yatmadan kıya- çıkartmam için hiçbir sebep yoktu. nın teki dizine kadar sıyrılmıştı. Dör-
fetlerini hazırla, sen de benim gibisin, Hasta olsaydın belki inanırdım ya da yaş- dümüz buna güldük kısa bir süre. Ay-
geç kalıyorsun sonra.” lı. nadan televizyonun yansımasını gör-
Bitmeyen nasihatlerine başlamıştı. Ama ben böyleydim. Yedi-sekiz yıl düm, “Bak,” dedim, “yatma vaktin gel-
Evden ayrılalı yedi yılı geçmiş olsa da o önceydi, doğum günü hediyesi olarak di, haydi çocuklar uykuya yazısı çıktı.”
bunları söylemekten hiç vazgeçmedi. ona check-up almıştım. Zorla, bin bir Güldüğümüz tuhaf şeylerden biri de
Zeytinleri tırtıklarken ben başımı salla- ısrarla, sırf panik ataklarımın hatırına buydu. Bu onun gününü tamamlama
maya devam ettim, o konuşmaya. gitmişti hastaneye. Tahlil sonuçlarını yazısıydı. Esnedi, “Oo, zaman doldu,
“Arabanın lastiklerini değiştir bu haf- yorumlayan doktorun, “Sigara kullan- ben yatağa gidiyorum,” dedi.
ta sonu. Kış geldi sayılır bak, kayarsın mıyorsunuz herhalde, ciğerler temiz,” Gittiğinde kendimi katıksız bir hissizlik
sonra. Dediğim yerde yıkat, bagajında- dediği andaki muzip bakışını hatırlıyo- içinde buldum. Bazen de yoğun bir duyarlı-
ki kutuya şampuan koydum, adamlara rum. “Bir daha da doktora gitmem, lık. Sonra yeryüzündeki yerimi yitirdim.
onu ver, onunla yıkasınlar. Sünger de haberin olsun,” demişti çıktığında. Taşkın bir delilik hâlinde kaybolmak iste-
var orada, gördün değil mi? Onu da Günde en az iki paket sigara içiyordu. dim. Gerçeği reddederek hiç kanıksamamak.
kullansınlar, çiziyorlar sonra.” O zamanlarda da o akşam da. En güzeli. Şimdi ne kaybedecek ne de kaza-
Elimde çatal, ağzımda peynir lokma- Yıllarca ölüm bizi izledi, biliyordum; hiç nacak bir şeyim var.
sı, derin bir iç çektim, “Of baba, ilk beklemediğimiz bir anda aramıza girecekti. Anahtarı hatırlamasına fırsat verme-
defa yalnız kalmıyorum, hallederim,” “Dört gözün değil, sekiz, on sekiz den hızlıca çıktım kapıdan. Balkondan
dedim. gözün açık olacak biz yokken. Sen bü- seslendi, duydum ama durmadım. El
Böyle desem de sen hep konuş istiyordum. yüdün gerçi. Ama biraz daha var ayak- salladım. “Dikkatli ol,” dedi. Baş par-
Hiç susma. larının tam yere basmasına,” dedi. mağımla onu onayladım, bir de öpücük
“Olsun, ben söyleyeyim, görevim “Biraz büyüdüm baba, evet, otuz gönderdim. İki ay onu göremeyecek-
bunlar benim.” dört yıl kadar.” tim. Uzun bir süreydi. Yol boyu ağla-
Korunmak, yerini hiç yitirmemek demekti “Olsun, otuz dört dediğin ne ki? Yi- dım. Sebepsiz. Yanaklarımı sildim, eve
ya da nasılsa dönebileceğin bir yer olmasıydı. ne de ben sana güveniyorum. Her şe- vardığımı haber verdim. Bir ay yirmi
Ben hep sana sığındım. yin üstesinden gelirsin. Kardeşin de dokuz gün boyunca ilk defa gideceğin-
“Kahve yapayım mı?” dedim. işini gücünü kurdu. Tamam artık raha- den hiç korkmadım. Anahtarı sende
“Yap bakalım,” dedi, hafif kurumuş tım.” bırakmıştım neticede.
parmaklarının arasında hiç sönmeyen Bazen konuşmaya başladığında gök derin- İki ay bitmeden bir gün önceydi ve
sigarasından bir nefes daha çekerken. leşir, yer havalanırdı. birdenbire oldu her şey.
Arkasına yaslandı, omzunda duran hır- “İçim şişti, yemin ederim,” dedim. Birdenbire.
kayı düzeltti, Çirkin ayaklarının arasın- “Şişmesin öyle hemen her şeye için. Acına bir ölçü biçmeye çalışıyorum bazen.
da dolanırken kulaklarının arasını sev- Ne bekliyorsun, turşumu mu kuracak- Nasılsın, diye sorduklarında en çok. Cevap-
di. Öyle güzel ama öyle belli etmek is- sın? Allah Allah.” sız bırakıyorum, bu sorunun bir karşılığı
temezmiş gibi güldü ki, keyfi neden “Hemen de sinirlen. Hem sen saçma- yok bende. Acı aslında karşılaştırılamaya-
kaçtıysa unutmuştu sanki ya da bana lıyorsun hem de bana kızıyorsun. Ne cak kadar öz bir şeymiş baba. Bağımsızca,
öyle gelmişti. gerek var ki şimdi böyle konuşmaya?” kendi içinde var olan ama özneye karıştığın-
Benden bir şey istediğinde, bir kediyi sevdi- “Babalar saçmalamaz. Tamam ta- da yeni karakter bulup içselleşen bir şey ve
ğinde, bazen sadece baktığında ya da öylece mam, hadi eve git artık. Geç oldu.” biliyor musun; acım yüzüme yansısaydı,
durduğunda yeniden seviyordum yaşamayı. Almayacaktım arabanın yedek anah- kimse nasılsın diye soramazdı. Sen bile.
Kahveleri masaya koydum, içip kal- tarını. Dediğini yaparsam hissettirdiği
9

Çalınan Zaman
Fatma Nuran Avcı

H er gün birbirinin aynısıydı.


Öncesini unuttuğun, sonrası-
na dair umudunu yitirdiğin.
Aynı odada, yatağın içinde eriyip giden
gövdeye bakarak, çektiği sancıya, inilti-
dokunduğu her yerini delirten avuçları-
nı, parmak uçlarını, bacaklarının arasın-
daki güçlü bir boğanın varlığını, yaşadı-
ğın her anı hissediyordun. Gözlerinin
renginden habersiz, kokusunu içine
sine alışarak geçirdiğin her saat. Renk- çekmek istedin. Tekrar tekrar. Sırtını
ler git gide siliniyordu. Eşyalar dağılıp dayadığı beton duvarları istiyordun.
parçalanıyordu ama sidik, irin kokuları Yumuşacık yataklar değildi derdin.
uçup gitmiyordu. Burnunu koparıp at- Çarşıya çıktın; önce bir boy aynası,
san, yetmezdi ki. En iyisi, gözlerini baş- sonra dantelli, ipli, askılı çamaşırlar al-
ka bir evde, başka biri olarak açsaydın. dın. Tek tek giyerek vücuduna baktın.
Rüya değildi; kâbus. Uçurumun kena- Girintilerini, çıkıntılarını beğendin. Peş
rında. Ter içinde, çırpına çırpına gece peşe çektin fotoğraflarını. Bunları gös-
yarıları uyanıyordun. Gündüzlerse sü- terecektin. Dayanamayıp gelecekti.
rüklenmek. Yemek, bulaşık, çamaşır, gitmesi. Kameraların olmadığı kuytuyu Mutlaka. O sabah bir gelinin heyecanı
temizlik. Bir başkası yapıyor da seyredi- gösterdi. Ayakların peşinden gitti. Düğ- içinde markete gitmeye karar verdin.
yordun sanki. Musluktan sular akıp gi- melerinin çabucak açılması. Hızla inen Çantandan rujunu çıkarıp sürdün. Saç-
diyordu. Hayallerin yüzüyordu içinde. fermuarlar. Kulak memesinde hissedi- larını kabarttın. Yüreğinde kuş sürüleri-
Gelinlik giyiyordun, yanında bir damat. len ısırıklar, fısıltıyla söylenenler. Kapa- nin cıvıltısı vardı. Her yerde onu aradı
Bir türlü ulaşamıyordunuz masaya, evet nan gözler, kirpiklerine kadar uyanış. gözlerin. Bulamadın. Sorduğun o adam
sözü dilinizden dökülecekken… Bedeninde varlığını unuttuğun tüm or- seni süzdü. Dudaklarını yalayarak ko-
Onun bağırmasıyla her şey yarım ka- ganlarının haykırışı. Aceleyle çıkılan nuştu.
lırdı. kaygan doruklar. Uzun, kısa inlemeler. “İzinli bugün. Bir şey varsa, yardımcı
“Nerelere daldın, gittin? Altımı değiş- Ardı ardına alınan soluklar. Gizli bir olabilirim.”
tir kör olasıca. Belime kadar bok içinde sandıkta bulunan hazine. Bulduktan Odasını işaret etti, sana çay ikram
kaldım.” sonra kapağının aynı telaşla kapanıp so- edecekti. Kabul ettin. Sıyrılan eteğini,
Yıkadın, temizledin, bir hayır duası al- na ermesi. Bitti. Zamandan çaldığın da- bitiştirdiğin dizlerini seyretti. Gülümse-
madın. Evlatsın, mecbur yapacaktın. kikaların hazzını yaşadın. din. Yavaş yavaş açtın bacaklarını. So-
Baş edemediğin sözler, tükenen sab- Gerçekle hayal arasında kalmıştın. luk alıp vermesi değişti adamın. Sağ eli-
rın, bıkıp usandığın hayatın. İsyan et- Anahtarla açtığın kapının sesiyle irkil- nin kemerinin altına doğru kaydığını
mek faydasızdı. Daha bu yaşta, senin din. Hemen baktın ona. Yastıktan başı gördün. Kafasıyla bir yeri gösterdi. Ce-
için zaman durmuştu. Bir nefesi bekli- kaymış, uyuyordu. Derin bir nefes al- binden anahtar çıkardı. Parmaklarıyla
yordun sadece. Ha çıktı, ha çıkacak. O dın. Yıllar sonra keyiflendin. Aynadaki okşadı soğuk metal parçasını. Göğsüne
can ki senin kanın. yüzünü tanıyamadın. Gülümsedin. Ba- doğru kaldırıp gezdirdi gömleğinin üs-
Gördüğün; köhne bir kayık. Issız bir caklarına, kollarına derman gelmişti. tünde. Bileklerinden başlayan sıcaklık
sahile demirlenmiş. Anneni, anahtarını Onunla yine karşılaştın. Sana göz dalgasıyla sallanmaya başladın. Aynı an-
koynunda taşıdığı sandıkla birlikte koy- kırptı. Saniyeler içinde aynı kuytuda bu- da ayağa kalktınız. Koridorun sonun-
muşsun. Toprağa değil, sulara karışıp luştunuz. Tırmandığınız tepeler, çıktı- daki depoya doğru yürüdünüz. Bir kez
gitsin istemişsin. Kefenlemiş ama yüzü- ğınız zirve. Altınızdan kayıp gidiyordu çevirmekle açıldı kapı. Küçük pencere-
nü örtmemişsin. Deniz dalgalanıyor. yollar. Başka bir gezegendeydiniz, baş- den gelen ışığa bakarken arkana bir be-
Fırtına kopmasını, sandalın devrilmesi- ka bir zamanda. Durdurup orada kal- den yapıştı. Ensende hırıltıya benzer
ni, parçalanmasını bekliyorsun. Olacak- manız imkânsızdı. Sonu gelecekti elbet- bir ses. Giysilerini soymadı. Eteğini kal-
tı elbette, tüm bunlar. İnancını kaybet- te. Vedalaşırken fısıldadı, yüzüne bak- dırdı. Çorabın, külotun baldırında, aşa-
mediğine, umut ışıklarının sönmediğine madan. ğıya indirmedi. Adam belinden tuttu,
şaşırıyor, irkiliyorsun. “Biri görürse yanarım. Bir daha gö- sen eğildin. Annenin gözleri, hırıltısı,
Dışarda yaşam vardı, insanlar vardı. rüşmeyelim.” bulaşık suyunun şırıltısı, boklu kaplar,
Yüzlerini seçemiyordun, bedenlerini Cevap veremedin. Kızgınlığın, utan- pis çarşaflar, ev, oda, yatak, eşyalar...
anlayamıyordun. Bir ses, bir bakış, bir cın sardı her yerini. O gün sokaklarda Hepsi havada uçuyordu.
gülüştü belki istediğin. Biri çıksa karşı- gezdin. Kuytu köşelerde ağladın. Ya- Giysilerinin toparlanması, dışarıya
na, kapılarını açsan ardına kadar. He- nından geçen insanlarla kavga etmek kendini atman saniyeler sürdü. Yürür-
nüz tükenmemiş ateşini harlasa, kolla- istedin. Nasıl sakindiler, nasıl mutlu. ken soluk soluğa kaldın. Düşmekten
rıyla sarsa, öpse usulca. Sana yorgunlu- Günlerce bekledin. Hayalini kendin- korkmuyor, aldırmıyordun. Hissettiğin
ğunu unuttursa, ellerindeki yaraları an- den uzaklaştırmaya çalıştın. Olmadı. sadece bacaklarının arasındaki ıslaklık-
lasa. Düşündükçe kasıklarında ateş parçaları tı. Kapının önüne geldiğinde, “Hoş gel-
İki kişinin sığmadığı dar bir yerdi. yanıyordu. Bir sabah çarşafları yere fır- diniz” yazılı çuhadan paspasın üstüne
Market reyonu. Raflara kavanozları di- lattın. Yanında, kollarında olsun istedin. kıvrılmak, küçülmek istedin. Sonra avaz
ziyordu. Bir sürtünme, çarpışma anı. Karşı koyamadığın arzuyla, cesurca, avaz çıkan onun sesini duydun.
Tenin teni hissetmesi. Büyüyen gözbe- ona doğru yürümeye karar verdin. Dö- “Kahpe!”
bekleri, bakışların anlaşması. Saç diple- nüşü olmayan bir yola çıktın. Gözün “Orospu!”
rinden topuklarına kadar yayılan sıcak- dönmüştü bir kere. Her adımda yasak- “Kimin koynundasın?”
lık. Damarlarında kan aktığını fark et- ları çiğnedin. Yatalak anneni, yaşayaca-
men. Tutulup kalman. Aklının kaçıp ğın pişmanlıkları düşünmedin. Sadece
10

Kum
Nis Tuğba Çelik
“Yaşadıklarım, onlarla hesaplaşabilmem, onları açıklayıp anlatabilmem için başıma geldi. Ve belki
de hayatımın gerçek amacı sadece şudur: Bedenimin, hislerimin ve düşüncelerimin yazıya dönüşmesi,
yani kavranabilir genel bir şeye dönüşmesi, varlığımın başkalarının zihninde ve hayatlarında tamamen
erimesi.”
Annie Ernaux

İ çeri girdiğimde annemli rüyayı


anlatacağım P.’ye: Sevgilim, an-
nem ve ben bir karavanın arka-
sındayız. İstikamet Akdeniz. Koca bir
salon büyüklüğündeki karavanda İs-
maya çalışıyorum. Yerinden kalkıp hı-
şırtıyla içeri giriyor, sürgülü kapıdan.
Başım önde, soluğunu yanımdan ge-
çerken duyuyorum.
***
panyollar ve İtalyanlar figüranlık yapı- Genç bir kadının sesiyle başımı yer-
yor; ellerinde gitarlar, coşkuyla şarkı den kaldırıyorum. Ağzında sigarası
söylüyorlar. Annem elinde şişler, ara- ateşim olup olmadığını soruyor; tek-
mızdan birine atkı örüyor, gözlükleri- rar kafamı yere eğerken pançosunun
nin arkasından yerde uzanan sevgiliye altında kollarının olmadığını, sadece
babamı şikâyet etmeye başlıyor. “He, ateş istemediğini, hem ateşimi bulup
he, he…” diye başlayan uzun cümle- hem de onun sigarasını yakmamı iste-
ler kuruyor babam hakkında. Afallı- diğini idrak ediyorum ve yüzümde bir
yorum, “… anne sen İngilizce bilmez- bazen hızlıca çarpılır. Sert bir şekilde kırbaç şaklıyor. Elimi çantama götü-
sin ki…” düşmekle uysal bir geçiş yapmak ara- rüyorum. Sigarasını yaktığımda yü-
(Onun bilmediğini düşündüğüm şeyleri ‘o sında geldim buraya. Hâlâ sessiz. Ge- zünde bir tebessüm beliriyor. Az önce
çoktan biliyor’ rüyası olduğuna karar veri- çen hafta oturup sigara sarar sarmaz yanımdaki banka oturan kadının gel-
yoruz çok sonra P. ile. Görünmez ve sak- yeni biriyle tanışmıştım. diği yoldan kafasında dumanlarla ağır
landığı dört duvar arasındaki evin odala- *** ağır yürüyüp gidiyor. Bahçede yalnı-
rında henüz benim bilmediğim ama anne- Sessizlik; gövdesini taşımaktan yor- zım.
min dile de gelse neyi bildiğini söyleyemeyece- gun, dizlerini bükerek gelen cüsseli ***
ği şeyin rüyası; ona hep bilmemeyi yakıştır- bir kadının hırıltılı sesiyle bozuluyor. P’nin odasına girdiğimde ne annemli
maktan dolayı karnıma bir hançer saplanı- Tıkız adımları en hafif tüylerimi tit- rüyayı anlatıyorum ne de az önce bah-
yor. Eve gidip üç beş saat uyumam gerekir, reştirdikçe ürküyorum, başımı kaldı- çede gördüğüm o iki kadının bendeki
tekrar düşünebilmek için.) rıp daha uzun bakamıyorum ona. Zar tesirlerini. Onun yerine Beckett’in ba-
*** zor soluk alıp veren bu kadının du- şına gelen o şeyden bahsediyorum:
P.’yi görmeme hâlâ yirmi dakika var. dakları çenesine kadar sarkmış ve şiş- Beckett’e gittiği partide gazetecilerden bi-
Bugün sessiz. Ortadaki banka oturu- miş gözleri, derinden gelen anlaşılma- rinden, sevmediği sorulardan biri geliyor
yorum. Bahçeye ait binaları yıkıyorlar. sı güç bir ses; bugünün oyununu baş- “Neden kasvetli, karanlık hikâyeler yazı-
İyileşmeye geldiğin bina her an yıkıla- latıyor. Sağ çaprazımdaki banka otu- yorsunuz, çocukluğunuzda…yoksa…” Öf-
bilir; çürümüş. Teker teker deviriyor- ruyor. Elleri dizlerinde, kalın, ağır ba- keleniyor Beckett, soruyu geçiştiriyor ve par-
lar. Son kalan bina bizimkisi; onca cakları beton yere çakılı; üst gövdesiy- tiden ayrılıyor. Zaten böyle kalabalıkları
çığlığa, acıya iyi dayanmış. le ileri doğru atılıp öksürmeye başlı- pek sevmezmiş. Bir taksiye biniyor. Otur-
*** yor. Titremesi biraz yavaşlayınca elini duğu koltuğun önünde üç bağış kutusu var:
Zamanla yirmi dakikalık arkadaşlar çantasına atıp sigara çıkarıyor, öksü- biri körler, biri gaziler, biri de yetimler için.
edindim bahçede. Bir tütün sarıp iç- rük krizi devam ediyor olmasına rağ- Beckett diyor ki “Kasvetli hikâyeler yaz-
melik. O kısa sürede onlardan çok şey men sigarasını yakıyor. Öksürürken mak çocukluğumda ne yaşadığımı… gerek
öğrendim. Yaşadığım semtte bir ak- öleceğini sanıyoruz. Öne doğru sarsı- yok. O taksinin arkasındaki üç kutuyla
varyumun içinde kırmızı balıklar gibi lıyor ve düşecek gibi oluyor. Yüzü du- aniden karşı karşıya gelmek…”
hissederken o köhne, çürümüş ve manların arasında kayboluyor. ***
içinde çığlıklarla birlikte güvenlik gö- *** “Bir de,” diyorum P.’ye “Beckett’in
revlilerin peyda olduğu ve bunun artık Diğer banktaki adamla tekrar göze kısa hikâyelerinde hep banklar var;
oranın normali olduğu yer benim sığı- göze geldiğimizde çenesinin altındaki oturulan, uyunan, sevişilen. Karakter-
nağım oldu. Geride kalana, önceki ha- maskeyi burnuna götürüyor. Kadınla lerinin evleri olmuş banklar.”
yatıma hiç özlem duymamam tuhaf aralarındaki on metrelik mesafeye ***
geliyor. rağmen, bahçeye yayılan hastalıktan Bahçede dört kişiydik; İngilizce ko-
*** korunmak için adam mahcup; onu sa- nuşan annem, öksürürken yine de ina-
Çok sigara içiyorum. Bazen duma- niyelik bir bakışla yakaladığım için dına sigara içen kadın ve kollarının
nından yüzüm eriyor gibi hissediyor ben de utanıyorum. Kadına “İyi misi- yokluğunda sigarasını yaktırmayı bi-
ve kendime kızıyorum. İlerdeki bank- niz?” diye sormak istiyorum fakat al- len kadın. Ben onların süperpozesi-
ta oturan adam bana kaçamak bakışlar dığı ilaçların etkisiyle başı önde her yim. Yazmam için rüya kumu serpişti-
atıyor. Orada çalışan mıyım, yoksa ça- şeye kapalı ve sınırlı enerjiyle içeri gir- riyorlar üstüme; parlak. Gözlerimi
lışanın şifaladığı kimse miyim diye an- mek için bekliyor. Sigarasını yanımda- ovuşturuyor ve sivri sivri batan, ka-
lamaya çalışıyor. Böylesi yoklamaları ki çöpe doğru fırlatıyor, hâlâ bir kere şındıran kumların arasından yazıyo-
sık sık hissederim. Hâlbuki o bahçeye bile göz göze gelmiyoruz. Başımı eğip rum.
düşülür; bazen yumuşak bir geçişle, sigaranın hangi marka olduğunu anla-
11

Profesörün Odası
Ayşenur Tanrıverdi

C ılız sabah güneşi henüz oda-


yı ısıtmaya yetmiyordu.
Üşüyerek duşa koştum. Sı-
cak suyun altında birbirimize sarıl-
dık. “Nasıl dayanıyorsun, her şeyi
ho’nun karşıma çıkan ilk dizesini
okumaya başladım,
“Kızaran elma gibi en tepedeki dalda
toplayanların unuttuğu–
hayır, unuttuğu değil, koparamadığı.”
saklamak seni huzursuz etmiyor Yüzünü buruşturdu. “Ne bu şim-
mu?” diye sordum ona. Gözlerini di?”
devirdi, “Nereden çıkardın? Daya- “Cuma günü benimle burada, Sap-
nılmayacak bir şey yok ortada.” pho’nun önünde buluş. Şiirin ne an-
Aylin’in dilini bacaklarımda hisse- lama geldiğini ve içime ne giydiğimi
derek uyanmıştım. Bacak aramı gı- aynı anda öğreneceksin, özel bir şey
dıklayan saçlarından tutup kendime bu, söz veriyorum.” Afallamış, beli-
bastırdım onun küçük sevimli yüzü- mi kavrayan elleri gevşemişti, sura-
nü. Bu haliyle çeşmenin başına tü- tını elimle ittirip kollarının arasın-
nemiş su içen bir serçeyi andırıyor. dan sıyrıldım. Arkamdan seslendi,
Vücudumdaki suyun yarısını çekip “Cuma günü gelmezsen dediğimi
almış gibi birden ağzım kurudu. yaparım!”
Komidinin üzerindeki bardağa uza- Aylin’in odasının önündeyim, pi-
nırken bileğimi tuttu. Kafamı yastı- rinç levhaya işlenmiş ismine dokun-
ğa bıkkınlıkla bıraktım. Gözlerimi dum: Prof. Dr. Aylin Aytegün…
şam bu. Her şeyi anlıyorum. Yü-
tavana dikip bekledim. İnce par- Doğum günü için hediyesi elimde.
zündeki pembelik bana Aylin’i ha-
maklarıyla uzanıp gözlerimi kapattı. İpek bir eşarp; hep boynuna bağla-
tırlatıyor; daha bu sabah bacakları-
Bir de bu var işte, kurallar kural- dığı, ona çok yakışan küçük eşarp-
mın arasında kımıldayan terli yüzü-
lar… O işini bitirmeden bir yere kı- lardan… Yüzeyinde soluk yeşil da-
nü. Akışkanlar Mekaniği’nden ala-
pırdayamam. Çişim gelmişti, pikeyi marların çatallandığı mermer bir
cağım ortalama mezuniyet derecemi
bacaklarımla dertop edip sertçe it- oyuncak eşarbın içinde gizli. Aylin
etkileyeceği için olabildiğince odak-
tim. Pikenin altından Aylin’in pes- ders anlatırken hep yaptığı gibi po-
lanmaya çalışıyordum. Bölümde
pembe terli yüzü belirdi. posunu masaya dayadı bense bacak-
dört kız öğrenciydik. Bazen Orta-
Bazı sabahlar ruhumu zapt etmiş larının arasında ayakta dikildim. Ya-
bahçe’de kokumu alan oğlanlar et-
şeytanların beni kıskançlıkla kızış- kın mesafeden konuştuk. Nefesi bir
rafımda sırtlan gibi dolanırdı. Gele-
tırdığını bildiği için sözlerine önem- yaz akşamının tarifi. Aylin durma-
ceğin mühendis adayları havuza
siz bir hava katardı. Bu sabah da or- dan kapıyı gözledi. Kilitleyecek ol-
daldırdığım bacaklarımı seyreder-
gazm rehavetiyle sabırlı bir iyimser- du ama onu durdurdum, hediyesini
ken ben Aylin’i hayal ederdim. Ara
lik içinde cevaplamıştı sorularımı. verip hemen gideceğim. Gerçekten
sıra Aylin’in Sanat Tarihi derslerine
“İstediğini sor, çekinme, gençlik de öyle yapacağım. Kutuyu açması-
giriyordum. Masanın kenarına kıçı-
bahçesi sorularla yeşerir.” Böyle öğ- nı bekleyip, onu öpüp, odadan çıka-
nı dayayıp bir şeyler anlatırken elin-
retmen edalarına bürünmesine ba- cağım. Defalarca prova ettiğim bir
de çevirdiği zarf açacağının yerinde
yılıyordum, poposunu sıktım, sular sahnenin içindeyim. Sonra ona bi-
olmak ister, kullandıktan sonra ma-
fışkırdı yumuşak dokudan. Arkasına raz daha yaklaştım. Zaman bizden
saya öylece geri bıraktığı bir nesne
geçip o mükemmel yarığa yüzümü koptu. Damla şeklindeki mermer
olmanın hayaliyle baştan aşağı tit-
gömdüm. “İkide dersim var, biraz- taşın serinliğini vulvasında hisset-
rerdim.
dan çıkacağım.” dedi. Beraber çık- mesini, tüylerini diken diken edişini
Bir gün kütüphanede Sappho’yu
tık. görmek istedim. Bunun için ağırdan
ararken enseme sokulan bir nefesle
Hikâyeme ilk kez dışarıdan bir ba- aldım. Sanki bu edilgen konum onu
irkildim. Birisi çenesini omzuma
kış davet ediyorum, bir ortak bulur- hazzın sorumluluğundan koruyor-
dayayıp fısıldadı, “Kıpırdama. Karşı
sam suçum hafifler sanıyorum. Bel- du. O sırada bir ses duydum. Du-
koymaya kalkarsan Aylin Hoca’yla
ki bunları anlatmakla kendime yeni varda asılı aynada bizi izleyen bir
ilişkini okuldaki herkes öğrenir.”
bir sığınak daha öreceğimi düşünü- çift göz... Aylin tinsel bir esriklik
Hızlıca karar verip gözlerimi kor-
yorum ama bu kez hammaddesi içinde, ne gördü ne duydu. Aynada-
kuyla büyüttüm. “Lütfen” dedim
korku değil haz olan bir kale… ki yansıma benim onu fark ettiğimi
ona. “Böyle bir şey yaparsan mezun
Okula yaklaşırken yoğun, aceleci anladığı hâlde gözlerini ayırmadı
olamam, şurada iki ay kaldı.” Daha
bir öpüşle ayrıldıktan sonra Aylin üzerimizden. Bir süre seyretti, sey-
da acıklı bir ses tonuyla devam et-
Taşkışla’daki Mimarlık Fakültesi’ne retti ve gitti. Ben bir ayrılığın yak-
tim, “Lütfen Aylin’le beni ele ver-
yönelir ben de Gümüşsuyu’na, Ah- laştığını hissettim.
me. İstediğini yapacağım. Ama bak,
met Aytegün’ün dersine geçerdim... ***
bekle. Sana bir şey okumak istiyo-
Ahmet Hoca’nın yüzünde her za- Kütüphanede Selim’le olanları Ay-
rum. Bu ne zamandır aklımdaydı.”
man safça bir mutluluk okunur. Ona lin’e kahkahalarla anlattım. Selim’in
-Hiçbir planım yoktu sadece za-
bakarken sabahları Aylin’le kahval- azgınlıkla sarkmış ağzını, hızlı hızlı
man kazanmaya çalışıyordum. Elle-
tıda neler konuştuklarını hayal eder- soluyarak beni tehdit edişini taklit
rim titreyerek raftan rastgele bir ki-
dim. İçtiği kahvenin kokusu nefe- ediyordum. Aylin odanın içinde fır
tap çektim.-
sinden sınıfa yayılırdı. Mutlu bir ya- dönüyor, bir yandan hızlı hızlı siga-
“Bunu biliyor muydun?” Sapp-
|>
12
ra içerken bir yandan söyleniyordu. ho’nun şiirlerini paramparça ettim. yapılma bu antikayı gözlerinden yaş
Böyle bir dikkatsizlik yapabildiğimi- Ona aldığım küçük mermeri aynaya gelene kadar bastırdım. Telefonum-
ze inanamıyordu. Profesörün oda- fırlattım, ayna büyük bir gürültüyle da onun kopya serüvenlerine dair ne
sında hiçbir zaman buluşmamalıy- patladı. Kırık camların üzerinde te- var ne yoksa izlettim. Sapsarı kesildi.
dık! piniyordum, kan yayılıyordu, Aylin Bundan sonra yerine getirmesini is-
Onu yanıma çağırdım. Yatağın ke- delirmiş gibi etrafımda çırpınıyor, tediğim talimatları sıralarken iyice
narına küskünce ilişti. Gingko yapra- durmam için yalvarıyordu. Banyoya canını yakmaya özen gösteriyordum.
ğını andıran ellerini avuçlarımın ara- girip bütün makyaj malzemelerini Ben de onunla ağlamaya başladım,
sına aldım. Elli yaşlarını süren cildi dağıttım, duş perdesini indirdim. gözyaşlarım altımda tepinen çocu-
egzamadan yer yer kabuklanmış. Ayağım kan ve suyla ıslanmış banyo ğun suratına damlıyordu.
Göz çevresine yayılmış küçük soluk zemininde kaydı ve düştüm. ***
benleri tek tek öptüm. “Merak etme” Kendime geldiğimde Aylin başım- Haziran sıcağında cüppelerin altın-
dedim ona. “Selim bize zarar vere- daydı. Bana temiz beyaz bir pijama da ter içindeyiz. Aylin, Ahmet Hoca
mez. Çünkü kopya çekiyor. Son fi- giydirmiş, başımda sevecen gözlerle ve diğer hocalar kürsünün yanında
nallerin hepsini kopyayla geçti, ben- bekliyor, saçlarımı okşuyordu. İki bizi tebrik etmek için bekliyordu.
de kayıtları var.” Aylin’in gözleri ayağım da bandajlarla sarılı, kafamda Seyircilerin arasından annemle baba-
parladı. Sigarasını küllüğe bastı. yara yok. Sadece biraz başım dönü- mı seçip onlara el salladım. Gözle-
Öpüştük. Canım, nasıl da korkuyor yordu. Oda temizlenip toparlanmış. rinde gururlu ışıltılar geziniyor. Bö-
dışarıdaki dünyadan. Onu büsbütün Geride ne kan izleri ne ayna kırıkları lümü üçüncülükle bitirmiş, şimdiden
içime almak, içimde taşımak, yeni- ne de dağıttığım onlarca eşya kalmış, birçok üniversiteden teklif almıştım.
den bir kez de ben doğurmak isti- yalnızca duvarda aynanın boş çerçe- Birkaç ay sonra Londra’da yüksek li-
yordum. vesi asılı. sansımı yaparken bir yandan çalışa-
Ertesi sabah sokağın köşesinde Ah- Ağlamaya başladım. “Tamam” de- caktım. İşte hayat bana karşı bu ka-
met Hoca’nın evden çıkmasını bek- dim ona. “Tamam buna bir son ve- dar cömertti. Sahneye kurulmuş bü-
leyip Aylin’e koştum. Kapıdan girer receğiz ama gidene kadar seni gör- yük beyaz perdede dereceye girenle-
girmez bana kahve uzattı. Sevişmek- meye devam edeceğim. İngiltere’ye rin isimleri aktı. Sıra benim ismime
ten ziyade bir konuşmaya davet edil- yanıma gelmeyeceğini biliyorum. Bu geldiğinde birden ekran karardı.
diğimi anladım. O kadar canım sıkıl- yüzden son güne kadar buluşacağız, Mikrofondan ismim anons edildi.
dı ki neredeyse kahveyi duvara çalı- tamam mı? Selim’in seni benden ko- Sahnenin tam tersine, öğrencileri ya-
yordum. Mutfak masasına karşılıklı parmasına izin vermeyeceğim.” rıp en arka sıraya geçtim.
oturduk. “Hayır” dedi Aylin. “Devam ede- İşte Selim orada! Bir köşeye sinmiş
“Ne kadar güzelsin. O sınıftaki er- meyiz. Geçen sene bugün ders son- bana korku dolu yalvaran gözlerle
keklerin her birine acıyorum. Güzel- rası yanıma geldiğinde yüzün kızaran bakıyor. Son ana dek onu ele verme-
liğinle etrafına acı veriyorsun.” elma gibiydi en tepedeki dalda. İlk andan miştim ama benden hiçbir zaman
“Ne bu şimdi Aylin? Sakın Selim’i beri seninle yaşayacağımız şeyi bili- emin olamadı. Bu kadar korkak ol-
kafaya taktığını söyleme. Keşke sana yordum. Kaçınılmazdı, ben de kaç- masının bedelini ödemesini istiyor-
hiç bahsetmeseydim.” madım. Arzunun coşkun ırmağında dum. Perde yeniden aydınlandı, her-
“Bahsetmeyip ne yapacaktın? Akıl- yüzdük, Sappho’nun dizelerinde kes sessizleşip dikkat kesildi. Yakın
sız bir çocuğun ikimizin de hayatını uyukladık. Şimdi onu başka şekiller- plan alınmış iki kadın yüz yüze, ko-
mahvetmesini izleyecek değilsin her- de, başka insanlarla paylaşacağımız nuşmalar tam seçilmiyor… İnsanlar
halde?” bir hediye gibi saklamalıyız. Bana ya- bir süre ne olduğunu anlamadan ba-
“Nasıl bir şey bizim hayatımızı şattıkların için sana minnet duyuyo- kındı. Aylin’le ikimizi bir yabancının
mahvedebilir ki?” rum.” bakışıyla seyretmekten çok hoşlan-
Öfkelendiğimi görünce aklındakini Minnet öyle mi? Bu sözler midemi mıştım. Selim’i aradı gözlerim ama
söyleyiverdi, bulandırıyordu ve Aylin’e ait olma- çoktan toz olmuştu ortalıktan. Mer-
“İki ay sonra mezun oluyorsun. İn- dıkları açıktı. Meme çatalından yayı- meri Aylin’in sıcaklığıyla buluşturdu-
giltere’ye gideceksin. Önünde çok lan kokuyu içime çektim. İlerledikçe ğum, aramızdaki fısıltıların inlemele-
uzun bir zaman, parlak bir gelecek yeni kokuların açıldığı bu derin bah- re dönüştüğü sahnede herkes neler
var. Bense… Unvanımı kaybetmeyi çede uzun uzun soluklandım. Koku- döndüğünü anladı ve ayaklandı, yo-
göze alamam. -Bunu söylerken yine yu aklıma nasıl kazıyabileceğimi dü- ğun bir uğultu kalabalıktan duman
önemsiz bir şey söyler gibi hızlıca şünüyordum ama bir yolu yoktu, gibi yükseldi. Aylin’e bakmaya cesa-
mırıldanmıştı- Yazları Londra’ya ge- tekrar edilmedikçe unutulacaktı. Da- ret edemiyordum. Sonra… Avucu-
lip seni ziyaret edeceğim. Yalnızca ha şimdiden bir hatıraya dönüşmüş- nun içinde mermer taşı sımsıkı tut-
şimdilik buna bir son vermemiz için tük. tuğunu fark ettim. Bakışlarında kız-
gereken işaret bu olabilir.” Cuma günü Selim’i kolundan tutup gınlığın yerine sevince yakın bir şaş-
“Buna bir son…” cümlesindeki kütüphanede ilk karşılaştığımız yere kınlık, bir rahatlama, bir gevşeme,
“bu”nun Aylin’e göre aşk olmadığı sürükledim. Sappho’nun biyografile- belki de affediş kabuğuna sarılı tatlı
aşikardı. Bense dünyanın bütün sa- rine sertçe dayadım onu. Zevkten bir öfke buldum. Kepimi tüm gü-
bahlarını tüketene dek onunla olmak titriyordu, “İşte söz verdiğim gibi, cümle havaya fırlattım, benimle bir-
istiyordum. dediğimi yapmaya geldim.” O daha likte binlerce öğrenci keplerini gök-
“Belki de senden hoşlanan bir er- ne olduğunu anlamadan iki kız arka- yüzüne savurdu. Hiç olmadığım ka-
kekle gerçek ve normal bir ilişki yaşa- daşım gelip Selim’i kollarından tuttu, dar gerçek ve normal hissediyordum.
mayı denemelisin.” yere boylu boyunca yatırdık. Ben Onu ne kadar sevdiğimi artık herkes
Kahve soğumuştu. Zemin ayakları- üzerine çıkıp ağzını bağladım, dör- biliyor. Bacaklarımdan aşağı sular
mın altından kaymaya başladı. Masa- düncümüz kapıyı tutuyordu. Eteğimi süzülüyor.
yı olduğu gibi devirdim. Yatak odası- sıyırıyormuş gibi yapıp Aylin’in oda-
na koştum. Yorganı yastıkları, çar- sından aldığım zarf açacağını bir bı-
şafları sürükledim, her şeyi fırlattım. çak gibi dayadım penisine. Ellerimin
Duvardaki tabloları indirdim. Sapp- arasında pırıl pırıl parlayan pirinçten
13

İçinde Yılan Gibi Kıvrılarak


İlerleyebileceğimiz Bir Geçit
Deniz Eldam

Z ip’le diş hekimliği kantininde


oturmuş embriyoloji finalini
bekliyoruz. Ders basit, halle-
deriz ama embriyoloji kadar basit ol-
mayan şeyler var. Neden kendi kanti-
içine aldığı yerleri keşfedeli çok oldu.
Gülüşünü ve bunu nasıl taklit edece-
ğimi, korktuğunda tırnaklarımızı, si-
nirlendiğinde kirpiklerimizi kopardı-
ğını biliyorum.
nimizde değil de bu kantinde bekledi- Embriyoloji notlarımızı karıştırmayı
ğimiz gibi şeyler mesela. Zip böyle bırakıp çayımızdan bir yudum alıyo-
şeylere epey kafa yoruyor. Buna dair ruz. Biz çay içeriz, ille de cam bardak
büyük bir teorisi var. Bizden daha az isteriz, şeker kullanmayız, hayatı tat-
zeki insanlar bizden daha güzel. Bu landırmaya gerek duymayız. Prensip-
yüzden buradayız. Bizden daha güzel lerimiz var, sabah erken kalkar, yüzü-
insanlara bakmayı seviyoruz. Zip teo- müzü yıkar sonra pazar bile olsa pija-
rinin pik noktası olarak Stephen Haw- malarımızı çıkarıp pantolonumuzu,
king’i gösteriyor. Çirkin şey, diyor, bu gömleğimizi giyeriz. Evde pijamayla
kadar zeki olmak zorunda mıydın. dolaşmak da neymiş. Zip ekoseli
Saçmalama Zip, diyorum, adam kara gömleğimize, kahverengi kumaş pan-
deliği keşfetti, istediği kadar çirkin rum. Bırakalım da kapansın, böyle bir tolonumuza donuk gözlerle bakıyor.
olabilir. Kimsenin bu kadar çirkin ol- vajinayı kim ister. Kimse bize kot giydiremez.
maya hakkı yokmuş. Babam da buna Zip benim daha az zeki olmamı isti- Zip en çok sevgilileri seyretmeyi se-
iyi bir örnekmiş. Ben Zip gibi, annem yor, daha az sıkıcı. Tamam işte Zip, viyor. Şuradaki sarmaş dolaş çift, o
gibi düşünmüyorum, babamın çirkin diyorum, doktor olacağız, doktorluk şekilde nasıl oturuyorlar, oldukça ra-
ve sıkıcı olması işime geliyor. Birinin heyecan verici. Düşünsene bizim gibi hatsız görünüyor, boyunları tutulmaz
bizi büyütmesi gerekiyordu öyle değil eksik insanları tamamlayabileceğiz. mı. Sürekli öpüşüyorlar, elleri hiç ra-
mi Zip, diyorum. Üstelik bizim gibi Gözlerini deviriyor, başıyla kantin pa- hat durmuyor. Zip bunu olağanüstü
doğuştan vajinası olmayan birini bü- nosunda asılı broşürü işaret ediyor. buluyor. Kes şunu Zip, öyle dik dik
yütmek hiç de kolay olmadı, kabul et. Onun gibi olmalıymışız, broşürdeki bakma, bizi fark edecekler. Bilgisayar-
Kırk binde görülen bir şey, kadın pa- adam gibi. Bu adam Hawking’ten son- da sürekli böyle şeyler izliyor. İnter-
niklemiş işte ne yapsın, diyor. Kim ol- ra teorisindeki diğer uç. Kes şunu Zip, nete bu tür şeyler için kısıtlama koyu-
sa bocalarmış. İnsanlar kendilerine diyorum. Adam ilginç ve eğlenceli yorum ama şifreyi çabucak buluyor.
benzemeyenlerle baş etmekte zorla- olabilir ama aptalın teki. Başka bir Ne kadar güzeller, diyor. İki mıkna-
nır, diyor. Kırk binde bir de olsa bize gösterisine daha gitmeyeceğiz, bunu tıs gibi.
benzeyen başkaları da var, hangisinin aklımızdan çıkar. Böyle düşünmem Dizlerimiz titriyor.
annesi bırakıp gitmiş. Bilemezsin, di- Zip’i sinirlendiriyor, böyle yaptığımda Kurallar Zip. Kuralları hatırla.
yor, kalıp da ne yaptılar, ona bakmak benden nefret ediyormuş. Sandalye- Böyle şeyler ona iyi gelmiyor. İyi gel-
lazım. Annemiz söz konusu olunca mizi masaya doğru çekip kulaklıkları- meyen başka şeyler de var. Zip’i tetik-
onu hep böyle koruyor. Neyse ki ba- mızı kulağımızın içine iyice bastırıyo- leyen şeylerin listesini yaptık. Liste
bam var, diyorum. O bocalamadı. Sı- ruz, hayır, müzik falan dinlemiyoruz, uzun.
kıcı insanlar sıkıcı işlerde iyidir, sıkıcı bizim gibilerin müziğe ihtiyacı yok. Panodaki broşürü işaret edip, Bu ge-
insanlar güvenilirdir. Kulaklıkları tıkaç olarak kullanıyoruz. ce beni gösteriye götürürsen seni ra-
Zip annemi tutuyor, ben babamı. Güzel insanları duymaya, onlarla ko- hat bırakırım, diyor. Zip talepkâr,
Annem çok güzel, ben babama benzi- nuşmaya gerek yok, bakmak yeterli. dürtüsel. Kendini terbiye etmeyi, ka-
yorum. Zip annemi teorinin dışında Neyse ki burada olmak Zip’i rahatla- ranlık tarafını kontrol edebilmeyi öğ-
tutuyor. O istisnaymış. Hem güzel tıyor. Bu sert sandalyelerde oturup et- renmelisin, diyorum. Ona kitaplar
hem zeki hem de eğlenceli, diyor. rafa bakmak. Keşke moda ve tasarım okuyorum, Senden Bir Tane Daha
Ama Zip, diyorum bu konu her açıl- okusaydık diyor, oradakiler daha da Yok, Kafaya Takmama Sanatı, Bilinç
dığında, bizi bırakıp gitti. Ama sonra güzeller. Tıp fakültesinden burası yü- Altının Gücü, Zihnin Tuzakları, Ken-
geri geldi, diyor. Hem artık bir vajina- rüyerek yirmi yedi dakika, Zip çoğu dinle Barışık Olmak gibi şeyler.
mız var, uzatma, üstelik adı da herke- zaman yirmi üç dakikada varıyor ben Zip iyi değil. Uzun zamandır iyi de-
sinkinden daha afili. Neovajina. Neo de hemen arkasından. Zip’le ben ne- ğil. Ameliyat başarılı geçti, çok öncey-
yeni demek. Yeni yepyeni bir vajina- yiz. Biraz ayrı biraz tekiz, patron-çalı- di ama yine de kilo almadı. Eklemleri
mız var işte. Evet, diyorum o kadar şan, köle-efendi hatta karıkocayız. hâlâ düğüm düğüm, bir kadavrayı an-
afili ki kapanmasın diye içine sürekli Ondan önceki hayatı hatırlamanın bir dırıyor. Doktor zamanla dedi, her şey
çubuklar sokmak zorundayız. Ne var anlamı yok, Zip’le fermuar gibiyiz. zamanla.
canım, diyor, kulağımızı deldirdiği- Serçe parmağı göbek deliğime tam Babamın yaptığı muhallebiyi çan-
mizde de kapanmasın diye küpemizi uyuyor, başım boynunun köşesine cuk tamdan çıkarıp kavanozun kapağını
çıkarmadık hatırlasana. Her şeye bir oturuyor, köpek dişlerim azı dişleri- açıyorum.
cevabı var ama yeni vajinamızdan en nin arasına mükemmel yerleşiyor. Vü- Hadi Zip, sadece bir kaşık.
az benim kadar nefret ediyor, biliyo- cudunun benimkini kusursuz şekilde Dudaklarımızı kilitliyor, açmıyor.
|>
14

Bazen çok inatçı olabiliyor. İnatçı ol- keşke gelmeseydim. Neovajinamızla gelişmiş olması ile karakterizedir.
duğunu kabul etmiyor. zaten herkesten farklıyız, hâlâ neyin “Rahmi varmış,” diyor babam gözle-
İnatçılık yapma Zip. peşindesin Zip, diyorum. Beni yatıştır- rini kâğıttan kaldırmadan. “Çocuk sa-
Sesimdeki bir şey onu rahatsız ediyor. maya çalışıyor. Sadece seyirciyiz, bir hibi olabilecekmiş.”
Kaşıkla muhallebiyi karıştırıyorum. şey yapmamızı isteyen kimse yok, hem Annem poşetten çıkardığı börekleri
Bundan hoşlanmıyor. Gözleri sürekli hoşumuza gitmeyen bir şey olursa göz- babamın ve benim tabağıma koyuyor.
yasak yere kayıyor, gözlerimizi kapıyo- lerimizi kapatırsın olur biter. Mimar- Kendi tabağını boş bırakıyor, “İyi ba-
rum, görmeyince daha kolay. lıkta okuyan kızın bir saat boyunca de- ri,” diyor.
Muhallebini ye Zip. Sadece yarısını. vasa bir buz kalıbını eritmek için sade- Sonra bardaklarımıza çay dolduru-
Öbür yarısını ben yiyeceğim. ce vücudunu kullandığı o gösteriyi ha- yor. Çayı bitince, “Ameliyat günü has-
Dişlerimizin arasından, Kes şunu, di- tırlıyor musun. İlk başta onu da seyret- tanede olurum,” deyip kalkıp gidiyor.
yor, git başımdan. Notları kapatıp kir- mekte zorlanmıştın hatırlasana, diyor. Böreği boş ver, gel gidip yüzelim, di-
piklerimizi koparmaya başlıyor. Evet, buzu baştan sona yaladığı anlar- yor Zip.
Sakin ol Zip. Muhallebini yersen gös- da gözlerimizi kapamıştım ama sonra Akıp giden suyun altındaki bir şeyin
teriye gidebiliriz. alışmış, vücudunun ısısıyla eriyip kü- bizi ısıracağını, tutup aşağı, derinlere
Bunu söyler söylemez oturduğumuz çülen son buz parçasının bacaklarının çekeceğini düşündüren o tuhaf hissi
yerden fırlıyor, kantinin panosunda arasında kayboluşunu gözümüzü kırp- hatırlıyoruz. Nehrin yatağından yukarı
asılı kırmızı broşürü kapıp geliyor. madan izlemiştim. Ne finaldi ama. uzanan yosunlara değen ayaklarımızın
Broşür değişmiş, bir önceki gösteride Belki de sandığın kadar kırılgan deği- hissettiği o kaygan tedirginliği. Bir ba-
böyle değildi. Zip hayranlıkla ön sayfa- lizdir, diyor Zip. Bazen sadece biraz lığın oradan içimize girip tıkalı yolları
yı inceliyor. Bizim adam bu kez geniş zamana ihtiyaç duyuyoruz o kadar. Biz açtığını ve sonra tekrar ağzımızdan çı-
omuzlarını dışarda bırakan straplez bir ve neovajinamız. kıp nehre atladığını. Tarif edilemeyen
elbise giymiş, ağzını yırtarcasına açmış, Işıklar sönüyor, uğultu kesiliyor. Sa- bir şeyi hayal etmek zordur aslında
altında küçükten başlayıp giderek bü- londa korkunç bir çığlık yankılanıyor. ama o günü, o balığı apaçık hatırlıyo-
yüyen harflerle, Erkekler de çığlık atar, Bir an için boş bulunup ellerimle ku- ruz işte.
yazıyor. Babamı çığlık atarken hayal laklarımızı kapıyorum. İndir şu elleri- Yanımızdaki çift aralarında konuşu-
ediyoruz. Zip kahkahalarla gülüyor. ni, diyor Zip, duymak istiyorum. Daha yorlar. Kadın bunun şimdiye kadar
Belli ki broşür babam gibi erkekler- korkunç bir çığlıkla adam sürünerek gördüğü en büyük katarsis olduğunu
den bahsetmiyor, diyor. sahneye çıkıyor. Sürünmesine, kor- fısıldıyor. Söylediğine göre adam her
Hadi ama Zip, babam durup durur- kunç tiz çığlıklar atmasına rağmen bro- gece farklı bir balo elbisesi giyiyormuş,
ken neden çığlık atsın ki. şürdeki fotoğrafından daha yakışıklı. o kadar fantazmagorikmiş ki seyirci
Ciddileşiyor. Vajinasız bir bebeğin Çenesine bak, diyor Zip. Çığlık atarken onun sahne dışında var olduğunu unu-
babası olduğu için olabilir mesela, di- çenesi şaşılacak derecede açılıyor, yüzü tuyormuş. İnsandan çok bir illüzyon,
yor. ikiye bölünecek sonra daha küçük par- diyor. Zip duyduklarıyla zevkten dört
Broşürün altındaki adresi kontrol çalara ayrılacakmış gibi görünüyor. Ne köşe, adamı izliyor. Kadın çenesiyle
ediyor, yakınlardaki üç yıldızlı otelin demek istiyor şimdi, düştüğün yerden sahneyi gösteriyor, Dizlerinin etrafın-
toplantı salonu. kalkmak zordur, hiçbir şeyi içinde tut- daki şu katlara baksana, onu kristalde
O acayip oteli hep merak ediyordum mayacaksın falan mı. Sanat hep böyle fosilleşmiş, yüz yıllarca kaybolmayacak
zaten, diyor. Sınavı boş ver, şimdiden dolambaçlı. Böyle dolambaçlı yolları hep var olacak gibi gösteriyor öyle de-
gidip kendimize en önden bir yer tuta- sevmiyorum. Babama mesaj atıyorum. ğil mi, diyor. Belli ki kadın da sıkıcı bi-
lım. Biraz gecikeceğim, yemeğe bekleme. Zip me- ri olmak istemiyor ve oldukça yaratıcı
Burnumuzu sıkıp muhallebiyi bir çır- saja küçümser bir bakış atıyor. Her doğrusu. Söylediği hiçbir şeyi göremi-
pıda midemize indiriyor. Bak bitirdim, adımımızı haber vermek zorunda mı- yorum, bu beni geriyor. Adamın sesi
hadi gidelim. sın. kemiklerimizin içinde uğuldamaya de-
Adam çığlık atmaya devam ediyor. vam ediyor.
*** Uzun çığlıklar, kısa çığlıklar, kulağı sa- Boğazı bir lir gibi yarılmış, diyor Zip.
Otele vardığımızda salon neredeyse ğır edecek cinsten olanlar, çığlığa çok Kadının söyledikleri kadar havalı ol-
dolmuş, Zip söyleniyor. Doktor olup da benzemeyen pes inlemeler. Bazı masa da bunu söyleyebilmiş olması be-
da ne yapacağız sanki keşke köpekbalı- yerlerde çığlığı kesip hıçkırarak ağlıyor. ni memnun ediyor, belki de o kadar
ğı terbiyecisi olsak. En arka sırada, son Broşüre, Erkekler de ağlar, yazma yan- sıkıcı biri değiliz yani en azından yete-
boş sandalyelerden birine oturuyoruz. lışına düşmemişler, bravo. Bu sıkıcı rince denediğimizde. Sonuçta lir de en
Keyfi biraz yerine geliyor, kendini şim- olurdu, çığlık daha iyi bir fikir. Baba- az fantazmagorik kadar, fosil kadar il-
diden farklı hissediyormuş. Etrafıma mızı ağlarken hayal etmeye çalışmıyo- ginç bir kelime. Keyfimiz yerine geli-
bakınıyorum sıkıcı olmayan insanlar ruz bile. Olacak şey değil, diyor Zip. yor, leğen kemiğimizin üstüne yaptıra-
neye benzer. Bizden çok da farklı gö- Annem gittiğinde ağlamıştır belki, di- cağımız Satürn dövmesini düşünüyo-
rünmüyorlar, bu iyi. Zip en öndeki yorum. Hiç sanmam, diyor. Aşktan ruz. Halkasıyla güneş sisteminin en il-
mor saçlı, sırtında şeytan dövmesi olan zerre anlamıyor. ginç gezegeni.
kızı gösteriyor. Belli ki o farklı olmayı Sonra birdenbire Zip’in ilk ortaya Zip, Bu kez bir şekilde soyunma oda-
çok istiyor. Minik bir dövme, diyor çıktığı o yazı hatırlıyoruz. Nehir kena- sına girmeyi başarmalıyız, diyor. Ada-
Zip, kimsenin göremeyeceği bir yeri- rındaki küçük çay bahçesindeyiz. Zip ma harika bir çığlık atıcısı olduğunu
mize, leğen kemiğimizin hemen üstü- en az bugünkü kadar öfkeli, babamın söylemeliyiz. Sonuçta böyle çığlık atan
ne mesela. Neden olmasın, diyorum. omzunun üstünden kâğıtta yazanları kaç adam tanıyoruz. Hiç.
Uslu durursan bunu düşünebilirim. okuyor. Vajinal Agenezi, diyor. Hiç ta-
Bordo kadife perdeler iki yanda top- kılmadan bir çırpıda söyleyebiliyor bu ***
lanmış, dekoru olmayan çıplak bir sah- iki kelimeyi. Doğuştan vajina yokluğu. Zip istediklerini yaptırmakta usta,
neyi ifşalıyor. Salonda arı oğulunun Vajinanın anne karnında hiç gelişme- ona hep yeniliyorum, işte dediği gibi
tam ortasındaymış gibi bir uğultu. İn- diği durum. Bazı hastalarda tek başına kulisin önündeyiz.
sanlar konuşacak bu kadar çok şeyi ne- görülürken, bazı hastalarda ise berabe- Bu gece yeterince şey denedik Zip,
reden buluyor. Huzursuzlanıyorum, rinde rahimin yokluğu ya da anormal diyorum. Hadi artık gidelim.
|>
15

Eğer şimdi o kapıyı çalmazsan bir yaptılar. Çığlıkçı Ailenin Tuhaf Hika- rın onun hayal gücünün bir ürünü ol-
hafta ağzımıza tek bir lokma koymam, yesi.” duğunu, eğer söylediği gibi salonda
diyor. Kâğıtları dağıtmaya başlıyor, dört bi- başkaları da varsa onlara ne gördükle-
Ellerimi yumruk yapıyorum, sinirim- ze, dört kendine, üçü kapalı biri açık rinin sorulması gerektiğini söylüyo-
den ağzımdan küçük bir çığlık kaçıyor. dört de yere. Valemizle hepsini alıp sı- rum. Yaşananlara sadık kaldığını hiç
Zip buna bayılıyor, kıkırdıyor, bir çığ- rıtıyoruz. sanmıyorum Zip, senin versiyonunla
lık da o atıyor. İçeriden daha yüksek “Çığlıklarla Yaşayanlar, diye bir de ki- benimki asla tutmuyor, diyorum.
daha tiz bir çığlık cevap veriyor. tabımız var,” diyor. Elindeki sinek iki- Belli ki hikâyeyi evcilleştirmemi isti-
Vay be, bunu sen de duydun mu, di- liyi gösteriyor. “Güzel ikili iki puan. yorsun, diyor. Gerçek her zaman iyi
yor Zip. Bizim için özel bir çığlık. Çok acelecisin.” bir hikâye değildir. Gerçeği bu kadar
Yoğun bir tütsü kokusuyla beraber İlk el bitince yan taraftaki kafeden umursama.
kapı ardına kadar açılıyor. Adam ba- pizza sipariş ediyor. Büyük boy Hawa- Beni ikna edebilmek için adamın an-
şında kemiklerden yapılmış bir taç, sır- ii. “Ananas ve peynirin birleşimi kulağa nesinden, albino kardeşinden bahsedi-
tında kimonosu, eşikte dikiliyor, galiba iğrenç gelse de tadı nefis,” diyor. yor, onların da en az adam kadar iyi
biraz da gülümsüyor. Onu öyle başın- Pizza gelinceye kadar kartları dağıt- çığlık attıklarından. Albino kardeşin
da kemiklerden bir taçla görünce maya devam ediyor. Hiç şanslı değil, bütün eksik cilt melaninlerine rağmen
Zip’in gelmeden önce denediği onca kâğıt sayamıyor, sürekli pişti veriyor. çok mutlu olduğundan.
tişörtün içinden köprücük kemikleri- Pizzasından büyük bir ısırık alıp ağzı Ona bu saçmalıklardan bıktığımı söy-
mizi sergileyen bu tişörtü seçtiğine se- doluyken konuşuyor. “Sen hangisisin, lüyorum. Defolup gitmesini beni rahat
viniyoruz. Kemiğe karşı kemik. Adam Ananas mı peynir mi?” bırakmasını.
kimonosunun kuşağını sıkıyor, girme- “Ananas,” diye heyecanla atılıyor Zip. Birlikte geçirdiğimiz gece hakkında
miz için kenara çekiliyor. “Peynir tabii ki,” diye mırıldanıyorum kendi senaryosunu yazmaya, bununla
Mumlar, yerde akkor halinde yanan ben. eğlenmeye devam ediyor. Güya geceye
bir kuvars, tütsü çemberi, gölgeler, en Zip adamla aramızdaki farkı kapa- başlamak için adamla birbirimize kav-
köşede devasa bir akvaryum. Zaten ne mak istiyor, yüzüne bakarak ardı ardı- rulmuş kaz ciğeri yedirmişiz, sonra
bekliyorduk ki basit, sıradan bir kulis na bir sürü yalan uyduruyor. Toros- adamın korsesini çözmüşüz. Kulağına
mi. İçeri girip odanın ortasında duru- lar’da üç bin metre yükseklikte doğdu- Neo ne demek biliyor musun diye fısıl-
yoruz. ğumuzu, babamızın öldüğünü, anne- damışız. Yeni demek, Yepyeni. Yeniyi
“Boğazın bir lir gibi yarılmış,” diyor mizin gizli bir komüne üye olduğunu, denemeliyiz demişiz.
Zip. Bu kez daha büyük bir cesaretle dört tarantulanın gururlu sahibi oldu- Evet ona dokundum, kabul. Adam
daha çok inanarak söylüyor bunu. ğumuzu anlatıyor. Adam hepsini yü- nabzını kontrol etmemi istediğinde üç
Adam sahne dışında hep fısıldamak zünde tek bir kası dahi kımıldatmadan parmağımı bileğinin iç tarafına bastır-
zorunda olduğunu söylüyor, özür dili- dinliyor, sonra kalkıp akvaryumun dım. Bir tıp öğrencisi olarak kalp atışı-
yor. Sesini korumalıymış. Fısıltısı çığ- içindeki tek balığa biraz yem atıyor. nın yerini anında tespit ettim. Nabzı
lığından daha güzel, yumuşacık ama en Balığın yüzeye doğru yüzüşünü, yem- karnımızın içinde, dilimizin ucunda,
az çığlığı kadar tehditkâr. Yeni bir gös- leri tek tek yutuşunu izliyoruz. Sonra diken diken tüylerimizde atıyordu.
teri başlıyor. bize dönüp çok eğlenceli biri olduğu- Kalbin yavaş atıyor, dedim ona. Bu
Yeşil kadife kanepeyi gösteriyor. muzu söylüyor. Fal bakmayı biliyor iyi, uzun yaşarsın. Çığlık da akciğerle-
“Otursana.” muyuz acaba. Denersek bakabiliriz, rin için harika bir egzersiz.
Fısıldadığı için olmalı, otursana, otur- öyle ya, yeterince denerse herkes gele- Otopsi oyunu adamın hoşuna gitmiş-
sana gibi gelmiyor kulağımıza. Nere- ceği birazcık da olsa görebilir. Raftan ti. Nefesi sıklaşmış, elleri her yerimiz-
deyse müstehcen, otursanadan ziyade fincanları indiren adama, Kahveye ge- de dolanmıştı. Eski yerlerimizde, yeni
soyunsana gibi. Makyaj aynasının ke- rek yok, uçacaksın, diyor Zip. Sesimiz yerlerimizde. Doktorculuktan daha
narına sıkıştırılmış bir fotoğraf dikka- Zip’in niyetlendiğinden daha heyecanlı heyecanlı bulmuştu bu oyunu. Birbiri-
timizi çekiyor. Biz fotoğrafı incelerken çıkıyor. mizin dişlerinin izini sürerek zaman
aynanın önündeki sandalyesine yerle- “Öyle mi”, diyor adam, hayal kırıklı- aşımına uğramış cesetlerimizi teşhis
şip göz kapaklarına far sürüyor. Tam ğına uğramışa benziyor. Uçmayı değil edebileceğimizi anlattım ona. Dişleri-
tersini yapması makyajını çıkarması de yerin dibine girip kıvrıla kıvrıla dün- mize çok iyi bakacağımıza dair ant iç-
gerekmez mi, gösteri bitmedi mi. yanın merkezine ilerlemek istediğini tik. Sana kapıyı açtığımda içeri böyle
Kirpiklerini kıvırırken aynadan başıy- söylüyor. “Tıpkı büyük, kalın, güçlü bir şeyi buyur ettiğimi bilmiyordum,
la fotoğrafı işaret ediyor, “Annemle bir yılan gibi.” dedi adam. Gördün mü, dedim Zip’e,
kardeşim,” diyor. “Çığlık atmayı an- Adam ertesi sabah yüksek hızlı trenle nasıl bir şey olduğumu gördün mü.
nemden öğrendim. İlk çığlığını karde- şehirden ayrılacağını söylüyor, dinlen- Ama o akşamın en tuhaf anını Zip’le
şim doğduğunda attı, inanılmaz güzel mek zorunda olduğunu. Duymazdan birbirimize hiç anlatmıyoruz. Adamın
bir çığlıktı, öylesini hiç duymamışsın- geliyoruz. Aslında denersek sabahleyin beril parlaklığındaki akvaryumdan o
dır. Çığlığından sonra, aman tanrım bir kalkıp biz de o trene binebiliriz. Şehrin tek balığı alıp gıcırdayana kadar elinde
dede doğurdum diye fısıldamıştı. Dede akşamdan kalma vızıltısını üzerimiz- beklemesini, ardından tekrar suya at-
falan doğurmamış tabii, kardeşim bir den atar, bütün yolculuğu avuçlarımızı masını, balığın orada ipek bir fular gibi
albinoymuş, sonradan öğrendik.” ezilmiş kadife koltuğa dayayarak geçi- dalgalanmasını. Balık bir süre sonra bu
Fotoğraftaki beyaz saçlı, beyaz kaşlı, rebiliriz. Hatta yaptığımız bu şeyin zulmü unutmuş olmalı ki tekrar ada-
beyaz kirpikli pembe çocuğa bakıyo- saçmalığını hiç düşünmez karşı pence- mın avucunun içine yüzmüştü. Bunu
ruz, gerçekten tüyler ürpertici. reden sabahı vagonun hareketiyle pa- üst üste defalarca yapışını şaşkınlıkla
“Annem ona da çığlık atmayı öğretti, rıldayan kusursuz bir titanyuma benze- izlemiştik. Balık tuhaf bir şekilde ne-
onun gösterileri daha çok ilgi görüyor. tebiliriz. Yeterince denediğimizde böy- hirdeki balığa benziyordu.
Çığlık atan neredeyse şeffaf bir me- le şeyler yapabiliriz.
lek.” ***
Çekmeceden bir deste iskambil kâğı- Adamın o geceki performansını, ara-
dı çıkarıyor. Kanepeye karşımıza otu- mızda geçenleri Zip’le birbirimize de-
ruyor. “Hakkımızda bir belgesel bile falarca anlatıyoruz. Ben bütün bunla-
16

Yeni Öykü
Serap Karakuş Besi

S evişme sonrası yan yana devrilmiştik. Başı-


nın altında birleştirmiştin ellerini. Diri diriy-
di meme uçların. Göbek deliğinden yukarı-
sını aydınlatıyordu sokak lambasının turuncu ışığı.
Gün batımı kızıllığına bürünüyordu tenin. Seçemi-
elle tutulur bir şey yazdığımı düşünüp heye-
cana kapılmıştım. Heves meves bırakma-
mıştı. Çöpü boylayacak bir öykü daha işte,
dedim.
“Nereye?”
yordum yüzünü ama ıslak gibiydi. Doğruldun bir- “Tuvalete gidiyorum.”
den, ayaklarının ucundaki pikeyi çekip sarındın. Telefonlarından birbirlerine bir şeyler gös-
Ait olmak bu, dedin belli belirsiz. tererek gülen gençlerin yanından geçtim.
Sana döndüm. Devam ettirmeni bekledim. Etme- Üzerinde etek resmi olan kapıdan girdim.
din. “Bir şey içer misin? Bira, cin?” Duvara yaslandım, uzun uzun yüzüme bak-
Dalmışım. Kafamı salladım. Son yaşadıklarımızdan tım aynada. Yanaklarım kızarmıştı. Okut-
Sabah uyandığımda gitmiştin. sonra yanında içmeye tövbe etmiştim. O da mamalıydım. Zamanlamam berbattı yine. O
Utandım çıplaklığımdan. Göğsümden fırlayan sorarken gözlerini kaçırmıştı zaten. Kendisi- geceden sonra bir şey ima etmeye çalıştığımı
alacalı kıllardan, fare ölüsü gibi yana yıkılmış peni- ne cin tonik ısmarladı. Çocuk gidince devam mı düşünmüştü? Ne rezillik! Körkütük sar-
simden, leş gibi kokan ağzımdan. Oramı buramı etti. hoş olup dudaklarına yapışmamdan, bir de
örterek banyoya gittim. “Ait olmak bu, dedin belli belirsiz. Sana dön- itilince, salya sümük ağlamamdan daha utanç
Günlerce sessizliğinle boğuştum sonra…. düm. Çat! Kırdın atmosferi Nevin!” verici. Hem ne sanmıştım ki! Azıcık yanaş-
“Berbat,” deyip masaya bıraktı kâğıtları. “Neden?” mamla üzerime atlayacağını mı? Cevat’tı bu.
Bir ayağı havada olan masa sallanınca fincan “Yahu nereye dönüyor bu adam? Zaten Yanan yanaklarıma su çarptım hızlı hızlı.
altlıkları kahveyle doldu. Neydi şimdi bu? ona bakmıyor muydu? Kadının ellerinden, Masaya döndüğümde devamını okuyor-
Etrafa bakındım. Neyse ki telefonlarına dal- teninden, diri meme uçlarından bahsetmi- du. Bitirdi, yavaşça bıraktı bu kez.
mış bir grup gençten başka kimse yoktu yor muydu az evvel bize?” “Sonradan toparlanmış biraz ama hâlâ çok
mekânda. Arkama yaslanıp kollarımı önüm- Haklıydı. Sesi gittikçe canlanıyordu. zayıf. Klişelere yaslanmış. Çalışılması gerek.
de birleştirdim. “Sonra bak: Sustun, dalmışım. Ne uyuması Bir de şu acıyı tarifin, Nevin… Hiç değişmi-
“Şu cümleleri devire devire birbiri ardına be? Kadın gümbür gümbür bir cümle kur- yor! Gözlerde biriken tomurcuklar, yanak-
dizmekten ne anlıyorsunuz arkadaş! Şiirsel muş, yüzü de ıslak, sen nereye dalıyorsun?” lardan süzülen damlalar, burun kanatları açı-
mi oluyor anlatımınız o zaman? Dert buysa, “Neden olmasın Cevat? Çok içmişlerdir, lıp kapanıyor, filan. Başka imlemek gerek-
düz metin yazmak niye? Yaz alt alta cümle- adam sızmıştır belki, olamaz mı?” mez mi artık acıyı?”
leri, ver kafiyeyi, çek üç beş afili imge, sal ara- “Olamaz efendim. Cümleleri devireceğine “Nasıl mesela?”
lara sırlı bir iki sözcük, bitti! Her yer bu ne bir iki boş şarap şişesi devirseydin o zaman “Gülsün ya, gülsün! Zıplasın, parmaklarını
idüğü belirsiz şiirciklerle dolu.” yatağın dibine Nevin! Sen biliyorsun bunu, şıklatsın, ne bileyim. Yeter ki şu sulu gözler-
“Şiir mi? Pes Cevat,” dedim kafamı sallaya- okur görmüyor ki? Hem şu içip içip kendile- den kurtar öykülerini.”
rak. Sizli bizli genellemeler içine alınmaktan rini yatakta bulan karakterlerden de yılmadık “Neden? Sen ağlayamıyorsun diye mi sal-
da nefret ettiğimi çok iyi bilirdi. Soğumuş mı artık arkadaş?” dırıyorsun ağlayabilenlere Cevat? Ya da her
kahvemi bir dikişte bitirdim. Fincanın altın- Dizi çarpınca sallandı yine masa. Plastik çi- daim kontrollü davranabildiğin için mi kız-
dan damlayan kahve gömleğimi lekeledi. çekli minik saksıyı düşmeden tutabildim. gınsın bu kadar?”
Hırsla kâğıtlara uzanmıştım ki çekip aldı Canımı mı acıtmaya çalışıyordu, anlamıyor- Sesimin yükselmesine engel olamamıştım.
elimden. dum. Geçen geceyi anımsadım utanarak. Nefeslenip sustu, arkasına yaslandı. Hiçbir
“Kızma hemen, dur.” Aklınca yazdıklarımla saldırıyordu bana. şey demeyecekti, biliyordum. O gün de sus-
“Olmamış desen yeterdi Cevat. Ne öyle, Sandalyeye asılı çantamdan sigara paketimi muştu. Daha da acıtmak istedim canını ama
siz biz…” çıkardım. Bugün de on dal hedefime ulaşa- soru ağzımdan çıkar çıkmaz lanet ettim ken-
“Çok kötü ama Nevin!” mayacaktım, belliydi. dime.
“Yahu hepsini okumadın bile!” “Anladım Cevat, çöp diyorsun. Ver ta- “Belki de aylardır eline kalem alamadığın-
“Baştan sakatlanan öyküyü hangi ilerleyiş, mam!” dan, ha?”
hangi son düzlüğe çıkarabilir?” “Dur, dikenlerini çıkarma hemen.” Gözlerini kısıp bana baktı. Hatırlamaya
Kâğıtlara döndü. Garson gelip içkisini bıraktı. Renkli pipet- çalışılan bir yüze bakar gibi. Alnındaki çizgi-
“Gel şu girişe birlikte bakalım. Şöyle yazıl- lerden koymuştu bardağa. ler belirginleşti.
sa bir şey kaybeder mi etkisinden? Aksine. “Al şunu kardeşim, al!” “Belki,” dedi sonra. Sesi cılızlaştı. “Yeni
Hırçındı bugün. Herkese. Çocuk yine de imler buluna kadar da… böyle.”
Dinle: gülümseyerek aldı pipeti. Sigaramı yakıp ar- O an ufalanıp yok olmak istedim. Kalkıp
Sevişme sonrası yan yana devrilmiştik. Ellerini kama yaslandım. Ver gelsin dedim içimden. lavaboya yürüdü. Arkasından bakakaldım.
başının altında birleştirmiştin. Meme uçların diri Gözü kâğıtlardaydı. İçkisinden bir yudum Her adımında kilometrelerce uzaklaştığını
diriydi. Sokak lambasının turuncu ışığı göbek deli- aldı. hissettim. Gözlerim zonkluyordu. Bir sigara
ğinden yukarısını aydınlatıyordu. Tenin gün batımı “Bir de uyandığında aklına ilk gelen kadın daha çıkarıp yaktım.
kızıllığına bürünüyordu. Yüzünü seçemiyordum olmaz mı -ki sessizliğiyle boğuşacak ya hani Hesabı ödeyip öyle geldi masaya, oturdu.
ama ıslak gibiydi. Doğruldun, ayaklarının ucunda- bir iki cümle sonra? Yok, kalkıp banyoya gi- Saçları ıslaktı. İçkisini bitirdi.
ki pikeyi çekip sarındın. diyor bizimki. En az kırk yıllık bedeninden “Kalkalım mı?”
Bu!” utanarak hem de. Film sahnesi mi bu, orası- Sigaramı söndürdüm. Kâğıtlara uzandım.
Daha önce de, yazdığımız öykülere birlikte nı burasın örtüyorsun? Kim yalnızken bede- İkiye katladım ezerek. Sonra bir daha, bir da-
baktığımız olmuştu. Saatlerce üstüne konuş- ninden utanır Nevin?” ha katladım. Eğilip masanın havada kalan
muşluğumuz, akıl almışlığımız da. Sert eleş- Kime kızıyordu? Metne mi, bana mı? ayağının altına sıkıştırdım. Artık sallanmıyor-
tirilerine de alışıktım ama ilk kez böyle kırıp “Şu ağız meselesine gelelim. Aynı şey. Bir du masa.
döküyordu. Garson yanaşıp boş fincanımı başınayken olsa olsa ağızdaki tattır insanı ra- “Neden gülüyorsun?”
aldı. Cevat kendininkini de işaret etti. Bana hatsız eden, koku değil.” “Bilmem,” dedim, “gülüyor muyum? Hay-
döndü. Sigaramı söndürüp kalktım. Aylar sonra di kalkalım.”
17

Dokuzunu Sağdım da
Onuncuyu Sağamadım
Burcu Ünlü

“Y ine aynı şeyleri mi anlatı-


yor?”
“Başka bir şey hatırlamı-
yor ki, ne yapsın?”
“Sen de maşallah her seferinde ilk kez
tım. Pembe yanaklı yavrumu sardım
sarmaladım örtüme, eve koştum. Ama
dokuzunu sağdım onuncuyu sağama-
dım ya, çok üzüldüm be yavrum. Sonra
o inekleri satmak zorunda kaldık. Hep-
duyuyormuş gibi merakla dinliyorsun. sini öpüp kokladım göndermeden, he-
Sıkılmıyor musun kızım, Allah aşkına?” lallik istedim.” Torunuma hep bu hikâ-
“Yoo, niye sıkılayım? Çevremdekilerin yeyi anlatıyorum. Kötü anılarımı yüreği-
çoğu insandan daha çalışkan, daha mer- me gömdüm ben, bilip üzülsün iste-
hametli ve mücadeleci bir kadınmış an- mem. Hem seviyor bunu dinlemeyi, her
neannem. Hayvanları da çok seviyor- anlattığımda yüzüne bir gülümseme ko-
muş, her anlattığında gözleri doluyor. nar, gururla bakar bana.
Bu devirde beklenmeyen hareketler Bebek ağlıyordu, ben ağlıyordum.
bunlar anneciğim.” Onun da annesi yoktu, benim de. Bir
“Aman ben de seviyorum hayvanları, gün dayanamadım, sildim yaşlarımı, git-
hayvan sevmede ne var. Marifet mi ya- tim yan odaya. Aldım elinden bebeği
ni?” oturuyordu. Diğer ucuna da ben otur- kayınvalidemin, “Musli’ye artık ben ba-
“Marifet maalesef. Daha geçenlerde dum. Ne kadar sürdü bilmem, öylece kacağım” dedim. O günden sonra ben
koca adam binadaki yavru kediyi eze sessiz sessiz oturduk. “Senin adın ne?” Musli’ye anne oldum, o da bana evlat
eze öldürdü. Sebebi de sinirli olmasıy- dedim çocuğa, cevap vermedi. Hiçbir oldu. Recep Bey on sene elini sürmedi
mış. Masum, minicik bir yavru... Allah şey yapmadan oturmak canımı sıkmıştı. bana, bir dediğimi de iki etmedi sağ ol-
kahretsin! Neyse. Anneannemin üstüne “Oyun oynayalım mı?” diye sordum. sun. İstemediğim hiçbir şeyi zorla yap-
gitme, durumunu biliyorsun. Elinde “Ben artık koca oldum, oyun oynaya- tırmadı. Bir süre sonra çaresizlikten ol-
olan bir şey değil ki. Bırak, anlatsın iste- mam. Yasak” dedi. “Kimseye söyleme- sa gerek sevdim de onu. Bir kızım olsun
diği kadar. En azından hâlâ hatırladığı yiz ki, nereden bilecekler sanki” dedim istiyordum artık ama utanıyordum bu-
ve anlattığı bir anısı var. Yakında o da ve o günden sonra iki yıl boyunca -ko- nu söylemeye. Güzel güzel büyütüp
olmayacak...” cam- oyun arkadaşım oldu. Her akşam mektebe gönderecektim onu, benim gi-
Ben Mihane. Çok şey hatırlıyorum bize verilen odada farklı farklı oyunlar bi çocuk yaşta satılmayacaktı başka
ama artık anlatmak yoruyor beni. 1938 oynadık. Abilerimi çok özlüyordum adamlara. Okuyup muallim olacaktı.
yılında Makedonya’nın Priştine ilinde ama bir yandan da keyfim yerindeydi. Bir sabah uyandık, önceki gece sohbet
doğdum. Üç abim var. Henüz dört ya- Sonra bir gün babam geldi. “Hazırlan, ettiğimiz, birlikte yemek yiyip çay içtiği-
şımdayken annem öldü. Biraz kendim, gidiyoruz” dedi. Eve gideceğimizi sanı- miz komşularımız, omuzlarında silah-
biraz da abilerim baktı bana. Annemin yordum evet, hemen hazırlanmıştım. larla kapımıza dayanmışlar. Ülkede içten
mezarlığı sokağımızın sonundaydı. Ka- Çok sonraları öğrendim ki, çocuğum içe bir kargaşa olduğunu biliyordum
çıp kaçıp onun yanına giderdim. Sabah olmadı diye oyun arkadaşımın ailesi be- ama bu kadarını beklemiyordum. O gü-
olduğunda abilerim beni evde göremez- ni istememiş. Babam da bu fırsatı he- ne kadar etnik farklılıklarımızdan kay-
lerse, nerede bulacaklarını çok iyi bilir- men değerlendirip doğumda eşini kay- naklanan düşmanlıklar bir sabah gün
lerdi. Annem geri gelsin diye çok dil beden bir adama beni, üç öküz ve ufak yüzüne çıkmıştı resmen. Recep Bey
döktüm, çok ağladım. Çocuk aklı işte, bir arsa karşılığında satmış. Abilerimi güçlü, iri adamdı. Çevresi de epey ge-
bir zaman sonra annem gelmiyor diye göremeden direkt satıldığım adamın nişti. Her birini kovaladı kapımızdan,
küstüm bile ona. Yine de gelmedi. evine götürüp bırakıyor babam beni. bir daha da yanaşamadılar korkudan
Dokuz-on yaşlarında sokakta oynar- İçeri giriyorum. Kocaman, sakallı, es- ama diğer kadınlar benim kadar şanslı
ken komşu kadınlar gelip beni eve gö- mer bir adam karşılıyor beni. Başım dö- değildi. Savaşın başladığı ilk aylardan iti-
türdü. Yıkayıp pakladılar. Temiz elbise- nüyor, bir yandan da diğer odada ağla- baren Sırp olmayan kadınların toplanıp
ler giydirip, kırmızı kalemle dudağımı yan bebeğin sesi kulaklarımı sağır edi- hapsedildiğini, sistematik tecavüzlerin
boyadılar. Sonra babam geldi. “Seni bir yor. O zaman anlıyorum ki bu evde uygulandığı kampların kurulduğunu du-
eve götüreceğim, artık orada yaşayacak- oyun arkadaşım yok. Birkaç yaş birden yuyorduk. Duydukça bir gün sıra bana
sın. Sana ne derlerse, senden ne isterler- büyüyorum o an. Günlerce ağlıyorum. da gelecek diye çok korkuyor, savaşın
se yapacaksın, tamam mı?” dedi. “Abi- Annemi özlüyorum, hem de çok. enkazını üstlenen kadınlar için dualar
lerim de gelecek mi?” diye sordum. “Anneanne huhuuu, nerelere daldın ediyordum.
“Eğer orada uslu durursan gelirler ta- öyle?” Göçler başlamıştı. İmkânı olan, eşleri-
bii” dedi. Ayaklarımı sürüye sürüye git- “Oy benim nonam. Anneni doğuraca- ni, kardeşlerini, annelerini götürüyordu
tim babamla. Gittiğimiz ev, bizim evi- ğım vakit, tarladan yeni gelmiş inekleri ülkeden. Ülkede nefes almak bile kor-
mizden çok daha büyüktü. Bir odaya sağıyordum. Dokuzunu sağdım da kutucuydu artık. Recep Bey siyasi or-
soktular beni. Hemen hemen benim onuncuyu sağamadım. Sancım tuttu, tamlara girip çıkıyor, geceleri eve hep
yaşlarımda bir erkek çocuk, bembeyaz oracıkta doğuruverdim anneciğini. Gö- geç geliyordu. Sonunda dayanamayıp
çarşafın örtüldüğü yatağın bir ucunda bek bağını da taşla bir güzel kestim, at- arkadaşlarının yaptığı bir plana dâhil ol-
|>
18

muş ve Sırp milletvekiline suikast düzen- dedi. Nasılsa o teröristten çocuğum da annemin yanına gitti. Güzel kızımızı gö-
lemişti. Tabii ben bunu on gün sonra öğ- yokmuş, bir Sırp kısmetim de çıkmış. remeden…
renmiştim. O on gün bana bir asır gibi Onun yanına götürecekmiş. Beni bir kez “Anneanne bak, annem ne diyor? Sen
gelmişti. Arkadaşları evimize gelip haber daha satmasına izin vermedim ve iki ge- annemle Musli dayıma sürekli bi şarkı
getirdiğinde hayatımda ilk kez mutluluk- ce sonra Recep Bey’le Türkiye’ye gittim. söylermişsin. Sesin de pek güzelmiş, hiç
tan ağlamıştım, Recep Bey ölmemişti, Recep Bey inşaat ustasıydı. El ele verip itiraz kabul etmiyorum. Hadi, bana da
dağlarda saklanıyordu. Sonraları bazı ge- ev yapmaya başladık kendimize. Tek söyle.”
celer gizli gizli eve gelmeye başladı. “Ha- odalı, küçük bir şey. Hiç yorulmuyordum “Söyleyeyim nonam, söyleyeyim:
zırlanın Mihane, bir gece gelip götürece- onunlayken. Evimizi bitirdikten sonra Proljeće na moje rame slijeće
ğim sizi” dedi. “Nereye gideceğiz?” diye hamile olduğumu öğrendim. Çocuğu- Đurđevak zeleni
sordum. “Türkiye’ye,” dedi “gelmek zo- muz olacaktı. Recep Bey daha fazla çalış- Đurđevak zeleni
runda değilsin Mihane. Eğer, vatanım- maya başladı. O gündüzleri güneşin al- Svima osim meni.”*
dan ayrılamam ben, dersen seni zorlaya- tında taş taşırken ben evde kana kana su
mam. Ama gelmek istersen bir ömür sa- içmeye utanırdım, öyle bağlanmıştım
na arkadaş olurum. Kararını ver, birkaç ona. Mutluydum, artık bana da bahar *Bahar omzuma iniyor/ Mügeler açı-
güne geleceğim” dedi ve gitti. Ertesi gün geldi sanıyordum ki Recep Bey hastalan- yor/ Mügeler açıyor/ Ben hariç herkes
babam geldi. Recep Bey’in suikast dü- dı. Sürekli öksürüyor, öksürdükçe kan için
zenlediğini duymuş. O da bana, hazırlan, geliyordu ağzından. Çok geçmeden o da

Yankı
Zeynep Kahraman Füzün
ucundaki çocuklarını görmeğe kal- Gözlerini yumdu. İlk defa bu kadar
kışmak delilik olurdu. Elindeki çizgi- zorlanıyordu. Yaşlandığını hissetti.
lere tekrar baktı. Mağaranın en ka- Uyumak için çaba sarf etmek işken-
ranlık köşesinde darmadağın olmuş ceye dönüşmüş, onu girdap gibi içine
ailesini bir arada tutan ve sessizce ile- çekmişti. Yine de umudunu yitirme-
tişim kurmalarına sebep olan minik di, uykusuzluğu yenmek amacıyla
canlılar da olmasa aralarındaki bağ bütün gücünü sarf ediyordu. Sesler
iyice gevşeyecekti. Kış uykusunday- yaklaştıkça acele etti, acele ettikçe uy-
ken üzerlerinde gezinen böcekler sa- kusu dağıldı. Tekrar dalması imkan-
yesinde görünmez iplerle birbirleri- sızdı artık. Uyuşukluğu azalmış, sı-
ne bağlanıyorlardı. caklığı artmıştı. Kanı hareketlendikçe
Aylardır uyuyordu ama hiç dinlene- geri dönüşü olmadığını anladı.
memişti. Kadın olmak saçmalık dedi Önünde üç ihtimal vardı. Biri kurt-
içinden; erkek olmaya ne var, çıkıp ların pes edip gitmesi, diğeri de geçi-
Gözlerini güçlükle araladığında avlanacaksın sadece. Sonra da sizi di aşıp gelmeleriydi. Üçüncü ihtimali
elindeki izleri fark etti. Uzunlu kısalı ben doyuruyorum diye böbürlene- düşündü. Dirseğinin üzerinde doğ-
çizgiler kolunu da sarmıştı. Kirpikle- ceksin. Ben de doğuruyorum. Yoksa ruldu. Dizlerini kırdı. Hızlı olmaya
rini indirdi. Uyumaya devam etmesi şu koskoca dağ başında canımız sıkı- mecburdu. Nefesini tuttu. O pozis-
gerekiyordu. Henüz yaz gelmemişti. lırdı. Ömür dediğin bitmek bilmiyor. yonda bekleyemezdi. Dibindeki ka-
Her kış birkaç kez bölünürdü uyku- Uyu, uyan, ye, iç. Uyu, uyan, ye, iç. yadan destek alıp ayaklarının üzerin-
su. Bir keresinde tekrar dalamamış, Çocuklarla avunuyoruz. Ne hayat de yükseldi. Eklemleri çözülürken
haftalarca soğukla mücadele etmek ama. Dünyaya çocuk getirmek ben- acı veriyordu. Dişlerini sıktı. Çocuk-
zorunda kalmıştı. Isınmaya kalkışsa cillikten başka bir şey değil. Büyü- larına baktı. Büyüdüklerini görebili-
diğerlerini de uyandırırdı. Havalar ılı- düklerinde bizden nefret edecekler. yordu. Bulduğu çözümden memnun-
yınca uyanmalıydılar. Erken kalkar- Onlara sıcak bir yuva bile veremiyo- du ama şartlar canını yakıyordu. Al-
larsa yaz bitmeden hareketleri yavaş- ruz. Soğuktan götümüz donuyor. dığı kararın çaresizlikten değil de gö-
lar, zamanı gelmeden uyur, kışın da Uyumuyoruz da donakalıyoruz. Ne- revini tamamlamış olmanın rahatlı-
vakitsiz uyanırlardı. fes bile almıyoruz. Sonra yaz geliyor, ğından kaynaklanmasını isterdi. Ha-
Tüm bedenini saran uyuşukluğa güneş yükseliyor, buzlarımız çözülü- reketleri öyle çabuktu ki geçidin so-
rağmen kıpırdamadı. Vücut sıcaklığı yor. Kötü günler bitiyor, daha kötü nuna gelmişti bile. Tuzak olarak sıra-
ne kadar artarsa uyuması o kadar im- günler başlıyor. Acıkacaksın, çok acı- ladıkları taşları yerlerinden söktü.
kansızlaşırdı. Derinlerden gelen uğul- kacaksın, daha çok acıkacaksın, yiye- Geçtikten sonra aynı şekilde yerleş-
tuları duymamaya çalıştı. Yabani hay- cek arayıp bulamayınca vereceksin tirdi. Korkusunu azaltmak için şarkı
vanlar kokularını almış olmalıydı. Bu kocana gazı. Aslan kocam, kaplan söylemeye başladı. Ailesi uğruna ca-
kuytuda bulunmaları mümkün değil- kocam, hadi git avlan, yakala getir nını feda edecekti. Hem sofradan bir
di. Sesler yükseldi. Bir an önce uyu- rızkımızı. O da daha çok kabaracak. boğazın eksilmesi fena olmazdı.
malıydı. Stresi arttıkça ısısı artıyordu. Ben ben ben diye dolanacak ortalık- Sesleri dinledi. İki ayrı ton geliyor-
Git gide uyuması zorlaşacak, kokusu ta. Genlerine işleyecek kibri. İleride du kulağına. İkisine de yeterdi. Ma-
daha da yayılacaktı. nefret edecekler erkeklerden. Kimse ğaranın ağzına doğru yöneldi.
Göz kapaklarını kaldırdı. Karanlık eski çağlarda neler yaşandığını bilme-
olsa da kocasının yüzü seçiliyordu. yecek.
Kim bilir kaçıncı rüyasındaydı. Ayak
19

En İyi Arkadaşlık
Bunu Gerektirir
Hande Çiğdemoğlu
Ne güzel bir gecesin sen öyle!
Herkes masum, her şey sabaha çıkacakmış gibi…

Z eytinyağlı kereviz. Çok se-


verim, severdim. Severdik…
Bundan sonra hiçbir sof-
ramda yer almayacak. Diriliğine bu-
laşmış narenciye tadını damağımda
Ben okulu bitirdim, sonra yüksek
lisans, doktora. Sıradan insanların
en iyi seçeneği başarılı olmaktır.
Kendimce başarılı oldum sayılır. Kı-
sa zamanda akademik kadromu al-
sıkıştırmayacak, ayvanın bir meyve dım. İlk âşık olduğum adamla da ev-
olarak kereviz ve havuç arasındaki lendim. Nilay evleneceğimi öğrendi-
kibirli duruşuna şahitlik etmeyece- ğinde bana çok kızmıştı. Henüz er-
ğim. Hayatımın en zor ama en hızlı kekleri tanımadığımı, daha otuzuna
kararını verdiğim o gecenin cezasını bile gelmeden evlenmenin ahmaklık
zeytinyağlı kerevize kesmem komik. olduğunu, en azından birkaç sevgili
Hayatımdan çıkmasını umursamadı- daha gerektiğini söylemişti. Ona gö-
ğım şeylere karşı ne kadar zalimmi- re zaten sıkıcı bir hayatım vardı, bir
şim ve hayatımdan çıkmasını isteme- ondan beklediğim takdiri görmeyin- de evlenerek tüy dikecektim. Oysa
diğim kişiler için neler yapabiliyor- ce işimden pek bahsetmemeye baş- kapı hâlâ aralıktı. O kapıdan girmeli,
muşum. Şaşkınım… ladım. Zaten o, hangi konuyu seçer- onun yanına gitmeliydim. Henüz
O gün, çok uzaklardan gelecek mi- se sohbet öyle gelişirdi. Hep öyle gençken biraz yaşamalıydık. İlk bü-
safirim için hazırlanırken burnumun olmuştu. yük tartışmamızı o zaman yaptık sa-
direği kaç kere sızladı, gözlerim kaç Üniversitede aynı bölümü kazan- nırım. Evliliğin benim için doğru bir
kere doldu bilmem. Onu öyle özle- mıştık. Eğer ilk senenin sonunda karar olduğunu anlatmaya çalışsam
miştim ki… Çocukluğumun, ilk Amerika’ya gidip orada kalmasaydı, da ondan bir türlü destek alamadım.
gençliğimin hatta yaşadığım otuz ye- ilkokuldan bu yana tüm eğitimini Hakan’ı çok seviyordum. Yakışıklı
di senenin eşlikçisi. En iyi arkada- birlikte alan iki iktisatçı olarak haya- ve yetenekliydi. Konservatuarda
şım. Tam sekiz senedir görüşmemiş- tımıza devam edecektik. Aslında ha- doktora yapıyordu. Gerçi onun ka-
tik. Yani sımsıkı kucaklaşmamış, ba- yalimiz birlikte gitmekti. Daha doğ- fasında işiyle ilgili başka planlar var-
şımızı diğerinin omuzuna koymamış, rusu yolu o çizmiş, beni de buna or- dı, üniversite sadece bir basamaktı.
görünmez duyguları açık eden koku- tak etmişti. Sene sonunda WAT ile Ömrünün sonuna kadar bu köhne
larımızı duymamıştık. Yoksa yüz yü- Amerika’ya gidecek, yaz tatili bo- duvarlar arasında kalmayacaktı. Mü-
ze geliyorduk elbette. En az haftada yunca bir su parkında çalışacaktık. zik özgürlüğün kanatlarıydı. Kema-
bir görüntülü konuşuyor, sık sık me- O, yeni bir dünya keşfine hatta işin nının yayları da bir gün kanatlana-
sajlaşıyor, uzunca bir konu varsa eğlence kısmına hevesliydi ama ko- cak, onu bambaşka diyarlara taşıya-
mailleşiyorduk. Günlük iletişimimiz, nuşurken “Hem dilimizi geliştiririz caktı. İstediği her şeyi yapacağına
aradaki sekiz saatlik farktan dolayı hem para biriktiririz,” diyordu. Böy- emindim. Sonsuza kadar yanında
sekteliydi. Yine de birbirimizin ha- lece bana olan borcunu misliyle öde- olacağıma da…
yatıyla ilgili her türlü gelişmeden ha- yecekti. Çünkü gidiş için yeterli Ona kalsa hemen evlenmezdik,
berdardık. Buna tutmayan saç rengi- maddi olanağı yoktu. Ben ailemden belki de hiç evlenmezdik. Bir birlik-
mizden, tuhaf rüyalarımıza, yeni al- “önce okulunu bitir” vetosu yedim. teliğin devlet onayına ihtiyacı olma-
dığımız küpeden, ateşli geçen hafta Yine de sözümü tuttum, doğum dığını düşünüyordu. Ancak ailemin
sonunun makul ayrıntılarına kadar günlerimde altın bir takı almayı alış- baskısı bize başka yol bırakmamıştı.
hemen her şey dâhildi. Onca yılın kanlık hâline getirmiş anneannem “Benim için fark etmez,” demişti so-
alışkanlığını mesafeler değiştireme- sağ olsun. Elimdeki küpeleri, kolye- nunda. Ne parmağımızdaki yüzük,
mişti. Sadece işlerimizle, daha doğ- leri bizimkilere belli etmeden boz- ne değişen nüfus bilgileri, ne kapı-
rusu benim işimle ilgili fazla konuşa- durdum. İadesini düşünmeden elim- mızda yazan ortak soyadı önemli de-
mıyorduk. Söz gelimi modern dansa deki parayı ona verdim. Nilay’a… ğildi. Beni seviyordu ve birlikte ya-
pek merakım yoktu. Yine de onun En iyi arkadaşımdı. İnsan neyi var şamak istiyordu. Kalanı ayrıntıydı.
üzerinde çalıştığı koreografinin tüm neyi yok paylaşmazsa nasıl “en iyi Ha bir de sanatını üretmek için dü-
ayrıntılarını heyecanla dinleyebili- arkadaş” olabilirdi ki! O izin konu- zenli ve sakin bir yaşam lazımdı, bu-
yordum. Benim akademik hayatım sunda benden daha şanslıydı. Hayal nu da ancak benimle yapabilirdi.
ise ona sıkıcı geliyor ancak üniversi- meyal hatırladığı babası ve alkol ba- Ama çocuk falan istemeyecektim.
tedeki ayak oyunları ayyuka çıkar, ğımlısı annesi, ilk defa gözümüze Tasarladığı hayatta baba olmak yok-
çekişmeye dönüşürse bir radyo tiyat- şans olarak görünmüştü. Gidişi ve tu, bunu baştan kabul etmeliydim.
rosu dinler gibi iştahla dinliyordu. dönmeyişi benim dışımda kimsenin Ettim elbette. Her şeyin zamanı ge-
Doktora tezimi verdiğim gün bile umurunda olmadı. lirdi ne de olsa. Onu seviyordum.
|>
20

Ömrümün sonuna kadar yanında ka- saçları vardı. Buklelerini açarsak saçı- ler. Annesine ne kadar kızsa da henüz
labilir, içine pek giremesem de kema- nın beline geleceğine dair iddiaya gi- lisedeyken o da içmeye başlamıştı.
nıyla yaşadığı masalı izleyebilirdim. rerdik. Kumral saçlarının arasında sa- Yemekle çok arası yoktu ama meze
Evlilik için çabucak hazırlandık. rı, kahverengi renkler seçerdim. Tıpkı dedin mi gözleri parlardı. En çok rakı
Annemler biricik kızlarının mürüvve- gözlerinin içindeki yeşil, mavi, kah- severdi çünkü. Bir can eriğini ya da
tinin özensiz ve haddinden fazla sa- verengi, sarı benekleri seçtiğim gibi. bir paket sigarayı meze yaptığını bili-
deliğinden rahatsızdı. Israrcı davra- Burnu ise iri gözleri ve ince dudakları rim. Bu yüzden ona Arnavut ciğeri,
nırlarsa huysuz damatlarının işi boza- arasında kaybolurdu. Sahiden yemeyi dereotlu basmati, şakşuka, tarator,
cağından korktukları için seslerini çı- sevmezdi Nilay. Sıska ve solgun bir humus, sevdiği ne varsa yaptım. Ve
karmadılar. Anneannemin deyimiyle çocuktu. Bu yüzden annem onun zeytinyağlı kereviz. İlk defa bizim ev-
zemheri soğukların son gününde sa- beslenmesine en az benimki kadar de yemişti. Mutfaklarında köfte ve
de bir nikâhla evlendik. Hayatımın en özen gösterdi. İlikli kemik suları kay- makarna dışında pek bir şey pişmedi-
güzel günüydü. Üstelik bu yaptığımı nattığında, aldığı balık yağı, polen gi- ğinden yeni bir yemek gördüğünde
ne kadar saçma bulsa da Nilay sözü- bi şeyleri ikiye böldüğünde bunları telaşlanır, tatmaya cesaret edemezdi.
nü tutmuş, nikâh şahidim olmak için annesine verir, kızına yedirmesi için Ama annemin tatlı otoritesi karşısın-
ta Amerika’dan kalkıp gelmişti. Öyle tembihlerdi. Benim irileştiğimi, onun da çaresizdi. Ona ön ayak olmak için
mutluydum ki! Yanımda âşık oldu- aynı oranda büyümediğini görünce aram olmadığı hâlde seviyor gibi yap-
ğum adam, karşımda en iyi arkada- üzülürdü. Sık sık yemeğe çağırırdı mıştım. Annem öyle tembihlemese
şım. Tıpkı geçen gece, birlikte otur- Nilay’ı. Benim iştahım yerinde, onun de yapardım. Nilay sağlıklı olsun, Ni-
duğumuz o yemek masasındaki gibi. annesi de kızını göndermeye dünden lay mutlu olsun, Nilay hep benim en
hevesli olsa da annem beni bahane iyi arkadaşım olsun. Nilay o gün sof-
Nilay, nikâh için birkaç günlüğüne ederdi. “Gelsin ayol, bizimki Nilay rada yediğimiz yemeği çok sevdi, o
gelmişti. Bu yüzden onları bir araya olmadan yemem diye tutturuyor. sevince ben de sevdim. Annemden
getirme fırsatım olmadı. Hakan’ın ne Hem yerler hem derslerini yaparlar. adam akıllı öğrendiğim tek yemek sa-
kadar harika bir adam olduğunu, Sen de yat dinlen komşum.” Sonra yılabilir zeytinyağlı kereviz. Üniversi-
onunla evlenerek ne kadar doğru bir bize çaktırmadan baş parmağını ağzı- tede birlikte kaldığımız öğrenci evin-
karar verdiğimi ispat edememiştim. na götürür gibi yapar “Ama gözünü de bile yaptım.
Üzerinde durmadım. O da tıpkı be- seveyim biraz az şey yap. Gözlerinin Babam arkadaşlığımızdan pek mem-
nim ona yaptığım gibi benim anlat- altı hepten çöktü.” nun değildi. Özellikle lise zamanları-
tıklarımla yetinecek, bir karar verdiy- Zamanla Nilay’ın annesinin bu dün- mızda. “Bu kız bizimkine kötü örnek
sem mutlaka bildiğim bir şey olduğu- yada tutkun olduğu tek şeyi ben de oluyor” la başlayan ve annemin nok-
nu düşünecek, beni onaylayacaktı. öğrendim. Annem pek istemese de tasıyla biten tartışmalarına pek çok
En azından öyle ummuştum. Çünkü bazen bir şey almak için birlikte evle- kez şahit olmuştum. Hareketli ve ba-
en iyi arkadaşlık bunu gerektirirdi. rine giderdik. Kapıdan içeri girerken şına buyruktu Nilay. İçinde belki de
En iyi arkadaşlık neydi? Nilay neden yüzümüze duman ve ispirto karışımı sadece benim bildiğim o huzursuz
en iyi arkadaşımdı? Bunca yıl bunu bir koku çarpardı. Büfede, mutfakta girdaba kapılmamak için sürekli baş-
hiç düşünmeden yol aldım. Çünkü hatta annesinin yatak odasında bile ka bir şeyin peşinde koşardı. Bir sene
Nilay, kendimi bildim bileli vardı. Ki- şişeler vardı. Çeşit çeşit, renk renk şi- resimle ilgilenir, gece gündüz desen
mi yanımda, kimi karşımda ama hep şeler. Kanepede hep bir battaniye, çizer, boyaları kağıda akıtır, kalemle-
vardı. Onunla öyle çok şey paylaşmış- radyoda gece gündüz çalan şarkılar. rin ucunu tüketirdi. Diğer sene ens-
tım ki... Hayatlarımızın köşe başların- Aslında renkli bir evdi ama Nilay biz- trüman çalmaya heves eder, ondan
da birbirimizin varlığını hissetmeye de kalmayı severdi. Koca kız olması- da çabucak sıkılır bu kez kendi söyle-
alışkındık. Aslında birbirimize ben- na rağmen geceleri korkar, bazen uy- meye başlardı. Ama en çok dans et-
zemiyorduk. Karakterlerimiz, hayata kusunda “baba” diye sayıklardı. meyi severdi. İnce bedeni, müzikle
hatta arkadaşlığa bakış açılarımız bile Babası çok uzaklarda çalışıyormuş, birleştiğinde kendini de dünyayı da
çok farklıydı. Çocukken değil şimdi- onu hiç görmedik. Çok sonraları ka- unuturdu. Üniversiteye başladığımız
lerde tanışsak arkadaş olur muyduk fayı çektiği bir gün ağlayarak anlat- sene, ilk işi fakültenin dans kulübüne
bilmem. mıştı. İkisine de şaşırmıştım. Nilay katılmak olmuştu. Zaten Amerika’da
Annesiyle birlikte bizim apartmana ne sarhoş olur ne ağlardı ama o gün da kalmasına ön ayak olan şey, orada
taşındıkları zamanı hatırlıyorum. He- öyle denk gelmiş olmalı. Bizim apart- içine girdiği topluluktu. Hatta bir
nüz okula gitmiyordum. Bir kardeşim mana taşınmadan hemen bir gece ön- dans okuluna kaydolmak için iki iş
yoktu, apartmanda da başka çocuk. ce, babası eşyalarını bir valize sığdır- yaptığını biliyorum. Onunla nasıl gu-
Oyuncak bebeklerimden sonra ilk mış. Annesi uyuyormuş o sıra. Gel- rur duymuştum. Belki de hayatında
defa bir arkadaşım olacaktı. Çabucak miş usulca kızını öpmüş. “Güzel kı- ilk kez bir şey için bu kadar çabalamış
kaynaştık. Annesinin bazı rahatsızlık- zım” demiş. “Merak etme gelece- ve diğer her şey gibi çabucak sıkılma-
ları vardı. Tam bilmiyordum o za- ğim.” Ama yanağına düşen damladan mıştı.
manlar. Kapıya gelir “Müşerref Ha- -belki bunu o uyduruyordu- babası-
nımcığım, benim migren tuttu gene. nın bir daha dönmeyeceğini anlamış. İşte o akşam yanımda hayat arkada-
Müsaitsen Nilay size gelebilir mi? Bir Ona hiç kızmamış. Haklıymış aslın- şım, karşımda en iyi arkadaşım keyif-
şey de yediremedim, belki senin kızla da, annesi gibi bir fecaate çok bile da- le oturduk masaya. Çok mutluydum.
birlikte yer,” diye kızı içeri ittirirdi. yanmış. Sadece merak ediyormuş. Biraz da tedirgin. Evleneceğim za-
Sonraları Nilay kendi gelmeye başla- “Ya çok mutlu bir hayatı oldu bizden manki tartışmamız, nikâhtan sonra
dı. Elinde, içinde birkaç oyuncak ve sonra ya da bir yerlerde ölüp kaldı. bir daha hiç açılmamıştı. Kimi zaman
bir takım da pijama olan bir poşet. Yoksa mutlaka gelirdi. Geleceğim de- usulen “Kocacığın nasıl gelin ha-
Poşeti görünce sevinirdim. Yaşasın, mişti.” nım?” der, sıradan yanıtlarımı geçişti-
Nilay bizde kalacak! Nilay’ın en sevdiği yemekleri hazır- rip sıkça değiştirdiği sevgililerini an-
Arkadaşım öyle güzeldi ki... Oyun- lamıştım o akşam için. Oralarda bula- latmaya koyulurdu. Ona göre hayatım
cak bebeklerimden bile güzel. Benim madığı, kendisinin de yapmaya üşen- sıradan ve renksizdi.
aksime bembeyaz bir teni, kıvırcık diği yemekler. Daha doğrusu meze- Hakan ise Nilay hakkında daha çok
|>
21
şey biliyordu. Özellikle genç yaşta benim pek dâhil olamadığım koyu bir ğım kokuyu o an duysaydım, ayakta
kurduğu bu hayatı cesur buluyor, ba- sohbet vardı. İkisi de sanatçıydı. İki- da duramazdım sanırım. Çünkü bu
zen de imrendiğini itiraf ediyordu. sinin de ruhunda çalkantılar vardı, kokuyu da tanıyordum. Âşık oldu-
Hatta bir defasında “Biz de gidelim, ikisi de her yeni günün bir yenilik ge- ğum ve sekiz senedir aynı yastığa baş
daha yolun başındayız,” demişti. El- tirmesi gerektiğine inanıyordu. Hele koyduğum adamdan yükselen, önce-
bette onaylamamıştım. Kurulu bir şimdiye kadar yaptıklarından ve ha- leri nefes gibi ciğerlerime doldurdu-
düzenimiz, üstünü bir kalemde çize- yallerinden bahsetmeye başlayınca, ğum, sonraları gittikçe nadirleşen o
meyeceğimiz emeklerimiz vardı. O sanki sadece birbirlerinin sığdığı bir koku. Bir çam ormanındaki gece ko-
akşam kendi özlemimi gidermeyi bir fanusa girdiler. Biraz sıkılmıştım ama kusu.
kenara koyup onları kaynaştırmak is- Nilay’ın olduğu yerlerde manzarayı Uzun uzun Nilay’a baktım. Çocuk-
tiyordum. Böylece Nilay’la aramızda dışarıdan izlemeye alışkındım. Bu luğumuza, geçmişimize, en iyi arka-
adı konulmamış bu buz dağı eriye- evin, bu sofranın benim alanım ol- daşlığımıza… Tabağımdaki son lok-
cekti. ması bunu değiştirmiyordu. madan paketteki son sigaraya, en sev-
Daha sofraya yerleşmeden tedirgin- Hakan, insanların içinde kemanını diğim bebekten en iyi yazan kalemi-
liğim tümüyle kaybolmuş aksine içimi eline almazdı. O, onun için özel bir me, sahip olduğum tek inci kolyeden
coşkun bir sevinç kaplamıştı. Çünkü yol arkadaşıydı. Bestelerini kendine ilk maaşımla aldığım o parfüme kadar
Hakan ve Nilay sanki yıllardır tanışan saklar, çok ısrar edersem bazen kısa ona verdiğim, onunla paylaştığım
iki arkadaş gibi ahenkliydi. Masamız bölümler çalardı. Ondan müzik iste- şeylere baktım. Küçük, büyük, an-
gittikçe şenleniyor, kadehlerin biri yen çok samimi dostlarına hatta aile- lamlı, anlamsız onlarca, yüzlerce, bin-
doluyor biri boşalıyordu. Çocukluk sine bile “Bir yazara haydi al eline ka- lerce şey. Hatta annemin sevgisi, ba-
anılarımız, ilk gençlik maceralarımız lemi bir şeyler yaz denmiyorsa bana bamın güveni, yatağım, odam, evim,
kahkahalarla havada uçuşuyordu. Ta- da kemanınla bir şeyler çal denilme- hayatım. Hayatım…
bii ki Nilay’ın o şıkırtılı sesi ve can- sin. Çok isteyen konserlerimize gele-
landırmalarıyla. Ben alışkındım ama bilir” derdi. Sanırım bu konuda ilk Hakan’ın konseri bitmiş, masaya
Hakan, Nilay’ın ağzına bir şeyler atıp, kez birini kırmayacaktı. dönmüştü. “Hayatım neden kapıda
“Şunu hatırlıyor musun?” la başlayan Nilay, Hakan’ın bu hassasiyetinden duruyorsun? Gelsene,” dedi. “Ha ge-
anlatımını hayranlıkla izliyordu. Ha- habersiz gülümseyerek teşekkür et- lirken buz da getirir misin?” Gülüm-
kan’ın donuk hatta kibirli duruşun- miş, gecenin sonunda ona bir kaç seyerek onayladım. Bir süre sonra
dan eser kalmamıştı. Zaten öyle gü- dans figürü öğreteceğine söz vermiş- kalbimde cayır cayır yanan bir kor ve
zeldi ki Nilay. Ağzından tek bir keli- ti. Bense şaşkındım. Çünkü uzun za- elimdeki buz tabağıyla masaya dön-
me çıkmasa da karşısına geçip saat- mandır uğraştığı bestesinin tamamını düm. Koyu ve eğlenceli bir sohbetin
lerce izlenebilirdi. Saçları güneş renk- ilk kez çalıyordu Hakan. Gözlerini içindeydiler. Yüzleri, gözleri, kalpleri
leriyle parlamış, bukleleri mavi, pem- kapamış, başını bir sevgilinin omuzu- ışıl ışıl parlıyordu. Hayat arkadaşım
be renklerle canlanmıştı. Yıllar yüzü- na dayar gibi kemanına dayamıştı. ve en iyi arkadaşım! Arkadaşlık…
nün güzelliğini yerli yerine yerleştir- Her yay çekişi sanki onu dünyadan Demek bu suda herkes kendi elbise-
mişti. Gözleri artık sanki daha yeşil, daha da koparıyordu, sadece ara sıra siyle yıkanıyordu. Kimileri için ise el-
yanakları daha pembeydi. Ben ne ka- gözlerini açıp Nilay’ın pırıltılı yüzüne bise üzerinden çıkarılabilir hatta de-
dar sevmesem de kalkık kaşlarının bi- bakıyordu. Onu konserlerinde bile ğiştirilebilirdi.
rinde parlayan taş ve burnunun kena- böyle görmemiştim. Nilay ise keyifle Bazen ihtimal ile yaşanmışlık, kalp
rındaki hızma ona çok yakışmıştı. ezgileri dinliyordu. Sona bıraktığı -en sözlüğünde aynı anlama gelir. Tüm
Hâlâ incecikti. Askılı rengarenk otan- sevdiği yiyeceklere böyle yapardı- hücrelerimde hissediyordum ki nehir
tik elbisesinin üstüne salaş bir hırka zeytinyağlı kerevizden ağzına aldığı ormana akacak, orman yeşil gecesin-
giymiş; boynuna, bileklerine ipli, lokmaları yavaşça çeviriyor, yutku- de onu saklayacaktı. Buna engel ola-
boncuklu bir sürü şey dolamıştı. Bir nurken gözlerini kapatıyordu. İçim- mazdım. Olmazdım da. Hakan’ın ya-
hippi gibi giyinip Sindirella kadar gü- den “Beğendin mi Nilaycım?” demek nağına bir öpücük kondurup Nilay’ın
zel olmak. İşte bu sadece Nilay’ın ya- geldi ama ne müziği bölmek ne de yanına oturdum. Başımı çıplak om-
pacağı bir şeydi. Gerçi Hakan da her masaya tekrar oturmak için Hakan’ın zuna dayadım. Hakan gözümden çe-
zamankinden yakışıklıydı sanki. Sıkça önünden geçmek istedim. Elimde ye- neme süzülen gözyaşını fark etmedi,
giydiği boğazlı krem rengi kazağı ve nilediğim servis tabaklarıyla salon ka- aynı yaş Nilay’ın ateş tenine düşüp
hâkî pantolonu bu akşam ona daha pısının önünde kala kalmıştım. buharlaştı. Hakan başka bir kitabın
da yakışmıştı. Belki de neşe insanı Hayat arkadaşımın hazine sandığın- hikâyesiydi, o anlık rafa kaldırdım.
güzelleştiriyordu. dan çıkardığı bestesini dinlerken, en Şimdi elimde daha eski, daha tutkun
Ben? Ben nasıl görünüyordum bil- iyi arkadaşımın ona yaptığım yemeği bir kitap vardı. En iyi arkadaşım! En
mem. Mutfak telaşı uzun sürmüştü, keyifle yemesini izliyordum. Huzur- iyi arkadaşını kaybetmek, geçmişini
dilediğim gibi hazırlanamamıştım. luydum. Ta ki Nilay’ın boynundaki et kaybetmekti. Onu kaybedecek miy-
Son zamanlarda belirgin bir hâl alan beniyle oynamaya başladığını görene dim? Bunu bilmiyordum ama “olacak
göbeğimi kapatan uzun siyah kazak, kadar. En yakın arkadaşlık ne entere- bitecek”, “olan biten” hâline gelme-
bol bir kot pantolonu ve diplerinden san şeydi. Birlikte ne kadar çok şey den ve bu herkesin sırtında bir yük
çıkan beyazları gizlemek için taktığım yaşadıysan o kadar çok tanıyordun olmadan bir şey yapmalıydım.
saç bantıyla, onların neşelerini izleye- birbirini. Ben de Nilay’ı tanırdım. O akşam hayatımın en hızlı kararını
rek dinginleşen bir anne gibiydim. Boynundakinle ancak içindeki o kızıl verdim. Nehir, ormana yürümeden
Nilay’ı hiç bu kadar iştahlı, Hakan’ı nehir çağlamaya başladığında oynar- ben ormandan çıkacaktım ve bundan
dolaylı da olsa benimle ilgili bir konu dı. Önüne geçemediği ve geçmeyece- sonra bir daha asla zeytinyağlı kere-
karşısında bu kadar ilgili hiç görme- ği o nehir. Şimdiye kadar aksi yaşan- viz yemeyecektim.
miştim. Mutluydum. mamıştı. Elimdeki tabaklar şiddetli
Ben sıkça masadan kalkıyor, sofrada bir depremle sarsıldı. Başımın üstün-
eksilen şeyleri tamamlıyordum. Bi- deki mutluluk haresi ise o dakika en-
zim anılar sonunda bitmişti. Şimdi kaz altında kalmıştı zaten. Birazdan
ikisinin arasında daha anlamlı ama Hakan’ın yanından geçerken duyaca-
22

Müjganlar Bilir
Vildan Külahlı Tanış

“S ana geliyorum, akşama doğru


orada olurum,” dedim. Hayır-
dır nereden çıktı bu yolculuk,
senin haftaya oyunun yok mu, demedi.
Aramızda gidip gelen birkaç saniyelik ses-
bana iyi gelecek. Sussak, hiç konuşmasak
da iyi gelecek. Müjgan insana iyi gelir.
Müjganlar insana iyi gelir. Arabayı evin
önüne doğru yanaştırdım. Verandadan
başını uzattı hemen. Saçlarını tepeden ge-
sizliği taşkın sesi böldü. “Yaşa be, akşama lişi güzel toplamış. Kendine iki beden bü-
masayı hazırlıyorum o zaman.” yük tiril tiril bir etek üzerinde. Dağınıklık
Müjgan’ı aradığımda yolu çoktan yarıla- bu kızın ruhuna işlemiş. “Ayy, nihayet,”
mıştım. Sırt çantama bir iki parça eşya at- dedi çığlık çığlığa.
mış, sabaha karşı çıkmıştım evden. Müsait Öyle sıkı sıkı sarılmadık birbirimize. Dün
olup olmadığını sorma ihtiyacı hissetme- görüşmüşüz gibi, sonraki günler hep görü-
dim. Onunla aylarca birbirimizi arayıp şecekmişiz gibi, ben sokağın başında otu-
sormadığımız olurdu. Onun işi gücü, top- ruyormuşum gibi sarıldık. Vedalaşırken de
lantıları, benim provalarım, sahne… Gel böyle olurdu. Yarın görüşecek gibi, sabaha
gör ki ne zaman bir cenderenin içine itil- kahvaltıda buluşacak gibi, araya aylar, kilo-
sem, kendimi Müjgan’ın bekâr evinin yay- gibi memelerinden girecek, bir halta ben- metreler girmeyecek gibi.
ları esnemiş salon kanepesinde, temiz çar- zemeyen saçlarından çıkacaktı. “Renge “Geç hadi,” dedi. Aralık pencereden arka
şafların üzerinde bulurdum. Bir pelte gibi bak. Bok sarısı.” koltuktaki sırt çantama uzandı. Koltuğun
yığılan bedenimin sabaha dipdiri uyanma- Direksiyona tekrar geçmeden camları üzerine yayılmış iki koca kanada takıldı gö-
sı beni dönüp dolaştırıp onun yanına geti- köpükleyip silen gençten çocuğa bir yir- zü. Bir şey sormadı. Bunlar da ne, demedi.
rirdi. Bu kez de öyle olacaktı. milik uzattım. “Sağ ol abla, iyi yolculuk- Demez. Soracağı vakti bilir.
Yola çıktığımdan beri aynı CD bilmem lar.” Bu yolculuk bana iyi gelecek. Gelecek “Bu kadar mı eşyan?” dedi.
kaçıncı kez başa sarıyordu. Sıradaki şarkı- tabii. Başımı, araladığım cama yanaştır- “Bu kadar. Temelli gelmedik ya.”
ya eşlik etmeye çalıştım. Sigaramdan bir dım. Derin bir nefes aldım. “Şu iki koca “Ahh, nerde o günler… Ama o da olacak
nefes çektim, aralık camdan dışarı üfle- ciğerini iyi kullanmadığından oluyor bun- biliyorum.”
dim. Nakarata gelince direksiyona vura lar, nefesini yeteri kadar kontrol edemi- İçeri geçtim. Defne sabunun kokusu da-
vura tempo tutmaya çalıştım. Yapama- yorsun Yıldız.” Derin bir nefes daha. Ci- ha içeri girmeden ılık ılık süzüldü burnuma
dım. Ritim kayboldu. Şarkı avuçlarımın ğerlerimin birer balona dönüştüğünü ha- Evin bu kendine has kokusunu sevimli fa-
içinden kayıp gitti. İçimdeki ses şarkıyı yal ettim. Hayal etmek güzel. İki kırmızı kat beceriksiz balonlarıma doldurdum. Eli-
çoktan bünyesine kattı. balon gibi düşündüm onları. Sevimlilerdi. mi yüzümü yıkamak için banyoya ilerledim.
Ey göklerin tanrısı İkaros. İşte buradayım. Se- İnsanın ciğerleri pekâlâ sevimli olabilir “Temiz havlu bıraktım oraya canım,” diye
nin labirentinde. Sırtımda bal mumundan ka- sevgili Şebnem Hocam. Dikiz aynasından seslendi arkamdan. “Aman aman ne bu in-
natlarım. Gökyüzünü arşınlayacağım. Alabildi- kaşlarımı yokladım sonra. Bu benzetme celikler.” “Eee, artık böyle şekerim.”
ğine uzak diyarlara yolculuğum. işini sevmiştim. Parmağımı dilimle ıslatıp Bu ev, bu koku, bu başka yerde olma his-
Kulaklarımda çınlayıp duran sesi fırlatıp dağılan kaşlarımı düzelttim. Artık onlar si, geceye serilecek temiz çarşaflar. Ellerimi
atabilecekmişim gibi başımı iki yana salla- sevimli iki kara balık. Behrengi balığı. Son- olabildiğince yavaş yıkadım. Zamanı o ana
dım. Olmadı. Sesi kulaklarımdan, İkaros’u ra alnımın tam ortasında bir köpek balığı sabitliyor ya da en azından böyle yavaşlata-
zihnimden atamadığım gibi bir de Şeb- belirdi. Küçük kara balıkları hızlıca yakala- biliyormuşum gibi ağır ağır hareket ettir-
nem Hoca’nın karaltısı vardı her yerde. dı, dişlerinin arasında parçalayıp yuttu. Bir dim parmaklarımı. Sabun bir iki kez elim-
Kadın karabasan gibi çökmüştü tepeme tek Şebnem Hoca kaldı geriye. Çatallı sesi den kayıp gitmeye çalıştı. Yakaladım. Ka-
günlerdir. Karşımda, sağımda, solumda, arabanın camlarına çarpa çarpa gelip beni çan bir fırsatı son anda yakalamışım gibi
yan koltukta, kıvrıldığım kanepede, aya- buldu. buruk bir gülümseme yerleşti yüzüme. Bu
kucumda. Başımı nereye çevirsem kar- Olmuyor Yıldız. Seni rolden almak zorunda- yarım yamalak gülüşü kaybetmeden içeri
şımda bir çift göz olmuştu. Devirdikçe yım. Rolden almak zorundayım seni. Zorunda- geçtim. Verandadaki koltuğa yerleşip
devirdiği, pörtlettikçe pörtlettiği. Role gi- yım. Rolden. Beni rolden. Evet seni. Ama aylar- ayaklarımı önümdeki küçük tabureye
relimler, rolde kalalımlar, oynamayalım dır. Hazırlıklar. Demek bazen olur böyle şeyler. uzattım.
yaşayalımlar. Ne yapsam suç, ne söylesem Olur. Peki onca prova. Kesin diyorsunuz yani. “Kaskatı oldu bacaklarım, Allah’tan oto-
bir olmuyorculuk edası. Zıkkımın kökü. Böyle şak diye. Şak. Tabii ya şak. Neden peki? matik vitese geçmişim, yoksa hiç çekilmez
Yakıt ibresi dibi boylayınca ilk benzinlik- Yani böyle apar topar. Ne demek öyle gerekti? bunca yol.”
te mola verdim. Arabadan indim. Sırtımı Öyle ne? Öyle evet. Öyle. Üzgünsünüz. Çok üz- Kaşlarını çattı, elindeki bıçağı bana doğ-
cama dayadım. Bu sefer kaçıncı kadehte gün. Ama. Ama almak. Almak zorundayım. ru salladı. “Çekilmez öyle mi?”
dökülmeye başlayacaktım? Üç, beş. Belki Aldım. Masayı işaret ettim gözlerimle. “Bak bu-
o kadar bile sürmez. Şebnem Hoca yaptı Aldı. nun için gelinir ama. Neler hazırlamışsın
yapacağını, diyecektim. Çat. Bir sigara. Telefonun sesiyle irkildim. Alo, deme- yine, abartmakta üstüne yok.”
Müjgan da yakacaktı, durur mu? Dumanı den Müjgan’ın sesi doldurdu arabanın içi- “Eee, gece uzun.”
üfleyip. Olan biteni dinlerken “Hâlâ hoca ni. Gün geceye iyiden iyiye emanet etti ken-
deyip durma şu kadına,” diye azarlayacak- “Nerdesin be kızım, saat kaç oldu?” dini. Hava hafiften serinlemeye başladı.
tı beni. Sigara dudaklarının arasında bir Sırtlarımıza ince birer örtü sarındık. Müj-
aşağı bir yukarı harekete geçti mi tamam. *** gan doldurduğu kadehten büyük bir yu-
En tumturaklı küfürleri birbiri ardına ek- Müjgan’ın evinin olduğu sokağa gelince dum aldı. Açılış ondan. Bir büyük yudum
leyecekti. “Yaklaştır bakayım şunun fo- sekiz saatlik yol tepip neyi geride bırakma- da ben. İçimizi dökme saati geldi demek.
toğrafını. Göt ağızlı karı ne olacak.” Tahta ya çalıştığımı düşündüm. Olsun, Müjgan Tabağıma ortadaki oval kâseden biraz ta-
|>
23
rator koydum. Kaşığı masaya bıraktığımda Kalan taratoru tabağına aldı. Bakıştık. rükledi ayaklarım beni.
tiz bir ses çıktı. Çınn. Başlama sesini duy- “Boşluğumdan faydalanıp kaptın son ka- Evden çıkmadan Müjgan’a bir not yaz-
dunuz. şığı, fark etmedim sanma,” dedim. Kadehi- dım, anahtarlığın yanına iliştirdim. Akşama
Kitabın orta yerinden daldım mevzuya. mi kaldırdım. biraz işim var, beni merak etme. Öptüm.
Bazı mevzular bunu gerektirir. “Bu arada, ben de bu dünyanın ta içine Müjgan’ı erken vakit işe yolladığım sa-
“O iki kanadı geceler boyu omuzlarımda sıçayım.” bahlar kasabanın havasını solumak iyi gelir
hayal ettim ben Müjgan. Her provadan diye bazen arkasından ben de çıkardım.
sonra uykumda sabahlara kadar uçtum. *** Nereye gittiğimi bilmezdim çoğu zaman.
Her uçuşumda daha da yükseldim. Kanat- Geldiğimden beri her gün tam öğle saa- Bir yere varmak gibi de bir niyetim yoktu
larımın altına gizlediğim kabuğumu gör- tinde yeni bir fikirle arıyordu Müjgan. zaten. Tersine kaybolmak, yürüdükçe da-
düm oralarda. Bu sefer oldu, dedim. Bu “Bu sefer başka kızım,” diyordu telefon- ğılmak, dağıldıkça dönüp dolaşıp evin yo-
sefer kırdım şeytanın bacağını. Kıyı, köşe da, “tam senin kalemin bak bu çocuk. Hem lunu boylamak. Ojeler mutlaka çantaya.
rollerden kurtardım kendimi. Rol benimdi, sana nasıl iyi gelecek.” Pamuğa aseton. Yeni renk. Olmadı. Sil baş-
İkaros bendim. Dünyayı kuşbakışı seyret- Kafam dağılsın diye buluşma ayarlamış tan. Pamuğa aseton. Yeni renk. Gün so-
me sırası bendeydi.” arkadaşlarıyla o akşam. Geldiğim günden nunda tırnaklarımda hep siyahlar.
“Dur bi’ dakika dur, baştan anlat şunu.” beri ensemde. “Bildiğim güzel bir koy var Böyle koşar adım nereye gidiyorsun?
Bir şey olduğunu biliyordu, bir şeylerin gidelim, akşama biraz caz bara kaçalım, sa- Böyle koşar adım nereye gidiyorum?
ters gittiğini. Yoksa böyle bir zamanda ne bah şurada kahvaltı yapalım.” Bense gün- Şşştttt…
işim vardı burada. O gelecekti beni izleme- lerdir Müjgan evden gider gitmez ojelerimi Saatin sekiz olmasına çok az var.
ye. Onca yolu bu külüstürle senden başkası tazelemeye başlıyordum. Komodininin
için çekmezdim, diyecekti. Söylenmek ru- üzerindeki renklerden her gün birini sürü- ***
hunda var. Haftalar öncesinden ayarlamış- yor, aynı hızla siliyordum. Sürüyor. Siliyor. Evden çıkarken günlerdir arabanın arka
tık her şeyi. Patronu kandırmak kolay ol- Sürüyor. Siliyordum. Yaşananların üzerin- koltuğunda duran iki koca kanada uzun
madı, demişti mesajında. Sonuna göz kır- den geçiyordum tek tek, yaşananların üstü- uzun bakmıştım. Toz içinde kalmışlardı.
pan bir emoji. “Ne fenasın,” diye yazmış- nü kapatıyordum. Müjgan zırr zırr durma- Eee, onca yol. Badire. Onca Şebnem. Ko-
tım. İlk başrolümdü, büyük gündü. Vay be. dan arıyordu. Belleğim olmuş tırnaklarıma lay değil. Burada olmayı mı hak ediyorlar-
Yıkılsın sahne, kopsun alkışlar. Daha ne bakarken yakalıyordu beni. Alttaki rengi dı? Düş öyle demiyordu. Eğildim. Bir ucu
isterim? Ellerinde koca buketleriyle kulise bir türlü kapatamayan şu kırmızıya bileni- yerde bir ucu gökte duran kanatları topar-
akın eden arkadaşlarım. Sırtımda kanatla- yordum o sıra ben. Pis kırmızı. Bazı ger- ladım. Toz zerrecikleri sağa sola yayılırken
rım, makyajdan ağırlaşmış yüzüm. O yüzde çeklerin üstü kapatılmaz, tamam anladık. zihnim sabahları geçtiğim sokakları tarı-
aylak bir gülümseme. Kalabalıkta kulağına “Kim bu çocuk? Bir çeşit ağrı kesici falan yordu bir yandan. O sokakta yok, orada hiç
eğilip “Nasıldım,” diye sorabileceğim tek ki- mı?” Gitmezsem kıyametleri koparırmış. yok, sahil yolunda varsa da ben görmedim.
şi Müjgan. Serde burnu yere düşürmek yok. Yüzüme bakmazmış bir daha. Gitmedim Pasajın girişindeki o tabela. Tabii ya.
“Ehh, idare eder.” Hınzır bir gülümseme. tabii. Hele o gün hiç gidemezdim. Uyandı- Keskin Makas Terzihanesi’nin önüne
Müjgan haylaz bir çocuk. ğımdan beri telefonun ışıl ışıl ekranında içi- geldiğimde derin bir nefes aldım. Demir
Bardağını tazeledi. İki buz da o koydu. Ya- mi parça parça eden, yüreğime ağırlıklar kapıyı aralayınca süs niyetine kısalı uzunlu
vaş yavaş erimelerini izledik bir müddet. çöktüren tarihe gözlerim takılı kalıyordu. iplere geçirilen düğmeler şıkırdamaya baş-
“Bir terslik olduğunu anlamıştım tabii,” de- Bugün büyük gün. Bugün başrolün bana ladı. Ütü vurulmuş sıcak kumaştan çıkan
di. Sustu. Lafı bana bıraktı. verilmediği oyunun perdeleri açılıyor. Duy- buharın kokusuyla kaplıydı içerisi. Radyo-
Sabahlara kadar anlatmak istiyordum. An- duk duymadık demeyin. Saat tam sekizde. da cızırtılı, alaturka bir şarkı. Terzi tıpkı şar-
latayım ve Müjgan bir şey söylesin. Bir şey Ve perde. kının ritmi gibi ağır çekimde başını maki-
söylesin ve bu ruhumu kemiren, beni bura- O gün nasıl akşamı edecektim, bilmiyor- nesinden kaldırdı. Üstü başı iplik içinde.
ya getiren kederi mi, kaderi mi burada bıra- dum. Ojeyle olacak iş değil. Biraz kahvaltı “Hoş geldiniz, buyurun.”
kıp gidebileyimdi. İçimde hiç susmayan, so- masasında oyalansam, öğlen üzeri caddede Kanatlar. Kanatlarım. Ellerimde iki koca
ludukça büyüyen, bastırdıkça hortlayan sesi yürüyüş, yorulsam, çok kafa yormayaca- yelken.
şu dağlara, denize bırakıp gidebileyim. Bir ğım türden bir iki bölüm dizi, romanıma “Kolay gelsin,” dedim. Yırtılan yeri işaret
şey söyle Allah aşkına Müjgan, bir şey söyle, kıvırdığım yerden devam etsem, zaten ak- ettim. “Ne dersiniz, hallolur mu?”
diyebileyim. şama ne kaldı, yatmadan önce ılık süt, ılık “Ayıpsın abla.”
Diyemedim. duş, dişlerimi fırçalarken biraz daha bakın- Göz ucuyla saatime baktım. Saatin sekiz
Sustum. sam aynaya. Bugünü sağ salim atlatsam. olmasına çok az var. “Yalnız işim biraz ace-
Susamadım. Allah’ım ben bugünü bir atlatsam. le de.”
“Rolden almış beni. Verdiği rolü görsen. Tırnaklarıma bir müddet daha baktım. “Vaktiniz varsa bekleyin, bi’ on dakikaya
Geç şurada oyna der gibi. Bık bıkmışım, zık Bir iki renk daha denedim. Sürdüm. Sildim. biter.”
zıkmışım. Yok şöyle yok böyle. Geçeceksin Siyahta karar kıldım. Ne isabetli bir tercih. Adamın işaret ettiği partal sandalyeye
o ayakları. Olmuyormuş, yapamıyormu- Oyun için bu detayları bile düşünmüştüm. yerleştim. Masanın üzerindeki ucu sivriltil-
şum. Daha ciğerlerimi bile yeterince iyi Siyah sürerim. Siyah iyidir. Hem kanatları- miş sabuna, kim bilir kaç yıllık makasa, yer-
kullanamıyormuşum.” ma da uyar. Ojeydi, sert bir kahveydi, cam- lere saçılmış renk renk ipliklere baktım. Di-
Müjgan araya giriyor. “Kurban olsun be dan dışarı bakmaktı, çöpün yanındaki kedi- kiş makinesinin tıkırtıları arasında raflarda-
senin ciğerlerine.” Kadehin dibine asılıyor. lere kulak kesilmekti, diziydi, romandı, si- ki kumaş toplarına dalıp gittim. Birini hı-
Kadehin dibine asılıyorum. “Ben başladı- garaydı derken zaman geçmek bilmiyordu. şımla çekip çıkardım. Mor size çok yakışır
ğım an, karşıdakine trak geliyormuş. Duy Çivilenip kalmıştı sanki. Böyle olmaz de- Şebnem Hocam. Yoo, hayır sadece Şeb-
da inan bahanelerine. Bilmiyoruz sanki be- dim, öğle vakti vurdum kafayı yattım. nem. Geçin şöyle, önce boyunuzun ölçü-
nim yerime kimi role getireceğini? Bukale- Düş bana kanatlarımı taktı. Düş beni alıp sünü alalım. Ağzımdaki toplu iğneyi Şeb-
mun Şebnem seni. Adamına göre Şeb- götürdü. Düş beni süzülen bir yaprak gibi nem’in etine batırıp batırıp çıkardım. Canı-
nem.” bir başka düşün ortasına bıraktı. nız mı yanıyor, hay aksi. Masanın üzerinde-
Durdu. Kadehin boş olduğunu kaldırdık- Uyanmalı. Belki de daha çok uyumalı. ki keskin makasa hışımla sarıldım. Kestim
tan sonra anladı. Uyudum. Uyandım. Uyudum. Uyandım. biçtim Şebnem’i. Teyelledim, diktim. Bir
“Ben bu dünyanın ta içine sıçayım Yıl- Uyandım ve tekrar uyumadım. de sıcak ütü. Cossss…. Bastım üzerine. İle-
dız.” Düşün beni götürdüğü yere doğru sü- ri geri, ileri geri. Yükselen buhardan göz
|>
24
gözü görmez oldu. Dümdüz ettim Şeb- Senin labirentinde. Sırtımda bal mumundan ka- bizi İkaros. Kör bir düğüm atacaklar sözlerine.
nem’i. Jilet. natlarım. Gökyüzünü arşınlayacağım. Alabildi- Çözülmesin. Kanatlarımıza bakacaklar. Yakla-
Terzi mezurasını boynundan sıyırıp ma- ğine uzak diyarlara yolculuğum. şırsan, diyecekler. Hep bir ağızdan. Aman ha…
saya bıraktı. Çekmeceden çıkardığı poşetin Kafesine razı olan bir kuş olamadım ey göklerin Sesler yükselip alçalacak. İşte sular üstünde bal
ağzını, iki dudağının arasından sızan ince- tanrısı. Gözetleme kulesinden bizi seyredenlerin mumundan bir tüy. Biz söylemiştik. Biz söylemiş-
cik havayla araladı. iki gayya kuyusu gibi delici bakışlardan kaçıyo- tik. Hep böyle söylemezler mi? Ve sırf bunu söy-
“İşte bitti, güle güle kullanın.” rum. (Amfinin merdivenlerinde oturan seyircilere leyebilmek için tünemezler mi başımıza? Duyma-
Ben de bitirdim Şebnem’in işini. Nasıl bir doğru hızla yaklaşıp uzaklaştım) Bizden avlan- dığımızı düşünürler. Oysa biz İkaros. O kadar
serinlik kapladı içimi. Kapıda asılı düğme- mamızı istemişlerdi oysa. Bir tüfeğin kabzasını uzakta değiliz. Biz yanı başlarında, biz bir adım
lerin şıkırtısı eşliğinde dükkândan ayrıldım. hoyrat parmaklarıyla kavradılar. Gökyüzüne ötelerinde, biz onlardan biri. Biz uçamaz sandık-
Gözüm bir elimdeki pakete bir bileğimde- sığındık ve güneşe. Başımızın üzerine çektik iki ları. Şimdi daha cesur. Yoo, arsızlık değil bu. Taş-
ki incecik saate kayıyordu. Saatin sekiz ol- koca yelkenimizi. (Kanatlarımla başımı kapat- kın bir cesaret değil. Doymazlık değil. Kendini
masına çok az var. Rutubet kokulu pasaj- tım) Biz kaçmayı bilmeyiz İkaros. Elbet dökülür bilmezlik hiç değil.
dan caddeye çıktım. Sıra sıra dükkanları tüylerimiz. Biri süzülür. Masmavi bir denizin or- Uç. Eyy İkaros. Göklere uç. Düş. Eyy İkaros.
geçtim, ara sokakları, kalabalık caddeleri. tasına konar. Bizi düştü sanırlar. Bizi çakıldı. Denizlere düş. Sulara sarıl.
Saatin sekiz olmasına çok az var. Bizi yerle yeksan. (Çöktüğüm yerden hızla kalk- Şimdi biz düşerim korkusuyla daha yükseğe uç-
Kaybolmaya çalıştığım sabahların birinde tım) Şimdi biz zeytin dallarını gagamıza çiçek maktan vaz mı geçeceğiz? Dünyayı hiç kuşbakışı
başımı öylesine kaldırdığımda gördüğüm, yapmaktan vaz mı geçeceğiz? Kanatlarımızdan ve görmemişlere ne anlatılır? (Kanatlarımı iki yana
sonraki gidişlerimde yıkık dökük basamak- de aydan, yıldızlardan ve dahi sert esen rüzgârlar- açtım, sahneye selam duracakken) …”
larına oturup boşluğu seyrettiğim bu met- dan. Azgın nisan yağmurlarından, ılık ikindi Belli belirsiz bir alkış sesi duydum. Başımı
ruk amfideydim işte. Düşün beni getirdiği akşamlarından, pembe fistanlardan, süt kokan kaldırdığımda Müjgan sıra sıra dizili merdi-
yerde. Kanatlarım poşette. Poşet elimde. ağızlardan… (Sesimde giderek taşkınlaşan bir venlerin tam ortasından bana bakıyordu.
Yerleri orası değil. ton) Burada olduğumu nereden biliyorsun, diye
Amfinin ortasına geçtim. Kanatları na- Düştüğümüz denizlere bakacaklarını biliyo- soracak oldum. Sormadım. Müjganlar bi-
zikçe çıkardım poşetinden. Yerlerine astım. rum. Ellerine her an sallamak için tutturulan lir, dedim. Kanatlarımdan birini çıkarıp
Omuzlarıma. İki yana açtım. Olabildiğince parmaklarını bize doğru uzatmaktan çekinmez- onun omzuna taktım. “Şu çocuk akşama
geniş. Müzik başladı. Kimse duymadı. Va- ler. Sakın ha, derler. Sakın. Güneşin yakıcılığın- müsait mi hâlâ,” dedim. Güldük. Yürüdük.
kitlerden son tiradımın vaktiydi. dan söz ederler. Ahh, ne ateş. Ne ateş. Güzelliği
“Ey göklerin tanrısı İkaros. İşte buradayım. seni büyülemesin, diye sıkı sıkı tembihleyecekler

Boşluk
Esin Kıroğlu

T ahta basamakların gıcırtıları kalbi-


min sesini bastırıyor. Merdiven
hatırladığımdan öyle küçük ki bir
an doğru yerde olduğumdan şüpheleniyo-
rum. Sofada durduk. Pansiyonun sahibi
çalışanlarımın arkasından konuşurum. Mı-
rıl mırıl. Boğazımda bağırmamı engelleyen
bir yumru varmış gibi ya da bağırmaya
hakkım yokmuş gibi. Sofadan gelen ayak
sesini duydum. Tekerlek sesi. Hemen kapı-
sağdaki odanın kapısını açınca şaşırdım. yı açtım. Temizlikçi kadın karşı odaya girdi,
Sol taraftaki olduğundan emindim. kapıyı aralık bıraktı. Pencerenin bir parçası
“Özellikle balkonlu odayı istiyorum diye görünüyor. Avuçlarım terledi, kalbim hız-
belirtmiştim hanımefendi.” landı. Odamın kapısını küçücük bir boşluk
“Bir yanlışlık yapmışlar. Balkonlu oda- kalana kadar örtüp aralıktan kadını izlerken
mızda üç gündür kalan bir misafirimiz var. o da sanki işimi kolaylaştırmak ister gibi te-
Bugün çıkış yapmayacak.” kerlekli kovayı kapanmasın diye kapının
“Yanlışlığı siz yaptınız. Düzeltmelisiniz o önüne koydu. Şimdi odanın yarısını görü-
zaman.” yorum. Yatak hatırladığımdan farklı, demir
Karşımdaki insanı her suçlayışımda yaşa- karyola değil, bazalı. Kadın çarşafı söktü,
dığım gibi sesim titredi. Aslında böyle du- güneşin ışığa boğduğu odada tozlar hava-
rumlarda hırgür çıkaramam, geri basarım landı. Pencerenin dışını görebilmek için
ama bu kez farklı. Odayı her şeyden çok gözümü daracık aralığa iyice dayadım. Gö-
istiyorum. “Manzaranız çok güzel. Kalmak istemez- le diklemesine inen ormanı gördüm. Meşe
“Odadaki kişiden rica etsek, bu gecelik seniz bizim kusurumuzdan dolayı ücretsiz ağaçlarının gece ay ışığında beyaz işi perde-
değişmez mi.” iptal yapabiliriz. Düşünün, ben aşağıda lere vuran gölgelerini hatırladım. Temizlik-
Teklifim ağzımdan çıkar çıkmaz pişman bekliyor olacağım.” çi kadın çarşafları koridora çıkardı. Aşağı-
oldum. Kadının bakışları pişmanlığımı İşinizi düzgün yapamıyorsanız kapatın dan gelen biri var. Gözümün önünden
utanca dönüştürdü. gitsin. Ne yapayım ben bu odayı. Bekliyor geçti. Puslu, yarım yamalak görebildiğim
“Sizin odanız da göl manzaralı. Lütfen olacakmış. Neyi bekliyor olacaksın. Kadın bir kadın. Kısacık sarı saçlı, beyaz elbiseli.
bir bakın beyefendi.” kapıdan çıkana kadar, tıkırdayıp gıcırdayan “Kolay gelsin. Bilgisayarımı alıp çıkaca-
Öfkeliyim. Sadece bir gecem var. Dön- tahtalar susana kadar bağırdım. İçimden, ğım. Lütfen banyoyu iyi temizleyin.”
mek zorundayım. Gözüm kalmak istedi- hep içimden. Merdivendeki ses susunca el- Neşeli, taze bir ses. İkisi bir şeye güldüler,
ğim odanın kapısında, kadının peşinden lerimle yüzümü ovaladım. duyamadım. Beni fark etmesin diye örttü-
bana ayrılana girdim. Çiçekli perdeyi, beyaz “Geri zekâlılar. Yaptığınız işe de size de.” ğüm kapıma kulağımı dayayıp bekledim,
tülü sonuna kadar açtı. Gölün ışıltılı mavisi Kimse duyamayacaksa konuşurum. Tele- ayak sesleri odamın önünde, merdivende.
göründü. fonu kapatınca arayanın, odadan çıkınca Sonra sessizlik. Koridora çıktım. Evin çatı
|>
25
katını sonradan açmışlar, ferforje bir merdi- sine yakın sincap gibi aşağı indim. Bazen ge- ceğimi söylemişti. Rahat rahat tavan boşlu-
ven koymuşlar. Odaya daha geniş açıdan ba- leceği zamanı kestiremediğim için inemedi- ğundaki yuvama çıktığım günlerdi. Babam
kabilmek için merdivenin yanına geçtim. ğim zamanlar oldu. Tünediğim yerden yata- gelince onu burada saklayacağımı, gizli gizli
Yaklaştım, kimse yok. Banyo kapısı kapalı. ğında kitap okuyuşunu, televizyona bakışını yemek getireceğimi hayal ettim. Dayım as-
İçeriden su sesi geliyor. Eşikteyim. Oda gö- izledim. Bazen uyuyakaldım. Kimse de beni kerden dönmeden gelse diye, çok dua ettim.
züme eskisinden çok daha küçük geldi. Ah- aramadı. Annem sokaktan geç gelsem me- Balkon demirlerinin arasından göle baktım,
şap tavandaki işlemeler olduğu gibi duruyor. rak etmezdi, karnın acıktı mı diye, sormazdı. göldeki kayıklarda babamla balık tuttum.
Banyonun tavanıyla odanın tavanı arasında- Dayımla kokoreç yedik anne, derdim, güldü Dayım döndü. Ona sarıldığımda beni hava-
ki üçgen boşluğu gördüm, hiç dokunma- mü kızdı mı anlamadığım bakışını yüzüme lara kaldırmadı. Bambaşka biriydi. Çok zayıf-
mışlar, nasıl yapılmışsa öyle kalmış. Duvara diker bakardı. lamıştı. Bir daha hiç eskisi gibi gülmedi, Ece
yaslı ahşap masanın üstünde su ısıtıcısı, fin- Temizlikçinin kilitlediği kapının önünde ablam gelince bile eskisi gibi bakmadı. Oda-
can, bardak, hazır çay kahve paketleri. Ban- soğuk soğuk terledim. Evi pansiyona çevi- sına arkadaşları gelmedi, filmleri arkadaşla-
yo tavanıyla benim aramdaki mesafeyi göz renler kapılara dokunmamış. Klasik anah- rıyla güle oynaya değil, yüzündeki o garip
kararı ölçtüm. Belki hayatımdaki en budala- tarlı, eski kapılar. Odada döndüm durdum. ifadeyle izledi. Bambaşka bir yere bakar gibi.
ca karardı ama yapmak zorundaymışım gibi Yaklaşan ayak seslerini duyunca yine saklan- Evde fısıltılı konuşmalar arttı. Annem bile
hissettim. Masaya çıkıp kapının üstündeki dığım deliğe çıktım. Kapı açıldı, kısacık sarı donuk gözlerini acımaya benzer bir hisle da-
çıtayı yakaladım. Bedenim hatırladığı şeyleri saçlar göründü. yıma dikiyordu yemeklerde. Dedemin gaze-
irademden bağımsız yaptı. Kendimi yukarı “Evet, bir gece daha kalacağım. Senaryoyu teleri dayım görmesin diye eve gelmez oldu.
çektim. Banyo tavanıyla odanın tavanı ara- bitirmem lazım. Tavsiyen için ne kadar te- Herkesten gizli yerimde uyuyakalmışım,
sındaki üçgen boşluğa girdim. Yüzümdeki şekkür etsem az. Tam istediğim gibi. Senar- iniltiye benzer sesler beni uyandırdı. Son za-
gülümsemeyi boşanma dilekçesi vermiş ka- yoda düşündüğüm eve birebir uyuyor. Oda- manlarda eve çok geç geliyordu dayım. Er-
rım görsün istedim. Sıkıcı, macera bilmeyen, lar da çok temiz.” ken geleceği tutmuştu. Yakalanacağım kor-
mutsuz, yarın büyük ihtimalle tek celsede Balkona çıktı. Artık sesi daha az gelse de kusu, dayımın beni görünce -odada olan
ayrılacağı kocası, baksın neler yapıyor. Ço- ne söylediği anlaşılıyor. İnip yakalanmadan biten her şeyi izlediğimi öğrenip- benden
cukken ayağa kalkacağım kadar yükseklikte çıkabilir miyim diye, ölçmeye başladım. Ka- nefret edeceği korkusu kalbimi sıkıştırdı.
bir boşluktu burası. Şimdi dizlerimin üstün- famı biraz uzattım, sırtı bana dönük. Kapı- Daha akşam olmamış, oda aydınlık. Sesler
de zor sığıyorum. Aşağıdan su sesi geliyor, daki anahtara gözümü diktim. Bacağımı çoğaldı. Gıcırtı ve sürtünme sesleri. Hırıltı
fırça sesi, tıkırtılar. Kapı açıldı. Ellerimden boşluğa attım. Kadın döndü, hemen içeri sesleri. Aralığın ucuna doğru süründüm.
destek alarak kendimi boşluğun içine doğru çekildim. Köşeden başımı gizlice uzattım. Sallanan bir
çektim. Avuçlarım toza bulandı. Başımı uza- “Annen aşağıda. Yapma Ali.” ip, ucunda dayım. Boğazındaki ipi elleriyle
tınca odanın ortasında duran temizlikçi ka- “Annem yukarı çıkmaz, niye korkuyorsun, çekiştiriyor. Donup kaldım. Beni gördü.
dını gördüm, iyice eğildim. İşini bitirdi, kapı- kapıyı kilitledim.” Ben de onun gözlerini. Öyle bir bakışı var ki
yı çekip çıktı. Anahtar sesiyle aklım başıma Dayımı hiç öyle gülerken görmedim, Ece korku mu, utanma mı, çok mu kızgın bana.
geldi. Sürünerek üçgenin ucuna geldim, oda abla da gülüyor. İçeride olduğumu bilse ne Dayımın ayakları çırpınıyor. Aşağı indim.
tepetaklak oldu. kadar kızar bana. Bir yandan korkuyorum Ben bir şey görmedim dayı. Önceden de
bir yandan onlara bakmadan duramıyorum. görmedim. Kızma bana. Kapıyı açtım, deli
Dayı, Tenten’in bu kitabını da bitirdim. Utandım, gözlerimi yumup iyice boşluğun gibi koştum. Merdivenler, gacır gucur ayak-
Başka bir tane verir misin.” köşesine çekildim. Ellerimi kulaklarıma bas- larımın altında. Önümde bir karaltı. Dede-
Dayım balkon korkuluğuna dayanmış gö- tırdım. Ben burada değilim dayı, ne görüyo- me çarptım. Yukarıda dayım, demek iste-
le bakıyor. Onun gibi sigara içen yok, onun rum ne duyuyorum seni. Tenten’i düşünü- dim, soğuk mavi bakışları üstümde dede-
kadar yakışıklı olup onun gibi içeceğim ben yorum. Annemle dedem yine kavga etti. min. Ağzımı açamıyorum, o da başka tarafa
de. Sigarayı öteki eline alıp saçımı okşadı. Dedem anneme isterse beni alıp gidebilece- bakıyor. Odama gidip annemin kucağına
“Veririm yeğenim. Dedene soralım ama.” ğini söyledi, bir de küfür etti galiba. Senden uzanıyorum, tir tir titriyorum. Annem elini
Dedemin çalışma odası giriş kattaydı. Ora- duyduğum küfürlere benzemiyordu. saçımın üstünde gezdiriyor. Sonra kıyamet
daki kitapları okumak için beş yaşında oku- Cep telefonumu hatırlayınca hemen ka- kopuyor.
mayı öğrendim. Dedem oraya tek başıma pattım. Çocukken böyle dertlerim yoktu. Gözlerimi karanlığa açtım. Uyuduğuma
girmemi yasaklamıştı. Anneannem dedemle Dayım, Ece abla geldiğinde beni yakalasa ne inanamıyorum. Kalçamın üstünde sürüne-
öğle kahvesini içerken beni yanına alır, kuca- yapardı acaba. Bunun ne önemi var aptal rek aralığın köşesine geldim. Hiç ses çıkar-
ğında oturturdu. Cilt cilt kitaplara bakar, de- herif. Sapık gibi kadının odasına girmişsin, madan inecek, bu cehennemden çıkacağım.
demin soğuk mavi gözlerinden kaçardım. ya telefonun çalsaydı. Saate baktım, beşe ge- Kollarımdan güç alıp aşağıya sarktım. Ayak-
Onun için yüz karasıydım, kızının oğlu hiç liyor. Kadın akşam yemeğine gittiğinde bir larım zeminde. Tahta, çıt dedi. Nefesimi tut-
olmadım, kızını ortada bırakıp kaçan ada- yolunu bulup çıkarım. Zor bela öteki yanı- tum. Sağ elim masanın kenarında. Ayakları-
mın oğluydum. İşe yaramaz, derdi bana. ma dönüp uyuşmuş bacaklarımı rahatlatma- mın ucuna basarak kapıya doğru ilerledim.
Dedemin içine doğmuştu işe yaramazlığım. ya çalıştım. Odada gezine gezine birkaç tele- Anahtar şimdi parmaklarımın arasında.
Hayatımda işe yarayacağım tek bir zaman fon görüşmesi daha yaptı kadın. Neşeli sesi- Öteki elimle kapı kolunu kavradım. Bir göl-
vardı, o zaman bile bir halt edemediğimi bil- ni dinlemeye alıştım. Yüzünü tam göremi- ge gibi sessiz çıkacağım. Kadın uyanmaya-
se okumam için tek kuruş harcamazdı. Da- yorum. Benim gibi otuzların sonlarında cak, bağırmayacak. Hiç kimse bağırmaya-
yım, dedem gibi değildi. Onun için ölürdüm. sanki. Kafamın içinde onunla konuştum cak. Ama bağırmalıydım. Boşluğu tekmele-
Öleceğimi sanırdım. Dayım kendine özel durdum. Yakalanırsam hapse girmekten yen bacaklara sarılmalıydım. O bacaklara
banyo yaptıracağını söyledi. Öyle olmaz çok rezil olmaktan korkuyorum, lütfen çıkın sarılıp bağırmalıydım. Anahtar artık elimde
böyle olmaz derken odanın köşesine duvar gidin hanımefendi. Ben de kapıyı mı kıra- değil. Geri geri yürüdüm. Döşemenin gıcır-
örüldü. Çatının altındaki işlemeli yüksek ta- rım, camdan mı atlarım, yaparım bir şeyler. damasını umursamadım. Bu kez kaçmaya-
vanla banyonun kıytırık tavanı arasında dik Ne olur gidin. Hem herkes hata yapar, çok cağım. Burada olmamın cezasını ödeyece-
üçgen şeklinde bir boşluk kaldı. Yani benim daha büyük hatalar yaptım aslında. Üstüme ğim. Masanın üstünü yokladım. Bardağı bu-
Kızılderili çadırım, uçağım, kütüphanem, kâbus gibi çöken bir geçmiş var. Suçluyum lunca elimin tersiyle ittim. Artık hiçbir şey
şeker zulam olan yer. Bir de babam beni hanımefendi. Bu yüzden buradayım. geri alınamaz. Bardak tok, keskin ve giderek
görmeye gelirse eve girmesine izin verme- Yediğim şekerlerin kâğıtlarını cebime tıkış- büyüyen bir sesle odanın içinde yuvarlandı.
yecekleri için onu saklayacağım yer. Dayım tırdım. Burada bırakırsam beni yakalarlar. Dimdik durdum.
ne zaman evden gitse oraya çıktım. Gelme- Dayım askere gittiğinde odasında kalabile-
Öykü Gazetesi
veveya.net
Aylık öykü gazetesi, Mart 2024
8. Yıl, Veveya'da 6. Sayı

YAŞASIN
8
MART

İSTANBUL
SÖZLEŞMESİ
YAŞATIR

BIJÎ
8'ê
ADARê

Öykü Gazetesi Yayın Kurulu:


Yerel Süreli Yayın
Öykü Gazetesi'nde yer alan eserlerin her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden ve eser sahibinin
Arzu Anlar Saraç (Editör) izni alınmadan gazetede yayınlanan eserler kısmen veya tamamen çoğaltılıp yayınlanamaz,
veveya.net Deniz Dengiz Şimşek
umuma iletilemez. Yayıncı iş bu gazetede yer alan eserleri, bağlı bulunduğu web sitelerinde ve
Genel Yayın Yönetmeni Gaye Keskin yıllığında yayınlayabilir; sitelerinde ve sosyal medya hesaplarında; video ve sesli paylaşım siteleri için
Ercan y Yılmaz Meltem Terzioğlu seslendirebilir, içerik oluşturabilir. Eser sahipleri dergide yayınlanan öykülerinin mali haklarını başka
Görsel Alan: Azra alanlarda gazeteden iznini almaya gerek olmaksızın kullanabilir. Yazılar ve çizimler için telif ödenmez.

E-Posta: veveyaoykugazetesi@gmail.com - X: @veveyanet - Instagram: @veveyanet Yerel Süreli Yayın - Ücretsiz

You might also like